BIM 2 2 2006-04-28T12:25:00Z 2006-04-28T12:25:00Z 65 44635 254425 TBMM 2120 508 312451 9.3821 0 6 nk 6 nk 0

DÖNEM: 22         YASAMA YILI: 4

 

 

 

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

TUTANAK DERGİSİ

 

CİLT: 116

 

85 inci Birleşim

6 Nisan 2006 Perşembe

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

  I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II.- GELEN KÂĞITLAR

III. - YOKLAMALAR

IV.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1.- İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Özpolat'ın, Avukatlar Günü münasebetiyle, avukatların sorunlarına ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in cevabı

2.- Burdur Milletvekili Bayram Özçelik'in, Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle, Hazreti Peygamberin kişiliğine ilişkin gündemdışı konuşması

3.- Bursa Milletvekili Abdulmecit Alp'in, Bursa'nın fethinin 680 inci yıldönümüne ilişkin gündemdışı konuşması

B) ÇEŞİTLİ İŞLER

1.- Genel Kurulu ziyaret eden Belçika Senatosu Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Francois Roelants Du Vivier ve beraberindeki heyete Başkanlıkça "Hoşgeldiniz" denilmesi

C) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1.- Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı ve 54 milletvekilinin, okullardaki şiddet olaylarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/356)

2.- Anavatan Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri Gaziantep Milletvekili Ömer Abuşoğlu ve Malatya Milletvekili Süleyman Sarıbaş'ın, okullarda meydana gelen şiddet olaylarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/357)

D) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1.- Gaziantep Milletvekili Fatma Şahin'in, Türkmenistan'ın Başkenti Aşkabat'ta yapılacak olan "Altın Asırda Türkmen Kadınlar" konulu uluslararası konferansa Türkiye Büyük Millet Meclisini temsilen katılmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1022)

V.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)

2.- Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1030) (S. Sayısı: 904)

3.- 190 Sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Eki Cetvellerin Yargıtay Başkanlığına Ait Bölümünde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1105) (S. Sayısı: 1075)

4.- Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair 607 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Millî Savunma Komisyonu Raporu (1/278, 1/1034) (S. Sayısı: 17 ve 17'ye 1 inci Ek)

5.- Gülhane Askeri Tıp Akademisi Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname ve Millî Savunma Komisyonu Raporu (1/277) (S. Sayısı: 1079)

6.- Özel Tüketim Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1145) (S. Sayısı: 1112)

7.- Türkiye Cumhuriyeti ile Güney Afrika Cumhuriyeti Arasında Gelir Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve Vergi Kaçakçılığına Engel Olma Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/1099) (S. Sayısı: 1013)

8.- Muğla Milletvekili Orhan Seyfi Terzibaşıoğlu'nun; 190 Sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile 2985 Sayılı Toplu Konut Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/727) (S. Sayısı:1138)

9.- Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair 23/2/2006 Tarihli ve 5462 Sayılı Kanun ve Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ile Adalet Komisyonu Raporu (1/1180) (S. Sayısı: 1136)

10.- İstanbul Milletvekili Zeynep Karahan Uslu'nun; Ulaştırma Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Raporu (2/733) (S. Sayısı: 1135)

11.- Çankırı Milletvekili Tevfik Akbak'ın; Karayolları Trafik Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi ve İçişleri Komisyonu Raporu (2/731) (S. Sayısı: 1137)

12.- Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı ile Çin Halk Cumhuriyeti Kalite Yönetimi, Denetim ve Karantina Genel İdaresi Arasında Sanayi Ürünlerinde Kalite ve Güvenliğe İlişkin Danışma ve İşbirliği Mekanizması Tesis Edilmesine Dair Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/1112) (S. Sayısı: 1084)

VI.- SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Hatay Milletvekili Mehmet ERASLAN'ın, ebe bulunmayan sağlık ocaklarına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ'ın cevabı (7/11832)

2.- Antalya Milletvekili Nail KAMACI'nın, Antalya'da Emekli Sandığı bölge müdürlüğü kurulmasına ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Kemal UNAKITAN'ın cevabı (7/11226)

3.- Isparta Milletvekili Mevlüt COŞKUNER'in, sosyal yardım zammına ilişkin Başbakandan sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat BAŞESGİOĞLU'nun cevabı (7/12402)

4.- Hatay Milletvekili Züheyir AMBER'in, genel ekonomik verilere ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif ŞENER'in cevabı (7/12467)

5.- İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in, marker ihalesinin iptaline ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi GÜLER'in cevabı (7/12496)

6.- Hatay Milletvekili Mehmet ERASLAN'ın, vergi mevzuatındaki değişikliklere ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Kemal UNAKITAN'ın cevabı (7/12551)

7.- İzmir Milletvekili Enver ÖKTEM'in, kuş gribine ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ'ın cevabı (7/12569)

8.- İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in, Bilim Araştırma Vakfı ve Millî Değerleri Koruma Vakfına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali ŞAHİN'in cevabı (7/12608)

9.- Adana Milletvekili Atilla BAŞOĞLU'nun, Ayasofya Camii envanterindeki eserlere ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali ŞAHİN'in cevabı (7/12624)

10.- Adana Milletvekili Atilla BAŞOĞLU'nun, Ayasofya Vakfiyesinin tahribata uğradığı iddiasına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali ŞAHİN'in cevabı (7/12625)

11.- Antalya Milletvekili Nail KAMACI'nın, tarım dışı araçlar için kullanılan arazilere ilişkin Başbakandan sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi EKER'in cevabı (7/12714)

12.- İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in, TOKİ inşaatlarında kullanılan malzemelere ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali ŞAHİN'in cevabı (7/12731)

13.- Ankara Milletvekili Ayşe Gülsün BİLGEHAN'ın, kadınların işgücüne katılımına ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat BAŞESGİOĞLU'nun cevabı (7/12750)

14.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in, engelli personele ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat BAŞESGİOĞLU'nun cevabı (7/12751)

15.- İzmir Milletvekili Ahmet ERSİN'in, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünde görevli bazı bürokratlara ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali ŞAHİN'in cevabı (7/12775)

16.- İzmir Milletvekili Ahmet ERSİN'in, Badminton Federasyon Başkanlığı seçimlerine ve İran'daki bir turnuvaya ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali ŞAHİN'in cevabı (7/12776)

17.- Antalya Milletvekili Nail KAMACI'nın, Devlet Tiyatroları Ankara Yeni Sahne Salonunun kapatılmasına ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Atilla KOÇ'un cevabı (7/12817)

18.- Antalya Milletvekili Nail KAMACI'nın, Antalya'ya gelen turist sayısının azalmasına ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Atilla KOÇ'un cevabı (7/12818)

19.- Antalya Milletvekili Tuncay ERCENK'in, turizm sektöründeki sorunlara ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Atilla KOÇ'un cevabı (7/12820)

20.- Antalya Milletvekili Nail KAMACI'nın, Side Turizm Danışma Müdürlüğünün personel ihtiyacına ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Atilla KOÇ'un cevabı (7/12826)

21.- İzmir Milletvekili Erdal KARADEMİR'in, Başbakanın oturduğu evlerle ilgili beyanname verilip verilmediğine ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Kemal UNAKITAN'ın cevabı (7/12829)

22.- Antalya Milletvekili Nail KAMACI'nın, su kaynaklarının araştırılmasına ve balık türlerinin korunmasına,

- İzmir Milletvekili Muharrem TOPRAK'ın, şap hastalığına,

- Antalya Milletvekili Feridun Fikret BALOĞLU'nun, Süt Sığırcılığı Projesi kapsamında dağıtılan ineklere,

- Samsun Milletvekili İlyas Sezai ÖNDER'in, hububat üreticilerinin desteklenmesine,

- İzmir Milletvekili Enver ÖKTEM'in, bazı illerdeki narenciye üretimine ve ticaretine,

Narenciye üretimine ve ticaretine,

Narenciye üreticisinin sorunlarına ve desteklenmesine,

- Tekirdağ Milletvekili Enis TÜTÜNCÜ'nün, çiftçi kayıt sistemine kayıt yaptırmamış olanlara destekleme primi ödenmemesine,

- Adana Milletvekili N. Gaye ERBATUR'un, Ankara Büyükşehir Belediyesinin ithal ettiği ağaçlarda hastalık çıktığı iddiasına,

- Antalya Milletvekili Feridun Fikret BALOĞLU'nun, Müsteşarı ile ilişkilerine,

- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in, engelli personele,

- Bursa Milletvekili Mehmet KÜÇÜKAŞIK'ın, sertifikalı tohum kullanan çiftçiler ile kütlü pamuk üreticilerinin desteklenmelerine,

İlişkin soruları ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi EKER'in cevabı (7/12884, 12885, 12886, 12887, 12888, 12889, 12890, 12891, 12892, 12893, 12894, 12895)

23.- İstanbul Milletvekili Lokman AYVA'nın, özürlü personele ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanvekili İsmail ALPTEKİN'in cevabı (7/13119)


I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak dört oturum yaptı.

Amasya Milletvekili Mustafa Sayar'ın, büyük kentlerde, çocukların yasadışı işlerde kullanılmasının önlenmesine, işsizliğin yol açtığı asayiş sorununa ilişkin gündemdışı konuşmasına, Devlet Bakanı Mehmet Aydın cevap verdi.

Uşak Milletvekili Alim Tunç,

Ordu Milletvekili İdris Sami Tandoğdu,

Kanser Haftası münasebetiyle, koruyucu sağlık tedbirlerinin önemine, çevre faktörlerinin bu hastalık üzerindeki etkisine ve kanserojen maddelerle mücadele için alınması gereken önlemlere ilişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar.

Kocaeli Milletvekili İzzet Çetin ve 44 milletvekilinin, 1999 yılında meydana gelen depremlerde orta hasar gören binaların onarım ve güçlendirme çalışmalarında karşılaşılan sorunların (10/354),

Denizli Milletvekili Mehmet Uğur Neşşar ve 45 milletvekilinin, verem hastalığındaki son durumun (10/355),

Araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacakları ve öngörüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

(10/254, 258) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Geçici Başkanlığının, Komisyonun başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip üye seçimini yaptığına ilişkin tezkeresi Genel Kurulun bilgisine sunuldu.

Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker'in Avustralya ve Yeni Zelanda'ya,

Bayındırlık ve İskân Bakanı Faruk Nafız Özak'ın Pakistan'a,

Yaptığı resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkereleri, kabul edildi.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin Kuruluşunun 86 ncı yıldönümünün ve Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının kutlanması ve günün önem ve anlamının belirtilmesi amacıyla Genel Kurulda özel bir görüşme yapılması için Türkiye Büyük Millet Meclisinin 23 Nisan 2006 Pazar günü saat 14.00'te toplanmasına, bu toplantıda yapılacak görüşmelerde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanına, siyasî parti grupları başkanlarına ve grubu bulunmayıp da Mecliste üyesi bulunan siyasî partilerin milletvekili olan genel başkanlarına 10'ar dakika süreyle söz verilmesine, bu toplantıda başka konuların görüşülmemesine ilişkin Danışma Kurulu önerisinin;

5.4.2006 tarihinde dağıtılan ve aynı tarihli gelen kâğıtlarda yayımlanan bazı girişimcilere holding adı altında gerçekleştirilen izinsiz halka arz yoluyla tasarruf sahiplerinin mağduriyetine yol açılmasının neden ve sonuçlarıyla bu süreçte SPK'nın sorumluluğunun araştırılması amacıyla kurulan (10/16, 262) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonunun 1061 sıra sayılı raporunun gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmında yer almasına ve görüşmelerinin 11.4.2006 Salı günkü birleşimde yapılmasına; Genel Kurulun, 11.4.2006 Salı ve 12.4.2006 Çarşamba günkü birleşimlerinde sözlü sorular ile diğer denetim konularının görüşülmemesine; 11.4.2006 Salı günkü birleşiminde gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmında yer alan 1061 sıra sayılı raporun görüşmelerinin ardından kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine; Genel Kurulun 11.4.2006 Salı günü 15.00-22.00, 12.4.2006 Çarşamba günü 15.00-21.00 ve 13.4.2006 Perşembe günü 14.00-21.00 saatleri arasında çalışmalarını sürdürmesine ilişkin Danışma Kurulu önerisinin ise, yapılan görüşmelerden sonra;

Kabul edildiği açıklandı.

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:

3 üncü sırasında bulunan, Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin (2/212) (S. Sayısı: 305) görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin komisyon raporu henüz gelmediğinden;

1 inci sırasında bulunan, Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair 607 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının (1/278, 1/1034) (S. Sayısı: 17 ve 17'ye 1 inci Ek),

2 nci sırasında bulunan, Gülhane Askeri Tıp Akademisi Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair 604 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin (1/277) (S. Sayısı: 1079),

4 üncü sırasında bulunan, Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun Tasarısının (1/1030) (S. Sayısı: 904),

Görüşmeleri, ilgili komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından;

Ertelendi.

5 inci sırasında bulunan, Kuzey Ankara Girişi Kentsel Dönüşüm Projesi Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının (1/1166) (S. Sayısı: 1114), görüşmeleri tamamlanarak,

6 ncı sırasında bulunan, Türkiye Cumhuriyeti ile Makedonya Cumhuriyeti Arasında İşbirliği Protokolünün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının (1/1023) (S. Sayısı: 939), görüşmelerini müteakiben elektronik cihazla yapılan açıkoylamadan sonra,

Kabul edilip kanunlaştıkları açıklandı.

7 nci sırasında bulunan, 190 Sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Eki Cetvellerin Yargıtay Başkanlığına Ait Bölümünde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının (1/1105) (S. Sayısı: 1075), tümü üzerinde bir süre görüşüldü.

6 Nisan 2006 Perşembe günü, alınan karar gereğince saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşime 20.53'te son verildi.

 

 

 

 

Nevzat Pakdil

 

 

Başkanvekili

 

 

Mehmet Daniş

Ahmet Küçük

 

Çanakkale

Çanakkale

 

Kâtip Üye

Kâtip Üye


                  No:                           117

II.- GELEN KÂĞITLAR

6 Nisan 2006 Perşembe

 

Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Denizli Milletvekili Mustafa GAZALCI ve 54 Milletvekilinin, okullardaki şiddet olaylarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/356) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/3/2006)

2.- Anavatan Partisi Grubu Adına Grup Başkanvekilleri Gaziantep Milletvekili Ömer ABUŞOĞLU ve Malatya Milletvekili Süleyman SARIBAŞ'ın, okullarda meydana gelen şiddet olaylarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/357) (Başkanlığa geliş tarihi: 3/4/2006)


BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.00

6 Nisan 2006 Perşembe

BAŞKAN: Başkanvekili Nevzat PAKDİL

Kâtip Üyeler: Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale), Ahmet Gökhan SARIÇAM (Kırklareli)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 85 inci Birleşimini açıyorum.

Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündemdışı söz vereceğim.

Konuşma süreleri 5'er dakikadır. Hükümet konuşmalara cevap verebilir. Hükümetin konuşma süresi 20 dakikadır.

Gündemdışı ilk söz, Avukatlar Günü münasebetiyle söz isteyen İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Özpolat'a aittir.

Sayın Özpolat, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

IV.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1.- İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Özpolat'ın, Avukatlar Günü münasebetiyle, avukatların sorunlarına ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in cevabı

MEHMET ALİ ÖZPOLAT (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 5 Nisan Avukatlar Günü nedeniyle gündemdışı söz almış bulunuyorum. Bir gün gecikmeyle de olsa, söz verdiği için, Sayın Başkana teşekkür ediyorum. Bu vesileyle, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

1958'de yapılan temsilciler toplantısında baroların tek çatı altında toplanması ve 5 Nisanın da Avukatlar Günü olması karar altına alınır. Barolar Birliği, 1987'de bu kararı uygulamaya koyar. O günden sonra, 5 Nisan, avukatların ve yargının sorunlarının tartışıldığı bir gün olarak özel günler arasında yerini alır. Dolayısıyla, 5 Nisan, sadece avukatların değil, tüm hukukçuların günüdür.

Avukatlık, kutsal ve saygın bir meslektir. Hak arama özgürlüğünün ve adil yargılanma hakkının güvencesidir. Yasa metinlerinde avukatın yargının kurucu unsuru olarak tanımlanması da bundandır. Baroların ve avukatların bağımsızlığı, hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığının teminatıdır. Ancak, bugün ülkemizde savunma makamı pek çok sorunla karşı karşıyadır. Zaman zaman yapılan düzeltmelerle avukatların hakları geliştirilse de, çoğu kâğıt üzerinde kalıyor, yasayla verilenler yönetmelikle geri alınıyor. Hâlâ, avukatlık kimliği bazı kurumlarca resmî belge olarak sayılmıyor; dosya incelemelerinde engellerle karşılaşılıyor. Oysa, avukat, görevini yaparken onur kırıcı davranışlara maruz kalmamalıdır. Özellikle, cezaevi, adliye girişleri ile müvekkille görüşme koşulları, bu mesleğin önemine uygun şartlarda olmalıdır. Meslek içi eğitim, sosyal güvenlik ve diğer özlük sorunları kalıcı çözümlere  kavuşturulmalıdır. Hukuk eğitimi çağdaş standartlarda olmalıdır. Stajyer avukatlar stajları boyunca sosyal güvenlik haklarından yararlanmalıdır. Büyük yolsuzlukların ülkeyi kuşattığı günümüzde işleri daha da zorlaşan kamu avukatları, yeterli özlük haklarına ve bağımsızlığa sahip olmalıdır.

Yasal düzenlemeler yaparken baroların görüş ve taleplerinin yeterince dikkate alınmaması, uygulamada çeşitli sorunların yaşanmasına neden olmaktadır. CMK uygulamalarından doğan sorunlarla savaşmak da, yine avukatlara düşmüştür. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunuyla, barolar tarafından görevlendirilen avukatlarda ve onların hizmetlerinde önemli bir artış olmuştur; ancak, baroların ödeneklerinde aynı oranda artış olmamıştır. Bu nedenle, avukatlar ücretlerini alamamaktadır. Bu ay itibariyle ödenek tükenmiştir. Barolar, sorunun çözülmemesi halinde, bu hizmeti durdurmak zorunda kalacaklarını açıklamışlardır.

BAŞKAN - Sayın Özpolat, bir beş saniyenizi rica edebilir miyim…

B) ÇEŞİTLİ İŞLER

1.- Genel Kurulu ziyaret eden Belçika Senatosu Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Francois Roelants Du Vivier ve beraberindeki heyete Başkanlıkça "Hoşgeldiniz" denilmesi

BAŞKAN - Saygıdeğer milletvekilleri, şu anda Genel Kurulumuzu Belçika Senatosu Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Francois Roelants Du Vivier ve beraberindeki heyet teşrif etmiş bulunuyorlar; kendilerine, Yüce Meclis adına "hoş geldiniz" diyorum. (Alkışlar)

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR (Devam)

1.- İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Özpolat'ın, Avukatlar Günü münasebetiyle, avukatların sorunlarına ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in cevabı (Devam)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Özpolat, devam ediniz.

MEHMET ALİ ÖZPOLAT (Devamla) - Uzlaşma uygulamalarının hayata geçirilmesinde bazı belirsizlikler görüldüğü de barolardan aldığımız sorunlardır. Avukatlar, tüm bu sorunlarından olumsuz biçimde etkileniyorlar. Dolayısıyla, sorunları sadece yasa metinlerinde değil, altyapısını oluşturarak, uygulamada da çözmek gerekiyor. Hukuksuzluğun toplumu kuşatmasına engel olmak istiyorsak, öncelikle savunma mesleğinin haklarını ve saygınlığını korumak zorundayız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yargının birikmiş sorunları, avukatların da sorunlarıdır. Ülkemizin gündemi, ne yazık ki, yargı bağımsızlığını zedeleyen gelişmelerle doludur. Bugün, yargının siyasallaştırılması girişimleri tarihî zirvededir. Siyasî içerikli iddianamelerle hukuk devleti dinamitlenmektedir. Yargı bağımsızlığı, darbe dönemlerinde bile bu denli tehlike altında olmamıştır.

Herkes şunu bilmelidir ki, adalete güvenin zedelendiği bir ülkede toplumsal güvenlik ve barış da tehlikededir.

Avukatların istekleri de diğer yargı mensuplarıyla aynıdır. Siyaset yargıdan derhal elini çekmelidir. Yargı üzerinden cumhuriyetin kurumlarıyla hesaplaşmaya son verilmelidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Özpolat, bugün, Avukatlar Günü münasebetiyle, bir avukat olarak sizlere pozitif ayırımcılık uygulayacağım.

Buyurun, mikrofonunuzu açıyorum.

MEHMET ALİ ÖZPOLAT (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Yargı mensuplarını kendi memurları haline getirmek ve kadrolaşma hevesinden vazgeçilmelidir.

Yargının sorunları, ilgili kesimlerin demokratik katılımıyla, devrimsel nitelikte bir reform kapsamında ele alınmalıdır.

Yapılması gerekenler bunlardır; ancak, Avukatlar Gününde, Sayın Başbakan, bir sürpriz yaparak, laik hukuk sisteminin simgesi olan Danıştayı hedef alan talihsiz sözler söylemiştir. Başbakana göre Danıştay, ülke için yapılan işlerin önünde bir engelmiş. Biz de diyoruz ki, ülkenin gelişmesinin önünde bir engel var; ama, o Danıştay değil. İyi ki Danıştay var da, sizin hukukdışı işlemleriniz oradan dönüyor. Ya Danıştay olmasaydı?!

Biz, Danıştaya da, Yargıtaya da, Anayasa Mahkemesine de, ülkenin dört bir yanında onurla görev yapan tüm yargı mensuplarına da güvenmeye devam edeceğiz. Onların varlığı, çağdaş hukuk devletinin güvencesidir. 1930 yılında Mustafa Kemal Atatürk'ün bu Meclisin kürsüsünde seslendiği gibi, "Adliyemizin güven duyduğumuz yüksek gücü sayesinde cumhuriyet, yazgısı olan gelişmeyi izleyecek ve çeşitli şekil ve kılıktaki saldırılara karşı vatandaşın hukukunu ve ülkenin düzenini koruyacaktır."

Tüm meslektaşlarımın Avukatlar Gününü kutluyor; Yüce Meclisi, tekrar, saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Özpolat.

Gündemdışı konuşmaya, Adalet Bakanı Sayın Cemil Çiçek cevap vereceklerdir.

Sayın Bakanım, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. 5 Nisan Avukatlar Günü dolayısıyla bütün avukatlarımızın, değerli meslektaşlarımın bugününü kutluyorum,  başarılı yıllar temenni ediyorum.

Biraz evvel de burada ifade edildiği gibi, 1987 yılından bugüne kadar 5 Nisan, Avukatlar Günü olarak Türkiye'de  kutlanmaktadır. Bu avukatlar günü münasebetiyle avukatlığın önemi ve bu mesleğin sorunları, zorlukları bir taraftan konuşulurken, öbür taraftan da hukuk devleti, hak ve özgürlükler, savunma hakkı ve buna bağlı birkısım konular da Türkiye'de gündeme getirilmekte, böylece, Türkiye'de hukuk bilincinin oluşmasına bu gün vesilesiyle de tekrar temas etme fırsatı bulunabilmektedir.

Savunma hakkı en temel haklardan bir tanesidir. Bu, hem bizim hukuk metinlerimizde, Anayasamızda hem de evrensel metinlerde çok açık bir şekilde ifade edilmiştir. Savunma hakkı, aynı zamanda adil yargılanma hakkının da vazgeçilmez bir parçasıdır. Dolayısıyla, bu iki hak yan yana geldiği zaman, Türkiye'de hukuk devleti kavramının anlatımı, anlaşılması da daha kolay olabilecektir.

Biz şuna inanıyoruz ki, savunma hakkının olmazsa olmaz şartı hukuk devleti ilkesidir. Bu ilke,  bütün uygar, demokratik rejimlerin temel özelliğidir. Bir toplumun huzur ve mutluluk içinde yaşaması, büyük ölçüde, adalet işlerinin düzenli yürütülmesine, her ferdin hukukî muhatabı kim olursa olsun haksızlığa uğraması halinde hakkına en kısa sürede kavuşacağına inanması ve bu hakkın kendisine teslim edilmesiyle mümkündür.

Anayasanın 36 ncı maddesinde "herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma hakkına sahiptir" denilmektedir. Bu Anaysa kuralına göre herkes bizzat yargı mercilerine başvurarak dava açabilmekte, takip yapabilmekte, aleyhine açılan dava takiplerini kendisi sürdürebilmekte ve savunmasını yapabilmektedir. Aynı düzenleme, Avukatlık Yasasının 35 inci maddesinde de savunma hakkının bir gereği olarak yer almaktadır.

Günümüzde avukatlar da, insanların hukuksal sorunlarının çözümünde görev almakta, onu savunmakta, diğer yandan da, yargının kurucu unsuru olarak, bağımsız savunma makamının temsilcileri olarak kamu hizmeti yapmaktadırlar. İnsanlar, hiç şüphesiz, değişik sebeplerle, kendini savunurken bir başkasının yardımına ihtiyaç duydukları takdirde, hukukun karmaşık yapısı içinde hak kaybına uğramamak için bu işin uzmanı sayılan avukatlara kendisini temsil ettirmektedir. Diğer yandan, yargıçların çabuk ve sağlıklı karar vermelerinde avukatların çok önemli katkılarının olduğunu da kabul etmemiz gerekmektedir. Bu açıdan baktığımızda, avukatları, sadece savunma mesleğini icra eden kişiler değil, meslek mensupları değil, aynı zamanda hukukun uygulanmasında en önemli katkıyı sağlayan ve hukukun üretilmesinde de önemli çabaları olan bir meslek ve meslek mensupları olarak değerlendirmek daha doğru olacaktır. Bundan dolayıdır ki, yargılamanın kurucu unsuru olarak avukatların telakki edilmesi bu anlamda doğru bir tespittir.

Hiç şüphesiz, Türkiye'de, yargının sorunları olduğu gibi, onun bir parçası olarak avukatların da birçok sorunları vardır. Bu sorunların çözümü noktasında, elbirliğiyle bir çaba içerisinde, gayret içerisinde olmamız gerektiği de ortadadır. Biz, göreve geldiğimiz günden bu tarafa, hem barolarla hem onların üst kuruluşu olan Türkiye Barolar Birliğiyle çok yakın bir ilişki içerisindeyiz; her vesileyle, her fırsatla görüşüyoruz. Dün akşam da, Ankara'da bu kutlamalara katılmak suretiyle, onların sevincini paylaşmış olduk, böyle bir imkânı bulduk.

Şüphesiz, bu mesleğin Türkiye'de en iyi şekilde görevini yerine getirebilmesi bakımından, günün ihtiyaçlarına uygun yeni düzenlemelerin yapılması gerektiği ortadadır. Bu ihtiyaç, bizim tarafımızdan kendilerine de iletilmiştir. Tamamı hukuk adamı olan baroların ve avukatların, doğru olanı, kendi yasalarını kendilerinin hazırlamalarıdır; Parlamento olarak da bizim bu taslağın buradan yasa olarak geçmesinde kendilerine yardımcı olmamızdır. Bu isteğimizi, bu talebimizi, bu mutabakatımızı kendilerine her vesileyle ifade ettik. Dolayısıyla, ben de eski bir avukat olarak, bu meslekte görev yapmış bir insan olarak, bu isteğimizi ve bu desteğimizi verebileceğimizi kendilerine ifade ettik. Ümit ederiz ki, Türkiye Barolar Birliği, günün ihtiyaçlarına ve mesleğin sorunlarının çözümüne yönelik bir yasa taslağını kısa sürede hazırlama imkânını bulur ve Türkiye Büyük Millet Meclisine sevk ettiğimizde, iktidar ve muhalefetiyle, böyle bir önemli düzenlemeyi gerçekleştirebiliriz diye düşünüyoruz. Bu talebimiz, bu iyi niyetimiz kendilerine de müteaddit defalar iletilmiştir.

Bu mesleğin birçok zorlukları var; mesleğe girişten tutun, özlük haklarına varıncaya kadar, sosyal güvenceye varıncaya kadar, çok sayıda sorunları var. Bunların bir kısmını belki Avukatlık Yasasıyla, bir kısmını da başka yasal düzenlemeler içerisinde ortadan kaldırmak mümkün olabilecektir.

Bir de, son günlerde bir iki konu var, bunlara da açıklık getirmek istiyorum, bugünkü basında da yer alıyor. Bildiğiniz gibi, hep beraber yürürlüğe koyduğumuz 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Yasasıyla ilgili olarak birkısım değerlendirmeler bugün basında da yer alıyor.

Şimdi, buradaki temel problem şudur: Eğer, biz, hükümet olarak bir yasayı çıkardıysak, bunun kaynağı var. Burada, problem kaynak sorunu değildir. Esas problem… Dün, hem Maliye Bakanlığıyla görüştük, müteaddit defalar, Türkiye Barolar Birliği yöneticileri, Sayın Başkan başta olmak üzere, hem bizim Bakanlığımızda hem de Maliye Bakanlığında bazı toplantılar yaptık. Yasal düzenleme gerektirecek hususlar varsa, onları birlikte düzenliyoruz; taslağı birlikte hazırladık zaten.

İkincisi, ödemelerdeki zorluk, kaynak yokluğundan ziyade, bunun prosedüründen kaynaklanıyor. Tabiatıyla, adil yargılama hakkının bir gereği olarak, hem mağdurlara müdafi tayini hem çocuk yaşının yükseltilmesi sebebiyle bunun getirdiği birkısım yükler, özürlülere müdafi tayini başta olmak üzere, geçmiş yıllara nazaran ceza muhakemesi uygulamasından kaynaklanan bir artışın söz konusu olduğu doğrudur; ancak, bunun karşılığı, şu veya bu şekilde devlet bütçesinde vardır. Tabiatıyla, esas mesele, bunun ödenmesindeki problemden kaynaklanıyor. Şimdi bizden istenen… Bugün basında da var; deniliyor ki: "2006 yılı bakımından 150 trilyon lira civarında bir ödeneğe ihtiyaç var." Kendileri de biliyor. 2005 yılı itibariyle toplam alacakları 48 trilyondu; Sayın Başkan bize müracaat ettiler, biz de gerekli teşebbüsü yaptık. Bu para ilk defa defaten ödenmiştir. Yine, geçtiğimiz günlerde 14 trilyon bir aktarma daha yapılmıştır. Şimdi maliyenin söylediği şey şudur: Biz bu ödemeyi yaparız; ancak, bu talebin bir belgeye dayalı olarak yapılması lazım. Yani, (A) barosu benim bu işten dolayı bilfarz 4 trilyon 750 milyar alacağım var diyorsa, bunu bir belgeye, bir müstenidata bağlaması lazım, bir dayanağı olması lazım ki, devletin bütçesinden para harcanırken, para verilirken bu evraka dayalı olarak verilmesi gerekecektir. Dolayısıyla, dün, hem Türkiye Barolar Birliği Sayın Başkanıyla yaptığımız görüşmede hem Maliyeyle, ilgili görüşmelerimizde, bunlar, bir araya gelmek suretiyle bu problemi çözeceklerdir. Burada, kaynak sorunundan ziyade, ödemelerin şeklinin bir yere bağlanması, bir usule bağlanmasıyla ilgili düzenleme söz konusudur.

İkincisi, 1993 yılından beri bu ödemeler yapılmaktadır; ancak, bu ödemelerin ne ölçüde bu maksat için kullanıldığıyla ilgili de doğru dürüst bir denetim yapılamamıştır. Bu da, yine, barolarımızın samimî olarak yaptığımız toplantılardaki değerlendirmeleridir. Dolayısıyla, bir taraftan bu ödemeler yapılırken, öbür taraftan, devletin verdiği paranın maksada mahsus harcandığını belgelemeleri ve bununla ilgili, icap ediyorsa, bir denetim mekanizmasının kurulması da, geldiğimiz şartlar icabı, ortaya çıkan yeni bir ihtiyaç olarak gözüküyor. Bunun da, tek başına Maliye Bakanlığı veya tek başına Adalet Bakanlığı olarak değil, bir meslek örgütü olarak Türkiye Barolar Birliğiyle oturulup, bir arada, bir uzlaşma içerisinde bunların gerçekleşmesi ve düzenlenmesi gerekmektedir. Bunda da bir tereddüt yok, bir mutabakat var. Ümit ediyorum ki önümüzdeki günler içerisinde hem ödemenin şeklinin tayini ve düzenli akışı sağlayabilmek açısından hem de söylediğim zaruretler açısından bir düzenleme ihtiyacı olabilecektir. Bunu da kısa süre içerisinde Parlamentomuzun önüne getirmiş olacağız.

Bu vesileyle, tekrar, değerli meslektaşlarımızın, avukatlarımızın bu gününü kutluyor, hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Tekrar, biz de, avukatlarımızın gününü kutluyoruz ve Sayın Bakanımıza, yaptığı bu açıklamalardan dolayı da teşekkür ediyorum.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, gündemdışı ikinci söz, Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle söz isteyen Burdur Milletvekili Bayram Özçelik'e aittir.

Sayın Özçelik, buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

2.- Burdur Milletvekili Bayram Özçelik'in, Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle, Hazreti Peygamberin kişiliğine ilişkin gündemdışı konuşması

BAYRAM ÖZÇELİK (Burdur) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle gündemdışı söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, hepinizi en içten sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Hazreti Peygamberin doğumuyla, insanlık için yepyeni bir gün, aydınlık bir devir açılmıştır. Hazreti Adem'le başlayan tevhid inancı yeniden canlanmış, cehalet ve sapık inançlara kararan ruhlar, bu doğuşla aydınlığa kavuşmuştur.

Bir fazilet güneşi ve hidayet meşalesi olan Peygamberimizin doğumu, Allah'ın bütün insanlara en büyük nimetlerinden birisidir. Bu husus Kur'an-ı Kerim'de şöyle ifade buyurulmaktadır: "And olsun ki Allah, müminlere ayetlerini okuyan, onları kötülüklerden temizleyen, onlara kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur."

Hazreti Peygamberimiz anılırken akla ilk gelen, onun, Kur'an-ı Kerimle övülmüş olan yüksek ahlakıdır. Onu Allahuteala terbiye ettiği için, bir insanda bulunması düşünülebilen güzel huy ve davranışların daha mükemmeli onda toplanmıştı. Ahlakının güzelliğine ve her yönüyle güvenilir olduğuna düşmanları bile hayrandı. Daha gençliğinde halk arasında "el emin, güvenilir kimse" olarak tanınmıştı.

Hazreti Muhammed'in yeryüzünü şereflendirmesi; kâinat çapında bir vaka ve yer-gök adına en büyük bir hadise olduğu gibi, aynı zamanda insanlığın da yeniden dirilişi sayılır. O, elindeki cihanları aydınlatan, o nurefşan mesajıyla, dünyayı yeniden göklere göre tanzim edeceği, varlığın perde arkası hakikatlerine tercüman olacağı, eşya ve hadiselere yeni tefsir ve yeni yorumlar getireceği güne kadar varlık bütünüyle manasız, ruhsuz, birbirinden kopuk, birbirine yabancı gibiydi. Bu kara yalnızlıkta insanlar ise, her an başka bir ayrılıkla inleyen birer yetim, birer mazlum, birer mağdur vaziyetindeydi. O'nun neşrettiği nur sayesinde birdenbire karanlıkların büyüsü bozuldu, şeytanlar bozguna uğradı, eşyanın mahiyeti değişti; tahripler tamire dönüştü, inkırazlar da onarım hazırlığı şekline girdi; dünya üzerindeki konup göçmeler, gelip gitmeler birer resmigeçit halini aldı; doğumlar birer toy, düğün, ölümler birer şebi arûs oldu.

Hazreti Ahmedi Mahmudu Muhammed Mustafa'nın ışığı başlarımızı okşamaya başladığı günden itibaren, ruhlarımızda ebedi yok olmanın tesiri kırıldı, hicranla çarpan sinelere dost ikliminden vuslat müjdeleri geldi, ulaştı. Bütün bir insanlık olarak biz hepimiz, O'nun gönüllerimize üflediği hayat sayesinde kendimizi idrak edip eşya ile münasebete geçebildik; özümüzdeki cevherleri değerlendirip, benliğimizdeki sonsuzluk ufkunu sezebildik. O olmasaydı, ne ruhumuzdaki bu derinlikleri kavrayabilir ne de kabirden geçip sonsuzluğa uzanan bu yolu ve bu yolculuğu bu kadar şirin görebilirdik. Gönüllerimize aşku heyecan salan O, gözlerimize ışıklar çalan O ve bizleri ebedler ülkesine seyahata hazırlayan yine O'dur.

Hazreti Muhammed'in bu uzun ve sırlı yolculukta bulunduğumuz sahil itibariyle, bizim için bir kaptan, varacağımız âlem itibariyle bir mihmandar ve şefaatçı ise, bizim de O'na karşı birkısım sorumluluklarımız vardır ve bu mevzuda lakayt kalmamız da mümkün değildir; ama, ne gariptir ki, bizler asırlardan beri bu ışık insan ve O'nun nurlu mesajına karşı hep lakayt kalmışızdır. Lakayt kalmak bir yana, çok defa saygısız davranmışızdır.

Peygamberimizi sevmek demek, onun sünnetine uymak ve onu hayata geçirmektir. Allahuteala'nın sevgisine ve mağfiretine mazhar olmanın tek yolu, O'nun sevgili Peygamberinin sünnetine uymaktır. Nitekim, Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur: "(Ey Muhammed) de ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın."

En küçük anlaşmazlıkların kavgaya dönüştüğü, güçlülerin zayıfları ezdiği, adalet duygusunun örselendiği, kuvvet ile hikmet arasındaki irtibatın koptuğu, tabiatın hoyratça kullanıldığı ve kirletildiği, akıl almadık sapkınlıkların görüldüğü, insanların asude, rahat bir hayat yaşama özlemi duyduğu bir zaman diliminde yaşıyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun.

BAYRAM ÖZÇELİK (Devamla) - Diyalog, hoşgörü ve tolerans eksikliği, farklılıklara karşı tahammülsüzlük ve farklılıklarla barış içinde bir arada yaşama konusunda yaşanan sorunlar gündelik hayatımızı doğrudan etkiler hale gelmiştir. Böyle bir ortamda, Hazreti Muhammed'in, insanları kardeş yapan, insana sırf insan olduğu için değer veren, nefret olan yere sevgiyi, kuşku olan yere inancı, ümitsizlik olan yere ümidi, karanlık olan yere aydınlığı, üzüntü olan yere sevinci ikame eden barış ve rahmet yüklü mesajına daha çok ihtiyaç duyulmaktadır.

Hazreti Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellemin tertemiz imajı bazı çevrelerce fena halde kötüleniyor, sözleri bağlamından koparılarak çarpıtılıyor, sünneti etrafında kuşkular uyandırılmaya çalışılıyor. Hayatı boyunca barış için çabalamış, asırlardır kanlı bıçaklı kabileleri barıştırmış, kendisini taşlayanlara en küçük kötü söz dahi söylememiş, güçlü iken alçak gönüllü ve merhametli olmayı başarmış o büyük insanı, savaş peygamberiymiş gibi takdim etme çabalarına büyük bir üzüntüyle tanıklık etmekteyiz. Maalesef, Hazreti Peygamberi doğru tanıma fırsatı bulamamış bazı İslam mensupları da söz ve eylemleriyle bu yanlış takdime fırsat veriyorlar; ancak, nereye dayandırılırsa dayandırılsın, hangi gerekçeyle yapılırsa yapılsın, bu, Hazreti Peygambere ve O'nun ikibuçuk milyarı bulan mensuplarına büyük bir haksızlıktır. Kur'an O'nun için her şeydi, hava idi, su idi, zırh idi, kale idi, burç idi ve burçlarda dalgalanan bayrak idi. O, Kur'an'la soluklanır, onunla bulutlar gibi göklere kadar yükselir, onunla rahmet damlaları gibi yeniden yerdeki varlıkların imdadına koşar, onunla zulmetlerle savaşır, onunla şerlerden ve şerirlerden korunur ve onunla gürler ve onunla ışık olur, her yana yağardı.

Hazreti Muhammed'in beyanlarında namaz, oturup kalkan, insana arkadaş ve yoldaş olan, onun yalnızlığını gideren ve ışığıyla onun yollarını aydınlatan; Hazreti Muhammed'in beyanlarında abdest, can gibi, kan gibi insanın damarlarında dolaşan, ırmaklar gibi onun kapısının önünde akan, akıp, akıp, her türlü isi, pisi temizleyen; Hazreti Muhammed'in beyanlarında ezan, kamet, serviler gibi boy atıp salınan, ses şoku yapıp şeytanların ödünü koparan ve bir güzel koku olup namaza gidenlerin ruhlarını saran; Hazreti Muhammed'in beyanlarında zekât, sadaka, tıpkı birer köprü gibi birbirinden kopmuş yığınları bir araya getiren, sağlam bir lehim gibi parçaları bütünleştiren; Hazreti Muhammed'in beyanlarında oruç, bir kalkan gibi sahibini koruyan, onun cennete girmesi için cennet surlarında sırlı bir kapı haline gelen, inananlara kevserler sunan; Hazreti Muhammed'in beyanlarında hac, bir terzi gibi yırtıkları yamayan, bir gassal gibi lekeleri yıkayan ve umumî bir meşveret meclisi gibi bütün inananları bir araya getiren; Hazreti Muhammed'in beyanlarında cihat, bir fedai gibi göğsünü gerip cehenneme giden yolları kapayan, bir teşrifatçı gibi cennet yollarını açıp, insanlara buyur eden ve şefkatli bir baba gibi inat edenleri zincirlere vurup, firdevslere doğru sürükleyen; Hazreti Muhammed'in beyanlarında zikir, dua, telsiz, telefon gibi Yaradan'la yaratığı birbiriyle buluşturan, birbiriyle konuşturan; Hazreti Muhammed'in beyanlarında emri bilma'rûf nehyi anil-münker; birer trafik memuru gibi, birer kapıcı gibi yol başlarını, kapı önlerini tutup, yoldan geçip geçmeme, kapıdan içeriye girip girmeme işlerini idare eden; Hazreti Muhammed'in beyanlarında sıla-i rahim, bir anne gibi kucağını açıp bekleyen, insanlarla davalaşan, onlarla konuşan, vaatlerde bulunan, inhiraf edecekleri endişesiyle onları tehdit eden, yakasından tutup hırpalayan bir canlı motif haline gelir ve dinleyenleri âdeta büyüler.

Evet, O'nun, bütün bu hususları bir kanaviçe gibi tasviri, tasvirde kullandığı malzemenin özellikleri; beyanındaki hareket, işaret, resim ve musiki gücü, bütün edebî sanatları yerli yerinde kullanması, her biri başlıbaşına birer yorum isteyen konulardır.

"Dünya neye malikse O'nun vergisidir hep,

Medyun O'na cemiyeti, medyun O'na ferdi;

Medyundur O masuma bütün bir beşeriyet,

Ya Rab, mahşerde bizi bu ikrar ile haşret!"

Bu duygu ve düşünceyle, Kutlu Doğumun hepimize, aziz milletimize ve bütün Müslüman kardeşlerimize mübarek olmasını ve Peygamberimizin şefaatine bizi mazhar kılmasını Cenabı Hakktan niyaz ediyorum.

Siz değerli milletvekillerine saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Özçelik.

Kutlu Doğum Haftasının milletimize ve tüm insanlığa hayırlar getirmesini Cenabı Hakktan niyaz ediyorum.

Gündemdışı üçüncü söz, Bursa İlinin fethinin 680 inci yılı münasebetiyle söz isteyen Bursa Milletvekili Abdulmecit Alp'e aittir.

Sayın Alp, buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

3.- Bursa Milletvekili Abdulmecit Alp'in, Bursa'nın fethinin 680 inci yıldönümüne ilişkin gündemdışı konuşması

ABDULMECİT ALP (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bursa'nın fethinin 680 inci yılı münasebetiyle gümdemdışı söz almış bulunmaktayım; Yüce Heyeti saygıyla selamlıyorum.

Kayı Aşiretinin göç yolculuğu, dünya tarihinin en hayrete değer bir olayını gerçekleştirmek üzere kararlılıkla hedefe odaklanmıştır. Orta Asya'dan başlamıştır, binlerce çadırlık göç kafilesinden Anadolu'ya ulaşan 400 çadırlık Kayı Aşireti, ilk noktadan beri gözünü bir hedefe dikmiş ve büyük bir ideali gerçekleştirmiştir.

Niyetiyle yola çıkmıştı; peygamber müjdesi olan, dünyanın gözbebeği Bizans'ın Başkenti İstanbul'a istikamet müjdelenen fetihti aslında. Yoksa, nereye gideceği, nerede konaklayacağı, nereyi yurt edineceği bilinmeyen, rüzgârın estiği tarafa giden, hedefsiz ve rotası belli olmayan bir kalabalık asla değildi. Bu meyanda, 1326 yılında, Orhan Gazi, Bursa'yı fethetti ve Bursa'nın fethi, Osmanlı Beyliği için bir dönüm noktası oldu. Bursa, 1335 tarihinde Osmanlı Devletinin ilk başkenti oldu.

Yapılan bu fetihler, sadece bir kenti alma ve ona hâkim olma mücadelesinden ibaret değildir. Osmanlı, fetihlerini, yüce bir gaye ve bir ideale ulaşmak için hedeflemiştir. Bu sebeple, İstanbul'dan önce yapılan en büyük fetih, Bursa fethidir. Nitekim, Bursa'nın fethine giden yolda, Dinboz mevkiinde tekfurlarla yapılan savaşta zafer kazanan gazilere seslenen Osman Bey "kimsenin malına, canına kast olunmayacak. Maksadımız, gelip geçmek değil, kök salıp, yurt tutmak ve buraları atlama taşı olarak kullanmaktır. Kale muhafızları olarak kalacaklara sesleniyorum; bulunduğunuz beldeleri imar ediniz, ahalinin ihtiyaçlarını gideriniz, merhamet ve şefkatle muamele ediniz" şeklinde tavsiyelerde bulunmuştur. "Adalet üzere olunuz ki, sizi sevsinler, sizlere değer versinler" diye buyurmuştur. "Osmanlı İmparatorluğu kuruluşu, beşer tarihinin en hayrete değer ve en büyük vakalarından biridir" der bir Batılı tarihçi.

Kayı Aşiretinden yavaş yavaş Osmanlı Devletine doğru giden yolda Bursa'nın fethi, İstanbul'a giden yolun son durağı olacaktı. Yaklaşık dokuz yıllık bir muhasaradan sonra, Osman Bey, idareyi, oğlu Orhan Beye vermişti, "Bursa'nın, senin elinle fethini görmek isteriz" vasiyetini göstermişti. Vasiyetimiz şudur demişti Orhan Gazi'ye: "Bizim kavgamız, mihnetle kuru kavga değil; davamız, cihana hükmetme davası değil; davamız, bütün bunlardan çok daha mukaddes olan ilahî kelimetullah davasıdır. Adil ol, merhametli ol, dinin emirlerinden sapma, istişareye ehemmiyet ver; ama, ehliyle istişare et; var git, Bursa'yı fetheyle" diyerek, görevi devretmiştir. Bunun üzerine, Orhan Bey, bir tarafta kılıç kuvvetini temsil eden Turgut Alp ve Köse Mihal, diğer tarafta, manevî kuvvetin sembolü Şeyh Edebali'nin torunu Ahi Hasan ile Şeyh Mahmut olduğu halde Bursa'nın önüne gelmiştir. İşte, Osmanlı'nın yüzyıllarca dengede gitmesinin sırrı, Orhan Gazi'nin, iki taraftaki dengede saklıdır. Bir tarafta maddî güç, harp gerekleri, öbür tarafta maneviyat erleri. Yani, madde ve mana dengede olarak Bursa'yı fethe muvaffak olmuştur.

Ne zaman ki bu denge bozuldu, Osmanlı'nın dengesi de bozuldu. Dengesi bozulan ne olursa olsun, hızını kesmeye ve en sonunda durmaya ve yıkılmaya mahkûmdur.

Osmanlı Devleti demek… Osmanlı, adalet demekti, insanlık demekti, yüce hedef ve büyük ideal demekti. Osmanlı, bir aşiret değil, misyonunu bilen, vizyon sahibi, Şeyh Edebali'nin rüyasındaki büyük çınar ağacının manevî gölgesinde medeniyet iklimi yaşatmayı hedefleyen, gözüpek, kahraman, aklı ve kalbiyle beraber hareket eden kâmil insanlar topluluğuydu.

Bu itibarla, insanın, geçmişe hatıraları ve tecrübeleriyle bağlı olduğu gibi, şimdiki zamanı yaşar ve gelecekle ilgili tasavvurları, planları, endişeleri ve emelleri vardır. Osmanlı bizim geçmişimiz, cumhuriyet bugünümüz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Alp, konuşmanızı tamamlayınız.

ABDULMECİT ALP (Devamla) - İnşallah, tam demokratik, kalkınmış, hür, medenî dünyayla entegre olmuş müreffeh Türkiye Cumhuriyeti ise geleceğimiz olacaktır.

Bursa hakkında söz edilebilecek çok şeyler vardır: Hanları, hamamları, Yeşil Türbesi, Uludağ'ı, Ulu Camii, kestane şekeri, iskender kebabı, ipek havlusu ve şeftali bahçeleriyle, ülkemizin cennet köşelerinden bir köşedir. Bu cennet köşeyi bize emanet eden, ecdadımıza ve Çanakkale'de doğusuyla, batısıyla el ele, gönül gönüle vererek bu ülkeyi bize emanet eden büyüklerimize ve dün Şırnak'ta şehit olan ve mertebelerin, makamların en yüksek makamı olan şahadet şerbetine erişen güvenlik güçlerimize Yüce Allah'tan rahmet diler, Yüce Meclisi saygıyla selamlarım. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Alp, teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, gündeme geçiyoruz.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Meclis araştırması açılmasına ilişkin 2 önerge vardır, ayrı ayrı okutuyorum :

C) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1.- Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı ve 54 milletvekilinin, okullardaki şiddet olaylarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/356)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Son zamanlarda yurdun her yerindeki ilk ve ortaöğretim okullarında şiddet olayları yaşanmaktadır. Olaylar, sıradan disiplin olayları sınırını aşarak kaygı verici boyutlara tırmanmıştır. Yalnızca son iki ayda olaylar nedeniyle, 9 öğrenci yaşamını yitirmiş, 35 öğretmen ve öğrenci yaralanmıştır.

İstanbul Emniyet Müdürlüğünün 2005 yılı verilerine göre, İstanbul'da "0-11 yaş arası 868 kız ile 379 erkek çocuğun, 12-18 yaş arası 1 369 kız ile 12 656 erkek çocuğun suç işlediği saptandı. Suçlu çocukların yüzde 63'ü ilköğretim okulu ya da hâlâ devam eden çocuklar. Çocukların yüzde 12'si lise öğrencisi" olduğu açıklanmıştır.

Öğrenciler arasındaki şiddet olayları zaman zaman okul sınırlarını aşarak sokaklara taşmıştır. Kimi okullarda çetelere rastlanmıştır. Bu yüzden normal eğitim öğretim aksamaktadır.

Veliler, öğretmenler, kamuoyu bu şiddet olaylarından kaygı duyarken Milli Eğitim Bakanlığı "bir iki olayı fazla büyütmeyin" diyerek bir genelgeyle bu olayları geçiştirmeye çalışmaktadır.

Geçen yıllarda öğretmen sendikalarının anketler ve araştırmalar sonucu yaptığı uyarılar dikkate alınıp  köklü önlemler alınmamıştır.

Okullardaki ikili öğretim, birleştirilmiş, kalabalık sınıf öğretimi, eğitimin niteliğini düşürmektedir. Ayrıca, okullarda yeterince rehberlik hizmeti de verilmemektedir. Yine okullarda öğrencilerin boş zamanlarını değerlendirebileceği, spor salonları, kütüphaneler, laboratuarlar, oyun alanları, çok amaçlı merkezler yeterince yoktur. Bu yüzden sosyal etkinlikler yapılamamaktadır.

Okulların her zaman toplum yaşamına örnek olacağı yerde, şiddet olaylarına sahne olması geleceğimiz açısından kaygı vericidir. Okullar, çocukların ve gençlerin nitelikli eğitim alarak yetişeceği, iyi alışkanlıklar kazanacağı, yerler olmalıdır.

Çocuklar, gençler ülkemizin geleceğidir. Onların okullarda sağlıklı ve güven içinde olması, nitelikli eğitim almaları sağlanmalıdır.

Okullardaki şiddet olaylarının toplumsal, ekonomik, kültürel boyutunun irdelenmesi ve gerekli önlemlerin alınabilmesi için Anayasanın 98 inci maddesine, TBMM İçtüzüğünün 104 ve 105 inci maddesine göre Meclis araştırması açılmasını dileriz.

Saygılarımızla.

1.- Mustafa Gazalcı

(Denizli)

2.- Enver Öktem

(İzmir)

3.-Abdurrezzak Erten

(İzmir)

4.- Vezir Akdemir

(İzmir)

5.- Uğur Aksöz

(Adana)

6.- Hüseyin Ekmekcioğlu

(Antalya)

7.- Mehmet Ziya Yergök

(Adana)

8.- Ali Oksal

(Mersin)

9.- Feridun Ayvazoğlu

(Çorum)

10.- Mehmet Semerci

(Aydın)

11.- Abdulkadir Ateş

(Gaziantep)

12.- Yücel Artantaş

(Iğdır)

13.- Mustafa Yılmaz

(Gaziantep)

14.- Erdal Karademir

(İzmir)

15.- Mehmet Yıldırım

(Kastamonu)

16.- Mevlüt Coşkuner

(Isparta)

17.- Gürol Ergin

(Muğla)

18.- Ali Kemal Kumkumoğlu

(İstanbul)

19.- Ali Kemal Deveciler

(Balıkesir)

20.- Feridun Fikret Baloğlu

(Antalya)

21.- Nadir Saraç

(Zonguldak)

22.- Mehmet Küçükaşık

(Bursa)

23.- Hasan Güyüldar

(Tunceli)

24.- Ahmet Yılmazkaya

(Gaziantep)

25.- Yavuz Altınorak

(Kırklareli)

26.- Mehmet Ali Arıkan

(Eskişehir)

27.- Ali Arslan

(Muğla)

28.- Nail Kamacı

(Antalya)

29.- Salih Gün

(Kocaeli)

30.- Ahmet Küçük

(Çanakkale)

31.- Mehmet Vedat Yücesan

(Eskişehir)

32.- Mehmet Işık

(Giresun)

33.- Kâzım Türkmen

(Ordu)

34.- Mehmet S. Kesimoğlu

(Kırklareli)

35.- Mehmet Nuri Saygun

(Tekirdağ)

36.- Hakkı Ülkü

(İzmir)

37.-Mehmet Mesut Özakcan

(Aydın)

38.- Tuncay Ercenk

(Antalya)

39.- Özlem Çerçioğlu

(Aydın)

40.- Bihlun Tamaylıgil

(İstanbul)

41.- Muharrem Kılıç

(Malatya)

42.- Ufuk Özkan

(Manisa)

43.- Nuri Çilingir

(Manisa)

44.- N. Gaye Erbatur

(Adana)

45.- Bülent Baratalı

(İzmir)

46.- Türkân Miçooğulları

(İzmir)

47.- Osman Özcan

(Antalya)

48.- Mustafa Özyurt

(Bursa)

49.- Nurettin Sözen

(Sivas)

50.- Ali Cumhur Yaka

(Muğla)

51.- Yakup Kepenek

(Ankara)

52.- Abdulaziz Yazar

(Hatay)

53.- Vahit Çekmez

(Mersin)

54.- Muharrem Toprak

(İzmir)

55.- Mehmet Vedat Melik

(Şanlıurfa)

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Diğer önergeyi okutuyorum:

2.- Anavatan Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri Gaziantep Milletvekili Ömer Abuşoğlu ve Malatya Milletvekili Süleyman Sarıbaş'ın, okullarda meydana gelen şiddet olaylarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/357)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Ülkemizde, son günlerde ortaöğretim kurumlarında okuyan gençlerimizin birbirlerine uyguladıkları şiddet olaylarında ciddî artışlar meydana geldiğini basın ve yayın organlarında çıkan şok edici haberlerle izlemekteyiz. Ortaöğretimde okuyan gençlerimiz arasında meydana gelen şiddet olaylarındaki olağanüstü artış, önceki yıllarda meydana gelen münferit şiddet olaylarının boyutunu aşarak toplumu dehşete düşüren bir boyuta ulaşmıştır.

Okullarda meydana gelen şiddetin sebebinin, sadece öğretmenler tarafından verilen eğitimin yetersizliğine dayandırmak mümkün değildir. Bunun yanında, hükümetin uyguladığı politikaların, gerekli inceleme ve tedbirlerin zamanında alınamamış olmasının, güvenlik güçlerinin okul çevrelerinde yeterli önlemleri alamamış olmalarının ve ailelerin şiddetin bu boyuta gelmesinde ayrı ayrı sorumlulukları bulunmaktadır.

Ayrıca, Millî Eğitim Bakanlığında, millî eğitim müdürlüklerinde ve okullarda atamaların objektif ölçülere göre oluşturulan, kıdem ve liyakat esaslarına göre değil, siyasî yakınlık ve patronaj ilişkileri esas alınarak yapılması da, sorunun bu boyutlara gelmesinin en büyük nedenleri arasındadır.

Açıklanan ve ayrıca gerekçede belirtilen nedenlerle;

Yukarıda açıklanan sorunun ortaya çıkmasına neden olan sosyoekonomik ve psikolojik etmenler ile sorunun bu aşamaya gelmesine neden olan eğitimden, güvenlikten, medyadan ve aileden kaynaklanan sorunların;

Son dönemde meydana gelen şiddet olaylarında, Millî Eğitim Bakanlığı yetkilileri ile eğitimcilerin sorumluluklarının ve kusurlarının;

Öğrencileri okul ortamından uzaklaştırıcı ve şiddete yönlendirici internet kafe, atari salonu ve sinema gibi yerlerin denetimindeki eksikliklerin ve okul çevresi ve okul içinde gerekli önlemlerin alınamamasındaki sorumluların;

En nihayet gençliğimizi ve geleceğimizi tehdit eden bu sorunu giderecek önlemlerin araştırılması amacıyla Anayasanın 98 inci ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 104 ve 105 inci maddeleri gereğince inceleme yapılması ve Meclis araştırması açılması için gereğini arz ederiz.

 

Ömer Abuşoğlu

Süleyman Sarıbaş

 

Gaziantep

Malatya

 

Anavatan Partisi Grup Başkanvekili

Anavatan Partisi Grup Başkanvekili

Gerekçe:

Bilindiği üzere, bugünün gençleri geleceğimizin toplum önderleri haline geleceklerdir. Son günlerde birbirlerine amansızca şiddet uygulayan, şiddete maruz kalan veya bu endişe verici ortamda eğitim görmek durumunda olan gençlerimiz, bir kuşak sonra bürokrat, sanayici, esnaf, siyasetçi veya çalışan olarak ülkemizin geleceğini elinde tutacak bir konuma geleceklerdir.

Her insan gibi, çocuklarımız da, İnsan Hakları Bildirgesi tarafından sunulan ve özellikle bireyleri aşağılama ve insanlık dışı tavırlara karşı koruyan garantiler ve korumadan yararlanabilmektedir. Uluslararası İnsan Hakları Bildirgesi ise, çocukların özel yardım ve danışmanlık hizmetlerinden yararlandırılmalarını savunmaktadır...

HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, Kâtip Üyenin sözleri anlaşılmıyor.

BAŞKAN - Buyurun, Sayın Koç.

HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Kâtip Üyenin okuma tarzı anlaşılmıyor efendim. Biraz mikrofonu önüne doğru getirip tane tane okuyabilirse...

BAŞKAN - Buyurun, devam edin.

…Okul çevrelerinde kümeleşen ve çocukların eve ve okula gitmelerinin önünde engel ve sorun halini alan internet kafeler, maalesef, çok büyük boyutlara ulaşmıştır. Çocukları okula yönlendirebilecek mekân oluşturmak ve onları okula gitme yönünde tedbirler almak devletin her kademesinin esas görevleridir.

Yapılan Araştırmalara göre, atari salonu ya da internet kafelere giden öğrenciler arasında  en çok oynanan oyun türü yüzde 66,5 ile savaş ve dövüş oyunları olarak gözlenmiştir.

Ayrıca, öğrencilerin televizyon dizilerini seyretmede tercihlerinin yüzde 21 oranı ile mafya dizileri ilk sırayı aldığı ortaya çıkmıştır. Yine öğrencilerin yarısı, yani yüzde 44,8'i aksiyon/macera/gerilim/korku türündeki filmleri izlemeyi tercih etmektedir.

Halen okullardaki şiddet olaylarıyla ilgilenmeye odaklı kurulmuş ulusal bir organ ülkemizde bulunmamaktadır.

Bugün okullardaki şiddet çok yönlü ve ciddi bir problem olarak karşımıza çıkmaktadır. Öğrencilerin birbirlerine uyguladığı şiddet önemlidir; ama, bugüne kadar çok az konuşulan ve hakkında çalışma yapılmayan bu konunun ivedilikle incelenmesi gereklidir.

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Önergeler, gündemde yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşmeler sırası geldiğinde yapılacaktır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır; okutup oylarınıza sunacağım.

D) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1.- Gaziantep Milletvekili Fatma Şahin'in, Türkmenistan'ın Başkenti Aşkabat'ta yapılacak olan "Altın Asırda Türkmen Kadınlar" konulu uluslararası konferansa Türkiye Büyük Millet Meclisini temsilen katılmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1022)

                                                                   6 Nisan 2006

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Türkmenistan Kadınlar Birliğinin organizasyonunda Türkmenistan'ın başkenti Aşkabat'ta, 11-12 Nisan 2006 tarihleri arasında "Altın Asırda Türkmen Kadınlar" konulu uluslararası konferansa, TBMM'yi temsilen Gaziantep Milletvekili Fatma Şahin'in katılması, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki 3620 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi gereğince Genel Kurulun tasviplerine sunulur.

                                                                   Bülent Arınç

                                                             TBMM Başkanı

BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.

Önce, sırasıyla, yarım kalan işlerden başlayacağız.

V.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)

BAŞKAN - 3 üncü sırada yer alan kanun teklifinin geri alınan maddeleriyle ilgili komisyon raporu gelmediğinden, teklifin görüşmelerini erteliyoruz.

4 üncü sırada yer alan, Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu raporunun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

2.- Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1030) (S. Sayısı: 904)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Tasarının görüşülmesi ertelenmiştir.

5 inci sırada yer alan, 190 sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Eki Cetvellerin Yargıtay Başkanlığına Ait Bölümünde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu raporunun görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

3.- 190 Sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Eki Cetvellerin Yargıtay Başkanlığına Ait Bölümünde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1105) (S. Sayısı: 1075) (x)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet?.. Yerinde.

Tasarının tümü üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Malatya Milletvekili Sayın Muharrem Kılıç konuşmuştu.

Şimdi, söz sırası, AK Parti Grubu adına Ağrı Milletvekili Halil Özyolcu'da.

Sayın Özyolcu, buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA HALİL ÖZYOLCU (Ağrı) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1075 sıra sayılı kanun tasarısı üzerinde, AK Parti Grubu adına söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Ben, Ağrı Barosunun mensubu ve üyesi bir avukat arkadaşınızım; bununla da gurur duymaktayım ve 5 Nisan Avukatlar Gününü de, bu vesileyle kutluyorum.

Değerli arkadaşlar, dün, bu kanun tasarısı üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi sözcüsü, konuşurken, yargı sorunlarını dile getirdi ve yargı bağımsızlığından yakındı; dedi ki: "Türkiye'de yargı tam bağımsız değil; çünkü, hâkim ve savcıların atanmasını Adalet Bakanlığı yapmaktadır ve mesleğe kabulü, yine, Adalet Bakanlığınca yapılmaktadır." Değerli arkadaşlar, bir kere, hâkim ve savcıların mesleğe kabulünü ve atamalarını Adalet Bakanlığı değil, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu yapmaktadır; bu bir.

İSMET ATALAY (İstanbul) - Başkan kim?!

HALİL ÖZYOLCU (Devamla) - İkincisi, herkes yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığından bahsederken, işine geldiği gibi ele alır. Bakınız, Cumhuriyet Halk Partisi sözcüsü, bu kürsüde "yargı tam bağımsız değil" derken, milletvekili sıralarından bir arkadaşımız da, Adalet eski Bakanı Sayın Mehmet Moğultay'ın sözünü hatırlattı. Ne demişti Sayın Moğultay: "Ben, hâkim ve savcı adaylarını, tabiî ki, örgütümden alacaktım; başka kimden alabilirdim" diye bir söz sarf etmişti. İşte, Cumhuriyet Halk Partisinin zihniyeti bu…

HALİL TİRYAKİ (Kırıkkale) - Senin zihniyetin nasıl?!.

HALİL ÖZYOLCU (Devamla) - Bakınız, zihniyetiniz, hâkim ve savcı adaylarını hangi kriterlere göre aldı, bir bakmanız lazım.

GÜROL ERGİN (Muğla) - Konuşacak lafın varsa onu söyle!

HALİL ÖZYOLCU (Devamla) - Bu, yargı bağımsızlığına ve tarafsızlığına yakıştı mı?!

GÜROL ERGİN (Muğla) - Konuşacak lafın varsa onu söyle!.. Çamur atma, konuşacak lafın varsa onu söyle!..

                                     

(x) 1075 S. Sayılı Basmayazı 5.4.2006 tarihli 84 üncü Birleşim Tutanağına eklidir.

HALİL ÖZYOLCU (Devamla) - Efendim, yerinizden laf atmayın, bir dinleyin…

HALİL TİRYAKİ (Kırıkkale) - Senin yaşın kadar siyaset yaptık biz…

GÜROL ERGİN (Muğla) -  Sen de doğru düzgün konuş!..

HALİL ÖZYOLCU (Devamla) - Olanları söylüyorum. Vakıalar bunlar, bütün kamuoyunda yer almış olan bilgilerdir.

HALİL TİRYAKİ (Kırıkkale) - Ağzından çıkanı kulağın duysun yalnız!

NEZİR BÜYÜKCENGİZ (Konya) - Bilmiyorsun, Moğultay CHP'li değil şimdi…

HALİL ÖZYOLCU (Devamla) - Evet, zihniyetten bahsediyorum.

GÜROL ERGİN (Muğla) - Senin zihniyetin ne?!

HALİL TİRYAKİ (Kırıkkale) - Sen zihniyetini söylesene!..

BAŞKAN - Sayın Tiryaki, lütfen…

HALİL ÖZYOLCU (Devamla) - İkinci bir örnek; daha dün, Van'daki sanık rektör yargılamasında, Cumhuriyet Halk Partisi heyetler kurdu ve mahkemeyi etkilemeye çalıştı. Bu, bütün kamuoyu tarafından bilinmektedir.

MUHARREM İNCE (Yalova) - Başbakan yaptı…

HALİL ÖZYOLCU (Devamla) - Hem de, siz, sanık rektöre destek çıkarken, sanık rektör yoğun bakımda yatıyordu ve tekerlekli sandalyeyle mahkemeye gelip gidiyordu. Ne zamanki rektörün tutukluluk hali sona erdi, sanık rektör turp gibi oldu ve ortaya çıktı…

GÜROL ERGİN (Muğla) - Allahaşkına!.. Lütfen…

HALİL ÖZYOLCU (Devamla) - Ankaraları dolaştı, televizyon programlarına katıldı efendim.

GÜROL ERGİN (Muğla) - Turp gibi!.. Sen ne gibisin arkadaş?!

HALİL ÖZYOLCU (Devamla) - Bu muydu savunduğunuz yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı?!

TUNCAY ERCENK (Antalya)  - Grup Başkanvekili yok mu bu partinin?!

HALİL ÖZYOLCU (Devamla) - Bunu sadece Cumhuriyet Halk Partisi yapmadı tabiî, YÖK de heyetlerle gitti.

GÜROL ERGİN (Muğla) - O kürsü terbiyeli konuşma kürsüsü!..

BAŞKAN - Sayın Özyolcu …

GÜROL ERGİN (Muğla) - Olmayan insana burada hakaret ediyorsun…

HALİL ÖZYOLCU (Devamla) - Bakınız, size laf yetiştirmeye çalışmıyorum; ama, ayıp ediyorsunuz!

GÜROL ERGİN (Muğla) - Hakaret ediyorsunuz!..

HALİL ÖZYOLCU (Devamla) - Hakarete varacak hiçbir söz sarf etmedim.

GÜROL ERGİN (Muğla) - Aynı şeyi, sana aynen iade ediyorum…

HALİL ÖZYOLCU (Devamla) - Bütün kamuoyunun bildiği şeyleri burada vermeye çalışıyorum.

GÜROL ERGİN (Muğla) - Ama ayıp!.. Ömrü billah tekerlekli sandalyede mi kalsaydı?!

BAŞKAN - Sayın Özyolcu…

GÜROL ERGİN (Muğla) - Sayın Başkan, ayıp!..

BAŞKAN - Sayın Özyolcu…

Sayın milletvekilleri… Lütfen…

GÜROL ERGİN (Muğla) - Yazıklar olsun!..

HALİL ÖZYOLCU (Devamla) - Yakışmıyor size…

GÜROL ERGİN (Muğla) - Sana yakışıyor mu?!

HALİL ÖZYOLCU (Devamla) - Şimdi sorarlar, demezler mi; bu ne perhiz bu ne lahana turşusu…

TUNCAY ERCENK (Antalya) - Kendini anlat, kendini…

HALİL ÖZYOLCU (Devamla) - Bir de, değerli arkadaşlar -dinleyin- bakınız, yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını herkes işine geldiği gibi burada verdiğini başta ben söyledim. Yani, burada ne kadar samimiyet vardır yoktur, onu anlamaya çalışıyoruz veya bunu vermeye çalışıyoruz.

Bir de, değerli arkadaşlar, yargının kendisi de…

GÜROL ERGİN (Muğla) - Yazıklar olsun ki, seni o kürsüye çıkardı o parti!

HALİL ÖZYOLCU (Devamla) - Ayıp ediyorsunuz orada; bakınız, laf yetiştirmeye çalışmıyorum…

GÜROL ERGİN (Muğla) - Ne söylüyorsun ki laf yetiştirelim?!

İZZET ÇETİN (Kocaeli) - Kim yazıp verdi o metni senin eline?!

HALİL ÖZYOLCU (Devamla) - Ama, bakınız, böyle bir usul var mı?!

İZZET ÇETİN (Kocaeli) - Böyle bir konuşma var mı?!

HALİL ÖZYOLCU (Devamla) - Var tabiî… Var tabiî…

İZZET ÇETİN (Kocaeli) - Kurumlara hakaret, şahıslara hakaret var mı orada?!

HALİL ÖZYOLCU (Devamla) - Bu, halkın kürsüsü ve olanları konuşuyorum.

İZZET ÇETİN (Kocaeli) - Yargıdan rahatsızsın, YÖK'ten rahatsızsın, Kara Kuvvetlerinden rahatsızsın…

HALİL ÖZYOLCU (Devamla) - Kamuoyunun bildiği konuları, kamuoyunun paylaştığı konuları burada paylaşmaya çalışıyorum.

İZZET ÇETİN (Kocaeli) - Rahatsız olmadığın kurum kaldı mı?!

HALİL ÖZYOLCU (Devamla) - Bir de, değerli arkadaşlar, yargının kendisi de… Bakınız, yargı bağımsızlığından, yargı mensupları da bahseder. Yargının kendisi de, zaman zaman, bağımsızlığını ve tarafsızlığını zaafa kendisi uğratmaktadır. Bu da, yine, yargının vermiş olduğu -çoğu zaman kamuoyunda yine tartışılıyor- siyasî ve ideolojik kararlar vardır. Siyasî ve ideolojik kararlar, yargının, bağımsızlığını, kendi tarafından zaafa uğrattığının bir örneğidir.

Diğer bir örnek, yine, yargıyla ilgili, yargının, yargı mensuplarının yaptığının bir örneği; bir 28 Şubata gidersek, yargı mensupları, bir kurumdan brifing aldı. Yargı mensuplarının başka bir kurumdan brifing alması, yine, yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını neticede zaafa uğratmıştır.

MUHARREM İNCE (Yalova) - Ulemadan icazet mi alsaydı?!

HALİL ÖZYOLCU (Devamla) - Dolayısıyla, Anadolu'da bir söz var; deniliyor ki: "Sözü Musa'nın sözü; ama, fiili Firavun'un fiili." Yani, baktığımızda, söz söylerken, beyanatlar verilirken, tıpkı Musa'nın sözü… Herkes, siyasetçisi, hukukçusu, efendim, diğer kurum ve kuruluşların mensupları, yargı, yargı bağımsızlığından ve yargının yeteri kadar tam bağımsız olmadığından bahsetmektedirler. Tabiî ki, biz de buna katılıyoruz; ancak, söz tamam. Öte tarafa, davranışlara baktığımız zaman, fiillere baktığımız zaman, sözlerle uyuşmayan davranış ve töreleri görüyorsunuz. Bunu siyasî partiler de yapıyor -işte, heyetler gönderdiniz Van'a- başkaları da yapıyor. Yargı dahil olmak üzere bunları söylüyorum.

Neticede, burada samimiyet çok önemli. Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığından bahsederken, evet, asıl olan samimiyettir. Ne kadar samimî olduğumuzu, onu, bir kere kamuoyunun bilmesi lazım.

Değerli arkadaşlar, bilindiği üzere, Türk yargı sisteminde adlî yargının en üst derece karar mercii Yargıtaydır. Yargıtay, aynı zamanda, Cumhuriyet Başsavcılığı görevini de yürütmektedir. Çoğu yüksek yargıç, yargıç ve savcı olmak üzere, 1 000'den çok çalışanı ve bünyesinde yüzbinlerce dosya bulunduran Yargıtayın, gerek yargıç ve savcılarının gerekse binalarının güvenliklerinin daha iyi sağlanabilmesi için koruma ve güvenlik görevlisi kadrolarının artırılmasına gerek görülmüştür. Bu yasayla da bunu yapıyoruz. Yargılama faaliyetinin güven içinde sürdürülmesi amacıyla 30 adet koruma ve güvenlik görevlisi kadrosu bu yasayla ihdas edilmiştir. Özel olarak korunması gereken Yargıtay Başkanlığında halen 28 güvenlik elemanı bulunmakta; bu sayının ihtiyacı karşılamaktan yetersiz kaldığı açıktır. Dolayısıyla, ilave kadroya ihtiyaç hâsıl olmuştur. Bu tasarıyla, Yargıtay Başkanlığının bu ihtiyacı karşılanmıştır.

Değerli milletvekilleri, elbette, gerek yargılama faaliyetleri ve gerekse yargıç ve savcılarımızın güvenliğinin sağlanması önemlidir; ancak, bilindiği gibi, devlet, Anayasaya göre, kuvvetler ayrılığı prensibi gereği, yasama, yürütme ve yargı organlarından oluşmaktadır. Bu organlar arasında üstünlük sıralaması yoktur; ancak, aralarında işbirliği vardır. Kuvvetler ayrılığı prensibine tam riayet edildiği zaman, hukuk devleti ilkesine bağlı olarak yargı bağımsızlığı ve yargıç güvencesine inanarak bağlı kalındığında, o zaman, işte, yargıçlarımız, savcılarımız ve yargılama faaliyeti güven içinde olacaktır; asıl güvence, bence budur.

Hukuk devleti ilkesinin tam olarak özümsenmesi, hak arama özgürlüğü ve adil yargılama hakkının en iyi ve ideal bir şekilde gerçekleştirilmesi ve öte yandan, temiz toplum düzenini vücuda getirme amacına yönelik olarak yapılacak mücadeleden sonuç alınabilmesi, ancak yargı hizmetlerinin etkili, hızlı ve güven içinde yerine getirilmesiyle mümkün olacaktır.

Değerli milletvekilleri, bağımsız, yetkin ve güçlü yargı, cumhuriyet, demokrasi, adil ve mutlu yaşam için vazgeçilmez birer gerçektir. Son zamanlarda olduğu gibi, yargı mensupları üzerinde hayalî kuşku ve şaibeler yaratmak, yargısal erki temsil eden yargı mensupları üzerinde manevî pranga etkisi yaratabileceği gibi, aynı zamanda, hukuk devleti ilkesi, yargı bağımsızlığı, hukukun üstünlüğü ve herkes yasaların önünde eşit ilkesine zarar vermektedir.

Bilindiği gibi, bir cumhuriyet savcısının bir iddiayı sadece gereğinin takdiri için ilgili bir yere göndermesinin akabinde, gerek kuvvetler ayrılığı prensibini ve gerekse yargı bağımsızlığını zedeler nitelikte gelişmeler yaşandı. Bu da, adil, tarafsız ve görevini tam olarak yapmak isteyen hâkim ve savcıların, görev yaparken ayaklarının yere sağlam basmasını engeller durumdadır.

Bu bağlamda, şunu ifade etmek istiyorum: Hâkim ve savcıların sesi olacak ve onları gerektiğinde savunacak bir yasal oluşuma ihtiyaç olabilir; çünkü, hâkim ve savcıların meslekî çıkarları dışında, vatandaş olarak korunması gereken hakları ve karşılanması gereken ihtiyaçları vardır. Bu hak ve ihtiyaçları hem ilgililere aracı olarak iletmek hem de gerek kurum ve gerekse bazı güçlere karşı muhatap olacak bir meslekî birliğin olması gerekir.

Düşünün, bir kişi veya kuruluş, bir mesleğin mensubu hakkında haksız bir eleştiri sarf etse, anında, ilgili mesleğin oda veya birliği, haksız eleştiriye maruz kalan mensubuna sahip çıkar. Böyle bir avantaja hâkim ve savcılar neden sahip olmasın?!. Ayrıca, yeni Türk Ceza Kanununun 6 ncı maddesine göre, yargı görevini yapan olarak kabul edilen avukatların, mensubu oldukları baroları ve Barolar Birliği var. Yine, Adalet Bakanlığına bağlı olarak görev yapmakta olan noterlerin de noter odaları ve Noterler Birliği var. Birer kamu görevi yapan avukat ve noterlerin oda ve birlik oluşumu olabiliyorsa, hâkim ve savcıların da oda ve birlikleri olabilir diye düşünüyorum. Batı ülkelerine baktığımızda, bu ülkelerin birçoğunda yargı mensuplarının meslek kuruluşları bulunmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; temel insan hak ve özgürlüklerinin güvencesi, bağımsız, tarafsız, adil, yetkin ve güven içinde yargı hizmetlerinin yerine getirilmesiyle sağlanabilir; ancak, çağımız "insan hak ve özgürlükleri çağı" ilan edilmesine ve bu üstün değerlerin uluslararası sözleşmelere yansıtılmasına rağmen, bu değerlerin ezilip yok edildiklerini üzüntüyle görmekteyiz. Kimi düşünce beyanıyla, kimi giyim ve kuşamıyla, kimi de benzeri haksız nedenlerle ezildiklerine şahit oluyoruz. En temel hak olan yaşama hakkının, en masum varlık olan çocukların ellerinden alındığına şahit oluyoruz.

Ne yazıktır ki, birkısım dünya devletleri bu türden vahşetleri önleyememekte, âciz ve kayıtsız kalmaktadır. Baktığımızda, birkısım devletlerin yaptığı devlet terörü dahil her türlü terör, insan hak ve özgürlüklerini tehdit etmektedir. Birkısım dünya devletleri "terörle mücadele" adı altında, "demokrasi" adı altında kendi terörlerini oluşturmakta ve mücadeleye kendi çıkarları doğrultusunda yaklaşmaktadır. İşte, yanı başımızdaki Irak. Her gün, her türden insan hakkının çiğnendiği, insanlık dışı muamelelerin yaşandığını görüyoruz. Bütün bu ölüm, gözyaşı ve acılar, bize halen insan hak ve özgürlüklerinin yeteri kadar özümsenemediğini göstermektedir.

Kime ait olduğunu hatırlayamadığım bir beyanı aktarmak istiyorum. Beyan şöyledir: "Haritada yerini bulmakta güçlük çektiğimiz bir ülkede, tanımadığımız, hatta mevcudiyetinden habersiz olduğumuz bir kişinin, temel hak ve özgürlüğü, insanlık haysiyeti ve onuru saldırıya uğramışsa, o insan biziz; çünkü, onun kişiliğinde, gerek birey olarak gerek toplum olarak hepimizin temel hak ve özgürlüğü, hepimizin insanlık onuru çiğnenmektedir. Aksi takdirde, zulme seyirci kalmış oluruz ve sırf seyirci kalmak suretiyle de zulme biz de katılmış oluruz. Bu gibi gelişmelere dur demeyi sağlamalıyız. Unutulmamalıdır ki, mazlumlara karşı sağırlaşmış bir dünyanın barışa karşı da körleşeceği kaçınılmazdır."

Bu duygu ve düşüncelerle, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.

Anavatan Partisi Grubu adına, Malatya Milletvekili ve Grup Başkanvekili Sayın Süleyman Sarıbaş; buyurun. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)

ANAVATAN PARTİSİ GRUBU ADINA SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Yargıtay Başkanlığımıza 30 güvenlik kadrosu tahsisiyle ilgili tasarının görüşülmesinde Anavatan Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sözlerime başlarken, dün, 5 Nisan Avukatlar Günü nedeniyle, yargının temel bir ayağı olan savunma hizmetini yürüten bütün avukat arkadaşlarımın, meslektaşlarımın Avukatlar Gününü kutluyorum ve  hayırlara vesile olmasını diliyorum.

Yine, dün, Şırnak Gabar Dağında vatanı için şehit olan 5 askerimize Allah'tan rahmet diliyorum, kederli ailelerine başsağlığı diliyorum. Allah bir daha şehit cenazeleri getirmesin bu ülkeye, bu ülkenin topraklarında şehit cenazeleri olmasın diliyorum. Bingöl'de şehit olan polisimiz için de Allah'tan rahmet, kederli ailesine başsağlığı diliyorum.

Değerli arkadaşlar, elbette, Yargıtayımız hakikaten yüzbinlerce dosyayı muhafaza eden, güvenliği çok hassas bir yer. 30 tane yeter mi -28 tane var- yetmez mi, bilmem; ama, bu kadar öngörülmüş. Destekliyoruz; tasarının özüne karşı değiliz. Yargıtayımız korunması lazım gelen bir müessese. Bu bakımdan, tasarının esasına dair söyleyeceğim bir şey yok.

Aslında, çok konuşmak da istemiyordum; ama, biraz önceki arkadaşım, sanki, böyle, yargı konusunda bilmediği işlere girince, konuşmak mecburiyeti doğdu. Efendim, yargıyı işte eleştirdiniz Van'da, şöyle oldu, böyle oldu… Daha dün Sayın Başbakan Danıştayı yerden yere vurdu; vurmadı mı?!

MUSTAFA CUMHUR (Trabzon) - Haksız mıydı?!

SÜLEYMAN SARIBAŞ (Devamla) - Kim Başbakan; yürütmenin başı. Kim Başbakan; bu Meclis çoğunluğunun Genel Başkanı.

HALİL ÖZYOLCU (Ağrı) - Kararı eleştirdi.

SÜLEYMAN SARIBAŞ (Devamla) - Yargıtay kim; önüne gelen yasalara göre karar veren yüksek bir merci, yüksek bir karar organı. Önüne gelen yasayı kim yapıyor; bu Meclis yapıyor. Bu Mecliste kim yapıyor; iktidar çoğunluğu yapıyor; yani, siz, Yargıtayın önüne yasaları götürdünüz, uygulayacağı yasaları koydunuz da, yasadışı, yasalarda olmayan hükümleri mi uyguluyor Danıştay?!

HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) - Takdir diye bir şey yok mu?!

SÜLEYMAN SARIBAŞ (Devamla) - Yasa yapın, takdir yetkisi bırakmayın; bırakmayın, katı normlara bağlayın, şöyle şöyle olacak deyin. Bağladınız da, Yargıtay, Danıştay, bu katı normlarınıza, hukuk normlarının dışına mı çıktı?! Olur mu böyle bir şey?!

HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) - Her şey bağlanabiliyor mu?!

SÜLEYMAN SARIBAŞ (Devamla) - Bağlayın, her şeyi bağlama gücünüz yok mu?! İktidar değil misiniz?!

HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) - Gücümüz var, gücümüz…

SÜLEYMAN SARIBAŞ (Devamla) - O zaman bağlayın, eleştirmeyin. İktidarın eleştirme hakkı var mı?! Yani, Başbakan eleştirince ülkenin yargısını, onun uyguladığı hukuku yapan yasama organında çoğunluğu elinde bulunduran Başbakan eleştirince, hayret diyorsunuz ya, bunlar ne zaman iktidar olacaklar, bir türlü kavrayamıyorsunuz… Yok böyle bir şey!

HALİL ÖZYOLCU (Ağrı) - Yargıyı etkilemek ayrı, eleştirmek ayrı; karıştırmayın.

SÜLEYMAN SARIBAŞ (Devamla) - Yok böyle bir şey!

Van Savcısı doğru bir şey yaptı da, Sayın Bakan niye müfettiş gönderdi?.. Van Savcısı doğru bir şey yaptı da, Sayın Bakan niye müfettiş gönderdi?.. Göndermeseydiniz; biz gönderemeyiz müfettiş deseydiniz. Müfettişi gönderen siz, müfettişin raporunda savcıyı suçlu bulan iktidarınız veya müfettiş göndermeseydiniz olmayacaktı; ondan sonra, efendim, savcının hukuk bağımsızlığı yok!.. Hem bunu bir taraftan yapacaksınız hem bir taraftan tavşana kaç, tazıya tut diyeceksiniz, ondan sonra da gelip burada ağlama duvarı gibi ağlayacaksınız! İktidar mısınız, muhalefet misiniz, hiçbir şey değil misiniz; doğrusu karıştırıyorum. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, böyle şey olmaz.

MUSTAFA CUMUR (Trabzon) - Üzülme, kimsenin ağladığı yok…

SÜLEYMAN SARIBAŞ (Devamla) - Bakın, Sayın Bakanım biliyor. Bu Yargıtay yürümüyor, burada işler yürümüyor dedik, istinaf mahkemelerini çıkardınız. Ben, hep söylüyorum, görüşümü de söylüyorum; bu istinaf mahkemeleri uygulanmayacak, uygulaması mümkün değil. Türkiye'de, yargıyı, on yıl, en az on yıl, oturana kadar kaosa sokacak. Avrupa Birliği sürecinde, süratle yargı reformları yapmamız, süratle dünyayla entegrasyonu sağlamamız gerekirken, ne olduğu, nasıl uygulanacağı belli olmayan bir istinaf mahkemeleri uygulamalarıyla, davaları bir beşer yıl, altışar yıl daha ileriye atacağız. Bu, çok basitti; 5 tane ceza dairesi ilavesi, 10 tane hukuk dairesi ilavesiyle, hiç değilse bir on yıl, otomasyona da geçmek suretiyle, yargıyı rahatlatabilirdik. Şu an, Yargıtay hukuk dairelerinde davalar bir yıl, ceza dairelerinde birbuçuk yılda çıkıyor. Eğer, bunu takviye etseydik, bunu altı aya, beş aya düşürebilirdik, daha çok daire kurmakla ihtisas alanlarını da daha çok ayrıştırabilirdik ve bunu becerirdik. Bunu yapmadık. Ne yaptık?.. Hangi bölgelerde kuracağımız da belli değil, hangi yetkileri kullanacakları belli; ama, hem aslî mahkeme sıfatıyla hem denetim mahkemesi sıfatıyla görev yapacak. Bu hâkimleri nerede yetiştireceğiz, nasıl göndereceğiz, belli olmayan… 2007'de uygulamaya geçeceğiz; ama, benim kanaatim, geçmeyeceğiz, benim kanaatim, uzatacağız; çünkü, bunun altyapısını da kurmak bir on yıl alacak. O halde, yapacağımız iş, bu on yıllık süreçte, yani Avrupa Birliğine girme sürecinde, hiç değilse, yargıda bir maraza çıkarmadan bu işi süratlendirecek tedbirlerle Avrupa Birliği sürecini geçirmemiz gerekirdi. Ben, tahmin ediyorum, Sayın Bakanım yürürlük tarihini değiştirir. Yani, kanunun uygulama tarihi değişecektir diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlar, yargıdaki arkadaşlarımızın çok büyük şikâyetleri var. Bir kere, mekân şikâyetleri var. Yargıtaya gidiyorsunuz, sisli odalar… Yani, çalışma imkânı, fırsatı olmayan odalar… Bunlar, yüksek yargıçlar ve günde, her daire yaklaşık 200'e yakın dosyayı karara bağlıyor. Rakam olarak 200 rakamı hepimize sıradan bir rakam gelebilir; ama, 200 tane ferdin, vatandaşın, şirketin geleceğini ilgilendiren, önemli, onlar açısından önemli kararlar veriyor. Bir adamın hayatını karartıyor veya meslek hayatını karartıyor veya bir hakkını alan veya veren kararlar veriyorlar. O 200 kişi için önemli, her dairenin o günkü çalışması. 32 tane daire var; 200x32, demek ki günlük, yaklaşık olarak 6-7 bin kişinin hayatıyla direkt ilgili kararlar oradan çıkıyor. Her gün 6-7 bin vatandaşımızın veya daha fazla vatandaşımızın gözü kulağı Yargıtayda. Şimdi, bu kadar önemli ve temel erklerden biri olan yargının en temel müessesesi Yargıtayın çalışma ortamını öncelikle düzenlememiz lazım. Yani, refah, ferah içerisinde, aydınlık içerisinde çalışacakları bir mekâna, Sayın Bakanım, kavuşturmamız lazım.

Artı, Yargıtay üyelerimiz birinci sınıf hâkimlerden çok fazla bir maaş almıyorlar yani. Ankara Adliyesindeki hâkimlerden, tahmin ediyorum 100-150 milyon lira fazla bir para alıyorlar ki, hayatlarını idame ettirmeleri mümkün değil. Yani, 2-2,5 milyar lira civarında bir maaş alıyorlar ve bütün şikâyetleri… Onların birçoğu artık 50-55 yaşında, ya çocuğu üniversitede veya çocuğu evlenme çağında. Bir yüksek yargıç çocuğunu everirken -o lafı kullanmak istemiyorum, o "cüzdan-vicdan" meselesini kullanmak istemiyorum, çok doğru bir laf değildir; ama- en azından, Avrupa'daki gibi, bu tür ihtiyaçlarını; çocuğunu üniversitede okutabilme ihtiyaçlarını, çocuğuna iş kurma, everme ihtiyaçlarını giderici maddî bir gelir durumuna kavuşmaları lazım.

Tabiî, onların bir temel arzusu var: "Efendim, yasama bir kuvvet, şu kadar alıyor; biz de yargıyız, biz de bir kuvvetiz, eşit olsun" falan; ama, ben dün kendilerine espri olarak dedim ki: O zaman, yüksek yargıçları da seçimle getirelim dedim. Tabiî, bu mümkün değil. Yargıçlar, mutlaka seçimle geliyorlar; ama, bu seçim sistemini de değiştirmemiz lazım. Ben hep ısrarla söylüyorum, Yargıtay üyelerinin bu usulle seçimi, maalesef, doğru değil.

Şimdi, deniyor ki: "Efendim, Yargıtayda, yargıda siyasallaşma var." Tabiî var. Bir dönem geliyor, kendi adamlarını seçiyor oraya, bir başka dönem geliyor, dengeyi kurmak için kendine yakın kulis yapanları seçiyor. Bu siyasallaşma doğasından oluyor. Halbuki, Anayasada bu değişikliği yapıp, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulumuzu siyasetin sirayet edemeyeceği bir düzenlemeyle oluştursak, bu siyasallaşma, zaten kendiliğinden ortadan kalkar. Mesleğe kabulden teftişine kadar siyasî erkin etki edemeyeceği bir sisteme kavuşturduğumuz takdirde, yargının siyasallaşması da ortadan kalkar; ama, bunu kimse istemiyor; bu iktidardan öncekiler de istemediler, bu iktidar da, maalesef, istemiyor; yani, iktidar gücünü eline geçirenler, ben, hele adamlarımı bir yargıya yerleştireyim de mantığı, maalesef, doğru bir mantık değil. Kesinlikle, siyasetin sirayet edemeyeceği bir Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu oluşturulup ve yargıda, benim adamım, senin adamın tavassut işlerinin bitmesi ve yüksek yargıçlarımızın, kesinlikle, kendi kurulları içerisinde, tarafsızlık ve nitelik esasları belirlenerek, o nitelikler esasında seçilmesi gerekir diye düşünüyorum.

Başka bir düşüncem daha var: Türkiye'deki il başsavcılarımız, kesinlikle, artık Bakanlığın vesayetinden çıkıp, Yargıtay Başsavcılığımızın emri altında olmalı. Bakın, bu Van Savcısı bu hataları işlemezdi, Yargıtay Başsavcılığının emrinde olsaydı; çünkü, bir silsile içerisinde danışma, görüşme, vesilelerle olurdu, ihtiyaçlar doğardı ve bu hatalar işlenmezdi, Türkiye de bu kadar gerilmezdi; esas işin özü o. Yani, bir savcı hata işleyebilir mi; işler. Düzeltilebilir mi; evet, düzeltilebilir; ama "attığı taş ürküttüğü kurbağaya değmedi" denir ya; bu kadar gerilim yaratılmazdı, bu kadar siyaset bu işi tartışmazdı, asker-sivil gerginliği olmazdı, hükümet zorda kalmazdı, bütün bunlar olsaydı. Yani, bizim yapacağımız iş, il savcılarını da, başsavcıları, kesinlikle Yargıtay… Nasıl ki, Yargıtay Başsavcılığı diyoruz, il savcıları da, ona koordineli bir şekilde, yine bağımsız bir kurulun denetimi altında çalışmalı. 

Şimdi, hep söylüyoruz, diyoruz ki, efendim, işte, doğu, güneydoğuda belediye başkanları şunları şunları yaptılar, hükümet ne yaptı?.. Şimdi, oradaki savcılar görevlerini yaptılar mı? Şöyle bir bakın, hangi savcı dava açabildi, mahallindeki savcılar; hiçbiri açamadı. Halbuki, Yargıtay Başsavcılığıyla koordineli bir şekilde, altlık-üstlük ilişkisi içerisinde çalışsalardı, hükümete bu konularda hiç suçlama gelmeyecek, tamamen Yargıtay Başsavcısının direktifiyle, o mahallî savcılar o davaları açabileceklerdi. Niye açamıyorlar; o mahalde çalışıyorlar, o mahallin psikolojik baskısı altında dava açma ehliyetlerini gösteremiyorlar, ortaya koyamıyorlar, cesaretini koyamıyorlar. Halbuki, Yargıtay Başsavcılığının talimatıyla açtım derdi, o cesareti de göstermiş olurdu. Dolayısıyla, bu vesileyle, ben, bir şeyi daha söylemek istiyorum:

Sayın Bakanım, seçim geliyor. Seçim kurulunun geçmişten beri uygulamalarının nasıl olduğunu hepimiz biliyoruz. Bir ülkenin demokrasisinin yerleşmesinin temeli seçim kurulundan geçer. Eğer ülkedeki sivil toplum örgütleriniz… Eğer, ülkedeki, seçimle değişim sağlayan kuruluşlarınızın yapılan seçimleri denetim altında, bağımsız hâkim denetimi altında yapılamıyorsa ve oradaki seçim kurulumuzun çalışması, işlevi bunu sağlamaya yeterli değilse, o ülkede demokrasiyi yerleştirmek mümkün değildir.

Arkadaşlar, şimdi, hepiniz siyaset yapıyorsunuz, hepiniz illerde seçim kurullarını, ilçe seçim kurullarını görüyorsunuz. Kesinlikle, il seçim kurulu hâkimleri ve ilçe seçim kurulu hâkimleri bu işi tali görev olarak yapıyorlar. Seçim dönemleri geldiğinde; yani, iş başa düştü, yapalım -bir de seçim kurulu müdürü oluyor, genelde, her ilde, ilçede- haydi müdür, sen hazırla, ben imzalıyorum… Hiçbir hukukî uygulamayı, özümseyerek, kanıksayarak, bunun aslî görevleri olduğunu benimseyerek takip etmiyorlar. Bunun için, öncelikle, hiç değilse illerde, tamamen, seçim hukukuna ait müstakil hâkimlikler oluşturmamız lazım, bunların kadrolarını kurmamız lazım, Seçim Kanunumuzda -siz yapmazsınız; ama- bir gün yapılması lazım. Tamamen, partilere üye olmanın da, partilerin finansmanlarının da, partilerin her türlü faaliyetlerinin de o bağımsız seçim kurulu başkanlıkları tarafından mutlaka denetlenmesi lazım. İşte, Siyasî Partiler Yasamızda var; kişi partiye üye olmak istiyor, partiler kabul edip etmemekte serbest! Böyle bir şey olabilir mi?! Niye partiye müracaat etsin, kişi, gitsin seçim kuruluna "ben, şu partiye üye olmak istiyorum, o partinin hesabına aidatlarını da yatırdım" dediğinde, seçim kurulu partiye bildirsin, "bu, size üye olmak istiyor, kabul ediyor musunuz; etmiyorsanız, gerekçeleriyle bana bildir" desin ve nihaî kararı o versin. Kim veriyor; il başkanları veriyor. Ne yapıyor il başkanları; kendi akraba, tarikatından oluşturduğu bir dar bölge siyaset anlayışıyla, siyaseti toplumla bütünleştirmiyor. Bugün, en büyük yaşadığımız sıkıntılardan biri, siyasetin toplumla örtüşememesi, siyasetin geniş halk yığınları tarafından bizzat katılımının önlenmesi. Ondan sonra, siyasetçi hep ne yapılıyor; kötüleniyor, hep siyaset horlanıyor, hep siyasetçi sanki başka dünyanın insanı gibi gösterilmeye çalışılıyor. Bizzat halkın içinden, halkla bütünleşen bir siyasî yapıyı oluşturabilsek, bu tür şeylerden de kurtulmuş oluruz; ama, bunun en temel koşulu, seçim kurullarımızı, demokratik işleyen ve bu işi kendine bihakkın hak edinen kurumlar haline getirmemizden geçiyor.

Sayın Bakanım, hiç yeri değil; ama, telefonla söyledikleri için söylüyorum, bu kanunla da hiç ilgisi yok, Malatya'ya bir tane Gelir İdaresi Müdürü atamışlar. Seçim bölgem, biraz bu da şart; yani, o bölgenin milletvekiliyim. Şimdi, her gün kamyoncu esnafına, taksici esnafına, dolmuşçu esnafına, sıradan; yani, geçimini zor sağlayan esnafa "bu beyannameler olmaz, siz çok kazanıyorsunuz, birer beyanname, ek beyanname daha vereceksiniz…"

YILMAZ KAYA (İzmir) - Her yerde öyle, her yerde.

SÜLEYMAN SARIBAŞ (Devamla) - Kimsin sen ya?! Kimsin sen kardeşim?! "Yok, geriye doğru beş yıllık defterlerinizi alırım, incelerim…" Ne demek bu, vatandaşı hırsızlıkla mı… İnceleyeceksen incele kardeşim, tehdit mi ediyorsun yani?! Tehdit mi ediyorsun yani vatandaşı?! İncelemek, görevin; inceleyeceksen incelersin; ama, bunu tehdit etmeden incelersin. Yani, Malatyalı yüzde 51 oy verdi bu partiye, bu kadar esnafını ezdirtmeyin yani. Maliye Bakanı olsa çok daha iyi olurdu; ama, Sayın Bakanım, sizin de bu işlere duyarlılığınızı biliyorum, lütfen, bu adama haddini bildirin! Yani, yok öyle; esnaf, zaten burnundan soluyor, siftah yapamıyor; sen, bir de, tutacaksın, esnafı tehdit eder gibi, ek beyanname… Bilmem, ben bilirim, ben almayı bilirim, ben Kayseri'den geldim, şöyle yaptım… Nereden gelirsen gel, bey değil paşa olsan ne yazar kardeşim?!

Peki, hepinize saygılar sunuyorum arkadaşlar. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Tasarının tümü üzerinde, Hükümet adına Adalet Bakanı Sayın Cemil Çiçek.

Sayın Bakanım, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; üzerinde konuştuğumuz yasa tasarısı, esas itibariyle, önü sonu, Yargıtaya 30 tane güvenlik görevlisi kadrosu verilmesinden ibarettir. Bunun, esas itibariyle, çok fazla bir tartışılacak yanı da yoktur. Artan olaylar ve başkaca sebeplerden dolayı, Yargıtayın binalarının korunması, güvenliğinin sağlanabilmesi açısından 30 tane güvenlik kadrosu istiyor.

Plan ve Bütçe Komisyonunda da bunu konuştuk; bunun itiraz edilecek bir yanı da yok. Dolayısıyla, oybirliğiyle önünüze gelmiş olan bir konu; herhalde biraz sonra da bu şekliyle çıkacak; ancak, burada, tabiatıyla, bu kürsü hür bir kürsüdür, kanun tasarısı üzerinde de konuşulur, o vesileyle de konuşulur; buna bir itirazımız da olmaz; ancak, burada dile getirilen hususların olabildiğince doğru bilgiler olması lazım gelir. Biz de doğru bilgiyi veririz bize sorulduğunda, bu konuşmaların, burada, daha verimli, daha isabetli, daha gerçekçi olabilmesi açısından bu bilgileri veririz, ondan sonra tutanaklara da bu doğru bilgiler geçer. Onun için, şimdi, burada dile getirilen birkısım hususlar var, onlarla ilgili bir iki şey söylemek istiyorum.

Bu, yargı bağımsızlığı konusu, yargının sorunları konusunu, böyle, perakende, yani, bilvesile üç beş cümle de yeri gelmişken söyleyelim tarzında konuştuğumuzda, fotoğrafın tümünü görme imkânımız olmuyor. Şimdi, buna ne ölçüde cevap verelim ya da vermeyelim, işin esası da budur; ama, şunu bilmemiz lazım değerli arkadaşlar: Hepimiz siyaset yapıyoruz, ister muhalefet, ister iktidar olarak. Yani, siyasetçiyi, bu kadar, her şeyi kötü yapar, her şeyi yanlış yapar, takdirini her defasında kötü kullanır ve bir işi berbat eden insanlar topluluğu gibi algılanabilecek, bizi bu noktaya götürecek değerlendirmelerden kaçınmış olmamız lazım gelir diye düşünüyorum. Yani, burada siyaset yapan insanlar, bu çatının altında olan insanlar bu toplumun ortalamasıdır. Bizde ne fazlalık var, ne eksiklik varsa, benzerini toplumda da görme imkânı var. O nedenle, başka yerde de siyasetin müdahil olduğu birkısım alanları, Türkiye'de siyasetçilerin müdahale etmemesi ya da siyasetçilerin bu alanda söz sahibi olmaması tarzındaki bir düşünceyi demokrasiyle, seçilmiş insanların hak ve özgürlükleriyle bağdaştırmak mümkün değil. Onun için, ne olur, bu konuları konuşurken biraz daha… Eğer demokratik standartların yükseldiği ve her şeyin yerli yerine oturduğu ülkelere baktığımızda, Türkiye'deki birkısım uygulamaların istisnaî uygulamalar olmadığını, Batı'da da olduğunu çok rahatlıkla görebileceğiz.

Bu safhada bu kadar söyleyeceğim; ama, isteniyorsa, gelin, şu yargının sorunlarını derli toplu bir konuşalım, elimizde ne bilgi var, ne belge var ve bizdeki hangi uygulamalar istisnaî, ayıp, günah, yanlış, yasa dışı, Anayasaya aykırı…

Çünkü, bir şey söylüyoruz, tutanaklara geçiyor, farkında olmadan kurumları ve o kurumlar bünyesinde gece gündüz büyük bir fedakârlıkla görev yapan insanları da zan altında bırakıyoruz, sıkıntıya sokuyoruz. Ondan sonra da tereddütler meydana geliyor, kurumların itibarları zedeleniyor.

Şimdi, bakınız, geçtiğimiz günlerde, Diyarbakır başta olmak üzere bazı yerlerde, hepimizin tasvip etmediği, yürekten yaralandığı, ıstırap duyduğumuz, nefret duyduğumuz, tepki koyduğumuz olaylar meydana geldi. Şimdi, burada savcılar ne görev yaptı deniliyor… Arkadaşlar, bu haksızlık olur. O savcılar da, en az, burada, benimki kadar, konuşan arkadaşlarımız kadar bu ülkenin hassasiyetlerini benimseyen, adı üzerinde, cumhuriyet savcılarıdır. Cumhuriyeti korumak, kollamak, ülkenin birliğini, bütünlüğünü sağlamak noktasında elindeki yetkileri sonuna kadar kullanmak bu arkadaşlarımızın görevidir ve şundan da hiç kimsenin tereddütü olmasın, münferit birkısım bu görevini yerine getirmeyenler olabilir, yanlış getirenler olabilir; ama, o bölgede görev yapan insanları hiçbir şey yapmadı konumuna getirir sokarsanız, fevkalade yanlış olur.

Eğer istiyorsanız soru önergesi olarak verin, isterseniz önümüzdeki hafta gündemdışı konuşma olarak getirin buraya, ben de o savcılıklardan sorayım, hangi tarihten diyorsanız, hangi konuda ne kadar dava açılmış, bunların hepsini buraya koyalım, eğer burada bir eksiklik varsa, diyelim ki, cumhuriyet savcıları görevlerini yapmadı; ama, gece gündüz, tabiri caizse, kelle koltukta görev yapan insanları, hiç görev yapmamış, hiçbir işlem yapmamış, hiçbir soruşturma yapmamış… Şimdi, bakınız, evvelki günler açıklandı, gazetelere de çıktı, son olaylar sebebiyle, işte, Diyarbakır'da şu kadar adam tutuklandı, burada bu kadar adam tutuklandı… Savcılar bu görevlerini yapmasa, hâkimin kendiliğinden tutuklama yetkisi var mı Sayın Sarıbaş?!

SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya) - Belediye başkanları diyorum Sayın Bakan…

ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) - Yani, hiçbir hâkim, savcı tarafından talep edilmeden, dava önüne gelmeden, dosya önüne gelmeden, sokaktan geçen herhangi birisini, gel tutuklayayım deme imkânı var mı?! Bu kadar soruşturma yapmışlar; üstelik de, bunca sıkıntı içerisinde. Burada, hiç olmazsa, bir teşekkür edip, varsa, eksikliğini söylemek varken, bu insanları hiçbir şey yapmıyormuş durumuna düşürürsek, o takdirde de… Yani, marifet biraz da iltifata tabidir.

SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya) - Sayın Bakan, belediye başkanları…

ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) - Ne olur, bir teşekkür cümlesini de burada ifade edelim. Ben teşekkür ediyorum.

Ben, cumhuriyet savcılarının, eksiğiyle fazlasıyla, bu görevi layıkı veçhile yerine getirmeye çalıştığını, bunun çabası içerisinde olduğunu, böyle bir duygu içerisinde, sorumluluk duygusu içerisinde hareket ettiğini biliyorum ve ben buna inanıyorum; burada, huzurunuzda şahadet de ediyorum. Onun için, kendilerine de, huzurunuzda teşekkür ederim.

Maliye Bakanlığıyla ilgili konu… Biraz sonra Sayın Bakan gelecek herhalde. Onun tasarısıdır. Vergi Dairesi Müdürüyle ilgili olarak ne söylenecekse, onu kendileri cevaplayabilirler.

Hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Şahısı adına, Sayın Ümmet Kandoğan?.. Yok.

Sayın İsmet Atalay, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

İSMET ATALAY (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; 190 Sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Eki Cetvellerinin Yargıtay Başkanlığına Ait Bölümünde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının tümü üzerinde şahsım adına söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, biraz evvel, iktidara mensup bir milletvekili bu kürsüden konuştu. Sayın Bakanım da bazı konulara açıklık getirdi. Gerçekten, Anayasamıza göre kuvvetler ayrılığı esası kabul edilmiş, yasama, idare, yürütme ve yargı birbirinden tamamen ayrılmış durumdadır. Bu vesileyle, yargının bağımsız olması gerekir.

Biraz evvel bir arkadaşım yine söyledi, Anayasanın bir hükmüne göre, "idarenin hiçbir eylem ve tasarrufu denetimi yargı denetimi dışında tutulamaz" deniyor; ama, idarenin yapmış olduğu, yürütmenin yapmış olduğu, almış olduğu bazı kararlar, Danıştayda, iktidara yönelik veyahut da iktidarın istediği doğrultuda çıkmayınca Sayın Başbakanın -iki günden beridir- Danıştayın almış olduğu kararlarla ilgili konuşmalarını, gerçekten, üzüntüyle karşılıyorum. Bir avukat olarak, bir hukukçu olarak, bir Başbakanın, yargıya mensup Danıştayın almış olduğu bir kararı basında tartışması "yargı, Danıştay bize mâni oluyor" gibi sözlerde bulunmasını, ifadelerde bulunmasını gerçekten yadırgıyorum.

Değerli arkadaşlarım, yargı bağımsızdır diyoruz. Biraz evvel arkadaşımız söyledi, yargıyı Yüksek Hâkimler ve Savcılar Kurulu yürütüyor, bu da bunun bağımsızlığını gerektirir diyor; ama, Yüksek Hâkimler ve Savcılar Kurulunun yapısına baktığımız zaman, o yapıda Yargıtaydan gelen üyeler vardır, Danıştaydan gelen üyeler vardır, o Kurulun başında da Adalet Bakanı vardır, Müsteşar vardır. Yine, Yüksek Hâkimler ve Savcılar Kurulunun çalışmalarına bir göz attığımız zaman, hâkimler ve savcıların özlük işleri Adalet Bakanlığı tarafından yürütülmektedir. Teftiş Kurulu tamamen Adalet Bakanlığına bağlıdır. Şimdi, burada teftişi Adalet Bakanlığının yaptığı bir Yüksek Hâkimler Kurulu veyahut yargı mensubunun, sicilinin Adalet Bakanlığınca tutulduğu bir yargıcın bağımsız olduğundan söz etmemiz mümkün müdür arkadaşlar; yani, mümkün değildir bence; ama, şimdi, düşünün, Van'daki savcıyla ilgili soruşturma emrini kim verdi? Adalet Bakanı veriyor, Sayın Bakan veriyor. Yani, Yüksek Hâkimler ve Savcılar Kurulu bağımsız bir kurul değil. Teftişi yapan Adalet Bakanlığı müfettişleri raporu kime takdim ediyor; Sayın Adalet Bakanına takdim ediyor. Sayın Adalet Bakanı gerek gördüğü zaman, o kurula o raporu sevk ediyor, havale ediyor, Kurul da, o rapor üzerinde gerekli incelemeyi yapıyor ve ona göre soruşturmayı sonuçlandırıyor.

Bizim dediğimiz, yani, yıllardan beri, ister iktidar olsun ister muhalefet olsun yargının bağımsızlığını savunan kişilerin yahut da düşünenlerin tek amacı vardır, hâkimler ve savcıların Adalet Bakanlığından ayrı bağımsız bir kurumun üyeleri olmaları lazım, teftişlerinin o kurulca yapılması lazım, atamalarının o kurulca yapılması lazım, cezalandırılması gerekiyorsa yine o kurul tarafından cezalandırılmaları gerekir.

Değerli arkadaşlar, hâkimler ve savcılar, gerçekten bugün Türkiye koşullarına baktığımız zaman, çok zor koşullarda görev yapmaktadırlar.Yani, o kadar zor ki, yani, kamuda tüm daireleri gezersiniz, Türkiye'nin her yerinde adliye binaları vardır, kapısından girdiğiniz zaman perişanları oynarlar, ödenek yoksulluğu vardır, doğru dürüst masası yoktur, bilgisayarı yoktur, daktilosu yoktur; ama, zor şartlarda görev  yapan bu arkadaşlarımızı, yargıçları da  uluorta  eleştirerek onların vermiş olduğu kararları saygıyla yerine getirmeden hareket etmenin doğru olmadığını düşünüyorum. Gerçekten, savcılar ve hâkimler güç şartlarda görev yapıyorlardır; her türlü takdire layıktırlar, bunları takdir etmek gerekir; ama, savcı ve hâkimlerin de yanlış yapmaları söz konusudur. Üstelik de, Adalet Bakanlığının başkanlığını yaptığı bu Yüksek Hâkimler ve Savcılar Kurulunun kendilerini denetleyeceği, atama korkusu olacağı düşünüldüğü zaman, siyasî etkiden bağımsız hareket etmelerini düşünmek de yanlıştır. Her zaman müdahale olabiliyor.

Nitekim, kamuoyunda konuşuluyor; Başbakanın Danıştayla ilgili konuşmaları, Danıştaydaki üyeleri etkilemez mi zannediyorsunuz; mutlaka etkileyecektir ve etkilememesi mümkün değildir, onlar da insandır.

Biz, onun için diyoruz; yani, arkadaşımız söylüyor; ama, siyasetin dışında yargıya müdahalelerin önlenmesi gerekir, en kısa zamanda bunun halledilmesi gerekir diye düşünüyorum.

Sayın Adalet Bakanı biraz evvel konuştu. Değerli arkadaşlarım, ne dedi: Bu konuyu, müstakil, bağımsız getirelim, görüşelim.

Sayın Bakan, yetki sizde. Siz, hâkimler ve savcılarla ilgili hangi tasarrufta bulunmak istiyorsanız onu Meclise getirin, enine boyuna tartışalım, sonunda bir karara varalım. Dediğiniz gibi, burada, münferit olarak, herkes çıkıyor, orasından burasından, hâkimleri, savcıları eleştirebiliyor. Bazen haksızlık da  yapılabiliyor, hâkimler de çalışma şevkini kaybedebiliyor.

Benim düşüncem, Sayın Adalet Bakanına, gündemdışı bu konuda bir fırsat vermekten ziyade veyahut bir soruşturma, araştırma komisyonu kurulmadan önce, hâkimler ve savcılarla ilgili, eğer Sayın Bakanın düşündüğü bir konu varsa, bunların özlük durumlarını, bağımsızlıklarını iyileştirme konusunda Meclise getirebileceği her tasarının arkasında olacağız, kendisine destek vereceğiz. İktidardaki veyahut da Bakanın, işte, getirin… Yetki sizde, siz getirin. Çoğunluğunuz da var, bize hiç ihtiyacınız olmadan, hâkimlerle, savcılarla ilgili her türlü tasarrufta bulunabilirsiniz diye düşünüyorum. İnşallah, önümüzdeki günlerde, Sayın Bakan, hâkimler ve savcılarla ilgili, bu konuda önemli bir tasarı hazırlar, getirir, bizi, bundan sonra, bu kürsülerden, hâkimler ve savcıların bağımsız olması gerekir gibi lafları etmekten yoksun bırakır. Bunu bekliyoruz. İnşallah önümüzdeki günlerde getirir diye düşünüyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Atalay.

Şahsı adına, Malatya Milletvekili Muharrem Kılıç, konuşacak mısınız efendim?

MUHARREM KILIÇ (Malatya) - Konuşmayacağım.

BAŞKAN - Peki.

Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

III. - YOKLAMA

(CHP sıralarından  bir grup milletvekili ayağa kalktı)

HALUK  KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, yoklama yapılmasını, toplantı yetersayısının aranmasını talep ediyoruz.

BAŞKAN - Tamam efendim.

Kaydedelim arkadaşlarımızı: Sayın Haluk Koç, Sayın İzzet Çetin, Sayın Rasim Çakır, Sayın Halil Tiryaki, Sayın Mustafa Özyurt, Sayın Abdulkadir Ateş, Sayın Birgen Keleş, Sayın Oya Araslı, Sayın Hüseyin Ekmekcioğlu, Sayın Mehmet Akif Hamzaçebi, Sayın Mehmet Ali Arıkan, Sayın Mehmet Parlakyiğit, Sayın Orhan Ziya Diren, Sayın Nejat Gencan, Sayın Mehmet Nuri Saygun, Sayın Nurettin Sözen, Sayın Tuncay Ercenk, Sayın Yüksel Çorbacıoğlu, Sayın Muharrem Kılıç, Sayın Mehmet Siyam Kesimoğlu.

Yoklama isteğini yerine getireceğim.

Elektronik cihazla yoklama yapacağız.

Sayın milletvekilleri, adlarını okuduğum sayın üyelerin elektronik cihaza girmemelerini rica ediyorum.

Yoklama için 5 dakika süre veriyorum ve yoklama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, toplantı yetersayısı vardır.

V.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

3.- 190 Sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Eki Cetvellerin Yargıtay Başkanlığına Ait Bölümünde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1105) (S. Sayısı: 1075) (Devam)

BAŞKAN - Tasarının maddelerine geçilmesini oylarınıza arz ediyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

1 inci maddeyi okutuyorum:

190 SAYILI GENEL KADRO VE USULÜ HAKKINDA KANUN HÜKMÜNDE

KARARNAMENİN EKİ CETVELLERİN YARGITAY BAŞKANLIĞINA AİT

BÖLÜMÜNDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI

MADDE 1.- Yargıtay Başkanlığının merkez teşkilatında kullanılmak üzere, ekli listede yer alan kadrolar ihdas edilerek 190 sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin eki (I) sayılı cetvelin ilgili bölümüne eklenmiştir.

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Artvin Milletvekili Yüksel Çorbacıoğlu.

Sayın Çorbacıoğlu, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA YÜKSEL ÇORBACIOĞLU (Artvin) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, son zamanlarda yurdumuzda meydana gelen terör olaylarından dolayı yaşadığımız büyük acıyı hepinizle paylaşmak istiyorum. Dün, 5 askerimiz şehit oldu, 1 polisimiz şehit oldu. Şehit ailelerine başsağlığı diliyorum, ölenlere Allah'tan rahmet diliyorum.

Tabiî, olayın terör tarafını, terörist tarafını da değerlendirmek gerekirse, bu olaylar sırasında, özellikle, ölen çocuklarımıza da bir insan olarak, her insanın ölümüne karşı duyduğumuz acıyı, çocuklarımıza karşı da özellikle, duyduğumuzu burada ifade etmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, konuşmama geçmeden önce, hem Sayın Bakanımıza hem de Adalet ve Kalkınma Partisinin Sözcüsü Sayın Özyolcu'ya bazı cevapları vermek isterim.

Sayın Bakanımız, şöyle bir cümle kullandı: Siyasetçileri her şeyi kötü yapan, yanlış yapan kişiler olarak tanımlamak doğru değil; hem seçilmiş hem de demokrasiye uygun değildir, seçilmiş kişilere bu şekilde değerlendirme yapmamız doğru değil mealinde bir söz söyledi Sayın Bakanım, bildiğim kadarıyla.

Şimdi, biz, böyle demiyoruz. Burada, iki tane eksik var; onu tamamlayarak, aynı şeyi, söylediğimizi tekrar edeceğim. Biz, siyasetçileri değil bazı siyasetçileri; her şeyi kötü yapan değil, bazı şeyleri kötü yapan; yani, bazı siyasetçilerin bazı şeyleri kötü yaptığını söylüyoruz; bu, ortada, doğru; birazdan bunun ispatını da yapacağım.

Sayın Özyolcu ise, ne yazık ki, burada yeni bir tartışmaya neden olmuştur. Bir insanın ölümüne, üniversitenin genel sekreterinin ölümüne neden olan ve bir rektörün tutuklanmasına neden olan bu olaylarda, İktidar Partisi olarak hiçbir sorumluluğu üstlenmeyip, dönüp, muhalefete "siz, yargıya karışıyorsunuz" diye eleştiride bulunmuştur ve hatta -hukukçu olduğunu sanıyorum kendisinin- tıp adamı olarak bir değerlendirme yapmış, Sayın Yücel Aşkın'ın da "turp gibi" olduğunu söylemiştir. Oysaki, Sayın Yücel Aşkın'a, bu olaylardan sonra, koroner damarlarına stent takıldığını, kendisi bilmiyorsa, buradan hatırlatıyorum. Bu, o kadar basit bir şey değildir, bir insanın ölümüne neden olan bir olaydır ve sorumlusu, burada söylüyorum, her işi yüzüne gözüne bulaştıran İktidar Partisidir. Sadece bu yolsuzluğu değil, sadece buradaki, yargılamadaki hataları değil, siz, daha, en son zamanlardaki, bir Merkez Bankası Başkanının atamasını bile yüzünüze gözünüze bulaştırdınız, bir yığın işi bulaştırdığınız gibi.

FAHRİ KESKİN (Eskişehir) - Sayenizde.

BAŞKAN - Sayın Çorbacıoğlu, lütfen…

YÜKSEL ÇORBACIOĞLU (Devamla) - Devam ediyorum Sayın Başkanım, cevap veriyorum.

BAŞKAN - Lütfen…

YÜKSEL ÇORBACIOĞLU (Devamla) - Peki…

Şimdi, değerli arkadaşlar…

Yok; bende söyleyecek çok şey var da, zaman yetmeyecek.

Şimdi, öncelikle, bu tasarıyla, Yargıtayın üç tane ana binası var, söyleyeyim onu, çalışma binası; ana merkez bina, ek bina ve eski TRT binası, Cumhuriyet Başsavcılığının kullandığı bina olarak. Bu üç binanın ve Yargıtaydaki çok önemli dosyaların… Hepsi çok önemlidir; ama, özellikle, yani, terör olaylarına ilişkin vardır, yolsuzluklara ilişkin vardır, ticarî dosyalar vardır, siyasî dosyalar vardır, çok önemli dosyalar vardır. Bütün bunların korunmasının daha güvenlikli bir şekilde sağlanması için, 30 kişilik daha bir kadronun ihdas edilmesi  isteniyor bu tasarıyla ve biz, bu tasarının -zaten tek maddeliktir- tamamını, kayıtsız şartsız destekliyoruz, doğrudur. Ancak, yargının sorunlarıyla ilgili mutlaka bu bağlamda söylenmesi gereken şeyler var.

Şimdi, Anayasanın başlangıç hükümlerini hepimiz biliyoruz. Kuvvetler ayrılığı ilkesi vardır; yasama, yürütme, yargı kuvvetleri ayrıdır ve eşittir denir; ama, bu üç ayağın bir ayağı sakattır ve yargı eşit değildir, eşitsizdir. Yargı, yasama ve yürütmenin eşiti değildir, arkasındadır. Yargının içerisinde de üç organdan -üç ayaktan oluşur yargı; yargıç, savcılık makamı, savunma makamı olarak üç organdan oluşur- burada da bir ayak sakattır; o da, savunma makamı.

Şimdi, 5 Nisan Avukatlar Günü nedeniyle tüm avukatların gününü kutluyorum; ama, ortada da bir sıkıntı var. 5 Nisan günü Barolar Birliği Başkanlığı ve bütün barolarımızın başkanlarının altına imza attığı bir deklarasyonla, Ceza Muhakemeleri Yasasında, biliyorsunuz, zorunlu müdafilikle ilgili alanı genişlettik; ama, bu çalışmalarla ilgili avukatlara, barolara para aktarmadığımız için, bu faaliyetlerin 9 Mayıstan sonra yürütülemeyeceğini Barolar Birliği deklare ediyor, 150 000 000 Yeni Türk Lirasını Adalet Bakanlığından veya hazineden Birlik talep ediyor. Bunun, bir an önce, yerine getirilmesi lazım. Eğer bunu getirirsek, Avukatlar Gününün kutlanmasının bir anlamı olacaktır.

Bu vesileyle, bu hafta, biliyorsunuz, Emniyet Teşkilatımızın da 161 inci kuruluş yıldönümü. Emniyet Teşkilatımızın da haftalarını kutluyorum.

Şimdi, değerli arkadaşlar, tabiî, yargı o kadar basit bir alan değil; ama, biri çıkıyor "yargıya güvenmiyorum" diyor, biri çıkıyor "yargıya güveniyorum" diyor; ama, aynı kişiler olay değiştiğinde görüşleri de değiştiriyorlar.

Şimdi, ben, özellikle Sayın Başbakanımızın, yurt dışında, mahkûm olduğu cezayla ilgili, bir şiir söylemekten dolayı mahkûm olduğu cezayla ilgili mağdur olduğunu "ben de hukuk mağduruyum" dediğini ve bu yargı tarafından mağdur edildiğini söylediğini gazetelerde okudum, yanında değildim, kulağımla duymadım.

ALİM TUNÇ (Uşak) - Sence neydi?!

YÜKSEL ÇORBACIOĞLU (Devamla) - Şimdi, bir Başbakan, kendi yargısını, üstelik, yurt dışında şikâyet ediyor. Sayın Özyolcu da buraya gelmiş diyor ki: "Siz yargıya karışıyorsunuz, yargı sağlıklı yürüyor." Sağlıklı değil; tartışırız. Sayın Bakanımız da "yargıyı bu kadar örselemeyelim" diyor; ama, bu işi yapan biz değiliz Sayın Bakanım, Sayın Özyolcu, Sayın İktidar milletvekilleri; bunu yapan sizlersiniz, Sayın Başbakan. Yaptığı bir yığın gaflar, hatalar var…

FAHRİ KESKİN (Eskişehir) - Size göre!..

YÜKSEL ÇORBACIOĞLU (Devamla) - Bize göre değil. Ben, şimdi, burada okuyacağım; göreceksiniz.

Biliyorsunuz, zamanım da fazla olmadığı için, artık, konuyu fazla uzatmak istemiyorum. Son günün, bugünkü gazetelerin manşetini ben size okumak istiyorum: "Danıştaya rest çekti." "Başbakan, emekliye ayrılan Danıştay Başkanı Çetinkaya'nın 'yargı kararlarını uygulamamak, Anayasa ihlalidir' sözlerine tepki gösterdi…"

ALİM TUNÇ (Uşak) - İşiniz gücünüz gazete okumak.

YÜKSEL ÇORBACIOĞLU (Devamla) - Efendim, bunu söylemediyse, tekzip eder…

… "Erdoğan, Danıştayda birçok engelle karşı karşıyayız. Ya bunu aşacağız ya da bunu anlayanla yürüyeceğiz."

Şimdi, değerli arkadaşlar, bu çok önemli bir kelime: "Ya bunu aşacağız ya da bunu anlayanla yürüyeceğiz." Ben, şimdi bunu anlamadım…

KEMALETTİN GÖKTAŞ (Trabzon) - Anlayamazsın!..

YÜKSEL ÇORBACIOĞLU (Devamla) - Ben anlayamam…

Sayın Başbakanımız, Başbakan olduktan sonra bir şey söyledi, bir vücut dilinden bahsetti; acaba onu mu kastediyor?! İlginçtir, 161 inci yıldönümünü kutladığımız Emniyet Teşkilatımızın İstanbul İl Müdürü -tam bu haberin üstünde- o da diyor ki: "Polisimiz namuslu kişileri deşifre etmez."

Şimdi, neresini düzelteceksin?! Bir kere, insanları namuslu namussuz diye siz niteleyemezsiniz; ne hakkınız var, ne yetkiniz var, ne Ceza Yasasında böyle bir hüküm var.

FAHRİ KESKİN (Eskişehir) - Emniyet müdürü söyledi onu.

YÜKSEL ÇORBACIOĞLU (Devamla) - İkincisi, siz, bunun açıklamasını da yapamazsınız. Ne tarafını düzelteceğim?! Ama, şimdi, iki haber üst üste gelince şu aklıma geldi: Acaba, Sayın Başbakanımız, Yargıtay Başkanlığına "bunu anlayanlarla yürüyeceğiz" derken, kastettiği bu tür anlayış mı? Hukukla bağdaşmayan, ama, Başbakanın vücut dilinden anlayan anlayışı… Bunu mu kastediyor?

Bakın, değerli milletvekilleri…

ALİM TUNÇ (Uşak) - Niyet okuyuculuğu mu yapıyorsunuz?!

YÜKSEL ÇORBACIOĞLU (Devamla) - Bakın, sayın milletvekilleri…

ALİM TUNÇ (Uşak) - Niyet okuyuculuğu…

YÜKSEL ÇORBACIOĞLU (Devamla) - Danıştayın Başkanı, Başbakanın vücut diline göre hareket etmez, edemez. O, hukukun diline göre hareket eder.

ALİM TUNÇ (Uşak) - Sizin vücut dilinize göre…

YÜKSEL ÇORBACIOĞLU (Devamla) - O, adaletin diline göre hareket eder. Ha, eğer, bir insanın diline göre, bedenine göre hareket etmesi gerekirse, o zaman bir tek kişinin vücut diline göre hareket eder; o da, Mustafa Kemal Atatürk'ün vücut dilidir. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, bütün bu sorunların altında muhalefeti aramaya çalışmayın. Sözlerim, sürem de bitiyor zaten.

Ben, Sayın Başbakanın bu hatalarını sizlerle paylaşmaktan çok da memnun değilim; ama, özellikle bildiğim kadarıyla…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

YÜKSEL ÇORBACIOĞLU (Devamla) - Bitiriyorum…

BAŞKAN - Yok, şahsınız adına da söz talebiniz var; o sürenizi de ilave ediyorum.

Buyurun.

YÜKSEL ÇORBACIOĞLU (Devamla) - Teşekkür ediyorum.

Sayın Başbakanın danışmanları vardır, bürokratları vardır, elemanları vardır; ama, özellikle danışmanlarının Sayın Başbakanı da yanlış yönlendirdiğini, bilgilendirdiğini, bazı hatalara sebep olduğunu düşünüyorum ve bu konudaki değerlendirmelerin bazı Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekilleri tarafından yapıldığını da biliyorum. Bu konuda bir itirazınız yok sanıyorum.

Şimdi, Sayın Başbakan, sadece sizin Başbakanınız değil; o, bizim de Başbakanımız. Onun yaptığı hatanın bedelini sadece siz ödemiyorsunuz, biz de ödüyoruz. Onun için, biz, Başbakanın hata yapmasından çok da memnun değiliz.

Değerli arkadaşlar, sözü şuraya getirmek istiyorum: Danıştaydan, yargıdan bahsettik. Danıştay Başkanıyla ilgili, Sayın Başbakan, mahkeme kararlarının uygulanmasını problem olarak bu gazete haberinde söylüyor. Evet, bu Danıştay kararlarının hükümet tarafından, bürokrasi tarafından gereğinin yerine getirilmemesi çok büyük sorun. Ben kendi bölgemden size söyleyeyim.

Karadeniz duble yolu yapımı nedeniyle ortada mahkeme kararı varken -ortada mahkeme kararı var- hiçbir işlem yapılamazken, işlem iptal edilmişken, sizin hükümetiniz tarafından sözlü talep ve beyanlarla, emirlerle mahkeme kararı hiçe sayılarak işleme devam edilmiştir ve ne yazık ki, o bölgenin bütün güzelliği, sahili, çevre değerleri katledilmiştir. Bu, benim ilçemde, Artvin'in Arhavi İlçesinde de yaşandı; Rize'nin Fındıklı, Ardeşen İlçesinde de yaşandı.

Şimdi, eğer ortada bir hukuk varsa, bu hukuk normlarını bu Meclis yapıyorsa, bunu da yargı uyguluyorsa, buna saygı göstermek  zorundayız ve bu konuyla ilgili bir şeye daha dikkatinizi çekmek istiyorum: Son zamanlarda duyduğum kadarıyla… Belki bilmezsiniz, Karadeniz sahiliyle ilgili kısa bir bilgi vereyim. Artvin'in Hopa İlçesi ile Gürcistan sınırı arası 16 kilometredir; buradaki duble yol yapımı bütün yollardan önce tamamlanmıştır; ancak, dağ,  yamaç tarafındaki yol şeridi kullanılmamaktadır şevden dolayı. Şimdi bir şeyler duyuyoruz: "O yolu iptal edeceğiz, deniz tarafına iki şerit ekleyeceğiz…" Şimdi, oranın, denizin derinliği, o konuda benim bilgim var. Yapılacak iş yanlış; ama, bu bana neyi çağrıştırıyor biliyor musunuz arkadaşlar, bakın, 16 kilometrelik yolun maliyetini size söyleyeceğim dudağınız uçuklayacak eğer teknik eleman varsa; 370 000 000 dolar. Birileri -Türkiye değil- dünya çapında zengin oldu o yoldan dolayı. 16 kilometre yol, 370 000 000 dolar. Bu devlet, bu fakir vatandaş o kadar para ödedi buraya. Şimdi o yetmedi, yine birilerini zengin yapacağız, yine o güzelim… Bilmiyorsunuz Kemal Paşa ve Hopa İlçesinin sahillerini; bir gün olur, eğer imkân olursa, sizlere gösterme imkânım olursa gösteririm. Oralar katledilecek. Buradan uyarıyorum. Sayın Başbakanımıza, Sayın Bayındırlık Bakanına ve tüm yetkililere ve sorumlulara söylüyorum: Sakın ola ki, oraya yeniden, 16 kilometrelik yere deniz dolgusu yapmayın.

KEMALETTİN GÖKTAŞ (Trabzon) - O hayaldir, böyle bir şey yok.

YÜKSEL ÇORBACIOĞLU  (Devamla) - Sayın milletvekilim, yoktur. Ben  bunu dün… Ben iki gün önce Sayın Bakanımıza ilettim bunu, kendisine söyledim, Karayolları Genel Müdürüyle de konuştum, 10 uncu Bölge Müdürüyle de konuştum; ama, ben size bir şey söyleyeyim -buradan, bunu boşuna söylemiyorum- yani, bu işin hukuk altyapısını yaparlar yani, deveden büyük fil vardır -yanlış anlamayın Kemalettin Bey- birileri gelir, onun gerekçesini, raporunu düzenler, getirir; ondan sonra yapmak durumunda kalırsınız. Ben, bu hatayı, bugünden, şimdiden sizlere söylüyorum, uyarıyorum. Sakın ola ki bu hatayı yapmayalım; çünkü, bilin ki, bu ülkenin olanaklarının -anlatılması çok kolay- her 3 lirasının, 1 lirası boş ve hatalı yatırıma gidiyor, 1 lirası çalınıyor, 1 lirası da doğru işe gidiyor. Bunu sakın unutmayın.

ALİM TUNÇ (Uşak) - O eskidendi.

YÜKSEL ÇORBACIOĞLU (Devamla) - Efendim, Sayın Başkanımıza teşekkür ediyorum. Sayın Bakanımıza… Umarım yanlış bir şey söylemedim Sayın Bakanım.

Beni dinlediğiniz için hepinize teşekkür ediyorum, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Çorbacıoğlu.

Sayın milletvekilleri, madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

2 nci maddeyi okutuyorum.

MADDE 2.- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsı adına, Tekirdağ Milletvekili Sayın Mehmet Nuri Saygun; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA MEHMET NURİ SAYGUN (Tekirdağ) - Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; az evvel Bakanımızın da söylediği gibi, Yargıtayın daha sağlıklı korunmasını temin etmek amacıyla 30 tane ek güvenlik personeli ihdasına ilişkin bir kanun ve bu kanunda, bizler, maddelerde konuşma ihtiyacı duyuyoruz.

Efendim, olay sadece Yargıtaya 30 tane güvenlik personelinin alınması olsaydı, zaten yasayı bu yönüyle desteklediğimiz için, herhangi bir konuşmaya ihtiyaç duyulmazdı; ama, Türkiye'de, son dönemde Yargıtayın koruma altına alınmasının gerekçesini ve yaşadığımız sıkıntıları göz önüne aldığımızda, hassas bir pozisyonda olduğumuzu ve bazı şeyleri ifade etmemiz gerektiğini görüyoruz.

Bir de, tabiî, bu arada, parantez içinde bir şey söylemek istiyorum: Doğrudur, Yargıtayda çalışan değerli yargıçlarımızı, savcılarımızı korumak bizim görevimizdir, bu koruma tedbirlerini almak bizim görevimizdir; ama, biz, sadece olaya fiilî koruma açısından bakarsak, Yargıtayın bir müddettir -aslında kendisine baskı kurma imkânı olan kurum ve kuruluşlar tarafından- kaldığı baskılardan korumaya yönelik daha ciddî, daha tutarlı, daha sağlıklı bir tedbir anlayışını sergilemeye çalışırsak ve yürütme olarak da, bu konuda üzerimize düşen görevi yerine getirir, sadece Yargıtayı değil, bu ülkede yargı erkini en sağlıklı bir şekilde yerine getirmeye çalışan yargı mensuplarının tümü üzerindeki çeşitli vesilelerle yaratılmış baskılardan ve etkileyici eylemlerden onları muaf kılabilirsek, onları ayrı tutabilirsek, yargıçlarımızı ve savcılarımızı daha bağımsız çalışır hale getirebilirsek, bu çıkarmayı planladığımız kanundan daha önemli, daha ciddî, daha tutarlı bir güvenlik işletmesini yaratmış oluruz diye düşünüyorum.

Efendim, az evvel, Sayın Bakanım, Türkiye Barolar Birliğinden gelen taleplerle ilgili bir açıklamada bulundu. Ben, Tekirdağ Milletvekiliyim. Yirmiyedi yirmisekiz sene avukatlık mesleğini icra ettim. Milletvekili olurken, hepimizin olduğu gibi, doğaldır ki, kendi birikimlerimizi, kendi tecrübelerimizi, siyasî tercihlerimizi, toplumla olan ilişkilerimizi, koyduğumuz emeği, hepsini üst üste koyarak milletvekilliğine ulaştığımızı kabul ediyoruz. Bu, hepimiz için geçerli; ama, bir şey daha var sanıyorum, hepimizin mesleğiyle ilgili. Ben, mensubu bulunduğum  Tekirdağ Barosunun ve dolayısıyla, Türkiye'deki tüm avukatların ve hukuk camiasının bana vermiş olduğu bilgi, birikim, tecrübe ve mücadele gücünü yadsıma şansına sahip değilim. Hukukçu kimliğim, benim bugün burada olmamın önde gelen nedenlerinden biridir. Bu vesileyle, bir gün gecikmeyle de olsa, Tekirdağ Barosunun ve Türkiye'deki tüm avukat arkadaşlarımın, meslektaşlarımın Avukatlar Gününü kutlamak istiyorum.

Gönül isterdi ki, avukatlar, isteklerine yargı sistemi içinde sahip olabilsinler; ama, az evvel söylenen rakamlara baktığımızda, Türkiye'de, Türkiye Barolar Birliğinin -son yasal değişikliklerle- daha farklı kesimlere kamu adına avukatlık hizmeti sunma gerekliliği doğdu. Bu gerekliliğin karşısında da, Bakanlıktan alınan bir ödenekle, bu hizmeti sunan avukatlara bir ücret ödeniyor, yüksek bir ücret olmasa da ödeniyor ve Türkiye'de 17 000 avukat var arkadaşlarım, 17 000 avukat bu kamu hizmetini yürütüyor. Fakat, 2005'in daha üçüncü ayı biterken, Maliye Bakanlığının bu konuda hazırlamış olduğu ve Barolar Birliğine ulaştırmış olduğu para bitti. Bundan sonrası için, artık, yapılacak olan bir ödeme söz konusu değil gibi görünüyordu. Az evvel Bakanımız açıkladı bir 14 trilyon paranın ulaştığını ve bundan sonra, Maliye Bakanlığının, eğer barolar bu harcamaları tevsik ederlerse, tekrar ödeme yapacağı yönünde bir ifadede bulunuldu.

Ben, geçmişte baro başkanlığı yaptım. Baro başkanlığı yaptığım dönemde, bize, bakanlıktan, bu ve benzeri ödemeler avans yoluyla geliyordu ve biz, o sene içinde muhtemel harcamaları yerine getiriyorduk, ertesi seneye kalıyordu veya kalmıyordu. Bugün, içinde bulunduğumuz koşulda, üç ayda tükenen paradan sonra, bizim, baroların bu işi belgelendirmesi çok zor olacaktır. Bu nedenle, aynı sistemin -eğer mevzuat elveriyorsa- uygulanmasının, gerek barolar gerek Maliye Bakanlığı gerek Adalet Teşkilatı adına doğru olacağına inanıyorum.

Efendim, bu arada, maddî konularla ilgili -söz almışken- bir hususa değinmeden geçmek de istemiyorum.Şimdi, Türkiye'de, adliye teşkilatına ayrılan bütçe payının, son yıllarda pek bir artış görmediği ve onbeş yıllık ortalamasına baktığımızda da, yüzde 1 civarında bir rakamı kapsadığı görülmektedir. Ülkelerin uygarlıkları, ülkelerin gelişmişlikleri, bağımsızlıkları ve demokrasiye olan yakınlıkları, demokrasiye olan saygınlıkları, hukuk devleti olunmadığı müddetçe, ne yazık ki, orası burası örsemiş, yüksünmüş, yara almış şekil alıyor.

Şimdi, Türkiye'de, hukuk devletini üstün kılmak için alınması gereken tedbirler var. Bu tedbirlerin bir bölümünü, üç sene zarfında, biz, burada, dönem dönem ortak fikirleri paylaştığımız yasalarla yerine getirmeye çalıştık. Ancak, eksik kalan bir husus var arkadaşlarım: Eğer bir yapılanmanın ekonomik imkânlarını sağlayamazsanız, o camiada, o yapıda, arzulanan başarı, birikim ve sonucu yakalamak mümkün olmaz.

Şimdi dönelim yargımıza, yargıçlarımıza, savcılarımıza bir bakalım. Türkiye'de çalışan sektörün tümü göz önüne alındığında -evet, tümü adına bir şey söyleyebiliriz- hak ettikleri ücretler, aldıkları bedeller yeterli değil. Bunu artırmak gerekir; devletin ekonomik kaynaklarının elverdiği ölçüde artırmak gerekir; ama, gene de, artırmak için bir gayret sarf etmek gerekir.

Şimdi, Türkiye'de kuvvetler ayrılığı prensibi uygulanıyor; yasama, yürütme, yargı ve biz bunun üçünü eşdeğerli algılıyoruz; ama, üçünü eşdeğerli algılarken, yasama ve yürütmenin -ki, buna ben de dahilim- elindeki pozisyona baktığımızda, kanun çıkarmak ve tasarrufta bulunmak hak ve yetkisi bu iki kuvvette. Biraz yetki aşılarak da, yargının statüsünü, sosyal haklarını, ekonomik haklarını, diğer çalışanlarla birlikte, özel bir yasa yapmadan, bir bütün olarak değerlendiriyoruz ve yürütüyoruz.

Şimdi, mademki yargı üçüncü bir erk, mademki yargı kuvvetler ayrılığı prensibinin üç ayağından bir tanesi, o halde, yargının da, özel bir yasayla bu ve benzeri haklardan istifade eder, yararlanır veya şekillendirilir hale getirilmesi gerekir.

Bu arada, yargıçlarımızdan, savcılarımızdan ve avukatlarımızdan söz etmişken, daha önceki konuşmalarımda da birkaç kez ifade etmiştim, bir hususu dile getirmeden geçmek istemiyorum.

Değerli arkadaşlarım, adliye camiasının içerisinde çok cefakâr, düşünebildiğinizden çok daha zor koşullarda hizmet veren bir personel var; adliye çalışanları. Bu çalışanların ekonomik imkânları, mevcut, Türkiye'deki çalışanlara tanınan hakların hiçbirinin üstünde olmadığı gibi, olabildiğince altında. Oysaki çalışma tempolarına bakarsanız, inanılmaz!.. Hatta, bu çalışanların tempolarında bir şey daha var değerli arkadaşlarım; adliye teşkilatlarının yeterince ekonomik kaynakları olmadığı için -bunca yıl bu mesleği sürdürürken çok şahit olduğum bir şey; efendim, yer yer kalem, kâğıt ve benzeri ihtiyaçlar doğar- bu kaynak yaratılamaz ve adliyede o düşük maaşla çalışan o personel, adliyede işi olan insanlardan rica minnet, adliyenin çalışmasını temin etmek adına, kâğıt, kalem, karbon -şimdi karbon bitti, bilgisayar başladı ama- ve benzeri malzemeleri temin etme yoluna giderler. Herhalde bizim ülkemizin dışında, hiçbir ülkede, adliye dünyasında, adalet dünyasında böyle bir uygulama yoktur. Şimdi, bu kadar emek koyan bir camiaya biraz daha destek sunmak doğru olur diye düşünüyorum.

Şimdi, Yargıtaya 30 güvenlik görevlisi verilecek. Size, bu hususta, Yargıtayla ilgili tüm Türkiye'deki hâkimleri ve savcıları da kapsar nitelikte bir şey söylemek istiyorum. Efendim, 2005 yılında Yargıtaya gelen dosya sayısı 472 300,  biriken dosyalarla, daha önceden gelen dosyalarla toplam dosya sayısı 724 477. Değerli milletvekilleri, bu, inanılmaz bir dosyadır ve bu, tamamı 250 yüksek yargıçtan oluşan 32 Yargıtay dairesinde çözüm bekleyen dosyalar. İnanılmaz bir çalışma, inanılmaz bir emek var ve bunu, "geciken adalet mağduriyete neden oluyor" diye, olabildiğince, bir an önce bitirmeye çalışan bir yüksek yargıç kadromuz var. Az evvel de söylediğim gibi, bu yüksek yargıç kadromuzu, sadece güvenlik açısından değil, sair haklardan da, koydukları emeğin karşılığı olan gerek maddî gerek sosyal imkânları sağlamak suretiyle tatmin etmeliyiz. Onların, daha huzurlu, daha sağlıklı, daha mutlu çalışmaları için onlara bu imkânları sunmalıyız diye düşünüyorum.

Yine, bu arada bir şey söyleyeceğim. Efendim, Türkiye'de illerde, ilçelerde adliye binalarımız var; yani, içinizde hukukçu arkadaşlarım olduğu gibi, en azından adliyede geçmişte işi olmuş ve gitmiş arkadaşlarım var. Ülke dışında, hukuk devletinin üstünlüğünün kabul edildiği ülkelere gidip baktığımızda bir şey görüyoruz: Yargı, yargıya yakışır binalarda yapılıyor ve buralarda, çok daha sağlıklı, çok daha düzgün yargılama yapılıyor; insanların, yargıya ihtiyacı düşen insanların yargıya saygı duymalarının önü açılıyor. Ama, ne yazık ki, bizim ülkemizde -tek tük yapılan birkaç çalışmanın dışında- yargı, kendine yakışır bir bina malzemesine sahip değil. Ben, kendi yöremden örnek vereyim: Çoğu yerde, çoğu ilçemizde derme çatma, hatta ve hatta pasajdan bozma kiralık yerlerde adlî teşkilatlar görevlerini sürdürmeye çalışıyorlar. Şimdi, kuvvetler ayrılığının üç erki diyoruz; ikisini hak ettikleri ölçüde tutmaya çalışıyoruz; ama, bir tanesine üvey evlat muamelesi yapıyoruz. Bu, doğru bir anlayış değil. Bunu söylerken bugünün hükümetine serzenişte bulunmuyorum; yani, bu, sadece şu üç senenin sonucu değil. Ama, bu, uzun yıllardır bu şekliyle gidiyor. Şimdi, dünyada, demokratikleşmenin her gün biraz daha arttığı bir süreçte, demokratikleşme çalışmalarının önde tutulduğu bir süreçte yargıya ve hukukun üstünlüğüne ihtiyacımız varsa, bizim de, onlara, onların ihtiyacı olan şeyleri vermemiz gerekir diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlarım, bir de, bir hususu ifade etmeden geçemeyeceğim: Şimdi, bugün görüştüğümüz şu 30 tane güvenlik personeline kadro ihdasıyla ilgili yasa için Yargıtaydan Bakanlığa bir talep gelir -çeşitli kurumlardan zaten bu yolda bir talepler gelir- üstünde de pozisyonuna göre "ivedi" yazar veyahut bir şey yazmaz. Bizim, bu konuda, Yargıtay Başkanlığının yolladığı talep "ivedilikli" şeklinde; yani, öncelik isteyen, çabuk çözüm isteyen bir talep. Talebin geliş tarihi 19 Ağustos 2005. Aradan sekiz ayı aşkın bir süre geçmiş…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Saygun, konuşmanızı tamamlayınız lütfen.

Buyurun.

MEHMET NURİ SAYGUN (Devamla) - Sayın Başkanım, sanıyorum şahsım adına da…

BAŞKAN - 15 dakikalık süreniz doldu efendim, vermiştim.

MEHMET NURİ SAYGUN (Devamla) - Tamam Başkanım.

…bu ivediliği, biz, ne yazık ki, yanlış algılamışız, bugüne kadar kalmış. Diyeceksiniz ki "çok iş yapıyoruz, geceleri çalışıyoruz." Doğrudur, geceleri de çalışıyoruz, hizmet üretmeye çalışıyoruz; ama, bakın, şunu söylemeden geçmeyeyim: Çok fazla tekrar yapıyoruz. Neden; çünkü, bizim bütün ısrarlarımıza rağmen, inadına "biz iktidardayız, bizim dediğimiz olur" diye, ısrarla, getirdiğiniz yasaları -burada "yapmayın, bu yanlış" diyoruz, uyarı görevimizi, muhalefet görevimizi yerine getiriyoruz; olmuyor- çıkarıyorsunuz. Belli bir süre sonra, ya Cumhurbaşkanından dönüyor ya Anayasa Mahkemesinden dönüyor. Oturuyoruz bir daha tekrar yapıyoruz, bir daha tekrar yapıyoruz. Bugün bir yasa gelecek, üçüncü tekrarımız; umarım, artık, dördüncü tekrar olmaz diye düşünüyorum.

Bu arada da -son sözüm Başkanım, kapatıyorum- bugün Adalet ve Kalkınma Partisi konuşmacısı olarak bu kürsüye gelen Halil Özyolcu arkadaşımın yaptığı konuşmaları, gerek Cumhuriyet Halk Partisine yönelik söylemleri itibariyle gerekse bu kürsüdeki tavır ve davranışı itibariyle, bir milletvekili arkadaşı olarak, doğru bulmadığımı ifade etmek istiyorum. Biz, burada görevlerimizi ifa etmeye ve yasama görevimizi en olabildiğince iyi halde sürdürmek amacıyla geldik. Birbirimizi karalayarak, birbirimizi kırarak veyahut kendi bilgi ve birikimimiz olmadığı sahalarda, burada, hakkımız olmayarak, profesörlük yapmak gibi bir yetki ve imkânımız olduğuna inanmıyorum.

Bütün bu söylediklerimize rağmen, bu yasayı destekliyoruz, bu yasanın yanındayız. 30 güvenlik personelinin de Yargıtaya hayırlı olmasını diliyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Saygun.

Madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

3 üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3.- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN - Madde üzerinde, şahsı adına, Çorum Milletvekili Sayın Feridun Ayvazoğlu.

Buyurun Sayın Ayvazoğlu.

FERİDUN AYVAZOĞLU (Çorum) - Grup adına da olması lazım.

BAŞKAN - Grup adına burada bir talep yok.

HALUK KOÇ (Samsun) - Grup adına var efendim, Feridun Ayvazoğlu…

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Eksikse göndeririz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Bize intikal etmiş bir şey yok da, Sayın Grup Başkanvekiliniz yeni ifade etti. Problem değil.

Buyurun efendim.

CHP GRUBU ADINA FERİDUN AYVAZOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1075 sıra sayılı Tasarıyı görüşüyoruz. Bu tasarının özü, yüksek mahkeme olarak -Anayasamızın 154 üncü maddesinde yer alan- Yargıtaya 30 güvenlik görevlisi kadrosunun alınmasıyla ilgili. Şu ana kadar 28 kadroyla koruması yapıldığı anlaşılan Yargıtayımızın, 30 güvenlik görevlisiyle daha bu korumanın devam edeceği şeklinde.

Değerli arkadaşlarım, öncelikle, yaşadığımız günlerin, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak ve üyeleri olarak, iktidarıyla, muhalefetiyle hepimizi yakından ilgilendirmesi gereken olayları yaşadığını görmekteyiz. Bu olaylara şöyle bir baktığımızda, sadece düne baktığımızda, acı gerçekleri bir kez daha görmekten hepimiz üzüntü duyuyoruz, yüreğimiz yanıyor. Dün, 5 askerimiz şehit oldu, 1 polisimiz şehit oldu, onlarca güvenlik görevlisi yaralandı, onlarca ocak söndü, onlarca ateş düştü. "Ateş düştüğü yeri yakar" şeklinde basınımızda yer alan haberlere baktığımızda, bu sözün sahiplerinin, sadece ve sadece ateşin düştüğü yerin sahipleri, eşleri, akrabaları, çocukları olmadığını, bunun yanı sıra, bundan sorumlu olan, bu ülkeyi üçbuçuk yıldır tek başına yürütmekte olan Adalet ve Kalkınma Partisi İktidarının Sayın Genel Başkanı, Sayın Başbakanın da söylemiş olması, bir nebze olsun hepimizin yüreğine güya su serpmekte. Ama, bir bakıyoruz ki, ortada, bugüne kadar yaşanan olayları, adını terör olarak söylemekten kaçınan Sayın Başbakanın bu sözlerini bir tarafa bırakmak suretiyle, ülkede her şeyin gerçekten yerli yerinde olduğu, terörle ilgili olayların değerlendirilmesinde birkaç çetenin bu işi yaptığını bahsetmek suretiyle de, olayı ne derece hafif aldığından dolayı da üzüntü duymaktayız.

Dün yaşadığımız ve mensubu olmaktan onur duyduğum 5 Nisan Avukatlar Günü nedeniyle Çorum Barosundaki bütün meslektaşlarımın ve Türkiye'de görev yapan bütün meslektaşlarımın Avukatlar Gününü, bu camiada, bu çatının altında kutlamaktan dolayı gerçekten onur duyduğumu ifade etmek istiyorum.

Yine, dün ve bu hafta sonuna kadar devam etmekte olan polis teşkilatımızın 161 inci yılı nedeniyle de, bütün polis camiasının çalışanlarını yürekten kutluyorum. Bugüne kadar yapmış oldukları -diğer güvenlik görevlerimizle birlikte çalıştıkları- bu görevlerinde de kendilerine başarılar diliyorum.

Yine, dün Askerî Yargıtayımızın kuruluş yıldönümüydü, bütün çalışanlarını yürekten kutluyorum.

Aynı şekilde, cumhuriyet döneminden bugüne kadar, özgürce, tarafsızca basın görevini yürütmekte olan Anadolu Ajansının da kuruluş yıldönümüydü; yine, çalışanlarını yürekten kutluyorum.

Değerli arkadaşlarım, bugün görüşmekte olduğumuz ve az önce belirtmiş olduğum tasarının özüne bakıldığında "yargı" kelimesi geçiyor "yargı" ibaresi geçiyor. Elbette, yargı denildiğinde, Anayasamızda yer alan ve "kuvvetler ayrılığı" adı altında 7 nci, 8 inci ve 9 uncu maddelerde hüküm altına alınmış bulunan yargının, 9 uncu madde itibariyle, elbette, Türk Milleti adına görev yapan bağımsız mahkemeler tarafından yerine getirileceği hükmünü hepimiz bilmekteyiz ve yine, yargı dediğimizde, bu camianın yargı mensupları olarak, yargıçların, cumhuriyet savcılarının, adliye personelinden cezaevi personeline kadar tek tek sayıldığında, her birinin, malî ve özlük haklarıyla ilgili sorunlarını, sosyal güvenlikle ilgili sorunlarını, elbette, bu tür tasarılar geldiğinde, görüşmekten ve konuşmaktan öte çaremiz de herhalde bulunmuyor.

Sayın Bakanımızın belirtmiş olduğu gibi, bununla ilgili görüşler, bununla ilgili temel çözüm yollarının ne olması gerektiği noktasında eğer öneriler varsa, tasarılar varsa, getirilir, konuşulur demiş olması, hepimizi elbette düşündürür, hepimize büyük görevler düşer; ama, en büyük görevin de, bu ülkeyi üçbuçuk yıldan beri tek başına yürütmekte olan, iktidarın sahibi olan Adalet ve Kalkınma Partisinin elemanlarıdır, mensuplarıdır, Sayın Bakanımızdır, hükümet yetkilileridir, Sayın Başbakandır.

Değerli arkadaşlarım, gerçekten, mensupların bu tür sorunlarıyla birlikte, bu yargıdaki sorunların başka neler olabildiği noktasında, bu kürsüden defalarca anlatmaya çalıştığımız sorunları tek tek sıralasak, bu konuşmaların ve sürelerin yetmeyeceğini hepimiz biliyoruz. Ancak, çok önemli ve ciddî sorunların yaşanmakta olduğunu ve hepimizi ilgilendirdiğini de her gün görmekteyiz ve yaşamaktayız. Bunların başında, hepimizin bildiği gibi, hepimizi yakından ilgilendirdiği gibi, yargıyla ilgili, bir cumhuriyet savcısının yapmış olduğu soruşturmanın Van'dan Ankara'ya kadar nasıl ulaştığını, ulaştırıldığını gözlemlediğimizde şu gerçeği bugün gördük: Biz, hep burada, Anayasanın 159 uncu maddesindeki Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun yapısının değiştirilmediği sürece mahkemelerin bağımsızlığından bahsetmenin mümkün olmadığını söyledik. Sayın Bakanımız, buna cevaben de olsa, başka şekilde bu tür eleştirilere cevaben de olsa, vermiş olduğu cevaplarda şunu söylüyor: "Siyasetçiyi, bu kadar da kendi kendimize haksızlık ederek rencide etmeyelim." Bizim amacımız, siyasetçileri, burada bulunan değerli milletvekili arkadaşlarımızı, millet adına görev yapan milletvekillerimizi rencide etmek değildir; ama, bu yapı, bu şekilde olduğu sürece… Sayın Adalet Bakanımızın da bundan rahatsız olduğunu bugünkü gazete haberlerinden öğrendik. Van'da görev yapan Sayın Kuvvet Komutanıyla ilgili bir ihbarı yazan Sayın Sarıkaya'nın, Sayın Savcının hakkındaki soruşturmanın müfettişler tarafından bitirilmesinden sonra gelen evrakların Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna intikal ettirildiğini; ancak, bunun toplantısına Sayın Adalet Bakanımız, katılmayacağını söylemek suretiyle… Bir kez daha oturup, hepimizin düşünmesi lazım. Katılmama sebebi Sayın Bakanımızın inceliğidir; ama, görülüyor ki, böyle bir toplantıya Sayın Bakan katıldığı takdirde, bundan sonra da, acabalarla -soru işaretini her zaman yanı başında bulunabilecek- bir soruşturma kararının çıkabileceği endişesini üzerinde taşımamak için böyle yapıyor.

Sayın Bakanımız bu hassasiyeti gösteriyor. Peki, yarın öbür gün başka iktidarlar geldiğinde, aynı hassasiyetin aynı bakan veya başka bakanlar tarafından gösterilip gösterilmeyeceği hususundaki endişelerimizin ne derece haklı olduğu ortaya çıkmıyor mu Sayın Bakanım. Biz, kişilerin veya yetkililerin bu husustaki çalışmalarını bir an için bir tarafa bırakıp, objektif davranacaklarını kabul edelim; ama, çözümün, sistemin yanlışlığını ortaya koymak suretiyle çözülebileceğini ve bu sorunun o şekilde aşılabileceğini her zaman ifade ettik, bir kez daha ifade etmek istiyoruz.

Değerli arkadaşlar, elbette, bugün görüşmekte olduğumuz -Yargıtaya 30 güvenlik görevlisinin alınmasına ilişkin, kadronun ihdasına ilişkin olmak üzere- bu tasarı bize neyi gösteriyor. Aylardan beri, özellikle son günlerde meydana gelen terör olayları, Türkiye'deki Adalet ve Kalkınma Partisinin İktidarının âcizliğini gösteriyor mu göstermiyor mu; bunu bir soru işareti olarak koyduğumuzda, hemen yanı başında bir acizlik olduğunu göstermektedir.

Değerli arkadaşlarım, Yargıtay, bir asra yakındır bu ülkede görev yapan yüksek mahkemedir. Şimdiye kadar Yargıtayımızın görev  yaptığı yer mi değişti, mekânı mı değişti; bunların hiçbirisi değişmedi. Peki, neden böyle bir ihtiyaç duyuldu da Yargıtayımızın şimdiye kadarki yüksek yargıçları, başkanları, Yüce Divanda Cumhuriyet Başsavcılığı görevini yürüten Başsavcısı eğer korunamadı ise, bundan sonra 30 tane güvenlik görevlisiyle mi korunma altına alınacak?!.

O nedenle, oturup düşünmemiz lazım değerli arkadaşlarım. Korkarız ki, endişe ederiz ki, bugün Yargıtaydaki bu görevlerin ne derece ciddî ve önemli olduğunu bahsetmek suretiyle, bu tasarının gerekçelerinde yer almasının, yarın öbür gün, bunlar yetmeyecek efendim, her mahkemenin yargıçlarına ve savcılarına ve mahkemelerin binalarının korunmasıyla ilgili olmak üzere, her gün yeni yeni kadro ihdası zorunlu olacak demektir. Halbuki, biz, canlarını siparane bir şekilde ortaya koyan güvenlik görevlilerimizin şimdiye kadarki sorunlarını çözebilseydik, polislerin sorunlarını bu aşamalara kadar çözebilseydik, Yargıtayımızın şu andaki korunmaya muhtaç olduğu durumuna gelir miydik; elbette gelmezdik.

Bir diğer konu, az önce belirtmiş olduğumuz görev sisteminden dolayı kaynaklandığını da ortaya koyuyor değerli arkadaşlarım. Korkarız ki, bu gidişle her bir kamu görevlisinin yanı başına bir güvenlik görevlisi de eklemek demektir bunun gidişatı. Bunun gidişatı da, Adalet ve Kalkınma Partisinin bir kez daha ülkeyi terörizmden kurtarmayı bir tarafa bırakalım, insanların birinci derecede hak ve hukuku olan can ve mal güvenliklerini sağlayamıyor anlayışını kendi eliyle ispat etmesidir. Böyle bir âcizliğin bundan sonra ne kadar devam edeceği hususunda bütün vatandaşlarımızın kafasında çok büyük endişeler vardır. Bu endişeleri nasıl gidereceğiz?!

Buradan, Ankara'dan tayini çıkan, ilk kez kamu görevlisi olarak doğuya, güneydoğuya giden kamu görevlilerinin can güvenlikleri için, bırakınız oraya gönderilenleri, Ankara'nın, Türkiye Büyük Millet Meclisinin çevresinde bulunan bir yüksek mahkemenin korunması eğer bu kadar acil hale geldiyse, Adalet ve Kalkınma Partisinin, Sayın Başbakanın oturup düşünmesi lazım; bir yerlerde yanlışlık var, bir yerlerde eksiklik var, bir yerlerde acizlik var diye oturup düşünmesi lazım.

Sayın Başbakan dünkü beyanatlarında şunu ifade ediyor; Danıştayın, yüksek mahkemelerden biri olan Danıştayın vermiş olduğu Yusufeli Barajıyla ilgili ihalenin yürütülmesinin durdurulmasına karar  verilmesini eleştiriyor ve şu şekilde bir değerlendirme yapıyor: Anayasamızdaki kuvvetler ayrılığından bahsediyor. Doğrudur Sayın Başbakan, Anayasamızda kuvvetler ayrılığı vardır; yasama, yürütme, yargı kuvvetler ayrılığı vardır; ama, hiçbirinin birbirine, görevine müdahale etmesi gibi de bir görev yoktur. Bu, hiçbir kimsenin görevi değildir. Eğer böyle bir görev olursa, bu üç kuvvetten biri bir diğeriyle birleşmeye çalışırsa, birleştirilmeye çalışılırsa bunun adı demokrasi olmaz, bunun adı başka bir rejim olur. Bunu, sizler, siz Sayın Başbakan olarak, Adalet ve Kalkınma Partisinin değerli milletvekilleri olarak çok rahat bilirsiniz.

Değerli arkadaşlar, böyle bir anlayışla biz nereye kadar gideceğiz, böyle bir anlayışla biz neyi çözeceğiz?! Eğer bu anlayış devam ederse, doğuda ve güneydoğuda meydana gelen terörle ilgili, terörün uzantılarının İmralı'dan Kandilli'ye kadar devam ettiğini hâlâ ve hâlâ görmezden gelerek "birkaç çapulcunun işi" diyen, rahmetlinin birisinin dediği gibi, buna benzer bir anlayışla "birkaç tane çetenin işidir bu" deyip, bu şekilde çözüm bulabilmenin mümkün olmadığını hepimiz çok çok iyi bilmek zorundayız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

FERİDUN AYVAZOĞLU (Devamla) - Sayın Başkan, bitiriyorum.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Ayvazoğlu.

FERİDUN AYVAZOĞLU (Devamla) - Eğer bizler bilmezsek, eğer şu anda bu ülkeyi üçbuçuk yıldır tek başına iktidarla yürüten, götüren ve yetmiş milyon insanın, can ve mal güvenliğiyle beraber, geleceğinden, her zaman kendisinin sorumlu olduğu bu iktidara, bu milletimiz hesabını sorar ve soracaktır. Bundan kimse kaçmasın, kaçınmasın, kimse korkmasın.

Sayın Başbakanın ve özellikle Adalet ve Kalkınma Partisinin değerli milletvekillerinin, bazı temsilcilerinin söylediği gibi, biz demokrasiden vazgeçemeyiz. Demokrasiden ve özgürlükten vazgeçmek adına, terörle mücadeleyi, eğer, eşanlamda getirmeye çalışırsanız, demokrasi ve özgürlükle beraber terör de olmak zorundadır, gibi ters bir mantığı da kabul etmiş olursunuz ki, böyle bir anlayışı hiç kimse kabul edemez. Demokrasiyi ve özgürlüğü en fazla isteyen, bu ülkedeki demokrasiyi ve cumhuriyeti kimin kurduğunu, kimlerin kurduğunu, bunun temelinde, Cumhuriyet Halk Partisinin, Kuvayi Milliyenin ruhunun olduğunu herkes biliyor, tarih kitapları biliyor; tarih biliyor, tarihte yazılan, altın harflerle, silinemeyecek şekildeki bu yazılar, her zaman, hepimizin hafızasındadır; bunu kabul etmek zorundayız. Bizler, demokrasiyi ve özgürlüğü kabul edeceğiz, demokrasinin ve özgürlüğün en ilerisine kadar hep beraber gideceğiz; ama, demokrasiyi ve özgürlüğü yok etmeye çalışan terörizmin de karşısına, demokratik güçlerle, özgürlüğün içerisindeki manevî güçlerle, hepimiz gitmek zorundayız.

Saygıdeğer milletvekilleri, böyle bir tasarıya, şu anlamda, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, oybirliğiyle destek veriyoruz; ama, destek vermemizin bir anlamı daha var. Destek vermemizin anlamının, şu ana kadarki, Adalet ve Kalkınma Partisinin, ülkedeki can ve mal güvenliği hususundaki, terörle mücadele hususundaki acizliğinin bir belgesi olarak, bu tasarıya olumlu oy vereceğimizi bildiriyor, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, maddeyi oylarınıza sunuyorum…

HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, karar yetersayısı istiyorum. (AK Parti sıralarından "geç kaldın" sesleri)

BAŞKAN - Karar yetersayısını arayacağım.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yetersayısı yoktur.

Birleşime 10 dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 16.40

 


İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 16.54

BAŞKAN: Başkanvekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER: Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale), Mehmet DANİŞ (Çanakkale)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 85 inci Birleşiminin İkinci Oturumunu  açıyorum.

1075 sıra sayılı kanun tasarısının görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

V.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

3.- 190 Sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Eki Cetvellerin Yargıtay Başkanlığına Ait Bölümünde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1105) (S. Sayısı: 1075) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.

Tasarının 3 üncü maddesinin oylamasında karar yetersayısı bulunamamıştı. Şimdi 3 üncü maddeyi tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yetersayısını arayacağım.

3 üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir; karar yetersayısı vardır.

Sayın milletvekilleri, şimdi, tasarının tümünü oylarınıza sunacağım.

HALUK KOÇ (Samsun) - Karar yetersayısı istiyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Karar yetersayısını arayacağım.

Tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…

Sayın milletvekilleri, Kâtip Üyeler arasında ihtilaf vardır; elektronik cihazla oylama yapacağım.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, elektronik cihazla oylama yapacağım. Oylama için 5 dakikalık süre veriyorum.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, karar yetersayısı vardır; tasarı kabul edilmiştir.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır; hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum.

Yarım kalan işlerle ilgili işlemler tamamlandığından, şimdi, kanun tasarı ve tekliflerinin görüşmelerine 1 inci sıradan itibaren devam edeceğiz.

1 inci sırada yer alan, Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair 607 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Millî Savunma Komisyonu raporunun görüşmelerine başlayacağız.

4.- Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair 607 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Millî Savunma Komisyonu Raporu (1/278, 1/1034) (S. Sayısı: 17 ve 17'ye 1 inci Ek)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Tasarının görüşülmesi ertelenmiştir.

2 nci sırada yer alan, Gülhane Askeri Tıp Akademisi Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair 604 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Millî Savunma Komisyonu raporunun görüşmelerine başlayacağız.

5.- Gülhane Askeri Tıp Akademisi Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname ve Millî Savunma Komisyonu Raporu (1/277) (S. Sayısı: 1079)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Tasarının görüşülmesi ertelenmiştir.

Sayın milletvekilleri, 6 ncı sırada yer alan, Özel Tüketim Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu raporunun görüşmelerine başlayacağız.

6.- Özel Tüketim Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1145) (S. Sayısı: 1112)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Tasarının görüşülmesi ertelenmiştir.

7 nci sırada bulunan, Türkiye Cumhuriyeti ile Güney Afrika Cumhuriyeti Arasında Gelir Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve Vergi Kaçakçılığına Engel Olma Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu raporunun görüşmelerine başlıyoruz.

7.- Türkiye Cumhuriyeti ile Güney Afrika Cumhuriyeti Arasında Gelir Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve Vergi Kaçakçılığına Engel Olma Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/1099) (S. Sayısı: 1013) (x)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.

Komisyon raporu 1013 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına ve şahsı adına, Samsun Milletvekili Sayın Haluk Koç'un söz talebi vardır.

Sayın Koç, buyurun efendim.

CHP GRUBU ADINA HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1013 sıra sayılı Türkiye Cumhuriyeti ile Güney Afrika Cumhuriyeti Arasında Gelir Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve Vergi Kaçakçılığına Engel Olma Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsım adına söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, Güney Afrika ilginç bir ülke. Son zamanlarda, yeni dünya düzeninin bütün dünyaya, ülkelerin değil, ama sermayenin egemenliğini dayattığı bir dönemde, Güney Afrika örneğini, 1850'den başlayarak -daha doğrusu, 1500-1600'lerden başlıyor; ama, ben, biraz daha sonrasından başlayarak- kısaca gözlerinizin önüne getirmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, Afrika'da tarih içinden sürüp gelen iki tane olgu var. Bu, sadece, Güney Afrika Cumhuriyetinin bugünkü noktasına gelişinin öncesindeki süreçle de ilgili değil. Tüm Afrika Kıtasını ilgilendiren iki temel olgu var; bunlar, ırk ayırımı ve Avrupa ülkelerinin, iktisadî ve siyasal egemenliklerini Kıta Afrikasına dayatma süreçleridir. Afrika'nın tarihsel sürecine bakacak olursak, bugünkü milletler bölümlemesinde, devletler bölümlemesinde, bu iki olayın temel etkisi vardır; birisi, ırk ayırımı, diğeri ise, egemen Avrupa'nın, Afrika'ya iktisadî ve siyasal baskısını dayatma arzusu.

                            

(x) 1013 S. Sayılı Basmayazı Tutanağa eklidir.

Değerli arkadaşlarım, sanki, iki temel olgu birbirinden farklıymış gibi gözüküyor; ama, tarihsel sürece baktığınız zaman, ikisi birbiriyle örtüşüyor ve aynı kuvvet noktasına çıkıyor. Bu tarihsel gerçeğin adına "sömürgecilik gerçeği" diyebiliriz.

Değerli arkadaşlarım, belki ilginizi çekmiyor; ama, bu tip uluslararası sözleşmelerin onaylanmasında, muhatap olan ülkenin yakın siyasî tarihini ve bu siyasî tarih süreci içerisindeki ekonomik ilişkilerini ve bugün geldiği konumu kısaca irdelemekte fayda var. Yani, bu uluslararası anlaşmanın onaylanmasına Grup olarak tabiî ki karşı değiliz; ama, sadece, bu sürecin -Türkiye Büyük Millet Meclisinde her iki gruba, üç gruba; eğer katılırlarsa- arkadaşlarımız tarafından kısaca değerlendirilmesinde fayda görüyorum. Dün, Makedonya örneğini de onun için gündeme getirmiştik.

Değerli arkadaşlarım, yani, Avrupa'nın Afrika'yla ilişkilerine baktığımız zaman, tarihsel sömürgeciliğin de kilometre taşlarını net bir şekilde görebiliriz. Şimdi, Avrupalı sömürgeci, ki, buna Portekiz başladı; daha sonra İngiltere, Fransa, birkısım İspanya, Hollanda ve hatta Almanya, Belçika, çok açık bir şekilde, zaman dilimleri içerisinde, Afrika'nın değişik noktalarında bu baskılarını kurdular.

Değerli arkadaşlarım, Avrupalı sömürgecilerin -hiç millet ayırımı yapmıyorum- tek yasası zor ve baskı olan iktisadî, siyasî egemenliğini haklı göstermek amacıyla Afrika ırklarının insanlık evriminin aşağı basamaklarında, gelişmemiş yaratıklar olduğu uydurmasına dayandırmışlardır ilk başta; acı olan gerçek budur.

Değerli arkadaşlarım, işin garibi, her çağda yalana karşı direnebilmiş birkaç avuç yürekli insan dışında, bütün uygar dünya, ne yazık ki, yüzyıllar boyunca bu safsatalara inanmış ve bu sömürge tarihinin acı birer uygulayıcısı, parçası olmak durumuna düşmüşlerdir.

Bir Afrikalı devrimci Cabral… Haykırdığı bir söz var, gerçek var: "Biz, sömürge halkları Afrika'nın, emperyalistlerin 'Kara Afrika' dedikleri yerden gelen Afrika halklarıyız; evet, biz karayız; ama, bütün insanlar gibi insanız" diyor.

Değerli arkadaşlarım, işte, beyaz adam, bu deri rengi farkını zaten sömürgeciliğini her fırsatta uyguladığı her kıtada değişik renkler altında sürdürmüş. Asya'da sarı ırkı hedef almış, Amerika'da Kızılderiliyi, kızılı hedef almış, Afrika'da da kara insanı hedef almış. Böyle siyah ile beyaz tarzda bir öyküsü var Afrika'nın.

İşte, bütün bu gerçekler yüzünden Afrika'nın uyanışı, başkaldırışı ilk bakışta ırk ayırımı olgusuna dayansa da bu tarihsel aşağılanmaya karşı olmuştur; sonra da, bu çarpıtılmanın gerisinde yatan sömürgeciliğin temel olgusuna, siyasal ve iktisadî dayatmaya, sömürgeye, egemenliğe karşı bir başkaldırıdır.

Değerli arkadaşlarım, Afrika'nın sömürgeleşme dönemine bakacak olursak… İsterseniz, 1600'lere gidelim. Avrupalılar için meçhul bir kıta Afrika henüz. İlk başta, 1488'de Bartolomeo Diaz'ın Ümit Burnunu dolaşmasıyla başlıyor süreç ve tanımaya başlıyorlar kıtayı. Avrupalılar için Ümit Burnu çok önemli; çünkü, Hindistan'a açılan denizyolu ve stratejik bir önem kazanıyor o tarihten itibaren. Güney Afrika hakkındaki tarihî bilgiler de bu tarihten sonra başlıyor. Avrupa ile Hindistan arasında sefer yapan İspanyol, Hollandalı, Portekizli ve İngiliz gemiciler için, Güney Afrika sahilleri bir uğrak noktası oluyor. Hollandalı Jan van Riebeeck isimli bir doktor, 1652 senesinde, çalıştığı bir şirket adına, Güney Afrika sahillerinde, şimdiki Cape Town'ın bulunduğu Tavola Körfezinde, ticaret gemileri için bir depo ve levazım istasyonu kuruyor. 17 nci Yüzyılın ortasında kurulan bu ticarî üs, aynı yüzyılın sonlarında bir sömürge haline getiriliyor ve bu ülke topraklarını sömürge yapmak isteyen İngilizler ve Fransızların bölgeyi işgal etmelerini engellemek perdesi arkasında bölgeyi işgal ediyor ve kendi sömürgeleri arasına katılıyorlar. Hollandalılar, zaman içerisinde Boerler adını alıyorlar ve yerli çiftçilik yapan grupları oluşturuyorlar. Tabiî, Kara Afrika, yavaş yavaş sahilden içeriye doğru itilmeye başlıyor. Bunu niye anlatıyorum; çünkü, daha sonra Güney Afrika Cumhuriyetinin bugünkü noktaya gelişinde bu sürecin son derece önemli etkisi var.

Değerli arkadaşlarım, Avrupalıların buralarda ilk sömürge kurmaları esnasında yerli halka karşı yapılan ırk ayırımı politikası, 1807'de İngilizlerin çıkardığı bir kanunla kaldırılıyor; fakat, azınlıkta olan ve demin söyledim, daha çok Hollanda kökenli yerleşik çiftçiler anlamına gelen Boerler adı altında verilen bu grup tarafından, ırk ayırımı şiddetle uygulanmaya devam ediliyor. Bu kanunun kalkmaması karşısında, Boerler, 1836'da kıyı kesimlerinden çıkıyorlar ve iç kesimlere doğru, Kara Afrika'nın derinliklerine doğru çekilmeye başlıyorlar. İngiltere sömürgesinden, sırayla, 1852 ve 1954 senelerinde Orenge ve Taransvaal adlı, içişlerinde bağımsız 2 yeni sömürge devlet kuruluyor. İç kesimlere yerleşen Boerler ile İngilizler arasında ilk zamanlar mevcut bir ılımlılık var; fakat, gün geçtikçe, önce bir soğuk harbe, daha sonra iki Boer devletinin İngiltere'ye savaş ilan etmesiyle sıcak harbe dönüşüyor ve Boer Savaşları, sömürgecilerin kendi aralarında nimet paylaşımına örnek gösterilebilecek ilk sömürge savaşlarından bir tanesidir.

Değerli arkadaşlarım, bu kanlı savaşlar, 1902 senesinde İngilizlerin kesin galibiyetiyle son buluyor ve içişlerinde bağımsız birer sömürge olarak ilan ve savaş tazminatı ödemeye Boerler mahkûm ediliyor. Bu 2 İngiliz sömürgesine -yani, Orenge ve Transvaal- 2 de Boer devleti katılınca, Güney Afrika 4 devletten müteşekkil bir federasyon halini alıyor. Tabiî, süreç ilerliyor. Birinci Dünya Savaşı, Birinci Dünya Savaşı sonrasında şoven anlamda ırkçılık bütün dünyada önplana geçiyor. Birinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye'nin, Türkiye Cumhuriyetinin kurulması ve verilen ilk antiemperyalist kurtuluş savaşı, millî savaş, bütün dünyada olduğu gibi, Güney Afrika'da değil; ama, Afrika'nın diğer birçok bölgesinde ilham kaynağı oluyor ve son derece önemli gelişmelere… Tıpkı 1789 Fransız Devriminin birçok yeni gelişmeyi tetiklemesi gibi, Türk Ulusal Kurtuluş Savaşı da Kara Afrika'nın iç kesimlerinde, orta kesimlerinde, kuzey Afrika'nın alt kesimlerinde, İç Sahra'da ve batı Afrika sahillerinde son derece etkili siyasal sonuçlar doğuruyor.

Değerli arkadaşlarım, 1924'te bir asker işbaşına geçiyor, General Herzog. 1934 senesinde, bu kişi, faşist Almanya'daki siyasal gelişmelere paralel olarak, Güney Afrika'daki bu 4 devletten oluşan federasyon yapısında, zencilerin yurttaşlık ve siyasî haklarını ellerinden alıyor ve 1948'de İkinci Dünya Savaşı sonrası Dr. Molan'ın iktidara gelmesiyle mevcut ırkçı politika had safhaya varıyor ve siyahların ne çalışma hakkı… Ayrı koloniler halinde, onlara ayrı isimler veriliyor, büyük şehirlerin etrafında, madenlerde çalışan ve bir beyaz işçiye göre çok düşük ücret alan, kendilerine ayrılan gettolardan dışarı çıkması yasaklanan bir pasaport kanunu öyküsü var Güney Afrika'da. Pasaport dediğimiz uluslararası seyahat etmek için devletin verdiği resmî belge değil; kendi ülkesinde, kendi yaşadığı kent ya da kentçik dışına çıkmak için dahi siyah ırktan gelenler inanılmaz baskılara maruz kalıyorlar, öldürülüyorlar, dışlanıyorlar, itiliyorlar, hiçbir sürecin içine sokulmuyorlar ve böylesi bir gelişme içerisinde Mandela doğuyor.

Değerli arkadaşlarım, Mandela'ya da geleceğim. Mandela, çok büyük mücadeleler veriyor; onun sürecini çok detaya inmek istemiyorum ve daha sonrasında ülkenin en önemli noktalarına -biliyorsunuz- belli mağduriyetler sonrasında yükseliyor. Türkiye'yi ilgilendiren bir önemli kısmı var; -biliyorsunuz- Atatürk Yüksek Şeref Ödülünü kendisine Türkiye Cumhuriyeti Devleti vermeyi teklif ettiğinde, Mandela bu ödülü reddetmişti; bununla ilgili tespitlerim de olacak; bunları da Güney Afrika'yla ilgili bir süreci konuşurken bu kürsüden dile getirmekte yarar görüyorum.

Değerli arkadaşlarım, ülke, İkinci Dünya Savaşından sonra Mandela kendi mücadelesini sürdürürken, ırkçı politikalardan asla taviz vermiyor ve birsürü milletlerarası teşkilattan ya dışlanıyor ya kendisi çekilmek zorunda kalıyor; bunların arasında Birleşmiş Milletler de var ve İngiliz Milletler Topluluğu Commonwealth de var, 1961'de.

1968'de öğrenci olayları başlıyor ve sınıf temeline dayanan işçi hareketleri başlıyor ve bu gösterileri, ilginçtir, siyah ırka mensup din mensupları da Avrupa'daki süreçten farklı olarak destekliyorlar. Bunun üzerine hükümet, askerleri çok farklı bir şekilde teçhizatlandırıyor, silahlandırıyor, güvenlik kuvvetlerinin yanında istihbarat teşkilatını her baskıcı rejim gibi güçlendiriyor; böylece, Afrika'daki diğer komşu devletlerin kendi sınırlarına bir devrim ihraç etmesini önlemeye çalışırken, kendi insanları üzerinde de baskılarını sürdürüyor.

1976'daki başkaldırı hareketlerinde yüzlerce zenci öldürülüyor ve hiçbirinin adlî soruşturması, kovuşturması yapılmıyor. Devam eden baskı ve öldürmeler üzerine, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, Güney Afrika Cumhuriyetine silah satışını yasaklıyor. 1982'de Namibya'nın sömürgelikten kurtulmak için başlattığı hareket Güney Afrika'yı yeniden karıştırıyor; sorgusuz, yargısız öldürmeler devam ediyor; yeni anayasa yapılarak başkanlık sistemine geçiliyor. Buna rağmen, ülkedeki çatışmalar devam ediyor.

Değerli arkadaşlarım, Cumhurbaşkanı Botha, ülkesini milletlerarası yalnızlıktan kurtarmak için, o tarihte çeşitli uluslararası ziyaretler gerçekleştiriyor ve zenci çoğunluğun sesi, Güney Afrika'nın içinde baskı ve zulümle susturulmaya acımasızca da devam ediliyor. Bu Botha'nın lideri bulunduğu ulusal parti içinde meydana gelen muhalefetin de tesiriyle, 1989 Ağustosunda istifa etmek zorunda kalıyor ve yerine meşhur Frederick De Clerk geçiyor. Eylül 1989 seçimlerinde seçme hakkı bulunmayan zenciler, ülke çapında büyük bir genel greve gidiyorlar ve zencilere karşı yumuşama politikası uygulayan Cumhurbaşkanı De Clerk, Şubat 1990'da, Meclisi açarken yaptığı konuşmada, Afrika Millî Konseyi, Afrika Komünist Partisi ve 33 muhalefet örgütü hakkında bulunan yasağın kaldırıldığını açıklıyor. Ayrıca, 1962'den beri hapiste bulunan zenci lider Nelson Mandela da, De Clerk'in bu girişimi sayesinde serbest bırakılıyor. Afrika Millî Konseyi, 1991 senesinde, iktidarın halka devredilmesi için toplu eylem yılı ilan ediyor. Aynı sene yapılan Afrika Millî Konseyi toplantısında ise Nelson Mandela, uzun eziyet yıllarından sonra Başkanlığa seçiliyor.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, Mandela, 1992'de Türkiye'de çok konuşuldu. Neydi 1992'deki olay; Atatürk Uluslararası Barış Ödülü, Afrika Ulusal Kongresi Başkanı Güney Afrikalı siyaset adamı Nelson Mandela'ya verildi ve Mandela ödülü kabul etmedi. Türkiye'de değişik tepkiler oldu altını görmeden. Bu değişik tepkiler ve Türkiye'nin dışişlerinde ya da haber alma kaynaklarında ya da ilişki kurmadaki zayıflığı yüzünden, nedeni tam anlaşılamadan, o dönemin, 12 Eylül Türkiye faşizminin dayattığı birtakım resmî ideolojilerin temelinde, Mandela'nın niye bu ödülü almadığının arkası, Türkiye'de net incelenemiyor. Almamasının iki nedeni var: Bir, önemli bir Yunan başdanışmanı var ve Türkiye aleyhine, Türkiye'deki o dönem rejimiyle de ilgili, yıllardır bu mücadeleyi veren bir insana, Atatürk'ün adı olmasına rağmen, dünyadaki ilk ulusal antiemperyalist Kurtuluş Savaşının kahramanı olan bir kişinin adını taşıyan bu ödüle rağmen, bu başdanışmanın o dönemki Türkiye rejimini Mandela'ya aksettirmesiyle birinci etki noktası çıkıyor.

İkincisi ise, değerli arkadaşlarım, o da çok ilginç, buna Sayın Fatih Altaylı da değindiler bir yazısında, Hürriyette çalışırken, 5 Mart 2005 tarihinde. Burada, Sayın Başbakan Tayyip Erdoğan Güney Afrika Cumhuriyetini ziyaret ederken, Sayın Fatih Altaylı bu noktayı inceleyen bir yazı yazmıştı, önemlidir; çünkü "acı gerçekleri öğrenince, Mandela'ya olan kızgınlığım geçti, kendimize olan kızgınlığım ise arttı" diyor. "Sebebi de şu: Güney Afrika ile Türkiye arasında pek de dostane olmayan ilişkilerin temelinde Turgut Özal'ın koyduğu bomba var" diyor. O da nedir; bütün dünyada ırkçı Güney Afrika rejimine silah satışı yasaklanırken, Türkiye, maalesef, bu ambargoyu delerek, Güney Afrika'ya, o ırkçı rejime silah satan bir ülke.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, Güney Afrika konusu gelmişken bunları hatırlatmakta fayda var. Yani, Mandela'yı küçümsememek gerekir. Aslında, o ödülü Atatürk adına düzenleyenlerin, o dönem yöneticilerinin de bence ayrıca sorgulanması gerekir; Atatürk'ü, üçüncü kez söylüyorum, dünyadaki ilk ulusal antiemperyalist Kurtuluş Savaşını veren o büyük kahramanı, bu şekilde, 1992 senesinde, dünyada açıkta bıraktıkları için.

Değerli arkadaşlarım, Güney Afrika bu, geçtiği mücadeleler bu ve bugün, farklı bir noktada Güney Afrika. Yaşanan acıların üzerine sünger çekmiş, birçok noktada, esas yerli halkın temel özgürlüklerini kullandığı, seçme-seçilme hakkını kullandığı bir ülke konumunda.

Şimdi, burada, ikili ticaret boyutuna baktığımızda, Türkiye'ye ihracatı Güney Afrika'nın -hepinizin tahmin ettiği gibi- ilk kalem altın, ikinci kalem kömür; yolcu ve kargo uçağı, alaşımsız dökme demir, üç, dörtte; fakat, beşinci sırada önemli bir madde var, Güney Afrika'nın Türkiye'ye sattığı önemli bir madde var, miktarını da söyleyeceğim. Değerli arkadaşlarım, tütün satıyor Güney Afrika Türkiye'ye. Bunları ben dile getirmek zorundayım, bunlar önemli konular, düşünmemiz gerekir. Sadece Güney Afrika'yla ilgili olduğu için -tütün satan ülkelerden bir tanesi- 2000 yılında, mesela, örnek vereyim, 7 358 264 dolarlık tütün ithalatı yapılmış Güney Afrika'dan. Şu anda, benim köylüm, Bafra'da direniş yapıyor, kendisine imzalatılan sözleşme çerçevesinde tütün indirmiyor ve tüccara tütün vermemekte direniyor; hakkını aramaya çalışıyor; Denizli'de keza, Akhisar'da keza. Yani, hep ulusal dedik, mutlaka dersler çıkarmamız gereken boyutlar var.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye ile Güney Afrika arasında, 23 Haziran 2000 tarihinde, Ticaret ve Ekonomik İşbirliği Anlaşmasının tüm maddelerine iki taraf da mutabık kalarak bu anlaşma sonuçlandırılıyor ve daha sonrasında, Sayın Başbakanın, bildiğiniz gibi, ziyareti gerçekleşiyor.

Şimdi, Güney Afrika Cumhuriyeti, kıta içerisinde, hem ekonomik olarak hem de siyasî olarak ağırlığı artan bir ülkedir. Siyasî istikrar, istikrarlı bir para birimi, gelişmiş altyapısı ve teknolojisinin varlığı, kalifiye ve ucuz işgücü, gelişmiş liman olanakları gibi birçok artı değer sunmaktadır. Güney Afrika Cumhuriyeti, bugün gerçekten de Türk işadamlarının çoğunluğunun, tekstil, kömür ve ev aletlerinin oluşturduğu 100 000 000 dolara yakın yatırımının bulunduğu önemli bir ülkedir. Gerçi rakam oldukça küçüktür.

Tabiî, dün Makedonya örneğinde bahsederken, Amerika Birleşik Devletlerinin Balkanlarda karadan oluşan bir uçak gemisi oluşturma gayretlerini söylemiştim. Şimdi tek kutuplu dünyada… Ki, o tek kutup bir siyasî güç değildir, bir sermaye gücüdür ve bu sermayenin bütün gelişmekte olan ülkelerin kaynaklarına dönük talepleri çok net ve açıktır. Bugün Sayın Başkan Bush'un "yüz yıl sürecek bir savaş başladı" dediği olayların temelinde bu küresel sermayenin ucuz işgücü olanakları bularak, kullanılmamış kaynaklar bularak dünya üzerine göçünden ibarettir. Onun da askerî bekçiliğini, tabiî ki, bu sermayenin sahibi olan ülke yapmaktadır. Bugün dünyanın içinde bulunduğu tablo budur, yani, yeni dünya düzeni. Yeni dünya düzeni akademisi de var! Öyle bir akademi yok; ama, yeni dünya düzeni akademisinden mezun olan çok sayıda köşeyazarımız var Türkiye'de. Ve ne yazıktır ki, bugün Türkiye'de, Türkiye'yi tehdit eden ve temelinde emperyalist amaçların çok açık ve net bulunduğu bu kirli terör olaylarının temelinde, işte bu yeni dünya düzeni akademisinden mezun olanlar ile ne yazıktır ki -kusura bakmasınlar, bunu söyleyeceğim- eski Bekaa Vadisi mezunlarının ortaklaşa kurdukları bir dış koalisyon vardır. Yeni dünya düzeni akademisinden mezun olanlar, demin söylediğim, askerî bekçiliğini, bu tek kutuplu sermaye dünyasında, Amerika'nın üstlendiği bu düzenin dünyaya dayatılmasında -Türkiye de dahil- temelinde işte bu yeni dünya düzeni akademisinden mezun olanlar ile bunların bugünkü işbirlikçileri, eski Bekaa Vadisi mezunları vardır.

Bu koalisyonu çok iyi tanımak zorundayız değerli arkadaşlar, bu koalisyonu çok iyi bilmek zorundayız. Türkiye'nin Kürt-Türk diye bir sorunu yoktur. Biz hepimiz kardeşiz, bunu ifade ediyoruz. O savaşları biz birlikte verdik. Ama, bunun temelinde bölgeyi etnik temelde ayrıştırmaya çalışan, çok açık, Güney Afrika'sından Afganistan'ına, Makedonya'sından Çin sınırlarına ya da Kafkaslardaki turuncu devrimlere kadar hepsinde yatan temel olay budur. Onun için, Türkiye'de terör tahlilini yaparken birbirimizi kırıcı tahlillerin ötesinde, kimlerin nelere alet olduğunu bir özeleştiri yaparak da değerlendirmesi gerekiyor. Ben, Kürt kökenli yurttaşlarımıza da seslenmek istiyorum: Sağduyulu bu analizi yapabilecek, bu değerlendirmeyi yapabilecek "ben Kürdüm; bu analizi yapacak kadar aklım açık, zihnim açık ve ben, bu ülkenin, bu bayrağın, bu devletin aslî bir parçasıyım; bölünmez bütünlüğün yanındayım" diyen sağduyulu Kürt kökenli yurttaşlarımızın da temelinde, demin vermeye çalıştığım analizi, çözümlemeyi yapan tüm yurttaşlarımızın mutlaka bir pay çıkarması lazım, bir özeleştiri yapması lazım.

O sorunla bitmeyecek Türkiye'deki iş, ondan sonra mezhep sorunlarını getirecekler, tıpkı 80 öncesinde kurcaladıkları gibi; yani, Türkiye'nin kendi kaynaklarını kendisinin kullanmasına müsaade edilmeyecek değerli arkadaşlarım. Onun için, hepimize çok büyük görevler düşüyor. Birbirimizi kırmadan, birbirimizi incitmeden, insanlarımızı dışlamadan, insanlarımızı tecrit etmeden, sadece bu oyuna düşenleri tecrit ederek, sadece bu oyuna düşenleri teşhir ederek olayları sağduyuyla değerlendirmemiz gerekiyor.

Değerli arkadaşlarım, ben, konuşmamı bitireceğim.

Bu anlaşmanın onaylanması için, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak, olumlu oy kullanacağız. Sadece Sayın Başbakanın ziyaretinden sonra -Sayın Sağlık Bakanı orada, Bakan olarak temsil ettiğine göre söz söyleme hakkını da kullanacaktır- Sayın Başbakanın Mart 2005'teki ziyaretinden sonra Güney Afrika Cumhuriyetiyle, son bir yılda, Türkiye'nin - daha önceki rakamlar var- bu geziden sonra, kurulan ilişkilerden sonra iç ve dış ticaret oranlarımızda ne gibi gelişmeler sağlandı? Bu konuda da, oylamadan önce, hükümet kanadı bir bilgi verirse mutlu olacağımı ifade etmek istiyorum.

Yüce Kurulu, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsım adına saygılarımla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Koç.

Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

1 inci maddeyi okutuyorum:

TÜRKİYE CUMHURİYETİ İLE GÜNEY AFRİKA CUMHURİYETİ ARASINDA GELİR

ÜZERİNDEN ALINAN VERGİLERDE ÇİFTE VERGİLENDİRMEYİ ÖNLEME VE

VERGİ KAÇAKÇILIĞINA ENGEL OLMA ANLAŞMASININ ONAYLANMASININ

UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI

MADDE 1. - 3 Mart 2005 tarihinde Pretoria'da imzalanan "Türkiye Cumhuriyeti ile Güney Afrika Cumhuriyeti Arasında Gelir Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve Vergi Kaçakçılığına Engel Olma Anlaşması"nın onaylanması uygun bulunmuştur.

BAŞKAN - Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

2 nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2. - Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN - Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

3 üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3. - Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN - Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, tasarının tümü açıkoylamaya tabidir.

Açıkoylamanın şekli hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.

Açıkoylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, oylama için 5 dakika süre vereceğim.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN - Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, 1013 sıra sayılı Türkiye Cumhuriyeti ile Güney Afrika Cumhuriyeti Arasında Gelir Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve Vergi Kaçakçılığına Engel Olma Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının açıkoylama sonucunu açıklıyorum:

Kullanılan oy sayısı                      :                           241

Kabul              :                     241 (x)

Anlaşmanın Türkiye Cumhuriyeti ve Güney Afrika Cumhuriyeti için hayırlı olmasını diliyorum.

Sayın milletvekilleri, Muğla Milletvekili Orhan Seyfi Terzibaşıoğlu'nun, 190 Sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile 2985 Sayılı Toplu Konut Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu raporunun görüşmelerine başlıyoruz.

8.- Muğla Milletvekili Orhan Seyfi Terzibaşıoğlu'nun; 190 Sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile 2985 Sayılı Toplu Konut Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/727) (S. Sayısı:1138)

 BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Teklifin görüşülmesi ertelenmiştir.

9 uncu sırada yer alan, 23.2.2006 Tarihli ve 5462 Sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ve Anayasanın 89 uncu ve 104 üncü maddeleri gereğince Cumhurbaşkanınca bir daha görüşülmek üzere geri gönderme tezkeresi ile Adalet Komisyonu raporunun görüşmelerine başlıyoruz.

9.- Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair 23/2/2006 Tarihli ve 5462 Sayılı Kanun ve Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ile Adalet Komisyonu Raporu (1/1180) (S. Sayısı:1136) (xx)

BAŞKAN - Komisyon?.. Burada.

Hükümet?.. Burada.

Sayın milletvekilleri, komisyon raporu 1136 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde, AK Parti Grubu adına Ankara Milletvekili Haluk İpek'in, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Tekirdağ Milletvekili Mehmet Nuri Saygun'un söz talebi vardır.

İlk söz, AK Parti Grubu adına Ankara Milletvekili Sayın Haluk İpek'in.

Sayın İpek, buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA HALUK İPEK (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmeye başladığımız kanun değişikliği, 2004 yılında kanunlaştırdığımız, 1 Haziran 2005 yılında yürürlüğe giren 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 110 uncu maddesinin ikinci fıkrasını değiştiren ve üçüncü fıkrasını da yürürlükten kaldıran 5462 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, yayımlanması Sayın Cumhurbaşkanınca uygun görülmemiş ve Anayasanın değişik 89 ve 104 üncü maddeleri uyarınca bir kez daha görüşülmesi için Türkiye Büyük Millet Meclisine geri gönderilmiştir. Değişikliğin Sayın Cumhurbaşkanı tarafından bir daha görüşülmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisine gönderilmesi üzerine, kanun teklifi Adalet Komisyonunca hiçbir değişikliğe uğramadan aynen kabul edilerek huzurunuza tekrar getirilmiştir. Teklif üzerinde Grubum adına görüşlerimi belirtmek amacıyla söz almış bulunmaktayım; hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, Meclisimizin 22 nci Dönem Dördüncü Yasama Yılının 67 nci Birleşiminde kabul edilen; ancak, Sayın Cumhurbaşkanı tarafından iade edilen 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, benim de üyesi bulunduğum Adalet Komisyonunda hiçbir değişikliğe uğramadan, aynen kabul edilerek huzurlarınıza sunulmuştur.

Bu değişiklik teklifiyle, aslında, infaz sisteminde yapılması gerekli olan bir düzenleme… Bu düzenleme ise, dünya hukuk sisteminin evrensel hukuk normları standartlarında yaşamış olduğu genel bir problem olarak karşı karşıya kaldığımız bir olgudur. Yani, cezanın muhtevası, suçun niteliği ne olursa olsun, her ceza cezaevinde mi çekilmeli ya da birkısım cezaları alan insanlar bu cezalarını cezaevi dışında bir mekânda mı çekmeli gibi bir ikilemi bütün dünya yaşamaktadır. Tüm dünya, artan suç vakalarından dolayı, mevcut kapasitelerinin çok üzerinde bir yoğunluğa sahip olan cezaevleri problemleriyle karşı karşıya bulunmakta; dolayısıyla da, bu problemleri nasıl aşarız amacına yönelik olarak yapılan uluslararası hukuk organizasyonları ve toplantılarda bu konu derinlemesine tartışılmakta ve bununla ilgili çözümler aranmaktadır. Özellikle de, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi toplantılarıyla gerçekçi yöntemler ve çözümler aranmaktadır. Bu bağlamda, bakınız, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin üye devletleri, hapis cezasına alternatif belirli ceza tedbirleri hakkındaki R 776/10 sayılı tavsiye kararıyla neyi özellikle vurguluyor: "Hapis cezası yerine alternatiflere hükmedilmesini önleyen hukuksal engellerin kaldırılması amacıyla mevzuatlarda düzenleme yapılması gerekir" denilmektedir. Yine bu paralelde, hapis dışı tedbirlere ilişkin olarak, Birleşmiş Milletlerin Tokyo Kuralları diye adlandırdığı minimum standart kuralları altında tavsiye olarak aldığı kararları da var. Ayrıca, kendi mevzuatımızda da bu tür düzenlemeler yapmamız gerektiğine dair düzenlemeler de mevcuttur.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak, başka konularda olduğu gibi, ceza infaz kurumlarıyla ilgili olarak da, altına imza koyduğumuz pek çok sözleşme, pek çok uluslararası metin var. Bu konuda cezaevi standartlarıyla ilgili asgarî ilkeler, metinler var. Bunlar, olabildiğince, bugün, yarın ve daha sonraki zaman dilimlerinde de, en iyiyi yakalamak adına tartışılacak ve karara bağlanacaktır. Yani, hukuk sistemimiz, ceza infaz yasalarıyla ilgili değişiklikleri, sadece bugün değil, bundan sonra da tartışacak ve modern infaz sistemlerini hukukumuza yerleştirmeye yönelik olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisi de, bugün olduğu gibi, bundan sonra da değişik infaz sistemlerini gündeme getirecek ve yaşama geçirecektir.

Peki, Meclis olarak biz ne yapmışız; iktidarıyla muhalefetiyle Avrupa Birliği sürecini hızlandırmak üzere, Avrupa Birliği normlarını Türkiye standartları olarak tanımlamak ve anlamlaştırmak üzere, kanunlar çıkarmışız. Hep beraber Türk Ceza Kanununu değiştirdik. Hemen onun peşinden Ceza Usul Kanununu çıkardık. Akabinde İnfaz Kanununu çıkardık. Neden; çünkü, bunların hepsi bir ihtiyacın kaçınılmaz sonucuydu.

Bugün burada görüşülmesini yaptığımız kanun değişikliği de, yukarıdaki ifadelerimle gerekçesini anlatmaya çalıştığım bir süreci çağın gerçekleriyle donatmaya çalışmaktır. Bundan sonra, Batı'da olduğu gibi, bizde de bazı cezaların mutlaka cezaevlerinde değil ve bazı alternatif ceza yöntemleriyle çektirilmesine dair düzenlemeler mütemadiyen yapılacaktır. Kişinin topluma kazandırılması, suçluluk psikolojisinden çıkarılması ve daha önemlisi, topluma faydalı olacağı alanlara yönlendirilmesi hususlarında zamanın getirdiği ihtiyaçlara cevap verebilecek, toplumun gelişmesine katkıda bulunacak birçok düzenlemeyi bizler veya bizden sonra bu Yüce Meclis çatısı altında görev alacak başkaca arkadaşlar gerçekleştirecektir. Bu kaçınılmaz sürece, insanoğlu var oldukça herkes bir şekilde tanık olacaktır.

Bugünün şartlarına, düşünce yapısına, kurumsal yapısına göre getireceğimiz her değişiklik, en kısa süreç olan yarın zaman diliminde bile belki anlamını yitirecek, uygulama alanı bulamayacak ve bir şekilde ihtiyaçlar paralelinde yeniden bir değişime uğrayacak ve Türkiye Büyük Millet Meclisi de bu ihtiyaçlara göre yeniden düzenleme yapacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Meclis olarak 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirleri İnfazı Hakkında Kanunu hep beraber çıkardık. Bugün tartışmasını yaptığımız bu kanunun 110 uncu maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları şu şekildedir:

Fıkra 2: "Kadın ve altmışbeş yaşını bitirmiş hükümlülerin mahkûm oldukları altı ay veya daha az süreli hapis cezasının konutunda çektirilmesine karar verilebilir."

Fıkra 3: "Yetmişbeş  yaşını bitirmiş olup da üç yıl ve daha az süreli hapis cezasına mahkûm olanların, bu cezalarının ceza infaz kurumlarında çektirilmesi sağlık durumları itibariyle elverişli olmadığı tam teşekküllü devlet veya üniversite hastanelerince verilecek raporla tespit edilenler hakkında cezanın konutlarında çektirilmesine hükmü veren mahkemece veya hükümlü başka bir yerde bulunuyorsa, o yerde bulunan aynı derecedeki mahkemece karar verilebilir. Ancak, mahkûmiyete konu suç nedeniyle herhangi bir zarar doğmuşsa, bu zararın aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi şartı da ayrıca aranır. Bunlar hakkında beşinci fıkra hükümleri uygulanmaz."

Bakınız, mevcut uygulanan kanunda, yani, şu an var olan ve infaz sistemimize ait olan, infaz sistemimizin parçası olan kanunda, bir defa altı aylık süreyle ceza almış olanlar, altı ay ve daha az süreyle ceza almış olanlar ile üç yıl ve daha az süreyle ceza almış olanlar arasında bir ayırım yapmış, ikisi arasında, gerçekten, Anayasanın eşitlik ilkesini zorlayan veya ortadan kaldıran bir düzenleme getirmiş, birinde hiçbir önşart getirmemişken, diğerinde birden fazla şartlar getirmiştir.

Gerçekten, birinde önşartlar  konulmadığı halde, ikincisinde önşartlar konulmuş; sağlık raporu, paranın ödenme şartları, tekrar bir şart getirmişsiniz "bunlar hakkında beşinci fıkra uygulanmaz" demişsiniz. Sonra ne olmuş; gerek içinde yer aldığımız kutsal Mecliste -iktidarıyla muhalefetiyle- gerek yazılı ve görsel medyada ve gerekse sivil toplum kurum ve kuruluşları nezdinde tartışmalar hukukî zemine kaymış, olayı tabiî mecrasında tutmayı amaçlayan hukuk adamları, infaz hukukunun yasa normlarından, özellikle 110 uncu maddenin ikinci ve üçüncü fıkralarının uygulamada sıkıntılara yol açabileceği, kişiler arasında aynı uygulamadan kaynaklanacak eşitsizliklere, adaletsizliklere yol açabileceği argümanlarıyla, daha adil, uygulanabilir yeni düzenlemelerin hazırlayıcısı olmuşlardır.

Yapılan hukukî tartışmalar neticesinde, mevcut, halihazırda uygulanan 5275 sayılı Yasanın 110 uncu maddesiyle ilgili olarak fiiliyatta şöyle bir durumun vuku bulabileceği görülmüştür: Önümüzde aynı madde hükmünden faydalanabilecek 2 kişi varsa, yani, bu Ceza İnfaz Yasasının, mevcut uygulanan Ceza İnfaz Yasasının uygulamasından yararlanabilecek 2 kişi varsa, bu kişiler de aynı suçu işlemişlerse, bu kişilerden bir tanesinin borcu muaccel şekilde ödeyebileceği kesin olarak belliyse, ancak, diğer kişinin borcu henüz kesin olarak belirlenmiş net bir rakama ulaşmamış ise, bu iki kişi, bu Ceza İnfaz Yasasının bu hükmünden yararlanarak "ben borcumu ödeyeceğim, bana borcun miktarını bildirin, ben borcumu ödeyip, cezamı evimde yatmak istiyorum" diye başvurduğunda, borcu belli olan kişi parasını yatıracak ve cezanın infazıyla ilgili ev hapsinde, evinde bu cezanın infazını geçirebilecek. Oysa, borcu belli olmayan kişi "ben bu parayı ödemek istiyorum" dediğinde ödeyemeyeceği için Ceza İnfaz Yasasındaki bu hükümden yararlanamayacak; dolayısıyla, evinde hapis cezasıyla ilgili hükümden yararlanamayacağı için, de, diğer infaz kurumları olan cezaevlerinde, suçlarını, cezalarını infaz etmek zorunda olacaklar. Bu da, ceza infaz hukuku açısından, iki suçlu, iki mahkûm hakkında ayrı bir hukukî düzenleme getirdiği için de eşitsizliğe yol açmaktadır.

Bu hukukî eleştiriler paralelinde yapılan hukukî hazırlıklar neticesinde, daha objektif, daha genel ve daha adaletli düzenlemeler hazırlanmış ve bu düzenlemelerle ilgili, hepimizin birlikte tanık olduğu, Anayasadan ve yasalardan kaynaklanan tabiî süreç mecrasından çıkmadan, hukukî tartışmalar zemininde, bugün itibariyle, tekrar önümüze gelmiştir.

Öncelikle, bu yeni düzenlemenin hangi argümanları taşıdığını belirtelim; ondan sonra da, halihazırdaki yasa hükümleri ile halihazırı değiştirmeye yönelik normların kıyaslamasını yapalım.

Bakınız, şu an görüşmekte olduğumuz ve biraz sonra oylayacağımız yeni düzenleme: "13.12.2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 110 uncu maddesinin ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş, üçüncü fıkrası yürürlükten kaldırılmış ve diğer fıkra numaraları da buna göre teselsül ettirilmiştir.

'(2) Mahkûmiyete konu suç nedeniyle doğmuş zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesine dair hukukî sorumlulukları saklı kalmak üzere…"

Yani, kanunun giriş kısmı, başlığında, eğer, işlenen suç aynı zamanda bir borcun ödenmesini gerektiriyorsa, hazineye bir tazmin borcunu da gerektiriyorsa, bununla ilgili sorumlulukları saklı kalmak kaydıyla, bu sorumluluğu devam etmek üzere diyerek, kanunun (a) fıkrasında "Kadın veya altmışbeş yaşını bitirmiş kişilerin mahkûm oldukları altı ay, yetmiş yaşını bitirmiş kişilerin mahkûm oldukları bir yıl, yetmişbeş yaşını bitirmiş kişilerin mahkûm oldukları üç yıl veya daha az süreli hapis cezasının konutunda çektirilmesine hükmü veren mahkemece veya hükümlü başka bir yerde bulunuyorsa o yerde bulunan aynı derecedeki mahkemece karar verilebilir" denilmektedir.

Bu iki metni; yani, şu an uygulanan İnfaz Yasamızdaki mevcut metin ile şu andaki değişikliği kıyasladığımızda içinde bulunduğumuz durumu şöyle tasvir edebiliriz: Acaba mevcut yasa mı şahsa özel, sübjektif kriterlere sahip, hukukun eşitlik ve adalet ilkeleriyle bağdaşıyor, yoksa, getirilen -şu andaki- yeni düzenleme mi daha objektif, daha adil, daha genel, daha uygulanabilir ve daha eşit.

Kıymetli arkadaşlar, yapmak istediğimiz doğru, şimdi getirdiğimiz yasa metnidir; ancak, bu neviden düzenlemeler hiçbir zaman en mükemmel değildir. En mükemmel denildiği zaman, bu, işin tabiatına aykırı olur. Yaşamın değiştiği alanlarda, mutlaka ki, belki, ileride bu da ihtiyaçları karşılayamayabilir; ancak, burada üzerinde durulması gereken husus şudur: Bir defa, altı ay süreli mahkûm olanlar, altmışbeş yaşını bitirenler ve kadınlar, yine, yetmiş yaşında… Orada bir yıllık bir dilim getirilmiş; yani, altı ay ile üç yıl gibi aradaki büyük uçurum ortadan kaldırılmış, araya bir yıllık bir zaman getirilmiş. Yine, burada, doktor raporu ortadan kaldırılmış. Neden; çünkü, bazı kişiler rapor alabilir, bazıları alamayabilir. Bu dahi Ceza İnfaz Yasasında bir eşitsizliğe sebep olmasın diye, bu düzenleme de getirilmiştir.

Bu düzenlemeden, şartları taşıyan her Türk vatandaşı istifade edecektir. Mevcut yasadaki gibi adaletsizliklere, hukukî sıkıntılara, eşitsizliklere yol açabilecek ayrı sistemleri tek bir düzen içinde toplayarak, sistematik bir bütünlüğe kavuşturduk. Böylece, herkes için farklı olanı aynı statüye taşıyarak, herkes için eşit kılarak, hukuk adına önemli bir adım atmış oluyoruz.

Ayrıca, şu anda uygulanan mevcut yasada, şartlı salıvermeden yararlanacakları hükme bağlamışken, bu yeni düzenlemeyle evinde hapis yatanları şartlı salıverme hükümlerinden yararlandırmıyoruz. Bu hüküm, tabiî ki, bu yasa çıktıktan sonra ceza alanları ilgilendirecek bir düzenlemedir; yani, bu yasa yürürlüğe girdikten sonra, yargılanan, mahkûm olan, ceza alanları ilgilendirecektir. Bundan önce, şu an, mevcut yasadan, şartlı salıvermeyle ilgili hükümlerden daha önce mahkûm olanlar yararlanabilecektir.

Bunun sonucu şudur: Eğer, kişi, almış olduğu bu cezalarla, evinde hapis hükmünden yararlanmak istiyorsa, o zaman, hani… Normal cezaevlerinde, ceza ve tutukevlerinde yatanlar cezalarının bir kısmını yattıktan sonra diğer kısmını dışarıda geçiriyorlar; yani, bihakkın tahliye tarihine kadar şartlı salıverme hükümlerinden yararlanıyorlar. Halbuki, evinde bu mahkûmiyeti çekecek olanlar, şöyle bir tercih yapacaklar: Ben şartlı salıvermeden yararlanmak istiyorsam, normal cezaevinde yatacağım; ama, ben şartlı salıvermeden yararlanmak istemiyorum, ben cezamı evimde çekmek istiyorum diyorlarsa, bununla ilgili hükümden yararlanabilecekler. Ancak, tekrar söylüyorum: Bu düzenleme, bundan sonra, yani bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonraki verilen mahkûmiyet hükümleriyle ilgilidir. Bundan öncekilerle ilgili uygulanmayacak, onlar şu andaki mevcut yasayla ilgili, şartlı salıvermeyle ilgili haklarını kullanabileceklerdir.

Saygıdeğer milletvekilleri, tüm bu hususları dile getirdim. Esasen vaktim de var, söyleyeceğim şeyler de var; ama, sözlerimi çok daha fazla uzatmak da istemiyorum.

Son olarak, Cumhurbaşkanının iade gerekçesiyle ilgili, tutanaklara geçmesi açısından, hukuk adamlarının konuyu tartışması açısından da, şunu özellikle belirtmek istiyorum: İade gerekçesinde, Cumhurbaşkanı, mevcut yasa ile kendisine göndermiş olduğumuz bu yasayı kıyaslayarak iade etmesi gerekirdi. Mevcut yasaya şöyle baktığımız zaman, kişiye özel, eşitsizliğe yol açabilecek hükümleri varken, şu anda görüşmüş olduğumuz, oylayacağımız yasa, genel, eşitliğe daha uygun ve kişiye özel hükümler taşımayan bir yasa hükmüydü. Cumhurbaşkanı, bunu, iade gerekçesinde, kişiye özel bir hale getirerek, bana göre, bir hukukî hata yaptı. Ancak, komisyonumuz görüşmelerinde Cumhurbaşkanının iade gerekçelerine itibar etmeyerek, aynen kanunu görüştü ve şu an huzurunuza geldi.

Hukuk sistemimize, ceza infaz sistemimize gerçekten çok güzel bir madde kazandırıyoruz. Bundan sonra uygulamasını takip edeceğimiz ceza infaz yasalarına modern, eşitliğe uygun bir yasa maddesi kazandırıyoruz. Bunun devamının geleceğini, devamının yine Meclis tarafından düzenlenmesini diliyorum. Bu konu üzerinde, kamuoyu, hukukî gerekçelere yeterince vâkıftır. Bu sebeple, fazla zamanınızı almak istemediğim için huzurunuzdan ayrılıyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyor ve kanuna olumlu oy vereceğimizi bildiriyor, saygılar, sevgiler... (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın İpek.

Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Tekirdağ Milletvekili Sayın Mehmet Nuri Saygun; buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA MEHMET NURİ SAYGUN (Tekirdağ) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanunun üçüncü tekrarında gene bu kürsüde sizlere hitap etme şansını elde ettim; hepinizi sevgilerimle, saygılarımla selamlıyorum.

Efendim, gene, bugün… Bir müddet önce yaptığım konuşmada bir şey söylemiştim: Meclis çok çalışıyor, gece geç saatlere kadar çalışıyor; ama, ne yazık ki, bu geç saatlere kadar çalıştığımızın önemli bir bölümünü, yaptığımız eksiklikler yüzünden tekrarları yaşamak nedeniyle yaşıyoruz. İşte, şu anda görüşmekte olduğumuz bu yasanın bu Genel Kurula üçüncü gelişi.

Efendim, bu yasa daha 1 Haziran 2005'te yürürlüğe girdi. İki ay sonra, yürürlüğe giren bu yasanın değişikliğini içeren bir çalışma yapıldı. Bu çalışmalar İktidar Partisi milletvekilleri tarafından genelde kanun teklifi olarak getiriliyorsa da, hepimizin bildiği bir gerçek var. Bunlar, aslında, kanun teklifi olmaktan öte, tasarı niteliğinde. Bunu, çok değil, daha onbeş yirmi gün önce Adalet Komisyonunda yaşadık. Bir Adalet ve Kalkınma Partili milletvekili arkadaşımızın getirmiş olduğu kanun teklifiyle ilgili kendisini biraz zorladık, bazı sorular sorduk ve arkadaşımız bir saat  sonra kanun teklifini geri aldı; çünkü, o teklif onun değildi, bu bir tasarı niteliğindeydi, imza atmıştı, getirmişti iyi niyetle, yanlışlıkları görünce geriye çekmek zorunda kaldı. Bu gelen, yani 1 Haziran 2005 tarihinden sonra gelen teklifler de aslında birer tasarıydı. Önce Kilis Milletvekili Hasan Kara tarafından bir hazırlık yapıldı, o geldi, Adalet Komisyonuna getirildi, biz gereken muhalefetimizi yaptık; ama, geçti. Çoğunluk sizde, Adalet Komisyonundan o teklif geçti. Sonra, bilmiyorum neden, o teklif rafa kaldırıldı, komisyondan geçmiş olan teklif, buraya, Genel Kurula indirilmedi, bilahara gene örtülü bir tasarı teklif halinde -şu bugün görüştüğümüz- hazırlandı, tekrar geldi, görüşüldü, gene bizim muhalefetimize rağmen kabul edildi ve Genel Kurulun huzuruna getirildi.

Değerli arkadaşlarım, birincisi, bu kürsüden sık sık söylediğimiz bir şey var; yasa yapmak, hem teknik hem beceri hem de bir disiplin işidir. Teknik olabilir, beceri olabilir; ama, disiplin yönünden birtakım eksiklikler olursa, birtakım özel düzenlemelere ihtiyaç duyulur da, bunları ne şekilde hallederiz diye bir çalışma yapılırsa, sonuçta, bu Meclis sık sık hata yapmak zorunda kalır. Yapılan oylamada kabul edilen yasalar bir şekilde döner ve biz, tekrar, aynı konuyu görüşmek durumunda kalırız.

Şimdi, bu yasa gelmeden önce, şu değişiklik gelmeden önce, Haziran 2005'te yürürlüğe girecek olan yasada böylesine bir özel infaz rejimi yoktu. Hazırlanmış olan tasarıda -ki, ilk Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun bir tasarıdır- böyle bir hüküm yoktu. Bu hüküm olmamasına rağmen Adalet Komisyonuna bir önerge geldi. Bu önergeye birtakım gerekçeler eklendi ve her ne kadar "kişiye özel değildir" diye, burada, az evvel konuşmacı arkadaşım söylediyse de, pek öyle "kişiye özel değildir" ibaresi olmaz; çünkü, o komisyonda önerge getirilirken isim verilerek getirildi. Yani "bu ülkede Başbakanlık yapmış birisinin belli bir yaştan sonra cezaevine girip yatması doğru olmaz, sağlığı da müsait değil" şeklinde bir teklifle geldi ve değerli arkadaşım, az evvelki konuşmacı arkadaşım da o komisyonun üyesi.

Bu komisyonda bu konuşuldu, tartışıldı ve hakikaten, bu ülkede Başbakanlık yapmış, sağlık yönünden cezaevini taşıma şansı olmayan birisinin cezaevinde yatması doğru olmayabilir düşüncesiyle katkı sunduk.

Yalnız, biz katkı sunarken bir koşul verdik, bir koşulumuz vardı, dedik ki: "Arkadaşlar, bu mahkûmiyet kararının esası, bir kamuya verilen zarara dayalıdır. Bu kamuya verilen zararın ödenmesini koşul koyalım. Eğer, bunu onaylıyorsanız biz de destek veririz." O gün, Adalet ve Kalkınma Partisinin komisyon üyeleri onay verdiler. Önerge birlikte hazırlandı, imzalandı ve sunuldu. O gün onay veren ve altına imza atan -isim söylemekte de sakınca duymuyorum- Gaziantep Milletvekilimiz Mahmut Durdu -Cumhurbaşkanına gitmeden önce, yakın bir gelecekte, bu yasayı tekrar görüşüp, kabul edildiğinde sizin oylarınızla- bu kürsüye çıkıp, dedi ki: "Efendim, alacak garanti ya, böyle bir hükme niye ihtiyaç var?" Şimdi, arkadaşlar, bizatihi, biz bize, karşı karşıya oturduk, görüştük ve bu koşulla, bu madde değişikliğine onay verdik; yani, o gün, Mahmut Bey, bizimle aynı fikri paylaşıyordu. O gün, Adalet ve Kalkınma Partisinin komisyon üyeleri bizimle aynı fikri paylaşıyorlardı da, sonra ne oldu da bu fikirden vazgeçtik ve kamunun uğramış olduğu zararı tahsil etmekten vazgeçtik?!

Şimdi, az evvel, Sayın İpek dedi ki: "Efendim, alacağın tahsili konusunda herhangi bir şey yok" ve yasayı da gayet güzel bir şekilde okudu, işte, "hukukî haklar saklı kalmak üzere…" Değerli arkadaşlarım, siz  bu yasaya yazsanız da yazmasanız da, hukukî haklar zaten saklıdır; yani, siz, asliye hukuk mahkemesinde görülmekte olan bir davadaki, alacak davasındaki, çıkabilecek kararı önleme hakkına sahip misiniz ki "biz buraya yaptık, alacak artık alınabilir" gibi bir söz sarf ediliyor bu kürsüden? Böyle bir hakkımız yok efendim! Eğer konu yargıya intikal etmişse, yargı zaten o konuda kararını verecektir. Bu konuda, Adalet ve Kalkınma Partisinin veya Genel Kurulun böyle bir yasal düzenleme yapmasına ihtiyacı yoktur. Yani, özcesi, bugün, sizlerin oyuna sunulacak olan bu talep, eğer, sadece, hukukî alacak teminat altına alındı iddiasına dayalıysa, bu iddia, tamamen içi boş, çürük ve hiçbir mesnedi olmayan bir iddiadır. Bir kere, bu tarafıyla bakarsak, bu değişikliğin, alacağı teminat altına almadığını görürüz.

Şimdi, biz, geçen sefer bu konuşulurken, değerli arkadaşlarım, bir şey söylemiştik. Adalet ve Kalkınma Partili milletvekilleri buraya çıkıp dediler ki, efendim, alacak muayyen değil, alacak belli değil; yani, siz diyorsunuz ki; alacağı ödesin. Peki, neyi ödeyecek?

Değerli arkadaşlarım, görülmüş bir ceza davası ve ilgilisi hakkında verilmiş bir mahkûmiyet kararı var. Bu mahkûmiyet kararına konu olan dava açılırken, şikâyetçi olan kurum, uğramış olduğu maddî zararı, kamunun uğramış olduğu maddî zararı yargıya iletir. Dosyada da bu rakam çok açık ve nettir; yani, ne kadar para olduğu belli değil… Evet, ondan sonrasına faiz işlemiştir. İşte o işleyen faizler, hukuk mahkemesiyle tahsil edilebilir, o ayrı bir olay; ama, kamunun zarara uğradığı ana alacağın bu düzenleme içinde ödenmesi, kamunun uğrayabileceği bir zararı önlemeye yönelikti. Bizim bu konuda talebimiz vardı, uygun bulunmadı.

Sadece bu mu; hayır, bir başka husus daha var değerli arkadaşlarım. Şimdi, biz, bu düzenlemeyi yaparken, özellikle mahkûmiyet süresini esas alarak bir şart daha getirdik, dedik ki; sağlık koşulu; yani, eğer üç sene gibi küçümsenmeyecek ve kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezaların -hapis cezasının- üstünde bir hapisle mahkûm olmuş birisi var ise, bunun, özel infaz rejimlerinden istifade etmesi prensip olarak doğru değil. Zaten prensip olarak doğru olmadığını, biraz sonra yasanın hangi bölümüne sığdırmaya çalıştığınızı ifade ettiğimde de göreceksiniz. Şimdi, buna bir özel statü getirmek lazım. Ne yapmak lazım özel statü olarak; o zaman, sağlık koşulu arayalım; yani, belirli bir süre, kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezanın fevkinde bir cezayı özel infaz rejimlerinin içine dahil edeceksek, o zaman, onun, sağlık yönünden bir problemi olması gerekir, cezaevinde yatabilmesinin, onun hayat bütünlüğünü, hayatını tehlikeye sokabilecek bir niteliği olması gerekir, bu nedenle de sağlık raporu alınması gerekir demiştik ve bizim iddiamızla, düzenleme de öyle yapılmıştı.

Az evvelki konuşmacınız Sayın İpek ise kalktı dedi ki -çok da ilginç bir sözdü-: "Efendim, kimileri rapor alabilir, kimileri rapor alamaz." Şimdi, eğer ben, bunu sağlık açısından algılarsam, söylediğine onay veririm; yani, adam sağlamsa rapor alamaz, "adam sağlıksızsa rapor alır" anlamınaysa, söyleyecek bir sözüm yok; adam zaten sağlıklıysa, gitsin cezasını çeksin o zaman diyorum.

Yok, eğer, Sayın Haluk İpek, bu lafı söylerken, "efendim, kurumlar torpillilere rapor veriyor, torpilsizlere rapor vermiyor" diye bir iddiadaysa, arkadaşım, iktidar partisinin milletvekilisin…

AHMET YENİ (Samsun) - Demedi öyle bir şey.

MEHMET NURİ SAYGUN (Devamla) - Aynen söylediği söz burada.

… burası da yakınma duvarı değil. Eğer böyle bir iddianız varsa, gereğini yerine getirin o zaman.

HALUK İPEK (Ankara) - İlk söylediğin gibi.

MEHMET NURİ SAYGUN (Devamla) - İlk söylediğim gibi…

Şimdi, ilk söylediğim gibiyse, o zaman, çok açık zaten. Adamın sağlığı elveriyorsa ve cezası da kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezanın üstündeyse, o zaman, gitsin cezaevinde cezasını çeksin. İlk düzenlememiz de bu merkezdeydi.

Şimdi, bu ikisi, bizim için önemli birer kıstastı. Israr ettik, anlatamadık. Sonra, sizin oylarınızla bu yasa buradan çıktı ve o gün, ben, konuşmamda -iyi hatırlıyorum, tutanakları da alıp "acaba" diye baktım- aynı şeyi söylemişim. Bizim kimseyle bir organik bağımız yok; ama, aklın yolu bir, hukuk mantığının yolu bir.

Arkadaşlar "bu yasayı, biz, eğer onaylarsanız, bir kez daha görüşeceğiz" demiştim; bir kez daha görüşüyoruz. Şimdi, bu, burada biter mi; bu, bir başka yargı kanalıyla iptal mi edilir… Ben, yine, buradan -öyle falcılık yapar gibi değil ama- bir hukuk mantalitesiyle gördüğümü söyleyeyim. Bu yasa, bir şekilde, yine, yüz geri, geri döner gibime geliyor ve biz, işte, o fazla mesailerimizi, bu yasanın dördüncü defa tekrarında, bir değişiklik yaratmak suretiyle getireceğiniz dördüncü tekrarında bir kere daha fazla mesai yaparız. Ondan sonra da deriz ki, Meclis çok çalışıyor. Şimdi, 3 maddelik bir yasayı dört defa görüşürsek, bu Meclis çok da çalışsa, az da çalışsa, üretim ne kadar olur; onu, hep beraber oturup düşünelim.

Değerli arkadaşlarım, sadece bu kadar değil; bir başka sakınca daha var. Cumhurbaşkanımızın iade tezkeresindeki, geri gönderme tezkeresindeki gerekçeleri, zaten, az evvel kendi iddialarımızla birlikte, kendi iddialarımızı sayarken gördük, örtüşüyor. Yani, çok fazla nüans farkı yok. Zaten, bir hukuk mantığı, bu iddiaların bu şekilde olmasını gerektirirdi; fakat, bir başka şey daha var. Bunu, çok hızlı kanun çıkarmak… Getirdiğiniz, hazırlanmış ve bizim incelediğimiz kanunlara son dakikada getirdiğiniz değişiklik önergeleri yüzünden, bazen, eğriyi doğruyu yakalamada zorlanıyoruz, bazen elden kaçıyor, hepimizin elinden kaçıyor. Yani, biz, Cumhuriyet Halk Partisi Adalet Komisyonu üyeleri olarak, kanun geliyor, inceliyoruz, komisyona geliyoruz; komisyona son dakikada, hemen, iki imzalı bir önerge geliyor; hop, ne oluyor diyene kadar, doğru mu, yanlış mı bakalım diyene kadar geçiyor. Tabiî, bir yanlışlık varsa, o yanlışı da hep beraber sırtlanıyoruz. Tabiî, sonuçta da, Genel Kurulda, getiriyoruz, hatalarımızı görüyoruz. Şimdi, bu yasada biz bir hata yapmışız, bu değişiklik önergesinde. Bu, çok hızlı geldiği için, bizim de yakalamamıza fırsat vermemiş.

Değerli arkadaşlarım, ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazı hakkındaki bu kanunun temelinin 110 uncu maddesini de kapsayan bölümünü açıp baktığımızda, ilginç bir tabloyla karşılaşıyoruz. Bu bölüm, kısa süreli hapis cezalarının özel infaz rejimlerini düzenliyor. Şimdi, bölüm başlığı bu. Kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezalar deyince, o zaman, kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezaların süresine bakmak lazım. Efendim, yasamız bunu çok net açıklamış; bir yıl ve daha kısa süreli hapis cezaları...

Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; şimdi, bir yıl ve daha kısa süreli bir hapis cezasından bahsediyoruz ve ancak o nitelikte cezaların özel infaz rejiminin tabi kılınacağı bir maddeden konuşuyoruz. Bu değişiklik de o maddede. Açıyoruz maddeyi -artık, dördüncü kez geldiği için, hepimiz iyi kötü ezberledik diye düşünüyorum- bakıyoruz, üç yıla kadar. Şimdi, üç yıla kadar hapis cezası, kısa süreli hürriyeti bağlayıcı hapis cezası değil; ama, düzenleme, kısa süreli hürriyeti bağlayıcı ceza şablonu içinde. Diyeceksiniz ki, ne olur? Evet, şimdi, bunun bu bölüme girmesi konusunda yasal bir engel, ille de bu bölüme girmez diye bir engel yok; ama, yasa düzenleme formatlarında ve bugüne kadarki uygulamalarda, Türk hukuk sistemindeki teamüllere baktığınızda, madde düzenlemeleri, o maddenin içinde bulunduğu bölüm kapsamında mütalaa edilir. Şimdi, o zaman ne yapmamız lazım. Eğer, buradaki mütalaa kısa süreli hapis cezasıysa, bu değişikliğin buraya sığması mümkün değil. Bu, bir hukuk ayıbıdır; bu, bir hukukî hatadır. Hadi vazgeçelim, maddedeki yapılanmayı bırakalım, efendim, özel yasa olduğunu bir köşeye koyalım, kamuya verdiğimiz zararı bir köşeye koyalım, onun tahsilinden vazgeçtiğimizi bir köşeye koyalım, hepsini bırakalım; ama, biz, bir yasal düzenleme yapıyoruz ve yaptığımız yasal düzenlemenin hukuk sistemi içinde, gelecekte hukukçular tarafından "yahu, hayret bir şey, hiç mi bunlar yasa yapmasını bilmiyorlarmış; yani, şu maddenin, şu bölümün içinde böyle bir hüküm olur mu" diyecekler ve bu söz, 22 nci Dönem Parlamentosuna ait olacak. Cumhuriyet Halk Partisi olarak, biz, bu hukukî ayıba ortak olmuyoruz; ısrarla, bu maddenin bu bölümde yer alamayacağını tekrar ediyoruz, yineliyoruz ve sizleri de uyarıyoruz.

HALUK İPEK (Ankara) - Başlığı değiştiririz o zaman.

MEHMET NURİ SAYGUN (Devamla) - Efendim, çoğunluk sizde; oylarsınız ve geçersiniz. Eh, o zaman, gelecekte, özellikle yeni yetişecek hukukçularda, yeni nesillerde bu yasal uygulamaya bakıldığında, bu yasaya bakıldığında, bu hatayı gördüklerinde, bizim zapta geçen bu sözlerimizle en azından sizden ayrı düşündüğümüzü ve bu hukuk ayıbına ortak olmadığımızı, buradan, daha bugünden onlara duyurmak istiyorum.

Israrcı olmanın bir anlamı yok değerli arkadaşlarım; yani, hukukî yanlışı bileceğiz, kamuya verilen zarardan vazgeçeceğiz, sağlık raporunu ortadan kaldıracağız ve ne olursa olsun bu yasayı çıkaracağız ve biz, bu yasayı çıkarırken, ondan sonra da buraya geleceğiz, rahat bir şekilde "efendim, bu özel bir yasa falan değildir, bu genel bir yasadır" diyeceksiniz.

Değerli arkadaşlarım, ne siz söylediklerinize inanıyorsunuz -bu sözü sarf eden arkadaşlarım- ne de bizi inandırabiliyorsunuz ne de bu ülkede bu konuyla ilgili hassasiyet gösteren, bunu takip eden vatandaşlarımız inanıyor. Haa, bu bir oy kaybı olur olmaz; ben, işin o tarafında değilim; ama, hukukçu kimliğimizle, bu işi doğru yapmamız gerektiğine inanıyorum.

Bakın, Komisyon burada, Bakanımız da burada. Bir uyarı görevimi tekrar ediyorum; aldığımız duyumlara göre, çok kısa bir süre sonra, yine bir torba yasa geliyor. Ceza Yasasında 60-80 tane madde mi değiştirirsiniz, 100 tane mi değiştirirsiniz; yani, nasıl olsa, boyacı küpü gibi sokup çıkarıyoruz, önce yapıyoruz, "aa, olmadı" diyoruz, bozuyoruz; yine geliyor. Ben, bugünden sizin bilgilerinize sunuyorum.

Şimdi, hiç olmazsa, şunu geri çekin, o torba yasanın içinde şeklen doğru olabilecek bir yere koyun. Hiç olmazsa, bu hukuk ayıbını bir kurtarın, ondan sonra, esasıyla ilgili bir daha tartışalım. Ha, bana sorarsanız, Cumhuriyet Halk Partisinin düşüncesini sorarsanız, bu, sadece şeklen bir yere oturtturmak değil…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Saygun, konuşmanızı tamamlayınız.

MEHMET NURİ SAYGUN (Devamla) - Bitiriyorum zaten Başkanım.

…onun yanında, kamuya verilen zararı da tazmin ettirebilecek bir uygulama koyalım, sağlık raporunu koyalım.

Yani, değerli arkadaşlarım, insanların sadece yaşları, cezaevinde yatmaması için bir gerekçe olmaz. Bu sözü burada söylerken, geçmiş dönemde Başbakanlık yapmış birisi ille cezaevine girsin gibi bir ısrarın peşinde değiliz. O ısrarın peşinde olsaydık, o günkü o değişiklik önergesinin altında bizim imzamız, bizim katkımız olmaz idi; ama, lütfen, hukuka uygun, doğru, ciddî bir düzenleme yapalım. Alın bunu, o torba yasanın içinde, bizim de iddialarımıza uygun, kamunun zarar görmeyeceği bir mantaliteyle yeni baştan düzenleyin. Yeni baştan düzenlerseniz, işte, o zaman, Mecliste tekrar bir bütünlük yakalanabilir, birlikte değerlendirir ve birlikte onaylayabiliriz; ama, bu haliyle, özellikle yolsuzlukların önüne geçme iddiasında olan bir siyasî partinin, bir iktidar partisinin yolsuzlukların önüne geçmeye çalışırken, bir anda birisi için bundan rücu edip, kamuya olan borcunun ödenmemesi için yapılan bir düzenlemeye, biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak onay veremeyiz. Kamuya verilecek olan bir zararı, Cumhuriyet Halk Partisi onaylayamaz, bu anlamdaki bir yasal düzenlemeye destek veremez, katkı sunamaz.

Bu nedenle, Cumhuriyet Halk Partisi olarak bu değişikliğe bizim oyumuz hayır; ama, bir kez daha tekrar ediyorum; Mecliste çoğunlukta olmak, yanlış yapmak için yeterli bir gerekçe değildir arkadaşlar. Çoğunlukta olarak bile bile bu yanlışı yapmanın, doğru bir anlayış olmayacağına inanıyorum. Değerlendirmesini sizlere bırakıyorum, değerlendirmesini Bakanımıza bırakıyorum. Belki bu görüşmelerden sonra geriye de çekilebilir. En doğru anlayışın o olacağına inanıyorum.

Hepinizi saygılarımla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Şahsı adına, Kırıkkale Milletvekili Ramazan Can.

Sayın Can, buyurun efendim.

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 1136 sıra sayılı Cumhurbaşkanınca bir daha görüşülmek üzere iade edilen Kanun üzerinde söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

AK Parti milletvekilleri Sayın Sadullah Ergin, Sayın Hayati Yazıcı ve Sayın Haluk İpek tarafından verilen önergeyle, Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 110 uncu maddesinde değişiklik yapılmış ve Genel Kurulca kabul edilerek Cumhurbaşkanına onay için gönderilmişse de, Sayın Cumhurbaşkanınca, bir daha görüşülmek üzere Meclise iade edilmiştir.

Her şeyden önce, anılan teklifle 5275 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin ikinci fıkrası aynen "mahkûmiyete konu suç nedeniyle doğmuş zararın aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesine dair hukukî sorumlulukları saklı kalmak üzere; kadın veya altmışbeş yaşını bitirmiş kişilerin mahkûm oldukları altı ay, yetmiş yaşını bitirmiş kişilerin mahkûm oldukları bir yıl, yetmişbeş yaşını bitirmiş kişilerin mahkûm oldukları üç yıl veya daha az süreli hapis cezasının konutunda çektirilmesine hükmü veren mahkemece veya hükümlü başka bir yerde bulunuyorsa o yerde bulunan aynı derecedeki mahkemece karar verilebilir" şeklinde değiştirilmiştir.

Dikkat edilirse "mahkemece karar verilebilir" denilerek hâkime  takdir yetkisi verilmektedir, emredici bir hüküm yoktur; dolayısıyla, hâkim bu konuda takdir yetkisiyle bir karar verecektir.

Bu teklifle, yetmişbeş yaşını bitirenlerden üç yıl ya da daha az süreli hapis cezası verilenlerin cezalarını konutunda çektirilmesi için aranan "hükümlünün sağlık durumunun cezasını infaz kurumunda çektirilmesine elverişli olmadığının tam teşekküllü devlet hastanesinde ya da üniversite hastanelerinden verilecek  raporlarla saptanması ve işlenen suç nedeniyle doğan zararın aynen iade, suçtan önceki hale getirme ya da tazmin yoluyla tümüyle giderilmesi" şartları kaldırılmıştır.

Öncelikle, sağlık raporunun alınması koşulunun kaldırılması, yerinde bir karardır.  Zira, uygulamada sağlık raporlarının alınmasındaki suiistimaller bilinmektedir. Her ne kadar gerekli tedbirler alınsa da, nüfuzu olanın haksız olarak bu raporu  aldığı, haklı olduğu halde bu raporu alamayanların da olduğu, fiilen Türkiye'de bir realitedir.

MEHMET NURİ SAYGUN (Tekirdağ) - İktidar Partisisin; halledeceksin!

RAMAZAN CAN (Devamla) - Diğer yandan doğmuş zararın aynen iade, suçtan önceki hale getirilmesi haklarının mahfuz tutulduğuna dair vurguyla başlanarak, hukukî sorumluluğun özel infaz rejiminden yararlanmanın önkoşulu olması, belki ceza hukuku açısından yerinde olabilir; ama, infaz rejimi ve hukuku açısından isabetsiz bir karardır; bundan sarfınazar edilmesi de yerindedir. Ayrıca, 110 uncu maddede istisnaî hükümler vardır. Bu istisnaî hükümlerden şimdi birisi yararlanabilir, ama, yarın bir başkasının yararlanmayacağı anlamına gelmez.

Ceza hukukunu hâkim tatbik ederken, maddî zararın failce karşılanıp karşılanmadığına bakarak kararını verir. Eğer zarar karşılanmışsa, failin lehine karar verilecektir. Bu ceza siyaseti gereğidir; ancak, infaz siyasetinde hukukî sorumluluğun  önkoşul olması kabul edilemez.

Bu yönden de Cumhurbaşkanının iade gerekçesi yerinde değildir. Zira Sayın Cumhurbaşkanı, af yetkisini kullanırken, belki sağlık raporunu istiyor, ama, mahkûmun vermiş olduğu zararın karşılanıp karşılanmadığı hususunu sormuyor. Sayın Cumhurbaşkanı, tabiî ki, Anayasanın kendisine vermiş olduğu yetkiyi kullanıyor; ama, af yetkisini kullanırken, affettiği insanların güvenlik güçlerimizle maalesef dağda girmiş olduğu çatışmada ölü veya diri olarak ele geçirilmesi belki kanun önünde mahkûm etmiyor; ama, kamu vicdanında aklandığını da tahmin etmiyorum. Bu affedilen insanların alınan sağlık raporları gerçekten sahi mi, düzen mi, bunun araştırmasını Sayın Cumhurbaşkanı cumhur adına yaptırmış mı diye sormaktan kendimi alamıyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bir kanun hükmünden yararlanacak olan kişilerin sayısının sınırlı olması, bu kanunun öznel veya kişiye özgü bir kanun olduğunu göstermez. Zira, 1940'lı yıllarda, Meclisimiz, Suna Kan ve İdil Biret adındaki öğrencilerin yurt dışında burslu okuması için kanun çıkarmıştır. Bu da gösteriyor ki, yasama organının takdir yetkisini kullanması söz konusudur. Öte yandan, yasa koyucu, infaz rejimini düzenleyen ilkeler çerçevesinde, hükümlü yaşı, ceza süresi, sağlık durumu gibi kıstaslar alarak düzenleme yapabilir. Bu kapsamda, bir kanunun öznel veya kişiye özgü olması için ya ilgili kişiler gözetilerek bir düzenleme yapılması, bu suretle diğer kişilerin de kanundan yararlanmasının mümkün olmaması ya da yapılan düzenlemeye ancak ilgili kişiden başkalarının girmemesi gerekir. Nitekim, bu kanunun hayli kişilerce yararlanacağı ve ileriye yönelik yararlanması da hüküm altına alınmıştır.

Öte yandan, konuyla ilgili olması açısından, YÖK Başkanı, Anayasa Profesörü Sayın Erdoğan Teziç -İstanbul Hukuktan aynı zamanda hocam olurdu- Anayasa Hukuku kitabının 8 inci baskısının 52 nci sayfasında aynen şöyle diyor: "Cumhurbaşkanınca geri gönderilen kanun metnine Türkiye Büyük Millet Meclisinin hiçbir değişiklik yapmayarak aynen sahip çıkması durumunda, yani, yasama organının kendi ilk metninde direnmesi karşısında, Cumhurbaşkanı kanunu yayımlamak zorundadır. Bu durumda, Cumhurbaşkanı, kanunun Resmî Gazetede yayımlanmasından başlayarak altmış gün içerisinde, Anayasa Mahkemesine aykırılığı nedeniyle bu kez dava açma ve iptal yetkisi hakkını kullanabilir.

Cumhurbaşkanına kanunlar için Anayasa Mahkemesine doğrudan iptal davası açma yetkisi tanıdığına göre, Cumhurbaşkanının, kanunları bir daha görüşülmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisine geri göndermesi yerine iptal davası yoluna başvurması -Sayın Teziç'e göre- daha isabetlidir." Sayın Cumhurbaşkanı, Anayasa Profesörü Sayın Erdoğan Teziç gibi düşünmüyor, aksine, yerindelik denetlemesi yapıyor. Kaldı ki, Anayasa Mahkemesi bile yerindelik denetimi yapamaz, kanun koyucunun iradesi yerine geçemez, kanun koyamaz. Bu, Anayasa Mahkemesinin olmadığı halde, Sayın Cumhurbaşkanı bu hakkı ve bu yetkiyi nereden alıyor diye sormak gerekiyor.

Cumhurbaşkanı, Anayasanın 89 uncu maddesine göre, Türkiye Büyük Millet Meclisince kabul edilen kanunları 15 gün içinde yayımlar; yayımlanmasını kısmen veya tamamen uygun görmediği kanunları bir daha görüşülmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisine geri gönderebilir. Prof. Teziç, tabiî ki, bu göndermeye karşı çıkmasına rağmen -daha isabetli değil diye karşı çıkıyor- Cumhurbaşkanı ise, geri göndermeye devam ediyor.

Yine, Hocam Prof. Teziç'in Anayasa Hukuku kitabının 188 inci sayfasında, aynen "Anayasada belirtilen amacı ya da kamu yararını gerçekleştirmek amacıyla, kanun koyucu, belli bir sonuca ulaşmak için, değişik yolların seçimini -dikkat ederseniz- siyasî tercihlerine göre yapmakta serbesttir" deniliyor. "Burada, takdir yetkisi kanun koyucuya aittir. Bu husus, Anayasa Mahkemesinin denetine girmez" diyor Sayın Teziç. Bu görüş de, siyasî tercih hakkını kanun koyucuya vererek, kanunun iptalinin Anayasa Mahkemesinde değerlendirmesinde, mahkemenin kanunun siyasî tercihle konulduğu yönünde denetimde bulunamayacağına işaret ederken, Anayasa Mahkemesinin dahi kullanamadığı denetimi, sağ olsun, Sayın Cumhurbaşkanı, bu yetkiyi kendisinde görerek, kanunu geri iade ederek gönderebiliyor.

Sayın Hocam Teziç iyi bir anayasa hukukçusudur, bu görüşünde de isabet vardır. Sayın Teziç ile Sayın Cumhurbaşkanı, maalesef, bu konuda anlaşamıyor. Diğer yandan, Sayın Cumhurbaşkanı Anayasa Mahkemesi Başkanlığından geldiği için, bazen, kendilerinin Cumhurbaşkanı sıfatını unutarak, Anayasa Mahkemesinin Başkanı zannediyor herhalde diye düşünüyorum.

Yine, Teziç'e göre, devlet başkanının siyasî açıdan mutlak sorumsuzluğunun nedeni, Parlamento ile hükümet arasında ortaya çıkabilecek uyuşmazlıklarda tarafsızlığını sağlayabilmesidir. Bunun için de, parlamenter rejimde, devlet başkanının sahip olduğu yetkiler tek başına değil, başbakan ve bakanlarla ortak kullanılabilir; çünkü, kamu hukukunda yetki ve otorite sorunu beraberdir, sorumluluk kimdeyse, yetki de, otoritede ondadır. Parlamenter rejimde siyasî sorumluluğu hükümet aldığına göre, yetki de ondadır. Tabiî ki, Cumhurbaşkanının da, takdir yetkisini kullanırken bu hususlara özellikle riayet etmesi gerekir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 1982 Anayasası, yasamayı aslî bir yetki olarak öngörmektedir. Yasama organı, Anayasaya uygun olmak şartıyla, her konuyu düzenleme kapsamına alabilir. Bunun tek istisnası, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğinin kuruluşu, teşkilatı ve çalışma esasları ile personel atama işlemleridir; bu konu, Cumhurbaşkanı kararnamesiyle düzenlenebilir, kanunla düzenlenemez. Dolayısıyla, İnfaz Kanununda değişiklik yapılması, tabiatıyla, Meclisin takdirindedir. Kişiye ait düzenleme değildir, şartları taşıyan, istisnalara sahip olan her Türk vatandaşı, her hükümlü, bu özel infaz rejiminden yararlanabilecektir. İleriye yönelik de, bu kanun yürürlükte kaldığı sürece, kimlere uygulanacağını tarih gösterecektir. Diğer yandan, bu Meclis, demin de belirttiğim gibi, Suna Kan ve İdil Biret'in yurt dışında okumaları için kanun çıkarmıştır. Genel düzenleyici işlem olan kanunun özel olarak uygulandığı istisnalar da olmuştur. Halbuki, bu kanunda böyle bir durum dahi yoktur.

Yine, Cumhurbaşkanımız, geri göndermenin takdirini keyfiyetle uygulayamaz; ama, uygulamıştır. Nitekim, değerli anayasa hukukçusu Hüseyin Nail Kubalı'nın Anayasa Hukuku kitabında "devlet başkanının siyasî bakımdan haiz olduğu bu mutlak sorumluluk, mutlak siyasî tarafsızlığını gerektirir. Devlet başkanı bu sıfatı taşıdığı müddetçe parti adamı değildir; partilerüstü, objektif, tarafsız bir şahsiyettir; zira, devletin temsilcisi, milletin başıdır; bu sebeple, asla, bir partizan gibi konuşamaz, hareket edemez; memleketin iç ve dış politikasında belirli bir devleti, partiyi, zümreyi ve şahsı açıkça tutan ya da yeren beyanlarda bulunamaz; rolü, ayırıcı değil, birleştiricidir; tenkit veya tasvip değil, uyarma ve irşattır, gerektiğinde milletin hakemliğini yapmaktan ibarettir..."

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Can, lütfen, konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun.

RAMAZAN CAN (Devamla) - Tamamlıyorum Sayın Başkanım; teşekkür ederim.

"…Daha ziyade, manevî rolü, tarafsızlığa titizlikle saygı gösterdiği ölçüde tesir ve meşruluk kazanır" diyor. Sayın Kubalı'nın elli yıl önceki yazdıkları gerçekten takdire şayan bir değerlendirme günümüz için. Maalesef, Cumhuriyet Halk Partisinin engellemesine rağmen Genel Kurulca kabul edilen kanunların Sayın Cumhurbaşkanından dönmediğine henüz şahit olmadım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu yasayla getirilen istisnaları taşıyan tüm hükümlüler bu haktan yararlanabilecektir. Dolayısıyla, sınırlı bir yararlanma söz konusu değildir. İleriye yönelik olarak bu yasa yürürlükte kaldığı müddetçe herkes yararlanabilecektir. Hatta, Türkiye'de cezası infaz edilecek olan yabancılar bile bu infaz yasasının maddelerinden yararlanabilecektir. Ama, bu haktan Sayın Necmettin Erdoğan da yararlanmasın demek hukuka uygun olmaz diyorum.

Tekrar görüşmek üzere saygılarımı sunuyorum.

BAŞKAN - Sayın Necmettin Erbakan…

MEHMET KÜÇÜKAŞIK (Bursa) - "Necmettin Erbakan" diyemedin, dilin sürçtü. Allah söyletti!

RAMAZAN CAN (Devamla) - "Necmettin Erbakan" diye düzeltiyor, teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Can.

Şahsı adına, Erzurum Milletvekili Mustafa Nuri Akbulut…

Buyurun Sayın Akbulut.

MUSTAFA NURİ AKBULUT (Erzurum) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhurbaşkanlığınca iade edilen ve İnfaz Yasasının 1 maddesinde değişiklik yapan yasa teklifi üzerinde şahsen söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Ve dünkü olaylarda hayatlarını kaybeden 5 askerimiz ve 1 polis memurumuza Allah'tan rahmet diliyorum. Hepimizin yüreğini dağlayan bu acı için yakınlarına ve bütün Türk Milletine başsağlığı diliyorum. Bu olaylarda yaralananlara Allah'tan acil şifalar diliyorum ve buradan, bir kez daha, vatan uğrunda bütün şehitlerimizi şükranla ve minnetle anıyorum.

Değerli arkadaşlar, bugün, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda, daha önceden Genel Kurulun görüşüp iradesini ortaya koyduğu bir yasayı, ne yazık ki, yeniden görüşüyoruz. Meclis gündeminde, gündemde yer almak için bekleyen yüzlerce kanun tasarısı ve teklifi olduğu halde, Meclisin bu değerli zamanının veto edilmiş bir yasa için yeniden harcanacak olmasından dolayı duyduğum üzüntüyü sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu nedenle, yasayla ilgili görüşlerimi söylemeden önce, Cumhurbaşkanlığının, Cumhurbaşkanlığı makamının yasama, yürütme ve yargıyla ilgili ilişkilerine kısaca değinmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, bildiğiniz gibi, ekonomik kıskaçlar içerisinde yalnızlığa terk edilen, demokrasi, özgürlük, hak, adalet arayışı içinde ezilen ve çaresiz bırakılan milletimiz, 3 Kasım 2002 seçimlerinde iradesini ortaya koymuş ve kendisini yalnızlığa terk eden geçmiş iktidar ve partilere gereken dersi vermiştir.

Bildiğiniz gibi, milletimiz, yapılan seçimlerle, Adalet ve Kalkınma Partisini -ki, henüz kuruluşun birinci yılını tamamlamıştı- çok büyük bir çoğunlukla iktidara taşımış ve iki partili bir Meclis öngörmüştür. Demokratik kurallar içerisinde iradesini ortaya koyan milletimizin bu iradesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında şekillenmektedir ve görevi, makamı, mevkii ne olursa olsun, her kurum ve kişi buna saygı duymak durumundadır.

Diğer yandan, Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eden Cumhurbaşkanlığı makamı, hepimizin saygı duyduğu, yine özenle korumamız gereken bir makamdır. Demokratik parlamenter sistemimizde, Anayasamız, Cumhurbaşkanının gözetiminde, devlet organlarının uyumlu bir şekilde çalışmasını öngörmektedir. Anayasamıza göre, devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetmek durumunda olan Cumhurbaşkanı, yasama, yürütme ve yargıyla ilgili sorumluluklarını yerine getirirken, Anayasaya, hukukun üstünlüğüne, demokratik usul ve esaslara uygun davranmak, herkesin insan hak ve hürriyetlerinden yararlanmasına saygı göstermek ve üzerine aldığı bu görevi tam bir tarafsızlıkla yerine getirmek durumundadır.

Bu tespitler ışığında bir değerlendirme yapıldığında, ne yazık ki, Cumhurbaşkanlığı makamıyla Türkiye Büyük Millet Meclisinin tam uyum içerisinde çalıştığını söylemek mümkün değildir. 22 nci Dönem Parlamento çalışmaları sırasında Meclisin kabul ettiği, ancak Anamuhalefet Partisinin itiraz ettiği yasaların neredeyse tamamı, bu arkadaşlarımızın görüşleriyle örtüşür şekilde veto edilmektedir. Oysa, 22 nci Dönem Parlamentoda çok güçlü bir iktidar grubunun bulunduğu bilinmektedir ve Cumhurbaşkanının geçen dönemlere oranla çok fazla veto yetkisini kullanması, vatandaşlarımız arasında değişik yorumlara yol açmaktadır. Elbette, veto yetkisi anayasal bir yetkidir; ancak, bunun, demin belirttiğim gibi, çok güçlü bir iktidar partisinin bulunduğu bir Mecliste, iradesini ortaya koyan bir Meclise karşı yapılıyor olması, sanki Türkiye Büyük Millet Meclisinin ve hükümetin çalışmalarının yavaşlatıldığı şeklinde yorumlanmaktadır. Oysa, vatandaşlarımız, yapılan uygulamalara bakarak, Cumhurbaşkanlığı makamını siyasî bir taraf gibi algılamamalı, karar ve tercihlerde belli bir siyasî görüşün önplanda tutulduğunu düşünmemeli ve Cumhurbaşkanlığı makamını bir siyasî partinin uzantısı veya muhalefetin tamamlayıcısı gibi değerlendirmemelidir.

HALUK KOÇ (Samsun) -  Devleti temsil ediyor; yapmayın; ağır oluyor!..

MUSTAFA NURİ AKBULUT (Devamla) - Değerli arkadaşlar, Cumhurbaşkanlığı makamı yürütmeyle ilgili görevlerinde de tam bir sorumlulukla ve Anayasaya tam bir uyumla bağlı olmak durumdadır.

HALUK KOÇ (Samsun) - Korumak zorunda olduğumuz birtakım değerler var...

MUSTAFA NURİ AKBULUT (Devamla) - Hepimizin korumak zorunda olduğu değerler var.

HALUK KOÇ (Samsun) - Ama, siz korumuyorsunuz; lütfen!..

ORHAN ERASLAN (Niğde) - Sizin koruduğunuz değer Erbakan; Türk Milletinin birliği değil.

MUSTAFA NURİ AKBULUT (Devamla) - Değerli arkadaşlar, ben ondan da bahsedeceğim izin verirseniz.

Anayasanın 104 üncü maddesinde, kararnameleri imzalamakla görevli kılınan ve bu yetkisi yalnızca bir denetleme yetkisi, yalnızca bir tevsik yetkisi, bir şekil şartı olan bu uygulama, Cumhurbaşkanının devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını sağlamak görevi çerçevesinde tüm sorumluluğu hükümete ve ilgili bakana ait olan bu kararnameleri, sanki denetleme yetkisi varmış veya sanki reddetme yetkisi varmış gibi davranmaktan vazgeçmelidir.

HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Akbulut, çok yanlış konuşuyorsun. "Denetleme yetkisi varmış gibi" bir laf çok yanlış.

MUSTAFA NURİ AKBULUT (Devamla) - Seçimle işbaşına gelen ve halka karşı sorumluluğunun gereği olarak taahhüt ettiği programları uygulamak durumunda olan hükümetin işlemlerinin yerindelik açısından denetlemeye tabi tutulması, hükümetin siyasal takdir yetkisine müdahaledir ki, bu durum, anayasal sistemimize, parlamenter rejimin mantığına ve sağlıklı işleyiş kurallarına aykırıdır.

Anayasada belirtilen kanunları yayımlamak görevi nasıl kaçınılmaz bir görev ise ve yasal şekle uygun olarak kanun halini almış olan metin, Cumhurbaşkanlığınca şu veya bu nedenle yayımlanmaktan kaçınılamaz ise, yine, yasal şekle uygun olarak hazırlanıp kendisine gönderilen kararnameleri de, Anayasada yazılı, kararnameleri imzalamak, görevi gereği imzalamak ve bu suretle yasama ve yürütmeyi güç durumda bırakacak tutumlardan kaçınmak durumundadır.

Sayın Cumhurbaşkanımız, yargıyla ilgili atama yetkilerini kullanırken de, siyasal görüşleriyle tanınıp bilinen kişileri tercih etmekten ve vatandaşlarımızın bu nedenle yargıya olan güvenini örselemekten özenle kaçınmalıdır. Bu tarihten bir süre önce, yirmi yıldan beri bir siyasî partimizin delegesi olduğunu söyleyen bir meslek odası başkanının Anayasa Mahkemesine üye olarak atanmak istenmesi, bu tür atamalardaki tercihi göstermesi bakımından çok ilginçtir; ancak, atanması yapılan kişi, Anayasa Mahkemesini töhmet altında bırakmamak gibi sağduyulu bir düşünceyle bu atama talebini kabul etmediği için, atama gerçekleştirilememiştir.

Makama duyulan saygının korunması bakımından, Cumhurbaşkanlığı makamı, anayasal diğer yetkilerinin kullanılmasında da siyasî tercihlerin önplanda tutulduğu bir yaklaşım sergilememeli, özellikle kendisine bildirilen isimler içerisinden mensuplarının demokratik tercihlerini gözardı etmemelidir.

Sayın Cumhurbaşkanımızın anayasal af yetkisi de vatandaşlarımız tarafından tasvip edilmemektedir. Gerçekten, 1991 yılından 2006 yılına kadar onbeş yıllık süre içerisinde, eski Cumhurbaşkanlarımızdan Sayın Turgut Özal, 17 hükümlünün cezasını affetmiştir; yine, Sayın Süleyman Demirel, 93 hükümlünün cezasını kaldırmıştır; Sayın Cumhurbaşkanımız Sezer ise, bugüne kadar 258 hükümlüyü affetmiştir. Affedilen bu 258 hükümlüden 190 kadarı yasadışı aşırı sol örgütlere mensup hükümlülerdir. Bunlardan 39'u DHKP-C, 28'i TKP/ML-TİKKO, 19'u Dev-Sol, 28'i TİKP, 17'si MLKP, 5'i PKK, 15'i THKP-C örgütü üyesidir. Ayrıca, yine, yasadışı TDP, TKİP, TKEP/Leninist gerillalar ve Dev-Yol örgütü üyelerinden affa layık görülenler vardır. Cezaları kaldırılan bu örgüt üyelerinin daha sonra yasadışı faaliyetlerine devam etmesi, hatta bunlardan bazılarının güvenlik güçleriyle girdiği silahlı çatışmalarda öldürülmüş olması, bu yetkinin ne derece özenle kullanıldığını göstermektedir ve hükümlüler arasında dahi siyasî tercihlere göre değerlendirmeler yapıldığını göstermesi bakımından ilginç uygulamalardır.

Değerli milletvekilleri, Sayın Cumhurbaşkanı, 21 inci Dönem Parlamentosu tarafından Cumhurbaşkanı seçilmiştir. Bu dönemde, Sayın Sezer'i aday gösterip seçilmesini sağlayan üç siyasî partinin 3 Kasımda aldığı toplam oy oranı yüzde 15 civarındadır. 3 Kasımda verilen cevap yalnızca bu partilere verilmiş bir cevap değildir; ülkeyi 3 Kasıma getiren şartlarda etkisi olan herkes ve her kurum bu cevaptan nasibine düşeni almalıdır, almıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Akbulut, lütfen konuşmanızı tamamlayınız; buyurun efendim.

HALİL AKYÜZ (İstanbul) - Yalnız, bunları seneye de konuşuruz!..

MUSTAFA NURİ AKBULUT (Devamla) - Tabiî ki seneye de konuşacağız, Allah izin verirse onu da göreceğiz.

HALİL AKYÜZ (İstanbul) - Akıllı ol!

MUSTAFA NURİ AKBULUT (Devamla) - Değerli milletvekilleri, halkımız, anayasal kurallara gönülden bağlı, vatandaşlar arasında siyasî görüş, düşünce, inanç, giyim-kuşam tarzı, eğitim gördüğü okul gibi sunî ayırımlar yapmayan bir cumhurbaşkanı arzu etmektedir. Sayın Cumhurbaşkanımızın biraz özen göstermesi yeterli olacaktır. Şu husus herkes tarafından çok iyi bilinmelidir ki, anayasal sistemimize göre millet iradesinin tecellisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisi, Cumhurbaşkanının güvenini kazanarak seçilmemektedir; tam aksine, cumhurbaşkanı seçilecek kişi, Türkiye Büyük Millet Meclisinin güvenini kazanmak ve seçilmeye layık görülmek şartıyla cumhurbaşkanı olabilmektedir.

Ben, yasayla ilgili düşüncelerimi bir sonraki maddede tekrar sizlerle paylaşacağım. Bu vesileyle, hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Akbulut.

NAİL KAMACI (Antalya) - Yasayla ilgili hiçbir şey konuşmadı ki!

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, karar yetersayısının aranılmasını istiyorum.

BAŞKAN - Karar yetersayısını arayacağım.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunacağım ve karar yetersayısını arayacağım.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…

Karar yetersayısı yoktur; birleşime 10 dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 18.43
ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 18.54

BAŞKAN: Başkanvekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER: Mehmet DANİŞ (Çanakkale), Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 85 inci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

1136 sıra sayılı kanun tasarısının görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

V.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

9.- Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair 23/2/2006 Tarihli ve 5462 Sayılı Kanun ve Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ile Adalet Komisyonu Raporu (1/1180) (S. Sayısı:1136) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.

Tasarının maddelerine geçilmesinin oylamasında karar yetersayısı bulunamamıştı. Şimdi, tasarının maddelerine geçilmesini tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yetersayısını arayacağım.

Tasarının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…

Sayın milletvekilleri, Kâtip Üyelerimiz arasında ihtilaf var.

Elektronik cihazla oylama yapacağım ve 2 dakikalık süre vereceğim.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, karar yetersayısı vardır; maddelerine geçilmesi kabul edilmiştir.

1 inci maddeyi okutuyorum :

CEZA VE GÜVENLİK TEDBİRLERİNİN İNFAZI HAKKINDA KANUNDA

DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN

MADDE 1.- 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 110 uncu maddesinin ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş, üçüncü fıkrası yürürlükten kaldırılmış ve diğer fıkra numaraları buna göre teselsül ettirilmiştir.

"(2) Mahkûmiyete konu suç nedeniyle doğmuş zararın aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesine dair hukukî sorumlulukları saklı kalmak üzere;

a) Kadın veya altmışbeş yaşını bitirmiş kişilerin mahkûm oldukları altı ay,

b) Yetmiş yaşını bitirmiş kişilerin mahkûm oldukları bir yıl,

c) Yetmişbeş yaşını bitirmiş kişilerin mahkûm oldukları üç yıl,

veya daha az süreli hapis cezasının konutunda çektirilmesine hükmü veren mahkemece veya hükümlü başka bir yerde bulunuyorsa o yerde bulunan aynı derecedeki mahkemece karar verilebilir."

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Malatya Milletvekili Sayın Muharrem Kılıç; buyurun.

Sayın Kılıç, süreniz 10 dakikadır.

CHP GRUBU ADINA MUHARREM KILIÇ (Malatya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 1136 sıra sayılı yasa teklifiyle ilgili Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına görüşlerimizi açıklayacağım. Yüce Heyeti saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, bu yasa teklifi, çok kısa süre önce Yüce Mecliste görüşülmüştü; ancak, bu Mecliste kabul edilen bu teklif, Sayın Cumhurbaşkanımızca, bir daha görüşülmek üzere Meclise iade edildi. Adalet Komisyonunda da hiçbir değişiklik yapılmadan, bu teklif, şu anda, yine karşımıza gelmiş bulunuyor.

Değerli arkadaşlar, bu teklif -yasa görüşülürken de, yasa teklifi görüşülürken de belirtmiştik- özel bir teklif, saklamaya, gizlemeye gerek yok. Komisyon aşamalarında da, Genel Kurul aşamalarında da, bu teklif, Sayın Necmettin Erbakan'ı, geçmişteki Refah Partisinin Genel Başkanı olan Sayın Necmettin Erbakan'ı kurtarmaya yönelik, infazını kolaylaştırmaya yönelik bir teklifti. Bu konuda hiçbir şüphe yok. Sayın Cumhurbaşkanı da geri gönderme gerekçesinde "yasalar özel kişiler için yapılmaz, yasaların genel olması gerekir" diyor. Ancak, biz, burada, Yüce Meclisi, bir kişinin cezasının infazını kolaylaştırmak için, maalesef, iki kez, burada, bu kanunu, bu kanun teklifini görüşmek için çalıştırmış oluyoruz.

Değerli arkadaşlar, bu cezanın mahiyeti neydi acaba, bu ceza ne için verilmişti, bunu biliyor muyuz? Malumunuz üzere, Refah Partisi 1998 yılında Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldığında, bu kapatılma kararından hemen önce Hazineden yardım almıştı, o zaman 1 trilyona yakın bir yardım almıştı. Onun dışında, Refah Partisinin o zamanki kasasında, 10 000 000 Deutche Mark, 943 000 ABD doları bulunmaktaydı. Ancak, bu paralara, parti kapatıldığı için Hazine el koymasın diye, partinin o zamanki genel yönetim kurulu üyeleri, il başkanlarını ve il saymanlarını çağırarak, sanki bu paraları onlara ödemişler, onlar bu paraları harcamışlar gibi göstererek, hükmü veren ağır ceza mahkemesinin kararında belirtildiği gibi, sahte evrak düzenleyerek, Hazinenin parası birileri tarafından harcanmış gösterilmiş ve kamuya ait paraya el konulmuş. Durum bu. Bundan dolayı ağır ceza mahkemesi karar veriyor, bu kararın infazı bir türlü gerçekleşmiyor.

Bununla ilgili görüşmeler, ceza infaz kanunu, cezaların infazı ve tedbirlerle ilgili kanun görüşülürken, hem Cumhuriyet Halk Partili hem de Adalet ve Kalkınma Partili arkadaşlar tarafından görüşüldü. Oradaki görüşmelerde şöyle bir kanaat oluştu "bu tip durumlarda, kamuya verilen zararlar, mağdurun zararları karşılandığı takdirde ancak bu kişiler özel infaz hükümlerinden faydalandırılsın" denildi; bunda hemfikir olduk. Henüz yasa çıkalı bir yıl gibi kısa bir süre oldu. Peki, ne değişti değerli arkadaşlar?

Sayın Cumhurbaşkanımız gerekçelerinde açıkça belirtmiş, diyor ki: "Bu, şahsa ait bir düzenlemedir ve bu düzenlemede kamu yararı da bulunmamaktadır." Ancak, burada, Adalet ve Kalkınma Partisinden çıkan konuşmacı arkadaşlarımız, burada, Sayın Cumhurbaşkanımızı eleştiriyorlar.

Değerli arkadaşlar, Sayın Cumhurbaşkanımız devletimizin başıdır, devletimizin temsilcisidir. Burada, uluorta, Sayın Cumhurbaşkanımızı kimsenin bu şekilde eleştirmeye hakkı da yoktur, haddi de yoktur.

ASIM AYKAN (Trabzon) - Burası Meclis… Uluorta olur mu yani?!

MUSTAFA NURİ AKBULUT (Erzurum) - Milletvekili konuşuyor…

MUHARREM KILIÇ (Devamla) - Kaldı ki, değerli arkadaşlar, burada Sayın Cumhurbaşkanımızı sadece bununla da eleştirmiyorlar; diyorlar ki, efendim, bazı atamaları Sayın Cumhurbaşkanı engelliyormuş, yine, bazı konularda af yetkisini kullanıyormuş.

Değerli arkadaşlar, Anayasadan haberiniz yok herhalde. (AK Parti sıralarından "var, var" sesleri) Anayasamızın 104 üncü maddesini okuyacak olursanız, orada, Sayın Cumhurbaşkanımızın yetkilerinin ne olduğunu da görürsünüz.

ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Anarşistleri de mi affeder?!

MUHARREM KILIÇ (Devamla) - Anarşistleri affeden Sayın Cumhurbaşkanı değil, Adalet Bakanlığıdır, Adalet Bakanlığı…

HALİL ÜNLÜTEPE (Afyonkarahisar) - Anarşistleri affeden Adalet Bakanlığıdır!

MUHARREM KILIÇ (Devamla) - Çünkü, değerli arkadaşlar, herhalde bilmiyorsunuz, Sayın Cumhurbaşkanına bir başvuru yapıldığı zaman, Sayın Cumhurbaşkanı o başvuruyu Adalet Bakanlığına gönderir, onun dosyasını Adalet Bakanlığı hazırlar. Adalet Bakanlığı, o hükümlüyle ilgili dosyayı hazırlar. Adlî Tıp Kurumundan, İhtisas Dairesinden gerekli raporları alır, ondan sonra Sayın Cumhurbaşkanına sunar; der ki, bunun şartları tutuyor.

MUSTAFA NURİ AKBULUT (Erzurum) - Mecbur mu affetmeye?!

ORHAN ERASLAN (Niğde) - Bakanınıza sorun, Bakanınıza!.. Bakanınıza sorun!.. Ayıp!

MUHARREM KILIÇ (Devamla) - Yoksa, Sayın Cumhurbaşkanı, kendiliğinden, resen, şu insanları affedeyim demez. Lütfen, kamuoyunu yanlış bilgilendirmeyin; lütfen, Sayın Cumhurbaşkanımızı, devletin başı olan Sayın Cumhurbaşkanımızı -lütfen- burada tartışılır duruma getirmeyin. Bu devlet hepimizin devleti, bu çatı hepimizin üzerinde bulunuyor değerli arkadaşlar. Bu şekilde devletin birliğini, bütünlüğünü sağlayamayız, bu şekilde millî birliği sağlayamayız, bu şekilde terörü önleyemeyiz. Devletin kurumlarına karşı çıkarsak, devletin kurumlarını yıpratmaya çalışırsak, bu anlayış devleti yıpratmaya götürür. Burada birilerini eleştireceğiz derken, devleti, lütfen, yıpratmayalım.

Değerli arkadaşlar, şu anda, Adalet ve Kalkınma Partisindeki, Sayın Erbakan'ı, bu kurtarma telaşı nereden geliyor? Bu tartışmalar komisyonda yapıldı. Arkadaşlarımız dedi ki: "Hayır, arkadaş, kim olursa olsun, bu zararı karşılasın, ondan sonra bu infaz hükümlerinden yararlansın." Neyi amaçlıyordunuz; diyordunuz ki, şu anda içimizde olan, o zamanki Refah Partisinde görev yapan ve şu anda içinizde olan, bakanlar var, milletvekilleri var, parti yöneticileri var; bunların da ödemesi gereken, bunların da sorumlu olduğu paraları, Sayın Erbakan'a yükleyelim, Sayın Erbakan bu paraları ödesin,  biz de bundan kurtulalım.

Ancak, sizin oyununuzu Sayın Erbakan bozdu; o paraları ben ödemiyorum dedi, eğer bu paralar ödenecekse, o zamanki tüm sorumlular eşit şartlarda paraları bölüşsün, ben de hisseme düşeni ödeyeyim dedi. Oyununuzu bozdu. Bu şartlar altında, şu anda, seçime giderken, Sayın Erbakan'ı cezaevine göndermeye korkuyorsunuz; çünkü, bunu tabanınıza anlatamazsınız. Seçime giderken, Sayın Erbakan cezaevinde olacak, siz de gittiğiniz bölgelerde, bunun izahını yapacaksınız.

Siz, değerli arkadaşlar, şu anda, Sayın Erbakan'ı düşündüğünüzden değil, şu anda, siyasî kaygılarla, siyasî düşüncelerle bu şekilde bir düzenleme yapıyorsunuz; ancak, bu düzenlemeyle, değerli arkadaşlar, tek kişilik yasa çıkarmaya çalışıyorsunuz. Oysa, yasalar, genel yapılır, objektif yapılır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Kılıç, konuşmanızı tamamlayınız.

MUHARREM KILIÇ (Devamla) -  Ancak,  gerek komisyonlardaki gerek Genel Kuruldaki tüm bu uyarılarımız dikkate alınmadı.

Bu yüce milletin bir yığın sorunları var değerli arkadaşlar. İnsanlarımız yoksulluktan, işsizlikten perişan. Şu anda, 100 000'i aşkın devlet memuru sicil affı bekliyor. Yüzbinlerin sorunlarıyla uğraşmayacağız, tek kişinin sorunuyla Yüce Meclisi burada meşgul edeceğiz. Bu anlayış, doğru bir anlayış değildir değerli arkadaşlar; bu anlayış, bizleri bir yere götürmez. Yüce milletimiz, bizleri sorunlarına çözüm üretelim, sorunlarına çare bulalım diye gönderdi; buraları, şahıslar için özel düzenlemeler yapalım diye göndermedi.

Bu düşüncenin yanlış olduğunu belirtiyor, Yüce Heyeti saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kılıç.

Şahsı adına, Sayın Ramazan Can; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Sayın Can, süreniz 5 dakika.

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Kılıç "afla ilgili hazırlığı Adalet Bakanı yapar, Cumhurbaşkanı affeder" diyorsunuz. Sayın Cumhurbaşkanı bakanların gönderdiği her kararnameyi imzalıyor mu?! Eksiklik bulursa geri göndermiyor mu?! Madem burada da bir eksiklik var, bundan teröristler yararlanıyor, bunu da geri göndersin.

MEHMET NURİ SAYGUN (Tekirdağ) - Onu söyle, senin bakanın baştan yollamasın!

RAMAZAN CAN (Devamla) - Öte yandan, Sayın Cumhurbaşkanının hukukî ve cezaî sorumluluğu yoktur; tabiî ki, Anayasadan kaynaklanan hakkını kullanıyor ve kanunları geri göndermeye devam ediyor. Bu meşru mu; meşru.

MUHARREM KILIÇ (Malatya) - O zaman burada Anayasayı tartışalım.

RAMAZAN CAN (Devamla) - Biz de Meclis olarak anayasal yetkimizi kullanıyoruz, geri gönderiyoruz. Meclis karar alırken şahsî, özel oluyor; Cumhurbaşkanı karar alırken şahsî, özel olmuyor; böyle çifte standart olmaz. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Muharrem Kılıç öyle diyor; fakat, Cumhurbaşkanımız Anayasa Mahkemesinde üyeyken ne diyormuş, bir bakalım. Anayasa Mahkemesi bir kararında aynen: "Parlamenter sistemin geçirdiği değişiklikler sonucunda bugün, artık, gerçek güç kaynağı olan, seçimle oluşan Parlamento olup onun içindeki çoğunluğa dayalı hükümet önplana geçmiştir. Bugünün parlamenter sisteminde yürütmenin sorumluluğu hükümettedir. Bunun sonucu olarak da günümüzde devlet başkanının bir kararının başbakan ve ilgili bakan tarafından imzalanmasından çok, aslında başbakan ve ilgili bakanlar tarafından alınan bir kararın devlet başkanınca imzalanarak biçimsel olarak tamamlanması söz konusudur. Bu nedenle de sorumluluğunu hükümetin taşıdığı kararnameler hakkında Cumhurbaşkanının uyarı ve tavsiyede bulunmaktan öte direnmesi, sistemin özelliğine ters düşer. O halde, Anayasanın ilgili kurallarının parlamenter sistemin temel ilkelerinin ışığında değerlendirilmesi sonucu, Cumhurbaşkanına tanınan bütün yetkilere karşın, sistem özde parlamenter demokrasi olduğundan ve sorumluluk da hükümette bulunduğundan, Anayasaya ve yasalara aykırı olmadıkça, Cumhurbaşkanının Bakanlar Kurulu işlemlerini siyasal yerindelik yönünden denetleyemeyip, imzalamak zorunda olduğu açıktır. Esasen öğretide de Cumhurbaşkanının rolünün, uyarı ve tavsiyeden öteye geçmemesi gerektiğine işaret edilmektedir."

Bu kararının altında Sayın Cumhurbaşkanının imzası bulunmaktadır ve bu karar içinde Sayın Erdoğan Teziç'e atıfta bulunmaktadır diyor, teşekkür ediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Hükümet adına, madde üzerinde, Adalet Bakanı Sayın Cemil Çiçek.

Sayın Bakanım, buyurun.

ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Aslında, bu kürsüde yaptığımız müzakereler büyük ölçüde tartıştığımız tasarıyla ilgili olsa veya teklifle ilgili olsa, belki bazı sıkıntıları birlikte yaşamamış olacağız; ama, her zaman tartışmalarımızı, konuşmalarımızı bu çerçevede tutamıyoruz. Bu da, farkında olmadan, istemesek de, arzu etmesek de, birkısım gerginliklere, birkısım yanlış anlaşılmalara ya da arzu etmediğimiz sonuçlara bizi götürebiliyor.

Üzerinde konuştuğumuz kanun teklifi belli. Anayasanın 104 üncü maddesine göre "Cumhurbaşkanı Devletin başıdır" ve "Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eder" diyor. Cumhurbaşkanlığı makamına saygı, aynı zamanda bu değerlere de saygıdır. Onun içindir ki, konuşmalar yapılırken, kastımız bu olmasa da, değerlendirmemiz bu maksada matuf olmasa bile, son derece titiz, son derece duyarlı ve o çerçeve içerisinde yapılması gerekir. Esasen, siyaset, biraz da nezakettir. O çerçeve içerisinde yapılırsa çok anlamlı oluyor, çok faydalı oluyor. Dolayısıyla, buradaki yapılan tartışmaların bu çerçeveyi aşmamasına azamî gayreti göstermemiz gerekir; çünkü, bu, aynı zamanda, milletimizin birliği için lazımdır, Türkiye Cumhuriyeti Devletine saygı için lazımdır. Cumhurbaşkanlığı makamı bu ülkenin en üst, en saygıdeğer bir kurumudur. Buna elbirliğiyle gayret göstermemiz gerektiği kanaatini ifade ediyorum.

İkincisi, tabiatıyla, birkısım yetkiler kullanılırken bunun usulünün de bilinmesinde fayda var.

Şimdi, burada yapılan iki değerlendirme de bana göre yanlış. Cumhurbaşkanının Anayasanın 104 üncü maddesine göre birçok yetkisi var, 61 Anayasasında da vardı; bazı kişileri affedebiliyor. Bu da, o makamın yüceliğinden, büyüklüğünden kaynaklanan bir husustur. Dolayısıyla, bu, geçmişte de, bugün de, bundan sonra da, hiç ihtiyaç olmamasını temenni ederiz, ama, zaman zaman bu af keyfiyeti kullanılabilmektedir.

Bir yetkinin kullanılmasının hukuka uygun olup olmadığına bakmak gerekir. Şimdi, bu yetki kullanılırken prosedür şudur, usul şudur; onun bilinmesinde fayda var: Hüküm giymiş olan bir kişi, sağlık sebepleriyle, yasada ve Anayasada yazılı şartları taşıyorsa, talebini, Cumhurbaşkanlığı makamına iletebilir, Adalet Bakanlığına doğrudan gönderebilir veya ilgili cumhuriyet savcılığına veya cezaevi müdürlükleri kanalıyla usulüne uygun tarzda bu müracaatlar yapılır ve bu müracaat, Adalet Bakanlığına gelir. Adalet Bakanlığı dosyasını ister, kişinin, gerçekten, yasada ve Anayasada yazılı şartları taşıyıp taşımadığı açısından evrakı hazırlar; bunun için, sağlık sebebiyle ise adlî tıp kurumundan bir rapor alınması gerekir; yani, Cumhurbaşkanı bu yetkisini kullanırken bu rapor olmadan herhangi bir yetkisini kullanması söz konusu olamaz. Dolayısıyla, Adalet Bakanlığı kimseyi affetmediği gibi, Cumhurbaşkanı da rapor olmadan, müstenidatı olmadan, gerekli dosya tekemmül etmeden de bu af yetkisini kullanamaz. Dolayısıyla bizim yaptığımız iş, Bakanlık olarak, ister Sayın Cumhurbaşkanının makamından gelen talep, isterse başka kanaldan gelen  talebin dosyasını hazırlamak ve ilgili makamın takdirine sunmaktan ibarettir; zaman zaman bu bize soru önergeleri olarak da geliyor, başka türlü değerlendirmelere de konu oluyor. Bir değerlendirme yaparken usulü bilmek, yasayı bilmek ve ona göre değerlendirme yapmak zannediyorum birbirimizi anlayabilmek açısından; toplumda huzuru, barışı tesis edebilmek bakımından; yardımlaşmayı, dayanışmayı ve hukuk devletinin kurallarını işletebilmek açısından önemli olduğu kanaatini taşıyorum.

Bugün buradaki bu tartışmaların, yapılan bu çerçevede, bu izah çerçevesinde değerlendirilmesinin doğru olduğunu, özellikle devlet kurumlarıyla ilgili bir değerlendirme yapacaksak, gerçekten, içinden geçtiğimiz sürecin nezaketi de dikkate alınmak suretiyle, daha ölçülü, daha hukukî, daha bilimsel ve konuştuğumuz konunun bağlamında ve çerçevesinde tutmakta fayda olduğunu düşünüyorum. Benim kanaatim budur. Bu konuşmaları da ben böyle anlıyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakanım.

Madde üzerinde, Sayın Alaettin Güven, Sayın Ümmet Kandoğan, Sayın Faruk Koca, Sayın Muharrem Kılıç'ın şahsî söz talepleri var.

Konuşma talepleri bu arkadaşlarımızdan var mı? Yok.

Soru sormak isteyen milletvekili arkadaşlarımız var; ben onlara şimdi bu imkânı sağlayacağım.

Sayın Haluk Koç, buyurun efendim.

HALUK KOÇ (Samsun) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakanın açıklamasından sonra soracağım soruyu sadece bir üzüntü belirterek sınırlamak istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak ülkemizin bütünlüğüne dönük bir terör dalgasıyla mücadele etme durumundayız. Türkiye Cumhuriyeti Devletini Anayasada tanımlayan kurumlara karşı asgarî, parlamenter yemini ederken, milletvekili yemini ederken gösterdiğimiz, dile getirdiğimiz sözlerin arkasında durmak zorundayız. Bu ortak duyarlılığın tüm milletvekillerince, ben, yerine getirilmesini arz ediyor, Sayın Bakana da açıklamaları için teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Koç.

Sayın Saygun…

MEHMET NURİ SAYGUN (Tekirdağ) - Sayın Başkanım, Bakanıma soracağım sorulara, Bakanım söz talebimden sonra çıkarak gerekli cevabı verdi; onun için vazgeçiyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Saygun.

Sayın Bakanım, eklemek istediğiniz bir husus var mı efendim?

ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) - Çok teşekkür ederim Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakanım.

III. - Y O K L A M A

BAŞKAN - Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, maddenin oylamasından önce bir yoklama talebi vardır. Şimdi, bu talebi yerine getireceğim.

Önce, yoklama talebinde bulunan sayın üyelerin isimlerini okuyup, salonda bulunup bulunmadıklarını tespit edeceğim. Yeterli sayıda üye salonda hazırsa, elektronik cihazla yoklama yapacağım.

Üyelerimizin isimlerini okutuyorum:

Algan Hacaloğlu?.. Burada.

Nail Kamacı?.. Burada.

Mehmet Küçükaşık?.. Burada.

Osman Kaptan?.. Burada.

Haluk Koç?.. Burada

Türkân Miçooğulları?.. Burada.

Mustafa Özyurt?.. Burada.

Ali Rıza Gülçiçek?.. Burada.

Mesut Özakcan?.. Burada.

Mehmet Boztaş?.. Burada.

Orhan Eraslan?.. Burada.

Nejat Gencan?.. Burada.

Birgen Keleş?.. Burada.

Oya Araslı?.. Burada.

Mehmet Siyam Kesimoğlu?.. Burada.

Hüseyin Bayındır?.. Burada.

Muharrem Kılıç?.. Burada.

Mehmet Nuri Saygun?.. Burada.

Halil Ünlütepe?.. Burada.

Muharrem İnce?.. Burada.

BAŞKAN - Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, ismini okuduğum üyelerin elektronik cihazla yoklamaya katılmamalarını istirham ediyorum.

Yoklama için 5 dakikalık süre veriyorum ve yoklama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklamaya başlanıldı)

BAŞKAN - Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, pusula gönderen milletvekilli arkadaşlarımız, lütfen, Genel Kurul salonundan ayrılmasınlar efendim.

(Elektronik cihazla yoklamaya devam edildi)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, toplantı yetersayısı vardır.

V.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

9.- Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair 23/2/2006 Tarihli ve 5462 Sayılı Kanun ve Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ile Adalet Komisyonu Raporu (1/1180) (S. Sayısı:1136) (Devam)

BAŞKAN - 1 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

2 nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2.- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsı adına, Niğde Milletvekili Orhan Eraslan.

Sayın Eraslan, buyurun.

CHP GRUBU ADINA ORHAN ERASLAN (Niğde) - Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin değerli üyeleri; hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, aslında, ben bu yasa tasarısı üzerine konuşma yapmayacaktım. Doğrusunu söylemek gerekirse, tasarının bir özel düzenleme olduğunu da biliyorum; bunları, Adalet Komisyonunda da çok tartıştık; ilk düzenleniş biçiminde de özel bir düzenlemeydi, onu da tartıştık; sonra da, gelen tepkiler üzerine, yine özel bir düzenleme yaptık, bunu da tartıştık. Doğrusunu söylemek gerekirse, Cumhuriyet Halk Partisi milletvekili olarak, bir eski başbakanın, yaşlanmış bir insanın hapis yatıp yatmaması benim vicdanımda çok önemli bir yer değil; suçu yüz kızartıcı olmakla beraber, siyasî bir suç değil, evrakta sahtekârlık yapmak -bağımsız yargının kararı var- olmakla beraber, bu konuda, ağırlıklı bir biçimde, böyle bir konuşma yapma ihtiyacını şahsen duymamıştım.

Değerli arkadaşlarım, her şey olağan çerçevesi içerisinde giderken, birden bire, Adalet Komisyonunun 2 üyesi farklı bir yaklaşım sergilediler. Hepimiz hayretler içerisinde kaldık. Bu konuşmalarda, mesele, sadece Sayın Cumhurbaşkanına Lisanen tecavüz sınırında kalsa, o da bir şey; o da çirkin bir şey; ama, o da bir şey. Bunun da ötesine geçerek, gaflet ve dalalet sınırını tecavüz eden bir konuşma yapıldı. Değerli arkadaşlarım, burada bugün, devletin ve milletin birliğini temsil eden makama tecavüz edildi; Türkiye Büyük Millet Meclisinin çatısı altında tecavüz edildi.

ALİM TUNÇ (Uşak) - Hiç de öyle bir şey olmadı.

ORHAN ERASLAN (Devamla) - Buna bigâne kalamazdık, buna seyirci kalamazdık.

MUSTAFA NURİ AKBULUT (Erzurum) - Kalsan ne olur?!

MUSTAFA ÜNALDI (Konya) - Kelimelerini doğru seç!

ORHAN ERASLAN (Devamla) - Çok doğru seçiyorum. Gaflet ve dalalet sınırını tecavüz eden bir konuşma.

Anayasanın 104 üncü maddesini okuyacağım size…

MUSTAFA ÜNALDI (Konya) - Kendine oku, kendine!

ORHAN ERASLAN (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, çadır devleti değildir, aşiret değildir.

MUSTAFA NURİ AKBULUT (Erzurum) - Vay be!

ALİM TUNÇ (Uşak) -Siz, öyle mi söylüyorsunuz?!

ORHAN ERASLAN (Devamla) - Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Anayasasında ne olduğu yazılı, kurallara bağlı bir hukuk devletidir. Anayasa, burada, böyle dururken, gözümüzün içine baka baka, Türk Milletinin birliğini temsil eden makama, devletin başına hakaret edilmesine -ve biz de Anayasanın 81 inci maddesine göre, Anayasaya bağlı kalacağımıza yemin etmiş insanlar olarak- seyirci kalamazdık.

MUSTAFA NURİ AKBULUT (Erzurum) - Ne hakareti?! Kendi kendine şey yapıyorsun!

MEHMET SEMERCİ (Aydın) - Konuşma!.. Dinle!..

ORHAN ERASLAN (Devamla) - Rahatsız mı oldun?! Rahatsız mı oldun?!

MUSTAFA NURİ AKBULUT (Erzurum) - Rahatsız oldum; evet!..

ORHAN ERASLAN (Devamla) - Rahatsız olacaksın, daha dur bakalım.

BAŞKAN - Sayın Akbulut, lütfen…

ORHAN ERASLAN (Devamla) - Türk Milletini sahipsiz zannediyorsun. Ağzıma geleni millete söylerim zannediyorsun.

MUSTAFA NURİ AKBULUT (Erzurum) - Sana mı kaldı yani?!

ORHAN ERASLAN (Devamla) - Bana kaldı. Ben, bu milletin şerefli bir milletvekiliyim, bana kaldı. (CHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Türk Milletini savunmak, bu ulusu savunmak, bu devleti savunmak bana kaldı.

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) - Hadi oradan be!

ORHAN ERASLAN (Devamla) - Beğenmiyor musun?!

Şimdi, buna seyirci kalamazdık değerli arkadaşlar. Seyirci kalırsak, yeminimizi yerine getirmezdik. İşte bu nedenle konuşma yapma ihtiyacını duydum.

Değerli arkadaşlarım, her şey Anayasada yazılı. 104 üncü madde: "Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eder; Anayasanın uygulanmasını, devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir."

Arkadaşlar, bu Anayasa… 81 inci maddeyi açıyorum. Hepimizin, daha bundan dört yıl kadar önce yemin ettiğimizde söylediğimiz şey şu…

ALİM TUNÇ (Uşak) - Cumhurbaşkanı gözetmiyorsa ne yapacağız?!

ORHAN ERASLAN (Devamla) - Sen önce dinlemeyi öğren! Onu öğreteceğim sana!.. Öğreteceğim!..

ALİM TUNÇ (Uşak) - Ben âlimim; ben biliyorum zaten.

MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - Heyecanlanma!.. Heyecanlanma!..

ORHAN ERASLAN (Devamla) - Yeminin sonuna doğru aynen şöyle diyoruz: "…Anayasaya sadakattan ayrılmayacağıma; büyük Türk Milleti önünde namusum ve şerefim üzerine andiçerim."

Arkadaşlar, bu yemine uymamanın iki şeyi vardır; bir, ya yemin doğrulukla edilmemiştir ya da Türk Milleti önünde üstüne andiçtiğimiz şeyler yoktur; bunun ikisinden birisi. Şimdi, Anayasada yazılı görev ve yetkileri kullandığı için, Sayın Cumhurbaşkanı, Anayasanın 104 üncü maddesinde yazılı yetkilerini kullandığı için, burada, Türk Milletinin birliğine saldırı olacak şekilde lisanen tecavüz edilmesine bigane, seyirci kalamazdık; bilinmesi gerekir. 

MUSTAFA NURİ AKBULUT (Erzurum) - Söylediklerin sadece senin için geçerli. Terbiyeli konuş!

ORHAN ERASLAN (Devamla) - Çıkarılan yasa başka bir şey, af başka bir şey.

Dünyanın her ülkesinde, monarşilerde, demokrasilerde, cumhuriyetlerde devlet başkanlarının özel af yetkileri vardır; anayasalarında yazar, bizde de vardır. Bunu, şimdiye kadar, sadece Sayın Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer kullanmış değil; her sayın cumhurbaşkanımız kullanmıştır; Sayın Özal da kullanmıştır, Sayın Demirel de kullanmıştır, herkes kullanmıştır.

ALİM TUNÇ (Uşak) - Onu söylediler zaten, onu biliyoruz.

ORHAN ERASLAN (Devamla) - Ben açıklayacaktım, Sayın Adalet Bakanı açıkladı, o af sürecinin nasıl olduğunu açıkladı.

Değerli arkadaşlarım, şu ya da bu sebeple, af dosyası Adalet Bakanlığına gelir; eğer, sağlık sebebiyle gelmişse bu dosya, Bakanlık, adlî tıp kurumundan raporunu alır, gönderir.

Şimdi, sözü edilen af dosyaları -içinizde hekimler vardır, eğer hekimseler bunu doğrulayacaklardır- "Vernike Korsakoff" denilen bir hastalık sebebiyle -bu, bir çeşit akıl hastalığı benzeri bir şeydir- ceza ehliyetini kaldıran bir durumdur, ceza ehliyetini… Hukuk devletlerinde ehliyetsizler cezaevinde tutulmazlar, ceza ehliyeti olmayanlar cezaevinde tutulmazlar; hukuk devletlerinde böyledir. Ortaçağ devletlerinde zindanlarda tutulur ceza ehliyeti olmayanlar.

ALİM TUNÇ (Uşak) - O, Avrupa'da… Ortaçağda…

ORHAN ERASLAN (Devamla) - "Ceza ehliyeti yoktur" raporu gidiyor adlî tıptan Sayın Cumhurbaşkanına, ceza ehliyeti olmayanı Sayın Cumhurbaşkanı affediyor.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, ceza ehliyeti olmayan suç işler mi? Evet arkadaşlar, maalesef ki, ceza ehliyeti olmayan suç işler. Hatırlarsınız "çivici katil" ceza ehliyeti yok; ama, adam öldürüyor. Şimdi, ceza ehliyeti olmayan suç işleyemez diye bir kural mı var. Şimdi, bunun sonuçlarından hareketle, Sayın Cumhurbaşkanını ilzam edecek şekilde, onun da ötesinde makamı ilzam edecek şekilde ve anayasal düzeni tersine çevirecek şekilde açıklamalar yapılması talihsizliğin ötesinde bir durumdur.

Değerli arkadaşlarım, kuvvetler ayrılığını iyi anlayacaksınız, Cumhurbaşkanının, devletin organlarını uyum içerisinde çalıştırması demek, çoğunluğun, patronaj altında yargıya müdahale etmesi, yasamaya müdahale etmesi; idare de, her kararnameyi istediği gibi yapması "biz geldik, mademki bu millet bizi tercih etti, bizim dediğimiz olur" diye bir patronaj altında idareye yeltenmesi değildir. Bunun adı da demokrasi değildir. Aynı zamanda, patronaj, siyasî yolsuzlukların en büyüğüdür. Sizin şikâyetçi olduğunuz imzalanmayan kararnameler, patronaj yaratmak için, yani, kadrolaşma yaratmak için getirdiğiniz, ehliyetine bakmadan getirdiğiniz şeylerdir. Cumhurbaşkanı, bu konuda yetkisini kullanıyor.

ALİM TUNÇ (Uşak) - Uzaydan getiriyoruz!

ORHAN ERASLAN (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, Cumhurbaşkanı, Anayasanın 104 üncü maddesinde kendisine verilmeyen hiçbir yetkiyi kullanmış değildir. Cumhurbaşkanlığı makamını, Çankaya noteri zannediyorsunuz herhalde. Gelen geçer… Yok öyle bir şey!

Bakınız, Anayasanın 104 üncü maddesinden okuyorum: Bu Meclisi dahi… Yeniden seçimlerin yenilenmesine karar verebilir. Açın, Anayasanın 104 üncü maddesine bakın.

Öyle, seçmenin yüzde 25'inin oyunu aldık, yani, seçime katılanın yüzde 34'ünün oyunu aldık, bütün kurumlarıyla egemen olacağız diye düşünürseniz, daha demokrasi konusunda yiyeceğiniz çok fırın ekmek var, çok fırın ekmek var.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, Sayın Erbakan'ın af konusuna gelince; belki, Sayın Cumhurbaşkanı, Sayın Erbakan'ı da affeder. Niye panikliyorsunuz?! Başvurmuş mu; ret mi etmiş; yani, sağlık durumu ne; Adalet Bakanlığı dosya hazırlamış mı; bunlar belli olmadan, bir kin kusarak, milletin birliğini, devletin bütünlüğünü temsil eden makamı hedef alan açıklamaları, doğrusu, esefle, üzüntüyle, acıyla izledim. Bu, doğru bir yaklaşım değildir.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, bazı şeyleri açıklarken, değerli arkadaşlar, hani, hukuk eğitimi almış olmasalar, bilmediler, yani, fark edemediler diyeceğim; ama, bu komisyonda yer alan, bizim bu sorulara cevap verdiğimiz, bu konuları komisyonda da tartıştığımız arkadaşlarımız bazı kararları çarpıtarak, Anayasa Mahkemesi Başkanı iken, Sayın Cumhurbaşkanının bir kararnameyle ilgili kararını, şartlarından ve olaydan kopartarak, burada, sanki, Sayın Cumhurbaşkanı çelişki içindeymiş gibi açıklama yapılıyor.

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) - Evet, öyle.

ALİM TUNÇ (Uşak) - Doğru.

ORHAN ERASLAN (Devamla) - O karar neydi biliyor musunuz; Adalet Bakanlığı Müsteşarıyla ilgili bir karar. Adalet Bakanlığı Müsteşarlığı, hâkim teminatı çerçevesi içerisinde düşünülmesi gerekir, normal bir idare ataması değildir. Adalet Bakanlığı Müsteşarı -isterseniz Sayın Bakandan sorarsınız- özel bir durumdur, çok özel bir durumdur; yani, her idarenin her noktasının memuru gibi değildir.

Değerli arkadaşlarım, bu çerçeve içerisinde, açık, özel bir düzenleme yaptınız. Sayın Cumhurbaşkanı da bu özel düzenlemeyi uygun görmedi ve Anayasanın 104 üncü maddesine dayanarak veto yetkisini kullandı. Asıl, yetkisini kullanmasaydı, asıl bu yetkiyi kullanmasaydı Sayın Cumhurbaşkanı, dikkatsiz davranmış olurdu. Dikkatli davrandı -kişiye özel yasaların düzenlenmesi Anayasaya aykırıdır- bu sonuçla, yasayı veto etti. Şimdi, bunda Yüce Meclis direnebilir -daha önce de direndi, bunda kimse kimseye gönül koymaz- eski kararında ısrar edebilir, hayır, değil diyebilir; ama, bütün bunlar, ölçülü bir…

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) - Teziç ne diyor, Teziç?!.

ORHAN ERASLAN (Devamla) - Sen Teziç'i anlamamışsın.

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) - Niye anlamamışım?!

ORHAN ERASLAN (Devamla) - Sen Teziç'i anlamamışsın; yeniden, bir daha oku.

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) - Daha dün okudum.

ORHAN ERASLAN (Devamla) - Dün okuduğun belli işte, anlamamışsın; anlasaydın, dün okuma ihtiyacı duymazdın.

Şimdi, yeniden, aynı kararda Yüce Meclis ısrar edebilir; bu, ayrı bir şey, bunların hepsi Anayasada var. Ama, bütün bunlar, devletin birliğini, milletin birliğini temsil eden makama saldırıyı meşru göstermez, mazur göstermez.

Bu arada, bir şeye de cevap vermek durumundayım. Diyorlar ki İktidar Partisinin sayın sözcüleri: "Cumhurbaşkanının vetoları, neredeyse, Cumhuriyet Halk Partisinin karşı çıktığı yasalarda tıpa tıp aynı oluyor; acaba ne?.." Buradan bir paralellik kurmaya çalışıyorlar. Doğru; arkadaşlar, böyle bir paralellik ben de tespit ettim, çok şaşırarak söyleyeyim, tespit ettim. Tüm Türkiye'deki hukuk çevrelerinin oybirliği olduğu bir husus vardır…

MUHARREM İNCE (Yalova) - Aklın yolu birdir.

ORHAN ERASLAN (Devamla) - Cumhurbaşkanımız, Cumhurbaşkanı sıfatının yanı sıra, seçkin bir hukukçudur.

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) - Özellikle, Anayasa Mahkemesi Başkanıyken...

ORHAN ERASLAN (Devamla) - Cumhuriyet Halk Partisi de hukuka uygun davranıyor, Cumhurbaşkanı da hukuka uygun davranıyor. Başka bir şey aramayın; başka bir şey bulamazsınız. (CHP sıralarından alkışlar)

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) - Anayasa Mahkemesi Başkanıyken öyleydi.

ORHAN ERASLAN (Devamla) - Cumhuriyet Halk Partisi, bu ülkeye çok cumhurbaşkanları verdi; Atatürk'ü verdi bu Meclisi kuran, İsmet Paşa'yı verdi; ayrıca başka şeylere ihtiyaç yok.

Hepinize saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar, AK Parti sıralarından alkışlar [!])

MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - Heyecanlanma, heyecanlanma, çok heyecanlanıyorsun!

ORHAN ERASLAN (Niğde) - Heyecanlandırdı beni milletimin birliği, seni heyecanlandırmıyor mu?

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum…

HALUK KOÇ (Samsun) - Karar yetersayısı istiyorum.

BAŞKAN - Sundum Sayın Koç.

HALUK KOÇ (Samsun) - Hayır; karar yetersayısı istiyorum.

BAŞKAN - Hayır, isteyebilirsin de "sunuyorum" dedim, ağzımdan çıktı Sayın Koç; lütfen yani!..

HALUK KOÇ (Samsun) - Efendim, beraber istedim, aynı anda istedim.

BAŞKAN - Hayır, biraz sonra söylersiniz.

HALUK KOÇ (Samsun) -  Efendim, aynı anda istedim Sayın Başkan.

BAŞKAN - Efendim?..

HALUK KOÇ (Samsun) - Aynı anda istedim.

MUHARREM İNCE (Yalova) - Tam "sunu" diyordunuz, onu demeden önce, o arada istedi.

HALUK KOÇ (Samsun) - Aynı anda istedim.

BAŞKAN - Saygıdeğer arkadaşlarım, bakınız, bu yönetme üslubu noktasında anlaşalım. Buraya çıkan milletvekili arkadaşlarımız konuşurken, hitap ederken, yani, karşıdaki milletvekillerini bir şeyi anlamamakla, bilmemekle, bilmem neyle, okuma yazmaya yöneltmekle, vesaire… Böyle bir üslup olmaz!

ORHAN ERASLAN (Niğde) - Laf attı, cevap verdim.

BAŞKAN - Efendim, müsaade edin.

Buradaki bütün milletvekili arkadaşlarımız kendi görüşlerini beyan ediyorlar, diğerleri de beyan ediyorlar.

Saygıdeğer arkadaşlarım, şu anda, 2 nci maddeyi oylarınıza sunacağım ve -Sayın Koç'un dediği gibi olsun- karar yetersayısını da arayacağım.

HALUK KOÇ (Samsun) - Geldiler zaten.

BAŞKAN - Ama, ben söyledikten sonra söylemiştir; onu da ifade ediyorum.

Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kâtip üyelerimizin ittifakıyla, kabul edildiği kesinleşmiştir; kabul edilmiştir. (AK Parti sıralarından alkışlar)

3 üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3.- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsı adına Afyonkarahisar Milletvekili Halil Ünlütepe; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Ünlütepe, sürenizi birleştirerek 15 dakika kullandıracağım.

CHP GRUBU ADINA HALİL ÜNLÜTEPE (Afyonkarahisar) - Sağ olun efendim.

Sayın Başkan, saygıdeğer üyeler; 1136 sıra sayılı 5462 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 3 üncü maddesi üzerinde söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN - Sayın Ünlütepe, bir 5 saniyenizi rica edeyim.

Ayakta bulunan saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım; lütfen, yerinize oturursanız… Sayın hatibi dinleyelim; lütfen, arkadaşlarımız yerlerine otursunlar efendim. Genel Kurulda bulunan milletvekili arkadaşlarım, lütfen, yerlerine otursunlar.

Buyurun Sayın Ünlütepe.

HALİL ÜNLÜTEPE (Devamla ) - Teşekkür ediyorum.

Değerli arkadaşlar, eski bir siyasî parti genel başkanının, işlemiş olduğu bir suç nedeniyle, cezasının infazını yeniden düzenleyen bir yasanın görüşülmesini yapıyoruz. Bu yasa üzerinde görüşmeler yürütülürken, nedense, bu yasanın, yeniden, Cumhurbaşkanı tarafından iade edilmesi konusu, biraz da kendi boyutlarını aşarak bir tartışma ortamının içine girdi.

Elbette Sayın Cumhurbaşkanının gönderdiği kararlara katılmayabiliriz, elbette farklı düşünebiliriz. Farklı düşünme, insan olmamızın gereğidir; ama, Cumhurbaşkanlığı makamını eleştirirken, hissî davranışlardan uzaklaşarak Sayın Cumhurbaşkanının iade gerekçesinde gösterdiği gerekçelerin doğru olmadığını burada anlatarak o konuyu gündeme getirseydik, bence çok daha yararlı bir hizmet yapmış olurduk; ama, onu yapamadık. Sanki, üçbuçuk yıllık bir hırsımızı alma gibi bir çabanın içine girdik; hem de, arkadaşlarımız, düzenli bir şekilde bu konuda hazırlık yaparak çalışmışlar gelmişler.

Sevgili arkadaşlar, demokrasi nedir; bunu hepimiz biliyoruz. Demokrasi, bir yöneltim biçimi olmanın yanı sıra bir yaşam biçimidir de. Yasama ve yürütme organlarının hukuka uygunluğunun sağlanması bakımından en etkili yöntem, yargısal denetimdir. Yargısal denetimin sağlıklı ve etkin olabilmesi, yargı bağımsızlığı, yargıç güvencesi ve adil yargılama olanaklarının sağlanmasına bağlıdır. Zaman zaman, çoğunluğun yönetimi kolayca keyfîliğe kaçabilmektedir; örneğin, bu yasada olduğu gibi.

Değerli arkadaşım, 1940'larda isme mahsus bir yasa çıkarıldığını söyledi. Doğrudur, çıkarılabilir. Siz de bunu, Sayın Erbakan'ın cezasını düzenleyen bir yasal düzenleme diye getirseydiniz, çok daha doğru bir davranış yapmış olurdunuz. 1940'lardakiler doğru yapmışlar, doğru yapmışlar; ama, siz, kişiye özgü değil diyorsunuz, fakat, aynaya baktığınızda kendinizi görüyorsunuz; kişiye özgü bir yasa. İşte, keyfîliğe kaçabiliyoruz bazen, zaman zaman. Ne var ki, çağdaş demokrasiler, siyasî iktidarın sınırlandırılması konusuyla yakından ilgilenmekte ve hukuk devleti anlayışını, siyasî iktidarı sınırlandıracak temel unsurlardan biri olarak algılamaktadır. Bu nedenle, kuvvetler ayrılığı sistemi 1961 Anayasasıyla birlikte hukuk sistemimizde yer almıştır.

Zaman zaman, bugünkü değerli arkadaşlarımın bu davranışını Sayın Başbakan da yaptı. İşte, dün, bir toplantıda Danıştaydan şikâyetçi oldu, yüksek bir yargı organından şikâyetçi oldu. Üçbuçuk yıla yakın bir dönemdir, anayasal kurumlarla zaman zaman uyum sağlayamıyorsunuz. Halbuki, çoğunluğun  her düşündüğü doğru değil. Çoğunluğun, zaman zaman eksiklikler, hatalar yapabileceği bilinen bir gerçek.

Şimdi, işte bunlardan  biri -Anayasamızın sistematiği gereği, değerli arkadaşlarım da bahsettiler- Anayasanın 104 üncü maddesi: "Cumhurbaşkanı yürütmenin başıdır." Yasama, yürütme, yargı. Anayasa gereği, Cumhurbaşkanı yürütmenin başıdır. Önce bunu kabul edeceksiniz, bunu içinize sindireceksiniz.

İki: Devletin başıdır.

Cumhurbaşkanının tarafsızlığı, hiçbir sürece karışmamak biçiminde algılanmamalıdır. "Cumhurbaşkanlığı makamı, laikliği -demokrasiyiydi biraz önce açıkladığım- hukukun üstünlüğünü, Atatürk ilke ve devrimlerini korumaktan yana taraf olmak zorundadır. (CHP sıralarından alkışlar)

Şimdi şuna bakmak istiyorum: Hukukun üstünlüğü... Bu bozma kararında, yeniden iade kararına bakmak istiyorum, Sayın Cumhurbaşkanının gerekçesine. Eski yasa aynen şöyle söylüyor: "Getirilen düzenlemede, 75 yaşını bitirenlerden üç yıl ya da daha az süreli hapis cezası verilenlerin cezalarını konutta çekmesi için aranan koşullardan birisi, hükümlünün sağlık durumunun cezasının infaz kurumlarına çektirilmesine elverişli olmadığının, tam teşekküllü bir devlet ya da üniversite hastanesinden verilecek raporla tespit edilmesi, iki: İşlenen suç nedeniyle doğan zararın aynen iadesi."

Şimdi, zaman zaman, burada, değerli arkadaşlarım, sağlık kurulu raporlarına etki edildiğinden bahsedildi. Değerli arkadaşlar, bu sağlık kurulu raporu devlet hastanesinden alınıyor, bir özel klinikten değil; bu sağlık kurulu raporu üniversiteden alınıyor. Eğer oralarda da güven duyulmayan raporlar verilirse, bunun da itiraz mercii, yöntemi bellidir. Hukukun dışına çıkmamak zorundayız, kendimizi hukukla sınırlandırmak zorundayız ve aynen, yine gerekçesinde... 5275 sayılı Yasa 1 Haziran 2005'te yürürlüğe girdi. Altı ayda ne değişti de, bu yasa değişikliğini getirdiniz? Sayın Erbakan'ın cezası... Cumhuriyet savcısı "buyurun misafirhaneye" dedi, sizi sıkıntıya soktu. Niye onu daha önce düzenlemediniz?

Sayın Bakanın döneminde Ceza İnfaz Kanunu çıktı. Altı ay demeyeyim, iki aya yakın bir süre Adalet Komisyonunda tartışıldı, hiçbir değerli Adalet Komisyonu üyesi arkadaşımın bu konuda bir teklifi de olmadı. Onu o gün düşünemediniz, şartların böyle geleceğini. Şimdi -aynen gerekçe- "aradan çok kısa bir süre geçmesine karşın değiştirilmesini -yasadaki değiştirme- ve söz konusu iki koşulun kaldırılmasını haklı kılacak nedenler Yasa teklifinin gerekçesinde, Adalet Komisyonu raporunda ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu görüşmelerinde açıklıkla ortaya konulamamıştır…"

Bu, bir hukuksal gerekçeyle geri iadedir. Zaten, Sayın Cumhurbaşkanının bir defa daha iadesinde, kanunları tekrar görüşülmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisine geri gönderirken hukuksal gerekçesi önemlidir. Bu hukuksal gerekçe üzerinde değerli Meclis üyesi arkadaşlarımız konuşmalarını yapsalardı, daha yararlı olurdu.

Şimdi, işte, burada ne yapıyor Sayın Cumhurbaşkanı; hukukun üstünlüğü konusunda tavır koyuyor. Bu, bana göre, alkışlanacak olan bir olay. Hukuku mu çiğnesin?! Yaptığı yemine saygısız mı davransın?! Bu yasanın Sayın Erbakan için çıkarıldığını hepiniz de biliyorsunuz, hepimiz de biliyoruz; ama, yok; bu, genel… Arkadaşlar, yemin ettik, yemin!.. O yeminin gereğini doğru dürüst yapacaksınız. Yemin ettik…

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) - Başka birisi yararlanamaz mı?

HALİL ÜNLÜTEPE (Devamla) - Bu, bir kişi için çıkarılan bir yasa ve deyin ki, bu yasayı -geri çekilsin çekilebiliyorsa- Sayın Erbakan'ı kurtarmak için... Zaten, bizim Grup adına konuşan değerli arkadaşlarımız da "biz, bu insanın, başbakanlık yapmış olan bir kişinin cezaevinde yatmasından zevk almıyoruz" diyorlar. Adını doğru koyun. Bu, adı yanlış koymanızdan dolayı, hukuksal gerekçelerle iade edilen bir metindir ve bu metin, bugün, burada tartışılırken de, yine doyurucu olmamıştır.

Şimdi, Cumhurbaşkanıyla zaman zaman ters düşüyorsunuz, zaman zaman Yargıtayla da ters düşüyorsunuz. İşte, şimdi, bakın, size Yargıtay Başkanlar Kurulu kararını okuyorum: "Hukuk devleti ilkesi ve cumhuriyetin nitelikleri anayasal düzen içerisinde yargı organlarınca korunması gereken değerlerden olup, laiklik ilkesi ve ulusun bütünlüğünün korunmasında, Yargıtay, dün olduğu gibi bugün ve bundan sonra da taraf olmaya devam edecektir." Bunun muhatabı kimdi; sizlerdiniz. Başkanlar Kurulunun geçen dönemki açıklaması bu.

Anayasal kurumlarla üçbuçuk yıl içinde uyum sağlayamadınız. Sağlamak zorundasınız. Elbette, sizin farklı düşünceleriniz olacaktır; ama, o farklılıklar, burada olmayan bir kurumu rencide edecek davranışlar içine girmemelidir ve Sayın Bakan, belki de, sizin o tür konuşmalarınızın önüne geçmek için burada söz aldı. Belki de iyi yaptı; belki de iyi yaptı o sözü almakla. Şimdi, Yargıtaydan, bu, hükümete yapılan uyarıcı bir açıklama; ama, anlayabilene. Bu açıklamanın muhatabı sizsiniz arkadaşlarım.

Anayasal Kurumların suskunluğunu birazcık düşünün, nedir bu, niçin bu böyle oluyor?! Güçlü değilsiniz. Seçim sisteminin getirdiği bir olanaktan faydalanıyorsunuz.

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) - Siz de yararlanıyorsunuz.

YAHYA AKMAN (Şanlıurfa) - Siz de yararlanmadınız mı?

HALİL ÜNLÜTEPE (Devamla) - Bakın, bundan mı şey ediyorsunuz?! Bunu aşın… Bunu aşın…

Sevgili arkadaşlar, şimdi, peki, bu 75 yaşın üzerinde, kaç tane hükümlü var? Sayın Adalet Bakanlığına sorduk; 8 kişi arkadaşlar. Üç yıl ve daha aşağı ceza alıp da, bugün, Türkiye cezaevlerinde yatan 8 kişi. Bu 8 kişi cezaevlerine girdiği müddetçe hiç aklınıza gelmedi bu kanun; hiç gelmedi! Hoca Efendi cezaevine girerken "bunu yapalım…" Bu ne oluyor; şahsa çıkartılan bir yasa oluyor. Bunun, savunulacak bir tarafı yoktur ve zaten ne diyor…

ALİM TUNÇ (Uşak) - Biz getirdik, siz muhalefet oldunuz

MUSTAFA NURİ AKBULUT (Erzurum) - 70 yaş yok, 65…

HALİL ÜNLÜTEPE (Devamla) - Efendim, hayır... Efendim, bir dakika… Ben 75 diyorum. Hayır, Bakanlığın bana verdiği cevap aynen şu, aynen okuyorum; Sayın Bakanın, 29.3 tarihli, beş gün önce verdiği cevap aynen şu: "Üç yıl ve daha aşağı hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkûm olan 75 yaşını bitirmiş 8 hükümlünün bulunduğu…"

MUSTAFA NURİ AKBULUT (Erzurum) - 70 yok…

HALİL ÜNLÜTEPE (Devamla) - Peki, Sayın Cumhurbaşkanı ne diyor iade gerekçesinde: "Yasal düzenlemenin bir siyasal parti eski genel başkanının durumuna çözüm getirmek ve üzerine geçirdiği hazine yardımını -ki, bu günah- geri ödemeden cezasının infazını evinde sağlamak amacıyla yapıldığı -altını çizerek söylüyorum- tüm kamuoyunun bildiği ve hiç kimsenin yadsıyamadığı bir gerçektir." Yani, sadece kendimizi mi akıllı zannediyoruz?! Halk, bu kanunun ne için çıktığını biliyor; Sayın Cumhurbaşkanı da, bu gerekçeyle bu yasayı döndürüyor.

Değerli arkadaşlar, bir şeyi daha söylemek istiyorum. Zaman zaman diyoruz ki, Cumhurbaşkanlığı makamı yıpranmış. Bugünkü yapılan anketlerde sizin düşündüğünüz gibi değil. Cumhurbaşkanlığı makamı, bugün en güvenilir kurumlardan birisi; ama, sizin kendinizin de yaptırdığı anketlerde, yolsuzlukla mücadelede yüzde 72 oranında kamuoyu size güvenmiyor; yoksullukla mücadelede yüzde 78 oranında sizin başarısız olduğunuzu gösteriyor. Kendi milletvekilinizin yaptırdığı anketlerden çıkan sonuçlar bu. Ama, o eleştirdiğiniz Cumhurbaşkanlığı makamı, bugün saygınlığını koruyor ve o kuruma güven duyuluyor. Türk toplumunun çok büyük bir çoğunluğunun güven duyduğu Sayın Cumhurbaşkanlığı makamına, siz niye güven duymuyorsunuz?! Sizin, herhalde, istediğinizi yapmıyor. Bir dönem, birisi, tasdik makamı gibiydi, noter gibi onaylıyordu. Hele hele o kişi, bir dönem daha Cumhurbaşkanı oluveririm diyerek, ne gelirse gönderiyordu.

Değerli arkadaşlar, eğer, Sayın Cumhurbaşkanı bu yasalar üzerinde bu kadar titiz ve bu kadar ciddî bir çalışma yapmamış olsaydı, o zaman eleştirebilirdik.

Ben, şunu söylemek istiyorum, sonuç itibariyle…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Ünlütepe, konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun efendim.

HALİL ÜNLÜTEPE (Devamla) - Sayın Başkan, bağlıyorum.

Değerli arkadaşlar…

AHMET YENİ (Samsun) - Süleyman Beyi mi kastettiniz?!. 

HALİL ÜNLÜTEPE (Devamla) - Ben, mümkün olduğu kadar yumuşatmaya çalışıyorum.

AHMET YENİ (Samsun) - Süleyman Demirel'i mi kastettiniz?!..

HALİL ÜNLÜTEPE (Devamla) - Kimi kastettiğimi herkes biliyor.

Değerli arkadaşlar, bu, şahsı adına çıkarılan bir af yasasıdır. Türkiye Büyük Millet Meclisi, şahıslar adına -değerli arkadaşımın da belirttiği gibi- kanun çıkartabilir. Gelin, bu takıyyeye, bu takıyyeciliğe Türkiye Büyük Millet Meclisini alet etmeyin. Bu bir takıyyedir. Eski uygulamalarınızdan vazgeçin, bu takıyyeye Türkiye Büyük Millet Meclisini alet etmeyin.

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) - Önergede sizin imzanız var…

HALİL ÜNLÜTEPE (Devamla) - Bu, Atatürk'ün kurduğu bir Meclistir. Doğru çıkarın, adresi doğru koyun ve o zaman, bu Meclis daha fazla yücelecektir.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.

Sayın İrfan Gündüz, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

İRFAN GÜNDÜZ (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; aslında, tartıştığımız bir yasa; fakat, yasa, geldi geldi, gerçekten, devletimizin tepesi olan, yürütmenin de başı ve devletimizin temsilcisi Cumhurbaşkanlığına odaklandı. Yani, hiçbir arkadaşımızın, ben, devleti temsil eden böyle bir yüce makamı rencide etmek için ya da onu kamuoyu önünde küçük düşürmek için düşünce serdedeceğine inanmıyorum, kabullenemiyorum. Kesinlikle de takıyye yaptığımızı asla kabul etmiyor, reddediyorum, sahibine de iade ediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Burada, bakın, Cumhurbaşkanının, Anayasanın 104 üncü maddesinden kaynaklanan kararnameleri imzalama yetkisiyle ilgili bir değerlendirmesi var. Ben, sadece, o değerlendirmeyi, Sayın Cumhurbaşkanımızın Anayasa Mahkemesi üyesi olduğu zaman, kendi görüşünü aktardığı karar altındaki düşüncelerini aktaracağım.

Bakın, o zamanın Başbakanı Sayın Süleyman Demirel. Sayın Demirel, Adalet Bakanlığındaki bazı üst düzey bürokratları, Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulu üyelerinin atanmasıyla ilgili bir kanun hükmünde kararname çıkarıyor. O zaman, zamanın Cumhurbaşkanı Sayın Özal, merhum Özal, bunu Anayasa Mahkemesine götürüyor. Anayasa Mahkemesine gittiğinde bir karar çıkıyor, 1993/18 sayılı Karar ve bu kararın verildiği zaman Sayın Cumhurbaşkanımız o zaman Anayasa Mahkemesi üyesi. O zaman verdiği kararı, kendi düşüncelerini arz ediyorum:

"Bir kararnamenin kamu yararına uygun olup olmadığını takdir edecek makam Bakanlar Kuruludur veya müdahale etmek isterse Türkiye Büyük Millet Meclisidir. Bir Bakanlar Kurulu kararnamesinin hukuka aykırı olup olmadığını inceleme yetkisi usulüne uygun olarak açılmış bir dava ise Danıştay, söz konusu kararname, bir kanun hükmünde kararname ise, hukuka uygunluğunu inceleme yetkisi Anayasa Mahkemesine aittir. Cumhurbaşkanının kararnameleri kamu yararına aykırılık düşüncesiyle reddetmesi Bakanlar Kurulunu; hukuka aykırılık düşüncesiyle reddetmesi ise Danıştay ve Anayasa Mahkemesine ait olan bir yetkiyi kullanması anlamına gelir.

Anayasamız, Devlet Başkanına kişisel politika izleme yetkisi vermemiştir. Kişisel politika izleme yetkisi muhalefetindir. Cumhurbaşkanının kararnameleri imzalama yetkisi, biçimsel ve şeklî bir yetkidir. Bir kararname ülkenin genel yararına aykırı sonuçlar doğurmuş ise, bunun Türkiye Büyük Millet Meclisine karşı gensoru yoluyla hesabını verecek organ Cumhurbaşkanı değil, Bakanlar Kuruludur. Bir kararnameyle suç işlenmişse Meclis soruşturması usulüyle suçlandırılıp, Yüce Divanda yargılanacak olan kişi Cumhurbaşkanı değil, Başbakan ve bakanlardır. Bir kararnameyle özel kişilere birtakım zararlar verilmiş ise, mahkemelerin haklarında tazminata hükmedeceği kişi Cumhurbaşkanı değil, Başbakan ve bakanlardır."

Sayın Cumhurbaşkanımızın Anayasa Mahkemesi üyesiyken serdettiği bu fikirleri arz ediyorum…

SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Ben de imza atıyorum.

İRFAN GÜNDÜZ (Devamla) - …ve dolayısıyla biz de Grup olarak bu düşüncelerin altına imzamızı atıyoruz. (AK Parti sıralarından alkışlar)

MUHARREM İNCE (Yalova) - Para ne olacak, para?!

İRFAN GÜNDÜZ (Devamla) - Kesinlikle kastımız, devletin tepesini teşkil eden, devletin imamesi olan Cumhurbaşkanlığı makamını küçük düşürmek, hor ve hakir göstermek gibi bir niyetimiz yoktur, o makama saygımız sonsuzdur.

MUHARREM İNCE (Yalova) - Para ne olacak, para; 11 trilyon ne olacak; onu anlatsana!

İRFAN GÜNDÜZ (Devamla) - Bunu arz ediyor, hepinizi hürmet ve saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

MUHARREM İNCE (Yalova) - Para ne oldu para; devletin parası ne oldu?

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Gündüz.

MUHARREM İNCE (Yalova) - Parayı kimse anlatmıyor, devletin 11 trilyonu ne olacak; nerede para, kimden alacak?!

BAŞKAN - Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Saygıdeğer milletvekilleri, tümünün oylamasından önce İçtüzüğün 86 ncı maddesine göre aleyhte olmak üzere Bursa Milletvekili Mehmet Küçükaşık'ın söz talebi vardır.

Sayın Küçükaşık, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

MEHMET KÜÇÜKAŞIK (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 1136 sıra sayılı Yasa üzerinde oyumun rengini  belirtmek üzere söz almış bulunmaktayım; hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlarım.

Şimdi, sanki burada, bakıyorum da hafızamız var bizim, Türk toplumunun da hafızası var, insanların da hafızası var; ama, herhalde biz çok şaşırıyoruz. Bu yasayı bir ay önce görüştüğümüzde Cumhuriyet Halk Partisi adına ben konuşmuştum; orada hangi gerekçelerle, daha önce, elbette, Sayın Necmettin Erbakan'ın hapiste yatmasını, bir eski başbakanın hapiste yatmasını, Cumhuriyet Halk Partisi olarak bizim de doğru görmediğimizi belirtmiştik. Ben o konuşmam esnasında, yine Adalet Komisyonunda bu madde görüşülürken verilen değişiklik önergesine imza atan 2 tane milletvekilinden biri olduğumu da söyledim. Orada bizim gerekçelerimiz; bir, Hazine zararının ödetilmesi gerekiyordu, var idi; sizler de onu o gün öyle söylemiştiniz ve arkasından, yine de doktor raporunun alınması gerekiyordu; biz, bu şartlarla o değişikliğe evet demiştik.

Şimdi, bakın arkadaşlar, siz bir yasa yaptınız, tasarı getirdiniz, hükümet tasarısı; burada, hiç bu şekilde bir İnfaz Yasasında değişikliği öngörmediniz. Değişiklik önergesiyle bunu gündeme getirmeye kalktık; o arada, burada çok kahramanca konuşan arkadaşların, "bravo" diyen arkadaşların birçoğu o zaman, Sayın Necmettin Erbakan'ın bu parayı ödeyeceği düşünüldüğü için, kahramanca dışarıya çıktılar, Adalet Komisyonu toplantısında dahi terk ettiler, gittiler; çünkü, eğer, Necmettin Erbakan bu parayı öderse, şu anda içinizde milletvekili olan 4 arkadaşınızın ve Bakanlar Kurulunda olan Sayın Dışişleri Bakanı ve Sayın İçişleri Bakanı da parayı ödemekten kurtulacaklardı.

Bakın, biz üç yıldan beri hâlâ soruyoruz size, İçişleri Bakanı ile Dışişleri Bakanı… Bana söz verdi İçişleri Bakanı, dedi ki: "Bir hafta sonra ne yapacağımı göreceksin." 2003, 25 Aralık… Hâlâ bekliyorum ikibuçuk yıldan beri ne yapacağını. Hani dokunulmazlığı kaldırma diyorsunuz ya… Biz dokunulmazlığı kaldıracağız dedik, onlar kendilerinin mallarının üzerindeki ihtiyatî tedbiri kaldırdı, onu yapmışlar. Şimdi de, alacağın tahsili üzerindeki bütün tedbirleri kaldırarak, şu anda o parayı ödemekten de kurtulmayı düşünüyorsunuz. Yapılan bu.

Bakın arkadaşlar, Necmettin Erbakan, sizin eski lideriniz.

ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Göster, yok öyle bir şey.

MEHMET KÜÇÜKAŞIK (Devamla) - Yok mu?!

ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Yok tabiî. Varsa göster, yok öyle bir şey.

MEHMET KÜÇÜKAŞIK (Devamla) - Bakın, tutanaklar burada. Tutanaklar burada. Ben, ağzımdan çıkanın ne demek olduğunu biliyorum. Biz, hiçbir şey reddetmedik. Siz, tıpkı Sayın Necmettin Erbakan'ın eski lideriniz olduğunu reddettiğiniz gibi, siz, gömlek değiştirir gibi, siyasal inancınızı değiştirmeyi söylüyorsunuz. Biz, değiştiremeyiz. Biz, ağzımızdan çıkanı reddedemeyiz.

ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Doğru söyle, orada doğru konuş.

MEHMET KÜÇÜKAŞIK (Devamla) - Biz ne söylediysek, hepsinin arkasındayız. Bunları ben de söyledim ve hâlâ da bekliyoruz orada.

SUAT KILIÇ (Samsun) - Sen 1991 seçimini hatırlıyor musun?!

MEHMET KÜÇÜKAŞIK (Devamla) - Ben çok iyi biliyorum.

SUAT KILIÇ (Samsun) - 1991 seçimlerini hatırlıyor musun?!

MEHMET KÜÇÜKAŞIK (Devamla) - Bakın, ben size bir şey söyleyeyim mi, 1991 seçimlerini bırak, konu bu. Ben çok iyi biliyorum.

SUAT KILIÇ (Samsun) - 1991 seçimlerinde Meclise kimleri taşıdınız, hatırlıyor musun?!

MEHMET KÜÇÜKAŞIK (Devamla) - Şimdi geliyorum, şimdi geliyorum ben sana. Şimdi geliyorum ben sana. Sen sus, bir otur.

BAŞKAN - Sayın Küçükaşık…

Sayın Kılıç…

MEHMET KÜÇÜKAŞIK (Devamla) - Susturur musunuz bir…

BAŞKAN - Sayın Kılıç, lütfen…

Sayın Küçükaşık Genel Kurula hitap edin.

MEHMET KÜÇÜKAŞIK (Devamla) - Ediyorum zaten… Ediyorum zaten…

Bakın, arkadaşlar, Cumhurbaşkanlığına saldırarak, kendi eksiklerinizi Cumhurbaşkanlığının üzerine atarak sorumluluktan kurtulamazsınız. Tek yaptığınız, buradaki bütün konuşmalarda… Bir yıldan beri, dördüncü kez neye gerek duydunuz da değişiklik yapıyorsunuz ya?! Bu İnfaz Yasasında niye değişiklik yapıyorsunuz; ne gerekti?!

AHMET YENİ (Samsun) - Öyle istiyoruz!

MEHMET KÜÇÜKAŞIK (Devamla) - Ne gerekti?!

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) - Sizin de imzanız var Sayın Küçükaşık!

MEHMET KÜÇÜKAŞIK (Devamla) - Ben imzamın arkasındayım. Ben imzamın arkasındayım; ama, paranın ödenmesi, Hazine zararının karşılanmasını istiyorum; benim imzam o. Doktor raporunu istiyorum. Benim imzam bu.

Siz niye Cumhurbaşkanına yükleniyorsunuz?! Siz, dördüncü kez değişiklik yapmak zorunda kaldığınız bir şeyi, öngöremediğiniz bir şeyi, bilemediğiniz bir şeyi, öğrenemediğiniz bir şeyi, size bir birisi öğretiyor diye niye kızıyorsunuz; hukuku size biri öğretiyor diye niye kızıyorsunuz; yani, ben, bunu anlamadım. Şimdi görmeye çalışıyorsunuz.

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) - Ne alakası var?!

MEHMET KÜÇÜKAŞIK (Devamla) - Bakın arkadaşlar, burada, her konuştuğumuzda, çıktığımızda, üçüncü kez bu değişikliği yapıyorsunuz diyorsunuz, dördüncü kez bu değişikliği yapıyorsunuz diyorsunuz; hep böyle, hep böyle. Şimdi, sanki, öyle bir şey konuşuyoruz ki, sanki, Cumhurbaşkanı, bütün her şeyi veto ediyor. Cumhurbaşkanının onayladığı, Anayasa Mahkemesinin iptal ettiği yasalar yok mu bu Meclisten geçen; dünya kadar yasa var, dünya kadar yasa var.

Şimdi, o yüzden, aceleyle, bilmeden yaptığınız yasaların faturasını, ne Türk toplumuna ödetmeye kalkınız ne de Sayın Cumhurbaşkanına ödetmeye kalkınız.

Bakınız, bazı arkadaşlarınızın her zaman söylediği bir laf var; işte, 85 yıllık cumhuriyet, 85 yıllık cumhuriyet gibi. Ne olur, bu cumhuriyet hepimize lazım, bu cumhuriyeti korumak zorundayız ve Cumhurbaşkanı da, Türkiye Cumhuriyetinin temsilcisi, başkanı. O yüzden, ağzımızdan çıkanı, lütfen, kulağımız duysun; lütfen, kulağımız duysun.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Küçükaşık, işin sonuna geldik; mikrofonunuzu açayım; lütfen, konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun.

MEHMET KÜÇÜKAŞIK (Devamla) - Bu Meclisin çıkardığı her metin şeklen kanun olur; ama, her kanunun da hukuka uygun olduğunu söylememiz mümkün değildir. O yüzden, bizim görevimiz, hukuka uygun metinler çıkarmak, yasalar çıkarmaktır.

Bu nedenle, geçmiş, şu andaki, yürürlükte olan metin gibi Hazine zararının karşılanmasını ortadan kaldırmanız yanlıştır. Bu düzenleme, Sayın Necmettin Erbakan'adır. Necmettin Erbakan'a ait düzenlemeyi, çok iyi niyetle, gururla, gelin, burada söyleyin, evet, biz bunu çıkarmak istiyoruz deyin, reddetmeyin; biz de saygı duyalım, toplum da saygı duysun.

Oyumun rengi hayırdır.

Saygılarımı sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Küçükaşık.

Sayın milletvekilleri, İçtüzüğün 86 ncı maddesine göre, tümünün oylanmasından önce, oyunun rengini belirtmek üzere, lehte, Ankara Milletvekili Sayın Salih Kapusuz.

Buyurun Sayın Kapusuz. (AK Parti sıralarından alkışlar)

SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Görüşmesini tamamladığımız 1136 sıra sayılı tasarı, bildiğiniz gibi, bu, Cumhurbaşkanlığı tarafından gönderilmiş olmasının sonucu olarak, ikinci kez tartışılıyor. Konuşmacı arkadaşları imkânlar ölçüsünde dinlemeye çalıştım. Başından beri, aynı şeyleri, ama, sürekli, usanmadan tekrar ettiler.

MUHARREM İNCE (Yalova) - Anlayamıyorlar diye, tekrarladılar…

MEHMET SEMERCİ (Aydın) - Sen yoktun ki…

SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Belki, kamuoyunun ilgisini çekip de dinleyen vatandaşlarımız varsa, bu konunun detayını anlamak isteyebilirler. Birkaç cümleyle, bu tasarının doğru olduğunu, bu anlamda da ne yaptığını birkaç cümleyle, tekraren ifade etmeye ihtiyaç var.

ORHAN ERASLAN (Niğde) - Çoğunda yoktunuz…

MEHMET SEMERCİ (Aydın) - Yoktun sen... Sonunda geldin sen… Dinlemedin bile…

SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Değerli arkadaşlar, Cumhurbaşkanlığı makamı, hepimizin ortak makamıdır. Elbette, şu anda, Cumhurbaşkanımız, bizim de, sizin de, Türk Milletinin Cumhurbaşkanıdır. Burada, Cumhurbaşkanının şahsına hakaret gibi bir şey söz konusu değil, olamaz da zaten.

TÜRKÂN MİÇOOĞULLARI (İzmir) - Sen duymadın ki konuşmaları!..

SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Biliyorum efendim… Bakınız, her birinizin odasında televizyon var…

ORHAN ERASLAN (Niğde) - Sizin arkadaşlarınız başlattı…

SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Evet, ben, hepsini dinliyorum, takip ediyorum Orhan Bey, rahat olun siz, rahat olun.

ORHAN ERASLAN (Niğde) - Yoktunuz o zaman Sayın Başkan…

TÜRKÂN MİÇOOĞULLARI (İzmir) - Siz, o konuşmayı hakaret kabul ediyorsanız, söyleyecek bir şey yok.

SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Dolayısıyla, Cumhurbaşkanlığı konusunda, arkadaşlarımız farklı görüşler, uygulamalarla ilgili serdedebilirler, lehinde de konuşurlar, aleyhinde de konuşurlar; ama, bu, Cumhurbaşkanlığının birtakım yaptırımlarını, uygulamalarını ve kararlarını farklı değerlendiren arkadaşları, siz, hakaret gibi takdim ederseniz, doğru bir şey yapmazsınız.

HALUK KOÇ (Samsun) - Tutanaklara bakın…

ORHAN ERASLAN (Niğde) - Tutanaklara bak…

SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Bakın, bizimle rekabet yapın. Rakiplerimizi severiz biz; ama, hasımlık yapanları, özellikle ve özellikle, bu anlamda germek isteyen yaklaşımı doğru bulmayız.

HALUK KOÇ (Samsun) - Tutanaklara bak…

SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Değerli arkadaşlar, bu geçen yasayla ilgili olarak birkaç açıklama dedim, şunu söylemek istiyorum: Bir defa, bir ceza davası var bu konuyla ilgili olarak, kesinleşmiş.

HÜSEYİN BAYINDIR (Kırşehir) - Doğru!..

SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Bunun gereği olarak, mahkûmiyet söz konusudur. Ayrıca, aynı konuyla ilgili bir de hukuk davası devam ediyor. Bu, sonuçlanmamış. Daha önce çıkmış olan Ceza Yasası gereği olarak, şart olarak konulan, şu anda "trilyon davası" olarak bilinen bir paradan hiçbirimiz vazgeçmiyoruz. Zaten, devletin alacağından -özel af çıkarmadığınız müddetçe- vazgeçmek diye bir imkânınız, bir lüksünüz de yok; kimse yapamaz bunu; bunu, ancak, Yüce Meclis yapar.

ORHAN ERASLAN (Niğde) - Çok yaptınız, örnekleri var!

SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Dolayısıyla, kaçtı göçtü, yok oldu, devlet alacağından vazgeçildi diye bir şey söz konusu değil.

ORHAN ERASLAN (Niğde) - Sayın Başkan, örnekleri var.

SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Şu anda, ilgili şahısla ilgili olarak, Sayın Necmettin Erbakan'la ilgili olarak, bu devam eden davadan dolayı bütün varlıklarının üzerinde tedbir kararı var, bütün varlığı tedbir kararına tabidir; hiçbirinde kullanım hakkı, yani el değiştirme, mülkiyet hakkı sahipliğinden vazgeçme gibi bir imkânı da yoktur.

ORHAN ERASLAN (Niğde) - Kullanım hakkı var, olmaz olur mu.

SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Yani, bu konuyla ilgili olarak, dava kesinleşirse, mahkemenin vermiş olduğu karar uygulamaya konulacaktır ve devlet burada, alacağını da bu vesileyle elbette alacaktır.

Değerli arkadaşlarım, şimdi -oyumun rengi için çıktım da- bunu açıkça, şu şekliyle bir kez daha hatırlatmak istiyorum: Bu düzenleme geçici bir madde olsa, sizin söylediğiniz, Sayın Cumhurbaşkanımızın da değerlendirmesinde olduğu gibi, o zaman şahsa çıkartılmış bir yasa olabilirdi; ama, bu yasa, kalıcı bir metindir. Bu şartlarda bulunan, bu yaşlara gelen, mahkûmiyetleri de bu bahsedilen sınırlarda olan herkes için, bugün de, yarın da, gelecekte de uygulanacak bir yasadır. (AK Parti sıralarından alkışlar) Ama, şöyle bir şey derseniz, ona da katılmayı herhalde uygun bulmayız; diyorsanız ki: "Böyle bir yasa çıkarın; ama, bundan Necmettin Erbakan istifa edemez" derseniz, böyle bir yasa, işte o zaman düzenlenemez. Yapılan iş doğrudur. Bu konuyla ilgili olarak, elbette, sizlerin de görüşlerine saygı duyarız, kabul göstermeyebiliriz; nihaî olarak kararı Meclis verecektir.

Ben, hayırlı olmasını temenni ediyor, saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

HALUK KOÇ (Samsun) - Hoca seni yine affetmeyecek!

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, tasarı üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır.

Sayın milletvekilleri, uluslararası anlaşmalar var; lütfen, arkadaşlarımız Genel Kurulu terk etmesinler.

10 uncu sırada yer alan, İstanbul Milletvekili Zeynep Karahan Uslu'nun; Ulaştırma Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu raporunun görüşmelerine başlayacağız.

10.- İstanbul Milletvekili Zeynep Karahan Uslu'nun; Ulaştırma Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Raporu (2/733) (S. Sayısı: 1135)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Tasarının görüşülmesi ertelenmiştir.

11 inci sırada yer alan, Çankırı Milletvekili Tevfik Akbak'ın; Karayolları Trafik Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi ve İçişleri Komisyonu raporunun görüşmelerine başlayacağız.

11.- Çankırı Milletvekili Tevfik Akbak'ın; Karayolları Trafik Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi ve İçişleri Komisyonu Raporu (2/731) (S. Sayısı:1137)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Ertelenmiştir.

12 nci sırada yer alan, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı ile Çin Halk Cumhuriyeti Kalite Yönetimi, Denetim ve Karantina Genel İdaresi Arasında Sanayi Ürünlerinde Kalite ve Güvenliğe İlişkin Danışma ve İşbirliği Mekanizması Tesis Edilmesine Dair Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu raporunun görüşmelerine başlıyoruz.

12.- Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı ile Çin Halk Cumhuriyeti Kalite Yönetimi, Denetim ve Karantina Genel İdaresi Arasında Sanayi Ürünlerinde Kalite ve Güvenliğe İlişkin Danışma ve İşbirliği Mekanizması Tesis Edilmesine Dair Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/1112) (S. Sayısı: 1084) (x)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.

Komisyon raporu 1084 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsı adına İstanbul Milletvekili Algan Hacaloğlu'nun söz talebi vardır.

Sayın Hacaloğlu, buyurun efendim.

CHP GRUBU ADINA ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; görüşülmekte olan Çin Halk Cumhuriyeti ile Türkiye arasında daha evvel imzalanmış olan protokolün onaylanmasına ilişkin, sanayi ürünlerinde kalite ve güvenliğe ilişkin, danışma ve işbirliği mekanizmasının tesis edilmesi kapsamındaki protokolün onaylanmasına ilişkin yasa tasarısının üzerinde Grubum ve şahsım adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Tabiatıyla, Genel Kurul son derece hassas bir konuda bir görüşmeyi tamamladı. Dikkatler dağıldı. Ben, geriye dönük hiçbir yorumda bulunmayacağım; ama, umuyorum ki, Cumhuriyet Halk Partisi adına veya şahsı adına söz alan Cumhuriyet Halk Partisi milletvekili arkadaşlarımın, o konuda, bu kürsüde dile getirmiş olduğu konular, tüm AKP'li milletvekili arkadaşlarımın hafızasının bir yerinde kayıtlı kalır ve umarım, demokrasimiz, bundan sonra bu gibi konularda çok daha hassas ve cumhuriyetin temel kurum ve onu temsil eden kurumlara yönelik sorumluluk anlayışını çok daha ciddî bir düzeyde sürdürür.

                          

(x) 1084 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

Değerli arkadaşlarım, önümüzde bulunan protokol önemli bir protokol. Yaptırım bakımından ne getirebileceğini şu anda söyleyebilmek mümkün değil; ancak, Türkiye nüfusunun 13 katı düzeyinde nüfusu olan, Türkiye yüzölçümünün 12 katı büyüklüğünde yüzölçümü olan Çin Halk Cumhuriyeti ile aramızda, bundan bir süre evvel, 27 Haziran 2005 yılında imzalanmış olan protokolle, iki ülke arasında ticarete konu olan mallarda yaşanmakta olan sıkıntıların tüketici güvenliği konusunda, iki ülke arasındaki dışticaretin daha geliştirilmesi ve kolaylaştırılması konusunda hazırlanmış olan protokolün burada onaylanmasını, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, olumlu karşıladığımızı ifade etmek istiyorum ve bunu vesile olarak değerlendirerek sizlerle, Çin Cumhuriyeti hakkında, onun ekonomisi hakkında bazı tespitlerimi paylaşmak istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, Çin, muazzam fizikî olanaklara sahip olan bir ülke. Çin, beşerî potansiyeliyle, doğal potansiyeliyle ve kendine özgü kurallar içinde, kendine özgü koşullar içinde sağlamış olduğu ucuz işçilik çerçevesinde; ama ve ama, ileri teknoloji eşliğinde inanılmaz bir ekonomik güç oluşturmaktadır. Biz, Türkiye olarak, Cumhuriyet Halk Partisi olarak yüksek ücret düzeyinde sanayileşmeyi hedef alan bir siyasetin partisiyiz. Ancak, Çin'in, devasa nüfusuyla gelmiş olduğu noktadaki sorunlarını, kendine özgü sosyalist model içinde, kendi tanımlarıyla "sosyalist piyasa ekonomisi" tanımı içinde uyguladıkları model çerçevesinde son yıllarda ortaya koymuş olduğu gelişme, herkesin, tüm kesimlerin dikkatini çekmekte ve halen mevcut konumundan son yedi yılda ulaştığı yüzde 8,1 ortalama büyüme hızını devam ettirerek, son yedi yılda ulaştığı ortalama 0,4 düzeyindeki enflasyonla temelleştirdiği istikrarla, önümüzdeki sekiz yıl sonra dünyada 4 üncü büyük ekonomi olma iddiasında olan Çin Halk Cumhuriyetinin, Batılı iktisatçılar, Batılı ülkeler 2041 yılının; yani, bundan otuzbeş yıl sonrasının dünyanın en büyük ekonomik gücü olacağı konusunda düşünceler geliştiriyorlar. Böyle bir Çin'i, bugünüyle yarınıyla böyle bir Çin'i hiçbirimiz görmezlikten gelemeyiz. Görmezlikten gelsek dahi fiilen görmek zorundayız.

Tabiî, şu anda, Çin'in gayri safi millî hâsılası Türkiye'nin 5 katı; ancak, kişi başına millî geliri, Türkiye'nin şu andaki yapısıyla, sadece dörtte 1'i ve Dünya Bankası verilerine göre, o kriterlere göre, Çin'de halen 100 000 000 yoksul insan var. Ancak, Çin ekonomisi halen 745 000 000 insanına -ki Türkiye'de bu rakam yaklaşık 26 000 000'dur- istihdam olanağı yaratabilmektedir. Çin'de işsizlik oranı yüzde 10'dur. Yüzde 10 düşük bir oran değil; ama, hatırlayın değerli arkadaşlarım, TÜİK'in, yani, Devlet İstatistik Enstitüsünün bütün verileri işsizliği düşük göstermeye yönelik çabasına rağmen, son üç aylık dönemde, verileri açıklanmış olan dönemde işsizlik oranı yüzde 20,3'tür. Yani, Çin'in, biraz evvel ifade ettiğim gibi, yüzde 10'luk düzeyinin iki katıdır ve bu yoksulluk koşullarına rağmen Çin'de halen okuma yazma oranı yüzde 86'dır değerli arkadaşlarım. Çin'in insanlarının yüzde 86'sı okuma yazma bilmekte ve Çin'de ortalama ömür yetmişiki yıldır.

Değerli arkadaşlarım, bunlar bir yana, Çin'de mevcut ekonomik veriler bakımından durumu birkaç noktası itibariyle açıklığa kavuşturmak istiyorum. Genelde dünyada…

BAŞKAN - Sayın Hacaloğlu, bir saniyenizi rica ediyorum.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, Sayın Hatibin herhalde özenle çalıştığı bir husus var ve bu konuyu Genel Kurul salonunda bulunan arkadaşlarımız da dinlerlerse faydalı olacağını ümit ediyorum.

Buyurun efendim.

ALGAN HACALOĞLU (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Değerli arkadaşlarım, dışticaret hacminin gayri safî hâsılaya oranı dünya genelinde yaklaşık yüzde 20'dir; Çin'de ise bu oran yüzde 65'tir. Çin, mevcut komünist yönetim altında, ancak, rekabetçi sosyalist piyasa düzeni olarak tanımladıkları piyasa düzeni içinde dünyaya açılmışlar ve dışticaretlerinin toplamının gayri safî millî hâsılaya oranını dünya ortalamasının 3 katına taşımışlardır. İhracatın yüzde 22'sini Amerika'yla, yüzde 18'ini Hong Kong'la, yüzde 15'ini ise Japonya'yla yapmaktadır. Keza, ithalatının yüzde 18'i Japonya, yüzde 10'u Kore, yüzde 13'ü ise Tayvan'ladır. Amerika'dan ithalatı ise sadece yüzde 4 düzeyindedir.

Herkesin zannettiği gibi, Çin'in ihraç malları, büyük ölçüde, tekstil veya ucuz ürünler değildir. Çin'in toplam ihracatı içinde tekstil ve hazır giyimin payı sadece yüzde 10'dur. Tekstil, ipliği ve kumaşı da katarsanız, sektörün bütününde yüzde 16'dır; ancak, Çin'in toplam ihracatının yüzde 12'sini teknik niteliği yüksek telekomünikasyon cihazları, yüzde 15'ini büro makineleri ve bilgi işlem araçları ve yüzde 10'unu ise elektrikli makineler oluşturmaktadır.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye, NATO'nun üyesi. Türkiye, AB'yle tam üyelik konusunda çabalarını, çalışmalarını, eşit koşul üyelik çerçevesi içinde sürdürüyor. Türkiye, Avrupa Konseyinin üyesi. Türkiye, Avrupa'nın bir parçası; Amerika'yla yakın ilişkileri var, Ortadoğu'da pazar ilişkileri var, Türk cumhuriyetleriyle ilişkileri var.

Son dönemde Türkiye'ye girmiş olan doğrudan yabancı sermayenin toplamının tam 15 katı Çin Halk Cumhuriyetine girmiştir değerli arkadaşlarım, Türkiye'nin tam 15 katı. Bu kadar hızlı büyüme ve yoğun yatırım sürecine rağmen, Çin'in, halen, Mart 2004 tarihi itibariyle toplam dışborcu 202 milyar dolardır. Oysa, bildiğiniz gibi, değerli arkadaşlarım, sadece, ülkemizde, kamu kesiminin, Şubat 2006 dönemi itibariyle, toplam borcu 253 milyar dolardır. Keza, 2004 Haziran sonu itibariyle, Çin'in toplam döviz rezervleri 444 milyar dolardır. Yani, Türkiye'nin döviz rezervlerinin yaklaşık 10 katı.

Değerli arkadaşlarım, Çin, hızlı büyümesinde ve ekonomik yapılanmasında KOBİ'leri çok yaygın ve etkin olarak kullanmaktadır. Ülke üretiminin üçte 1'i halen KOBİ'ler tarafından sağlanmaktadır.

Çin Halk Cumhuriyeti şimdiye kadar sessiz ve derinden gitmiştir. Ancak, dünyanın üretim merkezi, fabrikası, atölyesi olma noktasına geldikten sonra, dünya, Çin'i görmeye, Çin kendisini göstermeye başlamıştır.

Herkesin zannettiği gibi, Çin'in dünya pazarındaki rekabeti sadece ucuz işçilikten kaynaklanmıyor. Evet, Çin'de işçilik ucuzdur. Çin'de demokrasinin kurumları ve gelişme düzeyi yetersizdir; bunlar biliniyor; o, Çin'in realitesi; ancak, Çin'de, üretim, yaygın ihracatta vergi iadesiyle, yatırımlarda, özellikle gelişmekte olan bölgelerde, geri kalmış yörelerde geniş, etkin teşvik önlemleriyle ve ucuz su ve elektrik gibi temel girdilerle üretim ve yatırım desteklenmektedir.

Bir başka yanılgı da, Çin'in sadece ucuz mal ürettiği şeklindedir. Evet, Çin ucuz mal üretiyor; ancak, değerli arkadaşlarım, Çin, her fiyattan dört beş farklı kalitede malzeme üretmekte, böylelikle, hem iç ve hem dış piyasalarda avantaj sağlamaktadır.

Değerli arkadaşlarım, 2004 yılı Çin Halk Kongresinde, Başbakanları Wen Jiabao, sürdürülebilir ve istikrarlı bir kalkınma içinde refah toplumu anlayışını yansıtan bir siyasal ve teorik çalışmayı sunarken, 5 temel denge de belirlemiş idi; bunu, Çin Hükümetinin temel yapılanma stratejisinin esası olarak topluma sunmuştu. Bunlar, kırsal ve kentsel kalkınma arasında denge, bölgelerarası kalkınmada denge, ekonomik ve sosyal kalkınma arasında denge, insan ve doğa arasında denge ve yurtiçi kalkınma ile dünyaya açılım arasında denge ve bu dengeleri esas alan bir büyüme stratejisini Çin uygulamaya koyar iken, kendine özgü modeli içinde özel girişimciliği geliştirirken, devletin, özellikle, gelişmemiş olan bölgelerde ekonominin aktif aktörü olması, bilfiil yatırım ve üretimde bulunması ilkesini temel almıştır ve almaya devam etmektedir.

Değerli arkadaşlarım, yıllardır konuşuyoruz, bu kürsüden defaatle dile getirdik. Türkiye, evet, bu yıl, 2005 yılında kişi başına 5 000 dolarlık gelişme düzeyine, ortalama, ulaştı; ama, hepimiz biliyoruz ki, Türkiye'de gelir dağılımının olabildiğince eşitsiz dağılımı, eşitsiz olması ve bunun sonucu olarak da, Türkiye'nin doğusunda, güneydoğusunda, Kelkit Vadisinde, Kastamonusunda, Sinopunda, Gümüşhanesinde sosyal ve ekonomik gelişmenin geri kalmasının vebalini çocuklarımız ve insanlarımız yüksek işsizlik ve yoksulluk olarak ödemekte. Mevcut düzen buralarda yaşamakta olan milyonlarca insanımızın geleceğinden çalmakta. Biz, bu Yüce Meclisin çatısı altında görev yapmakta olan milletvekilleri olarak; ama, asıl siz, hükümeti bu Mecliste üçte 2 çoğunlukla, sağladığınız bu çoğunlukla ülkeyi yönetmekte olan AKP Hükümeti, maalesef ve maalesef, son üç yıldır bu konuda olabildiğince duyarsız kalmıştır ve bu duyarsızlık, devleti, bundan daha evvelden  başlayarak, Özal politikalarının bir uzantısı olarak, sınırsız, koşulsuz, zaman zaman vurguna dönüşen; ama, sonuçta, büyük ölçüde, kurulu tesislerin kapanmasına yol açan özelleştirme uygulamalarıyla, özellikle doğuda ve güneydoğuda yatırımın ve üretimin omurgası çökertilmiştir.

Geçen gün Genel Başkanın bu kürsüden ifade ettiği gibi, Türkiye'de de, kalkınmamış olan yörelerin kaderi, devletin bu bölgelere, üretimle, yatırımla ve gerçek girişimciye destekle ve uygun yatırım ortamı sağlamasıyla mümkün olabilecektir. Bu vesileyle bu hususun da altını bir kez daha çizmekte, Cumhuriyet Halk Partisinin bu konudaki duyarlılığını bir kez daha bu kürsüden dile getirmekte büyük yarar görüyorum. Zira, ülkemizde kanamakta olan içbarışın aşılmasında temel politikalardan, temel önem koymamız gereken konulardan biri budur. Burada da sorumluluk devletin omuzlarındadır.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye ile Çin Halk Cumhuriyeti arasındaki dışticaret sürekli olarak aleyhimize gelişmektedir. Bunun, Çin'in uygulamakta olduğu tarife ve tarife dışı engellerden de kaynaklandığı bilinmekte. 2004 yılı verilerine göre, Çin, Çin Halk Cumhuriyeti, Türkiye'nin dışticaret ilişkisinde bulunduğu 47 devlet arasında 37 nci sırada; yani, Türkiye'nin ihracatında, 40 ülke içinde, en az ihracat yaptığı 37 nci ülke.

İthalatta ise, 40 ülke arasında 6 ncı durumda ve son günlerde, son yılın verileri, bu sıranın daha üst düzeylere tırmandığını ortaya koymaktadır.

Çin'in toplam ihracatımız içinde payı giderek artacağına azalmaktadır. Geçen sene dördüncü dönemde bu pay yüzde 1'e yakınken, 0,98 iken, bu yıl, geçen yıl; yani, 2004 dördüncü döneminde yüzde 0,98 iken, 2005 yılının dördüncü döneminde yüzde yarıma, yaklaşık yüzde yarıma, 0,61 düzeyine gerilemiştir. Çin Halk Cumhuriyetinin ikili, karşılıklı dış ilişkilerimiz içinde, ithalatımız içindeki payı ise, yüzde 5,1 düzeyindedir. Bu nedenlerle, son verilere göre, Çin ile dışticaretimizde 5 milyar dolara doğru tırmanan bir açık söz konusudur ve Çin'den ithalatımız, herkesin zannettiği gibi, tümüyle konfeksiyon, dokumacılık ürünleri değildir; Çin'den ithalatımızın yüzde 49'unu makineler ve ulaşım araçları oluşturmaktadır. Yüzde 16,5'ini tüketim malları, yüzde 10'unu ise dokumacılık oluşturmaktadır.

Değerli arkadaşlarım, günümüzde, buna karşın, Çin'in, zaman zaman, yer yer, haksız rekabet koşullarında oluşturulan dışticaret ilişkilerimiz içinde, tekstil sektörümüzün derin bir krize girdiğini biliyoruz. Tekstil sektörümüzün içine girmiş olduğu krizin nedeni, tabiatıyla, Çin'den yapılmakta olan, toplam ithalatın yüzde 10'u düzeyindeki -Çin'den yapılan ithalatın yüzde 10'u düzeyindeki- ithalat değil. Her sektör dışa açıktır; ihraç da edeceğiz, ithal de edeceğiz. Tekstil sektörünün sorunu, hükümetin ele aldığı gibi, sektöre önerdiği gibi, Bakanlar Kurulunda karar aldığı gibi, KDV'nin yüzde 18'den yüzde 8'e indirilmesi değildir. Tekstil sektörünün, konfeksiyon sektörünün, hazır giyim sektörünün sorununu KDV'yi yüzde 8'e indirerek aşamazsınız. Tekstil ve konfeksiyon sektörünün sorunu düşük -bastırılmış- kur ve maliyetlerdir; istihdam üzerindeki yüksek vergi yükü ve özellikle, enerji girdilerindeki büyük yük. Yani, kısaca, maliyet yükü ve düşük kur sorunu aşılmadan, hazır giyim ve tekstil sektöründeki sorunlar, dışticaretimizi yıllardır taşımakta olan bu lokomotif sektörün sorunları aşılamaz.

Değerli arkadaşlarım, şu sıralarda Merkez Bankasına bir başkan arıyoruz. Batılı ülkeler, bizim aradığımız gibi aramıyor. Merkez Bankası vekâletle yönetilebilecek bir kurum değildir. Merkez Bankasının bağımsızlığı, Merkez Bankasının itibarlı bir kurum olması, Merkez Bankasının ekonominin faiz, kur politikalarında, enflasyonla mücadelede etkin bir kurum olarak görev yapması, öncelikle, başkanının saygınlığı ve başkanıyla beraber yönetiminin bütünlüğüyle sağlanır. Bunun bu noktada altını çizmekte yarar görüyorum; bitirirken söyleyecektim, şimdi söylemek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, çok değerli milletvekili arkadaşlarım, Merkez Bankasında oluşacak olan bir hatanın bedelini, önce halkımız, önce ekonomimiz, sonra sandıkta siz ödersiniz. Çünkü, bu alanda yapılacak hataya yönelik tepkiler, piyasa tepkileri, AB'nin tepkileri ve genelde ekonomimizin tepkileri çok acı olacaktır, inanınız yeni krizlere yol açacaktır.

AHMET YENİ (Samsun) - O beklentileriniz olmayacak.

ALGAN HACALOĞLU (Devamla) - O nedenle, ben burada, konunun bu boyutunu bağlarken, şunun altını çizmek istiyorum: Lütfen ve lütfen, Merkez Bankasını çağdaş -şimdiye kadar olduğu gibi- bir Merkez Bankası olarak işlevini görecek yapıda sürdürün. Atamayı o anlayışta yapın. Merkez Bankasına faiz bankacılığı kılıfı giydirmeyin. Merkez Bankasına sakın ola ki, Vehhabî bankacılığının kurum ve değerlerini taşımaya çalışmayın. (CHP sıralarından alkışlar)

AHMET YENİ (Samsun) - Beklentileriniz olmayacak. İstikrar var, merak etmeyin.

ALGAN HACALOĞLU (Devamla) - İstikrarı hepimiz istiyoruz. Eğer, demokrasi içindeysek, Anamuhalefet Partisi adına bu kürsüden söylenenlerin de bir hikmeti harbiyesi olabileceğini lütfen düşünün. Çünkü, siz, istikrara girmiş bir ekonomi teslim aldınız.

AHMET YENİ (Samsun) - Öyle değildi.

ALGAN HACALOĞLU (Devamla) - İstikrara girmiş, sorunlarını çözememiş bir ekonomi teslim aldınız; ama, ne yazık ki, ekonomi içi boş, kof bir büyüme süreci içinde, rekor düzeydeki cari işlemler açığıyla çok ciddî bir krize doğru yol almaktadır.

Değerli arkadaşlarım, konunun o boyutunu kapatıyorum, biraz kur üzerinde konuşacaktım; ama, onu erteliyorum, bir başka konuşmaya… Konuyu bağlamak istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye ile Çin Halk Cumhuriyeti ilk defa 1972 yılında diplomatik ilişkilere girdi. Ve özellikle 1984 yılından itibaren sürdürülen ziyaretler ve giderek yoğunlaşan ilişkiler içinde Türk tarafı çok yönlü, ikili ticareti dile getirirken, Çin tarafı ise  hep Doğu Türkistan konusunu öne çıkardı. Bu konu, Türkiye ile Çin Halk Cumhuriyeti ilişkilerinde daima dikenli bir konu olarak kalma özelliğini korudu. Çin'in kıyasıya rekabet içinde olduğu ülkelere karşın kendi ülkesindeki insan hakları ihlallerinin önünü hâlâ alamamış olması doğal olarak bizi üzmektedir. Tibet'te Budistlerin, Doğu Türkistan ve Sincan'da Müslüman ve Türklerin yaşamakta olduğu sorunlar, haksız rekabet sorununa yeni boyutlar kazandırmaktadır.  Ancak, Türkiye, Çin'le ilişkilerini, hem bu sorunların varlığını bilerek, ancak sağduyuyla, sükûnet ve kararlılık içinde yaklaşmak durumundadır. Kesinlikle, hızlandırılmış, aşırı hızlandırılmış ilişkiler tuzağına düşmeden, Çin'le ilişkilerimiz, karşılıklı saygı, anlayış, ortak yarar, eşitlik ve işbirliği zemininde geliştirilmelidir.

Bugüne kadar çok yönlü ilişkilerin kurulmasında geç kalınmıştır. Bu protokolün, bu ilişkilerin geliştirilmesine, tüketicilerin daha güvenlikli, daha güvenilir, Çin malı, ithal kaynaklı ürünler almasının önü açılmalıdır bu protokolün uygulaması içinde bir sonuç olarak. Ancak, Çin'e bakışımız hiçbir şekilde kısa vadeli olmamalıdır. Çin'e uzun vadeli bir perspektif içinde bakmalı, ilişkilerimizi öyle geliştirmeliyiz.

Sözlerimin bir yerinde ifade ettiğim gibi, Çin'le ve bir ölçüde Hindistan'la ar-ge'yi temel alan, araştırma ve geliştirmeyi temel alan teknoparklar, ileri teknoloji alanlarında işbirliği konuları, karşılıklı ilişkilerimizin öncelikli alanlarını oluşturmalıdır. Çin'e tüm Ortadoğu'yu ve Güneydoğu Asya coğrafyasını geniş bir vizyon içinde alan bir anlayış içinde yaklaşmalıyız ve bu çerçeve içinde, Türkiye'de Çince eğitim özendirilmeli, Çin incelemeleri enstitüsü kurulmalı, Pekin'de bir Türk ticaret merkezi oluşturmalıyız ve ifade ettiğim gibi, bilim ve teknoloji alanlarında, ar-ge alanında işbirliğini güçlendirmeliyiz.

Değerli arkadaşlarım, kısa bir dönem evvel, Şanghay'a yakın bir Pudong balıkçı köyü vardı; Çin Halk Cumhuriyeti, 1990 yılında bir program yaptı.

Değerli arkadaşlarım, sözlerimi bitiyorum. Bir önemli örneği, AKP Hükümetinin ve milletvekillerinin dikkatine sunmak istiyorum. Bu, Kadıköy büyüklüğünde bir balıkçı köyüydü. Bu köyde on yıllık uygulama içinde en ileri teknolojiyi kapsayan bir teknopark oluşturuldu. 55 kilometrekare genişliğinde bir alana yayılan Pudong eski balıkçı köyü, ileri bir teknopark köyü haline geldi. Elektronik, biyokimya…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Hacaloğlu, konuşmayı tamamlayacağız, süremiz de azaldı, elektronik oylama da yapacağız; lütfen, son cümlelerinizi alayım efendim. 30 dakika tamamlandı.

Buyurun.

ALGAN HACALOĞLU (Devamla) - Eczacılık sanayiinde önemli bir araştırma ve üretim merkezi oluşturuldu ve bu, temelde, Çin'in, doğal olarak, ihracatına rekabet gücü kattı. 

Değerli arkadaşlarım, Türkiye de en azından Çin'in bu alanda bundan onbeş yıl evvel yaptığını, AB'yle yakın ilişkiler içinde, dünya ekonomilerine büyük ölçüde entegre olmuş yapısı içinde, Çin'in onbeş yıl evvel yaptığını, Kadıköy ölçeğinde, büyüklüğünde bir yerde, benzeri bir teknoparkı… Kadıköy, örneğin, bir teknoparka… Tabiî, Kadıköy büyüklüğünde bir uygun yer, yörede bir bölgeyi araştırma ve geliştirmenin dinamiğini, kaynağını oluşturacak bir teknoparka dönüştürmelidir.

BAŞKAN - Sayın Hacaloğlu, istirham ediyorum, lütfen, son cümlelerinizi alayım efendim.

ALGAN HACALOĞLU (Devamla) - Bitirdim efendim…

BAŞKAN - Bakınız, 32 dakika oldu.

ALGAN HACALOĞLU (Devamla) - Son sözlerim Sayın Başkan.

Eğer, bunu yapabilirse Türkiye, AB'nin siyasal dayatmalarına, Soros'un sıcak para şantajlarına ve IMF'nin kıskacına dur diyebilir, önünü açabilir ve demokrasisini geliştirerek düzlüğe çıkabilir; ama, maalesef, sizlerde böyle bir iradenin mevcut olmadığını görmenin üzüntüsü içerisinde, hepinize en derin saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, tasarının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

1 inci maddeyi okutuyorum:

TÜRKİYE CUMHURİYETİ BAŞBAKANLIK DIŞ TİCARET MÜSTEŞARLIĞI İLE ÇİN HALK CUMHURİYETİ KALİTE YÖNETİMİ, DENETİM VE KARANTİNA GENEL İDARESİ ARASINDA SANAYİ ÜRÜNLERİNDE KALİTE VE GÜVENLİĞE İLİŞKİN DANIŞMA VE İŞBİRLİĞİ MEKANİZMASI TESİS EDİLMESİNE DAİR PROTOKOLÜN

ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI

MADDE 1.- 27 Haziran 2005 tarihinde Ankara'da imzalanan "Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı ile Çin Halk Cumhuriyeti Kalite Yönetimi, Denetim ve Karantina Genel İdaresi Arasında Sanayi Ürünlerinde Kalite ve Güvenliğe İlişkin Danışma ve İşbirliği Mekanizması Tesis Edilmesine Dair Protokol"ün onaylanması uygun bulunmuştur.

BAŞKAN - Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

2 nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2.- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN - Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

3 üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3.- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN - Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, tasarının tümü açıkoylamaya tabidir.

Açıkoylamanın şekli hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.

Açıkoylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, oylama için 5 dakika süre veriyorum ve oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 1084 sıra sayılı, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı ile Çin Halk Cumhuriyeti Kalite Yönetimi, Denetim ve Karantina Genel İdaresi Arasında Sanayi Ürünlerinde Kalite ve Güvenliğe İlişkin Danışma ve İşbirliği Mekanizması Tesis Edilmesine Dair Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının açıkoylama sonucunu açıklıyorum:

Kullanılan Oy Sayısı

:

201

Kabul

:

201(x)

Böylece, kanun tasarısı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır. Bu anlaşmanın, Türkiye Cumhuriyeti ve Çin Halk Cumhuriyetine hayırlar getirmesini diliyorum.

Saygıdeğer milletvekilleri, alınan karar gereğince, bazı girişimcilerce holding adı altında gerçekleştirilen izinsiz halka arz yoluyla tasarruf sahiplerinin mağduriyetine yol açılmasının neden ve sonuçlarıyla bu süreçte SPK'nın sorumluluğunun araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan Meclis Araştırması Komisyonunun 1061 sıra sayılı raporu üzerindeki genel görüşmeyi yapmak ve kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 11 Nisan 2006 Salı günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

 

Kapanma Saati : 20.59