DÖNEM: 22 CİLT: 136 YASAMA
YILI: 5
TÜRKİYE
BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK
DERGİSİ
22’nci
Birleşim
22 Kasım 2006 Çarşamba
İ Ç İ N D E K İ L
E R
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III. - YOKLAMALAR
IV. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
1.- İzmir Milletvekili Hakkı Ülkü’nün, belediye
şirketlerinin, yasalardan kaynaklanan boşluklar nedeniyle denetlenememesinin
yol açtığı mali kayıplara ilişkin gündem dışı konuşması ve İçişleri
Bakanı Abdülkadir Aksu’nun cevabı
2.- Kocaeli Milletvekili Nevzat Doğan’ın, 20 Kasım
Dünya Çocuk Hakları Günü münasebetiyle, ülkemizde, gerek çocuk
yoksulluğunun önlenmesi gerekse çocukların eğitimi, sağlığı ve
sosyal güvenliği konularında son yıllarda atılan adımlara ilişkin
gündem dışı konuşması
3.- Konya Milletvekili Atilla Kart’ın, (F) tipi cezaevlerindeki
uygulamalardan kaynaklanan sorunlara ve alınması gereken tedbirlere
ilişkin gündem dışı konuşması
V. - GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI
A) ÖNGÖRÜŞMELER
1.- İstanbul Milletvekili Ömer Zülfü Livaneli
ve 19 milletvekilinin, gençler arasında şiddet olaylarının artmasının
sebeplerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/337)
2.- Çorum Milletvekili Muzaffer Külcü ve 19 milletvekilinin,
gençler ve çocuklar arasında artan şiddet eğiliminin sebeplerinin
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/343)
3.- Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı ve 54
milletvekilinin, okullardaki şiddet olaylarının araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/356)
4.- Anavatan Partisi Grubu Adına Grup Başkanvekilleri
Gaziantep Milletvekili Ömer Abuşoğlu ve Malatya Milletvekili Süleyman
Sarıbaş’ın, okullarda meydana gelen şiddet olaylarının araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/357)
VI. - AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in, Iğdır
Milletvekili Dursun Akdemir’in, konuşmasında, şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
VII. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER
1.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve
İbrahim Köşdere’nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa
Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa
Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)
2.- Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine
İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1030)
(S. Sayısı: 904)
3.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Amerika
Birleşik Devletleri Hükümeti Arasında Yayılmanın Önlenmesi Amaçlarına
Yönelik Yardım Sağlanmasının Kolaylaştırılması İçin İşbirliğine
İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/1115) (S. Sayısı: 1147)
4.- Bursa Milletvekili Mehmet Altan Karapaşaoğlu'nun;
Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesi
Hakkında Kanun Teklifi ve Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu Raporu
(2/762) (S. Sayısı: 1252)
VIII. - SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Mersin Milletvekili Mustafa ÖZYÜREK’in,
MİT’in şehit ailelerini soruşturduğu iddiasına ilişkin Başbakandan
sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali ŞAHİN’in
cevabı (7/17724)
2.- Denizli Milletvekili Mustafa GAZALCI’nın,
ders kitaplarının incelenmesiyle ilgili değişikliğe ilişkin sorusu
ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK’in cevabı (7/17778)
3.- Konya Milletvekili Atilla KART’ın, Vakıflar
Genel Müdürlüğünce restorasyonu yapılan eserlere ve bazı iddialara
ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali
ŞAHİN’in cevabı (7/17846)
4.- Samsun Milletvekili İlyas Sezai ÖNDER’in, Samsun
İl Millî Eğitim Müdür Vekilinin bazı açıklamalarına ilişkin sorusu
ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK’in cevabı (7/17889)
5.- Adana Milletvekili N. Gaye ERBATUR’un, ilköğretim
ders kitaplarının incelenmesine ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı
Hüseyin ÇELİK’in cevabı (7/17891)
6.- Ordu Milletvekili Kâzım TÜRKMEN’in, Ordu’daki
bazı okulların sorunlarına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı
Hüseyin ÇELİK’in cevabı (7/17892)
7.- Tokat Milletvekili Orhan Ziya DİREN’in, bazı
konfederasyon ve sendikaların mal varlıklarına ilişkin sorusu ve
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat BAŞESGİOĞLU’nun cevabı
(7/17912)
8.- Muğla Milletvekili Ali Cumhur YAKA’nın, işçi
alımıyla ilgili bazı iddialara ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanı Murat BAŞESGİOĞLU’nun cevabı (7/17929)
9.- Mersin Milletvekili Hüseyin GÜLER’in, okullardaki
şiddet olayları ve uyuşturucu kullanımına ilişkin sorusu ve Millî
Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK’in cevabı (7/17948)
10.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL’in, Kütahya’da
onarımda bulunan ve derslik açığı olan okullara ilişkin sorusu ve
Millî Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK’in cevabı (7/17949)
11.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL’in, Şırnak’ta
onarımda bulunan ve derslik açığı olan okullara ilişkin sorusu ve
Millî Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK’in cevabı (7/17952)
12.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL’in, Siirt’te
onarımda bulunan ve derslik açığı olan okullara ilişkin sorusu ve
Millî Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK’in cevabı (7/17953)
13.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL’in, Bingöl’de
onarımda bulunan ve derslik açığı olan okullara ilişkin sorusu ve
Millî Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK’in cevabı (7/17956)
14.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL’in, Bitlis’te
onarımda bulunan ve derslik açığı olan okullara ilişkin sorusu ve
Millî Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK’in cevabı (7/17957)
15.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL’in, Çankırı’da
onarımda bulunan ve derslik açığı olan okullara ilişkin sorusu ve
Millî Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK’in cevabı (7/17958)
16.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL’in, Kayseri’de
onarımda bulunan ve derslik açığı olan okullara ilişkin sorusu ve
Millî Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK’in cevabı (7/17959)
17.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL’in, Gümüşhane’de
onarımda bulunan ve derslik açığı olan okullara ilişkin sorusu ve
Millî Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK’in cevabı (7/17960)
18.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL’in, Bartın’da
onarımda bulunan ve derslik açığı olan okullara ilişkin sorusu ve
Millî Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK’in cevabı (7/17961)
19.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL’in, Aksaray’da
onarımda bulunan ve derslik açığı olan okullara ilişkin sorusu ve Millî
Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK’in cevabı (7/17963)
20.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL’in, Nevşehir’de
onarımda bulunan ve derslik açığı olan okullara ilişkin sorusu ve
Millî Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK’in cevabı (7/17966)
21.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL’in, Düzce’de
onarımda bulunan ve derslik açığı olan okullara ilişkin sorusu ve
Millî Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK’in cevabı (7/17967)
22.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL’in, Sakarya’da
onarımda bulunan ve derslik açığı olan okullara ilişkin sorusu ve
Millî Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK’in cevabı (7/17968)
23.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL’in, Bolu’da
onarımda bulunan ve derslik açığı olan okullara ilişkin sorusu ve
Millî Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK’in cevabı (7/17970)
24.-Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL’in, Bursa’nın
bazı ilçelerinde onarımda bulunan ve derslik açığı olan okullara
ilişkin soruları ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK’in cevabı
(7/17971, 17972, 17973, 17974, 17975, 17976, 17977, 17978, 17979, 17980, 17981,
17982, 17983, 17984, 17985, 17986, 17987)
25.- Isparta Milletvekili Mevlüt COŞKUNER’in, Isparta’nın
yükseköğrenim yurdu ihtiyacına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı
Hüseyin ÇELİK’in cevabı (7/18073)
26.- Muğla Milletvekili Fahrettin ÜSTÜN’ün, bir
ders kitabı kapağındaki yazım yanlışına ilişkin sorusu ve Millî
Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK’in cevabı (7/18074)
27.- Diyarbakır Milletvekili Mesut DEĞER’in, Diyarbakır-Bismil-Alıncak
köyünün okul ihtiyacına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin
ÇELİK’in cevabı (7/18075)
28.- Antalya Milletvekili Osman ÖZCAN’ın, Korkuteli-Küçükköy
kasabasının okul ihtiyacına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı
Hüseyin ÇELİK’in cevabı (7/18076)
29.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT’ün, Ardahan’daki
bir köy camisinin bakım ve onarımına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı
Mehmet AYDIN’ın cevabı (7/18605)
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 15.00’te açılarak dört oturum
yaptı.
Hatay Milletvekili Abdulaziz Yazar’ın, son zamanlarda
Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde meydana gelen sel felaketine
karşı, başta altyapı hizmetleri olmak üzere, alınması gereken tedbirlere
ilişkin gündem dışı konuşmasına, Bayındırlık ve İskân Bakanı Faruk
Nafiz Özak,
Erzincan Milletvekili Erol Tınastepe’nin, Hükûmetin
uyguladığı tarımsal destekleme politikalarının yansımalarına,
şeker pancarı üreticilerinin sorunlarına ve alınması gereken
tedbirlere ilişkin gündem dışı konuşmasına Sanayi ve Ticaret Bakanı
Ali Coşkun,
Cevap verdi.
Sakarya Milletvekili Süleyman Gündüz, Hollanda
Hükûmetinin, 1995’te Bosna Hersek’te binlerce kişinin ölümüne sebep
olan Srebrenica’daki soykırım sırasında bölgenin güvenliğini korumak
üzere görev yapan Birleşmiş Milletler Barış Gücü içindeki askerlerine
üstün hizmet madalyası verilmesi teklifine ilişkin gündem dışı
bir konuşma yaptı.
Cumhurbaşkanlığı 2005 Mali Yılı Kesinhesabına
ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Hesaplarını İnceleme Komisyonu
Raporu (3/1044) (S. Sayısı: 1259) Genel Kurulun bilgisine sunuldu.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, İngiltere’ye
yaptığı resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin Başbakanlık
tezkeresi,
Genel Kurulun 21/11/2006 Salı günkü birleşiminde
sözlü sorular ve diğer denetim konularının görüşülmeyerek kanun
tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine; gündemin “Kanun Tasarı
ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının 29’uncu
sırasında yer alan 970 ve 970’e 1’inci ek, 8’inci sırasında yer alan
1244, 9’uncu sırasında yer alan 1255, 365’inci sırasında yer alan 1229,
22’nci sırasında yer alan 922 sıra sayılı Kanun Tasarı ve Teklifleri’nin
bu kısmın 8, 10, 11, 12 ve 13’üncü sıralarına alınmasına; gelen kâğıtlar
listesinde yayımlanan ve bastırılarak dağıtılan 1267 sıra sayılı
Avukatlık Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin
de 48 saat geçmeden, yine bu kısmın 9’uncu sırasına alınmasına ve
diğer işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesine;
22/11/2006 Çarşamba günkü birleşimde sözlü soruların görüşülmemesine
ve gündemin “Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair
Öngörüşmeler” kısmının 273, 279, 294 ve 295’inci sıralarında yer
alan (10/337), (10/343), (10/356) ve (10/357) esas numaralı Meclis araştırması
önergelerinin birleştirilerek görüşülmesine; çalışma sürelerinin
de 21/11/2006 Salı günkü birleşimde saat 23.00’e kadar, 22/11/2006 Çarşamba
günkü birleşimde saat 14.00’ten 23.00’e kadar, 23/11/2006 Perşembe günkü
birleşimde de saat 14.00’ten 21.00’e kadar olmasına ilişkin AK Parti
Grubu önerisi, yapılan görüşmelerden sonra,
Kabul edildi.
İstanbul Milletvekili Ali Rıza Gülçiçek’in, 2981
Sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak
Bazı İşlemler ve 6785 Sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi
Hakkında Kanunda ve 3194 Sayılı İmar (2/381),
Mersin Milletvekili Mustafa Özyürek ve Malatya
Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu’nun, 5464 Sayılı Banka Kartları
ve Kredi Kartları (2/761),
Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Teklifi’nin, İç Tüzük’ün 37’nci maddesine göre doğrudan gündeme alınmasına
ilişkin önergelerinin, yapılan görüşmelerden sonra, kabul edilmedikleri
açıklandı.
Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan
Gelen Diğer İşler” kısmının:
1’inci sırasında bulunan, Kamu İhale Kanununa
Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi’nin (2/212) (S. Sayısı:
305) görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin komisyon
raporu henüz gelmediğinden;
2’nci sırasında bulunan, Bazı Kamu Alacaklarının
Tahsil ve Terkinine İlişkin (1/1030) (S. Sayısı: 904),
3’üncü sırasında bulunan, Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti Arasında Yayılmanın
Önlenmesi Amaçlarına Yönelik Yardım Sağlanmasının Kolaylaştırılması
İçin İşbirliğine İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair (1/1115) (S. Sayısı: 1147),
Kanun Tasarılarının görüşmeleri, ilgili komisyon
yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından;
Ertelendi.
4’üncü
sırasında bulunan, Bursa Milletvekili Mehmet Altan Karapaşaoğlu'nun,
Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesi
Hakkında Kanun Teklifi’nin (2/762) (S. Sayısı: 1252) görüşmelerine
devam olunarak 5’inci maddesine kadar
Muğla
Milletvekili Gürol Ergin,
Konya
Milletvekili Özkan Öksüz’ün, konuşmasında, şahıslarına,
İstanbul
Milletvekili İrfan Gündüz, Muğla Milletvekili Gürol Ergin’in, konuşmasında,
Partisine,
Sataştığı iddiasıyla birer açıklamada bulundular.
22 Kasım 2006 Çarşamba günü, alınan karar gereğince
saat 14.00’te toplanmak üzere, birleşime 23.02’de son verildi.
Ali Dinçer
Başkan
Vekili
|
Bayram Özçelik |
Harun Tüfekci |
|
Burdur |
|
|
Kâtip
Üye |
Kâtip
Üye |
No.:
33
II.
- GELEN KÂĞITLAR
22
Kasım 2006 Çarşamba
Tasarılar
1.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve
Avustralya Hükümeti Arasında Askeri Alanda İş Birliği Çerçeve Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/1263)
(Millî Savunma ve Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi:
17.11.2006)
2.- Askerlik Kanunu ile Yedek Subaylar
ve Yedek Askeri Memurlar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı (1/1264) (Adalet ve Millî Savunma Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 10.11.2006)
Teklifler
1.- Zonguldak Milletvekili Harun Akın
ve Antalya Milletvekili Osman Kaptan’ın; 3837 Sayılı Kanunun Ek 9
uncu Maddesinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi
(2/895) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonuna) (Başkanlığa
geliş tarihi: 10.11.2006)
2.- Samsun Milletvekili Haluk Koç ve 47
Milletvekilinin; 31.5.2006 Tarihli ve 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar
ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/896) (Sağlık, Aile, Çalışma ve
Sosyal İşler ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi:
10.11.2006)
3.- İzmir Milletvekili Ahmet Ersin ve
44 Milletvekilinin; 5237 Sayılı Türk Ceza Kanununun, Kanuna Aykırı
Eğitim Kurumu Başlıklı 263 üncü Maddesinde Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Teklifi (2/897) (Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa geliş
tarihi: 10.11.2006)
Tezkere
1.- Amasya Milletvekili Mustafa Sayar’ın
Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi
(3/1158) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma
Komisyona) (Başkanlığa geliş tarihi:
20.11.2006)
Raporlar
1.- Adana Milletvekili Ayhan Zeynep Tekin
Börü’nün Türk Medeni Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Teklifi ve Adalet Komisyonu Raporu (2/888) (S. Sayısı: 1262) (Dağıtma
tarihi: 22.11.2006) (GÜNDEME)
2.- Yedek Subaylar ve Yedek Askeri Memurlar
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Millî Savunma
Komisyonu Raporu (1/1213) (S. Sayısı: 1263) (Dağıtma tarihi:
22.11.2006) (GÜNDEME)
3.- Türk Silahlı Kuvvetleri Personel
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Millî
Savunma Komisyonu Raporu (1/1228) (S. Sayısı: 1264) (Dağıtma tarihi:
22.11.2006) (GÜNDEME)
4.- Harp Akademileri Kanunu ile Harp
Okulları Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı
ve Harp Akademileri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı ile Millî Savunma Komisyonu Raporu (1/1241, 1/1186) (S. Sayısı:
1265) (Dağıtma tarihi: 22.11.2006) (GÜNDEME)
5.- Gecekondu Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma
ve Turizm Komisyonu Raporu (1/1254) (S. Sayısı: 1266) (Dağıtma tarihi:
22.11.2006) (GÜNDEME)
22 Kasım 2006 Çarşamba
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati:
14.05
BAŞKAN: Başkan Vekili
Ali DİNÇER
KÂTİP ÜYELER: Bayram
ÖZÇELİK (Burdur), Ahmet Gökhan SARIÇAM (Kırklareli)
BAŞKAN
– Değerli milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 22’nci
Birleşimi’ni açıyorum.
III. - YOKLAMA
BAŞKAN
– Elektronik cihazla yoklama yapacağız.
Yoklama
için üç dakika süre vereceğim. (AK Parti sıralarından “Beş dakika
olsun.” sesleri)
Peki, beş dakika verelim, diğer arkadaşlar da
gelsinler; oldu. Yani, sizin hatırınızı kırmayalım. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
İSMET ATALAY (İstanbul) – Pazarlıkla olur mu Sayın
Başkan?
BAŞKAN – Yalnız, arkadaşları da toplamaya yardımcı
olun ki, böyle ciddi bir kalabalıkla, ciddi bir çoğunlukla etkin, verimli
bir parlamento çalışması yapalım.
Yoklama için beş dakika süre vereceğim.
Sayın milletvekillerinin oy düğmelerine basarak
salonda bulunduklarını bildirmelerini, bu süre içerisinde elektronik
sisteme giremeyen milletvekillerinin salonda hazır bulunan teknik
personelden yardım istemelerini, buna rağmen sisteme giremeyen
üyelerin ise, yoklama pusulalarını, görevli personel aracılığıyla,
beş dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica
ediyorum.
Yoklama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN
– Toplantı yeter sayısı yoktur.
Beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 14.13
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 14.25
BAŞKAN: Başkan Vekili Ali DİNÇER
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Ahmet Gökhan SARIÇAM (Kırklareli)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 22’nci Birleşimi’nin İkinci Oturumu’nu açıyorum.
III. - YOKLAMA
Yapılan ilk yoklamada toplantı yeter sayısı bulunamamıştı.
Şimdi tekrar elektronik cihazla yoklama yapacağız.
Yoklama için beş dakika süre vereceğim.
Sayın milletvekillerinin oy düğmelerine basarak
salonda bulunduklarını bildirmelerini, bu süre içerisinde elektronik
sisteme giremeyen milletvekillerinin salonda hazır bulunan teknik
personelden yardım istemelerini, buna rağmen sisteme giremeyen
üyelerin ise, yoklama pusulalarını, görevli personel aracılığıyla,
beş dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica
ediyorum.
Yoklama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, toplantı yeter
sayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline
gündem dışı söz vereceğim.
Gündem dışı ilk söz, belediye şirketleriyle ilgili
söz isteyen, İzmir Milletvekili Hakkı Ülkü’ye aittir.
Buyurun Sayın Ülkü. (CHP sıralarından alkışlar)
IV. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
1.- İzmir Milletvekili Hakkı Ülkü’nün, belediye şirketlerinin, yasalardan
kaynaklanan boşluklar nedeniyle denetlenememesinin yol açtığı mali kayıplara
ilişkin gündem dışı konuşması ve İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu’nun cevabı
HAKKI ÜLKÜ (İzmir) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Konumuz, belediye şirketleri. Türkiye’de belediye
şirketleri sayıları belli değildir. Kâr ve zararlarını bağlı oldukları
belediyeler dışında kimse bilemez. Yönetim kurullarında kimlerin
yemlendiğini de asla öğrenemezsiniz ve en önemlisi, devlet tarafından
denetlenemeyen, ülkemiz adına büyük bir kara delik hâline gelmiştir
şirketler. Bu yönleriyle, Türkiye’de halkın 40 milyar dolarının hortumlanmasına
neden olan büyük banka vurgunundan sonra ikinci büyük yolsuzluk vurgununun
belediye şirketlerinden gelmesi çok büyük ihtimaldir. Türkiye'de
kamu gücüyle kurulan ve arkalarında da kamu gücü olan belediye
şirketleri, Türk Ticaret Kanunu’na tabi oldukları için, ne İçişleri
Bakanlığı ne de belediye meclisleri ve hatta ne de Sayıştay tarafından
denetlenebilmektedirler. Bu konuda, sadece Sanayi ve Ticaret Bakanlığının
üçüncü kişilerin haklarını korumaya yönelik denetimi söz konusudur,
yani kamu iradesiyle ortaya çıkan bir denetim söz konusu değildir.
Ciddi bir yasal boşluktan kaynaklanan bu durum, Türkiye adına mali
açıdan çok büyük kayıplara yol açmaktadır. Öncelikle, bugün, Türkiye'de
kaç tane belediye şirketi olduğunu, bunların kâr-zarar durumlarını,
yönetim kurullarında kimlerin yer aldığını, İktidar, ya bilmiyor
ya da bilmezlikten geliyor. Örneğin, bundan bir süre önce, gerek Sanayi
ve Ticaret Bakanlığına gerekse İçişleri Bakanlığı Mahallî İdareler
Genel Müdürlüğüne sormuş olduğum sorulara verilen yanıtlarda,
belediyelere bağlı şirket sayısı, İçişleri Bakanlığına göre
176, Sanayi ve Ticaret Bakanlığına göre de 337. İçişleri Bakanlığından
bir yetkili “Bunlar kamu hukukuna tabi olmadıkları için sayılarını
bilemiyoruz.” diyor.
İçişleri Bakanlığına, Bakana sormak gerekir:
Madem belediyelerin ne yaptığından, hangi ticari faaliyette bulunduğundan
haberiniz yok, neden, her fırsatta, belediyelerde performans ölçümü
ve denetimi projesi olan BEPER ya da Yerel Bilgi Projesi gibi, sözde
yerel yönetimlere ilişkin her türlü bilgiyi önümüze sereceği söylenen,
şeffaflık sağlayacağı söylenen projelerle gözümüzü boyamaya çalışıyorsunuz?
BEPER projesine 300 milyon dolar hibe kredisi vererek
başlatılmasını sağlayan Dünya Bankası bile, bugün Hükûmete karşı
büyük bir tepki içinde. Belediyelerin yaptığı harcamaların ve şirketlerin
denetlenmesini istiyor. Dünya Bankasını isyan ettiren en önemli
neden, 2004 yılında 10 katrilyon olan mahallî idarelere ayrılan payın,
2005’te 14 katrilyona çıkmasıdır.
Dünya Bankası şimdi soruyor, “Aradaki bu 4 katrilyonluk
harcama nerede ve ne için kullanıldı?” diye. Dünya Bankasına bu 4
katrilyonun nerede olduğunu biz söyleyelim. Bu 4 katrilyon, 2004
yılı yerel seçimlerinde, Türkiye’deki 16 büyükşehir belediyesinden
12’sinin, toplamda 3.225 küsur belediyeden yaklaşık 1.900’ünün yönetimine
gelen AKP’li belediyelerin, özellikle şirketler aracılığıyla verdiği
ihaleleri alan AKP yandaşı iş adamlarının kursağındadır. Çünkü, Kamu
İhale Kurumunun verilerine göre, 2004 yılında belediyelerin ve
bağlı kuruluşların verdiği ihalelerin toplam tutarı 2,2 katrilyon
iken, bu rakam 2005 yılında bir anda 6,1 katrilyona çıkmıştır. Aradaki
bu 4 katrilyonluk fark, işte, Dünya Bankasının nerede olduğunu merak
ettiği paradır ve bu para şimdi, muhtemelen AKP yandaşı firmaların
kasasında bulunmaktadır.
Türkiye, IMF ve Dünya Bankası ile birlikte hareket
eden birçok sağ iktidar gördü; ama, şimdiki iktidar kadar, bu kuruluşları
bile isyan ettirecek derecede kapalı ilişkilere, denetimsizliğe
ve şaibeye bulaşmış bir iktidarla hiç çalışmadı.
Yine, Kamu İhale Kurumunun rakamlarına göre,
Türkiye’de bugün kamu kurum ve kuruluşları içinde en fazla tutarda
ihale verenler belediyelerdir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Toparlayalım lütfen.
HAKKI ÜLKÜ (Devamla) – Teşekkür ederim.
Son iki yılda belediyelerin verdiği ihalelerin
toplam tutarları KİT’leri de Millî Savunma Bakanlığını da Sağlık Bakanlığını
da geride bırakarak yüzde 20’lik bir payla ilk sıraya yükselmiş durumdadır.
Belediyelerin, şirketler, ihaleler ve özelleştirmeler
sayesinde edindiği bu başına buyruk durum Merkez Bankası Başkanını
bile isyan ettirmiş “merkezi yönetim harcamaları şeffaf, izlenebiliyor,
ama, yerel yönetim harcamaları o kadar şeffaf değil” şeklinde düşüncelerini
belirtmiştir. Bu, gerçekten, üzerinde durulması gereken bir açıklamadır.
Düşünün, İktidardan, Başbakandan, İçişleri Bakanından, Maliye Bakanından,
ilgili diğer bakanlıklardan bu konuda herhangi bir ses çıkmazken,
belediyelerle doğrudan ilgisi olmayan, fakat, ekonominin bel kemiği
bir kurumun Başkanı olan bir kişinin, Dünya Bankasının isyanı gibi,
bu da belediyelerin bugünkü yapıyla ülkemiz adına nasıl bir tehdit
oluşturmaya başladığının en somut göstergesidir. Nitekim, 30 Eylül
2006 tarihi itibarıyla belediyelerin hazineye olan borcu toplam
13 katrilyona ulaşmıştır. Sadece Ankara Büyükşehir Belediyesinin
hazineye olan borcu toplam 2 katrilyonun üzerindedir. Bu borç içindeki
belediyelerin çoğunun, temel belediyecilik hizmetleri dahi yapmadan,
sözde “sosyal yardım” adı altında, ev ev dolaşıp koliler dağıttığını,
belediyelerin parasını oy avcılığı için kullandığını hepimiz
biliyoruz.
2004 yerel seçimlerinden sonra, Türkiye’deki
3.225 belediyeden 1.946’sının yönetimine AKP’liler geldi. O tarihten
bu yana, birçok belediyenin şirket kurmak için başvuruda bulunduğunu
biliyoruz. Sanayi Bakanlığının, soru önergeme verdiği yanıta göre,
bunlardan sadece 39’u şirket kurabilmiş ve bunların da 31 tanesi
AKP’li, 4 tanesi CHP’li, 2 tanesi DTP’li, 1 tanesi DSP’li ve 1 tanesi
de DYP’li.
Başbakanlığa soruyoruz, “2004 yerel seçimlerinden
sonra hangi belediyeler şirket kurmak için başvurdu, bunların kaçına
izin verildi, kaçının başvuru dosyası Başbakanlıkta, yani Ömer Dinçer’in
önünde ikinci bir emre kadar bekletiliyor” diye, fakat, 27 Temmuz
2006 tarihinde vermiş olduğu soru önergesine, aradan dört ay geçmesine
rağmen cevap verilmiyor. Peki, Başbakan, Başbakanlık Müsteşarı,
kamu yönetimi ve mahallî idareler uzmanı Ömer Dinçer ve ilgili bakanlar,
belediyelerin içinde bulunduğu bu kirli ve şaibeli durumu bilmiyorlar
mı?
BAŞKAN – Hakkı Bey, toparlayalım lütfen.
HAKKI ÜLKÜ (Devamla) – Bitiyor efendim.
Adları gibi biliyorlar; fakat, belediyeler ve
belediye şirketleri AKP örgütü için öylesine büyük bir rant kapısı
ki, denetimsiz durumu olabildiğince sürdürmeye çalışmaktalar. Elbette,
belediye şirketlerine bugün ya da yarın bir kamu denetimi gelecektir;
fakat, o zamana kadar iktidar ve iktidar partisine mensup belediyeler
bu durumu sonuna kadar istismar edecektir. Halkın parasını kendi
yandaşlarını zenginleştirmek için kullanacaklar. AKP bir daha böylesine
bir oy çokluğuyla iktidara gelemeyeceğine göre, yerel seçimlerde
bu kadar yüksek bir başarı sağlayamayacağını da çok iyi biliyor ve
hazır iktidardayken vurup kaçalım yaklaşımıyla hareket ediyor. Bu
bakış açısıyla, belediye şirketlerinin yol açtığı kamu zararını
bile bile bu konuda herhangi bir girişimde bulunmuyorlar. Başbakan
geçenlerde açık bir yüreklilikle, “3.200’ü aşkın belediyeden 1.700
küsuru kadarı AKP’li olduğunu düşündüğümüz zaman, bunun yüzde yüzünün
tertemiz, sapasağlam olduğunu iddia edersek yanlış olur.” demişti.
Biz de sormak istiyoruz: Peki, belediyelerin kurduğu şirketler
başta olmak üzere, ticari ilişkilerini ve harcamalarını denetlemeyen
bir iktidara tertemiz, sapasağlam demek mümkün müdür?
Beni dinlediğiniz için hepinize teşekkür ediyorum;
sevgiler, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – İçişleri Bakanı Sayın Abdülkadir Aksu,
İzmir CHP Milletvekili Sayın Hakkı Ülkü’nün yaptığı konuşmaya yanıt
verecekler.
Buyurun Sayın Bakan.
Süreniz yirmi dakika.
İÇİŞLERİ BAKANI ABDÜLKADİR AKSU (İstanbul) – Sayın
Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; İzmir Milletvekili
Sayın Hakkı Ülkü’nün belediye şirketleri hakkında yaptığı gündem
dışı konuşma nedeniyle söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetin
siz saygıdeğer üyelerini en derin saygılarımla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, müsaade ederseniz, önce
bu belediye birlikleriyle ilgili yasal mevzuattan bahsetmek istiyorum.
Bildiğiniz gibi, Anayasa’mızın 127’nci ve 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun
3’üncü maddesi, belediyeleri, belde sakinlerinin mahallî müşterek
nitelikteki ihtiyaçlarını karşılamak üzere kurulan ve karar organı
seçmenler tarafından seçilerek oluşturulan idari ve mali özerkliğe
sahip kamu tüzel kişisi olarak tanımlanmıştır.
Yine, söz konusu yasanın 14’üncü ve 15’inci maddelerinde
belediyelerin görev ve sorumlulukları ile yetki ve imtiyazları
sayılırken, ekonomi ve ticaretin geliştirilmesine yönelik hizmetlerin
belediyelerce yapılabileceği de belirtilmiştir. İşte, buna bağlı
olarak, Kanun’un 18’inci maddesine göre, belediye meclislerinin
6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’na tabi ortaklıklar şeklinde belediyeye
ait şirket kurmaya yetkili oldukları ve 70’inci maddesine göre de
belediyelerin kendilerine verilen görev ve hizmet alanlarında
-burası önemli- ilgili mevzuatta belirtilen usullere göre -ki,
Türk Ticaret Kanunu kastediliyor- şirket kurabilecekleri hüküm
altına alınmıştır. Bu doğrultuda, belediyelerimiz, gerek eski
1580 sayılı Belediye Kanunu’na göre gerekse yeni 5393 sayılı Belediye
Kanunu çerçevesinde görev ve yetki alanlarına giren konularda,
6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’na tabi ortaklıklar kurabilmektedirler.
Türk Ticaret Kanunu’nun 275’inci maddesine göre,
konusu kamu hizmeti olan anonim şirketlerin yönetim ve denetim kurullarına
belediyelerin temsiline imkân vermek suretiyle belediyelerin
şirketlere ortak olabileceği veya şirket kurabilecekleri ayrıca
da belirtilmiştir. Belediye şirketlerinin kuruluş, yönetim, denetim
ve faaliyetlerinin Türk Ticaret Kanunu hükümlerine tabi olmasından
dolayı birer özel hukuk tüzel kişisi niteliği taşımaktadır.
Ayrıca, belediye şirketlerinin kurulma işlemi
de, 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanun’un 26’ncı
maddesine göre de Bakanlar Kurulunun izniyle tamamlanmaktadır. Şirket
kurma veya kurulmuş şirketlere ortak olmak için yapılan müracaatların
incelenmesinde, biz Bakanlık olarak şöyle bir prensip kararı aldık:
Özel sektör tarafından yapılması mümkün olan alanlarda belediyelerin
şirket kurmasına prensip olarak izin verilmemektedir. Nitekim, bu
kapsamda, 2004 Mahallî İdareler Genel Seçimlerinden bugüne kadar
şirket kurma amacıyla Bakanlığımıza 158 adet şirket kurma talebi
yapılmış. Bunlardan sadece gaz dağıtım ve jeotermal konularda 10
adet belediye şirketinin kurulmasına izin verilmiştir, diğerlerine
müsaade edilmemiş.
Tabii, Sayın Hakkı Ülkü Bey, bu ara Bakanlığıma
bu birliklerle ilgili çeşitli vesilelerle sorular da sormuştu ve
mümkün olduğunca da biz bu sorulara da yanıtlar vermiştik, göndermiştik.
Şimdi, bu şirket kurulmasıyla ilgili -biraz evvel
de ifade ettiğim gibi, 158 şirket müracaat etmiş, sadece 10’una biz
müsaade vermişiz- bu gelen şirket kuruluş talepleri Bakanlar Kuruluna
sevk sırasında biz şu uygulamayı yapmaktayız: Belediyelerin gelir-gider
durum cetvelini, müracaat tarihi itibarıyla banka durumunu gösterir
banka dekontu istiyoruz. Mevcut veya kurulacak şirketin amacı ve
faaliyet konusunu bildirir bir yazı istiyoruz. Şirket kurulmasını
veya sermaye katılımında bulunmasını gerektiren nedenleri gösterir
gerekçe raporunu istiyoruz. Mevcut şirketin en son alınmış bilanço,
kâr ve zarar cetvelini istiyoruz. Kurulacak şirkete ilişkin fizibilite
etüdünü istiyoruz. Yine, sermaye katılım miktarının Bakanlığımıza
gönderilmesini istiyoruz. Bütün bunlar tamamlandıktan sonra, söylediğim
şekilde, uygun gördüklerimize verip, Bakanlar Kuruluna gönderiyoruz.
Diğer taraftan, 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları
Hakkında Kanun’un yayımlandığı tarihten, yani 1994 Aralığından bu
yana belediyelere şirket kurma imkânı getirmiştir bu Yasa, özelleştirmeyle
ilgili Yasa. O tarihten bugüne kadar kurulan belediye şirketi sayısı
bizim kayıtlarımıza göre 176 olup, bunların yaklaşık yüzde 85’i, bu
şirketlerin yüzde 85’i Hükûmetimizin işbaşına gelmesinden önce,
yani, bizden önceki hükûmetler döneminde kurulmuş şirketlerdir, bu
176 şirketin yüzde 85’i.
Yukarıda ifade ettiğim gibi, belediye şirketleri,
6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu hükümlerine göre kurulan özel hukuk
tüzel kişileri olduğundan, bunların denetimleri de yine 6762 sayılı
Türk Ticaret Kanunu hükümlerine göre Sanayi ve Ticaret Bakanlığı
tarafından yapılmaktadır. Belediyelerimizin bünyesinde kurulan
bu 176 adet şirkette halen, şu anda 50.789 kişi çalışmaktadır. 2004 mahallî
idare seçimlerinden sonra, büyükşehir belediyelerinin bünyesinde
bulunan şirketlere 7.077 yeni personel istihdam edilmiştir; ancak,
belediye şirketlerinde istihdam edilecek kişi sayısı tamamen ticari
faaliyetler sırasında ortaya çıkacak ihtiyaca bağlı olarak şirket
yönetimince belirlenmektedir. Bu konuda herhangi bir yerden, bakanlıktan veya
valilikten, kaymakamlıktan izin, müsaade almasına gerek yok. Tamamıyla
şirket yönetim kurulu ihtiyaca göre eleman almak konusunu kendi
belirlemektedir. Bu hususta, Bakanlığımız veya diğer kurum ve kurullarınca
izin verilmesi de söz konusu değil, biraz evvel ifade ettiğim gibi,
bizim tarafımızdan bu konuda izin verilmesi de söz konusu değil.
Ben, bu düşüncelerle, yüce heyetinizi yeniden
saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ediyorum efendim. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Gündem dışı ikinci söz, ülkemizde ve dünyada
çocuk haklarıyla ilgili söz isteyen Kocaeli Milletvekili Nevzat
Doğan’a aittir.
Buyurun Sayın Doğan. (AK Parti ve Anavatan Partisi
sıralarından alkışlar)
2.- Kocaeli Milletvekili Nevzat Doğan’ın, 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü
münasebetiyle, ülkemizde, gerek çocuk yoksulluğunun önlenmesi gerekse
çocukların eğitimi, sağlığı ve sosyal güvenliği konularında son yıllarda atılan
adımlara ilişkin gündem dışı konuşması
NEVZAT DOĞAN (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri, 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü münasebetiyle
gündem dışı söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, hepinizi saygıyla
selamlıyorum, tüm ülkemiz çocuklarımıza buradan sevgilerimi sunuyorum.
Dünya üzerinde birçok çocuk ya savaş ortasında
ya da açlık sınırında yaşamını sürdürüyor maalesef. İşte, bu koşulları
ortadan kaldırmak ve onlara daha iyi bir yaşam sağlamak amacıyla hazırlanan
Çocuk Hakları Sözleşmesi 191 ülke tarafından imzalanmış ve 1990 yılında
da ülkemiz tarafından onaylanmıştır. Bu Sözleşme’de, çocuğun tanımı
yapılarak, çocukların eğitim, sağlık, sosyal güvenlik alanlarından
tüm yaşam alanlarına kadar hakları güvence altına alınmıştır. Bugün,
gerek ülkemizde gerekse dünyada çocuk hakları konusunda olumlu
gelişmeler olmakla birlikte, maalesef, daha, çok daha fazla katedilmesi
gereken yolun olduğunu söylememiz gerekir.
Değerli milletvekilleri, çocuklar hem savunmasızdırlar
hem de bir ülkenin geleceğidirler. Bu nedenle, özel bir duyarlılığa
ve özel bir korumaya ihtiyaçları vardır. Bilindiği üzere, yoksulluğun
da en fazla etkilediği kesim çocuklardır. Ülkemizde, son yıllarda,
Hükûmetimizin, gerek çocuk yoksulluğunun önlenmesi gerekse çocukların
eğitimi, sağlığı, sosyal güvenliği gibi birçok alanda önemli adımlar
attığını memnuniyetle söyleyebiliriz. Okul kitaplarının verilmesi,
“Haydi Kızlar Okula” kampanyasıyla, nakdî yardımlarla yüz binlerce
kızımızın okullaşması, daha iyi fiziki şartlarda eğitim imkânları
sunulması, bilişim teknolojisi sınıflarının kurulması önemli
başlıklar.
Yine, sağlıkta, bebeklerimize koruyucu demir,
D vitamini dağıtılması, bebek takibi ve gebe takibinde yoksul ailelere
nakdî yardımlar yapılması; gene, gebelerimizin sağlık tesislerinde
doğum yapmalarını teşvik için doğum ücreti verilmesi, kızamıkçık,
kabakulak ve menenjit aşılarının devlet aşı programına alınması
gibi birçok konuda önemli gelişmeler görülmüştür.
Gene, Özürlüler Yasası’yla, özürlü çocuklarımızın,
eğitimi, bakımı, sosyal güvenliğiyle ilgili birçok imkâna kavuştuğunu
gururla söyleyebiliriz ve on sekiz yaşına kadar olan tüm çocuklarımızın,
babasının sosyal güvencesi olsun olmasın, sağlık desteğinin devlet
tarafından verileceğinin genel sağlık sigortasıyla güvence altına
alınması da, özellikle sosyal güvenlik açısından ve çocuk yoksulluğunu
önleme açısından çok önemli, tarihî bir adım olduğunu belirtebiliriz.
Ancak, tüm bunlara rağmen, çocuk hakları konusunda gelişmiş ülkelerin
gerisinde olduğumuzu da kabul etmemiz gerekir. Hâlâ bebek ölümlerimiz,
Avrupa’nın en gerisinde olduğumuzu maalesef gösteriyor. Çocuk
eğitiminde, çocuk yoksulluğunda ve çocuk istismarında daha alacağımız
çok mesafenin olduğunu kabul etmeliyiz.
Çocuk işçiliğinde önemli adımlar attı İktidarımız,
ama, hâlâ önemli problemler yaşadığımızı kabul etmeliyiz.
Yapacak çok işimiz var daha çocuklarımıza karşı.
Çocuklarımıza temiz bir çevre sağlamada çok önemli görevlerimiz
var. Çocuklarımızın temiz hava soluması, onların ciğerlerinin
kirli havalardan korunması, zararlı maddelerden korunması konusunda
üzerimize düşen çok görevimiz var. Özellikle bağımlılık yapıcı maddelere
karşı mücadelede, başta anne-babalar olmak üzere tüm toplum kesimlerine
çok önemli görevler düşmekte ve yapacak çok önemli işlerimiz var. Özellikle,
bağımlılık yapıcı maddelere ilave olarak, çağımızın bağımlılığı
olduğunu kabul edeceğimiz televizyon bağımlılığı, İnternet bağımlılığı
gibi kavramların üzerinde durmamız, bunlara önlemler almamız gerektiğini
söylememiz gerekir.
Saygıdeğer milletvekilleri, dönemimizde çocuk
mahkemeleri yaygınlaştırılarak çocuk yargısında da önemli aşamalar
gösterildi. Ayrıca, ombudsmanlık müessesesini de birlikte burada
kanunlaştırdık. Ancak, şunu söylemeliyim ki ve kabul etmeliyiz
ki, çocuklar büyüklerin minyatürü değildirler, onlar kendilerine
münhasır kişilerdirler ve onlar en fazla korunmaya muhtaç olan toplum
kesimleridir ve onları koruyacak, gözetecek, haklarını kollayacak
mekanizmalara ihtiyaç vardır. Bu nedenle de, artık Türkiye’de çocuk
ombudsmanlığı kavramını da tartışmalıyız ve kurmalıyız, diye buradan
vurgulamak isterim.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Çocuklar hepimiz için önemli, göz nurumuz.
Buyurun,
devam edin Nevzat Bey.
NEVZAT
DOĞAN (Devamla) – Çocuklar adına teşekkür ediyorum Başkanım.
Diğer
taraftan, aileden sorumlu Devlet Bakanlığımızın çocukların korunmasıyla
ilgili çalışmaları ve son olarak başlattıkları “Çocuk Dostu Şehirler”
kampanyaları çocuklarımız adına gerçekten önemli çalışmalar. Büyük
Önder Atatürk dünyada bir ilki nasıl ki gerçekleştirip çocuklarımıza
bir bayram hediye ettiyse, bizim de yapacak çok işimiz var bu alanda.
Çocuk dostu hastane kuruyoruz Sağlık Bakanlığımızca, çocuk dostu
şehirler yapıyoruz aileden sorumlu Devlet Bakanlığımızca. Artık
hedefimiz, çocuk dostu ülke, çocuk dostu Türkiye olmalıdır. Hedefimizi
daha fazla büyütmeliyiz. Tabii ki tüm dünyanın hedefi de çocuk dostu
dünya olmalıdır.
Değerli milletvekilleri, çocukların en temel
hakkı, yaşam hakkıdır. Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 6’ncı maddesinde
şöyle diyor: “Taraf devletler, her çocuğun temel yaşama hakkına sahip
olduğunu kabul ederler. Taraf devletler, çocuğun hayatta kalması
ve gelişmesi için mümkün olan azami çabayı gösterirler.”
Bu vesileyle, son günlerde sıkça gördüğümüz, televizyonlarda,
özellikle Filistin’de, Lübnan’da ve dünyanın diğer bölgelerinde, yüreklerimizi
parçalayan çocuk ölümlerine değinmek istiyorum.
Değerli milletvekilleri, Dünya Çocuk Hakları
Günü münasebetiyle, Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni imzalamış olmasına
rağmen savunmasız ve masum çocukların ölmesine sebep olan ve seyirci
kalan ülkeleri Sözleşme’ye uymaya davet ediyorum buradan. UNICEF’in,
dolayısıyla Birleşmiş Milletlerin, özellikle çocukların en temel
hakkı olan yaşama hakkını açıkça ihlal eden ülkelere karşı daha etkin
olmaya çağırıyorum buradan. Şairin dediği gibi:
“Bebeklerin Ulusu Yok
Babalar, çıkarmayın onları akıldan.
Analar, koruyun bebeklerinizi.
Susturun, susturun söyletmeyin,
Savaştan, yıkımdan söz ederse biri.
Bırakalım sevdayla büyüsünler,
Serpilip gelişsinler bir fidan gibi.
Senin, benim hiç kimsenin değil,
Bütün bir yeryüzünündür onlar,
Bütün insanlığın göz bebeği.
İlk kez yurdumdan uzakta yaşadım bu duyguyu,
Bebeklerin
ulusu yok.
Bebekler,
çiçeği insanlığımızın,
Ve geleceğimizin biricik umudu.”
Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Gündem dışı üçüncü söz, (F) tipi cezaevlerindeki
uygulamalar hakkında söz isteyen Konya Milletvekili Atilla Kart’a
aittir.
Buyurun Sayın Kart.
3.- Konya Milletvekili Atilla Kart’ın, (F) tipi cezaevlerindeki
uygulamalardan kaynaklanan sorunlara ve alınması gereken tedbirlere ilişkin
gündem dışı konuşması
ATİLLA KART (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
(F) tipi cezaevlerindeki uygulama sorunları hakkında gündem dışı
söz almış bulunmaktayım; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, ülkemizde yedi yıla yakın
bir zamandan bu yana (F) tipi yüksek güvenlikli kapalı cezaevleri
uygulaması yapılmaktadır. Bu tip cezaevlerinde tutuklu ve hükümlülerin
1 ve 3 kişilik gruplar halinde hücrelere yerleştirildikleri ve bu
suretle diğer tutuklu ve hükümlülerle irtibatlarının kesildiği
bilinmektedir. Savunma, havalandırma, okuma, görüş yapma, diğer
mahkûmlarla temas etme, sağlık olanaklarından yararlanma gibi temel
ve vazgeçilmez hakları bile kısıtlayan ve bazen de tamamen ortadan
kaldıran bir uygulama modelinden söz ediyorum değerli arkadaşlarım.
Bu uygulama ve sonuçları, aileler için artık sosyal ve psikolojik
travma boyutlarına ulaşmıştır.
Değerli arkadaşlarım, ayrı bir ceza niteliği
taşıyan bu uygulama modeli sebebiyledir ki, bu modele karşı çıkanların
verdikleri mücadele sonunda 122 tutuklu ve hükümlü hayatını kaybetmiş,
600’ün üstünde tutuklu ve hükümlü ise sakat kalmıştır. Halen Uşak (E)
tipi cezaevinde Sevgi Saymaz 1 Mayıstan bu yana, İstanbul Barosuna
kayıtlı Avukat Behiç Aşçı 5 Nisan tarihinden bu yana ölüm orucunu
sürdürmektedir. Aynı şekilde Adana’da iki çocuk annesi Gülcan Görüroğlu
ölüm orucunu sürdürmektedir.
Gelinen aşamada değerli arkadaşlarım, olayı,
ideolojik saplantılardan ve ön yargılardan uzak bir şekilde insani
ve sosyal boyutuyla değerlendirmenin zorunluluğu ortaya çıkmıştır.
(F) tipi cezaevlerinin mimari ve fiziki özelliklerini tartışmıyorum,
amacım bu yolda bir tartışma sürecini başlatmak değildir. Bu cezaevlerinde,
amacı aşan ve insan bünyesinde ağır tahribatlar yaratan, onarılmaz
yaralar açan idari işlem ve uygulamaları dile getiriyorum. Tekrar
ifade ediyorum: Belli bir ceza yargılaması aşamasından geçmiş hükmün
infazına hiç kimsenin bir diyeceği olamaz. Sorun, infaz amacını
aşan salt izolasyon ve tecridi hedef alan ve bunun sonucunda da beden
ve ruh bütünlüğünü ihlal eden işlem ve uygulamalar konusunda yoğunlaşmaktadır.
Değerli arkadaşlarım, şu soruları kendi kendimize
sormamız gerekiyor, değerlendirmemiz ve bu noktada bir sorgulama
yapmamız gerekiyor: Cezaevlerindeki idari uygulamalar sonucunda
doğmuş olan hastalıkları ve keyfî uygulamaları nasıl görmezden gelebiliriz?
Fiziki ve mimari değişikliklere gitmeden, makul, insani ve sosyal
talepleri karşılamak yönünde neden bir irade ortaya koymuyoruz? Kamu
yönetimi bu konuda neden galibiyet-mağlubiyet yaklaşımı içine
giriyor? Ankara Barosunun, Türk Tabipler Birliğinin, İstanbul Tabip
Odasının makul öneri ve tespitlerine neden kulak vermiyoruz? Yasal
ve meşru kimliğe sahip olan o meslek örgütlerini neden muhatap almıyoruz?
Protezli ayağı ameliyat edilmesi gereken, mesane kanseri olan hükümlülere
neden tıbbi müdahale ortamını sağlamıyoruz? Bunları sorgulamalıyız
değerli arkadaşlarım. Bunların cevaplarını mutlaka bulmalıyız
ve araştırmalıyız.
Bakın, değerli arkadaşlarım, Avrupa Cezaevleri
İzleme Komitesi, ortak kullanım alanlarının yeterli olmadığını
tespit ediyor; ortak faaliyet eksikliğini tespit ediyor; cezaevi
çalışanlarınca kötü muamele vakalarının rapor edildiğini tespit
ediyor. Bu noktada, Bakanlık, muhtelif açıklama ve savunmalar getirebilir,
bunların tartışmasına girmek istemiyorum. Ancak, Birleşmiş Milletler
İşkencenin Önlenmesi Sözleşmesi’ne Ek İhtiyari Protokol’ün henüz
onaylanmamış olması sebebiyle, sivil ve askeri cezaevlerinin bağımsız
açık denetime tabi olmadığını da hemen ifade etmek istiyorum. Yeri
gelmişken tekrar vurguluyorum değerli arkadaşlarım, bir kez daha
vurgulamak istiyorum. Yanlış değerlendirmelere, istismarlara
yer verilmemesi amacıyla bu vurguyu da yapmak istiyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Toparlayalım lütfen.
ATİLLA KART (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Uluslararası haber ajanslarına yönelik olarak
ve ayrıca, özellikle Karadeniz Bölgesi’nde provokasyon amaçlı olarak
gerçekleştirilen eylem ve talepleri doğru, yerinde ve haklı talepler
olarak görmediğimi özellikle ifade etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, bu konuşmamı hazırlarken
şu cümleyi yazmışım: “Sayın Bakan konuşmama muhtemelen cevap verecektir”
demişim. Çünkü, gündemi belli olan bir konudan söz ediyorum, ama üzülerek
görüyorum ki, ilgili Bakan, Sayın Adalet Bakanı burada değil. Biraz
evvel Sayın Şener’le de görüştüm. Acaba Sayın Şener’in görevlendirilmesi
söz konusu mu bu konuda? Hayır, böyle bir şey de yok. Bu kadar toplumsal
bir konu haline gelen bir olayda, gündemi belli olan gündem dışı bir
konuya cevap verilmemiş olmasını, bu konuda Hükûmetin bir görevlendirme
yapmamış olmasını üzüntüyle karşıladığımı hemen ifade etmek istiyorum.
Burada, değerli arkadaşlarım, geldiğiniz noktada
şu mesajları vermek istiyorum, şu değerlendirmeyi yapmak istiyorum:
Mesleki örgütlerle görüşmeme ve muhatap olmama yaklaşımının dışına
çıkılarak, olayın insani ve sosyal boyutuyla değerlendirilmesi
ve çözüme bağlanması gereğini bir kez daha ifade ediyorum. Geldiğimiz
aşamada olayın esası, infaz sürecinde yargıç güvencesi ve denetiminin
gerçekleştirilmesi zorunluluğu, bu konuda amaca uygun bir uygulamanın
yapılması zorunluluğu ortaya çıkıyor. Bu sürecin şeklî bir süreç
olmaktan çıkartılarak, işler ve amaca uygun hale getirilmesi gereğinden
söz ediyorum.
Sonuç olarak, değerli arkadaşlarım, geldiğimiz
aşamada Adalet Bakanlığını şu noktada göreve davet ediyorum: Uygulamada
iyileştirmeler yapılması ve diyalog gereğinden söz ediyor, bu yöndeki
bir irade beyanının bu konunun çözümüne katkı sağlayacağını, ciddi
anlamda katkı sağlayacağını bir kez daha beyan ediyor, bu çerçevede,
Bakanlığı göreve davet ediyor ve Genel Kurulu bu duygularla selamlıyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, gündeme geçiyoruz.
Alınan karar gereğince, sözlü soru önergelerini
görüşmüyor ve gündemin “Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına
Dair Öngörüşmeler” kısmına geçiyoruz.
Alınan karar gereğince, gündemin 273’üncü sırasında
yer alan, İstanbul Milletvekili Ömer Zülfü Livaneli ve 19 milletvekilinin,
gençler arasında şiddet olaylarının artmasının sebeplerinin araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla; 279’uncu sırasında
yer alan, Çorum Milletvekili Muzaffer Külcü ve 19 milletvekilinin,
gençler ve çocuklar arasında artan şiddet eğiliminin sebeplerinin
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla;
294’üncü sırasında yer alan, Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı
ve 54 milletvekilinin, okullardaki şiddet olaylarının araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla ve 295’inci sırada
yer alan, Anavatan Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri Gaziantep
Milletvekili Ömer Abuşoğlu ve Malatya Milletvekili Süleyman Sarıbaş’ın,
okullarda meydana gelen şiddet olaylarının araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasa’nın 98’inci, İç
Tüzük’ün 104 ve 105’inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergelerinin birlikte yapılacak ön görüşmesine
başlıyoruz.
V. - GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE
MECLİS ARAŞTIRMASI
A) ÖNGÖRÜŞMELER
1.- İstanbul Milletvekili Ömer Zülfü Livaneli ve 19 milletvekilinin,
gençler arasında şiddet olaylarının artmasının sebeplerinin araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/337)
2.- Çorum Milletvekili Muzaffer Külcü ve 19 milletvekilinin, gençler ve
çocuklar arasında artan şiddet eğiliminin sebeplerinin araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/343)
3.- Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı ve 54 milletvekilinin, okullardaki
şiddet olaylarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/356)
4.- Anavatan Partisi Grubu Adına Grup Başkanvekilleri Gaziantep
Milletvekili Ömer Abuşoğlu ve Malatya Milletvekili Süleyman Sarıbaş’ın,
okullarda meydana gelen şiddet olaylarının araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/357)
BAŞKAN – Hükûmet?.. Başbakan Yardımcısı ve Devlet
Bakanı yerini aldı.
Meclis araştırması önergeleri Genel Kurulun
16/02/2006 tarihli 64’üncü, 02/03/2006 tarihli 70’inci, 06/04/2006 tarihli
85’inci Birleşimlerinde okunduğundan tekrar okutmuyorum.
İç Tüzük’ümüze göre, Meclis araştırması açılıp
açılmaması hususunda, sırasıyla, Hükûmete, siyasi parti gruplarına
ve önergelerdeki birinci imza sahibine veya onların göstereceği
bir diğer imza sahibine söz verilecektir.
Konuşma süreleri, Hükûmet ve gruplar için yirmişer
dakika, önerge sahipleri için onar dakikadır.
Şimdi, söz alan sayın üyelerin isimlerini okuyorum:
Anavatan Partisi Grubu adına Muzaffer Kurtulmuşoğlu, Ankara Milletvekili;
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Hasan Fehmi Güneş, İstanbul Milletvekili;
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Öner Ergenç, Siirt Milletvekili.
Önerge sahipleri olarak: Ömer Zülfü Livaneli, İstanbul
Milletvekili; Muzaffer Külcü, Çorum Milletvekili; Mustafa Gazalcı,
Denizli Milletvekili; Dursun Akdemir, Iğdır Milletvekili.
Şimdi, asıl konunun sahibi, Meclis kurallarına
göre, Hükûmet adına ilgili Bakanın konuşması gerekiyor, fakat, henüz
ulaşmadı buraya. Ulaşmak üzere olduğunu öğrendik.
Beş dakika ara veriyoruz.
Kapanma Saati: 15.12
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 15.21
BAŞKAN: Başkan Vekili Ali DİNÇER
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Ahmet Gökhan SARIÇAM (Kırklareli)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 22’nci Birleşimi’nin Üçüncü Oturumu’nu açıyorum.
(10/337, 343, 356, 357) esas numaralı Meclis araştırması
önergelerinin ön görüşmelerine başlıyoruz.
V. - GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI (Devam)
A) ÖNGÖRÜŞMELER (Devam)
1.- İstanbul Milletvekili Ömer Zülfü Livaneli ve 19 milletvekilinin,
gençler arasında şiddet olaylarının artmasının sebeplerinin araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/337) ‑(Devam)
2.- Çorum Milletvekili Muzaffer Külcü ve 19 milletvekilinin,
gençler ve çocuklar arasında artan şiddet eğiliminin sebeplerinin
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/343) (Devam)
3.- Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı ve 54 milletvekilinin,
okullardaki şiddet olaylarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/356) (Devam)
4.- Anavatan Partisi Grubu Adına Grup Başkanvekilleri Gaziantep
Milletvekili Ömer Abuşoğlu ve Malatya Milletvekili Süleyman Sarıbaş’ın,
okullarda meydana gelen şiddet olaylarının araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/357) (Devam)
BAŞKAN – Hükûmet?.. Burada.
İlk söz, Hükûmet adına, Millî Eğitim Bakanı Sayın Hüseyin
Çelik’te.
Buyurun Sayın Çelik. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Süreniz yirmi dakika.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; AK Parti, Cumhuriyet Halk Partisi
ve Anavatan Partisi Gruplarına mensup milletvekillerimiz tarafından
verilen, okullarda ve gençler arasında artma eğilimi gösteren şiddet
olaylarının Meclisimiz tarafından araştırılmasıyla ilgili Meclis
araştırma önergeleri üzerinde Hükûmet adına söz almış bulunuyorum;
bu vesileyle, yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, birçok küresel problem
gibi, maalesef, şiddet, okullarda şiddet, gençler arasında şiddetin
yaygınlaşması, yayılması, aile içerisinde şiddet, sokağa yansıyan
şiddet, fiziki temasa yönelik şiddet, psikolojik şiddet, birçok
şiddet çeşitleri de küresel bir problem olarak bugün dünyanın gündemindedir.
Bu şiddet olayları ilk başladığı zaman, okullarımızda
bu şiddet olaylarının örneklerine ilk rastladığımız andan itibaren
Millî Eğitim Bakanlığı olarak biz bu konuda çeşitli araştırmalar
yaptık ve yaptırdık. “Bu şiddet olaylarının ebadı nedir; bu şiddet
olayları gerçekten bugün bir vahamet boyutunda mıdır; yoksa, alınacak
tedbirlerle daha başlangıç aşamasında önüne geçilebilecek münferit
bazı olaylar mıdır; bunun bir küresel uzantısı var mıdır; bunun, aileden
kaynaklanan, özellikle gelir gruplarından kaynaklanan, çevre şartlarından,
arkadaş çevresinden, İnternet kafelerden ve başka unsurlardan kaynaklanan
uzantıları ve sebepleri var mı?” gibi konular üzerinde durduk ve bu
konuda, Millî Eğitim Bakanlığı Rehberlik ve Özel Eğitim Genel Müdürlüğümüzün
koordinasyonunda bir çalışma başlatıldı. Rehberlik ve Özel Eğitim
Genel Müdürlüğümüz, birçok sivil toplum örgütüyle, uluslararası
bu konuda tecrübesi olan UNICEF gibi teşkilatlarla, birçok kamu kurum
ve kuruluşlarıyla da irtibata geçerek ortaya bir eylem planı koydu
ve ben bu eylem planımızı bir Elazığ ziyaretim esnasında, Elazığ’daki
bir çalışma ziyaretim esnasında kamuoyuyla paylaştım. Bu konuda,
Millî Eğitim Bakanlığı olarak, şiddetin önlenmesi, okulda sevgi,
hoşgörü ve huzur ortamının okullarda oluşturulabilmesi için neler
yapılması gerekiyor, neler yapılmaması gerekiyor konularına
yoğunlaşarak, biz ciddi bir eylem planı hazırladık ve bunu da bütün
kamuoyuna mal etmeye çalıştık. Öncelikle, öğrencilerle ilgili yapmamız gerekenler
var. Öğretmenlerimizin bu meselede daha duyarlı olmaları, meseleye
daha yakından sahip olmaları, meseleyle ilgilenmeleri, okul yöneticilerine
yönelik yapmamız gerekenler var. Aileleri bilinçlendirmeye yönelik,
anne-babaları bilinçlendirmeye yönelik yapmamız gerekenler var.
Şüphesiz, medyanın yapması gerekenler var; görsel ve yazılı medyanın
yapması gerekenler var. Hepimizin üzerine düşen sorumluluklar olduğunu
tespit ettik ve bu kesimlerle de bunu paylaştık. Bununla ilgili olarak
kitaplar hazırladık. Bununla ilgili olarak film spotları hazırladık
ve bununla ilgili olarak, âdeta bir ünite planı gibi, bütün okullarımızda
sorumlu insanların takip etmesi gereken yol haritalarını belirledik
ve bunu bütün okullarımıza gönderdik.
Değerli arkadaşlarım, ben, şiddet meselesinin
bir küresel problem olduğunu ifade etmiştim. İlköğretim okullarında
aslında çok ciddi bir problem yaşanmıyor. Esas “şiddet” diyebileceğimiz,
yaralanmalarla, zaman zaman ölümlerle sonuçlanan, öğrencinin öğretmene
karşı, öğretmenin öğrenciye karşı veyahut da dışarıdan öğrencilere
karşı meydana gelen bazı saldırılar, maalesef, daha çok ortaöğretim
kurumlarımızda görülmektedir.
TUNCAY ERCENK (Antalya) – Bunları Eğitim Şûrasında
görüştünüz mü Sayın Bakan?
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Bunları…
Şimdi, oturduğunuz yerden laf atarsanız, bu önemli meselede…
BAŞKAN – Müdahale etmeyelim.
TUNCAY ERCENK (Antalya) – Atacağım tabii…
ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) – Her seferinde müdahale
etmeye mecbur musun?
HACI BİNER (Van) – Senin önergen görüşülüyor.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Bakın,
Eğitim Şûrasında ne konuşup konuşmadığımızı ben her zeminde her
platformda söyledim.
BAŞKAN – Sayın Bakan… Sayın Bakan… Hüseyin Bey,
siz Genel Kurula hitap edin.
HACI BİNER (Van) – Senin önergen görüşülüyor, biraz
sabret ya.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Sizi
özenli olmaya davet ediyorum.
TUNCAY ERCENK (Antalya) – Ben de sizi özenli olmaya
davet ediyorum.
BAŞKAN – Lütfen müdahale etmeyin.
Siz Genel Kurula hitap edin. Karşılıklı konuşmayın.
ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) – Mecbur musun her toplantıda
müdahale etmeye?
HACI BİNER (Van) – Senin önergen görüşülüyor,
önergen… Biraz sessiz dur, dinle.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Neticede
şu tespit edilmiştir: Bahçeşehir Üniversitesi öğretim üyelerinden
Profesör Doktor Eser Karakaş Bey’e, bu meselenin dünyadaki şekli ve
küresel boyutuyla ilgili bir araştırma yaptırdık. Ortaya çıkan netice
şudur, benim bizzat Batı’da gördüğüm de budur: Bugün İngiltere’de,
Almanya’da, Amerika Birleşik Devletleri’nde, birçok kalkınmış olan
ülkede, özellikle 13-19 yaşları arasındaki gençler arasında -ki,
bunlara “teenager” diyorlar- maalesef, çeşitli sebeplere bağlı
olarak bir itaatsizlik, özellikle bir başkaldırı, kendini ifade etmek
için şiddete başvurma eğiliminin arttığı görülmektedir.
Ülkemizdeki ortaöğretim kurumlarını Batı ile
mukayese ettiğimiz zaman, Amerika Birleşik Devletleri ve diğer
kalkınmış ülkelerle mukayese ettiğimiz zaman, bizdeki şiddet
olayları, bizdeki disiplinsizlik, özellikle öğrencilerin yöneticilerine
ve öğretmenlerine karşı saygısızlık boyutuna varan davranışlarını
incelediğimiz zaman, biz, bu ülkelerin hepsinden çok çok iyi durumdayız.
Şimdi, bakın, mesela, Amerika Birleşik Devletleri’nde
ilköğretimde ciddi bir problem yok, yükseköğretimde de ciddi bir
problem yok. İngiltere’de de bu böyledir. Çünkü, zaten, oralarda, yükseköğretimdeki
öğrencilerin çok önemli bir kısmı yabancıdır. İnsanlar yükseköğretim
çağına geldikten sonra, o ilk gençlik heyecanları da geride kaldığı
için, daha aklıselimle düşünebiliyor. Daha çok kendisini, kendi
özellikle çalışma alanına verebiliyor. İlköğretimde de ciddi bir
problem yok, ama, ortaöğretimde bu ülkelerde de ciddi problemler
var, şiddet anlamında.
Bizim ortaöğretimdeki öğrencilerimiz bu ülkelerle
karşılaştırıldığı zaman, bizim kız çocuklarımız tam manasıyla hanımefendi,
gençlerimiz beyefendidir, ama, bu, münferit olayların olmadığı,
bu üzerine gidilmesi gereken hiçbir şey yok anlamına gelmiyor değerli
arkadaşlarım.
Bir öğrencimizin burnu bile kanasa, bu bizim
için çok büyük bir meseledir. Bir yavrumuzun bile bundan zarar görmesi,
okul ortamında şiddetin olması, kavganın, çatışmanın olması, şüphesiz
ki Millî Eğitim Bakanı olarak beni de, bütün eğitim çalışanlarını
da ve Parlamentomuzun değerli mensuplarını da rahatsız eder. Dolayısıyla,
milletvekili arkadaşlarımın, bir Meclis araştırması talebinde
bulunmak üzere önerge vermiş olmalarını memnuniyetle karşıladığımı
ifade etmek istiyorum.
Millî Eğitim Bakanlığı olarak genel müdürlüklerimiz,
ilgili olan kuruluşlar bu konuda üzerine düşeni yapsa da, bir taraftan
İçişleri Bakanlığımız, bir taraftan Sağlık Bakanlığımız… Sağlık
Bakanlığımız, özellikle madde bağımlılığı, özellikle kötü alışkanlıkların,
sigara gibi, alkol gibi, diğer bağımlılıkların önlenmesi ve bunların
tedavi edilmesi konusunda devrede. Meselenin polisiye boyutuyla
ilgili gerekli tedbirleri almak üzere İçişleri Bakanlığımız devrede.
Himayeye muhtaç, korunmaya muhtaç, aile sevgisinden, anne-baba
şefkatinden uzak, sokağa terk edilmiş, kendini kimsesiz hisseden
gençlerimizin ve yavrularımızın himaye edilmesi noktasında,
SHÇEK’in bağlı bulunduğu Devlet Bakanlığımız bu konuda devrede ve
Millî Eğitim Bakanlığı da zaten bu işin merkezinde, içinde bulunmaktadır.
Değerli arkadaşlarım, bakın bir şeyin de özellikle
altını çizmek istiyorum. Türkiye’de, ben “bu mesele vahamet boyutunda
mıdır, değil midir bunu araştırdık” derken ortaya çıkan sonuç şudur:
Bugün, ülkemizde 60 bin okul var. Bu 60 bin okulumuzun her birisinde
yılda 1 olay olsa -bakın, günde 1 olay, ayda 1 olaydan söz etmiyorum,
arkadaşlarımı bilgilendirmek amacıyla bunu söylüyorum- 60 bin
okulumuzun her birinde günde 1 tek olay olsa, yılda okullarımızda
60 bin olay meydana geldi demektir. Bunu, okulların açık olduğu sekiz
aya böldüğünüz zaman, ayda 7.500 olay meydana gelecek demektir.
VAHİT KİRİŞCİ (Adana) – Yılda mı günde mi?
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Hayır,
yılda 1 olay meydana gelse.
VAHİT KİRİŞCİ (Adana) – “Günde” dediniz…
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) –
Özür dilerim. Yılda 1 olay her okulda meydana gelse, yılda 60 bin
olay eder. Okulların açık olduğu sekiz aya böldüğünüz zaman, ayda
7.500 olay eder. Bunu, yirmi iki güne, okulların açık olduğu yirmi iki
güne böldüğünüz zaman -özellikle rakamları lütfen bölün- günde 300
küsur olayın olması lazım. Bu verdiğim rakam, 60 bin olay olduğu zaman,
günde…
HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU (Antalya) – Sayın Bakan,
son dört yılda azaldı mı çoğaldı mı?
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Hayır,
ben başka bir yere geleceğim Hüseyin Bey.
Neticede, günde 300 olay meydana gelmesi lazım,
eğer okullarımızda, 60 bin okulumuzun hepsinde yılda 1 olay meydana
gelse bile. Fakat, bakıyoruz ki, okullarımızda, bütün okullarımızda
hepsi yaralamalı, ağır yaralamalı veya özellikle öğrencilerin
birbirini dövdüğü, darp olayının meydana geldiği olaylar değil bunlar.
Bunlar, ciddi anlamda disiplin konusu olan veya polise intikal
eden olaylar olarak değerlendirildiği zaman, ortalama, günde, bütün
Türkiye’de 19 olay meydana geliyor. Fakat, dediğim gibi, bu 19 olayın
hiçbirisinin olmaması, asla böyle bir olay meydana gelmemesi, değerli
arkadaşlarım, bizim tercihimizdir.
Şimdi, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, üç gruptan,
ortaya böyle bir irade çıktığına göre, Millî Eğitim Bakanlığıyla
birlikte, şayet böyle bir komisyon oluşturulursa, bunun bütün sosyal,
ekonomik, kültürel sebepleri üzerinde durulursa, gerçekten okul
ortamından mı bu kaynaklanıyor, okul ortamında meydana gelen bu
olayları dışarıdan tahrik eden, teşvik eden, aslında başka sebepler
mi var; bunları, Meclisimizin imkânlarıyla, değerli milletvekillerimiz
eğer araştırırlarsa, bu bize de yol gösterici olur. Millî Eğitim Bakanlığı
olarak biz de bundan memnuniyet duyarız.
Değerli arkadaşlarım, bir öğrenci, ortalama,
günde altı saati okulda geçiriyor, günde altı saat ve bir öğrenci,
Türkiye’de, ortalama dört-beş saat televizyon seyrediyor. Ancak bunu
on iki ayla çarpmanız lazım. Dolayısıyla, bir öğrencinin bir yılda
televizyon seyrettiği saatler, okulda geçirdiği saatlerden çok
çok daha fazladır. Öğrencinin, televizyon seyrederken karşılaştığı
diziler, muhatap olduğu filmler veya diğer programlarda aldığı
olumsuz telkinler, maalesef, okullardaki şiddeti artıran unsurlardan
bir tanesidir.
Ben, bir vesileyle söylemiştim, burada, aslında,
toplumsal olarak hepimizin kendimize bir pay çıkarmamız lazım,
olumsuzsa olumsuz pay çıkarmamız lazım. Bu şiddet kültürü, küçük yaşlardan
itibaren, maalesef, ailede başlıyor. Çocuk yürümeye başlıyor, anne
babadan dayak yiyor; okula gidiyor, öğretmenden dayak yiyor; lisede,
üniversitede bir toplumsal olaya karışıyor, polisten dayak yiyor;
cezaevine giriyor, gardiyandan dayak yiyor; askere gidiyor, komutandan
dayak yiyor. Biz, aslında, ömür boyu dayak atan ve dayak yiyen bir ülke
insanı olmamalıyız. Bu, bize yakışmıyor. Bunları kesinlikle gündemimizden,
bunları kesinlikle sosyal hayatımızdan bir ur gibi söküp atmalıyız.
Eğer çocuk, küçük yaşlardan itibaren aile içerisinde, evde böyle
bir şeyle muhatap oluyorsa, bunu okul ortamına taşımaması mümkün
değildir değerli arkadaşlarım.
Şunun da altını çizmemiz gerekiyor: Bakın, okullar
aslında toplum genelinin bir yansımasıdır, biri diğerini etkiler.
Okul dediğiniz zaman, siz, 20 milyon öğrenciden -sadece, ben, Millî
Eğitim Bakanlığı ve eğitim kurumlarını, yükseköğretim de dâhil,
bunları kastediyorum- ve 1 milyon personelden bahsediyorsunuz demektir.
21 milyonluk kitle, aşağı yukarı Türkiye, Türk toplumunun üçte
1’ini teşkil ediyor demektir. Dolayısıyla, Türkiye toplumunun üçte
1’ini teşkil eden bu kitle içerisinde, zaman zaman münferit olayların
olması yadırganmaz. Ama, eğer, gerçekten, sokakta, evde, sosyal hayatta,
iş yerinde bu manada artan bir eğilim varsa, bu da okullarımıza yansımışsa,
daha başlangıç aşamasındayken üstüne gitmek, büyümemesini sağlamak,
mümkünse -sıfıra indirgemek mümkün olmasa bile- bunu asgariye indirmek,
bizim asli görevlerimizdendir.
Hepimizin, öğrencilik yıllarında, biz, ortaokul,
ilkokul öğrencisiyken, lise öğrencisiyken, öğrenciler arasında
kavgalar olurdu. Bir zamanlar siyasi ağırlıklı kavgalar olurdu, o,
konumuzun dışındadır. Ancak, şimdi, bugünlerde de bu oluyor. Fakat,
ben tekrar altını çizmek istiyorum, Meclisimiz bu konuda bir araştırma
yaptığı zaman, Meclis imkânlarını da devreye sokarak böyle bir araştırma
yaptığı zaman, bunun sebeplerini tespit edip, bunu, yine yüce Meclisle
paylaştığı zaman, bu kesinlikle faydalı bir şey olur. Biz de, Millî
Eğitim Bakanlığı olarak böyle bir araştırmaya, bürokratımızla, bütün
imkânlarımızla destek veririz. Nihayet, eğer bu araştırmanın alanı
büyük çapta okullar olacaksa, şüphesiz ki “gençler arasında artma
eğilimi gösteren şiddet” dediğimiz zaman, bu, sadece okulları kapsamıyor.
Bir başka husus var sevgili arkadaşlarım, birçok
ülkede, çeşitli ekonomik sebeplere bağlı olarak, sosyal sebeplere
bağlı olarak, kültürel sebeplere bağlı olarak, bir de, artan “vandalizm”
dediğimiz tahripçilik eğilimleri var; devlet malına karşı, içinde
yaşadığı toplumun ortak kullanım alanlarına karşı tahrip eden bir
anlayış var. Çok şükür ki, bu, ülkemizde yok denecek kadar azdır. Bindiği
treni tahrip eden, her gün girip çıktığı metro istasyonunu tahrip
eden, belediye otobüsünü tahrip eden, özellikle tahripten zevk alan,
bunu bir yaşama felsefesi haline getiren, Batı’da, sapık diyebileceğimiz
eğilimler var. Çok şükür ki, bu, ülkemizde yok denecek kadar azdır.
Ama, bu şiddet unsurunu da, dediğim gibi, biz daha başlangıç aşamasındayken,
daha yangın çıkmadan ona karşı önlemler alma anlamında gerekeni
yapmalıyız.
Ben, daha on beş gün kadar önce, Türkiye’de ulusal
televizyonlarımızın hepsinin genel yayın yönetmenlerini davet
ettim; İstanbul Kabataş Lisesinde, onlarla bir toplantı yaptık. O
toplantı esnasında onlardan iki talebimiz oldu: Birincisi, özellikle,
şiddete karşı UNICEF’le birlikte oluşturduğumuz, Türkiye’de siyaset
adamlarından, basın-yayın çevrelerinden, kültür dünyasından, sanat
dünyasından, toplumun saygı duyduğu, önemsediği bazı insanların
da görev aldığı, âdeta rol aldığı film spotları hazırladık, bunu
kendileriyle paylaştık. Onların bazı tavsiyeleri oldu. Bunlara son şeklini
veriyoruz ve televizyonlarımız bunları ücretsiz olarak -ümit ediyorum
ki- iyi saatlerde, prime-time dediğimiz saatlerde bunları yayınlayacaklar.
Öte taraftan, şunu kendilerinden talep ettik, dedik
ki: Özellikle, haber bültenlerinde şiddeti çağrıştıran, kanı çağrıştıran,
çatışmayı, gözyaşını çağrıştıran haberlerden, haber spotlarından
vazgeçilmesi gerekiyor. Onların da bir talebi oldu, dedi ki… Televizyoncularımız
özellikle şunun üzerinde durdular, genel yayın yönetmenleri, dediler
ki: “Ana haber bültenleri, haberler eğer reyting hesaplamasında devre
dışı bırakılırsa, hiç olmazsa, haberlerdeki o kirlilikler büyük
çapta önlenmiş olur.” Seyrettirme kaygısıyla, reyting kaygısıyla,
maalesef, birçok televizyonumuzun ana haber bülteni bile bunları
teşvik edici mahiyettedir.
Değerli arkadaşlarım, hatırlayacaksınız, bir
zamanlar İstanbul Boğaz Köprüsü’nde, canlı yayında atlama seansları
yapılırdı. Efendim, eşi kendisini terk etmiş olan, işleri bozulmuş
olan, bir şekilde sıkıntısı olan birçok insan, soluğu Boğaz Köprüsü’nde
alıyordu ve kameralarımız da bunların karşısına geçiyordu televizyon
kameraları, “atladı, atlayacak, işte, polis onu ikna etmeye çalışıyor,
yoldan geçen şu meşhur kişi de devreye girdi…” Dakikalarca, saatlerce
bunun pazarlıkları yapılırdı. Bakın, televizyoncular kendi aralarında
bir karar aldılar, dediler ki: “Bundan sonra, bu tür görüntüleri yayınlamayalım.”
Nitekim, bu, Boğaz Köprüsü’nden atlama seansları yayınlanmadı.
Ben, İstanbul polis teşkilatına sordum, dedim ki: “Bu yayınlar kalktıktan
sonra bir değişiklik oldu mu?” “Artık kimse Boğaz Köprüsü’nden atlamaya
gitmiyor” dediler. Bunun bir teşvik edici tarafı vardır. Bir delikanlı,
karıştığı bir olaydan dolayı bir gazetenin manşetine çıktığı zaman
ve artık o kimliği benimsemeye başlıyor, kendini bir anda çete reisi
gibi görmeye başlıyor ve ona devam ediyor. Dolayısıyla, medyanın
sorumluluğu var, öğretmenlerimizin, müdürlerimizin, anne-babalarımızın,
çevrenin sorumluluğu var ve şüphesiz ki, Türkiye’deki bütün problemleri
öncelikle ele alan ve çözüm üretme konumunda olan Türkiye Büyük Millet
Meclisimizin sorumluluğu var. Değerli milletvekillerimizin böyle
bir sorumluluktan…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Yirmi dakikayı doldurdunuz, toparlayın
lütfen.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Bitiriyorum
Sayın Başkanım.
Değerli milletvekillerimizin böyle bir sorumluluk
duygusuyla, Meclis araştırması açılmasıyla ilgili önergeler vermiş
olmalarını, gençlerimiz adına, Türk millî eğitimi adına, ben önemli
bir teşebbüs olarak görüyorum değerli arkadaşlarım ve bu çalışmalar
esnasında bütün Bakanlık teşkilatımızın kurulacak komisyonla
koordineli bir şekilde çalışacağını ve meselenin bütün boyutlarıyla
araştırılıp ve önerilmesi gereken, atılması gereken adımlarla ilgili
ortaya çıkacak önerileri bize sunmalarını da ayrıca beklediğimizi
ifade etmek istiyorum ve yüce Meclise en derin sevgilerimi, saygılarımı
sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Anavatan Partisi Grubu adına Muzaffer
Kurtulmuşoğlu, Ankara Milletvekili. (Anavatan Partisi sıralarından
alkışlar)
Buyurun Sayın Kurtulmuşoğlu.
Süreniz yirmi dakika.
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU ADINA MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU
(Ankara) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinize saygı ve
sevgilerimi sunuyorum. Sözlerime başlamadan önce, Dünya Çocuk
Haftası dolayısıyla ülkemiz ve dünya çocukları için iyi bir yaşam
temennisinde bulunmak istiyorum.
Evet, konu, okullarda şiddet. Şiddet deyince ilk
önce şiddetin temeline bakmak lazım, nereden geldiğine bakmak lazım.
Bir hekim olarak söylüyorum, ilk şiddet aileden başlar, çocuk her şeyini
ailede görür, aileden okula taşır, okuldan çevreye taşır, sonra da
ülkeye yayılır. Onun için, hep son günlerde söyleniyor, “ailede şiddet”
deniliyor. Evet, doğrudur. Temelde, ailede şiddet. Onu önlemek lazım.
Çocuk ne yapıyor? Her gün evinde annesiyle babasının kavgasını izliyor,
sonra okula geliyor, okulda da eğer öğretmenleri o çocuklarla ilgilenemiyorsa
-ki, sakın ola ki öğretmenler yanlış anlamasın, bir sınıfta 60 kişi
var ise o da çok zor, bir öğretmenin her çocukla ilgilenebilmesi de
çok zor- onunla ilgilenemiyorsa, sonra bahçeye çıktığında arkadaşları
tarafından da horlanıyorsa -ki, bu oluyor- o zaman, çocukta, bir moral
bozukluğu başlıyor, psikolojik bir olay başlıyor.
Tabii ki, bunun sebebi, ailedeki şiddetin sebebi
sadece eğitim değil, ekonomik, sosyal ve psikolojik sorunlardır temelde
yatan. Okulda çocuk kendinden daha güçsüz olana baskı yapmaya başlıyor.
Bu baskı öyle oluyor ki, gün geliyor çeteleşmeler başlıyor, gruplaşmalar
başlıyor, kendini ispat etme başlıyor. Sonunda ne oluyor? Birbirleriyle
kavgalar başlıyor. Sadece bu yetiyor mu? Dikkat ediniz, televizyon
dizilerinde -yüzde 66’sını izleyen- çocuklar ne izliyor biliyor
musunuz, dövüş ve kavga filmi izliyor. İnternet kafelerinde heyecan,
korku filmlerini izliyor. Yüzde 21’i de çocukların mafya filmleri
izliyor. Yani, sadece, bu şiddet olayları ailede başlamıyor; medyada
da var, görsel basında da var.
Ne yapmak lazım? Bu ülke çocukları bizim geleceğimiz,
ülkenin geleceği. Onun için, sadece Millî Eğitim Bakanı değil, İçişleri
Bakanı, çocuktan ve kadından sorumlu Devlet Bakanı, Sağlık Bakanı,
hatta Sosyal Güvenlik Bakanı bir araya gelip, bu ülkenin geleceği
için yetişen çocukların ne yapması lazım geldiğine hep birlikte karar
vermek lazım. Mesela, düşünün, şimdi, madde bağımlılığı sekizle
on yaşına kadar indi. Okul çevrelerinde emniyetin çok daha iyi önlem
alması lazım. Madde bağımlısı olduktan sonra o çocuğu kurtarmanız
zor. Çocuğu kurtarmak için de tutup ıslahevlerini bir cezaevi şeklinden
çıkarıp onu bir eğitim yuvası, bir sıcak hava yuvası yapmak mecburiyetindeyiz.
Ama, kim yapacak bunu? Tabii ki İktidar yapacak. Ama, bu sorun, hemen
söyleyeyim, sadece bugünün sorunu, bugünkü İktidarın sorunu olarak
ortaya çıkmadı. Gelmiş geçmiş iktidarlar da, çocuktur dedi, yaparlar
dedi, böyle geldi. Ama, bugün olsun biz, eğer, bu kararı almazsak, bu
tedbirleri almazsak geleceğimiz daha çok karanlığa gidecektir.
Tabii, Sayın Bakan haklı olarak dedi ki: “Yani, sadece
Türkiye’de yılda 1 vaka olsa, 60 bin okul var, 60 bin vaka olur.” Doğrudur.
Ama, 60 bin değil, çok oluyor vaka. Bu vakaları önlemenin yolu -emniyet
tedbirleri yetmez, sadece emniyet tedbirleriyle alamayız- ekonomik
önlem almak lazım. Ailedeki sorunların yüzde 90’ı ekonomiktir.
Eğer, bir aile reisi, hasta değilse, hiçbir zaman, evinde hanımını
dövmez, çocuğunu itmez. Ben, bunları yaşayan adamım. Her gün, otuz sene,
bana bu hastalar geldi gitti. Ama,
bir bakıyorsunuz, temelinde yatan ekonomik sorun, sosyal yaşam,
psikolojik sorun yatıyor.
Bilirsiniz,
bu sokak çocuklarının yüzde 60’ı, büyük şehirlere dışarıdan gelen
çocuklardır. Geldi buraya, ne oldu? Ekonomik sorunla karşılaştı;
itildi, kakıldı, sokakta kaldı, yatacak yeri yoktu. Ne yapacak bu
çocuk? Bu çocuk, elbette ki, kapkaç yapacak. Bu çocuk, elbette ki senin
cebindeki paraya göz koyacak, senin çantanı alacak, elbette ki senin
elindeki ekmeği alacak. Hani, bir tabir vardır, kurbağayı sıkıştırırsanız,
üzerinize sıçrar. Aç kalan insan, her şeyi yapar.
Onun
için, iktidarlara düşen görevlerden birisi, insanlara, aş bulmak,
iş bulmak, onları bir yuvada toplayabilmek. Bugün, sokak çocuklarını
topladığımızda ıslahevlerine gönderiyoruz, onları orada biraz
besliyoruz, tekrar sokağa yolluyoruz. Olmadı! Eğiteceğiz, onlara
iş vereceğiz, onları bir iş sahibi yapacağız, onların insan olduğunu,
kendilerinin de ülkeye faydalı olabileceğini göstermek mecburiyetindeyiz.
Bu bizim borcumuz. Bu bizim yapmak istediğimiz, mecbur olduğumuz
işlerden, en önemlilerinden birisi.
Düşünebiliyor
musunuz? Bir çocuk düşünün, evinde devamlı kavga gördü, huzursuzluk
gördü, okulunda gördü; ama, kimseyi bıçaklamadı, kimseyi de öldürmedi,
üniversiteyi de bitirdi. Bu üniversiteyi bitiren çocuğun bu hâletiruhuyesinde
-adam daire müdürü de oldu, doktor da olur, mühendis de olur, hâkim de
olur; ama- onun kafasında o yaşadıkları var mıdır, yok mudur? Yaşadıklarının
yüzde 60’ı kafasında durur. O ne yapar? Karşısına gelen adama, “Ben,
hıı! Sen misin bu?” der. İşte, gördüğünüz, halkın o kapıdan gönderdiği
müdürlerin çoğunda, kapısından içeriye giremediğiniz insanların
eğer temeline bir bakarsanız arkadaşlarım, bakarız ki çok şey olur,
çok şey görürsünüz. Ama, bunun yanı sıra, tabii ki de, öyle yetişen
insanlarımız vardır ki, ben bunları yaşadım, toplumuma, insanıma
yaşatmayayım, diyen insanlarımız da vardır, onlar istisna. Ama, o
insanları, kendimizi, ülkemizi vereceğimiz insanlara da -eğitimi
de versek- ne yaparsak yapalım o geriye giderek biraz düşünür. Ben
hep söylüyorum, yönetici de olsanız, başbakan da olsanız, cumhurbaşkanı
da olsanız, ne olursanız olunuz, eğer, sizin karşınıza gelen adamı
kendi yerinize oturtturup, onu karşınıza alırsanız –buna, tıp dilinde,
asabiyeciler dilinde “empati” denir- eğer o empatiyi yapabilirseniz
çok şey halledersiniz, çok başarılı olursunuz. Yöneticinin bu empatileri
yapması lazım diye düşünüyorum.
Tabii
ki, bu çocuklarımız, sadece, dairede yarın müdür, öğretmen, doktor
olacak değil; sanayici olacak, esnaf olacak, siyasetçi olacak. Bunların
hepsinin temelinde bizim geleceğimiz olduğuna göre, bu geleceğimizi,
ülkemizi bırakacağımız çocuklarımızı bu şiddetten kurtarmak
mecburiyetindeyiz. Ama, Sayın Bakan haklı olarak diyor ki: “Yapalım
hep birlikte.” Doğru, yapacağız, bu çocuklar bizim. Benim çocuğumdan,
sizin çocuğunuzdan ne farkı var o sokaktaki çocuğun? Farkı şu: O,
eğitimini yapamadı, ekmek bulamadı, çalışmaya iş bulamadı, elbette
ki sokakta kaldı, elbette ki farkı var bizimkinden. Belki de bizimkilerden
çok daha iyi okuyacaktı onun imkânı olsaydı, belki de çok daha iyi iş
sahibi olacaktı. Kim bunu garantileyebiliyor? Onun için, sokakta
gördüğümüz çocuğu, bali almış diye, simit satıyor diye onu küçümseme
hakkımız var mı? Hayır. Ben inanıyorum ki, hiç kimsenin kimseden üstünlüğü
yok. Üstünlüğü, imkânlarının oluşu, diğerinin imkânının olmayışı
onları bu hale düşürüyor.
Peki,
doğuştan insanlar suçlu doğmadığına göre, insanların hepsi doğarken
eşit doğduğuna göre, seçme hakkı olmadığına göre, meslek seçme hakkı
olmadığına göre, “(A) şehrinde mi doğacaksın, (B) şehrinde mi doğacaksın?”
diye sorulmadığına göre, o zaman ne oldu? Hepimiz doğarken eşit doğuyoruz,
ondan sonra hakkımız başka yerlere gidiyor.
Yani, asıl mesele, Hükûmet, bakınız, bu uyuşturucu
önlemini alamadı Türkiye’de. Bunu kabul etmek lazım. Okul bahçelerinde,
okul kapılarında, ilkokul kapılarına dahi inilip uyuşturucu satılıyor.
Polisler arada gidiyorlar, okulun bahçesinden bir geçiyorlar, “geçiyordum
uğradım” gibi. Hayır, öyle değil. Çoğu okulların da bahçeleri yapılı
değildir, duvarları yoktur. Diğer okullardan gelen çocuklar, o okulun
çocuklarına baskı yapar. Evvelsi gün, bir hafta evvel Ankara’da oldu;
yine başka bir okuldan geldi, başka bir okuldan gelerek Ankara’da,
Abidinpaşa’da E.D. isminde bir çocuğu bıçakladı. Numune Hastanesine
de geldiğinde -orada baktım, bugünkü gazetede de var- Numune’nin
psikiyatri hocası diyor ki: “Bu çocuklar kendini ispat etmek için
bunu yapıyorlar.” Sadece ispat etmek için olur mu? Envaiçeşit sebebi
var bir çocuğun bu yola sapması için.
Çocuklara, spor sahası, sanat sahası, okullarda
eğlenebilecekleri sahaları hazırlamazsanız, o çocuklar, tabii
ki İnternet kafesine gidecek. Her sokak başında İnternet kafesi
var. Onun yerine, okullarda bir şeyler yapalım; o çocukların eğlenebileceği
müsamere salonları yapalım, basket sahaları yapalım, voleybol
sahaları yapalım, satranç sahası yapalım, oyun alanları kuralım;
o çocukları, boş zamanlarında sokağa salmayalım. Bu bir önlem değil
mi? Hep hamasi konuşmak, işte şuradan şunu alıp buraya gelip çıkmak
değil, işte önlemden bir tanesi.
İkinci önlemi söylüyorum: Bu ülkenin ekonomik
sorununu halletmediğimiz müddetçe, eğitimini halletmediğimiz
müddetçe, ne ailede şiddeti önleyebilirsiniz ne de okuldaki şiddeti
önleyebilirsiniz. Hep birlikte -hükûmeti muhalefeti yok- 70 milyon
insan olarak, hepimiz bu geminin içindeyiz. Bu gemi batarsa, hep birlikte
batacağız. Bunun içinde de 20 milyona yakın insan öğrenciyse, ülkemizin
geleceği ise, yarınımızı bunlara teslim edeceksek, buraları onlara
teslim edeceksek bunları şiddetten, bunları kapkaçtan, bunları kötü
huylardan, alışkanlıklardan alıkoymak mecburiyetindeyiz. Bunu yapabilmek
için de, İktidara çok şey düşüyor. İktidarın Millî Eğitim Bakanına
çok şey düşüyor, İktidarın İçişleri Bakanına çok şey düşüyor, İktidarın
Sağlık Bakanına düşüyor, İktidarın aileden ve çocuktan sorumlu
Bakanına iş düşüyor. Hepsi, böyle kafalarından şapkalarını çıkarıp
saçlarını önlerine döküp düşünmek mecburiyetinde. Yarın bu çocuklar
hepimizin yakasına yapışır, bugün yapıştığı gibi, sokakta, annemize,
kardeşimize, çocuklarımıza yapıştığı gibi, yarın bize de yapışır.
İşte, bundan bir sene evvel, zamanın Devlet Bakanı Sayın Gemici’nin
çantasını Kızılay’da aldılar. Daha ona benzer bir… 4 tane çocuk, Ankara’nın
Çinçin’inde, otobüsü zorla durdurup kadının çantasını aldılar. Sokakta
görüyoruz her gün, her şeyi görüyoruz, yaşıyoruz… Hangimizin sokakta
yürüme garantisi var? Var mı böyle bir garantimiz? Akşama, çoluğunuzun
çocuğunuzun eve sağlam geleceğinin garantisi var mı? Yok. O zaman,
sorun, sadece benim senin değil, ülkenin, hepimizin sorunu. Bunu,
hep birlikte, ne yapmak lazımsa birlikte yapacağız diye düşünüyorum.
Biz, Anavatan Partisi olarak bu konuda ne yapılabiliyorsa
hazırız. Bu öneriyi getiren diğer grup arkadaşlarımın da hepsine,
bu ülkenin en hassas konusunda bilirlikte oldukları için bütün arkadaşlarıma,
önerge sahibi arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.
Ayrıca, beni dinlediğiniz için de hepinize sabrınızdan
dolayı teşekkür ediyorum.
Hoşça kalınız. (Anavatan Partisi sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Sayın
Hasan Fehmi Güneş, İstanbul Milletvekili.
Buyurun Sayın Güneş. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA HASAN FEHMİ GÜNEŞ (İstanbul) – Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; bugün aslında toplumumuzun tümünü
ilgilendiren çok önemli bir konuyu görüşmekteyiz.
Şiddet salgını, daha önceki dönemlerle açıklanmayacak
bir boyutta toplumumuzu meşgul etmektedir. Bugün konuştuğumuz
şiddet, daha önceki dönemlerde yaşanmış olaylara benzemeyen boyutlardadır.
Farklı bir şeyi konuşuyoruz, onu söylemek istiyorum. Daha önce
rastlamadığımız, daha önce çaresini düşünmediğimiz, daha önce
nedenini araştırmadığımız bir yeni olayı konuşuyoruz ve şiddet,
önerge sahibi arkadaşlarımız daha çok okullardaki gençler arasındaki,
çocuklar arasındaki şiddeti konu almışlar, ama, şiddet, bütün toplumumuzu
tehdit eden bir büyük olay hâlindedir. Daha önce karşılaşmadığımız
boyutlarda bütün toplumumuzu, toplumun bütün kesimlerini, bütün
katmanlarını, günlük yaşantımızı derinden tehdit eden bir boyuttadır
şiddet. O nedenle, toplumun tümünü tehdit eden bu olay karşısında
toplumun bir bölümünü, onun içinden bir parçasını, sadece okulları,
sadece öğrencileri, Sayın Bakanın söylediği gibi, 70 milyonun
içinden, 70 milyonun günlük yaşamının içinden sadece 20 milyon öğrencinin
yaşamını çekip alarak, onu yaklaştırarak, onu mercek altında tutarak,
onun sorunlarını çözmeye çalışmak, sorunu noksan algılamaktır,
noksan ele almaktır, bütününden uzaklaştırmaktır. Konuya bütün toplumu
ilgilendiren bir yeni olay, bir yeni tehdit açısından bakmak zorundayız.
Son dönemlerde toplumumuzun karşı karşıya olduğu
olay, bir suç salgını boyutundadır, bir suç salgını söz konusudur. Toplumsal
yaşam, toplumsal barış, toplumsal huzur, toplumsal güven duygusu
sarsılmaktadır, yıkılmaktadır. Bir toplumsal deprem denebilir buna.
Bir toplumsal depremle bu duygular, bu kavramlar, bu değerler sarsılmaktadır,
yıkılmaktadır ve bütün toplumumuzu ilgilendirmektedir.
Ben, konuyu abartmayalım, toplumu alarm etmeyelim,
olduğundan büyük göstermeyelim, olduğundan ağır göstermeyelim diye
dikkat göstermeye çalıştım. O nedenle, resmî bütün verileri topladım,
elimde, resmî veriler ve istatistikler; basına yansıyanları topladım,
dosyamda, -rakamlarla sizi yormak istemiyorum- medyada çıkanları
kupürler halinde topladım. Bunların hepsi bir acı tabloyu ortaya
koymaktadır. Ciddi bir sorunla karşı karşıyayız ve sorun giderek
büyümektedir. Ciddi
bir toplumsal sorunla karşı karşıyayız ve sorun giderek büyümektedir.
Bir başka boyutu, giderek şekillenmektedir. Daha önce karşılaşmadığımız
suç türleriyle karşılaşmaktayız, daha önce hiç karşılaşmadığımız.
Eğer, süreci kesemezsek, bundan sonra şu sözü çok kullanacağız: “Daha
önce hiç karşılaşmadığımız bir olay bu.” demeye başlayacağız. Bunu
çok kullanmaya başlayacağız, çünkü hiç karşılaşmadığımız olayları
yaşamaya başladık.
Değerli
arkadaşlarım, can, mal ve ırz güvenliği, ahlak değerleri ve yasa kuralları
toplumu şiddetten uzak tutan kavramlardır, değerlerdir, önlemlerdir.
Bunlar, bugün gerçek gücüyle yürürlükte mi, tartışmalıyız.
Sizi
bilmiyorum, ama kişi olarak ben ve tanıdığım pek çok insan korku ortamında
yaşama noktasına düşmüştür. Bir korku ortamı yaygınlaşmaktadır
ve kalıcılaşmaktadır. Toplum, sanki, böyle, bir korkunun egemen olduğu
sürece doğru sürüklenmektedir. Korkunun egemenliği söz konusu olmaktadır.
Büyük şehirlerde daha çok olmak üzere pek çok yerde gasp, darp, hırsızlık,
kapkaç, soygun, adam bıçaklama, artık, dikkat çeker olaylar olmamaktadır.
Sanki bunlar suç olmaktan çıkmıştır, isteyenin yapabileceği, istediği
yerde gerçekleştirebileceği eylemler hâline gelmiştir ve bunlar,
ulu orta, cadde ortasında, büyük şehirlerde, insanların gözünün
önünde işlenmektedir. Müdahale edilememektedir, müdahale edilmeye
cesaret edilememektedir. Böyle bir ortam, yaşanabilir bir ortam
değildir. Önlenemeyen her suç, yeni suçları özendirmektedir. Cezalandırılmayan
her eylem suç işleme eğilimindeki kişileri cesaretlendirmekte,
özendirmekte, teşvik etmektedir. Ve görüyoruz ki, takip ettiğimiz,
izlediğimiz, tanıdığımız, seyrettiğimiz olayların pek çoğunun
faili meçhuldür. Failini aramak diye bir şey zaten ikinci planda kalmış
bir olaydır; o olayın ah vahıyla vakit geçirilmektedir. Önlenememezlik,
cezalandıramamazlık, yeni suç eğilimlerini gündeme getirmekte,
suçları hızlandırmakta, artırmakta ve benim çok önemsediğim, sizlerin
de dikkatinize sunmak istediğim, daha önce görülmemiş suçlar üretmektedir.
Suç işlemek, suçun yaygınlaşması başka bir şey, toplumun suç üretir
hâle gelmesi, yeni suçlar üretiyor hâle gelmesi daha başka ve daha
boyutlu ve daha tehlikeli bir durum. O noktaya giden bir süreçle
karşı karşıyayız.
Toplumumuzun dokunulmaz, kutsal hakları var. Korkusuz
yaşama hakkı, korkusuz yaşama hak ve özgürlüğü, şimdiye kadar icat
edilmiş hak ve özgürlüklerin en önemlilerinden biri. Korkusuz yaşama
hak ve özgürlüğünün bugün yürürlükte olup olmadığını ve insanlar,
bireyler tarafından, insanlarımız tarafından kullanılıyor olup
olmadığını, yaşanıyor olup olmadığını, maalesef, tartışmak zorundayız,
maalesef, tartışmak zorundayız. Yasa ve ahlak tanımaz eşkıya grupları,
seri cinayet canavarları, çocukları alçakça kullanan katil kapkaç
çeteleri, hayvanlaşmış ırz ve namus düşmanları, kundaktaki bebeğe
ilişen, oyun çağındaki çocuklara tecavüz eden, her düzeydeki öğrencilere
iğrenç içgüdülerle saldıran ar, hayâ ve utanç yoksunu kişiler, töre
canileri, her gün karşılaştığımız, eylemlerini artırarak sürdüren
gruplar olarak görülmektedir. Toplumumuz bir çaresizlik noktasına
itilmektedir.
İç güvenlik güçlerimizin, iç güvenlik kurumumuzun
bu konuda yetersiz olduğunu gizleyemeyiz. Hatta, geçtiğimiz hafta
öyle olaylar yaşadık ki, iç güvenlik örgütü, hem kurum olarak hem iç
güvenlik örgütündeki görevliler olarak bireysel güvenliklerinin
sağlanmasının da bir sorun olduğu görülmüştür. İç güvenlik görevlilerinin
güvenliği bir sorun olarak, güvenliğinin sağlanması bir sorun olarak,
bu yeni dönemde, bu yeni süreçte karşımıza çıkmıştır.
Özetlenen bu tablo -doğru olmamasına sevinirim,
ama, objektif değerlendirmemiz gerekirse bu tablo- bir toplumsal
çözülme göstergesidir. Suç toplumu hâlidir. Suç işleme eşiğinin sıfırlandığı
bir durumdur. Toplumu bir arada tutan, kaynaştıran, seviştiren, kucaklaştıran
yüce değerler, kutsal değerler, dokunulmaz değerler kutsallığını
yitirmiştir. Suç işleme eğilimini önleyen ahlak, terbiye, utanma
duygusu gibi kavramlar önleme ve baskılama gücünü yitirmiştir. Suç
örgütleri, suç üreticileri günlük yaşamamıza egemen olmak, el koymak
durumundadırlar.
“Hukuk devleti”, “Hukukun üstünlüğü” gibi kavramlar
özlenen birer kavram noktasında bizden uzaklaşmıştır. Türkiye Büyük
Millet Meclisi bu tablo karşısında duyarsız kalamaz, duyarsız kalmamalıdır.
Bu korku ve suç toplumu ortamında yaşamak toplumumuzun
kaderi değildir, kaderi olmamalıdır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri olarak temel
görevimiz, toplumun ve insanlarımızın mutluluğunu, barış ve gönenç
içinde yaşamasını sağlamaktır. Özellikle, çocuklarımızın, gençlerimizin,
öğrencilerimizin bugünü ve geleceğini güvence altına almaktır.
Çocuk hakları konusunda bugün çok güzel konuşmalar
yapıldı bu Mecliste. Eğer o konuşmaların sahibiysek, o konuşmaları
yüreğimizden yapıyorsak, inanarak yapıyorsak onun gereğini de yerine
getirmeli, bugün öyle bir karar alarak bu Meclisten çıkmalıyız onları
koruma konusunda.
Yüce Meclis, toplumsal yaşantımızı karartan şiddet
eylemlerinin, suç türlerinin, suçlu tiplerinin çeşitlendiği ve
ahlaki değerlerin yok edildiği bu dönemde, öğrencilerin ve gençlerin
şiddetin hedefi olduğu bu ortamda, okulların şiddet alanına dönüştüğü
bu sorun karşısında kurumsal otoritenin yıkıldığı bu sürecin, yıkılma
noktasına sürüklendiği bu sürecin ivedi önlenmesi için gerekeni
yapmalıdır. Bu nedenle, şiddet eylemlerinin nedenlerini… Bilmiyoruz
şimdi nedenlerini. Bir şey söylersek erken olur. Bilmediğimiz için
bu feryadımız. Bu feryadımız, anlayamamanın, bilememenin dışa
vurumudur. Onu öğrenmek zorundayız önce. Onun için, elimizde ne
imkân varsa, ama, bütün toplumu ilgilendiren şiddetle ilgili olarak,
toplum bilimciler, toplum bilimi açısından, davranış bilimleri
açısından, “kriminoloji” denilen suç bilimleri açısından, bütün
bilim disiplinlerine göre nedenlerinin araştırılması, etkin ve
geçerli yeni önlemlerin saptanması ve bunların önerilmesi için
gerçekten bir araştırma açılması zorunlu görünmektedir. Siyasal
farklılıkları aşan bir yaklaşımla bu konuyu ele almalıyız. Bu, herhangi
bir partinin, tek başına karşılayacağı ya da savunacağı ya da gündeme
getireceği ya da çare bulacağı bir konu değildir; tehdit altındaki,
toplumumuzun tümüdür; okuluyla, okul dışıyla, sokağıyla, ailesiyle,
tümüdür. Ona karşı görevimizi yerine getirmeliyiz ve bunu başarmalıyız.
Ben, Sayın Bakanın konuşması sırasında, hangi
amaçla söylediğinin farkındayım, ama “bir küresel bozulma süreci
yürümektedir ve bu suç toplumu, suç olayları artışı bu sürecin ürünüdür.
Bu, bir anlamda kaçınılmazdır” gibi bir iddia söylenmeye başlanmıştır.
Bu kolaycılıktır; bu, görevi yerine getirmemenin inandırıcı olmayan
bir gerekçesidir. Buna bel bağlayamayız. Toplumumuzun bu konudaki
sorununu çözme konusunda üzerimize düşeni, ivedilikle, bütün
toplumu ilgilendiren bir kapsamda, bir genişlikte ele almamız gerekmektedir.
Ben, bu toplantıdan bu beklentiye cevap verecek
bir sonucun çıkmasını diliyorum ve tahmin ediyorum.
Teşekkür ederim. (Alkışlar)
BAŞKAN – Sürenizi aşmadan konuştuğunuz için,
biz de, Divan olarak teşekkür ediyoruz.
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Öner Ergenç,
Siirt Milletvekili.
Buyurun Sayın Ergenç.
Süreniz yirmi dakika.
AK PARTİ GRUBU ADINA ÖNER ERGENÇ (Siirt) – Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; bugün Meclisimizde grubu bulunan
üç partiye mensup milletvekillerimizin ayrı ayrı vermiş oldukları
bir araştırma önergesi birleştirilerek gündemimize gelmiş bulunuyor.
AK Parti Grubu adına, bu önergeyle ilgili görüşlerimizi ifade etmek
üzere huzurunuzdayım; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; elbette
ki, bugün, burada konuştuğumuz, okullarda ve gençler arasında şiddet
eğiliminin artmakta olduğu noktasındaki fikir ve düşünceler, ülkemizin
ve çocuklarımızın yarınları için, ülkemizin geleceği adına son
derece önemli bir konudur ve buna bütün gruplarımızın aynı duyarlılık
içerisinde yaklaşmış olmalarını, bu Meclisin bir üyesi olarak şükranla
karşılıyorum. Bu önergeleri veren bütün arkadaşlarıma ve bu önergelere
destek vereceğini tahmin ettiğim, öyle umut ettiğim siyasi partilerimizin
değerli gruplarına da konuşmamın başında teşekkür etmek istiyorum.
Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; şiddet,
insanoğlunun biyolojik yapısının içerisinde esas itibarıyla çeşitli
duyguların bir araya gelerek, fırsat bulduğunda dışarıya vurulmuş
olumsuz bir şeklidir. Nedir bu duygular diye bakacak olursak, insanın
içerisinde bir kızgınlık duygusu var, bir kıskançlık duygusu var. Dolayısıyla,
bu duygular, belli zamanlarda insanlarda birike birike öyle bir
noktaya gelir ve zayıf bir anında patlak vermek suretiyle, olumsuz
bir davranış olarak ortaya çıkar. Bu, çocuklarımızda olduğu gibi
gençlerimizde de görülmekte, hatta yetişkinlerimizde, yaşlılarımızda
da zaman zaman ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla, bu, beşerî bir hastalıktır,
mutlaka bunun tedavi edilmesi lazımdır ve elbette, bunun, tedavisi,
çareleri ve çözüm yolları da vardır.
Dolayısıyla, bu şiddet olgusunu, bugün, burada
görüşmeye başlarken, bu ortaya çıkmış olan olayın bir yılda, iki yılda,
üç yılda, dört yılda, beş yılda, on yılda ortaya çıkmış bir olay olduğuna
bakıp ona göre hükmetmek, bence, bizi doğru bir noktaya götürmeyecektir.
Çünkü, şiddetin beslendiği kaynaklara baktığımız zaman, gerek Sayın
Bakanımızın, Millî Eğitim Bakanımızın çok güzel bir biçimde ortaya
koyduğu perspektif içerisinde ve gerekse grupları adına söz alan değerli
hatiplerin de çok veciz bir biçimde ortaya koydukları çerçevede
konuyu mütalaa ettiğimizde, bu şiddet olayının ve duygusunun, daha
çocuk dünyaya geldikten sonra, şöyle çevresini tanımaya başladığı
andan itibaren çocuk kendisini böyle bir ortamın içerisinde görmektedir.
Biz, hatırlayacağınız gibi, sokak çocuklarının
sorunlarını araştırmak ve çözüm yollarını bulabilmek amacıyla,
yine sizin tensiplerinizle yüce Meclisimizde bir araştırma komisyonu
kurmuştuk. Bendeniz, o komisyonun başkanlığını yapmıştım ve o komisyon
çalışmalarımız içerisinde, iftiharla ve memnuniyetle şunu kaydetmek
istiyorum ki, komisyonda görev alan her iki siyasi parti mensubu
-iktidarı ve muhalefetiyle- milletvekili arkadaşlarımızın, meseleyi
siyaset üstü, partiler üstü bir platformda ele alarak, konuya tamamen
bilimsel yaklaşımlar içerisinde yaklaşmak suretiyle, belli bir çalışmanın
ürünü olan komisyon raporumuzu huzurlarınıza getirip takdim etmiştik
ve tamamen oy birliğiyle, herhangi bir muhalefet şerhi olmadan aldığımız
o kararlar sonunda oluşturduğumuz raporumuz, Hükûmetimiz nezdinde
görevlendirilen bakanlıklarımızın görev alanları çerçevesinde
ele alınmış ve o günden bugüne kadar, sokak çocukları konusunda,
ciddi anlamda müspet birtakım gelişmelerin olduğunu burada ifade
etmek istiyorum. Ancak, şiddet olayını sadece sokaktaki çocuklarla
ilintilendirmek, onlarla bağlamak, onlara bağlamak doğru bir yaklaşım
olmayacaktır.
Biz bu meseleye yaklaşırken, Adalet ve Kalkınma
Partisi olarak, meselenin mutlaka irdelenmesi, üzerine gidilmesi,
problemlerin tespit edilmesi ve çözüm önerilerinin bir arada mütalaa
edilerek, Hükûmetimize bu konuda bir rapor hâlinde, yapılması gerekenlerin
Meclisimiz tarafından ortaya konmasına katkıda bulunmaya ve bu
konuya “evet” demek suretiyle destek verdiğimizi ifade etmek istiyorum.
Burada, öyle ümit ediyorum ki, bu oturum sonunda
bir araştırma komisyonu kurulacaktır. Bu araştırma komisyonundan,
benim, bir eğitimci olarak beklentilerim şöyle olacaktır: Önce, bu
komisyon, mevcut durumu bizatihi bilimsel teknikler ve yöntemlerle
tespit etmeli, şiddetin sebeplerini, nedenlerini -biraz önce Sayın
Güneş’in de ifade ettiği gibi- mutlaka ortaya koymalı, doğru tespit
etmeli, bu tespitle birlikte yaşanan sorunlar doğru bir biçimde belirlenmeli
ve çözüm önerileri ona göre teklif edilerek Meclisin huzuruna ve
daha sonra da tavsiye niteliğinde Hükûmete sunulmalıdır.
Şimdi, meseleye biraz da şiddetin nedenleri üzerinde
durarak devam etmek istiyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şiddete
uğrayan insanda şiddet eğilimi gelişmektedir. Bu bilimsel bir doğrudur
ve dolayısıyla, evde ailesinden şiddet gören, anasından, babasından,
büyüğünden şiddet gören, okulda öğretmeninden şiddet gören, iş yerinde
patronundan şiddet gören, amirinden şiddet gören ve hayatın değişik
kesimlerinde kendisinden güçlü olan kimselerden şiddet gören insanlarda,
güç eline geçtiği anda kendisinin de şiddete başvurduğu ve şiddeti
bir hâkimiyet aracı, bir tatmin aracı olarak kullandığını, psikologlarımız,
pedagoglarımız, sosyologlarımız ifade etmektedirler. Dolayısıyla,
bunun başlangıcı ailedir.
Bakın, çocuklarla yapılan bir çalışmada çocukların
aileden beklentileri konusunda şöyle istekleri var: Diyor ki çocuklar
“Aile içerisinde bize karşı şiddet uygulanmamalı. Çocuklara baskı
yapılmamalı. Anne-baba çocukların yanında kavga etmemeli. Çocuklara
ceza uygulanmamalı aile içerisinde. Sorunları, çocukların, paylaşılmalı.
Çocuklara kötü örnek olunmamalı. Çocuklar günlük hayatta, aile hayatı
içinde dışlanmamalı. Çocuklara sevgi gösterilmeli. Anne-baba küsmemeli.
Ailede huzur ve dayanışma olmalı. Çocukların psikolojisini bozacak
davranışlardan aile büyükleri kaçınmalı. Çocuklara zararlı madde
kullandırılmamalı. Kardeşler arasında anne-baba eşit ölçüde, eşit
mesafede durmalı ve eşitlik sağlanmalı ve günlük hayatta çocukla
ilgili alınması gereken tedbirlerde, yapılacak olan işlerde çocukların
fikrine de başvurulmalı.” Bunu çocuklar söylüyor.
Dolayısıyla, bugün, gerek eğitim eksikliği içinde
olan ailelerimiz gerekse eğitim görmüş, eşlerden ikisinin de belli
bir eğitim sürecinden geçmiş ailelerimiz içerisinde, biraz önce
çocukların isteklerini sıraladığım bu hususlara, acaba, ailelerimizin
kaçta kaçı riayet etmektedir? Ben, şöyle bir, topluma tek bir soru
tevcih edecek olursam, hep beraber edecek olursak, acaba, Türkiye’de,
hayatında bir defa çocuğuna bir tek tokat atmamış kaç tane baba vardır,
kaç tane anne vardır? Dolayısıyla, bu mesele, okumuş insanın da hatalara
düştüğü bir meseledir, okumamış insanın da hatalara düştüğü bir
meseledir. Birindeki oran biraz fazladır belki, ama, birindeki daha
azdır. Bu duruma göre, toplumda şiddetin çocuklar arasında ve okullarda
gençler arasında yaygınlaşması konusundaki sorgulamayı yaparken,
bir aile bireyi olarak, bir aile büyüğü olarak, öncelikle hepimizin
kendimizi sorgulamaya başlamamız ve ondan sonra, bizim dışımızdaki
çevredeki insanları ve kurumları sorgulamaya tabi tutmamız gerekmektedir.
Dolayısıyla, bu çocuklarımızın toplumdan beklentileri var, eğitim
kurumlarından beklentileri var, medyadan beklentileri var, siyasetçilerden
beklentileri var.
Daha iki gün önce, Çocuk Hakları Kampanyasının
başlatılması vesilesiyle, Meclisimizde 81 ilden gelen çocuklarla
birlikte katıldığımız bir toplantıda, çocuklardan bir tanesi, siyasetçilerden
beklentilerini ifade ederken, bana çok acı gelen ve beni gerçekten
inciten, ama, çok da haklı olduğu bir gerçeği, bir ifadesini burada
sizlerle paylaşmak istiyorum. Çok şey söyledi, yani, siyasetçilerden
beklentiler konusunda, ama, dedi ki: “Siz, şiddeti tasvip etmiyorsunuz,
kavgayı tasvip etmiyorsunuz, gürültüyü, didişmeyi tasvip etmiyorsunuz,
ama, sayın büyüklerim, sayın milletvekillerimiz, siz, Mecliste kavga
ediyorsunuz, Mecliste didişiyorsunuz, bize kötü örnek oluyorsunuz.”
YÜKSEL ÇORBACIOĞLU (Artvin) – Sizin için söylemiştir
onu, bizim için değil.
HALİL AKYÜZ (İstanbul) – Bu dönem yok öyle bir şey.
Geçmişte…
ÖNER ERGENÇ (Devamla) – Ben, karşıda, çocuğun ifade
ettiğini burada söylüyorum.
Demek ki, 22’nci Dönem Parlamentosunun çok değerli
milletvekilleri, bu konuya son derece özen göstermemize rağmen,
ancak birtakım konuşmalarımız, bağrışmalarımız dahi çocuklar tarafından,
ülke insanları tarafından bu şekilde algılanmaktadır. En azından
bundan sonraki dönem içerisinde, yani, bundan sonraki günlerde,
haftalarda ve çalışmalarımızda, olabilen o türlü davranışları
bile asgariye indirmek, hatta, mümkünse ortadan kaldırmaya çalışmamız
gerekmektedir.
Bakın, değerli milletvekilleri, Millî Eğitim Bakanımız
biraz önce yaptığı konuşmada bir strateji ve eylem planından bahsetmişti.
Ben bu planı bütün detaylarıyla inceledim, şu anda elimde bulunan
bu kitapçık içinde münderictir. Dolayısıyla, Bakanlığımızın bu
meseleye çok ciddi anlamda eğildiğini biliyorum, çok ciddi anlamda
birtakım çalışmaların içinde olduğunu biliyorum ve beş yıllık bu
eylem planı içerisinde bu meselenin sadece öğretmenler, yöneticiler,
okullar, eğitim kurumlarıyla değil, bunun dışındaki, konuya taraf
olan bütün bileşenlerin elemanlarıyla bir araya gelinmek suretiyle
bu konuda çok ciddi anlamda bir çalışma başlatılmıştır. Ben, bu vesileyle,
Sayın Bakanımıza özellikle bir eğitimci olarak ve de Parlamentonun
bir üyesi olarak teşekkür etmek istiyorum.
Yine, bakın, değerli milletvekilleri, şiddetin
okul boyutunda ele alındığı noktasında baktığımızda, bugün, ben de
konuşmamın içerisinde planlamıştım, Sayın Bakan rakamlar vermek
suretiyle bunu benden çok daha veciz bir şekilde ortaya koydu. Dolayısıyla,
ben onlara girip vaktinizi fazla işgal etmeyeceğim. Ancak, okullarımızda
Bakanlığımızın aldığı birtakım tedbirler var. Mesela, daha önce,
Hükûmetimizden önce sınıfta kalma olayı ortadan kaldırılmıştı. Dolayısıyla,
öğrenciler, öğrencilerin bir kısmı, az da olsa, kendisini dersine
vermeyen, dış etkenlerle birtakım olumsuz hayat tarzına yönelen çocuklar
okulların huzurunu bozmaktaydılar ve okulda başarısızlıkları da
ortaya çıkınca “nasıl olsa benden bir şey olmaz, o hâlde ben burada
krallığımı, dukalığımı ilan ederim” dercesine okulda âdeta bir çete
reisi gibi davranmak ve öyle gitmekteydi. Ama, Bakanlığımız sınıfta
kalmamayı ortadan kaldırmak suretiyle öğrencilerin yeniden derslerine
yönelmelerini ve yeniden öğretmenleriyle, yöneticileriyle
uyum içerisinde bir ortamı paylaşma zorunluluğunu hissedebilecek
bir noktaya getirdi bu vesileyle.
Bir ikinci husus olarak, elbette ki, kanunlar önemlidir.
Sayın Güneş burada ifade ettiler, eski İçişleri Bakanı olarak da
bu meselenin içinde yaşamış bir insan. Elbette ki, cezasız suç olmamalıdır.
Ancak, şu bir gerçektir ki, sosyolojik ve pedagojik olarak çocukları
ıslah etmenin yolu da cezalandırmak değildir. Mutlak surette çocukları
ıslah etmenin yolu, bu çocuklara şefkatle, sevgiyle, hoşgörüyle
yaklaşarak pedagojik, sosyolojik ve psikolojik yöntemlerle bu çocuklara
rehberlik yapılmak suretiyle bu çocuklarımızın yanlış davranışlarının
doğruya dönüştürülmesi konusunda bu çocuklarımızla bir çalışmanın
yapılması lazımdır. Bu çalışmanın içerisinde, şüphesiz ki, okul
olacaktır, öğretmen olacaktır, yönetim olacaktır, ama, birinci derecede
aile de olacaktır ve aileyle birlikte bu meseleye medya katkı vermek
durumundadır. Aksi halde, okulda öğretmenin vermeye çalıştığı
müspet birtakım davranışlar ve alışkanlıklar, okulda olduğu saatlerin
dışında, çocuğun dış dünyada, okulda bir haftada elde edebildiği
müspet bir davranışı, izleyebildiği bir film, bir dizi ve karşılaştığı
bir olay bir anda yok edebilmektedir. Dolayısıyla, bütün bu bileşenleri
birlikte düşünerek bu meseleye sahip çıkmak lazımdır.
Yine, Bakanlığımız, Millî Eğitim Bakanlığımız,
Ulaştırma Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığıyla birlikte, internet
kafelerdeki son derece…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Öner Bey, süreniz doldu, lütfen toparlayın
artık.
ÖNER ERGENÇ (Devamla) – Bitiriyorum efendim.
İnternet cafeleri son derece olumsuz ve menfi etki
yapan yuvalar haline gelmiştir. Bunun toparlanması, dizginlenmesi
ve buradaki olumsuzlukların ortadan kaldırılmasına yönelik bir
çalışma başlatılmıştır. Bunu da sizlerle paylaşmak istiyorum ve
artık, Millî Eğitim Bakanlığında bir dersten af, iki dersten af, üç
dersten af gibi popülist uygulamalara son verilmiştir bu dönemde.
Bu da disiplini temin etme noktasında çok ciddi bir tesir icra edecektir.
Ve netice itibarıyla, bu meseleye tıpkı koruyucu
hekimlik mantığıyla yaklaşarak reaktif olan rehberlik hizmetlerinin
proaktif hale getirilmesi hedeflenmiştir. Bu çalışmalar Bakanlıkça
başlatılmıştır ve bu çalışmalar, öğrenciye yönelik olmakla birlikte,
veliyle birlikte mütalaa edilerek yürütülmesi halinde çok olumlu
sonuçların alınabileceği beklentisi bizlerde vardır ve bütün bunlar,
Özel Eğitim Rehberlik Genel Müdürlüğünün koordinasyonunda UNICEF,
veli, yönetici, öğretmen, öğrenci, okul aile birlikleri ve hatta
belki bunlara katılabilirse yerel yönetimlerden ve sivil toplum
kuruluşlarından bu konuyla ilgili olanların da bu konuda aktif
rol almak suretiyle, bu çalışma tamamlandığı takdirde, bu okullarımızda
bu problemin çözümünde çok daha olumlu sonuç alınacaktır.
Sayın Başkanım, şu dört kelimelik başlığı okuyarak,
izninizle, konuşmamı tamamlamak istiyorum.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; unutulmamalıdır
ki, ister ailede olsun ister okullarda olsun, çocuklarımıza şu biraz
sonraki ifademde yer alacak olan dört hususun mutlak surette öğretilmesi
lazım geldiği kanaatini taşıyorum, bir baba olarak taşıyorum, bir
eğitimci olarak taşıyorum. Nedir bunlar:
Doğru… Neyin yanlış neyin doğru olduğu ve dolayısıyla,
bunun sonunda çocuklarda doğruluğun bir davranış haline gelmesini.
İkinci olarak, iyi… Neyin iyi neyin kötü olduğunu
ve dolayısıyla, iyiliğin davranışa dönüştürülmesini.
Üçüncü olarak, güzeli… Neyin güzel neyin çirkin
olduğunu, dolayısıyla, güzel konuşmanın, güzel davranmanın, güzel
giyinmenin, güzel bir çevreye sahip olmanın ve güzellik adına ne
varsa bunlara sahiplenmenin davranış haline dönüştürüldüğü.
Ve son olarak da kutsal değerlerimizin… Bunun içerisinde
evrensel insani değerlerimiz de vardır. Bu değerlerimizin de mutlaka
ama mutlaka çocuklara kavratılması lazımdır diye düşünüyorum. Bu,
insanlarımızın içerisinde, çocuklarımızın ve gençlerimizin içerisinde
insanı kontrol eden bir otokontrol mekanizması oluşturacaktır ve
dolayısıyla, şiddet dâhil, insanlarımızı daha küçük yaştan taa yaşlılık
haline kadar birtakım olumsuz davranışlardan kurtaracaktır diye
düşünüyorum.
Bu vesileyle, Grubumuz olarak, bu verilen önergelere
destek vereceğimizi ifade ediyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
(Alkışlar)
BAŞKAN – Önerge sahipleri olarak konuşacak olan
arkadaşlarımızın ilki, Sayın Ömer Zülfü Livaneli, İstanbul Milletvekili.
Buyurun Sayın Livaneli.
Süreniz on dakika.
BURHAN KILIÇ (Antalya) – Efendim, alkışa alışıksınız.
ÖMER ZÜLFÜ LİVANELİ (İstanbul) – Bağımsız olunca
alkışlamıyor kimse.
Efendim, saygılar sunarım.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; gençlik ve
artan şiddet konusunda bir Meclis araştırma komisyonu kurulmasıyla
ilgili vermiş olduğumuz, 19 arkadaşımla birlikte vermiş olduğum
önerge konusunda söz aldım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bu önerge, 15 Şubat tarihinde verilmişti. 15 Şubat
2006 tarihinde, yani, dokuz ay önce ülkedeki gidişin, gençlik ve
şiddet, artan şiddet eğilimi konusunda kaygı verici olduğu tespitini
yaparak, Meclis Başkanlığına başvurmuştuk; çünkü, bu gibi konularda,
bu gibi temel konularda ve toplum içindeki temel eğilimlerde, yüce
Meclisimiz eğilmezse, bu konuları ele almazsa, başka ele alacak bir
kurum da, bu yetkide ele alacak kurum yok. O bakımdan, en temel konulardan
birini görüşüyoruz.
Bu önergeyi verdikten sonra çeşitli partilerin
yöneticileriyle de görüşmüştük, onların da bu konuda destek vermesini
istemiştik. Onlar da destek verdiler sağ olsunlar. Bu konu buraya
kadar geldi, Meclis gündemine kadar geldi ve anladığımız kadarıyla
bütün Meclis grupları da, konuşmalardan anladığımız kadarıyla,
kabul edecek gibi de görünüyor. O bakımdan, netice, herhâlde hasıl
oldu; herkese çok teşekkür ederiz bu önergeyi ilk veren arkadaşlarınız
olarak. Ama, bir iki konuya da dikkat çekmek istiyorum; çünkü, bugün,
burada, yapılan konuşmaları dinlediğim zaman, bu Meclisin bu konudaki
çalışma yöntemiyle ilgili bazı kaygılar da duymamak elde değil.
Önce, ilk konuşan Sayın Millî Eğitim Bakanı, konuyu,
okullarda şiddet olarak sınıflama yoluna gitti. Oysa, biz, okullarda
şiddetten söz etmedik. Okulları da kapsayan bir biçimde, gençlik ve
daha da önemlisi, toplumdaki şiddet eğiliminin artmasından söz ettik,
çünkü, hepimiz farkındayız arkadaşlar, üçüncü sayfa haberleri dediğimiz,
bu cinayet ve birtakım suçların işlendiği haberlerin verildiği
sayfalar yavaş yavaş kabardı, haberlerin sayısı arttı ve hatta, neredeyse,
artık, suçlar manşetlere çıkıyor ve haftanın birkaç günü büyük gazetelerimizde,
Sayın Güneş’in belirttiği gibi, daha önce alışık olmadığımız türden,
daha önce hiç görmediğimiz türden ve “böyle şeyler Türkiye’de olur
mu” dedirtecek cinsten, bizi hayrete düşüren suçlarla karşılaşıyoruz
ve bunlar manşet konusu oluyor.
Şimdi, olayı hafifletmenin “bizim gençlerimiz
efendidir” işte “bizde böyle şeyler olmaz” demenin pek bir anlamı olduğunu
zannetmiyorum, çünkü, acıdır söylemesi ama, bizim memleketimizde
on altı yaşında bir çocuk çıkıyor, kendi kafasına göre gidip bir rahibi
vuruyor, öldürüyor. Seri katil diye, Türkçesi bile olmayan ve daha
önce hiç bilmediğimiz insanlar ortaya çıkıyorlar; yani, dizi halinde
cinayet işleyen, sebepsiz cinayet işleyen, bir dizi insanı öldürmekten
zevk alan gençler ortaya çıkıyorlar. Dolayısıyla, toplumu bir yangın
gibi bir şiddet sarıyor. “Töre cinayetleri” adı altında her gün kızlarımızı,
gelinlerimizi, genç insanlarımızı kendi aileleri öldürüyor, babaları,
anneleri, ağabeyleri öldürüyor. Bakıyorsunuz, bir yerde, korkuya
kapılmış olan insanlar, bu kapkaç korkularından, neredeyse, herhangi
birisine bir işaret ettiğiniz zaman, kim olduğunu bile anlamadan
linç etme girişmeleri başlıyor, bir linç kültürü baş gösteriyor. Biz
de, Türkiye olarak, ne yazık ki -şunu kabul etmemiz lazım- şiddete
çok uzak bir ülke de değiliz. Burada daha önce çeşitli konuşmacıların
da söylediği gibi, ailede şiddet, okulda şiddet, çeşitli yerlerde
-hatta daha önce Atilla Kart arkadaşımızın gündem dışı konuşmasında
belirttiği gibi- hapishanede, canı ve beden, ruh sağlığı devlete
emanet edilmiş olan tutuklulara şiddet, askerlikte şiddet ve bizim
birtakım sözlerimiz de var biliyorsunuz “dayak cennetten çıkmadır”
sözü, bu ülkenin sözü; “kızını dövemeyen dizini döver” bu ülkenin
sözü; “yemek gördün ye, dayak gördün kaç” bu ülkenin sözü.
O bakımdan, biz, bu toplumda, şiddete çok da uzak
yaşıyor değiliz. Ama, son zamanlarda ne yazık ki şiddetin dozu giderek
artıyor. Bunun sebepleri üzerinde hepimizin çeşitli fikirleri
olabilir. Hatta, sadece buradaki 550 arkadaşımızın değil, 70 milyon
insanın her birinin fikri olabilir; kahvelerde de konuşulabilir,
evlerde de konuşulabilir, tedbirler de alınabilir; ama, önemli
olan, Meclis araştırma komisyonunun kurulması, bunun bir tek sebebe
bağlı olmadığını, birçok sebep olduğunu burada tespit etmek ve
bunları araştırmak üzere toplumun bu konuda bilgi üretebilecek kesimleriyle
ilişkiye geçerek bir komisyon oluşturmak, bir çalışma yapmaktır.
Hemen
gözümüze çarpan bazı şeyler var. Tabii ki göç var Türkiye’de. Şehre
göç çok dengeleri altüst
Şimdi,
Tokyo’da New York’tan daha az cinayet işleniyor olması
Bir
de, televizyonlar deyince, şiddet içeren filmler kadar bir şey daha
çok önemli, bunun da üzerinde durmamız lazım: Toplumumuzda gelir dağılımı
çok bozuk ve yoksul gençlerimiz toplumun büyük bir kesimini teşkil
ediyorlar; fakat, birkaç bin, parayı nereden bulduğu da belli olmayan
haramzadenin eğlenceleri televizyonlarımızda döne döne, döne
döne veriliyor, bir tatlı hayat propagandası yapılıyor, bir tüketim
propagandası yapılıyor ve sanki bütün Türkiye’nin insanları böyle
yaşıyormuş, Türkiye böyle yaşıyormuş gibi bir propaganda yapılıyor.
Bu da tabii büyük bir tatminsizlik duygusuyla insanları suç işlemeye
doğru itiyor. Bu bakımdan, güvenlik, gündemimizde birinci noktaya
doğru ilerlemekte. Bu bakımdan, böyle bir komisyonun, psikologlarla,
sosyologlarla, ekonomistlerle, eğitimcilerle el ele vererek, hatta
birtakım, UNESCO gibi kuruluşlarla da el ele vererek bu meseleyi
bence incelemesi gerekiyor.
Bir
de, tabii, yıllar önce biz yurt dışına gittiğimiz zaman oradaki aileler
“Sizde uyuşturucu sorunu var mı?” dedikleri zaman, biz, göğsümüzü
gere gere “Bizde yok böyle bir şey.” derdik. Çünkü, aileler, okula giden
çocuklarının uyuşturucu bağımlısı olmasından çok korkarlardı,
biz de böyle bir şey bilmezdik okullarımızda; ama, ne yazık ki, uluslararası
şebekeler Türkiye’yi de bu pazara dâhil ettiler. Gençlik uyuşturucuyla
da, maalesef, tanışmış durumda ve okullardaki cinayet girişimleri,
silah taşımalar ve her gün duyduğumuz bu takım suçlar bizi çok kaygılandırmakta.
Bu
komisyonun kurulması için 19 arkadaşımızla birlikte verdiğimiz
önergeyi dikkate aldığınız için ve buna destek verdiğiniz için, yüce
Meclisin bu konuya eğilmesine destek verdiğiniz için hepinize ve
bütün partilere çok teşekkür ediyoruz.
Saygılar
sunuyorum efendim. (Alkışlar)
BAŞKAN
– Önerge sahibi olarak, Çorum Milletvekili Muzaffer Külcü.
Buyurun
Sayın Külcü.
Sizin
de süreniz on dakika. (AK Parti sıralarından alkışlar)
MUZAFFER
KÜLCÜ (Çorum) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekili arkadaşlarım;
sizleri saygıyla selamlıyorum.
Geçen
yıl vermiş olduğumuz araştırma önergemizi, bugün Cumhuriyet Halk
Partisi adına, daha doğrusu Cumhuriyet Halk Partisi Grubuna mensup
iki arkadaşımızın ve Anavatan Partisi Grubu adına verilmiş olan
bir başka önergeyle birleştirerek toplam dört önergemizi birlikte
görüşüyoruz. Ben, öncelikle, diğer arkadaşlarımız da ifade ettiler,
hakikaten toplumun temel bir yarası haline gelen böyle mühim bir
konuyu Meclis gündemine taşıyan diğer arkadaşlarımıza da teşekkür
etmek istiyorum. Yine sözlerimin başında, belki yanlış anlaşıldığını
düşündüğüm -çünkü, konuşmacıların bir kısmından öyle bir izlenim
edindim- şiddet konusunu sadece okullarda konuşuyormuşuz gibi,
okullardaki şiddet olayları hangi aşamaya gelmiş, hangi boyuta gelmiş
bunu tartışacağız gibi bir izlenim edinildiğini hissettim; böyle
değil. Sadece önergelerden bir tanesi, okullar konusunu özellikle
zikretmiş, onun dışındaki tüm önergelerde, şiddetin oluşumunun ve
artışının sebepleri nelerdir ve bu toplumsal şiddetin önüne geçilmesi
için ne gibi tedbirler alınması gerekir, önlemler alınması gerekir,
bunlara ilişkin verilmiş olan önergelerdir.
Değerli
arkadaşlar, 22’nci Dönem milletvekilleri olarak, hukuktan ekonomiye,
sosyal yaşamdan uluslararası ilişkilere kadar birçok mevzuat değişikliği
yaptık. Yaptığımız bütün bu çalışmalarda, attığımız bütün adımlarda
hepimizin yegâne gayesi, ortak hedefimiz, daha müreffeh bir Türkiye,
daha kalkınmış bir Türkiye, daha huzur içerisinde, barış içerisinde,
yarına ilişkin kaygılarını, korkularını bir tarafa bırakmış bir
tarafa bırakmış bir Türkiye’yi inşa etmekti, varmak istediğimiz
yer orasıydı, uğruna çabaladığımız şey, işte, o çocuklarımızın
ve gençlerimizin geleceğiydi.
Üzülerek
ifade etmek durumundayım ki -bütün arkadaşlarımız da dile getirdiler-
bugün, artık, genci yaşlısı, kadını erkeği, okumuşu okumamışı,
eğitimlisi eğitimsizi, toplumun bütün sosyal katmanlarında, ne yazık
ki, şiddeti çok açık bir şekilde, çok vahim bir şekilde, değerli arkadaşlar,
yaşamaktayız. Gün geçmiyor ki, çok yakınımızda birileri şiddet yaşamış
olmasın, şiddeti aktif veya pasif olarak yaşamış olmasın veya televizyonların
ana haber bültenlerinde, gazetelerin baş sayfalarında, üçüncü sayfalarında,
artık, en çok yer alan, belki en çok okunan, izlenen haberler sınıfında,
ne yazık ki, şiddet konusu bugün yer almaktadır.
Biz,
şiddeti -sorunlarımızın çözümü için zaman zaman bir yöntem olarak
görünse bile- asla kabul edilebilir bir durum değildir diye görüyoruz.
Çünkü, şiddetin olduğu yerde akıl yoktur; şiddetin olduğu yerde duygu
yoktur, sağduyu yoktur, hukuk yoktur, başkasının hakkına saygı yoktur.
Şiddetin olduğu yerde sadece kavga vardır, sadece çatışma vardır.
Oysa, insanı diğer canlılardan ayırt eden özelliği, diğer canlılardan
farklı olarak insana akıl verilmiş olmasıdır. O akıl sayesindedir
ki, insanlar, bin yıllar boyunca şehirler kurmuşlar, devletler kurmuşlar
ve medeniyetler meydana getirmişlerdir.
Değerli
arkadaşlar, bugün kurulacağını ümit ettiğimiz komisyon, bence,
hakikaten önemli bir görev ifa edecek; çünkü, geçen yıl töre cinayetleri
ve kadına karşı şiddeti araştırmak üzere kurulan komisyon, Türkiye
için gerçekten çok aydınlatıcı bilgileri, çok aydınlatıcı bir çalışmayı
ortaya koydu ki, o arkadaşlarımıza da belki bir teşekkür borcumuzu
ifa etmemiz gerekecektir.
Burada
bir hususun altını çizmek istiyorum, o da şudur: Şiddeti konuşurken,
biz, duygusal varlıklar olarak, çoğu zaman penceremizi, kapımızı,
gönlümüzü, şiddete maruz kalan tarafını açarak bakarız, öyle değerlendiririz.
Halbuki, doğrusu bu değildir. Şiddete maruz kalan kişi, nasıl ki bu
işin bir tarafı olmuşsa, aynı şekilde şiddeti yaşatan, şiddeti uygulayan,
şiddet yapan da bu işin kurbanı olarak görülmeli, değerlendirilmelidir,
çünkü, o da hastalıklı bir tip, sorunlu bir karakterdir ve netice
olarak, devletin de bizlerin de onlara karşı birtakım görevleri
vardır ve bunları yerine getirmemiz gerekir diye, değerli arkadaşlar,
düşünüyoruz.
Ve
ne yazık ki, Sayın Bakanımız konuşurken, belki, olumlu bir adım atıldığını
hissettim, öyle bir bilgi aldık, ama özellikle görsel medyadan çok
çekmekteyiz. Çünkü, yegâne gayesi reyting olan, daha fazla izlenme
olan, daha fazla para kazanmak, reklam almak olan televizyon kuruluşları,
hem sahipleri hem yöneticileri anlamında söylüyorum ki, sosyal
sorumluluklarını artık iyice arka planlara atmış ve ulaşmak istedikleri
yegâne gaye, amaç daha fazla para olmuştur ve temel paradigmanın para
olduğu bir yerde de daha ahlaklı, daha huzurlu, birbirini daha çok
seven, kavgadan, çatışmadan, birbirine şiddet uygulamaktan uzak
bir toplumun, herhâlde, yaratılmasının, oluşturulmasının her geçen
gün biraz daha işimizi zorlaştırdığını düşünmekteyim.
Değerli
arkadaşlar, bizler, bunun tedbirini almak zorundayız. Eğer, o yayınlarda,
yayınlanan o filmlerde topluma sunduğumuz karakterler, topluma
gerçekten önderlik yapacak, rehberlik yapacak iyi tipler olmazsa,
o zaman aile içerisinde özel sorunları olan çocuklar, belki, mali
sorunları olan çocuklar, sosyal sorunları olan çocuklar oralardan
etkilenerek yavaş yavaş kendilerine, ne yazık ki, hiç de örnek alınması
tasvip edilmeyen tipleri kendilerine rol karakterler olarak seçmekteler
ve gerçek yaşamda da, zaman zaman, ne yazık ki, o kahramanların, filmlerdeki
kahramanların isimleriyle kendilerini adlandırmış, isimlendirmiş
tipleri orada görmek zorunda kalıyoruz.
Bu
vesileyle, medya konusunda büyük bir parantez açmak ihtiyacını
hissettim. Aslında, o kahramanların, o sahte kahramanların atmış
oldukları bombalar, gençliğimize atılmış olan bombalardır, ülkemizin
geleceğine atılmış olan bombalardır. Yine, onların sıkmış oldukları
kurşunlar, çekmiş oldukları tetikler, ne yazık ki, ülkemizin geleceğine,
milletimizin geleceğine, çocuklarımızın ve gençlerimizin geleceğine
sıkılmış olan kurşunlardır, çekilmiş olan tetiklerdir değerli arkadaşlar.
Şiddetin
elbette yegâne sebebi medya değildir, o da onun içerisinde önemli
bir etken belki ama, nedir diye baktığımızda, sigara, alkol ve uyuşturucu
en önemli etmenler olarak yine karşımıza çıkmakta.
Değerli
arkadaşlar, ülkemizde bu uyuşturucu ve sigaranın kullanımı çığ
gibi artmaktadır. Bundan şöyle altmış-yetmiş yıl öncesine dönüp baktığımızda,
1930’ların, 1940’ların Türkiye’sine baktığımızda ve o günden bugüne
bir değerlendirme ortaya koyduğumuzda, ne yazık ki, durumumuz hiç
de iç açacak bir durum değil. İçler acısı, vahim bir tabloyu yaşamaktayız.
Bakınız, bugün, sigaraya başlama yaşı, ne yazık ki, Türkiye’de on
bir yaşa inmiştir. Sigara kendi başına zararlı, tehlikeli, onun
bir zehri var. Ama, bununla birlikte, başka vahim olan bir şey daha var
ki, uyuşturucuya ve alkole başlamakta sigara, bütün bilimsel araştırmalar
ortaya koymuş ki, bir atlama tahtası gibi görülmüştür. İnsan psikolojisi
bunu ortaya koymuştur. Ve ondan sonra, daha fazla alkol tüketimi,
daha fazla uyuşturucu kullanma ve daha hastalıklı, daha histerik
bir toplum yapısı da ortaya çıkmış oluyor.
Bakınız,
sizlerle Yeşilay kurumunun 2006 yılında yayımlamış olduğu bazı
değerleri paylaşmak istiyorum: Boşanmaların ve kadın dövme olaylarının,
değerli arkadaşlar, yüzde 70’i eşlerden birinin alkolü çokça kullandığı,
alkol bağımlısı olarak değerlendirilen kişilerdir. İntihara teşebbüs
edenlerin yüzde 90’ı alkol bağımlısıdır.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
GÜROL
ERGİN (Muğla) – Konu değişti galiba.
BAŞKAN
– Toparlayın lütfen.
MUZAFFER
KÜLCÜ (Devamla) – Sayın Başkanım, önergeleri bizler verdik, ama İç
Tüzük’ün azizliği, en az konuşması gerekenler bizleriz herhâlde. Bir
süre müsamahanızı arz ediyorum, ondan sonra tamamlıyorum kısaca.
Değerli
arkadaşlar, konu değişmedi. Konunun şiddet olduğunu biliyoruz,
ama şiddeti sadece “şu şunu dövdü, şu şuna vurdu”dan ibaret olan bir
hadise olarak algılamıyoruz. Şiddeti ortaya çıkaran sebepler nelerdir, bunları
konuşmamız lazım, bunları araştırmamız lazım. Ondan sonra, bunun
önüne nasıl geçebiliriz, işte bunun tespitlerini yaparak onları
ortaya koymamız lazım. Benim söylediğim de konunun değişmesi değil,
tam da konunun nirengi noktasıdır.
ZEKERİYA AKINCI (Ankara) – Milleti perişan ettiniz,
kendini içkiye vuruyor, ne yapsın.
MUZAFFER KÜLCÜ (Devamla) – Akıl hastalarının yüzde
60’ı, cinayet işleyenlerin yüzde 85’i, değerli arkadaşlar, hırsızlık
yapanların yüzde 71’i, tecavüz olaylarının yüzde 50’si.
Bakınız, bunlar Yeşilay kurumunun değerleridir.
Belki, benim söylediğim bu rakamlar veya konuşmamda söylediğim bazı
şeyler kimi arkadaşların hoşuna gitmiyor olabilir, ama bunlar eğer
şiddete sebebiyet veriyorsa, elbette bunları da burada rahatlıkla
konuşabilmemiz lazımdır.
Bir başka konu krizlerdir, ekonomik krizlerdir.
2001 yılında, 2000 yılında ve 90’lı yıllarda, ne yazık ki, yaşadığımız
ekonomik krizler, birçok ailenin parçalanmasına, boşanmanın had
safhaya ulaşmasına zemin hazırlamış, sebep olmuştur ki, bu da sevgiden
mahrum, şefkatten mahrum, aile sıcaklığını yaşayamayan, belki binlerce,
belki milyonlarca çocuğun, gencin potansiyel tehlike olarak topluma
sunulması sonucu, şiddetin de önemli sebeplerinden birisi olmuştur.
Değerli arkadaşlar, başka bir sebep, ne yazık ki,
önüne geçmekte bir türlü başarılı olamadığımız, büyük kentlere iç
göç meselesidir. Belki bundan otuz yıl önce, kırk yıl önce Doğu’dan Güneydoğu’dan,
Karadeniz’den, Anadolu’dan kalkıp büyük kentlere gidenler, oralarda
hemşehri dayanışması içerisinde kendilerine yer bulabilmişlerdi,
şehrin bir ucundan tutunarak yaşamayı belki başarabilmişlerdi. Ama,
bugün, artık herkesin kendi başının çaresine bakmaya başladığı
bir dönemde, ne yazık ki, ayrıldığı yerde, kendi kültürünü, örfünü,
geleneklerini orada bırakan ve geldiği yerdeki değerleri de kazanamayan,
o hayata alışamayan milyonlarca insanımız, bir kültürel kırılmayı,
bir alt-üst oluşu, ne yazık ki, yaşamışlar ve bunlar da zaman zaman şiddetin
öncüsü, habercisi olmuşlardır. Sayın Livaneli değindi, onun için
çok detay girmeyeceğim, zaten vaktimizi aştık.
Topluma dayatılmaya çalışılan televole kültürü,
çokça para kazanıp, çokça harcadıkları şeklinde topluma sunulan
o kötü örnekler, nasıl para kazandıkları, nereden para kazandıkları
belli olmayan, ama bazı meslekleri yaptığı ifade edilen insanların
hayatları da, ne yazık ki, bazı problemli tiplerin ortaya çıkmasına
sebebiyet vermiş ve zaman zaman da o toplumsal dokuyu tahrip eder boyuta
ulaşılmıştır ki, bu konuda da belki kurulmasını ümit ettiğim, kurulacağını
düşündüğüm bu komisyonun alacağı kararlar doğrultusunda, yapacağı
tavsiyeler doğrultusunda Radyo Televizyon Üst Kurulu, tahmin ediyorum,
bir düzenleme yapacaktır, en azından yapması gerektiği konusundaki
inancımı sizlerle paylaşmak istiyorum.
Değerli arkadaşlar, manevi değerlerimizdeki
zayıflamalar; hani bizi biz yapan değerler dediğimiz, fertlerin
bir arada yaşamasını anlamlı kılan, insanlar topluluğunu millet
yapan, kaynaşmasını, bir arada yaşamasını temin eden değerlerimiz,
örfümüz, ahlakımız, kültürümüz, geleneklerimiz, tarihimiz ve buna
benzer sayabileceğimiz başkaca değerlerimiz… Bunlar da, ne yazık
ki, sahip çıkmakta zorlandığımız ve belki bu ülkenin aydınlarının,
entelektüellerinin uzak durmakta fayda gördüğü, tahkir etmekte,
tezyif etmekte zaman zaman da ileri gittiği değerlerimizdir ki,
eğer bugün toplumsal şiddeti konuşuyorsak ve bunu histeri boyutunda
konuşuyorsak, bu, belki de o korumamız gereken değerleri layıkıyla
koruyamadığımız içindir.
BAŞKAN – Lütfen, toparlayalım.
MUZAFFER KÜLCÜ (Devamla) – Bitiriyorum Sayın
Başkanım.
Artık bugün, kötünün, yanlışın, ayıbın, günahın
eğer içi boşaltılmışsa, sadece kelime olmaktan öteye bir şey ifade
etmiyorsa, işte o anlamsızlık, bugün bulunduğumuz noktayı, ne yazık
ki, bize yaşatmak durumunda olmuştur, bizler bunları yaşamak zorunda
kalmışızdır.
Değerli arkadaşlar, sözlerimi şöyle bitirmek
istiyorum: Eğer, biz, bugün on yedi aylık bir çocuğa tecavüz meselesini
utanç içinde konuşmak, dinlemek zorunda kalıyorsak, seri cinayetleri
konuşmak zorunda kalıyorsak, çocuk pornosunun, tarihî köklerimize
bakarak çocuk pornosunun en fazla izlendiği, takip edildiği, yaşandığı
bir ülke olmayı utanç içerisinde yaşıyorsak, alkol, uyuşturucu
eğer on birli yaşlara indiyse, lise yıllarına indiyse, çocuklar öğretmenlerine,
öğretmenler çocuklarına şiddet uyguluyor, hatta ifade etmekten
imtina ettiğim bazı hadiseleri -gazetelerden, televizyonlardan
izlediniz- yapıyorlarsa, yaşıyorlarsa, ihtiyar bir kadının kolundaki
bir bileziği almak için komşunun genç oğlu evine girip bileğini kesiyor
orada bırakıyorsa ve birileri, bu ülkenin en büyük üniversitesinin
rektörü “ben okulumun bahçesinde kendisine ‘reis’ diyen birilerinin
dolaşmasını istemiyorum. Burası… “
BAŞKAN – Sayın Külcü…
MUZAFFER KÜLCÜ (Devamla) – Sayın Başkanım, son
cümlem. Burası…
BAŞKAN – Sürenizi, neredeyse misliyle aştınız.
Lütfen toparlayın.
MUZAFFER KÜLCÜ (Devamla) – Son cümlemiz, bitiriyorum
konuşmamı.
“Onlar mafya da olur. Burası bir eğitim yuvası, burası
bir bilim yuvası. Ben, burada, dersine çalışan çocuklar, öğrenciler
istiyorum” diye gazetelerde, televizyonlarda feryat ediyorsa
“onların anne-babalarını çağıracağım, gidip, nerede o işi yapacaklarsa
yapsınlar, kimin nam ve hesabına burada bu işleri yapıyorlarsa,
oralarda o işleri yapsınlar” diyecek kadar feryat etme noktasına
geldiyse, değerli arkadaşlar, yanlış giden bir şeyler var demektir.
Hepimizin ortak görüşü de bu olarak yansıdı.
Bir komisyon kurulmasının faydalı olacağına
olan inancımı ifade ediyorum ve Sayın Bakanın, elbette kendisi belki
cevap vereceklerdir, ama dikkatinden kaçmıştır diye düşünerek,
bir hususu…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen toparlayalım artık.
MUZAFFER KÜLCÜ (Devamla) – Bitiriyorum.
BAŞKAN – Lütfen toparlayıcı cümleyi kullanın.
MUZAFFER KÜLCÜ (Devamla) – Sayın Hasan Fehmi Güneş,
konuşmasında, Sayın Hasan Fehmi Güneş konuşmalarında, belki ben
yanlış anladım, bilemiyorum, ama Sayın Bakanın, dünyanın her tarafında
şiddet var, şiddet artıyor, bunun önüne geçecek bir şey yok, bizim de
yapacak çok fazla bir şeyimiz yok, gibi ifade ettiler. Ben onu o şekilde
değil de, dünyanın her tarafında şiddet var, şiddet, farklı faktörlerin
etkisiyle artıyor, bizde de artıyor, biz de, onlar nasıl mücadele
ediyorlarsa o şekilde mücadele ediyoruz hem sivil toplum örgütleri
hem de uluslararası kuruluşlar marifetiyle, yardımıyla şeklinde
anladım.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Muzaffer Bey, Sayın Hasan Fehmi Güneş’in
konuşmasına zaten Bakan yanıt verir. Siz de sürenizi çok uzattınız.
Lütfen, bu konuları bırakıp, toparlayın.
MUZAFFER KÜLCÜ (Devamla) – Sayın Başkanım, teşekkür
etmek için yirmi saniyeye ihtiyacım vardı, tam o arada kapandı.
Çok
teşekkür ediyorum, yüce heyete saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
– Bir parti grubu kadar süre kullandınız.
Sayın Ali Cumhur Yaka, Muğla Milletvekili. (CHP
sıralarından alkışlar)
ALİ CUMHUR YAKA (Muğla) – Sayın Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bugün Meclisimizde, gerçekten, ülkenin geleceğini
emanet edeceğimiz, ülkenin geleceğini şekillendirecek olan gençlik
üzerindeki şiddet olaylarını konuşuyoruz.
Biz, Grup olarak, daha ziyade okullardaki şiddeti
göz önüne almıştık. Çünkü, bu ülkede, uzun yıllardan beri sivil toplum
içerisinde şiddet vardır, çeteleşme vardır. Bu şiddetler her yıl sürekli
artmaktadır. Ama, geçen yıldan itibaren okullarımızdaki şiddet yükselince,
tüm milletvekilleri, tüm sivil toplum örgütleri ayağa kalktılar ve
bu duyarlılıktan dolayı da bu konuyu Meclis gündemine getirerek,
okullarımızda şiddetin nasıl önlenebileceği konusunda bir araştırma
önergesi verdik. Diğer gruptaki arkadaşlar da, gençliği de içerisine
alarak böyle bir önerge vermişler. Bu, birleştirilerek bugün önümüze
geldi.
Şimdi, arkadaşlar, şu elimdeki gazete kupürü,
daha bugünkü gazete. “Okullarda ne oluyor?” Biraz önce Sayın Bakan
da söyledi. Bu olay ilk başladığı zaman, ortaöğretimdeymiş gibi algılandı.
Fakat, şimdi, Ankara’da iki ilköğretim okulu öğrencisi birbirini
bıçaklayarak, geçen perşembe bıçaklanan arkadaşımızın, gencimizin,
çocuğumuzun hastaneden taburcu olduğunu yazıyor bugünkü gazete.
Uzun zamandan beri yaşanan bu olaylar, özellikle
okullarımızdaki olaylar, şiddet olayları her geçen gün büyüdü ve öyle
bir hâl aldı ki, bunlara ciddi bir tedbir almadığımız sürece, bunların
daha çok büyüyeceği ve önüne geçilemeyeceği bir hâl aldı. Bu bağlamda,
şiddetin, bazı arkadaşlarımız, burada bilançosunu yaptılar. Zaten,
uzun zamandan beri basında da izliyoruz. Özellikle son beş ayda öldürülen
öğrenci sayısı 14, yaralanan 100’ün üzerinde. Olayların çokluğu ya
da azlığı, sayı bakımından çok önemli değil. Sayın Bakanımız buna
değindi. Bana göre, olayların, bazı olayların niteliği çok önemli.
Eğitim kurumlarının içerisinde, öğrenciler, gerek hemcins olarak
gerek karşı cins olarak birbirine şiddet uyguluyorlar, öğrenciler
öğretmenlere saldırıyorlar. Bizim örf ve âdetimizde, geleneğimizde,
bugüne kadar, bu yıllara kadar öğrencilerin öğretmenlere saldırdığı
görülmemişti arkadaşlar.
Sayın Bakanım, keşke, 17’nci Millî Eğitim Şûrasında
okullarda şiddeti de tartışsaydık. Açılış konuşmasında Sayın Devlet
Bakanımız bu konunun tartışılmasını istediği hâlde, 17’nci Millî
Eğitim Şûrasında bu konuda tek bir söz edilmedi. Hâlbuki, güncel bir konu,
gündemde bir konu.
Şiddetin en önemli göstergesi ekonomidir. Ekonomik
koşullar kötüye gittikçe, özellikle üniversiteyi bitiren gençlerimiz,
mahallede yaşayan gençlerimiz iş bulamadıkça, kendi aralarında
birleşerek çeşitli eylemlere girmektedirler. Bakın, bu eylemlerin
ana sebeplerinden birisi, televizyonda yayınlanan dizilerdir,
filmlerdir. Hiçbir iş yapmadan, lüks bürolarda arkadaşlarıyla birlikte
entrika çevirerek ve en lüks arabalara binerek yaşayan dizi kahramanları
var. Ben, bununla ilgili, mart ayında, hem Millî Eğitim Bakanlığına
hem Sanayi Bakanlığına hem de Kültür Bakanlığına soru önergesi
verdim. Bu verdiğim önergeye gerçekten çok ilginç bir cevap aldım Kültür
Bakanlığından. Bakın -filmin ismini söylemiyorum, burada var ama
onu söylemeyeceğim- bu filmin, Sinema Filmleri Değerlendirme ve
Sınıflandırma Alt Kurulu raporunda, Değerlendirme ve Sınıflandırma
Yönetmeliği’nin 11’inci maddesi uyarınca kamu düzeni, insan onuruna
uygunluk, şiddet unsurları açısından, aynı Yönetmelik’in 8’inci
maddesinin (c) bendi uyarınca Değerlendirme ve Sınıflandırma Kuruluna
sevk edildiği, Sinema Filmleri Değerlendirme ve Sınıflandırma Kurulunda
ise söz konusu filmin uygun bulunduğu bildirilmektedir. Nasıl bir
değerlendirme arkadaşlar! Kol kopan, kafa kopan, yaptıkları şiddet
planlı olan ve gençlere yol gösteren böyle bir filmi, yaş sınırlandırılması
olmadan, övüne övüne, Türkiye’de aylarca sinemalarda oynattık. Bu
gençlik bundan etkilenmedi mi? O kadar çok etkilendi ki, kendi mahallesinde
o filmin kahramanının elbiselerini giyerek, kendisine bu filmin
kahramanının adını söylemeyenleri döverek, baskı yaparak ve şiddete
başvurarak, o mahallede, maalesef, küçücük çetelerle baskı altına
alınan gençleri gördük.
Okullardaki şiddetin uzantısı, okulun çevresindeki
bölgedir. Bu bölgede eğer gençler şiddete meyilliyse, mutlaka o
okulda da şiddet eylemleri olmaktadır. Fakat, okullarımızdaki şiddet
eylemlerinde, öğretmenlerimiz ve yöneticilerimiz, ne yazık ki
korku içindedir, ne yazık ki olaylara müdahale edememektedirler. Çünkü,
müdahale eden öğretmenlere sahip çıkan yoktur, tehdit altındadırlar.
Son günlerde çete operasyonlarında iç güvenliği
sağlamakla görevli güvenlik güçlerimizin sıkça adının geçmesi ve
bu çetelerin içinde bulunması, gençleri ve okuldaki öğrencileri
şiddete daha çok özendirmektedir. Ben daha dün, gazetelerden, kendi
bölgemden rütbeli bir emniyetçi arkadaşın fuhuş yapan kadınlardan
ve fuhşu yaptıran kişilerden haraç aldığı için görevden alındığını
duydum. İçişleri Bakanımızın bu konuda çok dikkatli olması gerekiyor.
Çünkü, okullarımızın civarında uyuşturucular satılıyor, okullarımızın
civarında tek tek sigara satılıyor. Bunları satanlarla okulun içerisindeki
bazı öğrencilerin ilişkide olduklarını biliyoruz. Ekonomik sıkıntıda
olan öğrencileri özellikle yakalayıp, okulun içerisinde bu tür eylemlere
sokarak ve bu tür eylemleri yapan öğrenciler de okul içerisinde kendisine
bir çevre bularak okulda bir baskı yaratmakta, bir çetecilik, bir
şiddet grubu kurmaktadırlar. Bunlardan, sadece İçişleri Bakanlığımızla
Millî Eğitim Bakanlığının tedbirleri yetmiyor, çünkü, bakıyorum,
Millî Eğitim Bakanlığımız 1999 yılından bu yana 4 adet genelge göndermiş.
Bu konuda bir sempozyum yapılmış, hatta İzmir, İstanbul ve Ankara’da,
emniyet müdürleriyle millî eğitim müdürleri arasında mutabakata
varılarak bazı sözleşmeler imzalanmış, ama bunların hiçbirisi bu
şiddetin okullardan kalkmasına yetmemiş.
Sayın Bakanım, okullarda bu işle uğraşan öğretmen
arkadaşlarımızı yalnız bırakmayalım, öğretmenleri bu konuda
destekleyelim. Daha önce de bu Meclisten geçerken karşı çıktığımız
ve izah etmeye çalıştığımız, ama Meclisten çıkıp yürürlüğe giren
okul aile birliklerinin para toplama yetkisini lütfen üzerinden
alınız. Okul aile birlikleri, okulda eğitim ve öğretimin yükseltilmesi,
ailelerle okul yönetiminin arasının bulunması konusunda çok önemli
görevler yapmaktadır. Ne zaman okul aile birlikleri para toplama
olayına girdi, hiçbir öğrenci velisi, okul aile birliği başkanı
okula çağırdığı zaman okula gelmemeye başladı. Sebebi, kendisinden
para isteneceği, ekonomik sıkıntıda olan bir velinin okula para
veremeyeceği için de bu çağrılara kulak asmadığı. Hâlbuki, bu şiddetin
önlenmesinde, öğretmen-öğrenci, öğretmen-veli, okul idaresi-veli
ve okul idaresi-öğretmen gibi ayakların birlikte hareket etmesi,
özellikle okullardaki rehberlik uzmanlarının sayılarının artırılarak,
öğrenciye rehberlik konusunda, velilere rehberlik konusunda destek
verilmesinden geçer.
Bu okul şiddeti konusunda, okullardaki şiddet konusunda
olayların çok yükselmesi bir yıllık bir olay. Bunları biliyoruz, basından
da izliyoruz. Ben öğretmenim. Daha önceleri okullarda böyle bir
şiddet olayı olmazdı. Evet, ufak tefek disiplin olayları olurdu, ama
biz, bütün bu küçük disiplin olaylarını da bugünkü olayların içerisine
katarsak, asıl olayları gözden kaçırmış oluruz. Birdir, beştir, ondur,
yirmidir, ama bunlar çok önemli olaylardır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ALİ CUMHUR YAKA (Devamla) – Bunlar, ülkenin geleceğini
şekillendiren gençlerimizi bu olaylardan korumanın yoludur. Bunu
yapmamız gerekiyor. Çünkü, Türkiye Cumhuriyeti devletinin geleceği
gençlerimizin elindedir. Bu gençlerimizi şiddetin içinden çekip
almanın tüm yollarının Mecliste araştırılacağına inanıyorum ve
bu araştırma ekibinin de, bu araştırma komisyonunun da, yaptığı
araştırmalarda olayların önüne geçmek için tedbirleri mutlaka getireceği
konusunda güvenim sonsuzdur.
Bu konuyu Meclis gündemine getiren tüm gruplara,
tüm arkadaşlara teşekkür ediyorum. Okullarımızda ve gençliğimizdeki
şiddeti önlemek için Meclisimizin elinden geleni yapacağına da
inanıyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Dursun Akdemir, Iğdır Milletvekili.
Buyurun Sayın Akdemir, süreniz on dakika.
DURSUN AKDEMİR (Iğdır) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Anavatan Grup Başkanlığının ortak imzasıyla
3/4/2006 tarihinde okullarda şiddet konusuyla ilgili Meclis Başkanlığına
verilmiş olan önerge hakkında Grubum adına söz aldım; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli milletvekili arkadaşlarım, bu konuda
daha önce çalışmalarımızın olduğunu hepiniz biliyorsunuz, bu
kürsülerden seslendirdik. Çocukların sağlıklı olarak doğması, büyümesi,
beslenmesi, eğitilmesi, çocuk haklarının temelini teşkil eden bir
konudur. Bu husus, Birleşmiş Milletler ve düzenlenen uluslararası
anlaşmalarla sabit vaziyette tespittir. Hatta Anayasamızın 61’inci
maddesinde “Devlet, korunmaya muhtaç çocukların topluma kazandırılması
için her türlü tedbiri alır.” deniliyor ve o nedenle, çocuklarımızın
ve gençlerimizin anayasal güvencesi olduğu kesindir.
Gerek okullardaki şiddet gerek sokakta yaşayan
çocukların sayısı, maalesef, yaşadığımız toplumsal değişim, hızlı
kentleşme, gelir dağılımındaki adaletsizlik, işsizlik, göç, fakirlik,
eğitimsizlik, aile içi şiddet gibi nedenlerle, özellikle büyük şehirlerde
şiddet kontrol edilmez boyutlara erişti.
Değerli arkadaşlarım, ben, şimdi, burada, özellikle
son yıllarda okullarda şiddetin büyük oranda arttığını belirtmek
istiyorum tekrar. Gerek sivil toplum örgütleri gerekse muhalefet
olarak Hükûmeti, okullardaki artan şiddete karşı ve sokakta gelişen
şiddete karşı çocuklarımızın korunması konusunda çeşitli defalarda
uyardık. Hatta, çeşitli tespitlerimizi Hükûmete bildirdik. Dün akşam,
Millî Eğitim bütçesi görüşülürken Bütçe Plan Komisyonunda “benim
yaptığım çalışmalara Hükûmet ne tedbir aldı” diye sorduğumda, Sayın
Bakanımın cevabı şu oldu: “Hükûmet 5 milletvekiliyle bu konu içerisinde
çalışıyor.”
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – 5 bakanla…
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum) – 5 bakan…
DURSUN AKDEMİR (Devamla) – “5 bakanla çalışıyor”
demiştiniz değil mi Sayın Bakanım; düzeltiyorum.
Hani, Hükûmetin o 5 bakanı nerede? Bugün, ortaklaşa,
üç -grubu olan- partinin anlaştığı bir konuda, bu hassas şiddet ileride
anarşiye dönüşecek ve toplumu sarsacak bir durumdayken, niçin bu
beş bakanımız burada değil de, bu konuşulanları dinlemiyor? Muhalefet
olarak bizi dinlemeyebilirler. İktidar olarak sizin milletvekili
arkadaşlarınız çok önemli çözüm önerileri, sorunları, tespitleri
getirdiler. Neredeler? Size soruyorum.
Yine, Sayın Bakanım, size, TÜBİTAK’ın sekreterliğini
yaptığı bilimsel araştırma konularında devlet üst düzey yetkililerinin,
Başbakanın ve bakanlarının olduğu bir toplantıda, “İnternet kafe
konusunda Hükûmetiniz ne yapıyor” diye sorduğumda, Sayın Bakanımızın
cevabını ben burada açıklamak istiyorum: “İçişleri Bakanlığı müsaadeyi
veriyor” diye cevabını vermişti. İçişleri Bakanımız yok burada,
Sayın Bakanım. Şimdi, o zaman, sekiz ay önceydi o. Sekiz aydan beri,
demek ki, 20 milyonu ilgilendiren İnternet kafe konusunda ve okumayan
gençlerimiz İnternet kafede çok zaman geçiriyorlar, onları değerlendirmek
üzere çok şeyler yaptınız, burada anlatacaksınız. Bundan sonra ne
yapacaksınız, onu öğrenmek istiyorum.
Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım;
ben, burada, daha önce, 13 Haziran 2003 tarihinde kırk beş milletvekilinden
imza aldım; 2003, 13 Haziran. Değerli milletvekilleri, imzayı veren
arkadaşlarım çok iyi bilirler. On dakika içerisinde kırk beş imza
topladım ve sokakta yaşayan, yaşamaya zorunlu bırakılan çocukların
sorunlarıyla ilgili bir Meclis araştırması önergesi verdim. Ama,
maalesef, benim özel ricalarıma rağmen -Meclis Başkanına bizzat üç
defa ziyarette bulundum- Meclis Başkanının özel ihtimam göstermesine
rağmen tek önerge olduğu için aşağıya inmedi. Ne zaman ki AKP Grubundan
ve Cumhuriyet Halk Parti Grubundan da buna benzer önergeler verilince
Meclis Genel Kuruluna indi ve o zaman, biraz önce, AK Partiden başkanlığını
Öner Ergenç’in yaptığı şiddetle mücadele konusunda kurulan komisyona
Öner Bey başkanlık yaptı. Şu anda meşguller kendileri, telefonla görüşüyorlar,
şiddetle ilgili olarak herhâlde teşekkür telefonları aldı. Değerli
Öner Ergenç Bey o zaman bu çalışmayı yaparken, ben, sivil toplum inisiyatifi
olarak yaptığımız bir çalışmadan bahsedeceğim. Siz milletvekili
arkadaşlarımızın sitelerine de mail etmiştik. O çalışma raporu
buradadır. Çalışma raporundan Sayın Öner Ergenç Bey’in çok iyi çalıştığını
biliyorum. 01.11.2004 tarihinde biz bir çalışma başlattık. Güldal Akşit
Hanımefendi o zaman Bakandı. Burada üniversiteler, sivil toplum
örgütleri ve bazı haber merkezlerinden izleyici olan bir konferans
düzenlenmişti. O konferansta, biz, Güldal Hanım’a teklif ettiğimizde,
bir sivil inisiyatif olarak milletvekilleri ve sivil toplum örgütleri,
üniversiteler olarak bir çalışma yapalım demiştik. Sağ olsun, bize
destek verdiler ve ben de orada yaptığımız çalışmalarda, alt çalışma
grubunda, koordinasyon ve eşgüdüm işbirliği alt çalışma grubunda
bir çalışma yaptım. İsimlerini burada tümünü zikredemeyeceğim,
üniversitelerden, sivil toplum örgütlerinden, televizyondan,
RTÜK’ten, yazılı basından temsilciler vardı ve devlet ilgili kademelerinden
görevlilerle ilgili üç aylık bir çalışma sonucunda on bir sayfaya
varan bir rapor hazırladık. Bu raporu Öner Ergenç Bey çalışmasında
kullanmıştır. Orada bütün sorunlar tespit edilmeye çalışıldı, çözüm
önerileri ortaya kondu. Sayın Bakanım, bu önerilerimizden hangileri
yerine getirildi?
Mesela, 2005 yılını, tam 2004 yılının on birinci
ayında, 2005 yılının şiddetle mücadele yılı olarak ilan edilmesini
önermiştik. Mademki 5 bakan bir araya geldiniz, niçin ilan etmediniz
ve bu arada, gene tedbirlerden birisi, şiddetle mücadele üst kurulu
önerdik. Şiddetle mücadele komisyonlarının illerde kurulmasını
önerdik.
Efendim, şu anda bugün okullarda şiddeti konuşuyoruz.
Okullarda şiddete engel olabilmek için tam iki yıl önce şunu önermiştik:
Okullarda şiddetle mücadele birimleri veya şiddetle mücadele masası
kurulsun önermiştik. Sayın Bakanım, iki yıl önce önerdiğimiz bu şeyleri
niçin yerine getirmediniz ve bugün okullarda öğretmenini bıçaklayan,
arkadaşını korkusuzca öldürebilen bir gençlik psikolojisine
gelmeye niçin beklediniz?
Sormak benim hakkımdır. Ben, şimdiye kadar bu kürsüden
bu kadar hiddetle ve şiddetle konuşmamıştım, ama, şu anda sesimi
yükseltiyorum ve şiddetle konuşuyorum. Toplumdaki şiddete dikkat
çekmek istiyorum. Hükûmet görevini yapmamıştır. Hükûmeti göreve davet
ediyorum. (Anavatan Partisi sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
5 bakanla neredeydiniz o zaman? Yaptıklarınızı gelip burada söylemeniz
gerekirdi. Gelip bizi dinlemeleri lazımdı. Ben o bakanları suçlamıyorum,
ama, Hükûmetin ilgisizliğini, bilgisizliğini, dikkatsizliğini
ve beceriksizliğini buradan 73 milyona seslenerek haykırmak istiyorum.
Çünkü, o sokakta olan o çocuklar var ya, bizim geleceğimizdir. Bugün
cinnet içerisine girmiş vaziyette ana babayı, evlat kardeşi, kardeş
küçüğünü, büyüğünü tanımıyor. Aile içinde şiddet, sokakta şiddet,
okulda şiddet, işyerinde şiddet…
Bakan... Bakanın kendi şiddetini, ben, bana karşı
uygulamasını da bir şiddet olarak kabul etmeye, tarif etmeye çalışacağım.
Çünkü, burada, gene, sekiz ay önce, hatta bir yıl önce, üniversitelere
15 rektör atanmak üzere kanun hazırlandığında biz o zaman bir çözüm
önerisi yaptık. Cumhurbaşkanından geri dönecek dedik ve nitekim
Cumhurbaşkanı veto etti. Veto ettiği sırada burada yaptığımız
konuşmalarda demiştik ki -Hükûmeti devreye sokalım diye bir çözüm
getirdik- YÖK’ün tespit edeceği ya da kurucu üniversitenin tespit
edeceği 6 aday Hükûmete bildirilsin, Millî Eğitim Bakanı ya da Başbakan
bunlardan 3’ünü Cumhurbaşkanına bildirsin, Cumhurbaşkanımız da
1’ini atasın. Siz buna dikkat etmediniz.
Ayrıca, ben bununla yetinmedim. Dördüncü ayda,
bu yılın, 2006 yılının dördüncü ayında bir kanun teklifi verdim; o kanun
teklifinde bu görüşümü tekrarladım ve ısrar ettim. Cumhurbaşkanı
tekrar sizin gönderdiğiniz yasayı Anayasa Mahkemesine göndererek…
Cumhuriyet Halk Partisi de göndermişti ve Anayasa iptal etti 1’inci
maddeyi. Şimdi…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
DURSUN AKDEMİR (Devamla) – Tamamlıyorum Sayın
Başkanım.
BAŞKAN – Toparlayın lütfen.
DURSUN AKDEMİR (Devamla) – Sayın Başkanım, AK Partinin
sözcüsü kadar zaman verirseniz çok memnun olacağım; toparlayacağım.
Değerli Başkanım, o zaman Millî Eğitim Bakanı bir
kanun teklifi tekrar getirdiğinde ben bu kürsüden sordum. Sayın Bakanım,
ben de bu konuda bir teklif vermiştim sekiz ay önce; sekiz aydan beri
Cumhurbaşkanlığını, komisyonları, Meclisi sürekli çalıştırdınız,
getireceğiniz kanun teklifi birbirine benzer olacak. Ama, Sayın
Komisyon Başkanımızın getirmiş olduğu kanun teklifinde sadece 4
tane profesörü Hükûmet belirliyor, YÖK’e bildiriyor, 2 tanesini
Hükûmet -YÖK de tespit ederek- Cumhurbaşkanlığına bildiriyor.
Bunun, vatandaşın oylarının bürokrasiye teslim
edilmesi anlamına tenkit etmiştim ve o zaman, bu kürsüden, Millî Eğitim
Komisyonu Başkanı, önce, hatırlamadığını, sonra da böyle bir yasa
teklifinin geldiğini ve Millî Eğitim Bakanına gönderdiğini, Millî
Eğitim Bakanının da kendi kanun teklifi hazırlayacağını söyleyerek
incelemeden geri gönderdiğini ve burada bir değişiklik önergesiyle,
benim verdiğim kanun teklifinin tıpatıp aynısını getirerek -sadece
süreyi ben dört yıl teklif etmiştim- iki yıl, bir de dörtte 3 çoğunlukla
YÖK’e seçtirmiştiniz…
Şimdi, burada, Bakan olarak, Hükûmet olarak, Komisyon
Başkanı olarak, bir muhalefet milletvekilinin getirmiş olduğu kanun
teklifini görmezlikten gelerek, yasaları ve İç Tüzük’ü hiçe sayarak,
o kanun teklifinin, bu kürsüden, yasa yapılırken, gündeme getirilmemiş
olmasını demokrasi adına bir eksiklik, bir ayıp sayıyorum; o nedenle,
baskı uyguladınız diyorum Sayın Bakanım. Bu nedenle, şiddet tabiriyle
kullandım. Evet, bu da, Hükûmetin, muhalefetin üstüne uyguladığı
bir baskıdır, bir şiddettir.
BAŞKAN – Toparlayın lütfen.
DURSUN AKDEMİR (Devamla) – Sözlerimi tamamlıyorum
Değerli Başkanım.
Değerli milletvekili arkadaşlarım, duyarlı
milletvekilleri; sizlere sesleniyorum: Şiddet konusunda her biriniz,
muhalefet-iktidar demeden birleştiniz, buraya getirdiniz bu teklifinizi,
kol kola verin, omuz omuza verin, Hükûmeti zorlayın, Başbakanı da getirtelim
bu kürsüden komisyon kurulduktan sonra. Komisyonda, -ki, öyle sanıyorum,
bir araştırma komisyonu kurulacak- o komisyonda, Başbakan ve o sorumlu,
görevli 5 bakan da burada olsunlar, bizleri dinlesinler ve toplumdaki
bu şiddete çare bulalım el birliğiyle.
Sizleri üzmediğimi umuyorum, ama, bu şekilde,
şiddetli konuşmak zorunda kaldım.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Anavatan Partisi
ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, Sayın Bakan
da söz istedi; ama, İç Tüzük’e göre, Hükûmet adına Sayın Bakan konuşmasını
yaptı, o hakkı kullandı, o yol kapandı.
Şimdi, milletvekili olarak neden konuşmak istediğini
Sayın Bakan bize yerinden anlatırsa, biz de İç Tüzük’e göre karar verip,
kendisine söz verip vermeyeceğimizi söyleriz.
Buyurun Sayın Bakan; niçin, neden konuşmak istiyorsunuz?
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın
Başkan, üç partinin konsensüsüyle bir araştırma, özellikle bir Meclis
araştırması açılması talebi var. Bazı arkadaşlarımın kürsüden
özellikle sorduğu ve benim açıklığa kavuşturmam gereken -Hükûmet
adına gereken- sorular var. Artı, şahsıma yönelik, Hükûmetime yönelik,
kendilerine şiddet uygulandığını ifade eden bir arkadaşım var, buna
cevap vermek istiyorum müsaade ederseniz.
BAŞKAN – Yani, birinci gerekçeniz konuşma hakkı
yaratmıyor.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Peki. İkinci
gerekçeyle konuşma hakkı istiyorum.
BAŞKAN – İkinci gerekçenizde fazlalık var. Şahsınıza
yönelik şiddet uygulamasından şikâyet var, Hükûmetle ilgili yok.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Peki, o
zaman, ben şahsıma yönelik şiddet uygulamasını nasıl yaptığımı
ifade edeyim.
BAŞKAN – O zaman, kısa bir süre, yerinizden olmak
kaydıyla lütfen…
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Peki
efendim.
BAŞKAN – Kısa bir süre için yerinizden konuşun.
ALİ TOPUZ (İstanbul) – Sataşmaya meydan vermemek
koşuluyla efendim.
BAŞKAN – Tabii, tabii… Yeni sataşmaya da meydan
vermeyelim.
VI. - AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in, Iğdır Milletvekili Dursun
Akdemir’in, konuşmasında, şahsına sataşması nedeniyle konuşması
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Peki
efendim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle
bu araştırma önergeleriyle ilgili olarak katkısı olan bütün arkadaşlarıma
teşekkür ediyorum.
Şimdi, Sayın Akdemir, 5 değerli bakanın niçin burada
olmadığını sordu. Bildiğiniz gibi, burada üç partiden milletvekili
arkadaşlarımızın da büyük bir çoğunluğu yok. Neticede buralar
temsil makamıdır. Ben Hükûmet adına buradayım. Hükûmet adına her türlü
sorunuza muhatabım, eleştirinize muhatabım ve ben, Hükûmet adına
bir şeye “katılıyorum” dediğim zaman, bütün arkadaşlarım adına bunu
söylüyorum. Öncelikle bunu ifade etmek isterim.
HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin) – Sayın Bakan, yüzde 30 buradayız
Anavatan olarak.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Peki
efendim.
Önergelerinize… Şimdi, bir milletvekilinin teklifine
katılmamak, verdiği bir kanun teklifini, buraya, Genel Kurula veya
komisyona getirmemek, buna karşı çıkmanın şiddet anlamına gelebildiğini
ilk defa Sayın Akdemir’den öğreniyorum. Ama, Sayın Akdemir’e bir şey
söylemek istiyorum: Bakın, el yarası geçer, ama dil yarası geçmez.
DURSUN AKDEMİR (Iğdır) – Onu en çok siz kullanıyorsunuz
Sayın Bakan.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Netice
itibarıyla, bakın, bilgisizlik… Hükûmeti bilgisizlik, ilgisizlik,
beceriksizlikle itham ediyorsunuz. Bu tabirlerin, şık tabirler olmadığını
ifade etmek istiyorum ve netice itibarıyla, bu özellikle sokakta
yaşayan ve sokakta çalışmaya mahkûm edilen çocuklarla ilgili bütün
kararlarınız, Komisyonun tespit ettiği bütün kararlar, Millî Eğitim
Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, SHÇEK’in bağlı bulunduğu
Devlet Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığının müşterek çalışmalarıyla
yerine getirildi, getiriliyor. Dolayısıyla, bu güzel tartışma
ortamında, eğer, bu meseleden bile kendi açımızdan bir politik pay
çıkarabilir miyim kaygısıyla konuşursak, bu doğru olmaz.
Saygılar sunuyorum efendim.
BAŞKAN – Anlaşıldı.
DURSUN AKDEMİR (Iğdır) – Sayın Başkan, yerimden…
HÜSEYİN GÜLER (Mersin) – Cevap hakkı var.
BAŞKAN – Anlaşıldı arkadaşlar.
DURSUN AKDEMİR (Iğdır) – Sayın Başkan …
BAŞKAN – Hayır, hayır…
DURSUN AKDEMİR (Iğdır) – Yerimden.
BAŞKAN – Değerli arkadaşlarım, arkası gelmez bunun.
Şimdi, ben, açıklama yapıyorum Başkan olarak.
Siz, Sayın Bakanın şiddet kullandığını söylediniz,
şiddetle ilgili bir görüşme yapılırken, ama Sayın Bakan da davranışının
şiddetle ilgili olmadığını söyledi. Fakat, Sayın Bakanın sizinle
ilgili, sizin bu değerlendirmenizi politik istismar olarak değerlendirmesini
doğru bulmuyoruz.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Gönül yarası,
dedi, gönül yarası…
DURSUN AKDEMİR (Iğdır) – “Dil yarası…”
BAŞKAN – Neyse, dil yarası, gönül yarası… Onları
karıştırmıyoruz.
Biz, bu tabiri doğru bulmadığımızı Başkanlık Divanı
olarak ortaya koyuyoruz. O nedenle, lütfen, rica edeyim, önergeye
devam edelim, konuya devam edelim..
DURSUN AKDEMİR (Iğdır) – Sayın Başkan, yerimden
bir cümle söylemek istiyorum.
Sayın Başkan, ben siyasi istismar yapsaydım, 2003
yılında bu önergeyi vermezdim ve sessiz sessiz bugüne kadar getirdim;
duymadılar, onun için sesimi yükselttim.
BAŞKAN – Anlaşıldı, tutanaklara geçti.
Biz de, zaten, sizin siyasi istismarla itham edilmenizin
doğru olmadığını belirtmiştik.
V. - GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI (Devam)
A) ÖNGÖRÜŞMELER (Devam)
1.- İstanbul Milletvekili Ömer Zülfü Livaneli ve 19 milletvekilinin,
gençler arasında şiddet olaylarının artmasının sebeplerinin araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/337) ‑(Devam)
2.- Çorum Milletvekili Muzaffer Külcü ve 19 milletvekilinin,
gençler ve çocuklar arasında artan şiddet eğiliminin sebeplerinin
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/343) (Devam)
3.- Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı ve 54 milletvekilinin,
okullardaki şiddet olaylarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/356) (Devam)
4.- Anavatan Partisi Grubu Adına Grup Başkanvekilleri Gaziantep
Milletvekili Ömer Abuşoğlu ve Malatya Milletvekili Süleyman Sarıbaş’ın,
okullarda meydana gelen şiddet olaylarının araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/357) (Devam)
BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, Meclis araştırması
önergeleri üzerindeki öngörüşmeler tamamlanmıştır.
Şimdi, Meclis araştırması açılıp açılmaması hususunu
oylarınıza sunacağım.
Meclis araştırması açılmasını kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Oy birliğiyle kabul edilmiştir.
Meclis araştırmasını yapacak komisyonun 14 üyeden
kurulmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Oy birliğiyle kabul edilmiştir.
Komisyonun çalışma süresinin, başkan, başkan vekili,
sözcü ve kâtip üyenin seçimi tarihinden başlamak üzere üç ay olmasını
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Bu da oy
birliğiyle kabul edilmiştir.
Komisyonun gerektiğinde Ankara dışında da çalışabilmesi
hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir.
Değerli milletvekilleri, saat ikiden beri aralıksız
çalışıyoruz. Şimdi, saat altı kırk beşte toplanmak üzere ara veriyorum.
Kapanma Saati: 17.45
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 18.59
BAŞKAN : Başkan Vekili Ali DİNÇER
KÂTİP ÜYELER : Ahmet Gökhan SARIÇAM (Kırklareli), Mehmet DANİŞ
(Çanakkale)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 22’nci Birleşimi’nin Dördüncü Oturumu’nu açıyorum.
Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan
Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.
VII. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
1.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere’nin,
Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde
Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde
Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu
(2/212) (S. Sayısı: 305)
BAŞKAN – 1’inci sırada yer alan kanun teklifinin
geri alınan maddeleriyle ilgili Komisyon raporu gelmediğinden,
teklifin görüşmelerini erteliyoruz.
2’nci sırada yer alan, Bazı Kamu Alacaklarının
Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
2.- Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun Tasarısı ile
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1030) (S. Sayısı: 904)
BAŞKAN – Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
3’üncü sırada yer alan, Türkiye Cumhuriyeti
Hükûmeti ile Amerika Birleşik Devletleri Hükûmeti Arasında Yayılmanın
Önlenmesi Amaçlarına Yönelik Yardım Sağlanmasının Kolaylaştırılması
İçin İşbirliğine İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
3.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti
Arasında Yayılmanın Önlenmesi Amaçlarına Yönelik Yardım Sağlanmasının
Kolaylaştırılması İçin İşbirliğine İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/1115) (S.
Sayısı: 1147)
BAŞKAN – Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
4’üncü sırada yer alan, Bursa Milletvekili Mehmet
Altan Karapaşaoğlu’nun; Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununa
Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifi ve Tarım, Orman
ve Köyişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden
devam edeceğiz.
4.- Bursa Milletvekili Mehmet Altan Karapaşaoğlu'nun; Toprak Koruma ve
Arazi Kullanımı Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifi ve
Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu Raporu (2/762) (S. Sayısı: 1252) (x)
BAŞKAN – Komisyon? Burada.
Hükûmet? Burada.
(x) 1252 S. Sayılı
Basmayazı 15.11.2006 tarihli 19‘uncu Birleşim Tutanağına eklidir.
Geçen birleşimde, 5’inci madde üzerinde verilen
üç önergeden biri üzerindeki işlemler tamamlanmıştı.
Şimdi, ikinci önergeyi okutup işleme alacağım.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1252 Sıra Sayılı Toprak Koruma
ve Arazi Kullanımı Kanununun 5 inci maddesinden sonra ilave edilen
ve Madde 28 olarak getirilen maddenin tasarıdan çıkarılmasını
arz ve teklif ederiz.
Fahrettin
Üstün (Muğla) ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon katılıyor mu?
TARIM, ORMAN VE KÖYİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) – Katılmıyoruz Başkan.
BAŞKAN – Hükümet?
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır)
– Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Konuşacak mısınız?
FAHRETTİN ÜSTÜN (Muğla) – Evet Sayın Başkan.
BAŞKAN – Buyurun.
FAHRETTİN ÜSTÜN (Muğla) – Sayın Başkanım, değerli
milletvekilleri, önergemiz üzerine söz aldım; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, bu ilave edilen kanunla,
Ziraat Mühendisleri Odasının hakkı gasbedilmek isteniyor. Tilkinin
bile aklına gelmeyecek bir kurnazlıkla bu kanun buradan çıkacak
ve Türkiye Ziraat Mühendisleri Odasının Tarım Bakanlığı aleyhine
açmış olacağı dava düşmüş olacak. Tabii, bu yasayı, hep, baştan beri,
Cargill yasası olarak yorumladık. Geliş şekliyle, konuşuluş şekliyle,
Cargillle ilgili yapılan çalışmalarla, kamuoyunda ve Mecliste
Cargill yasası olarak bilinmekte.
İlk önce, buna itirazımız, yasanın geliş şeklinde.
17/10/2006 tarihinde Tarım Komisyonunda yazı yazılıyor, 18’inde bize
ulaşıyor, 19’unda toplantı olduğu söyleniyor. Hiçbir kanunda bu kadar
hızlı davranılmadı. Ayrıca, Cargillle ilgili, Hükûmetin, Bakanlar
Kurulunun, milletvekillerinin yaptıkları çalışmalara bakacak
olursak: Birincisi: Özel endüstri bölgesi ilan edilmesi. İkincisi:
Tohumculuk Kanunu; ki, 6’ncı maddede söz alacağım, orada detaylı sizi
bilgilendireceğim. Şimdiki Cargill yasası, nişasta bazlı tatlandırıcı
oranının yüzde 50 artırılmasıyla ilgili olarak Bakanlar Kuruluna
yetki verilmesi ki, bu, Tarım Komisyonunda, Adalet ve Kalkınma Partisinin
duyarlı milletvekilleri sayesinde beklemeye alındı; ama, bir daha
öğreniyoruz ki, Sanayi ve Ticaret Bakanlığının hazırlamakta olduğu
ve Şeker Kurulu üyelerine gönderdiği bir taslak var. Yani, beş tane
kanun tasarısı -Bakanlar Kurulu kararı birisi- ve hep Cargillle
ilgili ve biz hep Cargille çalışıyoruz, siz hep Cargille çalışıyorsunuz
izlenimi doğuyor.
Bu tasarı Komisyona sevk edildiği zaman, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu olarak -Komisyon üyeleri olarak- biz, alt komisyona
üye vermememize rağmen, Komisyondan geçirdiğiniz şekli, Komisyonun
alt komisyona verdiği yetki, Altan Karapaşaoğlu’nun vermiş olduğu
kanun teklifiyle sınırlıdır; ama, alt komisyonda, işte, bu Cargill
yasası kılıfını düzenlemek için “Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı”
diye bir kanun ortaya çıktı. Bu Kanun da, aslında, toprak koruma ve
kullanma değil, korumama ve kullanmama kanunu olarak… Kayıtlara
geçmesi açısından söylüyorum.
Yine, muhalefet şerhimde belirttiğim üzere:
“19/10/2006 tarihinde Tarım, Orman ve Köyişleri
Komisyonunda görüşülerek kabul edilen 5403 sayılı Toprak Koruma
ve Arazi Kullanımı Kanunu’na geçici madde eklenmesi ve bazı maddelerinin
değiştirilerek bentler eklenmesiyle, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı
Kanunu, tamamen, tarım topraklarını imar, inşaat ve sanayiye açma
yönünde bir girişim olduğundan, daha sonra oluşabilecek tarım topraklarına
yasal olmayan yeni işgallere neden olabileceği gibi, idari mahkemelerin
ve Danıştay kararının devre dışı bırakılarak bir nevi yargıya müdahale
olarak algılanmaktadır. Bu da Anayasa’mıza aykırıdır.
Yine, bu kanun, Anayasa’nın 44’üncü ve 45’inci maddelerinde
devlete, ülke topraklarının korunması görevi verilmesine rağmen,
devleti yönetmek için seçilenlerden oluşan Hükûmet ve onun atadığı
üst düzey yöneticiler, bu görevin gereğini yapmak yerine, âdeta
verimli tarım arazilerinin talanına hukuksal kılıf hazırlama
ödevini üstlenmişlerdir.
Üstelik, devlet adına Başbakanlık, bu süreçte kamu
yararını savunan sivil toplum kuruluşlarının sorumluluk taşıyan
çabalarını, talihsiz bir yaklaşımla bertaraf edilmesi gereken
olumsuzluklar olarak nitelendirmektedir. Bir yandan bu engelin
aşılması, bir yandan da 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı
Kanunu’nun geçici madde 1’iyle izinsiz yatırımlar için getirilen
af süresinin uzatılması yönünde değiştirilmesi, açıkça bir yazıyla
emredilmektedir.” ki, bunu 6’ncı maddede sizlere okuyacağım.
Hukukun üstünlüğüne, Anayasa’ya sadakatten ayrılmayacağına
yemin edenler -dün burada bir kez daha yaşadık o olayı- mikrofonların
karşısında, televizyonların karşısında farklı konuşanlar, televizyonların
ve mikrofonların olmadığı alanlarda daha farklı konuşanların yaptıklarına
bakmak istiyorum:
İmam kökenli bir kadrolaşmayla laik cumhuriyeti
kuşatmaya heveslenenler; demokrasi, laiklik ve cumhuriyeti takiye
olarak savunur gibi yapıp aslında kemirenler; reform adı altında
din devletinin altyapısını hazırlama çabaları gösterenler; devletimizin
varlık ve bağımsızlık belgesi olan…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Toparlayalım lütfen.
FAHRETTİN ÜSTÜN (Devamla) – …Lozan Anlaşması’nı
rafa kaldırmayı düşleyenler; Sevr Anlaşması koşullarını Türkiye’ye
dayatanlara ses çıkarmayanlar; Türkiye Büyük Millet Meclisini
dergâh gibi görenler; ulusalcılığa karşıyım diyen bakanı “biz eskiden
neysek, şimdi de öyleyiz” diyenler; anayasal kurumlardan, rektörlere
savaş açanlar, üniversitelere saldıranlar…
EYÜP FATSA (Ordu) – Sayın Başkan…
FAHRETTİN ÜSTÜN (Devamla) – …Anayasa Mahkemesiyle
uğraşanlar…
EYÜP FATSA (Ordu) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Fahrettin Bey…
FAHRETTİN ÜSTÜN (Devamla) – Yargıtayla uğraşanlar…
EYÜP FATSA (Ordu) – Sayın Başkan!..
FAHRETTİN ÜSTÜN (Devamla) – Millî Güvenlik Kuruluyla
uğraşanlar; Danıştayı hedef gösterenler…
EYÜP FATSA (Ordu) – Sayın Sözcü ne konuştuğunun
farkında mı? Kimi kastediyor bununla? Lütfen!..
BAŞKAN – Fahrettin Bey, konuya gelerek toparlayalım.
Biz uyarıyoruz arkadaşlar.
FAHRETTİN ÜSTÜN (Devamla) – …aslında söylemek istediklerini
İzmir’de söylendiği gibi söyletenler…
EYÜP FATSA (Ordu) – Bunun Toprak Kullanımı Kanunu’yla
ne alakası var? Ne alakası var?
FAHRETTİN ÜSTÜN (Devamla) – Atatürk’ten “bu adam”
dedirtenler…
RAMAZAN TOPRAK (Aksaray) – Hadi oradan!
FAHRETTİN ÜSTÜN (Devamla) – …“Kemalizm, ilerlemeden
çok gerilemeye tekabül eder” diyene ses çıkarmayanlar…
RAMAZAN TOPRAK (Aksaray) – Hadi oradan!
FAHRETTİN ÜSTÜN (Devamla) – Atatürk’ün resimlerinin
resmî dairelerden çıkarılmasına ses çıkarmayanlar…
EYÜP FATSA (Ordu) – Sayın Başkan, lütfen!.. Lütfen!..
MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) – Yalan söylüyorsun!
FAHRETTİN ÜSTÜN (Devamla) – …Amerika Birleşik
Devletleri’nde ve… (AK Parti sıralarından sıra kapaklarına vurmalar,
gürültüler)
RAMAZAN TOPRAK (Aksaray) – Seviyesiz insanları
çıkarmayın buraya!
EYÜP FATSA (Ordu) – Sayın Başkan, lütfen!..
BAŞKAN – Bir dakika… Bir dakika…
FAHRETTİN ÜSTÜN (Devamla) – …NATO toplantılarında…
BAŞKAN – Fahrettin Bey, lütfen konuya gelelim.
FAHRETTİN ÜSTÜN (Devamla) – …ortaya atılan, ülkenin
bölündüğünü anlatan haritaları ortaya çıkaranlara ses çıkarmayanlar…
BAŞKAN – Lütfen…
TARIM, ORMAN VE KÖYİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) – Ayıp ayıp, yakışmıyor!
FAHRETTİN ÜSTÜN (Devamla) – …vatan toprakları satılırken
ses çıkarmayanların yapmak istediklerinin ne olduğunu hepimiz
biliyor, Türk ulusu da biliyor. (CHP sıralarından alkışlar)
EYÜP FATSA (Ordu) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Buyurun.
EYÜP FATSA (Ordu) – Sayın Sözcü, yapmış olduğu konuşmayla
Hükûmetimizin ve Partimizin kurumsal kimliğine hak etmediği bir
şekilde isnatta bulunmuştur. İç Tüzük’ün ilgili maddesi çerçevesinde
konuya cevap vermek istiyorum. Lütfen…
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) – Hükûmet demedi, parti
demedi.
BAŞKAN – İnceleyeceğiz, değerlendireceğiz, yanıtlayacağız.
AHMET IŞIK (Konya) – Sayın Başkan, duymadınız mı?
EYÜP FATSA (Ordu) – Hayır, Sayın Başkan, incelenecek
bir şey yok; hepsini dinlediniz. Hepsini dinlediniz!
BAŞKAN – Şimdi biz işimizi devam ettirelim. Bu
arada incelemeyi de yapar, bu oturum içinde size yanıt veririz.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum…
HALUK KOÇ (Samsun) – Karar yeter sayısı…
BAŞKAN – Karar yeter sayısı arıyoruz.
Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
GÜROL ERGİN (Muğla) – Parti adı geçmedi, Hükûmet
adı geçmedi, niye üstünüze alınıyorsunuz?
EYÜP FATSA (Ordu) – Sevgili Hocam, konuştuğu şey
nedir?
BAŞKAN – Karar yeter sayısı yoktur.
Birleşime beş dakika ara veriyoruz.
Kapanma Saati : 19.09
BEŞİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 19.22
BAŞKAN : Başkan Vekili Ali DİNÇER
KÂTİP ÜYELER : Ahmet Gökhan SARIÇAM (Kırklareli), Mehmet DANİŞ
(Çanakkale)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 22’nci Birleşimi’nin Beşinci Oturumu’nu açıyorum.
1252
sıra sayılı Kanun Teklifi’nin görüşmelerine kaldığımız yerden devam
edeceğiz.
VII. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
4.- Bursa Milletvekili Mehmet Altan Karapaşaoğlu'nun; Toprak
Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesi
Hakkında Kanun Teklifi ve Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu Raporu
(2/762) (S. Sayısı: 1252) (Devam)
BAŞKAN – Komisyon yerinde, Hükûmet yerinde.
Teklifin 5’inci maddesi üzerinde Muğla Milletvekili
Fahrettin Üstün ve arkadaşlarının vermiş olduğu önergenin oylamasında
karar yeter sayısı bulunamamıştı.
Şimdi, önergeyi tekrar oylarınıza sunacağım ve
karar yeter sayısını arayacağım.
Önergeyi kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar
yeter sayısı vardır, önerge kabul edilmemiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1252 sıra sayılı teklifin çerçeve
5’inci maddesinin çerçeve kısmı aşağıdaki şekilde, “Madde 28” ibaresi
ise “Ek Madde 1” olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederim.
Mehmet
Mehdi Eker
Tarım
ve Köyişleri Bakanı
Madde 5 – Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununa
aşağıdaki ek madde eklenmiştir.
BAŞKAN – Önergeye Komisyon katılıyor mu?
TARIM, ORMAN VE KÖYİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) – Olumlu görüşle takdire bırakıyoruz.
BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır)
– Katılıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Gerekçesini mi okutalım, önerge sahibi
konuşmak mı ister?
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır)
– Gerekçeyi okutun.
BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe: Kanun sistematiği bakımından daha uygun
olacağı mütalaa edilmiştir.
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmiştir.
Kabul edilen önerge doğrultusunda 5’inci maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul
edilmiştir.
6’ncı maddeyi okutuyorum:
MADDE 6.- Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununa
aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.
“GEÇİCİ MADDE 3.- 11/10/2004 tarihinden önce, gerekli
izinler alınmadan tarım dışı amaçlı kullanıma açılmış bulunan arazilerin
istenilen amaçla kullanımı için, bu kanunun yayımı tarihinden itibaren
bir yıl içerisinde Bakanlığa başvurulması, hazırlanacak toprak
koruma projesine uyulması ve tarım dışı kullanılan tarım arazilerinin
her metre karesi için beş Yeni Türk Lirası ödenmesi şartıyla izin verilir.
Söz konusu arazi ve tesislerin istenilen amaçla
kullanımı için çeşitli kurumlardan alınması gerekli ruhsat, izin
gibi işlemler, Bakanlığa başvuru tarihinden itibaren 2 yıl içerisinde
tamamlanıncaya kadar başvuru sahipleri faaliyetlerine devam
ederler. Bu süreler içerisinde gerekli izinleri alamayanların üretim
faaliyetleri ilgili idarelerce durdurulur.
Tarım arazisi vasfından çıkarılan araziler, ilgili
kuruluşlarca başvuru sahibinin isteği doğrultusunda vasfını değiştirir.”
BAŞKAN – Madde üzerinde söz sırası: Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına Fahrettin Üstün, Muğla Milletvekili; Anavatan
Partisi Grubu adına Hüseyin Özcan, Mersin Milletvekili.
Şahısları adına: Ertuğrul Yalçınbayır, Bursa
Milletvekili; Sedat Kızılcıklı, Bursa Milletvekili; Fahrettin Üstün,
Muğla Milletvekili; Ümmet Kandoğan, Denizli Milletvekili; Mehmet
Eraslan, Hatay Milletvekili.
İlk söz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Muğla
Milletvekili Sayın Fahrettin Üstün’de.
Buyurun Sayın Üstün. (CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz on dakika.
CHP GRUBU ADINA FAHRETTİN ÜSTÜN (Muğla) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan kanunun 6’ncı
maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım; hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, biraz önce, Hükûmetin, bakanların,
milletvekillerin Cargillle hep uğraştığını, onunla ilgili teklifler
getirdiğini söylemiştim. Onlarla ilgili, çoğunluk sağlandığı
için, tekrar sizleri bilgilendirmek istiyorum.
Özel endüstri bölgesi kararı alındı Bakanlar Kurulunda.
Tohumculuk Kanunu’nda, yine, Cargille yarayan maddeler var. Şimdiki
Cargill yasası. Yine, nişasta bazlı tatlandırıcı oranının yüzde
50 artırılması için Bakanlar Kuruluna yetki verilmesi ki, bu, Komisyonda
bekletilmekte. Sanayi ve Ticaret Bakanlığında -son aldığımız bilgi-
hazırlanmakta olduğu ve Şeker Kurulu üyelerine dağıtılan yeni
bir şeker yasası.
Keşke, bu teklifi sunan Bursa Milletvekili, geçen,
zeytincilerin, 10 binin üzerindeki zeytin üreticisinin sorunlarıyla
ilgili burada bir teklif getirmiş olsaydı. Keşke, aynı Milletvekili,
tekstilde göz bebeğimiz olan Bursa ilinin tekstilcilerinin sorununu
getirmiş olsaydı.
MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) – Getirdi, iki konuyu da
getirdi.
ZAFER HIDIROĞLU (Bursa) – Takip et, getirdi…
FAHRETTİN ÜSTÜN (Devamla) – Keşke, geçen yıl zeytinyağı
6 milyon civarındayken şu an 3 milyon, destekleme primleri yarı yarıya
düşürüldü, o getirilmiş olsaydı. Keşke, pamuk üreticisinin sorunlarıyla
ilgili bir kanun teklifi gelmiş olsaydı. Keşke, tütüncünün, şeker
pancarı üreticisinin, narenciye üreticisinin, fındık üreticisinin,
yağlı tohum bitkileri ve çeltik üreticisinin sorunları getirilmiş
ve onlara çözüm bulmuş olsaydık.
Değerli arkadaşlarım, Başbakanlıkta bir toplantı
düzenleniyor. Başbakanlık Hukuk Müşavirliği… O toplantı sonucunda,
Başbakanlıktan Tarım ve Köyişleri Bakanlığına bir metin yazılıyor.
Bunu, Türkiye’de hiçbir çiftçinin, hiçbir üreticinin, hiçbir sanayicinin
çözülemeyen sorunlarına bakışını, farklı bir ülkenin sanayicisine
bakışı açısından önemsiyorum.
Deniyor ki: “Bursa ili Orhangazi ilçesi Gemiç ve
Gürle köyleri Karapınar mevkiinde kurulu bulunan Cargill Tarım
Sanayi ve Ticaret AŞ'ye ait mısır işleme tesislerinin kurulmasına
ve faaliyetine imkân veren işlemlerin iptali talebiyle Bursa ilindeki
bazı meslek kuruluşları ve şahıslar tarafından gerek idare mahkemeleri
gerekse Danıştay nezdinde açılan davaların idare aleyhine sonuçlanmakta
olduğu malumlarınızdır. Son olarak, fabrikanın kurulu bulunduğu
alanın Bakanlar Kurulunun 05/05/2005 tarih ve 2005/8944 sayılı Kararı'yla
Özel Endüstri Bölgesi olarak ilan edilmesine ilişkin işlemin yürütmesinin
durdurulması ve iptali talebiyle Danıştay 10. Dairesinin
2005/6613 ve 2006/36 esasında iki ayrı dava açılmıştır. Bunlardan
2005/6613 esasında açılan davada, dava konusu işlemin yürütmesinin
durdurulmasına hükmedilmiştir. Bunun üzerine, davalara karşı hazırlanacak
dilekçelerde izlenecek stratejiyi belirlemek ve yargı süreci sonunda
verilebilecek olası bir aleyhe karara karşı izlenecek yol ve yöntemleri
tespit etmek üzere, Başbakanlıkta, 10/4/2006 tarihinde, Müsteşar
Yardımcısı Mustafa Çetin’in başkanlığında, Başbakanlık, Bayındırlık
ve İskân Bakanlığı, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, Devlet Planlama
Teşkilatı ve Cargill firması yetkililerinin katılımıyla bir toplantı
gerçekleştirilmiştir.”
Burada Tarım Bakanlığı yok.
“Yapılan toplantıda, Danıştay 10. Dairesince verilen
yürütmenin durdurulması kararının tesisin faaliyetlerini durduracak
nitelikte olduğu belirtilerek, tesisin faaliyetine devamının
sağlanabilmesi için hukuki yönden neler yapılabileceği tartışılmış,
sonuçta Bakanlığınızın faaliyet alanı ile ilgili olarak;
1- 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı
Kanunu’nda yapılacak bir değişiklikle, ildeki kamu kurum ve kuruluşları
ile üniversite temsilcileri yanında sivil toplum örgütü temsilcilerinin
katılımıyla oluşan Toprak Kurulunun, bu Kanundan kaynaklanan yetkisinin,
tarım ürünü işleyen ve ileri teknoloji kullanan mevcut tesislerin
bulunduğu alanlar için Tarım ve Köyişleri Bakanlığına devredilmesinin
sağlanabileceği ve böylece sivil toplum örgütlerinin bu konudaki
olumsuz tutumlarının bertaraf edilebileceği,
2- 5403 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinde yer
alan, gerekli izinler alınmadan tarım dışı amaçlı kullanıma açılmış
ve tarımsal bütünlüğü bozmayan tarım arazilerinin istenilen amaçla
kullanımı için Bakanlığa müracaatta tanınan altı aylık sürenin,
yapılacak bir kanun değişikliği ile altı ay daha uzatılmasının
şirketin izinlerini yenileyebilmesine imkân vereceği ve böylece
faaliyetine devamını sağlayabileceği görüşleri ortaya konmuştur.
Belirtilen bu görüşlerin Bakanlığınızca incelenerek,
sorunların aşılması için gerektiği düşünülen çalışmaların yapılması
hususunu değerlendirmelerinize ve bilgilerinize rica ederim.
Mustafa
Çetin
Başbakan
Adına
Müsteşar
Yardımcısı”
Evet arkadaşlar, bu kanunla başkalarına mı hizmet
edeceğinizi, Türkiye’ye mi hizmet edeceğinizi oylarınızla göstermiş
olacaksınız ki, şu ana kadar o duyarlılığı göremiyorum.
Cargill…
Hep Cargill diyoruz. Kimdir Cargill? Amerika Birleşik Devletleri’nin
Iowa eyaletinin Conover kentinde hububat ticareti yapmak için
1865 yılında kurulmuş bir şirket. Daha sonra büyümüş, dünyaya yayılmış,
61 ülkede faaliyet gösteriyor. Yıllık cirosu 60 milyar dolar. 2003
faaliyet kazancı 1 milyar dolar civarında.
1960
yılından bu yana Türkiye ile iş yapıyor. 1986 yılında Türkiye’de şube
açtı. Önce Pendik’te kurulu nişasta fabrikasını satın aldı, 1997
yılında Bursa’nın Orhangazi’sinde mısır şurubu üretmek için fabrika
kurdu. Hendek’te fındık işleme tesisi var. İşlenmiş fındık ihraç ediyor.
Türkiye’ye hububat, yem, ayçiçeği ve pamuk ithal ederek satıyor.
Bu
şirketin ve Monsanto’nun Bush Hükûmetinde Tarım Bakanı, Savunma Bakanı
ve Sağlık Bakanı, Adalet Bakanı, Bütçe Dairesi Başkanı ile çok yakın
organik bağları var.
Peki,
Cargillin Türkiye’deki ortağı?.. Ülker.
AGÂH
KAFKAS (Çorum) – Haydi canım! Ülker’in hiç alakası yok.
FAHRETTİN
ÜSTÜN (Devamla) – Ülker’in ortağını bilmeyen var mı?
BAYRAM
ALİ MERAL (Ankara) – Var, var… Ben bilmiyorum.
FAHRETTİN
ÜSTÜN (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bakın, tahıl ithal eden bu
firma… Sizin oylarınızla çıkan Tohumculuk Yasası’yla ne geldi biliyor
musunuz? Beş yıl sonra, örneğin, hububat üretimi yapan, buğday eken
vatandaş kendi tohumunu kullanamayacak. Aynen Amerika’da çıkardıkları
yasa gibi, beş yıl sonra Türkiye’nin yaklaşık buğday tohumu ihtiyacı
600 bin ton civarında, bunun sertifikalı olarak karşılananı 50 bin
ton, 550 bin tonu dışarıdan alacak çiftçi ve bu ülkenin dövizinin
kaybı demektir, bu ülke çiftçisini batırmak demektir. Daha, çiftçi
bunun farkında değil. Üstelik, bu tohumları kullandığı takdirde,
kendi tohumunu, 5 milyarla 10 milyar arasında değişen ve daha sonra
katlanan cezalar da var.
Şimdi,
Adalet ve Kalkınma Partisi sözcüleri zaman zaman çıkıp buraya -konuşmalardan
birisini aldım- işte tarımda bunu yaptık, tarımda şunu yaptık… Ne demiş: “Gıdaların
üretimi, tüketimi, denetlemesine dair kanun çıkardık.” demiş; ne
güzel! Brüksel’den gelen 60 kişilik heyet, Tarım Bakanlığının Ankara’da
düzenlediği bir seminerde zehirlendi, gıda zehirlenmesi. “Mera
Kanunu çıkardık.” demiş. Mera Kanunu’yla yapılan meraların işgaline
onay vermeniz… Daha sonra “Üretici Birlikleri Kanunu…” demiş. Bakın,
elimde KÖYKOOP, Edirne Köy Kalkınma ve Diğer Tarımsal Amaçlı Kooperatifler
Birliğinden gelmiş bir faks var. Diyor ki “Mart ayından bu yana müstahsil
makbuzlarının tamamını geri gönderdiler.” Yine, bir zeytin üretici
birliği, Edremit’ten, denmiş ki: “Siz ticaret yapamazsınız.” Onlar
da diyor ki: “Biz çay kahve içmek için mi birlik kurduk?” “Zeytinyağı
fiyatları dibe vurdu.” Gördüğünüz gibi gazetelerde bütün manşet.
Bütün bunlarla ilgilenmiyorsunuz hatta içinizden
Balıkesir Milletvekili Turhan Çömez, bu kanunun Komisyondaki görüşmeleri
sırasında gelerek dedi ki, gazetelerde de yer aldı “sahte balın arkasında
Cargill var” dedi.
Değerli arkadaşlarım, bir milletvekili arkadaşım
da Adalet ve Kalkınma Partisinden, köyleri gezdiğini, köylerden
çok iyi izlenimler edindiğini ve bunları not aldığını söyledi. Ben
de gezdim, biz de gezdik, biz de aldık. Bakın, Fethiye’den bir çiftçimiz
ne diyor: “Artık efendi olduk, ekip biçmek yok, temiz kıyafetlerimizi
giyip, kahvede sabahtan akşama kadar oturuyoruz, ekmeğimizi taştan
çıkarıyoruz.” Taş ne? Okey.
ABDULLAH ERDEM CANTİMUR (Kütahya) – İsim ver.
FAHRETTİN ÜSTÜN (Devamla) – İsim vereceğim. İsim
istiyorsun, Muğla-Yerkesik-Kuyucak köyünden bir çiftçi: “Eskiden
110 tütün sergisi vardı, şimdi yok, tarlayı süren kimse yok, mazot parası
zaten yok.”
MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) – Sizin temsilcilerinizdir
onlar, delegelerinizdir.
FAHRETTİN ÜSTÜN (Devamla) – İsim: Muğla merkez Özlüce
köyünden bir çiftçi: “Tavuk da gitti, yumurta da gitti, inek de gitti,
bizi melettiler.” Yalçın Demircan.
Yine, Muğla Dokuzçam köyünden Cemal Oğuz. İsim istiyorsunuz.
MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) – Sizin temsilcilerinizdir
onlar.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Laf atmayalım arkadaşlar.
FAHRETTİN ÜSTÜN (Devamla) – “2,5 milyarlık danayı
500 milyona yalvararak sattım.”
Muğla-Kıran köyünde, geçenlerde, İl Genel Meclisi
Üyemiz Salih Köleoğlu’nun, gezisi sırasında bir köylü dikkatini
çekiyor. Köylü, iki öküzüyle saban sürüyor. Elinde fotoğraf makinesiyle
yaklaşıyor. Kravatlı görünce, “Siyasetçiyim ben.” diyor. Diyor ki:
“Söyle o Başbakana…” diyor. Sizden zannediyor önce, daha sonra kendisini
tanıtıyor ama. “Söyle o Başbakana” diyor, “Yan gelip yatmıyoruz.”
diyor.
Değerli arkadaşlarım…
BAŞKAN – Fahrettin Bey, toparlayalım lütfen.
FAHRETTİN ÜSTÜN (Devamla) – Toparlıyorum Sayın
Başkanım.
Burada, süt üretiminin yüzde 28 arttığını ilan
eden arkadaşlarımız oldu. Devlet İstatistik Enstitüsünün resmî rakamlarıyla
konuşacağım:
Koyun: 2000 yılında sağılan koyun sayısı 15 milyon
920. 2004 yılında 9 milyon 914. Yani, yaklaşık 6 milyon, 6 milyon 300
bin koyun azalmış.
Süt üretimine bakıyoruz: 2000 yılında 774 milyon
ton.
GÜROL ERGİN (Muğla) – Bin, bin…
FAHRETTİN ÜSTÜN (Devamla) – Bin ton.
Daha sonra 2004 yılında 772 bin ton. Yani, 15 milyon
920 bin koyunun verdiği sütü 9 milyon 900 küsur koyun daha fazla veriyor.
Ya ineklerin memeleri artıyor ya koyunların memeleri artıyor
ya da bunlara hormon veriyorsunuz.
BAŞKAN – Fahrettin Bey, süreyi bayağı aştık, toparlayalım.
FAHRETTİN ÜSTÜN (Devamla) – Toparlıyorum Sayın
Başkanım.
Çiftçinin durumunun iyi olduğunu söyleyenler…
Ayçiçeği üreticisi 1 kilogram DAP gübresi satın almak için 2002’de
0,9 kilogram ayçiçeği satarken, 2006’da 1,3 kilogram ayçiçeği satmak
durumunda. Aynı üretici 2002’de 2,9 kilogram ayçiçeği satıp 1 litre
mazot alırken, şimdi, 2006’da, 4,8 kilogram satmak durumunda.
Başka üreticiler de var. Şeker pancarı üreticisi
1 kilogram DAP gübresi satın almak için 2002’de 5,2 kilogram şeker pancarı
satarken, 2006’da 7,2 kilogram satmak durumunda.
Aynı üretici, traktör almak için 2002’de 229,8 ton şeker
pancarı satarken, 2006’da 303… 303 bin ton satın… 303 bin ton pancar satmak
durumunda.
ZAFER HIDIROĞLU (Bursa) – Anlaşılmıyor.
FAHRETTİN ÜSTÜN (Devamla) – Yine, pamuk üreticisi,
1 kilogram DAP gübresi satın almak için 2002’de 0,53 kilogram pamuk satarken,
2006’da 0,77 kilogram pamuk satma durumunda. Bütün bu sorunlar, bütün
üreticilerin, çiftçilerin sorunları dururken…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Fahrettin Bey, süreyi çok aştık, lütfen
toparlayın, teşekkür cümlesiyle kapatın.
FAHRETTİN ÜSTÜN (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan.
Bütün bunlar dururken, bütün çiftçilerin sorunları
bir yanda dururken bir firmaya bu kadar ayrıcalık tanımanızın arkasındaki
nedeni anlayabilmiş değilim.
Bu kanuna karşı geleceğinizi düşünüyorum, hepinize
saygılar, sevgiler sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Anlaşıldı.
Sayın Bakan söz istiyor.
Buyurun Sayın Bakan. (AK Parti sıralarından alkışlar)
ZAFER HIDIROĞLU (Bursa) – Sayın Bakan, yanlış söylendi,
bilgi doğru değil.
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır)
– Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Şimdi, kanun görüşmesi esnasında gerek muhalefet
partilerine mensup gerek iktidar partisine mensup milletvekillerinin
lehte veya aleyhte konuşması, tabiidir, doğaldır, eleştirmeleri
de doğaldır bu kanunu. Ama, tabii, biz, bir kanuna muhalefet edeceğiz
diye gerçekte gerçek dışı, gerçekle bir alakası olmayan ithamlardan,
isnatlardan ibaret gerçek dışı ifadelerle kişileri, şahısları,
partileri, kurumları, Hükûmeti suçlamak alışılmış bir husus değildir.
Şimdi, ben, tabii, yerimde bütün bunları dinliyorum, izliyorum.
Tekrar tekrar cevaplar verilmesine rağmen, ısrarla aynı yanlışlar,
aynı şekilde, bazen aynı kişi tarafından, bazen de farklı milletvekilleri
tarafından burada çıkıp söyleniyor. Tabii kayıtlara geçirilmesi
açısından bunları düzeltmek, bunlara cevap vermek gerekiyor.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biraz önce
konuşan muhalefet sözcüsüne mensup milletvekili, Cargill firmasından
bahsederek bir Başbakanlık yazısından söz etti ve sanki bu kanun veya
bu teklif bu Başbakanlık yazısına istinaden hazırlanmış gibi, toplumda
yanlış anlamalara yol açabilecek şekilde, ısrarla birtakım ifadelerde
bulundu.
Ben, daha önce bu konuyla ilgili bir başka muhalefet
partisinin değerli milletvekili konuşurken cevaplamıştım. Sayın
Altan Karapaşaoğlu’nun bu kanunla ilgili verdiği teklifin Bakanlığımıza
intikal tarihi Şubat 2006’dır. Şubat 2006, dikkatinizi çekiyorum.
Hâlbuki, sözü edilen ve tekrar tekrar buralarda okunan Başbakanlık
yazısının tarihi ise 28 Nisan 2006’dır.
Şimdi, bu kanun teklifi, bu yazıdan aylar öncesinden
verilmiş bir kanun teklifidir. Hazırlıkları aylar öncesinden yapılmıştır.
Çünkü, bu, iddia edildiği gibi sadece Cargill firmasıyla ilgili değil,
gerçekte Türkiye’nin bu konuyla ilgili bir ihtiyacını çözme amacıyla
hazırlanmıştır. Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’nun 2005
yılında yayımlandıktan sonra geçici 1’inci maddesinin işlem süresi
altı aydır. Altı ay içerisinde 3.950 civarında başvuru olmuştur bu
Kanun’dan faydalanmak üzere ve bunun tekabül ettiği alan, tahmini
beklenen alanın onda 1’i bile değil. 4.500 hektar alanın böyle bir işleme
konu olduğu biliniyor ve bu konuda bekleyen 20 bin civarında işletme
sahibi var. 20 bin civarında…
NECATİ UZDİL (Osmaniye) – Tümünün müracaatını
mı bekleyelim?
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla)
– Bu, bir sorundur, bu sorunun çözülmesi lazım. Yani, o fabrikayı
yıkmakla… Onun yerinde, zaten şu anda tarım yapılmaz. 2004 tarihinden
önce bu Kanun’la ilgili olarak, bu Kanun’un amacı dışında toprağın
kullanılmasıyla oluşan hasarlarla ilgili zaten yapılacak bir şey
yok. Biz, bunu ceza ödetmek suretiyle çözmeye çalışıyoruz. Bundan
sonrası için getirilen herhangi bir hüküm yok. Esasen, bu da topraklarımızı
korumaya dönük bir uygulamadır.
İZZET ÇETİN (Kocaeli) – Toprak işgalini meşrulaştırıyorsunuz.
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla)
– Bir başka husus şudur: Biraz önce yine konuşmacı Cargill firmasından
bahsederken, onun ortağından ve yine muhalefet partisi sıralarından
bir vekil Sayın Başbakanın adını ortak olarak kullandı. Bu, gerçek
dışıdır. Sayın Başbakanımız, Cargillin ortağı değildir.
İZZET ÇETİN (Kocaeli) – Sadece görüşme yaptı.
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla)
– Bu, çirkin bir yakıştırmadır. Bu, bir ithamdır, bir isnattır.
MUSTAFA ERDOĞAN YETENÇ (Manisa) – Sayın Bakan,
Cargill demedi.
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla)
– Bu sözün sahipleri de bunun sorumluluğunu, bunun hukuki sorumluluğunu
taşıyacaklar.
MUSTAFA ERDOĞAN YETENÇ (Manisa) – Sayın Bakan,
yanlış anlamışsınız.
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla)
– Bunun sorumluluğunun gereğini yerine getirecekler. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
Şimdi, açıklama…
MUSTAFA ERDOĞAN YETENÇ (Manisa) – Sayın Bakanım,
yanlış anlamışsınız, Cargill demedi.
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla)
– Kayıtlarda var. Kayıtlarda var.
MUSTAFA ERDOĞAN YETENÇ (Manisa) – Ülker’in ortağı
o.
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla)
– Müsaade edin konuşayım. O nezaketi bari gösterin.
NECATİ UZDİL (Osmaniye) – Ülker’in ortağı…
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla)
– O nezaketi bari gösterin.
Şimdi, değerli milletvekilleri…
MUSTAFA ERDOĞAN YETENÇ (Manisa) – Dinlediğinizi
anlamamışsınız, onu açıklamaya çalışıyorum.
MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) – Yalan söylüyorsunuz. Ülker’in
ortağı değil.
BAŞKAN – Müdahale etmeyin arkadaşlar.
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla)
– Değerli milletvekilleri…
MUSTAFA ERDOĞAN YETENÇ (Manisa) – Ülker’in dağıtıcısıydı,
ortağı değildi.
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla)
– Bu kanun kapsamında, bu kanunla ilgili olarak, birçok, burada tarımla
ilgili gerçek dışı bilgiler verildi.
Bakın, dün, sütle ilgili bir şey söylendi. Size
söyleyeyim: 2002 yılında Türkiye'nin süt üretimi -Türkiye İstatistik
Kurumunun rakamıdır bu- 8 milyon 409 bin tondur, AK Partinin iktidar
olduğu dönem içerisinde bu 11 milyon 108 bin tona çıkmıştır, bu 2005
rakamı -bu Türkiye İstatistik Kurumunundur- bu yılki rakam 11,5
milyon tondur.
Şimdi, bu kadar net, buğdayda, mısırda, sütte, ette,
birçok tarımsal üründe bunlar gerçekleştirilmiştir. Neyle gerçekleştirilmiştir?
Dün bir arkadaşımız diyor ki: “Nasıl olur? Hayvan sayısı artmadı,
süt miktarı nasıl arttı?”
Doğru, değerli milletvekilim, hayvan sayısı artmadığı
halde süt miktarı artar, çünkü AK Parti İktidarı var ve AK Parti İktidarında…
(AK Parti sıralarından alkışlar)
İZZET ÇETİN (Kocaeli) – Her şey sanal! Her şey sanal!
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla)
– Değerli kardeşlerim, bakın, 600 bin suni tohumlama sayısı 1 milyon
600 bine çıktı, bu sene 2 milyon suni tohumlama yapılıyor.
Bunun manası şudur: Bir suni tohumlama kültür ırkıyla
birlikte yapılıyor ve bu kültür ırkının sayısını artırıyor. Dolayısıyla,
verimi yüksek olan hayvanların sayısı artıyor, öyle olunca da bir
hayvandan alınan sütün miktarı artıyor. Bu da son derece doğaldır.
Yem bitkileri, 30 küsur milyon YTL destek verilirken
2002 yılında, biz bunu 300 milyonun üzerine çıkardık. Bir hayvanın
süt veriminin artması yemle ilişkilidir. Daha yüksek yem verirseniz,
yem üretimini desteklerseniz, suni tohumlamayı desteklerseniz,
hayvan ırkının ıslahını geliştirirseniz, bunu sağlarsanız, bunları
da desteklemelerle yaparsanız, elbette ki hayvan sayısı artmasa
bile verimi artacaktır, süt miktarı artacaktır.
Bir arkadaşım geldi, biraz önce, burada yine gerçek
dışı bir cümle kullandı. Dedi ki: “Sertifikalı tohumluk kullanımı
50 bin tondur.”
Değerli kardeşlerim, bu rakam 2002 yılının bilgisidir,
yani AK Parti iktidara gelmeden öncedir. Sertifikalı tohumluk
kullanımının hububatta tamamı, yüzde 98’i yerli üretim olmak üzere,
2006 yılında 200 bin tona ulaşmıştır. Yani, 50 bin ton değil, 200 bin
tondur bizim Hükûmetimiz döneminde bu yıl ve dağıtım devam ediyor.
FAHRETTİN
ÜSTÜN (Muğla) – Buğday, buğday… Buğdayı söyle!
NECATİ UZDİL (Osmaniye) – Beş yıl sonra ne olacak?..
Beş yıl sonra ne olacak, onları söyle!
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla)
– Önümüzdeki beş yıllık projeksiyonumuzda, 876 bin tonluk ihtiyacın
tamamını karşılayacak şekilde üretimi hazırlanmıştır.
Şimdi, burada Cargill bahane edilerek, 1970 model
düşüncelerle, otuz beş yıl önceki düşüncelerle yabancı sermaye
düşmanlığı yapmak (AK Parti sıralarından alkışlar) bunun üzerinden
ucuz politikalarla, ucuz bir popülizmle Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceğini
ipotek altına almaya çalışmak doğru değildir.
İZZET ÇETİN (Kocaeli) – Popülizmi siz yapıyorsunuz.
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla)
–
Türk milletine de bir yarar sağlamaz, tarım sektörüne
de bir yarar sağlamaz ve önümüzdeki yıllarda, on yıl sonra, yirmi yıl
sonra Meclis tutanaklarını inceleyen araştırmacılar da, inanın,
sizleri alkışlamayacaklar.
NECATİ UZDİL (Osmaniye) – Doğru, doğru. Sizi alkışlamayacaklar.
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla)
– Bu tutarsız ve yanlış bilgileri buralara kaydettirmek suretiyle,
bunları da yapmayacaklar. Size “aferin” de demeyecekler.
FAHRETTİN ÜSTÜN (Muğla) – Resmî yazı…
BAŞKAN – Müdahale etmeyelim arkadaşlar.
İZZET ÇETİN (Kocaeli) – Cargill firması size “aferin”
diyecek.
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla)
– Bunlar yanlıştır, bunlar doğru değildir. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
İZZET ÇETİN (Kocaeli) – Sizi Cargill alkışlıyor
Sayın Bakan.
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla)
– Doğru muhalefet yapın, doğru işler yapın, doğru işler söyleyin. (AK
Parti sıralarından alkışlar) Biz de sizi alkışlayalım.
İZZET ÇETİN (Kocaeli) – Cargill alkışlayacak Sayın
Bakan, Amerika da alkışlayacak!
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla)
– Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından “Bravo”
sesleri, alkışlar)
BAŞKAN – Değerli arkadaşlar, konuşma bittikten
sonra alkışlarsanız, konuşmayı duyma imkânımız olacak. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Çünkü, şimdi bizim duymamız gerekiyor. Sadece tutanaklara
bakarak değil, aynı zamanda duyduklarımızla konuşmaları değerlendirmemiz
gerekiyor. Sataşma iddialarını sonuçlandırırken, onlarla ilgili
karar verirken duymamızı sağlayın. Diğer arkadaşların da duyması
gerekiyor. Bu
uyarıyı onun için yaptım.
Şimdi,
değerli arkadaşlarım… (AK Parti sıralarından alkışlar) Biz alkış
istemiyoruz.
Anavatan Partisi Grubu adına, Mersin Milletvekili
Hüseyin Özcan.
Buyurun Sayın Özcan.
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU ADINA HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin)
– Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 1252 sıra
sayılı Toprak ve Arazi Kullanımı Kanunu’na bir geçici madde eklenmesi
hakkında, 6 ncı madde üzerinde Anavatan Grubu adına söz almış bulunuyorum;
yüce heyeti saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, bugün, üç parti grubunun birlikte
ve milletvekillerimizin vermiş olduğu, gençler ve çocuklar arasında
olan şiddetle ilgili verilen ve Meclis araştırma komisyonu kurulmasından
dolayı bütün milletvekillerimizi ve grupları kutluyoruz.
Değerli arkadaşlar, bugün, Çocuk Haftası dolayısıyla,
ülkemizdeki ve dünyadaki bütün çocukları, sağlık, esenlikler ve
mutluluklar dileğiyle, dövüşsüz, kavgasız ve gerçekten de, çocuklara
daha sevgi ve şefkatle yaklaşacağımız bir dünya olmasını istiyoruz.
Değerli arkadaşlar, iki gün sonra -o gün Genel Kurul
olmadığı için- 24 Kasım Öğretmenler Günü. Bu Öğretmenler Gününde,
başta başöğretmenimiz Mustafa Kemal Atatürk ve onunla, kaybettiğimiz
diğer öğretmenlerimizi saygı ve rahmetle anıyor, yaşayan bütün öğretmenlerimize
ise sağlık, esenlik ve mutluluklar diliyorum.
Değerli arkadaşlar, ülkemizde, son günlerde hepimizi
de üzen bir sürü sel baskınları oldu, kayıplar, cenaze kaybı oldu ve
son olarak da, İskenderun’da gerçekten sel felaketinden dolayı, başta
İskenderun halkına geçmiş olsun diyoruz.
Değerli arkadaşlar, bu cumartesi günü, Sayın Genel
Başkanımızla -ki, bugün de İskenderun’da- Mersin Kızkalesi’ne gittiğimizde
çok acıklı manzaralarla karşılaştık. Gerçekten, orada hem turizm konusunda
hem kültür konusunda hem esnafların ve oradaki yaşayan insanların
ve çiftçilerin çok sıkıntı içerisinde olduğunu gördük. Bir an önce,
Hükûmetimizin, artık, oralara el atması gerekir, zaman kaybetmeden
tedbir alması gerekir. Yarın tekrar bir yağmur ve sel baskını olursa
bu insanları iyice umutsuzluğa sürükleriz.
Değerli arkadaşlar, doğa hiçbir zaman için kendisini
teslim etmemiş ve ödünç vermiş. Keşke, şimdiye kadar, yöneticilerimiz,
su yataklarına ve akarsu yataklarına inşaat yapılmasaydı, yerleşim
alanları kurulmasaydı belki bu acıları göremezdik, bu sıkıntıları
görmezdik; daha iyi olurdu. Ama, bundan sonra yapılacak şey, bir an önce
bu gibi alanları gözden geçirerek tekrar bir sel baskını ve felaketle
karşılaşmamamız için yapılacak planlama ve bunun haritası çıkarılmasında
yarar vardır diye düşünüyorum.
Değerli arkadaşlar, tarım arazileri ve mera arazileriyle
ilgili düşüncelerimize geldiğinde gerçekten tarım arazilerini
bizler katlettik. Özellikle Çukurova’da gördüğümüzde, sahillerde
on, on iki, yirmi kata kadar o güzelim arazileri, toprakları maalesef
beton yığını yaptık. Turizm alanlarını katlettik. Belde belediyelerine,
yeteri kadar, turizmden, şehircilikten ve çevreden anlamayana
yetki verdiğimizde oralar tamamen beton yığını haline geldi ve tarım
alanlarımız daraldı ve sıkıntılar çevreyle başladı ve sonuçta da
mağdur olan tarım arazileri ve tarımla uğraşan köylülerimiz oldu.
Tarım, bir ülkenin temel girdisidir. Ne kadar teknolojik
olarak ileri gidilse de, ne kadar daha modern bir ülke olsak da bütün
insanların nihayet tarımdan beslendiği bir gerçektir. Bunun için,
tarım arazilerimizin bundan sonra betonlaşmasına, bundan sonra
yağmasına, bundan sonrakilerinin birilerine büyük holdinglere
ve endüstri yatırımlarına tarım arazileri peşkeş çekilmemeli,
rant hesabı yapılmamalıdır.
Tarım arazilerinin, gördüğümüzde, çevre kirliliğiyle
birlikte doğa kirliliği, her çeşit kirlilik içerisinde endüstriyel
artıklarla birlikte yaşayan her canlı için bir zararlı olduğunu görüyoruz.
Bizler, özellikle Parlamento ve grubu olan siyasi partilerin, Türkiye’nin
tarımı konusunda daha duyarlı olmaları gerekir, tarımla uğraşan
çiftçilerimize yardımcı olmamız gerekir diye düşünüyorum. Eğer,
bugün, bundan on yıl, beş yıla yakın tarım ürünleriyle beslenen ve yeten,
kendi kendine yeten bir ülkeyken -bugün Sayın Bakanım buradayken
soruyoruz- dışarıdan biz tarım ürünleri ithal ediyor muyuz, etmiyor
muyuz? Hayvan ve kaçak et giriyor mu, girmiyor mu? Hayvancılıkla uğraşan
insanların sıkıntıları var mı, yok mu? Tarımla ilgili ve tarım arazilerinin
bu kadar yağmalandığı bir yerde çiftçilerin durumu iyi mi, kötü mü?
Bunu öğrenmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, gerçekten, eğer çiftçi bugün
mağdur ve perişansa, yeteri kadar çiftçilere destek verilmediğinden,
çiftçilere yeteri kadar bilgi verilmediğinden ve bugün Türkiye’de
50 binin üzerinde ziraat mühendisleri ve ziraat fakültemizde yetişen
bu elemanlarımızı hâlâ iş bekleyen bir işsizler ordusu olarak görüyorsak
neden bu üniversitelerimizi açtık ve bu mühendislerimizi, ziraatla
uğraşan, ormanla uğraşan ve doğayı iyi bilen, bilimini yapan insanların
köylülerimize, orman çiftçisine yardımcı olması ve bilgi vermesi
konusunda neden bu insanları seferber etmiyoruz?
Değerli arkadaşlar, görüşmekte olduğumuz bu tarımla
ilgili konularda, tarım arazisini yağma edenleri bir nevi ödüllendirme
gibi geliyor. Çünkü, işgal edilmiş, 5 bin YTL’yle, bunları, yeteri kadar
gelir getireceğine inanmıyoruz. Bizler Parlamentoda grubu olan
partiler olarak, biz tarımımıza özen göstermeliyiz, topraklarımıza
özen göstermeliyiz, çevremize özen göstermeliyiz. Eğer bir endüstri
alanı ve büyük holdinglere bu tarım arazilerini göz göre göre…
HÜSEYİN GÜLER (Mersin) – Peşkeş çekeceksek.
HÜSEYİN ÖZCAN (Devamla) …veriliyorsa -ben “peşkeş”
kelimesini biraz daha ağır buluyorum, ama- gerçekten verilecekse
tarımımız ve geleceğimiz için, çocuklarımızın geleceği ve torunlarımızın
geleceği için en büyük kötülüğü yaparız.
Bugün gezdiğinizde, sahillerimizde görüyorsunuz,
güzel toprak arazileri olan bölgelerimizde görüyorsunuz, hepsini
beton yığını yapmışız veyahut da belirli holdinglerin buralarda
tesis kurmasına göz yummuşuz. Bundan önceki hükûmetlerde de olmuştur,
bu Hükûmette de oluyor. Bunun için bunların yanlış olduğunu, tekrar
bu türlü davranışlar içerisinde bulunmaması gerektiğine inanıyoruz.
Bizler, eğer bunları burada da anlatmazsak, halka yeteri kadar bilinç
vermezsek, bu insanların elindeki toprağını daraltmaya gidersek
yarın topraklar haliyle daralacak ve nüfus arttıkça da kardeşi kardeşe
artık dövüştürür duruma getireceğiz.
Bizim yapabileceğimiz, daha verimli, daha radikal,
geleceğe daha güvenle bakacak yeni bir toprak haritası çıkarmalıyız,
yeni bir tarım haritası çıkarmalıyız, yeni bir teknolojiyle buranın
daha nasıl verimini artıracak şekilde, bu köylü ve işçilere daha
ne kadar yardımcı olabileceğimizin çalışmasını yapmak zorundayız.
Yoksa, birbirlerimizi, sen bunu yaptın, ben bunu yaptım değil. Bugün
mevcut olan durumunu göz önüne aldığımızda köylü diyor ki “Ben ürünümü
satamıyorum.” Tarlasından kaçar durumda. Çünkü girdisi pahalı.
Biz narenciye bölgesinde cumartesi gezdiğimizde “200 bin liraya
limon satamıyoruz” diyor, “alıcı bulamıyoruz.” Mandalina da öyle,
sebzesi de öyle. Hâliyle, köylüyü perişan ederek, toprağına bir nevi
küser duruma düşürdük.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Toparlayalım lütfen.
HÜSEYİN ÖZCAN (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Bunun için, köylümüzün feryadına kulak vermek zorundayız.
Eğer, bugün, perişanlık içerisindeyse, borcunu ödeyemez durumdaysa…
Öyle yerlere gittiğimizde, bakıyoruz ki, vatandaş kızmış, tepkisinden,
inanın, meyveli ağaçlarını sökmek durumunda kalıyor, limon ağaçlarını.
Köylü bu duruma neden düşsün? Eğer, köylü, yeteri kadar bilinçlendirilmediyse,
yeteri kadar katkı verilmediyse, ürün çeşitliliği konusunda bilgi
verilmediyse, dünyadaki tarım ürünleriyle ilgili rekabet edemez
durumdaysa ve bu köylü bu duruma düşürüldüyse, yöneticilerimizin
hepsinin de suçu vardır.
Eğer, bugün, biz, narenciyede Fas’la, İspanya’yla
ve Mısır’la rekabet edemiyor ve dünya pazarımız elimizden gidiyorsa,
yöneticilerimizin bir an önce buna çare bulmaları, yoksa, Çukurova’daki
narenciye üreticileri, sebze üreticileri ve diğer bölgelerdeki
pancarı, pamuğu, fındığı, sayamadığınız bütün tarım ürünlerini
ve onu üreten çiftçilerimizi mağdur ediyor duruma düşeriz. Bunların
seslerine kulak vermek zorundayız.
İktidarıyla muhalefetiyle buna ses vermediğimiz
sürece, bu insanları açlığa terk ederiz -ki, açlık olduğunda- işte
görüyorsunuz, cinayetler, gasplar, ailelerin ayrılması ve çocuklarımızın,
maalesef, sokakta, ailesinden uzak, sokak çocuklarının çoğalmasına
sebep oluruz.
Bu çocuklarımızın çoğalmasına sebep olmayacaksak,
onların geleceğine güvenle bakacak bir dünya, bir ülke yaratmıyorsak,
bu vebal de bizim gibi yöneticilerin olur diyor, hepinizi saygı ve
sevgiyle selamlıyorum. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sağ olun.
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, Ordu Milletvekili
Eyüp Fatsa.
Buyurun Sayın Fatsa. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Sayın Fatsa, bir önceki sataşmadan konuşma talebinizi
o oturum içinde karşılamamız mümkün olmadı; çünkü, Sayın Haluk Koç
karar yeter sayısı isteyince, karar yeter sayısı bulunamadığı
için oturum sona erdi. Ama, değerlendirdik, istediğiniz zaman o konuda
değerlendirmemizi size söyleriz. Ama, söz verme, İç Tüzük hükümlerine
göre, size sataşmadan söz verme imkânımız aynı oturum içinden mümkün
olmadı. Kusura bakmayın.
Buyurun.
AK PARTİ GRUBU ADINA EYÜP FATSA (Ordu) – Teşekkür
ederim.
Ben bu konuşmada kullanmak istiyorum Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım;
Bursa Milletvekili Sayın Altan Karapaşaoğlu’nun, Toprak Koruma
ve Arazi Kullanımı Kanunu’na bir geçici madde eklenmesiyle alakalı
kanun teklifinin 6’ncı maddesi üzerinde söz almış bulunuyorum; bu
vesileyle, Başkanlık makamını ve Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, ben, bu Mecliste muhalefet
partisine mensup milletvekili olarak da 21’inci Dönemde görev yaptım;
şimdi, iktidar partisine mensup bir milletvekili olarak görev yapıyorum.
Muhalefetteki milletvekillerinin konumlarını, iktidardaki
milletvekillerinin konumlarını, hassasiyetlerini, dikkat etmesi
gerekenleri, konuşulup konuşulamayacak şeylerin ne olup olmadığını
iyi bilenlerden birisi olduğuma inanıyorum.
Bir kanun teklifi görüşülüyor elbette ki, muhalefet,
bu kanun teklifiyle alakalı eleştirilerini, düşüncelerini, itirazlarını,
tenkitlerini, telkinlerini, takdirleri varsa takdirlerini, bu
milletin kürsüsünden, İç Tüzük’ün kendilerine vermiş olduğu yetki
çerçevesinde, sonuna kadar kullanma hakkına sahiptirler. Bunu, kimsenin erteleme
veya engelleme gibi bir keyfiyeti söz konusu değildir. Konuşulan
şeyler, iddialar, isnatlar hoşumuza gitmese bile, doğruyu ve gerçeği
yansıtmasa bile, buna, bir demokratik olgunluk içerisinde saygı
duyarız, saygıyla da karşılarız. Demokratik olgunluk da bunu gerektirir.
Aslında, demokrasi, bir yerde de tahammüldür. Ama, bu eleştiriler,
bu tenkitler, bu isnatlar, kişilik haklarına veya siyasî partilerin
kurumsal kimliklerine yönelik gerçek dışı beyanlarsa, elbette ki
-bu gerçek dışı beyanları düzeltmek de- bu isnada maruz kalanların
veya o partinin sözcülerinin ve yetkililerinin bunu düzeltmek gibi,
bununla ilgili doğruları paylaşma gibi, kamuoyuyla paylaşma, doğruyu
ortaya koyma gibi bir sorumlulukları da vardır. Bunu da, bu iddianın
sahipleri, bir demokratik olgunluk içerisinde karşılayabilmelidir.
Değerli arkadaşlar, çok şey söylenebilir, itirazlar
olabilir. Zaten, Toprak ve Arazi Koruma ve Kullanımı Kanunu’yla alakalı
bir mesele görüşülüyor, ama daha çok kanun teklifinin, görüşülen
maddelerin ve önergelerin içeriğinden çok, böyle, ilgili ilgisiz
bakanlıklar, kurumlar, siyasi kimlikler, kişilikler, tüzel kişilikler
Meclis kürsüsüne getirilmek suretiyle, doğrusunu isterseniz, bu
Mecliste olmaması gereken, konuşulmaması gereken, söylenmemesi
gereken üsluplarla ortaya konulmaya çalışılıyor.
Bakın, 5’inci maddenin önergeleri görüşülürken,
Cumhuriyet Halk Partisi Muğla Milletvekili Sayın Fahrettin Üstün,
önergesini burada savunurken, önergenin de dışına çıkmak suretiyle,
özellikle cumhuriyetimizin temel kazanımları, 73 milyon insanımızın
ortak paydası olan birtakım değerleri, sanki, bu ülkede tahrip edenler
varmış, hele hele iktidar kanadı, iktidara mensup siyasi irade veya
iktidar mensupları sanki böyle bir şey yapıyormuş gibi… Doğrusunu
isterseniz, insanların üzerinde ittifak ettiği, mutabakata vardığı
“ortak paydam” diye bağrına bastığı konuları siyasetin malzemesi
yapmak aslında bir gündemsizliktir.
Değerli arkadaşlar, bakın, bu ülkede, eğer, yıkıcı
ve bölücü faaliyet içerisinde değilse, hiç kimsenin ama, hiç kimsenin,
ne cumhuriyetle ne demokrasiyle ne laiklikle ne de bu milletin ortak
değerleri ve paydalarıyla kavgalı olması söz konusu değildir.
GÜROL ERGİN (Muğla) – Yahu, bu Başbakanlık Müsteşarı
aydan mı geldi, Başbakanlık Müsteşarı ayda mı yaşıyor kardeşim?
EYÜP FATSA (Devamla) – Müsaade edin…
BAŞKAN – Müdahale etmeyin arkadaşlar, dinleyin.
NECATİ UZDİL (Osmaniye) – Dinliyoruz, dinliyoruz.
EYÜP FATSA (Devamla) – Değerli arkadaşlar, söz konusu
değildir. Bakın, demokrasi, laiklik, cumhuriyet, Atatürkçülük gibi,
bu milletin ortak değerleri, üzerinde konuşulup siyaset yapılacak
şeyler değil; aksine, yaşanacak şeylerdir, yaşatılacak şeylerdir.
(AK Parti sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
NECATİ UZDİL (Osmaniye) – Allah, Allah!
MUHARREM KILIÇ (Malatya) – Atatürk’e dil uzatanlar
kimin toplantısında dil uzatıyor Sayın Fatsa?
EYÜP FATSA (Devamla) – Sayın Üstün… Sayın Üstün…
BAŞKAN – Genel Kurula hitap edin lütfen.
EYÜP FATSA (Devamla) – Sayın Üstün, bakın, konuşmalar
burada altını çizdim, buradan şey yapmayacağım ama, tabii, Sayın
Üstün ne konuştuğunu biliyor. Dedi ki konuşmasında: “İmamlarla yönetilmek
istenen bir cumhuriyet.”
Değerli arkadaşlar, bu ülkede bir üst düzey bürokrat
en az on beş- yirmi senede yetişiyor. Yani, bu ülkede, eğer, müsteşar,
genel müdür, müsteşar yardımcısı, daire başkanı, bölge müdürü gibi
üst düzey sorumluluk ve yetki almak istiyorsan, böyle bir yetki veriliyorsa
bir insana, en az, hizmette, meslekte bir on beş-yirmi senelik background’u
geçmiş olması lazım. AK Partinin…
FAHRETTİN ÜSTÜN (Muğla) – Vekâletler ne olacak?
BAŞKAN – Müdahale etmeyin arkadaşlar.
EYÜP FATSA (Devamla) – Değerli arkadaşlar,
vekâlet dediğiniz konular da o şartları taşıyan insanlar arasındandır.
FAHRETTİN ÜSTÜN (Muğla) – Hayır, hiç alakası yok.
EYÜP FATSA (Devamla) – AK Parti iktidar ve kuruluşuyla
beraber geçen sürenin tamamı beş senedir.
FAHRETTİN ÜSTÜN (Muğla) – 18 bin imamı ne yapacaksınız?
EYÜP FATSA (Devamla) – Bizim dönemimizde, AK Partiyle
beraber geçen süre içerisinde, değil bir bürokrat, bir memur bile
yetiştirmek mümkün değildir.
Bakın, bu ülkenin değerleri, bu ülkenin kıymetleri,
bu ülkenin yetişmiş insanları, siyasetimize malzeme yapmak suretiyle
rencide etmeye kimsenin hakkı yoktur.
FAHRETTİN ÜSTÜN (Muğla) – Rencide olan kim Sayın
Başkan?
EYÜP FATSA (Devamla) – Müsaade edin… Müsaade edin…
FAHRETTİN ÜSTÜN (Muğla) – Niye üzerinize alınıyorsunuz
bu kadar?
GÜROL ERGİN (Muğla) – Ömer Dinçer dahil mi buna?
EYÜP FATSA (Devamla) – Üzerime alınmıyorum.
FAHRETTİN ÜSTÜN (Muğla) – Sizin isminiz geçmiyor,
Partinizin ismi geçmiyor. Niye üzerinize alınıyorsunuz?
BAŞKAN – Müdahale etmeyin arkadaşlar.
EYÜP FATSA (Devamla) – Ben, üzerime alınmıyorum,
kendisini savunmaktan yoksun olan insanlar adına burada konuşuyorum.
Kendisini savunma imkânı olmayan insanlar adına burada konuşuyorum.
(CHP sıralarından gürültüler)
FAHRETTİN ÜSTÜN (Muğla) – Kimin adına konuşuyorsunuz?
BAŞKAN – Müdahale etmeyin…
EYÜP FATSA (Devamla) – Efendim… Sayın Üstün… Sayın
Üstün… Sayın Üstün…
BAŞKAN – Siz, Genel Kurula hitap edin lütfen.
NECATİ UZDİL (Osmaniye) – Suçlamıyoruz… Suçlayan
yok.
EYÜP FATSA (Devamla) – Arkadaşlar, lütfen…
Sayın Üstün…
FAHRETTİN ÜSTÜN (Muğla) – Niye alınganlık gösteriyorsun
Başkanım?
EYÜP FATSA (Devamla) – Hayır, alınganlık göstermiyorum.
BAŞKAN – Eyüp Bey, biz uyarıyoruz, siz Genel Kurula
hitap edin.
FAHRETTİN ÜSTÜN (Muğla) – 18 bin imam istemediniz
mi siz Plan Bütçede?
BAŞKAN – Lütfen, müdahale etmeyin…
EYÜP FATSA (Devamla) – İmamlarla bir problemin
olup olmadığını bilmiyorum, ama Diyanet İşleri Başkanlığımız, bu
ülkede, Atatürk’ün talimatıyla kurulmuş ve onun himayesinde gelişmiş
ve yerleşmiştir. Hatta, Atatürk o kadar değer vermiştir ki, Diyanet
İşleri Başkanına kendi resmî makam arabasını tahsis etmiştir.
Değerli arkadaşlar, 10 binlerce insandan oluşan
koskoca bir Diyanet camiasını böyle aşağılamak suretiyle rencide
etmek…
FAHRETTİN ÜSTÜN (Muğla) – Saptırmayın…
EYÜP FATSA (Devamla) – Müsaade et…
FAHRETTİN ÜSTÜN (Muğla) – Saptırıyorsunuz…
EYÜP FATSA (Devamla) – Konuştukların burada Sayın
Üstün.
FAHRETTİN ÜSTÜN (Muğla) – Hayır, Diyanetin adı
yok orada.
BAŞKAN – Müdahale etmeyin.
EYÜP FATSA (Devamla) – …aşağılamak, doğrusunu isterseniz…
BAŞKAN – Siz de sataşmaya meydan vermeyin.
FAHRETTİN ÜSTÜN (Muğla) – Diyanetin adı yok orada.
EYÜP FATSA (Devamla) – …bu insanlara karşı bir haksızlıktır,
bunun da ötesinde bir saygısızlıktır.
ALİ TOPUZ (İstanbul) – İstismar etmeyin, yakışmıyor
size!
EYÜP FATSA (Devamla) – Değerli arkadaşlar, yine,
burada iddialardan bir tanesi şuydu: Atatürk’ün resmini resmî makamların
duvarlarından indirtenler…
FAHRETTİN ÜSTÜN (Muğla) – “İndirten” demedim,
“ses çıkartmayanlar…”
EYÜP FATSA (Devamla) – Ses çıkartmayanlar…
FAHRETTİN ÜSTÜN (Muğla) – Evet, çıkarttınız mı?
EYÜP FATSA (Devamla) – Değerli arkadaşlar, bakın,
bu ülkede, Atatürk’le ilgili, hiç kimse böyle bir saygısızlık yapamaz.
BAYRAM
ALİ MERAL (Ankara) – Var var…
EYÜP FATSA (Devamla) – Ha, yapan varsa…
FAHRETTİN ÜSTÜN (Muğla) – Avrupa Birliğine bir
şey söyleyebildiniz mi?
BAYRAM
ALİ MERAL (Ankara) – Var var…
EYÜP FATSA (Devamla) – Müsaade edin…
BAYRAM
ALİ MERAL (Ankara) – Var…
EYÜP FATSA (Devamla) – Müsaade edin…
MUHARREM KILIÇ (Malatya) – AKP’nin toplantısında
yapıldı.
BAŞKAN – Müdahale etmeyin arkadaşlar.
EYÜP FATSA (Devamla) – Sayın Başkan, bitiriyorum.
BAŞKAN – Siz devam edin ve Genel Kurula hitap edin.
EYÜP FATSA (Devamla) – Değerli arkadaşlar, müsaade
edin.
BAŞKAN – Siz de müdahale etmeyin arkadaşlar.
EYÜP FATSA (Devamla) – Bakın, eğer biri böyle bir
saygısızlık yapıyorsa, yasalar ve yargı açıktır.
MUHARREM KILIÇ (Malatya) – Niye müdahale etmediniz
Sayın Başkan?
EYÜP FATSA (Devamla) – Ama, bu ülkede kimse bunu
yapmaz, bunu hatırlayan olmaz, yok böyle bir şey. Ama bir şey var, Atatürk’ün
resmini paraların üzerinden kaldıranları bu millet hatırlar. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlar, bir diğer husus, Sayın Üstün’ün
iddialarından bir tanesi de şuydu…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Eyüp Bey, toparlayın lütfen, sataşmaya
meydan vermeden toparlayın.
EYÜP FATSA (Devamla) – Dedi ki: “Meclisi dergâha çevirenler…”
Değerli arkadaşlar, Türkiye Büyük Millet Meclisini
dergâha çevirmek ne kimsenin hakkıdır ne de haddidir.
FAHRETTİN ÜSTÜN (Muğla) – Dün, sizin Grup Başkan Vekiliniz
söyledi bunu.
BAŞKAN – Müdahale etmeyin arkadaşlar.
EYÜP FATSA (Devamla) – Bu isnadın sahibi, bu isnadını
ispat etmek mecburiyetindedir. Meclisin bir İç Tüzüğü vardır, herkes
ama herkes bu İç Tüzük’e bağlıdır, bunun dışına çıkma gibi bir keyfiyet
de söz konusu değildir.
Bir diğer konu da, işte, köye gidemiyorsunuz,
köylere gidemiyorsunuz, şunu yapamıyorsunuz, bunu yapamıyorsunuz
deniliyor.
GÜROL ERGİN (Muğla) – Bunu en iyi siz biliyorsunuz.
FAHRETTİN ÜSTÜN (Muğla) – Kendiniz yaşadınız…
EYÜP FATSA (Devamla) – Değerli arkadaşlar, müsaade
edin… Müsaade edin.
FAHRETTİN ÜSTÜN (Muğla) – Kendiniz yaşadınız…
BAŞKAN – Müdahale etmeyin arkadaşlar.
FAHRETTİN ÜSTÜN (Muğla) – Kendiniz yaşadınız…
EYÜP FATSA (Devamla) – Müsaade edin… Müsaade edin…
FAHRETTİN ÜSTÜN (Muğla) – Kendi üyenize “bölücü
örgüt üyesi” dediniz.
EYÜP FATSA (Devamla) – Bak, bunu konuşursam altından
kalkamazsın.
FAHRETTİN ÜSTÜN (Muğla) – Niye kalkamayayım!
İZZET
ÇETİN (Kocaeli) – Yaran var, gocunuyorsun.
BAŞKAN
– Müdahale etmeyin arkadaşlar.
İZZET
ÇETİN (Kocaeli) – Yaran var, gocunuyorsun.
BAŞKAN
– Müdahale etmeyin arkadaşlar.
Siz,
Genel Kurula hitap edin Eyüp Bey.
EYÜP
FATSA (Devamla) – Utanırsın, yüzün kızarır.
FAHRETTİN
ÜSTÜN (Muğla) – Niye kızarır?
GÜROL ERGİN (Muğla) – Konuş, konuş…
EYÜP FATSA (Devamla) – Utanırsın, yüzün kızarır.
FAHRETTİN ÜSTÜN (Muğla) – Niye kızarır?
BAŞKAN – Müdahale etmeyin arkadaşlar.
EYÜP FATSA (Devamla) – Değerli arkadaşlar, biz de
köye gidiyoruz, ben de hafta sonu köydeydim, geldim.
GÜROL ERGİN (Muğla) – Konuşacak neyin varsa, konuş.
EYÜP FATSA (Devamla) – Bak, sizin dediğiniz gibi
değil.
NECATİ UZDİL (Osmaniye) – Köye gidemiyorsunuz.
FAHRETTİN ÜSTÜN (Muğla) – Konuşacak neyin varsa,
konuş.
EYÜP FATSA (Devamla) – Bak, bu köylü diyor ki, biz
gaz kuyruklarını, tuz kuyruklarını, şeker kuyruklarını…
GÜROL ERGİN (Muğla) – Bırak bu hikâyeleri…
EYÜP FATSA (Devamla) – …çay kuyruklarını, sigara
kuyruklarını unutmadık… (CHP sıralarından gürültüler)
İZZET ÇETİN (Kocaeli) – Ordu’da fındıktan bahset
bakayım, Ordu’da fındıktan bahset.
EYÜP FATSA (Devamla) – …çok çektik, çok acı çektik.
İZZET ÇETİN (Kocaeli) – Fındıktan bahset, Ordu’daki
fındık üreticisinden bahset.
EYÜP FATSA (Devamla) – Ne olur bu düşüncenin sahiplerine
bizi mahkûm ve mecbur etmeyin diyor. Köylünün dediği budur.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Şahsı adına, Sayın Ertuğrul Yalçınbayır,
Bursa Milletvekili… (AK Parti sıralarından alkışlar)
Ertuğrul Bey, süreniz beş dakika.
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) – Beyefendi de sizin
partiden, niye alkışlamıyorsunuz? (AK Parti sıralarından alkışlar)
EYÜP FATSA (Ordu) – Alkışladık, biz demokrat bir
partiyiz.
İNCİ ÖZDEMİR (İstanbul) – Alkışlıyoruz.
ERTUĞRUL YALÇINBAYIR (Bursa) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; öncelikle, bugün, tüm grupların ve milletvekillerinin
katılımıyla şiddet konulu araştırma komisyonu kurulmasını fevkalade
önemli buluyorum ve Meclisi de kutluyorum.
Her türlü cebir ve şiddetten arınmış ev, çevre,
okul, mahalle, belde, kent, Türkiye ve dünya özlemiyle sizleri selamlıyorum.
Usul ve adabın ve nezaketin, centilmenliğin yeşil sahalardan siyaset
sahasına ve her sahaya yayılmasını diliyorum.
Konuşacağımız bu madde üzerinde de, zaman zaman,
usul ve adaplara riayet edilmediğini göreceğiz. Gerek idari kararların
alınmasında, plan kararlarının alınmasında gerekse bazı yasal düzenlemelerin
yapılmasında, biz, kararlara katılımla ilgili idari usul yasasını
çıkarmak zorundayız; lobi faaliyetlerinin şeffaflığını sağlayacak,
lobi faaliyetlerinin düzenlenmesi hakkında kanunu çıkarmak zorundayız;
ombudsmanlık kanununu, siyasi etik kurallarının geliştirilmesini
çıkarmak durumundayız ve biz, şiddet içermeyen, şiddete yöneltmeyen
düşünce özgürlüğünü tam anlamıyla kabul etmeliyiz. Zaman zaman,
bu özgürlüğü kullananlara karşı gösterilen tavırlar nezaketten
uzak oluyor; zaman zaman, belki, konuşanların da olabiliyor. Ama, öncelikle,
bizim, nazik devlet anlayışını, nazik toplum anlayışını, mutlaka
yerleştirmemiz lazım. Bu olmadan şiddeti önleyemeyiz.
Değerli milletvekilleri, toprak en değerli varlığımız.
Toprakla ilgili çok şey söyleyebiliriz; oradan geldik, oraya gideceğiz,
varlık sebebimiz, doğurdu, doyurdu ve yaşattı bizi. Bunu en iyi şekilde
kullanmak durumundayız.
Kanunlarımızda toprakla ilgili bir genel kodifikasyon
yoktu, bir genel düzenleme yoktu; yer yer bazı kanunlarda, imar kanunlarında,
belediye kanunlarında buna dair hükümler vardı. Bu dönem, üç kanun
çıkardık bunlarla ilgili. Tabii ki, ondan önce, gerek 1961 Anayasası’nda
gerek 1982 Anayasası’nda devletin, toprağın verimli olarak işletilmesini
korumak ve geliştirmek ve erozyonla kaybedilmesini önlemekle ilgili
ve yine tarım arazileri ile çayır ve meraların amaç dışı kullanılmasının
ve tahribinin önlenmesiyle ilgili görevleri olduğunu düşünüyoruz.
Bunlar emredici hükümler ve bunlar bizi bağlıyor. Bunlara aykırı
yasa çıkarmak mümkün değildir. Anayasa’ya aykırılık iddiamla ilgili
ayrıca görüşlerimi belirteceğim.
Bu dönem çıkarılan Endüstri Bölgeleri Kanunu’nda
ÇED raporlarına atıf var. Endüstri Bölgeleri Kanununda Değişiklik
Yapılması Hakkındaki Kanun’da, 5195’te, geçerli olan imar planları
uyarınca gerekli izin var, ÇED Mevzuatına uyarlılık var. 5403 sayılı
Kanun’da çevre öncelikli sürdürülebilir kalkınma ilkesi var. Onun
istisnasıyla ilgili geçici hükümlerde, geçici 1’inci maddede,
tarımsal bütünlüğü bozmama var ve Toprak Koruma Projesi var.
Değerli milletvekilleri, 5403 sayılı Kanun’un
geçici 1’inci maddesiyle ilgili olarak müracaat tarihi sonu
2006’ydı. 2.987 kişi 47 ilde başvurdu, izin verilen 356’ydı. Herhalde,
kişiler, kendileriyle ilgili işletmeler hakkında tarımsal bütünlüğü
bozmadığı konusunda şüpheliydiler ki müracaat da edemediler.
Değerli milletvekilleri, şimdi getirilen teklif
üç kısmı içeriyor: Biri izin verme işlemi, diğeri faaliyete devam
işlemi, diğeri faaliyeti durdurma işlemi. İzin verme işleminde
üç şart birlikte aranıyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ERTUĞRUL YALÇINBAYIR (Devamla) – Tamamlıyorum
Sayın Başkan.
BAŞKAN – Buyurun.
ERTUĞRUL YALÇINBAYIR (Devamla) – Bunlardan biri,
hazırlanacak toprak koruma projesi.
Faaliyete devamda ise, çeşitli kurumlardan alınması
gerekli ruhsat, izin gibi işlemler.
Faaliyetin durdurulması işleminde ise, izin alamayacak
olanlar da var.
Değerli milletvekilleri, bu kanunla ilgili olarak
Cargill irtibatlandırıldı. İrtibatlandırılmasının en önemli delili
olarak ise Başbakanlık Hukuk Müşavirliğinin yazısı gösterildi. Hangi
idari usulde -ki, o yasamız yok ama- hangi nezaket kuralında, birisinin,
birisiyle ilgili karar verilirken öbürünü çağırmıyorsun? Niye
Bursa Barosu, Bursa’daki çevreciler, niye onlar çağırılmıyor?
Biz, bunlardan kurtulmak durumundayız. Eğer, onlar çağırılsaydı,
14 tane davayı, bunlara ait bilirkişi raporlarını tüm detaylarıyla
açıklarlardı. Bunlara
fırsat verilmek gerekir.
Ortada
bir sorun var, bu sorunu çözmek gerekiyor. Evet, 20 bine yakın işletme.
Türkiye kayıt dışılık cenneti, kaçakların cenneti, kayıt dışı yapılar…
Kimisi de, ruhsat alıp, ruhsatlarının hukuka aykırı olduğu yapılar.
Biz, bunları önlemek zorundayız.
Kentlerimizin
yüzde 60’ı, 70’i kaçaksa, tarım arazilerine kirletici ve hiçbir zaman
için telafisi mümkün olmayan boyahaneler ve benzerleri yapılıyorsa,
biz, bu anlayışın üzerine gitmek durumundayız. Herkes kurallara
uyma alışkanlığını edinecektir. Başta idare olmak üzere, tüm kişi
ve kurumlar, kurallara uymak, kurallar mevcudiyetini sürdürdükçe
uymak, ama onların değiştirilmesini belli bir nezaket ortamında,
düşünce özgürlüğüne de fırsat verecek şekilde değiştirebilmek...
Biz, bu usulü ve adabı önce görmek durumundayız.
Kayıt
dışılığın her türüne son.
Çevreyi kirletene, zarar verene, onlara müsamaha
mı edeceğiz? Onlarla ilgili dava açanları suçlayacak mıyız veya o
konuda düşüncesini söyleyenleri “1970’den kalan düşünceler” deyip
düşünce özgürlüğünü mü savunacağız?
Hepinize
sevgiler, saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN
– Şahsı adına ikinci söz, Sayın Sedat Kızılcıklı, Bursa Milletvekili.
Buyurun
Sayın Kızılcıklı. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Sizin de süreniz beş dakika Sedat Bey.
SEDAT KIZILCIKLI (Bursa) – Sayın Başkanım teşekkür
ediyorum.
Değerli arkadaşlar, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
1252 sıra sayılı Kanun’un 6’ncı maddesinde şahsım
adına söz almış bulunuyorum.
Bilindiği gibi, daha önce, bu konuyla ilgili
bir kanun çıkarılmış ve bu kanunun geçici 1’inci maddesinde, tarım
arazileri üzerine kurulmuş olan, tarım dışı amaçlı faaliyette bulunan
sanayi tesislerinin konumlarının yasal hale getirilmesi için
bir düzenleme yapılmış, bu düzenlemeyle de, bu tesislere altı aylık
süre tanınmıştır. Bu altı ay içerisinde 3.987 işletme müracaat etmiş,
ancak 356 tane işletmenin işlemleri sonuçlandırılabilmişti. Buradan
baktığımızda, bu sürenin yeterli olmadığı çok açık. Bu maddeyle
de, bu sürenin uzatılması düşünülüyor.
Tabii, konu, sürekli Cargille getirildi ve yasanın
ismi âdeta bu şekilde kuruldu. Bakın, şu anda elimde bir Bakanlar Kurulu
prensip kararı var: “Bursa ili Orhangazi ilçesindeki 1.634 parsel
sayılı alanda Yüksek Planlama Kurulunun 9 Aralık 1997 tarihli -yıla
da dikkatinizi çekiyorum, 9 Aralık 1997 tarihli- 89 sayılı Kararıyla
kurulmasına izin verilen Cargill Tarım Sanayi ve Ticaret Anonim
Şirketine ait fabrikanın işletilmesine ekli gerekçelerle devam
edilmesi Bakanlar Kurulunca 24 Temmuz 2002 tarihinde kararlaştırılmıştır.”
“Gerekçe
Cargill Tarım Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi,
1986 yılından beri Türkiye’de altı ayrı yatırımı bulunan bir yabancı
sermayeli yatırım şirketidir. Cargill’in ülkemizde gerçekleştirdiği
yatırımlardan en büyüğü 90 milyon dolar değerindeki Bursa ili Orhangazi
ilçesindeki 1.634 parsel sayılı alanda Yüksek Planlama Kurulunun
1997 tarihli ve 89 sayılı Kararıyla kurulmasına izin verilen nişasta
fabrikası olup bu işletme 800 kişiye istihdam sağlamaktadır. Aynı
zamanda yapılan bu tesisin atık arıtma yatırımı için 2 milyon dolar,
çevre koruma yatırımı için 800 bin dolar harcanmıştır.”
“Bu tesiste mısır, öz nişasta, protein ve keper
gibi temel maddelere ayrıştırılmakta olup bu maddeler gıda, hayvancılık,
ilaç, tekstil gibi birçok alanda kullanılmaktadır. Kullanılacak mısırın
yüzde 70’i iç piyasadan temin edilmesi planlanmaktadır.”
“Ayrıca, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı 14 Mayıs
1998 tarihinde İznik Gölü Çevre Düzeni İmar Planında Cargill’e ait
taşınmaz malların bulunduğu alanı tarım sanayi amaçlı nişasta fabrikası
olarak belirlemiştir.”
“İşletmenin tarım ürünü kullanan bir kimya sanayi
olduğu, İznik Gölü ve Marmara Denizi’ne zarar vereceği, katı, sıvı,
gaz atıkları olacağı, açılacak kuyularla kapalı havzanın susuz kalacağı,
işletmenin temiz su kullanması gerektiği, yer altı suyuna tarım
ilaçlarının karışabileceği ve ‘tarımsal yatırım kuruluş yeri’
olarak verilen yere kimyevi tesis kurulduğu iddiaları karşısında
kullanılacak suyun İznik Gölü ile alakasının olmadığı, DSİ 1. Bölge’den
alınan yazılarda belirtildiği üzere suyun bir başka akiferden temin
edildiği, İznik Gölüne 7 km uzaklıkta olan bu tesisin göl üzerinde
su çekimine neden olmayacağı, saha içinde herhangi bir kuyu bulunmadığından
çevre kuyulara olumsuz bir etkinin mümkün olmadığı ve bu durumun
DSİ tarafından hazırlanan raporlarda yer aldığı, periyodik olarak
yapılan denetimlerle ilgili olarak 13 Kasım 2001’de TÜBİTAK Marmara
Araştırma Enstitüsünün, tesisin su kirliliği yaratmadığına dair
raporu olduğu vurgulanmıştır.
Bu nedenlerle, Cargill Tarım Sanayi ve Ticaret
Anonim Şirketine ait söz konusu fabrikanın işletilmesine devam
edilmesi uygun görülmüştür.”
1997 YPK ve 2002 tarihindeki Bakanlar Kurulu prensip
kararının gerekçeleri.
Dolayısıyla, bizden önceki hükûmetler de, bizden
önceki iktidarlar da bununla ilgili ifadelere, eleştirilere cevaplarını
vermiş, bugün, bizim de Mecliste birlikte çalıştığımız, o günün bakanları
da bunun altına imza atmışlar. Demek ki, o arkadaşlar da ya bu konuyu
yanlış anlıyor ya da o arkadaşlar da yanlışa imza atmışlar diye düşünmek
lazım bu mantıkla baktığımız zaman.
Tabii, Cargill ile ilgili de alınan hukuk kararı,
kapatma tutanağı da elimde, dolayısıyla şu anda uygulanmış ve Cargill
ile ilgili yeni bir süreç de başlamıştır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
SEDAT KIZILCIKLI (Devamla) – Teşekkür ediyorum
Sayın Başkan.
Tabii, bu 3.987 işletme içerisinde 356 tanesinin
işlemleri sonuçlandırıldı, en az 3.500 tane işletmenin de bu durumda
olduğunu göz önünde bulundurmamız gerekiyor. Dolayısıyla, eğer
ekolojik dengeleri koruyalım derken, ekonomik dengeleri de korumak
durumunda olduğumuzu lütfen göz ardı etmememiz gerekir diye düşünüyorum.
Ayrıca, çok uzun yıllardır bu Mecliste Çevre Yasası
konuşuldu, hep konuşuldu; ama, bir türlü Çevre Yasası çıkarılamadı.
Bu Hükûmet döneminde Çevre Yasası da çıkarıldı. Dolayısıyla, bu
Hükûmetin çevreyle barışık olduğunu herkesin bilmesi gerekir diye
düşünüyorum.
Yine, yabancı sermayeyi de Türkiye’ye çekme açısından
97’lerden beri izin verdiğiniz kuruluşlara on yıl sonra, “hadi şimdi
git” dediğiniz zaman, yabancı sermaye açısından da ne duruma düşeceğimizi
hep beraber düşünmemiz lazım. Bu firmanın üreticileri, işçilerinin
tamamı Türk işçisidir ve bu firma, sözleşmeli mısır ektirmektedir.
Bugün, o civarda tarımda üretim yapan birçok insan bu firmayla sözleşmeli
mısır anlaşmaları yapmıştır. Şu anda bunların da sıkıntılı olduğunu
hep beraber bilmemiz gerekiyor. Madem istihdam diyoruz, madem işsizlikle
mücadele diyoruz, bir kişinin dahi işsiz kalmasına göz yummamızın
mümkün olmadığını hep beraber düşünmemiz lazım.
HÜSEYİN BAYINDIR (Kırşehir) – İşsiz sayısı 15
milyon!
SEDAT KIZILCIKLI (Devamla) – Değerli kardeşlerim,
Türkiye’de tarımın da büyüklükleri değişmektedir AK Partiyle. Baktığınız
zaman, tarımsal gayrisafi millî hasılanın 21,8 milyar dolarlardan
-2002 yılındaki- 37,8 milyar dolarlara geldiğini -2005 sonu itibarıyla-
hep beraber görürsünüz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Toparlayalım lütfen Sedat Bey.
SEDAT KIZILCIKLI (Devamla) – Toparlıyorum; hem
hemşehrilik hukuku açısından süreyi biraz fazla verirsiniz diye
düşündüğüm için rahat konuşuyordum.
Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Üç dakika oldu.
SEDAT KIZILCIKLI (Devamla) – Yine, ihracatta
da, 2002 yılında tarım ihracatının 4 milyar dolardan, 2005 sonu itibarıyla
8 milyar dolara geldiğini, hepimizin bilgisine sunuyorum.
Desteklenen kooperatif sayısı 1990-2002 yılları
arasında sadece 90 iken, 2003-2005 yılında 914 tane kooperatifin desteklendiğini,
tarımsal girdilerde KDV indirimlerinin yapıldığını, kredi faiz
oranlarının yüzde 59’lardan yüzde 17,5’lara düştüğünü ve hayvancılığa
verilen desteğin, 2002 yılında 83 trilyonken, 2006 yılında 660 trilyona
yükseldiğini, lütfen, unutmayalım.
Son olarak şunu söylemek istiyorum: Tarıma toplam
destek 2002 yılında 2,1 katrilyon ve 2002 yılı, bildiğiniz gibi, seçim
yılı. Ama, AK Partiyle birlikte, 2006 sonu itibarıyla, tarıma toplam
desteğin 5 katrilyon olduğunu, lütfen, hepimiz bilelim. Dolayısıyla,
2,5 katı tarıma toplam desteği veren bu Hükûmeti ve bu Hükûmetin Tarım
Bakanını kesinlikle kutlamak lazım. Gerçekten yere düşmüş olan tarımın
da yukarıya doğru çıktığını ve bir dengeye kavuştuğunu hep beraber
görüyoruz. Tabii, pasta büyüdü. Türkiye’de gayrisafi millî hasıla
180 milyar dolardı, 360 milyar dolara, 410 milyar dolara çıktı.
BAŞKAN – Toparlayalım.
MUHARREM KILIÇ (Malatya) – Sayın Başkan, madde
bitti, reklamlar başladı!
SEDAT KIZILCIKLI (Devamla) – Büyüyen pastadan
tarım da çok daha fazla pay alıyor.
BAŞKAN – Lütfen…
NECATİ UZDİL (Osmaniye) – Bir tek biz almıyoruz
Sayın Milletvekili.
SEDAT KIZILCIKLI (Devamla) – Dolayısıyla, herkes
hakkı alıyor, hak edileni alıyor. Bizim, bu konuda sıkıntımız yok.
OSMAN ÖZCAN (Antalya) – Tarımcılar size gülüyor,
gülüyor!
SEDAT KIZILCIKLI (Devamla) – Tabii, bazı arkadaşlar
gerçekler karşısında rahatsız olabilirler, ama bizim öyle bir rahatsızlığımız
yok. Gerçekleri her zaman, her yerde, özellikle Meclis kürsüsünde
ifade etmekten bir sıkıntımız yok, bir sakıncamız yok.
MUHARREM KILIÇ (Malatya) – Reklam gerçeğe uygun
olmalı!
SEDAT KIZILCIKLI (Devamla) – Burada, bazı arkadaşlar
değişik değişik konuşmalar yaparken…
BAŞKAN – Lütfen toparlayalım Sedat Bey.
SEDAT KIZILCIKLI (Devamla) – …bunlar dinleniyordu,
ama tarımla ilgili, tarımın kendisine yönelik, konunun kendisine
yönelik konuşmalar niye birilerini rahatsız ediyor? Bunu anlamak
mümkün değil. Konunun dışında konuşulanlar dinleniyor, konuyla
ilgili konuşulanlar dinlenmiyor. Bu işte bir gariplik var, ama bu
garipliği düzeltmek de AK Partiye nasip oluyor. Bizler doğruları
söylüyoruz, gerçekleri söylüyoruz, rakamlarla karşılaştırmaları
yapıyoruz. Lütfen, herkes gelsin, rakamlarla karşılaştırmaları
yapsın, tarımda bir geriye düşme varsa rakamlarla ortaya koysun,
eğer bunu koyamıyorsa, lütfen, sussun ve takdir etsin, teşekkür etsin
diyorum.
Ben, tekrar, bu Hükûmete ve Tarım Bakanına teşekkür
ediyor, sevgi ve saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
GÖKHAN DURGUN (Hatay) – Başbakana teşekkür et!
BAŞKAN
– Sayın Kızılcıklı, önce hemşehri hemşehriye kolaylık göstermeli.
Burada Divanı yönetirken size gösterdiğimiz hoşgörü neredeyse
konuşma sürenizi aştı, beş dakikalık konuşma süresini bir beş dakikayla
aştınız. Bu kadar olmaması gerekirdi, bir daha olmaz inşallah.
SEDAT
KIZILCIKLI (Bursa) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
BAŞKAN – Şimdi, soru-yanıt bölümüne geldik.
O süre on dakika.
İlk soru Sayın İbrahim Özdoğan’da, daha sonra Feridun
Ayvazoğlu…
Buyurun Sayın Özdoğan.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum) – Sayın Başkanım, aracılığınızla
Sayın Bakanımıza bir soru sormak istiyorum.
Sayın Bakanım, dün, bir soruma verdiğiniz cevapta,
2 Avrupa Birliği uzmanının gıdadan değil, içtikleri sudan dolayı
bir problem yaşadıklarını ifade ettiniz. Böyle olduğunu kabul etsek
bile, bu 2 gıda mühendisinin içtikleri sudan dolayı hastanelik
olmuş olmasından, burada temsil ettiğiniz Hükûmetin sorumlu olduğunu,
herhâlde reddetmezsiniz. Ayrıca şunu siz de tahmin edebilirsiniz
ki, bu 2 Avrupa Birliği gıda uzmanı, Brüksel’e döner dönmez, karşılaştıkları
herkese, Ankara’da içtikleri sudan dolayı hastanelik olduklarını
anlatmışlardır ve bu da, Türkiye’ye karşı var olan ön yargıları güçlendirici
bir vukuattır. Kaldı ki, esas mesele, bu 2 Avrupalı gıda uzmanı
değildir. Bu durum, sadece, ziyadesiyle büyük bir komedidir. Esas
sorun şudur ki: Sürekli olarak, bilhassa okullarda ve düğünlerde,
hatta bazen toplu iftar yemeklerinde toplu gıda zehirlenmeleri
vuku bulmaktadır. Hatta Sayın Bakan, Trabzon’da daha dün akşam, yani
siz benim sorumu cevaplayıp Meclisten ayrıldıktan az sonra, Arsin,
Trabzon Spor ve Atatürk liselerinden 80 öğrenci, akşam yedikleri yemekten
zehirlenerek hastaneye kaldırılmıştır. Öğrencilerin akşam yemeğinde
yedikleri sulu köfte, makarna ve komposto aynı firma tarafından
hazırlanmış olup, yemeklerden alınan analiz örneğiyle, öğrencilerin
gıda zehirlenmesine uğradıkları teşhisi konulmuştur.
BAŞKAN – Sayın Özdoğan...
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum) – Hemen soruyorum Sayın
Başkan.
BAŞKAN – Bir dakika... Bu kadar ayrıntıya girerseniz,
arkadaşlara sıra kalmıyor.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum) – Hemen, son cümle, soruyorum
Sayın Başkanım.
Sayın Bakanım, dün, siz, benim sorumun esasını es
geçtiniz, şimdi tekrar merak ediyorum: Bu yaygın gıda zehirlenmeleri,
sizin açınızdan, en azından Tarım Bakanlığının bu alandaki eksikliklerine
delalet eder mi? Gıda üreten firmalar neden titiz bir şekilde denetlenmiyor?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Bir yanlışlık yaptık, ilk sırada genellikle
Ahmet Işık oluyordu, fakat 2-3 boştu. Biz zannettik boş…
HÜSEYİN GÜLER (Mersin) – Biz de merak ettik Sayın
Başkan, Ahmet Işık nerede diye.
BAŞKAN – Ama, var onun sorusu, 1’inci sırada; özür
dileriz.
Şimdi size söz veriyoruz Sayın Ahmet Işık.
Buyurun Sayın Işık.
AHMET IŞIK (Konya) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Adaletinizden şüphe etmiyoruz. Sağ olun, teşekkür ederim.
Sayın Başkan, çok kısa bir sualim olacak Sayın Bakana.
Geçici 1’inci maddenin uygulanmasından neden
sonuç alınamadı Sayın Bakanım? Bu sürenin uzatılmasındaki ihtiyaç
nedir?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Feridun Ayvazoğlu, daha sonra Necati
Uzdil.
FERİDUN AYVAZOĞLU (Çorum) – Sayın Başkan, Sayın
Bakana, aracılığınızla şu soruları yöneltmek istiyorum: Bu teklif
ile Cargille ait Danıştay 10. Dairesinin kararının açıkça baypas
edilerek kanuna karşı hile yapılmak istendiği ortadadır. Teklif
gerekçesinde ve Komisyonda yapılan eklemelerde, süresinde haklarını
kullanamadığı açıklanan şahıslar veya firmalar kimlerdir?
Cargillin zaten ihtiyaç fazlası nişasta bazlı
şeker üreten, dolayısıyla, bugüne kadar olduğu gibi, şeker pancarı
sektörünü öldürmeye devam eden bir firma olduğu ortadayken, Başbakanlık
Müsteşarı Yardımcısı Mustafa Çetin’in 10/4/2006 tarihli toplantısına
neden sadece Cargill temsilcisi çağırıldı? Neden mağdur olduklarını
söylemiş olduğunuz tarım, çiftçi temsilcilerimiz çağırılmadı?
Kamuoyuna bunun açıklıkla ifade edilmesini diliyorum.
Yine, tarımla ilgili olduğuna göre, bir sorum
da şu şekilde olacak Sayın Bakana: Biliyorsunuz, tarımla ilgili
sorunlar almış başını gidiyor. Bu arada, tarımsal kalkınma kooperatiflerinin
borçlarıyla ilgili Bakanlığınız tarafından yeniden bir yapılanma
süreci hususunda sürelerin uzatılması düşünülüyor mu? Böyle bir
çalışmanız var mı?
Teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.
BAŞKAN – Sayın Necati Uzdil, arkasından Mehmet
Küçükaşık.
NECATİ UZDİL (Osmaniye) – Sayın Başkanım, teşekkür
ediyorum.
Hemen, süre kazanmak için Bakanıma sorularımı
yöneltmek istiyorum.
Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda değişiklik
isteyen Sayın Milletvekili Arkadaş, bu kürsüden, 20 bin sanayiciyi,
20 bin iş yerini koruduğunu söyledi. Arkadaşın tavrına saygı duyuyorum.
Kime karşı koruyor? Tarım topraklarını savunanlara, gelecek nesillerin
emanetini savunanlara karşı koruyor.
BAŞKAN – Soru sorun.
NECATİ UZDİL (Osmaniye) – Tarım Bakanı olarak
size soruyorum:
1) Tarım konusunda, çiftçi konusunda kendinizi
hakem olarak mı görüyorsunuz?
2)
Kendinizi Tarım Bakanı olarak, tarımdan, çiftçiden yana taraf olarak
görüyor musunuz?
3)
Birinci sınıf tarım topraklarını amaç dışında kullanma suçunu işleyenlerden,
20 bin tesisten bahsediyorsunuz. Bu kanunla, müracaat süresini,
20 bin müracaatın yapılmasına kadar devamını düşünüyor musunuz?
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
– Anlaşıldı.
Sayın
Mehmet Küçükaşık son sorucu, çünkü süre doluyor.
TURAN
TÜYSÜZ (Şanlıurfa) – Sayın Başkanım, üç dakika var daha.
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Küçükaşık.
Kısa
ve öz…
MEHMET
KÜÇÜKAŞIK (Bursa) – Ben çok kısa soracağım.
Sayın
Bakanım, 5200 sayılı Yasa’yla kurulan üretici birliklerine, sütlerde
litre başına 1,5 lira ödüyorsunuz. Diğer kooperatiflere ve diğer
birliklere niye bu ödemeyi yapmıyorsunuz da, sadece 5200 sayılı
Yasa’yla kurulan üretici birliklerine bu hakkı veriyorsunuz?
BAŞKAN
– Değerli arkadaşlarım, on dakikalık sürenin beş dakikası soruyla
ilgili, beş dakikayı geçti, Sayın Bakana beş dakikadan daha az bir
süre kaldı. Süre dolduğu için, daha sonraki soru sormak isteyen arkadaşlara
soru sorma imkânını veremiyoruz.
TURAN TÜYSÜZ (Şanlıurfa) – Sayın Başkan, süre on
dakika.
BAŞKAN – Arkadaşlar, arka arkaya, tak tak sorular
sorarsak, daha çok sayıda arkadaşın soru sorma hakkı ortaya çıkar,
öbür türlü olmuyor.
Buyurun Sayın Bakan.
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır)
– Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Kalan iki dakika kırk saniye içerisinde soruları
cevaplayacağım.
Sayın Özdoğan’ın sorusuyla başlamak istiyorum.
Sayın Özdoğan, dün, önce AB uzmanlarının gıda zehirlenmesine uğradıklarını
iddia etti. Cevap verince, bugün tabii “su” diyor, bu defa.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum) – Kesin söylemedim.
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır)
– Tabii, toplumdaki çeşitli yerlerde zaman zaman karşılaşılan gıda
zehirlenmeleri, sadece bizim ülkemizde değil, dünyanın bütün ülkelerinde,
gelişmekte olan ülkelerde de, gelişmiş ülkelerde de, zaman zaman
maalesef karşılaşılan bir durumdur.
“Bunun asgariye indirilmesi veya önlenmesiyle
ilgili olarak ne yapılıyor?” diyorsunuz veya “Sorumluluk hissediyor
musunuz?” Evet, biz bunun asgariye indirilmesiyle ilgili olarak
da hem mevzuat çıkarma konusunda hem mevzuat düzenleme konusunda
hem bunların uygulaması hususunda çok ama çok ciddi çaba içerisindeyiz
ve Hükûmetimiz, göreve geldiği tarihten bu yana bununla ilgili birçok
çalışma yapmıştır. Mesela, Türkiye’de bir gıda kanunu yoktu. Hükûmetimiz
döneminde bir Gıda Kanunu çıkarılmıştır ve bu Gıda Kanunu’na bağlı
olarak onlarca yönetmelik, kodeks ve buna dair hukuki düzenleme
ve mevzuat getirilmiştir. Keza, bu denetimlerin daha kolay ve daha
sağlıklı yapılabilmesini temin için, yine Hükûmetimiz döneminde,
daha önce farklı kuruluşlar tarafından sürdürülen gıda denetimleri
tek bakanlık çatısı altında, yani, Tarım Bakanlığının çatısı altında
toplanmıştır.
Peki,
bunların yapılmasıyla birlikte gerçekte denetim sayısı artmış mıdır,
azalmış mıdır, hangi sonuçlar alınmıştır? Bu konuyla ilgili olarak
da sizlere kısaca bilgi sunmak istiyorum. 2002 yılında Türkiye’de
gıda denetimiyle ilgili denetçi sayısı 1.543 kişidir. Biz, bunu,
2006 yılı itibarıyla yaklaşık 5 bin kişiye çıkardık. Yani, Türkiye’de,
bizim dönemimizde bu sene 5 bin kişi gıda denetimiyle uğraşıyor.
Peki,
farkı nedir, neler yapmışlardır bunlar? 2002 yılında Türkiye’de, toplam
olarak 39 bin, gıda alanında, denetim yapılmış iken, 2006 yılının ilk
sekiz ayında, bu rakam 183 bindir. Yani, 39 bin denetim sayısı, bu yılın ilk sekiz
ayında 183 bine çıkmıştır. Bu, şu demektir: Kalan dört ay içerisinde
de, muhakkak bunun yüzde 40’ına yakın yine bir artış olacaktır ve 200
binin üzerinde denetim gerçekleşmiş olacaktır.
Bütün gücümüzle, hem laboratuvarları geliştirmek
hem denetim sayısını artırmak hem altyapıyı güçlendirmek hem de bu
konuyla ilgili Avrupa Birliği mevzuatını ve Dünya Sağlık Örgütünün
kabul ettiği bütün normları, biz, Türkiye’de norm olarak kabul ediyoruz
ve bunun tatbikatını yapıyoruz.
Teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, sürem dolduğu için, kalanlara yazılı
cevap vereceğim.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
– Madde üzerinde iki önerge vardır. Önergeleri önce geliş sırasına
göre okutacağım, sonra aykırılık sırasına göre işleme alacağım.
İlk
önergeyi okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununun 6 ncı maddesine eklenen
Geçici Madde 3’ün metinden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
|
Halil Ünlütepe |
Fahrettin Üstün |
Osman Özcan |
|
Afyonkarahisar |
Muğla |
Antalya |
|
Mehmet Küçükaşık |
Necati Uzdil |
Muharrem İnce |
|
Bursa |
Osmaniye |
Yalova |
|
R. Kerim Özkan |
Nurettin Sözen |
Ahmet Yılmazkaya |
|
Burdur |
Sivas |
Gaziantep |
|
M. Vedat Melik |
Atilla Kart |
Orhan Sür |
|
Şanlıurfa |
Konya |
Balıkesir |
BAŞKAN – Şimdi, maddeye en aykırı önergeyi okutup
işleme alacağım:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
1252 Sıra Sayılı Kanun Teklifinin 6 ncı maddesi
(Geçici Madde 3) Anayasa’ya aykırıdır. Bu nedenle metinden çıkarılmasını
saygılarımla arz ederim. 02.11.2006
Ertuğrul
Yalçınbayır
Bursa
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
TARIM, ORMAN VE KÖYİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKANI VAHİT
KİRİŞCİ (Adana) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükûmet önergeye katılıyor mu?
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır)
– Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Önerge sahipleri konuşmak mı isterler,
gerekçenin okunmasını mı?
Sayın Ertuğrul Yalçınbayır, Bursa Milletvekili…
Hemşehri toleransını ve hoşgörüsünü fazla istismar
etmeyeceğinizi düşünüyorum.
Buyurun Sayın Yalçınbayır.
ERTUĞRUL YALÇINBAYIR (Bursa) – Kanun önünde eşitlik
kuralının uygulanmasını tercih ederim; teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 6’ncı madde,
yani, geçici 3’üncü maddenin Anayasa’nın hangi maddelerine aykırı
olduğunu önce maddeler itibarıyla sıralayalım: Anayasa’nın bağlayıcılığı
ve üstünlüğüyle ilgili 11’inci maddesine, kuvvetler ayrımını ve
hukukun üstünlüğünü düzenleyen “Başlangıç” kısmına, cumhuriyetin
niteliklerinden olan…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun.
ERTUĞRUL YALÇINBAYIR (Devamla) – …insan haklarına
saygılı, demokratik, laik, sosyal hukuk devleti ilkesine, devletin
temel amaçlarına, Anayasa’nın 6’ncı maddesinde ifadesini bulan
“Türk milleti, egemenliğini, Anayasa’nın koyduğu esaslara göre,
yetkili organları eliyle kullanır…” Yani, Türkiye Büyük Millet Meclisi
her istediğini yapamaz, ancak Anayasa’nın koyduğu sınırlar içinde
düzenlemeler yapabilir. Yine, yargı yetkisinin bağımsız mahkemelerce
kullanıldığına dair 9’uncu maddesine, yaşam hakkıyla ilgili
17’nci maddesine, sağlıklı ve dengeli çevrede yaşama hakkıyla ilgili
56’ncı maddesine, hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkıyla
ilgili 36’ncı maddesine, devletin toprakla ilgili, mükellefiyetleriyle
ilgili 44 ve 45’inci maddelerine, yargı yolunun idarenin her türlü
eylem ve işlemine karşı açık olduğuna dair 125’inci maddesine ve
özellikle Anayasa’nın 138’inci maddesine ve Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin 6 ve 8’inci maddelerine aykırıdır. Hâkimler görevlerinde
bağımsızdır. Hiç kimsenin telkin ve tavsiyesi altında görev yapmazlar.
1970’li düşüncelerin ürünüyle de görev yapmazlar.
Değerli milletvekilleri, sadece Cargillle ilgili
değil, benzer işletmelerle de ilgili olmak üzere, diyoruz ki, öncelikle,
bu düzenleme, çevreyi ihlal eden, kirleten, tarıma dönüşmesi mümkün
olmayan, ama, kirleticiliği devam eden boyahaneler gibi, Cargill
gibi birçok işletmeyi ilgilendiriyor. Bunlarla ilgili açılan
-özellikle Cargillle ilgili söylüyorum- ama, baronun, elimde, ellinin
üzerinde benzer davası var. Bunların çoğunu kazandı ve mahkeme kararları
uygulanmıyor. Bunlarla ilgili de ifade ediyorum ve bu tarımsal
alanların mutlak surette korunması gerekir. Anayasa’nın emredici
hükmü: Mahkeme kararının mutlak surette gözetilmesi gerekir.
Onun geciktirilmesine, uygulanmasının geciktirilmesine yol açacak
her türlü eylem ve işlemden kaçınılması gerekir.
Bazı milletvekilleri 4/7/2002 tarihli Bakanlar
Kurulu prensip kararının gerekçesini okudular. Bu gerekçe mahkemelerce
ortadan kaldırıldı. Ancak, bu gerekçe, 59’uncu Hükûmet tarafından
da sürdürüldü.
İdarede devamlılık esası vardır. Siz, eski gerekçeleri,
hele mahkemece iptal edilen gerekçelere nasıl dayanırsınız? Hiçbir
hukuki sonuç doğurmayan, kanunsuz ve konusu suç teşkil eden emirler
veren, Bakanlar Kurulunun prensip kararlarına nasıl sığınırsınız?
Burası hukuk devleti. Hepimizin görevi, üzerine ant içtiğimiz
Anayasa gereği, bunu korumak ve kollamaktır. Bununla ilgili olarak,
bu kanun tasarısı hiçbir şeye de hizmet etmeyecektir. Bunun da bilinmesini
istiyorum, kaygımı belirtiyorum, ama, izin verme işlemindeki ara
işlemler yargı denetimine tabi. İzin verme işlemi yargı denetimine
tabi. Hemen yürütmeyi durdurma kararı alınacak nitelikte. Çünkü,
bu kararların alınma sürecindeki işlemlerdeki usulsüzlük, işlemlerdeki
dolanma hareketi yargı kararlarıyla apaçık ortada. Bu durumda
yargı mercileri gereken kararı verecek. Faaliyetine devam kararı
veremez idare. Bu karar, konusu suç teşkil eden bir karardır. Faaliyetlerini
durdurma, canım iki sene git, bir sene oradan, iki sene oradan, üç sene
mahkeme kararını geciktir… Hangi anlayışla, hangi yetkiyle bunu
yapıyoruz biz? Bunları yapma hakkına sahip değiliz. Bunları yaparsak
biz ilerlemiş olmayız. Avrupa Birliği ilerleme raporlarına bunlar
girecektir. Taşkın ve diğer davalar gibi Bursa Barosunun takip ettiği
…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ERTUĞRUL YALÇINBAYIR (Devamla) – …elliye yakın
dava girecektir.
MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Bursa) – Bravo, aferin!
ERTUĞRUL YALÇINBAYIR (Devamla) – Siz bunları hafife
almayın. Bu söz doğrunun sözüdür, çoğunluğun olmayabilir. Siz, gerçeği
oylarınızla, parmaklarınızla değiştiremezsiniz. Burası hukuk
devleti.
Hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum. (CHP ve
Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler…
(CHP sıralarından bir grup milletvekili ayağa
kalktı)
İZZET ÇETİN (Kocaeli) – Yoklama istiyoruz Sayın
Başkan. (AK Parti sıralarından
“Geçti, geçti” sesleri)
AHMET
YENİ (Samsun) – Geç kaldılar Başkan, bir dahaki sefer.
BAŞKAN
– Bir sonrakinde olacak; çünkü, biz oylamaya geçtikten sonra kalktınız.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
Kabul
etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Diğer
önergeyi okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununun 6 ncı Maddesine
eklenen Geçici Madde 3’ün metinden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
Halil
Ünlütepe (Afyonkarahisar) ve arkadaşları
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
TARIM,
ORMAN VE KÖYİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKANI VAHİT KİRİŞCİ (Adana) – Bir
öncekiyle aynı olan bu önergeye de katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Bir farklılık var ikisinde, birisi Anayasa’ya aykırılığı gerekçesiyle
kaldırmasını istiyor.
TARIM,
ORMAN VE KÖYİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKANI VAHİT KİRİŞCİ (Adana) – Neticede,
aynı ifadeler Sayın Başkanım.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
– İkisi aynı değil, o yüzden, iki ayrı önerge olarak muameleye aldık.
HALUK
KOÇ (Samsun) – Sayın Başkan, bir Komisyon Başkanı, Başkanlık Divanının
eylemlerine, kararlarına nasıl müdahale edebilir?
BAŞKAN
– Biz, Komisyon Başkanını uyarıyoruz. Biz, Divan olarak, Komisyon
Başkanını da, herkesi de uyarırız.
Hükûmet
katılıyor mu?
TARIM
VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Katılmıyoruz
Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Önerge sahipleri konuşmak istiyorlar.
Balıkesir
CHP Milletvekili Sayın Orhan Sür, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz
beş dakika.
ORHAN
SÜR (Balıkesir) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Görüşülmekte
olan yasanın 6’ncı maddesinde verdiğimiz değişiklik önergesi üzerine
söz almış bulunuyorum; yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Çok
değerli arkadaşlarım, burada ilginç konuşmalar oluyor. Bugün değil,
daha önceki günlerde ilginç konuşmalar oldu; ama, Sayın Bakanımın
biraz önce yaptığı konuşmaya da birkaç kelime değinmeden geçemeyeceğim.
Bundan
bir süre önce, burada, ramazan ayında Sayın Bakanımın verdiği iftar
yemeğini gündeme getirdiğimde, buraya geldi dedi ki: “Edep dışı
konuşuyorsunuz.” Ama, bugün, kendisi geliyor, 1970’lerden bahsediyor.
Sayın Bakanım, 1970’lerde ulusal direniş vardı, ulusalcılık vardı
ve 1970’lerdeki o direniş, Amerika Birleşik Devletleri’nin, emperyalizmin
karşısında ulusal bir direnişti. Maalesef, bugün, o ulusal direnişi
gösteremeyenler iktidarda. Amerika Birleşik Devletleri’nin verdiği
talimatlarla Başbakanlık makamlarını şirketlere tahsis edenler
iktidarda. İşte, aradaki fark bu. (CHP sıralarından alkışlar) Aradaki
fark bu…
Bakınız,
diyorsunuz ki: “Bu tarih, bunları, bu zabıtları görecek.” Evet, bu
zabıtları görecek tarih. Tarih, çok şeyleri gördü, ama, çok kişiler
de unutuldu. Tarihte en eski hatırlananlar, ülkelerine ihanet
edenlerdir, ihanet eden yöneticilerdir. Onlar her zaman lanetlenmişlerdir;
ama, ülkelerinin çıkarını, ulusunun çıkarını koruyanlar da her
zaman minnetle, şükranla anılmışlardır. Burada yaşanan bence bu.
Şimdi, gelelim, değişiklik önergemiz konusundaki
konuşmaya. Bakın, iki haftadan beri, burada, Cargill yasası diye
konuşuyoruz ve ısrarla diyorsunuz ki, bu yasa Cargill yasası değildir,
bu yasa işte, şu yasasıdır bu yasasıdır. Aslında bu yasanın bu maddesi,
bu yasanın Cargill yasası olduğunun tescili değerli arkadaşlarım.
Bakın, bu yasayı teklif eden değerli arkadaşımız
burada yaptığı konuşmada, “Ben 20 bin işyerinin temsilcisi olarak,
o 20 bin işyerinde, çalışan eğer 50’şer kişi olsa, 1 milyon kişinin
temsilcisi olarak buradan sesleniyorum.” dedi ve bu yasanın geçmesini
istedi.
Şimdi, maalesef, bu sesleniş bile o insanlara yanıltıcı
bilgi aktarmadan öteye gitmiyor. Aslında kendisi burada yaptığı
konuşmada, Gebze Organize Sanayi Bölgesi Başkanının kendisine
yazdığı bir mektubu okudu. O mektupta diyordu ki, okunan sözleri
unutmadık: “Biz müracaat etsek bile hiçbir şey değişmiyor. O nedenle,
bu müracaatın, bu yasanın bu şekilde çıkması bizim sanayi tesisi
olarak tescil edilmemize yetmiyor.” Ve sayın arkadaşım da diyordu
ki: “Bu süreyi uzatalım, bir yıl daha verelim ve müracaat etsinler,
gerekenler yapılsın.”
Değerli arkadaşlarım, bir yıl değil, bu yasayla
beş yıl da verseniz, on yıl da verseniz hiçbir şey değişmeyecek. Hiçbir
şey değişmeyecek bu şekildeki çıkaracağınız bir yasayla, sadece
Cargill kurtarılacak, sadece Cargill… Değişecek olan başka bir şey
yok.
Şimdi, iddia nedir? Başvuru yetersiz olmuş, duymamışlar,
47 ilde sadece 2.987 kişi başvurmuş ve bunun 356 tanesinde başvuru
sonucu alınmış. Alınan sonuç nedir? “Tarımsal amaç dışında kullanılabilir”
yazısı.
Bakın, değerli arkadaşlarım, burada, sadece
bir siyasetçi olarak konuşmuyorum, sizlere sadece bir siyasetçi
olarak hitap etmiyorum. Ben otuz yılımı bu mesleğe verdim, benim mesleğim
bu. Siz bilir misiniz ki -sanırım bu teklifi veren arkadaşımız bilmiyor-
sadece Tarım Bakanlığından bu yazıyı almakla ruhsat alınamıyor. En
az sekiz on tane kuruluştan, başka ruhsatlar almak zorunda bu sanayiciler;
yani, bu belgeyi alsalar bile, “tarım amacı dışında kullanılabilir”
yazısını alsalar bile, Devlet Su İşlerinden alamadılarsa, Karayollarından
alamadılarsa, Ormandan alamadılarsa, sit’ten, müzelerden alamadılarsa,
toplulaştırma alanı içinde kalıyorsa, inşaat yüzdesi arazisinin
kullanma yüzdesinden fazlaysa, çekme mesafelerine uymuyorsa siz
bu belgeyi verseniz de vermeseniz de bu arkadaşlarımız zaten ruhsat
alamayacaklar. Ama, siz burada sırf Cargilli kurtarmak için 20 bin sanayicimizi
de alet ediyorsunuz ve onlara diyorsunuz ki: Gelin, bu paraları yatırın,
beşer liraları yatırın siz kurtulacaksınız. Hayır, kurtulmayacaklar.
Bu yasayla kurtulamazlar. Ben, buradan 20 bin sanayiciye sesleniyorum:
İyi okuyun çıkarılan yasayı diyorum, iyi okuyun. Bu yasayla kurtulmanız
mümkün değil. Sadece metre kare başına beşer lira para vereceksiniz,
Hükûmet sizden bu paraları alacak…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ORHAN SÜR (Devamla) – …size bir belge verecek Tarım
Bakanlığı, diyecek ki: Bu araziyi tarım amacı dışında kullanabilirsiniz.
Bu, size yetmeyecek, yetmeyecek. Karayollarından alamayacaksınız,
Ormandan alamayacaksınız, Devlet Su İşlerinden alamayacaksınız…
Diyelim ki aldınız, çekme mesafesine uygun yapı yapmadığınız tespit
edilecek, yüzdeye uymadığınız tespit edilecek ve verdiğiniz bu paralar
boşa gidecek. Bu, bir aldatmaca. Burada hedef, Cargill gizlensin,
sanki 20 bin tane sanayici düşlensin, sanki o 20 bin tane sanayici
kurtarılmaya çalışılsın. Bu yasayla 20 bin tane sanayici falan
kurtarılmıyor, bu yasayla kurtarılan, sadece ve sadece Cargilldir
değerli arkadaşlarım. Onu da, “neden” diye sorabilirsiniz, “neden
Cargill kurtarılıyor” diye, “nasıl kurtuluyor Cargill” diye. Çünkü,
Cargill, belirli imar planlarına göre yapılmış, en azından çekme mesafelerine
uymuş, en azından yüzdeye uymuş, yani Türkiye’deki diğer 20 bin sanayicinin
uymadığı bazı şeylere, bazı olayları Cargill gerçekleştirmiş olabilir.
Bu vasıtayla Cargillin önündeki engel, buranın tarım arazisi olması
olabilir. Siz, ancak bu yasayı bu şekilde geçirmekle bir tek ve bir
tek Cargilli kurtarırsınız, o nedenle bu yasa Cargill yasasıdır değerli
arkadaşlarım.
AHMET KAMBUR (Tekirdağ) – Olsun…
ORHAN SÜR (Devamla) – “Olsun” diyorsunuz; evet, olsun,
bunu kabul edin. Açıkça, gelin burada delikanlı gibi deyin ki: Biz,
Cargilli kurtarmak için Amerika’dan talimat aldık, Başbakanımız talimat
verdi, Cargilli kurtarıyoruz deyin, hiç olmazsa biz de “Cargill, Cargill,
Cargill” deyip durmayalım. Bütün ülke, bütün Türkiye bunu bilsin.
Değerli arkadaşlarım, bu, maalesef, bir gerçek…
BAŞKAN – Toparlayın lütfen.
ORHAN SÜR (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkanım.
Başka ülkelerin şirketleri için bu ülkede birçok
şeyi yok edebilirsiniz, ama, bizden sonra gelen kuşaklar bu tutanakları
izlediklerinde, kimlerin bu ülkenin doğal kaynaklarını, kimlerin
bu ülkenin çevresini yok ettiğini çok daha iyi anlayacaklar ve kimleri
lanetleyeceklerini de çok daha iyi bilecekler diyorum, hepinize
saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunacağım.
ORHAN SÜR (Balıkesir) – Karar yeter sayısı istiyorum
Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Efendim?..
ORHAN
SÜR (Balıkesir) – Karar yeter sayısı istiyorum.
BAŞKAN
– Pekâlâ.
RAMAZAN
TOPRAK (Aksaray) – Davetiye mi çıkaracağız Sayın Başkan?
BAŞKAN
– Şimdi, karar yeter sayısı mı istediniz?
ORHAN
SÜR (Balıkesir) – Evet.
BAŞKAN
– Bir istek yok değil mi? Tamam.
O
zaman, önergeyi oylarınıza sunuyorum:
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum:
Beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 21.06
ALTINCI OTURUM
Açılma Saati: 21.21
BAŞKAN : Başkan Vekili Ali DİNÇER
KÂTİP ÜYELER : Harun TÜFEKCİ (Konya), Bayram ÖZÇELİK (Burdur)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 22’nci Birleşimi’nin Altıncı Oturumu’nu açıyorum.
1252 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
VII. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
4.- Bursa Milletvekili Mehmet Altan Karapaşaoğlu'nun; Toprak
Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesi
Hakkında Kanun Teklifi ve Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu Raporu
(2/762) (S. Sayısı: 1252) (Devam)
BAŞKAN – Komisyon? Yerinde.
Hükûmet? Yerinde.
Teklifin 7’nci maddesini okutuyorum:
MADDE 7.- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe
girer.
BAŞKAN – Madde üzerinde söz isteyenler: Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına Gürol Ergin, Muğla Milletvekili; Anavatan
Partisi Grubu adına Hüseyin Güler, Mersin Milletvekili.
Şahısları adına: Hamza Albayrak, Amasya Milletvekili;
Zafer Hıdıroğlu, Bursa Milletvekili; Gürol Ergin, Muğla Milletvekili.
Şimdi, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Muğla
Milletvekili Sayın Gürol Ergin.
Buyurun Sayın Ergin. (CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz on dakika.
CHP GRUBU ADINA GÜROL ERGİN (Muğla) – Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Bursa Milletvekili
Mehmet Altan Karapaşaoğlu’nun, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı
Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifi’nin
7’nci maddesi üzerinde Grubum adına söz almış bulunuyorum. Sizleri
ve yüce Türk ulusunu Partim, Grubum ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, dün burada, ben, Sayın Bakana
bir kısım sorular yönelttim ve yanıtlarını da aldım. O yanıtlardan
birinde Almanya’da özel toplulaştırma yapıldığını Sayın Bakan söyledi.
Bunun dışında başka bir örnek de vermedi. Yalnızca bu konudaki birçok
mevzuatı incelediklerini ifade etti.
Ben, şimdi, buradan, Almanya’da özel toplulaştırma
yapılmadığını söylüyorum. Almanya’da Federal Arazi Toplulaştırma
Yasası olduğunu söylüyorum. Ama, Almanya’da özel bir toplulaştırma
olayının olmadığını bir kez daha söylüyorum ve orada toplulaştırmayı
Toplulaştırma Müsteşarlığının yaptığını söylüyorum.
Değerli arkadaşlarım, şimdi soruyorum: Yasa üç
özel tüzüğün çıkarılmasını amir bir yıl içerisinde Bakanlar Kurulu
tarafından. Bunlardan biri arazi toplulaştırma tüzüğü, diğeri tarım
alanlarının korunması ve amaç dışı kullanılmasına dair tüzük,
üçüncüsü ise büyük ova koruma alanları tüzüğü.
Şimdi soruyorum: On iki ayda çıkması gereken bu
üç tüzükten hangisi çıktı? Aradan on altı ay geçti.
Değerli arkadaşlarım, daha mevzuatı hiçbir şekilde
hazırlamadan yasada değişikliğe gidilerek ve olmayan bir olayı,
çok ucube bir olayı özel toplulaştırma olarak getirerek yasada değişiklik
yapılmaya çalışılıyor.
Şimdi, Sayın Bakanın yine dünkü konuşmasında
şöyle bir ifade var, diyor ki Sayın Bakan: “AK Parti Hükûmetinin başlattığı
KÖYDES projesiyle, Köy Hizmetlerinin elli yılda, altmış yılda yapamadığı
hizmetleri, biz, sadece, bir yıl içerisinde bunları gerçekleştirdik.”
Sayın Bakan, siz, Tarım ve Köyişleri Bakanısınız, elli altmış yıl
önce bu ülkede Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü diye bir genel müdürlük
var mıydı?
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır)
– YSE vardı.
GÜROL ERGİN (Devamla) – Ne vardı efendim?
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır)
– Yol Su Elektrik.
BAŞKAN – Değerli arkadaşlar, müdahale etmeyin.
Gürol Bey, siz de Genel Kurula hitap edin.
GÜROL ERGİN (Devamla) – Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü
1984 yılında kurulmuştur, ondan önce Toprak Su Genel Müdürlüğü vardı.
Onun da kuruluşu 1963’tür.
Değerli arkadaşlarım, bir Tarım ve Köyişleri Bakanı,
herhalde, hiç olmazsa, bu temel bilgiyle donanımlı olmadan burada
konuşursa, bunu, bizim, normal bir olay olarak kabul etmemiz mümkün
değildir. Bunu özellikle söylüyorum.
Sonra, Sayın Bakan devam ediyor, diyor ki: “Sayıları
10 binleri bulan, içme suyu olmayan köylere, biz, şebekeli içme suyu
götürdük.” İnsaf! Türkiye’deki köy sayısı 36 bin küsurdur, siz, on
binlerce köye su götürmüşsünüz!
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır)
– Doğrudur.
YÜCEL ARTANTAŞ (Iğdır) – İnsaf ya!
GÜROL ERGİN (Devamla) – İnsaf, artı “insaf” kelimesi
de burada hafif kalıyor açıkçası. Yazıktır, yani, bir Cumhuriyet
Hükûmeti Bakanı konuştuğu zaman, onun konuştuklarından, hiçbir kimse,
hiçbir zaman kuşku duyamamalıdır, söylediklerini tam bir gerçek
olarak kabullenmelidir. Ama bu söylemler, bunun böyle olmadığını
ortaya koymaktadır değerli arkadaşlarım.
MEHMET VEDAT YÜCESAN (Eskişehir) – 10 bine kadar
sayı sayamaz.
GÜROL ERGİN (Devamla) – Şimdi…
ABDULLAH ERDEM CANTİMUR (Kütahya) – Eleştirmeyi
bırak, bildiğini anlat.
GÜROL ERGİN (Devamla) – “Eleştirmeyi bırak” diyorlar.
Acı mı oldu?
BAŞKAN – Karşılıklı konuşmayın arkadaşlar.
Siz de Genel Kurula hitap edin.
GÜROL ERGİN (Devamla) – Şimdi, bir de şu söylendi…
Değerli arkadaşlarım, “bu yasa Cargill yasası
değil” deniyor. Peki, Cargill yasası değil ise, adını burada saygıyla,
şükranla anacağım Sayın Yalçınbayır’ın dışında bir tane AKP’li milletvekili
gelip de Cargillin dışında bir şey konuştu mu? Hepsi Cargilli methetme
yoluna gitti, hepsi Cargillin şu kadar para harcadığı yoluna gitti,
bu yapılacaklar eğer yapılmazsa Cargillin şu kadar zarar göreceğini
anlattı bize. Ee, kardeşim, siz eğer Cargillle bu kadar yatıp kalkmıyorsanız,
burada niye, başka şeyler söylemeniz gerekirken, yalnızca Cargill
konusunu gündeme getiriyorsunuz?
Burada söylenenleri, değerli arkadaşlarım,
ben, Cargill yöneticilerinin ağzından aynen gazete kupürlerinde
görüyorum, tamamen aynı. Bakın, 15 Mayıs 2006’da Cargillin Türkiye
Proje Yatırım Müdürü ne diyor: “İçinde bulunduğumuz durum başta
Amerika Birleşik Devletleri’ndekiler olmak üzere tüm uluslararası
şirketler tarafından izleniyor, tüm izinler alınarak yapılan bir
yatırım, yabancı sermaye düşmanlığıyla kapatılmak isteniyor.” Tıpkı
Sayın Bakanın ifadesi, tamamı tamamına. Sonra devam ediyor: “Yargının
vereceği karar sadece Cargilli etkilemeyecek, yabancı sermaye
konusunda Türkiye için yol ayrımı olacaktır.” Tehdide bakın, tehdide.
Bir yabancı firmanın Proje Yatırım Müdürü Türkiye’yi tehdit etme
cesaretini kendinde buluyor; ama, eğer, siz, Başbakanlığı onların
ikameti haline getirirseniz, görüşme alanı haline getirirseniz,
bu cesareti verirseniz, onlar da bu fütursuzluk içerisinde Türk
milletine, Türk devletine karşı böyle konuşma hakkını kendilerinde
bulurlar. Devam ediyor, yalnız o değil. Cargill Yönetim Kurulu Başkanı,
bakın, ne söylüyor: “1997 yılında karar aldık, araştırmalar yaptık,
imar planını inceledik, beş ayrı bakanlıktan on dört izin aldık, imar
planına uymayıp da, idareye başvurmayıp, ilgili ilgisiz meslek
odalarından mı izin alacaktık? Davacılar idareyi dava etti. Cargill
dava edilmedi; ama, idare suçlu bulununca mağdur oldu. Hazırlanan
yanlış bilirkişi raporu Danıştaya sunuldu, yargı yanıltıldı.”
Arkadaşlar, şu anlayışa bakın! Bakın, bilirkişi
raporu yanlışmış ve yargı yanıltılarak yargıdan öyle bir karar çıkarılmış!
Bunu söyleme cesaretini buluyorlar. Yargı dediği de, idare mahkemeleri
ve sonuçta Danıştay ve Danıştayın İdari Dava Daireleri Genel Kurulu.
Bunları söyletmeyecektiniz Sayın Bakan, söyletmeyecektiniz
onlara.
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) – Mümkün mü!
GÜROL ERGİN (Devamla) – Ben, Hükûmetin bir Sayın Bakanının
bu kürsüde yasa dışı bir işlemi savunmak durumunda kalmasından da
ayrı ve özel üzüntü duyduğumu sizlere ifade etmek istiyorum.
Burada bugünkü Grup Başkan Vekili arkadaşımız
da “dergâh” kelimesine alındı. “Dergâh” sözcüğünü kullanan Sayın
Grup Başkan Vekili burada, oturuyor karşımda. Ama, sonradan ben düşündüğümde
haksızlık yaptığımız düşüncesine de geldim. Çünkü, olabilir ki, insan,
zaman zaman nerede bulunduğunu karıştırabilir dedim. (CHP sıralarından
alkışlar) O bakımdan da, bunun anlayışla karşılanması gerektiği
düşüncesindeyim.
Şimdi, deniyor ki: 4.500 hektarda 20 bin fabrikanın
yarattığı bir sorun var, bu sorunu çözeceğiz.
Sizin getirdiğiniz bu Yasa, bundan sonra pek çok
4.500 hektarda bu sorunu yaratacak olan yasadır. Bugün sizin onları
affetmeniz, yarın başkalarının, yarın sizin gibi düşünen başkalarının
af yolunu açan bir yasadır.
Değerli Bakan, bu Yasa, zaten, çıktığı günden itibaren
Türkiye’de tarım topraklarının korunmasını değil, amaç dışı kullanılmasını
son derece rahatlatan bir yasa olarak ortaya çıkmıştır. Şimdi, siz,
dün bütün yaptığınıza rağmen kurtaramadığınız bir Cargilli bugün
kurtarmak için 20 bin şirketin adını, fabrikanın adını da kullanmakta
beis görmüyorsunuz.
Değerli arkadaşlarım, şu söyleniyor, yazık olan
şudur, aynen firma temsilcisinin dediği gibi: Efendim, bu fabrika
kapatılırsa, oradan kaldırılması istenirse Türkiye hakkında dava
açılırmış da -işte, diyelim- 200 milyon dolar tazminat ödermişiz.
Değerli arkadaşlarım, bu Cargill gibi, Avrupa’da
yüzde 2’den fazla olmayan, bizde yüzde 15’e kadar varan, zaman zaman
da yasa dışına çıkarak bunu da artıran bu tatlandırıcılar...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Toparlayalım lütfen.
GÜROL ERGİN (Devamla) – ...tatlandırıcı fabrikaları,
benim, -200 milyon dolar değil- 33 şeker fabrikamın eksik kapasiteyle
çalışmasına neden oluyor. Bunu niye söylemiyorsunuz? 1926’dan beri
Türk ulusu bütün varını yoğunu o kurumlara aktardı, o fabrikaları
kurdu. Türkiye’de şeker pancarı bilinmiyordu. Cumhuriyet Halk Partisi
iktidarında şeker pancarı ve şeker fabrikalarının ilk kuruluşu
olayı gerçekleşmiştir, şeker pancarı üretimi gerçekleşmiştir, aynen
çayda olduğu gibi, aynen ayçiçeğinde olduğu gibi. Bunlar Türkiye’de
yetiştirilmiyordu. Hepsi Cumhuriyet Halk Partisinin iktidarı döneminde
olmuştur.
FAHRİ KESKİN (Eskişehir) – Uçak fabrikası...
GÜROL ERGİN (Devamla) – Buyurun?..
BAŞKAN – Siz Genel Kurula hitap edin Gürol Bey.
Değerli arkadaşlarım, siz de müdahale etmeyin.
GÜROL ERGİN (Devamla)
– Şimdi, Sayın Bakan konuşmasında “buğdayda, mısırda, sütte, ette
artış sağladık” diyor.
Sayın Bakan, evet, pamuğa verdiğiniz primin düşük
oluşu sonucu, evvelki yıl mısırda artış oldu ve doğrudur, onun için
de kutlarım. Pamuk üreticisini batırdınız, ama bir miktar mısır artışı
sağladınız. Sonra ne yaptınız? Sonra ne yaptınız? Mısırda fiyatlar
düştü, 2006 mısır üretimi 2005’in çok gerisinde kaldı. Buğdayda 2006
üretimi, 2005 üretimini tutturdu mu?
BAŞKAN – Lütfen toparlayalım.
GÜROL ERGİN (Devamla) – Sayın Başkan, lütfen... Burada
çok insana çok fazla söz hakkı tanıyorsunuz, ben çıkınca, gerçekten...
HÜSEYİN GÜLER (Mersin) – Siz Bursalı değilsiniz.
AHMET YENİ (Samsun) – Hemşehrisi değilsiniz.
GÜROL ERGİN (Devamla) – Evet, ben, yani Bursalı
olayım mı, onu da düşünüyorum zaman zaman. (AK Parti sıralarından
gülüşmeler)
Olamam, siz olursunuz da ben olamam. (AK Parti sıralarından
gülüşmeler)
BAŞKAN – Şimdi dikkatli olmak gerekiyor. Bak, beni
hemşehriler ne hale düşürdü. Siz de laf atarsanız, siz de zor duruma
düşersiniz.
GÜROL ERGİN (Devamla) – Hayır, hayır...
AHMET
YENİ (
GÜROL
ERGİN (Devamla) – Ben, doğduğum yeri, milletvekili olduğum yeri değiştiremem,
o anlamda söylüyorum. Yoksa, Bursa’yla, İstanbul’la ilgisi yok.
AHMET
YENİ (
GÜROL
ERGİN (Devamla) – Şimdi, bakın, bugün şu kürsüden Sayın Bakan şunları
niye ifade edemedi: Bugün primler açıklandı, primler… Pamuğa ne prim
verdiniz, niye açıklayamadınız buradan? Pamuk üretimiyle meşgul
bir ilçemin ziraat odası başkanı bugün bana telefon açıyor, diyor
ki: “Bana köylünün söylediği şu: Sakın ola ki iktidar milletvekilleriyle
birlikte köyümüze gelme bu primlerden sonra, vallahi de billahi de
ara dayağını sen yersin.” Söylenen bu.
ALİM
TUNÇ (Uşak) – Seninle giden kim?
BAŞKAN
– Müdahale etmeyin arkadaşlar.
GÜROL
ERGİN (Devamla) – Bakın, bakın, pamuğa verilen prime bakın değerli
arkadaşlarım. Bakın, geçen yıl 265 bin lira, bu sene 290 bin lira;
yüzde 10. Geçen yılın “çok düştü” dediğimiz pamuk fiyatları bile bu
yıla göre çok yüksekti.
Ege’de, Çukurova’da…
BAŞKAN – Toparlayın lütfen.
GÜROL ERGİN (Devamla) – Yağışlardan ötürü, pamuk
kalitesinin kaybından ötürü Ege’de bugün pamuk 550-600 bin lira. Değerli
arkadaşlarım, maliyet 1 milyon 400 bin lira.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen toparlayın.
GÜROL ERGİN (Devamla) – Toparlıyorum efendim.
Çukurova’da maliyet 1 milyon lira, pamuk bugün
350 bin lira. Siz, buna, kalkacaksınız, 290 bin lira prim vereceksiniz,
ondan sonra da “o köylere gidebiliyoruz” diyeceksiniz! Ben hep söylüyorum.
Sayın Eyüp Fatsa da biraz önce burada konuştu, “biz köylere gideriz”
dedi. Ey Sayın Eyüp Fatsa, bari herkes desin sen deme! Yaşadıklarını
unutma. Hiçbirimiz yaşadığımızı unutmayalım. Onun gördüğü muamele
bizleri rahatsız etti. Demek, kendisi bundan fazla alınmamış, rahatsız
olmamış.
Değerli arkadaşlarım, şu sözlerle bitiriyorum:
Zeytinyağında evvelki yıl 250 bin lira prim vardı. Geçtiğimiz yıl fiyatlar
6 milyon liraya kadar çıkınca primi 100 bin lira olarak verdiniz. Bu
sene fiyat 3 milyonun altında, verdiğiniz prim 110 bin lira. Siz böyle
mi zeytinciliği geliştireceksiniz! Ve burada diyorsunuz ki: “Biz
şu fidanı veriyoruz, bu fidanı veriyoruz, doğru iş yapıyoruz.” Arkadaşlar,
siz o fidanları alın kendi bahçenize dikin.
HÜSEYİN GÜLER (Mersin) – Arka bahçeye, evet.
GÜROL ERGİN (Devamla) – Eğer zeytin, zeytinyağı
para etmeyecekse ne diye veriyorsunuz o fidanları! Fidan gibi insanlarımızı
ziyan ediyorsunuz. O eli öpülesi köylünün karşısında başınız önünüze
düşük, mahkûm durumuna geldiğinizi bilin.
Sizi ve Türk ulusunu saygıyla selamlarım. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Ergin de, hemşehriler kadar süre
kullandı, Muğlalı hemşehri oldu, ama bu hemşehri toleransı işini
bırakalım, Tüzük’e uygun, süresi içinde konuşmaya çalışalım arkadaşlar.
Anavatan Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili
Hüseyin Güler. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU ADINA HÜSEYİN GÜLER (Mersin)
– Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Değerli milletvekili arkadaşlar, Toprak Koruma
ve Arazi Kullanımı Kanunu’nun 7’nci maddesi üzerinde Anavatan Grubu
adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Aslında, kaderin cilvesine bak, demekle başlıyorum.
Çok enteresan bir şey. Gerek burada Sayın Bakana ve gerekse İktidar
temsilcilerini dinledikçe, bir derecede -kendi aciz demeyeceğim,
ama kendi- teslimiyetlerinin hangi aşamada olduğunun göstergesini
burada yaşadık.
Üç tane temel unsur var: “Cargill yasası değil”
dendi, bakıyorsun savunmasına “Bunu geçmiş hükûmetler de imzaladı,
biz de imzaladık. Dün güçlülerdi lobicilik yaptılar, bugün de lobiciliğe
biz yenik düşüyoruz.” Bu resmen bir itiraf.
İkincisi: Sayın Bakan şunu söylüyor, diyor ki:
“Ne yapalım, birinci sınıf tarım arazisi özelliğini yitirdi. Bundan
sonra ne yapacağız?” Sayın Bakan -burada hatırlatmak lazım- sadece
o birinci sınıf tarım arazisini işgal etmekte değil, aynı zamanda
oradaki çevre dokusunu, ekolojik dengeyi ve İznik Gölü’nü ve çevresindeki
su havzasını kirletmekte. Mesele bu. Yani sürdürülebilir değil.
Sadece bir defa kaybedilmiş olsa amenna diyeceğiz, ama bundan sonraki
kayıplar…
ÜNAL KACIR (İstanbul) – Hangi parti zamanında yapılmış?
HÜSEYİN GÜLER (Devamla) – Üçüncüsü: İşin enteresanı
daha da… Bunun, süreç içerisinde yapılan şey, Bursalı Milletvekili
arkadaşımızın kanun tasarısı. Savunanlar da… Bursalı milletvekillerine
düştü. Çok enteresan bir şey.
ÜNAL KACIR (İstanbul) – Hangi parti zamanında yapılmış?
HÜSEYİN GÜLER (Devamla) – Evet, hangi parti, bunu
çok iyi biliyorsun.
ÜNAL KACIR (İstanbul) – Söyle de öğrenelim.
HÜSEYİN GÜLER (Devamla) – Geçmişin burada tekrarı
yapıldı. Geçmişin öz eleştirisi yapıldı, bu sonuç içerisinde de yapıldı.
ÜNAL KACIR (İstanbul) – Söyle de öğrenelim.
AHMET
YENİ (
HÜSEYİN GÜLER (Devamla) – Söylenir, her şey söylenir.
ÜNAL KACIR (İstanbul) – Söyle… Söyle… Ne zaman yapıldı?
HÜSEYİN GÜLER (Devamla) – Burada yüreğimizle
de söylüyoruz.
AHMET
YENİ (
ÜNAL
KACIR (İstanbul) – Ne zaman yapılmış?
HÜSEYİN
GÜLER (Devamla) – Geçmişin bir olumsuz izi varsa, bunu örnek değil,
olumlu olumsuzunu düzeltmek size düşer, iktidar olarak, geçmişin
hataları size referans
AHMET
YENİ (
HÜSEYİN
GÜLER (Devamla) – Geçmişin hataları size referans olmaz. Bunu öyle
bilin.
AHMET
YENİ (
HÜSEYİN
GÜLER (Devamla) – İktidar milletvekili, burada söylenecek bir şey
varsa, gelin, lütfen, buradan laf atın.
AHMET
YENİ (
HÜSEYİN
GÜLER (Devamla) – Evet, açık, çok net. Geçmişin ANAP’ından, geçmişin
DSP’sinden veya bugünkü AK Parti. Var mı başka?
ÜNAL
KACIR (İstanbul) – Sorumlu değil misiniz yani?
HÜSEYİN GÜLER (Devamla) – Aa, rica ederim. Biz,
geçmişin öz eleştirisini, gerek halkımız ve gerekse biz yaptık.
BAŞKAN – Değerli arkadaşlarım, karşılıklı konuşmalar
uzatıyor işi ve çalışmaları verimsiz hale getiriyor.
HÜSEYİN GÜLER (Devamla) – İkincisi: Bursalı Milletvekili
arkadaşlarım, Sayın Sedat Kızılcıklı…
BAŞKAN – Lütfen, hatibi dinleyelim. Sizin sözcüleriniz
de sizin düşüncelerinizi dile getirirler.
Buyurun Hüseyin Bey.
HÜSEYİN GÜLER (Devamla) – Sayın Sedat Kızılcıklı,
Sayın Zafer Hıdıroğlu…
ÜNAL KACIR (İstanbul) – Yani, yeni bir parti kurmuşlar
gibi konuşuyor Sayın Başkan.
HÜSEYİN GÜLER (Devamla) – …Bursa’ya nasıl gitmeyi
düşünüyorsunuz arkadaşlar? Size soruyorum ya! Üstelik, ben de Uludağ
Tıp mezunuyum, Bursa’yı çok iyi bilirim.
BAŞKAN – Bir dakika Hüseyin Bey.
Değerli arkadaşlarım, her hatip kendisine göre
konuşmasını planlar, yapar. Onun şöyle konuşmasını, böyle konuşmasını,
tek tek bizler isteyemeyiz. Onun için, müdahale etmeyelim, onu dinleyelim.
Onun en temel özgürlüğü, kürsüde konuşma özgürlüğüdür, onu kullanmasına
meydan verelim. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
Buyurun Hüseyin Bey.
HÜSEYİN GÜLER (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan.
Şimdi, evet, Sayın Sedat Kızılcıklı, Sayın Zafer
Hıdıroğlu, Bursa’ya gidişinizi ve orada göreceğiniz tepkileri
merak ediyorum.
Yalnız, burada, tabii ki Yalçın Beye, burada hakikaten
teşekkür ediyorum. Yüreklice, burada işin hukuki zeminini de savundu.
AK Parti Grubunun içerisinde olmasına rağmen, yüreklice, geldi,
burada savundu.
Anayasal süreç belli. İşin Cargill yasası olduğunu,
AK Parti dönemindeki nasıl iş birliğinin içerisine, biz de Sayın
Başbakanın talimatıyla, Sanayi Bakanınız Sayın Ali Coşkun işin
içerisinde, Cargillle Amerika’da görüştüğünü unuttunuz. Bunlar
tartışıldı, tekrar tekrar vurgulandı. Sayın Bakan burada diyor ki:
“Cargillle ilgili ne yasa var?”
Sayın milletvekili ikinci ayda kanun teklifini
veriyor, biz beşinci ayda müdahale ediyoruz. Ee, o zaman Sayın Bakana
hatırlatmak lazım burada: Bu kanun teklifi, gelirken üç maddelikti.
Niye sekiz oldu, söyler misiniz bana? Bunun tek bir sebebi var: Kılıf
bulmak, başka bir şey değil. İşin içerisinde 21 sanayici.
Peki, 2004’ten sonra açılanlar ne olacak? Şu ana kadar
istimlak edilmiş, daha doğrusu, konut yapılmış araziler ne olacak? İkinci
bir sıkıntıyla karşı karşıya. Yani, amacınız, üzüm yemek değil, resmen
adı olan Cargill şirketini kurtarmak.
Cargillin ortaklık sürecinin Ülker Grubuna kadar
gittiğini çok iyi bildik. Ha, bu, ekonomik ilişkiler… Onu bilmeyiz,
ama şunu unutmayın: Türkiye’nin tarım arazisi net ve kısıtlı. Bunu
hovardaca, bunu hoyratça kullanmayın, kullanılmasına da izin vermeyin.
Eğer, tarımda toplulaştırma ve tarımda verimliliği
artırmaksa, Sayın Bakana iki tane örnek vermek istiyorum:
Sütçülükten bahsedildi, koyunculuktan bahsedildi.
Ben, size, sadece Mersin’in Mut ilçesindeki sosyal yardım kurumuyla
dağıtılan koyunlardan bahsedeceğim ve Tarım Bakanlığıyla birlikte
koordine olan koyunlardan… Oradaki alan köylülerimiz, o koyunlara
karşı… Borçlandırılarak alınan koyunların akıbeti ne oldu? Tabii
ki, koyun elde kaldı, kredi faizi olağanüstü arttı ve nihayetinde,
haciz işlemleriyle baş başa kaldı. Koyunu vermek yetmedi, evindeki
televizyonu, buzdolabını ya da traktörü… Yani, kısaca, her türlü
mal varlığı haciz işlemiyle karşı karşıya kaldı. Neyle övünüyorsunuz,
köylüye yaptığınız bu zulümle mi?
Peki, ikincisini soruyorum: Kaçak etler konusunda
Türkiye’ye giriş özellikle Doğu Anadolu yöresinde… Bununla mücadele
yapmaktan yoksun olan bir Hükûmetin, buradaki verilerle, rakamlarla
istedikleri gibi oynayıp, ondan sonra kamuoyuna dezenformasyon
diyeceğimiz yanıltıcı bilgiler… Peki, buradan tekrar soruyorum:
Türkiye’deki ithalat ve ihracata baktığımızda, ihracatınızla
övünürsünüz, yaptığınız rakamlarla, ama rakamların içeriğine baktığınız
zaman, Türkiye’deki dış ticaret açığına bakıyorsunuz, her geçen
gün büyüyor, cari işlemler her geçen gün büyüyor. Peki, tarımda ne
oldu, tarımda olağanüstü bir artış mı var? Elimizde rakamlar var. Sayın
Bakana dün sordum, rakamlarını ifade etmeye çalıştı, ama şurada
iki tane rakam var, en son 2004 yılı itibarıyla rakamlar: Evet, 6 milyon
500 bin YTL ihracat, ithalat ise yaklaşık 5 milyon 891… Peki, 2002 öncesi
koşulları hatırlayın. Bu ülke, hem kendi kendine yetebilen yedi
ülkeden biriyken ve ihracatta en büyük kalemlerden birisi olan otomotivden
sonra tarımken, bugün baş başa kaldı. Hatta, son gelen rakamlar, ithalatın
ihracatın önüne geçtiği şeklinde. Peki, bununla mı övüneceksiniz?
Türk çiftçisinin hâli perişan. Ben Sayın Bakana
burada hatırlatıyorum: Lütfen, Mersin narenciye üreticilerini
bir ziyaret etsin. Nasıl karşılanacak, nasıl sevgi seliyle karşılanacak,
göreceğiz! “Al ananızı, al git” mi diyeceksiniz, yoksa o çiftçinin
sorunlarına derman mı olacaksınız! Sayın Başbakan gidebiliyorsa
gitsin, buyurun.
Çukurova, her tarafı altın, gerçekten yılda dört
ürün alınabilen Çukurova’da pamuk üreticisi... “Beyaz altın” derdik.
Bugün, maalesef, o ağaların altında yeller esiyor.
Narenciye üreticilerinin hâli perişan. Zaten,
doğal afetlerle beraber yerle bir edildi. Ama, buna karşın, onurlu
çiftçimiz, borcunu ödeyebilmek için mücadelesini yapmakta, ama maalesef,
artık borçlanacak gücü kalmadı. Ve tarımda istihdam edilen işçi sayısının
1 milyon azaldığını biliyor musunuz? 1 milyon! Bu kadar açık ve net.
Kısaca, ne endüstri...
MUSA SIVACIOĞLU (Kastamonu) – Sanayiye kaymıştır.
HÜSEYİN GÜLER (Devamla) – Sanayi, hayhay, doğru...
Öyle yatırımlar yaptınız ki, Sayın Başbakan her gün açılışlara gitti.
Hayhay, kutluyoruz hakikaten. Her gün açılışlarda iştirak... Yaklaşık
bin kişilik istihdam edilen büyük sanayilerle... Hangi sanayiden
bahsediyorsunuz? Türkiye’de sanayi, başta tekstil olmak üzere...
Mersin Serbest Bölgesi’nden örnek vereyim o zaman size. Ben iş yeri
hekimliği de yaptım Mersin Serbest Bölgesi’nde. Daha önce 3 bin kişi
istihdam edilirken, bugün 1.500 kişi istihdam ediliyor. Siz neyle
övünüyorsunuz, söyler misiniz? Gelip burada rakamları istediğiniz
gibi yönlendirerek veya kullanmaya çalışmayın. Türkiye’nin gerçekleri
ortada: Çiftçisi perişan aslında, tarımda çok da olumlu veriler
olarak söyleyeceğiniz rakamlar yok aslında. Çiftçinin dün, eylül-ekim
ayında her zaman malını tahsil edip ve bunun… Çocukları üzerinde hayal
kurarken, bugün çocukları için hayal bile kuramıyor. Topraklarını
satmak zorunda kaldı. Traktörlerini uzun vadeli borçlanarak, peşin
fiyatına satarak, işletme düzeyinde bir kredi anlayışına girdi.
Soruyorum size: Köylü toprağını satmak zorunda kaldı. Narenciyesini,
artık, limonunu, mandalinasını keser hâle geldi. Toprağını satar
hâle geldi, traktörünü… Peki neyle övüneceksiniz? Ama, tabii, Türk
çiftçisi dört gözle sizi bekliyor, bir an önce seçim sandığının önüne
gelmesini bekliyor. Sizlere sevgileri var. Gerçekten sevgileri
var. Öyle bir hesap verecek ki, bu hesabın faturasını size ödettirecek
ki, hiç bile farkına varmayacaksınız. Ayaklarınız yere bassın.
Ülkem adına yapabileceğiniz her türlü başarıya
sonuna kadar saygı duyarım ve takdir ederiz ve ülkem kazandığı için,
ama koskoca dört yıl kayıp yılları… Bugün ülke üretmiyorsa, bugün ülkede
sadece tüketim teşvik ediliyorsa bunun sonucu belli; karanlık. Burada,
sadece evhamlılık yapacak değiliz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Toparlayalım lütfen.
HÜSEYİN GÜLER (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Kısaca, karamsarlık değil, ama Sayın Genel Başkan
Erkan Mumcu’nun da ifade ettiği gibi, bir yılı kaldı bu ülkenin, bir
yılı kaldı. Kurtulacak zamanı çok yakın ve öyle bir ortam içerisinde
bu ülkem için öyle güzel hayaller düşünüyorum ki, bu ülkede verimliliğin,
rekabet koşulları içerisinde yarışın olduğu, istihdamın her alanda
olduğu, sevginin, kardeşliğin, barışın, bu ülke, tüm insanlar üzerinde
hâkim olduğu bir ülkemi hayal ediyorum.
ALAETTİN GÜVEN (Kütahya) – Aynen dediğiniz gibi
şu anda Hüseyin Bey.
HÜSEYİN GÜLER (Devamla) – Bu, AK Partiyle mümkün
olmadı.
Bu halk, çok ciddi size imkân tanıdı, ama bu imkânı
maalesef kullanamadınız. Eğer… Ülkem adına atacağınız her icraatta
biz hep muhalefet olarak yanınızdaydık, gerek anayasal değişiklikler
konusunda ve gerekse kanun teklifinde. Ama, buna karşın, yapılan
tüm samimi önerilerimize rağmen, önergelerimize rağmen, bir tanesine
doğru dürüst katkıda bulunmadınız. Biz iktidarız, biz bildiğimizi
okuruz anlayışı, maalesef, sizde hâkim.
Kısaca, bu ülkenin, çiftçisiyle… Birilerinin
lobicilik anlayışına yenik düşmeyin. Bunun çözümü de basit. Eğer
bir Cargill firmasının İznik Gölü çevresinde… Ve bunun da taşınabilir
olması bu ülke adına kazanımdır, kayıp değil. Tazminat ödenecekse
ödensin. Belki bugün kurtarılır, ama yarınlar en azından kurtarılır.
Eğer bu şirket için bu işletme devam ettiği müddetçe, o bölgenin ekolojik
dengesi de değişecektir ve burada, Bursalı milletvekili arkadaşlarıma
sesleniyorum, AK Partinin özellikle. Yapacakları tek şey var. Bu kanunun
çıkması için değil, çıkmaması için çaba sarf edin, ama görüyoruz ki
öyle bir niyetiniz de yok, öyle bir kavganız da yok. İktidarın vermiş
olduğu görevler doğrultusunda, Sayın Başbakanın da talimatı doğrultusunda
bu kanun çıkacak.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Toparlayalım lütfen. Son cümlenizi rica
ediyorum, bayağı uzadı.
HÜSEYİN GÜLER (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan. Evet, tamamlıyorum Sayın Başkan.
Bu kanunun, ülkem adına, başta Sayın Cumhurbaşkanının
tekrar geri, Meclise göndereceğini umuyor ve sonra, gerektiğindeyse,
siz ısrar edeceksiniz bir daha çıkarmak için, ama her şeye rağmen hayırlı,
uğurlu olmasını diliyor, saygılar sunuyorum.
BAŞKAN – Şahısları adına söz isteyen Sayın Hamza
Albayrak, Amasya Milletvekili.
Süreniz beş dakika.
HAMZA ALBAYRAK (Amasya) – Sayın Başkan, değerli
arkadaşlar; görüşülmekte olan Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununa
Bir Geçici Madde Eklenmesiyle İlgili 1252 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin
7’nci maddesine ilişkin söz almış bulunuyorum; hepinizi ve yüce milletimizi
sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; gerçekten, bu
1252 sıra sayılı Kanun Teklifi’yle ilgili konuşmalarda, bir şey beni
ciddi anlamda üzdü. Leh ve aleyhte konuşan tüm arkadaşlar, maalesef,
bir firmanın bedava reklamını yaptılar. Reklamın iyisi kötüsü olmaz.
Bu hususun altını çizerek dikkatlerinize arz ediyorum.
Değerli arkadaşlar, bu kanunun 3 ana başlık altında
irdelenmesi lazım:
1) İşletmenin konuşlanması, yani toprak durumu,
arazi durumu,
2) Müteşebbisin hak ve sorumlulukları,
3) Sistemle ilgili problemler.
Bakınız, Türkiye, bir tarım ülkesi. 1980’li yıllarda
Türk nüfusunun yüzde 65’i tarımla iştigal ediyor idi. 2006 Temmuz ayı
itibarıyla bu nüfusun oranı yüzde 29,5’a düştü.
Tabii, yıllardır “benim çiftçim, benim köylüm” diye
diye çiftçiyi istismar ederseniz, ama sektörün temel yasası olan Tarım
Kanunu’nu çıkarmayı akıl etmezseniz, Toprak Muhafaza Kanunu’nu çıkarmazsanız,
tarım sigortasıyla ilgili kanunu çıkarmazsanız, üretici birlikleriyle
ilgili kanunu çıkarmazsanız toprağınıza işte böyle sahip çıkarsınız.
Değerli arkadaşlar, müteşebbisle ilgili hususlara
da değinmek istiyorum. Tabii, firma, nişasta bazlı tatlandırıcı
üreten bir firma. Yerli ve yabancı olmak üzere, Bursa-Orhangazi’de,
1997 yılında alınan işletme ruhsatına binaen, 1987 yılında da yapılanma
ruhsatına dayalı olarak 25 tane firma aynı yerde faaliyete başlamış.
Türkiye genelinde de, maalesef, birinci sınıf tarım arazisi olan
yerlerde 20 bin tane işletmeci var.
Bu olayda davacı, sivil toplum örgütü, yani müşteki,
sivil toplum örgütü. Şikâyet edilen kim? Kamu hukuku. Peki, firma nerede
değerli arkadaşlar? Ceza Muhakemesi Kanunu’na göre müşteki, tanık
ya da sanık olmalısınız ki, sizin ifadeniz alınsın. Burada firma, ne davacı
ne de davalı. Suçlu kim? Kamu hukuku. Kamu hukuku kim? Merkezi ve yerel
yönetimler. Siz, 1997 yılından beri on yıldır suç işleyeceksiniz,
ondan sonra, ifadesini dahi almadığınız müteşebbisi sanık sandalyesine
oturtacaksınız. Burada hukuka bir terslik var değerli arkadaşlar.
Bakınız, müteşebbisin hak ve hukuklarını daha
açmak için, 1980 ila 2003 yılları arasındaki yirmi üç yıllık süreçte,
yani iki yüz yetmiş altı ayda Türkiye’ye giren toplam yabancı sermaye
ne kadar biliyor musunuz? 18 milyar dolar değerli arkadaşlar.
Peki, 2004 ila 2005’in Ağustos ayına kadarki süreçte,
yani otuz iki aylık süreçte Türkiye’ye giren yabancı sermaye ne kadar?
25 milyar dolar. Siz, iki yüz yetmiş altı aylık süreçte, yani, yirmi
üç yıllık süreçte, ayda 69 milyon dolarlık yabancı sermaye girişi
sağlayacaksınız, peki. Otuz iki aylık süreçte, yani, 2004 ile
2006’nın Ağustosuna kadarki süreçte 25 milyar dolar yabancı sermaye
girişi sağlayacaksınız. Aya düşen ne kadar? 781 milyon dolar.
Değerli arkadaşlar, her müteşebbis uygun ortamda
yatırım yapar. Biz, yıllardır “tarım ülkesiyiz” diye övünürsek, arazi
büyüklüğümüzle, ürün yelpazesi çeşitliliğimizle, toprak kalitesiyle,
hatta tarım sektörünün bir sosyal güvenlik kurumu olduğuna vurgu
yapa yapa bu konuyla ilgili hiçbir önleme müdahale etmezsek, önlem
alma noktasında ihmal ve terahi gösterirsek, işte müteşebbisin,
işte Türkiye’deki tarım arazilerinin durumu bu olur.
Ben size hep soruyorum: Değerli arkadaşlar, hakikaten,
sanayinin geliştiği Sakarya, İzmit, Denizli gibi birçok şehirlerimizde
nerede birinci sınıf toprak? Kim bunları bunları tahsis etti, kim bunların ruhsatını
verdi? Nerede kamu sorumluları? Onlar için ne yapılabiliyor? Bunun
sorgulanması lazım.
Değerli arkadaşlar…
MUHARREM KILIÇ (Malatya) – Onlar yaptı, biz de yapalım
mı diyorsunuz?
HAMZA ALBAYRAK (Devamla) – Hayır…
YÜCEL ARTANTAŞ (Iğdır) – Bu “sermaye” dediğine
Telekomun falan satışı da dahil mi?
HAMZA ALBAYRAK (Devamla) – Değerli arkadaşlar…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HAMZA ALBAYRAK (Devamla) – Bakınız, değerli arkadaşlar,
hiçbir yanlış uygulama ya da kötü karar doğal afet değildir. İstenilir…
BAŞKAN – Bir dakika…
HAMZA ALBAYRAK (Devamla) – … ve arzu edilirse, ilgili
ve bilgililerce her an düzeltilebilir. Düzeltilemeyecek hiçbir
şey yok, ancak, burada, mağdurların durumunun üç boyutta sorgulanması
lazım: Birinci sınıf toprak arazisi, müteşebbislerin hak ve sorumlulukları
ve sistemin problemlerinin ortadan kaldırılması.
Ben şimdi soruyorum size değerli arkadaşlar:
Türkiye’nin, AK Parti İktidarı sürecine kadarki dönemde, il olarak
stratejik planlamayla ilgili bir derdi var mıydı, bir çalışması var
mıydı? Peki, Türkiye’nin sanayileşmeyle ilgili bir problemi, bir
tespiti var mıydı da bu problemler oldu? Bu eksikliklerin giderilmesi
lazım.
Değerli arkadaşlar, sayın milletvekilleri; biraz
önce, konuşmacı arkadaşımız, tarım sektöründen 1 milyonluk bir istihdam
azalışına vurgu yaptı. Bu, sevinilecek bir şey değerli arkadaşlar;
ekonomide, tarım sektöründeki azalma sevinilecek bir şey. Niye biliyor
musunuz? 2006 Temmuz ayı itibarıyla 836 bin tarım işçisi hizmet sektörüne
kaydı. Onun için, tarımda istihdam edilenlerin oranı 1980’li yıllarda
yüzde 65 iken, Temmuz 2006 itibarıyla yüzde 29,5’a düştü. Bu, hakikaten
sevinilecek bir şey.
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) – Hangi fabrikalara
kaydı tarım işçisi?
BAŞKAN – Müdahale etmeyin arkadaşlar.
HAMZA ALBAYRAK (Devamla) – Bakınız, değerli arkadaşlar,
Avrupa Birliğinde istihdam edilen nüfusun oranı şu anda yüzde 4.
BAŞKAN – Toparlayın lütfen.
HAMZA ALBAYRAK (Devamla) – Tarım sektöründe çalışanların
oranı ise halen yüzde 29,5. Bizim bu nispetleri, elbette ki hizmet
sektörüdür, üretim sektörüdür, yeni istihdamlar oluşturarak, bu
hizmeti, gizli işsizlikten sektörü kurtarmak için -tarımı özellikle-
bir kaymaya tabi tutmamız lazım.
Değerli arkadaşlar, bizden önceki konuşmacılardan
bir arkadaş şunu söyledi, dedi ki: “Efendim, Türkiye’de yerli müteşebbis
yurt dışına gidiyor yatırım için.” Merkez Bankasında bunların kayıtları
var. Değerli arkadaşlar, Ağustos 2006 ayı itibarıyla Türkiye’den
yurt dışına gidip de orada istihdama yol açan, işletme kuranların
milyon dolar bağlamındaki rakamı 361 milyon dolar. Aynı süreçte,
yani 2006 Ağustos ayı sonu itibarıyla Türkiye’ye giren yabancı sermaye
12,8 milyar dolar. Onu da söyle, bunu da söyle kardeşim. Bir tarafta
361 milyon dolar yurt dışına gitmiş. Öbür tarafta da 12,8 milyar dolar
yurt içine girmiş. Her ikisini de söyle, biz sizi alkışlayalım.
Bir de değerli arkadaşlar, bakınız, dünyada 180
tane ülke var. Türkiye, 2006 yılında, yıl sonu itibarıyla Suudi Arabistan
ve Belçika’yı da sollayarak gayri safi yurt içi hasılada 414 milyar
dolarlık bir ekonomik büyüklükte dünyanın 17’nci ülkesi olacak, biliyor
musunuz?
MUHARREM KILIÇ (Malatya) – Vatandaşın cebine ne
giriyor, sen onu söyle.
HAMZA ALBAYRAK (Devamla) – 2005 yılı sonu itibarıyla,
Türkiye, değerli arkadaşlar…
YÜCEL ARTANTAŞ (Iğdır) – Faiz borçları ne olacak?
HAMZA ALBAYRAK (Devamla) – Onu da söyleyeceğim.
…362,5 milyar dolarlık gayri safi millî hasıla ile
180 ülke arasında 19’uncu sıraya yerleşti.
Borç meselesine gelelim değerli arkadaşlar. Bilim
yanlış konuşmaz.
BAŞKAN – Sürenizi çok aştınız Sayın Albayrak,
lütfen, toparlayın.
HAMZA ALBAYRAK (Devamla) – Son cümlem Sayın Başkanım,
son cümlem.
ÜNAL KACIR (İstanbul) – Onu da Bursa’ya kaydedin,
beş dakika verin.
HAMZA ALBAYRAK (Devamla) – Bakınız, değerli arkadaşlar,
dış borç 2002 yılında, net kamu borcu bağlamında 215 milyar YTL, 2002
yılında toplam gelir, yani gayrisafi yurt içi hasıla 275 milyar YTL,
2006 yılında, değerli arkadaşlar, ağustos ayı itibarıyla toplam
borç 253 milyar YTL. Peki, gelir ne kadar? Biraz önce söyledim. Gelir,
değerli arkadaşlar, 415 milyar YTL. Bundaki geçerli oran nedir biliyor
musunuz? Gelirlerin borçlara mukayesesidir. 2002 yılında gelirlerin
borçlara mukayesesi ne kadar? Yüzde 78. Peki, 2005’te ne kadar? Yüzde
55. 2006’da ne kadar? Yüzde 50.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen toparlayalım. Lütfen toparlayalım.
HAMZA ALBAYRAK (Devamla) – Değerli arkadaşlarım,
bu bağlamda, hepinize saygılar sunuyor, teşekkür ediyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sizi de “Bursa’ya alalım.” diyorlar, ama,
mümkün değil. Çünkü, bir Kırşehir türküsü var, biliyorsunuz: “Güzeli
çoktur, ama, kendisine yetmez.” diyor, mısra öyle tanımlıyor. Yani,
Bursa’nın da on altı milletvekili var, ama, kendisine yetmiyor. Onun
için, Bursa’ya almamız mümkün değil sizin önerinizle Sayın Albayrak’ı,
ama, o da arkadaşımız.
HAMZA ALBAYRAK (Amasya) – Ben Amasya’dan memnunum
Sayın Başkan.
BAŞKAN – Yok, sizi de arkadaşlar önerdiler Bursa’ya
almamızı.
HAMZA ALBAYRAK (Amasya) – Yedi bin beş yüz yıllık
Amasya’dan son derece mutluyum Sayın Başkanım.
BAŞKAN
– Tamam, o zaman sorun yok.
Şimdi,
Zafer Hıdıroğlu, Bursa Milletvekili, onda sıra; ama, Sayın Hıdıroğlu,
Bursa kontenjanı tamamlandı, süreniz içinde kalırsanız çok daha
iyi olur. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Süreniz
beş dakika.
ZAFER
HIDIROĞLU (
Sayın
Başkanım, Kırşehir türküsünden bir alıntı yaparak başladınız. Ben
de Fuzulî’den bir alıntı yapayım izninizle: “Söylesem tesiri yok,
sussam gönlüm razı değil.” diyor. Şimdi, aynı şeyleri konuşmanın
fazla bir anlamı yok. İş mecrasından çıkıyor, yasayla ilgisiz hâle
geliyor, başka başka yerlere gidiyor. Biz de mecburen başka başka
yerlere giden konularla ilgili halkımızı aydınlatmak için cevap
vermek zorunda kalıyoruz.
Değerli arkadaşlar, tarımdan bahsederken sadece
iki net cümle söyleyeyim. Tarım Bakanlığının bütçe kitapçığı çıktı,
isterseniz orada bakın. Gayrisafi millî hasıla artışımız 21’den 38
milyar dolara çıktı, işçi azalmasına rağmen. Çünkü, Avrupa’da ortalama
bir çiftçi başına, affedersiniz, kırk elli inek düşerken, Anadolu’da
bir iki tane düşüyor ve onlar da çiftçi sınıfına giriyor. Yani, biz,
bu modern uygulamaya ayak uydurup bir şeyler yapmışız, hem gayrisafi
millî hasıla artışımız 2 katına çıkmış neredeyse hem de oradan işçi
istihdamı sanayiye doğru kaymış.
BAYRAM
ALİ MERAL (
ZAFER
HIDIROĞLU (Devamla) – Bunun tenkit edilecek hiçbir tarafı yoktur
ve ihracatımız da 4 milyar dolardan 8 milyar dolara çıkmış, 2002’ye
göre 2005’te.
HÜSEYİN
EKMEKCİOĞLU (Antalya) – Onun için mi cari açık arttı?
ZAFER
HIDIROĞLU (Devamla) – Şimdi, boş boş konuşmanın fazla bir yararı
yok.
Ben
şunu da söyleyeyim, yine bir düşünürün sözü: “Testiyi ister denize
daldırın ister kuyuya daldırın, aynı miktar su alır.” Yani, ama, halkımızın
kafasını karıştırmalara karşı da bir şeyler dememiz lazım.
Şimdi,
değerli arkadaşlar, basın yayın kuruluşlarına da biraz haksızlık
oluyor. Demin reklamdan bahsetti. Şimdi, onların herhâlde ekmek kapısına
mâni olma gibi bir durum oluyor. Çünkü, parayla yaptıracak oldukları
reklamı burada herhâlde bu şekilde yaptırmış da oluyorlar. Bunun da,
ben, rekabet açısından yanlış bir uygulama olduğunu düşünüyorum.
Şimdi,
değerli arkadaşlar, ismimi de kullanarak Hüseyin Bey dedi ki: “İşte,
Bursa’ya nasıl gideceksin?” Şimdi, Bursalılar da bizi izliyor, Türkiye
de bizi izliyor. Bursa’da birçok fabrika var böyle, hatta bahsettiğiniz
fabrikanın yanında da birçok fabrika var, başka yerlerde de var. Sanayici
arkadaşlarımız bize telefon ettiler. Zamanında buralara yerleşilmiş,
aynen nasıl büyük şehirlerin özellikle kenar mahallelerinde yüzde
80’lere varan kaçakları yıkamayacağımıza göre, bunları yasal hale
getirmek, yasa dışı olmaktan kurtarmak için bunlara bir süre veriliyor.
Bu süre içinde evraklarını hazırlayanlar… Ki “Ne zaman hazırlayacak?”
dedi bir arkadaşımız. Bunun için on beş gün süre verilmedi, bir sene süre
verildi. Yani, bir arkadaşımız çıkıyor, bu süre uzun, diye tenkit
ediyor. Yine, aynı gruptan bir arkadaşımız çıkıyor “Bu sürede bunu
nasıl yapacaklar?” diyor.
Şimdi, onun için, net olmak lazım. Bu fabrikada 1
milyonun üzerinde –istihdam- işçi çalışıyor. Yok, biz, onu yıkalım,
gerekirse tazminatını verelim… Böyle bir şey yok.
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) – Nerede 1 milyon, nerede?
ZAFER HIDIROĞLU (Devamla) – Çözüm üretme yeridir
burası. Çözüme destek olmayanlar…
NECATİ UZDİL (Osmaniye) – Topu topu 150 kişi çalışıyor.
YÜCEL ARTANTAŞ (Iğdır) – Faizi var, SSK’sı var… Nereden
çıkarıyorsunuz bunları?
BAŞKAN – Müdahale etmeyin arkadaşlar.
ZAFER HIDIROĞLU (Devamla) – Bakın, yine, ünlü
bir düşünür Goethe’nin sözü; diyor ki: “Çözümde yer almayanlar, sorunun
bir parçası olur.” Siz, sorun olmayın. Çözüm için halk gönderdi sizi
buraya. Yani, biz, çözüm için… Bu önerinin dışında, çözüm için bir öneriniz
varsa bunu söyleyin. Öneriniz yoksa, hep bir ağızdan farklı farklı
seslerden konuşma bizi yolumuzdan engelleyemeyecektir.
MUHARREM KILIÇ (Malatya) – Bu fabrikada kaç kişi
çalışıyor, bir daha söyler misiniz?
ZAFER HIDIROĞLU (Devamla) – Benim, süremi de tam
kullanmama gerek yok. Arkadaşlarım gerekeni söyledi. Halkımız da
bu yasayı sabırsızlıkla bekliyor. İnşallah, bu gece bitirilecek.
Bir gün önceyi bile bekliyorlar.
HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU (Antalya) – El insaf!
ZAFER HIDIROĞLU (Devamla) – Hayırlı uğurlu olsun.
Teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Zafer Bey, teşekkür ediyorum. Sedat Kızılcıklı’dan
alacaklısınız.
Şimdi, soru-yanıt bölümüne geçiyoruz, onun süresi
on dakika.
İlk soru, bu sefer Ahmet Bey değil, Şanlıurfa Milletvekili
Turan Tüysüz?
Feridun Ayvazoğlu? Yok.
FERİDUN AYVAZOĞLU (Çorum) – Buradayım Sayın Başkan.
BAŞKAN – Burada mısınız?
Buyurun Feridun Bey. Daha sonra İbrahim Özdoğan…
FERİDUN AYVAZOĞLU (Çorum) – Sayın Başkan, aracılığınızla,
Sayın Bakana şu soruyu yöneltmek istiyorum ve inanıyorum ki, samimi
cevaplandıracaktır.
Yürürlüğe girecek olan bu teklifin 6’ncı maddesiyle
eklenecek olan geçici madde 3 dolayısıyla baypas edilmeye çalışılan
yargı kararının yok sayılarak “Alınması gerekli ruhsat ve izin gibi
işlemler iki yıl içerisinde tamamlanıncaya kadar başvuru sahipleri
faaliyetlerine devam ederler.” diyerek, iki yıl süresince yasaya
aykırı bir şekilde ve açık bir şekilde suç işlemeye devam edilecek.
Bu durumun adı -kim ne derse desin- Cargille bir örtülü af değildir
de nedir?
Sayın Bakan, bunu vicdanınız rahat olarak cevaplamanızı
diliyor, saygılar sunuyorum.
BAŞKAN – İbrahim Özdoğan.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum) – Teşekkür ediyorum
Sayın Başkanım.
Yine, Sayın Bakanıma gıda zehirlenmesiyle alakalı
bir soru soracağım. Herhâlde meslek olarak da bu benim ilgimi çekiyor,
eczacıyım, toksikoloji dersi okuduk.
Sayın Bakan, az önce, Gıda Kanunu’nun çıktığından
bahsettiniz. Doğru, hep birlikte bu Kanun’u çıkardık ve böylece, Sağlık
Bakanlığındaki Gıda Kontrol Dairesini Tarım Bakanlığına bağladık.
Bu böyle olmasına rağmen, bu daireye bağlı uzman personelin, Tarım
Bakanlığındaki bu alanla ilgili döner sermaye yokluğundan dolayı
Tarım Bakanlığına geçişi yapılmadı. Dolayısıyla, gıda
kontrol alanında uzman personelden yoksun durumda kaldı bu daire. Siz
5 bin kişiden bahsettiniz, ama, ben bu rakamın uzman bazında 2 bin civarında
olduğunu öğrendim veya biliyordum.
Sorum şu: Gıda kontrol alanında bu personelin niteliksel
durumu nedir? Mesela kaç gıda mühendisi, kaç veteriner hekim, kaç
biyolog, kaç kimyager veya kimya mühendisi, kaç gıda teknisyeni vesaire
vardır?
İkinci sorum: 2006 yılı çiftçilere ödenmesi gereken
doğrudan gelir desteği paraları çok geciktirildi, çiftçi çok perişan.
DGD paralarını ne zaman ödeyeceksiniz?
Son sorum: Türkiye bir tarım ülkesi. Millî ekonomimizin
temeli, Atatürk’ün deyimiyle, ziraattır. On binlerce boş ziraat mühendisi
vardır. Bu ziraat mühendislerimizi tarım alanında irtibatlandırmak
için orta veya uzun vade için bir projeniz var mı?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Turan Tüysüz.
TURAN TÜYSÜZ (Şanlıurfa) – Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan.
Ben de, Sayın Bakana, 3083 sayılı Yasa çerçevesinde
toprak reformu bünyesinde olan arazilerin… Bu yasa, vurgulamak istiyorum,
sadece Urfa’da uygulanan bir yasa, Urfa ilinde uygulanan bir yasa.
Reform bünyesinde olan bu arazilerin satışıyla ilgili bir yasa çıkardık
geçen yıl. Bu yasa çerçevesinde, zilyet hakkına sahip olan arazi sahiplerine
bu arazilerin geri verilmesi veya satışının yapılmasıyla ilgili
bir kanun çıkardık burada. Yalnız, çıkarırken buna bir süre koyduk.
Bu süre zarfında, sadece Urfa bölgesinde iki arkadaşımıza bu satış
yapılabildi, diğer çiftçilere bu satış yapılmadı. Acaba, bununla
ilgili tekrar bir satış yapmayı düşünüyor musunuz? Çünkü, Toprak
Reformu Bölge Müdürlüğü, bu satışların artık kendilerinde olmadığını,
Vakıflar Bölge Müdürlüğüne bu arazilerin devredildiğini ve bunların
Vakıflar aracılığıyla satılacağını, söylüyorlar.
Teşekkür ediyorum, sağ olun.
BAŞKAN – Sayın Ümmet Kandoğan, arkasından Muharrem
Kılıç.
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) – Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan.
Sayın Bakanımız, dün burada “Bakanlık olarak elli
yıldan beri yapılmayan hizmetleri yaptık.” şeklinde bir ifadede bulundu.
Bu ifadeyi yol ve su hizmetlerinden dolayı kullandı. Şimdi, benim
elimde, Sayın Bakanım, sizin Bakanlığınızın iki tane yayını var
elimde, Resmî olarak yayınlanmış Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından.
Şimdi, buradan bu rakamlarla ilgili bir iki bilgi sunmak istiyorum.
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) – Sayın Başkan, soru…Yorum yapıyor.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) – 2003 tarihine kadar,
sizin iktidara gelişinize kadar, Türkiye’de tam 90.460 kilometre
asfalt yol yapılmış ve Türkiye’de yine sizin iktidara geldiğiniz
güne kadar 61 bin köy ve yerleşim bağlı birimlerine içme suyu götürülmüş.
Şimdi, bir Bakan olarak, geçmişte de bu Bakanlıkta
çalışan birisi olarak, bu kadar büyük hizmetler yapan Bakanlığınıza
karşı bu ifadelerinizle bir haksızlık yapmıyor musunuz? Bunu öğrenmek
istiyorum.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Muharrem Kılıç.
MUHARREM KILIÇ (Malatya) – Sayın Başkanım, aracılığınızla
Sayın Bakana bir soru yöneltmek istiyorum.
Malumunuz, bizim devlet sistemimiz, yasama, yürütme,
yargı erkine bağlıdır.
BAŞKAN – Süre doldu, sadece soruyu sorun lütfen.
MUHARREM KILIÇ (Malatya) – Teşekkür ediyorum.
Şimdi, bu güçlerden hiçbir tanesi diğerinden üstün
değildir. Yargı bir karar verdiğini göre, bu kararın yerine getirilmesi
de Anayasa’mızın 138’inci maddesine göre bir Anayasa emri olduğuna
göre, Anayasa emrini yerine getirmemesi, şu anda belki de çoğunlukları
var ancak, ileride anayasal bir suç olarak Sayın Bakanın ve Hükûmetin
karşısına Yüce Divana gitme yolunu açacak bir uygulama olduğuna
göre, Sayın Bakan bunun sonucunu düşünüyor mu acaba? Bunu öğrenmek
istiyorum.
BAŞKAN – Sayın Bakan.
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır)
– Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Başkan, Sayın Ayvazoğlu’nun sorusuyla başlıyorum.
İki yıl boyunca bu geçici madde kapsamında suç işlenmeye devam edeceğini
iddia ediyor ve “Bu, Cargille bir örtülü af değil midir?” şeklinde
bir ifadesi oldu. Bir de benim vicdanımın rahat olup olmadığından
bahsetti.
FERİDUN AYVAZOĞLU (Çorum) – Yargı kararına rağmen
Sayın Bakan.
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır)
– Şimdi, tabii, kuvvetler ayrılığı prensibi var. Yargı kendi sahasıyla
ilgili iş ve işlemleri şu anda sürdürüyor. Ona hiç kimsenin ne müdahale
etme yetkisi var ne de hakkı var.
MUHARREM KILIÇ (Malatya) – Yargının kararını işlevsiz
hale getiriyorsunuz Sayın Bakan.
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır)
– O süreç aynı şekilde devam ediyor, ama, burada, Türkiye Büyük Millet
Meclisi, Anayasa’dan aldığı güçle, Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu bir
konuda bir kanun çıkarıyor, bir yasal düzenleme yapıyor. Bu da, yasamanın
görev alanı içerisindedir ve yasama Meclisi bu görevini, Anayasa’nın
yine kuvvetler ayrılığı, demokrasinin kuvvetler ayrılığı prensibine
uygun olarak bunu yerine getiriyor.
Burada, tabii, sadece Cargill değil, Cargillle
ilgili değildir, değişik defalarda ben bunu ifade ettim, bir kez daha
ifade ediyorum: Yaklaşık 4.500 hektar civarında alanı ilgilendiren,
toplam 20 bin civarında kişi veya kuruluşun veya işletmenin bu Kanun’la
ilgili bulunduğu, bu Kanun’un uygulamasıyla ilgili bulunduğu
açıktır. Biz, bunu hep ifade ediyoruz. Dolayısıyla, bunlarla ilgili
olarak da zaten 2004 Ekiminden sonraya ait biz bir öngörüde bulunmuyoruz,
yani ona ait bir izin yok, bir ruhsat yok. 2004 Ekim tarihinden önce bu
Kanun’un -Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’nun- dışında, toprağın
amacı dışında kullanılmasıyla ilgili bir düzenlemenin şu anda gerekli
mevzuatını oluşturmaya çalışıyoruz. Dolayısıyla, burada, bir kanuni
bir düzenlemedir ve elbette ki bu kanuni düzenlemeyi yaparken,
bu, bizim bir milletvekili arkadaşımızın teklifidir ve bunu yasalaştırmak
yüce Meclisin iradesine bağlıdır. Yüce Meclis, bu tasarıyı oylayıp
eğer gerçekleştirirse, bunu yasalaştırırsa, bu yasalaşmış olacak.
Biz de, burada, Hükûmet üyesi olarak, elbette ki bu konuyla ilgili görevimizi
yapıyoruz, yapacağız ve görevimizi, bu yasama görevimizi yaparken
de, yürütme görevimizi yaparken de, bunu, yasalara, Anayasa’ya uygun
olarak yapıyoruz ve bununla ilgili olarak da vicdanımız tamamen
müsterihtir bu kanuni görevimizi yerine getirirken.
Sayın Başkan, sürem doldu, diğer sorulara yazılı
cevap vereceğim.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, madde üzerinde
iki…
MUHARREM KILIÇ (Malatya) – Sayın Başkan, karar yeter
sayısı…
BAŞKAN –Önergeleri okutalım, ondan sonra.
Madde üzerinde iki önerge vardır; önergeleri önce
geliş sırasına göre okutacağım, sonra aykırılık sırasına göre
işleme alacağım.
İlk önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1252 sıra sayılı Kanun Teklifinin
7. Maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif
ederiz.
|
Mehmet Küçükaşık |
Hüseyin Bayındır |
Salih Gün |
|
Bursa |
Kırşehir |
Kocaeli |
|
Mehmet S. Kesimoğlu |
Nejat Gencan |
|
|
Kırklareli |
Edirne |
|
Madde 7: Bu kanunun 6. Maddesi 1 Aralık 2009 tarihinde,
diğer maddeleri yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN – Şimdi, maddeye en aykırı önergeyi okutup
işleme alacağım.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1252 sıra sayılı Kanun Teklifinin
7. maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif
ederiz.
|
M. Vedat Melik |
Ramazan Kerim Özkan |
Fahrettin Üstün |
|
Şanlıurfa |
Burdur |
Muğla |
|
Atilla Kart |
Erol Tınastepe |
Mehmet Semerci |
|
Konya |
Erzincan |
Aydın |
|
Ali Arslan |
Osman Özcan |
Gürol Ergin |
|
Muğla |
Antalya |
Muğla |
|
Rasim Çakır |
Necati Uzdil |
Orhan Sür |
|
Edirne |
Osmaniye |
Balıkesir |
Madde 7- Bu Kanunun 6. maddesi 1 Ocak 2045 tarihinde,
diğer maddeleri yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN – Komisyon katılıyor mu?
TARIM, ORMAN VE KÖYİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKANI VAHİT
KİRİŞCİ (Adana) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükûmet?
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır)
– Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Önerge sahipleri… Konuşmak istiyorsunuz…
Necati Uzdil, Osmaniye Milletvekili; buyurun
Sayın Uzdil.
Süreniz beş dakika.
NECATİ UZDİL (Osmaniye) – Sayın Başkanım, değerli
arkadaşlarım; önce sizleri saygıyla selamlıyorum.
Ben 2045’i göreceğimi düşünmüyorum, ama, 2045 yılında
da Türkiye Cumhuriyeti devleti var olacak ve tarımla, sanayiyle
uğraşan vatandaşlarımız olacak, gelecek nesillerimiz olacak;
onun için düşünüyorum.
Değerli arkadaşlarım, öncelikle şu yasanın gerekçesine
bir bakalım. Yasa elimizde, lütfen… “Ancak belirlenen altı aylık süre
içerisinde, vatandaşlarımızın bir kısmı çeşitli nedenlerden dolayı
bu düzenlemeden yararlanamamıştır.”
Değerli arkadaşlarım, birinci sınıf tarım arazisine
sanayi tesisi kuran, kurabilecek kapasitede olan bir vatandaşın
veya şirketin, bu yasayı, gün gün, hazırladığı günden, komisyonlardaki
geçen günden burada görüşülen güne kadar izlememesi mümkün mü? Eğer
bunu izlemiyorsa, bu kadar kapasitesiz bir insana da, bırakın bir
sanayi tesisi yaptırmayalım, yıkalım diyorum.
Değerli arkadaşlarım, vatandaşımızın ilgisi
yok bununla. Bununla, günlerdir söylenen malum şirketin ilgisi
var. Vatandaşsa gelsin, yüreğimizi yesin, ortaya koyalım, vatandaşımız
yesin.
Değerli arkadaşlarım, yine, şurada hemen okumak
istiyorum: “Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu yasalaşarak
yürürlüğe girmiş olmasına karşın, halkımıza tanıtımının yapılmadığı
belirtilmiştir.”
Değerli arkadaşlarım, bu yasa, övünülen, devrim
niteliğinde bir yasa. Ama, maalesef, altı ay geçmiş, on altı ay geçmiş,
bu yasadan benim vatandaşımın haberi yok. Çünkü… Niye yok? Tarım Bakanlığı
diye bir bakanlığın elini kolunu bu Bakan bağlamıştır da onun için
haberi yok. Köylere kadar teşkilatı olan, personeli olan bu Bakanlık,
maalesef, bu Bakan zamanında eli kolu bağlı hale getirilmiştir.
Tanıtım yapılmamış. Kimin görevi? Görevini yapmayanlar
düşünsün. Tüzük hazırlanmamış. Görevini yapmayanlar düşünsün.
Değerli arkadaşlarım, bu yasa, güya, uygulamada
ortaya çıkan aksaklıklar nedeniyle getirilmiş. Uygulanmadı ki
eksiklikler ortaya çıksın sevgili arkadaşlarım. Uygulayacak kurum
yok, kurum. Komisyonda görüşülürken, bu yasa hangi teşkilat tarafından
hayata geçirilecek dediğimizde, bize söylenen söz aynen bu, tutanaklarda
var: “Kırsal Kalkınma Genel Müdürlüğünü kuracağız, o Genel Müdürlük
bunu yürütecek.” Sevgili arkadaşlarım, şimdi ne oluyor? Şimdi, Bakanlık,
yetkisini bile valilere veriyor; çünkü, bu yetkiyi kullanmaktan
korkuyor, bürokratını öne sürüyor.
Değerli arkadaşlarım, geçici 3’üncü maddeye
dikkat edin. Bir yıl içinde müracaat edecek, iki yıl içinde de hazırlık
yapacak evraklar için, “1+2=3” değerli arkadaşlarım. Üç yıl bir firmaya
gün kazandırmaktalar. Yasanın verdiği karar nedeniyle, bu şirketlerin,
bu işleri, bu ruhsatları alma şansı yok; ama, yükü üzerlerinden atmak
için şirkete üç yıllık süre tanımaktalar. O zaman gelin şöyle yapalım:
20 bin tane tesis varmış bu şekilde, 20 bin tesis müracaat edene kadar
gelin süreyi uzatalım, öyle mi diyelim? Değerli arkadaşlarım, 20
bin tane bu şekilde ihlal de yok. Eğer bu ihlali yapan 20 bin tane sanayici
olsa, gelir müracaat ederdi. Bu “20 bin” lafının arkasına sığınmayalım.
Öyle 1 milyon işçi mişçinin de arkasına sığınmayalım. Cargillde
çalışan işçinin toplamı yaklaşık 150 bin kişi. Ne “1 milyon kişi çalıştırıyor
şirketler” diye laf atıyoruz?
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elâzığ) – 150 bin kişi az mı?
NECATİ UZDİL (Devamla) – Değerli arkadaşlarım,
bu kanun kesinlikle devrim yasası falan değil. Öyle çıkıp da “devrim
yasası” demeye kimsenin hakkı yok. Lisanslı Depoculuk Yasası’nı
çıkardınız. Devrimi siz kendi kendinize yaptınız.
BAŞKAN – Toparlayın lütfen.
NECATİ UZDİL (Devamla) – Benim vatandaşımın, benim
köylümün, benim çiftçimin devrimin “d”sinden haberi bile yok burada,
haberi…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Necati Bey, sürenizi aştınız, toparlayın
lütfen. (AK Parti sıralarından “Çok aştı” sesleri)
YÜCEL ARTANTAŞ (Iğdır) – Aşmadı.
NECATİ UZDİL (Devamla) – Değerli arkadaşlarım,
iki cümleyle toparlamak istiyorum.
Devrim mevrim yapmadınız. Devrimi, siz, kendinize
göre yaptınız. Sizin, çiftçi, devrimlerinizin farkında bile değil.
O, devrimlerin de peşinde değil; o, seçim meydanlarında verdiğiniz
sözlerin peşinde arkadaşlarım, o verilen sözlerin peşinde; borçların
yapılandırılmasının peşinde değil, borçların faizinin silinmesinin,
anaparanın taksitlendirilmesinin peşinde.
Değerli arkadaşlarım, mazot desteğinin peşinde
değil çiftçi, yeşil mazotun peşinde, yeşil. Nutuk atılıyordu meydanlarda
“yeşil mazot” diye, şimdi gele geldik, mazot desteğiymiş… Sevsinler!
BAŞKAN – Toparlayalım lütfen.
NECATİ UZDİL (Devamla) – Değerli arkadaşlarım,
çiftçi, sanayi elektriğinin fiyatına tarımsal elektriği getirmenin
peşinde. Böyle devrim olmaz sevgili arkadaşlarım.
BAŞKAN – Necati Bey, toparlayalım.
NECATİ UZDİL (Devamla) – Çiftçi, tütün kotasının
peşinde. Çiftçi, sizin verdiğiniz, “kaldıracağız” dediğiniz tütün
kotasının, pancar kotasının peşinde sevgili arkadaşlarım.
BAŞKAN – Necati Bey… Necati Bey, hem konu dışındasınız
hem sürenizi bayağı aştınız. Toparlayın lütfen. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
NECATİ UZDİL (Devamla) – Efendim, sayın sözcüler
“devrim yaptık” diyorlardı. Devrim mi? Türkiye’den ihraç ettiğimiz
pamuğu Yunanistan’dan ithal eder hâle düştük. Bu mu devrim sevgili arkadaşlarım?
MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) – Konumuz dışında ama!
NECATİ UZDİL (Devamla) – Tarımsal kredilerde
eğer devrim buysa, vatandaşlarım karar versin. Tarımsal kredilerde
Ziraat Bankası ve tarım kredi kooperatifleri sevgili arkadaşlarım…
BAŞKAN – Lütfen toparlayalım.
NECATİ UZDİL (Devamla) – Toparlıyorum efendim,
son cümlem.
Memur
kefil istiyor. Memur kefil istiyor.
Niğde’den
arkadaşım arıyor, diyor ki: “Ürünümün fiyatı elektrik fiyatına yetmedi.”
Telefon numarasını bildiriyor, köyünü, adını, adresini bildiriyor
değerli arkadaşlarım.
BAŞKAN
– Toparlayalım lütfen.
NECATİ UZDİL (Devamla) – Merak etmeyin, son cümlem.
Değerli arkadaşlarım, bu şekilde tarım topraklarının
başka amaçla kullanılmasına imza atan Bakanlar Kurulu ve milletvekillerini
bu millet cezalandırdı.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Toparlayın lütfen.
NECATİ UZDİL (Devamla) – O zaman karşı çıktığınız
için sizi getirdi.
BAŞKAN – Lütfen toparlayın.
NECATİ UZDİL (Devamla) – Şimdi sizi cezalandıracak,
karşı çıkanlar gelecek buraya. Türk milletinin Türk çiftçisi gelecek,
oturacak.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen toparlayın, lütfen...
NECATİ UZDİL (Devamla) – Size güzellikler diliyorum,
saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz.
Şimdi, karar yeter sayısı talebi vardı.
Karar yeter sayısı arayarak, önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Yok arkadaşlar. (AK
Parti sıralarından “Var, var” sesleri) Elektronik oylama da yapsak
yok, görünen o.
Beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 22.28
YEDİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 22.36
BAŞKAN : Başkan Vekili Ali DİNÇER
KÂTİP ÜYELER : Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Harun TÜFEKCİ (Konya)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 22’nci Birleşimi’nin Yedinci Oturumu’nu açıyorum.
1252 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
VII. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
4.- Bursa Milletvekili Mehmet Altan Karapaşaoğlu'nun; Toprak
Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesi
Hakkında Kanun Teklifi ve Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu Raporu
(2/762) (S. Sayısı: 1252) (Devam)
BAŞKAN – Komisyon yerinde, Hükûmet yerinde.
Teklifin 7’nci maddesi üzerinde Osmaniye Milletvekili
Necati Uzdil ve arkadaşlarının vermiş olduğu önergenin oylamasında
karar yeter sayısı bulunamamıştı. Şimdi, önergeyi tekrar oylarınıza
sunacağım ve karar yeter sayısını arayacağım.
Önergeyi kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar
yeter sayısı vardır, önerge kabul edilmemiştir.
BAŞKAN – Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1252 Sıra Sayılı Kanun Teklifinin
7. maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif
ederiz.
Mehmet
Küçükaşık (Bursa) ve arkadaşları
Madde 7. – Bu Kanunun 6. maddesi 1 Aralık 2009 tarihinde,
diğer maddeleri yayımı tarihinde yürürlüğe girer
BAŞKAN – Komisyon?
TARIM, ORMAN VE KÖYİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKANI VAHİT
KİRİŞCİ (Adana) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükûmet?
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır)
– Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Gerekçe mi okunacak, konuşacak mısınız?
MEHMET KÜÇÜKAŞIK (Bursa) – Konuşacağım efendim.
BAŞKAN – Buyurun Sayın Küçükaşık.
Ama, lütfen, siz de hemşehrilik toleransı istemeyin.
Süreniz beş dakika.
MEHMET KÜÇÜKAŞIK (Bursa) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; sözlerime başlamadan önce hepinizi sevgiyle
selamlıyorum.
Verdiğim önerge üzerinde de konuşacağım; ben de,
tabii, her zamanki gibi Bursalılık kontenjanından faydalanmak istiyorum.
Herhâlde son Bursalı konuşmacı benim bu akşam. Bir de, Bursa’nın yerlisi
olarak da bu hakkımın da olduğunu sanıyorum. Her ne kadar Bursa için
herkes konuşuyor da, ben o şekilde girip söze devam edeyim.
Şimdi, bakınız, neden ben 2009 yılında dedim; çünkü,
bu yasada geçici maddelerde yürürlüğe girişi üç yıl erteleniyor.
Ben de, 1 Aralık 2009 tarihinde dedim; ama, arkadaşlar, her şey çok kolay
tarif ediliyor ve tarihler de değişiyor.
Biraz önce Sayın Hıdıroğlu dedi ki: “1 milyon insan
çalışıyor, istihdam ediliyor.” İnsaf! Meclisin de bir kubbesi var,
gök kubbede de var. Yani Cargillde kaç insan çalıştığını herkes biliyor;
bu bir.
ZAFER HIDIROĞLU (Bursa) – Cargill demiyorum ben,
hâlâ takılmışsın orada.
MEHMET KÜÇÜKAŞIK (Devamla) – Cargillle ilgili
konuşmada da… Cargillle ilgiliydi de…
Devam ediyorum: Şimdi, Sayın Bakanımız dedi ki:
“Biz, Cargillle ilgili bu düzenlemeyi vermedik, tam tersi, daha önceden
bu teklifleri verdik.” Sayın Altan Karapaşaoğlu da NTV’deki bir canlı
yayında demişti ki, herkesin huzurunda: “Ben, 2 Şubat 2006 tarihinde
bu teklifi verdim.” Ben de göstermiştim. Şimdi, bakın Sayın Bakanım
her şeyi tek tek gidelim:
1) Danıştay 10.
Dairesi 8 Şubat 2006 tarihinde oy birliğiyle yürütmeyi durdurma
kararı verdi. Gösteriyorum.
2) Sayın Altan Karapaşaoğlu, 22 Şubat 2006 tarihinde,
Adalet ve Kalkınma Partisi, TBMM Grup Başkanlığına 1102 sayı ile bu
kanun teklifini verdi. Öyle mi? Ama, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu,
bunu, ne yazık ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunmadı.
3) 10 Nisan 2006 tarihinde Başbakanlıkta, Tarım
ve Köyişleri Bakanlığına yazılmak üzere, Başbakanlık danışmanları
ve Cargill yetkililerinin katıldığı toplantı düzenlendi. 10 Nisan
2006!
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) – Kaçıncı baskı ya!
MEHMET KÜÇÜKAŞIK (Devamla) – Doğrultuyorum işte.
Haa, öğrenin diye söylüyorum. Kaçıncı baskı!..
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) – Konuşacak bir şeyiniz kalmadı.
MEHMET KÜÇÜKAŞIK (Devamla) – Var… Var… Geliyor.
MUHARREM KILIÇ (Malatya) – Anlamıyorlar, bir daha
söyle.
BAŞKAN – Müdahale etmeyin arkadaşlar. Müdahale
edip uzatmayalım.
MEHMET KÜÇÜKAŞIK (Devamla) – Ve AKP Grup Başkanlığı,
13/4/2006 tarihinde… Bakın, bu kaşeler sizin değil mi, bu tarihler?
BAŞKAN – Siz, Genel Kurula hitap edin lütfen.
MEHMET KÜÇÜKAŞIK (Devamla) – 13/4/2006 tarihinde
de bunu Türkiye Büyük Millet Meclisine gönderdi.
Şimdi, tarihlere baktığımızda, kimin, hangi tarih…
ÜNAL KACIR (İstanbul) – Kaç tarihinde?
MEHMET KÜÇÜKAŞIK (Devamla) – 13/4/2006.
Bakın, sizin kaşeleriniz bunlar, benim değil, sizin
kaşeleriniz bunlar; bu bir.
ÜNAL KACIR (İstanbul) – Görünmüyor.
MEHMET KÜÇÜKAŞIK (Devamla) – Haa, o zaman, bakın,
bir daha göstereyim…
İkincisi: Şimdi, Sayın Sedat Kızılcıklı da, Sayın
Bülent Ecevit Hükûmetinin, yani, 57’nci Hükûmet zamanında prensip kararını
devam ettirdi.
Şimdi, ben size bir prensip kararı daha okuyorum:
“Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar Genel Müdürlüğü,
Ankara.
Çevre
ve Orman Bakanlığına. Tarih:
Söz
konusu Bakanlar Kurulu prensip kararı halen yürürlükte olduğundan,
uygulamanın prensip kararına göre yapılması hususunda gereğini
rica ederim.
Recep
Tayyip Erdoğan
Başbakan”
Bunlar
da var. Yani, siz, hiçbir şeyi kimse bilmiyor, biz yaparız, her şey saman
altında kalır, yastık altında kalır diyorsanız, yok arkadaşlar.
Her şey herkesin eline geçiyor, herkes de bunları veriyor. Sayın Başbakan
da bu prensip kararının yürürlükte olduğunu ve gereğinin yapılmasını
söylüyor. Niye? Çünkü, Bursa Barosunun Cumhuriyet Başsavcılığına
şikâyeti üzerine, Çevre ve Orman Bakanlığı “Ne yapacağız?” diye Başbakanlığa
soru sordu. O sorunun cevabı olarak da, “Prensip kararı yürürlüktedir.”
diyor.
Haa,
istiyorsanız, daha da başka şeyler söylerim. Sayın Başbakan ve bakanlar
hakkında, gerek Bursa Barosu tarafından tazminat istemiyle dava
açıldığını, hangi mahkemelerde devam ettiğini, hukuk mahkemelerinin
hangi aşamalarda olduğunu da söyleyelim ya da Cumhuriyet Savcılığına
yapmış olduğu yargı kararlarını yerine getirmemesi nedeniyle
yapılan şikâyetlerin ne olduğunu da belirtelim. Onların da tarih,
numaraları var.
Bakınız
arkadaşlar, burada yapılmak istenen çok net bir şey var. İki şey yapılıyor
burada: Bir tanesi, Anayasa’nın 138’inci maddesine aykırı olarak
yargının verdiği karar yasama Meclisi ve Hükûmet tarafından bertaraf
edilmek isteniyor ve yasama Meclisi de burada kullanılıyor. Anayasa’ya
açıkça aykırılık var, bu bir.
İkincisi,
burada, kim ne derse desin, örtülü bir af var. Yani, yargı kararlarıyla
ruhsatları iptal edilen işletmelere, biz, yeniden yasal düzenleme
yaparak af getiriyoruz. Af ise, Anayasa 87 gereği, nitelikli çoğunluk
gerektirir. Biraz önce 6’ncı maddedeki oylama esnasında nitelikli
çoğunluk aranmadı. Yani, 330 gerektirir, af düzenlemesi olduğu
için. Bu da, açıkça Anayasa’ya aykırıdır. Yine, ikinci bir Anayasa’ya
aykırılık var. Bu yüzden iki Anayasa’ya aykırılığı birden işlediniz.
Sayın Grup Başkan Vekili Eyüp Fatsa dedi ki…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Toparlayalım lütfen.
MEHMET KÜÇÜKAŞIK (Devamla) – Dur, daha ben yeni
başladım. Tüm Bursalıların herhâlde üç dört dakika bir kontenjanı oldu.
Ben o kadar kullanmayacağım Sayın Başkanım, sizi de zor durumda bırakmayacağım.
BAŞKAN – Sayın Küçükaşık, siz, Zafer Hıdırıoğlu’nu
örnek alın, diğerlerini almayın; o, süresinde konuştu.
MEHMET KÜÇÜKAŞIK (Devamla) – Tamam, öyle yapayım
ben, öyle yapayım.
Şimdi…
ZAFER HIDIROĞLU (Bursa) – Karıştırdın…
MEHMET KÜÇÜKAŞIK (Devamla) – Yok, karıştırmadım.
Bir tek şey söyledi, dedi ki: “Niçin bazı şeyleri
polemik gösteriyorsunuz?” AKP İl Başkanlığının düzenlediği kongreye,
o profesörü, Mustafa Kemal Atatürk hakkında laf söyleyen profesörü
kim çağırdı?
EYÜP FATSA (Ordu) – Ya, gereği yapılmıştır!
MEHMET KÜÇÜKAŞIK (Devamla) – Kim çağırdı?
EYÜP FATSA (Ordu) – Ne demek?
MEHMET KÜÇÜKAŞIK (Devamla) – Yahu, Allah aşkına,
Türkiye’de başka profesör yok mu da getirdiniz Atatürk’e hakaret edecek,
Atatürk’ün heykellerini kaldırmak isteyecek profesörü AKP’nin İzmir’deki
konferansına çağırıyorsunuz?
EYÜP FATSA (Ordu) – Sana ne?
MEHMET KÜÇÜKAŞIK (Devamla) – Vakıflar Kanunu’nda,
burada yine aynısını söyledim. Birlik Vakfınının yayınlamış olduğu
İnternet sayfasında bir tebliğ var, tek bir tebliğ var.
EYÜP FATSA (Ordu) – Var…
MEHMET KÜÇÜKAŞIK (Devamla) – Orada da, “Türkiye
Cumhuriyeti”, “Türk”, “Türk ulusu” kelimelerinin kullanılması yasaktır,
diyor. Kaldırın bunu, diyor. Bunu mu buldunuz bula bula? Başka bir
şey bulmuyor musunuz?
Yine, Türkiye Cumhuriyeti’nin Türk milleti ve
ulus fikri, milliyetçilik fikri…
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) – Konuya gel konuya…
BAŞKAN – Özkan Bey, siz müdahale etmeyin, uzatmayalım,
ben ediyorum.
MEHMET KÜÇÜKAŞIK (Devamla) – … laiklik ortadan
kalkmıştır diyen…
BAŞKAN – Lütfen toparlayın.
AHMET YENİ (Samsun) – Ne alakası var?
MEHMET KÜÇÜKAŞIK (Devamla) – Yapmayın… Yani, yapmayın…
Müsteşar başka bulamadınız mı? (AK Parti sıralarından gürültüler)
Biraz suçu da kendinizde arayın, biraz suçu kendinizde arayın. Niye
sizinle bunların yolları örtüşüyor da başka kimseyle yolları örtüşmüyor.
Buna dikkat edin.
Saygılarımla. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Yine de fazla istismar etmediniz süreyi,
az geçtiniz, teşekkür ederiz.
Şimdi, önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Görüşmelerini tamamladığımız 7’nci maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.
8’inci maddeyi okutuyorum:
MADDE 8.- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu
yürütür.
BAŞKAN – Madde üzerinde söz alanlar:
Gruplar adına: Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
Feridun Ayvazoğlu, Çorum Milletvekili; Anavatan Partisi Grubu
adına İbrahim Özdoğan, Erzurum Milletvekili; Adalet ve Kalkınma
Partisi Grubu adına Eyüp Fatsa, Ordu Milletvekili.
Şahısları adına söz alanlar: Bir, Mevlüt Akgün, Karaman
Milletvekili; iki, Ahmet Rıza Acar, Aydın Milletvekili; üç, Atilla
Kart, Konya Milletvekili.
MUHARREM KILIÇ (Malatya) – Onbeş dakikada konunun
bitmesi mümkün değil.
BAŞKAN – Efendim?
ALİ TOPUZ (İstanbul) – Yetişmez artık.
MUHARREM KILIÇ (Malatya) – Bütünlüğü bozulur
maddenin.
BAŞKAN – En azından bir arkadaşımız konuşabilir.
O yüzden, Sayın Feridun Ayvazoğlu’nu kürsüye çağırıyorum.
Süreniz on dakika Sayın Ayvazoğlu.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Feridun Ayvazoğlu,
Çorum Milletvekili.
CHP GRUBU ADINA FERİDUN AYVAZOĞLU (Çorum) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; iki haftadır bu teklif üzerinde
konuşmalar yapılıyor, tartışmalar yapılıyor ve hâlâ, bu teklifi
yüce Meclisin huzuruna getiren Sayın Bursa Milletvekili Altan Karapaşaoğlu
ve diğer konuşmacıların anlatımları da şunu gösteriyor ki, bu teklif
bir Cargill teklifidir. Bu teklifin, öncelikle bu arkadaşımız tarafından
getirilmiş olması ve Bursa Milletvekili olmuş olması, Cargillin
de Bursa’ya bağlı Orhangazi ilçesi sınırlarında ve İznik ilçesini
yakından ilgilendiren bir firma olduğu gerçeği karşısında, “bunun
Cargillle ilgisi yoktur” gibi bir savunmanın kabul edilebilmesi
mümkün değildir. Bir defa, burada, birbirimizi kandırmaya çalışmayalım.
Bir diğer husus çok önemli: Başbakanlık Hukuk Müşavirliği
tarafından Tarım ve Köyişleri Bakanlığına tavsiye niteliğinde
alınan kararın gönderilmesinde, çok açık bir biçimde, gerek Cargillin
temsilcisinin bulunduğu toplantı yapılıyor gerekse bu tavsiye
kararında, tavsiye yazısında, Mustafa Çetin (Başbakanlık Müsteşar
Yardımcısı)’in yazısında, bu sorunun, yani Cargillle ilgili sorunun
nasıl çözüleceği şeklinde yol gösteriliyor. Bir defa, bunların
ikisi; Sayın Bursa Milletvekilinin özellikle bu teklifi getirmesi
ile yine Başbakanlık Hukuk Müşavirliğinde yapılan görüşme sonucu
alınan tavsiye kararının Tarım ve Köyişleri Bakanlığına iletilmesindeki
açık yazı, bunun, hiçbir şekilde, aksini ispat edemeyecek şekilde
açıkça ortaya koyduğu gerçeğiyle karşı karşıyayız.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, bu süreç nasıl çalıştı?
Bu süreç, 1998 yılında, Cargillin, dediğimiz bölgede, şu andaki bölgede
temelinin atılmasıyla bugüne kadar bu süreç çalıştı. Ve esas bu sürecin
başlangıcı da, yine ilk kez Cargillin yatırımına olanak sağlayan
İznik Gölü Çevre Düzen Planı’nın Danıştay 6. Dairesi tarafından
2002 tarihinde iptal edilmesiyle başlıyor. Bu hukuk süreci bu şekilde
başladıktan sonra devam ediyor. Şimdi, 2002 yılında 6. Dairenin kararıyla
iptal ediliyor, hemen peşinden Hükûmet harekete geçmek suretiyle
yeni bir yasa çıkartıyor. Özel Endüstri Bölgesi şeklindeki çıkartılan
Yasa’yla da, Cargill üretimine devam edebilme olanağı sağlıyor ve
bunun devamında, başta Bursa Barosu olmak üzere sivil toplum örgütlerinin
şikâyeti üzerine Danıştaya olay geliyor ve Danıştay 10. Dairesi tarafından
da, hepimizin malumu olduğu ve artık konuşa konuşa hiçbir kimsenin
inkâr edemeyecek duruma geldiği noktada, Danıştay 10. Dairesi de
yürütmenin durdurulması kararını veriyor. Yürütmenin durdurulması
kararını verdikten sonra, bu defa Hükûmetimiz, yetkililer, AKP iktidarı
tekrar devreye giriyor ve Cargillin ne şekilde faaliyetini yürütebilmesine
olanak sağlayabiliriz diye, o kadar uğraş sonucu, bu karşımızdaki
teklifi yüce Meclisin huzuruna getiriyor.
Şimdi, bu sürece, hukuksal sürece baktığımızda,
bir kez daha, birbirimize yalan söylemenin anlamı olmadığını,
birbirimizin gözlerine bakarak kabul etmemiz gerekir.
Değerli arkadaşlarım, burada, Cargillin teklifi
olduğuna dair, artık hiçbir şekilde su götürmez noktada, hepimiz
kabul edeceğiz. Ondan sonra, birbirimizi ve buradan sanayicilerimize
mesaj göndermek suretiyle de sanayicilerimizi kandırmaya çalışmayalım
ve sanayicilerimiz de, arkadaşlarımız da, değerli üreticilerimiz
de buna aldanarak, yaa, böyle olumlu bir yasaya Cumhuriyet Halk Partisi
neden karşı çıkıyor gibi bir intibaya kapılmasın. Buradan sesleniyoruz,
Cumhuriyet Halk Partisi olarak sesleniyoruz: Bu, kesinlikle, şu andaki
iyi niyetli sanayicilerimizi ilgilendiren, onlara olanak sağlayan
bir yasa teklifi değildir. Bunun kökeninde, bunun temelinde, bunun
sebebinde IMF’nin ve ABD’nin dayatması sonucu nişasta bazlı şekerin
üretimine olanak sağlayan Cargillin üretimine meydan vermek için
örtülü bir affın getirilmesidir.
Değerli arkadaşlarım, burada söylenilen ve arkadaşlarımızın
özellikle dile getirdiği Anayasa’mızın 2’nci maddesindeki hukuk
devleti anlayışının, devamında 138’inci maddedeki yargı kararlarının
hiçbir şekilde yasama organı tarafından değiştirilmemesi gerektiği
noktasında, eğer biz bunları göz ardı edersek, inanalım ve bilelim
ki, burada bulunan arkadaşlarımız vicdanen sorumlu olacaklardır,
tarih önünde sorumlu olacaklardır. Ama, en önemlisi, bu karara sebebiyet
verecek, bu yasa teklifine sebebiyet verecek ve yasalaşması için
uğraş veren Hükûmetin yetkilileri ve Sayın Bakan, bundan sonra, bu
yasadan sonra Anayasa suçu işlemiştir diyerek gideceği yeri her
hâlde biliyordur. Onun adının Yüce Divan olduğunu, bilmiyorum, söylemeye
gerek var mıdır değerli arkadaşlarım?
Bu yasa teklifi kesinlikle Anayasa’ya aykırıdır.
Altını çizerek söylüyorum: Bu yasa teklifine, lütfen, siz, milletvekilleri
olarak özgür iradenizle, milletin adına vekillik yapan milletvekilleri
olarak bu teklife müsaade etmeyiniz. Biz, Cumhuriyet Halk Partisi
olarak, bundan sonra da aynı şekilde, hukuksal bir biçimde, demokrasinin
verdiği bütün olanakları kullanmak suretiyle, bu teklifin yasalaşmaması
için elimizden geleni yapacağımızın bilinmesini istiyoruz.
Değerli arkadaşlarım, gerçekten, büyük bir hukuk
katliamı yapılmaktadır, yapılmak üzeredir. Lütfen, bu söylediklerimizi,
Cumhuriyet Halk Partisi muhalefet gereğince söylüyor anlayışını
bir tarafa bırakınız. Elinizi vicdanınıza koyarak, böyle bir yasanın
ülkemize ne getirebileceğini, Bursa’ya ne verebileceğini, Bursa’nın
ilçelerine, Orhangazi’sine ne verebileceğini, ama, bunun karşıtında
neler veremeyeceğini çok iyi hesap edelim. İznik Gölü’nün sularının
kullanılmasından tutunuz, çevreye verebileceği zararların nerelere
kadar gidebileceğini tahayyül edebiliyor musunuz?
Gittikçe değişen ve ekolojik dengenin her geçen
gün daha da kötüye gittiği bu dünyamızda, biz de Bursa gibi, Türkiye’mizin
göz bebeği olan illerimizden biri olan Bursa gibi, Bursa’mızın sınırlarında
bulunan Orhangazi’deki böyle bir firmaya izin vererek, izin verme
olanağı sağlayarak, İznik Gölü’nün de harap olmasına, harap edilmesine
imkân vermeyelim, fırsat vermeyelim. Zaten, Cargillin bünyesinde
NBŞ, yani nişasta bazlı şekerin üretilmesine dönük olmak, dolayısıyla
Türkiye'de 5 tane yasal firmanın olduğunu, üretici olduğunu biliyoruz
ve bunların da, nişasta bazlı şekerin Türkiye'ye zarar verdiğini,
Türkiye'nin üretiminde tarımın temeli olan şeker pancarının üretimine
zarar verdiğini hepimiz biliyoruz. Bu nişasta bazlı şekerlerin
kaçak olarak yurda girmesinden tutunuz da, kullanıldığı gıda sektöründe
kansere sebebiyet verdiğini, bazı hastalıklara sebebiyet verdiğini
de biliyoruz. Bunları bile bile, geliniz, hiç olmazsa böyle bir teklifle,
böyle bir üretime meydan verebilmek için, Cargill gibi, kökeni
ABD’ye dayanan ve emperyalizmin, sömürgenin uzantısı olan böyle bir
yasa teklifini, bizler, bu Meclisten, yüce milletin Meclisinden geçirmeye
fırsat vermeyelim.
Değerli arkadaşlarım, gerçekten hukuku katletmek
istemiyorsak, hukuk devletinin ne olduğunu bir kez daha Anayasa
Mahkemesinin kararından, hatıralarımızdan silmeyelim diye belirtmek
istersek, açıkça, 1995 yılında verilen kararla hukuk devleti tarif
ediliyor: “Hukuk devleti, tüm işlem ve eylemlerinin hukuk kurallarına
uygunluğunu başlıca geçerlilik koşulu bilen, her alanda adaletli
bir hukuk düzeni kurmayı amaçlayan ve bunu geliştirerek sürdüren,
hukuku tüm devlet organlarına…”
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir dakika Feridun Bey.
Feridun Bey, siz de eski İznik Savcısı olarak hemşehri
toleransı isteyebilirsiniz, ama süreniz doldu, mümkün olduğu kadar
kısa sürede toparlamanızı rica ediyorum; zaten çalışma süremiz
de dolmak üzere.
Buyurun Feridun Bey.
FERİDUN AYVAZOĞLU (Devamla) – Sayın Başkanım,
bitireceğim.
Teşekkür ederim hatırlattığınız için; doğru.
1986 yılında İznik Cumhuriyet Savcısı idim. İznik Gölü’nün o günkü
güzelliklerini şimdi hafızamıza tekrar getirdik, gerçekten teşekkür
ediyoruz.
“… egemen kılan, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan
kaçınan, insan haklarına saygı duyarak bu hak ve özgürlükleri koruyup
güçlendiren, Anayasa ve hukuk kurallarına bağlılığa özen gösteren,
yargı denetimine açık olan, yasaların üstünde yasa koyucunun da
bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ile Anayasa’nın bulunduğu bilincinden
uzaklaşmayan devlettir.” biçiminde tanımlanmıştır.
Peki, biz gerçekten, hem bu hukuk devleti, yani,
Anayasa’mızdaki 2’nci maddenin belirtmiş olduğu hukuk devletinin
Anayasa Mahkemesi tarafından tarifinden sonra, yine, Anayasa’mızın
138’inci maddesinin ilgili bölümünde yer aldığı gibi, hiçbir merci,
yasama ve idare, yargı kararlarını değiştiremez, geciktiremez,
bu hususta işlem yapamaz diye açık hüküm bulunmuş olmasına rağmen,
Danıştayın vermiş olduğu kararları nasıl oluyor da biz, şimdi yasama
olarak, Anayasa hükmüne rağmen değiştirebileceğiz? Bu olmaz, olamaz.
Değerli arkadaşlarım, biz buna fırsat vermeyelim.
Geliniz, ortada duran ve getirilmek istenilen, bu Meclisten geçirilmek
istenilen Cargill teklifini biz burada reddedelim. Eğer bunu reddetmezsek,
eğer buna yasalaşma imkânı verir isek, az önce dediğimiz, tarih önündeki
vicdani sorumluluk ve hukuksal sorumluluğunuz hiçbir zaman için
bitmeyecektir. Bugün gün yüzüne çıkmazsa, bugün hesabı sorulmazsa,
yarın öbür gün mutlaka bunun hesabının sorulacağını unutmayalım.
Değerli arkadaşlarım, böyle bir teklifin af niteliğinde
olduğunu, örtülü af niteliği taşıdığını bir kez daha ifade etmek
istiyorum. Burada kabul edilebilecek noktada affın ne şekilde
olabileceğini, nitelikli çoğunluğun aranıp aranmayacağı noktasında
da zaten sizin bilgileriniz var. Bu bir tarafa, nitelikli çoğunluk
da olsa, bunun geçmemesi gerektiğini bir kez daha ifade ediyorum
ve sizleri bu teklifin, gerçekten, Cargillle ilgili bir teklif olduğunu
vicdanlarınıza işaret ederek, yüreklerinize nakşederek, bir kez
daha düşününüz, bir kez daha bunun geri alınabilmesi yollarını
araştırınız diyorum.
Bu duygu ve düşüncelerle, Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına ve şahsım adına, yüce Meclisi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Teşekkür ederim Sayın Başkanım. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, kanun tasarı
ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 23 Kasım 2006 Perşembe günü,
alınan karar gereğince saat 14.00’te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati:
23.00