DÖNEM:
22 YASAMA
YILI: 4
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
CİLT : 122
110 uncu Birleşim
1 Haziran 2006 Perşembe
İ
Ç İ N D E K İ L E R
I.- GEÇEN TUTANAK
ÖZETİ
II.- GELEN KÂĞITLAR
III.-
YOKLAMALAR
IV.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1.- Kırşehir Milletvekili Hüseyin
Bayındır'ın, Boğazevci Beldesinin orman bölgesi kapsamına alınması sonucunda
ortaya çıkan sıkıntılara; esnafın, kredi faizleri ile Bağ-Kur primlerinin
yüksek oluşundan dolayı karşılaştıkları sorunlara ilişkin gündemdışı konuşması
2.- Konya Milletvekili Remzi Çetin'in,
Kıbrıs'taki son siyasî gelişmeler ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetindeki
ekonomik ilerlemelere ilişkin gündemdışı konuşması
3.- Kırklareli Milletvekili Mehmet S.
Kesimoğlu'nun, Sarmısaklı Tohum Üretme Çiftliğinin özelleştirme kapsamına
alınarak faaliyetinin durdurulması sonucunda ortaya çıkan olumsuzluklara
ilişkin gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali
Şahin'in cevabı
V.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
1.- İzmir Milletvekili Hakkı Ülkü'nün
yasama dokunulmazlığının kaldırılması hakkında Başbakanlık tezkeresi ve Anayasa
ve Adalet Komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Raporu (3/879) (S.
Sayısı: 1169)
2.- İzmir Milletvekili Hakkı Ülkü'nün
yasama dokunulmazlığının kaldırılması hakkında Başbakanlık tezkeresi ve Anayasa
ve Adalet Komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Raporu (3/899) (S.
Sayısı: 1170)
3.- Ordu Milletvekilleri Eyüp Fatsa ile
Enver Yılmaz'ın yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması hakkında Başbakanlık
tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon
Raporları (3/914) (S. Sayısı: 1171)
4.- Kütahya Milletvekili Hasan Fehmi Kinay
ve 39 milletvekilinin, geleneksel Türk el sanatları üretici ve sanatkârlarının
sorunlarının araştırılarak, el sanatlarının geliştirilmesi, korunması ve
gelecek kuşaklara aktarılması için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi ve Meclis Araştırması
Komisyonu Raporu (10/128) (S. Sayısı: 1006)
5.- Ankara Milletvekili Oya Araslı ve 23
milletvekili, Adana Milletvekili N. Gaye Erbatur ve 68 milletvekili, Gaziantep
Milletvekili Fatma Şahin ve 46 milletvekili, İzmir Milletvekili Canan Arıtman
ve 28 milletvekili ile İstanbul Milletvekili Güldal Okuducu ve 27
milletvekilinin, töre ve namus cinayetleri ile kadınlara ve çocuklara yönelik
şiddetin sebeplerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri ve Meclis Araştırması
Komisyonu Raporu (10/148, 182, 187, 284, 285) (S. Sayısı: 1140)
VI.-
ÖNERİLER
A) SİYASÎ
PARTİ GRUP ÖNERİLERİ
1.- (10/233) esas numaralı Meclis
araştırması önergesinin öngörüşmesinin, Genel Kurulun 1.6.2006
Perşembe günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin CHP Grup önerisi
VII.-
AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- İzmir Milletvekili K. Kemal Anadol'un,
Gaziantep Milletvekili Fatma Şahin'in, konuşmasında, Genel Başkanlarına ve
Partisine sataşması nedeniyle konuşması
VIII.-
SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI
SORULAR VE CEVAPLARI
1.- İzmir Milletvekili Enver ÖKTEM'in,
televizyon yayınlarına ve eğitici programlara ilişkin Başbakandan sorusu ve
Devlet Bakanı Beşir ATALAY'ın cevabı (7/13717)
2.- Antalya Milletvekili Feridun Fikret
BALOĞLU'nun, TRT'nin bandrol geliri tahsilatına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı
Beşir ATALAY'ın cevabı (7/13755)
3.- Tunceli Milletvekili V. Sinan
YERLİKAYA'nın, TRT Genel Müdür Vekilinin uygulamalarına ilişkin sorusu ve
Devlet Bakanı Beşir ATALAY'ın cevabı (7/13756)
4.- Osmaniye Milletvekili Necati UZDİL'in,
yerfıstığı ithaline,
- Mersin Milletvekili Ersoy BULUT'un,
Erdemli Alata Bahçe Kültürleri Araştırma Enstitüsüne,
- Balıkesir Milletvekili Orhan SÜR'ün,
Atatürk Orman Çiftliğine dökülen hafriyat toprağına,
- Ordu Milletvekili Kâzım TÜRKMEN'in,
petekli bal üreticisinin teşvik edilmesine ve arıcılıkla ilgili düzenleme
çalışmalarına,
- Hatay Milletvekili Gökhan DURGUN'un,
2003'ten itibaren Hatay'da yapılan ihalelere,
- Mersin Milletvekili Hüseyin GÜLER'in,
tarım sektörünün sorunlarına,
- Muğla Milletvekili Gürol ERGİN'in, sınır
ticaretiyle girişine izin verilen tarım ürünlerine, bazı kaçak ürünlere ve
alternatif ürün projesine,
- Adana Milletvekili N. Gaye ERBATUR'un,
Adana'daki kaçak et denetimine,
- Manisa Milletvekili Ufuk ÖZKAN'ın,
özelleştirilecek şeker fabrikalarına, şeker üretimine ve kaçakçılığına,
İlişkin soruları ve Tarım ve Köyişleri
Bakanı Mehmet Mehdi EKER'in cevabı (7/13816, 13817, 13818, 13819, 13820, 13821,
13822, 13823, 13824)
5.- İstanbul Milletvekili Berhan
ŞİMŞEK'in, TRT'de bir yönetim kurulu üyesinin yakını personelin kayırıldığı
iddialarına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Beşir ATALAY'ın cevabı (7/13873)
6.- İstanbul Milletvekili Berhan
ŞİMŞEK'in, TRT lojmanlarının yönetim kurulu üyelerine tahsisine ilişkin sorusu
ve Devlet Bakanı Beşir ATALAY'ın cevabı (7/13874)
7.- İstanbul Milletvekili Onur ÖYMEN'in,
TRT-3 yayınlarının Digiturk’ten kaldırılmasına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı
Beşir ATALAY'ın cevabı (7/13875)
8.- Eskişehir Milletvekili Mehmet Vedat
YÜCESAN'ın, 6.5.2006 tarihinde TRT yayınlarında meydana gelen kesintiye ilişkin
sorusu ve Devlet Bakanı Beşir ATALAY'ın cevabı (7/14224)
9.- Denizli Milletvekili Ümmet
KANDOĞAN'ın, basın müşavirliğine yapılan atamalara ilişkin sorusu ve Devlet
Bakanı Kürşad TÜZMEN'in cevabı (7/14277)
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat
15.00'te açılarak altı oturum yaptı.
Birinci, İkinci, Üçüncü, Dördüncü ve Beşinci Oturumlar
Antalya Milletvekili Nail
Kamacı, Antalya Lara Kumul Kent Parkın bazı bölümlerinin inşaat alanı olarak
kullanıma açılması amacıyla özel firmalara ihaleye çıkarılmasından dolayı
duyulan endişelere ilişkin gündemdışı bir konuşma yaptı; Antalya
Milletvekilleri Burhan Kılıç ve Feridun Fikret Baloğlu da aynı konuda kişisel
görüşlerini açıkladı.
Düzce Milletvekili Yaşar
Yakış, Türkiye'nin Avrupa Birliğine katılım süreciyle ilgili gelişmeler ile
Avrupa Birliği Uyum Komisyonu Heyeti olarak Portekiz ve İspanya'ya yaptıkları
ziyaretlerdeki izlenimlerine,
Yozgat Milletvekili Emin
Koç, bölgedeki çiftçilere doğrudan gelir desteği yapılmamış olmasından dolayı
karşılaşılan sıkıntılara,
İlişkin gündemdışı birer
konuşma yaptılar.
Gündemin "Genel
Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler" kısmının 292
nci sırasında yer alan (10/354) esas numaralı Meclis araştırması önergesinin
öngörüşmesinin Genel Kurulun 31.5.2006 Çarşamba günkü birleşimde yapılmasına
ilişkin CHP Grubu önerisinin, yapılan görüşmelerden sonra, kabul edilmediği
açıklandı.
Kocaeli Milletvekili
İzzet Çetin, Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, konuşmasında, şahsına sataştığı
iddiasıyla bir açıklamada bulundu.
Gündemin "Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:
1 inci sırasında bulunan,
Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin (2/212) (S.
Sayısı: 305), görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin komisyon
raporu henüz gelmediğinden;
2
nci sırasında bulunan, Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin
(1/1030) (S. Sayısı: 904),
3 üncü sırasında bulunan,
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti Arasında
Yayılmanın Önlenmesi Amaçlarına Yönelik Yardım Sağlanmasının Kolaylaştırılması
İçin İşbirliğine İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair
(1/1115) (S. Sayısı:1147),
Kanun Tasarılarının
görüşmeleri, ilgili komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından,
Ertelendi.
4 üncü sırasında bulunan
ve İçtüzüğün 91 inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak
bölümler halinde görüşülmesi kararlaştırılmış bulunan, Cumhurbaşkanınca bir kez
daha görüşülmek üzere geri gönderilen, 19.4.2006 Tarihli ve 5489 Sayılı Sosyal
Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun (1/1206) (S. Sayısı: 1189),
görüşmeleri tamamlanarak,
5 inci sırasında bulunan,
Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısiyle Alınacak Tedbirlerle Yapılacak
Yardımlara Dair Kanunda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının
(1/1201) (S. Sayısı: 1191), görüşmelerini müteakiben,
Kabul edilip
kanunlaştıkları açıklandı.
6 ncı sırasında bulunan,
İnsan Hakları ve Ana Hürriyetlerini Korumaya Dair Sözleşmenin Oluşturduğu
Denetim Mekanizmasının Değiştirilmesine İlişkin 14 Nolu Protokolun
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının (1/1022) (S. Sayısı:
1007), tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanarak maddelerine geçilmesi kabul
edildi.
Saat 23.30'da toplanmak
üzere, Beşinci Oturuma 23.28'de son verildi.
Ali
Dinçer |
|
|
Başkanvekili |
|
|
|
Ahmet Küçük |
Harun Tüfekci |
|
Çanakkale |
Konya |
|
Kâtip Üye |
Kâtip Üye |
Altıncı Oturum
TBMM Genel Kurulu saat
23.33'te açıldı.
Gündemin "Kanun Tasarı
ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:
6 ncı sırasında bulunan,
İnsan Hakları ve Ana Hürriyetlerini Korumaya Dair Sözleşmenin Oluşturduğu
Denetim Mekanizmasının Değiştirilmesine İlişkin 14 Nolu Protokolun
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının (1/1022) (S. Sayısı:
1007), görüşmelerine devam olunarak;
7 nci sırasında bulunan,
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Katar Devleti Hükümeti Arasında Gelir
Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşmasının (1/1093)
(S. Sayısı: 1126),
8 inci sırasında bulunan,
Türkiye Cumhuriyeti ile Bosna Hersek Arasında Gelir ve Servet Üzerinden Alınan
Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşmasının (1/1103) (S. Sayısı:
1127),
9 uncu sırasında bulunan,
Türkiye Cumhuriyeti ile Portekiz Cumhuriyeti arasında Gelir Üzerinden Alınan
Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve Vergi Kaçakçılığına Engel Olma
Anlaşması ve Eki Protokolün (1/1175) (S. Sayısı:1158),
10 uncu sırasında
bulunan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Birleşmiş Milletler Dünya Gıda
Programı Arasındaki Temel Anlaşmaya Ekin (1/1114) (S. Sayısı: 1091),
11 inci sırasında
bulunan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Afganistan İslam Cumhuriyeti Hükümeti
Arasında Sağlık Alanında İşbirliğine Dair Anlaşmanın (1/1064) (S. Sayısı:
1034),
Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarılarının, görüşmelerini müteakiben;
Elektronik cihazla
yapılan açıkoylamalardan sonra, kabul edilip kanunlaştıkları açıklandı.
1 Haziran 2006 Perşembe
günü, alınan karar gereğince saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşime 00.36'da
son verildi.
Sadık
Yakut |
|
|
Başkanvekili |
|
|
|
Harun Tüfekci |
Ahmet Küçük |
|
Konya |
Çanakkale |
|
Kâtip Üye |
Kâtip Üye |
|
|
|
No.: 153
II. - GELEN KÂĞITLAR
1 Haziran 2006 Perşembe
Tasarılar
1.- Petrol Piyasası Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı (1/1215) (Adalet; İçişleri; Plan ve Bütçe ile Sanayi, Ticaret, Enerji,
Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi:
26.5.2006)
2.- Yükseköğretim
Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı
(1/1216) (Plan ve Bütçe ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 29.5.2006)
3.- Genel Kadro ve Usulü
Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı
(1/1217) (Millî Savunma ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş
tarihi: 30.5.2006)
Teklifler
1.- Diyarbakır Milletvekili Aziz Akgül'ün; Hususi Hastaneler Kanunu
ile Sağlık Hizmetleri Temel Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Teklifi (2/808) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonuna) (Başkanlığa
geliş tarihi: 24.5.2006)
2.- Gaziantep Milletvekili Fatma Şahin'in; Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/809) (Plan ve Bütçe ile Sağlık,
Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi:
29.5.2006)
3.- Mersin Milletvekili Hüseyin Özcan'ın; Uzman Erbaş Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/810) (Millî Savunma ile Plan ve
Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 30.5.2006)
4.- Düzce Milletvekili Yaşar Yakış ve 3 Milletvekilinin; Avrupa
Birliği İşleri Komisyonu Kuruluş Kanunu Teklifi (2/811) (Avrupa Birliği Uyum; Plan ve Bütçe ile Anayasa
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 31.5.2006)
5.- İstanbul Milletvekili Mustafa Ataş ve 9 Milletvekilinin; Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunu Teklifi (2/812) (Bayındırlık,
İmar, Ulaştırma ve Turizm; İçişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 31.5.2006)
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 14.04
1 Haziran 2006 Perşembe
BAŞKAN: Başkanvekili Ali DİNÇER
KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Türkân MİÇOOĞULLARI
(İzmir)
BAŞKAN - Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 110 uncu Birleşimini açıyorum.
III. - YOKLAMA
BAŞKAN - Elektronik
cihazla yoklama yapacağız.
Yoklama için 5 dakika
süre vereceğim. Sayın milletvekillerinin, oy düğmelerine basarak salonda
bulunduklarını bildirmelerini; bu süre içerisinde elektronik sisteme giremeyen
milletvekillerinin, salonda hazır bulunan teknik personelden yardım
istemelerini; buna rağmen sisteme giremeyen üyelerin ise, yoklama pusulalarını
görevli personel aracılığıyla, 5 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa
ulaştırmalarını rica ediyorum.
Yoklama işlemini
başlatıyorum.
(Elektronik cihazla
yoklama yapıldı)
BAŞKAN - Toplantı
yetersayısı yoktur; 10 dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati : 14.12
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 14.26
BAŞKAN: Başkanvekili Ali DİNÇER
KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Bayram ÖZÇELİK (Burdur)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 110 uncu Birleşiminin İkinci
Oturumunu açıyorum.
III.- YOKLAMA
BAŞKAN - Açılışta yapılan
yoklamada toplantı yetersayısı bulunamamıştı. Şimdi, yoklama işlemini tekrar
başlatacağım.
Yoklama için 5 dakika
süre veriyorum. Sayın milletvekillerinin, oy düğmelerine basarak salonda
bulunduklarını bildirmelerini; bu süre içerisinde elektronik sisteme giremeyen
milletvekillerinin, salonda hazır bulunan teknik personelden yardım
istemelerini; buna rağmen sisteme giremeyen üyelerin ise, yoklama pusulalarını
görevli personel aracılığıyla, 5 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa
ulaştırmalarını rica ediyorum.
Yoklama işlemini
başlatıyorum.
(Elektronik cihazla
yoklama yapıldı)
BAŞKAN - Toplantı
yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce üç
sayın milletvekiline gündemdışı söz vereceğim.
Gündemdışı ilk söz,
esnafın sorunları hakkında söz isteyen, ahiliğin merkezi Ahi Evran'ın,
Cacabey'in, Aşık Paşa'nın memleketi Kırşehir'in Milletvekili Hüseyin Bayındır'a
aittir.
Buyurun Sayın Bayındır.
(CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz 5 dakika.
IV.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1.-
Kırşehir Milletvekili Hüseyin Bayındır'ın, Boğazevci Beldesinin orman bölgesi
kapsamına alınması sonucunda ortaya çıkan sıkıntılara; esnafın, kredi faizleri
ile Bağ-Kur primlerinin yüksek oluşundan dolayı karşılaştıkları sorunlara
ilişkin gündemdışı konuşması
HÜSEYİN BAYINDIR
(Kırşehir) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; öncelikle Yüce
Heyetinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.
Konuşmama başlamadan
önce, geçen hafta bir dizi ziyarette bulunduğum Çiçekdağı ve Akçakent
bölgesindeki yoksulluğa dikkatinizi çekerek, Boğazevci Beldemizin beldeye özgü
sorunlarını sizlerle paylaşmak istiyorum. Orman Bakanının da, bu beldeyle
ilgili dikkatini çekmek istiyorum.
Boğazevci'de, bu
beldemizde tarla yok, mera yok, tek başına geçim kaynağı olan hayvancılığı var.
Onu da, beldeyi orman kapsamına aldırarak, vatandaşı açlığa mahkûm etmişsiniz.
Yoksulluk yetmiyormuş gibi, ormanla ilgili kesilen cezalar ve verilen hapis
kararları da Boğazevcili yurttaşlarımızın çığlığı ve feryadı olmuştur.
Aynı zamanda, yıllardır
çözüm bulunamayan Boğazevci Göletinin de derhal faaliyete geçirilmesi şarttır,
esastır.
Hemen Boğazevci'nin
yanındaki Kilimli Köyümüzden de feryatlar yükseliyor ve onların da ricası,
diyorlar ki Sayın Tarım Bakanına "Sayın Tarım Bakanı, duyuyoruz
İsrail'desin, duyuyoruz Almanya'dasın, bari bir de Türkiye'ye gel de doğrudan
2005 yılı gelir desteğimizi ver" diyor ve aynı zamanda, bugün, Hatay'da,
Adana'da hububat mevsimi başladı; ama, henüz taban fiyattan haber yok,
"taban fiyatını Sayın Bakan açıklasın" diyorlar; ben de Sayın Bakana
buradan sesleniyorum.
Sanayi Bakanımızın da
dikkatini çekmek istiyorum: Kırşehir'deki Şeker Fabrikasını kapatmaktan, peşkeş
çekmekten vazgeçin. Petlas'ı sattınız, çalışanları mağdur ettiniz, şimdi de
şekere tuz katıyorsunuz Kırşehir'de. Kırşehir Şeker Fabrikasını satmayı
aklınızdan çıkarın; sattırmayacak Kırşehir halkı, Kırşehir işçisi; bunu da
bilin.
Gelelim, özelinde
Kırşehir'in, genelinde de Türk esnafının içinde bulunduğu koşullara. Ülkenin
ekonomik ve sosyal yapısında esnaflarımızın vazgeçilmez bir yeri ve önemi
vardır. Esnaf ve sanatkârların ülke ekonomisi içinde hak ettiği yeri almalarını
sağlamak, onların var olan tüm sorunlarının çözümüyle mümkün olacaktır.
İşletme sayısı, istihdam
içindeki payı, üretim düzeyi ve yaratılan katmadeğer bakımından esnaf ve
sanatkârlar, sosyoekonomik dengelerin kurulmasında, tarımsal ve sınaî ürünlerin
tüketiciye ulaştırılmasında, tüm dünyada olduğu gibi, ülkemizin de ekonomik ve
sosyal yapısında önemli rol oynamaktadırlar.
Bugün, kayıtdışı ve
seyyar çalışan esnafın kayıt altına alınamayışı, bununla birlikte, vergi,
Bağ-Kur primlerinin ve uygulanan kredi faiz oranlarının çok yüksek olması,
esnaf ve sanatkârların önde gelen sorunları arasında yer almaktadır.
Yürürlükte olan vergi
sistemi esnaf ve sanatkârlara ağır bir yük getirmektedir. Bu nedenle, mevcut
vergi sistemi yeniden gözden geçirilerek, tüm işyeri kiralarının kira
stopajları yüzde 22'den yüzde 10'lara düşürülmeli, çek defterinden alınan
harçlar kaldırılmalıdır. Gerekli vergisel teşvikler sağlanarak, esnafın
üzerindeki istihdam maliyeti aşağıya çekilmelidir. Sektör aleyhine olan rekabet
dengesizliği de ortadan kaldırılmalıdır.
Çalışanların yüzde
60'ından fazlasını istihdam eden, katmadeğerin de yüzde 32'sinden fazlasını
yaratan esnaf ve sanatkârlar, Türkiye'de, maalesef, kredi pastasının da dörtte
1'ini ancak alabilmektedir.
Gerek yatırımlarını
gerekse giderlerini, yani, tüm ticarî hayatlarını genelde özsermayeleriyle
gerçekleştiren esnaf ve sanatkârların, yeterli düzeyde kredi alabilme
olanakları bulunmamaktadır. Esnaf kefalet kredi kooperatifleri aracılığıyla
kullandırılan kredilerin şahıs limitleri 25 000 YTL'den 50 000 YTL'ye
çıkarılmalıdır.
Kırşehir'de 1 600, Esnaf
ve Kredi Kooperatifler Birliğine üye insan var. Dün oradaydım, evvelsi gün
oradaydım, inanın buna, en az 1 400 tanesinin dükkânını açacak hali de
kalmamış, dermanı da kalmamış; bunu da, bilgilerinize sunmak isterim.
2001 yılında enflasyon
oranı yüzde 70 iken, kredi kooperatiflerinde esnafa kullandırılan faiz oranı
yüzde 50'lerdeydi; yani, enflasyon daha yukarıda olmasına rağmen, kredi
faizleri daha aşağıdaydı. Şimdi yüzde 8 olmasına rağmen, kredi faizleri yüzde
15'lerde. Dikkatinizi, yine, bu konuda da çekmek istiyorum ve esnafın içinde
bulunduğu durumu da gözler önüne sererek, onların bu yoksulluğuna, onların bu
feryadına aracılık etmek istiyorum, dile getirmek istiyorum; tabiî, duyacak,
dinleyecek kulak varsa, bu işleri yapacak yürek varsa; AKP'lilere söylüyorum.
(CHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
Uzakdoğu ülkelerinden
kalite ve standartlara uygun olmayan binbir çeşit ürün ülkemize
getirilmektedir.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Toparlayın Sayın
Bayındır.
HÜSEYİN BAYINDIR
(Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkan.
Bu ürünler piyasada
istediği gibi yer almakta, ondan dolayı, hem esnafımız hem de tüketici halkımız
mağdur edilmektedir. Milyonlarca dövizimizin yurt dışına çıkmasına sebep olan
bu ürünlerin yurt dışından girişine izin verilmemelidir.
Esnafım siftahsız dükkân
kapatıyor. Bu basit bir cümle değildir. Esnaf kendi evine ekmek götüremiyor.
Esnaf, geçindirmekle yükümlü olduğu çocuklarına, eşine bakmaktan acze düşmüş
durumda. Esnafın Kırşehir'de kepengi kapandı, esnafın, Türkiye'de dizlerinin,
ayaklarının üzerinde duracak dermanı kalmamıştır; bunu da bilgilerinize
sunarım.
Ben, buradan, sözlerimi
çok fazla uzatmadan, Bağ-Kur primleri çok yüksektir diyorum. Bağ-Kur
primlerinden dolayı, çek ve senetlerinden dolayı, bunları ödeyemediğinden
dolayı esnafımız zordadır, cezaevlerine düşmektedir. Sizden bir ricam var;
Sayın Adalet Bakanını da göreve çağırıyorum buradan. Sayın Adalet Bakanı,
anlaşıldı, AKP İktidarı esnafa dışarıda
destek vermeyecek. Onların ayakta tutunmalarına, ayakta kalmalarına
olanak bırakmıyorsunuz; cezaevlerine düşürdünüz esnafı; hiç değilse, cezaevinde
bir esnaf koğuşu kurun da, tefrişini de biz yapalım.
BAŞKAN - Toparlayın
lütfen.
HÜSEYİN BAYINDIR
(Devamla) - Hiç değilse orada bari otuz kırk yıllık azılı mahkûmlarla esnafımızı yan yana yatırmayın diyorum.
Esnafların tüm selamı
sizlerle beraber olsun; ama, esnafa gidecek yüzünüzün kalmadığını da gördüm;
dileyen Kırşehir'e gelir, esnafa da gider, halinizi görürsünüz diyor, Yüce
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından "Bravo" sesleri,
alkışlar)
BAŞKAN - Gündemdışı
ikinci söz, Kıbrıs'taki son gelişmeler hakkında söz isteyen Konya Milletvekili
Remzi Çetin'e aittir.
Buyurun Sayın Çetin. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
2.- Konya
Milletvekili Remzi Çetin'in, Kıbrıs'taki son siyasî gelişmeler ile Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyetindeki ekonomik ilerlemelere ilişkin gündemdışı konuşması
REMZİ ÇETİN (Konya) -
Muhterem Başkan, muhterem milletvekilleri; Doğu Akdeniz'e açılan kapımız olan
Kıbrıs, her açıdan hayatî öneme sahip bir adadır. Geride kalan çeşitli tarihî
gelişmelerden sonra bugünkü duruma gelinmiştir.
Sayın Başbakanımız ve Dışişleri
Bakanımızın yüksek gayretleri sonucu kayda değer kazanımlar elde edilmiştir. 24
Nisan 2004'te eşzamanlı yapılan Annan Planı referandumunu, Rumlar, kahir
ekseriyetle reddetmişlerdir. Barış temelinde hareket eden Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti, önemli bir çoğunlukla planı kabul etmiştir. Böylece, bütün dünya, Rum propagandasının aksine, anlaşmaz
tarafın Rumlar olduğunu açık seçik görmüştür. Ayrıca, referandumun akabinde
uluslararası camiada şu müspet gelişmeler cereyan etmiştir:
Annan, uluslararası camiaya
"izolasyonları kaldırın" çağrısı yapmıştır. Güvenlik Konseyi henüz
bir karar almamıştır. AB Konseyi de izolasyonların kaldırılması yönünde
komisyona görev vermiştir. Yeşil Hat Tüzüğü çıkmıştır. Kuzey Kıbrıs Türk
Devleti adamları uluslararası her zeminde siyasî eşdeğerlik çerçevesinde kabul
görmeye başlamışlardır.
Amerika Birleşik
Devletleri yönetimi de ciddî adımlar atmıştır. Bir Kongre heyeti KKTC'yi
ziyaret etmiştir. KKTC'de büyükelçilik şartları iyileştirilmiştir. Vize
kolaylığı getirilmiştir. Sayın Powell ve Rice, Sayın Talat'la görüşmüştür.
İslam Konferansı Örgütü,
Kıbrıs Türk Devleti isimlendirmesini kabul etmiştir, izolasyonlara son
verilmesi çağrısını yinelemiştir. Sierra Leone Dışişleri Bakanı, Oman ticaret
heyeti , bir Kazak spor kafilesi, Kırgız meclis heyeti doğrudan ziyaret
gerçekleştirmişlerdir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti uçağı Pakistan'a ve
Azerbaycan'a gitmiştir. Bunlara benzer pek çok müspet gelişmeler olmuş ve
olmaya devam etmektedir.
Ekonomik alanda da ciddî
iyileştirmeler görülmektedir. Büyüme hızı 2002'de yüzde 7'yken, 2005'te yüzde
11 seviyesine çıkmıştır. Kişi başına millî gelir 2001'de 4 300 dolar iken,
2005'te 11 000 dolar seviyesine yaklaşmıştır. Sanayi, tarım ve hizmetler
sektöründe ciddî artışlar söz konusudur. Dışticaret hacmi 1 milyar doları
geçmiştir. Turizmdeki yatak sayısı 12 000 olup, üç yıl içinde 20 000'e çıkması
hedeflenmiştir. Üniversitelerde 42 000 öğrenci okumaktadır. İnşaat sektöründe
de yüzde 30'u aşan büyüme söz konusudur. Araç, telefon ve beyaz eşya ürünlerindeki
artış son derece kayda değerdir.
Kıbrıs Türk Devletinde
refaha, barışa, huzura yönelik bu gelişmeler kaydedilirken, Rum tarafında
oldukça farklı bir durum söz konusudur. Kıbrıs Rum tarafında 21 Mayıs 2006
tarihinde yapılan genel seçimlerde, Kıbrıs meselesinin çözümünü reddedenler
galip çıkmıştır. Anketlerde 18-25 yaş arası Rumların Türklerle yaşamayı
reddettikleri görülmektedir.
Rumların Birleşmiş
Milletler çerçevesinde bir çözüme yanaşmayacakları ve Türklerle eşitlik
temelinde yetki paylaşımına gitme niyetinde olmadıkları, Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti ve Türkiye tarafından önemle ele alınmalıdır.
Rumlar, 1 Nisan 1955'te
EOKA terör örgütünü kurmuşlardır. Bu örgüt Ada'da sayısız katliamlar yapmıştır.
Rumlar, 2005'i EOKA yılı ilan etmişlerdir. Tasos Papadopulos'a ve diğer
EOKA'cılara onur madalyası verilmiştir. Makarios "Ada'da bir tek Türk
kalmayıncaya kadar EOKA'nın görevi bitmiş sayılmaz" diyerek, niyetlerini
açıklamıştır.
Nitekim, 1974 yılı
ağustos ayına kadar Ayvasıl, Geçitkale, Muratağa, Atlılar, Taşkent gibi Türk
yerleşim yerlerinde toplu katliamlar gerçekleştirilir. Bu soykırım tarihe kara
bir leke olarak geçmiştir.
Bugünlerde Limasol
yakınlarında Palodya Köyünde bir EOKA sarayı açma kararı alınmıştır. RIK-1
Kanalında halka duyurulmuş, yardım toplanmaya başlanmıştır. Burada terör örgütü
mensupları kalacaktır.
Bu gelişmelerin ışığı
altında, Türk Barış Harekâtının ne kadar önemli olduğu ve aradan geçen zaman
içinde Ada'da var olan barış ve huzurun bu sayede sağlandığı görülmektedir.
Rumlar, boş
durmamaktadırlar. Son yirmibeş yılda 5 milyar Kıbrıs Lirasını savunma için
harcamışlardır. Türkiye'nin ve KKTC'nin, soydaşlarımızı ve millî
menfaatlarımızı Rumların insafına terk etmeyeceği kesindir. Rumlar hiçbir zaman
iyi niyetli olmamışlardır.
Türkiye ve Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti Birleşmiş Milletlerin bütün çabalarına destek vermiştir. 8
Mayıs-31 Temmuz 1975'te, Kurt Waldheim'in gözetiminde nüfus mübadelesi
imzalanır. Buna göre, Türkler kuzeyde, Rumlar güneyde yerleşir. 1977 ve 1979 yıllarında
Birleşmiş Milletler himayesinde iki önemli anlaşma imzalanır. Buna göre, iki
kesimlilik önşart olarak belirtilir. 1990'lı yıllarda Butros Gali Fikirler
Dizisi gündeme gelir; fakat, Rumlarca reddedilir. Beş kez revize edilen Annan
Planının da reddi hepimizin malumudur. Rum Yönetimi Enosis'i kafasından bir
türlü çıkaramamıştır. Rum lider, Eylül 2005'te Birleşmiş Milletler Genel
Kurulunda, bütün dünyanın gözünün içine baka baka "osmosis"den bahsedebilmiştir;
yani, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini zaman içinde Rum yönetimi içinde
eriteceklerini söylemiştir.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
NURETTİN SÖZEN (Sivas) -
Remzi Bey, ek sözleşmeden de bahsedin lütfen.
BAŞKAN - Toparlayalım
lütfen.
Müdahale etmeyin.
REMZİ ÇETİN (Devamla) -
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Fransız gazetesinde
verdiği bir demeçte de, iki taraf arasında eşitlik temelinde bir ortaklık
kurulmasını istemediğini açıkça ifade etmiştir.
Kırk yılı aşan Kıbrıs
meselesinde Rumları bu kadar anlaşmaz, katı tutuma iten asıl sebep, 1 Mayıs
2004'te AB'ye girmeleri olmuştur. Garanti ve İttifak Anlaşmasında yer alan
"Türkiye ve Yunanistan'ın aynı anda üye olmadığı bir uluslararası
organizasyona Kıbrıs taraf olamaz" açık hükmüne rağmen, Rum tarafı AB'ye
kabul edilmiştir. Bu, çok vahim siyasî bir hata olmuştur. Ayrıca, uluslararası
hukuk da çiğnenmiştir.
İzolasyonlar devam
ediyor. AB, vermeyi vaat ettiği malî yardımda ciddî tadilatlar yapıyor.
Türkiye'nin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin çok yüksek değerli barış
gayretleri hak ettiği şekilde cevap bulamıyor. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi,
AB dönem başkanı ile Rum yönetimi, Maraş'a mukabil Magosa Limanının Rum
yönetiminde açılmasını teklif etmeyi düşünebiliyor. Bunlar, Türkiye'yi ve Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyetini ne zannediyorlar, izah etmek mümkün değil. Böyle, her
türlü ferasetten yoksun bir teklifi ancak Rum yönetimi yapabilir diye teselli
buluyoruz.
Türkiye'nin ve Kıbrıs
Türk Devletinin kararlı, azimli tavrını sürdüreceğine olan yüksek inancımı
ifade etmek isterim.
Zaman zaman basında
okuduğumuz, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti yetkililerine atfen Maraş'la ilgili
haberlerin kesinlikle doğru olmayacağına inanıyorum.
Son günlerde,
Papadopulos, birkaç kez Annan'la görüştü; katı ve anlaşmaz tavrında herhangi
bir değişiklik olmadı. Yunanistan'ın yeni Dışişleri Bakanı Dora Bakoyani
"Annan Planı ölmüştür, tarih olmuştur" dedi. Kırk yıldır varlığıyla
Ada'da barışı sağlayan Türk Silahlı Kuvvetleri hakkında haksız nitelendirmeler
yapılıyor. Türkiye'nin ve Kıbrıs Türk Devletinin bu gelişmeleri çok iyi
değerlendireceğine inanıyoruz.
Kıbrıs, Türkiye'nin millî
davasıdır; herhangi bir şekilde geri adım atılması, anlaşmalardan kaynaklanan
hak ve yükümlülüklerinden, Kıbrıs Türk Devletine yönelik tarihî ve ahdî
sorumluluklarından feragat etmesi söz konusu değildir. Türkiye, bu yöndeki bazı
taleplere rağmen, Ada'da tek bir askerini dahi çekmemiştir. AK Parti Hükümeti
"ne pahasına olursa olsun çözüm" anlayışıyla hareket etmemektedir.
Annan Planının, Türk
tarafının yapabileceği fedakârlıkların son noktası olduğunu bilmekten
duyduğumuz memnuniyeti ifade eder, tekrar, hepinizi saygıyla selamlarım.
Sayın Başkan, teşekkür
ederim. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Gündemdışı
üçüncü söz, Sarmısaklı Tohum Üretme Çiftliğinin özelleştirilmesi hakkında söz
isteyen Kırklareli Milletvekili Mehmet Kesimoğlu'na aittir.
Buyurun Sayın Kesimoğlu.
(CHP sıralarından alkışlar)
3.-
Kırklareli Milletvekili Mehmet S. Kesimoğlu'nun, Sarmısaklı Tohum Üretme
Çiftliğinin özelleştirme kapsamına alınarak faaliyetinin durdurulması sonucunda
ortaya çıkan olumsuzluklara ilişkin gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı ve
Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin'in cevabı
MEHMET S. KESİMOĞLU
(Kırklareli) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Lüleburgaz İlçesinde, 1926
yılından bu yana faaliyette olan ve her dönemde kârlılığını muhafaza etmiş;
ancak, 1 Aralık 2005 tarihinde özelleştirme kararı verilen Sarmısaklı Tohum
Üretme Çiftliği hakkında gündemdışı söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekili
arkadaşlarım, dört yıldan bu yana yaşam mücadelesi veren işletmeyi ve bu
özelleştirme kararına karşı onurlu mücadele ortaya koyan Lüleburgaz halkının,
Kırklareli halkının mücadelesini, takdir edersiniz ki, beş dakikada sizlerle
paylaşmam mümkün değil. Ancak, kısaca, başlıklar halinde, bunu yapmaya
çalışacağım.
Sayın milletvekilleri,
Sarmısaklı Tohum Üretme Çiftliği, Alpullu Şeker Fabrikasının şekerpancarı
ihtiyacını karşılamak düşüncesiyle, 1926 yılında, cumhuriyetimizin kurucusu Ulu
Önder Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurdurulmuştur. 15 500 dönümü
ekilebilir, 12 000 dönümü sulanabilir nitelikte, yaklaşık 18 000 dönüm
büyüklüğe sahiptir. Trakya çiftçisinin tüm tohum ihtiyacı bu çiftlikten
karşılanmaktadır.
Çiftlikte sadece tohum
üretilmemekte, tarım yapılmakta, modern tarım uygulamaları geliştirilmekte,
Avrupa'da en iyi seçilen damızlık hayvanlar yetiştirilmektedir. İşletmede, 2005
yılında ekim yapılan alanlarda tüm ürünlerdeki verim Türkiye ortalamasının çok
üzerindedir.
Hal böyleyken, sayın
milletvekilleri, işletme 1.12.2005 tarihinde, Özelleştirme Yüksek Kurulunun
kararıyla özelleştirme kapsamına alınmıştır. Karar 6.12.2005 tarihinde Resmî
Gazetede yayımlanmış ve benim Sayın Sanayi Bakanı Ali Coşkun'a yönelttiğim soru
önergesinden aldığım yanıtta öğrendiğim kadarıyla da, Sümer Holding Anonim
Şirketine devri yapılmıştır. Özelleştirme süreci onsekiz ayda tamamlanacaktır.
Sayın milletvekilleri, bu
aşamadan sonra, bu çiftlikte faaliyet durduruldu. Artık tohum üretilmez hale
geldi ve dışarıdan alım başladı. Çiftliğin en iyi damızlık hayvanları alelacele
satıldı, çalışanları mağdur edildi. 2005-2006 döneminde de yaklaşık 10 000
dönüm birinci sınıf tarım arazisi boş bırakılarak, ülke ekonomisi tam 2 trilyon
lira zarara uğratılmıştır.
Sonuçta, sayın
milletvekilleri, "babalar gibi satarım" anlayışı Sarmısaklı Tohum
Üretme Çiftliğinin kapısına geldi dayandı. Hükümet böyle diyor, böyle istiyor;
ama, yöre halkı böyle düşünmüyor sayın milletvekilleri. "KİT'ler, nüfus kâğıdında
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı yazan herkesin malıdır" diyor. "Bizi
yabancı tohum tekellerine biraz daha muhtaç edecek, sadece ülkemizin
yoksullaşmasına katkısı olacak böyle bir özelleştirmeye karşıyız, kabul
etmiyoruz" diyor. "Sarmısaklı Tarım İşletmesi halkındır, satılamaz,
sattırmayacağız" diyor sayın milletvekilleri. Birinci sınıf tarım
topraklarının bir kısmında sürüm ve ekim yapılmayınca da cumhuriyet
savcılığının kapısına dayanıyorlar. "Böyle bir avantajı yok etmekle suç
işliyorlar. Eğer, Türkiye Cumhuriyeti Devleti sosyal hukuk devletidir diyorsak,
insanlar doğdukları yerde mutlu edilmelidir" diyor Lüleburgaz halkı, sayın
milletvekilleri.
Yani, sayın
milletvekilleri, Lüleburgaz halkı, doğduğu ve doyduğu yerde mutlu olmak
istiyor, bunu hak ettiğine inanıyor, hak ediyor da. Bunu ortaya koymak için de
büyük bir mücadele başlatıyorlar; ayırım yapmaksızın siyasî parti temsilcilerinden,
dernek, sendika temsilcilerinden, çiftçi kurumlarından, sivil toplum örgütü
temsilcilerinden demokrasi platformu oluşturuyorlar. Onlar önde, Lüleburgaz
halkı, Kırklareli halkı arkada, çalmadık kapı, gitmedik yer bırakmıyorlar.
Binlerce bildiri dağıtıyorlar. Her gün gazetelerde tepkilerini dile
getiriyorlar. Onlarca panel, açıkoturum, bilgilendirme toplantıları
düzenliyorlar. Mitingler yapıyorlar. En son 2 Nisan mitinginde, üreticisi,
çiftçisi, işçisi, bir parti hariç, çeşitli parti temsilcileri Lüleburgaz'da tek
yürek, tek ses oluyorlar, "Sarmısaklı halkındır, satılamaz" diyorlar
sayın milletvekilleri; ama, Hükümete seslerini duyuramıyorlar. İşte ben bugün,
o sesi aldım, milletin kürsüsüne getirdim.
Sayın milletvekilleri, bu
konuda ilgili bakanlara çok sayıda soru önergesi yönelttim. Birçoğunda olduğu
gibi aldığım cevaplar, suya sabuna dokunmayan cevaplar. Bütçe görüşmelerinde
Maliye Bakanı Sayın Kemal Unakıtan, konuyla ilgili olarak…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Toparlayın
lütfen.
MEHMET S. KESİMOĞLU
(Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
…"parayı veren
düdüğü çalar" dedi; hatta ekledi: "Yabancı bir grup bile
alabilir."
Değerli milletvekili
arkadaşlarım, bu Çiftlikte tohum üretilir. Tohum deyince, dünyada akla İsrail
gelir, İsrail denince de Ofer Ailesi. Sayın Bakan yabancı bir gruptan
bahsederken, umarım, Ofer Ailesinden bahsetmemiştir; çünkü, bu halk,
Unakıtan-Ofer filmini seyretmekten bıktı. (CHP sıralarından "Bravo"
sesleri, alkışlar)
Sayın milletvekilleri,
bir kamu kuruluşu olan Sarmısaklı'nın özelleştirilmesi, hem amaç açısından hem
de Özelleştirme Yüksek Kurulunun yetkileri açısından hukuka aykırıdır, yasal
değildir. Sarmısaklı'nın özelleştirme kararında yer alan "taşınmaz
hisselerin satışı" diye bir usul Özelleştirme Yasasında yoktur.
Taşınmazların satış yoluyla özelleştirilmesi hukuken mümkün değildir. İşlem bu
nedenle amaç yönünden hukuka aykırıdır.
Diğer yandan, bu
taşınmazlar, kamu hizmetine tahsis edilmiş mallardır. Özelleştirme Yüksek
Kurulunun, bir tarım işletmesinin taşınmazlarını tahsis amacı dışına çıkarak
satma yetkisi yoktur. Yani, Özelleştirme Yüksek Kurulu kararı yetki yönünden de
hukuka aykırıdır.
Ben, bu iddialarımı
hukuka taşıdım sayın milletvekilleri, Danıştay 13. Dairede yürütmeyi durdurma
talepli iptal davası açtım. Yürüyen bir dava olduğu için ayrıntılarına
girmiyorum.
Değerli milletvekilleri,
özetle, Lüleburgaz halkı, özelleştirme gerçekleşirse tohumda dışa bağımlılığın
artacağına inanıyor. Kanserojen maddeler içeren tohumların kullanılacağına
inanıyor. Çiftliğin amaç dışı kullanılması durumunda, kirlilikten zaten
yeterince yorulmuş Lüleburgaz ve çevresinin yeni kirlilikler içerisine
sürükleneceğine inanıyor.
Sözlerimi tamamlamak
istiyorum sayın milletvekilleri. Geçenlerde bir yerde okumuştum, ithal edilen
soğuğa dayanıklı domates tohumunun içerisine balık geni konuluyormuş. O
domatesleri yiyenlerin ne olacağı şimdilik bilinmiyor. Biyoteknoloji uzmanları,
bunun son derece tehlikeli olduğunu söylüyorlar; ama, geçmişte ülkemize sokulan
bir tohum çeşidinin paslı mısır hastalığına yol açtığı ve bu yüzden bütün mısır
rekoltesinin mahvolduğu bilinen bir gerçek…
BAŞKAN - Toparlayın.
MEHMET S. KESİMOĞLU
(Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkanım.
İşin daha kötü yönü, bu
yolla bulaşan tarım hastalıklarıyla mücadele ilaçlarını imal edenlerin de, çoğu
zaman da, tohumlarda gen değişikliğini yapan aynı yabancı firmalar olması.
Yani, bizim gibi ülkeleri önce deneme tahtası yapıp, hastalığa yol açan tohum
satışıyla para kazanıyorlar, sonra da o hastalık için ilaç satarak… Bu açıdan
bakarsak, 18 000 dönümlük Sarmısaklı Tohum Üretme Çiftliğinin satılması bir
cinayettir! Bir cinayettir sayın milletvekilleri ve Lüleburgaz halkı, bu
cinayetin mağduru olmak istemiyor.
Sayın Başkan,
hoşgörünüzden dolayı size teşekkürlerimi, şükranlarımı sunuyorum; Yüce Heyeti,
saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Gündeme
geçiyoruz…
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Sayın Başkan, izin verirseniz,
arkadaşımın konuşmasıyla ilgili kısa bir değerlendirme yapmak istiyorum.
BAŞKAN - Gündeme geçmeden
önce, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Mehmet Ali Şahin, Sayın Mehmet
Kesimoğlu'nun konuşması üzerine söz istedi.
Buyurun Sayın Şahin.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım;
Kırklareli Milletvekili arkadaşımız Sayın Mehmet Kesimoğlu, Sarmısaklı Tohum
Üretme Çiftliğinin özelleştirilmesiyle ilgili gündemdışı düşüncelerini ortaya
koydu. Ben de, kısaca, bu işletmeyle ilgili kısa bilgi arz etmek ve
özelleştirme süreciyle ilgili Genel Kurulu bilgilendirmek istiyorum.
Biraz önce, Sayın
Kesimoğlu'nun da ifade ettikleri gibi, Sarmısaklı Tarım İşletmesi, 1925
yılında, Alpullu Şeker Fabrikasının pancar ihtiyacının karşılanması amacıyla
kurulmuş. 1930'lu yıllarda başlayan hayvancılık ve tarla ziraatı
faaliyetleriyle, yöre üreticilerine modern tarım teknikleri öğretilmesinde ve
damızlık hayvan yetiştirilerek hayvancılığın geliştirilmesinde öncülük
etmiştir; ancak, söz konusu işletmenin, zaman içinde, kuruluş amacındaki işlevleri
ortadan kalkmıştır. Bunun üzerine, TÜRKŞEKER'in malî ve hukukî yönden
özelleştirmeye hazırlık çalışmaları kapsamında, faaliyeti ve kullanımıyla
doğrudan ilgisi olmayan işletme dışı atıl durumdaki varlıkların ve şeker
üretimiyle ilgisi olmayan birimlerin
TÜRKŞEKER tarafından satılması
yönündeki 2003/35 ve 2003/40 sayılı Özelleştirme Yüksek Kurulu kararları
doğrultusunda, satış yetkisi TÜRKŞEKER'e verilmiştir. Şöyle ki: TÜRKŞEKER
tarafından, bu hükümler çerçevesinde, Sarmısaklı Tarım İşletmesinin
arazileriyle, üzerindeki mütemmimlerinin satışı için, muhtelif tarihlerde,
yani, 23.12.2003, 25.8.2004 ve 8.8.2005 tarihlerinde yapılan ihalelerde verilen
teklifler muhammen bedelden düşük olduğundan, satış gerçekleşmemiştir. Ancak,
arazilerin boş kalmaması için tarımsal faaliyetlere de devam edilmiştir.
Değerli arkadaşlarım,
işletmenin son beş yıllık kâr-zarar durumu incelendiğinde şu görülmektedir:
2001 yılında bu işletme 593 000 YTL, yani, 593 milyar Türk Lirası, 2002 yılında
677 000 YTL, yani, 677 milyar Türk Lirası, 2005 yılında 478 000 YTL zarar
etmiştir.
İşletmede mevcut 835 baş
sığır, bedeli mukabilinde, 2003 yılı kasım ayında Tarım İşletmeleri Genel
Müdürlüğüne, yani, TİGEM'e satılmıştır.
Özelleştirme Yüksek
Kurulunun 1.12.2005 tarihli ve 2005/133 sayılı kararlarıyla, TÜRKŞEKER'e ait
Sarmısaklı Tarım İşletmesinin, işletme TÜRKŞEKER bünyesinde kalacak şekilde
kullanımında bulunan ve karar eki listede yer alan taşınmaz hisselerinin
özelleştirme programına alınmasına, alınan varlıkların satış yöntemiyle onsekiz
ay içerisinde özelleştirilmesine karar verilmiştir. İdare, 6.12.2005 tarihli ve
1687 sayılı olurlarıyla da, söz konusu varlıkların Sümer Holding AŞ'ye, yani,
Sümer Holdinge devredilmesine karar vermiş ve devre yönelik işlemlerin de Sümer
Holding tarafından yürütülmesi sağlanmıştır.
Şimdi, değerli
arkadaşlarım, artık, dünyada, çağdaş dünyada devletler, kamu, üretim işiyle
meşgul olmaz. Bunu, artık, özel sektör yapar; yani, devlet tüccarlığı bırakır.
Türkiye de böyle bir tercihte bulunmuştur. O bakımdan, devletin şunu üretmesi,
bunu üretmesi, ürettiğini satması devri, bugün, çağdaş ekonomik anlayışın bir
gereği değildir.
Şimdi, biraz önce ifade
ettim; bu işletme, her yıl zarar ediyor. Her yıl zarar etmesi demek, kamuya bu
kadar yeni yük yüklemesi demektir. O bakımdan, böylesine zarar eden bir
işletmenin özelleştirilerek elden çıkarılmasının kamuya ne zararı olacaktır;
üstelik faydası olacaktır.
MEHMET S. KESİMOĞLU
(Kırklareli) - Hem zarar ediyor hem nasıl satıyorsunuz Sayın Bakan?!
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Her yıl, yani Sayın Kesimoğlu'nun
mantığıyla hareket ederek burayı elde tutacak olursak, zarar edecek, her yıl
Hazineden buraya, bu zararı kapatmak için para aktaracaksınız, buna da bir
ekonomik yeni yaklaşım diyeceksiniz!..
MEHMET S. KESİMOĞLU
(Kırklareli) - Zarar etmiyor Sayın Bakan, zarar etmiyor!
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Biz, Hükümet olarak ve Parti olarak
kabul etmiyoruz böyle bir anlayışı; böyle bir ekonomik anlayış olmaz.
MEHMET S. KESİMOĞLU
(Kırklareli) - Sayın Bakan, o zaman çiftçi de zarar ediyor, sizin mantığınızla
bakarsak.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Personelden bahsedildi… Arkadaşlar,
burada, 3 memur var, 13 sözleşmeli memur var, 11 sözleşmeli yardımcı hizmetli
var, 17 daimî işçi var, 26 geçici işçi var; toplam 70. Bununla ilgili, mevcut
Özelleştirme Yasası bağlamında, bu arkadaşlarımız başka kurumlara gönderilerek
bunların mağduriyetleri kuşkusuz ki giderilir ve giderilecektir. Dolayısıyla,
kamu, bu özelleştirmeyle bir yükten kurtuluyor.
Şimdi, Sayın Kesimoğlu
diyor ki: "İşte, bunları Oferlere satıyorsunuz" falan… Kardeşim, bak
bunu nereye vermişiz, biraz önce söyledim; bunu TİGEM'e vermişiz, Tarım
İşletmeleri Genel Müdürlüğüne vermişiz. Yani, Ofer'e falan vermedik. Yani,
gelip burada, milletin kafasını karıştırmak için hiç alakası olmayan şeyler
söylüyorsunuz. Nereye vermişiz bunu; Sümer Holdinge vermişiz. Sümer Holding,
allahaşkına, hangi uluslararası kuruluşun, hangi ülkenin kuruluşudur; bu
ülkenin kuruluşudur.
MEHMET S. KESİMOĞLU
(Kırklareli) - O zaman, vermeyeceğinizi söyleyin.
TUNCAY ERCENK (Antalya) -
Sürprizlere hazır olun!..
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - O nedenle, bu tür beyanlar, konuşmalar,
Türkiye gerçekleriyle, ekonomik gerçeklerle asla bağdaşmamaktadır. Ekonomik
gerçeklerle bağdaşan neyse, dünyanın ekonomide gittiği istikamet neyse,
Hükümetimiz de o istikamete doğru gitmektedir. Bunlar, yapılması gereken
işlerdir; kamunun üstündeki birtakım kamburlardan kurtulma işlemleridir.
Hükümet olarak, bu doğrultuda, bu anlayışla özelleştirme uygulamalarına
kararlılıkla devam edeceğiz.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Gündeme
geçiyoruz.
Başkanlığın Genel Kurula
sunuşları vardır.
Anayasa ve Adalet
Komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyonun, bazı sayın milletvekillerinin
yasama dokunulmazlıkları hakkında 3 adet raporu vardır; sırasıyla okutup,
bilgilerinize sunacağım.
İlk raporu okutuyorum:
V. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
1.- İzmir Milletvekili Hakkı Ülkü'nün Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve
Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/879) (S.
Sayısı: 1169) (x)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Hakaret suçunu işlediği
iddia olunan İzmir Milletvekili Hakkı Ülkü hakkında düzenlenen yasama
dokunulmazlığının kaldırılmasına dair Başbakanlık tezkeresi ve eki dosya
hakkındaki hazırlık komisyonu raporu, Karma Komisyonumuzun 3 Mayıs 2006 tarihli
toplantısında görüşülmüştür.
İzmir Milletvekili Hakkı
Ülkü Komisyonumuza yazılı olarak savunmasını göndermiştir.
Karma Komisyonumuz isnat
olunan eylemin niteliğini dikkate alarak İzmir Milletvekili Hakkı Ülkü
hakkındaki kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar
ertelenmesine karar vermiştir.
Raporumuz, Genel Kurulun
bilgilerine arz edilmek üzere Yüksek Başkanlığa saygıyla sunulur.
Burhan
Kuzu
İstanbul
Komisyon
Başkanı ve üyeler
Karşı Oy Yazısı
Anayasanın 83 üncü
maddesinin ikinci ve sonraki fıkralarında kurala bağlanan yasama
dokunulmazlığı; yasama organı üyelerinin sorumsuz ve cezasız kalmaları için
değil, görevlerini her yönden özgür, bağımsız ve endişesiz yerine getirmelerini
sağlamak için öngörülmüştür. Yasama sorumsuzluğundan farklı olarak
dokunulmazlık, nispî ve geçici nitelikte bir ayrıcalıktır.
Gerek kapsamı ve
kaldırılma usulü gerek uygulamadaki aksaklıklar nedeniyle yasama
dokunulmazlığı, TBMM'nin saygınlığını zedeler bir kurum haline gelmiştir. Kamu
yararı dikkate alınarak milletvekillerine görevlerinin gereği tanınmış bir
ayrıcalık olan yasama dokunulmazlığının, kişisel bir ayrıcalığa dönüşmesi, bir
hukuk devletinde asla kabul edilmesi mümkün olmayan bir husustur.
(x) 1169 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Kamu yararı ile
açıklanamayacak ölçüde ceza adaleti ve dolayısıyla "temiz toplum"
özlemi aleyhine sergilenen bu ayrıcalıklı durumun ortadan kaldırılması için
gereken Anayasa değişikliğinin şu güne kadar gerçekleştirilememiş olması karşısında,
başvurulabilecek tek yol olarak, "hakkında dokunulmazlığının kaldırılması
istemi bulunan milletvekillerinin dokunulmazlıklarının TBMM tarafından derhal
kaldırılması" kalmıştır. Bu, aynı zamanda dokunulmazlığının kaldırılması
istenen milletvekillerinin savunma hakkından bir an önce yararlanabilmelerine
de imkân verecektir.
Yukarıda açıklanan
nedenlerle Anayasa ve Adalet Komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyonun,
kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesi
yolundaki kararına katılmıyoruz.
Oya Araslı |
M. Ziya Yergök |
Feridun Ayvazoğlu |
|
|
Ankara |
Adana |
Çorum |
|
Sezai Önder |
Feridun Baloğlu |
Mehmet Küçükaşık |
|
Samsun |
Antalya |
Bursa |
|
Muharrem Kılıç |
Uğur Aksöz |
Atilla Kart |
|
Malatya |
Adana |
Konya |
BAŞKAN - Bilgilerinize
sunulmuştur.
Diğer raporu okutuyorum:
2.- İzmir Milletvekili Hakkı Ülkü'nün Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve
Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/899) (S.
Sayısı: 1170) (x)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Aslî ve sürekli kamu
hizmetlerini geçici işçiler vasıtasıyla yürütmek suçunu işlediği iddia olunan
İzmir Milletvekili Hakkı Ülkü hakkında düzenlenen yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına dair Başbakanlık tezkeresi ve eki dosya hakkındaki hazırlık
komisyonu raporu, Karma Komisyonumuzun 3 Mayıs 2006 tarihli toplantısında
görüşülmüştür.
İzmir Milletvekili Hakkı
Ülkü Komisyonumuza yazılı olarak savunmasını göndermiştir.
Karma Komisyonumuz isnat
olunan eylemin niteliğini dikkate alarak İzmir Milletvekili Hakkı Ülkü
hakkındaki kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar
ertelenmesine karar vermiştir.
Raporumuz, Genel Kurulun
bilgilerine arz edilmek üzere Yüksek Başkanlığa saygıyla sunulur.
Burhan
Kuzu
İstanbul
Komisyon
Başkanı ve üyeler
Karşı Oy Yazısı
Anayasanın 83 üncü
maddesinin ikinci ve sonraki fıkralarında kurala bağlanan yasama
dokunulmazlığı; yasama organı üyelerinin sorumsuz ve cezasız kalmaları için
değil, görevlerini her yönden özgür, bağımsız ve endişesiz yerine getirmelerini
sağlamak için öngörülmüştür. Yasama sorumsuzluğundan farklı olarak
dokunulmazlık, nispî ve geçici nitelikte bir ayrıcalıktır.
Gerek kapsamı ve
kaldırılma usulü gerek uygulamadaki aksaklıklar nedeniyle yasama
dokunulmazlığı, TBMM'nin saygınlığını zedeler bir kurum haline gelmiştir. Kamu
yararı dikkate alınarak milletvekillerine görevlerinin gereği tanınmış bir
ayrıcalık olan yasama dokunulmazlığının, kişisel bir ayrıcalığa dönüşmesi, bir
hukuk devletinde asla kabul edilmesi mümkün olmayan bir husustur.
(x) 1170 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Kamu yararı ile
açıklanamayacak ölçüde ceza adaleti ve dolayısıyla "temiz toplum"
özlemi aleyhine sergilenen bu ayrıcalıklı durumun ortadan kaldırılması için
gereken Anayasa değişikliğinin şu güne kadar gerçekleştirilememiş olması karşısında,
başvurulabilecek tek yol olarak, "hakkında dokunulmazlığının kaldırılması
istemi bulunan milletvekillerinin dokunulmazlıklarının TBMM tarafından derhal
kaldırılması" kalmıştır. Bu, aynı zamanda dokunulmazlığının kaldırılması
istenen milletvekillerinin savunma hakkından bir an önce yararlanabilmelerine
de imkân verecektir.
Yukarıda açıklanan
nedenlerle Anayasa ve Adalet Komisyonları üyelerinden kurulu karma komisyonun,
kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesi
yolundaki kararına katılmıyoruz.
Oya Araslı |
M. Ziya Yergök |
Feridun Ayvazoğlu |
|
|
Ankara |
Adana |
Çorum |
|
Sezai Önder |
Feridun Baloğlu |
Mehmet Küçükaşık |
|
Samsun |
Antalya |
Bursa |
|
Muharrem Kılıç |
Uğur Aksöz |
Atilla Kart |
|
Malatya |
Adana |
Konya |
BAŞKAN - Bilgilerinize
sunulmuştur.
3 üncü raporu okutuyorum:
3.- Ordu
Milletvekilleri Eyüp Fatsa ile Enver Yılmaz'ın Yasama Dokunulmazlıklarının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporları (3/914) (S. Sayısı: 1171) (x)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Havaya silahla ateş etmek
suçunu işlediği iddia olunan Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa hakkında düzenlenen
yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair Başbakanlık tezkeresi ve eki dosya
hakkındaki hazırlık komisyonu raporu, Karma Komisyonumuzun 3 Mayıs 2006 tarihli
toplantısında görüşülmüştür.
Karma Komisyonumuz isnat
olunan eylemin niteliğini dikkate alarak Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa
hakkındaki kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar
ertelenmesine karar vermiştir.
Raporumuz, Genel Kurulun
bilgilerine arz edilmek üzere Yüksek Başkanlığa saygıyla sunulur.
Burhan
Kuzu
İstanbul
Komisyon
Başkanı ve üyeler
Karşı Oy Yazısı
Anayasanın 83 üncü
maddesinin ikinci ve sonraki fıkralarında kurala bağlanan yasama
dokunulmazlığı; yasama organı üyelerinin sorumsuz ve cezasız kalmaları için
değil, görevlerini her yönden özgür, bağımsız ve endişesiz yerine getirmelerini
sağlamak için öngörülmüştür. Yasama sorumsuzluğundan farklı olarak
dokunulmazlık, nispî ve geçici nitelikte bir ayrıcalıktır.
Gerek kapsamı ve
kaldırılma usulü gerek uygulamadaki aksaklıklar nedeniyle yasama dokunulmazlığı,
TBMM'nin saygınlığını zedeler bir kurum haline gelmiştir. Kamu yararı dikkate
alınarak milletvekillerine görevlerinin gereği tanınmış bir ayrıcalık olan
yasama dokunulmazlığının, kişisel bir ayrıcalığa dönüşmesi, bir hukuk
devletinde asla kabul edilmesi mümkün olmayan bir husustur.
(x) 1171 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Kamu yararı ile
açıklanamayacak ölçüde ceza adaleti ve dolayısıyla "temiz toplum"
özlemi aleyhine sergilenen bu ayrıcalıklı durumun ortadan kaldırılması için
gereken Anayasa değişikliğinin şu güne kadar gerçekleştirilememiş olması karşısında,
başvurulabilecek tek yol olarak "hakkında dokunulmazlığının kaldırılması
istemi bulunan milletvekillerinin dokunulmazlıklarının TBMM tarafından derhal
kaldırılması" kalmıştır. Bu, aynı zamanda dokunulmazlığının kaldırılması
istenen milletvekillerinin savunma hakkından bir an önce yararlanabilmelerine
de imkân verecektir.
Yukarıda açıklanan
nedenlerle Anayasa ve Adalet Komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyonun,
kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesi
yolundaki kararına katılmıyoruz.
|
Oya Araslı |
M. Ziya Yergök |
Feridun Ayvazoğlu |
|
Ankara |
Adana |
Çorum |
|
Sezai Önder |
Feridun Baloğlu |
Mehmet Küçükaşık |
|
Samsun |
Antalya |
Bursa |
|
Muharrem Kılıç |
Uğur Aksöz |
Atilla Kart |
|
Malatya |
Adana |
Konya |
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Havaya silah ile ateş
etmek suçunu işlediği iddia olunan Ordu Milletvekili Enver Yılmaz hakkında
düzenlenen yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair Başbakanlık tezkeresi
ve eki dosya hakkındaki hazırlık komisyonu raporu, Karma Komisyonumuzun 3 Mayıs
2006 tarihli toplantısında görüşülmüştür.
Karma Komisyonumuz isnat
olunan eylemin niteliğini dikkate alarak Ordu Milletvekili Enver Yılmaz
hakkındaki kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar
ertelenmesine karar vermiştir.
Raporumuz, Genel Kurulun
bilgilerine arz edilmek üzere Yüksek Başkanlığa saygıyla sunulur.
Burhan
Kuzu
İstanbul
Komisyon
Başkanı ve Üyeler
Karşı Oy Yazısı
Anayasanın 83 üncü
maddesinin ikinci ve sonraki fıkralarında kurala bağlanan yasama
dokunulmazlığı; yasama organı üyelerinin sorumsuz ve cezasız kalmaları için
değil, görevlerini her yönden özgür, bağımsız ve endişesiz yerine getirmelerini
sağlamak için öngörülmüştür. Yasama sorumsuzluğundan farklı olarak
dokunulmazlık, nispi ve geçici nitelikte bir ayrıcalıktır.
Gerek kapsamı ve
kaldırılma usulü gerek uygulamadaki aksaklıklar nedeniyle yasama
dokunulmazlığı, TBMM'nin saygınlığını zedeler bir kurum haline gelmiştir. Kamu
yararı dikkate alınarak milletvekillerine görevlerinin gereği tanınmış bir
ayrıcalık olan yasama dokunulmazlığının, kişisel bir ayrıcalığa dönüşmesi, bir
hukuk devletinde asla kabul edilmesi mümkün olmayan bir husustur.
Kamu yararı ile
açıklanamayacak ölçüde ceza adaleti ve dolayısıyla "temiz toplum"
özlemi aleyhine sergilenen bu ayrıcalıklı durumun ortadan kaldırılması için
gereken Anayasa değişikliğinin şu güne kadar gerçekleştirilememiş olması karşısında,
başvurulabilecek tek yol olarak, "hakkında dokunulmazlığının kaldırılması
istemi bulunan milletvekillerinin dokunulmazlıklarının TBMM tarafından derhal
kaldırılması" kalmıştır. Bu, aynı zamanda dokunulmazlığının kaldırılması
istenen milletvekillerinin savunma hakkından bir an önce yararlanabilmelerine
de imkân verecektir.
Yukarıda açıklanan
nedenlerle Anayasa ve Adalet Komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyonun,
kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesi
yolundaki kararına katılmıyoruz.
|
Oya Araslı |
M. Ziya Yergök |
Feridun Ayvazoğlu |
|
Ankara |
Adana |
Çorum |
|
Sezai Önder |
Feridun Baloğlu |
Mehmet Küçükaşık |
|
Samsun |
Antalya |
Bursa |
|
Muharrem Kılıç |
Uğur Aksöz |
Atilla Kart |
|
Malatya |
Adana |
Konya |
BAŞKAN - Bilgilerinize
sunulmuştur.
Cumhuriyet Halk Partisi
Grubunun, İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır; okutup,
oylarınıza sunacağım.
VI.-
ÖNERİLER
A) SİYASÎ
PARTİ GRUP ÖNERİLERİ
1.-
(10/233) esas numaralı Meclis araştırması
önergesinin öngörüşmesinin, Genel
Kurulun 1.6.2006 Perşembe günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin CHP
Grup önerisi
Ê 1.6.2006
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulunun,
1.6.2006 Perşembe günü (bugün) yaptığı toplantısında, siyasî parti grupları
arasında oybirliği sağlanamadığından, Grubumuzun aşağıdaki önerisinin,
İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını
saygılarımla arz ederim.
K.
Kemal Anadol
İzmir
Grup
Başkanvekili
Öneri:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi gündeminin "Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair
Öngörüşmeler" kısmının 181 inci sırasında yer alan (10/233) esas numaralı
Meclis araştırma önergesinin görüşmesinin, Genel Kurulun, 1.6.2006 Perşembe
günlü birleşiminde yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN - Lehte ve aleyhte
2'şer milletvekilinin söz alma durumu var.
Lehte söz isteyenler,
Sayın Feridun Ayvazoğlu, Çorum Milletvekili; Sayın Hüseyin Bayındır, Kırşehir
Milletvekili.
İlk söz, Sayın Feridun
Ayvazoğlu'nun, Çorum Milletvekilimizin.
Buyurun Sayın Ayvazoğlu.
(CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz 10 dakika.
FERİDUN AYVAZOĞLU (Çorum)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak,
Danışma Kurulu önerisinin lehinde söz almış bulunuyorum.
Danışma Kurulu önerisi,
Cumhuriyet Halk Partisi Kırşehir Milletvekili ve 50 milletvekili…
BAŞKAN - Feridun Bey,
öneri, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun önerisi.
FERİDUN AYVAZOĞLU
(Devamla) - Evet… Biliyorum Sayın Başkanım.
Önerinin nedeni, Kırşehir
Milletvekili Hüseyin Bayındır ve 50 milletvekili arkadaşımızın 24.11.2004
tarihinde Meclis Başkanlığına vermiş olduğu bir araştırma önergesinin
görüşülmesine ilişkin Cumhuriyet Halk Partisinin önerisidir. Yani, bugün
görüşülmesi istenilen önerinin özü budur. 24.11.2004 tarihli araştırma isteğine
bakıldığında, Kızılırmak… Irmak olarak bunun çevresinde meydana gelen, bugüne
kadar meydana getirilmiş bulunan kirliliğin önlenmesine dair bir araştırma
önergesidir.
Kızılırmak, Türkiyemizin,
ülkemizin, 1 151 kilometre uzunluğunda, Sivas-Kızıldağ'dan çıkan ve 10 ilin
sınırları içerisinden geçtikten sonra, buradaki havzaları suladıktan sonra
Bafra'dan Karadeniz'e dökülen bir ırmağımızdır. Bütün mesele, bu ırmağın,
çıktığı yerden döküldüğü Karadeniz’e kadar, havzalarında meydana getirmiş
olduğu faydaların yanı sıra, ne gibi tehlikelerle karşı karşıya geldiği
sorunudur, sorun burada yatmaktadır.
Burada, çevre
kirliliğinin ne şekilde meydana gelmiş olduğunun, gerçekten, araştırıldığında,
sanki, böyle bir araştırma önergesinin gayet masumane bir şekilde, milletvekili
arkadaşlarımız tarafından, sanki, sıradan verilmiş bir araştırma önergesi gibi
algılanması, şu andaki Adalet ve Kalkınma Partisinin anlayışı doğrultusunda
kabul edilebilir; ancak, işin özüne bakıldığında ve Kızılırmak gibi,
Türkiye'nin en uzun nehri olan böyle bir nehrin kirletmeyle böyle bir
tehlikenin altında bırakılmış olması Türkiye'ye ne gibi şeyleri kaybettirdiğini
de, ciddî bir şekilde, bu Mecliste araştırmanın gerekli olduğunu görmekteyiz.
Sebebine bakıldığında,
her şeyden önce, çevre kirliliği adı altında böyle bir araştırmanın istenmiş
olmasının dayanağı Anayasamızın 56 ncı maddesinde yerini bulmaktadır.
Anayasamızın 56 ncı maddesi açık bir biçimde "Sağlık, çevre ve konut"
şeklinde başlık olarak yer almış ve açıkça şunu ifade etmektedir: "Herkes,
sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek,
çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların
ödevidir" şeklindedir. Önce, hak olarak böyle bir hakkı, dengeli bir
çevrede, sağlıklı bir çevrede yaşama hakkını herkese veriyor; daha sonra da
bunun denetimini ve bunun yerine getirilme görevini ise devlete veriyor. Ancak,
bugüne kadar, baktığımız kadarıyla, verilen bu araştırma önergesinin tarihine
de bakıldığında, bu tür araştırma önergelerinin, çevrenin kirliliğine dönük,
Adalet ve Kalkınma Partisinin olayın bu şekilde üzerine ne derece titizlikle
gidilip gidilmediğinin de göstergesi olarak, maalesef, 2004 tarihinden bugüne
kadar ele alınmamış olması, Cumhuriyet Halk Partisini grup olarak bunu gündeme
aldırmak için harekete geçirmesine sebep olduğu gerçeğiyle karşı karşıyayız;
olay budur değerli arkadaşlarım.
Şimdi, çevre dediğimizde
ve Kızılırmak dediğimizde, somut bir şekilde, böyle bir ırmağın Türkiyemize
kazanımları ne olabilir ve bu ırmağın şu andaki bulunduğu tehlikeyle karşı
karşıya bulunmasının Türkiye'ye ne gibi kaybettireceği konular, değerler
olabilir; bunu, gerçekten araştırmamız gerekir, gerçekten bunun bilimsel bir
şekilde ele alınması gerekir. Bu yol da, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
değerli üyelerinin buradaki tavırlarıyla ortaya çıkacaktır, ortaya konulacaktır.
Ama, bir baktığımızda,
gerçekten, değerli arkadaşlarım, bu kirlenmenin, tarımsal yönden, endüstriyel
yönden ve yine, çarpık kentleşme dediğimiz bu kentleşmenin, Kızılırmak gibi,
böyle, önemli bir ırmağın ne şekilde tehlike altında bırakıldığını 1998'den
sonra özellikle görmekteyiz. Dünyanın ekolojik dengesinin, iklimlerinin
değişmesinden tutunuz da, her türlü değişikliğe uğrayabilecek diğer doğal
şartları içerisinde Kızılırmak'ın da bu şekilde tehdit altında bulundurulması,
Türkiye'ye çok önemli kayıplar verecektir; çünkü, böyle bir ırmağın üzerinde
Hirfanlı gibi çok önemli hidroelektrik santralının bulunduğu ve bundan sonra da
üzerinde oldukça hidroelektrik santralının yapılmasıyla ilgili çalışmalarının
bulunduğu da bir gerçektir.
Biz, en yakını olarak
Çorum sınırları ve havzasından geçen Kızılırmak üzerinde de, 1995 yılında
ihalesi yapılmış olan Obruk Barajının da, hidroelektrik açısından, gerçekten
Türkiye'ye çok büyük katkı sağlayabileceği bir baraj olduğunu burada vurgulamak
istiyoruz; ancak, maalesef, 1995'ten bugüne kadar Obruk Barajının da,
hidroelektrik üretimi açısından, Çorum'da olumlu bir şekilde bugüne kadar bir
sonuç alınabilmiş olamamanın da üzüntüsünü çekmekteyiz; bunu ifade etmek istiyorum
değerli arkadaşlarım.
Hidroelektrik olayının,
termik santrallarla ilgili yaratılan tehlikelerin yüzde 1'i kadar olmadığı
gerçeğini de artık bilimsel veriler ortaya çıkartmıştır. Ama, bir bakıyoruz ki,
Adalet ve Kalkınma Partisi, Sinop gibi, Türkiyemizin en gözde illerinden,
Karadenizimizin incisi bir ilimizin, gerçekten, termik santral kurulmak
suretiyle, oranın hem denizini öldürmek hem çevresini öldürmek gibi bir
kararını vermesinden de, çevreye vermiş olduğu önemin ne derece olduğunu bütün
kamuoyu bilmektedir, biliyor.
Yine, yakında çıkarılmış
bulunan Çevre Kanununda, Sayın Çevre Bakanımızın, Meclis sıralarında
yapayalnız, boynu bükük bir şekilde kalmış olmasını da kamuoyu çok çok iyi
bilmektedir; çünkü, çıkarılan Çevre Kanunuyla, gerçekten, amacına ulaşamayacak
bir çevre korumasının da ortaya çıkmış olduğunu bizler görüyoruz, kamuoyu
biliyor, çok iyi okuyor bunu.
Biz, o zaman söyledik,
Türk Ceza Kanununun 184 üncü maddesindeki, çevrenin kirletilmesine ilişkin
olmak üzere verilen hapis cezalarının ertelenmiş olmasının sebebini
anlayabilmenin mümkün olmadığını, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, dile getirdik;
ama, maalesef, Adalet ve Kalkınma Partisi, şu andaki İktidar bunu hiçe saydı,
elinin tersiyle görmezlikten geldi ve Çevre Kanunu adı altında yeni bir kanun
çıkarmakla, sözümona, çevreyi koruyacaktı, çevreye verilen tahribatı önlemeye
çalışacaktı; ama, öyle bir kanunun da dayanağı olmadan, temeli olmadan,
boşlukta yüzen bir yaprak gibi, burada, Sayın Bakanımızın Meclis sıralarında
yapayalnız kalmış olması da, öyle bir kanunun Türkiye'ye hiç de olumlu bir şeyler
getirmediğini gözlemledik; bu, tarihe geçti değerli arkadaşlarım.
Cumhuriyet Halk
Partisinin, her konuda olduğu gibi, çevre konusunda da vermiş olduğu, yapmış
olduğu uyarılara Adalet ve Kalkınma Partisi tarafından hiçbir şekilde ciddî
olarak yaklaşılmadı. Biz istiyoruz ki, uluslararası çerçevelerde olmak üzere,
Anayasamızda az önce belirtmiş olduğumuz amir hükümler çerçeveleri
doğrultusunda olmak üzere, böyle bir araştırma önergesinin, mutlaka ve mutlaka,
hiçbir siyasî ayırım gözetmeksizin, şu anda bulunan değerli milletvekili
arkadaşlarımızın oylarıyla bu araştırma önergesinin gündeme alınmasının,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, elbette, biz, lehinde olduğumuzu ve bu
şekilde oy vereceğimizi bildiriyoruz ve sizlerden de buna destek vermenizi özellikle
istirham ediyorum.
Değerli arkadaşlarım,
uluslararası…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
FERİDUN AYVAZOĞLU
(Devamla) - Sayın Başkanım,
bitiriyorum.
Dünyadaki ekolojik
dengeler çerçevesinde bozulan, dünyanın dengesinin Türkiye çapında ve dünya
çapında, Birleşmiş Milletler çerçevesinde olmak üzere ele alınan ve Kyoto
Sözleşmesi dediğimiz, iklimlerin değişikliğine ilişkin sözleşmeler kapsamında
da Türkiyemizin daha fazla olumsuz etkilenmemesi için bu tür araştırma
önergelerine lütfen ciddî bir şekilde kulak veriniz. Lütfen, artık, burada, bu
tür araştırma önergelerinin görüşülmesine, sizler, siyasî parti, İktidar
Partisi olarak taraf tutmayınız. Geliniz, biz böyle bir önerge verdiysek, bunun
ciddî bir şekilde bugün Kızılırmak
üzerindeki tehditleri oluşturduğunu söylüyoruz, yarın bir gün, Sakaryasından
tutunuz Fıratına kadar, Diclesine kadar bütün akarsularımıza ve denizlerimize
de böyle tehditlerin devam edeceğini, ekolojik
dengelerin değişmekte olduğunu, burada hep birlikte hüküm altına alalım, hep
birlikte Meclis iradesini imza altına alalım değerli arkadaşlarım.
Adalet ve Kalkınma
Partisi olarak sizlerden bunu bekliyoruz. Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun
vermiş olduğu bu Danışma Kurulu önerisini şahsım adına desteklediğimi ifade
ediyorum. Geliniz, siz de elinizi vicdanınıza koyunuz. Yarın bir gün, çevre
hususunda ne yaptınız denildiğinde, sizlerin verebileceği ve belki onlarca,
Anadolu'ya giden milletvekili arkadaşlarımızın, Anadolu'ya giderken,
Karadeniz'e giderken üzerinden geçmiş olduğu Kızılırmak'a karşı vermiş
olduğumuz, verebileceğimiz o sorumluluğu, türkülere konu olmuş o ırmağımıza hiç
olmazsa gereğini öyle yerine getirelim ve ekonomik yönden, sosyal yönden,
stratejik yönden çok olumlu bir şekilde hidroelektrik kaynağı olabilecek bu
ırmağın kirletilmesinin sebeplerini Meclis araştırması olarak hep birlikte
olumlu bir şekilde değerlendirelim ve bu şekilde oy verelim diyorum; şahsım
adına ve Cumhuriyet Halk Partisi adına da teşekkürlerimi sunarak, hepinize saygılar, sevgiler sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Lehte ikinci söz
istemi, Kırşehir Milletvekili Hüseyin Bayındır'ın.
Buyurun Sayın Bayındır.
(CHP sıralarından alkışlar)
HÜSEYİN BAYINDIR
(Kırşehir) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
24.11.2004 tarihinde
verdiğimiz Kızılırmak'la ilgili araştırma komisyonu kurulması yönündeki
önergemiz, bugün buraya tekrar Cumhuriyet Halk Partisi Danışma Kurulu önerisi
olarak getirildi. Kızılırmak'ın sorunlarını, Kızılırmak'tan akan sudaki
kirliliği, insanlara, geçtiği yerlere, bölgeye hayat veren bu pınarın
sorunlarını yerinde görmek, incelemek için sizinle iki yıla yakındır mücadele
ediyoruz. Bugün de burada Cumhuriyet Halk Partisi Grubu bu öneriyi getirdi.
Şimdi ben merak
ediyorum... Çevreye duyarlı olması gereken, hele bölgesinde Kızılırmak'ın
geçtiği hem Cumhuriyet Halk Partili hem de AKP'li milletvekillerine
sesleniyorum: Bir araştırma komisyonu kurulduğunda, bu komisyon sorunları yerinde
inceleyip irdelediğinde, bu sorunlarla ilgili bilim adamlarından
faydalanıldığında, çözüm önerileri bulunduğunda, bu çözüm önerileri yaşama,
hayata geçirildiğinde ne gibi kaybınız olabilir?! İktidarın ne gibi kaybı
olabilir, AKP Grubunun ne gibi kaybı olabilir; doğrusu ben merak ediyorum.
Kızılırmak, adına
türküler yazılan bir ırmaktır. Irmak boyunca 9 tane ilden; Sivas'tan,
Kayseri'den, Nevşehir'den, Kırşehir'den, Kırıkkale'den, Ankara'dan,
Çankırı'dan, Çorum'dan, Samsun'dan geçer Kızılırmak ve bölgeye, geçtiği yerlere
hayat verir, yaşam verir. Ama, son dönemlerde, Kızılırmak'ın içinde bulunduğu
bu kirliliği, yeniden kurtarma adına bu araştırma önergemizin gündeme
alınmasını Yüce Heyetinizden bir kez daha talep ediyoruz.
Bir zararınız
olmayacak, korkmayın bundan; kurulacak
komisyon Meclise çok fazla külfet ve yük getirmeyecek; ama, içinde bulunduğu
Kızılırmak'ın sorunlarının çözümüne katkı sunacaktır diye düşünüyorum.
Anadolu bozkırının hayat
suyudur Kızılırmak Nehri; cana can katar, çiçeğe, böceğe, Anadolu insanına,
toprağına… Kızılırmak, 1 355 kilometre uzunluğuyla ve kendisine katılan sayısız
dereleri, çaylarıyla Türkiye'nin en uzun nehridir. Son zamanlarda,
Kızılırmak'taki suda ağır metallerin bulunduğu ve bu nedenle, hiçbir şekilde
içilmesinin mümkün olmadığı söylenmektedir. Kızılırmak'a, geçtiği bölgelerdeki
sanayi kuruluşları tarafından bırakılan atıklar, nehrin suyunu kirletmektedir
ve kirlilik her geçen gün artmaktadır. Yaklaşık iki yıl önce Kızılırmak'ta ciddî
şekilde toplu balık ölümleri gerçekleşmiş ve o günden bu yana kirlilik için
önlem alınmadığını hep birlikte gördük, buna da destek sunmadınız.
Kızılırmak'ın geçtiği
bölgelerdeki sanayi tesislerinden nehre atık bırakılması en önemli kirlilik
nedenidir. Irmak suyunda ciddî oranda ağır metal vardır. Cıva ve kurşun gibi
maddeler, balıklarda da bulunuyor. İçme suyu olarak arıtılıp kullanılamıyor ve
artık bundan sonra da, tarım alanında kullanılamayacak kadar kirlendiğini
düşünüyoruz.
Dedik ya, adına şiirler
yazıldı Kızılırmak'ın ve bir şair dörtlüğünde diyor ki:
"Daima bulanın, asla
durulman,
Nedir bu sendeki hal,
Kızılırmak?
Çağlayıp akarsın, hiç mi
yorulman?
Seni zapteylemez göl,
Kızılırmak.
Bahar gelir, bulanırsın,
coşarsın,
Dalga vurur, kenarlara
taşarsın.
Dünya kurulalı böyle
yaşarsın,
Tükenmez ömrün var, bol,
Kızılırmak."
Bu şiirde olduğu gibi, bu
Kızılırmak'ın ömrünü tüketmeyelim diyorum.
Bugün, Kızılırmak
havzasında gerektiği gibi kontrol altında tutulamayan tarımsal, evrensel ve endüstriyel
atıklar nedeniyle oluşan kirliliğin korkunç boyutlara ulaştığı açık açık
görülmektedir. Bölgedeki kirliliğin en önemli nedenlerinden birisi, altyapısız
ve plansız kentleşme olgusudur. 1998 yılında Kızılırmak boyunca sıralanan
yerleşim birimlerinin hiçbirinde evrensel atık su arıtma tesisi bulunmadığı
düşünüldüğünde, çevre kirliliğinin ulaştığı boyut daha iyi görülecektir.
Belirtilen yıldan sonra kirliliğin önlenmesi için çeşitli önlemler alınmasına
karşın, kirliliğin kabul edilebilir sınırlar içine çekilemediği de
görülmektedir.
Bölgedeki çevre
kirliliğinin bir diğer önemli nedeni de, havza etrafında sıralanan sanayi
tesisleridir. Sanayiden kaynaklanan ve arıtılmaksızın deşarj edilen atıkların
çevreye verdikleri zarar önemli boyutlardadır. Ayrıca, tarımsal faaliyetler ve
hayvancılıktan kaynaklanan etmenler de önemli çevre kirliliğine neden
olmaktadır. Kızılırmak'ın neden olduğu tarımsal, evrensel ve endüstriyel
kirlilik Hirfanlı Baraj Gölü gibi bölgede yer alan sulak alanları da tehdit
etmektedir.
Günümüzde, su,
sürdürülebilir kalkınma için gerekli, önemli kaynaklardan birisidir. Rakamlar,
ülkemizin sınırlı miktarda su varlığına sahip olduğunu göstermektedir.
Türkiye'nin gelecek nesillere sağlıklı ve yeterli su bırakabilmesi için,
kaynaklarını çok iyi koruyup, akılcı kullanması gerekmektedir. Bu ise,
sürdürülebilir kalkınma anlayışı çerçevesinde bu kaynakların rasyonel bir
biçimde kullanılması amacına, ancak çevreyle ilgili stratejilerle uyum sağlanması
durumunda ulaşılabileceğini ortaya koymaktadır. Ne yazık ki, hayata geçirilen
uygulamalarda bu uyuma özen gösterildiğini de söylemek, maalesef, mümkün
değildir.
Kısacası, Kızılırmak'ın
boynu büküktür. İçerisinden geçtiği 9 tane il, 30'un üzerinde ilçe ve 100'ün
üzerinde Kızılırmak köylüsü, bugün, bizim konuşmalarımızı dikkatle
dinlemektedirler. Bugün, burada, alınacak kararla, Kızılırmak'ın kirliliğine
bir çözüm bulunabilmesi için önerimizin gündeme alınmasını tüm Heyetinizden
açık yürekle rica ediyorum ve bundan korkulacak bir şey olmadığını da söylüyorum.
Cumhuriyet Halk Partisi
Grubunun bu önerisine benim de katkım olsun diyen sayın milletvekillerine hodri
meydan diyorum ve son sözüm de şu: Lütfen, elinizi vicdanınıza koyun, geçerken
yollarda Kızılırmak'a bakarken, utanmayın, Kızılırmak sizi utandırmasın
verdiğiniz oylarla diyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Süreniz içinde
kaldığınızdan dolayı teşekkür ediyorum.
Kabul edenler…
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Karar yetersayısı istiyorum.
BAŞKAN - Karar
yetersayısı arayacağım.
Cumhuriyet Halk Partisi
Grubunun, İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır;
okuttum, şimdi oylarınıza sunacağım ve karar yetersayısı arayacağım.
Kabul edenler… Kabul
etmeyenler…
Karar yetersayısı
yoktur;10 dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati : 15.33
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 15.46
BAŞKAN: Başkanvekili Ali DİNÇER
KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 110 uncu Birleşiminin Üçüncü
Oturumunu açıyorum.
VI.-
ÖNERİLER (Devam)
A) SİYASÎ
PARTİ GRUP ÖNERİLERİ (Devam)
1.-
(10/233) esas numaralı Meclis araştırması
önergesinin öngörüşmesinin, Genel
Kurulun 1.6.2006 Perşembe günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin CHP
Grup önerisi (Devam)
BAŞKAN - Cumhuriyet Halk
Partisi Grubunun, İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre verdiği önerinin oylamasında
karar yetersayısı bulunamamıştı. Şimdi oylamayı tekrarlayacağım ve karar
yetersayısı arayacağım.
Cumhuriyet Halk
Partisinin önerisini kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yetersayısı vardır;
kabul edilmemiştir.
Alınan karar gereğince,
gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmına geçiyoruz.
Bu kısmın 1 inci
sırasında yer alan, geleneksel Türk el sanatları üretici ve sanatkârlarının
sorunlarının araştırılarak, el sanatlarının geliştirilmesi, korunması ve
gelecek kuşaklara aktarılması için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca
kurulan (10/128) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonunun 1006 sıra sayılı
raporu üzerindeki genel görüşmeye başlıyoruz.
V. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
4.- Kütahya Milletvekili Hasan Fehmi Kinay ve 39
milletvekilinin, geleneksel Türk el sanatları üretici ve sanatkârlarının
sorunlarının araştırılarak, el sanatlarının geliştirilmesi, korunması ve
gelecek kuşaklara aktarılması için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergesi ve Meclis Araştırması
Komisyonu Raporu (10/128) (S. Sayısı: 1006) (x)
BAŞKAN - Komisyon?..
Burada.
Hükümet?.. Burada.
İçtüzüğümüze göre Meclis
araştırması komisyonunun raporu üzerindeki genel görüşmede ilk söz hakkı önerge
sahibine aittir. Daha sonra, İçtüzüğümüzün 72 nci maddesine göre siyasî parti
grupları adına 1'er üyeye, şahısları adına 2 üyeye söz verilecektir. Ayrıca,
istemleri halinde Komisyon ve Hükümete de söz verilecek, bu suretle Meclis
araştırması komisyonu raporu üzerindeki genel görüşme tamamlanmış olacaktır.
Konuşma süreleri
Komisyon, Hükümet ve siyasî parti grupları için 20'şer dakika; önerge sahibi ve
şahıslar için 10'ar dakikadır.
Komisyon raporu 1006 sıra
sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Rapor üzerinde söz alan
sayın milletvekillerinin isimlerini okuyorum: Önerge sahibi henüz istekte
bulunmadı. Gruplar adına Nadir Saraç, Zonguldak Milletvekili, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına; Muharrem Doğan, Mardin Milletvekili, Anavatan Partisi
Grubu adına; Hasan Fehmi Kinay, Kütahya Milletvekili, Adalet ve Kalkınma
Partisi Grubu adına.
(x) 1006 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
İlk söz Sayın Nadir
Saraç'ın, Cumhuriyet Halk Partisi Zonguldak Milletvekili.
Bir dakika yalnız, önerge
sahibi henüz bizden söz isteminde bulunmadı. Şimdi geliyor önerge sahibinin
talebi.
Önerge sahibi olarak Alim
Tunç Bey mi görüşecek?
Şahısları adına da Mevlüt
Coşkuner, Isparta Milletvekili ve Mehmet Kılıç, Konya Milletvekili sıradalar.
Şimdi, ilk söz, önerge
sahibi Sayın Alim Tunç'ta, Adalet ve Kalkınma Partisi Uşak Milletvekili.
Buyurun Sayın Tunç. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
Süreniz 10 dakika.
ALİM TUNÇ (Uşak) -
Teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Kütahya Milletvekilimiz Hasan Fehmi Kinay ve 39 arkadaşımız
tarafından 25 Eylül 2003 tarihinde verilen, geleneksel Türk el sanatlarının
geliştirilmesi, korunması, gelecek kuşaklara aktarılması ve bu sanat dallarında
çalışarak geçimini temin eden üreticilerin içerisinde bulunduğu sorunların
araştırılarak alınması gereken önlemlerle ilgili kurulan araştırma komisyonu
raporu üzerinde önerge sahipleri adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Üzerinde yaşadığımız bu
topraklar, tarih boyunca, birçok kültürün beşiği sayılmıştır; bunun yanı sıra,
çok çeşitli ve zengin el sanatlarının merkezi olarak da ün yapmıştır.
Anadolu topraklarının
insanı, sevdasını, acısını, sevincini çeşitli biçimlerde ortaya koymuştur.
Sözde anlatamadıklarını, çoraba, kilime, dokumalara bir küçük nakışla dile
getirmişlerdir. Geleneksel Türk el sanatları, Anadolu'nun binlerce yıllık
tarihinden gelen çeşitli uygarlıkların kültür mirası ile kendi öz değerlerini
birleştirerek, zengin bir mozaik oluşturmuştur.
Değerli arkadaşlar,
ülkemizde, hemen her yörede, halkımızın icra ettiği çeşitli el sanatları
mevcuttur. Geleneksel el sanatları, kültürümüzün bir parçası olmakla birlikte,
bu sanatlarla uğraşanların geçim kaynağı olmuştur. Özellikle dokumacılık,
Anadolu'da çok eskiden beri yapılagelen, çoğu yörede geçim kaynağı olmuş ve olmaya
devam eden bir el sanatıdır.
Geleneksel Türk el
sanatlarına ilişkin tüm sorun ve eksikliklerin giderilmesi, ancak çeşitli kurum
ve sivil toplum kuruluşlarının bir araya gelmesiyle yürütülecek bir geniş
katılımlı proje çerçevesiyle gerçekleşebilecektir.
Bugün, ülkemizin çeşitli
yörelerinde genellikle usta-çırak ilişkisi ve eğitim yoluyla geçmişten günümüze
ulaşan yörelere özgü el sanatlarımızın bazı alanları devam etmekte, bazısı ise
yok olmaya yüz tutmaktadır. Örneğin, 17 nci, 18 inci ve 19 uncu Yüzyıllarda
Uşak halı ve kilimleri İngiltere ve Fransa'ya kadar ulaşmış, Hollanda ve
İngiltere'deki yüksek sınıfa mensup ailelerin evlerinde Uşak halıları yer
almıştır. Yine, İzmir Atatürk Müzesi salonu da Uşak halısıyla döşelidir.
Avusturya'da bağımsızlık anlaşması Uşak halısı üzerinde imzalanmıştır. Yine,
Birleşmiş Milletlerin birçok odasında Uşak halısı serilidir. Ancak, bugün, ucuz
makine halısı, Çin, Hindistan ve Pakistan gibi ülkelerde üretilen taklitlerle
ve ucuz işçilikler nedeniyle bu halılarımız unutulmaya yüz tutmaktadır, üretimi
gittikçe azalmaktadır.
Yine, Uşak-Eşme İlçemizde
tamamen el emeği, göz nuru ve kök boyasıyla yapılan kilimler, desen, dokuma ve
kalite olarak diğer kilimlerden çok farklıdır. Kız çocukları 7-8 yaşlarında
annelerinin yanında tezgâha oturur ve kilim dokumaya başlarlar Eşme'de.
Dokuduğu kilime duygularını, umutlarını, hayallerini katarlar. Yani, kilimi
hayatın bir parçası haline getirmişlerdir.
On yıldır uluslararası
kilim festivali yapılmasına rağmen, kilimcilik sektörümüz bir türlü
canlanamamıştır.
Değerli arkadaşlar, söz
sırası gelmişken, 23-24-25 Haziranda Uluslararası Eşme Kilim Festivalimizin 11
incisi yapılacaktır; tüm arkadaşlarımızı ve tüm vatandaşlarımızı buraya davet
ediyorum.
Değerli arkadaşlar,
öncelikle kaybolmaya yüz tutmuş el sanatlarımızla uğraşan ustalarımıza sahip
çıkarak, onların sağlıklı çalışma ortamlarında sanatlarını icra etmelerini,
çeşitli sosyal imkânlara sahip olmalarını, bilgi ve tecrübelerinin ilgili eğitim kurumlarıyla iç içe değerlendirilmesini
sağlamalıyız.
Modern yaşamın gereği pek
çok ürünün hizmete sunulduğu bir ortamda, el sanatları, ihtiyaçtan çok, zevke
hitap etmekte; son yıllarda geleneksel el sanatlarının önem kazanması,
ülkemizde kültüre olan ilginin artmasından değil, diğer ülkelerden gelen talep
etkisiyle oluşan modadan kaynaklanmaktadır. Bu ilginin canlı tutulması ve
süreklilik gösterme yollarının aranmasıyla ülkemize ekonomik açıdan
küçümsenmeyecek boyutta girdiler sağlanacaktır.
Değerli arkadaşlar,
geçmişten bugüne kadar taşınan ve ülkemizin kültür tarihi açısından önemli olan
kültürün maddî ürünlerinin, ülke tanıtımında ve ekonomik değer anlamında
tüketimine sunulurken, bu ürünlerin kültürel boyutunun bilinmesi ve geleceğe
taşınmalarında gerekli özenin gösterilmesi de gerekmektedir.
Kendi öz kültürümüzü
tanımayı ve tanıtmayı amaçlayan, aynı zamanda da bilimsel, düşensel ve duyarlı
güce sahip bireyler yetiştiren geleneksel Türk el sanatları bölümlerinin eğitim
seviyelerinin yükseltilmesi de gerekmektedir.
Geleneksel el sanatlarımızın
yaşatılması ve gelecek kuşaklara aktarılmasında karşılaşılan kültürel, tarihsel
ve sanatsal sorunlar yanında, önemli sorunlarından biri de ekonomik
sorunlardır. Bacasız sanayi olarak da nitelendirilen, en az sabit yatırımla en
çok istihdam sağlayan el sanatları sektörü, ekonomik istikrarın sağlanması, iç
göçlerin önlenmesi, sosyal dayanışmanın sürdürülebilmesi açısından da günlük
yaşantımızda oldukça önemli yer tutmaktadır,
Üretimde kullanılan
işgücüne ödenen ücretlerdeki artışlar ve işgücünün sosyal güvenlik
zorunluluğunun getirdiği ek maliyetler yanında, geleneksel Türk el sanatı ve
halk plastik sanatı ürünlerindeki talebin daralması, kalfa ya da çırak gibi yardımcı işgücü istihdamı yerine, bu
ihtiyacın, bizzat usta tarafından giderilmesi
sonucunu doğurmaktadır. Ayrıca, bu ürünlerin hammadde tedariki ve pazar
sorununun yanı sıra, günlük hayatta yeterli kullanım alanı bulunmaması
nedeniyle, ekonomik getirisinin düşük olması, üreticileri geçim sıkıntısına
düşürmekte, bunun sonucu olarak da zaman içerisinde bazı el sanatı dallarında
yeni ustalar yetişememektedir.
Değerli milletvekilleri,
geleneksel el sanatları dalları hayatın içinde barınarak bugünlere gelmiştir.
Sanat, kullanım eşyasına dönüşerek yaşamış, tüketicisine sadece bir ihtiyacı
gidermek üzere değil, onu estetik yapan tüm unsurlarıyla birlikte yaşamıştır.
El sanatlarında yaşanan
en önemli sorunlardan bir tanesi de hammadde teminidir. Değişen üretim şartları
yeni meslek gruplarını oluştururken var olan bazı meslekleri de olumsuz etkilemektedir.
Örneğin, geçmiş yıllarda ülkemizde hayvancılık önemli bir geçim kaynağıyken,
hayvancılıktaki azalma ya da sanayinin artması, dokumada hammadde sıkıntısı
yaşanmasına sebep olmaktadır.
El sanatlarının yaşadığı
bir diğer sorun da, çok farklı kurum ve kuruluşların belirli el sanatları
üzerinde yoğunlaşarak, geri kalanlara hiç değinmeden, birbirlerinden habersiz
aynı el sanatını desteklemesi ve sonuçta masrafın boşa çıkmasıdır. Yani,
genellikle halı kilim konusunda çalışmalar yapılmakta, kurslar açılmaktadır;
ancak, yeni öğrenilerek dokunmuş bir halı -çok iyi örnekleri mevcutken- alıcı
bulamamaktadır. Bu sebeple, harcanan emek, zaman ve imkânlar boşa gitmektedir.
Değerli arkadaşlar,
günümüzde geleneksel el sanatlarımızın yaşadığı sorunları hafifletmek amacıyla
daha çok destek unsuru bulunmaktadır. Bu destek, devletimizin yürüttüğü
çalışmaların yanı sıra, özel sektör ve sanatsever kişilerin yakın ilgisiyle
oluşmaktadır.
Günümüzde geleneksel el
sanatlarımızın yaşadığı sorunları hafifletmek adına eskiye oranla daha çok
destek unsuru bulunduğunu belirtmeliyim. Her ilde vali, belediye başkanlarımız
geleneksel Türk el sanatlarının korunması, geliştirilmesi ve gelecek kuşaklara
aktarılması amacıyla sergiler düzenlemekte, tanıtım faaliyetlerine katkılar
sağlamaktadır. Bundan da önemlisi, Kültür ve Turizm Bakanlığımızın konuya bütün
yönleriyle sahip çıkmasıdır. Yüce Meclisimiz de Kültür Yatırımları ve
Girişimlerini Teşvik Kanununu çıkarmıştır.
Şunu unutmayalım ki,
milletçe sahip olduğumuz kültürel değerlerin korunması ancak yaşatılmasıyla
mümkündür. Bu kültürel mirası yaşatan kişilerin, eşsiz sevgi ve sabır
duygularıyla ve hepsinden önemlisi, yetenekleriyle bu işi başardığını
unutmayalım.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı.
BAŞKAN - Buyurun.
ALİM TUNÇ (Devamla) -
Bitiriyorum Sayın Başkanım.
Değerli arkadaşlar, bu
konuda altı aydır emek veren değerli komisyon üyeleri, çok değerli
çalışmalarını, bugün, burada sunacaktır.
Ben, çok önemli olan el
sanatlarımızın korunması, geliştirilmesi adına, bu çalışmada emeği geçen bütün
arkadaşlarımızı tebrik ediyorum.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Komisyonun da söz istemi var.
İstediği an konuşma
hakkına sahip olduğu için soruyorum: Şimdi mi konuşmak istiyor Komisyon adına
Isparta Milletvekilimiz Sayın Recep Özel, sonra mı?
(10/128) ESAS NUMARALI
MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI RECEP ÖZEL (Isparta) - Sonra konuşacağım.
BAŞKAN - Peki.
Şimdi, gruplar adına
konuşmalara geçiyoruz.
Cumhuriyet Halk Partisi
Zonguldak Milletvekili Nadir Saraç, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
konuşacak.
Buyurun.
Süreniz 20 dakika Nadir
Bey.
CHP GRUBU ADINA NADİR
SARAÇ (Zonguldak) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; geleneksel Türk el
sanatları üretici ve sanatkârlarının sorunlarının araştırılarak el sanatlarının
geliştirilmesi, korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması için alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla, Kütahya Milletvekilimiz Sayın Hasan
Fehmi Kinay ve 39 arkadaşımızca verilen Meclis Araştırması Komisyonu raporuna
ilişkin görüşlerimi ifade etmek üzere, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz
almış bulunuyorum; hepinizi, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
gündemimizdeki komisyon raporu, öncelikle, yüzbinleri aşan sanatkârlarımızın
içinde yaşadıkları sorunları, olası çözüm yollarını irdelemekle kalmayıp,
kültürel mirasımızın temel yapı taşlarından olan ve maalesef kaybolmaya yüz
tutan el sanatlarımızı gelecek kuşaklara aktarmak ve daha olumlu koşullarda
buna katkı verecek kişi ve kurumların etkinliğini artırma hedefini yaşama
geçirebilmektir. Böylece, kültürel değerlerimizi de sahiplenerek, ulusal bir
perspektifle, sahip olduğumuz kazanımları, Türkiye Büyük Millet Meclisi
ölçeğinde, halkımızla paylaşmaktır.
Bu arada, böylesine
önemli, yaşamsal gördüğümüz bir konunun ilk kez Türkiye Büyük Millet Meclisinde
görüşülebilme olanağını veren, her konuda duyarlılık gösterip, emek veren,
önerge sahibi ve komisyonda görev yapan tüm milletvekili arkadaşlarımız ile
komisyon çalışmalarımıza katkı koyan tüm kurum çalışanlarına; bizzat komisyona
gelerek bilgi sunan, bürokrat, kurum ve kuruluş temsilcilerine; özellikle,
çalışma sürecinin tamamında bizlere büyük katkılar sağlayan Sayın Prof. Dr.
Örcün Barışta Hocamıza şükranlarımızı sunmayı bir görev biliyoruz.
Değerli arkadaşlarım,
kaybolmaya yüz tutan kültürel değerlerimizi korumanın hepimiz için öncelikli
görev olduğunu, tabiî ki, biliyoruz. Bu kültürel birikimi yaşatan, geliştiren
insanların hemen hepsi, eşsiz sevgi ve sabır duygularıyla, daha önemlisi
yetenekleriyle, tüm olumsuzluklara karşın mücadele vermektedirler. El
emeklerini, göz nurlarını, nakış nakış, toprağa, bakıra, deriye ve de ağaca
yansıtırken, bir tür, geçmişimizi de geleceğimize taşıma çabalarını sürdürmekteler.
Hammaddeyi temin etmekle
başlayan süreç, çalışma hayatının öngördüğü koşullara uyma, ekonomilerini
irdeleme, müşterilerine karşı sorumluluklarını yerine getirme uğraşı içindeler
hepsi. O mütevazı gelirlerine karşın, ürünlerinin tanıtımına yönelik sergi ve
fuarları izlemek durumundadırlar. Gelecek kuşaklara aktarılması adına da, yeni
bireyler yetiştirme görevlerini de yerine getirirler.
Peki, bu işlevi yerine
getirirlerken, kimden, hangi kurumdan, ne oranda katkı almaktadırlar? İşte,
tartışılması ve çözümü konusunda -ki, biraz sonra değineceğim- neler
yapılabileceğinin yanıtı, maalesef, halen bulunamamıştır.
Milletimizin,
yüzyıllardır, eşsiz sevgi ve sabır duygularıyla kuşattığı, yetenekleriyle
abideleştirdiği ve günümüze taşıdığı kültürel kimlik miraslarımızdan Türk el
sanatları, insanlığın kültür mirasına ilham kaynağı olagelmiştir; ancak,
geçmişten günümüze yaşayan el sanatlarımız, maalesef, günümüzde, kaybolmaya yüz
tutmaktadır. Bunun, pek çok nedeni olmakla birlikte, en önemli nedeni, bu el
sanatı ürünlerini üreten ustaların giderek yetişememesi, onların çalışmalarını
devam ettirecek yeni ustaların yetiştirilememesidir.
Her biri el emeği, göz
nuru bu ürünlerin üretim aşamaları oldukça zahmetlidir. Ayrıca, günümüzde, bu
ürünlerin malzemelerinin, yani, hammaddelerin tedarik edilmesinde de inanılmaz
sıkıntılar çekilmektedir. Malzemelerin pahalı olması, üretim aşamasının uzun
zaman ve emek getirmesi, üretilen ürünün de pahalı olmasına neden olmaktadır.
Bu da satışları olumsuz etkilemekte ve elde edilecek gelirleri azaltmaktadır.
El sanatları ürünlerinin
üretimlerinin artırılması ve üretilen ürünlere piyasa bulunarak satışların
artırılmasının sağlanması için, yeni yapılacak tasarımlara devlet desteği
zorunlu bulunmaktadır. Ayrıca, bu sanatları icra eden insanların
yetiştirilmesine özel önem verilmesi, usta-çırak ilişkisine dayalı eğitim
yöntemini destekleyecek, sanatkârları ve sanatkâr adaylarımızı motive edecek
eğitim ve teşvik politikalarının uygulanması kesinlikle zorunludur.
Anadolu ve çevresinde
gelişen tarihî akış şeridi içinde, 11 inci Yüzyıldan günümüze on yüzyıllık bir
zaman dilimi içinde, hiç kopmadan, akıp gelen bir çığ gibi büyüyen ürün ve
eserlerden oluşan Türk el sanatları, dünya sanatının kayda değer bir parçasını
oluşturmaktadır.
Değerli arkadaşlarım, 9
Martta başlayıp bir aylık ek süreyle Meclis Başkanlığımıza sunulan ve bugün
Genel Kurul gündemine getirilen Komisyon raporu, el sanatlarımızın geniş bir
şekilde değerlendirilmesine zemin hazırladı.
Komisyon
çalışmalarımızda, el sanatları potansiyelimizin belirlenmesi, ilgili kurum ve
kuruluşların, amaç, ilke ve politikalarının tespiti, el sanatlarımızın tanıtım
aracı olarak kullanılması ve bunun etkinliği üzerinde geliştirilmesi gereken
politikalar, aynı zamanda turistik eşya olan el sanatlarının turizmde satış
olanaklarının artırılması ve benzeri konular alabildiğince irdelendi.
Komisyonca, kamu kurum ve
kuruluşları ile üniversiteler ve sivil toplum kuruluşları temsilcilerinden, el
sanatları ve ilgili faaliyetler hakkında bilgi alındı, sorunlar ve çözüm
önerilerine ilişkin görüşleri dinlendi.
Bu değerlendirmelerde
"el sanatları" kavramından ne anlaşıldığıyla ilgili belirsizlik
olduğunu, şu anda, piyasada, genellikle imitasyon, ticarî mahiyetteki ürünlere
el sanatı denildiğini, oysa, gerçek el sanatlarının, bizim mahallî
zanaatkârlarımızın usta-çırak ilişkisi içerisinde, mahallî coğrafyamızın
verdiği malzemeyle ortaya konulan etnografik ürünler olduğunu, bunların da daha
sonra ticarî ürüne dönüşmüş olduğunu, bu kavramların da ayıklanması, yani, el
sanatları denildiğinde, gerçekten, ikibin yıllık kültürel birikimle Anadolu'ya
getirdiği, coğrafyanın verdiği malzemeyle yapılmış ürünlerin ortaya konularak
bu el sanatlarının betimlenmesi ve ortaya konulması gerektiği vurgulanmıştır.
El sanatlarımızda çok
önemli bir konunun da, el sanatlarındaki pazar ve hammadde açısından devam
etmesi gerekenler ile artık müzelerde izlediğiniz gerekenlerin, bir yol
ayrımının tespit edilmesi gereğini ortaya çıkarmıştır.
Değerli milletvekilleri,
yine, bilgilendirme toplantılarına katılan kamu ve özel kuruluş temsilcilerine
göre, Türkiye'de, kamu ya da özel kuruluşların birlikte yer alacağı bir el
sanatları konseyinin kurulmasının zorunlu olduğu; piyasanın talebi olan ve yeni
tasarımların devreye sokulması, yani, geleneksellikten yola çıkarak yeni
tasarımlar hazırlanması veya yeni tasarımlar konusunda üretici ve sanatçıların
yönlendirilmesi gerekliliği... El sanatlarının kültürümüzün bir parçası
olmasının ürünlere farklı önem yüklediğini, el sanatlarının kültürel mirasımız
olma nitelikleri nedeniyle, gelecek nesillere aktarılmasının zorunlu olması ve
el sanatlarımızın koleksiyon değeri taşıyor olmasının önemli olduğu ve bu
özelliklerin, el sanatlarına, aynı zamanda yüksek ekonomik girdiler sağladığı
da saptanmıştır. Türkiye'de, el sanatlarının, yüzyıllardır usta-çırak ilişkisi
sonucu gelişen zanaatların sürdürüldüğü dükkânlarda ve evlerimizde icra
edildiğini, el sanatları üretimiyle uğraşan işletmelerin çoğunun aile işletmesi
olduğu ve ürünlerin daha çok, geleneksel özellik taşıdığı da unutulmamalıdır.
Geleneksel Türk el
sanatlarına ilişkin tüm sorun ve eksikliklerin giderilmesi, ancak, asıl
sorumluluğu üstlenecek koordinatör bir kurum liderliğinde konuyla ilgili
çalışmış, çalışmakta olan veya projeye katkı sağlayabilecek kurumların ve sivil
toplum kuruluşlarının bir araya gelmesiyle yürütülebilecek geniş katılımlı
proje çerçevesiyle yaşama geçirilebilecektir. Türkiye'deki tüm el sanatlarının
ayrıntılı bir ürün ve üretici envanterinin çıkarılması için, ilgili kuruluşların
katkılarıyla envanter bilgi alanlarının tespitinin yapılması, daha sonra yurt
sathında yapılacak ürün ve usta envanteri çalışmasında elde edilebilecek olan
geleneksel Türk el sanatı veri tabanının, ilgili kuruluşların ortak kullanımına
açılmasının zorunlu olduğu tespit edilmiştir.
Projenin uygulandığı
yörelerdeki el sanatlarının ürün ve meslek standartlarının, Türk Standardları
Enstitüsü tarafından koordine edilecek çalışma gruplarınca belirlenmesinin
kesinlikle zorunlu olduğu görülmüştür.
Ekonomik olarak
kalkınmamış yörelerde söz konusu eğitimlerde ve sürekli üretim aşamalarında
kullanılmak üzere bazı yörelerde ortak kullanım atölyeleri kurulmasının önemi
tartışılmıştır.
Sonuç olarak, el
sanatları üretiminin temelinin ekonomik bir işletme faaliyeti olduğunu, bu
nedenle, faaliyetlerin, araştırma, organizasyon, eğitim, üretim, pazarlama
aşamalarının, birbirini izleyen fonksiyonlar halinde planlı yapılmasının
gerekliliği görülmüştür.
Değerli arkadaşlarım,
Türkiye'de, şu an, yeni açılanlar dahil, resmî ve özel 93 üniversitemiz içinde
el sanatları programı olan 16 üniversitemiz bulunmaktadır. Araştırmaların,
üniversitelerin ilgili fakülte ve bölümlerinden yardım alınarak, el
sanatlarının geliştirilmesinin, öncelikli konuların tespit edilmesi için,
bilimsel araştırmaların da dikkate alınarak, elde edilen bulguların
değerlendirilerek, çalışmaya yön verilmesi gerekmektedir.
Komisyon
çalışmalarımızda, el sanatlarımızın konum ve koşullarının, bilgilerin
derlenmesi adına, tüm illerden bilgi talep edildi ve gerçekten üzücü ki, bazı
illerimizden -isimlerini burada vermek istemiyorum- Komisyonumuza bilgi aktarım
duyarlılığı bile gösterilmedi. 78 ilimizden Komisyona gelen bilgiler
değerlendirilmiş ve bu bilgilerin, birkaç il dışında, istenilen düzeyde
hazırlanamadığına tanık olduk. Sürecin kısıtlı olması nedeniyle, Ankara
Olgunlaşma Enstitüsü, Beypazarı, Denizli, Kütahya, Isparta, Eskişehir, Konya ve
İstanbul illeri, ancak yerlerine gidilerek, el sanatlarımızın içinde bulunduğu
koşulları irdeleme olanağı bulunabildi. Ülkemizin çok farklı bölgelerindeki
farklı el sanatları, yerinde incelenip, sorunları bire bir tespit edilemedi.
Örneğin, Zonguldak'a gidilip, Karadeniz Ereğlimizin Elpek bezi, Çaycuma
Pelemek'i, Bartınımızın tel kırması, Amasramızın ağaç işleri yerinde izlenemedi.
Ünü, ulusal kimliği de aşarak uluslararası platformda da büyük ilgi gören ve
halen birçok devlet başkanımızın elinde bulunup, binlerce konuğa takdim edilen
Devrek bastonunun üretimi ve sorunları ve çözüm yolları gerektiği şekilde
incelenemedi.
Uzun yıllar, Zonguldak'ın
şirin ilçesi Devrek'te belediye başkanlığı yaptık. Bu süreçte, özellikle, Türk
el sanatlarının, gerçekten, çok nadide örneklerinden birisi olan Devrek
bastonunun tanıtımına yönelik, yerel yönetim olarak inanılmaz çabalar içine girdik.
Bunların bazılarında başarılı olduk, bazılarında olamadık. Örneğin, kızılcık
ağacından yapılan Devrek bastonunun hammaddesinin, halen, bulunmasında birtakım
zorluklar yaşanıyor.
Tanıtımına yönelik,
yıllardır -bu yıl 25'incisi kutlanacak olan- "Devrek Baston
Festivali"ni yaptık; ama, Devrek'te, baston çarşıları, bastoncularını
günde yaklaşık 3 000-5 000 insan ziyaret ederek, en azından, Devrek bastonunun
hangi noktalarda olduğu vurgulanıyor; ama, bir Ayasofya Müzemizde bir tek
Devrek bastonu veya diğer el sanatlarımızın tanıtımı yapılamıyor.
Ben, her şeye karşın,
bastonumuzun ve diğer tüm el sanatlarımızın gelişimine katkı veren ve ebediyete
intikal eden tüm ustalarımızı huzurunuzda şükranla anıyor ve halen, bu yüce
uğraşı sürdüren çok değerli baston ve diğer el sanatları ustalarımıza da
huzurunuzda şükranlarımı sunmak istiyorum.
Değerli milletvekilleri,
bütün bu çalışmalar sonucunda, sorun ve öneri olarak; el sanatları
çalışmalarının, değişik bakanlıklarda, değişik şekillerde yürütülmekte
olduğunu; bakanlık olarak, kırsal alanda, köylerde yaşayan, kasabaya, şehre
inme olanağı hiç bulmamış, okuma olanağı olmamış çocuklara yatılı olarak,
Türkiye genelinde, sadece 7 el sanatları eğitim merkezi müdürlüğünde, sadece
eğitim verilmek suretiyle meslek kazandırıldığını... El sanatları çalışmalarının
bir çatı altında toplanıp, bir üst kurul oluşmasının, kesinlikle, gereği
ortadadır.
Türkiye'de, eğitim
sisteminde, el sanatlarında bir çözüm ve geliştirme ışığının görülmediğini;
sanatın, kendi halkının kültürü temeli üzerinde kurulup bugünkü durumuyla
eğitim verilmesi gerektiğini, bizde, Avrupa'dan taşınan temel bilgilerin sanat
diye üretilmekte olduğunu... Halkımızın sanatına hiçbir zaman değinilmemesi
nedeniyle oluşan aksaklıklar saptandı.
Günümüz eğitim sistemiyle
el sanatlarının eğitim-öğretiminin yapılacak durumda olmadığını, geliştirilecek
gibi hiç görünmediğini; yüzyirmi yıldır, el sanatlarına yahut diğer bir deyişle
ulusal sanatlara değinilmediğini; halihazırdaki eğitim kurumunda tekrar ele
alınıp, daha sağlıklı bir duruma getirilmesinin düşünülmesi gerektiği...
"Ulusal sanatlar akademisi" yahut "ulusal sanatlar
enstitüsü" adı verilerek, kendi halkımızın kültürü üzerine kurulacak bir
eğitimin gündemimize yerleşme zorunluluğu bulunmaktadır.
Değerli milletvekilleri,
bir sanatın geleneksel olabilmesi için, halk tabanından destek alıp sevilmesi,
özenle yapılması ve böylece, kuşaktan kuşağa aktarılmasıyla mümkün olabilir.
Yaptığımız tespitlerde, el sanatları tanımında herhangi birliğe varılamamıştır,
doğru bir adlandırma ve sınıflandırma yapılamamıştır. Bugüne kadar yapılan
çalışmaların kıyıda köşede münferit olarak kalması, öncelikle el sanatlarının
ciddî bir enstitü bünyesinde araştırılamamış olmasındandır. Bankaların, el
sanatlarıyla iştigal eden sanatkârların, projelerde, hangi şekilde ve ne kadar
kredi kullandığıyla ilgili bir istatistikî bilgileri bile elimizde
bulunmamaktadır. Geleneksel Türk el sanatlarına ilişkin, ülkemizde, bugüne
kadar sağlıklı bir envanter çalışması, maalesef, yapılamamıştır. Geleneksel el
sanatlarına ilişkin günümüze kadar yapılan araştırmalarda, konunun bütünlüğünün
olmaması, herhangi bir konu seçiminin yapılamaması, araştırma yönteminin
oluşturulamaması tespit edilebilen diğer sorunlardır.
Değerli arkadaşlarım,
üniversitelerimiz, kamu kuruluşlarımız, özel sektör, ülkemizin dört bir yanında
kurulan dernek ve vakıflar, birbirinden habersiz, kendilerince, el sanatlarının
kaybolmaması, hatta gelişimine yönelik çabalarını sürdürmelerine karşın sonuç
ortadadır; el sanatları yok olmakta ve bu övülesi çalışmalar da, el
sanatlarımızın yok olmaya doğru gitmesini engelleyememektedir. Bu anlamda, el
sanatları, insanların bulundukları, yaşadıkları, ürettiği ürünler olduğundan,
istihdamı kendileri oluşturmaktadırlar. Kaybolmaya yüz tutan el sanatlarının
sahiplenilmesi, -reel ekonomiye kazanç sağlanmakta- istihdam sorununun
çözümüne, kısmî de olsa bir katkı sağlayacaktır. Bu sahiplenmeyle, kültürel
gelenekler, örneklerimiz yaşatılacak, gizli ya da açık işsizlik azaltılacak,
mevcut ve atıl duran hammaddelerin üretime kazandırılması halinde millî gelire
önemli katkı sağlanacak, halkın gelir ve yaşam seviyeleriyle birlikte, eğitim
seviyeleri yükselecek, her türlü göçün kısmen önüne geçilecek, kadınlarımızın,
geleneksel el sanatlarının üretime kazandırılması nedeniyle refah ve eğitim
seviyeleri yükselecek, kırsal kesimde yaşayan ve tarımla uğraşan nüfusun boş
zamanlarını üretime yönlendirmesi sonucunu getirecektir.
Değerli arkadaşlarım,
Türkiye Büyük Millet Meclisinde ilk kez oluşturulan bu Komisyonun, televizyon
ve radyolar yoluyla el sanatlarımızın tanıtımına, el sanatlarıyla ilgili
koordinasyonu sağlayacak bir kurulun oluşumuna, finansman sorunlarının çözümüne
katkı verecek düşük faizli kredi teminine, pazarlama sorununun çözümüne,
kaybolmaya yüz tutan bu değerleri koruyacak tasarım enstitüsü kurulmasına,
ulusal ve uluslararası fuarlar düzenlenip, bu fuarlara sanatçılarımızın katılımına,
el sanatları uğraşısı veren insanımızın eğitim kurumlarındaki istihdamına,
sosyal güvenlik sorunlarının aşımına, el sanatlarımıza yönelik atölyelerin
oluşumuna, el sanatlarının endüstriyel dönüşümüne, standardizasyon, markalaşma,
envanter ve sınıflamaya somut çözümler getirmesi dileğimi yineliyor;
Meclisimizin, el sanatlarımızın yaşanan sorunlarının çözümüne somut ve olumlu
katkılar sağlayacağına olan inancımla, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
(Alkışlar)
BAŞKAN - Hükümet adına,
Sanayi Bakanımız Sayın Ali Coşkun söz istedi.
Buyurun Sayın Coşkun. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
SANAYİ VE TİCARET BAKANI
ALİ COŞKUN (İstanbul) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekili arkadaşlarım;
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
El sanatlarımız gibi,
bizi millet yapan, kültürümüzün bir önemli parçası olan konuyu Yüce Meclisin
Komisyonunda derinlemesine inceleyerek, Hükümetimizin çalışmalarına, özellikle
Bakanlığımın çalışmalarına ışık tutacak böylesine bir çalışmayı yaptıkları için
Değerli Başkana ve üyelerine huzurunuzda teşekkür ediyorum; çünkü, hakikaten,
bu konu, yıllarca ihmal edilmiştir.
Bakanlığımız olarak,
önemli bir el sanatı olan halı ve kilimcilik konusundaki çalışmalar bir anonim
şirket statüsüne kavuşturulmuş; fakat, devlet yapısı içinde, adı anonim şirket
olduğu halde arzu edilen gelişme sağlanamamıştı. Zarardan büyük ölçüde
kurtardık, stokları yüzde 30 nispetine indirebildik. Özellikle Güneydoğu
Anadoluda, tezgâh başında, evlerde veya atölyelerde istihdam sağlayan ve aynı
zamanda, pazar bakımından talep olan desenleri dokutmaya başladık; çünkü, daha
önce ölçüsüz olarak dokutulduğu için, maalesef, elde büyük stoklar oluşmuştu;
ama, bu çalışmalar… Baktık ki, Bakanlığımızda, sayılarca el sanatları ve halı
var, tezgâhlarda, depolarda duruyor. Özelleştirme kararı alınmış vaziyetteydi
bizden önce. Bu özelleştirme kararını kaldırdık ve halıcılık el sanatları
enstitüsü kurulmak üzere yasayı hazırladık; şu anda Başbakanlıkta. Ümit
ediyorum, kısa zamanda Yüce Meclisimize sunulur ve böylece, bu el sanatlarımızı
ve halıcılığı, biraz ticarî düşüncenin dışında, kültürümüzün bir önemli parçası
olarak ve ticarî anlamda da istihdam sağlayan bir yapıya kavuştururuz.
Bu bakımdan, Komisyonun
bu raporu bize ışık tutacaktır. Yakında, Mecliste bu enstitü yasası
tartışılırken daha geniş anlamda, zannediyorum, katkılar olacaktır.
Tekrar teşekkür ediyorum;
saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubu adına, Kütahya Milletvekili Hasan Fehmi Kinay. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
Buyurun Sayın Kinay.
MUHARREM DOĞAN (Mardin) -
Sayın Başkan, sizin sıralamanızda Anavatan Partisi sıradaydı; neden değişti?
BAŞKAN - Bir dakika Hasan
Bey.
Bazı özel durumlar
nedeniyle sıra değiştirebiliyoruz talepler üzerine.
MUHARREM DOĞAN (Mardin) -
Nasıl değiştirirsiniz efendim?
BAŞKAN - Zaten, sırayı
belirleme bizim yetkimizde. O nedenle, evet, değiştirerek, Hasan Fehmi Beye söz
verdik; arkasından size söz vereceğiz.
MUHARREM DOĞAN (Mardin) -
Zaten, vermeseniz bile ben çıkacaktım.
BAŞKAN - Değerli
arkadaşlarım, bazen hepinizin benzer talebi olabiliyor. İçtüzük, Divana yetki
veriyor. Bu talepleri karşılarken, sizin istekleriniz doğrultusunda
değişiklikler yapabiliyoruz. Bugün Hasan Fehmi Bey için yaptık, yarın sizin
için yaparız Muharrem Bey; sizin de bir ihtiyacınız olabilir, size de lazım
olabilir bu yetki. Bu yetkiyi, sizin için de kullanırız.
REYHAN BALANDI
(Afyonkarahisar) - Adalet istiyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN - Buyurun Hasan
Bey.
AK PARTİ GRUBU ADINA
HASAN FEHMİ KİNAY (Kütahya)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi,
Ak Parti Grubu adına saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Benden önce değerlendirme
yapan Komisyon üyesi arkadaşlarım, imza sahipleri adına Sayın Alim Tunç'a,
Değerli CHP Milletvekilimiz Nadir Beye yapmış oldukları kapsamlı değerlendirme
için, AK Parti adına ve şahsım adına şükranlarımı arz ediyorum.
Bu yapılan
değerlendirmeler göstermiştir ki, geleneksel Türk el sanatlarıyla ilgili
kurulması yönünde, şahsım ve 39 milletvekili arkadaşım adına vermiş olduğumuz
önerge, ülkemizin geleneksel el sanatlarıyla ilgili, iştigal eden değerli
yurttaşlarımızın önemli bir ihtiyacını gidermek durumundadır.
Biraz evvel, Değerli
Bakanımız Ali Coşkun Bey de, özellikle halıyla ilgili kurulacak olan enstitü
konusunda bir müjdeyi paylaşmıştır Genel Kurulumuzla. Bu da göstermektedir ki,
ilgili bakanlarımız, Komisyon tarafından hazırlanan kapsamlı rapor üzerine,
şimdiden bir yol haritası oluşturma gayreti içindedir. Bu da, yapmış olduğumuz
bu çalışmanın, inşallah, ülkemize, fiilen, pratik anlamda önemli kazanımlar
sağlayacağını göstermektedir.
Söz geleneksel el
sanatlarından açıldığında, ülkemizin yetiştirdiği büyük şair; ama, ondan önce
fikir ve aksiyon adamı Değerli Üstat Necip Fasıl Kısakürek'in plastik el
sanatlarıyla ilgili yapmış olduğu değerlendirmede, en büyük sanatın edebiyat
olduğu yönündeki muhteşem değerlendirmesini, siz, Genel Kurul üyelerimizle
paylaşıyorum. Ne yazık ki, edebiyat konusunda yeterli bir yeteneğim olmadığı
için, geleneksel el sanatları gibi çok önemli bir sanatsal derinliği haiz
konuyu gereği biçiminde savunamayabilirim; bu nedenle, gerek sanatçılarımızdan
gerekse siz değerli milletvekillerimizden şimdiden özür diliyorum.
Değerli arkadaşlar,
önergenin verilme süreciyle ilgili, bu konuyla ilgili bir durumu sizlerle
paylaşmak istiyorum. Bundan yaklaşık onbeş yıl kadar önce, o zaman Kütahya
Ticaret ve Sanayi Odası Genel Sekreteri olarak görev yaptığım esnada
-Kütahya'da, biliyorsunuz, yoğun olarak, geleneksel Türk el sanatlarımızın
içerisinde Türkiye'nin tanıtımına büyük katkı sağlayan çini üretimi
yapılmaktadır- çiniciliğin dünü, bugünü ve yarınıyla ilgili kapsamlı bir
çalışma yapmıştık. Bu araştırma, sektörün içinde bulunduğu sorunlarla ilgili,
yakından tanıma imkânı vermişti, daha sonra da,özellikle çini sektöründe
çalışma imkânı, fırsatı -iş olarak- bulmuştuk.
Yaşanan sorunları yerinde
yaşayarak görmenin etkisiyle, sayıları yüzbinlere varan plastik el
sanatçılarının sorunlarını, öncelikle gönüllü bir milletvekili grubu tarafından
Mecliste desteklenmesi suretiyle bir çalışma başlatmayı planlamıştık; ama, bir
vesileyle, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanımız Sayın Bülent Arınç'ı
ziyaretimde konuyu kendisiyle paylaştığımda, Sayın Meclis Başkanımızın şöyle
bir önerisi oldu: "Bunu, gönüllü bir destek grubu yerine, Türkiye Büyük
Millet Meclisi tarihinde ilk kez yapılacak bir araştırma komisyonuna
dönüştürelim Hasan Bey" dedi ve böylece, 39 milletvekili arkadaşımızın da
imzasını almak suretiyle, başta Sayın Bülent Arınç'ın, Değerli Başkanımızın
imzası olmak üzere, böyle bir çalışma başlatılmış oldu.
Değerli arkadaşlar,
Anayasanın 98 ve İçtüzüğün 104 üncü maddeleri uyarınca, geleneksel Türk el sanatlarının
geliştirilmesi, korunması, gelecek kuşaklara aktarılması ve bu sanat dallarında
çalışarak geçimini temin eden üreticilerin içinde bulunduğu sorunların
araştırılarak, alınması gereken önlemlerin belirlenmesi, sanatkârların içinde
bulundukları sıkıntıların ortadan kaldırılması için, malumunuz olduğu üzere,
bir komisyon teşekkül etmiştir. Komisyonun Başkanlığına, Isparta
Milletvekilimiz Sayın Recep Özel Bey getirilmiştir ve Komisyonumuzda çok sayıda
değerli üye görev almıştır.
Öncelikle, samimî gayretlerine
bizzat şahit olduğum bu değerli komisyon üyesi arkadaşlarımı kutluyorum.
Ayrıca, Komisyona, yoğun mesaileri olmasına rağmen, büyük bir özveriyle,
kurumları adına katılarak, sadece bir resmî görevi yerine getirmenin üstünde,
kültürümüze, milletimize karşı tarihî bir sorumluluk taşımanın bilinciyle
Komisyon çalışmalarına katkıda bulunan değerli kamu görevlilerine,
akademisyenlerimize, Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altındaki idarî
görevlerde bulunan arkadaşlarımıza, AK Parti Grubu adına teşekkür ediyorum.
Değerli milletvekilleri,
komisyon raporu, geleneksel el sanatlarımız için tarihî bir dönüm noktası
teşkil edecektir. Bu, bir milattır; bundan öncesi ve sonrası olacaktır. O
halde, bu Komisyonun kurulmasından önceki duruma bir göz atmalıyız. Esasen, şu
anda da geleneksel el sanatlarıyla ilgili faaliyetlerini sürdüren değerli
yurttaşlarımızın yaşadığı sorunlar devam etmektedir; ancak, son tahlilde
göreceğiz ki, bu sorunların giderilmesi yönünde verilen çabalar somut önerilere
dönüşmüştür. Biraz evvel, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz alan Değerli
Milletvekilimiz Nadir Bey de Komisyon tarafından ortaya konulan önerilere
kapsamlı bir şekilde değinmiştir. Ben de, biraz sonra bunları, belki de, biraz
farklı açıdan değerlendirme fırsatı bulacağım.
El sanatlarıyla ilgili ne
yapılmalıdır; bu, artık, ortaya çıkmıştır. Bundan sonra, ilgili kurumlar
gereğini yapmalı ve biz milletvekilleri ise yapılması gerekenleri özenle takip
etmeliyiz. Bunda parti farkı gözetilmemelidir. Zira, sayıları yüzbinlere veren
sanatkârlarımızın gözü Meclisin üzerindedir. Onlar, iktidarıyla muhalefetiyle
kendi sorunlarına sahip çıkıldığını düşünmekte ve bundan da büyük mutluluk
duymaktadır. Ülkelerine olan güveni artmış; Meclis, gözlerinde, yüreklerinde
bir kez daha büyümüştür.
Sayın milletvekilleri,
siz değerli oylarınızla ve Komisyonumuz da yapmış olduğu samimî gayretlerle
öylesine büyük bir iş başarmıştır ki, el sanatları ustalarımızın işlerine
duyduğu saygı artmıştır. Ustalarımızın gözlerinde umut ışığı yanmıştır, ufuk çizgisi
genişlemiştir. Henüz yapılan bir şey yok diye düşünmeyiniz. Bu Yüce Meclisin
çatısı altına gelen her gündem gibi, el sanatları üreticilerinin sorunları da
çözüme kavuşacaktır; çünkü, burada, milletimizin iradesi tecelli etmektedir.
Artık, ustalarımız yalnız değildir, onlara Yüce Meclisimiz sahip çıkmaktadır.
Değerli milletvekilleri,
Komisyon raporu dikkatle incelendiğinde görülecektir ki, raporun amacı yalnızca
sanatkârların sorunlarını incelemekten ibaret olmamıştır; aynı zamanda,
kültürel mirasımızın yapı taşlarından biri olan el sanatlarını gelecek
nesillere aktaracak kişi ve kurumların etkinliğini artıracak önlemleri
belirlemek olmuştur. Bundan da önemlisi, bizleri millet olma onuruna götüren
kültür değerlerinin tarihsel süreç içerisinde etkilendiği ve etkilediği
medeniyet izlerini Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri aracılığıyla ulusal
perspektifimize kazandırmıştır.
Değerli milletvekilleri,
milletçe sahip olduğumuz kültürel değerlerin korunması, ancak yaşatılmasıyla
mümkündür. Bu kültürel mirası yaşatan kişilerin eşsiz sevgi ve saygı, sabır
duygularıyla ve hepsinden önemlisi yetenekleriyle bu işi başardığını
unutmayalım. Diğer taraftan, geçimlerini el sanatlarına bağlamış bu sabırlı ve
yetenek sahibi kişiler, mütevazı hayatlarını sürdürebilmek için, belki de
herkesten daha çok çalışmak zorunda olmuşlardır. Zira, bir taraftan
ustalıklarını el emeği, göz nuru ile taşa, toprağa ve ellerine geçirdikleri her
türlü malzemeye derinlemesine yansıtırken, diğer taraftan herhangi bir
işletmenin yürütülmesi gereken tüm mükellefiyetlerini de eksiksiz yerine getirmek
mecburiyetindedir. Bu işletmelerimizi, geleneksel Türk el sanatlarıyla iştigal
eden işletmelerimizi diğer işkollarından ayıran temel unsur da budur.
Geleneksel el
sanatkârlarının üretim yapacağı hammaddeyi temin etmek, çalışma hayatıyla
ilgili kurallara uymak, işkoluna göre bakanlıkların kendisinden istediği
ilkelere uymak, muhasebesine bakmak, müşterilerine karşı sorumluluklarını
yerine getirmek; hülasa, herhangi bir işyerinde yürüyen tüm işleri yerine
getirmek konusunda herhangi bir ayrıcalığı yoktur. Sıra, ürünlerin tanıtımına
geldiğinde, müşteri bulabilmek için mütevazı gelirinden ayırabildiği kadarını,
satış yapmayı umduğu firmalara tanıtmak amacıyla sergi ve fuarlara iştirak
etmek üzere harcamaktadır. Bu, şanslı olan sanatkârlarımızdır; zira, bunu
başarabilen sanatkârlarımızın sayıları oldukça azdır. Çoğunluğu ise, geliri
yetmediği halde çalışma fırsatı bulabileceği bir başka iş olmadığı için,
kendisini sanatına mahkûm etmiştir. Her gün ustaca yaptığı işi satın alabilecek
birileri çıkar umuduyla yaşamaktadır. Ne zaman umudunu kaybetse, ustasının
"sabırlı ol, sabır imandandır" nasihatını hatırlar. O, bu sanatı icra
ederken, günlük iaşesinden çok Yaradan'ını anmaktadır. Eliyle verdiği her
şeklin zihnindeki izdüşümü, gönlündeki sevgiyle, inançla şekillenmektedir.
Onu diğer işletme
sahiplerinden ayıran bir başka sorumluluğu daha vardır; çırak yetiştirmek.
Yaptığı işi ustalıkla tamamlamasının dışında, mesleği yaşatmak adına çırak
yetiştirmek durumundadır; Ahilik geleneğini sürdürmenin bilinci içerisinde ve
büyük bir duyarlılıkla.
Gerek sanatın
ustalıklarını kültürel değer sorumluluğuyla işlediği eşyaya aktarmak gerekse
gelecek nesillere bu mirası aktarmak üzere insan yetiştirmek, bizleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisini, bu alana sahip çıkmak adına sorumlu kılmıştır.
Değerli milletvekilleri,
günümüzde geleneksel el sanatlarımızın yaşadıkları sorunları hafifletmek adına,
eskiye oranla daha çok destek unsuru bulunduğunu belirtmeliyim. Bu destek, devletimizin
yürüttüğü çalışmaların yanı sıra, özel sektör ve sanatsever kişilerin yakın
ilgisiyle oluşmaktadır. Her ilde vali ve belediye başkanlarımız, dar bir
bütçeyle de olsa, geleneksel Türk el sanatlarının korunması, geliştirilmesi ve
gelecek kuşaklara aktarılması amacıyla sergiler düzenlemekte, tanıtım
faaliyetlerine katkı sağlamaktadır. Bundan da önemlisi, Kültür ve Turizm
Bakanlığımızın, konuya bütün yönleriyle sahip çıkmasıdır. İl kültür
müdürlükleri ve halk eğitim merkezleri aracılığıyla, el sanatları kursları
düzenlenmekte, ürünlerin sergilendiği ortamlar sağlanmaktadır. Bu yönde Kültür
ve Turizm Bakanımız Sayın Atilla Koç'un gösterdiği yakın ilgi, her türlü
takdirin üstündedir; kendisine bir kez daha teşekkür ediyoruz.
Bu çabalara, bazı
kuruluşların kâr amacı gözetmeksizin sağladıkları maddî ve manevî destekler
eklenmektedir. Ayrıca, Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı dönersermaye
işletmeleri ve Sanayi ve Ticaret Bakanlığına bağlı El Sanatları Dairesi zaman
zaman bu sanatkârlardan alım yapmakta, bunları yerli ve yabancı sanatsever
müşterilere sunmaktadır.
Bütün bu destekler,
sayıları hakkında ancak yüzbinlerce diyerek tahmin yürütebileceğimiz
sanatkârlarımızın sorunlarına tümüyle çare olmadığı için, Yüce Meclis, Kültürel
Yatırımları ve Girişimleri Teşvik Kanunu çıkarmıştır.
Değerli milletvekilleri,
bu kanunun sağlayacağı fırsatları takdim etmeden önce, zihinde oluşabilecek
bazı soruları gündeme getirmek istiyorum. Kültürel mirasın korunması, gelecek
kuşaklara aktarılması konusunda Türkiye başarılı mıdır; bu sorunun cevabı
tereddütsüz evettir. Bu başarının ardında devlet tarafından sağlanan destekler
yer almakta mıdır; bu sorunun cevabı ise, ne yazık ki hayırdır. Tartışmamıza
anlam kazandıracak en önemli noktaya böylece gelmiş bulunuyoruz. Geleneksel
Türk el sanatlarının bugünlere gelişi, aldığı mesafe, var oluş biçiminde, icraî
sanatın amacında gizlidir. Bu sanat dalları hayatın içinde barınarak bugünlere
gelmiştir; yani, Batı'daki gibi hayatın geleneklerinden, ihtiyaçlardan kendini
soyutlamamış, bilakis, ihtiyaçları giderirken bunun içinde kendini bularak,
koruyarak bugünlere ulaşmıştır. Yani, sanat, kullanım eşyasına dönüşerek
yaşamış, tüketicisine sadece bir ihtiyacı gidermek üzere değil, onu estetik
yapan bütün sanatsal yönleriyle ulaşmıştır.
Geleneksel Türk el
sanatları diye bir kültürel değerden
bahsedebiliyorsak, bunun yaşamasını kendi içinde oluşturduğu var oluş
felsefesinden ayrı düşünmemiz mümkün değildir. Bir eşyayı kullanım amacıyla
almak ayrı bir şey, onun fiziksel ve dekoratif özelliklerini oluşturan sanat
değerini almak ayrı bir şeydir. Batı'da sanat soyutlaşırken, onu üretenler dar
bir çevreye sıkışmış; bizde ise, sanat hayatın içinde somutlaşırken
üreticilerin sayısı hızla artmıştır; bu nedenle de Türkiye Büyük Millet Meclisi
Araştırma Komisyonu, kendini, tarihî bir doku üzerinde araştırmada değil,
yaşayan bir değerin zenginliği üzerinde bulmuştur. Komisyon, Anadolu'yu karış
karış büyük bir özveriyle dolaşmış ve her gittiği yerde sanatkârlarımızın gönül
dolusu heyecanıyla karşılaşmıştır. Buna, Kütahya ziyareti esnasında tanık olan
arkadaşlarınızdan biriyim. Kütahya'ya geldiklerinde Komisyon üyelerimiz,
Belediye Kültür Sarayında çinici sanatkârlarımızın salonu hıncahınç
doldurduğunu hep beraber gözlemledik ve sorunlarını da gerçekten çok büyük bir
ustalıkla ortaya koyabilmişlerdi.
Çinici arkadaşlarımız, o
günden bu yana, Türkiye Büyük Millet Meclisini, parti gruplarını üç kez iadei
ziyarette bulunmuşlardır. Büyük bir coşku yaşanmıştır, bir sevgi seli
yaşanmıştır. Tüm ülkemizden, Türkiye Büyük Millet Meclisine, geleneksel Türk el
sanatlarıyla ilgili faaliyet gösteren yurttaşlarımız coşku dolu yürekleriyle
ziyarette bulunmaktadır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlarım; daha önce burada da ifade edilen, 5225 sayılı,
kültüre yatırımı teşvik eden bir önemli yasayı değerlendirme imkânı bulmuştuk.
Bu yasa, kültür alanında yapılan yatırımlara, başta istihdam olmak üzere,
bedelsiz arsa tahsisi olmak üzere, bu tür yatırımları yapan girişimcilere
önemli avantajlar sağlamaktadır. Halen yürürlükte olan bir yasadır. Bu
doğrultuda tüm girişimcilerimizi kültüre, sanata yatırım yapmaya Yüce Meclisin
çatısı altında davette bulunuyorum.
Biraz evvel, Cumhuriyet
Halk Partisi milletvekili arkadaşımız ve imza sahipleri adına konuşma yapan
Alim Tunç Bey, komisyon tarafından ortaya konan raporu, rapor başlığını
değerlendirmişlerdi. Oldukça kapsamlı bir şekilde değerlendirdiler. Benden
sonra söz alacak Komisyon Başkanımız ve diğer milletvekili arkadaşlarımızın da,
mutlaka bu konuya büyük açıklık getirmek durumunda olduğunu düşünüyorum.
Kısaca, bundan sonra -bu
raporun bir milat olduğunu biraz önce ifade etmiştim- geleneksel Türk el
sanatlarında neler değişecek, bunlara değinerek sözlerimi tamamlayacağım.
Tanım konusunda,
gerçekten, geleneksel Türk el sanatlarının büyük bir karmaşa yaşadığını, bu
konuya ilgili duyan veya bu konuyla ilgili olan çevreler gayet yakından
bilmektedir.
Efendim, tanım konusu
niye bu kadar önemlidir; kendisini ifade konusunda, işte "geleneksel Türk
el sanatı" ifadesiyle bu sektör kendini tanımlamış, bu yeterli değil midir
diye, belki de düşünenler olabilir. Tanım konusu olmadığı için, değerli
arkadaşlar, belki de, devlet kademelerinde, çok istenmesine rağmen, destek
konusunda bir model, bir formül geliştirilememiştir. Bu cihetle, tanım konusu,
sektörün kendini tarif etmesi büyük önem taşımaktadır.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Toparlayalım
lütfen.
HASAN FEHMİ KİNAY
(Devamla) - Teşekkür ederim Başkanım; hemen toparlıyorum.
Bu konuyla ilgili
"plastik sanatçı" unvanı akademik çevreler tarafından bu alanla
ilgili sanatçılara verilmekte idi. Bu şekilde tanımlanmaktaydı sanatçılar. Buna
bir ilave yaparak "halk plastik sanatçısı" unvanı teklif edilmektedir
Komisyonumuz tarafından. Bu unvanın kullanılması halinde, belki de, birçok
çalışma zincirleme olarak gerçekleşmiş olacaktır.
Belgelemeyle ilgili
sorunları vardır; bu yönde de Komisyonumuzun önemli önerileri olmuştur.
Eğitim boyutu
tartışılmıştır.
Koruma,
tanıtma ve sergileme konusunda Komisyonumuzun çok somut, doyurucu teklifleri
ortadadır.
Yaşatılması ve bundan
sonrakilerin yararlanma boyutuyla ilgili değerlendirmeleri olmuştur.
Organizasyon ve
koordinasyon konusunda ortaya çıkan zaafların giderilmesine yönelik, hakeza,
değerlendirmesi olmuştur.
Hepsi, birbirinden
kıymetli birçok öneriler ortaya çıkmıştır. Bunların hayata geçirilmesi yönünde,
değerli Hükümetimizin, ilgili bakanların yoğun çaba içerisinde olacaklarını
düşünüyoruz ve milletvekilleri olarak da bizler, bu konuda geleneksel Türk el
sanatkârlarımızın sorunlarına ilişkin çözüm önerilerini takip edeceğimizi bu
vesileyle bir kez daha ifade ediyorum.
Ekonomik boyutun ortaya
çıkarttığı birçok sorun vardır, başta istihdam sorunu olmak üzere. Bu sektörle
ilgili faaliyet sürdüren işletmeler, istihdamda vergi ve benzeri yasal
yükümlülüklerin büyük bir malî külfet teşkil ettiklerini ifade etmektedir.
Geleneksel el sanatlarıyla ilgili ürünlerin fiyatları, ne yazık ki,
Uzakdoğu'dan gelen baskı nedeniyle düşme eğilimindedir. Zaten olağanüstü geçim
sıkıntısı içerisinde olan bu vatandaşlarımızın, özellikle, çalıştırmış
oldukları işçilerin vergi teşvikleriyle ve istihdam üzerinden alınan diğer
teşviklerle ilişkilendirilerek üretim yükünün hafifletilmesinde büyük yarar
vardır.
Finansman konusunda
Komisyon raporunda yine çok ciddî öneriler yer almaktadır.
Son olarak da, pazarlama
konusunda öneriler yer almaktadır.
Ben, sözlerime burada son
verirken, Türkiye Büyük Millet Meclisinin vermiş olduğu destekle kurulmuş olan
Komisyona, gerçekten bu Komisyonda büyük bir çaba içerisine giren, sadece resmî
bir görev değil, onun ötesinde millete karşı oluşan sorumluluk bilinciyle
hareket eden tüm katılımcılara tekrar teşekkür ediyor, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Anavatan Partisi
Grubu adına Mardin Milletvekili Muharrem Doğan. (Anavatan Partisi sıralarından
alkışlar)
Bir durum nedeniyle de
şahıslar arasında sıra değişikliği yaptık. Önce, Konya Milletvekili Mehmet
Kılıç, sonra Isparta Milletvekili Mevlüt Coşkuner konuşacak.
Buyurun Sayın Doğan.
Süreniz 20 dakika.
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA MUHARREM DOĞAN (Mardin) - Teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Geleneksel Türk el sanatları üretici ve sanatkârlarının
sorunlarının araştırılarak, el sanatlarının geliştirilmesi, korunması ve
gelecek kuşaklara aktarılması için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Kütahya Milletvekilimiz Sayın Hasan Fehmi Kinay ve 39 arkadaşımızın
vermiş olduğu Meclis araştırması önergesi ve Meclis Araştırması Komisyonu
raporu üzerinde görüş belirtmek üzere Anavatan Partisi Grubu adına söz almış
bulunuyorum; bu vesileyle Yüce Heyetinizi ve milletimizi şahsım ve Grubum adına
saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
üzerinde yaşadığımız Anadolu toprakları, tarih boyunca birçok kültürün oluştuğu
ve geliştiği bir yer olarak kendini göstermektedir. Güzel Anadolumuz, el
sanatlarının beşiğidir; kültürlerin buluşma noktası, kökü insanlığın başına
kadar giden bir zaman ve renk çemberidir.
Bu kültürel ve el
sanatları zenginliği karşısında elbette sevinçliyiz; ancak, bu tarihî ve
kültürel zenginliğimiz aynı zamanda büyük bir sorumluluğu da beraberinde
getirmektedir. Bu sorumluluk, kültür ve el sanatlarının beşiği olan Anadolu'da
geçmişte ortaya çıkan Türk el sanatlarının korunması, yaşatılması ve gelecek
kuşaklara aktarılması, bütün milletvekillerimizin elbirliğiyle çözmeleri
gereken ortak bir ülke sorunudur.
Değerli milletvekilleri,
geleneksel Türk el sanatları, Anadolu'nun binlerce yıllık tarihinden gelen
çeşitli uygarlıkların kültür mirasıyla kendi öz değerlerimizin birleştirilmesi
zengin bir mozaik oluşturmuştur.
El sanatları, tarih
boyunca ekonomik yaşamın bir parçası olarak ortaya çıkmış, bunun ötesinde,
kültürel değerlerin üretiminde de rol oynamış, uygarlıkların gelişmişlik
düzeyleriyle paralel hale gelmiştir.
Türk insanı, yetenekli
olduğu gibi, aynı zamanda çalışkan ve zevk sahibidir. İşte, el sanatları, tüm
bu zenginliklerimizin harmanlanması sonucu ortaya çıkmıştır.
Günümüzde Türk el
sanatları, görkemli geçmişine rağmen, ciddî sıkıntılar yaşamaktadır. Geleneksel
el sanatlarımız, şehirleşme ve modern üretim usulleri nedeniyle zaman
içerisinde ya gerilemiş ya da tümüyle kaybolma aşamasına gelmiştir. Oysa
geleneksel el sanatlarımız iki açıdan yaşamsal bir öneme sahiptir. Birincisi,
geleneksel el sanatlarımızın ekonomik ve sosyal boyutu vardır. Halen
yüzbinlerce insanımız geçimlerini el sanatları yoluyla elde etmektedirler, çocuklarını
buralardan elde ettikleri gelirle okutmakta ve onurlu bir yaşam mücadelesi
vermektedirler. Aynı zamanda el sanatları, ülkemizin istihdam sorununu çözmekte
ve gençlerimize iş kapısı olmaktadır. Geleneksel el sanatları ürünlerinin
hammaddesi bu ülkenin yerli malıdır. Bu vesileyle, yapılan üretimler ihraç
edildiklerinde, ülke ekonomisine önemli bir katkı sağlamaktadır. İkinci olarak,
geleneksel el sanatları Türk kültürünün gelişmesine ve yaygınlaşmasına zemin
hazırlamaktadır.
Değerli milletvekilleri,
şuna açıkyüreklilikle inanıyorum ki, başta geleneksel el sanatlarımız olmak
üzere, kültürel zenginliğimizin dünyada bir benzeri bulunmamaktadır. Geleneksel
el sanatlarımızın yeterince korunamamasının çokboyutlu değişik nedenleri
vardır. Buna göre, el sanatlarında yaşanan en önemli sorun hammadde teminidir.
Değişen üretim şartları yeni meslek gruplarını oluştururken, var olan bazı
meslekleri de olumsuz yönde etkilemektedir. Örneğin, geçmiş yıllarda ülkemizde
hayvancılık önemli bir geçim kaynağıyken, bugün hayvancılıkta ciddî bir azalma
vardır. 1970'li yıllarda ülkenin nüfusu 41 000 000 iken, küçük ve büyükbaş
hayvan varlık olarak 80 000 000'un üzerinde idi. Bugün ülkemizin nüfusu 73 000
000 civarında olmasına rağmen, küçük ve büyükbaş hayvan varlık olarak 40 000
000 civarındadır; yani, yüzde 50 düşüş vardır. Hayvancılığa önem verilmemesinin
meydana getirdiği olumsuz etki, dokumada da hammadde sıkıntısı yaşanmasına
sebep olmuştur. Geçmişte Mardin'de üretilen keçe işlemeciliğini, şimdilerde
babasından kalan meslek olduğu için, sürdüren sadece bir sanatçımız vardır.
Değerli milletvekilleri,
el sanatları ustalarının belirli bir sağlık güvencesi bulunmaması, gelirlerinin
sabit olmaması, çalıştıkları atölyelerin standartlarının çok düşük olması
nedeniyle, birtakım meslek hastalıklarına yakalanmaları mesleğe olan ilginin
her geçen gün azalmasına, kimi meslek gruplarının yok olmasına neden olmuştur.
El sanatları, yıllardır,
dededen toruna, babadan oğula geçerek usta-çırak geleneğiyle günümüze kadar
gelmiştir. Bu geleneğin sürdürülmesi, istihdamın ve ekonominin güçlenmesi,
ayrıca, işsiz gençlerimizin geleceği açısından son derece önemlidir.
Gençlerimiz, geleneksel
el sanatlarının belirli geliri, sağlık güvencesinin olmadığını, ürettiğini
satamadığı, daha doğrusu bu sanatlarda gelecek görmedikleri için bu mesleklere
yönelmemektedirler.
Oldukça geniş bir alanı
olan el sanatlarımız, başta endüstrileşmenin etkisi olmak üzere, değişen hayat
şartlarına, değer yargılarına, güncel ihtiyaçlara, modaya bağlı olarak
ihtiyaçtan daha çok, zevke hitap etmesinin etkisiyle de, ya eski önemini
kaybetmiştir ya da tümüyle ortadan kalkmıştır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Ankara'nın Beypazarı'nda ve Mardin İlinde yıllardır gümüş
işleme tekniğiyle üretilen gümüş telkari, el sanatları tarihimize ve
kültürümüze ışık tutmaktadır. Telkari el sanatlarının Türk turizmine olan
katkısı gözardı edilemez. Yurdumuzun en önemli telkari merkezleri olan
Beypazarı ve Midyat İlçelerinde üretilen sigara ağızlıkları, tütün kutuları,
çeşitli tepsiler, kemerler, vazolar, şekerlik ve takılar bu ilçelerimizi gezmeye
gelen yerli ve yabancı turistlerin yoğun ilgisiyle karşılaşmakta olup, hoşgörü
anlayışıyla el sanatçısını bütünleştirmektedir.
Bu ilginin canlı
tutulması ve süreklilik gösterme yollarının aranmasıyla ülkemize ekonomik
açıdan küçümsenmeyecek boyutta girdiler sağlayacaktır.
Değerli milletvekilleri,
dünyada Venedik ve Kudüs'ten sonra UNESCO nezdinde dünya miras listesine aday
olmuş tek il Mardin'dir. Sekizbin yıllık insanlık tarihi ve kültür ile özgün
mimarînin yaşatılması ve korunması için Mardin'in tarihî taş evlerinin
restorasyonunun çalışmaları, sayıları oldukça az olan ve yaşları 70-80 olan taş
ustaları tarafından yapılmaktadır. Taş sanatını sürdürecek nesillerin
yetiştirilmemesi halinde sekizbin yıllık insanlık tarihi ve kültür ile özgün
mimarî yok olacaktır.
Ayrıca, inanç ve kültür
turizminin birer cazibe merkezi konumunda olan Şanlıurfa, Adıyaman, Nemrut,
Mardin, Hasankeyf, Bitlis ve Ahlat gibi il ve ilçelerimizde özgün mimarînin
bozulmaması için özen gösterilmelidir. Aksi takdirde, Türk turizmi ve
ekonomimiz büyük zarar görecektir. Bu iller, Millî Saraylarımıza bağlı tarihî
eserlerin korunduğu gibi koruma altına alınmalıdır; hatta, bunlar için özel
yönetmelikler çıkarılmalıdır; çünkü, geçmişten geleceğe bir köprü niteliği
taşıyan el sanatlarımız, kültürel ve ekonomik yaşam biçimimizi yansıtan en
kalıcı ve anlamlı belgelerdir.
Dünyada örneği ender
bulunan Midyat ve Ahlat taşının, dış cephe kaplaması olarak resmî kurumlara ait
binalarda, villalarda, okullarda, kütüphanelerde kullanılmasını öneriyorum;
zira, tarihimizin ve kültürel değerlerimizin tanıtımını en iyi yapacak eşsiz
yapı malzemesi bu taşlardır. Dış cephe kaplaması olarak kullanıldığı takdirde,
hem taş sanatına olan ilgi artacak hem de geleneksel el sanatları reel
ekonomiye kazanç sağlayacaktır. Bu nedenle, kısmen de olsa, ülkemizin istihdam
sorununun büyük ölçüde ortadan kalkacağına inanıyorum.
Çözüm olarak, hammadde
olarak bünyesinde kaynak bulunan Midyat ve Ahlat İlçelerinde taş işçiliği ve
taş oymacılık yüksekokullarının açılması zarurîdir. Usta, sanatkâr, eğitilmiş,
konusunda uzman olmuş sanatçı, zanaatkâra ihtiyaç vardır. Bunlar yapıldığı
takdirde, gizli ya da açık işsizliğin azalacağı, mevcut ve atıl duran
hammaddelerin üretime kazandırılmasıyla millî gelire önemli katkı sağlayacağı,
halkın gelir ve yaşam seviyesiyle birlikte eğitim seviyelerinin de yükseleceği
aşikârdır.
Değerli milletvekilleri,
kırsal kesimde yaşayan ve tarımla uğraşan nüfusun, boş zamanlarında üretime
yönlendirilmesinin sağlanacağı gerçeğinden hareketle, konuyla ilgili yasal
düzenlemelerde, geleneksel el sanatçıları ve halk plastik sanatçılarının
mutlaka gözümüz gibi korunması gerekmektedir. Daha önemlisi, el sanatları
faaliyetlerinin daha etkin bir şekilde yapılabilmesi için malî destek ve
pazarlama imkânlarının ilgili bakanlıklarca sağlanması lazım.
Kültürel değer taşıyan el
sanatları yok olmuştur; çünkü, bu işi bilenler ve özveriyle yapanlar 75-85
yaşlarına gelmiş olup, nesilleri tükenmek üzeredir.
Ülkemizde Horasan sıvası
işini bilen hemen hemen kalmadı. Horasan sıvası işini bilene Türkiye'nin her
tarafında ihtiyaç vardır.
Tarihî eserlerin
korunması, yaşatılması ve restorasyonlarının yapılabilmesi için, Kültür
Bakanlığı ve Millî Eğitim Bakanlığına büyük görevler düşmektedir. Buna bağlı
olarak da, yerel yönetimlerin, yerel yöneticilerin, yani valilerimizin ve
kaymakamlarımızın mutlaka bu işe el atmaları gerekir. Tereddütler ve sıkıntılar
ortadan kalksın, yoksa, sıkıntılar ve tereddütler devam edecektir.
Geleneksel el
sanatlarının, sanatçıların ve zanaatkârlarımızın ayakta durabilmesi için
hammadde ulaşımının sağlanması, pazarlama ve tanıtımın yapılması, teşvik
kredilerinin amacına uygun olarak verilmesi gerekir.
Başka bir sanat dalını
gündeme getirecek olursak, halıcılık ve kilimciliğin karşı karşıya kaldığı
sorunların en öncelikli çözümü ithal halıların yurda girişlerini önlemektir.
ÇATOM'lar kapanma noktasına gelmiştir. Biraz önce değerli konuşmacı
arkadaşlarımız da bu konuya değinmişlerdir. El emeği, göz nuru, kızlarımızın,
kadınlarımızın ürettikleri kilimleri maliyet fiyatına satamamaktadırlar.
Dolayısıyla, motivasyonları da bozulmaktadır. Bunun için, benim teklifim, yurt
dışından gelen halıların girişini önlemektir.
Değerli arkadaşlar, Orta
Anadolu ve Doğu, Güneydoğu Bölgelerimizde gittikçe azalmaya başlayan küçük ve
büyükbaş hayvancılığın teşvik edilerek, buna paralel olarak da yün üretiminin
artmasının sağlanması gerekmektedir.
Çözüm olarak, yün
boyamasında kullanılan kök boyalarının teşvik edilmesi, ucuz ve uzun vadeli
kredilerin verilmesiyle olabilir. İktidar olarak bunu yapmalısınız.
Hammadde ve pazarlama
sorununa devlet desteğiyle çözüm getirilmesini öneriyorum.
Değerli milletvekilleri,
geleneksel el sanatlarının korunması ve yaşatılabilmesi için köy köy, mahalle
mahalle gezilerek eskiden günümüze kalan el sanatı ürünlerinin ortaya
çıkarılması gerekmektedir. Bunun için de çözüm önerisi olarak devlete ait
televizyon kanallarında el sanatlarıyla ilgili programların sık sık yapılması
ve tanıtımının ortaya konulması pekala mümkündür. TV kanalları da pazarlama ve
tanıtım faaliyetlerine ağırlık verebilir.
Bir başka çözüm ise,
kaynakların verimli kullanılması için aynı konuda çalışan kurumların
bakanlıklar düzeyinde koordinasyonunun sağlanması, talep olan el sanatı
ürünlerinin üretiminin özendirilmesiyle mümkündür.
Pazarlama şirketlerinin
oluşturulması, uluslararası kuruluşların kredi ve hibelerinin nasıl sağlanacağı
konusunda yardımcı olacak aktif bir birimin kurulması zarurîdir. Bu birimin en
kısa sürede kurulmasını Anavatan Grubunun bir çözüm önerisi olarak sunuyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; önem arz eden geleneksel el sanatları olarak lületaşı
işlemeciliğinin, çömlekçiliğin, bakırcılığın, ahşap oymacılığının,
dokumacılığın, taş işlemeciliğinin, süslemeciliğin, çorap işlemeciliğinin, oya
ve gümüş işlemeciliğinin, el emeği, göz nuru olarak birçok ilimizde halen
özenle ve özveriyle yapıldığına şahit olmaktayız.
Bu dalda emek veren usta
sanatçı, zanaatkâr, restoratör ve konservatörler başta olmak üzere, yaptığım
görüşmeler sonucunda, hepsinin sorunları aynıdır ve ortak görüşleri de budur.
İdarî bir mekanizmanın oluşturulması, el sanatlarıyla uğraşan sanatçıların bir
araya gelmesini sağlayacak bir mekân belirlenmesi ve finansal kaynağın
sağlanmasını istiyorlar.
Değerli milletvekilleri,
Anavatan olarak, muhalefet anlayışımız, zorlaştırıcı olmak değil,
kolaylaştırıcı olmaktır; daha önemlisi, çözüm önerilerimizi sunmaktır. Bu
nedenle, önemli bir çözüm önerisi daha sunmak istiyorum. Kütahya Milletvekili
Sayın Hasan Fehmi Kinay ve 39 milletvekilinin, geleneksel Türk el sanatları
üretici ve sanatkârlarının sorunlarının araştırılarak, el sanatlarının
geliştirilmesi, korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması için alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla, Anayasamızın 98 inci, İçtüzüğümüzün
104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi ve (10/128) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu raporu, suya
düşen bir hizmet olarak algılanmamalıdır. Emeği geçen milletvekili
arkadaşlarımızın çalışmaları kâğıt üzerinde kalan bir çalışmadan ibaret
olmamalıdır. Komisyon, üç ay gibi uzun ve yorucu bir çalışma yapmıştır
-teşekkür ediyorum- gereği mutlaka yapılmalıdır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; tütün üreticisine kota koyarak, şark tipi tütün mamullerine
maktu ÖTV Vergisi getirerek, yerli tütünü ve üreticisini yok ettiğiniz gibi,
lütfen, yanlış uygulamalarla geleneksel el sanatlarını da yok etmeyiniz.
İthal halılara kota
konulması, kursiyerlere Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonunca gıda ve giyim
yardımı yapılmasını, güzel sanatlar ya da el sanatları liseleri ve
fakültelerinin açılması gerektiği inancındayım.
Esnafa, tasarım konusunda
destek sağlamak amacıyla usta ve çıraklara bilgisayar destekli eğitim
verilmesi, düşük faizli ve uzun vadeli devlet kredisi sağlanmalıdır.
Ayrıca, el sanatı
ustalarının sosyal güvenceye kavuşturulmasını, patent almalarının
kolaylaştırılmasını, hammadde temininde kolaylıklar tanınmasını Anavatan Grubu
olarak öneriyorum.
Değerli milletvekili
arkadaşlarım, YÖK'ün tavsiye kararıyla -bu konuyla ilgili ve bu konunun temel
altyapısını oluşturacak bir konu olduğu için sizin dikkatinizi çekmek
istiyorum- Dicle Üniversitesine bağlı olarak Mardin'de kurulan Mimarlık
Mühendislik Fakültesi ve Güzel Sanatlar Fakültesi için, bugüne kadar, röleve ve
restorasyon çalışmalarıyla, finans ve akademik kadro, akademik personel temini
için ekbütçe desteği verilmemiştir. Bu durumda, her iki fakülte bu yıl öğrenci
alamayacak, böylece, kâğıt üzerinde kurulan fakülteler olarak anılacaksa, ben,
buna karşıyım. Her iki fakülte de en kısa zamanda hizmete sunulmalıdır ve
ekbütçe mutlaka verilmelidir.
Değerli arkadaşlar,
vaktinizi almak istemiyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Sekreterliği
Millî Saraylar Daire Başkanlığı Geleneksel Sanatlar Restorasyon Uygulama
Yönetmeliğinin 7 nci maddesinin (e) fıkrasını sizlerle paylaşmak istiyorum:
"Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Sekreterliği Millî Saraylar Daire
Başkanlığı bünyesinde çalışan usta, sanatçı, zanaatkâr, restoratör ve
konservatörler…"
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Lütfen,
toparlayın.
MUHARREM DOĞAN (Devamla)
- Bitiriyorum Sayın Başkan.
"…başta olmak üzere,
kamu kurumları, sivil toplum örgütleri ve diğer girişimlerle gerçekleştirilen
kurslardan yetişmiş olanların bilgilerinin yer alacağı bir bilgi bankası
oluşturmak. Bu sayede, yurtiçi ve yurt dışında, geleneksel sanatlarımızın
uygulanması, tarihî eser restorasyonu ve konservasyonu ile ilgili olanların,
konusunda uzmanlaşmış usta, sanatçı, zanaatkâr, restoratör ve konservatörlere kolaylıkla
ulaşmasını sağlayacak bilgi bankasından ihtiyaç duyacak kamu kurumları, özel
kurumlar ve sivil toplum örgütlerini yararlandırmak."
Değerli arkadaşlar, işte,
tüm arkadaşlarımızın yaptığı konuşmanın özeti burada. Ben, bu yönetmeliği hazırlayana da teşekkür ediyorum; ama, bunun
kâğıt üzerinde kalmasını da istemiyorum. Lütfen, icraata geçilsin ve buna göre
işlemler yapılsın. Bununla ilgili olarak sadece Türkiye Büyük Millet Meclisine
bağlı Millî Saraylarla ilgili olarak değil, tüm bakanlıklar bünyesinde de aynı
yönetmeliğin yapılmasını öneriyorum.
Değerli arkadaşlar,
sözlerime son verirken, Sayın Hasan Fehmi Kinay, konuşmasında, hizmetlerinden
dolayı Kültür ve Turizm Bakanımıza teşekkür etmiştir; ancak, ben şunu size
hatırlatmak istiyorum: Sayın Bakanımız bundan altı ay önce -Türkiye'nin birçok
bölgesinde, birçok ilinde, ilçesinde olduğu gibi, kültür merkezleri 1993' ten
beri bitirilmemiş ve hizmete sunulamamıştır- kendileri, bizzat bana, Ömerli
Kültür Merkezinin hizmete sunulması ve turizm hizmetlerinin karşılanması
noktasında 5 trilyon para gönderdiğini söyledi. Ben, Sayın valimize sordum,
yetkililere sordum; bir kuruşun gönderilmediğini söylediler. Ben, kime
inanacağımı da şaşırdım.
Geleneksel el sanatları
üretici ve sanatkârlarının sorunlarının çözülmesi, korunması, gelecek kuşaklara
aktarılması için bunların Anavatan iktidarında eksiksiz yapılacağını belirtir,
sizlere ve Yüce Meclisimize tekrar saygılarımı arz ederim. Araştırma
önergesinde ve Komisyon raporunda bilginlerimize, uzmanlarımıza ve emeği geçen
herkese teşekkür ediyorum.
Tekrar saygılarımı
sunuyorum. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Şahsı adına,
Konya Milletvekili Sayın Mehmet Kılıç.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
Süreniz 10 dakika.
MEHMET KILIÇ (Konya) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; geleneksel Türk el sanatları üretici ve
sanatkârlarının sorunlarının araştırılarak, el sanatlarının geliştirilmesi,
korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması için alınması gereken önlemleri
belirlemek amacıyla kurulan ve çalışmalarını tamamlayan Meclis Araştırması
Komisyonunun raporuyla ilgili, şahsım adına söz almış bulunuyorum; bu
vesileyle, hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
Kütahya Milletvekilimiz
Hasan Fehmi Kinay ve 39 milletvekili arkadaşımızca, 25 Eylül 2003 tarihinde,
Anayasanın 98 inci ve İçtüzüğün 104 üncü maddeleri gereğince bir Meclis
araştırması istenmiş ve gerekçe olarak da aşağıdaki hususlar gösterilmiştir:
Milletimizin yüzyıllardır
yetenekleriyle abideleştirdiği ve günümüze taşıdığı kültürel miraslarımızdan
biri olan Türk el sanatları, insanlığın kültür mirasına ilham kaynağı
olagelmiştir.
Ancak, geçmişten günümüze
yaşayan el sanatlarımız günümüzde kaybolmaya yüz tutmuştur. Bunun pek çok
nedeni olmakla birlikte, en önemli nedeni el sanatı ürünlerini üreten ustaların
yok olması, onların çalışmalarını devam ettirecek yeni ustaların
yetiştirilememesidir.
Bu ürünlerin üretim
aşamaları oldukça zahmetlidir. Ayrıca, bu ürünlerin üretim malzemelerinin
tedarik edilmesinde de sıkıntılar çekilmektedir. Malzemelerin pahalı olması,
üretim aşamasının uzun zaman ve emek gerektirmesi üretilen ürünün de pahalı
olmasına neden olmaktadır. Bu da satışları olumsuz etkilemekte ve elde edilen
kazançları azaltmaktadır.
Üretilen ürünlerin
yeterli kullanım alanı bulamadığı, üretim tasarımı konusunda gerekli destek
sağlanamadığı için el sanatları üretimi giderek azalmakta, üreticileri ise
geçim sıkıntısına düşmektedir.
Değerli milletvekilleri,
Meclis Araştırması Komisyonu 9 Eylül 2005 tarihinde çalışmalarına başlamıştır.
Komisyon çalışmalarıyla, sayıları yüzbinlere varan sanatkârlarımızın
yaşadıkları sıkıntıları Yüce Meclisin huzuruna getirmek istedik. Amacımız
yalnızca sanatkârların problemlerini tartışmaktan ibaret değildir. Aynı
zamanda, kültürel mirasımızın yapı taşlarından biri olan el sanatlarını gelecek
nesillere taşıyacak kişi ve kurumların etkinliğini artıracak çalışmalar
yapmaktır. Bu kapsamda, el sanatlarının çeşitli alanlarında üretim faaliyetinde
bulunan tüm kamu kuruluşlarını incelemiş, bilgilerini almış, sunumlarını
dinlemiş bulunmaktayız.
Komisyon
çalışmalarımızda, arkadaşlarımın da belirttiği gibi, 81 ildeki ilgili
kuruluşlardan bilgi istendi. Böylece, resmî kurumların gönderdiği belgelerden
elde edilen veriler tablolara işlenerek bir durum tespiti yapıldı. Konuyla
ilgili kurum temsilcileri, bilim adamları ve uzmanların görüşleri dinlendi,
kayıt altına alındı, karşılıklı fikir alışverişinde de bulunuldu. Komisyona
ulaşan bütün belgelerin yanı sıra, yukarıda zikredilen etkinlik ve toplantılarda
ulaşılan bütün veriler değerlendirilerek çalışmalar tamamlandı.
Saygıdeğer Başkan,
değerli milletvekilleri; yapılan çalışmalar neticesinde tespit edilen başlıca
sorunları sizlerle paylaşmak istiyorum.
Sanat, müzik, edebiyat
gibi çok genel anlamlı bir tamlama olan ve çok geniş bir alanı kapsayan el
sanatları tamlamasının tanımı, sınıflaması henüz yapılmamış "el sanatları
adlandırması" başlığı altındaki geniş alanın dalları belli bir sistematikle
kodlanmamış, kültürümüzün halk müziği, halk edebiyatı, halk dansları, halk oyunu
dallarına kayıtlarda yer verildiği gibi, halk sanatlarına yer verilmemiş, bu
dal "el sanatları" adlandırmasıyla geçiştirilivermiştir.
2005 yılı durum
tespitinde, genellikle, illerin, halıcılık, çömlekçilik, bakırcılık,
bastonculuk, el işlemeciliği gibi halk plastik sanatları dalları konusunda
birbirinden farklı yöntemlerle çalıştıkları görülmüştür. Kurumsal eğitim
almadan, bir sanat dalını, atadan, ustadan, anadan, babadan, geleneksel
yollarla öğrenen, yöresel düzeyde, yöreye özgü anonim ve özgün çalışmalar
sürdüren halk plastik sanatçılarının, belli bir sistematikle, bir örnek biçimde
kaydedilmemiş olduğu ortaya çıkmıştır.
Kültür ve Turizm, Adalet,
Tarım ve Köyişleri, Sanayi ve Ticaret Bakanlıkları, el sanatlarıyla ilgili
yaygın eğitim yapmaktadır. Bunların bazıları, aynı zamanda, el sanatlarının
ekonomik boyutuyla da ilgili uğraş vermektedirler. Bütün bu kuruluşlar,
aralarında bir koordinasyon olmadan çalışmaktadır. Adlandırılması problemlere
neden olan, tanımı açık seçik belli olmayan el sanatlarının bilimsel bir
sınıflaması da yapılamamıştır. Değişen estetik anlayış çerçevesinde, konuya,
modern estetik anlayışla, bugüne kadar, yaklaşılamamıştır.
Değerli milletvekilleri,
Komisyonca, Ankara, Denizli, Kütahya, Isparta, Eskişehir ve Konya İllerimizde,
en son olarak da İstanbul İlinde, yerinde incelemeler yapıldı. Bu illerde, usta
ve sanatkârlarla toplantılar düzenlendi, atölyeler gezildi, üretici ve
sanatkârlar, sanatkâr kimlik belgesi aracılığıyla kaydedildi. Böylece
oluşturulan bir gözlem fişi niteliğindeki kimlik belgelerinin, sanatkâr, sanat
dalıyla ilgili bilgiler veren maddeleri de değerlendirilerek, sanatkârlar
listesi, geleneksel el sanatları tablosu, halk plastik sanatları tablosu
oluşturuldu. Gözlem fişlerine sorunlar hanesindeki bilgiler de eklenerek, pilot
merkezler olarak belirtilen 7 ilde görüşme yapılan sanatkârlardan elde edilen
bilgiler ilk kez kaydedilmiş oldu. İllerde yapılan incelemelerde, el
sanatlarında benzeşmeler gözlendi; ancak, bazı illerde bazı el sanatlarının
önplana çıktığı görüldü; mesela, Kütahya'da çini, Isparta'da halı dokumacılığı,
Denizli'de dokuma, Konya'da keçe, tezhip, ağaç oymacılığının önplana çıktığı
gibi.
Tüm bu gözlemlerden,
temel sorunlar ve çözüm önerilerine sağlam bir veri tabanı oluşturma yolunda
bir adım atılmış oldu. Bu arada, el sanatlarına katkıda bulunan halk
sanatçılarına ilk kez bir teşekkür belgesi verildi.
21-27 Haziran 2005
tarihleri arasında, Kültür ve Turizm Bakanlığımızca, İstanbul Sultanahmet Meydanında 1 inci El Sanatları
Festivali gerçekleştirildi. Festival sonunda, Meclis Başkanımız Sayın Bülent
Arınç himayelerinde, 81 ilden gelen, mesleklerinin yegâne temsilcisi olarak
kalan ustalarla, Dolmabahçe Sarayında, yemekli bir toplantıda bir araya
gelindi. Bu sanatın kaybolmaması ve geleceğe geliştirilerek aktarılması
konusunda onların görüşleri alındı, şikâyet ve sıkıntıları dinlendi.
Unutulduklarını ve kendileriyle birlikte yok olacağına inandıkları sanatlarının
hatırlandığının ve ilgilenildiğinin farkına varan bu emektar ustaların
göstermiş oldukları haleti ruhiye herkesi duygulandırmış ve bu insanlarımıza,
sanatlarına sahip çıkılacağı ve bundan sonra da sanatlarının devam ettirileceği
sözü verilmiştir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; tüm bu tespitlerden sonra, yapılması gerekenlere gelince:
Ülkemizde çok geniş bir alana yayılan el sanatları bir çatı altında toplanmalı
ve bu dalda uğraş veren sanatkâr ve ustalar halk sanatçısı kimliğine
kavuşturulmalıdır. Böylece, bir sanat dalını atadan, babadan, ustadan
geleneksel yolla öğrenmiş ve kurumsal eğitim almamış sanatkâr ve ustaların,
resim, heykel, mimarî ve benzeri alanlarda uğraş veren sanatçılar gibi, plastik
sanatlarında olması gereken yere gelmeleri sağlanmalıdır.
Bu sanat dallarında
çalışan usta ve sanatkârların sorunlarına eğilerek, araştıracak ve onların
donanım ve kazanımlarından etkili ve verimli bir biçimde yararlanabilmek için
belirlenen önlemleri hayata geçirecek, Başbakanlığa bağlı bir kurul
oluşturulmalıdır. Disiplinler ve bakanlıklararası elemanlardan oluşacak bu
kurul organize olana kadar, benzer yaklaşımlarla kurulacak bir çekirdek
komisyon çalışmaları sürdürmelidir.
5225 sayılı Kanunda yer
alan "kültür varlığı" adlandırmasının el sanatı, el işi, küçük sanat
işleri, iş, ürün, eser, halk plastik sanatı kavramlarından hangisini
karşılayacağı açıkça belirtilmemiştir. Sanatçının yansıttığı biçimin estetik
niteliğine göre "el sanatı", "kültür varlığı"
adlandırmasına açıklık getirilmesi gerekmektedir.
Bu bağlamda, söz konusu
kanun yeniden gözden geçirilmelidir.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Toparlayın
lütfen.
MEHMET KILIÇ (Devamla) -
Tamam Sayın Başkanım.
Gelir Vergisi Kanununda
yalnız hattatlara tanınmış olan Gelir Vergisi istisnasından diğer geleneksel
Türk el sanatları üreticilerinin de yararlanması sağlanmalıdır.
Çeşitli bakanlıklardan
Komisyonumuza ulaşan belgeler, el sanatı alanlarında belli bir döküm kodlama
sisteminin olmadığına ve bu alanda üniversitelerde araştırmalara yer
verilmediğine ve bakanlıkların bilgi havuzlarında gerekli güncellemenin
yapılmadığına işaret etmektedir. Bu durum, ulusal platformda benzer adlandırma,
döküm ve kodlamanın yapılmasını, sonra, uluslararası platforma taşınmasını
gerektirmektedir.
Değerli milletvekilleri,
Komisyonumuz çalışmaları sırasında değerli katkıları bulunan ve değişik
zamanlarda Komisyonumuza verdikleri sunumlarla sorunlar ve çözüm önerileri
hakkında önemli açılımlar sağlayan, başta, Marmara Üniversitesi Sanat Tarihi
Bölümü Öğretim Üyesi Sayın Prof. Dr. Hatice Örcün Barışta'ya, Hazine
Müsteşarlığından Sayın Cengiz Yaşar Çınar'a, Kültür ve Turizm Bakanlığından
Sayın Mücella Kahveci'ye ve diğer emeği geçen tüm kişi ve kurumlara, şahsım
adına, huzurlarınızda teşekkür ediyor, bu duygu ve düşüncelerle, tekrar, Genel
Kurulu saygılarımla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Komisyon…
(10/128) ESAS NUMARALI
MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI RECEP ÖZEL (Isparta) -Sayın Başkan, çok
değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Geleneksel Türk el
sanatları üretici ve sanatkârlarının sorunlarının araştırılarak, el
sanatlarının geliştirilmesi, korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması için
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan Meclis Araştırması
Komisyonu raporu hakkında, komisyon olarak görüşlerimizi aktarmak üzere
huzurunuzdayım.
Komisyonumuzun
kurulmasına vesile olan çok değerli Kütahya Milletvekili Hasan Fehmi Kinay ve
39 arkadaşının bu konu hakkında vermiş olduğu önerge doğrultusunda Komisyonumuz
göreve başlamış, öncülüğünü yapan Hasan Fehmi Kinay arkadaşımız, Plan ve Bütçe
Komisyonu üyesi olduğundan dolayı Komisyonumuzda görev alamamış, bundan dolayı
bizlere tevdi edilen bu görevi önerge doğrultusunda yapmanın gayreti içerisinde
çalışmalarımızı neticelendirmiş bulunmaktayız.
9.3.2005 tarihinde
çalışmalarına başlayan Komisyonumuz, 5.12.2005 tarihinde çalışmalarını
tamamlamış ve raporunu Yüce Başkanlığa sunmuş ve bugün de Genel Kurul
görüşmelerini yapmaktayız.
Sözlerimin başında
Komisyonda çok değerli katkılarda bulunan arkadaşlarıma, Komisyon üyesi
arkadaşlarımıza, milletvekili arkadaşlarımıza, biraz önce diğer konuşmacı
arkadaşımın belirttiği üzere, başta Prof. Dr. Hatice Örcün Barışta ve diğer,
Komisyondaki uzman arkadaşlarımız... Gerçekten, bu, alanında çok özveriyle
çalışan, marka olan isimlerle çalıştığımızı ve raporumuzu onların çok büyük
destekleriyle tamamladığımızı sizlerle paylaşmak isterim.
Adından da anlaşıldığına
göre, Türkiye Büyük Millet Meclisinde kurulan bu Komisyonun iki aşamalı
amaçları şöyle sıralanmaktadır:
1- Geleneksel Türk el
sanatları üretici ve sanatkârlarının sorunlarının araştırılması,
2 - El sanatlarının
geliştirilmesi, korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması için alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi.
Bu doğrultuda çalışmalara
başlayan Komisyonumuz, geleneksel Türk el sanatlarının durumunun saptanması ve
bu dalda uğraş veren üretici ve sanatkârların sorunlarının araştırılması ve el
sanatlarının geliştirilmesi, korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması için
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla, Komisyonumuz, önce bir hareket planı
hazırlamış ve bu doğrultuda çalışmalara başlamıştır.
81 ilden konuyla ilgili
bilgi alınmış, üniversitelerden konuyla ilgili bilgiler toplanmış, kamu kurum
ve kuruluşlarından Komisyon sekreteryasına katkıda bulunacak ve Komisyonu el
sanatları konusunda bilgilendirecek sunumlar yapılmış, belirlenen bazı pilot
illerde gözlem fişleri kullanılarak, yerinde gözlem ve incelemeler yapılmış ve
geleneksel Türk el sanatları üretici ve sanatkârları belgelenerek, onların
sorunları belirlenmiştir.
Araştırma ve belirlemeyle
görevlendirilen Komisyonunun çalışmaları iki aşamalı belli bir program
çerçevesinde yürütülmüştür. Bunlar; bir, sorunları araştırma; iki, temel
sorunları ve çözüm önerilerini belirleme şeklinde sıralanmıştır.
Komisyonca,
Ankara-Beypazarı, Denizli, Kütahya, Isparta, Eskişehir, Konya ve İstanbul
İllerinde yerinde incelemeler yapılmıştır. Türkiye haritası üzerinde
işaretlenmiş bu illerde, usta ve sanatkârlarla toplantılar yapılmış, işlikler
gözlenmiş ve üretici ve sanatkârlar, sanatkâr kimlik belgesi aracılığıyla
kaydedilmiştir. Böylece, oluşturulan bir gözlem fişi niteliğindeki kimlik
belgelerinin, sanatkâr, sanat dalıyla ilgili bilgiler veren maddeleri değerlendirilerek,
sanatkârlar listesi, geleneksel el sanatları tablosu, halk plastik sanatları
tablosu oluşturulmuştur. Gözlem fişlerine sorunlar hanesindeki bilgiler de
eklenerek, pilot merkez olarak belirlenen 7 ilde görüşme yapılan sanatkârlardan
elde edilen bilgiler, ilk kez kaydedilmiştir. Belirlenen temel sorunlar ve
çözüm önerilerine sağlam bir veri tabanı oluşturulma yolunda bir adım
atılmıştır.
21-27 Haziran 2005
tarihleri arasında, İstanbul Sultanahmet Meydanında düzenlenen, Kültür ve
Turizm Bakanlığı öncülüğündeki 1 inci El Sanatları Festivaline katılınmış,
buraya, yurdumuzun 81 ilinden gelen, belli bir yaş üstü, genellikle 60 yaş üstü
ve sanatında tek tük kalmış kişilerle irtibata geçilmiş, bu eli öpülesi
ustalara, Meclis Başkanımız Sayın Bülent Arınç'ın destekleriyle, Dolmabahçe
Sarayında yemek verilmiş, bu sanatkârlar arasında İstanbul'u ilk defa gören,
ilk defa devlet katında bir itibar gördüğünü, gözlerinden yaşlar akarak...
Bizzat Komisyon üyesi arkadaşım şahit olmuştur. Bu arada, Türkiye Cumhuriyet
dönemi halk plastik sanatlarına katkıda bulunan halk sanatçılarına ilk kez bir
teşekkür belgesi de verilmiştir.
Komisyon, araştırma
sonunda, belge ve gözlemlere dayanarak aşağıda maddelerle sıralanan bir durumla
karşılaşmıştır:
1- İllerden gelen yazılı
belgelerdeki bilgiler derlenmiş, durum saptamasında, genellikle, illeri,
halıcılık, çömlekçilik, bakırcılık, bastonculuk, işlemecilik ve benzeri gibi
halk plastik sanatları dalları konusunda birbirlerinden farklı yöntemlerle çok
kısa bilgi verdikleri, kurumsal eğitim almadan, bir sanat dalını atadan,
babadan, nineden, anadan, ustadan geleneksel yollarla öğrenen, yöresel düzeyde,
yöreye özgü, anonim ve özgün çalışmalar sürdüren halk plastik sanatçılarının
belli bir sistematikle, bir örnek biçimle kaydedilmemiş olduğu ortaya
çıkmıştır.
2- Üniversitelerden gelen
yazılı belgelerdeki bilgilerden, YÖK şemsiyesi altında, güzel sanatlar
fakültelerinde "geleneksel Türk el sanatları" adlı bir bölüm olduğu,
bu bölümde, geleneksel sanatlar dalında lisans ve yükseklisans düzeyinde eğitim
ve öğretimin sürdürüldüğü ve öğretim üyesi yetiştirildiği, meslekî eğitim
fakültelerinde el sanatları bölümleri olduğu, bu bölümde, geleneksel sanatlar
dalında lisans ve yükseklisans düzeyinde eğitim ve öğretimin sürdürüldüğü ve
öğretim üyesi yetiştirildiği belirlenmiştir.
3- Komisyonumuz, kamu
kurum ve kuruluşlarından davet edilen çeşitli disiplinlerin uzmanlarını
dinlemiş ve aşağıda sıralanan maddeleri gün ışığına çıkartmıştır.
YÖK çatısı altında,
meslekî eğitim fakültelerinde ve bu fakültelerle birleştirilen meslekî yaygın
eğitim fakültelerinde "el sanatları" ve "geleneksel Türk el
sanatları" adıyla lisans, yükseklisans düzeyinde el sanatları eğitim ve öğrenimi
yapılmakta, öğretim üyesi yetiştirilmektedir.
Millî Eğitim Bakanlığına
bağlı kız tekniköğretiminde, el sanatları programlarında öğrenciler eğitim ve
öğretim görmektedir.
Bu örgün eğitim kurumları
dışında, yaygın öğretimde el sanatları dallarında çok sayıda kurs açılmıştır.
Millî Eğitim Bakanlığı ve YÖK dışında, Kültür ve Turizm, Adalet Bakanlığı,
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı ve diğer bakanlıklar
el sanatları yaygın eğitimi yapmaktadır. Bunların bazıları, aynı zamanda, el
sanatlarının ekonomi boyutu alanında da uğraş vermektedir. Bütün bu kuruluşlar
arasında bir koordinasyonun olmadığı, bir israfın da olduğu, çok değişik
kuruluşların aynı amaçla, değişik kurslar açtığı, bunun da kaynak israfına yol
açtığı da tespit edilmiştir.
Sanat, müzik, edebiyat ve
benzeri gibi çok genel anlamlı bir tamlama olan ve çok geniş bir alanı kapsayan
el sanatları tamlamasının tanımı, sınıflaması henüz yapılmamıştır. "El
sanatları" adlandırılması başlığı altındaki geniş alanın dalları belli bir
sistematikle kodlanmamıştır. Kültürümüzün halk müziği, halk edebiyatı, halk
dansları, halk oyunu ve benzeri dallarına kayıtlarda yer verildiği gibi halk
plastik sanatlarına yer verilmemiştir; bu dal, el sanatları adlandırılmasıyla
dışlanmıştır. Güzel sanatların dünya literatürüne geçmiş klasik estetik
anlayışına göre yapılmış fonetik sanatlar, plastik sanatlar ve dramatik
sanatlar sınıflaması bazı kesimlerin gözünden kaçmıştır. Bazı kesimler, bu sınıflamadan
alınmış, "halk fonetik sanatları", "halk dramatik
sanatları" ve benzeri gibi terimlerin önüne "halk", yani
"pop" ekleyerek yapılan tamlamalar kullanmaktadır. Buna karşın
"halk plastik sanatları" tamlaması bazı üniversite ve bakanlıklarda
hâlâ kullanılmamaktadır. Israrla "el sanatı" tamlamasının
kullanılması, çok genel anlamı olan "el sanatları" tamlaması
çerçevesinde kavram kargaşası oluşturmaktadır. Adlandırılmasıyla algılamada
problemlere neden olan, tanımı açık seçik belli olmayan el sanatlarının
bilimsel bir sınıflaması da yapılamamıştır. Değişen estetik anlayışı
çerçevesinde, konuya çağdaş estetik anlayışıyla eğilinememiştir. Adlandırma,
tanım, sınıflamada gözlenen bu kavram kargaşasının bazı yasalara da yansıdığı
gözlemlenmektedir.
Ayrıca, olayın, yani
geleneksel Türk el sanatlarının en önemli sorunlarından biri de eğitim
boyutuyla ilgilidir. Meslek liseleri dışında ilk ve ortaöğrenim kurumlarında
öğrencinin yeteneğini ortaya çıkarmaya, çeşitli sanat dallarında uygulamalar
yaparak el becerisini geliştirmeye yönelik derslerin bulunmayışı; yeteneği
ortaya çıkarmaya olanak veren el becerisi geliştirmeye yönelik derslerin
bulunmayışı; bütün eğitim kurumlarında, Türk sanatında yapılmış uygulamaları
izleme, tanıma ve onlardan estetik haz almaya yönelik sanat tarihi derslerinin
olmayışı; sanat tarihiyle ilgili ünitelerin tarih dersi kapsamında yer alması,
seçmeli olarak bazı programlarda yer alan sanat tarihi derslerini resim
öğretmenlerinin vermesinin yanında, Gazi Üniversitesi Meslekî Eğitim Fakültesi
Dekanı Sayın Prof. Dr. Eyüp Bedir'in de bahsettiği üzere, herhangi bir meslek
lisesi mezununun üniversiteye rahatlıkla girebildiği dönemlerde öğretim ve
öğrenci kalitesinin daha yüksek olduğu; ancak, ne yazık ki, bu okulların şu
anda yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu da ifade edilmiştir.
Geleneksel el
sanatlarımızın yaşatılması ve gelecek kuşaklara aktarılmasında karşılaşılan
kültürel, tarihsel ve sanatsal sorunlar yanında, önemli sorunlardan biri de
ekonomik sorunlardır. Bacasız sanayi olarak da nitelendirilen en az sabit
yatırımla en çok istihdam sağlayan el sanatları sektörü, ekonomik istikrarın
sağlanması, iç göçlerin önlenmesi, sosyal dayanışmanın sürdürülebilmesi
açısından da, günlük yaşantımızda oldukça önemli yer tutmaktadır. Üretimde
kullanılan işgücüne ödenen ücretlerdeki artışlar ve
işgücünün, sosyal güvenlik sorumluluğunun getirdiği ek maliyetler
yanında, geleneksel Türk el sanatı ve halk plastik sanatı ürünlerindeki talebin
daralması, kalfa ya da çırak gibi yardımcı işgücü istihdamı yerine, bu
ihtiyacın bizzat usta tarafından giderilmesi sonucunu doğurmaktadır. Ayrıca, bu
ürünlerin, hammadde tedariki ve pazar sorununun yanı sıra, günlük hayatta
yeterli kullanım alanı bulunmaması nedeniyle, ekonomik getirisinin düşük olması
üreticileri geçim sıkıntısına düşürmekte, bunun sonucu olarak da, zaman
içerisinde bazı el sanatı dallarında yeni ustalar yetişmemektedir. Bunun da
halk plastik sanatlarına yönelik istihdam alanlarının azalmasına yol açması
belirlenen sorunlardır. Türk kültürünün ürünleri olan el sanatlarının dış
pazarlarda tanıtımının yapılamaması, Uzakdoğu ülkelerinden Nepal, Hindistan,
Pakistan, Afganistan ve özellikle Çin'den, denetimsiz bir şekilde, çok ucuza
ülkemize ithal edilen el sanatı ürünlerinin yurt içindeki el sanatları pazarını
ciddî manada sekteye uğratmaları, belirlenen sorunlardır.
Yukarıda sıralanan
maddeler, Başbakanlık Tanıtma Fonundan gerekli maddî destek sağlanarak,
Başbakanlık tarafından "Cumhuriyet Dönemi El Sanatları Kurultayı" adı
altında bilimsel bir toplantı düzenlenmeli, yayımlanacak bir genelgeyle,
"el sanatları" adı altında faaliyet sürdüren bütün kamu kurum ve
kuruluşlarının -bakanlık, belediye, vakıf- katılacağı bir ortamda ve günümüze
değin yapılmış iş ve yayınların, grafiksel bir anlatımla desteklenmiş
sunumlarla ortaya konulması da gerekmektedir.
Komisyonumuzun araştırma
ve incelemeleri sonucunda, bu araştırma ve çevresinde kümelenen incelemeler
sonucunda, çok geniş bir yelpazeye yayılan temel sorunlar gün ışığına
çıkarılmış, Komisyon, konunun, kültür, sanat, eğitim, koruma, tanıtma,
sergileme, yaşatma, yararlanma, kurumsal organizasyon ve koordinasyon, ekonomi,
yasal ve idarî düzenleme boyutlarıyla ele alarak çokyönlü bir çalışma da
yapmıştır. Araştırma ve belirlemeyle görevlendirilen Komisyonun çalışma
aşamalarına yeni bir yön verilerek uygulamaya yönelik çözüm yollarının aranması
ve tamamlayıcı yeni çalışmaların yapılması amacıyla, bakanlıklararası
işbirliği, üniversitelerarası koordinasyon ve disiplinlerarası çalışmalarla
faaliyetini sürdürecek, Başbakanlığa bağlı bir Türk el sanatları kurulunun
oluşturulması ve bu kurula bağlı el sanatları merkezlerinin kurulması görüşüne
de varılmıştır.
Ayrıca, birtakım çözüm
önerilerini de şöyle sıralayabiliriz:
5225 sayılı Kanunda yer
alan "kültür varlığı" adlandırmasının, el sanatı, elişi, küçük sanat
eserleri, iş, ürün, eser, halk plastik sanatı kavramlarından hangisini
karşıladığı açıkça belirtilmemektedir. Sanatçının plastik bir dille aktardığı,
yansıttığı biçimin estetik niteliğine göre "el sanatı", "kültür
varlığı" adlandırmasına açıklık getirilmelidir. Bu bağlamda, söz konusu
kanun yeniden gözden geçirilmelidir.
193 sayılı Gelir Vergisi
Kanununun 4444 sayılı Kanunun 4 üncü maddesini değiştiren 18 inci maddesinde
yalnız hattatlara tanınmış olan Gelir Vergisi istisnasından, diğer geleneksel
Türk el sanatları ve halk plastik sanatı üreticilerinin de yararlanması
sağlanmalıdır. Başka deyişle, halk plastik sanatçılarına, sermayeden ziyade
emeğe dayalı mal veya hizmet üreten küçük ticaret erbabı esnaftan ayrı bir
sanatçı kimliği kazandırılmalı, 193 sayılı Kanunun 18 inci maddesi veya vergi
mevzuatlarının diğer düzenleyici maddeleri arasında, sanatkâr erbabı da dahil,
bunların ürünlerinden elde ettikleri kazançlar vergi dışı bırakılmalıdır.
Türk kültürünün ürünü
olan el sanatlarının geliştirilme, yaygınlaştırılmasını önleyen etkilerden en
önemlileri, ürünlerin pazarlama zorlukları, pazarlamadaki dağınıklık ve üretici
emeğinin çoğu kez karşılık bulamamasıdır. Bu nedenle, elde edilen ürünlerin bir
grubunun estetik ve folklorik nitelikler arz etmediği de görülmektedir.
Üretimde görülen bu olumsuzlukların giderilmesi için, Türk kültürünü, sanatını
ve yaratıcılığını yansıtan, ev ortamında veya atölyelerde üretilebilen,
ekonomik değeri olan, iç ve dış pazarlarda tüketici ihtiyaçlarına cevap veren
kaliteli üretim yapılması sağlanmalıdır.
Çeşitli bakanlıklardan
Komisyonumuza ulaşan belgeler, el sanatı alanlarında belli bir döküm ve kodlama
sisteminin olmadığına ve bu alanda üniversitelerde araştırmalara yer
verilmediğine ve bakanlıkların bilgi havuzlarında gerekli güncellemenin
yapılmadığına işaret etmektedir. Bu durum, ulusal platformda benzer adlandırma,
döküm ve kodlamanın yapılmasını, sonra uluslararası platforma taşınmasını
gerektirmektedir. İtalya, Macaristan, Çin, Hindistan, Pakistan ve benzeri
ülkeler gibi, dünya pazarlarına girebilmek için Doğu ve Batı ülkeleriyle benzer
terminoloji ve sistem kullanılmalıdır. Dökümü yapılmamış ve listede adı
geçmeyen bir ürünün rekabet yapması olanak dışı olduğundan, önce yurtiçi halk
sanatı web sitelerinin Kültür ve Turizm Bakanlığı denetiminde dökümü yapılmalı,
sonra dağıtımda bir örneklik ilkesine uyulmalıdır. Benzer bir yaklaşımla, bu
alandaki Avrupa Birliği çalışmalarına eğilinmelidir. Avrupalının insanoğlunun
ortak estetik paylaşımına sunduğu güzel sanatların plastik sanatlar alanındaki
resim, heykel örnekleri gibi artistik el sanatlarını Avrupa'da hiçbir kültürün
ulaşamadığı düzeye, başka deyişle, zirveye ulaştıran ve dünya sanatına armağan
eden Osmanlı İmparatorluğunun kültürel mirasçıları olarak belirlenmeli, el
sanatı ürünlerimiz eski ve yeni biçimleriyle insanoğlunun ortak paylaşımına
sunulmalıdır.
Komisyon çalışmalarımızın
ve raporlarımızın gerçekten olayın tüm yönleriyle araştırılarak ve çözüm
önerileriyle birlikte ele alınarak hazırlandığını söyleyebilirim.
Şimdi, talebimiz, ilgili
bakanlık ve kurumların bu çalışmalarımızdan yararlanarak, gerek idarî gerekse
yasal düzenlemeler için harekete geçmesi, daha doğrusu, herkesin, üzerine düşen
vazifeyi yapmasıdır.
Hepinize saygılar
sunuyorum efendim. (Alkışlar)
BAŞKAN - Değerli
milletvekilleri, bundan sonraki oturumda ilk söz, Isparta Milletvekili Sayın
Mevlüt Coşkuner'in.
Birleşime 5 dakika ara
veriyorum.
Kapanma Saati: 17.42
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 17.52
BAŞKAN: Başkanvekili Ali DİNÇER
KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 110 uncu Birleşiminin Dördüncü
Oturumunu açıyorum.
Geleneksel Türk el
sanatları konusundaki 1006 sıra sayılı Meclis Araştırması Komisyonu raporunun
görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
V. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
4.- Kütahya Milletvekili Hasan Fehmi Kınay ve 39
milletvekilinin, geleneksel Türk el sanatları üretici ve sanatkârlarının
sorunlarının araştırılarak, el sanatlarının geliştirilmesi, korunması ve
gelecek kuşaklara aktarılması için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi ve Meclis Araştırması
Komisyonu Raporu (10/128) (S. Sayısı: 1006)(Devam)
BAŞKAN - Komisyon ve
Hükümet yerinde.
Şimdi, söz sırası,
Isparta Milletvekili Sayın Mevlüt Coşkuner'de.
Buyurun Sayın Coşkuner.
(CHP sıralarından alkışlar)
Sayın Coşkuner, süreniz
10 dakika.
MEVLÜT COŞKUNER (Isparta)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Kütahya Milletvekilimiz Hasan Fehmi
Kinay ve 39 milletvekilimizin, geleneksel Türk el sanatları üretici ve
sanatkârlarının sorunlarının araştırılarak, el sanatlarının geliştirilmesi,
korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması için alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla, şahsım adına söz aldım; hepinizi ve Yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
konunun daha detayına inen arkadaşlarımı dinledim ve Sayın Nadir Saraç, Sayın
Hasan Fehmi Kinay -zaten kendisi de getirmişti- arkadaşlarım çok detaylı bir
şekilde anlattılar. Ben, konuşmamı belli bölümlere ayıracağım. O nedenle de,
ben, arkadaşlarıma çok teşekkür ediyorum.
Yalnız, konuşmama
geçmeden önce, şunu da belirtmeden geçemeyeceğim: Böyle önemli bir konuyu,
böyle büyük bir projeyi, Türkiye'yi ilgilendiren, ulusal bir sorun olan bu
araştırma raporu görüşmesinde, yer yer saydım, 30 kişi, 30 milletvekili
Mecliste, bir ara da 41'e çıktı; şimdi de, zannediyorum, herhalde
35-36'lardadır. Ben, 41'e çıktığı için "41 kere maşallah" diyorum ve
ayrıca da, bundan sonra töre cinayeti görüşülecek, herhalde onu da 20 kişiyle
görüşürüz, ondan sonra da gider, istirahatımıza bakarız ve gerçekten, bu
araştırma komisyonlarının önemi kavranmış olmadığı orta yere çıkar ve vaktimizi
boşa harcamış oluruz ve ben, şahsen, bundan üzüldüm. Dilerim ki, bizden sonra
görüşülecek olan töre cinayetleri komisyonunun raporunda sevgili
milletvekillerim Meclise gelirler de gerçekten önemine has görüşürüz diye
düşünüyorum.
Değerli milletvekilleri,
Komisyonumuz güzel bir çalışma yapmıştır; çinicilik, halıcılık, halı
dokumacılığı, ipek dokumacılığı, bakır işlemeciliği, gümüş vesaire gibi;
arkadaşlarım bunu çok güzel anlattılar ve olayın geneline hitap ettiler. Genel
gerekçe ise, baktığımız zaman, sanatkârların, ustaların yetişmediği, üreticinin
bulunamadığı gibi, ayrıca, malzeme kullanımı, ölü hayvan üzerinden yapağı
alındığı, istem ve taleplere göre model çizilemediği gibi ve bunların da doğru
olduğunu ben de söylemek istiyorum. Örneğin, halı dokuyucusunun gerçek
sorunları çözüldüğü zaman bunların kendiliğinden çözülebileceğine ve Türk el
sanatlarının da her biriminin ayrı ayrı sorunlarının olduğu, bu sorunları da
teşvikle, kooperatifleşmekle ve devlet desteğiyle giderileceğine inanıyorum;
ama, halıcılık yapan, ülkemin her yöresinde halıcılık yapan vatandaşın
sorunlarının bu şekilde giderileceğini zannetmiyorum. O nedenle, halıcılığın
kurtuluşu halı işçilerinin sigortalı olmasından geçer diye düşünüyorum. Bunun
dışındaki öneriler boş demiyorum; ama, o öneriler daha sonra işlenecek
önerilerdir. Her çalışan, sosyal güvencesinin olmasını ister. Türkiye'de bugüne
kadar da halı işçilerinden emekli olmuş tek kişi yoktur. Bir devlet kuruluşu
olan Sümer Halı bile doğuda 100 000 metrekare halı yaptırmaktadır, çalıştığı
işçileri sigortalı değildir. Kurs veriyoruz, öğretiyoruz diye işi bugüne kadar
götürmüşüz. Sevgili Bakanım da iki dakika konuştu, çekti, gitti. Sevgili
Bakanımın halı dokuttuğu yerlerdeki işçiler "kurs" adı altında
veyahut da "öğretim" adı altında sigortasızdır. O halde, benim
taşradaki, Anadolu'daki, emeğini sarf eden ve o konuya emek veren işleticinin
çalıştırdığı halıcıyı nasıl sigortalı yapacak; bunu anlamak mümkün değil.
Bir devlet kuruluşu olan
Sümer Halı sigorta yaptıramazken, özel girişimci hiç sigorta yaptıramaz. Neden;
2x3=6 metrekare bir Milas halısı 300 000 000 liraya mal oluyor; 50 lira da
kendisi kâr ediyor satarken, 350 lira. Bu halıyı da, 6 metrekare halıyı da iki
insan bir ayda dokuyor. Peki, şimdi, 300 liraya mal ettiğiniz ve 50 lira kâr
ettiğiniz bu halıya ve halı işçisine 400 lira sigorta yaptırırsanız, öyle
zannediyorum ki, bunun altından çıkmak mümkün değildir. Önce, halıyı merdiven
altından kurtarmak gerekir, halıyı meslek haline getirmek gerekir. Eğer bunu
yapamıyorsanız, öyle zannediyorum ki, elma döneminde, anason döneminde ve arpa,
buğday döneminde halı üreticimiz günde en kral halıcı 4 000 000 lira, 5 000 000
liralık halı dokur ve bunu bırakacaktır, elmaya gidecektir yevmiyeye veyahut da
okuldan çocuğu döndüğü zaman halıdan kalkacaktır, ona yemek koyacaktır, beyi
işten geldikten sonra ona hizmet etmek için halı önünden kalkacaktır ve
maalesef, halıyı, güncel ihtiyaçlarını gidermek üzere zorunlu olarak
yapacaktır. Eğer ki, halıyı gerçekten meslek haline getirseniz ve halı işçisini
sigortalı hale getirseniz, o insan, 4-5 milyon da olsa, halıyı dokur, emekli
olduğumda ilacımı alırım, sosyal güvenliğim olur diye, meseleye böyle bakar
diye düşünüyorum.
Değerli arkadaşlarım,
soruna eğer çözüm bulmak istiyor isek, biz -elbette ki, bugünün ürünü değildir-
yirmi yıllık enflasyonun, halı fiyatlarını yükseltmesi ve ölmesine sebep
olduğunu biliyoruz. Halının bütün girdileri, rakip ülkelerde halı girdilerinin
2-3 mislidir. Rakip ülkelerde, halıcıların, bizim halıcılarımızın rekabet gücü
kalmamıştır. Halı ihraç edilirse, ekonomik bir değer ifadesidir. El halısının
iç satım şansı yoktur. Ucuz makine halıları, iç piyasayı istila etmiştir,
vatandaşın cebine uygun fiyatlarla satılmaktadır. Halıcılığımızı, turizm
faaliyetimizin dışında düşünemeyiz. Gelen turist, halı, kilim, deri, kuyum
alır. Turizme devlet nasıl destek veriyor ise, halıcıya da öyle destek
vermelidir diye düşünüyorum.
Değerli arkadaşlarım,
halı, Türkiye'de bu başıboşluktan, sosyal güvencesizlik yüzünden, bir meslek
olamamıştır. Boş kalındığı zaman halı dokunmaktadır. Ben de diyorum ki,
gerçekten, Türkiye'de işsizlik sorunu var ise -hepimiz de aynısını söylüyoruz-
gelin, bu işin gerekçelerini yerine getirelim; çünkü, önergeyi veren arkadaşım,
milletvekilim de çok güzel bir iş yapmıştır; kendisine teşekkür ediyorum, Hasan
Beye. Ayrıca, Komisyonumuz da, gerçekten, güzel çalışmıştır.
Sigortayı çözelim. İthal
edilen halılardan, devlet, büyük miktarda vergi alıyor. Türkiye'ye ithal halı
giriyor; Çininden ve İranından. Devlet de buradan büyük miktarda vergi alıyor.
Bu paralar bir fonda toplansın ve halıcılarımızın ödediği KDV'ler de bu fona
aktarılsın ve halıcımızı sigortalı hale getirelim.
Elbette ki, kahvede
oturan 65 yaşındaki insanımıza maaş veriyoruz, vereceğiz; ama, bunun ötesinde
üretime katılan insanlarımızı düşünmez isek, öyle zannediyorum, çözüm yolunu
zorlaştırmış oluruz diye düşünüyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Devam edin.
MEVLÜT COŞKUNER (Devamla)
- Değerli arkadaşlarım, elbette ki, belediyelerin ihtiyaç sahiplerine kömür,
yiyecek vermesine karşı değiliz; ama, gerçek ihtiyaç sahiplerine… Eğer ki,
belediyelerimizin gerçek ihtiyaç sahiplerinin dışında belli kaygılarla oralara
dağıttığı ulufeleri ve diğer taraftan özel idarelerin lüzumsuz harcamalarını
kısar isek, öyle zannediyorum ki, biz, her yerde halıcılığı başarırız diye
düşünüyorum.
Sene 1965 idi, Mardin'in
Ömerlisinde halı dokunur idi. Şimdi, Karaman'dan geldim. Karaman'daki genç
kızlarımızı, bacılarımızı, annelerimizi de halı başında gördüm; maalesef,
fondan bir para aktararak orada halı dokunuyor; ama, maalesef, paralarını
alamamışlar. O nedenle, gereksiz şeyleri unutup, gerçekten bu projeyi sunan, bu
araştırmayı sunan arkadaşların değerli belgeleri iyi değerlendirilmeli ve
bunlara sahip çıkılmalı.
İnsanlara bir defa balık
yedirip karnını doyurmaktan ise, ona balık tutmayı öğretmeliyiz. Balık tutmayı
öğrenen insanımız da, canı balık istediği zaman gereğini yapar ve balığını
tutar, karnını doyurur.
Bakın, size
ustalarımızdan, sanatkârlarımızdan birisinin eserlerini tanıtıp, o binlerce
ustanın, binlerce sanatkârın yerine koyarak bunu anlatacağım ve konuşmamı
tamamlayacağım.
Değerli arkadaşlarım,
Isparta'da bir öğretmen, -daha önce konuşmuştum- adı Ahmet Aksakal. Bu insan
otuzbeş yıldır halıcılık yapar. "Ulusal değerlerimiz ve dünyayı
aydınlatanlar" diye projesi vardır. Dünyayı aydınlatanlardan, şöyle
baktığımız zaman, Einstain'ın resmi, ipek üzerine yün olarak dokunmuştur.
Şurada, büyük, Ata duvar halıları. Diyor ki bu sanatkâr: "İlmik ilmik,
düğüm düğüm seni dokudum, ipim yetmedi; bir güzel dünya bırakmışsın bizlere;
sana olan borcum daha bitmedi." Acaba bizim onlara borcumuz biter mi?
Tekrar, ulusal değerlerimiz duvar halısı. Burada İstiklal Marşı. Burada, Büyük
Atatürk'ün resmi ve burada da, "Ey Türk Gençliği" yapılmış. Bunlar,
ipek üzerine yün olarak dokunmaktadır ve örneği de Türkiye'de yok denilebilecek kadar azdır, hatta yoktur.
Değerli arkadaşlarım,
yine burada, ulusal değerlerimiz duvar halısında, baktığımız zaman, İstiklâl
Marşımız ve Atamız, Gençliğe Hitabemiz ve kenarlarında da İstiklâl Marşının
notaları çıkarılmıştır. Böyle sanatçılarımız var, böyle üretenlerimiz var. Biz,
bunların elinden tutmaz isek, öyle zannediyorum ki, ileriki günlerde bunları da
bulamayacağız. Son olarak da şurada, Türk Bayrağımız, içinde İstiklâl Marşımız ve kenarlarında da İstiklâl
Marşımızın notaları çıkarılmış.
Değerli arkadaşlar, bu
arkadaşımız Burdur'un bir yöresinde 70-100 tane insan çalıştırıyor idi.
Benim kendi köyümde de insanlar
çalışırdı. Yalvaç'ın köylerinde, Gelendost'un köylerinde, Şarkikarağaç'ın
köylerinde halıcı diye bir şey kalmadı. Şimdi kalan atölyelerin durumu da bu ve
Burdur'da bu sanatçının, sanatkârın 70-100 işçisinden 7 işçisi kaldı; onlar da
Denizli'de tekstil fabrikasında iş bulabilirlerse, oraya gidiyorlar.
Kısacası, çok önemli bir
konuydu. Ben, bütün konuşmacı arkadaşlara, bize teknik olarak katkıda bulunan
bütün arkadaşlarımıza, kurum ve kuruluşlardan gelen bütün insanlarımıza
saygılarımı, sevgilerimi iletiyorum, kendilerine teşekkür ediyorum. Ayrıca,
Hasan Milletvekilime, Hasan Arkadaşıma tekrar teşekkür ederken, diyorum ki:
Gelin bu Aksakalları yalnız bırakmayalım, bunların halısını yapabilmesi için
mutlaka merdiven altından halıyı kurtarıp ve gerçekten halıcılığı meslek haline
getirelim ve hem ülkemiz kazansın hem biz kazanalım ve hem turizme bir elçilik
yapıp, onu da kendi önlerine sunalım diyorum.
Beni dinlediğiniz için
hepinize teşekkür ediyorum, saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Geleneksel Türk
el sanatları üretici ve sanatkârlarının sorunlarının araştırılarak, el
sanatlarının geliştirilmesi, korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması için
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla, Anayasanın 98 inci,
İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca kurulan (10/128) esas numaralı
Meclis Araştırması Komisyonu raporu üzerindeki genel görüşme tamamlanmıştır.
Şimdi, 2 nci sırada yer
alan, töre ve namus cinayetleri ile kadınlara ve çocuklara yönelik şiddetin
sebeplerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla,
Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca kurulan
(10/148, 182, 187, 284, 285) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonunun 1140
sıra sayılı raporu üzerindeki genel görüşmeye başlıyoruz.
5.- Ankara Milletvekili Oya Araslı ve 23 milletvekili, Adana
Milletvekili N. Gaye Erbatur ve 68 milletvekili, Gaziantep Milletvekili Fatma
Şahin ve 46 milletvekili, İzmir Milletvekili Canan Arıtman ve 28 milletvekili
ile İstanbul Milletvekili Güldal Okuducu ve 27 milletvekilinin; töre ve namus
cinayetleri ile kadınlara ve çocuklara yönelik şiddetin sebeplerinin
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergeleri ve Meclis Araştırması Komisyonu
Raporu (10/148, 182, 187, 284, 285) (S. Sayısı: 1140) (x)
BAŞKAN - Komisyon?..
Yerinde.
Hükümet?.. Yerinde.
İçtüzüğümüze göre, Meclis
Araştırması Komisyonunun raporu üzerindeki genel görüşmede ilk söz hakkı önerge
sahiplerine aittir. Daha sonra, İçtüzüğümüzün 72 nci maddesine göre, siyasî
parti grupları adına birer üyeye, şahısları adına iki üyeye söz verilecektir.
Ayrıca, istemleri halinde, Komisyon ve Hükümete de söz verilecek; bu suretle,
Meclis Araştırması Komisyonu raporu üzerindeki genel görüşme tamamlanmış
olacaktır.
Konuşma süreleri,
Komisyon, Hükümet ve siyasî parti grupları için 20'şer dakika, önerge sahipleri
ve şahıslar için 10'ar dakikadır.
Komisyon raporu 1140 sıra
sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Rapor üzerinde söz alan
milletvekillerinin isimlerini okuyorum:
Önerge sahipleri olarak:
Sayın Oya Araslı, Ankara Milletvekili; Sayın Gaye Erbatur, Adana Milletvekili;
Sayın Semiha Öyüş, Aydın Milletvekili; Sayın Canan Arıtman, İzmir Milletvekili;
Sayın Güldal Okuducu, İstanbul Milletvekili.
Şimdi, ilk söz, Sayın Oya
Araslı'nın, Cumhuriyet Halk Partisi Ankara Milletvekili.
Buyurun Sayın Araslı.
(CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz 10 dakika.
OYA ARASLI (Ankara) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1140 sıra sayılı ve (10/148, 182, 187,
284, 285) esas sayılı Meclis Araştırması Komisyonu raporu üzerinde, önerge
sahibi sıfatıyla söz almış bulunuyorum ve sizleri saygıyla selamlıyorum.
Çocuklara ve kadınlara
yönelik şiddet ve töre cinayetleri, tüm dünyanın üzerinde durduğu, çözüm
aradığı, iç acıtan bir sorundur.
Değerli milletvekilleri,
bu sorunun çözümüne gidebilmemiz için, önce, şiddetin tanımından yola çıkmak;
daha sonra, şiddeti ve töre cinayetlerini ortaya çıkaran nedenler üzerinde
durmak ve daha sonra, bu nedenlerden yola çıkarak, bu şiddet olaylarını ortadan
kaldıracak çözümleri ortaya koymak ve bunu kararlı bir iktidarla, kararlı bir
siyasî iradeyle yürürlüğe koymak gerekiyor.
Değerli milletvekilleri,
şiddet nedir; neye şiddet adı veriyoruz? Şiddetin çok çeşitli tanımları var;
ama, kısaca söylemek gerekirse, şiddet, kişiye yöneltilmiş fiziksel veya
duygusal, acı ve zarar veren her türlü saldırgan eylemdir. Şiddetin
oluşabilmesi için onun fizikî bir görünüm taşıması gerekmiyor; duygusal bir
şekilde, sözle de şiddet yaratmak mümkün.
Şiddetin fiziksel, cinsel
ve duygusal boyutlarda uygulanan pek çok türü olduğunu görüyoruz; dövmekten
tutun, hakaret etmeye, kötü muamele etmeye kadar uzanan çeşitli türleri var.
Çocuklara yönelik şiddetin genellikle bu boyutlarda, yani fiziksel, cinsel ve
duygusal boyutlarda, ihmal ve istismar görünümünde ortaya çıkabildiğini
görüyoruz. Çocuğa eziyet etmek, işkence etmek de bir şiddettir. Çocuğa ilgi
göstermemek, dövmek, aç bırakmak, sevgisiz bırakmak da, onu istismar etmek de
şiddettir.
Kadına yönelik şiddette
ise, bir kadına sırf kadın olduğu için yöneltilen ya da oransız bir biçimde
kadınları etkileyen şiddet olayları kastedilmektedir.
Töre, namus cinayetlerine
gelince, bunlar kadına yönelik şiddetin çok özel ve çok yoğun türleridir;
çünkü, burada, kadının yaşamı söz konusudur gördüğü şiddetin sonucunda,
yaşamını kaybetmektedir kadın.
(x) 1140 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Değerli milletvekilleri,
Sayın Başkan; şiddetin çok çeşitli nedenleri var; ama, bunun temel
nedenlerinden birinin de kadını ikinci sınıf gören, onu erkeğe nazaran eksikli
gören değer yargılarının, toplumsal kurumların, yapıların, davranış biçimlerinin
olduğunu söylememiz lazım. Çocuğa ve kadına yönelik şiddet olaylarının, töre ve
namus cinayetlerinin toplumumuzda yaygın bir biçimde görüldüğünü ne yazık ki
ifade etmek durumundayız. Çocuklarımızın fiziksel ve duygusal bütünlüğünü
zedeleyerek, hem onların hem de toplumumuzun geleceğini karartan, kadınlarımız
için yaşamı çekilmez hale getiren ve acımasızca yaşam haklarını ellerinden alan
şiddet ve bu şiddete bağlı olayların sayısının, ortaya çıkanın, rakamların
gösterdiğinin çok üstünde olduğunu da söylemek durumundayız; çünkü, çoğu kez,
şiddet mağdurları olayı saklamakta ya da olaya cinayet, intihar ve kaza
görünümü verilmektedir. İşin bir başka acı veren boyutu da, şiddete uğrayan kadın
ve çocukların, zaman içerisinde ve kimi toplumlarda, bunu çok olağan bir durum
olarak görmeleri, bir şiddet olarak algılamamaları ve bu nedenle dile
getirmemeleridir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri, üzerinde durduğumuz şiddet olaylarının, kadın, çocuk ve insan
haklarına ilişkin çeşitli sözleşmelerde imzası bulunan Türkiye Cumhuriyeti
Devletinde hâlâ sona erdirilememiş olması üzücüdür; ama, artık, bu kıyıma dur
denilmeli, bu kıyım ortadan kaldırılmalıdır. Bunun için de, biraz önce
söylediğim gibi, önce, şiddet olaylarının nedenlerinin belirlenmesi, daha sonra
da, bunlara dayalı olarak çözümler ortaya konulması ve bunların kararlı bir
biçimde uygulamaya sokulması gerekmektedir.
Değerli arkadaşlarım,
biz, burada, ilk adımı oluşturmak üzere, şiddet olaylarının nedenlerini ve
çözümlerini belirlemek amacıyla, değerli milletvekili arkadaşlarımla birlikte
Meclis araştırması önergeleri verdik ve bu önergelere bağlı olarak da ortaya
bir rapor konuldu. Bu raporun çok kapsamlı bir çalışma olduğu ve birtakım
değerli görüş ve bulguları ortaya koyduğu yadsınamaz. Bu nedenle, raporu
hazırlayan Komisyon üyelerine ve görüş ve değerlendirmeleriyle bu çalışmaya
katkı verenlere teşekkürlerimi ifade etmek istiyorum. Ancak, burada rapora bir
katkı vermek amacıyla, eksik bulduğum hususları da ifade etmeyi arzu ediyorum.
Üzerinde durmak istediğim
hususlardan birisi şudur. Türkiye Cumhuriyetinde Atatürk önderliğinde
gerçekleştirilen kadın-erkek eşitliğini sağlama hareketi, düşünsel temelleri
bakımından, Osmanlı Devletindeki kadın statüsünü düzeltmeye yönelik sınırlı
münferit girişimlerden çok farklıdır. Osmanlı Devletindeki girişimler, kadını
yaşamın her alanında eşit kılmak gibi bir amaca yönelik değildirdirler; onu
ikinci sınıf statüsünde, erkeğe bağımlı statüsünde biraz daha imkânlı kılmayı
amaç edinmişlerdir. Halbuki, Atatürk önderliğinde başlatılan kadın-erkek
eşitliği hareketi cinsler arası mutlak eşitlik hedefine yöneliktir ve
cumhuriyetin kuruluş yıllarında adı konulmamış bir pozitif ayrımcılık uygulamasını
bir devlet politikası görünümünde beraberinde getirmiştir.
Sayın milletvekilleri,
raporda, şiddetin ve şiddetin bir türü olan cinsiyet ayırımcılığının önlenmesi
için kararlı bir siyasî iradenin varlığının gerekliliğinin açık ve seçik bir
biçimde ifade edilmesini dilerdim. Herkesin bildiği gibi ve biraz önce ifade
ettiğim gibi, şiddet olaylarının temelinde kadının eşitsiz konumu yatmaktadır;
kadını ikinci sınıf bir konuma iten değer yargıları, toplumsal yapılar,
kurumlar, uygulamalar yatmaktadır. Bunların ortadan kaldırılması, kuşkusuz,
sadece yasa yapımıyla gerçekleşecek bir olay değildir. Bu yasaları uygulamaya
sokacak ve kadını eşitsiz konumdan kurtaracak bir siyasî iradenin de varlığı
gerekmektedir.
Bunları söylerken,
üçbuçuk yıldır burada kadının statüsünü düzeltmek için birlikte yaptığımız yasa
düzenlemelerini küçümsemek istemiyorum. Büyük adımlar atılmıştır; ama, buna
rağmen hâlâ toplumda şiddet olayları sürmektedir, hâlâ eşitsizlik olaylarıyla
karşılaşılmaktadır. Bu demektir ki, yasa çıkarmakta gösterilen gayret, bu
yasaların getirdiklerini uygulamaya sokmakta yeterli olamamıştır ve bugün
kadınlarımız, cumhuriyetin kazanımlarını ortadan kaldırmaya yönelik birtakım
hareketlerle mücadele etmek konumundadırlar. Birtakım belediyelerimiz, kadının
ikinci sınıflığını vurgulayan birtakım yayınlar yapmaktan kendilerini
alamamaktadır. Tuzla Belediyesinin evli çiftlere dağıttığı "Delilleriyle
Aile İlmihali" kitapçığında fevkalade ilginç, tasvip edemeyeceğimiz
birtakım sözler vardır: "İmanlı kadınlar ve erkekler musafaha (el
sıkışmak) veya el öpmeyi yalnız…"
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun.
OYA ARASLI (Devamla) -
"… mahrem hısımlarla sınırlı tutmayı şiar edinmeli" denilmektedir bu
broşürde. "Evleneceklerin tasarruf ehliyetine sahip olmaları gerekir. Bu
da 7 yaşında iyiyle kötüyü ayırt etme gücünü elde etmekle gerçekleşir.
Evlilikte alt yaş sınırı kızlarda 9, erkek çocuklarda ise 12'dir. İslama göre
aralarında eşitliği sağlamak şartıyla erkeğin aynı anda 4 kadınla evlenmesi
mümkündür. Hastalık, ahlaksızlık ve şiddetli yoksulluk gibi özürler
bulunmadıkça evli çiftler gebeliği önleyen yöntemlere başvurmamalıdır."
Değerli arkadaşlarımız,
bu yayın, Anayasasında laik bir devlet olduğu yazılı olan Türkiye
Cumhuriyetinde yapılmıştır! Bunu başkaları da izlemiştir. Eyüp Belediyesinde
de, buna benzer doğrultuda birtakım ifadeleri içeren bir belge yayınlanıp
dağıtılmıştır ve ne yazıktır ki, bu yayınlara ilişkin bilgiler gazetelerde
haber olarak yer almasına rağmen, Hükümet, İktidar, bir hükümet gibi tepki
göstermek yolunu seçmemiştir bu yayınlara karşı; artık görmezden gelemeyecek
duruma gelince bir parti gibi, bir genelgeyle, tavır koymak yoluna gitmiştir.
TAYYAR ALTIKULAÇ
(İstanbul) - Yazan, bir üniversite hocası.
OYA ARASLI (Devamla) -
Ben, doğrusu öğrenmek istiyorum: İçişleri Bakanlığının bu yayınlar karşısında
ne gibi bir tavrı olmuştur, bu yayınları yapan belediyelerle ilgili ne gibi
girişimler yapılmıştır bu tür yayınları önlemek için, bir parti genelgesinin
dışında? (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım,
işte ifade ettiğim siyasî irade bu; gerçekten kadın-erkek eşitliğine gönül
vermiş olan ve bunu yaşamın her alanında yaşama geçirmeye, gerçekleştirmeye
yönelik siyasî irade; işte, ben, eksiğimizin Hükümet katında burada olduğu
görüşündeyim.
BAŞKAN - Toparlayın
lütfen.
OYA ARASLI (Devamla) -
Bitiriyorum efendim.
Bu teşhisin raporda yer
almasını arzu ederdim. Raporda, erkek egemen, cinsler arası eşitliğe aykırı
yapı ve yasaların kaldırılmasını veya eşitlikçi biçimde düzeltilmesini
sağlayacak, kadının statüsünü yükseltecek, yeni yasa düzenlemelerine ışık
tutacak çözüm önerilerinin de yer almasını dilerdim. Mesela, Anayasanın 10 uncu
maddesine, "kadın-erkek eşitliğini fiilen sağlamak yönünde alınacak geçici
önlemler, ayırımcılık ve imtiyaz sayılmaz" şeklinde bir fıkra eklenmesini
beklerdim. "Uluslararası anlaşma, bu ayırımcılığın zaten yapılmasına
engel" şeklindeki bir açıklamayı yeterli bulmuyorum; çünkü, bu, olayı
yoruma bırakıyor. Açıklama, devlete bir yükümlülük getiriyor ve devletin bu
yükümlülüğü, Anayasasında bir hüküm koymak suretiyle yerine getirmesi
gerekiyor.
Yine, Türk Ceza
Kanununda, genital muayenede kişinin aydınlatılmış onayının da alınmasına
ilişkin önerilerin raporda değerlendirilmesini isterdim.
Türk Medenî Kanununda
getirilen yeni yasal mal rejiminden 1 Ocak 2000'den önce evlenmiş olanların
evliliklerinin 1 Ocak 2002'den önceki kısmında da yararlanabilmelerini
kolaylaştıracak ve özellikle kadınların mağduriyetini giderecek birtakım
çözümler üretilmiş olmasını beklerdim.
Evli kadınların, mutlaka
kocasının soyadını da, yanında kendi soyadı olsa bile, taşımasını gerekli kılan
düzenlemede kadının soyadı sorununu ortadan kaldıracak birtakım değişiklikler
yapılabilmesi için çözüm önerileri getirilmesini beklerdim.
Yine, Siyasî Partiler ve
Seçim Yasalarında kota uygulamasına ilişkin öneriler bulunmasını, buna da
değinilmesini arzu ederdim ve namus ve töre cinayetlerinde kadının erkekle eşit
haklara sahip bir birey olarak görülmesini engelleyen feodal düzenin ve aşiret
yapılanmasının rolünün ve bunun çözümüyle ilgili önerilerin de belirtilmesini
beklerdim.
BAŞKAN - Toparlayın
lütfen.
OYA ARASLI (Devamla) - Bu
hususlar yer alsaydı, raporun daha etkili, daha gerçekçi ve daha verimli
olacağını düşünüyorum.
Sayın Başkana bana
gösterdiği müsamaha için teşekkür ediyorum, sizlere saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Son derece
önemli bir konuyu tartışıyoruz. Enine boyuna düşüncelerin serdedilmesinde büyük
yarar görüyoruz.
Değerli milletvekilleri,
şimdi, saat 19.00'a kadar -saat 7'ye kadar- birleşime ara veriyorum.
Kapanma Saati : 18.27
BEŞİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 19.02
BAŞKAN: Başkanvekili Ali DİNÇER
KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 110 uncu Birleşiminin Beşinci
Oturumunu açıyorum.
Töre ve namus cinayetleri
ile kadınlara ve çocuklara yönelik şiddet konusundaki Meclis Araştırması
Komisyonu raporu üzerindeki genel görüşmeye kaldığımız yerden devam edeceğiz.
V.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
5.- Ankara
Milletvekili Oya Araslı ve 23 milletvekili, Adana Milletvekili N. Gaye Erbatur
ve 68 milletvekili, Gaziantep Milletvekili Fatma Şahin ve 46 milletvekili,
İzmir Milletvekili Canan Arıtman ve 28 milletvekili ile İstanbul Milletvekili Güldal
Okuducu ve 27 milletvekilinin, töre ve namus cinayetleri ile kadınlara ve
çocuklara yönelik şiddetin sebeplerinin araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergeleri ve Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (10/148, 182, 187, 284, 285)
(S. Sayısı: 1140) (Devam)
BAŞKAN - Komisyon ve
Hükümet yerinde.
Şimdi, söz sırası
(10/182) kütük numaralı önerge sahibi Nevin Gaye Erbatur, Adana CHP
Milletvekilinde.
Buyurun Sayın Erbatur.
(CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz 10 dakika
Hanımefendi.
N. GAYE ERBATUR (Adana) -
Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; töre ve namus cinayetleri ile kadınlara ve çocuklara yönelik
şiddetin sebeplerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla kurulan Meclis Araştırması Komisyonunun raporu hakkında önerge sahibi
olarak konuşma yapmak için huzurunuzda bulunmaktayım; Yüce Meclisi saygıyla
selamlarım.
Töre ve namus cinayeti,
bilerek ve isteyerek birini öldürmektir. Bilerek ve isteyerek en temel insan
hakkı olan yaşama hakkını ihlal etmektir. Halbuki, Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşlarının en temel hakkı, yaşama hakkının korunmasıdır. Bu hak, devletin
sorumluluğundadır. Devlet bu hakkı anayasal güvence altına almışsa, bu hakkı
ihlal eden kişi suç işlemiş olmaktadır. Hukuk devletinde, yasama organı,
suçunun olup olmadığına ve varsa, cezasının verilmesinde yetkilidir. Bu
durumda, devletin vatandaşı olan bir kadın hakkında devlet erki dışında karar
verilmesi anayasal bir suçtur. Bu kararın töre veya namus bahanesiyle alınmış
olması onu farklı kılmaz. Suç suçtur, cinayet cinayettir. Aksi düşünülemez ve
tartışmaya açılamaz.
En yaygın namus anlayışı,
kadınların hayatına sıkı bir kontrol getirerek ve ailedeki erkeklere onları bir
mal gibi kullanma hakkını vererek, kadınların ezilmesine yol açmaktadır. Bunun
sonucu olarak, kadınlar, okula gönderilmiyorlar, erken yaşta evlenmeye
zorlanıyorlar. Çoğu zaman, aileler arasında anlaşmazlıkların çözümü konusunda
bir araç, yani, berdel olarak kullanılmakta, kocalarının ikinci eşlerini kabul
etmek zorunda kalmaktadırlar. Bu algılama şeklinde namus, bir erkeğin karısı,
yani, helalidir, kız kardeşidir, annesidir, ailedeki diğer kadınlar, hatta,
yakın çevredeki kadınlardır. Erkek, bunların hepsine göz kulak olmak
durumundadır. Erkeklerin sorumluluk alanı genişlerken, kadınlar üzerindeki
baskı da artmaktadır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; namus ve töre cinayetlerinin toplum tarafından nasıl
algılandığına bakalım. Aile meclislerinin toplanması ve karar alması sonucu
işlenen cinayetler töre cinayetleri, namus adına işlenen cinayet ise namus
cinayeti olarak algılanmaktadır. Algılamadaki bu farklılık, iki cinayet türü
arasında, insanların cezalandırma konusunda da farklılık olabileceğini
düşünmelerini beraberinde getirir. Burada önemli olan nokta, bunların hepsinin
namus gerekçesiyle işlendiği ve insan canını almayla sonuçlanan şiddet
eylemleri olduğudur.
Namus ve töre cinayetleri
arasında bazı farklılıklar olduğunun görülmesi, her bir olayı daha iyi
anlayabilmek ve çözüm yollarını tartışabilmek açısından sosyolojik bir anlam
taşımaktadır. Öte yandan, farklılığa yapılan vurgunun, aile meclisi
kararlarının önemli olduğu, töreye dayalı namus cinayetlerinin tümüyle ayrı bir
kefeye konulmasına ve dolayısıyla da, birinin diğerine göre hafifletici
gerekçelerinin olduğunun düşünülmesine yol açabilir.
Sosyalizasyon
süreçlerinin ilk yıllarından itibaren kendi topluluklarında geçerli olan
namuslu kadın davranışı normlarını öğrenen kadınlar, bu kurallara uymadıkları
veya biraz dışına çıktıkları durumlarda cezalandırılmayı hak ettiklerini
düşünüyorlar. Namus adına öldürülmeseler bile, yaşadıkları köy veya kasabayı
terk etmeye veya kendilerine uygun olmayan kişilerle evlenmeye
zorlanabiliyorlar.
Kadınlar üzerinde ağır
bir baskı kurulmasına yol açan namus anlayışı, erkeklerin de yaşamlarının
odağına kadınların namus bekçileri olma görevini koyarak, bu görevi, içinde
yaşadıkları topluluğun beklentilerine uygun yerine getirmedikleri ya da
getiremedikleri durumlarda ağır baskı altına girmekte, hatta, mağdur konumuna
düşebilmektedirler.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; kadın namusunun nasıl algılandığını ve bunun toplumsal
sonuçlarını görebilmemiz için, Komisyonumuzda bir uzman tarafından anlatılan
bir olayı sizlere aktarmak istiyorum.
Bir kent. Kentin kıyı
mahallelerinde bir ev. Evde bir anne. 17 yaşında 1 erkek çocuk ve ondan küçük 3
çocuk daha yaşıyor. Çocuklardan birisi orta 1'dedir ve kızdır. Ağabey kahvede
arkadaşlarıyla konuşurken diyorlar ki: "Sen ne biçim ağabeysin, zaten
sizin babanız öldü ve siz bu ailenin namusunu koruyamıyorsunuz. Kız kardeşiniz
okuldan dönüşte erkek arkadaşlarıyla eve geliyor."
Eve geldiğinde yaptığı
ilk iş şu: Daha önceki yıllarda babayı kaybettikleri için, o kişinin
değerlerinde, kız kardeşinin okuldan erkek arkadaşlarıyla yürüyerek dönmesine
engel olamayan anne ailenin namusuna halel getiren kişi olarak düşünüldüğü
için, 17 yaşındaki bir erkek evlat, kendisini doğuran anneyi dövmeye başlıyor.
Komşular araya girmeye çalışıyor; fakat, engel olamıyorlar, çareyi karakola
başvurmakta buluyorlar ve polis müdahale ediyor; gelip, çocuğun elinden anneyi
kurtarıyor. Ortalık ayağa kalkıyor. O arada -buraya dikkatinizi çekmek
istiyorum- güvenlik görevlisi diyor ki: "O zaman bu çocuğu bir kadın
doğumcuya götürelim, kadın doğumcu bunu muayene etsin. Eğer bu bakireyse böyle
bir sorun yoktur. Biz, bu çocuğun da gönlüne su serperiz, aile sorunu da
ortadan kalkar." Böyle düşünüyor emniyet görevlisi.
Emniyet görevlisi,
anneyi, kızı, erkek çocuğu, mahalleden de birkaç kişiyi alıp, bir hastaneye
gidiyorlar ve o hastanede bir kadın doğum uzmanı çocuğu muayene ediyor, bir
rapor düzenliyor. Düzenlediği rapor ailenin eline geçtiği zaman, ağabey
"zaten ben bunu biliyordum, seni öldüreceğim" diyor; çünkü, raporda
şöyle bir şey deniliyor: "Kızlık zarında taze yırtık var."
Kız başlıyor kendini
yerlere atmaya "asla, ben hiç kimseyle hiçbir cinsel ilişkide bulunmadım,
böyle bir şey söz konusu bile değil" diyor. Ağabey, sürekli çocuğun
üzerine saldırmaya çalışıyor. O zaman emniyet görevlisinin aklına bunları
savcılığa götürmek geliyor. Savcılık bir yazı yazıyor, adlî tıp tarafından
muayenesini istiyor. Gelen çocuğun muayenesini yapan kıdemsiz hekim, anlatan
uzmandan danışmanlık istiyor. Uzman, yapılması gerekenleri şöyle anlatıyor:
Önce gelen hastanın güven duyacağı bir ortam hazırlarız. Bu tür muayene
koşullarıyla ilgili uymamız gereken birçok protokol vardır. Bu protokollere
göre önce hastayla konuşulur, sonra genel bir fizik muayene yapılır, varsa bazı
bulguları ya da bulgu ya da delil olabilecek bazı örnekler protokollere göre
alınır. En son genel olarak dış genital organların muayenesinin yapıldığını
söylüyor. Muayenenin sonunda bir de psikiyatri konsültasyonu isteriz, bu
travmadan çocuk nasıl etkilendi diye.
Ama, oradaki kadın doğum
uzmanı bunu yapmamıştır. Emniyet görevlisinin aklına ilkönce kızın kızlık
zarını muayene ettirmek geliyor. Kadın doğum uzmanının aklına ilkönce, bir tek,
kızın kızlık zarına bakmak geliyor ve "taze kanama" diyor.
Adlî tıbba geliyor,
kıdemsiz doktor muayene ediyor, kızın hymen'inde eski ya da taze travmanın
oluşturacağı herhangi bir değişiklik görmüyor. Onun için de bu uzmana
danışıyor. Bakıldığında bir değişiklik olmadığı, aksine, girişi dar, enli bir
kızlık zarı olduğu görülüyor.
O zaman, uzmanımız, o
kadın doğum uzmanı arkadaşla konuşuyor. Uzman, sosyal endikasyon olarak kız
yararlansın diye böyle yazdım hocam diyor. Tıbbî etik olmayan bu davranışını, o
kişinin hakkını korumak amaçlı yaptığını söylüyor.
Ertesi gün uzman işe
geldiğinde, genç arkadaşları "hocam, otopsi var, dünkü kızı ağabeyi
kesti" diyor. "Nasıl kesti" diyor. "Oradaki kadın uzmanı
bildi, yırtık vardı, öbür taraftaki adlî tıp uzmanları yalan söylediler, kim
bilir ne yaptılar, ben namusumu temizlerim" diyerek, ağabey, bahçede
çiçeklerin bulunduğu bir betonun üzerine kızın kafasını koyuyor ve bir bıçakla
boğazını kesiyor ve bütün mahalleli görüyor.
Bu olaydan bir tespit
yapabiliriz: Çok acıdır ki, 13 yaşındaki bir kız çocuğunun okuldan erkek
arkadaşlarıyla dönmesi namusa halel getiren bir davranış olarak algılanmakta,
onun bu davranışını önleyemeyen anne sorumlu tutulmakta, kamu görevlisi konuyu
bekârete indirmekte, sağlık görevlileri bu konuda bireysel önyargılarıyla
davranmakta ve kız çocuğu açık alanda öldürülerek, tüm kadınlara korku
salınmaktadır.
Duruma bakar mısınız!..
Peki, kimdir bunun sorumlusu?. Elbette, sorumluluk aranmaya başlanırsa çok şey
söylenebilir; ama, burada sorumluluk önce devlete aittir. Devlet, bu toplumsal
yarayı çözücü önlemleri almalıydı.
Komisyonumuzun kuruluş
amacından biri de budur. Bu cinayetlerin önüne nasıl geçilebilirliğini
bulmaktır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; namus ve töre cinayetlerinin önüne geçilebilmesi için
öncelikle nedenlerinin iyi anlaşılabilmesi gerekir. İnsanlar neden bu
cinayetleri işliyorlar?.. Namusa aykırı bir davranışta bulunmuş olan kişinin
ölümü hak edeceği ve öldürmek durumunda kalanların da başka seçenekleri
olmadığını söyleyerek namus cinayetlerine açık destek verenler; namus
cinayetine koşullu destek veren; yani, cinayet işlemeyi kimsenin
istemeyeceğini, ancak, kanıtlanmış bir aldatma durumunda veya toplumdan gelen
baskıya dayanamayan kişilerin cinayet işleyeceğini söyleyenler; kişilerin
toplumsal baskı altında kaldıkları zaman, özellikle de yoksul, güçsüz ve
eğitimsiz iseler, bu onursuzluğu taşıyamayıp kaçınılmaz olarak cinayet
işleyebileceğini söyleyenler vardır. İşte, sorun, insanların bu düşüncelerini
değiştirmektedir.
Kadına mal olarak değer
biçen, onun üzerinde tam bir hâkimiyet kurma hakkını kendi gören, kadını
kapatan, toplumsal bağını kesen ve tüm bunları yaparak şiddet uygulayan
zihniyet!.. Asıl savaş bu zihniyetin değiştirilmesine yönelik olmalıdır. Yoksa,
rapora yazılmış olan çözüm önerileri uygulanamaz, uygulansa bile sonuç
alınamaz.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
N. GAYE ERBATUR (Devamla)
- Kadına yönelik şiddetin sonuçlanması ancak kadın-erkek eşitliğinin tam olarak
sağlanmasıyla olur. Bu nedenle, kota uygulamasına, mutlaka, hemen şimdi
geçilmelidir.
Kadına karşı şiddetin
önlenmesi için yapılması gerekenler ortadadır. Sorun, aşağıdan yukarıya doğru
çözülecek boyutu aşmıştır. Bu nedenle, yukarıdan aşağıya, yani, devlet
yaptırımıyla çözmek gerekmektedir; yani, yasal değişiklik gerekmektedir.
Kadın-erkek eşitliği komisyonu Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir an evvel
kurulmalıdır.
Rapora koyduğum şerh de,
yasal uygulamalardaki eksiklikleri içermektedir. Bu kapsamda, Türk Ceza
Kanununun 82 nci maddesine, namus saikıyla işlenen cinayetlerin de namus adına
işlenen cinayetler şeklinde, bu tip suçların nitelikli adam öldürme kapsamında
mütalaa edilebilmesi için bir bent eklenmesi gerekmektedir.
CMUK'da, kadınlarla
ilgili davalarda kadın örgütlerinin müdahil olmasını sağlayacak değişiklikler
yapılmalıdır.
Bekâret kontrollerinin
engellenmesi için yeterli olmayan Türk Ceza Kanunu 287 nci maddesinde, evlilik
içinde edinilen malların eşit paylaşımını engelleyerek, 17 000 000 kadını
eşlerinin ekonomik şiddetine maruz bırakan Türk Medenî Kanunu yürürlük 10 uncu
maddesinde ve evli kadınları kocasının soyadını mutlaka taşımak zorunda bırakan
187 nci maddesinde değişiklik yapılmalıdır.
Ayrıca, Belediyeler
Kanunundaki "50 000'in üzerindeki yerleşim birimlerindeki belediyeler
sığınma evi açar" ibaresinin "açmalıdır" şeklinde değiştirilmesi
de gerekmektedir.
BAŞKAN - Toparlayalım
lütfen.
N. GAYE ERBATUR (Devamla)
- Bunun yanı sıra, aile içi şiddetin önlenmesi amacıyla vermiş olduğum 4320
sayılı Ailenin Korunması Kanunundaki değişiklik teklifinin de acilen gündeme
alınmasını talep ediyorum.
Aile içi şiddetin bir
boyutu da çocuklara uygulanan şiddettir. Özellikle, ensest, çok büyük bir sorun
halini almıştır. Enseste ve şiddete uğrayan mağdurlar, toplumsal baskı
nedeniyle, seslerini çıkaramamaktadırlar; seslerini çıkarmak isteseler bile,
nereye başvuracaklarını bilememektedirler. Ensestin saklanması ve yok
sayılması, daha derin ve geri dönülemez sorunlara yol açmaktadır; çünkü,
ensest, dışarıdan birinin uyguladığı şiddet değildir, çocuğun bildiği, tanıdığı
biridir. Olağandışı bir durummuş gibi algılanan ensest, aslında hayatın içinde;
fakat, saklanmaktadır. Tüm topluma bunun gerçek olduğunu, yaşanılan çok ciddî
bir sorun olduğunu öğretmek gerekmektedir ve tüm topluma ensesti uygulayanın
suçlu olduğunu, çocuğun mağdur olduğunu benimsetmek hepimizin görevi olmalıdır.
Ensest, töre ve namus cinayetlerinin başlangıcıdır. Çocuğu ensest ilişkide
kullanıyorlar, daha sonra çocuk hamile kalınca öldürüyorlar veya intihar etmeye
zorluyorlar.
Bu noktada, bugün, Avrupa
Birliği Uyum Komisyonunda konuşulan bir konuyu da gündeme getirmek istiyorum.
Bugün, Avrupa Birliği Uyum Komisyonunda Vatandaşlık Kanunu görüşüldü. Burada...
BAŞKAN - Lütfen
toparlayalım.
N. GAYE ERBATUR (Devamla)
- Bitiriyorum Sayın Başkan.
...7 yaşından büyük
çocukların, evlat edinilse de, vatandaşlık hakkını alamayacağı söylendi. Bunun
gerekçesi de taciz olarak söylendi. Bu nasıl bir mantıktır arkadaşlar?! Böyle
bir şey yapılabilir mi?! Böyle bir şey düşünülebilir mi?! Biz, burada, bu
Mecliste, Çocuk Hakları Sözleşmesini geçirdik. Çocuk, 18 yaşına kadar çocuktur.
Ayrıca, biz, bu Meclisten, bu dönemde, 5049 sayılı Çocuk Korunması ve
Uluslararası Evlat Edinme Sözleşmesini geçirdik. Buna göre, bizim, bütün
çocukların, evlat edinilmesi sırasındaki bütün çocukların vatandaşlık hakkını
vermemiz gerekir. Ayrıca, nasıl bir mantıktır bu "tacize uğrayabilir"
demek?! Uğramamasını sağlamak bu devletin görevidir; bunu yapmak hepimizin
görevidir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; yukarıda bahsettiğim tüm sorunların ortadan kalkması için
acilen eyleme geçilmesi gerekmektedir. Raporda getirilmiş olan çözüm önerileri
içinden öncelikli olanları hemen yapılmalıdır. Bunların içinde en
önemlilerinden bir tanesi, kadınların nüfus cüzdanlarının olması için çalışma
başlatılmasıdır.
2006 yılında bu Meclisin
çatısı altında bunları dile getirmek zorunda kaldığım için çok üzgünüm; ama,
namus cinayetine kurban giden Şemse Allak örneğinde olduğu gibi, bugün,
ülkemizde, binlerce kadın, hâlâ, nüfus cüzdansız, kimliksiz yaşamaktadır.
BAŞKAN - Lütfen,
toparlayın.
N. GAYE ERBATUR (Devamla)
- Yani, vatandaş sayılmamakta, hiçbir vatandaşlık hakkını kullanamamaktadır;
çünkü, resmî kimliği olmayan bir kadına toplumsal kimlik kazandırmak
imkânsızdır; devlet katında, yaşamamaktadır, yoktur.
Onyıllardır, kadınların
bütün çığlıklarına rağmen, ailede şiddet hâlâ kayıtsızlıkla karşılanmakta, ya
"aile içi bir sorun" denilerek üstü örtülmeye çalışılmakta ya da
göstermelik sözler, etkisiz önlemlerle yasak savılmaktadır ve siyasî partiler
ve bu Meclis, kadına yönelik şiddete, aile içi şiddete kayıtsız kaldıkça, bu
şiddet daha da artacaktır.
BAŞKAN - Lütfen… Lütfen,
son cümlenizi…
N. GAYE ERBATUR (Devamla)
- O nedenle, Meclisimizi bu konuda göreve çağırıyorum. Artık, boş sözlerle
kaybedilecek zaman yoktur; tüm kurumlarıyla devletin, bütün organlarıyla
Meclisin, tüm siyasal partilerin, başta bireysel silahlanmanın engellenmesi ve
kadına yönelik şiddetin hiçbir yerde, hiçbir durumda hoşgörülemez bir insanlık
suçu olarak görülmesi için ortak bir seferberlik başlatılmasının zamanı gelmiş
ve geçmiştir.
BAŞKAN - Lütfen… Lütfen…
N. GAYE ERBATUR (Devamla)
- Sürem kısıtlı olduğu için, burada, alınması gereken diğer acil önlemlere
değinemiyorum; ama, Meclisimizin, yılın hiç olmazsa bir gününü bu konuya
ayırmasını teklif ediyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisinde, her yıl, en
azından bir gün, 25 Kasım Dünya Kadına Yönelik Şiddete Son Günleri yapılacak
özel oturumlarla sorunu ve çözüm yollarını enine boyuna tartışmalıdır.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Lütfen,
toparlayın artık. Lütfen…
N. GAYE ERBATUR (Devamla)
- Bitiriyorum.
Tüm milletvekillerimizin
bu öneriyi destekleyeceğine inanmak istiyor; hepinize saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
BAŞKAN - Semiha Öyüş,
Aydın Milletvekilimiz, (10/187) numaralı önergenin sahibi.
Buyurun Sayın Öyüş. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
Süreniz 10 dakika.
Arkadaşlar, birçok tekrar
cümlesi oluyor konuşmalarda, biz, burada, yakından takip ediyoruz. O tekrar
cümleleri olmasa daha vurucu, daha etkili ve süresinde konuşmalar mümkün olur.
Buyurun Semiha Hanım.
SEMİHA ÖYÜŞ (Aydın) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1140 sıra sayılı Araştırma Komisyonu
Raporu üzerine söz aldım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Her gün yeni dramlara
neden olan ve acilen çözüm bekleyen çok önemli bir konu olan, töre ve namus
cinayetlerini, aile içi şiddeti araştırmak ve çözüm önerilerini ortaya
koyabilmek amacıyla AK Parti milletvekilleri olarak bir Meclis araştırması
komisyonu oluşturulmasına dair önerge verdik ve Cumhuriyet Halk Partili
milletvekillerinin de verdiği önergelerle birleştirilerek, bir komisyon
oluşturuldu.
Yaklaşık, dört aylık bir
çalışma sonunda, konuyla ilgili hemen hemen tüm kurum ve kuruluşlardan ilgili
uzmanları dinledik: İstanbul, Diyarbakır, Şanlıurfa, Trabzon ve Batman'da
yerinde incelemeler yaptık. Bu çalışmalar sonunda edindiğim kanaatlerimi
sizlerle paylaşmak istiyorum.
Şiddet, dünyanın her
yerinde yaşanmakta, yine dünyanın her yerinde kadınlar ve çocuklar insan
hakları ihlallerini ve şiddeti daha yaygın ve yoğun şekilde yaşamaktadır. Bu
bakımdan, kadınların şiddete uğraması, ülke, sınıf, milliyet gibi bir fark
gözetilmeksizin, tüm insanlığın yaşadığı en önemli sorunlardan biridir.
Eski çağlardan günümüze,
ataerkil ve hiyerarşik toplum düzeni taşınmaktadır. Bu yapılar ve değerler,
toplumun diğer özel koşullarına, ekonomik, tarihsel ve kültürel özelliklerine
göre farklı biçimlerde görünse de, şiddet kurbanı kadın ve çocuklar aynı
acıları, aynı ruhsal ve bedensel travmaları yaşamaktadır. Kimi zaman
sakatlanmakta, kimi zaman ise hayatını kaybetmektedir; bazen de, bu ölüm
intihar şeklinde görülmektedir. Her mağdurun ardından gözyaşı dökmek ise,
cinayetleri önlemeye yetmemektedir.
Türkiye'de, dört beş
günde bir bu anlamda cinayet işlendiği düşünülecek olursa, konunun önemi daha
iyi anlaşılır. Bütün dünyada "töre ve namus cinayeti" diye
adlandırılan cinayetler işleniyor. Birleşmiş Milletler verilerine göre, her yıl
5 000 civarında töre cinayeti işlenmekte. Çok üzülerek ifade edeyim ki,
Türkiye, dünya ölçeğinde bu bakımdan önde gelen ülkelerden biridir.
Töre veya namus cinayeti
olarak adlandırılan cinayetler, toplumda kendilerine bu yönde rol giydirilmiş,
üzerinde toplum baskısının ağırlığını hissettiğini ileri süren kimselerce,
zamana ve mekâna göre değişen ahlakî normların dışına çıktığı varsayımıyla
kadınlara ve kızlara yöneltilmiş ve hayatına kastetmiş şekilde olduğunu
müşahede ediyoruz.
Yaşama hakkı, en önde
gelen insan hakkıdır. Kadın ve erkek, her şeyden önce, bu anlamda eşittir.
Toplumda, kız çocukları ile erkek çocuklarının hayata hazırlanması, eğitim ve
sağlık hizmetlerinden yararlandırılması bakımından hâlâ eşit davranılmadığı bir
gerçektir. Kadınların yetişme tarzı nedeniyle, kendi haklarını başkalarına
karşı ileri sürme ve hak elde etme konusunda âciz kaldığı hususunu önemsiyorum.
Kadının sosyal hayatta
yer alması, kendini ifade etmesi, özgüven sahibi olması önemlidir. Bu
cinayetlerin önlenmesi, aile içi şiddetin önlenmesi için, sosyokültürel çalışmalara
ihtiyaç olduğu açık şekilde ortadadır. Türkiye, Birleşmiş Milletlerin
hazırladığı Kadınlara Karşı Her Türlü Ayırımcılığın Önlenmesi Sözleşmesine ve
İhtiyarî Protokole imza koymuştur.
CEDAW'ın 19 nolu tavsiye
kararına göre de, devlet, gerekli yasal düzenlemeleri almak ve üçüncü kişilerin
kadınlara yönelik insan hakları ihlallerini önlemekle yükümlüdür.
Avrupa Birliği üyeliği
yolunda birçok emek veren ülkemizin bu anlamda eleştirilmeye maruz kalmaması ve
çağdaş devletler seviyesinde bir görünüme kavuşabilmesi için, bu konuda, âdeta,
seferberlik hareketi yaşamalıyız.
Türkiye Cumhuriyetini
kuran, bize muasır medeniyetler seviyesini hedef gösteren Yüce Atamız, diğer
dünya devletlerinden çok önce kadına seçme ve seçilme hakkı vermişti. Fakat,
geçen zaman içinde ülke yönetimine talip olmuş hiçbir parti, O'nun kadar,
kadını Meclise taşıyamadı. Kadını değersiz ve işlevsiz gören anlayışın
yıkılması gerekir. Topyekûn şekilde kadına değer veren anlayışın hâkim
kılınması için kadın-erkek hepimizin, tüm toplumun bu gerçeği kabul etmesi
gerekiyor.
22 nci Dönem Meclis
çalışmaları içinde, Avrupa Birliği sürecinde mevzuatımızda yapılan kapsamlı
değişiklikler ve imzalanan uluslararası sözleşmelerle cinsiyet ayırımını
ortadan kaldırmada, kadın-erkek eşitliğini sağlamada önemli adımlar atılmıştır.
Devlet politikası olarak, geçmişten günümüze kadına yönelik ayırımcı bir devlet
politikası uygulanmamasına rağmen, toplumsal zihniyet dönüşümünün sağlanamaması
nedeniyle, kadınlarımız, yasalarla sağlanan haklarını uygulamada yeterince
kullanma şansına sahip olamamışlardır.
Bu anlamda, kız
çocuklarının okullaşması çok büyük önem arz etmektedir. Hükümetimizin
"Haydi Kızlar Okula" kampanyası ve "Eğitime Yüzde Yüz
Destek" kampanyası daha yoğun şekilde desteklenmelidir. Kadınlar eğitim
haklarını kullanmaları halinde sosyal, ekonomik, siyasal haklarını da
kullanabilmelerinin yolunu açacak ve erkeklerle eşit bireyler olarak ülkemizin
kalkınmasında önemli rol oynayabileceklerdir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; aile içi şiddetin önlenmesinde aile mahkemelerinin kurulması
çok önemli bir aşamadır. Fakat, bundan yararlanmayı bilmek de bunun kadar
önemlidir. Yine, Medenî Kanunda yapılan değişiklikle mal rejimi, evlilikte
edinilmiş mallara ortaklık rejimi olarak düzenlenmiştir. Bu yöndeki hak ve
yükümlülükleri de bilmek ve özümsemek de önemlidir.
Bir de, miras hukukunun
yasal çerçevesinde kadınlar ve erkekler eşit miras hakkına sahiptir; fakat,
toplumda, hâlâ, bu eşitliğin kabul edilmediğini ve kadınların miras hakkından
mahrum edildiğini gözlemliyorum. Bu husus her bölgede, her eğitim düzeyinde
ailede görülmektedir. Bu ve buna benzer konularda, kadınların hakları ve hak
elde etmeleri konusunda bilinç oluşturulması önemlidir.
Cinsiyet ayırımcılığının
önlenmesi, kadın-erkek eşitliğinin sağlanması için, medyanın da işlevi
yadsınamaz. Yine gözlemlerime göre, dizilerdeki tiplemeler bazen çok
benimsenmekte ve idol olarak kabul görülüp, taklit edilmeye çalışılmaktadır. Bu
bakımdan, televizyon kanal yöneticilerinin ve yazılı basının, toplumun bu
hassasiyetine önem verip, programlarında, şiddet içeriğine ve müstehcenliğin
olumsuz etkilerinden arınmış anlayışla özenli olması gerekmektedir.
Ayrıca, sivil toplum
örgütlerinin, bilinç oluşturmak bakımından etkileri de inkâr edilemez; Yeni
Türk Ceza Kanunu ve İş Kanununda, kadınlar lehine hükümlerin oluşturulmasında
önemli katkıları olmuştur.
Bugün elimizde olan
rapor, konuya ışık tutmak bakımından önemli değerlendirmeler sunmaktadır. Bu
raporla vardığım sonuç: Temel eğitimde cinsiyet ayırımı yapılması; erken yaşta
iş ve meslek sahibi olmadan evliliklerin yapılması; böylelikle, hayat hakkında
yeterince mücadele gücüne kavuşmadan yapılan evliliklerde karşılaşılan hayat
zorlukları karşısında, şiddete başvurarak yanlış çözüm arayışına yönelmek;
bakabileceğinden çok çocuk sahibi olmak ve dünyaya getirdiği çocuğuna gerekli
özeni gösterememek; sevgisizlik ve bunun gibi nedenlerle şiddetin yaygınlığı,
yaygın şekilde yaşanmakta olmasıdır.
Bu bakımdan, aile
eğitimine önem verilmesi, özgüven yükseltilmesine yönelik çalışmalar yapılması,
sosyal faaliyetlere katılımın sağlanması, meslek edindirme kurslarının
çoğaltılması gibi, yetişkin eğitimine ağırlık verilmesi, bilinç dönüşümünün
sağlanması için gereklidir diye düşünüyorum. Ayrıca, din görevlilerinin, şiddet
karşıtı bilgilendirme çalışmalarını yoğunlaştırması ya da madde bağımlısı
kimselerin tedavi merkezlerinin oluşturulması gereklidir diye düşünüyorum.
Ayrıca, MERNİS Projesinin bir an önce tamamlanıp, kesin nüfus belirlenmesi,
nüfusa kayıtlı olmayan kimse kalmaması, eğitimde ve sağlıkta kurumların dengeli
şekilde oluşturulup faaliyet göstermesi bakımından önemlidir diye düşünüyorum.
Böylelikle, cinsiyet ayırımı yapılmadan tüm çocukların eğitim almaları, sağlık
hizmetlerinden yararlanarak, beden ve ruh sağlığına sahip bir toplumun
oluşturulması mümkün olur kanaatindeyim.
Bu düşüncelerle, komisyon
raporunun olumlu gelişmelere vesile olmasını diliyor ve Yüce Heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - (10/284) kütük
numaralı önerge sahibi Canan Arıtman, İzmir Milletvekili.
Buyurun Sayın Arıtman.
Süreniz 10 dakika.
CANAN ARITMAN (İzmir) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle, Yüce Meclisi saygıyla
selamlarım.
Bu Araştırma Komisyonunun
kurulması için önerge veren değerli milletvekillerinin önergeleri, benim
önergem hariç, namus ve töre cinayetlerinin araştırılması üzerineydi.
Ben ise kadınlara ve
çocuklara yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla bir araştırma önergesi verdim;
çünkü, namus ve töre cinayetleri bir sonuçtur, şiddetin uç noktasıdır, şiddetin
insan hayatını sonuçlandıracak kadar ağır biçimidir. Başlangıcı ise kadına ve
çocuğa yönelik şiddet, yani, aile içi şiddettir. Dolayısıyla, şiddetle
mücadeleye buradan başlamak gerekir. Aile içi şiddeti önlemeden, irdelemeden,
nedenlerini ortadan kaldırmadan cinayetleri de önleyemeyiz.
Aslında, bu cinayetlere
"namus ve töre cinayetleri" dememek gerektiğini düşünüyorum. Bence,
yanlış bir isimlendirme yapıyoruz. Bunlar, kadını baskı altında, denetim
altında tutmayı amaçlayarak ve bilerek, isteyerek, tasarlayarak işlenen
cinayetler, adam öldürme eylemleridir. Bu nedenle, "namus adına veya töre
adına işlenen cinayetler" demek daha doğru olur.
Bence, en doğrusu
"cinsiyet ayırımcılığı cinayetleri" demektir; çünkü, bu cinayetlerin
altında yatan asıl gerçek, cinsiyet ayırımcılığıdır. Hepimizin bildiği gibi,
toplumda kendisine verilen rolün dışına çıkan veya öyle sanılan, değişken
ahlakî normların dışına çıktığı sanılan kız ve kadınlara yöneltilmiş en zalim
şiddet türüdür, en ağır insan hakları ihlalidir. Ülkemizde, her gün, bol
keseden insan hakları edebiyatı yapıyoruz; yapıyoruz da, çocuklarımıza daha
alfabeyle birlikte insan haklarının ne demek olduğunu öğretmezsek, bir türlü
kurtulamayacağımız bir ayıp, bir sorun olmaya da devam edecektir bu konular.
Bu cinayetlerin gerçek
rakamlarını bile bilmiyoruz. Elimizde sadece emniyete ve jandarmaya intikal
eden olguların sayısı var; çünkü, bu cinayetlerin aslında çok daha fazla
rakamlarda olduğunu biliyoruz. Özellikle de bu cinayetlerin büyük bir kısmına
intihar süsü veriliyor veya çeşitli şekillerde örtbas ediliyor, kaza olarak
gösteriliyor. O kadıncağızlar, önlerine zehir konulup, aç, susuz bir odaya
kilitleniyor ve intihara mecbur bırakılıyorlar. Zaten o gencecik, çocuk
kadınların yaşadıkları hayat, hayat bile sayılmaz; kolayca vazgeçiveriyorlar
yaşamdan, hatta bir kurtuluş olarak bile görüyorlar. Dolayısıyla, Batman'daki,
güneydoğudaki ülke ortalamasının çok üstündeki kadın intiharlarının çoğu, aslında
cinayettir. Herkes bunun böyle olduğunu biliyor; ama, söylemiyor. Diyarbakır'da
bir kadın örgütünün araştırmasına göre, bölgedeki her 2 kadından 1'inin nüfus
kâğıdı bile yok; doğdukları belli değil ki öldükleri belli olsun. Ünlü ozanımız
Nazım Hikmet'in Kuvayi Milliye Destanı'ndaki dizeleri gibi, sofradaki yeri
öküzümüzden sonra gelen kadınımız, hiç yaşamamışçasına ölen kadınlarımız…
Evet, bu Araştırma
Komisyonu kurulduğunda çok ümitlendim; komisyona davet edilen uzmanların,
akademisyenlerin, sivil toplum örgütü yetkililerinin, hatta devletin yetkililerinin
koydukları teşhisler ve öne sürdükleri tedavi önerileri çok doğruydu,
umutlandım; evet dedim bir şeyler yapılabilecek bu konuda. Tabiî, bu arada,
Komisyona konuşmacı diye çağrılan bazıları da eline bir senaryo sıkıştırıp
"film çekeceğim, finansman sağlansın", bir başkası "araştırma
yapacağım, Komisyon finansman sağlasın" diye geldi. Tabiî, onlar da, bu,
insanın içini acıtan konuda bizleri gülümsetmeyi başararak katkı koymuş
oldular.
Evet, Komisyona gelen
uzmanlar ve tüm konuşmacılar, gerçekleri tüm açıklığıyla dile getirdiler;
fakat, komisyon raporu yazılmaya başlayınca, hele hele çözüm önerilerine
gelince sıra, işin rengi değişti. AKP'li üyelerin dirençleriyle karşılaştık.
Evet, AKP'li komisyon üyeleri, dörtbuçuk aylık çalışma süresince, tüm uzmanlar,
akademisyenler, sivil toplum örgütü temsilcileri, baro temsilcileri, hukukçular
ve bir de, bu arada, tabiî, Komisyon, pek çok ilimizde, mağdurlarla, mağdur
aileleriyle ve suçun failleriyle bire bir yaptığımız görüşmeler sonucunda
ortaya çıkan, bilimsel, toplumsal ve sosyolojik gerçeklerin ve tabiî ki çözüm
önerilerinin rapora yansımasını engellediler ve bunun da gerekçesi: "Bunlar
bizim parti politikamızda yer almamaktadır."
Evet, değerli arkadaşlar,
ne yazık ki bu rapor objektif değildir, tarafsız değildir, gerçek nedenler ve
akılcı, bilimsel, netice verici çözüm önerileri raporda yer almamıştır; yani,
AKP'nin dünya görüşünü aşamamıştır. Araştırma raporunda, bireyi, kadını baskı
altında tutmayı amaçlayan, bireyin özgürleşmesini, insan haklarını kullanmasını
engelleyen, erkek egemen, ataerkil yapı ve yasaların düzeltilmesini sağlayacak,
kadını güçlendirecek, statüsünü yükseltecek, eşitsizliği giderecek etkin çözüm
önerileri eksiktir, engellenmiştir.
Evet, şimdi, tüm
Komisyona davet edilen uzmanların açıkça beyan ve taleplerine karşın, bu konuda
altına imza koyduğumuz ve bugün üst hukukumuz haline gelen uluslararası
sözleşmelerdeki taahhütlerimize rağmen, mesela, örneğin, namus saikıyla adam
öldürmenin TCK'nin nitelikli adam öldürme fiilleri arasında yer alması
gerektiği şeklindeki öneri raporda yer alamamıştır. Yine, aynı şekilde, töre ve
namus adına işlenen cinayetlerin esas nedeninin, asıl tetiği çekenin, azmettiricisinin,
bireyin özgürleşmesini, insan hakları kullanmasını engelleyen feodal yapı
olduğunu ve çözüm olarak bu tür yapılanmaların ortadan kaldırılması gerektiği
gerçeğini de rapora yazdıramadık. Bunlar, bizzat Komisyon Başkanının ve Devlet
Bakanının ağzından, açık ve net bir dille "Parti politikamızda
yoktur" gerekçesiyle reddedildi.
Neticede, çözüm
önerileri, camilerde vaaz ve hutbelere,
belediyelerin broşür dağıtmasına, sokakları daha iyi aydınlatması gibi
noktalara indirgenerek, bu rapor böyle oluşturuldu. Yani, bu Komisyon
çalışması, dostlar alışverişte görsün anlayışıyla ve bence, AB'den bir de
aferin almak amacıyla yapılmıştır.
Ülkemizin en dikkat
çekici ihraç ürünlerinden biri de bu namus ve töre cinayetleridir. Özellikle AB
ülkelerine göçle ihraç ettiğimiz bu cinayetler artık sadece bizim değil,
onların da sorunu oldu. Bu açıdan daha çok ilgileniyorlar, ilgilenmemizi
istiyorlar.
Tabiî, Komisyonumuz da,
raporunda yer vermediği bilimsel ve toplumsal gerçekleri yine gizleyerek, bu
ülkelere akıl verme rolüne soyunuyor. Tabiî, AB ülkeleri, bizim o ünlü
atasözümüzü bilmiyor; kelin merhemi olsa, kendi başına sürermiş.
Evet, bu arada, fiziksel
şiddetin dışındaki şiddet türlerinden, yani sözel veya psikolojik şiddetten
bahsetmiyoruz, bunu değerlendirmiyoruz. Halbuki, milyonlarca kadınımızın her
gün yaşadığı bir şiddet türü. Her Allah'ın günü aşağılanmak, sövülmek, insan
yerine konmamak, hak ve özgürlüklerinin kısıtlanmasına bir ömür boyu katlanmak
kadını yok ediyor, kimliksiz, kişiliksiz hale getiriyor, akıl ve ruh sağlığını
bozuyor ve fiziksel şiddet kadar ağır travmalar yaratıyor. Bu, insan onurunu
kırıcı davranışların, yani psikolojik şiddetin, bence, işkence suçu kapsamında
değerlendirilmesi ve bu konuda da yasal düzenlemeler yapılması gereklidir.
Çocuk yaşta evlendirmek, 4 eşten biri haline getirmek de bu kapsamda olmalı. Ne
demek "9 yaşındaki kız çocuğuyla evlenmek mubahtır?!" Bu, resmen
sübyancılıktır, tüm ahlak sistemlerinde suçtur, tıpta da patolojidir! Ne demek
"kadınlar doğuştan günahkârdır, cehennemliktir; ancak, ömür boyu kocasına
itaat ve hizmet ederse bu durumdan kurtulabilir?!" Değerli arkadaşlar,
bunlar, AKP'li belediye başkanlarının, milletvekillerinin, hem de yazılı
dağıttıkları görüşler.
AHMET IŞIK (Konya) -
Milletvekili yok…
CANAN ARITMAN (Devamla) -
Kadını aşağılayan, erkeği mutlak hâkim, kadını da kul köle yapan anlayışlar.
Eşitlik, çağdaşlık, insan hakları bunun neresinde? AKP'nin kadına bakış açısı
bu mu; soruyorum.
Bakın, Adalet Bakanı
Meclise bir yasa teklifi getiriyor. Ne var içinde; aile bireylerine şiddet
uygulamak suç olmaktan çıkarılsın, şikâyet olmadıkça cezalandırılmasın...
Canım, bir tokat atmak bile suç oluyormuş... Yargı, adalet, artık, bu kadar da
ailenin içine karışmamalıymış...
Bir fiil evin dışında
suçsa, evin içinde de suç olmalıdır. Çağdaş hukuk normu, ancak bu şekilde
gerçekleşmiş olur. Yani, Hükümet eliyle, ülkemizde kadın dövmek suç olmaktan
çıkarılacak ve AKP'nin bu dünya görüşüyle mi şiddet önlenecek? Sonra da, ben
araştırma komisyonu kurdum, bakın, şiddetle nasıl mücadele ediyorum diye, içte
ve dışta göz boyanacak.
Değerli milletvekilleri,
giderek artan bir şekilde şiddet toplumu oluyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Toparlayalım
lütfen.
CANAN ARITMAN (Devamla) -
Tamam efendim.
Evet, şiddeti üretiyoruz,
çocuklarımıza öğretiyoruz. Bilimsel olarak şiddet, öğretilebilen, öğrenilebilen
bir olgudur.
Bugün, ülkemizde, her 3
kadından 1'i, her 2 çocuktan 1'i fiziksel şiddete maruz kalmaktadır.
Atasözlerimiz, deyişlerimiz şiddeti öneriyor. Şiddete maruz kalan ve her gün
anasının dövüldüğünü görerek, şiddete şahit olarak yetişen çocuklar, daha sonra
şiddet uygulayıcısı olarak karşımıza çıkıyor; şiddeti bir sorun çözme yöntemi
olarak görüyor, kullanıyor; kimse, ona bunun böyle olmadığını, sorunların
iletişim kurarak çözülebileceğini öğretmiyor ve sadece reyting derdinde olan
birkısım medyamız da yangına körükle gidiyor ve sonunda, yaşamın her boyutunda
şiddetle karşı karşıya kalıyoruz, futbol sahalarından okullara kadar.
Çocuklarımız birbirini öldürüyor.
İlgili Bakanımız ise ne
yapıyor; özel okullara finansman ve müşteri temin etmek, Bakanlığının vakıf
yönetimini ele geçirmek gibi akçeli işlerle meşgul.
Sayın Millî Eğitim
Bakanımıza bir mektup yazarak, ondan şiddeti önlemesi için çağrıda bulunmuş,
çözüm önerisi de sunmuştum.
Şimdi, Sayın Bakanımıza
milletin kürsüsünden bir kez daha sesleniyorum; hatta, yakarıyorum. Lütfen,
Sayın Bakanımız, tüm okullarda şiddeti önlemek için bir seferberlik başlatın.
Çocuklarımız ölmesin, öldürmesin. Onlar bu ülkenin geleceği, hepimizin yarını.
Onlara, şiddetin bir sorun çözme yöntemi olmadığını öğretelim, onlara öfke
kontrolünü öğretelim. Ülke genelinde tüm okullarda psikologlar görevlendirelim
ve bu eğitimlere acilen başlayalım.
BAŞKAN - Lütfen,
toparlayalım.
CANAN ARITMAN (Devamla) -
Çünkü, bu, en önemli ve en acil konudur. Özel okulları, öğrenci bulamayan
tarikat okullarını desteklemek, finansman sağlamak için ayırdığınız kaynakları
derhal ve acilen bu proje için kullanın. Çocuklarımızın yaşam hakkının
korunması, onların özel okullarda okutulmasından çok daha önemlidir, acildir.
En acımasız şiddeti
uygulayan saldırgan kişilikler, ne yazık ki, aile içi şiddet ortamında yetişen
çocuklardır. Bakın, Danıştay katliamını gerçekleştiren kişinin aile yapısı,
yetiştiriliş tarzı incelenirse -bunu bir hekim olarak ve bilimsel verilere dayanarak
söylüyorum- altından aile içi şiddetin travmatize ettiği bir kişilik yapısı
ortaya çıkacaktır. Aile içi şiddete, kadına ve çocuğa yönelik şiddetle,
aslında, evlerde bir çeşit bomba imal ediyoruz. Artık, tehlikenin farkında
olalım, gerçeklerimizi de görelim.
BAŞKAN - Lütfen,
toparlayalım Canan Hanım, lütfen…
CANAN ARITMAN (Devamla) -
Diğer milletvekilleri kadar tolerans istirham ediyorum Sayın Başkanım;
toparlıyorum.
BAŞKAN - Aslında, kusura
bakmayın, özellikle Parlamentomuzda hanım milletvekili sayımızın çok az
olduğunu biliyoruz. Onlara pozitif ayrımcılığı her alanda göstermemiz
gerektiğini de biliyoruz; ama, Avrupa Birliği üyeliğine yönelirken oradaki
parlamentolarda da yer alacağımızı ve oralarda sadece süresi içinde konuşmak
mümkün olduğunu da unutmayalım.
Toparlayın lütfen.
CANAN ARITMAN (Devamla) -
Tamam; yani, biz -sayımız az- çok az söz alabiliriz ve bu konuda da, tabiî,
içimizde çok şey var, söylemek istiyoruz. Bu arada sürem de geçti Sayın
Başkanım.
Evet, bakın, cinayet gibi
en ağır suçta, yaş nedeniyle ceza indirimlerinden yararlanacağı varsayımıyla
çocuğun eline silahı tutuşturup katil olmasını bekleyen bir toplum ve aile
yapısıyla nereye varırsınız?! Para karşılığı kendi öz çocuklarını, kapkaç,
hırsızlık, gasp gibi suçlarda kullanmak üzere organize suç örgütlerine
kiralayan ana babalardan nasıl bir topluma ulaşıyoruz, bunları sorgulayalım.
Halkın yoksulluğunun, eğitimsizliğinin, işsizliğinin, gelir dağılımı adaletsizliğinin,
kontrolsüz göçün, yanlış tarım politikalarının, cinsiyet ayırımcılığının önüne
geçelim. Çözüm, öncelikle aile içi şiddeti önlemekten geçer. Bunun yolu da
politik kararlılıktır, öncelikli siyasal tercih haline getirmektir. Şiddetle
mücadele ediyor gibi görünüp de içten içe şiddeti onaylamak değildir.
Şimdi, AKP'li sayın kadın
milletvekillerine soruyorum. Bakın, Bayan Erdoğan'a yazdığım bir mektubu
kınamak için, müşterek basın bildirileri yazmak, mektuplar yazmak üzere
yarıştınız. Soruyorum şimdi: Karısını döven, çok eşli yaşamla kadınları
aşağılayarak şiddet uygulayan milletvekillerini, "9 yaşındaki kız
çocuğuyla evlenmek, 4 eş almak, kadınları dövmek mubahtır" diyen ve bunu
okul çocuklarına dağıttıkları kitaplarla öneren AKP'li belediye başkanlarını,
"kadınlar doğuştan cehennemliktir, ancak ömür boyu ibadet ve kocasına
itaat etmekle bundan kurtarabilir" diye kitaplar dağıtan AKP
milletvekillerini kınamak niye aklınıza gelmiyor? Nerede ortak imzalı
bildirgeleriniz? Kınamamak onaylamak değil midir? Çocuklarımız okullarda
birbirini bıçaklarken, öldürürken niye gidip Millî Eğitim Bakanını göreve davet
etmiyorsunuz; baskı unsuru olmuyorsunuz? Kadın duyarlılığınız, eşitlik,
özgürlük söyleminiz sadece Genel Başkanınızın eşiyle mi sınırlı? Bu yaklaşımı
bir kadın ve bir ana olarak kınıyorum.
ABDULLAH ERDEM CANTİMUR
(Kütahya) - Yalan söyleme, öyle bir şey yok!
GÜLDAL OKUDUCU (İstanbul)
- Yalan değil!
CANAN ARITMAN (Devamla) -
Değerli milletvekilleri, kadına yönelik şiddetin esas nedeni kadının toplumda
eşit olmayan konumudur. Onu aşağılayan, ikincilleştiren, kadının çocuğunu…
MEHMET CEYLAN (Karabük) -
Sayın Başkan, nasıl bir eksüre veriyorsunuz, 5 dakika geçti!
BAŞKAN - Müdahale etmeyin
arkadaşlar… Müdahale etmeyin…
CANAN ARITMAN (Devamla) -
…insan haklarını elinden alan, özgür birey olmasını engelleyen…
BAŞKAN - Özellikle
hanımefendilere karşı daha müsamahalı olalım. Lütfen, müdahale etmeyelim.
CANAN ARITMAN (Devamla) -
…denetim ve baskı altında tutmayı amaçlayan, onu güçsüz bırakan erkek egemen
yapıdır.
MEHMET ÇİÇEK (Yozgat) -
Sayın Başkan, bu konuşmaya sizin müdahale etmeniz gerekmez mi?!
EYÜP FATSA (Ordu) - Sayın
Başkan, bir partinin tüzelkişiliğine burada hakaret ediliyor, sessiz
kalamazsınız! Lütfen!..
BAŞKAN - Lütfen…
CANAN ARITMAN (Devamla) -
Ne yazık ki, ülkemizde kadınların güçlenmesi istenmiyor, sadece istenirmiş gibi
yapılıyor. Kadınlar siyasal alandan eğitime, iş yaşamından sağlığa kadar her
alanda cinsiyet ayırımcılığına ve şiddete maruz kalıyor. (AK Parti sıralarından
gürültüler)
EYÜP FATSA (Ordu) - Bu,
hoşgörü değildir Sayın Başkan, sessiz kalamazsınız!
CANAN ARITMAN (Devamla) -
Siz de şu anda şiddet uyguluyorsunuz!
BAŞKAN - Eyüp Bey, siz
bağırırsanız, öbürleri bağırırsa nasıl takip edeceğiz! Konuşmaları takip
etmemiz mümkün değil.
EYÜP FATSA (Ordu) - Sizi
göreve davet ediyorum Sayın Başkan!
Sizi göreve davet ediyorum Sayın Başkan! Lütfen…
CANAN ARITMAN (Devamla) -
Siyasetteki şiddetin bir örneğini sergiliyorsunuz.
BAŞKAN - Lütfen,
toparlayın.
CANAN ARITMAN (Devamla) -
Bakın, değerli milletvekilleri…
BAŞKAN - Bir dakika…
EYÜP FATSA (Ordu) - Töre
cinayetiyle ne alakası var?! Ne alakası var töre cinayetiyle?! Herkes haddini
bilecek!
BAŞKAN -Müdahale etmeyin.
Takip edelim…
CANAN ARITMAN (Devamla) -
Ülkemizdeki çok yüksek olan ana-bebek-çocuk ölüm oranlarının yüksek olmasının
nedenlerinden biri de bu cinsiyet ayırımcılığıdır.
MEHMET ÇİÇEK (Yozgat) -
Kemal Bey, bu konuşmalar sizin görüşünüz mü?!
BAŞKAN - Değerli
arkadaşlarım, siz müdahale etmeyin ki biz dinleyebilelim, duyabilelim.
CANAN ARITMAN (Devamla) -
Bakın, Dünya Sağlık Örgütü…
BAŞKAN - Hanımefendi,
lütfen, toparlayın.
CANAN ARITMAN (Devamla) -
…kadına ve çocuğa yönelik şiddet bir sağlık sorunudur der. Şiddetin bizim gibi
yaygın olduğu ülkelerde ise…
BAŞKAN - Sayın Arıtman,
lütfen, toparlayın.
CANAN ARITMAN (Devamla) -
…bu, halk sağlığı sorunu olarak kabul edilmektedir. Çünkü, şiddet, kadın ve
çocukların ruhsal ve fiziksel açıdan yaralanmalarına, hastalanmalarına, hatta
ölümlerine bile neden olmaktadır.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Lütfen,
toparlayın. Son cümlenizi rica ediyorum.
ABDULLAH ERDEM CANTİMUR
(Kütahya) - Ayıp!.. Ayıp!..
CANAN ARITMAN (Devamla) -
Bu ülkede her 4 gebe kadından 1'i gebelikte fiziksel şiddete maruz kalıyor.
Bunların da yüzde 80'i ilk gebelikte oluyor. Zamanlama ne kadar müthiş ve
planlı, değil mi?
BAŞKAN - Lütfen,
toparlayın dedim. Lütfen, toparlayın. Son cümlenizi hazırlayın ve söyleyin
lütfen. İki misli aştınız süreyi.
CANAN ARITMAN (Devamla) -
Bu gebelikte şiddete maruz kalma olgusu ana ve bebek ölümlerine neden oluyor;
düşüklere, erken doğumlara, sakat, özürlü çocukların doğmasına neden oluyor.
Gebelikte fiziksel şiddete maruz kalmak, gestasyonel diabet, hipertansiyon,
gebelik toksemisi gibi en ağır ölümcül gebelik hastalıklarından çok daha fazla
kadın…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Teşekkür edin
lütfen. Son cümlenizle teşekkür edip tamamlayın. Lütfen…
CANAN ARITMAN (Devamla) -
Peki.
Şimdi, sayın
milletvekilleri, AKP İktidarında kadının yerinin ne olduğunun fotoğrafı… ( AK
Parti sıralarından gürültüler)
AHMET IŞIK (Konya) - Ayıp
ya!.. Kendinize bakın!
BAŞKAN - Konuşmanızı
kesmek zorunda bırakıyorsunuz Canan Hanım. Lütfen, tamamlayın, bitirin.
CANAN ARITMAN (Devamla) -
…yemek yiyen bir bakan eşi, kadınlar, perdelerle ayrılmış bölümlerde, haremlik
pozisyonunda oturmaya devam ettiği sürece, şiddete maruz kalacaktır.
ABDULLAH ERDEM CANTİMUR
(Kütahya) - Yalan söyleme! İftira atıyorsun!
CANAN ARITMAN (Devamla) -
Hele hele bu demokratik haklarıdır diye yutturulmaya kalkıldığı sürece, bunun
bedeli çok daha ağır olacaktır.
MEHMET ÇİÇEK (Yozgat) -
Öyle değil o, siz kendinize bakın!
BAŞKAN - Lütfen…
Tamamlayın lütfen.
CANAN ARITMAN (Devamla) -
Değerli kadınlarımız, bugün Atatürk ve cumhuriyetle kazandığımız cumhuriyet
kazanımlarını kaybetmemek için mücadele vermek noktasındayız.
MEHMET CEYLAN (Karabük) -
Töre cinayetini konuşuyoruz değil mi?!
CANAN ARITMAN (Devamla) -
Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
HALİL AYDOĞAN
(Afyonkarahisar) - Kendi kendine mücadele ver!..
CANAN ARITMAN (İzmir) -
Veriyorum ve de vereceğim.
HALİL AYDOĞAN
(Afyonkarahisar) - Kendi kendine ver.
CANAN ARITMAN (İzmir) -
Vereceğim tabiî, vereceğim.
BAŞKAN - Lütfen, susalım
arkadaşlar.
MEHMET ÇİÇEK (Yozgat) -
Hiç yakışmadı, bir bayan olarak sana hiç yakışmadı!
BAŞKAN - Lütfen,
hoşgörünüzü kaybetmeyin.
MEHMET KURT (Samsun) -
Hakaret ediyor Sayın Başkan.
BAŞKAN - (10/285) kütük
sıra numaralı önergenin sahibi Güldal Okuducu'ya söz vereceğim; ama, kendisi,
aynı zamanda, hemen arkasından gelen Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
konuşma hakkına sahip olduğu için, konuşma süresi 30 dakika olacak.
Buyurun Sayın Güldal
Okuducu. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA GÜLDAL
OKUDUCU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; töre ve namus
cinayetleri ile kadınlara ve çocuklara yönelik şiddetin sebeplerinin
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan Meclis
Araştırması Komisyonu raporu üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına ve
önerge sahibi olarak konuşmak üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
kuşkusuz ki, bugün, Türkiye'nin önemli bir meselesini konuşuyoruz; kuşkusuz ki,
bugün, toplumun yarısını oluşturan 36
000 000'luk bir kitlenin en temel sorunlarından birini konuşuyoruz ve kuşkusuz
ki, bugün konuştuğumuz sorunun, ülkenin genel gelişim süreciyle, bugüne kadar
iktidar olmuş bütün iktidarların uyguladıkları politikalarla, sosyal, kültürel
atmosferle, demokratik gelişimimizle, eşitlik ve özgürlük anlayışımızla çok
yakından ilgisi vardır. Yani, bugün konuştuğumuz konu, bütün bu saydığım
süreçlerin sonucudur aslında.
Biz, Parlamento olarak,
bir sonuç üzerinde tartışıyoruz ve bu saate kadar yapılan konuşmalarda, farklı
açılardan, gerçekçi yaklaşımlarla sorunu ele aldık; ama, böylesine büyük bir
sosyolojik süreci içeren ve derin bir toplumsal dönüşüm problemi olan sorunu
tartışırken, biraz daha sorunun köklerine ve kökenine inmek gerekir diye
düşünüyorum.
Kuşkusuz, biliyorum ki,
konuştuğumuz sorun yüz yıllık süreçlerin sorunudur. Tarihten bugüne bazen
azalarak bazen büyüyerek gelen bir sonuçtur konuştuğumuz sorun; ama, kabul
etmek gerekir ki, bu süreçleri sınırlandırmak, azaltmak, kısaltmak, hafifletmek
de, ülkenin uyguladığı sosyal, ekonomik, kültürel, siyasal politikalarla,
tercihlerle çok yakından ilintilidir.
Değerli arkadaşlarım,
biz, 83 yıllık bir devletiz, 83 yıllık cumhuriyetiz. 83 yıl önce bir büyük
bağımsızlık savaşıyla, kadının ve erkeğin omuz omuza gerçekleştirdiği bir büyük
özgürlük savaşı sonucunda cumhuriyetimizi kurduk ve 83 yıl önce, bugünkü
cumhuriyetin temel tercihlerini yaptık. Dedik ki: Biz, bu coğrafyada, bağımsız,
laik, demokratik bir cumhuriyet olarak sonsuza kadar var olacağız ve toplumsal
gelişimimizi bu değerleri görerek, içselleştirerek sürdüreceğiz.
Değerli arkadaşlarım,
cumhuriyetin mayasında -hepimiz çok iyi biliyoruz ki- harcında kadın-erkek
eşitliği anlayışı vardır ve cumhuriyeti kuranlar kadın-erkek eşitliği anlayışı
üzerinde yeni bir düzeni şekillendirirken, temellerini atarken,
kurumsallaştırırken, geleceğe yürütürken bir büyük tarihsel mirası
reddetmişlerdir. Reddettiğimiz o tarihsel miras, kadın-erkek eşitliğini
görmeyen, kadını toplumdan soyutlayan, dışlayan, sahipsiz bırakan, onu
toplumsal bir değer olarak algılamayan, sosyal dışlanmışlık boyutlarında kadını
konumlandıran bir anlayıştı. Biz o anlayışı reddettik. O anlayışı reddettik ve
o anlayışın üzerinde kadını, erkeği eşit, onurlu, saygın bir toplum
yapılanmasını inşa etmeye başladık, mesafe de aldık. Biz, Avrupa'nın
demokrasiyle yönetilen birçok ülkesinden önce seçtik ve seçtirdik kadınımızı.
Demokratik haklarını, medenî haklarını, çağdaş hukuk düzeninin sağlayabileceği
bütün hakları kadınımıza verdik, kadınlarımız bunu aldı.
Bugün geldiğimiz noktada
da, kuşkusuz, hukuk düzenimizdeki eksiklerden, yasal eksiklerden söz etmenin
çok fazla anlamı yok; çünkü, ben inanıyorum ki ve görüyorum ki, aslında temel
eksiklerimiz yasal düzlemde değil. Bizim, yasaların uygulanmasında, yasaları
uygulayacak olan düşüncenin, anlayışın cesur, kararlı, inançlı bir şekilde
gerekeni yapmasında sorunlarımız vardır.
Şimdi, değerli
arkadaşlarım, tam da burada şunu söylemek istiyorum ki, böyle kanayan bir
yarayı konuşurken ve yasa koyucuların, yürütme erkini elinde bulunduranların,
uygulamanın kitleselleşmesini ve toplumsallaşmasını sağlamakla yükümlü
olanların işinin başında olması gerekir; yani, diyorum ki, bugün hepimizi
ilgilendiren ve Türkiye'nin kimlik boyutuyla da ilintisi olan bu sorun
konuşulurken, keşke, devlet ve aileden sorumlu, ilgili Bakan aramızda
olabilseydi. (CHP ve Anavatan Partisi sıralarından alkışlar) Keşke, Komisyonun
aylarca yaptığı, kuşkusuz birtakım eksikleri olabilecek olan bu rapor
görüşülürken, bu raporun hem kendi Bakanlığı bünyesinde hem de ilgili
bakanlıklarda önerilerinin uygulanmasının takipçisi, izleyicisi olacak olan
ilgili bakan burada olabilseydi. Bunu, derin bir üzüntüyle, tam da burada ifade
etme ihtiyacını hissettim; çünkü, önemli olan bir politikayı koymak, ama, ondan
daha fazla önemli olan o politikanın içtenlikli sahibi olmak, o politikaya
inanmak ve toplumu buna inandırmak. Yönetenin sahip çıkmadığı bir politikaya
toplumun inanması ve bir bütün değerler sisteminin dönüşümünün sağlanması ne
kadar olanaklı olabilir sevgili arkadaşlarım?!
Ve tabiî ki, şunu da
görmek lazım böyle bir sorunu konuşurken: Kadın sorunu, toplamsal sorunlar bir
bütün ve kadınların sorunlarını ülkenin temel sorunlarından ayırmak,
yalıtlamak, soyutlamak ve kendine özgü bir sorun olarak görmek hiç doğru değil,
olanaklı değil.
Ülkemize baktığımızda,
derin sorunların yaşandığı, her açıdan kıskaçta bir ülkeyiz. Bir taraftan,
ekonomik politikaların tükenme noktasına getirdiği geniş kitleler, 1 000 000
insan aç, 20 000 000 civarında insan yoksulluk sınırının altında, binlerce
ailede işsizliğin ateşi yanmakta. Böyle bir ekonomik tablodan, kuşkusuz ki,
kadınların payına mutluluk düşmeyecek, refah düşmeyecek, var olan refahın ya da
var olan yoksulluğun en ağır payı kadınların omuzlarına binecek. Kadınların, 4
kadından 1'i eğer okuryazar değilse sevgili arkadaşlarım, 3 kadından 2'si genel
istatistik ortalamalara göre işsizse ve Türkiye, örneğin, bebek ve anne ölüm
oranlarında dünyanın ilk sıralamalarında geliyorsa, Türkiye'de resmî nikâhsız
evlilikler yüzde 10'lar civarına varmışsa, onbinlerce kadının nüfusa kaydı
yoksa, eğitimin yetersizliği, sağlık hizmetlerine ulaşamama ve benzeri fiziksel
sorunları da buna eklersek, zaten bu ağır kuşatma altında kadın yaşamının,
insan yaşamının, çocuk yaşamının arzu edilebilir düzeyde olduğunu söylemek hiç
mümkün değildir. Ve durum bu olunca, tablo bu olunca, ekonomiden ilk dışlanan
kadınlar, şiddetin, o toplumsal kültürün ve bunalımın ürettiği şiddetin ilk
muhatabı ve taşıyıcısı, yaşayıcısı olan kadınlar… 36 000 000 kadının içinden,
değerli milletvekili arkadaşlarım, bir küçük kadın grubunu, şanslı kadın
grubunu ayırırsak, onun dışındaki bütün kadınların bu ülkede insanca yaşama
koşullarına sahip olmadığını söylemek, zannediyorum ki abartılı bir
değerlendirme olmayacaktır.
Şimdi, değerli
arkadaşlarım, bu iş niye böyle? Yani, Türkiye gibi bir ülke, dünyanın devlerine
kafa tutmayı başaran, süngüyü, tankı, tüfeği yumruğunun ve inancının gücüyle
kovmayı başarmış, muhteşem bir destanı yazmış, yoklukta, yoksullukta
okuma-yazma oranlarını tavana vurdurmuş, demiryollarını yapmış, mekteplerini
yapmış, tersanelerini, limanlarını yapmış, üretimin altyapısını gerçekleştirmiş
bir ülke, 2006'da, bugün, neden bu durumda, nasıl bir durumda ve bunlardan,
tabiî ki, şikâyet etmek yerine, bu nasıl aşılır, bütün bunları konuşmanın,
kadın yaşamını iyileştirmede, kadının ve çocuğun üzerindeki şiddet
politikalarını ortadan kaldırmada, törenin ve namus anlayışının arkasına
sığınılarak kadın yaşamlarına, çocuk yaşamlarına son vermede etken olduğunu
görmemiz gerekir diye düşünüyorum.
Değerli arkadaşlarım,
burası Parlamento. Bir sorunu tartışacağız, içtenlikli olarak tartışacağız,
düşüncelerimizi dile getireceğiz. Belki, birimizin düşüncesi, diğerinin
düşüncesiyle örtüşmeyecek. Zaten, ayrı siyasal partilerde olmamızın açıklaması
da bu; ama, örtüşmese de, hele de yönetensek hele de egemen ve iktidarsak,
eleştirileri, değerlendirmeleri dikkatle dinlemek, özenle dinlemek, onların
doğru ve gerçekçi boyutlarından yararlanmak, öyle bulmadığımız boyutlarını da
bir kenara havale etmek gerekir belki.
Benim söylemek istediğim
şu: Bu meselenin ana halkası, bir büyük toplumsal değerler sisteminin, bugüne
kadar dönüşüm işi çoktan bitmiş olması gereken bir büyük toplumsal değerler
sisteminin dönüştürülememiş olmasıdır; yani, cumhuriyetin aydınlığının,
cumhuriyetin kadın-erkek eşitlik anlayışının ve bu anlayışın kurumlaşması ve
kitleselleşmesi için, bunun altyapısı olan Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğini
yaptığı devrimlerin ateşini, eğer, toplumumuzla buluşturamamışsak -ki, gelinen
nokta onu göstermektedir- biz bunları hep yaşarız. Eğer, kadın erkeğe eşitse
sevgili arkadaşlarım, orada bir iç sıkıntımız, psikolojik sıkıntımız, kültürel
sıkıntımız yoksa, burada konuşulan ve konuşulmayan birçok yaklaşımı kadına reva
görmek mümkün olabilir mi?!
Arkadaşım, demin, oradan
"yalan" diye bağırıyor. Ben bundan memnuniyet duydum; çünkü, burada
dile getirilen o yaklaşımı içselleştiremediğini, paylaşamadığını gösterir bu
diye algıladım. Bu reddiye önemlidir diye düşünüyorum; ama, şunu söylemek
istiyorum: Benim şu söyleyeceklerim yalan değil; hiçbiri yalan değil. Bunların
yalan olmasını tercih edebiliriz; ama, yalan değil. Yalan değilse, bunlar
gerçekse, o zaman, bu gerçeği dönüştürmek de böyle hissedenlerin görevi olmalı
diye düşünüyorum.
Ben, İstanbul 1. Bölge
milletvekiliyim. Örneğin, Tuzla İlçesi benim seçim bölgem içinde. Tuzla
İlçesinin İlçe Belediyesinin dağıttığı o kitabı, sevgili arkadaşlarım,
okumanızı öneriyorum. Okuduğunuzda, gelişmiş ve demokratik bir düşüncenin,
özgürlük ve eşitlik anlayışını belli oranlarda da içselleştirmiş bir
düşüncenin, vicdanın, o kitapta yazılanları kabul edebileceğini düşünmüyorum.
"9 yaşında kız çocukları evlenebilir, mirastaki hakları şudur, 4 kadınla
evlenebilir…" Bunlar, bir politika olarak, geleneklerin ve göreneklerin
altını güçlendiren değerler sistemini palazlandıran bir politika olarak yaygın
şekilde yayılmakta.
İçimizden hangimiz ya da
içinizden hanginiz 9 yaşındaki kızını evlendirmeyi düşünebilir, evli olan
kızının mirastan pay almamasını makul karşılayabilir, ya da hangimiz kızımızın
üzerine bir ya da iki kuma getirilmesini onaylayabiliriz?! Hiçbirimiz...
Hiçbiriniz buna rıza gösteremezsiniz, göstermezsiniz diye düşünüyorum.
Peki, toplumun, bütün
bunların doğal olduğunu, olabilir olduğunu, normal olduğunu anlamasına ve
içselleştirmesine neden olabilecek bir politik, bir kültürel dağılımın
işlemesine niçin izin veriyoruz?! Bütün o belgeleri tek tek ben inceledim
değerli arkadaşlarım, bunların hepsi orada var. Mecliste dağıtılan ve bir
milletvekilinin dağıttığı ifade edilen o kitapta kadının cehennemlik olarak
gösterildiği yalan değil! Bütün bunlar var.
Denilebilir ki, bütün
bunların bu konuyla ne ilgisi var? Tam da ortası değerli arkadaşlarım, tam da
öznesi. Biz, geri bir değerler
sisteminden söz ediyoruz, bütün toplumumuzu kuşatan değerler sistemini
değiştirmekten söz ediyoruz. Totaliter bir kültür anlayışının
yaygınlaştırıldığı bu ortamda bu değişimin sağlanması mümkün olabilir mi?!
Bizzat yönetenler eliyle bir kültür bombardımanına, yeni bir anlayış
bombardımanına sahip tutulması bu toplumun, değişim yönündeki hareketliliğini
artırabilir mi? Eğer, meydanda polis, "kendimi babası gibi hissettim,
etekleri kısa olduğu için vurdum o genç kıza" diyebiliyorsa eğer, kız
çocuklarımız, 10, 11, 12, 13 yaşındaki kız çocuklarımız ve o yaştaki erkek çocuklarımız
kara çarşaflarla ve feslerle resmigeçitlerden geçirilebiliyorsa eğer, daha dün
Fatih'te, fener alayı gösterisi adı altında, cumhuriyet kanunlarının uygun
görmediği giysilerle sayısız kadın yürütülüyorsa; bütün bunların söylenmesinde,
ortaya konulmasında ve bütün bu değişimin şekil değiştirmesinin arzu
edilmesinden daha doğal, daha insanî ve daha yurttaş bilinciyle örtüşen ne
olabilir değerli arkadaşlarım?
Burada, Parlamentonun,
tam da kalbinden yakalaması gereken bir şey olduğuna inanıyorum. Bu Parlamento,
rejimin olanaklarıyla oluşmuş bir Parlamentodur. Siyasal partiler, varlıklarını
demokratik rejime borçludurlar ve bir ülkede, totaliter ya da demokratik bir
ülkede, varlığını borçlu olduğu rejimin değerlerini, varlığının üzerinde
yükseldiği rejimin bütün temel altyapısını, kurumlarını hedef alarak ya da
onların yıpranmasına göz yumarak ya da onların yıpranması karşısında sessiz ve
tavırsız kalarak bir partinin görev yaptığını söylemesi düşünülebilir mi,
anlaşılabilir mi değerli arkadaşlarım? (CHP sıralarından alkışlar)
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elazığ) -
Öyle bir şey mi var?
GÜLDAL OKUDUCU (Devamla)
-Öyle bir şey var. İsterseniz biraz daha anlatayım ve örnekler vermeye
çalışayım.
Bu, neden önemli kadın
meselesi konuşulurken, şiddet konuşulurken, öldürme konuşulurken; çünkü,
rejimin kalbi kadınlar. Laik, demokratik düzenin sağladığı özgürlükçü ortam,
eşitlikçi ortam; hurafelerden, aslı astarı olmayan hurafelerden kadını kurtaran
şey, laik, demokratik rejim. Burada konuşmamızı ve sokakta özgür gezmemizi,
laik, demokratik rejimin kazanımlarına borçluyuz. Eğer, o kazanımlara ilişkin,
onlara dönük kaygılarımız, kuşkularımız, tereddütlerimiz, korkularımız,
saptamalarımız varsa, bunları paylaşmak bizim sorumluluğumuz. Bunları
paylaşmak, insan olmanın, yurttaş olmanın sorumluluğu. Paylaşıyorum; bir kınama
duymadım, Konya'da gazeteci bir kız, başı açık görev yaptığı için taşlandı
diye. Değerli arkadaşlarım, bu örnekler o kadar çoğaltılabilir ki!
Şimdi, laik demokratik
düzene dönük bir tehdidin böylesine somutlandığı koşullarda, kendi özvarlığını
o anlayışa borçlu olan kadın ya da erkeklerin haklarını burada savunmasından,
dile getirmesinden, anlatmaya çalışmasından daha doğal ne olabilir ve yani…
Bir cümle okuyacağım;
Sayın Başbakanın 1995 yılında söylediği bir söz.
MUZAFFER KÜLCÜ (Çorum) -
Bugüne gelin, çok şey değişti; onbir yıl geçti.
GÜLDAL OKUDUCU (Devamla)
- O sözden bugüne geleceğim, merak etmeyin; o sözden bugüne geleceğim.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Yalan, doğru; siz dinleyin efendim!
GÜLDAL OKUDUCU (Devamla)
- Yalan da belki bir şeydir; ne denir adına… Bir şeye yalan demekle o şey yalan
olmuyor; siz, gerçeği görmezseniz gerçek gerçek olmaktan çıkmıyor, o,
gerçekliğini sürdürmeye devam ediyor.
MUSTAFA DEMİR (Samsun) -
Bir şey bulamadınız.
GÜLDAL OKUDUCU (Devamla)
- Evet bulamadım, doğru söylüyorsunuz.
Yazılı konuşma problemi
bu. Evet, özür diliyorum…
Şöyle o söz:
"Tutturmuşlar bir, laiklik elden gidiyor diye. Yahu, bu millet istiyorsa,
tabiî elden gidecek."
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Aynen, aynen öyle; 1995.
GÜLDAL OKUDUCU (Devamla)
- Ben zihnime güvenmedim, buradan okumak istedim. Koydum onu bir kenara. İnsan
bu ya, değişir, doğaldır; ama, günümüzün uygulamalarına, uygulamalara yansıyan
anlayışa geldiğimizde, örneğin, AHİM'in verdiği karar söz konusu olduğunda
-AHİM'e başvuran kişi AHİM'in kararlarına mutlak saygı duyduğu için
başvurmuştu- o kararı eleştirip "onu ulemaya sorun" derken, hangi
kapının, hangi yolun açıldığını, hukuk devletinin ne olduğunu, çağdaş devlet
anlayışının hangi ayakların altına alındığını da anlamaktan uzak mıyız,
değerlendirmekten uzak mıyız?!
Değerli arkadaşlarım,
peki, hepsi böyle de, daha dün, AB'yle ilgili görüşmelerde eğitimin laikliğiyle
ilgili cümlenin o belgeye konulmasına gerek duymayan ve onu koydurmayan kim?!
Değerli arkadaşlarım,
aslında, ben, geçen gün, dedim ki: İktidara, bir noktada haksızlık yapmayalım;
İktidara, çeşitli çevrelerden veya kişilerden takıyye yapıyor gibi bir yaklaşım
yansıması oluyor, öyle bir değerlendirme yapılıyor; bence bu yanlış dedim; bu,
İktidara haksızlık. İktidar, takıyye yapmıyor. İktidar, düşüncesini,
ideolojisini, kadınları ve erkekleri için, toplumu için öngördüğü yaşam
biçimini açıkça ilan ediyor. Siz, kendinizi "takıyye" diye kandırmak
isteyebilirsiniz. Öylesine ilan ediyor ki, Meclis Başkanı, buradan
"laiklik yeniden yorumlanmalıdır" deyip konuşmasını sürdürdükten
sonra, ertesi gün, laik-demokratik cumhuriyetin oy sandıklarından, laik,
demokratik cumhuriyetin partisine oy veriyorum diye oy veren yurttaşların
güveninden çıkmış olan bir Başbakan "söylenenler doğru; ama, zamanı
değildi" diyor. Bunun zamanı on sene sonraydı, yirmi sene sonraydı, otuz
sene sonraydı... İktidar, hedefini görüyor, biliyor; iktidar takıyye yapmıyor.
Bence, hangi konu olursa olsun, o konularda, hiç kimsenin hiç kimseye haksızlık
yapmaması gerekir değerli arkadaşlarım.
Haremlik-selamlık
uygulamaları yalan mı?!. Batman'da, daha dün Karaman'da, kadınların ve
erkeklerin ayrı ayrı oturtulduğu, bunun uygun görüldüğü ve bunun da demokratik
olduğu söylenmedi mi?! Niçin, yalan diyoruz?! Değerli arkadaşlarım, bütün
bunlar…
MUZAFFER KÜLCÜ (Çorum) -
Neyi tartışıyoruz?!
MEHMET CEYLAN (Karabük) -
Töre cinayetlerini!..
GÜLDAL OKUDUCU (Devamla)
- Evet, işte, töre cinayetinin de, namus cinayetinin de, kalkan yumruğun da,
sıkılan kurşunun da altında çağdaşlaşamayan bir değerler sisteminin olduğunu
gösterir bu ve de yeni yaklaşımlarla, totaliter bir egemenlikle o kültürün
beslendiğini gösterir bu, değerli arkadaşlarım. Bu gerçeği görmek ve burada,
içtenlikli politikaların sahibi olmak gerekir diye düşünüyorum.
Töre cinayetlerini
dinlemek istiyorsunuz o sözlerle, farkındayım ve onlarla ilgili de bir iki
değerlendirme yapmak istiyorum. Üç örnek söyleyeceğim: Batman; Nadire,
bebekken, annesinin beşiğini astığı çengele kendini asar. Birbuçuk yıl önce,
annesi, babası tarafından sokakta öldürülen Tuba da, gider 4 üncü kattan
kendini atar ve 12 çocuklu baba, hangi kızının kendini astığını bilemez, adını
bile veremez. Urfa'da bir ceylan gözlü kız, Siirt'te bir başka ceylan gözlü
kız, Batman'da bir başka ceylan gözlü kız… İşte, cumhuriyetin sunduğu olanaklar
kullanılarak değiştirilip, dönüştürülemeyen o değerler sisteminin tutsağı
olarak kurşunlanır, üzerinden traktör geçirilir, bıçaklanır, boğulur, Fırat'ın
sularına atılır. Bütün bunları "cinayet" diye adlandırmak ve
cinayetler karşısında alınan yasal önlemlerle bunları ortadan kaldırmak ne
kadar olanaklıdır dersiniz; değildir arkadaşlarım.
Çıkardığımız yasalarla
övünebiliriz; gelecekte de bunlardan söz edebiliriz; ama, bilmeliyiz ki,
değildir. Bir tek şeydir ihtiyaç duyduğumuz, kadın ve erkek; ikisi de aynı
derecede saygındır, ikisi de onurludur, ikisi de eşittir. Birine reva
görmediğimiz bir davranışı, yaklaşımı, uygulamayı, diğerine reva görmeyi uygun
kılan bir anlayış da, Türkiye Cumhuriyetinde yaşam bulamamalıdır. Bu temeli
değiştirdiğimizde ve buna dönük projeleri uyguladığımızda, inanıyorum ki, bu
sorunları çok daha farklı konuşuruz.
Yaratılan kültürel iklim,
yaratılan atmosfer, insanlara verilen cesaret ve insanlara verilen sahipsizlik
duygusunun bütün bunlarda etken olduğunu, hepimizin çok iyi bilmesi gerekir
değerli arkadaşlarım.
Bu kültürel atmosfere
katkısı olan ve 3 Kasım sonrası dönemde, Türkiye'de, daha açık ve çıplak
gördüğümüz bir başka örneği vermek istiyorum -bütün kitaplar odamda, isteyene
gösteririm- belediyeler, AKP'li belediyeler, bir propaganda unsuru olarak, en
ücra mahallelere nüfuz edebilecek bir yayın politikası içindeler. Koyduk onu
bir kenara. Bu konuda, sanki, herkes birbiriyle yarışmakta, herkes görev ve
sorumluluklarını en iyi yapıyor olmanın örneğini vermeye çalışmakta. Birçok
İslamî holding -set halinde hazırladığı kitaplarla- hem de içinde sadece
hurafelerin olduğu hem de içinde, din adına, yalan yanlış birdolu bilginin
olduğu hem de içinde, kadını, insan olmaktan çıkaran, eşinizi, kızımı insan olmaktan
çıkaran yaklaşımların ve bilgilerin olduğu kitapları setler halinde dağıtmakta.
Öyle dağıtmakta ki, sayısı bilinmemekte bunun ve bütün bu yayınları, benzer
yayınları yapan sayısız, kontrolsüz yayınevleri, yayın kuruluşları ortalığa
çıkmakta. Bunları denetlemek, bunlarla ilgilenmek, Türkiye Cumhuriyetinde
birilerinin görevi olmalı.
Bir taraftan, genç
kızlara, taciz ya da benzeri bir mesele yüzünden yargıda davası sürenlerin
sahip olduğu kitaplar, bu holdingler eliyle insanlara dağıtılırsa, bunu dile
getirmekten, bunun yarattığı kültürel atmosferden şikâyet etmekten daha doğal,
daha insanî ne olabilir sevgili arkadaşlarım?!
Ama, ben, buradan, daha
vahim bir noktaya geçmek istiyorum. Yine, kadınlar, yetişkin, algı,
değerlendirme, kuşkusuz sahip oldukları bilinçle bağlantılı olarak, yapma
yeteneğine sahip. Çocuklar; çocuklar ki, sıfır yaştan 18 yaşa kadar olan
çocuklar. Onlar, o kadar da büyümüş değil ve onlar yarının Türkiyesinin
yetişkinleri. Çocuklarımıza ne yaptığımızın ne kadar farkındayız, onu
bilmiyorum; ama, farkında olmamız gerektiğini ve bu duruma müdahale etmemiz
gerektiğini çok iyi biliyorum.
Bir örnek vereceğim.
Yalan olup olmadığını görmek isteyen, sessiz sedasız oraya uğrayabilir. Ankara,
Başkent; Başkentin Kalesi; Zenger Paşa Konağı; onun kenarlarında bir sokak. O
kenarlardaki sokaklardan birinde, iki katlı eski bir ev. Sabah saat 10.00'dan
öğleden sonra 3'e kadar süren bir program var o evde. Haydi, o da tamam; biz
hücre Kur'an kurslarını biliyoruz, biz başka yerleri biliyoruz. O evin
müşterisi kim biliyor musunuz sevgili arkadaşlarım, o eve girip çıkanlar kim;
çocuk, 4 yaşında çocuklar- inanılır değil- 5 yaşında çocuklar!… 4 ve 5 yaşında,
kreş yaşındaki çocuklar oraya devam ediyorlar, orada adı "din
eğitimi" olan ama içinin en olduğunu bilmediğim bir eğitimi alıyorlar ve
bu mahallede birçok çocuk bu eve gidip geliyor.
Şimdi, değerli
arkadaşlarım, buna göz yummak ne adına?! Düzeni değiştirmek istiyoruz, başka
bir düzen kurmak istiyoruz!... Bunu istiyorsak bile, bu, bilinçli tercihlerle
yapılabilir bir şeydir zannediyorum. 4 yaşındaki, 5 yaşındaki çocukları ileride
psikolojik sorunlar yaşamalarına neden olabilecek bir altyapıya terk etmekle,
kimin neyi öğrettiğinin bilinmediği, kimin hangi amaçla neyi anlattığının
bilinmediği koşullara bu çocuklarımızı terk ederek, Türkiye'nin geleceğini
nasıl aydınlatabileceğimizi düşünüyoruz, nasıl güzelleştirebileceğimizi
düşünüyoruz; doğrusu, bunu anlamak mümkün değil. Bu, 4-5 yaşındaki çocuklar
için. Daha yukarıya çıkalım, daha büyük yaştaki çocuklar…
Şimdi, değerli
arkadaşlarım, bunlar, tabiî, bıçak sırtı konular, konuşulurken anlaşılması çok
önemli olan konular.
Şimdi, özellikle bu yıl,
bütün Türkiye'de, yoğun bir şekilde Kutlu Doğum Haftası kutlandı. Bu hafta
kutlamaları içinde gerçekleştirilen organizasyonlarla ilgili bir değerlendirme
yaptığınızda, sizi başka noktalara yöneltecek, başka türlü değerlendirmelerle
muhatap kılacak yaklaşımlarla, kuşkusuz, kalıyorsunuz. Bunu yaşıyoruz ve
biliyoruz; bu bilinçle konuşuyorum. Kutlu Doğum Haftasına laf atmıyorum; Kutlu
Doğum Haftasını kullanarak, kullanarak değerli arkadaşlarım, çocuk beyinlerine,
doğru yanlış, yalan yanlış hurafeleri zikretmenin, onları yönlendirmenin, çağdaş
cumhuriyetin aydınlığıyla, mutluluğuyla nasıl bir bağlantısı olabilir?!
Kompozisyon görmek isteyenler görebilirler. O haftalarda dağıtılan yayımlarda
neler yazdığını, okumak isteyenler de okuyabilirler. Okullarda dağıtılan o
yayımların içinde, bütünüyle hurafe, Hazreti Peygamberimizin hayatını anlatmak
adına, o kullanılarak, körleştirilmesi için çocuk zihinlerinin, anlatılan
masallar dolu. Buna izin vermenin, bunu doğal karşılamanın, bunu uygun görmenin
mümkünü var mı değerli arkadaşlarım?!
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Süreniz doldu,
toparlayın lütfen.
GÜLDAL OKUDUCU (Devamla)
- Teşekkür ediyorum.
Burada, sorumluların,
organize edenlerin, buranın dışında, toplumun çeşitli bölümlerinde, çeşitli
amaçları olanların çok iyi anlamaları ve görmeleri gereken bir şey vardır: Çok
değişik nedenlerle toplumsal bunalım dönemleri yaşanabilir, tarihsel kırılma
noktaları yaşanabilir; ama, şunu bilmek gerekir ki, Türk toplumu, en ağır
bunalımları, en sıkışık koşullarda, büyük bir sağduyuyla, büyük bir
duyarlılıkla aşmayı başarabilen bir toplumdur. Bu sessizlik, bu tepkisizlik ya
da belki seslerin yeterince yükselememiş olması, bu Türk toplumunun sabrından
ve uyum yeteneğinden, metanetinden kaynaklanır değerli arkadaşlarım. Ortak
değerlere bir saldırı olduğunu hissettiğinde Türk toplumu, kendi cesur tavrını,
kendi kararlılığını, kendi inancını ortaya koyabilecek genlere sahiptir.
Samsun'da köylüye "sen tarlada hâlâ ne çalışıyorsun; düşman kapıya gelmiş,
kapsana nacağını" dendiğinde "benim sınırım burasıdır" diye
tarlanın sınırını gösteren köylünün sabrı vardır Türk toplumunda. Diliyorum ki,
tarlanın sınırına yanaşmayalım; diliyorum ki, hangi sınırları nasıl ihlal
ettiğimizin değerlendirmesini zamanında yapalım ve demokratik rejimi, laik
cumhuriyeti, onun temel değerlerini, o değerlere varlığını borçlu olan
cumhuriyet kadınının, aydınlık, eşitlik ve özgürlük arayışını ve onu sahiplenme
inancını, duygusunu hiç yabana atmayalım.
Teşekkür ediyorum, Yüce
Meclise saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Reyhan
Balandı, Afyonkarahisar Anavatan Partisi Milletvekili, Anavatan Partisi Grubu
adına söz istediler.
Buyurun Sayın Balandı.
(Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
Süreniz 20 dakika.
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA REYHAN BALANDI (Afyonkarahisar) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
töre ve namus cinayetleri ile kadınlara ve çocuklara yönelik şiddetin
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan Meclis
Araştırması Komisyonu raporu üzerinde Anavatan Partisi Grubu adına söz almış
bulunuyorum; hepinize saygılar sunuyorum.
Tabiî, bugün bu saatte,
Yüce Parlamentoda, maalesef, kendimiz söylüyor ve kendimiz dinliyormuşuz gibi
bir ortam söz konusu oldu; ancak, Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanının
bulunmadığı bir ortamda, değerli erkek milletvekillerinin de burada bulunmasını
beklemek, çok da makul bir istek olmasa gerek. İnşallah, TRT 3'ten, sayın
vatandaşlarımız, bunu görüyorlar ve izliyorlardır.
Sayın milletvekilleri,
değişik konularda bazı milletvekillerinin verdiği, araştırma komisyonu
kurulmasına dair teklifler var ve bunlardan pek çoğu gündeme alınmayıp, dönem
sonunda kadük olup gidiyor. Gerçekten, çok anlamlı, önemli ve gerekli olan pek
çok konuda da araştırma yapılması gerekirken, maalesef, Meclis çatısı verimli
kullanılmadığı gibi, toplum sorunlarına, gerçekten irdelenip çözüm bulunması
gereken konulara da kayıtsız kalınmış olunuyor.
Görüyorsunuz, üç beş
daha, milletvekili sayısı azaldı.
Peki, toplumumuzun büyük
ayıbı, kanayan yarası, yüzkarası olan töre ve namus cinayetleri ile kadın ve
çocuklara yönelik şiddet konusunda, sebeplerinin araştırılıp, alınması gereken
tedbirlerin araştırılmasına yönelik bir komisyon kurulması konusu, elbette,
Yüce Parlamentonun, artan şiddet olayları karşısında kayıtsız kalamayacağı bir
durumdu; ancak, iyi niyet ve samimî çözüm bulma düşüncelerine gölge düşürecek
ilk adım, daha, bu komisyon oluşturulurken meydana gelmiştir.
Topu topu 24 kadın
milletvekilinin var olduğu erkek egemen şu Mecliste, aynı yaraya, kadına
yönelik şiddetin araştırılmasına yönelik Meclis araştırması komisyonu kurulması
için sizlerin önerge verdiği tarihlerde, hatta, daha önce bir tarihte verilmiş
bir teklifim var burada. Ancak, maalesef, benim, Afyonkarahisar Milletvekili
Reyhan Balandı olarak verdiğim bu önerge, üstelik de olağandışı bir şekilde,
hem İktidar Partisi milletvekillerinin hem Anamuhalefet Partisi
milletvekillerinin, Cumhuriyet Halk Partisi milletvekillerinin hem de Anavatan
Partisi milletvekillerinin ortak imzasıyla verilmiş bir araştırma komisyonu
önergesidir. Şimdi, rica ediyorum, lütfen, biri bunu bana izah etsin; neden, şu
anda görüşülmekte olan komisyon raporunda önerge sahibi olarak benim adım
yoktur ve bu önerge yoktur; bunun izahını, lütfen, istiyorum.
İşte, onun için, iyi
niyet ve samimî çözüm bulma konusunda, işte, daha komisyon oluşturulurken,
birtakım aksaklıklar meydana gelmiştir.
Şimdi, bu, neticede birey
birey, değerli arkadaşlarımın gerçekten iyi niyetli olabileceği kanaatini
muhafaza ederek, bu Komisyonun oluşumuna gölge düşürmemeye çalışmak istiyorum
ve buna dönük olarak, iyi niyetli bir şekilde, raporları da irdelemiş
bulunuyorum.
Şimdi, Komisyon
Başkanlığı yapan arkadaşlarımız da değerli arkadaşlarımız, komisyon üyeleri de
itinayla çalışmalar yapmaya gayret gösterdiler; sanatçılar falan da dinlendi;
ancak, bazı çağırılan ve dinlenmesi arzu edilen kişiler, maalesef, çağırılıp
dinlenmediler filan falan. Ama, raporların tamamına baktığımız zaman, konunun
algılanması ve çözümlerinde gerçeklerin çok da iyi bilinmiş olmasına rağmen
-zihniyetin, pek çok milletvekilinin de aslında kabullenemeyeceği, doğrusunun
da ne olduğunu çok iyi bildiği- ancak, dayatılan zihniyet nedeniyle bu Komisyon
raporundaki çelişkiler ve çözümsüzlükler göze çarpmaktadır. Tabiî, bunu, bana
"yalan" diyemezsiniz; çünkü, ben, sizlerle, iki yıl çalıştım.
Biliyorsunuz ki, bu
çelişkilerin başında, kadına karşı pozitif ayrımcılığın anayasal güvence altına
alınmasıdır. Bu konuda, İktidar Partisinden bazı milletvekili arkadaşlarımın da
benimle hemfikir olduklarını biliyorum; ancak, ne hikmetse, Sayın Başbakana ve
Hükümete bir türlü söz geçiremediniz; Türk kadınının lehine olan ve kadının
yaşadığı ıstırabın çözülebilmesi için mihenk taşı olan bu yasal düzenlemeyi bir
türlü gerçekleştiremediniz. Biz, o zaman, Sayın Başbakana, Sayın Abdullah Gül'e
bu kota konusunda ve pozitif ayrımcılıkla ilgili çok dil döktük, çok izah
etmeye çalıştık ve bunun düzenlenmesinin gerekli olduğunu ifade ettik; ama,
maalesef, heyhat!..
İşte, maalesef -İktidar Partisi
milletvekillerinden bayan arkadaşlarımız da biliyorlar- kürsü alamıyorsunuz,
kadın milletvekili olarak çok da rahat değilsiniz "kadın sorunlarını tam
manasıyla ifade edemiyoruz" hep dersiniz, demeye de devam ediyorsunuz;
bunları çok iyi biliyorum. Ben de, Allah'a şükür ki, kadın konusunda, kadının
önemine, değerine binaen, kotasında da, tüzüğünde de en güzel şekilde yer veren
Anavatan Partisinde hizmet etmenin, orada siyaset yapmanın gururunu ve
mutluluğunu yaşıyorum.
Şimdi, biliyorsunuz,
diğer bir husus var, çelişkili bir husus yine, milletvekillerinin rahatsız
olduğu; yani, içinizden bazı milletvekillerinin rahatsız olup da bunu rapora
yansıtmadığı; eşler arasında mal rejimi yasasının 1 Ocak 2002 tarihinden önce
evlenmiş olan çiftlere mal paylaşımı getirilmemesi; yani, 1 Ocak 2002'den evvel
evlendiysen paylaşamıyorsun, sonra evlendiysen -doğru mu- paylaşabiliyorsun.
Böyle bir acayip orantısızlık. Kesinlikle bir an evvel çözüm bulunması gereken
ve düzenlenmesi gereken bir kanundur. Maalesef, bunu da raporda göremedik,
birtakım muhalefet şerhleri var.
Şimdi, değerli
arkadaşlar, bahsettik, bahsedeceğiz, işte bahsedilmeye de devam edecek,
CEDAW'dan, Pekin, uluslararası sözleşmeler gibi konulardan bahsedeceğiz ve
yüksek perdeden konuşmaya devam edeceğiz; ancak, bizim bu söylediklerimiz
TRT-3'te, işte, bizi izleme imkânı bulabilen kadınlarımıza, köydeki,
kasabadaki, kentteki kadınlarımıza, hiç alakası olmayan, onlara çok uzak gelen
konular gibi gelecek; çünkü, onlar, dün yemek geç pişti diye ya da yemek yandı
diye -eğer yemek de bulabildiyse, pişirecek bir şey de bulabildiyse- kocasından
şamarı yemiş, yemeye de devam edecek... Yanlış yunluş insanlarla
evlendirilecek, dedesi yaşında adama satılacak, ondan sonra gayet insanî
duygularla, bir şekilde o ıstıraptan, o cefadan, o işkenceden, kölelikten
kaçacak, ondan sonra da hiç haddi olmayacak şekilde kendini onun namus bekçisi
addeden ve ilan eden bir vicdansız tarafından katledilecek... İşte, bu
Komisyonun önemi burada ortaya çıkıyor. Eğer -ben, takipçisi olacağım,
milletvekili arkadaşlarımız da, elbette ki bu konuya hassasiyet gösterenler
takipçisi olacaklardır- bu hadiseler bundan daha sonra da aynı oranda devam
edecekse, bu Komisyonun ve bu raporun hiçbir anlamı ve önemi yok, tozlu
raflarda yerini almaya mahkûm demektir.
Sayın milletvekilleri,
aile ve kutsal değerlerimizin Türk Milletinin önemli bir fazileti olduğu her
zaman söylenegelir ve bu doğrudur. Avrupa, aile kavramını yitirdikçe yalnız ve
geleceksiz kalmaya başlamıştır; ancak, Türkiye'de mevcut olan aile yapısı,
kabul etmek gerekir ki, hiç de gurur duyulacak şekilde değildir, takdir
edilecek nitelikte değildir.
Kimse kusura bakmasın,
bir aile, eğer kadının köle gibi görülmesiyle, şiddet görmesiyle, cefa
çekmesiyle, işte bunlarla bir arada yaşarken, gerçek bir aile yaşantısı değil
de, eğer, katlanılan, karın tokluğuna razı olunan, dört duvar arasında
çocukları için katlanılan, sığınılan bir yerse, öyle bir ortamda aile yoktur,
bu aile aile değildir. Öyle bir ortamda sevgi yoktur, öyle bir ortamda huzur
yoktur, sağlık yoktur, mutluluk yoktur. Açlık, sefalet bir yandan, onun
getirdiği psikolojik bunalım bir yandan, toplum psikolojisi de gittikçe
bozulmaktadır.
Bizler, seçim çalışmaları
sırasında "iş bulacağız, aş bulacağız, toplumun yarısının psikolojisi
bozuldu, biz sizlerin psikolojisini düzelteceğiz" diye gelmedik mi
arkadaşlar? Önce pek fazla dillendirilmedi, ondan sonra üç yıl kadar bir süre
istendi, o yüksek sesle söylenmeye başlandı. "Ruh ve beden sağlıklarınızı
yerine getireceğiz, iş bulacağız, aş bulacağız" dendi. Peki… Ne oldu? Ne
oldu? Maalesef, işte üç yıl, dört yıl kadar oldu, toplumun dörtte 3'ü
psikolojik olarak rahatsız arkadaşlar. Bu, raporlarda var, istatistiklerde
mevcut, bunu öğrenebilirsiniz. Yarısıydı, dörtte 3'ü psikolojik olarak rahatsız
hale geldi. Bunalıma girdi. Yani, bu işler lafla çözülmüyor maalesef. Lafla
söylerseniz, sadece söylersiniz, çözemezsiniz. Sizin söylediğiniz gibi kadın
milletvekili çok olmalı… Evet. Kadın dövülmemeli… Evet. Evlilikte edinilen
malın yarısı ya da bir bölümü de kadının olmalı… Olur. Olur da, lafla olur.
Onun için burası çarşamba pazarı değil. Söyleyeceksin, söylediğini yapacaksın;
yasa çıkartacaksın, genelge çıkartacaksın ve bundan da, bu raporları
çıkarttığın zaman da sonuç alacaksın, netice alacaksın.
Mesela, daha önce benim
edindiğim bir istatistikte -ben, mesela bir kısmının yeniden gözden geçirilmesi
gerektiğine inanıyorum- ülkemizde kadınların yüzde 79'u fiziksel şiddete, yüzde
52'si sözel şiddete, yüzde 29'u duygusal şiddete -yani, psikolojik şiddeti de
kastediyor; burada, biraz evvel yaşadığımız hadise de psikolojik bir şiddettir.
Ben, bunun çok daha yüksek olduğunu düşünüyorum, tekrar gözden geçirilmesi
gerektiğini düşünüyorum- yüzde 18'i ise ekonomik şiddete maruz kalmaktadır
diyor bir rapor.
Şimdi, saçma sapan,
mesnedi olmayan, hiç günahsız, sadece çirkin bir dedikoduya dayanan nice
kadınlar, nice genç kızlar can verdi bu memlekette. Diyanet İşleri, çok
alakasız konularda açıklamalar yapma lüksünü kendinde görürken, kadının birey
olduğunun ifadesini neden sürekli olarak vurgulamıyor?! Kadına uygulanan
aşağılayıcı, şiddet içeren muamele, ne İslam Dininin ne Peygamberimizin asla
kabul etmediği, şiddetle reddettiği bir çirkinliktir. Söküğünü kendi diken, kadına
insan gibi muamele edip, saygı ve sevgi gösteren, İslam Dininin Peygamberidir.
Ne geleneğinde ne örfünde, Türk Milletinin özünde, dininde, inancında, kutsal
değerlerinde bu şiddet hadisesi olamaz, bu kabul de edilemez; bunu yapanlar da
yobazdır, bencildir, psikopat insanlardır ve buna da, asla ve asla, dini ve
imanı alet etmesinler; Allah, ahrette onlara sorar.
Tabiî, İktidar Partisi
milletvekili arkadaşlarımızın bu soruna çözüm bulmak isteyenleri, AK Parti
belediyelerinin yayımladığı şu kitapçıklardan dolayı oldukça sıkıntı
içerisindeler; bunu görüyorum. Hani "dışarıdan belli olmayacak, izi
olmayacak şekilde dövülebilir" diyen şu belediye kitapçıkları var ya işte,
onlardan bahsediyorum.
Bugün de, gazetelerde
okudum, okudum, bir türlü anlayamadım, "o gömleği giymeyin" , "o
gömleği giymeyin" diye belediyelere uyarılarda bulunmuşsunuz. O gömlek
hangi gömlek allahaşkına?! Yani, siz, o gömleği çıkardınız mı ki ya da o gömleği
çıkarmadığını açıkça deklare eden bazı büyükleriniz o partinin başında duruyor;
yoksa, bu, başka bir gömlek mi?!
MEHMET CEYLAN (Karabük) -
Siz kendi gömleğinize bakın!
BAŞKAN - Müdahale
etmeyin.
REYHAN BALANDI (Devamla)
- Değerli arkadaşlarım, o gömlek ya da bu gömlek…
MEHMET CEYLAN (Karabük) -
Sen kendi gömleğine bak.
REYHAN BALANDI (Devamla)
- O gömlek, bu sizin giydiğiniz gömlekler ateşten gömlektir.
BAŞKAN - Müdahale etmeyin
arkadaşlar, Hanımefendiyi dinleyin.
REYHAN BALANDI (Devamla)
- Ama,bakın, bir ters etki-tepki var. O giydiğiniz ateşten gömlekler önce
milleti yakar, sonra sizi yakar! Onun için, sorumluluk altındasınız ve vebal
altındasınız, bir ters orantı var. Önce sizi yaksa, anlayacağım, hadi, kendi
isteğinizdir, giyersiniz.
AKP yönetiminde ya da
belediyesinde bulunan bu tür zihniyetleri, bir Anavatan Partisi milletvekili
olarak biraz bilgilendirmek istiyorum müsaadenizle.
MEHMET CEYLAN (Karabük) -
Töre cinayetiyle ilgili olsun.
BAŞKAN - Buyurun efendim.
REYHAN BALANDI (Devamla)
- Evet, töre cinayetiyle ilgili.
Bakın, o
söylediklerinizin, o yayınladıklarınızın hepsi yanlış, boş, çirkin ve mesnetsiz
yayınlardır, İslamiyetle bunun yakından uzaktan alakası yoktur. Hazreti
Muhammed'in bir hadisi şerifini şimdi söylüyorum size, bakın, dikkatli dinleyin,
ey o yayınları yapan belediyeler dikkatli dinleyin. "Hanımına şiddet
uygulayan kocanın kıyamet günü davacısı bizzat ben olacağım." Hazreti
Peygamber söylüyor bunu. İşte gerçek budur. İşinize geliyor diye aynı kafada
giderseniz, bir gün, bunu, işte, kürsüden biri kalkar size söylemek zorunda
kalır.
Aynı şekilde dini alet
ederek, mubahmış, caizmiş gibi gösterilen, erkeğin hem dövüp hem sevebileceği,
iki üç tane eşinin daha olabileceği gibi, dinî kılıf kullanılarak insanımızı
yanıltmak, kandırmak İslamiyetle bağdaşmaz arkadaşlar. Toplum olarak, eğer
yükseleceksek, biz bu sorunları çözmeden yükselemeyiz, gelişmekte olan ülke
durumunda ya kalırız ya da gelişememekte olan ülke durumunda kalırız.
Hiç olmazsa, buradan şu
acılarımızı ifade etmek için azıcık şans bulduğumuz için, yakaladığımız için
Yüce Atatürk'ün ruhu şad olsun diyorum, Allah ondan razı olsun diyorum. Keşke
ihtiyaç olmasa, bu çağda hiç ihtiyaç olmaması gerekir; ama, maalesef ve
maalesef, kadınlarımız, genç kızlarımız korunmaya, doğduğu andan itibaren karşı
karşıya kaldığı birtakım engellemelere, itilmelere karşı korunmaya, kollanmaya,
pozitif ayırımcılığa tabi tutulmaya ihtiyaçları var.
Sığınma evlerinin sayısı,
tamam, artsın falan; ama, önce beyinleri, zihinleri temizlemek gerekiyor. Önce,
kadın lehine bu zulmü reva gören insanın bunu yapmasını normal olarak görmemek
gerekiyor. Eğer, normal olarak görmüyor da, sığınacak bir kapı ya da çocukları
için mecbur olarak kahır çekiyorsa eğer kadın, devlet bu konuda şefkat elini
uzatmak zorunda; tamam mı; uzatmak zorunda. Bunu uzattığı gibi, şiddete neden
olan işsizlik ve eğitim gibi sorunları da derhal çözerek, kadın ve çocuğa, her
ne durumda ya da ne gerekçeyle olursa olsun, şiddet gösterenlere adaletin ve
hukukun üstünlüğünü ve gücünü hissettirmek mecburiyetinde.
Kadın kendi soyadını
kullanamıyor, kanundaki boşluktan dolayı kızlarımız cinsel muayeneye
götürülüyorlar, sonra onur meselesi yapıyorlar intihar ediyorlar, ceza
verilmiyor, okula gönderilmiyorlar, çocuk yuvalarında, yetiştirme yurtlarında
yaşanan trajediler, şiddet… Onları biliyorsunuz ve bazı konulara değinildiği
için onlardan bahsetmiyorum değerli milletvekilleri.
Aile içi şiddeti önlemek
için, devletin, ana-baba eğitim programları düzenleyip, sağlık personeli,
öğretmen, psikolog, sosyal görevli, polis gibi meslek gruplarının bu eğitim
programlarında yer almasını sağlaması gerekmektedir; çünkü, şiddete uğrayan
kadınlar, onların çocukları için sığınma evleri açmak, şiddet gören kadınların
başvurduğu karakol, hastane, mahkeme gibi hizmet kurumlarında kadın görevliler
ve cinsiyet konusunda duyarlı uzmanların yer aldığı birimler kurmak, şiddete
uğrayan kadın ve çocukların haklarını kullanmaları için hukukî danışmanlık
hizmetleri vermek devletin hayata geçirmesi gereken uygulamalardan sadece
birkaç tanesi.
Ayrıca, medyanın kadın ve
çocuklara yönelik şiddeti özendiren yayınlar konusunda daha duyarlı davranıp,
bu yönde programlara yer vermemesi gerekmektedir; çünkü, yine, bu dizilerde
ağalık ve feodalite sistemi, yani, geçmiş bugüne taşınmakta ve şiddeti
özendirmektedir. Bu tip dizilerde kadınların başına gelenler kasten
planlayarak, izini sürerek, kadınların kendilerini yetersiz, eksik ve âciz
hissetme duygularını körüklemeye yöneliktir.
Bunlarla birlikte, son
yıllarda, sistemli bir şekilde, bazı belli çevrelerin töre ve namus
cinayetlerini ısrarla gündeme taşıdığı, gündemde tutmaya çalıştığı zaman ve bu
zaman dilimini biz sürekli olarak yaşamaktayız...
Medya mensubu olarak
söyleyeceğim, deneysel olarak da kanıtlanmış bir durum var. Medya, eğer,
negatif bir davranışı ısrarla gündemde tutuyor ise, o davranışın vukuunda ve
tekrarında artış gözlenmektedir. İntihar ve terör eylemleri bunun iki somut
örneğidir. Medyanın yaptığı haber sayısına, haberi veriş tarzına paralel
olarak, intihar ve terör eylemlerinde inişli çıkışlı seyirler takip
edilmektedir. Son zamanlarda terör ve namus cinayetlerinin artışında konunun sert
bir biçimde gündemde tutulması, bize kalırsa, etkili olmuştur.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Toparlayalım
lütfen.
REYHAN BALANDI (Devamla)
- Toparlıyorum Sayın Başkan.
Altını çizmemiz gereken
ikinci husus şudur: Hiç kimse, töre veya namus cinayetlerinin meşru bir
cezalandırma şekli olduğunu iddia edemez. Din, ahlakî normlar, hukuk sistemleri
bu cinayetleri suç ve cürüm saymaktadır, bunun tekrarında yarar görüyorum.
Diğer yandan, İslam
Dinine göre, meşru kamu otoritesinden başka hiçbir güç, merci, fert veya cemaat
şu veya bu suçluya ceza veremez, ceza infazında bulunamaz. Bu tür cezalara
töreler bir şekilde eğer izin veriyorsa, bu iznin de, aslında, suiistimalle ve
tahrife uğramış, modern zamanlara özgü töreye ait olduğunu söylememiz mutlaka
gerekiyor; yani, kendi sahih bağlamında töreye göre bile bu cinayetler asla
tasvip edilemez.
Değerli milletvekilleri,
nihayet, yakından bakıldığında şu söylenebilir ki, bu cinayetleri işleyenler
de, herhalde hunharca duygularını tatmin etmek üzere ellerini kana
bulamıyorlar. Hiçbir baba kızını, hiçbir erkek kız kardeşini öldürmeye
kalkışmaz. Klinik olarak hasta teşhisi konulabilecek kişiler hariç, insanlar
durup dururken sevdiklerini öldürmezler. Bu cinayetlerde insan yüreğini
parçalayan trajediler, dramlar yaşanmaktadır. Bu ülkenin kodlarını ve dilini
bilen sosyologlar, gerçek bilim adamları olsaydı çoktan bunu teşhis ederlerdi.
Yazık ki, araştırmacılarımızın ve sosyal bilimcilerin ezici çoğunluğu,
oryantalist gözlüklerin arkasından olaya bakmaktadırlar.
Değerli milletvekilleri,
birçok kentte töre cinayetleri işlenmeye devam etmektedir. Adana'da Nilüfer,
Diyarbakır'da Kadriye, Mardin'de Şemse, İstanbul'da da Güldünya'nın, hiçbir
önlem alınmadan, töre ve namus anlayışıyla öldürülmesi, bunlara birer örnektir,
sadece birer örnek. Kadına yönelik şiddet ve baskı her geçen gün artmaktadır;
çünkü, bu İktidarın zihniyeti, sorumluların olaya tepkisizliği de, ortamı buna
müsait kılmaktadır.
Değişimi ve gelişimi
yakalamak ve çağdaşlaşmaktan geri kalmak istemeyen, değişimi ve gelişimi
yakalamak isteyen kadınımız, bu acıya dur demek için, siyasî tercihini bundan
sonra daha dikkatli yapacaktır.
Hepinize saygılar
sunuyor, teşekkür ediyorum. (Anavatan Partisi ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Bakan. (AK Parti sıralarından alkışlar)
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım;
hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum.
Bir araştırma önergesi
raporu üzerinde değerlendirmeler yapıyoruz. Bilindiği gibi, töre ve namus
cinayetleri ile kadınlara ve çocuklara yönelik şiddetin ve bunun sebeplerinin
araştırılarak, alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulmuş olan
Komisyon raporunu yazdı ve bugün, o rapor üzerinde görüşmeler yapıyoruz.
Doğrusu, raporda,
kendilerine verilen görevle ilgili önemli tespitler yapılmış, önerilerde
bulunulmuştur; o bakımdan, bu Komisyonda görev yapan tüm arkadaşlarımı tebrik
ediyorum ve takdirlerimi sunuyorum.
Gerek Sayın Okuducu gerek
Sayın Balandı "kadın ve aileden sorumlu Bakan arkadaşımızın bu görüşmeler
esnasında burada bulunması gerekirdi" diye eleştiri getirdiler. İlk
bakışta bu eleştiri haklıdır kuşkusuz. Bakan arkadaşımız Sayın Çubukçu, bundan
iki ay kadar önce planlanan İsveç Kralı ve Kraliçesiyle ilgili program
nedeniyle, Kraliçeye refakat etmek amacıyla, bugün, maalesef, İstanbul'da
bulunması gerekiyordu. Çok arzu etmiş olmasına rağmen, kendisi, bu görüşmeler
esnasında burada bulunamadı. Ben de, Bakan arkadaşı olarak, burada, hem
Hükümetimizi hem de kendisini temsil ederek bulunuyorum. Rapor üzerinde, izin
verirseniz, ben de, düşüncelerimi, çok özet halinde sizlerle paylaşmak
istiyorum.
Değerli arkadaşlar, kadın
hakları, çocuk hakları, kadınlara ve çocuklara yönelik şiddet konularıyla
ilgili uluslararası çokça düzenlemeler var. Türkiye de bu düzenlemelere imza
atmış olan ülkelerin başında gelmektedir. Örneğin, insanlara karşı
ayırımcılığın kabul edilemezliği ilkesini teyit eden İnsan Hakları Evrensel
Beyannamesi bunların başında gelir. Kadınlar ve erkekler arasında tam bir
eşitliğin gerçekleşmesi temeline dayalı Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her
Türlü Ayırımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi bunu takip eder. Ayrıca, Birleşmiş
Milletler düzeyinde 4 adet Dünya Kadın Konferansı düzenlenmiş ve kadın erkek
eşitliğinin sağlanması yolunda ulusal seviyede gerekli tüm tedbirlerin alınması
yükümlülüğü taraf ülkelere de önerilmiştir, tavsiye edilmiştir.
Ancak, değerli
arkadaşlarım, kabul etmek durumundayız ki, gerek uluslararası yükümlülükler
gerekse ulusal düzeyde alınan tedbirlere rağmen, tüm dünyada olduğu gibi,
ülkemizde de, kadına yönelik şiddet, maalesef, toplumsal bir sorun olarak
varlığını sürdürmektedir.
Değerli arkadaşlarım, bu
toplum bizim toplumumuzdur. Eksiğiyle fazlasıyla, hatasıyla sevabıyla, bu
toplum, bu ülkede yaşayan insanlar bizim insanlarımızdır. Bazı arkadaşlarımızın
konuşmalarını yerimden izlerken, sanki, şu anda yaşanan bu sorunlar, kadınlara
karşı, çocuklara karşı fena muameleler üçbuçuk yıl önce başlamış ve üçbuçuk
yıldır devam ediyormuş gibi bir intibaa kapılıyor insan. Ama, maalesef, tabiî,
Türkiye'nin de sorunları var; başka ülkelerin sorunları olduğu gibi, başka
toplumların sorunları olduğu gibi, bu alanda bizim de sorunlarımız var.
Dolayısıyla, bu sorunları, bunun nedenlerini, gerekçelerini bilirsek, doğru
politikalar üretebiliriz.
Aslında, bu önergeleri
veren arkadaşlarımız da bu niyetle bunu verdiler, bu Komisyon da bu amaçla
kuruldu. Evet, Türkiye'de böyle bir sorun var. Bu sorunun nedenleri nedir,
bunların üzerinde duralım, bunları araştıralım, alınması gereken tedbirlerle
ilgili öneriler ortaya koyalım ki, rapor da, zaten bunu öngörmektedir.
Şimdi, bazen, bir tek
yanlış örnekten yola çıkarak genellemeler yapıyoruz; bu, son derece yanlış ve
hatalıdır. Bir tek kötü örnek, bir tek yanlış örnek. İnsan beşer şaşar,
yanlışlıklar yapabilir. Geliyoruz, sizin falan elemanınız şöyle bir şey yaptı,
işte, siz busunuz… Bu değerlendirmeler, bana göre, yanlış değerlendirmelerdir.
Aynı örnekleri ben sizin için de bulabilirim, çok rahatlıkla bulabilirim…
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Söyle Sayın Bakanım.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Bulurum tabiî. Söyleyeyim; 20 nci
Dönemde Parlamentodaydım, Meclis lojmanlarında kalıyordum. Bir CHP'li
milletvekili arkadaşımızla komşuyduk, nikahlı eşi başka bir yerde duruyordu,
nikahsız bir eşle birlikte yaşıyorlardı. Ben her ikisini de tanıyordum. Şimdi,
ben bundan hareketle sizleri suçlayacak mıyım?! Efendim, maalesef, bakın…
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Hayır, o, ahlâksızlık yapmış.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Bakın, bizde de olur, sizde de olur;
ama, bu bir tek örnekten yola çıkarak, siz busunuz, işte siz böyle yapıyorsunuz
derseniz, birbirimize haksızlık yapmış oluruz. Önce bunu tespit edelim.
CANAN ARITMAN (İzmir) - 4
kadın alın diyorsunuz…
TÜRKÂN MİÇOOĞULLARI
(İzmir) - 4 kadın alınır demek ayrı şey…
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Efendim, bakın, değerli arkadaşlar;
aile ilişkileri nasıl olacak, evlilikler nasıl olacak, kadın-erkek hakları
nasıl olacak; bu soruların cevabı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında ve bu
Anayasaya dayalı olarak çıkan kanunlarda yazılıdır, bellidir. Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşları kendilerini ve aile ilişkilerini bu yasalara göre
düzenleyeceklerdir. Düzenlemek zorundadırlar. Başka bir şey düşünülebilir mi?
TÜRKÂN MİÇOOĞULLARI
(İzmir) - Güzel; biz de, onu istiyoruz.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Belediye 4 tane diyor!..
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Şimdi, oraya geleceğim. Sayın Anadol,
şimdi, halkı dinî konularda aydınlatma görevi Anayasa ile yanılmıyorsam
Anayasanın 136 ncı maddesiyle Diyanet İşleri Başkanlığına verilmiştir.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Müftüler görevli.
TÜRKÂN MİÇOOĞULLARI
(İzmir) - Aynen öyle.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Gayet tabiî. Şimdi, bir belediye
başkanının, halkı dinî konularda aydınlatacağım diye, kimin tarafından
yazıldığı, içeriğinin doğru olup olmadığı bilinmeyen bir kitabı, vatandaşlara
dağıtması görevi de değildir, hakkı da değildir, haddi de değildir, yanlış
yapmışlardır, kim yaptıysa…(AK Parti sıralarından alkışlar)
GÜLDAL OKUDUCU (İstanbul)
- Bir belediye değil Sayın Bakan sayısız belediye.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Güldal Hanım, kim yapmışsa yanlış
yapmıştır.
CANAN ARITMAN (İzmir) -
Bir yaptırım yaptırıldı mı Sayın Bakan? Bir yaptırımınız var mı? Bu belediye
başkanlarınıza bir yaptırımınız oldumu, olacakmı?
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - O nedenle, biz, kuşkusuz ki, Parti
olarak, Parti genel merkezi olarak, bunların yanlışlığını… Biz efendim, yani,
bir belediyenin ne yaptığını, ne edeceğini sürekli takip edemeyiz; ama,
karşımıza çıktığında, kuşkusuz ki, ilgili arkadaşlarımızı uyarmak, bunu
yapamazsınız demek durumundayız. Nitekim, Parti Genel Merkezimiz de bu uyarıda
bulunmuştur.
ÖZLEM ÇERÇİOĞLU (Aydın) -
Yasal işlem yapacak mısınız?
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Ayrıca, belediyeler, İçişleri
Bakanlığının vesayeti altındadır. İçişleri Bakanlığının, belediyeler üzerinde
vesayet yetkisi vardır. İçişleri Bakanlığı da, belediye kanunlarıyla kendisine
verilmeyen birtakım işleri yapan bu belediyelerle ilgili denetim görevini de
yapmalıdır, yapmak da zorundadır.
REYHAN BALANDI
(Afyonkarahisar) - İçişleri Bakanı sizin bakanınız değil mi?!
CANAN ARITMAN (İzmir) -
Çok güzel; bekliyoruz.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Ee, gayet tabiî. Sizin göreviniz,
bayındırlık hizmetleri yapmaktır. Size ne, halkın hangi dinî konuda bilgiye
sahip olacağı konusunda kitap hazırlatmak veya mevcut olan kitapları dağıtmak;
sizin göreviniz değil ki bu.
Kuşkusuz, bu, bizim
Partimize mensup arkadaşlar tarafından da yapılabilir, sizin partinize mensup
arkadaşlar tarafından da yapılabilir. Bunları gördüğümüzde yapacağımız şey, bu
yanlışlıkları düzeltmektir, üstüne gitmektir. Siz görürsünüz uyarıda
bulunursunuz, biz de size teşekkür ederiz, sağ olun, eksik olmayın, biz
görememişiz, siz fark ettiniz, bunu düzeltiyoruz deriz.
Dolayısıyla, bana göre,
yani, siyaset -farklı farklı düşüncelere sahip olabiliriz ama- bir noktada,
toplumdaki yanlışlıkları birlikte düzeltme sanatıdır.
GÜLDAL OKUDUCU (İstanbul)
- Bu yanlışlık toplumda değil Sayın Bakan, uygulamada.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Efendim, neyse, yani, nerdeyse bir
yanlışlık; ama, deminden beri, hep töre cinayetlerini görüşüyorsak, tabiî, bu,
maalesef, tabiî, Türkiye'de uzun yıllardır devam eden, bitmesini arzu
ettiğimiz, olmamasını arzu ettiğimiz, maalesef, Türkiye'nin bir gerçeği; bunu
konuşuyoruz.
BİHLUN TAMAYLIGİL
(İstanbul) - Görevden almayı düşünüyor musunuz Sayın Bakan?
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Bir de arkadaşlar, izin verirseniz,
sırası gelmişken, herhangi bir konu, hangi konu olursa olsun, hemen
cumhuriyetimiz, onun temel nitelikleri gündeme getiriliyor.
GÜLDAL OKUDUCU (İstanbul)
- Neden acaba?!
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Sanki, cumhuriyet, onun temel
nitelikleri, tehlike ve tehdit altındaymış gibi birtakım değerlendirmeler
yapılıyor.
GÜLDAL OKUDUCU (İstanbul)
- Aynen öyle!
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Arkadaşlar, bakın, cumhuriyet kurulalı
seksenüç yıl oldu. Hâlâ, Türkiye'de, cumhuriyetle ilgili, onun temel
nitelikleriyle ilgili tereddütler ortaya koyarsak, birileri çıkar "ya, bu
nasıl bir rejimdir ki, allahaşkına, seksenüç yılda hâlâ yerleşmedi, hâlâ,
millete mal olmadı" diye sorarlar. O bakımdan, Türkiye Cumhuriyeti ve onun
temel nitelikleri, ben inanıyorum ki, milletimize mal olmuştur. Aziz Milletimizin
ne cumhuriyetle, ne onun temel nitelikleriyle hiçbir problemi yoktur! Milletin…
(AK Parti sıralarından alkışlar, CHP sıralarından gürültüler) Değerli
arkadaşlar, milletin bir tek beklentisi vardır, İktidardan, muhalefetten bir
tek beklentisi vardır: Arkadaşlar, şu memleketi doğru dürüst adam gibi yönetin,
sizden başka bir şey istemiyoruz. Milletin başka bir beklentisi yoktur! (AK
Parti sıralarından alkışlar)
GÜLDAL OKUDUCU (İstanbul)
- Adam gibi yönetelim, oynamayalım!..
MEHMET SOYDAN (Hatay) -
Hayır, memnun olmuyor musun açıklamalardan!
GÜLDAL OKUDUCU (İstanbul)
- Oluyorum, pekişsin diye söylüyorum!
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Arkadaşlar, dinî hassasiyeti olan
insanlar olabilir, yani, tabiî ki, vardır, ben inanıyorum ki, burada bulunan
arkadaşlarımızın her birinin az veya çok inancı var. Ben hiç kimseyi
inançsızdır, değildir diye ayırıma tabi tutamam; çünkü, para ile imanın kimde
olduğu belli olmaz.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Sayın Başbakan tuttu!..
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Efendim, ben, Sayın Başbakanın ne
söylediğini hatırlamıyorum. Yani, böyle bir ayırım yapmışsa, benim söylediğim
gibi, kim yaparsa yapsın yanlış yapmıştır kardeşim! Yani…(CHP sıralarından
gürültüler)
GÜLDAL OKUDUCU (İstanbul)
- Sayın Bakan, az ya da çok diye ölçüye nasıl tabi tutabiliyorsunuz bunu?!
FAHRİ KESKİN (Eskişehir)
- Aynı derecede olabilir mi!
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Şimdi, bakın biz, doğru olanı, yani,
olması gerekeni söyleyelim.
FAHRİ KESKİN (Eskişehir)
- Aynı derecede mi sayıyorsunuz?..
GÜLDAL OKUDUCU (İstanbul)
- Öyle bir ölçüde kimsenin bulunma hakkı yoktur!
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Güldal Hanım, lütfen, lütfen sakin
olun. Biz, doğru olanı olması gerekeni söyleyelim.
GÜLDAL OKUDUCU (İstanbul)
- Yoktur!
BURHAN KILIÇ (Antalya) -
Nasıl bileceksin!
GÜLDAL OKUDUCU (İstanbul)
- Bilemez, kimse bilemez!
BURHAN KILIÇ (Antalya) -
O da öyle söylüyor zaten!
BAŞKAN - Müdahale etmeyin
arkadaşlar…
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Yani, ideali söyleyelim, doğruyu
söyleyelim ki, yanlışlıklar ortaya çıksın..
BAŞKAN - Burhan Bey,
İdare Amiri olarak, özellikle, sizin görevinizi yapmanız, müdahale etmemeniz
gerekir.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Ne Hükümetimizin ne Partimizin ne
herhangi bir parti mensubumuzun ne de halkımızın, genel olarak, cumhuriyetle
ilgili, cumhuriyet rejimiyle ilgili bir endişesi yoktur. Laiklik ilkesi,
Anayasanın 2 nci maddesinde ifade edilirken, anayasa koyucu -gerekçeyi, ben,
arkadaşlarım okumamışlarsa okumalarını öneririm bir tek cümledir- neden laiklik
ilkesini öngörmüş Anayasada; bir tek cümledir, çok da ilginçtir, şöyle der:
"Hiçbir zaman dinsizlik anlamına gelmeyen laiklik ise, herkesin, dininde,
inancında ve mezhep seçiminde özgür olması ve ibadetini özgürce yapabilmesi,
dinî inancından dolayı hiç kimsenin diğer insanlardan farklı bir muameleye tabi
tutulmamasıdır."
TÜRKÂN MİÇOOĞULLARI
(İzmir) - Saçlarının çekilmemesidir!
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Cümle budur. Tabiî ki, Anayasanın 24
üncü maddesiyle de birlikte değerlendirmek lazım; çünkü, din, toplumumuzun bir
müşterek değeridir. Onun, mutlaka, partilerüstü olması gerekir ve din, hiçbir
zaman siyasete alet edilmemelidir, politikaya alet edilmemelidir. (AK Parti
sıralarından alkışlar) Aslında, laiklik, devletin bir karakteridir. Bireylerin
dini olacaktır, hepimizin bir inandığı dini var; az veya çok, kimimiz
görevlerimizi yerine getiririz kimimiz getiremeyiz; ama, bir inancımız vardır
hepimizin; CHP'li arkadaşlarımın da
var, ANAP'lı arkadaşlarımın da var, AK Partili… Hepimizin bir inancı var. Din
ve inanç, kişinin kendisiyle ilgilidir; çünkü, dinin, İslam Dininin muhatabı
bireydir, ferttir, tüzelkişiler değildir; yani, devlet değildir; çünkü,
devletin dini olmaz. Devletin konumu nedir? Dinler karşısında tarafsız
olacaksınız, her inanç sahibine eşit davranacaksınız, her inanç sahibi, o dinin
gereklerini, yasal çerçevede yerine getirecek, getirmeye çalışacak. Biri, ona
"sen niye öyle inanıyorsun" diyemeyecek. İşte, bunun garantisi
laikliktir.
GÜLDAL OKUDUCU (İstanbul)
- Toplumu da "inançlı Müslümanlar", "inançsızlar" diye
ayırmayacaksınız!
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Gayet tabiî. Bunun da garantisi
laikliktir. (AK Parti sıralarından alkışlar) O nedenle, biz AK Partisi olarak,
cumhuriyete ve onun temel niteliklerine inanıyoruz, bunların gerekli olduğuna
da inanıyoruz; çünkü, bunlar olmadığı takdirde, toplumda kargaşa olur; dinî
inancından dolayı, mezhep inancından dolayı millet birbirini boğazlar. O
bakımdan, cumhuriyet sağlam temeller üzerine kurulmuştur.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Niye yeniden tarif ihtiyacı duydunuz Sayın Bakan?!
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Kuranlara, başta, cumhuriyeti kuran
Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, hepsine şükranlarımızı ifade ediyoruz;
çok sağlam temeller üzerine kurulmuştur. (AK Parti sıralarından alkışlar)
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
O zaman, niye yeniden tarif ediyorsunuz?!
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - O bakımdan, seksenüç yıl sonra, hâlâ
bunları tartışmayalım; hâlâ, siyasî nedenlerle belki puan alırız -almayız- oy
alırız diye bunları tartışmayalım.
BİHLUN TAMAYLIGİL
(İstanbul) - 23 Nisanda Sayın Meclis Başkanı tartışıyor, biz tartışmıyoruz
Sayın Bakan.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
23 Nisanda yeniden tarifi istendi. Sayın Bakan, 23 Nisanda yeniden tarifi
istendi.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Bakın, Kemal Bey, bir şey söyledim:
Yanlışlıklardan hareket ederek, genelleme yapmayalım. Ben, ortadan, olması
gerekeni söylüyorum. Herkes, benim söylediklerimden, benim söylediklerimi
eleştirebilirsiniz de; ben düşüncelerimi huzurunuzda ifade ediyorum.
REYHAN BALANDI
(Afyonkarahisar) - Sayın Bakan, doğru
söylemiyorsunuz!
HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin) -
Meclis Başkanı tanımlama yaptı mı yapmadı mı; onu söyleyin!
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Herkes kendi değerlendirmesini yapar,
sonuçlarını çıkarır.
Şimdi, töre ve namus
cinayetleriyle ilgili bir araştırma komisyon raporunu görüşüyoruz.
Değerli arkadaşlarım,
ülkemizde, kadına ve çocuğa karşı şiddetin ve töre cinayetlerinin önlenmesi
amacıyla, son yıllarda, özellikle Hükümetimiz döneminde birtakım adımlar
atıldı. Bu adımlar nedir; izin verirseniz, bunları huzurunuzda ifade etmek
istiyorum. Yani, işte, töre cinayetleri var, çocuklara karşı fena muameleler
oluyor da, peki, buna karşılık, Türkiye Büyük Millet Meclisi ne yapıyor,
Hükümet ne yapıyor veya ne yaptı; önemli olan bu soruları sormak, eksik varsa
bunları da tamamlamaktır; yapılması gereken budur.
Şimdi, ne yapıldı;
değerli arkadaşlarım, önce, aile içindeki şiddetin önlenmesi amacıyla çıkarılan
4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun, kadına yönelik şiddeti önlemeye
yönelik önemli bir koruma mekanizması ortaya koydu. Bu düzenlemeyle, ilk kez,
Türkiye'de "aile içi şiddet" kavramı hukuksal metinde tanımlanmış ve
aile içi şiddetin vuku bulduğu durumlarda, mağdurun şikâyeti olmaksızın, polis
ve adalet mekanizmasının harekete geçmesi sağlanmıştır.
N. GAYE ERBATUR (Adana) -
Sayın Bakanım, orada, sadece, fiziksel şiddet tanımlanıyor.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - İçişleri Bakanlığı tarafından
yayımlanan genelgelerle, kanunun etkin biçimde uygulanması amaçlanmıştır.
Söz konusu kanunda,
uygulamadaki aksaklıkların giderilmesini teminen, Başbakanlık Kadının Statüsü
Genel Müdürlüğünün koordinatörlüğünde, ilgili kamu kuruluşları ve sivil toplum
kuruluşlarının hukukçu temsilcileriyle çalışmalar devam etmektedir. Bu konuda
ne Hükümetimizin ne Partimizin bir geri adım atması söz konusu değildir.
CANAN ARITMAN (İzmir) -
Altında imzanız var…
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Anayasamızın 10 uncu maddesine,
Hükümetimiz döneminde, 7 Mayıs 2004 tarihinde yapılan bir ekle, devlete,
kadın-erkek eşitliğinin yaşama geçmesini sağlama yükümlülüğü verilmiştir.
Başka; yine, Anayasanın
90 ıncı maddesinde değişiklik yapılmıştır. Bu değişiklikle, temel hak ve
özgürlüklere ilişkin uluslararası anlaşmalar ile kanunların aynı konuda farklı
hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda, uluslararası anlaşma
hükümlerinin esas alınacağı kayda geçirilmiştir.
Ayrıca, kadına karşı
şiddetin ve töre cinayetlerinin önlenmesine yönelik olarak en köklü
değişiklikler -biraz önce de ifade edildi- 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe
giren yeni Türk Ceza Kanunuyla yapılmıştır. Bu çerçevede, töre cinayetleri,
yeni Türk Ceza Kanununun 82 nci maddesinde sayılan kasten adam öldürme suçunun
nitelikli haller kapsamına alınmış ve töre cinayetleri faillerinin yasada
öngörülen en ağır ceza olan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılması
hükmü getirilmiştir. Bunlar, bizim Hükümetimiz döneminde getirildi. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
CANAN ARITMAN (İzmir) -
Yalnız, töre adına öldürüp, namus adına öldürdüm diye indirimden
yararlanıyorlar.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Ayrıca, 5257 sayılı Belediye Kanunuyla
şiddete uğrayan kadınlara hizmet vermek üzere belediyeler de yetkili kılındı
arkadaşlar. Bu kanunla, büyükşehir belediyeleri ile nüfusu 50 000'i geçen
belediyelere kadınlar ve çocuklar için koruma evleri açma yükümlülüğü
getirildi. Böylece, şiddete uğrayan kadınlara verilen koruyucu ve önleyici
hizmetlerin geliştirilmesi mümkün hale geldi.
OYA ARASLI (Ankara) -
TCK'nın tasarı metninde töre cinayetiyle ilgili düzenleme yoktu, daha sonra
komisyonda geldi!
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Ayrıca, 2003 yılında yürürlüğe giren
yeni İş Kanununda, işçi-işveren ilişkilerinde cinsiyet ayırımcılığı yapılmaması
temeline dayalı hükümlere yer verilmekte ve işyerinde işveren veya işçiler
tarafından cinsel tacizin uygulanması da cezalandırılmaktadır.
N. GAYE ERBATUR (Adana) -
Sayın Bakan, Türk Ceza Kanunu sizin Hükümetinizden geldiğinde bunların hiçbiri
yoktu; bunlar, komisyonda Cumhuriyet Halk Partisinin direnmesiyle geldi. Cumhuriyet
Halk Partisi, töre cinayetleriyle ilgili, komisyonda önerge verdi, sizin
Hükümetinizden gelmedi Sayın Bakan; lütfen bunu beyan edin.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Şimdi, bakın, CHP'li arkadaşlarımız,
saygıdeğer hanımefendiler burada konuşurken, ben, yerimden sabırla sizleri
dinledim.
N. GAYE ERBATUR (Adana) -
Ama bunu beyan edin!
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Hiç söz atmadım, hiçbir sataşmada
bulunmadım; aynı anlayışı sizden de beklemek hakkım değil mi?! (AK Parti
sıralarından alkışlar)
N. GAYE ERBATUR (Adana) -
Bunu beyan edin; komisyonda biz önerge verdik.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Aynı anlayışı sizden de beklemek hakkım
değil mi?!
OYA ARASLI (Ankara) -
Hükümetten gelen metinde töre cinayetleriyle ilgili bir hüküm yoktu!
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Değerli arkadaşlar, ülkemizin kadına
yönelik şiddetle mücadele konusundaki kararlılığının bir göstergesi olan,
Türkiye ve İngiltere tarafından hazırlanan -başka bir hareketten bahsediyorum,
başka bir adımdan bahsediyorum- "Namus Adına Kadınlara Yönelik Suçların
Önlenmesi Doğrultusunda Çalışmak" başlıklı karar tasarısı -Türkiye ile
İngiltere, birlikte hazırladık- Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Üçüncü
Komitesine 2004 yılında sunulmuş ve Birleşmiş Milletler Genel Kurulunca
onaylanmıştır. Ulusal birtakım adımlar attığımız gibi uluslararası adımların
atılmasına da vesile oldu Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Hükümeti.
N. GAYE ERBATUR (Adana) -
Ama 82 nci maddede namusla alakalı bir şey yok Sayın Bakan; uluslararasında
var; ama, bizim kendi kanunumuzda yok. Lütfen!..
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Değerli arkadaşlar, yasal alanda
yapılan düzenlemelerin yanı sıra uygulamaya yönelik çalışmalar da artarak
sürdürülmektedir. Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü tarafından, Avrupa Birliği
katılım öncesi 2005 yılı malî programlama çerçevesinde sunulan ve kabul edilen,
Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Yaygınlaştırılması Projesinin bir bileşeni
olarak "Kadına Yönelik Yile İçi Şiddetle Mücadele" başlığı altında,
geniş kapsamlı bir alan araştırması yapılacaktır. Şiddetin sebep ve
sonuçlarının niteliksel ve niceliksel olarak tespit edilmesini amaçlayan
araştırma, ülkemizde, bu alandaki araştırma ve veri noksanlığını giderecektir;
bu çalışma, büyük bir hızla devam etmektedir. Aynı zamanda, toplumsal cinsiyet
eşitliğinin yaygınlaştırılmasında erkeklerin bilinçlendirilmesi çalışmaları da,
yine, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü tarafından başlatılmıştır. Yerel yönetimlerin
vatandaşa doğrudan hizmet verme olanağı dikkate alınarak, eğitim, danışmanlık
ve rehberlik hizmetleri sunacak kadın, aile ve danışma hizmet merkezlerinin tüm
il ve ilçelerimizde açılmasına ilişkin, kadından sorumlu Devlet Bakanlığımız
ciddî girişimlerde bulunmaktadır. Yerel yöneticilerimizin bu konuya
gösterecekleri hassasiyet, toplumumuzdaki kadın-erkek eşitliği konusundaki
zihinsel dönüşüm çabalarına önemli katkılar sağlayacaktır.
Değerli arkadaşlarım,
bütün bu çabalara rağmen, gerek yasal gerekse uygulamadan kaynaklanan
aksaklıkların ve eksikliklerin giderilmesine yönelik çalışmalarımızda, bizlere,
önümüzdeki süreçte yol gösterecek olan Komisyon raporunu, Hükümet olarak ve
Bakanlık olarak ciddiye alıyoruz. Bu raporda, kadınlara ve çocuklara yönelik
şiddet ile töre ve namus cinayetlerinin önlenmesine yönelik çözüm önerileri ve
ilgili kurumlara düşen görevler net bir şekilde belirlenmiştir.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Toparlayalım
Sayın Bakan.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Bu öneriler, başlıklar itibariyle
şunlardır; hatırlatmak için söylüyorum: Koruyucu ve önleyici tedbirler, hizmet
kurumları, eğitim, sağlık, hukuk, kurumsal hizmetler, medya, bu başlıklardır.
Bu başlıkların altının doldurulması gerekmektedir.
Değerli arkadaşlarım,
yapılan tüm konuşmalar göstermiştir ki, raporda da açıkça vurgulanmıştır ki,
kadınlarımızın, bütün hak, fırsat ve imkânlardan eşit bireyler olarak
yararlanabilmeleri için, kadınlarımızı toplumsal yaşamdan dışlayan anlayış ve
uygulamaların sona erdirilmesi; ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel
alanlardaki konumlarının güçlendirilmesi ve statülerinin yükseltilmesi
kaçınılmazdır.
Kadın ve aileden sorumlu
Bakanlığımız ve Hükümetimiz, bu alanda, biraz önce saydığım çalışmalara ilave
olarak, bu rapordaki önerileri de dikkate alarak yeni çalışmalar yapacak ve bu
alandaki çalışmalarına büyük bir hızla devam edecektir. Bu, Türkiye'nin bir
sorunudur. Türkiye'nin her sorunu bizim de bir sorunumuzdur. Bu sorunları
çözmek vazifemizdir. Gayretle ve azimle yolumuza devam edeceğiz.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - İki saati geçti,
durmadan çalıştık.
Birleşime 5 dakika ara
veriyorum.
Kapanma Saati: 21.08
ALTINCI OTURUM
Açılma Saati: 21.20
BAŞKAN: Başkanvekili Ali DİNÇER
KÂTİP ÜYELER: Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale), Harun TÜFEKCİ (Konya)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 110 uncu Birleşiminin Altıncı
Oturumunu açıyorum.
Töre ve namus cinayetleri
ile kadınlara ve çocuklara yönelik şiddet konusundaki Meclis Araştırması
Komisyonu raporu üzerindeki genel görüşmeye kaldığımız yerden devam edeceğiz.
V. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
5.- Ankara
Milletvekili Oya Araslı ve 23 milletvekili, Adana Milletvekili N. Gaye Erbatur
ve 68 milletvekili, Gaziantep Milletvekili Fatma Şahin ve 46 milletvekili,
İzmir Milletvekili Canan Arıtman ve 28 milletvekili ile İstanbul Milletvekili
Güldal Okuducu ve 27 milletvekilinin, töre ve namus cinayetleri ile kadınlara
ve çocuklara yönelik şiddetin sebeplerinin araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergeleri ve Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (10/148, 182, 187, 284, 285)
(S.Sayısı: 1140) (Devam)
BAŞKAN - Komisyon ve
Hükümet yerinde.
Şimdi, söz sırası, Adalet
ve Kalkınma Partisi Grubu adına, Yozgat Milletvekili Sayın Bekir Bozdağ'da.
Buyurun Sayın Bozdağ. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
Süreniz 20 dakika.
AK PARTİ GRUBU ADINA
BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; töre ve namus
cinayetleri ile kadınlara ve çocuklara yönelik şiddetin sebeplerinin
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan Meclis
Araştırma Komisyonu raporu üzerinde, AK Parti Grubunun görüşlerini açıklamak
üzere söz almış bulunuyorum; bu vesileyle Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; birkaç saattir çok ciddî bir konuyu müzakere ediyoruz.
Konuşmacıları dinledim. Burada, konunun ehemmiyetine binaen, çok güzel
konuşmalar, esas konunun özüyle, sorunların tespiti ve çözümüyle alakalı konuşmalar
beklerdim ki, buradan çıkacak rapor ve bunun gereklerini icra edecek hükümet ve
ilgili kurumlar, bundan daha fazla istifade etsinler. Ne yazıktır ki, üzüntüyle
ifade etmek istiyorum; konuşmacılar, burada sadece siyaset yaptılar, konunun
özüne girmediler. Müsaade ederseniz, ben, siyaset yapmadan, işin özüyle ilgili
konuşmak istiyorum.
Kadına karşı şiddet,
çocuğa karşı şiddet, ilkel ve cehalet dolu, cahiliye anlayışlarının doğurduğu
töre cinayetlerine dair fotoğraf ve haberler, gün geçmiyor ki,
televizyonlarımızda, gazetelerimizde yer almasın. Bu haberlerin, bu fotoğrafların
hepimizi derinden yaraladığı, derinden üzüntüye sevk ettiği tartışmasızdır.
Bunun da ötesinde, Türkiyemiz ve insanlarımız hakkında, bu ilkel anlayışların
vahşet dolu sonuçlarına dair görüntülerin ve bulguların varlığı nedeniyle dünya
kamuoyu tarafından farklı değerlendirmelere tabi tutulmakta ve hak etmediği
ithamlarla karşı karşıya kalmaktadır. Bu nedenle, Meclisimizin oluşturduğu bu
Araştırma Komisyonu tarihî bir fonksiyon ifa etmiştir. Ben, bu vesileyle, daha
sözümün başında, Komisyonda çalışan milletvekili arkadaşlarıma, Komisyona büyük
emek veren, hakikaten, bütün mesailerini harcayarak, çalışarak bu işin
mutfağında çalışan uzmanlara, bunun da ötesinde, kadın örgütlerinin gönüllü,
fedakâr, cefakâr çalışanlarına, hiçbir beklentisi olmaksızın oradan oraya bu
sorunların çözümü için koşanlara ve Komisyonda da bizlere değerli katkı veren
kadın örgütlerinin değerli temsilcilerine ve akademisyenlerimize ayrı ayrı
teşekkürleri ve şükranları, AK Parti Grubu adına, iletmek istiyorum,
minnetlerimizi ifade etmek istiyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; peki, şiddetin veya töre cinayetlerinin Komisyonun çalışmaları
süreci içerisinde tespit ettiği nedenleri nedir; onlara bir baktığımızda,
nedenleri doğru tespit edebildiğimizi gördüğümüzde, bu nedenleri ortadan
kaldırarak, hastalığın, sorunun çözümü noktasında önemli ve doğru adımlar atma
imkânımız vardır. Nasıl ki, bir doktor hastayı muayene ederken doğru teşhisi
koyduğu zaman, ilaçları doğru verdiği zaman onun iyileşmesine yardımcı olursa,
Komisyonumuzun yaptığı çalışmalar da doğru tespitler, doğru tedavi ve çözümleri
beraberinde getirecektir.
Müsaadenizle, bütün
tespitleri belki değil; ama, bunların bir kısmını sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bunun sebepleri nedir; birincisi, şiddetin en önemli ve en temel sebeplerinden
bir tanesi ayırımcılıktır. Bizim, toplumumuzun gerçekleriyle yüz yüze gelmemiz,
bunları konuşmamız bizi küçültmez, bunların varlığını kabul etmemiz bizi
herhangi bir noksanlığa sevk etmez, aksine bunun çözümüne katkı sağlar.
Maalesef, şiddeti körükleyen nedenlerden bir tanesi bu ayırımcılıktır ve bu
ayırımcılığın erkek ve kadın bakış açılarına ve birtakım toplumsal yapılara
yansımış olmasıdır.
Bir diğer önemli nedeni;
toplumsal kabuller, toplumsal anlayış ve toplumsal bakış açılarımız da şiddetin
doğmasına, töre ve namus saikıyla işlenen cinayetlerin ortaya çıkmasına neden
olmaktadır.
Bakın, insanlarımız
şiddete maruz kaldığı zaman, aile içi bir problem veya başka nedenlerle
şiddetin mağduru olduğu zaman, etrafından, komşuların, eğer, döven koca ise
"kocandır, döver de sever de…" Canına tak etti, kadın veya çocuk, annesini,
babasını veya eşini şikâyet için karakola gittiğinde karakolda da aynı şeyle
karşılaşıyor "bu, aile içi bir meseledir, neden buraya getirdiniz, kendi aranızda
halletseniz daha iyi olmaz mıydı" deniyor ve "kocandır",
"babandır", "annendir" derken bu bakış anlayışı, bu kabul
oraya yansıyor. Çocuğumuzu okula verirken, ana-baba olarak hepimiz teslim
ederken "eti senin, kemiği benim" anlayışıyla teslim ediyoruz ve daha
peşin peşin ciğerparelerimize şiddetin uygulanmasını kabul ettiğimizi deklare
ediyoruz: "Ne yaparsan yap, etlerini tüket, kemikleri bana yeter."
Bu, bizim toplumumuzun gerçeği. Hatta, kızlarımız gelin olurken başka bir
anlayış "işte, bu evden beyaz gelinlikle çıkıyorsun, geriye gelirsen ancak
kefenle gelirsin" ve baba ocağını evladına kapayan bir anlayış. Şimdi,
kocası haksız, zalim ve çocuğa, çok kötü -kızına, evladına- çok gayriahlakî,
vahşi, insanlıkdışı muamele yapıyor; ama, o evlat, babasının, anasının
kapılarının kendisine kapalı olduğunu görünce, geri dönme noktasında veyahut da
orada tavır koyma noktasında zayıf kalıyor ve şiddeti sindirmeye, kabullenmeye
kendisini alıştırmaya başlıyor. Önemli nedenlerden bir tanesi de bu.
Bir diğer şey; yetişme
tarzı da şiddeti doğuran nedenlerden bir tanesi. Bizim, doğumdan önce başlayan
ve okul hayatımız boyunca devam eden, sonra iş hayatımız boyunca devam eden
hayat hikâyemizde, bizim ülkemizde şiddetin ve töre cinayetlerinin doğmasına
neden oluyor. Bakın, daha çocuk gözünü açar açmaz babasının annesini dövdüğünü
veya eşlerin birbirine karşılıklı manevî şiddet uyguladığını, psikolojik şiddet
uyguladığını görüyor, beşikte seyrediyor onları. Sonra yürüyünce kendisi de
ufak ufak sopa yemeye başlıyor. Sonra kardeşlerinin hem annesi hem babası
tarafından dövüldüğünü görüyor. O zaman, rol model olarak diyor ki, demek ki
anne olmak çocuğu dövmektir, anne olmak ara sıra kardeşleri dövmektir, baba
olmak kadını dövmektir, anayı dövmektir. Böyle bir kafaya mıknatıs gibi
yerleşen bir yapı. Okula gidiyor, öğretmene, demin anlattığım, teslim edilen
anlayış, öğretmen dövüyor, baba-anne bu noktada, okul yönetimi, ilgililer bu
noktada yine kayıtsız. Askere gidiyor, orada da adam olsun diye dövüyorlar.
Dikkat edin, hayatının bir aşamasında, anne ve baba olana kadar her aşamasında
dövüle dövüle büyüyen, dövülmeyi, sopa yemeyi, şiddet uygulamayı içselleştiren
bir anlayış ve daha korkuncu, daha ilginci, bizim kanunlarımızda, maalesef,
tedip hakkının içinde birtakım yorumlamalarla bu şiddet âdeta ana ve babaya hak
gibi görülüp yorumlanan bir anlayış ve bu anlayışın yetiştirdiği çocuklar ana
olduğunda, baba olduğunda, öğretmen olduğunda, din görevlisi olduğunda, başka
göreve geldiğinde, gördüklerinden geri kalmıyor, onları etrafında uygulamaya
geçiyor.
Bir başka neden; -detaya
girmiyorum- Soruna tek taraflı bakış da şiddeti doğurmaktadır. Konuşmacıları,
bu konuda çalışanları dinlediğiniz zaman, şiddetin tek müsebbibi erkekmiş gibi
bir algılama, bir itham var. Şiddetin ve töre cinayetlerinin muhatabı da,
mağduru da hem erkektir hem kadındır. Bu sorun, erkeğin de, kadının da müşterek
sorunudur. Mağduru da iki taraftır, uygulayanı da yine iki taraftır. Komisyonda
konuşan değerli akademisyenlerden bir tanesi "töre cinayetlerinin belki
tetikçileri erkeklerdir; ama, azmettiricileri kadınlardır, halalardır,
teyzelerdir, kayınvalidelerdir" demişti. Herkesin bu işte parmağı var,
herkesin bu işte eli var, herkesin bu işte ortak sorumluluğu var. Biz, sorumluluğumuzu
ortak kabul etmek zorundayız.
Bir başka konu; bütün
toplumda yaşanan eşitsiz ilişkilerin varlığı da şiddeti ve töre cinayetlerini
doğuran etkenlerden bir tanesidir. Ekonomik açıdan eşitsizlik, eğitim açısından
eşitsizlik, statü açısından eşitsizlik, aile yapısı açısından eşitsizlik,
aklınıza ne kadar eşitsizlik gelirse gelsin, bunların hepsinde zayıf olan
kadındır, çocuktur ve güçlü olan erkektir. Biz, toplum olarak, ülke olarak, bu
eşitsizlikleri görmezlikten gelemeyiz.
Öte yandan, yasalarımızda
şiddeti himaye eden; belli şartlarda şiddet uygulayanların cezalarında indirim
gören düzenlemeler yok mu; var, vardı. Örneğin, namus saikıyla, kendinin ve
ailesinin namus ve şerefini koruma düşüncesiyle çocuğunu öldüren anneye ceza
indirimi, başka birtakım nedenlerle öldürenlere ceza indirimi ve başka
nedenlerle bizim yasalarımızda da… Örneğin, tecavüzcüsüyle kadın, tecavüze
uğrayan mağdur evlendiği zaman, davanın ve cezanın ertelenmesini öngören
düzenlemeler, bunlar, bu anlayışları himaye eden düzenlemelerdi. O zaman, siz,
kanunlarınızda da bu varken, bunu nasıl kaldıracaksınız?!
Bir başka şey, bir başka
neden, devlet organlarının uygulamaları ve yaşanan olaylara yaklaşımları da
şiddetin büyümesine, gelişmesine yol açıyor.
Bakın, Ailenin Korunması
Hakkındaki Kanun yürürlüğe girmiş, aile içi şiddet hukukumuzda kabul edilmiş;
ama, eşinden şiddet gören kadın karakola gittiği zaman "ne var bunda,
kocan döver de sever de" deyip gönderiyor, aile içi diye barıştırmaya
çalışıyor, olayın doğru nitelendirmesini de yapmıyor. Onun için, bizim, bugün,
istatistikî verilerimiz bu konuda yok, hepsi yanlış. Mahkeme nitelendirmeyi bu
noktada farklı yapıyor; çünkü, evraklar farklı hazırlandığı için, delile göre
karar verdiğinden yanlışlık oraya doğru gidiyor. Karakolda yanlış nitelendirme,
yanlış muamele, başka yerlerde de yanlışlıkları doğuruyor. Bugün, ülkemizde,
hakikaten, şiddete maruz kalan kaç kişi var, töre cinayetine kurban giden kaç
kişi var, belli değil.
Ben bir tane örnek
vereceğim, Trabzon'da gördüğümüz; bir bayan: "Eşim içer içer, gelir,
döverdi. Karakola gittim, barıştırdı, gönderdi. Bir başka zaman gene dövdü, 3
gün yattım, sonra kalktım gene gittim, gene beni kocama teslim ettiler, bir
daha dövdü ve en sonunda canıma tak etti, eşimi öldürdüm..." Şu anda
cezaevinde yatıyor. Bunun cinayet işlemesinde kimlerin sorumluluğu var;
hepimizin ortak sorumluluğu vardır bu cinayette. Onun için, uygulamalar, artık,
şu ne der, bu ne der, aile mahremiyeti falan demeksizin, eğer bir şiddet olayı
karakola, mahkemeye yansıyacak noktaya gelmişse, onun artık üzerinin
örtülmemesi, açılması ve gereğinin yapılması, hem devletin hem onun kanunlarını
uygulayanların vazifesidir.
Bir başka konu; ahlak
anlayışının bozulması.
Bir başka sebep; İslam
Dininin sevgiye dayalı anlayışlarının doğru, özüne, ruhuna uygun bir biçimde
anlatılıp, öğretilememesi. Burada da konuşuldu; âdeta, şiddetin, töre
cinayetlerinin şeyi İslammış gibi bir intiba uyandı. Değil. Bunun özünü,
doğrusunu öğretmek bu devletin, bu ülkenin görevidir. Hiç kimse yanlışına
mesnet Kur'an'ı, hiç kimse yanlışına mesnet hadisi ve İslamı gösteremez,
göstermemelidir. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bunun da önüne geçmek bizim
vazifemizdir.
Bütün bu nedenler, tek
tek ben şiddet dedim, ama, bilesiniz ki, aynı zamanda töre cinayetlerinin de
nedenleri. Pek çok şeyler de var, başka nedenler de var, onları geçiyorum.
Peki, çözüm ne derseniz;
çözüm:
1- İlk yapılması gereken
şey, sorunun kabulü lazımdır. Ortada sorunun varlığı kabul edilmezse çözüm de
aranmaz. Bizim ülkemizde böyle bir sorun vardır, ailede yaşanmaktadır. Hatta,
sorunu kabul ederken de bir bölgeye hapsetmemek lazım. Türkiye'nin doğusunda,
batısında, güneyinde, kuzeyinde, Çankayasında, taşrasında, her yerinde bu sorun
var, her yerinde var. Biz, bu sorunu doğru göreceğiz. Sadece bir yerlere
hapsettiğimiz zaman, sorunun doğru bir şekilde yansımasını temin edemeyiz.
Peki, burada ilk görev
kime düşüyor; bakın, burada ilk görev, çok açık söylüyorum, öncelikle kadına
düşüyor; hem ayırımcılığı önlemek hem şiddeti önlemek anaya, bacıya, kardeşe,
kadına -sıfatı ne olursa olsun- düşüyor.
Bakın, daha çocuk ana
rahminde -ana rahminde şimdi belli oluyor ultrasonla- erkek olduğu belli olduğu
zaman kadının sevmesi başka, doğduktan sonra beşiğe koyması başka... efendim
onu sarması başka, ona ilgisi başka, kız çocuğuna ilgisi başka... Bakın…
TÜRKÂN MİÇOOĞULLARI
(İzmir) - Onun sorumlusu kadın değil, onun sorumlusu erkek.
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) -
Bir şey demiyorum…
TÜRKÂN MİÇOOĞULLARI
(İzmir) - Erkeğin talebi onun sorumlusu.
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) -
Benim söylediğim şeyi söylüyorum. Ben, sorumlusu şu falan demiyorum. Bizde
böyle bir anlayış var mı yok mu?!
ÖZLEM ÇERÇİOĞLU (Aydın) -
Erkeklerde var.
TÜRKÂN MİÇOOĞULLARI
(İzmir) - Aksi takdirde boşuyor kadını.
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) -
Var, erkekte de var. Aynısını diyorum. Ben… Bakın, bir şey söylüyorum: Erkekte
de var bu anlayış. Önce, bunu, biz, kendimiz içimizde, çocuklarımızı
yetiştirirken, ayırımcı düşünceyi kafasından silerek, şiddeti hayatımızda,
evimizin içinde barındırmayarak, eşimizle, etrafımızla, aile bireylerimizle,
komşularımızla olan ilişkilerde bunu uygulayarak...
Ben bir başka şey daha
söyleyeceğim; bu, kabulde bir eksiklik: STK'ların Ankara, İstanbul gibi
metropolde olan çalışmalarını demiyorum; ama, biz taşraya gittiğimizde,
buradaki STK'ların şubelerinin temsilcileri, toplantı yaptığımızda -Komisyon
arkadaşlarımız şahittir- "bizim burada töre cinayeti yoktur, kesinlikle
yok efendim, öyle bir şey yok… "Amacı, töre cinayetleriyle mücadele
etmek." Bizim burada şiddet olayları da olmaz, o da yoktur…"
Gidiyoruz cezaevine, 28 tane töre cinayetinden yatan var. Şimdi, mücadele
edenler, şehrini korumak için, ilinin adı lekelenmesin diye böylesi bir
korumacı anlayışla yaklaşırsa, bu işin mücadelecileri bile merkezdeki kabulü
taşraya yayamamışsa, o zaman, bizim bu sorunun altından kalkmamız da zor olur.
Bir başka önemli çözüm:
Evvela, ayıbın, öncelikle ve ivedilikle tersine döndürülmesi lazımdır.
Maalesef, toplumumuzun bir kısmı tarafından asıl ayıplanan, toplumun geleneksel
kabulünün dışına çıkan kadını veya erkeği cezalandırmayan, öldürmeyen bireydir.
Biz bunu tersine çevirmediğimiz zaman, bunu yapan birey dışlanmadığı zaman,
bunu yapmayan övülüp baş tacı edilmediği zaman, kahvede, evde, işyerinde, her
yerde kabul görür bir ortamı oluşturmadığımız zaman, ayıplanan şey farklı
olduğu sürece bunu bizim değiştirme şansımız yok.
Bunun yolu ne? Bunun
yolu;
1- Önce, ana-baba, bunu,
televizyona, habere, okula, eğitime her giderken, örneklere, yaşananlara
bakarak, ayıplayacağı veya kınayacağı, tasvip edeceği şeye dikkat edecek.
2- Okullarımızda,
kitaplarda var olan, şiddeti özendiren birtakım bölümlerin, parçaların,
şiirlerin, hikâyelerin tek tek tespit edilip çıkarılması, öğretmenlerin okulda,
hocaların camide, müftülerin vaaz kürsülerinde, üniversitelerde hocaların
bakışlarına, anlatışlarına, yorumlayışlarına, değer verişlerine, tasviplerine,
onaylarına veya onaylamamazlıklarına bunu mutlaka ama mutlaka yansıtmamız lazım
ki, ayıp tersine dönsün.
Siz, kardeşini öldüren
bir vahşiyi ne iyi yaptın diye ödüllendirirseniz, öldürmeyeni yerin dibine
sokarsanız, bu namusunu temizledi, bu aile şerefini kurtardı diye ona erkek
muamelesi yapıp, vahşi muamelesi yapmazsanız, bu ayıp bu ülkede tersine dönmez;
mümkün değil! (Alkışlar)
CANAN ARITMAN (İzmir) -
Bravo.
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) -
Bakın, televizyonları seyredin, dizilere bakın. Dizilerin içerisinde şiddet
öneriliyor mu... Seyrettiniz, herkes Polat oldu çıktı; vuran, kıran, öldüren...
Bir başka yerden bakıyorsun, rol modeller katiller, rol modeller şiddet
uygulayanlar, rol modeller töre cinayeti işleyenler.
GÜLDAL OKUDUCU (İstanbul)
- Sorumlusu kim?
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) -
O zaman, biz bu ayıbı nasıl temizleyeceğiz?
TÜRKÂN MİÇOOĞULLARI
(İzmir) - Biz iktidara geleceğiz, gereğini yapacağız.
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) -
Onun için, basına da önemli görev düşüyor burada, televizyonlara da önemli
görev düşüyor burada, herkese önemli görev düşüyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Toparlayalım
lütfen.
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) -
Sayın Başkanım, müsaade buyurursanız, toparlayacağım.
Bu noktada, herkes,
âdeta, töre cinayetleriyle veya şiddetle mücadelede asıl görevli kendiymiş gibi
sorumluluk bilinciyle hareket etmek zorundadır. Bizim onlara bir şey dememize
gerek kalmaksızın, televizyon yöneticileri, program yapımcıları, gazete
yöneticileri, yazanları, çizenleri, muhabirleri, bu konudaki muhatap olan
herkes, kimse demeden, durumdan vazife çıkarmak suretiyle, gereğini yapmakla
mükellef olmalıdır.
Bir başka şey: İslam
Dininin, töre cinayetlerine ve şiddete karşı bakışı, duruşu, anlayışı,
dosdoğru, ehil eller tarafından, Diyanet İşleri Başkanlığı, ilahiyat
fakültelerinin yetiştirdiği değerli bilim adamları tarafından, ehliyetli
ellerle anlatılmalı. Burada konuşan birtakım konuşmacılar, İslamın özündeki
güzelliklerin neler olduğunu belki tam bilemediklerinden, belki tam
bilemediğimizden, ne yapıyoruz; hiç farkına varmadan...
GÜLDAL OKUDUCU (İstanbul)
- Kendin için söyle!
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) -
...suçlanmaması gereken, mesnet ve kaynak gösterilmemesi gereken bir anlayışı,
inanışı kaynak gösteririz. Yapılan yanlışın biri de budur. İslam, bunun kaynağı
değildir, bunu doğuran değildir, bunun karşısında olandır.
BİHLUN TAMAYLIGİL
(İstanbul) - Öyle bir iddia yok ki.
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) -
Düşünün ki, bir din, cenneti anaların ayakları altına getirip seriyor, sen ona
"şiddeti sen getiriyorsun, doğuruyorsun" diyor...
Düşünün ki, bir din
"kim ki üç tane kız çocuğu yetiştirir, bunu topluma kazandırır, belli bir
noktaya getirirse, Allah onunla cennet arasındaki bütün perdeleri
kaldırır" diyor, siz, onu, kalkıyorsunuz, farklı noktaya oturtuyorsunuz.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
GÜLDAL OKUDUCU (İstanbul)
- Bir dakika… Bir dakika… Hiç kimse bunun kaynağının din olduğunu söylemiyor;
bunun kaynağı dini kullananlardır. Bunu ayırmak lazım.
CANAN ARITMAN (İzmir) -
Hiçbirimiz böyle bir şey söylemedik.
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) -
Haksızlıkların, yanlışlıkların müsnedi yanlış; bunu düzeltmek lazım.
Bir başka şey…
BAŞKAN - Bekir Bey, bir
dakika…
Bu söylediğiniz şekilde,
İslamı neden olarak gösteren arkadaş olmadı; olmaz da.
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) -
Hayır, hayır… Ben, genel anlamda konuşuyorum. Bu konuda değerlendirmede...
GÜLDAL OKUDUCU (İstanbul)
- "Buradaki konuşmacılar" diyerek genel anlamda konuşma olmaz!
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) -
Bakın, Komisyonda Diyanet İşleri Başkanlığının temsilcisi vardı, bir tane STK
örgütü, İstanbul toplantısında "Diyanetin burada ne işi var" dedi.
Böyle bir toplantıda, esas kilit noktada duranı burada istemiyor. Ben, o manada
değerlendirdim. Arkadaşlarımı tenzih ediyorum.
İkincisi; sorunların
istatistikî verilerini doğru tespit etmemiz lazım. Bunun için çalışma yapmak
zorundayız.
Bir başka nokta; devlet
kurumları kanunların kendilerine verdiği yetkileri doğru biçimde kullanmaktan
asla çekinmemelidir ve bunu kullanmalıdır. Karakolda kolluk güçlerimiz veyahut
da adliyelerde mahkemelerimiz, başka yerlerde başka bu sorunlarla mücadele eden
kamu görevlilerimizin hepsi nitelendirmeleri dosdoğru yapmalı.
BAŞKAN - Toparlayalım...
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) -
Sorunu doğru tespit edip üzerine gitmeli ve bütün bunlar yapıldığında toplumsal
zihniyet değişimi olacak ve bu sorunların önüne geçilmiş olacaktır, faydalı
noktalara gidilecektir.
Ben, burada, birkaç
hususun da, Sayın Başkanım, müsaade ederseniz, altını çizmek istiyorum.
BAŞKAN - Lütfen…
BİHLUN TAMAYLIGİL
(İstanbul) - Süre doldu.
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) -
Zira, burada, değerli konuşmacılar söylerken bazı noktalarda eleştiriler de
getirdiler. Sayın Bakanımız cevap verdi; değerli, saygıdeğer hocam, büyüğüm
"burada siyasî irade yoktur, eksiktir" dedi konuşmasının başında.
Ben, şunu açıkyüreklilikle -burada bulunan bütün arkadaşlarım da biliyorlar-
ifade ediyorum: Atatürk'ten sonra, cumhuriyet döneminde en güçlü siyasî iradeyi
bu Meclis ve bu Hükümet koymuştur. (AK Parti sıralarından alkışlar; CHP sıralarından
gürültüler)
Bakın, çok net…
GÜLDAL OKUDUCU (İstanbul)
- Atatürk'ün cumhuriyetini sabote etme adına siyasî irade koydunuz; doğru, çok
doğru!
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) -
Bakın, bir şey söylüyorum, bir şey söylüyorum.
BAŞKAN - Lütfen,
dinleyelim.
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) -
Sadece, şiir gibi konuşmak yetmiyor. Konuş, konuş, konuş; icraat yok.
GÜLDAL OKUDUCU (İstanbul)
- İcraat sizin sorumluluğunuzda.
REYHAN BALANDI
(Afyonkarahisar) - Haremlik selamlık diye ayırmak mı icraat?!
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) -
AK Partinin yaptıklarının bir kısmını Sayın Bakan anlattı. Bakın, TCK'da,
devrim denilen o nitelikleri müştereken yaptık. Hepsinin altında bizim imzamız
vardır. Sizin de vardır. Ben yadsımıyorum, doğrudur. Bunu paylaşıyorum; ama, bu
İktidar getirdi bunu buraya.
Bakın, aile mahkemeleri,
ailenin korunması hakkındaki kanun çıktı, mahkemelerini bu Meclis kurdu, bu
Hükümet kurdu. Öte yandan, çocuklara şiddet diyoruz, çocuklara koruma kanunu bu
dönemde çıktı. Öte yandan, kadının statüsüyle ilgili kanun, öte yandan, başka,
kadınlarla ilgili daha teşkilat kanunu bile seksen senedir yoktu, bu Meclis
çıkardı.
BAŞKAN - Toparlayalım
lütfen.
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) -
...bir sürü şey çıkardı ve siyasî irade tamdı. Öte yandan, bakın -Canan Hanım
söyledi; şikâyete bağlıydı, değildi noktası- aile içi şiddetin resen takibi de,
Ceza Kanununa bu Meclis tarafından konuldu. Tasarıda bir madde var idi. O
maddeyi, biz, alt komisyonda tamamen çıkardık. Resen takip noktasına gelmiştir.
BAŞKAN - Bekir Bey,
toparlayın lütfen.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Kim düzeltti, kim? Şikâyete bağlıyı biz kaldırdık. Yapma, tahrif etme. Şikâyete
bağlı olmasını kim istedi? Yapmayın ya!
BAŞKAN - Toparlayın
lütfen Bekir Bey.
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) -
Hayır, bakın, onu koyan biziz. Tasarıya nasıl girdiğini bilmiyorum; ama, onu
geri çıkaran yine biz olduk ve şimdi resen takibe tabi bir husus haline geldi.
Bakın, daha önce, -çok
ilginç- tecavüze uğradığı zaman bir kadın, tecavüzcüye durumu müsait değilse
avukat veriyordu, mağdureye avukat yoktu. Mağdura avukatı da biz getirip
koyduk.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Tecavüzcüyle evlensin diyen biz miydik?!
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) -
Onu da biz kaldırdık, onu da bu Mecliste biz kaldırdık.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Hayır, hayır!
BİHLUN TAMAYLIGİL
(İstanbul) - "Tecavüzcüsüyle evlensin" diyen kimdi?!
BAŞKAN - Müdahale
etmeyelim.
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) -
Hayır, TCK'da diye... Geç oradan geç… O kanunu ben alt komisyonda çalıştım.
BAŞKAN - Lütfen,
toparlayalım. Lütfen, müdahale etmeyelim ve toparlayalım.
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) -
Ben biliyorum ne olduğunu. Bakın…
GÜLDAL OKUDUCU (İstanbul)
- Sayın Başkan, biraz evvel konuşan milletvekiline mikrofon kapatmıştınız.
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) -
Sayın Başkanım, bir hususun altını çizip, ondan sonra huzurlarınızdan ayrılmak
istiyorum. O da şudur: Namus saikıyla ifadesi neden TCK'ya girmedi veya
komisyonda bu konuda birtakım öneriler oldu, neden değerlendirilmedi şeklinde…
BAŞKAN - Vaktiniz doldu;
lütfen, toparlayalım.
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) -
Sayın Başkanım, ben o zaman sabrınızı fazla taşırmak istemiyorum.
BAŞKAN - Estağfurullah…
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) -
...ama, benden önceki arkadaşlarımıza gösterdiğiniz hoşgörüyü bana
göstermediğinizi de buradan paylaşmak istiyorum. (CHP sıralarından gürültüler)
BİHLUN TAMAYLIGİL
(İstanbul) -İki katını size gösterdiler.
GÜLDAL OKUDUCU (İstanbul)
- Teessüfler... teessüfler…
BAŞKAN - Yok, yok, hayır,
hayır…
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) -
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bu komisyon raporunun hayırlı olmasını, bu
kanayan yaranın dinmesine katkı sağlamasını diliyor, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Sayın Başkan…
BAŞKAN - Bekir Bey, biz,
elbette, burada, Divan olarak hanımlara pozitif ayırımcılık yaptık; ama, size
de 8 dakika fazla oldu.
Biz, aslında, Divan
olarak, süreye uyma konusunda uyarı yaparken sıkılıyoruz, canımız sıkılıyor,
ama, Avrupa Birliğine üye olma durumunda olan bir ülkeyiz; belki, bazı
arkadaşlarımız yarın Avrupa Parlamentosunda görev yapacaklar. Orada sürelerin
aşılması mümkün değil. Şimdiden alışmakta yarar var. Onun için sık sık
uyarıyoruz; kusura bakmayın.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Sayın Başkan…
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Anadol.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Bir sataşma olduğu yolunda bir talebim yok. Yalnız, tutanaklara geçmesi için
bir cümle arz edeceğim.
BAŞKAN - Buyurun.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Sayın Konuşmacı, Cumhuriyet Halk Partili hatipleri kastederek,
"konuşmacılar" diyerek birkaç kez, sanki aile içi şiddetin ve töre
cinayetlerinin nedeni İslam Diniymiş, bunu savunmuşlar gibi bir izlenim
yaratıldı. Bunu tümüyle reddediyoruz. (AK Parti sıralarından gürültüler)
BAŞKAN - Bir dakika
arkadaşlar…
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Hiçbir konuşmacı, böyle bir kasıtla, böyle bir ifadede bulunmadı. Tutanaklara
geçmesi için arz ediyorum.
BAŞKAN - Ben de aynı
konuda uyarıda bulundum, uyarıda bulundum aynı konuda ve bir düzeltme yaptım.
Bekir Bey de, bütün milletvekillerini tenzih ettiğini, benim uyarım üzerine
belirtti.
Anlaşıldı.
Şimdi söz sırası,
Komisyon Başkanı Sayın Fatma Şahin Hanımefendide, Gaziantep Milletvekili.
Buyurun Sayın Şahin. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
Süreniz 20 dakika.
(10/148, 182, 187, 284,
285) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI FATMA ŞAHİN (Gaziantep)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; töre ve namus cinayetleri, kadına
karşı ve çocuğa karşı şiddet Araştırma Komisyonu Başkanı olarak, Komisyonum
adına söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinize saygılar sunuyorum.
Değerli arkadaşlar,
inanın, o kadar büyük bir üzüntü içerisindeyim ki, sizlerle paylaşmak
istiyorum. Ben sözlerime başlarken, bir şeyi mutlaka söyleyeceğim dedim; buna
bütün yüreğimle inanarak, söyleyecektim. Birincisi, biz, dörtbuçuk ay boyunca
bu işe çok ciddî bir emek ayırdık; bütün arkadaşlarım, Cumhuriyet Halk Partisi
milletvekilleri de dahil, çok büyük bir emek ayırdık; yüreğimizi koyduk,
zamanımızı koyduk, emeğimizi koyduk. Ben, bunun için, bu zaman için hepinize
teşekkür ediyorum; ama, bu konuşmaları dinlediğim zaman, Allah Allah dedim ya,
biz bunların hiçbirini bu Komisyonda konuşmadık, biz bunların hiçbirini
tartışmadık, ben başka bir komisyonda mı çalıştım acaba dedim ve üzüldüm,
hakikaten çok üzüldüm.
CANAN ARITMAN (İzmir) -
Tutanakları gösteririz.
(10/148, 182, 187, 284,
285) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI FATMA ŞAHİN (Devamla) -
Şimdi, şu olayı da özelliği çok önemli olduğu için paylaşmak istiyorum. Eğer
ezberinizi bozamıyorsanız, eğer önyargılardan arındıramıyorsanız kendinizi,
lütfen, araştırma komisyonlarında çalışmayın, emeğinize yazık! (AK Parti
sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlar…
CANAN ARITMAN (İzmir) -
Söylediğimiz her şey tutanaklarda var.
BAŞKAN - Bir dakika Sayın
Şahin. Diğer milletvekili arkadaşlarımızla ilgili böylesine bir değerlendirme
yapmak, hem de genelleyerek yapmak pek doğru değil. (AK Parti sıralarından
gürültüler)
MUZAFFER KÜLCÜ (Çorum) -
Sayın Başkan, bırakın da konuşsun allahaşkına!
ABDULLAH ERDEM CANTİMUR
(Kütahya) - Müdahale etmeyin Sayın Başkan.
(10/148, 182, 187, 284, 285) ESAS NUMARALI
MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI FATMA ŞAHİN (Devamla) - Sayın Başkanım,
ben bazı arkadaşlarım olarak söylüyorum.
CANAN ARITMAN (İzmir) -
Bir tutanak tutturmadığınız toplantılarda var.
(10/148, 182, 187, 284,
285) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI FATMA ŞAHİN (Devamla) -
Sayın Başkanım, ben, dörtbuçuk ay boyunca burada çok ciddî bir emek sarf
edildi, emekleri için hepsine tek tek bütün yüreğimle teşekkür ediyorum; ama,
yüreklerini kendileriyle başbaşa bırakıyorum. Burada biz niye bu Komisyonu
kurduk, niye kurduk arkadaşlar?! Biz, şiddet toplumsal bir sorundur diye
kurduk, partilerüstü bir sorundur diye kurduk ve dörtbuçuk ay çalıştık; ta ki,
dörtbuçuk ayın sonunda bir muhalefet şerhiyle arkadaşlarımız karşımıza geldi.
Başüstüne! Cumhuriyet Halk Partisinin kendi bakış açısına göre, o muhalefet
şerhini oraya koymasını da büyük bir… Biz, burada…
CANAN ARITMAN (İzmir) - O
muhalefet şerhine ne yazdıysak tutanaklarda var.
(10/148, 182, 187, 284,
285) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI FATMA ŞAHİN (Devamla) -
Canan Hanım, biz sizi dinledik. Lütfen, Canan Hanım!.. Lütfen, dinler misiniz!
BAŞKAN - Lütfen, müdahale
etmeyin.
Siz de Genel Kurula hitap
edin Hanımefendi. (AK Parti sıralarından gürültüler)
MUZAFFER KÜLCÜ (Çorum) -
Sayın Başkan, bırakın konuşsunlar, sürekli onlar konuşuyor!
(10/148, 182, 187, 284,
285) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI FATMA ŞAHİN (Devamla) -
Dörtbuçuk ay sonra bir muhalefet şerhiyle buraya geldi. Şimdi, dörtbuçuk ay
boyunca biz neler yaptık arkadaşlar?! Bizim derdimiz üzüm yemek ya! Bizim
bekçiyle işimiz yok. Biz burada ne yaptık?! Biz neler yaptık?! Bunları nasıl
görmezden gelebiliriz! Nasıl bu yapılan emeklerin hepsini yok sayabiliriz?!
Değerli arkadaşlar, önce,
ne yaptık? Önce, bir ay, bu işin teorik kısmını inceledik; 40 tane uzman
arkadaşımız da, sivil toplum kuruluşuyla, akademik kuruluşlarla, bu işe kafa
yormuş herkese "buyurun, gelin, bunu anlatın" dedik ve baktık ki, en
büyük eksiklik, istatistik bilgi yok. Birtakım lokal, bazı illerde yapılmış
araştırmalar var, anketler var. Avrupa'da, bunlar, sanki Türkiye'nin geneliymiş
gibi gözüküyordu ve hemen talimat verdik Emniyet Genel Müdürlüğüne, Jandarmaya
ve Adalet Bakanlığı uzmanlarımıza dedik ki: Arkadaşlar, bize son beş yılı
tarayın. Son beş yılı tarayın ki, elimizde ne var ne yok görelim. Önümüzü
görmeden, matematiksel verilere bakmadan nasıl yol alacağız dedik ve değerli
arkadaşlar, bu, Komisyonun belki de en büyük
yaptığı iştir şu ana kadar, büyük bir mutlulukla söylüyorum. Son beş
yılı taradığımız zaman, bugün, bölgelerarası farklılık, şehirlerin suç
haritaları, töre ve namus cinayetlerinde hangi şehrimizde ne kadar suç
işlenmiş, kan davasında durum nedir, aile içi uyuşmazlıklarda artmış mıdır
eksilmiş midir... İşte, ben, size, zamanım çok dar olduğu için bunları
anlatamayacağım; ama, bunlar bizim değerlerimizdir.
Ben mühendisim. Buralarla
yola gideceğiz. Biz, bunlara bakmadığımız sürece, Bekir Beyin söylediği gibi,
sorunu doğru yerde tespit edemezsek, cevabı da asla yakalayamayız ve
çözümsüzlüğe götürürüz.
Ondan sonra ne yaptık;
elimize bunu aldık "5 tane en çok töre ve namus cinayeti işlenen yere
gideceğiz" dedik. Bunun başında, özellikle göç alan iller vardı; İstanbul,
Ankara, İzmir vardı.
CANAN ARITMAN (İzmir) -
İzmir'e gitmedik, İzmir'e gidilmedi.
(10/148, 182, 187, 284,
285) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI FATMA ŞAHİN (Devamla) -
Doğu ve Güneydoğu Anadolu vardı, Diyarbakır vardı, Şanlıurfa vardı ve bir de,
Karadeniz vardı. Biz, Karadeniz'i, bu Türkiye'de ilk kez kamuoyuyla paylaştık.
Bunlar az şeyler değil. Önyargılarımızdan arındık, bilimsel olarak baktık ve
Trabzon'a ve Rize'ye gittik. Gittik; aynen Bekir kardeşimin söylediği gibi
"bizde töre de yoktur, namus da yoktur, bizde namus problemi yoktur"
diyen zihniyetle karşılaştık. İşte, mesele burada. Mesele, buradaki zihinlerde
yatıyor ve kadının bedeni üzerindeki namus anlayışını, hep beraber bu
Parlamentoda nasıl değiştireceğiz, onu konuşalım. Bu sorunun cevabını nasıl
bulacağımızı burada konuşalım.
Bakın, bir anket,
sorunun, zihinsel çözümü noktasında, nerede yattığını çok iyi gösteriyor.
"Namus nedir" diyorlar, "bacım, karım, anam" diyor,
"dinimin emrettiğidir" diyor. Biraz önce yine Bekir Bey söyledi
dininin neyi emrettiğini. Burada nedir o zaman? Burada diyorlar: "Namusu
kim temizleyecek?" Eğer, kadının namusu üzerinde bir problem varsa, yüzde
67 "bu, kocanın işidir" diyor. İşte, düzelecek olan kafalar bu.
Yalnızca yüzde 25'i "boşanarak bu problemi çözebiliriz" diyor. O zaman,
problemlerin arkasına dönüp baktığımız zaman, cevapları da burada aramamız
gerekiyor.
Değerli arkadaşlar,
hukuksal anlamda çok şey yaptık. Hocam, Anayasa Profesörü Hocam çok daha iyi
biliyor, çok ciddî emekleri var burada, Parlamentoda.
Tek başaramadığımız şey
4320'ydi, Ailenin Korunması Kanunu. 1998 yılında çıkarmışız, hep, aynen, kolluk
kuvvetleri 4320'yi uygulamamışlar. Yani, 4320'nin temelinde şu var: Eğer,
şiddet görüyorsa aile fertleri, o şiddeti görenler evden değil, şiddeti
uygulayanlar evden uzaklaştırılıyordu. Ama, bir şeyi başarmışız. Bunu
uygulamalarda gördük, tabanda gördük. Aile mahkemesini kurduk hep beraber. Aile
mahkemesi kurulduğu zaman, 4320'nin altyapısının yapılmaya başlandığını,
hâkimlerin hizmetiçi eğitimini bu noktada aldığını, kadın hâkimlerin, evli
hâkimlerin aile mahkemelerinde görevlendirilerek, buna bakış açısı olarak
sonuçlandırdığında, bunu zihinsel olarak başarmış kişilerin, buraya, en son
kararı verme noktasında çok önemli şeyler yaptık.
Hukuksal anlamda dönüp
baktığımız zaman, belki, Anayasanın 10 uncu maddesinde "neden şunu
yapmadık" dediğimizde, bunu saatlerce konuşabiliriz. "Neden namusu
TCK'nın içerisine koymadınız" dediğiniz zaman, bunu da saatlerce
konuşabiliriz; ama, bu soyut kavramları saatlerce konuştuğumuz zaman, şiddetin
neresini çözeceğiz arkadaşlar?!
Bizim burada yapmaya
çalıştığımız şey şu: Eğitimde ne yapabiliriz, sağlıkta ne yapabiliriz, koruyucu
ve önleyici tedbirleri ne yaparsak düzeltebiliriz? Koruyucu ve önleyici
tedbirler dediğimiz şeyler çok önemli.
Birincisi, kadının
statüsünü yükselteceğiz.
ÖZLEM ÇERÇİOĞLU (Aydın) -
Nasıl?..
(10/148,182,187,284,285) ESAS NUMARALI MECLİS
ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI FATMA ŞAHİN (Devamla) - ...kız çocuklarımızı
okullaştıracağız.
BİHLUN TAMAYLIGİL
(İstanbul) - Soyut kavram…
(10/148,182,187,284,285)
ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI FATMA ŞAHİN (Devamla) -
Burada siyasî irade yok derseniz, buna büyük bir haksızlık yapmış olursunuz.
Eğer 200 000 kızımız
"haydi kızlar okula" kampanyasıyla okullaştırılmışsa, eğer Türkiye
Cumhuriyeti tarihinde 70 000 derslik AK Parti Hükümeti zamanında yapılmışsa,
burada ciddî bir siyasî irade vardır değerli arkadaşlar.
CANAN ARITMAN (İzmir) -
Töre cinayetlerini indirimden yararlandırmayın, namus cinayetlerini indirimden
yararlandırmayın.
BAŞKAN - Lütfen, müdahale
etmeyelim.
(10/148, 182, 187, 284,
285) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI FATMA ŞAHİN (Devamla) -
Şimdi, biz, raporumuzu yazarken takip edilebilir hale dönüştürdük ve her
çatının altında neler yapılabiliri ayrı ayrı ortaya koyduk, her bakanlığa ne iş
düştüğünü de ayrı ayrı yazdık, raporumuzu tamamladık, ondan sonra da tek tek
ilgili bakanlıklarımızı dolaştık. Şimdi, Araştırma Komisyonu olarak, bizim
görevimiz, İçtüzüğün bize verdiği bütün yetkileri kullanarak sorunu tespit
ettik. Ha, bu yetti mi; yetmedi. Bunlar kâğıtta kaldığı sürece bunun hiçbir şey
ifade etmediğini hepimiz biliyoruz. O zaman, hep beraber bu sorunun eyleme
dönüştürülmesi ve çözümü noktasında da büyük bir gayret göstereceğiz. Ne
yapacağız; yapmamız gereken şey şunlar: Biz, burada, iyi niyetle, iyi
yöneticilerle bir şeyler yaptığımızı yerelde görebiliyoruz; ama, sistemi
kuramazsanız, kişilere bağlı çalıştırdığınız zaman, o kişi gittiği zaman o
sistem bozuluyor. O zaman, bakanlıklararası zincirin halkalarını çok iyi
koyacağız. Ayağında terliğiyle, gece yarısı çocuğuyla sokakta kalan kadının
nasıl bir sistem dahilinde, nasıl bir şemayla, nereye başvuracağını, hangi
aşamada, kimin nasıl müdahale etmesi gerektiğini, bunu başarmak zorundayız;
bunu başarmadığımız sürece biz bu sorunu hallettik diyemeyiz.
Ben, geçen, on gün önce,
Galatasaray Üniversitesinde katıldığım bir kolokyumda, Belçika'da, yaklaşık 30
mekanizmayla, çaprazlamayla, doğru orantıyla birimlerin birbirine sırf bu konu
için bağlandığını gördüm. Bizim bunu başarmamız lazım arkadaşlar. Hem koruyucu
ve önleyici tedbirleri hayata geçireceğiz, bu işin olmamasını sağlayacağız hem
de olduğu zaman -olmaması hepimizin dileği; ama, olduğu zaman- sosyal devletiz
-sosyal devlet olmak Anayasanın bize verdiği bir yükümlülük- o zaman bunun
hakkını yerine getireceğiz, bütün o şemada söylediğim sistemi hayata
geçireceğiz. Bunu başarmak zorunda olduğumuzu, ben, Komisyon üyesi bütün
arkadaşlarımızın takibinde, bire bir mücadelesinde gördüm, bu Parlamentoda
gördüm. Lütfen, birbirimize haksızlık etmeyelim. Lütfen, her zaman bardağın boş
tarafına bakarak, tek bir ağaçla bütün ormanı değerlendirmeyelim diyorum. Bu
sorun, hepimizin sorunu. Bu sorun, Avrupa'daki, Almanya'daki kadınların da sorunu.
Sevgili Arıtman bana ne
diyor "kelin emi olsa başına çalar, bir de Almanya'ya gitmişler"
diyor.
CANAN ARİTMAN (İzmir) -
Öyle bir şey demedim… Size demedim…
(10/148, 182, 187, 284,
285) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI FATMA ŞAHİN (Devamla) -
Değerli arkadaşım, Almanya Parlamentosu bu komisyonu davet etti. "Gelin,
bize, ne yaptınız anlatın" dedi. Senin bundan gurur duyman lazım.
CANAN ARITMAN (İzmir) -
İyi dinlememişsin… İyi anlamamışsın…
(10/148, 182, 187, 284,
285) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI FATMA ŞAHİN (Devamla) -
Senin, bununla, gelip, övünmen lazım. "Kelin emi olsa başına çalar"
deyip…
BAŞKAN - Genel Kurula
hitap edin lütfen…
CANAN ARITMAN (Devamla) -
Onlarda töre yoktu…
(10/148, 182, 187, 284,
285) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI FATMA ŞAHİN (Devamla) -
Bizi bu kadar küçültmeni esefle kınıyorum senin… (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Şahin,
lütfen, Genel Kurala hitap edin.
(10/148, 182, 187, 284,
285) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI FATMA ŞAHİN (Devamla) -
Sayın Başkanım…
BAŞKAN - Sataşmaya neden
olmayın.
(10/148, 182, 187, 284,
285) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI FATMA ŞAHİN (Devamla) -
Sayın Başkanım, biz Almanya'da, bunun, Hatun Sürücü olayında, Almanya'da
yaşanan bir olayda, bizim TCK'da yaptığımız değişikliğin yapılmadığını gördük.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Zinada akıl verdiniz…
CANAN ARITMAN (İzmir) -
Zinada olduğu gibi…
(10/148, 182, 187, 284,
285) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI FATMA ŞAHİN (Devamla) -
İlla onlara her şeyi başarmış olarak bakmamamız lazım. Gençlik yasaları var;
hâlâ, bizim TCK'dan daha önceki indirimler var. Nasıl açıklayacaksın Sayın
Arıtman?!. Biz onlara dedik ki, lütfen gidin, lütfen düzeltin.
BAŞKAN - Sayın Şahin,
lütfen, Genel Kurula hitap edin.
(10/148, 182, 187, 284,
285) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI FATMA ŞAHİN (Devamla) -
Lütfen, yasalarınıza bakın dedik. Her zaman Türk Parlamentosu gidip akıl
almayacak. Artık, Türk Parlamentosu da, akıl verme pozisyonuna geliyor. Bundan
hepimizin mutlu olması, bunun için hepimizin de kıvanç duyması gerektiğini
düşünüyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım,
sözlerime son verirken, toplumsal sorun olan şiddetin, bizim için çok önemli
olduğunu ve şiddetin önlenmesi noktasında herkesin elini taşın altına koyarak
hareket etmesini, soyut kavramlar üzerinde, ideolojiler üzerinde siyaset yapmasını
terk etmesini düşünüyorum.
GÜLDAL OKUDUCU (İstanbul)
- Siyaset ideolojiyle olur!..
(10/148, 182, 187, 284,
285) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI FATMA ŞAHİN (Devamla) -
Değerli arkadaşlar, Sayın Genel Başkanınız, merkez sağa açılmayı söylüyor. Siz
bu kafalarla…
BAŞKAN - Bir dakika…
Lütfen…
(10/148, 182, 187, 284,
285) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI FATMA ŞAHİN (Devamla) -
…nasıl merkez sağa açılacaksınız?! (CHP sıralarından sıra kapaklarına vurmalar,
gürültüler)
BİHLUN TAMAYLIGİL (İstanbul) - Kendine sakla!...
BAŞKAN - Lütfen Sayın
Şahin…
(10/148, 182, 187, 284,
285) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI FATMA ŞAHİN (Devamla) -
Millî, manevî değerlere bağlı olarak nasıl yapacaksınız? (AK Parti sıralarından
alkışlar)
Ben, size, bunu
takdirlerinize sunuyorum. (CHP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN - Sayın Şahin,
bakın, sizi arka arkaya uyardım sataşmalara meydan vermeyin diye; ama,
uyarılarımızı yerine getirmediniz.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Sayın Başkan, Genel Başkanımızdan bahsetti…
CANAN ARITMAN (İzmir) -
"Bu kafalarla" dedi…
BAŞKAN - Anlaşıldı…
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
…ve Genel Başkanın sözünü çarpıtarak, açıkça, Genel Başkana ve CHP grubuna
sataşma vardır; söz istiyorum.
BAŞKAN - Ben uyardım ve
uyarılarıma rağmen devam etti Sayın Şahin ve sizin söz hakkınız doğdu. (CHP
sıralarından alkışlar)
EYÜP FATSA (Ordu) - Sayın
Başkan….
BAŞKAN - Tutanaklara
bakmama meydan yok.
Buyurun Sayın Kemal
Anadol.
EYÜP FATSA (Ordu) - Sayın
Başkan…
BAŞKAN - Değerli
milletvekilleri, bütün bu tartışmalar gözünüzün önünde oluyor. Ben, sizin de
gözünüzün önünde, sizin de duyacağınız şekilde Sayın Şahin'i uyardım,
sataşmalara meydan vermemesi konusunda; ama, devam etti. O zaman, doğal olarak,
sataşma nedeniyle Sayın Kemal Anadol'a söz verme durumu ortaya çıktı. Onun
için, dinleyeceğiz.
EYÜP FATSA (Ordu) - Sayın
Başkan, Cumhuriyet Halk Partisi Grubuna mensup, hatta Anavatan Partisi Grubuna
mensup milletvekili arkadaşlarımız ve grup sözcüleri konuşurken, burada, başta
Sayın Başbakanımız ve Genel Başkanımız olmak üzere, Partimizin aşağı yukarı
önde gelen ne kadar siması varsa, hepsiyle alakalı sataşacak sözler söyledi,
biz de burada dinledik bunu. Bir komisyon raporudur tartışılan. Yani, Sayın
Şahin'in, Sayın Genel Başkanınız böyle böyle diyor sözünün; ki, demediğini,
aksini iddia eden var mı; Sayın Baykal, sağdan sola bütün siyasî yelpazedeki
herkesi AK Partiye karşı mücadelede bir safta toplanmaya çağırdı…
BAŞKAN - Şimdi, bakın…
EYÜP FATSA (Ordu) - Bunun
aksini mi iddia edecek, çağırmadık mı diyecek Sayın Anadol şimdi, burada?!
TÜRKÂN MİÇOOĞULLARI
(İzmir) - Bizim kafalarımıza sataştı!..
BAŞKAN - Şimdi, bakın,
Eyüp Bey, yılların deneyimli politikacısıdır Sayın Kemal Anadol. Ne
söyleyeceğini, benim dikte etmem veya sizin dikte etmeniz gerekmez. Ayrıca,
sataşma olduğuyla ilgili durumlarda, siz de talep etseydiniz, sizin de
talebinizi değerlendirirdik; ama, burada, canlı bir şekilde yaşadınız bu olayı.
EYÜP FATSA (Ordu) - Hayır
yani, Sayın Başkan, bakın, bu kürsüde konuşan arkadaşlarımızın her birisi,
isimlerimizi de zikrederek, Sayın Genel Başkanların da isimlerini zikrederek …
BAŞKAN - Yani, siz şimdi,
sataşmayla ilgili söz almasını…
EYÜP FATSA (Ordu) - Yani,
her ismi zikredilen, burada…
BAŞKAN - Anlaşıldı, peki
arkadaşlar…
TÜRKÂN MİÇOOĞULLARI
(İzmir) - Sayın Fatsa, isim zikretmek falan değil, doğrudan doğruya
milletvekili arkadaşlarına "bu kafalarla mı yapacaksınız" dedi bir
milletvekili kürsüden.
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Anadol, kısa bir süre içinde gerekli açıklamayı yapın.
VII.-
AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- İzmir
Milletvekili K. Kemal Anadol'un, Gaziantep Milletvekili Fatma Şahin'in,
konuşmasında, Genel Başkanlarına ve Partisine sataşması nedeniyle konuşması
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; gecenin bu saatinde vaktinizi
fazla almak istemiyorum ve almayacağım.
Önce, şunu belirtmek
istiyorum: Sayın Meclis Başkanımız, tarafsız yönetim anlayışı içinde, İçtüzüğün
verdiği bir olanağı, 69 uncu maddeye göre, Partim ve Genel Başkanımın adı
geçtiği için, ona sataşıldığı için, söylediği söz başka türlü anlatıldığı için
bir talepte bulundum; çok teşekkür ederim, İçtüzüğün 69 uncu maddesine göre,
hakkımız olan bir hakkı kullanmamıza olanak verdi, teşekkür ederim.
Yine, Sayın Başkanın
söylediği gibi, eğer Cumhuriyet Halk Partili hatiplerin konuşmalarında, İktidar
Partisinin Genel Başkanına, tüzelkişiliğine herhangi bir sataşma var idiyse, o
hakkınızı kullanabilirdiniz; kullanmadıysanız, bunun sorumlusu da başkası değil
herhalde. Onu bilemem, oldu mu olmadı mı; ama, beni kendi partim
ilgilendiriyor; o nedenle, çok kısa bir süre içinde, Cumhuriyet Halk Partisinin
görüşlerini arz edeceğim.
Şimdi, evvela şunu
söyleyeyim arkadaşlar; konunun özüne girip vaktinizi almak istemiyorum. Çok
detaylı, öz ve konuyu, bütün ülkeye, net biçimde, Cumhuriyet Halk Partili
hatipler, konuşmacılar anlattılar. O nedenle, lüzumsuz bir tekrardan…
FATİH ARIKAN
(Kahramanmaraş) - Bizimkiler anlatmadılar mı efendim?
K. KEMAL ANADOL (Devamla)
- Efendim, siz yaptıysanız…
Benim Partimin
konuşmacılarının değerlendirmesini yapıyorum ben. Ben, Grup Başkanvekiliyim,
onlar benim arkadaşlarım, benim Grubumun üyeleri; gayet güzel, net biçimde
Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini bu kürsüde dile getirdiler diyorum. Niye
rahatsız oluyorsunuz; bunu söylüyorum. (AK Parti sıralarından gürültüler)
Bilemem; sizin
konuşmacıları niye değerlendireyim; o benim işim değil.
REYHAN BALANDI
(Afyonkarahisar) - Bunu da söyleyin!
MUZAFFER KÜLCÜ (Çorum) -
Onu da Erkan Bey değerlendirsin!
BAŞKAN - Müdahale etmeyin
arkadaşlar.
K. KEMAL ANADOL (Devamla)
- Şimdi, Cumhuriyet Halk Partisinin ve bugün konuşan hatiplerin konuşmalarında
dile getirdikleri, Türkiye'de cumhuriyetin temel değerlerinin, laiklik
ilkesinin tehlikede olduğu konusundaki kuşkuları, boş bir vehim ve kuruntu
değil arkadaşlar.
Şöyle arz etmek
istiyorum: Şimdi, Sayın Mehmet Ali Şahin -kendisini tanırım, uygar ilişki
içinde olan bir milletvekiliyim- ağzından bal akarak, Cumhuriyetin temel ilkelerini
bu kürsüde savundu, laiklik ilkesini tarif etti, Anayasa maddelerini
vurgulayarak Anayasamızda mevcut olan laiklik tarifini yaptı, anlayışını ortaya
koydu. Yerimden laf attım kendisine; 23 Nisanda bu kürsüden başka bir laiklik
tarifi yapıldı; sizin yaptığınız laiklik tarifinin tartışmaya açılmasını,
yeniden tespitini, yeniden tayinini istedi dedim. Sayın Şahin bana şu yanıtı
verdi…
BAŞKAN - Lütfen,
toparlayalım.
K. KEMAL ANADOL (Devamla)
- Bir dakika Sayın Başkanım.
Şu yanıtı verdi bana:
"Herkes kendi sözlerinden mesuldür" dedi; yani, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin Başkanının 23 Nisan törenini açarken yaptığı konuşmayı sıradan bir konuşma, sanki, yetkisiz bir
insanın konuşmasıymış gibi algıladı ve ona katılmadığını ima etti.
BAŞKAN - Sayın Anadol,
siz, sataşma konusuna gelin.
K. KEMAL ANADOL (Devamla)
- O zaman şu ortaya çıkıyor: Hani, filmlerdeki gibi iyi polis var, kötü polis
var. Buradaki Bakan, Sayın Bakan iyi polis rolünü oynuyor. O zaman, tabiî,
bizim hoşumuza giden şeyler de söylüyor. Bizim hoşumuza giden şeylerin zaman
zaman söylenmesi, zaman zaman başka konuşmacıların tersini söylemesi bir büyük
çelişkidir ve bizim, kuruntu değil, vehim değil, haklı birtakım endişeler
içinde olduğumuzu gösterir. O neden içinde -bitiriyorum- Sayın Genel Başkan
cumhuriyetin temel değerlerinin, laiklik ilkesinin tehlikede olduğunu tespit ve
tayin etmiştir; üç senedir Cumhuriyet Halk Partisinin her salı günü yaptığı
grup konuşmasında bunları vurgulamıştır, altını çizmiştir, uyarmıştır ve bu
uyarıların sonunda, üç sene sonra geldiği nokta itibariyle şunu söylemiştir:
"Artık, ideolojik, ekonomik anlamda sol-sağ ayrımları elbette vardır
siyasette, siyasal yelpazede; ancak, Türkiye'de, bunlar, önemini, bir ölçüde,
günümüzdeki tartışmalar ışığında yitirmiştir; demokrasiye, Atatürkçülüğe,
cumhuriyetin temel ilkelerine, laiklik ilkesine inanan herkes bir yerde
toplanmalıdır ve cumhuriyetin temel değerlerini korumalıdır" demiştir.
Bunu böyle "sağa açıldı, sola açıldı, geriye gitti" bunları
değerlendirebilmek için, Cumhuriyet Halk Partisinin geçmişini, siyasal
yelpazeyi, sosyal siyaset bilimini biraz bilmek lazım, algılamak lazım ve bu
değerlendirmeleri böyle, ceffelkalem -eski tabirle- bu kürsüden aklına geldiği
gibi belirtmek yerine doğru değerlendirmek lazım. Değerlendiremiyorsanız,
burada görevinizi yapın, Komisyon Başkanı olarak yaptığınız işleri anlatın,
böyle, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanının sözlerini de kendi bildiğiniz
gibi yorumlamaya kalkmayın; yanılırsınız, biz de mecburen söz alırız, Genel
Başkanımızın ne demek istediğini izah etmek zorunda kalırız.
Teşekkür ederim. (CHP
sıralarından alkışlar)
V. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
5.- Ankara
Milletvekili Oya Araslı ve 23 milletvekili, Adana Milletvekili N. Gaye Erbatur
ve 68 milletvekili, Gaziantep Milletvekili Fatma Şahin ve 46 milletvekili,
İzmir Milletvekili Canan Arıtman ve 28 milletvekili ile İstanbul Milletvekili
Güldal Okuducu ve 27 milletvekilinin, töre ve namus cinayetleri ile kadınlara
ve çocuklara yönelik şiddetin sebeplerinin araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergeleri ve Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (10/148, 182, 187, 284, 285)
(S.Sayısı: 1140) (Devam)
BAŞKAN - Şahısları adına
söz isteyen arkadaşlarımız; Mehmet Vedat Melik, Şanlıurfa Cumhuriyet Halk
Partisi Milletvekili ve Hakan Taşcı, Manisa Adalet ve Kalkınma Partisi
Milletvekili.
Sayın Melik, kürsü sizin.
(CHP sıralarından alkışlar)
Konuşma süreniz 10
dakika.
MEHMET VEDAT MELİK
(Şanlıurfa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; töre ve namus cinayetleri
ile kadına ve çocuğa yönelik şiddetin sebeplerinin araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan Meclis Araştırması Komisyonu
raporu üzerinde kişisel görüşlerimi belirtmek üzere söz almış bulunuyorum;
öncelikle Yüce Heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar,
herkesin doğuştan sahip olduğu kabul edilen temel hak ve özgürlükleri ifade
eden "insan hakları" kavramı zamanımızda özel bir önem ve değer
kazanmıştır. Çağdaş, demokratik, hukuk devletlerinde yasalar önünde eşitlik,
düşünce özgürlüğü, tüm yurttaşlara seçme ve seçilme hakkı tanınması, eşit işe
eşit ücret ilkesinin uygulanması, eğitim, sağlık, çalışma, ekonomik ve sosyal
yaşamda her türlü ayırımcılığın önlenmesi, insan haklarına saygının temel
göstergesi olmuştur. Bu bakımdan, bir ülkede insan haklarına gösterilen saygı,
o ülkenin sosyal gelişmişlik düzeyinin ve demokratikleşmesinin ölçütü durumuna
gelmiştir. Dolayısıyla, bütün uluslararası insan hakları belgelerinde, tüm
insanların onur ve haklar bakımından eşit ve özgür doğdukları, herkesin insan
haklarına ve temel özgürlüklere hiçbir ayırım gözetilmeksizin fırsat eşitliği
çerçevesinde sahip olduğu ve cinsiyete dayalı ayırımcılığın kabul edilmezliği
ilkeleri benimsenmiştir.
Ülkemizde de, başta
Anayasa ve tüm yasalarımızda olmak üzere kadın-erkek eşitliği güvence altına
alınmıştır; ancak, yasalarımızda görülen kadın-erkek eşitliğinin toplumsal
yaşama aynı paralelde yansıması konusunda halen önemli sorunlar yaşanmaktadır.
Fakat, tarihsel süreç içinde bakıldığında, hakların varlığı ile kullanımı
arasında her zaman kadınlar aleyhine belirgin bir ayırım olduğu görülmekte ve
bu ayırımcılık, günümüzde de değişik alanlarda ve boyutlarda devam etmektedir.
Aslında, bir ülkede eğitimde, sağlıkta, ekonomide, sosyal, kültürel ve siyasî
yaşamda var olan sorunlar, o ülkede yalnız kadınları değil, kadın, erkek
herkesi olumsuz etkilemektedir; ancak, kadınların bu sorunlardan daha yüksek
oranlarda etkilendiği de açık seçik ortadadır.
Değerli milletvekilleri,
bir insan hakları ihlali olarak değerlendirilmesi gereken kadına ve çocuğa
yönelik şiddetin nedenlerini yukarıda sayılan temel sorunlardan bağımsız olarak
düşünmek olanaksızdır. Bu nedenle, toplum katmanları arasındaki ekonomik
eşitsizliklerin, yoksulluğun ve işsizliğin yüksek olduğu kesimlerde bütün
şiddet şekillerinin yanı sıra çocuğa ve kadına yönelik şiddetin de büyük ölçüde
arttığı, hatta, kadının en temel hakkı olan yaşam hakkını ortadan kaldırdığı
görülmektedir. Şiddetin her tipi, şiddet kurbanı başta olmak üzere, bütün
tarafların fiziksel, ruhsal ve sosyal durumunu tahrip etmektedir, yok
etmektedir. Başta bireyin sağlıklı gelişimi, devamında da sağlıklı bir toplumun
oluşumu için toplumsal cinsiyet ayırımcılığının ortadan kaldırılması bir
önkoşul olmalıdır.
Kadın-erkek eşitliğinin
sağlanması yönünde, kadınların ekonomik, sosyal, kültürel ve politik karar
verme süreçlerinde tam ve eşit paya sahip olmalarını sağlayarak, toplumun ve özel
yaşamın bütün alanlarına aktif katılımlarını önleyen engelleri ortadan
kaldırmayı hedefleyen dünya kadın konferansları yapılmaktadır. En son 1995
yılında dördüncüsü Pekin'de yapılan Dünya Kadın Konferansında, ülkemiz, Eylem
Platformuna ve Pekin Deklarasyonuna hiç çekince koymadan kabul etmiş ve ayrıca,
2000 yılına kadar gerçekleştirilmek üzere taahhütlerde bulunmuştur. Ancak, 1995
yılından 2006 yılına gelindiğinde, onbir yılda bu taahhütlerin yaşama
geçirilmesinde ne kadar yol alındığının tartışılması, alınması gereken
önlemlerin ve sorunların aşılmasında ne kadar samimî olunduğunun bir kez daha
gözden geçirilmesini gerekli kılmaktadır. Günümüzde sağlanan gelişmelere
bakıldığında, ülkemizin, hem eylem planının gereklerini yerine getirmede hem de
söz konusu taahhütleri gerçekleştirmede yetersiz kaldığı görülmektedir.
Değerli milletvekilleri,
eğitimin temel bir insan hakkı olduğu, eşitlik, kalkınma ve toplumsal barışın
sağlanıp sürdürülmesi, üretken ve kaliteli bir yaşamın gerekli önkoşulu olduğu
bir gerçektir. Ülkemizde, halen 5 kadından 1'i okuma yazma bilmemekte, eğitim
çağında bulunan 6 ilâ 14 yaş grubunda bulunan 640 000'den fazla kız çocuğu
okula gitmemektedir. Yine, ilköğretimin ikinci basamağı olarak nitelendirilecek
olan 11-14 yaş grubunda bulunan 117 000 kız çocuğu da okula gidememektedir. Tüm
çocukların zorunlu olarak temel eğitimden geçirilmeleri yasal bir zorunluluk
olmasına rağmen, halen, binlerce kız ve erkek çocuğu eğitim dışı kalmaktadır.
Bunun için alınması gereken önlemler de, maalesef, gözardı edilmektedir.
Yoksulluğun giderek
yaygınlaştığı günümüzde, kadının çalışma yaşamına katılımını ve eğitime
devamını sağlamak üzere devletin kreş, gündüz bakımevi gibi sosyal destek
hizmetlerini vermesi gerekmektedir. Ancak, görülmektedir ki, devlete ait kreş
ve gündüz bakımevlerinin sayısında bir artış olmadığı gibi azalma vardır. Bu da
göstermektedir ki, çocuğun yetiştirilmesi ve kadının çalışma yaşamına
katılımını destekleyen bir devlet politikası bulunmamaktadır.
Şiddet hareketleri
kadınların ve çocukların hayatına korku ve güvensizliği sokmakta, kadını,
toplumsal yaşamın her alanında başarısız kılmaktadır. Toplumun yarısını
oluşturan kadınların büyük bir bölümünün şiddete uğrayarak sağlıksız bireyler
olmaları dolayısıyla, dengesiz ve sağlıksız bir toplumun oluşmasına neden
olmaktadırlar.
Kadına yönelik şiddetle
mücadelenin önemli araçlarından olan kadın sığınma evleri, nitelik ve nicelik
açısından ülke ihtiyaçlarını karşılamaktan çok uzaktır.
Yine, yeni yasal
düzenlemelerle yetki ve görevleri artan belediyelerin vatandaşa doğrudan ve
hızlı biçimde hizmet verme imkânına sahip olmaları, kadına yönelik doğrudan
hizmet vermelerini mümkün kılmaktadır. Kadına yönelik olarak verecekleri
hizmetler, kadınların her alanda ilerlemesine doğrudan katkı sağlayacak
düzeydedir. Ancak, yasanın yürürlüğe girmesinden bu yana, kadına yönelik olarak
ülke düzeyinde belediyelerce yaşama geçirilmiş herhangi bir çalışmanın yapılmadığı
ya da hizmetlerin çok yavaş ilerlediği görülmektedir. Şimdiye kadar ancak bir
belediye tarafından sığınma evi hizmetinin sunulduğu bilinmektedir.
Şiddet bir eylem biçimi
olarak yaşamın her alanından soyutlanmalı ve hiçbir argümanla
meşrulaştırılmamalıdır. Şiddetin her türüyle mücadele edilmelidir. Ülkemizde
namus meselesi, aile içi anlaşmazlıklar, kan davası ve bunun gibi gerekçelerle
cinayetler de işlenmektedir. Bu cinayetlerin hedefini de, maalesef, çoğu kez
kadınlar oluşturmaktadır; ancak, bu cinayetleri töre kavramıyla açıklamaya
çalışmak, bizi toplumsal cinsiyet eşitliği sorunundan uzaklaştırarak, kadına
yöneltilen şiddetin bir mazereti olarak gösterilen bir noktaya odaklayacak ve
bu sorunu bir bütün olarak görmemizi engelleyecektir.
Bir sosyal sorun olan
kadına yönelik şiddetin ortadan kaldırılması için, gerçek nedenlerinden
uzaklaşmadan, olayın bir bütün olarak ele alınıp değerlendirilmesi
gerekmektedir. Komisyon çalışmaları esnasında da bu görülmüştür. Devletin en
üst organı tarafından kadına yönelik şiddetin önemli bir sosyal sorun olarak
görülerek bir araştırma komisyonunun kurulması, elbette çok önemli bir
gelişmedir. Bu, ülkemizde kadına yönelik şiddetin varlığının en üst noktada
kabul edildiğinin bir göstergesidir.
Değerli arkadaşlar,
araştırma komisyonlarının kurulması, platformların oluşturulması ve buna bağlı
olarak çıkan raporların plan ve politikalara yansımadığı, kısa, orta ve uzun
vadeli eylem planı olarak uygulamaya geçirilemediği sürece çok anlam ifade
etmeyecektir, doküman olarak raflardaki yerini alacaktır.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Toparlayalım
lütfen.
MEHMET VEDAT MELİK
(Devamla) - Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğüne göre, araştırma komisyonu
raporlarının bir yaptırım ve uygulamayı emredici bir gücü yoktur; ancak,
özellikle toplumumuzun tamamını ilgilendiren kadına ve çocuğa yönelik bir
rapor, sivil veya resmî olsun tüm kurumları yakından ilgilendireceğinden ve
uygulamalarına yön vereceğinden, çözüm önerileri yaparken öncelik sırasının iyi
tespit edilmesi gerekmektedir.
Kadının siyasal, yasal,
eğitsel, sosyal ve ekonomik haklar bakımından erkeklerle eşit bir konumda
olmasından daha doğal bir durum olamaz. Kadının sosyal yaşamda ve siyasette
görünür kılınabilmesi için gerekli düzenlemeler de mutlaka yapılmalıdır; fakat,
salt yasal düzenlemelerle kadının karşı karşıya olduğu sorunların aşılacağını
sanmak sadece yanılsama olur. Kadınların temel hak ve özgürlüklerinin
kullanımının önünde engel teşkil eden yapılar mutlaka ortadan kaldırılmalıdır.
Ancak, topyekûn bir seferberlikle ülkemiz daha çağdaş ve yaşanabilir bir düzeye
ulaşabilir.
Değerli milletvekilleri,
dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi Türkiye'de de, yıllardan beri, çocukların
ve kadınların şiddetin birçok türüne maruz kaldıklarını ve hatta, bazen,
psikolojik, fizyolojik şiddetin yanı sıra kadınların direkt yaşamlarına kasıt
içerdiğini, yani, kadının çeşitli nedenlerle cinayetlere kurban gittiğini
biliyoruz. Her ne sebeple olursa olsun, cinayetler ve şiddet olaylarının hiçbir
neden ve gerekçeyle savunulur bir yanı olamaz. İşte bu anafikirden hareketle,
yaşanan cinayetlerin ve çocuklara karşı şiddetin nedenlerinin tespiti ve bu
tespit üzerinden çözüm önerilerini geliştirmek amacıyla kurulan Komisyonumuz,
sorumluluğunun bilincinde olarak ciddî bir çalışma yapmıştır.
Şiddeti azaltan
unsurların başında eğitimin geldiğini hepimiz biliyoruz değerli arkadaşlar;
ama, gelin görün ki, bu komisyon raporunu görüştüğümüz şu anda bile, ilkokul
çağındaki onbinlerce kız ve erkek çocuğu, bir aydır okullarından alınmış,
aileleriyle birlikte çok sağlıksız ortamlarda, ülkemizin çeşitli yerlerinde
geçici tarım işçisi olarak çalışmaktadırlar. İlköğretimlerini bile tam olarak
sağlayamadığımız bu çocuklarımıza, aile planlamasının önemi ile kadın ve erkek
eşitliğini nasıl öğreteceğiz? Açlık sınırının altında yaşayan ailesini,
beslenme bozukluklarından dolayı normal bedensel gelişimini dahi tamamlayamayan
9-10 yaşlarındaki çocuklarını çok ağır işlerde çalıştıran ana ve babalara, hiç
olmazsa kendi oturdukları bölgelerde iş olanağı sağlamadıkça, çocuklarını her
türlü şiddetten uzak olarak yetiştirmelerini nasıl bekleyebiliriz?!
BAŞKAN - Toparlayalım
lütfen.
MEHMET VEDAT MELİK
(Devamla) - Bitiriyorum.
Değerli milletvekilleri,
Değerli Devlet Bakanı biraz önce bazı Cumhuriyet Halk Partili konuşmacılarımıza
cevap verirken, sanki, bu komisyon raporundan Hükümet üzerine bir alıntı
yaparak, sanki bu olaylar son üçbuçuk yıl içinde ortaya çıkıyormuş gibi
konuşmalar yapıldığı yönünde bir açıklama yaptı. Sayın Bakan gerçi burada
değil, kendisi biraz önce ayrıldı; fakat, değerli arkadaşlar, şimdi burada
bahsetmeye çalıştığım konularda, son üçbuçuk yıldır -ben isim vermeyeceğim-
acaba, bu Hükümet, biraz önce değerli konuşmacıların belirttiği yasal
düzenlemeler dışında ne iş yaptı?
Şimdi, benim çok önem
verdiğim ve saydığım çok değerli Komisyon Başkanımız, çok güzel çalışma yapan,
çalışan Komisyon Başkanımız, biraz önce, 200 000 kız çocuğunun bu Hükümet
döneminde okullara başladığını söyledi.
Değerli arkadaşlar,
lütfen, il millî eğitim müdürlerinize, özellikle göçün çok yoğun olarak
yaşandığı illerdeki il millî eğitim müdürlerinize, şu andaki okul mevcutlarını
sorun, okul mevcutlarını sorun veya geçtiğiniz yollarda, örneğin Urfa-Gaziantep
yolu üzerindeki, Aksaray İlçesindeki çadır kentleri görün. Bu çadır kentlerde
bir aydır çocuklar kaynıyor. Ben dün oradan geçtim. Konya'da öyle, Yozgat'ta
öyle, Eskişehir Alpu'da öyle. Bu çocuklar, evet, size... Bunlar okula
kaydedildi zannediliyor; ama, bir ay önce okuldan alındı ve bir ay sonra da, bu
çocuklar, okula başlayacaklardır. Bu konuların, lütfen... Bir şeyler yapmak
istiyorsak -ki, ben, herkesin, özellikle Komisyon Başkanının da iyi niyetle bir
şeyler yapmak amacında olduğunu biliyorum ama- lütfen verileri alalım.
Bir de şunu söylemek
istiyorum Sayın Başkanım, izninizle: Tabiî ki, kadından sorumlu Devlet
Bakanımızın burada olmadığının, Sayın Mehmet Ali Şahin, nedenlerini açıkladı;
ama, değerli arkadaşlar, şimdi, bu rapor, eğer AK Parti Grubu istemeseydi,
Meclis gündemine gelebilir miydi? Mademki Devlet Bakanımızın böyle bir programı
vardı, biz bu raporu başka bir güne erteleyebilirdik; çünkü, bakın, söylenecek
şeyler var. Özellikle, çocuğa yönelik şiddetle ilgili, geçtiğimiz günlerde,
Erzincan Özürlü Çocuklar Rehabilitasyon Merkezinde, İnsan Hakları Komisyonunun
yaptığı bir incelemede, birçok özürlü çocuğun yarı çıplak ve pislik içinde
yataklarda yattığı tespit ediliyor. Bunun en büyük nedeni de personel
eksikliği. Şimdi, biz bunu Bakanla yüz yüze konuşsaydık çok daha iyi olacaktı,
ki, geçtiğimiz yıl bir Malatya olayı var, ardından bir Urfa Çocuk Esirgeme
Kurumunda olan olaylar var. Bu anlamda, ben, o mazereti, Sayın Bakanın affına
sığınarak, çok kabul etmiyorum.
Sayın Başkanım, sabrınızı
fazla zorlamadan konuşmamı bitirmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar,
toplumsal huzurun sağlanabilmesi ve refah seviyemizin yükseltilerek, huzurlu,
mutlu insanlar olarak yaşayabilmek için ülkemizdeki her türlü şiddeti ve başta
bu şiddeti yaratan nedenleri ortadan kaldırmamız gerekir. Dolayısıyla,
Komisyonumuzun yoğun emek sarf ederek hazırladığı bu rapor rafa kaldırılmamalı,
aksine, her zaman bu konuları gündemde tutarak, kadına ve çocuğa yönelik
şiddeti izleyen ve çözüm önerileri üreten sürekli bir komisyon kurulmalıdır.
Ben, bu komisyon
raporunun hazırlanmasında baştan sona kadar bizlerle birlikte çalışan, emek
sarf eden, bizleri aydınlatan, bizlerle yorulan, başta il valileri, il vali
yardımcıları, sivil toplum kuruluşları, üniversite mensubu değerli
akademisyenlere ve Komisyonumuzun değerli uzmanlarına huzurlarınızda bir kez
daha teşekkür ediyor, Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Hakan
Taşcı, Manisa Milletvekili.
Sizin de kişisel söz
hakkınız 10 dakika.
Buyurun Sayın Taşcı. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
HAKAN TAŞCI (Manisa) -
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 1140 sıra sayılı töre ve namus
cinayetleri ile kadınlara ve çocuklara yönelik şiddetin sebeplerinin
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan Meclis
Araştırması Komisyonu raporu hakkında şahsım adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygılarımla
selamlıyorum.
Kıymetli arkadaşlarım,
töre ve namus cinayetleri her geçen gün yeni yeni canlar almakta ve çok acı
dramların yaşanmasına neden olmaktadır. Her mağdurun ardından dökülen
gözyaşları da töre cinayetlerini önlemeye yetmemektedir.
Birleşmiş Milletler
verilerine göre, her yıl, dünyada 5 000 töre ve namus cinayeti işlenmektedir.
Maalesef, Türkiye, dünya klasmanında önde gelen ülkelerden birisidir.
Bu nedenle, töre
cinayetleri, "kol kırılır yen içinde kalır" denilip, üstü
örtülemeyecek kadar ciddî bir meseledir. Töre adına işlenen cinayetler,
maalesef, töreyi kirletmiştir.
Töre, hukukla ve
özellikle din ile çelişmemelidir; çünkü, din ve hukuk, her ne sebeple olursa
olsun, hiç kimseye cinayet işleme ayrıcalığı ve hakkı vermez. Onun için, bu
vahşetin din ile ilişkilendirilmesi bir başka yönden cinayettir. Kaldı ki,
zorla ve kandırılarak kirletilen bir kadın suçlu değil, mağdur ve mazlumdur.
Mağdur ve mazlum ise, cezalandırılmaz, korunur. Nasıl ki, mafya adaleti adalet
değilse, töre ve namus adaleti de adalet değildir.
Töre ve namus cinayetleri
bir kadın sorunu değil, insanlık sorunudur. Bu cinayetlerin önlenmesi
kadınlarımızın ve çocuklarımızın haklarının güvence altına alınarak, insan
hakları kavramının yerleştirilmesi için sorunun kaynağına inilmesi,
sebeplerinin araştırılması ve herkesin üzerine düşeni yapması gerekmektedir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; genel olarak bu şiddetin nasıl ortaya çıktığı konusunda tam
bir fikir birliği yoktur. Şiddetin karmaşık nedenlerle ortaya çıkan bir olgu
olduğu, toplumsal bir gerçektir. Bugüne kadar yapılmış olan araştırmalardan
elde edilen bulgulara göre, bireysel ve toplumsal nedenler şiddeti ortaya
çıkarmaktadır.
Kadınlar, genelde eşleri,
babaları ve erkek kardeşleri gibi yakın ve tanıdıkları kişilerden şiddet
görmektedirler. Kadına karşı fiziksel şiddet bütün sosyoekonomik gruplarda
görülen bir durum olmasına karşılık, yoksul kadınların fiziksel şiddetten daha
fazla etkilendiği gözlemlenmektedir.
Kadının sağlığını ve
yaşamını tehdit eden şiddetin en uç noktası olan namus cinayetleri, dünyanın
bazı bölgelerinde görülen cinayetler olmasına karşılık, nedenleri itibariyle
diğer şiddet olgularıyla benzeşmektedirler. Namus ve töre cinayetleri coğrafî
özellik de göstermektedirler. Dünyanın bazı ülkelerinde ve ülkemizde ailenin
namusunun, ailedeki kadınların cinsel dokunulmazlığına bağlı olduğu anlayışı
yaygındır.
Değerli milletvekilleri,
dünyada ve özellikle de ülkemizde kadınlara karşı uygulanan şiddet, dayak atmanın
yanında, eziyet, intihara zorlama, istemediği kişiyle veya tecavüz edenle
evlenmeye zorlama gibi çok çeşitli işkence ve baskılar uygulanmaktadır.
Kadınlar, dünyanın her yerinde değişik nedenlerle işkence görmekte ve
öldürülmektedir. Erkekleri öldürenler genelde yabancı kişilerken, kadınları
öldürenler ise, daha çok, onların tanıdıkları ve hatta, yakınlarıdır. Bu
kimseler, kadının kocası, boşandığı eski eşi, erkek arkadaşı, babası, erkek
kardeşi ya da diğer erkek yakınları veya akrabaları olabilmektedir. Avustralya,
Kanada, İsrail, Güney Afrika ve Amerika Birleşik Devletlerinde yapılan
araştırmalara göre, cinayete kurban giden kadınların yüzde 50'den fazlası, daha
önce fiziksel şiddet gördüğü eşi ya da birlikte olduğu erkek arkadaşı
tarafından öldürülmüştür.
Kadınların öldürülme
şeklinde, kültürel etkenler ve ateşli silahlara ulaşım önemlidir. Amerika
Birleşik Devletlerinde kadınlar daha çok ateşli silahlarla öldürülürken,
Hindistan'da ise, kadınları döverek ya da yakarak öldürme daha yaygındır.
Saygıdeğer
milletvekilleri, Birleşmiş Milletler Nüfus Fonunun tahminlerine göre, her yıl
dünyada 5 000'den fazla kadın namus saikıyla öldürülmektedir. Bu cinayetler,
daha çok Bangladeş, Brezilya, Ekvador, Mısır, Hindistan, İsrail, İtalya, Ürdün,
Fas, Pakistan, İsveç, İngiltere ve Türkiye gibi ülkelerde işleniyor. Ancak, bu
ülkelerin dışında büyük bir coğrafyada bu cinayetlerin işlendiği de bir
gerçektir.
Birleşmiş Milletler Nüfus
Fonu ve Dünya Nüfus Bilim Derneği tarafından "Türkiye'de Namus
Cinayetlerinin Dinamikleri" isimli nitelikli çalışmada İstanbul,
Şanlıurfa, Adana ve Batman İllerinde yapılan görüşmelerde toplumumuzdaki namus
anlayışı ve namus cinayetlerinin dinamikleri konusunda ipuçları elde edilmek
istenmiştir.
Bu çalışmaya göre,
toplumumuzda namus anlayışı sosyodemografik etkenlere göre değişiklik
göstermektedir. Türkiye'de kadına yönelik şiddetin ve namus cinayetlerinin
nedeni olarak gösterilebilecek sosyokültürel faktörlerin başlıcaları şunlardır:
Hiyerarşiyi ve itaati öngören geleneğin ve kültürün yaygınlığı ve sürekli
yeniden üretilmesi; geniş aile ve hemşerilik ilişkilerinin yaygınlığına bağlı
olarak birey üzerinde toplumsal baskının yüksek oluşu; bu yapılanmaların resmî
düzeyde kabul görmesi sonucu siyasal yaşama ve hukukun uygulanmasına yön
vermesi.
Türkiye'de törelere
dayanılarak işlenen cinayetlerle masum kadınlar ve erkekler öldürülmekte, aile
fertleri cinayet işlemeye zorlanmakta ve bazen de cinayet zincirlerinin son
bulması için bedel olarak, kadınlar bir aileden diğer aileye barış gelini
hediyesi olarak gönderilmektedir.
Yasalar, hem toplumsal
değerleri ve normları belirleme hem de
davranış biçimlerini özendirici veya caydırıcı olarak etkileme güçlerinden
dolayı önemlidir. Bir şiddet biçimi olarak namus ve töre cinayetleri, toplumumuzun
kültüründen, özellikle de, değer sistemlerinden kaynaklanmaktadır. Namus ve
töre cinayetlerinin birçok açıdan irdelenmesi ve incelenmesi gerekmektedir. Bu
hususta yargının, kolluk kuvvetlerinin, toplumbilimcilerin ve diğer bilim
adamlarının üzerine çok önemli ve ağır görevler düşmektedir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bütün dünyada olduğu gibi, ülkemizde de pek çok can alan töre
ve namus cinayetleri ile kadın ve çocuklara karşı uygulanan şiddetin son
bulması için, Meclisimizin yapmış olduğu bu araştırmanın, diğer alınacak
önlemler ile yapılacak araştırmalara örnek ve öncü olmasını dilerken, Can
Dündar'ın bir yazısını sizlerle paylaşmak istiyorum:
"Altı aylık
hamiyleydi. Karnındaki çocuğun babası kocası değildi. Onu, belki sevmiş, belki
bedenini gönülsüzce vermişti; ama, işte orada, derisinin altında, canının
içindeydi bebek. Üç ay sonra kucağında olacaktı. Lakin töreyi biliyordu, kulağı
kirişte bekliyordu.
Hasan uykusuzdu kaç
gecedir. Ezberindeydi töre. Görev, ona düşerdi. Lakin, Berivan kızıydı,
canıydı. Hele, şimdi iki canlıydı. Nasıl kıyardı? Kıvranıp duruyordu. Bir yanda
törenin kanlı çağrısı, diğer yanda kızının yürek ağrısı. Ne kızına kıyabilir,
ne köyün yüzüne bakabilirdi. Bir sabah vakti sessizce evi terk etti.
Oğluyla konuştu Berivan'ın
anası Tayibet. Oğlan 2 yaş küçüktü Berivan'dan.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Devam edin.
HAKAN TAŞÇI (Devamla) -
"Abla-kardeş, Cudi'nin gölgesinde, aynı dam altında, aynı yer yatağında
büyümüşlerdi. Anadan aynı yoksulluğu emmiş, aynı cehaleti üleşmişlerdi. Babası
çekip gitmiş, anası gözünü ona dikmişti. 'Kutsal görev' onundu şimdi. Töre,
öyle emrederdi.
Cumartesi akşamı,
ablasıyla baş başa kaldı oğlan. Birlikte büyüdükleri tek göz damın altında,
yıllarca üstünde tepindikleri yatağın başucunda. Akıllarından neler geçti,
konuştular mı; yoksa, dilleri tevekkülle zamklı mıydı, kim bilir... Biri 14,
diğeri 16 yaşındaki iki çocuğun arasında, şimdi adına "töre" denilen
bin yaşında bir kin tohumu vardı, bir de soğuk silah. Oğlan, 2 kurşun sıktı
ablasına; biri şakağına, diğeri karnına. Şakağına sıktığı, genç kızın beynine
saplandı; karnına sıktığı, doğmamış bebeciğin yüreğine.
Oğlan, ablasının
cesedinin başında polisi arayıp 'cinayet işledim' dedi, 'gelin, beni teslim
alın.' Onu karakola götürdüler, ablasını otopsiye, anneyi azmettirmekten
adliyeye... Ve baba Hasan, dönmedi bir daha köye. İpi kopmuş bir tespihin
taneleri gibi dağıldı ailenin fertleri. 'Namus belası' Silopi'nin alıştığı
hikâyeydi. Basın 'bir töre cinayeti daha' dedi, arkası gelmedi."
Evet, bu hikâyeleri bir
daha dinlememek ümidiyle, hepinizi saygılarımla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, töre ve namus cinayetleri ile kadınlara ve çocuklara yönelik
şiddetin sebeplerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca
kurulmuş bulunan (10/148, 182, 187, 284, 285) esas numaralı Meclis Araştırması
Komisyonu raporu üzerindeki genel görüşme tamamlanmıştır.
Uzun, geniş bir tartışma
yaşadık. Çok değerli katkılar oldu bu önemli konu için.
REYHAN BALANDI
(Afyonkarahisar) - Eşinizin konserine katılamadınız Sayın Başkan.
BAŞKAN - Başka zaman
katılırım.
Ben, katkıda bulunan tüm
arkadaşlarımıza, Divan adına teşekkür ediyorum.
Sözlü soru önergeleri ile
diğer denetim konularını sırasıyla görüşmek için, 6 Haziran 2006 Salı günü saat
15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati : 22.42