DÖNEM: 22 CİLT: 125 YASAMA
YILI: 4
TÜRKİYE
BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK
DERGİSİ
121
inci Birleşim
28 Haziran 2006 Çarşamba
İ Ç İ N D E K İ L
E R
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II.- GELEN KÂĞITLAR
III.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Tezkereler ve Önergeler
1.- Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen'in Katar'a yaptığı
resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi
(3/1087)
2.- Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker'in İsrail'e
yaptığı resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin Başbakanlık
tezkeresi (3/1088)
3.- Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat Başesgioğlu'nun
Çin Halk Cumhuriyetine yaptığı resmî ziyarete katılacak milletvekillerine
ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/1089)
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
1.- Tokat Milletvekilleri, Orhan Ziya Diren ve
Feramus Şahin'in yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması hakkında Başbakanlık
tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon
Raporları (3/980) (S.Sayısı: 1197)
2.- Dokuzuncu Kalkınma Planının (2007-2013) Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Sunulduğuna Dair Başbakanlık Tezkeresi
ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (3/1075) (S. Sayısı: 1214)
3.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim
Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde
Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine
Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı:
305)
4.- Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin
Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1030) (S. Sayısı: 904)
5.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Amerika Birleşik
Devletleri Hükümeti Arasında Yayılmanın Önlenmesi Amaçlarına Yönelik Yardım
Sağlanmasının Kolaylaştırılması İçin İşbirliğine İlişkin Anlaşmanın
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
raporu (1/1115) (S. Sayısı:1147)
6.- Bütçe Kanunlarında Yer Alan Bazı Hükümlerin İlgili
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelere Eklenmesi ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve İstanbul Milletvekili
Mustafa Ataş ve 9 Milletvekilinin; Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1219, 2/812) (S.
Sayısı:1210)
7.- Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında
Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve İçişleri ile Plan ve
Bütçe Komisyonları Raporları (1/572) (S. Sayısı: 817)
8.- Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu
Raporu (1/1210) (S.Sayısı: 1212)
9.- Orman Mühendisliği, Orman Endüstri Mühendisliği
ve Ağaç İşleri Endüstri Mühendisliği Hakkında Kanun Tasarısı ile Tarım,
Orman ve Köyişleri Komisyonu Raporu (1/1073) (S. Sayısı: 1040)
10.- Denizli Milletvekili Osman Nuri Filiz ile
Balıkesir Milletvekili Ali Osman Sali'nin; Devlet Planlama Teşkilatı
Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu
(2/499) (S. Sayısı: 949)
11.- Hâkimler ve Savcılar Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1220) (S. Sayısı:
1217)
12.- Terörle Mücadele Kanununun Bazı Maddelerinde
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve İçişleri ile Adalet Komisyonları
Raporları (1/1194) (S. Sayısı: 1222)
V.- ÖNERİLER
A) Sİyasî Partİ GruBU Önerİlerİ
1.- Gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine
ilişkin Anavatan Partisi grup önerisi
VI.- SORULAR VE CEVAPLAR
A) YazIlI Sorular ve CevaplarI
1.- İstanbul Milletvekili Kemal KILIÇDAROĞLU'nun,
Türk Telekomun hisselerinin satışına ve bazı iddialara ilişkin Başbakandan
sorusu ve Maliye Bakanı Kemal UNAKITAN'ın cevabı (7/14344)
2.- Adana Milletvekili N. Gaye ERBATUR'un, Bodrum
Güvercinlik Köyü orman alanının kiralanmasının ve bir iddiaya ilişkin
sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Osman PEPE'nin cevabı (7/14354)
3.- Konya Milletvekili Atilla KART'ın, Konya-Meram'daki
SHÇEK taşınmazlarının Hazineye devrine ve bazı iddialara ilişkin sorusu ve
Maliye Bakanı Kemal UNAKITAN'ın cevabı (7/14374)
4.- Denizli Milletvekili Ümmet KANDOĞAN'ın, Denizli
İlindeki belediyelere yapılan yardımlara ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman
Bakanı Osman PEPE'nin cevabı (7/14427)
5.- İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in, TMSF'nin
kamuyu zarara uğrattığı iddiasına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı Abdüllatif ŞENER'in cevabı
(7/14434)
6.- Hatay Milletvekili Züheyir AMBER'in, Hatay Gençlik
ve Spor İl Müdürlüğünce düzenlenen bir etkinlikle ilgili iddialara ilişkin
sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali ŞAHİN'in cevabı
(7/14439)
7.- İzmir Milletvekili Erdal KARADEMİR'in, bazı holdinglerce
mağdur edilen tasarruf sahiplerinin sorunlarına yaklaşımına ilişkin Başbakandan
sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif ŞENER'in cevabı
(7/14503)
8.- İstanbul Milletvekili Berhan ŞİMŞEK'in, Başbakanlık
Müsteşarının maaşına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı Mehmet Ali ŞAHİN'in cevabı (7/14504)
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat
15.00'te açılarak beş oturum yaptı.
Birinci, İkinci, Üçüncü ve Dördüncü Oturumlar
Bazı Kamu Alacaklarının
Tahsil ve Terkinine İlişkin 8.6.2006 tarihli ve 5518 sayılı Kanunun bazı
maddelerinin Anayasanın 89 uncu maddesine göre bir kez daha görüşülmek
üzere geri gönderildiğine ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi Genel Kurulun
bilgisine sunuldu.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanı Bülent Arınç'ın, Rusya Federasyonu Federal Meclisi Federasyon
Konseyi Başkanı Sergey M. Mironov'un Rusya'ya resmî davetine, beraberinde
parlamento heyetiyle icabetine ilişkin Başkanlık,
Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan'ın Endonezya'ya,
Tarım ve Köyişleri
Bakanı Mehmet Mehdi Eker'in Sudan'a,
Yaptıkları resmî
ziyaretlere katılacak milletvekillerine ilişkin Başbakanlık;
Tezkereleri kabul edildi.
Gündemin "Genel
Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler" kısmının
255 inci sırasında bulunan (10/316) esas numaralı, çimento sektöründeki
denetimsiz fiyat oluşumu ve tekelleşme iddialarının araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla verilen Meclis araştırması
önergesinin öngörüşmelerinin Genel Kurulun 27.6.2006 Salı günkü birleşiminde
yapılmasına ilişkin Anavatan Partisi Grubu önerisinin, yapılan görüşmelerden
sonra, kabul edilmediği;
Gündemin "Kanun
Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının
7 nci sırasında yer alan 1199 sıra sayılı kanun teklifinin bu kısmın 6 ncı
sırasına, 11 inci sırasında yer alan 817 sıra sayılı kanun tasarısının 7 nci
sırasına, 364 üncü sırasında yer alan 1212 sıra sayılı kanun tasarısının 8 inci
sırasına, 8 inci sırasında yer alan 1040 sıra sayılı kanun tasarısının 9 uncu
sırasına, 26.6.2006 tarihli gelen kâğıtlar listesinde yayımlanan ve bastırılarak
dağıtılan 1215 sıra sayılı kanun teklifi ile 1217 sıra sayılı kanun
tasarısının 5 inci ve 11 inci sırasına, 27.6.2006 tarihli gelen kâğıtlar
listesinde yayımlanan ve bastırılarak dağıtılan 1222 sıra sayılı kanun
tasarısının 12 nci sırasına 48 saat geçmeden alınmalarına ve diğer işlerin
sırasının buna göre teselsül ettirilmesine; 1214 sıra sayılı Dokuzuncu Kalkınma
Planının (2007-2013) gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler"
kısmında yer almasına, görüşmelerinin 3 bölüm halinde yapılmasına, her
bölüm üzerinde siyasî parti grupları ile Hükümet ve Komisyonun konuşma
sürelerinin 30'ar dakika (Hükümetin sunuş konuşması dahil), kişisel konuşmaların
10'ar dakika olmasına, siyasî parti gruplarının sürelerinin birden fazla
konuşmacı tarafından kullanılabilmesine; Genel Kurulun, 27.6.2006 Salı günü
1212 sıra sayılı kanun tasarısının görüşmelerinin bitimine kadar, 28.6.2006
Çarşamba günü 1222 sıra sayılı kanun tasarısının görüşmelerinin bitimine
kadar çalışmasına; 29.6.2006 Perşembe günü ise Genel Kurulun çalışmalarının
saat 11.00'de başlamasına ilişkin AK Parti Grubu önerisinin, yapılan görüşmelerden
sonra,
Türk Silahlı Kuvvetleri'nin
Avrupa Kuvveti Kongo Demokratik Cumhuriyeti Harekâtı kapsamında yurt
dışına gönderilmesine; bu kuvvetlerin verilecek izin ve belirlenecek esaslar
çerçevesinde kullanılmasına Anayasanın 92 nci ve 117 nci maddeleri uyarınca
izin verilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresinin, görüşmelerini
müteakiben,
Açıklandı.
Bitlis Milletvekili
Edip Safder Gaydalı, Düzce Milletvekili Yaşar Yakış'ın, konuşmasında,
ileri sürmüş olduğu görüşlerden farklı görüşleri kendisine atfetmesi
nedeniyle bir açıklamada bulundu.
Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:
1 inci sırasında bulunan, Kamu İhale
Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin (2/212) (S. Sayısı:
305), görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin komisyon raporu
henüz gelmediğinden;
2 nci sırasında bulunan, Bazı Kamu Alacaklarının
Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun Tasarısının (1/1030) (S. Sayısı: 904),
3 üncü sırasında bulunan, Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti Arasında Yayılmanın Önlenmesi
Amaçlarına Yönelik Yardım Sağlanmasının Kolaylaştırılması İçin İşbirliğine
İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısının (1/1115) (S. Sayısı: 1147),
4 üncü sırasında bulunan, Bütçe Kanunlarında
Yer Alan Bazı Hükümlerin İlgili Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelere Eklenmesi
ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı ve İstanbul Milletvekili Mustafa Ataş ve 9 Milletvekilinin;
Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin (1/1219,
2/812) (S. Sayısı: 1210),
Görüşmeleri, ilgili komisyon yetkilileri
Genel Kurulda hazır bulunmadığından,
Ertelendi.
5 inci sırasına alınan, Ordu Milletvekili
Cemal Uysal ve 6 Milletvekilinin, 193 Sayılı Gelir Vergisi Kanununda
Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifinin (2/825) (S. Sayısı: 1215),
görüşmelerini müteakiben, elektronik cihazla yapılan açıkoylamadan sonra,
Saat 23.55'te toplanmak
üzere, Dördüncü Oturuma 23.43'te son verildi.
Nevzat Pakdil
Başkanvekili
|
Harun Tüfekci |
|
Türkân Miçooğulları |
|
|
|
İzmir |
|
Kâtip
Üye |
|
Kâtip
Üye |
Mehmet Daniş
Çanakkale
Kâtip
Üye
Beşinci
Oturum
Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:
6 ncı sırasına alınan, Trabzon Milletvekili
Cevdet Erdöl ve 7 Milletvekilinin, 190 Sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkındaki
Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması, 4576 Sayılı Devlet Memurları
Kanunu, Harcırah Kanunu, Bazı Sağlık Personelinin Devlet Hizmet Yükümlülüğüne
Dair Kanun, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Kuruluşu ve Görevleri Hakkında
Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun, Kadastro
Kanunu ile Genel Kadro Usulü Hakkındaki Kanun Hükmünde Kararnamenin Eki
Cetvellerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun Bazı Maddelerinin
Yürürlükten Kaldırılması, 181 Sayılı Sağlık Bakanlığının Teşkilat ve
Görevleri Hakkındaki Kanun Hükmünde Kararnamenin Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi
Hakkındaki Kanun Teklifinin (2/798) (S. Sayısı: 1199), yapılan görüşmelerden
sonra, kabul edilip kanunlaştığı açıklandı.
7 nci sırasına alınan, Ateşli Silahlar ve
Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunda (1/572) (S. Sayısı: 817),
8 inci sırasına alınan, Askerî Mahkemeler
Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanununda (1/1210) (S. Sayısı: 1212),
Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarılarının görüşmeleri, ilgili komisyon yetkilileri Genel
Kurulda hazır bulunmadığından, ertelendi.
28 Haziran 2006 Çarşamba günü, alınan karar
gereğince saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşime
02.36'da son verildi.
İsmail Alptekin
Başkanvekili
|
Bayram Özçelik |
|
Mehmet Daniş |
|
Burdur |
|
Çanakkale |
|
Kâtip
Üye |
|
Kâtip
Üye |
No.: 169
II.- GELEN KÂĞITLAR
28 Haziran 2006 Çarşamba
Raporlar
1.- İzmir Milletvekili Yılmaz Kaya ile Muğla
Milletvekili Ali Arslan'ın; Avukatlık Kanununun 96 ncı Maddesinin Değişikliğine
Dair Kanun Teklifi ile Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu ve 5
Milletvekilinin; Avukatlık Kanununun 96 ncı Maddesinde Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Teklifi ve Adalet Komisyonu Raporu (2/694, 2/696) (S.
Sayısı: 1226) (Dağıtma tarihi: 28.6.2006) (GÜNDEME)
2.- 8.6.2006 Tarihli ve 5518 Sayılı Bazı
Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun ve Anayasanın 89 uncu
ve 104 üncü Maddeleri Gereğince Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek
Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1221)
(S. Sayısı: 1227) (Dağıtma tarihi: 28.6.2006) (GÜNDEME)
3.- Türkiye Büyük Millet Meclisi İdare
Amirleri Bingöl Milletvekili Feyzi Berdibek, Antalya Milletvekili Burhan
Kılıç, Iğdır Milletvekili Dursun Akdemir ile Manisa Milletvekili Mustafa
Erdoğan Yetenç'in; 2919 Sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Sekreterliği
Teşkilat Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile Plan
ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/816) (S. Sayısı: 1228) (Dağıtma tarihi:
28.6.2006) (GÜNDEME)
BİRİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 14.00
28
Haziran 2006 Çarşamba
BAŞKAN:
Başkanvekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP
ÜYELER: Yaşar TÜZÜN (Bilecik), Mehmet DANİŞ (Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 121 inci Birleşimini açıyorum.
Toplantı yetersayısı
vardır; görüşmelere başlıyoruz.
Başkanlığın Genel
Kurula sunuşları vardır.
Anayasa ve Adalet
Komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyonun, bazı sayın milletvekillerinin
yasama dokunulmazlıkları hakkında raporları vardır; sırasıyla okutup,
bilgilerinize sunacağım.
Buyurun.
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN
DİĞER İŞLER
1.-
Tokat Milletvekilleri Orhan Ziya Diren ve Feramus Şahin'in Yasama Dokunulmazlıklarının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporları (3/980) (S. Sayısı: 1197) (x)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi: (a) Tokat Milletvekili Orhan Ziya
Diren'in (3/608) esas nolu dosyası hakkında
Karma Komisyonumuzun 12 Ocak 2005 tarih ve 16 sayılı kararı.
(b) Karma Komisyonumuzun 2 Şubat 2006 tarihli
toplantısı.
Tokat Milletvekili Orhan Ziya Diren hakkındaki
(3/980) esas nolu dosya, Karma Komisyonun ilgi (a) kararı ile sonuçlandırılmış
olmasına rağmen, Komisyonun ilgi (b) toplantısında oluşan görüş nedeniyle,
Kabahatler Kanunu çerçevesinde değerlendirilmek üzere, Başkanlığınızca,
Karma Komisyonumuza tekrar gönderilmiştir.
Hazırlık Komisyonunun 6.4.2006 tarihli
kararıyla, Karma Komisyonumuzun Tokat Milletvekili Orhan Ziya Diren hakkındaki
(3/980) esas nolu dosyaya konu olayı ilgi (a) kararıyla sonuçlandırması
nedeniyle, dosyanın, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına geri gönderilmesine
karar verilmiştir.
Karma Komisyonumuzun,
daha önce dosyaya konu olay hakkında iradesini belli etmiş olması
nedeniyle, dosyanın, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına geri gönderilmesine
oybirliğiyle karar verilmiştir.
Raporumuz, Genel
Kurulun bilgilerine arz edilmek üzere, Yüksek Başkanlığa saygıyla
sunulur.
Burhan
Kuzu
İstanbul
Komisyon
Başkanı ve üyeler
(x)
1197 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
BAŞKAN - Bilgilerinize
sunulmuştur.
Diğer raporu okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi: (a) Tokat Milletvekili Feramus
Şahin'in (3/608) esas nolu dosyası hakkında Karma Komisyonumuzun 12 Ocak
2005 tarih ve 15 sayılı kararı.
(b) Karma Komisyonumuzun 2 Şubat 2006 tarihli
toplantısı.
Tokat Milletvekili Feramus Şahin hakkındaki
(3/980) esas nolu dosya, Karma Komisyonun ilgi (a) kararıyla sonuçlandırılmış
olmasına rağmen, Komisyonun ilgi (b) toplantısında oluşan görüş nedeniyle,
Kabahatler Kanunu çerçevesinde değerlendirilmek üzere, Başkanlığınızca,
Karma Komisyonumuza tekrar gönderilmiştir.
Hazırlık Komisyonunun 6.4.2006 tarihli
kararıyla, Karma Komisyonumuzun Tokat Milletvekili Feramus Şahin hakkındaki
(3/980) esas nolu dosyaya konu olayı ilgi (a) kararıyla sonuçlandırması
nedeniyle, dosyanın, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına geri gönderilmesine
karar verilmiştir.
Karma Komisyonumuzun,
daha önce dosyaya konu olay hakkında iradesini belli etmiş olması
nedeniyle, dosyanın, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına geri gönderilmesine
oybirliğiyle karar verilmiştir.
Raporumuz, Genel Kurulun
bilgilerine arz edilmek üzere, Yüksek Başkanlığa saygıyla sunulur.
Burhan
Kuzu
İstanbul
Komisyon
Başkanı ve üyeler
BAŞKAN - Bilgilerinize
sunulmuştur.
Başbakanlığın, Anayasanın 82 nci maddesine
göre verilmiş 3 tezkeresi vardır; ayrı ayrı okutup, oylarınıza sunacağım:
III.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
Tezkereler ve Önergeler
1.-
Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen'in Katar'a yaptığı resmî ziyarete katılacak
milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/1087)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen'in, görüşmelerde
bulunmak üzere bir heyetle birlikte 1-4 Mayıs 2006 tarihlerinde Katar'a
yaptığı resmî ziyarete, ekli listede adları yazılı milletvekillerinin
de iştirak etmesi uygun görülmüş ve bu konudaki Bakanlar Kurulu
Kararının sureti ilişikte gönderilmiştir.
Anayasanın 82 nci
maddesine göre gereğini arz ederim.
Recep
Tayyip Erdoğan
Başbakan
Liste
Abdurrahim Aksoy Bitlis
Nuri Çilingir Manisa
Eyüp Fatsa Ordu
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Diğer tezkereyi
okutuyorum:
2.- Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker'in İsrail'e yaptığı
resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi
(3/1088)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Tarım ve Köyişleri
Bakanı Mehmet Mehdi Eker'in, İsrail Agri-Tech Fuarına katılmak üzere bir
heyetle birlikte 8-10 Mayıs 2006 tarihlerinde İsrail'e yaptığı resmî ziyarete, ekli listede adları
yazılı milletvekillerinin de iştirak etmesi uygun görülmüş ve bu
konudaki Bakanlar Kurulu Kararının
sureti ilişikte gönderilmiştir.
Anayasanın 82 nci maddesine
göre gereğini arz ederim.
Recep
Tayyip Erdoğan
Başbakan
LİSTE
M. Nezir Nasıroğlu Batman
Mehmet Ali Suçin Batman
M. İhsan Arslan
Ali İhsan Merdanoğlu
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, oylarınıza
sunuyorum:
Diğer tezkereyi okutuyorum:
3.-
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat Başesgioğlu'nun Çin Halk Cumhuriyetine
yaptığı resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin Başbakanlık
tezkeresi (3/1089)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat
Başesgioğlu'nun, görüşmelerde bulunmak üzere bir heyetle birlikte 14-18
Mayıs 2006 tarihlerinde Çin Halk Cumhuriyetine yaptığı resmî ziyarete, Ankara
Milletvekili Mehmet Zekai Özcan'ın da iştirak etmesi uygun görülmüş ve
bu konudaki Bakanlar Kurulu Kararının
sureti ilişikte gönderilmiştir.
Anayasanın 82 nci
maddesine göre gereğini arz ederim.
Recep
Tayyip Erdoğan
Başbakan
BAŞKAN -
Anavatan Partisi Grubunun, İçtüzüğün 19 uncu
maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır; okutup, oylarınıza sunacağım:
V.-
ÖNERİLER
A)
Sİyasî Partİ GruBU Önerİlerİ
1.- Gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin Anavatan Partisi
grup önerisi
28.6.2006
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulu
28.6.2006 Çarşamba günü (bugün) siyasî parti gruplarının katılmaması
sebebiyle toplanamadığından; Grubumuzun aşağıdaki önerisinin İçtüzüğün 19
uncu maddesi uyarınca Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederiz.
Saygılarımızla.
Süleyman
Sarıbaş
Grup
Başkanvekili
Öneri:
Genel Kurul gündeminin
"Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler"
kısmının 366 ncı sırasında bulunan 1213 sıra sayılı kanun teklifinin bu kısmın
5 inci sırasına alınması önerilmiştir.
BAŞKAN - Saygıdeğer
milletvekili arkadaşlarım, şu ana kadar, lehte üç talep gelmiştir Başkanlığımıza;
Sayın Ümmet Kandoğan, Sayın Bülent Baratalı ve Sayın Süleyman Sarıbaş.
Bu arkadaşlarımız içinde
hakkından feragat edecek arkadaş yoksa, kura çekeceğim… Peki.
Başkanlık Divanındaki
arkadaşlarımızla birlikte çekmiş olduğumuz kura sonucunda, Sayın Süleyman
Sarıbaş ve Sayın Bülent Baratalı'nın konuşma hakları doğmuştur.
Lehte, Sayın Sarıbaş,
buyurun.
SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya)
- Sayın Başkan, çok teşekkür ediyorum.
Değerli arkadaşlar,
getirdiğimiz öneride, geçen hafta Genel Kurulun gündeme alınmasını kabul ettiği
ve dün kabul ettiğimiz gündemde de, Ateşli Silahlar Yasasındaki 1 maddelik
değişiklikle örtüşen bir tasarı olduğu için getirdiğimiz bir tasarı. Burada,
ne getiriyoruz; tamamen şehit ailelerine, şehitlerimize yönelik bir kanun teklifi
olduğunu, geçen hafta 37'ye göre burada anlattığımda, siz de oylarınızla
kabul etmiştiniz. Burada getirmek istediğimiz şey, tamamen şehit
ailelerimizin günlük yaşantılarında çektikleri sıkıntılarıyla ilgili
bir hadiseydi.
Bunlardan bir tanesi,
biliyorsunuz, şehit ailelerine bir kamu görevi kontenjanı tanıyoruz; yani,
şehit ailelerinden 1 kişiye kamu görevlisi olarak bir kontenjan hakkı
veriyoruz. Bu çoğu zaman, dul kalan eşin küçük çocuğuna kullanmak üzere eş
tarafından muhafaza ediliyor, çocuğum büyüdüğünde kullanır diye. Bu da, aile
arasında bir gerginlik yaratıyor; çünkü, baba, genelde, diğer kardeşlerden
birinin hemen kullanması yönünde ısrar ediyor. Dul eş, ister istemez
küçük çocuğunu düşünüyor, yirmi sene sonrayı düşünüyor, dolayısıyla bu bir
gerginlik yaratıyordu. Biz, bunu ikiye çıkaralım; yani, bir tanesini dul eş
çocuğu için kullansın -eğer dul eşi varsa şehidimizin- bir tanesi de,
füruuna verelim; yani, anne baba ve kardeşlere bu haktan bir tane verelim. Bu
çok büyük maliyet, çok büyük sayı getirmez. Tabiî -inşallah, şehitlerimiz,
hiç olmasını arzu etmiyoruz; ama- olduğu zaman da, millet olarak, buna, bu
ülke için canını verenlere sahip çıkmak adına, bunu, bu kadroyu ikiye
çıkaralım. Aile, yani, şehidin eşi ve çocuklarıyla anne, baba, kardeşleri
arasındaki bir itişmeyi, bir kopukluğu, bir kavgayı ortadan kaldıracak,
ailelerin dağılmasını önleyecek bir düzenleme.
İkinci bir öngördüğümüz
düzenleme -görüşeceğimiz kanunda da var- şehidin yadigâr kalan silahından;
yani, hatıra silahından resim, harç, ruhsat alınmamasıydı. 1 maddelik bir
kanun tasarımız zaten gündemde, aynı kapsamda.
Bir başkası, tazminat
miktarlarının; yani, dul eşe ve anne babaya verilen tazminat miktarlarının
oranlarının belirlenmesiydi. Burada da çok büyük tartışmalar oluyor; çünkü,
ne kadarının manevî tazminat, ne kadarının maddî tazminat olduğu, eş ve
çocukla füru birleşirse bunların paylarının ne olacağı tam anlaşılmadığı
için kanundan, bu, dava vesileleri oluyor, bu, niza vesileleri oluyor ve bu,
tartışma vesileleri oluyor. Yani, hem evladını şehit veren ailelerin kendi
içlerinde de bu tür tartışmaları yaşamaması için, net, açık, oranları
belirtelim demiştik.
Bir başka düzenleme
daha getiriyorduk. Yani, Allah kimsenin ocağına ateş düşürmesin, bu çok
kolay bir şey değil. Böyle bir durumda, şehit aileleri kurum kurum gezmesinler;
yani, Emekli Sandığına, SSK'ya, Silahlı Kuvvetlere veya Emniyete, kapı
kapı evrak toplamasınlar. Başbakanlıkta bir şehit aileleri daire başkanlığı
kuralım; nerede şehidimiz olmuşsa, direkt olarak devlet buna sahip çıksın,
bu daire sahip çıksın; onun her türlü tazminatını, hakkını hukukunu,
verilecek madalyasını, belgesini, beratını hazırlasın, evinde takdim etsin,
kapısında takdim etsin; çünkü, hiç değilse, devlet olarak bu görevi
yapalım dedik, yapacak bir düzenlemeyi ortaya getirdik.
Bir başka düzenleme istediğimiz
husus, şehit derneklerimiz. Biz burada diyoruz ki, şehit derneklerimizi,
eğer kamunun, yani özel idarelerin yeri varsa, bunlardan birer oda, ikişer
odalık yerler tahsis ederek, bu insanların bir araya gelmelerine, şehitlerini
yâd etmelerine fırsat sağlayalım. Yok, illerde böyle bir şey yoksa,
nüfusu 100 000'i geçen ilçe ve illerde, şehit sayısı 30'u geçen ilçe ve illerde,
ne yapalım, devlet olarak, özel idare olarak bunlara, en azından kira ve
yakıtlarını karşılamak üzere bir katkı payı verelim. O gün, o ilçenin şartlarına
göre, il encümenleri bunu tayin etsinler; ama, 5 milyara kadar, yakıt ve
barınma, kira karşılığı bir yardım yapalım diye düşünüyorum. Bu da, bu derneklerimizin
ayakta kalmalarını sağlayacaktır; çünkü, ben, yurdun birçok yerinde bu
derneklerimize uğradığımızda, hakikaten kiralarını veremedikleri,
hakikaten ısınamadıkları, kendi zar zor şartlarda kendi ceplerinden verdikleri
küçük paralarla ayakta durmaya çalıştıkları, acılarını yâd ettikleri, oysa,
bunları bir arada tutan o manevî değerin, o manevî gücün karşılıksız kalmamasını,
en azından devletimizin bunlara kol kanat germesi gerektiği kanaatindeyim.
Çok büyük bir şey de değil bu. Türkiye gibi büyük bir ülkenin şehitlerine
sahip çıkacağını, hepimizin sahip çıkacağını bu millet bilir. Bu Meclisteki
bütün arkadaşlarımın da bunda hemfikir olduğuna inanıyorum. Bizim getirdiğimiz
düzenleme bu.
Biz, eğer, bu kanun teklifimizi,
hemen görüşeceğimiz olan ateşli silahlarla ilgili kanun teklifinden öne
alıp, birleştirip, varsa yapılacak düzenlemeler tekrar komisyona almak
suretiyle… Ama, sadece 1 maddelik bir ruhsat harcı için değil, temelde var
olan, yaşanan sorunları ortadan kaldıracak 4-5 maddelik bir düzenlemeyle,
şehitlerimize, şehit ailelerimize, bu memleket için, bu vatan için canını vermekten
çekinmeyen kahramanlarımızın en azından mezarda rahat uyumalarını sağlayacak,
en azından çoluk çocuklarının geleceğini, hiç değilse, garanti edecek bir
düzenlemeye ihtiyaç olduğu kanaatiyle bu kanun teklifinin görüşülmesinin
milletimize fayda getireceğini, milletimizi gururlandıracağını, buradaki
bütün milletvekili arkadaşlarımın da kalben buna katıldıklarını
düşünüyorum.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Sarıbaş,
teşekkür ediyorum.
Sayın Bülent Baratalı,
İzmir Milletvekili; buyurun.
BÜLENT BARATALI (İzmir)
- Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Anavatan Partisi Grup Başkanvekilleri Malatya Milletvekili
Süleyman Sarıbaş ve Gaziantep Milletvekili Ömer Abuşoğlu'nun verdikleri
bir kanun teklifi ve doğrudan gündeme alınması önergesi hakkında söz almış
bulunmaktayım; Grubum adına ve kendi adıma sizleri saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle, değerli
iki milletvekilimizi, verdikleri bu kanun teklifi ve bu önerge nedeniyle
bir kutlamak istiyorum. Kanun teklifi, 1 inci ve 7 nci maddesiyle, bütün
maddesi birbiriyle bütün ihtiyaçları karşılayan önemli bir kanundur. Tekrar
kendilerini kutluyorum. 13 yaşında babasız kalmış olan bir görev şehidi
subayın oğlu olarak ve bu ülkenin verdiği olanaklarla bugüne kadar, gelmiş
olan bir insan olarak, bu kanun maddesini baştan sonuna kadar Grubum ve şahsım
adına desteklediğimizi ifade etmek istiyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; ateş düştüğü yeri yakar. Bu, belki de, bu konu için söylenmiş
ve bu konu üzerine oturan, örten önemli bir deyiştir. Evet, ateş düştüğü
yeri yakıyor. Bir ülke uğruna toprağa düşenlerin geride kalanlarının
buradaki sıkıntılarını, yaşam sıkıntılarını, katlandıkları sıkıntıları ortadan
kaldıran bir teklif olarak görülüyor. Hem 6136 sayılı Yasada değişiklik öngören
teklif uygundur hem de avans ödenmesi ve sürelerin kısaltılması teklifi
çok uygundur. Nakdî tazminatlar çok uygundur. Beyiye ödememeleri olarak
bilinen, o uzun süredir, Kurtuluş Savaşı için çıkarılmış olan bu teklif de,
bu madde de çok uygundur; ama, bunların örgütlenebilmesi, özellikle
büyükşehirlerde bir yer edinebilmesi, belediye başkanının ve valinin ve
kaymakamın şefkatiyle barındıkları uygun yerler bulunmasının dışındaki
kötü koşulları hep beraber görüyoruz, izliyoruz; bu da çok önemlidir.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlar; bu vatanın bize nasıl kaldığını hep beraber bir gözden geçirmemiz
gerekmektedir. Bakın, üç kıtada hükümranlık yapan, ama, inkıraza uğraması
nedeniyle fiilen Çanakkale Savaşı, Balkan Savaşları sonunda biten Osmanlı
İmparatorluğu, bir yerde 2,5 milyon kilometrekareye, bir yerde de 1 870
000 kilometrekareye yayılmış olan bir imparatorluktu.
Bugün son kalan bu 776
000 kilometrekarede herkes şunu bilmeli ki,
bu Gazi Meclis de şunu bilmeli ki, bu 1 870 000 metrekarenin her metrekaresinde
bu vatan için ölen, bu vatan için kendini, en aziz varlığını feda eden insanlar
yatmaktadır. Nerelerde yatmaktadır; Osmanlının çarpışan 10 ordusunun
olduğu yerlerde yatmaktadır; Mekke-i Mükerreme'de yatmaktadır,
Medine-i Münevvere'de yatmaktadır, Mısır'da Kanal Harekâtında yatmaktadır,
Irak'ta, Suriye'de, Kafkas cephesinde, Galiçya'da yatmaktadır, Çanakkale'de
yatmaktadır, Cezayir'de yatmaktadır değerli arkadaşlar. Bu ülkenin evlatları
Kore'de de yatmaktadır, bu ülkenin evlatları, Kıbrıs'ta da yatmaktadır.
Bunu, subay olanlar bilir. Bugün, gidin Kıbrıs'a, Girne ile Gazi Magosa
arasındaki şehitliğe bakın, o Anti Trodos Dağlarının altındaki şehitlikte,
belki hepimizin daha küçük rütbeli subayları belki assubayları, belki de
erleri orada kaleler gibi yatmaktadır. İşte, bizler, onlar orada yatarken,
burada, refah içinde, mutluluk içinde yaşamlarını sürdürüyoruz değerli arkadaşlar.
Bugün, ülkemizde, Gabar'da da şehitlerimiz yatmaktadır; bugün, ülkemizde,
Tendüreklerde de bu vatan evlatları yatmaktadır. Hatta, bazılarının
mezarları yoktur; anaları, temsilî mezarların başında ağlamaktadır değerli
arkadaşlar. O nedenle, hangi kanun teklifini görüştüğümüzü burada ifade
etmeye çalışıyorum.
Bizim, bunlara bir borcumuz var. Bu ülkenin
kaynakları, bu insanlara, bu dullara, bu yetimlere, onların mirasçılarına yetecek kadar, bence,
olanaklar içinde.
Şimdi, biz de Parlamentoya
geldiğimizden itibaren değerli arkadaşlar, Grubumuzun da kabulüyle önemli
kanun teklifleri verdik.
İki kanun teklifi buradan geçti, doğrudan gündeme alındı;
ama, öncelikle konuşulamadı. Sayın Eyüp Fatsa
biliyor, kendisiyle de konuştum, kendisi burada bir konuşma yaptı.
Bu assubaylar ile binbaşılar hakkında ve assubaylarımızın, yükseköğretim
gören assubaylarımızın hakları konusunda elbette bu Meclis bu hakları
verecek dedi. Ben bir milletvekili olarak izliyorum.
Son yıla giriliyor -son yıl var mı yok mu bilemiyorum 22 nci
Dönemde- ama, bu insanların hakları verilemiyor. Küçücük
bunlar gruplar, küçücük, bir elle, ufak bir destekle mutlu olabilecek,
daha rahat yaşayabilecek, daha konforlu yaşayabilecek insanlar; bunlardan
bizim bunları esirgemememiz gerekiyor.
Değerli arkadaşlar,
Plan Bütçede de uzun görüşmeler yaptık. Bakınız,
Buna benzer şeyleri,
buna benzer olanakları bizler düşünmeliyiz değerli arkadaşlar. Bilemiyorum değerli milletvekillerinden
Batılı ülkelerde veya Amerika'da hiç gazilerin kaldığı yerlere giden,
bulunan oldu mu değerli arkadaşlarım. Şimdi, Türkiye'de
de, büyük bir memnuniyetle, özellikle rehabilitasyon merkezlerine
bakıyorum. Keşke, rehabilitasyon merkezleri bu ülkede
kurulmasaydı. Keşke, bu ülkenin başında bölücülük
gibi bir bela olmasaydı da bunları konuşmasaydık; ama, var. Olacağı da
görünüyor. Buna alışkın olmalıyız. Bununla mücadele etmeliyiz. Bununla mücadele eden ve toprağa
düşen "vatan sağ olsun" diyen o insanların ve onların ardıllarının,
bizler, burada, daha iyi yaşamasını, onurlu yaşamasını, daha konforlu
yaşamasını, devletin şefkatini bir baba gibi üzerlerinde bulundurmasını
yapmakla mükellefiz diye düşünüyorum. Bunu, bütün vicdan
sahibi milletvekili arkadaşlarımın ta göğüslerinin üzerinde, kafalarında
olduğunu da biliyorum.
Şimdi yapmamız
gereken, bunları vermek değerli arkadaşlar. Bunlar çok büyük şeyler değil. Bu şefkati, bu baba şefkatini, bu yetim kalan insanların, dul
kalan insancıkların, eşlerinin gösterdiği şefkatleri, devlet olarak ve
ona biz de burada hükmeden bir Meclis olarak, biz bu şefkati göstermek
zorundayız değerli arkadaşlar. Onlar bizim
onurumuz. Onlar, 15 ilâ 20 yaşlarında toprağa düştüler.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Baratalı, konuşmanızı tamamlayınız.
BÜLENT BARATALI (Devamla) - Teşekkür
ediyorum Sayın Başkanm, bitiriyorum.
… ve, biz, bugün,
burada daha fazla refah bekliyoruz. Biz, bugün, burada,
daha zenginleşmek bekliyoruz. Biz, bugün, burada,
zaman zaman maaşlarımızın yetersizliğinden bahsediyoruz, daha iyi yaşamak
istiyoruz. Daha iyi yaşamak herkesin hakkı; ama, onları yaşatmak,
daha iyi yaşatmak, bizim hakkımız değil, bizim görevimiz, bu Gazi Meclisin
görevi değerli arkadaşlar. Bakınız, Peygamberin kutsal emanetlerini
savunan Osmanlı orduları, Mekke-i Mükerremede ve Medine-i Münevverede, arkadan
Arap hançeri yediler, kıvrak uçlu cenbiyeyle karınları deşildi, önlerinden
de İngiliz mızraklarıyla oralarda kaldılar; ama, görevlerini yaptılar. Biz de, bu Gazi Meclis olarak, bu insanlara bu görevlerimizi
yapmalıyız.
Hepinizi, bu duygu
ve düşüncelerle, saygıyla selamlıyorum. Tekrar, hepimizin, bu,
görevi olduğunu hatırlatmak istiyorum. Teşekkür
ederim. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ederim Sayın Baratalı.
Önerinin aleyhinde,
İstanbul Milletvekili Ünal Kacır; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
ERDAL KARADEMİR (İzmir) - Ünal Kacır, neyin
aleyhinde konuşacaksın?!
AHMET ERSİN (İzmir) -
Yani, bunun aleyhinde olur mu?!
ÜNAL KACIR (İstanbul)
- Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Anavatan Partisi Grubunun grup
önerisi aleyhinde söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Efendim, grup
önerisinin aleyhinde söz almak, şehitlerin ve şehit ailelerinin aleyhinde
söz almak değildir.
AHMET ERSİN (İzmir) -
Ama, aynı şey, aynı anlama gelir.
ÜNAL KACIR (Devamla) -
Aynı şey değil, aynı şey değil; onu izah etmeye çalışacağım.
ERDAL KARADEMİR (İzmir)
- Dolandır!.. Dolandır!..
ÜNAL KACIR (Devamla) -
Biz, inanırız ki, toprakları toprak yapan, üstündeki kandır. Toprak,
eğer…
Affedersiniz, bayrakları
bayrak yapan, üstündeki kandır…
ŞEVKET ARZ (Trabzon) -
Bilmiyorsan okuma!
ÜNAL KACIR (Devamla) -
Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır…
ALİ RIZA BODUR (İzmir)
- Öğren de gel!
ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye)
- Kafasını karıştırdınız.
ÜNAL KACIR (Devamla) -
…ve bu Mecliste, şehidin değerini bilmeyen bir tek vekilin olduğunu düşünmüyorum,
düşünemiyorum; ancak, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak bizler, çalışma
programımızı dün burada belirledik. Üç gün içerisinde hangi yasaları
görüşeceğimizi birlikte belirledik, Meclisimiz bir karar verdi. Anavatan
Partisi Grubu, bugün bir öneri getiriyor. Ne diyor; diyor ki: Genel Kurul gündeminin
Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler kısmının
366 ncı sırasında bulunan 1213 sıra sayılı kanun teklifinin, bu kısmın 5 inci
sırasına alınmasını öneriyoruz. Az önce belirledikleri şehit aileleriyle
ilgili teklifin 5 inci sıraya alınmasını istiyor. Şimdi ben de, Türkiye
Büyük Millet Meclisi gündemimizi açıyorum ve 5 inci sıraya bakıyorum. 5 inci
sırada ne var; Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında
Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve İçişleri ile Plan ve
Bütçe Komisyonu raporları. İçeriğine baktığımızda, içeriğinde, yine şehit
aileleriyle ilgili hükümler bulunan bir kanun tasarısı. Biz bu gündemi, bu
Mecliste görüşerek dün belirlemişiz ve bu Hükümet tasarısı. Daha önceden bu
konudaki ihtiyacı bilen, tespit eden Hükümetimiz tasarıyı göndermiş, tasarı
komisyonda görüşülmüş ve tasarı, bugün, burada görüşülecek. Dolayısıyla, aynı
konuda bir tasarı gündemdeyken, şimdi, kimsenin reddedemeyeceği bir
tasarıyı gündeme getirmenin manası, sadece ve sadece burada gündemi geciktirmek,
gündeme geçişi geciktirmekten öte bir şey olduğunu düşünmüyorum.
ALİ RIZA BODUR (İzmir)
- Tasarı değil, teklif.
ÜNAL KACIR (Devamla) -
Bu tasarıda olan hususlar, sizin talep ettiğiniz hususlarla bire bir örtüşmeyebilir.
Tabiî, birisi teklif birisi tasarı, farklı kalemlerden çıkmıştır; ama,
burada, bu tasarı görüşülürken önergeler verilir, o önergeler içerisinde de
görüşler burada ortaya konulur ve bu tasarıyla bu ihtiyaçlar giderilir. Onun
için, bu manevî duygular üzerinde işi ajite etmenin, bu manevî duygular
üzerinde siyaset yapmanın pek doğru olduğu kanaatinde değiliz ve zaten gündemin
5 inci sırasında biz bu konuları görüşeceğimiz için, bu tasarıyı
görüşeceğimiz için yeniden böyle gündemin belirlenmesine gerek olmadığı
kanaatiyle, Anavatan Partisi grup önerisine karşı olduğumuzu, aleyhinde
olduğumuzu bilgilerinize arz ediyorum ve Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ederim.
Sayın milletvekilleri,
Grup önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler...
Öneri kabul edilmemiştir.
Sayın milletvekilleri,
gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmına geçiyoruz.
Bu kısmın 1 inci
sırasında yer alan Dokuzuncu Kalkınma Planının (2007-2013) Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına Sunulduğuna Dair Başbakanlık tezkeresi ile
Plan ve Bütçe Komisyonu raporunun görüşmelerine başlayacağız.
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
2.- Dokuzuncu Kalkınma Planının (2007-2013) Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Sunulduğuna Dair Başbakanlık Tezkeresi
ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (3/1075) (S. Sayısı: 1214) (x)
BAŞKAN - Komisyon?..
Yerinde.
Hükümet?.. Yerinde
Komisyon raporu 1214
sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Görüşmeler, Genel
Kurulun 27.6.2006 tarihli 120 nci Birleşiminde kabul edilen grup önerisine
ve 3067 sayılı Kalkınma Planlarının Yürürlüğe Konması ve Bütünlüğünün
Korunması Hakkında Kanunun 2 nci maddesi hükümlerine göre, Planın tümü
üzerinde, üç bölüm halinde yapılacaktır.
Planın birinci
bölümünün, Giriş, Planın Vizyonu ve Temel İlkeler, Uluslararası Gelişmeler
ve Temel Eğilimler ile Avrupa Birliğine Katılım Süreci; ikinci bölümünün,
Plan Öncesi Dönemde Türkiye'de Ekonomik ve Sosyal Gelişmeler ile Plan
Dönemi Hedef ve Tahminleri; üçüncü bölümünün, Temel Amaçlar: Gelişme Eksenleri
ile Uygulama, İzleme, Değerlendirme ve Koordinasyon kısımlarından oluşması
hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
(x) 1214 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Her bölüm üzerinde
konuşma süreleri, siyasî parti grupları, komisyon ve hükümet için -hükümetin
sunuş konuşması dahil- 30'ar dakika, şahıslar için 10'ar dakikadır. Siyasî
parti gruplarının süreleri birden fazla konuşmacı tarafından kullanılabilecektir.
Planın hükümete geri
verilmesine ilişkin gerekçeli önergeler, Başkanlığa, planın bölümleri
üzerindeki görüşmelerin bitimine kadar verilebilecektir. Planın tümü üzerindeki
görüşmeler tamamlandıktan sonra, önerge kabul edilmeyecektir.
Şimdi, Planın sunuş
konuşmasını yapmak üzere, Hükümet adına, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı
Sayın Abdüllatif Şener'i rica ediyorum.
Buyurun Sayın Bakanım.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
Sayın Bakanım, süreniz
30 dakikadır.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
Dokuzuncu Kalkınma Planını takdim etmek maksadıyla söz almış
bulunuyorum ve Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Bildiğiniz gibi, kalkınma
planları, ülkenin ekonomik ve sosyal envanterini çıkarıp planlamak ve kaynakları
etkin bir şekilde kullanmak için düzenlenen belgelerdir ve kalkınma
planı çalışmaları sadece son yıllara dayanan bir hadise değildir, sadece dünyanın
belli bazı ülkelerinde uygulanan, yapılan bir çalışma değildir; dünyanın
değişik ülkelerinde, her yerinde, her ülkede ve değişik dönemlerde uygulanan
bir enstrümandır.
Türkiye'ye baktığımızda,
dünyada plancılık anlayışının ilk uygulandığı ülkelerden birinin Türkiye
olduğunu görmekteyiz. Cumhuriyetimizin kuruluşuyla birlikte 1923'te İzmir
İktisat Kongresi toplanmıştır ve bu toplantıda Türk ekonomisinin nasıl
bir yol izleyeceği belirlenmeye çalışılmış, liberal ekonomi politikaları
aracılığıyla kalkınmanın gerçekleştirilmesi yolunda görüşler ağırlık
kazanmıştır; ancak, daha sonraki dönemlerde ve özellikle 1929 ekonomik
buhranıyla birlikte, devletin öncülüğünde bir kalkınma anlayışının
hayata geçirilmesi gerekliliği ortaya çıkmıştır. Yani, bir taraftan dış
koşullar, diğer taraftan, o günkü, ülkenin iç koşulları, özel girişimin ve
sermaye birikiminin yetersizliği, nitelikli işgücü ve altyapının yetersizliği
nedeniyle devletin kalkınma sürecinde öncülük yapması gerektiği bir
kesin kanaat olarak ortaya çıkmıştır.
Bunun neticesinde, 1929
ekonomik buhranının etkilerinin de derinleşmesiyle birlikte, Türkiye,
dünyada ilk kalkınma planı hazırlayan ülkelerden biri olmuştur ve
1933-1937 yılları arasında uygulanmak üzere Birinci Beş Yıllık Sanayi
Planını hazırlamıştır.
Bu Planın uygulanması
sonucunda çimento, şeker, kömür, cam, seramik ve dokuma gibi bazı temel sektörlerde
sanayi tesisleri kurulmuş ve Plan dönemi de, gerçekten, cumhuriyet dönemi
içerisindeki en önemli büyüme oranlarının gerçekleştiği yıllardan biri
olmuştur. Daha sonraki dönemlerde de plan anlayışı zaman zaman gündeme
gelmiştir. 1947 yılında Beş Yıllık Türkiye İktisadî Kalkınma Planı
hazırlanmış; ancak, bu Plan uygulanamamıştır.
Nihayet, 1960'lı yıllar,
Türkiye'de, sürekli olarak, günümüze kadar gelen planlı kalkınma dönemleri
olarak cumhuriyet tarihinin önemli bir dönemini oluşturmuştur. 1963 ve
1967 arasını kapsayan beş yıllık dönem Birinci Beş Yıllık Kalkınma Plan
dönemi olarak kabul edilmiş ve o günden bugüne kadar beşer yıllık dönemleri
kapsamak üzere toplam 8 kalkınma planı hazırlanmış ve uygulamaya girmiştir;
dolayısıyla, son kırküç yıl, 1963'ten bugüne kadarki dönem 8 planın uygulandığı
dönem olmuştur.
Plan dönemleri arasında
bazı geçiş programları öngörülmüştür. 1978 yılı, 1984 yılı, 1995 yılı ve
içinde bulunduğumuz 2006 yılı, beş yıllık kalkınma planları dönemi dışında,
geçiş programlarının uygulandığı yıllar olmuştur.
İlk planlı döneme
girişin öncesinde, 1958 yılındaki ödemeler dengesi krizini görüyoruz. OECD
ve Dünya Bankası, Türkiye'nin koordineli bir kalkınma gayreti içerisinde
olmasını önermiştir. Buna benzer çalışmalar içeride de yapılmıştır.
Nihayet, bir planlı döneme geçiş kararı verilmiş ve 1960'lı yıllarda ilk
plan hazırlıkları tamamlanmıştır.
1960'lı yıllara baktığımızda,
gerçekten, yeterli sermaye birikiminin henüz yeterli bulunmadığı ve Türkiye'nin
topluiğneyi bile yurt dışından ithal ettiği bir dönem olduğunu görmekteyiz.
Kamu eliyle bir ithal
ikameci, sanayileşme stratejisi, işte bu dönemde oluşturulmuştur. Birinci
Plan dönemi, aynı zamanda, yeni KİT'lerin kurulduğu bir dönem olmuştur. Tüketim
malları, ara malları, yatırım malları sanayiine kadar, kamu sektörünün doğrudan
yatırım yaptığı ve bu alanlarda özel sektörün de teşvik edildiği yıllar
olmuştur.
Bu dönemde, önemli
kamu teşebbüsleri olarak, Petkim, TÜPRAŞ, İskenderun Demir-Çelik Fabrikaları,
Seydişehir Alüminyum Tesisleri, gübre, çimento ve şeker fabrikalarının
kurulmaya başladığını açıkça görmekteyiz.
Birinci Plan, İkinci
Beş Yıllık Kalkınma Planı ve Üçüncü ve Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma
Planları bu ithal ikameci politikalara ağırlıkların verildiği dönemlerde
hazırlanmış ve plan stratejileri de iç tüketimin, iç üretimle karşılanması
anlayışına dayanılarak yapılmış ve bu yolda sanayimiz teşvik edilmiştir. Ancak,
bu ithal ikameci politikaların uygulandığı ilk dört, beş yıllık kalkınma
plan döneminde ekonomimiz iki önemli şokla karşı karşıya kalmıştır. Birincisi,
1973'te yaşanan birinci petrol şokudur. İkincisi ise, 1978-1979 yıllarında
yaşanan ikinci petrol şokudur. Petrol fiyatları 3 dolardan 33 dolara kadar
çıkmış, Türkiye'de, ödeme dengesinde belli bir yük oluştuğu için ödemeler
dengesinde bozulmalar ortaya çıkmış, bazı mal kıtlıkları meydana gelmiş
ve nihayet 24 Ocak kararları, 1980 yılında alınmıştır.
1980 yılından itibaren,
Türkiye'de ithal ikameci politikalarda önemli bir değişiklik ortaya çıkmış,
yeni bir strateji oluşturulmuş ve dışa dönük ve ihracata dayalı bir büyüme
stratejisi kurulmuştur.
İhracata önemli ölçüde
teşvik sistemi getirilmiştir; vergi iadeleri, ihracat döviz primleri,
ucuz krediler, bu dönemlerde uygulanan yeni ekonomik modelin politika araçları
olarak ortaya çıkmıştır ve 1980'li yıllardan itibaren hazırlanan dört
yeni kalkınma planı, ihracata yönelik veya dış pazarlara yönelik bir büyüme
stratejisinin eseri olarak, ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Bunun neticesinde,
1980'de ihracatın millî gelir içerisindeki payı yüzde 5 düzeyinin altındayken,
2005 yılında, bu, yüzde 20'ye çıkmıştır.
Sanayileşme
politikasının dışa yönelik olarak oluşturulduğu bu dönemde, Beşinci, Altıncı,
Yedinci ve Sekizinci Kalkınma Planları hazırlanmıştır. Bu kalkınma
planları döneminde, dünya ekonomisiyle entegrasyon, dışticaret hacmindeki
büyüme önemli bir değişimi, önemli bir gelişimi ortaya çıkarmıştır. Gümrükler
ve sınırlar, eski anlamlarından öte, yavaş yavaş, ekonomimizin dışa daha
büyük oranlarda her yıl açılmamızı sağlayacak şekilde genişletilmiştir.
İthal ikameci
politikaların uygulandığı dönemlerde pozitif liste uygulanırken, yani,
ithalatı serbest mallar ilan edilip kalan tüm malların ithalatı yasaklanırken,
1980'li yıllardan itibaren negatif listeye geçilmiştir, yasaklar ilan
edilmeye, onun dışında kalan malların ithalatı da tamamen serbest bırakılmaya
başlanmıştır ve böyle bir konjonktür ve gelişmenin ardından, Türkiye,
bu Dokuzuncu Plan öncesinde toplam 8 plan hazırlamış; bu planlar, Türkiye
Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda ve Komisyonda görüşülmüş, milletvekillerimizin
hem Komisyonda hem Genel Kurulda katkılarıyla birlikte yasama organından
geçmiş ve uygulanmıştır.
Geçen plan dönemi uygulamalarına
baktığımızda, açıkça, hazırlanan planlardan ekonomimizin önemli ölçüde
yararlandığını, kaynak tahsisinin ihtiyaçlara uygun olarak yönlendirilmeye
çalışıldığını görmekteyiz. Bununla birlikte, plan hedeflerinin tamamıyla
gerçekleştirilebildiğini söyleyebilmek de mümkün değildir. Tüm büyüklükler
itibariyle değil, sadece ekonomideki büyümelerin nasıl geliştiğini incelediğimizde,
plan hedeflerinin büyük ölçüde altında kalındığını da gördüğümüzü belirtmek
gerekir.
Birinci Plan döneminde,
ekonomimiz, gayri safî millî hâsılamız yüzde 6,6 büyümüştür; İkinci Plan
döneminde, yıllık ortalama yüzde 6,3 büyüme gerçekleşmiştir; Üçüncü
Plan döneminde, yıllık ortalama yüzde 5,2'lik bir büyüme gerçekleşmiştir;
halbuki, İkinci ve Üçüncü Plan döneminde yıllık ortalama büyüme oranları
yüzde 8'in üzerinde öngörülmüştür. Dördüncü Plan Dönemi ise, büyüme
oranının büyük düşüş gösterdiği ve 8 plan dönemi içerisinde yıllık ortalama
büyümenin en düşük olarak gerçekleştiği bir dönem olmuştur; yıllık yüzde
1,7'lik bir büyüme ancak mümkün olabilmiştir. Dördüncü Plan döneminden
sonra, Beşinci Plan döneminde 4,7; Altıncı Plan döneminde 3,5; Yedinci
Plan döneminde yıllık ortalama 3,8 ve Sekizinci Plan döneminde yıllık ortalama
4,4'lük bir büyüme gerçekleşmiştir ve tüm bu rakamlar, plan hedeflerinin
gerisinde kalındığını da göstermektedir.
Bildiğiniz gibi, son
Plan, yani, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, 2001 ve 2005 yılları
arasında uygulanan bir plan olmuştur ve 2001 ve 2005 arası itibariyle yıllık
ortalama büyüme oranı, gayri safî millî hâsıla büyüme oranı 4,4 olmakla
birlikte, eğer, Planın ilk yılı, yani, 2001 yılı hariç tutulacak olursa, 2002
ve 2005 arasındaki son dört yıllık dönemde Plan hedeflerinin üzerinde kaldığımızı
görüyoruz. Son dört yılda, yıllık ortalama gayri safî millî hâsıla büyüme
oranı yüzde 7,8'dir; ancak, 2001 krizi nedeniyle, Plan dönemini birlikte
değerlendirdiğimizde, büyüme oranının, toplamda, Plan hedefinin gerisinde
kaldığı görülmektedir. Buradan, istikrara, güvene dayalı bir stratejinin
önemli olduğunu, Plan hedeflerinin gerçekleştirilebilmesi açısından da
önem arz ettiğini rahatlıkla görmemiz mümkün hale gelmektedir.
İşte, Türk ekonomisinin
planlı gelişim süreci içerisinde Dokuzuncu Plan dönemine bu şekilde ulaşılmıştır.
2005 yılı Sekizinci Planın son yılı idi; normalde, 2006'yla birlikte
Dokuzuncu Kalkınma Plan döneminin başlaması gerekirken, 2006 yılı, bir
geçiş yılı olarak kabul edilmiştir. 28 Nisan 2005 tarihinde, 5339 sayılı
Yasayla, 1978, 1984, 1995 yılları gibi, 2006 yılı da bir geçiş yılı olarak
kabul edilmiştir ve yeni Plan döneminin 2007'yle birlikte başlayacağı hükme
bağlanmıştır. Nihayet, 5 Temmuz 2005 tarihli Başbakanlık genelgesiyle, Dokuzuncu Kalkınma Planı
hazırlıkları başlamış; kamu ve özel kuruluşlara Plan hazırlıklarına başlanmasıyla
ilgili direktifler verilmiştir. Bu Başbakanlık genelgesine istinaden
de özel ihtisas komisyonları kurulmuştur. Eylül 2005'te kurularak çalışmalarına
başlayan özel ihtisas komisyonu sayısı 57'dir. 57 ayrı özel ihtisas komisyonu,
bu Plana baz teşkil edecek, temel teşkil edecek çalışmaları başlatmıştır.
57 adet özel ihtisas komisyonunda toplam 2 252 kişi çalışmıştır; yani,
sadece bürokratik bir mekanizma içerisinde hazırlanan bir plan değildir
Dokuzuncu Plan; sadece bir siyasal metin olarak kabul edilebilecek bir çalışma
olarak nitelendirilemez. Özel sektörün, bürokratların, üniversitelerin,
sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinin içinde bulunduğu çok geniş
bir katılımla hazırlanmış bir plandır. 2 252 kişinin 57 adet özel ihtisas
komisyonu oluşturulmak suretiyle katılımının sağlandığı bu çalışmalara,
1 000 civarında kamu kuruluşlarından temsilci katılmıştır, 400 civarında
üniversitelerimizden katılan öğretim üyelerimiz bulunmuştur, geri kalan
özel ihtisas komisyonlarında çalışmalara katılan kişiler de sivil toplum
kuruluşları temsilcileri ve meslek kuruluşlarından gelen temsilcilerden
oluşmaktadır.
Bu çalışmalar neticesinde,
her bir özel ihtisas komisyonu kendisiyle ilgili alanda bir rapor hazırlamıştır.
Her bir özel ihtisas komisyonu raporu, ayrı bir hacme sahiptir; 250 sayfalık,
150 sayfalık özel ihtisas komisyonu raporları vardır. Bu rapor çalışmaları
sonrasında, tekrar bir strateji istişare toplantısı yapılmıştır. Bu toplantıya
18 kişi katılmıştır. Tam gün, Kızılcahamam'da, 11 Şubatta bu raporlar gözden
geçirilmiş, Plan stratejisinin neye dayanması gerektiği müzakere edilmiştir.
Daha sonra, yine 27
Şubatta, yine Kızılcahamam'da, tam gün,
bakanlıklarımızın, kamu kuruluşlarımızın müsteşarlarının katıldığı
başka bir istişare toplantısı düzenlenmiştir. Bu istişare toplantısında
da, tam gün, Plan hedefleri ve stratejisi tartışılmıştır.
Daha sonra, Yüksek
Planlama Kuruluna getirilen plan stratejisi ve Dokuzuncu Kalkınma Planı tartışmaları
yapılmış, Bakanlar Kurulunda görüşmeler tamamlanmış ve daha sonra da Türkiye
Büyük Millet Meclisine gönderilmiş, Plan ve Bütçe Komisyonundaki
müzakereleri de tamamlanmak suretiyle Genel Kurul gündemimize indirilmiştir.
Tüm bu süreç içerisinde,
Dokuzuncu Kalkınma Planı kime ait bir plandır, kimin hazırladığı bir
dokümandır sorusu sorulduğunda, bu, tüm Türkiye'ye ait, tüm ülkede, bu
konu üzerinde düşünen, tartışan, fikri ve düşüncesi olan herkesin düşüncesinin
katıldığı bir Plandır diye cevap vermek gerekir diye düşünüyorum; çünkü,
bu, sadece bir siyasî metin değildir, bu, sadece bir bürokratik metin değildir,
bu, sadece iktidara ait, sadece muhalefete ait bir metin değildir; bu, tüm
üniversitelerimizin, sivil toplum kuruluşlarımızın, özel sektörümüzün,
bürokrasimizin katılımıyla olgunlaştırılan, siyasî karar süreçlerinden
geçen bir metindir ve tüm Türkiye'nin damgasını vurmuş olduğu, önümüzdeki
dönemi belirlemeye yönelik bir metindir.
Eğer, sayın
muhalefetimiz "burada bizden eser yok" diyorsa, buna katılmadığımı
belirtmek isterim. Genel Kurul sürecindeyiz ve bu süreç içerisinde de, her
zaman önerilerini ifade edebilirler, önergelerini verebilirler ve bu Plana
katkılarını sunabilirler. Böyle bir noktada, elbette, bu Planın diğer
planlardan farklılık arz eden tarafları vardır; bunlara da, özet itibariyle
değinmek istiyorum.
Her şeyden önce, bu
Plan, daha önceki 8 planda olduğu gibi, her alanı detaylı olarak düzenlemeye
dayanan bir plan anlayışının ürünü değildir. Daha önceki bazı planları incelediğimiz
zaman, program ve proje anlayışı çerçevesinde, çok detay ayrıntıların,
sektörel bazda, plan içerisinde yer aldığını ve ayrıntıların verilmeye
çalışıldığını görebiliriz. Bu Plandaysa, böylesine detay ayrıntıların
bulunmadığını rahatlıkla ifade edebiliriz. Onun yerine, bu Plan bir vizyon
ortaya koymuştur. Bu vizyon, istikrar içerisinde büyüyen, gelirini daha
adil paylaşan, küresel rekabet gücüne sahip, bilgi toplumuna dönüşen ve Avrupa
Birliğine üyelik için uyum sürecini tamamlamış bir Türkiye'yi vizyon olarak
belirlemiştir ve bu vizyona uygun olarak da, ekonomik ve sosyal gelişme
eksenleri belirlemiştir. Planın belirlemiş olduğu ekonomik ve sosyal
gelişme eksenleri ise, 5 ana bölümde ifade edilebilir, 5 temel eksene
sahiptir. Bu 5 temel eksenden birincisi, rekabet gücünün artırılmasıdır.
Bugün, herkes, her ülke ve her birey, küresel rekabetin baskısı altındadır.
Onun için, bu Planın birinci gelişme ekseni de, küresel rekabette rekabet
gücünün artırılmasını temel almıştır, esas almıştır.
İkinci ekonomik ve sosyal
gelişme ekseniyse istihdamın artırılmasıdır.
Üçüncü gelişme ekseni,
beşerî gelişme ve sosyal dayanışmanın güçlendirilmesidir; çünkü, milletimizin
temel karakterlerinden, temel hasletlerinden biridir dayanışma kavramı.
Bunu bir temel determinant olarak belirledik ve beşerî gelişme ve sosyal
dayanışmanın güçlendirilmesi bu planın bir temel ekseni olarak belirlenmiştir.
Dördüncü gelişme ekseniyse,
bölgesel gelişmenin sağlanmasıdır. Tüm bölgelerimizin potansiyelinin ortaya
çıkarılması ve ekonomimizin büyümesine, kalkınmaya bu potansiyelin girişiyle
hareket sağlanması küresel rekabette de en önemli avantajlarımızdan
biridir ve bu nedenle bölgelerimizin gelişmesi bir temel eksen olarak belirlenmiştir.
Beşinci gelişme ekseni
olaraksa, kamu hizmetlerinde kalite ve etkinliğin artırılması olarak
belirlenmiştir.
Kısacası, bu Dokuzuncu
Plan, makro dengeleri gözeterek, öngörülebilirliği artıran, piyasaların
daha etkin işleyişine imkân verecek kurumsal ve yapısal düzenlemeleri öne
çıkaran, sorunları önceliklendiren, temel amaç ve önceliklere yoğunlaşan
stratejik bir plan olarak hazırlanmıştır. Diğer taraftan, diğer ulusal ve
bölgesel plan ve programlar ile sektörel ve kurumsal strateji belgelerinin
dayanağını oluşturacak şekilde hazırlanmıştır. Bildiğiniz gibi, Avrupa
Birliği sürecinde hazırladığımız dokümanlar var, programlar var, planlar
var, bölgesel nitelikli plan ve programlarımız var, sektörel ve kurumsal
stratejilerimiz var. Bunlar zaman zaman hazırlanmaktadır. Bunlar bir yıllık
olabildiği gibi, orta vadeli, üç yıllık plan, program ve dokümanlar halinde
de hazırlanmaktadır. Büyük bir çoğunlukla Devlet Planlama Teşkilatı
tarafından hazırlanmaktadır. İşte, tüm bu Avrupa Birliği sürecinde,
ulusal ve bölgesel olarak, sektörel olarak hazırladığımız bu dokümanlara da
dayanak oluşturacak bir temel belge olarak hazırlanmıştır Dokuzuncu Kalkınma
Planı.
Tüm bu nitelikleri
itibariyle, Dokuzuncu Kalkınma Planının diğer planlardan ilk bakışta
farklı olduğunu gördüğümüz boyutları vardır. Nedir bu boyutlar dediğimizde;
birincisi, bu Planı eline alan herkes, Dokuzuncu Kalkınma Planının, diğer
8 plana göre daha kısa bir metin olduğunu görecektir. Toplam 101 sayfalık
bir metin olarak hazırlanmıştır; ancak, metnin kısa oluşu, etkili olmadığı
anlamına gelmez. Aksine, daha etkin, daha stratejik ve daha esnek bir
metin olarak karşımıza çıkmaktadır. Burada stratejiler, vizyon ve gelişme
eksenleri belirlenmiştir. Bu strateji içerisinde zaten ilgili kurumlar
yıllık programlarını ve proje ayrıntılarını plana uygun olarak hazırlayacaklardır
ve bunun, daha dinamik bir yapı olarak ortaya çıkacağı da anlaşılmaktadır.
İkinci temel özelliği,
diğer planlarda bulunmayan bir diğer niteliği bu Planın; daha önceki 8
Planın tamamı da beş yıllık dönemi kapsayacak şekilde hazırlanmıştır. Bu nedenle
de, bizde kalkınma planları beş yıllık kalkınma planı olarak anılmaktadır,
zikredilmektedir. Daha önceki planlar beş yıllık kalkınma planı olarak
hazırlanmış olmasına rağmen, Dokuzuncu Kalkınma Planı yedi yıllık bir
dönemi kapsamaktadır; 2007 ile 2013 arasındaki yedi yıllık bir dönemi kavrayacak
şekilde hazırlanmış ve dolayısıyla, artık biz de plandan bahsederken
"beş yıllık kalkınma planı" kavramını kullanamayacağımız bir noktaya
gelmiş bulunmaktayız; çünkü, diğerleri beş yıllık kalkınma planıyken,
bu Dokuzuncu Plan, yedi yıllık bir kalkınma planı olarak anılabilecek, zikredilebilecek
bir plandır. Neden, yedi yıllık bir dönemi kavrayacak şekilde hazırlanmıştır,
2007 ve 2013 yılı olarak hazırlanmıştır;
bu, Avrupa Birliğinde de bir yeni malî dönemi ifade etmektedir. 2007-2013
dönemi, bizim açımızdan da Avrupa Birliğiyle müzakereleri sürdürdüğümüz
bir dönemdir. Dolayısıyla, bu yedi yıllık plan dönemi, Avrupa Birliğiyle
müzakere dönemimizi kavrayan, konjonktür olarak böyle bir dönemi içeren,
planlayan ve tam üyeliğe Türkiye'yi hazırlayan bir plan olarak hazırlanmıştır.
Aynı zamanda, küreselleşmenin yeni evresinde, küresel rekabette de avantajlarımızı
önplana çıkarmayı hedefleyen ve buna göre hazırlanan bir plan olmuştur.
Bunun dışında, üçüncü
bir özelliği bu Planın, daha önceki tüm planlarda, 8 plan dahil, 1933 ve
1937 arasındaki beş yıllık sanayi planı dahil, önceki planların hepsinde,
kalkınma, kamudan, yani yukarıdan itilerek gerçekleştirilen bir niteliğe
sahiptir; yani, daha önceki planların tamamında kalkınma…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Bakanım,
30 dakikalık süreniz doldu. Tabiî, Dokuzuncu Kalkınma Planı, öncelikli
bir konu. Konuşmanızı ne kadar bir sürede tamamlayacaksanız, size o kadar
süre vereceğim. Arkadaşlarıma, diğer arkadaşlara da, adaletli davranmak
için, o kadar süre de onlara vereceğim.
Ne kadar sürede tamamlarsınız;
5 dakika yeter mi?
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Yeter efendim.
BAŞKAN - Peki.
Buyurun Sayın Bakanım.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Evet, daha önceki planlarda kalkınma
anlayışı, kamudan, yukarıdan itilerek gerçekleştirilirken, bu anlayış çerçevesinde
plan oluşturulurken, bu Planda ise kalkınmanın itici gücü toplumsal
dinamiklerin kendisidir. Bu ülkenin en büyük zenginliği, en büyük kaynağı,
bu ülkede yaşayan yetmişüç milyon insanımızın kendisidir.
TUNCAY ERCENK (Antaly,a) - Kişi başına düşen millî gelir ne kadar hedefleniyor
Sayın Bakanım, 2013'te?
BAŞKAN - Sayın Ercenk…
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - 2013 yılında kalkınmanın temel
determinantı insanımızın kendisi olduğu için kişi başına millî gelirimiz
de 2013 yılında 10 100 dolar olarak hedeflenmiştir; ama, satın alma gücü
paritesine göre kişi başına millî gelir 15 300 dolar civarında gerçeleşecektir.
Dolayısıyla, 15 000 doları aşmış satın alma gücü paritesine göre bir millî
gelirin ortaya çıkmasını hedefleyen bir plan hazırlanmış durumdadır.
TUNCAY ERCENK (Antalya)
- Sonradan değiştirilmiş diye, efendim, bir duyum var da o bakımdan söylüyorum;
7 000 iken, 10 000'e çıkarıldığı söylendi de onun için.
BAŞKAN - Sayın Ercenk,
lütfen, istirham ediyorum, Sayın Bakanı dinleyelim efendim.
Sayın Bakanım, Genel Kurula hitap ediniz.
DEVLET BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Tabiî bu millî gelir
hesaplarına EUROSTAT ile Türkiye İstatistik Kurumunun ortak yapmış olduğu
çalışmaya göre oluşturulacak yeni hesaplama yöntemi de dahil değildir. Bizdeki hesaplama yöntemiyle millî
gelir Avrupa Birliği ülkelerinden daha az çıkmaktadır.
Avrupa Birliğinde kullanılan standartlar Türkiye'de
kullanılır, hesapları ona göre yapılmaya başlarsa, zaten bizim millî
gelir düzeyimiz biraz daha yüksek gerçekleşecektir. Bu 10 000 dolara o dahil değildir.
Ama, dördüncü bir
özelliği var bu Kalkınma Planının; bu da, etkili bir izleme ve değerlendirme
mekanizmasına sahip oluşudur.
Daha önceki planlarda bildiğiniz gibi plan hazırlanmıştır, planın uygulanmasıyla
ilgili bir kanun vardır; bu kanun hükümleri çerçevesinde Meclis komisyonları
plana aykırı kanun tasarı ve tekliflerini görüşemez denilmek suretiyle
plana uygunluk denetlenirken, çoğu kez komisyonlarda buna da dikkat
edilmediğinden planla uyumlu olmayan düzenlemelerin yasalaştığı, geçmiş
dönemlerde, yıllarda görülmüştür; ama, bu Planla birlikte etkili bir
izleme ve değerlendirme mekanizması oluşturulmaktadır. Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarımızın başkanlığında bir
izleme ve yönlendirme komitesi oluşturulmaktadır. Bu komite her
yıl plan uygulamalarını gözden geçirmektedir ve ilerleme raporlarını
hazırlamak suretiyle Bakanlar Kuruluna sunmaktadır ve böylece, sürekli
olarak, plan hedefleri neydi, o yıl içerisinde neler yapılmıştır, neler
yapılmamıştır, bu gözden geçirilmek suretiyle, plan hedeflerinin gerçekleştirilmesine
daha güçlü bir zemin hazırlanmış olacaktır.
Ben konuşmalarımı
burada tamamlıyorum ve Dokuzuncu Kalkınma Planının ülkemize hayırlı olmasını
diliyor, hepinize saygılarımı sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Bakanım.
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, Sayın Bakana vermiş olduğum ek 4 dakikalık süreyi, bundan
sonra konuşacak olan hatiplere de vereceğimi bilgilerinize arz ediyorum.
Şimdi, birinci
bölümün görüşmelerine başlıyoruz.
Planın birinci bölümü, Giriş, Planın Vizyonu
ve Temel İlkeler, Uluslararası Gelişmeler ve Temel Eğilimler ile Avrupa
Birliğine Katılım Süreci kısımlarını kapsamaktadır.
Konuşma süreleri,
siyasî parti grupları, Komisyon ve Hükümet için 30'ar dakika, şahıslar için
10'ar dakikadır.
Siyasî parti gruplarının süreleri birden fazla konuşmacı
tarafından kullanılabilecektir.
Planın birinci bölümü üzerinde, siyasî parti
grupları adına söz alan sayın üyelerin isimlerini okuyorum: Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Birgen Keleş; Anavatan Grubu
adına, Diyarbakır Milletvekili Muhsin Koçyiğit ve Kars Milletvekili
Selami Yiğit; AK Parti Grubu adına, Kocaeli Milletvekili Muzaffer Baştopçu.
Şahısları adına, Ümmet Kandoğan, Mehmet Eraslan,
Faruk Koca ve Cemal Uysal.
İlk söz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Birgen Keleş'e aittir.
Sayın Keleş, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA BİRGEN KELEŞ (İstanbul) -
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın milletvekilleri,
Dokuzuncu Kalkınma Planı konusunda Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini
açıklamak için söz almış bulunuyorum ve Yüce Meclise saygılar sunuyorum.
Bugün, burada,
Dokuzuncu Kalkınma Planını incelemekteyiz. Bilindiği gibi, bir
süredir, Türkiye'de, farklı nedenlerle hazırlanmış çok sayıda plan ve
program vardır. Ayrıca da, her kurumun kendi amaçları
doğrultusunda hedefler koyduğu stratejik planlardan söz edilmektedir.
Dokuzuncu Planın
yedi yıldan uzun bir süreyi kaplayan bir stratejiye dayanıp dayanmadığı belli
değildir.
Gerçi, Plan ve Bütçe Komisyonu çalışmaları sırasında sorulduğunda,
Sekizinci Planın ilk dilimini oluşturan ve 2001-2023 yıllarını kapsayan
stratejiye dayandığı söylenmektedir; ancak, bu, geçerli bir yanıt olamaz;
çünkü, her iki planın süresi, plan felsefesi, yaklaşımı, birbirinden çok
farklıdır. Aslında, bu alanda ciddî bir karmaşa söz
konusudur; çünkü, plan, program adı altında var olan belgelerin terminolojileri,
ilkeleri, öncelikleri, düzenleri birbirinden farklıdır.
Sayın Bakan, eksik olmasın, lütfetti ve
bu çalışmalarda, Genel Kurulda, istediğimiz katkıyı sağlayabileceğimizi
söyledi; ama, Sayın Bakanım, sosyaldemokrat bir yaklaşımla düzeltilecek
bir yanı yoktur bu hazırladığınız Planın; ama, bize yeniden bir plan hazırlama
yetkisi verilecek olursa, tabiî, onu memnuniyetle yaparız; ama, bu plan,
birkaç önergeyle düzeltilecek nitelikte bir plan değildir, göstermelik
olarak yapılmış olan bir plandır.
Şimdi, Dokuzuncu
Kalkınma Planının iki üç plan dönemini kapsayan uzun dönemli bir stratejiye
dayanmaması ciddî bir eksikliktir. Bir diğer eksiklik de,
bu Planın makro büyüklüklerinin, bir bütün olarak ve daha önceki planlarla
karşılaştırma yapılacak şekilde verilmemiş olmasıdır. Planda,
yedi yıllık sürede Yeni Türk Lirasının değerinde değişiklik olmayacağı, gayri
safî yurtiçi hâsılanın yüzde 7,3'üne ulaşan cari açığın hiçbir sorun olmadan
finanse edileceği, bu konuda hiçbir sorun yaşanmayacağı gibi gerçekçi olmayan
varsayımlar vardır. Bu varsayımlar yapılırken daha -son dalgalanmalar
değil, plan hazırlanırken- uluslararası likidite bolluğu azalmakta ve
faizler de yükselmekteydi. Kaldı ki, son yaşadığımız ekonomik dalgalanmalar
ve bunların plan belgesine yansıtılmamış olması, plan varsayımlarını
daha da geçersiz hale getirmektedir.
Şimdi, Dokuzuncu
Plan, gerçekçi olmayan, kendi içerisinde tutarsız bir belgedir. Birbirleriyle çelişkili
ve bir bütün oluşturmayan hedefler ve politikaları içermektedir. Hükümetin cari işlemler açığı ve bütçe açığı nedeniyle sergilediği
tutum da birbirleriyle çelişkilidir. Cari işlem açığını bugüne kadar "önemli değil, finanse ediyoruz" diye
geçiştiren Hükümet, bütçe fazla verdi diye, sevinç ifade etmektedir.
Değerli arkadaşlarım,
her iki açık da dışborçla finanse edilmektedir; ama, dışborçla finanse
edilen iki açık arasındaki bu fark, Hükümetin, dış çevrelerin etkisiyle ve
oradan gelen talepler doğrultusunda hareket ettiğini göstermektedir. Hükümet bütçe konusunda
duyarlıdır; çünkü, faiz dışı fazla verilmesi yabancıların alacaklarının
garantisidir. IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşların
bu konuda talepleri vardır. Hükümet, cari açık konusunda duyarsızdır;
çünkü, işin bir tarafında ihracatın yetersizliği vardır; ama, öbür
tarafında ithalatın hızlı artışı, yabancı ara malları ve yatırım mallarının
yerli üretimi ikame etmesi vardır ve bu, yabancıların yararına olan ve bu
nedenle de yabancılar tarafından eleştirilmeyen bir konudur. Buna rağmen son zamanlarda cari açıktaki hızlı artış, yabancıların
bu konuda uyarıda bulunmasına neden olmuştur; ama, Hükümet, sorun olmadığını
söylemeye devam etmiştir.
Sanayileşmenin gündemdışına çıkması
sonucunda ulaştığımız bu durum, bu sorun yumağı, dışticaret açığını tabiî ki
olumsuz yönde etkilemektedir; çünkü, ihracat artsa bile, dahilde, özellikle
dahilde işleme rejiminin de etkisiyle ihracatta ithal girdiler kullanılmakta
ve ihraç ürünlerinin yüzde 60 ve 70'i ithal ara malı ve ithal yatırım
malından oluşmaktadır. Böylece, ihracat artışı ithalat
artışını kamçılamaktadır. Kaldı ki, cari açığın ne
pahasına finanse edildiği de çok önemlidir.
Sayın milletvekilleri, uluslararası
likiditenin daralmakta olduğu yadsınamayacak bir gerçektir ve herkesin
bugün
Son yıllarda
tüketim malları ve tarım ürünleri ithalatında da büyük bir hızlı artış olmuştur. İçinde bulunduğumuz koşullarda ithalattaki
hızlı artış, kısa bir süre öncesine kadar yapıldığı
gibi, üretim ve yatırımdaki artışla açıklanamaz. Artık, açıkça görülmektedir
ki, ithal ara malları ve ithal yatırım malları yerli
üretimi ikame etmektedir. Bu ise, bir yandan sanayicinin
ve tarım üreticisinin, öte yandan da işçilerin aleyhine sonuç vermektedir.
İşyerleri kapatılmakta ve işçiler işten çıkarılmaktadır.
İşsizlikle ciddî olarak mücadele etmek isteyen hiçbir
hükümet, cari açığı "finanse ediyorum, önemli değil" diye karşılayamaz,
karşılamamalıdır; çünkü, cari açığın rahatlıkla finanse ediliyor olması,
işyerlerinin kapatılmasını ve işçilerin işten çıkartılmasını önlememektedir.
Avrupa Birliğiyle yapılmış olan Katma
Protokol -Ankara Anlaşmasının bir devamı olarak yapılmış olan Katma
Protokol- bir sektör veyahut da ekonominin tümünde çok ciddî zorluklar olduğu
takdirde ithalatın sınırlanmasına olanak tanıyan bir hüküm içermektedir;
Katma Protokolün 60 ıncı maddesi. Ayrıca, bütün Avrupa
Birliği ülkeleri, tarım sektörlerini en etkin yöntemlerle korumaktadır
ve diğer alanlarda da, tarım dışı alanlarda da bol bol tarife dışı engeller
kullanmaktadır.
Avrupa Birliği, Türkiye'ye serbest dolaşım hakkının tanınmayacağını ve tarım ürünlerine
kalıcı kısıtlamalar getireceğini de açıkça söylemektedir. Kaldı ki, bir ülkenin
ara
Ara malları ve yatırım malları üretimi, Türkiye'nin
sanayileşme serüveninde 1970'li yıllarda geldiği bir aşamadır ve bugün
içinde bulunduğumuz durum, 80 sonrasında benimsenen ve hâlâ ısrarla uygulanan
üretimi, yatırımı dışlayan, sanayileşmeyi gündemdışına çıkartan
politikaların sonucudur.
Dokuzuncu Planda
yüksek katmadeğerli mal üretmek için yabancı sermayenin özendirilmesinden
söz edilmektedir.
Türkiye, yabancı sermayeye Mevlânâ anlayışıyla yaklaşan
"gel, nasıl gelirsen gel, nereye gelirsen gel" diyen bir ülkedir.
Gelirken ileri teknoloji getirmesini de koşul olarak ileri
sürmemektedir. O nedenle de, yabancı sermaye girişinin 9,7 milyar
dolar gibi büyük bir miktara ulaştığı 2005 yılında bile söz konusu büyüklüğün
sadece 800 000 000 doları fabrika kurmak veya fabrikaları genişletmek için
gelmiştir; geri kalan borsaya, gayrimenkul alımına, özelleştirmeye, banka
satın almaya ve ortaklık gibi amaçlarla gelmiştir. Yeni
yatırım için gelenlerin de, yüksek teknoloji koşulu ileri sürülmediği takdirde,
daha çok ucuz el emeği ve doğal kaynakları kullanmak için gelmesi mümkündür.
Yüksek teknoloji
kullanıldığında kuşkusuz yurtdışı rekabet olasılığı artacak ve ülkenin
teknolojik kapasitesi genişleyecektir. Ancak, bu durumda bile
yabancı sermayenin kâr transferi, ithal girdi kullanılması ve fiyatlandırma
kanalıyla ileride yol açacağı kaynak çıkışı mutlaka göz önünde tutulmalıdır.
Nitekim, değerli arkadaşlarım, Çin dahil,
yabancı sermayeye davetiye çıkaran bütün ülkeler genelde yüksek teknoloji
kullanılmasını, ihracat yapılmasını ve ihracat içinde yerli girdi
payının artırılmasını talep etmektedirler; yabancı sermayeyi bu koşullarda
teşvik etmektedirler, her halükârda değil, bu koşullarda. Üretim yapan yabancı sermaye ile diğerleri arasında ayırımcılık
yapmaktadırlar, farklı yöntemler uygulamaktadırlar. Böyle bir yaklaşımın sanayileşmenin hızlanmasına ve ihracatın
sürekli ve istikrarlı bir şekilde artmasına katkı yapacağından hiç kuşku
yoktur.
Dokuzuncu Planda
"Avrupa Birliğinin rekabet gücünü yitirmekte ve diğer ülkelere kaydırma
eğiliminde olduğu alanlarda işbirliği ve gelişme imkânları değerlendirilecek"
denilmektedir.
Sayın milletvekilleri,
bir ülke, kendisini nasıl olur da böyle bir misyona layık görür; çok rica
ediyorum, nasıl olur da, onların istemedikleri sanayileri kurmaya, onların,
zararlı olduğu için, zehirli olduğu için başka ülkelere göndermek istedikleri
sanayileri kendi ülkesinde barındırmaya talip olur?!
Avrupa Birliğinin
rekabet gücünü yitirmesi, işçilere düşük ücret vermemesinden; üretimi başka
ülkelere kaydırmak istemesi ise, çevre sorunlarından, sağlığa zararlı
veya katmadeğeri düşük üretimden kaynaklanmaktadır, bunları istememesinden
kaynaklanmaktadır.
Avrupa Birliğine
tam üye olmak isteyen Türkiye, ikinci ve üçüncü sınıf rollerle yetinmeye
razı olmamalıdır.
Kaldı ki, sanayileşmiş ülkelerden oluşan bir toplulukta
ezilmemek, uygulanan politikalardan zarar görmemek ve bu politikalardan
yararlanmak için, onlar gibi sanayileşmiş bir ülke olmak şarttır.
Bu nedenle de, Türkiye'de, hükümetlerin, 1980'den sonra
da, bugün de, üretimi, yatırımı dışlayan ve sanayileşmeyi gündem dışına
çıkaran politikalar izlemesi, gerçekten, bir talihsizliktir.
Dokuzuncu Planda,
sanayi sektöründen pek söz edilmemektedir; ama, ekonomideki ağırlığının
giderek arttığı vurgulanarak, hizmetler sektörünün gelişmesinden, Planın
başlangıç bölümünde ise, bilgi toplumuna dönüşmekten söz edilmektedir.
Burada, bir konuyu
açıklığa kavuşturmakta yarar görüyorum değerli arkadaşlarım. Sanayileşme sürecini
tamamlamış olan ülkelerde bilgi toplumuna geçiş ve hizmet sektörünün
gelişmesi anlamlıdır; çünkü, bilgi toplumu, sanayileşme sürecinden sonra
gelen bir aşamadır. Sanayileşmiş bir toplumda, örneğin,
bilgisayar üreten, bilgisayar üretimini geliştiren, teknolojisini geliştiren
bir toplumda, bu çabanın doğal sonucu olarak, bilgisayarlarla ilgili programların
hazırlanması önplana çıkar. Bu programların
üretilmesi, hizmet sektörünü geliştirir. Sanayileşmemiş
bir toplumda ise, böyle bir talep olmadığı için, böyle bir hizmet sektörünün
de gelişmesi söz konusu olmaz; ancak, sanayi sektöründen gelen taleple
gelişen hizmet sektörü, bilgi toplumu olmaya katkıda bulunur. Aksi halde, hizmet sektörü marjinal olarak kalır veyahut da
çokuluslu şirketlerin, yabancıların talebiyle çalışan, ucuz emeğe dayanan,
taşeron bir sektör olur.
Sayın milletvekilleri,
kalkınmayı hızlandırmak, işsizliği azaltmak, kamu yatırımlarını artırmayı
gerektirir.
İmalat sanayi yatırımları ve enerji yatırımları dışticaret
açığı olan ve çağdaşlaşmak isteyen bir ülke için çok önemlidir.
Dokuzuncu Planda, kamu sektörü imalat
sanayi yatırımlarının cari fiyatlarla yüzde 40 oranında düşmesi, enerji
yatırımlarının ise, cari fiyatlarla, ancak aynı düzeyi koruması öngörülmektedir.
Kamu sektörünü her
alandan çekmek İktidarın en büyük amacı durumundadır. Hükümet, kamu sektörünü
her alandan, hatta, eğitim ve sağlık gibi temel hizmet alanlarından da
çekmeye kararlıdır. Ancak, boşalttığı alanları,
yabancı özel ve kamu şirketlerine vermekte bir sakınca görmemektedir.
Yaşanan ve raporlarda
saptanan olumsuz deneyimlerinden sonra bile, enerji sektöründe, hâlâ,
kamu payını azaltma çabası vardır.
O kadar ki, en saygın kuruluşların hazırladığı
raporlarda da açıkça görüldüğü gibi, kamuda sorumlu görevde olanlar,
enerji sektöründe denetim görevini bile yapmamış, söz konusu yolsuzluklara
ve usulsüzlüklere tepki göstermemiştir.
Sayın milletvekilleri,
küreselleşme sonucunda çokuluslu şirketlerin etkin olduğu ve büyük şirketlerin
küçük şirketlere yaşam hakkı tanımadığı bir dünyada yaşıyoruz. Dokuzuncu Planda ve bu Plan döneminde birlikte
çalışmaları öngörülen kalkınma ajansları ile Yatırım Destek ve Tanıtım
Ajansının yasa gerekçelerinde, yerel potansiyel ve dinamikleri harekete
geçirmekten ve KOBİ'lere dayalı bir kalkınma anlayışından söz edilmektedir.
Kamu sektörüne yatırım yapma hakkı tanımayan, en temel sanayilerini, yerli-yabancı
ayırımı gözetmeden yabancılara satan, bankacılık
sektöründe yabancıların payının yüzde 50'lere yaklaşmasını büyük bir
duyarsızlıkla izleyen, Avrupa Birliğinin kırk yıldır en etkin yöntemlerle
koruduğu tarım üreticileri karşısında Türkiye'nin tarım üreticilerini
korumasız bırakan bir hükümetin KOBİ'leri desteklemesi söz konusu olamaz.
Temel sanayilerine
ve bankacılık sektörüne hâkim olan bir ülkede KOBİ'leri korumak ve desteklemek
çok daha kolaydır.
Aslında, dışa açılmış olan Avrupa Birliğiyle bütünleşmeyi hedef alan Türkiye, küçük şirketlere dayalı bir kalkınma anlayışı
yerine, en ileri teknolojiyi kullanan özel ve kamu yerli kuruluşlarına önem
vererek ve onlar kanalıyla KOBİ'leri destekleyerek üretimini artırmayı
hedef alabilir ve bunda çok da başarılı olabilir.
Sayın milletvekilleri,
planda "Kamu kesiminin ticarî mal ve hizmet üretiminden çekilmesi ve
önemli KİT'lerin özelleştirilmesiyle birlikte, madencilik ve imalat sektörlerinde
yatırım payı azalacaktır" denilmektedir. İmalat sanayiinde, madencilikte
kamu yatırımı yapılmaması, kamunun ticarî mal ve hizmet üretiminden çekilmesi
ve özelleştirmenin bir hedef olarak, bir amaç olarak benimsenmesi, Türkiye
gibi ülkelerde sakıncalı sonuçlar yaratabilir.
Örneğin, Doğu
Anadolu'da ve Güneydoğu Anadolu'da, özel sektörün ve yabancıların gitmediği
yerlerde, hiç fabrika kurulmayacak mı? Sayın Bakan, kurulmayacak mı? Yerel potansiyeli harekete geçirmekten söz ediyorsunuz.
Özel sektörün gitmediği yerlerde hiç iş alanı açılmayacak mı?
MUHARREM DOĞAN (Mardin) - Mevcut fabrikaları
kapatıyorlar.
BİRGEN KELEŞ
(Devamla) - Güneydoğuda çeşitli vesilelerle gördüğümüz hüzün verici olaylarda
-daha dün veyahut evvelsi gün, bir kongre vesilesiyle, bir tanesine şahit
olduk- kamunun üretimden, yatırımdan çekilmesinin, özelleştirilen kuruluşların
kapatılmasının hiç mi rolü yok?
İş, aş sorunları olmayan insanların ayrılıkçı kışkırtmalara,
etnik kökene ve mezhebe dayalı azınlık yaratma girişimlerine karşı direnmeleri
daha kolay olmaz mı?
Dokuzuncu Planda, tarım sektörünün üretim
ve katmadeğer içerisindeki payının azaltılması çok doğal bir gelişme gibi
açıklanmaktadır. Tarım sektörünün daha az sayıda
insanla ve daha fazla üretim yapması -az sayıda insanla- kuşkusuz arzu
edilen bir gelişmedir; ancak, buradaki hedef, tarımın üretim ve katmadeğer
içindeki payının azaltılmasıdır. Avrupa Birliğiyle ilişkisinin
tarımı nasıl etkilediği veya etkileyeceği, tarım ürünleri ithalatındaki artış
ve ne yapılması gerektiği hiç ele alınmamaktadır.
Kaldı ki, değerli arkadaşlarım, bir türlü
işsizliğin azaltılamadığı bir ortamda, yeni işyerleri açılmadığı
sürece, insanların tarım sektöründe üretken kılınması, Avrupa Birliği
ülkelerinin çiftçileriyle rekabet edebilir nitelikte üretim yapabilmeleri
çok önemli değil midir? Aksi halde, yoksulluğun, yolsuzluğun,
yasalara aykırı davranışların, hırsızlığın artması beklenebilir bir
sonuçtur ve İktidarınız döneminde bunlar hızla artmaktadır sayenizde.
Tarıma önem vermeyerek,
sanayileşmeyi gözardı ederek nereye varabilirsiniz?
Özelleştirilen birçok kuruluşun rant sağlama
amacıyla satın alındığını ve kapatıldığını bilmiyor musunuz sayın milletvekilleri?
Özelleştirme sonucunda, birçok arazinin
ve çok geniş arazilerin, bazen satış fiyatında hesaba bile alınmadan, toplumun
malı olmaktan çıkıp, Ahmet Beyin, Bay Hans'ın malı olması içinizi hiç sızlatmıyor
mu?
Bu durum gelir
dağılımındaki adaletsizliği daha da artırmaz m; en azından, haksız kazanca
yol açmaz mı?
Enerji sektöründe, en saygın kuruluşlar
tarafından hazırlanmış olan -Sayıştay gibi, Cumhurbaşkanlığı Devlet
Denetleme Kurulu gibi- raporlarda yer alan değerlendirmelere
ve önerilere rağmen, özelleştirme yönünde yeni girişimler yapmanız -enerji
sektöründe- doğru mudur?
26.5.2004 tarihli ve 5177 sayılı Kanunun
geçici 1 inci maddesi, bütçelerde gerekli kaynak ayrılmadığı halde,
Eti Holding Anonim Şirketinden beş yıl içinde elindeki rezervi belirlemesini
istemekte ve Eti Holding Anonim Şirketinin elinde bulunan ruhsatlar
üzerine ayrı gruplar için ruhsat verilmesini mümkün hale getirmektedir.
Sayın Bakan, Plan
Bütçedeki verdiğiniz yanıta rağmen bunu söylüyorum; çünkü, verdiğiniz
yanıt yanlış.
5177 sayılı Yasanın, lütfen, geçici 1 inci maddesine
bakınız; orada değindiğiniz yasayı değiştiriyor bu maddedeki bu hüküm.
Suiistimale yol açmaz mı böyle bir olanak? Hiç değilse, bor, toryum ve uranyum sahalarının, böyle bir
düzenlemenin dışında tutulması -bu sahaların- gerekmez mi? Madenleri, özellikle bor gibi paha biçilmez madenleri yabancı
şirketlerin insafına terk etmek doğru mudur?!
Bankacılık sektöründe yabancı sermaye
payı bu kadar hızlı artarken… Değerli arkadaşlarım,
Sayın Adalet ve Kalkınma Partili milletvekili arkadaşlarım, gayet üstünkörü
bir dikkatle dinleyen veyahut da başka şeyle meşgul olan arkadaşlarım,
bankacılıkta yabancı sermaye payı artarken hiç tedirginlik duymuyor
musunuz?! Avrupa Birliği ülkelerinin, bankacılık sektöründe
diğer üyelere karşı bir kısıtlama getirmesi, onların kendi bankacılık sektörlerindeki
paylarını sınırlaması, acaba, sizde, en ufak bir şekilde bir duyarlılık
yaratmıyor mu?!
Yunanistan'ın, kökeni farklı olan kendi
vatandaşlarına bile belli yörelerde toprak satılmasına izin vermemesi,
tekrar tekrar alınan anayasa kararlarına rağmen, Türkiye'nin
her yerinde yabancı kişi ve şirketlere toprak satmanızı nasıl oluyor da
mümkün kılıyor?! Bu tutum, hukuk devleti olmanın gerekleriyle
bağdaşıyor mu?!
Dokuzuncu Planda, vergiyle ilgili olarak
çeşitli bölümlerde bazı ifadeler yer almış olsa da, vergi adaletini sağlama
yönünde bir yaklaşım görülmemektedir. Dolaylı ve dolaysız
vergi ayırımındaki çarpıklıktan bile söz edilmemektedir.
Kaynak açısından
çok önemli olan kayıtdışı ekonomi konusunda da ciddî bir politikanın varlığından
söz edilemez.
Orada, oysa, değerli arkadaşlarım, kayıtdışılık, sadece ekonominin yüzde
50'sinden fazlasını kapsayan ve vergi kaybına neden olan bir olgu olarak
değil; ama, aynı zamanda, üretimi de olumsuz yönde etkilediği için önem
taşımaktadır; çünkü, kayıtdışı ekonominin varlığı, geri teknoloji kullanılmasını
destekleyen bir unsurdur. Oysa, gerek faktör verimliliğinin
artması gerek yüksek katmadeğer sağlayan üretime geçilmesi gerekse Avrupa
Birliği ülkeleriyle rekabet edebilecek nitelikte ve maliyette mal üretilmesi,
ileri teknoloji kullanılmasıyla mümkündür.
Sayın milletvekilleri, Dokuzuncu Plan, ne
yazık ki, ekonomik ve sosyal hiçbir soruna çözüm getirecek nitelikte bir belge
değildir; çünkü, tarım sektörünün geliştirilmesine, sanayileşmenin hızlandırılmasına,
dışticaret ve işsizlik gibi sorunların çözülmesine, ihracatın ve istihdamın
artırılmasına, kayıtdışı ekonominin kayıt altına alınmasına, vergi adaletsizliğine
son verilmesine; eğitim, sağlık hizmetlerinin belli düzeye yükseltilmesine;
sosyal güvenlik sisteminin iyileştirilmesine dönük hiçbir ciddî ve tutarlı
politika yoktur. Örneğin, Dokuzuncu Planda, esneklik ve güvence bir
arada değerlendirilerek, "işgücü piyasasının daha esnek ve hareketli
bir yapıya kavuşturulması sağlanacaktır" denilmektedir. Esneklik ve güvencenin bir arada olma olasılığı yoktur değerli
arkadaşlarım. Esneklik, hakların geri çekilebilmesini
getirmektedir. Kısmî çalışma, esnek çalışma, bu tür çalışma yöntemleridir
ve küreselleşmenin geliştiği çağımızda, uluslararası kuruluşların gelişmekte
olan ülkelerin ekonomilerini etkileri altına almak istedikleri ortamda,
hem uluslararası kuruluşlar hem çokuluslu şirketler hem gelişmiş Batılı
ülkelerce gelişmekte olan ülkelere empoze edilen bir çalışma biçimidir. Kayıtdışı da esnek çalışmanın bir türüdür ve zaten, Türkiye'de
kayıtdışılık nedeniyle çok esnek bir çalışma türü vardır.
Dokuzuncu Plan, işsizlik konusuna da
gereken ağırlığı vermemiştir. Oysa, işsizlik oranının yüzde 20'yi, işsiz
sayısının 5 000 000'u aştığı bir ülkede yaşıyoruz; genç işsiz oranı yüzde
31'i aşmış, kadın işsiz oranı ise yüzde 33'ü bulmuştur. Böyle
bir ülkede işgücüne katılım oranıyla oynayarak, hesaplama yöntemlerini
çarpıtarak, gerçekleri saklamak ve sorunlara çözüm bulmak mümkün değildir.
Oysa, İktidarın yaptığı, ne yazık ki, budur.
Dokuzuncu Planda, kaynak kısıtı dikkate
alınarak politikalara öncelik verilecektir denilmektedir. Yani, anladığım
kadarıyla, iki tane politika söz konusuysa, bunlardan hangisi daha az kaynak gerektiriyorsa ona öncelik verilecektir. Bu,
benim ilk defa gördüğüm bir yaklaşımdır planlama geçmişinde Türkiye'nin. Ayrıca, bu durum, kaynakların etkin kullanımını
değil, tam tersine, akılcı olmayan bir şekilde harcanmasına yol
açabilecek bir davranış biçimidir diye düşünüyorum; çünkü, normal olarak,
projelere öncelik verilir, yapılmak istenen, uygulanmak istenen
politikaların önceliği vardır ve bu önceliğine göre, kaynaklar,
politikalar arasında dağıtılır.
Kaynakların etkin kullanılması başka
bir şey, kaynak ne kadarsa o kadar sağlık hizmeti
vermek -ki, bunu yapıyorsunuz- ve en temel insan haklarından biri olan sağlıklı
yaşamı, kaynak yetersizliği nedeniyle kısmak başka şeydir. İktidar, bugün bunu yapmaktadır ve Dokuzuncu Plandan bu
tutumun devam edeceği anlaşılmaktadır. Kısa bir süre önce kabul
edilen Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasası da, bazı kesimleri
sosyal güvenlik sistemi dışında bırakan, kazanılmış hakları geri alan,
yükümlülükleri artıran, hakları ise sınırlayıp erteleyen bir anlayışı
yansıtmaktadır. İsterseniz, vaktimiz olursa, size tek
tek sıralayabilirim, hangi hakları geri aldığınızı hangilerini kısıtladığınızı.
Türkiye koşullarında
bir ülkede, en önemli alanlarda kamu hizmet anlayışından uzaklaşmak,
eğitim ve sağlık sektörlerinde özel girişimleri teşvik etmek ve hizmetin,
özel girişimciler kanalıyla verilmesini hedef almak sosyal devlet anlayışıyla
bağdaşmaz.
Bağdaşır mı değerli arkadaşlarım?! Yaptığınız,
sadece, hizmete özel sektörün de girmesini teşvik etmek değil; resmen,
kamuyu çekerek, hizmetin sadece özel sektör kanalıyla, eliyle verilmesine
imkân tanımaya çalışıyorsunuz. Devlet okullarının en
temel ihtiyaçları karşılanamazken, özel okullarda okuyan çocuklar çok
daha fazla kaynak sarf edilerek yetiştirilirken, özel okullarda öğrenci
başına katkı yapmayı nasıl oluyor da düşünebiliyorsunuz?! Bu nasıl bir anlayıştır, bunu anlayabilmiş değilim; ama, sizin,
bir süre önce yoğun bir şekilde gündeme getirdiğiniz bir anlayıştır.
Bırakınız sosyal devlet ilkesini, adaletle, hak hukukla
ve eşitlik ilkesiyle de böyle bir yaklaşımın bağdaşmadığını düşünüyorum.
Dokuzuncu Planda,
Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerine de hiç yer verilmemiştir. Başbakanlık genelgesinde, Planın, Avrupa
Birliğine üyelik sürecine katkıda bulunmasını öngören bir plan olduğu
ifade edilmektedir. Zaten, beş yıllık plan
süresinin yedi yıllık süreye çıkarılması da bunun bir sonucudur. Ancak, örneğin,
Planda, gümrük birliği nedeniyle Türkiye'nin içinde
bulunduğu koşullar irdelenmediği gibi, müzakerelerde karşımıza getirilen
ve
Sayın milletvekilleri, bir zamanlar,
hazırladığı bütün planları, yabancı ülkelerden gelen, plan yapma tekniğini
çok iyi bilen uzmanlarla ve akademisyenlerle çalışan Türkiye'nin, bugün,
bir bütün oluşturmayan, iç tutarlılığı olmayan, Başbakandan gelen bir istekle
en temel büyüklükleri değiştirilen, son zamanlarda karşılaştığımız ciddî
dalgalanmaları bile yansıtmayan, Türkiye'yi nereye taşımak istediği belli
olmayan, ciddî hedefleri ve politikaları bulunmayan bir plana sahip olması,
cidden hüzün vericidir. Böyle bir planın sorunları çözmesi, Türkiye'nin gelişmiş ülkeler arasında hak ettiği yeri
almasını sağlaması mümkün değildir, göstermelik bir çabadır. Bir tek işlevi
olmuştur; o da, Hükümetin sorunları çözmek konusunda ve kalkınmayı sağlamak
açısından ne kadar tutarsız ve yetersiz olduğunu
bir kez daha göstermiş olmasıdır.
Teşekkür ediyor,;
hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Keleş, teşekkür ediyorum.
Sayın Koçyiğit ve
Sayın Selami Yiğit, süreyi ortak mı kullanacaksınız, eşit olarak mı kullanacaksınız?
MUHSİN KOÇYİĞİT (
BAŞKAN - Evet… Sizlere de
4 dakikalık eksüreyi paylaştırarak vereceğim.
İlk konuşmacı?..
MUHSİN KOÇYİĞİT (
BAŞKAN - Anavatan Partisi Grubu adına ilk konuşmacı Muhsin Koçyiğit. (Anavatan Partisi
sıralarından alkışlar)
Sayın Koçyiğit,
Sayın Bakana verdiğim eksüreyi sürenize peşin ilave ettim; buyurun.
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU ADINA MUHSİN KOÇYİĞİT
(Diyarbakır) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz
1214 sıra sayılı Dokuzuncu Kalkınma Planının birinci bölümü üzerinde görüşlerimi
belirtmek üzere, Anavatan Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu
vesileyle, Yüce Genel Kurulumuzu saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
2007-2013 dönemini kapsayan Dokuzuncu Kalkınma Planı, değişimin çokboyutlu
ve hızlı bir şekilde yaşandığı, rekabetin yoğunlaştığı, küreselleşmenin
tüm dünyayı etkisi altına aldığı, Avrupa Birliği uyum sürecinin devam ettiği
ve belirsizliklerin arttığı bir dönemde hazırlanmaktadır.
Aslında, ülkemizin
planlı sürece geçmesi epey eskilere dayanmaktadır. Hepimizin bildiği gibi, tüm dünya 1929 ekonomik
bunalımının sonuçlarını yaşarken, genç Türkiye Cumhuriyeti, 1930'lu yıllarda, 1934 yılında kalkınma planını hazırlayarak,
tarımdan sanayie geçişin ateşini yakmıştır. Bu dönemde ülkemize
büyük sanayi kuruluşları kazandırılmış, bunlar, çimento fabrikaları,
şeker fabrikaları ve diğer fabrikalar şeklinde yerini almıştır; ancak,
Planlamanın anayasal kuruluş olarak ekonomik yaşama girmesi 1961 Anayasasıyla
olmuştur. Devlet Planlama Teşkilatının, 30 Eylül 1960 tarihinde,
Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edilen 91 sayılı Kanunla kurulmasının
ardından, ekonomik ve sosyal kalkınmanın planlı bir şekilde gerçekleştirilmesi
görevi anayasal sistemimize girmiştir.
Bugün tartışmakta olduğumuz Dokuzuncu
Kalkınma Planı, bundan önceki planlardan farklı olarak beş yıllık değil, yedi yıllık olarak hazırlanmıştır.
Bu planın bir diğer
özelliği de, bir yıl gecikmeli olarak hazırlanmasıdır. Aslında, bundan önceki
Dört, Beş ve Yedinci Kalkınma Planları da bir yıl gecikmeli olarak hazırlanmıştır;
ancak, bunun nedeni siyasî istikrarsızlıktı. Oysa,
bugün siyasî istikrarın sağlandığı, tek başına bir partinin iktidarda
bulunduğu dönemde planın bir yıl gecikmeli olarak hazırlanması, AKP
Hükümetinin planlamaya verdiği önemi göstermektedir.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Dokuzuncu Kalkınma Planına ilişkin görüşlerimizi
ifade etmeden önce, bu Planın hangi ekonomik ve sosyal göstergeler ışığında
hazırlandığını hatırlatmak istiyorum.
Toplam borç stokunun 400 katrilyonları
bulduğu, dışborçların 170 milyar dolar olduğu, IMF'ye olan borçların 11
milyar doları bulduğu, dışticaret açığının 45 milyar dolar olduğu, cari
açığın 2005 yılında 22,5 milyar, bu yıl 27 milyar dolar hesaplandığı, faizlerin
yüzde 23'lere dayandığı, işsizliğin, TÜİK'in rakamlarına göre yüzde 11,5
olduğu, enflasyonun iki haneye yaklaştığı, döviz kurunun, 1 ABD Dolarının
1 700 000'lere vurduğu, büyümenin yüzde 7,6 olduğu bir ortamda hazırlanmaktadır.
Değerli arkadaşlarım,
kalkınma planının esas amacı, uygulama dönemi sonunda toplumun ekonomik,
sosyal ve kültürel yapısını değiştirip, toplumun dönüşmesini sağlamak olmalıdır. Dokuzuncu Kalkınma
Planında ortaya konulan hedefler, maalesef, pek gerçekçi değildir.
Kalkınma planına dayalı olarak hazırlanan orta vadeli programda, 1 ABD
Doları 2006 yılında
1 450 000, 2009
yılında 1 478 000 TL olarak hesaplanmıştır. Cari açığın 2006 yılı sonu için 27,5 milyar
dolar, 2009 yılı için 34 milyar dolar olacağı; işsizlik oranının yüzde 14
ve bu oranın 2009'da aynı kalacağı; 2005 yılında kişi başına 5 042 dolar millî
gelir olacağı -oysa, son dalgalanmadan sonra, bu rakam 3 500 dolara düşmüştür
daha şimdiden- 2013 yılında 10 100 dolar olacağı hesaplanmaktadır, böyle
öngörüler vardır. Oysa, Dünya Bankasının 2006 yılı ekonomik memorandumunda,
yapısal reformlar yapılmak şartıyla, Türkiye'nin
2015 yılında kişi başına düşen millî gelirinin ancak 6 000 dolar olacağı
belirtilmektedir. Yani, kalkınma planında 10 100 dolar olarak hesaplanan
millî gelir, maalesef, Dünya Bankası raporlarıyla teyit edilmemekte; bu,
sadece, 6 000 dolar olarak gösterilmektedir.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; dış
piyasalardaki ve buna bağlı olarak iç piyasalardaki gelişmeler dikkate
alınmamıştır. Dokuzuncu Kalkınma Planının ana hedefleri, mayıs ayı başından
bu yana iç piyasalarda meydana gelen dalgalanmalarla
aşılmış, hedeflerde büyük sapmalar olmuştur. 2006 yılı için 1 450 000,
2009 yılı için 1 478 000 TL olarak öngörülen ABD Doları, daha şimdiden 1 700
000'lere çıkarak 2006 ve 2009 hedeflerini geçersiz kılmıştır. Aynı şekilde,
yüzde 10,4 olarak öngörülen işsizlik oranı da
TÜİK'in rakamlarıyla yüzde 11,5'le şimdiden geçersiz duruma gelmiştir.
Görüldüğü gibi, Dokuzuncu Kalkınma Planı
dinamik bir şekilde hazırlanmayarak mayıs ayından beri iç ve dış piyasalarda
meydana gelen sıcak gelişmeler, dalgalanmalar ve ekonomik faaliyetler dikkate
alınmamıştır. Planın stratejisine bakıldığında, yedi yıl
boyunca izlenecek makroekonomik göstergelerin, IMF programında dayatılan
politikaların yerleştirilmesinden ibaret olduğu görülecektir. Yani, plan dönemi boyunca bir gün IMF'yle yollar ayrılsa bile
IMF politikalarının ruhu planın makroekonomik politikalarına sindirilmiş
durumda, enflasyon hedeflemesi ve dalgalı kur politikasının sürdürüleceği,
sıkı maliye ve para politikalarının devam edeceği gösterilmektedir.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım;
1980'lerden bu yana ruhen ve formel olarak uygulanan IMF ve Dünya Bankası
yapısal uyum politikalarıyla büyük ölçüde kan kaybeden ulusal kalkınma
planımız, Dokuzuncu Planla birlikte tamamen Avrupa Birliğinin iradesine
teslim edilmektedir; yani, AB'ci bir plan ortaya çıkmaktadır. 1947 Türkiye
İktisat Kalkınma Planıyla dış kaynaklardan, Marshall Planından yararlanma
uğruna yarı güdümlü planlama anlayışından, Dokuzuncu Kalkınma Planıyla,
Avrupa Birliği finansman imkânlarından yararlanma adına tam güdümlü
planlamaya geçilmektedir.
Genel olarak ulusal
planlama faaliyeti, özelde Devlet Planlama Teşkilatının ekonomi yönetimindeki
etkinliği giderek azalmaktadır.
Piyasalar, kalkınma planlamasıyla ilgili haberlerden çok Standart and
Poors, Moody's gibi kredi derecelendirme kuruluşlarının notlarıyla IMF
stand-by anlaşmalarına önem verir duruma gelmiştir; yani, piyasaları oluşturan
aktörler, artık, planlama olgusu ve kurumuna çok fazla itibar etmemektedir.
Sosyoekonomik yapının gidişatını ve piyasaları etkileyecek ulusal iktisat
politikalarını belirleyen güç, ulusal siyasî irade, planlama ve DPT gibi
kurumlar değil, uluslararası sermayenin güçlü aktörleri olmuştur.
Bu Plan, bir ülkenin kalkınma planı gibi
değil, stratejik plan formatına uygun şekilde hazırlanmış izlenimini vermektedir.
Planın öncelikleri ve kaynakları açık ve net bir şekilde
gösterilmemiştir. Eğitim, sağlık, gelir dağılımı,
yoksulluk ve bölgelerarası dengesizliklerin giderilmesi konusundan söz
edilmesine karşın, bunların hangi maliyet yapısıyla, hangi kaynaklarla
nasıl yapılacağı konusunda planlamada bir yer bulamamıştır.
Ekonomimizin en
büyük sorunlarının başında işsizlik gelmektedir. TÜİK'in rakamlarına göre, işsizlik oranı,
mayıs ayında, 2006'da, yüzde 11,5'le, gerçek işsizlik
yüzde 26, nitelikli işsizlik oranı ise yüzde 29'lara tırmanmış bulunmaktadır.
Bu çerçevede, Dokuzuncu Kalkınma Planının temel parametresinin
istihdam olması gerekmektedir; ancak, istihdamın nasıl ve ne şekilde
çözüleceğine ilişkin açık ve net politika hedefleri belirtilmemiştir.
Ekonominin büyümesi revizyonlara bağlı olarak artırılırken, ithalatın
azaltılması öngörülmektedir. Bu, bir yerde,
tezat teşkil etmektedir; çünkü, mevcut büyüme, ithalata bağlı istihdam
yaratmayan bir büyüme modelidir. Bugün ihracatın yüzde 70'leri ithal
edilen ara mallara dayanmaktadır. İthalatın azalması demek ihracatın azalması, ihracatın azalması
demek ise büyümenin küçülmesi demektir. O halde, istihdam yaratan büyüme
modeli benimsenmelidir. Bunun için, hızlı ve yüksek oranlı
sürdürülebilir bir büyüme, ithal ikamesine dayalı üretim politikası ve özel
istihdam politikaları geliştirilmelidir. Ancak, Kalkınma
Planında ithal ikamesine yönelik bir üretim modeline rastlanılmamıştır. İstihdamdaki
artış oranı yüksek dış açığın devam ettiği bir ortamı da açıklayacak tek
değişken, toplam faktör verimliliğindeki artış olarak görülmektedir. Bu
ise, gerçekçi değildir. Planda hangi sektör ve alt sektörlerin toplam
faktör verimliliğindeki artış yoluyla bu istihdam artışını ortaya koyması
gerekmektedir.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; cari açığın nasıl finanse edileceği Planda açık değildir. Kalkınma
Planına dayalı olarak hazırlanan orta vadeli planda, 2007 yılında gayri
safî millî hâsılanın yüzde 8'ine dayanan cari açığın aynen sürdürüleceği ve
bugün 28 milyar dolara ulaşan cari açığın 2007-2009 döneminde 35 milyar
doların üzerine çıkacağı öngörülmüştür.
YTL'nin dolar karşısında
1,400'ün altında kalacağı, giderek yükselen cari açığın finansmanında dışborç
bulanabileceği varsayımından hareket edilmektedir. Oysa, yaşanan ekonomik
dalgalanmalara paralel olarak, bir yandan yabancı sermayenin yurt dışına
çıkması, öte yandan döviz kurunun daha fazla yükselmemesi için bir para
politikası önlemi olarak faizlerin artırılması, dışborçların artmasına
yansıyacaktır. Bu koşullarda, cari açığın finansmanında sorun
yaşanabilir. Ayrıca, cari açığın finansmanının kalitesi konusunda, yani kısa
vadeli ya da doğrudan uzun vadeli borçlanma finansmanı şeklinde neler
olacağı planlamada yer almamaktadır.
Planda, Avrupa Birliği
üyelerinin çok üzerinde seyreden cari açığın önümüzdeki süreçte düşeceği
varsayıldığı gibi, finansman konusunda herhangi bir çözüm önerisi getirilmemiştir.
İthalatın ihracata oranının giderek büyümesi, Türkiye'nin uluslararası
rekabet gücünün giderek zayıfladığını göstermektedir. Reel sektöre ve
KOBİ'lere kredi veren bankaların yabancı sermayenin eline geçmesi, üretim
ve istihdam yapımız için bir risk oluşturmaktadır.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; rekabet gücü açısından sabit sermaye yatırımlarının artırılması
kadar önemli olan alan kamu maliyesidir. Borçlanma gereğinin aşağıya çekilmesi,
reel faiz oranlarının düşürülmesi ve faiz dışı fazla verilmesi, elbette
ki, ekonomik politikanın vazgeçilmez parçasını oluşturacaktır. Ancak, makroekonomik
istikrarın yanı sıra, büyümenin kaynaklarına inen, sektörel önceliklerini
doğru tayin eden, verimlilik ve katmadeğer artışı sağlayan orta vadeli
bir sanayi stratejisinin geliştirilmesi ihtiyacı karşımızda durmaktadır.
Türkiye, hangi sektörlerde
rekabet üstünlüğüne sahiptir, nasıl bir sektörel öncelik belirleyecektir;
bu soruların cevaplandırılması gerekmektedir.
Mevcut sistemde çok
kapsamlı bir değişiklik olmaksızın, sanayinin rekabet gücünün çok fazla
artırılması mümkün değildir. Ekonomik sistemimizi bir bütün olarak yeniden
tasarlayamazsak, herhangi bir sektörümüzün uluslararası alanda rekabetçi
olması, hele bu rekabetin sürdürülebilir olması beklenemez. Bu bağlamda,
AB'nin Lizbon stratejisi kapsamında 2010 yılında dünyanın en rekabetçi
ekonomisi olmayı kendisine hedef seçtiğini hatırlamak gerekmektedir.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; tarım sektörü rekabet gücünü kaybetmiştir. Tarım sektörünün
verimliliği ve rekabet gücüne kavuşturulması önümüzdeki Avrupa Birliği
sürecinde kritik önem taşımaktadır. Tarımda rekabet halinde bulunduğumuz
ülkelerde yoğun teknoloji ve yoğun sübvansiyonel destekler yapılırken,
ülkemizde baskı yapılarak tarımsal destek ve sübvansiyonların en aşağı
düzeyde tutulması tarımımızın rekabetçi yapısını zedelemekte, Türk tarımı,
kendine rekabetçi olan ülkelerin tarımıyla rekabet edemez duruma gelmiştir.
Gelir dağılımının iyileştirilmesi
en başta ciddî bir vergi reformu gerektirmektedir; ancak, vergi sistemimizin
dolaylı vergilerden doğrudan vergilere doğru yönlendirileceği, servet
vergisinin kuvvetlendirileceği hep lafta kalmıştır; çünkü, yapılan uygulamalar,
maliye politikası tedbirleri ve para politikası tedbirleriyle maalesef,
vergi sistemimiz daha fazla dolaylı vergilere kaymaktadır; çünkü, AKP
iktidara geldiğinde yüzde 66'yla aldığı dolaylı vergilerin oranı bugün
yüzde 73'lere çıkarılmıştır. Son yapılan Stopaj Vergisinin kaldırılması,
Kurumlar Vergisi oranının indirilmesi sonucunda 7 katrilyon liraya yakın
bir vasıtasız vergi, vasıtalı vergilere kaydırılmak suretiyle dargelirlilerden,
çalışanlardan, emeklilerden, yoksulların harcamaları üzerinden daha fazla
vergi alınacağı ve vergi sisteminin yapısının tamamen dargelirlilerin sırtına
bindirileceği doğrudur.
Yine, bu Kalkınma
Planında bölgelerarası gelir dağılımını düzeltecek, bölgelerarası dengesizlikleri
ortadan kaldırılacak hedefler gösterilmemiştir. Bunun tam aksine, özellikle
5084 sayılı Teşvik Kanunuyla, bölgelerarası dengesizlikler iyice artmıştır
ve artmaya devam edecektir.
Bu da yetmiyormuş
gibi, en son geçen hafta çıkardığımız Türkiye Yatırım, Destek ve Tanıtım
Ajansı kurulması kanunuyla da yabancı sermaye yatırımlarının da tamamen
batı bölgelerine yapılacağı aşikardır. Bu durumda, bir yandan yabancı sermayenin,
bir yandan yerli sermayenin, yerli teşviklerin batı bölgelerinde sürekli
yatırım yapması, bölgelerarası gelir dağılımının iyice açılmasına, makasın
iyice açılmasına neden olacak, bu da eşitsizliklere mahal verecektir.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; kalkınma planları elbette önemlidir. Önemli olan, bu kalkınma
planlarının yaşama geçirilmesidir; çünkü, kalkınma planları bir toplumun
ekonomik, sosyal ve kültürel yapısını değiştiren, dönüştüren planlardır. Eğer,
bu planlar sadece kâğıt üzerinde kalırsa, hiçbir anlamı yoktur.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Koçyiğit,
ben size ek süre vermiştim; ama, 1 dakikalık süre vereyim konuşmanızı tamamlamanız
için.
Buyurun.
MUHSİN KOÇYİĞİT (Devamla)
- Bunların orta vadeli planlarla desteklenip, yaşama geçirilmesi gerekmektedir.
Bu bakımdan, bugün tartışmakta
olduğumuz Dokuzuncu Yedi Yıllık Kalkınma Planının tüm ulusumuza hayırlı
uğurlu olmasını diliyor, Yüce Genel Kurulumuzu saygıyla selamlıyorum. (Anavatan
Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Koçyiğit.
Anavatan Grubu adına
ikinci konuşmacı, Kars Milletvekili Selami Yiğit.
Sayın Yiğit, buyurun.
(Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA SELAMİ YİĞİT (Kars) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte
olduğumuz Dokuzuncu Yedi Yıllık Kalkınma Planı hakkında Anavatan Grubu
adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
öncelikle şunu belirtmeliyim, Kalkınma Planlarının Yürürlüğe Konması ve
Bütünlüğünün Korunması Hakkında Kanunun 2 nci maddesi, kalkınma planlarının
komisyonlarda en çok yirmi gün içinde görüşülüp tartışılıp karara bağlanmasını
öngörmektedir. Oysa, görüşmekte olduğumuz ve Avrupa Birliği hedeflerine
göre dizayn edilen ve yedi yıllık süreyi kapsayan bu doküman, Plan ve Bütçe
Komisyonunda sadece iki gün tartışılabilmiştir.
Avrupa Birliği proje
kriterlerine uyum sağlamak açısından, beş yıl yerine yedi yıllık bir süreyi
kapsayacak bir biçimde hazırlanan Dokuzuncu Kalkınma Planının ana ekseni,
2014 yılında Türkiye'nin Avrupa Birliğine tam üye olacağı beklentisi
üzerine oturtulmuştur. Dokuzuncu Kalkınma Planının bir başka dikkat
çekici yönü de, çözüm önerileri ve programları getirmek yerine, sadece sorunları
ve hedefleri ortaya koymasıdır.
Değerli milletvekilleri,
öncelikle, Dokuzuncu Kalkınma Planında ortaya konulan hedefler gerçekçi
değildir. Dokuzuncu Kalkınma Planına dayalı olarak hazırlanan orta vadeli
programda, 1 Amerikan Doları, 2006 yılında 1,450 YTL, 2009 yılında 1,478
YTL olarak öngörülmüştür. Günümüzde 1,600 YTL'yi aşan doların durumunu göz
önünde bulundurursak, Planın hiç de gerçekçi olmadığı görülmektedir. Cari
açığın, 2006 sonu için 27,8 milyar dolar, 2009'da 34,4 milyar dolar olacağı
öngörülmektedir. Oysa, şimdiden cari açık 28 milyar dolar seviyesindedir.
Bu cari açık oranlarıyla, Türkiye'nin kesintisiz ve bir büyüme trendi içinde
olması mümkün değildir. Türkiye'yle birlikte, 5 Avrupa Birliği ülkesi,
yüzde 5'in üzerinde cari açık vermektedir; ancak, bu ülkeler, büyük ölçekli
yardımlar ve yatırımcı yabancı sermayeyi çekerek açıklarını önemli ölçüde
kapatmaktadırlar. Oysa, Türkiye, Avrupa Birliği standardını yakalamak
istiyorsa, en az beş yıl süreyle istikrarlı bir büyüme süreci geçirmelidir.
Değerli milletvekilleri,
Amerikan Dolarını 1,450 YTL olarak hedefleyen Hükümet, büyük ölçekli cari
açığın finansmanının düşük kurla finanse edileceği ve sürekli dışborç
bulunabileceği varsayımıyla hareket etmektedir. Cari açık açısından Türkiye,
Avrupa ülkeleri arasında İzlanda, Bulgaristan, Portekiz, Romanya ve
Macaristan'la birlikte en kötü 7 ülke arasında yer almaktadır. Oysa, Avrupa
Birliği ülkelerinde cari açığın millî gelire oranının yüzde 3'leri geçmemesi
bir kuraldır.
Dokuzuncu Yedi Yıllık
Kalkınma Planında önümüzdeki birkaç yıl içinde küresel ekonomide hiçbir
dengesizliğin yaşanmayacağı varsayımından hareket edilmiştir. Oysaki,
uluslararası piyasalardaki dalgalanmalar daha şimdiden Planın hedeflerini
altüst etmiştir. Cari açığın millî gelire oranının yükseldiği dönemler
kriz dönemleridir. 1992 ve 2000 yıllarında cari açık yüksek olmuştur ve
ardından ağır ekonomik krizler gelmiştir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; işsizlik oranları Türkiye'nin sağlıklı büyümediğini
ortaya koymaktadır. Bu yılın verilerine göre işsizlik oranı yüzde
11,5'ten yüzde 11,8'e çıkmıştır. Tarım çökmüştür ve kırsal alandan kentlere
her yıl 1 000 000 kişi iş bulma umuduyla göç etmektedir. Son bir yılda Türkiye'de
kırdan kente 1 028 000 kişi göç etmiştir. Buna ek olarak kentlerdeki iş
talebini de dikkate alırsak, her yıl 1,5 milyon kişiye iş bulmak zorundayız.
Hükümetler 15-65 yaş arası insanlarımıza iş olanakları sağlamaya dönük
zeminleri hazırlamak zorundadır. Türkiye'de üniversite mezunlarının yüzde
30'u işsizdir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da işsizlik oranı yüzde 40'lara
çıkmıştır. İstihdam düzeyindeki vergi yükü yüzde 40'ların üzerine çıkmış,
kayıtdışılık artmıştır. Tarımdaki çözülme ve eksik istihdamla birlikte
Türkiye'de gerçek işsizlik oranı yüzde 15,7 mertebesindedir. Bazı Avrupa
Birliği ülkelerindeki işsizlik oranlarının Türkiye'yle benzerlik göstermesi
bizi yanıltmamalıdır. Unutmamalıyız ki, Avrupa Birliği ülkelerinde kişi
başına düşen millî gelir bizden en az 5 kat fazladır.
İstihdam sorunlarının
çözümüne dönük olarak 2009 yılına kadar Planda hiçbir hedefin olmadığı, Planda
yer alan Orta Vadeli Program şemasında kendini göstermektedir. Ayrıca,
Hükümet, üçbuçuk yılı aşkın icraat döneminde işsizlikle ilgili hiçbir
somut çözüm önerisi getirmemiştir.
Değerli milletvekilleri,
Devlet Planlama Teşkilatının hazırladığı Plan Taslağında, 2013 yılı için
öngörülen kişi başına düşen yıllık gelir 8 000 dolar iken, Yüksek Planlama
Kurulundan çıkan taslakta bu rakam 10 100 dolara çıkarılmıştır. Oysa, Dünya
Bankası tarafından yayımlanan 2006 yılı ekonomik verileri raporu sonuçlarına
göre, yapısal reformları gerçekleştirmek kaydıyla, Türkiye'de 2005-2015
yılında kişi başına düşen yıllık gelir ancak 6 000 dolar seviyesinde olacaktır.
Bu hususu Sayın Koçyiğit de ayrıca belirtti.
Değerli milletvekilleri,
aynı biçimde, Yüksek Planlama Kurulunda, önümüzdeki yedi yıllık süreye
ilişkin ithalat ve ihracat hedefleriyle oynanmıştır. Yine, Dünya Bankasının
2006 ekonomik göstergelerine ilişkin raporuna göre, Türkiye, gelir
dağılımındaki adaletsizlik açısından performansı en kötü ülkeler arasında
yer almaktadır. Rapora göre ülkemizde nüfusun en zengin yüzde 10'u ile
nüfusun en yoksul yüzde 10'u arasında 17 kat fark bulunmaktadır. Günde 2
doların altında bir gelirle yaşayan nüfus oranı yüzde 10,3'ten yüzde 18'e
kadar çıkmıştır.
Değerli milletvekilleri,
ayrıca ülkemiz, 25 Avrupa Birliği ülkesi içinde bölgesel eşitsizliklerin
de en fazla olduğu ülke konumundadır. Avrupa Birliği 2007-2013 malî bütçe
döneminde aday ülkelere proje bazında destek vermek üzere 15 milyar
euroluk bir kaynak ayırmıştır. Bu bütçe üzerinde henüz bir uzlaşma sağlanamamasına
karşın, kaynaktan azamî ölçüde pay alabilmek kaygısı, geçmiş dönemlerde
zaten hayata geçirilemeyen plan anlayışlarında köklü bir değişikliği zorunlu
kılmıştır.
Dokuzuncu Kalkınma
Planının 2006 yılı itibariyle ertelenmesi, 2007 yılıyla birlikte yedi yıllık
bir sürece dayandırılması da Avrupa Birliğinin proje kriterlerine uyum sağlayabilme
kaygılarını önplana çıkarmaktadır.
Anayasamızın 166 ncı maddesi
çerçevesinde, ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmayı, özellikle
sanayinin ve tarımın yurt düzeyinde dengeli ve uyumlu biçimde gelişmesini,
ülke kaynaklarının döküm ve değerlendirilmesini yaparak verimli bir
şekilde kullanılmasını planlama görevini devlet adına üstlenen Devlet
Planlama Teşkilatının işlevini yeniden tartışılır hale getirmiştir.
Devlet Planlama Teşkilatının
işlevini yeniden tartışılır hale getirmiştir. Devlet Planlama Teşkilatı,
bu süreçte kalkınma planlaması yapan bir kuruluş olmaktan çıkarak, Avrupa
Birliği standartlarında proje havuzu sistemini devreye sokan bir kuruluş
olma sürecine girmiştir. Bölgesel kalkınma ajansları kurulmasına ilişkin
yasanın uygulamaya başlamasıyla birlikte Devlet Planlama Teşkilatı,
Anayasada belirtilen işlevlerinden daha da uzaklaşacaktır.
Değerli milletvekilleri,
Hükümetin uyguladığı maliye ve vergi politikalarıyla, yüzde 66 oranındaki
dolaylı vergilerin payı 6 puan artarak yüzde 72'ye çıkmıştır. KDV, Özel
Tüketim Vergisi ve Özel İletişim Vergisi gibi dolaylı vergilerin payı da
yüzde 72-73 mertebesine çıkmıştır.
Türkiye'de kişi başına
düşen millî gelir, Avrupa Birliğinin beşte 1'i ve kişi başına tüketicilerin
ödediği reel vergi, Avrupa Birliği ülkelerindeki vergilerin 3-4 katıdır.
Sanayinin gelişmesinde
çok önemli bir faktör olan elektrik, akaryakıt, doğalgaz gibi temel girdilerden
alınan vergilerin çok yüksek olmasının yanı sıra, istihdam üzerindeki vergi
yükü de yüzde 42'ye çıkmıştır.
Daha önce belirttiğim
üzere, cari açık açısından Türkiye, Avrupa ülkeleri olan İzlanda, Bulgaristan,
Portekiz, Romanya ve Macaristan ile birlikte cari açığın en yüksek olduğu
7 ülke arasında yer almaktadır.
2005 yılı sonu itibariyle
ihracatımız 7 milyar doların üzerine çıkmış; ancak, ithalat da 115 milyar
dolarla rekor kırmıştır. 2005 yılı sonunda 23 milyar doları geçen cari
açık, 2006 yılında 28 milyar dolara yaklaşmıştır. Cari açığın millî
gelire oranı yüzde 8'leri bulmuştur. Planda, Avrupa Birliği üyelerinin
çok üzerinde seyreden cari açığın önümüzdeki süreçte düşeceği varsayıldığı
gibi, finansmanı konusunda da herhangi bir çözüm önerisi getirilmemiştir.
İthalatın ihracata
oranının büyümesi, Türkiye'nin uluslararası rekabet gücünün giderek zayıfladığını
göstermektedir. Büyüme olduğu dönemlerde, böyle ihracata yönelik dönemlerde
bile, ihracata yönelik tekstil, turizm gibi sektörlerde baş gösteren
sıkıntı, sanayinin rekabet gücünün artırılması için, ekonomik sistemin bir
bütün olarak yeniden tasarlanmasını zorunlu kılmaktadır.
Türkiye, sermaye ve
emek kullanımı yanı sıra, teknolojik değişim sonucu verimlilik artışına
ayarlı, verimlilik ve istihdam sağlamaya dönük, sürdürülebilir bir büyüme
sağlayacak, zengin kuzey ülkelerinin tarım sübvansiyonlarından etkilenen,
uluslararası pazar fiyatları, Çin ve Hindistan'ın ucuz emek gücü karşısında
rekabet edebilecek küresel bir stratejiyi kurmak zorundadır. Planda,
maalesef, bu öğeler muğlak bırakılmıştır.
Değerli milletvekilleri,
savunma sanayii, Türkiye için önceliği olan, ülke güvenliğini doğrudan ilgilendiren
bir sektördür. Türkiye, ulusal güvenliği sağlamanın yanında, bölgesel
bir istikrar unsuru olmak istiyorsa, savunma sanayiini ekonomik olarak
güçlendirmeli ve rekabet edilebilir bir yapıya kavuşturmalıdır. Türkiye'nin
bölgesel bir güç olma potansiyelinin değerlendirilmesine yönelik olarak
planda herhangi bir vizyon ortaya konulmaması düşündürücüdür.
Değerli milletvekilleri,
enerji sektörü, Türkiye'nin Orta Asya ve Ortadoğu enerji kaynaklarının
kavşak noktasında bulunması nedeniyle stratejik bir öneme sahip bir sektördür.
Sanayi sektörünün rekabet gücünü de doğrudan etkileyecek olan enerji alanında
alternatif kaynaklara yönelme, ucuz, güvenli ve sürekli kaynaklar
yaratma zorunluluğu vardır. Tarım sektörünün verimliliği ve rekabet gücüne
kavuşturulması, önümüzdeki Avrupa Birliği sürecinde kritik bir önem
taşımaktadır.
Avrupa ülkelerinde
tarımsal üretimin yüzde 65'i hayvansal, yüzde 35'i bitkisel üretime dayanmaktadır.
Türkiye'de ise bu oran tam tersidir. Avrupa Birliği politikaları çerçevesinde
destekleme politikalarından yoksun kalan tarım kesiminde çözülme başlamıştır.
Bu çözülme, kentlere göç ve işsizliği etkileyen bir unsurdur. Tarıma
yeniden rekabet gücü kazandırmak ve verimliliği sağlamak için teşvik
politikaları yeniden gözden geçirilerek gönüllü arazi birleştirmeleri
yapılmalı, tarımsal sanayi geliştirilmeli, ürün planlaması yapılmalı, hayvancılığı
geliştirecek projelere öncelik verilmeli, teknolojik destek sağlanmalı,
doğrudan gelir desteği ürün planlamasıyla birlikte ailesel bazda yeniden
değerlendirilmeli, tarımsal ürünlerin ihracatına yönelik tarım, yatırım
ve teşvik politikaları hayata geçirilmelidir.
Değerli milletvekilleri,
Türkiye'de, eğitim sisteminin, bu yapısıyla sanayinin gereksinmelerine
yanıt vermesi mümkün değildir. Avrupa Birliği ülkelerinde eğitim sistemi
içerisinde meslekî ve teknikeğitimin oranı yüzde 75'tir. Türkiye'de ise,
eğitim sisteminde, Avrupa Birliği ülkelerindeki sistemin tam tersi bir
piramit oluşturulmuş, üniversiteye endeksli bir ortaöğretim sistemi kurgulanmıştır.
Bu çarpık sistemin sonunda, her yıl, hiçbir meslekî formasyonu olmayan
1,5 milyon genç üniversite kapısında zorlanmakta, bunlardan ancak yüzde
20'si yükseköğrenim şansı elde etmektedir. Eğitim sisteminde Avrupa
Birliği standartlarında niteliği yükseltecek, sanayinin ihtiyaç duyduğu
eleman ihtiyacını karşılayacak radikal değişikliklere gidilmesi ertelenemeyecek
acil bir ihtiyaçtır.
Yüzde 60'lara varan
kayıtdışı ekonomi, yıllık 1,5 milyar dolara yaklaşan kaçakçılık, kamu
yatırımlarındaki azalma, özelleştirmelerde ortaya çıkan sorunlar ve
sağlık sektöründeki yaşananlar köklü değişiklikleri gerekli kılmaktadır.
Ülkemiz, Dokuzuncu Kalkınma
Planının uygulanacağı yedi yıllık süreçte ciddî bir yol ayrımındadır. Uluslararası
piyasalarla rekabet edebilecek istikrarlı bir ekonomik yapının oluşturulması
ve Avrupa Birliği standartlarının yakalanabilmesi için yatırım ortamının
iyileştirilmesi, sanayi ve tarım sektörlerinin rekabet gücüne kavuşturulması,
ihracata dönük bir yatırım programı ile kesintisiz büyümenin gerçekleştirilmesi,
vergi adaletinin sağlanması, istihdam sorunun çözümlenmesi, gelir
dağılımındaki adaletsizliğin giderilmesi, finans sektörünün üretici kesimleri
ve yatırımları destekleyecek niteliğe kavuşturulması, işgücü
piyasalarının iyileştirilmesi ve emeğin niteliğinin artırılması, her alanda
teknolojik yenilenme sağlanması için gerçekçi ve akılcı bir vizyonla
yeni bir programa ihtiyaç vardır.
Değerli milletvekilleri,
bu Planın tüm eksikliklerine rağmen ülkemize yararlar getirmesini
diliyor, Yüce Meclisin üyelerini saygıyla selamlıyorum. (Anavatan Partisi
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Yiğit,
teşekkür ediyorum.
AK Parti Grubu adına
Kocaeli Milletvekili Muzaffer Baştopçu.
Sayın Baştopçu,
buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA
MUZAFFER BAŞTOPÇU (Kocaeli) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 1214
sıra sayılı 2007-2013 dönemine ait olacak Dokuzuncu Kalkınma Planı görüşmeleri
kapsamında, AK Parti Grubumuz adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle
de, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
çok genel bir değerlendirme yapıp, eski beş yıllık kalkınma planlarıyla
karşılaştırdığımızda, bu Planın, AK Parti Hükümetimiz tarafından, farklı
bir anlayış ve yapıda hazırlandığını görüyoruz. Hepimizin bildiği gibi, bundan
önceki kalkınma planları, örneğin, tarım, sanayi, sağlık, eğitim hizmetleri
gibi anabaşlıklar altında uygulaması ayrıntılı bir şekilde açıklanmış,
birkaç yüz sayfalık planlardı. Dokuzuncu Plana baktığımızda ise, ayrıntısı
olmayan, ama, kendi içindeki tutarlılığıyla, dinamik bir yapıda, dünya
gerçekleriyle örtüşmüş, kısa, öz, 100 sayfalık bir plan görüyoruz.
Bu Hükümet döneminde
yapılacak işlerle ilgili olarak, temel felsefe, hep daha çok katılımın sağlandığı,
demokratik, gerçekçi, toplumsal talepleri önplanda tutan, ortak akılla
çözüm üreten bir yapı olmuştur. Bu nedenledir ki, Dokuzuncu Kalkınma
Planı hazırlanırken, bütün kamu kurum ve kuruluşları ile özel kesim, sivil
toplum örgütleri, akademisyenler, kısacası, tüm ilgililer çalışmaların
içinde olmuşlar, Devlet Planlama Teşkilatımızın eşgüdümünde, 57 ihtisas
komisyonunda 2 252 kişi görev yapmıştır. Bütün amaç, ülke kaynaklarını
en verimli şekilde kullanarak, kalkınmanın sağlanması ve insanımızın
refahının artırılması, sürdürülebilir kalkınma ve gelişmiş ülkeler
düzeyine gelinmesidir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
bu Planın temel niteliği, istikrar içinde büyüyen, gelirini daha adil paylaşan,
dünya ölçeğinde rekabet gücüne sahip, bilgi toplumuna dönüşen, Avrupa Birliğine
üyelik için uyum sürecini tamamlamış bir Türkiye modelidir.
Dünyamızda hemen hemen
bütün ülkelerin kalkınma planları vardır. Gazeteci arkadaş Karadeniz
yöresinde röportajlar yaparken köyün birinde yaşlı bir nineye şöyle bir
soru sormuş: "Nine, diyorlar ki: 'Karadeniz'de her evde bir Temel vardır.'
Bu doğru mudur?" Nine cevap veriyor: "Tabiî doğrudur uşağım, hiç
temelsiz ev olur mu?!" Evet, bütün ülkelerin bu şekilde kalkınma planları
da vardır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
Türkiye'deki planlı kalkınma tarihî sürecine kısaca bir göz atacak olursak,
1929 dünya büyük ekonomik krizinden sonra, gerçekçi bir yaklaşımla, genç
cumhuriyetimizdeki ekonomik sorunları çözmek için, ülkemizdeki ilk sanayi
ve kalkınma planı, 1933 ve 1937 yılları arasında cumhuriyetimizin kurucusu
Mustafa Kemal Atatürk döneminde uygulanmış, çok büyük yeni kuruluşlarla,
ortalama yüzde 7, yüzde 8 büyüme oranları sağlanmıştır. Ne tesadüftür
ki, aynı, AK Parti Hükümetimizin son üç yılda sağladığı yüzde 7,8'lik
büyüme gibi.
1963-1980 yıllarını kapsayan
planlar ithal ikameli olup, bir yerde içe kapanık, "kendi tüketimimizi
kendimiz üreteceğiz" temel yapısındadır.
1980 sonrası planlarda
ihracata yönelik sanayileşme ana hedef olmuş.
Bugüne baktığımızda ise, bu Planda, makro
dengeler gözetilerek öncelikleri belirleyen açık, şeffaf, net, sorgulanabilir,
hesap sorulabilir, hem kamu hem de toplumun bütün kesimleri için hedef birlikteliğini
sağlayan stratejik amaçlar belirlenmiştir.
Bu bağlamdaki gelişme eksenleri de şunlar
olmaktadır: Rekabet gücünün artırılması, istihdamın artırılması, beşerî
gelişme ve sosyal dayanışmanın güçlendirilmesi, bölgesel gelişmelerin
sağlanımı, kamu hizmetlerinde kalitenin ve etkinliğin artırılması.
İletişimin
saniyelerle sağlandığı kocaman bir köy olmuş dünyamızda para kazanmak
giderek zorlaşmaktadır.
Sınırların hemen hemen yok olduğu bir ortamda
Bütün ülkelerde
olduğu gibi, ülkemizde de istihdam ve işsizliğe çare aranmaktadır. Nüfusumuz artmaktadır.
Her yıl yaklaşık 1 000 000 kişiye iş bulunmakta ve de tarımdan ayrılan nüfus
iş beklemektedir. En gerçekçi yaklaşımla şu anda 10,3
olan işsizlik oranı, 2013 yılında yüzde 7,7 olacak şekilde hedeflenmiştir.
Burada hemen belirtmek
isterim ki, hiçbir planda hedef yüzde 0 işsizlik olmamıştır; çünkü,
bu, hiçbir zaman gerçekçi olamaz.
Eğitim ve öğretimi
iyi planlayarak, her alanda ihtiyaç duyulan insangücünü hem nitel hem de
nicel olarak oluşturmak zorundayız.
Bu planlamalar kamu ve özel sektör işbirliğiyle sağlanacaktır.
İşsizlik ve kayıtdışı ekonomi bu ülkede yaşayan hepimizin
sorunudur.
Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; kırsal alanda tarım dışı yeni istihdam alanları
oluşturmak için turizm, elsanatları, ambalaj ve paketleme, yöreye özgü
ürünlerin marka haline getirilmesi, öncelikler olacaktır. Bu konudan olarak, kırsal
kalkınma kurumu kurulması çalışmaları devam etmektedir.
Aktif işçi ve işgücü
sağlama politikaları ile özellikle belirli meslek gruplarında nitelikli
eleman yetiştirmek kentlerde sağlandığında, büyük metropollere göç ve
oralarda oluşan sorunlar en aza indirgenecektir.
Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; bu Planın bölgesel gelişime yaklaşımı, eskilerden
farklı olarak, kalkınmanın aşağıdan yukarıya doğru oluşmasıdır. Ülke coğrafyasının
tümünü kapsayacak şekilde yapılan bu değerlendirmeler, hem bölgesel gelişme
ve hem de yerel kalkınmada önemli bir adım olan yöredeki halkın ve kurumların
liderlik ve inisiyatiflerini ortaya çıkaracaktır.
Bu dönemde
yasasını çıkardığımız yeni ve özgün kurumlar olan kalkınma ajansları, Devlet
Planlama Teşkilatımız ve yerelle birlikte aktif olarak çalışacak, böylelikle,
ülkemizin kalkınmasında öncü kuruluşlar olacaktır. Kalkınma ajanslarının,
katılıma ve diyaloğa açık, kapsama alanındaki kamu kesimi, özel kesim ve
sivil toplum kuruluşlarından oluşan, bütün yerel aktörleri bir araya
getiren yapısıyla, yerel düzeyde çok önemli ve başaralı bir yönetişim sergileyeceklerini
ummaktayız, beklemekteyiz.
Yerel potansiyellere
ivme kazandırarak, bütün yerel aktörlerin projelere katılıp sahiplenme ve
uygulanma süreçlerinde birlikte olmaları bu ajanslar kanalıyla gerçekleşecektir.
Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; bilindiği gibi, geçmişte bölgesel gelişmelerdeki
durağanlığın sebebi, her bölgenin kendisine özgü bir kurumsal yapısının ve
özel kaynaklarının olmayışıydı.
Kalkınma ajanslarıyla, bölgelerdeki kurumsal yapılar devreye girerek,
özellikle az gelişmiş yörelerimizdeki uzman teknik
personel yetersizliği giderilecek, çok az olan proje üretim kapasiteleri artırılacak
ve bölgesel kalkınma için stratejik önceliklerde kullandırılan kaynaklar
harekete geçirilecektir.
Burada sizlerle paylaşmak istediğim bir
diğer önemli konu da, geçenlerde Genel Kurulumuzda
Bu stratejiyi sağlamanın
koşulu, belirli bir kurumsal yapı ve kapasiteyle yürütülmesi gerekli
yatırım destek ve tanıtım faaliyetleridir. AK Parti Hükümetimiz, bu
tasarıyla -yeni yaklaşımıyla- ülkemizde, yerli ve yabancı yatırımcılara,
yatırım süreci ve yatırım sonrası gereksinim duydukları her konuda bilgilendirme,
yönlendirme, destek ve yardımcı olmalarına olanak sağlayacaktır.
Ajans, idarî ve malî özerkliği olan bir
yapıda hızla karar alıp hizmet sunabilen, değişen koşullara hemen uyum sağlayabilen,
özel sektör anlayış ve yaklaşımıyla çalışan, Başbakanlıkla ilgili,
ulusal düzeyde yatırım destek ve stratejisi belirleyip uygulayacak olan bir
kamu tüzelkişiliğidir. Ajans, kalkınma ajansları ve ilgili
diğer kuruluşlarla işbirliği içinde çalışacaktır. Sayın Başbakan tarafından belirlenen ve bakanlar ve özel sektör
temsilcilerinden oluşan bir danışma kurulu ajansın omurgası olup, yatırım
destek ve tanıtım stratejisi konusunda öneriler geliştirip, gerçekleştirilecek
faaliyetlerle ilgili tavsiyeler bu kurul kanalıyla sağlanacaktır.
Ülkemizde yatırım destek ve tanıtım faaliyetleri ile
rekabet üzerindeki kurumsal kapasite boşluğu bu tasarıyla doldurulmuş
olacaktır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 3
Ekim 2005 tarihinde başlayan Avrupa Birliği tam üyelik müzakereleriyle ülkemizde
yeni bir dönem başlamıştır. Bu süreç içinde ülkemizin
ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal yaşamında yeni gelişim ve dönüşümler
yaşanırken; daha çok demokratikleşme, daha çok yerelleşmeyle, çağdaş
norm ve standartlara ulaşılarak, halkımızın yaşam kalitesi yükseltilecektir.
Hukuk devleti,
demokrasi, insan hakları, sağlık, eğitim, sosyal güvenceler, tüketici hakları,
çevrenin korunması ve kurumlarda yeniden yapılanma ve iyileştirmeler,
toplam bir kalite anlayışı içinde insanımıza sunulacaktır. Bu süreç, toplumsal bazlı,
şeffaf, katılımcı ve mutabakatları sağlanmış bir anlayışla gerçekleştirilecektir.
Bu Plan döneminde,
büyüme ve gayri safî yurtiçi hâsılanın, her ikisinin de yüzde 7 oranında
artması beklenmektedir.
Yine, bu Plan döneminde, sabit sermaye yatırımlarının, kamuda yüzde 9,4, özel sektörde ise, yüzde 8,1 oranında artacağı tahmin
edilmektedir.
Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; bu Planın en önemli enstrümanlarından biri, plan
izleme ve yönlendirme komitesidir.
Bu komite, Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarı Başkanlığında,
ilgili bakanlıkların üst düzey yöneticilerinden oluşacaktır. Yılda
en az bir kez toplanacak olan bu komite, Plan uygulamalarını
değerlendirip, hedeflere ilişkin gelişmeleri izleyecek, programlama ve
bütçelemelere yön verecek ve yıllık ilerleme raporlarını hazırlayarak
Bakanlar Kuruluna sunacaktır. Devlet Planlama Müsteşarlığı
eşgüdümünde kurumlararası her türlü işbirliği sağlanacaktır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
Değerli Devlet Bakanımızın çok özel bir şekilde açıkladığı ve ayrıntılara
girerek açıkladığı Plan konusunda ben bu kadar konuşmak
istiyorum ve sizlerle bu konuları anabaşlıklar halinde paylaşmış oldum.
Konuşmamı burada tamamlamak isterken; Dokuzuncu Kalkınma Planımızın
hazırlanmasında, başta Devlet Bakanlığımız ve Devlet Planlama Teşkilatımız
olmak üzere, emeği geçip, katkısı olan herkese teşekkür ediyoruz. Bu
Planın, ülkemizin aydınlık yarınlarına bir ışık olarak gerçekleşmesini,
ülkemize, insanımıza ve hepimize hayırlı, bereketli olmasını diliyor,
hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri,
alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Baştopçu, teşekkür
ediyorum.
HALİL TİRYAKİ (Kırıkkale) - Niye bu kadar çok alkışladınız, ne oldu?!
BAŞKAN - Evet, Sayın Baştopçu az zamanda çok şeyler söylediği için bu kadarla iktifa
etti Sayın Tiryaki.
HALİL TİRYAKİ (Kırıkkale) - Yok, bir şey
demiyorum Başkan.
BAŞKAN - Şahsı adına,
Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan.
Buyurun Sayın Kandoğan.
HALİL TİRYAKİ (Kırıkkale) - Ben de buna alkış
yaparım; gel koçum!
BAŞKAN - Sayın Kandoğan, size de eksürenizi
orantılı olarak verdim.
Buyurun.
ÜMMET KANDOĞAN
(Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri, saygıyla
selamlıyorum.
Bugün, 2013 yılına kadar
hedeflerimizi gösteren, ülkemiz için son derece önemli olan bir planı
görüşüyoruz; ancak, sözlerime başlamadan önce, Türkiye için son derece anlamlı
ve önemli olan bir planı görüşürken, şöyle, Meclis sıralarına bir
bakıyorum. 2013 yılına kadar Türkiye'nin hangi noktalara
geleceğini gösterecek olan ve hepimizin heyecan duyması gereken, üzerinde
görüşlerimizi açıklamamız gereken, tartışmamız gereken bir planla ilgili
görüşmelerde, 30 kişiyle, Türkiye Büyük Millet Meclisinde bunu
görüşüyoruz.
Şimdi, ben, 30 milletvekilinin burada olmasından
şunu anlıyorum: Milletvekillerimiz de, bu Plana ciddî manada yaklaşmamışlar,
bakmıyorlar. Bu Planı, kâğıt üzerinde kalacak olan, uygulanma imkânı ve
şansı olmayan bir plan olarak görüyorlar ki, Meclis salonunda değil,
dışarıda, kulislerde vakit geçiriyorlar. Halbuki, bu Planı, burada, Meclis
sıralarındaki milletvekillerimizin büyük bir heyecanla, büyük bir mutlulukla,
2013 yılında Türkiye'nin hangi noktalara
geleceğini merakla bekleyen bir anlayış içerisinde olmaları gerekirken,
şu Meclisin sıraları beni son derece müteessir etmiştir. Herhalde,
Sayın Bakanımızın da benimle beraber aynı düşünceler içerisinde olduğunu
tahmin ediyorum.
Değerli milletvekilleri,
bir kere, bu Planın ciddî olmadığının en önemli işareti, Sayın Başbakanın
bu Plana müdahale etmesinden kaynaklanmaktadır. Şimdi, bakıyoruz, hedef, 2013 yılında kişi
başına düşen gelirin 8 700 dolar olarak ortaya konulduğu bir plandan Sayın
Başbakanın müdahalesiyle, bu rakam 10 099 dolara çıkarılmış! Keşke, Sayın
Başbakanımızın talimatı 15 000 dolar olsaydı! Ne kadar da güzel olurdu;
kâğıda da, buraya da yazardık, 15 000 dolar 2013 yılı sonundaki hedefimiz,
bütün millet de mutlu olurdu, memnun olurdu.
Ancak, ben, bu 8 700 dolardan 10 000 dolara
çıkarılırken Sayın Başbakanın hangi gerekçelerle, hangi rakamlarla, hangi
verilerle bunu yaptığını merak ediyorum. Ben, Sayın
Bakanımızın, Sayın Abdüllatif Şener'in böyle bir yaklaşıma da nasıl anlayışlı
davrandığını da merak ediyorum. Sayın Abdüllatif
Şener gibi bir bakanımızın, en azından, bu noktada ciddî bir karşı koyma
içerisinde olması lazım gelirdi.
Şimdi, son iki aydır,
Türkiye'de, özellikle, döviz ve faizdeki yaşanan gelişmelerden sonra bu
Planın, bence, hiçbir anlam ve önemi kalmamıştır, hiçbir anlam ve önemi
kalmamıştır.
Niye; çünkü, bu Plan hazırlanırken, mayıs ve haziran aylarında
Türkiye'de olabilecek gelişmeleri dahi değerlendiremeyen, öngöremeyen bir
iktidarın 2013 yılı sonuna kadarki hedefleri, planları öngörmesinin mümkün
olmadığı inancındayım. O nedenle, benim, özellikle bir tavsiyem
var: Ne olur, bu Planının, son bir buçuk aydaki gelişmeler de göz önüne
alınarak yeniden değerlendirilmesi lazım geldiği inancındayım. Bunu
nereden söylüyorum, bunu şunun için söylüyorum: 2013 yılı sonunda cari fiyatlarla,
cari rakamlarla 1 ABD Doları 1,45 seviyesinde, cari
fiyatlarla.
Şimdi, değerli milletvekilleri, 2006
yılının haziran ayında, dolar fiyatının bu rakamlarda olduğu bir ülkede,
2013 yılı hedeflerinizi, siz, böyle koyarsanız yanlış yaparsınız. Niçin yanlış yaparsınız, anlatayım.
Şimdi, bu Planın içerisine, bu Planda, enflasyon
oranının 2013 yılına kadar yüzde 25'ler seviyesinde
olacağı söyleniyor. Yani, 2013 yılı sonuna kadarki ortalama
enflasyonu toplarsak yüzde 25'ler seviyesinde olacak.
Bir de 2006 yılındaki,
bu seneki enflasyon, gerçekleşecek rakama da bakacak olursak, aşağı
yukarı, Türkiye'deki enflasyon, bunlar gerçekleşirse, bu Plandaki gibi
olursa yüzde 35.
Peki, şimdi, ben buradan soruyorum: 2013 yılı sonuna kadar yüzde 35 oranında
enflasyon rakamı ortaya koyan bir plan ve bunun neticesinde, cari fiyatlarla
1,45'ler seviyesindeki bir dolar kurunun gerçekçi olacağını söyleyen bir Allah'ın
kulu çıkabilir mi; mümkün değil!.. Yani, o zaman şöyle bir durum ortaya
çıkıyor, onu da hemen söyleyeyim: O zaman, çok aşırı bir değerlenmiş bir
Türk parası olacak karşımızda yine, çok aşırı değerlenmiş bir YTL olacak.
Peki, çok aşırı değerlenmiş bir YTL'nin Türkiye'deki
ekonomiye etkisi nasıl olacak; şimdi onu da tartışalım: Çok aşırı değerlenmiş
Türk parasının neticesinde, Türkiye'deki ihracatta ciddî sıkıntılar
olacak. Bunun karşılığında da, ithalatta, şimdi olduğu
gibi, bu dönemde olduğu gibi, bir ithalat cenneti olan bir ülke konumunda
olacağız. Şimdi, Türkiye'deki sıkıntıların, birbuçuk
aydan beri ortaya çıkan gelişmelerin altında yatan sebeplerin başında,
Türk parasının aşırı değerlenmiş olması yatmıyor muydu; elbette, aşırı
değerlenmiş olması yatıyordu. İhracat ile ithalat arasındaki
makasın açılmasının altındaki yatan sebep neydi; aşırı değerlenmiş Türk
parasından dolayı, ihracatçıların ihracat yapmakta sıkıntı çekmeleri,
ithalatçıların da, ithalat ürünlerinin son derece ucuz olmasından dolayı,
Türkiye'nin bir ithalat cenneti olmasıydı. Şimdi, ters taraftan ele alacak olursak, böyle bir ortamda
hedefiniz, 2013 yılı sonunda, cari açığı da yüzde 3'ler seviyesine indireceğinizi
söylüyorsunuz. Şimdi, bu ne yaman bir çelişkidir!..
Bunu, nasıl açıklayabilirsiniz, nasıl izah edebilirsiniz?!
Bir tarafta aşırı değerlenmiş YTL, diğer tarafta, cari açığın yüzde 3'ler
seviyesine getirilmesi, ihracat ile ithalat arasındaki makasın kapanması!.. Sadece bu noktadan ele alacak olursak,
ben iddia ediyorum ki, bu Plan, sadece kâğıt üzerinde kalacak olan bir plandır,
uygulanma şansı olmayan bir plandır. Buradaki
rakamların hiçbiri gerçekçi rakamlar değildir.
Şimdi, bir rakam daha vereceğim: İşsizlikle
ilgili rakamların 2013 yılı sonunda yüzde 7,7'ye
düşeceğini söylüyorsunuz. Bu, sizin Planınızdaki rakamlar; 7,7. Şimdi, ben buradan soruyorum; üçbuçuk yıllık AK Parti
İktidarı döneminde, ortalama büyüme yüzde 7,5.
MEHMET CEYLAN (Karabük) - Yüzde 7,8.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - 7,5 ortalamanız. Ortalamanız 7,5;
hesaplayın. Üç senenin ortalamasını yapın 7,5.
Plandaki
hedefiniz, ortalama büyüme yüzde 7.
Şimdi, ben soruyorum: Üçbuçuk yıllık ortalama büyüme yüzde 7,5 olan bir Türkiye'de işsizlik sorununu çözememişken… Çözemediniz. Devraldığınız dönemdeki, 2002'deki işsizlik
oranı 10,3. Şimdi gelinen noktadaki işsizlik
oranı, üçbuçuk yıllık yüzde 7,5 büyüme oranının olduğu
Türkiye'de daha yukarıda. 2006 yılı hedefiniz -bakın, onu da söylüyorum- yüzde
10,4. Yani, bu sene
Şimdi, ben, size soruyorum: Yüzde 7,5 kalkınma
hızıyla, işsizliği aldığınız noktanın üzerine çıkardığınız bir dönemde,
işsizlik rakamları böyleyse, yüzde 7 kalkınma hızının olacağı ülkemizde
dönem sonunda işsizlik rakamlarını yüzde 7,7'ye nasıl indiriyorsunuz?!
Nasıl inecek bu rakam yüzde 7,7'ye?! Gelin, değerli milletvekilleri, bunu, burada izah edin. Edemezsiniz, edemeyeceğiniz de ortada; çünkü, rakamlar ortada.
Siz yazmışsınız "yılda 985 000 kişi iş
sahasına katılıyor" diye siz yazmışsınız buraya. Şimdi, yüzde 7
büyümeyle de bunu eritmeniz mümkün değil. Eritmeniz mümkün olmadığına
göre, yazmış olduğunuz -sadece iki rakamdan bahsediyorum, daha o kadar çok söylenecek söz var ki, diğer konuşma haklarımda
bunu dile getirmeye çalışacağım- bu iki rakamda bile…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Kandoğan, konuşmanızı tamamlayınız
lütfen.
Buyurun.
ÜMMET KANDOĞAN
(Devamla) - Sadece bu iki rakamın bile gerçekleşme şansının hiç olmadığı,
tamamen afakî rakamlar olduğu ve bunları, uygulayacağınızı söylediğiniz bu
ekonomik politikalarla gerçekleştirmenizin mümkün olamayacağını ifade etmek
istiyorum.
Şimdi, Sayın Başbakan
10 100 dolara çıkarmış.
Bunun hesaplaması son derece kolay. Enflasyonu hesaplarsınız, dolar
kurunu hesaplarsınız, millî geliri hesaplarsınız, kişi başına, vatandaşa
bölersiniz; ortaya çıkan rakam, sizin 10 100 rakamı olmayacağı, yine çok
açık bir şekilde karşımızda duruyor değerli milletvekilleri.
Onun için, önemli olan,
değerli milletvekilleri, kâğıt üzerine bir şeyler yazmak, çizmek değil;
bunun sağlıklı olması, gerçekleştirilebilmiş olması, doğru olması son
derece önemli.
Ben, konuşmamın diğer
bölümlerinde Planla ilgili görüşlerimi açıklamaya devam edeceğim.
Hepinize teşekkür
ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ederim.
Şahsı adına, Hatay Milletvekili
Mehmet Eraslan.
Buyurun Sayın Eraslan.
MEHMET ERASLAN (Hatay)
- Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; öncelikle sizleri saygıyla
selamlıyorum.
Gerçekten önemli bir
Kalkınma Planını veya kalkınmaya ulaşma çabası içerisinde olan bir Planı
görüşmeye başladık. Ben, ülkemize, milletimize hayırlı olsun diyorum,
hayırlara vesile olmasını öncelikle temenni ediyorum.
Tabiî ki demokratik ülkeler,
gelişmiş ülkeler, liberal serbest ekonomiye sahip ülkeler geleceklerini
planlarlar, kalkınmalarını, sağlıklarını, eğitimlerini, ekonomilerini,
büyümelerini, yatırımlarını bir plan dahilinde yürütürler ve bu planları
yaparken, gerçekten, hem mevcutta var olan sorunları tespit hem de bu
sorunların ileriki aşamada çözümüne ilişkin birtakım önerilerle beraber,
hangi amaç ve hangi araçlarla, amaca hangi araçlarla gideceğini de belirleyerek
planlar hazırlarlar ve biz bugün, 2013 yılına kadar bir kalkınma planı uygulanacak
ve bunun görüşmelerini yapıyoruz.
Değerli milletvekilleri,
toplumumuzun sektörel sorunlarını biliyoruz. Yani, bu ülkede müreffeh
yaşayan insanlar da var, belki sorunu az olan insanlar da var, zengin
olan, sermayesi olan insanlar da var, işadamları da var, yatırımcı da var,
ihracatçı da var; ama, önemli olan, bu mutlu kesimin, ekonomik sorun
yaşamayan veya kaynak sorunu yaşamayan bu kesimin toplam nüfus içerisindeki
payının ne olduğudur aslolan, önemli olan; ama, biz, şimdi, kalkıp, bu
kesim toplumun yüzde 90'ını oluşturuyor dersek, büyük bir haksızlık
yaparız; ama, bu kesim toplumun yüzde 3'ünü veya yüzde 5'ini oluşturuyor;
fakat, toplumun yüzde 95'inin kendi alanlarında, kendi bulundukları ortamda,
sektörel bazda sorunları vardır ve bu sorunlar çözüm bulamamıştır, çözümle
buluşamamıştır dersek, daha ciddî bir siyasî yaklaşım, daha ciddî bir
siyasî anlayış sergilemiş oluruz diye düşünüyorum.
Biz, kalkınma planlarımızı
yaparken, bir defa, sektörel bazda her bir sorunu reel olarak, ciddî
olarak, yani, ayakları yere basık bir yaklaşım tarzı, objektif bir yaklaşım
tarzıyla belirleyip, bu çözümlerin, bu sorunların çözümüne ilişkin
yolumuzu, kalkınma planımızı yaparken, hedeflerimizi koyarken amaca ulaşmanın
parametrelerini, amaca ulaşmanın dikilitaşlarını da objektif yapmak
durumundayız. Aksi takdirde, yapacağımız Kalkınma Planı, gerçeği, tabanda,
arazide gerçeği yansıtmayacağı gibi, Türkiye'yi ve kendileri için yapmış
olduğumuz bu kalkınma planı, millet adına yapmış olduğumuz, ülke adına,
Türkiye adına yapmış olduğumuz bu Kalkınma Planı 2013'e kadar hiç kimseyi,
aksi takdirde, taşıyamayacaktır.
Şimdi, mevcut ekonomik
durum belli. Bakıyoruz -2001 yılı ile 2005 yılı sonunu kıyaslayacağım- 2001
yılı sonunda ekonomimizin dışticaret açığı 10 milyar dolar. Bugün gelmişiz
2005 yılının sonuna. Bu, yazılı soru önergesidir, yazılı soru önergesinin
cevabıdır bu. Sayın Bakanımız demiş ki bize: "Şu an, 2005 yılı sonu
itibariyle 42,9 milyar dolar ve yüzde 300'lük bir artış, dışticaret açığında,
söz konusudur." Evet, ithalat artmış mıdır; ithalat artmıştır; ama,
ihracat, ithalatın çok çok üzerinde arttığı için bir dışticaret açığı söz
konusudur. Cari açığa bakıyoruz; 2002 yılında, seçim yılında… Hatta, 2001
ekonomik krizi yaşanmıştır. 2000'de bile 9,8 milyar dolar, 2001 ekonomik
krizinin yaşandığı yılda 3,4 fazla ve 2002'de ise 1,5 milyar dolar açık söz
konusu idi. 2005 yılı sonu itibariyle bakıyoruz; 23 milyar dolar, Türkiye'nin,
Türk ekonomisinin cari açık, maalesef, bu rakamlara gelmiştir. Dolayısıyla,
mevcut bu dışticaret açığı ve cari açığı, aslında, bizlere ekonomik olarak
birçok şeyi göstermektedir. Hem Plan içerisindeki hedeflerin… Yani, bir
defa, bunu rehabilite etmek lazım. Yani, dışticaret açığının ve cari açığın
makul seviyelere çekilerek rehabilite edilmesi gerekir ki, biz, Planda zikredilen
büyüme hızının yüzde 7 küsur olduğunu hedeflemişiz; bunu tutturalım. Kişi
başına millî gelirin, işte, 10 000 küsur dolar olduğunu hedeflemişiz; bunu
tutturabilelim. İşte, cari açık dengesinin düşeceğini, 3-4 milyar dolar
düzeylerine ineceğini ve işsizlik oranının da yüzde 7, yüzde 8'ler dolaylarına
ineceğini, hedefini ancak bu şekilde tutturalım.
Şimdi, ülkede girdi
maliyetlerinin yüksekliği… Bakın, vergi oranlarının yüksekliği, akaryakıt
fiyatlarının yüksekliği, dolayısıyla, sevkıyat maliyetlerinin yüksekliği,
işverenin işçiye ödemiş olduğu SSK primlerinin aynı zamanda gerçekten
yüksekliği… Asgarî ücret 380 000 000; işverenin işçiye ödediği stopajla
beraber SSK primi neredeyse asgarî ücret kadar; 300 000 000… Enerji fiyatları
Avrupa Birliği ülkelerinde 3 sentken,
4 sentken, Türkiye'de 9 sent, 10 sente sanayicimiz, tarım sektörümüz,
maalesef, pahalıya enerji kullanmak durumunda kalıyor. Şimdi, bu girdi
maliyetlerinin bu şekilde kalması, peki,
KOBİ'lerimizi, sanayicilerimizi, yatırımcılarımızı acaba dünya
piyasasına nasıl taşıyacak?. Dünya piyasasında KOBİ'lerimizin, yatırımcılarımızın,
sanayicilerimizin kendilerini var etmesi, global piyasalarda rekabet etmesini
nasıl sağlayacak ve biz, destekleri, sübvansiyonları, devlet eliyle katkıyı
da ciddî manada azaltmış durumdayız; kamu yatırımlarını azalttığımız gibi,
tarım sektörüne yapmış olduğumuz sübvansiyonlar, destekler daha önceki
yıllara göre çok çok azaldığı gibi. Mesela, 6-7 milyar dolar düzeyindeyken
tarım sektörüne verilen destekler 1997 yılında, 54 üncü Hükümet döneminde,
bakıyoruz, tarım sektörüne verilen destek, toplam tarım sektörüne verilen
destek 2-2,5 milyar dolar düzeyine düşürülmüştür.
Bu teşviklerin, kaynak
aktarımlarının her geçen gün düştüğünü ve artık bunun çekilmez bir hal olduğunu
göstermektedir. KOBİ'lerimiz, yatırımcımız, ihracatçımız da bu noktada
destek görmeyeceği için, bu büyümenin nasıl yakalanacağını anlamak mümkün
değil. Yüzde 7,7 büyüme hızını neyle yakalayacağız; yani, hangi sanayiciyle,
hangi tekstilciyle, hangi yatırımcıyla, hangi ihracatçıyla, hangi
sermayeyle, dünya piyasasıyla yarışabilen ve o performansı gösterebilecek
olan kimle yakalayacağız?
Dolayısıyla, yatırım,
üretim ve ihracat ekonomisinin güçlenmesi gerekir ki, istihdam sorunu ortadan
kalksın. İstihdama bakıyoruz, şimdi, işsizlik, mesela, yüzde 12 dolaylarına
gelmiş; fakat, Planda yüzde 7, yüzde 8 seviyesine işsizlik oranının
düşürüleceği söz konusu. Peki, bu istihdamı nasıl sağlayacağız; yani, önce
bir siyasî irade olarak, iktidar olarak, önce bir teşviklerimizi, kaynak
aktarımımızı, sübvansiyonlarımızı bir verelim, ondan sonra girdi maliyetlerini
düşürelim, kendi esnaf ve sanatkârımızı, KOBİ'lerimizi, sanayici, yatırımcı,
işadamımızı, ihracatçımızı…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Lütfen konuşmanızı
tamamlayın Sayın Eraslan.
Buyurun.
MEHMET ERASLAN (Devamla)
- …dünya piyasasında var edelim, ondan sonra gelelim diyelim ki, bizim almış
olduğumuz bu tedbirlerle… Çünkü, amacımız belli, biz amaçlarımızı
biliyoruz, o amaçlara doğru yürüyoruz, yürüyeceğiz; ama, bu amaçlara giderken
hangi araçları kullanacağımızı bilmiyoruz, hangi kaynakları kullanacağımızı
bilmiyoruz ve ne kadar kaynak kullanacağımızı, ne kadar kaynak aktaracağımızı
bilmiyoruz. Bir yola çıkmışız, 2013 yılının sonunda işsizlik bu olacak,
cari açık bu olacak, istihdam bu olacak, büyüme bu olacak demişiz. Bunun reel
olmadığını, reel olmayacağını… Ayrıca, yeniden amaçları belirlerken, araçlarının
ve kaynaklarının da beraberinde belirlenmesi gerektiğini ifade ediyorum. Az
sonraki konuşmalarımda katkılarıma devam edeceğimi sunuyorum; sizleri saygıyla,
muhabbetle selamlıyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür
ederim.
Sayın milletvekilleri,
Planın birinci bBölümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Şimdi, ikinci bölümün
görüşmelerine başlıyoruz.
Planın ikinci bölümü,
Plan Öncesi Dönemde Türkiye'de Ekonomik ve Sosyal Gelişmeler ile Plan
Dönemi Hedef ve Tahminleri kısımlarını içermektedir.
Konuşma süreleri birinci
bölümde olduğu gibi, siyasî parti grupları, Komisyon ve Hükümet için 30'ar
dakika, şahıslar için 10'ar dakikadır. Siyasî parti gruplarının süreleri birden
fazla konuşmacı tarafından kullanılabilir.
Planın ikinci bölümü
üzerinde, siyasî parti grupları adına söz alan üyeler: Anavatan Grubu adına,
Sayın Muzaffer Kurtulmuşoğlu, Sayın Hasan Özyer, Ankara ve Muğla Milletvekilleri;
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Tekirdağ Milletvekili Enis Tütüncü;
AK Parti Grubu adına, Karabük Milletvekili Mehmet Ceylan. Şahısları
adına, Ümmet Kandoğan, Mehmet Eraslan, Faruk Koca ve Cemal Uysal.
İlk söz, Anavatan Grubu
adına, Muzaffer Kurtulmuşoğlu, Ankara Milletvekili. (Anavatan Partisi
sıralarından alkışlar)
Sayın Kurtulmuşoğlu,
süreyi eşit kullanacaksınız?..
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU
(Ankara) - Evet.
BAŞKAN - Evet, 15'er
dakika.
Bir önceki bölümde
Sayın Bakan konuşmasını tamamlayamadığı için arkadaşlarımıza peşin uzatma
sürelerini vermiştim. Bu bölümde, konuşma sürelerine ilaveten, sadece teşekkür
etmek için, 1 dakikalık ek süre verilecektir. Bilgilerinize arz ederim.
Buyurun Sayın Kurtulmuşoğlu.
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Ankara) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
Dokuzuncu Kalkınma Planının ikinci bölümü üzerine, Anavatan Grubu adına söz
almış bulunuyorum. Sözlerime başlamadan önce Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
Dokuzuncu Kalkınma Planı, önümüze bir yıl gecikmeli olarak gelmiştir. Aynı
gecikmeler, geçmişte Dört, Beş ve Yedinci Kalkınma Planlarında da bir
yıl gecikmeyle gelmişti. Bu tür gecikmeler, sosyoekonomik istikrarsızlıkların
olduğu dönemlerde gerçekleşmiştir. Bugünlerde AB'ye uyum sürecinde
belirsizliklerin yaşandığı bir ortam yaşamaktayız. Bu gecikme de bu
belirsizliğin kanıtıdır.
Sayın milletvekilleri,
Dokuzuncu Kalkınma Planı, birçok yenilik içermektedir. İlk defa bir kalkınma
planı beş yıl olarak değil de, yedi yıl olarak hazırlanıyor. Ayrıca, bu Plan,
AB'nin 2007-2013 bütçe dönemine denk getirildiği için, müzakereler sürecinde
AB tarafından aday ülkelere verilmesi öngörülen fonlardan yararlanılması
planlanıyor. Yani, biz bu Planla 2014 yılında AB'ye tam üye olacağız.
Bu yeniliklerin yanında,
planda çok büyük hedefler ortaya konmaktadır. Mesela, doların 2009 yılında
1,478 YTL olacağını öngörüyor. Bu plan yazılırken dolar 1,300 YTL civarındaydı,
şimdi ise, Merkez Bankasının da müdahalesiyle, 1,650 YTL'ye indirilmiştir.
Bu plan, öngörüleni karşılamamaktadır.
Bunun yanında, plana
göre, 2015 yılında kişi başına düşen gelirin 10 000 doların üzerinde olacağı
vurgulanmıştır. Hükümet, şu anda bu miktarın 5 040 dolar olduğunu söylüyor.
Bu hesap, dolar kuru 1,300 YTL'den hesaplandığında doğrudur. Doların bugünkü
fiyatıyla, kişi başına düşen gelir 3 900 dolar civarındadır. Bu Planın nasıl
tutacağını merak ediyorum. Üstelik, Dünya Bankası, 2006 yılında açıkladığı
bir raporda, Türkiye tüm reformları yerine getirdiğinde bu miktarın 6 000
dolar olabileceğini belirtmiştir.
Sayın milletvekilleri,
bu Plan, tarımsal işletmelerde ölçek büyüklüğünün artırılması ile
modern tarım işletmeciliğinin yaygınlaştırılmasını amaçlıyor. Bunun için
gerekli desteklemelerin, çevre ve kırsal alanda gelir getirici faaliyetlerin
yapılacağı belirtiliyor. Bu amaç çok güzel; fakat, yaptıklarınız, yapacaklarınızın
teminatıdır. Bir tarım ülkesi olan Türkiye'de, ne yazık ki, tarımın durumu içler
acısıdır. Tarımda istihdam gün geçtikçe azalmaktadır. Üretim kalitesi
düşmekte; destekler hem eşit hem de etkili biçimde dağıtılamıyor. Milletin
efendisi olan çiftçiye yeterince değer verilmedi, onlar kovuldu, hor
görüldü. Umarım, bu Planda geçen sözler tutulur ve tarım sahip olduğu gerçek
yere ulaşır.
Sayın milletvekilleri,
bu Planın sözde güzel yanlarından biri de, demiryollarının önplana
çıkarılması amacıdır; fakat, özel sektörün demiryolu sektörüne girmesinin
sağlanmasının ayrıntılarından şüphelerim vardır. Büyük stratejik önem içeren
demiryollarının hangi şartlarla özelleştirileceğinin şartlara bağlanması
çok önemlidir. Kamu kesiminin yetkilerini sadece hat yapımıyla sınırlandırmak,
demiryollarımızı çok ileriye götürecek bir düzenleme değildir. Ayrıca,
özellikle demiryollarının karayollarıyla rekabet edebilecek hale getirilmesi
için verilecek teşviklerin ve yatırımların çok yerinde kullanılması gerekmektedir.
Bu Planı yapan Hükümet, iktidara gelir gelmez ülkemizin her yanında duble
yol yapacaklarını söyledi, buna da başladı. Bu 15 000 kilometre duble yol
için kullanılmakta olan kaynakla, 33 000 kilometre çift hatlı demiryolu
yapabilme alternatifini elimizden kaçırdık. Şimdi de diyorsunuz ki:
"Biz demiryolu yapacağız." Yaptıklarınızla planladıklarınız hiç
de uyuşmuyor. Bu Planı iktidara geldiğiniz zaman akıl etseydiniz,
kazanacaklarınız çok daha fazla olacaktı.
Sayın milletvekilleri,
cumhuriyet tarihinden bu yana demiryolları yeterince rehabilite edilememiştir.
Avrupa'yla ve diğer taşımacılık modelleriyle rekabet edecek düzeyde değildir.
Demiryollarının raya bağlı olması ve iklim koşullarından -kar, don, sis,
yağmur vesaire- karayoluna göre daha az etkilenmesi, güvenliği, konfor ve
rahatlığı artırmaktadır. Ulaştırma sistemlerinde ölüm riski 1 milyar
yolcu/kilometre başına demiryollarında 17 iken, karayollarında 140;
yaralanma riski demiryollarında 41 iken, karayollarında 8 500'le 10 000
kişidir. Durum böyleyken, kazaların topluma maliyetini dikkate almayan bir
ulaşım sistemi tercihi nedeniyle ülkemizde hâlâ karayollarında ısrar
edilip demiryollarının ihmal edilmesi eğiliminden vazgeçilmelidir. Çift
hatlı, elektrikli ve sinyalli 1 kilometrelik demiryolunun maliyeti düz
arazide 1,4, engebeli arazide 3 ve çok engebeli arazide ise 4,2 milyon dolardır.
Buna karşın, 1 kilometrelik otoyolun maliyeti düz arazide 6 000 000, engebeli
arazide 12 000 000 doları buluyor. Buradan çıkan sonuç, karayolu demiryoluna göre 4 kat daha pahalı olmaktadır.
1980'lerden bu yana Türkiye
karayollarına yaklaşık 30 katrilyon lira para harcandı. Bu parayla 12
500 kilometre demiryolu yapılabilirdi.
Petrol bağımlı bir ülke
olarak her yıl milyonlarca doları karayollarında heba ederken, enerji
tüketimi karayolunun dörtte 1'i olan demiryollarını ihmal ediyoruz. Karayolları,
ulaşım yatırımları için ayrılan payın yüzde 72'sini alırken, buna karşın
demiryolunun payı sadece yüzde 7'dir. Çoğu cumhuriyet döneminden kalma 10
900 kilometre demiryolu uzunluğuyla dünyada 23 üncü sıradayız. Amerika
195 000 kilometreyle 1 inci sırada yer alıyor; bu ülkeyi 87 000 kilometreyle
Rusya, 71 000 kilometreyle Çin, 63 000 kilometreyle Hindistan, 49 000
kilometreyle Kanada, 46 000 kilometreyle Fransa ve 45 000 kilometreyle
de Türkiye'nin yarısından az yüzölçümüne sahip olan Almanya takip ediyor.
Türkiye'nin, boyutlarına
ve koşullarına yakın gelişmiş ülkeler olan Fransa ve Almanya'yı
yakalaması için demiryolu uzunluğunun 5 katına çıkarılması gerekiyor.
Sonuç olarak, Türkiye'nin
demiryolu uzunluğu AB ülkelerinin ortalama 5-6 kat altında kalıyor. AB ülkelerinde
10 000 kişiye düşen demiryolu uzunluğu ortalama 5,1 kilometre iken, bu oran
Türkiye'de sadece 1,4 kilometrede kalıyor. Bu yüzden demiryollarının ülkemizin
ilerlemesi için daha modern ve daha kapsamlı bir hale getirilmesi şarttır.
Bunu yapan her kim olursa olsun, o hükümete teşekkür edeceğim, yeter ki
demiryoluna önem versin. Bunu istiyorum.
Sevgili arkadaşlarım,
demiryoluyla karayolu arasındaki farkımıza bir bakalım. Ülkemizde şu anda
3 500 ton üzerinde ticarî kamyon sayısı 677 000, 3 500 tonun altındaki;
yani, 3 500 tonun altındaki ticarî kamyon sayısı yaklaşık olarak 1 200 000,
otobüs sayısı ise yaklaşık olarak 158 000, otomobil sayısı ise 5 518 000'dir.
Sevgili arkadaşlarım,
bunları topladığınızda Avrupa Birliği ülkelerinde bulunan kamyon sayısı
kadar Türkiye'de kamyon var. Türkiye'de petrole harcanan para yılda 8 milyar
dolar. Şimdi, dışa bağımlı olan bir ülkemiz göz önünde tutulursa, eğer
demiryollarına -cumhuriyet devrinden beri, Atatürk zamanından beri 4 000
kilometre filan yol yapılmış- harcasaydık bu enerjimizin çoğunu, bugün bu
kadar dışa bağımlı olan ülkemizde petrol harcaması olmayacaktı. Bunun
yanı sıra, sadece petrol harcaması değil, karayollarındaki o kamyonların,
otobüslerin yollarda yaptığı tahribat, onun yanı sıra orada ölen insanların
can, mal kaybını bir hesapladığınızda Türkiye çok şey kaybetmiş durumdadır.
Sevgili arkadaşlarım,
bu programın öyle veya böyle yapılması… Tabiî ki lazımdı plan; ama, planı
yaparken… Sadece bugünkü İktidarı suçlamakla da geçirmiyorum bu demiryollarında,
geçmiş iktidarlar da bu demiryollarına neden önem vermedi hiç bunu anlamış
değilim. Hadi onlar yapmadı, siz olsun niye yapmadınız üçbuçuk senedir?
ÜNAL KACIR (İstanbul)
- Yapıyoruz.
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU
(Devamla) - Başlamak, bir işi yüzde 50 başarmak demektir sevgili arkadaşlarım.
Niçin başlamadınız, onu da size soruyorum.
MEHMET CEYLAN
(Karabük) - Başladık…
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU
(Devamla) - Başladığınız an, nerede ne yapabiliyorsanız… Siz söylemeseniz
de ben söyleyeceğim, yeter ki bu ülkeme bu demiryollarını, Avrupa Birliğine
girecek bir ülke olarak başlatmamızda yarar var diye düşünüyorum; mal
olarak düşünüyorum, maddî olarak düşünüyorum, insan olarak düşünüyorum. Bu ülkenin
giden bir canı bizim canımızdır, bu ülkede harcanan, petrole verilen para
bizim paramızdır. Onun yerine yoksullara sağlık verelim, eğitim verelim,
hizmet verelim; ama, ne olur bu demiryoluna önem verelim. Zararın neresinden
dönersek kârdır. Ne zaman başlarsanız… Ben, bu duble yolun yapılmasına
karşı değilim, otobanların yapılmasına karşı değilim. Onlar için de teşekkür
ederim; ama, asıl mesele, bize demiryolunun niye yapılmadığıdır, demiryollarına
niye önem verilmediğidir; ama, söyleyeyim, verdiğim bu rakamlarla, bu
otobüslerle, bu kamyonlarla, bu taksilerle… Sebebinin ne olduğunu sizler
de benim kadar biliyorsunuz; çünkü, bir ülke dışa bağımlıysa her yönüyle
dışa bağımlıdır, eğer ekonomik bağımsızlığı yoksa bu ülkenin, siyasal
bağımsızlığı da yoktur arkadaşlarım. Tam bağımsız olabilmek için,
Atatürk'ün söylediği gibi, ilkönce ekonomik bağımsızlığımızı almamız
lazım. Bunun için de her yerden, dışa bağımlılıktan kurtulmak mecburiyetindeyiz.
Dokuzuncu Kalkınma
Planı ülkemize elbette ki lazım. Avrupa Birliğine girerken, eksikleri
yok mu; dolu. Bu eksikler tamamlanır. Her şey başlamakla meydana çıkar eksiklikler.
Ben, ama, Atatürk zamanından beri bu iktidarların neden demiryollarına
önem vermediğini halen anlamış değilim. Bunu söylüyorum. Bu, benim içimi
yakıyor. Bu karayollarında verdiğimiz canlara bir bakınız bakalım, bu maddî
hasara bakınız bakalım. Bu dışa bağımlılıkla, bu petrole verdiğimiz şeylerle
okul yapamaz mıyız, biz hastane yapamaz mıyız, sağlığımıza, eğitimimize daha
fazla para ayıramaz mıyız arkadaşlarım? Onun için, İktidara tekrar söylüyorum:
Dokuzuncu Kalkınma Planında birinci etapta demiryollarına, ikinci etapta
tarım ülkesi olarak tarıma çok fazla önem verelim deyi düşünüyorum. Ne zaman
ki bunları Türkiye'de gündeme getirdiğinizde, bu kürsüye çıkıp, hiçbir
zaman…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Kurtulmuşoğlu,
buyurun.
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU
(Devamla) - Kim başlatırsa, kim yaparsa çekinmeden ona teşekkür etmeyi
her zaman borç biliyorum.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKA - Teşekkür
ederim.
Anavatan Grubu adına
ikinci konuşmacı Muğla Milletvekili Hasan Özyer.
Sayın Özyer, buyurun.
(Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA HASAN ÖZYER (Muğla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
2007-2013 yılları arasını kapsayan Dokuzuncu Kalkınma Planının ikinci
bölümü içinde yer alan ve "Plan Dönemi Hedef ve Tahminleri" başlığını
taşıyan kısmı üzerinde Anavatan Partisinin görüşlerini ifade etmek üzere
huzurlarınızda bulunuyorum; hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
görüşmekte olduğumuz Dokuzuncu Kalkınma Planı, bilindiği gibi, hazırlığı
geçen yıl başlamış ve önümüzdeki yıldan itibaren geçerli olacak bir belgedir.
Planın stratejisi Hükümet tarafından 24 Nisan 2006 tarihinde onaylanmıştır.
Planın Yüksek Planlama Kurulu ve Bakanlar Kurulunda onaylanması da
haziran ayını bulmuştur. Ancak burada ilginç bir gelişme yaşanmıştır.
Siyasî idarenin talimatıyla aylar süren komisyon çalışmaları ve 2004 Mayıs
ayında yapılan Dördüncü Türkiye İktisat
Kongresi dokümanları esas alınarak oluşturulan Dokuzuncu Kalkınma Planındaki
millî gelir hedefi değiştirilmiştir.
Millî gelir hedefinin
değişmesi, söz konusu rakamı oluşturan ve hepsi de birbiriyle ilişkili
olan tüm öngörülerin, hesapların değişmesi, yani, planın ruhunun yeniden
oluşturulması anlamına gelmektedir.
Mademki, Planın omurgasını
oluşturan hedefler böyle, bir çırpıda değiştirilebilmektedir, o zaman,
niçin, bu iş için her biri kendi alanında söz sahibi binlerce insan aylarca
emek harcamıştır?! Aynı şekilde, Planın altyapısını teşkil eden Dördüncü
Türkiye İktisat Kongresinde de yerli-yabancı yüzlerce bilim adamı ve ilgili
sektör temsilcisi niçin kafa patlatmıştır?! Burada bir çarpıklık vardır.
Elbette, siyasî
iradenin hedef belirleme ve vizyon çizme hakkı vardır; ama, bu hak, bilimsel
çalışmaların iki dudak arasından çıkan sözlerle değiştirilebilmesi hakkını
doğurmaz. Tam tersine, hedef belirleyecek ve vizyon çizecek olan siyasetçi,
önce bilimsel verilere bakacak, ondan sonra sözünü söyleyecektir; aksi
takdirde, herkes dilediği rakamı telaffuz edebilir; ancak, bunların hiçbir
anlamı olmaz. Yapılan iş, bilimin siyasete feda edilmesidir.
Planın stratejik taslağına
bizzat siyasî irade eliyle yapılan müdahale, Plana hiçbir şey katmamıştır;
ama, güvenilirliğini sakatlamıştır. Oysa, buradaki millî gelir hedefi, tıpkı
diğer veriler gibi, belirli şartlarda ulaşılması mümkün görülen bir rakamı
ifade etmektedir. Yani, bu Planda millî gelir hedefi 8 700 dolar diye, Türkiye,
daha fazla millî gelire ulaşma fırsatı yakalamışken, bunu tepmeyecektir.
Türkiye'nin birkaç ay
öncesine kadar sahip olduğu göstergeler, hangi hedefle, hangi öngörüyle
uyumludur? Önemli olan, devletin imkânlarının ve milletin enerjisinin bu
doğrultuda kullanılmasıdır; ülkenin, rotasından şaşmamasıdır.
Şartlar uygun olursa,
bu hedef aşılabilir; uygun olmazsa da, hedefin gerisinde kalınabilir. Bunlar
gayet normaldir. Normal olmayan, Planın temel hedeflerinin böyle bir yaklaşım
ve yöntemle değiştirilmiş olmasıdır.
Değerli milletvekilleri,
bu temel eleştiriyi rezerv tutarak, Planın üzerinde konuştuğumuz kısmında
yer alan 2007-2013 dönemine ilişkin hedefleri ve bunlara ilişkin görüşlerimi
kısaca ifade etmek istiyorum.
Bu kısımda ifade edilen
ilk hedef, millî gelirin 2013 yılında 10 000 dolara yükseleceğine ilişkindir.
Bu rakamın ciddiyetsizliğine ilişkin görüşlerimi biraz önce ifade ettim.
İkinci hedef, Türkiye'nin,
dünyanın en büyük 17 nci ülkesi konumuna yükseleceğine ilişkindir. Sanıyorum,
buradaki büyüklükten kastedilen, ekonomik ve sosyal büyüklüktür.
Türkiye, zaten, dünyanın
gelişmekte olan ilk 20 ülkesi arasında yer almaktadır. Aynı şekilde,
ekonomik büyüklük itibariyle, zaman zaman birkaç sıra fark etmekle birlikte,
uzun zamandır, genellikle 17 nci sırada yer almaktadır. Dolayısıyla,
burada sözü edilen hedefler Türkiye için daha ileri aşamaları değil, mevcudu
korumayı ifade etmektedir. Elbette, şartlar gerektiriyorsa mevcudu
korumak da bir hedef olabilir; ama, Planın sunuluşundaki iddiaya baktığımızda,
ister istemez Türkiye'yi çok ileriye taşıyacak bir çerçeve arıyoruz; ama,
maalesef, böyle bir çerçeve bulamıyoruz.
Değerli milletvekilleri,
Planda, tarım kesiminin gayri safî millî hâsıla içindeki payının küçültülmesi
hedeflenmektedir. Zaten binbir sıkıntı içinde varlık-yokluk mücadelesi
veren tarım kesiminin belinin tümüyle büküleceği ve sektörün, âdeta, ölüme
terk edileceği anlaşılmaktadır.
Bir başka konu, kamu
yatırımlarının gayri safî millî hâsılaya oranının nispî olarak azaltılacağının
öngörülmesidir. Oysa, yapılması gereken kamu yatırımlarının azaltılması
değil, kamu yatırımlarının niteliğinin değiştirilmesidir. Bugün, artık,
kamunun fabrika yapmak, market açmak, tuz satmak için yatırım yapması, elbette,
çağdışı bir anlayıştır; ama, kamunun savunma, güvenlik, eğitim, sağlık,
sosyal güvenlik, ulaşım ve kentsel altyapı başta olmak üzere pek çok alanda
yapması gereken yatırımlar vardır.
Ülkemizdeki mevcut
altyapının çoğunun derme çatma olduğu, sürekli yenilenmesi veya yeni baştan
kurulması gerektiği açık bir gerçektir. Hal böyleyken, kamu yatırımlarını
oransal olarak azaltmayı amaçlamak, ya bu işlerden vazgeçip ülkeyi kendi
haline bırakmak anlamına gelmektedir ya da bir tutarsızlığı ifade etmektedir.
Değerli milletvekilleri,
makro ekonomik göstergeler arasında yer alan ithalat ve ihracat rakamları,
ulaşılması halinde fevkalade sevindirici bir durumu ifade eden; ama, nasıl
ulaşılacağına dair hiçbir verinin bulunmadığı hedefler arasındadır. Yine,
bu fasılda, turizm gelirlerinin 2013 yılında 36 milyar dolara ulaşması öngörülmektedir;
ancak, halihazırda bu hedefe ulaşılabilmesi için yapılan hiçbir hazırlık
olmadığı, tam tersine, sektörün gerileme sürecine girdiğini biliyoruz. Turizm
gelirlerinin 19 milyar dolardan, yedi yıl sonra 36 milyar dolara ulaşması
için yılda 2,5 milyar dolara yakın artış sağlanması gerekmektedir. Bu
da, sektörün, ülkenin ortalama büyüme oranının 2 katına yakın bir büyüme performansını
göstermesini gerektirmektedir. Büyüme kendi kendine olacak bir iş değildir.
Bunun bir bölümü sektörü, bir bölümü kamuyu bir bölümü de uluslararası konjonktürü
ilgilendiren pek çok şartı vardır. Bugün sektöre ilişkin hiçbir unsur
turizmin hedeflenen oranlarda büyümesine imkân sağlayacak bir görünüm
içinde değildir.
Elbette, Planın en çarpıcı
verilerinden biri enflasyon oranına ilişkindir. 2013 yılında enflasyonun
yüzde 3'e düşmesi hedeflenmektedir. Bu temenniye hiçbir Türk vatandaşının
itirazının olması düşünülemez; ama, temenni başka şeydir, plan hedefi başka
şeydir. Enflasyonun 2013'te yüzde 3'e düşmesinin şartı, Türkiye'nin
ekonomik, siyasî ve sosyal ortamının bu yılın başındaki görünümünü muhafaza
etmesi şartına bağlıdır; yani, ülkede yeterli çoğunluğa sahip bir tek parti
iktidarı olacak, ciddî hiçbir şey yapılmadığı halde dışarıdan sürekli
para girişi olacak; ama, bu, varlık satışı veya fiktif işlemlerle değil
gerçek anlamda yatırımla olacak, satış fiyatlarındaki artış girdi fiyatlarındaki
artıştan daha düşük seyredecek, dolar 1,5 YTL'yi aşmayacak ve buna benzer
bir dizi şart daha.
Bunların olmayacağı
daha Plan Mecliste görüşülmeden anlaşılmıştır. Bu durum, Plandaki hedeflerin
gerçekçi değerlendirilmeler yapılmadan, sadece o günkü konjonktür esas
alınarak belirlendiğini ortaya koymaktadır. Nitekim, bu Plana yönelik en
büyük eleştirilerden biri, uluslararası gelişmelerle ilgili değerlendirmenin
ve bunların Türkiye'yle mukayesesinin yapılmamış olmasıdır.
Avrupa Birliği
sürecinin Planın her aşamasında gözetilmiş olması bu eksiği gidermemektedir;
çünkü, dünya Avrupa Birliğinden ibaret değildir. Hatırlatmak isteriz
ki, dünyada son on yılda yaşanan ve ülkemizi de derinden sarsan krizlerin
hemen hepsi Avrupa Birliği dışındaki ülkelerde başlamıştır.
Sonuç itibariyle, millî
gelir hedefiyle birlikte enflasyon hedefi de daha Plan yürürlüğe girmeden
geçerliliğini yitirmiş bulunmaktadır. Nitekim, daha birkaç ay öncesine
kadar 5 000 dolar olarak ifade edilen millî gelir bir anda 4 000 doların altına
düşmüştür.
Değerli milletvekilleri,
Plandaki iddialı ve fakat yanlış öngörülerden biri de genel devlet harcamalarının
gayri safî millî hâsıla içindeki payının 2013 yılında yüzde 36,1'e
düşeceği hedefidir. Bugün dünyanın gelişmiş ülkelerinin pek çoğunda devlet
harcamalarının gayri safî millî hâsılaya oranı yüzde 50'ye yakındır. Bu
rakam, ülkemizde, içinde bulunduğumuz yıl itibariyle yüzde 45'tir.
Esas olan, devlet harcamalarını
toplamda azaltmak değildir. Sosyal devlet ilkesinin giderek daha önplana
çıktığı bir dünyada böyle bir iddiayla yola çıkmamız, devlet ile toplumu
karşı karşıya getirmenin ötesinden bir anlam taşımaz. Burada önemli olan,
kamu harcamalarının doğru yerlere ve en verimli şekilde yapılmasını sağlayacak
mekanizmaları kurmaktır.
Dünyanın en gelişmiş
ülkelerinde bile ilaç giderlerinin toplam sağlık harcamalarına oranının
yüzde 20'nin altında olduğu bir dönemde, bizim, bunun 2 katı ilaç harcaması
yapıyor olmamız, ülkemizde kamu harcamalarının doğru ve verimli yapılmadığının
en basit göstergelerinden biridir. Aynı şekilde, yolların tamirine inşasından
daha fazla para harcadığımız bir dönemde kamu harcamalarını sorgulamamızdan
daha doğal bir şey yoktur; ama, bu sorgulama, harcama oranıyla ilgili
değil, harcamanın niteliği ve verimiyle ilgili olmalıdır. Dolayısıyla,
Plandaki kamu harcamalarına ilişkin hedef, hem dünya gerçeklerine aykırıdır
hem de ülkemizin ihtiyaçları bakımından doğru değildir.
Planın iddialı hedefleri
arasında yer alan devletin faiz ödemeleri ve borçlanma gereğine ilişkin
rakamlar da, son haftalarda yaşadığımız gelişmeler ışığında, ancak gülümsemeyle
karşılanabilecek hedefleri ifade etmektedir.
Değerli milletvekilleri,
ulaştırma hedefleri arasında, yük taşımacılığının, karayolundan, demir ve
denizyolu ağırlıklı bir yapıya kavuşturulması yer almaktadır. Demiryolu
uzunluğuyla ilgili hedeflere bakıldığında ise, mevcut 8 252 kilometrelik
demiryolu hattının 2013 yılında 8 998
kilometreye çıkarılacağı öngörüldüğü anlaşılmaktadır. Yeni demiryolu yapmadan,
yük taşımacılığında demiryollarının payının nasıl yaklaşık 5 katına
çıkarılacağı sorusunun cevabı ise verimlilik artışı olarak ifade edilmektedir.
Demiryollarının uzunluğunu sadece 750 kilometre artırmayı düşündüğümüz
bu dönemde, karayollarındaki bölünmüş yol uzunluğunu 9 400 kilometreden
15 000 kilometreye çıkarmayı hedefliyoruz. Böyle bir ortamda, yük
taşımacılığında, ağırlığın, nasıl olup da demir ve denizyollarına
kayacağını anlamak mümkün değildir.
Benzer bir tutarsızlık,
internet kullanıcı yoğunluğuna ilişkin hedeflerde de vardır. Bugün, Türkiye,
internet kullanımı bakımından hâlâ çok gerilerde bir ülkedir, internet
altyapısı bakımından daha da perişan bir haldedir. İnternet altyapısını
güçlendirme yönünde, gerçekten, etkili ve kararlı adımların atılmadığı
bizzat sektörün şikâyetidir. Hem ortaya bir hedef koyacaksınız hem de bu
hedefe ulaşma yönünde hiçbir adım atmayacaksınız; bu mümkün değildir.
Aynı durum, istihdam
göstergelerine ilişkin öngörülerde de söz konusudur. Tarımdaki istihdamın
yüzde 28'den yüzde 19'a düşmesi hedeflenmektedir. Peki, tarımdaki istihdamdan
eksilen bu yaklaşık yüzde 10'luk kesim nereye gidecektir; bu belli değildir.
Diğer rakamlara baktığımızda,
sanayi istihdamında oransal olarak herhangi bir artış beklenmediğini,
sadece hizmetler sektöründe bir artış öngörüldüğünü görüyoruz.
Tarım sektöründe
azalacak olan istihdam hizmetler sektörüne nasıl aktarılacak; bu, belli
değildir. Ayrıca, çağ nüfusu itibariyle çalışma yaşına gelmiş nüfusu nereye
yönlendireceksiniz; bu da belli değildir. Üstelik, artık, işsiz
nüfusumuzun yapısı da değişmiş durumdadır. Artık, işsizlerin önemli bir
bölümü üniversite mezunlarından oluşmaktadır.
Eğer, Planın, eğitime
ilişkin hedeflerine ulaşılacak olursa, üniversite eğitimi alanların çağ
nüfusuna oranı yüzde 48'e ulaşacaktır. Üniversite mezunu işsizin toplumsal
maliyeti, vasıfsız ve eğitimsiz kesimlere göre çok daha fazla ve derin olmaktadır.
Planın hedefleri arasında,
işsizliğin nasıl azaltılacağı sorusu yanında, üniversite mezunlarının istihdamının
nasıl yükseltileceğine ilişkin de herhangi bir veri bulunmamaktadır.
Değerli milletvekilleri,
Dokuzuncu Kalkınma Planındaki her bir hedef üzerinde uzun uzun durmak ve
dayanaklarını, geçerliliğini, tutarlılığını sorgulamak mümkündür. Üzülerek
ifade etmeliyim ki, bu sorgulamada sevindirici bir sonucun çıkması mümkün
gözükmemektedir. Burada ifade ettiğim hususların yanında, Plan hedeflerinin
yıllık ve dönemsel olarak belirtilmemiş olması, uygulamanın takibine ilişkin
öngörülen mekanizmanın zayıflığı, belirlenen hedeflere hangi kaynaklarla
ve nasıl ulaşılacağının belirsizliği gibi pek çok eleştiri sıralanabilir. Bu
eleştirilere karşılık, Hükümet, Planın, sadece makro hedefleri ve prensipleri
ortaya koyduğu, ayrıntıların stratejik planlara ve dönemsel bütçelere
bırakıldığı savunmasını yapmaktadır. Elbette, kalkınma planının
stratejisini ve yöntemini belirleme hakkı Hükümete aittir. Bu konuda herkes
görüşünü dile getirebilir; ama, Hükümetin kararına saygı duymak durumundadır.
Bizim burada eleştirdiğimiz, Planın hazırlanma yöntemi değildir; eleştirimiz,
Plandaki hedeflerin üzerine oturtulduğu temelin çürük olmasınadır.
Daha yürürlüğe girmeden,
hedeflere esas teşkil eden verilerin çöktüğü, dolayısıyla, öngörülerin
havada kaldığı bir planla karşı karşıya bulunuyoruz. En basitinden, 2009
yılında, dolar kuru için biçilen değer yaklaşık 1,5 YTL'dir. Merkez Bankası,
haftalardır, doları 1,70'in altında tutmak için var gücüyle çalışmaktadır.
Plandaki hedefe göre, 1,70'lik dolar kurunun çeyrek yüzyıl sonraya tekabül
etmesi gerekiyordu. Dolar kuru artınca, ne millî gelir hesabı ne faiz
hedefi ne cari açık oranı ne de diğer öngörülerin gerçekleşmesi ihtimali,
kalmamıştır.
Tek sorun da bu değildir;
karşımızda, Türkiye'nin rekabet gücünün nasıl artırılacağına, reel sektörün
nasıl güçlendirileceğine, bilgi ve teknoloji ağırlıklı istihdam yapısı
doğrultusunda nitelikli işgücünün nasıl oluşturulacağına dair doyurucu ve
somut hiçbir verinin yer almadığı bir plan vardır. Oysa, Türkiye'nin,
önümüzdeki dönemde, ister bu Planda ifade edilsin İster bu planda ifade
edilsin ister edilmesin, hepimizin kafasında ve yüreğinde var olan, büyük
hedeflere ulaşılmasını sağlayacak asıl unsurlar bunlardır. Gelişmiş ülkelerle
diğerleri arasındaki fark, işte buradadır. Planda atıfta bulunulan Hindistan
ve Çin örneklerine baktığımızda da aynı şeyi; yani, rekabet gücünü, reel
sektörü görüyoruz.
Bir kez daha altını
çizerek ifade etmek istiyorum; bizim itirazımız millî gelirin 10 000 dolar
olmasına, faizlerin düşmesine, ihracatın artmasına, turizm gelirlerinin
yükselmesine ve diğer hedeflere ulaşılmasına değildir. Keşke bu hedeflere
ulaşılabilse, keşke daha iyisi gerçekleştirilebilse; bunlar temennimizdir.
Oysa, biz, burada, devletin ve milletin tüm imkânlarının bu doğrultuda
seferber edileceği bir plan tartışıyoruz. Plan, temenni değildir. Plan, bir
tanımıyla düşüncedir, bir tanımıyla da bir işin yapılabilmesi için uyulması
gereken düzendir. Yani, plan dediğimiz şeyin ayakları yere basmak zorundadır.
Halihazırdaki Plan askıda durmaktadır; çünkü, ayak diye belirlenmiş olan
rakamların hiçbiri şu anda geçerli değildir; dolayısıyla da yok hükmündedir.
Değerli milletvekilleri,
biz, Anavatan Partisi olarak, Türkiye'nin potansiyeli ve gücünün, Planda
ifade edilen hedeflerden çok daha fazlasını gerçekleştirmeye yeteceğine
inanıyoruz; fakat, bunun için, sadece hedef belirlemek yetmemektedir. Belirlediğimiz
hedeflere ulaşabilmek için gerekli şartları nasıl oluşturacağınızı da ortaya
koymanız gerekmektedir. Gerçekçi, sürdürülebilir, her şeyin sistem içinde
yürüdüğü bir vergi ve teşvik sistemi ile yine bu amaca uygun bir kamu işleyişini
hayata geçirmemiz gerekmektedir.
Yüksek faiz, düşük kur
sarmalıyla oluşmuş istikrar söylemiyle takviye edilen ve fakat
ekonominin gerçek işleyişiyle ilgili olmayan düzen üzerine kurulu bir iklime
dayalı olarak gelecek kurgusu yapmak, sadece kendi kendimizi kandırmaktır.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Özyer,
konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
HASAN ÖZYER (Devamla)
- Bitiriyorum.
Sıcakparaya dünyanın
en büyük faizini vererek, ülkeyi sahte bir iyimserlik ortamına sokmanın,
ekonomik mucize yaratmak değil, günü kurtarma çabası olduğunu; dolayısıyla,
sürdürülemezliğini, artık, herkes anlamaya başlamıştır.
İnsanlara başarı diye
sunulanın aslında rüya olduğu, gerçekte bir kabus yaşandığı, inkâr
edilemez bir vakıa olarak karşımızda durmaktadır. Acı olan, görüşmekte olduğumuz
Planın da, bu rüyanın bir parçası olmasıdır.
Türkiye'nin, hakikaten
çok büyük işler başarabileceği bir dönemin, gerçekçi ve sürdürülebilir
temeller üzerine kurulmadığı için, yürümesi mümkün olmayan bir plan sürecinde
heba edileceğinden endişe ediyoruz.
Bu düşüncelerle, her
şeye rağmen, Dokuzuncu Kalkınma Planının, ülkemize ve milletimize hayırlı
olmasını diliyor; hepinize sevgi ve saygılar sunuyorum. (Anavatan Partisi
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ederim.
Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına, Tekirdağ Milletvekili Enis Tütüncü.
Sayın Tütüncü, buyurun.
(CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ENİS
TÜTÜNCÜ (Tekirdağ) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri,
Dokuzuncu Kalkınma Planı üzerinde, İkinci Bölümde, Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına söz almış bulunuyorum; hepinizi, en iyi dileklerimle, sevgiyle,
saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Türkiye'de, yeni bir planlama anlayışına geçişin ilk örneğini
yaşıyoruz. Bu yeni planlama anlayışı, strateji ve politika planlamasıdır. Eski
planlama anlayışı, 1960'lı yılların başından bu yana Türkiye'de sürdürülen
planlama anlayışı, hem Türkiye koşulları dikkate alındığında hem de dünya
koşulları dikkate alındığında, metodoloji açısından, teknik açıdan geçerliliğini
yitirmişti.
Şimdi, Dokuzuncu Planda
strateji ve politika planlamasının, -yetersiz de olsa, biraz sonra açıklamaya
çalışacağım tutarsızlıklarla dolu da olsa- bazı açılımlarına tanık oluyoruz.
Öncelikle, bir gerçeği kabul etmek mecburiyetindeyiz; strateji ve
politika planlamasının başlangıcında, Dokuzuncu Plan, bu Plan, dünyadaki
küreselleşme olgusunun ve giderek daha da güçlenen yeni liberal kapitalizmin
baskısı ve kısıtlamaları altında bulunuyor.
Bunların da ötesinde,
Dokuzuncu Planda bir başka kısıtlama göze çarpıyor; IMF'ye verilen sözler.
Bu sözler nedeniyle, Plan stratejisinde yer alan bazı hedefler, neredeyse,
uluslararası sermayenin alacaklarına güvence sağlayacak şekilde belirlenmiştir.
Ayrıca, planın makro
hedeflerinde son anda yapılan müdahaleler, Planın içsel tutarsızlığını
daha da artırmıştır. Tüm bu olumsuzluklara ve kısıtlamalara karşın şunu
bilmeliyiz ve kabul etmeliyiz ki, Türkiye'nin, her zamankinden daha fazla
planlamaya, planlama mantığına, planlama felsefesine ihtiyacı vardır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; ulusal kalkınma açısından Türkiye için önemli olan
konu, işsizlik, yoksulluk ve eşitsizliklerin kalıcı olarak aşılabilmesidir
ve bu amaçla, üretim ekonomisinin ve sosyal devletin yeniden ayağa kaldırılmasıdır.
Dokuzuncu Planı, işte, bu noktalardan ele almak gerekmektedir ve Dokuzuncu
Planı bu noktalardan ele aldığımızda, ne yazık ki, hem ekonomik açıdan,
üretim ekonomisine geçişte hem de sosyal devletin yeniden ayağa kaldırılmasında,
son derece yetersiz olduğunu üzülerek tespit ediyoruz.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; konuşmamın daha iyi anlaşılabilmesi açısından, Dokuzuncu
Planın başlangıcında, Türkiye'nin çözmek zorunda olduğu sorunlardan
bir bölümünün net fotoğrafını sizlerle paylaşmak istiyorum.
Birinci fotoğraf, Türkiye'deki
işsizlik ve yoksulluk sorunudur. Benden önce konuşan arkadaşlarım, işsizlik
ve yoksullukla ilgili bazı büyüklükleri sizlerle paylaştı. Bana göre,
Türkiye'deki işsizlik sorunu yüzde 25'ler dolayındadır. Bazı arkadaşlarımız
yüzde 15'leri telaffuz ettiler. Yani, çalışma yaşındaki yurttaşlarımızdan
her 4 kişiden 1'i işsizdir. İşsizlik, gençlerin arasında ve okumuş nüfus
grupları arasında çok daha yaygındır. Gençlerin içinde
her 3 kişiden 1'i işsiz durumdadır. Bu manzara, Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Türkiye'nin dört bir yanında, hırsızlık, kapkaç, çeteleşme, uyuşturucu,
fuhuş gibi yasadışı olayların yaygınlaşmasına yol açmaktadır.
Sizinle paylaşmak istediğim
ikinci sorun, asgarî ücretin bir sefalet ücreti olmakta oluşudur. 380
Yeni Türk Lirası olan ve esasen, açlık sınırının çok altında bulunan asgarî
ücret, Türkiye uygulamasında, neredeyse, ortalama ücret gibi kabul edilmektedir.
İşin daha da kötüsü, işsizlik baskısı ve çaresizlik, gençlerimizi kimi
zaman, asgarî ücretin altında çalışma zorunda bırakmaktadır. Sonuçta,
sigortasız çalışma, kaçak istihdam hızla artmaktadır. Türkiye'de, toplam
istihdamın yarısına yakın bölümü, kaçak, sigortasız bir şekilde çalışmakta
ya da çalıştırılmaktadır. İşgücü piyasasında sendikasızlaştırma, örgütsüzlük
ve taşeronlaşma yaygınlaşmaktadır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Türk-İşin son tespitlerine göre, açlık sınırı 558 Yeni
Türk Lirasıdır. Açlık sınırı, hepimizin
bildiği gibi, sadece gıda masraflarını karşılayacak masraf tutarıdır. Buna
göre, Türkiye'de asgarî ücretle çalışan, çalışmak mecburiyetinde olan ne
kadar insanımız varsa, demek ki, tümü, açlık sınırlarının oldukça altında
yaşam mücadelesi veriyor demektir. Bitmedi; gelir ve ücretleri 380 YTL'nin
üzerinde, ama, 558 YTL'nin altında, o aralıkta olan, yine, ne kadar
çalışan, işçi, çiftçi arkadaşımız varsa, küçük esnaf ve sanatkâr yurttaşımız
varsa, bunların da hepsi, demek ki, açlık sınırlarının altında yaşam
mücadelesi veriyorlar demektir. Türkiye'de, geçmiş dönemde, açlık ve yoksulluk,
kimsesiz, gariban ve yoksulların sorunuydu; ama, ne yazık ki, Dokuzuncu
Planın başlangıcında, açlık, yoksulluk, çalışmakta olan nüfusun, üretim
sürecinde olan nüfusun sorunu haline gelmiştir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; sizinle paylaşmak istediğim üçüncü sorun, Türkiye'nin,
kişi başına sağlık harcamaları açısından OECD ülkeleri arasında sonuncu
durumda olmasıdır. Bakınız, OECD ülkelerinin ortalama kişi başına sağlık
harcamaları 2 276 dolar iken, bizde, yalnız ve yalnızca 420 dolardır. 0
ile 5 yaş arasındaki bebek ölüm oranlarına baktığımızda, bizde hâlâ çok
yüksek oranlarda seyretmekte olduğunu görüyoruz; binde 37; yani, 0 ve 5
yaş arasındaki her 1 000 çocuğumuzdan 37'si 0 ile 5 yaşında ölmektedir. Oysa,
Avrupa Birliği ülkelerinde bu oran binde 8'dir.
Öte yandan, yine,
dramatik bir sorunumuz, anne ölüm oranlarının yüksekliğidir. Doğumda yitirdiğimiz
genç kadınlarımızın oranı, Türkiye'de yüzbinde 40'ların üzerindedir. Oysa,
Avrupa Birliği ülkelerinde yüzbinde yalnızca 3'tür.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım, bu Plan başında, başlangıcında, Türkiye'nin bir diğer önemli
sorunu, dar ve sabit gelirli halkımızın vergi adaletsizliği altında inim
inim inletilmekte oluşudur. Zenginden vergi alamayan AKP, KDV'ye ve
ÖTV'ye bindirerek, yoksulu ve garibanı daha da ezmektedir.
Tarım ve hayvancılık
çökmüştür. Çiftçi ve orman köylüsü perişan durumdadır. Türk çiftçisi, aldığını
pahalıya almakta, sattığını ise sürekli ucuza satmaktadır. Mazot, gübre,
ilaç, sulama elektriği gibi girdileri, dünyada en pahalı kullanan çiftçi
Türk çiftçisidir. Buna karşılık, tarım ve hayvancılığa verilen destek
açısından, çiftçimiz, dünyada son sıralarda bulunmaktadır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; tarımın desteklenmesi şu açıdan önemli: Türkiye'de,
ilk kez geçen yıl, tarımdan tarım dışına 1 200 000 dolayında göç yaşanmıştır.
Eğer, tarımın sahipsizliği bu şekilde devam ederse -ki, ne yazık ki, biz,
Dokuzuncu Planda tarıma sahip çıkacak bir politika setini göremiyoruz- tarımdan
işgücü kopuşları giderek artacaktır; buna göre, Türkiye, Dokuzuncu Plan
döneminde, her yıl işgücüne katılan 900 000 dolayında yeni insanın, genç insanın
önemli bölümüne iş sağlayacak, bunun dışında, tarımın tarım dışına sürdüğü
yüzbinlerce tarımsal işgücüne de tarım dışında iş sağlamak durumunda,
zorunda kalacaktır.
Küçük esnaf ve sanatkârların
sermayeleri hızla erimektedir. Dokuzuncu Planın başında dikkate almamız gereken bir
diğer konu budur. Protesto edilen senetler sayısı, bakınız, 2002'de 499 000
iken, 2005 yılı sonunda 920 000'e çıkmıştır. Protesto edilen senet tutarlarına
gelince -eski Türk Lirasıyla söyleyeyim- 816 trilyon lira idi AKP iktidara
geldiğinde; 2005 sonu itibariyle 2 katrilyon 800 trilyona yükselmiştir.
Bir diğer sorunumuz, dikkate
almamız gereken; yerli sanayicilerimiz, özellikle KOBİ'ler, hem iç piyasada
hem de dış pazarlarda ayakta duramaz bir konuma, iktisadî sıkıntıya düşmüşlerdir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; yurtiçi piyasayı ucuz ithal malları istila etmiştir. Ara
malı; yani, girdi üreten yerli sanayicilerin bir bölümü, bu nedenle
piyasadan sürülmüştür. Ekonomik büyüme veya ihracatta yüzde 1'lik bir artış,
eski yıllara göre çok daha fazla ithalat girdisine ihtiyaç göstermektedir.
Ekonomide dışa bağımlılık artmıştır, ihracatın ithalatı karşılama oranı
yüzde 61'lere kadar gerilemiştir; oysa, 2002'de, bu, yüzde 70'ler dolayındaydı.
İthalatın finansmanı dışborçla karşılanmaktadır. Yani, yabancıların
parasıyla büyüyen, tüketen bir ekonomik yapı oluşturulmuştur. İthalatta
tüketim malları değeri, 2005 yılı sonunda, 14 milyar dolara yaklaşmıştır.
Ekonomik büyüme, bu yeni plan döneminin başlangıcında, ne yazık ki, istihdam
yaratamamaktadır, yeterince istihdam yaratamamaktadır, gelir dağılımındaki
adaletsizliğin düzeltilmesine imkân vermemektedir. Halkımız, tasarrufa
yönelemeyen, ürettiğinden fazla tüketen bir hayal dünyasına sokulmuştur. Cari
açığın sürdürülmesi mümkün olmayan düzeylerde olduğunu, sizin, yeniden
dikkatlerinize sunmak istiyorum.
Türkiye'nin toplam
borç stokuna gelince; Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası ve özel sektörün
dış borçları da dahil olmak üzere, 362 milyar dolara yaklaşmıştır. Oysa, 2002'de bu 225
milyar dolardı. Yani, AKP döneminde, borç stoku, 137 milyar dolar artmıştır.
Bu borç stoku içinde son derece vahim bir olumsuz gelişme ise, toplam borç
stoku içindeki özel sektör, özel kesimin borçlarının artmakta oluşudur. Özel
sektörün dışborçları -bankacılık kesimi dahil olmak üzere- 2005 yılında
87 milyar dolara fırlamıştır, yüzde 95 bir hızla artmıştır. Oysa, toplam
kamu borçları, borç stoku, yüzde 60'lar dolayında artmıştı. Böylece, özel
kesim, bankacılık dahil olmak üzere, çok büyük bir kur riskine sokulmuştur.
Kamu borç stokunun yüzde 70'i faize ve kurdaki değişmelere karşı duyarlı,
son derece duyarlı bir hale getirilmiştir. Bakın, şimdi faiz artıyor, kur
artıyor. Ne oluyor; hem kamunun iç ve dışborç stoku hızla yükseliyor hem de
özel kesimin ve bankaların dövizle almış olduğu dış borçları yükseliyor. İşte,
böyle olumsuz koşullarda, Sayın Başkan, değerli milletvekilleri,
Dokuzuncu Beş Yıllık Planı hazırlıyoruz.
Şimdi, benden önce arkadaşlarım
da değindiler; ama, izin verirseniz, Planın ne kadar içsel tutarsızlıklarla
dolu olduğuna, çok kısa, somut bir örnek vermek istiyorum. Plan döneminde
büyüme hedefi yüzde 7 dolayında -ortalama, yıllık- kabul edilmiş ve
2013'te yıllık kişi başına gelir de 10 100 dolar olarak planlanmış. Ne var
ki, bu düzeyde bir büyümenin gerçekleşmesindeki varsayımlara bakıyoruz;
bu varsayımların, son derece yetersiz, hatta ve hatta, içinde yaşadığımız
koşullarda gülünç durumda, gülünç konumda olduğunu acı bir şekilde tespit
ediyoruz. Bakınız, dolar kuru 2006'da 1,450; 2007'de 1,470; 2008'de 1,480;
2009'da 1,478; 2013'te 1,436; bu varsayımla hazırlanmış. Dolar kurunun şu
anda bile 1,600'lerin çok çok üzerinde seyrettiğini biz bilmiyor muyuz?!
Diğer varsayımlara
değinmeyeceğim; ama, enflasyon varsayımına da değinmeden kendimi
alıkoyamıyorum. Program hedefi enflasyon, 2006'da yüzde 5, 2007'de -Merkez
Bankasının hedeflerinden alıyoruz bunu; Planda saklanmış- yüzde 4 enflasyon
hedefi, 2008'de yüzde 4 enflasyon hedefi. Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım;
böyle bir şey olabilir mi?! Şu anda, az önce dediğim gibi, döviz kuru fırladı,
1,600'lerin üzerinde seyrediyor. Şu anda faizler yüzde 20'nin üzerinde
seyrediyor; yani, bunların bütçeye, bunların iç ve dışborçlara, bunların
bankaların ve özel kesimin dışborçlarına yansımadığını nasıl kabul ederek
biz bir plan yapabiliriz; böyle bir şey olabilir mi?! Böyle bir şey olabilir
mi?! Anlamak ve kabul etmek mümkün değil.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; bakınız eğer kur hedefi yüzde 20 sapmayla revize edilirse,
kişi başına 2013 yılındaki gelir hedefiniz 10 000 dolardan 8 000 dolara iner.
Eğer, buna, bir de enflasyon hedefinde makul bir sapmayı ekleyip de
yeniden bir hesap yaparsanız, bu 10 000 dolarlık 2013 yılı hedefinin 6 000
dolara indiğini tespit edersiniz.
Sonuç olarak, Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Planın, şu şekilde afakî, gayriciddî varsayımlara
dayandığı açıkça ortaya çıkıyor. Son üç yıllık dönemde yaşanan ve küresel
likidite bolluğundan kaynaklanan yoğun sermaye girişi 2003 yılına kadar aynen
devam edecek. Türk Lirası, eskiden olduğu gibi, aynen değer kazanmaya devam
edecek. Değerli Türk Lirası, yani, düşük kur, yüksek faiz ve yüksek cari
açıkta büyüme olgusu 2003 yılına kadar sürdürülecektir. Ee ne diyelim; Allah
selamet versin, bu planı hazırlayanlara Allah akıl fikir ihsan eylesin! Amin!
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; Planın bir diğer yanlışı da işsizlik sorununa yaklaşımıdır.
Bakınız, Planda, işsizlik sorunu gerçek boyutlarıyla kavranabilmiş
değildir. Bunun ana nedeni nedir biliyor musunuz; bunun ana nedeni, Türkiye'de,
ne yazık ki, işsizlik sorununa Avrupa Birliği gözlükleriyle bakılmakta
oluşudur. Türkiye'nin sorununa Avrupa Birliği gözlükleriyle baktığınız
anda, Türkiye'deki istihdam ya da işsizlik sorununun, bir Fransa'nın,
bir Almanya'nın, bir İtalya'nın, bir Yunanistan'ın; yani, Avrupa Birliğinin
önde gelen ülkelerinin işsizlik sorunlarına yakın Türkiye'de işsizlik
sorunlarının olduğu noktasına gelirsiniz. Yüzde 10'luk işsizlik sorunları…
Değerli arkadaşlarım, bugün, Fransa'da, yüzde 9,9 işsizlik oranı var;
bugün, Yunanistan'da, yüzde 9,6 işsizlik oranı var; bugün, Almanya'da,
yüzde 9,7 işsizlik oranı var; bugün, Polonya'daki işsizlik oranı yüzde
15'in üzerinde, Slovakya'da işsizlik oranı yüzde 15'in üzerinde. Ee, biz,
hâlâ yüzde 10 düzeyindeki işsizlik oranlarıyla kendimizi avutuyoruz. Böyle
bir şey olabilir mi?! Böyle bir şey olabilir mi?! Türkiye'nin gözlükleriyle,
Türkiye'nin gerçekleriyle istihdam sorununa bakmak lazım, o şekilde
plan yapmak lazım ve bu şekilde baktığımızda değerli arkadaşlarım, Türkiye'de,
işsizlik sorununu, bir başına değil, Türkiye'de işsizlik sorununu, istihdam,
işgücü arzı, işsizlik, yoksulluk ve gelir dağılımı boyutlarıyla bir
bütün olarak almak mecburiyetindeyiz. İşte bu şekilde işsizlik sorununa
yaklaştığımızda, şunu görmeliyiz -ki, Planın es geçtiği, farkında olmadığı
en önemli konu- Avrupa Birliğinde, çalışmakta olan nüfusun, çalışma
yaşındaki nüfusun yüzde 70'i iş güç sahibidir; Türkiye'de ise çalışmakta
olan ya da çalışma yaşındaki nüfusun yalnız ve yalnızca yüzde 40'ı iş güç
sahibidir. Ne yazık ki, Plan, az önce dediğim gibi, bunun farkında değil.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Türkiye, gelecek on yıllık dönemde, her yıl 1,5 milyon
genç, orta yaşlı insanına iş olanakları yaratmak mecburiyetindedir. İşsizlikle
mücadelede, artık, herkesin kabul etmesi gereken bir gerçek vardır; Türkiye'nin
en büyük sorunu, yeterli üretim yapamamasıdır.
Bakınız, bizim, kişi
başına üretimimiz, yıllık 5 000 doların altındadır. Avrupa Birliğinde,
yıllık ortalama kişi başına üretim değeri, net üretim değeri 30 000-40 000
dolaylar düzeyinde seyrediyor; yani, bizden 6 kat, 7 kat daha fazla
üretiyor Avrupa. İstihdam, işsizlik ve yoksulluk sorununun da, Türkiye'de,
özü, esası burada yatıyor; üretimsizlik. Üretimi nasıl artırabiliriz; işte,
Planın es geçtiği en önemli noktalardan bir tanesi de budur.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; üretimi, ancak satılacak bir mal ya da hizmet üretebilirsek
artırabiliriz. Türkiye'nin iç pazarı, ne yazık ki, üretimi fazla artırmaya
imkân vermiyor. Bu nedenle, çıkış için tek yol kalıyor; dış pazarlar, yani,
ihracat. Eğer ihracatı artırabilirsek, üretimi de artırmış olacağız. İhracat
artışı üretim artışını, üretim artışı ise istihdam artışını getirecek. Bu
nedenle, Türkiye'nin, acilen, yeni bir anlayışla, yeni bir ihracat seferberliğine
götürülmesi gerekiyor. Planda, ne yazık ki, es geçilen noktalardan bir
tanesi de budur.
AKP'nin uyguladığı yüksek
faiz, düşük kur politikası, uygulanan yanlış teşvik politikaları, eksik,
yetersiz dışticaret politikaları sonucunda, ne yazık ki hem ihracat yapan
hem de ihracata girdi üreten sektörler büyük oranda kan kaybettiler. İhracat
yapma gücü ve iradesi dumura uğratıldı Türkiye'de.
İşte, Türkiye, ihracat
yapma gücünde yitirdiği bu kaybı nasıl giderecektir; bir ihracat seferberliğini
yeni bir anlayışla nasıl başlatacaktır? Dokuzuncu Plan, bu konuya -az önce
söylediğim gibi- ne yazık ki yeteri önemi vermemiştir. Umut etmek istiyorum
ki, Sayın Bakanımız bu konuda, en azından ileriye dönük bizi daha fazla umuda
götürecek bazı açıklamalarda bulunacaktır.
Aslında, yeni planlama
anlayışı bize bu konuda önemli avantajlar sağlıyor. Size Cumhuriyet Halk
Partisi olarak bazı konularda tüyolar verelim. Bakınız, ihracatta yeniden
atağa kalkma işi başıboş, gözü kapalı, bireysel sermaye
gruplarının veya firmaların piyasa dinamiklerinin tercihleriyle değil,
strateji ve politika planlaması ışığında yapılacak tercihlerle, yönlendirmelerle
götürülebilir. Burada temel amaç, Türkiye'yi geleceğin dünyasında kazananlar
safına geçirme olmalıdır; strateji ve politika planlamasının zaten avantajı budur. Biz böyle bir planlama anlayışına
geçiyoruz; ama, bu planlamanın bize vermiş oldu en iyi olanağı es geçiyoruz.
Bu amaca ulaşmak için, geleceğin dünyasındaki mal ve hizmet talebinin hangi
sektörlerde yoğunlaşacağını tahmin etmek durumundayız. Bu alanlarda
seçilecek endüstrilerde -ki, bunlara biz güneşi yükselecek sanayiler
diyoruz- KOBİ'ler ekseninde bir ihracat seferberliğine Türkiye'nin bir an
önce götürülmesi gerekiyor. Bu alanların bazılarını şöylece
sıralayabiliriz: Biyoteknolojinin, tarım ve hayvancılık başta olmak üzere,
çok sayıda kullanım alanları, iletişim teknolojileri, elektronik, elektromekanik
sanayileri, bilgisayar ve yazılım sanayileri, nükleer fizik ve uzay teknolojileri
gibi üretim alanları. Bu alanlarda, Sayın Başkan, değerli milletvekilleri,
bir birim üretim değeri, tarımda tonlarca buğday ya da tonlarca ayçiçeği
üretimine bedeldir veya hazır giyimde, tekstilde yüzlerce, binlerce
üretim birimine eşdeğerdir.
Öte yandan, Türkiye,
yine ihracat seferberliğinde, şu andaki mevcut sanayilerini, rekabet gücü
açısından selektif bir teşvik politikasıyla daha da güçlendirmelidir. Bunlara,
biz, güneşi batmayacak olan sanayiler diyoruz. Bu bağlamda, turizm, hazır
giyim ve tekstilde markalaşma, dayanıklı tüketim malları, makine imalatı,
otomotiv sanayii ve buna bağlı alt sektörler imalatı, ilaç sanayii, kimya
sanayii gibi sanayiler sayılabilir. Bu sanayilerden az da olsa bir bölümünden
söz ediliyor; ama, nasıl bir teşvik politikasıyla bu sanayilerde bir ihracat
seferberliğine gidilebileceği, ne yazık ki, Planda yer almıyor.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlar; Türkiye, AKP İktidarında sürdürülen yanlış teşvik
politikasından bir an önce dönmelidir. Her sektörü gözü kapalı bir şekilde,
bilinçsizce teşvik etme yanlışından dönmelidir; çünkü, her 1 liralık
teşvikin, yanlış teşvikin faturasını, ekonomide birileri, mutlaka ve mutlaka,
yüklenir. Ne yazık ki, bu fatura da, daha çok dar ve sabit gelirli gariban
yurttaşlarımıza çıkar.
İkinci olarak, Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; kamu sabit sermaye yatırımlarında çok
ciddî bir atılıma ihtiyacı vardır Türkiye'nin. Bakınız, kamu sabit sermaye
yatırımlarında, Türkiye, son derece yanlış bir politikayı -ısrarla mı
diyeceğim, bilinçsizce mi diyeceğim- götürmeye çalışıyor. Aynı politika anlayışının,
aynı yetersiz politika anlayışının Plana da yansıdığına tanık oluyoruz. Kamu
sabit sermaye yatırımlarında, Türkiye, Avrupa Birliği 15 ülke ortalamasının
kişi başına sadece yüzde 19'u dolayında yatırım yapıyor. Böyle bir şey
olabilir mi Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım?!
Yine, Türkiye, kamu
sabit sermaye yatırımlarında Avrupa 15 ortalamasının, kilometre başına,
yalnız ve yalnızca, yaklaşık olarak yüzde 15'i oranında yatırım yapıyor. Hani,
biz Avrupa Birliğiyle aramızdaki farkı kapatacaktık?! Onlar 1 yaparsa,
bizim, 2, 2,5; 3, olanaklarımız çerçevesinde kamu sabit sermayesi yatırımı
yapmamız lazım.
Değerli arkadaşlarım,
bakınız, Türkiye gibi ülkelerde kamu sabit sermaye yatırımlarının es geçilmesi
demek, yapılmaması demek, Türkiye'nin ya da o ülkenin ileriye dönük gizli
bir borç yükü altına sokulması demektir. Bu durumda, bırakınız yabancı sermayenin
Türkiye'ye ya da o ülkeye gelmesini, yerli sanayicinin dahi bir noktadan
sonra ülkeyi terk etmesine engel olamazsınız. Nitekim, Türkiye'de, yabancı
sermaye, kalıcı, üretime dönük, ihracata dönük yabancı sermaye gelmiyor. Onun
da ötesinde, yerli sermaye, tasını tarağını toplayıp Bulgaristan'a
gidiyor, Yunanistan'a gidiyor, şimdi tekstilde Mısır'a gidiyor. Değerli arkadaşlarım,
Türkiye'nin bir an önce aklını başına devşirmesi lazım.
Tarımda yangın var,
yangın. Tarım ve hayvancılığı, dünyada rekabet edebilecek bir düzeye çıkarmamız
lazım. Bunun için Türkiye'de bir tarımsal ürün planlaması, demokratik bir
tarımsal ürün planlaması; yani, bugün Amerika Birleşik Devletlerinde,
bugün İngiltere'de ve bugün Fransa'da, yani, kapitalist ülkelerde tarım
planlaması var Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; ama, böylesine
stratejik bir konumda olan Türkiye, yıllardan bu yana, tüm çabalarımıza rağmen,
tarımsal ürün planlamasını yapabilecek bir konuma getirilemedi.
Türkiye'de, Sayın Başkan,
değerli arkadaşlarım; bitkisel üretimin ve hayvansal üretimin yapısına
baktığımız anda, tarımsal katmadeğerin, toplam tarımsal üretimin, yüzde
65-70'i bitkisel üretimden geliyor, yüzde 30-35'i ancak hayvansal üretimden
geliyor. Oysa, Avrupa Birliğinde tam tersi; orada, büyük ölçüde, tarımsal
üretim, yüzde 70, yüzde 75, hatta yüzde 80 hayvansal üretimden geliyor. İşte,
Türkiye'nin, bir tarımsal ürün planlaması çerçevesinde, bu tarımsal
üretim yapısını bitkisel üretim ağırlıklı yapıdan hayvansal üretim ağırlıklı
yapıya bir an önce dönüştürmesi lazım. Bu nedenle, besicilik ve sütçülük,
Almanya'daki gibi mekanizmalarla desteklenmelidir. Tarıma, mutlaka ve
mutlaka dünya fiyatlarından girdi sağlanmalıdır. Demokratik kooperatifçilik,
toprak toplulaştırma, sulama kanalları, drenaj kanalları, erozyonu önleme
programları yaygınlaştırılmalıdır ve etkinleştirilmelidir.
Organize sanayi bölgeleri,
bir diğer olanak. Ne yazık ki, bu Planda organize sanayi bölgelerinin de
önemi yeterince kavranabilmiş değil. Bakınız Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Türkiye'de 241 organize sanayi bölgesi şu anda tüzelkişilik kazanmış
durumdadır. Ne yazık ki, bunların en çok…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Tütüncü,
ek 1 dakika süre veriyorum, konuşmanızı tamamlayın lütfen.
ENİS TÜTÜNCÜ (Devamla)
- Efendim, 5 dakika verecektiniz yanlış hatırlamıyorsam.
BAŞKAN - Hayır efendim,
söylemiştim. O birinci bölüm içindi. Sayın Bakana verdiğim için 4 dakika,
diğer bütün arkadaşlara da verdim. 1 dakika içinde tamamlayın.
ENİS TÜTÜNCÜ (Devamla)
- Toparlamaya çalışacağım Sayın Başkan.
O zaman, satırbaşları
itibariyle, izin verirseniz… Organize sanayi bölgelerinde, Türkiye'nin
mutlaka ve mutlaka bir ayrı seferberliğe gitmesi lazım. Bir an önce 154
tane organize sanayi bölgesinin -bakınız, 241'den 87'si tamamlanmış- inşaatlarının
bitirilmesi gerekiyor. Geçiyorum, nasıl bitirileceğine dair ayrıntılar vardı.
Türkiye'nin bir diğer
alanda bir seferberliğe girmesi lazım, meslekî ve teknikeğitim ile yaygın
eğitim seferberliği. Değerli arkadaşlarım, Türkiye'de çalışan nüfusun, istihdamda
olan nüfusun, üretimde olan nüfusun yüzde 70'i lise altı tahsil seviyesinde;
yani, ilkokul, ortaokul. Lise mezunu değil ya da okuma yazma bilmiyor ya da
okuma yazma bilmesine rağmen herhangi bir eğitim kurumundan mezun
olamamış. Böylesine düşük bir eğitim yapısıyla Türkiye'yi nereye
götürebiliriz?! Bir an önce Türkiye'nin meslekî ve teknikeğitim ekseninde
bir seferberliğe götürülmesi gerekiyor.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Tütüncü,
teşekkür ediyorum.
ENİS TÜTÜNCÜ (Devamla)
- Sayın Başkan, son bir şey söyleyebilir miyim?
BAŞKAN - Yok, prensiplerimi
ihlal ettirmeyin lütfen. İstirham ediyorum.
ENİS TÜTÜNCÜ (Devamla)
- Peki, o zaman arada söyleyeyim.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum sizlere, sağ olun.
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, birleşime 5 dakika ara veriyorum.
Kapanma saati: 18.09
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 18.21
BAŞKAN: Başkanvekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP ÜYELER: Mehmet DANİŞ (Çanakkale), Türkân
MİÇOOĞULLARI (İzmir)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 121 inci Birleşiminin İkinci Oturumunu
açıyorum.
Dokuzuncu Kalkınma
Planı üzerindeki görüşmelere kaldığımız yerden devam ediyoruz.
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
2.- Dokuzuncu Kalkınma Planının (2007-2013) Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Sunulduğuna Dair Başbakanlık Tezkeresi
ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (3/1075) (S. Sayısı: 1214) (Devam)
BAŞKAN - Komisyon ve
Hükümet yerinde.
Planın ikinci bölümü
üzerinde AK Parti Grubu adına Karabük Milletvekili Sayın Mehmet Ceylan;
buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA
MEHMET CEYLAN (Karabük) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; bugün
Dokuzuncu Kalkınma Planını görüşmekteyiz. Dokuzuncu Kalkınma Plan Taslağının
Beşinci ve Altıncı Bölümleriyle ilgili olarak AK Parti Grubu adına söz
almış bulunmaktayım; bu vesileyle Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
bilindiği gibi, cumhuriyet hükümetleri döneminde ülkemizin gelişme ve kalkınması
için çeşitli planlar hazırlanmış ve hükümetler tarafından da uygulanagelmiştir.
1960 yılında Devlet Planlama Teşkilatının kurulmasıyla birlikte de Türkiye,
gelişme ve kalkınmasını ciddî anlamda uzun vadeli planlar ve kısa vadeli
planlarla yürütmeye çalışmıştır. Bugün geldiğimiz noktada Dokuzuncu Kalkınma
Planı hazırlanmış ve Yüce Meclisin huzuruna getirilmiştir.
Bundan önce de 8 tane
uzun vadeli kalkınma planı hazırlanmış ve yürürlüğe sokulmuş bulunmaktadır.
Bundan önceki planlarla ilgili, bu planların hususiyetleri, özellikleri,
temel hedef ve stratejileri ve benzeri gibi özellikleri Sayın Bakanımız
Hükümet adına konuşmasında dile getirdiler. Ben bunlara değinecek değilim;
ancak, yine, Dokuzuncu Planla ilgili olarak da Sayın Bakanımız ve benden
önceki arkadaşlarımız, Dokuzuncu Planın temel hedefleri, stratejileri ve
benzeri gibi hususlarda görüşlerini dile getirdiler. Bunlara tekraren
girmeden, ben, 5 inci ve 6 ncı Bölümle ilgili Plan öncesi gelişmeler ve 6
ncı Bölümde de Plan hedefleriyle ilgili sizlere görüşlerimi açıklamaya
çalışacağım; ancak, bu hususa girmeden önce bir hususu sizlerle paylaşmak
istiyorum.
Değerli arkadaşlarım,
benden önceki konuşmacı arkadaşlar da ifade ettiler, Dokuzuncu Kalkınma
Planı, gerçekten diğer planlara nazaran özellikleri olan bir plan. Her şeyden
önce beş yıllık yerine, Avrupa Birliğinin malî programına da uyum çerçevesinde,
artık, planlar yedi yıllık olarak hazırlanmaktadır. Dokuzuncu Kalkınma
Planı, gerçekten uzun bir çalışmanın neticesinde ortaya çıkmış ve
huzurumuza gelmiştir. Sayın Bakanımız ve arkadaşlar da ifade ettiler, 57
adet özel ihtisas komisyonu oluşturulmuş ve toplam 2 250 kişi görev yapmış
bu çalışma sırasında değerli arkadaşlar. 2 250 kişinin çalıştığı ve 57
adet özel ihtisas komisyonunun hazırladığı böylesi bir çalışmayı bugün tartışıyoruz.
İşte, böylesi bir çalışma, böylesi bir Plan, Türkiye'nin gelecek yedi
yılının gelişme ve kalkınmasını planlayacaktır. Ben, bu hususta, bu çalışmalar
sırasında gerçekten özveriyle aylardır çalışan değerli arkadaşlarımıza,
başta Devlet Planlama Teşkilatının yetkilileri olmak üzere, özel ihtisas
komisyonlarında görev alan değerli akademisyenlere, bürokratlara, özel
teşebbüsten insanlara, herkese teşekkürümü sunuyorum.
Değerli arkadaşlar,
bu özel ihtisas komisyonları, ülkemiz açısından sadece Plan çalışması
için değil, birçok alanda birçok kişinin yararlanabildiği çalışmalar bunlar.
57 adet özel ihtisas komisyonu çalıştı ve çok değerli uzmanlar, konunun
uzmanları bu çalışmaları ortaya koydular. Bu çalışmalar, bundan sonraki
sadece plan çalışmalarında değil, planlama çalışmalarında değil; ama, onun
ötesinde, Türkiye'de, gerek kamu kesiminde gerek üniversitelerde gerekse
de özel teşebbüste araştırmacılar için yol gösterici olan değerli çalışmalardır,
önemsenmesi gereken çalışmalardır. O açıdan, ben, bir kez daha bu çalışmalarda
emeği geçen arkadaşlarımıza teşekkürü bir borç biliyorum.
Değerli arkadaşlarım,
Plan öncesi gelişmelere geçmeden önce, bir cümleyle, ben de, Dokuzuncu
Planının önemini ve vizyonunu ifade etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar,
bilindiği gibi, bundan önceki planlar, ülkenin sorunlarını ve çözüm yollarını
içeren, sektörel bazda detaylı, kapsamlı çalışmaları ortaya koyan plan
çalışmalarıydı; ama, bu Dokuzuncu Kalkınma Planıyla ülkemizde yeni bir
planlama anlayışı hâkim kılınmaktadır. Dokuzuncu Plan, stratejik bir yaklaşımla
ülkemizin temel sorunlarına odaklanan 5 temel gelişme ekseni üzerine oturtulmuş
bulunmaktadır ve bu 5 temel gelişme ekseni çerçevesinde bütüncül bir yaklaşımla
sorunlara çözüm önerileri ve politikalar geliştiren bir plan anlayışı çerçevesinde
hazırlanmıştır.
Bu 5 temel gelişme eksenini
ben bir kez daha hatırlatmak istiyorum: Birincisi, rekabet gücünün artırılması,
ülkemizin her alandaki rekabet gücünün artırılması. İki; istihdamın artırılması.
Üçüncüsü; beşerî gelişme ve sosyal dayanışmanın güçlendirilmesi. Dördüncüsü;
bölgesel gelişmenin sağlanması. Beşincisi; kamu hizmetlerinde kalitenin
ve etkinliğin artırılmasıdır.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; benim esas konuşma alanım 5 inci Bölümde Plan öncesi gelişmelerdi.
Plan öncesi gelişmelerde, özellikle Sekizinci Kalkınma Planı döneminde
Türkiye'deki gelişmeleri, ekonomik ve sosyal alandaki gelişmeleri kısaca
sizlerle paylaşmak istiyorum.
Değerli arkadaşlarım,
Sekizinci Kalkınma Planı, bilindiği gibi, 2001 ve 2005 yıllarını kapsayan
bir plan dönemini içermektedir. Bu plan dönemi, bilindiği gibi, 2001 yılı ülkemiz
açısından son derece şansız bir yıl olmuştur. Hepinizin de yakından bildiği
gibi, 2001 yılında, ülkemiz, derinden yaşadığı bir ekonomik krizle karşı
karşıya kalmış ve özellikle başta ekonomi olmak üzere ülkemizin tüm sektörleri
etkilenmiştir. Hatta bu dönemde gayri safî millî hâsıla cumhuriyet
döneminde belki en fazla düşüş gösteren bir gelişme göstermiştir, -9,5
seviyesinde ekonomi küçülmüştür. Tabiî, bu nedenle de, Sekizinci Beş Yıllık
Kalkınma Planının hedefleri, özellikle 2001 yılında yaşanan bu derin
ekonomik kriz nedeniyle hedeflere ulaşılması engellenmiş bulunmaktadır,
hedeflere ulaşılamamıştır. Ama, ondan sonraki yıllarda, 2002 yılında bir
toparlanma süreci yaşanmış; daha da önemlisi, 3 Kasım 2002 seçimlerinden
sonra, ülkemiz, tek başına, güçlü bir iktidarla karşı karşıya kalmıştır
ve AK Parti Hükümetleri, 3 Kasım 2002 seçimlerinden sonra, tek başına, güçlü
bir şekilde iktidara gelmiştir.
AK Parti Hükümetleri
döneminde, 2003'ten itibaren, Hükümet Programı ve Acil Eylem Planı çerçevesinde,
Hükümetlerimiz, çok ciddî tedbirler almış, ülkenin yıllardır biriken
sorunlarını çözme noktasında gayretler sarf etmiştir ve bu çerçevede,
her şeyden önce, ülkemizde, yıllardır özlemini duyduğumuz güven ve istikrar
ortamı yakalanmıştır. İşte, bu çerçevede, yakalanan güven ve istikrar ortamıyla
ve alınan diğer tedbirlerle birlikte, başta ekonomi olmak üzere, hemen
bütün alanlarda çok önemli gelişmeler kaydedilmiştir.
Değerli arkadaşlarım,
kararlılıkla uygulanan bu tedbir ve politikalar neticesinde, ekonomimiz,
2002 yılından itibaren, ciddî yapısal bir dönüşüm sürecine girmiştir. Gayri
safî millî hâsıla açısından, 2001 yılında yüzde 9,5 oranında daralan
ekonomi, 2002-2005 döneminde, yıllık ortalama yüzde 7,8 oranında büyümüştür.
Böylece, kişi başına millî gelirimiz 2001 yılında 2 123 dolar iken -2001
yılında 2 123 dolara gerilemişti- 2005 yılında 5 008 dolara ulaşmış bulunmaktadır.
Uygulanan sıkı maliye
politikası sonucu, kamu maliyesinde disiplin sağlanmıştır. Böylece, 2000
yılında, millî gelirin yüzde 11,9'u oranında açık veren kamu finansman dengesinden
istikrarlı bir şekilde 2005 yılında yüzde 0,1 fazla veren kamu dengesine
ulaşılmış bulunmaktadır. Siyasî istikrar, malî disiplin ve sıkı para
politikasının etkisiyle, enflasyon, bildiğiniz gibi kontrol altına alınmış
ve enflasyon oranı, uzun yılların ardından, ilk kez tek haneli rakamlara
gerilemiştir.
Türkiye ekonomisi dünya
ekonomisiyle daha fazla entegre olmuş ve dışticaret hacmi önemli ölçüde
artmış bulunmaktadır. 2000 yılında 27,8 milyar dolar olan ihracatımız,
2005 yılında yaklaşık 3 katı artarak 73,4 milyar dolara; 54,5 milyar dolar
olan ithalatımız ise, 116,5 milyar dolara yükselmiş bulunmaktadır.
Ekonomideki belirsizliklerin
ortadan kaldırılması, piyasalarda güven ortamının yeniden sağlanması ve
Avrupa Birliğiyle olan ilişkilerimizin ivme kazanması sonucunda doğrudan
yabancı sermaye girişlerinde ciddî artışlar gerçekleşmiş bulunmaktadır.
Değerli arkadaşlarım,
doğrudan yabancı sermaye girişleri bu dönemde gerçekten ciddî oranda
artmış, 2002 yılında sadece 1 milyar dolar seviyesinde olan yabancı sermaye
girişi, bugün, 2005 yılında 10 milyar dolara… 9,7 milyar dolar olarak gerçekleşmiş
bulunmaktadır.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; son yıllarda yaşanan tüm bu olumlu gelişmelere karşın
ekonomide sağlanan iyileşmeler, istihdama sınırlı ve gecikmeli olarak yansımaktadır.
Son üç yılda sanayi ve hizmetler sektörlerinde önemli ölçüde istihdam
artışları sağlanmasına rağmen, artan nüfusumuz ve ekonomideki yapısal
dönüşüme bağlı olarak tarım sektöründe yaşanan hızlı çözülme, sanayi sektöründeki
boş kapasitelerin kullanılması, toplam istihdam artışını sınırlamış
bulunmaktadır. İşte, bu nedenle, Dokuzuncu Kalkınma Planı istihdamın
artırılmasına yönelik politikalara özel önem vermektedir.
Değerli arkadaşlarım,
benden önce konuşan özellikle muhalefetteki arkadaşlarımız bir iki
hususun üzerinde önemli bir şekilde durmuşlardır. Bunlardan bir tanesi
işsizlik sorunudur. İşsizlik oranlarının yüksek olduğundan yakınmışlardır.
Doğrudur, ekonomide ve
diğer alanlarda çok önemli gelişmeler sağlanmasına rağmen, bu dönemde
özellikle istihdam alanında diğer alanlardakine benzer şekilde çok
önemli artışlar sağlanamamıştır; ama, her şeye rağmen, işsizlikte de
bir artış yoktur değerli arkadaşlarım. Elimdeki resmî rakamlara göre
konuşuyorum; işsizlik oranı 2002 yılında 10,3 seviyesindeyken, yine, 2005
yılında da 10,3 seviyesinde seyretmektedir.
Tabiî, şunu hiç unutmayalım
ki, Türkiye'de gençlerin yeni iş piyasasına girmesiyle birlikte her yıl
600 000-650 000 civarında yeni iş imkânları yaratılmaktadır. Bunun üstüne,
işsizlikte bir gelişme beklenmektedir. Bunu, mutlak surette göz önünde
bulundurmamız gerekmektedir; ama, ifade ettiğim gibi, tarım sektöründeki
hızlı çözülme ve sanayi sektöründeki özellikle boş kapasite alanlarının
kullanılması nedeniyle işsizlik konusunda çok ciddî gelişmeler sağlanamamıştır;
ama, Dokuzuncu Plan dönemi hedeflerinin en başında bu husus gelmektedir ve
buna önem verilecektir.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planında, tabiî ki,
ekonominin dışında da, diğer sektörel alanlarda da çok önemli gelişmeler
kaydedilmiş bulunmaktadır. Bunları, tabiî, detaylı bir şekilde anlatsak
saatler sürecek; ama, bir iki hususta, özellikle eğitim ve sağlık alanındaki
gelişmeleri bir iki cümleyle sizlerle paylaşmak istiyorum.
Değerli arkadaşlar,
AK Parti Hükümetleri döneminde eğitime ve sağlığa çok ciddî yatırımlar
yapılmıştır. Bunu hiç kimse inkâr edemez. AK Parti Hükümetleri döneminde
genel bütçe harcamaları içinde Millî Eğitime ayrılan pay bütün bakanlıkların
üstüne çıkmış bulunmaktadır. Bakın, konsolide bütçe içindeki pay, Millî
Eğitimin payı 2002 yılında yüzde 7,6 iken, 2004 yılında yüzde 8,5'e ulaşmış,
2005 ve 2006 yıllarında da yüzde 9,5'e yükselmiş bulunmaktadır. Millî
Eğitimin konsolide bütçeden aldığı payı ifade ediyorum değerli arkadaşlar.
Diğer taraftan, çok
önemli kampanyalar başlatılmış durumda, kanunlar çıkarılmış durumda. "Yüzde
Yüz Eğitime Destek" kampanyası çerçevesinde, binlerce dershane,
derslik yapılmış bulunmaktadır. Sadece son üç yılda, Türkiye'de özel sektörün
de desteğiyle, kamu kesiminin birlikte yapmış olduğu derslik sayısı 75
000'i bulmuş bulunmaktadır.
Değerli arkadaşlarım,
bu gelişmelerle birlikte, bu dersliklerle birlikte, Türkiye'de derslik
başına düşen öğrenci sayısı 2002 yılında 50,7 iken, 2005-2006 öğretim yılında
bu sayı 43,5'e düşmüş bulunmaktadır.
MUHARREM İNCE (Yalova)
- Okullardaki boş derslikleri de sayarsan oluyor…. Dön de bir bak, arka
tarafta bir okul var, oraya da bak.
MEHMET CEYLAN (Devamla)
- Türkiye'de derslik başına öğrenci sayısı -2002 yılında- 50,7'den 2006
yılında 43'e inmiş bulunmaktadır.
"Haydi Kızlar
Okula" kampanyası çerçevesinde 150 000 kız öğrencimiz okula başlamış
bulunmaktadır. Bu dönemde yine 15 adet yeni üniversitenin kurulması AK Partiye
nasip olmuştur ve bunların devamı da gelecektir değerli arkadaşlarım.
Sağlıkta reform
niteliğinde, devrim niteliğinde işler başardık sizlerin destekleriyle,
gayretleriyle. Sağlıkta reform çalışmaları çerçevesinde, bildiğiniz
gibi, bütün sağlık kuruluşları tek çatı altında toplandı. Artık, SSK hastanesi-devlet
hastanesi ayırımı ortadan kalkmış bulunmaktadır. Türkiye'de aile hekimliği
uygulaması başlatılmıştır, pilot uygulaması uygulamaya sokulmuş bulunmaktadır.
Emekli Sandığından
hizmet alan vatandaşlarımız özel hastane ve polikliniklerden de yararlanmaya
başlamış bulunmaktadır. Genel sağlık sigortası çerçevesinde, hep birlikte
çıkardığımız yasa çerçevesinde, bundan sonra, maddî gücü olmayan ve 18
yaşın üstündeki bütün vatandaşlarımız devletin sağlık güvencesi altında
sağlık hizmetlerini alacaktır değerli arkadaşlarım.
İşte, eğitimde olduğu
gibi, sağlıkta olduğu gibi, ulaştırma alanında da, altyapı alanında da,
enerji alanında da, diğer alanlarda da, Türkiye'de, Sekizinci Kalkınma
Planı döneminde, 2003-2005 yıllarında, özellikle, çok önemli gelişmeler,
tarihî başarılar elde edilmiştir.
Sayın Başkanım, değerli
arkadaşlarım; bu değerlendirmeden sonra, Sekizinci Beş Yıllık Plan
dönemine ilişkin bu değerlendirmeden sonra, Dokuzuncu Plan hedefleriyle
ilgili görüşlerimi ifade etmeye çalışacağım.
Değerli arkadaşlarım,
Dokuzuncu Plan döneminde -arkadaşlarımız da ifade ettiler- gayri safî yurtiçi
hâsılanın yıllık ortalama yüzde 7 oranında artması hedeflenmiş bulunmaktadır.
Bazı arkadaşlar bu hedefi büyük olarak değerlendirebiliyorlar; ama, Türkiye,
görüldüğü gibi, yüzde 7'lik, yüzde 8'lik, yüzde 9'luk, 9,5'lik büyüme oranlarını
başarmıştır; başaracak güçte, büyük bir ülkedir değerli arkadaşlarım. Geçmiş
plan dönemlerinde de, cumhuriyet döneminden itibaren, yüzde 7'lik büyüme
hızları bu ülkede yaşanmıştır, gerçekleştirilmiştir, Dokuzuncu Plan
döneminde de çok rahatlıkla başarabileceğimiz inancındayız.
2006 yılında gayri
safî millî hâsıla 380 milyar dolar civarındayken, yüzde 7'lik bir büyüme
artışıyla birlikte, 2013 yılında yaklaşık 800 milyar dolara gayri safî
yurtiçi hâsılanın ulaşacağını beklemekteyiz. Bu çerçevede, kişi başına millî
gelirimiz, 2013 yılında 10 100 dolara, satın alma gücü paritesine göre ise 15
332 dolara ulaşacaktır değerli arkadaşlarım.
Tarım kesimi, sıkıntılı
olduğumuz bir kesim. Dokuzuncu Kalkınma Planı döneminde Türkiye ekonomisinde
yapısal reformlar ve uygulanacak sektörel politikalar sonucunda, tarımsal
üretimin sektörel kompozisyonunda da birtakım değişiklikler beklenmektedir.
Bu politikalara paralel
olarak tarım sektörünün katmadeğeri içindeki payının azalması, buna karşılık,
sanayi ve hizmetler sektörlerinin paylarının ise artması öngörülmektedir.
Tarım sektörünün, Plan döneminde, yıllık, ortalama yüzde 3,6 oranında
büyümesi ve gayri safî yurtiçi hâsıla içindeki payının -2006 yılı itibariyle,
şu andaki seviyesi yüzde 9,9- bu rakamın, 2013 yılında, yüzde 7,8
seviyesine gerilemesi beklenmektedir. Bu da doğaldır değerli arkadaşlarım.
Bütün gelişmiş ülkelerde, tarım sektörünün gayri safî yurtiçi hâsıladan
aldığı pay gerilemektedir. Bu çerçevede, şu anda, ülkemizde de, ifade ettiğim
gibi, gayri safî yurtiçi hâsıla içinde tarım sektörünün payı yüzde 9,9
iken, 2013 yılında, yüzde 7,8 seviyesine gerilemesi beklenmektedir.
Buna karşın, rekabet
gücünün artırılması ve yüksek katmadeğer üreten bir yapıya geçişin sağlanmasına
yönelik uygulanacak politikalar neticesinde, sanayi sektörünün yıllık ortalama
yüzde 7,8 oranında büyümesi ve dönem sonunda katmadeğer içindeki payının
yüzde 27,2 seviyesine ulaşması beklenmektedir. Bugün itibariyle, sanayi
sektörünün katmadeğer içindeki payı -2006 yılı itibariyle söylüyorum- yüzde
25,9 seviyesinde bulunmaktadır. Plan dönemi sonunda, sanayi sektörünün
payının yüzde 25,9'dan yüzde 27,2 seviyesine ulaşmasını beklemekteyiz.
Yine, paralel bir şekilde,
hizmetler sektöründe de küçük de olsa bir gelişme beklemekteyiz Plan
dönemi boyunca. Plan döneminde hizmetler sektörünün de yıllık ortalama
yüzde 7,3 büyümesi ve 2013 yılında katmadeğerden yüzde 65 oranında pay alması
öngörülmektedir. Şu anda hizmetler sektörünün toplam katmadeğer içindeki
payı, yüzde 64 seviyesinde bulunmaktadır.
Değerli arkadaşlarım,
Plan döneminde, kamu ve özel sektör sabit sermaye yatırımlarında da artışlar
beklemekteyiz. Bu dönemde, kamu ve özel sektör sabit sermaye yatırımlarının
yıllık ortalama yüzde 9,4 ve yüzde 8,1 oranında artması öngörülmektedir.
Yani, kamu kesimi sermaye yatırımlarının özel sektörden daha fazla miktarda
artması öngörülmektedir. Kamu kesimi sabit sermaye yatırımlarının yüzde
9,4, özel kesim sabit sermaye yatırımlarının da yüzde 8,1 büyümesi öngörülmektedir.
Eğitim, sağlık alanında
da, yine, önemli artışlar beklemekteyiz ve bu sektörlerin toplam bütçe
içindeki paylarının giderek artmasını beklemekteyiz.
Değerli arkadaşlarım,
Dokuzuncu Kalkınma Planı döneminde özelleştirme uygulamalarına devam
edilecek ve bu çerçevede çalışmalar sürdürülecektir; ancak, tabiî, üretim
sektörleri alanında devlet, kamu sektörü elini tamamen çekecek ve özel sektöre
teslim edecek; ancak, özelleştirme uygulamalarında, özellikle tahıl
alımı, tohumluk üretimi, demiryolu ulaşımı, elektrik iletimi, petrol arama,
havameydanlarının işletilmesi, posta hizmetleri ile kıyı emniyetinin
sağlanması alanlarında özelleştirme yapılmasını öngörmüyoruz. Bu alanlarda
özelleştirme yapmayacağız değerli arkadaşlar.
Bunun dışında, ifade ettiğim
gibi, bu sektörlerin dışında, özelleştirme tüm hızıyla sürecektir. Bu
çerçevede kamunun elektrik dağıtım ve toptan ticaret alanından, şeker,
tütün ve çay ürünlerinin işlenmesi, petrokimya sanayii, hava ve deniz
ulaşımı ile lokomotif ve vagon üretimi, malzeme alımı konusunda yürüttüğü
faaliyetlerden tamamen çekilmesi planlanmaktadır. Yine, bu kapsamda
elektrik üretimi, doğalgaz piyasası, kömür ve diğer maden işletmeciliğindeki
kamu payı da düşürülecektir.
Değerli arkadaşlarım,
Dokuzuncu Plan döneminde yüzde 7'lik gayri safî millî hâsıladaki artışa
paralel bir şekilde dış ticarette de artışlar öngörmekteyiz. 2005 yılında
73,4 milyar dolar olarak gerçekleşen ihracatımızın, Plan dönemi sonunda
2013 yılında yıllık ortalama yüzde 14,2 artışla 210 milyar dolar
seviyesine ulaşmasını beklemekteyiz. İthalat da paralel bir şekilde artacak;
ama, ihracata göre daha az bir artışla, ortalama yüzde 11'lik bir artış
oranıyla 2013 yılında ithalatımızın da 275 milyar dolar seviyesine çıkmasını
beklemekteyiz. Dolayısıyla, Plan dönemi sonunda, değerli arkadaşlarım,
Türkiye'nin toplam dışticaret hacmi 500 milyar dolarlara yaklaşmaktadır.
Yarım trilyon doları bulan bir dışticaret hacmine ulaşan bir Türkiye'yi görmekteyiz.
Değerli arkadaşlarım,
tüm bunlar sonucunda carî işlemler açığının gayri safî yurtiçi hâsıla
içindeki payının 2005 yılında yüzde 6,4'ten 2013 yılında yüzde 3 seviyesine
gerilemesi öngörülmektedir.
Değerli arkadaşlarım,
turizm gelirlerinde de Plan döneminde çok önemli gelişmeler beklemekteyiz.
Bilindiği gibi, 2000 yılında sadece 7,6 milyar dolar olan turizm gelirlerimiz,
2005 yılında 18,2 milyar doları bulmuş bulunmaktadır ve
turist sayısı da, 2000 yılında
10,4 milyondan, bugün, 23 000 000'u bulmuş bulunmaktadır. Plan
dönemi sonunda da, bugün, 18 milyar dolar seviyesinde olan turizm gelirlerimizin,
2013 yılı sonunda, 36,4 milyar dolara ulaşmasını beklemekteyiz.
Değerli arkadaşlarım,
doğrudan yabancı sermaye girişlerinde de, Plan döneminde, ortalama her
yıl 12,1 milyar dolar seviyesinde doğrudan yabancı sermaye girişi beklemekteyiz.
Enflasyon oranının -arkadaşlarımız
ifade ettiler- Plan dönemi sonunda yüzde 3'lere gerilemesini beklemekteyiz.
Sayın Başkanım, değerli
arkadaşlar, ekonomi alanında, malî alanda bu gelişmeleri beklerken,
diğer sektörlerde de çok önemli gelişmeleri, elbetteki, hedeflemekteyiz.
Plan dönemi boyunca, sektörel, beşerî ve bölgesel gelişme konularında da
çok önemli gelişmeleri hedeflemiş bulunmaktayız. Tarım sektöründe, örgütlü
ve rekabet gücü yüksek bir yapıya geçiş amaçlanmaktadır Dokuzuncu Kalkınma
Planında.
Değerli arkadaşlarım,
sanayi sektörü, rekabet gücü yüksek bir yapıya kavuşturulacaktır. Bu amaçla,
geleneksel sektörlerde, yüksek katmadeğerli ürünlere…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Ceylan,
ek 1 dakikalık süre içinde konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
MEHMET CEYLAN (Devamla)
- 1 mi, 4 mü Sayın Başkanım?
BAŞKAN - 1 dakika…
MEHMET CEYLAN (Devamla)
- Değerli arkadaşlarım, tabiî, 100 sayfalık bir Plan dokümanı var. Bu kadar
kısıtlı bir zaman içinde, bunların hepsini detaylı bir şekilde anlatmak
imkânına da sahip değiliz. Tabiî, sizlerin de fazla vaktini almak istemiyorum;
ancak, sözlerimi şu şekilde ifade etmek istiyorum: Bu Plan, yeni bir yaklaşım
getirmektedir ülkemize ve inanıyorum ki, yedi yıllık bir gelecekte, bir perspektif
içinde, bu Planla birlikte, Türkiye, çok daha önemli yerlere gelmiş
bulunacaktır ve dünya ekonomileri içinde, inşallah, inanıyorum ki, ilk 10
arasına girmeyi başaracaktır Türkiye.
Böylesi bir Planın
hazırlanmasında, başta Devlet Planlama Teşkilatı yetkilileri olmak
üzere, emeği geçen bütün arkadaşlarımıza, yetkililere, akademisyenlere
teşekkür ediyorum.
Planın ülkemize, milletimize
hayırlı ve uğurlu olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ederim Sayın Ceylan.
Saygıdeğer arkadaşlarım,
birinci bölümde Sayın Bakan sunuş yaparken, konu tamamlanamadığı için,
Sayın Bakan sadece 4 dakika, hatta 3,5 dakika civarında kullandı; ben, onun
için, adaletli olması için o süreyi diğer arkadaşlara verdim; ama, ondan
sonraki konuşmaların hiçbirisinde böyle bir şeyin söz konusu olmayacağını
belirttim. Bundan sonraki bütün hatiplerin konuşmasını teşekkür için 1
dakika için uzatacağım; ama, toparlayamazsa, benim yapacağım hiçbir şey yok,
konuşma kendiliğinden kesilmiş olacak. Tekrar hatırlatıyorum.
ÖMER ABUŞOĞLU (Gaziantep)
- Düğmeyi açabilirsiniz Sayın Başkan.
BAŞKAN - Şahsı adına,
Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan.
Sayın Kandoğan,
buyurun.
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri saygıyla selamlıyorum.
Benden önce, AK Parti
Grubu adına konuşan Çok Değerli Milletvekilimin söylemiş olduğu bazı hususlarla
ilgili düşüncelerimi ifade etmek istiyorum.
Bir kere, Sayın Milletvekilim,
kişi başı millî gelir rakamını 5 008 dolar olarak verdi.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri)
- Doğru…
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- "Doğru" diyen milletvekilim kim; göremiyorum; ama…
Şimdi, o rakam, dolar
kuru 1,30 YTL civarındayken ortaya çıkan bir rakam. Şimdi dolar kuru
1,63-1,64 YTL civarında. Hesaplarsanız, Sayın Milletvekilim, o, 5 008
dolar olan kişi başına millî gelir, bugün, 4 100 dolarlara düşmüştür. Biz
hep bunu söylüyorduk zaten; yani, bu millî gelir hesaplamasının kâğıt
üzerinde yapılmasının yanlış olduğunu ifade ediyorduk.
Şimdi, siz, geldiniz,
söylediniz, aynı rakamları telaffuz ediyorsunuz; ama, Türkiye'de, şu anda,
bu dolar seviyesiyle kişi başına düşen millî gelir rakamı 4 100 dolarlar
civarındadır. Bir kere bunun altını çizmek lazım.
İki…
HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar)
- 2005'in sonuna göre.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Ya, şimdi, sonu başı olur mu; şu anki durumu konuşuyoruz.
HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar)
- Olur tabiî.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Nereden biliyorsunuz, 2005'in sonunda veya 2006'nın sonunda bu rakamın
daha yukarıda olacağını, düşük olacağını? Mevcut, bugünkü durum bu. Biz,
zaten bunu söylüyorduk; aşırı değerlenmiş Türk parasından dolayı bu rakamlar
böyle şişmiştir diye söylüyorduk, söylediğimiz gerçekleşti.
Şimdi, siz diyorsunuz
ki Sayın Milletvekilim, gayri safî yurtiçi hâsıla 850 milyar dolar olacak
2013'te.
MEHMET CEYLAN
(Karabük) - 800 milyar dolar.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- 850 milyar dolar; siz öyle söylediniz. Bunu neye dayanarak söylüyorsunuz;
2013 yılı sonundaki dolar kuruna, tespit ettiğiniz dolar kuruna uygun
olarak o rakamı söylüyorsunuz; ama, 2013 yılı sonundaki cari rakamlarla
-dolar kuru öyle olmazsa, şu anda öyle değil- bu, 850 milyar dolar olmayacak.
850 milyar dolar olmayacağı için de, kişi başına, o, Sayın Başbakanın 10 099
dolara çıkarmış olduğu rakam olmayacak. Bizim söylemek istediğimiz bu.
Şimdi, siz dediniz ki,
57 ihtisas komisyonu toplanmış; çok güzel. 57 ihtisas komisyonunun toplantısının
sonunda bir plan hedefi çıkıyor; ama, Sayın Başbakan çıkıyor, o 57 komisyonun
yapmış olduğu çalışmaları bir kenara bırakıyor, diyor ki, ben 8 700 doları
kabul etmiyorum, 2013 yılı sonundaki rakamlar 10 099 dolar olacak. Şimdi,
nerede kaldı o 57 komisyonun çalışması?
MEHMET CEYLAN
(Karabük) - Onlar sektörel, ihtisas komisyonları.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Ya, sektörel veya değil sevgili kardeşim; yani, mesele, ortaya konulan
rakamların sağlıklı olmasıdır, doğru hedefler ortaya konulmasıdır,
ulaşılabilecek hedeflerin ortaya konulmasıdır. Yoksa, ben de isterim,
keşke 15 000 dolar olsaydı.
Hepimiz arzu ederiz. Kim arzu etmez ki, Türkiye'de,
2013 yılı sonunda kişi başına millî gelir 15 000
dolar olmasını kim arzu etmez; ama, rakamlar ortada. O enflasyon rakamlarıyla,
dövizde oynayabilecek yeni bir oynaklıkla, o 10 000 rakamlarının olmayacağını
sizler göreceksiniz. Onun için, milletin karşısına çıkıp,
gerçek rakamlar neyse onları söylemek lazım gelmektedir.
Şimdi
"tarımın payının düşmesi doğaldır" dediniz. Şimdi, AK Parti Seçim
Beyannamesinin 69 uncu sayfasına bakıyoruz. Bunu
söyleyeceğinizi bilseydim, yanımda getirirdim de; ama, yanımda yok.
69 uncu sayfasında diyorsunuz ki Seçim Beyannamesinin: "Tarımım Türkiye'deki
gayri safî yurtiçi hâsıladan aldığı pay yüzde 14'ler seviyesindedir."
Bunu küçümsüyorsunuz Seçim Beyannamesinde. Yani, bu rakamın biz daha üzerine çıkacağız diyorsunuz.
MEHMET CEYLAN (Karabük) - Azalmayacak mı
demişiz orada?
ÜMMET KANDOĞAN
(Devamla) - Evet.
Yüzde 14'ü eleştiriyorsunuz. "Tarımın gayri
safî yurtiçi hâsıladan almış olduğu pay yüzde 14'lere düşmüştür."
Eleştiriyorsunuz ve bunu söyleyerek, seçimde oy istediniz vatandaşlardan
ve vatandaşlar da, sizin bu Seçim Beyannamenizdeki tarımla ilgili sözlerinize
dayanarak, kırsal kesimde çiftçilerimiz, tarımla uğraşanlarımız size oy
verdi. Şimdi geldiniz, burada diyorsunuz ki -AK Parti adına konuştunuz;
şahsınız adına konuşsaydınız bunu söylemezdim, AK Parti Grubu adına konuştunuz-
şimdi diyorsunuz ki: "Yüzde 10'lara düştü şu anda, yüzde 10'larda;
biz bunu, 2013 yılı sonunda yüzde 7,8'lere
düşüreceğiz" diyorsunuz.
Şimdi, o zaman…
MEHMET CEYLAN (Karabük) - Gelişme öyle.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Efendim, siz
bir plan ortaya koymuşsunuz; bu planda, 2013 yılı sonunda tarımın gayri
safî yurtiçi hâsıladan alacağı payın yüzde 7,8'e düşeceğini söylüyorsunuz;
ama, seçim meydanlarında, vatandaşa, çiftçiye, köylüye farklı şeyler
söylediniz. Tütünde kotalarla ilgili söylemiş olduklarınız, şekerpancarı
kotasıyla ilgili söylediklerinizin tam tersini yaptığınız gibi, burada da
gelip, 7,8'e düşüreceğinizi söylüyorsunuz.
Şimdi, nüfusun yaklaşık
yüzde 35 kesimi tarımda.
O da bir miktar düştü, yüzde 29,5'lere düştü bu dönemde. Bu vatandaşlarımız
ne yapacak?! Sizlere güvenip, tarımla ilgili politikanızın bu olacağına
inanan vatandaşımız ne yapacak?!
HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar)
- Hizmet sektörüne, sanayi sektörüne gidecek.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Şimdi, sevgili kardeşim, güzel, isteriz; tarımdaki nüfusumuz sanayi ve
hizmetler kesimine geçsin, ben de isterim; ama, var mı böyle bir şey;
hayır, yok böyle bir şey. Türkiye'deki işsizlik rakamları meydanda. Devraldığınız
döneme göre işsizlik rakamları yükselmiş, yüksek.
MEHMET CEYLAN
(Karabük) - Hayır, çıktı işte ortaya.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Bakınız Sayın Milletvekilim, siz, bakınız, bu Planda diyorsunuz ki… Bak,
bu Planda hedefiniz 10,4; ulaşabilirseniz. Devraldığınız da 10,3. Yani, devraldığınız
duruma göre hedefiniz daha yüksek ve ulaşamayacaksınız, bu sene bu hedefe
ulaşamayacaksınız. Yani, işsizlikle ilgili, sanayide, hizmetler sektöründe,
tarımdan ayrılan nüfusu emebilecek bir kapasite olsa, hay hay, tarımdaki
nüfusumuzu alalım, sanayi ve hizmetler sektörüne kaydıralım. Yok böyle bir
şey.
HALİL AYDOĞAN (Afyon)
- Yatırımları görmüyor musunuz?
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Efendim, şimdi, bakınız "yatırım" diyorsunuz da yanlış söylüyorsunuz.
Bakınız, bir kere bunu tespit edelim: Türkiye'de bir büyüme yüzde 7,5; sizin
döneminizde. Siz 2002'yi de aldığınız için 7,8 çıkartıyorsunuz; 2002'yi
ayırın bir kenara. 2002'de yüzde 7,9 büyüme; yani, sizin üçbuçuk yıllık ortalamanızdan
daha yüksek, 2002. Bakınız, o kriz ortamından sonraki büyüme yüzde 7,9.
Şimdi, bu dönemde yüzde 7,5 büyüdünüz, üçbuçuk yılda. Peki, bu yüzde 7,5
büyüme varsa bu işsizliğe niye bir çare yok? Niye, biliyor musunuz; sizin
büyümeniz, ithalata dayalı bir büyüme. Böyle bir büyüme modeli Türkiye'de
söz konusu. İthalata dayalı bir büyüme modeli olduğu için o yüzde 7,5
büyüme, işsizliğe çare olmayacak bir büyüme. Bunu nereden çıkarıyorum; rakamlara
bakın, ithalat rakamlarına bakın. İthalat rakamlarında ara malı ithalatı
80 milyar dolar; görülmemiş bir rakam. Siz, yurt dışından ithal ettiğiniz
ara malların üzerine çok az bir muamele yaparak onu ihraç ediyorsunuz ve böyle
bir büyüme modeli olduğu ortaya çıkıyor. Buna bir örnek vermek istiyorum.
Ben Denizliliyim. Benim bütün yakın çevrem tekstille uğraşır. Şimdi,
sizin, döneminizde -tekstilin ara malı nedir; ham bezdir- ham bez Çin'den,
Hindistan'dan, Pakistan'dan ara malı olarak ithal ediliyor. Niye ithal
ediliyor; çünkü, aşırı değerli Türk Lirasından dolayı ithalat çok ucuzladı.
Şimdi, bizim sanayicimiz, KOBİ'lere yaptırdığı veya kendisinin ürettiği
ham bezi yurt dışından ithal ediyor; onun üzerine bir baskı yapıyor ve ihraç
ediyor. Siz, zannediyorsunuz ki, ihracatımız bu kadar arttı. İhracatınız
da ithalata dayalı bir ihracat artışı… Bunun da altını çizmek lazım.
Onun için, değerli milletvekilleri,
Türkiye'nin sıkıntısını iyi tespit etmek lazım; ama, bunu, bu Kalkınma Planında,
siz, bugünlerde ortaya çıkan yanlışlığınızdan, bu yanlışlığınızdan
dönememişsiniz; çünkü, bu yanlışlığı görmeden önce bu Plan hazırlandı. Siz,
bu Planın içerisinde hâlâ aşırı değerli Türk Lirası, aşırı değerli…
MEHMET CEYLAN (Karabük) - Yıl sonu ortalamasına
bak.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Efendim, yanlış
düşünüyorsun işte. Aşırı değerli Türk Lirası -bak gene söylüyorum- ithalatı
cazip hale getirecektir, ihracatı zorlayacaktır ve dolayısıyla bir kısırdöngü
içerisine girilip Türkiye'nin en büyük sıkıntısı
olan, şu anda en büyük sıkıntı olan cari açık artmaya devam edecektir. Bu politikayla, siz, cari açığı düşüremezsiniz. Demin de söyledim, iddia ediyorum ve bu konuda çok iddialıyım.
Bu politikayla, bu sürdüreceğiniz bu politikayla cari açığı düşürmeniz mümkün
değil, mümkün değil; çok iddialı söylüyorum.
O nedenle değerli milletvekilleri,
geliniz, yanlışlıkların nerede yapıldığını bir kere bir tespit ediniz. Bu yanlışlıklardan dönerek yeni bir ekonomi politikası, yeni
bir vizyonla meselelere yaklaşınız.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Kandoğan, konuşmanızı tamamlayınız
lütfen.
Buyurun.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Siz, doğrudan
yabancı sermayeyle ilgili de şunu söylediniz: 2013 yılına kadar yıllık 12,1 milyar dolar doğrudan yabancı sermaye gelecek.
MEHMET CEYLAN
(Karabük) - 10 milyar dolar gelmiş zaten.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Şimdi, sevgili kardeşim, bakınız, hangi alanlara gelecek, hangi sektörlere
gelecek?! Bizim yerli sektörümüz, yerli sanayicilerimiz dünyayla rekabet
edemedikleri için yatırımlarını Türkiye'ye değil, yurt dışına yapmaya başladılar.
Geçen gün gazetelerde siz de gördünüz; 150 büyük sanayicimiz yurt dışına
yatırım yapmak için gidiyor. Şimdi, yurt dışından gelenlere de bakın, hangi
sektörlere geliyor; gayrimenkul alımına geliyorlar, gayrimenkul, banka
alıyorlar. Yani, gelen yabancı sermaye, Türkiye'de yeni istihdam alanları
yaratabilecek bir doğrudan yabancı sermaye değil. İşte, yanıldığınız noktalardan
birisi de bu. O nedenle, bunların iyi değerlendirilip, planın iyi hazırlanması
gerektiğini söylüyoruz.
Bu duygu ve düşüncelerle,
Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar)
- Bu bankaları satanlar, paraları ne yapıyor; bir de onu söyleyin.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Sonraki konuşmamda…
BAŞKAN - Teşekkür
ederim.
Konuşacak mısınız Sayın
Bakanım?..
Hükümet adına, Devlet
Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Abdüllatif Şener.
Buyurun Sayın Bakanım.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) - Evet, Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Dokuzuncu Kalkınma Planının ikinci tur ve birinci tur görüşmeleri
içerisinde, bazı noktalar üzerinde, özellikle muhalefet milletvekilleri
değerlendirmeler yaptılar. Bu değerlendirmeler, bazı teknik boyutları
da içerdiği için, hepsine değil, ama, bu safhada bazılarına açıklık getirmek
istiyorum.
Her şeyden önce, Plan
ve Bütçe Komisyonunda yapılan müzakerelerde de ayrıntılı bir şekilde
değerlendirmesi yapıldı. Sayın milletvekilleri orada da bunu çok gündeme
getirmişlerdi, burada tekrar gündeme girdi. Yani, Yüksek Planlama
Kurulunda, Sayın Başbakanın, kişi başına millî gelirin 8 700 dolar değil de
10 000 dolar civarında olmasını uygun gördüğüyle ilgili görüşünün Plan
sürecine müdahale olduğunun ısrarla ve tekrar tekrar vurgulanması, ifade
edilmesi, bir kere, Plan sürecinin ne olduğuyla ilgili bilgilerin eksik
olduğunu veya yanlış olduğunu göstermektedir.
Bir kere, baştan beri,
sürekli olarak vurguluyoruz. Bu Plan, sadece özel ihtisas komisyonları
çalışmalarının sonucu değildir. Bu Plan, sadece Devlet Planlama Teşkilatının
yapmış olduğu bir çalışmanın sonucu da değildir. Bu Plan, belli bir süreç
içerisinde ortaya çıkmaktadır. Elbette, 2 252 değerli uzman ihtisas
komisyonlarında çalışmışlardır, belli olgunluğa orada ulaştırmışlardır
Plan çalışmalarını; hepsine teşekkür ediyoruz. Devlet Planlama Teşkilatı
da tüm Müsteşarlık bünyesindeki uzmanlarıyla, memurlarıyla, hizmetlileriyle
birlikte bu Planın mükemmel bir şekilde ortaya çıkması için gayret sarf
etmişlerdir. Başta Sayın Müsteşar olmak üzere, tüm Devlet Planlama Teşkilatı
Müsteşarlığının elamanlarına, mensuplarına teşekkür ediyoruz. Ama, Planın
sonuçta Yüksek Planlama Kuruluna geleceği bir yasal zorunluluktur, Türkiye
Büyük Millet Meclisinden geçeceği de yine bir gerekliliktir. Bu süreçlerin
hepsinde plan tekrar gözden geçirilir ve süreçte karar verme yetkisine
sahip olan kişiler alternatifleri, detayları tartışırlar ve bu tartışma
sonucunda da her aşamada plan yeni bir safhaya ulaşır. Nitekim, Yüksek Planlama
Kurulunda, bildiğiniz gibi, üye olarak tek bir bürokrat vardır; DPT Müsteşarıdır.
Sayın Başbakan, Yüksek Planlama Kurulunun başkanıdır ve 7 de bakan bu
Kurulun üyesidir. Bu Kurulda, bürokratlar, ilgili uzmanlar Planı takdim
etmişlerdir, Plan detayları tartışılmıştır sonuna kadar ve Yüksek Planlama
Kuruluna Plan farklı alternatiflerle, farklı varsayımlara göre farklı
sonuçlarla takdim edilmiştir ve bu takdim içerisinde de Sayın Başbakanın
bunun 10 000 dolar civarında gerçekleşmesinin daha makul olduğunu ifade ettiği
durumda da konu müzakere edilmiştir ve sonra karara bağlanmıştır.
TUNCAY ERCENK (Antalya)
- Uzmanların görüşü?!.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) -
Dolayısıyla, Yüksek Planlama Kurulunun, Kurula gelen rakamları,
ifadeleri değiştirme yetkisi yoktur demek -ki, burada yapılan iddialar bu
anlama gelir- planlama sürecinin ne olduğunu bilmemek demektir. Dolayısıyla,
elbette Yüksek Planlama Kuruluna bir metin gelecektir. Bu metinle birlikte,
kesin metin olmadığı için, alternatifler gelecektir. Bu alternatifler
içerisinde de, elbette ki, seçim ve tercih olacaktır. Yapılan o olmuştur.
Sonra, Bakanlar
Kuruluna gelmiştir, orada da müzakere edilmiştir. Değişen kısımlar,
ilaveler, çıkarmalar, elbette her safhada söz konusu olabilir. Nitekim,
Plan ve Bütçe Komisyonunda da bazı değişiklikler olmuştur. Eğer, Yüksek
Planlama Kurulundaki müdahale hukukî değildir deniliyorsa, bu takdirde,
Plan ve Bütçe Komisyonundaki değişiklikler de hukukî değildir, Genel
Kurulda yapılacak değişiklikler de hukukî değildir anlamına gelir ki, bunu
kabul etmek, bunu savunmak, bunun böyle olduğunu iddia edebilmek mümkün
değildir.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Trabzon) - Kimse öyle bir şey söylemedi.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Sürecin her safhasında birtakım
değişiklikler olabilir, olmalıdır ve bu da işin karakteridir, doğasından
kaynaklanmaktadır.
Hatta, olaya tersinden
bakalım. Eğer, Yüksek Planlama Kurulunda ve Bakanlar Kurulunda hiçbir
değişiklik olmasaydı, öyle zannediyorum ki, eleştirme kastıyla bir şey
söyleme ihtiyacı içerisinde, aman, bu tamamen bir bürokratik metin olmuştur,
neden Yüksek Planlama Kurulunda veya Bakanlar Kurulunda değişiklik olmamıştır
diye burada eleştirilebilirdi. Belki de öyle bir eleştiri yapılabilirdi,
yapılırdı da.
Dolayısıyla, sürecin
tamamını bir bütün olarak görmek lazım ve önemli olan, Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kurulundan çıkan metnin ne olacağıdır. Burada da olumlu katkı
getiren herkesin katkısı, elbette değerlendirilecektir.
Diğer taraftan, özellikle
varsayımlar arasında, "2013 dolar kuru 1,436 YTL olarak belirlenmiştir;
bu, son günlerdeki dolardaki çıkışı inişi dikkate almamak demektir…"
Bir kere, son günlerdeki dolardaki iniş-çıkışa göre önümüzdeki yedi yılın
sonundaki geleceğimiz noktayı belirlemeye kalkarsak yanlış yaparız. Plan,
geçici kısa dönem dengelerini ifade etmez ki. Plan, bir uzun dönem dengesini
ifade ediyor. Dolayısıyla, olayları değerlendirmek, rakamların, verilerin
nereye gideceğini, nereden geleceğini görmek, bu uzun dönem değerlendirmelerle
birlikte verilecek kararla ancak anlaşılabilir. "Bu olur mu? Nasıl
olacak? Şu andaki düzeyinde bir dolar kurunu 2013'te kabul ediyorsunuz"
diye ifade, yani, Türkiye'de yaşadıklarımızla birlikte değerlendirilirse
doğru bir bakış açısı değildir. Neden; çünkü, 2006 Kasımında dolar
1,680'di.
MEHMET SOYDAN (Hatay)
- 2001…
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - 2002 Kasımını söylüyorum. Birkaç
ay öncesinde geldiği nokta da 1,350 idi. Bu, sadece Türkiye'ye özgü bir
şey de değil. Önümüzdeki dönemde de uygulanacak verimlilikteki artış,
ekonomik dengeler, perspektif, rekabet gücünün artırılması… Plan hedefleri
gerçekleştiği takdirde dolar kurunun geleceği yer burasıdır. Bunun teknik,
ekonometrik hesapları yapılmıştır. Peki, böyle bir şey olabilir mi, mümkün mü; elbette
olabilir ve elbette ki mümkündür. Neden? Şimdi, bakın, Güney Kore.
1997'de, Güney Kore'de 1 ABD Doları 1 900 Wondu; Kore'nin millî parası. Şimdi
kaç; 1 000 Wonun da altına düşmüş, 957 Won; yarıdan daha fazla düşmüş.
Şimdi, Sayın Ümmet Kandoğan
diyor ki: "İşte, doların değeri bu kadar düşerse, bu kadar düşmüş dolar
kuruyla, bu ihracat tıkanır, ithalat artar, cari açık da artar. Halbuki,
siz, 2013'ün sonunda cari açığı yüzde 3'e düşürüyorsunuz." İşte, rakamlar
ortada. Güney Kore'de, 1 900 Won düşmüş 957 Wona ve Güney Kore'de, 2004 yılında
28 milyar dolar cari fazla var, 2005 yılında 10 milyar doların üzerinde
cari fazla var. Burada, ekonomiyi, sadece elinize aldığınız bir veriyle, bir
rakamla, işte, kur düşerse ihracat azalır, ithalat artar diye tek bir
veriden hareketle değerlendirme yaptığınız zaman, ortaya iki şey çıkar:
Bir; ben iktisatçı değilim, iktisatla ilgili dinamikleri, tüm değişkenlerle,
tüm parametrelerle birlikte izah etmem mümkün değildir; birini seçer ona
göre o varsayım altında değerlendirme yaparım demektir ki, bu realite olmaz,
bu gerçek olmaz ve ulaşacağımız sonuç da bu olmaz. Dünyanın değişik ülkelerine
baktığınızda farklı örnekleri her zaman bulursunuz.
Yine yanlış başka bir
değerlendirme: "Efendim, tarımın millî gelir içerisindeki payı
9,9'ken, siz 2013'te 7,8'e düşüreceksiniz. Bu sizin programınıza da aykırı,
Seçim Beyannamenize de aykırı, Hükümet Programınıza da aykırı. Tarımı küçültüyorsunuz."
Tarımı küçültmüyoruz. Neden tarımı küçültmüyoruz; çünkü, 2006'da millî
gelir 380 milyar dolar. Bunun yüzde 9,9'unu aldığınız zaman, tarımın oluşturduğu
gelir miktarı 38 milyar dolar eder; millî gelir içerisinde 38 milyar dolarlık
bir payı ifade eder. Ama, 2013 yılında millî gelirin tamamı büyüyecek, 380
milyar dolarlık millî gelir 800 milyar dolar olacak. Millî gelir içerisinde
tarımın payı 7,8'e düşecek; ama, tarımın 38 milyar olan değeri 62 milyar
dolara çıkacak, ikiye katlanacak. Dolayısıyla, tarımı küçültmüyoruz; tarımsal
üretimi, tarımsal geliri artırıyoruz. Aslında olay değerlendirilecekse,
gerçekçi bir bakış açısıyla, realist bir şekilde, objektif olarak,
muhalefet yapma duygusuyla değil, doğruyu, gerçeği tespit etmek maksadıyla
konu anlatılacak, izah edilecek, tartışılacaksa, bu bağlantıları içerisinde
ortaya konulmalıdır, değerlendirilmelidir diyorum. Zaten tarımın istihdam
içerisindeki payı da sürekli düşüyor. Gelişmiş ekonomilerde de böyle. Japonya'ya
bakarsınız, Avrupa'ya bakarsınız, Amerika Birleşik Devletlerine bakarsınız
-gelişmiş ekonomilere- tarım nüfusunun toplam nüfus içerisindeki payı bizdeki
gibi yüksek değildir.
NAİL KAMACI (Antalya)
- Nereye götüreceksiniz, hangi sanayie götüreceksiniz?!
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Bakın, 98'de tarımdaki istihdam
9 000 000. 2005'te bu 6,5 milyona düşmüştür. Zaten düşerek geliyor, azalarak
geliyor. Normal gidiş bu zaten. Bunun dışında plana bir şey yazsanız, zaten
doğal gidişe, normal gelişime aykırı bir laf etmiş olursunuz, söz söylemiş
olursunuz. Yani, 98'de toplam istihdam içerisinde tarımsal istihdamın
payı yüzde 41,5'ken, 2005'te bu 29,5'e düşmüştür. Elbette ki Plan dönemi
boyunca da bu tarımsal istihdamın toplam istihdam içerisindeki payı da
düşecektir. Bu, sanayi ve hizmetler sektöründe absorbe edilecektir,
yeniden iş bulacaktır ve ekonominin gelişmişliği de bu rakamlarla, bu
verilerle ölçülür. Gelişmiş ekonomiyle gelişmekte olan ekonomi arasındaki
fark budur zaten. Yüz yıl önceki Türkiye'yi alın, ikiyüz yıl önceki Avrupa'yı
alın, millî gelir içerisinde tarımın payı yüzde 90'ın üzerindedir. Dünyanın
doğal gelişimi, normal gelişimi bu iken "bu niye böyle gidiyor kardeşim"
diye burada konuştuğunuz zaman, iktisadî gelişmeleri bir tarihî perspektif
içerisinde de iyi görmeme gibi bir sonuç ortaya çıkarır diye düşünüyorum.
Özet itibariyle, bu
Planda, evet, özel ihtisas komisyonlarında çalışan 2 252 değerli uzmanın
etkisi, payı, katkısı, enerjisi vardır; teşekkür ediyoruz. Devlet Planlama
Teşkilatı, aylarca, bir yılı aşkın süredir tüm personeliyle emeğini bu
konuya teksif etmiştir; ayrıntı, detaydan öte, doğruyu ve stratejiyi en
uygun şekilde belirleme çabası içerisinde olmuştur, doğru şeyler tespit
etmişlerdir ve doğru bir metin önümüze getirmişlerdir, kendilerine
teşekkür ediyorum ve her türlü eleştiriye rağmen bunları bir katkı saydığım
için, hem Plan ve Bütçe Komisyonunun değerli üyelerine, hem de iktidarıyla
muhalefetiyle tüm milletvekillerimize teşekkürlerimi, şükranlarımı
sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKTAN - Teşekkür
ederim Sayın Bakan.
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, saat 20.15'te toplanmak üzere birleşime ara veriyorum.
Kapanma Saati: 19.20
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 20.21
BAŞKAN: Başkanvekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Mehmet DANİŞ
(Çanakkale)
BAŞKAN - Saygıdeğer
milletvekili arkadaşlarım, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 121 inci Birleşiminin
Üçüncü Oturumunu açıyorum.
Dokuzuncu Kalkınma
Planı üzerindeki görüşmelere kaldığımız yerden devam ediyoruz.
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
2.- Dokuzuncu Kalkınma Planının (2007-2013) Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Sunulduğuna Dair Başbakanlık Tezkeresi
ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (3/1075) (S. Sayısı: 1214) (Devam)
BAŞKAN - Komisyon ve
Hükümet yerinde.
Planın ikinci bölümü
üzerinde, şahsı adına, Hatay Milletvekili Mehmet Eraslan'ın konuşmasında
kalmıştık.
Sayın Eraslan, buyurun.
Süreniz 10 dakika.
MEHMET ERASLAN (Hatay)
- Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; öncelikle hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Daha önce de ifade ettiğimiz
gibi, kalkınma planları yapılırken toplumun ve sektörlerin içinde bulunduğu
şartlar göz önünde bulundurulur, sorunları dikkate alınır ve planlar onların
çözümü cihetinde hazırlanır demiştik ve bu Plan çerçevesinde, toplumsal
ve sektörel birçok sorunun gözardı edildiği ve onların çözüme kavuşturulması,
rahatlatılması cihetinde gerçekten ciddî bir çalışmanın olmadığı
kanaatimi ifade etmiştim.
Sayın Bakanımız, tarım
sektörüne verilen desteklerden ve bunun 2013'te 7,7 olacağından; dolayısıyla,
gayri safî millî hâsılanın artmış olacağından dolayı, 800 küsur milyar
dolayında olacağından dolayı tarım sektörünün gayri safî millî hâsıladan
alacağı payın da o şekilde artacağını ifade etti. Denizli Milletvekilimiz
Sayın Ümmet Kandoğan Beyin hitabına cevaben bunu ifade etti diye
düşünüyorum. Tabiî ki, ben, Sayın Kandoğan'ın ifadelerini ve Sayın Bakanımızın
da cevabını üst üste koyduğumda, şöyle bir sonuç çıkarıyorum: Gayri safî
millî hâsıladan tarım sektörümüzün aldığı pay, doğru yüzde 14, yüzde 15
seviyelerindeydi ve şu an, gayri safî millî hâsıladan aldığı pay, tarım
sektörünün, yüzde 10'lar dolayına düşmüştür. Bunu, oransal olarak değil
rakamsal olarak değerlendirirsek daha doğru bir neticeye varacağımızı
düşünüyorum. Mesela, Refah Partisi ile Doğru Yol Partisinin koalisyon olduğu
1997 verilerine bakıyorum; acaba Türk ekonomisi tarım sektörüne ne kadar destek
vermiş -Sayın Bakanımız da Maliye Bakanıydı o zaman- 6,2 milyar dolar. 6,2
milyar doları verirken Türk ekonomisi tarım sektörüne, o zamanki gayri
safî millî hâsılanın yanılmıyorsam yüzde 14 veya 15'ine veya daha fazlasına
tekabül ediyordu; 1997'den 2005 yılına gelmişiz, 2006 yılı bütçesini yapmışız,
2006 yılı bütçesinde, tarıma, tarım sektörüne ayırdığımız pay ise 2,8 milyar
dolar. Gayri safî millî hâsıla artmış, gayri safî millî hâsıla 358 milyar
dolar olmuş; gayri safî millî hâsılamız artmasına rağmen, tarım sektörüne
ayırdığımız pay, 1997 yılında ayırdığımız paydan çok çok daha aşağıya düşmüştür.
Bunlar, resmî rakamlardır; dolayısıyla, 2013 yılında gayri safî millî
hâsılanın 800 küsur milyar dolar olduğunu farz ederek ve gayri safî millî
hâsıladan alacağı payın da 7,7 civarında olacağını hesap ederek, bugünkünden
çok daha fazla tarım sektörüne destek verileceği kanaati, teorisi, bana
göre, havada kalan bir teoridir ve bütün dünya tarım sektörünü desteklerken
-çünkü, tarım sektörü önemli bir sektör- özellikle Türkiye'de, gayri
safî millî hâsılanın yüzde 11'ini oluşturan tarım sektörü, istihdamın yüzde
33'ünü oluşturan tarım sektörü, her geçen yıl destek, sübvansiyon noktasında,
tarım sektörüne ayrılan kaynak noktasında azalma yaşarken, girdi
maliyetlerinde de her geçen gün artış gösteriyor. Yazılı soru önergelerimize
gelen cevap ortada. Bakın, birkaç tane rakam vermek istiyorum size: 2002
yılı sonunda -çiftçinin ana girdi kalemi özellikle mazot ve gübredir- 1
245 000 lira olan mazot, geldiğimiz gün itibariyle 2 500 000 lira olmuştur
ve yüzde 100'e varan bir artış söz konusudur. Diğer taraftan, Avrupa Birliği
ülkelerinde, akaryakıtı, çiftçi, 55 sente kullanırken, biz, hemen hemen
2 dolar düzeyinde kullanıyoruz veya 1,8 dolar düzeyinde, çiftçimiz, akaryakıtını
alıp kullanmak durumunda kalıyor. Amerika Birleşik Devletlerine
bakıyoruz, 40 sent. Peki, orada da petrol çıkmıyor, Avrupa Birliği ülkelerinde
de petrol çıkmıyor, bizde de petrol yok; onlar da ithal ediyor, biz de ithal
ediyoruz; ama, niye, biz 2 dolar düzeyinde, milletimize, bu ülkede yaşayan
insana ve çiftçiye akaryakıtı kullandırırken, ABD 40 sent, Avrupa Birliği
ülkeleri 55 sente kullandırıyor? Demek ki, bizde vergi oranları hâlâ yüksek,
hâlâ vergi oranlarını düşürememişiz, dolayısıyla, girdi maliyetlerini de
aynı şekilde düşürememişiz. Mesela, 2002 yılında 250 000 lira olan gübre,
2005 yılı sonunda, üre gübresi -cinsini de söyleyeyim- 540 000 lira şu an
ve artış oranı yüzde 113. Bunu hangi çiftçiye söylerseniz söyleyin, bu
rakamları, mutlaka ondan alırsınız. Aynı şekilde, amonyum sülfattaki
artış yüzde 95, DAP gübresindeki artış yüzde 75. Özellikle tohumluk
fiyatları ve ilaç fiyatları yüzde 36 ile yüzde 35 oranında artış göstermiştir.
Sulamayla ilgili enerji fiyatları, tarımsal sulamada kullanılan enerji
fiyatları yüzde 30 oranında yine zamlanmıştır, artış göstermiştir. Şimdi,
çiftçimizin girdi maliyetleri sürekli artıyor; ama, ürün fiyatı artışı
söz konusu olmadığı için kâr edemiyor. Kâr edemediği için borcunu bazen
ödeyemiyor, kredisini ödeyemiyor ve kredisini ödeyemeyen bir çiftçinin icra
emri elimde. Bakın, mektuplar göndermişler, demişler ki, biz borcumuzu
ödeyemedik, icra emrini sizlere gönderiyoruz. 15 514 000 000 asıl kullandıkları
kredi; fakat, ödeyemedikleri için 10 706 000 000 faiz işlemiş; 15,5 milyarlık
kredi 26 221 000 000 olmuş. Bu kadar düşük parayı bile vatandaş ödeyememiş;
ama, bu, sadece buzdağının görünen bir yüzü.
Amerika Birleşik Devletleri,
70-75 milyar dolar tarıma destek verirken, Avrupa Birliği ülkeleri yılda
55 milyar euro tarıma destek verirken, ne hikmetse, özellikle, Avrupa
Birliğinin, işte, tarımınızı küçültün, tarıma verdiğiniz destekleri azaltın
şeklindeki telkin ve tavsiyelerini anlamak mümkün değil.
Bu ülkeyi besleyen
tarım sektörü. Bu ülkeyi beslediği gibi, tarımsal ürünlerini ihraç eden,
maalesef, tarım sektörü, bugün, kendini dahi besleyemez, kendi çoluk çocuğunu,
ailesini dahi geçindiremez noktaya gelmiştir ve Türkiye, bir zamanlar
tarımsal ürünler ihraç eden bir ülkeyken, maalesef, özellikle tekstilcimiz,
mesela -2004 yılı rakamı olacak, yanılmıyorsam- 2004
yılında, 1 milyar dolar, sadece Yunanistan'dan pamuk ithal etti ve
biz, tarımsal ürünler ihraç eden bir ülkeyken, tarımsal ürünleri ithal
eden ve kendi çiftçimizi, kendi köylümüzü destekleyemeyen, sürekli destekleri
kısan bir politika izledik. Ne adına yaptık bunu; makroekonomik dengeler
bozulmasın.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Eraslan,
konuşmanızı tamamlayınız lütfen.
Buyurun.
MEHMET ERASLAN (Devamla)
- Güzel, makroekonomik dengeler bozulmasın, ayağımızı yorganımıza göre
uzatalım; ama, yani "milleti yaşat ki devlet yaşasın" sloganını da
rafa kaldırmayalım. Milletin makroekonomik dengesi de bozulmasın, mikroekonomik
dengesi de bozulmasın, biyolojik dengesi de bozulmasın, aklî ve fikrî dengesi
de bozulmasın; ama, bütün bunlar oluyor mu; neredeyse olmaya doğru gidiyor
ve tarım sektörü konusunda yapılan bu planlama, 2013 yılına kadar çiftçiyi,
tarım sektörüyle iştigal eden kesimi çok ciddî sorunlarla karşı karşıya
bırakacaktır.
Mevcut ekonomik, iktisadî
politika, Sayın Derviş'in döneminde başlayan, onun başkanlığında başlayan
bu politika devam ederse, birçok konuda sıkıntı yaşayacaklarını ifade
ediyorum ve yeniden bunun değerlendirilmesini sizlerden talep ediyorum,
saygılarımı ve sevgilerimi arz ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür
ederim.
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, Planın ikinci bölümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Şimdi, üçüncü bölümün
görüşmelerine başlıyoruz.
Planın üçüncü bölümü,
Temel Amaçlar, Gelişme Eksenleriyle Uygulama, İzleme, Değerlendirme
ve Koordinasyon kısımlarını içermektedir.
Konuşma süreleri, diğer
bölümlerde olduğu gibi, siyasî parti grupları, Komisyon ve Hükümet için
30'ar dakika, şahıslar için 10'ar dakikadır. Siyasî parti gruplarının
süreleri birden fazla konuşmacı tarafından kullanılabilecektir.
Müracaatlara göre, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Algan Hacaloğlu, Anavatan
Grubu Adına Muharrem Doğan ve Ömer Abuşoğlu, AK Parti Grubu adına Hanefi Mahçiçek
ve Mehmet Ceylan'ın; şahısları adına Ümmet Kandoğan, Mehmet Eraslan,
Faruk Koca ve Cemal Uysal'ın söz talepleri vardır.
İlk konuşma, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Algan Hacaloğlu'na aittir.
Sayın Hacaloğlu,
buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz 30 dakika.
CHP GRUBU ADINA ALGAN
HACALOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; Dokuzuncu
Beş Yıllık Plan Taslağının üçüncü bölüm görüşmeleri üzerinde Grubum adına
söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Planlama, bir anayasal
süreçtir, Anayasanın öngördüğü bir kurumdur. Türkiye, planlamayı dönem
dönem etkin bir şekilde kullanmıştır. 1980 döneminden itibaren, planlama,
giderek, eski etkinlik ve önemini maalesef yitirmiştir. Ben, bunu, bugün
Planlamada görev yapmakta olan çok değerli teknisyen arkadaşlarımın
değerlendirilmesi amacıyla söylemiyorum. Planlama ekolünden gelen bir arkadaşınız
olarak, bu süreçte katkı sağlayan tüm kişileri ve tüm çabaları saygıyla
karşılıyorum. Ancak, ne yazık ki, bugün önümüze getirilmiş bulunan, siyasî
iradenin doğal olarak tercihleriyle şekillenmiş bulunan Dokuzuncu Beş Yıllık
Plan Taslağı, ülkemizin bugün ihtiyaç duyduğu çerçeveden, temel göstergelerden,
vizyondan ve seçeneklerden, politikalardan büyük ölçüde yoksundur. Her planın iyi
tarafları vardır, her plan belirli genel doğruları kucaklar. Dolayısıyla, birçok yönleriyle plan içinde
aradığınız birçok şeyleri bulabilirsiniz; ama, planın önemli olan tarafı,
iç tutarlılığının olmasıdır; temel makro büyüklükler ve göstergeler
olarak işaret ettiği yörüngenin doğru, uygulanabilir olabilmesidir.
Şimdi, bir kere,
buraya gelirken nasıl geldiğimize ilişkin bir iki şey söylemek istiyorum. Uzun zamandır, Türkiye, IMF'nin öngördüğü
çerçeve içinde; ki, bu, dışborçların özellikle çevrilebilmesi ve kolay
ödenebilir halde sürdürülmesini temel alan, dış kaynağa
bağımlı, büyük ölçüde ulusal vizyon ve stratejiden yoksun ve rantiye
kesimini besleyerek sürdürülen, o şekilde ayakta durabilen bir ekonomik
yapı içindeyiz. Bu, sadece bugünün değil, son on yılın ortaya koyduğu bir
çerçevedir, bir yapıdır. Bu yapı bir krizden geçti; ondan
sonra gelinen noktada bu teslimiyetçi, günü kurtarmaya yönelik ve uygulama
pratiğinde bir talan ve sömürüyle de eşleştirilen, sürdürülen bir uygulama
politikasına dönüştü.
Bakınız, bu süreç, ekonomide bir kanama yarattı;
bunu biliyoruz, bütün arkadaşlarım ifade etti; ama, tekrarlıyorum:
2002'den Mayıs 2006'ya kadar içborçlarda 163 milyar dolarlık bir iç borçlanma
süreci yaşandı ve bu dönem içinde içborçlar 77 milyar dolar; yani, 107 milyar
YTL arttı. Borç üreten bir ekonomi politikası uygulaması
yaşadık. Dışborçlarla beraber bugün gelinen noktada toplam kamu,
özel, iç ve dışborçlar toplamı 333 milyar dolar; dışborçlar 2005 sonu
olarak alınmak kaydıyla.
Yine, kanama, en
temel göstergelerden, ekonomiyi etkilediği alanlardan biri dışticarette
görülüyor.
İzlenen günümüzün bu politikalarının altında temel tercih olan düşük kur
yüksek reel faiz çerçevesinde şekillendirilmiş bu politikalar dışticaret
açığını patlattı, rekora taşıdı; cari işlemler açığını patlattı, rekora
taşıdı ve 2002 yılında gayri safî millî hâsılaya oranı yüzde 1'den az olan
cari işlemler açığı, bildiğiniz gibi, 2005 yılında gayri safî millî
hâsılanın yüzde 6,4'üne tırmandı ve nisan ayı sonu itibariyle, son bir yılda
toplam 27 milyar dolarlık bir rakamla, bugüne değin en yüksek cari açık,
geriye dönük 12 ay itibariyle, en büyük cari açık dönemini yaşadık.
İşsizlik konusunda özellikle Enis Bey çok kapsamlı ifadelerde bulundu, tespitler yaptı;
tümüne katılıyorum. Ona karşın, bir arkadaşımızın burada ifade ettiği,
hayır, bunlar böyle değil, işte, rakamlar veriyorum, 2002 yılında şöyleydi,
şimdi böyle demesine yönelik olarak şu tespiti bu kürsüden bir kez daha
yapıyorum: Daha evvel de, bundan belki bir hafta evvel ifade etmiştim,
bakınız demiştim, yakında yeni istihdam rakamları yayımlanacak nisan ayı
itibariyle, oturun kendiniz hesap edin, TÜİK'in rakamlarını alın kendiniz
hesap edin.
Şimdi, biz, bu
rakamları alıp kendimiz hesap ediyoruz. Bu TÜİK'in rakamları, bilindiği gibi,
değerli arkadaşlarım, işbaşı yapmaya hazır olup da iş aramayanları; ki,
bu yaklaşık 2,8 milyon kişiyi kapsamakta ve bir de
mevsimlik çalışanlar; o da 700-800 bin kişidir... Enis arkadaşım, buna mevsimlik
çalışanları da…
Mevsimlik çalışanlar değil mi?
ENİS TÜTÜNCÜ (Tekirdağ) - Eksik istihdam…
ALGAN HACALOĞLU (Devamla) -…onu da ilave
ediyor. Onu bir kenara koyarak, bir dizi olarak bunu hesap
edip yayımlıyoruz ve sunuyoruz.
Ona baktığınız zaman, hiçbir düşünen insan,
aklı başında insan, Türkiye'de işbaşı yapmaya hazır olduğu halde iş
aramayan kişiyi, orada bir atıl güç, yok farz ederek işsizliği, işgücünü
hesap edemez. Bu rakamları işgücüne katınız, işsizler arasına koyunuz,
göreceksiniz ki, Türkiye'de işsizlik oranı, Nisan 2006 itibariyle, yüzde
21'dir, Enis Beyin yaptığı hesaba göre yüzde 25'tir; yani, hiçbir şekilde
yüzde 11-12 değildir.
Şimdi, Plana
bakıyoruz, hedefler konuşuluyor; aynen, bu ifade ettiğim, TÜİK'in bastırılmış
-aynen kurda olduğu gibi- sanal işsizlik rakamları alınarak, 2013 yılına
yönelik hedef veriliyor.
Gerçekten, o diziye göre yaptığınız, koyduğunuz hedefler, bu değerlendirmeyle
ele alındığı zaman, göreceksiniz ki, 2013 yılındaki işsizlik, gerçek anlamda hiçbir şekilde yüzde 8-9 değil, onun 2
katı düzeyindedir. Onu öngörüyorsunuz. Eğer, burada
bir başka durum varsa, bizim görmediğimiz bir durum varsa, ben, Sayın
Bakanın bunu açıklamasını istiyorum ve son üçbuçuk yıla baktığımız zaman,
2002 yılında toplam istihdam 21 354 idi, 2005 yılında 22 046 oldu. Rakamlar ortada.
Değerli arkadaşlarım, evet, bir büyüme
yaşandı, bir sanal büyüme, bir cari açıkla büyüme, sıcakparayla büyüme
dönemi yaşandı; ama, bunun, ne yazık ki, toplam istihdam yerinde saydı,
işsizlik sorunu ise katlanarak, artarak devam etti ve böyle bir süreç
içinde Türkiye'de sosyal devlet çökertildi, piyasalarda tekelleşme arttı,
emekliler, memurlar, işçiler, çalışanlar ve bunlar ile diğer gelir grupları
arasındaki gelir düzeyi farklılaşması tırmandı, yoksullaşma arttı, Türkiye
genelinde gelir dağılımı daha bozuldu, Doğu Anadolu unutuldu, bölgelerarası
kalkınma düzeyindeki uçurum giderek daha derinleşti ve yine, TÜİK'in rakamlarına
göre, Türkiye'nin en zengin 3,4 milyon, yani, 3 400 000 en zengin kişinin
geliri, en fakir 3 400 000 kişinin gelirinin tam 25 katı düzeyinde. Bu, esasında, son 2004 yılı rakamıdır. Bugün
bu rakamın çok daha büyüdüğü, diğer yoksullaşma verileriyle ortaya çıkmakta.
Bugün, 2006 Haziranı itibariyle açlık sınırı 380 YTL ve asgarî
1 000 000 insanımız açlık sınırını yaşıyor. Bugün
yoksulluk sınırı 1 861 YTL ve bugün 20 000 000'u aşkın insanımız yoksulluk
sınırı altında yaşıyor.
Değerli arkadaşlarım,
çok konuşuldu, zamanımı daha ekonomik kullanmak istiyorum; ama, bu dönemin
topluma yaptığı en büyük haksızlıklardan biri, AKP döneminin yaptığı en
büyük haksızlıklardan biri çiftçiyi korumasız, tarımı desteksiz bırakmasıdır. Bir taraftan IMF'ye teslimiyet,
diğer taraftan AB'den gelen yaptırımlar ve baskılar, bugün, Türkiye çiftçisini
yakın zamanların en geri dönemine taşıdı. Tabiî, Hükümetimizin AB
sürecinde, o en başta, 17 Aralıkta o dik duramayışı, o teslimiyetçi tavrı
nedeniyle kabullendiği o kalıcı derogasyonlar, kısıtlamalar nedeniyle,
ola ki, günün birinde tam üye olduğumuz zaman, tarım sektörümüzün, çiftçimizin
halinin, o kalıcı kısıtlamalar ve desteklerin ertelenecek olması nedeniyle
şimdiden nerelere gidebileceğini çok iyi görmekteyiz. Onun için, burada
yapılmakta olan bazı tartışmaların, Avrupa Birliğinin normlarına, ortak
tarım politikalarına sokacağız iddiasıyla ortaya konulan politikaların Türkiye'nin bugünkü gerçeğiyle hiçbir ilişkisinin olmadığını
görmemiz lazım. Tabiatıyla, tarımda verimlilik artmalı,
tabiatıyla bir süreç içinde tarım daha sağlıklı, gizli işsizliği aşan
bir yapıya kavuşturulmalı; ama, bunu, siz, sadece masa başında önünüze
konulan taslaklar çerçevesi içinde yapmaya çalışırsanız, sonuç gerçekten
çok daha ciddî bir bunalım noktasına taşınacak.
Değerli arkadaşlarım, bunlar olurken ne
oldu; 2002 Ekiminden Mayıs 2006 arasında iç ve dış rantiye kesimlerine toplam
167 milyar YTL, yani, 118 milyar dolar faiz ödendi, 118 milyar dolar ve bu
faiz iç ve dış rantiyeye ödenirken o borçların çevrilmesi için, ki, bugün
giderek artan bir düzlemde reel faizler artarak bu ödemeler devam ederken,
maalesef, toplumumuzun çok geniş kesimi için AKP İktidarı dönemi bir
karabasan dönemi, bir kayıp dönemi oldu.
Değerli arkadaşlarım, bu sürecin ne kadar aldatıcı olduğu, nasıl bir kaypak zeminde
ekonominin yürümekte olduğunu, son birbuçuk ayın gelişmeleri ortaya koydu.
Bu konuda çok şey söylendi, ben bunları geçiyorum; ama, kırılganlığın hangi
boyutlarda olabildiğini, bu ekonominin bir birbuçuk ay içinde yüzde 20
devalüasyonla, reel faizlerin, o yılların birikimiyle, özverisiyle gelinmiş
olan, kazanılmış olan noktanın nasıl birbuçuk ay içinde tekrardan yüzde
13'ler düzeyinde reel faizler ortamına çekildiğini hep beraber üzülerek gördük.
Bunun temel nedeni, Türkiye'nin sıcakparaya teslim
olmuş bir anlayışla, ekonominin sürdürülmeye çalışılmakta olmasıdır.
Türkiye ekonomisi dış aktörlerin denetimindedir
ve bu yaşanmış olan dalgalanma, Türkiye'de gerek bütçe dengelerinin gerek
makro dengelerin gerek istikrarın,
Bu dönem içinde
Merkez Bankası piyasalara müdahalede bulundu. İki uygulamayla, faiz
oranlarını yüzde 4 oranında artırdı. Bu arada,
geçen gün yapılan Genel Kurulda, ortaya koyduğumuz muhalefete rağmen, parti
olarak, yabancıların, sıcakparanın Türkiye'deki yatırımlarına yönelik yüzde
15 stopaj sıfıra indirildi.
Şimdi, soruyorum: Sayın Bakan, peki bunları
yaptınız, bir taraftan sıcakparanın stopajını sıfıra indirdiniz, bir taraftan
içerideki reel faiz oranlarının artmasına yol açan yüzde 4'lük faiz artışını
Merkez Bankası uyguladı. Peki, sıcakparanın, gelecek olan sıcakparanın Türkiye'de
kalış süresini uzatmayı özendirecek, öngörülebilir, makul boyutlarda bir
vergi uygulamasını, çıkışta uygulanabilecek bir vergi önlemini devreye
sokmayı niye düşünmediniz?.. Bundan daha uygun bir
dönem olabilir miydi?. Bence, bundan
sonra bu treni de kaçırdınız.
Politikaların bir
bütünlüğü olmalıdır.
Bir tarafta, madem stopajı indiriyorsunuz, madem reel faizi yükseltiyorsunuz,
sıcakpara için yeni bir cennet ortamı yaratıyorsunuz, o zaman sıcakparanın
bir daha vurup kaçmasını ve yeni krizlere yol açacak dalgalanmalar yaratmasını
olabildiğince erteleyebilmek, önleyebilmek için, Tobin vergisi benzeri
bir uygulamayı gündeminize almanız gerekirdi. Sizin eksikliğiniz
bence burada. Merkez Bankasını eleştirebiliriz;
ama, siz, siyasî hükümet, organ olarak, bence, teslim olmuş vaziyettesiniz,
ekonomideki gelişmeleri sadece seyretmektesiniz.
Değerli arkadaşlarım, eskiden, plan mı
pilav mı diye tartışmalar yaşanırdı. Günümüzde ise, artık giderek, bence,
plan hangi ölçüde gerçekçi, hangi ölçüde hayalî ve sanal, bunu tartışmaktayız.
Dokuzuncu Beş Yıllık Plan, bence, teknisyenlerin bütün iyi niyetine rağmen,
sanal, gönle hoş gelen sözlerle süslü, bezendirilmiş, okuyunca kulağa
hoş gelen; ancak, gerçek anlamda bakıldığı zaman, Türkiye'nin bugün ifade
ettiğimiz bu neoliberal rant ekonomisinin belirli parametreleriyle uygulamasını
temel alan bu politikanın, bu Türkiye'yi belirli açmaza sokmuş olan
politikaları, Türkiye'yi gerçek anlamda dengeli, istikrarlı bir
büyümeye taşıyacak, sosyal devleti ayağa kaldıracak, Türkiye içindeki eşitsizlikleri
giderecek, refahın adil paylaşımını sağlayacak; ama, en önemlisi, dış dünyada
rekabet gücünü artırabilecek, ihracatı geliştirecek bir yapıyı hedef aldığını
söyleyebilmek mümkün değil.
Evet, bugün, her şeyin IMF'nin himayesinde
olduğu, yabancı spekülatif sıcakparanın merhametinin, yeterince örgütlenmemiş,
rekabet koşulları yeterince gelişmemiş, finans piyasaları yeterince derin
olmayan, belirli zenginliğe ulaşmamış olan sözde bir piyasa ekonomisinin
basiretine bırakmış haldeyiz her şeyi. Tabiî, örgütlü, rekabetçi piyasa
ekonomisini hedef alıyoruz; ama, ne yazık ki, bugün, Türkiye'deki piyasa
ekonomisi bir vur kaç ekonomisi, bir talan ekonomisi. Ben, ekonominin, sanayide
özellikle ve hizmet alanlarının birçok sektörlerinde görev yapmakta
olan girişimcilerimizi suçlamak için söylemiyorum; ama, piyasada rekabetin
olmadığını biliyoruz ve piyasada rant ekonomisinin -biraz evvel ifade ettiğim-
düşük döviz kuru, yüksek reel faizin çekici hale getirdiği rantiye
ekonomisinin etkisiyle, bugün, ne yazık ki, piyasanın Türkiye'yi nereye gönderebileceğini,
ne politikalarımızla ne de planlarımızla yönlendirme durumunda değiliz.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye'nin
ihtiyaç duyduğu taslak, kesinlikle bu Plan Taslağı olamaz. Türkiye'nin kendi gerçeğinden, kendi ulusal birikim ve
olanaklarından güç alan, Türkiye'nin kendi ulusal değişim ve yapılanma
programının uygulanmasına olanak tanıyacak bir plana ihtiyaç var. Belli
ki, IMF ve AB arasında kıskaca alınmış olan Hükümetin, böyle bir irade ve
kararlılığı ortaya koyabilmesi mümkün değil; ama, yine, bizim görevimiz, bu
kürsüden bu gerçekleri dile getirmek.
Bir kez daha ifade ediyorum değerli arkadaşlarım,
gerçekten, teknolojik yapılanmayı temel alan üretim ekonomisine geçmeden
ve her alanda eşitsizlikleri azaltacak, kimsesizlerin kimsesi olacak bir sosyal devleti
ayağa kaldırmadan Türkiye'nin düzlüğe çıkabilmesi mümkün değil. Olaya hem
ekonomik platformda hem sosyal platformda bakmamız lazım. Ne yazık ki, Dokuzuncu Beş Yıllık Planın böyle bir vizyonu yok.
Cümleler arasında güzel kelimeler var, ben
de okudum; ama, bunu ortaya koyacak iç bütünsellik, onu uygulamaya
geçirecek çok net rakamsallaştırılmış, somut hedefe dönüştürülmüş iddiaları
görebilmek mümkün değil.
Evet, Türkiye her
yıl reel anlamda yüzde 7 büyümelidir değerli arkadaşlarım. Biz, Cumhuriyet Halk Partisi
olarak 2002 yılı seçim bildirgemizde bunu koyduk. O günden beri
defeatle ortaya koyduğumuz yayınlarda bunu ifade ediyoruz. Ancak, bunu yapabilmek için bazı şeylerin gerçekleşmesi
lazım. Sadece, tabiatıyla, teknisyen arkadaşlarımın bilgisayarlarında
yüzde 6 için de, yüzde 7'lik büyüme için de, yüzde 6,5'lik, yüzde 7,5'lik
büyümeler için de çözümler vardır. Ve Sayın Başbakan "hayır, yüzde 6,5 olmasın, yüzde 7 olsun" dediği zaman Sayın Başbakanın
önüne bir tablo koymuşlardır. Buna inanıyorum.
Ama, değerli arkadaşlarım, bu Planın makro hedeflerinin ve iç bütünselliğinin
çok temel iki zaafı vardır, iki yumuşak karnı vardır. Bunlardan
biri -birçok arkadaşım ifade etti- döviz kuru bastırılmıştır. Bugün bakmadım, radyolara, gazetelere, televizyonlara.
MEHMET CEYLAN (Karabük) - Azaldı… Azaldı…
ALGAN HACALOĞLU (Devamla) - Ama, zannediyorum,
bugünkü döviz kuru…
AHMET YENİ (
ALGAN HACALOĞLU (Devamla) - …1,600
diyelim. 1,600'ün altına inmemiştir…
AHMET YENİ (
MUSTAFA ÖZYÜREK (
AHMET YENİ (
ALGAN HACALOĞLU (Devamla) - Evet, iyi
gidiyorsunuz!
Ben öyle görmüyorum. İnşallah öyle gidersiniz.
Ama, 2013 yılında, arkadaşlarımın da ifade ettiği gibi,
öngörülen kur, galiba 1,487. Rakam önümde değil şu anda.
OSMAN KAPTAN (Antalya)
- 1,437.
ALGAN HACALOĞLU (Devamla)
- 1, 437 YTL. Bugün 1,6 YTL, yedibuçuk yıl sonra bugünün altına inecek. Hiçbir
teknisyene bunu kabul ettiremezsiniz.
SUAT KILIÇ (Samsun) -
Daha önce inmedi mi?!
ALGAN HACALOĞLU (Devamla)
- Hiçbir şekilde başınızı kuma…
Bakınız, değerli arkadaşlarım,
bastırdınız, Türkiye borç etti. Konuşmamın başında ifade ettim, IMF'nin
de bugün Türkiye'yi bırakmak istememesinin nedeni, Türkiye'nin girmiş olduğu
bu borç batağıdır. Bu, çıkış değildir. Bu nedenle, Türkiye'de ciddî bir fabrika
kurulamamakta, reel sektörü desteklemiyorsunuz, onun için teknolojik
yapılanma sağlanamamakta.
Değerli arkadaşlarım,
bu birinci yumuşak karnı. Kesinlikle, bu iddiayla, bu anlayışla, eğer,
siz, 2013 yılını planlarsanız, sadece rakamları makyajlamış olursunuz. Burada
arkadaşlarım ifade ettiler, eğer, o kur nereye gelirse… Sayın Başbakanın
"10 000 dolar" deyip de, 10 099 dolar olarak tespit edilmiş olan
2013 yılı rakamının nasıl kolaylıkla… Eğer 2013 yılında 1,6 YTL olursa,
nasıl, kolaylıkla, 9 000 YTL'ye, bir benzeri ufak dalgalanma yaşarsınız,
nasıl, kolaylıkla, 7 500 dolara inebileceğini, arkadaşlarım da ifade ettiler,
ben de buradan dikkatinizi çekiyorum.
Refah, masa başında
kazanılmaz. Refah, gerçek anlamda, ülkede üretim ekonomisini tarımda ve
sanayide geliştirerek kazanılır. Refahın dağılımı ise, sosyal devleti her
boyutuyla yaşama geçirerek sağlayabilirsiniz.
Değerli arkadaşlarım,
Dokuzuncu Beş Yıllık Plan, örgütlü ve dış rekabet gücü yüksek, sosyal
piyasa düzeni eşliğinde verimli ve teknolojik düzeyi yeterli üretim
ekonomisini temel alarak şekillendirilmeliydi. Böyle bir anlayış içinde,
Dokuzuncu Beş Yıllık Plan, kamu ve özel kesimin üretim kalelerini, teknolojik
yapılanmadan geçirilerek, daha rekabet gücü yüksek konuma çekmeyi hedef almalıydı;
çağın ileri kilit sektörlerinde yoğunlaşmayı hedef almalıydı; dış
rekabet gücünün artırılmasında verimlilikte atılım sağlamayı ciddî anlamda
objektif politikalarla hedef almalıydı ve sektörel stratejik bölgesel
planlamayla, ülkemizin geri kalmış yörelerinin kalkındırılmasına yönelik
bugün uygulamadığınız politikaların uygulanmasını hedef almalıydı; bunlar
yok, var diyebilirsiniz lafla; ama, yok; bunun altını çiziyorum.
Değerli arkadaşlarım,
bu iddiayla konuşurken, Cumhuriyet Halk Partisini temsilen bu kürsüde bu
iddiayla konuşurken, bizi izlemekte olan değerli halkıma da buradan seslenmek
istiyorum. Bu, benim üslubum değil; ama, ciddî bir noktadayız. Dokuzuncu
Beş Yıllık Planın uygulamasında sizin olacağınızı zannetmiyorum. Belki de
olmayacağınızı bildiğiniz için, bu kadar rahatlıkla bu planı ele alabiliyorsunuz.
FAHRİ KESKİN (Eskişehir)
- Sen, olacağından emin misin?
ALGAN HACALOĞLU (Devamla)
- Biz, bu Planı ilk genel seçimlerde iktidar olduğumuz zaman, değerli arkadaşlarım,
değiştireceğiz.
AHMET YENİ (
ALGAN HACALOĞLU
(Devamla) - Bu Planla, Türkiye'yi 2013 yılında düzlüğe, refaha, huzura
taşıyamazsınız.
AHMET YENİ (
ALGAN HACALOĞLU (Devamla)
- Biz… Biz…
Hayali, siz, Dokuzuncu
Beş Yıllık Planla görmüşsünüz.
Bu, Türkiye, IMF'yle
sürdürmekte olduğunuz teslimiyetçi ilişkiyle düzlüğe çıkamaz. Biz,
gelecek on yıllık dönemde, faizdışı fazlayı, bugün IMF'nin öngördüğü gibi
yüzde 6,5 olarak değil, en çok yüzde 3'e indirerek, teknolojik yapılanma
ve temel yatırımlar için kaynak yaratacağız. Hızlı ve ekonomik büyümeyi gerçek
anlamda reel olarak ortalama yüzde 7 düzeyine çekecek politikaları uygulamaya
koyacağız.
SUAT KILIÇ (Samsun) -
Sizin vizyonunuz nedir?! Siz ne yaptınız?!
ALGAN HACALOĞLU (Devamla)
- Sağlayacağımız istikrar, dış politikadaki güvenle dış borçların hakkımız
olan bir erteleme süreciyle sürdürebilir bir yapıda Türkiye ekonomisinin
önünde, gelişmesinin önünde bir engel olmasını aşacağız. Daha çok yatırım,
daha çok kamusal hizmet için her yıl bütçenin yüzde 15'ini ekonomik ve sosyal
altyapı yatırımlarına, teknolojik yapılanmaya ayıracağız. Yerli ve yabancı
sabit sermaye yatırımlarına sektör bazında
selektif teşvik uygulayacağız; sizin yapmadığınız. Allak bullak ettiniz
Teşvik Yasasıyla yatırımcının durumunu.
SUAT KILIÇ (Samsun) -
Hangi iktidarda yapacaksınız?!
ALGAN HACALOĞLU (Devamla)
- Adil, kapsamlı, tutarlı bir vergi reformu uygulayarak hem vergi
düzenini üretimi destekleyici bir
yapıya çekeceğiz hem de KOBİ'lerin kredilerden daha adil bir pay almasını sağlayacağız.
Ülkemizin, doğusu ve
güneydoğusunu da Batı Anadolu'nun refah düzeyine çekilmesi için gerekli adımları
atacağız. Bu amaçla, gelecek on yıl, bütçenin her yıl yüzde 5'ini genel
yatırım bütçesi dışında bölgesel, sosyoekonomik
kalkınmaya ayıracağız. Gelecek on yıl boyunca her yıl ortalama 1 500 000 ek
istihdam yaratarak gerçek işsizlik oranını bugünkü yüzde 21 düzeyinden
yüzde 5'lere çekeceğiz. Daha adil bir
gelir dağılımı için üst ve alt yüzde 20'lik gelir grupları arasındaki farkı
beş yılda 10 puan gerileteceğiz ve en önemlisi tarımsal kalkınma, tarıma destek, çiftçiyi koruma
için her yıl bütçenin yüzde 2'si kadar tarıma destek ayıracağız.
Değerli arkadaşlarım,
bunu hedef almaktayız; ama, size bir şey söylemek istiyorum.
Bize inanmayabilirsiniz…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Hacaloğlu,
ek 1 dakikalık süre içinde konuşmanızı tamamlayınız lütfen.
Buyurun.
ALGAN HACALOĞLU (Devamla)
- Bize inanmayabilirsiniz; ama, halkımız bize inanıyor. Ama, size şunu söylüyorum: Sizin iddianız ne olursa olsun, Türkiye başka
nedenle böyle gidemez. Türkiye'de bugün temiz siyaseti, dürüst yönetimi tüm
boyutlarıyla Türkiye'ye hâkim kılamadığımız, bunu yaşama geçiremediğimiz ölçüde,
istediğiniz kadar dokuzuncu planlar yapın, hepsi çökmeye mahkûmdur. Türkiye'ye
verebileceğimiz en büyük güvence de işte budur. Biz, Türkiye'ye dürüst
yönetim, temiz siyaset getireceğiz.
Hepinize saygılarımı
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum.
Sayın Doğan ve Sayın
Abuşoğlu, süreler nasıl kullanılacak?
ÖMER ABUŞOĞLU (Gaziantep)
- 20'ye 10.
BAŞKAN - Peki.
Anavatan Grubu adına ilk
konuşmacı Muharrem Doğan… (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
Buyurun Sayın Doğan.
Süreniz 20 dakika.
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA MUHARREM DOĞAN (Mardin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Dokuzuncu Kalkınma Planı üzerinde görüş belirtmek üzere, Anavatan Grubu
adına söz almış bulunuyorum; öncelikle, sizleri ve Aziz Milletimizi şahsım
ve Grubum adına saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
Türkiye'nin ekonomik ve sosyal kalkınmasına dönük amaçları olan planlar,
kamu yönetimi için emredici, özel sektör açısından ise yol gösterici
nitelik taşırlar. Görüşmekte olduğumuz yedi yıllık Dokuzuncu Kalkınma
Planında ekonomik, sosyal ve kültürel alanlara bütüncül bir yaklaşım esas
alınmamıştır. Dokuzuncu Kalkınma Planında insan odaklı bir gelişme ve
yönetim anlayışı ciddî anlamda dikkate alınmamıştır. Kamusal hizmet
sunumunda şeffaflık, hesap verebilirlik, katılımcılık, verimlilik, esas
hedef alınmamıştır. Kalkınma Planlarının Yürürlüğe Konulması ve Bütünlüğünün
Korunması Hakkındaki Kanunun 2 nci maddesi, kalkınma planlarının komisyonda
en çok yirmi gün içinde görüşülüp karara bağlanacağı hükmünü getirmektedir.
Ancak, Dokuzuncu Kalkınma
Planının alelacele Genel Kurula indirilmesi ve birkaç saat içinde geçiştirilmesi,
cumhuriyet tarihimizde bir ilktir. Dokuzuncu Kalkınma Planında "istikrar
içinde büyüyen, gelirini daha adil paylaşan, küresel ölçüde rekabet gücüne
sahip, bilgi toplumuna dönüşen ve AB'ye üyelik için uyum sürecini tamamlamış
bir Türkiye hedeflenmiş" demek doğru değildir, fotoğraf bunu göstermemektedir.
Dokuzuncu Kalkınma
Planı, Hükümet kanadına göre tam anlamda pembe bir tablo; ama, ben, katılmıyorum;
çünkü, reform niteliğinde bir vizyonu yoktur. Bölgelerarası gelişmişlik
farkının giderilmesi, verimliliğin artırılması, istihdam büyütme, işsizliği
ve yoksulluğu yenecek, özkaynaklarımızı kullanabilen, kalkınmış, zengin
bir Türkiye, maalesef, hedeflenmemiştir.
Değerli milletvekilleri,
önümüze koyduğunuz Dokuzuncu Kalkınma Planında, GAP gibi dünya projesi
yok, Ilısu Barajı yok, kırsal kalkınma planı yok, tarım sulaması yok, organik
tarım yok, mayınlı alanların organik tarıma kazandırılması projesi yok.
MEHMET CEYLAN
(Karabük) - Olmaz olur mu…
MUHARREM DOĞAN (Devamla)
- Dokuzuncu Kalkınma Planı, planlama anlayışı açısından ilkleri içinde
barındırmaktadır. Çözüm önerileri ve yatırım programları getirmek yerine,
sadece sorunları ve hedefleri ortaya koymasıdır; bu hedefler gerçekçi
değildir.
Dış piyasadaki gelişmeler
hesaba katılmamıştır. ABD Doları 2006 yılının ilk yarısında 1,7 YTL'nin,
cari açık 28 milyar doların üzerine çıkmış, işsizlik, Türkiye İstatistik
Kurumunun rakamlarına göre yüzde 11'i aşmıştır.
Dokuzuncu Kalkınma
Planına siyasî müdahale söz konusudur. Öngörülen cari açığın nasıl finanse
edileceği belli değildir. AB'yle uyum kaygısı, Devlet Planlama Teşkilatı
işlevini tartışmalı hale getirmiştir.
Türkiye'nin ekonomik
can damarı olan, dünyanın 8 inci büyük projesi arasında sayılan GAP'ı
Dokuzuncu Kalkınma Planına almamak, ülkenin gelişimini görmezlikten gelmektir;
bölgelerarası gelişmişlik farkının devam etmesini kabul etme anlamına
gelir.
Değerli milletvekilleri,
GAP'ın kısa bir özetini yapacak olursam, barajlar dahil GAP için harcanan
miktar 16,6 milyar dolarken, 2004 yılı sonu itibariyle 280 milyar
kilovat/saat hidroelektrik enerjisi üretimi yapılmıştır; parasal değeri 17
milyar dolardır. Başka bir örnek verecek olursam, 2004 yılında ülkemizde
üretilen 46 milyar kilovat/saat hidroelektrik enerjisinin 22,4 milyar
kilovat/saati bu bölgede elde edilmiştir; oran yüzde 49'dur, parasal değeri
1,3 milyar dolardır. Yine, 2004 yılında, Türkiye'nin 150 milyar
kilovat/saatlik enerji üretimi içinde GAP'ın payı yüzde 15'tir. O halde,
GAP'a, güneydoğu değil, Türkiye projesi gözüyle bakmalıyız. GAP'ta tarım
yüzde 12 gerçekleşme oranıyla yerinde saymaktadır; ancak, bu gerçekleşme
oranı yüzde 80'lere ulaştığında 4 000 000 işsize iş imkânı sağlayabileceği
TOBB tarafından hazırlanan raporda belirtilmiştir. Bu sözler bana ait
değildir, sivil toplum kuruluşlarımızın sözleridir. Buna rağmen, ülkemizin
en kârlı projesi olan GAP'ı kapattınız; bence, cumhuriyet tarihinde alınan
en talihsiz karardır. Sözümona ülkenin önünü açmak için, ülkeyi zenginleştirmek
için Dokuzuncu Kalkınma Planı yapıyoruz. Bana göre, kalkınma planı demek,
ülkenin gelişimini önceden görmektir.
Değerli milletvekilleri,
özkaynaklarımızla ilgili konuya gelince; Türkiye'nin fosfat rezervleri
518 000 000 ton civarındadır. Bunun yüzde 98'e yakın bölümü güneydoğudadır.
Bunun dörtte 1'i Mazıdağı Fosfat Tesislerinin bir ruhsat alanından elde
edilmektedir. 100 yıllık hammadde stoku hazır olan ve 450 000 000 dolara
mal olan fosfat tesisleri, güneşin ve yağmurun altında çürümeye terk edilmişken,
özelleştirme kapsamına alınmış, Hükümet sadece seyirci kalmaktadır. Gübre
fabrikası hayallerimiz suya düştü. Ülkenin en önemli doğalgaz kaynakları
Diyarbakır'ın Hazro İlçesinde mevcuttur. Suriye-Türkiye sınırında, hem
petrol hem doğalgaz sahaları mevcut. Suriye'yle petrol ve doğalgaz
aramalarında bir işbirliği için sözleşmeler yok. Devlet elini taşın altına
koymadan, özel teşviklerle, doğu, güneydoğu desteklenmeden, bölgelerarası
gelişmişlik dengesi sağlanmadan kalkınma planından bahsetmek, bence,
adil bir yaklaşım değildir. Cazibe merkeziyle ilgili, bu Planda hiç dikkate
alınmamıştır. Sayın Maliye Bakanımız, bundan bir sene önce, Mardin
Mazıdağı Fosfat Tesislerini gezdiğinde, aynen şu sözleri kullanmıştır:
"Fosfat dolu dağ bize, biz ona bakıyoruz. Biz, buraları işleteceğiz ve
cazibe merkezi haline getireceğiz." Ben, şimdi, Sayın Bakanıma
soruyorum: Aynı Bakanlar Kurulunda çalışıyorsunuz; Sayın Bakanım, bu konuda
bir çalışmanız var mı? Neden Kalkınma Planında yer almamıştır? Lütfen,
bunu bize izah ederseniz memnun olurum.
ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye)
- Özel olarak cevap verir…
MUHARREM DOĞAN (Devamla)
- Ülkemizde, ortalama, her 55 dakikada bir trafik kazasının meydana geldiği
ve bir can kaybının olduğu trafik kazalarında, yüzde 28 oranında yol ve
çevre faktörlerinin etkili olduğu tespit edilmiştir.
ABD'de ve Avrupa ülkelerinde,
baktığımızda, yol ve çevre faktörlerinin yüzde 28 oranında etkili olduğu
trafik kazası yok. Trafik kazalarında kaybettiğimiz her 100 vatandaşımızdan
28'ini yol ve çevre faktörlerinden dolayı kaybettiğimiz halde, Dokuzuncu
Kalkınma Planında, kalıcı ve önleyici hiçbir tedbir alınmamıştır. Trafik
kazalarında her yıl yaşamını yitiren 5 000 vatandaşımızın geride bıraktıkları
yüzbinlerce dul ve yetimleri düşünülmemiştir. Ölüm sıralamasında trafik
kazaları birinci sıradadır. Bu durum,
Amerika Birleşik Devletlerinde ve Avrupa'nın bazı ülkelerinde dördüncü
sıradadır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
ülkemizde bugün, yolcu taşımacılığının yüzde 95'i, yükün yüzde 92'lik
bölümü karayoluyla gerçekleştirilirken, demiryolunun payı yolcuda yüzde
2, yükte yüzde 4'tür. Ülke boyutlarına ve nüfus yoğunluğuna baktığımızda,
mevcut ağ çağın çok gerisindedir. Yapılması gereken önemli bir husus, demiryollarını
tekrar ayağa kaldırmaktır. Özverili çalışmaları nedeniyle, Sayın Ulaştırma
Bakanıma buradan teşekkür ediyorum. Karayolu taşımacılığının büyük bir kısmını
demiryoluna ve denizyoluna aktarmak gerekir. Turizm sektörünün odağı Antalya
ve çevresidir. Burdur-Antalya demiryolu yıllardır sürüncemededir, neden
Kalkınma Planında yer almamıştır? Hızlı tren projeleri, ağırlıklı bir
şekilde hayata geçirilmelidir.
Değerli milletvekilleri,
bölünmüş yollarda hız limitinin 110 kilometreye çıkarılması bir ihtiyaçtır;
ancak, bölünmüş yolların fizikî koşulları, hız limitinin 110 kilometreye
çıkarılması için uygun değildir. Yollarda kaliteyi getirmeliyiz. Dokuzuncu
Kalkınma Planında hissedilen en büyük eksiklik, otobanın olmamasıdır. Türkiye'de,
Edirne'den Habur'a kadar otoban, Avrupa ile Asya'yı birbirine bağlamalı ve
zarurîdir.
Dokuzuncu Kalkınma
Planındaki eksikler şunlar:
İnanç ve kültür turizminin
canlandırılması ve desteklenmesi için çalışma yok.
Eğitimde fırsat eşitliği
sağlanmasına dair bir çalışma yok. Taşımalı eğitimle ilgili olarak Dokuzuncu
Kalkınma Planında yer verilmemiştir. Ortaeğitimde meslekî eğitimin payı
artırılmamıştır. Kalkınmada öncelikli yörelerde eğitim standardı sağlanamamıştır.
Türkiye'nin en önemli
bir bölümü geçimini hayvancılıktan temin etmektedir. 1970'li yıllarda ülkenin
nüfusu 40 000 000'larda iken, küçük ve büyükbaş hayvan, varlık olarak 80
000 000'un üzerindeydi. Bugün ise ülkenin nüfusu 70 000 000'un üzerinde;
küçük ve büyükbaş hayvan, varlık olarak 40 000 000'un altına düştü. İktidar
bunu görmemezlikten gelemez. Bu durum dikkate alınmamıştır. Dokuzuncu
Kalkınma Planında hayvancılık konu bile edilmemiştir, desteklenmemiştir.
Değerli milletvekilleri,
2003 sonrası dönemde birincil enerji tüketimi yıllık ortalama yüzde 5,7;
elektrik tüketimi yüzde 6,7 oranında büyümüştür; yani, elektrik tüketimi
elektrik üretiminden daha fazladır. Enerji Bakanımız, Genel Kurulda,
defalarca 2007, 2009 yıllarında Türkiye enerji darboğazına girebilir,
bunun için baraj yapacak su arıyoruz dediğini hatırlamaya çalışınız. Barajlarla
elektrik üretimiyle ilgili, Dokuzuncu Kalkınma Planında yer yok. 1 milyar
euroya mal olacak, 11 milyar metreküp su tutacak, yılda 3 833 000 000
kilovat/saat enerji üretecek, 3 000 kişiye iş imkânı sağlayacak, bölgenin
çehresini değiştirecek Ilısu Barajı, Dokuzuncu Kalkınma Planında yok. Ancak,
bölge milletvekillerimizin "bugün yarın Ilısu Barajının temeli
atılacaktır" şeklindeki söylemleri vatandaşımızı umutlandırmaktadır,
hayal kırıklığına uğratmaktadır. Biz, Anavatan olarak, geçmişte, 7 tane
büyük barajı yapıp hizmete sunan bir partiyiz. Ilısu Barajının yapılmasını
istiyoruz. Bölgenin çehresinin değişmesiyle, bölgede kırsal kalkınmanın,
bölgelerarası gelişmişlik farkının daha kolay ortadan kalkacağını
biliyoruz. Bundan dolayı, Ilısu Barajı yapılmalı ve Dokuzuncu Kalkınma
Planına derhal konulmalıdır; ancak, hayalî temel atma töreni istemiyoruz.
Değerli milletvekilleri,
ülkemizin Suriye sınırı boyunca uzanan toplam 210 000 000 metrekare ve 943
kilometre büyüklüğündeki araziler mayınlıdır. İki Kıbrıs büyüklüğündeki
bu arazilerin mayınlardan temizlenmesi ve organik tarıma dönüştürülmesi
gerekmektedir. Mayınlar, devlet tarafından temizlenmeli ve eski sahiplerine
ucuza satılabilir. Temizle-işlet-devret modeli, müteahhit işi değildir;
çünkü, mayın temizleme işi, ihtisas isteyen bir iştir, askerin işidir;
mutlaka, bu işin ihtisasını yapmış birileri tarafından temizlenmelidir. Elli
yıldır kullanılmayan bu topraklar, yüksek verim alınabilecek araziler
durumundadır. Toprakları kullanacak yerli ve yabancı girişimcilerin
açacağı modern tarım işletmeleri, bölge halkına ciddî bir istihdam
kapısı açacağı gibi, doğu, güneydoğu bölgelerinin ekonomisini de canlandıracaktır.
GAP kadar faydalı olabilecek bu projenin Dokuzuncu Kalkınma Planında yer
almaması, Türk tarımı için bir kayıptır.
Değerli arkadaşlar,
Sayın Bakanımızın birinci bölüm üzerinde yaptığı konuşmasında bu kitapçığın
kısa olduğunu ve 101 sayfaya sığdığının nedenlerini anlattı, şöyle söyledi:
"Kısa oluşu, etkin olmadığı anlamına gelmez; üstelik, daha kısa olması,
daha dinamik bir yapı kapsadığı için 101 sayfa olmuştur" demiştir. Ben
burada Sayın Bakanıma soruyorum: Sayın Bakanım, GAP yok, barajlar yok; doğu,
güneydoğuda fabrikalar yok, özkaynaklar işletilmiyor, mayınlı alanlar
bir çözüme kavuşturulmamıştır, hayvancılık yok, bölgelerarası gelişmişlik
farkı kaldırılmamıştır, eğitimde fırsat eşitliği sağlanmamıştır. Eğer,
siz bunları bu Plana dahil etmiş olsaydınız, bu kitapçık, bu Kalkınma
Planı 101 sayfa değil, 201 sayfa olacaktı.
MEHMET CEYLAN
(Karabük) - Var, var… Siz görmemişsiniz.
MUHARREM DOĞAN (Devamla)
- Değerli arkadaşlar, özellikle AKP'li milletvekillerine seslenmek istiyorum.
Değerli milletvekilleri, duvarda görmüş olduğunuz söz Ulu Önder
Atatürk'ün sözüdür: "Egemenlik kayıtsız, şartsız milletindir." Bu
söz, duvarı süsleyen bir söz değildir. Siz, İktidar olarak, bu sözü, birinci
göreviniz, buradan alıp hayata geçirmektir. Dolayısıyla, yaptığınız işler
millet için ve devlet için olmalıdır diyorum.
ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye)
- Aynen öyle yapıyoruz.
MUHARREM DOĞAN (Devamla)
- Yapın da görelim, size de teşekkür edelim. Ama, bakın, sayın Mardin milletvekillerimiz
de burada. Gerek yerli basında gerekse de bölgesel basında "her gün,
işte, Ilısu Barajının temeli atılıyor, Sayın Başbakan geliyor, temeli
atılıyor" diye beyanatları vardır.
MEHMET BEŞİR HAMİDİ
(Mardin) - Aybaşında atıyoruz.
MUHARREM DOĞAN (Devamla)
- Bakınız "aybaşında" diyor. Değerli arkadaşlar ben şundan korkuyorum:
O bölge insanı çok temiz ruhlu ve çok saygıdeğer insanlar; bunları aldatmayalım.
Yapabileceklerinizden bahsedin, onları anlatın. Lütfen…
Devlet Su İşlerinin
yapmış olduğu Ilısu Köyü ile Dargeçit arasındaki 13 kilometrelik stabilize
yolu şimdiden hazırlattınız. Helikopter pistini de hazırlattınız ve
Sayın Başbakanı oraya indirtip daha müteahhitler gelmeden konsorsiyumu
alan 3 tane büyük firma ve 3 tane de yurt dışındaki 3 firma henüz daha işyerine
gelmemiş, şantiyelerini kurmamış, makine parklarını getirmemişler. Siz,
hayalî bir temel atma töreni düzenleyebilirsiniz; ama, ben buradayım, sizin
peşinize, hiçbir zaman sıkılmadan ve yılmadan arkanızda sizi takip
edeceğimizi unutmayınız. Biz, yatırımlar için her türlü fedakârlığı yapmaya
hazırız. Biz, Anavatan Partisi olarak geçmişimizde çok büyük başarılar var.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Doğan,
lütfen, konuşmanızı tamamlayınız; sadece 1 dakikalık süre…
MEHMET BEŞİR HAMİDİ
(Mardin) - Mardin içmesuyu gibi, bunu da yapacağız Sayın Milletvekilim.
MUHARREM DOĞAN (Devamla)
- Tamamlıyorum Sayın Başkanım.
Otoban işi, baraj işi,
telekomünikasyon işi, telefon işi, her köye elektrik, su, yol, Anavatan Partisinin
işidir. Yine, Anavatan Partisi gelecek ve bunları yapacaktır.
Bütün olumsuzluklara
rağmen, Dokuzuncu Kalkınma Planının, milletimize ve ülkemize hayırlar
getirmesini diliyor, beni dinlediğiniz için sevgi ve saygılarımı arz
ediyorum. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ederim Sayın Doğan.
Sayın Melik, sisteme
girmişsiniz; ama, bu Dokuzuncu Kalkınma Planı üzerindeki görüşmelerde
soru sorma diye bir usul yok. O bakımdan, ben, bilginiz dahilinde mikrofonunuzu
kapatayım.
Teşekkür ederim.
Anavatan Grubu adına
ikinci konuşmacı Sayın Ömer Abuşoğlu; buyurun. (Anavatan Partisi sıralarından
alkışlar)
Süreniz 10 dakika.
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA ÖMER ABUŞOĞLU (Gaziantep) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Bugün görüşmekte olduğumuz
Dokuzuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı ve bu Plan çerçevesinde, Planın son
kısmıyla ilgili, Anavatan Partisinin görüşlerini açıklamak üzere huzurlarınızda
bulunuyorum. Üzerinde duracağım konular, eğitim, istihdam, bölgesel kalkınma
gibi, kamu yönetiminin iyileştirilmesi gibi birbirinden farklı dört konuyu,
dört başlığı içeriyor, hatta beş başlığı içeriyor. 10 dakikalık süre
içerisinde bu beş başlığın tamamı üzerinde sadece belki birer cümleyle
bir şeyler söylenip geçiştirilir. Onun için, ben, bu başlıklardan sadece
birisi üzerinde hassasiyetle durmak istiyorum, bazı hususları vurgulamak
istiyorum; o da bölgesel kalkınma meselesi.
Kalkınma dediğimiz
zaman, kendi başına bir dengesizlik içerir. Her ülkede olduğu gibi, ülkemizde
de kalkınma hareketiyle birlikte, Türkiye'nin bazı bölgeleri diğerlerine
oranla, diğerlerinden farklı bir şekilde, hızlı bir şekilde kalkınmasını
gerçekleştirmiş; fakat, bazı bölgeler ise, kalkınmalarını bir türlü başlatamamışlardır,
bırakınız gerçekleştirmeyi, kalkınmanın başlatılmasında bile ciddî
problemler, ciddî sıkıntılar yaşanmaktadır, hâlâ da yaşanmaya devam etmektedir.
Bu çerçevede, Hükümetin
Plana koyduğu, bölgesel kalkınmanın sağlanmasına yönelik olmak üzere
Plana koyduğu bugüne kadar hiçbir planda görülmeyen yeni bir husus var. Planda
bu pek açık bir şekilde gözükmüyor; ama, Planın ruhunu yaklaşık olarak geçen
haftaki -yanılmıyorsam cuma günüydü- Hükümet kaynaklı bir basın açıklamasıyla
birleştirdiğim zaman, bu iki mesele, bu iki açıklama, Planın metni ve
Hükümetin basın açıklaması, bölgesel kalkınma konusuna yepyeni bir anlayışla
yaklaşıldığı izlenimi ve intibaını uyandırdı bende ve konuyla yakından
ilgilendiğim için, daha önceki çeşitli hükümetler döneminde bu konuyla
ilgili birtakım çaba ve gayretlerim olduğu için de hemen konuya dikkat
kesildim ve Planın görüşmesi esnasında, bu bölümün, Grubum adına konuşmasını
üstlendim.
Konunun mahiyeti şudur:
Yaklaşık bundan onyedi yıl önce, 1989 yılında, Türkiye Odalar ve Borsalar
Birliğinde görev yaparken, AK Parti Mersin Milletvekili -şu anda salonumuzda
bulunuyor kendisi de- Sayın Ömer İnan'la birlikte, Odalar Birliğinin
görüşünü yansıtmak üzere, Hükümete, bir model teklifinde bulunduk ve bu
da, neticede kitaplaştırıldı "Kalkınmada Öncelikli Yöreler ve Bölgesel
Kalkınma İçin Bir Model" olarak Odalar Birliği tarafından yayımlandı.
Bölgesel kalkınmanın
nasıl gerçekleştirileceği konusunda bir model sunmuştuk o zaman. O günün
hükümetinde Anavatan Partisi İktidarı vardı; fakat, maalesef, yeterince,
bizim sunduğumuz öneri, bizim sunduğumuz model, o günün bürokratlarınca,
DPT bürokratlarınca pek dikkate alınmadı ve hükümet de o doğrultuda
bürokratlarını dinlediği için -bugünün Hükümetinin başında olan problem
gibi- bürokrasinin çemberi dışına fazla çıkamadığı için hükümetler,
siyasîler, o gün, fazla üzerinde durulmadı ve biz de o günün şartlarında
konuyu yeterince tartıştık dilimiz ve gücümüz yettiğince; fakat, daha sonra
unutuldu.
Orada teklif ettiğimiz
modelle, bugün, Hükümetin Plana koyduğu ve bölgesel kalkınmanın gerçekleştirilmesi
noktasındaki anlayış değişikliğini ifade eden basın açıklamasıyla bizim
söylediğimiz model, harfiyen, üst üste çakışıyor. Biz o gün cazibe merkezlerinden
bahsetmiştik. Bölgesel kalkınmanın gerçekleştirilmesi için, geri kalmış
bölgeleri dar bölge kapsamında tutarak bu bölgeler içerisinde birtakım
cazibe merkezlerini öncelikli olarak kalkındırmak ve sanayileştirmek,
daha sonra, bu cazibe merkezlerinden civar illere kalkınmanın yansıması,
yayılmasını öngörmüştük. Böyle bir model gerçekleştirilirse, ancak
geri kalmış bölgelerin kalkındırılabileceği, kalkınmalarının hızlandırılabileceğini
ifade etmiştik ve o günün şartlarında birtakım illerin cazibe merkezî
olarak öne çıktığını da isim isim belirtmiştik.
Ben, müsaadenizle, bu
kitaptan okuyorum. Onyedi yıl önce teklif ettiğimiz iller, sadece, Türkiye'nin
tamamını değil kalkınmada öncelikli yöreler kapsamında olduğu için,
bugün, Hükümetin teklif ettiği iki tane il burada zikredilmemiş. Bu illerden
birincisi Gaziantep. Cazibe merkezi olarak, sanayileşmenin öncelikle o
bölgelerde hızlandırılması, kalkınmanın hızlandırılması gereken,
gerekirse özel teşviklerle desteklenmesi gereken bir il olarak Gaziantep
demişiz. Hükümetin, geçen haftaki açıklamasında var. Malatya demişiz; aynı
şekilde, Hükümetin açıklamasında var bu il. Ayrıca, Erzurum demişiz;
Hükümetin açıklamasında var bu il. Aynı zamanda Van demişiz; Hükümetin açıklamasında,
yine, aynı şekilde, Van da bir cazibe merkezi olarak ilan edilecek bundan
sonraki adım olarak. Hükümetin açıklamasının sadece Kayseri ve Konya
olarak, bizim zikrettiklerimizin dışında ayrıca iki ili daha cazibe merkezî
olarak öngörüyor; fakat, biz, Türkiye'nin geri kalmış bölgelerini, kalkınmada
öncelikli yörelerini aldığımız için, bu iki il, bu kitapta sayılmamış. Ama,
bu iki il dışında, Hükümetin cazibe merkezi olarak tespit ettiği veya kalkınmasını
öncelikle hızlandıracak politikaları uygulayacağı iller tümüyle bu kitapta
sayılmış.
Dolayısıyla, benim ve
arkadaşım Sayın Ömer İnan'ın müştereken hazırladığı ve teklif ettiği bir
modelin, Hükümet tarafından, onyedi yıl sonra benzer bir şekilde uygulamaya
konulması, elbette, bu konuyla ilgilenen ve bu konuda fikir serdeden iki
akademisyen olarak bizleri gerçekten heyecanlandırdı ve bu konuyu, Türkiye
Büyük Millet Meclisi kürsüsünden dile getirerek kayıtlara geçirilmesini
de istedim. Buradaki amaç, sadece "biz zamanında demiştik" değil
"biz onyedi sene önce bunu söylemiştik"in bize verdiği tatmini
hissetmek, yaşamak değil. Gerçekten, Türkiye'de, bölgesel kalkınma
meselesinin çözümü ancak bu şekilde gerçekleştirilebileceği için, böyle
bir politika uygulanmaması halinde, bölgesel kalkınmanın unutulması
gerektiği için, bu konudan gerçekten heyecan duydum.
Nitekim, Türkiye'de,
özellikle planlı dönemden sonra başlayarak, 1960'tan sonra, bölgesel
kalkınma meselesi ciddî bir mesele olarak ele alınmış, Devlet Planlama
Teşkilatı da dahil olmak üzere bütün kurumlar, bölgelerin ticaret ve sanayi
odaları da dahil olmak üzere, sivil toplum kuruluşları da dahil olmak
üzere, bu konunun, çok ciddî ve öncelikli olarak ele alınmasını sağlamışlar;
ama, bu konuda hiçbir şey gerçekleştirilememiş. Tüm çaba ve gayretlere
rağmen, bölgesel kalkınma dediğimiz zaman, geri kalmış bölgelerin kalkındırılmasına
yönelik hiçbir tedbir sonuç vermemiş.
Ancak, meselenin
çözümü, bu cazibe merkezlerinin oluşturulmasında ve kalkınmayı, geliştirilmesi
istenen bölgenin tamamında birden gerçekleştirmek değil, bir kutup oluşturarak,
bir çekirdek bölge oluşturarak kalkınmanın başlatılması ve bu başlayan
kalkınmanın, daha sonra, civar illere doğru yayılması şeklinde öngören,
meseleyi bu şekilde takdim eden bir yaklaşım.
Nitekim, Türkiye'nin
gelişmiş bölgelerine baktığımız zaman -bakınız Marmara Bölgesine- Çorlu'dan,
Tekirdağ'dan başlayın, Adapazarı ve Düzce'ye kadar uzanan yaklaşık 350
kilometrelik bir bölge içerisinde bir gelişme bölgesi oluşmuş, kalkınmış
bölge oluşmuş. Kalkınma, bu bölgenin tamamında, aynı anda ve aynı şiddette
gerçekleşmedi. Önce İstanbul, daha sonra, İstanbul'dan sonra
Kocaeli'ne yayılan sanayileşme ve kalkınma, bu bölgelerde bir doyum noktasına
ulaştıktan sonra Çorlu ve Tekirdağ'a, Kocaeli'nden de Adapazarı ve Düzce'ye
doğru yayılma göstermiştir. Eğer, İstanbul ve Kocaeli bölgesi bir doyum
noktasına ulaşmasaydı, sanayileşmenin ve gelişmenin bu şekilde diğer illere
sirayet etmesi mümkün olmayacaktı.
Aynı mantığı, aynı
gelişmeyi, biz, cazibe merkezlerinin oluşturularak, öncelikle, her bölgede
belli bir çekirdek bölgenin öncelikle sanayileşmesi ve kalkındırılması,
daha sonra, civar illere bunun yayılması şeklinde bir model takdim ettik.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Abuşoğlu,
ek 1 dakikalık sürenizi başlatıyorum. Lütfen, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
ÖMER ABUŞOĞLU (Devamla)
- Gerçekten, bu model, uygun teşvik tedbirleriyle desteklendiği
zaman, çalışabilecek, uygulanabilecek ve sonuç verebilecek bir modeldir; ama,
bir tek aması var, bu kitap yazılalı, bu model sunulalı onyedi senelik bir dönem
geçti üzerinden, onyedi senelik dönem içinde de Türkiye'de de ciddî birtakım
değişmeler oldu. Dolayısıyla, eklenmesi gereken, artık, cazibe merkezlerinin
bir tek il şeklinde değil, bundan sonra, birkaç ili kapsayacak şekilde
bölgesel cazibe merkezleri oluşturulması; mesela, güneyde, Akdeniz havzasında,
Mersin, Adana, Antakya, Gaziantep, Kahramanmaraş bölgesinin bir cazibe
merkezi olması; doğuda, Malatya, Elazığ ve civar illeri, Adıyaman'ı kapsayacak
şekilde bir bölgesel cazibe merkezi oluşturulması; Çorum ve civarında bir
bölgesel cazibe merkezi oluşturulması şeklinde, artık, cazibe merkezlerinin
bir tek il kapsamı dışına taşınarak daha geniş çerçevede alınması zarureti
ortaya çıkmıştır. Çünkü, onyedi seneden beri Türkiye'de meydana gelen
gelişme, çekirdek bölgeyi, cazibe merkezini…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
ÖMER ABUŞOĞLU (Devamla)
- Son cümlem…
BAŞKAN - Sayın Abuşoğlu,
teşekkür ediyorum.
ÖMER ABUŞOĞLU (Devamla)
- Sayın Başkan, cümlemi bitireceğim.
BAŞKAN - Sayın Abuşoğlu,
lütfen…
Buyurun.
ÖMER ABUŞOĞLU (Devamla)
- …bir tek il olmaktan çıkararak daha geniş kapsamda ele alınması
zaruretini doğuruyor.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ederim.
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, şimdi, AK Parti Grubu adına iki konuşmacı var; Kahramanmaraş
Milletvekili Sayın Hanefi Mahçiçek ve Karabük Milletvekilimiz Mehmet Ceylan.
İlk konuşmacı, Sayın
Mahçiçek. Ondan kalan süreyi de Sayın Mehmet Ceylan kullanacaklardır.
Sayın Mahçiçek,
buyurun.
AK PARTİ GRUBU ADINA
HANEFİ MAHÇİÇEK (Kahramanmaraş) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli
üyeleri; Dokuzuncu Kalkınma Planının üçüncü bölümünde, AK Parti
Grubumuzun görüşlerini ifade etmek üzere söz aldım; konuşmamın başında,
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bu arada, bu çalışmayı,
Dokuzuncu Planı, bizlerin önüne getirmede çok büyük katkısı olan, beraber
çalışmışlığımız olan, mesai arkadaşlığımız olan Planlamadaki bütün arkadaşlarıma
da yürekten teşekkür ediyorum. İnanıyorum ki, kendileri, önümüzdeki dönemlerde
de, zaman dilimlerinde de, böyle kıymetli çalışmalar, yeni projeler
üretecekler ve inşallah, milletimizin önüne koyacaklardır.
Değerli arkadaşlarım,
Dokuzuncu Plan, küreselleşmenin her alanda etkili olduğu, bireyler,
kurumlar ve uluslar için fırsatların ve risklerin arttığı bu dönemde,
Türkiye'nin, ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda bütüncül bir yaklaşımla
gerçekleştireceği dönüşümleri ortaya koyacak temel strateji dokümanı
olacak şekilde tasarlanmıştır.
Dokuzuncu Kalkınma
Planıyla, bir bütünle birlikte, yeni bir planlama yaklaşımına, yeni bir
anlayışa geçilmiştir; çünkü, son yıllarda, planlama konusunda, dünyada
ve ülkemizde yaşanan değişimler dikkate alındığında, ülkemizde de, planlama
yaklaşımının yeniden tasarlanması kaçınılmaz olmuştur. Bu yeni yaklaşım
çerçevesinde, geçmiş dönemlerde olduğu gibi, geniş kapsamlı ve ayrıntılı
bir plan hazırlamak yerine, makro dengeleri gözeterek, sorunları önceliklendiren,
temel amaç ve önceliklere yoğunlaşan, böylece öngörülebilirliği artıran,
piyasaların daha etkin işleyişine imkân verecek kurumsal ve yapısal düzenlemeleri
öne çıkaran nitelikte bir plan tercih edilmiştir.
Belirlenen vizyon çerçevesinde,
ekonomik büyümenin ve sosyal kalkınmanın istikrarlı bir yapıda gerçekleştirilmesi
amacıyla, temel sorun alanlarına odaklanan 5 temel gelişme ekseni belirlenmiştir.
Gelişme ekseni bazındaki çözüm alternatifleri ve uygulanacak politikalar
bu doğrultuda geliştirilmiştir.
Planın ilk gelişme ekseni
rekabet gücünün artırılması olarak belirlenmiştir. Bu eksenin temel
amacı, ekonomimizin, yüksek teknolojik kabiliyete ve nitelikli işgücüne
sahip, değişen şartlara hızla uyum sağlayan, ulusal ve uluslararası pazarlarda
rekabet gücü olan, istikrarlı ve yüksek verimliliğe sahip bir yapıya kavuşturulmasıdır.
Son yıllarda, ülkemizin
uluslararası rekabet gücü sıralamasındaki yerinde nispî bir iyileşme görülmektedir.
Ülkemiz, büyümeye ilişkin rekabet gücü açısından, 2002 yılında, 80 ülke
arasında 69 uncu sırada iken, 2005 yılında, 117 ülke arasında 66 ncı
sıraya yükselmiştir. Türkiye, iş ortamına ilişkin rekabet gücü açısından
da, 2002 yılında 80 ülke arasında 54 üncü sırada iken, 2005 yılında, 117
ülke arasında 51 inci sıraya çıkmıştır. Ancak, birçok alanda gerçekleştirilen
yapısal reformlara rağmen ve sağlanan makroekonomik istikrar sonucu önemli
verimlilik artışları elde edilmesine rağmen, ülkemiz rekabet gücünün
henüz yeterli düzeyde olduğu söylenemez. Bu kapsamda, rekabet gücünün artırılmasını
teminen Planda şu öncelik alanlarına yer verilmiştir: Makro istikrar,
makro istikrarın kalıcı hale getirilmesi, iş ortamının iyileştirilmesi,
ekonomide kayıtdışılığın azaltılması, finansal sistemin geliştirilmesi,
enerji ve ulaştırma altyapısının geliştirilmesi, çevrenin korunması ve
kentsel altyapının geliştirilmesi, ar-ge ve yenilikçiliğin geliştirilmesi,
bilgi ve iletişim teknolojilerinin yaygınlaştırılması, tarımsal yapının
etkinleştirilmesi, sanayi ve hizmetlerde yüksek katmadeğer üretim
yapısına geçişin sağlanması. Bu unsurlarda sağlanacak gelişmeler,
ekonomimizin rekabet gücüne ve dolayısıyla, kısıtlı kaynakların daha etkin
kullanımını sağlayarak ülkemizin refahına ve dünya ölçeğinde küresel bir
güç olmasına katkıda bulunacaktır.
İstihdam odaklı sürdürülebilir
bir büyüme çerçevesinde ikinci gelişme ekseni, istihdamın artırılması
olarak belirlenmiştir. Bu eksenin temel amacı, rekabetçi bir ekonomi ve
bilgi toplumunun gerektirdiği doğrultuda istihdam imkânlarının geliştirilmesi
ve bu kapsamda işsizliğin azaltılmasıdır.
Ekonomik büyümeye
paralel olarak istihdam edilebilirliğin artırılması, tüm bireylere eşit
istihdam fırsatlarının sağlanması, eğitim ve istihdam arasındaki ilişkinin
güçlendirilmesi ve işgücü piyasasının daha esnek hale getirilmesini amaçlayan
politikalar uygulanacaktır.
Değerli arkadaşlarım,
Hükümetimizin bu alandaki temel yaklaşımı, Dokuzuncu Planda, istihdamın
artırılması dedik. Bu eksende, Avrupa Birliğinin Lizbon Stratejisiyle
uyumu da dikkate alınarak önümüzdeki yedi yılda Türkiye'nin istihdam
konusunda izleyeceği yol haritası ortaya konmaktadır.
Bu yol haritası, istihdamın
artırılması, işgücü piyasasının geliştirilmesi, eğitimin işgücü talebine
duyarlılığının artırılması ve aktif işgücü politikalarının geliştirilmesi
ana temaları üzerine kurulmuştur.
İstihdam odaklı sürdürülebilir
bir büyüme çerçevesinde rekabetçi bir ekonomi ve bilgi toplumunun gerektirdiği
doğrultuda nitelikli insan kaynaklarının yetiştirilmesi, istihdam imkânlarının
geliştirilmesi, işsizliğin azaltılması, işgücü piyasasının iyileştirilmesi
ve ekonomik, sosyal alanda yapılacak düzenlemelerde istihdam boyutunun
gözetilmesi temel amaçtır.
Ulusal istihdam
stratejisinin oluşturulması çalışmalarında tarım sektöründeki çözülme
ile bu sektörden gelen işgücünün tarımdışı sektörlere kazandırılması
konusuna ağırlık verilmesi ve istihdamın artırılmasında önem taşıyan
girişimciliğin geliştirilmesi ve teşviki önplana çıkan diğer konulardır.
Bu bağlamda, işgücü
piyasasında dezavantajlı konumda bulunan kesimlere yönelik özel
politikalar öngörülmektedir. Bunlar arasında en çok kadınlar, gençler ve
özürlüler üzerinde durulmaktadır. Kadınların işgücüne katılımlarının artırılmasını
sağlayacak önlemlere önem verilmektedir. Gençlerin işgücü piyasasına
girişlerinin kolaylaştırılması için, gençlerin, işgücü piyasalarında
deneyim kazanmalarını sağlayacak programların uygulanması öngörülmektedir.
Bu çalışmalar neticesinde,
hedeflenen gayri sâfi yurtiçi hâsılada, 2005 yılı itibariyle, satın alma
gücü paritesine göre kişi başına geliri, ülkemizin, Avrupa Birliği ülkeleri
arasındaki ortalamada yüzde 36 düzeyindedir. 2013 yılında, inşallah, bu
kalkınma hızımızı sağladığımız takdirde -ki, inşallah, sağlayacağız- Avrupa
Birliği ülkelerinin yüzde 55'i düzeyine çıkacak ortalaması ve böylece
ekonomik göstergelerimiz, Avrupa Birliği ortalamalarına önemli ölçüde
yaklaşmış olacaktır.
Değerli arkadaşlarım,
yaşadığımız bu gelişmeleri devam ettirebilmek ve daha iyiye götürebilmek
amacıyla, önümüzdeki dönem içinde öngörülen politikalar, uygulanması
gereken enstrümanlar şu şekilde özetlenebilir:
Dokuzuncu Kalkınma
Planı döneminde gelir dağılımındaki eşitsizlikler, yoksulluk, sürdürülebilir
büyüme ve istihdam, eğitim, sağlık ve çalışma hayatına ilişkin
politikaların uygulanmasıyla, çok boyutlu bir yaklaşımla kalıcı bir şekilde
azaltılacaktır. Yoksulluk ve sosyal dışlanmaya maruz veya bu risk altında
olan birey ve grupların, ekonomik ve sosyal hayatta yer almaları sağlanacak
ve yaşam kaliteleri yükseltilecektir.
Yoksullukla
mücadelenin yanı sıra, kadınlar, özürlüler, yaşlılar gibi dezavantajlı
gruplara özel önem verilecektir.
Kadınların ekonomik ve
sosyal hayata katılımlarını artırmak için, bu kesime yönelik meslekî
eğitim imkânları geliştirilerek istihdam edilebilirlikleri artırılacak;
kadına yönelik şiddetin önlenmesi için toplumsal bilincin artırılması
yönünde çalışmalar yapılacaktır.
Özellikle kırsal
kesimdeki kız çocuklarımızın, özürlülerin ve düşük gelirli ailelerin çocuklarının
eğitim ihtiyaçlarının karşılanması desteklenerek, bu kesimlerin eğitime
erişimleri kolaylaştırılacaktır.
Yaşlılara yönelik
olarak evde bakım hizmeti desteklenecek; özürlülerin ekonomik ve sosyal
hayata katılımlarının artırılmasına yönelik olarak sosyal ve fizikî çevre
şartları iyileştirilecektir.
Dokuzuncu Planın ana
gelişim eksenlerinden bir tanesi, bölgesel gelişme. Bu noktada da görüşlerimi
kısaca sizlerle paylaştıktan sonra konuşmama son vereceğim.
Değerli arkadaşlarım,
sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçildiği günümüz küreselleşen dünyasında,
bilgi ve iletişim teknolojiyle ulaşım imkânlarında yaşanan gelişmelerle
birlikte, ülkelerin kendi aralarındaki bölgesel bütünleşme hareketleri
hızlanmış, ülkelerin yerel yönetimlere verdikleri önem artmış ve bölge
ve alt bölgeler, dünya sistemiyle doğrudan etkileşim içine girmeye başlamıştır.
Diğer bir ifadeyle, küreselleşen dünyada bölgeler ve kentler, giderek,
kapalı bir ekonomik sistem olmaktan çıkmıştır.
Günümüz şartlarında,
artık, şehirler ve bölgeler, dünyadaki farklı nitelikli ağlar, ilişkiler
içinde yer alabilen ve bunlarla etkileşim içerisinde bulunabilen yerel aktörler
olarak algılanmaktadır.
Burada, dikkat çeken ve
memnuniyet verici olan nokta, Planda, sadece az gelişmiş bölgeler ile kırsal
alanın sorunlarına odaklanılmamasıdır. Planda, küresel eğilimler de dikkate
alınarak, bölgesel gelişme bütüncül bir yaklaşımla ele alınmış, ülkemizin
tüm bölgelerine hitap eden politikalar geliştirilmiştir. Örneğin, az gelişmiş
bölgelerimizin en önemli sorunları olan beşerî ve kurumsal kapasite zayıflığı, istihdam imkânlarının azlığı,
fizikî ve sosyal altyapı imkânlarının yetersizliği
ve bu eksikliklerin doğurduğu özellikle
büyük şehirlere doğru yaşanan göç akımı, isabetli bir şekilde teşvik edilmiştir.
Yeni bir yaklaşımla
ele alınan bu Planın bölgesel gelişme anlamında getirdiği yeniliklerin de
ülkemizin rekabet gücünün artmasına ve topyekûn kalkınmasına önemli katkılar sağlayacağına
inanıyorum.
Özetle, yeni bir yöntem,
yaklaşım ve vizyonla ele alınan, halkımıza ve kuruluşlarımıza yerelden
başlayan topyekûn kalkınmanın yol haritasını sunan Dokuzuncu Kalkınma Planının, ülkemiz için
hayırlara vesile olmasını bütün kalbimle diliyor, hepinize, tekrar, saygılar
sunuyorum. (AK Parti sıralarından kalkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Mahçiçek.
AK Parti Grubu adına
ikinci konuşmacı Karabük Milletvekili Mehmet Ceylan.
Sayın Ceylan buyurun.(AK Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA
MEHMET CEYLAN (Karabük)- Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; Dokuzuncu
Kalkınma Planının üçüncü bölümü üzerinde AK Parti Grubu adına söz almış
bulunmaktayım; bu vesileyle Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
İkinci bölümde de söz
almıştım. İkinci bölüm konuşmamda, Dokuzuncu Kalkınma Planı hüviyetindeki ekonomik ve
sosyal gelişmeler ile Dokuzuncu Kalkınma Plan hedefleri üzerine konuşmaya
çalışmıştım. Ancak, sektörel bazda, Plan hedefleri ve gelişmelerle ilgili
olarak, eksik kalan kısımlarını tamamlamak üzere söz almış bulunmaktayım.
Ancak, bu geri kalan sektörel bazdaki değerlendirmeleri yaparken de, bir
miktar da, bundan önce konuşan muhalefetteki arkadaşların eleştirilerine
cevap vermeye çalışacağım.
Değerli arkadaşlarım,
muhalefet kesiminden arkadaşlarımızın önemli bir bölümü, döviz kurları
üzerindeki eleştirilerini yönelttiler. Hatta, bu konuşmalar-dan bazıları o
kadar ileri gitti ki, Sayın Ümmet Kandoğan gibi, bu Planı, bu dö-viz kurları
tahminleri nedeniyle uygulanma şansı olmayan, gerçekçi olmayan bir
Plan gibi ifadelerle eleştirdiler. Değerli arkadaşlarım, tabiî, buna benzer
e-leştiriler diğer arkadaşlarımız tarafından da yöneltildi ve Planın öngörülerinin,
hedeflerinin, 2013 yılı içinde Plan hedeflerinin tutmayacağını, dolayısıyla,
ger-çekçi olmayacağı gibi varsayımlarla eleştirilerde bulundular.
Değerli arkadaşlarım,
Dokuzuncu Kalkınma Planında, döviz kurları, 2006 yılı itibariyle dolar
1,45 YTL olarak alınmıştır, 2006'da 1,47 YTL, 2008 1,48 ve 2013 yılında 1,47
YTL olarak öngörülmüş bulunmaktadır. Bunlar, afakî değil, abartma değil,
gerçekçi tahminlerdir değerli arkadaşlarım. 2006 yılının ilk dört ayına
baktığınızda -her ne kadar, son bir ayda, birbuçuk ayda uluslara-rası
piyasalardaki dalgalanmaların da etkisiyle döviz kurları bir miktar tırman-mış;
ancak, yılın ilk dört aylık kısmında baktığımızda- döviz kurunun, ortalama
dolarda 1,32 YTL olduğu görülmektedir. Dolayısıyla, yılın geri kalan kısmında,
son sekiz aylık kısmında da dolar kurunun ortalama 1,55 YTL olabileceği gözden
kaçırılmamalıdır. 1,55 olduğu takdirde de, 1,45 YTL olan döviz kuru tahmini
tutacaktır.
Bilindiği gibi, Merkez
Bankamız, Maliye Bakanlığımız ve ilgili kuruluşlarımız, son bir ay, birbuçuk
aydaki piyasalardaki hareketlilik konusunda ciddî tedbirler almışlardır
ve bunun semereleri görülmeye başlanmıştır. Bildiğiniz gibi, son üç gündür
Merkez Bankasının almış olduğu tedbirlerle dolar kuru aşağı doğru seyretmektedir,
1,6'ya doğru seyretmektedir.
Tam bu noktada, değerli
arkadaşlar, bir anımı sizlerle paylaşmak istiyorum, küçük bir anımı. Sayın
Enis Tütüncü, benim sevdiğim bir büyüğümdür, ağabeyimdir, öyle ifade
edeyim. Devlet Planlama Teşkilatında yıllar önce birlikte de çalıştık,
o benden önce çalıştı, saygı duyduğum bir büyüğümdür; ama, şunu ifade etmek
isterim: Geçen yıllarda, Plan ve Bütçe Komisyonunda birlikte çalıştık.
Kendisi, burada da eleştirdi, orada da eleştirirdi döviz kurunun tutmayacağını.
2003 yılı bütçesini hatırlıyorum, Sayın Tütüncü, orada da eleştirdiniz. İşte,
Hükümetin getirdiği bütçede döviz kurunun oldukça düşük tahmin edildiğini
eleştirdiniz. O zamanlar da, 2003 yılı bütçesi hazırlanırken 1,6'ya doğru
tırmanmıştı dolar kuru ve bunun kesinlikle tutmayacağını falan ifade etmiştiniz.
Biz de "sakin olun; bu, yıl ortalamasına bağlıdır, alınan tedbirlerle
tutar" dedik ve nitekim, yanılmadık bu hususta. 2004 yılı bütçe görüşmeleri
geldiğinde ben size hatırlattım; Sayın Tütüncü, 2003 yılında da bu eleştirinizi
yapmıştınız döviz kurunun tutmayacağını, şimdiden daha 1,6'lara, 1,5'lere
tırmandığını ifade etmiştiniz; tutmayacağını, ben, size 2004 yılı bütçesinde
açık bir şekilde ifade ettim; tutanaklar oradadır.
Şimdi, Sayın Tütüncü
gibi diğer arkadaşlarımız da eleştiriyor; döviz kuru kesinlikle tutmayacak,
şu etmeyecek, bu etmeyecek… Dolayısıyla, Dokuzuncu Kalkınma Planı hedefleri
tutmayacak şekilde eleştirilerde bulunuyorlar. Değerli arkadaşlarım,
sakin olun, rahat olun; Türkiye, eskisi gibi değildir, Türkiye ekonomisi
güçlü bir ekonomiye sahiptir, gerekli tedbirler alınmıştır. Bir miktar
uluslar arasındaki dalgalanmalara bağlı olarak, Türkiye'de de, elbette
ki dalgalanma vardır; ama, bu rayına oturacaktır, son üç gündür de bunun
işaretlerini görmekteyiz. Dolayısıyla, döviz kuruna ilişkin olarak eleştiriler
yersizdir, haksızdır, tutarsızdır; bu açıdan da ifade etmek istiyorum.
Diğer taraftan, Sayın
Muharrem Doğan'ın sözlerine gerçekten üzüldüm; yani, Sayın Doğan bu Planı
okudu mu okumadı mı bilmiyorum; beni bağışlasınlar; öyle laflar etti ki
burada, şaşırmamak mümkün değil doğrusu. İşte, "tarım destekleri
yok" diyor, "tarım öldü" diyor, "GAP yok" diyor,
"bölgesel plan yok" diyor, "organik tarım yok" diyor, şu
yok diyor, bu yok diyor.
Değerli arkadaşlar, Planın
içinde bölgesel gelişme konusu, beş temel sorundan birisi olarak ele alınmıştır,
bölgesel gelişme vardır. Sayfa numarasını da vereyim mi Sayın Doğan; Temel
Amaçlar, Gelişim Eksenleri'nde, sayfa 136'dan 140'a kadar, bölgesel gelişme
ele alınmıştır; en temel beş sorundan birisi olarak ele alınmıştır. Lütfen,
dikkatli okuyun.
AHMET SIRRI ÖZBEK (İstanbul)
- Sayın Doğan burada olmadığı için nefesini tüketme!
MEHMET CEYLAN (Devamla)
- Organik tarım vardır, bölgesel gelişme vardır; "yapabileceğinizi
söyleyin" diyor.
Değerli arkadaşlar,
AK Parti İktidarı olarak yaptıklarımız yapacaklarımızın teminatıdır. (CHP
ve Anavatan Partisi sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar[!]) Bunu ifade edelim.
Bakın, tarım konusuna
değindiniz… Sakin olun arkadaşlar…
ÖMER ABUŞOĞLU (Gaziantep)
- O kadar komik şey söylüyorsun ki! Gecenin bu saatinde.
MEHMET CEYLAN (Devamla)
- Tarım konusuna değindiniz, Hükümetimiz döneminde tarıma ne kadar destek
verdiğimizi size rakamlarla izah edeceğim; sadece sakin olun, dinleyin. Sakin
olun, dinleyin… (CHP ve Anavatan Partisi sıralarından gürültüler)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
dinleyelim Sayın Hatibi.
Buyurun Sayın Ceylan.
MEHMET CEYLAN (Devamla)
- Değerli arkadaşlar, AK Parti İktidarları döneminde tarım sektörüne
olabildiğince destek verdik.
ATİLA EMEK (
ÖMER ABUŞOĞLU (
MEHMET CEYLAN (Devamla)
- Geçmiş hükümetlerle kıyaslama olarak…
Bakın Sayın Abuşoğlu,
dinleyin.
ÖMER ABUŞOĞLU (Gaziantep)
- Sayın Başkanım, ismimi kullandığı zaman cevap hakkı doğar.
MEHMET CEYLAN (Devamla)
- Peki; hayır, dinleyin diye; siz cevap veriyorsunuz da onun için dinleyin
diyorum.
BAŞKAN - Hayır
sataşma falan yok; sadece "dinleyin" diyor, bir şey demiyor.
MEHMET CEYLAN (Devamla)
- Dinleyin diyorum yani.
ÖMER ABUŞOĞLU (
MEHMET CEYLAN (Devamla) - Değerli arkadaşlarım,
bakın, elimde bir tablo var; 1999 yılından 2005 yılına kadar,
Türkiye'de, gerek Tarım Bakanlığının gerekse diğer kuruluşların, Hazineden
tarıma verilen destekleri izah etmektedir.
AHMET SIRRI ÖZBEK (İstanbul) - Arpayı
kaç liradan alıyorsun onu söylesene?!
MEHMET CEYLAN (Devamla) - 2000 yılında,
Sayın Mehmet Eraslan da bunu eleştirdi…
AHMET SIRRI ÖZBEK (İstanbul) - Arpayı
kaç liradan alıyorsun bir söylesene?!
MEHMET CEYLAN (Devamla) - Dinleyin, dinleyin
arkadaşlar!..
AHMET SIRRI ÖZBEK (İstanbul) - Boş ver
dinlemeyi!.. Sen cevap ver!..
MEHMET CEYLAN (Devamla) - 2000 yılında,
bakın, sadece Tarım Bakanlığı bütçesinden -Sayın Bakanımız da buradaydı-
2000 yılında, Tarım Bakanlığı bütçesinden toplam prim ödemesi…
AHMET SIRRI ÖZBEK (İstanbul) - Bırak
tarımı, arpanın fiyatını söyle, arpanın fiyatını söyle…
MEHMET CEYLAN (Devamla) - Ya, bir dinleyin
arkadaş ya!..
AHMET SIRRI ÖZBEK (İstanbul) - Arpanın
fiyatını söyle.
BAŞKAN - Sayın Özbek… Sayın Özbek… Lütfen…
MEHMET CEYLAN (Devamla)
- Konuşma… Konuşma… Dinle!..
AHMET SIRRI ÖZBEK (İstanbul)
- Kabadayılık etme, gelir alırım paçanı!
BAŞKAN - Sayın Özbek…
Lütfen…
Sayın Ceylan, Genel
Kurula hitap edin.
AHMET SIRRI ÖZBEK (İstanbul)
- Kürsüden kabadayılık etmesin Sayın
Başkan, alırım paçasını aşağıya!..
MEHMET CEYLAN (Devamla)
- 2000 yılında, Tarım Bakanlığı bütçesinden, toplam destekler, 325 trilyon
lira, toplam olarak ve bunun, Tarım Bakanlığı bütçesindeki desteklerin
gayri safî millî hâsılaya oranı 0,26 2000 yılında. Değerli arkadaşlarım,
her geçen yıl, İktidarımız döneminde, bu, artarak devam etmiş. 2003 yılında
2 katrilyon 845 milyar lira, 2004'te 3 katrilyon 84 trilyon lira, 2005'te
3 katrilyon 813 trilyon lira, sadece Tarım Bakanlığı bütçesinden tarıma
destek verilmiş ve Tarım Bakanlığı bütçesinden tarıma verilen desteklerin
payı 2000 yılında yüzde 0,26 iken, 2005 yılında 0,80 oranına ulaşmış durumda.
SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya)
- Yüzde 1 bile değil!..
MEHMET CEYLAN (Devamla)
- Değerli arkadaşlar, şimdi, buna ilaveten, tabiî ki, diğer tarım destekleri
de var. Tarım Bakanlığı tarımsal kredi destekleri, DFİF tarım payı ve benzeri
desteklerle ve ayrıca, KİT'lerin yaptığı alımlar ve benzeri destekler
de hesaplandığında…
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara)
- Kaç dönüm arazi sahiplerine verdiniz onu?!
ATİLA EMEK (Antalya) -
Buğdayın kilosu kaça?!.
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara)
- Sayın Hatip, orman köylüsüne ne verdiniz?!
MEHMET CEYLAN (Devamla)
- …2000 yılında, toplam, tarım sektörüne 1,9 katrilyon lira destek
verilirken …
ATİLA EMEK (
MEHMET CEYLAN (Devamla)
- 2005 yılında, toplam 7,7 katrilyon lira destek verilmiştir.
ATİLA EMEK (Antalya) -
Hikaye çok dinledik!.. Buğdayın fiyatı kaça onu söyle!...
MEHMET CEYLAN (Devamla)
- Bu ne demektir...
ATİLLA EMEK (
MEHMET CEYLAN (Devamla) - Bu ne demektir;
gayri safî millî hâsılaya oranı, toplam olarak, yüzde 1,59
oranında tarım sektörüne destek vermek demektir.
Değerli arkadaşlarım…
SÜLEYMAN SARIBAŞ (
MEHMET CEYLAN (Devamla) - Şimdi, yine,
çok sevdiğim Algan Hacaloğlu Beyefendi bir eleştiride bulundu "iktidarınız
döneminde tarım sektörüne vereceğiniz destekler bütçe içinden en az yüzde
2 olacak" dedi. Arkadaşlar, şu anda, zaten, biz, yüzde 2'nin çok fazla üstündeyiz.
SÜLEYMAN SARIBAŞ (
MEHMET CEYLAN (Devamla)
- Çok fazla üstündeyiz…
SÜLEYMAN SARIBAŞ (
MEHMET CEYLAN (Devamla)
- Sakin olun!.. Sakin olun!..
SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya)
- 2005 ödenmedi daha… İşiniz yalan, gücünüz yalan, her şeyiniz yalan!..
MEHMET CEYLAN (Devamla)
Sadece Tarım Bakanlığı bütçesinden verilen desteklerin bütçeye oranı, 145
katrilyonluk bütçeye oranı, oranlarsanız, yüzde 2,6 etmektedir.
ALGAN HACALOĞLU (İstanbul)
- Ben, gayri safî millî hâsılanın yüzde 2'si dedim…
MEHMET CEYLAN (Devamla)
- "Bütçe" dediniz… "Bütçe" dediniz…
ALGAN HACALOĞLU (İstanbul)
- Bütçe dediysem, sürçülisan…
BAŞKAN - Sayın Hacaloğlu,
lütfen… Sayın Hacaloğlu…
MEHMET CEYLAN (Devamla)
- Sayın Hacaloğlu "bütçe"
dediniz, ben öyle algıladım.
BAŞKAN - Sayın Ceylan, Genel Kurula hitap
ediniz.
MEHMET CEYLAN (Devamla) - İyi not aldım,
tutanakları getirirsiniz "bütçe oranları" dediniz.
Diğer desteklerle birlikte, diğer destekleri
kattığınızda, toplam tarım sektörüne verilen desteklerin bütçeye oranı
yüzde 5,3'tür Sayın Hacaloğlu.
SÜLEYMAN SARIBAŞ (
MEHMET CEYLAN (Devamla) - Biz, şimdiden
bile, çoktan geçmişiz o oranları.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (
MEHMET CEYLAN
(Devamla) - Evet.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (
ATİLA EMEK (
MEHMET CEYLAN (Devamla) - Değerli arkadaşlarım,
Dokuzuncu Kalkınma Planında, tabiî ki sadece tarım sektörü değil, diğer
sektörlere de çok öncelikli olarak destekler verilecektir.
Bu çerçevede, ulaştırma
sektörüne de eleştiriler getirildi, arkadaşlarımız getirdiler. Bazı arkadaşlarımız, Sayın Muzaffer Kurtulmuşoğlu
Beyefendi -sevdiğim bir büyüğümüzdür yine- demiryollarına önem verilmesini
ifade ettiler. Demiryollarına önem veriyoruz değerli arkadaşlar.
Cumhuriyet döneminden itibaren yapılmayan demiryollarına önem veriyoruz ve
Türkiye'yi demir ağlarla örüyoruz. Ankara-İstanbul hızlı
tren projesi, Ankara-Konya hızlı tren projesi ve diğer hızlı tren projeleri
başlatılmıştır. Sadece 2005 yılında, Devlet Demiryollarının yapmış
olduğu ihalelerin tutarı, tam 2 milyar dolardır değerli arkadaşlarım, 2
milyar dolar…
BAYRAM ALİ MERAL (
MEHMET CEYLAN (Devamla) - Devlet Demiryollarının
yapmış olduğu ihalelerin tutarı…
SÜLEYMAN SARIBAŞ (
BAYRAM ALİ MERAL (
MEHMET CEYLAN (Devamla) - Bu, Devlet
Demiryollarına verdiğimiz önemi gösteriyor ve Dokuzuncu Kalkınma Planında
da, ulaştırma hedeflerimiz arasında demiryollarına öncelikli olarak
ağırlık vereceğimiz ifade edilmektedir.
GÖKHAN DURGUN (Hatay) - Kaç metre demiryolu
yaptınız? Kaç metre?..
MEHMET CEYLAN (Devamla) - Onun için, iyi
değerlendirelim Planı ve ona göre de eleştirilerimizi yöneltelim.
Değerli arkadaşlarım,
ben, daha fazla vaktinizi almak istemiyorum. Dokuzuncu Plan, gerçekten Türkiye'nin ufkunu
açacak, vizyonunu geliştirecek bir plandır ve alınacak bu tedbirlerle Türkiye'nin rekabet gücü artacaktır; rekabet gücünün artmasıyla
birlikte, kişi başına millî gelir, ihracatımız, ithalatımız artacak, kişi
başına millî gelir 10 000 dolarları bulacak ve toplam dışticaret hacmi
yarım katrilyonu bulan bir Türkiye olacaktır.
HÜSEYİN GÜLER (
MEHMET CEYLAN (Devamla) - Bu Planın elbette
ki başarı şansı uygulayıcıların elindedir. Uygulayıcı kuruluşlar ne kadar bu Plana sahip çıkarsa, bu Plan, elbette ki diğer
planlarda olduğu gibi, o kadar çok başarılı olacaktır.
Bu duygu ve düşünce içinde, tekraren,
Planın hazırlanmasında emeği geçen, başta Devlet Planlama Teşkilatındaki
arkadaşlarımız olmak üzere, emeği geçen bütün kişi
ve kuruluşlara teşekkür ediyorum.
Planın, ülkemize,
milletimize hayırlı uğurlu olmasını diliyor; hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ederim Sayın Ceylan.
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım,
birleşime 10 dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 22.09
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 22.24
BAŞKAN: Başkanvekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir), Mehmet
DANİŞ (Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 121 inci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu
açıyorum.
Dokuzuncu Kalkınma
Planı üzerindeki görüşmelere kaldığımız yerden devam ediyoruz.
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
2.- Dokuzuncu Kalkınma Planının (2007-2013) Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Sunulduğuna Dair Başbakanlık Tezkeresi
ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (3/1075) (S. Sayısı: 1214) (Devam)
BAŞKAN - Komisyon ve
Hükümet yerinde.
Planın üçüncü bölümü
üzerinde, şahsı adına ilk söz, Ümmet Kandoğan, Denizli Milletvekili…
Buyurun Sayın Kandoğan.
ENİS TÜTÜNCÜ (Tekirdağ)
- Sayın Başkan, Sayın Ceylan konuşmasında üç kez ismimi zikrederek, benim
konuşmamı…
Bu konuda ben söz istiyorum
Sayın Başkan; zabıtları getirtirseniz memnun olurum.
BAŞKAN - Sayın Tütüncü,
önce Sayın Kandoğan'ı dinleyelim, sonra sizi dinleyeceğim.
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri saygıyla selamlıyorum.
Biraz önce Çok Değerli
Milletvekilimizi dinledik, ben de kendilerini çok seviyorum; ancak, tarımla
ilgili olarak o kadar enteresan sözler söyledi ki, acaba, bir başka ülkeyi
mi anlatıyor, oradaki tarımdan mı bahsediyor; şaşırdım kaldım. Ancak, köylülerimize,
çiftçilerimize biraz kulak vermiş olsaydı, Sayın Milletvekilimizin o
konuşmaları yapmayacağından son derece emindim. Şimdi, demin benim konuşmamdan
sonra Sayın Bakanımız kürsüye geldiler, benim konuşmama cevap verdiler.
Sayın Sali, Sayın Bakanı
meşgul etmezseniz, benim konuşmamdan sonra Sayın Bakan bazı sözler söylemişti,
onlara bazı cevaplar vermek istiyorum.
Şimdi, Sayın Bakanımız,
benim, Sayın Başbakanın bu Plan hazırlanırken daha önceden tespit edilen
kişi başına millî gelirin 2013'te 8
700 dolar olmasını, 10 000'e çıkarmasını eleştirmiştim. Şimdi, Sayın
Bakanımız dedi ki: "Bunun hukukî olmadığını mı söylemeye çalışıyorsunuz?"
Burada bu konuyu dile getiren hiçbir milletvekilimiz böyle bir şey söylemedi.
Ancak, ben şuna itiraz ediyorum Sayın Bakanım: Şimdi, Sayın Başbakan kişi
başına düşen gelirin 8 700 dolardan 10 099 dolara çıkarılma talimatını verdiğinde,
yani, yüzde 15,77 bunun artırılmasını söylediğinde, bununla ilgili altyapıda
bunu sağlayabilecek imkânların olup olmadığı, bunun gerçekleşip gerçekleşmeyeceği
hususlarının ne kadar tartışıldığı, ne kadar sağlıklı olduğuna itiraz
ediyorum. Elbette, Sayın Başbakan planlara müdahale edecektir, talimatlar
verecektir, hedefler gösterecektir; ancak, bunu verirken, bu talimatları
verirken bunun altyapısının hazırlanması lazım geldiğini söylüyorum.
Şimdi, doğrudan yabancı
yatırım 9,5 milyar dolar; ama, revizeyle 12,1 milyar dolara çıkarılmış. Şimdi
ben soruyorum: Bu, 12,1 milyar dolara çıkartılırken, yüzde 28 artırılırken,
hangi sektörlere, hesaplayamadığınız hangi sektörlere dünyanın neresinden
yatırımcılar gelecek; bununla ilgili ne gibi gelişmeler oldu ki, yüzde 28
civarında doğrudan yabancı sermaye girişinde bir revizyon yaptınız?! Benim
merak ettiğim husus budur.
Şimdi, Sayın Bakanım,
benim, Adalet ve Kalkınma Partisi Seçim Beyannamesinde 69 uncu sayfada
bahsedilen ve tarımın millî gelirden aldığı payın yüzde 14'e düşürüldüğünü
eleştirdiğim konuşmama da bir cevap verdiler. Şimdi, Sayın Bakan dediler
ki: "Onu öyle hesaplamayın; siz maliyeci filan değilsiniz; o, öyle
hesaplanmaz." Nasıl hesaplanırmış; millî gelirden tarımın aldığı
paya göre hesaplanırmış. Şimdi, peki Sayın Bakanım, ben size soruyorum şimdi:
2002 yılında yüzde 14'e düşürülmüş; bunu eleştiriyorsunuz. Peki, 2002
yılında millî gelir 2001 yılına göre arttı mı, artmadı mı; arttı. 2002'de
ekonomi 2001'e göre yüzde 7,9 büyüdü. Sizin hesabınıza göre, 2002 yılında
tarımın millî gelirden aldığı pay yüzde 15'ten 14'e düşmüş olmasına rağmen,
sizin hesaba göre daha fazla alıyor. Peki, sizin hesaba göre millî gelir arttığı
için tarımın millî gelirden aldığı pay daha da artmış olmasına rağmen,
siz bunu bilmiş olmanıza rağmen, Seçim Beyannamenizin 69 uncu sayfasına
"tarımın millî gelirden aldığı pay yüzde 14'e düşürülmüştür"
ibaresini niye koydunuz, niçin o ibare orada duruyor?! Bunun cevabını gelin,
buradan verin.
İki; bunu hesaplarken
şöyle hesaplayacaksınız: Tarımdaki girdi maliyetlerini de hesaplayacaksınız.
Tek başına onu alırsanız, yanlış olur Sayın Bakanım. Siz maliye doçentisiniz;
ama, bizim de biraz mürekkep yalamışlığımız var maliye hususunda. (AK Parti
sıralarından alkışlar [!]) Evet,
evet… Onun için, bunu hesap ederken Türkiye'de tarımdaki girdi maliyetlerinin
2002'den 2005 yılı sonuna kadar yüzde 100'ler seviyesinde arttığını da gözden
uzak tutmayacaksınız. Siz, bütün parametreleri eşit kabul ederseniz, o söylediğiniz
husus geçerli olur. Girdi maliyetleri yüzde 100 artacak, tarımdan alınan
pay daha fazla olacak.
Şimdi, elimde rakamlar
var. Kırsal kesimin millî gelirden aldığı paydan dolayı kırsal kesimin
fakirleştiği… Türkiye İstatistik Kurumu rakamları. Peki, kırsal kesim
niye fakirleşiyor Sayın Bakanım?
İki; şimdi, siz diyorsunuz
ki: "Dolar fiyatı 2013 yılında 1,47 YTL olacak." Olabilir; benim
buna bir itirazım… Ama, benim itirazım şuna Sayın Bakanım: Şimdi, Türkiye'de
2013 yılı sonuna kadar yüzde 35 enflasyon -siz, bunun içerisine yazmışsınız
bunu- yüzde 35 enflasyon var diyorsunuz 2013 yılı sonuna kadar. Gerçekleştirirseniz,
hedefiniz bu.
Şimdi, 2013 yılı sonuna
kadar Türkiye'de yüzde 35 enflasyon olacaksa ve bunu, siz, Plan içerisine
yerleştirmişseniz, 2013 yılı sonunda dolar kuru 1,47 YTL olursa
-olabilir- ben diyorum ki, dolar kuru, yani, bunun karşılığında Türk parası
aşırı değerlenmiş olur; benim söylediğim bu. Aşırı değerlenmiş Türk
parası… İktisadın en basit kuralıdır; iktisat ve maliye bölümü öğrencileri
daha birinci sınıfta bunu öğrenirler, siz bunu öğrettiniz; eğer bir para,
millî para dövize karşı aşırı değerlenmişse, o ülkedeki ithalat artar
ve ihracat sıkıntılı olmaya başlar ve dolayısıyla, o ülkede bundan
dolayı cari açık ortaya çıkar. Diğer parametreler de mutlaka etkileyecektir; ama, en
temel kuraldır bu, birinci sınıf öğrencilerine bu öğretilir. Bir millî
para aşırı değerliyse, ithalatta artış olur, ihracatta sıkıntı olur.
İşte, Türkiye'de son
dönemde yaşanan olayların sebebi budur Sayın Bakanım. Herkes diyordu ki,
siz de söylediniz, diğer bakanlar da söylüyor -hepiniz söylediniz- diyorlar
ki: "Türk parası aşırı değerlenmiştir, şimdi geldiği nokta makul olduğu
seviyedir." Sanayi Bakanı da söyledi, Sayın Tüzmen de söyledi, herkes
söyledi bunu. Benim itirazım onadır; yoksa, 2013 yılında dolar şu fiyat
olur, bu fiyat olur... Enflasyonu gözden uzak tutmayacaksınız, bu şekildeki
bir döviz kurunun Türkiye'deki ekonomi üzerindeki etkilerinin ne olduğunu
diğer parametreleri de göz önüne alarak bu şekilde değerlendireceksiniz;
yoksa, aynı noktadan hareket ederseniz yanlışlıklarla karşılaşırsınız.
Şimdi, tarıma tekrar
dönüyorum Sayın Ceylan'ın sözlerinden sonra. Şimdi, elimde rakamlar var
Sayın Ceylan, elimde rakamlar var. Buğday maliyeti ne olmuş 2002'den
2005'e kadar, mısır maliyeti ne olmuş,
pamuk maliyeti ne olmuş; asgarî
bunların artışı yüzde 80
ve devraldığınızda mazot 1 200 000 lira, şimdi 2,5 milyon
lira; yani, bu çiftçi bu girdi fiyatlarıyla boğuşurken, girdi fiyatları
yüzde 100 oranında artarken ürün fiyatlarının ne olduğunu ben sizin takdirinize
bırakıyorum.
HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar)
- Petrol fiyatları dünyada ne oldu?!
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Ne oldu ürün fiyatları?! 2002 yılındaki ürün fiyatlarıyla bir karşılaştırın
allahaşkına, pamuğu karşılaştırın, tütünü karşılaştırın, buğdayı karşılaştırın.
Bakın, ben, size, bazı
rakamlar vereceğim. 1997, 98 rakamlarını vereyim. 1997'de bir tüp almak için
34 kilogram buğday satıyordunuz, şimdi bir tüp alabilmek için 120 kilogram
buğday satacaksınız günümüzde. 1998'de bir traktör alabilmek için 186 ton
şekerpancarı satıyordunuz, şimdi bir traktör alabilmek için 260 ton şekerpancarı
satıyorsunuz. Bir traktör alabilmek için 1998'de 58 ton buğday satıyordunuz,
şimdi, 2005'te 95 ton buğday satıyorsunuz. 1 litre mazot alabilmek için
2,4 kilogram buğday satarken, şimdi 7 kilogram buğday satmak durumundasınız.
Yani, bütün göstergeler, Türkiye'de tarımın ciddî manada sıkıntı içerisinde
olduğunu, hatta daha ilerisini söyleyeyim, bir çöküntü içerisinde olduğunu
söylüyor. Türkiye'deki bütün vatandaşlar söylüyor bunu, bütün rakamlar
bunu gösteriyor; ama, siz kalkıp geleceksiniz, burada, tarımın iyi olduğunu,
sizin döneminizde verilen imkânların iyi olduğunu söyleyeceksiniz.
97, Sayın Bakanın
hükümette olduğu dönem, 6,5 milyar dolar tarım desteklemeleri, şimdi 2,5
milyar dolar. Sayın Bakanım burada. 1997'de herhalde bakandınız, Maliye
Bakanımızdınız. O dönemde tarıma ayrılan kaynak 6,5 milyar dolar, destekleme
şimdi 2,5 milyar dolara düşmüş, 2,8 milyar dolar. Şimdi, 6,5 milyar dolar
mı büyük, 2,8 milyar dolar mı büyük Sayın Ceylan?!
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
ÖMER ABUŞOĞLU (Gaziantep)
- 2,8 milyar büyük!..
MEHMET CEYLAN
(Karabük) - 7,7 katrilyon…
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Onun için, rakamlarla oynamayın.
MEHMET CEYLAN (Karabük) - Siz oynuyorsunuz.
BAŞKAN - Sayın Kandoğan, lütfen, toparlar
mısınız.
Buyurun.
FATMA ŞAHİN (
HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) - İşine gelmiyor.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Değerli milletvekilleri,
bakınız, o rakamlar -Sayın Bakanım bakın burada, eski Tarım Bakanımız arkada
oturuyor- benim bir soru önergeme Sayın Bakanımızın vermiş olduğu cevaptan
aldım o rakamları; yani, o rakamlar Tarım Bakanlığının bana vermiş olduğu
cevap. Eğer bir yanlışlık varsa, eski Tarım Bakanımız -burada oturuyor kendileri-
gelir biraz sonra der ki, ben o rakamları o soru önergesinde verdiğim
cevapta yanlış vermişim, doğrusu budur der, düzeltir ve yarın geleceğim, o
soru önergesinin cevabını da huzurlarınızda okuyacağım. Bu
resmî rakamlar, ben söylemiyorum bu rakamları. Onun
için, siz vatandaşa sorun, vatandaşa sorun. Vatandaş 1 kilogram buğdayı
satıp 1 bardak çay içemiyor değerli milletvekilleri, 1 bardak çay
içemiyor. Yollarda görüyorsunuz 250 000 lira, 300 000 lira, 350 000
liraya satılan buğday… Bir tuvalete girdiniz mi 500 000 bin
lira. 1 kilogram
buğdayı satarak bir tuvalet ihtiyacını karşılayamıyor vatandaş. Yahu, Türkiye bu duruma gelmiş arkadaşlar. (CHP
sıralarından alkışlar) Sonra da kalkacaksınız, tarım
iyi diyeceksiniz. Ya, tarımın iyi olduğunu söyleyen bir Allah'ın
kulu var mı Türkiye'de?!
Değerli milletvekilleri,
hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. (DYP ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Kandoğan.
HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar)
- Türkiye'yi bu duruma siz getirdiniz.
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - İnsaf et… İnsaf et…
ÜNAL KACIR (İstanbul)
- Köylerde umumî tuvalet mi var; ne diyorsun sen?!
BAŞKAN - Şahsı adına
söz isteyen Mehmet Eraslan, Hatay Milletvekili…
Buyurun Sayın Eraslan.
MEHMET ERASLAN
(Hatay) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; sizleri saygıyla
selamlıyorum.
Tabiî ki, sürekli rakamlar söyleniyor,
rakamlar uçuşuyor; ama, kâğıt üzerindeki bu rakamlar, illeri gezdiğimiz
zaman, toplumu, milleti gezdiğimiz ve ziyaret ettiğimiz zaman, zikredilen
rakamların, söylenen rakamların tabanda, arazide, vatandaşta, millette
pek bir karşılık oluşturmadığını ve zikredilen rakamların bir karşılığının
vuku bulmadığını müşahede ediyoruz, görüyoruz.
Tabiî ki, büyüme önemli
bir rakam. Makro ekonomik dengeler gerçekten önemli. Cari açık, dışticaret
açığı, büyüme oranı, faiz oranı, reel faiz oranları, gayri safî millî
hâsıla, ithalat, ihracat ve sair, kişi başına düşen millî gelir ve gelir
dağılımındaki adalet ve benzeri konular gerçekten önemli konular; ama, bunların
topluma yansıması, millete yansıması bir o kadar daha önemli. Kişi başına
düşen millî gelir şu kadar bin dolar; ama, sanki her bir ferdin cebine o
kadar para girmiş psikolojisiyle bunu yansıttığımız zaman, bunu ifade ettiğimiz
zaman, vatandaş o 4 000 doları da, 5 200 doları da, belki ömrü boyunca o
parayı cebinde göremeyen insanlarla karşılaşıyoruz bu ziyaretlerimiz esnasında.
Tabiî ki, olanı, var
olarak göstermek ve lanse etmek; ama, olmayanı da, olmadığı için ifade etmek
gerekir ve bir erdemliliktir diyorum. Eğer, bu bardağın dolu tarafı var
ise, onu da görmek lazım; ama, sürekli bardağın dolu tarafını görerek, her
şeyi tozpembe görmenin de bir fayda sağlamayacağını, ülkeye, Türkiye'ye
hiçbir yarar getirmeyeceğini düşünüyorum. Hatta, bardağın dolu tarafı
yerine, aslında, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak ve parlamenterler
olarak bardağın sürekli boş kesimini konuşmanın faydalı olacağını, eğer doldurulması
gereken yeri varsa o bardağın, ancak müzakere edilerek, görüşülerek,
konuşularak ve katkı sağlamak amacıyla fikirleri serdederek o bardağın
boş kısmının dolabileceğini öncelikle ifade etmek istiyorum.
Bakın, son dört yılda,
cari açığımız 77 milyar dolar artmış. Şimdi, biz bunu söylerken, çok, böyle
gurur duyarak, övünerek ve bundan haz duyarak ifade etmiyoruz; böyle bir şey
olamaz zaten, hiçbir vatansever insanın böyle bir duygu içerisinde
olacağını veya hiçbir milletvekilinin böyle bir duygu içerisinde
olacağını düşünmüyorum. Son dört yılda, cari açığımız 77 milyar dolar artarken,
dışticaret açığımız, son dört yılda, 150 milyar dolaylarına ulaşmıştır. Tabiî,
bunun sonucunda, ekonomide yapısal kırılganlık söz konusu olmuştur ve çok
yakın bir tarihte, faizler yükselmiş, döviz kurları artış göstermiş, aslında
yüzde 27 ile yüzde 30 dolaylarında bir devalüasyon söz konusu olmuştur
ve borsada düşüş yaşanmıştır. Dolayısıyla, mevcut Dokuzuncu Kalkınma
Planında, bu gelişmelerin, ekonomideki yaşanan, özellikle bizim de devalüasyon
olarak adlandırdığımız, yüzde 30 oranında devalüasyon olarak adlandırdığımız
bu gelişmelerin, Kalkınma Planında ne kadarının değerlendirildiğini
sizin takdirlerinize bırakıyorum.
Her yıl, çalışabilir gencimiz,
925 000 dolaylarında artış gösteriyor. Ortalama 1 000 000 gencimiz, her
yıl, çalışabilir konuma, çalışabilir duruma gelirken, genç nüfus, maalesef, bu
noktada yetersiz bir istihdamla karşı karşıyadır. Bakın, 2000-2001 yıllarında,
işsizlik oranı, yüzde 6 ile 7 aralığında; bugün ise, yüzde 12 dolaylarında
işsizlik oranı; yani, işsizlik oranının düştüğünü ifade eden sözcü, neye
dayanarak işsizlik oranının düştüğünü ve bu ülkede yaşayan gençliğin, Türkiye'nin
geleceğini oluşturacak olan, Türkiye'nin belki de güvenliğini ve yarınını
oluşturacak olan bu gençliğin nasıl iş bulabildiğini ifade etti, onu anlamakta
zorluk çekiyorum ve işsiz sayısındaki artış 1 000 000 dolaylarındadır. Üniversitelerden
mezun olan gençlerimiz, iş bulma noktasında büyük bir sıkıntı yaşarken,
zaten, eğer meslekî eğitim almamış ise, iş bulma imkânının hiç olmadığını
biz biliyoruz ve anlıyoruz.
Kamu yatırımlarına baktığımız
zaman, İktidardan önce, toplam kamu yatırımlarının reel anlamda gayri
safî millî hâsılaya oranı yüzde 5 ilâ 6 idi. 2004 yılında yüzde 5 ve 6
aralığında olan kamu yatırımları, 2004 yılında yüzde 4 dolaylarına düşürülmüştür.
Zaten, kamu yatırımlarının -iktisatta bu böyledir- azalması, kamu yatırımlarının
kısılması, beraberinde ekonomik durgunluğu, özellikle özel sektörde,
reel sektörde durgunluğu beraberinde getirecektir ve bu noktada da zaten
getirmiştir. Mesela, GAP Projesi, Doğu Karadeniz Kalkınma Planı, Doğu
Anadolu Bölgesi Kalkınma Planı gibi önemli projeler, maalesef bu noktada
rafa kaldırılmıştır.
Size, kendi seçim bölgemden
bir örnek vereyim. Amik Ovası, çok mükemmel tarım arazilerinin çok geniş
alana yayıldığı bir ova. Amik Ovasında, 1996 yılında planlanmış Reyhanlı
Barajı var ve koskoca Amik Ovasında hiçbir baraj yoktur ve sulama problemi
had safhadadır ve verimli, birinci sınıf tarım arazileri çoraklaşmaya doğru
giderken, çiftçi, ürününü, maalesef, sulamakta büyük bir acziyet içerisindedir,
çaresizlik içerisindedir. Devlet Planlama Teşkilatı, her yıl, iz bedeli 1
milyar TL koymak suretiyle 1996 yılında devlet yatırımı haline gelmiş
olan Reyhanlı Barajıyla ilgili bugüne kadar ne önceki İktidar ne şimdiki
iktidar tarafından, bizim de bütün gayretlerimize rağmen, görüşmelerimize
rağmen, Enerji Bakanımızla, Tarım Bakanımızla bir dizi görüşmeler yapmamıza
rağmen maalesef bu projeyi başlatma imkânımız söz konusu olmamıştır. İşte,
burada verdiğim rakamlardan da, kamu yatırımlarının önemli ölçüde azaldığını
ve kamu yatırımlarının azalmış olmasından dolayı reel sektörde ve serbest
piyasada bir durgunluğun ve işlemeyen bir ekonomi çarkının var olduğunu
ifade ediyoruz.
49 ilde teşvik uygulaması
yapılmış; fakat, 49 ilde yapılan teşvik o 49 ile yatırımı götürme noktasında
yeterli olmamıştır. Hâlâ yatırımlar ülkenin batısında yoğunlaşırken,
burada ciddî bir yatırım söz konusu olmamıştır. Dolayısıyla, ya bölgesel
teşvik uygulamasına veya sektörel teşvik uygulamasına acilen girilmesi
gerektiğini ifade ediyoruz.
Güvenlik sorunu aynı
şekilde artış göstermiştir. Emniyet Genel Müdürlüğünün verilerine göre,
asayiş olayları 2001-2004 dönemi aralığında yüzde 36 oranında artış göstermiştir.
2003 ve 2004 yıllarında yıllık ortalama artış yüzde 10'dur ve bu ülkede
asayiş problemi her geçen gün tırmanış gösterir iken -yine Emniyet Genel
Müdürlüğü verilerini söylüyorum- intihar ve intihara teşebbüs vakaları
2004 yılında bir önceki yıla göre yüzde 24 oranında artış göstermiştir.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Eraslan,
lütfen, toparlar mısınız.
Buyurun.
MEHMET ERASLAN (Devamla)
- Tabiî, işsizlik, yokluk, yoksulluk, gelirsizlik ve devletin bu noktada
sosyal devlet anlayışı ilkesini hayata geçirememesi neticesinde hırsızlık,
kapkaç, asayiş sorunları, intihar ve intihara teşebbüs olayları, vakaları
Emniyet Genel Müdürlüğünün verilerine göre maalesef artış göstermektedir.
Gelir dağılımındaki
adaletsizlik çözülebilmiş değildir. Dokuzuncu Kalkınma Planında bu
sorunun nasıl çözüleceğini gerçekten merak ediyoruz.
En üst gelir grubunun
geliri artarken, en alt gelir grubu ve geniş halk kitlelerini oluşturan insanların
gelirleri her geçen gün düşmektedir.
Kayıtdışı ekonomiyle
mücadelede ciddî bir mesafe katedilememiştir. Kayıtdışı ekonominin, yıllık,
ekonomimize maliyeti 30 milyar dolar iken, biz IMF'den acaba 10 milyar doları
nasıl alırız kaygısı ve çabası içerisindeyiz. IMF bize bu kaynağı verirken
"bu kaynağı çiftçiye, esnafa, sanatkâra, KOBİ'lere, yatırımcılara kullanmayacaksınız,
bunu cari giderler babında kullancaksınız" şeklindeki telkin ve
tavsiyelerini de maalesef alıyoruz ve ona uymak durumunda kalıyoruz.
İzlenen vergi
politikalarının iyileştirilmesi gerekir iken, vergi politikalarının aynı
şekilde devam ettiğini görüyoruz. Evet, Kurumlar Vergisinde yüzde 10
oranında indirim olmuştur; ama, onun karşılığında da yine önemli olan,
yatırımcı, üretimci için önemli olan, maalesef, yatırım indirimini kaldırma
cihetine gitmişizdir.
Avrupa Birliğinde
eğitim sistemi içerisinde meslekî ve teknikeğitimin oranı yüzde 70'lerin
üzerindedir ve Türk eğitim sisteminin yeniden planlanması, yeniden ele alınması
gerekmektedir. Özellikle meslekî ve teknikeğitime ağırlık verilmelidir.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Eraslan,
lütfen…
MEHMET ERASLAN (Devamla)
-Avrupa Birliği bunu çok daha önceden görmüş ve meslekî ve teknikeğitime
ağırlık vererek, mezun olan öğrencilerine, üniversiteye gitmeme halinde
kendilerini bir işle buluşturma imkânı sağlamıştır.
1,5 milyon öğrencimiz
üniversite sınavına giriyor, bunun 200 - 250 bin kişisi üniversite kazanıyor;
ama, 1 200 000 dolayında öğrencimiz meslekî eğitim de almadığı için, teknikeğitim
de almadığı için, bir formasyon almadığı için, maalesef, üniversiteye
gidemeyenler, yine, toplumun içerisine dağılarak, işsizlik, gelirsizlik
ve geçimsizlik dolayısıyla, Emniyet Genel Müdürlüğünün de vermiş olduğu
verilere göre, suça teşebbüs etmekle karşı karşıya kalmaktadırlar, bu
da, toplumsal yozlaşmayı, toplumsal bozulmayı beraberinde getirmektedir.
Bunlar ülkemizin sorunları ve Dokuzuncu Kalkınma Planının biz bu noktada
uygulanabilirliğini tartışıyoruz ve uygulanabilirliği konusunda ciddî
şüphelere sahibiz.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Eraslan,
lütfen…
MEHMET ERASLAN (Devamla)
- Teşekkür edeceğim Sayın Başkan.
BAŞKAN - Teşekkür için
Sayın Eraslan…
Buyurun; teşekkür için,
lütfen…
MEHMET ERASLAN (Devamla)
- Ben, Dokuzuncu Kalkınma Planının ülkemize, milletimize hayırlar getirmesini
temenni ediyorum ve Yüce Heyetinizi saygıyla, hürmetle selamlıyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Eraslan.
Hükümet adına, Devlet
Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener söz istemişlerdir.
Buyurun Sayın Bakanım.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri;
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Görüşmekte olduğumuz
Dokuzuncu Kalkınma Planı, daha önce hazırlanan 8 planda olduğu gibi, Türkiye'nin
içerisinde bulunduğu durumu ve önümüzdeki dönemi kavrayan, bu süre içerisinde
dünyadaki gelişmeleri yakından izleyen ve buna göre ülkemizin kalkınma
çabalarına ivme kazandırmaya yönelmiş metinlerdir. Konjonktür ile bu
kalkınma planları arasında hiçbir ilişki bulunmadığı söylenemez. Gerek
ülkemizde gerek dünyadaki konjonktürel gelişmeler ve beklentiler, kalkınma
planlarının hazırlanmasında da göz önünde bulundurulmaktadır. Nitekim,
60'lı yılların başından itibaren hazırlanan ilk dört beş yıllık kalkınma
planı, ithal ikameci bir sanayileşme politikasını baz olarak almıştır ve buna
göre hazırlanmıştır. 80 sonrası, günümüze kadar hazırlanmış ve uygulanmış
olan Beşinci, Altıncı, Yedinci ve Sekizinci Kalkınma Planlarıysa, dışa
açık bir büyüme stratejisini baz almış, temel almış, buna göre hazırlanmıştır.
Şimdi, bugün, burada
görüşmekte olduğumuz Dokuzuncu Kalkınma Planıysa, yine, aynı şekilde,
kronik sorunlarını aşmış, 2000 öncesinde kalmış bazı hastalıkları üzerinden
atmış bir Türk ekonomisinin geleceğe güçlü olarak yürüyebilmesini temin eden
bir plan olarak hazırlanmıştır.
Aynı zamanda, bu
dönem, yani 2007 ile 2013 arasındaki yedi yıllık Dokuzuncu Plan dönemi, Türkiye'nin
Avrupa Birliğiyle müzakerelerini sürdüreceği bir dönemdir. Tam katılım öncesi,
Avrupa Birliğine tam üyelik öncesi müzakere dönemini kavrayan bir plan olması
nedeniyle de, Avrupa Birliğiyle ilişkiler bağlamında, yine, bu Plan, Türkiye'nin,
geleceğe, umutla, kararlılıkla ve güçlü bir şekilde yürümesini temin
edecek şekilde dizayn edilmiştir, kurgulanmıştır.
Tüm bunların ötesinde,
dünya, küreselleşmenin yeni bir evresindedir. Bu yeni dönemde, bu ülkede
yaşayan insanların daha mutlu olabilmesi için, daha huzurlu olabilmesi
için, refah düzeylerinin daha yüksek olabilmesi için, çocuklarımızın, torunlarımızın
yaşayacağı bu ülkeye iyi şeyler kazandırabilmek için dünyayı okumak ve
gelişmeleri yönetmek nasıl mümkün olacaksa, bu Plan, bunları temel
strateji olarak belirlemiş, ele almış ve öylece tamamlanmıştır.
Gerçekten, son dönemlerde,
dünyada önemli değişimler olduğunu kabul etmemiz gerekir. Bir plan hazırlığında
da bu değişimleri hiç dikkate almadan yolumuza devam edemeyiz.
Küreselleşmeyi farklı
dönemler itibariyle değerlendirecek olursak, 1492 öncesi, yani, Amerika
Kıtasının keşfinden önceki dönemin, dünyanın tamamının bilinmediği bir
dönem olarak, dünyanın bazı bölgelerinin tanınmadığı, bazı kıtalarının henüz
keşfedilmediği bir dönem olduğunu biliyoruz. Ama, 1492'yle 1800'lü yıllar
arasındaki dönem, küreselleşmenin birinci evresi olarak, birinci dönemi
olarak, dünyanın büyük boydan orta boya dönüştüğü bir dönemi anlatmaktadır.
Artık, yerküre üzerinde bilinmeyen bir coğrafî alan yoktur, bilinmeyen
bir kıta yoktur; okyanuslar, kara parçaları tamamıyla bilinir hale gelmiştir.
Bunun da ötesinde, birtakım ulaşım araçlarındaki, teknolojilerdeki gelişmeler
sayesinde dünya, bilinerek, yorumlanabilir hale dönüşmüştür. Onun için,
daha önceki dönemde, artık, büyük, bilinmeyen bir dünyadan, küreselleşmenin
bu ilk evresinde orta büyüklükte bir dünyaya dönüşmüştür yerküre.
Ancak, değişim hızla
günümüze doğru seyir etmiştir. 1800'lü yıllar ile 2000'li yıllar arasındaki
dönemde ise, dünya, orta boydan küçük boya dönüşmüştür. Artık, otomobiller,
trenler, fakslar, telefonlar, radyolar gibi, hatta televizyonlar gibi,
ulaşım ve iletişim araçları sayesinde dünya daha hızlı kavranır bir hale
gelmiştir. Dünyayı yorumlamak ve bu yorumlanan dünyada pozisyon belirlemek
daha hızlı intikal edilebilir bir durum haline gelmiştir. Ancak, şunu da
biliyoruz ki, artık, 2000'li yıllar sonrası küreselleşmede yeni bir dönemi
ifade etmektedir ve bu dönemde, dünyanın küçük boy olduğunu bile kabul
edemeyiz. Bu dönemde artık dünya, bir mikro boya dönüşmüştür. Internetlerden,
bilgisayar ekranlarından dünyanın dört bir yanına, dört bir köşesine uzanmak,
oralardaki bilgileri devşirmek, rakip firmaların dünyanın değişik
köşelerinde hangi üretim teknolojilerini kullandıklarını, hangi pazar
payını kapatmaya çalıştıklarını izlemek, takip etmek mümkündür. Hatta,
bilgisayar ekranlarından dünyaya açılmak suretiyle bir ülkede üretilen
malları diğer bir ülkeye pazarlamak bile mümkündür.
Yakın zamanlara kadar
malların ihraç edilebileceğini, ithal edilebileceğini düşünüyorduk; ama,
hizmetlerin ithalini ve ihracatını düşünmüyorduk. Hatta, işbölümü halinde
hizmetlerin dünyanın iki ayrı ucunda bir araya getirilerek
yapılabileceğini bile hiçbir zaman insanlık hayal etmemişti. Fakat geldiğimiz
noktada, artık, bu kavramlar tartışılmaktadır. Bakın, 2003 yılında
Amerika Birleşik Devletlerindeki 25 000 şirketin vergi beyannameleri Hindistan'da
tutulmuştur. Amerika Birleşik Devletlerindeki malî müşavirler ile Hindistan'daki
muhasebeciler arasındaki işbirliğiyle 25 000 şirketin defterlerinin ve
beyannamelerinin dünyanın öbür ucunda tutulduğu bir işbirliği alanı oluşmuştur.
2004 yılında 100 000 beyanname Hindistan'da tamamlanmış, tutulmuştur,
düzenlenmiştir. 2005 yılında ise bu rakamın 400 000'e çıktığı hesaplanmış
bulunmaktadır. Artık, hizmet sektöründe bile, dünyanın iki ucu bir araya
gelmiştir.
Bunun ötesinde, yine,
Amerika'da gece, Avustralya'da gündüz olduğu için, Amerika'daki hastaneler
ile Avustralya'daki hastaneler arasında anlaşmalar yapılıyor, Amerika'da
bir hasta hastaneye gittiği zaman doktor muayenesini yapıyor, röntgenlerini,
tomografilerini çekiyor ve internet üzerinden, gündüz mesaisi yapan Avustralya'daki
hastanedeki doktorlara bu bilgisayar ağıyla tomografiler gönderiliyor ve
orada yapılan teşhis raporları Amerika'ya iletilmek suretiyle, hasta, daha
hastaneden ayrılmadan dünyanın iki ucundaki doktorlar işbirliği yapmak
suretiyle teşhisini koyuyor, tedavilerini uygulamaya başlıyorlar.
Böylesine hızlı işbirliğinin
ve değişimin olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Bu dünyada, insanlar yerküre
üzerinde, artık, eski sınırlardan, eski sınırların engellerinden arınmış
olarak seyahat ediyorlar. Pek çok kimse için, bugün, Ankara'dan İstanbul'a
gitmek kadar kolaydır, Ankara'dan Londra'ya, Paris'e gitmek.
Mallar, yine aynı
şekilde, yerküre üzerinde sınır tanımaksızın hızla dolaşıyor. Artık, şunu
herkes bilmektedir ki, kimse kendi mahallesindeki insanlarla veya
rakipleriyle rekabet etmiyor, ülkesindeki aynı firmalarla rekabet etmiyor;
herkes küresel rekabettedir. Ülkeler de, firmalar da ve aynı zamanda
bireyler de küresel rekabetin içerisindedirler; çünkü, fabrikanızın bulunduğu
mahallede bile mal satabilmeniz için, dünyanın öbür ucunda üretim yapan firmalardan
daha kaliteli ve ucuz üretimi yapmak zorundasınız. Eğer, en ucuz, en kaliteli
malı üretmediğiniz takdirde, fabrikanızın kurulu bulunduğu mahallede bile
mal satabilmeniz mümkün değildir.
Ve aynı şekilde, sermaye,
yerküre üzerinde daha büyük bir hızla dolanıyor. 5 saniye içerisinde sermaye
yerküre üzerinde 5 tur atıyor ve en kârlı gördüğü piyasaya yerleşiyor ve
kazanıyor. Londra Borsası mı daha kârlıdır, Tokyo Borsası mı kârlıdır, İstanbul
Borsası mı daha kârlıdır; 5 saniye içerisinde 5 kez gözden geçiriyor, yerleşiyor
ve kazancını ona göre elde ediyor.
Böyle bir dünyada kavramlar
değişmiştir. Dünyayı algılama, yönetme, geleceğe hâkim olma anlayışı
değişmiştir. Artık, düne kadar, ülke olarak "küreselleşmenin neresindeyim"
sorusunu sormuyorduk. Hatta, bunun da ötesinde, bir ülkenin güçlü olduğunu
gösterebilmesi için, dünyada düşmanlarını sayma alışkanlığı vardı. "Yedi
düvele karşı ayakta dimdik durmak" bir ülkenin güçlü olduğunu ifade
eden bir kavramdı; ama, bu kavram, günümüzde değişmiştir. Ülke olarak
güçlü olmanın yolu, düşmanlarını saymaktan değil, dostlarını saymaktan,
işbirliği yaptığı ülkeleri saymaktan geçmektedir.
Firmalar için de aynı
şey geçerlidir. Artık, firmalar da "küreselleşmenin neresindeyim"
diye sorgulamaktadırlar, ona göre iş planlarını kurmakta, üretim alanlarını
geliştirmekte ve dünya pazarlarındaki paylarını sürekli genişletmeye
çalışmaktadırlar, işbirliklerini genişletmeye çalışmaktadırlar.
Ve bireyler… Elbette
ki, artık, her birey de "küreselleşmenin neresindeyim" sorusunu
sormak zorundadır. Küresel rekabette olduğunun baskısını hissederek, avantajlarını
ve maliyetlerini önüne koyup, dinamik bir yapı kazanmak zorundayız.
Dinamik bir yapıyı
kazanan ülkeler kazanacaklardır; topyekûn nüfusuyla, topyekûn firmalarıyla,
ülke yönetim anlayışıyla, küresel rekabetin baskısını hisseden, avantajlarını
yakalamaya çalışan, maliyetlerinden kurtulmaya çalışan, bunu dinamik bir
süreç olarak yaşayacak ülkeler geleceğin güçlü ülkeleridir. İşte, bu Plan,
bu anlayış doğrultusunda kurulmuş, kurgulanmış ve hazırlanmıştır. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
Planın gelişme eksenleri
bağlamında ortaya koyduğu yapıları değerlendirirken, bunun çok açık bir
kurgu olarak belirlendiğini açıkça görüyoruz. Diyoruz ki, rekabet gücünün
artırılması. İşte, bugün, bu dinamik yapı içerisinde, küreselleşmenin baskısı
altında ekonomimizin topyekûn rekabet gücünün artırılması, bu Plan
döneminin temel stratejisidir, temel gelişme eksenidir. İnsanımızın aktif
hale gelmesi, üretim sürecine katılması, katmadeğere ilaveler sağlayabilmesi
için istihdamın artırılması, beşerî gelişme ve sosyal dayanışmanın güçlendirilmesi,
yine aynı şekilde, yeni gelişme eksenleri olarak ortaya konmuştur ve
belirlenmiştir. Bölgesel gelişmenin sağlanması, kamu hizmetlerinde
kalite ve etkinliğin artırılması da, yine aynı şekilde, bu dinamik dünyada
var olabilmenin, geleceğe güçlü bir şekilde yürüyebilmenin temel determinantlarıdır;
onun için, gelişme eksenleri olarak bu Dokuzuncu Kalkınma Planında belirlenmiş
bulunmaktadır. Dolayısıyla, bu Planı değerlendirirken, metnin kısalığından
öte, ortaya koyduğu stratejiye, dünyaya ve ülkemize bakış açısına dikkat
etmek gerektiği kanaatindeyim. Bu açıdan değerlendirildiği takdirde, artık,
21 inci Yüzyılda yeni bir plan yaparken, modern, çağdaş ve çağdaş uygarlık
düzeyinin üzerinde bir yer ve mevzi tutmaya çalışan Türkiye'nin ihtiyaçlarına,
Türk Halkının duygularına, beklentilerine cevap verecek bir plan olduğunu
görmemiz ve tespit etmemiz mümkündür. Bu anlayış doğrultusunda, gerçekten, bu plana, çok
geniş bir katılımla, pek çok uzman katkı sağlamıştır, katkıda bulunmuştur;
başta, sivil toplum kuruluşlarımız, meslek örgütlerimiz, üniversitelerimiz,
aynı zamanda, kamu kuruluşlarımızdaki bürokratlarımız ve uzmanlarımız
olmak üzere, çok geniş bir katılımla hazırlanmış bir Plandır. Devlet Planlama
Teşkilatı, elbette, bu Planın başlangıcından sonuna kadar, her safhasında,
işin içinde bulunmuş bir kuruluşumuzdur. Türkiye Büyük Millet Meclisi,
plana her zaman son noktayı koyacak kurum olarak vardır ve milletvekillerimiz
de, gerek Plan ve Bütçe Komisyonunda gerekse Genel Kurulda yapmış oldukları
eleştirilerle bu katkıyı sağlamaktadırlar.
Ben, bu süreç içerisinde,
başlangıcından bugüne kadar Plana katkı sağlayan, emek harcayan, dinleyerek
ve katılarak, daha da olgunlaşmasına katkı sağlayan herkese teşekkürlerimi
sunuyorum ve bu Planın, ülkemize hayırlar getirmesini diliyorum. Çocuklarımızın,
torunlarımızın yaşayacağı ülkenin güçlü ve mamur olabilmesine bu Planın katkı
sağlamasını diliyor, hepinize saygılarımı sunuyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Bakan.
Başka söz talebi?.. Yok.
Planın üçüncü bölümü ve
tümü üzerinde görüşmeler tamamlanmıştır.
Şimdi, Planın Hükümete
geri verilmesine dair gerekçeli önergelerin işlemlerini yapacağız.
Başkanlığa verilmiş
bulunan 8 adet geri verme önergesi, sırasına göre numaralandırılmış ve bir
takımı Hükümete verilmiştir. Hükümetin bu önergelerden bazılarına katıldığı,
Başkanlığa gönderdiği tezkereden anlaşılmıştır.
Şimdi, bu tezkereyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
Dokuzuncu Kalkınma Planıyla ilgili olarak verilmiş bulunan 8 adet değişiklik
önergesinden yalnızca 8 nolu önergeye katıldığımızı, diğerlerine katılmadığımızı,
bilgilerinize, gereği için arz ederim. 28.6.2006
Abdüllatif
Şener
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
öncelikle Hükümetin katıldığı önergeyi okutup, oylarınıza sunacağım; sonra da, Hükümetin katılmadığı önergeleri sırasıyla
okutacağım ve istendiği takdirde, Hükümete, Komisyona ve önerge sahibine,
5'er dakikayı geçmemek üzere söz vereceğim. Daha sonra da bu önergeleri oya
sunacağım.
Hükümetin katılmadığı
önergelerden Genel Kurulca kabul edilen olursa, bu önergeler üzerinde, en
sonra, yeniden görüşme açılacaktır.
Bu görüşme sırasında
da, bunlardan her biri hakkında, sadece Komisyon, Hükümet ve geri verme
önergesindeki birinci imza sahibi veya göstereceği bir diğer imza sahibi
konuşabilecektir.
Bu görüşme sonunda
geri verme gerekçeleri ayrı ayrı oylanacak ve kabul edilen geri verme
gerekçeleri, Planla birlikte Hükümete geri verilecektir.
Hükümet, Türkiye Büyük
Millet Meclisince kabul edilen geri verme gerekçelerini de dikkate
alarak, Planda uygun gördüğü değişiklikleri yapacak ve bu hususları bir
raporla Genel Kurula sunacaktır.
Bu rapor üzerinde, İçtüzüğün
72 nci maddesine göre, Genel Kurulda müzakere açacağız. Bu işlem de bittikten
sonra, Planın tümü, varsa yapılan değişikliklerle birlikte açıkoylamaya
sunulacaktır.
Şimdi, Hükümetin katıldığı
önergeyi okutmaya başlıyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1214
sıra sayılı Dokuzuncu Kalkınma Planının 138 inci sayfasında yer alan 658
inci paragraftaki "…hizmet verme potansiyeli yüksek merkezler
belirlenerek;..." ifadesinin "…hizmet verme potansiyeli yüksek
Cazibe Merkezleri belirlenerek;…" şeklinde değiştirilmesini arz ve
teklif ederiz.
|
Ömer İnan |
Ömer Abuşoğlu |
Murat Yılmazer |
|
Mersin |
Gaziantep |
Kırıkkale |
|
Süleyman Sarıbaş |
|
Dursun Akdemir |
|
Malatya |
|
Iğdır |
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
bilindiği gibi, Hükümet bu önergeye katılmıştı.
Önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmiştir.
Şimdi, Hükümetin katılmadığı
önergelerin işlemini yapacağız.
Önergeleri sırasıyla
okutup görüşme açacağım ve sonra oylarınıza sunacağım.
1 numaralı önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1214
sıra sayılı Dokuzuncu Kalkınma Planının 59-100 üncü sayfalarında yer alan
57-325 inci paragraflarının plan tasarısından çıkarılması ve geçmiş
politika uygulamalarını daha ayrıntılı değerlendiren plan destek dokümanı
olarak ayrı bir kitap haline getirilmesini arz ve teklif ederiz.
|
Mehmet Kartal |
Kemal Kılıçdaroğlu |
Nurettin Sözen |
|
Van |
İstanbul |
Sivas |
|
İ. Sami Tandoğdu |
Enis Tütüncü |
Mustafa Özyürek |
|
Ordu |
Tekirdağ |
Mersin |
|
İsmet Atalay |
Mehmet Yıldırım |
Algan Hacaloğlu |
|
İstanbul |
Kastamonu |
İstanbul |
|
|
Mehmet Akif Hamzaçebi |
|
|
|
Trabzon |
|
BAŞKAN - Hükümet bu
önergeye katılmamıştır.
Sayın Akif Hamzaçebi,
konuşacak mısınız?
HALUK KOÇ (Samsun) -
Gerekçe...
BAŞKAN - Gerekçeyi
okutuyorum:
Gerekçe:
Plan öncesi gelişmelerin
değerlendirildiği bölüm, esas olarak rakamsal gelişmelerin verildiği bir
bölüm olarak hazırlanmıştır. Halbuki, burada, önceki dönemde uygulanan
temel politikalar, bu politikalardan ortaya çıkan sapmalar ve bunun yol açtığı
sonuçların değerlendirilmesi beklenirdi. Bu duruma en iyi örnek ödemeler
dengesidir. Ödemeler dengesi hedeflerinde yaşanan ortalama yüzde 100'ün
üzerindeki sapma, bu sapmalara yol açan gelişmeler gibi noktalara hiç
girilmemiş, sadece parti programı gibi olumsuzluk içinde yaşanan bazı
olumlu gibi görünen gelişmelere değinilmiştir. Bu anlamda, Planın metninin
yüzde 40'ı, Plan öncesi dönemin değerlendirilmesi şeklindedir. Önceki
Planda bu bölüm Plan öncesi ekonomik ve sosyal sektörlerdeki gelişmeler
başlığında birden fazla kitap şeklinde destek dokümanı olarak hazırlanmış
ve Planın içinde yer almamıştır. Yine aynı şekilde, Plan öncesi dönemde
Türkiye'de ekonomik ve sosyal gelişmeler başlığı altında bir veya birden
fazla kitap destek dokümanı olarak çıkarılabilir.
BAŞKAN - Hükümetin
katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Önerge reddedilmiştir.
Şimdi, Hükümetin katılmadığı
2 numaralı önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1214
sıra sayılı Dokuzuncu Kalkınma Planının 100 üncü sayfasında yer alan 327
nolu paragrafın ve izleyen diğer ekonomik göstergeler başlıklı tablo
6.2'nin buna göre aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
|
M. Akif Hamzaçebi |
Kemal Kılıçdaroğlu |
Mehmet Kartal |
|
Trabzon |
İstanbul |
Van |
|
Algan Hacaloğlu |
Mehmet Yıldırım |
Enis Tütüncü |
|
İstanbul |
Kastamonu |
Tekirdağ |
|
Nurettin Sözen |
Mustafa Özyürek |
İsmet Atalay |
|
Sivas |
Mersin |
İstanbul |
|
|
İ. Sami Tandoğdu |
|
|
|
Ordu |
|
"327. Bu büyüme performansında
verimlilik artışları, 2002-2005 döneminde olduğu gibi yine önemli bir rol
oynayacaktır. Plan döneminde TFV artışının yıllık ortalama yüzde 1,5
dolayında gerçekleşeceği tahmin edilmektedir. TFV artışının özellikle
sanayi ve hizmetler sektörlerinden kaynaklanması beklenmektedir.
Gerek işgücü piyasasında gerçekleştirilen reformların gerekse yürütülen
aktif işgücü politikalarının etkisiyle, büyümenin istihdama yansıması ve
Plan döneminde yıllık ortalama yüzde 3 oranında istihdam artışı sağlanması
beklenmektedir. Plan döneminde sanayi ve hizmetler sektörlerinde yıllık
ortalama 835 bin kişi gibi dikkate değer oranda yüksek bir istihdam artışı
öngörülmekte ve bu istihdam artışının, nüfustaki artış ve tarımdaki
çözülmeye rağmen, işsizlik oranını dönem sonunda yüzde 7'ye düşürmesi
beklenmektedir."
BAŞKAN - Sayın Akif Hamzaçebi,
konuşacak mısınız?
HALUK KOÇ (Samsun) -
Gerekçe…
BAŞKAN - Gerekçeyi
okutuyorum:
Gerekçe:
Toplam faktör verimliliğinin
(TFV) artışı Plan dönemi boyunca ortalama yüzde 2,3 oldukça yüksek bir
oranda varsayılmıştır. Plan öncesinde uygulanan ve sonuç getiren
politikalar içinde faktör verimliliğinin bu düzeyde artışını açıklayacak
herhangi bir gelişme bulunmamaktadır. Verimliliğin kriz sonrası olağanüstü
dönemler dışında diğer dönemlerde artışı uzun dönemli eğitim, ar-ge gibi
konularda sağlanacak gelişmelere bağlı görülmektedir. Bugün bu düzeyde
orana sadece İskandinav ülkeleri sahiptir. Birçok gelişmiş ülkenin oranı
bizim Planda öngördüğümüz oranın neredeyse 1 puan altındadır. Bu oran Finlandiya'da
yüzde 3,2; İsveç'te yüzde 2,3, Almanya'da yüzde 1,1, Amerika'da yüzde
1,5; İtalya'da yüzde 0,6'dır. Toplam faktör verimliliğinin Plan döneminde
yıllık artışı yüzde 1,5'e, daha gerçekçi bir orana çekilmektedir. Bu varsayım
çerçevesinde, cari işlemler ve dışticaret başta olmak üzere diğer makro
parametrelerin de buna uygun hale getirilmesi gerekmektedir.
BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge reddedilmiştir.
Hükümetin katılmadığı 3
numaralı önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1214
sıra sayılı Dokuzuncu Kalkınma Planının 108 inci sayfasında yer alan 354
nolu paragrafın aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
"354. Plan döneminde
kamu eğitim harcamaları GSYİH'ya oran olarak yüzde 4,1 oranından aşamalı
olarak 2013 yılında AB ülkeleri seviyesi olan yüzde 5,5'e çıkarılacaktır. Harcamaların
artırılmasında eğitim kademelerine göre öncelik ilköğretime verilecektir.
Plan döneminde okulöncesi ve ortaöğretim kademesinde okullaşma oranlarında
önemli artışlar sağlanması hedeflenmektedir. İlköğretim kademesinde
çağ nüfusundaki azalmanın da katkısı ile tüm çocukların temel eğitim alması
amaçlanmaktadır. Ortaöğretim okullaşma oranlarındaki artışla birlikte
yükseköğretime olacak talep artışını karşılamak üzere, yükseköğretim okullaşma
oranının yüzde 48'e ulaşması planlanmaktadır."
|
M. Akif Hamzaçebi |
Kemal Kılıçdaroğlu |
Mehmet Kartal |
|
Trabzon |
İstanbul |
Van |
|
Algan Hacaloğlu |
Mehmet Yıldırım |
Nurettin Sözen |
|
İstanbul |
Kastamonu |
Sivas |
|
Enis Tütüncü |
Mustafa Özyürek |
İ. Sami Tandoğdu |
|
Tekirdağ |
Mersin |
Ordu |
|
|
İsmet Atalay |
|
|
|
İstanbul |
|
BAŞKAN - Sayın Hamzaçebi,
konuşacak mısınız?
HALUK KOÇ (Samsun) -
Gerekçe…
BAŞKAN - Gerekçeyi
okutuyorum:
Gerekçe:
Özellikle 2003 yılından
itibaren kamu eğitim harcamalarının GSYİH'ye oranı yüzde 4,5'lerden yüzde
4'lere kadar gerilemiştir. Öğrenci sayısının 1 000 000'un üstünde arttığı
bir dönemde kamu eğitim harcamalarındaki düşme özellikle öğrenci başına
eğitim harcamalarını çok düşürmüştür. Bugün Türkiye öğrenci başına kamu
eğitim harcamasında OECD ortalamasının üçte 1'inden de düşük düzeyde harcama
yapmaktadır. (satın alma gücüne göre düzeltilmiş).
Ayrıca, son yedi yıldır uygulanmakta olan ekonomik programın olumsuz etkileri
bu anlamda maliye politikasının kalitesinin düşmesi anlamında kendisini
eğitim sektöründe göstermiştir. Kamu eğitim harcamalarının GSYİH'ye
oranının yüzde 5 üzerine çıkması bu oranın AB ülkelerinin sahip olduğu oran
düzeyine ulaşılmasına yol açacaktır. AB ile yakınsama ve programın sosyal
tahribatının giderilmesi amacıyla bu somut hedefin, Plana konulmaktadır.
BAŞKAN - Hükümetin
katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Önerge reddedilmiştir.
4 numaralı önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1214
sıra sayılı Dokuzuncu Kalkınma Planının 109 uncu sayfasında yer alan 355
nolu paragraftan sonra yeni bir paragrafın eklenmesini ve takip eden
paragrafların ise buna göre yeniden numaralandırılmasını arz ve teklif
ederiz.
"Toplumun yoksul
olan en alt yüzde 20'lik kesiminin
ulusal gelirden aldığı pay yoksul yanlısı ekonomik ve sosyal politikalar
ve özellikle asgarî gelir desteği programı ile yüzde 7 seviyesine
çıkarılacaktır."
|
M. Akif Hamzaçebi |
Kemal Kılıçdaroğlu |
Mehmet Kartal |
|
Trabzon |
İstanbul |
Van |
|
Nurettin Sözen |
İ. Sami Tandoğdu |
Vedat Melik |
|
Sivas |
Ordu |
Şanlıurfa |
|
Enis Tütüncü |
Mustafa Özyürek |
İsmet Atalay |
|
Tekirdağ |
Mersin |
İstanbul |
|
Algan Hacaloğlu |
|
Mehmet Yıldırım |
|
İstanbul |
|
Kastamonu |
BAŞKAN - Sayın Hamzaçebi?..
HALUK KOÇ (Samsun) -
Gerekçe…
BAŞKAN - Gerekçeyi
okutuyorum:
Gerekçe:
Yoksullukla
mücadelede en önemli unsur gelirin toplumsal kesimler arasında adilane
dağılımını sağlamaya yönelik yoksul yanlısı politikalar uygulanmasıdır. Türkiye'nin
uluslararası platformda yoksulluğu azaltmaya yönelik taahhüt ettiği
somut hedeflerin ulusal bir belge olan Dokuzuncu Kalkınma Planında da
belirtilmesi ve Planda önerilen sosyal politikaların bu hedefe yönelik oluşturulması
gerekmektedir.
BAŞKAN - Hükümetin
katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Önerge reddedilmiştir.
5 numaralı önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1214
sıra sayılı Dokuzuncu Kalkınma Planının 110 uncu sayfasına 356 nolu yeni
bir paragrafın aşağıdaki şekilde eklenmesini ve takip eden paragrafların
ise buna göre yeniden numaralandırılmasını arz ve teklif ederiz.
"356. Uygulanan ekonomik programın
yarattığı sosyal çözülmenin giderilmesi amacına yönelik olarak sosyal
koruma niteliğindeki kamu harcamaları plan dönemi boyunca aşamalı olarak artırılarak
GSYİH'ye oranı yüzde 15 çıkarılacaktır."
|
M. Akif Hamzaçebi |
Algan Hacaloğlu |
Kemal Kılıçdaroğlu |
|
Trabzon |
İstanbul |
İstanbul |
|
Mehmet Kartal |
Mehmet Yıldırım |
Nurettin Sözen |
|
Van |
Kastamonu |
Sivas |
|
Enis Tütüncü |
İ. Sami Tandoğdu |
Vedat Melik |
|
Tekirdağ |
Ordu |
Şanlıurfa |
|
İsmet Atalay |
|
Mustafa Özyürek |
|
İstanbul |
|
Mersin |
BAŞKAN - Sayın Koç?..
HALUK KOÇ (Samsun) -
Gerekçe…
BAŞKAN - Gerekçeyi
okutuyorum:
Gerekçe:
Sekizinci Plan döneminde
sosyal korumaya yönelik kamu harcamalarının oranı ortalama olarak yüzde 7-8
civarındadır. AB ülkelerinde bu oranın yüzde 20'ler düzeyinde olduğu dikkate
alındığında bu oranın Türkiye'de oldukça düşük olduğu ve kamu harcamaları
içinde yeterince önceliği alamadığı görülmektedir. Ayrıca, son yedi yıldır
uygulanmakta olan ekonomik programda bu anlamda bir tahribat yaratmıştır.
Bu tahribatın giderilmesi ve kamu harcamalarından sosyal korumaya gerekli
olan önceliğin verilmesi amacıyla bu somut hedef Plana konulmaktadır.
BAŞKAN - Hükümetin
katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Önerge reddedilmiştir.
6 numaralı önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1214
sıra sayılı Dokuzuncu Kalkınma Planının 136 ncı sayfasında yer alan 633
nolu paragrafın aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
"633. Sosyal hizmet
ve yardımlar sisteminde eşitlik, sosyal adalet, etkinlik ve etkililik
ilkeleri çerçevesinde bu alanlarda var olan tüm kurumların ve yasalara
dayanan uygulamaların tek çatı altında toplanmasını sağlayacak Sosyal
Hizmetler Ana Planı ve Sosyal Yardımlar Ana Planı hazırlanacak ve bu alanlarda
tek bir sorumlu kurum oluşturulacaktır."
|
M. Akif Hamzaçebi |
Algan Hacaloğlu |
Kemal Kılıçdaroğlu |
|
Trabzon |
İstanbul |
İstanbul |
|
Mehmet Kartal |
Mehmet Yıldırım |
Nurettin Sözen |
|
Van |
Kastamonu |
Sivas |
|
Enis Tütüncü |
İ. Sami Tandoğdu |
Vedat Melik |
|
Tekirdağ |
Ordu |
Şanlıurfa |
|
Mustafa Özyürek |
|
İsmet Atalay |
|
Mersin |
|
İstanbul |
BAŞKAN - Gerekçeyi
okutuyorum:
Gerekçe:
Sosyal hizmetler ve
yardımlar alanında var olan kurumlar ve uygulamalar etkinlikten uzak ve
oldukça dağınık bir yapıdadır. Kaynak, zaman ve emek israfına yol açan bu
durumun düzeltilmesi için ülke çapında bu alanlardaki hizmet sunumunda
birliği ve standartları geliştirecek yeni bir kurumsal yapılanmaya ihtiyaç
bulunmaktadır.
BAŞKAN - Hükümetin
katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Önerge reddedilmiştir.
7 numaralı önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1214
sıra sayılı Dokuzuncu Kalkınma Planının 136 ncı sayfasında yer alan 634
nolu paragrafın aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
"634. Sistemden
yararlanacak kişilerin belirlenmesi amacıyla ortak bir veri tabanı oluşturularak,
nesnel ölçütlerle işleyen bir tespit mekanizması kurulacaktır. Sosyal
hizmet ve yardımlar alanında nitelikli personel eksikliği giderilecek
ve mevcut personelin niteliği artırılacaktır."
|
M. Akif Hamzaçebi |
Algan Hacaloğlu |
Kemal Kılıçdaroğlu |
|
Trabzon |
İstanbul |
İstanbul |
|
Mehmet Kartal |
Mehmet Yıldırım |
Nurettin Sözen |
|
Van |
Kastamonu |
Sivas |
|
Enis Tütüncü |
İ. Sami Tandoğdu |
İsmet Atalay |
|
Tekirdağ |
Ordu |
İstanbul |
|
Mustafa Özyürek |
|
Vedat Melik |
|
Mersin |
|
Şanlıurfa |
BAŞKAN - Gerekçeyi
okutuyorum:
Gerekçe:
Türkiye'deki sosyal
hizmet ve yardım sisteminin en büyük zaafları hizmet sunumundaki nesnel
ölçütlerin yeterli düzeyde işletilememesi, yetersiz personel sayısı ve
personelin meslekî niteliğidir. Sosyal hizmet ve yardımların bir hayır iş
değil bir meslek olduğu ve kamu sorumluluğu olduğu gerçeğinden hareketle
bu alanların güçlendirilmesi gerekmektedir.
BAŞKAN - Hükümetin
katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Önerge reddedilmiştir.
Sayın milletvekilleri,
Dokuzuncu Kalkınma Planı üzerinde verilen önergelerin işlemleri tamamlanmıştır.
3067 sayılı Kanun
gereğince Planın tümü, Plan ve Bütçe
Komisyonu raporunda belirtilen ve Genel Kurulca kabul edilen önergelerdeki
değişiklikler doğrultusunda açıkoya sunulacaktır.
Açıkoylamanın şekli
hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.
Açıkoylamanın elektronik
oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Oylama için 5 dakika
süre vereceğim. Bu süre içinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden
yardım istemelerini; bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin, oy
pusulalarını, oylama için öngörülen 5 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa
ulaştırmalarını rica ediyorum.
Ayrıca, vekâleten oy
kullanacak sayın bakanlar var ise, hangi bakana vekâleten oy kullandığını,
oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy
pusulasını, yine, oylama için öngörülen 5 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa
ulaştırmalarını rica ediyorum.
Oylama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama
yapıldı)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
1214 sıra sayılı Dokuzuncu Kalkınma Planının açıkoylama sonucunu açıklıyorum:
Kullanılan oy sayısı: 321
Ret
:
50 (x)
Sayın milletvekilleri, böylece, Dokuzuncu
Kalkınma Planı
Birleşime 5 dakika ara
veriyorum.
(x)
Açıkoylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağın sonuna eklidir.
Kapanma Saati: 23.33
BEŞİNCİ OTURUM
Açılma saati: 23.40
BAŞKAN: Başkanvekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Türkan MİÇOOĞULLARI (İzmir), Mehmet
DANİŞ (Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 121 inci Birleşiminin Beşinci Oturumunu
açıyorum.
Alınan karar gereğince,
sözlü soru önergelerini görüşmüyor ve gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle
Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
3.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim
Köşdere'nin; Gelibolu Yarımadası Tarihi Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde
Eklenmesine Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212)
(S. Sayısı: 305 )
BAŞKAN - 1 inci sırada
yer alan kanun teklifinin geri alınan maddeleriyle ilgili komisyon raporu
gelmediğinden teklifin görüşmelerini erteliyoruz.
2 nci sırada yer alan
Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan
ve Bütçe Komisyonu raporunun görüşmelerine kaldığımız yerden devam
edeceğiz.
4.- Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin
Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1030) (S. Sayısı: 904)
BAŞKAN - Komisyon?..
Yok.
Ertelenmiştir.
3 üncü sırada yer alan
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti
Arasında Yayılmanın Önlenmesi Amaçlarına Yönelik Yardım Sağlanmasının
Kolaylaştırılması İçin İşbirliğine İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu raporunun
görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
5.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Amerika Birleşik
Devletleri Hükümeti Arasında Yayılmanın Önlenmesi Amaçlarına Yönelik Yardım
Sağlanmasının Kolaylaştırılması İçin İşbirliğine İlişkin Anlaşmanın
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporu (1/1115) (S. Sayısı: 1147)
BAŞKAN - Komisyon?..
Yok.
Ertelenmiştir.
4 üncü sırada yer alan
Bütçe Kanunlarında Yer alan Bazı Hükümlerin İlgili Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelere Eklenmesi ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve İstanbul Milletvekili Mustafa
Ataş ve 9 Milletvekilinin; Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu raporunun görüşmelerine kaldığımız
yerden devam edeceğiz.
6.- Bütçe Kanunlarında Yer Alan Bazı Hükümlerin İlgili
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelere Eklenmesi ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve İstanbul Milletvekili
Mustafa Ataş ve 9 Milletvekilinin; Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1219, 2/812) (S.
Sayısı: 1210)
BAŞKAN - Komisyon?..
Yok.
Ertelenmiştir.
5 inci sırada yer alan
Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve İçişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonları
raporlarının görüşmelerine başlıyoruz.
7.- Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında
Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve İçişleri ile Plan ve
Bütçe Komisyonları Raporları (1/572) (S. Sayısı: 817) (x)
BAŞKAN - Komisyon ve
Hükümet?.. Yerinde.
Komisyon raporu 817
sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde
Anavatan Partisi Grubu adına söz isteyen, Malatya Milletvekili Süleyman
Sarıbaş.
Buyurun Sayın Sarıbaş.
(Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya) - Sayın Başkan değerli milletvekili arkadaşlarım;
görüşmekte olduğumuz 817 sıra sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile
Diğer Aletler Hakkında Kanununda Değişiklik Yapan Kanun Tasarısı üzerinde
Anavatan Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar,
mevcut kanun tasarısındaki düzenleme, bu sabah Grup olarak getirdiğimiz,
şehit aileleriyle ilgili çeşitli kanunlarda yapılan düzenlemenin bir maddesinde
zaten bizim de önerdiğimiz bir şeydi. Görevleri nedeniyle, millet için, bu
memleket için değişik görevlerde bulunan ve o görevleri başında şehit
olan, yurt dışında görev yapan büyükelçilerimiz, güvenlik kuvvetlerimiz,
şehitlerimiz, er ve erbaşlarımıza, onların silahlarının yadigâr kaldığı,
emanet kaldığı, hatıra kaldığı ailelerinin, taşımaları sırasında veya bulundurmaları
sırasında, resim, harç alınmamasını öngören bir kanun tasarısı.
Doğru bir tasarı.
Hakikaten bu vatan için kanını, canını toprağa atanların, ailesinin bir parçasını
bu vatan toprakları için şehit verenlerin ondan hatıra kalan silahı taşırken,
bir de buna harç ödemesi, devletin bundan harç alması, rumuz alması
düşünülemezdi. Çünkü, bu insanlar, sadece bu silahları hatıra olarak
taşıyorlar, Anadolu deyimiyle yadigâr olarak taşıyorlar. Bunun bir bedeli olmamalı,
bunun bir bedeli olmamalıydı. Şimdiye kadarki uygulama hakikaten yanlış
bir uygulamaydı. Bunda şehit aileleri derneklerimiz bizlere de geldiler,
çok makul olarak, her ruhsat yenilemede 700-800 milyon lira harç vermenin
kendilerini üzdüğünü, bu şehide ait silahları, şehidin hatıra silahını, bu
bedelleri ödeyemedikleri için iade etmek zorunda kaldıklarını ve bunun
doğru olmadığını anlatmışlardı; samimî bir talepti. Bu talebi, biz,
kanun teklifi olarak Meclis gündemine getirmiştik.
Sadece bu değildi tabiî
şehit ailelerimizin istekleri, başka istekleri de vardı. İşte, şehit
aileleri derneklerinin kira ve yakıtlarına devletin katkı sağlamasını istiyorlardı,
çok makul bir talepti. Ben inanıyorum, ileriki günlerde Yüce Meclis bunları
da dikkate alacaktır.
Tabiî, şehit ailelerinden
1 kişiyi istihdam ediyoruz kanun gereği, bunun 2'ye çıkmasını istiyorlardı,
aile arasında problem yaşanmamasını istiyorlardı ve bir şey çok önemliydi
-sabah anlatamadım- önemli olan şuydu; yani, ateş düştüğü yeri yakıyor arkadaşlar,
bir ailede vatan için bir şehit olduğu zaman, onun hukukî muamelelerini devletin
takip edeceği bir birimi oluşturmak çok önemliydi. Biz dedik ki; Başbakanlığa
bağlı bir şehit aileleri veya şehit muameleleri başkanlığı veyahut da müdürlüğü,
bir birim kuralım. Ülkenin hangi bölgesinde olursa olsun, hangi birimden
olursa olsun, ister polis teşkilatımızdan, ister asker teşkilatımızdan,
isterse başka kamu görevlilerinden, bir şehit olduğu zaman, şehit
aileleri, ilgili kurumlardan, efendim, işte, ölüm raporları, otopsi
raporları veyahut da maaş bağlama, veraset ilamları, şunlarla bunlarla
uğraşmasın. Devlet, aynı gün,
(x) 817 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
o birim, kuracağımız
birim, bu şehidin bütün envanterini, kendisinde bir dosya tutarak, hangi
kanunlarda ne hakları olduğunu, ne gibi yardımda bulunulması gerektiğini,
onun özel dosyasında muhafaza edip, onun özel dosyasında bilgilendirip,
hiç uğraşmadan, bütün kanunî haklarını o ailenin ayağında, evinde bir zarfın
içerisinde takdim edecek duruma gelsin. Yani, büyük devletlere yakışan
budur.
Bakın, elin adamları
geldiler, Çanakkale'de mezarlıklar yaptılar, her yıl geliyorlar, kendi
şehitlerini her yıl anıyorlar, torunları geliyor anıyor ve buna mukabil
benim ülkem, bu büyük ülke, bin yıldır, hakikaten hep Âkif'in dediği gibi,
"şuheda fışkıracak" dediği gibi, her santimetrekaresinde şehit
kanı olan bu ülkede, yani, 3-5 bin
şehit ailemiz için, 3-5 bin dosyayı belli bir merkezde toplayıp bu insanların
bütün sorunlarına çare olacak bir birim oluşturabilirdik. Bize de bu
yakışır, bu devlete bu yakışırdı, bunlara sahip çıkmak yakışırdı.
Artı; bakıyorum,
hemen hemen her şehit ailesinin bir davası var. Şehidin tarifini yapmamışız
kanunlarımızda.
Alıyoruz askere Mehmetçiği, bir sebepten, ya göreve giderken
askerî araçla trafik kazasından veyahut da koğuşta başka bir sebeple
vefat ediyor. Haliyle ilgili birlik komutanı
"vadesiyle ölmüştür" raporu veriyor, davalar açılıyor.
Değerli arkadaşlar,
biz, onları zorunlu olarak alıyoruz.
Biz dedik ki, sevk evrakını aldıktan terhis olana kadar,
herhangi bir sebeple olursa olsun, görevi başında, görevini deruhte ederken
vefat edenlere bir nakdî yardım yapalım. Çünkü, zorunlu olarak aldığınız
ve kendi emrinizde devlete hizmet ederken hangi sebeple vefat ederse etsin, o ailenin
yüreğinde, o ailenin vicdanında o şehit. Örf, âdetimiz
gereği, geleneklerimiz gereği de o şehit. Çünkü, bu
vatan için, bu millet için mecbur olduğu halde, mecbur tutarak yaptırdığımız
görevi nedeniyle bir ölüm vuku buluyorsa, mutlaka buna destek olmamız, mutlaka
katkı sağlamamız lazım.
Zannediyorum, bu
Yüce Meclis, bunu -bütün milletvekili arkadaşlarım da benim gibi düşündükleri
kanaatindeyim- zamanı geldiğinde bu düzenlemeyi yapacaklardır.
Bu, bir maddelik
olmamalıydı; yani, şehitlerimizin başka sorunları da vardı. Evet, bu çok önemli bir düzenlemeydi, arzu edilen bir düzenlemeydi;
ama, şehitlerimizin, bugün bilinen 5-6 şehit ailelerimizin 5-6 temel problemleri
vardır. Yani, bu 5-6, temel problemi de kapsayacak şekilde, onları en azından
-acıyı dindirmesi mümkün değil ama- en azından "benim devletim bana
sahip çıkıyor, benim ülkem bana sahip çıkıyor" duygusunu yaşatabilirdi;
bu gelişmenin burada başlaması da önemli bir şey. Bu tasarı
da önemli bir tasarı, en azından, şehidinden, eşinden veya oğlundan ayrılmış
yüreği ateşle dolu insanların, onun hatırasını sandığında saklarken,
onun hatırasını evinin bir köşesinde saklarken ona bir de bedel ödememeyi
getiren bir tasarıdır. Bu bakımdan, milletimize
hayırlı olsun diyorum, ülkemize hayırlı olsun diyorum, şehitlerimiz için
ne yapsak azdır, şehit ailelerimiz için ne yapsak azdır. Şehitlerimize bir kez daha Allah'tan rahmet diliyorum. Onların kederli ailelerine bir kez daha sabır diliyorum, büyüklerin
ellerinden öpüyorum; hepinize saygılar sunuyorum. (Anavatan Partisi
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Sarıbaş
AK Parti Grubu adına
Veli Kaya.
Buyurun Sayın Kaya. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA VELİ KAYA (Kilis) -
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli Başkan, sayın milletvekilleri;
817 sıra sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında
Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı hakkında AK Parti
Grubu adına söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli konuşmacı, şehitlerimizle ilgili
çok güzel bilgiler verdi. Hakikaten, Türk Milleti,
şehidine çok önem veren ve şehitleri cennet makamıyla ödüllendiren bir milletin
ahfadıyız. Onun için, ailesinde şehit olmayan, neredeyse,
Türk ailesi yoktur. Her ailede bir şehit vardır.
Ben, konuşmama bir şeyin altını çizerek başlamak
istiyorum: Ben de amcamı bu vatan için şehit veren bir ailenin çocuğuyum. Kahramanmaraş'ın
Andırın İlçesinde, 30'lu yıllarda şehit düşmüş. Yıllar sonra amcamın mezarını ziyaret için gittiğimde, köyün
yaşlılarından bir tanesiyle görüştüm. "Mezarını tam olarak bilmiyorum;
ama, 6 tane şehidimiz burada" dedi, 6 tane mezar gösterdi. Millî Savunma Bakanımız ve Genelkurmay Başkanlığımızın yetkilileri
de buradayken, 6 tane şehidimizin mezarları yerle bir olmuş durumda.
Bu zamana kadar bu şehitlerimize bir şehitlik yapılmaması,
onların ailelerinin, geldiklerinde başında bir fatiha okuyacağı bir
abidenin bulunmaması da, bu zamana kadar devletin ayıbıdır diye düşünüyorum. Hiç değilse, bugünden itibaren, Kahramanmaraş'ın eski Andırın,
yeni ismiyle Tokmaklı Beldesindeki bu şehitliğin unutulmayacağı
kanaatindeyim.
Değerli milletvekilleri,
şehitlik mertebesi cennetle müjdelenir demiştim; çok önem verdiğimiz bir
makamdır.
Aziz şehitlerimiz, vatanı uğruna canını seve seve verirken,
geride kalan ailelerini unutmamak, onların acılarını paylaşmak, onlara
değer vermek de büyük devletlerin görevleri arasındadır. Evet, ben de bunu paylaşıyorum.
Şehitlerimiz canlarını
bu vatan için verirken, kendilerine maddî bir imkân bağlanmasını asla
düşünmemişlerdir.
Mutlak surette, devletlerine güvendikleri için şehit
düşmüşlerdir.
Bu toprakların
her santimetresi şehit kanıyla doludur. Bu yasa, bence, geç bile
kalmış bir yasadır. Şehitlerimizle ilgili yasal
düzenleme yapılırken, onlardan hatıra kalan bu silahlarından alınan her
türlü vergi ve harçların çıkarılmamış olması da, bence, geçmişteki iktidarların,
yönetimlerin büyük bir eksikliği ve ayıbıdır diye düşünüyorum.
Televizyonlara baktığımızda…
SÜLEYMAN SARIBAŞ (
VELİ KAYA (Devamla) - Değerli Milletvekilim,
televizyonları izlediğimizde, bir şehidimiz düştüğü zaman, o şehidimizin
sadece cenaze merasiminde gösteriler yapmak suretiyle bunun üzerinden
siyaset yapanlar, cenaze defnedildikten sonra, ne hikmetse, şehit
ailelerinin evlerine gitmeyi bir görev saymazlar.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (
VELİ KAYA (Devamla) - Sayanlardan Allah
razı olsun, teşekkür ediyorum. Mutlaka gidilmesi gerekir;
şehit ailelerinin ziyareti gerekir, onları yalnız bırakmamak gerekir, devletin
milletiyle bölünmez bütün olduğunun ispatı gerekir.
İşte, 21 inci
Dönemde bu yasal düzenleme Parlamentoya getirilmiş olmasına rağmen, bu
husus nedense çok önemli görülmeyerek 22 nci Döneme aktarılmış. Şehit ailelerinin kurmuş
oldukları derneğin, ısrarla, şehit ailelerinin fakir, fukara çocukları olduğundan
bahisle bu harcın alınmamasını talep etmeleri, tabiî ki, hepimizin yüreğini
burktu. Onun için, behemehal bu yasayı takdirlerinize
sunuyoruz. Ben biliyorum ki, bu yasayla ilgili hem
iktidar hem muhalefet ortak hareket ediyor; çünkü, düşman, hepimizin düşmanı,
parti ayırımı yapmaksızın şehit ediyor çocuklarımızı. Onun için, bu çocuklarımıza ve onların ailelerine yapacağımız bu
ufak katkı, bence çok azdır, çok daha fazlası gerekir. İnşallah Yüce Parlamento, bunların ailelerinin tüm taleplerini
yerine getirecek yasal düzenlemeleri de gelecek süre içerisinde tamamlayacaktır,
yapacaktır, yapması da gerekiyor.
Değerli milletvekilleri,
bu harcın alınmaması, bu silahların, şehitlerimizin sadece bir hatırası,
bir armağanı olarak bir köşede saklanması, bu, paraya tekabül etmemeli; bu,
parayla ölçülemez.
Bu insanları mutlu etmenin başka yönleri de var. Evlatlarını,
babalarını, kardeşlerini, bir şekilde, bu vatan için toprağa vermişler.
Bununla birlikte, benim yaklaşık üçbuçuk
senedir ısrarla üzerinde durduğum, emniyet mensupları içerisinde çok
saygı duyduğum, emniyet mensuplarının çok ağır yükünü taşıyan mahalle bekçilerinin
de çok önemli sorunları var. Bu yasayla birlikte -bunu burada açıklıyorum,
bir sürpriz yaptık- mahalle bekçilerimizin talep ettikleri hususların
bir kısmını, değerli arkadaşlarımın katkılarıyla, bir önergeyle -şimdi
gelecek- onların da silahlarından aldıkları, demirbaş, zat silahlarından
harç alınmamasıyla ilgili bir önergemiz var. Bundan dolayı da, hem Grubumu
hem de İçişleri Komisyonu Başkanımı, huzurlarınızda tebrik ediyorum,
teşekkür ediyorum. Yeterli mi; o da yeterli değil; çünkü, mahalle bekçilerimizin,
biliyorsunuz, çok önemli bir bölümünün vazifesi başında şehit edildiklerini
de biliyoruz. Bu insanların, özlük haklarıyla ilgili de
birtakım sorunları vardır. Bu sorunların da, çok
kısa sürede, Grubumuzun yasalaştıracağını, bu insanların mağduriyetlerini
gidereceğini, burada bir kez daha tekrar etmek istiyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Şair ne güzel söylemiş:
"Şühedâ fışkıracak
toprağı sıksan, şühedâ!
Cânı, cânanımı alsa da Hudâ
Alsan dünyaları…
Etmem bu…"
Neyse, özür diliyorum…
"Etmesin vatanımdan
tek dünyada cüdâ."
Yani, şehitlerle ilgili
çok güzel şeyler var; ama, ben, çok daha fazla konuşmak yerine, bu yasanın
bir an önce yasalaşmasını istediğim için ve zamandan tasarruf etmek istediğim
için, bu yasaya destek veren, gerek muhalefeti gerekse AK Parti Grubunu candan
ve içten tebrik ediyorum; ama, şu şiiri de okumadan geçemeyeceğim, aziz şehitlerimizin
ruhlarına atfediyorum:
"Vurulmuş tertemiz
alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ
Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
Gökten ecdâd
inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhid'i...
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi
kimler kazsın?
Gömelim gel tarihe
desem, sığmazsın.
Ey şehid oğlu şehid, isteme
benden makber,
Sana ağuşunu açmış bekliyor
Hazreti Peygamber."
Diyor Şair, şehitlerimizle
ilgili olarak.
Ben, bu yasanın tüm şehit ailelerine, şehit derneklerine,
Türk Milletine hayırlı uğurlu olmasını diliyor, saygılar sunuyorum. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Kaya.
HALİL AKYÜZ (İstanbul)
- "Hazreti Peygamber" değil "duruyor Peygamber…" Yanlış
okudun!
SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya)
- Veli, şiiri yanlış okudun!
HALİL AKYÜZ (İstanbul)
- Şiiri yanlış okudun!
BAŞKAN - Tümü üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Hakkı Ülkü, İzmir Milletvekili.
Buyurun Sayın Ülkü.
(CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA HAKKI
ÜLKÜ (İzmir) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; Ateşli Silahlar ve
Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış
bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sözlerime başlamadan
önce, demin konuşan Anavatan Partisi sözcüsünün, gecenin ilerleyen saatinde
dil sürçmesi olarak niteleyebileceğimiz bir konuşmasının, bir cümlesinin
tarafımdan düzeltilmesi, belki kendileri tarafından da hoş karşılanabilir.
Anzakların da şehit olduğu söylendi; oysa, onlar farklı; işgal kuvvetleriydi;
onun düzeltilmesini gerektiğini düşünüyorum, herhalde dil sürçmesidir.
Evet, şimdi, yine, arkadaşlarımızdan
birisi, tasarının sanki bu dönem verilmiş ilk tasarıymış gibi olduğunu söyledi.
Oysa, geçmiş dönemde; yani, 13 Şubat 2001 tarihinde, geçmiş hükümet
döneminde getirilmiş bir tasarıdır bu.
Tasarı, şehit dul ve
yetimlerinin ölüm nedeniyle kendilerine intikal eden ateşli silahlardan
harç alınmamasıyla ilgili bir tasarıdır. Sadece askerî personeli ilgilendirirken,
komisyonda Emniyet Teşkilatını da bu kapsama almış bulunuyoruz.
Stopaj Vergisi nasıl
yabancı sermaye için kaldırılmışsa
-ki, dün geçti o yasa- intikal eden bu ateşli silahlar için de kaldırılmalıdır.
Aslında, işin esası, çocuklarımızı ülke savunmasında şehit ettirmemek
olmalıdır.
Bakın, ordunun çeşitli
kademelerinde, 5 504 kişi şehit olmuştur 1984'ten bu yana. Polislerden 464
kişi şehit olmuştur. Yaralı sayısı, askerde 11 794, poliste 3 254. Sakat
kalanlar, askerde 3 444, poliste 268. Ki, bunlar, hem polis şeflerinden
hem generallerden hem askerlerden oluşmakta olanlardır. Sakat kalanlar,
eli, kolu, bacağı kopanlar, tekerlekli sandalyeye mahkûm olanlar da epey
vardır.
Bu bağlamda, önemli
olan, terörü doğuran sosyal nedenlerin ortadan kaldırılmasıdır. Tasarıyla
getirilmek istenen, silahlanma yarışı değil, ülke savunmasında ya da tatbikatlarda
yaşamını kaybetmiş şehitlerin yakınlarına manevî bir hatıranın harç ve benzeri
ödentilerinin ortadan kaldırılmasıdır. Biliyorsunuz, Ulusal Kurtuluş
Savaşından kalma madalyaların, yine Ulusal Kurtuluş Savaşında kullanılmış
olan kılıçların ve buna benzer savaş aletlerinin şu anda zaman zaman sünnet
düğünlerinde, zaman zaman evlilik düğünlerinde, torunları tarafından kullanıldığı
görülmektedir. Bunlar, tabiî, hoş şeylerdir, hatıraları anmak için. Bu anlamda
da, bunların güzel bir hatıra olabileceğini düşünmekteyiz ve yasanın yararlı
olduğunu görüyoruz hep beraber.
Dikkat çeken bir başka
husus da, dünyada silahlanmaya ayrılan pay, 1 trilyon civarındadır. Buna dikkatinizi
çekmek isterim; silahlanmaya ayrılan pay, 1 trilyon dolar civarında. İslam ülkelerinin yaptığı
harcama, her İslam ülkesinin ortalama yapmış olduğu harcama, kendi gayri
safî millî hâsılalarının ya da ulusal gelirlerinin yaklaşık yarısıdır.
11 Eylülün arkasından, Avrupa Birliği üyesi ülkeler
silahlanma harcamalarına çokça pay ayırmışlardır ve ayırmaya da devam
etmektedirler. Başta İngiltere olmak üzere, Fransa,
Almanya, İtalya ve İspanya bunların başını çekmektedir; ama, ne yazık
ki, ülkemiz de bunlardan sonra gelmektedir. Yani,
silahlanma yarışında Avrupa'da 6 ncı sıradayız.
Bireysel silahlanma
da aslında bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Biz, sevinmesini bilmeyen
bir toplumuz. Maçlarda, düğünlerde ya da başka
bazı sevindiğimiz konularda silahı nasıl kullanacağımızı bilmediğimizden
dolayı, zaman zaman, balkonda oturan masum bir insanı bile öldürmekteyiz.
Bu gibi konular, bireysel silahlanma konusunda tabiî ki
tepki çekmektedir. Ülkemizde her 4 evden 1'inde
silah bulunmaktadır. Ruhsat için başvuru nedenleri, yüzde 35 iş
riski için, yüzde 23,6 evde bulundurmak için, yüzde 16,7 merak ve hobi için,
yüzde 12,7 avcılık-atıcılık için, yüzde 6,8 meslek gereği, yüzde 5,5 de
anı. Kim bilir, belki bizi de ilgilendiren son söylemiş olduğum yüzde 5,5'lik bölüm içindir.
2003 yılında Türkiye'de
1 954 000 ruhsatlı silah varken, 2005 yılında bu rakam 2 145 000 olmuştur. Ruhsatsızların sayısını sormayın, en az ruhsatlıların sayısının 4 misli fazladır. Mesela, İstanbul'da
her 2 vatandaştan 1'i can güvenliği nedeniyle silah taşımaktadır. Âdeta bir korku imparatorluğu yaratılmıştır. Buna karşın,
bireysel silahsızlanma çağrıları da vardır elbette; ama, galiba, en
önemlisi, önemli olanı, insanları silahlanmaktan caydırmak değil,
silahlanma ihtiyacını ortadan kaldırmaktadır.
Peki, var olanlarla
ilgili ne yapmak lazım diye sorulursa, tasarı, bu şekliyle yasalaşırsa,
şehit aileleri 1 500 Yeni Türk Liralık
harç ödemekten kurtulacaktır.
Mesele sadece bu da değil. Demin de arkadaşlarımızın değindiği
gibi "şehit" kavramının, tarifinin üzerine de oturmakta.
Gerçi "şehit" kavramı tam manasıyla yapılmış değildir; ama, buna
rağmen şehit kavramı tariflenirse
Şehit tarifi çeşitli
şekillerde yapılıyor; kimine "terör şehidi" deniliyor, kimine
"görev şehidi" deniliyor.
Bunun tarifinin de tam olarak yapılmasında yarar var. Ayrıca,
bu kişilerin, bu şehitlerin ailelerinin sıkıntılarının, dertlerinin,
çarelerinin muhatapları yok. Hadi, askerin, diyelim
ki Millî Savunma Bakanlığı var; polisin de kendi örgütü var; ama, başta,
öğretmen, Dışişleri mensupları olmak üzere çeşitli mesleklerden
kişilerin şehit edilmeleri halinde onların muhatapları yok. Oysa,
Batı'da, Fransa gibi ülkelerde, tüm şehitler için tek sorumlu, tek bir
idare var. Bizde teröristle çarpışan ve ölen için farklı, göreve giderken
trafik kazası geçirip ölen için farklı, mayına basanlar için farklı, suda
boğularak ölenler için farklı ve kısıtlı yardımlar yapılırken dahi farklılıklar
oluşmaktadır. Hatta, bunların çocuklarının da işe alınmaları farklı.
Çocuğu üniversiteye gidenler için de farklılık arz etmektedir
birçok durum. Sakat kalmış kişilerin durumları daha
da kötü. Bu tip çarpıklıkların giderilmesi gerek.
Ayrıca, silah ruhsatlarının
nasıl verilmesi gerektiği konusunun bir kez daha gözden geçirilmesi gerek. Umut Vakfı gibi vakıfların
yurt genelinde örgütlenmesi lazım. Ruhsat almaya
hak kazanan kişilerin sıkı eğitim görmesi lazım. Ruhsat
isteyene fizikî ve psikolojik sağlam raporu alması koşulunun getirilmesi
lazım ve belki de, en önemlisi, ilkokuldan itibaren bireysel silahsızlanmaya
karşı toplumsal bilinçlendirme için derslerde eğitim verilmesi lazım.
Ben, bu yasanın, biraz önce arkadaşlarımız
tarafından da, AKP Grubu tarafından da verilmiş olan mahalle bekçilerini
de içerecek şekilde kabul edilmesinin, mahalle bekçilerini de içine alacak
şekilde kabul edilmesinin son derece yararlı olduğunu düşünüyorum ve hayırlı
olmasını diliyorum.
Hepinize saygılar
sunuyorum.
(Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Ülkü.
Tümü üzerinde başka
söz talebi yok.
Soru-cevap işlemi
yapılacaktır.
Sayın Güler, buyurun.
HÜSEYİN GÜLER (
Kaç şehit ailesi maaş
almaktadır? Bugünkü ekonomik koşulları göz önünde bulundurduğumuzda,
yaşamlarını idame ettirmeye yeterli midir?
Korucuları şehit
Gazilerimizle ilgili
de son sorum var. Kaç gazimiz maaş almaktadır? Bugünkü aldıkları maaş kendilerinin
yaşamlarını idame ettirmeye yeterli midir?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Güler.
Sayın Bakan, buyurun.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI
MEHMET VECDİ GÖNÜL (Kocaeli) - Sayın Başkanım, sorunun ancak bir kısmına
cevap verebileceğim; çünkü, rakamlar yanımızda yok, yani, kaç şehit, kaç
gazi, kaç…
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Bakan.
Soru-cevap işlemi tamamlanmıştır.
HÜSEYİN GÜLER (Mersin)
- Sayın Başkanım, kısmen yanıt verecekti Sayın Bakan.
BAŞKAN - Sayın Bakan,
cevap vereceksiniz galiba.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI
MEHMET VECDİ GÖNÜL (Kocaeli) - Bir kısmına ancak cevap verebileceğim.
BAŞKAN - Buyurun.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI
MEHMET VECDİ GÖNÜL (Kocaeli) - Aldıkları maaşla ilgili sordunuz. Bir
subay, assubay veya uzman çavuş şehit olursa, ailesi, o hayattaymış ve terfi
ediyormuş gibi, ulaşabileceği rütbenin sonuna kadar maaşını alabilmektedir.
Erler için ise -onun
tabiî terfii söz konusu değil- bugün için ödenen maaş, 960 000 000 liradır,
960 YTL'dir. Şehit olduğunda annesi babası hayatta ise, bunlar onların
arasında paylaştırılmakta; eşi varsa, asıl büyük kısım eşine belli bir
oranda verilmekte -şu anda hatırlayamıyorum oranını- annesine babasına da
daha az bir miktarda para verilmektedir. Bütçe kanununa göre, bu 960 000
000 her yıl artırılmaktadır.
Arz ederim.
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Bakan.
Tasarının tümü üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
1 inci maddeyi
okutuyorum:
ATEŞLİ SİLAHLAR VE BIÇAKLAR İLE DİĞER ALETLER HAKKINDA
KANUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI
MADDE 1.- 10.7.1953
tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında
Kanunun 7 nci maddesinin üçüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Birinci fıkranın
(1), (2), (3) ve (4) numaralı bentlerinde sayılan kişilerle, vefat edenden
intikal eden ateşli silahlarla sınırlı olmak kaydıyla, 5434 sayılı Türkiye
Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununun 64 üncü maddesine, 2330 sayılı Nakdi
Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanuna, 2453 sayılı Yurt Dışında
Görevli Personele Nakdi Tazminat Verilmesi ve Aylık Bağlanması Hakkında
Kanuna, 2566 sayılı Bazı Kamu Görevlilerine Nakdi Tazminat Verilmesi ve Aylık
Bağlanması Hakkında Kanuna, 2629 sayılı Uçuş, Paraşüt, Denizaltı, Dalgıç
ve Kurbağa Adam Hizmetleri Tazminat Kanunu ve 926 Sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri
Personel Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanuna ve 3713 sayılı
Terörle Mücadele Kanununa göre aylık bağlananlar ile ayrıca, barışta ve
olağanüstü hallerde, askerî amaçla veya iç güvenlik ve asayişin sağlanması
amacıyla yapılan eğitim, tatbikat ve manevralar ile birlik veya grup halinde
intikaller sırasında, bu harekat ve hizmetlerin sebep ve etkileri ile
hayatlarını kaybedenlerin dul ve yetimlerinin, taşıyacakları veya bulunduracakları
ateşli silahların taşınmasına veya bulundurulmasına yetki veren kayıt ve
belgeler her türlü vergi, resim ve harçtan muaftır."
BAŞKAN - Madde üzerinde
Anavatan Partisi Grubu adına söz isteyen Turan Tüysüz, Şanlıurfa Milletvekili.
Buyurun Sayın Tüysüz.
(Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA TURAN TÜYSÜZ (Şanlıurfa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
görüşülmekte olan 817 sıra sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer
Aletler Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısıyla
ilgili olarak madde üzerinde Anavatan Grubu adına görüş bildirmek üzere
söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Meclisi ve milletimizi, şahsım
ve Grubum adına saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar,
tasarıyla, 6136 sayılı Kanunun 7 nci maddesinin üçüncü fıkrasının değiştirilmesi
öngörülmektedir. Böylece, tasarıda sayılan kanunlara göre aylık bağlananla
beraber, barışta ve olağanüstü hallerde askerî amaçla ve iç güvenlik ve
asayişin sağlanması amacıyla yapılan eğitim, tatbikat ve manevralar ile
birlik veya grup halinde intikaller sırasında, bu harekât ve hizmetlerin
sebep ve etkileriyle hayatlarını kaybedenlerin dul ve yetimlerinin,
taşıyacakları veya bulunduracakları ateşli silahların taşınmasına veya
bulundurulmasına yetki veren kayıt ve belgelerin her türlü vergi, resim
ve harçtan muaf tutulması amaçlanmaktadır.
Bilindiği üzere,
stratejik bir konumda bulunan ülkemizin istikrarını bozmak, bölmek, parçalamak
amacıyla gerek dış düşmanlarımız
gerekse içeride faaliyet gösteren bölücü ve yıkıcı terör örgütleri hain
emellerini gerçekleştirmek için ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Bu bölücü ve yıkıcı
faaliyetlerin karşısında ordumuz ve emniyet güçlerimiz, vatanın bölünmez
bütünlüğünü korumak ve milletimizin huzur ve refahını sağlamak için ellerindeki
bütün imkânlarla ve fedakârca mücadele vermektedirler. Bu mücadele
sayesindedir ki, bizler, huzur ve güven içerisinde yaşayabilmekteyiz. Görevi
başındaki güvenlik görevlilerimiz sayesinde vatandaş evinde rahat
uyuyabilmektedir; ancak, üzücü olmakla birlikte, operasyonlar, intikaller
ve manevralar esnasında can kaybı da olabilmektedir. Yıllardır süren
bölücü terör nedeniyle 5 000'in üzerinde güvenlik görevlisi vatan evladı
şehit olmuştur. Vatanın bölünmez
bütünlüğü uğruna canlarını severek feda eden kahraman vatan evlatları ile
dul ve yetimlerinin maddî ve manevî açıdan mağdur edilmemesi, savaş ve
vazife esnasında şehit olanların dul ve yetimlerinin taleplerinin yerine
getirilmesi de bizim için kutsal bir görev olmalıdır.
Şehitlerin dul ve yetimlerine
devletin şefkat kanatlarını germesi ve onlara mümkün olan bütün imkânları
seferber etmesi gerekmektedir. Bu nedenle, şehit ailelerinin üzüntüsünü
hafifletebilmek ve onlara olan vefa borcunu ödeyebilmek için ne yapılsa
azdır.
Değerli arkadaşlar,
şehitlerimizi unutmamak ve onların hatırasını her yerde yaşatmak boynumuzun
borcudur. Onların hatıralarının ailelerinin nezdinde yaşaması için de
üzerimize düşeni yapmamız gerekmektedir.
Şehidin en değerli
yadigârı, herhalde üniforması ve silahıdır. Şehit yakınlarının da, ondan
kalan hatıra niteliğindeki bu eşya ve silahları saklamaları en doğal haklarıdır.
Şehit düşen güvenlik
görevlilerinin eşleri, çocukları veya anne-babaları, vatan uğruna şehit
verdikleri evlatlarının zatî tabancalarını hatıra olarak evlerinde bulundurabilmek
veya taşıyabilmek için, ilgili makamlara müracaat ettiklerinde, kendilerinden
çeşitli harçlar talep edilmektedir. Vatan uğruna evladını, eşini veya
babasını feda etmiş birisi böyle bir taleple karşılaştığında psikolojik
açıdan olumsuz yönde etkilenecektir. Ayrıca, bu durum, şehide ve yakınlarına
karşı vefasızlık olarak da değerlendirilebilecektir. Dolayısıyla, şehit
yakınlarının, şehide ait ateşli silahları bulundurabilmeleri ve taşıyabilmeleri
için ödemeleri gereken vergi, resim ve harçlardan muaf tutulmaları gerekmektedir.
Biz, Anavatan Grubu
olarak, bu meselenin takipçisi olduk daha önce. Grup Başkanvekillerimiz
tarafından, Sayın Ömer Abuşoğlu ve Sayın Süleyman Sarıbaş tarafından
verilen 1213 sıra sayılı kanun teklifiyle de, bu muafiyeti, yasa teklifi
olarak gündeme getirmiştik. Dolayısıyla, aynı düzenlemeyi içeren bu
tasarının da yasalaşması faydalı olacaktır.
Ancak, yapılacaklar
bununla bitmemelidir. Şehit ailelerinin mağdur olmamaları için bütün imkânlar
seferber edilmelidir.
Hayatının baharında evladını,
eşini veya babasını kaybeden şehit yakınlarına, en azından maddî olarak kaybettiklerinin
yokluğu hissettirilmemeli ve bu nedenle mağdur olmalarına kesinlikle
izin verilmemelidir.
Bu değişikliği bir başlangıç
kabul ederek, vatanın bölünmez bütünlüğü uğrunda canını seve seve feda eden
vatan evlatlarının geride kalanlarının sıkıntılarını hafifletecek köklü
iyileştirmelerin de devamının gelmesi gerekiyor.
Değerli arkadaşlar,
dileğimiz, memleketimizin huzur ve refahını bozmaya yönelik her türlü bölücü
ve yıkıcı faaliyetlerin sona erdirilerek vatan evlatlarının kanlarının akmasının
önüne geçilmelidir.
Bu cennet vatanın
üzerinde menfur emeller besleyenler bulunduğu sürece, ülkemizin birliğine,
beraberliğine, bütünlüğüne uzanan eller de Silahlı Kuvvetlerimiz tarafından
kırılacaktır.
Bu uğurda canlarını
veren şehitlerimiz için ne yaparsak yapalım, onlara olan minnet borcumuzu
ödememiz mümkün değildir.
Bu vesileyle, bütün
şehitlerimizi saygıyla yâd ediyor, sizleri ve yüce milletimizi en derin
saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ediyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Tüysüz.
Madde üzerinde, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına söz isteyen, Mehmet Yıldırım, Kastamonu Milletvekili.
Buyurun Sayın Yıldırım.
CHP GRUBU ADINA MEHMET
YILDIRIM (Kastamonu) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Gerçekten, gerek Cumhuriyet
Halk Partisi Grubunun gerekse Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun ve diğer
parti gruplarının da ortak noktada buluştuğu…
TURAN TÜYSÜZ (Şanlıurfa)
- Diğer parti grubunun ismi yok mu Sayın Başkan?!
MEHMET YILDIRIM (Devamla)
- …ve ANAP, yani, Anavatan Partisi…
SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya)
- Doğru söyle; Anavatan…
TURAN TÜYSÜZ (Şanlıurfa)
- Anavatan Partisi…
MEHMET YILDIRIM (Devamla)
- Eski ANAP…
BAŞKAN - Lütfen, Sayın
Tüysüz…
MEHMET YILDIRIM (Devamla)
-…ve o grupların da ortak noktada buluştuğu bir yasa tasarısını
konuşuyoruz.
Bu yasa tasarısında,
şehit olan askerlerimizin, önergeyle, polislerimizin ve emekli bekçilerimizin
de ilavesiyle, emanet olarak kalan silahların bir başka nesle intikalinde
harçlardan muaf olması.
Şimdi, şehitlik konuşuluyor.
Az önce, Anavatan Partisi Grubunun sözcüsü konuşurken, yerimden müdahale
etmek zorunda kaldım. Sonra, Hakkı Ülkü onu düzeltti. Dışarıdan Türkiye'yi
işgal eden, Çanakkale'ye işgale gelen güçlerin de, o ülkeler tarafından
şehitlerini ziyaret ettikleri tutanaklara geçti. Çok zor bir olay.
SÜLEYMAN SARIBAŞ (
MEHMET YILDIRIM
(Devamla) - Onların şehidi de olamaz, bizim şehidimiz hiç olamaz. Onlar, işgal güçleridir,
Mehmetçiği ve Türkiye'yi işgale gelmişlerdir ve cevabını da Türk Milletinden
almışlardır. Onlara yeni bir tarif getirmeyi,
tutanaklara geçirmeyi hiç doğru bulmadım. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Yerimden müdahale ettim ve Sarıbaş da "evet, dil sürçmesi"
dedi.
SÜLEYMAN SARIBAŞ (
MEHMET YILDIRIM (Devamla)
- Evet, dil sürçmesidir. Başka türlü anlamamız da zaten mümkün değildir.
Değerli arkadaşlar,
şehitlik yasası var, 1111 sayılı Yasa var. Türkiye'de görev şehitleri var
değerli arkadaşlar. Askeriyeye alma sevk pusulasıyla başlamalı ve tezkereyle
sona ermelidir. Nasıl, bir işçi bir fabrikada işe gidiyorsa; nasıl, bir
vatandaşımız işine giderken sigortalı olarak görünüyorsa, Türk Silahlı Kuvvetleri
emrine alınan askerimiz de sevk pusulasıyla teminat altına alınmalı ve terhis
pusulasıyla da görevi sona ermeli.
Bakın, benim çevremde
ve Kastamonu'da, yüzlerce arkadaşımız var; şehit olarak gömüyoruz; ama,
daha sonra ailelerin müracaatında "sen 1111 sayılı Yasanın kapsamında
değilsin; sen görev şehidisin, sana şehitlik maaşı bağlamıyoruz"
diyoruz.
Değerli arkadaşlar,
törenler yapıyoruz. Törenlerde askerlerimizin omzunda "şehit"
diye mezarlığa getiriyoruz, Türk Bayrağını dikiyoruz; ama, daha sonra
"sen şehit değilsin, Emekli Sandığı Kanununda ve alınan karar gereğince
seni şehitlik haklarından mahrum ediyoruz" diyoruz.
Türk Milleti büyük bir
millettir. Örnek vermek istiyorum: Örneğin, sabahleyin eğitim görevine
çıkan bir asker koşu yaparken vefat ediyor ölüyorsa, benim anlayışıma göre
o şehittir değerli arkadaşlar. Ama, terörle mücadele ederken, cephede
mücadele ederken orada şehit olanla onun arasında elbette ki bir farkı
koymamız lazım, elbette ki bir kademe farkının, derecesinin olması lazım,
hiç kuşku yok. Ama, Türkiye Büyük Millet Meclisi bu yasada önemli değişikliği
yaparak… Askere almanın sevk pusulasıyla başlamasını ve tezkereyle son
bulmasına kadar geçen süreçte o Türk çocuklarımızı -mademki askerlik
zorunludur, gerek subaylarımızda gerek erbaşlarımızda zorunlu bir hizmettir-
onları sigorta etmemiz lazım. Bununla ilgili yasal düzenlemenin yapılması
gerektiğini düşünüyorum.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Yıldırım.
Madde üzerinde şahsı
adına söz isteyen, Kütahya Milletvekili Alaettin Güven... Yok.
Çankırı Milletvekili
Tevfik Akbak...
Hatay Milletvekili Mehmet
Eraslan, buyurun.
MEHMET ERASLAN (Hatay)
- Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum;
şehitlerimizi rahmetle anıyorum, gazilerimizi minnetle anıyorum.
Bu ülkenin bölünmez
bütünlüğü için hayatını, canını feda eden şehitlerimizin ve o şehitlerimizden
kalan yadigârlarının kalmasından ötürü, devrinden ötürü oluşacak harçların
alınmamasına ilişkin kanun tasarısı görüşülüyor; ama, bu kanun tasarısıyla,
biz, sanki, şehit ailelerimize ve sanki, gazilerimize, gazi ailelerimize dünyayı
bahşetmiş gibi bir eda ile bir tavırla, yaklaşık yarım saatten beri bu
kanun tasarısını görüşüyoruz.
Efendim, bu, uygulanması
gereken bir kanun idi ve 2001 yılında hazırlanmış, 57 nci Hükümet döneminde
hazırlanmış bir kanun tasarısı ve aslında şehit ailelerimize çok fazla bir
şeyi vermeyen veya dünyayı bahşetmeyen bir kanun tasarısı ve 2001 yılından
beri Türkiye Büyük Millet Meclisinde bekleyen bir kanun tasarısı ve bugün
bunu getirdik, burada görüşüyoruz; ama, şehit ailelerimizin ve gazilerimizin
sadece harçlara ilişkin problemleri yoktur. Sorun, Türkiye'nin sorunu ve
şehit ailelerinin sorunu sadece harç alma veya harç almama sorunu değildir.
Bakın, şehit aileleri
bir araya gelmişler, dernekler kurmuşlar. Gazilerimiz bir araya gelmişler,
dernekler kurmuşlar ve Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, siyasî irade
olarak veya Hükümet olarak, İktidar olarak biz, bu şehit ailelerimizin derneklerine
sahip olamamışız, gazilerimizin derneklerine sahip olamamışız, kurumsallaşmış
ve kamu hizmeti gören ve kendi çabalarıyla ayakta durmaya çalışan bu derneklerimizi,
maalesef, devlet olarak sahiplenememişiz ve onların giderlerini, en azından
kira giderlerini, en azından elektrik, su ve orada istihdam edecekleri
personel giderlerini karşılayamamışız. Her bir ilde bir dernek olsa, 81
ilde 81 dernek söz konusu olur ki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, onları
onore etmek adına, gazileri onore etmek adına, şehitlerimizi onore etmek
adına bu vazifeyi her halükârda görebilir ve görebilme salahiyetine ve gücüne
de aynı zamanda sahiptir; ama, bugüne kadar şehit ailelerimizin dernekleri
ve gazilerimizin dernekleri ciddî manada ele alınamamış ve yalnızlığa terk
edilmiştir. Ekonomik katkının artırılması gerekmektedir.
Askerimizin ve
polisimizin özlük hakları iyileştirilmelidir, çalışma şartları iyileştirilmelidir,
ekonomik şartları iyileştirilmelidir ve değerli arkadaşlar, özellikle
güvenlik güçlerimizin, polisimizin ve askerimizin terörle mücadeledeki performansını
ve etkinliğini azaltacak hiçbir düzenlemeye ve hiçbir ifadeye yer verilmemelidir;
bu, hepimizin vatandaşlık görevidir.
Avrupa Birliği uyum
yasaları hazırlanırken, Türk Ceza Kanunu hazırlanırken, bakıyoruz, terör
suçlusu, tutuklandığı saatten itibaren 24 saatten fazla gözaltında
bulundurulamıyor. Gözaltı süresi… Bakın, terörle mücadeleden bahsediyoruz;
ki, şehit ailelerini ilgilendiriyor, gazilerimizi ilgilendiriyor, Türkiye'nin
bölünmez bütünlüğünü, güvenliğini, ulusal birlik ve beraberliğini ilgilendiriyor.
Bakın, İngiltere'de terör suçundan yakalanan insanlar 28 gün sorgulanıyor.
Gözaltı süresi 28 gün; ama, Türkiye'de terör suçundan yakalanan ve sorgulanması
gereken kişiler 24 saatten daha fazla gözaltında bulundurulamıyor. Yani,
biz, İngiltere'den daha mı demokratız,
demokrasiyi özümsemişiz?
Aslında böyle olmalıdır;
ama, maalesef kanunlar yapılırken…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Eraslan,
lütfen, toparlar mısınız.
Buyurun.
MEHMET ERASLAN (Devamla ) - Toparlıyorum.
Kanunlar yapılırken, toplumun içinde bulunduğu
şartlar mutlaka gözardı edilmemelidir. Belki Avrupa Birliğinin, belki
İngiltere'nin terörle ilgili, terörle mücadele gibi bir sorunu olmayabilir;
ama, bizim jeopolitik yapımız ve içinde bulunduğumuz coğrafya nedeniyle,
terör her zaman başımızın belası olmuştur. Dolayısıyla, Avrupa Birliği
uyum yasaları motamo alınıp bu coğrafyada ve bu toplumda uygulanmamalıdır diye düşünüyorum ve özellikle, Hükümetin,
siyasî iradenin, Türk Silahlı Kuvvetleri ve müttefiklerimizin bir arada ortak operasyon yapmaları
konusunda özellikle, Kuzey Irak'a ortak operasyon yapmaları konusunda
kararlı olması gerekmektedir ve Hükümetin bunu temin etmesi gerekmektedir.
Çünkü, biz biliyoruz
ki, bu ülkenin başına bela olan kaynaklar, bu ülkenin başına musallat olan
terör odakları, Kuzey Irak'tan sınırlarımıza sızmaktadır ve Kuzey Irak'a
operasyon yapmak Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ve yetmişüç milyon ülke
insanımızın güvenliği açısından büyük bir öneme sahiptir diyorum.
Bu kanun tasarısının,
şehit ailelerimize hayırlar getirmesini temenni ediyorum ve şehit vermeyen
bir Türkiye'nin, gazi vermeyen bir Türkiye'nin birlik ve beraberlik
içerisinde, huzur, güvenlik ve mutluluk içerisinde, kendinden emin
ileriye doğru yürüyen bir Türkiye'nin gelecekte olması dileğiyle, hepinizi
saygıyla selamlıyorum.Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Madde üzerinde
3 adet önerge vardır; Önergeleri, önce, geliş sıralarına göre okutacağım,
sonra, aykırılıklarına göre işleme alacağım.
İlk önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 817
sıra sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 1 inci maddesinden sonra
14.07.1965 tarih ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler
Hakkında Kanunun 7 nci maddesinin 4-B), (d) bendinden sonra gelmek üzere
aşağıdaki maddenin eklenmesini arz ve teklif ederiz.
|
Muharrem Doğan |
Turan Tüysüz |
Ömer Abuşoğlu |
|
Mardin |
Şanlıurfa |
Gaziantep |
|
|
Hüseyin Güler |
|
|
|
Mersin |
|
"e) 6831 sayılı Orman
Kanununun 77 nci maddesine göre silah taşıyanlardan,"
BAŞKAN - Diğer önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 817
sıra sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 1 inci maddesinin ikinci fıkrasının
"sayılan kişilerle" ibaresinden sonra gelmek üzere aşağıdaki cümlenin
eklenmesini arz ve teklif ederiz.
|
Şevket Arz |
Gökhan Durgun |
Mehmet Kartal |
|
Trabzon |
Hatay |
Van |
|
Hakkı Ülkü |
R. Kerim Özkan |
Feramus Şahin |
|
İzmir |
Burdur |
Tokat |
|
Mehmet S. Kesimoğlu |
Hüseyin Ekmekcioğlu |
Tuncay Ercenk |
|
Kırklareli |
|
|
"Emekli olmuş mahalle gece bekçileri"
BAŞKAN - En aykırı önergeyi okutup, işleme
alıyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 817 sıra sayılı Ateşli
Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısının 1 inci maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif
ederiz.
|
Faruk Çelik |
Şükrü Önder |
T. Ziyaeddin Akbulut |
|
Bursa |
Yalova |
Tekirdağ |
|
Mehmet Çerçi |
Öner Ergenç |
Ünal Kacır |
|
Manisa |
Siirt |
İstanbul |
|
Veli Kaya |
Muharrem Tozçöken |
Faruk Anbarcıoğlu |
|
Kilis |
Eskişehir |
Bursa |
"Madde 1-
10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler
Hakkında Kanunun 7 nci maddesinin birinci fıkrasının (4) nu-maralı bendinin
(B) alt bendine "e) Çarşı ve Mahalle Bekçilerinden," ibaresi eklenmiş,
aynı maddenin üçüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve üçüncü
fıkradan sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
"Birinci fıkranın
1, 2, 3 ve 4 numaralı bentlerinde sayılan kişilere ait silahların, 5434
sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununun 64 üncü maddesine,
2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanuna, 2453
sayılı Yurt Dışında Görevli Personele Nakdi Tazminat Verilmesi ve Aylık
Bağlanması Hakkında Kanuna, 2566 sayılı Bazı Kamu Görevlilerine Nakdi Tazminat
Verilmesi ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanuna, 2629 sayılı Uçuş, Paraşüt,
Denizaltı, Dalgıç ve Kurbağa Adam Hizmetleri Tazminat Kanunu ve, 926
sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanuna ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununa göre aylık bağlananlara
ait silahların, barışta veya olağanüstü hallerde iç güvenlik ve asayişin
sağlanmasına yönelik her türlü faaliyet, eğitim, tatbikat ve manevralar
ile birlik veya grup halinde intikaller sırasında veya bu harekat ve hizmetlerin
sebep ve etkileriyle hayatlarını kaybedenlerin ana, baba, eş ve çocuklarına
bu kişilerden intikal eden ateşli silahlar ile yukarıda sayılan kanunlara
göre aylık bağlanmamış olsa bile bu şekilde yaralananlara ait ateşli
silahların taşınmasına veya bulundurulmasına yetki veren kayıt ve belgeler
her türlü resim, vergi ve harçtan muaftır."
"Barışta veya
olağanüstü hallerde iç güvenlik ve asayişin sağlanması amacıyla
yürütülen her türlü faaliyet, eğitim, tatbikat ve manevralar ile birlik
veya grup halinde intikaller sırasında bu harekat ve hizmetlerin sebep ve
etkileriyle vefat edenlerden (şehit, er, erbaş ve malul gaziler dahil) intikal
eden silah bulunmaması durumunda; bunların ana, baba, eş ve çocuklarından
sadece birinin, bir ateşli silahla sınırlı olmak kaydıyla, silah
taşımasına veya bulundurmasına yetki veren kayıt ve belgeler her türlü
resim, vergi ve harçtan muaftır."
BAŞKAN - Komisyon önergeye
katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU
SÖZCÜSÜ SABAHATTİN YILDIZ (Muş) - Sayın Başkan, uygun görüşle takdire
bırakıyoruz.
BAŞKAN - Hükümet
katılıyor mu?..
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI
MEHMET VECDİ GÖNÜL (Kocaeli) - Sayın Başkanım, katılıyoruz.
Müsaade ederseniz, bir
konuyu da açıklamak istiyorum. Kanunun mevcut halinde, tasarının mevcut
halinde, esas hükümlere dayalı olarak, subay, assubay ve uzman çavuşlar
emekli olacakları için, bunların şehitlikleri halinde veya gazilikleri
halinde ruhsat almalarında herhangi bir problem yok; çünkü, kanun, onları
zaten ruhsattan muaf tutmuş.
Burada iki şey ekleniyor:
Bir, mahalle bekçileri; iki, erler. Erler, kendileri gaziyse veya şehit
olmuşlarsa, temin edecekleri silahlara ruhsat harcı yine alınıyordu; bu
gelen önergeyle, er ve erbaşlar da, subay, assubay ve uzman çavuşların
statüsüne kavuşturulmuş olmaktadır.
Arz ederim.
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Bakanım.
SALİH KAPUSUZ (Ankara)
- Gerekçe okunsun Sayın Başkan.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
ikinci okunan önerge, Sayın Gökhan Durgun, Sayın Şevket Arz, Sayın Mehmet
Kartal ve Sayın Hakkı Ülkü'nün verdiği önerge, bu önergeyle aynı
mahiyette olduğu için, emekli olmuş mahalle ve gece bekçilerini kapsadığı
için, iki önergeyi birleştirerek oylarınıza sunacağım.
Şimdi, gerekçeyi
okutuyorum:
Gerekçe:
Çarşı ve mahalle bekçileri
emekli olduklarında yönetmelik gereği silah taşıyabilmelerine rağmen,
harçtan muaf olmamaları ve harçlı olarak silah ruhsatı alabilmeleri
nedeniyle, bu durumdaki birçok kişi silahını taşıyamamakta, ruhsat
alamadığı için de silahını devretmek zorunda kalmaktadır. Bu durum ise,
mağduriyetlerine neden olmaktadır.
Diğer taraftan, vatanı
uğruna görev yaparken şehit olanlardan kalan silahların mirasçıları adına
ruhsata bağlanması esnasında da, yasa gereği, harç alındığından şehit
yakınlarımızın mağduriyeti söz konusu olmaktadır. Aynı zamanda, görevleri
gereği yaralananların da silahları için harç alınması nedeniyle bu kişiler
de mağdur olmaktadırlar.
Ayrıca, hayatlarını
kaybedenlerden intikal eden silah bulunmaması halinde madde metninde
belirtilen yakınlarından yalnızca birinin edineceği bir adet silahın harçtan
muaf olması amacıyla bu önerge verilmiştir.
BAŞKAN - Birleştirdiğimiz
önerge üzerinde konuşacak mısınız, gerekçeyi okutayım mı?
GÖKHAN DURGUN (Hatay)
- Konuşacağım efendim.
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Durgun.
GÖKHAN DURGUN (Hatay)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün, 2001 yılında hazırlanmış
bir kanun tasarısını görüşüyoruz. Gerçekten, çok gecikmeli olarak görüştüğümüz
bir tasarı; ama, olsun, yine, bugün, aradan uzunca bir zaman geçmesine rağmen,
ülkemizin, birer vatandaş olarak, şehitlerimize duyduğu, şehit ailelerimize
verdiği önem ve saygının gereği olarak, bugün, bu tasarıyı çıkarıyoruz.
Ancak, bu tasarıda bir
eksiklik vardı; polisler, assubaylar, subaylar, erler, uzman çavuşlar
bunun kapsamındayken, unuttuğumuz, o, geceleri biz evlerimizde yatarken,
canımızı malımızı emniyet ettiğimiz, okullarda okumayı öğrendiğimiz zaman
"bekçi baba" şarkısıyla öğrendiğimiz bekçilerimizi unutmuş
görünüyorduk, unutulmuştu. Onları da, hem AKP'li arkadaşların hem de Cumhuriyet
Halk Partili arkadaşlarımızla, benimle birlikte, beraber, arkadaşlarımızla
hazırladığımız bu önergeyle düzeltmiş oluyoruz.
Türkiye, önemli bir
coğrafyada; dolayısıyla, hem içeride hem dışarıda birçok düşmanı, birçok
sıkıntısı var. Bugün, terörle mücadele etme noktasında, ciddî bir aşamaya
gelmiş bulunuyoruz. Bugün, yine, Hakkâri'de bir şehit verdik. Buradan,
şehidimize rahmet diliyorum, ailesine başsağlığı diliyorum, bütün şehitlerimize
şükranlarımızı sunuyorum. Bugün, bekçilerimizin de, diğer şehit
ailelerimizin de, bu konuda, böyle bir sıkıntısını çözmüş olduk. Umarım ki,
önümüzdeki dönemde, bu şehit aileleriyle ilgili yeni düzenlemeleri de ortaya
koymak ve çıkarmak durumundayız. Kendimizi bu konuda sorumlu hissetmeliyiz.
Hepinize teşekkür
ediyorum, saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Durgun.
Önergeleri oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Diğer önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan…
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
birleştirerek kabul ettiğimiz bu önergelerle madde tamamen değiştiği
için, bu önergeyi işleme koymuyoruz.
Kabul edilen önergeler
doğrultusunda maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir.
2 nci maddeyi
okutuyorum:
MADDE 2.- Bu Kanun
yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN - Madde üzerinde,
Anavatan Partisi Grubu adına söz isteyen İbrahim Özdoğan, Erzurum Milletvekili.
(AK Parti sıralarından "Oo" sesleri)
Buyurun Sayın Özdoğan.
(Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
Sayın milletvekilleri,
lütfen… Sayın Özdoğan Tüzükteki hakkını kullanıyor.
FATMA ŞAHİN (Gaziantep)
- Her şey Tüzük mü Başkan?!
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Özdoğan.
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum) - Sayın Başkanım, değerli milletvekili
arkadaşlarım; çok önemli bir yasa çıkarıyoruz inşallah. Konuşmama başlamadan
önce, bütün şehitlerimizin önünde tazimle eğildiğimi ifade etmek istiyorum
ve hepinizi en derin saygılarımla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar,
bu yasanın, bir an önce, saniye gecikmeden çıkmasını istiyordum. Bu madde
üzerinde de söz almayacaktım; fakat, geneli üzerinde, Sayın Grup Başkanvekilimiz
Süleyman Sarıbaş konuşurken, bir kavramı izah ederken, daha sonra siyasî
prim yapmak için, Cumhuriyet Halk Partisinden değerli iki sayın milletvekili
arkadaşımız…
MEHMET YILDIRIM (Kastamonu)
- Primle ne ilgisi var?!
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Bir saniye, izah edeceğim…
MEHMET YILDIRIM (Kastamonu)
- Tutanakları iste… Konuşmaları izle…
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Bir saniye izah edeceğim, lütfen dinleyin.
MEHMET YILDIRIM (Kastamonu)
- Sen Anzak'ı şehit mi sayıyorsunuz Türkiye'de?
BAŞKAN - Sayın Özdoğan...
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Lütfen, dinleyin, izah edeceğim.
BAŞKAN - Sayın Özdoğan,
lütfen, maddeyle ilgili konuşur musunuz.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Maddeyle ilgili konuşuyorum.
BAŞKAN - Herhangi bir sataşmaya sebep olmadan…
İBRAHİM ÖZDOĞAN
(Devamla) - Değerli arkadaşlar, dillerdeki kelimeler birbirlerine tercüme
edilirken, bazen, bir dildeki kavramın diğer dilde karşılığı bulunmaz. Şimdi, biz "şehitlik"
kavramını nereden alıyoruz; yüce dinimizden alıyoruz, Kur'an-ı Kerim'den
alıyoruz. Cenab-ı Allah, Kur'an-ı Kerim'de şehidi şöyle tarif ediyor:
"Allah yolunda öldürülenlere sakın ölüler demeyiniz. Bilakis onlar diridirler ve Allah katında rızıklanmaktadırlar."
Gerçek şehit budur. Bu ayeti
kerimede "şehit" kelimesi geçmiyor bile; fakat, biz, bu kavramı
izah edebilmek için, Türkçe'de "şehit" kelimesini kullanıyoruz.
Sayın Grup Başkanvekilimiz de… Tabiî ki, diğer milletler
de harplerde ölenlere sahip çıkıyorlar, bir kavram kullanıyorlar.
Sayın iki değerli milletvekilimiz, işte, "şehit
demeyeceksiniz" dediği zaman, yerine bir kavram koymadı. Hangi kavramı Türkçede kullanacaktı sayın milletvekilim?
Niye söylemediniz burada?
MEHMET YILDIRIM (Kastamonu) - Var, şehit
var! Şehit var!
İBRAHİM ÖZDOĞAN
(Devamla) - Niye söylemediniz?
MEHMET YILDIRIM (Kastamonu) - Teröre karşı
ölen şehit değil mi, Çanakkale'de ölen şehit değil mi?
İBRAHİM ÖZDOĞAN
(Devamla) - Önemli olan, kelimenin ifade ettiği manadır; içini nasıl doldurduğunuza
bağlıdır.
MEHMET YILDIRIM (Kastamonu) - Sen Anzak'ı
şehit
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Elbette ki, bizim anladığımız…
BAŞKAN - Sayın Özdoğan,
lütfen karşılıklı konuşmayalım…
MEHMET YILDIRIM (Kastamonu)
- Şaşırmışsınız siz şaşırmışsınız!
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Bir saniye Sayın Vekilim…
Elbette ki bizim anladığımız
manada, Çanakkale'de, Avustralya'dan gelen Anzaklar…
MEHMET YILDIRIM (Kastamonu)
- Şaşırmışsınız siz!..
BAŞKAN - Sayın Yıldırım,
lütfen…
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- …bizim anladığımız manada, elbette ki şehit değildirler; ama, Avustralya
resmî makamlarına, kanunlarına göre ne isim vereceğiz?
MEHMET YILDIRIM (Kastamonu)
- Onların sorunu, benim sorunum değil!
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Bunu belirttiniz mi? Türkçede karşılığı nedir?
MEHMET YILDIRIM (Kastamonu)
- Onun sorunu, benim sorunum değil o!
BAŞKAN - Sayın Yıldırım,
lütfen… Lütfen, Sayın Yıldırım…
MEHMET YILDIRIM (Kastamonu)
- O benim sorunum değil, onun sorunu!
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- İşte, Sayın Süleyman Sarıbaş da bunu izah etmiştir. Sizler, bize, millî
ve muhafazakâr kavramları öğretemezsiniz; biz, bunları çok iyi biliyoruz
değerli arkadaşlar.
MEHMET YILDIRIM (Kastamonu)
- Burası Avustralya Meclisi değil, Türkiye Meclisi!
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Bu yasanın aziz milletimize hayırlı uğurlu olmasını istiyor, tekrar
yüce şehitlerimizin huzurunda tazimle eğiliyor; saygılar sunuyorum. (Anavatan
Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Özdoğan.
Madde üzerinde başka
söz talebi yok.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.
3 üncü maddeyi
okutuyorum:
MADDE 3. - Bu Kanun
hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN - Madde üzerinde
söz talebi yok.
Oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.
Tasarının tümü açıkoylamaya
tabidir.
Açıkoylamanın şekli
hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.
Açıkoylamanın, elektronik
oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Oylama için 3 dakika
süre vereceğim.
Oylama işlemini başlatıyorum.
Bu süre içerisinde sisteme
giremeyen üyelerin teknik personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen
de sisteme giremeyen üyelerin, oy pusulalarını, oylama için öngörülen 3
dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.
Ayrıca, vekâleten oy
kullanacak sayın bakanlar varsa, hangi bakana vekâleten oy kullandığını,
oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy
pusulasını, yine, oylama için öngörülen 3 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa
ulaştırmalarını rica ediyorum.
(Elektronik cihazla oylama
yapıldı)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı oylama sonucu:
Oy sayısı: 289
Kabul :
289 (x)
Böylece, tasarı kabul
edilmiş ve kanunlaşmıştır; hayırlı olsun.
Sayın milletvekilleri,
birleşime 5 dakika ara veriyorum.
(x) Açıkoylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağın
sonuna eklidir.
Kapanma Saati: 00.57
ALTINCI OTURUM
Açılma saati: 01.04
BAŞKAN: Başkanvekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Türkân MİÇOOĞULLARI
(İzmir)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 121 inci Birleşiminin Altıncı Oturumunu
açıyorum.
Kanun tasarı ve tekliflerinin
görüşmelerine devam edeceğiz.
6 ncı sırada yer alan,
Askerî Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu raporunun görüşmelerine başlayacağız.
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
8.- Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu
Raporu (1/1210) (S.Sayısı: 1212) (x)
BAŞKAN - Komisyon ve
Hükümet yerinde.
Komisyon raporu 1212
sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen, Çorum Milletvekili
Feridun Ayvazoğlu.
Buyurun Sayın Ayvazoğlu.
(CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA FERİDUN
AYVAZOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1212 sıra
sayılı Askerî Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve komisyon raporu üzerinde Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum.
Böyle bir tasarıya
neden ihtiyaç duyulduğu öncelikle teknik yönden açıklanması gereken bir
konu diye düşünüyorum. Hepimiz biliyoruz ki, bir yıl, iki yıl süreden beri,
bugüne kadar temel yasalarımızda bir hayli değişiklikler yaptık. Bu
değişikliklerin içerisinde en önemlisi, Türk Ceza Kanunu, Ceza Muhakemesi
Kanunu, Cezaların İnfazına Dair Kanun gibi temel yasalarda değişiklikler
yapıldı. Bu yasaların uyumu açısından, bunlara uyum açısından yapılması
gereken değişikliklerin içerisinde şu anda görüşmekte olduğumuz
tasarının da, böyle bir ihtiyaca cevap vermek zorunda olması nedeniyle,
Yüce Meclisin huzuruna geldiğini belirtmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar,
öncelikle, askerî yargının, bugüne kadar tartışılageldiği üzere, sivil
yargı dediğimiz adlî yargı, idarî yargı gibi yargı çeşitleri içerisinde
yer alan bir yargı sistemi olduğunu söylüyoruz. Ancak, idealinde, bu yargı
çeşitlerinin tek bir çatı altında ele alınıp bilimsel olarak bunun değerlendirilmesinin
de sık sık tartışılageldiği bir gerçektir. Bunlar, ileride tartışılması
gereken, ele alınması gereken, bilimsel olarak değerlendirilmesi gereken
konulardır diye düşünüyoruz.
Bu bağlamda olmak
üzere, görüşülmekte olan bu tasarının, özellikle Ceza Kanununa uyum açısından,
temel terimler yönünden değiştirilmesi ve uyumlu hale getirilmesi noktasında
çok önemli değişiklikler getirdiğini söylüyoruz. Bunların içerisinde Askerî
Ceza Kanununda ve Askerî Mahkemelerin Kuruluş Kanununda yer alan, örneğin
para cezasının karşılığında Ceza Kanunundaki terimin uygun olduğu ölçüde
"adlî para cezası" şeklinde değiştirildiği, değiştirilmek
zorunda olduğu, yine "hürriyeti bağlayıcı ceza" şeklinde askerî
ceza kanunlarında yer alan terimin de, Ceza Kanunundaki tarife uygun bir
şekilde "hapis cezası" olarak değiştirildiği gerçeği var.
(x) 1212 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Yine, çok önemli bir
değişiklik olarak da şunu belirtebiliriz ki, hepimizin bildiği gibi,
Anayasanın 145 inci ve 156 ncı maddesinde yer alan askerî yargıyla ilgili
askerî mahkemelerin görevlerine bakıldığında, askerî mahkemelerin, asker
kişilerin işlemiş olduğu belirli suçların, asker kişilere karşı işlenen
suçların, yine, bu mahkemelerde görülmekte olduğu gerçeği karşısında
çok önemli bir değişiklik 13 üncü maddede yapılmak suretiyle getirilmiştir.
Bu da, sivillerin, barış zamanında, artık, askerî mahkemelerde yargılanmayacağına
ilişkin uluslararası sözleşmelere uygun bir şekilde değişiklik getirilmesi,
çok önemli bir değişiklik olarak burada yerini almıştır değerli arkadaşlarım.
Değerli arkadaşlar,
bununla ilgili çok uzun konuşmanın gereği olmadığına inanıyoruz; çünkü,
Adalet Komisyonunda yapılan görüşmelerde gerek Cumhuriyet Halk Partili
üyeler, bizler gerekse Adalet ve Kalkınma
Partisinin üyeleri olmak üzere Hükümet tasarısı, oybirliğiyle bu şekilde
değerlendirildi, görüşüldü ve karara bağlandı. Aynı düşüncede olmak
üzere, şimdi, Yüce Mecliste yasalaşmak üzere huzurunuzda.
Fakat, şimdiye kadar,
şu konuyu, çok önemle, hepimizin vurgulaması gerektiğine inanıyorum: Az önce,
ideali, sivil yargı şeklinde, bütün yargının tekliği bütünlüğü adı altında
yargılama sisteminin kabulü gerekir diye söyledik. Bunların içerisinde olmak
üzere, Anayasamızda ve ceza kanunlarımızda idam cezasının kaldırılmış olmasından
sonra da askerî ceza kanunlarında, gerek savaş anında gerekse yakın savaş
anında idam cezalarının artık verilmeyeceği, bütün hukuk sistemimizde idam
cezalarının kaldırılmasıyla askerî ceza kanununda da idam cezalarının kaldırılmış
olması çok önemli bir değişikliktir ve uluslararası sözleşmelere de uygun
bir değişiklik olarak bu sistemimizde yer almış bulunmaktadır.
Hepimiz, ülke olarak,
ulus olarak, zaman zaman olağanüstü rejimler yaşadık; 1960, 1971 ve 1980 gibi
istenmedik olağanüstü rejimler içerisinde askerî mahkemelerimiz, gerçekten,
çok olağanüstü görevler ve yerine göre, bunun, kamu vicdanını rahatlatan,
yerine göre de kamu vicdanını rahatsız eden bir şekilde görevleri yerine
getirmek zorunda olduğunu hepimiz biliyoruz. Diliyoruz ve istiyoruz ki, bundan
sonra, demokrasinin içerisinde olağanüstü rejimlerin, hiçbir zaman, hiçbir
şekilde yaşanmamasıdır. Biz, o tür rejimlerin bir daha yaşanmadığı bir Türkiye'de
yaşamayı ve bunun uluslararası hukuk çerçevesinde de Türkiyemizin, ülkemizin,
gerçekten hukuk devleti ülkesi olduğunu her alanda ispat edebilmesi
açısından bizlere büyük görevler düştüğüne inanıyoruz.
Bu duygu ve düşüncelerle,
görüşmekte olduğumuz bu tasarının yasalaşmasını, Cumhuriyet Halk Partisi
olarak bizler de, Adalet ve Kalkınma Partisinin getirmiş olduğu tasarıya
olumlu oy vererek, bu tasarıyı yasalaştıracağımızı bildiriyor ve bu duygu
ve düşüncelerle Yüce Meclisi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (CHP ve
AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Ayvazoğlu.
Tümü üzerinde, Anavatan
Partisi Grubu adına söz isteyen, Süleyman Sarıbaş, Malatya Milletvekili.
Buyurun, Sayın Sarıbaş.
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar,
tabiî, tasarı, teknik bir tasarı; askerî yargılama usulünü gösteren bir
tasarı; Avrupa Birliği mevzuatına uyum esasına dayanan, ulusal program kapsamında
hazırlanmış bir tasarı; Anayasada, geçmiş iktidar döneminde yapılan
anayasa değişikliğine uyumu da ortaya koyan bir tasarı. Dolayısıyla,
tasarıyı, biz de, Anavatan Partisi olarak destekliyoruz.
Ben zamanınızı fazla almayacağım.
Şunu söylemek istiyorum: Yargıda birliği, gördüğüm kadarıyla Cumhuriyet
Halk Partisi de savunuyor; Adalet ve Kalkınma Partisinin Programında da
yargıda birlik esası var. Biz de, düşünce olarak, Anavatan Partisi olarak,
suç ve ceza kavramında kişisel konumların veya bulunulan görevlerin ayırım
getiremeyeceğini, suçun, insanlar tarafından işlendiğini, cezanın da
hâkimiyeti milliyenin esası olan devletin ceza koyma kudretinden kaynaklandığını,
dolayısıyla, kişilerin bulundukları görev nedeniyle veyahut da yaptıkları
işlev nedeniyle, farklı farklı mahkemelerde yargılanmalarının doğru olmadığı
kanaatindeyiz. Mutlaka, yaptıkları görevlerle ilgili suçların türleri,
nevileri değişik olabilir; ama, onları da, aynı yargı birliği içerisinde
değerlendirmemiz, yargı birliği içerisinde çözmemiz mümkündür.
Türkiye'de, bu yargının
bölünmüşlüğü, hukuka olan güveni de zedeler durumdadır; çünkü, önemli
olan, adalet anlayışının herkes tarafından tatmin edilebilir bir duyguyla
ortaya konmasıdır.
Şimdi, hukuk devletlerinde,
adalet, suç işleyenin veya hakkı yenilenin hakkını iade edeceğini, idarenin
işlem ve eylemlerinde hukukun üstünlüğü prensibinden ayrılmayacağını
ortaya koymak için teşkilatlar vardır. Dolayısıyla, tek başına bir iktidardan
beklenmesi gereken, Anayasamızın ilgili maddelerini de değiştirerek,
hakikaten, bu dönemde, yargıda birliği sağlayacak, yargıda, idarî, askerî
ve adlî yargıyı aynı çatı altında, ama, kendi içinde ihtisaslaştırarak,
kendi içinde ihtisas mahkemelerine ayırarak tek bir çatı altında toparlamak
demokrasinin de gereğiydi. Bütün Avrupa ülkelerinde…
Elbette, askerî suçlarla,
disiplin suçlarıyla ilgili askerî disiplin mahkemeleri olabilirdi; ancak,
askerî Yargıtayın ayrı, Danıştayın ayrı, Yargıtayın ayrı, keza bunların
alt mahkemeleri olan mahallî mahkemelerin ayrı ayrı örgütlenmeleri pek
doğru değildi. Bu yapılabilir miydi; evet, yapılabilirdi, gerçekçi bir
çalışmayla bu yapılabilirdi. Hele hele tek başına iktidar olunan bir çoğunluğa
sahip bir iktidarın, bu çalışmayı mutlaka yapması ve yargıda birliği mutlaka
teşekkül ettirmesi, ortaya koyması gerekirdi diye düşünüyorum. Bu, yapılmamıştır.
Şimdi yapılan şey doğrudur;
Avrupa mevzuatına uyum esasında, sivillerin işledikleri suçlardan
dolayı askerî mahkemelerde yargılanmasının önü bir nebze kapanmaktadır.
Bu da, önemli bir gelişmedir; ancak, adım adım yapılan gelişmelerdir. Oysa,
köklü reform, bakın, Cumhuriyet Halk Partisi sözcüsü de söyledi, köklü
reform, yargıda birliği esas alacak, yargıyı tek çatı altında birleştirecek,
Anayasada bu konudaki değişiklikleri yapabilecek ve milletin adalete, milletin
hukuka tam güvenini, tam teslimiyetini sağlayacak bir reform yapabilirdik. Bunu
yapamadık. Keşke yapabilseydik diyorum.
Gecenin bu saatinde,
çok fazla zamanınızı da almak istemiyorum.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Sarıbaş.
Başka söz talebi?.. Yok.
Tasarının tümü üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
1 inci maddeyi
okutuyorum:
ASKERÎ MAHKEMELER KURULUŞU VE YARGILAMA USULÜ KANUNUNDA
DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI
MADDE 1- 25/10/1963
tarihli ve 353 sayılı Askerî Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü
Kanununun 3 üncü maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Askerî mahkemelerde
bulunacak subay üyelerin, en az yüzbaşı rütbesinde muharip sınıftan olmaları,
sanığın astı ve yargılama süresince en yakın âmiri olmamaları ve taksirli
suçlar hariç, bir suçtan hükümlü bulunmamaları şarttır."
BAŞKAN - Oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
2 nci maddeyi
okutuyorum:
MADDE 2- 353 sayılı
Kanunun 10 uncu maddesinin birinci fıkrasının (A) bendi aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir.
"A) Muvazzaf askerler;
subaylar, astsubaylar, askerî öğrenciler, uzman jandarmalar, uzman erbaşlar,
erbaş ve erler,"
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
3 üncü maddeyi
okutuyorum:
MADDE 3- 353 sayılı
Kanunun 11 inci maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Yabancı asker
kişilerin askerî mahkemelerde yargılanmaları:
MADDE 11- Uluslararası
anlaşmalar gereğince yabancı asker kişilerin askerî mahkemede yargılanmalarını
gerektiren suçları hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılması Millî
Savunma Bakanının iznine bağlıdır."
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
4 üncü maddeyi
okutuyorum:
MADDE 4 - 353 sayılı
Kanunun 13 üncü maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Barış zamanında
sivil kişilerin Askeri Ceza Kanununa tâbi
suçlarında yargılama mercii:
MADDE 13- Askerî Ceza
Kanununun 55, 56, 57, 58, 59, 61, 63, 64, 75, 79, 80, 81, 93, 94, 95, 114 ve
131 inci maddelerinde yazılı suçlar, askeri mahkemelerin yargı yetkisine
tâbi olmayan sivil kişiler tarafından barış zamanında işlenirse; bu
kişilerin yargılanması, adli yargı mahkemeleri tarafından, Askeri Ceza
Kanunu hükümleri uygulanmak suretiyle yapılır."
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
5 inci maddeyi
okutuyorum:
MADDE 5- 353 sayılı
Kanunun 14 üncü maddesinin (G) ve (H) bentleri aşağıdaki şekilde değiştirilmiş
ve aynı maddeye aşağıdaki (I) bendi eklenmiştir.
"G) 1632 sayılı Askerî
Ceza Kanununun 55, 56, 57, 58, 59, 63, 64, 75, 78, 80, 81, 93, 94, 95, 100,
101, 102, 124, 125 ve 127 nci maddelerinde yazılı suçlara ait davalar,
H) İlan olunan harekât
bölgesinde, birinci derece askerî yasak bölgeler içinde veya nöbet yerlerinde
karakollarda kışla ve karargâhlarda, askerî kurumlarda, yerleşme ve
konaklama amacıyla kullanılan bina ve mahaller içinde askerlere karşı
işlenen 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 86, 106, 108,
113, 125 ve 265 inci maddelerinde yazılı suçlara ait davalar,
I) Nöbet, devriye, karakol,
inzibat, askerî trafik, kolluk veya kurtarma ve yardım görevi yapan askerlere
karşı bu görevleri yaptıkları sırada işlenen (H) bendinde yazılı suçlara
ait davalar."
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
6 ncı maddeyi
okutuyorum:
MADDE 6- 353 sayılı
Kanunun 19 uncu maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde
değiş-tirilmiştir.
"Tek hâkimle ve
kurulla bakılacak işler:
MADDE 19- Subay ve astsubayların
işledikleri suçlara ait davalar hariç olmak üzere, adlî para cezasını veya
yukarı haddi üç yıla kadar hapis cezasını gerektiren Askerî Ceza Kanununda
ve diğer kanunlarda yazılı suçları işleyenlerin davalarına ve suç konusu
olmayan eşyanın müsaderesine askerî mahkemelerin hâkim sınıfından olan
üyelerinden birisi tarafından bakılır.
Bir kimse tarafından
işlenmiş müteaddit fiillerin yargılanması en ağır cezayı gerektiren
fiile bakmakla görevli mahkemeye aittir. Fiilde irtibat hâlinde de aynı
hüküm uygulanır. Suçun subay ve astsubayla birlikte işlenmesi hâlinde
birinci fıkra hükmü uygulanmaz.
Birinci fıkrada yazılı
suçlarla ilgili soruşturmalarda hâkim kararı gerektiren her türlü işleme
ait kararlar, askerî mahkemenin hâkim sınıfından olan üyelerinden birisi
tarafından verilir. Bu kararlara karşı itirazı incelemeye, en yakın askerî
mahkeme yetkilidir.
İddianamenin kabulünden
sonra, yargılamanın tek hâkimle yürütülmesi gerektiği gerekçesi ile görevsizlik
kararı verilemez.
Görülmekte olan
davalar nedeniyle tek hâkim ile askerî mahkeme kurulu arasında çıkan görev
uyuşmazlıklarını Askerî Yargıtay çözümler."
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
7 nci maddeyi
okutuyorum:
MADDE 7- 353 sayılı
Kanunun 20 nci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"MADDE 20 - Er ve
erbaşlar ile yedek subayların askere girmeden veya silâh altına çağrılmadan
önce işledikleri yukarı haddi iki yıla kadar hapis cezasını gerektiren suçlara
ait davalarda soruşturma ve kovuşturma işlemleri askerliklerini bitirmelerine
kadar geri bırakılır.
Türk Silâhlı Kuvvetlerinden
çıkarmayı gerektiren suçlardan sanık yedek subaylar hakkında bu hüküm uygulanmaz.
Savaş hâlinde, silâh altında
bulunan veya silâh altına çağrılan bütün asker kişiler aleyhine adliye mahkemelerinin
görevine giren suçlardan aşağı haddi beş yıl ve daha fazla hapis ceza-sını
gerektirenler hariç olmak üzere, şüpheli veya sanık bulundukları diğer
suçlara ait soruş-turma ve kovuşturma işlemleri barışa veya askerliklerinin
bitimine kadar geri bırakılır.
Savaş hâlinde, aşağıda
yazılı suçlar hariç olmak üzere, askerî mahkemenin görevine giren asker
kişiler hakkındaki suçlara ait soruşturma ve kovuşturma işlemleri,
barışa veya askerliklerinin bitimine kadar geri bırakılır. Ancak teşkilatında
askerî mahkeme kurulan kıt'a komutanı veya askerî kurum âmiri askerî menfaat
ve zorunluluklar karşısında geri bırakma hükümlerinin uygulanmamasını
askerî savcıdan isteyebilir.
A) Aşağı haddi beş yıl
ve daha fazla hapis cezasını gerektiren suçlar,
B) Askerî Ceza
Kanununun 3 üncü babının birinci, üçüncü (63 üncü maddesinin birinci
fık-rası ile 76 ve 77 nci maddeleri hariç), dördüncü, beşinci (82, 83, 84,
95 inci maddeleri hariç), yedinci fasıllarında yazılı suçlar,
C) Askerî Ceza
Kanununun 130, 131 ve 137 nci maddelerinde
yazılı suçlar.
Geri bırakma süresi
içinde zamanaşımı işlemez."
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
8 inci maddeyi
okutuyorum.
MADDE 8- 353 sayılı
Kanunun 21 inci maddesinin ikinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları
aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve maddeye ikinci fıkradan sonra gelmek
üzere aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
"Asker olmayan
kişilerin asker kişilerle müştereken işledikleri suçlarda yetkili askerî
mahkeme, asker kişiler yönünden yetkili olan askerî mahkemedir."
"Savaş hâlinde saklı,
yoklama kaçağı, bakaya ve geç iltihak suretiyle bakaya suçlarından sanık erbaş
ve erler ile sevk edildiği eğitim merkezine zamanında katılmamak suretiyle
bakaya suçu işleyen yedek subay adayları, eğitimlerini takiben verildikleri
birlik veya kurumların tâbi oldukları askerî mahkemede yargılanırlar."
"Savaş hâlinde saklı,
yoklama kaçağı ve bakaya suçlarından sanık yedek subay aday adayları, kayıtlı
bulundukları askerlik şubelerinin tâbi olduğu askerî mahkemede yargılanırlar."
"Savaş halinde, asker
olmayan kişilerin askerî mahkemelerde yargılanmalarını gerektiren suçlarda
ise, suçun işlendiği yere en yakın askerî mahkeme yetkilidir. Suçun işlendiği
yer belli değil ise, yetkili askerî mahkeme 4/12/2004 tarihli ve 5271
sayılı Ceza Muhakemesi Kanununda gösterilen usullere göre belirlenir."
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
9 uncu maddeyi
okutuyorum:
MADDE 9- 353 sayılı
Kanunun 22 nci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"MADDE 22- Kadro
ve kuruluş itibarıyla hangi askerî mahkemenin yetkisine girdikleri belli
olmayan kişiler, suçu işledikleri veya bölgesinde bulundukları yerdeki
askerî birlik veya kurumun bağlı bulunduğu askerî mahkemenin yetkisine
tâbidirler.
Yetkili askerî mahkeme
birden fazla olduğu takdirde şüpheliyi yakalayan veya soruşturma yapılmasını
daha önce isteyen kıt'a komutanı veya askerî kurum âmirinin teşkilatında
kurulan askerî mahkeme yetkilidir."
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
10 uncu maddeyi
okutuyorum:
MADDE 10- 353 sayılı
Kanunun 28 inci maddesi başlığıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Birden fazla mahkemeye
tâbi şüpheliler hakkında yetki:
MADDE 28- Bir suçta
birkaç şüpheli bulunur ve bunlar birden fazla askerî mahkeme yetkisine
tâbi olursa ilgili askerî savcılar hepsi hakkında soruşturmanın hangi
askerî savcılık tarafından yapılacağını kararlaştırırlar. Uzlaşamazlar
ise, soruşturmayı yapacak savcılığı Millî Savunma Bakanlığı tayin eder.
Birleştirilerek
yapılan soruşturma sonunda şüphelilerin hepsi hakkında dava, soruş-turmayı
yapan askerî savcının teşkilatında bulunduğu askerî mahkemede
açılabilir.
Şüphelilerden biri hakkında
evvelden dava açılmış ise askerî savcılardan birinin istemi üzerine Askerî
Yargıtay tarafından bütün şüphelilerin davasına bakacak askerî mahkeme
tayin olunur."
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler…Kabul edilmiştir.
11 inci maddeyi
okutuyorum:
MADDE 11- 353 sayılı
Kanunun 32 nci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"MADDE 32- Sanık,
sınıf ve rütbe yönünden olmayan yetkisizlik iddiasını duruşmada
sor-gusundan önce askerî mahkemeye bildirir.
Yetkisizlik iddiası
üzerine askerî mahkeme bu iddiayı, sanığın sorgusundan önce karara bağlar.
Bu aşamalardan sonra yetkisizlik iddiasında bulunulamayacağı gibi mahkemeler
de bu hususta re'sen karar veremez."
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
12 nci maddeyi
okutuyorum:
MADDE 12 - 353 sayılı
Kanunun 33 üncü maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Yetkisi olmayan
askerî savcının ve askerî mahkemenin yaptığı soruşturma ve kovuşturma:
MADDE 33 - Yetkisi olmayan
askerî savcı ve askerî mahkeme tarafından yapılan soruşturma ve kovuşturma
işlemleri, sadece yetkisizlik nedeniyle hükümsüz sayılmaz."
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
13 üncü maddeyi
okutuyorum:
MADDE 13- 353 sayılı Kanunun
37 nci maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiş-tirilmiştir.
"Hâkimin davaya
bakamayacağı hâller ve hâkimin reddi:
MADDE 37- Hâkim, Ceza
Muhakemesi Kanununda belirtilen hâllerde ve dava ile ilgili olarak teşkilatında
askerî mahkeme kurulan kıt'a komutanı veya askerî kurum âmiri sıfatı ile
istemde bulunmuş veya âmir sıfatı ile vak'a hakkında rapor vermiş ise
hâkimlik görevini yapamaz.
Savaşta, hâkimin davaya
bakamayacağı hâller dışındaki bir sebebe dayanılarak hâkimin reddi isteminde
bulunulamaz."
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
14 üncü maddeyi
okutuyorum:
MADDE 14- 353 sayılı
Kanunun 46 ncı maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiş-tirilmiştir.
"Askerî savcıların reddi ve çekinmesi:
MADDE 46- Askerî
savcılar reddedilemez.
Ancak, hâkimin davaya bakamayacağı hâllerden veya hâkimin ret sebeplerinden
biri bulunursa davadan çekinirler."
BAŞKAN -
15 inci maddeyi okutuyorum:
MADDE 15 - 353
sayılı Kanunun 49 uncu maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir.
"Tebligat ve yazışma usulü:
MADDE 49- Mahkeme kıdemli hâkimi veya
hâkim, her türlü tebligatı, tüm gerçek veya özel hukuk tüzel kişileri veya
kamu kurum ve kuruluşları ile ilgili yazışmaları yapar.
İnfaz edilecek
kararlar, askerî savcılığa verilir.
Askerî Yargıtayda
tebliğ veya yerine getirilecek kararlar, Askerî Yargıtay Başsavcısına
verilir.
Başsavcı, tebliğ veya yerine getirme için gerekli tedbirleri
alır."
BAŞKAN -
16 ncı maddeyi okutuyorum:
MADDE 16- 353
sayılı Kanunun 59 uncu maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"MADDE 59- Asker
kişi olan tanıklar, bağlı bulundukları birlik komutanı veya askerî kurum
âmirlerinin emri ile getirilirler.
Tutuklu ve ivedi işler
ile savaş hâlinde tanıklar zorla getirilebilirler."
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
17 nci maddeyi
okutuyorum:
MADDE 17- 353 sayılı
Kanunun 63 üncü maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Askerî mahallerde
keşif:
MADDE 63- Askerî mahallerde
yapılacak keşiflerde o yerdeki askerî birlik komutanı veya askerî kurum
âmiri haberdar edilir. "
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
18 inci maddeyi
okutuyorum:
MADDE 18- 353 sayılı
Kanunun 69 uncu maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Tutuklama kararı:
MADDE 69- Tutuklama
kararı; soruşturma evresinde askerî savcının veya teşkilatında askerî
mahkeme kurulan kıt'a komutanı veya askerî kurum âmirinin istemi üzerine,
kovuşturma evresinde ise askerî savcının istemi ile veya re'sen askerî
mahkeme tarafından verilir.
Teşkilatında askerî
mahkeme kurulan kıt'a komutanı veya askerî kurum âmiri şüphelinin tu-tuklanmasını
istediği takdirde bu istemini gerekçesi ile birlikte askerî savcıya
bildirir. Askerî
savcı, bu istemi yetkili askerî mahkemeye intikal ettirmekle yükümlüdür."
BAŞKAN -
19 uncu maddeyi okutuyorum:
MADDE 19- 353
sayılı Kanunun 71 inci maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde
değiş-tirilmiştir.
"Tutuklama nedenleri:
MADDE 71- Kuvvetli
suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması durumunda Ceza
Muhakemesi Kanununda belirtilen tutuklama nedenlerinden birinin varlığı
hâlinde veya askerî disiplinin korunması amacıyla şüpheli veya sanık hakkında
tutuklama kararı verilebilir.
Sırf askerî suçlarda,
kanunda öngörülen cezanın üst sınırı bir yıldan az olsa dahi tutuklama
kararı verilebilir."
BAŞKAN -
20 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 20- 353
sayılı Kanunun 73 üncü maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir.
"Şüpheli veya sanığın tutuklanmasından
kimlere haber verileceği:
MADDE 73- Şüpheli
veya sanığın tutuklanmasından; yakınları, teşkilatında askerî mahkeme
kurulan kıt'a komutanı veya askerî kurum âmiri ile şüpheli veya sanığın mensup
olduğu askerî birlik komutanı veya askerî kurum âmiri derhâl haberdar
edilir."
BAŞKAN -
21 inci maddeyi okutuyorum:
MADDE 21- 353 sayılı Kanunun 74 üncü maddesinde
yer alan "Tutuklama kararına karşı sanık"
ibaresi "Tutuklama kararına karşı şüpheli, sanık" olarak, son fıkrası
ise aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Ancak,
itirazı inceleyen mahkeme, şüpheli veya sanığın tutuklanmasına karar verdiği
takdirde; şüpheli veya sanık, itirazda bulunan teşkilatında askerî mahkeme
kurulan kıt'a komutanı veya askerî kurum âmirinin teşkilatındaki askerî mahkeme
hariç, en yakın askerî mahkemeye yukarıdaki süre içinde itiraz edebilir. Bu mahkemenin verdiği
karar kesindir."
BAŞKAN -
22 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 22- 353
sayılı Kanunun 75 inci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"MADDE 75- Soruşturma evresinde şüphelinin
tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği
hususunda, askerî savcının istemi üzerine tutuklama kararını veren askerî
mahkeme tarafından 71 inci madde hükümleri göz önünde bulundurularak
karar verilir. Bu karar şüpheliye tebliğ olunur.
Tutukluluk hâlinin
incelenmesi, yukarıdaki fıkrada öngörülen süre içinde şüpheli tarafından
da istenebilir.
İnceleme tarihinde
askerî mahkemenin vereceği karara karşı, teşkilatında askerî mahkeme
kurulan kıt'a komutanı veya askerî kurum âmiri, askerî savcı ve şüpheli üç
gün içinde bu mah-kemeye en yakın askerî mahkemede itiraz edebilir. İtirazı inceleyen askerî
mahkemenin vereceği karar kesindir.
Askerî mahkeme; tutuklu bulunan sanığın
duruşmasında, tutukluluk hâlinin devamının ge-rekip gerekmeyeceğini, her
oturumda veya koşullar gerektirdiğinde davanın açılmasından hükmün
kesinleşmesine kadar askerî savcı veya sanığın istemi
üzerine veya re'sen inceleyerek karara bağlar."
BAŞKAN -
23 üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 23- 353 sayılı Kanunun 79 uncu maddesi aşağıdaki
şekilde değiştirilmiştir.
"MADDE 79- Aşağıda belirtilen hallerde,
asker kişi herkes tarafından geçici olarak yakala-nabilir:
a) Kişiye suçu işlerken rastlanması,
b) Suçüstü bir fiilden dolayı; izlenen
kişinin kaçması olasılığının bulunması veya hemen kimliğini belirleme
olanağının bulunmaması.
Tutuklama kararı
veya yakalama emri düzenlenmesini gerektiren ve gecikmesinde sakınca
bulunan hallerde; askerî savcıya derhal başvurma olanağı bulunmadığı
takdirde, âmiri, üstü, askerî karakol, nöbetçi, devriye, askerî inzibat
ve kolluk görevlisi asker kişiyi yakalama yetkisine sahiptir.
Birinci fıkra hükmü,
resmi elbiseli subay, astsubay ve askerî öğrenciler hakkında ancak
a-ğır ceza mahkemesinin görevine giren suçlarda uygulanabilir."
BAŞKAN -
24 üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 24- 353
sayılı Kanunun 80 inci maddesi başlığıyla birlikte aşağıdaki şekilde
değiş-tirilmiştir.
"Yakalanan kimsenin sorguya çekilmesi
ve gözaltı:
MADDE 80- Yakalanan kişi
serbest bırakılmaz ise hemen en yakın askerî inzibat karakoluna veya askerî
makama teslim olunur veya yetkili askerî inzibat gelinceye kadar olay
yerinde tutulur.
Yakalanan kişi ve
olay hakkında askerî savcı ve Cumhuriyet savcısına hemen bilgi verilerek
emri doğrultusunda işlem yapılır. Kişinin yakalandığı bir yakınına veya
belirlediği bir kişiye gecikmeksizin haber verilir.
Yakalanan kişi askerî
savcı veya Cumhuriyet savcısı tarafından bırakılmazsa soruşturmanın
tamamlanması için gözaltına alınmasına karar verilir.
Gözaltı süresi,
yakalama yerine en yakın askerî mahkeme veya sulh hâkimine gönderilmesi
için zorunlu süre hariç yakalama anından itibaren yirmidört saati geçemez. Yakalama yerine en yakın
askerî mahkeme veya sulh hâkimine gönderilme için zorunlu süre oniki saatten
fazla olamaz.
Toplu olarak işlenen
suçlarda, suçun niteliği, delillerin toplanmasındaki güçlük veya şüpheli
sayısının çokluğu nedeniyle; askerî savcı veya Cumhuriyet savcısı gözaltı
süresinin, her defasında bir günü geçmemek üzere, üç gün süreyle uzatılmasına
yazılı olarak emir verebilir.
Gözaltı süresinin uzatılması emri gözaltına alınana derhâl
tebliğ edilir.
Yakalama işlemine, gözaltına
Dördüncü ve beşinci
fıkralarda yazılı süreler içinde şüpheli, sorguya çekilmek üzere askerî
mahkeme önüne çıkarılır; askerî mahkeme önüne çıkarılma imkânı olmaması
halinde, en yakın sulh hâkimine gönderilir. Bu süreler geçtikten sonra
mahkeme veya hâkim kararı olmaksızın hürriyetinden yoksun kılınamaz.
Askerî mahkeme
veya sulh hâkimi, yakalanma veya gözaltına almayı gerektiren bir hal görmez
veya bu sebepler ortadan kalkmış bulunursa gözaltına alınan kişinin serbest
bırakılmasını emreder."
BAŞKAN -
25 inci maddeyi okutuyorum:
MADDE 25- 353
sayılı Kanunun 81 inci maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir.
"Şüpheli veya sanığın getirilmesi:
MADDE 81- Asker
kişiler, ifadelerinin alınması veya sorguları için bağlı bulundukları askerî
birlik komutanının veya askerî kurum âmirinin emri ile getirilirler.
Tutuklu olanlar
muhafaza altında gönderilir.
Savaş hâlinde asker olmayan
şüpheli ve sanıklar davetiye çıkarılmadan zorla getirtilebilirler."
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
26 ncı maddeyi
okutuyorum:
MADDE 26- 353 sayılı
Kanunun 84 üncü maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Askerî savcı, asker
kişi olan bir şüphelinin yapılan soruşturma dolayısıyla geçici olarak işten
el çektirilmesini gerekli görürse, bu hususta karar verilmesini teşkilatında
askerî mahkeme kurulan yetkili kıt'a komutanı veya askerî kurum âmirinden
ister. Kıt'a komutanı veya askerî kurum âmiri bu hususta en geç üç gün içinde
kararını verir ve sonucunu askerî savcıya bildirir."
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
27 nci maddeyi
okutuyorum:
MADDE 27- 353 sayılı
Kanunun 85 inci maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde
değiş-tirilmiştir.
"Müdafi sayısının
sınırlanması:
MADDE 85- Savaş hâlinde
müdafilerin sayısı sınırlanabilir."
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
28 inci maddeyi
okutuyorum:
MADDE 28- 353 sayılı
Kanunun 93 üncü maddesinin birinci ve dördüncü fıkraları aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir.
"Askerî suçlara
dair asker kişiler tarafından yapılacak sözlü ve yazılı ihbar ve şikâyetler
silsile yolu ile şüphelinin âmiri olan askerî makama yapılır."
"Asker kişilerden
başkası tarafından yapılacak sözlü veya yazılı ihbar ve şikâyetler, Ceza
Muhakemesi Kanunu hükümleri dairesinde yetkili makamlara veya şüphelinin
âmiri olan askerî makama yapılır."
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
29 uncu maddeyi
okutuyorum:
MADDE 29- 353 sayılı
Kanunun 95 inci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"MADDE 95- Cumhuriyet
savcılıklarına veya zabıta makam ve memurlarına yapılacak askerî yargıya
tâbi suç ihbar ve şikâyetleri şüphelinin âmiri olan makama gönderilir.
Askerî birlik komutanı
veya askerî kurum âmiri maiyetinden birinin kendisine ihbar veya şikâyet
olunan veyahut diğer suretle öğrendiği, askerî mahkemelerin görev alanına
giren suçları hakkında şüphelinin kimliğini, isnat olunan suçu ve bu
suçun delillerini gösterir bir vak'a raporu düzenler ve adlî yönden bağlı
bulunduğu askerî mahkemenin teşkilatında kurulduğu kıt'a komutanı veya askerî
kurum âmirine gönderir.
Teşkilatında askerî
mahkeme kurulan kıt'a komutanı veya askerî kurum âmiri, suç evrakını inceledikten
sonra askerî savcıya gönderir ve şüphelinin tutuklanmasını isterse bu
husustaki istemini de bildirir.
Ağır ceza mahkemesinin
görevine giren suçlar veya gecikmesinde sakınca umulan hallerde askerî
savcılar derhal soruşturmaya başlarlar. Zorunluluk halinde bu soruşturma
bir disiplin subayı tarafından da yapılabilir. Bu hallerde durum derhal
yetkili askerî mahkemenin teşkilatında kurulduğu komutan veya askerî
kurum âmirine bildirilir.
Cumhuriyet savcıları,
zabıta makam ve memurları ve askerî âmirler askerî savcının işe el koymasına
kadar eylemin sübut vasıtalarının ve delillerinin kaybolmasını önleyecek,
gecikmesinde sakınca umulan tedbirleri alırlar."
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
30 uncu maddeyi
okutuyorum:
MADDE 30- 353 sayılı
Kanunun 96 ncı maddesinin başlığı ile birinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları
aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Soruşturma:"
"Askerî savcı 95
inci maddede yazılı usul ve yollarla bir suçun işlendiğini öğrenir öğrenmez,
kamu davasının açılmasına lüzum olup olmadığına karar verilmek üzere bir
soruşturma yapar."
"Şüpheli suçunu
itiraf etse bile, öz vak'anın soruşturulması gerekir.
Askerî savcı, maddî
gerçeğin araştırılması ve adil yargılamanın yapılabilmesi için, kolluk
görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak
muhafaza altına almak ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür."
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
31 inci maddeyi
okutuyorum:
MADDE 31- 353 sayılı
Kanunun 97 nci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"MADDE 97- Askerî
savcı, gerek doğrudan doğruya ve gerekse askerî, adlî veya diğer kolluk
görevlileri aracılığı ile her türlü araştırmayı yapabilir; bütün kamu görevlilerinden
ve özel kuruluşlardan soruşturmaya ilişkin her türlü bilgiyi isteyebilir.
Askerî savcılar; diğer
askerî savcılar ile Cumhuriyet savcılarını istinabe edebilirler.
Askerî, adlî ve diğer
kolluk görevlileri, askerî savcının soruşturmaya ilişkin bütün emirlerini
gecikmeksizin yerine getirmekle yükümlüdür. Bu emirler yazılı; acele hâllerde
sözlü olarak verilir. Sözlü emir, en kısa sürede yazılı olarak da bildirilir.
Diğer kamu görevlileri
de, yürütülmekte olan soruşturma kapsamında ihtiyaç duyulan bilgi ve
belgeleri, talep eden askerî savcıya vakit geçirmeksizin temin etmekle
yükümlüdür."
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
32 nci maddeyi
okutuyorum:
MADDE 32- 353 sayılı
Kanunun 103 üncü maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Soruşturma
sırasında bu soruşturmanın başka bir kişiyi veya suçu kapsayacak şekilde
genişletilmesi gerekirse, askerî savcı ivedi hâllerde bu soruşturmayı
kendiliğinden yapar."
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
33 üncü maddeyi
okutuyorum:
MADDE 33- 353 sayılı
Kanunun 107 nci maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Kovuşturmaya yer
olmadığına dair karara itiraz:
MADDE 107- Askerî savcı
tarafından verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karar, teşkilatında
askerî mahkeme kurulan kıt'a komutanı veya askerî kurum âmiri ile şüpheli
ve suçtan zarar görene bildirilir.
Bu karara karşı teşkilatında
askerî mahkeme kurulan kıt'a komutanı veya askerî kurum âmiri ya da suçtan
zarar gören, kararın kendilerine tebliğinden
itibaren onbeş gün içinde kararı veren askerî savcının teşkilatında olduğu
askerî mahkemeye yer itibarıyla en yakın askerî mahkemede itiraz edebilirler.
En yakın askerî mahkemenin tayininde kararsızlık olursa, bu husus Millî
Savunma Bakanlığınca giderilir. İtiraz isteminde kamu davasının açılmasını
haklı gösterecek olaylar ve deliller gösterilir."
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
34 üncü maddeyi
okutuyorum:
MADDE 34- 353 sayılı
Kanunun 108 inci maddesinin birinci ve ikinci fıkraları aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir.
"İtiraz üzerine askerî
savcının o zamana kadar yaptığı soruşturmayı içine alan dosya, itirazı inceleyecek
olan askerî mahkemeye gönderilir.
Askerî mahkeme, süre
tayin ederek bir diyeceği varsa bildirmesi için itiraz istemini şüpheliye
tebliğ edebilir."
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
35 inci maddeyi
okutuyorum:
MADDE 35- 353 sayılı
Kanunun 109 uncu maddesinin ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Ret kararı suçtan
zarar görene; eğer itiraz, teşkilatında askerî mahkeme kurulan kıt'a
komutanı veya askerî kurum âmiri tarafından yapılmış ise bu makama tebliğ
olunur ve ayrıca askerî savcıya ve şüpheliye bildirilir."
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
36 ncı maddeyi
okutuyorum:
MADDE 36- 353 sayılı
Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Askerî mahkeme,
itirazın yerinde ve haklı olduğuna kanaat getirirse, şüpheli hakkında
kamu davası açılmasının gerekli olduğuna karar verir ve evrakı yetkili askerî
savcıya gönderir."
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
37 nci maddeyi
okutuyorum:
MADDE 37- 353 sayılı
Kanunun 111 inci maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Askerî savcı
tarafından verilip süresi içinde itiraz edilmeyen veya itiraz edilip de
süresi içinde itiraz edilmediğinden veya sebep gösterilmediğinden hakkındaki
itiraz reddolunmuş bulunan kovuşturmaya yer olmadığı kararı üzerine, Millî
Savunma Bakanı soruşturmaya devam edilmesi veya kamu davası açılması hususlarında
askerî savcıya emir verebilir."
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
38 inci maddeyi
okutuyorum:
MADDE 38- 353 sayılı
Kanunun 112 nci maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir.
"Bu karara karşı
şüpheli ve suçtan zarar gören ile teşkilatında askerî mahkeme kurulan
kıt'a komutanı veya askerî kurum âmiri onbeş gün içinde itiraz
edebilir.
Bu itiraz hakkında
107, 108 ve 109 uncu madde hükümleri uygulanır. İtirazın kabul edilmesi
halinde, askerî savcı, soruşturmanın sonucuna göre karar verir."
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
39 uncu maddeyi
okutuyorum:
MADDE 39- 353 sayılı
Kanunun 115 inci maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"İddianamenin
iadesi kararına itiraz:
MADDE 115- Askerî savcı,
iddianamenin iadesi kararına karşı yedi gün içinde en yakın askerî mahkemeye
itiraz edebilir."
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
40 ıncı maddeyi
okutuyorum:
MADDE 40- 353 sayılı
Kanunun 196 ncı maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"MADDE 196- Kanun
yolları, askerî savcı, şüpheli, sanık ve katılan, katılma isteği karara
bağlanmamış, reddedilmiş veya katılan sıfatını alabilecek surette suçtan
zarar görmüş bulunanlar ile teşkilâtında askerî mahkeme kurulan kıt'a
komutanı ve askerî kurum âmirine açıktır.
Askerî savcı ile teşkilâtında
askerî mahkeme kurulan kıt'a komutanı veya askerî kurum âmiri şüpheli veya
sanık lehine de kanun yollarına başvurabilir."
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
41 inci maddeyi
okutuyorum:
MADDE 41- 353 sayılı
Kanunun 202 nci maddesinin başlığı aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve maddeye
aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
"İtiraz
olunabilecek kararlar ve itiraz merci:"
"Bu Kanunda aksine
hüküm bulunmayan hallerde yapılacak itirazları en yakın askerî mahkeme inceler."
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
42 nci maddeyi
okutuyorum:
MADDE 42- 353 sayılı
Kanunun 205 inci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"MADDE 205- Askerî
mahkemelerce verilen hükümler temyiz edilebilir.
Onbeş yıl ve daha fazla
hapis cezasına ilişkin hükümler kendiliğinden temyize tâbidir.
Ancak;
A) Üst sınırı beşyüz
günü geçmeyen adlî para cezasını gerektiren suçlardan beraat hükümlerine,
B) Kanunlarda kesin olduğu
yazılı bulunan hükümlere,
karşı temyiz yoluna başvurulamaz. Bu hükümler hakkında
243 üncü madde hükümlerine göre Askerî Yargıtaya başvurulabilir."
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
43 üncü maddeyi
okutuyorum:
MADDE 43- 353 sayılı
Kanunun 207 nci maddesinin birinci ve ikinci fıkrası ile üçüncü fıkrasının
birinci cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve üçüncü fıkrasına
aşağıdaki bent eklenmiştir.
"Temyiz, kural
olarak hükmün hukuka aykırılığı sebebine dayanır.
Bir hukuk kuralının uygulanmaması
veya yanlış uygulanması hukuka aykırılıktır.
Temyiz dilekçesi veya
beyanında gösterilmiş olmasa da aşağıda yazılı hâllerde hukuka kesin aykırılık
varsayılır:"
"I) Hükmün hukuka
aykırı yöntemlerle elde edilen delile dayanması."
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
44 üncü maddeyi
okutuyorum:
MADDE 44- 353 sayılı
Kanunun 212 nci maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"İsteme bağlı temyiz
lâyihası ve tebliği:
MADDE 212- Temyiz
dilekçesinde veya beyanında temyiz sebepleri gösterilmemiş ise, temyiz
dilekçesi için belirli olan sürenin bitmesinden veyahut hükmün gerekçesi
henüz tebliğ edilmemiş ise, tebliğinden itibaren yedi gün içinde hükmü
temyiz olunan mahkemeye bu sebepleri kapsayan bir lâyiha da verilebilir.
Teşkilatında askerî
mahkeme kurulan kıt'a komutanı veya askerî kurum âmiri veya askerî savcı,
temyiz yoluna başvurma nedenlerini sanığın leh ve aleyhine olduğunu
belirtmek suretiyle gerekçeleri ile birlikte yazılı isteminde açıkça gösterir.
Bu istem ilgililere tebliğ edilir. İlgililer, tebliğ tarihinden itibaren
yedi gün içinde bu husustaki cevaplarını bildirebilirler."
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
45 inci maddeyi
okutuyorum:
MADDE 45- 353 sayılı
Kanunun 216 ncı maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"MADDE 216- Temyiz
dilekçesini ve beyanını ve varsa lâyihasını ve kendiliğinden temyize tâbi
hükümleri, askerî savcı dosyaları ile beraber Askerî Yargıtay Başsavcılığına
gönderir.
Askerî Yargıtay Başsavcılığınca
düzenlenen tebliğname, hükmü temyiz etmeleri veya temyiz etmeseler dahi
aleyhlerine sonuç doğurabilecek görüş içermesi hâlinde sanık veya müdafi ile
katılan veya vekillerine tebliğ olunur. İlgili taraf tebliğden itibaren
bir hafta içinde ya-zılı olarak cevap verebilir. Askerî Yargıtay Başsavcılığı
tebliğname ile dosyayı Askerî Yargıtay Başkanlığına gönderir.
İkinci fıkra uyarınca
yapılacak tebligatlar, ilgililerin dava dosyasından belirlenen son adres-lerine
yapılmasıyla geçerli olur. Ceza Muhakemesi Kanununun 262 ve 263 üncü madde
hükümleri saklıdır."
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
46 ncı maddeyi
okutuyorum:
MADDE 46- 353 sayılı
Kanunun 218 inci maddesinin başlığı ve birinci fıkrası aşağıdaki şe-kilde
değiştirilmiştir.
"Duruşmalı inceleme:"
"On yıl veya daha
fazla hapis cezasına ilişkin hükümlerde Askerî Yargıtay incelemesini,
sanığın veya katılanın temyiz başvurusundaki istemi üzerine veya re'sen
duruşmalı olarak yapar. İncelemenin duruşmalı yapılması, bir yıldan fazla
hapis cezasına ilişkin hükümlerde Askerî Yargıtayın lüzum görmesine bağlıdır.
Duruşma gününden sanığa, katılana, müdafi ve vekile haber verilir. Sanık
duruşmada hazır bulunabileceği gibi vekâletnameye sahip bir veya birkaç
müdafi ile kendisini temsil ettirebilir. Şu kadar ki; 85 inci madde hükmü
saklıdır."
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
47 nci maddeyi
okutuyorum:
MADDE 47- 353 sayılı
Kanunun 219 uncu maddesinin ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Raporun, açıklanmasından
sonra, Askerî Yargıtay Başsavcısı, sanık, müdafi, katılan ve vekili iddia
ve savunmalarını açıklar. Bunlar arasında temyizi istemiş olan taraf önce
dinlenir. Son söz sanığındır."
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
48 inci maddeyi
okutuyorum:
MADDE 48- 353 sayılı
Kanunun 220 nci maddesinin ikinci fıkrasının (A) ve (F) bentleri aşağıdaki
şekilde değiştirilmiştir.
"A) Vâkıanın daha
ziyade aydınlatılması gerekli olmaksızın yalnız beraate veya alt ve üst
sınırı olmayan sabit bir cezaya hükmolunması gerekirse,"
"F) Suçun hukukî
niteliğinin tayinine ve ceza uygulamasına bir etkisi bulunmamak kaydıyla,
dosyadaki bilgi ve belgelerin dışında hiçbir araştırma yapılmasına ve
takdire gerek duyulmayacak şekilde tespiti mümkün olan, suçun tarihinde
hata yapılmışsa,"
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
49 uncu maddeyi
okutuyorum:
MADDE 49- 353 sayılı
Kanunun 221 inci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"MADDE 221- Askerî
Yargıtay, temyiz edilen hükmü, hükmü etkileyecek nitelikteki hukuka aykırılıklar
nedeniyle bozar.
Hükmün bozulmasına
neden olan hukuka aykırılık, bu hükme esas olarak saptanan işlemlerden
kaynaklanmış ise, bunlar da aynı zamanda bozulur.
207 nci madde hükümleri
saklıdır."
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
50 nci maddeyi
okutuyorum:
MADDE 50- 353 sayılı
Kanunun 222 nci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"MADDE 222- Askerî
Yargıtay temyiz dilekçe, beyan ve lâyihasında ve tebliğnamede ileri
sürülen hususları ve bunlar dışında hükmün esasına dokunacak derecede hukuka
aykırı hâllerin bulunup bulunmadığını inceler."
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
51 inci maddeyi
okutuyorum:
MADDE 51- 353 sayılı
Kanunun 226 ncı maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"MADDE 226- Hüküm,
sanık lehine bozulmuş ise ve bu hususların temyiz isteminde bulunmamış
olan diğer sanıklara da uygulanması olanağı varsa, bu sanıklar da temyiz
isteminde bulunmuşçasına hükmün bozulmasından yararlanırlar."
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
52 inci maddeyi
okutuyorum:
MADDE 52- 353 sayılı
Kanunun 227 nci maddesinin üçüncü ve dördüncü fıkraları aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir.
"Hüküm, yalnız
sanık tarafından veya onun lehine askerî savcı veya teşkilatında askerî
mahkeme kurulan kıt'a komutanı veya askerî kurum âmiri veya 196 ncı maddede
gösterilen kimselerce temyiz edilmiş ise, yeniden verilen hüküm, önceki
hükümle belirlenmiş olan cezadan daha ağır olamaz.
Sanık, müdafi, katılan
ve vekilinin dosyada bulunan adreslerine de davetiye tebliğ olunamaması
veya davetiye tebliğ olunmasına rağmen duruşmaya gelmemeleri nedeniyle
bozmaya karşı beyanları saptanmamış olsa da, duruşmaya devam edilerek
dava yokluklarında bitirilebilir. Ancak, sanık hakkında verilecek ceza,
bozmaya konu olan cezadan daha ağır ise,
sanığın her hâlde dinlenilmesi gerekir."
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
53 üncü maddeyi
okutuyorum:
MADDE 53- 353 sayılı
Kanunun dördüncü kısmının başlığı aşağıdaki şekilde değiştirilmiş, 228
inci maddesinin birinci fıkrasına
(F) bendi ve maddeye ikinci fıkra eklenmiştir.
"Yargılamanın
Yenilenmesi ve Kanun Yararına Bozma"
"F) Ceza hükmünün,
İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki
protokollerin ihlâli suretiyle verildiği ve hükmün bu aykırılığa dayandığı,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş
olursa.
Birinci fıkranın (F)
bendinde belirtilen hâlde yargılamanın yenilenmesi, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi kararının kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl içinde istenebilir."
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
54 üncü maddeyi
okutuyorum:
MADDE 54- 353 sayılı
Kanunun 232 nci maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
"Bu madde, 228 inci
maddenin birinci fıkrasının (E) bendinde yazılı hâlde uygulanmaz."
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
55 inci maddeyi
okutuyorum:
MADDE 55- 353 sayılı
Kanunun 243 üncü maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Kanun yararına bozma:
MADDE 243- Askerî mahkemelerden
verilen ve Askerî Yargıtayda incelenmeksizin kesinleşen karar ve hükümlerde
hukuka aykırılık bulunduğunu öğrenen Millî Savunma Bakanı, o karar veya
hüküm hakkında kanun yararına bozma yoluna gidebilir. Bu takdirde o karar
veya hükmün Askerî Yargıtayca bozulması istemini, yasal nedenlerini
belirterek Askerî Yargıtay Başsavcılığına yazılı olarak bildirir.
Askerî Yargıtay Başsavcısı
tebliğnamesine yalnız bu sebepleri yazar ve dosyayı Askerî Yargıtay Başkanlığına
verir.
Askerî Yargıtay, ileri
sürülen bu sebepleri yerinde görürse kararı veya hükmü bozar.
Bozma nedenleri;
A) Ceza Muhakemesi
Kanununun 223 üncü maddesinde tanımlanan ve davanın esasını çözmeyen bir
karara ilişkin ise, kararı veren hâkim veya mahkeme, gerekli inceleme ve
araştırma sonucunda yeniden karar verir.
B) Mahkûmiyete ilişkin
hükmün, davanın esasını çözmeyen yönüne veya savunma hakkını kaldırma
veya kısıtlama sonucunu doğuran usul işlemlerine ilişkin ise, kararı veren
hâkim veya mahkemece yeniden yapılacak yargılama sonucuna göre gereken hüküm
verilir. Bu hüküm, önceki hükümle belirlenmiş olan cezadan daha ağır
olamaz.
C) Davanın esasını çözüp
de mahkûmiyet dışındaki hükümlere ilişkin ise, aleyhte sonuç doğurmaz ve
yeniden yargılamayı gerektirmez.
D) Hükümlünün cezasının
kaldırılmasını gerektiriyorsa cezanın kaldırılmasına, daha hafif bir
cezanın verilmesini gerektiriyorsa bu hafif cezaya Askerî Yargıtay doğrudan
hükmeder.
Bu madde uyarınca
verilen bozma kararına karşı direnilemez.
Kanun yararına bozma
yetkisi, dördüncü fıkranın (D) bendindeki hâllere özgü olmak üzere ve
kanun yararına olarak re'sen Askerî Yargıtay Başsavcısı tarafından da kullanılabilir.
Millî Savunma Bakanı
tarafından kanun yararına bozma başvurusunda bulunulduğunda, bu yetki artık
Askerî Yargıtay Başsavcısı tarafından kullanılamaz."
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
56 ncı maddeyi
okutuyorum:
MADDE 56- 353 sayılı
Kanunun 244 üncü maddesinin başlığı ile birinci ve yedinci fıkraları
aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Ceza ve güvenlik
tedbirlerinin ne zaman, nasıl ve kimin tarafından yerine getirileceği:"
"Askerî mahkemelerce
verilen ceza hükümleri, kesinleşmedikçe yerine getirilmez. Bu Kanunda
ve Askerî Ceza Kanununda aksine bir
hüküm bulunmadığı takdirde cezalar ve güvenlik tedbirlerinin yerine
getirilmesinde, 13/12/2004 tarihli ve
5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun ilgili
hükümleri uygulanır."
"Cezaların askerî
ceza ve tutukevlerinde ne suretle infaz edileceği Millî Savunma Bakanlığınca
çıkarılacak bir yönetmelikte gösterilir. Askerî ceza ve tutukevlerinde
bulunan hükümlü ve tutuklular hakkında uygulanacak disiplin cezaları ve
tedbirleri ile kısıtlayıcı önlemler de Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin
İnfazı Hakkında Kanun hükümlerine tâbidir. Kınama haricindeki disiplin
cezaları askerî mahkemenin hâkim sınıfından olan bir üyesi tarafından
verilir. Ancak, acil hâllerde askerî savcılar veya askerî ceza ve
tutukevi yetkililerince verilecek inzibatî cezalar uygulamaya konulur ve
derhâl hâkim onayına sunulur."
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
57 nci maddeyi
okutuyorum:
MADDE 57- 353 sayılı
Kanunun 248 inci maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Savaşta, askerî
mahkemelerden verilen hükümler temyiz olunamaz. Onbeş yıl ve daha fazla
hapis cezası içeren hükümler, teşkilatında askerî mahkeme kurulan kıt'a
komutanı veya askerî kurum âmiri tarafından temyiz edilebilir."
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
58 inci maddeyi
okutuyorum:
MADDE 58- 353 sayılı
Kanunun 249 uncu maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Savaş hâlinde, askerî
mahkemelerden verilen ve Türk Silâhlı Kuvvetlerinden çıkarmayı, rütbenin
geri alınmasını veya askerî öğrencilik hakkının kaybedilmesini kapsayan
veya gerektiren cezalar hariç olmak üzere, diğer hapis cezalarının yerine
getirilmesi, teşkilatında askerî mahkeme kurulan kıt'a komutanı veya askerî
kurum âmirinin istemi üzerine Türk Silâhlı Kuvvetleri Komutanı veya onun
yetki verdiği diğer komutanlar tarafından savaşın sonuna kadar geriye
bırakılabilir."
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
59 uncu maddeyi
okutuyorum:
MADDE 59- 353 sayılı
Kanunun 254 üncü maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Cezaların yerine
getirilmesi sırasında alınması gereken kararlar ve bu kararlara itiraz:
MADDE 254- Cezaların
yerine getirilmesi sırasında, hüküm kesinleşmeden önce gerçekleşen şahsi
hürriyeti sınırlama sonucunu doğuran hâller nedeniyle geçirilmiş süreler
ile hastanede geçen sürenin cezadan indirilmesine, değişik hükümlerdeki
cezaların toplanmasına ve mahkûmiyet hükmünün yorumunda veya çektirilecek
cezanın hesabında duraksamaya ilişkin bir karar alınması gerekirse, hükmü
veren askerî mahkemeden karar istenir. Bu kararlar duruşma yapılmaksızın
verilir.
Karar verilmeden önce
askerî savcı ve hükümlünün görüşlerini yazılı olarak bildirmeleri istenebilir.
Hükmü veren askerî mahkeme
kaldırılmış ise ona en yakın askerî mahkeme karar verir.
Yukarıdaki fıkralar
uyarınca yapılan başvurular cezanın infazını ertelemez. Ancak, mahkeme
olayın özelliğine göre infazın ertelenmesine veya durdurulmasına karar
verebilir.
Bu kararların askerî
mahkemelerden verilmesi hallerinde, askerî savcı ve teşkilatında askerî
mahkeme kurulan kıt'a komutanı veya askerî kurum âmiri ile hükümlü ve varsa
müdafi bir hafta içinde itiraz edebilirler.
İtiraz üzerine Askerî
Yargıtay karar verir."
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
60 ıncı maddeyi
okutuyorum:
MADDE 60- 353 sayılı
Kanunun 255 inci maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir.
"Asker kişiler hakkında
verilen adlî para cezasına dair hükümler askerî savcılarca yerine
getirilir.
Asker kişi olmayanlar
hakkında verilen adlî para cezasına dair hükümler Cumhuriyet savcılarınca
genel hükümlere göre yerine getirilir."
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
61 inci maddeyi
okutuyorum:
MADDE 61- 353 sayılı
Kanunun ek 1 inci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"EK MADDE 1- Bu
Kanunda aksine hüküm bulunmayan hâllerde Ceza Muhakemesi Kanununun adlî
kontrole ilişkin 109 ilâ 115, değerlendirme raporu yetkisine ilişkin 166
ve istinafa ilişkin 272 ilâ 285 inci maddeleri hükümleri hariç olmak
üzere diğer hükümleri askerî yargıda da uygulanır.
Bu Kanunun uygulanmasında,
atıf yapılan hükümlerde yer alan, Adalet Bakanı, Millî Savunma Bakanını;
Yargıtay, Askerî Yargıtayı; mahkeme, askerî mahkemeyi; hâkim ve sulh ceza
hâkimi, askerî hâkimi; mahkeme başkanı, duruşma hâkimini; Cumhuriyet Başsavcılığı,
askerî savcılığı; Cumhuriyet savcısı, askerî savcıyı ifade eder."
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
62 nci maddeyi
okutuyorum:
MADDE 62- 353 sayılı
Kanunun 18, 38, 39, 40, 41, 42, 44/a, 44/b, 47, 48, 50, 51, 53, 54, 55, 56, 57,
58, 60, 61, 62, 64, 65, 68, 70, 72, 77, 78, 82, 83, 87, 88, 89, 90, 91, 92, 99,
100, 101, 105, 106, 113, 114, 117, 118, 119, 120, 121, 122, 123, 125, 126, 127,
128, 129, 130, 131, 132, 133, 134, 135, 136, 137, 138, 139, 140, 142, 145, 146,
147, 148, 149, 150, 151, 152, 153, 154, 155, 156, 157, 158, 159, 160, 161, 162,
163, 164, 165, 166, 167, 168, 169, 170, 171, 172, 173, 174, 177, 178, 179, 180,
181, 182, 183, 184, 185, 186, 187, 188, 189, 190, 191, 192, 193, 194, 198, 199,
203, 241, 245, 247, 251, 252, 253, 257, 258 ve ek 2 nci maddeleri ile 10 uncu
maddesinin (F) bendi, 43 üncü maddesinin ikinci, dördüncü ve beşinci
fıkraları, 143 üncü maddesinin ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci fıkraları,
201 inci maddesinin dördüncü fıkrası, 217 nci maddesinin üçüncü ve dördüncü
fıkraları, 219 uncu maddesinin üçüncü ve dördüncü fıkraları, 244 üncü
maddesinin üçüncü fıkrası, 246 ncı maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları
ile 248 inci maddesinin dördüncü, beşinci, altıncı ve yedinci fıkraları
yürürlükten kaldırılmıştır.
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
63 üncü maddeyi
okutuyorum:
MADDE 63- 353 sayılı
Kanuna aşağıdaki ek geçici madde eklenmiştir.
EK GEÇİCİ MADDE 6- 353
sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanununun, bu Kanun ile
değiştirilen ve yürürlükten kaldırılan hükümlerinin, yürürlüğe konulmasına
ve uygulanmasına ilişkin, bu Kanunun yürürlüğe giriş tarihi esas alınarak
23/5/2005 tarihli ve 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama
Şekli Hakkındaki Kanunda belirtilen esaslar uygulanır.
Bu Kanun hükümleri,
yürürlüğe girdiği tarihten itibaren kesin hükme bağlanmış olanlar hariç,
bütün soruşturma ve kovuşturmalarda uygulanır.
Bu Kanunun yürürlüğe
girdiği tarihten önce, askeri mahkemelerce karar verilmiş ve henüz kesinleşmemiş
olan dava dosyalarından görevli yargı yeri değişenler hakkında, askeri
savcının yazılı görüşü alınmak suretiyle, mahkemesince duruşma yapılmaksızın
görevsizlik kararı verilir. Bu karara karşı, teşkilatında askeri mahkeme
kurulan kıt'a komutanı veya askeri kurum amiri, askeri savcı, sanık ve varsa
müdafi bir hafta içinde itiraz edebilir. İtirazlar en yakın askeri mahkemede
incelenir. Bu dosyalardan temyiz ve itiraz edilmek suretiyle Askeri Yargıtay
Başsavcılığında ve Askerî Yargıtayda inceleme aşamasında olan dosyalar
mahkemesine iade edilir.
BAŞKAN -Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
64 üncü okutuyorum:
MADDE 64- Bu Kanun
yayımı tarihinden itibaren üç ay sonra yürürlüğe girer.
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
65 inci maddeyi
okutuyorum:
MADDE 65- Bu Kanun
hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN - Madde üzerinde
şahsı adına söz isteyen, Haluk Koç, Samsun Milletvekili.
Buyurun Sayın Koç. (CHP
sıralarında alkışlar)
HALUK KOÇ (Samsun) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; vaktinizi çok almayacağım, sadece
bir hususu -bir örnek yaşadığımız için- belirtmek için söz aldım.
Lütfen, bu Meclisin çalışma saygınlığına gölge
düşürmeyelim. Belirli bir zeminde mutabakat olduğu zaman, temel yasa gibi
bir yönteme, 91 inci maddeyi zorlayarak, lütfen başvurmayalım. Eğer, o
çerçeveyi zorlarsak, yasama görevini aksatacak, muhalefetin söz hakkını
kısacak, tam mutabakat sağlanmasa bile, ille de biz bunu çıkartmak istiyoruz
şeklinde bir zorlamayla, muhalefetin sesini kesmeme durumunu da bir kere
daha hatırlatmak istiyorum.
Bu yasanın görüşülmesi
sırasındaki mutabakat buna bir örnek oluşturur şeklindeki düşüncemi bir
dilek olarak ifade ediyorum ve hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Koç.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Tasarının tümünü oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır.
Gündemin 7 nci sırasında
yer alan, Orman Mühendisliği, Orman Endüstri Mühendisliği ve Ağaç İşleri
Endüstri Mühendisliği Hakkında Kanun Tasarısı ile Tarım, Orman ve Köyişleri
Komisyonu raporunun görüşmelerine başlıyoruz.
9.- Orman Mühendisliği, Orman Endüstri Mühendisliği
ve Ağaç İşleri Endüstri Mühendisliği Hakkında Kanun Tasarısı ile Tarım,
Orman ve Köyişleri Komisyonu Raporu (1/1073) (S. Sayısı: 1040)
BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.
Ertelenmiştir.
Gündemin 8 inci sırasında
yer alan, Denizli Milletvekili Osman Nuri Filiz ile Balıkesir Milletvekili
Ali Osman Sali'nin; Devlet Planlama Teşkilatı Kuruluş ve Görevleri Hakkında
Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi
ve Plan ve Bütçe Komisyonu raporlarunun görüşmelerine başlıyoruz.
10.- Denizli Milletvekili
Osman Nuri Filiz ile Balıkesir Milletvekili Ali Osman Sali'nin; Devlet
Planlama Teşkilatı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (2/499) (S. Sayısı: 949)
BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.
Ertelenmiştir.
Gündemin 9 uncu
sırasında yer alan, Hâkimler ve Savcılar Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu raporunun görüşmelerine başlıyoruz.
11.- Hâkimler ve Savcılar Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1220) (S. Sayısı:
1217)
BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.
Ertelenmiştir.
Gündemin 10 uncu
sırasında yer alan, Terörle Mücadele Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve İçişleri ile Adalet Komisyonları raporlarının
görüşmelerine başlıyoruz.
12.- Terörle Mücadele Kanununun Bazı Maddelerinde
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve İçişleri ile Adalet Komisyonları
Raporları (1/1194) (S. Sayısı: 1222)
BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.
Ertelenmiştir.
Sayın milletvekilleri,
bugünkü program böylece tamamlanmıştır.
Sabahın bu saatlerine
kadar bizimle birlikte çalışan Kanunlar ve Kararlar Daire Başkanı, müdür
yardımcıları, Tutanak Müdürlüğü stenografları, teknik personel ve kavaslara
teşekkür ediyorum.
Kanun tasarı ve tekliflerini
sırasıyla görüşmek için, 29 Haziran 2006 Perşembe günü, alınan karar
gereğince saat 11.00'de toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.