DÖNEM: 22 YASAMA YILI: 4
TÜRKİYE
BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK
DERGİSİ
CİLT
: 126
122
nci Birleşim
29 Haziran 2006 Perşembe
İ Ç İ N D E K İ L
E R
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) TEZKERELER VE ÖNERGELER
1.- Moğolistan Meclis Başkanı Tsend Nyamdorj’un davetlisi
olarak Moğolistan’a resmî ziyarette bulunacak olan Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanı Bülent Arınç’ı temsilen TBMM Başkanvekili Sadık
Yakut’un beraberindeki Parlamento heyetini oluşturmak üzere gruplarınca
isimleri bildirilen milletvekillerine ilişkin Başkanlık tezkeresi
(3/1090)
2.- Moldova Cumhuriyeti Parlamentosu Dış Politika
ve Avrupa ile Bütünleşme Komisyonu Başkanının, Türkiye Büyük Millet
Meclisi Dışişleri Komisyonu heyetini Moldova’ya resmî davetine
icabet edilmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1091)
3.- Pakistan Ulusal Meclis Başkanı Choudhry Amir
Hussain’in, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Bülent Arınç’ı Pakistan’a
resmî davetine icabet edilmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi
(3/1092)
4.- Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Azerbaycan’a
yaptığı resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin Başbakanlık
tezkeresi (3/1093)
5.- Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç’un Birleşik
Arap Emirliklerine yaptığı resmî ziyarete katılacak milletvekillerine
ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/1094)
6.- Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat Başesgioğlu’nun
İsviçre’ye yaptığı resmî ziyarete katılacak milletvekillerine
ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/1095)
7.- Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Cezayir’e
yaptığı resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin Başbakanlık
tezkeresi (3/1096)
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER
1.- Tokat Milletvekili Resul Tosun’un yasama dokunulmazlığının
kaldırılması hakkında Başbakanlık tezkeresi ve Anayasa ve Adalet
Komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Raporu (3/981)
(S.Sayısı: 1198)
2.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve
İbrahim Köşdere’nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa
Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa
Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)
3.- Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine
İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1030)
(S. Sayısı: 904)
4.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Amerika
Birleşik Devletleri Hükümeti Arasında Yayılmanın Önlenmesi Amaçlarına
Yönelik Yardım Sağlanmasının Kolaylaştırılması İçin İşbirliğine
İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/1115) (S. Sayısı:1147)
5.- Bütçe Kanunlarında Yer Alan Bazı Hükümlerin
İlgili Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelere Eklenmesi ve Bazı
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı ve İstanbul Milletvekili Mustafa Ataş ve 9 Milletvekilinin;
Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1219, 2/812) (S. Sayısı:1210)
6.- Orman Mühendisliği, Orman Endüstri Mühendisliği
ve Ağaç İşleri Endüstri Mühendisliği Hakkında Kanun Tasarısı ile
Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu Raporu (1/1073) (S. Sayısı:
1040)
7.- Terörle Mücadele Kanununun Bazı Maddelerinde
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve İçişleri ile Adalet
Komisyonları Raporları (1/1194) (S. Sayısı: 1222)
8.- İzmir Milletvekili Yılmaz Kaya ile Muğla Milletvekili
Ali Arslan’ın; Avukatlık Kanununun 96 ncı Maddesinin Değişikliğine
Dair Kanun Teklifi ile Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu
ve 5 Milletvekilinin; Avukatlık Kanununun 96 ncı Maddesinde Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Adalet Komisyonu Raporu
(2/694, 2/696) (S. Sayısı: 1226)
9.- Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde
Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan
ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1217) (S. Sayısı: 1203)
10.- Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine
İlişkin 8.6.2006 Tarihli ve 5518 Sayılı Kanun ve Cumhurbaşkanınca
Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/1221) (S. Sayısı: 1227)
11.- Hâkimler ve Savcılar Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu
(1/1220) (S. Sayısı: 1217)
12.- İstanbul Milletvekili Gülseren Topuz’un; Karayolları
Trafik Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve Denizli
Milletvekili Ümmet Kandoğan’ın; 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanununun
41 inci Maddesinin (b) Fıkrasının Değiştirilmesi ile İlgili Kanun
Teklifi ile İçişleri Komisyonu Raporu (2/781, 2/785) (S. Sayısı:
1194)
V.- ÖNERİLER
A) DANIŞMA KURULU ÖNERİLERİ
1.- Gündemdeki sıralama ile çalışma saatlerinin
yeniden düzenlenmesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi
VI.- SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Hatay Milletvekili Mehmet ERASLAN’ın, tahsil
edilemeyen vergi miktarına ve işini terk eden mükelleflere ilişkin
sorusu ve Maliye Bakanı Kemal UNAKITAN'ın cevabı (7/14469)
2.- Hatay Milletvekili Mehmet ERASLAN’ın, ücretlilerden,
kurumlardan ve gelir üzerinden alınan vergilerin toplam vergiye
oranına ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Kemal UNAKITAN'ın cevabı
(7/14470)
3.- Antalya Milletvekili Atila EMEK’in, şeker kaçakçılığına
ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Kürşad TÜZMEN’in cevabı (7/14566)
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat
14.00'te açılarak altı oturum yaptı.
Birinci, İkinci ve Üçüncü Oturumlar
Tokat Milletvekilleri
Orhan Ziya Diren ve Feramus Şahin'in yasama dokunulmazlıklarının
kaldırılması hakkında (3/608) esas numaralı dosyaya konu olay 12
Ocak 2005 tarihli 15 ve 16 sayılı kararlarla sonuçlandırıldığından
dosyanın TBMM Başkanlığına geri gönderilmesine karar verildiğine
ilişkin Anayasa ve Adalet Komisyonları üyelerinden kurulu Karma
Komisyon raporu (3/980) (S. Sayısı: 1197), Genel Kurulun bilgisine
sunuldu.
Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen'in Katar'a,
Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi
Eker'in İsrail'e,
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat
Başesgioğlu'nun Çin Halk Cumhuriyetine,
Yaptıkları resmî ziyaretlere katılacak
milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkerelerinin
Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 366 ncı sırasında
bulunan 1213 sıra sayılı kanun teklifinin bu kısmın 5 inci sırasına
alınmasına ilişkin Anavatan Partisi grup önerisinin, yapılan görüşmelerden
sonra, kabul edilmediği,
Açıklandı.
Üç bölüm halinde görüşülmesi kararlaştırılmış
bulunan, Dokuzuncu Kalkınma Planının (2007-2013), (3/1075) (S. Sayısı:
1214), birinci ve ikinci bölümlerinin görüşmeleri tamamlandı;
üçüncü bölümü üzerinde bir süre görüşüldü.
Saat 22.20'de toplanmak
üzere, Üçüncü Oturuma 22.09'da son verildi.
|
|
Nevzat
Pakdil |
|
|
|
Başkanvekili |
|
|
Yaşar
Tüzün |
|
Mehmet
Daniş |
|
Bilecik |
|
Çanakkale |
|
Kâtip Üye |
|
Kâtip Üye |
|
Türkân
Miçooğulları |
|
Bayram
Özçelik |
|
İzmir |
|
Burdur |
|
Kâtip Üye |
|
Kâtip Üye |
Dördüncü,
Beşinci ve Altıncı Oturumlar
Dokuzuncu Kalkınma Planının
(2007-2013), (3/1075) (S. Sayısı: 1214), görüşmeleri tamamlanarak,
elektronik cihazla yapılan açıkoylama sonunda,
Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:
1 inci sırasında bulunan, Kamu İhale
Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin (2/212)
(S. Sayısı: 305), görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere
ilişkin komisyon raporu henüz gelmediğinden;
2 nci sırasında bulunan, Bazı Kamu Alacaklarının
Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun Tasarısının (1/1030) (S. Sayısı:
904),
3 üncü sırasında bulunan, Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti Arasında Yayılmanın
Önlenmesi Amaçlarına Yönelik Yardım Sağlanmasının Kolaylaştırılması
İçin İşbirliğine İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısının (1/1115) (S. Sayısı: 1147),
4 üncü sırasında bulunan, Bütçe Kanunlarında
Yer Alan Bazı Hükümlerin İlgili Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelere
Eklenmesi ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve İstanbul Milletvekili Mustafa
Ataş ve 9 Milletvekilinin, Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin
(1/1219, 2/812) (S. Sayısı: 1210),
7 nci sırasında bulunan, Orman Mühendisliği,
Orman Endüstri Mühendisliği ve Ağaç İşleri Endüstri Mühendisliği
Hakkında Kanun Tasarısının (1/1073) (S. Sayısı: 1040),
8 inci sırasında bulunan, Denizli Milletvekili
Osman Nuri Filiz ile Balıkesir Milletvekili Ali Osman Sali'nin, Devlet
Planlama Teşkilatı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde
Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifinin
(2/499) (S. Sayısı: 949),
9 uncu sırasında bulunan, Hâkimler ve
Savcılar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının
(1/1220) (S. Sayısı: 1217),
10 uncu sırasında bulunan, Terörle Mücadele
Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısının (1/1194) (S. Sayısı: 1222),
Görüşmeleri, ilgili komisyon yetkilileri
Genel Kurulda hazır bulunmadığından;
Ertelendi.
5 inci sırasında bulunan, Ateşli Silahlar
ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısının (1/572) (S. Sayısı: 817), görüşmelerini müteakiben,
elektronik cihazla yapılan açıkoylama sonunda,
6 ncı sırasında bulunan, Askerî Mahkemeler
Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısının (1/1210) (S. Sayısı: 1212), yapılan görüşmelerden
sonra,
29 Haziran 2006 Perşembe günü, alınan
karar gereğince saat 11.00'de toplanmak üzere, birleşime 02.03'te son verildi.
|
|
|
|
|
|
Sadık Yakut |
|
|
|
Başkanvekili |
|
|
Türkân Miçooğulları |
|
Mehmet Daniş |
|
İzmir
|
|
Çanakkale |
|
Kâtip
Üye |
|
Kâtip
Üye |
|
|
Harun Tüfekci |
|
|
|
|
|
|
|
Kâtip
Üye |
|
No.:
170
II.- GELEN KÂĞITLAR
29
Haziran 2006 Perşembe
Raporlar
1.- İskân Kanunu Tasarısı ve İskan Kanununda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ile Bayındırlık,
İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Raporu (1/352, 1/1209) (S. Sayısı:
1223) (Dağıtma tarihi: 29.6.2006) (GÜNDEME)
2.- Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında
Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı
ve İçişleri ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonları
Raporları (1/1212) (S. Sayısı: 1225) (Dağıtma tarihi: 29.6.2006) (GÜNDEME)
3.- Adana Milletvekili Atilla Başoğlu
ve 5 Milletvekilinin; Yap-İşlet Modeli ile Elektrik Enerjisi Üretim
Tesislerinin Kurulması ve İşletilmesi ile Enerji Satışının Düzenlenmesi
Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi
ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu
Raporu (2/830) (S. Sayısı: 1231) (Dağıtma tarihi: 29.6.2006) (GÜNDEME)
BİRİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 11.00
29
Haziran 2006 Perşembe
BAŞKAN:
Başkanvekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP
ÜYELER: Yaşar TÜZÜN (Bilecik), Mehmet DANİŞ (Çanakkale)
BAŞKAN – Saygıdeğer
milletvekili arkadaşlarım, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 122
nci Birleşimini açıyorum.
Toplantı yetersayısı
vardır; görüşmelere başlıyoruz.
Başkanlığın Genel Kurula
sunuşları vardır.
Anayasa ve Adalet Komisyonları
üyelerinden kurulu Karma Komisyonun, bir sayın milletvekilinin
yasama dokunulmazlığı hakkında bir raporu vardır; okutup, bilgilerinize
sunacağım.
Buyurun.
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
1.- Tokat Milletvekili Resul Tosun’un yasama dokunulmazlığının
kaldırılması hakkında Başbakanlık tezkeresi ve Anayasa ve Adalet
Komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Raporu (3/981)
(S.Sayısı: 1198) (x)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
İlgi: (a) Tokat Milletvekili
Resul Tosun’un (3/610) esas nolu dosyası
hakkında Karma Komisyonumuzun 12 Ocak 2005 tarih ve 19 sayılı kararı.
(b)
Karma Komisyonumuzun 2 Şubat 2006 tarihli toplantısı.
Tokat Milletvekili
Resul Tosun hakkındaki (3/981) esas nolu dosya, Karma Komisyonun ilgi
(a) kararıyla sonuçlandırılmış olmasına rağmen, Komisyonun ilgi
(b) toplantısında oluşan görüş nedeniyle, Kabahatler Kanunu çerçevesinde
değerlendirilmek üzere, Başkanlığınızca, Karma Komisyonumuza
tekrar gönderilmiştir.
Hazırlık Komisyonunun
6.4.2006 tarihli kararıyla, Karma Komisyonumuzun Tokat Milletvekili
Resul Tosun hakkındaki (3/981) esas nolu dosyaya konu olayı ilgi (a)
kararıyla sonuçlandırması nedeniyle, dosyanın, Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına geri gönderilmesine karar verilmiştir.
Karma Komisyonumuzun,
daha önce dosyaya konu olay hakkında iradesini belli etmiş olması
nedeniyle, dosyanın, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
geri gönderilmesine oybirliğiyle karar verilmiştir.
Raporumuz, Genel Kurulun
bilgilerine arz edilmek üzere, Yüksek Başkanlığa saygıyla sunulur.
Burhan
Kuzu
İstanbul
Komisyon
Başkanı ve üyeler
BAŞKAN – Bilgilerinize
sunulmuştur.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır; okutup, bilgilerinize
sunacağım.
Buyurun.
(x) 1198 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) TEZKERELER VE ÖNERGELER
1.- Moğolistan Meclis Başkanı Tsend Nyamdorj’un davetlisi olarak
Moğolistan’a resmî ziyarette bulunacak olan Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanı Bülent Arınç’ı temsilen TBMM Başkanvekili Sadık Yakut’un
beraberindeki Parlamento heyetini oluşturmak üzere gruplarınca
isimleri bildirilen milletvekillerine ilişkin Başkanlık tezkeresi
(3/1090)
28
Haziran 2006
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kuruluna
Türkiye Büyük Millet
Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620 sayılı
Kanunun 6 ncı maddesi uyarınca, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı
Bülent Arınç’ı temsilen Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanvekili
Sadık Yakut, Meclis Başkanı Tsend Nyamdorj’un vaki davetine icabetle,
Moğolistan’ın Kuruluşunun 800 üncü Yıldönümü kutlamalarına katılmak
üzere beraberinde bir parlamento heyetiyle bu ülkeye resmî ziyarette
bulunması, Genel Kurulun 29 Mart 2006 tarihindeki 81 inci Birleşiminde
kabul edilmiştir.
Anılan kanunun 2 nci
maddesi uyarınca, heyeti oluşturmak üzere siyasî parti gruplarınca
bildirilen isimler Genel Kurulun bilgilerine sunulur.
|
|
|
Bülent Arınç |
|
|
|
Türkiye Büyük Millet Meclisi |
|
|
|
Başkanı |
Adı-Soyadı |
Seçim Çevresi |
|
|
Ahmet Koca |
Afyonkarahisar |
|
|
Kemal Anadol |
İzmir |
|
|
Veli Kaya |
Kilis |
|
|
BAŞKAN – Bilgilerinize
sunulmuştur.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığının 2 tezkeresi daha vardır; ayrı ayrı okutup
oylarınıza sunacağım.
2.- Moldova Cumhuriyeti Parlamentosu Dış Politika ve Avrupa
ile Bütünleşme Komisyonu Başkanının, Türkiye Büyük Millet Meclisi
Dışişleri Komisyonu heyetini Moldova’ya resmî davetine icabet
edilmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1091)
27
Haziran 2006
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kuruluna
Dışişleri Bakanlığının
24 Şubat 2006 tarihli ve 79285 sayılı yazısında, Moldova Cumhuriyeti
Parlamentosu Dış Politika ve Avrupa ile Bütünleşme Komisyonu Başkanının
Türkiye Büyük Millet Meclisi Dışişleri Komisyonu heyetini Moldova’ya
davet ettiği bildirilmiştir.
Söz konusu davete
icabet edilmesi hususu, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin
Düzenlenmesi Hakkında 3620 sayılı Kanunun 6 ncı maddesi uyarınca
Genel Kurulun tasviplerine sunulur.
Bülent
Arınç
Türkiye
Büyük Millet Meclisi
Başkanı
BAŞKAN – Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Diğer tezkereyi okutuyorum:
3.- Pakistan Ulusal Meclis Başkanı Choudhry Amir Hussain’in, Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı Bülent Arınç’ı Pakistan’a resmî davetine
icabet edilmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1092)
28
Haziran 2006
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kuruluna
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanı Bülent Arınç’ın, Pakistan Ulusal Meclis Başkanı Choudhry
Amir Hussain’in davetine icabet etmek üzere, beraberinde Parlamento
heyetiyle, Pakistan’a resmî ziyarette bulunması hususu Türkiye
Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında
3620 sayılı Kanunun 6 ncı maddesi uyarınca Genel Kurulun tasviplerine
sunulur.
Bülent
Arınç
Türkiye
Büyük Millet Meclisi
Başkanı
BAŞKAN – Oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Başbakanlığın Anayasanın
82 nci maddesine göre verilmiş 4 tezkeresi vardır; ayrı ayrı okutup
oylarınıza sunacağım.
Buyurun.
4.- Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Azerbaycan’a yaptığı resmî
ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi
(3/1093)
26.6.2006
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Bakü’de düzenlenen
Ekonomik İşbirliği Teşkilatı IX. Zirve Toplantısına katılmak üzere
bir heyetle birlikte 4-6 Mayıs 2006 tarihlerinde Azerbaycan’a yaptığım
resmî ziyarete, ekli listede adları yazılı milletvekillerinin
de iştirak etmesi uygun görülmüş ve bu konudaki Bakanlar Kurulu
Kararının sureti ilişikte gönderilmiştir.
Anayasanın 82 nci maddesine
göre gereğini arz ederim.
Recep
Tayyip Erdoğan
Başbakan
Liste
Yaşar Yakış |
Düzce |
Şaban Dişli |
Sakarya |
BAŞKAN – Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Diğer tezkereyi okutuyorum:
5.- Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç’un Birleşik Arap Emirliklerine
yaptığı resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin Başbakanlık
tezkeresi (3/1094)
26.6.2006
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Kültür ve Turizm Bakanı
Atilla Koç’un, görüşmelerde bulunmak üzere bir heyetle birlikte 2-6
Mayıs 2006 tarihinde Birleşik Arap Emirlikleri’ne yaptığı resmî ziyarete,
ekli listede adları yazılı milletvekillerinin de iştirak etmesi
uygun görülmüş ve bu konudaki Bakanlar Kurulu Kararının sureti
ilişikte gönderilmiştir.
Anayasanın 82 nci maddesine
göre gereğini arz ederim.
Recep Tayyip Erdoğan
Başbakan
Liste
Mehmet Mesut
Özakcan |
Aydın |
İsmail Özgün |
Balıkesir |
Metin Yılmaz |
Bolu |
BAŞKAN – Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Diğer tezkereyi okutuyorum:
6.- Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat Başesgioğlu’nun İsviçre’ye
yaptığı resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin Başbakanlık
tezkeresi (3/1095)
26.6.2006
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanı Murat Başesgioğlu’nun, Uluslararası Çalışma Örgütünün,
31 Mayıs-16 Haziran 2006 tarihlerinde Cenevre’de yapılan 95 inci Genel
Konferansına katılmak üzere bir heyetle birlikte İsviçre’ye yaptığı
resmî ziyarete, ekli listede adları yazılı milletvekillerinin
de iştirak etmesi uygun görülmüş ve bu konudaki Bakanlar Kurulu
Kararının sureti ilişikte gönderilmiştir.
Anayasanın 82 nci maddesine
göre gereğini arz ederim.
|
|
|
Recep Tayyip Erdoğan |
|
|
|
Başbakan |
|
Liste |
|
|
Bayram Ali Meral |
|
|
|
Agâh Kafkas |
Çorum |
|
|
Mehmet Fehmi
Uyanık |
Diyarbakır |
|
|
Mehmet Sait
Armağan |
Isparta |
|
|
İzzet Çetin |
Kocaeli |
|
|
Hüseyin Tanrıverdi |
Manisa |
|
|
Cevdet Erdöl |
Trabzon |
|
|
BAŞKAN – Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Diğer tezkereyi okutuyorum:
7.- Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Cezayir’e yaptığı resmî ziyarete
katılacak milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi
(3/1096)
26.6.2006
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşmelerde bulunmak
üzere bir heyetle birlikte 21-23 Mayıs 2006 tarihlerinde Cezayir’e
yaptığım resmî ziyarete, ekli listede adları yazılı milletvekillerinin
de iştirak etmesi uygun görülmüş ve bu konudaki Bakanlar Kurulu
Kararının sureti ilişikte gönderilmiştir.
Anayasanın 82 nci maddesine
göre gereğini arz ederim.
|
|
|
Recep Tayyip
Erdoğan |
|
|
|
Başbakan |
|
|
|
Liste |
Dengir Mir M. Fırat |
Mersin |
|
|
Mustafa Eyiceoğlu |
Mersin |
|
|
Abdullah Veli Seyda |
Şırnak |
|
|
BAŞKAN – Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri,
Danışma Kurulunun bir önerisi vardır, okutup oylarınıza sunacağım.
Buyurun.
V.- ÖNERİLER
A) DANIŞMA KURULU ÖNERİLERİ
1.- Gündemdeki sıralama ile çalışma saatlerinin yeniden düzenlenmesine
ilişkin Danışma Kurulu önerisi
Danışma Kurulu Önerisi
No: 195 29.6.2006
Danışma Kurulunca
aşağıdaki önerilerin Genel Kurulun onayına sunulması uygun görülmüştür.
|
|
|
Nevzat Pakdil |
|
|
|
Türkiye Büyük
Millet Meclisi |
|
|
|
Başkanı Vekili |
|
AK Parti Grubu
Başkanvekili |
CHP Grubu Başkanvekili |
Anavatan Partisi
Grubu |
|
Eyüp Fatsa |
Haluk Koç |
Başkanvekili |
|
|
|
Süleyman Sarıbaş |
Öneri:
Gündemin “Kanun Tasarı
ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının 8 inci
sırasında yer alan 1222 sıra sayılı kanun tasarısının bu kısmın 6
ncı sırasına, 10 uncu sırasında yer alan 1203 sıra sayılı kanun tasarısının
8 inci sırasına, 7 nci sırasında yer alan 1217 sıra sayılı kanun tasarısının
10 uncu sırasına, 360 ıncı sırasında yer alan 1194 sıra sayılı kanun
teklifinin 11 inci sırasına alınması, daha önce bastırılarak dağıtılan
ve 28.6.2006 tarihli gelen kâğıtlar listesinde yayımlanan 1226 sıra
sayılı kanun teklifi ile Cumhurbaşkanınca bir daha görüşülmek üzere
geri gönderilen 1227 sıra sayılı kanunun, 48 saat geçmeden bu kısmın
7 nci ve 9 uncu sıralarına alınması ve diğer işlerin sırasının buna
göre teselsül ettirilmesi,
Genel Kurulun;
29.6.2006 Perşembe günü 11 inci sırasında yer alan işin görüşmelerinin
bitimine kadar çalışmalarını sürdürmesi,
Önerilmiştir.
BAŞKAN – Önerinin lehinde
Malatya Milletvekili Süleyman Sarıbaş…
Sayın Sarıbaş, buyurun.
SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya)
– Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Danışma Kurulu
önerisi lehinde söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar,
son iki haftadır bir hayli kanun çıkardık. Geçen hafta 6 kanun çıkardık,
bu iki günde de 6 kanun, evet, bir Hükümet tezkeresiyle beraber 6 kanun
çıkardık.
Yani, efendim, Meclisi
işte engelliyorlar, yok, milletin hayrına olan kanunların çıkmasına
fırsat vermiyorlar şeklindeki anlayışa asla katılmıyorum. Çünkü,
bir Meclis eğer iki günde 6 kanun çıkartıyorsa, Fransa Meclisinin
bir yılda çıkarttığı kanun sayısına eşit...
Şimdi, eğer isteniyorsa
ki maddeleri dahi okumayalım, eğer isteniyorsa ki hiçbir şeye bakmadan
bunları geçirelim; bu mümkün değil.
Biz isterdik ki konut
finansmanı kanununu da, biz isterdik ki Karayolları Trafik Kanununu
da, aslında biz isterdik ki o listede mevcut bulunan ve her sektör
için kendisi açısından önemli olan 362 tane kanunu da bu Meclis çıkarsın.
Şimdi, ilgili sektörler
arıyorlar tabiî grupları, özellikle İktidar Partisi Grubu, efendim
Anavatan Partisi koymuyor ki çıkartalım! Ne demek yani?! 550 milletvekilinin
olduğu bir Mecliste 20 milletvekilinin kanun çıkartmamak gibi bir
görevi var mı? Kanun çıkartmak gibi de bir görevimiz yok. Bizim görevimiz,
İktidarın getirdiği kanunlara katkı sağlamak, uyarılarda bulunmak,
milletin hayrına gördüğümüze de destek olmak. Şimdiye kadar da bizim
yaptığımız bu. Yani, hiç tartışmadan çıkartalım, size gerek yok, ihtiyacımız
da yok, siz kenarda durun diyorsanız, bu mümkün değil. Biz de Anavatan
Partisi olarak her kanun üzerinde bakış açımızı, görüşlerimizi,
milletin hayrına gördüğümüz yönleri, eleştiri yönlerimizi ortaya
koyacağız.
Ha, biz, Anavatan Partisi
olarak şunu söyleriz: Bütün kanunları çıkartalım, hakikaten önemli…
Karayolları Trafik Kanununun önemli olmadığını söyleyen kimse
var mı? Veyahut da konut finansmanı kanununun, konut edindirme kanununun
çıkmamasının, üç ay geç kalmasının bu ülkeye maliyetinin birkaç
milyar dolar olacağını ben de biliyorum. Çalıştıralım Meclisi,
temmuz ayı boyunca çalıştıralım. Normal süresinde çalıştıralım.
Her gün 1 kanun çıkarsak 30 tane kanun eder. Ne yani... Çalışmamak diye
bir kaidemiz yok. Biz buna hazırız. Temmuz ayı boyunca da çalışmaya
hazırız. 30 tane kanunu çıkarmaya da hazırız. Ama kanunları tartışarak,
ama kanunlara haklı önerilerimizi ileri sürerek, gerekli gördüğümüze
destek, gerekli gördüğümüze de uyarılarda bulunarak biz bu kanunların
çıkması taraftarıyız. Biz diyoruz ki, iktidarsınız, bizi sıkıştırmayın,
ama, çalışalım, temmuz ayı boyunca bu kanunları sırayla tek tek çıkartalım.
Saygılar sunuyorum.
(Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum
Sayın Sarıbaş.
Öneriyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Gündemin “Kanun Tasarı
ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına devam
ediyoruz.
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
2.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere’nin,
Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde
Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde
Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu
(2/212) (S. Sayısı: 305)
BAŞKAN - 1 inci sırada
yer alan kanun teklifinin geri alınan maddeleriyle ilgili komisyon
raporu gelmediğinden teklifin görüşmelerini erteliyoruz.
2 nci sırada yer alan,
Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun Tasarısı
ile Plan ve Bütçe Komisyonu raporunun görüşmelerine kaldığımız
yerden devam edeceğiz.
3.- Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun
Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1030) (S. Sayısı:
904)
BAŞKAN – Komisyon?.. Yok.
Ertelenmiştir.
3 üncü sırada yer
alan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Amerika Birleşik Devletleri
Hükümeti Arasında Yayılmanın Önlenmesi Amaçlarına Yönelik Yardım
Sağlanmasının Kolaylaştırılması İçin İşbirliğine İlişkin Anlaşmanın
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu raporunun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
4.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Amerika Birleşik Devletleri
Hükümeti Arasında Yayılmanın Önlenmesi Amaçlarına Yönelik Yardım
Sağlanmasının Kolaylaştırılması İçin İşbirliğine İlişkin Anlaşmanın
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/1115) (S. Sayısı:1147)
BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.
Ertelenmiştir.
4 üncü sırada yer
alan, Bütçe Kanunlarında Yer alan Bazı Hükümlerin İlgili Kanun ve
Kanun Hükmünde Kararnamelere Eklenmesi ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve
İstanbul Milletvekili Mustafa Ataş ve 9 Milletvekilinin; Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu
raporunun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
5.- Bütçe Kanunlarında Yer Alan Bazı Hükümlerin İlgili Kanun ve
Kanun Hükmünde Kararnamelere Eklenmesi ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve
İstanbul Milletvekili Mustafa Ataş ve 9 Milletvekilinin; Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (1/1219, 2/812) (S. Sayısı:1210)
BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.
Ertelenmiştir.
5 inci sırada yer
alan, Orman Mühendisliği, Orman Endüstri Mühendisliği ve Ağaç İşleri
Endüstri Mühendisliği Hakkında Kanun Tasarısı ile Tarım, Orman ve
Köyişleri Komisyonu raporunun görüşmelerine başlayacağız.
6.- Orman Mühendisliği, Orman Endüstri Mühendisliği ve Ağaç İşleri
Endüstri Mühendisliği Hakkında Kanun Tasarısı ile Tarım, Orman ve
Köyişleri Komisyonu Raporu (1/1073) (S. Sayısı: 1040) (x)
BAŞKAN – Komisyon?..
Burada.
Hükümet?.. Burada.
Komisyon raporu 1040
sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Sayın milletvekilleri,
alınan karar gereğince, bu tasarı, İçtüzüğün 91 inci maddesi kapsamında
görüşülecektir. Bu nedenle, tasarı, tümü üzerindeki görüşmeler
tamamlanıp maddelerine geçilmesi kabul edildikten sonra bölümler
halinde görüşülecek ve bölümlerde yer alan maddeler ayrı ayrı oylanacaktır.
Tasarının tümü üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Giresun Milletvekili Mehmet
Işık, AK Parti Grubu adına Giresun Milletvekili Adem Tatlı…
İlk söz, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına Giresun Milletvekili Mehmet Işık’a aittir.
Sayın Işık, buyurun.
(CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA MEHMET
IŞIK (Giresun) – Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 1040 sıra sayılı Orman Mühendisliği, Orman Endüstri
Mühendisliği ve Ağaç İşleri Endüstri Mühendisliği Hakkında Yasa
Tasarısıyla ilgili Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış
bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
hepimizin bildiği gibi, ülkemiz, orman bakımından fakir bir ülkedir.
20,7 milyon hektar orman alanımız varsa da, bunun yarıya yakını bozuk
ormanlardır. Ormanlarımızın yüzde 99’u da devlet ormanıdır, devlet
mülkiyetindedir.
Anayasamızın 169 uncu
maddesiyle, mülkiyet ayırımına bakılmaksızın, tüm ormanların gözetiminin
devlete ait olduğu hüküm altına alınmıştır. Böylece, ormanların
çevreye ve insanlığa yaptığı, yeri başka şekilde doldurulamayacak
yaşamsal önemi haiz katkıları nedeniyle, gözetilmesi işlevini
devlet yükümlenmiştir. Yasanın, komisyon ve alt komisyonda görüşülmesinde,
diğer grup arkadaşlarımla birlikte, Anayasamızın bu amir hükmüne
aykırı bir durum yaratılmaması için, azamî dikkat gösterilmiştir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu ve alt komisyon
çalışmalarında özellikle çeşitli meslek odaları ve sivil toplum
kuruluşlarının en geniş şekilde görüşleri alınmış, diğer meslek
disiplinlerinin tasarıdaki endişeleri bu çalışmalarda özellikle
dikkate alınmış, mümkün olduğunca bu endişeler giderilmeye çalışılmıştır.
Disiplinler arasında müşterek üretilecek projeler için, yasada
“katılır” ifadesi kullanılarak, mesleklerarası dayanışma sağlanmaya
çalışılmıştır.
Yine, tasarıda, Türkiye
Mimar Mühendis Odalar Birliği ile Orman Mühendisleri Odası arasında
ilişkiler düzenlenerek, Orman Mühendisleri Odası ile Türkiye Mimar
Mühendis Odalar Birliği arasındaki ilişki düzenli hale getirilmiştir.
(x) 1040 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Ormancılık teknik
hizmetleri halen değişik üniversitelere bağlı orman fakültelerince
mezun edilen başta orman mühendisleri olmak üzere, bunlarla organik
bağ içinde olan orman endüstri ve ağaç işleri endüstri mühendislerince
yürütülmektedir.
Bu mühendislerin bir
meslek yasaları bulunmamaktadır. Bu yasa tasarısıyla bu ihtiyacın
karşılanması sağlanmaya çalışılmaktadır. Biz, bütün meslek mensupları
gibi, bu meslek mensuplarının da bir meslek yasasına sahip olmasını
istemekteyiz ve bu gerekçeyle de bu tasarıyı desteklemekteyiz.
Bu tasarının kanunlaşmasıyla,
serbest ormancılık mesleğinin standartlarının gelişeceğini, Anayasamızın
ilkeleri göz önünde tutularak, her türlü ormancılık hizmetlerinin
serbest ve yeminli ormancılık bürolarında devletin gözetim ve denetimi
altında satın alınarak yapılması sağlanmış olacaktır.
Bu tasarıyla, Avrupa
Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal
Programının “serbest dolaşım” bölümündeki, öncelikli olarak meslekî
niteliklerin karşılıklı tanınmasına ilişkin sistemin çalışabilmesinin
temel unsurlarından birisini düzenlemiş olacağız.
Bir mesleğin edinilebilmesi,
icrası ve sürdürülebilmesi kanun ve benzeri düzenlemelerle belirtilmesi
halinde düzenlenmiş meslek olarak tanımlanmaktadır. Bu yasayla,
bu meslek mensupları yetki yasalarına kavuşturularak Avrupa Birliği
müzakere sürecinde bir eksiklik giderilmiş olacaktır.
Dünyada, dikkatler,
1992 yılında gerçekleştirilen Rio Zirvesiyle öne çıkarılan, ormanların
odun üretiminin ötesinde parayla ölçülemeyen fonksiyonel özelliklerinin
sürdürülebilir şekilde planlanıp, uygulanmasına çevrilmiştir. Tüm
dünyada orman mühendisliği çok kapsamlı bir öğretimi zorunlu kılan,
ekosistem yönetme ve işletme sanatı olarak kabul edilmektedir. Dünya
Uluslararası Ormancılık Araştırma Kurumları Birliği (IUFRO) organizasyonu
da bu esaslara göre şekillenmiştir.
Bu nedenle, ormanların
fonksiyonel değerleri, orman mühendislerinin, bu tasarıyla, görev,
yetki ve sorumlulukları yasal çerçevesi belirlenmiş meslek mensupları
kanalıyla hayata geçirilebilecektir. Yeni bir düzenlemeye bu
açıdan da acilen ihtiyaç bulunmaktadır.
Yürürlükte bulunan
mevzuatta ormancılık hizmetlerinin üçüncü şahıslardan satın alınabileceğine
dair hükümler bulunmaktadır. 6831 sayılı Orman Kanununun 6 ncı maddesinde
“devlet ormanlarına ve devlet ormanı sayılan yerlere ait her çeşit
işler Orman Genel Müdürlüğünce yapılır ve yaptırılır” hükmü vardır.
Yine, 4856 sayılı Çevre ve Orman Bakanlığı Teşkilat Kanununun 2
nci, 11 inci ve 13 üncü maddelerinde de, ormancılık iş ve işlemlerinin
üçüncü şahıslara yaptırılabileceğine dair düzenlemeler vardır.
Ancak, bu hizmetleri yapacak olan meslek mensuplarının yasaları
bulunmadığı gibi, orman idaresinin de elinde bu işleri Kamu İhale
Kanunu marifetiyle yapacak olan şahıslar ile serbest ormancılık
bürolarını denetleyip, yönlendirecek bir kanunî mevzuat da bulunmamaktadır.
Bu durumda, hem orman idaresi hem de ormancılık konularında lisans
eğitimi almış mühendisler olumsuz etkilenmektedir.
Halen serbest olarak
çalışmakta olan meslek mensuplarının teknik, idarî ve hukukî sorumlulukları
açık değildir.
Ormancılık hizmetlerinin
özel sektöre yaptırılması esasları, Çevre ve Orman Bakanlığı ile
Orman Genel Müdürlüğünün genelge ve emirleri doğrultusunda yapılmaktadır.
Ormancılık teknik
hizmetlerinin yanında, kanunların orman idaresine yüklediği çeşitli
idarî işler de, meslek içinde önemli bir yer tutmaktadır. Teknik hizmetlerin
aksatılmasından doğrudan doğruya ormanlar etkilenirken, idarî işlerin
aksatılmasından doğrudan halk olumsuz olarak etkilenmekte ve
halk-orman ilişkileri bozulmaktadır. Bu durumda, halkın, idarî olumsuzluğa
olan tepkisi, teknik hizmetlerin aksaması pahasına bazen öne geçebilmektedir.
Halbuki, teknik hizmetlerin aksaması, ormanların devamlılığını
tehlikeye sokmakta, orta, kısa ve uzun vadede halka da yansımaktadır;
ancak, bu husus, ilk bakışta, teknik elemanların dışındaki çevrelerce
kavranamamaktadır.
Bu konuya girmişken
Orman Bakanlığının teknik personel istihdamındaki tutumunu da
irdelemekte fayda görüyorum. Orman işletmeciliğinin en temel birimi
orman işletme şefliğidir. Bu idarî kademe, orman işletmeciliğini
bizzat arazide uygulamakta, dönersermaye gereği tahakkuk memurluğu
görevini yükümlenmekte, orman-halk ilişkilerinin düzenli olmasını
sağlamakta, ormanların korunmasını, geliştirilmesini, her türlü
ormana tecavüzü önlemekle görevlidir. Bu kademede yetişen elemanlar,
kazandıkları deneyim ve gösterdikleri liyakata göre daha üst görevlere
atanabilmektedirler. Orman Genel Müdürlüğü bünyesinde 1 300 civarında
işletme şefliği kuruluşu vardır. Bu kuruluşların şu anda üçte 1’i
teknik elemansızdır ve başka şeflerin vekâletiyle yürütülmektedir.
Değerli milletvekilleri,
en etkin olması gereken bu şefliklerin boş tutulmasını anlamak
mümkün değildir. Bu eksikliğin halk-orman ilişkilerinin bozulmasına
ve ormanların geleceğinin tehlikeye girmesine sebep olacağı unutulmamalıdır.
Dünya ölçülerine göre
zaten çok geniş bir alanda çalışmak durumunda olan işletme şeflerinin
ikinci bir işletme şefliğine vekâlet etmesinin ne kadar uygun olduğunu
takdirlerinize sunuyorum.
Ağaçlandırma Genel
Müdürlüğündeki eleman açığının boyutu ise daha da büyüktür.
Bugün işsiz durumda
olan orman mühendislerinin bu boyutta olmasının en büyük sebebinin
Bakanlığın bu personel politikasından kaynaklandığını özellikle
belirtmek istiyorum.
Bugün ağaçlandırma
çalışmalarını artırmakla övünen Sayın Bakana sormak istiyorum:
Fidanlıklar satılıp kapatılırken, birim metrekareden alınacak
sağlıklı fidan sayısı belliyken, yeterli teknik eleman istihdam
edilmezken bu gelişmeler nasıl sağlanmaktadır?
Sayın Bakan bozuk baltalık
ormanların koruya dönüştürülmesi için çalışmalara başladığından
bahsetmektedir. Bozuk baltalıkların koruya dönüştürülmesi teknik
bakımdan birikim isteyen, ancak deneyimli mühendislerce yapılabilecek
uzun vadeli bir çalışmadır. Zaten teknik eleman açığı olan Bakanlığın
tecrübe kazanmış eleman yetiştirmesi için zamana ihtiyacı vardır.
Dışarıda işsiz elemanlar beklerken, bu teknik işleri yürütmesi
mümkün olmayacak, yanlış müdahaleyle ileride daha da içinden çıkılmaz
sorunlar ortaya çıkacaktır.
Bu durum tasarının
gerekçesinde aynen şöyle ifade edilmektedir; özellikle dikkatinize
sunmak istiyorum tasarının gerekçesini: “Hizmetleri yürütecek
yeterli sayıda teknik eleman Çevre ve Orman Bakanlığı ile Orman Genel
Müdürlüğü kadrolarına alınamamaktadır. Bu nedenle, orman idaresinde
yetersiz sayıda teknik elemanla ormancılık teknik hizmetleri yürütülmeye
çalışılmaktadır. Halihazırda devletten başka çalışma olanağı olmayan
orman mühendisleri atıl durumdayken, teknik ormancılık hizmetlerinin
de istenilen düzeyde sürdürülmesinde güçlüklerle karşılaşılmaktadır.”
Yani, teknik hizmetlerin yürütülmesinde zorlukla karşılaşılmakta;
ama, eleman alınamamaktadır diyor. Bakanlar Kurulu üyesi olmuş bir
bakanın, Meclise sevk ettiği bir tasarıda, bu durumu bu şekilde
izah etmesi kabul edilebilir bir durum değildir; üzüntüyle ifade etmek
istiyorum. Bakanlar Kurulunda olacaksınız, teknik eleman ihtiyacınız
olacak, idarî ve teknik hizmetleriniz aksayacak; ama, ben eleman alamıyorum
diyeceksiniz; bunu kabul etmek mümkün değildir.
Gerek mevcut elemanların
iş sahibi olmasının sağlanması gerek ormanlara teknik müdahalenin
yapılabilmesi gerekse halk-orman ilişkilerinin düzenli hale getirilmesi
açısından, acilen, Orman Bakanlığının bu mühendisleri bünyesine
katması gerekmektedir. Eğer, Sayın Bakan, ben orman mühendisi olmadan
bu işleri yaptırırım diyorsa, bunu da bilmek istiyoruz. Bu, doktorsuz
sağlık hizmeti, öğretmensiz eğitim hizmeti yapmaya benzer.
Yine, Sayın Bakana
tekrar sormak isterim: Yoksa, bu tasarının gerekçesinde bahsedilen
devlet ormancılığından millet ormancılığına geçişi böyle mi sağlamaya
çalışmaktadır?!
Devlet, millet tarafından
kurulmuş bir organizasyon olduğuna göre, devlet malının gerçek sahibi
millettir. Bunun için, devlet malına kamu malı denilmektedir. Bu
ifadeyle, devlet ormanlarının milletin malı olduğu ortadadır. Peki,
devlet ormancılığından millet ormancılığa geçişten ne anladığınızı
öğrenmek istiyorum? Bu deyim içinde, Anayasaya rağmen bir özelleştirme
hevesi mi yatmaktadır? Böyle bir uygulamanın Anayasamızın ihlali
olacağını özellikle hatırlatmak istiyorum.
Değerli arkadaşlar,
bu hevesten vazgeçilmesini özellikle tavsiye ederim.
Ülkemizde ormancılık
eğitimi 1857 yılında başlamış; ancak, 1930’lu yıllarda, Ulu Önderimiz
Mustafa Kemal Atatürk’ün davetiyle Fransa, Almanya ve Avusturya’dan
getirilen bilim adamlarıyla bugünkü çağdaş, bilimsel eğitimin temelleri
atılmıştır. Yine, ilk orman kanunu olan 3116 sayılı Kanun bu dönemde
çıkarılmıştır. Ormancılık tekniği ve örgütlenme konusunda bu ülkelerin
etkisi ormancılığımızda halen sürmektedir.
Ormancılığını kendimize
örnek aldığımız Almanya’da orman mühendisleri aldıkları eğitim
ve öğretime uygun olarak çeşitli uzmanlık alanlarında çalışmaktadırlar.
Fakültelerimizde aynı sistem içinde yetiştirilen orman mühendislerinin
de benzer şekilde çalıştırılmaları en gerçekçi ve dünyayla uyum
içinde akılcı bir yaklaşım olacaktır.
Almanya, Avrupa Birliği
içinde siyasî alanda olduğu gibi, ormancılık alanında da ileri düzeyde
ve etkili konumdadır. Türk ormancılığına teknik anlamda da, kuruluşunda
da büyük katkıları olmuştur.
Bu yasa tasarısıyla,
Türk orman mühendislerinin de dünya ormancılarıyla aynı paralelde
hak ve yetkilere sahip olmalarının yolu açılacaktır.
Diğer taraftan, orman
endüstri mühendislerinin görev alanları, orman mühendislerinin
çalışma alanlarının bittiği yerde başlamakta, ağaç ve ağaç kökenli
malzemelerin özellikleri, yonga levha, lif levha, kereste, kontrplak
gibi yarı mamullerin üretimi ve özellikleri ile bunlardan üretilen
yer döşemesi, doğrama, ahşap yapı elemanı, mobilya gibi son ürünlerin
üretilmesi, pazarlaması ve satışıyla sona ermektedir. Orman endüstri
mühendisliği, orman endüstrisine yönelik olan çeşitli bilim dallarının
belirli boyutlarda entegre edildiği, temel bilgiler, mühendislik
bilgileri, ağaç malzemeden sayılan yarı mamul ve bunlardan kâğıt,
mobilya vesair gibi son ürünlerin üretilmesini hedefleyen, bu meslekî
altyapının formasyonuna uygun şekilde yönetim ve işletmecilik
bilgileriyle desteklendiği bir uzmanlık dalıdır.
Yukarıdaki açıklamalar
kapsamında, kıt olan orman kaynaklarından elde edilen odun ürünleri
ile ihracatımızda önemli bir yer tutan odun dışı ürünlerin (tali
ürünlerin) teknik kurallara göre kıymetlendirilmesi ve sanayi tesislerinde
yüksek verimlilikte işlenmesinin önemini açıklamaya gerek yoktur.
Bu konuda, her kesimin olumlu yönde olmak üzere aynı görüşte olabilecekleri
muhakkaktır. Tekniğine uygun yürütülmeyen odun hammaddesine dönük
işlemler ile odun dışı ürünlerin, yani, tali ürünlerin işlenmesindeki
ekonomik kayıpların büyük boyutlarda olduğu bir gerçektir. Bu durum
millî ekonomi açısından büyük bir sorundur. Bu sorunların yaşanmaması
için, bu sahadaki endüstriyel faaliyetlerin teknik kurallara göre,
orman endüstrisi alanında eğitim almış teknik elemanların katkılarıyla
yapılmasında ülkemiz açısından büyük yararlar bulunmaktadır. Bu
yasa bu alandaki boşluğu da gidermeye çalışmaktadır. Bu şekilde,
ülkemize önemli oranda döviz girdisi sağlayan oduna dayalı mobilya
sektörümüzün de gelişen dünya ekonomisi içinde hak ettiği yeri alması,
bu alandaki yenilikleri takip eden, uygulamaya aktaran orman endüstri
ve ağaç endüstri mühendislik mesleği mensuplarının katkılarıyla
mümkün olabilecektir. Odun hammaddesine son tüketim şeklinin verilmesindeki
ihtiyaç duyulan teknik katkılar da bu yasayla karşılanmış olacaktır.
Böylece, orman mühendisleri
de, ormancılıkla ilgili olarak, proje, etüt, envanter, alan tefriki
tesis etme, planlama, uygulama, yönetme, ticaret, sorumlu müdürlük,
danışmanlık, teknik müşavirlik, bilirkişilik, hakemlik, denetim,
eksperlik, standardizasyon, çevresel muhasebe, zarar ziyan belirleme,
değer belirleme, sertifikalandırma, çevresel etki değerlendirme
yapmak gibi bir yetkiyle donatılmış olacaktır.
Bu yasa tasarısı, orman
mühendisleri, orman endüstri mühendisleri ve ağaç işleri endüstri
mühendislerinin özlemle beklediği bir tasarıdır.
Tasarının ülkemiz
ormancılığına ve ülkemize ve meslek mensuplarına hayırlı olmasını
diliyor; tasarıya olumlu oy vereceğimizi belirtip, şahsım ve Grubum
adına sizleri saygıyla selamlıyorum. (CHP ve AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Işık.
Sayın milletvekilleri,
şimdi, AK Parti Grubu adına, Giresun Milletvekili Adem Tatlı.
Buyurun Sayın Tatlı.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA
ADEM TATLI (Giresun) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Orman
Mühendisliği, Orman Endüstri Mühendisliği ve Ağaç İşleri Endüstri
Mühendisliği Hakkında Kanun Tasarısı hakkında Adalet ve Kalkınma
Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Bu tasarı Hükümetimiz
tarafından 20 Haziran 2005 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisine
sevk edilmiş ve bugün de, Yüce Meclisimizde yasalaştırılmak üzere
görüşmelere başlanmıştır.
O nedenle, ormancılık
teknik hizmetleri az sayıda teknik elemanla yürütülmeye çalışılmaktadır.
Halihazırda devletten başka istihdam imkânı olmayan orman mühendisleri
boşta gezerken, Çevre ve Orman Bakanlığının son aylarda aldığı çok
önemli kararlardan olarak, bataklıkların koru ormanlarına dönüştürülmesi,
ağaçlandırma ve ormanların rehabilitesi ve benzeri ormancılık
faaliyetlerinin uygulamaya geçirilmesi ve teknik ormancılık
hizmetlerinin istenilen düzeyde sürdürülmesi büyük önem arz etmektedir.
Buna karşın, yürürlükteki mevzuatta, ormancılık hizmetlerinin
üçüncü şahıslardan satın alınabileceğine dair hükümler bulunmaktadır.
Şöyle ki: 6831 sayılı Orman Kanununun 6 ncı maddesi ile 4856 sayılı
Çevre ve Orman Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun 2
nci, 11 inci ve 13 üncü maddelerinde ormancılık iş ve işlemlerinin
üçüncü şahıslar eliyle yaptırılabileceğine dair düzenlemeler
mevcuttur; ancak, bu hizmetleri yapacak olan meslek mensuplarının
görev ve yetki yasaları yoktur. Buna karşın, orman idaresinin de
elinde, bu işleri Kamu İhale Kanunu marifetiyle yapacak meslek
mensupları ile serbest ormancılık bürolarını denetleyip yönlendirecek
bir kanunî mevzuat da bulunmamaktadır. Bu durumlardan hem orman idaresi
ve hem orman mühendisleri olumsuz etkilenmektedir. Ayrıca, halen
serbest olarak çalışmakta olan meslek mensuplarının teknik, idarî ve
hukukî sorumlulukları da açık olmayıp, bu konuda bir yasal boşluk
bulunmaktadır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bu tasarının yasalaşması halinde, devletin gözetiminde
çalışan, hak, yetki ve sorumlulukları açıklığa kavuşturulmuş meslek
mensuplarınca kurulacak serbest ve yeminli ormancılık büroları,
meslekî standartları geliştirilmiş mühendislerce, devletle birlikte
ormanların devamlılığının sağlanmasında önemli bir fonksiyon üstlenilecektir. Bu kanunun çıkmasıyla önemli bir ihtiyaç
giderildiği gibi, ormancılık alanında yaklaşık 11 000 mühendise
yeni iş olanakları sağlanmış olacaktır.
Bu tasarı, orman mühendisliğinin
yanı sıra, orman endüstri mühendisliği, ağaç işleri endüstri mühendisliği
disiplinlerinin de yasal görev sınırlarını belirlemektedir; zira,
bu meslekler orman mühendisliğiyle organik bir bağ içinde bulunmaktadır.
Orman mühendisliği hizmetinin bittiği yerde orman endüstri mühendisliği
ile bunun devamında ağaç işleri endüstri mühendisliği başlamaktadır.
Bu zincir, tohum, fidan, ağaç, yakacak odun, mobilya ve pazarlama olarak
şekillenmektedir.
Orman endüstri mühendisliği,
orman endüstrisine yönelik olan çeşitli bilim dallarının belirli
boyutlarda entegre edildiği, ağaç malzemeden yarı mamul ve bunlardan
kâğıt, mobilya ve benzeri son ürünlerin üretilmesini hedefleyen,
bu meslekî altyapının formasyonuna uygun şekilde yönetim ve işletmecilik
bilgileriyle desteklenmiş bir uzmanlık dalıdır.
Ülkemizin kıt olan orman
kaynaklarından elde edilen odun ve odun dışı ürünler ülke içi tüketiminde
ve ihracatımızda önemli bir yer tutmaktadır. Bu ürünlerin teknik kurallara
göre kıymetlendirilmesi ve sanayi tesislerinde yüksek verimlilikle
işlenmesi büyük önem arz etmektedir. Bu konuda her kesimin, aynı istikamette
görüş beyan edeceklerini düşünüyorum.
Ülkemizde, son tüketim
mahallinden tekniğine uygun üretim yapamayan odun hammaddesine
dönük işletmeler ile odun dışı ürünlerin işlenmesindeki ekonomik
kayıpların büyük boyutlarda olduğu bir gerçektir. Bu kayıpların
önlenmesi veya asgarî düzeye indirilmesi, bu sahada çalışan işletmelerin
endüstriyel faaliyetlerinin, teknik kurallara göre, orman endüstrisi
ile ağaç endüstrisi alanında eğitim almış teknik elemanları istihdam
etmeleriyle mümkün olacaktır. Bu kayıpların önlenmesinde orman
endüstri ve ağaç işleri endüstri mühendisliğinin katkıları büyük
önem arz etmektedir. Bu kanun, bu alandaki boşluğu da giderecektir.
Bu yasayla, Avrupa
ülkeleri başta olmak üzere, dünyanın birçok ülkesinde uygulanmakta
olan devletin denetim ve gözetiminde ormancılık hizmetlerinin
serbestçe satın alındığı bir ormancılık hizmet sektörü ülkemizde
de ortaya çıkacak ve dünyadaki benzer uygulamalar başlatılmış
olacaktır. Kıt olan odun ve odun dışı orman kaynaklarımız devletin
amaçları doğrultusunda, devletin gözetiminde yapılacak, hizmet
satın alınması yöntemleri geliştirilecektir. Ormancılık ve orman
endüstrisi hizmetleri, tohum, fidan ağaç, üretim, endüstri ve tüketim
ekseninde topluca ele alınacaktır. Devletin yeniden yapılanması
kapsamında çıkarılan yeni yasalarla, ağaçlandırma gibi bazı ormancılık
hizmetleri, merkezî yönetimin yanında, il özel idareleri ile yerel
yönetimlerce de yapılabilecektir. Bu kurumların ihtiyacı olan
teknik hizmet satın alımları, devletin denetiminde, orman mühendisleri
odasının koordinasyonunda, Bakanlığın denetim ve gözetiminde
çalışacak olan, yeterli kalitede ve miktarda bu hizmetleri serbestçe
yapacak gerçek ve tüzelkişilerden de satın alınmasının önü açılmış
olacaktır.
Bu kanunla, Orman Mühendisleri
Odası gibi önemli bir sivil toplum örgütü üyelerinin meslekî standardının
geliştirilmesi, lisanslı meslek mensuplarının sınavla belirlenmesi,
denetimi ve yönetimi konularında büyük sorumluluklar verilmek
suretiyle büyük bir reform yapılmış olacaktır.
Kanunun ülkemize,
ülke insanlarımıza, ormancılık mesleği ve bu alanda görev yapacak
mühendislerimize hayırlı olmasını diler; Grubum ve şahsım adına
Yüce Heyetinize saygılar sunarım. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Tatlı.
Şahsı adına, Bolu Milletvekili
Yüksel Coşkunyürek... Yok.
Sayın Tatlı, şahsınız
adına da konuşma talebiniz var; konuşacak mısınız?
ADEM TATLI (Giresun)
– Konuşmayacağım.
BAŞKAN – Konuşmuyorsunuz.
Hükümet adına, Adalet
Bakanımız Sayın Cemil Çiçek.
Buyurun Sayın Bakanım.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
ADALET BAKANI CEMİL
ÇİÇEK (Ankara) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; hepinizi
saygıyla selamlıyorum. Bugün, çok önemli bir yasa tasarısını, sizlerin
katkılarıyla yasalaştırmış olacağız. Bu Meclis, pek çok alanda ilkleri
başardı. Bugün, yasalaştırmaya çalıştığımız Orman Mühendisliği,
Orman Endüstri Mühendisliği ve Ağaç İşleri Endüstri Mühendisliği
Hakkındaki Kanun Tasarısı da, bu alandaki ilklerden bir tanesi olmaktadır;
çünkü, ülkemizde bu mesleği icra eden yaklaşık 9 000’e yakın mühendis
camiası, meslek yasasına ilk defa kavuşmuş olacaktır. Bu, hem Hükümet
olarak bu mesleğe ve ormancılığa verdiğimiz önemin göstergesidir
hem de Meclis olarak böylesine önemli bir yasayı çıkarmış olmakla,
Türk ormancılığına büyük bir katkı sağlamış olacağız. Bu katkılarınızdan
dolayı hepinize, parti gruplarımıza ayrıca teşekkür ediyorum.
Böyle bir yasaya gerçekten
ihtiyaç var mıdır yok mudur... Şüphesiz, böyle bir yasa gündeme geldiğinde,
bir ihtiyacın sonucu olarak gelmiştir. Sadece, Hükümetin düşüncesi
kanaati olarak değil, yasa bu safhaya gelinceye kadar Meclisin ilgili
komisyonu başta olmak üzere, bu mesleği icra eden kesimin örgütleri
ve Meclisimizde grubu bulunan partilerimiz yasanın bu hale gelebilmesi
noktasında çok ciddî çabalar sarf etmişlerdir ve böylece tasarı huzurunuza
gelmiştir.
Gerçekten de, Türkiye’de
bazı mesleklerin yasaları vardır ve olması da gerekmektedir. Türkiye,
Avrupa Birliği süreci içerisinde muhataplarıyla görüşebilmesi
ve tanınmışlık problemini ortadan kaldırabilmek adına da hem meslek
standartlarının, meslek ilkelerinin belirlenmesi hem de her mesleğin
mensuplarının belli bir yasa çerçevesinde faaliyetlerini sürdürebilmesinde,
zaten bu anlamda da bir zaruret vardır. Dolayısıyla, bu yasa, böyle
bir zarureti de karşılamış olmaktadır.
Değerli milletvekilleri,
hepimiz biliyoruz ki, ormancılık konusu, Türkiye’nin en önemli konularından
bir tanesidir. Ayrı bir bakanlık çerçevesinde yürütülmüş olması
da, zaten Türkiye açısından önemini açıkça ortaya koymaktadır. Çünkü,
ormancılık, sadece bizim üzerinde durduğumuz konu değil, birçok
ülke, çölleri yeşillendirmek, ağaçlandırmak için büyük kaynaklar
sarf etmektedir. Öbür taraftan da, Türkiye’de, sayıları milyonlarla
ifade edilebilecek vatandaşlarımızın önemli bir kısmı ormancılıktan
geçimini sağlamaktadır. Dolayısıyla, bu yasa, çok yönlü ormancılık
hizmetini sürdürenlere katkı sağlayacak bir yasadır ve dünyada
da ormancılık konusunda önemli bir konsept değişikliği var.
Bizim ülkemiz ormanlarının
neredeyse tamamına yakını devlete aittir ve devlet eliyle işletilmektedir.
Halbuki, dünyadaki ormancılık konusundaki konseptte bir değişiklik
var. Bir taraftan devlet ormancılığı faaliyetleri sürdürülürken,
öbür tarafta devletin denetiminde, gözetiminde ve öncülüğünde
bu hizmetler sürdürülmekte ve özel sektörün imkânlarından da azamî ölçüde
faydalanılmaya çalışılmaktadır. Eğer, biz de, bu gelişime ayak uydurarak
Türkiye’deki ormancılık hizmetlerini sürdüreceksek, bunun hukukî
altyapısının açıkça ortaya konulması, ilkelerin, yetkilerin, sorumluların,
sorumlulukların açıkça ortaya konulması lazım gelir.
Öbür taraftan, bu mesleği
icra eden 9 000’e yakın insanımız var. Bunların bir meslek yasası
yok. Orman mühendisleri ve genelde “orman mühendisliği” adı altında
ifade etmeye çalıştığımız bu insanlar, kış yaz demeden, dağ bayır
demeden, senelerden beri Türkiye’de ormancılığın gelişmesi, ormanlarımızın
giderek daha güçlü hale gelmesi, ülke ekonomisine katkı sağlayabilmesi
açısından büyük bir özveriyle çalışmaktadırlar; fakat, buna karşılık
bir yasal düzenlemeleri, yasal güvenceleri de söz konusu değildir.
Ormancılık faaliyeti devlet eliyle yürütüldüğü için, orman mühendislerinin
neredeyse tamamına yakınını da devlette istihdam etmek gibi de
bir mecburiyet vardır, özel sektörde istihdam imkânı fevkalade sınırlıdır.
O nedenle, Türkiye’de
işsizlik en öncelikli problemlerden olduğuna göre, eski usullerle,
eski yöntemlerle yeni sorunlara çözüm bulma imkânı olamayacağı
için, bu anlamda, Türkiye’deki orman fakültelerinden mezun olan bu
değerli insanlarımıza, teknik elemanlarımıza yeni iş sahalarının
açılabilmesi açısından da böyle bir meslek yasasının çıkarılmasında
fayda olmaktadır.
Biraz evvel de ifade
ettim, Avrupa Birliği süreciyle ilgili olarak da, böyle bir yasada
zaruret var. Biz, çıkardığımız her yasayı, aynı zamanda, Avrupa
Birliği müktesebatıyla yerine getirmek durumunda olduğumuz bir
kısım yükümlülükleri de karşılamak için çıkarıyoruz. Bu yasa, aynı
zamanda, böyle bir amaca da hizmet edecektir.
Kısaca ifade etmemiz
gerekirse, bu tasarı, inşallah, biraz sonra değerli katkılarınızla
ve oylarınızla yasalaştığında, kamu yönetiminin yeniden yapılanmasında
ormancılık hizmetleri, merkezî yönetimin yanında yerel yönetimlerle
de yapılabilecektir. Yerel yönetimler, ihtiyaçları olan ormancılık
hizmetlerini, bu yasayla kurulacak olan serbest ormancılık bürolarından
temin edebileceklerdir.
Kamunun küçülme politikasına
uygun olarak yeni istihdam sağlanacak ve devlet daha ucuza hizmet
satın alabilecektir.
Devletçe teşvik edilen
özel ağaçlandırma çalışmaları ve oluşacak özel ormanlar bu meslek
mensupları tarafından yönetilebilecektir.
Katılımcılık sağlanacak,
sektörün üretim gücü artırılacaktır ve nihayet, Avrupa Birliği
müktesebatına uyum açısından da önemli bir yasayı, bugün, değerli
oylarınızla gerçekleştirmiş olacağız.
Katkılarınızdan dolayı
hepinize teşekkür ediyorum. Bu yasa tasarısının, mühendisler camiamıza,
bu meslekte hizmet veren herkese hayırlı ve uğurlu olmasını temenni
ediyorum; hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Bakanım.
Tasarının tümü üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri,
birinci bölümün görüşmelerine başlıyoruz. Birinci bölüm, 1 ilâ 9
uncu maddeleri kapsamaktadır.
Birinci bölüm üzerinde
şahısları adına, Haluk Koç, Fatih Arıkan ve Yüksel Coşkunyürek’in
söz talepleri vardır...
Buyurun.
ORMAN MÜHENDİSLİĞİ, ORMAN ENDÜSTRİ MÜHENDİSLİĞİ
VE AĞAÇ İŞLERİ
ENDÜSTRİ MÜHENDİSLİĞİ HAKKINDA KANUN TASARISI
BİRİNCİ BÖLÜM
Amaç, Kapsam ve Tanımlar
Amaç
MADDE 1.-
BAŞKAN – Görüşme talebi,
şahıslar adına?.. Yok.
NECATİ UZDİL (Osmaniye)
– Değişiklik önergesi vardı 2 tane.
BAŞKAN – Bu, bölüm üzerindeki
şeydi; 1 inci maddeyi okutuyorum şimdi şu anda.
Kapsam
MADDE 2.-
BAŞKAN – Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Tanımlar
MADDE 3.-
BAŞKAN – Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
İKİNCİ BÖLÜM
Genel Hükümler
Mesleğin konusu
MADDE 4.-
BAŞKAN – Madde üzerinde
2 adet önerge vardır; önergeleri, önce geliş sıralarına göre okutup,
sonra aykırılık durumlarına göre işleme alacağım.
Buyurun.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
1040 sıra sayılı yasanın 4 üncü maddesi (a) bendinin 7, 8, 11, 12 ve
17 nci maddelerinin sonundaki “çalışmaları yapmak” ifadesinin,
“çalışmalarına katılmak” olarak değiştirilmesini arz ve teklif
ederiz.
Saygılarımızla. 21.6.2006
|
Necati Uzdil |
Osman Özcan |
Ahmet Ersin |
|
Osmaniye |
Antalya |
İzmir |
|
Hakkı Ülkü |
Atilla Kart |
Hüseyin Ekmekcioğlu |
|
İzmir |
Konya |
Antalya |
|
Gökhan Durgun |
Mehmet Parlakyiğit |
Abdulaziz Yazar |
|
Hatay |
Kahramanmaraş |
Hatay |
|
|
R.Kerim Özkan |
|
|
|
Burdur |
|
BAŞKAN – Diğer önergeyi
okutup işleme alacağım.
Buyurun.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
1040 sıra sayılı kanun tasarısının 4 üncü maddesinin 19 uncu fıkrasının
madde metninden çıkarlmasını arz ve teklif ederiz.
Saygılarımızla.
|
Prof. Dr. Ömer Abuşoğlu |
Turan Tüysüz |
Züheyir Amber |
|
Gaziantep |
Şanlıurfa |
Hatay |
|
Muharrem Doğan |
Dr. Muzaffer Kurtulmuşoğlu |
Prof. Dr. Dursun Akdemir |
|
Mardin |
Ankara |
Iğdır |
|
|
Hüseyin Özcan |
|
|
|
Mersin |
|
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
TARIM, ORMAN VE KÖYİŞLERİ
KOMİSYONU BAŞKANI VAHİT KİRİŞCİ (Adana) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükümet?..
ADALET BAKANI CEMİL
ÇİÇEK (Ankara) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN – Gerekçeyi
okutuyorum:
Gerekçe:
Tekrar mahiyetindeki
bu ifade yukarıdaki fıkralarda zaten zikredildiğinden gereksiz
görülmektedir.
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
1040 sıra sayılı yasanın 4 üncü maddesi (a) bendinin 7, 8, 11, 12 ve
17 inci maddelerinin sonundaki “çalışmaları yapmak” ifadesinin
“çalışmalarına katılmak” olarak değiştirilmesini arz ve teklif
ederim.
Saygılarımla. 21.6.2006
Necati
Uzdil (Osmaniye) ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
TARIM, ORMAN VE KÖYİŞLERİ
KOMİSYONU BAŞKANI VAHİT KİRİŞCİ (Adana) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükümet?..
ADALET BAKANI CEMİL
ÇİÇEK (Ankara) – Katılmıyoruz.
NECATİ UZDİL (Osmaniye)
– Gerekçeyi okutun Sayın Başkan.
BAŞKAN – Gerekçeyi
okutuyorum:
Gerekçe:
Bu konular ekip çalışmasını
gerektirmektedir. Tek kişiye istinaden “yapar” diye ifade etmek,
başka meslek gruplarının görev ve sorumluluklarına müdahale etmek
demektir.
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
4 üncü maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
5 inci maddeyi okutuyorum:
Hak, yetki ve sorumluluklar
MADDE 5.-
BAŞKAN – Madde üzerinde 1 adet önerge
vardır; önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1040 sıra sayılı yasanın
5 inci maddesinin 2 nci fıkrasının son kısmındaki “Bakanlığın uygun
görüşü alınarak” bölümünün çıkarılmasını ve paragrafa son cümle
olarak, “mevzuata uygun olarak yürürlüğe girer” cümlesinin eklenmesini
arz ve teklif ederim.
Saygılarımla. 21.6.2006
|
Necati Uzdil |
Osman Özcan |
Ahmet Ersin |
|
Osmaniye |
|
İzmir |
|
Hakkı Ülkü |
Hüseyin Ekmekcioğlu |
Gökhan Durgun |
|
İzmir |
|
Hatay |
|
Atilla Kart |
Abdulaziz Yazar |
Mehmet Parlakyiğit |
|
|
Hatay |
Kahramanmaraş |
|
R. Kerim Özkan |
Mehmet Işık |
|
|
Burdur |
Giresun |
|
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
TARIM, ORMAN VE KÖYİŞLERİ
KOMİSYONU BAŞKANI VAHİT KİRİŞCİ (Adana) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükümet?..
ADALET BAKANI CEMİL
ÇİÇEK (Ankara) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN – Gerekçeyi
okutuyorum:
Gerekçe:
Bir meslek grubunu ilgilendiren
yönetmelik için Bakanlığın uygun görüşünün gerekli görülmesi meslek
odalarının bağımsızlığına ve hukukun üstünlüğü ilkesine aykırıdır.
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
5 inci maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Meslek mensubu olmanın
şartları ve sınav
MADDE 6.-
BAŞKAN – Kabul edenler…
Kabul etmeyenler…
Serbest ormancılık ve orman ürünleri
büroları
MADDE 7.-
BAŞKAN – Kabul edenler…
Kabul etmeyenler…
Serbest yeminli ormancılık ve orman
ürünleri büroları
MADDE 8.-
BAŞKAN –
Yemin
MADDE 9.-
BAŞKAN – Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri,
birinci bölümde yer alan maddelerin oylamaları tamamlanmıştır.
Şimdi, ikinci bölümün
görüşmelerine başlıyoruz.
İkinci bölüm, geçici
1 inci madde dahil, 10 ilâ 16 ncı maddeleri kapsamaktadır.
Söz talebi?.. Yok.
Yasaklar
MADDE 10.-
BAŞKAN – Madde üzerinde
1 adet önerge vardır, önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan tasarının
10 uncu maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesinin aşağıdaki
şekilde değiştirilmesini arz ve talep ederiz.
|
Sadullah Ergin |
Ünal Kacır |
Zülfü Demirbağ |
|
Hatay |
İstanbul |
Elazığ |
|
Kenan Altun |
Fikret Badazlı |
|
|
Ardahan |
Antalya |
|
“Serbest yeminli meslek
mensupları yukarıda sayılan yakınlıktaki serbest meslek mensuplarının
baktığı işleri tasdik edemez.”
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
TARIM, ORMAN VE KÖYİŞLERİ
KOMİSYONU BAŞKANI VAHİT KİRİŞCİ (Adana) – Olumlu görüşle takdire
bırakıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükümet?..
ADALET BAKANI CEMİL
ÇİÇEK (Ankara) – Katılıyoruz.
BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
İfadenin daha düzgün
olması gerekçesiyle değişiklik önerilmiştir.
BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Kabul edilen önerge
istikametinde 10 uncu maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Görevle ilgili suçlar
MADDE 11.-
BAŞKAN – Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Disiplin cezaları
MADDE 12.-
BAŞKAN – Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Dördüncü Bölüm
Çeşitli ve son hükümler,
ücret
MADDE 13.-
BAŞKAN – Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Yönetmelik
MADDE 14.-
BAŞKAN – Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Müktesep haklar
GEÇİCİ MADDE 1.-
BAŞKAN – Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Yürürlük
MADDE 15.-
BAŞKAN – Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Yürütme
MADDE 16.-
BAŞKAN – Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri,
ikinci bölüm üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Böylece, tasarının
görüşmeleri tamamlanmıştır.
Tasarının tümünü oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır. Orman mühendislerimiz,
Çevre ve Orman Bakanlığımız ve milletimiz için hayırlara vesile
olmasını diliyorum.
Sayın Bakanın bir konuşması
olacak.
Buyurun Sayın Bakan.
ADALET BAKANI CEMİL
ÇİÇEK (Ankara) – Sayın Başkan, size ve değerli milletvekillerimize
ve gruplarımıza, böylesine önemli bir yasaya katkılarından dolayı
teşekkür ediyoruz; ormancılık camiasına hayırlı ve uğurlu olsun.
BAŞKAN – Biz de, Hükümetimize
ve tüm emeği geçenlere canıgönülden teşekkür ediyoruz; hayırlı,
uğurlu olsun diyoruz.
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, 6 ncı sıraya alınan Terörle Mücadele Kanununun Bazı
Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve İçişleri
ile Adalet Komisyonları raporlarının görüşmelerine başlayacağız.
7.- Terörle Mücadele Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve İçişleri ile Adalet Komisyonları
Raporları (1/1194) (S. Sayısı: 1222) (x)
BAŞKAN – Komisyon ve
Hükümet yerinde.
Komisyon raporu 1222
sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde,
AK Parti Grubu adına Ankara Milletvekili Haluk İpek, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına Niğde Milletvekili Orhan Eraslan, Anavatan Grubu
adına Malatya Milletvekili Süleyman Sarıbaş; şahısları adına,
Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ, Erzurum Milletvekili Mustafa
Nuri Akbulut, Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan, Hatay Milletvekili
Mehmet Eraslan.
Bu arkadaşlarımızın
söz talepleri aynı anda geldiği için, eğer hepsi konuşma taleplerinde
ısrarlı olurlarsa kura çekeceğim.
Diğer milletvekilleri,
Haluk Koç, Esat Canan ve Feridun Ayvazoğlu.
İlk söz, AK Parti Grubu
adına Ankara Milletvekili Haluk İpek’e aittir.
Sayın İpek, buyurun.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA
HALUK İPEK (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1222
sıra sayılı Terörle Mücadele Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısıyla ilgili olarak AK Parti Grubu adına söz almış
bulunuyorum; Yüce Heyeti saygıyla selamlıyorum.
Demokratik toplum rejimleri
için en büyük tehlikeyi oluşturan terör eylemleri, kişi hak ve özgürlüklerinin
kullanılması açısından bir tehdit oluşturmakta; ayrıca, toplumun
sosyal ve iktisadî bakımdan gelişmesini engellemektedir. İnsan
onuru ve buna bağlı olarak insan hak ve özgürlüklerine saygı, bireyin
hak ve özgürlüklerinin güvence altına alınması, demokratik toplumun
temel prensiplerini oluşturmaktadır. İnsan onuruna yakışır bir şekilde
yaşama hakkı, insan vücudunun dokunulmaz ve saygınlığı hakkı, özgürlük
ve güvenlik hakkı ve aynı zamanda düşünce özgürlüğü, düşünceyi özgürce
açıklama ve özgürce bilgilendirme hakkı demokratik toplum düzeninin
temelini oluşturan haklardandır. Terörizm, bu hakların kullanılmasını
tehlikeye sokmaktadır. Terör hareketleri, hukuk devleti esasına
dayalı toplum düzeninin bozulmasını, bireysel hakların ve demokratik
düzenin dayanağını oluşturan temel prensiplerin ihlalini sonuçlamaktadır.
Terör hareketleri, muayyen bir devletin veya aralarında belli müştereklikler
bulunan devletlerin kurumlarını veya halkını hedef almaktadır. Terör
eylemleri, halkın korku ve paniğe kapılmasına, toplumdaki siyasî,
ekonomik ve sosyal yapıların büyük ölçüde zarar görmesine sebebiyet
vermektedir.
Terörizm, terör eylemlerinin
siyasal amaçlar doğrultusunda örgüt faaliyeti çerçevesinde sistemli
ve sürekli olarak işlenmesini bir strateji olarak benimseyen anlayıştır.
Terörizm, bir eylem tarzıdır. Bir nevi strateji, amaca götürmek üzere
kullanılan bir tür araçtır. Terörizmi farklı kılan en önemli özelliği,
onun belirli politik amaçlara erişmek için kullandığı kendine mahsus
suç işleme yöntemleridir. Bu bakımdan, terörizm, bir ideoloji, bir
doktrin, hatta sistematik bir fikir değildir. Terörizmden söz edebilmek
için, aynı siyasî amaca yönelik olarak ve bir örgütün faaliyeti çerçevesinde
işlenmiş cebir ve şiddet içeren bir dizi suçun varlığı gereklidir. Cebir
ve şiddet içermesine rağmen birbiriyle bağlantılı olmaksızın işlenen
suçlar da toplumdaki dehşet ve korkuyu artırabilir; ancak, bu suçlara
terör eylemi vasfını kazandıran unsur, bunların bir örgüt faaliyeti
çerçevesinde sistemli ve sürekli olarak işlenmesidir.
Terör eylemlerinin
bir özelliği de cebir ve şiddet içeren suçların siyasal bir amaçla işlenmesindendir.
Terör eylemleri bağlamında belirli siyasal hedeflere ulaşmak amacıyla
cebir ve şiddete başvurulmakta, cebir ve şiddet içeren suçlar işlenmektedir.
Ortaçağ kanonik hukukunda kabul gören “meşru amaca ulaşmak için her
araç mubahtır” mantığını benimseyen terör örgütleri meşru addettikleri
siyasal amaçlara ulaşmak uğruna çok ağır suçları işleyebilmektedirler.
Ancak, günümüzde, hukuk bilimi, meşru amaca ulaşmak için her araç mubahtır
mantığının yanlış olduğunu kabul etmektedir; bu itibarla, terör
eylemleri niteliğindeki suçların hangi siyasal amaçla işlendiğine
bakılmamalıdır.
Terör eylemleri, toplumdaki
çeşitli suretlerle işlenmektedir. Mal varlığının tahribi, kamusal
ve bireysel mülklere zarar vermek, müessir fiil, hürriyeti tahdit,
ölüm tehdidi ve öldürme gibi suçlar bu kapsamda işlenebilmektedir.
Terör eylemleri kapsamında
bu suçların işlenmesi suretiyle, suç kurbanları ve bunların akrabaları
büyük bir eleme gark edilmektedir. Bu insanların geleceğe yönelik
bütün planları altüst edilmektedir. Bu insanları hayata bağlayan
temel unsurlar yok edilmektedir. Terör eylemlerine maruz kalan kişiler,
maddî ve manevî bakımdan büyük zararlar görmekte ve hatta, hayatlarını
kaybetmektedirler.
İnsanlık tarihi kadar
geçmişe sahip olan terör, bugün, eskiye nazaran daha tehlikeli bir
hal almıştır. Zira, günümüzde, teröristler, iktisadî ve dolayısıyla
sosyal bakımdan büyük çapta tahribata sebebiyet verebilecek ve
hatta toplu ölümleri ve kitlelerin imhasını sonuçlayacak etkide
yeni silahlara, patlayıcı maddelere sahip olabilmektedirler.
Günümüzde, teröristler,
oldukça profesyonelleşmişlerdir. Güttükleri amaçlara ulaşabilmek
için, icra ettikleri fiillerin ortaya çıkarabileceği muhtemel
neticeler açısından, tamamen umursamaz bir duyguyla hareket etmektedirler.
Günümüzde uluslararası
bir yapılanmaya sahip olan teröristlerin çeşitli ülkelerde bağlantıları
mevcuttur. Değişik ülkelerde üssü ve lojistiği bulunan teröristler
arasında uluslararası düzeyde bir iletişim ağı mevcuttur. Teknolojik
gelişmişlik ve kanundaki bilgilere ulaşma kolaylıkları, teröristlerin
işini de oldukça kolaylaştırmaktadır.
Terör eylemlerinin
günümüzde kazandığı bu mahiyet, bu suçlarla mücadele bakımından
adlî merciler ile güvenlik birimleri arasında mutat ilişki biçimini
yetersiz kılmıştır. Zira, günümüzde, teröristler, birbirleri arasında
uluslararası düzeyde bir ilişki ve iletişim ağına sahip bulunmaktadırlar
ve ülkelerin mevzuatlarındaki hukukî boşluklardan büyük ölçüde
yararlanabilmektedirler. Ayrıca, belirtmek gerekir ki, terörizm,
çeşitli kaynaklardan büyük ölçüde lojistik ve finansal destek bulabilmektedir.
Terör eylemleri bir
suçluluk şekli olarak tezahür etmektedir. Bu suçlulukla mücadele,
mutat suçlara nazaran büyük bir özellik arz etmektedir. Terör eylemleri
dolayısıyla devletlerin emniyet ve gümrük teşkilatları arasında
daha sıkı bir irtibat ve işbirliği gerekli olmaktadır.
Terör eylemlerine
karşı ortak duyarlılık gösteren devletlerin yargı müesseseleri,
savcılık ve mahkeme teşkilatları arasında daha kolay irtibat kurulmasını
temin edecek bir sistem oluşturulması gereği hâsıl olmuştur, hatta,
devletlerin ceza hukuku mevzuatlarındaki terör eylemleriyle ilgili
hükümlerin birbirine yaklaştırılması düşüncesi de gündeme gelmiştir.
Terörle mücadele bakımından
devletler arasında öngörülen işbirliğinin hızlandırılması gerekir.
Bu nedenle, suçluların iadesine ilişkin prosedürün basitleştirilmesi
cihetine gidilmelidir. Hatta, bu prosedür, sadece suç şüphesi altında
bulunan kişilere münhasır kılınmalıdır. Buna karşılık, belli bir
suçtan kesin bir hükümle mahkûm olup da, cezanın infazından kurtulmak
için başka bir ülkeye kaçmış bulunan kişiler açısından, suçluların
iadesi prosedürünün işletilmesine gerek olmayıp, basit teslim
usulleriyle yetinilmelidir.
Uluslararası düzeyde
terör niteliğindeki suçlarla ilgili olarak bir devlette gerek soruşturma
aşamasında gerek kovuşturma aşamasında verilmiş olan kararların
diğer devletler tarafından da tanınması yönünde bir düzenleme yapılmalıdır.
Bu itibarla, terör eylemleri karşısında ortak duyarlılık gösteren
devletlerden birinde terör niteliğinde suçlarla ilgili olarak verilen
tutuklama kararının, diğer devletlerde de aynı etkiyi göstermesi
sağlanmalıdır.
Bazı devletlerin mevzuatında
terörist eylemler çeşitli suretle ifade edilmiştir. Örneğin, 1994
Fransız Ceza Kanununda, kamu düzeninin devamlı surette bozulması
açısından elverişli olan tehdit ve şiddet eylemleri terörist eylemler
olarak nitelendirilmişlerdir. Portekiz Ceza Kanununda ise, millî
menfaatların ihlal edilmesi, devlet müesseselerinin işleyişinin
sekteye uğratılması veya değiştirilmesi, belli bir şey yapmalarını
veya yapmaktan imtina etmelerinin temini zımnında kamu görevlilerine
baskı kullanılması, bireylerin veya grupların tehdit edilmesi, terörist
eylemler olarak tanımlanmıştır. Keza, İspanyol Ceza Kanununda,
İtalyan Ceza Kanununda benzer hükümler vardır. İngiltere’de 2000 yılında
yürürlüğe giren Terörizm Kanununda da ayrıntılı bir tanım verilmeye
çalışılmış ve burada da şiddet kabul edilmiştir.
Dikkat edilmelidir
ki, bütün kanunlarda yer alan ifadeler terör eylemlerinin bir tanımı
niteliğinde değildir. Aslında, bu ifadelerle, terör eylemlerinin
belirlenmesinde dikkate alınması gereken özelliklere işaret edilmektedir.
Terör kavramı bir maddî ceza hukuku kavramı olmadığı için, bu kapsama
hangi suçların gireceği konusunda daima bir belirsizlik söz konusu
olmuştur. Bu nedenle, terörle mücadeleye konu edilen uluslararası
sözleşmelerde terörle ilgili bir tanım verilmemiş, sadece terör
eylemleri olarak nitelendirilebilecek suçlara ilişkin ayrıntılı
bir liste yapılmıştır.
Bu konuda şu uluslararası
sözleşmeler örnek olarak gösterilebilir: 16 Aralık 1970 tarihinde
Lahey’de imzalanan Uçakların Yasadışı Ele Geçirilmesinin Önlenmesi
Sözleşmesi, 23 Eylül 1971 tarihinde Montreal’de imzalanan Sivil Havacılık
Güvenliğine Karşı Yasadışı Eylemlerin Önlenmesine Dair Sözleşme,
Diplomatik Ajanlar Dahil Uluslararası Korunan Kişilere Karşı Suçların
Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi, Rehin Almalara Karşı
Uluslararası Sözleşme, Nükleer Maddelerin Fizikî Korunması Sözleşmesi,
Denizcilik Sefer Yollarının Güvenliğine Karşı Yasadışı Eylemlerin
Önlenmesi Sözleşmesi -ki, bu sözleşmelerin tamamı Türkiye’nin taraf
olduğu sözleşmelerdir- Kıta Sahanlığına Kurulan Sabit Platformların
Güvenliğine Karşı Yasadışı Eylemlerin Önlenmesi Hakkında Protokol,
Terörist Bombalamalarının Önlenmesi Sözleşmesi, Terörizmin Finansmanının
Önlenmesine Dair Uluslararası Sözleşme…
Türkiye’nin de taraf
olduğu bütün bu sözleşmelerde, esasında, suç teşkil eden terörist
hareketler liste halinde sayılmıştır.
Terörle Mücadele Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısında da, bu sözleşmelerdeki
düzenlemeler dikkate alınmak suretiyle, hangi suçların terör suçu
sayılacağı hususunda sayma yöntemi benimsenmiştir.
Bu itibarla, terör eylemleri,
esasen, ceza kanunlarında tanımlanmış suçları oluşturmaktadır;
ancak, bu suçlar gerek işlenişinde güdülen saik gerek işleniş tarz
ve mahiyeti itibariyle terör suçu olarak nitelendirilebilmektedirler.
Ceza kanunlarında
esas itibariyle suç olarak tanımlanan bu fiillerin bir örgütün faaliyeti
çerçevesinde işlenmesiyle, devletin ana yapısını, bu yapının dayandığı
temel prensipleri değiştirmek ve yıkmak, toplumda korku ve panik yaratmak
amacının güdülmüş olması durumunda, bu suç bir terör suçu niteliği
kazanmaktadır.
Söz konusu suçların
terör suçu niteliği kazanabilmesi için, bunların bir terör örgütünün
faaliyeti çerçevesinde işlenmesi gerekmektedir. Çağdaş ceza kanunlarında,
suç işlemek için örgüt kurma suçundan ayrı olarak, terör örgütü kurma
suçuna ilişkin bir tanım yapılmaktadır. Alman Ceza Kanununun 129
ve 129/A maddeleri bu hususta bir örnek olarak gösterilebilir. Tasarıda
yer verilen diğer hükümler ile terör örgütlerinin malî kaynaklarının
önüne geçmeye yönelik olarak “terörizmin finansmanı suçu” tanımına
yer verilmiş ve ekonomik çıkar amacına yönelik belirli suçların terör
örgütünün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde terör suçu
sayılması sağlanmıştır.
Silah ve uyuşturucu
madde ticareti terör örgütleri bakımından önemli bir malî kaynak
oluşturmaktadır. Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 24 Kasım 1993
tarihli kararında da açıkça işaret edildiği üzere, terör örgütleriyle
silah ve uyuşturucu madde kaçakçılığı arasında güçlü bir bağ bulunmaktadır.
Keza, göçmen kaçakçılığı ile insan ticareti suçları da terör örgütlerine
malî kaynak oluşturmakta önemli bir yer tutmaktadır. Sahte pasaport
veya sahte vizeler yoluyla alınan komisyonlar ve sınırda teslim organizasyonları
karşılığı alınan paralar da örgütler bakımından bir malî kaynak
oluşturmaktadır.
Ayrıca, terör örgütlerinin
önemli malî kaynaklarından birisini rafine hırsızlık ve gasp suçları
oluşturmaktadır. Bilişim alanında işlenen suçlara başvurulmak suretiyle,
bu örgütlerin önemli bir malî kaynak elde ettiği bilinmektedir. Bu
bakımdan, tasarıda, söz konusu suçların bir terör örgütünün faaliyeti
çerçevesinde işlenmesi terör suçu sayılmıştır.
Terör örgütlerinin
malî kaynaklarından birisi de, yabancı devletlerden temin edilen
nakdî ve malî yardımlardır. Bu amaçla, tasarıda “terörün finansmanı”
suçu tanımlanmış, bu suretle, 9 Aralık 1999 tarihli Birleşmiş Milletler
Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Sözleşmesinden kaynaklanan
uluslararası yükümlülüklerimize uygun düzenleme yapılmıştır. Ancak,
bu düzenleme yapılırken, kötüye kullanmaların, salt insanî mülahazalarla
yapılan yardımların da bu kategoride değerlendirilmesinin önüne
geçecek bir ifade kullanılmıştır. 2003 yılında Avrupa Birliğine
uyum sürecinde çıkarılan 6 ncı ve 7 nci uyum kanunlarında, yani,
4928 ve 4963 sayılı Kanunlarda, Terörle Mücadele Kanununun çeşitli
maddelerinde değişiklik yapılmıştır. 6 ncı uyum paketiyle ilgili
kanunun 20 nci maddesiyle yapılan değişiklikle, terör suçlarının
işlenmesindeki yönteme açıklık getirilmiştir. Bu değişikliğe göre,
bir suçun terör suçu niteliğini taşıyabilmesi için, mutlaka, cebir
ve şiddet yöntemlerinin kullanılması gerekmektedir. Bu değişiklik,
gerek Türkiye Büyük Millet Meclisinde ve gerek komisyonlarda ve Genel
Kurulda AK Partinin ve Cumhuriyet Halk Partisinin oylarıyla kabul
edilmiştir (6 ncı ve 7 nci uyum paketleri).
Görüşülmekte olan tasarının
çerçeve 6 ncı maddesiyle değiştirilen Terörle Mücadele Yasasının
7 nci maddesinde yapılan düzenlemede, bu uyum yasalarında benimsenen
ilkeler esas alınmıştır. Az önce bahsettiğim gibi, terör örgütlerinin
amaçlarını gerçekleştirebilmesi için teknolojik bütün imkânlardan
yararlanılmaktadır. Terör örgütlerinin benimsedikleri yöntemler,
çoğu zaman, bu hususta bir kanunî düzenleme yapılırken öngörülememektedir.
Bu nedenle, terör örgütlerinin benimsedikleri suç işleme yöntemleriyle
etkin mücadele edebilmesi için, Terörle Mücadele Kanununda günün
koşullarına uygunluğun sağlanabilmesi amacıyla gerekli değişikliklerin
vakit geçirmeksizin yapılması gerekmektedir ve bu amaçlanmıştır.
Bu mülahazalarla,
tasarıda, Terörle Mücadele Kanununda mevcut olmayan pek çok hususla
ilgili olarak düzenleme yapılmaktadır. Yapılan yeni düzenlemeleri
şu şekilde özetleyebiliriz:
Terör örgütünün faaliyet
çerçevesinde, suç işlemeye alenen teşvik, işlenmiş olan suçları ve
suçlularını övme ve terör örgütünün propagandasını içeren süreli
yayınların tedbir olarak durdurulmasına imkân tanıyan bir düzenleme
yapılmıştır.
Ülkemizdeki terör
eylemlerini desteklemek üzere yabancı ülkelerde yapılan yayın
faaliyetlerinin durdurulması yönünde Adalet ve Dışişleri Bakanlıklarımızın
bu devletler nezdinde bulundukları girişimler, kendi mevzuatımızdaki
düzenlemeler örnek gösterilerek, büyük ölçüde sonuçsuz kalmıştır.
Bu istismarın önüne geçmek amacıyla, tasarıyla, Terörle Mücadele
Kanununa yeni bir hüküm getirilmiştir. Terör örgütünün propagandası
niteliğini taşıyan belirli fiillere açıklık getirilerek, uygulamada
karşılaşılan tereddütlerin giderilmesi amaçlanmıştır.
Terörle Mücadele Kanununun
6 ve 7 nci maddelerinde tanımlanan suçlarla ilgili olarak basın ve
yayın organları sahiplerinin objektif sorumluluğunun kabul edildiği
hükümler değiştirilmiştir. Yapılan bu düzenlemeyle, basın ve yayın
organlarının sahipleri ve yayın sorumluları hakkında ancak taksire
dayalı sorumluluk rejimi benimsenmiştir. Terör suçlarından dolayı
yargılama yapmak üzere görevli mahkemelerin görev alanına giren
suçların işlenişine 15 yaşını tamamlamış olan çocukların iştirak
etmesi halinde dahi bu kişiler hakkında açılan davaların bu mahkemelerde
görülmesine imkân tanıyan bir düzenleme yapılmıştır.
Tasarıda terör suçlarıyla
ilgili olarak yakalanan veya gözaltına alınan kişinin durumu hakkında
sadece bir yakınına bilgi verilmesine imkân tanıyan düzenleme yapılmıştır.
Tasarıyla yapılan düzenlemeye göre, terör suçlarından dolayı
şüpheli bulunan kişiler gözaltı sürecince yalnız bir müdafiin hukukî
yardımından yararlanabilecektir. Keza, gözaltındaki şüphelinin
müdafii ile görüşme hakkı 24 saat süreyle kısıtlanabilecektir;
ancak, bu süre zarfında şüphelinin ifadesi alınamayacaktır.
Terör suçlarından dolayı
şüphelinin kolluk tarafından ifadesi alınırken ancak bir müdafi
hazır bulunabilecektir. Bu düzenlemeyle, müdafaa hakkının kötüye
kullanılmasının ve bu suretle soruşturmanın güçleştirilmesinin
önüne geçilmek istenmiştir.
Terörle mücadelede
görev alan kolluk görevlilerinin, terör örgütlerinin hedefi haline
gelmelerinin önlenmesi amacıyla, düzenlenen tutanaklara bu görevlilerin
sadece sicil numaralarının yazılması yönünde düzenleme yapılmıştır.
Tasarıda, terör suçlularının
müdafiliğini üslenen kişilerin bu yetkisini kötüye kullanmalarının
önüne geçecek sair düzenlemeler yapılmıştır.
Terör suçlularının
“dur” ihtarına rağmen durmayarak silah kullanmaya teşebbüs etmesi
halinde, terörle mücadelede görev alan kolluk görevlilerinin,
saldırı tehlikesini etkisiz kılacak ölçü ve oranda doğrudan ve duraksamadan
hedefe ateş etmelerine imkân tanıyan bir düzenleme yapılmıştır. Bu
suretle, yapılan düzenlemede, Anayasa Mahkemesinin 31.3. 1992 tarih
ve 1991/18 karar 1991/20 sayılı iptal kararının sözü edilen ölçütleri
de dikkate alınmıştır.
Ancak, son olarak şunu
da belirtmeden edemeyeceğim: Tasarının görüşülmesi sırasında,
komisyonlara geldiğinde, alt komisyon zamanında, kamuoyunda hiç
yeri yokken, bu terörle mücadele, bir terör de tüm ülkedeki tüm siyasal
partilerin millî bir konusu olmuşken, gereksiz bir tartışma oldu, ona
da burada değinmeden edemeyeceğim:
Tasarının Hükümet
tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisine sevkinden sonra, terörle
mücadelede etkinliği sağlamak amacına yönelik olarak getirilen
bütün bu düzenlemeler gözardı edilerek, sırf terör üzerinden siyaset
yapma uğruna, tasarının çerçeve 6 ncı maddesinin son fıkrasında
yer alan “etkin pişmanlık” hükümlerinin uygulama alanını terör suçlarıyla
ilgili olarak sınırlandıran hüküm, hukukî bakımdan dayanaksız gerekçelerle
eleştirilmiştir.
Belirtmek gerekir
ki, bu eleştiriler, başta yüksek mahkeme yargıçları ve üniversite
öğretim üyeleri olmak üzere, hukuk çevrelerinde haklı bulunmamıştır.
Buna rağmen, teröristbaşının affedileceği hususunda spekülatif
değerlendirmelerde bulunarak popülist bir politika izlenmesi
ve terörle mücadelenin siyasal istismar aracı olarak kullanılması
eğilimlerinde ısrarcı olunmuştur. Teröristbaşının affedilmesi
yönünde bir iradenin bulunmamasına…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
HALUK İPEK (Devamla)
– 1 sayfa kaldı Sayın Başkanım; toparlıyorum.
BAŞKAN – Şimdi, ne kadar
sürede bitireceksiniz?
HALUK İPEK (Devamla)
– 1-1,5 dakika içerisinde biter.
BAŞKAN – Şimdi, sayfa
üzerinden konuşmayalım da, bütün bu tümü üzerinde konuşacak olan
konuşmacılardan grup adına konuşacaklara 2 dakika süre vereceğim,
size de 2 dakika veriyorum. Onun için, bundan sonraki arkadaşlara
da adalet için vereceğim; lütfen, konuşmanızı tamamlayınız bu süre
içerisinde.
Buyurun.
HALUK İPEK (Devamla)
– Peki; teşekkürler Sayın Başkanım.
Teröristbaşının affedilmesi
yönünde bir iradenin bulunmamasına, bu yönde bir tehlikenin bulunmamasına
rağmen, Adalet Komisyonunda yapılan değişiklikle, tasarının çerçeve
6 ncı maddesinin son fıkrasında “etkin pişmanlık” hükümlerinin uygulanmasını
sınırlandıran düzenleme, Türk Ceza Kanununun 221 inci maddesine
aktarılmıştır; yani, bir terör örgütü mensubu, şu anda mevcut Ceza
Kanunumuza göre, 221’e göre, hiç suç işlememişse, kendisi teslim
olmuşsa, örgütün işlediği suçlarla ilgili bilgi vermişse, bu, 221
inci maddeden, etkin pişmanlıktan yararlanabilir Ceza Kanununa
göre, daha sonra, yararlandıktan bir müddet sonra tekrar dağa çıkabilir,
tekrar geri gelebilir, tekrar yararlanmak istiyorum diyebilirdi.
Dolayısıyla, tasarının 6 ncı maddesinin son fıkrasına getirilen
düzenlemeyle, bir kez yararlanmayla ilgili bir düzenleme getirilmişti.
Buradaki amacımız, terör örgütü mensuplarının birden fazla yararlanmasının
önüne geçmekti. İşte, buradaki, 6 ncı maddenin son fıkrasındaki düzenlemeyi…
NECATİ UZDİL (Osmaniye)-
Niye kaldırdınız?!
HALUK İPEK (Devamla)
– Tamamlayayım, aynı noktaya geleceğiz.
SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya)
– Kaldırdığınız bir şeyi niye tartışıyoruz ki?! Kalkmış gitmiş; daha
niye tartışıyorsunuz?!
HALUK İPEK (Devamla)
– Aynı noktaya geleceğiz.
6 ncı maddenin son fıkrasındaki
muradımızı, Ceza Kanunu içinde etkin pişmanlığı, tüm suçlar için
“bir kez etkin pişmanlıktan yararlanılabilecektir” şeklinde düzelttiğimiz
için, tasarının bu bölümünden çıkardık; herkese hayırlı olsun.
Böylelikle, terör örgütü
mensuplarının etkin pişmanlıktan birden fazla yararlanma imkânını
ortadan kaldıran bu irademiz, hukuk sistemimizde bir başka düzenlemede
yer aldığından, Terörle Mücadele Yasasının 7 nci maddesinin son
fıkrasından çıkarılmıştır.
Ayrıca, belirtelim
ki, daha önce sözünü ettiğimiz uluslararası sözleşmelerde devletlere,
terör eylemleri olarak nitelendirilen suçlarla ilgili olarak,
bunların siyasal suç sayılmaması, bu suçları işleyenlere sığınma
hakkı tanınmaması, vatandaş veya yabancı olduğuna bakılmaksızın
bu kişilerin suçun işlendiği ülkeye iade edilmesi ve suçun nerede
ve kime karşı işlendiğine bakılmaksızın yargılanmalarını sağlama
hususunda yükümlülükler getirilmiştir.
1 Haziran 2005 tarihinde…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın İpek,
teşekkür ediyorum sizlere.
HALUK İPEK (Devamla)
– Terörle Mücadele Yasasının terörle mücadele eden güvenlik kuvvetlerimize
hayırlı olmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına, Niğde Milletvekili Orhan Eraslan.
Sayın Eraslan, buyurun.
(CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ORHAN
ERASLAN (Niğde) – Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin değerli
üyeleri; çok önemli bir yasa tasarısını görüşüyoruz; Terörle Mücadele
Yasasında değişiklik yapılmasına ilişkin yasa tasarısı, Hükümetin
tasarısı.
Değerli arkadaşlarım,
terörün çok çeşitli tanımları var. Genel olarak suç, toplu yaşama
kurallarının ihlalidir. Terör suçu ise, toplu yaşama kurallarının
ihlalinin yanı sıra, devletin de ihlalidir, tümüyle yok sayılmasıdır.
O bakımdan, tüm dünyada, terör suçu önemli olarak görülür, etkin şekilde
mücadele edilmesi gereken suç olarak görülür.
Terörle mücadele;
her hukuk devleti suçla mücadele eder, her hukuk devleti terörle öncelikle
mücadele eder; çünkü, terör, devletin, dolayısıyla hukukun inkârıdır.
Hiçbir hukuk devleti, terörün hiçbir türüne, hiçbir çeşidine sempatiyle
bakamaz, onu himaye edici davranışlar sergileyemez, koruyucu, gözetleyici
davranışlar gösteremez.
Şimdi, ülkemiz, yirmi
yılı aşkın süredir, yoğun bir terör eylemlerinin etkisi altında. Bu
uğurda 30 000’i aşkın yurttaşımız hayatını kaybetmiştir, milyarlarca
dolarla ölçülebilecek maddî kayıplarımız olmuştur. Onun için, terör
eylemleri hepimize karşı yapılmış eylemlerdir, toplumu teşkil
eden her bireye karşı yapılmış eylemlerdir. Bu çerçeve içerisinde,
terörle mücadelenin en etkin yollarını bulmak ve hayata geçirmek
gerekiyor.
Cumhuriyet Halk Partisi
olarak, biz, İktidar Partisine de, yaptığımız konuşmalarla, terörle
mücadele iradenizi ortaya koyun… Terörle mücadele, öncelikle
bir irade meselesidir. Vay canım, şunlara da dokunur mu, bunlara da
dokunur mu endişesiyle, terörle mücadele yapılamaz. Bu, öncelikle,
net bir irade meselesidir. Yani, kime dokunursa dokunur; ama, terörle
mücadele edilmezse, hukuk devleti kurulamaz, var edilemez, yaşatılamaz.
Bunun anlaşılması gerekir. Bu çerçevede çabalarımız olmuştur.
Bu çerçevede verilecek mücadeleyi de destekleyeceğimizi açıkça
ifade ettik. Ne var ki, bu konuda uzun süre ayak süründükten sonra,
2002’de terörün geldiği nokta bugün yeniden yükselerek 2002’de geldiği
noktalardan çok öncesine, 1980’li yılların ikinci yarısının bulunduğu
döneme doğru yükselmeye başladığı dönemde, aşamada, yani, her gün
yurdun çeşitli bölgelerine bayrağa sarılı tabutlar, şehit cenazeleri
gelmeye başladığı noktada bir Terörle Mücadele Yasa Tasarısı
geldi.
Değerli arkadaşlarım,
şimdi burada Sayın İpek bahsetmese ben küllenmiş bir tartışmayı canlandırmak
niyetinde değildim. Doğrusu, konuşmamı onun üzerine de kuracak değildim.
Biz gördük ki, bu tasarıda vahim bir şey var. Bu bilerek olur bilmeyerek
olur, orasını bilemem; ama, vahim bir hata var. 6 ncı maddesine bir
son fıkra ekleniyor. Son fıkrada deniliyor ki… Terör suçları sayılmış.
İşte şu şu suçlar terör suçları. 2 nci maddesinde sayılıyor Yasanın.
6 ncı maddede de, etkin pişmanlık düzenleniyor ve Türk Ceza Yasasının
221 inci maddesine atıfta bulunularak “terör örgütünün kurucusu
ve yöneticisi de etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanır” deniliyor.
Nedir bu etkin pişmanlık hükmü? Kabaca söyleyecek olursak, şimdi
eğer terör örgütü kurucusu ve yöneticisi örgütün yapısı hakkında
ve faaliyeti çerçevesinde bilgi verirse -yani, başka, örgütün yakalanması,
faaliyetini durdurması şartı yok- indirim yapılabilecek. Yani,
üçte 1’inden dörtte 3’üne kadar cezasından indirim yapılabilecek.
Eğer gönlüyle teslim olduysa -o konu da tartışmaya açık- cezasız kalabilecek.
Biz bu hususta İktidar
Partisine bir uyarıda bulunduk. Dedik ki: Sizin niyetiniz nedir,
orasını bilmeyiz; amma, bu, terör örgütünün başının ve diğer yakalanmayan
terör örgütünün yöneticilerinin yararlanabileceği açık bir kapıdır.
Dikkat edin! Eğer bunu bilerek yapıyorsanız bundan vazgeçin, bilmeyerek
yapıyorsanız dikkat edin!
Bunun üzerine, birçok
şey söylendi. Denildi ki -uzatmak istemiyorum burada- Sayın Bakan
başta olmak üzere İktidarın çeşitli sözcüleri: Efendim, bu karar
kesinleşti, artık engeldir, falandır filandır. Yani, ceza hukukunda
bir kural vardır, kesinleşen kararlara da lehe yasalar uygulanır;
maddî ceza hukukuna ilişkin olunca. Bu, evrensel bir hukuktur. Kaldı
ki, Ceza Kanununun 7 nci maddesinde, zaman bakımından uygulamada
bu konu çok açık olarak vardır. Özel yasal hükmü ayrıca uygulanır.
“İnfaz Yasası engeldir” dediler. O da engel değil, öyle bir şey söz
konusu değil. Onlar da açıklanınca, bu defa “efendim, terör örgütü
başı Türk Ceza Kanununun 125 inci maddesinden, -eski Ceza Kanununun-
mahkûm oldu, oysa bizim bu getirdiğimiz suç, örgütle ilgili pişmanlık
suçudur” diye bir savunma yapıldı.
Şimdi, değerli arkadaşlar,
gerek 125 inci madde -şimdi karşılığı 302-, gerek 146 ncı madde -şimdiki
karşılığı 309 uncu madde- aslında örgüt suçunun özel biçimleridir,
nitelikli biçimleridir.Yani, Avrupa yasalarındaki düzenlemelerde,
ülkenin bütününü bölmek yahut topraklarını parçalamak veya anayasal
düzeni değiştirmek değil o suçların adı, ülke toprağının, ülke bütünlüğünün
bozulması amacıyla örgüt kurmak, anayasal düzenin değiştirilmesi
amacıyla örgüt kurmak biçimindedir; çünkü, bu suçlar, örgütsüz işlenebilecek
suçlar değildir. Birisi sokağa çıkarak, ben, ülkeyi bölüyorum,
bölmek istiyorum derse, sadece komik olur; yani, o suçu işlemiş olmaz.
Onun için, bizim hukukumuzda, bu, böyle gözükmeyebilir, Türkiye
açısından yargıçlar böyle düşünmeyebilir; ama, Abdullah Öcalan’ın
AİHM kararını alırsanız, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi böyle görmüyor.
Elimde karar değerli arkadaşlar, size okuyorum; nasıl görüyor ve
nereden dönüldü bizim uyarılarımız sayesinde, gönüllü dönüldü,
gönülsüz dönüldü; ama, dönülmüş olmasını, Türkiye açısından büyük
bir tehlikenin bir ölçüde atlatılması olarak sayıyorum. Bakınız,
24 Nisan 1999 tarihli dosyasında “Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi
Cumhuriyet Savcısı, başvurucuyu, Türk topraklarını bölme hesabıyla
faaliyetler düzenlemek ve bu hedefe ulaşmak için silahlı örgüt kurmak
ve bu örgüte liderlik etmekle suçlamıştır” diyor. Kim diyor; Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi diyor.
Değerli arkadaşlar,
bu tür düzenlemeler yapılırken “ben şunu kastettiydim” önemli değil.
Siz, yasayı yaparken kastınız olabilir; ama, yapıp bitirdikten sonra,
karşıdakinin ne anladığı önemlidir, o gediği vermemek önemlidir.
Bu itibarla, bu konuda uyarılar yaptık; dedik ki, bundan vazgeçin. “Hayır,
değil” dediler. O zaman, sorumluluk sizin, vazgeçmiyorsanız, bunun
öyle olmadığını söylüyorsanız; biz, bu sürece bu bağlamda katkıda
bulunmayacağız. Nihayet, bizim içinde yer almadığımız, sadece
AKP milletvekillerinden kurulu bir alt komisyonda, 6 ncı maddenin
son fıkrasından vazgeçildiğini, komisyona getirildiğinde gördük.
Bu, olumlu bir gelişmedir, bunda bir yanlışlık yoktur. Hatadan zor da
olsa, böyle, tevilli de olsa dönülebilmesini mutluluk verici buluyorum
değerli arkadaşlarım; ancak, bu yeterli değil değerli arkadaşlar.
Şimdi, terörle mücadele bir aksa oturmak durumundadır. Mevcut yasanın
üzerinde değişiklikler yapılarak iyi netice elde edilebilir mi;
bu konu, çok tartışılacak bir konudur.
Terörle mücadeleyi
bir aksa oturtmak durumundasınız. Öncelikle, terör suçlarını çok
net olarak belirlemek durumundasınız. Hükümetin belgesi sayılan…
İktidar Partisi milletvekillerinden bazı arkadaşlarımız, ben
onu söyleyince “o nereden geldi” diyorlar. Millî Güvenlik siyaset
belgelerinde, Türkiye için iki büyük tehditten söz ediliyor, bir tanesi
bölücü terör örgütü tehdidi; diğeri ise, irticaî terör. Bunlar,
Millî Güvenlik siyaset belgelerinde vardır, gazetelerde yayınlanıyor
ve Millî Güvenlik Kuruluna katılan Sayın Hükümetin bakanlarının
da bunun altında imzası vardır. O halde, iki tehdit varsa, bu iki tehdit
de nasıl önlenebilecek, nereden sızabilecekse, o yolları kapatmakla
Parlamentomuz mükelleftir, görevlidir.
Şimdi, değerli arkadaşlarım,
bunlardan birini yok sayarak ya da birini görmezden gelerek, birazcık
tolerans tanıyarak terörle mücadele olmaz. Ya Millî Güvenlik Siyaset
Belgesi doğrudur ya değildir. Doğru değilse, o zaman, Hükümetin bakanları
“hayır, biz bunu imzalamadık; böyle bir tehdit yoktur” demelidirler.
Varsa, o zaman, terör süreci dinamik bir süreçtir; daima değişen
bir süreçtir, bu dinamizme uygun olarak formülasyonların geliştirilmesi
lazım.
Bizim ülkemizde, dediğim
gibi, irticaî terör, bölücü terör temel tehdit olarak vardır; bunun
yanı sıra, siyasî amaçlı diğer ideolojik terörler ve çıkar amaçlı terörler
de mevcuttur. Terörle mücadeleyi bu aksa oturtarak yasalaştırmak
ve dinamik süreçte nereden, neler sızabilir, ne olabilir; yani, önlemek
nasıl olur terörü, bunun çalışması yapılması gerekirdi. Terörle
mücadelede, değerli arkadaşlarım, bu yasa tasarısının en önemli
eksiklerinden birisi, önleyici kolluğa ilişkin bir düzenleme, ne
acıdır ki, yoktur. Yani, tasarının bütünü, suç işlendikten sonrasına
ilişkindir. Bu, önemli bir eksikliktir; soruşturma ve kovuşturmaya
ilişkindir. Teröre kaynaklık eden sosyal şartlara ilişkin de bir düzenleme
ve bir mücadele programı, ne yazık ki, burada bulunmamaktadır.
Şimdi, bu konuyla ilgili
katkılarımız olabilecekti; alt komisyona, Cumhuriyet Halk Partisi
olarak, biz, bir üye vermedik, malum nedenlerden dolayı. Arkadaşlarımız,
inatlaştılar gösterdiğimiz çok ayan beyan olan bir şeye. Yani, hep
kendi dünyamız içerisinde değerlendirdik. Oysa, başka şeyler var,
elimizde dokümantasyon var. Bunları, ben, ilgili arkadaşlara verdim
“bakın, şu kararları inceleyin; bu, sizin bildiğiniz gibi değil;
yani, eğer iyi niyetle bahsediliyorsa, bunda bir art niyet yoksa, bunu
görün lütfen” diye; ama, bu, bir refleksif savunma noktasına getirildi.
Burada kendi aralarında
yaptıkları çalışmalarda, yeni tasarı geldiğinde -değerli arkadaşlar,
biz, terörle mücadeleden daima yanayız, bu konuda taviz verilmesini
doğru bulmuyoruz, kabul etmiyoruz- gördük ki, vahim bir şey var, Terörle
Mücadele Yasasının bazı noktaları bazı saikler altında çarpıtılmış.
Ne çarpıtılmış; şimdi, Terörle Mücadele Yasasının 1 inci maddesinin
ikinci ve üçüncü fıkrası metinden çıkarılmış. Çıkarılan ne: “İki veya
daha fazla kimsenin birinci fıkrada yazılı terör suçunu işlemek
amacıyla birleşmesi halinde bu kanunda yazılı olan örgüt meydana
gelmiş sayılır. Örgüt terimi, Türk Ceza Kanunu ile ceza hükümlerini
içeren özel kanunlarda geçen teşekkül, cemiyet, silahlı cemiyet,
çete veya silahlı çeteyi de kapsar” maddeleri çıkarılmış. Burada
amaç, çete, cemiyet, teşekkül gibi şeylerin terör örgütü olamayacağı
doğrultusunda bir anlayışa getirilmiş ve “terör örgütü sadece silahlı
olur” noktasına getirilmiştir.
Şimdi, değerli arkadaşlarım,
terör örgütü sadece silahlı olur ölçütü yanlıştır. Silahın ölçütü
nedir? 5 tane maceraperest serseri bir araya gelirse, 5 de tabanca
takarsa beline, devlet için bir terör tehdidi mi olur? Bunu kim
ciddîye alabilir?.. Ama, bunun yerine, çok organize
olmuş bir güç, Anayasada yazılı cumhuriyetin temel niteliklerini
sarsacak derecede halkı ayaklanmaya teşvik edecek –silahı yok, dikkat
edin- doğrultuda çalışmalar yaparsa, o mu daha teşvik edici olur?..
Şimdi, burada çok
açık, kimi irticaî örgütlerin, işte, el altından himayesi olsun diye
düşünülmüş; ama, bu sonucu tevlit etmez. Onu, arkadaşları uyardık,
dedik ki, bakın, bu yasanın 1 inci maddesinde “cumhuriyetin temel
nitelikleri” deniliyor, laik, demokratik, hukuk, sosyal, vesaire,
bu temel nitelikleri deniliyor, buna karşı eylemler...
Ha şimdi, cebir ve şiddet…
Cebir tanımı arkadaşlar, zor değildir, maddî zor değildir. Cebir iki
çeşit olur; manevî zor da –Yargıtayımızın içtihadı böyledir- cebirdir.
İnsanın iç dünyası üzerinde baskı yaratan manevî cebir de vardır. Cebri,
sadece maddî cebir olarak algılayamazsınız. Bunu, böyle bir amaçla
düzenlemek isteyebilirsiniz, bu şekilde yasayı budamak isteyebilirsiniz;
ama, bu, belki, Sivas katliamı yapanlar benzerinin himayesine yol
açabilir. Yani, orada silah kullanılmamıştır; ama, o eylem bir terör
eylemidir, hiç kimsenin kuşkusu olmayacak şekilde. Bu yolu, kitlesel
ayaklanmalara ve terörün siyasallaşmasına kapı aralarsınız, yanlış
yaparsınız. Aynı yolu bölücü terörün kullanmasına da olanak verirsiniz.
Bunu yapmayın çağrılarımız ve yaptığımız öneriler, düzeltilmesi
konusunda komisyonda verdiğimiz öneriler, ne acıdır ki, cevap bulmamıştır,
karşılık bulmamıştır. Arkadaşlarımız, sadece kafalarındaki belli
noktaları gündeme getirmişler ve o noktada bir çaba sarf etmeye
gayret etmişlerdir. Bu yasa böyle bir aksa oturmadığı için, terörle
mücadelede önemli bir etkinlik sağlayabileceği inancını korumak
istiyorum ama, eksikliğini görüyorum, buna uyarıyorum, bunun düzeltilmesi
gerekir diyorum.
Şimdi, sadece eksiklik
bu değil değerli arkadaşlar, terörün siyasallaşmasına ve kitleselleşmesine
kapı açacak biçimde bir eksiklik değil; yani, bu, belki Fatih Camii
avlusunda birtakım göstericileri korumak için yapılmış, belki
başka saiklerle yapılmış olsa, hadi bir parça bunun ötesine geçebilir
noktada; bunun dışında da eksiklikleri vardır.
Değerli arkadaşlarım,
hep, demin İktidar Partisinin Sayın Sözcüsünü dinledim, teröre teşhis
konulurken eksik şeyler yapılıyor. Terörü tanımlamaktan kaçınınız.
Her tanım bir sınırlamadır. Sınırlamalar eksik olur. Şimdi, terör
örgüt işidir denilirse, arkadaşlar, orada da yanlışlık vardır; bireysel
terör diye bir şey vardır, bireysel terörizm diye. Teröre, örgüt işidir,
örgüt çerçevesinde işlenen suçtur derseniz, bunun açıklaması zordur.
Yani, örnek vermek istemiyorum ama, zorunluyum, anlaşılsın diye
örnek vermek durumundayım, bugün terör farklı bir boyut kazandı,
Türkiye tarihinde; hatta bir konuşmamda söylediğim gibi, terörizmin
babası sayılan Hasan Sabbah’tan bu yana en büyük aşamasını kaydetti,
adalet dağıtan bir heyeti, yüksek mahkeme heyetini adalet dağıttığı
sırada, devlet adına bir egemenlik erkini, yargı erkini kullandığı
sırada basarak katletti, kurşuna dizdi. Bu, bir suikastın ötesinde
bir şey. Bir egemenlik hakkının kullanılmasının önlenmesiydi.
Şimdi, burada çok acele
edildi, çeşitli örgütler, şunlar bunlar çıkarıldı.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Eraslan,
2 dakikalık süre de size veriyorum; konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
ORHAN ERASLAN (Devamla)
- Temenni ederiz ki soruşturma sonuçlansın. Ama, şu ana kadar elde
bir sanık var değerli arkadaşlar, bir sanık var.
Şimdi, terörle mücadele
kapsamında bu sanığa dört günlük gözaltı uygulandı ve ona uygun işlemler
yapıldı. Şimdi, bu örgütü ortaya çıkaramazsanız, böyle bir şey doğmazsa
-dikkatinizi çekiyorum- uluslararası hukuk açısından dört günlük
gözaltını nasıl yorumlayacaksınız? Avukat ve savunma sınırlamalarını
nasıl izah edebileceksiniz? Yani, yasanın bireysel terörizmle ilgili
eksikliğinin çarpıcı bir örneğidir. Bu örneği onun için vermek istedim.
Bu konuda olumlu katkılarımız
olacaktı. Arkadaşlarımız, uzattığımız eli farklı şeylerle ittiler,
verdiğimiz önergelere itibar etmediler; bir goygoyculuk içerisinde
“vay bizim filancacılarımız gidiyor” mantalitesi içerisinde. Olmaz
arkadaşlar, terörle mücadele öyle olmaz.
Şimdi, tabiî, bu eksikliklerin
yanı sıra, basın özgürlüğünde de eksiklikler olmuştur. Şimdi, terör
örgütünün ve terör eylemlerinin övmesine hiç kimse cevaz vermez;
ama, arkadaşlar, propaganda ile övümenin arasındaki farkı bilin. Bazı
şeylerin anlatılması propaganda olarak değerlendirilir, orada
övülme kastı yoktur. Bu ince ayırım korunamamıştır. Savunma hakkıyla
ilgili birtakım şeyler düzgün yazılamamıştır. Niye; eski yasanın
üzerinde birtakım oynamalar yapılmıştır. Yeni bir aksa, Millî Güvenlik
siyaset belgelerinde bahsedilen şekilde, terörle mücadeleyi yeni
aksın üzerine oturtup, bunun içinde silahlı terörü, silahsız terörü,
bireysel terörü, kitlesel terörü komplike bir şekilde, irticaî terörü,
bölücü terörü, hepsini kapsayacak bir şekilde ve özel bir şekilde iyi bir çalışma yapılamamıştır. Buna
rağmen, biz terörle mücadelenin yapılmasından yanayız, yasayı engellemeyeceğiz;
ama, böyle eksiklikleri içeren, böyle yanlışlıkları içeren yasaya
da …
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN –Sayın Eraslan,
teşekkür ediyorum.
ORHAN ERASLAN (Devamla)
– Ben teşekkür edeceğim; bitti…
BAŞKAN – Saygıdeğer
arkadaşlarım, lütfen, hatipler kürsüyü zorlamasın.
ORHAN ERASLAN (Devamla)
– Teşekkür edeceğim Sayın Başkan…
BAŞKAN – İyi, güzel,
de bakınız, ben…
Arkadaşlar, sürekli
olarak sizlere söylüyorum, diyorum ki: “Arkadaşlar, süre şudur; şu
şekilde kullanıyorsunuz.”
Saygıdeğer arkadaşlarım,
22 dakika az bir zaman değildir…
Buyurun, açayım,
bir teşekkür edin.
ORHAN ERASLAN (Devamla)
– Bu nedenle, yasaya engelleme yapmayacağız; ama, bu eksiklikleriyle
yasaya olumlu oy vermeyi de içimize sindiremiyoruz.
Hepinize saygılar,
sevgiler sunarım.(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Anavatan Grubu adına
Malatya Milletvekili ve Grup Başkanvekili Sayın Süleyman Sarıbaş;
buyurun.
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Değerli milletvekili
arkadaşlarım, 1222 sıra sayılı Terörle Mücadele Kanunu üzerinde
Anavatan Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz almış
bulunuyorum, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar,
herkesin bildiği gibi, terör bir insanlık suçudur. Terörle mücadele
öncelik arz eden, etkin mücadele gerektiren, kararlılık isteyen
bir olaydır. Terörle mücadelenin en etkin yolları bulunmalı ve bu
hususta irade ortaya konulmalı, kararlılık gösterilmelidir. Bizim ülkemiz yirmi
yıldır terörle başı dertte olan bir ülkedir. Bu uğurda binlerce güvenlik
mensubumuzu, binlerce vatandaşımızı şehit verdik.
Tabiî, terör yasası
yeni bir yasa değil; daha önce, Anavatan Hükümeti döneminde de, terörle
mücadele için etkin olan Terörle Mücadele Yasası çıkarılmıştı; ancak,
Türk Ceza Kanununda yapılan değişiklik nedeniyle, Türk Ceza Kanununun
yeniden yapılması nedeniyle o yasada birtakım değişiklikler yapılması
gerekiyordu. Getirilen yasa da, zaten, yeni çıkarılan Türk Ceza
Yasasının bazı maddelerinin daha önceki Terör Yasasına monte
edilmesinden ibarettir.
Değerli arkadaşlar,
terörle mücadele eden güvenlik kuvvetlerimizin motivasyonu sağlanmalıdır,
onlara psikolojik moral destek verilmelidir, bu ülkenin bölünmez
bütünlüğü için mücadele edenlerin şevk ve heyecanları kırılmamalıdır.
Şimdi, bir ülkede terör
varsa, mutlaka terörle mücadele olacaktır. Yani, dağda bölücü eşkıyanın
elinde silah, ülkenize, ülkenizin insanlarına, ülkenizin topraklarına
kastı varsa, mutlaka, sizin de, güvenlik kuvvetlerinizin de aynı
etkinlikle, çok daha fazla etkinlikle bununla mücadele etmesi
esastır; ama, terör faz değiştirmekte. Terör, siyasallaşmaya ve ayrılıkçı
bir harekete dönüşmeye başlamıştır.
Şimdi, getirdiğimiz
tasarı, dağdaki silahlı eşkıyayla, teröristle güvenlik kuvvetlerimizin
nasıl mücadele edeceğini, yargılama sürecinde hangi kıstaslara
uyacağını; yani, diğer adi suçlardan farklı olarak neleri uygulayacağını
ortaya koyan bir tasarı; ama, ayrılıkçı mücadeleyi ortadan kaldırmak
için; yani, bu ülkenin insanlarının özde bütünleşmesi için… Ki, bin
yıllık tarihinde, millet olma şuurunda birliği vardır, bir aile milleti
olmuşuz; kız almışız, kız vermişiz.
Bakın, çok açık ve net
söylüyorum, bizim ülkemizde, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan
Kürt vatandaşlarımız Türklerle kız alıp vermekte veya Türklerin
Kürt vatandaşlarımızdan kız alıp vermesinde bir problemi yoktur ve
o bölgede yetişen vatandaşlarımız da, bu cumhuriyetin temel değerlerine,
bu millet olmanın şuuruna gönülden bağlıdırlar; ancak, uluslararası
konjonktür, uluslararası dengeler, uluslararası alanda Türkiye’nin
bölünmesini, zayıflamasını, güç kaybetmesini, motivasyon kazanamamasını,
ilerleyememesini, zenginleşmesini önlemek için, sinsi bir planla,
bu ülkenin Çanakkale’de, bu ülkenin Kurtuluş Savaşında omuz omuza
savaşmış insanlarını birbirine düşman etmek noktasında sinsi
planlar uyguladılar. Bunlara gizli servisler dahil oldu, bunlara
dost bildiğimiz ülkeler dahil oldu. Bütün amaçları; bölgede kendi
çıkarlarını öne çıkarmak için, kendi istedikleri oyunu oynayabilmeleri
için, bu ülkenin, bu güzel ülkenin insanlarını birbirine düşürmekten
başka bir amaç taşımadılar.
Şimdi geldiğimiz noktada,
işte, hepiniz biliyorsunuz, hangi Avrupalı -bu ülkeye karşı niyeti
bozuk Avrupalı- gelse, önce Diyarbakır’a gidiyor. Niye?!. Diyarbakır’daki vatandaşlarımız da bu cumhuriyetin
vatandaşları. Türkiye’nin başkenti Ankara, Türkiye’nin bütün idarî
sistemi, Türkiye Cumhuriyetinin idarî sistemi ve sorunları, bu
Mecliste, bu Parlamentoda ve bu Parlamentonun çıkardığı, Hükümetin
aldığı icra kararlarıyla çözüldüğüne göre,bu Diyarbakır’da ne
var?! Bu Diyarbakır’da ne var, niye giderler?
Şimdi, bir şey yaptık
arkadaşlar; yani, 1 Mart tezkeresinin bu Meclisten geçmemesini savunanlar
olabilir; ama, ben, o tezkerenin geçmemesiyle, bu konuda çok geri
kaldığımız, çok zafiyet gösterdiğimiz kanaatindeyim. Bakın, o tezkereden
sonra bu ülkede bombalar patlamaya başladı. O tezkere geçmedikten
sonra Kuzey Irak’ta oluşumlar daha netleşmeye başladı. O tezkere
geçmedikten sonra Kuzey Irak’taki kendini bilmez aşiret liderleri
Türkiye’ye laf atmaya, laf söylemeye başladılar.
Önleyici tedbir dediğimiz
bir şey vardır. Elbette, terör olayı varsa, onunla mücadele edeceksiniz,
sanıklarını yakalayacaksınız, yargıya çıkartacaksınız; ama,
bir de, önleyici tedbir denilen bir hadise var. Biz, o zaman, dedik
ki, Türkiye, Türk askeri Kuzey Irak’ta olmaz ise, yarın kendi içinde
terörle mücadele etmek zorunda kalır. Oysa, hepimiz biliyoruz
ki, Türkiye’nin ana terörü bölücü terör, ayrılıkçı terör. Şimdi, bölücü
ve ayrılıkçı terörü besleyen yer, otoritenin olmadığı veya otorite
varsa bile Türkiye’ye hasmane emeller besleyen otoritelerin olduğu
Kuzey Irak’tan kaynaklandığını hepimiz biliyoruz. Lojistik desteğini
oradan alıyor, kampları orada, desteği orada buluyor. İşte, muhataplarımıza
bakın ne diyoruz “gelin şu Kandil Dağını bir temizleyelim...” Kaç sene
geçti tezkereden sonra; şu an, Irak’ta Amerikan askerlerinin bulunmasından
bugüne üç seneye yakın bir zaman geçti, en ufak bir adım atmadılar. Niye
atmadılar; çünkü, o benim teröristim dediği; yani, El Kaideyi gördüğü,
kendi teröristini elimine etmek için, var gücüyle, bütün bombasıyla,
bütün askeriyle, bütün silahıyla yok etmeye çalışıyor ki, doğrudur,
kendi hakkıdır; ama, bir başka ülkenin terör örgütlerinin kamp kurmasına
da müsaade etmemelidir. Dostluk bu olmalıdır; yani, benim teröristim
kötü, öldürürüm, ama senin teröristin farklı, senin teröristin yaşasın,
yaşamalı şeklinde uluslararası bir anlayışı buradan telin etmek,
kınamak lazım.
Değerli arkadaşlar,
terör konusunda Meclisin yapacağı çok önemli şeyler vardı. Geçen
sene eylül ayında dedik ki: “Gelin bunu bir tartışalım.” Yani, burada
tartışalım derken, AK Parti sözcüleri hep çıktılar, “efendim, muhalefet,
işte, terörden siyaset yapmaya çalışıyor… “ Terörden kimse siyaset
yapmaz, terörle siyaset yapan da terörün altında kalır; böyle bir
şey yok. Terör, hiçbir partinin mücadelesi değildir; terör, Türk Milletinin
topyekûn mücadelesidir; çünkü, Türk Milleti bu topyekûn mücadelesini,
kendi milletinin içinden çıkardığı güvenlik kuvvetleriyle yapmaktadır.
Güvenlik kuvvetlerimiz, ne bir siyasî partinin ne de iktidarın güvenlik
kuvvetleridir, bu milletin güvenlik kuvvetleridir. Dolayısıyla,
terörde şehit olan insanlar da bu milletin çocuklarıdır, bu ülkenin
fertleridir; dolayısıyla, bir partinin veyahut da muhalefetin veyahut
da iktidarın fertleri değildir. Dolayısıyla, her gün akan kan, hepimizin
vicdanlarını kanatmakta, hepimizin vicdanlarını sızlatmaktadır.
Onun için, bununla etkin
mücadelede, bir siyasî partinin bundan beslenmiş olması veya iktidarın
bundan puan kaybetmesi şeklindeki bir anlayışa asla katılmıyoruz.
Terörle yapılması gereken ne varsa, bu Meclisin önüne getirilmeli
-yani, yasal bazda- Meclisin yapması gereken noktada, Meclis her
türlü desteği bu konuda iktidara vermelidir. Biz sonuna kadar, İktidar
bu konuda ne yapmak istiyorsa, biz o desteği vereceğiz. İşte, bu Terörle
Mücadele Yasasında da, biraz önce tartışılan etkin pişmanlık; ki,
ben hiç katılmadım, hiç katılmıyorum etkin pişmanlığa. Etkin pişmanlık
diye bir şey yok arkadaşlar. 7 defa Pişmanlık Yasası çıkardık. Ne netice
aldık; hiçbir netice alamadık. Daha geldiğimiz zaman, AK Partinin
programında olmamasına rağmen, seçim beyannamesinde olmamasına
rağmen, bir Eve Dönüş Yasası adı altında -ki, ben ret verdim o yasaya-
bir yasa çıkardık. Neydi, ne denmişti bize o gün; Sayın Bakanım burada:
Efendim, Kandil Dağındaki teröristler gelecekler, etkin pişmanlıktan
veyahut da Eve Dönüş Yasasından faydalanacaklar, terörün kökü kazılacak.
Ne oldu, ne oldu; cezaevlerinden, 2 000 tane, terör örgütüne bulaşmış,
örgüte bulaşmış insanlar da oralara gittiler, terör örgütüne katıldılar;
hiçbir fayda sağlamadı.
Şimdi, 6 ncı madde,
evet, çıktığı için fazla üstünde durmak istemiyorum; ama, sürekli
“etkin pişmanlık…” Yani, “hele bir örgüt kurayım, gideyim, beceremezsem
gelir pişman olurum. Olmadı, bir daha kurayım...” Yani, bu anlayışı
getirir. Etkin pişmanlıkların faydası varsa, zamanı gelir, şartları
gelir, oluşur, terör örgütü diz çöker, haa, o gün dersin ki, tamam, terör
örgütü diz çökmüştür, bu yasayı çıkaralım, geçici bir süre için,
faydalanan faydalansın denebilir. Ki, onda da beklenen amaç, hiçbir
zaman tahakkuk etmemiştir. 7 defa çıktı, ne tahakkuk etti?! Terör
örgütü bitti mi?! Kaç kişi etkin pişmanlıktan faydalandı?! Ne zaman
faydalanıyor?.. Güvenlik kuvvetlerimiz yakalayıp
adalete teslim edince, artık, bir çıkış noktası kalmayınca, “efendim,
ben etkin pişmanlıktan faydalanmak istiyorum” şekline geliyor. Zaten,
yakalanmışsın, yapacağın bir iş kalmamış; ama, kendi iradesiyle gelen
üç beş kişiden başka, o yasadan faydalanan olmadı.
Değerli arkadaşlar,
tabiî, bu yasanın tartışılması sırasında toplumun değişik kesimlerinden
de itirazlar geldi. Haklı olarak, terör kastını taşıyan, hakikaten,
bu milletin bölünmez bütünlüğüne, bu milletin huzuruna, bu milletin
birliğine kastetmişleri, teröristleri ayırmak; ama, düşünce ve
ifade özgürlüğünün, din ve vicdan özgürlüğünün hassas noktasını
da çizmemiz lazım. Yani, insanlar düşüncelerini toplu olarak açıkladıkları
takdirde veyahut da ifade özgürlükleri kullandıkları takdirde de
bunu bir terör suçlusu gibi muameleye tabi tutmamamız lazımdı. Kaldı
ki, din ve vicdan özgürlüğünün de bu ülkede, biz, savunucusu bir partiyiz,
Anavatan Partisi olarak, din ve vicdan özgürlüklerini de birtakım
yanlış anlamalara veyahut da uygulamada sıkıntılara sokacak,
her düşüncesini açıklayanı, her din ve vicdan özgürlüğünü yaşamak
isteyeni, sanki, bu ülkeye kastı varmış gibi algılamayla özel muamelelere
tabi tutmak da sıkıntı yaratırdı. Bu konuda bu yasanın getirecekleri,
götürecekleri vebali de bu yasayı hazırlayan İktidara ve İktidar
Grubuna aittir. Siz, bu yasayla bunların olmayacağını düşünüyorsunuz.
Biz sıkıntıların, hâlâ, olabileceğini düşünüyoruz; ama, günahıyla,
vebaliyle size bırakarak bu yasayı da destekleyeceğiz.
Değerli arkadaşlar,
teröristbaşı konusunda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, biliyorsunuz,
kararı adil yargılama noktasından bozdu, karar bekliyor. Biz, Ceza
Usul Muhakemeleri Kanunumuzun 311 inci maddesine bir hüküm koyarak,
bunun önünü, iadei muhakeme yolunu kesmek istedik. Ancak, daha sonra,
Anayasamızın 90 ıncı maddesinde yaptığımız değişiklikle, uluslararası
sözleşmelerin kanunlarımızdan önde geldiğini de kabul ettik.
Biz, o zaman da, bu karar
çıktığında da Hükümete söylemiştik; hiç bunu uzatmanın bir anlamı
yok. Eğer, Avrupa Birliği sürecini devam ettireceksek, eğer, Avrupa
Birliğine katılma irademiz tam ise bu, mutlaka önümüze çıkacak. Yani,
bu İnsan Hakları Mahkemesi kararını, Avrupa Komisyonu, Avrupa
Konseyi mutlaka önümüze çıkartacak. Hiç korkularımıza bürünmemize,
içe kapanmamıza gerek yoktu. Tekrar, aynı gün, mahkememizi, yetkili
mahkemeyi, görevli mahkemeyi kurup bölücü başının cezasını vermeliydik,
vermeliydik ve bu işi kapatmalıydık; çünkü, bu işin daha uzun süre
gündemde kalması, tartışılması, terör örgütünün propagandası haline
gelir. Terör örgütü, sanki bir hak arayıcısı gibi, sanki bir hakları
mağdur edilmiş gibi dünyaya kendini tanıtmaya çalışması, propagandasını
yapmasının önü bir an önce kesilmeli. Cezası, Sayın Bakanım “kesinleşmiş”
diyor; ama, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı var olduğu müddetçe,
mutlaka, Avrupa Birliği bunu önümüze bir şart olarak koyacaktır. Bunu,
bir an önce, kendi kendimize, kendi irademizle, onlar dayatmadan,
hak ettiği cezayı yeniden mahkemelerimizce verdirip bu işi kapatmamız
gerektiği kanaatindeyim.
Değerli arkadaşlar,
Türkiye’de terör sorunu vardır, ayrılıkçı sorun vardır; ama, bir
Kürt sorunu yoktur; çünkü, evet, Türkiye’de Kürt vatandaşlarımız,
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Kürt vatandaşlarımız vardır,
Türk vatandaşlarımız gibi onların da sosyal sorunları, ekonomik
sorunları, kültürel sorunları vardır. Onların sorunları olmadığı
anlamında söylemiyorum; ama, etnik anlamda bir Kürt sorunu yoktur;
çünkü, biz, bin yıldır aile millet olmuş bir milletiz. Bakın, benim
eşim Kürt vatandaşlarımızdan; hiçbir problemimiz yok. Türk vatandaşlarından
kız alan binlerce de, milyonlarca da Kürt vatandaşlarımız var; aile
millet olmuşuz; bin yıllık tarihimiz, birlikte yaşama heyecanımız,
birlikte irade ortaya koymamız, tasada ve kıvançta birliğimiz artık
bütünleşmiş ve bizi millet yapan bütün değerler kaynaşmıştır. Dolayısıyla,
bunu, tutup, bir etnik sorunmuş gibi, bir Kürt sorunu, etnik sorunmuş
gibi tarif etmek, bu millete yapılacak en büyük haksızlıktır. Ha,
Kürt vatandaşlarımızın da, Türk vatandaşlarımızın da, başka vatandaşlarımızın
da sorunları var mıdır; hepimizin sorunları var; ekonomik sorunlarımız
var, sosyal sorunlarımız var, ifade özgürlüğünde sorunlarımız
var, din ve vicdan özgürlüğünde sorunlarımız var; ama, bu, milletin
temel sorunlarıdır. Bölgelerarası kalkınmışlık farkı, güneydoğu
ve doğudaki geri kalmışlık, ülkenin başka bölgelerinde de var, Yozgat’ta
da var, Kastamonu’da da var; yani, bu temel sorunları, sadece o bölgeye
ait, o bölgenin halkına ait bir sorun gibi ifade ederken, bunu etnik
yapıya büründürmek, etnik anlamda ifade etmek, bu millete yapılacak
en büyük haksızlık olur diye düşünüyorum.
Değerli arkadaşlar,
Hükümetin getirdiği bu tasarıyı desteklediğimizi söyledim. Bu
tasarının ileride yaratacağı sıkıntıların vebali de günahı da
Hükümete aittir, İktidar tarafına aittir. Biz, sıkıntıların olabileceği
kanaatindeyiz; ancak, sıkıntılar yasanın özünden olmaz, uygulamada
olur; uygulamayı yapacak da Hükümetin kendisidir, idaredir. Dolayısıyla,
bu yasayı geniş yorumlamadan, yani bu yetkiler alındı, çok geniş,
yasada olmayan anlamda yorumlanarak birtakım huzursuzlukların,
birtakım insanların rahatsız olmasının önü kesilmelidir. Bu yasa,
benim gördüğüm kadarıyla, teröriste ve teröre, yani bu ülkenin bölünmez
bütünlüğüne kast edenlere karşı acımasız şekilde geniş olarak uygulanmalı;
ama, ifade özgürlüğü, düşünce özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü
alanında çok geniş yorumlanmamalıdır; çünkü, bu milletin değerleri,
bir milletin değerleri olmadan milleti ayakta tutamayız, değerlerimizi
de yok sayamayız. Cumhuriyet, bu milletin değerleri üzerine inşa
edilmiş ve millet, kendi değerleriyle cumhuriyetin ilkelerini benimsemiştir.
Cumhuriyetin değerleri ile milletin değerlerinin çatıştığı hiçbir
nokta yoktur; dolayısıyla, cumhuriyetin değerlerini farklı, milletin
değerlerini farklı farklı, sanki, bunları birbiriyle çatışıyormuş
gibi göstermek de, bu ülkeye yapılacak, bu ülkenin bütüncül yapısına
yapılacak en büyük kötülük olur.
Dolayısıyla, biz diyoruz
ki: Bu millet, özünde aile milleti olmuştur, etnik bir sorunu yoktur.
Anayasamızın 66 ncı maddesi, bu coğrafyada yaşayan ve kendini bu
vatanın evladı kabul eden herkesi, üst kimlik olarak Türk kabul eder.
Bu üst kimliğin altında, elbette, değişik kültürlerden, değişik etnik
yapılardan insanlar vardır; ama, bu insanlar da, kaderde, kıvançta,
tasada bir olmuş, beraber olmuş, bu ülkenin kurtuluşuna, bu ülkenin
kurulmasına, birlikte, kanlarıyla, canlarıyla katılmış insanlardır.
Dolayısıyla, hiçbir ayırım, Şırnak’tan Edirne’ye kadar, Kars’tan Antalya’ya
kadar hiçbir vatandaşımız, kendisini bir başkasından üstün addetme
hakkına, hukukuna sahip değildir. Herkes, yasalar önünde birinci
sınıf vatandaşımızdır; herkes, yasalar önünde fırsat eşitliğine,
ifade özgürlüğüne, kültürel haklarını sonuna kadar yaşamaya sahiptir;
ama, bu milletin birliğini, bütünlüğü bozmaya çalışan, bu vatana
kastetmiş düşmanlarımız vardır. İç düşmanlarımız vardır; evet, vardır;
çünkü, Kâmran Beyin kitabında bir şey var “kendi ülkesine hain yetiştiren,
Türkiye gibi, başka bir ülke yeryüzünde yok” diyor; doğru, iç düşmanlarımız
vardır. Bundan şahsî menfaat uman, bundan beslenen, bundan çıkar sağlayan
zümreler vardır, şahıslar vardır; ama, yabancıları unutmamak lazım.
Uluslararası platformlarda, özellikle Hükümete düşen görev, Türkiye
üzerinde oynamak istedikleri oyunlardan onları caydırmaktır; yani,
bir Roj TV’yi, Danimarka gibi sıradan bir ülkeye iki senedir kapattıramamak,
kapattıramamak, Türkiye gibi büyük bir ülkeye yakışmayan bir durumdur.
Muhataplarımız, hiçbir hukukî uluslararası hükmün arkasına saklanamazlar;
yani, bir ülkeye düşmanlık besleyen bir yayını, uluslararası sözleşmelerle
yayın yaptırıyormuşcasına… Onları koruyacak hiçbir uluslararası
sözleşme yoktur; çünkü, aksi takdirde, Türkiye’nin oynayacağı da
birsürü oyun vardır; ama, Türkiye gibi büyük bir ülkeye…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Sarıbaş,
konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
SÜLEYMAN SARIBAŞ (Devamla)
- …başka ülkelerin içişlerine karışmak gibi bir durum yakışmaz;
çünkü, büyük ülke olmanın fazileti hukuka uymak, insan haklarına
uymak, demokrasiye uymak ve hukukun temel olarak üstünlüğünü kabul
etmekten geçer. Bizim, tarihimizde de, Allah’a çok şükür, millet olarak
hiçbir kara lekemiz yoktur. Tarihimizde de, hiçbir ülkenin bölünmesine,
parçalanmasına destek olmamışız. Tarihimizde de, hep insanlığın
onuru için, insanlığın duruşu için, insanlığın kaynaşması için hizmet
etmiş bir ülkeyiz. Üç kıtada insanlığa medeniyeti öğretmiş bir
milletin evlatlarıyız. Dolayısıyla, uluslararası muhataplarımıza
da kesin ve kararlı bir şekilde, ülkemiz üzerinde oynadıkları oyunlarından
vazgeçmeleri gerektiğini, aksi takdirde gereken cevabın verileceğini,
kararlı bir şekilde, iradeli bir şekilde ortaya koymamız lazım. Yoksa,
işte, gelirler, bölgenizde, efendim, “hele biz kendi işlerimizi
bir bitirelim…” Evet, kendi işleriniz önemlidir; ama, o zaman bırakın,
biz kendi işimizi de kendimiz bitirelim demek gerekir. Bence, iki
senedir Kandil Dağı diye bir dağ olmamalıydı. Türkiye Cumhuriyeti,
onu becerebilecek büyüklüktedir, güçtedir, kararlılıktadır. Bu
milletin bütün evlatları, Kandil Dağının yok olması için canını
vermeye dahi razıdır; ama, Hükümet de bu kararlılığı, bu iradeyi ortaya
koymalı, hukukun üstünlüğü, hukuk prensipleri dahilinde teröristlerle
sonuna kadar mücadele etmelidir.
Şunu son defa söylüyorum:
Asla, terör, bir siyasî partinin sorunu değildir, bu milletin temel
sorunudur; defedilmesi gerekir, mücadele edilmesi gerekir ve
biz bu mücadelede hayatlarını kaybeden bütün şehitlerimize Allah’tan
rahmet diliyoruz, kederli ailelerine sabır, başsağlığı diliyoruz
ve ülkemizin bu badireleri de atlatacağına, bunların geçici olduğuna
inanıyoruz. Bu millet, geçmişte, tarihinde çok badireler atlatmıştır.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Sarıbaş,
lütfen, teşekkür cümleniz…
SÜLEYMAN SARIBAŞ (Devamla)
- … terör belasını da dağıtacaktır diyorum; hepinize saygılar sunuyorum.
(Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Şahsı adına, Denizli
Milletvekili Ümmet Kandoğan; buyurun.
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli)
– Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri saygıyla selamlıyorum.
Uzun zamandan beri Türkiye’nin gündeminde olan çok önemli bir kanun
tasarısını görüşüyoruz.
Yaklaşık otuz yıldan
beri, Türkiyemizin en güzel köşelerinden biri olan Güneydoğu ve
Doğu Anadolu Bölgesinde yaşanan olaylar hepimizi derinden üzmektedir.
30 000’in üzerinde verilen kayıp, 100 milyar dolar civarında yapılan
harcama, bu olayın boyutunun ne kadar büyük olduğunu gösteren rakamlardır.
Bu milletimiz terörden
çok çekti; çok kan akıtıldı, çok masum insan hayatını kaybetti.
1987-1992 yılları arasında Siirt’te görev yaptım. Geçen, bir fotoğrafa
bakarken, benimle beraber aynı karede yer alan, o dönemin Siirt Belediye
Başkanı Sayın Mahmut Çalapkulu, Şirvan Belediye Başkanı Sayın Münip
Şerafettinoğlu, Şirvan Belediyesi Yazı İşleri Müdürü Sayın Adil
Kaplan, Şirvan İl Genel Meclisi üyesi Abdülkerim Cellek, benimle aynı
fotoğraf karesi içerisinde yer alan isimler; ama, maalesef, bunları
teröre kurban verdik. Daha dün gibiydi Sayın Mahmut Çalapkulu’nun
cenazesinde, Siirt’te gözyaşlarımızı döktük. Onun için, yaramız büyük,
acımız büyük, ülke olarak kaybettiklerimiz daha büyük; ama, artık,
buna bir son vermenin zamanı gelmiştir. Elbette, terörle mücadele
ederken böyle yasaların çıkarılması gerekiyor, bir ihtiyaç; ama,
olayı sadece bir kanun boyutuna indirgersek, onun dışında yapılması
gereken birçok hususu ihmal edersek, ne kadar kanun çıkarırsak çıkaralım
bir netice almanın mümkün olamayacağını hep beraber göreceğiz.
Artık, biz, Herekol
Dağında, Gabar Dağında silah sesleri değil, kuş sesleri duymak istiyoruz,
koyun ve kuzu melemelerini duymak istiyoruz. O bölgelerden dostluk
ve kardeşlik seslerinin, şarkılarının bütün Türkiye'yi sarmasını
istiyoruz. İşte, bunu gerçekleştirmek için, bir muhalefet partisi
olarak, Hükümete her türlü desteği vermeye hazır olduğumuzu da
ifade etmek istiyorum.
Elbette, kanunlar çıkacak,
bunlar hayata geçecek, bunlar uygulanacak; ancak, o bölgeyi çok
iyi bilen birisi olarak şunu da ifade etmek istiyorum ki, o bölgede
yapılması gereken çok şey var. Ekonomik tedbirlerin alınması lazım.
O bölgenin canlandırılması, kalkındırılması, güçlendirilmesi
lazım. Ama, bir Teşvik Kanunu çıkardık. Daha doğuştan yanlış olduğunu
söyledik. İkibuçuk yıldan beri uygulamada; ama -o bölgeden milletvekillerimizi
görüyorum- Teşvik Kanununun o bölgeye hemen hemen hiçbir katkısı
olmadı.
İşte, bu yanlıştan dönülmesi
lazım. Ekonomik hayatın canlandırılması lazım. Yatırımların gitmesi
lazım. Gençlere iş sahaları açılması lazım. Gençlerin kandırılmasının
önüne geçecek tedbirlerin alınması lazım. Sosyal tedbirleri uygulamak
lazım. Kültürel tedbirleri hayata geçirmek lazım. Eğitim konusunda
ciddî adımlar atmak lazım. Sağlık konusunda, o bölgenin eksikliklerinin
bir an önce giderilmesi gerekiyor. Altyapı hizmetlerinin iyi hale
getirilmesi gerekiyor. Ulaşımdaki ciddî problemlerin ortadan kaldırılması
gerekiyor. Hâlâ, o bölgede, oniki ay, köylere, beldelere, kasabalara
ulaşım imkânının olmadığı yerler var. Buraların bu sıkıntılarının,
dertlerinin bitirilmesi gerekiyor ve en azından, o bölge halkının
kucaklanması gerekiyor. Terör örgütü ile vatandaşlar arasındaki
o keskin çizgi ve ayırımı çok iyi ortaya koyup, terör örgütünü tecrit
etmek gerekiyor. Ben inanıyorum ki, bu olaylardan en çok mağdur olan
kesim, o bölgede yaşayan vatandaşlarımızdır. O bölgedeki vatandaşlarımız
yerinden yurdundan oldular, evlatlarından oldular, gelirlerinden
oldular, hayatları zindan haline geldi; ama, bütün bunlara rağmen,
büyük çoğunluğu hâlâ devletimizin yanındadır, devletimizin emrindedir,
bölünmez bütünlük için, gönülden Türkiye Cumhuriyeti Devletinin
destekçisidir. İşte, bu vatandaşlarımızı mutlaka kucaklamamız
lazım gelmektedir. O bölgedeki boş kadroların tamamlanması lazım;
kadroların büyük çoğunluğu, hâlâ vekâletle idare ediliyor. O bölgeye
göndereceğimiz kamu görevlilerinin çok özellikleri olması noktasında
dikkatli olmamız lazım. O bölge halkını kucaklayacak insanları o
bölgede görevlendirmemiz lazım. İstihbarat hizmetlerinin son derece
iyi hale getirilmesi gerekmektedir ve yine, istihbarat birimleri
arasındaki koordinasyonun mutlaka sağlanması lazım gelmektedir.
Maalesef, bu noktada ciddî eksikliklerin olduğu açık bir gerçektir
ve yine, o bölgede terörle mücadele eden güvenlik güçlerimizin
ekonomik ve sosyal bakımdan mutlaka desteklenmesi gerekir, mutlaka
güçlendirilmesi gerekir, moral olarak güçlü olmaları gerekir. O
bölgede görev yapan ve Türkiye’nin değişik yerlerinde görev yapan
güvenlik güçlerimiz yarının ekonomik sıkıntılarından endişe ediyorlarsa,
çocuklarına iyi bir eğitim verememenin üzüntüsü içerisindelerse,
evlerinde sıcak bir çorbanın iyi bir şekilde kaynamasından endişeleri
varsa, terörle mücadele noktasında güvenlik güçlerimizin en iyi
şekilde bütün performanslarını ortaya koyabildiklerini söylememiz
zordur. Emekli olan bir başkomiser, eğer, 600-650 milyon lirayla hayatını
devam ettirmek mecburiyetindeyse bunlara sahip çıkmak mecburiyetindeyiz.
GAP’ın o bölgede bir
an önce bitirilmesi lazım, tamamlanması lazım; ama, ne yazık ki,
GAP’la ilgili olarak son dönemlerde yeterli miktarda ödeneğin ayrıldığını
söyleyebilmemizin zor olduğunu ifade etmek istiyorum ve yine dışpolitikayla
ilgili ciddî tedbirlerin ortaya konulması lazım. 70 000 000’luk dev
bir ülkenin, terör örgütünü besleyen dış güçlere karşı daha kararlı,
daha duyarlı, daha inançlı hareket etmesi gerekir. İşte, biraz önce
Sayın Milletvekili de bahsetti; bir Roj TV meselesi, Kandil Dağı meselesi
ve yanı başımızda ve yanı başımızdaki ülkelerde terör örgütü mensuplarının
beslenme meselesi. Biz, 70 000 000’luk büyük bir ülkeyiz. 600 000 nüfuslu
dinamik bir orduya sahibiz. 200 000 nüfuslu, çok dirayetli, terörle
mücadele noktasında kendisini çok iyi yetiştirmiş emniyet güçlerine
sahibiz ve en azından, artık, terörle mücadele noktasında son derece
duyarlı, kendini iyi yetiştirmiş ve bu noktada tecrübeli olmuş güvenlik
güçlerimiz var ve 70 000 000’luk bir ülkenin bütün siyasî partileri
de terör noktasında Hükümetin yanında ve destekçisi olduğunu da
ifade ediyor. İşte, böyle bir noktada, Hükümetin bu noktada daha duyarlı,
daha kararlı, daha inançlı olması lazım ve dışpolitika noktasında
da üzerine düşeni bihakkın yerine getirmesi gerekmekte ve yine
psikolojik harekât noktasında da bütün kamu kurum ve kuruluşlarının
üzerine düşen görevi de yerine getirme noktasında duyarlılıklarını
sürdürmelerinde fayda mülahaza etmekteyim.
Toparlayacak olursak,
terör meselesi, Türkiye’nin en öncelikli meselesidir, en önce halledilmesi
gereken bir meseledir. Daha dün bir erimizi daha şehit verdik ve son
günlerde şehit sayılarımız her geçen gün artmaktadır. O nedenle,
bu işin üzerinden hiçbir siyasî düşünce içerisinde olmadan…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Kandoğan,
konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- …hiçbir siyasî mülahaza içerisinde olmadan, bu meselenin halledilmesi
noktasında, kanun ihtiyacı varsa onun desteklenmesi, demin saymış
olduğum hayata mutlaka geçirilmesi gereken tedbirlerin hayata
geçirilmesi noktasında da, biz, Doğru Yol Partisi olarak Hükümete
hep destek olacağımızı, bu konularda atacağı her adımı destekleyeceğimizi
ifade etmek istiyorum. Artık, bu meselenin bitmesi lazım. Artık,
Türkiye, terör meselesini halletmiş, diğer meselelerini önplana
alan, ekonomik kalkınma, gelişme noktasında atması gereken adımları
atan bir ülke olması lazım. işte, dün Dokuzuncu
Kalkınma Planını görüştük. Orada bir hedef konuldu; 10 000 dolar hedefi.
Keşke, teröre ayıracağımız kaynakları ülkenin ekonomik kalkınma
noktasında harcasak, 10 000 dolar değil 15 000 dolar olsaydı keşke;
ama, geçmişte -rakamlar belki tam sağlıklı değil ama- 100 milyar dolara
yakın bu ülkenin teröre bir kaynak ayırdığı söyleniyor. Eğer, o kaynak,
Türkiye’nin gelişmesi, kalkınması noktasında harcanmış olsaydı,
bugün, Türkiye, çok daha farklı noktalarda mutlaka olacaktı; ama,
ümidimizi kırmayalım, ümidimizi kesmeyelim. Hep beraber, el ele,
gönül gönüle olursak, bu meselenin de üstesinden geleceğimize
inanıyor, bu duygu ve düşüncelerle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Hükümet adına, Adalet
Bakanı Sayın Cemil Çiçek.
Buyurun Sayın Bakanım.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
ADALET BAKANI CEMİL
ÇİÇEK (Ankara) – Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, çok değerli
arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Önemli bir yasa tasarısını
görüşüyoruz. Keşke böyle bir yasa tasarısıyla, Hükümet olarak, huzurunuza
gelmemiş olsaydık. Sevimsiz bir tasarı olduğunun farkındayız, biliyoruz;
ancak, siyaset yapan insanlar olarak, zaman zaman, bu türlü sıkıntılarla,
bu türlü zorluklarla da karşı karşıya kaldığımız, kalacağımız da
bir gerçektir. Aferin alacak yasalar varken, yaşa, var ol, aslan bakan,
iyi ki sen varsın tarzında methüsena alacak yasalar varken, bunları
getirmek varken, hepimizin yüreğini yakan bu tip olayları çözmek
için yasa tasarıları getirmek, hem de birkısım insanlarımızın kafasında
bazı kuşkular, bazı tereddütler varken, olmaya devam ederken, cep
telefonlarınıza mesajlar gelirken, gelmeye çalışırken, böyle
bir yasa tasarısıyla huzurunuza gelmek, bu da bizim kaderimizde olan
bir husus. Ama, şunu bilmemiz lazım; terör, bugün, Türkiye’nin bir gerçeğidir
ve yeni bir gerçek de değildir. Burada değerli konuşmacı arkadaşlarımız
genel bir rakam veriyoruz; işte, 30 000’den fazla insanımızı bu uğurda
şehit verdik. Hepsine Allah’tan rahmet diliyoruz. Bu uğurda görev yapan
bütün güvenlik birimlerimize şükranlarımızı, minnetlerimizi,
teşekkürlerimizi ifade etmek istiyorum.
Bu ülkede yaşadığımız
sürece, elbette, ülkenin birliği, dirliği, bütünlüğü neyi gerektiriyorsa,
bunun gereği yapılacaktır; mevzuat olarak da yapılacaktır, başka
türlü de yapılacaktır. Bu, sadece bu Hükümetin değil, bundan evvelki
hükümetlerin yaptığı gibi bundan sonraki hükümetlerin de en öncelikli
görevidir ve böyle de olacaktır. Bu mücadeleye kim destek veriyorsa,
bu Hükümete destek veriyor değil, ülkenin birliğine bütünlüğüne,
huzuruna, barışına destek veriyor demektir. Bundan dolayı da kim
katkı sağladıysa, sağlıyorsa, sağlayacaksa, hepsine, tekrar, teşekkür
ederim.
Türkiye’nin bir gerçeği,
aynı zamanda bölgenin bir gerçeği ve terör olgusu dünyanın da bir
gerçeğidir. Bunu kimse gözardı edemez ve bugün yeryüzünde hiçbir
devlet yoktur ki, hiçbir ülke yoktur ki, en gelişmiş olanlar da dahil,
yüzde yüz terör saldırılarına karşı kendisini korumuş olsun. Böyle
bir emniyet, böyle bir güvenlik hiçbir ülke için söz konusu değil. Onun
için, her ülke kendi varlığını, kendi değerlerini, kendi bütünlüğünü,
kendi düzenini korumak adına ne gerekiyorsa onları yapıyor, bizim
de yapmaya çalıştığımız esas itibariyle budur. Ancak bu meseleyi
değerlendirirken sadece bir ceza hukuku meselesi olarak almamamız
gerektiğini hep ifade etmeye çalıştım; yani, bu kanun çıkarsa bütün
işler bitmiş olacak gibi bir iyimserliğe hiç kimse kapılmamalıdır.
Böyle bir iyimserlik, belki de teröre en büyük desteği vermek olur;
çünkü, terör, devam eden bir süreç, dinamik bir olgu, bugün bu şekilde
yarın başka bir şekilde, bugün bu örgüt altında yarın başka bir örgüt
altında varlığını sürdüren bir olgu. Dolayısıyla, bir yasa çıkacak,
bu yasayla bütün bu işler ortadan kalkacak diyor isek, böyle bir değerlendirme
yanlışına Hükümet olarak biz düşmedik, kimse de düşmemelidir.
Yasayla olmaz, ama,
yasasız da olmaz. İşte, biz, bu yasayla, yasasız olmaz kısmının bir
bölümünü düzenlemeye çalışıyoruz; çünkü, şu an, Türkiye’nin şu veya
bu bölgesinde hayatını ortaya koyarak ülkenin birliği ve dirliği
için mücadele veren insanlar, bizim yetkilere ihtiyacımız var, Terörle
Mücadele Yasasının yeni baştan gözden geçirilmesine ihtiyacımız
var diyor. Yani, durup dururken bu yasa niye geldi diyorsanız, bu ihtiyaçtan
dolayı geldi. Bunu herkesin iyi anlaması lazım. Özellikle cep telefonlarınıza
mesaj gönderen çevrelerin çok iyi anlaması lazım! Durup dururken
bu yasa Meclisin gündemine gelmedi, bir ihtiyaçtan geldi, bu ihtiyaçla
sınırlı tutmaya çalışıyoruz ve şu kadar senelik tecrübem içerisinde
söylüyorum ki, düzenlenmesi en zor olan yasadır bu, en zoru. En zor
olduğu için uykumuz kaçarcasına, kimse rahatsız olmasın; ama, kimsenin
de canı yanmasın, bu ülkede kan dökülmesin, kimse kin kusmasın adına uykumuz kaçarcasına her cümlesine,
her virgülüne dikkat ederek bir dengeyi kurmaya çalıştık. Nedir o denge
diyorsanız: Bir tarafta güvenlik ihtiyacı var, öbür tarafta da özgürlük
talebi var. Kantarın topunu o tarafa, bu tarafa kaçırmadan bu dengeyi
kurmak gerektiğini düşündük; ama, bunun söylendiği kadar da kolay olmadığını
biliyoruz. Bütün ceza hukukunun, ceza içeren kanunların iki tane temel amacı var;
bir tanesi, hak ve özgürlükleri teminat altına almak; ikincisi de,
kamu düzenini tesis etmek.
Değerli arkadaşlarım,
kamu düzeni adına özgürlüklerden feda edemeyiz; ama, özgürlükler
adına da ülkeyi bir kaosun içerisine sürükleyemeyiz. Kamu düzenini
tesis edemezseniz hiçbir özgürlüğü kullanma şansınız yoktur. Bugün
özgürlük Irak’ta var mı, var mı Irak’ta? Seyahat özgürlüğünüz var mı;
mülk edinme özgürlüğünüz var mı; toplantı, gösteri yürüyüşü hakkını
kullanma imkânınız var mı? İsterseniz en modern anayasayı getirin
Irak’a kabul ettirin, isterseniz en modern ceza yasasını getirin
Irak’a kabul ettirin… Kamu düzeni bozulduktan sonra ülkenin neler
kaybettiğini -bırakın Irak’ı- biz 80 öncesi yaşadık, 80 sonrası da
zaman zaman yaşadık. O halde bu yasa niye getirildi diyorsanız, işte
bir taraftan kamu düzenini tesis etmek; ama, öbür tarafta da hak ve
özgürlükleri belli bir teminat altına almak. Bunun söylendiği kadar
kolay olmadığını bildiğimiz içindir ki, herkesin iyi niyetle bu
noktada yaklaşımını, katkısını
bekledik. Destek verenlere huzurunuzda teşekkür ediyorum. Bu yasayı beğenenler olur, beğenmeyen
de olur; ama, ben biliyorum ki, bugün burada söz alan arkadaşlarımızın
hepsi daha iyi bir yasa çıksın diye bir çabanın, bir gayretin içerisinde
oldular; ama, bu yasa tasarısı ya da hatta taslağı, taslağın taslağı
gündeme geldiğinden beri birkısım değerlendirmeler oldu. Bu değerlendirmeler
aslında siyasî değerlendirmelerdi. Bunları belli ölçüde anlayışla
karşılıyoruz; ancak, bizim huzurunuza getirdiğimiz yasa tasarısı
bir hukukî düzenlemedir. Biz burada bir hukukî çerçeve çizmeye, kanunsuz
suç ve ceza olmaz ilkesinden, hukukun temel kuralından hareketle
bu alandaki fiilleri, kullanılacak yetkileri, kullanacak makamları,
soruşturma usullerini olabildiğince net, açıkça ortaya koymaya
çalıştık.
Eğer, bu yasa tasarısında
beğenilmeyen hususlar varsa, eksik olan hususlar varsa, televizyonlarda
veya mesajlarla genel geçer ifadeler yerine, o maddeyi öyle değil
de şöyle düzenlersek daha uygun olur tarzında teklif bekledik. Doğrusu, şu ana kadar
da bize dişe dokunur bir teklif gelmedi. Hatta, Ankara’ya kadar gelenler
oldu; biz kendilerine, “içinizden iki hukukçu seçin, 25 kişiyle, 30
kişiyle, 50 kişiyle bu türlü meseleleri konuşmakta, düzenleme
yapmakta zorluk var, oturun, konuşun, teklifiniz neyse iki hukukçu
arkadaş getirsin onu, bak, alt komisyonda biz bunların hepsini dinlemeye
varız” dedik. Hiç kimseden haber çıkmadı. Kendilerine haber verildiği
halde, “bugün işimiz var, ben değil de öbür arkadaşımız gelsin…” Hiç
kimse gelmedi.
Eğer, filanca maddede
özgürlüğü kısıtlayan bir madde, bir hüküm, bir fıkra var diyorsanız,
özellikle teröre destek anlamında, o zaman sizin teklifiniz ne? Siyasî değerlendirmeler
için kimsenin Ankara’ya kadar zahmet etmesine gerek yok. Zaten, televizyonlarda
biz bunları dinliyoruz ve azamî ölçüde istifade etmeye çalışıyoruz,
çalıştık. O zaman sizden metin bekliyoruz dedik. Herkes ezberini
okudu, ondan sonra çekti gitti. Kimse bir tek cümle bu noktada -açık
söylüyorum bakın, tarihe not düşmek adına- belki kendi aralarında
konuştular, belki bir siyasî mesaj konusu yaptılar; ama, hukukî düzenlemeye
gelince, işin zor olan kısmına hiç kimse yanaşmadı. Bunu herkesin de
bilmesi gerekir diye düşünüyorum.
Tabiatıyla, terör
olayı, bir ceza hukuku olayı değil. Birçok yönüyle tedbirlerin alınması
lazım. Bütün cumhuriyet hükümetleri de bunu almaya çalışıyor.
Hiçbir hükümetin terörle mücadelede kararsızlığı diye bir şey
söz konusu olamaz; çünkü, bu kararsızlığın bedelinin çok ağır olduğunun,
hükümet etme becerisini gösteren, hükümet etmekte olan her siyasî
heyet, her siyasî iktidar bunun farkındadır; ama, şunu biliyoruz
ki, terörü ayakta tutan dış destektir büyük ölçüde. İç şartlar, belki
bunun azalmasına, artmasına, daralmasına, genişlemesine tesir
edebilir; ama, biliyoruz ki, bugün Türkiye’de eylem koyan her terör
örgütünün arkasında mutlak surette bir dış destek vardır, hem de bir
değil, birden fazla vardır. Bütün cumhuriyet hükümetleri de, bunların
isimlerini zikretse de etmese de -bunu çok tarife de gerek yok- bunların
kim olduğunu biliyor, elinden geldiği kadar da çaba gösteriyor kendi
imkânları içerisinde.
Dolayısıyla, terörün
kökü kurusun isteniyorsa, mutlak surette uluslararası camianın
işbirliğine ihtiyaç var; ama, maalesef, bugün, böyle bir işbirliği
söz konusu değil; hem hukukî metinlerde bu işbirliği söz konusu değil
hem uygulamada söz konusu değil. Sizin terörist dediğinizi,
pekâlâ, onlar vatansever olarak kabul edebiliyor, siyasî sığınma
hakkı tanıyor, dernek kurma imkânını tanıyor; başka türlü, siyasî,
ekonomik ve propaganda desteği sağlıyor, eğitim desteği sağlıyor,
stratejik imkânlar sağlıyor, taktik imkânlar sağlıyor, subay gönderiyor,
başka türlü elemanlarını gönderiyor. Bunların hepsini, bu ülkede,
biz, gördük, yaşadık. Dolayısıyla, bu kanunu konuşuyoruz; ama, bu
kanunun sağlayabileceği avantajların neler olduğunun da farkında
olarak bunu söylemeye çalışıyoruz. Türkiye Cumhuriyeti Devleti
ve hükümetleri, terörle mücadelede, çok yönde, tabiri caizse, yedi
cephede birden savaş veriyor. Bugüne kadar elde ettiği başarıyı
da... Hiç kimseye, bu noktada, özel olarak bir teşekkür borcumuz yok. Bir
tek kesime borcumuz var; bu milletin anlayışına, birliğine, dirliğine
ve güvenlik güçlerimizin fedakârlığına, hayatını ortaya koyarak
elde ettiği başarılara ve onlara teşekkür borcumuz var. Onun dışında,
hiç kimseye borcumuz da yoktur. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Çünkü, bu desteği vermediler, vermediler!.. Üç
sene, silahın yarı otomatik, otomatik olduğunu tartışmaya devam
ediyorlar. Biz, böyle bir ortamda terörle mücadeleyi yürütüyoruz.
Herkes, nasıl bir tehlikeyle karşı karşıya olduğumuzu iyi anlamalıdır,
milletin kafasını ifsat etmemelidir; çünkü, bu yasanın amacı, terör
örgütüdür, teröristtir. Onun dışında, sade vatandaşın, hizmet eden
insanların hedefi bu yasa değildir, bununla sınırlıdır. Uygulayıcıların
da bunu böyle anlaması lazım; böyle anlaması lazımdır ki, biz, terörün
tanımını değiştirmedik, 1 inci madde aynen duruyor. Cebir ve şiddet
kullanarak, silah kullanarak toplumda korkutma, yıldırma meydana
getirerek, 1 inci maddede yazılı amaçları elde etmek maksadıyla
bir araya gelirlerse, bu terör örgütüdür. Bu amaçla bu örgütte görev
alanlara da terörist diyoruz. Biz, bunları değiştirmedik.
Dolayısıyla, bu kanun
ilk defa da gündeme geliyor değil -bazı tereddütler için söylüyorum-
şu kadar zamandır uygulanıyor ve bu uygulamanın ortaya koyduğu
bir birikim var. Bu tasarı hazırlanırken, mümkün olduğu kadar bunlardan
istifade edilmiştir.
İkincisi: Terör, bütün
dünyanın olgusuysa, birçok ülke de terörle mücadele açısından kendi
mevzuatını güncelleştiriyor. Otuz sene evvelki yasalarla bugünkü
ihtiyaçları karşılamak mümkün olmadığı içindir ki, bugün, bu yasayı
çıkarıyoruz. İnşallah ihtiyaç olmaz, inşallah gereği tekrar gündeme
gelmez; ama, ihtiyaç hâsıl olduğunda, yeni yetkiler, yeni imkânlar tabiatıyla
devlete vereceksiniz, güvenlik güçlerinize vereceksiniz.
Bundan on sene evvel
“intihar bombacısı” diye bir şey var mıydı?! Hatırlayanlarınız var
mı?! Ama, bugün, intihar bombacılığı tipi, terörle mücadelede en
önemli enstrüman haline geldi. Siz, şimdi, eski yasalarınızda bununla
ilgili hüküm yok diye, mevzuatınızı gözden geçirmeyecek misiniz?!
Başka türlü birkısım tedbirleri almayacak mısınız?! Çünkü, teknolojiyi
kullanıyorlar. Teknolojiyi, belki de, bizim toplumlarımızdan evvel
teröristler kullanıyor. Bunlar cahil insanlar da değil; önemli ölçüde
bir kısmı doktora yapmış, üniversite tahsili yapmış, belli konularda
uzmanlaşmış insanlar. Eğer, mevzuatınız eskidiyse, mutlak surette,
bunları da tabiî olarak gözden geçireceksiniz. Yeni tedbirleri de
almak bizim için söz konusu olacak.
Nitekim, geriye dönük
olarak da, hükümetler, bu belayı defedebilmek adına, bazen alınması
çok zor kararları almıştır; siyaseten istismar konusu olabilecek,
siyaseten tribünlere oynamayı mümkün kılabilecek kararları da
almıştır. 8 tane pişmanlık yasası çıkmıştır ve her hükümet de çıkarmıştır
o günden bugüne. Niye, durup dururken, bir hükümet pişmanlık yasasını
çıkarmak lüzumunu duyar; demek ki, bir devlet ihtiyacı olarak. Hatta,
bu yasa tasarısını çıkaran hiçbir hükümetin gündeminde de “ben,
böyle bir yasa tasarısını çıkaracağım” diye ne hükümet programında
var ne seçim beyannamesinde var. Ama, devlet oturur konuşur kendi birimlerinde,
kendi kurumlarında, kendi bilgilerini ortaya koyar, böyle bir ihtiyaç
hasıl olursa, bunu da getirir çıkarır, çıkarmıştır. O nedenle, söylemek
istediğim şey şudur: Bu konular her geçen gün yeni tedbirleri gündeme
getirebilecek konulardır ve bu tedbirleri… İşte siyasî kararlılık
burada gerekiyor. Nitekim bizim Hükümetimiz de çıkardı. O yasa
tasarısını da savunmak gibi bir talihsizlik de benim başıma geldi.
Ama, ben bunu, ülkem için yaptım. Bugün yapılması gerekiyorsa, bir
defa daha yaparım, bir defa daha yaparım. Yeter ki, bu beladan Türkiye
kurtulsun. Bunun da çok kolay olmadığını biliyoruz. Bunu da açık yüreklilikle
söyleriz. Söylediğimi yanlış bulanlar olabilir, eksik bulanlar
olabilir; ama, bu ülkeye sadakatimi hiç kimseyle tartışmam, özgürlüklere
bağlılığımı hiç kimseyle tartışmam, hiç kimseyle!..
(AK Parti sıralarından alkışlar)
Şimdi, bu tasarının
altında benim imzam var. Maksadımız, bu beladan Türkiye’yi kurtarmak.
Bakın, diyoruz ki, her gün şehit cenazeleri geliyor, her gün bir eve
bomba düşüyor, yürekler yanıyor. Böyle bir ortamda hiçbir hükümet
eski yöntemlerle, eski usullerle, eski yetkilerle bu belayı ortadan
kaldırma imkânına sahip değilse, oturup yasalarını, mevzuatını
gözden geçirecektir; İngiltere’nin yaptığı gibi, Almanya’nın yaptığı
gibi, İspanya’nın yaptığı gibi, Amerika’nın yaptığı gibi. Tabiatıyla,
biz de oturacağız, bakacağız. Bu yasa niye gündeme geldi diyorsanız,
işte bir ayağı da buradadır.
Üçüncüsü: Bakınız,
biz burada neyi yapmaya çalıştık? Bize mahsus bir şey de yapmadık bakınız.
Kafa karışıklığını giderme adına söylüyorum. Türkiye’nin, kurucusu
olduğu birkısım kurumlar var, üyesi olduğu birkısım kuruluşlar
var, karar organlarında bulunduğu birkısım uluslararası kuruluşlar
var, taraf olduğu sözleşmeler var ve tanımlar var. Oralarda ne yazılıyorsa
onları getirip yazmıştır; hatta, onlardan çok daha net yazmıştır. Bakınız,
Avrupa Konseyinin 13 Temmuz 2002 tarihli bir kararı var. Orada terörü
şöyle tarif ediyor; diyor ki: “Her üye devlet, aşağıda (a) bendinden
(i) bendine kadar sayılan kastî fiillerin, halkı ciddî şekilde korkutmak,
bir devleti veya uluslararası bir kuruluşu herhangi bir tasarrufu
yapmaya ya da yapmamaya aşırı zorlamak.” Şimdi, bizim terör tanımını
muğlak bulanlar, acaba başımıza
bir iş gelir mi diye tereddüt edenlerin, şu metin karşısında ne kadar
hassas davrandığımızı görmeleri lazım. Ne demek halkı ciddî şekilde
korkutmak? İşte, size, bir muğlak ifade. Bunun içini kim doldurur?
Yargı doldurur. “Şu fiili ya da bu tasarrufu yapıp yapmamaya aşırı
zorlamak...” Ne demek aşırı?!.. Size göre aşırı
olan bana göre normal, bana göre normal olan bir başkasına göre aşırı.
Dolayısıyla, ortada, Batı dünyasının kabul ettiği metin ve orada
hangi fiiller suç olarak kabul edildiyse, biz onları da büyük ölçüde
irdeleyerek, toplumun hassasiyetine, geçmişteki birkısım uygulamaları,
hatta yapılmış yanlışlıkları da dikkate almak suretiyle, olabildiğince
net, sapla samanı ayırt etmeye çalışan, masum vatandaşla teröristi
birbirinden ayırt etmeye çalışan bir metni, bir düzenlemeyi, aklımızın
erdiği kadar, gücümüzün yettiği kadar getirmeye çalıştık. Dolayısıyla,
bununla bizim hedefimiz, doğrudan doğruya terör örgütleridir ve
o örgütlere bilerek ve isteyerek…
Bakınız, şimdi, birkısım
maniplasyonlar yapılıyor. Deniliyor ki: “Efendim, birisi, bir kuruluşa
50 000 000 lira yardım etti. Ya, yarın bunu alıp getirir, birini de terörist
diye içeri tıkarlarsa, soruşturma açarlarsa…” Şimdi bunlar metni
okumadan, kulaktan dolma bilgilerle…
Bir defa, terör fiilleri,
terör suçları kasten işlenen suçlardır; yani, bilinerek ve istenerek
işlenen suçlardır. Eğer, siz, verdiğiniz parayı, bir kişiye veya
bir örgüte, terör örgütü olduğunu bilmiyorsanız ve bunu da isteyerek
yapmıyorsanız, zaten suç teşkil etmiyor. Bu, kanunlarda bu kadar
açık. Bundan daha açık ne ifade yazılabilir ki… Şimdi, ortada bir kargaşa,
bir tereddüt meydana getirip Türkiye’de huzuru kaçırmaya çalışıyor.
Halbuki, biz bu tasarıyı, kimsenin huzuru kaçsın diye değil, Türkiye’de
huzur tesis edilsin diye yapmaya çalışıyoruz.
Onun için, bu tasarı,
bu niyetlerle Türkiye’nin gündemine gelmiş. Bir taraftan kamu düzenini
tesis etmek ihtiyacı var. Bunu devamlı gündemde tutmamız gerekir.
Ceza mevzuatının, söylediğim gibi, esas amaçlarından bir tanesi budur.
Öbür tarafta da hak ve özgürlükler… Hak ve özgürlükler adına bu Parlamentonun
yaptığı, geriye dönük yapılanlardan çok daha fazladır. Halen, her
getirdiğimiz yasada, bu açılımları biraz daha zenginleştirmek,
biraz daha artırmak istiyoruz; ama, şunu da biliyoruz ki, kamu düzeni
tesis edilmediği zaman, yasalara neyi getirip koyarsanız koyun,
terörün olduğu yerde seyahat özgürlüğü olmaz, terörün olduğu yerde
can ve mal emniyeti söz konusu olmaz, temel hak ve özgürlükler söz konusu
olmaz. En önemli hak hayat hakkıdır; çünkü, bütün özgürlükler bu hayat
hakkıyla bağlantılıdır.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Bakanım,
size de 2 dakikalık eksüre vereceğim; konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
ADALET BAKANI CEMİL
ÇİÇEK (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Biliyoruz ki, bütün
özgürlükler hayat hakkıyla bağlantılıdır, yaşayan insan içindir;
terör ise, hayat hakkını ortadan kaldırıyor; suçlu suçsuz demeden,
genç ihtiyar demeden, yaşlı çocuk demeden hayat hakkını ortadan
kaldırıyor. Ölen insana hangi özgürlük lazım ki?!
O nedenle, bu tasarının
ikinci amacı, olabildiğince kamu düzenini devamlı ayakta tutabilmek,
istikrarlı kılabilmek ve bozulma emaresi varsa, istidadı varsa
bunları ortadan kaldırmaktır.
Şüphesiz, bu maddelerle
ilgili, arkadaşlarımızın söyleyecekleri olabilir, değerlendirmeleri
olabilir; ama, buradan şunu ifade etmek istiyorum özellikle uygulayıcılar
açısından: Tabiatıyla biz –demin söyledim bu yasanın çerçevesini-
özgürlükleri kısıtlamak gibi bir niyetimiz yok, yasa maddeleri
uygulanırken de buna uygun yorumlanması lazım. Buradaki her fiilin,
terör örgütüyle bağlantısının, terör amacıyla bağlantısının kurularak
yapılması lazım gelir. Eğer, böyle bir uygulama söz konusu olmazsa,
böyle bir bağlantı tesis edilemezse, o zaman, bu, keyfî uygulama
olur. Bu da, tabiatıyla hukuk devletiyle bağdaşabilen bir durum değildir.
Tasarı, bu düşüncelerle
hazırlanmış bir tasarıdır. İnşallah, ülkemize faydalı olur, hayırlı
olur diye düşünüyorum.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Bakanım.
Tümü üzerinde, şahsı
adına, Yozgat Milletvekili Sayın Bekir Bozdağ.
Buyurun Sayın Bozdağ.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
BEKİR BOZDAĞ (Yozgat)
– Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Terörle Mücadele Kanununun
Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı
ve İçişleri ile Adalet Komisyonları raporları üzerinde şahsım adına
söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
terör, uzunca bir zamandır ülkemizin gündeminde. Ben, bu milletin,
bu devletin birliği, dirliği, düzenliği, huzuru, barışı, kardeşliği
için, 81 ilin tamamında yaşayan insanların aynı duygu ve hassasiyette
olduğuna inanıyorum; ama, bir hususu da ifade etmek isterim uzunca
bir zamandır terörle mücadelede verilen şehitlerin en bol olduğu
illerden birinin, Yozgat’ın vekili olarak: Her şehit cenazesinde
ağlayan anayı, ağlayan babayı, ağlayan eşi, ağlayan çocukları görmüş,
onlara başsağlığı dilediğimde “vatan sağ olsun, siz sağ olun” diyen;
dik duruşunu, onurlu vakur duruşunu, sağduyusunu görmüş bir kardeşiniz
olarak, terörü, buradan, bir kez daha lanetliyorum ve bunun kökünün
kazınması hepimizin görevidir; Meclisimizin ve Meclis dışında
olan bütün siyasî ve diğer kurumlarımızın ortak görevidir.
Ben, bu vesileyle, bugüne
kadar, ülkemizin birliği, dirliği için, gözünü kırpmadan şehitlik
makamına koşan bütün şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum. Gazilerimizi,
şehitlerimizi minnet ve şükranla anıyor, huzurlarında saygıyla
eğiliyorum.
Türkiye Cumhuriyeti
Devleti, dün olduğu gibi, bugün de, yarın da her türlü terörün üzerinden
gelebilecek güce, kudrete sahiptir. Ne zaman, bu milletin ve devletin,
gücü sınanmışsa, bu konudaki iradesi, kararlılığı sınanmışsa,
her zaman, bu sınamayı yapanlar, alnında, şafağında hak ettikleri
tokadı yemişler, cevabı almışlardır,bundan
sonra da almaya devam edeceklerdir.
Terörle Mücadele Kanun
Tasarısı, ülkemizde, terörle mücadelenin daha etkin, daha yetkin,
daha iyi bir biçimde yapılabilmesi düşüncesiyle çıkarılmış ve uygulanmakta
olan bir yasadır. Bildiğiniz gibi, terör de, sadece bugünün gündemi
değil, uzunca bir zamandır ülkemizin gündeminde olan bir konudur;
ama, maalesef, bugüne kadar, tamamen ortadan kaldırılamamıştır. Pek
çok siyasî iktidar da gelmiş, geçmiştir ve ben, eminim ki, cumhuriyet
hükümetlerinin tamamı da, terörle etkin bir mücadele hususunda
kararlılıkla, büyük bir iradeyle mücadele etmişlerdir. AK Parti
Hükümetleri de, görevi devraldıkları günden bugüne, bu konuda,
samimi, iyi niyetli, kararlı mücadelesini sürdürmektedir. Ben,
bu nedenle, siyasî iradelerin bulunmadığı noktasında, hem bugüne
dönük eleştirilerin hem de geçmişe dönük eleştirilerin bu mücadeleyi
yürütenler açısından bir haksızlık olduğu kanaatindeyim. Türk Milletinin
ve onun içerisinden çıkardığı Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinin,
bugün, dün ve yarın da, bu konularda siyasî iradeleri var olacaktır,
var olmaya devam edecektir bu işin sonu gelene kadar. İşte, şu anda
huzurlarınızda bulunan görüşmekte olduğumuz tasarı da böyle bir
siyasî iradenin sonucudur.
Bu tasarı, tabiatıyla,
getirdiği yenilikler bakımından, bir yandan uyum getirmekte, bir
yandan terörle mücadele kapsamında işlenen suçların soruşturma
usulünü, kovuşturma usulünü ve cezaların infazıyla ilgili birtakım
değişiklikleri ortaya koymaktadır, suçların, Terörle Mücadele
Kanunu kapsamına giren suçların kapsamında bir genişleme yapmaktadır,
cezasında da bir artırım yapma durumu söz konusudur.
Değerli milletvekilleri,
Terörle Mücadele Kanununun hedefi adında bellidir; bu, terörle
mücadeledir; bunun hedefinde, terör vardır, terörist vardır, terör
örgütleri vardır ve bu mücadele, terör örgütleriyle, teröristlerle
yapılacak bir mücadeledir. Vatanını, milletini, devletini seven
temiz insanların bu kanundan hiçbir endişe duymalarına gerek yoktur;
çünkü, bu kanunun hedefi, bu ülkenin birliğine, dirliğine, düzenine
kastedenlerdir.
Değerli milletvekilleri,
burada konuşmalar yapılırken değişik belgelerden de bahsedildi.
Millî Güvenlik Siyaset Belgesinden, başka şeylerden de bahsedildi
ve orada ortaya konan anlayışların bu tasarıya yansımadığından
da söz edildi. Buna katılmak imkânımız yoktur; zira, oradaki anlayışlar
bu tasarıya yansımıştır.
Terörle mücadele
kapsamında, gerek Türk Ceza Kanununun 302 nci maddesi gerekse Türk
Ceza Kanununun 309 uncu maddesi kapsamında, ülkenin bölünmez bütünlüğü
aleyhine ve anayasal düzenine karşı suç işlemek üzere kurulmuş örgütlerin
tamamı bu kapsamda değerlendirilir; silaha başvurmak kaydıyla,
cebir, şiddet kullanmak kaydıyla, bu eylemleri gerçekleştirmiş olmak
kaydıyla. Burada, falancalar bunun kapsamında, filancalar bunun
kapsamı dışında diye bir değerlendirme söz konusu değildir.
Ben, burada, bir hususun
açıklığa kavuşturulması için birkaç kelime söyleyip huzurlarınızdan
ayrılmak istiyorum; o da, kamuoyunda çokça fazla tartışılan tasarının
6 ncı maddesinin son fıkrasıyla ilgili. Değerli hukukçu kardeşim
Orhan Bey de burada konuya değindiler. Onun için, konunun Türkiye’nin
gündeminden çıkmasında yarar var; ancak, birkaç kelimeyle de, ben,
bu konuya açıklık getirmek istiyorum.
Değerli milletvekilleri,
Türk Ceza Kanununun 314 üncü maddesinin üçüncü fıkrasının atfıyla,
Türk Ceza Kanunu 221 inci maddesinde öngörülen etkin pişmanlık hükümleri
1 Hazirandan beri yürürlüktedir. Malumlarınız olduğu üzere, Türk
Ceza Kanunu, bu Meclisin ortak iradesiyle çıkmıştır; iktidarıyla
muhalefetiyle bu noktada bir ortak irade vardır, bunun yansıması
sonucu da yasalaşmıştır. Oralarda bir ihtilaf söz konusu değildir.
Terörle Mücadele Kanununun 6 ncı maddesinin son fıkrasına konan
düzenlemeyle etkin pişmanlığın ikinci kez uygulanmasının önüne
geçilmek istenmiştir; ancak, maalesef, konu, Türk kamuoyunda, birdenbire,
bölücübaşına af getiriliyor şeklinde dönüşünce, tartışma mecraından
çıkmış, niyet de kapsamı dışarısına çıkmış ve otomatik olarak milletin
zihni, bu noktada, büyük bir kargaşanın içerisine girmiştir.
Bu konuda görüşlerine
başvurulan pek çok değerli hukukçu, akademisyen ve bu konuya emek
veren insanların tamamı… Televizyonlarda veya gazetelerde bunların
beyanlarını dinlemişsinizdir, duymuşsunuzdur; ancak “hafızai beşer
nisyan ile maluldür” sözü gereği, ben, bunları, bir kez daha hatırlatmakta
yarar görüyorum.
Yargıtay Cumhuriyet
eski Başsavcısı Sabih Kanadoğlu: ”Tasarı, ne Baykal’ın ifade ettiği
gibi af niteliği taşıyor ne de Adalet Bakanının verdiği örnek doğru.
Öcalan’ın mahkûmiyeti terör örgütü kuruculuğu suçundan değil. Öcalan,
eski TCK’nın 125, yeni TCK’nın 302 nci maddesinden ceza aldı, herhangi
bir şekilde yararlanması söz konusu değildir.”
Doç. Dr. Adem Sözüer:
“Bu maddenin, Öcalan’ın hüküm giydiği TCK 125’le hiçbir alakası yoktur,
bununla ilgili tartışma zemini de yoktur.”
Doç. Dr Kayıhan İçel,
İstanbul Üniversitesi ceza hukukçusu: “O kişiyle ilgili olarak
mahkûmiyet, eski TCK’yla ilgilidir, bununla bir ilgisi yoktur.”
Sami Selçuk’un bu konuda
kanaati de aynı yöndedir. Yargıtayımızın ilgili ceza dairesi bu
konularla ilgili kendilerine başvuru yapıldığında da kendilerinin
bu konuda karar verdiklerini, verdikleri kararda da 125 inci maddeden
hüküm giyen birinin…
SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya)
– Niye çıkardınız o zaman?!
HALUK KOÇ (Samsun) –
Adem Sözüer’i, biz, Türk Ceza Kanunundan tanıyoruz! Kim Adem Sözüer?!
Kimi burada referans veriyorsun?!
ORHAN ERASLAN (Niğde)
– Cevabını alacak!..
BEKİR BOZDAĞ (Devamla)
- …bundan istifade edemeyeceğini Yargıtay bu noktada içtihadıyla karar altına almıştır.
Hepsinin belgeleri var…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Bozdağ,
lütfen, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
HALUK KOÇ (Samsun) –
Sayın Bakan açıklama yaptı, sana mı düşüyor, tekrar...
SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya)
– Niye kıvırttın o zaman?! Yarın yine getir!..
BEKİR BOZDAĞ(Devamla) – Bizim, bu konuda yaptığımız şey
-Mimar Sinan’ın bir hikayesi var malumunuz olduğu üzere; camiin yanından
geçerken çocukların birisi “minare eğri” demiş -o minareyi doğrultma
hikayesinin bir benzeridir.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
HALUK KOÇ (Samsun) –
Aman selamlama...
SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya)
– Bitmiş bir şeyi döndürüyor, aktarıyorsun! Çekmişsiniz, tamam...
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Bozdağ.
Sayın milletvekilleri,
tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…Kabul edilmiştir.
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, birleşime 1 saat ara veriyorum.
Kapanma Saati: 13.57
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 15.00
BAŞKAN: Başkanvekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP ÜYELER: Yaşar TÜZÜN (Bilecik), Mehmet DANİŞ
(Çanakkale)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 122 nci Birleşiminin İkinci Oturumunu
açıyorum.
1222 sıra sayılı tasarının
görüşmelerine devam edeceğiz.
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
7.- Terörle Mücadele Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve İçişleri ile Adalet Komisyonları
Raporları (1/1194) (S. Sayısı: 1222) (Devam)
BAŞKAN – Komisyon ve
Hükümet yerinde.
1 inci maddeyi okutuyorum:
TERÖRLE MÜCADELE KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA
DAİR
KANUN TASARISI
MADDE 1- 12/4/1991 tarihli
ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci maddesinin başlığı
"Terör tanımı" şeklinde değiştirilmiştir.
BAŞKAN – Madde üzerinde,
Anavatan Partisi Grubu adına Erzurum Milletvekili Sayın İbrahim
Özdoğan.
Sayın Özdoğan buyurun.
(Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
Süreniz 10 dakika.
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum) – Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; 1222 sıra sayılı Terörle Mücadele Kanununun Bazı
Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde
Anavatan Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle,
Yüce Genel Kurulu en derin saygılarımla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar,
konuşmama başlarken bir hususu Anavatan Partisi adına belirtmek
istiyorum: Biz, Türkiye’de bir terör sorununun olmadığını, bir bölücülük
sorunu olduğunu, terörün bölücülüğün bir sonucu olduğunu biliyoruz.
Bu hazırlanan kanun tasarısı Hükümetin hazırladığı bir kanun tasarısıdır.
Anavatan Partisi olarak bu tasarıya katılmıyoruz; ancak, güvenlik
güçlerimizin elinin kolunun güçlenmesi adına destek vereceğimizi
de, kerhen de olsa destek vereceğimizi de buradan belirtmek istiyoruz
değerli arkadaşlarım.
Bu kanun tasarısı
hakkında Sayın Adalet Bakanı -ki, kendisinin iyi niyeti hakkında
zerre kadar şüphem yoktur, büyük bir vatanperverdir, vatanseverdir-
methiyeler dizdiler; fakat, bizim istediğimiz anlamda bir kanun
tasarısı değildir.
Değerli arkadaşlar,
21 inci Yüzyıl dünyasının gündemine damgasını vurmuş, birçok ülkenin
ortak sorunu haline gelmiş terör, insanların korku ve panikle gerilemesini
amaçlar. Terörist eylemler sonucunda insanlar korkuya kapılacak,
devletler âciz kalacak ve karmaşa olacaktır. Böylece, terör örgütleri
de otoriteye meydan okuyacakları ortamı bulmuş olacaklardır. Terörün
yegâne amacı budur.
Terör örgütleri, bu
kirli amaçlarına ulaşmaya çalışırken, çok sayıda masum insanın canını
yakarlar, kamu düzenini bozup, günlük yaşamı sekteye uğratırlar.
Yani, bugün, hepimizin bildiği üzere, terör, hem devlet yönetimine
hem de topluma ağır bedeller ödetir. Terörle mücadele hükümetlerin
öncelikleri arasında yer almalı ve hükümetler bununla baş edebilmelidir.
Bunun başka da alternatifi yoktur.
Terörle mücadelede
Adalet ve Kalkınma Partisi Hükümetinin bir türlü kavrayamadığı,
anlamak istemediği; ama, Anavatan Partisi olarak bizlerin sonuna
dek farkında olduğu çok önemli bir nokta vardır. Bu önemli nokta, terörist
eylemin, daha gerçekleşmeden, kaynağındayken bastırılması noktasıdır.
“Evet, ben terörle mücadele ettim” diyebilmek için, daha terörist
eylem plan aşamasındayken müdahale etmek, teröristlerin çabasını
boşa çıkarabilmek gerekir.
Terörist eylemler konusunda
önleyici tedbirlere başvurulması ilk yapılması gereken şeydir;
ama, bizler, Anavatan Partisi olarak, dar anlamda önleyici polisiye
tedbirlerden söz etmiyoruz, biz, terörü, en başından, daha terörist
örgütler teşekkül edip de taraftar toplama aşamasındayken etkisiz
hale getirmeyi amaçlıyoruz.
Peki, bunu nasıl yapacağız;
cevap çok basittir arkadaşlar, ayan beyan ortadadır. Bu ülkede hem
ekonomik terör estiren mafyanın hem de siyasî terör örgütlerinin
halka sevimli görünebilmek için kullandıkları tek bir yöntem vardır;
terör örgütleri, devlete, düzene karşıymış da, vatandaşın arkasındaymış
izlenimini oluşturmakta, modern dünyanın Köroğlu oldukları izlenimine
sığınmaktadır ve devleti de zalim Bolu Beyi gibi göstermeye çalışmaktadırlar.
Bu, terör örgütlerinin bir taktiği, bir halkla ilişkiler stratejisidir;
ama, aynı zamanda, devletin vatandaşıyla ilişkilerinin zayıflığının
da bir kanıtıdır. Maalesef, bugün, devlet vatandaşıyla doğrudan,
sağlıklı iletişim kuramamakta, devlet ile vatandaşın arasına terör
örgütleri girebilmektedir. Bugün, Türkiye’de, bölücü ve köktenci
sağ terörün tabanını sürekli geliştirebilmesi, bunun en bariz ispatıdır.
Eğer, devlet, vatandaşıyla sağlıklı ilişki kurabilseydi, vatandaş
devletinden korkmak yerine, devletine sevgiyle bağlanabilseydi,
terör örgütleri sempatizan sayılarını artıramazdı.
Marjinalliğe hapsolmuş
bir terörle çok daha kolay baş edebilirdik; ama, ne yazık ki, AK Parti
Hükümeti bu gerçeği kavramamış, kavramak istememiş, işin kolayına
kaçmayı yeğlemiştir.
Bütün bunların neticesi
ortadadır; terör örgütleri hiçbir zaman bu İktidar zamanındaki
kadar cüret gösterememiş, terörle mücadele uğruna büyük bedeller
ödeyen büyük milletimizin morali hiçbir zaman bu Hükümet zamanında
olduğu kadar bozulmamıştır. Bugün, PKK, başta İstanbul olmak üzere,
büyük şehirlerimizde ve birçok vilayetimizde iç savaş provaları
yapmaktadırlar.
Anavatan Partisi olarak
iktidara geldiğimizde, devlet vatandaşıyla doğrudan iletişim kuracak,
vatandaş, sorunlarının çözümünü devlette arayacak, devletin kudretinin
gölgesi vatandaşımızın üzerine düşecektir. Vatandaşımız devletin
kudretini karşısında değil, arkasında bulacaktır. Anavatan Partisinin
bu yaklaşımı terör önleyici mücadele adına ciddî katkılar sağlayacak,
bu Hükümetin yapamadığını yapacaktır.
Diğer yandan, bugün
terörle mücadelenin en büyük zaaflarından biri de, devletin radikal
gruplarla ilişkilerinin tayin edilmesidir. Anavatan Partisi olarak
bizler, bugüne kadar radikallikten uzak durmaya, toplumun tümünü
kucaklamaya azamî özen gösterdik. Bir ya da birkaç radikal gruba yaklaşarak,
Türk Halkının çoğunluğunu oluşturan sade vatandaşımızı kavramaktan
uzaklaşmak bizim kâbusumuz olmuştur; hatta, bu yolda çok ciddî bedeller
de ödedik. Tüm bunların yanında, her farklı olanı da öcü görmedik, göstermedik.
Radikal gruplara bakışımıza
gelince; radikal, adı üzerinde radikaldir. Genişleme, büyüme, toplum
tabanına yayılma, radikalliğin doğasında yoktur; zira, o zaman,
radikal gruplar radikal olmaktan çıkarlar. Bu tür grupların varlığı,
yasalara uymaları, toplumun huzurunu bozmamaları şartıyla tolere
edilebilmeli, farklı düşüncelere saygı duyulabilmelidir.
Radikallerin yasadışına
çıkma ihtimali göz önünde bulundurulmalı, tedbir alınmalı; ama, bu
ihtimal paranoyaya dönüştürülmemelidir. Diğer farklı olan herkes,
her grup, devlette kuşku uyandırır. Devlet, kendi vatandaşını hasım
görürse, birkısım vatandaşımız tümden sistemin dışına itilir ve
terörizmin potansiyel insan kaynağı olarak toplumumuza zarar vereceği
ortaya çıkar.
Biz Anavatan Partisi
olarak, hoşgörü ile tedbir arasındaki ölçüyü iyi koruyoruz. Zaten,
tarihimiz boyunca hep böyle yaptık; ama, görüyoruz ki, bu Hükümet
ölçüyü kaçırmıştır, ta, en başından beri.
Sonuç itibariyle, değerli
arkadaşlar, devletin, vatandaşıyla ilişkilerinde koyduğu ölçü
önemlidir. Devlet, vatandaşın özgürlük arayışlarına cevap verebilmelidir.
Derinlemesine ideolojik düşünmeyen gruplarla, kendinden farklı
düşünenlere şiddet eğilimi gösteren gruplar arasında ayırım yapılabilmelidir.
Bu ayırımın yapılması o kadar kolay değildir. Bu kadar hassas bir
ayırım yapılabilmesi için, siyasete nereden baktığınız önemlidir,
siyasî yelpazenin neresinde durduğunuz önemlidir. Anavatan Partisinin,
Türk siyasetinin neresinde olduğu bellidir. Anavatan Partisi, farklı
kültürden vatandaşlarının hepsini anlayabilecek, hepsinin ihtiyaçlarına
cevap verebilecek ve farklı gruplar arasında tarafsız olabilecek
bir konumdadır. Anavatan Partisi, hür düşüncenin yanındadır ve özgürlüklerin
anasıdır.
Terör örgütlerinin
kendilerine hayat sahası açtığı yer, devlet otoritesinin boş bıraktığı
yerlerdir. Bunlardan en önemlisi, kavram kargaşasından kaynaklanan
sorunlardır. İnsan hakları, şiddet, katliam, cinayet, hukuk gibi
kavramların, hükümetlerin önderliğinde, tüm toplumca tanımlanması
gerekmektedir. Hükümetler, buna öncülük etmektedirler. Hükümetler,
insan hakları, hukuk devleti gibi çok kritik kavramların insanların
kafasında oturması için gerekli…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Özdoğan,
konuşmanızı tamamlar mısınız.
Buyurun, ek sürenizi
başlattım.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
– Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Fakat, içinde bulunduğumuz
süreç göstermektedir ki, bu Hükümet, yani, AK Parti Hükümeti, hukuk,
insan hakları kavramlarına yeterince sahip çıkmamış, bu kavramları
temsil etme noktasında yetersiz kalmıştır. İnsan hakları kavramı,
bu evrensel değer, maalesef, Türkiye’de terör örgütlerinin, kendisinden
başkasına yaşam hakkı tanımayan marjinal grupların elinde oyuncak
olmuştur. 21 inci Yüzyıl dünyasının bu kilit kavramları, terörist
eylemlere meşruiyet zemini oluşturmak için kullanılan taşeronların
diline pelesenk olmuştur.
Sayın Başbakanın geçen
yıl ağustos ayında “Kürt sorunu vardır, bu sorun benim sorunumdur” demesi,
yangının üzerine benzin dökmesi gibi bir şey olmuştur.
Değerli arkadaşlar,
terör konusundaki diğer görüşlerimizi, diğer maddelerde aktaracağız.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz.
Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına Çorum Milletvekili Feridun Ayvazoğlu…
Sayın Ayvazoğlu, buyurun
efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA FERİDUN
AYVAZOĞLU (Çorum) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri;
görüşmekte olduğumuz 1222 sıra sayılı Terörle Mücadele Kanununda
yapılması düşünülen değişiklik tasarısıyla ilgili olmak üzere
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu nedenle,
Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Terörle Mücadele Kanununun
1 inci maddesindeki bir tanımdan, yani, terör tanımından bahsedilerek,
daha önceki yürürlükte bulunan başlık “Terör tanımı” olarak değiştirilecektir.
Terör denildiğinde,
terörün Fransızca kökenli bir kelime olduğu ve bunun anlamının
“yok etmek, yıkmak, yakmak, mahvetmek” anlamını taşıdığı, sözlük
olarak, bunun bu şekilde tarif edildiği gerçeği karşısında, “neyin
yok edildiği, neyin mahvedilmek istendiği” diye sorulduğunda da,
“insanların yok edildiği, can ve mal güvenliğinin yok edildiği, hukukun
yok edildiği, devletin yok edildiği” anlamını taşıyabilecek, geniş
açıdan bakılması gereken bir tanımdır diye düşünmek durumundayız.
Değerli arkadaşlar,
böyle bir tasarı neden gündeme geldi, neden gündeme getirildi, ihtiyaç
nereden kaynaklandı denildiğinde, elbette, hepimizin karşısına
çıkacak bu sorunun cevabında, son yıllarda artan, daha doğrusu canlandığı
görülen terörün karşısında bu tür bir yasa tasarısının, Hükümet
tarafından ihtiyaç hissedilmiş olmasından dolayı gündeme getirildiği
cevabıyla karşı karşıyayız.
Bu da şunu gösteriyor
ki, şu ana kadar mevcut yasalarla terörle mücadelenin mümkün olmadığı,
olamadığı gerçeğini de, üçbuçuk yıldan beri bu ülkeyi tek başına
yürütmekte olan Adalet ve Kalkınma Partisinin mevcut yasalarıyla
terörün önüne geçemediği gerçeğini kabul etmek durumunda kalınıyor.
Değerli arkadaşlar,
peki, bununla ilgili olmak üzere, sivil toplum örgütlerinden tutunuz,
toplumun tüm kesimlerine kadar, siyasî partilerin çok çeşitli yöneticilerine
kadar yapılan tespitler ve teşhisler karşısında, acaba Adalet ve
Kalkınma Partisi, İktidar olarak, gereken tespiti ve teşhisi doğru
olarak yapabildi mi? Elbette, buna cevap olarak “tespit ve teşhisi
doğru yaptı” denilebilseydi, bugün yaşanmakta olan, yaşanmaya devam
edilen terörün acı yüzünü görmek mümkün olmazdı. Maalesef, her geçen
gün baktığımızda, acaba ülkemizin neresinde ne şekilde bir can,
bir yürek yakılacaktır, yanacaktır diye hepimizin birbirine endişeli
bakışları da buna olumlu cevap vermeyi mümkün kılmamaktadır. Bu da
gösteriyor ki, şimdiye kadar, siyasî partiler olarak, başta Cumhuriyet
Halk Partisi olarak yapmış olduğumuz uyarıların İktidar tarafından
kulakardı edilmesi sonucu bugünlere gelinmiş oldu. Şöyle bir tarihî
sürece bakıldığında, İktidarın sürecine bakıldığında, Cumhuriyet
Halk Partisinin, canlanmakta olan teröre karşı yapılması gereken,
alınması gereken önlemlerin neler olduğu ve olması gerektiği noktasında
yaptığı öneriler, İktidar tarafından, hiçbir şekilde olumlu karşılanmadı.
Bunun en canlı örneği, 15 Eylülde yapılmış olan genel görüşme isteğine,
Sayın Genel Başkanımız tarafından verilen genel görüşme isteğine,
19.9.2005 tarihinde, Yüce Meclis tarafından, İktidara mensup milletvekillerince
ret kararı verilerek, böyle bir terörle mücadelede bilimsel olarak
yapılması gereken araştırmaların gereği olmadığı noktasında,
maalesef, bu şekilde cevap verilerek, şimdiye kadar gözardı edilmeye
çalışılmıştır.
Değerli arkadaşlarım,
bunun devamına bakıldığında, çok önemlidir, Adalet ve Kalkınma Partisinin
yetkili kişilerinden, grup başkanlarından Sayın Eyüp Fatsa’nın,
bir, basına vermiş olduğu beyanatı çok ilginçtir; ki, o günlerde,
terör alabildiğine ivme kazanmış, alabildiğine şehitlerimiz memleketlerine
geliyor, gözyaşı sel olmuş akıyor, buna karşılık, yapılan bir söyleşide
Sayın Eyüp Fatsa’nın vermiş olduğu şu cevap çok ilginç ve düşündürücüdür.
Vermiş olduğu cevabın tarihi 25.10.2005’tir. “Fatsa, dün gazetecilerin
sorularını yanıtladı. TMY taslağıyla ilgili olarak ‘demokratik
kazanımlardan geri dönüş olmayacak’ diyen Fatsa, terörle mücadele
konusunda, mevcut yasalarda boşluk olmadığını söyledi. Fatsa ‘ille
de TMY’de değişiklik yapalım gibi bir iddiamız ve acelemiz de yok; şu
anda, acil olarak, gündemimizde böyle bir konu yok’ dedi. Fatsa, Adalet
Bakanı Cemil Çiçek’in de, terörle mücadele için mevcut yasaları yeterli
bulduğunu bildirdi” diyor. Dediği tarih, 25.10.2005 tarihindeki basın
organı.
Değerli arkadaşlarım,
aradan aylar geçtikçe, terör devam ediyor ve nihayet, hepimizin yüreğini
yakan, yüreğini yakması gereken ve hepimizin düşünmesi gereken
bir olayı, hep birlikte, mayıs ayı içerisinde Danıştayımıza karşı
yapılan saldırıda, maalesef, gördük ve bununla devam eden terörün,
dün de, Hakkâri Çukurca’da, bir şehidimizle, bunu görerek, bir kez daha
yüreklerimiz dağlandı, yüreklerimiz
acılandı.
Değerli arkadaşlarım,
elbette, terörün, bu tasarıyla ne şekilde önleneceği konusunda,
önleyici kolluk güçlerine herhangi bir imkân getirmediğini hepimiz
bilmekteyiz; ancak ve ancak, çıkarılacak olan ceza kanunlarına
uyum yönündeki Terörle Mücadele Kanununun, bu değişiklikle, ancak
ve ancak, önleyici ve caydırıcılık açısından, suç işlendikten sonra
ele alınabilecek bir noktada değerlendirilmesi gerekir. Buna bakıldığında
ise, elbette, bu tasarıda getirilen, terör mağdurlarına yardımın
iyi niyetli bir şekilde yer aldığını, yine terör mağdurlarının çocuklarının
öğrenci olarak burs almasına olanak sağlanması gibi, uluslararası
anlamdaki anlaşmalara uygun bir şekilde, yine Türk Ceza Kanununda
yapılan uyuma denk gelebilecek şekildeki değişiklikleri Terörle
Mücadele Kanunuyla ilgili tasarıda görebiliyoruz; ama, esas olayın,
esas terörün önlenmesiyle ilgili temel çözümün bu kanunda olmadığını
hepimiz görmekteyiz ve karşımıza -bir süreç yaşadık, yaşadığımız
bu süreç içerisinde- Terörle Mücadele Kanunu Tasarısının 6 ncı
maddesi çıkıverdi. 6 ncı maddesinde ise, bizim şimdiye kadar, Cumhuriyet
Halk Partisi olarak uyardığımız konular karşımıza geldiğinde şaşırdık
kaldık. Karşımıza gelen konu, maalesef, 6 Ekim 2004 tarihli Avrupa
Birliği İlerleme Raporunda yer alan ve yargı sürecinin, Avrupa Birliği
ülkeleri tarafından devam etmiş olacağına karar verilen ve buna
şu andaki Adalet ve Kalkınma Partisi Hükümetinin de imza atmış olduğu
şekilde kabul ettiği uluslararası bir anlaşmada, bölücübaşının
yargı sürecinin kabul edildiği hüküm altına alınmıştı; ama, buna,
Sayın Başbakan çıktı “dengeli ve olumlu bir rapor” demek suretiyle,
sanki, bölücübaşının bu şekilde yeniden yargılanmasına imkân tanınmasını,
bu Hükümetin, zımnen de olsa kabul ettiği anlamında beyanatta bulundu
ve hatta bu konuda bayramlar da yapıldı; ama, geldik gördük ki değerli
arkadaşlarım, bu getirilmek istenen 6 ncı maddenin son fıkrasında,
terör örgütlerinin kurucusuna ve yöneticilerine gizli bir af getirileceği
hüküm altına alınmıştı. Cumhuriyet Halk Partililer olarak biz, komisyonda
yapmış olduğumuz dirençli savunma doğrultusunda olmak üzere, kurulan
alt komisyona üye vermedik; çünkü, böyle bir sorumluluğun altına… Cumhuriyet
Halk Partisi olarak, tarih önünde, sorumluluğu kabul etmediğimizi,
etmeyeceğimizi bildirmek zorundaydık. Bunu gören; ama, aylar sonra
görebilen Adalet ve Kalkınma Partisi …
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Ayvazoğlu,
konuşmanızı tamamlayın lütfen.
Buyurun.
FERİDUN AYVAZOĞLU
(Devamla) - … alt komisyonda 6 ncı maddenin son fıkrasını çıkarmak
suretiyle, etkin pişmanlık hükümlerinin bu şekilde maddeden, tasarıdan
çıkarılmasını sağlamış; ama, gerçekten, geç kalınmıştır. Bunun da
Türkiye’ye nelere mal olduğunu gün geçtikçe hepimiz gördük.
Değerli arkadaşlar,
bunun devamında, uluslararası hukuk kurallarının bir anlamda hiçe
sayıldığı gibi bir mana çıkabilecek, Anayasanın 90 ıncı maddesine
rağmen, böyle bir tasarının gündemde tutulmasının anlamının olmadığını
belirten Adalet ve Kalkınma Partisi, maalesef, kendi değiştirdiği,
birlikte değiştirmiş olduğumuz 90 ıncı maddeyi de görmezlikten gelerek,
iç hukukumuza göre faydalanması mümkün olmadığı şeklindeki savunmasını,
bir noktada, diğer eliyle reddediyor, diğer eliyle inkâr ediyor; ama,
bunlar da gösteriyor ki, artık, gerçekler sıvanamıyor, gerçekler
saklanamıyor. Bu doğrultuda, biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak,
ulusumuzla Hakkâri’den Edirne’ye kadar barış köprüsünü kurmak istiyoruz.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Ayvazoğlu
teşekkür ediyorum.
FERİDUN AYVAZOĞLU
(Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkanım.
Biz, ülkede yetmiş
milyon insan kardeşçe yaşamak istiyoruz. Terörün önlenmesiyle
ilgili olmak üzere, Cumhuriyet Halk Partisi olarak üzerimize düşen
neyse, onu yapmaya hazırız diyoruz.
Bu duygu ve düşüncelerle,
saygılar sevgiler sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Madde üzerinde, şahısları
adına dört arkadaşımızın aynı anda vermiş olduğu söz talepleri
vardır. Şimdi, iki arkadaşım için kura çekeceğim; kimlere çıkarsa,
onları davet edeceğim.
Sayın Ümmet Kandoğan...
Yok.
Sayın Mehmet Eraslan...
Buyurun.
Diğer konuşmacı Sayın
Bekir Bozdağ.
Süreniz 5 dakika.
MEHMET ERASLAN (Hatay)
– Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; sizleri saygıyla selamlıyorum.
Gerçekten çok önemli
bir kanun tasarısını görüşüyoruz. Terörle mücadele, Türkiye Cumhuriyeti
Devletinin ve Türk Milletinin yirmi yıldan fazla bir süredir vermiş
olduğu bir mücadeledir ve bu mücadelede 30 000’in üzerinde vatan
evladını şehit veren bir ülkeyiz, bir Türkiye’yiz. Hemen hemen her
evde, her vatandaşın ocağında mutlaka bir şehit vardır ve gerçekten,
toplumumuzu, milletimizi ve bizleri derinden yaralayan bu manzaraların
bir an önce bitmesi noktasında, devlet olarak, Türkiye Büyük Millet
Meclisi olarak, etkin bir mücadele perspektifini ve stratejisini
bir an önce hayata geçirme noktasında düzenlemeler de yapalım,
sosyal ve ekonomik tedbirleri de beraberinde alalım; bu, bir büyük
gerekliliktir diyorum.
Bugüne kadar, Türkiye,
milyarlarca dolar kaynağını terörle mücadeleye harcamışken üzücü
olan şudur: Türkiye'yi müttefiklerinin bile anlayamamasıdır. Terör,
sadece misakımillî sınırlarımız içerisinde değil, aynı zamanda
sınırlarımızın dışında da birtakım lojistik destekler alarak, eğitim
kampları kurarak ve yabancı birtakım ülkelerin de desteğiyle hayat
bulmaktadır, vücut bulmaktadır. Mesela, Avrupa Birliği üyesi Danimarka
ülkesi bile, Türkiye'yi terörle mücadele konusunda ve terörden
ne kadar zarar gördüğü konusunda, maalesef, anlayamamış ve bütün
taleplere rağmen, Roj TV’yi kapatma konusunda ve yayınını durdurma
konusunda hiçbir adım atmamıştır. Hükümetin bu noktada daha etkin
ve daha duyarlı olması ve Avrupa Birliği üyesi olan Danimarka’nın
ikna edilmesi konusunda diplomatik temasların daha yoğun bir şekilde,
daha ısrarcı ve daha etkin bir şekilde sürdürülmesi gerektiği, büyük
bir sorun olarak önümüzde durmaktadır.
Güvenlik güçlerinin,
askerimizin ve polisimizin etkinliğini ve motivasyonunu azaltacak,
onların şevklerini kıracak her türlü düzenlemelerden ve her türlü
beyanatlardan ve ifadelerden herkesin kaçınması gerekmektedir. Özellikle
siyasîler, söyledikleri sözü söylemeden önce defalarca düşünüp,
bu şekilde söylemeleri gerekmektedir ki, aksi takdirde, güvenlik
güçlerimizin etkinlik ve motivasyonunu azaltır, aynı zamanda, terör
örgütlerine de bir moral desteği vermiş olur. Söylenen her şeyin
önemli olduğu bilincinde olmamız gerekir ve yanlış ifadelerden ve
yanlış düzenlemelerden… Bu düzenleme yasal düzenleme de olabilir,
farklı düzenlemeler de olabilir, Avrupa Birliğinden gelen uyum yasaları
da olabilir; biz, kamu düzenimizi, Türkiye’nin birlik ve beraberliğini,
ulusal çıkarlarımızı ve bütünlüğümüzü, hiçbir temel hak ve özgürlüğe
değişemeyiz, değişmemiz de mümkün değildir, bunun böyle bilinmesi
gerekmektedir.
Eğer güvenlik güçlerimiz
“kısıtlanmış yetkilerle terörle mücadele ediyoruz” diyorsa, orada
bir defa bir durup düşünmemiz gerekiyor; çünkü, Türkiye’de, özellikle
Türk Silahlı Kuvvetlerimiz ve Emniyet güçlerimiz etkin bir şekilde
terörle mücadele eden en önemli kurumlarımızdır ve bu kurumlarımızdan
eğer bu tür ifadeler çıkıyorsa, kısıtlanmış yetkilerle terörle mücadele
ediyoruz diyorlarsa ve aradan eğer birbuçuk yıllık bir zaman geçtiği
halde onların istekleri, telkin ve tavsiyeleri doğrultusunda bir
yeni düzenleme yapamıyorsak ve aradan…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Eraslan,
konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
MEHMET ERASLAN (Devamla)
– …birbuçuk yıl geçtikten sonra ancak yeniden bir Terörle Mücadele
Kanunu şeklinde yeni bir düzenlemeye henüz şimdi başlıyorsak, bizim,
demek ki, terörle mücadele konusundaki duyarlılığımızın ve hassasiyetimizin
yeniden ele alınıp sorgulanması gerektiği kanaati hâsıl oluyor. Çok
önemli bir konu, Türkiye’yi ve yetmişüç milyon ülke insanını ilgilendiren
bir konu. Bu konunun yeniden, aslında, Türkiye Büyük Millet Meclisinde
genel görüşme olarak ele alınması, irdelenmesi gerektiğine inanıyorum.
Bununla ilgili alınması gereken, terörle mücadele konusunda
alınması gereken tedbirler konusunda da ileriki maddelerde görüşlerimi,
düşüncelerimi sizlere aktaracağım.
Bu vesileyle, bu kanunun
ülkemize, milletimize hayırlar getirmesini temenni ediyorum ve
hepinizi saygıyla ve hürmetle selamlıyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Şahsı adına, Bekir
Bozdağ kendisine fırsat verdiği için, Mustafa Nuri Akbulut, Erzurum
Milletvekili; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
MUSTAFA NURİ AKBULUT
(Erzurum) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte
olan Terörle Mücadele Kanununun değiştirilmesine ilişkin tasarının
1 inci maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum; hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
terörle mücadele, dünyadaki tüm ülkelerin ortak sorunudur. Yaşanan
gelişmelere paralel olarak, günümüzde, örgütlü olarak işlenen
suçların ve suç örgütlerinin sayılarının giderek artmakta olduğu
bir vakıadır. Bu nedenle, gelişmişlik düzeyi ne olursa olsun, dünyadaki
tüm ülkeler uluslararası alanda işbirliği içinde kendi iç hukuklarında
yaptıkları düzenlemelerle terörle mücadeleye çalışmaktadır. Terör
eylemleri, bir yandan kişi hak ve özgürlüklerinin kullanılmasını
tehdit ederken, diğer yandan sosyal ve ekonomik gelişmeyi engelleyerek
toplumu derinden etkilemektedir.
Terör eylemleri, genel
olarak ceza kanunlarında suç olarak yer almakla beraber, devletin
varlığını tehlikeye düşüren, temel yapısını ve niteliklerini bozan,
devlet otoritesini zaafa uğratan bu suçlar terör suçu olarak farklı
uygulamalara tabi tutulmaktadır.
Terör tanımı konusunda
uluslararası alanda kabul edilmiş bir tanım yoktur. Türkiye’nin de
taraf olduğu Terörizmin Önlenmesine Dair Avrupa Sözleşmesi terör
suçu olarak sayılabilecek bazı suçlara ilişkin liste içermektedir.
Avrupa’da Fransa, İngiltere, Almanya, İsviçre, İtalya ve Danimarka
gibi ülkeler terörle mücadele konusunda yasalarında özel düzenlemeler
yapılmasına ihtiyaç duyan ülkelerdir.
Değerli arkadaşlar,
ülkemizde Terörle Mücadele Kanunu ilk olarak 1991 yılında 3713 sayılı
Yasayla düzenlenmiştir. Onbeş yılı aşkın bir süreden beri uygulamada
olan Terörle Mücadele Kanunu zaman içerisinde 14 kez değiştirilmiş
ve Anayasa Mahkemesi tarafından da bazı maddeleri iptal edilmiştir.
Milletimizin huzur
ve güveninin teminatı olan güvenlik güçlerimiz üstlendikleri bu görevi insanüstü
bir gayretle ve gerektiğinde canlarını feda etmekten çekinmeyerek
hakkıyla yerine getirmektedir. Ancak, çağın imkânlarından yararlanmak
suretiyle organize bir şekilde çalışan suç örgütleri karşısında
daha etkin mücadele edilebilmesi için yaşanan süreçte ortaya çıkan
ve ihtiyaç duyulan bazı düzenlemelerin yapılması gerektiği kuşkusuzdur.
Bu ihtiyaç, güvenlik güçlerimizce de en üst düzeyde dile getirilmiştir.
Bu amaçla, kapsamlı ve titiz bir çalışma yürütülmüş ve bu çalışma sonunda,
şu anda görüşülmekte olan Terörle Mücadele Kanununda değişiklik
yapan tasarı huzurlarınıza getirilmiştir.
Tasarının 1 inci maddesiyle,
Terörle Mücadele Kanununun 1 inci maddesinin “Terör ve örgüt tanımı”
şeklindeki başlığı “Terör tanımı” olarak değiştirilmiştir. Değiştirilme
sebebi, terör örgütünün, yeni Türk Ceza Kanununun 220 nci maddesinde
Türkiye’nin taraf olduğu Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş
Milletler Sözleşmesinin 2 nci maddesindeki tanıma uygun olarak yapılmış
olması nedeniyledir.
Bu vesileyle, hepinize
yeniden saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Akbulut.
Sayın milletvekilleri,
maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir.
2 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2- 3713 sayılı
Kanunun 3 üncü maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"MADDE 3-
26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 302, 307, 309,
311, 312, 313, 314, 315 ve 320 nci maddeleri ile 310 uncu maddesinin birinci
fıkrasında yazılı suçlar, terör suçlarıdır."
BAŞKAN – Madde üzerinde,
Anavatan Partisi Grubu adına, Mersin Milletvekili Hüseyin Güler.
Sayın Güler, buyurun.
(Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
Süreniz 10 dakika.
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA HÜSEYİN GÜLER (Mersin) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlar; Terörle Mücadele Kanununun 2 nci maddesi
üzerine Grubum adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Böyle hassas bir kanun
üzerinde yorum yaparken, bu toplumun kamplaşmasına ve kutuplaşmasına
hizmet etmeden, sağduyu ve soğukkanlı bir şekilde bu kanunun yapılanmasında
fayda var diye düşünüyoruz. Tabiî ki, Sayın Bakanı dinledikten sonra,
hâlâ kafamızda soru işaretleri var. Biz, Anavatan olarak, kanun üzerinde,
gerek Grup Başkanvekilim ve diğer sözcü arkadaşlarımız, üzerlerine
düşen mesajları verdi; ama, Sayın Bakanı dinledim, ama, AKP’nin duyarsızlığını
gördükçe de, burada hayretle karşılıyoruz. Bu kadar hassas, gerginlik
yaratılan bir kanun üzerinde bu kadar duyarsız kalmasına da anlam
vermekte zorlanıyoruz.
Evet, terörün her türlüsüne,
gerek etnik gerek dinsel veya hangi kimlik ve sıfatla olursa olsun
karşısındayız. Tabiî, terör bir derecede sonuç gibi algılanabilir.
Bu toplum çok acılar çekti. Temennimiz, bu kanun çıkarken sağduyu ve
soğukkanlı anlayışın bu Türk toplumu üzerinde hâkim olmasını bekliyoruz.
Hassas konular tartışılırken kaş yapalım derken göz çıkarmayalım
ya da ateşe benzinle gitmeyelim.
Bu toplum uzun yıllardır
terör sıkıntısıyla baş başa; yani, bunu sıfatlandırmaktan... Ama,
bunun en büyük bedelini hem canıyla, Türk Halkı, hem de maddî varlığıyla
da faturalar ödenmeye devam etmekte.
Peki, bunlar çözümleniyor
mu; değil, sadece bastırılıyor. Bastırmak bir çözüm mü; kısmen bir
çözüm; ama, bir süre sonra, o güç mekanizması ortadan kalktıktan sonra
tekrar hortluyor.
Bizim, burada, işin
analizini yaparken sosyoekonomik ve kültürel değerlerle birlikte
analiz etmekte fayda var; aksi takdirde, büyük bedelleri ödemeye
devam ederiz. Biz, Türk toplumu hoşgörü, saygı… Hoşgörü ve saygıya
evet, tavize asla. Bu ince anlayış içerisinde Türk toplumunu kucaklayan,
tüm değerlerini okşayan, maddî, manevî, gelenek ve göreneklerine
sahip çıkan bir anlayış içerisinde tartmakta fayda var.
Gönül istiyor, yürek istiyor, hepimiz
bu sıkıntılara son verilmesi... Artık şehitlerimiz olmasın, artık
analar ağlamasın, artık Türk Milleti bedel ödemesin; ama, bunun karşısında,
eğer, biz siyasal duruşumuzu çözümden yana, sağduyudan yana kullanmadığınız
müddetçe de, sadece birilerinin ekmeğine yağ sürülür. Etki-tepki, gerginlik, bu, topluma sadece zarar verir.
Bizim, burada,
altını çizmemiz gereken değerlerden biri bu. Özellikle, ben, kendim,
Zaman zaman çıkan
bir olumsuzluk, maalesef, Türkiye’yi sarsmakta. Aslında toplum sürekli
cinnet safhasında, en ufak bir olguyu kıvılcım olarak algılayıp ve
toplum psikolojisinde maalesef lince varan bir anlayış hâkim.
Bizi bu terör konusunda son derece soğukkanlı ve bu kanun… Tabiî
ki, temennimiz bu terörün bitmesi ve acıların son bulması; ama, aksayan
yönlerin çok ciddî anlamda tartılması gerekiyor; çünkü,
uluslararası, artık, evrensel boyutla olayı algılamak lazım. İnsan haklarından asla
taviz vermeden, hoşgörü ve gelenek, göreneklerden asla taviz vermeden;
ama, terörle de mücadeleyi en iyi şekilde yapmak. Bu, işte, dengeler
unsuru; ama, dört yılda varılan sonuç maalesef her geçen gün artan
acılar olarak karşımıza geldi. Bir dönem, AKP İktidarından önce baskılanmış
bir terör olayları bugün maalesef artmaya devam etti; ama, yine de
her şeye rağmen tüm toplumu kucaklayacak mesajların verilmesinde
fayda vardır diye düşünüyorum ve bu terörün sorununun sadece bir
yargı veya sadece bir emniyetin çözüm unsurunun tek faktör olmadığını,
bununla beraber toplumun değerlerini ve özellikle, ekonomik, eğitim
ve kültürel alanda toplum barışını kucaklayacak bir anlayışla harmanlanmasını bekliyoruz; aksi takdirde kanun tek başına
yeterli kalmayacaktır ve bu kanunla da, mücadelede istenilen düzeyde
sonuç alınmayacaktır.
Bugün, ülkedeki yaşadığımız
sürece baktığımızda kimliklerin kurcalanması, kimliklerin… Tabiî
ki herkesin bir alt kimliği de olabilir; ama, bir üst kimliği vardır
ve Türkiyeli olmaktan, Türk olmaktan... Ve bu değerlere üniter yapı
ve sistemi içerisinde, bir bütünlük içinde bakmakta fayda vardır. Bizim
bugün ulusal değerlerimizi öne çıkaracak ve paydaş diyeceğimiz,
duygudaş diyeceğimiz bir anlayışın hâkim kılınması gerekir. Aksi
takdirde kangrenleşen süreç içerisinde birileri siyasal rantını
çok çabuk almaya hazır; ama, Türk Milletinin üzerinde, Türk Halkını
oluşturan tüm birimleriyle, halklarıyla beraber bunu kurcalamak
ve kaşımak sadece bu topluma zarar verir. Bu süreci iyi değerlendirmek
lazım. Ciddî anlamda toplumsal barışı öne çıkaracak bir siyasal iradenin
ve duruşun öne çıkması gerekir. Burada en önemli unsur, burada Meclis
iradesinin bu konudaki hassasiyetini, dozunu çok iyi ayarlaması
lazım; verdiği her mesajda toplumu öne çıkaran, tüm değerlerine
saygı duyan ve toplum barışını kucaklayacak ve toplumu kucaklayacak
bir anlayışın, mesajın çıkmasını yürekten istiyoruz.
Teknik bir konu, hassas
bir konu. Bu konuda, tabiî ki, AKP, tüm sevabıyla günahıyla bunu kendi
birikimi sonucu Meclis gündemine getirdi. Meclis iradesi, tamamiyle
AKP’nin kendi inisiyatifi dahilinde. Ne konuşurlarsa, onlar konuşuluyor.
Böyle bir hassas konu
üzerinde gerek komisyon ve gerek uluslararası bir alanda, ülkemin
insan hakları ölçeğinden asla taviz vermeden, terörle mücadelenin
başarıya ulaşmasını bekliyoruz. Toplumun bir an önce huzura kavuşmasını
diliyor, temennimiz, bu kanunun topluma hayırlı ve uğurlu olmasını
bekliyor, bir an önce barışın, huzurun temel oluşturması dileğiyle
hepinize saygılar sunuyorum. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Güler.
Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına, Niğde Milletvekili Orhan Eraslan.
Sayın Eraslan, buyurun.
(CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ORHAN
ERASLAN (Niğde) – Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin değerli
üyeleri; görüşülmekte olan tasarının 2 nci maddesi üzerine, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla,
sevgiyle selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
önemli bir tasarı görüşülüyor; Terörle Mücadele Yasası Tasarısı.
Cumhuriyet Halk Partisinin tutumu bu konuda net. Terörle mücadele
iradenizi destekleyeceğiz, eğer, irade koyarsanız. Yanlışlarınızı
söyleme durumundayız. Yanıldığınız noktaları belirtme durumundayız.
Muhalefet olmanın gereği de budur.
Şimdi, seyirci de değiliz.
Ne yaparsanız, siz yapın; biz karışmıyoruz noktasında da değiliz. Bu
ülke bizim ülkemiz. Gördüğümüz yanlışlıkları söyleyeceğiz.
Doğrusu, bu yasayla
ilgili ben hiçbir şekilde polemik yapma, polemik konusu yaratma
ihtiyacı, arzusu içerisinde değildim. Ne ben ne Partim böyle bir ihtiyaç
içerisinde değil, ne Sayın Genel Başkanımız; çünkü, biz baştan dedik.
Taa ne zaman dedik; 15 Eylül 2005’te. Gelin, şu terör işini bir konuşalım;
2002’deki boyutundan farklı noktaya doğru gidiyor, buna etkin önlemler
alınmazsa gelişecek dedik, bu konuda destek olacağız alacağınız
ciddî, etkili önlemlere; çünkü, terör hepimizi yakıyor, ülkemizi
yakıyor, yok ediyor. Bunu söyleyerek kendimizi bağladık, bundan geriye
düşmemiz söz konusu değil; ama, bunu söyledik diye, getirilen her
şeyi de, seyirciyiz işte, ne yaparsanız yapın, siz yaptınız, sonucuna
siz katlanırsınız; böyle bir şey yok. Hataları söyleyeceğiz, iktidar
olmanın olgunluğunu taşıyarak bunları göreceksiniz, kabul ettiklerinizi
de düzelteceksiniz, kabul etmediklerinizin de sorumluluğuna
katlanacaksınız.
Böyle bir çalışma içerisindeyken,
doğrusu, 6 ncı maddenin son fıkrası, yani, 221 inci maddeye yollama
yapan son fıkrasıyla ilgili bir polemik de açmak hevesi ve arzusu
içerisinde değildik; geçmişte kaldı, düzeltildi. Nasıl olsa düzeltildi,
AKP tarafından düzeltildi, ama hükümeti, ama bizim içinde üye bulundurmadığımız
komisyonu, bu hatanın farkına vardı, düzeltti. Önemli olan düzeltilmesi
diye düşünerek, böyle bir polemik içerisinde değildik, ihtiyaç
içerisinde de değildik; ama, Sayın Bozdağ’ın konuşmasından sonra,
konunun yeterince anlaşılamadığı ortaya çıktı. Bir kez daha anlaşılsın
diye buradan anlatıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
6 ncı maddeye yapılan etkin pişmanlık -şimdi çıkarıldı, ondan dolayı,
yanlıştan dönülmesini doğru buluyorum- eğer, Sayın Bozdağ’ın iddia
ettiği gibi, minareyi düzeltme olayıysa, düzeltmeyiniz, eğri kalsın,
böyle bir risk yoksa; varsa, bunu bir savunma refleksi içerisinde dile
getirmek doğru değildir. O zaman ben şunu anlıyorum: Ne acıdır ki,
İktidar Partimiz, hâlâ, terörle mücadelenin ne noktada olması gerektiğini,
ihtiyacının neler olduğunu kavrayamamış; bunu anlıyorum. Eğer
kavrandı, düzeltildiyse,mesele yok. Amacımız
üzüm yemek, bağcı dövmek değil, kimseyi suçlamak değil. Düzelttik
dersiniz, laf biter. Düzeltilmiş, tamam; ama, bunu hatıra yaptık… Bu
doğru değil, bunu kabul edemem, bunu siyasî etiğe de aykırı bulurum,
çok vahim bir şey.
Şimdi, bakınız, arkadaşlar,
Türk Ceza Yasasına hep yollama yapılıyor, sanki Türk Ceza Yasası
anayasa! Kaldı ki, bizim, Türk Ceza Yasasını da hangi koşullar altında
yaptığımızı hepiniz biliyorsunuz. Muhalefetimizi de, burada,
bizzat benim ağzımdan dile getirdik; ama, Avrupa Birliği için şart
koşuldu, engelleme yapmayacağız dedik; tıpkı, bugün olduğu gibi.
Bugün de, Terörle Mücadele Yasasına engelleme yapmayacağız;
ama, içeriğini eksik buluyoruz, yanlışlıklarla dolu buluyoruz. Bunları
söyleyeceğiz. Yani, engelleme yapmamış olmamız, onu kabul ettiğimiz
biçiminde yorumlanmamalıdır. Bu doğru değildir. Bu haklı değildir
değerli arkadaşlarım.
Şimdi, Ceza Yasasında,
örgüt maddesi 220 nci maddede düzenlenmiştir. Silahlı örgüt, yani
örgütün özel bir biçimi, nitelikli bir biçimi 314’te düzenlenmiştir.
Bölücü örgüt… Ona örgüt denmediği için, arkadaşlarım hep şaşırıyor.
Bölücülükle ilgili madde 302’dir. O da, örgütün özel bir biçimidir,
nitelikli bir biçimidir, yani, ülke topraklarını bölmek için örgüt
kurmaktır. Kim diyor böyle; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi. Nerede;
burada, elimizde karar. Değerli arkadaşlarım, yani, Abdullah Öcalan’la
ilgili karar, burada okuduk, dinleseydi arkadaşlar, bu inceliği
kaçırmazdı.
Anayasal düzeni ihlal
etmek için, yani anayasal düzeni ihlal etme suçu, o da bir örgüt suçudur,
o da nitelikli bir suçtur; çünkü, bu suçlar bireysel olarak işlenemez,
örgüt vasıtasıyla işlenebilir. Şimdi, siz, Terörle Mücadele Yasasını
çıkarıyorsunuz, yazıyorsunuz; diyorsunuz ki, şu şu suçlar terör
suçu, 314 terör suçu, 302 terör suçu, 309 terör suçu, doğrudur. Altına
da ekliyorsunuz, 6 ncı maddeye; örgütten kastedilen şey… Örgütün
yöneticileri 221’deki yani, “niteliksiz örgütün etkin pişmanlığındaki
maddeden istifade eder” diyorsunuz. Gerekçesinde de “buna teröristbaşı
da dahildir” diyorsunuz. Şimdi biz bunu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
çerçevesi içerisinde gösteriyoruz. Diyoruz ki: Bu yanlıştır. Bu,
şu sonucu doğurur, bunu görün. Ha, şimdi çıktı bu. Ama, bir arkadaşımız
hâlâ diyor ki: “O sonucu da doğurmazdı. Filanca öyle dediydi, feşmekanca…”
Arkadaşlar, her bilimsel düzeydeki toplantıda, her sempozyumda,
her noktada bunu tartışmaya hazırım herkesle.
Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinin bir başka kararını -yani, kime ait olduğunu söyleyemeyeceğim,
cevap verme durumunda değil- okuyorum size; bakın, Terörle Mücadele
Yasası içerisine almışsınız silahlı örgütü, bölücü örgütü ve
ideolojik örgütü, anayasal düzeni değiştirmek için. Bunlardan silahlı
örgüte faydalandırırım, diğerine faydalandırmam diye bir şey
yok. Bak ne diyor: “Farklı insan grupları arasında değil, farklı suç
türleri arasında ayırım yapıldığı sonucuna varılmıştır. Sözleşmenin
10 uncu maddesinin ihlal edildiği 16’ya karşı 1 oyla” diyor Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi. Yani, bu haliyle biz bu tehlikeyi gördük
ve anlattık size. Siz de düzelttiniz. Ama, bir arkadaşımız hâlâ ısrarda.
Eğer İktidar Partisinin çoğunluğu bu ısrardaysa, yanlıştasınız
arkadaşlar, yanlışta ve kayıptasınız. Bunu açıkça belirtmek gerekir.
Polemik olsun diye konuşmuyorum.
Şimdi yine bir noktayı
belirtiyorum size. Değerli arkadaşlar, terörle ilgili düzenlemeler
konjonktüreldir. Konjonktür getirir, irticaî faaliyet öne çıkar;
konjonktür getirir, bölücü faaliyet ortaya çıkar; konjonktür getirir,
başka bir siyasî terör ortaya çıkar. Şimdi “konjonktürel değildir”
deme imkânına sahip değiliz. Şimdi
konjonktürel dalgalanmalara bağlı düzenlemeler yapılıyor diyor
arkadaşlar. Doğrudur; yani, terör öyle bir şeydir tam da.
Şimdi bir şey yaptınız.
1 inci maddenin altında, ikinci ve üçüncü fıkrasında yazılı “cemiyet,
teşekkül, silahlı teşekkül, silahlı cemiyet ve suç için anlaşma…” Bunların
hepsini çıkarttınız.Burada amaç, kimi irticaî eylemcileri himaye
etmekse, onunla kalmazsınız!.. Onunla kalmazsınız!.. Sivas katliamı benzeri olayları kışkırtıcı, silah
kullanmadan, kışkırtıp katliam yapanları terör kapsamına alamazsınız,
terör suçu kapsamına alamazsınız; sorgulama, ceza infazı yönünden
farklı neticelere ulaşır. Başka ayaklanma tarzında eylem yapanları
alamazsınız. Burada her şeyi tutanağa geçirtmemek için ölçülü konuşuyorum,
yanlış neticelere ulaşırsınız. Bunu biz hatırlattık size. Yanlış
yapıyorsunuz dedik. Bireysel terörizmle…
Şimdi şöyle bir saplantı
var arkadaşlarımın kafasında, İktidar Partisi milletvekillerinin:
Terörizm silahlı bir örgüt olmazsa olmaz. Hayır, bu yanlış. Terörizm
bireysel de olur, silahlı örgütle de olur, silahsız örgütle de olur. Terörizm
tanımlanmaz zaten, tanımlayanı da yok bunu. Önemli olan, toplum düzenini
ciddî bir biçimde zedeleyen…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Eraslan,
konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
ORHAN ERASLAN (Devamla)
- … ciddî bir biçimde sarsan, insanlara korku veren, düzeni tehdide
düşüren ve kıyımı, can yakmayı, mal kaybını yaratan şeylerdir terörizm.
Şimdi bir tehlikeye
dikkatinizi çektim. Bakınız, canlı bir örnekten dikkat çektim. Danıştay
katliamı nedeniyle örgüt olayını, temenni ediyorum ortaya çıkarırsınız.
Çıkaramazsanız, bireysel terörizmi düzenlemediğiniz için, dört
gün gözaltında tutulduğu için Türkiye’yi sıkıntıya sokacaksınız.
Bunu niye görmüyorsunuz? Terörizm, öyle zannedildiği gibi, kafanızdaki
modele uygun şeyler değil.
Bu konuda polemik açmak
gibi bir niyetimiz yok; ama, eksiğinizi söyleyeceğiz. Biz terörle
mücadele iradesine destek veririz, varsa iradeniz; ama, yanlışlarınızı
söylemek durumundayız. Yani, temel hakların özüne dokunuyorsanız,
onu da söylemek durumundayız. Şimdi bunları söyledik, mücadele
amacına destek verdik diye buna katıldık anlamını da kimse çıkarmasın.
Hepinize saygılar,
sevgiler sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Saygıdeğer arkadaşlarım,
aynı anda müracaat eden arkadaşlar arasından kura çekeceğim, kimlere
çıkarsa onlara söz vereceğim.
Sayın Mehmet Eraslan,
Sayın Bekir Bozdağ…
Sayın milletvekilleri,
bu kura çekeceğimiz arkadaşlar, isterseniz, kendi aranızda oturun
bir konuşun, hangi maddelerde kim konuşacaksa, her madde üzerinde
tekrar tekrar kura çekme işlemi yapmayayım. Anlaşın, ona göre işleri
neticelendirelim, bize de kolaylık sağlayın; herhalde, bu iyiliği
esirgemezsiniz, umarım.
Buyurun Sayın Mehmet
Eraslan.
MEHMET ERASLAN (Hatay)
– Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri saygıyla selamlıyorum.
Tabiî ki, terörle mücadelede
yasal düzenlemeler, kanunî düzenlemeler önemli; ama, onun dışında
siyasî otoritenin bölgede alacağı sosyal ve ekonomik tedbirler de
çok önemli ve yapılan yasama çalışmasının uygulanabilirliği ve
rantabl olması bir o kadar daha önemli.
Terörle mücadelede
gözaltı süresi… Dün de ben burada ifade ettim. Sayın Bakanımız da
buradalar. Ben, terör suçundan yakalanan insanların, mesela İngiltere’de
28 gün gözaltında bulundurulup, olayın daha ciddî manada çok aşağılara
inerek tetkik edilmesi konusunda daha bir duyarlı olunduğunu biliyorum;
ama, bizde 24 saat. Bir terör zanlısını veya bir terör suçlusunu yakalıyorsunuz,
askerimiz veya polisimiz, 24 saat içerisinde, daha onun kimliğini
dahi belki tespit edemeden, kim olduğunu, nereli olduğunu, neci
olduğunu, belki adını, soyadını dahi tespit edemeden, çok doğru ve
sağlıklı bilgiler almadan, o kadar kısa bir süre içerisinde savcılığa
götürmek zorunda kalıyor.
Değerli arkadaşlar,
işte, terörle mücadelede yasama faaliyetinin veya kanun hazırlıklarının
önemli olduğu bir gerçek; ama, uygulanabilirliği ve etkin bir terörle
mücadeleye ne kadar yardımcı olabildiği çok önemli.
Kamu düzeninin, ülkenin
birlik ve beraberliği ile bölünmez bütünlüğünü biz hiçbir şekilde…
İşte, biz demokratik bir ülkeyiz, temel hak ve özgürlüğe saygı duyan
bir ülkeyiz. Evet, böyle bir ülkeyiz; ama, ülkenin bölünmez bütünlüğüne
saygı duymayan hiç kimseye saygı duyma imkânımız yoktur, söz konusu
olamaz.
Demokrasi, hiç kimseye
sınırsız ifade özgürlüğü tanımaz; demokrasi, hiç kimseye sınırsız
fiil işleme özgürlüğünü tanımaz. Evet, işte, yapılan son yasal düzenlemelerden
sonra -Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde birtakım düzenlemeler
yapıldı- bakıyoruz, ondan sonra, birileri, birtakım çevreler ve
terör örgütü mensupları, demokrasiyi, temel hak ve özgürlükleri
kendilerine kalkan edinerek, emellerine ulaşmak için bir hayli gayret
içerisindeler. İşte, bu düzenlemeler yapılır iken, bu kanunî hazırlıklar,
düzenlemeler yapılır iken, bunların gözardı edilmemesi gerekir
düşüncesindeyiz.
Ve sınırötesi harekât
çok önemli. Kendi misakımillî sınırlarımız içindeki odaklara operasyon
yapma konusunda bir zorluğumuz yok. Hem Türk Silahlı Kuvvetlerimiz
hem de güvenlik güçlerimiz -polisimiz- işbirliği yaparak, istihbarî
bilgiler doğrultusunda operasyonlarını yapıyorlar; ama, terör örgütünün
beslendiği yer esasen sınırötesidir, Kandil Dağıdır, Kuzey
Irak’tır. Eğitimini de oradan alıyor, lojistik desteğini de oradan
alıyor; kimlerin onlara destek verdiği de belli, kimlerin onlara
ekonomik, lojistik silah yardımı yaptığı da belli ve onlara kimlerin
eğitim verdiği de belli.
Sınırımızın hemen
yanı başında diye biz, Türkiye olarak, yüce millet adına bir operasyon
yapma zorluğu içerisindeyiz ve bunun aşılması gerekiyor; çünkü,
bataklığın kaynağı orada. Biz, sivrisineklerle uğraşıyoruz. Sivrisineklerle
uğraşacağımıza, güçlü, yüce Türkiye Cumhuriyeti Devleti adına
ilgililerle oturup, müttefiklerimizle oturup -karşılıklı menfaat
ilişkisine dayalı bir diplomasi var ise- arkadaş, millet olarak artık
bizim buna tahammülümüz kalmadı, biz bunu kaldıramayız; millet
olarak, vatandaş olarak…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Konuşmanızı
tamamlayınız.
Buyurun.
MEHMET ERASLAN (Devamla)
- …artık bizim şehit verme takatimiz sona ermiştir ve terörle mücadelede
ya bizim yanımızda durarak, somut adımlar atarak operasyonlar düzenleyelim,
bataklıkları kurutalım veya bizim işimize karışmayın, kendi işimizi
kendimiz yapalım deme cesaretini, şecaatini göstermeliyiz; Türkiye
Büyük Millet Meclisi olarak göstermeliyiz, Türkiye adına ve yetmişüç
milyon ülke insanı adına göstermeliyiz, bu siyasî iradeyi sergilemeliyiz.
Aksi takdirde, böyle edebiyatlar parçalayarak, şiirler okuyarak
hiçbir yere varmamız mümkün değil.
Hazırlanan Terörle
Mücadele Kanununun uygulanabilirliği çok önemli, arazide ve yargıda
özellikle. Türk Silahlı Kuvvetlerinin ve güvenlik güçlerinin ne kadar
elini kolunu serbest bıraktığı ve ne kadar onların etkin mücadele
edebilmesi için işe yaradığı tekrar ele alınmalı ve irdelenmelidir
diyorum.
Bu düşüncelerle, hepinize
saygılar sunuyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Şahsı adına Yozgat
Milletvekili Bekir Bozdağ.
Buyurun Sayın Bozdağ.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
BEKİR BOZDAĞ (Yozgat)
– Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Terörle Mücadele Kanununun
bazı maddelerinde değişiklik öngören kanunun 2 nci maddesi, yürürlükteki
Terörle Mücadele Kanununun 3 üncü maddesinde değişiklik öngörmektedir.
Bu değişiklikle kanunun metni mukayese edildiği zaman, esasında,
yapılanın, büyük bir oranda yeni Türk Ceza Kanununa uyum olduğu görülmektedir.
Mevcut yasamızın 3 üncü maddesinin başlığı “Terör suçları,” yeni
yasada da aynı şekildedir ve ikisinde olan maddeleri mukayese ettiğimiz
zaman, 5237 sayılı yeni Türk Ceza Kanununun “Devletin birliğini ve
ülke bütünlüğünü bozmak” başlıklı 302 nci maddesi, eski Ceza Kanunumuzun
125 inci maddesine; “Askerî tesisleri tahrip ve düşman askerî hareketleri
yararına anlaşma” başlıklı 307 nci maddesi, eski Ceza Kanununun
131 inci maddesine; “Anayasayı ihlal” başlıklı 309 ve “Yasama organına
karşı suç” başlıklı 311 inci maddesi, eski yasanın 146 ncı maddesine;
“hükümete karşı suç” başlıklı 312 nci madde, eski yasanın 147 nci maddesine;
“Yabancı hizmetine asker yazma, yazılma” başlıklı 320 nci madde, eski yasanın
148 inci maddesine; “Suç işlemeye tahrik” başlıklı 214 üncü madde
ve “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine karşı silahlı isyan” başlıklı
313 üncü madde, eski yasanın 149 uncu maddesine; “Cumhurbaşkanına
suikast ve fiilî saldırı” başlıklı 313 üncü madde, eski yasanın 156
ncı maddesine tekabül etmektedir. Burada fark olan, yeni olan bir husus
var, o da şu: Eski yasanın 171 inci maddesi, yeni yasamızın da 316
ncı maddesi “Suç için anlaşma” başlıklı idi. Eski yasada -şimdiki yasamızın
314 üncü maddesinde yer alan- silahlı örgüt, terör amacıyla işlenen
suçlar kapsamında iken, bu düzenlemeyle beraber “suç işleme” başlıklı
316 ncı madde terör amacıyla işlenen suçlar kapsamına alınırken,
“Silahlı örgüt” başlıklı 314 üncü madde terör suçları kapsamına
alınmıştır. Bunun dışında maddede bir yenilik yoktur.
Hayırlı olmasını diliyor,
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
3 üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 3- 3713 sayılı
Kanunun 4 üncü maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Terör amacı ile
işlenen suçlar
MADDE 4- Aşağıdaki
suçlar 1 inci maddede belirtilen amaçlar doğrultusunda suç işlemek
üzere kurulmuş bir terör örgütünün faaliyeti çerçevesinde işlendiği
takdirde, terör suçu sayılır:
a) Türk Ceza Kanununun
79, 80, 81, 82, 84, 86, 87, 96, 106, 107, 108, 109, 112, 113, 114, 115, 116,
117, 118, 142, 148, 149, 151, 152, 170, 172, 173, 174, 185, 188, 199, 200, 202,
204, 210, 213, 214, 215, 223, 224, 243, 244, 265, 294, 300, 316, 317, 318 ve
319 uncu maddeleri ile 310 uncu maddesinin ikinci fıkrasında yer
alan suçlar,
b) 10/7/1953 tarihli
ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında
Kanunda tanımlanan suçlar,
c) 31/8/1956 tarihli
ve 6831 sayılı Orman Kanununun 110 uncu maddesinin dördüncü ve beşinci
fıkralarında tanımlanan kasten orman yakma suçları,
ç) 10/7/2003 tarihli
ve 4926 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanununda tanımlanan ve hapis
cezasını gerektiren suçlar,
d) Anayasanın 120 nci maddesi gereğince olağanüstü hal ilan edilen
bölgelerde, olağanüstü halin ilanına neden olan olaylara ilişkin
suçlar,
e) 21/7/1983 tarihli
ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun 68
inci maddesinde tanımlanan suç."
BAŞKAN – Burada gruplar
adına söz yok.
Şahsı adına söz alan
milletvekili arkadaşlarım, Sayın Bozdağ, Sayın Akbulut ve Sayın
Eraslan, isterseniz, ben, dönüşümlü olarak, sizler her maddede konuşacaksanız,
size söz hakkı vereyim, öyle mi?
MUSTAFA NURİ AKBULUT
(Erzurum) – Değişerek konuşacağız.
BAŞKAN - Yani, her defasında
burada kura falan çekmek gibi bir işlem olmasın.
MUSTAFA NURİ AKBULUT
(Erzurum) – Gerek yok.
BAŞKAN - Sayın Eraslan,
konuşacak mısınız bu madde üzerinde?
MEHMET ERASLAN (Hatay)
– Bu madde üzerinde konuşacağım Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın Bozdağ,
siz konuşmuyorsunuz o zaman.
BEKİR BOZDAĞ (Yozgat)
– Evet.
BAŞKAN – Saygıdeğer
arkadaşlarım, söz alan arkadaşlarım, Sayın Ergin -diğer grup başkanvekili
arkadaşlarıma da soruyorum- şimdi, bu maddeler üzerinde başka arkadaşların
da söz talepleri var; burada bir de konsensüs var, ittifak söz konusu.
İsterseniz, öbür arkadaşlarımıza da, diğer milletvekili arkadaşlarımıza
da bir söz sırası olsun diye ben şahsen düşünüyorum.
SADULLAH ERGİN (Hatay)
– Başkanım, ayarlıyoruz.
BAŞKAN - Tamam, peki.
Buyurun Sayın Akbulut.
MUSTAFA NURİ AKBULUT
(Erzurum) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; görüşülmekte olan Terörle
Mücadele Kanununun çerçeve 3 üncü maddesi hakkında söz almış bulunuyorum;
hepinize saygılar sunuyorum.
Değerli arkadaşlar,
tasarının 3 üncü maddesiyle, Terörle Mücadele Kanununun 4 üncü
maddesinde bazı değişiklikler yapılıyor. Eski halinde, bir terör
örgütünün, kurulmuş bir terör örgütünün faaliyeti çerçevesinde
ve Terörle Mücadele Kanununun 1 inci maddesindeki amaçlarla işlenmesi
halinde diye on kadar suç tarif edilmişti. Bu tarif edilen suçlar, daha
önceki kanunda, millî bayrağa ve alâmetlere saldırı, fesadı resmî
makamlara bildirmemek, askerî komutanlıkların gaspı, askeri ve
zabıtayı itaatsizliğe teşvik, halkı devlet kuvvetlerine karşı cürüm
işlemeye teşvik, halkı askerlikten soğutmak gibi 10 kadar maddeydi.
Yapılan değişiklikle bir terör örgütünün faaliyeti kapsamında
ve Terörle Mücadele Kanununun 1 inci maddesinde belirtilen amaçlarla
işlenmesi halinde diye bazı suçlar da bu kapsama alındı. Terörle
Mücadele Kanununun 1 inci maddesindeki “amaçlarla işlendiği takdirde”
dediği suçlar şunlar: Onları size hatırlatmak istiyorum: Cumhuriyetin
temel niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzenini
değiştirmek, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü
bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetinin varlığını tehlikeye düşürmek,
devlet otoritesini zaafa uğratmak, temel hak ve hürriyetleri yok
etmek, devletin iç ve dış güvenliğini zaafa uğratmak gibi suçlar.
Bunun haricinde, tasarıyla,
Ceza Kanunundaki 50 kadar suç da yeniden bu kapsama alınmıştı; ancak,
Adalet Komisyonunda, özellikle Adalet alt komisyonunda yürütülen
çalışmalar sırasında, daha önceden tasarıyla bu kapsama alınması
düşünülen 10 kadar suç Terörle Mücadele Kanunu kapsamı dışına çıkarıldı.
Bunlardan bazıları da, çocukların cinsel istismarı, çevrenin kasten
kirletilmesi, parada sahtecilik, özel belgede sahtecilik, ihaleye
fesat karıştırma, banka ve kredi kartlarının kötüye kullanılması,
hükümlü veya tutuklunun kaçması gibi suçlardı. Ancak, tasarının
çerçeve 3 üncü maddesinin başında, geldiği şekliyle “Kasten öldürme
ve yaralama suçlarıyla cebir ve şiddet içeren suçlar” diye belirtmiş,
ondan sonra bazı suçları madde madde saymıştı. Bu şekilde “Kasten
öldürme ve yaralama suçları ve cebir ve şiddet içeren suçlar” ibaresi,
kanunun, değişikliğin yürürlüğe girmesi halinde belki uygulamada
karışıklıklara sebep olacaktı; yani, Ceza Kanunundaki hangi madde
cebir ve şiddet içeriyor, hangi madde içermiyor gibi. Biz, bunun mahzurlarını
düşünerek Adalet alt komisyonunda, bunları, yani, Ceza Kanununda
cebir ve tehdit içeren, şiddet içeren suçları saydık terörle mücadele
kapsamında değerlendirilmesi gerekenler olarak. Bu haliyle, belki,
tasarıya ilk bakışta, mesela, intiharın terörle mücadeleyle ne
anlamı var gibi düşünebilir değerli arkadaşlarımız; ancak -Sayın
Bakanımız da belirtti- özellikle, canlı bombaları terör örgütlerinin
sıkça kullanması nedeniyle intihara teşvikin de Terörle Mücadele
Kanunu kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini düşündük. Burada 50 kadar suç sayılıyor. Ben onlardan
-tabiî, madde olarak teker teker açıp bakmak Iazım ama- bir kısmını
sizlere hatırlatacağım. Göçmen kaçakçılığı, insan ticareti, kasten
öldürme, intihara yönlendirme, kasten yaralama, eziyet, tehdit,
şantaj, cebir; kişiyi hürriyetinden, eğitiminden, çalışma hürriyetinden,
siyaset haklarını kullanmasından, inanç hürriyetinden mahrum etme;
konut dokunulmazlığını ihlal, sendikal hakların kullanılması,
nitelikli hırsızlık, yağma, mala zarar verme, genel güvenliği kasten
tehlikeye düşürme, radyasyon yayma, atom enerjisiyle patlamaya sebebiyet
verme, zehirli madde katma, uyuşturucu ve uyarıcı madde imal ve ticareti
gibi suçlar. Bunlara ilaveten, daha önceki kanunda vardı, 6136 sayılı
Yasa kapsamındaki suçların kurulu bir terör örgütü faaliyeti çerçevesinde
işlenmesi; yine, Anayasanın 120 nci maddesinde belirtilen olağanüstü
hal ilanına sebep olan olaylara ilişkin suçlar; bunlara ilaveten,
kasten orman yakma suçu ilave edildi, bir de, kültür ve tabiat varlıklarının
yine terör örgütleri eliyle işlenebilecek tek bir 68 inci maddesi
bu kapsama alındı. Yasadaki değişiklikler bunlar.
Ben, bu vesileyle,
tekrar, hepinize saygılar sunuyorum.
BAŞKAN -Teşekkür ederim.
Hatay Milletvekili
Mehmet Eraslan;buyurun.
MEHMET ERASLAN (Hatay)
-Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Tabiî ki, terör konusu
gerçekten çok önemli bir konu olduğu için, birkaç defa söz aldım. Sürem
çok kısa olduğu için, söyleyeceklerimi ve katkılarımı bitiremediğim
için tekrar kürsüye çıktım.
Değerli arkadaşlar,
bakın, terörle mücadelede bulunurken, terörle mücadele yaparken,
bir anlayışa sahip olmamız gerekiyor ve bu anlayışın içerisinde
şu vurguyu yapmamız gerekiyor: Türkiye'de, ülkemizde Kürt sorunu
diye bir sorun yoktur. Birileri çıktılar “bu ülkede Kürt sorunu vardır,
realitedir, bunu tanıyoruz, devlet geçmişte yanlış yaptı…”
Bu tür ifadeler sorun
çözmüyor, sorun üzerine sorun getiriyor; yani, devlet nerede yanlış
yaptı; 35 000 vatan evladı yanlışlıkla mı şehit oldu, yanlışlıkla
mı vuruldu?! Yani, onlar mı acaba yanlış yapmıştı sorusu gelir
ondan sonra akla ve işin içinden de çıkamayız ondan sonra.
İşte, anlayış çok
önemli. Etkin bir terörle mücadele yapabilmemiz için, bir defa, anlayış
konusunda bir neticeye, anlayış konusunda bir zemine kendimizi
oturtmamız gerekiyor. Ne vardır; PKK terör örgütü sorunu vardır, Kürt sorunu
yoktur. Bunu birbirinden ayırmalıyız, ayrıştırmalıyız. Terör ayrı
bir şeydir. Terör, yani, dünyanın da baş belasıdır, yirmi yılı aşkın
bir süredir Türkiye’nin de baş belasıdır.
Bizler, terörle mücadele
yaparken, yirmi yıldan beri, doğu ve güneydoğu halkının ne denli güvenlik
güçlerimize, Türk Silahlı Kuvvetlerimize yardımcı olduğunu ve
beraber terörle mücadele ettiğini biliyoruz -ben de biliyorum-
aynı zamanda, devletin ne kadar yanında durduklarını da biliyoruz.
Terörle mücadelede topyekûn bölge halkının bizimle beraber nasıl
yürüdüklerini, bizimle beraber canhıraş nasıl çalıştıklarını
da çok iyi biliyoruz. Dolayısıyla, sanki, bölgede yaşayan insanların
etnik yapıları dolayısıyla herkes öyleymiş anlayışı içerisinde
olmamız mümkün değildir. Bunu kabul etmek, hiçbir şekilde aklıselim
insanın… Akliselim olan her insanın bunu bu şekilde algılaması,
anlaması ve bu anlayış çerçevesinde stratejisini geliştirmesi
gerekmektedir.
Millet olarak biz hep
biriz, tek vücuduz ve her zaman birlik ve beraberlik içerisinde yaşamışız.
Türkiye’nin doğusundan batısına kadar, Türkiye’nin en güneyinden
en kuzeyine kadar herkes, Osmanlı İmparatorluğu döneminden beri,
yüzyıllarca, üçyüz yıllarca, beşyüz, altıyüz yıllarca birlik ve beraberlik
içerisinde, Anadolu’da, burada yaşamış ve her zaman tek vücut olmuş,
birbirimize destek vermiş bir milletiz. Dolayısıyla, etnik yapıya
dayalı Türkiye’de bir sorun yoktur; Kürt meselesi yoktur, PKK terör
örgütü meselesi vardır.
Şimdi, bu mücadeleyi
yaparken…
Bakın, bunu nereden
anlıyoruz; Çanakkale’den anlıyoruz, Çanakkale Şehitliğinden anlıyoruz.
Gidenleriniz çok iyi bilirler. Çanakkale Şehitliğini ziyaret
edenler, vatanın her bir köşesinden, her bir vilayetinden, her bir köyünden,
her bir yerinden şehit olmuş bu vatan evlatlarının yan yana yattığını
görürsünüz. İşte, az önceden beri söylemek istediklerimin de ispatı
odur. Bu anlayış çerçevesinde, terörle mücadele konusundaki etkinliğimizi
ve stratejimizi geliştirmemiz ve bu anlayışla hareket etmemiz gerekmektedir.
Ekonomik ve sosyal
tedbirler çok önemlidir.
Vazgeçilmez unsurlardır ekonomik ve sosyal tedbirler.
Eğer, emekli bir polis, 650 000 000 gibi açlık sınırına
yakın bir maaş alıyorsa, yani, oturup düşünmemiz gerekiyor.
Hem güvenlik güçleri açısından sosyal ve ekonomik tedbirler göz önünde
bulundurulmalı hem de bölge halkı açısından etnik ve sosyal tedbirler
ve ekonomik tedbirler göz önünde bulundurulmalıdır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Konuşmanızı
tamamlayınız.
MEHMET ERASLAN (Devamla) – Bu konuyu da
bir sonraki konuşmamda izah etmeye çalışacağım ve daha sonra da konuşmalarımı
bu şekilde bitirmiş olacağım.
Bu kanunun hayırlar
getirmesini, ülkemize, milletimize inşallah hayırlar getirmesini
Cenabı Allah’tan niyaz ediyorum, temenni ediyorum ve hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
BAŞKAN – Teşekkür
ederim.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum:
4 üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 4- 3713 sayılı
Kanunun 5 inci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"MADDE 5- 3 ve 4
üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara
göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında
artırılarak hükmolunur. Bu suretle tayin olunacak cezalarda, gerek
o fiil için, gerek her nevi ceza için muayyen olan cezanın yukarı sınırı
aşılabilir. Ancak, müebbet hapis cezası yerine, ağırlaştırılmış
müebbet hapis cezasına hükmolunur."
Suçun, örgütün faaliyeti
çerçevesinde işlenmiş olması dolayısıyla ilgili maddesinde cezasının
artırılması öngörülmüşse; sadece bu madde hükmüne göre cezada
artırım yapılır. Ancak, yapılacak artırım, cezanın üçte ikisinden
az olamaz.
BAŞKAN – Madde üzerinde
Erzurum Milletvekili Mustafa Nuri Akbulut.
Buyurun .
MUSTAFA NURİ AKBULUT
(Erzurum) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; tasarının çerçeve 4
üncü maddesi üzerinde söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar,
bu madde, bir suçun terörle mücadele kapsamına alınması halinde
cezasının ne olacağı hususunu düzenliyor. Bildiğiniz gibi, suçun
terörle mücadele kapsamında oluşunun çeşitli aleyhe doğurduğu
sonuçlar var. Ben bunlardan kısaca bahsetmek istiyorum.
Birincisi: Bir suç,
Terörle Mücadele Kanunu kapsamında değerlendirilirse, özel soruşturma
ve kavuşturma usulleri olacak.
İkincisi: Bu suçla ilgili
olarak yargılama yapacak mahkeme bazı suçlara bakmakla özel görevli
mahkeme olacak.
Bu suçlarla ilgili
olarak verilecek ceza, burada da belirtildiği üzere, kanunlarındaki
karşılığı olan cezanın yarı nispetinde artırılarak hükmolunacak
ve cezanın üst sınırı aşılabilecek.
Burada, müebbet hapis
cezasını gerektiren bir cezaysa ve bu terörle mücadele kapsamında
tekrar ağırlaştırılacaksa, verilecek ceza ağırlaştırılmış müebbet
hapis cezası olacak.
Bir de, bazı suçlar
var ki bu Terörle Mücadele Kanunu kapsamında -zaten, Ceza Kanununda,
örgütlü olarak işlenmesi halinde bir ağırlaştırıcı sebep var- ağırlaştırıcı
özelliği nedeniyle cezası artırılıyor. Burada, ona işaretle,
eğer, terörle mücadele kapsamında cezalandırılacak suçun Ceza
Kanunundaki karşılığı, örgütle işlenmiş olması nedeniyle artırılmışsa,
Terörle Mücadele Kanunu gereğince bu artırım üçte 2’den az olamayacak.
Bu şekilde bir artırım var.
Diğer yandan, bir suç
Terörle Mücadele Kanunu kapsamında değerlendirilir ve bundan
bir mahkûmiyet alınırsa, bunun infaz süresi de normal suçlara göre
ağır olacak. Biliyorsunuz, yeni Ceza ve Güvenlik Tedbirleri Hakkındaki
Kanuna göre, normal suçlar, normal hükümler, cezalarının üçte 2’sini
infaz etmekle, şartla tahliye olabiliyorlar. Halbuki, Terörle Mücadele
Kanunu kapsamında ceza alan bir hükümlü, cezasının ancak ¾’ünün infazı
halinde şartla tahliye olabilecek.
Diğer yandan, yine Terörle
Mücadele Kanununda bir hüküm var; eskisinde de vardı. Yasal sınırlar
içerisinde kalsa bile, Terörle Mücadele Kanunundan hüküm giymiş
olan hükümlülerin cezaları yaptırıma çevrilemiyor ve tecil edilemiyor.
Bir de, böyle bir aleyhe durumu var.
Daha sonra da, tabiî
ki, bu suçlardan mahkûmiyetin, ileride hükümlülerin yaşamları konusunda
ağırlaştırılmış durumları da cabası diyorum; tekrar saygılar sunuyorum.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın Özdoğan, konuşacak
mısınız?
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum)
– Grup adına, evet, son olarak.
BAŞKAN – Buyurun.
(Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Terörle Mücadele Yasası üzerine Anavatan Partisi Grubu adına söz
aldım; hepinize saygılarımı arz ediyorum.
Değerli arkadaşlar,
Türkiye’de insan hakları alanında faaliyet gösteren derneklerin
önemli bir bölümü, yine, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin istihbarat
birimleri tarafından yasadışı örgütlerle irtibatlandırılmıştır.
Bu bağlantının tartışma oluşturduğu dönemlerde de aradaki bağlar,
belgelerle ortaya konulmuştur ve bu tespit de, maalesef, doğrudur.
Değerli arkadaşlar,
ne yazık ki, Türkiye’de insan hakları kavramı, yasadışı örgütlerin,
marjinal grupların sözde temsiline terk edilmiş, hükümetlerden ve
kamuoyunun ezici bir çoğunluğunu oluşturan kitlelerden yeterince
ilgi görmemiş bir kavramdır. Peki, biz bunun bedelini nasıl ödedik?
Cevap çok açık: Operasyonla ölü olarak ele geçirilen terör örgütü
mensubunun durumu insan hakları ihlali olarak değerlendirilirken,
Taksim’de, Kızılay’da, şehirlerin göbeğinde patlayan bombalarla
hayatını kaybetmiş masum vatandaşın hazin öyküsü ne Türkiye’deki
insan hakları örgütlerinden ne de bunların yurtdışı bağlantılarından
kabul görmüştür. Evet, biz, insan hakları gibi 21 inci Yüzyıl dünyasının
en önemli kavramını terör örgütlerinin istismarına terk ettik ve
bunun bedelini de çok ağır olarak ödedik. Bugün, yakın geçmişimize
baktığımızda, teröre karşı en derin tahribatı, doğrudan silahlı
eylemlerde değil, kavramların ve kurumların istismarına dayanan
bu tür çıkışlarda yaşadık. Bu, büyük bir gaflettir ve dalalettir.
Ve, bugün, hâlâ, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, insan hakları istismarı,
içinde samimiyet barındırmayan bir barış edebiyatı, dernekçilik,
vakıfçılık adı altında yürütülen destekleyici terörist eylemler
gibi psikopolitik çıkışlara karşı geliştirdiği bir savunma mekanizması
yoktur.
Şunu unutmamak lazımdır
ki, değerli arkadaşlar, MOBESE gibi gelişmiş teknolojik takip sistemleri,
sadece teknolojik bir donanımdır. Teknolojinin çok önemli bir özelliği
vardır. Teknoloji kullanımı yararlı da olabilir, yıkıcı zararlara
da yol açabilir. Teknolojiden fayda üretilebilmesi, sizin teknolojik
gelişme üzerine inşa ettiğiniz politikalara ve anlayışınıza
bağlıdır. İktidarın yönetim anlayışının suç dünyasına neler getirdiği
ise apaçık ortadadır. Bu İktidar döneminde, suç dünyasında asla olmaz
denilen şeyler olmuş, 12 yaş altı kız çocuklarının suç örgütlerinde
yaptıkları ana haber bültenlerine taşınmıştır ve Sayın Adalet Bakanı
da, 12 Mart 2005’te basına verdiği demeçte bunu açıkça kabul etmiştir.
Soruyorum sizlere: Sekiz, dokuz, on yıl önce böyle bir şey var mıydı?
Türkiye, terörle nasıl
mücadele edilemeyeceğini bu İktidarla görmüştür. Terörle etkin
mücadelenin nasıl olacağını görmekse, inşallah, Anavatan Partisi
iktidarı dönemine nasip olacaktır.
Anavatan Partisi iktidarında
insan hakları, hukuk gibi kavramlar hükümet söyleminin merkezine
oturacak, bu kavramlar söylemde de kalmayarak, en üst perdeden dünyanın
gelişmiş demokrasilerinde gözlendiği biçimiyle uygulanacaktır.
Anavatan Partisi iktidarında kavram kargaşasına fırsat tanınmayacak,
insan hakları, barış, hukuk, adalet gibi kavramların terör örgütlerince,
marjinal gruplarca sömürülmesine izin verilmeyecektir.
Terörle mücadelede
önleyici tedbirlerden biri de istihbarattır. Terörist grupların
eylemlerinin önceden bilinmesi ve önlem alınabilmesi için, devletimizin
istihbarat örgütlerinin zaaflarının giderilmesi gerekmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin en büyük istihbarat zayıflığı,
istihbarat örgütleri ile halk arasındaki diyaloğun zayıflığıdır.
Gizli servis, adı üstünde, gizli servistir. Teşkilat yapısının ve
faaliyetlerinin gizli kalması, işleyiş bakımından elbette ki gereklidir;
fakat, ülkemizde bu anlayış o kadar tutucu bir yaklaşımla kendini
göstermiştir ki, istihbarat örgütleri vatandaş için kapalı bir kutu
olup çıkmıştır. Bu teşkilatlar ne yapar, ne kadar donanımlıdır, emsallerine
karşı üstünlükleri ve zayıflıkları nelerdir; bunlar vatandaşça
bilinmemektedir. Nitekim, bu alanda da olan olmuş, terör örgütleri
vatandaş ile devletin millî istihbaratının arasına girmişlerdir.
Bugün, marjinal gruplardan
istihbarat örgütlerine yönelmiş ciddî ithamlar vardır; ama, Hükümet,
bu konuda hiçbir şey yapmamaktadır. İstihbarat örgütleri, Anayasanın
verdiği yetkiyle kurulmuş, devletin bütçesinden finanse edilen,
künyelerinin başında “millî” ibaresi yer alan teşkilatlarımızdır;
ama, vatandaş arasında bu teşkilatlardan söz edilirken, sanki gizemli
bir suç örgütünden, karanlık bir odaktan bahsedilir gibi bir ruh hali
hüküm sürmektedir. Buradan soruyorum Hükümete: İstihbarat örgütlerinin
imajının bu denli tahrip edilmesi kimin veya kimlerin işine yarar? Hükümet
bu konuda bir şey yapmış mıdır? Hükümetin pek çok konuda olduğu gibi
bu konuda da günü kurtarmaya çalıştığı bilinmektedir; ama, Anavatan
Partisi olarak söz veriyoruz, biz, bu sorunu da kolaylıkla çözeceğiz.
Anavatan Partisi iktidarıyla birlikte, Türkiye’de taşlar yerine
oturacaktır, halk, devletin gücünü ve vatandaşıyla el ele vermiş
bir devlet yapısına kavuşacaktır.
Terörle mücadele konusunda
bir diğer zafiyet, istihbarat örgütlerinin arasındaki koordinasyonun
sağlanmamasıdır. Farklı istihbarat teşkilatlarımızın aynı konuda
sıklıkla görüş ayrılıklarına düştükleri, hatta birbirlerinin
tersi yönde görüş bildiren raporlar kaleme aldıkları bir veridir.
İstihbaratçıların da bir konuda görüş ayrılığına düşmeleri bir
yere kadar elbette ki normal karşılanabilir; fakat, yürütme organı,
yasama organı gibi istihbarat örgütlerinin bilgisine başvuran
makamlar, birbirleriyle çelişen raporla kafa karışıklığına uğratılmakta,
gerçeğe ulaşmakta güçlük çekmektedirler. İstihbarat teşkilatlarının
görev tanımlarının netleşmesi, tartışma götürmez bir forma sokulması
ve aralarındaki koordinasyonun kesin biçimde sağlanması gerekmektedir.
Maalesef, AK Parti İktidarı, bu konuda da zevahiri kurtarmak için
bir iki göstermelik hamle yapmış, gerisini getirememiştir. Biz,
Anavatan Partisi olarak bu başarısızlığı tuhaf karşılamıyoruz;
zira, AK Parti Hükümeti, her konuda çuvallamış, hiçbir konuda derinlikli
çözümler üretememiştir. Tüm yaptıkları, yapış yapış arabesk, özgürlük
söylemine sığınmış, öylece devam etmektedirler.
Terörist faaliyetleri
engellemeyle ilgili, son olarak, söylenmesi gereken bir nokta daha
vardır. Bilindiği gibi, terör, en ucuz savaş yoludur. Bir ülke diğer
bir ülkenin gelişimini yavaşlatmak niyetindeyse, yapabileceği
maliyeti en düşük eylem, o ülkedeki teröristlere destek vermek veya
varlıklarına göz yummaktır. Dünyada terör aleyhine esen rüzgârlara
rağmen, maalesef, bu, önemli bir gerçektir. Sonuçta, terörü destekleyen
dış mihraklar her zaman vardır; bunların varlığı gözardı edilemez. Bu
konuda, gerekli tedbirler alınmalıdır; ama, şu da unutulmamalıdır
ki, her taşın altında dış mihrak aranması, dış mihrakların gücünün
abartılması, devletin elinin kolunun bağlı gösterilmesi, vatandaşımızda
yetersizlik duygusu oluşturur ve siz, terör lehine, kendi vatandaşınıza
karşı psikolojik savaş yürütmüş olursunuz ve maalesef, bu yetersizlik
psikolojisi, AK Parti Hükümeti zamanında zirveye çıkmış, Türk Milletinin
teröre karşı psikolojik direncinin kırılması operasyonu, en çok,
bu Hükümet zamanında yaşanmıştır.
Şimdi, biz, Anavatan
Partisi olarak diyoruz ki, teröre karşı, her şeyden önce, psikolojik
üstünlüğümüzü geri kazanmalıyız. Evet, dış mihrak denen şey vardır,
Türkiye’nin güzel günlerini istemeyenler vardır; ama, Anavatan Partisi
olarak biz de varız ve Allah’ın izniyle, gücümüz, bu işi de halletmeye
yetecektir.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın Eraslan, buyurun.
MEHMET ERASLAN (Hatay)
– Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri saygıyla selamlıyorum.
Tabiî ki, terörle mücadelede,
hem Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının hem de güvenlik güçlerimizin
özlük haklarının iyileştirilmesi, çalışma şartlarının iyileştirilmesi,
ekonomik ve sosyal alanlarının iyileştirilmesi gerçekten önemli. Terörle
mücadelenin en ucunda olan bu insanlarımız, kolluk güçlerimiz, ekonomik
bir sıkıntı yaşamamalılar. Acaba ben kredi kartımı nasıl ödeyeceğim,
ev kiramı nasıl ödeyeceğim, elektrik, su faturamı nasıl ödeyeceğim,
çocuklarıma, aileme ve kendilerinden sorumlu olduğum çevreye
karşı onur ve haysiyetimi nasıl koruyacağım ve ihtiyaçlarımı nasıl
karşılayacağım düşüncesinde olmamalılar. O rahatlığı, bir defa,
onlara vermek lazım.
İki; bölgede, bölge
halkının ve bölgede yaşayan insanların sosyal ve ekonomik şartlarının
da iyileştirilmesi gerekmektedir. Bir defa, bu, yıllardan beri süregelen
bölgeler arasındaki kalkınmışlık farkının, mutlak surette bitirilmesi
gerekmektedir. Bu farklılık olduğu müddetçe,” biz, tam anlamıyla
etkin bir şekilde terörle mücadele ediyoruz” sloganını inandırıcı
bulamayacağız, millet bu noktada inandırıcı görmeyecektir ve bölgede,
zaten yoğun bir işsizlik söz konusu,
gelirsizlik söz konusu, geçimsizlik söz konusu ve Türkiye genç bir
nüfus, dinamik bir nüfus ve işsizlik gençliği kasıp kavururken, en
azından doğu ve güneydoğu bölgelerindeki kamu iktisadî teşebbüslerini
kapatmamalıyız veya özelleştirmemeliyiz veya satmamalıyız diyoruz.
Bilakis, ne yapmalı; kamu iktisadî teşebbüslerini kapatıp işsizlik
ordusuna biraz daha işsiz katmak yerine, aslında istihdam oluşturacak,
istihdam alanları yaratacak projeleri bir an önce bölgede hayata
geçirmeli ve bu noktada bölge halkına yardımcı olunmalı diye düşünüyoruz.
Devletin sosyal devlet
ilkesinin, bu uygulamalarla yoğun bir şekilde bölge halkına hissettirilmesi
gerekiyor. Bu çok önemli. Evet, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, aynı
zamanda sosyal bir devlettir; bu sosyal devlet ilkesini, Türkiye'deki
her bir vatandaşın, her bir ferdin hissetmesi gerekir; ama, özellikle
bölge halkının bunu çok daha fazla hissetme gereği içerisinde olduğunu
bizler biliyoruz.
Kaliteli bir eğitim
hizmeti çok önemli. Eğitilmeyen;
hatta, gelirsiz bırakılan, geçimsiz bırakılan insanlar her şey
olurlar.
Kapkaççılık da yaparlar, hırsızlık da yaparlar, yankesicilik
de yaparlar, zaman gelir dağlara da çıkarlar, zaman gelir terör örgütünün
aleti olurlar ve onların oyununa gelerek, gayrimeşru birtakım işlerin
içerisine girerek devletin karşısına dikilir ve bir mücadele vermeye
başlarlar.
Dolayısıyla, kaliteli
bir eğitim hizmeti için tedbirler alınmalı ve yatırımlar konusunda,
bütçeden, Hazineden ağırlıklı kaynakların oraya aktarılması gerekir
ki, ülkenin doğusu ile batısı arasındaki bu kalkınmışlık farkının
giderilmesi, ancak bu yöntemle ve bu yolla olur. Kaliteli bir eğitim
hizmetinin yanında kaliteli bir sağlık hizmeti de vermek gerekir.
Cumhuriyetin ve demokrasinin faziletleri
ve avantajları, bölge halkına verilecek hizmetlerle, eğitim hizmetiyle,
sağlık hizmetiyle, sosyal ve ekonomik yardımlar ve hizmetlerle, demokrasinin,
cumhuriyetin ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin faziletleri bir
ebir o insanlara hissettirilmelidir, o bölge halkı, bölge insanı…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun.
MEHMET ERASLAN
(Devamla) - …devletin her zaman kendilerinin yanında olduğu bilincini
ancak bu şekilde onlara ciddî manada aşılamak mümkün olacaktır. Bu ülke bizim ülkemiz.
Biz, bu ülkenin sahipleriyiz. Yetmişüç
milyon ülke insanı bu ülkenin sahibi. Birbirimize
her zaman muhtacız. Birbirimiz için varız.
Birbirimiz için var olarak yolumuza devam edeceğiz; ama, iktidar ve
muhalefet mantalitesiyle yaklaşıp birtakım, eğer, tavsiyeler ve
katkılar söyleniyorsa, katkı yapılarak birtakım telkin ve tavsiyelerde
bulunuluyorsa, gerçekten, bunun demokrasinin bir fazileti olarak
algılanması gerektiğini düşünüyorum ve her birinizin ve her birimizin
aslında söylediği şeylerin önemli olduğunu düşünüyorum ve üzerinde
düşünülmesi ve çalışılması gereken güzel düşünceler olduğunu
ifade ediyorum ve hepinizi saygıyla, muhabbetle selamlıyorum.
BAŞKAN – Teşekkür
ederim.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum:
5 inci maddeyi okutuyorum:
MADDE 5- 3713 sayılı
Kanunun 6 ncı maddesinin birinci, ikinci ve üçüncü fıkralarında geçen
"beşmilyon liradan onmilyon liraya kadar ağır para" ibaresi
"bir yıldan üç yıla kadar hapis" olarak, dördüncü fıkrası
ise aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve maddeye aşağıdaki fıkra
eklenmiştir.
"Yukarıdaki fıkralarda
belirtilen fiillerin basın ve yayın yoluyla işlenmesi hâlinde, basın
ve yayın organlarının suçun işlenişine iştirak etmemiş olan sahipleri
ve yayın sorumluları hakkında da bin günden onbin güne kadar adlî para
cezasına hükmolunur. Ancak, yayın sorumluları hakkında, bu cezanın
üst sınırı beşbin gündür."
"Terör örgütünün
faaliyeti çerçevesinde suç işlemeye alenen teşvik, işlenmiş olan
suçları ve suçlularını övme veya terör örgütünün propagandasını
içeren süreli yayınlar hâkim kararı ile; gecikmesinde sakınca bulunan
hallerde de Cumhuriyet savcısının emriyle tedbir olarak onbeş günden
bir aya kadar durdurulabilir. Cumhuriyet savcısı, bu kararını en
geç yirmidört saat içinde hâkime bildirir. Hâkim kırksekiz saat içinde
onaylamazsa, durdurma kararı hükümsüz sayılır."
BAŞKAN – Madde üzerinde
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Antalya Milletvekili Sayın Feridun
Fikret Baloğlu; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA FERİDUN
FİKRET BALOĞLU (Antalya) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Genel
Kurulu saygıyla selamlıyorum. Terörle Mücadele Yasasının Bazı
Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yasa Tasarısının 5 inci
maddesine ilişkin olarak Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun düşüncelerini
açıklamaya çalışacağım.
5 inci madde, bence,
bu yasa içinde dikkatle tartışılması ve üzerinde durulması gereken
en önemli maddelerden birini oluşturuyor. Bu değişiklikle Terörle
Mücadele Yasasının 6 ncı maddesini değiştiriyoruz ve burada
Türk hukukunda bir yeni uygulamayı getiriyoruz; savcıların gazeteleri
kapatmasına ilişkin bir yetkiyi cumhuriyet savcılarına veriyoruz.
Şimdi, yasaya baktığımız
zaman, bu değişikliğin çok açık biçimde bir yetki aşımı olduğu ortaya
çıkıyor. Çok olağanüstü dönemlerde ve çok büyük özellik taşıyan dönemlerde
kullanılması gereken bir yetkinin sürekli olarak verilmesinin
birtakım sakıncalar yaratacağını bilmek gerekiyor.
Aslında, bu yasa, özgürlük
ve güvenlik arasındaki dengeyi de yeterince oluşturamamış bir yasadır.
Güvenliğin sağlanması konusunda kimsenin farklı bir şey söylediği
yok. Biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, ülkenin güvenliğinin, halkımızın
güvenliğinin, ülkenin bütünlüğünün savunulması yolunda en ufak
bir tereddüt taşımıyoruz. Bu düşüncemizi, bu doğrultudaki inancımızı
da her aşamada Türkiye Büyük Millet Meclisinde ve bütün Türkiye’de
gösterdik. Ancak, güvenliğin sağlanması yolundaki çabaları yasalaştırırken,
bunu kalıcı hale getirirken, özgürlük kavramının da zedelenmemesi
gerektiğini düşünüyorum. Bu konuda, bu madde, bence, bizim bu yasada
bir geçit noktasında olduğumuzu, bir karar noktasında olduğumuzu
gösteriyor. Terörle mücadelede, doğal ki, birtakım önlemler alınacaktır.
Bu önlemlerin alınması konusunda kimsenin bir tereddütü yoktur;
ama, bunlar alınırken birtakım kuralların da korunması gerektiğini
düşünüyorum.
Şimdi, bu maddede yapılan
değişiklikte, ağır para cezaları, hapis cezalarına dönüştürülüyor;
ilk bölümde bu var. Hangi konuda; terörle mücadelede görev almış
kamu görevlilerinin hüviyetlerini açıklayanlar veya yayınlayanlar
veya bu yolla kişileri hedef gösterenler hakkında verilen para cezaları
bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına dönüştürülüyor.
Bu zorunlu bir düzenleme
olarak düşünülebilir, karşı çıkanlar da olabilir; ama, bu, olağanüstü
şartların getirdiği bir sonuç gibi düşünülüp, tartışma dışında bırakılabilir;
ama, kalıcı bir önlem olarak, sürekli kapatma sonucunu getirebilecek
bir yetkinin hâkimlerin yanında savcılara verilmiş olması, mahkeme
kararıyla çözümlenmesi gereken bir konunun bir tek kişinin iradesine
bırakılması, hukuk kurallarıyla bağdaşmış gibi gözükmüyor. Kaldı
ki, suçun işlenişine iştirak etmemiş sahipleri ve yayın sorumlularını
bu suç kapsamı içinde değerlendirmek ve bunları cezalandırmak da
hukuk kavramı içinde tartışılması gereken yeni bir uygulama olarak
gözüküyor.
Nitekim, Türkiye’deki
basın kuruluşları, farklı siyasal eğilimleri taşıyan, farklı eğilimleri
taşıyan basın kuruluşları, bu konudaki düzenlemenin doğru olmadığını
söylüyorlar. Türkiye’de bu düzenleme yapılırken, bu hazırlıklar
yapılırken -Sayın Bakanın bir konudaki eleştirisine katılmamak
da mümkün değil- basın kuruluşları, Adalet Komisyonunda bu konu
tartışılırken, yeterince görüş sunmamışlardır. Şimdi, Basın Konseyinin
Sayın Başkanı, yaptığı açıklamada, Türkiye Büyük Millet Meclisindeki
Adalet Komisyonunda görevli muhalefet milletvekillerinin de bu
konuda özen göstermediklerini söylüyor. Basın Konseyinin Sayın
Başkanı “yeni tasarıyı getiren Adalet ve Kalkınma Partisinin, basın/medya
dünyasına, taammüden cinayet işlemeyi aklına koymuş bir potansiyel
cani tavrıyla baktığını görüyoruz” diyor; yani, bu düzenlemeyi
şiddetli biçimde eleştiriyor. Daha sonra da şunu söylüyor: “Cumhuriyet
Halk Partisi de iletişim (basın) özgürlüğü boğazlanırken niye seyirci
kalmıştır?” Böyle bir eleştiriyi Cumhuriyet Halk Partisi olarak kabul
etmemiz mümkün değildir. Biz, Cumhuriyet Halk Partisi sözcüsü olarak,
Adalet Komisyonunda, bu 5 inci madde düzenlemesinin hukuk kurallarıyla
çeliştiğini, olumsuz sonuçlar getirebileceğini söyledik. Burada
da tekrar ediyoruz bunu. Doğal ki, buradan kalkarak Türkiye’de medya-iktidar
ilişkilerine ilişkin birtakım eleştirileri söyleme hakkımız da
doğmuş olabilir; ama, konunun hassasiyeti nedeniyle ben madde üzerinde
konuşmayı yeğliyorum bu aşamada.
Sayın Oktay Ekşi dışında,
Türk basın dünyasının ve yayın dünyasının önemli kuruluşları da ortak
bir bildiri yayınladılar. Bu bildirinin altında Türkiye Gazeteciler
Cemiyeti, Türkiye Gazeteciler Sendikası, Türkiye Yayıncılar
Birliği, Uluslararası Pen Türkiye Merkezi, Türkiye Yazarlar Sendikası,
Kitap Çevirmenleri Meslek Birliğinin imzaları var; yani, farklı
eğilimleri taşıyan birçok basın kurumu, bu düzenlemenin haksız sonuçlar
doğurabileceğine ilişkin şerhlerini bu yasa konuşulurken kamuoyunun
önüne koydular. Bu eleştirilerin hiçbirisi dikkate alınmadı. Doğal
ki…
BURHAN KILIÇ (Antalya)
– Türkiye’den konuş.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU
(Devamla) – Şimdi, arkadaşlar, Türkiye’den konuşmamı istiyor bir
arkadaşım; ben başka bir yerden mi konuşuyorum; Türkiye’yi konuşuyoruz.
Bu uygulama, bu uygulamanın
getireceği sonuçlar yarın hepimizi mahcup edebilir. Bu 5 inci maddeye
vereceğiniz her oy hepimizi mahcup edebilir.
Bakın, arkadaşlar,
biraz ayrıntıya girersek bunu çok açık biçimde göreceğiz. Ne diyor
maddede yapılan değişiklik; “terör örgütünün faaliyeti çerçevesinde
suç işlemeye alenen teşvik, işlenmiş olan suçları ve suçlularını
övme, terör örgütlerinin propagandasını içeren…” Propaganda ve
övme gibi kavramlar, çok izafî kavramlardır, herkese göre değişir. Siz
bunun takdirini bir mahkemenin dışında bir savcıya bırakıyorsanız,
bir tek kişiye, o, karar değildir. Ona bırakıyoruz ve süreli yayınları
hâkim kararıyla kapatmayı da anlayışla karşılayabiliriz. Bu onbeş
günden bir aya kadar olan süreci de, itirazları vardır, başka yollara
gidilebilir, anlayabiliriz; ama, savcıya gecikmesinde sakınca
bulunan hallerde bu yetkiyi vermek ve bunu bir emir diye ifade etmek…
Bakın, önünüzde var, lütfen bakın, emir; “emir” diyor, “savcının emriyle
kapatılır” diyor.
Arkadaşlar, bir cumhuriyette
yaşıyoruz ve demokrasinin bu cumhuriyetin temellerinden biri olduğunu
söylüyoruz. Emirle gazete kapattırıyoruz biz bununla. Hangi gazetenin
nasıl kapatıldığı ve kapatılan gazetenin eğilimini bir yere bırakıyorum.
Bu uygulamayla kapatılacak gazetelerin hemen hemen tamamı da bize
ve partimize en ağır hakaretleri yapan gazetelerdir; ama, bu uygulama
bütün basını tehdit altında tutacaktır, böyle bir ayırım olmayacaktır.
Herkes tehdit altında olacaktır. İletişim özgürlüğü, özgür haber
alma hakkı, hepsi tehdit altında olacaktır. Emirle gazete kapatılmasının
bu Mecliste kabul edilmesi, bu Meclis açısından çok acı bir sonuç verecektir.
Şu söylenebilir: Bu
kapatma kararı 24 saat içinde hâkime bildirilir; 48 saat içinde de
onaylamazsa, durdurma kararı hükümsüz sayılır. 72 saatlik bir süreci
bir emre terk ediyoruz; bu bir. İki; bu uygulamanın ne kadar süreyle
yapılacağı ve kaç kez yapılacağına ilişkin bir sınırlama koyma
imkânı olmadığına göre teknik olarak, her zaman, bir savcının, muhtemelen
bir gazeteye karşı defalarca bu yetkiyi kullanma olasılığı vardır
ve bunun sonuçları demokrasi açısından hiç de olumlu olmayacaktır.
Bu maddenin bu nedenle dikkatle gözden geçirilmesi gerektiğini
düşünüyorum.
Doğal ki, ülke bütünlüğü
aleyhine yayın yapanlar durdurulmalıdır, ülke bütünlüğü aleyhine
yapılan yayınlar toplatılmalıdır, ülke bütünlüğüne yönelik saldırıları
içeren yayınlar kapatılabilir; ama, bunu bir tek savcıya ve zaruret
gibi, gecikmesinde sakınca bulunan haller gibi birtakım müphem
kavramların arkasında durarak vermenin hepimizi demokrasi önünde
sorumlu duruma düşüreceğini düşünüyorum; bunu yapmaktan kaçınmalıyız
değerli arkadaşlarım.
Tabiî, bu eleştiriler
söylendiği zaman, birtakım eleştirilerin zamanının olmadığı gibi
bir anlayışın da karşıma çıkabileceğini düşünüyorum. Biz geçmişimizle,
kişisel olarak ve Partim olarak nerede durduğumuzu, ne yaptığımızı
bilen insanlarız. Eğer, bu kalıcı olacak madde, Türkiye’ye ve Türkiye’nin
demokrasisine, bize, hukuk anlayışımıza, hukuk devletine zarar
verecekse, bu Meclis buna karşı direnmelidir.
Bu direnci göstermiyorsak
ve bu maddeye ellerimizi kaldırarak kabul oyu vereceksek, bunun
sorumluluğunu vicdanımız önünde taşımak zorundayız. Sadece milletvekili
olarak değil, özgürlüğü savunan insanlar olarak da bu maddenin ne
tür sakıncalar getireceğini bilmek zorundayız.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Baloğlu,
konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU
(Devamla) – Eleştirilerimizi söylediğimiz zaman küsenler oluyor.
Kimsenin küsme hakkı yoktur. Sayın Başbakan da küsenlerden biri olarak
zaman zaman ortaya çıkıyor. Milletvekillerinin görevi, küsmelere
bakmadan, inandıklarını, özgürce söylemektir. Ben düşüncelerimi
bu özgürlük anlayışım içinde açıkça ifade ediyorum ve bir milletvekili olarak, bu yasanın bu
maddesindeki sakıncalara Genel Kurulun dikkatini çekmeye çalışıyorum.
Doğal ki, geçmişte
medyayla çok iyi ilişkileri olan ve cumhuriyet tarihinde görülmemiş
biçimde bu medya tarafından desteklenmiş olan bir iktidarın, bu maddeyi
önümüze getirmiş olması da hazin bir çelişkidir. Bağlarınızın koptuğu
anlaşılıyor. İttifakınızın sona erdiği anlaşılıyor. Hiç olmazsa,
bu ülke yararına bir gelişmedir. Daha objektif bir basın görebileceğimizi
umut ediyorum bu madde sayesinde.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Şahsı adına, Denizli
Milletvekili Ümmet Kandoğan.
Sayın Kandoğan, buyurun.
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli)
– Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri saygıyla selamlıyorum.
Çok önemli bir kanun
tasarısı üzerinde görüşmelerimiz devam ediyor. İlk başta da yapmış
olduğum konuşmada, terörle mücadelenin sadece kanunlar çıkarmakla
yetmeyeceğini, bunun yanında birçok yan tedbirlerle bu mücadelenin
desteklenmesi lazım geldiği düşüncemi sizlerle paylaşmıştım.
Bu 5 inci madde, biraz
önce Sayın Fikret Baloğlu da gündeme getirdiler, bu kanun tasarısının
en önemli maddelerinden biri ve tabiî, burada aslolan, yayın durdurma
kararının hâkim tarafından verilecek olmasıdır. Kanun madde metninde
bu husus çok açık bir şekilde dile getirilmiştir. Tabiî, Anayasamızın
28 inci maddesinde de bu husus düzenlenmiştir. Ancak, kanunun en
önemli maddesinin, önümüzdeki günlerde Türkiye’de bu yönüyle çok
tartışılacak olması da bizim için önem ifade etmektedir.
Elbette, terör örgütüyle
mücadele ederken, bu mücadelede basın ve yayın organlarına da çok
büyük görevler düşmektedir. Basın ve yayın organlarının da, bu mücadelede
devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü yanında yer alacaklarından
hiç şüphemiz yoktur; ancak, zaman zaman bunun dışına çıkılabileceği
düşünülecek olursa, böyle bir düzenlemenin bu maksatla kanun metni
içerisine yerleştirilmesi söz konusudur.
Tabiî, burada önemli
olan husus, cumhuriyet savcısının bu yetkisini onbeş günden bir aya
kadar kullanabilmesidir. Tabiî, dikkatimizi çekmesi gereken husus,
bu kararın 24 saat içerisinde hâkime iletilmesidir. 24 saat içerisinde
hâkime iletilmesi kanunun amir hükmü olan bir konuda, hâkimin vereceği
kararın, savcının vereceği kararı onaylama veya ret şeklinde olacağı
da kanunun amir hükmüdür; ancak, cumhuriyet savcılarına verilen
bu yetki, belki, biraz sonra Sayın Bakanımız da ifade edecekler, Anayasanın
28 inci maddesine uygun olduğunu ifade edecekler; ama, bu meselenin
bu yönüyle bir kez daha ele alınmasında, cumhuriyet savcılarına verilen
bu yetkinin bir kez daha gözden geçirilmesinde, mademki 24 saat içerisinde
verilen kararın hâkimliğe iletilmesinin de bu kanunun amir hükmü
olarak yerleştirilmesi söz konusuysa, bunun bir kez daha değerlendirilmesinde
fayda mütalaa ediyorum.
Değerli milletvekilleri,
tekrar ediyorum, bu kanun, son derece önemli bir kanundur, terörle
mücadele noktasında güvenlik güçlerimizin elini kuvvetlendiren,
güçlendiren bir kanundur; ancak, bu mücadeleyi yaparken, bu kanun
çıktı, artık bundan sonra terörle rahat bir şekilde mücadele edebiliriz
anlayışı içerisine girilmemesinin de faydalı olduğu inancındayım.
Devlet olarak, hükümet
olarak, bu meselede alınması gereken diğer tedbirlerin de, yapılması
gereken diğer mücadelelerin de bir an önce hayata geçirilmesinin
de bu terörle mücadelede son derece büyük bir önem arz ettiği hususunun
altını bir kez daha çiziyor, bu düşüncelerle, Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın Bozdağ, buyurun.
BEKİR BOZDAĞ (Yozgat)
– Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan tasarının
5 inci maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bu maddenin görüşmeleri
sırasında konuşan arkadaşlarımız, maddenin, niteliği itibariyle
basın özgürlüğüyle yakından ilgili olduğu için birtakım değerlendirmelerde
bulundular. İşin doğrusu, böylesi bir maddeye ihtiyaç olmaması,
böyle bir düzenlemenin yapılmamış olması, tabiî ki bizim de arzumuz.
Ancak, Türkiye’nin içinde yaşadığı şartlar, uzunca bir zamandır yaşadığı
terör ortamı böyle bir düzenlemenin yapılma zaruretini ortaya
koymuştur. Basın özgürlüğü dahil bütün temel hak ve hürriyetlerin
ancak güvenlik, huzur ve barış içerisinde teminatlı bir biçimde
kullanılacağı da açık bir gerçektir.
Şimdi, burada bakarsak
birkaç husus var. Bir tanesi, maddenin birinci fıkrasında daha önce
para cezasıyla karşılanan hususların hapis cezasına dönüştürüldüğü
görülmektedir. Nedir o diye baktığımız zaman, örneğin, 6 ncı madde
diyor ki: “İsim ve kimlik belirterek veya belirtmeyerek, kime yönelik
olduğunun anlaşılmasını sağlayacak surette kişilere karşı terör
örgütleri tarafından suç işleneceğini veya terörle mücadelede
görev almış kamu görevlilerinin hüviyetlerini açıklayanlar ve
yayınlayanlar…” Ne yapıyor; bir nevi, terör örgütüyle ilgili ve terör
örgütleriyle işbirliği içerisinde, onların hedef ve amaçları doğrultusunda
terör örgütünün faaliyeti çerçevesinde bir yayından söz ediyoruz;
yoksa, eleştiri, düşünce açıklaması, haber nakli ve güncel olayları
değerlendirme anlamında bir olaydan değil.
Öte yandan, ikinci fıkra
daha ilginç: “Terör örgütlerinin bildiri ve açıklamalarını basanlara
ve yayınlayanlara” diyor. Şimdi, bir tane gazete veya herhangi bir
yayın PKK terör örgütünün bildirisini veya açıklamasını bastı,
yayınladı, bunu ilan etti, duyurdu. Bunun bir cezaî müeyyideyle
karşılanması doğru mudur değil midir, ona bakmak lazım. Zaman zaman
gazetelerde, konuşulurken söyleniyor; bölücübaşının isminin
önüne birtakım sıfatlar konularak veya bu ülkede terörü körükleyen,
destek olan ve terörün bizzat içerisinde olan insanlarla ilgili birtakım
değerlendirmelerin önüne birtakım sıfatlar konulduğu zaman, Türkiyemizin
her bir yerinde, bu insanlar bunları söylüyor, şunu şunu söylüyor,
bununla ilgili “nedir” diye denildiği zaman herkesin bundan rahatsızlık
duyduğu da bir hakikattir. Biz, milletimizin rahatsızlık duyduğu
bölücü ve terör eylemlerine karşı etkin ve yetkin bir mücadele açısından
böyle bir gerekliliğin varlığını düşünüyor muyuz, düşünmüyor muyuz
bunu değerlendirmemiz lazım ve Türkiye’nin içinde olduğu koşullar
değerlendirildiğinde böyle bir düzenlemenin zarureti ortadadır.
Öte yandan, değerli
arkadaşlar, zaman zaman hepimiz karşılaşıyoruz, sizler de karşılaşmışsınızdır
seçim bölgelerinizde; Danimarka’dan Türkiye’ye yayın yapan bir televizyon
var; ismini anmak istemiyorum; ama, siz bu televizyonu gayet iyi biliyorsunuz
ve her gittiğiniz yerde “bu televizyonun yayınlarına niye mâni olmuyorsunuz”
diye soruluyor ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve onun Hükümeti
bu konuda gerekli girişimleri yapıyor; ama, maalesef, netice alınamadı
ve onlar da dönüp diyorlar ki: “Siz kendi kanunlarınızda bunların
yasal alt zeminini oluşturdunuz mu, sizde bunun karşılığında ne yaparsınız”
dendiğinde, bir bakıyorsunuz, kanunlarda, sizin kanunlarınızda
boşluk var. Örneğin, RTÜK ile ilgili düzenlemelerde RTÜK’ün birtakım
tedbirleri vardır; ancak, o kararlar idare mahkemesi veya Danıştay
yoluyla denetime tabi olduğu için, etkinliği ve neticeye olumlu
tesiri ortadan kaldırıcı niteliktedir. Burada tartışılan konu,
esas olan, hâkim tarafından karar verilmiş olmasıdır. Ancak, gecikmesinde
sakınca bulunan hallerde bunun cumhuriyet savcısı tarafından verileceği
ve bu kararın da hâkimin denetimine sunulacağı hüküm altına alınıyor.
Bakın, Adalet Komisyonu
görüşmeleri sırasında, Adalet Komisyonu Başkanımız bir konuyu
açıkladı. Orada, Almanya Yargıtay Başkanının…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen, konuşmanızı
tamamlayınız.
Buyurun.
BEKİR BOZDAĞ (Devamla)
- … Adalet Komisyonunu ziyareti sırasında Sayın Başkan şunu soruyor,
diyor ki: “Almanya’da bir gazete ‘yaşasın El Kaide’ diye manşet atsa,
ne yaparsınız?” “Gazeteyi derhal kapatırız ve onu toplatırız.” “Peki,
buna kim karar verir” diyor. “İçişleri Bakanı karar verir.” Şimdi,
Avrupa Birliği üyesi ülkede İçişleri Bakanının yaptığı bir yetkiyi
biz cumhuriyet savcısına veriyoruz ve onun kararıyla da yetinmeyip,
bunu mahkemenin denetimine açıyoruz. Bu, zaruretin doğurduğu
bir düzenlemedir; umarım, buna ihtiyaç bulunmaz. Türkiye’de yayın
yapan yayın organlarımızın bundan endişelenmelerine gerek yoktur;
çünkü, yayın organları, Türkiye’nin birliği, düzeni içerisinde yayın
yapmaktadırlar; yapmayanlar, yarası olanlar da bunun gereğine katlanırlar.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
HALUK KOÇ (Samsun) –
Sayın Başkan, kabul etmeyenleri hiç saymadınız!
BAŞKAN – 6 ncı maddeyi
okutuyorum:
MADDE 6- 3713 sayılı
Kanunun 7 nci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"MADDE 7- Cebir
ve şiddet kullanılarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya
tehdit yöntemleriyle, 1 inci maddede belirtilen amaçlara yönelik
olarak suç işlemek üzere, terör örgütü kuranlar, yönetenler ile bu
örgüte üye olanlar Türk Ceza Kanununun 314 üncü maddesi hükümlerine
göre cezalandırılır. Örgütün faaliyetini düzenleyenler de örgütün
yöneticisi olarak cezalandırılır.
Terör örgütünün propagandasını
yapan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
Bu suçun basın ve yayın yolu ile işlenmesi hâlinde, verilecek ceza
yarı oranında artırılır. Ayrıca, basın ve yayın organlarının suçun
işlenişine iştirak etmemiş olan sahipleri ve yayın sorumluları
hakkında da bin günden onbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur.
Ancak, yayın sorumluları hakkında, bu cezanın üst sınırı beşbin
gündür. Aşağıdaki fiil ve davranışlar da bu fıkra hükümlerine göre
cezalandırılır:
a) Terör örgütünün
propagandasına dönüştürülen toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde,
kimliklerin gizlenmesi amacıyla yüzün tamamen veya kısmen kapatılması,
b) Terör örgütünün
üyesi veya destekçisi olduğunu belli edecek şekilde, örgüte ait
amblem ve işaretlerin taşınması, slogan atılması veya ses cihazları
ile yayın yapılması ya da terör örgütüne ait amblem ve işaretlerin
üzerinde bulunduğu üniformanın giyilmesi.
İkinci fıkrada belirtilen
suçların; dernek, vakıf, siyasî parti, işçi ve meslek kuruluşlarına
veya bunların yan kuruluşlarına ait bina, lokal, büro veya eklentilerinde
veya öğretim kurumlarında veya öğrenci yurtlarında veya bunların
eklentilerinde işlenmesi halinde bu fıkradaki cezanın iki katı
hükmolunur.
BAŞKAN – Madde üzerinde
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Konya Milletvekili Atilla Kart.
Sayın Kart, buyurun.
(CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ATİLLA
KART (Konya) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte
olan tasarının 6 ncı maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına söz almış bulunmaktayım; Genel Kurulu Grubum ve şahsım adına
saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
Türkiye, 1970’li yıllardan bu yana terör saldırılarına maruz kalmaktadır.
1990’lı yılların sonunda teröristbaşının yakalanmasından sonra,
2000, 2001, 2002 yıllarında fiilî ve şeklî anlamda terör olaylarında
bir sükûnet sağlanmış ise de, aslında teröre yol açan sebep ve doğmuş
olan sonuçların ortadan kaldırılması anlamında ciddî ve kalıcı
hiçbir çalışma, maalesef, gerçekleştirilememiştir. Hükümetin temel
kavramlar ve bağlı konulardaki dirayetsiz, basiretsiz ve öngörüden
uzak politikaları sebebiyle, Türkiye, terör kıskacını bütün birimlerinde
yeniden, şiddetli bir şekilde yaşamaya başlamıştır.
Türkiye, maalesef,
terörizmle mücadelede bilinçli ve akılcı yöntemleri halen uygulayamamaktadır.
Aksine, terörizmle mücadele alanında Türk Silahlı Kuvvetleri ve
emniyet birimlerinin çabalarıyla, büyük zorluklarla ve özverilerle
elde edilen başarılar bile kısa bir zaman içinde kayba dönüştürülmüştür.
Siyasî iktidar, terörizmle
mücadelede vazgeçilmez bir unsur olan, temel bir unsur olan, inşa
edici bir unsur olan siyasî mücadele ve kararlılık iradesini eksiksiz
olarak, istikrarlı bir şekilde gösterememiştir. Mücadelenin, sadece
silahlı mücadele boyutuyla yetinilmiş, bu konuda da kararlılık
gösterilememiştir.
Değerli arkadaşlarım,
Türkiye, geldiğimiz aşamada terörizmle mücadele iradesini eksiksiz
olarak ve mutlaka göstermesi gereken şartlarla karşı karşıyadır. Ülkemize
yönelik mevcut terörizm tehditleri incelenirken bu şartlar üzerinde
yeterince değerlendirme yapılmadığını yine görüyoruz. Geldiğimiz
aşamada…
Sayın Başkan, lütfen,
şuradaki konuşmaya müdahale ediniz, birinci sıradaki konuşma!..
BAŞKAN – Buyurunuz.
ATİLLA KART (Devamla)
- …yaklaşan bir başka tehlike söz konusudur. Türkiye, kendi inisiyatifiyle
eksiksiz olarak bir terörizmle mücadele iradesini sergileyemezse,
bu irade başka dış unsurlar tarafından beyan ve dikte ettirilecektir.
Türkiye’nin ilişkili olduğu, ancak, belirleyici olamadığı uluslararası
arenada bu yönde irade hazırlandığına dair ciddîye alınması gereken
işaretler görülmektedir. Türkiye Cumhuriyeti, elbette, bu organizasyonların
ve planların hayata geçmesine izin vermeyecektir; ancak, olayın
geldiği hassas noktaya dikkatinizi özellikle çekmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım,
devlet ve siyasî iktidar paralelinde terörizmin anlam ve önemi konusunda
gereken anlayış birlikteliği sağlandıktan sonra; yani, siyasî iktidar,
devletin bütün kurumlarıyla koordineyi ve uyumu sağladıktan sonra
mutlaka şu uygulamaları yapmalıdır: Terörizmle mücadele konusundaki
siyasî irade, Türkiye Cumhuriyetinin Anayasada belirtilen kuruluş
ideolojisi dikkate alınarak, herhangi bir siyasal partiye ya da siyasî
iktidara mal edilmeyecek bir şekilde, devleti oluşturan tüm unsurların
katılımıyla beyan olunmalıdır. Başka bir ifadeyle, terörizmle mücadele
konusunda siyasî iktidarların kendi eğilimleri doğrultusunda kolayca
değiştiremeyecekleri bir devlet politikası oluşturulmalıdır. Terörizmle
mücadele, elbette, bu iradenin yanında, sosyoekonomik, psikolojik,
kültürel, sosyolojik, finansal ve yasal boyutlarıyla birlikte uygulamaya
konulmalıdır. Bu mücadelenin, sadece Türk Silahlı Kuvvetleri ve
iç güvenlik güçlerine ihale edilmemesi gerekir. Bu mücadele, devletin
tüm organları aracılığıyla, diğer sektörlerin, medyanın ve halkın
desteğiyle, en önemlisi halkın desteğiyle sürdürülmelidir. Bölge
halkıyla birlikte bu mücadele sürdürülmelidir. Bu birliktelik
sağlanmadığı takdirde, şunu kabul etmeliyiz ki, terörizmle mücadelede
kalıcı bir sonuca ulaşamayız. Bu yolda halka güven verilmelidir.
Bunların devamında,
adlî ve idarî yapılanmada, iç güvenlik ve istihbarat örgütlenmesinde,
terörizmle mücadele faaliyetlerini tüm boyutlarıyla kapsayacak
şekilde, gerçekleştirecek şekilde ve kıdem ve liyakate dayalı
bir değişim sağlanmalıdır, bir yapısal süreç, yapısal değişim süreci
gerçekleştirilmelidir. Terörizmle mücadelede başarıya ulaşıldıktan
sonra da, bu mücadeleye esas olan mevzuat ve örgütlenme yapısı ilga
edilmemelidir, her an faaliyete geçebilecek bir nüve olarak korunmalıdır.
Değerli arkadaşlarım,
terörle mücadele, bütünlük, teknik çalışma ve koordineye dayalı
bir çalışmayı gerektirir. Bu mücadeleyi organize edecek siyasî
kadronun, terör ilişkilerinin mutlak anlamda dışında olması, bu
olaylara, bu örgütlenmelere hiçbir şekilde sempati duymaması, bu
konudaki iradesini tutarlı ve kararlı bir şekilde ortaya koyması
gerekir. İşte, değerli arkadaşlarım, geldiğimiz aşamada –işin pratiğini
söylüyorum, işin özünü söylüyorum- Türkiye’de temel sorun bu. Bakın,
diğer birçok konuda olduğu gibi, bu konuda da, başta Sayın Başbakan
olmak üzere, Hükümet, maalesef güven vermiyor, ne yapacağını bilemiyor,
inisiyatif kullanamıyor, sürüklenip giden bir politikayı uyguluyor,
başkaların, hükümet etme iradesi dışındaki unsurların dikte ettiği
politikaların peşinde sürüklenip gidiyor.
Burada şu durumu
açıkyüreklilikle tespit etmek gerekiyor: Türkiye’ye yönelik iç unsurlar,
dış unsurlar elbete var. Bu, tarihî bir gerçek, bu, sosyolojik bir gerçek;
bu, coğrafyadan kaynaklanan bir gerçek. İşte, hükümet etmek odur ki,
bu unsurları öngörecek bir şekilde bunları değerlendirip gerekli
yapılanmayı, gerekli mücadeleyi ortaya koymak gerekiyor, gerekli
kararlılığı göstermek gerekiyor. Ama, Türkiye’de, maalesef, yönetim
krizi ve kurumların içinin boşaltılması dediğimiz olayın bütün unsurlarını
bu aşamada, bu süreçte yaşıyoruz. Hükümetin, terörle mücadelede
görevli ve sorumlu olan anayasal kurumlar arasında gerekli koordineyi
sağlayamadığını üzüntüyle ve dehşetle görüyoruz. İstihbarat birimlerinin
kendi aralarındaki çekişmelerinden, Hükümetin, bakıyoruz, taraf
konumuna girdiğini görüyoruz. Olayı koordine etmesi gereken Hükümetin,
yürütme organının bu çekişmelerde taraf konumuna girdiğini görüyoruz.
Bütün bunlarla bağlantılı
olarak, bakıyoruz, terörle mücadeleyi, terörün kaynağını ve finansman
ilişkilerini Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda tartıştığımız
bir dönemde Türkiye bu konuda nasıl bir yönetim anlayışı ve yapılanması
içinde? Biraz evvel açıkladığım konuyla bağlantılı olarak, işin pratiği
açısından, işin uygulanması açısından bunları konuşmamız, bunları
değerlendirmemiz, bunları hiçbir komplekse kapılmadan, hiçbir önyargıya
kapılmadan Türkiye Büyük Millet Meclisi zemininde konuşmamız,
tartışmamız gerekiyor değerli arkadaşlarım.
Bakın, bugün, Grup Başkanvekilimiz
Sayın Haluk Koç ve İstanbul Milletvekilimiz Kemal Kılıçdaroğlu’yla
birlikte bir basın toplantısı yaptık. O basın toplantısında neler
dile getirildi değerli arkadaşlarım... Neyi tartışıyoruz burada;
terörün finansmanını tartışıyoruz, Terörün kaynaklarını tartışıyoruz.
Bu noktada Hükümetin alması gereken tedbirler nedir; bunları tartışıyoruz.
Ama ne kadar dramatiktir ki, bütün bu konularla denk gelecek bir şekilde
bakıyoruz... Hükümetle elbette doğrudan ilişkili demiyorum.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Kart, 1
dakikalık süre içinde bu konuşmanızı tamamlayınız, belki diğer
maddelerde devam edersiniz.
Buyurun.
ATİLLA KART (Devamla)
– Yani, bir hükümet iradesi olarak değil, bir tüzelkişilik olarak
değil; ama, Hükümet içindeki unsurlarla bağlantılı bir şekilde, Hükümet
içindeki birtakım unsurlar ile karapara ilişkilerinin mahiyeti
nedir, içeriği nedir, kapsamı nedir; bunları kamuoyu huzurunda
açıklığa kavuşturmamız gerekiyor. Değerli arkadaşlarım, bunları,
ilerleyen maddelerde anlatmaya devam edeceğim.
Genel Kurulu bu aşamada
saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Şahsı adına, Yozgat
Milletvekili Bekir Bozdağ; buyurun.
BEKİR BOZDAĞ (Yozgat)
– Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Terörle Mücadele Kanununun
7 nci maddesinde değişiklik öngören tasarının 6 ncı maddesi üzerinde
şahsım adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Bu madde, esasında, Terörle
Mücadele Kanununun 7 nci maddesinin bir uyarlamasıdır; ancak,
içinde de birtakım yenilikler vardır. Bu yenilikler kapsamında,
maddenin içerisinde, daha doğrusu, tasarıda yer alan, ikinci fıkrasında
yer alan “terör örgütünün veya amacının propagandası” ifadesi, “terör
örgütünün propagandası” şeklinde değiştirilmiş, suç biraz somutlaştırılmış.
Cezada da üst sınır üç yıldan beş yıla çıkarılmıştır.
Öte yandan, tasarının
ikinci fıkrasının (a) ve (b) bentlerinde yer alan ifadeler, birbiriyle
benzerlikleri nedeniyle, tekrarın önüne geçmek adına birleştirilmiş,
bu da, toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin terör örgütünün propagandası
haline dönüşmesi halinde, yüzün gözün kapatılması ve benzeri birtakım
hususlar suç haline getirilmiş ve cezaî müeyyideye bağlanmıştır.
Bu madde, bu anlamda, yenilikler getirmektedir.
Burada bir hususun da
altını çizmekte fayda görüyorum, o da şu: 6 ncı maddenin, yani, 7
nci maddede değişiklik öngören bu maddenin birinci fıkrası 314 üncü
maddeye atıfta bulunuyor. Tabiî, bu atıf nedeniyle silahlı-silahsız
ayırımı gibi birtakım değerlendirmeler yapıldı. 314 üncü madde silahlı
örgütü düzenliyor; ancak, silahlı örgütün terör eylemlerinde giriştiği
eylemleri kim yaparsa yapsın, suçtur. Bunu yapan kişi bölücü nitelikte
eylem yapsın veya 309 uncu madde kapsamında anayasal düzen aleyhine
bir eylem koysun, eylemi koyanların amaçları ve niteliklerine bakmaksızın,
silahlı örgütse, buradan bir cezaî müeyyideyle karşılanacaktır.
Eğer örgütlenme silahsız bir yapılanma içeriyorsa, 220 nci madde
kapsamında değerlendirilecektir. Buraya dönük eylem yapanların
da niteliğine bakılmayacaktır. Suçun oluşması halinde, bu manada
bir değerlendirmenin içerisine girilecektir.
Ben, bunu ifade ediyor,
hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Bozdağ.
Erzurum Milletvekili
Mustafa Nuri Akbulut; buyurun.
MUSTAFA NURİ AKBULUT
(Erzurum) – Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar; tasarının çerçeve
6 ncı maddesi üzerinde söz almış bulunuyorum; hepinize saygılar
sunuyorum.
Değerli arkadaşlar,
bildiğiniz gibi, Terörle Mücadele Kanununun 6 ncı maddesi açıklandıktan
hemen sonra kamuoyunda bazı tartışmalara sebep olacak açıklamalara
muhatap olmuştu; ancak, benden önceki konuşmacı arkadaşların da
söylediği gibi, Partimiz adına, bu konu hiç kimsenin rahatsızlık
duyamayacağı bir şekle dönüştürüldü.
Burada amaçlanan, etkin
pişmanlıktan yararlanacak kişinin birden fazla bundan yararlanmamasıydı.
Şu anda Adalet Komisyonunda görüşülmesi tamamlanan ve Türk Ceza
Kanununda da değişiklik yapan bir kanun topluluğu içerisinde,
biz, amaçlanan maddeyi, ilgili Türk Ceza Kanununun 220 nci maddesine
Komisyon olarak yerleştirdik; yani, maksat hâsıl olmuş oldu.
Düzenleme, tasarının
genel amacı çerçevesinde özellikle güvenlik güçlerimizin yasadışı
terör örgütlerine karşı yürüttükleri mücadelede ellerini daha
güçlendirmek, yürütülen faaliyetlerde ihtiyaç duyulan düzenlemelerle
onların bu çalışmalarına yardımcı olmak, katkıda bulunmaktır. Ben,
yapılan düzenlemelerle bu eksikliğin büyük ölçüde giderileceğini
ve inşallah yasanın da amacına ulaşacağını düşünüyor ve umuyorum.
Bu vesileyle, hepinize
saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Akbulut.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
7 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 7- 3713 sayılı
Kanunun mülga 8 inci maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde
yeniden düzenlenmiş ve 8 inci maddeden sonra gelmek üzere aşağıdaki
8/A ve 8/B maddeleri eklenmiştir.
"Terörün finansmanı
MADDE 8- Her kim tümüyle
veya kısmen terör suçlarının işlenmesinde kullanılacağını bilerek
ve isteyerek fon sağlar veya toplarsa, örgüt üyesi olarak cezalandırılır.
Fon, kullanılmamış olsa dahi, fail aynı şekilde cezalandırılır.
Bu maddenin birinci
fıkrasında geçen fon; para veya değeri para ile temsil edilebilen
her türlü mal, hak, alacak, gelir ve menfaat ile bunların birbirine
dönüştürülmesinden hasıl olan menfaat ve değeri ifade eder."
BAŞKAN – Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Konya Milletvekili Sayın Atilla
Kart.
Sayın Kart, buyurun
efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ATİLLA
KART (Konya) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 7 nci madde üzerinde
Grubum adına, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım;
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
6 ncı maddede ifade ettiğim üzere, bu aşamada terörün finansmanını
tartışıyoruz. Bu finansman ilişkilerinin teröre nasıl kaynak sağladığını,
terörü nasıl etkili hale getirdiğini, bunları gidermenin yol ve
yöntemlerini tartışıyoruz. Bu kapsamda da, bugün, Grup Başkanvekilimizle
birlikte yaptığımız bir basın toplantısından, bugün yaptığımız basın
toplantısından söz etmiştim. Bu basın toplantısında şu konuları
dile getirdik; bunları izninizle paylaşmak istiyorum Genel Kurulla:
Terörle mücadeleyi,
terörün kaynağını ve finansman ilişkilerini Meclis Genel Kurulunda
tartıştığımız bir dönemde Türkiye nasıl bir yönetim anlayışı ve
yapılanması içinde? Yönetim sürecindeki çelişkileri ve ikilemleri
bu noktada kamuoyunun gündemine bir kez daha taşımak gerekiyor. Bu
çelişkilerin yanında, siyasî iktidarın yönetim kademelerinde
etkili bir bölümünün illegal yapılanmalar içinde olduğunu ve devamında
da yönetim yetersizliğinin ve aczinin bulunduğunu hemen ifade etmek
gerekiyor, hemen vurgulamak gerekiyor.
Türkiye’de, maalesef,
kritik konularda kayıtdışı bir yönetim anlayışının, hem siyaseten
hem malî yönden kayıtdışı bir yönetim anlayışının varlığını kararlı
bir şekilde sürdürdüğünü görüyoruz. Bu süreci, bu ilişkileri ve
yönetim anlayışını somut bir olayla anlatmak istiyorum.
Bakın değerli arkadaşlarım,
Maliye Bakanlığı Malî Suçları Araştırma Kurulu; yani, kamuoyunda
bilinen ismiyle MASAK, 30.11.2001 tarih ve 24626 mükerrer sayılı
Resmî Gazetede yayımlanan 3483 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla,
bütün para, mal, hak ve alacakları dondurulan Yasin El Kadı’nın çoğunluk
hisselerine sahip olduğu iki şirket, Ella Film Prodiksiyon ve Caravan
Dış Ticaret Limitet Şirketi hakkında, 4208 sayılı Kara Paranın Aklanmasının
Önlenmesine Dair Kanun ve Terörle Mücadele Kanunu ve ilgili mevzuat
kapsamında inceleme başlatıyor değerli arkadaşlarım.
Bir maliye başmüfettişi
görevlendiriliyor. Kimin tarafından görevlendiriyor; 57 nci Hükümet
döneminde Maliye Bakanı olan Sümer Oral tarafından, 2001 yılında
görevlendiriliyor. Gayet olumlu bir süreç. Hukuk devletlerinde olması
gereken bir süreç. Bir suç duyurusu, ihbarı yapılıyor, ciddî bir suç
duyurusu; idare de, idarî aşamada inceleme sürecini başlatıyor. Doğal
olarak da bu sürecin sonunda ilgili müfettişin veya müfettişlerin
hazırlayacakları rapora itibar edip, bu yönde suç bulguları tespit
edilmiş ise, adlî sürecin başlatılması gerekiyor. Hukuk devletlerinde
olması gereken bu. Yargıya güveniyorsak, yargının önemine inanıyorsak,
bağımsız yargı diyorsak, hukuk devleti diyorsak, bunu yapmamız gerekiyor.
Bakın, saygıdeğer arkadaşlarım,
bu inceleme kapsamında elde edilen deliller doğrultusunda, karapara
incelemesiyle bağlantılı olarak terör örgütleriyle bağlantılı
kişi ve kuruluşların bilgilerini içeren listede adı geçen Suudî
Arabistanlı işadamı Yasin El Kadı hakkında, mal varlıklarının dondurulması
için gerekli işlemlerin yapılması yolunda Dışişleri Bakanlığı
işlem tesis ediyor. Olay, böylesine ciddiyet kazanıyor değerli arkadaşlarım.
Ortada, Bakanlar Kurulu
kararıyla, bütün para, mal ve haklarına tedbir konulan Yasin El Kadı’nın
Usame bin Ladin’e ve El Kaide terör örgütüne malî kaynak sağladığı,
gerek kendisinin ve gerek diğer kişilerin hesaplarına ciddî boyutlarda
para transferinin yapıldığı yolunda iddia ve bulgular söz konusu
ve olayın günümüze olan bağlantısı, olayın Hükümete olan bağlantısı,
bu bağlantıların içinde değerli arkadaşlarım, Albaraka Türk Özel
Finans Kurumu diye, malum özel finans kurumu burada da karşımıza
çıkıyor. Maliye Bakanıyla bağlantılı olan bütün illegal yapılanmalarda
ortaya çıkan bu finans kurumu, bakıyoruz, burada da karşımıza çıkıyor.
Bu iddia ve bulguların,
idarî ve adlî süreç içinde, her halde ve nihaî anlamda incelenmesi ve
sonuçlanması gerekir. Bunları, ilgili müfettiş, hazırlamış olduğu
-ilgili Maliye başmüfettişi hazırlamış olduğu- 31 Mart 2004 tarih
53 sahifelik raporuyla şöyle açıklıyor değerli arkadaşlarım; diyor
ki müfettiş: “Ticarî faaliyetten elde edilen yasal gelirlerin -yasal
yoldan elde edilen gelirlerin- çeşitli yollarla terörist organizasyonların
eylemlerini finanse etmek için aktarıldığı...”
Yani, değerli arkadaşlarım
-Sayın Adalet Bakanımıza yönelerek ifade ediyorum- gerekçede ifade
edildiği gibi, o gelir, yasal yollardan elde edilebilir, meşru yollardan
elde edilebilir; ama, o gelir, terörist organizasyonların harekete
geçmesinde kullanılıyor ise, burada, artık, bir karapara hareketi
vardır demektir. Bunu, müfettiş, çok somut şekilde tespit ediyor,
belgeleriyle tespit ediyor.
“Caravan şirketinin
1997-2001 -Sayın Maliye Bakanının da yönetim kurulu üyesi olduğu,
Albarakada yönetim kurulu üyesi olduğu dönemleri kapsıyor- bu
tarihlerdeki cirosunun, 10 trilyon 600 küsur milyar Türk Lirası tutarındaki
cirosunun, ticarî faaliyetlerden kaynaklanmadığının anlaşıldığı;
bu durumun, kaynağı belli olmayan paraların, şirket hesapları kullanılarak
yasal malî sisteme sokulduğunu gösterdiği; söz konusu tutarın, karaparanın
önlenmesiyle ilgili 4208 sayılı Yasanın 2/a maddesinde ifade edildiği
üzere, öncül suçlardan, hazırlık suçlarından elde edilip edilmediğinin
cumhuriyet savcılığı tarafından araştırılması gerektiği...” Yani,
bu olayın, artık, adlî sürece taşınması gerektiği...
Yine, bağlı olarak,
“Ella Film Prodüksiyon şirketi hesaplarında, benzer şekilde, 1
trilyonu aşan paranın, bu şekilde faaliyete geçirildiği, Yasin El
Kadı’nın hesaplarında -kendi kişisel hesaplarında, şirket hesapları
dışında, kişisel hesaplarında- 1997-2001 döneminde toplam 3 trilyon
145 milyar tutarında bir meblağın işlem gördüğü, adı geçenin ülkemizde
herhangi bir ferdî işletmesinin ve vergi kaydının bulunmadığı” nı
tespit ediyor. Devam ediyor Maliye müfettişi, başmüfettiş, Fatih
Saraç isimli kişi hakkında da benzer suçlamalardan dolayı, yine,
biraz evvel ismini telaffuz ettiğim Yasin El Kadı dahil olmak üzere
10-11 başlık altında benzer suçlamaları belgeleriyle onlarca sahifeyle
tespit ediyor değerli arkadaşlarım.
Fakat neyi görüyoruz,
geldiğimiz noktada dramatik olan şu, üzücü olan şu, düşündürücü
olan şu: Bakıyoruz, bu çalışmaları yapıyor ilgili başmüfettiş, 22
Mart 2004 tarihinde Sayın Maliye Bakanının oluruyla deniyor ki,
doğrudan müfettişe yönelik olarak yazı yazılıyor, bu çalışmaların
on gün içinde bitirilmesi ve sonuçlandırılması yolunda bir emir veriliyor,
yazılı talimat veriliyor. Böylesine ciddî bir çalışmadan, böylesine
kapsamlı bir çalışmadan, böylesine belgelere dayalı bir çalışmadan,
yani, maddî gerçeğin ortaya çıkmasından niye rahatsız oluyoruz?! Biz,
Hükümet olarak bunların üstüne gitmek durumunda değil miyiz, bizim
varlık sebebimiz bu değil mi?! Hani yolsuzlukların üstüne gidecektik,
hani temel politikamız bu idi?! Ama, geldiğimiz noktada neyi görüyoruz;
bu noktada da yine Hükümetin sabıkasını görüyoruz, yine, Hükümetin
yanlış ilişkilerini görüyoruz. Peki, bütün bu ilişkilerin kaynağında,
biraz evvel anlattığım ilişkilerin kaynağında ve sermaye birlikteliğini
oluşturan BİM, yani, Birleşik Mağazalar Anonim Şirketinin Yönetim
Kurulu, bu sözünü ettiğim tarihler boyunca -yani, üç ay değil, beş
ay değil, yedi sekiz yıllık süreci kapsayacak bir şekilde söylüyorum-
bu yapı içindeki bir sermaye yapısının ilişkilerini ve kimliğini,
bunu herhalde kamuoyunun bilmesi gerekiyor. Bakıyoruz, bu ilişkilerin
odağında anne -evlat Zapsular Ailesi, Sayın Cüneyt Zapsu başta olmak
üzere. Bakıyoruz, bu ilişkilerin içinde Mustafa Latif Topbaş. Kamuoyunun
ve sizlerin çok yakından tanıdığınız isimler bunlar ve bu kişilerin
Albaraka Türk özel finans kurumuyla olan ilişkileri, yine, kamuoyunun
bilgileri dahilinde olan konular.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Kart,
konuşmanızı tamamlayın lütfen.
Buyurun.
ATİLLA KART (Devamla)-
Teşekkür ederim Sayın başkan.
Bakıyoruz, değerli
arkadaşlarım, çok tanıdık simalar var. Sayın Korkut Özal var bu ilişkilerde.
Bakıyoruz, bütün o ilişkilerde ortak isim olarak Mehmet Fatih Saraç
var.
İşte, değerli arkadaşlarım,
bu gelişmeler karşısında, herhalde, kamuoyunun bilgilendirilmesini
gerektiren birtakım illegal ilişkilerin varlığını takdir edersiniz,
kabul edersiniz.
Bu kapsamda, biz, biraz
sonra açıklayacağım, somut olarak açıklayacağım, Sayın Adalet Bakanına,
Sayın Maliye Bakanına ve Sayın Başbakana yönelik olarak açıklanmasını
istediğimiz soruları, bundan sonraki maddelerde, yine, madde konularıyla
bağlantılı bir şekilde anlatmaya devam edeceğiz değerli arkadaşlarım.
Genel Kurulu bir kez
daha saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Kart.
Sayın Bozdağ, Sayın
Akbulut, konuşmuyorsunuz.
HALUK KOÇ (Samsun) –
Sayın Başkan…
BAŞKAN – Sayın Koç, soru
mu soracaksınız?
HALUK KOÇ (Samsun) –
Bir tek sorum var efendim.
BAŞKAN – Buyurun Sayın
Koç.
HALUK KOÇ (Samsun)- Sayın
Başkan, teşekkür ederim.
Terörün finansmanıyla
ilgili bir madde görüşüldüğü için, Sayın Adalet Bakanına şu soruyu
yöneltmek istiyorum: Sayın Bakan, önemli bir sorumluluk noktasındasınız.
Sayın Kart’ın da konuşmasında değindiği, bugün, bizim de çok geniş
bir şekilde ele aldığımız bir konu hakkında şu soruları yöneltmek
istiyorum:
Gerçekten, adı geçen
şahıs, Cüneyt Zapsu, Yasin El Kadı’nın hesabına para yatırmış mıdır,
yatırdığı para miktarı ne kadardır? Ne ilgisi var derseniz, terörün
finansmanı maddesindeyiz.
BDDK’nın, para hareketlerinin
saptandığı Albaraka Türk Özel Finans Kurumunun hesaplarını bu yönden
incelemesi gerektiğini düşünüyor musunuz? Bir de, Albaraka Türk
yetkililerinin, incelemeyi yapan Maliye müfettişine istediği
belgeleri vermediği, müfettiş raporlarında var; Sayın Maliye Bakanının,
ilgili müfettişe -ki, Sümer Oral zamanında başlatılmış olan süreçte-
on gün içerisinde bu işi hallet şeklinde ifade verdiğini biliyorsunuz
ve görevden aldığını da biliyorsunuz. Bu konuda, Maliye müfettişinin
raporunda baskı altına alındığı ifadesi üzerine, sizin, Adalet Bakanı
olarak takipsizlik kararı veren savcılık makamıyla ilgili herhangi
bir yorumunuz olacak mı veya bu konuda cumhuriyet savcılarına,
Adalet Bakanı olarak -biz, bugün, kendimize düşen görevi yaptık,
açıkça bir duyuruda bulunduk- böyle bir olayda tekrar bir görev verecek
misiniz?
Bir sorum da şu: Sayın
Zapsu’nun adı çok geçiyor; bu konuda ifadesine başvuruldu mu? Başvurulmadıysa,
başvurmadan takipsizlik kararı vermek hukuken doğru mudur; takipsizlik
kararına bir itiraz yapıldı mı Sayın Bakan?
Konuyla ilgili sorulardır;
teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın Işık...
AHMET IŞIK (Konya) –
Sayın Bakanım, Avrupa Birliği uyum sürecindeki sözleşmeler dikkate
alınarak terörün finansman suçuyla ilgili olarak ne gibi düzenlemeler
yapılmıştır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın Koçyiğit...
MUHSİN KOÇYİĞİT (Diyarbakır)
– Teşekkürler Sayın Başkanım.
Benim de bir sorum
var: Terörden zarar görenlere köye geri dönüşleri nedeniyle bugüne
kadar yapılan ödemeler tutarı ne kadardır? Bekleyen dosya var mıdır;
bekleyen dosyalar için ne zaman ve ne kadar ödeme yapılacaktır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Koçyiğit.
Sayın Bakanım, buyurun.
ADALET BAKANI CEMİL
ÇİÇEK (Ankara) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli arkadaşlarım,
evvela, Sayın Koç’un belirttiği hususlarla ilgili bir iki hususu
belirtmek isterim. Tabiî, şu an itibariyle, bahsedilen konularla
ilgili, benim, ayrıntılı bilgi verme imkânım yok; ancak, tevcih ettiği
sorular tutanaklara geçtiği için, ben, o konuyu inceleyip, kendisine
yazılı cevap vermeyi tercih ederim; çünkü, şu an vereceğim cevap en
azından eksik olur.
Yalnız, şunun bilinmesinde
fayda var: Basında çıkan bu tip iddialarla ilgili olarak, hiç şüphesiz,
yargı makamları, herhangi bir ihbara veya bu anlamda bir şikâyete
gerek olmaksızın, suç teşkil eden bir husus varsa, buna muttali oldukları
andan itibaren, kendiliklerinden, gereği neyse bunu yaparlar, yapmaları
gerekir. Eski Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununda, -1412 sayılı Kanunun
148 inci maddesinde- bu tip gündeme gelen konularla ilgili, yargı
makamları herhangi bir işlem yapmamış ise Adalet Bakanı olarak, bu
konuyu soruşturma konusu yapma konusunda emir verme imkânı vardı;
ancak, 1 Haziran 2005’ten itibaren, yargıya yerli yersiz siyasî müdahaleler
olmasın diye, Adalet Bakanının böyle bir yetkisi yok. Dolayısıyla,
şu an, yargı makamları bir suça muttali olduklarında veya kendilerine
herhangi bir talep vaki olduğunda, zaten kendiliklerinden, sorumluluklarının
gereği olarak bir işlem yapıyorlar, yapacaklardır, yapmaları da
gerekir. Ayrıntısıyla ilgili hususları, müsaade ederseniz -çünkü,
çok kapsamlı cevaplar vermek gerekiyor- ben, size yazılı olarak memnuniyetle
bildiririm, gerekli bilgileri ilgili yerlerden topladıktan sonra.
HALUK KOÇ (Samsun) –
Efendim, basında çıkan haberlerle ilgili değil bizim bugünkü değerlendirmemiz;
uzun süredir takip ettiğimiz bir dosyanın tekâmül etmesi sonucundadır.
ADALET BAKANI CEMİL
ÇİÇEK (Ankara) – Hiç şüphesiz bunu takip ediyorsunuz; ama, bundan benim
bilgim yok, kamuoyunun bilgisi de belki büyük ölçüde basın yayında
yer alan hususlarla alakalıdır. Müsaade ederseniz, o yolla, size,
gerekli bilgileri topladıktan sonra cevap vereceğim.
Sayın Işık’ın sorduğu
soruyla ilgili olarak, konuşmamın başında da belirttim, Avrupa
Konseyi çerçeve kararı var “terör örgütüyle ilişkilendirilen suçlar”
diyor 2 nci maddesinde “her üye devlet, aşağıdaki kastî fiillerin cezalandırılması
için gerekli tedbirleri alır.
a) Terör örgütü yönetmek
b) -Bu önemli- Terör örgütünün suç faaliyetlerine katkı sağlayacağını
bilerek, örgüt faaliyetlerine bilgi veya materyal temin etmek ya
da malî destek sağlamak.”
Ben de zaten şunu ifade
etmeye çalıştım; bu Terörle Mücadele Yasasında biz yeni bir şey getirmedik,
bize mahsus bir şey getirmedik, ilk defa bir suçu ihdas ediyor değiliz.
Esasen, uluslararası camianın kabul ettiği, neticede Avrupa Konseyinin
-ki, Türkiye buranın kurucu üyesidir- almış olduğu çerçeve kararında,
terörün finansmanıyla ilgili olarak “devlet gerekli tedbirleri
alır” diyor. Bizim yaptığımız da, yardım yapan kişi, hem yardım yaptığı
kuruluşun, örgütün terör örgütü olduğunu bilecek ve bunu da isteyerek
yapacak.
Şimdi, konu bu şekliyle
bilinmediği için, sanki dağ başında teröristler geldi, mezrada köylü
vatandaşlarımızı sıkıştırdı, o da mı suçlu olacak diye konu biraz
çarpıtılıyor. Tabiatıyla, silah tehdidi altında herhangi bir yardımda
bulunduysa, zaten bu istemeyerek yapılan bir iştir; suçun unsurları
bakımından zaten suç teşkil etmiyor.
Yine, ifade ettim: Kamuoyunda
bir tereddüt meydana gelmesin diye, eski düzenlemede “kasten” demiştik;
ama, kasıt tabirinin bilmek ve istemek unsurlarının ikisinin bir
arada olmasını zarurî kıldığı için, bunu kamuoyu anlayamayabilir
düşüncesiyle açık hale getirdik.
Burada da, zaten, çerçeve
kararın 2 nci maddesinde, suç faaliyetlerine katkı sağlayacağını,
terör örgütünün, bilerek örgüt faaliyetlerine bilgi veya materyal
temin etmek ya da malî destek sağlamak.
Aynı zamanda, yine,
Terörizmin Finansmanının Önlenmesine Dair Uluslararası Sözleşme
var; bu, bizim de benimsediğimiz sözleşme; yani, bu 7 nci maddede
zikredilen husus, zaten sözleşmeyle taraf olduğumuz hususu ceza
hükmüne bağlayan bir düzenlemedir.
Son olarak, değerli
arkadaşımızın, köye dönüşle ilgili olarak, o rakamı şu an veremem,
size de müsaade ederseniz yazılı cevap vereyim. Geldiğimiz nokta
itibariyle biz o projeyi destekliyoruz, onu önemli buluyoruz, İçişleri
Bakanlığı bünyesinde yürütülen bir faaliyet olduğu için de, müsaade
ederseniz, oradan bilgi aldıktan sonra size yazılı cevap vereceğim.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Bakanım.
Madde 7’ye bağlı ekli
8 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir.
8/A’yı okutuyorum:
"Nitelikli hal
MADDE 8/A- Bu Kanun
kapsamına giren suçların kamu görevinin sağladığı nüfuz kötüye
kullanılmak suretiyle işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı
oranında artırılır."
BAŞKAN – Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Konya Milletvekili Sayın Atilla
Kart; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ATİLLA
KART (Konya) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; madde kapsamında,
7 nci maddeyle bağlantılı, çerçeve maddeyle bağlantılı 8/A üzerinde
de yine Grubum adına söz almış bulunmaktayım; Cumhuriyet Halk Partisi
ve şahsım adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
biraz evvel anlattıklarım, terörün finansmanı kapsamında anlattıklarım
soyut beyanlara dayalı değil. Maliye Bakanlığı başmüfettişlerinin
hazırladığı raporlara dayalı olarak bu bilgileri sizlerle paylaştım.
Burada, elbette, Cüneyt Zapsu, Sayın Korkut Özal ve Maliye Bakanlığının
ilgili birimleri suçludur diye hüküm kurmak mevkiinde değilim;
hiç kimse bunu yapamaz. Ama, nedir, neyi anlatmak istiyoruz; devletin
mekanizmaları çalışsın, devletin kurumları çalışsın diyoruz. Ortada,
ciddî boyutlara varan, uluslararası inceleme kapsamında ciddî boyutlara
varan bir süreç var, bir idarî denetim süreci var. Siz, Hükümet olarak,
bu noktada, bu süreci yargı noktasına taşımak durumundasınız;
ama, neyi görüyoruz; burada, yine benzer çoğu konuda olduğu gibi,
yargı sürecinin engellenmesini, yargı sürecinin sabote edilmesini
sağlamaya yönelik birtakım gayretleri ve organizasyonları görüyoruz.
Bu yapılanma olduğu içindir ki, orada, yine diğer birçok konuda olduğu
gibi, terörle mücadele konusunda da bu Hükümetin temel zaafı
olan, temel sorunu olan güven sorununu görüyoruz; yani, söyledikleri
ile yaptıklarının mutlak anlamda çelişkili olduğunu görüyoruz.
Bakın, şunu çok iyi
görmemiz gerekiyor: Yolsuzluk sektörüyle, yolsuzluk ilişkileriyle
karapara ilişkileri birbirini besliyor değerli arkadaşlarım,
birbirini sirküle ediyor, bir türbülans yaratıyor. Dolayısıyla,
burada karaparayla mücadele, bir anlamda, yolsuzluk ilişkileriyle
de mücadele anlamına geliyor.
İki gün evvel, burada,
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda gece 02.00 civarında,
ilaç sektöründeki, Başbakanlık Teftiş Kurulu raporlarına dayalı
olarak 6 milyar dolar seviyesindeki bir yolsuzluk sürecini anlatmaya
çalıştım; Başbakanlık Teftiş Kurulu raporlarına dayalı ve İstanbul
Cumhuriyet Savcılığı iddianamesine dayalı olarak. Sayın Bakan
oradan cevap veriyor konuşmam bittikten sonra: “Efendim, bunlar doğru
değil. Sayın Kart okuduğunu anlamamış.” Sayın Bakan diyoruz, rapor
Başbakanlık Teftiş Kurulu raporu diyoruz. “Ben, rapor falan bilmem”
diyor. “Ben, rapor falan tanımam” diyor. Bunu diyen kim? Bu Hükümetin
Sağlık Bakanı. Hangi raporu tanımıyor? Başbakanlık Teftiş Kurulu
raporunu tanımıyor. Devam ediyoruz. Oradan da bir milletvekili
kalkıyor “efendim, yalan söyleyip durma” diyor. Saygısızca, terbiyesizce,
kalkıyor, oradan laf atıyor. Böyle bir yapı içinde, böyle bir sorumluluk
anlayışı içinde hangi mücadeleden söz ediyoruz... Bunları, lütfen,
görün; bunları, değerlendirin ve biraz ciddiyet diyoruz, biraz ciddiyet
diyorum, biraz sorumluluk diyorum. Yani, oradan kalkıp ahkâm kesmekle
olmuyor. Biraz sorumluluk, biraz ciddiyet ve biraz tutarlılık diyorum
değerli arkadaşlarım. Bunu, tekrar vurgulamak gereğini duyuyorum.
Bakın, geldiğimiz
aşamada, bu tasarıyla bağlantılı olarak geldiğimiz aşamada bir
başka tereddütümü sizlerle paylaşmak istiyorum. Nedir o tereddüt;
bakıyoruz, bu tasarının özünde, yine, bir taraftan, sanki “terörle
mücadele” adı altında bir gayret; ama, öbür taraftan da bakıyoruz,
özgürlükleri, temel özgürlükleri, anayasal özgürlükleri kısıtlamaya
yönelik yaklaşımları görüyoruz.
İlgili maddelerde geçiyor. İşte, efendim,
toplantı ve gösteri esnasında kimliğin kapatılması, efendim, terör
örgütünün propagandasını yapmaya yönelik, eylemlere yönelik
birtakım cezaî düzenlemeler getiriliyor. Tamam, bu düzenlemeler
elbette yapılsın, elbette adalet ölçüleri içinde, elbette ifrat
ve tefrit aşılmadan, ifrat ve tefrite yol açılmadan, bir denge içinde,
etkili bir şekilde bu düzenlemeler yapılsın. Bu, bizim de öteden beri
dillendirdiğimiz, anlatmaya çalıştığımız bir olgu. Gerekli etkinlikte,
gerekli şiddette bu uygulamalar yapılsın. Bakıyoruz, elimde…
FİKRET BADAZLI (Antalya)
– Yapılıyor…
ATİLLA KART (Devamla)
– Onu paylaşmak istiyorum efendim, onu paylaşmak istiyorum.
Bakıyoruz, toplantı
ve gösteri yürüyüşleri ile basın açıklamaları hakkında kanun tasarısı
taslağı Hükümet tarafından hazırlanıyor. Elbette, bir taslak bu.
Elbette, bu, daha müteakip aşamalarda değişecektir, değişebilecektir
ve aslında, bu anlatımımın, bu açıklamamın bu anlamda bir uyarı olarak
değerlendirilmesini, ben, hemen ifade ediyorum. Ne diyor burada;
yine, bu görüşmekte olduğumuz tasarıdaki düzenlemelerin, daha
farklı nitelik taşıyan düzenlemelerin, yine burada bu taslağa da
taşındığını görüyoruz değerli arkadaşlarım; bu yanlış. Aynı konuda
iki ayrı tasarıda düzenleme yapılmasının herhalde hukukla bağdaşmadığı
açık.
Bakıyoruz –bunların,
tabiî, bir uyarı niteliğinde değerlendirilmesini istiyorum- o
taslağın “Yasaklar” başlıklı 14 üncü maddesine bakıyoruz, beşinci
bendine bakıyoruz. Bu nedir; toplantı ve gösteri yürüyüşleriyle
bağlantılı olarak yasakları düzenleyen madde. Bu yasaklar kapsamında
herhangi bir eylem yapıldığı zaman, o toplantı ve gösteri yürüyüşünün
dağıtılması, engellenmesi söz konusu. Neymiş o maddelerden birisi;
efendim, toplantı sırasında alkollü içki alındığı ve toplantı alanında
alkollü içki satıldığı takdirde, o gösteri ve yürüyüşün engellenmesi
durumu doğacak, iptali, o yöndeki izinlerin iptali durumu doğacak.
Şimdi, değerli arkadaşlarım,
yani, insaf!.. 500 kişilik bir toplulukta, 1
000 kişilik bir toplulukta, 1 kişi, 2 kişi, 3 kişi alkol aldı. Yapılacak
olay belli. Bu mütecaviz, saldırganlık boyutlarına varmış ise, bunun
hakkında zaten münferiden yapılacak uygulama açık. O kişi hakkında
gerekli tedbiri alırsınız; ama, bu, toplantının ertelenmesi için,
toplantının engellenmesi için bir gerekçe olamaz, böyle bir gerekçe
kabul edilemez. Bunu hemen yeri gelmişken ifade etmek gereğini duyuyorum
değerli arkadaşlarım.
Bakın, değerli arkadaşlarım,
bu tasarı, üzülerek ifade ediyorum, terörle mücadele adı altında,
daha etkin bir mücadele adı altında getiriliyor; ama, aslında özünde
ve öncelikle toplumun bilgilendirilmesini, toplumun gerçekleri
öğrenmesini engellemeye yönelik ve bu kapsamda da basın özgürlüğünü
ihlal etmeye yönelik çok ciddî hükümler taşıyor.
Basın yayın fiillerini
doğrudan ilgilendiren ve dava açılan maddelerin başında -biraz evvel
Sayın Baloğlu da ifade ettiler- 5 ve bağlantılı maddeler var. Düzenleniş
biçimine göre, terörle mücadelede görev almış kişilerin isim ve
kimliklerinin açıklanması, terör örgütlerine hedef gösterme olarak
kabul ediliyor. Bu düzenlemeyle, basın ve yayın organlarının sahiplerine
açıklama ve yayınlama yasağıyla ilgili olarak dikkat ve özen gösterme
yükümlülüğü getiriliyor değerli arkadaşlarım ve buna aykırı
davranış halinde de müeyyide getiriliyor.
Şimdi, hemen belirtelim
ki, hükümetle olan ekonomik ilişkiler -yani, basın yayın organlarının
sahiplerini kastediyorum- orada, maalesef, Türkiye neyi yaşıyor;
basın yayın organı yöneticileriyle hükümetler dönemindeki, sadece
bu Hükümet değil, çıkar ilişkileri üzerine şekillenen bir basın politikasının
olduğunu hepimiz kabul etmeliyiz. Bu, Türkiye’nin bir gerçeği. Bu,
her dönem değişik dozlarda uygulanıyor. Bu dönem de çok yüksek dozda
uygulandığını ifade etmek gerekiyor. Bunların dışında -ama, bu konudaki
eleştirilerimizi saklı tutarak ifade ediyorum- terör ve terörle
bağlantılı konulardaki yayın politikalarına yayın organı sahiplerinin
doğrudan iştirak ettiğini kabul etmek mümkün değil. Bu, gerçekçi
bir yaklaşım olamaz. Bu sebeple bu haberlerden yayın organı sahiplerini
de sorumlu tutmak hukuka uygun olmaz. Böyle bir durum aslında editöryal
bağımsızlığı da zedeler. Esasen, basın yasasında, basın mevzuatında
yayınlanan haberler ve yazılardan dolayı eser sahibinin sorumluluğu
kabul edilmiş olmasına göre, yayın organı sahiplerinin ve sorumlu
müdürün bu noktada sorumlu tutulması, hedef alınması doğru değildir.
Burada, maalesef, basını susturmaya yönelik…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Kart,
konuşmanızı tamamlayınız lütfen.
Buyurun.
ATİLLA KART (Devamla)
– Şimdi, değerli arkadaşlarım; o yazı sahibini, eser sahibini zaten
sorumlu tutacağız; bu konuda düzenlemeler yapılıyor. Elbette o
anlamda basın özgürlüğünü ihlal eden, basın özgürlüğü hakkını kötüye
kullananlara karşı elbette güvenlik ve kamu yararı adına birtakım
müeyyideler uygulanacak, bundan söz etmiyorum; ama, cezaların
şahsîliği ilkesi dediğimiz olay, evrensel kurallar dediğimiz olay,
bütün bu sınırı aşacak bir şekilde o eserin hazırlanmasına, o eserin
içeriğine hiçbir şekilde katkı ve iştirak sağlamamış olan kişilerin
de cezaî sorumluluğuna yol açılması… Bu çok kötüye kullanılabilecek,
siyasî iktidarlar tarafından kötüye kullanılabilecek, baskı unsuru
olarak, kapatma unsuru olarak kullanılabilecek bir süreci başlatabilir;
bunu uygulamadan görüyoruz, bunları biliyoruz, bunları on yıl evvelinden
biliyoruz, otuz yıl evvelinden biliyoruz, iki yıl evvelinden biliyoruz.
Bu noktada da yine siyasî iktidarı uyarmayı bir görev biliyorum,
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Madde 8/A’yı oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Madde 8/B’yi okutuyorum:
"Tüzel kişilerin
sorumluluğu
MADDE 8/B- Bu Kanun
kapsamına giren suçların bir tüzel kişinin faaliyeti çerçevesinde
işlenmesi halinde, Türk Ceza Kanununun 60 ıncı maddesine göre bunlara
özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunur."
BAŞKAN – Sayın Kılıçdaroğlu,
kusura bakmayın ben ekranda görmedim; artık, bu maddede sorarsınız.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
– Öbür maddede…
BAŞKAN – Madde üzerinde
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Konya Milletvekili Atilla
Kart.
Sayın Kart, buyurun.
CHP GRUBU ADINA ATİLLA
KART (Konya) – Değerli arkadaşlarım, Genel Kurulu, şahsım ve Grubum
adına, bir defa daha selamlıyorum.
Önemi sebebiyle ve
bağlantısı sebebiyle, basın yayına yönelik düzenlemelerden duyduğumuz
endişeleri, duyduğumuz kaygıları biraz daha somut değerlendirmelerle
paylaşmak istiyorum değerli arkadaşlarım.
Bakın, getirilen düzenlemelerde,
burada artış maddelerinin uygulanması sürecinde “süreli yayınlar”
ibaresi tasarıdan çıkarılarak, süreli ya da süresiz tüm yazılı
basının yanı sıra televizyon, radyo, internet sitelerinin de yasa
kapsamında cezalandırılmasının öngörülmesi, yayınlar için öngörülen
onbeş günden bir aya kadar kapatma cezasının ise, her türlü basın yayın
organları için daha da genişletilmesi, kaygı verici bir süreçtir.
Bu maddeler sonucunda
basın özgürlüğünün kısıtlanması, beraberinde başka toplumsal
gerginliklerin doğması ve artması söz konusu olacaktır. Özet ifadeyle,
basın yayın fiilleri hakkındaki düzenlemeler, ifade, düşünce ve
toplumun bilgilendirilmesi hakkını ihlal edecek boyutlara ulaşabilecektir.
Bakın değerli arkadaşlarım,
elimde Türkiye Yayıncılar Birliği Yayınlama Özgürlüğü Komitesinin
Haziran 2006 tarihli raporu var. Bu rapora dayanarak ifade ediyorum.
Ne diyor bu raporda; olumlu tespitler de var; nedir o; 2004 Ekiminden
bu yana, bu Hükümet zamanında kitap yasaklanma işlemlerinin, tasarruflarının,
uygulamalarının azaldığını ifade ediyor. Bu gayet olumlu bir gelişme.
Bunu memnuniyetle ifade ediyorum. Ancak, tahkir, tezyif edici, müstehcen,
bölücü, yıkıcı, dinci, din düşmanı gibi tanımlamalarla kitaplar,
yazarlar ve yayıncılar yargılanmaya devam ediyor değerli arkadaşlarım.
Maalesef, Avrupa Birliği uyum yasaları kapsamında çıkan ve Avrupa
Birliğinin onayını alan yeni Türk Ceza Yasası, o zamanki eleştirilerimize
rağmen, yazarların ve yayıncıların yargılanmasında yeni bir süreci
başlattı. Bunu, uygulamalarıyla görüyoruz. Bakıyoruz, bu dönemde,
ideolojik temelli davalarda, basın yayınla bağlantılı olarak, ideolojik
temelli davalarda çok büyük artışlar meydana geldi. İdeolojik amaçlı
ihbarların sonucunda, yazar, gazeteci ve yayıncılara yönelik yeni
bir dava patlaması süreci başladı. Bu anlamda açılan davalar sonucunda,
adalet mekanizmasının da gereksiz olarak meşgul edilmesi ve imajının
zedelenmesi süreci, yargının da yıpranması süreci başladı. Mahkemeler,
ideolojik grupların kampanya platformuna dönüştürüldü. Bu konularda,
maalesef, İçişleri ve Adalet Bakanlıklarının, üstlerine düşen önleyici
görevleri, yapılan uyarılara rağmen, yerine getirmediklerini
görüyoruz.
Öyle bir süreç yaşıyoruz
ki değerli arkadaşlarım, Başbakan ağırlıklı olarak, özel hukuk haklarının
bile ifade özgürlüğünü kısıtlamak için bir araç olarak kullanıldığını
görüyoruz. Sayın Başbakan, elbette, her vatandaş gibi, özel hukukunu
ve kişilik haklarını kullanmak amacıyla yasal haklarını kullanacaktır;
buna, saygı duymak gerekir, bunda bir tereddüt yok. Ancak, bu aşamada,
hep anlatmaya çalıştığımız süreç başlıyor; yasama organının dışında,
yürütme ve yargının da üstüne düşen görevi yapması gerekiyor. Sayın
Başbakanın şahsında, yürütme birimlerinin, demokratik hoşgörü ve
sabır içinde olmaları, anayasal kurumlarla çatışma için girmemeleri,
bu kurumları hedef göstermemeleri ve en önemlisi, yargıyı oluşturan
kurumların meşruiyetini tartışmaya açmamaları gerekiyor. Bunları
daha fazla isimlendirmek istemiyorum; ama, birtakım tespitleri de
yapmama izin vermenizi istiyorum. Yargı organının da, yargı bağımsızlığı
çerçevesinde ve siyasî iradenin yönlendirmesinde kalmadan, özgür
bir şekilde, hak arama ve savunma dengesini kurması gerekiyor; Hükümetin,
bu dengenin kurulmasına katkı sağlaması gerekiyor.
Değerli arkadaşlarım,
yolsuzluk ve karapara ilişkileri sürecinde gelişen karanlık organizasyonlardan
söz ediyoruz. Bu karanlık ilişkilerin sorgulanması sürecinden
korkmayalım, bu kanalları tıkamayalım. Terörün, fizikî mücadele
boyutu dışında, sosyal, ekonomik ve kültürel boyutlarıyla, hep birlikte,
net, kararlı bir şekilde bu mücadelenin sürdürülmesi gerekiyor. Yapılmak
istenen, bu yasal düzenlemelerin -bu anlamda, bu iradeleri, bu unsurları
görmediğimiz için üzülerek ifade ediyorum- pratik bir anlamı olamayacağının,
üç ay sonra, altı ay sonra, başka beklentilerin, başka taleplerin
kamuoyu huzuruna getirileceğinin endişesini yaşıyorum. Hükümetin,
bu konuda bir güven ortamını ve inandırıcı olma ve tutarlı olma
özelliğini gündeme getirmesi gerekiyor. Bunun için de değerli arkadaşlarım,
Hükümetin, bir yerlerden başlaması gerekiyor, siyaseten bir yerlerden
başlaması gerekiyor. Bunu jest olarak kabul edebilirsiniz, bunu
topluma yönelik bir kredi olarak kabul edebilirsiniz; ama, bunu, en
önemlisi, topluma bir güven unsuru yaratmak adına değerlendirmenizi
istiyorum. Nedir o; hiçbir komplekse kapılmadan, hiçbir ezikliğe
kapılmadan, Hükümetin şunu yapması gerekiyor: Bakıyoruz, geldiğimiz
bu süreç içinde, İçişleri Bakanının hiçbir inisiyatif kullanamadığını,
olayların hep gerisinde kaldığını görüyoruz değerli arkadaşlarım.
Onun için, bir yerlerden başlamak gerekiyor. O yer belli değerli arkadaşlarım.
O yer, İçişleri Bakanının istifasıdır. Bir yerlerden başlamak gerekiyor.
Bu mevzuat, bu uygulama, dört yıldan bu yana, bu kadronun güdümünde,
bu kadronun kontrolünde; ama, bakıyoruz,
hiçbir ciddî adımın atılmadığını görüyoruz. Bunun sebepleri belli
aslında. Bu noktada biraz cesur olalım; bu noktada biraz dirayetli olalım; bu noktada
geç kalmamış olalım değerli arkadaşlarım ve devamında da, elbette,
İçişleri Bakanının istifasıyla birlikte, İçişleri Bakanının Müsteşarının
da o görevden alınması gerekiyor. Varlığı ile yokluğu belli olmayan,
görevini hangi yasal dayanakla sürdürdüğü belli olmayan o Müsteşarın
da görevden alınması gerekiyor.
Bakın, burada İçişleri
Bakanlığı müsteşarlarına yönelik bir Dahiliye Memurları Kanunu
var, biliyorsunuz. Yine, bir Kuruluş Kanunu var. Bakıyoruz, her iki
kanundaki yasal dayanakları da, Müsteşar, bünyesinde barındırmıyor.
O zaman, neden bu kadar ısrar ediyoruz değerli arkadaşlarım? Böyle
bir yapılanmayla, yani, vekâleten yönetim şartlarını dahi taşımayan
bir İçişleri Bakanlığı Müsteşarıyla terör olaylarının üstesinden
gelmek mümkün değildir. O zaman, burada Hükümetin iradesini sorgulamamız
gerekiyor.
Hükümet, bu noktada,
topluma güven vermek istiyorsa değerli arkadaşlarım -tekrar ifade
ediyorum- bir yerlerden başlamalı. Bu yerlerin de -görüştüğümüz Terörle
Mücadele Yasasıyla bağlantılı olarak ifade ediyorum- İçişleri Bakanı
ve bu uygulamaların birinci derecede sorumlusu olan İçişleri Bakanlığı
Müsteşarı olduğunu ifade ediyor, bu noktada Hükümeti, komplekse
kapılmadan, sağduyulu bir şekilde karar almaya davet ediyor, Genel
Kurulu, bir defa daha saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın Bakanım, buyurun.
ADALET BAKANI CEMİL
ÇİÇEK (Ankara) – Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; tavzihen, kısaca, bir durumu izah etmek isterim.
Biraz evvel, Sayın
Kart’ın dile getirdiği basın yayın organlarıyla ilgili olarak Şanlıurfa
Milletvekilimiz, değerli arkadaşımız Mehmet Faruk Bayrak da bir
önerge vermişti; bahsettiği basın yayın organlarının suçun işlenişine
iştirak etmemiş olan sahipleriyle ilgili olarak süreli basın yayın
tarzında bir düzeltme yapılmasını istemiş idi. Ancak, İçtüzüğün
87 nci maddesinin ikinci fıkrasına paralellik sağlanamadığı için
bu önerge sizin makamınıza intikal etmedi. Ancak, içeriğine de katılmadığımızı
Hükümet olarak ifade ediyorum.
Burada, biz, şuna
özellikle dikkat ettik: Her maddeyi düzenlerken, acaba bu madde uluslararası
hukuk açısından, mukayeseli hukuk açısından başka ülkelerde bir
düzenleme var mı yok mu; Avrupa Birliği ülkesi üyelerin uygulamalarına
özellikle dikkat etmeye çalıştık.
Şimdi, İspanya Ceza
Kanunu, Avrupa’daki en yeni ceza kanunlarından ve en önemli ceza
kanunlarından bir tanesi. Onun için, o ülkelerde bu konular nasıl
düzenlenmiş diye bu yasa metinlerini getirdik.
İspanya Ceza Kanununun
571 ve müteakip maddeleri terör suçlarını kapsıyor. 578 inci maddede
şöyle bir hüküm var; onu, özellikle değerli üyelerin bilgisine sunmak
isterim: “Bu Ceza Kanununun 571 ve 570 inci maddeleri kapsamındaki
suçlar -yani terör suçları- veya bu suçları ifa edenleri, herhangi
iletişim ya da yayın aracıyla öven ya da haklı gösterenler –süreli-süresiz
ayırımını yapmıyor, televizyon-basın ayırımını yapmıyor, internet
ayırımını yapmıyor- ya da terör suçları kurbanlarının veya bunların
ailelerinin itibarını zedeleyen, hor gören ya da onurunu kıran faaliyetleri
gerçekleştirenler bir ilâ iki yıl hapis cezasına çarptırılacaktır.
Ayrıca, yargıç, bu Ceza Kanununun 57 nci maddesinde öngörülen bir
veya birden fazla yasaklamayı da uygulamaya kara verebilir. Söz
konusu yasaklamanın süresi, yine, yargıç tarafından belirlenir.”
57 nci madde, suçluların
beş yıla kadar bir süre boyunca suçun işlendiği mahalle dönmelerinin
yargıç tarafından menedilebileceği hükmünü de içermektedir.
Dolayısıyla, bir defa
daha ifade ediyoruz ki, burada getirdiğimiz düzenlemelerin hiçbiri
bize mahsus düzenleme değil; mutlak surette, bu terör belasına muhatap
olmuş ülkelerde bizden daha ileri boyutları da vardır. Nitekim, ceza
veriyor, ayrıca, o bölgeye beş yıl da girememe cezasını yargıç kararıyla
verebiliyor. Halbuki biz, kendi şartlarımız ve tecrübelerimiz
içerisinde, hiçbir zaman aklımızın köşesinden basın özgürlüğünü
kısıtlama, ifade özgürlüğünü kısıtlama gibi bir düşünce içerisinde
olmadık. Bu noktada önemli adımları atmış bir Hükümet ve bir Parlamento
olarak; ama, başka arkadaşlarımızın da dile getirdiği gibi, terör
örgütünü yücelten, teröristbaşını açıkça kahraman ilan eden ve bu
suçları teşvik ve tahrik edenlerle ilgili hem mukayeseli hukukta
hem çerçeve kararlarındaki metinleri buraya aktarmaya çalıştık.
Arkadaşlarımızın
bilgisine tavzihen arz etmek isterim.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Bakanım.
Buyurun Sayın Kılıçdaroğlu.
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakana bir soru
yöneltmek istiyorum.
2001 terör eyleminden
sonra, El Kaide terör örgütünün Türkiye’deki uzantılarının da incelenmesi
için yurt dışından gelen bilgiler, Dışişleri Bakanlığı aracılığıyla
Maliye Bakanlığına intikal ediyor ve Maliye Bakanlığı bu konuda
inceleme yapıyor. Ancak, incelemeyi yapan denetim elemanı, Albaraka
Türk’ten bilgi istiyor; ama, istediği bilgileri alamıyor. “Siyasî
ve bürokratik makamlar tarafından baskı altındayım” diye raporda
özel bir düzenleme var. Bütün bunlara karşın, hazırlanan rapor, daha
hazırlık aşamasındayken, bilgi, Albaraka Türk’ten istendikten sonra,
ilgili bakan tarafından “on gün içinde raporunu bitireceksin” diye
bir yazılı talimat geliyor –ki, bunun kanunsuz bir emir olduğunu,
yine, ilgili denetim elemanı kendi raporunda belirtiyor; ama, on
günlük süre içinde raporunu yazıp gönderiyor. Rapor, savcılığa gidiyor.
Şimdi, savcılığın yaptığı işlem şu:
1.- “Siyasî ve bürokratik
makamlar tarafından baskı altındayım” ifadesi savcı tarafından
değerlendirilmiyor.
2.- “Albaraka Türk tarafından
bilgi verilmedi” diyor; ama, bu bilginin niçin verilmediği savcı
tarafından soruşturulmuyor.
3.- İsmi geçenlerden,
örneğin Cüneyt Zapsu, örneğin Mehmet Saraç’la ilgili olarak bu kişilerin
bilgisine hiçbir zaman başvurulmuyor.
4. - Soruşturmanın
gizli olmasına karşın, Sayın Zapsu’nun avukatı tarafından, müfettiş
raporuyla tıpatıp uyuşan bazı bölümlerle ilgili ek açıklamalar
var, bilgiler var. Bunlar nasıl oluyor, hangi kanaldan Sayın Zapsu’ya
ulaşıyor, bu belli değil ve bu arada da, ilgili müfettişin bilgisine
de hiç başvurulmuyor “arkadaş, sana baskıyı kim yapıyor, kimler baskı
yaptı...”
Şimdi, sormak istediğim
soru şu: Bütün bu olaylar bir gerçek iken ve bütün bunlar bir belgeye
dayanırken, birden fazla belgeye dayanırken, ilgili savcı takipsizlik
kararı veriyor. Şimdi, bir Adalet Bakanı olarak böyle bir tablodan
rahatsızlık duyup bu soruşturmayı yenileyecek misiniz; yenilenmeyecek
mi?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Buyurun Sayın Bakanım.
ADALET BAKANI CEMİL
ÇİÇEK (Ankara) – Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; Sayın Kılıçdaroğlu’nun tevcih ettiği soru, biraz evvel
Sayın Koç’un bana yönelttiği soruyla aynı mahiyettedir ya da değişik
bir şekilde ifade edilmektedir. O cevabı aynen tekrar etmek mecburiyetindeyim;
çünkü, şu an itibariyle, benim, işin bu kadar ayrıntısını bilme
imkânım yok. Bugün, basın toplantısında da, zannediyorum, dile getirdiğiniz
hususlar. Bu konuyu inceledikten sonra bunun cevabını vereceğimi
ifade ettim.
Müsaade ederseniz yazılı
cevap vereceğim.
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Bakanım.
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(İstanbul) – Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Madde 8/B’yi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Bu arada, bir hususu
hatırlatayım: Konuşmalar çok sükûnet içerisinde geçtiği için, bazı
arkadaşlarımız - konuşmalarında veya telefon konuşmalarında-
en uzak köşelerde de olsalar, konuşmaları net olarak ta kürsüye kadar
geliyor. Bunu da Genel Kurulda bulunan arkadaşların takdirlerine
sunuyorum.
7 nci maddeyi ekli
maddelerle birlikte oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
8 inci maddeyi okutuyorum:
MADDE 8- 3713 sayılı
Kanunun 9 uncu maddesi başlığıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Görev ve yargı
çevresinin belirlenmesi
MADDE 9- Bu Kanun kapsamına
giren suçlarla ilgili davalara, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanununun 250 nci maddesinin birinci fıkrasında belirtilen
ağır ceza mahkemelerinde bakılır. Bu suçlardan dolayı onbeş yaşın
üzerindeki çocuklar hakkında açılan davalar da bu mahkemelerde görülür."
BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
9 uncu maddeyi okutuyorum:
MADDE 9- 3713 sayılı
Kanunun 10 uncu maddesi başlığıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Soruşturma ve
kovuşturma usulü
MADDE 10- Bu Kanun kapsamına
giren suçlarla ilgili olarak, Ceza Muhakemesi Kanununun 250 ilâ
252 nci maddelerinde hüküm bulunmayan hususlarda diğer hükümleri
uygulanır. Ancak;
a) Soruşturmanın amacı
tehlikeye düşebilecek ise yakalanan veya gözaltına alınan veya
gözaltı süresi uzatılan kişinin durumu hakkında Cumhuriyet savcısının
emriyle sadece bir yakınına bilgi verilir.
b) Şüpheli, gözaltı
süresince yalnız bir müdafiin hukuki yardımından yararlanabilir.
Gözaltındaki şüphelinin müdafi ile görüşme hakkı, Cumhuriyet savcısının
istemi üzerine, hakim kararıyla yirmidört saat süre ile kısıtlanabilir;
ancak bu süre içerisinde ifade alınamaz.
c) Şüphelinin kolluk
tarafından ifadesi alınırken, ancak bir müdafi hazır bulunabilir.
ç) Kolluk tarafından
düzenlenen tutanaklara, ilgili görevlilerin açık kimlikleri yerine
sadece sicil numaraları yazılır.
d) Müdafiin dosya
içeriğini incelemesi veya belgelerden örnek alması, soruşturmanın
amacını tehlikeye düşürebilecek ise, Cumhuriyet savcısının istemi
üzerine hakim kararıyla bu yetkisi kısıtlanabilir.
e) Bu Kanun kapsamında yer alan suçlardan dolayı yapılan soruşturmada
müdafiin savunmaya ilişkin belgeleri, dosyaları ve tutuklu bulunan
şüpheli ile yaptığı konuşmaların kayıtları incelemeye tâbi tutulamaz.
Ancak müdafiin terör örgütü mensuplarının örgütsel amaçlı haberleşmelerine
aracılık ettiğine ilişkin bulgu veya belge elde edilmesi halinde,
Cumhuriyet savcısının istemi ve hâkim kararıyla, bir görevli görüşmede
hazır bulundurulabileceği gibi bu kişilerin müdafiine verdiği
veya müdafiince bu kişiye verilen belgeler hâkim tarafından incelenebilir.
Hâkim, belgenin kısmen veya tamamen verilmesine veya verilmemesine
karar verir. Bu karara karşı ilgililer itiraz edebilirler.
f) Ceza Muhakemesi Kanununun 135 inci maddesinin altıncı fıkrasının
(a) bendinin (8) numaralı alt bendindeki, 139 uncu maddesinin yedinci
fıkrasının (a) bendinin (2) numaralı alt bendindeki ve 140 ıncı maddesinin
birinci fıkrasının (a) bendinin (5) numaralı alt bendindeki istisnalar
uygulanmaz.
g) 13/12/2004 tarihli
ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun
92 nci maddesinin ikinci fıkrası hükmü bu Kanun kapsamında yer alan
suçlar bakımından da uygulanır."
BAŞKAN – Madde 9’u oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Madde 10’u okutuyorum:
MADDE 10- 3713 sayılı
Kanunun 13 üncü maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
Seçenek yaptırımlara
çevirme ve erteleme yasağı
MADDE 13- Bu Kanun kapsamına
giren suçlardan dolayı verilen hapis cezası, seçenek yaptırımlara
çevrilemez ve ertelenemez. Ancak, bu hüküm, onbeş yaşını tamamlamamış
çocuklarla ilgili olarak uygulanmaz.
BAŞKAN – Madde 10’u oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Madde 11’i okutuyorum:
MADDE 11- 3713 sayılı
Kanunun 15 inci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"MADDE 15- Terörle
mücadelede görev alan istihbarat ve kolluk görevlileri ile bu amaçla
görevlendirilmiş diğer personelin, bu görevlerinin ifasından doğduğu
iddia edilen suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmalarda
müdafi olarak belirlediği en fazla üç avukatın ücreti ödenir ve
bunlara avukatlık ücret tarifesine bağlı olmaksızın yapılacak
ödemeler, ilgili kuruluşların bütçelerine konulacak ödenekten
karşılanır.
Avukatların ücretlerinin
ödenmesine ilişkin esas ve usuller, Millî Savunma ve İçişleri bakanlıklarınca
müştereken çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.”
BAŞKAN – Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Kırklareli Milletvekili Mehmet
Siyam Kesimoğlu.
Buyurun Sayın Kesimoğlu.
(CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA MEHMET
S. KESİMOĞLU (Kırklareli) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
görüşülmekte olan kanun tasarısının 11 inci maddesi üzerinde Cumhuriyet
Halk Partisi Grubunun görüşlerini sizlerle paylaşmak üzere söz almış
bulunuyorum; bu vesileyle, şahsım ve Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın milletvekilleri,
11 inci madde, terörle mücadelede görev alan istihbarat ve kolluk
görevlileri ile bu amaçla görevlendirilmiş diğer personelin bu görevlerinin
ifasından doğduğu iddia edilen suçlardan dolayı yapılan soruşturma
ve kovuşturmalarda savunmalarıyla ilgili haklarını güvence altına
alıyor.
Benden önce söz alan
Grubumun değerli milletvekilleri, Terörle Mücadele Kanun Tasarısı
hakkında, hem şahsî hem de Grubumun görüşlerini Yüce Heyetinizle
paylaştılar. Ben de, terörle mücadele konusunda tüm varlıklarını
ortaya koyan mülkî idare amirlerinin içinde bulunduğu koşullarla
ilgili birkaç düşüncemi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Sayın milletvekilleri,
bu tasarı, elbette ki yasalaşacak. İyi, güzel; ancak, bu mücadeleyi
kimlerle yapacaksınız? Bir sivilleştirmedir tutuldu gidiyor, iç
güvenlikte, terörle mücadelede sivilleşme deniyor. Bence, işin
bir kolayı var; emniyet ve asayişten birinci derece sorumlu mülkî
idare amirleri marifetiyle temel iç güvenlik politikalarını
İçişleri Bakanlığında buluşturursunuz, olur biter. Yapılması gereken
bu; ancak, Hükümet, bunu yapmıyor. Neden yapamıyor sayın milletvekilleri;
çünkü, Hükümet üyelerinin, İktidar milletvekillerinin, valilerimizin,
kaymakamlarımızın yüzüne bakacak halleri yok.
Sayın milletvekilleri,
il ve ilçelerde Cumhurbaşkanını, Başbakanı, tek tek bakanları temsil
eden, devlet ve hükümet politikalarını uygulamaktan sorumlu, gündeme
gelen tüm sahipsiz işlerin, konuların yanında, sahipsiz kimseleri
de sahiplenen mülkî idare amirleri, bugün, kendilerine sahip çıkılmamasının
ezikliği, sıkıntısı ve hatta, öfkesi içindeler.
Siyasî irade ve siyasî
iradenin başkent bürokrasisi, malî bürokrasinin etki ve telkinleri
altında, mülkî idareyi sıradan bir meslek sınıfı olarak görmektedir.
Mülkî idare mesleğini gereksiz görme ve hatta, yok sayma, yok etme siyaseti
güdüldüğü kanaati, içişleri kamuoyunda ve ülke kamuoyunda her geçen
gün hızla yaygınlaşıyor.
Sayın milletvekilleri,
oysa, siyasî irade, taşrada devleti ayakta tutan gücün birleştirici,
yönlendirici, üretici mekanizmanın mülkî idare olduğunu görmek
ve bilmek durumundadır. Siyasî irade, taşrada, halkın gözünde devletin
varlığının, saygınlığının, güven ve etkinliğinin, barışçıl yapısının
ve birleştiriciliğinin vali ve kaymakamların şahsında simgeleştiğini
hatırlamalı ve bence iyi yorumlamalıdır.
Sayın milletvekilleri,
bunun nedeni nedir biliyor musunuz? Hiç sordunuz mu? Ben sordum, aldığım
cevap o kadar ilginç ve o ölçüde de kaygı vericiydi; çünkü, herkes,
Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın -İstanbul Büyükşehir Belediye
Başkanlığı- ve onun Müsteşarının -belediyelerdeki danışmanlık,
şirket yönetim kurulu üyeliği döneminden gelen- bu meslek mensuplarına
karşı duruşlarından bahsediyor. Bu meslek camiasında, mülkî idare
amirlerinin meslek örgütü olan Türk İdareciler Derneğinin sorunlarını
dile getirmek düşüncesiyle randevu talebine, Sayın Başbakan ve
Müsteşar, cevap dahi vermiyorlar.
Değerli milletvekili
arkadaşlarım, keşke, Sayın İçişleri Bakanımız burada olmuş olsaydı.
Az önce gördüm; ama, zannediyorum kuliste ya da Bakanlığa döndü. Benim,
Sayın İçişleri Bakanımıza bir önerim var. Aslında, Sayın Adalet Bakanımız
da konuyu yakından biliyor, bu konuyla ilgili sözleri var. Ne zaman
var; AKP İktidarının ilk günlerinde, 10 Aralık gününde; yani, İdareciler
Gününde, Sayın Çiçek, İçişleri Bakanımıza vekâleten düşüncelerini
şöyle özetliyor: “Mülkî idare amirlerinin mahallî sorunlarının hâlâ
halledilmemiş olmasını büyük bir eksiklik olarak değerlendiriyorum.”
Aradan bunca zaman geçti, dört yıla yakın bir süreç geçti; atılan bir
adım yok.
Değerli milletvekili
arkadaşlarım, İçişleri Bakanlığının merkez teşkilatında görevli
mülkî idare amirleri aleyhine, taşrada görevli mülkî idare amirleri
arasında maaş farkı mevcuttur. Sayın İçişleri Bakanımız bunu çok
iyi biliyor; ancak, bugüne kadar çözmedi, çözemedi. Çekindiği bir
yer mi var, bilemiyorum; ama, bence bu işin de bir kolayı var; çünkü,
benim bu konuda bir kanun teklifim var Cumhuriyet Halk Partisi olarak
sunduk. Sayın Bakan ve AKP Grubu ona destek olsunlar. Aradaki adaletsizliği
de bu şekilde gidermiş olalım ya da birinci sınıf mülkî idare amirliğiyle
ilgili yasa teklifini biz Genel Kurula getirelim, sizler destek
olun.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; ben, bu konuları, çeşitli zamanlarda, çeşitli
soru önergeleriyle Meclis gündemine taşıdım. Ne cevap aldığımı
aynen sizlere aktarmak istiyorum:
Halihazırda, “Türkiye
Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda görüşülmek üzere beklemekte
olan 1700 sayılı Dahiliye Memurları Kanunu Değişiklik Tasarısının
kanunlaşması için gerekli çalışmalar yapılacaktır. 3152 sayılı
Kanunda değişiklik yapılması suretiyle Bakanlık merkez teşkilatında
görev yapan mülkî idare amirlerinin maaşlarının iyileştirilmesine
ilişkin çalışmalar devam etmektedir” diyor. Kim diyor; Sayın İçişleri
Bakanı Abdülkadir Aksu diyor. Ne zaman; bir hafta, bir ay önce değil,
tam altı ay önce ve ben süreci altı aydır takip ediyorum, kımıldayan
bir tek yaprak yok sayın milletvekilleri.
Bildiğiniz gibi, şu
anda gündemde bulunan bir tasarıyla, Hâkim ve Savcılar Kanununda
değişikliğe gidilecek. Bu değişiklikle de, yargı mensupları ile
Yargıtay denetçilerinin maaşlarında iyileştirme yapılacak. Bu,
Grubumuzun da destek verdiği bir iyileştirmedir, hatta, gecikmiş
bir iyileştirmedir.
Ben, buna bağlı olarak
da dikkat çekmek istediğim bir noktayı sunmak istiyorum, sizlerle
paylaşmak istiyorum. Daha önce gündeme alınmış, ancak, görüşülememiş
ve İktidar çoğunluğunun takdirini bekleyen bir yasa ve mülki idare
amirlerinin onurları, haysiyetleri ve liyakatleri için önem verdikleri
Birinci Sınıf Mülkî İdare Amirliği Yasa Tasarısı yıllardır Genel
Kurulda beklemektedir.
Değerli milletvekili
arkadaşlarım, Sayın İçişleri Bakanımız mülkî idare kökenli, bizi
dikkatle izleyen Sayın Komisyon Başkanımız mülkî idare kökenli, Kabinede
ve bu kutsal çatı altında mülkî idare kökenli birçok milletvekili
arkadaşım var ve ben, bu arkadaşlarımıza sormak istiyorum: Meslektaşlarınız
için dört yıldan bu yana ne yaptınız?! Kürsüde -umarım gelirler- düşüncelerini,
bugüne kadar yaptıklarını bizlerle paylaşırlar, biz de öğrenmiş
oluruz.
Ben, bu konuyu Sayın
İçişleri Bakanımıza sordum değerli arkadaşlarım. Sayın Bakan
“ben, Derneğin -yani, Türk İdareciler Derneğini kastediyor- tüm genel
kurullarına katıldım.” Sayın Bakanımızın, dört yıldan bu yana,
mülkî idare amirlerinin özlük haklarıyla ilgili olarak yaptığı,
bence bu kadar. Eğer bu kadarsa, vah bu mesleğe, vah bu mesleğin mensuplarına
değerli arkadaşlarım!
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Yüce Meclisimiz bu haksızlığı gidermek durumundadır.
Mülkî idare kökenli arkadaşlarımız seçildiler, geldiler, milletvekili
oldular, bakan oldular, kendi sorunlarını kökten çözdüler. Şu anda
görev yapan önemli sayıda mülkî idare amiri olarak görevli arkadaşımız
var. Önümüzdeki dönemde, onlar da aynı yolu izleyip milletvekili
olamayacağına göre, yapılması gereken belli, yol belli, 1700 sayılı
Dahiliye Memurları Kanunu değişikliğinin yasalaşmasını gerçekleştirmek
değerli arkadaşlarım. Gelin, hep birlikte bunu gerçekleştirelim.
Bu mesleğin mensupları, elimde gördüğünüz düşüncelerini, ayrıntılandırılmış
bir şekilde…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Kesimoğlu
konuşmanızı tamamlayın lütfen.
Buyurun.
MEHMET S. KESİMOĞLU
(Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
…mesleğin içinde bulunduğu
koşulları, çözüm önerileriyle birlikte, üyesi olduğu Türk İdareciler
Derneğine faksladılar. Bugün, Derneğin bu faksları, belki de tarihinde
ilk defa kilitlenmiş bir durumda. Arkadaşlarımızın içinde bulunduğu
bu zor koşulları aşmanın yolu sizde değerli arkadaşlarım.
Bu hususu, dikkatlerinize
ve takdirlerinize sunuyorum. Yüce Heyetinizi bir kez daha saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Kesimoğlu.
Madde üzerinde, şahsı
adına, Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan; buyurun.
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli)
– Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri saygıyla selamlıyorum.
Bu madde üzerinde bir
konuşma talebim yoktu; ancak, Sayın Kesimoğlu’nu dinledikten sonra,
bir mülkî idare amiri olarak, bu konuda, ben de düşüncelerimi açıklama
ihtiyacını duydum.
Terörle Mücadele Yasasını
görüşüyoruz. Bu yasanın uygulanmasında, hayata geçirilmesinde,
mülkî idare amirlerine büyük görev düşüyor. Yıllardan beri terörle
mücadelede valilerimiz, kaymakamlarımız üzerine düşen görevi
layıkıyla yerine getirmenin gurur ve onuru içerisindedirler ve
bundan sonra da bütün valilerimiz ve kaymakamlarımız aynı şevk ve
heyecanla çalışacaklar ve çalışmaya devam edecekler.
Ancak, bizim meslekten
olmayan, mülkî idare amirliği kökeninden gelmeyen bir değerli milletvekilimizin,
mülkî idareye bu kadar sahip çıkmasından dolayı ben kendilerine
şükranlarımı sunuyorum, çok teşekkür ediyorum, bütün meslek mensupları
adına.
Sayın Kesimoğlu, çok
haklı noktalara değindi. Ben de, dört yıldan beri, bütün o toplantılara
katıldım. Sayın Abdülkadir Aksu, her toplantıda hep aynı şeyleri
söyledi “birinci sınıf mülkî idare amirliği kanununu bu dönemde
Türkiye Büyük Millet Meclisinden geçireceğiz.” En son İdareciler
Gününde, yine, aynı konuşmayı yaptı Sayın Abdülkadir Aksu ve ben
şuna inanıyordum ki, güveniyordum ki, bu dönemde, Türkiye Büyük
Millet Meclisinde, özellikle Adalet ve Kalkınma Partisinde mülkî
idareden gelen arkadaşlarımız çok önemli görevdeler, konumdalar.
Böyle bir dönemde, birinci sınıf mülkî idare amirliğinin mutlaka bu
dönem Parlamentosundan geçeceğine inanıyordum. Türkiye Büyük
Millet Meclisi Genel Kuruluna kadar da geldi bu kanun tasarımız;
ancak, ne yazık ki, işte, Dördüncü Yasama Yılını tamamlıyoruz; bu
dönemde Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine gelmedi.
Ama, ben hemen şunu
söylemek istiyorum: Bu kanun gelsin veya gelmesin, bütün mülkî idare
amirlerimiz -valilerimiz, kaymakamlarımız- bunu hiç mesele yapmadan,
problem haline getirmeden, görevlerinin, sorumluluklarının bilincinde,
eskisinden daha fazla gayret ve fedakârlık yapmaya hazırlardır. Mülkî
idare amirleri, hiçbir zaman, vicdan ve cüzdan meselesini Türk kamuoyuna
taşımamışlardır ve bu konuda, hiçbir mülkî idare amirimiz, kendi
sosyal ve özlük haklarıyla ilgili bugüne kadar herhangi bir belgenin
altına imza da atmamıştır, bunu, kamuoyu önünde de paylaşmamıştır.
Hep, kol kırılır yen içerisinde kalır, kan kusarım, kızılcık şerbeti
içtim düşüncesiyle, görev aşkı ve sorumluluk bilinciyle görevlerine
devam etmişlerdir; ancak, bugün gelinen noktada, dengelerin, artık,
Türkiye’de bozulmakta olduğunu da gören mülkî idare amirlerimiz,
ciddî manada bir sıkıntı içerisine düşmüşlerdir. Bunun yolu, birinci
sınıf mülkî idare amirliğini getirmektir. Orada, sadece özlük haklarıyla,
sosyal haklarla ilgili düzenlemeler yok. Mülkî idare amirlerinin,
özellikle, valilik müessesesinin hangi şartlarda yollarının açılacağını
gösteren ve bunları belli kurallar içerisinde toplayan bir kanun
tasarısı; ama, ne yazık ki, bunu bu dönemde Türkiye Büyük Millet Meclisinin
gündemine getiremedik. Ben, birçok kez bunu Türkiye Büyük Millet
Meclisinin kürsüsünden dile getirdim, meslektaşlarım adına bu meseleyi
burada sizlerle paylaşmaya çalıştım; ama, maalesef, hiçbir netice
elde edemedik. Bugün mülkî idare amirlerimiz, bu konudan da son derece
müteessirlerdir. Vuslat bir başka bahara kalmıştır.
İçişleri Komisyonu
Başkanımız eski bir valimizdir, Genel Sekreterimiz mülkî idare kökenlidir,
İçişleri Bakanımız mülkî idare kökenlidir, Millî Savunma Bakanımız
mülkî idare kökenlidir ve birçok arkadaşımız, mülkî idare kökeninden
gelen birçok arkadaşımız buradadır; ancak, bu meselenin çözümü
mümkün olmamıştır.
Bütün bunlara rağmen,
mülkî idare amirleri, terörle mücadele noktasında eskisinden daha
da gayretli çalışmaya devam edecekler. İnşallah, arzumuz, temennimiz
bunun, eğer, imkân olursa önümüzdeki dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi
gündemine getirilip, bu meselenin de çözüme kavuşturulmasıdır.
Ben, bu duygu ve düşüncelerle
sizlere teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. Sayın Kesimoğlu’na
da, ayrıca, meslektaşlarım adına şükranlarımı sunuyorum. Saygılar
sunuyorum.(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
11 inci maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
12 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 12- 3713 sayılı
Kanunun 17 nci maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Koşullu salıverilme
MADDE 17- Bu Kanun kapsamına
giren suçlardan mahkum olanlar hakkında, koşullu salıverilme ve denetimli
serbestlik tedbirinin uygulanması bakımından 13/12/2004 tarihli
ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun
107 nci maddesinin dördüncü fıkrası ile 108 inci maddesi hükümleri
uygulanır.
Tutuklu veya hükümlü
iken firar veya ayaklanma suçundan mahkum edilmiş bulunanlar ile disiplin
cezası olarak üç defa hücre hapsi cezası almış olanlar, bu disiplin
cezaları kaldırılmış olsa bile şartla salıverilmeden yararlanamazlar.
Bu Kanun kapsamına
giren suçlardan mahkum olanlar, hükümlerinin kesinleşme tarihinden
sonra bu Kanunun kapsamına giren bir suçu işlemeleri halinde,
şartla salıverilmeden yararlanamazlar.
Ölüm cezaları
14/7/2004 tarihli ve 5218 sayılı Kanunun 1 inci maddesi ile değişik
3/8/2002 tarihli ve 4771 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına
İlişkin Kanunla müebbet ağır hapis cezasına dönüştürülen terör
suçluları ile ölüm cezaları ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına
dönüştürülen veya ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına
mahkûm olan terör suçluları koşullu salıverilme hükümlerinden yararlanamaz.
Bunlar hakkında ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası ölünceye
kadar devam eder."
BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
13 üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 13- 3713 sayılı
Kanunun 19 uncu maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"MADDE 19- İşlenişine
iştirak etmemiş olmak koşuluyla bu Kanun kapsamına giren suç faillerinin
yakalanabilmesine yardımcı olanlara veya yerlerini yahut kimliklerini
bildirenlere para ödülü verilir. Ödülün miktar, usul ve esasları
İçişleri Bakanlığınca çıkarılacak yönetmelikte belirtilir."
BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
14 üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 14- 3713 sayılı
Kanunun 20 nci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"MADDE 20- Terörle
mücadelede görev veren veya bu görevi ifa eden adlî, istihbarî,
idarî ve askerî görevliler, kolluk görevlileri, Ceza ve Tevkifevleri
Genel Müdürü ve Genel Müdür Yardımcıları, terör suçlularının muhafaza
edildiği ceza ve tutukevlerinin savcıları ve müdürleri, Devlet
Güvenlik Mahkemelerinde görev yapmış hakim ve savcılar, Ceza Muhakemesi
Kanununun 250 nci maddesiyle yetkili kılınmış ağır ceza mahkemelerinde
görev yapan hakim ve savcılar ile bu görevlerinden ayrılmış olanlar
ve terör örgütlerinin açık hedefi haline gelen veya getirilenler
ile suçların aydınlatılmasında yardımcı olanlar hakkında gerekli
koruma tedbirleri Devlet tarafından alınır.
Ceza Muhakemesi Kanununun
250 nci maddesi uyarınca Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca görevlendirilecek
ağır ceza mahkemeleri başkan ve üyeleri ile bu mahkemelerin görev
alanına giren suçları soruşturmakla ve kovuşturmakla görevli Cumhuriyet
savcılarının korunma ve güvenlik talepleri ilgili makam ve mercilerce
öncelikle ve ivedilikle yerine getirilir. Koruma için ihtiyaç duyulan
araç ve gereçler Adalet ve İçişleri bakanlıklarınca temin edilir.
Bu koruma tedbirleri;
talep halinde estetik cerrahi yoluyla fizyolojik görünümün değiştirilmesi
dahil, nüfus kaydı, ehliyet, evlenme cüzdanı, diploma ve benzeri
belgelerin değiştirilmesi, askerlik işleminin düzenlenmesi,
menkul ve gayrimenkul mal varlıklarıyla ilgili hakları, sosyal güvenlik
ve diğer hakların korunması gibi hususlarda düzenleme yapılır. Korumaya
alınmış emekli personelden, meskende korunmaları mutlak surette
zorunlu bulunanlar; görev yaptıkları bakanlık veya kamu kurum ve
kuruluşlarına ait konutlardan Maliye Bakanlığınca rayiç kiralar
dikkate alınarak tespit olunacak kira bedeli ile kiralama esaslarına
göre yararlandırılır.
Bu tedbirlerin uygulanmasında,
İçişleri Bakanlığı ile ilgili diğer kurum ve kuruluşlar gerekli
her türlü gizlilik kurallarına uymak zorundadırlar.
Koruma tedbirleriyle
ilgili esas ve usuller Başbakanlıkça çıkarılacak bir yönetmelik
ile belirlenir.
Yukarıda sayılanlardan
kamu görevlileri, görevlerinden ayrılmış olsalar dahi terör suçluları
tarafından kendilerine veya eş ve çocuklarının canına vuku bulan
bir taarruzu savmak için silah kullanmaya yetkilidirler."
BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
15 inci maddeyi okutuyorum:
MADDE 15- 3713 sayılı
Kanunun 21 inci maddesinin birinci fıkrasında geçen "Memur
ve" ibaresi madde metninden çıkartılmış ve aynı fıkranın (e) ve
(ı) bentleri aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"e) Malûl olanlar
ile ölenlerin dul ve yetimleri, Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığınca
kendilerine verilen tanıtım kartlarını ibraz etmeleri durumunda,
kamu kurum ve kuruluşlarına ait bütün hastanelerde muayene ve tedavi
edilirler. Bunların her türlü tedavi giderleri; ilgililerin herhangi
bir kamu kurumu veya kuruluşunda çalışmaları halinde bu kurum veya
kuruluşça, emekli, yaşlılık, malûllük veya dul ve yetim aylığı almaları
halinde bağlı bulundukları sosyal güvenlik kurumunca, herhangi
bir kuruma tâbi olarak çalışmamaları, 1/7/1976 tarihli ve 2022 sayılı
65 Yaşını Doldurmuş Muhtaç, Güçsüz ve Kimsesiz Türk Vatandaşlarına
Aylık Bağlanması Hakkında Kanun kapsamında aylık alanlar hariç
emekli, yaşlılık, malûllük veya dul ve yetim aylığı almamaları durumunda
Millî Savunma veya İçişleri Bakanlığınca karşılanır. Malûl olanların
eksilen vücut organları, yurt içi veya yurt dışında en son teknik
usûllere göre yapılması mümkün sunileriyle tamamlatılır ve gerekirse
tamir ettirilir veya yenisi yaptırılır."
"ı) Terörle mücadeleden
dolayı köyleri boşaltılan üniversite çağındaki öğrencilere ve
ölenlerin çocuklarına yüksek öğrenimleri süresince Devletçe karşılıksız
burs verilir."
BAŞKAN – Madde üzerinde,
şahsı adına, Ankara Milletvekili Ersönmez Yarbay; buyurun.
ERSÖNMEZ YARBAY (Ankara)
– Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bir konunun zabıtlara geçmesi
açısından söz aldım; o da şu, benim şahsî görüşümdür: Türkiye, uzun
yıllardır terörle mücadele ediyor ve terörle mücadele ettiği halde,
bu mücadeleden kesin bir netice alınamıyor. Terörün uluslararası
boyutu da var; ancak, şunun altını çizmek istiyorum: Önce güvenlik
mi, önce özgürlük mü?! Özgürlükler olursa, güvenlik olur. Güvenlik
olsun diye özgürlükleri gitmeye kalktığımız zaman, ilkönce güvenliği
sağlayalım, sonra özgürlükler olsun dediğimiz zaman yanlış yapmış
oluruz. Dünyanın gelişimi hep özgürlüklerden yana olmuştur ve özgürlükler
artırıldığı oranda güvenlik artmıştır. Güvenlik için tedbir alıyoruz,
güvenlik için yeni kanunlara ihtiyacımız var, güvenlik için cezaları
artıralım, kapsamları artıralım dediğimiz zaman, otoriter sisteme
kayma ihtimali vardır. Ancak Terörle Mücadele Kanunu gibi muğlak,
tanımı muğlak, kapsamı muğlak, her şeyi muğlak olan bir ifadeyle biz
vatandaşımıza muamele yapmaya başladığımız zaman, terörün sayısını
azaltmayız, terörün sayısı artar. 1991 yılından bu tarafa, bu kanun
14 kez değişti, her değişişinin sebebi terör artıyor diye. Şimdi
yine değiştiriyoruz; bak, kalıbımı basıyorum, azalmaz, bu kanunla
terörle azalmaz; çünkü, zaten Ceza Kanununda ve Terörle Mücadele
Kanununda yeterince, her türlü madde var, her türlü, güvenlik güçleri
şey yapılmış… Ancak, biz, sadece sivrisinekleri öldürmekle kendimizi
görevli addediyoruz. Halbuki, bataklıkları kurutmamız gerekiyor.
Elinde valiz, Ankara’dan
gelecek telefonları bekleyen memurlarla, biz ne kadar hizmet götürebiliyoruz?!
Yeni mezun olmuş ebe, hemşire, doktorlarla, bölgeye biz ne kadar hizmet
götürebiliyoruz?! Biz ne kadar o insanlara ünsiyet sağlayabiliyoruz
ve terörü bir sektör haline getirmiş gizli güçlerle, biz, ne kadar
mücadele edebiliyoruz?!
Onun için, yani, benim
Hükümetim getirdi bu kanunu, dolayısıyla, Hükümetimiz her konuda
başarılıdır diyoruz, bu konuda da başarılı olacaktır diyoruz; ancak,
şunun altını özellikle vurgulamak istiyorum: Terörle Mücadele
Kanununu getiren hiçbir hükümet, hiçbir parti bundan fayda görmemiştir,
hep küçülmüştür. 1991’de çıkmış, 1991’de çıkaran parti nerede bugün?!
Ondan sonra, değişmiş, 1993, 1995, 1996, 1998, 2000. En sonunda, biz, paketlerle
özgürlükleri genişlettik. Özgürlüklerin bir kısmı bu kanunla gidiyor;
yani, bir yandan özgürlükleri verirken diğer taraftan özgürlükleri
alıyoruz. Bunun içerisinde bir madde var, geçti biraz önce -söz talebim
vardı, sıra gelmedi- deniyor ki, basın yayın organlarıyla ilgili,
suçlu olmasa bile 5 000’den 10 000’e kadar ceza verilir. Hukukun neresinde
var hiç suçu olmadığı halde, suça iştirak etmediği halde böyle ceza?!
Evet, böyle bir ceza neresinde var hukukun?! O bakımdan, bu kanunla,
1993 yılında, mevcut Terörle Mücadele Kanunuyla, Batman Valisi
özel ordu kurmuştur. Türk Ordusunun dışında silah ithalatı yapmıştır
Bulgaristan’dan, Çin’den; kurmuş olduğu bu özel güvenlik gücüyle orada
terörle mücadele etmiştir; ama, daha sonra, tabiî, bu vali yargılanmıştır,
kimse sahip çıkmamıştır. Şemdinli olayı da öyle… Bugün, devlet görevlileri
birtakım olayların içerisinde; ama, neden olayların içerisinde; bu
kanunlar yüzünden olayların içerisinde. Türk Ceza Kanununda var,
örgütler içerisine gizli görevli yerleştirme ve o görevliler sayesinde,
şimdi… Mesela, DEHAP’ın otobüsleri seyahat etti. Ben, tabiî, bunları
sormak istiyorum. Bu Türk Ceza Kanununa göre, Ceza Muhakemeleri
Kanununa göre, bu Terörle Mücadele Kanununa göre bu terör örgütlerinin
içerisine yerleştirilen bu devlet görevlilerini kim koruyacak?
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Yarbay,
konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
ERSÖNMEZ YARBAY (Devamla)
– Bunlar ortaya çıktığı zaman, kimse arkasında durmuyor. Batman Valisi
“hem Başbakan hem İçişleri Bakanı, herkes, bize, haydi aslanlarım,
terörü ne şekilde olursa engelleyin
dediler; ondan sonra, biz, askerî uçaklarla Bulgaristan’dan Çin’den
silah getirdik; ancak, hiç kimse sonra arkamızda durmadı” diyor. Dolayısıyla,
biz, bu kanunlarla, terörle mücadele eden devlet görevlilerine,
güvenlik güçlerine yardımcı olmuyoruz. Bu kanunun içerisinde
var, terörle muhatap olan devlet güvenlik görevlisi sürekli silahını
kullanır diyor. Biz, silah kullanmayı herkese serbest bıraktığımız
zaman, bizim görevimiz onu korumak olmalıdır, yoksa ona silah sıktırmak
olmamalıdır diye düşünüyorum.
Onun için, bu kanun, bu
Terörle Mücadele Kanununun her çeşidi, özgürlükleri daraltan
her çeşit kanun, bizim terörle mücadelemizi kolaylaştırmaz, daha
da güçleştirir.
Benim temennim, ben
yanlış çıkayım; bu Terörle Mücadele Kanunu çıkınca terör hemen kesilsin,
ben öyle temenni ediyorum.
Ben yanlış çıkmayı diliyor,
hepinize saygılar sunuyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Yarbay.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
16 ncı maddeyi okutuyorum:
MADDE 16- 3713 sayılı
Kanunun ek 2 nci maddesi aşağıdaki şekilde yeniden düzenlenmiştir.
"EK MADDE 2- Terör
örgütlerine karşı icra edilecek operasyonlarda "teslim
ol" emrine itaat edilmeyerek veya silah kullanmaya teşebbüs
edilmesi halinde kolluk görevlileri, tehlikeyi etkisiz kılabilecek
ölçü ve orantıda, doğrudan ve duraksamadan hedefe karşı silah kullanmaya
yetkilidirler."
BAŞKAN – Madde üzerinde,
Komisyon; buyurun.
ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) – Sayın Başkanım, burada “itaat edilmeyerek”
ibaresi anlatım bozukluğuna neden olmaktadır; “itaat edilmemesi”
şeklinde düzeltilmesi yönünde Başkanlığınızca redaksiyon yetkisi
alınması hususunu arz ve talep ediyoruz.
BAŞKAN – Tamam, gerekli
not alınmıştır, gerekli düzeltme yapılacaktır.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
17 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 17- 3713 sayılı
Kanunun 1 inci maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları ile 12, 16 ve
18 inci maddeleri yürürlükten kaldırılmıştır.
BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
18 inci maddeyi okutuyorum:
MADDE 18- Bu Kanun yayımı
tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN – Oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
19 uncu maddeyi okutuyorum:
MADDE 19- Bu Kanun hükümlerini
Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN – Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, tasarının tümünün oylanmasından önce, lehte ve
aleyhte, oyunun rengini belirtmek üzere söz talepleri vardır.
Lehte Fatih Arıkan,
Kahramanmaraş... Yok.
Ümmet Kandoğan, Denizli...
Yok.
İbrahim Hakkı Birlik,
Şırnak... Yok.
MEHMET ERASLAN (Hatay)
– Sayın Başkan, İçtüzük 86’ya göre söz talep ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Eraslan,
lehte mi aleyhte mi?
MEHMET ERASLAN (Hatay)
– Lehte.
BAŞKAN – Buyurun.
Oyunun rengini belirtmek
üzere, Hatay Milletvekili Mehmet Eraslan, lehte.
MEHMET ERASLAN (Hatay)
– Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri saygıyla selamlıyorum.
Tabiî ki, Sayın Milletvekilimiz
Ersönmez Yarbay’ın yapmış olduğu konuşmayı dinledikten sonra, birkaç
hususu ifade etmek üzere söz almış bulunmaktayım.
Sayın Milletvekilimiz
şahsı adına söz aldılar, konuştular ve konuşmanın başında “önce güvenlik
mi, özgürlük mü” ifadesini kullandılar. Tabiî, her milletvekilinin
mutlaka bir düşüncesi vardır ve bütün düşüncelere de saygı duyuyoruz.
Aslında, burada, önce güvenlik mi, özgürlük mü kavramlarının hangisinin
daha önce geleceğine ilişkin bir kanunî düzenleme değil… Yani, mutlaka,
Türkiye, hem demokratik bir ülke olma yolunda ilerleyecek, temel
hak ve özgürlüklere mutlak surette saygı duyacak; ama, hem de, bu arada
güvenliğini oluşturacak.
Bir de, Sayın Milletvekilimiz
“özgürlük olmadan güvenlik de olmaz” dediler; ama, güvenliğin olmadığı
yerde de özgürlük olmaz. Bugün, eğer Irak ülkesinde, eğer, güvenlik
yok ise, orada özgürlüklerin de olmadığını görüyoruz. Evet, özgürlük
olmadan güvenlik olmaz; ama, güvenlik olmadan da özgürlük olmaz. Güvenliğin
olmadığı yerde de toplumsal huzurdan, toplumsal mutabakattan ve
güvenlikten bahsetmemiz de mümkün değil. Yani, burada, güvenlik mi
özgürlük mü tercihi yapmıyoruz. Hem güvenliğin hem de özgürlüğün
bir arada yürümesi gerektiğini, ama, eğer, demokrasiyi, cumhuriyetin
faziletlerini, temel hak ve özgürlükleri ve ifade özgürlüğünü istismar
eden çevreler var ise, bunun engellenmesi cihetinde bir çalışmanın
olduğu kanısındayım. Dolayısıyla, demokratik değildir ve bununla
hiçbir şekilde terörle mücadele engellenemez şeklindeki kanaate
katılmıyorum. Sayın Bakanımız dediler ki konuşmanın başında: “Bizim
de çok içimize sinen bir kanun değil; yani, belki, biz bunun daha iyisini
bekliyor, istiyorduk” şeklinde bir ifade kullandılar, bu anlamda. Tabiî,
onu açmadılar, onu tam anlayamadık; ama, ben, bu kanun tasarısının
Türk Silahlı Kuvvetlerinin, yargının ve polisimizin terörle etkin
bir mücadele verirken onların tarafına daha da fazla yontulması
gerektiğini ve bu şekilde kanunun hazırlanması gerektiği kanaatindeyim.
Dolayısıyla, eğer,
Türkiye’nin başına musallat olmuş böyle bir olgu var ise, terör olgusu
var ise ve bu terör olgusu Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde,
işte, demokratikleşme, ifade özgürlüğü, temel hak ve özgürlükler
kalkanı arkasına sığınarak daha rahat manevra yapma, daha rahat
terör fiili, terör suçu işleme yetkisini kendilerinde veya rahatlığını
kendilerinde buluyorlarsa, işte, o zaman, biz kalkarız, şunu deriz:
Türkiye’nin ulusal bütünlüğü, kamu düzeninin korunması, Türkiye’nin
çıkarları, birlik ve beraberliği, hiçbir, kesinlikle hiçbir temel
hak ve özgürlüğe feda edilemez. Ama, en doğrusu, bunların ikisinin
bir arada yürütülmesidir ve keşke, bu kanun tasarısı, biraz daha
Türk Silahlı Kuvvetlerinin ve emniyet güçlerimizin, özellikle savcı
ve hâkimlerimizin bu konudaki, terörle mücadele konusundaki zeminleri
lehinde olsaydı diye düşünüyoruz; ama, bu haliyle de…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen, konuşmanızı
tamamlayınız.
Buyurun.
MEHMET ERASLAN (Devamla)
- …bu kanun tasarısını desteklediğimizi ifade ederek, ülkemize
ve milletimize hayırlar getirmesini temenni ediyor, sizleri saygıyla
selamlıyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri,
tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Terörle Mücadele Kanunu Tasarısı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır;
güvenlik güçlerimize ve aziz milletimize hayırlar getirmesini
diliyorum.
Sayın Bakanın bir konuşması
olacaktır.
Buyurun Sayın Bakanım.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
ADALET BAKANI CEMİL
ÇİÇEK (Ankara) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; hepinize
teşekkürlerimi ve saygılarımı sunuyorum.
Güvenlik güçlerimizin
ihtiyacı, beklentisi, arzusu olan ve inşallah, toplumun huzura ve
barışa kavuşmasına da katkı sağlayacağına inandığımız, en azından
beklentimizin, temennimizin, duamızın bu olduğu bir yasayı değerli
katkılarınızla gerçekleştirmiş bulunuyoruz, yasalaştırmış bulunuyoruz.
Hepinize teker teker teşekkür ediyorum, gruplarınıza teşekkür
ediyorum.
Hepimizin ortak arzusu,
inanıyorum ki, bu kanunun hiç uygulanmamasıdır. Bu kanunun uygulanmasını
arzu etmiyoruz, bu kanun uygulansın diye de çıkarmıyoruz; ama, bir
ihtiyaç sonucu bu kanun gündeme geldiğinde de uygulanmaması temennisini
de, hem kendi adıma hem de sizler adına, burada ifade etmek istiyorum.
Ama, öbür taraftan da, sizin adınıza, kendi adıma bir şeyi daha ifade
etmek istiyorum; o da uygulamayı yapanlarla ilgili olarak.
Bakınız, bu tartışmalar
sırasında gördük ki, aslında, bu düzenlemenin zaruretini kabul
edenler dahi, acaba, haksız yere, hukuksuz yere birkısım insanlar
bu uygulamalardan etkilenebilir mi endişesini de hep beraber taşıdık,
taşıyoruz. Tabiî, marifet, bunu uygulayanlara ait olacaktır. Biz,
bu tasarıyı getirirken, hiç kimsenin kılına zarar gelmesini istemedik,
özgürlüklerinin kısıtlanması istemedik, hak kısıtlamalarına
maruz kalmalarını da istemedik.
Nasıl, terör örgütünün
eylemleri, toplumda endişe, korku, yılgınlık, bezginlik meydana
getiriyor ve toplum huzurunu bozuyorsa, uygulayıcılar da, bir
başka açıdan, toplumda keyfî uygulamalar yapılıyor endişesini,
korkusunu bu topluma vermemelidir; verdikleri takdirde, bunların
tarihî sorumluluğu da uygulayıcıların üzerinde olur. Onların da
gerekli hassasiyeti bundan sonra daha fazla göstermeleri gerekir;
çünkü, bu toplum, her geçen gün, biraz daha açık toplumdur. Yapılan ne
varsa, hukuk çerçevesinde yapılacaktır, yapılmalıdır. Aksine
bir durum söz konusu olduğunda, hem Parlamentoda hem kamuoyu önünde
bu uygulamalar tartışma konusu olmaktadır.
Bu nedenle, uygulamayı
yaparken, burada, Meclis iradesini, kanunun gerekçesini, konuşan
arkadaşlarımızın dile getirdiği hususları çok iyi özümsemeleri
ve bunları iyice içlerine sindirmeleri ve bu çerçevede bu uygulamaları
yapmaları gerekmektedir. Aksine bir durum, devlet ile milletin arasını
açar. Bu da, terörün beslenmesine imkân veren bir atmosferin oluşmasına
sebebiyet verir. Dolayısıyla, bu endişeyi, bu beklentiyi de, bu
vesileyle, sizler adına burada dile getirmek istiyorum.
Bu yasa tasarısını
hep birlikte gerçekleştirdik. İnşallah, ülkemiz için hayırlı ve
uğurlu olur. Barışın ve huzurun tesis edilmesine, terör belasının
defedilmesine vesile olur düşüncesini ve temennisini dile getiriyorum.
Katkılarınızdan dolayı
hepinize teşekkür ederim; hayırlı uğur olsun. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Biz de temennilerinize
katılıyoruz Sayın Bakanım. Teşekkür ederim.
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, 7 nci sıraya alınan, İzmir Milletvekili Yılmaz Kaya
ile Muğla Milletvekili Ali Arslan’ın; Avukatlık Kanununun 96 ncı Maddesinin
Değişikliğine Dair Kanun Teklifi ile Malatya Milletvekili Ferit
Mevlüt Aslanoğlu ve 5 Milletvekilinin; Avukatlık Kanununun 96 ncı
Maddesinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Adalet
Komisyonu raporunun görüşmelerine başlıyoruz.
8.- İzmir Milletvekili Yılmaz Kaya ile Muğla Milletvekili Ali
Arslan’ın; Avukatlık Kanununun 96 ncı Maddesinin Değişikliğine Dair
Kanun Teklifi ile Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu ve
5 Milletvekilinin; Avukatlık Kanununun 96 ncı Maddesinde Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Adalet Komisyonu Raporu
(2/694, 2/696) (S. Sayısı: 1226) (x)
BAŞKAN – Komisyon ve
Hükümet yerinde.
Komisyon raporu 1226
sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Teklifin tümü üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili Yılmaz Kaya.
Sayın Kaya, buyurun.
(CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA YILMAZ
KAYA (İzmir) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz
1226 sıra sayılı Avukatlık Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Yasa Teklifi üzerinde söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli milletvekili
arkadaşlarım, 23 Ocak 2006 tarihinde verdiğim bu yasa teklifinin,
6 Nisan 2006 tarihinde İçtüzük 37 nci madde gereği gündeme alınması
için burada yaptığım konuşma sonucu gündeme alınması reddedilmiş
idi; ancak, daha sonra komisyonda görüşülerek gündeme alınmış ve
bugün de görüşmeye başlamış bulunuyoruz.
(x) 1226 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Değerli arkadaşlarım,
Grubum adına söz almış bulunmama rağmen, bu yoğun gündem içinde bu sürenin
tamamını kullanacak değilim, öncelikle onu söylemek istiyorum. Kısa
bir konuşmadan sonra, bu yasa teklifini niye verdiğimizi kısaca
izah ettikten sonra konuşmamı bitirmiş olacağım.
1136 sayılı Avukatlık
Kanununun 96 ncı maddesinde 2001 yılından önce yer alan hüküm, baro
başkanlarının, iki defayla, seçimini sınırlandırmıyor idi; ancak,
2001 yılında 21 inci Dönemde yapılan değişiklikle baro başkanlarının
ikiden fazla seçilmeleri engellenmiş idi. Şimdi, bizim yasa teklifimizle
bu engellemenin kaldırılması talep edilmektedir. Biz bunu niye talep
ediyoruz, onu da biraz izah edeyim.
Değerli arkadaşlarım,
birçok meslek odasında böyle bir sınırlama mevcut değildir. Ziraat
odalarında, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğinde böyle bir sınırlama
mevcut değildir; ancak, Avukatlık Kanununda bu sınırlama hâlâ mevcut
bulunmaktadır. En son, 22 nci Dönemde çıkarılan, Esnaf ve Sanatkârlar
Konfederasyonunun başkanlık seçimini yine sayıyla sınırlandıran
yasa Meclisten geçtikten sonra Anayasa Mahkemesi tarafından iptal
edilmiş, bu yasanın Anayasaya aykırı olduğuna karar verilmiştir.
Şimdi durum bu iken, Avukatlık Kanunundaki bu hükmün halen durması
doğru değildir diye düşünüyoruz.
Değerli arkadaşlarım,
Anayasa Mahkemesinin verdiği karar gereği, bu hüküm, Anayasanın
12 nci, 13 üncü, 15 inci maddelerine ve hatta 67 nci maddesine aykırı
bulunmuş ve iptal kararı verilmiştir. Bunun üzerine, verdiğimiz
bu yasa teklifinin gündeme alınması komisyon tarafından görüşüldükten
sonra karara bağlanmış ve bugün de görüşme başlamıştır.
Değerli arkadaşlarım,
bu madde nedeniyle uygulamada şöyle bir sıkıntı da sık sık karşımıza
çıkmaktadır; onu da izah ettikten sonra konuşmamı bitirmek istiyorum.
Bazı barolarda, bu
madde mevcutken yapılan seçimler itiraza uğramış, ilçe ve il seçim
kurulları Avukatlık Kanunundaki bir hüküm nedeniyle, bu konuda
esasa ilişkin karar veremeyeceğine karar vermiş ve bazı baroların
yaptığı seçimler bu hükme rağmen geçerli kabul edilmiştir. Bazı barolarda
yapılan seçimler ise, ilçe ve il seçim kurulları tarafından yapılan
itirazlar üzerine iptal edilmiş, daha sonra da Yüksek Seçim Kurulu,
bu verilen kararlar konusunda bazıları hakkında olumlu, bazıları
hakkında da olumsuz karar vermiştir.
Değerli arkadaşlarım,
netice itibariyle, 1136 sayılı Yasanın mevcut 96 ncı maddesi uygulamada
da çok büyük bir keşmekeşliğe neden olmuştur. Bu maddenin, hem bu uygulamadaki
keşmekeşlik yaratması nedeniyle, zorluklar çıkarması nedeniyle
hem de Anayasanın biraz önce saydığım hükümlerine aykırılık teşkil
etmesi nedeniyle yürürlükten kaldırılması gerekmektedir. Teklifimiz
de bunu sağlamaya yöneliktir. Olumlu oy vereceğinizi düşünüyorum.
Konuşmamı bitirmeden
önce, Sayın Adalet Bakanım da buradayken bir şey arz etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, konuyla ilgili değil; ama, İstanbul’da TMSF
ve BDDK avukatları, şu andaki Hükümetten önce görev yapan avukat arkadaşlarım
beni sık sık aramaktalar. Kendilerinin yeni göreve başlayan avukatlardan
soyutlandığını, ayrı tutulduklarını, başka bir binaya atıldıklarını
ve toplanan karşı vekâlet ücretlerinin kendilerine ödenmediğini,
sadece yeni gelen avukatlara ödendiğini söylemekteler ve bu konuyla
ilgili bana yakınmalarını bildirmekteler. Sayın Bakanı tabiî ki
tenzih ediyorum; yani, bir BDDK’nın veya TMSF’nin, orada çalışan az sayıda
avukatıyla bu konuda, olumsuz anlamda uğraşacağını tahmin etmiyorum;
ama, bu konuyu bilgi olarak kendilerine vermek istiyorum.
Konuşmamı da bu şekilde
bitirirken, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Teşekkür ediyorum.
(Alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Kaya,
teşekkür ederim.
Teklifin maddelerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir.
1 inci maddeyi okutuyorum:
AVUKATLIK KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK
YAPILMASI HAKKINDA KANUN TEKLİFİ
MADDE 1- 19/3/1969 tarihli
ve 1136 sayılı Avukatlık Kanununun 96 ncı maddesinin birinci fıkrasının
son cümlesi yürürlükten kaldırılmıştır.
BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
2 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2- Bu Kanun yayımı
tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN – Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
3 üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 3- Bu Kanun hükümlerini
Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN – Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Tasarının tümünü oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Tasarı kabul edilmiş
ve kanunlaşmıştır; avukatlarımız için, hukuk camiası için ve milletimiz
için hayırlı olmasını diliyorum.
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, 8 inci sıraya alınan, Genel Kadro ve Usulü Hakkında
Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı
ile Plan ve Bütçe Komisyonu raporunun görüşmelerine başlıyoruz.
9.- Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu
(1/1217) (S. Sayısı: 1203) (x)
BAŞKAN – Komisyon?.. Yerinde.
Hükümet?.. Yerinde.
Komisyon raporu 1203
sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde,
Anavatan Grubu adına Mersin Milletvekili Hüseyin Özcan…
ÖMER ABUŞOĞLU (Gaziantep)
– Konuşmuyor.
BAŞKAN – Şahıslar adına?.. Yok.
Tasarının maddelerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir.
1 inci maddeyi okutuyorum:
GENEL KADRO VE USULÜ HAKKINDA KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMEDE
DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI
MADDE 1- Ekli (1) sayılı
listede yer alan kadrolar ihdas edilerek 13/12/1983 tarihli ve 190 sayılı
Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin eki cetvellerin
Savunma Sanayii Müsteşarlığı bölümüne eklenmiştir.
BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
2 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe
girer.
BAŞKAN – Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
3 üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 3- Bu Kanun hükümlerini
Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN – Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Tasarının tümünü oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Tasarı kabul edilmiş
ve kanunlaşmıştır; hayırlı olmasını diliyorum.
(x) 1203 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir
Sayın milletvekilleri,
9 uncu sıraya alınan, 8.6.2006 Tarihli ve 5518 Sayılı Bazı Kamu Alacaklarının
Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun ve Anayasanın 89 uncu ve 104 üncü
maddeleri gereğince Cumhurbaşkanınca bir daha görüşülmek üzere
geri gönderme tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu raporunun görüşmelerine
başlayacağız.
10.- Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin
8.6.2006 Tarihli ve 5518 Sayılı Kanun ve Cumhurbaşkanınca Bir Daha
Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (1/1221) (S. Sayısı: 1227) (x)(xx)
BAŞKAN – Komisyon?.. Yerinde.
Hükümet?.. Yerinde.
Komisyon raporu 1227
sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Sayın milletvekilleri,
8.6.2006 Tarihli ve 5518 Sayılı Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve
Terkinine İlişkin Kanunun 1 ve 2 inci maddeleri Cumhurbaşkanınca
uygun bulunmayarak, bir daha görüşülmek üzere, bu hususta gösterilen
gerekçeyle birlikte Başkanlığımıza geri gönderilmiştir.
Anayasanın 89 uncu
maddesinin ikinci fıkrasında “Cumhurbaşkanınca kısmen uygun bulunmama
durumunda, Türkiye Büyük Millet Meclisi sadece uygun bulunmayan
maddeleri görüşebilir” İçtüzüğün 81 inci maddesinin son fıkrasında
ise “Cumhurbaşkanınca yayımlanması kısmen uygun bulunmayan ve bir
daha görüşülmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisine geri gönderilen
kanunların sadece uygun bulunmayan maddelerinin görüşülmesine
kanunun görüşmelerine başlamadan önce Genel Kurulca görüşmesiz
karar verilebilir. Bu durumda, sadece uygun bulunmayan maddelerle
ilgili görüşme açılır. Kanunun tümünün oylaması her halde yapılır”
hükümleri yer almaktadır.
Bu hükümlere göre,
geri gönderilen kanunun tümünün veya sadece Cumhurbaşkanınca uygun
bulunmayan maddelerinin görüşülmesi Genel Kurulun kararına bağlıdır.
Bu nedenlerle, söz konusu kanunun sadece Cumhurbaşkanınca uygun
bulunmayan 1 ve 2 nci maddelerinin görüşülmesini Genel Kurulun
onayına sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
1 inci maddeyi ve bağlı
geçici 1 inci maddeyi okutuyorum:
BAZI KAMU ALACAKLARININ TAHSİL VE TERKİNİNE
İLİŞKİN KANUN
Kanun No.: 5518 Kabul
Tarihi: 8/6/2006
MADDE 1- 8/4/1929 tarihli
ve 1416 sayılı Ecnebi Memleketlere Gönderilecek Talebe Hakkında
Kanuna aşağıdaki geçici maddeler eklenmiştir.
"GEÇİCİ MADDE 1-
Bu Kanun uyarınca mecburi hizmet karşılığı yurt dışına gönderilenlerden,
bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce, eğitimin herhangi
bir aşamasında öğrencilikle ilişikleri kesilenler, öğrenim sürelerinin
bitiminde mecburi hizmetlerini tamamlamak üzere görevlerine
başlamayanlar, görevlerine başlayıp da yükümlü bulundukları mecburi
hizmetini bitirmeden görevlerinden ayrılanlar ile göreve başladıktan
sonra mecburi hizmetle yükümlü bulundukları süre içerisinde kadrolarıyla
ilişiği kesilenlerden haklarında borç takibi işlemi devam edenler,
bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren üç ay içerisinde
başvurmaları halinde, kendilerine döviz olarak yapılmış olan her
türlü masraflar için, imzaladıkları yüklenme senedi ile muteber
imzalı müteselsil kefalet senedi hükümleri dikkate alınmaksızın
ve ilgililere ödeme yapma sonucunu doğurmaksızın, 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet
Memurları Kanununun ek 34 üncü maddesinin ikinci fıkrası hükümlerine
göre bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önceki süreler için
faiz uygulanmaksızın hesaplanacak tutarlarla yükümlü tutulurlar.
Ancak, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun ek 34 üncü
maddesinin yürürlüğe girdiği tarihten önce yüklenme senedi ile
muteber imzalı müteselsil kefalet senedi alınanların döviz borçları,
ilgili adına fiilen ödemenin yapıldığı tarihteki T.C. Merkez Bankasınca
tespit ve ilân edilen efektif satış kuru üzerinden Türk Lirasına çevrilerek
bunlar adına Türk Lirası olarak yapılan harcama tutarına eklenir.
Bu şekilde hesaplanacak borç, sarf tarihinden bu Kanunun yürürlüğe
girdiği tarihe kadar geçen süre için 1/1/2006 tarihinden geçerli olmak
üzere tespit ve ilân edilen kanunî faiz işletilerek hesaplanır. Bu
şekilde hesaplanacak borç miktarından ilgilinin bu zamana kadar
yaptığı tüm ödemeler mahsup edilir; fazla ödenen tutar var ise ilgililere
geri ödeme zorunluluğu doğurmaz. Kalan borç var ise ilgilinin durumu
ve ödettirilecek meblağ dikkate alınarak azamî beş yıla kadar taksitlendirilebilir.
Bunlardan borçlarını
mecburi hizmet yaparak ödemek isteyenler, bu maddenin yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren üç ay içerisinde Milli Eğitim Bakanlığına
müracaat etmeleri halinde, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun
48 inci maddesinde belirtilen genel şartları taşımaları kaydıyla,
müracaat tarihinden itibaren üç ay içerisinde atamaları yapılır
ve atandıkları kurumlarında, yurt içinde veya yurt dışında görmüş
oldukları öğrenim sürelerine ilişkin olarak genel hükümler çerçevesinde
belirlenen mecburi hizmet yükümlülüklerini yerine getirirler
ve ilgililer adına öğrenimleri nedeniyle çıkarılmış olan her türlü
borç tutarlarının takibinden vazgeçilerek tahsilat işlemine son
verilir. Bunların daha önce ödemiş oldukları tutarların bulunması
halinde, bu meblağa isabet eden süreler faiz borcu dikkate alınmaksızın
ilgililerin mecburi hizmet sürelerinden indirilir.
Bu Kanun kapsamında
yurt dışına gönderilen öğrenciler, yurt dışında resmî öğrenci olarak
geçirmiş oldukları öğrenim sürelerinin 18 yaşının tamamlanmasından
sonraki döneme ait olan kısmını, halen tâbi oldukları sosyal güvenlik
kurumuna bu maddenin yürürlük tarihinden itibaren üç ay içinde müracaat
etmeleri ve müracaat tarihi itibarıyla bulundukları görev ile
derece ve kademe ya da basamak ya da prime esas kazanç tutarı üzerinden
bu süreye ilişkin olarak hesaplanacak prim, kesenek, kurum karşılığı
gibi toplam yükümlülük tutarını müracaatın kabul tarihinden itibaren
oniki ayda eşit taksitler halinde ödemek suretiyle borçlanabilirler.
Taksit ödeme dönemi sonunda borcunun tamamını ödemiş olduğu tespit
olunanların borçlanmış oldukları bu süreler, emekliliğe tâbi toplam
hizmet süresinin hesabında ve sigortalılık ya da iştirakçiliğin
başlangıç tarihinin tespitinde dikkate alınır. Aylık taksitlerini
zamanında ödemeyenlerin önceki aylara ilişkin olarak ödemiş oldukları
tutarlar, süresi geçen son taksit tarihinden itibaren otuz gün içinde
ilgililere iade olunur. Başvuru tarihi itibarıyla herhangi bir
sosyal güvenlik kurumuna tâbi olmayanlardan, daha önce herhangi
bir sosyal güvenlik kurumuna tâbi çalışması olanlar en son tâbi oldukları
sosyal güvenlik kurumuna, daha önce herhangi bir sosyal güvenlik
kurumuna tâbi çalışması olmayanlar ise Sosyal Güvenlik Kurumuna
(Bağ-Kur Genel Müdürlüğüne) müracaatta bulunurlar ve bunların
borçlanacakları süreye ilişkin olarak ödeyecekleri toplam tutar,
8/5/1985 tarihli ve 3201 sayılı Yurt Dışında Bulunan Türk Vatandaşlarının
Yurt Dışında Geçen Sürelerinin Sosyal Güvenlikleri Bakımından Değerlendirilmesi
Hakkında Kanunun 4 üncü maddesi uyarınca Bakanlar Kurulu tarafından
belirlenen günlük tutar esas alınarak tespit olunur."
BAŞKAN – Geçici madde
1 üzerinde Anavatan Partisi Grubu adına Şanlıurfa Milletvekili
Sayın Turan Tüysüz; buyurun. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA TURAN TÜYSÜZ (Şanlıurfa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri,
Anayasanın 89 uncu ve 104 üncü maddeleri gereğince, Cumhurbaşkanınca
bir daha görüşülmek üzere geri gönderilen Bazı Kamu Alacaklarının
Tahsili ve Terkinine İlişkin Kanunun geçici 2 nci maddesi hakkında
Anavatan Partisi adına söz almış bulunmaktayım; Yüce Heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
Hükümetin çok çalıştığının ifadesi olarak Meclisimize getirmiş
olduğu yasalar, ne ilginçtir ki, bir bir ya Anayasa Mahkemesinden
ya da Cumhurbaşkanından geri dönmektedir. Bu getirilen Kanun da Sayın
Cumhurbaşkanından geri dönmüştür. İtiraz halinde, yarın bu Yasa
Anayasa Mahkememizden de geri dönecektir.
Bu kanun tasarısı,
Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun Tasarısı değildir.
Sadece ismi vardır, içeriği son derece özensiz hazırlanmış, oradan
ve buradan geceyarısı önergeleriyle desteklenmiş, kamu alacaklarıyla
ilgisi olmayan bir yasa tasarısı olarak karşımıza getirilmiştir.
“Bazı kanunlarda”,
“çeşitli kanunlarda” gibi kelimelerle başlayan kanunları çıkarmak
AKP Hükümetinde moda oldu. Son bir yıl içerisinde benzer başlıklı
kanun tasarısı 14’tür. Oysa, kanunlar, tanımlanan bir konuyu ele almalı
ve o konuyla ilgili kurumu, hizmet alanını ya da eylem ve işlemleri
düzenlemelidir. Bu tasarıda yirmiden fazla konu var ve çoğu da hukuk
devleti ilkelerine, hak ve özgürlükleri koruyup kollamaya, adaletli
bir hukuk düzenini kurup geliştirmeye, yargı denetimine açık, Anayasanın
eşitlik ilkelerine aykırı düzenlemelerden oluşmaktadır.
Hükümeti tekrar uyarıyoruz:
Birilerine şirin gözükmek için hukuksuzluğu, adaletsizliği Yüce
Meclisin önüne getirmeyin! Yüce Meclis, her zaman milletin çıkarlarını,
her şeyden önce, herkesten üstün tutmuştur.
Değerli milletvekilleri,
bu kanunun memurlar ve yurttaşlar tarafından doğru anlaşılması
çok zor olduğu gibi, doğru uygulanması da söz konusu değildir. Uygulamada
kanunun dışına çıkılacak, birçok hükmünün gereğinin yapılmasından
çekinilecektir. Bu kanunun çıkışının sorumlusu sadece tasarıya
imza atan Hükümet üyelerimizdir. Parlamentonun İktidar milletvekilleri,
karmakarışık ve belirsizliklerle dolu böyle bir kanun tasarısına
el kaldıranlar da bu sorumluluğun altına girmişlerdir. Meclisimizi
“Meclis torba kanun yapar, torbaya da istediğini koyar” diye anlama
hakkımız olduğunu sanmıyorum.
Biz, Anavatan Partisi
olarak alışılmış, yıkıcı bir muhalefet tarzını benimsemediğimizi,
aksine ülkemiz ve halkımızın menfaatına uygun konularda iktidara
destek vereceğimizi daha önce de belirtmiştik. Tasarının 1 inci
ve 2 nci maddelerinde dile getirilen hususlar ne tam anlamıyla karşı
çıkacağımız ne de tam anlamıyla destekleyeceğimiz hususlardır.
Geçici 53 üncü maddenin
(a) bendi lisansüstü eğitim-öğretim amacıyla yurt dışında kalmaları
gereken süre içerisinde öğrenimlerini tamamlayamadıkları için
kadrolarıyla ilişkileri kesilenlerin affedilmesini öngörmektedir.
Yurt dışında lisansüstü
eğitime gönderilmiş ve devlet tarafından hiç azımsanmayacak harcamalar
yapılmış başarısız öğrencilerin öncelikle neden gereken süre
içerisinde öğrenimlerini tamamlayamadıkları iyi araştırılmalıdır.
Bu konuda yeterince
bir bilgi olmadan bunların kayıtsız, şartsız affedilerek kurumlarına
geri dönmesi, başarılı, yükümlülüklerini yerine getirmiş öğrencilerin
çabalarına bir haksızlık olacak ve kamu vicdanını rahatsız edecektir.
Değerli milletvekilleri,
bu madde, Sayın Cumhurbaşkanımızın gerekçeleriyle birlikte seçici
bir işlemi haiz olacak şekilde yeniden düzenlenmedikçe kamu vicdanını
rahatsız edecektir. Kuşkusuz, yurt dışındaki öğrencilere kefil olmuş
insanların, o öğrencilerin başarısızlıklarıyla, epeyce yüklü
bir borcun altına girdiklerinin farkındayız. Bu insanların çoğu,
borçlarını karşılamayacak durumdadırlar. Bunların da mağduriyetinin
önlenmesi gerekir. Bu nedenle, bu insanların mağduriyetlerinin
giderilmesi, bizim de arzu ettiğimiz bir şeydir. Buna hiçbir vicdan
sahibi itiraz edemez, etmemelidir. Ancak, kurunun yanında yaşın
da yanmayacağı, ilkeli bir düzenleme yapmak da görevimiz, Yüce
Meclisin görevi olmalıdır.
Bugün bu yasal düzenlemeyi
yaparken, 5518 sayılı Yasa ile 1416 ve 2547 sayılı Yasalara eklenen
geçici 1 ve 53 üncü maddenin, hukuk devletinde bulunması gereken
adalet anlayışıyla, eşitlik ilkesiyle, kamu yararı ve hizmetin gerekliliğiyle
bağdaşmadığını düşünmekteyiz.
Aceleye getirilmiş,
sadece günü kurtarmaya yönelik yasal düzenlemelerin yerine, olayın
sosyolojik, ekonomik ve psikolojik boyutlarının ve kamu vicdanında
yer edecek hâkim bir yasal düzenleme yapılması konusunda ısrarımızı
tekrar tekrarlıyor, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ediyorum.
(Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına, Samsun Milletvekili Sayın Haluk Koç; buyurun. (CHP sıralarından
alkışlar)
CHP GRUBU ADINA HALUK
KOÇ (Samsun) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; çok kısa bir
açıklama için söz almış bulunuyorum.
Sayın Cumhurbaşkanımız
tarafından bazı maddelerinin tekrar görüşülmesi istemiyle Türkiye
Büyük Millet Meclisine geri gönderilen kanun tasarısının, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu olarak, daha önceki görüşmelerinde de duruşumuzu
ifade etmiştik.
Önemli bir insan kaynağının,
akademik dünyada Türkiye’ye katkı verebilecek bir insan kaynağının,
bugün, yükümlülükleri dolayısıyla, burslarından doğan yükümlülükleri
dolayısıyla, hem kendileri -şu anda çalışanlar- hem aileleri hem
de kefilleri çok ağır bir borç yükü altındalar.
Burada, atamayla ilgili
husus konusunda Sayın Cumhurbaşkanının iade gerekçeleri üzerinde
bir görüş belirtmek istemiyorum, saygıyla karşılıyorum.
Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu olarak, bu sorunun artık çözülmesi gerektiğine inanıyoruz
ve arkadaşlarımızla birlikte olumlu oy vereceğimizi ifade ediyorum.
Genel Kurulu saygılarımla
selamlıyorum. (CHP ve AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Koç, teşekkür
ediyorum.
Sayın Kandoğan, Sayın
Eraslan, konuşacak mısınız?
MEHMET ERASLAN (Hatay)
– Konuşmayacağım.
BAŞKAN – Geçici madde
1’i oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Geçici madde 2’yi okutuyorum:
"GEÇİCİ MADDE 2-
Bu Kanun uyarınca mecburi hizmet karşılığı yurt dışına gönderilenlerden,
bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce, borcunun tamamını
ödemeden veya mecburi hizmetini tamamlamadan vefat edenlerin
borç yükümlülükleri ortadan kalkar. Buna bağlı olarak, borçlunun
kendisi, mirasçıları ve kefilleri hakkındaki her türlü borç yükümlülükleri
ortadan kaldırılır ve her türlü borç takibi işlemlerine son verilir."
BAŞKAN – Geçici madde
2’yi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, görüşülmekte olan 1227 sıra sayılı kanun tasarısının
1 inci maddesinin oylamasının açıkoylama şeklinde yapılmasıyla
ilgili olarak bir talep vardır. Milletvekili arkadaşlarımın ismini
okuyacağım ve Genel Kurul Salonunda bulunup bulunmadıklarını
arayacağım.
Sadullah Ergin?.. Burada.
Bekir Bozdağ?.. Burada.
Zülfü Demirbağ?.. Burada.
Mahmut Kaplan?.. Burada.
Alaettin Güven?.. Burada.
Nusret Bayraktar?..
Burada.
Muharrem Karslı?.. Burada.
İbrahim Köşdere?..
Burada.
Fahri Keskin?.. Burada.
Muharrem Tozçöken?..
Burada.
İlyas Arslan?.. Burada.
Tevhit Karakaya?..
Burada.
Mehmet Çiçek?.. Burada.
Alaattin Büyükkaya?..
Burada.
Eyüp Ayar?.. Burada.
Muharrem Candan?.. Burada.
Ali Öğüten?.. Burada.
Osman Aslan?.. Burada
Ali Öğüten?.. Burada.
Osman Aslan?.. Burada.
Öner Ergenç?.. Burada.
Fikret Badazlı?.. Burada.
Sayın milletvekilleri,
tasarının 1 inci maddesinin açıkoylama şeklinde yapılmasına dair
önergeyi okudum, imza sahiplerini de aradım.
Açıkoylamanın şekli
hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.
Açıkoylamanın elektronik
oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Oylama için 4 dakika
süre vereceğim. Bu süre içerisinde sisteme giremeyen üyelerin
teknik personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme
giremeyen üyelerin, oy pusulalarını, oylama için öngörülen 4 dakikalık
süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.
Ayrıca, vekâleten oy
kullanacak sayın bakanlar var ise, hangi bakana vekâleten oy kullandığını,
oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan
oy pusulasını, yine, oylama için öngörülen 4 dakikalık süre içerisinde
Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.
Oylama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla
oylama yapıldı)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri,
8.6.2006 tarihli ve 5518 sayılı Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve
Terkinine İlişkin Kanunun 1 inci maddesinin açıkoylama sonucu:
Kullanılan oy sayısı : 381
Kabul : 381(x)
Sayın milletvekilleri,
2 nci maddeye bağlı Geçici Madde 52’yi okutuyorum:
MADDE 2- 4/11/1981 tarihli
ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununa aşağıdaki geçici maddeler
eklenmiştir.
"GEÇİCİ MADDE
52- Kısmî statüde görev yapanlara 15/3/2004 tarihinden önceki dönem
için ödenmiş olan makam ve görev tazminatları geri alınmaz; ödendiği
halde herhangi bir nedenle geri alınanlara geri alınan tutar iade
edilir. Bunlara, 15/1/2003 ile 14/3/2004 tarihleri arasındaki dönem
için ödenmeyen makam ve görev tazminatları, müstahak olunan tarihteki
miktarlar üzerinden ödenir."
BAŞKAN – Geçici Madde
52’yi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Geçici Madde 53’ü okutuyorum:
"GEÇİCİ MADDE
53- 33 üncü maddeye göre lisansüstü eğitim-öğretim amacıyla yurt dışına
gönderilenler ile 35 inci maddeye göre yurt içinde başka bir üniversiteye
lisansüstü eğitim-öğretim amacıyla gönderilenlerden veya üniversitelerinde
görev yapanlardan bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihe kadar;
(x) Açıkoylama kesin sonuçlarını gösteren tablo
tutanağın sonuna eklidir.
a) Lisansüstü eğitim-öğretim
amacıyla yurt dışında kalmaları gereken süre içerisinde öğrenimlerini
tamamlayamamaları nedeniyle kadroları ile ilişikleri kesilenlerden
veya ilişiği kesilmeyip devam edenler ile başka bir kamu kurumuna
naklen atananlardan,
b) Eğitimin herhangi
bir aşamasında, her ne sebeple olursa olsun Türkiye'ye çağrılmış
olanlardan,
c) Lisansüstü eğitim-öğretim
amacıyla yurt içindeki başka bir üniversitede kalmaları gereken
süre içerisinde öğrenimlerini tamamlayamamaları nedeniyle
kadroları ile ilişikleri kesilenlerden,
d) Eğitimlerinin herhangi
bir aşamasında istifa etmiş olmaları nedeniyle kadrolarıyla ilişikleri
kesilenler, sürelerinin bitiminde mecburi hizmetlerini tamamlamak
üzere görevlerine başlamayıp çekilmiş sayılanlar ile görevlerine
başlayıp da yükümlü bulundukları mecburi hizmetini bitirmeden
görevlerinden ayrılanlardan,
e) Herhangi bir üniversitede
görev yaparken yeniden atanmamak suretiyle üniversite ile ilişiği
kesilenlerden,
en az yükseklisans
(master) eğitimini başarıyla tamamlamış olanlar; bu maddenin yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren üç ay içerisinde Yükseköğretim Kuruluna
müracaat etmeleri halinde, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun
48 inci maddesinde belirtilen genel şartları taşımaları kaydıyla,
Yükseköğretim Kurulunca atanmalarının uygun bulunması üzerine
müracaat tarihinden itibaren üç ay içerisinde, (öncelikle daha
önce kadrolarının bulunduğu kurumlar olmak üzere) Kurulun belirleyeceği
yükseköğretim kurumlarındaki durumlarına uygun öğretim elemanı
kadrolarından birine atanabilirler.
Bunlardan durumları yukarıdaki (a), (b), (c), (d) ve (e) bentlerine
uyanlar için kullanılmak üzere yılda bir defa yapılmasına ilişkin
sınırlamaya tâbi olmaksızın 78 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin
ek 1 inci maddesi hükmü uyarınca Bakanlar Kurulu kararıyla ihtiyaca
göre öğretim elemanları kadrolarında unvan ve derece değişiklikleri
yapılabilir. Yükseköğretim Kurulunca atanması uygun görülmeyenler
altmış gün içerisinde yargı yoluna başvurabilirler. Yükseköğretim
Kuruluna başvurmayanlar ile Yükseköğretim Kurulunca ataması uygun
görülmeyenlerden, yargı yoluna müracaat etmeyenler ve yargı kararı
ile öğretim elemanı olarak atanmaları uygun görülmeyenler ise bu
Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içerisinde Devlet Personel Başkanlığına
müracaat ederler. Bunlar, personel ihtiyacı dikkate alınarak anılan
Başkanlıkça belirlenecek kamu kurum ve kuruluşlarının boş memur
kadrolarına sınav şartı aranmaksızın ve açıktan atamaya ilişkin sınırlamalara
tâbi tutulmaksızın altı ay içinde atanırlar.
Ancak bunlardan yükseklisans
eğitimini başarıyla tamamlayamamış olanlar, bu maddenin yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren üç ay içerisinde Devlet Personel Başkanlığına
müracaat etmeleri halinde, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun
48 inci maddesinde belirtilen genel şartları taşımaları kaydıyla
müracaat tarihinden itibaren üç ay içerisinde, personel ihtiyacı
dikkate alınarak anılan Başkanlıkça belirlenecek kamu kurum ve kuruluşlarının
boş memur kadrolarına sınav şartı aranmaksızın ve açıktan atamaya
ilişkin sınırlamalara tâbi tutulmaksızın atanırlar. Bunlardan halihazırda
Devlet memuru statüsünde çalışanların ise çalıştıkları kurumlarda
mecburi hizmetlerini yapmalarına müsaade edilir.
Bunlar, atandıkları
kurumlarında, halihazırda kamu kurumlarında görev yapanlar ise
bu kurumlarında yurt içinde veya yurt dışında görmüş oldukları öğrenim
sürelerine ilişkin olarak genel hükümler çerçevesinde belirlenen
mecburi hizmet yükümlülüklerini yerine getirirler ve ilgililer
adına öğrenimleri nedeniyle çıkarılmış olan borç tutarlarının takibinden
vazgeçilerek tahsilat işlemine son verilir. Bunların daha önce
ödemiş oldukları tutarların bulunması halinde, bu meblağa isabet
eden süreler ilgililerin mecburi hizmet sürelerinden indirilir.
Ancak, üniversiteye veya başka bir kamu kurumuna dönmek istemeyenlerden
mecburi hizmet karşılığı olarak, hizmetleri karşılığında aldıkları
yurt içi maaşlar talep edilemez. Bu maaşlar haricinde eğitimleri
için yapılan diğer ödemeler talep edilir.
Birinci fıkranın
(a), (b) veya (c) bentlerinde sayılan durumların gerçekleşmesine
rağmen, geçici 47 nci madde uyarınca öğrenim hakkı tanınanlardan
ataması yapılmış olanlar ile kadrolarıyla ilişikleri kesilmeyenlerden
haklarında borç takibi yapılanlar kadrolarında bırakılır; bunlar
hakkında da yukarıdaki fıkra hükmü uygulanır. Bunların yükseköğretim
kurumlarında çalışmış oldukları süreler mecburi hizmetlerinden
indirilir.
Bu madde kapsamına
girenlerden öğretim elemanı kadrosuna atananlardan tekrar mecburi
hizmet yükümlülüğü öngörülen bir görevlendirme yapılmış veya yapılacakların,
söz konusu görevlendirme çerçevesinde lisansüstü eğitim-öğretimlerini
başarılı bir şekilde tamamlamış olmaları veya tamamlamaları halinde,
bu görevde çalışmış oldukları süreler ilk görevlendirmeye ilişkin
mecburi hizmetlerinden indirilir ve ikinci görevlendirmeye ilişkin
mecburi hizmet yükümlülüğü devam eder; başarısız olmaları halinde
ise bu görevlendirmeden kaynaklanan mecburi hizmet yükümlülük süreleri
önceki mecburi hizmet yükümlülük sürelerine ilave edilir.
Yukarıda belirtilen
hükümler çerçevesinde öğretim elemanı veya memur kadrolarına
atandıktan sonra yükümlü bulundukları mecburi hizmeti bitirmeden
görevlerinden ayrılan veya bir ceza sebebiyle görevine son verilenler
ile bu madde kapsamına girdiği halde müracaat etmemeleri veya
Devlet Memurları Kanununun 48 inci maddesinde belirtilen genel
şartları taşımadıkları için atanamamaları nedeniyle mecburi
hizmet yükümlülüğünü yerine getirmeyenlerin yükümlü tutulacakları
tutar, imzaladıkları yüklenme senedi ile muteber imzalı müteselsil
kefalet senedi hükümleri dikkate alınmaksızın ve ilgililere ödeme
yapma sonucu doğurmaksızın, kendilerine döviz olarak yapılmış
olan her türlü masraflar için;
a) Bunlardan 657 sayılı
Devlet Memurları Kanununun ek 34 üncü maddesinin yürürlüğe girdiği
5/8/1996 tarihinden sonra yüklenme senedi ile muteber imzalı müteselsil
kefalet senedi alınanlar hakkında, anılan maddenin ikinci fıkrası
hükümlerine göre bu Kanunun yayımı tarihinden önceki süreler
için faiz uygulanmaksızın hesaplama yapılır.
b) 5/8/1996 tarihinden
önce yüklenme senedi ile muteber imzalı müteselsil kefalet senedi
alınanlar hakkında, ilgili adına fiilen ödemenin yapıldığı tarihteki
T.C. Merkez Bankasınca tespit ve ilân edilen efektif satış kuru üzerinden
Türk Lirasına çevrilerek bulunacak tutar ile bu tutara sarf tarihinden
bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihe kadar geçen süre için 1/1/2006
tarihinden geçerli olmak üzere tespit ve ilân edilen kanunî faiz işletilerek
hesaplama yapılır. Ancak, bu hükümlere göre hesaplama yapılması
sonucunda borçlunun aleyhine bir durum ortaya çıkması halinde (a)
bendi hükümleri uygulanır.
Hesaplanan borç miktarı,
ilgilinin durumu ve ödettirilecek meblağ dikkate alınarak azamî
beş yıla kadar taksitlendirilebilir. Bunların daha önce ödemiş oldukları
tutar ile mecburi hizmetlerinde değerlendirilen sürelere isabet
eden tutar, anılan madde uyarınca belirlenecek tutardan düşülür."
BAŞKAN – Geçici madde
53 üzerinde, Anavatan Grubu adına Gaziantep Milletvekili Sayın
Ömer Abuşoğlu; buyurun. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA ÖMER ABUŞOĞLU (Gaziantep) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
üzerinde tartıştığımız tasarı, biliyorsunuz, bazı maddeleri itibariyle
Cumhurbaşkanlığından geri gönderilen birtakım maddeler içeriyor.
Bu 53 üncü maddenin kapsamı içerisinde yer alan kişiler, devlet adına
veya üniversiteler adına yurt dışına gönderilip de başarısızlıkları
nedeniyle yurt içerisine dönmemiş veya bir kısmı başarılı oldukları
halde dönmemiş birtakım kişileri, birtakım yeni durumlarıyla devlet
memuru olmayan, eski durumları itibariyle devlet memuru olup da
görevlerine son verilen ve her biri birbirine benzemeyen çok farklı
statüdeki kişileri kapsıyor.
Ben, bu tasarı görüşülürken,
daha önceki konuşmamda, bunlarla ilgili, bunların niçin bu tür bir
mağduriyete uğradığını ifade etmiştim.
Arkadaşlar gürültüye
devam edecek olurlarsa, 10 dakikamın
tamamını kullanacağım; eğer gürültüye devam etmezlerse, meramımı
kısaca anlatıp, süreyi doldurmadan…
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri,
saygıdeğer arkadaşlarım; bakınız, milletvekilli arkadaşlarımızın
gidecekleri yerler var, çalışmalar var. Onun için, bir an önce tamamlayalım
konuşmaları. Ondan sonra, oylamalar yapacağız, açıkoylamalar. Lütfen,
üç beş dakika sabırlı olalım.
ÖMER ABUŞOĞLU (Devamla)
– Bu madde kapsamına giren üniversite asistanları, YÖK tarafından
yapılan merkezî bir sınavla, tüm Türkiye genelinde, Türkiye’deki
isteyen herkesin müracaat etmesine imkân sağlayacak şekilde, YÖK
tarafından yapılan bir sınavla, çeşitli üniversiteler adına asistan
olarak alınmışlar ve kadrolara atanmışlar ve daha sonra, bunlar, kadrolarına
atandıktan sonra da yurt dışına gönderilmişler. Yaklaşık iki sene
boyunca, bunlara, devlet, hem okul paralarını hem kitap paralarını
hem oradaki burslarını ödemek üzere, çok ciddî masraflarda bulunmuş;
ama, iki yıl sonra, dönemin YÖK Başkanı Sayın Kemal Gürüz, yurt dışına,
Amerika’ya giderek, orada güya bir inceleme gezisinde bu öğrencilerin
Türkiye aleyhine zararlı ve yıkıcı faaliyetlerde bulunduğunun
farkına varmış ve Türkiye’ye döndükten sonra… Bu, şuna çok iyi bir örnek;
devlet gücünü eline geçirenlerin, yetkiyi eline geçirenlerin bu
yetkiyi nasıl kötüye kullanmak istedikleri zaman önlerinin açık
olduğunu göstermesi açısından çok açık bir örnek teşkil ediyor. Onun
için, burada yasa yapılırken, yasalar üzerinde, tasarılar üzerinde
konuşulurken ucu açık yetkinin verilmemesi konusunda Yüce Heyetin
dikkatini çekmek istiyorum. Sayın YÖK Başkanı yurt dışından döndükten
sonra üniversitelere birer yazı yazıyor; falanca falanca öğrenciler
-isim belirterek- Türkiye aleyhine yıkıcı faaliyetlerde bulunuyor
ve bunların derhal öğrenimlerini yarıda keserek Türkiye’ye dönmelerinin
sağlanması... Elde hiçbir belge yok, hiçbir mahkeme kararı yok, hiçbir
müfettiş raporu yok, hiçbir soruşturma yok. O zaman idareciyim ben;
rektör yardımcısı olarak, özellikle bu yurt dışına giden öğrencilerin
işlemleriyle ilgileniyorum, sorumluluğu bende. Ortada apaçık
bir haksızlık var. Bir kısmı yükseklisanslarını bitirmeye üç dört
ay kalmış, bir kısmı yükseklisansını bitirmiş doktoraya başlamış,
not ortalamaları itibariyle oldukça başarılı. Bunları görevlerinin
başına dönmeye geri çağırmak noktasında hem insanî olarak hem vicdanî
olarak hem de Türkiye’nin o güne kadar yaptığı masrafları dikkate
alarak böyle bir çağrıyı yapmak içimden gelmedi yahut en azından yönetim
kurulunda bu konu görüşülürken itiraz ettim; en azından YÖK Başkanı
bu konuyla ilgili bize yazılı bir yazı göndersin, yazılı bir ifade
göndersin... Sadece sözlü ifade.
Yazılı ifade, falanca
falanca kişilerin görevlerine geri çağrılmaları. Gerekçe?.. Hiçbir gerekçe yok; hiçbir soruşturma raporu
yok, hiçbir mahkeme kararı yok, hiçbir müfettiş raporu yok. Bu öğrenciler
bu şekilde Türkiye’ye çağrıldılar. Bir kısmı tazminat ödemek noktasındaki
attıkları imzanın ağırlığından çekinerek görevlerini yarıda bırakıp
Türkiye’ye döndüler, bir kısmı bu çağrıya uymayıp yurt dışında öğrenimlerine
devam ettiler. Dönmeyenlerin memuriyetlerine son verildi. Bunları
niye anlatıyorum; Cumhurbaşkanının çünkü iade gerekçesinde birtakım
ifadeler var, bunlar, sınavsız tekrar memuriyete alınamazlar falan
noktasında. Bunlar, zaten, memuriyete girerken belli sınavlardan,
merkezî bir sınavdan geçmişler. O bakımdan, bu öğrencilere yapılan...
Devletin, kamunun ve kamuyu temsil eden kişilerin ve otoritenin
yaptığı açık bir haksızlık sonucu bu mağduriyetler ortaya çıkmış. Dolayısıyla,
sayın milletvekilleri, Cumhurbaşkanının iade gerekçesindeki hususları
dikkate almak bu mağduriyetlerin devamına yol açmaktadır.
Ben, gönül rahatlığı
içerisinde, Sayın Cumhurbaşkanının ileriye sürdüğü gerekçelere
uymadan, bu tasarıyı, bu maddeyi yeniden kabul etmek yönünde içim
rahat ve bu noktada da bu maddeye lehte oy vereceğimi ifade etmek
üzere huzurlarınıza çıktım; hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Madde üzerinde,
şahsı adına İstanbul Milletvekili Tayyar Altıkulaç; buyurun. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
Süreniz 5 dakika Sayın
Altıkulaç.
TAYYAR ALTIKULAÇ (İstanbul)
– Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; sözlerime başlamadan
önce hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Cumhurbaşkanının
anayasal yetkisini kullanarak Meclisimizde bir kere daha görüşülmek
üzere iade ettiği bir yasa tasarısının maddeleri üzerinde müzakere
ediyoruz. Sayın Cumhurbaşkanının, tabiî ki, anayasal hak ve görevi
olarak bunu iade onun için ne kadar bir haksa, bu tasarı üzerinde Sayın
Cumhurbaşkanının iade gerekçelerini değerlendirmek, ona katılmak
ya da katılmamak Yüce Meclis için ve hepimiz için en tabiî bir hak.
Değerli arkadaşlarım,
bu öğrencilerin yurt dışında, Yükseköğretim Kurulu veya kamu kuruluşları
tarafından yurt dışına gönderilen öğrencilerin, benden önceki konuşmacıların
da ifade ettiği gibi, çok değişik, çok farklı durumları var. Yükseköğretim
Kurulunun bunları geri çekme gerekçelerinin, ne yazık ki, hiçbir
yasal dayanağı da yok.
Aslında yaptığımız
iş, bu öğrenciler için bir af yasası çıkarmak değil, bir ihkakı hak
olayıdır. Yani, haksızlığa uğramış bir gençliğin haklarının kendilerine
iadesidir; ama, ne yazık ki, buna biz bir af yasası demek durumundayız.
Bu yasayla biz neyi
sağlamış oluyoruz; çok ağır borç yükü altına girmiş, ödenemez rakamlarla
faiz borcu altına girmiş aileleri, gençleri bu sıkıntıdan kurtarıyoruz,
bir.
İkincisi; devleti,
tahsil etmesi çok imkânsız hale gelmiş, neredeyse imkânsız hale gelmiş
bir alacağını tahsil etme imkânına kavuşturuyoruz.
Bir diğer önemli nokta
da, yurt dışında eğitim yapmış, yükseklisans yapmış, doktora yapmış,
dil öğrenmiş bu gençlerden ülkemizin yararlanması, yükseköğretim
kurumlarımızın yararlanması imkânını bu yasayla getirmiş oluyoruz.
Bu itibarla, içimize sine sine bir af yasası ya da ihkakı hak yasasını
Meclisimizde kabul etmiş olacağız.
Ben, şahsen, bu yasa
lehinde oy kullanacağımı bildiriyor; bu gençlere, ülkemize, maliyemize,
devletimize hayırlı olması dileğiyle Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Geçici madde
53’ü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Geçici madde 54’ü okutuyorum:
"GEÇİCİ MADDE
54- Bu Kanun uyarınca mecburi hizmet karşılığı yurt dışına gönderilenlerden,
bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce, borcunun tamamını
ödemeden veya mecburi hizmetini tamamlamadan vefat edenlerin
borç yükümlülükleri ortadan kalkar. Buna bağlı olarak, borçlunun
kendisi, mirasçıları ve kefilleri hakkındaki her türlü borç yükümlülükleri
ortadan kaldırılır ve her türlü borç takibi işlemlerine son verilir."
BAŞKAN – Geçici madde
54’ü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, 2 nci maddeyle ilgili olarak bir açıkoylama talebi
vardır.
Açıkoylama talebinde
bulunan sayın milletvekillerinin isimlerini okuyup, Genel Kurulda
olup olmadıklarını arayacağım:
Sayın Sadullah Ergin?..
Bekir Bozdağ?..
Zülfü Demirbağ?..
Mahmut Kaplan?..
Alaettin Güven?..
Nusret Bayraktar?..
Muharrem Karslı?..
İbrahim Köşdere?..
Fahri Keskin?..
Muharrem Tozçöken?..
İlyas Arslan?..
Tevhit Karakaya?..
Mehmet Çiçek?..
Alaattin Büyükkaya?..
Eyüp Ayar?..
Muharrem Candan?..
Ali Öğüten?..
Osman Aslan?..
Öner Ergenç?..
Fikret Badazlı?..
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, açıkoylamanın şekli hakkında Genel Kurulun kararını
alacağım.
Açıkoylamanın elektronik
oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
Oylama için 3 dakika
süre vereceğim.
Bu süre içinde sisteme giremeyen üyelerin teknik
personelden yardım istemelerini; bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen
üyelerin, oy pusulalarını, oylama için öngörülen 3 dakikalık süre
içinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.
Ayrıca, vekâleten oy kullanacak sayın
bakanlar var ise, hangi bakana vekâleten oy kullandığını, oyunun rengini
ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy pusulasını,
yine oylama için öngörülen 3 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa
ulaştırmalarını rica ediyorum.
Sayın milletvekilleri,
bir oylama daha vardır; lütfen, Genel Kuruldan ayrılmayınız.
Oylama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla
oylama yapıldı)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri,
8.6.2006 tarihli ve 5518 sayılı Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve
Terkinine İlişkin Kanunun 2 nci maddesinin açık oylama sonucu:
Kullanılan oy sayısı : 386
Kabul : 385
Çekimser : 1(x)
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, kanunun bazı maddeleri af içerdiğinden, tümünün oylamasını
açık oylama şeklinde yapacağız.
Açık oylamanın şekli
hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.
Açık oylamanın elektronik
oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Oylama için 3 dakika
süre vereceğim.
Oylama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla
oylama yapıldı)
BAŞKAN – Saygıdeğer
milletvekili arkadaşlarım, 8.6.2006 tarihli ve 5518 sayılı Bazı Kamu
Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun ve Anayasanın 89
uncu ve 104 üncü maddeleri gereğince Cumhurbaşkanınca bir daha görüşülmek
üzere geri gönderme tezkeresinin tümü üzerinde yapılan açıkoylama
sonucunu açıklıyorum:
Kullanılan oy sayısı : 398
Kabul : 398(x)
Böylece, kabul edilmiş
ve kanunlaşmıştır; öğrencilerimiz için, yakınları için ve milletimiz
için hayırlar getirmesini diliyorum.
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, şimdi ara vereceğiz; ama, ara verdikten sonra tekrar
iki kanun üzerindeki görüşmelerimiz devam edecektir.
Saat 21.05’te toplanmak
üzere, birleşime ara veriyorum.
Kapanma Saati: 20.03
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 21.14
BAŞKAN: Başkanvekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP ÜYELER: Mehmet DANİŞ (Çanakkale), Yaşar TÜZÜN
(Bilecik)
BAŞKAN – Saygıdeğer
milletvekili arkadaşlarım, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 122
nci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.
Kanun tasarı ve tekliflerini
görüşmeye devam edeceğiz.
10 uncu sıraya alınan,
Hâkimler ve Savcılar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu raporunun görüşmelerine başlıyoruz.
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
11.- Hâkimler ve Savcılar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1220) (S. Sayısı:
1217) (x)
BAŞKAN – Komisyon ve
Hükümet?.. Yerinde.
Komisyon raporu 1217
sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde
-bir konuşmacı- Anavatan Grubu adına Malatya Milletvekili Sayın
Süleyman Sarıbaş; buyurun. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Değerli arkadaşlar,
1217 sıra sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı üzerinde Anavatan Partisi adına söz almış bulunuyorum;
hepinizi saygıyla selamlıyorum. Ayrıca, televizyonları başında
bu önemli kanunun çıkmasını bekleyen meslektaşlarımıza, hâkim arkadaşlarımıza
ve yargı mensuplarımıza da saygılarımı sunuyorum.
Değerli arkadaşlar,
hâkimlik ve savcılık mesleği istisnaî bir meslektir, hem istisna bir
meslek hem de müstesna bir meslektir; yani, hâkimlerimizi ve savcılarımızı
devlet memuru kategorisinden ayrı tutmamız lazım, yaptıkları görev
itibariyle, toplumdaki saygınlıkları itibariyle. Karar verme erkini;
yani, adalet dağıtma, hak dağıtma erkini elinde bulunduran bu kutlu
mesleğin mensuplarının, hakikaten, ekonomik ve sosyal hayatlarının
çok zor olduğunu…
Salih Bey, sen, tabiî,
bunu getirmeyi fazla düşünmüyordun; ama, zannediyorum, Cumhuriyet
Halk Partisi ile bizim ısrarımızla…
İRFAN GÜNDÜZ (İstanbul)
– Alakası yok Sayın Başkan.
SALİH KAPUSUZ (Ankara)
– Biz getirdik…
SÜLEYMAN SARIBAŞ (Devamla)
– Siz getirdiniz de, ekime kalma ihtimali vardı da, onun için gülüyorsun.
AHMET YENİ (Samsun) –
AK Parti getirmezse olmaz.
SÜLEYMAN SARIBAŞ (Devamla)
– Biz bunun gelmiş olmasına, görüşülmüş olmasına, gerçekten… Siz
de getirmiş olsanız, bütün siyasî parti gruplarımızın desteği var;
çünkü…
İRFAN GÜNDÜZ (İstanbul)
– Biz getirdik.
(x) 1217 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
SÜLEYMAN SARIBAŞ (Devamla)
– Hayır, ben Salih Bey güldüğü için söylüyorum. Gülüş sebebini izah
edeceksin o zaman çıkıp buraya.
Şimdi, değerli arkadaşlar,
hakikaten, şaka bir tarafa, hâkimlerimiz ve savcılarımız hakikaten
zor şartlarda yaşıyorlar. Şimdi, bu meslek öyle bir meslek ki, çoğu
eşimiz, dostumuz, arkadaşımız, meslektaşımız; parası bitse kimseden
para isteyemez, borç alamaz -kendi kanunlarında zaten var, Sayın Bakan
da bilir- borçlanamaz; mutlaka, bulunduğu yerde, cebinde, kendi
kıt kanaat geçimiyle, kıt kanaat aldığı ücretle geçinmek mecburiyetinde.
Hele hele, mesleğe ilk başladıklarında, Anadolu’nun en ücra köşelerinde,
kuş geçmez, kervan geçmez yerlerde keşifler yapan, kadastro çalışmaları
yapan, suç işleyene ceza müeyyideleri koyan ve toplumun huzur ve
barışı için adalet dağıtan bu insanları, bu Meclisin, Türkiye’nin,
Türkiye Devletinin, bu büyük devletin, mutlaka, hak ettikleri statüye,
hak ettikleri sosyal ve ekonomik hayata kavuşturmaları gerekir
diye düşünüyorum.
Bu tasarıyı hazırlayan
Bakanlığımıza, bu tasarının hazırlanmasına talimat veren Sayın
Başbakana, bu tasarının hazırlanmasına katkı sağlayan Sayın Bakana
çok teşekkür ediyorum. Hakikaten, yıllardır… Son dönemde, zannediyorum,
Seyfi Bey bir zam yapmıştı, Seyfi Oktay Beyin bakanlığı döneminde
bir iyileştirme getirilmişti. Ondan bugüne, paranın satın alma gücündeki
kayıplar, paranın değer kaybı karşısında, hâkim ve savcılarımız,
hakikaten, ekonomik yönden çok zor durumda idiler.
Şimdi, üç erkten, üç
temel erkten birini kullanıyorlar. Yargıtayda, biliyorsunuz, arkadaşlar,
32 dairemiz var, senede 500 000 dosya. Yani, bu demektir ki, hemen hemen,
her dairemiz, günde yüzde 100’e yakın dosyayı -ki, bunlar hakikaten
önemli dosyalar- karara bağlıyorlar. Bunların içinde çeteler var, bunların içinde banka
hortumlayanlar var, bunların içinde mafyalar var. Bu kadar ağır dosyalara
karar veren insanlarımızın, sosyal yönden de, ekonomik yönden de
çok rahat, çok dik olmaları lazım. Onun için, bu tasarı önemli bir tasarıdır.
Bu tasarıyla, inşallah, arzu edilen noktaya gelmiş olurlar.
Ancak, tasarının içeriğine
baktığımız zaman, tasarının içeriğinde eleştireceğimiz yönler
de var. Ben, açık söylüyorum, buradaki hiyerarşik düzene çok katıldığımı
söyleyemem Sayın Bakanım. Yani, Anayasa Mahkemesi üyesi ile Yargıtay
üyelerinin sınıfsal bir ayırımları yok. Yani, Anayasa Mahkemesi
üyelerimiz de Yargıtay üyelerimizle aynı statüde olmasına rağmen…
Anayasa Mahkemesi üyelerimize neden çok verildi demiyorum; ama,
Yargıtay üyelerimizin de o noktaya çekilmesi lazım; yani, ne diyor
tasarının 103 üncü maddeyi değiştiren 2 nci maddesinde: “Anayasa
Mahkemesi Başkanı, Yargıtay Başkanı, Danıştay Başkanı, Uyuşmazlık
Mahkemesi Başkanı, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Danıştay
Başsavcısına yüzde 100…” Doğru, bunlar en üst yargı görevleri, yüzde
100; ama, hemen bir altında; Anayasa Mahkemesi Başkanvekili, Anayasa
Mahkemesi üyeleri, Yargıtay ve Danıştay Birinci Başkanvekilleri,
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcı Vekilleri, Yargıtay ve Danıştay Daire
Başkanları ile Adalet Bakanlığı müsteşarları hemen 86’ya düşüyor,
14 puan; bu çok fazla bir fark. Bunun, en azından 96 olması lazım. Bunu
96 yapmamız lazım. Yargıtay üyelerimizi de en azından 94 ile, yani,
çok cüzî bir farkla araya koymamız lazım; çünkü, ne yapıyoruz: Biz,
Anayasa Mahkemesi üyelerimize 86 veriyoruz, Yargıtay üyelerimize
83 veriyoruz. İlk gelen taslakta 84 idi, sonradan bunun 1 puan düşürüldüğünü
gördük. Bu düşürülmemeliydi ve biz, bu konuda, bir önerge vereceğiz.
Anayasa Mahkemesi Başkanı ve Yargıtay Başkanı, yani yüksek yargının
başkanları yüzde 100 alırken, hemen bir alt sınıfta, (b) şıkkında sayılan
arkadaşlarımızın 96, Yargıtay üyelerimizin ve Danıştay üyelerimizin
de 94’e çıkartılması lazım; çünkü, bununla getirilen birtakım hakların,
zaten Sosyal Güvenlik Yasasıyla da, birtakım kayıpları olacak; dolayısıyla,
bunun, bir önergeyle düzeltilmesi lazım.
Adlî yargıda görev yapan,
birinci sınıfa ayrılmış, yani, birinci sınıfta altı yılını doldurmuş,
Yargıtay ve Danıştay üyeliğine seçilme hakkı kazanmış olan arkadaşlarımızın
da 79’da olması, o da kabul edilebilir bir durum değil; çünkü, eğer
kadro olsa, bu arkadaşlarımız da seçilme yeterliliğine sahipler
ve seçilselerdi, bunların da belki 94’lere, 96’lara gelme ihtimalleri
varken, bunları 79’da bırakmanın da adaletle bağdaşan bir tarafı olmadığı
kanaatindeyim. Bunları, kendi aralarında 2’şer puan silsileyle
farklılaştırarak daha uyumlu hale getirmiş oluruz diye düşünüyorum.
Tabiî, denilebilir
ki, diğer devlet memurlarımız da bu ülkede hakikaten zor şartlarda
yaşıyorlar, aldıkları ücretler, hakikaten onların da yaşamasına,
rahat hayat yaşamasına veyahut da geçimlerini sağlamasına zorlanıyorlar;
ancak, onların da mutlaka iyileştirilmesi lazım. Bütçe Kanununda
da söyledik, ondan sonraki bu tür düzenlemelerde de hep söylüyoruz;
bu düzenlemelerin bir sistematik içerisinde, yani, ücret artışlarının
bir sistematik içerisinde bütün kamu görevi yapan insanlarımızı
da kapsayacak şekilde yapılması lazım.
Sayın Bakanım, bilirsiniz
ki, yılbaşında biz kamu memurlarına yüzde 2,5 zam yaptık, işte, temmuz
ayında da bir yüzde 2,5 yapacağız; ama, son bir ayda paramızın ekonomik
alım gücünün yüzde 30’lar oranında değer kaybettiğini görünce, yüzde
2,5 zamları, artık, memura verilmiş bir zam olarak telaffuz etmek
doğru bir şey değil. O iyileştirmenin de bir an önce gelmesi lazım.
Ancak, diğer memur ve
kamu görevlilerimizin, hâkimlerimize, yargı mensuplarımıza yapılan
bu iyileştirmeyi hiç kıskanmamaları lazım; çünkü, hakikaten, yargı
mensubu olmak, hak dağıtmak, adalet dağıtmak, ayrı bir, müstesna bir
meslek. O mesleği, memurluk mesleğinden ayırmamız lazım. Zaten onun
içindir ki, hâkimlerimiz ve savcılarımız 657 sayılı Yasaya tabi değil,
kendilerine ait özel yasaları, özel statüleri vardır; çünkü, yaptıkları
iş özeldir, yaptıkları hizmet statüsü özel bir statüdür.
Bu bakımdan, bu yasayı
sonuna kadar desteklediğimizi, açık olarak desteklediğimizi ifade
ediyorum; ancak, ücret sistematiği içerisinde bu bir dengesizlik
görüyorum; onun düzeltilmesini, ona katkı sağlanmasını, en azından,
yüzde 100’den başlayarak 2’şer puanlık bir düşmeyle neticeye kavuşturulmasını…
Yargı arasında, hele hele, yüksek yargı üyeleri arasında bir farkın,
çok fazla farkın orada tartışma konusu yaratacağını düşünüyorum.
Zira, en büyük itiraz o tabiî; Anayasa Mahkemesi üyeleri ile Yargıtay
ve Danıştay üyelerimizin, sanki, farklı sınıflardanmış gibi ayrı
ayrı ücret skalasına tabi tutulması çok doğru değil. Yüksek yargı
mensubu olan bütün hâkimlerimiz, yaptıkları görev itibariyle eşit
şartlardadırlar. Zaten, Anayasa Mahkememiz, diğer yargı, yüksek
yargımızın bir üstlük-altlık ilişkisi içerisinde bulunmamaktadır;
eşitler içerisinde, sadece protokolde bir üstünlük vardır. Dolayısıyla,
bu aradaki farkın mutlaka kaldırılması gerekir diye düşünüyorum.
En alt grupta görev yapan 7 nci derecedeki, 8 inci derecedeki hâkimlerimizin
de bir miktar daha artırılmasında fayda var; çünkü, her zaman bu zamları
yapmak, her zaman bu tür kanunları Meclisten geçirmek mümkün olmuyor.
Mademki, bir defa yapıyorsak, bunu, hiç değilse, insanca yaşam koşullarını
ortaya koyacak, devletimizin de olanakları itibariyle... Ki, bunların
sayısı çok değil; yani, Türkiye’de 10 000’e yakın hâkim ve savcımız var.
Netice itibariyle bir erki idare ediyorlar, bir erki kullanıyorlar.
Dolayısıyla, bu devlet, bu büyük devlet, adalet dağıtan 10 000 hâkim
ve savcısına sahip çıkabilecek, onların sosyal ve ekonomik şartlarını
iyileştirebilecek güçtedir, kudrettedir. Bunu onlara bir lütuf
olarak değil, onların yaptığı görevin ehemmiyetine, onların yaptığı
görevin istisnalığına ve onların yaptığı görevin müstesnalığına
bağlamak gerekir diye düşünüyorum.
Bu duygularla, hepinize
saygılar sunuyorum. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Sarıbaş,
teşekkür ediyorum.
Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına, Mersin Milletvekili Sayın Mustafa Özyürek; buyurun.
(CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA MUSTAFA
ÖZYÜREK (Mersin) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle, Meclisin
tatile girmesinden önce hâkimler ve savcılarımızla ilgili bir iyileştirme
yasasının gündeme gelmiş olmasından mutluluk duyduğumuzu ifade
etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım,
Plan ve Bütçe Komisyonunda bu tasarı görüşülürken de ifade ettiğimiz
bazı eksikleri tekrar belirtmek üzere huzurunuzdayım.
Öncelikle, başta da
belirttiğim gibi, yetersiz bulmamıza rağmen, belli bir iyileştirmenin
yapılmış olması son derece olumlu; çünkü, hâkim, yargıç ve diğer yüce
mahkemelerin üyelerinin çok önemli bir görev yaptıklarından hiç
kuşku yok. Dünyanın her yerinde hâkimlik, savcılık mesleği son derece
saygın bir meslektir ve toplumda herkesin saygı duyması gereken mesleklerdir;
çünkü, yaptıkları işler son derece önemlidir. Elbette, toplumda görev
alan herkesin yaptığı iş önemlidir; ama, hâkim ve savcıların yaptıkları
işler başka görevlerle, başka işlerle kesinlikle karşılaştırılamaz.
Çok güzel bir deyim
vardır: Et kokarsa tuz var derler, tuz kokarsa ne var derler. Eğer, yargı
erki bir ülkede tam çalışırsa, iyi çalışırsa, oradaki haksızlıkları,
adaletsizlikleri kesinlikle önlersiniz; ama, yargıda bir bozulma,
siyasallaşma gündeme geldiği zaman, işte, toplum, artık çığırından
çıkar, yönetilemez hale gelir. Ne yazık ki, Türkiye’de yargıyla ilgili,
yargıyı siyasallaştırmayla ilgili bazı olumsuz gelişmelere tanık
olmaktan büyük üzüntü duyuyoruz; çünkü, yargıçlar, her türlü tartışmanın
dışında, her türlü siyasal etkinin dışında tutulması gereken insanlardır;
çünkü, adalet, sonunda herkese lazım olur. Başbakan da olsanız, bakan
da olsanız, milletvekili de olsanız, sade vatandaş da olsanız, sonunda,
yargı, herkes için vazgeçilmez bir kurumdur. Nitekim, Türkiye’de Başbakanların
da yargılandığını gördük. O nedenle, hâkimlerin, savcıların, toplumda
çok müstesna bir konumda tutulması gerekir ve bir Yargıtay Başkanımızın
ifade ettiği gibi, vicdanı ile cüzdanı arasında kesinlikle sıkışıp
kalmamalıdır. Onun için, yargıçlarımızın ve savcılarımızın özlük
haklarını iyileştiren bu yasayı olumlu karşılıyoruz; ama, yetersiz
olduğunu da baştan ifade etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım,
Sayın Sarıbaş da ifade etti; burada, bir iyileştirme yapılırken,
belli yargıçlarımızın, yüksek mahkemelerin üyelerinin özlük hakları
düzeltilirken, bunların arasında var olan dengeyi bozan bazı düzenlemeler
var. Bürokraside ücretin miktarından daha önemlisi, ücretin adil
olmasıdır. Eğer, herhangi bir bürokrat, herhangi bir yargıç, kendisiyle
aynı görevi yaptığını düşündüğü bir kimseden daha az ücret alırsa,
sizin verdiğiniz paranın, ona sağladığınız imkânın hiçbir değeri
kalmaz; o dengesizlik, o adaletsizlik büyük tartışmalara neden
olur. Burada da böylesi önemli tartışmalara neden olan düzenleme
var. Bizim de bir önergemiz var. Özellikle birinci sınıf hâkimler ile
yüksek mahkemelerin üyeleri arasındaki ücret farkının mutlaka giderilmesi
lazım.
Değerli arkadaşlarım,
içimizde yargıdan gelen arkadaşlarımız var, hâkimlik, savcılık yapmış
arkadaşlarımız var. Hepsi bilirler ki, kürsü hâkimlerinin yükü son
derece ağırdır. Kürsü hâkimidir katille karşı karşıya kalan, kürsü
hâkimidir hırsızla, dolandırıcıyla karşı karşıya kalan. Onun için,
bu hâkimlerimizin, bu savcılarımızın durumlarını mutlaka iyileştirmemiz
lazım.
Buradaki tasarıyla,
Danıştay ve Yargıtay üyeleri ile, birinci sınıf hâkimler arasındaki
fark açılmaktadır. Bu, dengesizliğe yol açacaktır, bu, haksızlığa yol
açacaktır. Bunu mutlaka gidermemiz gerekiyor değerli arkadaşlarım.
Bir diğer önemli nokta;
diyebilirsiniz ki, işte, birisi üye olmuş, Danıştaya, Yargıtaya
üye olarak seçilmiş, öbürü seçilmemiş. Tabiî, seçilme hakkına, seçilecek
konuma gelen kimseler yeteri kadar kadro olmadığı için oralara seçilemiyorlar.
Onların bir eksikliğinden kaynaklanan farklılık değil. O nedenle,
önergemize ilgi gösterilmesini, bu noktadaki adaletsizliğin mutlaka
giderilmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Değerli arkadaşlarım,
hâkimler ve savcılarla ilgili bir iyileştirme yaparken, hâkimlik ve
savcılık mesleğinden emekli olanları düşünmemek büyük haksızlık,
büyük dengesizliktir. O nedenle, bu iyileştirme, hâkimler ve savcılara
getirdiğimiz bu ücret artışı, ne yazık ki, emekli hâkim ve savcılara
yansımamaktadır. Onları da mutlaka düşünmemiz gerekir. Diyelim,
bu kanun çıkmadan -özellikle temmuz ayı, biliyorsunuz, yaş nedeniyle
önemli emekliliklerin meydana geldiği bir aydır- önce emekliye ayrılan
yüzlerce hâkimimiz, savcımız, yüksek mahkemelerin üyeleri bu yasaların
getirdiği olanaklardan hiçbir şekilde yararlanamayacaklar; çünkü,
bu olanakları, yaptığımız bu zamları emeklilere yansıtmıyoruz.
Bu, büyük haksızlıktır; bu, büyük dengesizliklere yol açar. Onun
için, burada getirdiğimiz artışı aynen emeklilere de -tabiî, emeklilik
maaşlarına uygulanan katsayılar kapsamında- yansıtmamız kaçınılmazdır.
Değerli arkadaşlarım,
bu yasa tasarısı Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülürken, merkezî
denetim elemanlarının, müfettişlerin, hesap uzmanlarının, gelirler
kontrolörlerinin, bakanlık müfettişlerinin de ücretlerinde, yetersiz
de olsa bir iyileştirme yapılması görüşü hâkim olmuştu. Bu çerçevede,
alt komisyonda benimsenen, kabul edilen bir maddeyle merkezî denetim
elemanlarına da bir iyileştirme yapılması karara bağlanmıştı. Ne
yazık ki, özellikle Başbakanlıktan gelen telkinler doğrultusunda,
o maddeye oy veren; yani, merkezî denetim elemanlarının da maaşlarına
belli ölçüde zam yapılmasını kabul eden arkadaşlarımızın bile farklı oy vermeleriyle, madde, metinden
çıkarıldı. Yani, biz, müfettişlere, merkezî denetim elemanlarına,
sizlere de bir iyileştirme yapıyoruz, bir ücret artışı getiriyoruz
dedik, onları sevindirdik; fakat, daha sonra komisyona gelince bunu
geri aldık.
Değerli arkadaşlarım,
bu camiayı, müfettişleri, hesap uzmanlarını, gelirler kontrolörlerini,
bakanlık müfettişlerini bu davranışımızla rencide ettik. Diliyorum
ki, Genel Kurul, bu arkadaşlarımızın, bu camianın hakkını teslim
etsin.
Şöyle bir önemli dengesizlik
oluyor değerli arkadaşlarım. Biliyorsunuz, Sayıştay bir mahkeme
sayıldığı için, Sayıştay denetçilerinin bu yasa nedeniyle ücretlerinde
bir artış olacak, onlar bundan yararlanacak. Buna karşılık, bir bakanlık
müfettişi, bir maliye müfettişi, bir hesap uzmanı, bir gelirler
kontrolörü bundan yararlanamayacak ve hepiniz, müfettişlikten
gelen arkadaşlarım varsa çok iyi bilirler, özellikle taşraya gidildiğinde
aynı mekânlarda kalınır, aynı yerlerde çalışılır, aynı defterdarlıklarla
çalışılır. Sayıştay üyesi veya Sayıştay denetçisi çok yüksek ücret
alacak -alsın, daha fazlasını da keşke verebilsek- ama, buna karşılık
aynı işi yapan bir maliye müfettişi, bir bakanlık müfettişi, bir hesap
uzmanı, bir gelirler kontrolörü ondan çok daha az ücret alacak!.. Bunu hakkaniyetle, bunu eşitlikle izah etmek kesinlikle
mümkün değildir.
Plan ve Bütçe Komisyonunun
alt komisyonu bu haksızlığı, bu adaletsizliği gördü, bunu düzeltmek
üzere bir maddeyi metne ilave etti; ama, ne yazık ki, komisyonda, şimdi
görüşmekte olduğumuz tasarıda, bu çıkarıldı. Diliyorum ve bekliyorum
ki, bu haksızlık düzeltilsin ve müfettişlerin, merkezî denetim elemanlarının
da hakkı teslim edilsin.
Değerli arkadaşlarım,
tabiî, yargı bir bütün. Bu yargının içinde, çeşitli, hâkimler ve savcıların
yardımcısı konumunda olan, eski deyimiyle zabıt kâtibi olan, mübaşirlik
yapan, çeşitli hapishanelerde görev yapan ve gece gündüz çalışan,
icra memurluklarında çalışan insanlarımız var. Yani, bu insanların
gözü hâkimin, savcının aldığı zamda olmamalıdır. Gece gündüz birlikte
çalışan o insanların da durumlarını iyileştiren bir düzenlemeyi
mutlaka yapmamız lazım. Bunu yapmadığımız zaman da, adliye camiasının,
Anayasa Mahkemesi Başkanından başlayarak mübaşirine kadar giden,
bir bütünlük arz eden adliye camiasının sorunlarını çözmüş olmayız.
Çözmediğimiz gibi, aralarında, işte, zam alanlar-alamayanlar, az
zam alanlar-çok zam alanlar gibi büyük adaletsizlikleri, haksızlıkları
beraberinde getirmiş oluyoruz.
Elbette, Türkiye’nin
kamu reformuna ihtiyacı var. Bu Hükümete, işte, üniversite hocalarının
durumunu ne zaman düzelteceksiniz dediğimiz zaman, hep derler ki,
bekleyin, personel reformu yapacağız, o zaman düzelteceğiz. Kaymakamların,
valilerin, mülkiye müfettişlerinin durumunu ne zaman düzelteceksiniz
dediğimiz zaman, derler ki, bekleyiniz, personel reformu yapacağız.
Doktorlar için böyle, ziraat mühendisleri için böyle. Bütün kamu görevlileri
için bir personel reformu edebiyatıdır gider; ama, hepimiz biliyoruz
ki, dört yıl geçti, AKP İktidarının dört yılı geçti, hâlâ, personel reformuyla
ilgili bir tek adım atılmadı. Arada bir, son derece antidemokratik,
kamu personelinin haklarını elinden alan bazı taslakların orada
burada dolaştığını görürüz. Bu taslaklara yönelik olumsuz tepkiler
artınca da, bu taslaklar geri çekilir ve personel reformu tekrar
uyumaya terk edilir.
Değerli arkadaşlarım,
elbette, başta da ifade ettim, hâkimlerimize ve savcılarımıza daha
fazla imkân tanımak bizim dileğimizdir; mutlaka, bunu vermeliyiz,
tanımalıyız; ama, dengeleri de gözetmek lazım. Şimdi, kaymakam ile
bir ilçedeki savcı arasında önemli dengesizlikler kendini gösterecektir.
Bir birinci sınıf hâkim ile valinin maaşı arasında dengesizlikler
görülecektir. İster istemez; vali, devletin oradaki temsilcisidir;
onun, her bakımdan, özellikle özlük hakları yönünden de önemli bir konumda,
farklı bir konumda olması gerekirken, şimdi, daha alt bir konuma
doğru onları itmiş oluyoruz. O nedenle, bu düzenleme, eksiklerine
rağmen, yetersizliklerine rağmen, desteklediğimiz bir düzenleme;
fakat, bu düzenleme, yeni yeni düzenlemeleri kaçınılmaz hale getiriyor
ve personel reformunu acil hale getiriyor. O nedenle, Hükümetin,
bir an önce, tüm kamu personelinin özlük haklarını yeni baştan düzenleyen
ve özellikle, kamu personeli arasında var olan dengesizlikleri gideren
bir personel reformunu bu Yüce Meclisin önüne gecikmeden getirmesi
lazım. Gecikmeden getirsin ki, bu dengesizlikleri ortadan kaldıralım.
Gecikmeden gelsin ki, kamu personeli, artık, sürekli, çoluğuna çocuğuna
nasıl ekmek götüreceğini düşünen insanlar değil, devlete, halka
nasıl daha çok hizmet vereceğini düşünen görevliler haline gelsin.
Bunları getirmediğimiz takdirde, bu şekilde kısmî iyileştirmelerle
iyileştirme yaptığımız insanlar mutlu olur, memnun olur; ama, onun dışında,
çok büyük bir kesim de mutsuz olur ve bu hakları, bu iyileştirmeleri
sağladığımız insanlara karşı, hiç hak etmedikleri halde, o kişilerin
bu özlük hakları, verdiğimiz bu zamlar hakları olduğu halde, bir haset,
bir kıskançlık kendini gösterir. Bunları da ortadan kaldırmak Yüce
Meclisin görevidir; ama, öncelikle, başta da ifade ettiğim gibi,
bizim, birinci sınıf hâkimler ile, Danıştay ve Yargıtay üyeleri arasındaki
dengesizliklerin giderilmesini, bu yaptığımız iyileştirmelerin
emeklilikte de savcılara ve hâkimler ile yansıtılmasını ve adliye
camiasının ayrılmaz bir parçası olan diğer personele, adliye çalışanlarına
da bu iyileştirmeden mutlaka bir pay verilmesi gerektiğini ifade
ediyorum.
Bu eksikliklerin, bu
yanlışlıkların mutlaka buradaki önergelerle giderileceğine
inanıyor, hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Özyürek,
teşekkür ediyorum.
Tümü üzerinde AK Parti
Grubu adına Denizli Milletvekili Osman Nuri Filiz.
Sayın Filiz, buyurun.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA
OSMAN NURİ FİLİZ (Denizli) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım;
Hâkim ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısının tümü üzerinde Grubum adına söz almış bulunuyorum.
Hepinize Grubum ve şahsım adına saygılar sunarım.
Sayın Başkan, bilindiği
üzere, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 2 nci maddesi uyarınca,
Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet
anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine
bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik,
laik ve sosyal bir hukuk devletidir. Yine, Anayasanın 7 nci maddesinde
yasama yetkisi, 8 inci maddesinde yürütme yetkisi ve görevi, 9 uncu
maddesinde de yargı yetkisi düzenlenmiş, “Cumhuriyetin Temel Organları”
başlıklı Üçüncü Kısmın Birinci Bölümü yasamaya, İkinci Bölümü yürütmeye,
Üçüncü Bölümü ise yargıya ayrılmıştır.
Görüldüğü gibi, Anayasamız
hem organik hem de fonksiyonel anlamda kuvvetler ayırımı ilkesini
benimseyerek üç kuvveti birbirinden ayrı ayrı düzenlemiştir. Anayasanın
“Başlangıç” bölümünde, kuvvetler ayırımının, devlet organları arasında
üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli devlet yetki ve görevlerinin
kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medenî bir işbölümü ve
işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu
vurgulanmıştır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına göre, devletin
üç bağımsız erkinden biri olan yargının temel unsurunu hâkim ve savcılar
oluşturmaktadır. Kariyer meslek olması nedeniyle, hâkimlik ve savcılık
teorik ve pratik bakımdan yoğun bilgi birikimi gerektirmektedir.
Hâkim ve savcıların aylık ve ödeneklerinin, yüklendikleri görev ve
sorumluluklarla uyumlu hale getirilmesi, hem yargı organının verimliliğini
artıracak hem de daha nitelikli kişilerin hâkimlik ve savcılık mesleğini
seçmeleri özendirilmiş olacaktır. Bu suretle, yargılama faaliyetlerinin
etkin bir biçimde sürdürülerek sonuçlandırılması sağlanmış olacaktır.
Avrupa Birliğiyle
yürütülen müzakere sürecinde ülkemize ilişkin hazırlanan raporlarda
hâkim ve savcıların özlük haklarının artırılmasına ilişkin tavsiyeler
yer almakta olup, mevcut iş yükü nedeniyle Türkiye’de adlî sistemin
verimli olması ve işlevinin artırılması gerektiği belirtilmektedir.
Sayın Başkan, 2802 sayılı
Kanunda hâkim ve savcıların malî ve özlük haklarına ilişkin mevcut
hükümler, bunların da bir nevi memur olduğu izlenimi verdiğinden,
yargının konumu ve işlevini yansıtmaktan uzaktır. Bu durum, Anayasa
ve uluslararası hükümlere ve Anayasa Mahkemesinin içtihatlarına,
hâkim ve savcıların memur ve diğer kamu görevlilerinden farklı olduğuna
ilişkin temel ilkeyle bağdaşmamaktadır. Bu durumun mutlaka
düzeltilmesi ve bu işin bir an önce yapılması gerekiyordu. Tasarı
bu amaca hizmet etmek için hazırlanmış ve Yüce Meclisimize sunulmuştur.
Tasarıyla, yukarıda
kısaca açıklamaya çalışılan gerekçelerle yeni bir sistem kurulmak
suretiyle hâkim ve savcıların özlük haklarında iyileştirme yapılması
amaçlanmaktadır.
Hâkim ve savcıların
özlük hakları konusunda, Hükümet tasarısı üzerinde Plan ve Bütçe
Komisyonu ve alt komisyonda ciddî bir çalışma yapılmıştır. Bu çalışmayla,
kıstas aylığına fazla mesai de dahil edilerek hâkim ve savcıların
maaşlarında bir miktar daha artış sağlanmıştır.
Ayrıca, adliye çalışanlarının
mesaisi 3 misli artırılmış ve vergisiz olarak düzenlenmiştir. Böylece,
onların da maaşlarında az da olsa bir iyileştirme sağlanmaktadır.
Bu tasarıyla, en yüksek
yargı organının başındaki kişi ile bir hâkim adayı arasında 500 ile
1 000 YTL arasında bir artış sağlanmaktadır. Böylece, bu mesleğe cazibe
daha da artırılmış olacaktır.
Bu tasarıyla, hâkim
ve savcılar ile Yargıtay ve Danıştay üyeleri arasında bir fark olduğu
söylenmektedir. Halbuki, birinci sınıfa ayrılmış ve kırkbeş yaşını
doldurmuş, hem Yargıtay hem de Danıştay üyeleri ve hem de birinci sınıfa
ayrılmışlar aynı ücreti almaktadırlar; dolayısıyla, ücretlerde
bir fark yoktur. Dolayısıyla, burada, Yargıtay üyeleri ile birinci
sınıfa ayrılmış hâkimler arasında bir ücret farkı varmış gibi telakki
ediliyor. Halbuki, böyle bir yönden bir sıkıntı yoktur.
Bu düzenlemeyle, kariyer
meslekler arasında makas açılmıştır; bunu kabul ediyoruz. Denetim elemanları,
uzmanlar, kaymakamlar ve diğer kariyer uzmanlar arasındaki ücretlerin
yeniden düzenlenmesi gerekir. Bu konuda Hükümetimizin en kısa
zamanda bir çalışma yapmasını ve bu mesleklerde çalışan arkadaşlarımızın
ve memurlarımızın mutlaka durumlarının düzeltilmesi gerekiyor.
Biz, AK Parti olarak, bir taraftan, hâkim ve savcıların daha iyi
mekânlarda çalışması için yeni ve modern adliye sarayları yaparken,
bir diğer taraftan da, yine, ücretlerinin yargı bağımsızlığına uygun
olarak artırılmasıyla daha iyi bir imkâna kavuşturmuş oluyoruz.
Değerli Başkan, cüzdanı
ile vicdanı arasında sıkışıp kalma konusunda -gerçekten, bu kelimeyi
kullanmak fevkalade üzüntü vericidir; çünkü, bizim hâkimlerimiz
vicdanıyla hareket eder, hukuka riayet eder- göz önünde bir cüzdanı
ortaya koymaz. Dolayısıyla, bu ikisinin arasında böyle bir sıkıştırma
yapmanın hâkimlere saygısızlık olduğu inancındayım.
Bu duygu ve düşüncelerle,
hâkimlerimize ve yargı camiasına bu düzenlemenin hayırlı, uğurlu
olmasını diler, hepinize saygılar sunarım. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Filiz,
teşekkür ediyorum.
Tasarının tümü üzerinde,
şahsı adına, Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ.
Sayın Bozdağ, buyurun.
Süreniz 10 dakika;
verimli kullanınız lütfen.
BEKİR BOZDAĞ (Yozgat)
– Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hâkimler ve Savcılar Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu
raporu hakkında şahsım adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle,
Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
22 nci Dönem Yasama Meclisi, her alanında olduğu gibi adalet alanında
da önemli çalışmalar gerçekleştirmiştir. Belki ismine reform denebilir,
büyük değişim denebilir, şu denebilir, bu denebilir; ama, bundan
önceki dönemlerde yapılanlarla mukayese edildiği zaman, fevkalade
ileri düzeyde çalışmaların yapıldığını, adımların atıldığını görüyoruz.
Bir yandan Türk Ceza Kanunu, Ceza Muhakemesi Kanunu, Ceza ve Güvenlik
Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun, Kabahatler Kanunu gibi temel
yasalar değiştirilirken, öte yandan, yargıda görev yapan hâkim ve
savcılarımızın daha uygun ortamlarda, daha etkin, daha verimli
hizmet yürütebilmesi için gerekli şartların oluşturulması yönünde
de önemli adımlar atılmıştır.
UYAP Projesi hayata
geçirilmiş ve şu anda pilot bölge olarak bazı illerimizde uygulanmakta.
Bu hem uzun zaman süren yargılama sürecini kısaltmakta hem halk arasında
“geciken adalet adalet değildir” şeklinde şikâyete neden olan bu uzama
sürecini kısaltma noktasında önemli bir adımdır. Umarım, önümüzdeki
yıllar içerisinde 81 ilimize ve bütün adliyelerimize bu projenin
tamamı yaygınlaştırılacak ve mekanizma daha da hızlı bir hale gelecektir.
Yine bu çerçevede,
hâkim ve savcılarımızın tamamına birer tane bilgisayar verildiği
gibi, kalemde kullanılmak üzere, hepsine de, yine kaleme, bilgisayarlı
bir döneme geçiş de bu dönemde yapılmıştır.
Yine bu tasarının 4
üncü maddesinde, hâkim ve savcılara verilen bilgisayarların mülkiyetinin
devriyle ilgili de bir imkân getirilmekte; bu da, bu noktada atılmış
bir başka önemli ve yararlı adım olarak görülmektedir.
Öte yandan, hâkim ve
savcılarımızın, hem değişen mevzuatı daha iyi özümsemeleri hem
pratik açıdan yargıda birliği ve daha verimi temin etmeleri bakımından
Türk Adalet Akademisinin kurulması gerçekleştirilmiş ve Adalet
Akademisi de şu anda faaliyetlerine devam etmektedir.
Öte yandan, aile mahkemeleri
kurulmuş, bu anlamda da önemli değişimler yaşanmış ve bunlardan daha
da önemlisi, belki pek çoğunuzun memleketinde, ilinde, ilçesinde,
âdeta bir kahve odası gibi, âdeta bir ev odası gibi birtakım izbe yerlerde,
adaletin büyüklüğüne ve yapılan hizmetin önemiyle bağdaşmayan fizikî
mekânlarda hizmet üretiliyordu, oralarda adalet dağıtılıyordu.
Avukatlık yapan bir arkadaşınız olarak oraya gittiğimizde, adaletin
dağıtıldığı bir mekânda mıyız, yoksa kahvehanede miyiz, yoksa bir
evde misiniz, yoksa bir başka yerde misiniz… Yani, yargı müessesesinin
psikolojisini, manevî havasını orada hissetme imkânı bulunamıyordu.
Maalesef, adaletin dağıtıldığı yerler, adalete uygun değildi,
hâkim ve savcılarımıza uygun değildi. İşte, bu dönemde, Hükümetimizin
ve Sayın Bakanımızın özellikle ve ısrarla takibi ve meseleye el
koymasıyla, pek çok ilimizde ve ilçemizde adalet sarayları inşa
edilmiş, bunların bir kısmı hizmete açılmıştır. Şu anda -elimdeki rakam-
sadece 2006 yılı için, 51 tanesinin hizmete açılır hale geleceği
söylenmektedir ve daha önce açılanlar, bundan sonraki dönemler
için planlananlar dikkate alındığı zaman, fizikî mekân açısından da
önemli bir değişimin, dönüşümün yaşandığı, izbe yerlerden adalet
saraylarına doğru önemli bir geçişin olduğu gözlenmektedir. Bu
da, yararlı ve faydalı bir gelişmedir.
Öte yandan, yine, Türk
hukuk sisteminde “bölge adliye mahkemeleri” adı altında, Yargıtay
ile ilk derece mahkemeleri arasında yeni bir denetim mekanizması
yine bu dönemde oluşturulmuş, Türk yargısının hizmetine sunulmuştur.
Ben, bunların hepsini
burada sayıp vaktinizi almak istemiyorum; ama, bir şeyin altını
çizmek için söylüyorum: Bu dönemde yapılan bu değişimler, dönüşümler,
geliştirmeler, Türk Anayasasının gereği olarak, yasama, yürütme
ve yargı, bu üçü birbiriyle ılımlı, uyumlu bir etkileşim içerisinde,
aralarında da bir hiyerarşi gibi bir durum söz konusu değil, kendi
arasında bir dengesi var; ama, maalesef, bugüne kadar, yargı, âdeta,
bunların dışında, sanki birinin kontrolündeymiş gibi bir görüntü
vardı. Yargıya, sağlanan bu imkânlarla, Anayasamızın yargıya yüklediği
üç güçten biri olma noktasında, önemli fonksiyonların gereği olarak
gereken değer verilmiştir. Marifet, iltifata tabidir esası gereği,
yargıya, gereken yardımlar imkânlar ölçüsünde yapılmaya çalışılmıştır.
Şu anda görüşmekte
olduğumuz tasarı özlük haklarında birtakım iyileştirmeler getirmektedir.
Tabiî, tamamıyla herkesi dört dörtlük mutlu edecek bir iyileştirme
değil. Bütün memurlarımızın ve kamuda çalışanların hepsinin beklentisi
var; gönül isterdi ki, hepsine de iyileştirmeler yapılsın; ancak,
bütçe imkânları çerçevesinde, şu anda üçüncü güç olan yargıda görev
yapan hâkim ve savcılarımızın özlük haklarında birtakım iyileştirmeler
yapılmakta ve onların hizmetlerinde daha etkin, daha verimli, daha
rahat bir ortamda çalışmalarına zemin hazırlanmaktadır.
Ben, bu vesileyle, tasarının
yargı camiasına hayırlı, uğurlu olmasını diliyor, başta Hükümetimiz,
Sayın Bakanımız olmak üzere emeği geçen herkese teşekkür ediyor,
Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Bozdağ.
Şahsı adına Denizli
Milletvekili Ümmet Kandoğan.
Sayın Kandoğan, buyurun.
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli)
– Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri saygıyla selamlıyorum.
Hâkim ve savcılarımız
açısından son derece önemli olan bir kanun tasarısını görüşüyoruz.
Hâkim ve savcılarımız için bu kadar önemli olan bir tasarının üzerinde
konuşurken, gerekçedeki hâkim ve savcılarımızı son derece üzen
bir cümleden alıntı yapmak istiyorum.
Ben, kanunlarla ilgili
olarak gerekçeleri çok dikkatli okuyorum, bu tasarı niçin Türkiye
Büyük Millet Meclisinin gündemine getirilmiştir, hangi sebeplerle
böyle bir tasarı hazırlanmıştır. Gelen bütün kanunlarda öncelikle
genel gerekçeyi okuyorum. Ancak, söylemeyecektim; ama, Denizli
Milletvekili Sayın Osman Nuri Filiz de bu gerekçedeki aynı cümleleri
okuyunca, bunu söyleme ihtiyacı hissettim.
Bakınız, Sayın Başbakanımızın
imzasıyla sunulan gerekçede ne söyleniyor: “Hâkim ve savcıların
aylık ve ödeneklerinin, yüklendikleri görev ve sorumlulukla uyumlu
hale getirilmesi hem yargı organlarının verimliliğini artıracak,
hem de daha nitelikli kişilerin hâkimlik ve savcılık mesleğini seçmeleri
özendirilmiş olacaktır.” Ne kadar… (AK Parti sıralarından “Doğru”
sesi)
Bir arkadaşımız “doğru”
diyor; ama, ne kadar yanlış bir cümle; yani, bunu Sayın Başbakan nasıl
imzalayıp, Türkiye Büyük Millet Meclisine getirdi?! Yani, şimdiye
kadar hâkim ve savcılık mesleğine gelenler nitelikli değildi, bundan
sonra maaşlar yükselince nitelikli kişiler hâkimlik ve savcılık
mesleğini seçecekler; böyle bir anlayışı kabul etmek mümkün mü değerli
milletvekilleri?! (AK Parti sıralarından gürültüler)
NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul)
– Yanlış yorumluyorsunuz!..
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
– Hayır, burada aynısını yazıyor, ben buradan okuyorum.
NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul)
– Yanlış yorumluyorsunuz, öyle olur mu?! Niye ters yorumluyorsun?!
TEVHİT KARAKAYA (Erzincan)
– Ayıp ayıp!..
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
–Hayır, buradan okuyorum.
NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul)
– O sizin yorumunuz!
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
– Hayır… “Hem de daha nitelikli kişilerin hâkimlik ve savcılık mesleğini
seçmeleri özendirilmiş olacaktır.”
Yani, bunu yaptıktan
sonra olacak, yani, bu kanun tasarısı yürürlüğe girdikten sonra,
nitelikli kişilerin, maaş artışını gördükten sonra hâkimlik ve
savcılık mesleğine girişi özendirilirmiş!..
Böyle bir mantığı, böyle bir anlayışı reddediyorum, kabul etmiyorum
ve sizlerin de kabul etmeyeceğine inanıyorum. O bakımdan, bu gerekçeler
hazırlanırken, ne olur daha dikkatli hazırlansın. Bunun altında,
çünkü, Sayın Başbakanın imzası var.
Değerli milletvekilleri,
bakınız, ben yirmiüç yıl boyunca, hâkim ve savcılarımızın en yakınında
olan isimlerden birisi oldum; hep aynı kaderi paylaştık, birlikte
sevindik, birlikte üzüldük. Evet, şimdi, bazı arkadaşlarımız oradan
tebessüm ediyor; ama, benim görev yaptığım yerdeki hâkim ve savcılarımızla
bir gün karşılaşma imkânınız olursa, nasıl bir mesai içerisinde olduğumuzu
onlardan sorunuz. Hele hele Ünye’de -Sayın Bakanım da çok iyi bilirler-
Sayın Başsavcımız ve adliyedeki görevli arkadaşlarımızla beraber,
ben de Ünye Kaymakamı olarak el ele verdik, Türkiye’nin o dönemde en
modern adliye binalarından birini yaptık, hem de rayiç bedelin, keşif
bedelinin çok çok altında bir fiyatla, birlikte yaptık.
Şimdi, değerli milletvekilleri,
ben, hâkim ve savcılarımızın hangi şartlarda çalıştıklarını çok
iyi bilen birisiyim.
TELAT KARAPINAR (Ankara)
– Bilmediğini söyle, bilmediğini!
ÜMMET KANDOĞAN (Deamla)
– Biraz önce Sayın Bozdağ da söyledi, hakikaten, hükümet konaklarında,
6 metrekarelik küçücük odalarda, zor şartlar altında görev yapan
hâkim ve savcılarımız hâlâ var. Bu dönemde birçok adliye sarayı yapıldı,
onun için de Sayın Bakanımıza teşekkür ediyorum; inşallah, bunlar
artarak devam eder. Araç ve gereç yönünden çok ciddî sıkıntılar içerisindedir
hâkim ve savcılarımız. Türkiye’nin her köşesindeki hâkim ve savcılarımız
böyledir. Daha geçenlerde gazetelerde yazıyordu; İstanbul’daki
adliyelerde üç hâkim ve savcının o küçücük odalarda birlikte oturup
mesai yaptıkları yazıyor. Yani, çok zor şartlar altında, çok güç koşullar
altında, personel, gereç, araç gereç sıkıntısı içerisinde, Türkiye
için çok önemli kararların altına imza atan bir meslek mensubu bunlar.
Yeri geldiğinde trilyonluk davaların altına imza atıyor, yeri geldiğinde
en ağır cezaları veren arkadaşlarımız. Bu arkadaşlarımızın hiçbir
maddî sıkıntı ve mesele içerisinde olmamaları gerekiyor.
İşte, böyle bir kanun
tasarısı önümüze gelmiş. O bakımdan, en azından, böyle bir kanun tasarısının,
buradaki milletvekilleri, hepimiz altına imza atıyoruz. Keşke,
imkânlarımız olsa, hâkim ve savcılarımızın durumunu daha iyi hale
getirebilelim. Dünyada, bu mesleği icra eden bütün hâkim ve savcılar,
o ülkedeki maaş sıralamasında en önde gelen meslek grubudur. Onun
için, hâkim ve savcılarımıza ne kadar imkân verirsek azdır arkadaşlar.
AHMET YENİ (Samsun) –
Hep kader arkadaşlarınızı bırakıp gittiniz mi böyle?
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
– Şimdi, Sayın Samsun Milletvekilim, ben seni ciddiyete davet ediyorum.
AHMET YENİ (Samsun) –
Hep kader arkadaşlarınızı bıraktınız mı?
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
– Sayın Yeni, bak, Meclisin 4 üncü yılı. Allahaşkına, şu Mecliste
hatiplere en fazla laf atan milletvekili olarak rekor kırdınız!
AHMET YENİ (Samsun) –
En pasifi de sizsiniz!
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
– Bununla ayrılacaksınız bu Meclisten. Onun için, lütfen sesinizi
kesin!
AHMET YENİ (Samsun) –
Samsunlular biliyor.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
– Böyle ciddî bir konuda, böyle ciddî bir meselede, bu kadar önemli
bir meseleyi sulandırmayın! Sulandırmayın Samsun Milletvekilim,
Sayın Yeni!
AHMET YENİ (Samsun) –
Kader arkadaşlarınızı bırakıp gittiniz mi?
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
– Evet, kader arkadaşlığı yaptık. Şirvan’da -saygıyla anıyorum hâkim
ve savcılarımızı- o terör ortamında, terörle mücadele noktasında
bizimle beraber göğüslerini siper eden o hâkim ve savcılarıma buradan
şükranlarımı sunuyorum. Çok fedakârca görev yaptılar. Siirt’teki
arkadaşlarıma buradan saygılar sunuyorum, beraber görev yaptığımız.
Evet, birlikte, aynı kaderi paylaşan insanlar olarak ne büyük sıkıntılar
ve zorluklar içerisinde görev yaptığımı sen takdir edemezsin; ama,
biz bunu birlikte yaşamış insanlarız.
AHMET YENİ (Samsun) –
Hep bırakıp gittin mi?
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
– Değerli milletvekilleri, şimdi, bu kanunla ilgili olarak, herhangi
bir sağlık nedeniyle 15 gün rapor alan bir hâkim ve savcımızın, 15 günü
aşan günlerdeki bu rapor meselesinden dolayı yargı ödeneğini yüzde
50 eksik ödeyeceğiz.
Yani, şimdi, niye
hâkim ve savcılarımıza güvenmiyoruz?! Yani, bir hâkim ve savcımız,
gidip, keyfî olarak rapor mu alacak?! Yani, herhangi bir sağlık nedeniyle
20 gün rapor aldığını düşünün; 15 günden sonrası için yargı ödeneğini
yüzde 50 kesiyoruz. Ne olacak, devlet ne elde edecek bu kadar şeyden?!
Yani, bu kadar hasis davranmanın anlamı nedir değerli milletvekilleri?!
Yani, burada hâkim ve savcılarımıza bir güvensizlik var. Sanki,
keyfî rapor alacaklarmış gibi bir düşüncenin içerisine girip, 15
günden sonrası raporlarla ilgili böyle bir uygulamanın bu Kanun
içerisine yerleştirilmesinin de haklı ve mantıklı bir gerekçesi
yok.
Şimdi, 4 üncü maddede
“Hâkim ve savcılara görevlerinde kullanmak üzere zati demirbaş olarak
bir adet bilgisayar verilebilir” diyor. Şimdi, kanunlarda böyle
“verilebilir, olabilir, atanabilir” gibi hükümler olmaz değerli
milletvekilleri. Hâkim ve savcılarımıza zati bir bilgisayar verilecekse,
bir bilgisayar verilir. “Verilebilir...” Amirin takdirine bırakılan
bir hususun, bu madde metni içerisinde olmasını da ben kabullenemiyorum.
AYHAN SEFER ÜSTÜN (Sakarya)
– Almak istemezse ne yapacaksınız, zorla mı vereceksiniz?!
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Bunun düzeltilmesi lazım Sayın Milletvekillim. Bu “verilebilir”
ibaresi “verilir” hale getirilmesi lazım. Eğer, biz, bunlara vereceksek,
bu maddede amir bir hüküm olarak yer alması lazım.
Şimdi, bu kanun tasarısı,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine geldiğinden beri, emekli
olan hâkim ve savcılarımız, sizleri de çok aradılar, bizleri de çok
aradılar ve şimdi hâkim ve savcılarımızın emekli maaşlarının ne kadar
olduğunu hepimiz biliyoruz. Şimdi, meslekte bu görevi icra eden
hâkim ve savcılarımıza bir ölçüde rahat nefes aldırırken, emekli
olan arkadaşlarımıza bu imkândan, bunu mahrum bırakmanın da sağlıklı
olduğu inancında değilim. O nedenle, belki, bugün, bu fırsatı kaçırıyoruz;
ama, ilk fırsatta, emekli olmuş hâkim ve savcılarımızın da durumlarını
düzeltecek tedbirlerin mutlaka bu Meclisçe alınması gerekmektedir.
Yine, yıllardan beri
hâkim ve savcı maaşları ile vali ve kaymakam maaşları eşit seviyelerde
olmuştur. Şimdi, bu düzenlemeden sonra ilçede yan yana, ilde yan yana
görev yapan mülkî idare amirleri ile hâkim ve savcılarımız arasında
bir maaş uçurumu olacaktır. Birinci Sınıf Mülkî İdare Amirliği Kanunu
Tasarısı Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemindedir.
Benim gönlüm arzu ediyor
ki, emekli bir mülkî idare amiri olarak, mülkî idare mesleğinde olan arkadaşlarımızın
da durumlarının düzeltilmesi için önümüzdeki dönem Meclis açıldığında,
ne olur sizlerin de desteğiyle, Birinci Sınıf Mülkî İdare Amirliği
Kanun Tasarısının da burada mutlaka kanunlaşması için hep beraber,
elbirliğiyle gayret göstermemizin faydalı olacağı inancındayım.
Ben, bu duygu ve düşüncelerle, bu kanun tasarısının hazırlanmasında
emeği geçen Hükümetimize ve bunun buradan geçmesine katkı sağlayan
bütün milletvekillerimize, huzurlarınızda teşekkür ediyorum ve
bütün savcı ve hâkimlerimize de çalışmalarında başarılar diliyor,
sizleri de saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Kandoğan.
TEVHİT KARAKAYA (Erzincan)
– Nitelikli selam… Selamın nitelikli olsun!
BAŞKAN – Sayın Akgün,
soru mu soracaksınız efendim?
MEVLÜT AKGÜN (Karaman)
– Evet.
BAŞKAN – Konuşmayı
tercih etmez misiniz?
MEVLÜT AKGÜN (Karaman)
– Hayır.
BAŞKAN – Buyurun; Sayın
Mevlüt Akgün soru soracak.
MEVLÜT AKGÜN (Karaman)
– Sayın Başkan, delaletinizle, Sayın Bakanımıza bir soru yöneltmek
istiyorum.
Bu tasarıyla, hâkim
ve savcılarımızın özlük haklarında, kısmen de olsa bir iyileştirme
yapılıyor; öncelikle, hayırlı olsun diyorum.
Diğer taraftan, özellikle,
savunma görevini üstlenen çilekeş kamu avukatlarının durumu hazin
verici durumda. Kamu avukatlarının özlük hakları konusunda Bakanlığımız
herhangi bir iyileştirme çalışması yapmayı düşünüyor mu?
Yine, adliyenin diğer
yükünü çeken personeli olan kâtip, mübaşir ve cezaevi personelinin
durumunun iyileştirilmesi konusunda da herhangi bir çalışma yapmayı
düşünüyor mu?
Saygılar sunuyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın Bakanım, buyurun.
ADALET BAKANI CEMİL
ÇİÇEK (Ankara) – Sayın Başkan, yazılı cevap vereceğim.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri,
tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini
oylarınıza arz ediyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
1 inci maddeyi okutuyorum:
HÂKİMLER VE SAVCILAR KANUNU İLE BAZI KANUNLARDA
DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI
MADDE 1- 24/2/1983 tarihli
ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununun 102 nci maddesi aşağıdaki
şekilde değiştirilmiştir.
"MADDE 102- Bu Kanunun
2 nci maddesinde belirtilenlerin; aylık ve yargı ödeneği toplamından
oluşan malî hakları bu Kanun hükümlerine tabidir.
Bu Kanunda geçen:
a) Kıstas aylık: En
yüksek Devlet memuruna malî haklar kapsamında fiilen yapılmakta
olan her türlü ödemeler toplamının brüt tutarını,
b) Yargı ödeneği: Görevin
niteliği ve gereği olarak brüt aylığın 106 ncı maddede gösterilen
oranda hesaplanan tutarını,
ifade eder."
BAŞKAN – Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Çorum Milletvekili Sayın Feridun
Ayvazoğlu; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz 10 dakika.
CHP GRUBU ADINA FERİDUN
AYVAZOĞLU (Çorum) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte
olduğumuz 1217 sıra sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar,
görüşülmekte olan kanun tasarısının özünde hâkimler ve savcılar,
yani, yargı mensubu kişilerle ilgili bir tasarı. Yargı denildiğinde,
hepimizin bildiği gibi, Anayasamızda yer alan üç temel erkin, bağımsız
erkin birisini temsil eden yargının mensupları olarak hâkim ve savcıların
bu tasarıyla özlük haklarında ne gibi iyileştirilmeler getiriliyor,
getirilmek isteniyor; bu, gündemde.
Değerli arkadaşlarım,
gerçekten, Anayasamıza göre ele almış olduğumuz bu erkten yargı erkinin
ne kadar önem taşıdığını, yargı olmadan devletin olmadığını, olamayacağını
ve “adalet mülkün temelidir” derken, gerçekten, yargının öneminin
her zaman vurgulanmakta olduğunu ve bu temelden, bu ilkeden hukuk
devleti olarak vazgeçilemeyeceğini hepimiz biliyoruz, bilmek
zorundayız. Fakat, yıllardan beri, ne yazıktır ki, böyle bir erkin
mensupları olan hâkim ve savcılarla ilgili, özellikle malî haklarının
düzenlenmesi konu edildiğinde, gündeme geldiğinde, gündeme getirildiğinde
hep tartışılagelmiştir. Tartışılagelen konu da, acaba hâkim ve savcılara
malî hakları, maaşları, almakta olduğu ücretler, aylıklar ne şekilde
artırılırsa kamu kesiminin diğer yetkilileri ve görevlileri tarafından
bu artırılan veya artırılacak olan maaşları nasıl bir tepki çeker
diye bu hep tartışılagelmiştir. Ne yazıktır ki, eğer bir ülkede yargı
ve yargı mensuplarıyla ilgili olmak üzere özlük hakları gündeme
geldiğinde bunlar tartışılıyor ise, bunlar çok gözüküyor ise yargı
mensuplarına, burada oturup hepimizin düşünmesi gerekir. Çoğu
Avrupa ülkelerinde, hep duyduğumuz, işittiğimiz, okuduğumuz, teoride
tartışıp bunun kabul edilmesi gerektiği noktasında gerçek olarak
yargı mensuplarının, çoğu Avrupa ülkelerinde olması gerektiği
gibi, Türkiye’de de özlük haklarının, malî haklarının, maaşlarının
hiçbir şekilde tartışma konusu yapılmaması gerekir diye bu ülkede
hukuk devletine inanmış olan, Anayasamızda yerini almış olan bu ülkemizde
böyle bir kural, maalesef, şimdiye kadar hiç uygulanagelmemiştir.
Bu, en başta, yargı mensubu kişiler olarak hâkim ve savcılarımızı
bugüne kadar hep rencide eder duruma gelmiştir. Elbette, gelip geçen
iktidarlar ve şu andaki İktidar böyle bir amacı taşıyor iddiasında
değiliz, böyle bir suçlamada bulunmayız; ama, isteyerek veya istemeyerek
bunlar gündeme geldiğinde, mutlaka ve mutlaka, hâkim ve savcılarımızın
onurlarının incindiğini de, lütfen, bilelim. Olaylara bu şekilde
gidelim, bu şekilde bakalım, bu şekilde getirilmek istenilen yasa
tasarılarını bu şekilde Mecliste ele alıp değerlendirelim değerli
arkadaşlarım.
Şimdi, görüşülmekte
olan tasarıya bir bakıldığında, yüksek yargı mensuplarının başkanlarından
tutunuz başkanvekillerine kadar, daha da alt rütbe olarak –demek
istemiyoruz, ama, tasarıda bu şekilde ele alındığı için diyoruz-
üyeleri arasındaki farklılık yer alıyor. Dahasında, emeklilerle
ilgili yansıtılmayan iyilikler bu tasarıda yer almıyor.
Yine, şimdiye kadar
hiçbir şekilde gündeme getirilmemiş olan, ama, gecesini gündüzüne
katarak, yerine göre, ceza yargıçları olarak, ceza mahkemeleri
olarak, en ağır cezaları vermeye yetkili hâkim ve savcılarla ilgili
konularla beraber, en sonsuz bir şekilde rakamlara hükmedebilecek
hukuk hâkimlerini de nazara aldığımızda, bunlara verilebilecek
ne gibi imkânların bugüne kadar somut bir şekilde ele alındığını da
görmüş değiliz ve burada bir çelişkinin olduğunu, bu tasarıda da
bir daha görmüş oluyoruz.
Bunun devamında,
hâkim ve savcıların her zaman yanı başlarında olan ve bir mahkeme kararının
veya verilen herhangi bir savcılık kararının kesinleşip kesinleşmediği
noktasında imzaları olmadan kesinleşme şerhi verilemeyen, mahkeme
kararlarına imza atan yazı işleri müdürü olsun, kâtipler olsun ve
diğer adliye personeliyle ilgili olsun, bunlara paralel bir şekilde
bu tasarıda ele alınamayan malî hakların iyileştirilmesine dönük
bir iyilik getirilmeyiş olması da bu tasarıda bir eksiklik olarak
görülmektedir.
Yine, değerli arkadaşlarım,
burada, yargı dediğimizde, yargının elbette hâkim, savcı ve yanında
hemen avukatların yer aldığını biliyoruz; ama, bunların içerisinde
öyle bir avukatlar grubu olarak yer alan, devlet adına görev yapan, kamu
adına görev yapan kamu avukatlarının da bu tasarıda en azından ne
gibi imkânlarla bunlara bir iyilik getirilebilmesi olanağının da
tartışılmamış olması, bu tasarıda eksikliktir diye düşünüyoruz.
Kamu avukatlarının
gerçekten yapmış olduğu görev icabıyla, görevin kapsamı icabıyla
ne derece önem taşıdığını hepimiz biliyoruz. Çoğumuzun burada,
şahsım adına da söylüyorum, mesleğinin avukatlık, savcılık olmuş
olmasından dolayı bunları yaşayan kişileriz. Bu nedenle de bir
mahkemede eğer hâkim, savcı, avukat olarak -kamu avukatları ve serbest
avukatlar olarak- ve yine, mahkemede görev yapan yazı işleri müdüründen
tutunuz kâtiplere kadar, diğer kamu görevlilerine kadar ele alınmayış
durumu var ise, bu tasarıda da mutlaka eksiklik vardır demek zorundayız
değerli arkadaşlarım.
Yine, şimdiye kadar
hiçbir şekilde tartışılmayan hâkim ve savcılara ve bu meslekten sayılan
diğer gruba fiilî hizmet zammının bugüne kadar uygulanmayış olmayışı
ve bunun tartışılmayarak böyle bir tasarıda hiç olmazsa ele alınmayış
olması da bir eksikliktir diye düşünüyoruz.
Değerli arkadaşlar,
gerçekten, biz, şimdiye kadar hâkim ve savcılarımızın hangi güvencelerle
görev yaptığını çok iyi biliyoruz ve bu güvencelerinin başında da
vicdanlarıyla baş başa kalan, vicdanlarıyla güvence arasında, güvenceyi
kendilerinde gören hâkim ve savcılarımızı şimdiye kadar hep gördük
ve onları her zaman, her yerde takdirle karşıladık, takdirle karşılamak
zorunda kaldık; çünkü, bir zamanlar, 1789 Fransız İhtilalinden bugüne
kadar söylenen veciz bir sözün altında, eğer, Fransa’da hâkimler varsa,
bugün Türkiyemizde de hâkimlerimiz vardır, Türkiyemizde de savcılarımız
vardır. Bunu ispat eden, ispat edebilecek durumda olan şimdiye kadar
verilmiş olan kararların altında imzası bulunan yargıçlarımıza,
bizler, burada, Türkiye Büyük Millet Meclisinin üyeleri olarak her
zaman, her yerde minnet ve şükran duymak zorundayız. Eğer güvence olarak,
koruma olarak bir hâkimin ve savcının sadece ve sadece korunması,
vicdanen vermiş olduğu karara güvenerek kendi vicdanıyla korunabiliyorsa
burada hepimizin onların önünde gerçekten bir kez daha şükranlarımızı
ifade etmek zorunda olduğumuzu, hepimizin ifade etmek zorunda olduğunu
belirtmek istiyorum değerli arkadaşlarım.
O nedenle, böyle bir tasarıyla hâkim ve savcılarımız da az da olsa,
ne de olsa iyi niyetli bir şekilde hazırlanarak…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Ayvazoğlu,
konuşmanızı tamamlayınız lütfen.
Buyurun.
FERİDUN AYVAZOĞLU
(Devamla) – …getirilmiş bulunan böyle bir tasarıya Cumhuriyet
Halk Partisi olarak biz de destek veriyoruz. Gönül ister ki, hâkim ve
savcılarımıza, adliye mensuplarımıza, az önce saymış olduğumuz
yargıya emeği geçen, alınteri geçen bu sektörde demiyoruz; ama, kamu
sektörünün ve Anayasamızda yer alan bu erkin görevlilerine böyle
bir imkânı verebiliyorsak, bunları biz hiçbir şekilde çok görmeyelim.
Daha fazlasını verebilmek için, daha layık olduğu şekilde verebilmek
için, onurlarını rencide etmeden verebilmek için yapılan çalışmaları
bizler de olumlu olarak karşılayacağız. Bu uğurda Hükümetin, Adalet
Bakanlığının yapmış olduğu iyi niyetli çalışmalara Cumhuriyet
Halk Partisi olarak destek veriyoruz.
Bu konuda yapılan bu
tasarıya olumlu oy vereceğimizi bildiriyoruz ve Türkiye’de görev
yapan, bugüne kadar onurlarıyla, vicdanlarıyla görev yapan hâkim
ve savcılarımızı huzurlarınızda saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Teşekkür ediyorum,
sağ olun, var olun diyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Ayvazoğlu.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
2 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2- 2802 sayılı
Kanunun Dokuzuncu Kısmının İkinci Bölüm başlığı "Aylık Tablosu
ve Aylıklar" şeklinde; 103 üncü maddesi başlığı ile birlikte
aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Aylık tablosu:
MADDE 103- Kıstas aylığı
oluşturan her bir ödeme unsurunun;
a) Anayasa Mahkemesi Başkanı, Yargıtay Başkanı, Danıştay Başkanı,
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanı, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve
Danıştay Başsavcısına % 100'ü,
b) Anayasa Mahkemesi
Başkanvekili, Anayasa Mahkemesi Üyeleri, Yargıtay ve Danıştay Birinci
Başkan Vekilleri, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekili, Yargıtay
ve Danıştay Daire Başkanları ile Adalet Bakanlığı Müsteşarına %
86'sı,
c) Yargıtay ve Danıştay
Üyelerine % 83'ü,
ç) Birinci sınıf
hâkim ve savcılara % 79'u,
d) Birinci sınıfa ayrılmış
hâkim ve savcılara % 65'i,
e) Birinci derecede
bulunan diğer hâkim ve savcılara % 55'i,
f) İkinci derecede
bulunan hâkim ve savcılara % 53'ü,
g) Üçüncü derecede
bulunan hâkim ve savcılara % 51'i,
ğ) Dördüncü derecede
bulunan hâkim ve savcılara % 49'u,
h) Beşinci derecede
bulunan hâkim ve savcılara % 47'si,
ı) Altıncı derecede
bulunan hâkim ve savcılara % 45'i,
i) Yedinci derecede
bulunan hâkim ve savcılara % 43'ü,
j) Sekizinci derecede
bulunan hâkim ve savcılara % 41'i,
oranında aylık ödeme yapılır. Bu madde kapsamındaki ödeme
unsurları arasında yer alan ikramiyenin hesabında, kıstas aylık
içindeki ikramiyenin bir malî yıldaki toplam tutarının onikide biri
dikkate alınır.
Birinci sınıf hâkim
ve savcıların almakta oldukları aylık oranlarına, ödemeye esas
olacak olan oran birinci fıkranın (c) bendindeki oranı geçmemek üzere,
Yargıtay ve Danıştay üyeliklerine seçilebilme yeterliliklerini
kaybetmedikleri sürece her üç yılda bir iki puan ilave edilir.
Sınıfları ve dereceleri
yükselen hâkim ve savcılar, yeni sınıf ve derecelerine ilişkin aylığa,
söz konusu yükselmelerinin geçerlilik tarihlerini takip eden
ayın onbeşinden itibaren hak kazanırlar.
Kıstas aylığı oluşturan
ödeme unsurlarından vergi ve diğer kesintilere tâbi olmayanlar,
bu maddeye göre yapılacak ödemelerde de aynı şekilde vergi ve diğer
kesintilere tâbi olmaz."
BAŞKAN – Madde üzerinde,
şahsı adına, Hatay Milletvekili Mehmet Eraslan; buyurun.
Aynı anda müracaat
eden sayın milletvekillerine sırasıyla söz vereceğim; çünkü, her
defasında kura çekmeye gerek yok.
Buyurun Sayın Eraslan,
bu madde üzerinde sıra sizin.
MEHMET ERASLAN (Hatay)
– Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sizleri saygıyla selamlıyorum.
Gerçekten, önemli bir
kanun tasarısını görüşüyoruz ve başta da ifade edeyim, bizlerin
de destek vereceği, destekleyeceği ve olumlu oy vereceği bir kanun
tasarısı.
Devletin üç bağımsız
erkinden biri de bağımsız yargı organıdır. Hâkim ve savcılarımız
da bağımsız yargı organlarının temel unsurudur ve Yüce Türk Milleti
adına karar veren hâkim ve savcılarımızın özlük haklarını iyileştirme
cihetinde olan bu kanun tasarısı, aradan üçbuçuk yıl sonra Türkiye
Büyük Millet Meclisine gelmiş olmasına rağmen, geç de olsa ben bunun
Türk yargısı adına bir kazanım olduğunu düşünüyorum.
Tabiî ki, gerekçeye
baktığımız zaman: “Avrupa Birliğiyle yürütülen müzakere sürecinde,
ülkemize ilişkin hazırlanan raporlarda hâkim ve savcıların özlük
haklarının artırılmasına ilişkin tavsiyeler yer almakta olup –yani,
Avrupa Birliği bu noktada bizlere tavsiyede bulunmuş, genel gerekçede
ifade edildiği gibi- mevcut iş yükü nedeniyle Türkiye’de adlî sistemin
verimliliği ve işlevinin artırılması gerektiği belirtilmektedir.
Tasarıyla, yukarıda
kısaca açıklanmaya çalışılan gerekçelerle, yeni bir sistem kurulmak
suretiyle, hâkim ve savcıların özlük haklarında iyileştirme yapılması
amaçlanmaktadır.”
Yani, bu ifadenin burada
yer almaması gerekiyor idi. Avrupa Birliği bizlere önerdi, Avrupa
Birliğinin önerisi olduğunu da açık açık gerekçede yazıyoruz. Bu
kısa gerekçeye istinaden böyle bir düzenlemenin, hazırlığın olduğu
vurgulanıyor. Tabiî, bu, onurumuza dokunuyor; bunu da ifade edeyim.
Dolayısıyla, kanun tasarıları hazırlanır iken, bu gerekçeler bölümünün
daha titiz, daha dikkatli ve daha doğru ifadelerle donatılması uygun
olacaktır düşüncesindeyim.
Değerli milletvekilleri,
bu düzenlemelerde, Sayıştay denetçilerimizin özlük hakları düzenlenirken,
kamuda benzer görev yapan diğer personelimiz, merkezî denetim elemanlarımız
kapsamdışı bırakılmıştır. Onların da, kanun tasarısının içerisine
dahil edilmesi gerekiyor idi.
Diğer taraftan, 15
gün üstü rapor alan hâkim ve savcılarımızın yargı ödeneğinin kesilmesi
çok makul değildir. Gerçekten, hâkim ve savcılarımıza bir güvenimiz
ve güven duygumuz söz konusu ise, yani hasta olmadığı halde 15 günün
üzerinde, 20 gün veya 1 ay rapor alırlar mantalitesiyle yaklaşılıp
hazırlanmış bir hükümdür. Bu hükmün,
aslında, kanun tasarısından çıkarılması gerekmektedir.
Ayrıca, tasarıda,
kamuda çalışan avukatlar dahil edilmemiştir. Onlar, unutulan kesimlerdir;
çünkü, kamuda çalışan avukatlar, yine yargı sürecinde var olan personellerdir
ve yargı mekanizmasının da birer parçasıdır.
Hâkim ve savcılarımızın
çalışma şartları, çalışma ortamları iyileştirilmelidir. Öyle adliyeler,
adliye sarayları, hükümet konakları biliyorum ki, gerçekten, çok
ilkel, çok dar ve etkin bir yargı hizmeti yapılamayacak ortamlarda
çalışan hâkim ve savcılarımızın olduğunu bizzat, ben kendim görmüşümdür.
Araç ve gereç yönünden eksikliklerin giderilmesi, onlara en büyük
katkı olacaktır.
Değerli arkadaşlar,
hâkim ve savcılarımıza yapılan bu iyileştirmeler yeterli midir;
değildir. Ama, ben, ileriki süreçte, hâkim ve savcılarımızın özlük
hakları ve ekonomik ve sosyal şartlarının daha da iyileştirileceği
kanaatindeyim. Fakat, unuttuğumuz bir şey var; Türkiye’de, 2 300 000
diğer kamu personeli var. Diğer kamu personeli, aynı şekilde,
hâkim ve savcılara yapılan özlük haklarının iyileştirilmesine
ilişkin çalışmayı da hak ediyorlar diye düşünüyorum.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Eraslan,
lütfen, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
MEHMET ERASLAN (Devamla)
–Türkiye Cumhuriyeti Devletine ve milletine hizmet eden, polisiyle,
askeriyle, doktoruyla, öğretmeniyle, avukatıyla, memuruyla, sözleşmeli
işçisiyle, gerçekten, vatan evlatlarına, bu millete hizmet eden 2
300 000 kamu personelinin, yine, ücretlerinin iyileştirilmesi gerekmektedir.
Yüzde 90’ı yoksulluk sınırının altında ücret alır iken, önemli bir kesimi
de açlık sınırına eşdeğer ücret almaktadır ve en kısa zamanda, kamu
personeli reformu kanunu getirilmelidir. Aradan üçbuçuk yıl geçmiştir;
ama, her defasında, geleceği söylenen kamu personeli reformu geciktirilmiş
ve getirilmemiştir. Kamu personeli reformuyla, eşit işe eşit ücret
ve adil ücret uygulaması getirilecek idi; fakat, gelmediği için,
eşit işe eşit ücret ve adil ücret uygulamasına maalesef geçilememiştir.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET ERASLAN (Devamla)
–En kısa zamanda bu kanun tasarıları aynı şekilde düzenlenir, diğer
kamu personelinin de, diğer kamu çalışanlarının da özlük hakları
bu kanun tasarısında olduğu gibi, getirilir ve yeniden düzenlenir
ve diğer kamu çalışanları da rahatlatılır temennisiyle, bu kanunun,
milletimize ve yargı camiasına hayırlar getirmesini temenni ediyorum
ve hepinizi saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, birleşime 5 dakika ara veriyorum.
Kapanma saati: 22.34
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 22.46
BAŞKAN: Başkanvekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP ÜYELER: Mehmet DANİŞ (Çanakkale), Yaşar TÜZÜN
(Bilecik)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 122 nci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu
açıyorum.
1217 sıra sayılı kanun
tasarısının görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
11.- Hâkimler ve Savcılar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1220) (S. Sayısı:
1217) (Devam)
BAŞKAN - Komisyon ve
Hükümet yerinde.
Tasarının 2 nci maddesi
üzerindeki konuşmalar tamamlanmıştı.
Şimdi önerge işlemini
gerçekleştireceğiz.
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, konuşacak hatipler için de bilgiyi Genel Kurula sunuyorum:
Bundan sonraki görüşmeler tamamlanıncaya kadar -biraz önce Grup
Başkanvekili arkadaşlarımızla konuştuk- hiçbir konuşmacının
hiçbir gerekçeyle 1 dakikalık süresi dahi uzatılmayacaktır, 5 dakika
bittiği anda mikrofon kesilecek ve arkadaşımız teşekkürü de, artık
kapanmışsa, öylece yapacaktır.
Bilgilerinize sunarım.
Madde üzerinde 3 adet
önerge vardır.
Önergeleri okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
1217 sıra sayılı tasarının 2 nci maddesinde yer alan “% 79” oranının
“% 83” olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
|
M. Akif Hamzaçebi |
Kemal Kılıçdaroğlu |
Halil Akyüz |
|
Trabzon |
İstanbul |
İstanbul |
|
Enis Tütüncü |
Feridun Baloğlu |
Mustafa Özyurt |
|
Tekirdağ |
Antalya |
Bursa |
|
|
Mustafa Özyürek |
|
|
|
Mersin |
|
BAŞKAN – Diğer önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
1217 sıra sayılı yasa tasarının 2 nci madde, madde 103 kıstas aylığı
oluşturan her bir ödeme unsurunun;
(b) bendindeki % 86
oranının % 96
(c) bendindeki % 83
oranının % 93
(ç) bendindeki % 79
oranının % 89
(d) bendindeki % 65
oranının % 75’i
(e) bendindeki % 55
oranının % 65’i
(f), (g), (ğ), (h), (ı),
(i), (j) bentlerindeki oranların 5’er puan artırılmasını arz ederiz.
|
Muhsin Koçyiğit |
Hüseyin Özcan |
İbrahim Özdoğan |
|
Diyarbakır |
Mersin |
Erzurum |
|
Ömer Abuşoğlu |
Miraç Akdoğan |
Hasan Özyer |
|
Gaziantep |
Malatya |
Muğla |
|
|
Süleyman Sarıbaş |
|
|
|
Malatya |
|
BAŞKAN – Diğer önergeyi
okutup işleme alacağım:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
1217 sıra sayılı tasarının 2 nci maddesiyle 2802 sayılı Kanunun değiştirilmesi
öngörülen 103 üncü maddesinin sonuna aşağıdaki fıkranın eklenmesini
arz ve teklif ederiz.
|
M. Akif Hamzaçebi |
Kemal Kılıçdaroğlu |
Mustafa Özyürek |
|
Trabzon |
İstanbul |
Mersin |
|
Feridun Baloğlu |
Halil Akyüz |
Enis Tütüncü |
|
Antalya |
İstanbul |
Tekirdağ |
|
Mustafa Özyurt |
Haşim Oral |
|
|
Bursa |
Denizli |
|
“Yüksek yargı organları,
mahkemeler ve icra dairelerinde çalışmakta olan genel idare hizmetleri
sınıfına dahil personel ile sözleşmeli personele sekizinci derecede
bulunan hâkim ve savcılara verilen yargı ödeneği miktarının yüzde
50’sini geçmemek üzere tazminat ödenir. Tazminatı unvanlar itibariyle
belirlemeye Adalet Bakanı yetkilidir.”
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU
BAŞKANI SAİT AÇBA (Afyonkarahisar) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN – Hükümet?..
ADALET BAKANI CEMİL
ÇİÇEK (Ankara) – Katılmıyoruz.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU
(Antalya) – Konuşacağım.
BAŞKAN – Konuşacaksınız.
Buyurun Sayın Baloğlu.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU
(Antalya) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; aslında, son derece
zor bir görevi yerine getiriyorum; ne kadar çok anlatırsam anlatayım
bu önergenin kabul edilmeyeceğini biliyorum; ama, zabıtlara geçsin
diye konuşacağım.
Adliye binaları, sadece
bina değildir, içinde insanlar da yaşar; yalnız hâkimler ve savcılar
da yaşamaz, onun dışında, o binaların içinde, mübaşirler yaşar, yazı
işleri müdürleri yaşar, kâtipler, hizmetliler, santral memurları
yaşar -icra müdür ve yardımcıları, memurlar, cezaevi müdürleri,
infaz koruma memurları o binaların dışında, cezaevlerinde-
idarî işler müdürleri yaşar. Bu önerge, o binaların içinde yaşayan
insanların bir bölümünü görüyor bir bölümünü görmüyor. Oysaki,
hepsini görmemiz gerekiyor. Hiçbir teknik gerekçe, adliye çalışanlarını
ikiye bölmeyi haklı gösteremez. Çünkü, adliye bir bütündür. Eğer,
bugün, yargıya ayrı bir değer veriyorsak, Anayasada ayrı biçimde
yorumladıysak, ayrı bir yer ayırdıysak, onu önemli bir güç sayıyorsak,
bunun nedenleri sadece hâkimler ve savcılar değildir, bütün çalışanlardır.
Ortak
bir emektir kararlar.
Demin bir faks
ulaştı önüme, onu okumak istiyorum. Adliye çalışanları
aynı kararı, “aynı zaptı imzalıyoruz; imzamızın yokluğu Yargıtayın
bozma nedenidir” diyorlar “birlikte üretiyoruz” diyorlar; ama,
biz, sadece hâkim ve savcıları görüyoruz.
Yanlış anlaşılmak
istemiyorum; ben, kürsünün iki tarafından da baktım, hâkim olarak da
gördüm o insanları, avukat olarak da gördüm. Ama, hep aynı insanları
gördüm, o fedakâr insanları gördüm. Çok az
bir maaşla, hiçbir zaman fazla mesai talep etmeden çalışan insanları
gördüm. O insanlara hak ettiğini vermek zorundayız. Bugün, bunu yapmayacağınızı biliyorum; ama, bunu ilk
fırsatta yapmamız gerektiğini bildiğim için bu önergeyi savunuyorum,
bu önergeyi verdik. Bunu anlatmaya çalışıyorum.
Bakın, hepsini
okuyacak zamanım yok; ama, önümde, seçtiğim 4 tane faks var, bugün bana
ulaşan.
Çoğunuza ulaşmıştır. Aynı değeri
vermenizi bekliyorum. Birisi, bir hâkimin.
Altında bir savcının da notu var. Diyorlar ki “birlikte
çalıştığımız insanların da bizim kazandığımız haklardan yararlanmasını
istiyoruz. Biz onların yüzüne daha rahat bakmak
istiyoruz.” Bu özlemi birlikte karşılamak zorundayız.
Bakın, bu, bir hâkimin faksı.
Bir ikinci faks,
Büro Emekçileri Sendikasından geliyor. Uzun uzun okuyamayacağım;
ama, diyorlar ki “adalet hizmetlerinin yürütülmesi bir bütündür.
Bu bütünü gerçekleştiren bütün insanları eşit görmeliyiz.”
Bu da çok haklı bir talep.
Üçüncüsü, bir cumhuriyet
başsavcılığı yazı işleri müdürünün faksı. Burada çok ciddî bir iddia
var; bunu, bu konuşmanın dışında da Meclise getireceğim ilk fırsatta.
Fazla çalışmaya ilişkin nöbet tazminatlarının ödenmesindeki
haksızlığı söylüyorlar, örnekler veriyorlar, belgeler ekliyorlar.
Bütün bu haksızlıkları giderecek bir fırsatı bugün
yakalıyoruz; ama, kullanamayacağız.
Bir faks da, bir cezaevi,
kurum müdüründen geliyor, ceza infaz kurumunda kurum müdürü, cezaevi
müdürü olarak çalışıyor ve infaz koruma memurlarının sıkıntılarını
anlatıyor, dertlerini anlatıyor.
Bunları üst üste koyduğumuz zaman ortaya
çıkan manzara şudur arkadaşlar: Biz, olayın bir tarafını görüyoruz.
Bir tarafını görmemizin de nedeni, fizikî bakışımızdır.
Biz, hâlâ, adalet binalarına saray kavramıyla isim
koyuyoruz. Ben, önce, Sayın Adalet Bakanını
kutluyorum; çünkü, Sayın Adalet Bakanı, binaların, adalet hizmetlerinin
fizikî konumlarını değiştirmekte büyük çaba göstermiştir. Ama, bir de eleştirim var. Biz, onlara “saray” diyoruz.
Saray kavramı, içinde farklı şeyleri barındırır.
Saray kavramı, bir cumhuriyet kavramı değildir.
Saray kavramı, üst katıyla, alt katıyla, farklı kavramları
taşır içinde. Saray kavramı, kralları, padişahları,
ama, onun yanında, hizmetlileri, köleleri barındırır. Bir cumhuriyet toplumunda saray kavramından hareket
ederseniz, vardığınız nokta bu olur. O saray kavramının vardığı
sonuç, sadece hâkim ve savcıları görmeniz olur. Hâkim
ve savcılar görülmelidir. Gerçekten, kutsal
bir değeri, adaleti dağıtıyorlar. Onlara verilecek
her kuruşun yanındayız, onlara sağlanacak her olumlu değişikliğin
yanındayız; ama, bununla yetinmemek gerektiğini düşünüyorum.
Bütün umutsuzluğuma
rağmen, bu önergeye “evet” oyu verecek, adaleti bilen, adalet binalarındaki
acıları bilen milletvekillerinin bu Genel Kurulda olduğunu düşünüyorum. O nedenle, bu önergeye “evet” oyu vermenizi
bekliyorum.
Saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum:
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
1217 sıra sayılı tasarının 2 nci maddesinde yer alan “% 79” oranının
“% 83” olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Mehmet
Akif Hamzaçebi (Trabzon) ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU
BAŞKANI SAİT AÇBA (Afyonkarahisar) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN – Hükümet?..
ADALET BAKANI CEMİL
ÇİÇEK (Ankara) – Katılmıyoruz.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Trabzon) – Gerekçe okunsun Sayın Başkan.
BAŞKAN – Gerekçeyi
okutuyorum:
Gerekçe: Birinci sınıf
hâkim ve savcılar ile Yargıtay ve Danıştay üyeleri arasında denge
sağlanmaktadır.
BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
1217 sıra sayılı yasa tasarının 2 nci madde, madde 103 kıstas aylığı
oluşturan her bir ödeme unsurunun;
(b) bendindeki % 86
oranının % 96
(c) bendindeki % 83
oranının % 93
(ç) bendindeki % 79
oranının % 89
(d) bendindeki % 65
oranının % 75’i
(e) bendindeki % 55
oranının % 65’i
(f), (g), (ğ), (h), (ı),
(i), (j) bentlerindeki oranların 5’er puan artırılmasını arz ederiz.
Hüseyin
Özcan (Mersin) ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU
BAŞKANI SAİT AÇBA (Afyonkarahisar) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN – Hükümet?..
ADALET BAKANI CEMİL
ÇİÇEK (Ankara) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN – Gerekçeyi
okutuyorum:
Gerekçe: Çalışan kamu
görevlileri arasında ücret yönünden adaletin sağlanması.
BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
2 nci maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
3 üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 3- 2802 sayılı
Kanunun 106 ncı maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Yargı ödeneği
ve ek ödeme:
MADDE 106- 103 üncü
maddede unvanları belirtilenlere aynı maddeye göre ödenmekte
olan brüt aylıklarının % 10'u oranında yargı ödeneği verilir.
Sağlık kurulu raporu
üzerine verilen hastalık izinleri ile kanser, verem, akıl hastalığı,
şeker hastalığı, açık kalp ameliyatı gibi uzun süreli bir tedaviye
ihtiyaç gösteren hastalığa yakalananların kullandıkları hastalık
izinleri ve hastalıkları sebebiyle yataklı tedavi kurumlarında
yatarak gördükleri tedavi süreleri hariç olmak üzere, bir takvim
yılı içinde kullanılan hastalık izin süreleri toplamının onbeş günü
aşması halinde, aşan günlere isabet eden yargı ödeneği % 50 eksik
ödenir.
Hâkim ve savcı adaylarına
kıstas aylığın % 25'i oranında ek ödemede bulunulur.
Adalet Müfettişlerine,
103 üncü maddeye göre ödenmekte olan brüt aylık tutarlarının % 5'i
oranında ek ödemede bulunulur.
Bu maddeye ve 103 üncü
maddeye göre ödeme yapılanlara; 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname
kapsamında yapılan ödemeler ile temsil, makam ve yüksek hâkimlik tazminatları
ödenmez ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 152 nci maddesi
uyarınca ödeme yapılmaz.
Bu maddeye göre yapılacak
ödemeler hakkında aylıklara ilişkin hükümler uygulanır ve damga
vergisi hariç herhangi bir vergiye tâbi tutulmaz.
Yargı ödeneği, her ne
şekilde olursa olsun başka bir ödemenin hesaplanmasında dikkate
alınmaz."
BAŞKAN – Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Konya Milletvekili Sayın Atilla
Kart.
Sayın Kart buyurun.
CHP GRUBU ADINA ATİLLA
KART (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte
olan tasarının 3 üncü maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına söz almış bulunmaktayım; Grubum ve şahsım adına Genel Kurulu
saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
hâkim ve savcıların özlük haklarında iyileştirmeyi amaçlayan bir
düzenlemeyi tartışıyoruz. Doğal olarak, böyle bir düzenlemeyi
olumlu gördüğümüzü, öncelikle, peşinen ifade ediyorum.
Tabiî, bu vesileyle,
bu getirilen düzenlemenin yeterli olup olmadığının tartışılması
bir yana, yargının temel sorunlarının, temel konularının tartışılması
gerektiği açık. Bu çerçevede, ben, konuyla ilgili, bağlantılı değerlendirmelerimi
bilgilerinize sunmak istiyorum.
Sayın milletvekilleri,
ülkemizde 2005 yılında ve devamında, daha önce örneği görülmemiş
bir biçimde, yargı organları, yargıda siyasallaşma konusundaki
kaygılarını kamuoyuyla paylaşma gereğini duydular. Geçen temmuz
ayında, Yargıtay, Danıştay, Türkiye Barolar Birliği ile Hâkimler ve
Savcılar Yüksek Kurulu, siyasî iktidardan yargıda siyasallaşma
yaratacak çatışmalardan uzak durmasını istediler. Yargıdan böylesine
kapsamlı bir ses çıkması, kabul etmek gerekir ki, iktidarın yaklaşımlarından
kaynaklanmıştır. Bu açıklamalara konu endişeler bugün halen varlığını
sürdürmektedir. Yargının bağımsızlık ve güvenceden yoksun bırakılması,
yargıda görev yapan kişileri memurlaştırmakta.
Aslında, yargıdaki
temel sorun bugüne özgü değil; 1982 Anayasasının yarattığı en büyük
tahribat bu. Bu 1982 Anayasasının yarattığı tahribat sebebiyledir
ki, bir yargının en büyük aşınması olan, en olumsuz özelliği olan yargının
bürokratlaşması, yargıcın memurlaşması süreciyle Türkiye karşı
karşıya. Bu sorunu aşmamız gerekiyor. Bu sorunu aşamadığımız takdirde
hukuk devleti yapılanmasında mesafe almamız mümkün değil.
Bunu tekrar ifade etmek
istiyorum: Günümüzün siyasal iktidarının uygulamalarıyla sınırlı
olmayan, son derece kapsamlı, anayasal düzenlemelerden kaynaklanan
ve yargıcın memurlaştırılmasını, yargının bürokratlaşmasını
sağlayan bir süreçle karşı karşıyayız.
Burada şunu hemen
ifade etmek istiyorum değerli arkadaşlarım: Yargıç, devlet memuru
değildir. Bunu, siyasî iradenin kabullenmesi gerekir; bunu, bürokratik
yapının, kamu yönetiminin kabullenmesi gerekir; bu anlayışı, bu
iradeyi devletin bütün yönetim kademelerine, askerine, siviline
anlatmamız ve benimsetmemiz gerekir. Tekrar ifade ediyorum: Yargıç,
devlet memuru değildir. Dolayısıyla, yargıcın özlük haklarını
tartışırken, diğer kamu yönetimi birimleriyle kıyaslama yapmaktan
kaçınmalıyız; bu, doğru bir yaklaşım değil. Bu nereden kaynaklanıyor;
yargıcın yaptığı görevin niteliğinden kaynaklanıyor. Yargıcın
yaptığı görev, tüm sosyal birim katmanlarından uzak bir şekilde, her
türlü dış müdahaleye kapalı bir şekilde görev yapmasını zorunlu
kılıyor. Onun için, siyasî irade olarak, bürokrasi olarak, kamu yönetimi
olarak, bu konuda, inançlı bir şekilde, kararlı bir şekilde, samimî
bir şekilde topluma mesaj vermeliyiz; ama -bunu yine siyasî iktidarla
sınırlı olmayarak söylüyorum, tüm sosyal birim katmanlarını kastederek
söylüyorum- bu anlayış toplumda halen yerleşebilmiş değil değerli
arkadaşlarım.
Bu yaklaşım içinde değerlendirme
yaptığımız zaman, yargıç ve savcılar, bu sorunların sadece maaş sorunu
olarak topluma yansıtılmasından rahatsızlar, bundan inciniyorlar.
Bundan kaçınmamız gerekiyor değerli arkadaşlarım; yani, hâkim ve
savcıların sorununu sadece maaş sorunundan ibaretmiş gibi sunma
yanlışlığına düşmememiz gerekiyor.
Burada, değerli arkadaşlarım,
geldiğimiz aşamada, bununla bağlantılı olarak, yargıç adaylarının
mesleğe kabullerine Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu karar vermekteyse
de, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun iki yıl adaylık eğitiminden
geçmiş kişileri mesleğe kabul etmeme seçeneğinin, ihtimalinin
uygulamada olmadığını hemen ifade etmek istiyorum. Bu aşamada,
ÖSYM tarafından yapılan sınavda yeterli bulunanlar arasından Bakanlıkça
empati kurulanların… O empatinin de, maalesef, sağlıklı bir empati
olmadığını, siyasî irade ve ilişkilere dayalı olduğunu hepimiz
çok iyi biliyoruz. Bu yapılanma, hâkimlik ve savcılık mesleğinin yapılanmasındaki
nitelikli yapılanmayı olumsuz bir şekilde etkiliyor. Bu işin özü
şu: İktidar yargıyı şekillendiriyor. Türkiye’deki vakıa bu, Türkiye’deki
fiilî durum bu. Bu yolun sonu tehlikelidir. Bu sebeple, Hâkimler ve
Savcılar Yüksek Kurulu, yargıç alımlarının yanında, yargıç adaylığına
alımlarda da mutlaka söz sahibi olmalıdır. Siyasî iktidar, yürütme
organı, hukuk devleti yapılanmasında samimî ise, geçmişin uygulamalarına
sığınmadan, buna tenezzül etmeden, bu noktada iradesini ortaya
koymalıdır.
Değerli arkadaşlarım,
istinaf mahkemeleri uygulamasına değinmek istiyorum. Bakın, yapılmak
istenen uygulamayla istinaf mahkemeleri uygulamasıyla, Yargıtayın
yaklaşık olarak yüzde 75, yüzde 80 civarındaki iş hacminin aktarılması
amaçlanıyor. Peki, bu iş hacmini hangi bölge mahkemelerine aktaracağız,
hangi istinaf mahkemelerine aktaracağız? Adalet Bakanlığının
teftişi altında olan ve yasayla yeterlilik verilen yargıç ve savcılardan
kurulu olan bölge mahkemelerine aktaracağız; yani, mevcut vesayet
ilişkisi bize yetmiyor, bu vesayet ilişkisini daha ileri boyutlara
götüreceğiz, daha da bağımlı hale getireceğiz. Yapılmak istenilenin
özü bu. Onun için, bu noktada, Adalet Bakanlığını daha ciddî, daha hukuk
devleti yapılanmasına uygun arayışlar içine girmeye bir defa daha
davet etmek gereğini duyuyorum değerli arkadaşlarım.
Bölge mahkemeleri,
Bakanlık teftişinden mutlaka çıkarılmalıdır. Teftiş altında, teftiş
mekanizması altında, Adalet Bakanlığının teftişi altında bölge
mahkemesi yapılanması olamaz. Bu, yargı kavramıyla bağdaşmaz. Bundan
kesinlikle kaçınmamız gerekir. Bu arayışlara tenezzül etmememiz
gerekir değerli arkadaşlarım.
Tabiî, elbette, Anayasal
bir sorun, Teftiş Kurulu Başkanlığının Adalet Bakanlığına bağlı
olmaktan çıkarılması gerekiyor. Bu bağımlılığı sürdürdüğümüz
takdirde, gerçekten hiçbir mesafe almamız mümkün değil. Bu olay yargı
kavramıyla bağdaşmaz, hukuk devleti kavramıyla bağdaşmaz. Bu noktada
mutlaka yeni bir düzenleme yapılması gerekiyor.
Aynı şekilde, Hâkim
ve Savcılar Yüksek Kurulunun idarî ve malî özerkliğini ve sekreteryasını
sağlamamız gerekiyor.
Bunları anlatıyoruz,
üç yıldır anlatıyoruz, üç buçuk yıldır anlatıyoruz; ama, maalesef
bu noktada hiçbir ciddî yaklaşımı göremiyoruz ve bu, ayrıca bir
üzüntü durumu.
Bu mevcut yapı içinde
Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulu, Bakanlık taslaklarını fiilen denetleyemiyor;
bu mümkün değil. Bu noktada, Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulundan iki
doğal üyenin mutlaka çıkması gerekiyor. Bu iki doğal üyenin kim olduğu
gayet açık, bunu tekrarlamak istemiyorum; ancak, bunun dışında, Sayın
Bakanın, Adalet Bakanının, özellikle Yargıtay ve Danıştaya üye seçimlerinde
bu Kurula katılmaktan kaçınması gereğini, siyasî etik adına bir defa
daha hatırlatmak istiyorum.
Ayrıca, geldiğimiz
dönemdeki temel bir çelişkiyi, temel bir yanlışı bir defa daha ifade
etmek istiyorum. Böylesine vesayet ilişkisi içindeki bir yargı yapılanmasında,
böylesine hiyerarşik bir yapılanma içindeki bir yargı yapılanmasında
Adalet Bakanının Hükümet Sözcüsü olarak görev yapması; bu, kabul
edilebilir bir hal değil değerli arkadaşlarım. Sayın Adalet Bakanının
bu görevi layıkıyla yaptığına yürekten inanıyorum; bu ayrı bir mesele.
Mesele, kişisel bir mesele değil, sistemdeki yanlıştan söz ediyorum.
Bu iki gücü…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Kart,
teşekkür ediyorum.
ATİLLA KART (Devamla)
– Sayın Başkan, ben teşekkür edeyim, yine kapatın; ben teşekkür edeyim
lütfen…
BAŞKAN – Efendim, siz
teşekkür…
ATİLLA KART (Devamla)
- Lütfen efendim, anlayışlı olalım.
BAŞKAN - Bakınız…
ATİLLA KART (Devamla)
– Yani, vur deyince öldürmeyelim. Ben teşekkür edeyim, yine kapatın.
METİN KAŞIKOĞLU (Düzce)
– Duyduk biz teşekkürünü Atilla Bey.
BAŞKAN – Buyurun, siz
teşekkür edin.
ATİLLA KART (Devamla)
– Şimdi, değerli arkadaşlarım, tamam, kuralı uygulayalım da, ifratı
ve tefriti sağlayalım.
Ben, bu düşüncelerle
-müteakip maddede yine düşüncelerimi anlatacağım- Genel Kurulu
saygıyla selamlıyorum, teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın Bilgiç… Sayın
Bilgiç yok mu? Peki.
Madde üzerinde 1 adet
önerge vardır; önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
1217 sıra sayılı tasarının 3 üncü maddesiyle 2802 sayılı Kanunun
değiştirilmesi öngörülen 106 ncı maddesinin sonuna aşağıdaki
fıkranın eklenmesini arz ve teklif ederiz.
|
Mehmet Akif Hamzaçebi |
Kemal Kılıçdaroğlu |
Halil Akyüz |
|
Trabzon |
İstanbul |
İstanbul |
|
Enis Tütüncü |
Feridun Baloğlu |
|
|
Tekirdağ |
Antalya |
|
“Bu kanuna göre hâkimler,
savcılar ve diğer personelin aylıklarında meydana gelen artışlar
emekli aylıklarının hesaplanmasında dikkate alınır.”
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU
BAŞKANI SAİT AÇBA (Afyonkarahisar) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN – Hükümet?..
ADALET BAKANI CEMİL
ÇİÇEK (Ankara) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Aylıklarda meydana
gelen artışların emekli aylıklarına yansıtılması amaçlanmaktadır.
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
4 üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 4- 2802 sayılı
Kanunun 112 nci maddesinin başlığı "Meslekî Kıyafet, Kitap ve
Bilgisayar Yardımı:" şeklinde değiştirilmiş ve aynı maddeye
aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
"Hâkim ve savcılara
görevlerinde kullanmak üzere zati demirbaş olarak bir adet bilgisayar
verilebilir. Bilgisayarların hakim ve savcılara verilmesi ve
devrine ilişkin usûl ve esaslar, Sayıştayın ve Maliye Bakanlığının
görüşü üzerine Adalet Bakanlığınca belirlenir."
BAŞKAN – Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Adana Milletvekili Sayın Ziya
Yergök; buyurun.
CHP GRUBU ADINA MEHMET
ZİYA YERGÖK (Adana) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri;
1217 sıra sayılı yasa tasarısının 4 üncü maddesi üzerinde Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; yüce meclisimizi
ve yüce milletimizi saygıyla selamlayarak
sözlerime başlamak istiyorum.
4 üncü maddeyle,
hâkim ve savcılara, mesleğe atandıklarında, görevlerinde kullanılmak
üzere, zati demirbaş olarak 1 adet bilgisayar verilebileceği ve
belirli şartlarla bunların ilgililere devredileceği öngörülmektedir.
Bu, doğru ve yerinde bir düzenlemedir. Yargımızı ve yargıcımızı,
içinde bulunduğumuz bilgi çağında teknolojinin tüm olanaklarıyla
donatmalıyız. Adliyelerimizi, adliye binalarımızı teknolojinin
tüm olanaklarıyla donatmamız gerektiği açıktır. Bu konuda atılan
olumlu adımları da takdirle karşıladığımızı belirtmek istiyorum.
Bu tasarıyla, görüşmekte
olduğumuz tasarıyla yeni bir sistem kurulmak suretiyle hâkim ve
savcıların özlük haklarında iyileştirme yapılması amaçlanmaktadır.
Bu, genel gerekçede de bu şekilde vurgulanmıştır. Ancak, bir noktaya
dikkati çekmek istiyorum.
Yine, genel gerekçede
“Avrupa Birliği ile yürütülen müzakere sürecinde, ülkemize ilişkin
hazırlanan raporlarda hâkim ve savcıların özlük haklarının artırılmasına
ilişkin tavsiyeler yer almakta olup, mevcut iş yükü nedeniyle Türkiye'de
adlî sistemin verimliliği ve işlevinin artırılması gerektiği belirtilmektedir”
denmektedir ve Avrupa Birliği süreciyle ilgili sanki bu iyileştirmenin
yapıldığı da genel gerekçede yer almaktadır. Halbuki, buna gerek
yok, buna dayanmaya gerek yoktu. Biz, Cumhuriyet Halk Parti Grubuna
mensup milletvekilleri olarak, 22 nci Dönemin başından bu yana, her
vesileyle bu kürsüde yargımızın içinde bulunduğu koşullara dikkati
çekmiş, ağır iş yükü altında bulunduklarını, çok önemli görev yaptıklarını,
özlük haklarının iyileştirilmesi gerektiğini, yargı bağımsızlığının
sağlanması gerektiğini her fırsatta vurgulamıştık. Sadece bizim açıklamalarımıza,
taleplerimize, isteklerimize de kulak verilmiş olsaydı, bu noktaya
gelinirdi.
Ayrıca, sadece bizim
söylemlerimizle değil, Avrupa Birliğinin taleplerinden önce,
Anayasamızda gerekli hükümler vardır. Anayasamızın “ücrette adalet
sağlanması” başlıklı 55 inci maddesinde
böyle bir vurgu yapılmaktadır. Bu maddede “Devlet, çalışanların
yaptıkları işe uygun adaletli bir ücret elde etmeleri ve diğer sosyal
yardımlardan yararlanmaları için gerekli tedbirleri alır” denmektedir.
Yine, Anayasamızın
yargı erkini ulus adına kullanan yargıç ve savcıların aylık ve ödeneklerinin
de yargı bağımsızlığı ve yargıçlık güvencesi esaslarına göre ayrı
bir yasayla düzenlenmesi gereğini emretmektedir. Bu, Anayasanın
140 ıncı maddesinin üçüncü fıkrasında yer almaktadır.
Değerli milletvekilleri,
özellikle içinde bulunduğumuz hayat şartlarının çok zorlaştığı dönemde,
tüm memurlarımızın hayat standartları, kuşkusuz, olumsuz yönde etkilenmektedir.
Öğretmenimizin de, polis memurunun da, üniversite öğretim üyesinin
de, doktorun da, mühendisin de, vergi memurunun da, kaymakamın da,
kısaca, tüm kamu personelinin özlük haklarında iyileştirme gerektiği
ortadadır; ancak, kabul edelim ki, yargıç, herhangi bir devlet memuru
değildir, yargıç sıradan bir meslek memuru değildir. Yargıç, millet
adına karar vermekte ve bu nedenle hiçbir kamu görevlisinde olmayan
bir sorumluluğu taşımaktadır. Yargıç ve savcılarımıza diğer kamu
görevlilerinden daha fazla bir ücret vermek, onlara sağlanan bir
imtiyaz, bir ayrıcalık değil, aslında millete, aslında vatandaşa
sağlanan bir güvencedir. Bunu böyle görmek durumundayız.
Gerçekten de, yargımız,
yargıçlarımız, yargı mensuplarımız çok sıkıntılı durumlar yaşamışlardır.
18 Mayıs 2004’te yine ilgili bir yasayla ilgili, ben, bu kürsüde konuştuğumda,
5 Nisan 2004 tarihli Sabah Gazetesindeki bir manşete Genel Kurulun
dikkatini çekmiştim, onu yine hatırlatmak istiyorum: "İngiliz
Konsolosluğu, yargıç anne ile savcı babanın oğluna 'sizin ailenin
maaşı bizim kapıcıdan az' diye vize vermedi. Genç A.G. yabancı dilini
ilerletebilmek amacıyla İngiltere'de kursa gitmek istedi. Altı aylık
vize için İngiltere'nin İstanbul Başkonsolosluğuna belgelerle
başvurdu. Görevli, anne ve babasının maaşlarını görünce vize vermedi.”
Şimdi, böyle acıklı bir durumdan geçmiştir yargıçlarımız ve savcılarımız.
Ayrıca, diğer ülkelere
baktığımızda, oralarda da yargıçlarımızın ve savcılarımızın,
yargı mensuplarının, yüksek mahkeme mensuplarının diğer kamu görevlilerinden
çok farklı bir ücret aldıklarını görüyoruz. Bazı örnekler vermek
istiyorum. Örneğin, Finlandiya’da tüm memurların yıllık ortalama
maaşı 28 000 euro iken, mesleğin başında bir hâkimin yıllık aldığı maaş
48 000 eurodur, yine, aynı ülkede yüksek mahkeme ya da temyiz mahkemesi
hâkiminin yıllık aldığı maaş ise 99 000 eurodur; böyle 2’ye katlanarak
gitmektedir. Almanya’da, yine, tüm memurların yıllık ortalama maaşı
25 500 euro iken, mesleğin başındaki bir hâkimin yıllık aylığı 35 542
euro, bir yüksek mahkeme üyesinin yıllık ortalama aldığı maaşı ise
83 000 eurodur. Yine, bir başka örnek vermek istiyorum. İsviçre’de
tüm memurların yıllık ortalama maaşı 51 000 euro iken, mesleğin başında
bir hâkimin yıllık aldığı maaş 100 000 eurodur, yüksek mahkeme ya da
temyiz mahkemesi hâkiminin yıllık aldığı maaş ise 200 000 euroyu
bulmaktadır. Yani, bütün bunlar, yargıca bir imtiyaz için değil, biraz
önce söylediğim gibi, vatandaşa bir güvence için sağlanmıştır.
Şimdi getirilen düzenlemede
olumlu artışlar vardır; ama, kendi içinde de dengesizlikler olduğunu
kabul etmek lazım. Bunu arkadaşlarımız belirttiler ve bu konuda
bunları giderecek, iyileştirecek önergeleri de yine verilmektedir.
Örneğin, Anayasa Mahkemesi başkanvekili, Anayasa Mahkemesi üyeleri
ayrı bir statüde; ancak, yüksek yargı dediğimizde aklımıza gelen
nedir; Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay; ancak, görüyoruz
ki, Anayasa Mahkemesi başkanvekili, Anayasa Mahkemesi üyeleri,
Yargıtay ve Danıştay birinci başkanvekilleri, daire başkanları
bir üst grupta, aynı yüksek mahkeme kategorisinde olan Yargıtay ve
Danıştay üyeleri ise bir alt kategoride. Hatta birinci sınıf hâkim
konumunda olan Adalet Bakanı müsteşarı bile Yargıtay ve Danıştay
üyelerinin üzerinde görülmektedir. Bu yanlıştır. Buna da dikkati
çekmek istiyorum.
Ayrıca da, arkadaşlarım
değindi, yardımcı adalet personelinin konumu da iyi değildir. Yine,
yargının ayrılmaz bir unsurunu oluşturan kamu avukatlarının özlük
hakları, ücretleri de son derece yetersizdir. Yine, zorunlu müdafilikten
doğan ücretler var -Ceza Muhakemesi Kanunundan doğan- binlerce
avukat para olmadığı için, gerekli para verilmediği için uzun süredir
bu ücretlerini alamamaktadır, Bakanlık bu durumdan haberdardır;
bunun da giderilmesi gerekir.
Fakat, asıl önemli bir
noktaya daha değinmek istiyorum. Gerçekten, emeklilere yansıtılmamış
olması bu iyileştirmelerin, son derece yanlış olmuştur, haksızlık
olmuştur. Bu noktada, Yüce Önderimizin emeklilere dönük sözleriyle
bu haksızlığa dikkati çekiyor ve sözlerimi tamamlamak istiyorum.
“Bir milletin emeklilerine karşı tutumu, o milletin yaşama kudretinin
en önemli kıstasıdır. Mazide muktedirken bütün kudretiyle çalışmış
olanlara karşı minnet hissi duymayan bir milletin istikbale güvenle
bakmaya hakkı yoktur. Böyle bir toplumda adalet hissi kaybolmuş demektir.”
Bu yanlışlığın da umarım ki, vereceğimiz önergeler doğrultusunda
değiştirilmesi söz konusu olur.
Sonuç olarak, yapılan
düzenlemenin tüm yargı camiasına hayırlı ve uğurlu olmasına diliyor,
emeği geçen herkese teşekkür ediyor,
Yüce Meclisi, tekrar, saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Süreye gösterdiğiniz
özen için, ben de size ayrıca teşekkür ediyorum Sayın Yergök.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
5 inci maddeyi okutuyorum:
MADDE 5- 2802 sayılı
Kanuna aşağıdaki geçici maddeler eklenmiştir.
"GEÇİCİ MADDE
16- Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu yürürlüğe
girinceye kadar, 103 üncü maddede unvanları belirtilenlerin emekli
kesenek ve karşılıkları ile emekli aylıkları ve ikramiyelerinin
hesaplanmasında, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önceki
bu hususlara dair hükümlerin uygulanmasına devam olunur.
BAŞKAN – Geçici madde
16 üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Niğde Milletvekili
Orhan Eraslan.
Sayın Eraslan, buyurun.
(CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ORHAN
ERASLAN (Niğde) – Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin değerli
üyeleri; çerçeve 5 inci maddeyle ilgili söz almış bulunuyorum Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına; hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlarım.
Değerli arkadaşlarım,
hâkim ve savcıların, yargıçlarımızın ekonomik durumlarında, ödeneklerinde
olumlu gelişme sağlamak için bir yasa çıkarmaya uğraşıyoruz. Bunda,
gruplar arasında bir birlik var, birlikte hareket ediliyor. Bu olumlu
bir şey; yalnız, bu yasada olumsuz bulduğumuz noktaları da belirtmek
durumundayız.
Şimdi, televizyonları
başında çok sayıda hâkim ve savcı arkadaşımız yasanın çıkmasını
bekliyor. Yani, niye uzatılıyor diye de düşünülebilir; ama, konuşmalar
ve görüşmeler sırasında bazı kavramlar bulanıklaştı. Onu arkadaşlarım
açıkladı; ama, bir kez de ben açıklayarak, buna bir bağlantı yapmak istiyorum.
Şimdi, Anayasamız,
kuvvetler ayrılığı prensibini benimsemiştir. Kuvvetler ayrılığı
prensibinde yargı, öyle üçüncü kuvvet falan değil, çok esaslı bir kuvvettir.
Mutlaka bağımsız olması gereken bir kuvvettir. Onun için, hâkimlik
teminatını Anayasa 139 uncu maddesinde ve hâkimlik ve savcılık mesleğini
de 140 ıncı maddesinde ayrı ayrı düzenlemiştir.
Hâkimlik mesleği, herhangi
bir memuriyet değildir, kamu personeli değildir. Kamu personeli
olmak kötü değil; bu, başka bir şey. Hâkimlik, millî egemenliği kullanan,
millet adına karar veren bir mercidir. Yani, düşünebiliyor musunuz,
iki organ eliyle millî egemenlik kullanılır; hâkimiyet kayıtsız şartsız
milletindir diyoruz, iki organ kullanır bunu, birisi, TBMM; yani,
yasa koyar, kural koyar millet adına. Birisi de, yargıçlardır; onlar
da, hüküm verir millet adına. Onun içindir ki, hâkimlerin kararının
üstünde “Türk Milleti adına” diye yazar.
Şimdi, hâkimler karar
verirken, ne devletten ne bir üst makamdan, Reisicumhur dahil, hiç
kimseden -Anayasamızda da açıktır- emir almazlar; talimat almazlar,
talimat verilemez, tavsiyede bulunulamaz, telkinde bulunulamaz.
Bir kamu alanında çalışan bir meslek düşünün ki, kendi oturduğu binayı
tahliye etsin. İşte, bunu hâkim yapar. Devlete karşı da karar verir;
yani, devletin hukuka riayet etmediği noktada da karar verir. Onun
için, hâkimlik teminatı, aynı zamanda vatandaşın teminatıdır. Aslında,
hâkimin teminata, güvenceye ihtiyacı değildir aslolan, demokrasinin,
hukuk devletinin kurulabilmesi için, vatandaşın teminatıdır
hâkimlik teminatı bir anlamda; olay bu şekilde değerlendirilmelidir.
Hâkimlerin maaşları, ödenekleri değerlendirilirken şu alışkanlığımızdan
vazgeçmeliyiz: Başbakanlık Müsteşarının, yani, idarenin bir memurunun
maaşına endeksleme alışkanlığından vazgeçmeliyiz. Şimdi, bu, Türkiye’den
başka bir ülkede oluyor mu bilmiyorum, zannetmiyorum; yani, bir
idarî memurun, unvanı ne olursa olsun, onları küçümsediğim değil,
yani, mutlaka onlar da çok büyük, önemli işler yapıyorlar; ama, mesleğin
özelliği, yapılan işin özelliği budur. Bir idarî memurun maaşına endekslenmez
millet adına egemenlik kullananın maaşı, ödeneği; Anayasada güvence
altında. Bakın, 139 uncu maddesi Anayasanın ne diyor: “Hâkimlik ve
savcılık teminatı: Hâkimler ve savcılar azlolunamaz, kendileri
istemedikçe Anayasada gösterilen yaştan önce emekliye ayrılamaz;
bir mahkemenin veya kadronun kaldırılması sebebiyle de olsa, aylık,
ödenek ve diğer haklarından yoksun kılınamaz.” Bu, 139 uncu maddenin
birinci fıkrası; bu mesleği yeteri kadar tarif ediyor. Bu, aynı zamanda
yurttaş için güvence, demin söylediğim gibi.
140 ıncı maddesinde
de diyor ki, hâkimlerin, işte, yargılanmaları, meslekten çıkarılması
vesairesi, vesairesi, “...meslek içi eğitimleri ile –burayı okuyorum-
diğer özlük işleri mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı
esasına göre kanunla düzenlenir.”
Şimdi, değerli arkadaşlarım,
bu maddede, geliyoruz, geçici 16 ncı maddede, hâkimler bir anda kamu
personeli durumuna düşürülüyor. Arkadaşlar, Anayasanın hiçbir
yerinde, hâkim emekli olana kadar hâkim, emekli olduktan sonra kamu
personelidir diye bir şey yok. Yani, bu düzenleme, geçici 16 ncı maddedeki
düzenleme, hâkimi memur raddesine indiriyor; bu itibarla, Anayasamızın
139 ve 140 ıncı maddelerine aykırıdır. Aynı zamanda, bugün emekli
olan aynı derecedeki hâkim ile yarın emekli olacağın arasında eşitliği
de yok edici niteliktedir; dolayısıyla Anayasanın 10 uncu maddesine
de aykırıdır.
Birazdan, Anayasaya
aykırılık önergemiz okunacak. Ben, yasanın çıkmasını arzu ediyorum,
eksiklikleri var içinde -Ziya Bey söylediği için tekrar etmiyorum,
arkadaşım söylediği için- orantısızlıklar var, yanlışlıklar var,
bunlar bir yana; ama, yasa çıksın. Yani, namı büyük Kozanoğlu haline
geldi, sanki hâkimlere çok şeyler veriliyormuş gibi, bir şey haline
geldi.
Değerli arkadaşlarım,
kuşkusuz, diğer kamu personelimizin, insanlarımızın kazancı da
az; ama…
MEHMET SARI (Osmaniye)
– Öğretmenler…
ORHAN ERASLAN (Devamla)
- Bakınız, şimdi, siz, yapılan işin ehemmiyetinin farkında değilsiniz,
onun için laf atıyorsunuz. Yapılan işin ehemmiyetinin farkında değilsiniz.
Yani, oraya verilen para, aynı zamanda yurttaşların hepsine verilen
paradır, güvencedir, o anlamda değerlendirin lütfen.
Şimdi, emeklilikle
ilgili konuda yapılan düzenleme Anayasaya aykırıdır, 16 ncı madde.
Geçici 16 ncı maddenin yasa metninden çıkması lazım. Yani, bir gün,
çalışan herkes emekli olacaktır, her hâkim emekli olacaktır. Hâkimin
emeklilikte teminatının olmaması, aynı zamanda, Anayasanın 139
uncu maddesinde ifade edilen hâkimlik ve savcılık teminatının zarar
görmesi anlamına gelir. Yani, önergede olacak hususu izah ediyorum
ki, zaman ekonomisi, usul ekonomisi yapalım. Yeniden önergeyi açıklamak
üzere bir daha söz almak istemiyorum.
Verilecek önergeyi
desteklemenizi istiyoruz. Bu önemli bir olaydır. Hakikaten Anayasaya
aykırı bir düzenleme yapılmamalıdır biline biline. Anayasanın
139, 140 ve 10 uncu maddeleri açıktır. Geçici 16 ncı maddenin yasa
metninden çıkması gerekir. Çıkmaması halinde Anayasaya aykırı
olacağı da gayet açıktır diyorum, hepinize saygılar, sevgiler sunuyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Eraslan.
Geçici madde 16 üzerinde
1 adet önerge vardır.
Önergeyi okutup işleme
alacağım.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
1217 sıra sayılı yasa tasarısının çerçeve 5 inci maddesiyle getirilen
geçici 16 ncı maddenin madde metninden çıkartılmasını arz ve teklif
ederiz.
|
Orhan Eraslan |
Kemal Kılıçdaroğlu |
Mustafa Özyurt |
|
Niğde |
İstanbul |
Bursa |
|
Atilla Kart |
M. Mesut Özakcan |
|
|
Konya |
Aydın |
|
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU
BAŞKANI SAİT AÇBA (Afyonkarahisar) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN – Hükümet?..
ADALET BAKANI CEMİL
ÇİÇEK (Ankara) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN – Gerekçeyi
okutuyorum:
Gerekçe:
Maddede yapılan düzenleme
Anayasanın 139, 140 ve 10 uncu maddelerine aykırılık oluşturduğundan
madde metninden çıkarılması gerekmektedir.
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Geçici madde 16’yı oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Geçici madde 17’yi
okutuyorum:
GEÇİCİ MADDE 17- 103
üncü maddenin ikinci fıkrasında Yargıtay ve Danıştay üyeliklerine
seçilebilme yeterliliklerini kaybetmedikleri sürece birinci
sınıf hâkim ve savcılar için her üç yılda bir verilmesi öngörülen ilave
puanlar, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihte birinci sınıf olan
ve hâlen meslekte bulunanların 33 üncü madde uyarınca birinci sınıf
olma tarihlerinden itibaren üç yıllık hizmet dilimlerine göre kendiliğinden
eklenir. Ancak bu uygulamanın yapılabilmesi için ilgililerin inceleme
tarihi itibarıyla Yargıtay ve Danıştay üyeliğine seçilme hakkını
kaybetmemeleri gerekir. 22/12/2005 tarihli ve 5435 sayılı Kanunun
yürürlüğe girdiği 24/12/2005 tarihinden önce birinci sınıf olan ve
halen görevde bulunan hâkim ve savcıların birinci sınıfa ayrılma
ve birinci sınıf olma tarihleri de bu Kanunun 5435 sayılı Kanunla
değişik 13, 15 ve 32 nci maddelerine göre düzeltilir. Birinci sınıfa
ayrılma ve birinci sınıf olma tarihlerinin düzeltilebilmesi
için ilgili hâkim ve savcılar hakkında yapılan ilk incelemede birinci
sınıfa ayrılmış ve birinci sınıf olmuş olmaları gerekir.
BAŞKAN – Madde üzerinde
1 adet önerge vardır.
Önergeyi okutup işleme
alacağım.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
Hâkimler ve Savcılar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısının çerçeve 5 inci maddesiyle 2802 sayılı Kanuna eklenmesi
öngörülen geçici 17 nci maddesinde yer alan “33 üncü madde uyarınca”
ibaresinin madde metninden çıkarılması ve son fıkra olarak aşağıdaki
hükmün eklenmesini arz ve teklif ederiz.
“Bu uygulamalar, geçmişe
yönelik malî hak doğurmaz.”
|
İrfan Gündüz |
Ramazan Toprak |
Mahmut Kaplan |
|
İstanbul |
Aksaray |
Şanlıurfa |
|
Murat Yıldırım |
İrfan Rıza Yazıcıoğlu |
Cüneyit Karabıyık |
|
Çorum |
Diyarbakır |
Van |
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU
BAŞKANI SAİT AÇBA (Afyonkarahisar) – Katılamıyoruz.
BAŞKAN – Hükümet?..
ADALET BAKANI CEMİL
ÇİÇEK (Ankara) – Katılıyoruz.
BAŞKAN - Gerekçeyi
okutuyorum:
Gerekçe: Maddede,
Plan ve Bütçe Komisyonunda değişiklik yapılarak, birinci sınıf
hâkim ve savcılara her üç yılda ilave puan verilebilmesi performans
kriterine bağlı tutulmayıp, Yargıtay ve Danıştay üyeliklerine seçilebilme
yeterliliklerini kaybetmeme şartına bağlandığından, anlamı kalmayan
ve çelişki doğuran “33 üncü madde uyarınca” ibaresinin metinden çıkarılması
amaçlanmıştır.
Maddenin yürürlüğe
girmesiyle halen birinci sınıf olan hâkim ve savcılara, birinci sınıf
olma tarihlerinden itibaren verilmesi öngörülen ilave puanların
geçmişe yönelik malî hak doğurmayacağı vurgulanmaktadır.
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Kabul edilen önerge
istikametinde geçici madde 17’yi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Geçici madde 18’i okutuyorum:
GEÇİCİ MADDE 18- Yeni
bir düzenleme yapılıncaya kadar; ekli (I) sayılı ek gösterge cetveli,
103 üncü maddeye göre aylık alanlar için 6245 sayılı Harcırah Kanunu
yönünden uygulanmaya devam olunur."
BAŞKAN – Geçici madde
18 üzerinde 2 adet önerge vardır; ama, önergeler bu kanunun konusuna
girmemektedir. Diğer, sair kanunlarda bir değişikliği öngörmektedir.
Önergelerin sadece isimlerini okutacağım; ama, işleme almayacağım.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
1217 sıra sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 5 inci maddesiyle 2802 sayılı
Kanuna eklenen geçici 18 inci maddeye aşağıdaki fıkranın eklenmesini
arz ve teklif ederiz.
M.
Akif Hamzaçebi (Trabzon) ve arkadaşları
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
1217 sıra sayılı yasa tasarısının 5 inci madde, geçici 18 inci maddesine aşağıdaki fıkranın ikinci
fıkra olarak eklenmesini arz ve teklif ederiz.
Süleyman
Sarıbaş (Malatya) ve arkadaşları
BAŞKAN – Geçici madde
18’i oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Çerçeve 5 inci maddeyi
geçici madde 16, 17, 18’le birlikte oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
6 ncı maddeyi okutuyorum:
MADDE 6- 2802 sayılı
Kanunun ek geçici 2 nci maddesinin birinci fıkrasına "kadar,"
ibaresinden sonra gelmek üzere "aylık," ibaresi eklenmiş,
aynı fıkranın (b) ve (c) bentleri aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"b) Birinci sınıfa
geçirildikten sonra, bu sınıfta üç yılını tamamlamış ve askerî yüksek
yargı organı üyeliklerine seçilme niteliklerini kaybetmemiş
olan askerî hâkim ve savcılar; 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu
hükümleri uyarınca birinci sınıf hâkim ve savcılar,
c) Birinci sınıfa geçirilmiş ve askerî yüksek yargı organı üyeliklerine
seçilme hakkını kaybetmemiş olan askerî hâkim ve savcılar; birinci
sınıfa ayrılmış ve Yargıtay-Danıştay üyeliklerine seçilme hakkını
kazanmış diğer hâkim ve savcılar,"
BAŞKAN – Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Konya Milletvekili Atilla
Kart.
Sayın Kart, buyurun.
CHP GRUBU ADINA ATİLLA
KART (Konya) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 6 ncı madde üzerinde
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım; Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
yine, bu maddeyle bağlantılı olarak 3 üncü maddede sözünü ettiğim
konuları anlatmaya devam etmek istiyorum. Sayın Adalet Bakanının
Hükümet Sözcüsü olma sıfatının yargı bağımsızlığı ile yürütme ve
yargı organlarının fonksiyonlarıyla bağdaşmadığını ifade etmiştim.
Bunu bir cümleyle tamamlamak istiyorum. Sayın Adalet Bakanı, görevinin
gereği olarak, kritik davalarda, kritik olaylarda Hükümet adına,
zaman zaman da kişisel görüşlerini de ifade ediyor. Böyle bir süreç
içinde o yargılamanın sıhhatinden söz edemezsiniz, o yargılamanın
selametinden söz edemezsiniz. Bu noktada Sayın Bakanı ve Hükümeti
ciddî bir sorgulama ve değerlendirme yapmaya bu vesileyle bir kez
daha davet ediyorum. (AK Parti sıralarından “ne ilgisi var” sesi)
Maddeyle bağlantılı
değerli arkadaşım; biraz kanunu incelerseniz, biraz gerekçeleri
incelerseniz, biraz, biraz incelerseniz o bağlantıları kavrarsınız.
Değerli arkadaşlarım,
sayın milletvekilleri, Adalet Bakanlığı bünyesinde yargıç sınıfında
görevli çalıştırılmamalıdır. Hukuksal bilgi gerektiren konularda
hukuk fakültesini bitirmiş olan uzmanları elbette çalıştırabiliriz;
ancak, yargıçların çalıştırılması onları Adalet Bakanlığının vesayeti
altına sokuyor. Bu, Avrupa Birliğinin tavsiye kararlarıyla da
bağdaşmıyor. Ancak, böylesine bir uygulamaya girmek nedense Hükümetin
işine gelmiyor.
Yargı bağımsızlığı
için yürütmenin söz sahibi olmadığı Yargıçlar Birliğinin kurulması
zorunludur. Ne mutludur ki, ne güzel bir gelişmedir ki, bu Yargıçlar
Birliği bir hafta evvel, on gün evvel, üç gün evvel kuruldu değerli
arkadaşlarım. Bu aşamada, Adalet Bakanlığınca hazırlanmakta olan
Türkiye Hâkimler ve Savcılar Birliği, daha doğrusu -Genel Kurul gündemine
veya Meclis Başkanlığına sunulduğunu biliyoruz- Türkiye Hâkimler
ve Savcılar Birliği Yasa Tasarısının kanunlaşması anlayışında
ısrar edilmemesi gerektiğini yeri gelmişken ifade etmek istiyorum.
Bırakın yargıçlar kendi sorunlarını ideoloji olmadan, siyasallaşmadan
kendileri çözsünler. Bırakalım kendi iradeleriyle bu kararlarını
versinler.
Yargıçlara coğrafî
teminat sağlanmalıdır değerli arkadaşlarım, istekleri olmaksızın
bir başka yere ve göreve atanmaları söz konusu olmamalıdır. Yargıç
ve savcıların kişisel veya görevle ilgili suçlarında ayrı soruşturma
yöntemine bağlı olmaları Birleşmiş Milletler ilkeleri çerçevesinde
yargıç güvencesinin doğal bir sonucudur. Yargıç ve savcıların milletvekili
seviyesinde olduğu gibi bir dokunulmazlıkları söz konusu değildir.
Bu kapsamda, örneğin, trafik suçlarında bile dokunulmazlıkları
varmış gibi kamuoyuna yansıtılması, haksız bir uygulamadır. Yargıç
ve savcıların -tekrar ifade ediyorum- dokunulmazlıkları yoktur.
Kişisel suç niteliğindeki trafik suçlarında bile, ağır ceza mahkemelerinde
ya da Yargıtayda yargılanmaktadırlar; ancak, polis, ceza tutanağı
değil, tespit tutanağı düzenlemektedir.
Kavram ve kurumlar karıştırılarak,
yargıda meslekî dokunulmazlık varmış gibi kamuoyu yönlendirilmemelidir.
Yargıdaki özel soruşturma usulü, Birleşmiş Milletler ilkelerinin,
evrensel hukukunun zorunlu kıldığı bir sonuçtur.
Değerli arkadaşlarım,
bu aşamada kısa bir talep değerlendirmesi yaparak, konuşmamı bitirmek
istiyorum. Yargıçların maaş değerlendirmelerinin, diğer devlet
memurlarıyla karıştırılmaması gereğini konuşmamın başında ifade
etmiştim. Aslında, bu konuda, kamuoyunda genel bir uzlaşma da doğmuş durumda.
Yeter ki, siyasî irade olarak, siyasî iktidar olarak, bu konuda samimî
bir tavır içinde olalım. Zaman zaman “efendim, askerî hâkimlerden dolayı,
askerî savcılardan dolayı Genelkurmay bu konuya karşı çıkıyor” gibi
gerekçelere sığınıldığını üzüntüyle görüyoruz. Oysaki, Genelkurmay
Başkanlığının bile bu konuda bir karşı çıkışının olmadığını kamuoyu
çok iyi biliyor, bu konudaki değerlendirmeler kamuoyunun görüşlerine
yansıdı.
Bir diğer önemli konu
şu: Adlî hizmeti sadece yargıç ve savcı yapmıyor. Adlî hizmeti, orada
çalışan zabit kâtibi yapıyor, orada çalışan yazı işleri müdürü yapıyor,
mübaşirler yapıyor. Ceza ve infaz kurumu görevlilerinin de o adlî
hizmete öyle veya böyle bir katkısı var. Dolayısıyla, bu noktada,
bu hizmetin oluşumuna katkı sağlayan bu yardımcı personele de, mutlaka,
hâkim ve savcılar kadar olmasa da, bir düzenleme, bir artış, bir iyileştirme
yapılması gerekir.
Antalya Milletvekilimiz
Sayın Feridun Baloğlu’nun, gerçekten, o mükemmel sunuşunu burada
tekrarlamaya gerek görmüyorum; ama, sadece Konya Adliyesinden,
bu noktada, son bir hafta içinde onlarca faksın, feryadın ve talebin
geldiğini bilgilerinize sunmak istiyorum değerli arkadaşlarım.
Bunun dışında, şu konuyu
kabul etmemiz gerekiyor: Kamu avukatları da -yine, arkadaşlarımız
ifade ettiler- adlî hizmetin, adlî kararın oluşmasına katkı sağlıyorlar;
ama, kamu avukatlarının ne kadar mağdur edildiğini ve bu konuda, maalesef,
Hükümetin hiçbir ciddî gayretin içinde olmadığını üzülerek bir defa
daha ifade ediyorum.
15 Temmuz 2003 tarihinde
Sayın Mehmet Ali Şahin, burada, Genel Kurulda söz verdi “2004 yılı
içinde bu konuyu halledeceğini” ifade etti; ama, 2006 yılı bitecek,
bu konuda hiçbir çalışmanın olmağını görüyoruz.
Yine, müfettişlerin
ve teftiş elemanlarının, bunların hizmetlerini de adlî hizmetlere,
yargı kararlarına katkı sağlayan kamu görevlileri olarak görmemiz
gerekiyor. Dolayısıyla, bu konuda da, hâkim ve savcılar düzeyinde
olmamakla birlikte, mutlaka, müfettişler açısından ve denetim elemanları
açısından bir düzenleme yapılması gerektiği düşüncesindeyim değerli
arkadaşlarım.
Bu değerlendirmelerle,
bu tasarının yararlı olmasını, verimli olmasını diliyor, bu değerlendirmelerimizin
Hükümet tarafından göz önüne alınmasını, bundan sonraki çalışmalarda
göz önüne alınması talebimi bir defa daha ifade ediyor, Genel Kurulu
saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
7 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 7- 2802 sayılı
Kanunun 54 üncü maddesinin son fıkrası ile 104 üncü ve 105 inci maddeleri
yürürlükten kaldırılmıştır.
BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
8 inci maddeyi okutuyorum:
MADDE 8- 8/5/1991 tarihli
ve 3717 sayılı Kanunun 2/A maddesinde yer alan "Adalet Bakanlığı
merkez ve taşra teşkilâtı (ceza ve infaz kurumları hariç)" ibaresinden
sonra gelmek üzere "ile Türkiye Adalet Akademisi" ibaresi
eklenmiş; aynı maddede yer alan
"iki katına" ibaresi "üç katına" şeklinde değiştirilmiş
ve aynı maddenin sonuna aşağıdaki cümle eklenmiştir.
"Bu madde uyarınca
yapılacak ödeme, damga vergisi hariç herhangi bir vergiye tâbi tutulmaz."
BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
9 uncu maddeyi okutuyorum:
MADDE 9- 27/1/2000 tarihli
ve 4505 sayılı Kanunun 5 inci maddesinin (c) bendine, ikinci cümleden
sonra gelmek üzere aşağıdaki cümle eklenmiştir.
“Ancak mahsup işleri,
görev tazminatına uygulanan mahsupla ilgili hükümler esas alınarak
yürütülür.
BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Madde 10’u okutuyorum:
MADDE 10- Bu Kanun
15/7/2006 tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Madde 11’i okutuyorum:
MADDE 11- Bu Kanun hükümlerini
Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN – Saygıdeğer
arkadaşlarım, bu, son maddedir.
Madde üzerinde, Anavatan
Partisi Grubu adına, Diyarbakır Milletvekili Sayın Muhsin Koçyiğit.
Sayın Koçyiğit, buyurun.
(Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA MUHSİN KOÇYİĞİT (Diyarbakır) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
görüşülmekte olan 1217 sıra sayılı yasa tasarısı üzerinde Anavatan
Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum;
bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; hepimizin bildiği gibi, Anayasamıza göre üç tane
erkimiz bulunmaktadır; yasama, yürütme ve yargı. İşte, bugün, burada,
yargıya mensup hâkim ve savcılarımızın özlük haklarının iyileştirilmesine
ilişkin düzenlemeleri görüşüyoruz. Bunlarla beraber, aynı şekilde,
Sayıştay meslek mensuplarının durumlarının iyileştirilmesi de
görüşülmektedir.
Hepimizin bildiği
gibi, yargı erkini yerine getiren hâkim ve savcılık meslekleri sıradan
bir meslek değildir; bunlar kariyer mesleği olduğundan, bilgi, birikim
ve deneyim gerektirmektedir. Bunların çok iyi yetişmesi Türkiye’nin
menfaatınadır; çünkü, hâkimlerimiz ne kadar iyi yetişirse o kadar
bağımsız, o kadar adil kararlar verebilirler; çünkü, bir ülkede adaletin,
devletin temeli hukuktur. Hukuk olmayınca kaos olur, düzensizlik
olur, hukuk olmayınca demokrasi olmaz, özgürlükler olmaz. O halde,
bu tüm yüce kavramların, özgürlüklerin, demokrasinin, adaletin yerine
getirilebilmesi için bu yüce yargı mensuplarının durumunun düzeltilmesi
tüm Türk Ulusunun menfaatınadır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bu yasa tasarısıyla, bir yandan yargı ödeneği artırılmakta,
öte yandan da eködeme yapılmaktadır. Ayrıyeten, bilgisayar verilmesi
de yasa tasarısı metninde yer almaktadır.
Elbette, hâkimlerimize,
savcılarımıza verelim, daha fazlasıyla verelim. Bunlar çok fazlasını
hak etmektedirler. Ancak, bunların kararlarının alınmasına yardım
eden, katkıda bulunan adliyenin diğer emekçilerinin durumunun da
düzeltilmesi gerekir; çünkü, sadece kararlar hâkim ve savcılarımızın
vicdanında değil, bunlara alt birimlerde hizmet veren mübaşirler,
kâtipler, daktilolar, bilgisayar işletmenleri, hepsi, bir yerde,
bu kararların alınmasında yardım etmektedir. Bu bakımdan, en yüksek
yargı organına yüzde 100 verirken, en azından diğer meslek mensuplarına
da yüzde 50, yüzde 30 oranında bir ödeneğin verilmesi adaleti gerektirmektedir.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; elbette, yargı bağımsızdır. Yargı ve yasamanın, milletvekillerinin,
hâkimlerin maaşlarının, özlük haklarının, yürütmenin, Başbakanlık
Müsteşarının maaşına bağlanması bir yerde yargı bağımsızlığıyla
bağdaşmaz. Doğrusu, hem milletvekillerinin ve hem de yargının,
hâkimlerin maaşlarının Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanının
maaşına bağlanmasıdır, doğrusu budur. O zaman, yargımız daha bağımsız
olur.
Tabiî, yargının bağımsız
olması iyidir; ama, önemli olan, bağımsız yargının verdiği kararları
da uygulamaktır. Eğer bağımsız yargı karar veriyorsa, o kararlar
uygulanmıyorsa, yargının bağımsızlığından bahsedilemez. Aslında,
yargı kararlarının uygulanması bir yerde anayasal zorunluluktur;
ama, maalesef, bazı yargı kararlarının uygulanmadığı da gözlenmektedir.
Bunu da dikkatlerinize sunmak istiyorum.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; hâkim ve savcılarımız sadece meslekteyken değil,
bunlar emekli olunca da yaşam mücadelesi vermekte, çocuklarını
okutmakta, sağlıkla uğraşmakta, ulaşım sorunları bulunmakta. O
halde, bunların sadece görev başındayken değil, görevden ayrıldıktan
sonra da, emekliyken de durumlarının iyi olması gerekir. Ama, bu yasa
tasarısında, bu, emekliliğe ilişkin hüküm bulunmamaktadır. Bunu
bir eksiklik olarak görüyoruz. İnşallah, ileride bu düzeltilir.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; bu yasa tasarısıyla, Sayıştay meslek mensuplarının
durumları iyileştirilmektedir. Sayıştay, elbette, çok önemli görev
yapmakta. Bir kariyer mesleğidir; ama, aynı şekilde, Sayıştay gibi,
kariyer mesleği olan diğer merkezî denetim birimleri de vardır. Örneğin,
Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu denetçileri, Maliye Bakanlığı
hesap uzmanları, müfettişleri ve Başbakanlık müfettişleri, bakanlık
müfettişleri; bunlar da kariyer mesleklerdir.
Bir hesap uzmanı çok
önemli görevler yapmaktadır. Yazdığı raporlar trilyonları bulmakta,
bilirkişilik yapmakta, inceleme, soruşturma, teftiş yapmakta,
yolsuzlukla mücadelede Türkiye Büyük Millet Meclisi komisyonlarında
görev almakta; ama, maalesef, bugün, bu yasa tasarısıyla, Sayıştay
denetçileri ile diğer merkezî denetim elemanları arasındaki uçurum
açılmaktadır, arada 1 200 000 000 fark bulunmaktadır. Bu bir eksikliktir,
bunun düzeltilmesi gerekir. Aslında, bu konuda bir önerge verdik;
ama, önergemiz dikkate alınmadı. Ümit ediyorum ki, önümüzdeki Beşinci
Yasama Yılında, bu meslek mensuplarının da durumlarının düzeltilmesi,
aradaki makasın kapatılması gerekmektedir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; elbette, ülkemizde, kamu personel rejiminin yapılması
gerekmektedir; ama, bugüne kadar, adından sıkça bahsedilmesine
rağmen, Meclis gündemine getirilememiştir; çünkü, kamu personel
rejiminin yapılması büyük meblağlarda parayı gerektirmektedir;
en azından, 3-4 katrilyon lirayı. Eğer biz gerçek büyüme rakamlarını
bulup bütçemizi büyütürsek, inanıyorum ki, çok rahat şekilde kamu
personel reformu gelir ve bu kamu personel reformundan tüm çalışanlar
en iyi şekilde haklarını alırlar, durumlarını düzeltirler.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; bu yasa tasarısı görüşülürken, Plan ve Bütçe Komisyonunda
Anavatan Partisi olarak desteklerimizi verdik, alt komisyonda da
desteklerimizi verdik. Bizim gönlümüz daha kapsamlı ve daha yüksek
meblağlarda zamların yapılmasından yanaydı; ama, maalesef, önergelerimiz
kabul edilmedi, görüşlerimiz kabul edilmedi; ama, biz, bunu da yeterli
bulmuyoruz. İnşallah önümüzdeki dönemlerde daha da artırılır. Bu
Yasa Tasarısıyla yargıçlarımıza, hâkimlerimize getirilen iyileşmelerin
kendilerine hayırlı, uğurlu olmasını diliyorum; Yüce Genel Kurulumuzu
saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Koçyiğit,
teşekkür ediyorum.
Saygıdeğer arkadaşlarım,
maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Sayın milletvekilleri,
tasarının tümü açıkoylamaya tabidir.
Açıkoylamanın şekli
hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.
Açıkoylamanın elektronik
oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Oylama için 4 dakika
süre vereceğim. Bu süre içerisinde sisteme giremeyen üyelerin
teknik personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin,
oy pusulalarını, oylama için öngörülen 4 dakikalık süre içerisinde
Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.
Ayrıca, vekâleten oy
kullanacak sayın bakanlar var ise, hangi bakana vekâleten oy kullandığını,
oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan
oy pusulasını, yine, oylama için öngörülen 4 dakikalık süre içerisinde
Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.
Oylama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla
oylama yapıldı)
BAŞKAN – Saygıdeğer
milletvekili arkadaşlarım, gecenin bu saatlerine kadar çok özverili
bir şekilde, gayretli bir şekilde çalışarak bir neticeye ulaştık.
1217 sıra sayılı
Hâkimler ve Savcılar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısının açıkoylama sonucunu açıklıyorum:
Kullanılan oy sayısı |
: |
227 |
Kabul |
: |
225 |
Ret |
: |
1 |
Çekimser |
: |
1 (x) |
Böylece, hâkimler ve
savcılarımızla ilgili olan kanun kabul edilmiş ve yasalaşmıştır;
kendileri için, aileleri için, milletimiz için hayırlı ve uğurlu olmasını
diliyorum. Bu hususta büyük emekleri geçen yargı mensuplarına ve
bu hususta emeklerini inkâr edemeyeceğimiz Adalet Bakanımız Sayın
Cemil Çiçek’e de, sizin namınıza şükranlarımı, takdirlerimi sunuyorum.
Sayın Bakanımı, bir
teşekkür konuşması yapmak üzere, kürsüye davet ediyorum.
Buyurun Sayın Bakanım.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
ADALET BAKANI CEMİL
ÇİÇEK (Ankara) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Çok değerli arkadaşlarım,
biraz evvel değerli oylarınızla, katkılarınızla yasalaştırdığınız
Hâkimler ve Savcılar Kanunu sebebiyle hepinize teker teker teşekkür
ediyorum; yargı camiasına, bu yasanın, hayırlı ve uğurlu olmasını
temenni ediyorum.
Tabiatıyla, hem size
teşekkür ederken bir teşekkürüm de, en evvel, Sayın Başbakana ve Hükümetimizedir.
Gerçekten, onların desteği, talimatı, bu noktadaki gücü olmasaydı,
bunca sıkıntı içerisinde, bunca zorluk içerisinde bu yasayı çıkarma
imkânımız olmazdı. Keza, Plan ve Bütçe Komisyonunun Değerli Başkan
ve üyeleri, özellikle alt komisyonda görev yapan arkadaşlarımıza,
Maliye Bakanına, Maliye Bakanlığı Müsteşarına ve değerli Maliye
bürokrasisine de huzurunuzda teşekkür ediyorum. Onlar da, gerçekten,
birçok kamu görevlisinin beklediği bir noktada, hâkim ve savcılarımızla
ilgili olarak, büyük bir özveriyle bu yasanın çıkmasına katkı sağladılar.
(x) Açıkoylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağın
sonuna eklidir.
Hepimiz şunu biliyoruz
ki, yargı, her toplum için önemlidir. Türk Milleti adına yasama yetkisini
biz kullanıyoruz, Türk Milleti adına yargılama yetkisini de yargı
mensupları kullanıyor. Demek ki, bizim yaptığımız iş ile -Yasama
Meclisi olarak- yargının yaptığı iş, ikisi de millet adınadır. O nedenledir
ki, yargının öneminin hepimiz farkındayız ve bu önemin gereği olarak
da bu yasa tasarısı huzurunuza getirildi ve yasalaştı.
Bugüne kadar yargıyla
ilgili çok şey söylendi, yargının önemi adına çok vurgu yapıldı;
ama, kabul etmek gerekir ki, şu dönemdeki kadar da yargıya önemli
hizmet verilmemiştir. Eğer bu ülkede hak varsa, hakşinaslık varsa,
bir gün gelip yargının tarihini yazanlar, bu döneme ayrı bir sayfa
ayırmaları gerekecektir; hak, hukuk bunu gerektiriyor.
Açıkça ifade ettik hükümeti
kurarken de, Adalet Bakanlığı bütçeleri vesilesiyle; dedik ki,
yargı dünden daha iyi olacaktır ve insaf sahibi herkes kabul eder ve
etmelidir ki -dört sene evvelinin yargısı ile- bugünün yargısı,
imkân itibariyle de, mekân itibariyle, sağlanan kolaylıklar itibariyle,
dört sene evveliyle kıyas kabul etmeyecek derecede önemli imkânlara
kavuşmuştur; helal olsun, daha fazlasını da vermek istiyoruz. Bu,
bizim, hukuka bakışımızın, yargıya bakışımızın, ona, bu kuruma
verdiğimiz önemin bir göstergesidir.
Tabiatıyla, milletimizin,
yaşadığımız süreç içerisinde, yargıdan beklentileri de her geçen
gün artmaktadır. En evvel demokratik standartların yükseltilmesi,
hak ve özgürlüklerin teminat altına alınması, daha çağdaş bir Türkiye’nin
inşası noktasında bugüne kadar yargının gösterdiği özveri her
türlü takdirin üstündedir, çaba her türlü takdirin üstündedir;
ama, bugün ondan daha fazlasını beklemektedir; çünkü, içinden geçtiğimiz
süreç, doğrudan doğruya, bire bir yargıyla alakalıdır. O nedenledir
ki, hemen hemen her gün yargının bir kararı, bir tasarrufu Türkiye’de
tartışma konusudur, övgü konusudur veya çeşitli tartışmalara vesile
olmaktadır.
Açık bir toplum olmanın
gereği olarak, Türk Milleti adına yetki kullanan her kurumun kararları
bir beş sene evveline nazaran, bir on sene evveline nazaran toplumun
gündeminde daha çok tartışılmaktadır. O nedenle, yargı, bugün, daha
çok toplumun dikkatinin çevrildiği bir kurum haline gelmiştir. Tabiatıyla,
yargıdan beklenen bu görevlerin ve sorumluluğun yerine getirilebilmesi
adına, biz elimizden geleni yapıyoruz. Tabiatıyla, biz yapıyoruz,
yargımız da yapıyor ve yapmalıdır.
Burada yargıyla ilgili
ve bizim uygulamalarımızla ilgili bazı değerlendirmeler oldu.
Gecenin bu saatinde bunlara cevap vermek gibi bir durum içerisinde
olmayacağım. Bunları başka bir zeminde enine boyuna tartışırız.
Cevap vermemiş olmamız, bunların çok doğru olduğu anlamına gelmiyor.
Bunları ayrı bir platformda veya burada yine, bir başka vesileyle
bunları tartışmaya devam ederiz; ama, bilelim ki, yargıyla ilgili
söylenen birkısım hususlar gerçeği tümüyle yansıtmıyor ya da gerçeğin
sadece bir yönünü gösteriyor.
Şunu yapmamamız gerektiği
kanaatindeyim: Tabiatıyla, yargı kararını verirken Anayasaya,
yasalara, hukuk kurallarına ve vicdanî kanaatine göre verecektir.
Yargı siyasallaşmamalıdır. Bir ülkede yargının başına gelebilecek
en büyük felaket yargının siyasallaşmasıdır ki, o, ülke için de en
büyük felakettir. Yargı ne dışarıdan siyasallaşmalıdır ne de kendi
içinden siyasallaşmalıdır. Bu ikisi de önemlidir. Biz buna azamî hassasiyeti
gösteriyoruz ve göstermeliyiz. Yargı mensuplarından da, hiç şüphesiz,
bunu beklersek, çok fazla bir şey beklemiş olmayız. Tam tersi, yargının
daha da itibarlı hale gelebilmesi noktasında bunu bir önşart olarak
görüyoruz; çünkü, yargı siyasallaştığı anda Türkiye’de yargıya
güven azalır, yargı itibar kaybeder ve hak ve hukuku korumakta, özgürlükleri
korumakta sıkıntılar meydana gelir.
Bir başka şey daha yapılmamalıdır;
onu da ifade etmek istiyoruz. Yargı, ideolojilerin bağnazlığına
da kurban edilmemelidir. O da en büyük tehlikedir. Yargı, kararını
verirken, Anayasadaki ilkelere göre karar vermesi durumundadır.
Geçmişte, bazı devlet kurumlarının içine düştüğü sıkıntıları, bölünmeleri,
parçalanmışlıkları gördük. Dolayısıyla, yargıyı, bu türlü bölünmüşlüklerden,
parçalanmışlıklardan korumak da bizim, hepimizin görevidir; bizim
görevimizdir, kendilerinin de görevidir.
O nedenle, bunları
da bu vesileyle söyleme ihtiyacını duydum. Bu yasa tasarısı değerli
oylarınızla yasalaşmış oldu. İnşallah, yargı camiası için hayırlı
olacaktır. Bununla her şeyi düzelttiğimizi söyleyemem. Yargı dediğimiz
zaman, sadece hâkim ve savcılarımızdan ibaret değil, yardımcı personel
de var; ama, şunu açıklıkla ifade ediyoruz. Bizim burada değişiklik
yaptığımız kanun 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunudur. Halbuki
bahsedilen personel 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa tabidir.
O konuyla ilgili geçmişte bazı adımlar attık, yeterlidir-değildir;
ama, bundan sonra da bu çalışmalarımız devam ediyor. İnşallah, önümüzdeki
dönemde onları da sevindirecek bir çabayı hep birlikte gerçekleştiririz
ve o mutluluğu da birlikte paylaşırız.
Bu düşüncelerle, hepinize
saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Bakanım,
teşekkür ediyorum.
Biz de, bu vesileyle,
bu tasarıyı getiren Hükümetimize ve bunu kanunlaştıran Meclisimize
takdir ve şükranlarımızı sunuyoruz; milletimize hayırlı olmasını
diliyoruz.
HALUK KOÇ (Samsun) –
Sayın Başkan, tatil et, yoklama isteyeceğim, yeter…
BAŞKAN – Efendim Sayın Başkan?..
HALUK KOÇ (Samsun) –
Tatil et artık, yarın devam eder. Yoklama isteyeceğim, tamam… Bu kadar
mutabakat yeter bir haftadır, yeter. (Gürültüler)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri,
11 inci sırada yer alan İstanbul Milletvekili Gülseren Topuz’un, Karayolları
Trafik Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve Denizli
Milletvekili Ümmet Kandoğan’ın, 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanununun
41 inci Maddesinin (b) Fıkrasının Değiştirilmesi ile İlgili Kanun
Teklifi ile İçişleri Komisyonu raporunun görüşmelerine başlıyoruz.
12.- İstanbul Milletvekili Gülseren Topuz’un; Karayolları Trafik
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve Denizli
Milletvekili Ümmet Kandoğan’ın; 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanununun
41 inci Maddesinin (b) Fıkrasının Değiştirilmesi ile İlgili Kanun
Teklifi ile İçişleri Komisyonu Raporu (2/781, 2/785) (S. Sayısı:
1194) (x)
BAŞKAN – Komisyon ve
Hükümet yerinde.
Komisyon raporu 1194
sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Teklifin tümü üzerinde,
Anavatan Grubu adına Muğla Milletvekili Hasan Özyer.
Sayın Özyer, buyurun
efendim.
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA HASAN ÖZYER (Muğla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanununun 41 inci Maddesinin (b)
Fıkrasının Değiştirilmesi ile İlgili Kanun Teklifi üzerinde Anavatan
Partisinin görüşlerini ifade etmek üzere huzurlarınızda bulunuyorum;
hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
görüşmekte olduğumuz kanun teklifi, 2918 sayılı Karayolları Trafik
Kanununda, eski adıyla ilkokul, şimdiki haliyle ilköğretim okullunun
5 inci sınıfına kadar eğitimini tamamlamış olanların da sürücü
belgesi almasına imkân tanıyacak bir değişikliği öngörmektedir.
Bilindiği gibi, söz
konusu kanunda 1997 yılında yapılan bir değişiklikle sürücü belgesi
alınabilmesi için en az ortaokul veya sekiz yıllık ilköğretim okulu
mezunu olma şartı getirilmiş; ancak, bunun 1999 yılından sonra uygulanacağı
hükme bağlanmıştır. 2000 yılı başında yapılan bir geçici düzenlemeyle,
bu hükmün uygulama tarihi 2004 yılı sonuna kadar ertelenmiştir.
Dolayısıyla, 2005 yılı başından beri ilkokul mezunları ehliyet
alamamaktadırlar.
Ancak, bu durum, uygulamada
çeşitli sıkıntılara ve adaletsizliklere yol açmıştır. Her şeyden
önce, kanunun söz konusu hükmünün yürürlüğe girdiği tarihe kadar
sürücü belgesi alan ilkokul mezunları ile bu tarihten sonra sürücü
belgesi alma hakkı kazanan veya bu yönde talepte bulunan vatandaşlarımız
arasında eşitsizlik durumu ortaya çıkmıştır. Aynı şartlara sahip
oldukları halde, kanunun yürürlük tarihi sebebiyle bu hakkı kullanamayanlar
mağduriyete uğramışlardır.
(x) 1194 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Bir başka sıkıntı da,
diğer ülkelerdeki uygulamalar ile ülkemizdeki uygulama arasındaki
farkın yol açtığı karmaşadır. Avrupa Birliği üyesi ülkeler dahil
olmak üzere, diğer ülkelerin çoğunda sürücü belgesine sahip olmak
için okuryazarlık yeterli bir şarttır. Bu ülkelerde sürücü belgesi
almış olanlar, bu belgelerinin ülkemizde de geçerliliğini talep
ettiklerinde, ister istemez öğrenim şartı ortadan kalkmaktadır.
Bu da, ülkemizde aynı şartlara sahip olduğu halde sürücü belgesi
alamayan vatandaşlarımız aleyhine bir eşitsizliğe yol açmaktadır.
Özellikle sınır bölgelerindeki vatandaşlarımızın bir bölümünün
öğrenim şartı sebebiyle diğer devletlerde ehliyet alıp, bunu ülkemizde
değiştirmek suretiyle, gereksiz zaman ve para kaybına uğradıkları
bilinmektedir.
Bir başka sorun da, ilkokul
mezunlarının ekonomik ve sosyal statüleri dikkate alındığında,
şoförlük mesleğinin bu kişiler için en çok tercih edilen meslekler
arasında yer almasından dolayı ortaya çıkan mağduriyetleridir.
Bu insanlar, sürücü belgesine sahip olmamaları halinde hayatlarını
idame ettirebilecekleri bir meslekten mahrum kalmaktadırlar.
Ayrıca, ilkokul mezunu
olup da imkânı elverip araç sahibi olan vatandaşlarımızın bu araçlarından
yararlanamama veya bunları ehliyetsiz kullanma durumuyla karşılaşmaları
da söz konusudur.
Bu sorun, özellikle
kırsal kesimde ciddî bir sıkıntı olarak görülmektedir. Esasen, sürücü
belgesi alınabilmesi için böyle bir öğrenim şartı getirilmesi en
baştan yanlış bir düzenleme olmuştur. Ülkemizde çağ nüfusunun öğrenim
düzeyinin sürekli arttığı bilinmektedir. Önümüzdeki yıllarda zaten
nüfusun tamamı ilköğretim mezunu olacaktır. Dolayısıyla, ilkokul
mezunlarına sürücü belgesi verilmemesi, mevcut nüfusla ilgili
bir sınırlamadır. Sürücülerin daha bilinçli hale getirilmesi gibi
bir amaçla konulduğu anlaşılan sekiz yıllık okul şartının pratikte
yol açacağı sıkıntı ve mağduriyetlerin yeterince değerlendirilmediği
açıktır. Dolayısıyla, sürücü belgesi almak için sekiz yıllık okul
bitirme şartının kaldırılmasının, gelecekte kanunun uygulanması
konusunda herhangi bir eksikliğe ve sakatlığa yol açmayacağı düşünülebilir.
Değerli milletvekilleri,
halihazırda Meclis gündeminde 933 sıra sayılı bir tasarı bulunmaktadır.
Bu tasarı, Karayolları Trafik Kanununda köklü değişiklikler öngörmekte,
hatta daha da ötesinde, bu kanunu yeni baştan düzenlemektedir. Toplam
109 maddelik bu tasarının 18 inci maddesinin (b) fıkrası, burada
görüşmekte olduğumuz kanun teklifiyle getirilen değişikliği zaten
yapmaktadır. Görüştüğümüz kanun teklifi, geçtiğimiz aylarda verilmiştir.
Oysa, sözünü ettiğimiz 109 maddelik kapsamlı tasarı, 2005 yılı haziran
ayında İçişleri Komisyonunda kabul edilerek Genel Kurulda görüşülmeye
hazır hale gelmiştir. Yani biz, söz konusu kapsamlı tasarıyı geçtiğimiz
bir yıl içinde Genel Kurulda ele alıp kanunlaştırabilmiş olsaydık,
bugün görüştüğümüz kanun tekliflerinin verilmesine de, burada
görüşülmesine de gerek kalmayacaktı. Üstelik, 109 maddelik bu tasarı,
Avrupa Birliği mevzuatına uyum, mevcut 2918 sayılı Kanunun eksiklerinin
ve uygulamadaki aksaklıkların giderilmesi, cezaların caydırıcı
hale getirilerek trafik güvenliğinin artırılması ve bu alanda günümüz
gereksinimlerinin karşılanması gibi fevkalade önemli amaçları
gerçekleştirmeye yöneliktir.
Ülkemizde trafik anlayışı
ve uygulamasında esaslı değişiklikler yapacak bu düzenleme, geçtiğimiz
haftalarda temel yasa olarak Meclis gündeminde yer almıştır. 109
maddelik kapsamlı bir düzenleme olmasına karşılık temel yasa olarak
kabul edildiği için toplam 5 bölüm halinde görüşülecek olan bu tasarının
daha sonra gündemden çıkarıldığını gördük. Söz konusu tasarıyla,
burada görüştüğümüz kanun teklifiyle amaçlanan düzenleme dahil,
trafikle ilgili var olan tüm sorunların çözülmesi ve eksiklerin giderilmesi
mümkündür; ama, bu yapılmamış, kapsamlı bir düzenlemenin sadece
bir fıkrasını oluşturan ve iki yıl süreyle daha ilkokul mezunlarının
sürücü belgesini alabilmesini sağlayan bir düzenleme Meclis Genel
Kuruluna gelmiştir. Halbuki, tasarıdaki düzenleme, süre tahdidi
olmaksızın ilkokul mezunlarının sürücü belgesi almasına imkân
tanımakta, yani sorunu kökten çözmektedir. Bu kanun teklifinin görüşülmesi
için harcanacak zamandan biraz daha fazlasını feda ederek, 933 sıra
sayılı tasarıyı görüşmekten bizi neyin alıkoyduğunu anlamak mümkün
değildir.
Maalesef, burada karşılaştığımız
durum, Hükümetin genel olarak iş yapma tarzını ortaya koyan bir örnektir.
Yani, sorunları kökten çözmek yerine, palyatif, günü veya burada
olduğu gibi birkaç yılı kurtarmaya yönelik düzenlemelerle yasama
kurumunun ve yürütmenin zamanı ve enerjisi en verimsiz şekilde
kullanılmaktadır. Türkiye, zamanını ve imkânlarını bu derece hoyratça
harcama lüksüne sahip bir ülke değildir. Türk Milletinin çözüm bekleyen
sorunları tahammül sınırlarını zorlayacak düzeylere ulaşmıştır.
Bir taraftan, gerçekten
reform niteliğinde bir düzenleme vardır ve bunu şu anda görüşme
iradesi elimizde bulunmaktadır; diğer tarafta ise, bu düzenlemede
zaten kökten çözülen spesifik bir sorunu iki yıl süreyle erteleyen
bir düzenleme vardır. Mantıklı ve doğru olan, temel yasa haline getirildiği
için görüşme süresi zaten fevkalade kısalmış olan reform niteliğindeki
düzenlemeyi gündeme getirmektir. Mantıksız ve yanlış olan ise, spesifik
düzenlemeyi gündeme getirmektir.
Değerli milletvekilleri,
bizim, Anavatan Partisi Grubu olarak, ilkokul mezunlarının da sürücü
belgesi sahibi olabilmelerine imkân tanıyan bu kanun değişikliği
teklifine hiçbir itirazımız yoktur; tam tersine, bu kanunu destekliyoruz.
Burada anlatmaya çalıştığım
konu, görüştüğümüz teklifin içeriğine karşı olup olmamak meselesi
değil, bu iş için harcayacağımız zaman ve emekle diğer tasarıyı görüşme
ve hayata geçirme şansına sahip olduğumuzdur.
Değerli milletvekilleri,
Türkiye, trafik altyapısı ve trafik güvenliği bakımından maalesef
iyi bir sicile sahip değildir. Ülkemizde, yolcu ve yük taşımacılığında
karayollarının ağırlığının yüzde 95 düzeyinde olması bu durumun
en önemli sebeplerinden biridir; ama, tek sebebi değildir.
Bilindiği gibi, taşımacılıkta
karayolunun payı Amerika’da yüzde 27, Almanya’da yüzde 58 düzeyindedir;
ama, 82 000 000 nüfusa ve 54 000 000
taşıta sahip Almanya’da yılda 362 000 kaza olurken, 72 000 000 nüfusa
ve 9 500 000 araca sahip Türkiye’de 407 000 kaza yaşanmaktadır. Yani,
ülkemizdeki kazalar hem adet hem de ölüm itibariyle çok daha fazladır.
Ayrıca, burada 8 800 diyerek geçtiğimiz yıllık ölüm sayısı, fevkalade
dehşet verici bir rakamı ifade etmektedir. Ülkemizde yaşanan trafik
kazalarındaki ölüm sayısı, bizden 10 kat fazla araca sahip Japonya’dakine
yakın bir rakamdır. Dolayısıyla, trafik kazalarının sebep olduğu
ölüm sayısı, neyle karşılaştırırsanız karşılaştırın, izahı mümkün
olmayan bir çarpıklığı ortaya çıkarmaktadır.
Bu sorunun çözümü,
sadece bir iki unsurda yapılacak iyileştirmelerle mümkün değildir.
Yapılması gereken, topyekûn bir bilinçlendirme ve yeniden yapılandırma
çalışmasıdır. Bu kapsamda, bir yandan insanlarımızın eğitimi, diğer
yandan karayollarının iyileştirilmesi ve taşımacılıktaki payının
azaltılarak demir, denizyollarının güçlendirilmesi, öte taraftan
trafikteki araçların niteliğinin yükseltilmesi, beri yandan sürücü
ve araç faktöründen bağımsız olarak kazaya sebebiyet veren yolların
düzeltilmesi gibi pek çok iş yapılması gerekmektedir. Esasen trafik
kazalarının sayı ve ölüm oranı itibariyle yüksek olmasının sebebi,
diğer birçok ekonomik ve sosyal gösterge gibi, gelişmişlikle ilgilidir.
Dünyada meydana gelen
trafik kazalarında yılda yaklaşık 1 000 000 insan ölmektedir. Bunların
dağılımına baktığımızda, yüzde 30’unun kalkınmış ülkelerde, yüzde
70’inin ise diğer ülkelerde meydana geldiğini görüyoruz. Oysa, motorlu
araçların büyük bölümü kalkınmış ülkelerdedir. Yani, geri kalmışlık
ve trafik kazalarındaki ölüm oranının yüksekliği arasında doğrusal
bir ilişki vardır. Türkiye’nin durumunu da bu çerçevede değerlendirmek
gerekir. Biz kalkındıkça, geliştikçe, eğitim düzeyimiz yükseldikçe,
altyapımız güçlendikçe trafik kazalarındaki ölüm oranı mutlaka
azalacaktır.
Değerli milletvekilleri,
ateş düştüğü yeri yakmaktadır. Her yıl trafik kazalarında ölen binlerce
insanla birlikte binlerce ocak sönmekte, çocuklar yetim, öksüz, analar
babalar evlatsız kalmakta, eşler hayat arkadaşlarını kaybetmektedir.
Trafik kazalarının maddî sonuçlarını hiç zikretmiyorum. Sadece
can kaybının yol açtığı trajediler bir araya getirilse, karşımıza
dünyada yazılmış en önemli dram eserinden daha etkileyici bir manzara
çıkmaktadır. Hiçbir devletin toplumunu, hiçbir toplumun da
fertlerini böyle bir zulme terk etmesi düşünülemez.
Trafik sorununu bütün
boyutlarıyla ele alıp çözecek bir mekanizmayı, maliyeti ne olursa
olsun kurmalıyız; çünkü, hiçbir maliyet, halihazırda katlandığımız
maliyetten daha fazla olamaz. Yasal düzenlemeler bu işin önemli bir
parçasıdır; ama, tek başlarına yeterli değildir.
Bu konudaki çalışmaları
koordine edecek, ilgili resmî ve gönüllü kuruluşların faaliyetlerinde
eşgüdüm sağlayacak bir yapı oluşturmak zorundayız. Bu yapı, yeni
bir bürokratik kurum oluşturma şeklinde değil, küçük ama sözünü ettiğim
misyonu getirecek etkinlikte bir nüve olarak teşekkül ettirilmelidir.
Mevzuattan mucize
bekleme hastalığına hiç değilse bu konuda yakalanmamamızı diliyorum,
hepinize sevgi ve saygılar sunuyorum.
BAŞKAN – Sayın Özyer,
teşekkür ediyorum.
Madde üzerinde, AK
Parti Grubu adına İstanbul Milletvekili Gülseren Topuz.
Sayın Topuz, buyurun.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA
GÜLSEREN TOPUZ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
1194 sıra sayılı Karayolları Trafik Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Teklifiyle ilgili olarak AK Parti Grubu adına konuşma
yapmak üzere söz almış bulunuyorum; Grubum ve şahsım adına hepinizi
saygıyla selamlarım.
Yaklaşık yirmiiki
yıldır yürürlükte bulunan 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununda,
ülkemizin şartları, günün ihtiyaçları, gelişen teknoloji, araç,
sürücü ve personel sayısıyla uygulamada görülen eksiklik ve sorunlar
dikkate alınarak, çeşitli tarihlerde muhtelif değişiklikler yapılmıştır.
Bilindiği üzere yurt
dışında okuma yazma bilenlere sürücü belgesi verilmekte ve bu belgeler
Türkiye’de değiştirilebilmektedir. Bu durum, ilkokul mezunu olmasalar
dahi okuma yazmayı bilenlerin ehliyet sahibi olmalarını sağlarken,
Türkiye’deki ilkokul mezunu vatandaşlarımıza sürücü belgesi verilmemesi
büyük bir eşitsizliğe neden olmaktadır.
Şu anda yürürlükte
olan 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunundan dolayı 1.1.2005 tarihinden
itibaren ülkemizde 100 000’lerce ilkokul mezunu vatandaşımız sürücü
belgesi alamadıkları gibi, ehliyeti olanlar da mevcut ehliyet sınıfını
yükseltememektedirler. Hatta, ağır vasıta ehliyet sahibi bir ilkokul
mezunu sürücü, motosiklet ehliyeti alabilmek için başvuru dahi
yapamamaktadır. Bu durumun, ilkokul mezunlarının mağduriyetlerine
neden olduğu gibi, ülkemizin vergi gelirlerinde düşüş, katmadeğerde
azalma, istihdam eksiği gibi kayıpların doğmasına da neden olduğu
herkes tarafından bilinmektedir.
Bunun sonucunda, ülkemizde
ehliyet alamayan ilkokul mezunu vatandaşlarımız yurt dışına yönelmişlerdir.
Komşu ülkelerden 2 000 – 2 500 euro bedelle sürücü belgesi aldıkları
çeşitli basın kuruluşlarında ilgililer tarafından dile getirildiği
gibi, bana da bu konuda son derece somut bilgiler ve belgeler gelmiştir.
Ayrıca, aldıkları sürücü belgelerini Karayolları Trafik Kanunu
ve Yönetmeliği hükümleri uyarınca ülkemizde değiştirebilmektedirler.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; ülkemizde ilkokul eğitimini almış ve bu eğitimini
bir şekilde devam ettirememiş son derece büyük sayıda vatandaşımız
bulunmaktadır. Bunların her biri yetişkin ve kendi yaşamlarını
sürdürebilir niteliklere sahiptirler. İşte, mevcut kanunla, örneğin
bir araç edindiklerinde eğer ehliyetleri yoksa bu aracı kullanamamaları
da söz konusudur. Ayrıca, ülkemizde uzun yol şoförlerinde -ki, bunlar
kamyon, TIR, otobüs- malum olduğu üzere usta-çırak ilişkileri geçerlidir.
Çeşitli nedenlerden dolayı okuyamayan ve ilkokulu bitirdikten
sonra muavin olarak hayata atılan birçok insanımız da bulunmaktadır.
Bunlar da uzun yol tecrübelerine sahip oldukları gibi, çekirdekten
yetişmiş, alaylı tabir ettiğimiz kişilerdir. Bu durum da eğitim düzeyi
ilkokul seviyesinde olan vatandaşlarımızı mağdur etmektedir.
Diğer yandan, ilkokul
mezunu olduğu halde ehliyet almış ve halen trafiğe çıkan milyonlarca
vatandaşımız bulunmaktadır. Onların trafiğe çıkma şansı bulmuş
olmaları, aynı durumda olan ve şu anda yürürlükte olan Trafik Kanununun
41 inci maddesi nedeniyle ehliyet edinemeyenlere karşı eşitsiz
bir durum yaratmaktadır. Dolayısıyla, 1.1.2005 tarihinden itibaren
ilkokul mezunlarının sürücü belgesi alamamalarından dolayı yaklaşık
450 -500 bin vatandaşımız ve yine,
yaklaşık olarak da 600-700 bin vatandaşımız da mevcut ehliyet sınıflarını
değiştiremediklerinden yine son derece büyük bir mağduriyet yaşamaktadırlar.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bu kanun teklifinde 2918 sayılı Karayolları Trafik
Kanununun 41 inci maddesinin (b) bendinde öngörülen A-1, A-2, B, C,
D ve E sınıfı sürücü belgesi alacak olanlarda aranan en az ortaokul
veya sekiz yıllık temel eğitimi bitirmiş bulunmaları şartı bu kanunun
yürürlüğe girdiği tarihten itibaren iki yıl süreyle aranmayacak,
ilkokul mezunu olmaları yeterli sayılacaktır ve nihayet bu eşitsizlik,
çıkarılacak işte bu kanunla giderilecektir.
Konuşmama burada
son verirken, bu kanun teklifinin ülkemize ve milletimize hayırlı
olmasını diler, hepinizi saygılarımla selamlarım. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Topuz,
çok teşekkür ederim.
Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına, Mersin Milletvekili Ali Oksal.
Sayın Oksal, buyurun
efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ALİ OKSAL
(Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İstanbul Milletvekili
Gülseren Topuz’un, Karayolları Trafik Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Teklifi ve Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan’ın, 2918
Sayılı Karayolları Trafik Kanununun 41 inci Maddesinin (b) Fıkrasının
Değiştirilmesi ile İlgili Kanun Teklifleri üzerinde, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle Yüce
Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
ülkemizde, ilkokul eğitimini beş yıl olarak almış ve bundan sonra
eğitimine devam etmemiş ya da edememiş çok sayıda vatandaşımız
mevcuttur. Üniversite mezunlarının bile işsiz olduğu bir ortamda
bu kişiler hayatlarını, tüm zorluklarına rağmen, devam ettirmeye
çalışmaktadır. Öğrenim derecesi ilkokul olan bir kişinin yapabileceği
işler son derece kısıtlıdır. İşsizliğin sosyal boyutları ve yansımaları
düşünüldüğünde, ülkemiz açısından çok önemli bir tehdittir. Elbette,
hepimiz ülkemizdeki eğitim seviyesinin en üst düzeyde olmasını
isteriz. Ne var ki, bu durumdaki vatandaşlarımız için bu mümkün gözükmemektedir.
Eğitimi ilkokul olan birinin yapabileceği en iyi işlerden biri de
şoförlüktür. Ancak, eğitimi bu düzeyde olan birinin 2004 yılından
bu yana sürücü belgesi alması maalesef mümkün değildir. Zaten çok
zor şartlarda yaşayan vatandaşlarımızı böylesine bir çıkmazın
eşiğine itmek, son derece anlamsız ve eşitlik ilkesine aykırıdır.
İlkokul mezunu olduğu halde ehliyeti olan ve trafikte araç kullanan
milyonlarca insanımız vardır. Ancak, bugün, iki yıllık yasal boşluktan
dolayı, ilkokul mezunu 500 000 vatandaşımız mağdur olmaktadır;
çünkü, 2918 sayılı Kanunda 17.10.1996 tarihinde 4199 sayılı Kanunla
yapılan değişiklikle, ilkokul mezunu olma koşulu en az ortaokul
veya sekiz yıllık temel eğitimi bitirmiş olma koşuluna dönüştürülmüştür.
Ancak, gelen her hükümet, bu şartı, 2004 yılına kadar, değişik zamanlarda
çıkardığı yönetmeliklerle ertelemiştir. Şöyle ki: 21.5.1997 tarihinde
4292 sayılı Kanunla geçici bir düzenleme yapılmış ve bu koşulun
31.12.1999 tarihine kadar aranmayacağı ve bu tarihe kadar ilkokul
mezunu olmanın sürücü belgesi almada yeterli sayılacağı belirtilmiştir.
Daha sonra, 8.3.2000 tarihli ve 4550 sayılı Kanunla yeni bir geçici
düzenleme yapılmış ve 31.12.2004 tarihine kadar ilkokul mezunu olmanın
sürücü belgesi almada yeterli sayılacağı hüküm altına alınmıştır.
Ayrıca, Avrupa Birliğine
üye ülkelerde bu tür bir öğrenim sınırlaması da bulunmamaktadır.
Sadece ilkokul mezunları değil, okuryazar olanlar bile sürücü belgesi
alabilmektedirler.
Bunun dışında, uluslararası
hukuktan doğan yükümlülüklerimiz nedeniyle, yurt dışında alınmış
olan sürücü belgelerinin ülkemizde ulusal sürücü belgesine dönüştürülmesi
zorunluluktur. Dolayısıyla, yurt dışında öğrenim koşulu aranmadan
verilen sürücü belgeleri, ülkemizde de öğrenim koşulu aranmadan
sürücü belgesine dönüştürülmektedir. Bu durumda, sürücü belgelerini
yurt içinden alanlar ile yurt dışından alanlar arasında bir adaletsizlik
doğmaktadır.
Ayrıca, ilkokul mezunu
olan bazı vatandaşlarımızın, sürücü belgesi alabilmek için hiç de
kolay olmayan değişik yollara başvurduklarını duymaktayız. Yurt
dışında sürücü belgesi alabilmek için ilkokul mezunu olmak yeterli
sayıldığından, bazı vatandaşlarımız, büyük bir bedel karşılığında
yurt dışına giderek sürücü belgesi almaktadırlar. Aldıkları sürücü
belgelerini, 2918 sayılı Kanunun 40 ıncı maddesinde yer alan “yurt
dışından alınan sürücü belgeleri ulusal sürücü belgelerine dönüştürülür”
hükmü gereğince, belirli bir süre zarfında, ilgili yönetmelik hükümlerine
dayanarak, ulusal sürücü belgesine dönüştürülebilmektedirler.
Vatandaşlarımızı böylesine büyük bir maddî külfete sevk etmenin
hiçbir açıklaması yoktur.
Değerli arkadaşlar,
bugüne kadar yapılan geçici düzenlemeler dikkate alındığında,
sürücü belgesi alma hakkından sadece belli bir kesimin yoksun bırakıldığı
görülmektedir; çünkü, sekiz yıllık temel eğitimin zorunlu hale gelmesinden
sonra doğanlar ve bu yasanın kapsamına girenler sürücü belgesi almada
öğrenim koşulu bakımından herhangi bir sorunla karşılaşmayacaklardır.
Diğer taraftan, biraz
evvel bahsettiğim geçici düzenlemelere dayanarak sürücü belgelerini
önceden almış olanların da mağdur olmaları söz konusu değildir. Sadece
bunların dışında kalanlar hak kaybına uğramışlardır; çünkü, 2004
yılında, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu Tasarısı İçişleri
Komisyonumuza gelmiş, kurulan alt komisyonlarda uzun zaman tartışılmış,
üst komisyonda olgunlaştırılmış ve Genel Kurulda görüşülmeye hazır
hale getirilmiştir.
Bugüne kadar geçici
düzenlemelerle uygulanmış olan ilkokul mezunu olmanın yeterli
sayılması şartı, 2918 sayılı kanun tasarısıyla, ilkokul ve ilköğretim
mezunu olma şartı şeklinde sürekli hale getirilmiştir. Kanun tasarısının
son hale getirilmesinin üzerinden altıbucuk ay geçmesine rağmen,
henüz, Genel Kurulda görüşülememiştir. İki hafta önce Danışma Kurulunun
aldığı karar gereğince 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu Tasarısının
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda temel yasa olarak görüşülmesi
gündeme alınmış olmasına rağmen, anlaşılamayan bir nedenle, görüşülmekten
vazgeçilmiş ve yerine bu kanun teklifi getirilmiştir. Eğer, bunu,
zaman yetersizliğiyle açıklarsanız, geçerli bir mazeret olarak kabul
edilemez; çünkü, kanun tasarısı temel yasa olarak getirilecek ve
5 bölüm, yani, 5 madde gibi görüşülecekti. Getirmiş olduğunuz kanun
teklifi ise 3 madde. Böylesine önemli ve tüm vatandaşlarımızı bu
kadar yakından ilgilendiren, hayatın ta içinden olan bir kanun tasarısını
topu topu 2 madde yüzünden mi ertelediniz?
Değerli milletvekilleri,
bugün burada görüşmekte olduğumuz teklifler toplumsal bir sorunu
çözmeye yöneliktir; ancak, komisyon üyesi olarak benim ve diğer arkadaşlarımın
anlamakta zorluk çektiğimiz şudur: Artık nedense, tüm Türkiye’nin
bildiği gibi, bir yılı aşan bir süre, İçişleri Komisyonumuzda, alt
komisyonlar da kurarak, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun
tamamını günün şartlarına uyarladık. Kanun tasarısını 8.12.2005
tarihinde çoğunluğun üzerinde uzlaştığı bir duruma getirdik. Komisyondaki
bütün arkadaşlarımızın bu konuda çok büyük emekleri oldu; ancak,
ilginç bir şekilde ve bilinmeyen bir nedenle, kanun o gün bu gündür
Genel Kurulda görüşülemiyor.
Kanun tasarısı İçişleri
Komisyonumuzda ele alınırken ulusal programı, Avrupa Birliği mevzuatını
dikkate aldık, günün gereksinimlerine göre eksiklikleri ve aksaklıkları
giderici önlemler getirdik, cezaların caydırıcılığını artırıp,
yasayı Yeni Türk Lirası, yeni Türk Ceza Yasası, Kabahatler Kanununa
uyarladık. Belediye Kanunu ve Büyükşehir Belediye Kanunlarına
da uyumlu olması sağlanarak, yasanın uzun zaman vatandaşlarımızın
ve devletimizin ihtiyaçlarına cevap vermesini amaçladık; fakat,
bugün geldiğimiz nokta hiç de bizim düşündüğümüz gibi olmamıştır;
çünkü, bugün burada görüştüğümüz düzenleme kanun tasarısının
içinde zaten yapılmıştır.
Ayrıca, yaklaşık iki
ay önce, 3 Mayıs 2006’da, Sayın Tevfik Akbak’ın 2918 sayılı Karayolları
Trafik Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi görüşülürken,
ilkokul mezunlarının ehliyet alabilmesini sağlamak anlamında,
Cumhuriyet Halk Partililer olarak bir önerge vermiştik. Buna göre,
geçici bir maddeyle, ilkokul diploması bulunanların iki yıl içinde
ehliyet alabilmelerinin önünü açmak anlamında teklifimizi Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunmuştuk. Amacımız, oluşmuş
olan yasal boşluğu gidermekti; ancak, önerge CHP’liler tarafından
verildiği için kabul edilmedi; çünkü, Ulaştırma Bakanı, yanında bulunan
İçişleri Komisyonu Başkanının verdiği bilgiye dayanarak, önergeyi
reddetme gerekçesini şöyle açıkladı: “Biz, bu hakkı 2918 sayılı Karayolları
Trafik Kanunu Tasarısında iki yıllığına değil, ömür boyu veriyoruz,
böyle bir önergeye gerek yok” dedi. Peki, şimdi, AKP’li bir milletvekilimiz,
hem de komisyon üyesi olmayan bir vekilimiz öyle bir teklif getirdiğinde,
nasıl gerek oldu?! Bu teklifleri hazırlayan Sayın Topuz’un ve Kandoğan’ın
şahıslarına söyleyecek tek bir sözüm yok. Ancak, bu düzenlemeyi
bekleyen 500 000 vatandaşımız üzerinden bu şekilde siyaset yapılmasını
içimize sindiremiyoruz. Biz, CHP’liler olarak iki ay önce bu konuyla
ilgili önerge verdiğimizde “tasarıda var” diyordunuz. Sizin vekiliniz
kanun teklifi verince anında gündeme alıyorsunuz. Bu nasıl bir çelişkidir,
bu nasıl bir anlayıştır?! Ama, varsın öyle olsun, bu olayın siyasî rantı
da sizin olsun, yeter ki bu sıkıntıyı çeken vatandaşlarımızın sorunu
ortadan kalksın.
Bilinmelidir ki, bizim
siyasetimizin özünde Türkiye sevdası vardır, bizim siyasetimizin
özünde insan sevgisi vardır ve insanların sorunlarını çözme arzusu
vardır. Bu nedenle, ülkemizde yaşayan tüm ilkokul mezunlarının sürücü
belgesi alabilmelerinin önündeki engeli bir an önce kaldırmak anlamında
verilmiş olan kanun tekliflerine Cumhuriyet Halk Partisi olarak
olumlu oy vereceğiz.
2918 sayılı kanun tasarısının
genel kaderi bu olmalı ki, teklifler yine yasanın önüne geçti. İlgili
tasarıyı tekliflere bölerek çıkarmak âdeta moda haline geldi.
Her kanun teklifiyle de bir vekiliniz şöhret oluyor; doğrusu, sizi
gönülden tebrik ediyoruz.
RAMAZAN TOPRAK (Aksaray)
– Sizin şöhretinizi elinizden mi aldık?
ALİ OKSAL (Devamla) –
O şöhret size ait.
Değerli milletvekilleri,
son derece geniş kapsamlı olan 2918 sayılı kanun tasarısını bekleyen
milyonlarca insanı mağdur etmenin, bu tasarı üzerinde özveriyle
çalışmış tüm bürokratların, sivil toplum örgütlerinin ve komisyon
üyesi 24 milletvekilinin emeklerini görmezden gelmenin ne gibi
bir gerekçesi vardır?
Madem tasarıyı tekliflere
bölüyorsunuz, yasanın Genel Kurulda görüşülmesinden de artık herkes
ümidini kesti, öyleyse, bizim de 2 000 000 vatandaşımızı mutlu edecek
bir teklifimiz var: Gelin, o zaman, hep birlikte, bunu da, ek maddeyle,
görüşmekte olduğumuz tekliflere ekleyelim. Sağlık sorunlarına
rağmen sürücü belgesi almaya hak kazananlara, örneğin, monoküler,
yani, tek gözü görenler ve tek kolu olan gibi kişilere de sürücü belgesi
alma yolunu açalım. Zaten yaşamları boyunca birçok zorlukla karşı
karşıya kalan bu vatandaşlarımıza, bugün, hep birlikte, bekledikleri
güzel haberi verelim.
Daha önce CHP İzmir
Milletvekilimiz Sayın Erdal Karademir ile 18 milletvekili tarafından
İçişleri Komisyonumuzda 2918 sayılı kanun tasarısı görüşülürken
verilen bu konudaki ek madde teklifi tasarıya eklenmişti; ancak,
tasarı Genel Kurulda görüşülemediğinden, bu durumdaki vatandaşlarımızın
mağduriyeti devam etmektedir. Uluslararası sözleşmeler, Avrupa
Birliği müktesebatı ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasası kapsamında,
kişilerin temel hak ve özgürlükleri arasında bulunan seyahat özgürlüğünün sağlanması anlamında,
bu durumdaki vatandaşlarımızın da sürücü belgesi almasının yolunu,
gelin, hep birlikte açalım.
Değerli arkadaşlar,
İçişleri alt komisyonunda, tasarı üzerindeki görüşmeler sırasında,
özellikle tek gözü görmeyen sürücülerin bütün Avrupa ülkelerinde
sürücü belgesi alabildikleri ve insan haklarının bir parçası olan
sürücü belgesine sahip olma hakkının ülkemizde tek gözü görmeyenlere
verilmemesinin insan hakkı ihlali olduğu belirtilmişti. Ayrıca,
tek gözü görmeyen vatandaşlarımız yurt dışından sürücü belgesi
alabilmekte ve bu sürücü belgesini, ülkemizde, ulusal sürücü belgesiyle
değiştirebilmektedir. Bu durum, ilkokul mezunlarında olduğu gibi,
yurt dışına çıkabilen vatandaşlar ile yurt dışına çıkamayanlar
arasında eşitsizlik yaratmakta ve eşitlik ilkesinin ihlali anlamını
taşımaktadır. Diğer taraftan, tek gözü görmeyen kişilerin görme
duyularının iki gözü görenlerden ancak geçici bir süreyle farklı
olduğu bilimsel deneylerle ispatlanmış bulunmaktadır. Tek göz altı
ay gibi kısa bir sürede kendisini çift gözün görebildiği alanı görmeye
uyarlayabilmekte ve dolayısıyla, tek göz görme engeli kısa bir sürede
ortadan kalmaktadır. Ülkemizde, araç kullanma yetenekleri göz önüne
alınmadan, birçok vatandaşımız bu haktan mahrum bırakılmıştır.
Avrupa ülkelerinde
renk körleri de sürücü belgesi alabilmektedir; ancak, ülkemizde,
bu durumdaki kişilere de sürücü belgesi verilmemektedir. Sağlık
Bakanlığı yetkilileri tarafından yapılan açıklamalarda, bu konuda
yönetmelikle düzenleme yapmanın daha doğru olacağı belirtilmiştir;
çünkü, sağlık sorunları olduğu halde, sürücü belgesi alma hakkı
kazanabilecek çok farklı durumlarda vatandaşlarımız bulunmaktadır.
Sağlık Bakanlığımızın,
bu konuda, bilimsel verilere dayalı çalışmalar yürüttüğü ve yasal
dayanak kazandırıldıktan sonra, çıkarılacak bir yönetmelikle,
bu düzenlemelerin yapılabileceği, o günlerde bizlere belirtilmişti.
Hepimizin bildiği gibi, yasal dayanak kısmı, bundan altıbuçuk ay
önce tamamlandı ve bu kişiler kanun tasarısının Genel Kurulda görüşülmesini
büyük bir umut ve heyecanla beklemektedirler.
Hatta, bu konuda almış
olduğum ve tahminime göre birçoğunuza da gelmiş olan bir e-maili
okumak istiyorum: “İlkokul mezunlarının da sürücü belgesi almasıyla
ilgili tek maddelik bir kanun teklifinin, Meclisimize verildiğini
ve bunun da hemen gündeme alındığını basından öğrendik. Oysa, sayısı
aileleriyle birlikte 2 000 000’u aşan tek gözü görmeyen bizler, 2004
yılında Meclisimize gelen Karayolları Trafik Kanununun, iki yıldır
yasalaşmamasına anlam verebilmiş değiliz. 1983 yılında yürürlüğe
giren mevcut yasada, ehliyet almamızı engelleyen açık bir madde olmadığı
halde, Sağlık Bakanlığı bizim ehliyet almamızı engelleyen yönetmelik
maddesini değiştirerek, kolay bir şekilde problemimizi çözmeyi
istememektedir. Bizler, bu kanunun ivedilikle çıkarılmasını istiyoruz.
Şu anki durumda tek gözü görmeyen vatandaşlarımız yönetmelik maddesi
nedeniyle ehliyet alamazken, tek gözü görmeyen yabancı turistler
ve ehliyetini yabancı ülkelerden alan ülkemiz vatandaşları, Türkiye’de
serbestçe araç kullanabilmektedirler. En azından, bizler de, kendi ülkemizde, yabancıların
sahip olduğu hak ve özgürlüklere kavuşmak istiyoruz. Bunu engelleyen hiçbir
hukuksal ve bilimsel engel olmadığı halde, bizim sorunumuza çare
neden bulunmuyor?”
Değerli arkadaşlar,
sizin de dinlediğiniz gibi, bu konumda olan vatandaşlarımız da feryat
içerisindedir. Konuyla ilgili önergemizi biraz önce Yüce Meclisimize
vermiş bulunmaktayız. Gelin, hep birlikte bu sorunu da ortadan kaldıralım,
vatandaşlarımızı mutlu edelim. Hadi gelin buyurun. Bu olayın da siyasî
rantı, siyasî katkıları sizlerin olsun; ama, yeter ki, bu durumdaki
vatandaşlarımızın da yüzleri gülsün, sorunları çözülsün, mutlu
olsun, yarına umutla baksın, yaşama sevinci artsın.
Hepinize saygılar
sunuyor, kanun teklifinin hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ediyorum.
Ben, tabiî, bu yazıyı
hazırladım; ama, biraz evvel birlikte önerge verdik hem AKP Grubu hem
CHP Grubu olarak, birleştirildi. O nedenle, bazı yerleri de atlayarak geçtim.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (Alkışlar)
HALUK KOÇ (Samsun) –
Aferin Ali!..
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Şahsı adına Denizli
Milletvekili Ümmet Kandoğan.
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli)
– Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri saygıyla selamlıyorum.
İstanbul Milletvekili
Gülseren Topuz ve benim vermiş olduğum bir kanun teklifini görüşüyoruz.
Çok uzun zamandan beri binlerce vatandaşımızı yakından ilgilendiren
bir konuydu. En azından, bu konunun çözüme kavuşacak olması bizleri
son derece mutlu etmektedir. Binlerce vatandaşımız ehliyet alabilmek
için yurt dışına gidip, oralarda büyük paralar harcayarak ehliyet
almış olduklarını üzüntüyle öğrendik. İşte, bu meselenin önüne geçebilmek,
vatandaşlarımızın belirli bir süre, ilkokul mezunu vatandaşlarımızın
ehliyet alabilmelerine imkân sağlayan böyle bir kanun teklifini
verdik. Bu kanun teklifi üzerinde bütün siyasî partiler mutabakat
sağlamıştır. O bakımdan, biraz sonra hepimizin oylarıyla, bu, kanunlaşacaktır.
Sayın Ali Oksal’ın temennilerine
de katılıyorum; Karayolları Trafik Kanunu Tasarısının bir an önce
Mecliste görüşülmesi gerekiyordu. Keşke, tatile çıkmadan önce
bunu burada kanunlaştırabilseydik; ama, bu imkânı bulamadık. En
azından, ilkokul mezunu vatandaşlarımızın bu imkândan faydalanması
için böyle bir imkânı onlara sunduk.
Ben, bu duygu ve düşüncelerle,
bu kanun teklifinin hayırlı olmasını temenni ediyorum; ilkokul
mezunu kardeşlerimizin, ehliyet aldıktan sonra çok dikkatli araç
kullanmalarını kendilerinden özellikle istirham ediyorum ve kendilerine
de kazasız belasız günler temenni ediyor, sizleri de saygıyla selamlıyorum.
(Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Teklifin tümü üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Saygıdeğer milletvekilleri,
yeni bir madde ihdasına dair bir önerge vardır. Malumları olduğu
üzere, görüşülmekte olan tasarı veya teklife konu kanunun komisyon
metninde bulunmayan, ancak, tasarı veya teklifle çok yakın ilgisi
bulunan bir maddesinin değiştirilmesini isteyen ve komisyonun
salt çoğunlukla katıldığı önergeler üzerinde yeni bir madde olarak
görüşme açılacağı, İçtüzüğün 87 nci maddesinin dördüncü fıkrası
hükmüdür. Bu nedenle, önergeyi okutup Komisyona soracağım. Komisyon
önergeye salt çoğunlukla, 13 üyesiyle katılırsa önerge üzerinde yeni
bir madde olarak görüşme açacağım. Komisyonun salt çoğunlukla katılmaması
halinde ise önergeyi işlemden kaldıracağım.
Şimdi, önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkalığına
Görüşülmekte olan
1194 sıra sayılı kanun teklifine aşağıdaki maddenin 1 inci madde
olarak eklenmesini ve mevcut maddelerin buna göre teselsül ettirilmesini
arz ve teklif ederiz.
|
Gülseren Topuz |
Salih Kapusuz |
Ramazan Toprak |
|
İstanbul |
Ankara |
Aksaray |
|
Ali Oksal |
Hakkı Ülkü |
Nadir Saraç |
|
Mersin |
İzmir |
Zonguldak |
|
Abdülaziz Yazar |
Mehmet Kesimoğlu |
Mahmut Kaplan |
|
Hatay |
Kırklareli |
Şanlıurfa |
|
Ünal Kacır |
İrfan Rıza Yazıcıoğlu |
Murat Yıldırım |
|
İstanbul |
Diyarbakır |
Çorum |
Madde 1- 13/10/1983 tarihli
ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 41 inci maddesinin
(c) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
c) Sağlık şartları:
Sağlık şartları bakımından
kimlere hangi tür sürücü belgesi verilebileceği hususu yönetmelikle
düzenlenir. Sürücü belgesi alacakların ilgili yönetmelikte belirtilen
hekimden sürücü olur raporu almaları zorunludur. Bu maddede sözü
edilen yönetmelik İçişleri ve Sağlık Bakanlıklarınca müştereken
hazırlanarak yürürlüğe konulur.
BAŞKAN – Sayın Komisyon,
önergeye salt çoğunlukla katılıyor musunuz?
İÇİŞLERİ KOMİSYONU
BAŞKANI TEVFİK ZİYAEDDİN AKBULUT (Tekirdağ) – Salt çoğunluğumuz
vardır Sayın Başkanım, katılıyoruz.
BAŞKAN – Evet, ben de saydım, 13 kişi var.
Komisyon önergeye salt çoğunlukla katılmış
olduğundan, önerge üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açacağım.
HALUK KOÇ (
BAŞKAN – İsimler
müştereken okundu.
Bu önerge üzerinde mutabakat sağlamış arkadaşlarımız.
Önerge üzerinde
söz isteyen var mı?
HALUK KOÇ (
BAŞKAN – Yeni madde
üzerinde, Sayın Hakkı Ülkü; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
HAKKI ÜLKÜ (İzmir) – Sayın Başkan, değerli
arkadaşlar; bundan yaklaşık bir yıl önce gündemde bulunan ve sekiz
ay uğraşa uğraşa bir şekle getirmiş olduğumuz Karayolları Trafik
Kanunundaki değişikliği içeren ve epey maddeyi bir arada görüşmüş
olduğumuz komisyon çalışmalarımızın emeğinin karşılığını almak
ve burada Karayolları Trafik Kanununun tümünün görüşülerek yeni
bir Karayolları Trafik Yasası çıkartmak varken, 31 Mayıs 2006 tarihinde
komisyona gelen ve bu tarihten sonra da bugün gündemimize gelen,
yani, bir ay sonra gündemimize gelen bir değişikliği görüşüyoruz.
Şimdi, bu Meclisin, çalışmalarının ya
da Meclise emek verenlerin emeğinin
karşılığını almak değil, biraz da emeğini çalmak gibi geliyor bize;
çünkü, uzun zamandır üzerinde durulan bir yasanın, üzerinde çalışılan
bir yasanın gelmemesi, içinden cımbızlanarak bazı maddelerinin
gündeme getirilmesi, doğrusunu söylemek gerekirse, şık değil,
hoş değil. Üstelik, kaldı ki, Maliye Bakanı sık sık
buralara geldiğinde, çıktığında ya da başka bakanlar da olmuş olsa,
bazı arkadaşlarımız da buna katılıyorlar; deniliyor ki, bir günlük
Meclis çalışmasının bedeli 3 trilyon Türk Lirasıdır. Şimdi, böylesine bir masraflı Mecliste, yasaların içerisinden,
yasa tekliflerinin içerisinden, yasa taslakları içerisinden cımbızla
bazı maddeleri çekilip de yasa şeklinde ya da teklif şeklinde getirip
de yasalaşmasını sağlamak istemek, doğrusunu söylemek gerekirse,
Meclisin büyük çoğunluğuna saygısızlık olarak niteliyorum ben.
O nedenle, bunun bir alışkanlık haline gelmesinin uzağında durmak
gerekiyor.
Şimdi, 15 000 kişiyi
ilgilendiriyor bu ilkokul mezunlarıyla ilgili değişikliği içeren
yasa; ama, tabiî ki, 2918 sayılı Yasa çıkartılmış olsa, o 70 000 000 insanı ilgilendiriyor. Şimdi getirmiş olduğumuz
ve komisyonun çoğunluğu tarafından da önerilen, hep beraber önerdiğimiz
madde de aşağı yukarı 3 000 000 kişi, yani, yaklaşık 10 000 000 kişiyi
ilgilendiriyor.
Bu yeni getirilen,
hadi, toplumun beklentileri diyelim; çünkü, yurt dışından alınan
bir ehliyetin, yani, bir gözü görmeyen arkadaşlarımızın ehliyetinin,
Türkiye’de bulunduğu zaman zarfında, diyelim ki, bir yıl bulundu,
bir yıl sonra yenilemeye çalışıyor ehliyetini; ancak, bu yenilemeye
çalıştığı ehliyeti
Yarın bu dönem sona
eriyor. Önümüzdeki dönem zarfında da böylesi bir şey getirmeyeceğinizi
umarak, hem sizlere iyi tatiller diliyorum hem de yasanın hayırlı
olmasını diliyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Önergenin kabulüyle
yeni bir madde ihdas edilmiş oldu.
Yeni 1 inci maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
1 inci maddeyi kanun
başlığıyla birlikte, 2 nci madde olarak okutuyorum:
KARAYOLLARI TRAFİK KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA
DAİR
KANUN TEKLİFİ
MADDE 2- 13/10/1983 tarihli
ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununa aşağıdaki geçici madde
eklenmiştir.
GEÇİCİ MADDE 20 -
2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 41 inci maddesinin (b)
bendinde öngörülen A1, A2, B, C, D ve E sınıfı sürücü belgesi alacak
olanlarda aranan en az ortaokul veya sekiz yıllık temel eğitimi bitirmiş
bulunmaları şartı, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren
iki yıl süreyle aranmaz. İlkokul mezunu olmaları yeterli sayılır.
BAŞKAN – Sayın Sarıbaş,
Sayın Tüysüz yok; konuşma olmuyor.
Madde üzerinde 1 adet
önerge vardır.
Önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
1194 sıra sayılı kanun teklifinin 2 nci çerçeve 1 inci maddesiyle
düzenlenen geçici 20 nci maddede geçen “iki” ibaresinin “beş” olarak
değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
|
Salih Kapusuz |
Ünal Kacır |
Ramazan Toprak |
|
Ankara |
İstanbul |
Aksaray |
|
Mahmut Kaplan |
İrfan Rıza Yazıcıoğlu |
|
|
Şanlıurfa |
Diyarbakır |
|
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
İÇİŞLERİ KOMİSYONU
BAŞKANI TEVFİK ZİYAEDDİN AKBULUT (Tekirdağ) – Katılıyoruz Sayın
Başkanım.
BAŞKAN – Hükümet?..
İÇİŞLERİ BAKANI ABDÜLKADİR
AKSU (İstanbul) – Katılıyoruz efendim.
BAŞKAN – Gerekçeyi
okutuyorum:
Gerekçe: İlkokul mezunlarının
iki yıl yerine beş yıl süreyle sürücü belgesi almalarına olanak tanınmaktadır.
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Kabul edilen önerge
istikametinde madde 2’yi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Madde 2’yi 3 üncü madde
olarak okutuyorum:
MADDE 3- Bu Kanun yayımı
tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Madde 3’ü madde 4 olarak
okutuyorum:
MADDE 4- Bu Kanun hükümlerini
Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN - Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri,
teklifin tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Teklif, kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır.
Buyurun Sayın Bakanım.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
Sayın milletvekilleri,
gecenin bu vaktine kadar beklediniz, iki üç dakika daha bekleyin,
Sayın Bakanımız konuyla ilgili bir teşekkür konuşması yapsın.
İÇİŞLERİ BAKANI ABDÜLKADİR
AKSU (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; hepinize teşekkür
ediyoruz.
Gerçekten önemli, toplumun
büyük bir kesminin beklediği önemli bir konu oylarınızla kabul
edildi. Ben bu teklifi getiren arkadaşlarıma da huzurlarınızda
teşekkür ederken, burada da ifade edildiği gibi, 2918 sayılı Karayolları
Trafik Kanunu üzerinde çok kapsamlı bir tasarımız İçişleri Komisyonumuzda
ve alt komisyonda uzun süre görüşüldü; çok değerli arkadaşlarımın
bu tasarıya çok değerli katkıları oldu; kapsamlı, güzel bir tasarı
hazırlanmıştı. İnşallah, umut ediyorum ki, tatilden sonra ilk hafta
bu tasarı da görüşülür, yine oylarınızla kanunlaşmış olur.
Ben bu önemli konudaki
desteğinizden ve oylarınızdan dolayı hepinize tekrar teşekkür
ediyor, şükranlarımı sunuyorum; hayırlı uğurlu olsun diyorum efendim.
(Alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Bakanım,
teşekkür ederim.
Bu yasanın ilkokul
mezunu vatandaşlarımız için hayırlı uğurlu olmasını temenni ediyor
ve emeği geçen bütün milletvekili arkadaşlarıma ve grup başkanvekili
arkadaşlarımıza da teşekkürlerimi sunuyorum.
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, alınan karar gereğince, kanun tasarı ve tekliflerini
sırasıyla görüşmek için, 30 Haziran 2006 Cuma günü saat 14.00’te, yani
bugün toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.
Kapanma
Saati: 00.57