DÖNEM:
22 YASAMA
YILI: 4
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
CİLT: 116
85 inci Birleşim
6 Nisan 2006 Perşembe
İ
Ç İ N D E K İ L E R
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II.- GELEN KÂĞITLAR
III. -
YOKLAMALAR
IV.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1.- İstanbul Milletvekili Mehmet Ali
Özpolat'ın, Avukatlar Günü münasebetiyle, avukatların sorunlarına ve alınması
gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in
cevabı
2.- Burdur Milletvekili Bayram Özçelik'in,
Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle, Hazreti Peygamberin kişiliğine ilişkin
gündemdışı konuşması
3.- Bursa Milletvekili Abdulmecit Alp'in,
Bursa'nın fethinin 680 inci yıldönümüne ilişkin gündemdışı konuşması
B) ÇEŞİTLİ
İŞLER
1.- Genel Kurulu ziyaret eden Belçika
Senatosu Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Francois Roelants Du Vivier ve
beraberindeki heyete Başkanlıkça "Hoşgeldiniz" denilmesi
C) GENSORU,
GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ
1.- Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı
ve 54 milletvekilinin, okullardaki şiddet olaylarının araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/356)
2.- Anavatan Partisi Grubu adına Grup
Başkanvekilleri Gaziantep Milletvekili Ömer Abuşoğlu ve Malatya Milletvekili
Süleyman Sarıbaş'ın, okullarda meydana gelen şiddet olaylarının araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/357)
D)
TEZKERELER VE ÖNERGELER
1.- Gaziantep Milletvekili Fatma Şahin'in,
Türkmenistan'ın Başkenti Aşkabat'ta yapılacak olan "Altın Asırda Türkmen
Kadınlar" konulu uluslararası konferansa Türkiye Büyük Millet Meclisini
temsilen katılmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1022)
V.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
1.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş
ve İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici
Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde
Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S.
Sayısı: 305)
2.- Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve
Terkinine İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1030)
(S. Sayısı: 904)
3.- 190 Sayılı Genel Kadro ve Usulü
Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Eki Cetvellerin Yargıtay Başkanlığına Ait
Bölümünde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/1105) (S. Sayısı: 1075)
4.- Türk Silahlı Kuvvetleri Personel
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair 607 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve
Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı ile Millî Savunma Komisyonu Raporu (1/278, 1/1034) (S. Sayısı: 17 ve
17'ye 1 inci Ek)
5.- Gülhane Askeri Tıp Akademisi Kanununun
Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname ve Millî
Savunma Komisyonu Raporu (1/277) (S. Sayısı: 1079)
6.- Özel Tüketim Vergisi Kanununda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu
(1/1145) (S. Sayısı: 1112)
7.- Türkiye Cumhuriyeti ile Güney Afrika
Cumhuriyeti Arasında Gelir Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi
Önleme ve Vergi Kaçakçılığına Engel Olma Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/1099) (S.
Sayısı: 1013)
8.- Muğla Milletvekili Orhan Seyfi
Terzibaşıoğlu'nun; 190 Sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde
Kararname ile 2985 Sayılı Toplu Konut Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/727) (S. Sayısı:1138)
9.- Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı
Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair 23/2/2006 Tarihli ve 5462 Sayılı
Kanun ve Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ile
Adalet Komisyonu Raporu (1/1180) (S. Sayısı: 1136)
10.- İstanbul Milletvekili Zeynep Karahan
Uslu'nun; Ulaştırma Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve
Turizm Komisyonu Raporu (2/733) (S. Sayısı: 1135)
11.- Çankırı Milletvekili Tevfik Akbak'ın;
Karayolları Trafik Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi ve
İçişleri Komisyonu Raporu (2/731) (S. Sayısı: 1137)
12.- Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Dış
Ticaret Müsteşarlığı ile Çin Halk Cumhuriyeti Kalite Yönetimi, Denetim ve
Karantina Genel İdaresi Arasında Sanayi Ürünlerinde Kalite ve Güvenliğe İlişkin
Danışma ve İşbirliği Mekanizması Tesis Edilmesine Dair Protokolün
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporu (1/1112) (S. Sayısı: 1084)
VI.- SORULAR
VE CEVAPLAR
A) YAZILI
SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Hatay Milletvekili Mehmet ERASLAN'ın,
ebe bulunmayan sağlık ocaklarına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ'ın
cevabı (7/11832)
2.- Antalya Milletvekili Nail KAMACI'nın,
Antalya'da Emekli Sandığı bölge müdürlüğü kurulmasına ilişkin sorusu ve Maliye
Bakanı Kemal UNAKITAN'ın cevabı (7/11226)
3.- Isparta Milletvekili Mevlüt
COŞKUNER'in, sosyal yardım zammına ilişkin Başbakandan sorusu ve Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanı Murat BAŞESGİOĞLU'nun cevabı (7/12402)
4.- Hatay Milletvekili Züheyir AMBER'in,
genel ekonomik verilere ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı
Abdüllatif ŞENER'in cevabı (7/12467)
5.- İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in,
marker ihalesinin iptaline ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı
Mehmet Hilmi GÜLER'in cevabı (7/12496)
6.- Hatay Milletvekili Mehmet ERASLAN'ın,
vergi mevzuatındaki değişikliklere ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Kemal
UNAKITAN'ın cevabı (7/12551)
7.- İzmir Milletvekili Enver ÖKTEM'in, kuş
gribine ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ'ın cevabı (7/12569)
8.- İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in,
Bilim Araştırma Vakfı ve Millî Değerleri Koruma Vakfına ilişkin Başbakandan
sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali ŞAHİN'in cevabı
(7/12608)
9.- Adana Milletvekili Atilla BAŞOĞLU'nun,
Ayasofya Camii envanterindeki eserlere ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve
Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali ŞAHİN'in cevabı (7/12624)
10.- Adana Milletvekili Atilla
BAŞOĞLU'nun, Ayasofya Vakfiyesinin tahribata uğradığı iddiasına ilişkin sorusu
ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali ŞAHİN'in cevabı (7/12625)
11.- Antalya Milletvekili Nail KAMACI'nın,
tarım dışı araçlar için kullanılan arazilere ilişkin Başbakandan sorusu ve
Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi EKER'in cevabı (7/12714)
12.- İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in,
TOKİ inşaatlarında kullanılan malzemelere ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet
Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali ŞAHİN'in cevabı (7/12731)
13.- Ankara Milletvekili Ayşe Gülsün
BİLGEHAN'ın, kadınların işgücüne katılımına ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanı Murat BAŞESGİOĞLU'nun cevabı (7/12750)
14.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in,
engelli personele ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat
BAŞESGİOĞLU'nun cevabı (7/12751)
15.- İzmir Milletvekili Ahmet ERSİN'in,
Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünde görevli bazı bürokratlara ilişkin sorusu ve
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali ŞAHİN'in cevabı (7/12775)
16.- İzmir Milletvekili Ahmet ERSİN'in,
Badminton Federasyon Başkanlığı seçimlerine ve İran'daki bir turnuvaya ilişkin
sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali ŞAHİN'in cevabı
(7/12776)
17.- Antalya Milletvekili Nail KAMACI'nın,
Devlet Tiyatroları Ankara Yeni Sahne Salonunun kapatılmasına ilişkin sorusu ve
Kültür ve Turizm Bakanı Atilla KOÇ'un cevabı (7/12817)
18.- Antalya Milletvekili Nail KAMACI'nın,
Antalya'ya gelen turist sayısının azalmasına ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm
Bakanı Atilla KOÇ'un cevabı (7/12818)
19.- Antalya Milletvekili Tuncay
ERCENK'in, turizm sektöründeki sorunlara ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm
Bakanı Atilla KOÇ'un cevabı (7/12820)
20.- Antalya Milletvekili Nail KAMACI'nın,
Side Turizm Danışma Müdürlüğünün personel ihtiyacına ilişkin sorusu ve Kültür
ve Turizm Bakanı Atilla KOÇ'un cevabı (7/12826)
21.- İzmir Milletvekili Erdal
KARADEMİR'in, Başbakanın oturduğu evlerle ilgili beyanname verilip
verilmediğine ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Kemal UNAKITAN'ın cevabı
(7/12829)
22.- Antalya Milletvekili Nail KAMACI'nın,
su kaynaklarının araştırılmasına ve balık türlerinin korunmasına,
- İzmir Milletvekili Muharrem TOPRAK'ın,
şap hastalığına,
- Antalya Milletvekili Feridun Fikret
BALOĞLU'nun, Süt Sığırcılığı Projesi kapsamında dağıtılan ineklere,
- Samsun Milletvekili İlyas Sezai
ÖNDER'in, hububat üreticilerinin desteklenmesine,
- İzmir Milletvekili Enver ÖKTEM'in, bazı
illerdeki narenciye üretimine ve ticaretine,
Narenciye üretimine ve ticaretine,
Narenciye üreticisinin sorunlarına ve
desteklenmesine,
- Tekirdağ Milletvekili Enis TÜTÜNCÜ'nün,
çiftçi kayıt sistemine kayıt yaptırmamış olanlara destekleme primi
ödenmemesine,
- Adana Milletvekili N. Gaye ERBATUR'un,
Ankara Büyükşehir Belediyesinin ithal ettiği ağaçlarda hastalık çıktığı
iddiasına,
- Antalya Milletvekili Feridun Fikret
BALOĞLU'nun, Müsteşarı ile ilişkilerine,
- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in,
engelli personele,
- Bursa Milletvekili Mehmet KÜÇÜKAŞIK'ın,
sertifikalı tohum kullanan çiftçiler ile kütlü pamuk üreticilerinin
desteklenmelerine,
İlişkin soruları ve Tarım ve Köyişleri
Bakanı Mehmet Mehdi EKER'in cevabı (7/12884, 12885, 12886, 12887, 12888, 12889,
12890, 12891, 12892, 12893, 12894, 12895)
23.- İstanbul Milletvekili Lokman
AYVA'nın, özürlü personele ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanvekili İsmail ALPTEKİN'in cevabı (7/13119)
TBMM Genel Kurulu saat
15.00'te açılarak dört oturum yaptı.
Amasya Milletvekili
Mustafa Sayar'ın, büyük kentlerde, çocukların yasadışı işlerde kullanılmasının
önlenmesine, işsizliğin yol açtığı asayiş sorununa ilişkin gündemdışı
konuşmasına, Devlet Bakanı Mehmet Aydın cevap verdi.
Uşak Milletvekili Alim
Tunç,
Ordu Milletvekili İdris
Sami Tandoğdu,
Kanser Haftası
münasebetiyle, koruyucu sağlık tedbirlerinin önemine, çevre faktörlerinin bu
hastalık üzerindeki etkisine ve kanserojen maddelerle mücadele için alınması
gereken önlemlere ilişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar.
Kocaeli Milletvekili
İzzet Çetin ve 44 milletvekilinin, 1999 yılında meydana gelen depremlerde orta
hasar gören binaların onarım ve güçlendirme çalışmalarında karşılaşılan
sorunların (10/354),
Denizli Milletvekili
Mehmet Uğur Neşşar ve 45 milletvekilinin, verem hastalığındaki son durumun
(10/355),
Araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini
alacakları ve öngörüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.
(10/254, 258) esas
numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Geçici Başkanlığının, Komisyonun başkan,
başkanvekili, sözcü ve kâtip üye seçimini yaptığına ilişkin tezkeresi Genel
Kurulun bilgisine sunuldu.
Tarım ve Köyişleri Bakanı
Mehmet Mehdi Eker'in Avustralya ve Yeni Zelanda'ya,
Bayındırlık ve İskân
Bakanı Faruk Nafız Özak'ın Pakistan'a,
Yaptığı resmî ziyarete
katılacak milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkereleri, kabul edildi.
Türkiye Büyük Millet
Meclisinin Kuruluşunun 86 ncı yıldönümünün ve Ulusal Egemenlik ve Çocuk
Bayramının kutlanması ve günün önem ve anlamının belirtilmesi amacıyla Genel
Kurulda özel bir görüşme yapılması için Türkiye Büyük Millet Meclisinin 23
Nisan 2006 Pazar günü saat 14.00'te toplanmasına, bu toplantıda yapılacak
görüşmelerde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanına, siyasî parti grupları
başkanlarına ve grubu bulunmayıp da Mecliste üyesi bulunan siyasî partilerin milletvekili
olan genel başkanlarına 10'ar dakika süreyle söz verilmesine, bu toplantıda
başka konuların görüşülmemesine ilişkin Danışma Kurulu önerisinin;
5.4.2006 tarihinde
dağıtılan ve aynı tarihli gelen kâğıtlarda yayımlanan bazı girişimcilere
holding adı altında gerçekleştirilen izinsiz halka arz yoluyla tasarruf
sahiplerinin mağduriyetine yol açılmasının neden ve sonuçlarıyla bu süreçte
SPK'nın sorumluluğunun araştırılması amacıyla kurulan (10/16, 262) esas
numaralı Meclis Araştırması Komisyonunun 1061 sıra sayılı raporunun gündemin
"Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmında yer almasına ve
görüşmelerinin 11.4.2006 Salı günkü birleşimde yapılmasına; Genel Kurulun,
11.4.2006 Salı ve 12.4.2006 Çarşamba günkü birleşimlerinde sözlü sorular ile
diğer denetim konularının görüşülmemesine; 11.4.2006 Salı günkü birleşiminde
gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmında yer alan 1061 sıra
sayılı raporun görüşmelerinin ardından kanun tasarı ve tekliflerinin
görüşülmesine; Genel Kurulun 11.4.2006 Salı günü 15.00-22.00, 12.4.2006
Çarşamba günü 15.00-21.00 ve 13.4.2006 Perşembe günü 14.00-21.00 saatleri
arasında çalışmalarını sürdürmesine ilişkin Danışma Kurulu önerisinin ise,
yapılan görüşmelerden sonra;
Kabul edildiği açıklandı.
Gündemin "Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:
3 üncü sırasında bulunan,
Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin (2/212) (S.
Sayısı: 305) görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin komisyon
raporu henüz gelmediğinden;
1 inci sırasında bulunan,
Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair 607 Sayılı
Kanun Hükmünde Kararname ve Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının (1/278, 1/1034) (S. Sayısı: 17 ve
17'ye 1 inci Ek),
2 nci sırasında bulunan,
Gülhane Askeri Tıp Akademisi Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına
Dair 604 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin (1/277) (S. Sayısı: 1079),
4 üncü sırasında bulunan,
Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun Tasarısının (1/1030)
(S. Sayısı: 904),
Görüşmeleri, ilgili
komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından;
Ertelendi.
5 inci sırasında bulunan,
Kuzey Ankara Girişi Kentsel Dönüşüm Projesi Kanununda Değişiklik Yapılmasına
İlişkin Kanun Tasarısının (1/1166) (S. Sayısı: 1114), görüşmeleri tamamlanarak,
6 ncı sırasında bulunan,
Türkiye Cumhuriyeti ile Makedonya Cumhuriyeti Arasında İşbirliği Protokolünün
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının (1/1023) (S. Sayısı:
939), görüşmelerini müteakiben elektronik cihazla yapılan açıkoylamadan sonra,
Kabul edilip
kanunlaştıkları açıklandı.
7 nci sırasında bulunan,
190 Sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Eki
Cetvellerin Yargıtay Başkanlığına Ait Bölümünde Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısının (1/1105) (S. Sayısı: 1075), tümü üzerinde bir süre görüşüldü.
6 Nisan 2006 Perşembe
günü, alınan karar gereğince saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşime 20.53'te
son verildi.
|
|
|
|
Nevzat
Pakdil |
|
|
Başkanvekili |
|
|
Mehmet Daniş |
Ahmet Küçük |
|
Çanakkale |
Çanakkale |
|
Kâtip Üye |
Kâtip Üye |
No: 117
II.- GELEN KÂĞITLAR
6 Nisan 2006 Perşembe
Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Denizli Milletvekili Mustafa GAZALCI ve 54 Milletvekilinin,
okullardaki şiddet olaylarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri
uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/356)
(Başkanlığa geliş tarihi: 31/3/2006)
2.- Anavatan Partisi Grubu Adına Grup Başkanvekilleri Gaziantep
Milletvekili Ömer ABUŞOĞLU ve Malatya Milletvekili Süleyman SARIBAŞ'ın,
okullarda meydana gelen şiddet olaylarının araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci
maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/357)
(Başkanlığa geliş tarihi: 3/4/2006)
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 14.00
6 Nisan 2006 Perşembe
BAŞKAN: Başkanvekili Nevzat PAKDİL
Kâtip Üyeler: Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale), Ahmet Gökhan SARIÇAM
(Kırklareli)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 85 inci Birleşimini açıyorum.
Toplantı yetersayısı
vardır; görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce üç
sayın milletvekiline gündemdışı söz vereceğim.
Konuşma süreleri 5'er
dakikadır. Hükümet konuşmalara cevap verebilir. Hükümetin konuşma süresi 20
dakikadır.
Gündemdışı ilk söz,
Avukatlar Günü münasebetiyle söz isteyen İstanbul Milletvekili Mehmet Ali
Özpolat'a aittir.
Sayın Özpolat, buyurun
efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
IV.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1.-
İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Özpolat'ın, Avukatlar Günü münasebetiyle,
avukatların sorunlarına ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı
konuşması ve Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in cevabı
MEHMET ALİ ÖZPOLAT
(İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 5 Nisan Avukatlar Günü
nedeniyle gündemdışı söz almış bulunuyorum. Bir gün gecikmeyle de olsa, söz
verdiği için, Sayın Başkana teşekkür ediyorum. Bu vesileyle, Yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum.
1958'de yapılan
temsilciler toplantısında baroların tek çatı altında toplanması ve 5 Nisanın da
Avukatlar Günü olması karar altına alınır. Barolar Birliği, 1987'de bu kararı
uygulamaya koyar. O günden sonra, 5 Nisan, avukatların ve yargının sorunlarının
tartışıldığı bir gün olarak özel günler arasında yerini alır. Dolayısıyla, 5
Nisan, sadece avukatların değil, tüm hukukçuların günüdür.
Avukatlık, kutsal ve
saygın bir meslektir. Hak arama özgürlüğünün ve adil yargılanma hakkının
güvencesidir. Yasa metinlerinde avukatın yargının kurucu unsuru olarak
tanımlanması da bundandır. Baroların ve avukatların bağımsızlığı, hukukun
üstünlüğü ve yargı bağımsızlığının teminatıdır. Ancak, bugün ülkemizde savunma
makamı pek çok sorunla karşı karşıyadır. Zaman zaman yapılan düzeltmelerle
avukatların hakları geliştirilse de, çoğu kâğıt üzerinde kalıyor, yasayla
verilenler yönetmelikle geri alınıyor. Hâlâ, avukatlık kimliği bazı kurumlarca
resmî belge olarak sayılmıyor; dosya incelemelerinde engellerle karşılaşılıyor.
Oysa, avukat, görevini yaparken onur kırıcı davranışlara maruz kalmamalıdır.
Özellikle, cezaevi, adliye girişleri ile müvekkille görüşme koşulları, bu
mesleğin önemine uygun şartlarda olmalıdır. Meslek içi eğitim, sosyal güvenlik
ve diğer özlük sorunları kalıcı çözümlere
kavuşturulmalıdır. Hukuk eğitimi çağdaş standartlarda olmalıdır. Stajyer
avukatlar stajları boyunca sosyal güvenlik haklarından yararlanmalıdır. Büyük
yolsuzlukların ülkeyi kuşattığı günümüzde işleri daha da zorlaşan kamu
avukatları, yeterli özlük haklarına ve bağımsızlığa sahip olmalıdır.
Yasal düzenlemeler
yaparken baroların görüş ve taleplerinin yeterince dikkate alınmaması,
uygulamada çeşitli sorunların yaşanmasına neden olmaktadır. CMK
uygulamalarından doğan sorunlarla savaşmak da, yine avukatlara düşmüştür. 5271
sayılı Ceza Muhakemesi Kanunuyla, barolar tarafından görevlendirilen
avukatlarda ve onların hizmetlerinde önemli bir artış olmuştur; ancak,
baroların ödeneklerinde aynı oranda artış olmamıştır. Bu nedenle, avukatlar
ücretlerini alamamaktadır. Bu ay itibariyle ödenek tükenmiştir. Barolar,
sorunun çözülmemesi halinde, bu hizmeti durdurmak zorunda kalacaklarını
açıklamışlardır.
BAŞKAN - Sayın Özpolat,
bir beş saniyenizi rica edebilir miyim…
B) ÇEŞİTLİ
İŞLER
1.- Genel
Kurulu ziyaret eden Belçika Senatosu Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Francois
Roelants Du Vivier ve beraberindeki heyete Başkanlıkça "Hoşgeldiniz"
denilmesi
BAŞKAN - Saygıdeğer
milletvekilleri, şu anda Genel Kurulumuzu Belçika Senatosu Dış İlişkiler
Komisyonu Başkanı Francois Roelants Du Vivier ve beraberindeki heyet teşrif
etmiş bulunuyorlar; kendilerine, Yüce Meclis adına "hoş geldiniz" diyorum.
(Alkışlar)
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR (Devam)
1.-
İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Özpolat'ın, Avukatlar Günü münasebetiyle,
avukatların sorunlarına ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı
konuşması ve Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in cevabı (Devam)
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Özpolat, devam ediniz.
MEHMET ALİ ÖZPOLAT
(Devamla) - Uzlaşma uygulamalarının hayata geçirilmesinde bazı belirsizlikler
görüldüğü de barolardan aldığımız sorunlardır. Avukatlar, tüm bu sorunlarından
olumsuz biçimde etkileniyorlar. Dolayısıyla, sorunları sadece yasa metinlerinde
değil, altyapısını oluşturarak, uygulamada da çözmek gerekiyor. Hukuksuzluğun
toplumu kuşatmasına engel olmak istiyorsak, öncelikle savunma mesleğinin
haklarını ve saygınlığını korumak zorundayız.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; yargının birikmiş sorunları, avukatların da sorunlarıdır.
Ülkemizin gündemi, ne yazık ki, yargı bağımsızlığını zedeleyen gelişmelerle
doludur. Bugün, yargının siyasallaştırılması girişimleri tarihî zirvededir.
Siyasî içerikli iddianamelerle hukuk devleti dinamitlenmektedir. Yargı
bağımsızlığı, darbe dönemlerinde bile bu denli tehlike altında olmamıştır.
Herkes şunu bilmelidir
ki, adalete güvenin zedelendiği bir ülkede toplumsal güvenlik ve barış da
tehlikededir.
Avukatların istekleri de
diğer yargı mensuplarıyla aynıdır. Siyaset yargıdan derhal elini çekmelidir.
Yargı üzerinden cumhuriyetin kurumlarıyla hesaplaşmaya son verilmelidir.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Özpolat,
bugün, Avukatlar Günü münasebetiyle, bir avukat olarak sizlere pozitif
ayırımcılık uygulayacağım.
Buyurun, mikrofonunuzu
açıyorum.
MEHMET ALİ ÖZPOLAT
(Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Yargı mensuplarını kendi
memurları haline getirmek ve kadrolaşma hevesinden vazgeçilmelidir.
Yargının sorunları,
ilgili kesimlerin demokratik katılımıyla, devrimsel nitelikte bir reform
kapsamında ele alınmalıdır.
Yapılması gerekenler
bunlardır; ancak, Avukatlar Gününde, Sayın Başbakan, bir sürpriz yaparak, laik
hukuk sisteminin simgesi olan Danıştayı hedef alan talihsiz sözler söylemiştir.
Başbakana göre Danıştay, ülke için yapılan işlerin önünde bir engelmiş. Biz de
diyoruz ki, ülkenin gelişmesinin önünde bir engel var; ama, o Danıştay değil.
İyi ki Danıştay var da, sizin hukukdışı işlemleriniz oradan dönüyor. Ya
Danıştay olmasaydı?!
Biz, Danıştaya da,
Yargıtaya da, Anayasa Mahkemesine de, ülkenin dört bir yanında onurla görev
yapan tüm yargı mensuplarına da güvenmeye devam edeceğiz. Onların varlığı,
çağdaş hukuk devletinin güvencesidir. 1930 yılında Mustafa Kemal Atatürk'ün bu
Meclisin kürsüsünde seslendiği gibi, "Adliyemizin güven duyduğumuz yüksek
gücü sayesinde cumhuriyet, yazgısı olan gelişmeyi izleyecek ve çeşitli şekil ve
kılıktaki saldırılara karşı vatandaşın hukukunu ve ülkenin düzenini koruyacaktır."
Tüm meslektaşlarımın
Avukatlar Gününü kutluyor; Yüce Meclisi, tekrar, saygıyla selamlıyorum.
(Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Özpolat.
Gündemdışı konuşmaya,
Adalet Bakanı Sayın Cemil Çiçek cevap vereceklerdir.
Sayın Bakanım, buyurun.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK
(Ankara) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum. 5 Nisan Avukatlar Günü dolayısıyla bütün avukatlarımızın, değerli
meslektaşlarımın bugününü kutluyorum,
başarılı yıllar temenni ediyorum.
Biraz evvel de burada
ifade edildiği gibi, 1987 yılından bugüne kadar 5 Nisan, Avukatlar Günü olarak
Türkiye'de kutlanmaktadır. Bu avukatlar
günü münasebetiyle avukatlığın önemi ve bu mesleğin sorunları, zorlukları bir
taraftan konuşulurken, öbür taraftan da hukuk devleti, hak ve özgürlükler,
savunma hakkı ve buna bağlı birkısım konular da Türkiye'de gündeme
getirilmekte, böylece, Türkiye'de hukuk bilincinin oluşmasına bu gün
vesilesiyle de tekrar temas etme fırsatı bulunabilmektedir.
Savunma hakkı en temel
haklardan bir tanesidir. Bu, hem bizim hukuk metinlerimizde, Anayasamızda hem de
evrensel metinlerde çok açık bir şekilde ifade edilmiştir. Savunma hakkı, aynı
zamanda adil yargılanma hakkının da vazgeçilmez bir parçasıdır. Dolayısıyla, bu
iki hak yan yana geldiği zaman, Türkiye'de hukuk devleti kavramının anlatımı,
anlaşılması da daha kolay olabilecektir.
Biz şuna inanıyoruz ki,
savunma hakkının olmazsa olmaz şartı hukuk devleti ilkesidir. Bu ilke, bütün uygar, demokratik rejimlerin temel
özelliğidir. Bir toplumun huzur ve mutluluk içinde yaşaması, büyük ölçüde, adalet
işlerinin düzenli yürütülmesine, her ferdin hukukî muhatabı kim olursa olsun
haksızlığa uğraması halinde hakkına en kısa sürede kavuşacağına inanması ve bu
hakkın kendisine teslim edilmesiyle mümkündür.
Anayasanın 36 ncı
maddesinde "herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı
mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma hakkına
sahiptir" denilmektedir. Bu Anaysa kuralına göre herkes bizzat yargı mercilerine
başvurarak dava açabilmekte, takip yapabilmekte, aleyhine açılan dava
takiplerini kendisi sürdürebilmekte ve savunmasını yapabilmektedir. Aynı
düzenleme, Avukatlık Yasasının 35 inci maddesinde de savunma hakkının bir
gereği olarak yer almaktadır.
Günümüzde avukatlar da,
insanların hukuksal sorunlarının çözümünde görev almakta, onu savunmakta, diğer
yandan da, yargının kurucu unsuru olarak, bağımsız savunma makamının
temsilcileri olarak kamu hizmeti yapmaktadırlar. İnsanlar, hiç şüphesiz,
değişik sebeplerle, kendini savunurken bir başkasının yardımına ihtiyaç
duydukları takdirde, hukukun karmaşık yapısı içinde hak kaybına uğramamak için
bu işin uzmanı sayılan avukatlara kendisini temsil ettirmektedir. Diğer yandan,
yargıçların çabuk ve sağlıklı karar vermelerinde avukatların çok önemli
katkılarının olduğunu da kabul etmemiz gerekmektedir. Bu açıdan baktığımızda,
avukatları, sadece savunma mesleğini icra eden kişiler değil, meslek mensupları
değil, aynı zamanda hukukun uygulanmasında en önemli katkıyı sağlayan ve
hukukun üretilmesinde de önemli çabaları olan bir meslek ve meslek mensupları
olarak değerlendirmek daha doğru olacaktır. Bundan dolayıdır ki, yargılamanın
kurucu unsuru olarak avukatların telakki edilmesi bu anlamda doğru bir
tespittir.
Hiç şüphesiz, Türkiye'de,
yargının sorunları olduğu gibi, onun bir parçası olarak avukatların da birçok
sorunları vardır. Bu sorunların çözümü noktasında, elbirliğiyle bir çaba
içerisinde, gayret içerisinde olmamız gerektiği de ortadadır. Biz, göreve
geldiğimiz günden bu tarafa, hem barolarla hem onların üst kuruluşu olan
Türkiye Barolar Birliğiyle çok yakın bir ilişki içerisindeyiz; her vesileyle,
her fırsatla görüşüyoruz. Dün akşam da, Ankara'da bu kutlamalara katılmak
suretiyle, onların sevincini paylaşmış olduk, böyle bir imkânı bulduk.
Şüphesiz, bu mesleğin
Türkiye'de en iyi şekilde görevini yerine getirebilmesi bakımından, günün
ihtiyaçlarına uygun yeni düzenlemelerin yapılması gerektiği ortadadır. Bu
ihtiyaç, bizim tarafımızdan kendilerine de iletilmiştir. Tamamı hukuk adamı
olan baroların ve avukatların, doğru olanı, kendi yasalarını kendilerinin
hazırlamalarıdır; Parlamento olarak da bizim bu taslağın buradan yasa olarak
geçmesinde kendilerine yardımcı olmamızdır. Bu isteğimizi, bu talebimizi, bu mutabakatımızı
kendilerine her vesileyle ifade ettik. Dolayısıyla, ben de eski bir avukat
olarak, bu meslekte görev yapmış bir insan olarak, bu isteğimizi ve bu
desteğimizi verebileceğimizi kendilerine ifade ettik. Ümit ederiz ki, Türkiye Barolar
Birliği, günün ihtiyaçlarına ve mesleğin sorunlarının çözümüne yönelik bir yasa
taslağını kısa sürede hazırlama imkânını bulur ve Türkiye Büyük Millet
Meclisine sevk ettiğimizde, iktidar ve muhalefetiyle, böyle bir önemli düzenlemeyi
gerçekleştirebiliriz diye düşünüyoruz. Bu talebimiz, bu iyi niyetimiz
kendilerine de müteaddit defalar iletilmiştir.
Bu mesleğin birçok
zorlukları var; mesleğe girişten tutun, özlük haklarına varıncaya kadar, sosyal
güvenceye varıncaya kadar, çok sayıda sorunları var. Bunların bir kısmını belki
Avukatlık Yasasıyla, bir kısmını da başka yasal düzenlemeler içerisinde ortadan
kaldırmak mümkün olabilecektir.
Bir de, son günlerde bir
iki konu var, bunlara da açıklık getirmek istiyorum, bugünkü basında da yer
alıyor. Bildiğiniz gibi, hep beraber yürürlüğe koyduğumuz 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Yasasıyla ilgili olarak birkısım değerlendirmeler bugün basında da
yer alıyor.
Şimdi, buradaki temel
problem şudur: Eğer, biz, hükümet olarak bir yasayı çıkardıysak, bunun kaynağı
var. Burada, problem kaynak sorunu değildir. Esas problem… Dün, hem Maliye
Bakanlığıyla görüştük, müteaddit defalar, Türkiye Barolar Birliği yöneticileri,
Sayın Başkan başta olmak üzere, hem bizim Bakanlığımızda hem de Maliye
Bakanlığında bazı toplantılar yaptık. Yasal düzenleme gerektirecek hususlar
varsa, onları birlikte düzenliyoruz; taslağı birlikte hazırladık zaten.
İkincisi, ödemelerdeki
zorluk, kaynak yokluğundan ziyade, bunun prosedüründen kaynaklanıyor.
Tabiatıyla, adil yargılama hakkının bir gereği olarak, hem mağdurlara müdafi
tayini hem çocuk yaşının yükseltilmesi sebebiyle bunun getirdiği birkısım yükler,
özürlülere müdafi tayini başta olmak üzere, geçmiş yıllara nazaran ceza
muhakemesi uygulamasından kaynaklanan bir artışın söz konusu olduğu doğrudur;
ancak, bunun karşılığı, şu veya bu şekilde devlet bütçesinde vardır.
Tabiatıyla, esas mesele, bunun ödenmesindeki problemden kaynaklanıyor. Şimdi
bizden istenen… Bugün basında da var; deniliyor ki: "2006 yılı bakımından
150 trilyon lira civarında bir ödeneğe ihtiyaç var." Kendileri de biliyor.
2005 yılı itibariyle toplam alacakları 48 trilyondu; Sayın Başkan bize müracaat
ettiler, biz de gerekli teşebbüsü yaptık. Bu para ilk defa defaten ödenmiştir.
Yine, geçtiğimiz günlerde 14 trilyon bir aktarma daha yapılmıştır. Şimdi
maliyenin söylediği şey şudur: Biz bu ödemeyi yaparız; ancak, bu talebin bir
belgeye dayalı olarak yapılması lazım. Yani, (A) barosu benim bu işten dolayı
bilfarz 4 trilyon 750 milyar alacağım var diyorsa, bunu bir belgeye, bir
müstenidata bağlaması lazım, bir dayanağı olması lazım ki, devletin bütçesinden
para harcanırken, para verilirken bu evraka dayalı olarak verilmesi
gerekecektir. Dolayısıyla, dün, hem Türkiye Barolar Birliği Sayın Başkanıyla
yaptığımız görüşmede hem Maliyeyle, ilgili görüşmelerimizde, bunlar, bir araya
gelmek suretiyle bu problemi çözeceklerdir. Burada, kaynak sorunundan ziyade,
ödemelerin şeklinin bir yere bağlanması, bir usule bağlanmasıyla ilgili
düzenleme söz konusudur.
İkincisi, 1993 yılından
beri bu ödemeler yapılmaktadır; ancak, bu ödemelerin ne ölçüde bu maksat için
kullanıldığıyla ilgili de doğru dürüst bir denetim yapılamamıştır. Bu da, yine,
barolarımızın samimî olarak yaptığımız toplantılardaki değerlendirmeleridir.
Dolayısıyla, bir taraftan bu ödemeler yapılırken, öbür taraftan, devletin
verdiği paranın maksada mahsus harcandığını belgelemeleri ve bununla ilgili,
icap ediyorsa, bir denetim mekanizmasının kurulması da, geldiğimiz şartlar
icabı, ortaya çıkan yeni bir ihtiyaç olarak gözüküyor. Bunun da, tek başına
Maliye Bakanlığı veya tek başına Adalet Bakanlığı olarak değil, bir meslek
örgütü olarak Türkiye Barolar Birliğiyle oturulup, bir arada, bir uzlaşma içerisinde
bunların gerçekleşmesi ve düzenlenmesi gerekmektedir. Bunda da bir tereddüt
yok, bir mutabakat var. Ümit ediyorum ki önümüzdeki günler içerisinde hem
ödemenin şeklinin tayini ve düzenli akışı sağlayabilmek açısından hem de söylediğim
zaruretler açısından bir düzenleme ihtiyacı olabilecektir. Bunu da kısa süre
içerisinde Parlamentomuzun önüne getirmiş olacağız.
Bu vesileyle, tekrar,
değerli meslektaşlarımızın, avukatlarımızın bu gününü kutluyor, hepinize
saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Tekrar, biz de,
avukatlarımızın gününü kutluyoruz ve Sayın Bakanımıza, yaptığı bu
açıklamalardan dolayı da teşekkür ediyorum.
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, gündemdışı ikinci söz, Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle söz
isteyen Burdur Milletvekili Bayram Özçelik'e aittir.
Sayın Özçelik, buyurun
efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)
2.- Burdur
Milletvekili Bayram Özçelik'in, Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle, Hazreti
Peygamberin kişiliğine ilişkin gündemdışı konuşması
BAYRAM ÖZÇELİK (Burdur) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle
gündemdışı söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, hepinizi en içten sevgi ve
saygılarımla selamlıyorum.
Hazreti Peygamberin
doğumuyla, insanlık için yepyeni bir gün, aydınlık bir devir açılmıştır.
Hazreti Adem'le başlayan tevhid inancı yeniden canlanmış, cehalet ve sapık
inançlara kararan ruhlar, bu doğuşla aydınlığa kavuşmuştur.
Bir fazilet güneşi ve
hidayet meşalesi olan Peygamberimizin doğumu, Allah'ın bütün insanlara en büyük
nimetlerinden birisidir. Bu husus Kur'an-ı Kerim'de şöyle ifade
buyurulmaktadır: "And olsun ki Allah, müminlere ayetlerini okuyan, onları
kötülüklerden temizleyen, onlara kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber
göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur."
Hazreti Peygamberimiz
anılırken akla ilk gelen, onun, Kur'an-ı Kerimle övülmüş olan yüksek ahlakıdır.
Onu Allahuteala terbiye ettiği için, bir insanda bulunması düşünülebilen güzel
huy ve davranışların daha mükemmeli onda toplanmıştı. Ahlakının güzelliğine ve
her yönüyle güvenilir olduğuna düşmanları bile hayrandı. Daha gençliğinde halk
arasında "el emin, güvenilir kimse" olarak tanınmıştı.
Hazreti Muhammed'in
yeryüzünü şereflendirmesi; kâinat çapında bir vaka ve yer-gök adına en büyük
bir hadise olduğu gibi, aynı zamanda insanlığın da yeniden dirilişi sayılır. O,
elindeki cihanları aydınlatan, o nurefşan mesajıyla, dünyayı yeniden göklere
göre tanzim edeceği, varlığın perde arkası hakikatlerine tercüman olacağı, eşya
ve hadiselere yeni tefsir ve yeni yorumlar getireceği güne kadar varlık
bütünüyle manasız, ruhsuz, birbirinden kopuk, birbirine yabancı gibiydi. Bu
kara yalnızlıkta insanlar ise, her an başka bir ayrılıkla inleyen birer yetim,
birer mazlum, birer mağdur vaziyetindeydi. O'nun neşrettiği nur sayesinde
birdenbire karanlıkların büyüsü bozuldu, şeytanlar bozguna uğradı, eşyanın
mahiyeti değişti; tahripler tamire dönüştü, inkırazlar da onarım hazırlığı
şekline girdi; dünya üzerindeki konup göçmeler, gelip gitmeler birer resmigeçit
halini aldı; doğumlar birer toy, düğün, ölümler birer şebi arûs oldu.
Hazreti Ahmedi Mahmudu
Muhammed Mustafa'nın ışığı başlarımızı okşamaya başladığı günden itibaren,
ruhlarımızda ebedi yok olmanın tesiri kırıldı, hicranla çarpan sinelere dost
ikliminden vuslat müjdeleri geldi, ulaştı. Bütün bir insanlık olarak biz
hepimiz, O'nun gönüllerimize üflediği hayat sayesinde kendimizi idrak edip eşya
ile münasebete geçebildik; özümüzdeki cevherleri değerlendirip, benliğimizdeki
sonsuzluk ufkunu sezebildik. O olmasaydı, ne ruhumuzdaki bu derinlikleri
kavrayabilir ne de kabirden geçip sonsuzluğa uzanan bu yolu ve bu yolculuğu bu
kadar şirin görebilirdik. Gönüllerimize aşku heyecan salan O, gözlerimize
ışıklar çalan O ve bizleri ebedler ülkesine seyahata hazırlayan yine O'dur.
Hazreti Muhammed'in bu
uzun ve sırlı yolculukta bulunduğumuz sahil itibariyle, bizim için bir kaptan,
varacağımız âlem itibariyle bir mihmandar ve şefaatçı ise, bizim de O'na karşı
birkısım sorumluluklarımız vardır ve bu mevzuda lakayt kalmamız da mümkün
değildir; ama, ne gariptir ki, bizler asırlardan beri bu ışık insan ve O'nun
nurlu mesajına karşı hep lakayt kalmışızdır. Lakayt kalmak bir yana, çok defa
saygısız davranmışızdır.
Peygamberimizi sevmek
demek, onun sünnetine uymak ve onu hayata geçirmektir. Allahuteala'nın
sevgisine ve mağfiretine mazhar olmanın tek yolu, O'nun sevgili Peygamberinin
sünnetine uymaktır. Nitekim, Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur: "(Ey
Muhammed) de ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin
ve günahlarınızı bağışlasın."
En küçük anlaşmazlıkların
kavgaya dönüştüğü, güçlülerin zayıfları ezdiği, adalet duygusunun örselendiği,
kuvvet ile hikmet arasındaki irtibatın koptuğu, tabiatın hoyratça kullanıldığı
ve kirletildiği, akıl almadık sapkınlıkların görüldüğü, insanların asude, rahat
bir hayat yaşama özlemi duyduğu bir zaman diliminde yaşıyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun.
BAYRAM ÖZÇELİK (Devamla)
- Diyalog, hoşgörü ve tolerans eksikliği, farklılıklara karşı tahammülsüzlük ve
farklılıklarla barış içinde bir arada yaşama konusunda yaşanan sorunlar
gündelik hayatımızı doğrudan etkiler hale gelmiştir. Böyle bir ortamda, Hazreti
Muhammed'in, insanları kardeş yapan, insana sırf insan olduğu için değer veren,
nefret olan yere sevgiyi, kuşku olan yere inancı, ümitsizlik olan yere ümidi,
karanlık olan yere aydınlığı, üzüntü olan yere sevinci ikame eden barış ve
rahmet yüklü mesajına daha çok ihtiyaç duyulmaktadır.
Hazreti Muhammed Sallallahu
Aleyhi Vesellemin tertemiz imajı bazı çevrelerce fena halde kötüleniyor,
sözleri bağlamından koparılarak çarpıtılıyor, sünneti etrafında kuşkular
uyandırılmaya çalışılıyor. Hayatı boyunca barış için çabalamış, asırlardır
kanlı bıçaklı kabileleri barıştırmış, kendisini taşlayanlara en küçük kötü söz
dahi söylememiş, güçlü iken alçak gönüllü ve merhametli olmayı başarmış o büyük
insanı, savaş peygamberiymiş gibi takdim etme çabalarına büyük bir üzüntüyle
tanıklık etmekteyiz. Maalesef, Hazreti Peygamberi doğru tanıma fırsatı
bulamamış bazı İslam mensupları da söz ve eylemleriyle bu yanlış takdime fırsat
veriyorlar; ancak, nereye dayandırılırsa dayandırılsın, hangi gerekçeyle
yapılırsa yapılsın, bu, Hazreti Peygambere ve O'nun ikibuçuk milyarı bulan
mensuplarına büyük bir haksızlıktır. Kur'an O'nun için her şeydi, hava idi, su
idi, zırh idi, kale idi, burç idi ve burçlarda dalgalanan bayrak idi. O,
Kur'an'la soluklanır, onunla bulutlar gibi göklere kadar yükselir, onunla
rahmet damlaları gibi yeniden yerdeki varlıkların imdadına koşar, onunla
zulmetlerle savaşır, onunla şerlerden ve şerirlerden korunur ve onunla gürler
ve onunla ışık olur, her yana yağardı.
Hazreti Muhammed'in
beyanlarında namaz, oturup kalkan, insana arkadaş ve yoldaş olan, onun
yalnızlığını gideren ve ışığıyla onun yollarını aydınlatan; Hazreti Muhammed'in
beyanlarında abdest, can gibi, kan gibi insanın damarlarında dolaşan, ırmaklar
gibi onun kapısının önünde akan, akıp, akıp, her türlü isi, pisi temizleyen;
Hazreti Muhammed'in beyanlarında ezan, kamet, serviler gibi boy atıp salınan,
ses şoku yapıp şeytanların ödünü koparan ve bir güzel koku olup namaza
gidenlerin ruhlarını saran; Hazreti Muhammed'in beyanlarında zekât, sadaka,
tıpkı birer köprü gibi birbirinden kopmuş yığınları bir araya getiren, sağlam
bir lehim gibi parçaları bütünleştiren; Hazreti Muhammed'in beyanlarında oruç,
bir kalkan gibi sahibini koruyan, onun cennete girmesi için cennet surlarında
sırlı bir kapı haline gelen, inananlara kevserler sunan; Hazreti Muhammed'in beyanlarında
hac, bir terzi gibi yırtıkları yamayan, bir gassal gibi lekeleri yıkayan ve
umumî bir meşveret meclisi gibi bütün inananları bir araya getiren; Hazreti
Muhammed'in beyanlarında cihat, bir fedai gibi göğsünü gerip cehenneme giden
yolları kapayan, bir teşrifatçı gibi cennet yollarını açıp, insanlara buyur eden
ve şefkatli bir baba gibi inat edenleri zincirlere vurup, firdevslere doğru
sürükleyen; Hazreti Muhammed'in beyanlarında zikir, dua, telsiz, telefon gibi
Yaradan'la yaratığı birbiriyle buluşturan, birbiriyle konuşturan; Hazreti Muhammed'in
beyanlarında emri bilma'rûf nehyi anil-münker; birer trafik memuru gibi, birer
kapıcı gibi yol başlarını, kapı önlerini tutup, yoldan geçip geçmeme, kapıdan
içeriye girip girmeme işlerini idare eden; Hazreti Muhammed'in beyanlarında
sıla-i rahim, bir anne gibi kucağını açıp bekleyen, insanlarla davalaşan,
onlarla konuşan, vaatlerde bulunan, inhiraf edecekleri endişesiyle onları
tehdit eden, yakasından tutup hırpalayan bir canlı motif haline gelir ve dinleyenleri
âdeta büyüler.
Evet, O'nun, bütün bu
hususları bir kanaviçe gibi tasviri, tasvirde kullandığı malzemenin
özellikleri; beyanındaki hareket, işaret, resim ve musiki gücü, bütün edebî
sanatları yerli yerinde kullanması, her biri başlıbaşına birer yorum isteyen
konulardır.
"Dünya neye malikse
O'nun vergisidir hep,
Medyun O'na cemiyeti,
medyun O'na ferdi;
Medyundur O masuma bütün
bir beşeriyet,
Ya Rab, mahşerde bizi bu
ikrar ile haşret!"
Bu duygu ve düşünceyle,
Kutlu Doğumun hepimize, aziz milletimize ve bütün Müslüman kardeşlerimize
mübarek olmasını ve Peygamberimizin şefaatine bizi mazhar kılmasını Cenabı
Hakktan niyaz ediyorum.
Siz değerli
milletvekillerine saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Özçelik.
Kutlu Doğum Haftasının
milletimize ve tüm insanlığa hayırlar getirmesini Cenabı Hakktan niyaz
ediyorum.
Gündemdışı üçüncü söz,
Bursa İlinin fethinin 680 inci yılı münasebetiyle söz isteyen Bursa
Milletvekili Abdulmecit Alp'e aittir.
Sayın Alp, buyurun
efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)
3.- Bursa
Milletvekili Abdulmecit Alp'in, Bursa'nın fethinin 680 inci yıldönümüne ilişkin
gündemdışı konuşması
ABDULMECİT ALP (Bursa) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bursa'nın fethinin 680 inci yılı
münasebetiyle gümdemdışı söz almış bulunmaktayım; Yüce Heyeti saygıyla
selamlıyorum.
Kayı Aşiretinin göç
yolculuğu, dünya tarihinin en hayrete değer bir olayını gerçekleştirmek üzere
kararlılıkla hedefe odaklanmıştır. Orta Asya'dan başlamıştır, binlerce çadırlık
göç kafilesinden Anadolu'ya ulaşan 400 çadırlık Kayı Aşireti, ilk noktadan beri
gözünü bir hedefe dikmiş ve büyük bir ideali gerçekleştirmiştir.
Niyetiyle yola çıkmıştı;
peygamber müjdesi olan, dünyanın gözbebeği Bizans'ın Başkenti İstanbul'a
istikamet müjdelenen fetihti aslında. Yoksa, nereye gideceği, nerede
konaklayacağı, nereyi yurt edineceği bilinmeyen, rüzgârın estiği tarafa giden,
hedefsiz ve rotası belli olmayan bir kalabalık asla değildi. Bu meyanda, 1326
yılında, Orhan Gazi, Bursa'yı fethetti ve Bursa'nın fethi, Osmanlı Beyliği için
bir dönüm noktası oldu. Bursa, 1335 tarihinde Osmanlı Devletinin ilk başkenti
oldu.
Yapılan bu fetihler,
sadece bir kenti alma ve ona hâkim olma mücadelesinden ibaret değildir.
Osmanlı, fetihlerini, yüce bir gaye ve bir ideale ulaşmak için hedeflemiştir.
Bu sebeple, İstanbul'dan önce yapılan en büyük fetih, Bursa fethidir. Nitekim,
Bursa'nın fethine giden yolda, Dinboz mevkiinde tekfurlarla yapılan savaşta
zafer kazanan gazilere seslenen Osman Bey "kimsenin malına, canına kast
olunmayacak. Maksadımız, gelip geçmek değil, kök salıp, yurt tutmak ve buraları
atlama taşı olarak kullanmaktır. Kale muhafızları olarak kalacaklara
sesleniyorum; bulunduğunuz beldeleri imar ediniz, ahalinin ihtiyaçlarını
gideriniz, merhamet ve şefkatle muamele ediniz" şeklinde tavsiyelerde
bulunmuştur. "Adalet üzere olunuz ki, sizi sevsinler, sizlere değer
versinler" diye buyurmuştur. "Osmanlı İmparatorluğu kuruluşu, beşer
tarihinin en hayrete değer ve en büyük vakalarından biridir" der bir
Batılı tarihçi.
Kayı Aşiretinden yavaş
yavaş Osmanlı Devletine doğru giden yolda Bursa'nın fethi, İstanbul'a giden
yolun son durağı olacaktı. Yaklaşık dokuz yıllık bir muhasaradan sonra, Osman
Bey, idareyi, oğlu Orhan Beye vermişti, "Bursa'nın, senin elinle fethini
görmek isteriz" vasiyetini göstermişti. Vasiyetimiz şudur demişti Orhan
Gazi'ye: "Bizim kavgamız, mihnetle kuru kavga değil; davamız, cihana
hükmetme davası değil; davamız, bütün bunlardan çok daha mukaddes olan ilahî kelimetullah
davasıdır. Adil ol, merhametli ol, dinin emirlerinden sapma, istişareye
ehemmiyet ver; ama, ehliyle istişare et; var git, Bursa'yı fetheyle"
diyerek, görevi devretmiştir. Bunun üzerine, Orhan Bey, bir tarafta kılıç
kuvvetini temsil eden Turgut Alp ve Köse Mihal, diğer tarafta, manevî kuvvetin
sembolü Şeyh Edebali'nin torunu Ahi Hasan ile Şeyh Mahmut olduğu halde
Bursa'nın önüne gelmiştir. İşte, Osmanlı'nın yüzyıllarca dengede gitmesinin
sırrı, Orhan Gazi'nin, iki taraftaki dengede saklıdır. Bir tarafta maddî güç,
harp gerekleri, öbür tarafta maneviyat erleri. Yani, madde ve mana dengede
olarak Bursa'yı fethe muvaffak olmuştur.
Ne zaman ki bu denge
bozuldu, Osmanlı'nın dengesi de bozuldu. Dengesi bozulan ne olursa olsun,
hızını kesmeye ve en sonunda durmaya ve yıkılmaya mahkûmdur.
Osmanlı Devleti demek…
Osmanlı, adalet demekti, insanlık demekti, yüce hedef ve büyük ideal demekti.
Osmanlı, bir aşiret değil, misyonunu bilen, vizyon sahibi, Şeyh Edebali'nin
rüyasındaki büyük çınar ağacının manevî gölgesinde medeniyet iklimi yaşatmayı
hedefleyen, gözüpek, kahraman, aklı ve kalbiyle beraber hareket eden kâmil
insanlar topluluğuydu.
Bu itibarla, insanın,
geçmişe hatıraları ve tecrübeleriyle bağlı olduğu gibi, şimdiki zamanı yaşar ve
gelecekle ilgili tasavvurları, planları, endişeleri ve emelleri vardır. Osmanlı
bizim geçmişimiz, cumhuriyet bugünümüz.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Alp, konuşmanızı tamamlayınız.
ABDULMECİT ALP (Devamla)
- İnşallah, tam demokratik, kalkınmış, hür, medenî dünyayla entegre olmuş
müreffeh Türkiye Cumhuriyeti ise geleceğimiz olacaktır.
Bursa hakkında söz
edilebilecek çok şeyler vardır: Hanları, hamamları, Yeşil Türbesi, Uludağ'ı,
Ulu Camii, kestane şekeri, iskender kebabı, ipek havlusu ve şeftali
bahçeleriyle, ülkemizin cennet köşelerinden bir köşedir. Bu cennet köşeyi bize
emanet eden, ecdadımıza ve Çanakkale'de doğusuyla, batısıyla el ele, gönül
gönüle vererek bu ülkeyi bize emanet eden büyüklerimize ve dün Şırnak'ta şehit
olan ve mertebelerin, makamların en yüksek makamı olan şahadet şerbetine erişen
güvenlik güçlerimize Yüce Allah'tan rahmet diler, Yüce Meclisi saygıyla
selamlarım. (Alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Alp,
teşekkür ediyorum.
Sayın milletvekilleri,
gündeme geçiyoruz.
Başkanlığın Genel Kurula
sunuşları vardır.
Meclis araştırması
açılmasına ilişkin 2 önerge vardır, ayrı ayrı okutuyorum :
C) GENSORU,
GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ
1.- Denizli
Milletvekili Mustafa Gazalcı ve 54 milletvekilinin, okullardaki şiddet
olaylarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/356)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Son zamanlarda yurdun her
yerindeki ilk ve ortaöğretim okullarında şiddet olayları yaşanmaktadır.
Olaylar, sıradan disiplin olayları sınırını aşarak kaygı verici boyutlara
tırmanmıştır. Yalnızca son iki ayda olaylar nedeniyle, 9 öğrenci yaşamını
yitirmiş, 35 öğretmen ve öğrenci yaralanmıştır.
İstanbul Emniyet Müdürlüğünün
2005 yılı verilerine göre, İstanbul'da "0-11 yaş arası 868 kız ile 379
erkek çocuğun, 12-18 yaş arası 1 369 kız ile 12 656 erkek çocuğun suç işlediği
saptandı. Suçlu çocukların yüzde 63'ü ilköğretim okulu ya da hâlâ devam eden
çocuklar. Çocukların yüzde 12'si lise öğrencisi" olduğu açıklanmıştır.
Öğrenciler arasındaki
şiddet olayları zaman zaman okul sınırlarını aşarak sokaklara taşmıştır. Kimi
okullarda çetelere rastlanmıştır. Bu yüzden normal eğitim öğretim aksamaktadır.
Veliler, öğretmenler, kamuoyu
bu şiddet olaylarından kaygı duyarken Milli Eğitim Bakanlığı "bir iki
olayı fazla büyütmeyin" diyerek bir genelgeyle bu olayları geçiştirmeye
çalışmaktadır.
Geçen yıllarda öğretmen
sendikalarının anketler ve araştırmalar sonucu yaptığı uyarılar dikkate
alınıp köklü önlemler alınmamıştır.
Okullardaki ikili
öğretim, birleştirilmiş, kalabalık sınıf öğretimi, eğitimin niteliğini
düşürmektedir. Ayrıca, okullarda yeterince rehberlik hizmeti de
verilmemektedir. Yine okullarda öğrencilerin boş zamanlarını değerlendirebileceği,
spor salonları, kütüphaneler, laboratuarlar, oyun alanları, çok amaçlı
merkezler yeterince yoktur. Bu yüzden sosyal etkinlikler yapılamamaktadır.
Okulların her zaman
toplum yaşamına örnek olacağı yerde, şiddet olaylarına sahne olması geleceğimiz
açısından kaygı vericidir. Okullar, çocukların ve gençlerin nitelikli eğitim
alarak yetişeceği, iyi alışkanlıklar kazanacağı, yerler olmalıdır.
Çocuklar, gençler
ülkemizin geleceğidir. Onların okullarda sağlıklı ve güven içinde olması, nitelikli
eğitim almaları sağlanmalıdır.
Okullardaki şiddet
olaylarının toplumsal, ekonomik, kültürel boyutunun irdelenmesi ve gerekli
önlemlerin alınabilmesi için Anayasanın 98 inci maddesine, TBMM İçtüzüğünün 104
ve 105 inci maddesine göre Meclis araştırması açılmasını dileriz.
Saygılarımızla.
1.- Mustafa Gazalcı |
(Denizli) |
2.- Enver Öktem |
(İzmir) |
3.-Abdurrezzak Erten |
(İzmir) |
4.- Vezir Akdemir |
(İzmir) |
5.- Uğur Aksöz |
(Adana) |
6.- Hüseyin Ekmekcioğlu |
(Antalya) |
7.- Mehmet Ziya Yergök |
(Adana) |
8.- Ali Oksal |
(Mersin) |
9.- Feridun Ayvazoğlu |
(Çorum) |
10.- Mehmet Semerci |
(Aydın) |
11.- Abdulkadir Ateş |
(Gaziantep) |
12.- Yücel Artantaş |
(Iğdır) |
13.- Mustafa Yılmaz |
(Gaziantep) |
14.- Erdal Karademir |
(İzmir) |
15.- Mehmet Yıldırım |
(Kastamonu) |
16.- Mevlüt Coşkuner |
(Isparta) |
17.- Gürol Ergin |
(Muğla) |
18.- Ali Kemal Kumkumoğlu |
(İstanbul) |
19.- Ali Kemal Deveciler |
(Balıkesir) |
20.- Feridun Fikret Baloğlu |
(Antalya) |
21.- Nadir Saraç |
(Zonguldak) |
22.- Mehmet Küçükaşık |
(Bursa) |
23.- Hasan Güyüldar |
(Tunceli) |
24.- Ahmet Yılmazkaya |
(Gaziantep) |
25.- Yavuz Altınorak |
(Kırklareli) |
26.- Mehmet Ali Arıkan |
(Eskişehir) |
27.- Ali Arslan |
(Muğla) |
28.- Nail Kamacı |
(Antalya) |
29.- Salih Gün |
(Kocaeli) |
30.- Ahmet Küçük |
(Çanakkale) |
31.- Mehmet Vedat Yücesan |
(Eskişehir) |
32.- Mehmet Işık |
(Giresun) |
33.- Kâzım Türkmen |
(Ordu) |
34.- Mehmet S. Kesimoğlu |
(Kırklareli) |
35.- Mehmet Nuri Saygun |
(Tekirdağ) |
36.- Hakkı Ülkü |
(İzmir) |
37.-Mehmet Mesut Özakcan |
(Aydın) |
38.- Tuncay Ercenk |
(Antalya) |
39.- Özlem Çerçioğlu |
(Aydın) |
40.- Bihlun Tamaylıgil |
(İstanbul) |
41.- Muharrem Kılıç |
(Malatya) |
42.- Ufuk Özkan |
(Manisa) |
43.- Nuri Çilingir |
(Manisa) |
44.- N. Gaye Erbatur |
(Adana) |
45.- Bülent Baratalı |
(İzmir) |
46.- Türkân Miçooğulları |
(İzmir) |
47.- Osman Özcan |
(Antalya) |
48.- Mustafa Özyurt |
(Bursa) |
49.- Nurettin Sözen |
(Sivas) |
50.- Ali Cumhur Yaka |
(Muğla) |
51.- Yakup Kepenek |
(Ankara) |
52.- Abdulaziz Yazar |
(Hatay) |
53.- Vahit Çekmez |
(Mersin) |
54.- Muharrem Toprak |
(İzmir) |
55.- Mehmet Vedat Melik |
(Şanlıurfa) |
BAŞKAN - Bilgilerinize
sunulmuştur.
Diğer önergeyi
okutuyorum:
2.-
Anavatan Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri Gaziantep Milletvekili Ömer
Abuşoğlu ve Malatya Milletvekili Süleyman Sarıbaş'ın, okullarda meydana gelen
şiddet olaylarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/357)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Ülkemizde, son günlerde
ortaöğretim kurumlarında okuyan gençlerimizin birbirlerine uyguladıkları şiddet
olaylarında ciddî artışlar meydana geldiğini basın ve yayın organlarında çıkan
şok edici haberlerle izlemekteyiz. Ortaöğretimde okuyan gençlerimiz arasında
meydana gelen şiddet olaylarındaki olağanüstü artış, önceki yıllarda meydana
gelen münferit şiddet olaylarının boyutunu aşarak toplumu dehşete düşüren bir
boyuta ulaşmıştır.
Okullarda meydana gelen
şiddetin sebebinin, sadece öğretmenler tarafından verilen eğitimin
yetersizliğine dayandırmak mümkün değildir. Bunun yanında, hükümetin uyguladığı
politikaların, gerekli inceleme ve tedbirlerin zamanında alınamamış olmasının,
güvenlik güçlerinin okul çevrelerinde yeterli önlemleri alamamış olmalarının ve
ailelerin şiddetin bu boyuta gelmesinde ayrı ayrı sorumlulukları bulunmaktadır.
Ayrıca, Millî Eğitim
Bakanlığında, millî eğitim müdürlüklerinde ve okullarda atamaların objektif
ölçülere göre oluşturulan, kıdem ve liyakat esaslarına göre değil, siyasî
yakınlık ve patronaj ilişkileri esas alınarak yapılması da, sorunun bu
boyutlara gelmesinin en büyük nedenleri arasındadır.
Açıklanan ve ayrıca
gerekçede belirtilen nedenlerle;
Yukarıda açıklanan
sorunun ortaya çıkmasına neden olan sosyoekonomik ve psikolojik etmenler ile
sorunun bu aşamaya gelmesine neden olan eğitimden, güvenlikten, medyadan ve
aileden kaynaklanan sorunların;
Son dönemde meydana gelen
şiddet olaylarında, Millî Eğitim Bakanlığı yetkilileri ile eğitimcilerin
sorumluluklarının ve kusurlarının;
Öğrencileri okul
ortamından uzaklaştırıcı ve şiddete yönlendirici internet kafe, atari salonu ve
sinema gibi yerlerin denetimindeki eksikliklerin ve okul çevresi ve okul içinde
gerekli önlemlerin alınamamasındaki sorumluların;
En nihayet gençliğimizi
ve geleceğimizi tehdit eden bu sorunu giderecek önlemlerin araştırılması
amacıyla Anayasanın 98 inci ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 104 ve
105 inci maddeleri gereğince inceleme yapılması ve Meclis araştırması açılması
için gereğini arz ederiz.
|
Ömer Abuşoğlu |
Süleyman Sarıbaş |
|
Gaziantep |
Malatya |
|
Anavatan Partisi Grup Başkanvekili |
Anavatan Partisi Grup Başkanvekili |
Gerekçe:
Bilindiği üzere, bugünün
gençleri geleceğimizin toplum önderleri haline geleceklerdir. Son günlerde
birbirlerine amansızca şiddet uygulayan, şiddete maruz kalan veya bu endişe
verici ortamda eğitim görmek durumunda olan gençlerimiz, bir kuşak sonra
bürokrat, sanayici, esnaf, siyasetçi veya çalışan olarak ülkemizin geleceğini
elinde tutacak bir konuma geleceklerdir.
Her insan gibi,
çocuklarımız da, İnsan Hakları Bildirgesi tarafından sunulan ve özellikle
bireyleri aşağılama ve insanlık dışı tavırlara karşı koruyan garantiler ve
korumadan yararlanabilmektedir. Uluslararası İnsan Hakları Bildirgesi ise,
çocukların özel yardım ve danışmanlık hizmetlerinden yararlandırılmalarını
savunmaktadır...
HALUK KOÇ (Samsun) -
Sayın Başkan, Kâtip Üyenin sözleri anlaşılmıyor.
BAŞKAN - Buyurun, Sayın
Koç.
HALUK KOÇ (Samsun) -
Sayın Kâtip Üyenin okuma tarzı anlaşılmıyor efendim. Biraz mikrofonu önüne
doğru getirip tane tane okuyabilirse...
BAŞKAN - Buyurun, devam
edin.
…Okul çevrelerinde
kümeleşen ve çocukların eve ve okula gitmelerinin önünde engel ve sorun halini
alan internet kafeler, maalesef, çok büyük boyutlara ulaşmıştır. Çocukları
okula yönlendirebilecek mekân oluşturmak ve onları okula gitme yönünde
tedbirler almak devletin her kademesinin esas görevleridir.
Yapılan Araştırmalara
göre, atari salonu ya da internet kafelere giden öğrenciler arasında en çok oynanan oyun türü yüzde 66,5 ile
savaş ve dövüş oyunları olarak gözlenmiştir.
Ayrıca, öğrencilerin
televizyon dizilerini seyretmede tercihlerinin yüzde 21 oranı ile mafya
dizileri ilk sırayı aldığı ortaya çıkmıştır. Yine öğrencilerin yarısı, yani
yüzde 44,8'i aksiyon/macera/gerilim/korku türündeki filmleri izlemeyi tercih
etmektedir.
Halen okullardaki şiddet
olaylarıyla ilgilenmeye odaklı kurulmuş ulusal bir organ ülkemizde
bulunmamaktadır.
Bugün okullardaki şiddet
çok yönlü ve ciddi bir problem olarak karşımıza çıkmaktadır. Öğrencilerin
birbirlerine uyguladığı şiddet önemlidir; ama, bugüne kadar çok az konuşulan ve
hakkında çalışma yapılmayan bu konunun ivedilikle incelenmesi gereklidir.
BAŞKAN - Bilgilerinize
sunulmuştur.
Önergeler, gündemde
yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşmeler
sırası geldiğinde yapılacaktır.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır; okutup oylarınıza sunacağım.
D)
TEZKERELER VE ÖNERGELER
1.-
Gaziantep Milletvekili Fatma Şahin'in, Türkmenistan'ın Başkenti Aşkabat'ta
yapılacak olan "Altın Asırda Türkmen Kadınlar" konulu uluslararası
konferansa Türkiye Büyük Millet Meclisini temsilen katılmasına ilişkin
Başkanlık tezkeresi (3/1022)
6 Nisan 2006
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kuruluna
Türkmenistan Kadınlar
Birliğinin organizasyonunda Türkmenistan'ın başkenti Aşkabat'ta, 11-12 Nisan
2006 tarihleri arasında "Altın Asırda Türkmen Kadınlar" konulu
uluslararası konferansa, TBMM'yi temsilen Gaziantep Milletvekili Fatma Şahin'in
katılması, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi
Hakkındaki 3620 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi gereğince Genel Kurulun
tasviplerine sunulur.
Bülent Arınç
TBMM Başkanı
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Gündemin "Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına
geçiyoruz.
Önce, sırasıyla, yarım
kalan işlerden başlayacağız.
V.- KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
1.-
Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu
Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun
Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)
BAŞKAN - 3 üncü sırada
yer alan kanun teklifinin geri alınan maddeleriyle ilgili komisyon raporu
gelmediğinden, teklifin görüşmelerini erteliyoruz.
4 üncü sırada yer alan,
Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve
Bütçe Komisyonu raporunun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
2.- Bazı
Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/1030) (S. Sayısı: 904)
BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.
Tasarının görüşülmesi
ertelenmiştir.
5 inci sırada yer alan,
190 sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Eki
Cetvellerin Yargıtay Başkanlığına Ait Bölümünde Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu raporunun görüşmelerine kaldığımız
yerden devam ediyoruz.
3.- 190
Sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Eki
Cetvellerin Yargıtay Başkanlığına Ait Bölümünde Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1105) (S. Sayısı: 1075)
(x)
BAŞKAN - Komisyon ve
Hükümet?.. Yerinde.
Tasarının tümü üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Malatya Milletvekili Sayın Muharrem Kılıç
konuşmuştu.
Şimdi, söz sırası, AK
Parti Grubu adına Ağrı Milletvekili Halil Özyolcu'da.
Sayın Özyolcu, buyurun
efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA
HALİL ÖZYOLCU (Ağrı) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1075 sıra sayılı
kanun tasarısı üzerinde, AK Parti Grubu adına söz almış bulunmaktayım; bu
vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Ben, Ağrı Barosunun
mensubu ve üyesi bir avukat arkadaşınızım; bununla da gurur duymaktayım ve 5
Nisan Avukatlar Gününü de, bu vesileyle kutluyorum.
Değerli arkadaşlar, dün,
bu kanun tasarısı üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi sözcüsü, konuşurken, yargı
sorunlarını dile getirdi ve yargı bağımsızlığından yakındı; dedi ki:
"Türkiye'de yargı tam bağımsız değil; çünkü, hâkim ve savcıların atanmasını
Adalet Bakanlığı yapmaktadır ve mesleğe kabulü, yine, Adalet Bakanlığınca
yapılmaktadır." Değerli arkadaşlar, bir kere, hâkim ve savcıların mesleğe
kabulünü ve atamalarını Adalet Bakanlığı değil, Hâkimler ve Savcılar Yüksek
Kurulu yapmaktadır; bu bir.
İSMET ATALAY (İstanbul) -
Başkan kim?!
HALİL ÖZYOLCU (Devamla) -
İkincisi, herkes yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığından bahsederken, işine
geldiği gibi ele alır. Bakınız, Cumhuriyet Halk Partisi sözcüsü, bu kürsüde
"yargı tam bağımsız değil" derken, milletvekili sıralarından bir
arkadaşımız da, Adalet eski Bakanı Sayın Mehmet Moğultay'ın sözünü hatırlattı.
Ne demişti Sayın Moğultay: "Ben, hâkim ve savcı adaylarını, tabiî ki,
örgütümden alacaktım; başka kimden alabilirdim" diye bir söz sarf etmişti.
İşte, Cumhuriyet Halk Partisinin zihniyeti bu…
HALİL TİRYAKİ (Kırıkkale)
- Senin zihniyetin nasıl?!.
HALİL ÖZYOLCU (Devamla) -
Bakınız, zihniyetiniz, hâkim ve savcı adaylarını hangi kriterlere göre aldı,
bir bakmanız lazım.
GÜROL ERGİN (Muğla) -
Konuşacak lafın varsa onu söyle!
HALİL ÖZYOLCU (Devamla) -
Bu, yargı bağımsızlığına ve tarafsızlığına yakıştı mı?!
GÜROL ERGİN (Muğla) -
Konuşacak lafın varsa onu söyle!.. Çamur atma, konuşacak lafın varsa onu
söyle!..
(x) 1075 S. Sayılı Basmayazı 5.4.2006 tarihli 84 üncü
Birleşim Tutanağına eklidir.
HALİL ÖZYOLCU (Devamla) -
Efendim, yerinizden laf atmayın, bir dinleyin…
HALİL TİRYAKİ (Kırıkkale)
- Senin yaşın kadar siyaset yaptık biz…
GÜROL ERGİN (Muğla)
- Sen de doğru düzgün konuş!..
HALİL ÖZYOLCU (Devamla) -
Olanları söylüyorum. Vakıalar bunlar, bütün kamuoyunda yer almış olan
bilgilerdir.
HALİL TİRYAKİ (Kırıkkale)
- Ağzından çıkanı kulağın duysun yalnız!
NEZİR BÜYÜKCENGİZ (Konya)
- Bilmiyorsun, Moğultay CHP'li değil şimdi…
HALİL ÖZYOLCU (Devamla) -
Evet, zihniyetten bahsediyorum.
GÜROL ERGİN (Muğla) -
Senin zihniyetin ne?!
HALİL TİRYAKİ (Kırıkkale)
- Sen zihniyetini söylesene!..
BAŞKAN - Sayın Tiryaki,
lütfen…
HALİL ÖZYOLCU (Devamla) -
İkinci bir örnek; daha dün, Van'daki sanık rektör yargılamasında, Cumhuriyet
Halk Partisi heyetler kurdu ve mahkemeyi etkilemeye çalıştı. Bu, bütün kamuoyu
tarafından bilinmektedir.
MUHARREM İNCE (Yalova) -
Başbakan yaptı…
HALİL ÖZYOLCU (Devamla) -
Hem de, siz, sanık rektöre destek çıkarken, sanık rektör yoğun bakımda
yatıyordu ve tekerlekli sandalyeyle mahkemeye gelip gidiyordu. Ne zamanki
rektörün tutukluluk hali sona erdi, sanık rektör turp gibi oldu ve ortaya
çıktı…
GÜROL ERGİN (Muğla) -
Allahaşkına!.. Lütfen…
HALİL ÖZYOLCU (Devamla) -
Ankaraları dolaştı, televizyon programlarına katıldı efendim.
GÜROL ERGİN (Muğla) -
Turp gibi!.. Sen ne gibisin arkadaş?!
HALİL ÖZYOLCU (Devamla) -
Bu muydu savunduğunuz yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı?!
TUNCAY ERCENK
(Antalya) - Grup Başkanvekili yok mu bu
partinin?!
HALİL ÖZYOLCU (Devamla) -
Bunu sadece Cumhuriyet Halk Partisi yapmadı tabiî, YÖK de heyetlerle gitti.
GÜROL ERGİN (Muğla) - O
kürsü terbiyeli konuşma kürsüsü!..
BAŞKAN - Sayın Özyolcu …
GÜROL ERGİN (Muğla) - Olmayan
insana burada hakaret ediyorsun…
HALİL ÖZYOLCU (Devamla) -
Bakınız, size laf yetiştirmeye çalışmıyorum; ama, ayıp ediyorsunuz!
GÜROL ERGİN (Muğla) -
Hakaret ediyorsunuz!..
HALİL ÖZYOLCU (Devamla) -
Hakarete varacak hiçbir söz sarf etmedim.
GÜROL ERGİN (Muğla) -
Aynı şeyi, sana aynen iade ediyorum…
HALİL ÖZYOLCU (Devamla) -
Bütün kamuoyunun bildiği şeyleri burada vermeye çalışıyorum.
GÜROL ERGİN (Muğla) - Ama
ayıp!.. Ömrü billah tekerlekli sandalyede mi kalsaydı?!
BAŞKAN - Sayın Özyolcu…
GÜROL ERGİN (Muğla) -
Sayın Başkan, ayıp!..
BAŞKAN - Sayın Özyolcu…
Sayın milletvekilleri…
Lütfen…
GÜROL ERGİN (Muğla) -
Yazıklar olsun!..
HALİL ÖZYOLCU (Devamla) -
Yakışmıyor size…
GÜROL ERGİN (Muğla) -
Sana yakışıyor mu?!
HALİL ÖZYOLCU (Devamla) -
Şimdi sorarlar, demezler mi; bu ne perhiz bu ne lahana turşusu…
TUNCAY ERCENK (Antalya) -
Kendini anlat, kendini…
HALİL ÖZYOLCU (Devamla) -
Bir de, değerli arkadaşlar -dinleyin- bakınız, yargı bağımsızlığını ve
tarafsızlığını herkes işine geldiği gibi burada verdiğini başta ben söyledim.
Yani, burada ne kadar samimiyet vardır yoktur, onu anlamaya çalışıyoruz veya
bunu vermeye çalışıyoruz.
Bir de, değerli
arkadaşlar, yargının kendisi de…
GÜROL ERGİN (Muğla) -
Yazıklar olsun ki, seni o kürsüye çıkardı o parti!
HALİL ÖZYOLCU (Devamla) -
Ayıp ediyorsunuz orada; bakınız, laf yetiştirmeye çalışmıyorum…
GÜROL ERGİN (Muğla) - Ne
söylüyorsun ki laf yetiştirelim?!
İZZET ÇETİN (Kocaeli) -
Kim yazıp verdi o metni senin eline?!
HALİL ÖZYOLCU (Devamla) -
Ama, bakınız, böyle bir usul var mı?!
İZZET ÇETİN (Kocaeli) -
Böyle bir konuşma var mı?!
HALİL ÖZYOLCU (Devamla) -
Var tabiî… Var tabiî…
İZZET ÇETİN (Kocaeli) -
Kurumlara hakaret, şahıslara hakaret var mı orada?!
HALİL ÖZYOLCU (Devamla) -
Bu, halkın kürsüsü ve olanları konuşuyorum.
İZZET ÇETİN (Kocaeli) -
Yargıdan rahatsızsın, YÖK'ten rahatsızsın, Kara Kuvvetlerinden rahatsızsın…
HALİL ÖZYOLCU (Devamla) -
Kamuoyunun bildiği konuları, kamuoyunun paylaştığı konuları burada paylaşmaya
çalışıyorum.
İZZET ÇETİN (Kocaeli) -
Rahatsız olmadığın kurum kaldı mı?!
HALİL ÖZYOLCU (Devamla) -
Bir de, değerli arkadaşlar, yargının kendisi de… Bakınız, yargı
bağımsızlığından, yargı mensupları da bahseder. Yargının kendisi de, zaman
zaman, bağımsızlığını ve tarafsızlığını zaafa kendisi uğratmaktadır. Bu da,
yine, yargının vermiş olduğu -çoğu zaman kamuoyunda yine tartışılıyor- siyasî
ve ideolojik kararlar vardır. Siyasî ve ideolojik kararlar, yargının,
bağımsızlığını, kendi tarafından zaafa uğrattığının bir örneğidir.
Diğer bir örnek, yine,
yargıyla ilgili, yargının, yargı mensuplarının yaptığının bir örneği; bir 28
Şubata gidersek, yargı mensupları, bir kurumdan brifing aldı. Yargı
mensuplarının başka bir kurumdan brifing alması, yine, yargı bağımsızlığını ve
tarafsızlığını neticede zaafa uğratmıştır.
MUHARREM İNCE (Yalova) -
Ulemadan icazet mi alsaydı?!
HALİL ÖZYOLCU (Devamla) -
Dolayısıyla, Anadolu'da bir söz var; deniliyor ki: "Sözü Musa'nın sözü;
ama, fiili Firavun'un fiili." Yani, baktığımızda, söz söylerken, beyanatlar
verilirken, tıpkı Musa'nın sözü… Herkes, siyasetçisi, hukukçusu, efendim, diğer
kurum ve kuruluşların mensupları, yargı, yargı bağımsızlığından ve yargının
yeteri kadar tam bağımsız olmadığından bahsetmektedirler. Tabiî ki, biz de buna
katılıyoruz; ancak, söz tamam. Öte tarafa, davranışlara baktığımız zaman,
fiillere baktığımız zaman, sözlerle uyuşmayan davranış ve töreleri
görüyorsunuz. Bunu siyasî partiler de yapıyor -işte, heyetler gönderdiniz
Van'a- başkaları da yapıyor. Yargı dahil olmak üzere bunları söylüyorum.
Neticede, burada
samimiyet çok önemli. Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığından bahsederken, evet,
asıl olan samimiyettir. Ne kadar samimî olduğumuzu, onu, bir kere kamuoyunun
bilmesi lazım.
Değerli arkadaşlar,
bilindiği üzere, Türk yargı sisteminde adlî yargının en üst derece karar mercii
Yargıtaydır. Yargıtay, aynı zamanda, Cumhuriyet Başsavcılığı görevini de
yürütmektedir. Çoğu yüksek yargıç, yargıç ve savcı olmak üzere, 1 000'den çok
çalışanı ve bünyesinde yüzbinlerce dosya bulunduran Yargıtayın, gerek yargıç ve
savcılarının gerekse binalarının güvenliklerinin daha iyi sağlanabilmesi için
koruma ve güvenlik görevlisi kadrolarının artırılmasına gerek görülmüştür. Bu
yasayla da bunu yapıyoruz. Yargılama faaliyetinin güven içinde sürdürülmesi
amacıyla 30 adet koruma ve güvenlik görevlisi kadrosu bu yasayla ihdas
edilmiştir. Özel olarak korunması gereken Yargıtay Başkanlığında halen 28
güvenlik elemanı bulunmakta; bu sayının ihtiyacı karşılamaktan yetersiz kaldığı
açıktır. Dolayısıyla, ilave kadroya ihtiyaç hâsıl olmuştur. Bu tasarıyla,
Yargıtay Başkanlığının bu ihtiyacı karşılanmıştır.
Değerli milletvekilleri,
elbette, gerek yargılama faaliyetleri ve gerekse yargıç ve savcılarımızın
güvenliğinin sağlanması önemlidir; ancak, bilindiği gibi, devlet, Anayasaya
göre, kuvvetler ayrılığı prensibi gereği, yasama, yürütme ve yargı
organlarından oluşmaktadır. Bu organlar arasında üstünlük sıralaması yoktur;
ancak, aralarında işbirliği vardır. Kuvvetler ayrılığı prensibine tam riayet
edildiği zaman, hukuk devleti ilkesine bağlı olarak yargı bağımsızlığı ve
yargıç güvencesine inanarak bağlı kalındığında, o zaman, işte, yargıçlarımız,
savcılarımız ve yargılama faaliyeti güven içinde olacaktır; asıl güvence, bence
budur.
Hukuk devleti ilkesinin
tam olarak özümsenmesi, hak arama özgürlüğü ve adil yargılama hakkının en iyi
ve ideal bir şekilde gerçekleştirilmesi ve öte yandan, temiz toplum düzenini
vücuda getirme amacına yönelik olarak yapılacak mücadeleden sonuç alınabilmesi,
ancak yargı hizmetlerinin etkili, hızlı ve güven içinde yerine getirilmesiyle
mümkün olacaktır.
Değerli milletvekilleri,
bağımsız, yetkin ve güçlü yargı, cumhuriyet, demokrasi, adil ve mutlu yaşam
için vazgeçilmez birer gerçektir. Son zamanlarda olduğu gibi, yargı mensupları
üzerinde hayalî kuşku ve şaibeler yaratmak, yargısal erki temsil eden yargı
mensupları üzerinde manevî pranga etkisi yaratabileceği gibi, aynı zamanda,
hukuk devleti ilkesi, yargı bağımsızlığı, hukukun üstünlüğü ve herkes yasaların
önünde eşit ilkesine zarar vermektedir.
Bilindiği gibi, bir
cumhuriyet savcısının bir iddiayı sadece gereğinin takdiri için ilgili bir yere
göndermesinin akabinde, gerek kuvvetler ayrılığı prensibini ve gerekse yargı
bağımsızlığını zedeler nitelikte gelişmeler yaşandı. Bu da, adil, tarafsız ve
görevini tam olarak yapmak isteyen hâkim ve savcıların, görev yaparken
ayaklarının yere sağlam basmasını engeller durumdadır.
Bu bağlamda, şunu ifade
etmek istiyorum: Hâkim ve savcıların sesi olacak ve onları gerektiğinde
savunacak bir yasal oluşuma ihtiyaç olabilir; çünkü, hâkim ve savcıların
meslekî çıkarları dışında, vatandaş olarak korunması gereken hakları ve
karşılanması gereken ihtiyaçları vardır. Bu hak ve ihtiyaçları hem ilgililere
aracı olarak iletmek hem de gerek kurum ve gerekse bazı güçlere karşı muhatap
olacak bir meslekî birliğin olması gerekir.
Düşünün, bir kişi veya
kuruluş, bir mesleğin mensubu hakkında haksız bir eleştiri sarf etse, anında,
ilgili mesleğin oda veya birliği, haksız eleştiriye maruz kalan mensubuna sahip
çıkar. Böyle bir avantaja hâkim ve savcılar neden sahip olmasın?!. Ayrıca, yeni
Türk Ceza Kanununun 6 ncı maddesine göre, yargı görevini yapan olarak kabul
edilen avukatların, mensubu oldukları baroları ve Barolar Birliği var. Yine,
Adalet Bakanlığına bağlı olarak görev yapmakta olan noterlerin de noter odaları
ve Noterler Birliği var. Birer kamu görevi yapan avukat ve noterlerin oda ve
birlik oluşumu olabiliyorsa, hâkim ve savcıların da oda ve birlikleri olabilir
diye düşünüyorum. Batı ülkelerine baktığımızda, bu ülkelerin birçoğunda yargı
mensuplarının meslek kuruluşları bulunmaktadır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; temel insan hak ve özgürlüklerinin güvencesi, bağımsız,
tarafsız, adil, yetkin ve güven içinde yargı hizmetlerinin yerine
getirilmesiyle sağlanabilir; ancak, çağımız "insan hak ve özgürlükleri
çağı" ilan edilmesine ve bu üstün değerlerin uluslararası sözleşmelere
yansıtılmasına rağmen, bu değerlerin ezilip yok edildiklerini üzüntüyle
görmekteyiz. Kimi düşünce beyanıyla, kimi giyim ve kuşamıyla, kimi de benzeri
haksız nedenlerle ezildiklerine şahit oluyoruz. En temel hak olan yaşama
hakkının, en masum varlık olan çocukların ellerinden alındığına şahit oluyoruz.
Ne yazıktır ki, birkısım
dünya devletleri bu türden vahşetleri önleyememekte, âciz ve kayıtsız
kalmaktadır. Baktığımızda, birkısım devletlerin yaptığı devlet terörü dahil her
türlü terör, insan hak ve özgürlüklerini tehdit etmektedir. Birkısım dünya
devletleri "terörle mücadele" adı altında, "demokrasi" adı
altında kendi terörlerini oluşturmakta ve mücadeleye kendi çıkarları
doğrultusunda yaklaşmaktadır. İşte, yanı başımızdaki Irak. Her gün, her türden
insan hakkının çiğnendiği, insanlık dışı muamelelerin yaşandığını görüyoruz.
Bütün bu ölüm, gözyaşı ve acılar, bize halen insan hak ve özgürlüklerinin
yeteri kadar özümsenemediğini göstermektedir.
Kime ait olduğunu
hatırlayamadığım bir beyanı aktarmak istiyorum. Beyan şöyledir: "Haritada
yerini bulmakta güçlük çektiğimiz bir ülkede, tanımadığımız, hatta
mevcudiyetinden habersiz olduğumuz bir kişinin, temel hak ve özgürlüğü, insanlık
haysiyeti ve onuru saldırıya uğramışsa, o insan biziz; çünkü, onun kişiliğinde,
gerek birey olarak gerek toplum olarak hepimizin temel hak ve özgürlüğü,
hepimizin insanlık onuru çiğnenmektedir. Aksi takdirde, zulme seyirci kalmış
oluruz ve sırf seyirci kalmak suretiyle de zulme biz de katılmış oluruz. Bu
gibi gelişmelere dur demeyi sağlamalıyız. Unutulmamalıdır ki, mazlumlara karşı
sağırlaşmış bir dünyanın barışa karşı da körleşeceği kaçınılmazdır."
Bu duygu ve düşüncelerle,
hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum.
Anavatan Partisi Grubu
adına, Malatya Milletvekili ve Grup Başkanvekili Sayın Süleyman Sarıbaş;
buyurun. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya) - Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; Yargıtay Başkanlığımıza 30 güvenlik kadrosu tahsisiyle ilgili
tasarının görüşülmesinde Anavatan Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum;
Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Sözlerime başlarken, dün,
5 Nisan Avukatlar Günü nedeniyle, yargının temel bir ayağı olan savunma
hizmetini yürüten bütün avukat arkadaşlarımın, meslektaşlarımın Avukatlar
Gününü kutluyorum ve hayırlara vesile
olmasını diliyorum.
Yine, dün, Şırnak Gabar
Dağında vatanı için şehit olan 5 askerimize Allah'tan rahmet diliyorum, kederli
ailelerine başsağlığı diliyorum. Allah bir daha şehit cenazeleri getirmesin bu
ülkeye, bu ülkenin topraklarında şehit cenazeleri olmasın diliyorum. Bingöl'de
şehit olan polisimiz için de Allah'tan rahmet, kederli ailesine başsağlığı
diliyorum.
Değerli arkadaşlar,
elbette, Yargıtayımız hakikaten yüzbinlerce dosyayı muhafaza eden, güvenliği
çok hassas bir yer. 30 tane yeter mi -28 tane var- yetmez mi, bilmem; ama, bu
kadar öngörülmüş. Destekliyoruz; tasarının özüne karşı değiliz. Yargıtayımız
korunması lazım gelen bir müessese. Bu bakımdan, tasarının esasına dair
söyleyeceğim bir şey yok.
Aslında, çok konuşmak da
istemiyordum; ama, biraz önceki arkadaşım, sanki, böyle, yargı konusunda
bilmediği işlere girince, konuşmak mecburiyeti doğdu. Efendim, yargıyı işte
eleştirdiniz Van'da, şöyle oldu, böyle oldu… Daha dün Sayın Başbakan Danıştayı
yerden yere vurdu; vurmadı mı?!
MUSTAFA CUMHUR (Trabzon)
- Haksız mıydı?!
SÜLEYMAN SARIBAŞ
(Devamla) - Kim Başbakan; yürütmenin başı. Kim Başbakan; bu Meclis çoğunluğunun
Genel Başkanı.
HALİL ÖZYOLCU (Ağrı) -
Kararı eleştirdi.
SÜLEYMAN SARIBAŞ
(Devamla) - Yargıtay kim; önüne gelen yasalara göre karar veren yüksek bir
merci, yüksek bir karar organı. Önüne gelen yasayı kim yapıyor; bu Meclis
yapıyor. Bu Mecliste kim yapıyor; iktidar çoğunluğu yapıyor; yani, siz, Yargıtayın
önüne yasaları götürdünüz, uygulayacağı yasaları koydunuz da, yasadışı,
yasalarda olmayan hükümleri mi uyguluyor Danıştay?!
HALİL AYDOĞAN
(Afyonkarahisar) - Takdir diye bir şey yok mu?!
SÜLEYMAN SARIBAŞ
(Devamla) - Yasa yapın, takdir yetkisi bırakmayın; bırakmayın, katı normlara
bağlayın, şöyle şöyle olacak deyin. Bağladınız da, Yargıtay, Danıştay, bu katı
normlarınıza, hukuk normlarının dışına mı çıktı?! Olur mu böyle bir şey?!
HALİL AYDOĞAN
(Afyonkarahisar) - Her şey bağlanabiliyor mu?!
SÜLEYMAN SARIBAŞ
(Devamla) - Bağlayın, her şeyi bağlama gücünüz yok mu?! İktidar değil misiniz?!
HALİL AYDOĞAN
(Afyonkarahisar) - Gücümüz var, gücümüz…
SÜLEYMAN SARIBAŞ
(Devamla) - O zaman bağlayın, eleştirmeyin. İktidarın eleştirme hakkı var mı?!
Yani, Başbakan eleştirince ülkenin yargısını, onun uyguladığı hukuku yapan
yasama organında çoğunluğu elinde bulunduran Başbakan eleştirince, hayret
diyorsunuz ya, bunlar ne zaman iktidar olacaklar, bir türlü kavrayamıyorsunuz…
Yok böyle bir şey!
HALİL ÖZYOLCU (Ağrı) -
Yargıyı etkilemek ayrı, eleştirmek ayrı; karıştırmayın.
SÜLEYMAN SARIBAŞ
(Devamla) - Yok böyle bir şey!
Van Savcısı doğru bir şey
yaptı da, Sayın Bakan niye müfettiş gönderdi?.. Van Savcısı doğru bir şey yaptı
da, Sayın Bakan niye müfettiş gönderdi?.. Göndermeseydiniz; biz gönderemeyiz
müfettiş deseydiniz. Müfettişi gönderen siz, müfettişin raporunda savcıyı suçlu
bulan iktidarınız veya müfettiş göndermeseydiniz olmayacaktı; ondan sonra,
efendim, savcının hukuk bağımsızlığı yok!.. Hem bunu bir taraftan yapacaksınız
hem bir taraftan tavşana kaç, tazıya tut diyeceksiniz, ondan sonra da gelip
burada ağlama duvarı gibi ağlayacaksınız! İktidar mısınız, muhalefet misiniz,
hiçbir şey değil misiniz; doğrusu karıştırıyorum. (Anavatan Partisi
sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlar, böyle
şey olmaz.
MUSTAFA CUMUR (Trabzon) -
Üzülme, kimsenin ağladığı yok…
SÜLEYMAN SARIBAŞ
(Devamla) - Bakın, Sayın Bakanım biliyor. Bu Yargıtay yürümüyor, burada işler
yürümüyor dedik, istinaf mahkemelerini çıkardınız. Ben, hep söylüyorum,
görüşümü de söylüyorum; bu istinaf mahkemeleri uygulanmayacak, uygulaması
mümkün değil. Türkiye'de, yargıyı, on yıl, en az on yıl, oturana kadar kaosa
sokacak. Avrupa Birliği sürecinde, süratle yargı reformları yapmamız, süratle
dünyayla entegrasyonu sağlamamız gerekirken, ne olduğu, nasıl uygulanacağı belli
olmayan bir istinaf mahkemeleri uygulamalarıyla, davaları bir beşer yıl,
altışar yıl daha ileriye atacağız. Bu, çok basitti; 5 tane ceza dairesi
ilavesi, 10 tane hukuk dairesi ilavesiyle, hiç değilse bir on yıl, otomasyona
da geçmek suretiyle, yargıyı rahatlatabilirdik. Şu an, Yargıtay hukuk
dairelerinde davalar bir yıl, ceza dairelerinde birbuçuk yılda çıkıyor. Eğer,
bunu takviye etseydik, bunu altı aya, beş aya düşürebilirdik, daha çok daire
kurmakla ihtisas alanlarını da daha çok ayrıştırabilirdik ve bunu becerirdik.
Bunu yapmadık. Ne yaptık?.. Hangi bölgelerde kuracağımız da belli değil, hangi
yetkileri kullanacakları belli; ama, hem aslî mahkeme sıfatıyla hem denetim
mahkemesi sıfatıyla görev yapacak. Bu hâkimleri nerede yetiştireceğiz, nasıl
göndereceğiz, belli olmayan… 2007'de uygulamaya geçeceğiz; ama, benim kanaatim,
geçmeyeceğiz, benim kanaatim, uzatacağız; çünkü, bunun altyapısını da kurmak
bir on yıl alacak. O halde, yapacağımız iş, bu on yıllık süreçte, yani Avrupa
Birliğine girme sürecinde, hiç değilse, yargıda bir maraza çıkarmadan bu işi
süratlendirecek tedbirlerle Avrupa Birliği sürecini geçirmemiz gerekirdi. Ben,
tahmin ediyorum, Sayın Bakanım yürürlük tarihini değiştirir. Yani, kanunun
uygulama tarihi değişecektir diye düşünüyorum.
Değerli arkadaşlar,
yargıdaki arkadaşlarımızın çok büyük şikâyetleri var. Bir kere, mekân
şikâyetleri var. Yargıtaya gidiyorsunuz, sisli odalar… Yani, çalışma imkânı,
fırsatı olmayan odalar… Bunlar, yüksek yargıçlar ve günde, her daire yaklaşık
200'e yakın dosyayı karara bağlıyor. Rakam olarak 200 rakamı hepimize sıradan
bir rakam gelebilir; ama, 200 tane ferdin, vatandaşın, şirketin geleceğini
ilgilendiren, önemli, onlar açısından önemli kararlar veriyor. Bir adamın hayatını
karartıyor veya meslek hayatını karartıyor veya bir hakkını alan veya veren
kararlar veriyorlar. O 200 kişi için önemli, her dairenin o günkü çalışması. 32
tane daire var; 200x32, demek ki günlük, yaklaşık olarak 6-7 bin kişinin
hayatıyla direkt ilgili kararlar oradan çıkıyor. Her gün 6-7 bin vatandaşımızın
veya daha fazla vatandaşımızın gözü kulağı Yargıtayda. Şimdi, bu kadar önemli
ve temel erklerden biri olan yargının en temel müessesesi Yargıtayın çalışma
ortamını öncelikle düzenlememiz lazım. Yani, refah, ferah içerisinde, aydınlık
içerisinde çalışacakları bir mekâna, Sayın Bakanım, kavuşturmamız lazım.
Artı, Yargıtay üyelerimiz
birinci sınıf hâkimlerden çok fazla bir maaş almıyorlar yani. Ankara
Adliyesindeki hâkimlerden, tahmin ediyorum 100-150 milyon lira fazla bir para
alıyorlar ki, hayatlarını idame ettirmeleri mümkün değil. Yani, 2-2,5 milyar
lira civarında bir maaş alıyorlar ve bütün şikâyetleri… Onların birçoğu artık
50-55 yaşında, ya çocuğu üniversitede veya çocuğu evlenme çağında. Bir yüksek
yargıç çocuğunu everirken -o lafı kullanmak istemiyorum, o "cüzdan-vicdan"
meselesini kullanmak istemiyorum, çok doğru bir laf değildir; ama- en azından,
Avrupa'daki gibi, bu tür ihtiyaçlarını; çocuğunu üniversitede okutabilme
ihtiyaçlarını, çocuğuna iş kurma, everme ihtiyaçlarını giderici maddî bir gelir
durumuna kavuşmaları lazım.
Tabiî, onların bir temel
arzusu var: "Efendim, yasama bir kuvvet, şu kadar alıyor; biz de yargıyız,
biz de bir kuvvetiz, eşit olsun" falan; ama, ben dün kendilerine espri
olarak dedim ki: O zaman, yüksek yargıçları da seçimle getirelim dedim. Tabiî,
bu mümkün değil. Yargıçlar, mutlaka seçimle geliyorlar; ama, bu seçim sistemini
de değiştirmemiz lazım. Ben hep ısrarla söylüyorum, Yargıtay üyelerinin bu
usulle seçimi, maalesef, doğru değil.
Şimdi, deniyor ki:
"Efendim, Yargıtayda, yargıda siyasallaşma var." Tabiî var. Bir dönem
geliyor, kendi adamlarını seçiyor oraya, bir başka dönem geliyor, dengeyi
kurmak için kendine yakın kulis yapanları seçiyor. Bu siyasallaşma doğasından
oluyor. Halbuki, Anayasada bu değişikliği yapıp, Hâkimler ve Savcılar Yüksek
Kurulumuzu siyasetin sirayet edemeyeceği bir düzenlemeyle oluştursak, bu
siyasallaşma, zaten kendiliğinden ortadan kalkar. Mesleğe kabulden teftişine
kadar siyasî erkin etki edemeyeceği bir sisteme kavuşturduğumuz takdirde,
yargının siyasallaşması da ortadan kalkar; ama, bunu kimse istemiyor; bu
iktidardan öncekiler de istemediler, bu iktidar da, maalesef, istemiyor; yani,
iktidar gücünü eline geçirenler, ben, hele adamlarımı bir yargıya yerleştireyim
de mantığı, maalesef, doğru bir mantık değil. Kesinlikle, siyasetin sirayet
edemeyeceği bir Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu oluşturulup ve yargıda,
benim adamım, senin adamın tavassut işlerinin bitmesi ve yüksek
yargıçlarımızın, kesinlikle, kendi kurulları içerisinde, tarafsızlık ve nitelik
esasları belirlenerek, o nitelikler esasında seçilmesi gerekir diye
düşünüyorum.
Başka bir düşüncem daha
var: Türkiye'deki il başsavcılarımız, kesinlikle, artık Bakanlığın vesayetinden
çıkıp, Yargıtay Başsavcılığımızın emri altında olmalı. Bakın, bu Van Savcısı bu
hataları işlemezdi, Yargıtay Başsavcılığının emrinde olsaydı; çünkü, bir
silsile içerisinde danışma, görüşme, vesilelerle olurdu, ihtiyaçlar doğardı ve
bu hatalar işlenmezdi, Türkiye de bu kadar gerilmezdi; esas işin özü o. Yani,
bir savcı hata işleyebilir mi; işler. Düzeltilebilir mi; evet, düzeltilebilir;
ama "attığı taş ürküttüğü kurbağaya değmedi" denir ya; bu kadar
gerilim yaratılmazdı, bu kadar siyaset bu işi tartışmazdı, asker-sivil
gerginliği olmazdı, hükümet zorda kalmazdı, bütün bunlar olsaydı. Yani, bizim
yapacağımız iş, il savcılarını da, başsavcıları, kesinlikle Yargıtay… Nasıl ki,
Yargıtay Başsavcılığı diyoruz, il savcıları da, ona koordineli bir şekilde,
yine bağımsız bir kurulun denetimi altında çalışmalı.
Şimdi, hep söylüyoruz,
diyoruz ki, efendim, işte, doğu, güneydoğuda belediye başkanları şunları
şunları yaptılar, hükümet ne yaptı?.. Şimdi, oradaki savcılar görevlerini
yaptılar mı? Şöyle bir bakın, hangi savcı dava açabildi, mahallindeki savcılar;
hiçbiri açamadı. Halbuki, Yargıtay Başsavcılığıyla koordineli bir şekilde,
altlık-üstlük ilişkisi içerisinde çalışsalardı, hükümete bu konularda hiç
suçlama gelmeyecek, tamamen Yargıtay Başsavcısının direktifiyle, o mahallî
savcılar o davaları açabileceklerdi. Niye açamıyorlar; o mahalde çalışıyorlar,
o mahallin psikolojik baskısı altında dava açma ehliyetlerini gösteremiyorlar,
ortaya koyamıyorlar, cesaretini koyamıyorlar. Halbuki, Yargıtay Başsavcılığının
talimatıyla açtım derdi, o cesareti de göstermiş olurdu. Dolayısıyla, bu
vesileyle, ben, bir şeyi daha söylemek istiyorum:
Sayın Bakanım, seçim
geliyor. Seçim kurulunun geçmişten beri uygulamalarının nasıl olduğunu hepimiz
biliyoruz. Bir ülkenin demokrasisinin yerleşmesinin temeli seçim kurulundan
geçer. Eğer ülkedeki sivil toplum örgütleriniz… Eğer, ülkedeki, seçimle değişim
sağlayan kuruluşlarınızın yapılan seçimleri denetim altında, bağımsız hâkim
denetimi altında yapılamıyorsa ve oradaki seçim kurulumuzun çalışması, işlevi
bunu sağlamaya yeterli değilse, o ülkede demokrasiyi yerleştirmek mümkün
değildir.
Arkadaşlar, şimdi,
hepiniz siyaset yapıyorsunuz, hepiniz illerde seçim kurullarını, ilçe seçim
kurullarını görüyorsunuz. Kesinlikle, il seçim kurulu hâkimleri ve ilçe seçim
kurulu hâkimleri bu işi tali görev olarak yapıyorlar. Seçim dönemleri geldiğinde;
yani, iş başa düştü, yapalım -bir de seçim kurulu müdürü oluyor, genelde, her
ilde, ilçede- haydi müdür, sen hazırla, ben imzalıyorum… Hiçbir hukukî
uygulamayı, özümseyerek, kanıksayarak, bunun aslî görevleri olduğunu benimseyerek
takip etmiyorlar. Bunun için, öncelikle, hiç değilse illerde, tamamen, seçim
hukukuna ait müstakil hâkimlikler oluşturmamız lazım, bunların kadrolarını
kurmamız lazım, Seçim Kanunumuzda -siz yapmazsınız; ama- bir gün yapılması
lazım. Tamamen, partilere üye olmanın da, partilerin finansmanlarının da,
partilerin her türlü faaliyetlerinin de o bağımsız seçim kurulu başkanlıkları
tarafından mutlaka denetlenmesi lazım. İşte, Siyasî Partiler Yasamızda var; kişi
partiye üye olmak istiyor, partiler kabul edip etmemekte serbest! Böyle bir şey
olabilir mi?! Niye partiye müracaat etsin, kişi, gitsin seçim kuruluna
"ben, şu partiye üye olmak istiyorum, o partinin hesabına aidatlarını da
yatırdım" dediğinde, seçim kurulu partiye bildirsin, "bu, size üye
olmak istiyor, kabul ediyor musunuz; etmiyorsanız, gerekçeleriyle bana
bildir" desin ve nihaî kararı o versin. Kim veriyor; il başkanları
veriyor. Ne yapıyor il başkanları; kendi akraba, tarikatından oluşturduğu bir
dar bölge siyaset anlayışıyla, siyaseti toplumla bütünleştirmiyor. Bugün, en
büyük yaşadığımız sıkıntılardan biri, siyasetin toplumla örtüşememesi,
siyasetin geniş halk yığınları tarafından bizzat katılımının önlenmesi. Ondan
sonra, siyasetçi hep ne yapılıyor; kötüleniyor, hep siyaset horlanıyor, hep
siyasetçi sanki başka dünyanın insanı gibi gösterilmeye çalışılıyor. Bizzat
halkın içinden, halkla bütünleşen bir siyasî yapıyı oluşturabilsek, bu tür
şeylerden de kurtulmuş oluruz; ama, bunun en temel koşulu, seçim kurullarımızı,
demokratik işleyen ve bu işi kendine bihakkın hak edinen kurumlar haline
getirmemizden geçiyor.
Sayın Bakanım, hiç yeri
değil; ama, telefonla söyledikleri için söylüyorum, bu kanunla da hiç ilgisi
yok, Malatya'ya bir tane Gelir İdaresi Müdürü atamışlar. Seçim bölgem, biraz bu
da şart; yani, o bölgenin milletvekiliyim. Şimdi, her gün kamyoncu esnafına,
taksici esnafına, dolmuşçu esnafına, sıradan; yani, geçimini zor sağlayan
esnafa "bu beyannameler olmaz, siz çok kazanıyorsunuz, birer beyanname, ek
beyanname daha vereceksiniz…"
YILMAZ KAYA (İzmir) - Her
yerde öyle, her yerde.
SÜLEYMAN SARIBAŞ
(Devamla) - Kimsin sen ya?! Kimsin sen kardeşim?! "Yok, geriye doğru beş
yıllık defterlerinizi alırım, incelerim…" Ne demek bu, vatandaşı
hırsızlıkla mı… İnceleyeceksen incele kardeşim, tehdit mi ediyorsun yani?! Tehdit
mi ediyorsun yani vatandaşı?! İncelemek, görevin; inceleyeceksen incelersin;
ama, bunu tehdit etmeden incelersin. Yani, Malatyalı yüzde 51 oy verdi bu
partiye, bu kadar esnafını ezdirtmeyin yani. Maliye Bakanı olsa çok daha iyi
olurdu; ama, Sayın Bakanım, sizin de bu işlere duyarlılığınızı biliyorum,
lütfen, bu adama haddini bildirin! Yani, yok öyle; esnaf, zaten burnundan
soluyor, siftah yapamıyor; sen, bir de, tutacaksın, esnafı tehdit eder gibi, ek
beyanname… Bilmem, ben bilirim, ben almayı bilirim, ben Kayseri'den geldim,
şöyle yaptım… Nereden gelirsen gel, bey değil paşa olsan ne yazar kardeşim?!
Peki, hepinize saygılar
sunuyorum arkadaşlar. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Tasarının tümü
üzerinde, Hükümet adına Adalet Bakanı Sayın Cemil Çiçek.
Sayın Bakanım, buyurun.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK
(Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; üzerinde konuştuğumuz yasa
tasarısı, esas itibariyle, önü sonu, Yargıtaya 30 tane güvenlik görevlisi kadrosu
verilmesinden ibarettir. Bunun, esas itibariyle, çok fazla bir tartışılacak
yanı da yoktur. Artan olaylar ve başkaca sebeplerden dolayı, Yargıtayın
binalarının korunması, güvenliğinin sağlanabilmesi açısından 30 tane güvenlik
kadrosu istiyor.
Plan ve Bütçe
Komisyonunda da bunu konuştuk; bunun itiraz edilecek bir yanı da yok.
Dolayısıyla, oybirliğiyle önünüze gelmiş olan bir konu; herhalde biraz sonra da
bu şekliyle çıkacak; ancak, burada, tabiatıyla, bu kürsü hür bir kürsüdür,
kanun tasarısı üzerinde de konuşulur, o vesileyle de konuşulur; buna bir
itirazımız da olmaz; ancak, burada dile getirilen hususların olabildiğince
doğru bilgiler olması lazım gelir. Biz de doğru bilgiyi veririz bize
sorulduğunda, bu konuşmaların, burada, daha verimli, daha isabetli, daha
gerçekçi olabilmesi açısından bu bilgileri veririz, ondan sonra tutanaklara da
bu doğru bilgiler geçer. Onun için, şimdi, burada dile getirilen birkısım
hususlar var, onlarla ilgili bir iki şey söylemek istiyorum.
Bu, yargı bağımsızlığı
konusu, yargının sorunları konusunu, böyle, perakende, yani, bilvesile üç beş
cümle de yeri gelmişken söyleyelim tarzında konuştuğumuzda, fotoğrafın tümünü
görme imkânımız olmuyor. Şimdi, buna ne ölçüde cevap verelim ya da vermeyelim,
işin esası da budur; ama, şunu bilmemiz lazım değerli arkadaşlar: Hepimiz
siyaset yapıyoruz, ister muhalefet, ister iktidar olarak. Yani, siyasetçiyi, bu
kadar, her şeyi kötü yapar, her şeyi yanlış yapar, takdirini her defasında kötü
kullanır ve bir işi berbat eden insanlar topluluğu gibi algılanabilecek, bizi
bu noktaya götürecek değerlendirmelerden kaçınmış olmamız lazım gelir diye
düşünüyorum. Yani, burada siyaset yapan insanlar, bu çatının altında olan
insanlar bu toplumun ortalamasıdır. Bizde ne fazlalık var, ne eksiklik varsa,
benzerini toplumda da görme imkânı var. O nedenle, başka yerde de siyasetin
müdahil olduğu birkısım alanları, Türkiye'de siyasetçilerin müdahale etmemesi
ya da siyasetçilerin bu alanda söz sahibi olmaması tarzındaki bir düşünceyi
demokrasiyle, seçilmiş insanların hak ve özgürlükleriyle bağdaştırmak mümkün
değil. Onun için, ne olur, bu konuları konuşurken biraz daha… Eğer demokratik
standartların yükseldiği ve her şeyin yerli yerine oturduğu ülkelere
baktığımızda, Türkiye'deki birkısım uygulamaların istisnaî uygulamalar
olmadığını, Batı'da da olduğunu çok rahatlıkla görebileceğiz.
Bu safhada bu kadar
söyleyeceğim; ama, isteniyorsa, gelin, şu yargının sorunlarını derli toplu bir
konuşalım, elimizde ne bilgi var, ne belge var ve bizdeki hangi uygulamalar
istisnaî, ayıp, günah, yanlış, yasa dışı, Anayasaya aykırı…
Çünkü, bir şey
söylüyoruz, tutanaklara geçiyor, farkında olmadan kurumları ve o kurumlar
bünyesinde gece gündüz büyük bir fedakârlıkla görev yapan insanları da zan
altında bırakıyoruz, sıkıntıya sokuyoruz. Ondan sonra da tereddütler meydana
geliyor, kurumların itibarları zedeleniyor.
Şimdi, bakınız,
geçtiğimiz günlerde, Diyarbakır başta olmak üzere bazı yerlerde, hepimizin
tasvip etmediği, yürekten yaralandığı, ıstırap duyduğumuz, nefret duyduğumuz, tepki
koyduğumuz olaylar meydana geldi. Şimdi, burada savcılar ne görev yaptı
deniliyor… Arkadaşlar, bu haksızlık olur. O savcılar da, en az, burada, benimki
kadar, konuşan arkadaşlarımız kadar bu ülkenin hassasiyetlerini benimseyen, adı
üzerinde, cumhuriyet savcılarıdır. Cumhuriyeti korumak, kollamak, ülkenin
birliğini, bütünlüğünü sağlamak noktasında elindeki yetkileri sonuna kadar
kullanmak bu arkadaşlarımızın görevidir ve şundan da hiç kimsenin tereddütü
olmasın, münferit birkısım bu görevini yerine getirmeyenler olabilir, yanlış
getirenler olabilir; ama, o bölgede görev yapan insanları hiçbir şey yapmadı
konumuna getirir sokarsanız, fevkalade yanlış olur.
Eğer istiyorsanız soru
önergesi olarak verin, isterseniz önümüzdeki hafta gündemdışı konuşma olarak
getirin buraya, ben de o savcılıklardan sorayım, hangi tarihten diyorsanız,
hangi konuda ne kadar dava açılmış, bunların hepsini buraya koyalım, eğer
burada bir eksiklik varsa, diyelim ki, cumhuriyet savcıları görevlerini
yapmadı; ama, gece gündüz, tabiri caizse, kelle koltukta görev yapan insanları,
hiç görev yapmamış, hiçbir işlem yapmamış, hiçbir soruşturma yapmamış… Şimdi,
bakınız, evvelki günler açıklandı, gazetelere de çıktı, son olaylar sebebiyle,
işte, Diyarbakır'da şu kadar adam tutuklandı, burada bu kadar adam tutuklandı…
Savcılar bu görevlerini yapmasa, hâkimin kendiliğinden tutuklama yetkisi var mı
Sayın Sarıbaş?!
SÜLEYMAN SARIBAŞ
(Malatya) - Belediye başkanları diyorum Sayın Bakan…
ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK
(Devamla) - Yani, hiçbir hâkim, savcı tarafından talep edilmeden, dava önüne
gelmeden, dosya önüne gelmeden, sokaktan geçen herhangi birisini, gel
tutuklayayım deme imkânı var mı?! Bu kadar soruşturma yapmışlar; üstelik de,
bunca sıkıntı içerisinde. Burada, hiç olmazsa, bir teşekkür edip, varsa,
eksikliğini söylemek varken, bu insanları hiçbir şey yapmıyormuş durumuna
düşürürsek, o takdirde de… Yani, marifet biraz da iltifata tabidir.
SÜLEYMAN SARIBAŞ
(Malatya) - Sayın Bakan, belediye başkanları…
ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK
(Devamla) - Ne olur, bir teşekkür cümlesini de burada ifade edelim. Ben
teşekkür ediyorum.
Ben, cumhuriyet
savcılarının, eksiğiyle fazlasıyla, bu görevi layıkı veçhile yerine getirmeye
çalıştığını, bunun çabası içerisinde olduğunu, böyle bir duygu içerisinde,
sorumluluk duygusu içerisinde hareket ettiğini biliyorum ve ben buna
inanıyorum; burada, huzurunuzda şahadet de ediyorum. Onun için, kendilerine de,
huzurunuzda teşekkür ederim.
Maliye Bakanlığıyla
ilgili konu… Biraz sonra Sayın Bakan gelecek herhalde. Onun tasarısıdır. Vergi
Dairesi Müdürüyle ilgili olarak ne söylenecekse, onu kendileri
cevaplayabilirler.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Bakan.
Şahısı adına, Sayın Ümmet
Kandoğan?.. Yok.
Sayın İsmet Atalay,
buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
İSMET ATALAY (İstanbul) -
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; 190 Sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında
Kanun Hükmünde Kararnamenin Eki Cetvellerinin Yargıtay Başkanlığına Ait
Bölümünde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının tümü üzerinde şahsım
adına söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
biraz evvel, iktidara mensup bir milletvekili bu kürsüden konuştu. Sayın
Bakanım da bazı konulara açıklık getirdi. Gerçekten, Anayasamıza göre kuvvetler
ayrılığı esası kabul edilmiş, yasama, idare, yürütme ve yargı birbirinden
tamamen ayrılmış durumdadır. Bu vesileyle, yargının bağımsız olması gerekir.
Biraz evvel bir arkadaşım
yine söyledi, Anayasanın bir hükmüne göre, "idarenin hiçbir eylem ve
tasarrufu denetimi yargı denetimi dışında tutulamaz" deniyor; ama,
idarenin yapmış olduğu, yürütmenin yapmış olduğu, almış olduğu bazı kararlar,
Danıştayda, iktidara yönelik veyahut da iktidarın istediği doğrultuda
çıkmayınca Sayın Başbakanın -iki günden beridir- Danıştayın almış olduğu
kararlarla ilgili konuşmalarını, gerçekten, üzüntüyle karşılıyorum. Bir avukat
olarak, bir hukukçu olarak, bir Başbakanın, yargıya mensup Danıştayın almış
olduğu bir kararı basında tartışması "yargı, Danıştay bize mâni
oluyor" gibi sözlerde bulunmasını, ifadelerde bulunmasını gerçekten
yadırgıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
yargı bağımsızdır diyoruz. Biraz evvel arkadaşımız söyledi, yargıyı Yüksek
Hâkimler ve Savcılar Kurulu yürütüyor, bu da bunun bağımsızlığını gerektirir
diyor; ama, Yüksek Hâkimler ve Savcılar Kurulunun yapısına baktığımız zaman, o
yapıda Yargıtaydan gelen üyeler vardır, Danıştaydan gelen üyeler vardır, o
Kurulun başında da Adalet Bakanı vardır, Müsteşar vardır. Yine, Yüksek Hâkimler
ve Savcılar Kurulunun çalışmalarına bir göz attığımız zaman, hâkimler ve
savcıların özlük işleri Adalet Bakanlığı tarafından yürütülmektedir. Teftiş
Kurulu tamamen Adalet Bakanlığına bağlıdır. Şimdi, burada teftişi Adalet
Bakanlığının yaptığı bir Yüksek Hâkimler Kurulu veyahut yargı mensubunun, sicilinin
Adalet Bakanlığınca tutulduğu bir yargıcın bağımsız olduğundan söz etmemiz
mümkün müdür arkadaşlar; yani, mümkün değildir bence; ama, şimdi, düşünün,
Van'daki savcıyla ilgili soruşturma emrini kim verdi? Adalet Bakanı veriyor,
Sayın Bakan veriyor. Yani, Yüksek Hâkimler ve Savcılar Kurulu bağımsız bir
kurul değil. Teftişi yapan Adalet Bakanlığı müfettişleri raporu kime takdim
ediyor; Sayın Adalet Bakanına takdim ediyor. Sayın Adalet Bakanı gerek gördüğü
zaman, o kurula o raporu sevk ediyor, havale ediyor, Kurul da, o rapor üzerinde
gerekli incelemeyi yapıyor ve ona göre soruşturmayı sonuçlandırıyor.
Bizim dediğimiz, yani,
yıllardan beri, ister iktidar olsun ister muhalefet olsun yargının
bağımsızlığını savunan kişilerin yahut da düşünenlerin tek amacı vardır,
hâkimler ve savcıların Adalet Bakanlığından ayrı bağımsız bir kurumun üyeleri
olmaları lazım, teftişlerinin o kurulca yapılması lazım, atamalarının o kurulca
yapılması lazım, cezalandırılması gerekiyorsa yine o kurul tarafından
cezalandırılmaları gerekir.
Değerli arkadaşlar,
hâkimler ve savcılar, gerçekten bugün Türkiye koşullarına baktığımız zaman, çok
zor koşullarda görev yapmaktadırlar.Yani, o kadar zor ki, yani, kamuda tüm
daireleri gezersiniz, Türkiye'nin her yerinde adliye binaları vardır,
kapısından girdiğiniz zaman perişanları oynarlar, ödenek yoksulluğu vardır,
doğru dürüst masası yoktur, bilgisayarı yoktur, daktilosu yoktur; ama, zor
şartlarda görev yapan bu
arkadaşlarımızı, yargıçları da
uluorta eleştirerek onların
vermiş olduğu kararları saygıyla yerine getirmeden hareket etmenin doğru
olmadığını düşünüyorum. Gerçekten, savcılar ve hâkimler güç şartlarda görev
yapıyorlardır; her türlü takdire layıktırlar, bunları takdir etmek gerekir; ama,
savcı ve hâkimlerin de yanlış yapmaları söz konusudur. Üstelik de, Adalet
Bakanlığının başkanlığını yaptığı bu Yüksek Hâkimler ve Savcılar Kurulunun
kendilerini denetleyeceği, atama korkusu olacağı düşünüldüğü zaman, siyasî
etkiden bağımsız hareket etmelerini düşünmek de yanlıştır. Her zaman müdahale
olabiliyor.
Nitekim,
kamuoyunda konuşuluyor; Başbakanın Danıştayla ilgili konuşmaları, Danıştaydaki
üyeleri etkilemez mi zannediyorsunuz; mutlaka etkileyecektir ve etkilememesi
mümkün değildir, onlar da insandır.
Biz, onun için diyoruz;
yani, arkadaşımız söylüyor; ama, siyasetin dışında yargıya müdahalelerin
önlenmesi gerekir, en kısa zamanda bunun halledilmesi gerekir diye düşünüyorum.
Sayın Adalet Bakanı biraz
evvel konuştu. Değerli arkadaşlarım, ne dedi: Bu konuyu, müstakil, bağımsız
getirelim, görüşelim.
Sayın Bakan, yetki sizde.
Siz, hâkimler ve savcılarla ilgili hangi tasarrufta bulunmak istiyorsanız onu
Meclise getirin, enine boyuna tartışalım, sonunda bir karara varalım. Dediğiniz
gibi, burada, münferit olarak, herkes çıkıyor, orasından burasından, hâkimleri,
savcıları eleştirebiliyor. Bazen haksızlık da
yapılabiliyor, hâkimler de çalışma şevkini kaybedebiliyor.
Benim düşüncem, Sayın
Adalet Bakanına, gündemdışı bu konuda bir fırsat vermekten ziyade veyahut bir
soruşturma, araştırma komisyonu kurulmadan önce, hâkimler ve savcılarla ilgili,
eğer Sayın Bakanın düşündüğü bir konu varsa, bunların özlük durumlarını,
bağımsızlıklarını iyileştirme konusunda Meclise getirebileceği her tasarının
arkasında olacağız, kendisine destek vereceğiz. İktidardaki veyahut da Bakanın,
işte, getirin… Yetki sizde, siz getirin. Çoğunluğunuz da var, bize hiç
ihtiyacınız olmadan, hâkimlerle, savcılarla ilgili her türlü tasarrufta
bulunabilirsiniz diye düşünüyorum. İnşallah, önümüzdeki günlerde, Sayın Bakan,
hâkimler ve savcılarla ilgili, bu konuda önemli bir tasarı hazırlar, getirir,
bizi, bundan sonra, bu kürsülerden, hâkimler ve savcıların bağımsız olması
gerekir gibi lafları etmekten yoksun bırakır. Bunu bekliyoruz. İnşallah
önümüzdeki günlerde getirir diye düşünüyorum.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Atalay.
Şahsı adına, Malatya
Milletvekili Muharrem Kılıç, konuşacak mısınız efendim?
MUHARREM KILIÇ (Malatya)
- Konuşmayacağım.
BAŞKAN - Peki.
Tasarının tümü üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
III. - YOKLAMA
(CHP sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)
HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, yoklama
yapılmasını, toplantı yetersayısının aranmasını talep ediyoruz.
BAŞKAN - Tamam efendim.
Kaydedelim
arkadaşlarımızı: Sayın Haluk Koç, Sayın İzzet Çetin, Sayın Rasim Çakır, Sayın
Halil Tiryaki, Sayın Mustafa Özyurt, Sayın Abdulkadir Ateş, Sayın Birgen Keleş,
Sayın Oya Araslı, Sayın Hüseyin Ekmekcioğlu, Sayın Mehmet Akif Hamzaçebi, Sayın
Mehmet Ali Arıkan, Sayın Mehmet Parlakyiğit, Sayın Orhan Ziya Diren, Sayın
Nejat Gencan, Sayın Mehmet Nuri Saygun, Sayın Nurettin Sözen, Sayın Tuncay
Ercenk, Sayın Yüksel Çorbacıoğlu, Sayın Muharrem Kılıç, Sayın Mehmet Siyam Kesimoğlu.
Yoklama isteğini yerine
getireceğim.
Elektronik cihazla
yoklama yapacağız.
Sayın milletvekilleri,
adlarını okuduğum sayın üyelerin elektronik cihaza girmemelerini rica ediyorum.
Yoklama için 5 dakika
süre veriyorum ve yoklama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla
yoklama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, toplantı yetersayısı vardır.
V.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
3.- 190
Sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Eki
Cetvellerin Yargıtay Başkanlığına Ait Bölümünde Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1105) (S. Sayısı: 1075)
(Devam)
BAŞKAN - Tasarının
maddelerine geçilmesini oylarınıza arz ediyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
1 inci maddeyi
okutuyorum:
190 SAYILI GENEL KADRO VE USULÜ HAKKINDA KANUN HÜKMÜNDE
KARARNAMENİN EKİ CETVELLERİN YARGITAY BAŞKANLIĞINA AİT
BÖLÜMÜNDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI
MADDE 1.- Yargıtay Başkanlığının
merkez teşkilatında kullanılmak üzere, ekli listede yer alan kadrolar ihdas
edilerek 190 sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin
eki (I) sayılı cetvelin ilgili bölümüne eklenmiştir.
BAŞKAN - Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Artvin Milletvekili Yüksel Çorbacıoğlu.
Sayın Çorbacıoğlu,
buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA YÜKSEL
ÇORBACIOĞLU (Artvin) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Öncelikle, son zamanlarda
yurdumuzda meydana gelen terör olaylarından dolayı yaşadığımız büyük acıyı
hepinizle paylaşmak istiyorum. Dün, 5 askerimiz şehit oldu, 1 polisimiz şehit
oldu. Şehit ailelerine başsağlığı diliyorum, ölenlere Allah'tan rahmet
diliyorum.
Tabiî, olayın terör
tarafını, terörist tarafını da değerlendirmek gerekirse, bu olaylar sırasında,
özellikle, ölen çocuklarımıza da bir insan olarak, her insanın ölümüne karşı
duyduğumuz acıyı, çocuklarımıza karşı da özellikle, duyduğumuzu burada ifade
etmek istiyorum.
Değerli milletvekilleri,
konuşmama geçmeden önce, hem Sayın Bakanımıza hem de Adalet ve Kalkınma
Partisinin Sözcüsü Sayın Özyolcu'ya bazı cevapları vermek isterim.
Sayın Bakanımız, şöyle
bir cümle kullandı: Siyasetçileri her şeyi kötü yapan, yanlış yapan kişiler
olarak tanımlamak doğru değil; hem seçilmiş hem de demokrasiye uygun değildir,
seçilmiş kişilere bu şekilde değerlendirme yapmamız doğru değil mealinde bir
söz söyledi Sayın Bakanım, bildiğim kadarıyla.
Şimdi, biz, böyle
demiyoruz. Burada, iki tane eksik var; onu tamamlayarak, aynı şeyi,
söylediğimizi tekrar edeceğim. Biz, siyasetçileri değil bazı siyasetçileri; her
şeyi kötü yapan değil, bazı şeyleri kötü yapan; yani, bazı siyasetçilerin bazı
şeyleri kötü yaptığını söylüyoruz; bu, ortada, doğru; birazdan bunun ispatını
da yapacağım.
Sayın Özyolcu ise, ne
yazık ki, burada yeni bir tartışmaya neden olmuştur. Bir insanın ölümüne,
üniversitenin genel sekreterinin ölümüne neden olan ve bir rektörün
tutuklanmasına neden olan bu olaylarda, İktidar Partisi olarak hiçbir sorumluluğu
üstlenmeyip, dönüp, muhalefete "siz, yargıya karışıyorsunuz" diye
eleştiride bulunmuştur ve hatta -hukukçu olduğunu sanıyorum kendisinin- tıp
adamı olarak bir değerlendirme yapmış, Sayın Yücel Aşkın'ın da "turp
gibi" olduğunu söylemiştir. Oysaki, Sayın Yücel Aşkın'a, bu olaylardan
sonra, koroner damarlarına stent takıldığını, kendisi bilmiyorsa, buradan
hatırlatıyorum. Bu, o kadar basit bir şey değildir, bir insanın ölümüne neden
olan bir olaydır ve sorumlusu, burada söylüyorum, her işi yüzüne gözüne
bulaştıran İktidar Partisidir. Sadece bu yolsuzluğu değil, sadece buradaki,
yargılamadaki hataları değil, siz, daha, en son zamanlardaki, bir Merkez
Bankası Başkanının atamasını bile yüzünüze gözünüze bulaştırdınız, bir yığın
işi bulaştırdığınız gibi.
FAHRİ KESKİN (Eskişehir)
- Sayenizde.
BAŞKAN - Sayın
Çorbacıoğlu, lütfen…
YÜKSEL ÇORBACIOĞLU
(Devamla) - Devam ediyorum Sayın Başkanım, cevap veriyorum.
BAŞKAN - Lütfen…
YÜKSEL ÇORBACIOĞLU
(Devamla) - Peki…
Şimdi, değerli
arkadaşlar…
Yok; bende söyleyecek çok
şey var da, zaman yetmeyecek.
Şimdi, öncelikle, bu
tasarıyla, Yargıtayın üç tane ana binası var, söyleyeyim onu, çalışma binası;
ana merkez bina, ek bina ve eski TRT binası, Cumhuriyet Başsavcılığının
kullandığı bina olarak. Bu üç binanın ve Yargıtaydaki çok önemli dosyaların…
Hepsi çok önemlidir; ama, özellikle, yani, terör olaylarına ilişkin vardır,
yolsuzluklara ilişkin vardır, ticarî dosyalar vardır, siyasî dosyalar vardır,
çok önemli dosyalar vardır. Bütün bunların korunmasının daha güvenlikli bir
şekilde sağlanması için, 30 kişilik daha bir kadronun ihdas edilmesi isteniyor bu tasarıyla ve biz, bu tasarının
-zaten tek maddeliktir- tamamını, kayıtsız şartsız destekliyoruz, doğrudur.
Ancak, yargının sorunlarıyla ilgili mutlaka bu bağlamda söylenmesi gereken
şeyler var.
Şimdi, Anayasanın
başlangıç hükümlerini hepimiz biliyoruz. Kuvvetler ayrılığı ilkesi vardır;
yasama, yürütme, yargı kuvvetleri ayrıdır ve eşittir denir; ama, bu üç ayağın
bir ayağı sakattır ve yargı eşit değildir, eşitsizdir. Yargı, yasama ve
yürütmenin eşiti değildir, arkasındadır. Yargının içerisinde de üç organdan -üç
ayaktan oluşur yargı; yargıç, savcılık makamı, savunma makamı olarak üç
organdan oluşur- burada da bir ayak sakattır; o da, savunma makamı.
Şimdi, 5 Nisan Avukatlar
Günü nedeniyle tüm avukatların gününü kutluyorum; ama, ortada da bir sıkıntı
var. 5 Nisan günü Barolar Birliği Başkanlığı ve bütün barolarımızın
başkanlarının altına imza attığı bir deklarasyonla, Ceza Muhakemeleri
Yasasında, biliyorsunuz, zorunlu müdafilikle ilgili alanı genişlettik; ama, bu
çalışmalarla ilgili avukatlara, barolara para aktarmadığımız için, bu
faaliyetlerin 9 Mayıstan sonra yürütülemeyeceğini Barolar Birliği deklare
ediyor, 150 000 000 Yeni Türk Lirasını Adalet Bakanlığından veya hazineden
Birlik talep ediyor. Bunun, bir an önce, yerine getirilmesi lazım. Eğer bunu
getirirsek, Avukatlar Gününün kutlanmasının bir anlamı olacaktır.
Bu vesileyle, bu hafta,
biliyorsunuz, Emniyet Teşkilatımızın da 161 inci kuruluş yıldönümü. Emniyet
Teşkilatımızın da haftalarını kutluyorum.
Şimdi, değerli
arkadaşlar, tabiî, yargı o kadar basit bir alan değil; ama, biri çıkıyor
"yargıya güvenmiyorum" diyor, biri çıkıyor "yargıya
güveniyorum" diyor; ama, aynı kişiler olay değiştiğinde görüşleri de
değiştiriyorlar.
Şimdi, ben, özellikle
Sayın Başbakanımızın, yurt dışında, mahkûm olduğu cezayla ilgili, bir şiir
söylemekten dolayı mahkûm olduğu cezayla ilgili mağdur olduğunu "ben de
hukuk mağduruyum" dediğini ve bu yargı tarafından mağdur edildiğini
söylediğini gazetelerde okudum, yanında değildim, kulağımla duymadım.
ALİM TUNÇ (Uşak) - Sence
neydi?!
YÜKSEL ÇORBACIOĞLU
(Devamla) - Şimdi, bir Başbakan, kendi yargısını, üstelik, yurt dışında şikâyet
ediyor. Sayın Özyolcu da buraya gelmiş diyor ki: "Siz yargıya
karışıyorsunuz, yargı sağlıklı yürüyor." Sağlıklı değil; tartışırız. Sayın
Bakanımız da "yargıyı bu kadar örselemeyelim" diyor; ama, bu işi
yapan biz değiliz Sayın Bakanım, Sayın Özyolcu, Sayın İktidar milletvekilleri;
bunu yapan sizlersiniz, Sayın Başbakan. Yaptığı bir yığın gaflar, hatalar var…
FAHRİ KESKİN (Eskişehir)
- Size göre!..
YÜKSEL ÇORBACIOĞLU
(Devamla) - Bize göre değil. Ben, şimdi, burada okuyacağım; göreceksiniz.
Biliyorsunuz, zamanım da
fazla olmadığı için, artık, konuyu fazla uzatmak istemiyorum. Son günün,
bugünkü gazetelerin manşetini ben size okumak istiyorum: "Danıştaya rest
çekti." "Başbakan, emekliye ayrılan Danıştay Başkanı Çetinkaya'nın
'yargı kararlarını uygulamamak, Anayasa ihlalidir' sözlerine tepki
gösterdi…"
ALİM TUNÇ (Uşak) - İşiniz
gücünüz gazete okumak.
YÜKSEL ÇORBACIOĞLU
(Devamla) - Efendim, bunu söylemediyse, tekzip eder…
… "Erdoğan,
Danıştayda birçok engelle karşı karşıyayız. Ya bunu aşacağız ya da bunu
anlayanla yürüyeceğiz."
Şimdi, değerli
arkadaşlar, bu çok önemli bir kelime: "Ya bunu aşacağız ya da bunu
anlayanla yürüyeceğiz." Ben, şimdi bunu anlamadım…
KEMALETTİN GÖKTAŞ
(Trabzon) - Anlayamazsın!..
YÜKSEL ÇORBACIOĞLU
(Devamla) - Ben anlayamam…
Sayın Başbakanımız, Başbakan
olduktan sonra bir şey söyledi, bir vücut dilinden bahsetti; acaba onu mu
kastediyor?! İlginçtir, 161 inci yıldönümünü kutladığımız Emniyet
Teşkilatımızın İstanbul İl Müdürü -tam bu haberin üstünde- o da diyor ki:
"Polisimiz namuslu kişileri deşifre etmez."
Şimdi, neresini
düzelteceksin?! Bir kere, insanları namuslu namussuz diye siz niteleyemezsiniz;
ne hakkınız var, ne yetkiniz var, ne Ceza Yasasında böyle bir hüküm var.
FAHRİ KESKİN (Eskişehir)
- Emniyet müdürü söyledi onu.
YÜKSEL ÇORBACIOĞLU (Devamla)
- İkincisi, siz, bunun açıklamasını da yapamazsınız. Ne tarafını düzelteceğim?!
Ama, şimdi, iki haber üst üste gelince şu aklıma geldi: Acaba, Sayın
Başbakanımız, Yargıtay Başkanlığına "bunu anlayanlarla yürüyeceğiz"
derken, kastettiği bu tür anlayış mı? Hukukla bağdaşmayan, ama, Başbakanın
vücut dilinden anlayan anlayışı… Bunu mu kastediyor?
Bakın, değerli
milletvekilleri…
ALİM TUNÇ (Uşak) - Niyet
okuyuculuğu mu yapıyorsunuz?!
YÜKSEL ÇORBACIOĞLU
(Devamla) - Bakın, sayın milletvekilleri…
ALİM TUNÇ (Uşak) - Niyet
okuyuculuğu…
YÜKSEL ÇORBACIOĞLU
(Devamla) - Danıştayın Başkanı, Başbakanın vücut diline göre hareket etmez,
edemez. O, hukukun diline göre hareket eder.
ALİM TUNÇ (Uşak) - Sizin
vücut dilinize göre…
YÜKSEL ÇORBACIOĞLU
(Devamla) - O, adaletin diline göre hareket eder. Ha, eğer, bir insanın diline
göre, bedenine göre hareket etmesi gerekirse, o zaman bir tek kişinin vücut
diline göre hareket eder; o da, Mustafa Kemal Atatürk'ün vücut dilidir. (CHP
sıralarından alkışlar)
Değerli milletvekilleri,
bütün bu sorunların altında muhalefeti aramaya çalışmayın. Sözlerim, sürem de
bitiyor zaten.
Ben, Sayın Başbakanın bu
hatalarını sizlerle paylaşmaktan çok da memnun değilim; ama, özellikle bildiğim
kadarıyla…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
YÜKSEL ÇORBACIOĞLU
(Devamla) - Bitiriyorum…
BAŞKAN - Yok, şahsınız
adına da söz talebiniz var; o sürenizi de ilave ediyorum.
Buyurun.
YÜKSEL ÇORBACIOĞLU
(Devamla) - Teşekkür ediyorum.
Sayın Başbakanın
danışmanları vardır, bürokratları vardır, elemanları vardır; ama, özellikle
danışmanlarının Sayın Başbakanı da yanlış yönlendirdiğini, bilgilendirdiğini,
bazı hatalara sebep olduğunu düşünüyorum ve bu konudaki değerlendirmelerin bazı
Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekilleri tarafından yapıldığını da biliyorum.
Bu konuda bir itirazınız yok sanıyorum.
Şimdi, Sayın Başbakan,
sadece sizin Başbakanınız değil; o, bizim de Başbakanımız. Onun yaptığı hatanın
bedelini sadece siz ödemiyorsunuz, biz de ödüyoruz. Onun için, biz, Başbakanın
hata yapmasından çok da memnun değiliz.
Değerli arkadaşlar, sözü
şuraya getirmek istiyorum: Danıştaydan, yargıdan bahsettik. Danıştay Başkanıyla
ilgili, Sayın Başbakan, mahkeme kararlarının uygulanmasını problem olarak bu
gazete haberinde söylüyor. Evet, bu Danıştay kararlarının hükümet tarafından,
bürokrasi tarafından gereğinin yerine getirilmemesi çok büyük sorun. Ben kendi
bölgemden size söyleyeyim.
Karadeniz duble yolu
yapımı nedeniyle ortada mahkeme kararı varken -ortada mahkeme kararı var-
hiçbir işlem yapılamazken, işlem iptal edilmişken, sizin hükümetiniz tarafından
sözlü talep ve beyanlarla, emirlerle mahkeme kararı hiçe sayılarak işleme devam
edilmiştir ve ne yazık ki, o bölgenin bütün güzelliği, sahili, çevre değerleri
katledilmiştir. Bu, benim ilçemde, Artvin'in Arhavi İlçesinde de yaşandı;
Rize'nin Fındıklı, Ardeşen İlçesinde de yaşandı.
Şimdi, eğer ortada bir
hukuk varsa, bu hukuk normlarını bu Meclis yapıyorsa, bunu da yargı
uyguluyorsa, buna saygı göstermek
zorundayız ve bu konuyla ilgili bir şeye daha dikkatinizi çekmek
istiyorum: Son zamanlarda duyduğum kadarıyla… Belki bilmezsiniz, Karadeniz
sahiliyle ilgili kısa bir bilgi vereyim. Artvin'in Hopa İlçesi ile Gürcistan
sınırı arası 16 kilometredir; buradaki duble yol yapımı bütün yollardan önce
tamamlanmıştır; ancak, dağ, yamaç
tarafındaki yol şeridi kullanılmamaktadır şevden dolayı. Şimdi bir şeyler
duyuyoruz: "O yolu iptal edeceğiz, deniz tarafına iki şerit
ekleyeceğiz…" Şimdi, oranın, denizin derinliği, o konuda benim bilgim var.
Yapılacak iş yanlış; ama, bu bana neyi çağrıştırıyor biliyor musunuz
arkadaşlar, bakın, 16 kilometrelik yolun maliyetini size söyleyeceğim dudağınız
uçuklayacak eğer teknik eleman varsa; 370 000 000 dolar. Birileri -Türkiye
değil- dünya çapında zengin oldu o yoldan dolayı. 16 kilometre yol, 370 000 000
dolar. Bu devlet, bu fakir vatandaş o kadar para ödedi buraya. Şimdi o yetmedi,
yine birilerini zengin yapacağız, yine o güzelim… Bilmiyorsunuz Kemal Paşa ve
Hopa İlçesinin sahillerini; bir gün olur, eğer imkân olursa, sizlere gösterme
imkânım olursa gösteririm. Oralar katledilecek. Buradan uyarıyorum. Sayın
Başbakanımıza, Sayın Bayındırlık Bakanına ve tüm yetkililere ve sorumlulara
söylüyorum: Sakın ola ki, oraya yeniden, 16 kilometrelik yere deniz dolgusu
yapmayın.
KEMALETTİN GÖKTAŞ
(Trabzon) - O hayaldir, böyle bir şey yok.
YÜKSEL ÇORBACIOĞLU (Devamla) - Sayın milletvekilim, yoktur.
Ben bunu dün… Ben iki gün önce Sayın
Bakanımıza ilettim bunu, kendisine söyledim, Karayolları Genel Müdürüyle de konuştum,
10 uncu Bölge Müdürüyle de konuştum; ama, ben size bir şey söyleyeyim -buradan,
bunu boşuna söylemiyorum- yani, bu işin hukuk altyapısını yaparlar yani,
deveden büyük fil vardır -yanlış anlamayın Kemalettin Bey- birileri gelir, onun
gerekçesini, raporunu düzenler, getirir; ondan sonra yapmak durumunda
kalırsınız. Ben, bu hatayı, bugünden, şimdiden sizlere söylüyorum, uyarıyorum.
Sakın ola ki bu hatayı yapmayalım; çünkü, bilin ki, bu ülkenin olanaklarının
-anlatılması çok kolay- her 3 lirasının, 1 lirası boş ve hatalı yatırıma gidiyor,
1 lirası çalınıyor, 1 lirası da doğru işe gidiyor. Bunu sakın unutmayın.
ALİM TUNÇ (Uşak) - O
eskidendi.
YÜKSEL ÇORBACIOĞLU
(Devamla) - Efendim, Sayın Başkanımıza teşekkür ediyorum. Sayın Bakanımıza…
Umarım yanlış bir şey söylemedim Sayın Bakanım.
Beni dinlediğiniz için
hepinize teşekkür ediyorum, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Çorbacıoğlu.
Sayın milletvekilleri,
madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
2 nci maddeyi okutuyorum.
MADDE 2.- Bu Kanun yayımı
tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN - Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsı adına, Tekirdağ Milletvekili Sayın
Mehmet Nuri Saygun; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA MEHMET
NURİ SAYGUN (Tekirdağ) - Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; az
evvel Bakanımızın da söylediği gibi, Yargıtayın daha sağlıklı korunmasını temin
etmek amacıyla 30 tane ek güvenlik personeli ihdasına ilişkin bir kanun ve bu
kanunda, bizler, maddelerde konuşma ihtiyacı duyuyoruz.
Efendim, olay sadece
Yargıtaya 30 tane güvenlik personelinin alınması olsaydı, zaten yasayı bu
yönüyle desteklediğimiz için, herhangi bir konuşmaya ihtiyaç duyulmazdı; ama,
Türkiye'de, son dönemde Yargıtayın koruma altına alınmasının gerekçesini ve
yaşadığımız sıkıntıları göz önüne aldığımızda, hassas bir pozisyonda olduğumuzu
ve bazı şeyleri ifade etmemiz gerektiğini görüyoruz.
Bir de, tabiî, bu arada,
parantez içinde bir şey söylemek istiyorum: Doğrudur, Yargıtayda çalışan
değerli yargıçlarımızı, savcılarımızı korumak bizim görevimizdir, bu koruma
tedbirlerini almak bizim görevimizdir; ama, biz, sadece olaya fiilî koruma
açısından bakarsak, Yargıtayın bir müddettir -aslında kendisine baskı kurma
imkânı olan kurum ve kuruluşlar tarafından- kaldığı baskılardan korumaya
yönelik daha ciddî, daha tutarlı, daha sağlıklı bir tedbir anlayışını sergilemeye
çalışırsak ve yürütme olarak da, bu konuda üzerimize düşen görevi yerine
getirir, sadece Yargıtayı değil, bu ülkede yargı erkini en sağlıklı bir şekilde
yerine getirmeye çalışan yargı mensuplarının tümü üzerindeki çeşitli vesilelerle
yaratılmış baskılardan ve etkileyici eylemlerden onları muaf kılabilirsek,
onları ayrı tutabilirsek, yargıçlarımızı ve savcılarımızı daha bağımsız çalışır
hale getirebilirsek, bu çıkarmayı planladığımız kanundan daha önemli, daha
ciddî, daha tutarlı bir güvenlik işletmesini yaratmış oluruz diye düşünüyorum.
Efendim, az evvel, Sayın
Bakanım, Türkiye Barolar Birliğinden gelen taleplerle ilgili bir açıklamada
bulundu. Ben, Tekirdağ Milletvekiliyim. Yirmiyedi yirmisekiz sene avukatlık
mesleğini icra ettim. Milletvekili olurken, hepimizin olduğu gibi, doğaldır ki,
kendi birikimlerimizi, kendi tecrübelerimizi, siyasî tercihlerimizi, toplumla
olan ilişkilerimizi, koyduğumuz emeği, hepsini üst üste koyarak
milletvekilliğine ulaştığımızı kabul ediyoruz. Bu, hepimiz için geçerli; ama,
bir şey daha var sanıyorum, hepimizin mesleğiyle ilgili. Ben, mensubu
bulunduğum Tekirdağ Barosunun ve
dolayısıyla, Türkiye'deki tüm avukatların ve hukuk camiasının bana vermiş
olduğu bilgi, birikim, tecrübe ve mücadele gücünü yadsıma şansına sahip
değilim. Hukukçu kimliğim, benim bugün burada olmamın önde gelen nedenlerinden
biridir. Bu vesileyle, bir gün gecikmeyle de olsa, Tekirdağ Barosunun ve
Türkiye'deki tüm avukat arkadaşlarımın, meslektaşlarımın Avukatlar Gününü
kutlamak istiyorum.
Gönül isterdi ki,
avukatlar, isteklerine yargı sistemi içinde sahip olabilsinler; ama, az evvel
söylenen rakamlara baktığımızda, Türkiye'de, Türkiye Barolar Birliğinin -son
yasal değişikliklerle- daha farklı kesimlere kamu adına avukatlık hizmeti sunma
gerekliliği doğdu. Bu gerekliliğin karşısında da, Bakanlıktan alınan bir
ödenekle, bu hizmeti sunan avukatlara bir ücret ödeniyor, yüksek bir ücret
olmasa da ödeniyor ve Türkiye'de 17 000 avukat var arkadaşlarım, 17 000 avukat
bu kamu hizmetini yürütüyor. Fakat, 2005'in daha üçüncü ayı biterken, Maliye
Bakanlığının bu konuda hazırlamış olduğu ve Barolar Birliğine ulaştırmış olduğu
para bitti. Bundan sonrası için, artık, yapılacak olan bir ödeme söz konusu
değil gibi görünüyordu. Az evvel Bakanımız açıkladı bir 14 trilyon paranın
ulaştığını ve bundan sonra, Maliye Bakanlığının, eğer barolar bu harcamaları
tevsik ederlerse, tekrar ödeme yapacağı yönünde bir ifadede bulunuldu.
Ben, geçmişte baro
başkanlığı yaptım. Baro başkanlığı yaptığım dönemde, bize, bakanlıktan, bu ve
benzeri ödemeler avans yoluyla geliyordu ve biz, o sene içinde muhtemel
harcamaları yerine getiriyorduk, ertesi seneye kalıyordu veya kalmıyordu.
Bugün, içinde bulunduğumuz koşulda, üç ayda tükenen paradan sonra, bizim,
baroların bu işi belgelendirmesi çok zor olacaktır. Bu nedenle, aynı sistemin
-eğer mevzuat elveriyorsa- uygulanmasının, gerek barolar gerek Maliye Bakanlığı
gerek Adalet Teşkilatı adına doğru olacağına inanıyorum.
Efendim, bu arada, maddî
konularla ilgili -söz almışken- bir hususa değinmeden geçmek de
istemiyorum.Şimdi, Türkiye'de, adliye teşkilatına ayrılan bütçe payının, son
yıllarda pek bir artış görmediği ve onbeş yıllık ortalamasına baktığımızda da,
yüzde 1 civarında bir rakamı kapsadığı görülmektedir. Ülkelerin uygarlıkları,
ülkelerin gelişmişlikleri, bağımsızlıkları ve demokrasiye olan yakınlıkları,
demokrasiye olan saygınlıkları, hukuk devleti olunmadığı müddetçe, ne yazık ki,
orası burası örsemiş, yüksünmüş, yara almış şekil alıyor.
Şimdi, Türkiye'de, hukuk
devletini üstün kılmak için alınması gereken tedbirler var. Bu tedbirlerin bir
bölümünü, üç sene zarfında, biz, burada, dönem dönem ortak fikirleri
paylaştığımız yasalarla yerine getirmeye çalıştık. Ancak, eksik kalan bir husus
var arkadaşlarım: Eğer bir yapılanmanın ekonomik imkânlarını sağlayamazsanız, o
camiada, o yapıda, arzulanan başarı, birikim ve sonucu yakalamak mümkün olmaz.
Şimdi dönelim yargımıza,
yargıçlarımıza, savcılarımıza bir bakalım. Türkiye'de çalışan sektörün tümü göz
önüne alındığında -evet, tümü adına bir şey söyleyebiliriz- hak ettikleri
ücretler, aldıkları bedeller yeterli değil. Bunu artırmak gerekir; devletin
ekonomik kaynaklarının elverdiği ölçüde artırmak gerekir; ama, gene de,
artırmak için bir gayret sarf etmek gerekir.
Şimdi, Türkiye'de
kuvvetler ayrılığı prensibi uygulanıyor; yasama, yürütme, yargı ve biz bunun
üçünü eşdeğerli algılıyoruz; ama, üçünü eşdeğerli algılarken, yasama ve
yürütmenin -ki, buna ben de dahilim- elindeki pozisyona baktığımızda, kanun
çıkarmak ve tasarrufta bulunmak hak ve yetkisi bu iki kuvvette. Biraz yetki
aşılarak da, yargının statüsünü, sosyal haklarını, ekonomik haklarını, diğer
çalışanlarla birlikte, özel bir yasa yapmadan, bir bütün olarak değerlendiriyoruz
ve yürütüyoruz.
Şimdi, mademki yargı
üçüncü bir erk, mademki yargı kuvvetler ayrılığı prensibinin üç ayağından bir
tanesi, o halde, yargının da, özel bir yasayla bu ve benzeri haklardan istifade
eder, yararlanır veya şekillendirilir hale getirilmesi gerekir.
Bu arada,
yargıçlarımızdan, savcılarımızdan ve avukatlarımızdan söz etmişken, daha önceki
konuşmalarımda da birkaç kez ifade etmiştim, bir hususu dile getirmeden geçmek
istemiyorum.
Değerli arkadaşlarım,
adliye camiasının içerisinde çok cefakâr, düşünebildiğinizden çok daha zor
koşullarda hizmet veren bir personel var; adliye çalışanları. Bu çalışanların
ekonomik imkânları, mevcut, Türkiye'deki çalışanlara tanınan hakların
hiçbirinin üstünde olmadığı gibi, olabildiğince altında. Oysaki çalışma
tempolarına bakarsanız, inanılmaz!.. Hatta, bu çalışanların tempolarında bir
şey daha var değerli arkadaşlarım; adliye teşkilatlarının yeterince ekonomik
kaynakları olmadığı için -bunca yıl bu mesleği sürdürürken çok şahit olduğum
bir şey; efendim, yer yer kalem, kâğıt ve benzeri ihtiyaçlar doğar- bu kaynak
yaratılamaz ve adliyede o düşük maaşla çalışan o personel, adliyede işi olan
insanlardan rica minnet, adliyenin çalışmasını temin etmek adına, kâğıt, kalem,
karbon -şimdi karbon bitti, bilgisayar başladı ama- ve benzeri malzemeleri
temin etme yoluna giderler. Herhalde bizim ülkemizin dışında, hiçbir ülkede,
adliye dünyasında, adalet dünyasında böyle bir uygulama yoktur. Şimdi, bu kadar
emek koyan bir camiaya biraz daha destek sunmak doğru olur diye düşünüyorum.
Şimdi, Yargıtaya 30
güvenlik görevlisi verilecek. Size, bu hususta, Yargıtayla ilgili tüm
Türkiye'deki hâkimleri ve savcıları da kapsar nitelikte bir şey söylemek
istiyorum. Efendim, 2005 yılında Yargıtaya gelen dosya sayısı 472 300, biriken dosyalarla, daha önceden gelen
dosyalarla toplam dosya sayısı 724 477. Değerli milletvekilleri, bu, inanılmaz
bir dosyadır ve bu, tamamı 250 yüksek yargıçtan oluşan 32 Yargıtay dairesinde
çözüm bekleyen dosyalar. İnanılmaz bir çalışma, inanılmaz bir emek var ve bunu,
"geciken adalet mağduriyete neden oluyor" diye, olabildiğince, bir an
önce bitirmeye çalışan bir yüksek yargıç kadromuz var. Az evvel de söylediğim
gibi, bu yüksek yargıç kadromuzu, sadece güvenlik açısından değil, sair
haklardan da, koydukları emeğin karşılığı olan gerek maddî gerek sosyal
imkânları sağlamak suretiyle tatmin etmeliyiz. Onların, daha huzurlu, daha
sağlıklı, daha mutlu çalışmaları için onlara bu imkânları sunmalıyız diye
düşünüyorum.
Yine, bu arada bir şey
söyleyeceğim. Efendim, Türkiye'de illerde, ilçelerde adliye binalarımız var;
yani, içinizde hukukçu arkadaşlarım olduğu gibi, en azından adliyede geçmişte
işi olmuş ve gitmiş arkadaşlarım var. Ülke dışında, hukuk devletinin
üstünlüğünün kabul edildiği ülkelere gidip baktığımızda bir şey görüyoruz:
Yargı, yargıya yakışır binalarda yapılıyor ve buralarda, çok daha sağlıklı, çok
daha düzgün yargılama yapılıyor; insanların, yargıya ihtiyacı düşen insanların
yargıya saygı duymalarının önü açılıyor. Ama, ne yazık ki, bizim ülkemizde -tek
tük yapılan birkaç çalışmanın dışında- yargı, kendine yakışır bir bina
malzemesine sahip değil. Ben, kendi yöremden örnek vereyim: Çoğu yerde, çoğu
ilçemizde derme çatma, hatta ve hatta pasajdan bozma kiralık yerlerde adlî
teşkilatlar görevlerini sürdürmeye çalışıyorlar. Şimdi, kuvvetler ayrılığının
üç erki diyoruz; ikisini hak ettikleri ölçüde tutmaya çalışıyoruz; ama, bir
tanesine üvey evlat muamelesi yapıyoruz. Bu, doğru bir anlayış değil. Bunu
söylerken bugünün hükümetine serzenişte bulunmuyorum; yani, bu, sadece şu üç
senenin sonucu değil. Ama, bu, uzun yıllardır bu şekliyle gidiyor. Şimdi,
dünyada, demokratikleşmenin her gün biraz daha arttığı bir süreçte,
demokratikleşme çalışmalarının önde tutulduğu bir süreçte yargıya ve hukukun
üstünlüğüne ihtiyacımız varsa, bizim de, onlara, onların ihtiyacı olan şeyleri
vermemiz gerekir diye düşünüyorum.
Değerli arkadaşlarım, bir
de, bir hususu ifade etmeden geçemeyeceğim: Şimdi, bugün görüştüğümüz şu 30
tane güvenlik personeline kadro ihdasıyla ilgili yasa için Yargıtaydan
Bakanlığa bir talep gelir -çeşitli kurumlardan zaten bu yolda bir talepler
gelir- üstünde de pozisyonuna göre "ivedi" yazar veyahut bir şey
yazmaz. Bizim, bu konuda, Yargıtay Başkanlığının yolladığı talep
"ivedilikli" şeklinde; yani, öncelik isteyen, çabuk çözüm isteyen bir
talep. Talebin geliş tarihi 19 Ağustos 2005. Aradan sekiz ayı aşkın bir süre
geçmiş…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Saygun,
konuşmanızı tamamlayınız lütfen.
Buyurun.
MEHMET NURİ SAYGUN
(Devamla) - Sayın Başkanım, sanıyorum şahsım adına da…
BAŞKAN - 15 dakikalık
süreniz doldu efendim, vermiştim.
MEHMET NURİ SAYGUN
(Devamla) - Tamam Başkanım.
…bu ivediliği, biz, ne
yazık ki, yanlış algılamışız, bugüne kadar kalmış. Diyeceksiniz ki "çok iş
yapıyoruz, geceleri çalışıyoruz." Doğrudur, geceleri de çalışıyoruz,
hizmet üretmeye çalışıyoruz; ama, bakın, şunu söylemeden geçmeyeyim: Çok fazla
tekrar yapıyoruz. Neden; çünkü, bizim bütün ısrarlarımıza rağmen, inadına
"biz iktidardayız, bizim dediğimiz olur" diye, ısrarla, getirdiğiniz
yasaları -burada "yapmayın, bu yanlış" diyoruz, uyarı görevimizi,
muhalefet görevimizi yerine getiriyoruz; olmuyor- çıkarıyorsunuz. Belli bir
süre sonra, ya Cumhurbaşkanından dönüyor ya Anayasa Mahkemesinden dönüyor.
Oturuyoruz bir daha tekrar yapıyoruz, bir daha tekrar yapıyoruz. Bugün bir yasa
gelecek, üçüncü tekrarımız; umarım, artık, dördüncü tekrar olmaz diye
düşünüyorum.
Bu arada da -son sözüm
Başkanım, kapatıyorum- bugün Adalet ve Kalkınma Partisi konuşmacısı olarak bu
kürsüye gelen Halil Özyolcu arkadaşımın yaptığı konuşmaları, gerek Cumhuriyet
Halk Partisine yönelik söylemleri itibariyle gerekse bu kürsüdeki tavır ve
davranışı itibariyle, bir milletvekili arkadaşı olarak, doğru bulmadığımı ifade
etmek istiyorum. Biz, burada görevlerimizi ifa etmeye ve yasama görevimizi en
olabildiğince iyi halde sürdürmek amacıyla geldik. Birbirimizi karalayarak, birbirimizi
kırarak veyahut kendi bilgi ve birikimimiz olmadığı sahalarda, burada, hakkımız
olmayarak, profesörlük yapmak gibi bir yetki ve imkânımız olduğuna inanmıyorum.
Bütün bu söylediklerimize
rağmen, bu yasayı destekliyoruz, bu yasanın yanındayız. 30 güvenlik
personelinin de Yargıtaya hayırlı olmasını diliyorum.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Saygun.
Madde üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
3 üncü maddeyi
okutuyorum:
MADDE 3.- Bu Kanun
hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN - Madde üzerinde,
şahsı adına, Çorum Milletvekili Sayın Feridun Ayvazoğlu.
Buyurun Sayın Ayvazoğlu.
FERİDUN AYVAZOĞLU (Çorum)
- Grup adına da olması lazım.
BAŞKAN - Grup adına
burada bir talep yok.
HALUK KOÇ (Samsun) - Grup
adına var efendim, Feridun Ayvazoğlu…
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
- Eksikse göndeririz Sayın Başkan.
BAŞKAN - Bize intikal
etmiş bir şey yok da, Sayın Grup Başkanvekiliniz yeni ifade etti. Problem
değil.
Buyurun efendim.
CHP GRUBU ADINA FERİDUN
AYVAZOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1075 sıra sayılı
Tasarıyı görüşüyoruz. Bu tasarının özü, yüksek mahkeme olarak -Anayasamızın 154
üncü maddesinde yer alan- Yargıtaya 30 güvenlik görevlisi kadrosunun
alınmasıyla ilgili. Şu ana kadar 28 kadroyla koruması yapıldığı anlaşılan
Yargıtayımızın, 30 güvenlik görevlisiyle daha bu korumanın devam edeceği
şeklinde.
Değerli arkadaşlarım,
öncelikle, yaşadığımız günlerin, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak ve üyeleri
olarak, iktidarıyla, muhalefetiyle hepimizi yakından ilgilendirmesi gereken
olayları yaşadığını görmekteyiz. Bu olaylara şöyle bir baktığımızda, sadece
düne baktığımızda, acı gerçekleri bir kez daha görmekten hepimiz üzüntü
duyuyoruz, yüreğimiz yanıyor. Dün, 5 askerimiz şehit oldu, 1 polisimiz şehit
oldu, onlarca güvenlik görevlisi yaralandı, onlarca ocak söndü, onlarca ateş
düştü. "Ateş düştüğü yeri yakar" şeklinde basınımızda yer alan
haberlere baktığımızda, bu sözün sahiplerinin, sadece ve sadece ateşin düştüğü
yerin sahipleri, eşleri, akrabaları, çocukları olmadığını, bunun yanı sıra,
bundan sorumlu olan, bu ülkeyi üçbuçuk yıldır tek başına yürütmekte olan Adalet
ve Kalkınma Partisi İktidarının Sayın Genel Başkanı, Sayın Başbakanın da
söylemiş olması, bir nebze olsun hepimizin yüreğine güya su serpmekte. Ama, bir
bakıyoruz ki, ortada, bugüne kadar yaşanan olayları, adını terör olarak
söylemekten kaçınan Sayın Başbakanın bu sözlerini bir tarafa bırakmak
suretiyle, ülkede her şeyin gerçekten yerli yerinde olduğu, terörle ilgili
olayların değerlendirilmesinde birkaç çetenin bu işi yaptığını bahsetmek
suretiyle de, olayı ne derece hafif aldığından dolayı da üzüntü duymaktayız.
Dün yaşadığımız ve
mensubu olmaktan onur duyduğum 5 Nisan Avukatlar Günü nedeniyle Çorum
Barosundaki bütün meslektaşlarımın ve Türkiye'de görev yapan bütün
meslektaşlarımın Avukatlar Gününü, bu camiada, bu çatının altında kutlamaktan dolayı
gerçekten onur duyduğumu ifade etmek istiyorum.
Yine, dün ve bu hafta
sonuna kadar devam etmekte olan polis teşkilatımızın 161 inci yılı nedeniyle
de, bütün polis camiasının çalışanlarını yürekten kutluyorum. Bugüne kadar
yapmış oldukları -diğer güvenlik görevlerimizle birlikte çalıştıkları- bu
görevlerinde de kendilerine başarılar diliyorum.
Yine, dün Askerî
Yargıtayımızın kuruluş yıldönümüydü, bütün çalışanlarını yürekten kutluyorum.
Aynı şekilde, cumhuriyet
döneminden bugüne kadar, özgürce, tarafsızca basın görevini yürütmekte olan Anadolu
Ajansının da kuruluş yıldönümüydü; yine, çalışanlarını yürekten kutluyorum.
Değerli arkadaşlarım,
bugün görüşmekte olduğumuz ve az önce belirtmiş olduğum tasarının özüne
bakıldığında "yargı" kelimesi geçiyor "yargı" ibaresi
geçiyor. Elbette, yargı denildiğinde, Anayasamızda yer alan ve "kuvvetler
ayrılığı" adı altında 7 nci, 8 inci ve 9 uncu maddelerde hüküm altına
alınmış bulunan yargının, 9 uncu madde itibariyle, elbette, Türk Milleti adına
görev yapan bağımsız mahkemeler tarafından yerine getirileceği hükmünü hepimiz
bilmekteyiz ve yine, yargı dediğimizde, bu camianın yargı mensupları olarak,
yargıçların, cumhuriyet savcılarının, adliye personelinden cezaevi personeline
kadar tek tek sayıldığında, her birinin, malî ve özlük haklarıyla ilgili
sorunlarını, sosyal güvenlikle ilgili sorunlarını, elbette, bu tür tasarılar
geldiğinde, görüşmekten ve konuşmaktan öte çaremiz de herhalde bulunmuyor.
Sayın Bakanımızın
belirtmiş olduğu gibi, bununla ilgili görüşler, bununla ilgili temel çözüm
yollarının ne olması gerektiği noktasında eğer öneriler varsa, tasarılar varsa,
getirilir, konuşulur demiş olması, hepimizi elbette düşündürür, hepimize büyük
görevler düşer; ama, en büyük görevin de, bu ülkeyi üçbuçuk yıldan beri tek
başına yürütmekte olan, iktidarın sahibi olan Adalet ve Kalkınma Partisinin
elemanlarıdır, mensuplarıdır, Sayın Bakanımızdır, hükümet yetkilileridir, Sayın
Başbakandır.
Değerli arkadaşlarım,
gerçekten, mensupların bu tür sorunlarıyla birlikte, bu yargıdaki sorunların
başka neler olabildiği noktasında, bu kürsüden defalarca anlatmaya çalıştığımız
sorunları tek tek sıralasak, bu konuşmaların ve sürelerin yetmeyeceğini hepimiz
biliyoruz. Ancak, çok önemli ve ciddî sorunların yaşanmakta olduğunu ve
hepimizi ilgilendirdiğini de her gün görmekteyiz ve yaşamaktayız. Bunların
başında, hepimizin bildiği gibi, hepimizi yakından ilgilendirdiği gibi,
yargıyla ilgili, bir cumhuriyet savcısının yapmış olduğu soruşturmanın Van'dan
Ankara'ya kadar nasıl ulaştığını, ulaştırıldığını gözlemlediğimizde şu gerçeği bugün
gördük: Biz, hep burada, Anayasanın 159 uncu maddesindeki Hâkimler ve Savcılar
Yüksek Kurulunun yapısının değiştirilmediği sürece mahkemelerin
bağımsızlığından bahsetmenin mümkün olmadığını söyledik. Sayın Bakanımız, buna
cevaben de olsa, başka şekilde bu tür eleştirilere cevaben de olsa, vermiş
olduğu cevaplarda şunu söylüyor: "Siyasetçiyi, bu kadar da kendi kendimize
haksızlık ederek rencide etmeyelim." Bizim amacımız, siyasetçileri, burada
bulunan değerli milletvekili arkadaşlarımızı, millet adına görev yapan milletvekillerimizi
rencide etmek değildir; ama, bu yapı, bu şekilde olduğu sürece… Sayın Adalet
Bakanımızın da bundan rahatsız olduğunu bugünkü gazete haberlerinden öğrendik.
Van'da görev yapan Sayın Kuvvet Komutanıyla ilgili bir ihbarı yazan Sayın
Sarıkaya'nın, Sayın Savcının hakkındaki soruşturmanın müfettişler tarafından
bitirilmesinden sonra gelen evrakların Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna
intikal ettirildiğini; ancak, bunun toplantısına Sayın Adalet Bakanımız,
katılmayacağını söylemek suretiyle… Bir kez daha oturup, hepimizin düşünmesi
lazım. Katılmama sebebi Sayın Bakanımızın inceliğidir; ama, görülüyor ki, böyle
bir toplantıya Sayın Bakan katıldığı takdirde, bundan sonra da, acabalarla -soru
işaretini her zaman yanı başında bulunabilecek- bir soruşturma kararının
çıkabileceği endişesini üzerinde taşımamak için böyle yapıyor.
Sayın Bakanımız bu
hassasiyeti gösteriyor. Peki, yarın öbür gün başka iktidarlar geldiğinde, aynı
hassasiyetin aynı bakan veya başka bakanlar tarafından gösterilip
gösterilmeyeceği hususundaki endişelerimizin ne derece haklı olduğu ortaya
çıkmıyor mu Sayın Bakanım. Biz, kişilerin veya yetkililerin bu husustaki
çalışmalarını bir an için bir tarafa bırakıp, objektif davranacaklarını kabul
edelim; ama, çözümün, sistemin yanlışlığını ortaya koymak suretiyle
çözülebileceğini ve bu sorunun o şekilde aşılabileceğini her zaman ifade ettik,
bir kez daha ifade etmek istiyoruz.
Değerli arkadaşlar,
elbette, bugün görüşmekte olduğumuz -Yargıtaya 30 güvenlik görevlisinin alınmasına
ilişkin, kadronun ihdasına ilişkin olmak üzere- bu tasarı bize neyi gösteriyor.
Aylardan beri, özellikle son günlerde meydana gelen terör olayları,
Türkiye'deki Adalet ve Kalkınma Partisinin İktidarının âcizliğini gösteriyor mu
göstermiyor mu; bunu bir soru işareti olarak koyduğumuzda, hemen yanı başında
bir acizlik olduğunu göstermektedir.
Değerli arkadaşlarım,
Yargıtay, bir asra yakındır bu ülkede görev yapan yüksek mahkemedir. Şimdiye
kadar Yargıtayımızın görev yaptığı yer
mi değişti, mekânı mı değişti; bunların hiçbirisi değişmedi. Peki, neden böyle
bir ihtiyaç duyuldu da Yargıtayımızın şimdiye kadarki yüksek yargıçları,
başkanları, Yüce Divanda Cumhuriyet Başsavcılığı görevini yürüten Başsavcısı
eğer korunamadı ise, bundan sonra 30 tane güvenlik görevlisiyle mi korunma
altına alınacak?!.
O nedenle, oturup
düşünmemiz lazım değerli arkadaşlarım. Korkarız ki, endişe ederiz ki, bugün
Yargıtaydaki bu görevlerin ne derece ciddî ve önemli olduğunu bahsetmek
suretiyle, bu tasarının gerekçelerinde yer almasının, yarın öbür gün, bunlar
yetmeyecek efendim, her mahkemenin yargıçlarına ve savcılarına ve mahkemelerin
binalarının korunmasıyla ilgili olmak üzere, her gün yeni yeni kadro ihdası
zorunlu olacak demektir. Halbuki, biz, canlarını siparane bir şekilde ortaya
koyan güvenlik görevlilerimizin şimdiye kadarki sorunlarını çözebilseydik,
polislerin sorunlarını bu aşamalara kadar çözebilseydik, Yargıtayımızın şu
andaki korunmaya muhtaç olduğu durumuna gelir miydik; elbette gelmezdik.
Bir diğer konu, az önce
belirtmiş olduğumuz görev sisteminden dolayı kaynaklandığını da ortaya koyuyor
değerli arkadaşlarım. Korkarız ki, bu gidişle her bir kamu görevlisinin yanı
başına bir güvenlik görevlisi de eklemek demektir bunun gidişatı. Bunun
gidişatı da, Adalet ve Kalkınma Partisinin bir kez daha ülkeyi terörizmden
kurtarmayı bir tarafa bırakalım, insanların birinci derecede hak ve hukuku olan
can ve mal güvenliklerini sağlayamıyor anlayışını kendi eliyle ispat etmesidir.
Böyle bir âcizliğin bundan sonra ne kadar devam edeceği hususunda bütün
vatandaşlarımızın kafasında çok büyük endişeler vardır. Bu endişeleri nasıl
gidereceğiz?!
Buradan, Ankara'dan
tayini çıkan, ilk kez kamu görevlisi olarak doğuya, güneydoğuya giden kamu
görevlilerinin can güvenlikleri için, bırakınız oraya gönderilenleri,
Ankara'nın, Türkiye Büyük Millet Meclisinin çevresinde bulunan bir yüksek mahkemenin
korunması eğer bu kadar acil hale geldiyse, Adalet ve Kalkınma Partisinin,
Sayın Başbakanın oturup düşünmesi lazım; bir yerlerde yanlışlık var, bir
yerlerde eksiklik var, bir yerlerde acizlik var diye oturup düşünmesi lazım.
Sayın Başbakan dünkü
beyanatlarında şunu ifade ediyor; Danıştayın, yüksek mahkemelerden biri olan
Danıştayın vermiş olduğu Yusufeli Barajıyla ilgili ihalenin yürütülmesinin
durdurulmasına karar verilmesini
eleştiriyor ve şu şekilde bir değerlendirme yapıyor: Anayasamızdaki kuvvetler
ayrılığından bahsediyor. Doğrudur Sayın Başbakan, Anayasamızda kuvvetler
ayrılığı vardır; yasama, yürütme, yargı kuvvetler ayrılığı vardır; ama,
hiçbirinin birbirine, görevine müdahale etmesi gibi de bir görev yoktur. Bu,
hiçbir kimsenin görevi değildir. Eğer böyle bir görev olursa, bu üç kuvvetten
biri bir diğeriyle birleşmeye çalışırsa, birleştirilmeye çalışılırsa bunun adı
demokrasi olmaz, bunun adı başka bir rejim olur. Bunu, sizler, siz Sayın
Başbakan olarak, Adalet ve Kalkınma Partisinin değerli milletvekilleri olarak
çok rahat bilirsiniz.
Değerli arkadaşlar, böyle
bir anlayışla biz nereye kadar gideceğiz, böyle bir anlayışla biz neyi çözeceğiz?!
Eğer bu anlayış devam ederse, doğuda ve güneydoğuda meydana gelen terörle
ilgili, terörün uzantılarının İmralı'dan Kandilli'ye kadar devam ettiğini hâlâ
ve hâlâ görmezden gelerek "birkaç çapulcunun işi" diyen, rahmetlinin
birisinin dediği gibi, buna benzer bir anlayışla "birkaç tane çetenin
işidir bu" deyip, bu şekilde çözüm bulabilmenin mümkün olmadığını hepimiz
çok çok iyi bilmek zorundayız.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
FERİDUN AYVAZOĞLU
(Devamla) - Sayın Başkan, bitiriyorum.
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Ayvazoğlu.
FERİDUN AYVAZOĞLU
(Devamla) - Eğer bizler bilmezsek, eğer şu anda bu ülkeyi üçbuçuk yıldır tek
başına iktidarla yürüten, götüren ve yetmiş milyon insanın, can ve mal
güvenliğiyle beraber, geleceğinden, her zaman kendisinin sorumlu olduğu bu
iktidara, bu milletimiz hesabını sorar ve soracaktır. Bundan kimse kaçmasın,
kaçınmasın, kimse korkmasın.
Sayın Başbakanın ve
özellikle Adalet ve Kalkınma Partisinin değerli milletvekillerinin, bazı
temsilcilerinin söylediği gibi, biz demokrasiden vazgeçemeyiz. Demokrasiden ve
özgürlükten vazgeçmek adına, terörle mücadeleyi, eğer, eşanlamda getirmeye
çalışırsanız, demokrasi ve özgürlükle beraber terör de olmak zorundadır, gibi
ters bir mantığı da kabul etmiş olursunuz ki, böyle bir anlayışı hiç kimse
kabul edemez. Demokrasiyi ve özgürlüğü en fazla isteyen, bu ülkedeki
demokrasiyi ve cumhuriyeti kimin kurduğunu, kimlerin kurduğunu, bunun
temelinde, Cumhuriyet Halk Partisinin, Kuvayi Milliyenin ruhunun olduğunu
herkes biliyor, tarih kitapları biliyor; tarih biliyor, tarihte yazılan, altın
harflerle, silinemeyecek şekildeki bu yazılar, her zaman, hepimizin
hafızasındadır; bunu kabul etmek zorundayız. Bizler, demokrasiyi ve özgürlüğü
kabul edeceğiz, demokrasinin ve özgürlüğün en ilerisine kadar hep beraber
gideceğiz; ama, demokrasiyi ve özgürlüğü yok etmeye çalışan terörizmin de
karşısına, demokratik güçlerle, özgürlüğün içerisindeki manevî güçlerle,
hepimiz gitmek zorundayız.
Saygıdeğer
milletvekilleri, böyle bir tasarıya, şu anlamda, Cumhuriyet Halk Partisi
olarak, oybirliğiyle destek veriyoruz; ama, destek vermemizin bir anlamı daha
var. Destek vermemizin anlamının, şu ana kadarki, Adalet ve Kalkınma Partisinin,
ülkedeki can ve mal güvenliği hususundaki, terörle mücadele hususundaki
acizliğinin bir belgesi olarak, bu tasarıya olumlu oy vereceğimizi bildiriyor,
Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri,
maddeyi oylarınıza sunuyorum…
HALUK KOÇ (Samsun) -
Sayın Başkan, karar yetersayısı istiyorum. (AK Parti sıralarından "geç
kaldın" sesleri)
BAŞKAN - Karar
yetersayısını arayacağım.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yetersayısı yoktur.
Birleşime 10 dakika ara
veriyorum.
Kapanma Saati: 16.40
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 16.54
BAŞKAN: Başkanvekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP ÜYELER: Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale), Mehmet DANİŞ
(Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 85 inci Birleşiminin İkinci
Oturumunu açıyorum.
1075 sıra sayılı kanun
tasarısının görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.
V.- KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
3.- 190
Sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Eki
Cetvellerin Yargıtay Başkanlığına Ait Bölümünde Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1105) (S. Sayısı: 1075)
(Devam)
BAŞKAN - Komisyon ve
Hükümet yerinde.
Tasarının 3 üncü
maddesinin oylamasında karar yetersayısı bulunamamıştı. Şimdi 3 üncü maddeyi
tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yetersayısını arayacağım.
3 üncü maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir; karar yetersayısı
vardır.
Sayın milletvekilleri,
şimdi, tasarının tümünü oylarınıza sunacağım.
HALUK KOÇ (Samsun) -
Karar yetersayısı istiyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - Karar
yetersayısını arayacağım.
Tasarının tümünü
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
Sayın milletvekilleri,
Kâtip Üyeler arasında ihtilaf vardır; elektronik cihazla oylama yapacağım.
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, elektronik cihazla oylama yapacağım. Oylama için 5 dakikalık süre
veriyorum.
Oylama işlemini
başlatıyorum.
(Elektronik cihazla
oylama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, karar yetersayısı vardır; tasarı kabul edilmiştir.
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır; hayırlı ve uğurlu
olmasını diliyorum.
Yarım kalan işlerle
ilgili işlemler tamamlandığından, şimdi, kanun tasarı ve tekliflerinin görüşmelerine
1 inci sıradan itibaren devam edeceğiz.
1 inci sırada yer alan,
Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair 607
Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Millî Savunma Komisyonu
raporunun görüşmelerine başlayacağız.
4.- Türk
Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair 607 Sayılı
Kanun Hükmünde Kararname ve Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Millî Savunma Komisyonu Raporu
(1/278, 1/1034) (S. Sayısı: 17 ve 17'ye 1 inci Ek)
BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.
Tasarının görüşülmesi
ertelenmiştir.
2 nci sırada yer alan,
Gülhane Askeri Tıp Akademisi Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına
Dair 604 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Millî Savunma Komisyonu raporunun
görüşmelerine başlayacağız.
5.- Gülhane
Askeri Tıp Akademisi Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Hükmünde Kararname ve Millî Savunma Komisyonu Raporu (1/277) (S. Sayısı:
1079)
BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.
Tasarının görüşülmesi
ertelenmiştir.
Sayın milletvekilleri, 6
ncı sırada yer alan, Özel Tüketim Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu raporunun görüşmelerine
başlayacağız.
6.- Özel
Tüketim Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ile Plan
ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1145) (S. Sayısı: 1112)
BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.
Tasarının görüşülmesi
ertelenmiştir.
7 nci sırada bulunan,
Türkiye Cumhuriyeti ile Güney Afrika Cumhuriyeti Arasında Gelir Üzerinden
Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve Vergi Kaçakçılığına Engel
Olma Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu raporunun görüşmelerine başlıyoruz.
7.- Türkiye
Cumhuriyeti ile Güney Afrika Cumhuriyeti Arasında Gelir Üzerinden Alınan
Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve Vergi Kaçakçılığına Engel Olma
Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/1099) (S. Sayısı: 1013) (x)
BAŞKAN - Komisyon ve
Hükümet yerinde.
Komisyon raporu 1013 sıra
sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına ve şahsı adına, Samsun Milletvekili Sayın
Haluk Koç'un söz talebi vardır.
Sayın Koç, buyurun
efendim.
CHP GRUBU ADINA HALUK KOÇ
(Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1013 sıra sayılı Türkiye
Cumhuriyeti ile Güney Afrika Cumhuriyeti Arasında Gelir Üzerinden Alınan
Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve Vergi Kaçakçılığına Engel Olma
Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsım adına söz almış bulunuyorum; Yüce
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
Güney Afrika ilginç bir ülke. Son zamanlarda, yeni dünya düzeninin bütün
dünyaya, ülkelerin değil, ama sermayenin egemenliğini dayattığı bir dönemde,
Güney Afrika örneğini, 1850'den başlayarak -daha doğrusu, 1500-1600'lerden
başlıyor; ama, ben, biraz daha sonrasından başlayarak- kısaca gözlerinizin
önüne getirmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım,
Afrika'da tarih içinden sürüp gelen iki tane olgu var. Bu, sadece, Güney Afrika
Cumhuriyetinin bugünkü noktasına gelişinin öncesindeki süreçle de ilgili değil.
Tüm Afrika Kıtasını ilgilendiren iki temel olgu var; bunlar, ırk ayırımı ve
Avrupa ülkelerinin, iktisadî ve siyasal egemenliklerini Kıta Afrikasına dayatma
süreçleridir. Afrika'nın tarihsel sürecine bakacak olursak, bugünkü milletler
bölümlemesinde, devletler bölümlemesinde, bu iki olayın temel etkisi vardır;
birisi, ırk ayırımı, diğeri ise, egemen Avrupa'nın, Afrika'ya iktisadî ve
siyasal baskısını dayatma arzusu.
(x) 1013 S. Sayılı Basmayazı Tutanağa eklidir.
Değerli arkadaşlarım,
sanki, iki temel olgu birbirinden farklıymış gibi gözüküyor; ama, tarihsel
sürece baktığınız zaman, ikisi birbiriyle örtüşüyor ve aynı kuvvet noktasına
çıkıyor. Bu tarihsel gerçeğin adına "sömürgecilik gerçeği" diyebiliriz.
Değerli arkadaşlarım,
belki ilginizi çekmiyor; ama, bu tip uluslararası sözleşmelerin onaylanmasında,
muhatap olan ülkenin yakın siyasî tarihini ve bu siyasî tarih süreci
içerisindeki ekonomik ilişkilerini ve bugün geldiği konumu kısaca irdelemekte
fayda var. Yani, bu uluslararası anlaşmanın onaylanmasına Grup olarak tabiî ki
karşı değiliz; ama, sadece, bu sürecin -Türkiye Büyük Millet Meclisinde her iki
gruba, üç gruba; eğer katılırlarsa- arkadaşlarımız tarafından kısaca
değerlendirilmesinde fayda görüyorum. Dün, Makedonya örneğini de onun için
gündeme getirmiştik.
Değerli arkadaşlarım,
yani, Avrupa'nın Afrika'yla ilişkilerine baktığımız zaman, tarihsel
sömürgeciliğin de kilometre taşlarını net bir şekilde görebiliriz. Şimdi,
Avrupalı sömürgeci, ki, buna Portekiz başladı; daha sonra İngiltere, Fransa,
birkısım İspanya, Hollanda ve hatta Almanya, Belçika, çok açık bir şekilde,
zaman dilimleri içerisinde, Afrika'nın değişik noktalarında bu baskılarını
kurdular.
Değerli arkadaşlarım, Avrupalı
sömürgecilerin -hiç millet ayırımı yapmıyorum- tek yasası zor ve baskı olan
iktisadî, siyasî egemenliğini haklı göstermek amacıyla Afrika ırklarının
insanlık evriminin aşağı basamaklarında, gelişmemiş yaratıklar olduğu
uydurmasına dayandırmışlardır ilk başta; acı olan gerçek budur.
Değerli arkadaşlarım,
işin garibi, her çağda yalana karşı direnebilmiş birkaç avuç yürekli insan
dışında, bütün uygar dünya, ne yazık ki, yüzyıllar boyunca bu safsatalara
inanmış ve bu sömürge tarihinin acı birer uygulayıcısı, parçası olmak durumuna
düşmüşlerdir.
Bir Afrikalı devrimci
Cabral… Haykırdığı bir söz var, gerçek var: "Biz, sömürge halkları
Afrika'nın, emperyalistlerin 'Kara Afrika' dedikleri yerden gelen Afrika
halklarıyız; evet, biz karayız; ama, bütün insanlar gibi insanız" diyor.
Değerli arkadaşlarım,
işte, beyaz adam, bu deri rengi farkını zaten sömürgeciliğini her fırsatta
uyguladığı her kıtada değişik renkler altında sürdürmüş. Asya'da sarı ırkı
hedef almış, Amerika'da Kızılderiliyi, kızılı hedef almış, Afrika'da da kara
insanı hedef almış. Böyle siyah ile beyaz tarzda bir öyküsü var Afrika'nın.
İşte, bütün bu gerçekler
yüzünden Afrika'nın uyanışı, başkaldırışı ilk bakışta ırk ayırımı olgusuna
dayansa da bu tarihsel aşağılanmaya karşı olmuştur; sonra da, bu çarpıtılmanın
gerisinde yatan sömürgeciliğin temel olgusuna, siyasal ve iktisadî dayatmaya,
sömürgeye, egemenliğe karşı bir başkaldırıdır.
Değerli arkadaşlarım,
Afrika'nın sömürgeleşme dönemine bakacak olursak… İsterseniz, 1600'lere
gidelim. Avrupalılar için meçhul bir kıta Afrika henüz. İlk başta, 1488'de
Bartolomeo Diaz'ın Ümit Burnunu dolaşmasıyla başlıyor süreç ve tanımaya
başlıyorlar kıtayı. Avrupalılar için Ümit Burnu çok önemli; çünkü, Hindistan'a
açılan denizyolu ve stratejik bir önem kazanıyor o tarihten itibaren. Güney
Afrika hakkındaki tarihî bilgiler de bu tarihten sonra başlıyor. Avrupa ile Hindistan
arasında sefer yapan İspanyol, Hollandalı, Portekizli ve İngiliz gemiciler
için, Güney Afrika sahilleri bir uğrak noktası oluyor. Hollandalı Jan van
Riebeeck isimli bir doktor, 1652 senesinde, çalıştığı bir şirket adına, Güney
Afrika sahillerinde, şimdiki Cape Town'ın bulunduğu Tavola Körfezinde, ticaret
gemileri için bir depo ve levazım istasyonu kuruyor. 17 nci Yüzyılın ortasında
kurulan bu ticarî üs, aynı yüzyılın sonlarında bir sömürge haline getiriliyor
ve bu ülke topraklarını sömürge yapmak isteyen İngilizler ve Fransızların
bölgeyi işgal etmelerini engellemek perdesi arkasında bölgeyi işgal ediyor ve
kendi sömürgeleri arasına katılıyorlar. Hollandalılar, zaman içerisinde Boerler
adını alıyorlar ve yerli çiftçilik yapan grupları oluşturuyorlar. Tabiî, Kara
Afrika, yavaş yavaş sahilden içeriye doğru itilmeye başlıyor. Bunu niye
anlatıyorum; çünkü, daha sonra Güney Afrika Cumhuriyetinin bugünkü noktaya gelişinde
bu sürecin son derece önemli etkisi var.
Değerli arkadaşlarım,
Avrupalıların buralarda ilk sömürge kurmaları esnasında yerli halka karşı
yapılan ırk ayırımı politikası, 1807'de İngilizlerin çıkardığı bir kanunla
kaldırılıyor; fakat, azınlıkta olan ve demin söyledim, daha çok Hollanda
kökenli yerleşik çiftçiler anlamına gelen Boerler adı altında verilen bu grup
tarafından, ırk ayırımı şiddetle uygulanmaya devam ediliyor. Bu kanunun
kalkmaması karşısında, Boerler, 1836'da kıyı kesimlerinden çıkıyorlar ve iç
kesimlere doğru, Kara Afrika'nın derinliklerine doğru çekilmeye başlıyorlar.
İngiltere sömürgesinden, sırayla, 1852 ve 1954 senelerinde Orenge ve Taransvaal
adlı, içişlerinde bağımsız 2 yeni sömürge devlet kuruluyor. İç kesimlere yerleşen
Boerler ile İngilizler arasında ilk zamanlar mevcut bir ılımlılık var; fakat,
gün geçtikçe, önce bir soğuk harbe, daha sonra iki Boer devletinin İngiltere'ye
savaş ilan etmesiyle sıcak harbe dönüşüyor ve Boer Savaşları, sömürgecilerin
kendi aralarında nimet paylaşımına örnek gösterilebilecek ilk sömürge
savaşlarından bir tanesidir.
Değerli arkadaşlarım, bu
kanlı savaşlar, 1902 senesinde İngilizlerin kesin galibiyetiyle son buluyor ve
içişlerinde bağımsız birer sömürge olarak ilan ve savaş tazminatı ödemeye
Boerler mahkûm ediliyor. Bu 2 İngiliz sömürgesine -yani, Orenge ve Transvaal- 2
de Boer devleti katılınca, Güney Afrika 4 devletten müteşekkil bir federasyon
halini alıyor. Tabiî, süreç ilerliyor. Birinci Dünya Savaşı, Birinci Dünya
Savaşı sonrasında şoven anlamda ırkçılık bütün dünyada önplana geçiyor. Birinci
Dünya Savaşı sonrasında Türkiye'nin, Türkiye Cumhuriyetinin kurulması ve
verilen ilk antiemperyalist kurtuluş savaşı, millî savaş, bütün dünyada olduğu
gibi, Güney Afrika'da değil; ama, Afrika'nın diğer birçok bölgesinde ilham
kaynağı oluyor ve son derece önemli gelişmelere… Tıpkı 1789 Fransız Devriminin
birçok yeni gelişmeyi tetiklemesi gibi, Türk Ulusal Kurtuluş Savaşı da Kara
Afrika'nın iç kesimlerinde, orta kesimlerinde, kuzey Afrika'nın alt
kesimlerinde, İç Sahra'da ve batı Afrika sahillerinde son derece etkili siyasal
sonuçlar doğuruyor.
Değerli arkadaşlarım,
1924'te bir asker işbaşına geçiyor, General Herzog. 1934 senesinde, bu kişi,
faşist Almanya'daki siyasal gelişmelere paralel olarak, Güney Afrika'daki bu 4
devletten oluşan federasyon yapısında, zencilerin yurttaşlık ve siyasî
haklarını ellerinden alıyor ve 1948'de İkinci Dünya Savaşı sonrası Dr. Molan'ın
iktidara gelmesiyle mevcut ırkçı politika had safhaya varıyor ve siyahların ne
çalışma hakkı… Ayrı koloniler halinde, onlara ayrı isimler veriliyor, büyük
şehirlerin etrafında, madenlerde çalışan ve bir beyaz işçiye göre çok düşük
ücret alan, kendilerine ayrılan gettolardan dışarı çıkması yasaklanan bir
pasaport kanunu öyküsü var Güney Afrika'da. Pasaport dediğimiz uluslararası
seyahat etmek için devletin verdiği resmî belge değil; kendi ülkesinde, kendi
yaşadığı kent ya da kentçik dışına çıkmak için dahi siyah ırktan gelenler
inanılmaz baskılara maruz kalıyorlar, öldürülüyorlar, dışlanıyorlar, itiliyorlar,
hiçbir sürecin içine sokulmuyorlar ve böylesi bir gelişme içerisinde Mandela
doğuyor.
Değerli arkadaşlarım,
Mandela'ya da geleceğim. Mandela, çok büyük mücadeleler veriyor; onun sürecini
çok detaya inmek istemiyorum ve daha sonrasında ülkenin en önemli noktalarına
-biliyorsunuz- belli mağduriyetler sonrasında yükseliyor. Türkiye'yi
ilgilendiren bir önemli kısmı var; -biliyorsunuz- Atatürk Yüksek Şeref Ödülünü
kendisine Türkiye Cumhuriyeti Devleti vermeyi teklif ettiğinde, Mandela bu
ödülü reddetmişti; bununla ilgili tespitlerim de olacak; bunları da Güney
Afrika'yla ilgili bir süreci konuşurken bu kürsüden dile getirmekte yarar
görüyorum.
Değerli arkadaşlarım,
ülke, İkinci Dünya Savaşından sonra Mandela kendi mücadelesini sürdürürken,
ırkçı politikalardan asla taviz vermiyor ve birsürü milletlerarası teşkilattan
ya dışlanıyor ya kendisi çekilmek zorunda kalıyor; bunların arasında Birleşmiş
Milletler de var ve İngiliz Milletler Topluluğu Commonwealth de var, 1961'de.
1968'de öğrenci olayları
başlıyor ve sınıf temeline dayanan işçi hareketleri başlıyor ve bu gösterileri,
ilginçtir, siyah ırka mensup din mensupları da Avrupa'daki süreçten farklı
olarak destekliyorlar. Bunun üzerine hükümet, askerleri çok farklı bir şekilde
teçhizatlandırıyor, silahlandırıyor, güvenlik kuvvetlerinin yanında istihbarat
teşkilatını her baskıcı rejim gibi güçlendiriyor; böylece, Afrika'daki diğer
komşu devletlerin kendi sınırlarına bir devrim ihraç etmesini önlemeye
çalışırken, kendi insanları üzerinde de baskılarını sürdürüyor.
1976'daki başkaldırı
hareketlerinde yüzlerce zenci öldürülüyor ve hiçbirinin adlî soruşturması,
kovuşturması yapılmıyor. Devam eden baskı ve öldürmeler üzerine, Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyi, Güney Afrika Cumhuriyetine silah satışını
yasaklıyor. 1982'de Namibya'nın sömürgelikten kurtulmak için başlattığı hareket
Güney Afrika'yı yeniden karıştırıyor; sorgusuz, yargısız öldürmeler devam
ediyor; yeni anayasa yapılarak başkanlık sistemine geçiliyor. Buna rağmen,
ülkedeki çatışmalar devam ediyor.
Değerli arkadaşlarım,
Cumhurbaşkanı Botha, ülkesini milletlerarası yalnızlıktan kurtarmak için, o
tarihte çeşitli uluslararası ziyaretler gerçekleştiriyor ve zenci çoğunluğun
sesi, Güney Afrika'nın içinde baskı ve zulümle susturulmaya acımasızca da devam
ediliyor. Bu Botha'nın lideri bulunduğu ulusal parti içinde meydana gelen
muhalefetin de tesiriyle, 1989 Ağustosunda istifa etmek zorunda kalıyor ve
yerine meşhur Frederick De Clerk geçiyor. Eylül 1989 seçimlerinde seçme hakkı
bulunmayan zenciler, ülke çapında büyük bir genel greve gidiyorlar ve zencilere
karşı yumuşama politikası uygulayan Cumhurbaşkanı De Clerk, Şubat 1990'da,
Meclisi açarken yaptığı konuşmada, Afrika Millî Konseyi, Afrika Komünist
Partisi ve 33 muhalefet örgütü hakkında bulunan yasağın kaldırıldığını
açıklıyor. Ayrıca, 1962'den beri hapiste bulunan zenci lider Nelson Mandela da,
De Clerk'in bu girişimi sayesinde serbest bırakılıyor. Afrika Millî Konseyi,
1991 senesinde, iktidarın halka devredilmesi için toplu eylem yılı ilan ediyor.
Aynı sene yapılan Afrika Millî Konseyi toplantısında ise Nelson Mandela, uzun
eziyet yıllarından sonra Başkanlığa seçiliyor.
Değerli arkadaşlarım,
şimdi, Mandela, 1992'de Türkiye'de çok konuşuldu. Neydi 1992'deki olay; Atatürk
Uluslararası Barış Ödülü, Afrika Ulusal Kongresi Başkanı Güney Afrikalı siyaset
adamı Nelson Mandela'ya verildi ve Mandela ödülü kabul etmedi. Türkiye'de
değişik tepkiler oldu altını görmeden. Bu değişik tepkiler ve Türkiye'nin
dışişlerinde ya da haber alma kaynaklarında ya da ilişki kurmadaki zayıflığı
yüzünden, nedeni tam anlaşılamadan, o dönemin, 12 Eylül Türkiye faşizminin
dayattığı birtakım resmî ideolojilerin temelinde, Mandela'nın niye bu ödülü
almadığının arkası, Türkiye'de net incelenemiyor. Almamasının iki nedeni var:
Bir, önemli bir Yunan başdanışmanı var ve Türkiye aleyhine, Türkiye'deki o
dönem rejimiyle de ilgili, yıllardır bu mücadeleyi veren bir insana, Atatürk'ün
adı olmasına rağmen, dünyadaki ilk ulusal antiemperyalist Kurtuluş Savaşının
kahramanı olan bir kişinin adını taşıyan bu ödüle rağmen, bu başdanışmanın o dönemki
Türkiye rejimini Mandela'ya aksettirmesiyle birinci etki noktası çıkıyor.
İkincisi ise, değerli
arkadaşlarım, o da çok ilginç, buna Sayın Fatih Altaylı da değindiler bir
yazısında, Hürriyette çalışırken, 5 Mart 2005 tarihinde. Burada, Sayın Başbakan
Tayyip Erdoğan Güney Afrika Cumhuriyetini ziyaret ederken, Sayın Fatih Altaylı
bu noktayı inceleyen bir yazı yazmıştı, önemlidir; çünkü "acı gerçekleri
öğrenince, Mandela'ya olan kızgınlığım geçti, kendimize olan kızgınlığım ise
arttı" diyor. "Sebebi de şu: Güney Afrika ile Türkiye arasında pek de
dostane olmayan ilişkilerin temelinde Turgut Özal'ın koyduğu bomba var"
diyor. O da nedir; bütün dünyada ırkçı Güney Afrika rejimine silah satışı yasaklanırken,
Türkiye, maalesef, bu ambargoyu delerek, Güney Afrika'ya, o ırkçı rejime silah
satan bir ülke.
Şimdi, değerli
arkadaşlarım, Güney Afrika konusu gelmişken bunları hatırlatmakta fayda var.
Yani, Mandela'yı küçümsememek gerekir. Aslında, o ödülü Atatürk adına
düzenleyenlerin, o dönem yöneticilerinin de bence ayrıca sorgulanması gerekir;
Atatürk'ü, üçüncü kez söylüyorum, dünyadaki ilk ulusal antiemperyalist Kurtuluş
Savaşını veren o büyük kahramanı, bu şekilde, 1992 senesinde, dünyada açıkta
bıraktıkları için.
Değerli arkadaşlarım,
Güney Afrika bu, geçtiği mücadeleler bu ve bugün, farklı bir noktada Güney
Afrika. Yaşanan acıların üzerine sünger çekmiş, birçok noktada, esas yerli
halkın temel özgürlüklerini kullandığı, seçme-seçilme hakkını kullandığı bir
ülke konumunda.
Şimdi, burada, ikili
ticaret boyutuna baktığımızda, Türkiye'ye ihracatı Güney Afrika'nın -hepinizin
tahmin ettiği gibi- ilk kalem altın, ikinci kalem kömür; yolcu ve kargo uçağı,
alaşımsız dökme demir, üç, dörtte; fakat, beşinci sırada önemli bir madde var,
Güney Afrika'nın Türkiye'ye sattığı önemli bir madde var, miktarını da
söyleyeceğim. Değerli arkadaşlarım, tütün satıyor Güney Afrika Türkiye'ye.
Bunları ben dile getirmek zorundayım, bunlar önemli konular, düşünmemiz
gerekir. Sadece Güney Afrika'yla ilgili olduğu için -tütün satan ülkelerden bir
tanesi- 2000 yılında, mesela, örnek vereyim, 7 358 264 dolarlık tütün ithalatı
yapılmış Güney Afrika'dan. Şu anda, benim köylüm, Bafra'da direniş yapıyor, kendisine
imzalatılan sözleşme çerçevesinde tütün indirmiyor ve tüccara tütün vermemekte
direniyor; hakkını aramaya çalışıyor; Denizli'de keza, Akhisar'da keza. Yani,
hep ulusal dedik, mutlaka dersler çıkarmamız gereken boyutlar var.
Değerli arkadaşlarım,
Türkiye ile Güney Afrika arasında, 23 Haziran 2000 tarihinde, Ticaret ve
Ekonomik İşbirliği Anlaşmasının tüm maddelerine iki taraf da mutabık kalarak bu
anlaşma sonuçlandırılıyor ve daha sonrasında, Sayın Başbakanın, bildiğiniz
gibi, ziyareti gerçekleşiyor.
Şimdi, Güney Afrika
Cumhuriyeti, kıta içerisinde, hem ekonomik olarak hem de siyasî olarak ağırlığı
artan bir ülkedir. Siyasî istikrar, istikrarlı bir para birimi, gelişmiş
altyapısı ve teknolojisinin varlığı, kalifiye ve ucuz işgücü, gelişmiş liman
olanakları gibi birçok artı değer sunmaktadır. Güney Afrika Cumhuriyeti, bugün
gerçekten de Türk işadamlarının çoğunluğunun, tekstil, kömür ve ev aletlerinin
oluşturduğu 100 000 000 dolara yakın yatırımının bulunduğu önemli bir ülkedir.
Gerçi rakam oldukça küçüktür.
Tabiî, dün Makedonya
örneğinde bahsederken, Amerika Birleşik Devletlerinin Balkanlarda karadan
oluşan bir uçak gemisi oluşturma gayretlerini söylemiştim. Şimdi tek kutuplu
dünyada… Ki, o tek kutup bir siyasî güç değildir, bir sermaye gücüdür ve bu
sermayenin bütün gelişmekte olan ülkelerin kaynaklarına dönük talepleri çok net
ve açıktır. Bugün Sayın Başkan Bush'un "yüz yıl sürecek bir savaş
başladı" dediği olayların temelinde bu küresel sermayenin ucuz işgücü
olanakları bularak, kullanılmamış kaynaklar bularak dünya üzerine göçünden
ibarettir. Onun da askerî bekçiliğini, tabiî ki, bu sermayenin sahibi olan ülke
yapmaktadır. Bugün dünyanın içinde bulunduğu tablo budur, yani, yeni dünya
düzeni. Yeni dünya düzeni akademisi de var! Öyle bir akademi yok; ama, yeni
dünya düzeni akademisinden mezun olan çok sayıda köşeyazarımız var Türkiye'de.
Ve ne yazıktır ki, bugün Türkiye'de, Türkiye'yi tehdit eden ve temelinde
emperyalist amaçların çok açık ve net bulunduğu bu kirli terör olaylarının
temelinde, işte bu yeni dünya düzeni akademisinden mezun olanlar ile ne
yazıktır ki -kusura bakmasınlar, bunu söyleyeceğim- eski Bekaa Vadisi
mezunlarının ortaklaşa kurdukları bir dış koalisyon vardır. Yeni dünya düzeni
akademisinden mezun olanlar, demin söylediğim, askerî bekçiliğini, bu tek
kutuplu sermaye dünyasında, Amerika'nın üstlendiği bu düzenin dünyaya
dayatılmasında -Türkiye de dahil- temelinde işte bu yeni dünya düzeni
akademisinden mezun olanlar ile bunların bugünkü işbirlikçileri, eski Bekaa
Vadisi mezunları vardır.
Bu koalisyonu çok iyi tanımak
zorundayız değerli arkadaşlar, bu koalisyonu çok iyi bilmek zorundayız.
Türkiye'nin Kürt-Türk diye bir sorunu yoktur. Biz hepimiz kardeşiz, bunu ifade
ediyoruz. O savaşları biz birlikte verdik. Ama, bunun temelinde bölgeyi etnik
temelde ayrıştırmaya çalışan, çok açık, Güney Afrika'sından Afganistan'ına,
Makedonya'sından Çin sınırlarına ya da Kafkaslardaki turuncu devrimlere kadar
hepsinde yatan temel olay budur. Onun için, Türkiye'de terör tahlilini yaparken
birbirimizi kırıcı tahlillerin ötesinde, kimlerin nelere alet olduğunu bir
özeleştiri yaparak da değerlendirmesi gerekiyor. Ben, Kürt kökenli
yurttaşlarımıza da seslenmek istiyorum: Sağduyulu bu analizi yapabilecek, bu
değerlendirmeyi yapabilecek "ben Kürdüm; bu analizi yapacak kadar aklım
açık, zihnim açık ve ben, bu ülkenin, bu bayrağın, bu devletin aslî bir
parçasıyım; bölünmez bütünlüğün yanındayım" diyen sağduyulu Kürt kökenli
yurttaşlarımızın da temelinde, demin vermeye çalıştığım analizi, çözümlemeyi
yapan tüm yurttaşlarımızın mutlaka bir pay çıkarması lazım, bir özeleştiri
yapması lazım.
O sorunla bitmeyecek
Türkiye'deki iş, ondan sonra mezhep sorunlarını getirecekler, tıpkı 80
öncesinde kurcaladıkları gibi; yani, Türkiye'nin kendi kaynaklarını kendisinin
kullanmasına müsaade edilmeyecek değerli arkadaşlarım. Onun için, hepimize çok
büyük görevler düşüyor. Birbirimizi kırmadan, birbirimizi incitmeden,
insanlarımızı dışlamadan, insanlarımızı tecrit etmeden, sadece bu oyuna
düşenleri tecrit ederek, sadece bu oyuna düşenleri teşhir ederek olayları sağduyuyla
değerlendirmemiz gerekiyor.
Değerli arkadaşlarım,
ben, konuşmamı bitireceğim.
Bu anlaşmanın onaylanması
için, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak, olumlu oy kullanacağız. Sadece
Sayın Başbakanın ziyaretinden sonra -Sayın Sağlık Bakanı orada, Bakan olarak
temsil ettiğine göre söz söyleme hakkını da kullanacaktır- Sayın Başbakanın
Mart 2005'teki ziyaretinden sonra Güney Afrika Cumhuriyetiyle, son bir yılda,
Türkiye'nin - daha önceki rakamlar var- bu geziden sonra, kurulan ilişkilerden
sonra iç ve dış ticaret oranlarımızda ne gibi gelişmeler sağlandı? Bu konuda
da, oylamadan önce, hükümet kanadı bir bilgi verirse mutlu olacağımı ifade
etmek istiyorum.
Yüce Kurulu, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu ve şahsım adına saygılarımla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Koç.
Tasarının tümü üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
1 inci maddeyi
okutuyorum:
TÜRKİYE CUMHURİYETİ İLE GÜNEY AFRİKA CUMHURİYETİ ARASINDA
GELİR
ÜZERİNDEN ALINAN VERGİLERDE ÇİFTE VERGİLENDİRMEYİ ÖNLEME VE
VERGİ KAÇAKÇILIĞINA ENGEL OLMA ANLAŞMASININ ONAYLANMASININ
UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI
MADDE 1. - 3 Mart 2005
tarihinde Pretoria'da imzalanan "Türkiye Cumhuriyeti ile Güney Afrika
Cumhuriyeti Arasında Gelir Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi
Önleme ve Vergi Kaçakçılığına Engel Olma Anlaşması"nın onaylanması uygun
bulunmuştur.
BAŞKAN - Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
2 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2. - Bu Kanun
yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN - Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
3 üncü maddeyi
okutuyorum:
MADDE 3. - Bu Kanun
hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN - Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, tasarının tümü açıkoylamaya tabidir.
Açıkoylamanın şekli
hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.
Açıkoylamanın elektronik
oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, oylama için 5 dakika süre vereceğim.
Oylama işlemini
başlatıyorum.
(Elektronik cihazla
oylama yapıldı)
BAŞKAN - Saygıdeğer
milletvekili arkadaşlarım, 1013 sıra sayılı Türkiye Cumhuriyeti ile Güney
Afrika Cumhuriyeti Arasında Gelir Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte
Vergilendirmeyi Önleme ve Vergi Kaçakçılığına Engel Olma Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının açıkoylama sonucunu
açıklıyorum:
Kullanılan oy sayısı : 241
Kabul : 241
(x)
Anlaşmanın Türkiye
Cumhuriyeti ve Güney Afrika Cumhuriyeti için hayırlı olmasını diliyorum.
Sayın milletvekilleri,
Muğla Milletvekili Orhan Seyfi Terzibaşıoğlu'nun, 190 Sayılı Genel Kadro ve
Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile 2985 Sayılı Toplu Konut Kanununda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu
raporunun görüşmelerine başlıyoruz.
8.- Muğla
Milletvekili Orhan Seyfi Terzibaşıoğlu'nun; 190 Sayılı Genel Kadro ve Usulü
Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile 2985 Sayılı Toplu Konut Kanununda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu
(2/727) (S. Sayısı:1138)
BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.
Teklifin görüşülmesi
ertelenmiştir.
9 uncu sırada yer alan,
23.2.2006 Tarihli ve 5462 Sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında
Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ve Anayasanın 89 uncu ve 104 üncü
maddeleri gereğince Cumhurbaşkanınca bir daha görüşülmek üzere geri gönderme
tezkeresi ile Adalet Komisyonu raporunun görüşmelerine başlıyoruz.
9.- Ceza ve
Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair
23/2/2006 Tarihli ve 5462 Sayılı Kanun ve Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek
Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ile Adalet Komisyonu Raporu (1/1180) (S.
Sayısı:1136) (xx)
BAŞKAN - Komisyon?..
Burada.
Hükümet?.. Burada.
Sayın milletvekilleri,
komisyon raporu 1136 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde,
AK Parti Grubu adına Ankara Milletvekili Haluk İpek'in, Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına Tekirdağ Milletvekili Mehmet Nuri Saygun'un söz talebi vardır.
İlk söz, AK Parti Grubu
adına Ankara Milletvekili Sayın Haluk İpek'in.
Sayın İpek, buyurun
efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA
HALUK İPEK (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmeye
başladığımız kanun değişikliği, 2004 yılında kanunlaştırdığımız, 1 Haziran 2005
yılında yürürlüğe giren 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı
Hakkında Kanunun 110 uncu maddesinin ikinci fıkrasını değiştiren ve üçüncü
fıkrasını da yürürlükten kaldıran 5462 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin
İnfazı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, yayımlanması Sayın
Cumhurbaşkanınca uygun görülmemiş ve Anayasanın değişik 89 ve 104 üncü
maddeleri uyarınca bir kez daha görüşülmesi için Türkiye Büyük Millet Meclisine
geri gönderilmiştir. Değişikliğin Sayın Cumhurbaşkanı tarafından bir daha
görüşülmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisine gönderilmesi üzerine, kanun
teklifi Adalet Komisyonunca hiçbir değişikliğe uğramadan aynen kabul edilerek
huzurunuza tekrar getirilmiştir. Teklif üzerinde Grubum adına görüşlerimi belirtmek
amacıyla söz almış bulunmaktayım; hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar,
Meclisimizin 22 nci Dönem Dördüncü Yasama Yılının 67 nci Birleşiminde kabul
edilen; ancak, Sayın Cumhurbaşkanı tarafından iade edilen 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik
Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Teklifi, benim de üyesi bulunduğum Adalet Komisyonunda hiçbir değişikliğe
uğramadan, aynen kabul edilerek huzurlarınıza sunulmuştur.
Bu değişiklik teklifiyle,
aslında, infaz sisteminde yapılması gerekli olan bir düzenleme… Bu düzenleme
ise, dünya hukuk sisteminin evrensel hukuk normları standartlarında yaşamış
olduğu genel bir problem olarak karşı karşıya kaldığımız bir olgudur. Yani,
cezanın muhtevası, suçun niteliği ne olursa olsun, her ceza cezaevinde mi
çekilmeli ya da birkısım cezaları alan insanlar bu cezalarını cezaevi dışında
bir mekânda mı çekmeli gibi bir ikilemi bütün dünya yaşamaktadır. Tüm dünya,
artan suç vakalarından dolayı, mevcut kapasitelerinin çok üzerinde bir
yoğunluğa sahip olan cezaevleri problemleriyle karşı karşıya bulunmakta;
dolayısıyla da, bu problemleri nasıl aşarız amacına yönelik olarak yapılan uluslararası
hukuk organizasyonları ve toplantılarda bu konu derinlemesine tartışılmakta ve
bununla ilgili çözümler aranmaktadır. Özellikle de, Avrupa Konseyi Bakanlar
Komitesi toplantılarıyla gerçekçi yöntemler ve çözümler aranmaktadır. Bu
bağlamda, bakınız, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin üye devletleri, hapis
cezasına alternatif belirli ceza tedbirleri hakkındaki R 776/10 sayılı tavsiye
kararıyla neyi özellikle vurguluyor: "Hapis cezası yerine alternatiflere
hükmedilmesini önleyen hukuksal engellerin kaldırılması amacıyla mevzuatlarda
düzenleme yapılması gerekir" denilmektedir. Yine bu paralelde, hapis dışı
tedbirlere ilişkin olarak, Birleşmiş Milletlerin Tokyo Kuralları diye
adlandırdığı minimum standart kuralları altında tavsiye olarak aldığı kararları
da var. Ayrıca, kendi mevzuatımızda da bu tür düzenlemeler yapmamız gerektiğine
dair düzenlemeler de mevcuttur.
Türkiye Cumhuriyeti
Devleti olarak, başka konularda olduğu gibi, ceza infaz kurumlarıyla ilgili
olarak da, altına imza koyduğumuz pek çok sözleşme, pek çok uluslararası metin
var. Bu konuda cezaevi standartlarıyla ilgili asgarî ilkeler, metinler var.
Bunlar, olabildiğince, bugün, yarın ve daha sonraki zaman dilimlerinde de, en
iyiyi yakalamak adına tartışılacak ve karara bağlanacaktır. Yani, hukuk
sistemimiz, ceza infaz yasalarıyla ilgili değişiklikleri, sadece bugün değil,
bundan sonra da tartışacak ve modern infaz sistemlerini hukukumuza
yerleştirmeye yönelik olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisi de, bugün olduğu
gibi, bundan sonra da değişik infaz sistemlerini gündeme getirecek ve yaşama
geçirecektir.
Peki, Meclis olarak biz
ne yapmışız; iktidarıyla muhalefetiyle Avrupa Birliği sürecini hızlandırmak
üzere, Avrupa Birliği normlarını Türkiye standartları olarak tanımlamak ve
anlamlaştırmak üzere, kanunlar çıkarmışız. Hep beraber Türk Ceza Kanununu
değiştirdik. Hemen onun peşinden Ceza Usul Kanununu çıkardık. Akabinde İnfaz
Kanununu çıkardık. Neden; çünkü, bunların hepsi bir ihtiyacın kaçınılmaz
sonucuydu.
Bugün burada
görüşülmesini yaptığımız kanun değişikliği de, yukarıdaki ifadelerimle
gerekçesini anlatmaya çalıştığım bir süreci çağın gerçekleriyle donatmaya
çalışmaktır. Bundan sonra, Batı'da olduğu gibi, bizde de bazı cezaların mutlaka
cezaevlerinde değil ve bazı alternatif ceza yöntemleriyle çektirilmesine dair
düzenlemeler mütemadiyen yapılacaktır. Kişinin topluma kazandırılması, suçluluk
psikolojisinden çıkarılması ve daha önemlisi, topluma faydalı olacağı alanlara
yönlendirilmesi hususlarında zamanın getirdiği ihtiyaçlara cevap verebilecek,
toplumun gelişmesine katkıda bulunacak birçok düzenlemeyi bizler veya bizden
sonra bu Yüce Meclis çatısı altında görev alacak başkaca arkadaşlar gerçekleştirecektir.
Bu kaçınılmaz sürece, insanoğlu var oldukça herkes bir şekilde tanık olacaktır.
Bugünün şartlarına,
düşünce yapısına, kurumsal yapısına göre getireceğimiz her değişiklik, en kısa
süreç olan yarın zaman diliminde bile belki anlamını yitirecek, uygulama alanı
bulamayacak ve bir şekilde ihtiyaçlar paralelinde yeniden bir değişime
uğrayacak ve Türkiye Büyük Millet Meclisi de bu ihtiyaçlara göre yeniden
düzenleme yapacaktır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Meclis olarak 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5275
sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirleri İnfazı Hakkında Kanunu hep beraber çıkardık.
Bugün tartışmasını yaptığımız bu kanunun 110 uncu maddesinin ikinci ve üçüncü
fıkraları şu şekildedir:
Fıkra 2: "Kadın ve
altmışbeş yaşını bitirmiş hükümlülerin mahkûm oldukları altı ay veya daha az
süreli hapis cezasının konutunda çektirilmesine karar verilebilir."
Fıkra 3:
"Yetmişbeş yaşını bitirmiş olup da
üç yıl ve daha az süreli hapis cezasına mahkûm olanların, bu cezalarının ceza
infaz kurumlarında çektirilmesi sağlık durumları itibariyle elverişli olmadığı
tam teşekküllü devlet veya üniversite hastanelerince verilecek raporla tespit
edilenler hakkında cezanın konutlarında çektirilmesine hükmü veren mahkemece
veya hükümlü başka bir yerde bulunuyorsa, o yerde bulunan aynı derecedeki
mahkemece karar verilebilir. Ancak, mahkûmiyete konu suç nedeniyle herhangi bir
zarar doğmuşsa, bu zararın aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin
suretiyle tamamen giderilmesi şartı da ayrıca aranır. Bunlar hakkında beşinci
fıkra hükümleri uygulanmaz."
Bakınız, mevcut uygulanan
kanunda, yani, şu an var olan ve infaz sistemimize ait olan, infaz sistemimizin
parçası olan kanunda, bir defa altı aylık süreyle ceza almış olanlar, altı ay
ve daha az süreyle ceza almış olanlar ile üç yıl ve daha az süreyle ceza almış
olanlar arasında bir ayırım yapmış, ikisi arasında, gerçekten, Anayasanın
eşitlik ilkesini zorlayan veya ortadan kaldıran bir düzenleme getirmiş, birinde
hiçbir önşart getirmemişken, diğerinde birden fazla şartlar getirmiştir.
Gerçekten, birinde
önşartlar konulmadığı halde,
ikincisinde önşartlar konulmuş; sağlık raporu, paranın ödenme şartları, tekrar
bir şart getirmişsiniz "bunlar hakkında beşinci fıkra uygulanmaz"
demişsiniz. Sonra ne olmuş; gerek içinde yer aldığımız kutsal Mecliste
-iktidarıyla muhalefetiyle- gerek yazılı ve görsel medyada ve gerekse sivil
toplum kurum ve kuruluşları nezdinde tartışmalar hukukî zemine kaymış, olayı
tabiî mecrasında tutmayı amaçlayan hukuk adamları, infaz hukukunun yasa
normlarından, özellikle 110 uncu maddenin ikinci ve üçüncü fıkralarının
uygulamada sıkıntılara yol açabileceği, kişiler arasında aynı uygulamadan
kaynaklanacak eşitsizliklere, adaletsizliklere yol açabileceği argümanlarıyla,
daha adil, uygulanabilir yeni düzenlemelerin hazırlayıcısı olmuşlardır.
Yapılan hukukî
tartışmalar neticesinde, mevcut, halihazırda uygulanan 5275 sayılı Yasanın 110
uncu maddesiyle ilgili olarak fiiliyatta şöyle bir durumun vuku bulabileceği
görülmüştür: Önümüzde aynı madde hükmünden faydalanabilecek 2 kişi varsa, yani,
bu Ceza İnfaz Yasasının, mevcut uygulanan Ceza İnfaz Yasasının uygulamasından
yararlanabilecek 2 kişi varsa, bu kişiler de aynı suçu işlemişlerse, bu
kişilerden bir tanesinin borcu muaccel şekilde ödeyebileceği kesin olarak
belliyse, ancak, diğer kişinin borcu henüz kesin olarak belirlenmiş net bir
rakama ulaşmamış ise, bu iki kişi, bu Ceza İnfaz Yasasının bu hükmünden
yararlanarak "ben borcumu ödeyeceğim, bana borcun miktarını bildirin, ben
borcumu ödeyip, cezamı evimde yatmak istiyorum" diye başvurduğunda, borcu
belli olan kişi parasını yatıracak ve cezanın infazıyla ilgili ev hapsinde,
evinde bu cezanın infazını geçirebilecek. Oysa, borcu belli olmayan kişi
"ben bu parayı ödemek istiyorum" dediğinde ödeyemeyeceği için Ceza
İnfaz Yasasındaki bu hükümden yararlanamayacak; dolayısıyla, evinde hapis
cezasıyla ilgili hükümden yararlanamayacağı için, de, diğer infaz kurumları
olan cezaevlerinde, suçlarını, cezalarını infaz etmek zorunda olacaklar. Bu da,
ceza infaz hukuku açısından, iki suçlu, iki mahkûm hakkında ayrı bir hukukî
düzenleme getirdiği için de eşitsizliğe yol açmaktadır.
Bu hukukî eleştiriler
paralelinde yapılan hukukî hazırlıklar neticesinde, daha objektif, daha genel
ve daha adaletli düzenlemeler hazırlanmış ve bu düzenlemelerle ilgili,
hepimizin birlikte tanık olduğu, Anayasadan ve yasalardan kaynaklanan tabiî
süreç mecrasından çıkmadan, hukukî tartışmalar zemininde, bugün itibariyle,
tekrar önümüze gelmiştir.
Öncelikle, bu yeni
düzenlemenin hangi argümanları taşıdığını belirtelim; ondan sonra da,
halihazırdaki yasa hükümleri ile halihazırı değiştirmeye yönelik normların
kıyaslamasını yapalım.
Bakınız, şu an görüşmekte
olduğumuz ve biraz sonra oylayacağımız yeni düzenleme: "13.12.2004 tarihli
ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 110 uncu
maddesinin ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş, üçüncü fıkrası
yürürlükten kaldırılmış ve diğer fıkra numaraları da buna göre teselsül
ettirilmiştir.
'(2) Mahkûmiyete konu suç
nedeniyle doğmuş zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin
suretiyle tamamen giderilmesine dair hukukî sorumlulukları saklı kalmak
üzere…"
Yani, kanunun giriş
kısmı, başlığında, eğer, işlenen suç aynı zamanda bir borcun ödenmesini
gerektiriyorsa, hazineye bir tazmin borcunu da gerektiriyorsa, bununla ilgili
sorumlulukları saklı kalmak kaydıyla, bu sorumluluğu devam etmek üzere diyerek,
kanunun (a) fıkrasında "Kadın veya altmışbeş yaşını bitirmiş kişilerin
mahkûm oldukları altı ay, yetmiş yaşını bitirmiş kişilerin mahkûm oldukları bir
yıl, yetmişbeş yaşını bitirmiş kişilerin mahkûm oldukları üç yıl veya daha az
süreli hapis cezasının konutunda çektirilmesine hükmü veren mahkemece veya
hükümlü başka bir yerde bulunuyorsa o yerde bulunan aynı derecedeki mahkemece
karar verilebilir" denilmektedir.
Bu iki metni; yani, şu an
uygulanan İnfaz Yasamızdaki mevcut metin ile şu andaki değişikliği
kıyasladığımızda içinde bulunduğumuz durumu şöyle tasvir edebiliriz: Acaba
mevcut yasa mı şahsa özel, sübjektif kriterlere sahip, hukukun eşitlik ve
adalet ilkeleriyle bağdaşıyor, yoksa, getirilen -şu andaki- yeni düzenleme mi
daha objektif, daha adil, daha genel, daha uygulanabilir ve daha eşit.
Kıymetli arkadaşlar,
yapmak istediğimiz doğru, şimdi getirdiğimiz yasa metnidir; ancak, bu neviden
düzenlemeler hiçbir zaman en mükemmel değildir. En mükemmel denildiği zaman,
bu, işin tabiatına aykırı olur. Yaşamın değiştiği alanlarda, mutlaka ki, belki,
ileride bu da ihtiyaçları karşılayamayabilir; ancak, burada üzerinde durulması
gereken husus şudur: Bir defa, altı ay süreli mahkûm olanlar, altmışbeş yaşını
bitirenler ve kadınlar, yine, yetmiş yaşında… Orada bir yıllık bir dilim
getirilmiş; yani, altı ay ile üç yıl gibi aradaki büyük uçurum ortadan
kaldırılmış, araya bir yıllık bir zaman getirilmiş. Yine, burada, doktor raporu
ortadan kaldırılmış. Neden; çünkü, bazı kişiler rapor alabilir, bazıları alamayabilir.
Bu dahi Ceza İnfaz Yasasında bir eşitsizliğe sebep olmasın diye, bu düzenleme
de getirilmiştir.
Bu düzenlemeden, şartları
taşıyan her Türk vatandaşı istifade edecektir. Mevcut yasadaki gibi
adaletsizliklere, hukukî sıkıntılara, eşitsizliklere yol açabilecek ayrı
sistemleri tek bir düzen içinde toplayarak, sistematik bir bütünlüğe
kavuşturduk. Böylece, herkes için farklı olanı aynı statüye taşıyarak, herkes
için eşit kılarak, hukuk adına önemli bir adım atmış oluyoruz.
Ayrıca, şu anda uygulanan
mevcut yasada, şartlı salıvermeden yararlanacakları hükme bağlamışken, bu yeni
düzenlemeyle evinde hapis yatanları şartlı salıverme hükümlerinden
yararlandırmıyoruz. Bu hüküm, tabiî ki, bu yasa çıktıktan sonra ceza alanları
ilgilendirecek bir düzenlemedir; yani, bu yasa yürürlüğe girdikten sonra,
yargılanan, mahkûm olan, ceza alanları ilgilendirecektir. Bundan önce, şu an,
mevcut yasadan, şartlı salıvermeyle ilgili hükümlerden daha önce mahkûm olanlar
yararlanabilecektir.
Bunun sonucu şudur: Eğer,
kişi, almış olduğu bu cezalarla, evinde hapis hükmünden yararlanmak istiyorsa,
o zaman, hani… Normal cezaevlerinde, ceza ve tutukevlerinde yatanlar
cezalarının bir kısmını yattıktan sonra diğer kısmını dışarıda geçiriyorlar;
yani, bihakkın tahliye tarihine kadar şartlı salıverme hükümlerinden
yararlanıyorlar. Halbuki, evinde bu mahkûmiyeti çekecek olanlar, şöyle bir
tercih yapacaklar: Ben şartlı salıvermeden yararlanmak istiyorsam, normal
cezaevinde yatacağım; ama, ben şartlı salıvermeden yararlanmak istemiyorum, ben
cezamı evimde çekmek istiyorum diyorlarsa, bununla ilgili hükümden
yararlanabilecekler. Ancak, tekrar söylüyorum: Bu düzenleme, bundan sonra, yani
bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonraki verilen mahkûmiyet hükümleriyle
ilgilidir. Bundan öncekilerle ilgili uygulanmayacak, onlar şu andaki mevcut
yasayla ilgili, şartlı salıvermeyle ilgili haklarını kullanabileceklerdir.
Saygıdeğer
milletvekilleri, tüm bu hususları dile getirdim. Esasen vaktim de var,
söyleyeceğim şeyler de var; ama, sözlerimi çok daha fazla uzatmak da
istemiyorum.
Son olarak, Cumhurbaşkanının
iade gerekçesiyle ilgili, tutanaklara geçmesi açısından, hukuk adamlarının
konuyu tartışması açısından da, şunu özellikle belirtmek istiyorum: İade
gerekçesinde, Cumhurbaşkanı, mevcut yasa ile kendisine göndermiş olduğumuz bu
yasayı kıyaslayarak iade etmesi gerekirdi. Mevcut yasaya şöyle baktığımız
zaman, kişiye özel, eşitsizliğe yol açabilecek hükümleri varken, şu anda
görüşmüş olduğumuz, oylayacağımız yasa, genel, eşitliğe daha uygun ve kişiye
özel hükümler taşımayan bir yasa hükmüydü. Cumhurbaşkanı, bunu, iade
gerekçesinde, kişiye özel bir hale getirerek, bana göre, bir hukukî hata yaptı.
Ancak, komisyonumuz görüşmelerinde Cumhurbaşkanının iade gerekçelerine itibar
etmeyerek, aynen kanunu görüştü ve şu an huzurunuza geldi.
Hukuk sistemimize, ceza
infaz sistemimize gerçekten çok güzel bir madde kazandırıyoruz. Bundan sonra
uygulamasını takip edeceğimiz ceza infaz yasalarına modern, eşitliğe uygun bir
yasa maddesi kazandırıyoruz. Bunun devamının geleceğini, devamının yine Meclis
tarafından düzenlenmesini diliyorum. Bu konu üzerinde, kamuoyu, hukukî
gerekçelere yeterince vâkıftır. Bu sebeple, fazla zamanınızı almak istemediğim
için huzurunuzdan ayrılıyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyor ve kanuna
olumlu oy vereceğimizi bildiriyor, saygılar, sevgiler... (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın İpek.
Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Tekirdağ Milletvekili Sayın Mehmet Nuri
Saygun; buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA MEHMET
NURİ SAYGUN (Tekirdağ) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Ceza
ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanunun üçüncü tekrarında gene bu
kürsüde sizlere hitap etme şansını elde ettim; hepinizi sevgilerimle,
saygılarımla selamlıyorum.
Efendim, gene, bugün… Bir
müddet önce yaptığım konuşmada bir şey söylemiştim: Meclis çok çalışıyor, gece
geç saatlere kadar çalışıyor; ama, ne yazık ki, bu geç saatlere kadar
çalıştığımızın önemli bir bölümünü, yaptığımız eksiklikler yüzünden tekrarları
yaşamak nedeniyle yaşıyoruz. İşte, şu anda görüşmekte olduğumuz bu yasanın bu
Genel Kurula üçüncü gelişi.
Efendim, bu yasa daha 1
Haziran 2005'te yürürlüğe girdi. İki ay sonra, yürürlüğe giren bu yasanın
değişikliğini içeren bir çalışma yapıldı. Bu çalışmalar İktidar Partisi
milletvekilleri tarafından genelde kanun teklifi olarak getiriliyorsa da,
hepimizin bildiği bir gerçek var. Bunlar, aslında, kanun teklifi olmaktan öte,
tasarı niteliğinde. Bunu, çok değil, daha onbeş yirmi gün önce Adalet
Komisyonunda yaşadık. Bir Adalet ve Kalkınma Partili milletvekili arkadaşımızın
getirmiş olduğu kanun teklifiyle ilgili kendisini biraz zorladık, bazı sorular
sorduk ve arkadaşımız bir saat sonra
kanun teklifini geri aldı; çünkü, o teklif onun değildi, bu bir tasarı
niteliğindeydi, imza atmıştı, getirmişti iyi niyetle, yanlışlıkları görünce
geriye çekmek zorunda kaldı. Bu gelen, yani 1 Haziran 2005 tarihinden sonra
gelen teklifler de aslında birer tasarıydı. Önce Kilis Milletvekili Hasan Kara
tarafından bir hazırlık yapıldı, o geldi, Adalet Komisyonuna getirildi, biz
gereken muhalefetimizi yaptık; ama, geçti. Çoğunluk sizde, Adalet Komisyonundan
o teklif geçti. Sonra, bilmiyorum neden, o teklif rafa kaldırıldı, komisyondan
geçmiş olan teklif, buraya, Genel Kurula indirilmedi, bilahara gene örtülü bir
tasarı teklif halinde -şu bugün görüştüğümüz- hazırlandı, tekrar geldi,
görüşüldü, gene bizim muhalefetimize rağmen kabul edildi ve Genel Kurulun
huzuruna getirildi.
Değerli arkadaşlarım,
birincisi, bu kürsüden sık sık söylediğimiz bir şey var; yasa yapmak, hem
teknik hem beceri hem de bir disiplin işidir. Teknik olabilir, beceri olabilir;
ama, disiplin yönünden birtakım eksiklikler olursa, birtakım özel düzenlemelere
ihtiyaç duyulur da, bunları ne şekilde hallederiz diye bir çalışma yapılırsa,
sonuçta, bu Meclis sık sık hata yapmak zorunda kalır. Yapılan oylamada kabul
edilen yasalar bir şekilde döner ve biz, tekrar, aynı konuyu görüşmek durumunda
kalırız.
Şimdi, bu yasa gelmeden
önce, şu değişiklik gelmeden önce, Haziran 2005'te yürürlüğe girecek olan
yasada böylesine bir özel infaz rejimi yoktu. Hazırlanmış olan tasarıda -ki,
ilk Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun bir tasarıdır- böyle
bir hüküm yoktu. Bu hüküm olmamasına rağmen Adalet Komisyonuna bir önerge
geldi. Bu önergeye birtakım gerekçeler eklendi ve her ne kadar "kişiye
özel değildir" diye, burada, az evvel konuşmacı arkadaşım söylediyse de,
pek öyle "kişiye özel değildir" ibaresi olmaz; çünkü, o komisyonda
önerge getirilirken isim verilerek getirildi. Yani "bu ülkede Başbakanlık
yapmış birisinin belli bir yaştan sonra cezaevine girip yatması doğru olmaz,
sağlığı da müsait değil" şeklinde bir teklifle geldi ve değerli arkadaşım,
az evvelki konuşmacı arkadaşım da o komisyonun üyesi.
Bu komisyonda bu
konuşuldu, tartışıldı ve hakikaten, bu ülkede Başbakanlık yapmış, sağlık
yönünden cezaevini taşıma şansı olmayan birisinin cezaevinde yatması doğru
olmayabilir düşüncesiyle katkı sunduk.
Yalnız, biz katkı
sunarken bir koşul verdik, bir koşulumuz vardı, dedik ki: "Arkadaşlar, bu
mahkûmiyet kararının esası, bir kamuya verilen zarara dayalıdır. Bu kamuya
verilen zararın ödenmesini koşul koyalım. Eğer, bunu onaylıyorsanız biz de destek
veririz." O gün, Adalet ve Kalkınma Partisinin komisyon üyeleri onay
verdiler. Önerge birlikte hazırlandı, imzalandı ve sunuldu. O gün onay veren ve
altına imza atan -isim söylemekte de sakınca duymuyorum- Gaziantep Milletvekilimiz
Mahmut Durdu -Cumhurbaşkanına gitmeden önce, yakın bir gelecekte, bu yasayı
tekrar görüşüp, kabul edildiğinde sizin oylarınızla- bu kürsüye çıkıp, dedi ki:
"Efendim, alacak garanti ya, böyle bir hükme niye ihtiyaç var?"
Şimdi, arkadaşlar, bizatihi, biz bize, karşı karşıya oturduk, görüştük ve bu
koşulla, bu madde değişikliğine onay verdik; yani, o gün, Mahmut Bey, bizimle
aynı fikri paylaşıyordu. O gün, Adalet ve Kalkınma Partisinin komisyon üyeleri
bizimle aynı fikri paylaşıyorlardı da, sonra ne oldu da bu fikirden vazgeçtik
ve kamunun uğramış olduğu zararı tahsil etmekten vazgeçtik?!
Şimdi, az evvel, Sayın
İpek dedi ki: "Efendim, alacağın tahsili konusunda herhangi bir şey
yok" ve yasayı da gayet güzel bir şekilde okudu, işte, "hukukî haklar
saklı kalmak üzere…" Değerli arkadaşlarım, siz bu yasaya yazsanız da yazmasanız da, hukukî haklar zaten
saklıdır; yani, siz, asliye hukuk mahkemesinde görülmekte olan bir davadaki,
alacak davasındaki, çıkabilecek kararı önleme hakkına sahip misiniz ki
"biz buraya yaptık, alacak artık alınabilir" gibi bir söz sarf ediliyor
bu kürsüden? Böyle bir hakkımız yok efendim! Eğer konu yargıya intikal etmişse,
yargı zaten o konuda kararını verecektir. Bu konuda, Adalet ve Kalkınma
Partisinin veya Genel Kurulun böyle bir yasal düzenleme yapmasına ihtiyacı yoktur.
Yani, özcesi, bugün, sizlerin oyuna sunulacak olan bu talep, eğer, sadece,
hukukî alacak teminat altına alındı iddiasına dayalıysa, bu iddia, tamamen içi
boş, çürük ve hiçbir mesnedi olmayan bir iddiadır. Bir kere, bu tarafıyla
bakarsak, bu değişikliğin, alacağı teminat altına almadığını görürüz.
Şimdi, biz, geçen sefer
bu konuşulurken, değerli arkadaşlarım, bir şey söylemiştik. Adalet ve Kalkınma
Partili milletvekilleri buraya çıkıp dediler ki, efendim, alacak muayyen değil,
alacak belli değil; yani, siz diyorsunuz ki; alacağı ödesin. Peki, neyi
ödeyecek?
Değerli arkadaşlarım,
görülmüş bir ceza davası ve ilgilisi hakkında verilmiş bir mahkûmiyet kararı
var. Bu mahkûmiyet kararına konu olan dava açılırken, şikâyetçi olan kurum,
uğramış olduğu maddî zararı, kamunun uğramış olduğu maddî zararı yargıya
iletir. Dosyada da bu rakam çok açık ve nettir; yani, ne kadar para olduğu
belli değil… Evet, ondan sonrasına faiz işlemiştir. İşte o işleyen faizler,
hukuk mahkemesiyle tahsil edilebilir, o ayrı bir olay; ama, kamunun zarara uğradığı
ana alacağın bu düzenleme içinde ödenmesi, kamunun uğrayabileceği bir zararı
önlemeye yönelikti. Bizim bu konuda talebimiz vardı, uygun bulunmadı.
Sadece bu mu; hayır, bir
başka husus daha var değerli arkadaşlarım. Şimdi, biz, bu düzenlemeyi yaparken,
özellikle mahkûmiyet süresini esas alarak bir şart daha getirdik, dedik ki;
sağlık koşulu; yani, eğer üç sene gibi küçümsenmeyecek ve kısa süreli hürriyeti
bağlayıcı cezaların -hapis cezasının- üstünde bir hapisle mahkûm olmuş birisi
var ise, bunun, özel infaz rejimlerinden istifade etmesi prensip olarak doğru
değil. Zaten prensip olarak doğru olmadığını, biraz sonra yasanın hangi
bölümüne sığdırmaya çalıştığınızı ifade ettiğimde de göreceksiniz. Şimdi, buna
bir özel statü getirmek lazım. Ne yapmak lazım özel statü olarak; o zaman,
sağlık koşulu arayalım; yani, belirli bir süre, kısa süreli hürriyeti bağlayıcı
cezanın fevkinde bir cezayı özel infaz rejimlerinin içine dahil edeceksek, o
zaman, onun, sağlık yönünden bir problemi olması gerekir, cezaevinde
yatabilmesinin, onun hayat bütünlüğünü, hayatını tehlikeye sokabilecek bir
niteliği olması gerekir, bu nedenle de sağlık raporu alınması gerekir demiştik
ve bizim iddiamızla, düzenleme de öyle yapılmıştı.
Az evvelki konuşmacınız
Sayın İpek ise kalktı dedi ki -çok da ilginç bir sözdü-: "Efendim, kimileri
rapor alabilir, kimileri rapor alamaz." Şimdi, eğer ben, bunu sağlık
açısından algılarsam, söylediğine onay veririm; yani, adam sağlamsa rapor
alamaz, "adam sağlıksızsa rapor alır" anlamınaysa, söyleyecek bir
sözüm yok; adam zaten sağlıklıysa, gitsin cezasını çeksin o zaman diyorum.
Yok, eğer, Sayın Haluk
İpek, bu lafı söylerken, "efendim, kurumlar torpillilere rapor veriyor,
torpilsizlere rapor vermiyor" diye bir iddiadaysa, arkadaşım, iktidar
partisinin milletvekilisin…
AHMET YENİ (Samsun) -
Demedi öyle bir şey.
MEHMET NURİ SAYGUN
(Devamla) - Aynen söylediği söz burada.
… burası da yakınma
duvarı değil. Eğer böyle bir iddianız varsa, gereğini yerine getirin o zaman.
HALUK İPEK (Ankara) - İlk
söylediğin gibi.
MEHMET NURİ SAYGUN
(Devamla) - İlk söylediğim gibi…
Şimdi, ilk söylediğim
gibiyse, o zaman, çok açık zaten. Adamın sağlığı elveriyorsa ve cezası da kısa
süreli hürriyeti bağlayıcı cezanın üstündeyse, o zaman, gitsin cezaevinde
cezasını çeksin. İlk düzenlememiz de bu merkezdeydi.
Şimdi, bu ikisi, bizim
için önemli birer kıstastı. Israr ettik, anlatamadık. Sonra, sizin oylarınızla
bu yasa buradan çıktı ve o gün, ben, konuşmamda -iyi hatırlıyorum, tutanakları
da alıp "acaba" diye baktım- aynı şeyi söylemişim. Bizim kimseyle bir
organik bağımız yok; ama, aklın yolu bir, hukuk mantığının yolu bir.
Arkadaşlar "bu
yasayı, biz, eğer onaylarsanız, bir kez daha görüşeceğiz" demiştim; bir
kez daha görüşüyoruz. Şimdi, bu, burada biter mi; bu, bir başka yargı kanalıyla
iptal mi edilir… Ben, yine, buradan -öyle falcılık yapar gibi değil ama- bir
hukuk mantalitesiyle gördüğümü söyleyeyim. Bu yasa, bir şekilde, yine, yüz
geri, geri döner gibime geliyor ve biz, işte, o fazla mesailerimizi, bu yasanın
dördüncü defa tekrarında, bir değişiklik yaratmak suretiyle getireceğiniz
dördüncü tekrarında bir kere daha fazla mesai yaparız. Ondan sonra da deriz ki,
Meclis çok çalışıyor. Şimdi, 3 maddelik bir yasayı dört defa görüşürsek, bu
Meclis çok da çalışsa, az da çalışsa, üretim ne kadar olur; onu, hep beraber
oturup düşünelim.
Değerli arkadaşlarım,
sadece bu kadar değil; bir başka sakınca daha var. Cumhurbaşkanımızın iade
tezkeresindeki, geri gönderme tezkeresindeki gerekçeleri, zaten, az evvel kendi
iddialarımızla birlikte, kendi iddialarımızı sayarken gördük, örtüşüyor. Yani,
çok fazla nüans farkı yok. Zaten, bir hukuk mantığı, bu iddiaların bu şekilde
olmasını gerektirirdi; fakat, bir başka şey daha var. Bunu, çok hızlı kanun
çıkarmak… Getirdiğiniz, hazırlanmış ve bizim incelediğimiz kanunlara son
dakikada getirdiğiniz değişiklik önergeleri yüzünden, bazen, eğriyi doğruyu
yakalamada zorlanıyoruz, bazen elden kaçıyor, hepimizin elinden kaçıyor. Yani,
biz, Cumhuriyet Halk Partisi Adalet Komisyonu üyeleri olarak, kanun geliyor,
inceliyoruz, komisyona geliyoruz; komisyona son dakikada, hemen, iki imzalı bir
önerge geliyor; hop, ne oluyor diyene kadar, doğru mu, yanlış mı bakalım diyene
kadar geçiyor. Tabiî, bir yanlışlık varsa, o yanlışı da hep beraber sırtlanıyoruz.
Tabiî, sonuçta da, Genel Kurulda, getiriyoruz, hatalarımızı görüyoruz. Şimdi,
bu yasada biz bir hata yapmışız, bu değişiklik önergesinde. Bu, çok hızlı
geldiği için, bizim de yakalamamıza fırsat vermemiş.
Değerli arkadaşlarım,
ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazı hakkındaki bu kanunun temelinin 110 uncu
maddesini de kapsayan bölümünü açıp baktığımızda, ilginç bir tabloyla
karşılaşıyoruz. Bu bölüm, kısa süreli hapis cezalarının özel infaz rejimlerini
düzenliyor. Şimdi, bölüm başlığı bu. Kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezalar
deyince, o zaman, kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezaların süresine bakmak
lazım. Efendim, yasamız bunu çok net açıklamış; bir yıl ve daha kısa süreli
hapis cezaları...
Sayın Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlarım; şimdi, bir yıl ve daha kısa süreli bir hapis
cezasından bahsediyoruz ve ancak o nitelikte cezaların özel infaz rejiminin
tabi kılınacağı bir maddeden konuşuyoruz. Bu değişiklik de o maddede. Açıyoruz
maddeyi -artık, dördüncü kez geldiği için, hepimiz iyi kötü ezberledik diye
düşünüyorum- bakıyoruz, üç yıla kadar. Şimdi, üç yıla kadar hapis cezası, kısa
süreli hürriyeti bağlayıcı hapis cezası değil; ama, düzenleme, kısa süreli hürriyeti
bağlayıcı ceza şablonu içinde. Diyeceksiniz ki, ne olur? Evet, şimdi, bunun bu
bölüme girmesi konusunda yasal bir engel, ille de bu bölüme girmez diye bir
engel yok; ama, yasa düzenleme formatlarında ve bugüne kadarki uygulamalarda,
Türk hukuk sistemindeki teamüllere baktığınızda, madde düzenlemeleri, o
maddenin içinde bulunduğu bölüm kapsamında mütalaa edilir. Şimdi, o zaman ne
yapmamız lazım. Eğer, buradaki mütalaa kısa süreli hapis cezasıysa, bu
değişikliğin buraya sığması mümkün değil. Bu, bir hukuk ayıbıdır; bu, bir
hukukî hatadır. Hadi vazgeçelim, maddedeki yapılanmayı bırakalım, efendim, özel
yasa olduğunu bir köşeye koyalım, kamuya verdiğimiz zararı bir köşeye koyalım,
onun tahsilinden vazgeçtiğimizi bir köşeye koyalım, hepsini bırakalım; ama,
biz, bir yasal düzenleme yapıyoruz ve yaptığımız yasal düzenlemenin hukuk
sistemi içinde, gelecekte hukukçular tarafından "yahu, hayret bir şey, hiç
mi bunlar yasa yapmasını bilmiyorlarmış; yani, şu maddenin, şu bölümün içinde
böyle bir hüküm olur mu" diyecekler ve bu söz, 22 nci Dönem Parlamentosuna
ait olacak. Cumhuriyet Halk Partisi olarak, biz, bu hukukî ayıba ortak
olmuyoruz; ısrarla, bu maddenin bu bölümde yer alamayacağını tekrar ediyoruz,
yineliyoruz ve sizleri de uyarıyoruz.
HALUK İPEK (Ankara) -
Başlığı değiştiririz o zaman.
MEHMET NURİ SAYGUN
(Devamla) - Efendim, çoğunluk sizde; oylarsınız ve geçersiniz. Eh, o zaman,
gelecekte, özellikle yeni yetişecek hukukçularda, yeni nesillerde bu yasal
uygulamaya bakıldığında, bu yasaya bakıldığında, bu hatayı gördüklerinde, bizim
zapta geçen bu sözlerimizle en azından sizden ayrı düşündüğümüzü ve bu hukuk
ayıbına ortak olmadığımızı, buradan, daha bugünden onlara duyurmak istiyorum.
Israrcı olmanın bir
anlamı yok değerli arkadaşlarım; yani, hukukî yanlışı bileceğiz, kamuya verilen
zarardan vazgeçeceğiz, sağlık raporunu ortadan kaldıracağız ve ne olursa olsun
bu yasayı çıkaracağız ve biz, bu yasayı çıkarırken, ondan sonra da buraya
geleceğiz, rahat bir şekilde "efendim, bu özel bir yasa falan değildir, bu
genel bir yasadır" diyeceksiniz.
Değerli arkadaşlarım, ne
siz söylediklerinize inanıyorsunuz -bu sözü sarf eden arkadaşlarım- ne de bizi
inandırabiliyorsunuz ne de bu ülkede bu konuyla ilgili hassasiyet gösteren,
bunu takip eden vatandaşlarımız inanıyor. Haa, bu bir oy kaybı olur olmaz; ben,
işin o tarafında değilim; ama, hukukçu kimliğimizle, bu işi doğru yapmamız
gerektiğine inanıyorum.
Bakın, Komisyon burada,
Bakanımız da burada. Bir uyarı görevimi tekrar ediyorum; aldığımız duyumlara
göre, çok kısa bir süre sonra, yine bir torba yasa geliyor. Ceza Yasasında
60-80 tane madde mi değiştirirsiniz, 100 tane mi değiştirirsiniz; yani, nasıl
olsa, boyacı küpü gibi sokup çıkarıyoruz, önce yapıyoruz, "aa,
olmadı" diyoruz, bozuyoruz; yine geliyor. Ben, bugünden sizin
bilgilerinize sunuyorum.
Şimdi, hiç olmazsa, şunu
geri çekin, o torba yasanın içinde şeklen doğru olabilecek bir yere koyun. Hiç
olmazsa, bu hukuk ayıbını bir kurtarın, ondan sonra, esasıyla ilgili bir daha
tartışalım. Ha, bana sorarsanız, Cumhuriyet Halk Partisinin düşüncesini
sorarsanız, bu, sadece şeklen bir yere oturtturmak değil…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Saygun, konuşmanızı tamamlayınız.
MEHMET NURİ SAYGUN
(Devamla) - Bitiriyorum zaten Başkanım.
…onun yanında, kamuya
verilen zararı da tazmin ettirebilecek bir uygulama koyalım, sağlık raporunu
koyalım.
Yani, değerli
arkadaşlarım, insanların sadece yaşları, cezaevinde yatmaması için bir gerekçe
olmaz. Bu sözü burada söylerken, geçmiş dönemde Başbakanlık yapmış birisi ille
cezaevine girsin gibi bir ısrarın peşinde değiliz. O ısrarın peşinde olsaydık,
o günkü o değişiklik önergesinin altında bizim imzamız, bizim katkımız olmaz
idi; ama, lütfen, hukuka uygun, doğru, ciddî bir düzenleme yapalım. Alın bunu,
o torba yasanın içinde, bizim de iddialarımıza uygun, kamunun zarar görmeyeceği
bir mantaliteyle yeni baştan düzenleyin. Yeni baştan düzenlerseniz, işte, o
zaman, Mecliste tekrar bir bütünlük yakalanabilir, birlikte değerlendirir ve
birlikte onaylayabiliriz; ama, bu haliyle, özellikle yolsuzlukların önüne geçme
iddiasında olan bir siyasî partinin, bir iktidar partisinin yolsuzlukların
önüne geçmeye çalışırken, bir anda birisi için bundan rücu edip, kamuya olan
borcunun ödenmemesi için yapılan bir düzenlemeye, biz, Cumhuriyet Halk Partisi
olarak onay veremeyiz. Kamuya verilecek olan bir zararı, Cumhuriyet Halk
Partisi onaylayamaz, bu anlamdaki bir yasal düzenlemeye destek veremez, katkı
sunamaz.
Bu nedenle, Cumhuriyet
Halk Partisi olarak bu değişikliğe bizim oyumuz hayır; ama, bir kez daha tekrar
ediyorum; Mecliste çoğunlukta olmak, yanlış yapmak için yeterli bir gerekçe
değildir arkadaşlar. Çoğunlukta olarak bile bile bu yanlışı yapmanın, doğru bir
anlayış olmayacağına inanıyorum. Değerlendirmesini sizlere bırakıyorum,
değerlendirmesini Bakanımıza bırakıyorum. Belki bu görüşmelerden sonra geriye
de çekilebilir. En doğru anlayışın o olacağına inanıyorum.
Hepinizi saygılarımla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Şahsı adına, Kırıkkale
Milletvekili Ramazan Can.
Sayın Can, buyurun
efendim.
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) -
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 1136 sıra sayılı Cumhurbaşkanınca bir daha
görüşülmek üzere iade edilen Kanun üzerinde söz almış bulunuyorum; bu
vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
AK Parti milletvekilleri
Sayın Sadullah Ergin, Sayın Hayati Yazıcı ve Sayın Haluk İpek tarafından verilen
önergeyle, Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 110 uncu
maddesinde değişiklik yapılmış ve Genel Kurulca kabul edilerek Cumhurbaşkanına
onay için gönderilmişse de, Sayın Cumhurbaşkanınca, bir daha görüşülmek üzere
Meclise iade edilmiştir.
Her şeyden önce, anılan
teklifle 5275 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin ikinci fıkrası aynen
"mahkûmiyete konu suç nedeniyle doğmuş zararın aynen iade, suçtan önceki
hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesine dair hukukî
sorumlulukları saklı kalmak üzere; kadın veya altmışbeş yaşını bitirmiş
kişilerin mahkûm oldukları altı ay, yetmiş yaşını bitirmiş kişilerin mahkûm
oldukları bir yıl, yetmişbeş yaşını bitirmiş kişilerin mahkûm oldukları üç yıl
veya daha az süreli hapis cezasının konutunda çektirilmesine hükmü veren
mahkemece veya hükümlü başka bir yerde bulunuyorsa o yerde bulunan aynı
derecedeki mahkemece karar verilebilir" şeklinde değiştirilmiştir.
Dikkat edilirse
"mahkemece karar verilebilir" denilerek hâkime takdir yetkisi verilmektedir, emredici bir
hüküm yoktur; dolayısıyla, hâkim bu konuda takdir yetkisiyle bir karar
verecektir.
Bu teklifle, yetmişbeş
yaşını bitirenlerden üç yıl ya da daha az süreli hapis cezası verilenlerin
cezalarını konutunda çektirilmesi için aranan "hükümlünün sağlık durumunun
cezasını infaz kurumunda çektirilmesine elverişli olmadığının tam teşekküllü
devlet hastanesinde ya da üniversite hastanelerinden verilecek raporlarla saptanması ve işlenen suç
nedeniyle doğan zararın aynen iade, suçtan önceki hale getirme ya da tazmin
yoluyla tümüyle giderilmesi" şartları kaldırılmıştır.
Öncelikle, sağlık
raporunun alınması koşulunun kaldırılması, yerinde bir karardır. Zira, uygulamada sağlık raporlarının
alınmasındaki suiistimaller bilinmektedir. Her ne kadar gerekli tedbirler
alınsa da, nüfuzu olanın haksız olarak bu raporu aldığı, haklı olduğu halde bu raporu alamayanların da olduğu,
fiilen Türkiye'de bir realitedir.
MEHMET NURİ SAYGUN
(Tekirdağ) - İktidar Partisisin; halledeceksin!
RAMAZAN CAN (Devamla) - Diğer
yandan doğmuş zararın aynen iade, suçtan önceki hale getirilmesi haklarının
mahfuz tutulduğuna dair vurguyla başlanarak, hukukî sorumluluğun özel infaz
rejiminden yararlanmanın önkoşulu olması, belki ceza hukuku açısından yerinde
olabilir; ama, infaz rejimi ve hukuku açısından isabetsiz bir karardır; bundan
sarfınazar edilmesi de yerindedir. Ayrıca, 110 uncu maddede istisnaî hükümler
vardır. Bu istisnaî hükümlerden şimdi birisi yararlanabilir, ama, yarın bir
başkasının yararlanmayacağı anlamına gelmez.
Ceza hukukunu hâkim
tatbik ederken, maddî zararın failce karşılanıp karşılanmadığına bakarak
kararını verir. Eğer zarar karşılanmışsa, failin lehine karar verilecektir. Bu
ceza siyaseti gereğidir; ancak, infaz siyasetinde hukukî sorumluluğun önkoşul olması kabul edilemez.
Bu yönden de
Cumhurbaşkanının iade gerekçesi yerinde değildir. Zira Sayın Cumhurbaşkanı, af
yetkisini kullanırken, belki sağlık raporunu istiyor, ama, mahkûmun vermiş
olduğu zararın karşılanıp karşılanmadığı hususunu sormuyor. Sayın
Cumhurbaşkanı, tabiî ki, Anayasanın kendisine vermiş olduğu yetkiyi kullanıyor;
ama, af yetkisini kullanırken, affettiği insanların güvenlik güçlerimizle
maalesef dağda girmiş olduğu çatışmada ölü veya diri olarak ele geçirilmesi
belki kanun önünde mahkûm etmiyor; ama, kamu vicdanında aklandığını da tahmin
etmiyorum. Bu affedilen insanların alınan sağlık raporları gerçekten sahi mi,
düzen mi, bunun araştırmasını Sayın Cumhurbaşkanı cumhur adına yaptırmış mı
diye sormaktan kendimi alamıyorum.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; bir kanun hükmünden yararlanacak olan kişilerin sayısının
sınırlı olması, bu kanunun öznel veya kişiye özgü bir kanun olduğunu göstermez.
Zira, 1940'lı yıllarda, Meclisimiz, Suna Kan ve İdil Biret adındaki
öğrencilerin yurt dışında burslu okuması için kanun çıkarmıştır. Bu da
gösteriyor ki, yasama organının takdir yetkisini kullanması söz konusudur. Öte
yandan, yasa koyucu, infaz rejimini düzenleyen ilkeler çerçevesinde, hükümlü yaşı,
ceza süresi, sağlık durumu gibi kıstaslar alarak düzenleme yapabilir. Bu
kapsamda, bir kanunun öznel veya kişiye özgü olması için ya ilgili kişiler
gözetilerek bir düzenleme yapılması, bu suretle diğer kişilerin de kanundan
yararlanmasının mümkün olmaması ya da yapılan düzenlemeye ancak ilgili kişiden
başkalarının girmemesi gerekir. Nitekim, bu kanunun hayli kişilerce
yararlanacağı ve ileriye yönelik yararlanması da hüküm altına alınmıştır.
Öte yandan, konuyla
ilgili olması açısından, YÖK Başkanı, Anayasa Profesörü Sayın Erdoğan Teziç
-İstanbul Hukuktan aynı zamanda hocam olurdu- Anayasa Hukuku kitabının 8 inci
baskısının 52 nci sayfasında aynen şöyle diyor: "Cumhurbaşkanınca geri
gönderilen kanun metnine Türkiye Büyük Millet Meclisinin hiçbir değişiklik
yapmayarak aynen sahip çıkması durumunda, yani, yasama organının kendi ilk
metninde direnmesi karşısında, Cumhurbaşkanı kanunu yayımlamak zorundadır. Bu
durumda, Cumhurbaşkanı, kanunun Resmî Gazetede yayımlanmasından başlayarak
altmış gün içerisinde, Anayasa Mahkemesine aykırılığı nedeniyle bu kez dava açma
ve iptal yetkisi hakkını kullanabilir.
Cumhurbaşkanına kanunlar
için Anayasa Mahkemesine doğrudan iptal davası açma yetkisi tanıdığına göre,
Cumhurbaşkanının, kanunları bir daha görüşülmek üzere Türkiye Büyük Millet
Meclisine geri göndermesi yerine iptal davası yoluna başvurması -Sayın Teziç'e
göre- daha isabetlidir." Sayın Cumhurbaşkanı, Anayasa Profesörü Sayın
Erdoğan Teziç gibi düşünmüyor, aksine, yerindelik denetlemesi yapıyor. Kaldı
ki, Anayasa Mahkemesi bile yerindelik denetimi yapamaz, kanun koyucunun iradesi
yerine geçemez, kanun koyamaz. Bu, Anayasa Mahkemesinin olmadığı halde, Sayın
Cumhurbaşkanı bu hakkı ve bu yetkiyi nereden alıyor diye sormak gerekiyor.
Cumhurbaşkanı, Anayasanın
89 uncu maddesine göre, Türkiye Büyük Millet Meclisince kabul edilen kanunları
15 gün içinde yayımlar; yayımlanmasını kısmen veya tamamen uygun görmediği
kanunları bir daha görüşülmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisine geri
gönderebilir. Prof. Teziç, tabiî ki, bu göndermeye karşı çıkmasına rağmen -daha
isabetli değil diye karşı çıkıyor- Cumhurbaşkanı ise, geri göndermeye devam
ediyor.
Yine, Hocam Prof.
Teziç'in Anayasa Hukuku kitabının 188 inci sayfasında, aynen "Anayasada
belirtilen amacı ya da kamu yararını gerçekleştirmek amacıyla, kanun koyucu,
belli bir sonuca ulaşmak için, değişik yolların seçimini -dikkat ederseniz-
siyasî tercihlerine göre yapmakta serbesttir" deniliyor. "Burada,
takdir yetkisi kanun koyucuya aittir. Bu husus, Anayasa Mahkemesinin denetine
girmez" diyor Sayın Teziç. Bu görüş de, siyasî tercih hakkını kanun
koyucuya vererek, kanunun iptalinin Anayasa Mahkemesinde değerlendirmesinde,
mahkemenin kanunun siyasî tercihle konulduğu yönünde denetimde bulunamayacağına
işaret ederken, Anayasa Mahkemesinin dahi kullanamadığı denetimi, sağ olsun,
Sayın Cumhurbaşkanı, bu yetkiyi kendisinde görerek, kanunu geri iade ederek
gönderebiliyor.
Sayın Hocam Teziç iyi bir
anayasa hukukçusudur, bu görüşünde de isabet vardır. Sayın Teziç ile Sayın
Cumhurbaşkanı, maalesef, bu konuda anlaşamıyor. Diğer yandan, Sayın
Cumhurbaşkanı Anayasa Mahkemesi Başkanlığından geldiği için, bazen, kendilerinin
Cumhurbaşkanı sıfatını unutarak, Anayasa Mahkemesinin Başkanı zannediyor
herhalde diye düşünüyorum.
Yine, Teziç'e göre,
devlet başkanının siyasî açıdan mutlak sorumsuzluğunun nedeni, Parlamento ile
hükümet arasında ortaya çıkabilecek uyuşmazlıklarda tarafsızlığını
sağlayabilmesidir. Bunun için de, parlamenter rejimde, devlet başkanının sahip
olduğu yetkiler tek başına değil, başbakan ve bakanlarla ortak kullanılabilir;
çünkü, kamu hukukunda yetki ve otorite sorunu beraberdir, sorumluluk kimdeyse,
yetki de, otoritede ondadır. Parlamenter rejimde siyasî sorumluluğu hükümet
aldığına göre, yetki de ondadır. Tabiî ki, Cumhurbaşkanının da, takdir
yetkisini kullanırken bu hususlara özellikle riayet etmesi gerekir.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; 1982 Anayasası, yasamayı aslî bir yetki olarak öngörmektedir.
Yasama organı, Anayasaya uygun olmak şartıyla, her konuyu düzenleme kapsamına
alabilir. Bunun tek istisnası, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğinin kuruluşu,
teşkilatı ve çalışma esasları ile personel atama işlemleridir; bu konu,
Cumhurbaşkanı kararnamesiyle düzenlenebilir, kanunla düzenlenemez. Dolayısıyla,
İnfaz Kanununda değişiklik yapılması, tabiatıyla, Meclisin takdirindedir.
Kişiye ait düzenleme değildir, şartları taşıyan, istisnalara sahip olan her
Türk vatandaşı, her hükümlü, bu özel infaz rejiminden yararlanabilecektir.
İleriye yönelik de, bu kanun yürürlükte kaldığı sürece, kimlere uygulanacağını
tarih gösterecektir. Diğer yandan, bu Meclis, demin de belirttiğim gibi, Suna
Kan ve İdil Biret'in yurt dışında okumaları için kanun çıkarmıştır. Genel
düzenleyici işlem olan kanunun özel olarak uygulandığı istisnalar da olmuştur.
Halbuki, bu kanunda böyle bir durum dahi yoktur.
Yine, Cumhurbaşkanımız,
geri göndermenin takdirini keyfiyetle uygulayamaz; ama, uygulamıştır. Nitekim,
değerli anayasa hukukçusu Hüseyin Nail Kubalı'nın Anayasa Hukuku kitabında
"devlet başkanının siyasî bakımdan haiz olduğu bu mutlak sorumluluk, mutlak
siyasî tarafsızlığını gerektirir. Devlet başkanı bu sıfatı taşıdığı müddetçe
parti adamı değildir; partilerüstü, objektif, tarafsız bir şahsiyettir; zira,
devletin temsilcisi, milletin başıdır; bu sebeple, asla, bir partizan gibi
konuşamaz, hareket edemez; memleketin iç ve dış politikasında belirli bir
devleti, partiyi, zümreyi ve şahsı açıkça tutan ya da yeren beyanlarda
bulunamaz; rolü, ayırıcı değil, birleştiricidir; tenkit veya tasvip değil, uyarma
ve irşattır, gerektiğinde milletin hakemliğini yapmaktan ibarettir..."
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Can,
lütfen, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
RAMAZAN CAN (Devamla) -
Tamamlıyorum Sayın Başkanım; teşekkür ederim.
"…Daha ziyade,
manevî rolü, tarafsızlığa titizlikle saygı gösterdiği ölçüde tesir ve meşruluk
kazanır" diyor. Sayın Kubalı'nın elli yıl önceki yazdıkları gerçekten
takdire şayan bir değerlendirme günümüz için. Maalesef, Cumhuriyet Halk
Partisinin engellemesine rağmen Genel Kurulca kabul edilen kanunların Sayın
Cumhurbaşkanından dönmediğine henüz şahit olmadım.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bu yasayla getirilen istisnaları taşıyan tüm hükümlüler bu
haktan yararlanabilecektir. Dolayısıyla, sınırlı bir yararlanma söz konusu
değildir. İleriye yönelik olarak bu yasa yürürlükte kaldığı müddetçe herkes
yararlanabilecektir. Hatta, Türkiye'de cezası infaz edilecek olan yabancılar
bile bu infaz yasasının maddelerinden yararlanabilecektir. Ama, bu haktan Sayın
Necmettin Erdoğan da yararlanmasın demek hukuka uygun olmaz diyorum.
Tekrar görüşmek üzere
saygılarımı sunuyorum.
BAŞKAN - Sayın Necmettin
Erbakan…
MEHMET KÜÇÜKAŞIK (Bursa)
- "Necmettin Erbakan" diyemedin, dilin sürçtü. Allah söyletti!
RAMAZAN CAN (Devamla) -
"Necmettin Erbakan" diye düzeltiyor, teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Can.
Şahsı adına, Erzurum
Milletvekili Mustafa Nuri Akbulut…
Buyurun Sayın Akbulut.
MUSTAFA NURİ AKBULUT
(Erzurum) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhurbaşkanlığınca iade
edilen ve İnfaz Yasasının 1 maddesinde değişiklik yapan yasa teklifi üzerinde
şahsen söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Ve dünkü
olaylarda hayatlarını kaybeden 5 askerimiz ve 1 polis memurumuza Allah'tan
rahmet diliyorum. Hepimizin yüreğini dağlayan bu acı için yakınlarına ve bütün
Türk Milletine başsağlığı diliyorum. Bu olaylarda yaralananlara Allah'tan acil
şifalar diliyorum ve buradan, bir kez daha, vatan uğrunda bütün şehitlerimizi
şükranla ve minnetle anıyorum.
Değerli arkadaşlar,
bugün, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda, daha önceden Genel Kurulun
görüşüp iradesini ortaya koyduğu bir yasayı, ne yazık ki, yeniden görüşüyoruz.
Meclis gündeminde, gündemde yer almak için bekleyen yüzlerce kanun tasarısı ve
teklifi olduğu halde, Meclisin bu değerli zamanının veto edilmiş bir yasa için
yeniden harcanacak olmasından dolayı duyduğum üzüntüyü sizlerle paylaşmak
istiyorum. Bu nedenle, yasayla ilgili görüşlerimi söylemeden önce,
Cumhurbaşkanlığının, Cumhurbaşkanlığı makamının yasama, yürütme ve yargıyla
ilgili ilişkilerine kısaca değinmek istiyorum.
Değerli
arkadaşlar, bildiğiniz gibi, ekonomik kıskaçlar içerisinde yalnızlığa terk
edilen, demokrasi, özgürlük, hak, adalet arayışı içinde ezilen ve çaresiz
bırakılan milletimiz, 3 Kasım 2002 seçimlerinde iradesini ortaya koymuş ve kendisini
yalnızlığa terk eden geçmiş iktidar ve partilere gereken dersi vermiştir.
Bildiğiniz gibi,
milletimiz, yapılan seçimlerle, Adalet ve Kalkınma Partisini -ki, henüz
kuruluşun birinci yılını tamamlamıştı- çok büyük bir çoğunlukla iktidara
taşımış ve iki partili bir Meclis öngörmüştür. Demokratik kurallar içerisinde
iradesini ortaya koyan milletimizin bu iradesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi
çatısı altında şekillenmektedir ve görevi, makamı, mevkii ne olursa olsun, her
kurum ve kişi buna saygı duymak durumundadır.
Diğer yandan, Türkiye
Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eden Cumhurbaşkanlığı makamı,
hepimizin saygı duyduğu, yine özenle korumamız gereken bir makamdır. Demokratik
parlamenter sistemimizde, Anayasamız, Cumhurbaşkanının gözetiminde, devlet
organlarının uyumlu bir şekilde çalışmasını öngörmektedir. Anayasamıza göre,
devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetmek durumunda olan
Cumhurbaşkanı, yasama, yürütme ve yargıyla ilgili sorumluluklarını yerine
getirirken, Anayasaya, hukukun üstünlüğüne, demokratik usul ve esaslara uygun
davranmak, herkesin insan hak ve hürriyetlerinden yararlanmasına saygı
göstermek ve üzerine aldığı bu görevi tam bir tarafsızlıkla yerine getirmek
durumundadır.
Bu tespitler ışığında bir
değerlendirme yapıldığında, ne yazık ki, Cumhurbaşkanlığı makamıyla Türkiye
Büyük Millet Meclisinin tam uyum içerisinde çalıştığını söylemek mümkün
değildir. 22 nci Dönem Parlamento çalışmaları sırasında Meclisin kabul ettiği,
ancak Anamuhalefet Partisinin itiraz ettiği yasaların neredeyse tamamı, bu
arkadaşlarımızın görüşleriyle örtüşür şekilde veto edilmektedir. Oysa, 22 nci
Dönem Parlamentoda çok güçlü bir iktidar grubunun bulunduğu bilinmektedir ve
Cumhurbaşkanının geçen dönemlere oranla çok fazla veto yetkisini kullanması,
vatandaşlarımız arasında değişik yorumlara yol açmaktadır. Elbette, veto
yetkisi anayasal bir yetkidir; ancak, bunun, demin belirttiğim gibi, çok güçlü
bir iktidar partisinin bulunduğu bir Mecliste, iradesini ortaya koyan bir
Meclise karşı yapılıyor olması, sanki Türkiye Büyük Millet Meclisinin ve
hükümetin çalışmalarının yavaşlatıldığı şeklinde yorumlanmaktadır. Oysa,
vatandaşlarımız, yapılan uygulamalara bakarak, Cumhurbaşkanlığı makamını siyasî
bir taraf gibi algılamamalı, karar ve tercihlerde belli bir siyasî görüşün
önplanda tutulduğunu düşünmemeli ve Cumhurbaşkanlığı makamını bir siyasî
partinin uzantısı veya muhalefetin tamamlayıcısı gibi değerlendirmemelidir.
HALUK KOÇ (Samsun) - Devleti temsil ediyor; yapmayın; ağır
oluyor!..
MUSTAFA NURİ AKBULUT
(Devamla) - Değerli arkadaşlar, Cumhurbaşkanlığı makamı yürütmeyle ilgili
görevlerinde de tam bir sorumlulukla ve Anayasaya tam bir uyumla bağlı olmak
durumdadır.
HALUK KOÇ (Samsun) -
Korumak zorunda olduğumuz birtakım değerler var...
MUSTAFA NURİ AKBULUT
(Devamla) - Hepimizin korumak zorunda olduğu değerler var.
HALUK KOÇ (Samsun) - Ama,
siz korumuyorsunuz; lütfen!..
ORHAN ERASLAN (Niğde) -
Sizin koruduğunuz değer Erbakan; Türk Milletinin birliği değil.
MUSTAFA NURİ AKBULUT
(Devamla) - Değerli arkadaşlar, ben ondan da bahsedeceğim izin verirseniz.
Anayasanın 104 üncü
maddesinde, kararnameleri imzalamakla görevli kılınan ve bu yetkisi yalnızca
bir denetleme yetkisi, yalnızca bir tevsik yetkisi, bir şekil şartı olan bu
uygulama, Cumhurbaşkanının devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını
sağlamak görevi çerçevesinde tüm sorumluluğu hükümete ve ilgili bakana ait olan
bu kararnameleri, sanki denetleme yetkisi varmış veya sanki reddetme yetkisi
varmış gibi davranmaktan vazgeçmelidir.
HALUK KOÇ (Samsun) -
Sayın Akbulut, çok yanlış konuşuyorsun. "Denetleme yetkisi varmış
gibi" bir laf çok yanlış.
MUSTAFA NURİ AKBULUT
(Devamla) - Seçimle işbaşına gelen ve halka karşı sorumluluğunun gereği olarak taahhüt
ettiği programları uygulamak durumunda olan hükümetin işlemlerinin yerindelik
açısından denetlemeye tabi tutulması, hükümetin siyasal takdir yetkisine
müdahaledir ki, bu durum, anayasal sistemimize, parlamenter rejimin mantığına
ve sağlıklı işleyiş kurallarına aykırıdır.
Anayasada belirtilen
kanunları yayımlamak görevi nasıl kaçınılmaz bir görev ise ve yasal şekle uygun
olarak kanun halini almış olan metin, Cumhurbaşkanlığınca şu veya bu nedenle
yayımlanmaktan kaçınılamaz ise, yine, yasal şekle uygun olarak hazırlanıp
kendisine gönderilen kararnameleri de, Anayasada yazılı, kararnameleri
imzalamak, görevi gereği imzalamak ve bu suretle yasama ve yürütmeyi güç
durumda bırakacak tutumlardan kaçınmak durumundadır.
Sayın Cumhurbaşkanımız,
yargıyla ilgili atama yetkilerini kullanırken de, siyasal görüşleriyle tanınıp
bilinen kişileri tercih etmekten ve vatandaşlarımızın bu nedenle yargıya olan
güvenini örselemekten özenle kaçınmalıdır. Bu tarihten bir süre önce, yirmi
yıldan beri bir siyasî partimizin delegesi olduğunu söyleyen bir meslek odası
başkanının Anayasa Mahkemesine üye olarak atanmak istenmesi, bu tür
atamalardaki tercihi göstermesi bakımından çok ilginçtir; ancak, atanması
yapılan kişi, Anayasa Mahkemesini töhmet altında bırakmamak gibi sağduyulu bir
düşünceyle bu atama talebini kabul etmediği için, atama
gerçekleştirilememiştir.
Makama duyulan saygının
korunması bakımından, Cumhurbaşkanlığı makamı, anayasal diğer yetkilerinin
kullanılmasında da siyasî tercihlerin önplanda tutulduğu bir yaklaşım
sergilememeli, özellikle kendisine bildirilen isimler içerisinden mensuplarının
demokratik tercihlerini gözardı etmemelidir.
Sayın Cumhurbaşkanımızın
anayasal af yetkisi de vatandaşlarımız tarafından tasvip edilmemektedir.
Gerçekten, 1991 yılından 2006 yılına kadar onbeş yıllık süre içerisinde, eski
Cumhurbaşkanlarımızdan Sayın Turgut Özal, 17 hükümlünün cezasını affetmiştir;
yine, Sayın Süleyman Demirel, 93 hükümlünün cezasını kaldırmıştır; Sayın
Cumhurbaşkanımız Sezer ise, bugüne kadar 258 hükümlüyü affetmiştir. Affedilen
bu 258 hükümlüden 190 kadarı yasadışı aşırı sol örgütlere mensup hükümlülerdir.
Bunlardan 39'u DHKP-C, 28'i TKP/ML-TİKKO, 19'u Dev-Sol, 28'i TİKP, 17'si MLKP,
5'i PKK, 15'i THKP-C örgütü üyesidir. Ayrıca, yine, yasadışı TDP, TKİP,
TKEP/Leninist gerillalar ve Dev-Yol örgütü üyelerinden affa layık görülenler
vardır. Cezaları kaldırılan bu örgüt üyelerinin daha sonra yasadışı
faaliyetlerine devam etmesi, hatta bunlardan bazılarının güvenlik güçleriyle
girdiği silahlı çatışmalarda öldürülmüş olması, bu yetkinin ne derece özenle
kullanıldığını göstermektedir ve hükümlüler arasında dahi siyasî tercihlere
göre değerlendirmeler yapıldığını göstermesi bakımından ilginç uygulamalardır.
Değerli milletvekilleri,
Sayın Cumhurbaşkanı, 21 inci Dönem Parlamentosu tarafından Cumhurbaşkanı
seçilmiştir. Bu dönemde, Sayın Sezer'i aday gösterip seçilmesini sağlayan üç
siyasî partinin 3 Kasımda aldığı toplam oy oranı yüzde 15 civarındadır. 3
Kasımda verilen cevap yalnızca bu partilere verilmiş bir cevap değildir; ülkeyi
3 Kasıma getiren şartlarda etkisi olan herkes ve her kurum bu cevaptan nasibine
düşeni almalıdır, almıştır.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Akbulut,
lütfen konuşmanızı tamamlayınız; buyurun efendim.
HALİL AKYÜZ (İstanbul) -
Yalnız, bunları seneye de konuşuruz!..
MUSTAFA NURİ AKBULUT
(Devamla) - Tabiî ki seneye de konuşacağız, Allah izin verirse onu da
göreceğiz.
HALİL AKYÜZ (İstanbul) -
Akıllı ol!
MUSTAFA NURİ AKBULUT
(Devamla) - Değerli milletvekilleri, halkımız, anayasal kurallara gönülden
bağlı, vatandaşlar arasında siyasî görüş, düşünce, inanç, giyim-kuşam tarzı,
eğitim gördüğü okul gibi sunî ayırımlar yapmayan bir cumhurbaşkanı arzu
etmektedir. Sayın Cumhurbaşkanımızın biraz özen göstermesi yeterli olacaktır.
Şu husus herkes tarafından çok iyi bilinmelidir ki, anayasal sistemimize göre
millet iradesinin tecellisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisi, Cumhurbaşkanının
güvenini kazanarak seçilmemektedir; tam aksine, cumhurbaşkanı seçilecek kişi,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin güvenini kazanmak ve seçilmeye layık görülmek
şartıyla cumhurbaşkanı olabilmektedir.
Ben, yasayla ilgili
düşüncelerimi bir sonraki maddede tekrar sizlerle paylaşacağım. Bu vesileyle,
hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Akbulut.
NAİL KAMACI (Antalya) -
Yasayla ilgili hiçbir şey konuşmadı ki!
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
HALUK KOÇ (Samsun) -
Sayın Başkan, karar yetersayısının aranılmasını istiyorum.
BAŞKAN - Karar
yetersayısını arayacağım.
Maddelerine geçilmesini
oylarınıza sunacağım ve karar yetersayısını arayacağım.
Maddelerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Karar yetersayısı yoktur;
birleşime 10 dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 18.43
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 18.54
BAŞKAN: Başkanvekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP ÜYELER: Mehmet DANİŞ (Çanakkale), Ahmet KÜÇÜK
(Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 85 inci Birleşiminin Üçüncü
Oturumunu açıyorum.
1136 sıra sayılı kanun
tasarısının görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.
V.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
9.- Ceza ve
Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair
23/2/2006 Tarihli ve 5462 Sayılı Kanun ve Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek
Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ile Adalet Komisyonu Raporu (1/1180) (S.
Sayısı:1136) (Devam)
BAŞKAN - Komisyon ve
Hükümet yerinde.
Tasarının maddelerine
geçilmesinin oylamasında karar yetersayısı bulunamamıştı. Şimdi, tasarının
maddelerine geçilmesini tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yetersayısını
arayacağım.
Tasarının maddelerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
Sayın milletvekilleri,
Kâtip Üyelerimiz arasında ihtilaf var.
Elektronik cihazla oylama
yapacağım ve 2 dakikalık süre vereceğim.
Oylama işlemini
başlatıyorum.
(Elektronik cihazla
oylama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, karar yetersayısı vardır; maddelerine geçilmesi kabul
edilmiştir.
1 inci maddeyi okutuyorum
:
CEZA VE GÜVENLİK TEDBİRLERİNİN İNFAZI HAKKINDA KANUNDA
DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN
MADDE 1.- 13/12/2004
tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun
110 uncu maddesinin ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş, üçüncü
fıkrası yürürlükten kaldırılmış ve diğer fıkra numaraları buna göre teselsül
ettirilmiştir.
"(2) Mahkûmiyete
konu suç nedeniyle doğmuş zararın aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya
tazmin suretiyle tamamen giderilmesine dair hukukî sorumlulukları saklı kalmak
üzere;
a) Kadın veya altmışbeş
yaşını bitirmiş kişilerin mahkûm oldukları altı ay,
b) Yetmiş yaşını bitirmiş
kişilerin mahkûm oldukları bir yıl,
c) Yetmişbeş yaşını
bitirmiş kişilerin mahkûm oldukları üç yıl,
veya daha az süreli hapis
cezasının konutunda çektirilmesine hükmü veren mahkemece veya hükümlü başka bir
yerde bulunuyorsa o yerde bulunan aynı derecedeki mahkemece karar
verilebilir."
BAŞKAN - Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Malatya Milletvekili Sayın Muharrem Kılıç;
buyurun.
Sayın Kılıç, süreniz 10
dakikadır.
CHP GRUBU ADINA MUHARREM
KILIÇ (Malatya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 1136 sıra sayılı yasa
teklifiyle ilgili Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına görüşlerimizi
açıklayacağım. Yüce Heyeti saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, bu
yasa teklifi, çok kısa süre önce Yüce Mecliste görüşülmüştü; ancak, bu Mecliste
kabul edilen bu teklif, Sayın Cumhurbaşkanımızca, bir daha görüşülmek üzere
Meclise iade edildi. Adalet Komisyonunda da hiçbir değişiklik yapılmadan, bu
teklif, şu anda, yine karşımıza gelmiş bulunuyor.
Değerli arkadaşlar, bu
teklif -yasa görüşülürken de, yasa teklifi görüşülürken de belirtmiştik- özel
bir teklif, saklamaya, gizlemeye gerek yok. Komisyon aşamalarında da, Genel
Kurul aşamalarında da, bu teklif, Sayın Necmettin Erbakan'ı, geçmişteki Refah
Partisinin Genel Başkanı olan Sayın Necmettin Erbakan'ı kurtarmaya yönelik,
infazını kolaylaştırmaya yönelik bir teklifti. Bu konuda hiçbir şüphe yok.
Sayın Cumhurbaşkanı da geri gönderme gerekçesinde "yasalar özel kişiler
için yapılmaz, yasaların genel olması gerekir" diyor. Ancak, biz, burada,
Yüce Meclisi, bir kişinin cezasının infazını kolaylaştırmak için, maalesef, iki
kez, burada, bu kanunu, bu kanun teklifini görüşmek için çalıştırmış oluyoruz.
Değerli arkadaşlar, bu
cezanın mahiyeti neydi acaba, bu ceza ne için verilmişti, bunu biliyor muyuz?
Malumunuz üzere, Refah Partisi 1998 yılında Anayasa Mahkemesi tarafından
kapatıldığında, bu kapatılma kararından hemen önce Hazineden yardım almıştı, o
zaman 1 trilyona yakın bir yardım almıştı. Onun dışında, Refah Partisinin o
zamanki kasasında, 10 000 000 Deutche Mark, 943 000 ABD doları bulunmaktaydı.
Ancak, bu paralara, parti kapatıldığı için Hazine el koymasın diye, partinin o
zamanki genel yönetim kurulu üyeleri, il başkanlarını ve il saymanlarını
çağırarak, sanki bu paraları onlara ödemişler, onlar bu paraları harcamışlar
gibi göstererek, hükmü veren ağır ceza mahkemesinin kararında belirtildiği
gibi, sahte evrak düzenleyerek, Hazinenin parası birileri tarafından harcanmış
gösterilmiş ve kamuya ait paraya el konulmuş. Durum bu. Bundan dolayı ağır ceza
mahkemesi karar veriyor, bu kararın infazı bir türlü gerçekleşmiyor.
Bununla ilgili
görüşmeler, ceza infaz kanunu, cezaların infazı ve tedbirlerle ilgili kanun
görüşülürken, hem Cumhuriyet Halk Partili hem de Adalet ve Kalkınma Partili
arkadaşlar tarafından görüşüldü. Oradaki görüşmelerde şöyle bir kanaat oluştu
"bu tip durumlarda, kamuya verilen zararlar, mağdurun zararları
karşılandığı takdirde ancak bu kişiler özel infaz hükümlerinden
faydalandırılsın" denildi; bunda hemfikir olduk. Henüz yasa çıkalı bir yıl
gibi kısa bir süre oldu. Peki, ne değişti değerli arkadaşlar?
Sayın Cumhurbaşkanımız
gerekçelerinde açıkça belirtmiş, diyor ki: "Bu, şahsa ait bir düzenlemedir
ve bu düzenlemede kamu yararı da bulunmamaktadır." Ancak, burada, Adalet
ve Kalkınma Partisinden çıkan konuşmacı arkadaşlarımız, burada, Sayın Cumhurbaşkanımızı
eleştiriyorlar.
Değerli arkadaşlar, Sayın
Cumhurbaşkanımız devletimizin başıdır, devletimizin temsilcisidir. Burada,
uluorta, Sayın Cumhurbaşkanımızı kimsenin bu şekilde eleştirmeye hakkı da
yoktur, haddi de yoktur.
ASIM AYKAN (Trabzon) -
Burası Meclis… Uluorta olur mu yani?!
MUSTAFA NURİ AKBULUT
(Erzurum) - Milletvekili konuşuyor…
MUHARREM KILIÇ (Devamla)
- Kaldı ki, değerli arkadaşlar, burada Sayın Cumhurbaşkanımızı sadece bununla
da eleştirmiyorlar; diyorlar ki, efendim, bazı atamaları Sayın Cumhurbaşkanı
engelliyormuş, yine, bazı konularda af yetkisini kullanıyormuş.
Değerli arkadaşlar,
Anayasadan haberiniz yok herhalde. (AK Parti sıralarından "var, var"
sesleri) Anayasamızın 104 üncü maddesini okuyacak olursanız, orada, Sayın
Cumhurbaşkanımızın yetkilerinin ne olduğunu da görürsünüz.
ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) -
Anarşistleri de mi affeder?!
MUHARREM KILIÇ (Devamla)
- Anarşistleri affeden Sayın Cumhurbaşkanı değil, Adalet Bakanlığıdır, Adalet
Bakanlığı…
HALİL ÜNLÜTEPE
(Afyonkarahisar) - Anarşistleri affeden Adalet Bakanlığıdır!
MUHARREM KILIÇ (Devamla)
- Çünkü, değerli arkadaşlar, herhalde bilmiyorsunuz, Sayın Cumhurbaşkanına bir
başvuru yapıldığı zaman, Sayın Cumhurbaşkanı o başvuruyu Adalet Bakanlığına
gönderir, onun dosyasını Adalet Bakanlığı hazırlar. Adalet Bakanlığı, o
hükümlüyle ilgili dosyayı hazırlar. Adlî Tıp Kurumundan, İhtisas Dairesinden
gerekli raporları alır, ondan sonra Sayın Cumhurbaşkanına sunar; der ki, bunun
şartları tutuyor.
MUSTAFA NURİ AKBULUT
(Erzurum) - Mecbur mu affetmeye?!
ORHAN ERASLAN (Niğde) -
Bakanınıza sorun, Bakanınıza!.. Bakanınıza sorun!.. Ayıp!
MUHARREM KILIÇ (Devamla)
- Yoksa, Sayın Cumhurbaşkanı, kendiliğinden, resen, şu insanları affedeyim
demez. Lütfen, kamuoyunu yanlış bilgilendirmeyin; lütfen, Sayın
Cumhurbaşkanımızı, devletin başı olan Sayın Cumhurbaşkanımızı -lütfen- burada
tartışılır duruma getirmeyin. Bu devlet hepimizin devleti, bu çatı hepimizin
üzerinde bulunuyor değerli arkadaşlar. Bu şekilde devletin birliğini,
bütünlüğünü sağlayamayız, bu şekilde millî birliği sağlayamayız, bu şekilde terörü
önleyemeyiz. Devletin kurumlarına karşı çıkarsak, devletin kurumlarını
yıpratmaya çalışırsak, bu anlayış devleti yıpratmaya götürür. Burada birilerini
eleştireceğiz derken, devleti, lütfen, yıpratmayalım.
Değerli arkadaşlar, şu
anda, Adalet ve Kalkınma Partisindeki, Sayın Erbakan'ı, bu kurtarma telaşı
nereden geliyor? Bu tartışmalar komisyonda yapıldı. Arkadaşlarımız dedi ki:
"Hayır, arkadaş, kim olursa olsun, bu zararı karşılasın, ondan sonra bu
infaz hükümlerinden yararlansın." Neyi amaçlıyordunuz; diyordunuz ki, şu
anda içimizde olan, o zamanki Refah Partisinde görev yapan ve şu anda içinizde
olan, bakanlar var, milletvekilleri var, parti yöneticileri var; bunların da
ödemesi gereken, bunların da sorumlu olduğu paraları, Sayın Erbakan'a
yükleyelim, Sayın Erbakan bu paraları ödesin,
biz de bundan kurtulalım.
Ancak, sizin oyununuzu
Sayın Erbakan bozdu; o paraları ben ödemiyorum dedi, eğer bu paralar
ödenecekse, o zamanki tüm sorumlular eşit şartlarda paraları bölüşsün, ben de
hisseme düşeni ödeyeyim dedi. Oyununuzu bozdu. Bu şartlar altında, şu anda,
seçime giderken, Sayın Erbakan'ı cezaevine göndermeye korkuyorsunuz; çünkü,
bunu tabanınıza anlatamazsınız. Seçime giderken, Sayın Erbakan cezaevinde
olacak, siz de gittiğiniz bölgelerde, bunun izahını yapacaksınız.
Siz, değerli arkadaşlar,
şu anda, Sayın Erbakan'ı düşündüğünüzden değil, şu anda, siyasî kaygılarla,
siyasî düşüncelerle bu şekilde bir düzenleme yapıyorsunuz; ancak, bu
düzenlemeyle, değerli arkadaşlar, tek kişilik yasa çıkarmaya çalışıyorsunuz.
Oysa, yasalar, genel yapılır, objektif yapılır.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Kılıç, konuşmanızı tamamlayınız.
MUHARREM KILIÇ (Devamla)
- Ancak, gerek komisyonlardaki gerek Genel Kuruldaki tüm bu uyarılarımız
dikkate alınmadı.
Bu yüce milletin bir
yığın sorunları var değerli arkadaşlar. İnsanlarımız yoksulluktan, işsizlikten
perişan. Şu anda, 100 000'i aşkın devlet memuru sicil affı bekliyor. Yüzbinlerin
sorunlarıyla uğraşmayacağız, tek kişinin sorunuyla Yüce Meclisi burada meşgul
edeceğiz. Bu anlayış, doğru bir anlayış değildir değerli arkadaşlar; bu
anlayış, bizleri bir yere götürmez. Yüce milletimiz, bizleri sorunlarına çözüm
üretelim, sorunlarına çare bulalım diye gönderdi; buraları, şahıslar için özel
düzenlemeler yapalım diye göndermedi.
Bu düşüncenin yanlış
olduğunu belirtiyor, Yüce Heyeti saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, teşekkür
ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Kılıç.
Şahsı adına, Sayın
Ramazan Can; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Sayın Can, süreniz 5
dakika.
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) -
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Kılıç "afla
ilgili hazırlığı Adalet Bakanı yapar, Cumhurbaşkanı affeder" diyorsunuz.
Sayın Cumhurbaşkanı bakanların gönderdiği her kararnameyi imzalıyor mu?!
Eksiklik bulursa geri göndermiyor mu?! Madem burada da bir eksiklik var, bundan
teröristler yararlanıyor, bunu da geri göndersin.
MEHMET NURİ SAYGUN
(Tekirdağ) - Onu söyle, senin bakanın baştan yollamasın!
RAMAZAN CAN (Devamla) -
Öte yandan, Sayın Cumhurbaşkanının hukukî ve cezaî sorumluluğu yoktur; tabiî
ki, Anayasadan kaynaklanan hakkını kullanıyor ve kanunları geri göndermeye
devam ediyor. Bu meşru mu; meşru.
MUHARREM KILIÇ (Malatya)
- O zaman burada Anayasayı tartışalım.
RAMAZAN CAN (Devamla) -
Biz de Meclis olarak anayasal yetkimizi kullanıyoruz, geri gönderiyoruz. Meclis
karar alırken şahsî, özel oluyor; Cumhurbaşkanı karar alırken şahsî, özel
olmuyor; böyle çifte standart olmaz. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Muharrem Kılıç öyle diyor; fakat, Cumhurbaşkanımız Anayasa
Mahkemesinde üyeyken ne diyormuş, bir bakalım. Anayasa Mahkemesi bir kararında
aynen: "Parlamenter sistemin geçirdiği değişiklikler sonucunda bugün,
artık, gerçek güç kaynağı olan, seçimle oluşan Parlamento olup onun içindeki
çoğunluğa dayalı hükümet önplana geçmiştir. Bugünün parlamenter sisteminde
yürütmenin sorumluluğu hükümettedir. Bunun sonucu olarak da günümüzde devlet
başkanının bir kararının başbakan ve ilgili bakan tarafından imzalanmasından
çok, aslında başbakan ve ilgili bakanlar tarafından alınan bir kararın devlet
başkanınca imzalanarak biçimsel olarak tamamlanması söz konusudur. Bu nedenle
de sorumluluğunu hükümetin taşıdığı kararnameler hakkında Cumhurbaşkanının
uyarı ve tavsiyede bulunmaktan öte direnmesi, sistemin özelliğine ters düşer. O
halde, Anayasanın ilgili kurallarının parlamenter sistemin temel ilkelerinin
ışığında değerlendirilmesi sonucu, Cumhurbaşkanına tanınan bütün yetkilere
karşın, sistem özde parlamenter demokrasi olduğundan ve sorumluluk da hükümette
bulunduğundan, Anayasaya ve yasalara aykırı olmadıkça, Cumhurbaşkanının
Bakanlar Kurulu işlemlerini siyasal yerindelik yönünden denetleyemeyip,
imzalamak zorunda olduğu açıktır. Esasen öğretide de Cumhurbaşkanının rolünün,
uyarı ve tavsiyeden öteye geçmemesi gerektiğine işaret edilmektedir."
Bu kararının altında
Sayın Cumhurbaşkanının imzası bulunmaktadır ve bu karar içinde Sayın Erdoğan
Teziç'e atıfta bulunmaktadır diyor, teşekkür ediyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Hükümet adına, madde
üzerinde, Adalet Bakanı Sayın Cemil Çiçek.
Sayın Bakanım, buyurun.
ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK
(Ankara) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Aslında, bu kürsüde
yaptığımız müzakereler büyük ölçüde tartıştığımız tasarıyla ilgili olsa veya
teklifle ilgili olsa, belki bazı sıkıntıları birlikte yaşamamış olacağız; ama,
her zaman tartışmalarımızı, konuşmalarımızı bu çerçevede tutamıyoruz. Bu da,
farkında olmadan, istemesek de, arzu etmesek de, birkısım gerginliklere,
birkısım yanlış anlaşılmalara ya da arzu etmediğimiz sonuçlara bizi
götürebiliyor.
Üzerinde
konuştuğumuz kanun teklifi belli. Anayasanın 104 üncü maddesine göre
"Cumhurbaşkanı Devletin başıdır" ve "Bu sıfatla Türkiye
Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eder" diyor.
Cumhurbaşkanlığı makamına saygı, aynı zamanda bu değerlere de saygıdır. Onun
içindir ki, konuşmalar yapılırken, kastımız bu olmasa da, değerlendirmemiz bu
maksada matuf olmasa bile, son derece titiz, son derece duyarlı ve o çerçeve
içerisinde yapılması gerekir. Esasen, siyaset, biraz da nezakettir. O çerçeve
içerisinde yapılırsa çok anlamlı oluyor, çok faydalı oluyor. Dolayısıyla,
buradaki yapılan tartışmaların bu çerçeveyi aşmamasına azamî gayreti
göstermemiz gerekir; çünkü, bu, aynı zamanda, milletimizin birliği için
lazımdır, Türkiye Cumhuriyeti Devletine saygı için lazımdır. Cumhurbaşkanlığı
makamı bu ülkenin en üst, en saygıdeğer bir kurumudur. Buna elbirliğiyle gayret
göstermemiz gerektiği kanaatini ifade ediyorum.
İkincisi, tabiatıyla,
birkısım yetkiler kullanılırken bunun usulünün de bilinmesinde fayda var.
Şimdi, burada yapılan iki
değerlendirme de bana göre yanlış. Cumhurbaşkanının Anayasanın 104 üncü
maddesine göre birçok yetkisi var, 61 Anayasasında da vardı; bazı kişileri
affedebiliyor. Bu da, o makamın yüceliğinden, büyüklüğünden kaynaklanan bir
husustur. Dolayısıyla, bu, geçmişte de, bugün de, bundan sonra da, hiç ihtiyaç
olmamasını temenni ederiz, ama, zaman zaman bu af keyfiyeti
kullanılabilmektedir.
Bir yetkinin
kullanılmasının hukuka uygun olup olmadığına bakmak gerekir. Şimdi, bu yetki
kullanılırken prosedür şudur, usul şudur; onun bilinmesinde fayda var: Hüküm
giymiş olan bir kişi, sağlık sebepleriyle, yasada ve Anayasada yazılı şartları
taşıyorsa, talebini, Cumhurbaşkanlığı makamına iletebilir, Adalet Bakanlığına
doğrudan gönderebilir veya ilgili cumhuriyet savcılığına veya cezaevi
müdürlükleri kanalıyla usulüne uygun tarzda bu müracaatlar yapılır ve bu müracaat,
Adalet Bakanlığına gelir. Adalet Bakanlığı dosyasını ister, kişinin, gerçekten,
yasada ve Anayasada yazılı şartları taşıyıp taşımadığı açısından evrakı
hazırlar; bunun için, sağlık sebebiyle ise adlî tıp kurumundan bir rapor
alınması gerekir; yani, Cumhurbaşkanı bu yetkisini kullanırken bu rapor olmadan
herhangi bir yetkisini kullanması söz konusu olamaz. Dolayısıyla, Adalet
Bakanlığı kimseyi affetmediği gibi, Cumhurbaşkanı da rapor olmadan, müstenidatı
olmadan, gerekli dosya tekemmül etmeden de bu af yetkisini kullanamaz.
Dolayısıyla bizim yaptığımız iş, Bakanlık olarak, ister Sayın Cumhurbaşkanının
makamından gelen talep, isterse başka kanaldan gelen talebin dosyasını hazırlamak ve ilgili makamın takdirine
sunmaktan ibarettir; zaman zaman bu bize soru önergeleri olarak da geliyor,
başka türlü değerlendirmelere de konu oluyor. Bir değerlendirme yaparken usulü
bilmek, yasayı bilmek ve ona göre değerlendirme yapmak zannediyorum birbirimizi
anlayabilmek açısından; toplumda huzuru, barışı tesis edebilmek bakımından;
yardımlaşmayı, dayanışmayı ve hukuk devletinin kurallarını işletebilmek
açısından önemli olduğu kanaatini taşıyorum.
Bugün buradaki bu
tartışmaların, yapılan bu çerçevede, bu izah çerçevesinde değerlendirilmesinin
doğru olduğunu, özellikle devlet kurumlarıyla ilgili bir değerlendirme
yapacaksak, gerçekten, içinden geçtiğimiz sürecin nezaketi de dikkate alınmak
suretiyle, daha ölçülü, daha hukukî, daha bilimsel ve konuştuğumuz konunun
bağlamında ve çerçevesinde tutmakta fayda olduğunu düşünüyorum. Benim kanaatim
budur. Bu konuşmaları da ben böyle anlıyorum.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Bakanım.
Madde üzerinde, Sayın
Alaettin Güven, Sayın Ümmet Kandoğan, Sayın Faruk Koca, Sayın Muharrem Kılıç'ın
şahsî söz talepleri var.
Konuşma talepleri bu
arkadaşlarımızdan var mı? Yok.
Soru sormak isteyen
milletvekili arkadaşlarımız var; ben onlara şimdi bu imkânı sağlayacağım.
Sayın Haluk Koç, buyurun
efendim.
HALUK KOÇ (Samsun) -
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakanın
açıklamasından sonra soracağım soruyu sadece bir üzüntü belirterek sınırlamak
istiyorum.
Değerli arkadaşlarım,
Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak ülkemizin bütünlüğüne dönük bir terör
dalgasıyla mücadele etme durumundayız. Türkiye Cumhuriyeti Devletini Anayasada
tanımlayan kurumlara karşı asgarî, parlamenter yemini ederken, milletvekili yemini
ederken gösterdiğimiz, dile getirdiğimiz sözlerin arkasında durmak zorundayız.
Bu ortak duyarlılığın tüm milletvekillerince, ben, yerine getirilmesini arz
ediyor, Sayın Bakana da açıklamaları için teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Koç.
Sayın Saygun…
MEHMET NURİ SAYGUN
(Tekirdağ) - Sayın Başkanım, Bakanıma soracağım sorulara, Bakanım söz
talebimden sonra çıkarak gerekli cevabı verdi; onun için vazgeçiyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Saygun.
Sayın Bakanım, eklemek
istediğiniz bir husus var mı efendim?
ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK
(Ankara) - Çok teşekkür ederim Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Bakanım.
III. - Y O K L A M A
BAŞKAN - Saygıdeğer
milletvekili arkadaşlarım, maddenin oylamasından önce bir yoklama talebi
vardır. Şimdi, bu talebi yerine getireceğim.
Önce, yoklama talebinde
bulunan sayın üyelerin isimlerini okuyup, salonda bulunup bulunmadıklarını
tespit edeceğim. Yeterli sayıda üye salonda hazırsa, elektronik cihazla yoklama
yapacağım.
Üyelerimizin isimlerini
okutuyorum:
Algan Hacaloğlu?..
Burada.
Nail Kamacı?.. Burada.
Mehmet Küçükaşık?..
Burada.
Osman Kaptan?.. Burada.
Haluk Koç?.. Burada
Türkân Miçooğulları?..
Burada.
Mustafa Özyurt?.. Burada.
Ali Rıza Gülçiçek?..
Burada.
Mesut Özakcan?.. Burada.
Mehmet Boztaş?.. Burada.
Orhan Eraslan?.. Burada.
Nejat Gencan?.. Burada.
Birgen Keleş?.. Burada.
Oya Araslı?.. Burada.
Mehmet Siyam Kesimoğlu?..
Burada.
Hüseyin Bayındır?..
Burada.
Muharrem Kılıç?.. Burada.
Mehmet Nuri Saygun?..
Burada.
Halil Ünlütepe?.. Burada.
Muharrem İnce?.. Burada.
BAŞKAN - Saygıdeğer
milletvekili arkadaşlarım, ismini okuduğum üyelerin elektronik cihazla
yoklamaya katılmamalarını istirham ediyorum.
Yoklama için 5 dakikalık
süre veriyorum ve yoklama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla
yoklamaya başlanıldı)
BAŞKAN - Saygıdeğer
milletvekili arkadaşlarım, pusula gönderen milletvekilli arkadaşlarımız,
lütfen, Genel Kurul salonundan ayrılmasınlar efendim.
(Elektronik cihazla
yoklamaya devam edildi)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, toplantı yetersayısı vardır.
V.- KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
9.- Ceza ve
Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair
23/2/2006 Tarihli ve 5462 Sayılı Kanun ve Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek
Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ile Adalet Komisyonu Raporu (1/1180) (S.
Sayısı:1136) (Devam)
BAŞKAN - 1 inci maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
2 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2.- Bu Kanun yayımı
tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN - Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsı adına, Niğde Milletvekili Orhan Eraslan.
Sayın Eraslan, buyurun.
CHP GRUBU ADINA ORHAN
ERASLAN (Niğde) - Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin değerli
üyeleri; hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
aslında, ben bu yasa tasarısı üzerine konuşma yapmayacaktım. Doğrusunu söylemek
gerekirse, tasarının bir özel düzenleme olduğunu da biliyorum; bunları, Adalet
Komisyonunda da çok tartıştık; ilk düzenleniş biçiminde de özel bir
düzenlemeydi, onu da tartıştık; sonra da, gelen tepkiler üzerine, yine özel bir
düzenleme yaptık, bunu da tartıştık. Doğrusunu söylemek gerekirse, Cumhuriyet
Halk Partisi milletvekili olarak, bir eski başbakanın, yaşlanmış bir insanın
hapis yatıp yatmaması benim vicdanımda çok önemli bir yer değil; suçu yüz
kızartıcı olmakla beraber, siyasî bir suç değil, evrakta sahtekârlık yapmak
-bağımsız yargının kararı var- olmakla beraber, bu konuda, ağırlıklı bir
biçimde, böyle bir konuşma yapma ihtiyacını şahsen duymamıştım.
Değerli arkadaşlarım, her
şey olağan çerçevesi içerisinde giderken, birden bire, Adalet Komisyonunun 2
üyesi farklı bir yaklaşım sergilediler. Hepimiz hayretler içerisinde kaldık. Bu
konuşmalarda, mesele, sadece Sayın Cumhurbaşkanına Lisanen tecavüz sınırında
kalsa, o da bir şey; o da çirkin bir şey; ama, o da bir şey. Bunun da ötesine
geçerek, gaflet ve dalalet sınırını tecavüz eden bir konuşma yapıldı. Değerli
arkadaşlarım, burada bugün, devletin ve milletin birliğini temsil eden makama
tecavüz edildi; Türkiye Büyük Millet Meclisinin çatısı altında tecavüz edildi.
ALİM TUNÇ (Uşak) - Hiç de
öyle bir şey olmadı.
ORHAN ERASLAN (Devamla) -
Buna bigâne kalamazdık, buna seyirci kalamazdık.
MUSTAFA NURİ AKBULUT
(Erzurum) - Kalsan ne olur?!
MUSTAFA ÜNALDI (Konya) -
Kelimelerini doğru seç!
ORHAN ERASLAN (Devamla) -
Çok doğru seçiyorum. Gaflet ve dalalet sınırını tecavüz eden bir konuşma.
Anayasanın 104 üncü
maddesini okuyacağım size…
MUSTAFA ÜNALDI (Konya) -
Kendine oku, kendine!
ORHAN ERASLAN (Devamla) -
Değerli arkadaşlarım, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, çadır devleti değildir,
aşiret değildir.
MUSTAFA NURİ AKBULUT
(Erzurum) - Vay be!
ALİM TUNÇ (Uşak) -Siz,
öyle mi söylüyorsunuz?!
ORHAN ERASLAN (Devamla) -
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Anayasasında ne olduğu yazılı, kurallara bağlı bir
hukuk devletidir. Anayasa, burada, böyle dururken, gözümüzün içine baka baka,
Türk Milletinin birliğini temsil eden makama, devletin başına hakaret
edilmesine -ve biz de Anayasanın 81 inci maddesine göre, Anayasaya bağlı
kalacağımıza yemin etmiş insanlar olarak- seyirci kalamazdık.
MUSTAFA NURİ AKBULUT
(Erzurum) - Ne hakareti?! Kendi kendine şey yapıyorsun!
MEHMET SEMERCİ (Aydın) -
Konuşma!.. Dinle!..
ORHAN ERASLAN (Devamla) -
Rahatsız mı oldun?! Rahatsız mı oldun?!
MUSTAFA NURİ AKBULUT
(Erzurum) - Rahatsız oldum; evet!..
ORHAN ERASLAN (Devamla) -
Rahatsız olacaksın, daha dur bakalım.
BAŞKAN - Sayın Akbulut,
lütfen…
ORHAN ERASLAN (Devamla) -
Türk Milletini sahipsiz zannediyorsun. Ağzıma geleni millete söylerim
zannediyorsun.
MUSTAFA NURİ AKBULUT
(Erzurum) - Sana mı kaldı yani?!
ORHAN ERASLAN (Devamla) -
Bana kaldı. Ben, bu milletin şerefli bir milletvekiliyim, bana kaldı. (CHP
sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Türk Milletini savunmak, bu
ulusu savunmak, bu devleti savunmak bana kaldı.
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) -
Hadi oradan be!
ORHAN ERASLAN (Devamla) -
Beğenmiyor musun?!
Şimdi, buna seyirci
kalamazdık değerli arkadaşlar. Seyirci kalırsak, yeminimizi yerine getirmezdik.
İşte bu nedenle konuşma yapma ihtiyacını duydum.
Değerli arkadaşlarım, her
şey Anayasada yazılı. 104 üncü madde: "Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Bu
sıfatla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eder;
Anayasanın uygulanmasını, devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını
gözetir."
Arkadaşlar, bu Anayasa…
81 inci maddeyi açıyorum. Hepimizin, daha bundan dört yıl kadar önce yemin
ettiğimizde söylediğimiz şey şu…
ALİM TUNÇ (Uşak) -
Cumhurbaşkanı gözetmiyorsa ne yapacağız?!
ORHAN ERASLAN (Devamla) -
Sen önce dinlemeyi öğren! Onu öğreteceğim sana!.. Öğreteceğim!..
ALİM TUNÇ (Uşak) - Ben
âlimim; ben biliyorum zaten.
MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) -
Heyecanlanma!.. Heyecanlanma!..
ORHAN ERASLAN (Devamla) -
Yeminin sonuna doğru aynen şöyle diyoruz: "…Anayasaya sadakattan
ayrılmayacağıma; büyük Türk Milleti önünde namusum ve şerefim üzerine
andiçerim."
Arkadaşlar, bu yemine
uymamanın iki şeyi vardır; bir, ya yemin doğrulukla edilmemiştir ya da Türk
Milleti önünde üstüne andiçtiğimiz şeyler yoktur; bunun ikisinden birisi.
Şimdi, Anayasada yazılı görev ve yetkileri kullandığı için, Sayın
Cumhurbaşkanı, Anayasanın 104 üncü maddesinde yazılı yetkilerini kullandığı
için, burada, Türk Milletinin birliğine saldırı olacak şekilde lisanen tecavüz
edilmesine bigane, seyirci kalamazdık; bilinmesi gerekir.
MUSTAFA NURİ AKBULUT
(Erzurum) - Söylediklerin sadece senin için geçerli. Terbiyeli konuş!
ORHAN ERASLAN (Devamla) -
Çıkarılan yasa başka bir şey, af başka bir şey.
Dünyanın her ülkesinde,
monarşilerde, demokrasilerde, cumhuriyetlerde devlet başkanlarının özel af
yetkileri vardır; anayasalarında yazar, bizde de vardır. Bunu, şimdiye kadar,
sadece Sayın Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer kullanmış değil; her sayın
cumhurbaşkanımız kullanmıştır; Sayın Özal da kullanmıştır, Sayın Demirel de
kullanmıştır, herkes kullanmıştır.
ALİM TUNÇ (Uşak) - Onu
söylediler zaten, onu biliyoruz.
ORHAN ERASLAN (Devamla) -
Ben açıklayacaktım, Sayın Adalet Bakanı açıkladı, o af sürecinin nasıl olduğunu
açıkladı.
Değerli arkadaşlarım, şu
ya da bu sebeple, af dosyası Adalet Bakanlığına gelir; eğer, sağlık sebebiyle
gelmişse bu dosya, Bakanlık, adlî tıp kurumundan raporunu alır, gönderir.
Şimdi, sözü edilen af
dosyaları -içinizde hekimler vardır, eğer hekimseler bunu doğrulayacaklardır-
"Vernike Korsakoff" denilen bir hastalık sebebiyle -bu, bir çeşit
akıl hastalığı benzeri bir şeydir- ceza ehliyetini kaldıran bir durumdur, ceza
ehliyetini… Hukuk devletlerinde ehliyetsizler cezaevinde tutulmazlar, ceza
ehliyeti olmayanlar cezaevinde tutulmazlar; hukuk devletlerinde böyledir.
Ortaçağ devletlerinde zindanlarda tutulur ceza ehliyeti olmayanlar.
ALİM TUNÇ (Uşak) - O,
Avrupa'da… Ortaçağda…
ORHAN ERASLAN (Devamla) -
"Ceza ehliyeti yoktur" raporu gidiyor adlî tıptan Sayın
Cumhurbaşkanına, ceza ehliyeti olmayanı Sayın Cumhurbaşkanı affediyor.
Şimdi, değerli
arkadaşlarım, ceza ehliyeti olmayan suç işler mi? Evet arkadaşlar, maalesef ki,
ceza ehliyeti olmayan suç işler. Hatırlarsınız "çivici katil" ceza
ehliyeti yok; ama, adam öldürüyor. Şimdi, ceza ehliyeti olmayan suç işleyemez
diye bir kural mı var. Şimdi, bunun sonuçlarından hareketle, Sayın
Cumhurbaşkanını ilzam edecek şekilde, onun da ötesinde makamı ilzam edecek
şekilde ve anayasal düzeni tersine çevirecek şekilde açıklamalar yapılması
talihsizliğin ötesinde bir durumdur.
Değerli arkadaşlarım,
kuvvetler ayrılığını iyi anlayacaksınız, Cumhurbaşkanının, devletin organlarını
uyum içerisinde çalıştırması demek, çoğunluğun, patronaj altında yargıya
müdahale etmesi, yasamaya müdahale etmesi; idare de, her kararnameyi istediği
gibi yapması "biz geldik, mademki bu millet bizi tercih etti, bizim
dediğimiz olur" diye bir patronaj altında idareye yeltenmesi değildir.
Bunun adı da demokrasi değildir. Aynı zamanda, patronaj, siyasî yolsuzlukların
en büyüğüdür. Sizin şikâyetçi olduğunuz imzalanmayan kararnameler, patronaj
yaratmak için, yani, kadrolaşma yaratmak için getirdiğiniz, ehliyetine bakmadan
getirdiğiniz şeylerdir. Cumhurbaşkanı, bu konuda yetkisini kullanıyor.
ALİM TUNÇ (Uşak) -
Uzaydan getiriyoruz!
ORHAN ERASLAN (Devamla) -
Değerli arkadaşlarım, Cumhurbaşkanı, Anayasanın 104 üncü maddesinde kendisine
verilmeyen hiçbir yetkiyi kullanmış değildir. Cumhurbaşkanlığı makamını,
Çankaya noteri zannediyorsunuz herhalde. Gelen geçer… Yok öyle bir şey!
Bakınız, Anayasanın 104
üncü maddesinden okuyorum: Bu Meclisi dahi… Yeniden seçimlerin yenilenmesine
karar verebilir. Açın, Anayasanın 104 üncü maddesine bakın.
Öyle, seçmenin yüzde
25'inin oyunu aldık, yani, seçime katılanın yüzde 34'ünün oyunu aldık, bütün
kurumlarıyla egemen olacağız diye düşünürseniz, daha demokrasi konusunda
yiyeceğiniz çok fırın ekmek var, çok fırın ekmek var.
Değerli arkadaşlarım,
şimdi, Sayın Erbakan'ın af konusuna gelince; belki, Sayın Cumhurbaşkanı, Sayın
Erbakan'ı da affeder. Niye panikliyorsunuz?! Başvurmuş mu; ret mi etmiş; yani,
sağlık durumu ne; Adalet Bakanlığı dosya hazırlamış mı; bunlar belli olmadan,
bir kin kusarak, milletin birliğini, devletin bütünlüğünü temsil eden makamı
hedef alan açıklamaları, doğrusu, esefle, üzüntüyle, acıyla izledim. Bu, doğru
bir yaklaşım değildir.
Değerli arkadaşlarım,
şimdi, bazı şeyleri açıklarken, değerli arkadaşlar, hani, hukuk eğitimi almış
olmasalar, bilmediler, yani, fark edemediler diyeceğim; ama, bu komisyonda yer
alan, bizim bu sorulara cevap verdiğimiz, bu konuları komisyonda da
tartıştığımız arkadaşlarımız bazı kararları çarpıtarak, Anayasa Mahkemesi
Başkanı iken, Sayın Cumhurbaşkanının bir kararnameyle ilgili kararını,
şartlarından ve olaydan kopartarak, burada, sanki, Sayın Cumhurbaşkanı çelişki
içindeymiş gibi açıklama yapılıyor.
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) -
Evet, öyle.
ALİM TUNÇ (Uşak) - Doğru.
ORHAN ERASLAN (Devamla) -
O karar neydi biliyor musunuz; Adalet Bakanlığı Müsteşarıyla ilgili bir karar.
Adalet Bakanlığı Müsteşarlığı, hâkim teminatı çerçevesi içerisinde düşünülmesi
gerekir, normal bir idare ataması değildir. Adalet Bakanlığı Müsteşarı
-isterseniz Sayın Bakandan sorarsınız- özel bir durumdur, çok özel bir
durumdur; yani, her idarenin her noktasının memuru gibi değildir.
Değerli arkadaşlarım, bu
çerçeve içerisinde, açık, özel bir düzenleme yaptınız. Sayın Cumhurbaşkanı da
bu özel düzenlemeyi uygun görmedi ve Anayasanın 104 üncü maddesine dayanarak
veto yetkisini kullandı. Asıl, yetkisini kullanmasaydı, asıl bu yetkiyi
kullanmasaydı Sayın Cumhurbaşkanı, dikkatsiz davranmış olurdu. Dikkatli
davrandı -kişiye özel yasaların düzenlenmesi Anayasaya aykırıdır- bu sonuçla,
yasayı veto etti. Şimdi, bunda Yüce Meclis direnebilir -daha önce de direndi,
bunda kimse kimseye gönül koymaz- eski kararında ısrar edebilir, hayır, değil
diyebilir; ama, bütün bunlar, ölçülü bir…
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) -
Teziç ne diyor, Teziç?!.
ORHAN ERASLAN (Devamla) -
Sen Teziç'i anlamamışsın.
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) -
Niye anlamamışım?!
ORHAN ERASLAN (Devamla) -
Sen Teziç'i anlamamışsın; yeniden, bir daha oku.
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) -
Daha dün okudum.
ORHAN ERASLAN (Devamla) -
Dün okuduğun belli işte, anlamamışsın; anlasaydın, dün okuma ihtiyacı
duymazdın.
Şimdi, yeniden, aynı
kararda Yüce Meclis ısrar edebilir; bu, ayrı bir şey, bunların hepsi Anayasada
var. Ama, bütün bunlar, devletin birliğini, milletin birliğini temsil eden
makama saldırıyı meşru göstermez, mazur göstermez.
Bu arada, bir şeye de
cevap vermek durumundayım. Diyorlar ki İktidar Partisinin sayın sözcüleri:
"Cumhurbaşkanının vetoları, neredeyse, Cumhuriyet Halk Partisinin karşı
çıktığı yasalarda tıpa tıp aynı oluyor; acaba ne?.." Buradan bir paralellik
kurmaya çalışıyorlar. Doğru; arkadaşlar, böyle bir paralellik ben de tespit
ettim, çok şaşırarak söyleyeyim, tespit ettim. Tüm Türkiye'deki hukuk
çevrelerinin oybirliği olduğu bir husus vardır…
MUHARREM İNCE (Yalova) -
Aklın yolu birdir.
ORHAN ERASLAN (Devamla) -
Cumhurbaşkanımız, Cumhurbaşkanı sıfatının yanı sıra, seçkin bir hukukçudur.
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) -
Özellikle, Anayasa Mahkemesi Başkanıyken...
ORHAN ERASLAN (Devamla) -
Cumhuriyet Halk Partisi de hukuka uygun davranıyor, Cumhurbaşkanı da hukuka
uygun davranıyor. Başka bir şey aramayın; başka bir şey bulamazsınız. (CHP
sıralarından alkışlar)
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) -
Anayasa Mahkemesi Başkanıyken öyleydi.
ORHAN ERASLAN (Devamla) -
Cumhuriyet Halk Partisi, bu ülkeye çok cumhurbaşkanları verdi; Atatürk'ü verdi
bu Meclisi kuran, İsmet Paşa'yı verdi; ayrıca başka şeylere ihtiyaç yok.
Hepinize saygılar
sunarım. (CHP sıralarından alkışlar, AK Parti sıralarından alkışlar [!])
MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) -
Heyecanlanma, heyecanlanma, çok heyecanlanıyorsun!
ORHAN ERASLAN (Niğde) -
Heyecanlandırdı beni milletimin birliği, seni heyecanlandırmıyor mu?
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri,
madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum…
HALUK KOÇ (Samsun) -
Karar yetersayısı istiyorum.
BAŞKAN - Sundum Sayın
Koç.
HALUK KOÇ (Samsun) -
Hayır; karar yetersayısı istiyorum.
BAŞKAN - Hayır,
isteyebilirsin de "sunuyorum" dedim, ağzımdan çıktı Sayın Koç; lütfen
yani!..
HALUK KOÇ (Samsun) -
Efendim, beraber istedim, aynı anda istedim.
BAŞKAN - Hayır, biraz
sonra söylersiniz.
HALUK KOÇ (Samsun) - Efendim, aynı anda istedim Sayın Başkan.
BAŞKAN - Efendim?..
HALUK KOÇ (Samsun) - Aynı
anda istedim.
MUHARREM İNCE (Yalova) -
Tam "sunu" diyordunuz, onu demeden önce, o arada istedi.
HALUK KOÇ (Samsun) - Aynı
anda istedim.
BAŞKAN - Saygıdeğer
arkadaşlarım, bakınız, bu yönetme üslubu noktasında anlaşalım. Buraya çıkan
milletvekili arkadaşlarımız konuşurken, hitap ederken, yani, karşıdaki
milletvekillerini bir şeyi anlamamakla, bilmemekle, bilmem neyle, okuma yazmaya
yöneltmekle, vesaire… Böyle bir üslup olmaz!
ORHAN ERASLAN (Niğde) -
Laf attı, cevap verdim.
BAŞKAN - Efendim, müsaade
edin.
Buradaki bütün
milletvekili arkadaşlarımız kendi görüşlerini beyan ediyorlar, diğerleri de
beyan ediyorlar.
Saygıdeğer arkadaşlarım,
şu anda, 2 nci maddeyi oylarınıza sunacağım ve -Sayın Koç'un dediği gibi olsun-
karar yetersayısını da arayacağım.
HALUK KOÇ (Samsun) -
Geldiler zaten.
BAŞKAN - Ama, ben
söyledikten sonra söylemiştir; onu da ifade ediyorum.
Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kâtip üyelerimizin ittifakıyla, kabul edildiği kesinleşmiştir;
kabul edilmiştir. (AK Parti sıralarından alkışlar)
3 üncü maddeyi
okutuyorum:
MADDE 3.- Bu Kanun
hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN - Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsı adına Afyonkarahisar Milletvekili Halil
Ünlütepe; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
Sayın Ünlütepe, sürenizi
birleştirerek 15 dakika kullandıracağım.
CHP GRUBU ADINA HALİL
ÜNLÜTEPE (Afyonkarahisar) - Sağ olun efendim.
Sayın Başkan, saygıdeğer
üyeler; 1136 sıra sayılı 5462 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı
Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 3 üncü maddesi üzerinde
söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN - Sayın Ünlütepe,
bir 5 saniyenizi rica edeyim.
Ayakta bulunan saygıdeğer
milletvekili arkadaşlarım; lütfen, yerinize oturursanız… Sayın hatibi
dinleyelim; lütfen, arkadaşlarımız yerlerine otursunlar efendim. Genel Kurulda
bulunan milletvekili arkadaşlarım, lütfen, yerlerine otursunlar.
Buyurun Sayın Ünlütepe.
HALİL ÜNLÜTEPE (Devamla )
- Teşekkür ediyorum.
Değerli arkadaşlar, eski
bir siyasî parti genel başkanının, işlemiş olduğu bir suç nedeniyle, cezasının
infazını yeniden düzenleyen bir yasanın görüşülmesini yapıyoruz. Bu yasa
üzerinde görüşmeler yürütülürken, nedense, bu yasanın, yeniden, Cumhurbaşkanı
tarafından iade edilmesi konusu, biraz da kendi boyutlarını aşarak bir tartışma
ortamının içine girdi.
Elbette Sayın Cumhurbaşkanının
gönderdiği kararlara katılmayabiliriz, elbette farklı düşünebiliriz. Farklı
düşünme, insan olmamızın gereğidir; ama, Cumhurbaşkanlığı makamını
eleştirirken, hissî davranışlardan uzaklaşarak Sayın Cumhurbaşkanının iade
gerekçesinde gösterdiği gerekçelerin doğru olmadığını burada anlatarak o konuyu
gündeme getirseydik, bence çok daha yararlı bir hizmet yapmış olurduk; ama, onu
yapamadık. Sanki, üçbuçuk yıllık bir hırsımızı alma gibi bir çabanın içine
girdik; hem de, arkadaşlarımız, düzenli bir şekilde bu konuda hazırlık yaparak
çalışmışlar gelmişler.
Sevgili arkadaşlar,
demokrasi nedir; bunu hepimiz biliyoruz. Demokrasi, bir yöneltim biçimi olmanın
yanı sıra bir yaşam biçimidir de. Yasama ve yürütme organlarının hukuka
uygunluğunun sağlanması bakımından en etkili yöntem, yargısal denetimdir.
Yargısal denetimin sağlıklı ve etkin olabilmesi, yargı bağımsızlığı, yargıç
güvencesi ve adil yargılama olanaklarının sağlanmasına bağlıdır. Zaman zaman,
çoğunluğun yönetimi kolayca keyfîliğe kaçabilmektedir; örneğin, bu yasada
olduğu gibi.
Değerli arkadaşım,
1940'larda isme mahsus bir yasa çıkarıldığını söyledi. Doğrudur, çıkarılabilir.
Siz de bunu, Sayın Erbakan'ın cezasını düzenleyen bir yasal düzenleme diye
getirseydiniz, çok daha doğru bir davranış yapmış olurdunuz. 1940'lardakiler
doğru yapmışlar, doğru yapmışlar; ama, siz, kişiye özgü değil diyorsunuz,
fakat, aynaya baktığınızda kendinizi görüyorsunuz; kişiye özgü bir yasa. İşte,
keyfîliğe kaçabiliyoruz bazen, zaman zaman. Ne var ki, çağdaş demokrasiler,
siyasî iktidarın sınırlandırılması konusuyla yakından ilgilenmekte ve hukuk
devleti anlayışını, siyasî iktidarı sınırlandıracak temel unsurlardan biri
olarak algılamaktadır. Bu nedenle, kuvvetler ayrılığı sistemi 1961 Anayasasıyla
birlikte hukuk sistemimizde yer almıştır.
Zaman zaman, bugünkü
değerli arkadaşlarımın bu davranışını Sayın Başbakan da yaptı. İşte, dün, bir
toplantıda Danıştaydan şikâyetçi oldu, yüksek bir yargı organından şikâyetçi
oldu. Üçbuçuk yıla yakın bir dönemdir, anayasal kurumlarla zaman zaman uyum
sağlayamıyorsunuz. Halbuki, çoğunluğun
her düşündüğü doğru değil. Çoğunluğun, zaman zaman eksiklikler, hatalar
yapabileceği bilinen bir gerçek.
Şimdi, işte
bunlardan biri -Anayasamızın
sistematiği gereği, değerli arkadaşlarım da bahsettiler- Anayasanın 104 üncü
maddesi: "Cumhurbaşkanı yürütmenin başıdır." Yasama, yürütme, yargı.
Anayasa gereği, Cumhurbaşkanı yürütmenin başıdır. Önce bunu kabul edeceksiniz,
bunu içinize sindireceksiniz.
İki: Devletin başıdır.
Cumhurbaşkanının
tarafsızlığı, hiçbir sürece karışmamak biçiminde algılanmamalıdır.
"Cumhurbaşkanlığı makamı, laikliği -demokrasiyiydi biraz önce açıkladığım-
hukukun üstünlüğünü, Atatürk ilke ve devrimlerini korumaktan yana taraf olmak
zorundadır. (CHP sıralarından alkışlar)
Şimdi şuna bakmak
istiyorum: Hukukun üstünlüğü... Bu bozma kararında, yeniden iade kararına
bakmak istiyorum, Sayın Cumhurbaşkanının gerekçesine. Eski yasa aynen şöyle
söylüyor: "Getirilen düzenlemede, 75 yaşını bitirenlerden üç yıl ya da
daha az süreli hapis cezası verilenlerin cezalarını konutta çekmesi için aranan
koşullardan birisi, hükümlünün sağlık durumunun cezasının infaz kurumlarına
çektirilmesine elverişli olmadığının, tam teşekküllü bir devlet ya da üniversite
hastanesinden verilecek raporla tespit edilmesi, iki: İşlenen suç nedeniyle
doğan zararın aynen iadesi."
Şimdi, zaman zaman,
burada, değerli arkadaşlarım, sağlık kurulu raporlarına etki edildiğinden
bahsedildi. Değerli arkadaşlar, bu sağlık kurulu raporu devlet hastanesinden
alınıyor, bir özel klinikten değil; bu sağlık kurulu raporu üniversiteden
alınıyor. Eğer oralarda da güven duyulmayan raporlar verilirse, bunun da itiraz
mercii, yöntemi bellidir. Hukukun dışına çıkmamak zorundayız, kendimizi hukukla
sınırlandırmak zorundayız ve aynen, yine gerekçesinde... 5275 sayılı Yasa 1
Haziran 2005'te yürürlüğe girdi. Altı ayda ne değişti de, bu yasa değişikliğini
getirdiniz? Sayın Erbakan'ın cezası... Cumhuriyet savcısı "buyurun
misafirhaneye" dedi, sizi sıkıntıya soktu. Niye onu daha önce düzenlemediniz?
Sayın Bakanın döneminde
Ceza İnfaz Kanunu çıktı. Altı ay demeyeyim, iki aya yakın bir süre Adalet
Komisyonunda tartışıldı, hiçbir değerli Adalet Komisyonu üyesi arkadaşımın bu
konuda bir teklifi de olmadı. Onu o gün düşünemediniz, şartların böyle
geleceğini. Şimdi -aynen gerekçe- "aradan çok kısa bir süre geçmesine
karşın değiştirilmesini -yasadaki değiştirme- ve söz konusu iki koşulun
kaldırılmasını haklı kılacak nedenler Yasa teklifinin gerekçesinde, Adalet
Komisyonu raporunda ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu görüşmelerinde
açıklıkla ortaya konulamamıştır…"
Bu, bir hukuksal
gerekçeyle geri iadedir. Zaten, Sayın Cumhurbaşkanının bir defa daha iadesinde,
kanunları tekrar görüşülmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisine geri
gönderirken hukuksal gerekçesi önemlidir. Bu hukuksal gerekçe üzerinde değerli
Meclis üyesi arkadaşlarımız konuşmalarını yapsalardı, daha yararlı olurdu.
Şimdi, işte, burada ne
yapıyor Sayın Cumhurbaşkanı; hukukun üstünlüğü konusunda tavır koyuyor. Bu,
bana göre, alkışlanacak olan bir olay. Hukuku mu çiğnesin?! Yaptığı yemine
saygısız mı davransın?! Bu yasanın Sayın Erbakan için çıkarıldığını hepiniz de
biliyorsunuz, hepimiz de biliyoruz; ama, yok; bu, genel… Arkadaşlar, yemin
ettik, yemin!.. O yeminin gereğini doğru dürüst yapacaksınız. Yemin ettik…
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) -
Başka birisi yararlanamaz mı?
HALİL ÜNLÜTEPE (Devamla)
- Bu, bir kişi için çıkarılan bir yasa ve deyin ki, bu yasayı -geri çekilsin
çekilebiliyorsa- Sayın Erbakan'ı kurtarmak için... Zaten, bizim Grup adına
konuşan değerli arkadaşlarımız da "biz, bu insanın, başbakanlık yapmış
olan bir kişinin cezaevinde yatmasından zevk almıyoruz" diyorlar. Adını
doğru koyun. Bu, adı yanlış koymanızdan dolayı, hukuksal gerekçelerle iade
edilen bir metindir ve bu metin, bugün, burada tartışılırken de, yine doyurucu
olmamıştır.
Şimdi, Cumhurbaşkanıyla
zaman zaman ters düşüyorsunuz, zaman zaman Yargıtayla da ters düşüyorsunuz.
İşte, şimdi, bakın, size Yargıtay Başkanlar Kurulu kararını okuyorum:
"Hukuk devleti ilkesi ve cumhuriyetin nitelikleri anayasal düzen içerisinde
yargı organlarınca korunması gereken değerlerden olup, laiklik ilkesi ve ulusun
bütünlüğünün korunmasında, Yargıtay, dün olduğu gibi bugün ve bundan sonra da
taraf olmaya devam edecektir." Bunun muhatabı kimdi; sizlerdiniz.
Başkanlar Kurulunun geçen dönemki açıklaması bu.
Anayasal kurumlarla
üçbuçuk yıl içinde uyum sağlayamadınız. Sağlamak zorundasınız. Elbette, sizin
farklı düşünceleriniz olacaktır; ama, o farklılıklar, burada olmayan bir kurumu
rencide edecek davranışlar içine girmemelidir ve Sayın Bakan, belki de, sizin o
tür konuşmalarınızın önüne geçmek için burada söz aldı. Belki de iyi yaptı;
belki de iyi yaptı o sözü almakla. Şimdi, Yargıtaydan, bu, hükümete yapılan
uyarıcı bir açıklama; ama, anlayabilene. Bu açıklamanın muhatabı sizsiniz
arkadaşlarım.
Anayasal Kurumların
suskunluğunu birazcık düşünün, nedir bu, niçin bu böyle oluyor?! Güçlü
değilsiniz. Seçim sisteminin getirdiği bir olanaktan faydalanıyorsunuz.
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) -
Siz de yararlanıyorsunuz.
YAHYA AKMAN (Şanlıurfa) -
Siz de yararlanmadınız mı?
HALİL ÜNLÜTEPE (Devamla)
- Bakın, bundan mı şey ediyorsunuz?! Bunu aşın… Bunu aşın…
Sevgili arkadaşlar,
şimdi, peki, bu 75 yaşın üzerinde, kaç tane hükümlü var? Sayın Adalet
Bakanlığına sorduk; 8 kişi arkadaşlar. Üç yıl ve daha aşağı ceza alıp da,
bugün, Türkiye cezaevlerinde yatan 8 kişi. Bu 8 kişi cezaevlerine girdiği müddetçe
hiç aklınıza gelmedi bu kanun; hiç gelmedi! Hoca Efendi cezaevine girerken
"bunu yapalım…" Bu ne oluyor; şahsa çıkartılan bir yasa oluyor.
Bunun, savunulacak bir tarafı yoktur ve zaten ne diyor…
ALİM TUNÇ (Uşak) - Biz
getirdik, siz muhalefet oldunuz
MUSTAFA NURİ AKBULUT
(Erzurum) - 70 yaş yok, 65…
HALİL ÜNLÜTEPE (Devamla)
- Efendim, hayır... Efendim, bir dakika… Ben 75 diyorum. Hayır, Bakanlığın bana
verdiği cevap aynen şu, aynen okuyorum; Sayın Bakanın, 29.3 tarihli, beş gün
önce verdiği cevap aynen şu: "Üç yıl ve daha aşağı hürriyeti bağlayıcı
cezaya mahkûm olan 75 yaşını bitirmiş 8 hükümlünün bulunduğu…"
MUSTAFA NURİ AKBULUT
(Erzurum) - 70 yok…
HALİL ÜNLÜTEPE (Devamla)
- Peki, Sayın Cumhurbaşkanı ne diyor iade gerekçesinde: "Yasal
düzenlemenin bir siyasal parti eski genel başkanının durumuna çözüm getirmek ve
üzerine geçirdiği hazine yardımını -ki, bu günah- geri ödemeden cezasının
infazını evinde sağlamak amacıyla yapıldığı -altını çizerek söylüyorum- tüm
kamuoyunun bildiği ve hiç kimsenin yadsıyamadığı bir gerçektir." Yani,
sadece kendimizi mi akıllı zannediyoruz?! Halk, bu kanunun ne için çıktığını
biliyor; Sayın Cumhurbaşkanı da, bu gerekçeyle bu yasayı döndürüyor.
Değerli arkadaşlar, bir
şeyi daha söylemek istiyorum. Zaman zaman diyoruz ki, Cumhurbaşkanlığı makamı
yıpranmış. Bugünkü yapılan anketlerde sizin düşündüğünüz gibi değil.
Cumhurbaşkanlığı makamı, bugün en güvenilir kurumlardan birisi; ama, sizin
kendinizin de yaptırdığı anketlerde, yolsuzlukla mücadelede yüzde 72 oranında
kamuoyu size güvenmiyor; yoksullukla mücadelede yüzde 78 oranında sizin
başarısız olduğunuzu gösteriyor. Kendi milletvekilinizin yaptırdığı anketlerden
çıkan sonuçlar bu. Ama, o eleştirdiğiniz Cumhurbaşkanlığı makamı, bugün
saygınlığını koruyor ve o kuruma güven duyuluyor. Türk toplumunun çok büyük bir
çoğunluğunun güven duyduğu Sayın Cumhurbaşkanlığı makamına, siz niye güven
duymuyorsunuz?! Sizin, herhalde, istediğinizi yapmıyor. Bir dönem, birisi,
tasdik makamı gibiydi, noter gibi onaylıyordu. Hele hele o kişi, bir dönem daha
Cumhurbaşkanı oluveririm diyerek, ne gelirse gönderiyordu.
Değerli arkadaşlar, eğer,
Sayın Cumhurbaşkanı bu yasalar üzerinde bu kadar titiz ve bu kadar ciddî bir
çalışma yapmamış olsaydı, o zaman eleştirebilirdik.
Ben, şunu söylemek
istiyorum, sonuç itibariyle…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Ünlütepe,
konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun efendim.
HALİL ÜNLÜTEPE (Devamla)
- Sayın Başkan, bağlıyorum.
Değerli arkadaşlar…
AHMET YENİ (Samsun) -
Süleyman Beyi mi kastettiniz?!.
HALİL ÜNLÜTEPE (Devamla)
- Ben, mümkün olduğu kadar yumuşatmaya çalışıyorum.
AHMET YENİ (Samsun) -
Süleyman Demirel'i mi kastettiniz?!..
HALİL ÜNLÜTEPE (Devamla)
- Kimi kastettiğimi herkes biliyor.
Değerli arkadaşlar, bu,
şahsı adına çıkarılan bir af yasasıdır. Türkiye Büyük Millet Meclisi, şahıslar
adına -değerli arkadaşımın da belirttiği gibi- kanun çıkartabilir. Gelin, bu
takıyyeye, bu takıyyeciliğe Türkiye Büyük Millet Meclisini alet etmeyin. Bu bir
takıyyedir. Eski uygulamalarınızdan vazgeçin, bu takıyyeye Türkiye Büyük Millet
Meclisini alet etmeyin.
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) -
Önergede sizin imzanız var…
HALİL ÜNLÜTEPE (Devamla)
- Bu, Atatürk'ün kurduğu bir Meclistir. Doğru çıkarın, adresi doğru koyun ve o
zaman, bu Meclis daha fazla yücelecektir.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum.
Sayın İrfan Gündüz,
buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
İRFAN GÜNDÜZ (İstanbul) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; aslında, tartıştığımız bir yasa; fakat,
yasa, geldi geldi, gerçekten, devletimizin tepesi olan, yürütmenin de başı ve
devletimizin temsilcisi Cumhurbaşkanlığına odaklandı. Yani, hiçbir
arkadaşımızın, ben, devleti temsil eden böyle bir yüce makamı rencide etmek
için ya da onu kamuoyu önünde küçük düşürmek için düşünce serdedeceğine
inanmıyorum, kabullenemiyorum. Kesinlikle de takıyye yaptığımızı asla kabul
etmiyor, reddediyorum, sahibine de iade ediyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
Burada, bakın,
Cumhurbaşkanının, Anayasanın 104 üncü maddesinden kaynaklanan kararnameleri
imzalama yetkisiyle ilgili bir değerlendirmesi var. Ben, sadece, o
değerlendirmeyi, Sayın Cumhurbaşkanımızın Anayasa Mahkemesi üyesi olduğu zaman,
kendi görüşünü aktardığı karar altındaki düşüncelerini aktaracağım.
Bakın, o zamanın
Başbakanı Sayın Süleyman Demirel. Sayın Demirel, Adalet Bakanlığındaki bazı üst
düzey bürokratları, Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulu üyelerinin atanmasıyla
ilgili bir kanun hükmünde kararname çıkarıyor. O zaman, zamanın Cumhurbaşkanı
Sayın Özal, merhum Özal, bunu Anayasa Mahkemesine götürüyor. Anayasa
Mahkemesine gittiğinde bir karar çıkıyor, 1993/18 sayılı Karar ve bu kararın
verildiği zaman Sayın Cumhurbaşkanımız o zaman Anayasa Mahkemesi üyesi. O zaman
verdiği kararı, kendi düşüncelerini arz ediyorum:
"Bir kararnamenin
kamu yararına uygun olup olmadığını takdir edecek makam Bakanlar Kuruludur veya
müdahale etmek isterse Türkiye Büyük Millet Meclisidir. Bir Bakanlar Kurulu
kararnamesinin hukuka aykırı olup olmadığını inceleme yetkisi usulüne uygun
olarak açılmış bir dava ise Danıştay, söz konusu kararname, bir kanun hükmünde
kararname ise, hukuka uygunluğunu inceleme yetkisi Anayasa Mahkemesine aittir.
Cumhurbaşkanının kararnameleri kamu yararına aykırılık düşüncesiyle reddetmesi
Bakanlar Kurulunu; hukuka aykırılık düşüncesiyle reddetmesi ise Danıştay ve
Anayasa Mahkemesine ait olan bir yetkiyi kullanması anlamına gelir.
Anayasamız, Devlet
Başkanına kişisel politika izleme yetkisi vermemiştir. Kişisel politika izleme
yetkisi muhalefetindir. Cumhurbaşkanının kararnameleri imzalama yetkisi,
biçimsel ve şeklî bir yetkidir. Bir kararname ülkenin genel yararına aykırı
sonuçlar doğurmuş ise, bunun Türkiye Büyük Millet Meclisine karşı gensoru
yoluyla hesabını verecek organ Cumhurbaşkanı değil, Bakanlar Kuruludur. Bir
kararnameyle suç işlenmişse Meclis soruşturması usulüyle suçlandırılıp, Yüce
Divanda yargılanacak olan kişi Cumhurbaşkanı değil, Başbakan ve bakanlardır.
Bir kararnameyle özel kişilere birtakım zararlar verilmiş ise, mahkemelerin
haklarında tazminata hükmedeceği kişi Cumhurbaşkanı değil, Başbakan ve
bakanlardır."
Sayın Cumhurbaşkanımızın
Anayasa Mahkemesi üyesiyken serdettiği bu fikirleri arz ediyorum…
SALİH KAPUSUZ (Ankara) -
Ben de imza atıyorum.
İRFAN GÜNDÜZ (Devamla) -
…ve dolayısıyla biz de Grup olarak bu düşüncelerin altına imzamızı atıyoruz.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
MUHARREM İNCE (Yalova) -
Para ne olacak, para?!
İRFAN GÜNDÜZ (Devamla) -
Kesinlikle kastımız, devletin tepesini teşkil eden, devletin imamesi olan
Cumhurbaşkanlığı makamını küçük düşürmek, hor ve hakir göstermek gibi bir
niyetimiz yoktur, o makama saygımız sonsuzdur.
MUHARREM İNCE (Yalova) -
Para ne olacak, para; 11 trilyon ne olacak; onu anlatsana!
İRFAN GÜNDÜZ (Devamla) -
Bunu arz ediyor, hepinizi hürmet ve saygıyla selamlıyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
MUHARREM İNCE (Yalova) -
Para ne oldu para; devletin parası ne oldu?
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Gündüz.
MUHARREM İNCE (Yalova) -
Parayı kimse anlatmıyor, devletin 11 trilyonu ne olacak; nerede para, kimden
alacak?!
BAŞKAN - Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Saygıdeğer
milletvekilleri, tümünün oylamasından önce İçtüzüğün 86 ncı maddesine göre
aleyhte olmak üzere Bursa Milletvekili Mehmet Küçükaşık'ın söz talebi vardır.
Sayın Küçükaşık, buyurun
efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
MEHMET KÜÇÜKAŞIK (Bursa)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 1136 sıra sayılı
Yasa üzerinde oyumun rengini belirtmek
üzere söz almış bulunmaktayım; hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlarım.
Şimdi, sanki burada, bakıyorum
da hafızamız var bizim, Türk toplumunun da hafızası var, insanların da hafızası
var; ama, herhalde biz çok şaşırıyoruz. Bu yasayı bir ay önce görüştüğümüzde
Cumhuriyet Halk Partisi adına ben konuşmuştum; orada hangi gerekçelerle, daha
önce, elbette, Sayın Necmettin Erbakan'ın hapiste yatmasını, bir eski
başbakanın hapiste yatmasını, Cumhuriyet Halk Partisi olarak bizim de doğru
görmediğimizi belirtmiştik. Ben o konuşmam esnasında, yine Adalet Komisyonunda
bu madde görüşülürken verilen değişiklik önergesine imza atan 2 tane
milletvekilinden biri olduğumu da söyledim. Orada bizim gerekçelerimiz; bir,
Hazine zararının ödetilmesi gerekiyordu, var idi; sizler de onu o gün öyle
söylemiştiniz ve arkasından, yine de doktor raporunun alınması gerekiyordu;
biz, bu şartlarla o değişikliğe evet demiştik.
Şimdi, bakın arkadaşlar,
siz bir yasa yaptınız, tasarı getirdiniz, hükümet tasarısı; burada, hiç bu
şekilde bir İnfaz Yasasında değişikliği öngörmediniz. Değişiklik önergesiyle
bunu gündeme getirmeye kalktık; o arada, burada çok kahramanca konuşan
arkadaşların, "bravo" diyen arkadaşların birçoğu o zaman, Sayın
Necmettin Erbakan'ın bu parayı ödeyeceği düşünüldüğü için, kahramanca dışarıya
çıktılar, Adalet Komisyonu toplantısında dahi terk ettiler, gittiler; çünkü, eğer,
Necmettin Erbakan bu parayı öderse, şu anda içinizde milletvekili olan 4
arkadaşınızın ve Bakanlar Kurulunda olan Sayın Dışişleri Bakanı ve Sayın
İçişleri Bakanı da parayı ödemekten kurtulacaklardı.
Bakın, biz üç yıldan beri
hâlâ soruyoruz size, İçişleri Bakanı ile Dışişleri Bakanı… Bana söz verdi
İçişleri Bakanı, dedi ki: "Bir hafta sonra ne yapacağımı göreceksin."
2003, 25 Aralık… Hâlâ bekliyorum ikibuçuk yıldan beri ne yapacağını. Hani dokunulmazlığı
kaldırma diyorsunuz ya… Biz dokunulmazlığı kaldıracağız dedik, onlar
kendilerinin mallarının üzerindeki ihtiyatî tedbiri kaldırdı, onu yapmışlar.
Şimdi de, alacağın tahsili üzerindeki bütün tedbirleri kaldırarak, şu anda o
parayı ödemekten de kurtulmayı düşünüyorsunuz. Yapılan bu.
Bakın arkadaşlar,
Necmettin Erbakan, sizin eski lideriniz.
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) -
Göster, yok öyle bir şey.
MEHMET KÜÇÜKAŞIK
(Devamla) - Yok mu?!
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Yok
tabiî. Varsa göster, yok öyle bir şey.
MEHMET KÜÇÜKAŞIK
(Devamla) - Bakın, tutanaklar burada. Tutanaklar burada. Ben, ağzımdan çıkanın
ne demek olduğunu biliyorum. Biz, hiçbir şey reddetmedik. Siz, tıpkı Sayın
Necmettin Erbakan'ın eski lideriniz olduğunu reddettiğiniz gibi, siz, gömlek
değiştirir gibi, siyasal inancınızı değiştirmeyi söylüyorsunuz. Biz,
değiştiremeyiz. Biz, ağzımızdan çıkanı reddedemeyiz.
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) -
Doğru söyle, orada doğru konuş.
MEHMET KÜÇÜKAŞIK
(Devamla) - Biz ne söylediysek, hepsinin arkasındayız. Bunları ben de söyledim
ve hâlâ da bekliyoruz orada.
SUAT KILIÇ (Samsun) - Sen
1991 seçimini hatırlıyor musun?!
MEHMET KÜÇÜKAŞIK
(Devamla) - Ben çok iyi biliyorum.
SUAT KILIÇ (Samsun) -
1991 seçimlerini hatırlıyor musun?!
MEHMET KÜÇÜKAŞIK
(Devamla) - Bakın, ben size bir şey söyleyeyim mi, 1991 seçimlerini bırak, konu
bu. Ben çok iyi biliyorum.
SUAT KILIÇ (Samsun) -
1991 seçimlerinde Meclise kimleri taşıdınız, hatırlıyor musun?!
MEHMET KÜÇÜKAŞIK
(Devamla) - Şimdi geliyorum, şimdi geliyorum ben sana. Şimdi geliyorum ben
sana. Sen sus, bir otur.
BAŞKAN - Sayın Küçükaşık…
Sayın Kılıç…
MEHMET KÜÇÜKAŞIK
(Devamla) - Susturur musunuz bir…
BAŞKAN - Sayın Kılıç,
lütfen…
Sayın Küçükaşık Genel
Kurula hitap edin.
MEHMET KÜÇÜKAŞIK
(Devamla) - Ediyorum zaten… Ediyorum zaten…
Bakın, arkadaşlar,
Cumhurbaşkanlığına saldırarak, kendi eksiklerinizi Cumhurbaşkanlığının üzerine
atarak sorumluluktan kurtulamazsınız. Tek yaptığınız, buradaki bütün
konuşmalarda… Bir yıldan beri, dördüncü kez neye gerek duydunuz da değişiklik
yapıyorsunuz ya?! Bu İnfaz Yasasında niye değişiklik yapıyorsunuz; ne gerekti?!
AHMET YENİ (Samsun) -
Öyle istiyoruz!
MEHMET KÜÇÜKAŞIK
(Devamla) - Ne gerekti?!
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) -
Sizin de imzanız var Sayın Küçükaşık!
MEHMET KÜÇÜKAŞIK
(Devamla) - Ben imzamın arkasındayım. Ben imzamın arkasındayım; ama, paranın
ödenmesi, Hazine zararının karşılanmasını istiyorum; benim imzam o. Doktor
raporunu istiyorum. Benim imzam bu.
Siz niye Cumhurbaşkanına
yükleniyorsunuz?! Siz, dördüncü kez değişiklik yapmak zorunda kaldığınız bir
şeyi, öngöremediğiniz bir şeyi, bilemediğiniz bir şeyi, öğrenemediğiniz bir
şeyi, size bir birisi öğretiyor diye niye kızıyorsunuz; hukuku size biri
öğretiyor diye niye kızıyorsunuz; yani, ben, bunu anlamadım. Şimdi görmeye
çalışıyorsunuz.
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) -
Ne alakası var?!
MEHMET KÜÇÜKAŞIK
(Devamla) - Bakın arkadaşlar, burada, her konuştuğumuzda, çıktığımızda, üçüncü
kez bu değişikliği yapıyorsunuz diyorsunuz, dördüncü kez bu değişikliği
yapıyorsunuz diyorsunuz; hep böyle, hep böyle. Şimdi, sanki, öyle bir şey
konuşuyoruz ki, sanki, Cumhurbaşkanı, bütün her şeyi veto ediyor.
Cumhurbaşkanının onayladığı, Anayasa Mahkemesinin iptal ettiği yasalar yok mu
bu Meclisten geçen; dünya kadar yasa var, dünya kadar yasa var.
Şimdi, o yüzden,
aceleyle, bilmeden yaptığınız yasaların faturasını, ne Türk toplumuna ödetmeye
kalkınız ne de Sayın Cumhurbaşkanına ödetmeye kalkınız.
Bakınız, bazı
arkadaşlarınızın her zaman söylediği bir laf var; işte, 85 yıllık cumhuriyet,
85 yıllık cumhuriyet gibi. Ne olur, bu cumhuriyet hepimize lazım, bu
cumhuriyeti korumak zorundayız ve Cumhurbaşkanı da, Türkiye Cumhuriyetinin temsilcisi,
başkanı. O yüzden, ağzımızdan çıkanı, lütfen, kulağımız duysun; lütfen,
kulağımız duysun.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Küçükaşık,
işin sonuna geldik; mikrofonunuzu açayım; lütfen, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
MEHMET KÜÇÜKAŞIK
(Devamla) - Bu Meclisin çıkardığı her metin şeklen kanun olur; ama, her kanunun
da hukuka uygun olduğunu söylememiz mümkün değildir. O yüzden, bizim görevimiz,
hukuka uygun metinler çıkarmak, yasalar çıkarmaktır.
Bu nedenle, geçmiş, şu
andaki, yürürlükte olan metin gibi Hazine zararının karşılanmasını ortadan
kaldırmanız yanlıştır. Bu düzenleme, Sayın Necmettin Erbakan'adır. Necmettin
Erbakan'a ait düzenlemeyi, çok iyi niyetle, gururla, gelin, burada söyleyin,
evet, biz bunu çıkarmak istiyoruz deyin, reddetmeyin; biz de saygı duyalım,
toplum da saygı duysun.
Oyumun rengi hayırdır.
Saygılarımı sunarım. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Küçükaşık.
Sayın milletvekilleri,
İçtüzüğün 86 ncı maddesine göre, tümünün oylanmasından önce, oyunun rengini
belirtmek üzere, lehte, Ankara Milletvekili Sayın Salih Kapusuz.
Buyurun Sayın Kapusuz.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
SALİH KAPUSUZ (Ankara) -
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Görüşmesini
tamamladığımız 1136 sıra sayılı tasarı, bildiğiniz gibi, bu, Cumhurbaşkanlığı
tarafından gönderilmiş olmasının sonucu olarak, ikinci kez tartışılıyor.
Konuşmacı arkadaşları imkânlar ölçüsünde dinlemeye çalıştım. Başından beri,
aynı şeyleri, ama, sürekli, usanmadan tekrar ettiler.
MUHARREM İNCE (Yalova) -
Anlayamıyorlar diye, tekrarladılar…
MEHMET SEMERCİ (Aydın) -
Sen yoktun ki…
SALİH KAPUSUZ (Devamla) -
Belki, kamuoyunun ilgisini çekip de dinleyen vatandaşlarımız varsa, bu konunun
detayını anlamak isteyebilirler. Birkaç cümleyle, bu tasarının doğru olduğunu,
bu anlamda da ne yaptığını birkaç cümleyle, tekraren ifade etmeye ihtiyaç var.
ORHAN ERASLAN (Niğde) -
Çoğunda yoktunuz…
MEHMET SEMERCİ (Aydın) -
Yoktun sen... Sonunda geldin sen… Dinlemedin bile…
SALİH KAPUSUZ (Devamla) -
Değerli arkadaşlar, Cumhurbaşkanlığı makamı, hepimizin ortak makamıdır.
Elbette, şu anda, Cumhurbaşkanımız, bizim de, sizin de, Türk Milletinin
Cumhurbaşkanıdır. Burada, Cumhurbaşkanının şahsına hakaret gibi bir şey söz
konusu değil, olamaz da zaten.
TÜRKÂN MİÇOOĞULLARI
(İzmir) - Sen duymadın ki konuşmaları!..
SALİH KAPUSUZ (Devamla) -
Biliyorum efendim… Bakınız, her birinizin odasında televizyon var…
ORHAN ERASLAN (Niğde) -
Sizin arkadaşlarınız başlattı…
SALİH KAPUSUZ (Devamla) -
Evet, ben, hepsini dinliyorum, takip ediyorum Orhan Bey, rahat olun siz, rahat
olun.
ORHAN ERASLAN (Niğde) -
Yoktunuz o zaman Sayın Başkan…
TÜRKÂN MİÇOOĞULLARI
(İzmir) - Siz, o konuşmayı hakaret kabul ediyorsanız, söyleyecek bir şey yok.
SALİH KAPUSUZ (Devamla) -
Dolayısıyla, Cumhurbaşkanlığı konusunda, arkadaşlarımız farklı görüşler,
uygulamalarla ilgili serdedebilirler, lehinde de konuşurlar, aleyhinde de
konuşurlar; ama, bu, Cumhurbaşkanlığının birtakım yaptırımlarını,
uygulamalarını ve kararlarını farklı değerlendiren arkadaşları, siz, hakaret
gibi takdim ederseniz, doğru bir şey yapmazsınız.
HALUK KOÇ (Samsun) -
Tutanaklara bakın…
ORHAN ERASLAN (Niğde) -
Tutanaklara bak…
SALİH KAPUSUZ (Devamla) -
Bakın, bizimle rekabet yapın. Rakiplerimizi severiz biz; ama, hasımlık
yapanları, özellikle ve özellikle, bu anlamda germek isteyen yaklaşımı doğru
bulmayız.
HALUK KOÇ (Samsun) -
Tutanaklara bak…
SALİH KAPUSUZ (Devamla) -
Değerli arkadaşlar, bu geçen yasayla ilgili olarak birkaç açıklama dedim, şunu
söylemek istiyorum: Bir defa, bir ceza davası var bu konuyla ilgili olarak,
kesinleşmiş.
HÜSEYİN BAYINDIR
(Kırşehir) - Doğru!..
SALİH KAPUSUZ (Devamla) -
Bunun gereği olarak, mahkûmiyet söz konusudur. Ayrıca, aynı konuyla ilgili bir
de hukuk davası devam ediyor. Bu, sonuçlanmamış. Daha önce çıkmış olan Ceza
Yasası gereği olarak, şart olarak konulan, şu anda "trilyon davası"
olarak bilinen bir paradan hiçbirimiz vazgeçmiyoruz. Zaten, devletin
alacağından -özel af çıkarmadığınız müddetçe- vazgeçmek diye bir imkânınız, bir
lüksünüz de yok; kimse yapamaz bunu; bunu, ancak, Yüce Meclis yapar.
ORHAN ERASLAN (Niğde) -
Çok yaptınız, örnekleri var!
SALİH KAPUSUZ (Devamla) -
Dolayısıyla, kaçtı göçtü, yok oldu, devlet alacağından vazgeçildi diye bir şey
söz konusu değil.
ORHAN ERASLAN (Niğde) -
Sayın Başkan, örnekleri var.
SALİH KAPUSUZ (Devamla) -
Şu anda, ilgili şahısla ilgili olarak, Sayın Necmettin Erbakan'la ilgili
olarak, bu devam eden davadan dolayı bütün varlıklarının üzerinde tedbir kararı
var, bütün varlığı tedbir kararına tabidir; hiçbirinde kullanım hakkı, yani el
değiştirme, mülkiyet hakkı sahipliğinden vazgeçme gibi bir imkânı da yoktur.
ORHAN ERASLAN (Niğde) -
Kullanım hakkı var, olmaz olur mu.
SALİH KAPUSUZ (Devamla) -
Yani, bu konuyla ilgili olarak, dava kesinleşirse, mahkemenin vermiş olduğu
karar uygulamaya konulacaktır ve devlet burada, alacağını da bu vesileyle
elbette alacaktır.
Değerli arkadaşlarım,
şimdi -oyumun rengi için çıktım da- bunu açıkça, şu şekliyle bir kez daha
hatırlatmak istiyorum: Bu düzenleme geçici bir madde olsa, sizin söylediğiniz,
Sayın Cumhurbaşkanımızın da değerlendirmesinde olduğu gibi, o zaman şahsa
çıkartılmış bir yasa olabilirdi; ama, bu yasa, kalıcı bir metindir. Bu
şartlarda bulunan, bu yaşlara gelen, mahkûmiyetleri de bu bahsedilen sınırlarda
olan herkes için, bugün de, yarın da, gelecekte de uygulanacak bir yasadır. (AK
Parti sıralarından alkışlar) Ama, şöyle bir şey derseniz, ona da katılmayı
herhalde uygun bulmayız; diyorsanız ki: "Böyle bir yasa çıkarın; ama,
bundan Necmettin Erbakan istifa edemez" derseniz, böyle bir yasa, işte o
zaman düzenlenemez. Yapılan iş doğrudur. Bu konuyla ilgili olarak, elbette,
sizlerin de görüşlerine saygı duyarız, kabul göstermeyebiliriz; nihaî olarak
kararı Meclis verecektir.
Ben, hayırlı olmasını
temenni ediyor, saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
HALUK KOÇ (Samsun) - Hoca
seni yine affetmeyecek!
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, tasarı üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Tasarının tümünü
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiş ve
kanunlaşmıştır.
Sayın milletvekilleri,
uluslararası anlaşmalar var; lütfen, arkadaşlarımız Genel Kurulu terk
etmesinler.
10 uncu sırada yer alan,
İstanbul Milletvekili Zeynep Karahan Uslu'nun; Ulaştırma Bakanlığının Teşkilat
ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile
Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu raporunun görüşmelerine
başlayacağız.
10.-
İstanbul Milletvekili Zeynep Karahan Uslu'nun; Ulaştırma Bakanlığının Teşkilat
ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile
Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Raporu (2/733) (S. Sayısı:
1135)
BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.
Tasarının görüşülmesi
ertelenmiştir.
11 inci sırada yer alan,
Çankırı Milletvekili Tevfik Akbak'ın; Karayolları Trafik Kanununda Değişiklik
Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi ve İçişleri Komisyonu raporunun görüşmelerine
başlayacağız.
11.-
Çankırı Milletvekili Tevfik Akbak'ın; Karayolları Trafik Kanununda Değişiklik
Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi ve İçişleri Komisyonu Raporu (2/731) (S.
Sayısı:1137)
BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.
Ertelenmiştir.
12 nci sırada yer alan,
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı ile Çin Halk
Cumhuriyeti Kalite Yönetimi, Denetim ve Karantina Genel İdaresi Arasında Sanayi
Ürünlerinde Kalite ve Güvenliğe İlişkin Danışma ve İşbirliği Mekanizması Tesis
Edilmesine Dair Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu raporunun görüşmelerine başlıyoruz.
12.-
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı ile Çin Halk
Cumhuriyeti Kalite Yönetimi, Denetim ve Karantina Genel İdaresi Arasında Sanayi
Ürünlerinde Kalite ve Güvenliğe İlişkin Danışma ve İşbirliği Mekanizması Tesis
Edilmesine Dair Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/1112) (S. Sayısı: 1084) (x)
BAŞKAN - Komisyon ve
Hükümet yerinde.
Komisyon raporu 1084 sıra
sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsı adına İstanbul Milletvekili Algan
Hacaloğlu'nun söz talebi vardır.
Sayın Hacaloğlu, buyurun
efendim.
CHP GRUBU ADINA ALGAN
HACALOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; görüşülmekte olan
Çin Halk Cumhuriyeti ile Türkiye arasında daha evvel imzalanmış olan protokolün
onaylanmasına ilişkin, sanayi ürünlerinde kalite ve güvenliğe ilişkin, danışma
ve işbirliği mekanizmasının tesis edilmesi kapsamındaki protokolün
onaylanmasına ilişkin yasa tasarısının üzerinde Grubum ve şahsım adına söz
almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Tabiatıyla, Genel Kurul
son derece hassas bir konuda bir görüşmeyi tamamladı. Dikkatler dağıldı. Ben,
geriye dönük hiçbir yorumda bulunmayacağım; ama, umuyorum ki, Cumhuriyet Halk
Partisi adına veya şahsı adına söz alan Cumhuriyet Halk Partisi milletvekili
arkadaşlarımın, o konuda, bu kürsüde dile getirmiş olduğu konular, tüm AKP'li
milletvekili arkadaşlarımın hafızasının bir yerinde kayıtlı kalır ve umarım,
demokrasimiz, bundan sonra bu gibi konularda çok daha hassas ve cumhuriyetin
temel kurum ve onu temsil eden kurumlara yönelik sorumluluk anlayışını çok daha
ciddî bir düzeyde sürdürür.
(x) 1084 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Değerli arkadaşlarım,
önümüzde bulunan protokol önemli bir protokol. Yaptırım bakımından ne
getirebileceğini şu anda söyleyebilmek mümkün değil; ancak, Türkiye nüfusunun
13 katı düzeyinde nüfusu olan, Türkiye yüzölçümünün 12 katı büyüklüğünde
yüzölçümü olan Çin Halk Cumhuriyeti ile aramızda, bundan bir süre evvel, 27
Haziran 2005 yılında imzalanmış olan protokolle, iki ülke arasında ticarete konu
olan mallarda yaşanmakta olan sıkıntıların tüketici güvenliği konusunda, iki
ülke arasındaki dışticaretin daha geliştirilmesi ve kolaylaştırılması konusunda
hazırlanmış olan protokolün burada onaylanmasını, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına, olumlu karşıladığımızı ifade etmek istiyorum ve bunu vesile olarak
değerlendirerek sizlerle, Çin Cumhuriyeti hakkında, onun ekonomisi hakkında
bazı tespitlerimi paylaşmak istiyorum.
Değerli arkadaşlarım,
Çin, muazzam fizikî olanaklara sahip olan bir ülke. Çin, beşerî potansiyeliyle,
doğal potansiyeliyle ve kendine özgü kurallar içinde, kendine özgü koşullar
içinde sağlamış olduğu ucuz işçilik çerçevesinde; ama ve ama, ileri teknoloji
eşliğinde inanılmaz bir ekonomik güç oluşturmaktadır. Biz, Türkiye olarak,
Cumhuriyet Halk Partisi olarak yüksek ücret düzeyinde sanayileşmeyi hedef alan
bir siyasetin partisiyiz. Ancak, Çin'in, devasa nüfusuyla gelmiş olduğu
noktadaki sorunlarını, kendine özgü sosyalist model içinde, kendi tanımlarıyla
"sosyalist piyasa ekonomisi" tanımı içinde uyguladıkları model
çerçevesinde son yıllarda ortaya koymuş olduğu gelişme, herkesin, tüm kesimlerin
dikkatini çekmekte ve halen mevcut konumundan son yedi yılda ulaştığı yüzde 8,1
ortalama büyüme hızını devam ettirerek, son yedi yılda ulaştığı ortalama 0,4
düzeyindeki enflasyonla temelleştirdiği istikrarla, önümüzdeki sekiz yıl sonra
dünyada 4 üncü büyük ekonomi olma iddiasında olan Çin Halk Cumhuriyetinin,
Batılı iktisatçılar, Batılı ülkeler 2041 yılının; yani, bundan otuzbeş yıl
sonrasının dünyanın en büyük ekonomik gücü olacağı konusunda düşünceler geliştiriyorlar.
Böyle bir Çin'i, bugünüyle yarınıyla böyle bir Çin'i hiçbirimiz görmezlikten
gelemeyiz. Görmezlikten gelsek dahi fiilen görmek zorundayız.
Tabiî, şu anda, Çin'in
gayri safi millî hâsılası Türkiye'nin 5 katı; ancak, kişi başına millî geliri,
Türkiye'nin şu andaki yapısıyla, sadece dörtte 1'i ve Dünya Bankası verilerine
göre, o kriterlere göre, Çin'de halen 100 000 000 yoksul insan var. Ancak, Çin
ekonomisi halen 745 000 000 insanına -ki Türkiye'de bu rakam yaklaşık 26 000
000'dur- istihdam olanağı yaratabilmektedir. Çin'de işsizlik oranı yüzde
10'dur. Yüzde 10 düşük bir oran değil; ama, hatırlayın değerli arkadaşlarım,
TÜİK'in, yani, Devlet İstatistik Enstitüsünün bütün verileri işsizliği düşük
göstermeye yönelik çabasına rağmen, son üç aylık dönemde, verileri açıklanmış
olan dönemde işsizlik oranı yüzde 20,3'tür. Yani, Çin'in, biraz evvel ifade
ettiğim gibi, yüzde 10'luk düzeyinin iki katıdır ve bu yoksulluk koşullarına
rağmen Çin'de halen okuma yazma oranı yüzde 86'dır değerli arkadaşlarım. Çin'in
insanlarının yüzde 86'sı okuma yazma bilmekte ve Çin'de ortalama ömür yetmişiki
yıldır.
Değerli arkadaşlarım,
bunlar bir yana, Çin'de mevcut ekonomik veriler bakımından durumu birkaç
noktası itibariyle açıklığa kavuşturmak istiyorum. Genelde dünyada…
BAŞKAN - Sayın Hacaloğlu,
bir saniyenizi rica ediyorum.
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, Sayın Hatibin herhalde özenle çalıştığı bir husus var ve bu
konuyu Genel Kurul salonunda bulunan arkadaşlarımız da dinlerlerse faydalı
olacağını ümit ediyorum.
Buyurun efendim.
ALGAN HACALOĞLU (Devamla)
- Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Değerli arkadaşlarım,
dışticaret hacminin gayri safî hâsılaya oranı dünya genelinde yaklaşık yüzde
20'dir; Çin'de ise bu oran yüzde 65'tir. Çin, mevcut komünist yönetim altında,
ancak, rekabetçi sosyalist piyasa düzeni olarak tanımladıkları piyasa düzeni
içinde dünyaya açılmışlar ve dışticaretlerinin toplamının gayri safî millî
hâsılaya oranını dünya ortalamasının 3 katına taşımışlardır. İhracatın yüzde
22'sini Amerika'yla, yüzde 18'ini Hong Kong'la, yüzde 15'ini ise Japonya'yla
yapmaktadır. Keza, ithalatının yüzde 18'i Japonya, yüzde 10'u Kore, yüzde 13'ü
ise Tayvan'ladır. Amerika'dan ithalatı ise sadece yüzde 4 düzeyindedir.
Herkesin zannettiği gibi,
Çin'in ihraç malları, büyük ölçüde, tekstil veya ucuz ürünler değildir. Çin'in
toplam ihracatı içinde tekstil ve hazır giyimin payı sadece yüzde 10'dur.
Tekstil, ipliği ve kumaşı da katarsanız, sektörün bütününde yüzde 16'dır;
ancak, Çin'in toplam ihracatının yüzde 12'sini teknik niteliği yüksek
telekomünikasyon cihazları, yüzde 15'ini büro makineleri ve bilgi işlem
araçları ve yüzde 10'unu ise elektrikli makineler oluşturmaktadır.
Değerli arkadaşlarım,
Türkiye, NATO'nun üyesi. Türkiye, AB'yle tam üyelik konusunda çabalarını,
çalışmalarını, eşit koşul üyelik çerçevesi içinde sürdürüyor. Türkiye, Avrupa
Konseyinin üyesi. Türkiye, Avrupa'nın bir parçası; Amerika'yla yakın ilişkileri
var, Ortadoğu'da pazar ilişkileri var, Türk cumhuriyetleriyle ilişkileri var.
Son dönemde Türkiye'ye
girmiş olan doğrudan yabancı sermayenin toplamının tam 15 katı Çin Halk
Cumhuriyetine girmiştir değerli arkadaşlarım, Türkiye'nin tam 15 katı. Bu kadar
hızlı büyüme ve yoğun yatırım sürecine rağmen, Çin'in, halen, Mart 2004 tarihi
itibariyle toplam dışborcu 202 milyar dolardır. Oysa, bildiğiniz gibi, değerli
arkadaşlarım, sadece, ülkemizde, kamu kesiminin, Şubat 2006 dönemi itibariyle,
toplam borcu 253 milyar dolardır. Keza, 2004 Haziran sonu itibariyle, Çin'in
toplam döviz rezervleri 444 milyar dolardır. Yani, Türkiye'nin döviz
rezervlerinin yaklaşık 10 katı.
Değerli arkadaşlarım,
Çin, hızlı büyümesinde ve ekonomik yapılanmasında KOBİ'leri çok yaygın ve etkin
olarak kullanmaktadır. Ülke üretiminin üçte 1'i halen KOBİ'ler tarafından
sağlanmaktadır.
Çin
Halk Cumhuriyeti şimdiye kadar sessiz ve derinden gitmiştir. Ancak, dünyanın
üretim merkezi, fabrikası, atölyesi olma noktasına geldikten sonra, dünya,
Çin'i görmeye, Çin kendisini göstermeye başlamıştır.
Herkesin zannettiği gibi,
Çin'in dünya pazarındaki rekabeti sadece ucuz işçilikten kaynaklanmıyor. Evet,
Çin'de işçilik ucuzdur. Çin'de demokrasinin kurumları ve gelişme düzeyi
yetersizdir; bunlar biliniyor; o, Çin'in realitesi; ancak, Çin'de, üretim,
yaygın ihracatta vergi iadesiyle, yatırımlarda, özellikle gelişmekte olan
bölgelerde, geri kalmış yörelerde geniş, etkin teşvik önlemleriyle ve ucuz su
ve elektrik gibi temel girdilerle üretim ve yatırım desteklenmektedir.
Bir başka yanılgı da, Çin'in
sadece ucuz mal ürettiği şeklindedir. Evet, Çin ucuz mal üretiyor; ancak,
değerli arkadaşlarım, Çin, her fiyattan dört beş farklı kalitede malzeme
üretmekte, böylelikle, hem iç ve hem dış piyasalarda avantaj sağlamaktadır.
Değerli arkadaşlarım,
2004 yılı Çin Halk Kongresinde, Başbakanları Wen Jiabao, sürdürülebilir ve
istikrarlı bir kalkınma içinde refah toplumu anlayışını yansıtan bir siyasal ve
teorik çalışmayı sunarken, 5 temel denge de belirlemiş idi; bunu, Çin
Hükümetinin temel yapılanma stratejisinin esası olarak topluma sunmuştu.
Bunlar, kırsal ve kentsel kalkınma arasında denge, bölgelerarası kalkınmada
denge, ekonomik ve sosyal kalkınma arasında denge, insan ve doğa arasında denge
ve yurtiçi kalkınma ile dünyaya açılım arasında denge ve bu dengeleri esas alan
bir büyüme stratejisini Çin uygulamaya koyar iken, kendine özgü modeli içinde
özel girişimciliği geliştirirken, devletin, özellikle, gelişmemiş olan
bölgelerde ekonominin aktif aktörü olması, bilfiil yatırım ve üretimde
bulunması ilkesini temel almıştır ve almaya devam etmektedir.
Değerli arkadaşlarım,
yıllardır konuşuyoruz, bu kürsüden defaatle dile getirdik. Türkiye, evet, bu
yıl, 2005 yılında kişi başına 5 000 dolarlık gelişme düzeyine, ortalama,
ulaştı; ama, hepimiz biliyoruz ki, Türkiye'de gelir dağılımının olabildiğince
eşitsiz dağılımı, eşitsiz olması ve bunun sonucu olarak da, Türkiye'nin
doğusunda, güneydoğusunda, Kelkit Vadisinde, Kastamonusunda, Sinopunda,
Gümüşhanesinde sosyal ve ekonomik gelişmenin geri kalmasının vebalini çocuklarımız
ve insanlarımız yüksek işsizlik ve yoksulluk olarak ödemekte. Mevcut düzen
buralarda yaşamakta olan milyonlarca insanımızın geleceğinden çalmakta. Biz, bu
Yüce Meclisin çatısı altında görev yapmakta olan milletvekilleri olarak; ama,
asıl siz, hükümeti bu Mecliste üçte 2 çoğunlukla, sağladığınız bu çoğunlukla
ülkeyi yönetmekte olan AKP Hükümeti, maalesef ve maalesef, son üç yıldır bu
konuda olabildiğince duyarsız kalmıştır ve bu duyarsızlık, devleti, bundan daha
evvelden başlayarak, Özal politikalarının
bir uzantısı olarak, sınırsız, koşulsuz, zaman zaman vurguna dönüşen; ama,
sonuçta, büyük ölçüde, kurulu tesislerin kapanmasına yol açan özelleştirme
uygulamalarıyla, özellikle doğuda ve güneydoğuda yatırımın ve üretimin omurgası
çökertilmiştir.
Geçen gün Genel Başkanın
bu kürsüden ifade ettiği gibi, Türkiye'de de, kalkınmamış olan yörelerin
kaderi, devletin bu bölgelere, üretimle, yatırımla ve gerçek girişimciye
destekle ve uygun yatırım ortamı sağlamasıyla mümkün olabilecektir. Bu
vesileyle bu hususun da altını bir kez daha çizmekte, Cumhuriyet Halk
Partisinin bu konudaki duyarlılığını bir kez daha bu kürsüden dile getirmekte
büyük yarar görüyorum. Zira, ülkemizde kanamakta olan içbarışın aşılmasında
temel politikalardan, temel önem koymamız gereken konulardan biri budur. Burada
da sorumluluk devletin omuzlarındadır.
Değerli arkadaşlarım,
Türkiye ile Çin Halk Cumhuriyeti arasındaki dışticaret sürekli olarak
aleyhimize gelişmektedir. Bunun, Çin'in uygulamakta olduğu tarife ve tarife
dışı engellerden de kaynaklandığı bilinmekte. 2004 yılı verilerine göre, Çin,
Çin Halk Cumhuriyeti, Türkiye'nin dışticaret ilişkisinde bulunduğu 47 devlet
arasında 37 nci sırada; yani, Türkiye'nin ihracatında, 40 ülke içinde, en az
ihracat yaptığı 37 nci ülke.
İthalatta ise, 40 ülke
arasında 6 ncı durumda ve son günlerde, son yılın verileri, bu sıranın daha üst
düzeylere tırmandığını ortaya koymaktadır.
Çin'in toplam ihracatımız
içinde payı giderek artacağına azalmaktadır. Geçen sene dördüncü dönemde bu pay
yüzde 1'e yakınken, 0,98 iken, bu yıl, geçen yıl; yani, 2004 dördüncü döneminde
yüzde 0,98 iken, 2005 yılının dördüncü döneminde yüzde yarıma, yaklaşık yüzde
yarıma, 0,61 düzeyine gerilemiştir. Çin Halk Cumhuriyetinin ikili, karşılıklı
dış ilişkilerimiz içinde, ithalatımız içindeki payı ise, yüzde 5,1
düzeyindedir. Bu nedenlerle, son verilere göre, Çin ile dışticaretimizde 5
milyar dolara doğru tırmanan bir açık söz konusudur ve Çin'den ithalatımız,
herkesin zannettiği gibi, tümüyle konfeksiyon, dokumacılık ürünleri değildir;
Çin'den ithalatımızın yüzde 49'unu makineler ve ulaşım araçları oluşturmaktadır.
Yüzde 16,5'ini tüketim malları, yüzde 10'unu ise dokumacılık oluşturmaktadır.
Değerli arkadaşlarım,
günümüzde, buna karşın, Çin'in, zaman zaman, yer yer, haksız rekabet
koşullarında oluşturulan dışticaret ilişkilerimiz içinde, tekstil sektörümüzün
derin bir krize girdiğini biliyoruz. Tekstil sektörümüzün içine girmiş olduğu
krizin nedeni, tabiatıyla, Çin'den yapılmakta olan, toplam ithalatın yüzde 10'u
düzeyindeki -Çin'den yapılan ithalatın yüzde 10'u düzeyindeki- ithalat değil.
Her sektör dışa açıktır; ihraç da edeceğiz, ithal de edeceğiz. Tekstil
sektörünün sorunu, hükümetin ele aldığı gibi, sektöre önerdiği gibi, Bakanlar
Kurulunda karar aldığı gibi, KDV'nin yüzde 18'den yüzde 8'e indirilmesi
değildir. Tekstil sektörünün, konfeksiyon sektörünün, hazır giyim sektörünün
sorununu KDV'yi yüzde 8'e indirerek aşamazsınız. Tekstil ve konfeksiyon
sektörünün sorunu düşük -bastırılmış- kur ve maliyetlerdir; istihdam üzerindeki
yüksek vergi yükü ve özellikle, enerji girdilerindeki büyük yük. Yani, kısaca,
maliyet yükü ve düşük kur sorunu aşılmadan, hazır giyim ve tekstil sektöründeki
sorunlar, dışticaretimizi yıllardır taşımakta olan bu lokomotif sektörün
sorunları aşılamaz.
Değerli arkadaşlarım, şu
sıralarda Merkez Bankasına bir başkan arıyoruz. Batılı ülkeler, bizim
aradığımız gibi aramıyor. Merkez Bankası vekâletle yönetilebilecek bir kurum
değildir. Merkez Bankasının bağımsızlığı, Merkez Bankasının itibarlı bir kurum
olması, Merkez Bankasının ekonominin faiz, kur politikalarında, enflasyonla
mücadelede etkin bir kurum olarak görev yapması, öncelikle, başkanının
saygınlığı ve başkanıyla beraber yönetiminin bütünlüğüyle sağlanır. Bunun bu
noktada altını çizmekte yarar görüyorum; bitirirken söyleyecektim, şimdi
söylemek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, çok
değerli milletvekili arkadaşlarım, Merkez Bankasında oluşacak olan bir hatanın
bedelini, önce halkımız, önce ekonomimiz, sonra sandıkta siz ödersiniz. Çünkü,
bu alanda yapılacak hataya yönelik tepkiler, piyasa tepkileri, AB'nin tepkileri
ve genelde ekonomimizin tepkileri çok acı olacaktır, inanınız yeni krizlere yol
açacaktır.
AHMET YENİ (Samsun) - O
beklentileriniz olmayacak.
ALGAN HACALOĞLU (Devamla)
- O nedenle, ben burada, konunun bu boyutunu bağlarken, şunun altını çizmek
istiyorum: Lütfen ve lütfen, Merkez Bankasını çağdaş -şimdiye kadar olduğu
gibi- bir Merkez Bankası olarak işlevini görecek yapıda sürdürün. Atamayı o
anlayışta yapın. Merkez Bankasına faiz bankacılığı kılıfı giydirmeyin. Merkez
Bankasına sakın ola ki, Vehhabî bankacılığının kurum ve değerlerini taşımaya
çalışmayın. (CHP sıralarından alkışlar)
AHMET YENİ (Samsun) -
Beklentileriniz olmayacak. İstikrar var, merak etmeyin.
ALGAN HACALOĞLU (Devamla)
- İstikrarı hepimiz istiyoruz. Eğer, demokrasi içindeysek, Anamuhalefet Partisi
adına bu kürsüden söylenenlerin de bir hikmeti harbiyesi olabileceğini lütfen
düşünün. Çünkü, siz, istikrara girmiş bir ekonomi teslim aldınız.
AHMET YENİ (Samsun) -
Öyle değildi.
ALGAN HACALOĞLU (Devamla)
- İstikrara girmiş, sorunlarını çözememiş bir ekonomi teslim aldınız; ama, ne
yazık ki, ekonomi içi boş, kof bir büyüme süreci içinde, rekor düzeydeki cari
işlemler açığıyla çok ciddî bir krize doğru yol almaktadır.
Değerli arkadaşlarım,
konunun o boyutunu kapatıyorum, biraz kur üzerinde konuşacaktım; ama, onu
erteliyorum, bir başka konuşmaya… Konuyu bağlamak istiyorum.
Değerli arkadaşlarım,
Türkiye ile Çin Halk Cumhuriyeti ilk defa 1972 yılında diplomatik ilişkilere
girdi. Ve özellikle 1984 yılından itibaren sürdürülen ziyaretler ve giderek
yoğunlaşan ilişkiler içinde Türk tarafı çok yönlü, ikili ticareti dile
getirirken, Çin tarafı ise hep Doğu
Türkistan konusunu öne çıkardı. Bu konu, Türkiye ile Çin Halk Cumhuriyeti
ilişkilerinde daima dikenli bir konu olarak kalma özelliğini korudu. Çin'in
kıyasıya rekabet içinde olduğu ülkelere karşın kendi ülkesindeki insan hakları
ihlallerinin önünü hâlâ alamamış olması doğal olarak bizi üzmektedir. Tibet'te
Budistlerin, Doğu Türkistan ve Sincan'da Müslüman ve Türklerin yaşamakta olduğu
sorunlar, haksız rekabet sorununa yeni boyutlar kazandırmaktadır. Ancak, Türkiye, Çin'le ilişkilerini, hem bu
sorunların varlığını bilerek, ancak sağduyuyla, sükûnet ve kararlılık içinde
yaklaşmak durumundadır. Kesinlikle, hızlandırılmış, aşırı hızlandırılmış ilişkiler
tuzağına düşmeden, Çin'le ilişkilerimiz, karşılıklı saygı, anlayış, ortak
yarar, eşitlik ve işbirliği zemininde geliştirilmelidir.
Bugüne kadar çok yönlü
ilişkilerin kurulmasında geç kalınmıştır. Bu protokolün, bu ilişkilerin
geliştirilmesine, tüketicilerin daha güvenlikli, daha güvenilir, Çin malı,
ithal kaynaklı ürünler almasının önü açılmalıdır bu protokolün uygulaması
içinde bir sonuç olarak. Ancak, Çin'e bakışımız hiçbir şekilde kısa vadeli
olmamalıdır. Çin'e uzun vadeli bir perspektif içinde bakmalı, ilişkilerimizi
öyle geliştirmeliyiz.
Sözlerimin bir yerinde
ifade ettiğim gibi, Çin'le ve bir ölçüde Hindistan'la ar-ge'yi temel alan,
araştırma ve geliştirmeyi temel alan teknoparklar, ileri teknoloji alanlarında
işbirliği konuları, karşılıklı ilişkilerimizin öncelikli alanlarını
oluşturmalıdır. Çin'e tüm Ortadoğu'yu ve Güneydoğu Asya coğrafyasını geniş bir
vizyon içinde alan bir anlayış içinde yaklaşmalıyız ve bu çerçeve içinde,
Türkiye'de Çince eğitim özendirilmeli, Çin incelemeleri enstitüsü kurulmalı,
Pekin'de bir Türk ticaret merkezi oluşturmalıyız ve ifade ettiğim gibi, bilim
ve teknoloji alanlarında, ar-ge alanında işbirliğini güçlendirmeliyiz.
Değerli arkadaşlarım,
kısa bir dönem evvel, Şanghay'a yakın bir Pudong balıkçı köyü vardı; Çin Halk
Cumhuriyeti, 1990 yılında bir program yaptı.
Değerli arkadaşlarım,
sözlerimi bitiyorum. Bir önemli örneği, AKP Hükümetinin ve milletvekillerinin
dikkatine sunmak istiyorum. Bu, Kadıköy büyüklüğünde bir balıkçı köyüydü. Bu
köyde on yıllık uygulama içinde en ileri teknolojiyi kapsayan bir teknopark
oluşturuldu. 55 kilometrekare genişliğinde bir alana yayılan Pudong eski
balıkçı köyü, ileri bir teknopark köyü haline geldi. Elektronik, biyokimya…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Hacaloğlu,
konuşmayı tamamlayacağız, süremiz de azaldı, elektronik oylama da yapacağız;
lütfen, son cümlelerinizi alayım efendim. 30 dakika tamamlandı.
Buyurun.
ALGAN HACALOĞLU (Devamla)
- Eczacılık sanayiinde önemli bir araştırma ve üretim merkezi oluşturuldu ve
bu, temelde, Çin'in, doğal olarak, ihracatına rekabet gücü kattı.
Değerli arkadaşlarım,
Türkiye de en azından Çin'in bu alanda bundan onbeş yıl evvel yaptığını, AB'yle
yakın ilişkiler içinde, dünya ekonomilerine büyük ölçüde entegre olmuş yapısı
içinde, Çin'in onbeş yıl evvel yaptığını, Kadıköy ölçeğinde, büyüklüğünde bir
yerde, benzeri bir teknoparkı… Kadıköy, örneğin, bir teknoparka… Tabiî, Kadıköy
büyüklüğünde bir uygun yer, yörede bir bölgeyi araştırma ve geliştirmenin
dinamiğini, kaynağını oluşturacak bir teknoparka dönüştürmelidir.
BAŞKAN - Sayın Hacaloğlu,
istirham ediyorum, lütfen, son cümlelerinizi alayım efendim.
ALGAN HACALOĞLU (Devamla)
- Bitirdim efendim…
BAŞKAN - Bakınız, 32
dakika oldu.
ALGAN HACALOĞLU (Devamla)
- Son sözlerim Sayın Başkan.
Eğer, bunu yapabilirse
Türkiye, AB'nin siyasal dayatmalarına, Soros'un sıcak para şantajlarına ve
IMF'nin kıskacına dur diyebilir, önünü açabilir ve demokrasisini geliştirerek
düzlüğe çıkabilir; ama, maalesef, sizlerde böyle bir iradenin mevcut olmadığını
görmenin üzüntüsü içerisinde, hepinize en derin saygılarımı sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri,
tasarının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
1 inci maddeyi
okutuyorum:
TÜRKİYE CUMHURİYETİ BAŞBAKANLIK DIŞ TİCARET MÜSTEŞARLIĞI İLE
ÇİN HALK CUMHURİYETİ KALİTE YÖNETİMİ, DENETİM VE KARANTİNA GENEL İDARESİ
ARASINDA SANAYİ ÜRÜNLERİNDE KALİTE VE GÜVENLİĞE İLİŞKİN DANIŞMA VE İŞBİRLİĞİ
MEKANİZMASI TESİS EDİLMESİNE DAİR PROTOKOLÜN
ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI
MADDE 1.- 27 Haziran 2005
tarihinde Ankara'da imzalanan "Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Dış Ticaret
Müsteşarlığı ile Çin Halk Cumhuriyeti Kalite Yönetimi, Denetim ve Karantina
Genel İdaresi Arasında Sanayi Ürünlerinde Kalite ve Güvenliğe İlişkin Danışma
ve İşbirliği Mekanizması Tesis Edilmesine Dair Protokol"ün onaylanması
uygun bulunmuştur.
BAŞKAN - Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
2 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2.- Bu Kanun yayımı
tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN - Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
3 üncü maddeyi
okutuyorum:
MADDE 3.- Bu Kanun
hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN - Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri,
tasarının tümü açıkoylamaya tabidir.
Açıkoylamanın şekli
hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.
Açıkoylamanın elektronik
oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri,
oylama için 5 dakika süre veriyorum ve oylama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla
oylama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, 1084 sıra sayılı, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Dış Ticaret
Müsteşarlığı ile Çin Halk Cumhuriyeti Kalite Yönetimi, Denetim ve Karantina
Genel İdaresi Arasında Sanayi Ürünlerinde Kalite ve Güvenliğe İlişkin Danışma
ve İşbirliği Mekanizması Tesis Edilmesine Dair Protokolün Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının açıkoylama sonucunu açıklıyorum:
Kullanılan Oy Sayısı |
: |
201 |
Kabul |
: |
201(x) |
Böylece, kanun tasarısı
kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır. Bu anlaşmanın, Türkiye Cumhuriyeti ve Çin Halk
Cumhuriyetine hayırlar getirmesini diliyorum.
Saygıdeğer
milletvekilleri, alınan karar gereğince, bazı girişimcilerce holding adı
altında gerçekleştirilen izinsiz halka arz yoluyla tasarruf sahiplerinin
mağduriyetine yol açılmasının neden ve sonuçlarıyla bu süreçte SPK'nın sorumluluğunun
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan Meclis
Araştırması Komisyonunun 1061 sıra sayılı raporu üzerindeki genel görüşmeyi
yapmak ve kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 11 Nisan 2006
Salı günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati : 20.59