BIM 2 1 2006-04-06T23:45:00Z 2006-04-06T23:45:00Z 47 33469 190775 TBMM 1589 381 234285 9.2812 0 6 nk 6 nk 0

DÖNEM: 22       CİLT: 114                                                              YASAMA YILI: 4

 

 

 

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

TUTANAK DERGİSİ

 

78 inci Birleşim

22 Mart 2006 Çarşamba

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

 

  I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. - GELEN KÂĞITLAR

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1.- Antalya Milletvekili Hüseyin Ekmekcioğlu'nun, ihracatta, girdi maliyetlerinin yüksekliği, enerji, istihdam vergileri, yerli hammadde ve KDV oranlarının yüksekliği gibi sorunlara karşı alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen'in cevabı

2.- Batman Milletvekili Afif Demirkıran'ın, Dünya Su Gününde, jeopolitik konumundan dolayı önemi daha da artan suyun verimli kullanılmasının yararlarına ve bu konuda alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması

3.- Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu'nun, yeşilkart sistemi ile yeşilkart kullananların sorunlarına ve bu konuda alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması

B) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1.- Antalya Milletvekili Hüseyin Ekmekcioğlu ve 36 milletvekilinin, turizm sektöründeki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/349)

IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)

2.- Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1030) (S. Sayısı: 904)

3.- Trabzon Milletvekili Cevdet Erdöl ve 4 Milletvekilinin, Türk Tabipleri Birliği Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi; İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu ve 35 Milletvekilinin, 23.1.1953 Tarihli ve 6023 Sayılı Türk Tabipleri Birliği Kanununun 3224 Sayılı Yasa ile Değişik 60 ıncı Maddesinin Birinci Fıkrasının Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifi ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (2/672, 2/604) (S. Sayısı: 1069)

4.- Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair 607 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Millî Savunma Komisyonu Raporu (1/278, 1/1034) (S. Sayısı: 17 ve 17'ye 1 inci Ek)

5.- Gülhane Askeri Tıp Akademisi Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname ve Millî Savunma Komisyonu Raporu (1/277) (S. Sayısı: 1079)

6.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1089) (S. Sayısı: 1067)

7.- At Yarışları Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu Raporu (1/1169) (S. Sayısı: 1090)

8.- Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu ve 9 Milletvekilinin; Tütün, Tütün Mamulleri, Tuz ve Alkol İşletmeleri Genel Müdürlüğünün Yeniden Yapılandırılması ile Tütün ve Tütün Mamullerinin Üretimine, İç ve Dış Alım ve Satımına, 4046 Sayılı Kanunda ve 233 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanuna Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/722) (S. Sayısı: 1113)

9.- Özel Tüketim Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1145) (S. Sayısı: 1112)

V.- SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Konya Milletvekili Atilla KART'ın, hakkındaki bazı işlemlerle ilgili kamu görevlilerine ilişkin Başbakandan sorusu ve Adalet Bakanı Cemil ÇİÇEK'in cevabı (7/11879)

2.- Ankara Milletvekili Ersönmez YARBAY'ın, bazı şahısların telefonlarının dinlenmesine ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Cemil ÇİÇEK'in cevabı (7/11892)

3.- İstanbul Milletvekili Lokman AYVA'nın, özürlülerle ilgili yeni yasal düzenlemelerin ilgili kurumlara bildirilip bildirilmediğine ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Cemil ÇİÇEK'in cevabı (7/12072)

4.- Mersin Milletvekili Mustafa ÖZYÜREK'in, bir hükümlünün tahliyesine ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Cemil ÇİÇEK'in cevabı (7/12073)

5.- İzmir Milletvekili Ahmet ERSİN'in, bir hükümlünün tahliyesine ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Cemil ÇİÇEK'in cevabı (7/12074)

6.- Malatya Milletvekili Süleyman SARIBAŞ'ın, bazı kanunlarda değişiklik yapılmasına yönelik çalışmalara ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Cemil ÇİÇEK'in cevabı (7/12252)

7.- Tunceli Milletvekili V. Sinan YERLİKAYA'nın, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki kara mayınlarının temizlenmesine ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Abdülkadir AKSU'nun cevabı (7/12298)

8.- İstanbul Milletvekili Onur ÖYMEN'in, yabancı bir dergide yayımlanan bir makaleye ilişkin sorusu ve Millî Savunma Bakanı M. Vecdi GÖNÜL'ün cevabı (7/12326)

9.- İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in, bir kaçakçılık olayını ihbar eden kişinin açıklamasına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Kürşad          TÜZMEN'in cevabı (7/12485)

10.- İstanbul Milletvekili Berhan ŞİMŞEK'in, TRT'nin Başbakanın Mersin'deki bazı görüntülerini yayınlamamasına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Beşir ATALAY'ın cevabı (7/12488)

11.- İzmir Milletvekili Canan ARITMAN'ın, atamalarla ilgili bazı iddialara,

- Antalya Milletvekili Nail KAMACI'nın, Bolu Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğüne,

- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in, çocuk ve gençlerdeki suça eğilime,

- Afyon Milletvekili Reyhan BALANDI'nın, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğündeki bazı atamalara,

- İzmir Milletvekili Erdal KARADEMİR'in, kadın sığınma evlerine,

İlişkin soruları ve Devlet Bakanı Nimet ÇUBUKÇU'nun cevabı (7/12489, 12490, 12491, 12492, 12493)

 

I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 

TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak üç oturum yaptı.

 

Edirne Milletvekili Nejat Gencan'ın,

Edirne Milletvekili Ali Ayağ'ın,

Edirne'deki yoğun yağış ve Bulgaristan'ın barajlardan su bırakması nedeniyle meydana gelen taşkınların sebep olduğu zarara ve bu konuda alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşmalarına, Bayındırlık ve İskân Bakanı Faruk Nafız Özak cevap verdi.

 

Ankara Milletvekili Yakup Kepenek, Hükümetin, üniversite özerkliğine müdahalesinin yarattığı sıkıntılara ilişkin gündemdışı bir konuşma yaptı.

 

Çek Cumhuriyeti Parlamentosu Dilekçe Komisyonunun davetlisi olarak Çek Cumhuriyetine resmî ziyarette bulunacak olan Türkiye Büyük Millet Meclisi Dilekçe Komisyonu üyelerinden oluşacak Parlamento heyetini oluşturmak üzere gruplarınca isimleri bildirilen milletvekillerine,

Çek Cumhuriyeti Parlamentosu Bilim, Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Başkanı ve beraberindeki parlamento heyetinin, Türkiye Büyük Millet Meclisinin konuğu olarak resmî temaslarda bulunmak üzere ülkemizi ziyaretinin uygun bulunduğuna,

İlişkin Başkanlık tezkereleri ile,

Adana Milletvekili Atilla Başoğlu ve 19 milletvekilinin, tarihî eser kaçakçılığının (10/347),

İstanbul Milletvekili Bihlun Tamaylıgil ve 25 milletvekilinin, fındık üretimi ve pazarlamasındaki sorunların (10/348),

Araştırılarak, alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri;

Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacakları ve öngörüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

 

Genel Kurulun 21.3.2006 Salı ve 22.3.2006 Çarşamba günkü birleşimlerinde sözlü sorular ile diğer denetim konularının görüşülmemesine, 21.3.2006 Salı günkü birleşiminde kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine ve bu birleşimde, gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 7 nci sırasında yer alan 1047 sıra sayılı kanun tasarısının görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılmasına, 22.3.2006 Çarşamba günü 15.00-21.00 ve 23.3.2006 Perşembe günü 14.00-21.00 saatleri arasında çalışmalarını sürdürmesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi, yapılan görüşmelerden sonra, kabul edildi.

 

Bursa Milletvekili Mustafa Dündar'ın, Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılması (2/641),

İzmir Milletvekili Ahmet Ersin'in, 4722 Sayılı Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun Mal Rejimleri Başlıklı 10. Maddesinin 1. Fıkrası ile 2. Fıkrasının Son Cümlesinin Değiştirilmesi (2/615),

Hakkında Kanun Tekliflerinin doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergelerinin, yapılan görüşmelerden sonra, oybirliğiyle kabul edildikleri bildirildi.

 

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:

3 üncü sırasında bulunan, Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin (2/212) (S. Sayısı: 305) görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin komisyon raporu henüz gelmediğinden;

1 inci sırasında bulunan,Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair 607 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının (1/278, 1/1034) (S. Sayısı: 17 ve 17'ye 1 inci Ek)

2 nci sırasında bulunan, Gülhane Askeri Tıp Akademisi Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair 604 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin (1/277) (S. Sayısı: 1079)

4 üncü sırasında bulunan, Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun Tasarısının (1/1030) (S. Sayısı: 904),

5 inci sırasında bulunan, Trabzon Milletvekili Cevdet Erdöl ve 4 milletvekilinin, Türk Tabipleri Birliği Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi; İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu ve 35 Milletvekilinin, 23.1.1953 Tarihli ve 6023 Sayılı Türk Tabipleri Birliği Kanununun 3224 Sayılı Yasa ile Değişik 60 ıncı Maddesinin Birinci Fıkrasının Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifinin (2/672, 2/604) (S. Sayısı: 1069),

Görüşmeleri, ilgili komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından;

Ertelendi.

 

6 ncı sırasında bulunan ve görüşmeleri tamamlanan, Değişik Adlar Altında İlave Ödemesi Bulunmayan Memurlara ve Sözleşmeli Personele Ek Ödeme Yapılması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında (1/1171) (S. Sayısı: 1103),

7 nci sırasında bulunan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Tunus Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Sanayi İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair (1/1096) (S. Sayısı: 1047),

Kanun Tasarılarının, elektronik cihazla yapılan açıkoylamalardan sonra, kabul edilip kanunlaştıkları açıklandı.

 

22 Mart 2006 Çarşamba günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşime 23.27'de son verildi.

 

Ali Dinçer

Başkanvekili

Harun Tüfekci      Bayram Özçelik

             Konya                      Burdur

Kâtip Üye                Kâtip Üye

Ahmet Gökhan Sarıçam

Kırklareli

Kâtip Üye

 

 

No: 106

 

II. - GELEN KÂĞITLAR

22 Mart 2006 Çarşamba

Raporlar

1.- Nüfus Hizmetleri Kanunu Tasarısı ve İçişleri Komisyonu Raporu (1/1177) (S. Sayısı: 1123) (Dağıtma tarihi: 22.3.2006) (GÜNDEME)

2.- Cumhuriyet Halk Partisi Grubu Adına Grup Başkanvekilleri İzmir Milletvekili K. Kemal ANADOL, İstanbul Milletvekili Ali TOPUZ ve Samsun Milletvekili Haluk KOÇ'un, Milletvekilleri Lojmanlarında Mustafa Güngör'ün Öldürülmesinin Aydınlatılması ve Sorumluların Belirlenmesi Amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci Maddeleri Uyarınca Bir Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergesi ve (10/185) Esas Numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 1056) (Dağıtma tarihi: 22/3/2006)

Yazılı Soru Önergesi

1.- Adana Milletvekili N. Gaye ERBATUR'un, kadın personele ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanından yazılı soru önergesi (7/13040) (Başkanlığa geliş tarihi: 6/3/2006)

Meclis Araştırması Önergesi

1.- Antalya Milletvekili Hüseyin EKMEKÇİOĞLU ve 36 Milletvekilinin, turizm sektöründeki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/349) ( S.Sayısı: 1056) (Başkanlığa geliş tarihi: 16/3/2006)

 

 

 

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 15.07

22 Mart 2006 Çarşamba

BAŞKAN : Başkanvekili Ali DİNÇER

KÂTİP ÜYELER : Ahmet Gökhan SARIÇAM (Kırklareli), Harun TÜFEKCİ (Konya)

 

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 78 inci Birleşimini açıyorum.

Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.

Gündemdışı ilk sözü, ülkemizde ihracatta yaşanan sorunlar hakkında söz isteyen Antalya Milletvekili Hüseyin Ekmekcioğlu'na veriyoruz.

Buyurun Sayın Ekmekcioğlu.

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1.- Antalya Milletvekili Hüseyin Ekmekcioğlu'nun, ihracatta, girdi maliyetlerinin yüksekliği, enerji, istihdam vergileri, yerli hammadde ve KDV oranlarının yüksekliği gibi sorunlara karşı alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen'in cevabı

HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU (Antalya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizde ihracatta yaşanan sorunlar hakkında gündemdışı söz almış bulunmaktayım; hepinizi saygıyla selamlarım.

İhracat, bir ülke ekonomisi için çok önemli bir etkendir. İhracatı artırmak için yatırımları, dolayısıyla, üretimi artırmanız gerekir. Ancak üretim sonucunda ihracat fazlalaşacaktır. Bu ihracat sonucunda, ülkeye döviz girişi sağlanacak, ekonominin dengede durması kolaylaşacaktır. Bununla birlikte, o ülkede yatırımlar artacak, işsizlik de azalacaktır. Türkiye'de bu söylediklerimizin hepsi tersine gitmektedir. Ülkeye sıcak para girişi ve sabit kur uygulaması sonrasında yapay olarak azalan enflasyon, üretimi ve istihdamı teşvik etmeden ithalatı artırarak devam eden üretim faaliyetleri ve işsizliğin artması sonucunda oluşan bir ekonomi, gün geçtikçe artan iç ve dışborçlar… Bu politikalarla, AKP Hükümeti, ekonomiyi, dolayısıyla, ülkeyi tehlikeli bir alana doğru sürüklemektedir. Uygulanan ekonomik politikalar sonucunda YTL'nin aşırı değerli olması nedeniyle sıkıntılar başlamıştır.

Şu anda geldiğimiz noktada ihracatçının dayanacak hali kalmamıştır. İhracatçımız, zor koşullara rağmen pazardan aldığımız payı kaybetmemek adına faaliyetlerine devam etmektedir; ancak, üreticinin ve ihracatçının, yüzde 25 oranında maliyet artışına karşılık geliri sürekli düşmektedir. Bu maliyetlerle dış pazarlarda rekabet şansımız kalmamıştır. Tekstil sektöründe yaşanan sıkıntılar, bunun en güzel örneğidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ihracatın önündeki başlıca sorunlardan birisi, girdi maliyetlerinin yüksekliğidir. Enerji, istihdam vergileri, yerli hammadde maliyeti ve KDV oranlarının yüksekliği, ihracatçının belini bükmektedir.

Enerji bazında, son üç yılda, fuel-oil yüzde 135, doğalgaz yüzde 89, motorin de yüzde 78 oranında artış göstermiştir.

Bir diğer maliyet unsurunu istihdam vergileri oluşturmaktadır. Ücretin yüzde 42'si vergiye gitmektedir. Başka önlemleri almak koşuluyla istihdam vergilerini düşürmek, hem istihdamı teşvik eder hem de rekabet gücünü artırır.

Bir başka sorun, Yeni Türk Lirasının çok değerli oluşudur. Dünyadaki aşırı sıcak para hareketlerinden Türkiye de nasibini almıştır; ancak, bu sıcak paranın geldiği gibi hızlı bir şekilde geri gitmesi olasıdır ve bu da ciddî sorunlar yaratabilecektir. Aşırı değerli Yeni Türk Lirası, ihracatçının, üreticinin ve diğer sektörlerin belini bükmüştür. Orta ve uzun vadede, üretim ve istihdam üzerinde ciddî hasarlar oluşturabilecektir. Oysa, borçları azaltmak, daha çok üretmek, ürettiğini ihraç ederek daha çok döviz girişini sağlamak zorundayız. Gerçek büyüme ancak bu şekilde sağlanabilir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ihracatçımızı bu sorunlardan arındırmak için, sanayi girdisi olarak kullanılan enerji üzerindeki vergiler yeniden düzenlenerek, bunların fiyatı uluslararası düzeye çekilmelidir. Elektrik fiyatı üzerinden alınan kurum payı kaldırılmalı ve KDV oranı düşürülmelidir. Ayrıca, fuel-oil, doğalgaz ve diğer petrol ürünlerinden alınan ÖTV oranları mutlaka düşürülmelidir.

İhracat üzerinde 2006 yılında daha özenli bir şekilde durulması gereklidir. İthalatın ihracatı karşılama oranı 2002 yılında yüzde 70 iken, 2005 yılı sonunda bu oran yüzde 63'e düşmüştür. Dışticaret açığı 2002 yılında 10 milyar dolar iken, 2005 yılı sonunda 43 milyar dolara çıkmıştır. İhracatın artırılarak ithalatımızı karşılaması mutlaka sağlanmalıdır. Önemli olan, ülkemizde kalan net döviz miktarıdır.

Ülkemiz, git gide dışa bağımlı hale gelmeye başlamıştır. Ekonomimizin istikrarı, ancak, dışarıdan yüksek faiz karşılığı gelecek olan paraya bağlanmış durumdadır. Bu durum, ülkemizi yatırım yapamaz, üretim yapamaz bir tabloya doğru sürüklemektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU (Devamla) - Ülkemizde 2005 yılı sonunda dışticaret açığı 43 milyar dolara yükselmiştir. Aynı şekilde, cari açık 23 milyar dolardır. Bu, tarihî bir rekordur. Ülkemiz büyük dışticaret açığı vermektedir. İthalat patlaması yaşanıyor. Dünyada daha çok ithal, daha az ihraç ederek büyüyen bir ekonomi var mıdır?! Hükümetin istikrar varmış gibi gösterdiği, gerçeğin hiç böyle olmadığı bir durum pamuğun yanması gibidir. Bildiğiniz gibi, pamuk da için için yanar; fakat, dışarıdan hiç kimse yandığını fark etmez.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemiz, yaklaşık 43 000 000 tonluk yaş meyve ve sebze üretimiyle Avrupa'da 1 inci, dünyada 4 üncü sıradadır. Ürettiğimizin hepsini tüketmemiz mümkün değildir. Bu nedenle, üretim fazlasını ancak ihracatla değerlendirebiliriz. Dış pazarlardaki aşırı rekabet, teknik bazı engeller de eklenince, diğer ihracat sektörlerinde olduğu gibi, yaş sebze ve meyve sektöründe faaliyet gösteren ihracatçının da dayanma gücü kalmamıştır.

Çiftçi ve köylü perişan bir durumdadır. AKP Hükümeti narenciyeye verilen ihracat primini 100 dolardan 50 dolara indirmiştir; ihracat yapamaz hale gelmiş, narenciyeyi alan yok, satan yok, ağaçta duruyor. Elmaya verilen ihracat  primi ton başına 40 dolardır. Elma, depolarda kalmış durumdadır. Elma üreticileri zor durumdadır; satış fiyatları maliyetin altındadır. İhraç yapılamıyor, prim desteği yetersiz kalıyor ve üretici zarardadır. Üreticilerimiz büyük bir sıkıntı içerisindedirler. AKP İktidarı, üreticileri ürettiğine pişman etmiştir.

Değerli arkadaşlar, bir gün, ülkemiz, gıda ve tarımsal ürün ihtiyacının büyük bölümünü ithal etmeye başlarsa, sanayimiz ne kadar gelişirse gelişsin, ekonomimiz ciddî anlamda zarar görecektir. Sanayi ürünleri ihracatının yanında tarım ürünleri üretimi ve ihracatı da kesinlikle ihmal edilmemesi gereken bir gerçektir. Burada yapılması gereken, üretim, kalite ve standart zincirine sımsıkı sarılıp, tarım ürünlerinin dünya pazarlarına sunulmasıdır; böylece hem tarım ürünleri potansiyelimizi korumuş hem de dışticaret açığına pozitif katkıda  bulunmuş oluruz. Aksi durumda, dışticaret açığından kaynaklanan sorunları çözmek için ekonomideki para arzını artırmak, iç ve dışborç almak gibi geçici çözümlerle çare aramak zorunda kalırız. Geçici çözümler yerine, kendi özkaynaklarımıza dayalı ihracata yönelmeliyiz; yani, katmadeğeri kendimiz yaratıp, bu katmadeğerin ülkemizde kalmasını sağlamalıyız. Böyle yapmadığımız içindir ki, borçlar ve işsizlik başta olmak üzere sorunlar çığ gibi büyümektedir.

BAŞKAN - Hüseyin Bey, toparlayalım lütfen.

HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkanım.

AKP Hükümetini buradan uyarıyorum: Yatırım, üretim ve ihracat üçgenini bir an önce önemseyip geliştirmeniz gereklidir. Yoksa, devamlı borç alarak ekonomi ayakta tutulamaz, istikrar bu değildir. İnsanlarımız kan ağlarken, ceplerindeki para devamlı olarak reel olarak azalırken, elmamız, narenciyemiz dallarında ve depolarda çürümeyi beklerken, çiftçimiz, sanayicimiz, ihracatçımız zor durumdayken, "bu ülkede ekonomik istikrar var, enflasyonumuz düşük seyrediyor" derseniz, buna hiç kimseyi inandıramazsınız. İnanmadıklarını da önümüzdeki seçimlerde mutlaka göreceksiniz.

Bu önemli konuyu Yüce Meclisin dikkatine sunuyor, hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Antalya Milletvekili Sayın Hüseyin Ekmekcioğlu'nun ihracatla ilgili yaptığı gündemdışı konuşmaya katkıda bulunmak üzere Devlet Bakanı Sayın Kürşad Tüzmen söz istedi.

Buyurun Sayın Bakan. (AK Parti sıralarından alkışlar)

DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Gaziantep) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, Antalya Milletvekili Sayın Hüseyin Ekmekcioğlu'nun, ülkemizde ihracatta yaşanan sorunlar hakkındaki konuşmasına cevap vermek üzere huzurunuzda bulunuyorum.

Tabiî, ihracatımızın sorunları var, doğru; ancak, şunu da ifade edeyim, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde hiçbir zaman arka arkaya üç sene -2003, 2004 ve 2005- böyle yüksek bir ihracat artışı Türkiye görmedi, Türkiye ihracatta altın çağını yaşadı bizim dönemimizde. Bu bir tespit. Neden; 2003, ihracat artışı yüzde 31; 2004, ihracat artışı bir önceki seneye göre yüzde 34; 2005, ihracat artışı bir önceki seneye göre yüzde 16. Bu üç ortalama, gerçekten bizi dünyada ihracatta 22 nci sıraya, ithalatta da dünyanın en büyük 16 ncı ithalat ülkesi olma sıralamasına soktu. İlk 20'deyiz yani; dünyanın en büyük dışticaret yapan ilk 20 ülkesi arasındayız.

Ben de, tabiî, dışticaretten sorumlu bakan olarak isterim ki, ihracatımız ithalatımızdan fazla olsun. Bu da çok güzel; ama, bunu yakalamamız için daha çok çalışmamız lâzım. Şu andaki oran, ihracatın ithalatı karşılama oranı yaklaşık yüzde 63'ler seviyesinde ve istikrarlı bir seyir izliyor. Büyük bir ithalat baskısıyla karşı karşıyayız. Tabiî, burada, hep ben başından beri ifade ettim, aşırı değerli Türk Lirası çok ciddî bir ithalat baskısı yapıyor. Bu baskı nedeniyle, bizim ithalatımız, her sene yüzde 10 Türk Lirasının değer kazanmasıyla, 5 milyar dolar ekstra bir ithalat faturasıyla karşılaşıyoruz; bu, bir akademik tespittir. Dolayısıyla, şu anda, bu şekilde devam edecek, ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 63'ler seviyesinde gidecek. Yüzde 70 ve üzeri, arzu edilir, çok güzeldir, inşallah onu da yakalayacağız; ama, şu anda rahatlıkla çevirebiliriz, onu size söyleyeyim. Neden; çünkü, ihracat-ithalat farkına baktığımız zaman, 43 milyar dolarlık bir açık vardır. Dışticaret açığı, cari işlemler dengesini gerçekten etkiler, tetikler; ama, 43 milyar dolar dışticaret açığına baktığımız zaman, bunun toplam dışticaretimize oranı -190 milyar dolardır toplam dışticaretimiz- yaklaşık yüzde 23'ler seviyesindedir ki, bu bizim rahatlıkla bunu çevirebildiğimizin açık göstergesidir. Türkiye'nin geçmiş tarihindeki ihracat-ithalat ortalamalarına bakın ve dışticaret dengelerine bakın, ona göre çok daha sağlıklı bir seyir izlediğimizi görebilirsiniz.

Ancak, tabiî, burada, önceliğimiz bizim, bütün son üç yılda yaptığımız çalışmalarla, 36,1 milyar dolardan aldığımız ihracatı şu anda 73,3 milyar dolara -2005 yılı itibariyle- çıkarmış durumdayız. Bu sene de hedefimiz, program hedefi biliyorsunuz 79 milyar dolar; biz bunu ihracatçılarla beraber 80 milyar dolara çıkaralım diye bir hedef koyduk; inşallah, bunu da gerçekleştiririz.

NURETTİN SÖZEN (Sivas) - İthalatı kaça çıkaracaksınız?!

DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) - Tabiî, dışticaret politikamız oluşturulurken, ciddî temel faktörleri ele alıyoruz. Biz, stratejimizi sizlerle beraber koyuyoruz. Ben, her sene burada geliyorum, Plan ve Bütçe Komisyonunda bir sene öncekinin hesabını verirken, bir sene sonra da ne yapacağımı açık açık anlatıyorum. Sizler de orada katkıda bulunuyorsunuz; iktidarı da katkıda bulunuyor, muhalefeti de. Biz, sizlerle beraber, aldığımız o bilgiler çerçevesinde bu işi yapıyoruz. Bugüne kadar söylediklerimizi de hep yaptık, bundan sonra da aynen yaparak devam edeceğiz.

Şimdi, biz, burada, Türk Lirasının… Size onun incelemesini gayet iyi bir şekilde zamanında yaptığımız için söyledim; yani, orada, doğru, bir sıkıntı var, ihracatı aşağı doğru çeker, ithalatı da gerçekten çok hızlandırır bir etkisi var; ama, şu anda bunu bir veri olarak alıp, bizim, diğer çalışmalarla kendimizi, hem pazar açma hem girdi maliyetlerini aşağı doğru çekme konusunda göstermemiz gerektiğine inanıyoruz.

Burada ne yapıyoruz o arada; Türkiye, artık, mal ve hizmette kaliteyi satıyor. Yani, bizim sattığımız mal ve hizmet kalitelidir. Türk müteahhitlerinin dışarıda, yurt dışında yaptıkları işlerin hepsi dünya kalitesinin üzerindedir. Türkiye'de üretilen mallar, Türk malları dünya kalitesinin üzerindedir. Bunu, bir kere, dünyaya artık iyice kabul ettirdik. "Turquality" dediğimiz kavram bu zaten. Türk ve kalite imajını bütün dünyanın beraber algılaması gerektiğine inanıyoruz. Yapmaya çalıştığımız bu.

Tabiî, girdi maliyetlerinde ciddî bir sıkıntı var. Burada, ülkemizde  -işçilik maliyetleri üzerinden vergiler yüzde 42 oranında- istihdam vergileri, prim kesintileri yüksekliği, girdi maliyetlerinin işletmelerin rekabet gücünün aşağıya doğru çekilmesinde ve kayıtdışı istihdamı teşvik etmesinde ciddî bir etken olduğunu bizler de biliyoruz.

Sanayide kullanılan elektrik fiyatına baktığımız zaman, gelişmiş ülkelerin yanı sıra…

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Hep aynı şeyleri söylüyorsunuz…

HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU (Antalya) - Geleli üçbuçuk yıl oldu!..

DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) - Siz, geldiniz konuştunuz; müsaade ederseniz, ben tamamlayayım, ondan sonra, bir şey varsa, buyurun.

…Latin Amerika, merkezî doğu Avrupa ve Uzakdoğu ülkelerinden daha pahalı. Elektrikteki durum bu; yani, ortalama fiyatlara baktığımız zaman, bunu görüyoruz.

2004 yılında, sanayide kullanılan elektriğe uygulanan vergi oranlarına baktığımızda, ülkemizde bu oran yüzde 16,1; Macaristan'da bu oran  yüzde 1, İngiltere'de yüzde 6,8; Finlandiya'da yüzde 7,9; Danimarka'da yüzde 8,7; Polonya'da yüzde 9,1; Fransa'da yüzde 11,2; Norveç'te yüzde 19,4; Avusturya'da yüzde 25,9. Yani, çok yüksek gelir grubu ülkelerin bazılarında, çok az o da, iki yerde bizden daha yüksek; ama, diğerlerinde, genellikle, sanayide kullanılan elektriğe uygulanan vergi, Macaristan gibi yabancı sermaye yatırımı çekmek isteyen ülkelerde yüzde 1 gibi tutuluyor. Çok ciddî bir teşvik tabiî; ama, şu anda, bizim gelir-gider dengelerimiz buna izin vermiyor. Yani, keşke, bizim de gelir-giderimiz çok güzel olsa, biz de böyle yatırım teşvikleri verebilsek, biz de çekebilsek yabancı sermayeyi, üretim istediğimiz sektörlere, istihdam maliyetinin gerçekten azaltılıp istihdam rakamının çoğaltılacağı sektörlere.

Şimdi, yine, girdi maliyetlerinde fuel-oil fiyatlarına baktığımız zaman -ben, Yüce Meclisi bilgilendirmek açısından söylüyorum- OECD ülkelerinin fuel-oil ortalama fiyatları, sırasıyla 156, 205, 186 ve 206 dolar. Baktığımız an ilk üst grupta ve ülkemizde, yaklaşık, fuel-oile uygulanan vergi oranı yüzde 41'ken, Japonya'da fuel-oile uygulanan vergi oranı yüzde 4,8; İrlanda'da yüzde 5,1; Yunanistan'da yüzde 9,4; Fransa'da yüzde 10,6; Çek Cumhuriyetinde yüzde 11 ve Kore'de yüzde 12. Yani, bakın, bunlar, bizim gibi, hani biz 5 000 dolardan 10 000 dolara geçiş sağlamaya çalışıyoruz; ama, bu ülkeler yaklaşık 30 000 dolar kişi başına gelir seviyesi olan ve üstü olan ülkeler, orada bile vergi daha az. Neden; çünkü, rahatlıkla, gelir-gider dengesini sağlamış ülkeler.

Tabiî, bizim bir girdi maliyetinde dünya fiyatlarına yaklaştığımızı söylememiz mümkün. Yani, bunu niye söylüyorum Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; çünkü, bu ihracat -ben, onları, hepsi, ben de dahil olmak üzere, azap askeriyiz diyorum- bu kadar yüksek girdi maliyetleriyle, aşırı değerli bir yerli para birimine rağmen, bu ihracat artışını göstermek bence kolay iş değil. Onun için, sanayicilerimizin, ihracatçılarımızın bu konuda gerçekten bence takdir edilmesi lâzım.

Son üç yılda sağlanan bütün gelişmelerde faiz oranları, bir girdi maliyeti faiz oranları… Faiz oranlarında, dünya fiyatlarına doğru bir iniş başladı. Aşağı doğru çekilen faiz oranları, bizi dünya fiyatlarına doğru çekiyor. İnşallah, bunu dünya fiyatına getirdiğimiz zaman, ortalamada, o zaman, ciddî bir girdi maliyetini, biz iyi bir şekle çevirmiş olacağız. Biz, reel faiz oranlarında -şu anda, yükseklikler- OCED ülkeleri arasında birinci sıradayız, şu anda en yüksek bizim; ama, bu hızla aşağı doğru çekiliyor. Hızla düşen enflasyon nedeniyle, yüksek faiz oranı, gerçekten yüksek reel faiz sorununu ortaya çıkarıyor. Yani, hazine kâğıdına yatırım yapan yatırımcılar -biliyorsunuz, buralarda konuşulmuştur- YTL'nin dışticaret açığına rağmen değer kaybetmesine, tabiî, bu durumda engel oluyor.

Tabiî, bütün bu bilgiler ışığında, ihracatımızın, işgücü ve enerji maliyetlerinin yüksekliği, Yeni Türk Lirasının değerlenmesi, buna yola açan yüksek faiz oranları gibi faktörlerin baskısı altında bir ihracat strateji planını gerçekleştirmeye çalışıyoruz.

Biz ne yaptık, bütün bunları birer veri olarak aldık, oturduk, bir ihracat strateji planı hazırladık. Bunu da bir dinamik programlama gibi yaptık ki, devamlı sizden gelen bilgiler, Meclisten gelen bilgiler, özel sektörden gelen bilgileri bu programa hep yediriyoruz ve program kendisi canlı bir program gibi hareket ediyor. Yani, bir eksik varsa -ben, açık, her zaman size söylüyorum- yapıcı eleştirilerinize her zaman açığım. Siz de söyleyin, varsa strateji planımızda bir hata, düzeltelim; çünkü, bunlar yolda iyice belli oluyor; ama, şu anda koymuş olduğumuz komşu ülkeler, çevre ülkeler stratejisi, Afrika ülkeleri stratejisi, Asya ülkeleri stratejisi, Türkiye'nin ihracat artış ortalamasının yaklaşık iki kat ihracat artışlarını sağlamıştır. Doğru stratejileri doğru zamanda ortaya koyduğumuzun açık bir göstergesidir.

Bir diğer uygulama; bu sene Amerika stratejilerini başlattık, görüyorsunuz... Önümüzdeki günlerde gideceğiz ve açıkçası… Ben, yarın bir EUROMED, Avrupa-Akdeniz Bakanlar Konferansına katılacağım Marakeş'te. Orada da Akdeniz'i bir serbest ticaret alanı haline getirmek için eksiklerimizi tamamladık. Filistin'le, Suriye'yle, Fas'la, Tunus'la 4 tane serbest ticaret anlaşması sağladık bu dönemde. 5 inci olarak da, Mısır'la, en son, biliyorsunuz, Sayın Cumhurbaşkanımızın huzurlarında Mısır Cumhurbaşkanıyla ortak imzayı attık. Orada da 5 ülke serbest ticaret anlaşması grubuna geldi. Önümüzdeki dönemde Ürdün'ü şu anda planlıyoruz; tahmin ediyorum, haziranda onlarla da bir serbest ticaret anlaşmasını imzalamış oluruz. Körfez ülkelerini biliyorsunuz… Dolayısıyla, bütün bu bölgede yaptığımız çalışmalar… Daha üç gün evvel Sudan'dan geldik. Yani, Türkiye, ihracatını bu bölgelere çok ciddî bir şekilde, yaşadığı bütün sıkıntılara rağmen, artırma başarısını gösteriyor.

Şimdi, tabiî, bu arada, değerli Antalya Milletvekilimizin değindiği konulardan yaş meyve sebze sektörüne de biraz değinmek istiyorum. Tabiî, dünya meyve üretiminde 11, ihracatında da yüzde 2,2 payla 14 üncü sırada yer alıyoruz. Yani, aslında üretimde 11 inci sıradayız. Dünya üretimi içerisinde Türkiye'nin çok ciddî bir potansiyeli var. Aslında çok etkili bir tarım politikası da senelerdir izlenememesine rağmen bu başarılmış durumda. Bu ülkenin doğasında bu var. Dolayısıyla, bize düşen, bunu ihracata çevirmek olmalı. İhracatta dünyadan aldığımız pay yüzde 2,2; 14 üncü sıradayız. Ürünler itibariyle yaş meyve ve sebze ihracatına baktığımız zaman turunçgiller başta geliyor, kiraz ve üzüm takip ediyor. Yıllık yaş meyve ve sebze ihracatımız 2005 yılında 679 000 000 dolar.

Değerli arkadaşlar, İspanya, sadece narenciye ihracatından senede 11 milyar dolar gelir getiriyor, sadece narenciyeden. Bizim toplam yaş meyve ve sebze ihracatımız 679 000 000 dolar. Bu, ne kadar gideceğimiz bir yol olduğunun açık bir göstergesi. Bu tabiî… Biz, bunu 3 milyar dolar seviyesine getirdiğimiz zaman, düşünün, Antalya'da tarım kesiminde işsiz falan kalmayacaktır. Bütün Anadolu'da, bütün Akdeniz'de, bu böyle olacaktır; ama, bunun için ciddî bir planlama ve ciddî bir finansmana ihtiyacımız var. Onu da, değerli bakan arkadaşlarımla beraber gerçekleştirmeye çalışıyorum.

Dünya sebze üretimindeki durumumuz nedir -Yüce Meclise, bu konuda biraz bilgi aktarmak konusunda- 4 üncü sıradayız. Dünya sebze üretiminde Türkiye 4 üncü sırada. Pazarlamada yaşanan sıkıntılarımız var. Burada da üretimdeki kapasitemizi ihracatta gösteremediğimiz ortaya çıkmış. Neden; dünyada yüzde 1 payımız var. Ama, unutmayın ki… Şunu da ifade edeyim: Bizim, 2004 senesinde dünya toplam dışticaretinden aldığımız pay, Türkiye olarak, ilk defa yüzde 1'i geçti; yani, daha yolun başındayız. Ondan evvel, hep, bindelerle ifade ediliyorduk, ilk defa dünya ticaretinden yüzde 1 pay almaya başladık. Onun için diyorum ya, işte, 1 olmadan sıfırların bir anlamı olmuyor; ama, sıfırların önüne bir 1 koyarsanız, yanına hangi rakamı koyarsanız koyun büyüyecek. Bunu da, Yüce Meclisteki milletvekillerimizle beraber, inşallah, yukarıya doğru çıkaracağız.

Şimdi, burada, bizim Türkiye sebze üretiminde en fazla taze fasulye, domates, kavun ve soğandan pay aldığımızı görüyoruz. Dolayısıyla, stratejik açıdan yaklaşırsak bu ürünlerin üzerine gitmemiz lâzım; çünkü, bunlar, zaten doğal olarak pazar payını artırmayı başarmış ürünler; biraz daha desteklenmesi gerekiyor. Tabiî, Avrupa Birliği, Rusya ve Ortadoğu gibi önemli pazarlara yakın olmamız nedeniyle, dünya sebze ihracatından daha fazla pay almamız çok normal. Burada Türkiye lojistik açıdan en ideal konumda bulunuyor. Komşu çevre ülkeler, bu kadar coğrafî yakınlık… Enerjinin kesiştiği yerdeyiz, bilginin kesiştiği yerdeyiz, tarihin kesiştiği, coğrafyanın kesiştiği, bütün ulaşımın, her şeyin kesiştiği bölgede dünya ticaretini de kesiştirirsek, ciddî bir pay alacağımız ortada; bunu başarmamız lâzım; ki, lojistik imkânlarla, altyapı ve üstyapı imkânlarımızla, bu imkânlara da çok yakında ulaşabileceğimizi ben görüyorum.

Tabiî, sektörün ihracat ayağıyla desteklenmesi için, bir kere, sağlıklı bir üretim zinciri kurmamız lâzım. Siz Antalya'da olduğunuz için gayet iyi bilirsiniz; yani, bir kere, üretim yapısının çok sağlıklı olması lâzım; bütün sezonlarda hâkim olması lâzım Türk ürünlerinin, dünya pazarlarında; sadece belli sezonlarda değil. Bunu yapabiliriz; ayrıca, bazı ülkelerle tamamlayıcı birtakım üretim faaliyetleri gerçekleştirilebilir. Tabiî ki, standartlar, ambalajlama, nakliye gibi altyapı sorunlarına yönelik olarak, Tarım Bakanlığımız başta olmak üzere, ilgili diğer bakanlıklarımızla çeşitli çalışmaları yürütüyoruz.

İhracatçımıza potansiyel rekabet imkânı temin edilmesi, üretim fazlasının, yine, ihracat yoluyla değerlendirilmesi için yaş meyve ve sebze sektörünün ihracat iade sistemi aracılığıyla desteklenmesi ve mahsup sistemini, biliyorsunuz, senelerdir iyi bir şekilde uyguluyoruz. Tabiî, bu sistemde firmalara nakit ödeme yapmıyoruz. İhracatçı birlikleri tarafından hesaplanarak, Merkez Bankasına aktarılan firma alacaklarından, Kurumlar Vergisi, Gelir Vergisi, SSK primleri, haberleşme giderleri, elektrik, doğalgaz giderlerinin mahsup edilmesi suretiyle, ihracat iadesi yardımı sağlıyoruz; yani, şu anda Dünya Ticaret Örgütü kurallarına göre ve Avrupa Birliği ile yapmış olduğumuz Gümrük Birliği Anlaşması çerçevesinde verebileceğimiz destekler ancak bunlar oluyor.

Tabiî, Antalya deyince, kesmeçiçek sektörünü hiçbir zaman ihmal etmemek lâzım; çok önemli. Hızla gelir getiren ve hızla ihracat artışı sağlayan bir sektör. 50'den fazla ülkede kesmeçiçek üretimi yapılıyor dünyada ve toplam dünya üretimine baktığımız zaman 2003 yılında toplam dünya üretimi yaklaşık 380 000 hektar; Türkiye, şu anda dünya üretiminde binde 7'lik bir paya sahip. Tabiî, gelişmekte olan ülkeler bu pazara girdikçe fiyat rekabeti artıyor ve çeşitli gelişmiş ülkelerde, bakıyoruz, ithalat rakamları da hızla artıyor kesmeçiçekte. Dünya fiyatlarının genel olarak düşmesi, kişi başına olan tüketim miktarını da artırıyor.

Tabiî, biz, burada, pazar ülkelere coğrafî yakınlık, tarım ülkesi olmamız, iklimsel avantajlarımız, tarımsal nüfusun genç insan kaynağına dayanması, ileri teknoloji uygulanan modern seraların bulunması, kesmeçiçek sektöründe eğitimli insan kaynağına sahip olunması, ihracata verilen önemin her geçen gün artması ve bu amaçla yüksek kalitede mal üretiminin sağlanması gibi nedenlerle avantajlıyız.

En önemli ihraç ürünümüz, şu ana kadar, kesmeçiçekte karanfil; ihracatımızın yüzde 92'sini, kesmeçiçek sektöründe, karanfil oluşturuyor. Karanfil dışında önemli ihraç ürünlerimiz, gervera, lilyum ve süs amacıyla hazırlanan çelenkler. 2005 yılı istatistiklerine göre, kesmeçiçek ihracatının yüzde 64'ü, Sayın Milletvekilimizin ili olan Antalya'dan yapılıyor ve İzmir ve Yalova da, 2 nci ve 3 üncü sırada bu konuda söz sahibi illerimiz. Tabiî, Isparta, Burdur, Korkuteli bölgesinde, yayla üretimi nedeniyle, ihracat sezonunu da yedi aydan on aya çıkardık; bu, önemli bir gelişmedir.

Tabiî, 2005 yılında, rakamımız küçük, 35,6 milyon dolarlık bu sektörde, kesmeçiçek sektöründe ihracat var; 35'ten fazla ülkeye ihracat yapıyoruz; 2005 yılı itibariyle en fazla ihracat yaptığımız ülkeler, İngiltere, Hollanda, Almanya, Rusya Federasyonu ve Ukrayna.

Tabiî, tanıtım çok önemli burada. Son dönemde, fuar katılımları, alım heyetleri ve çeşitli diğer etkinliklerle, Türk çiçeği, tanınmaya ve yeni alıcılara ulaşmaya başlamış durumda. Orta vadede, tahmin ediyorum, biz, bu sektörden, sadece kesmeçiçekten 100 000 000 dolarlık bir ihracat geliri sağlayabiliriz.

Sonuç olarak, 73 milyar dolar civarında olan 2005 yılı ihracatını, inşallah, sizlerin de desteğiyle beraber, bu sene 80 milyar dolar seviyesine getirerek, yeni bir barajı da arkada bırakıp, geçip, önümüzdeki günlerde cumhuriyetimizin 100 üncü kuruluş yıldönümü olan 2023'te de 500 milyar dolar ihracat rakamını da bu ülkenin göreceğini bir kez daha huzurlarınızda belirtmek isterim.

Saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, bugün, Dünya Şiir Günü. Çok sayıda arkadaşımız Şiir Günü için konuşma istedi; fakat, vermemiz mümkün olmadı. Ama, hepimiz biliyoruz ki, şiir, Türk edebiyatında önplanda yer alıyor. Hemen hemen şiir yazmayan Türk yok. Bizim için edebiyatın en önemli, birinci türü şiir.

Şiir Gününün kutlu olması dileğiyle, şairlerimizin, ozanlarımızın daha fazla değer bulması dileğiyle, ikinci sözü Batman Milletvekili Afif Demirkıran'a vereceğim.

O da, aslında, şiirsel bir madde olan suyla ilgili konuşacak, Dünya Su Günü hakkında.

Buyurun Sayın Demirkıran. (AK Parti sıralarından alkışlar)

2.- Batman Milletvekili Afif Demirkıran'ın, Dünya Su Gününde, jeopolitik konumundan dolayı önemi daha da artan suyun verimli kullanılmasının yararlarına ve bu konuda alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması

AFİF DEMİRKIRAN (Batman) - Önce su içerek başlayalım müsaade ederseniz.

Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 22 Mart Dünya Su Günü dolayısıyla gündemdışı söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 1992 yılında Rio de Janeiro'da düzenlenen Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansında, dünyada suyun giderek artan öneminden dolayı, her yıl, 22 Mart gününün Dünya Su Günü olarak kutlanmasına karar vermiştir. 1993 yılından bu yana, hayat kaynağı suyun önemini hatırlamak, bu konuda hassasiyetlere dikkat çekmek amacıyla, bütün dünyada her yıl farklı temalarla kutlanan 22 Mart Dünya Su Gününün bu yılki teması "su ve kültür"dür. Gün geçtikçe önemi artan ve bulunduğumuz coğrafyanın jeopolitik konumundan dolayı daha da önemini artıran suya kamuoyumuzun dikkatini bir kez daha çekmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, su, bireylerin en temel gereksinimi olma ve başka ekonomik faaliyetlere kaynaklık etme özelliğiyle, ulusların devamlılığı için yaşamsal bir kaynaktır. Sosyal ve ekonomik faaliyetlerin sürmesi, büyük ölçüde, temiz ve yeterli su arzına sahip olmaya bağlıdır.

Su, hayatın kaynağı; dünyanın 3/4'ü, vücudumuzun yüzde 80'i... Kana kana içtiğimiz, duş yaptığımız, yağmur olup yağdığında sevdiğimiz; ama, sel olup aktığında korktuğumuz su. Bu arada, Edirne'de yaşanan su felaketinden dolayı büyük hasar gören Edirneli vatandaşlarımıza geçmiş olsun der; hükümetimizin, orada yaşayan vatandaşlarımıza gerekli desteği vermekte olduğunu ve vermeye devam edeceğini vurgulamak istiyorum. Allah, bir daha böyle bir felaketi ülkemize göstermesin.

Su, insan için çok önemli; ama, öte yandan da, dünya nüfusunun artması, sanayileşme, ekonomik gelişmeler, küresel ısınmaya bağlı iklim değişiklikleri, suyun yeryüzündeki dağılımı ve kullanım şekli nedeniyle, zaten sınırlı olan su kaynakları üzerindeki baskı giderek artmakta ve mevcut su kaynaklarının en verimli şekilde kullanılmasının önemi giderek artmaktadır. Bu konuda mevcut su kullanım yöntemlerinin daha ekonomik olan yöntemlerle değiştirilmesinin yanı sıra, zorunlu ve/veya gönüllü su tasarrufu yapılması da, artan su ihtiyaçlarının karşılanabilmesinde büyük yarar sağlayacaktır.

Değerli milletvekilleri, suyla ilgili birtakım teknik verileri bilgilerinize arz etmek istiyorum. Dünyadaki toplam su miktarı 1,4 milyar kilometreküp olup, bu suyun 1,365 milyar kilometreküpü, yani, yüzde 97,5'i tuzlu su, 35 000 000 kilometreküpü, yani, yüzde 2,5'i ise tatlı su kaynaklarından oluşmaktadır.

Dünyadaki toplam su tüketimi çeşitli kaynaklara göre değişse de, yaklaşık yüzde 70'i tarım sektöründe sulama, yüzde 22'si sanayi, yüzde 8'i içme ve kullanma suyu amaçlı olarak kullanılmaktadır. Avrupa Birliğindeyse toplam su tüketiminin yüzde 33'ü tarım sektöründe sulama, yüzde 11'i sanayi, yüzde 6'sı içme ve kullanma suyu amaçlı ve yüzde 40'ı enerji üretiminde kullanılmaktadır.

Halen dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 20'sine karşılık gelen 1,4 milyar insan yeterli içmesuyundan yoksun olup, 2,3 milyar kişi sağlıklı suya muhtaçtır.

Yapılan tahminlere göre, 2025 yılından itibaren 3 milyardan fazla insan su kıtlığıyla yüz yüze gelecektir ve bunun nedeni de, su kaynaklarının yetersizliğinden değil, kaynakların iyi yönetilememesinden kaynaklanmaktadır.

Su kirliliği dünya çapında önemli bir sorun olup, halen suyla ilişkili hastalıklardan ölen sayısı yılda 7 000 000 kişidir.

Su varlığına göre ülkeler sınıflandırıldığında, yılda kişi başına düşen ortalama kullanılabilir su miktarı 1 000 metreküpten az olan ülkeler su fakiri, 2 000 metreküpten az olan ülkeler su azlığı,       8-10 bin metreküpten fazla ülkeler ise su zengini olarak kabul edilmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, su zengini bir ülke değildir maalesef. Türkiye'de kişi başına düşen yıllık kullanılabilir su miktarı 1 500-1 700 metreküp civarındadır. Görüldüğü gibi, ülkemiz, su azlığı yaşayan bir ülke konumundadır.

DİE'nin tahminlerine göre, 2030 yılına kadar ülkemiz nüfusunun 100 000 000'a ulaşması durumunda kişi başına düşecek kullanılabilir su miktarı 1 000 metreküpe düşecektir. Kişi başına günlük ortalama kentsel su tüketim standardı ise, Türkiye'de 111 litre olup, dünya ortalaması 150 litredir. Bu rakam, ABD'de 500 litre, İngiltere'de 200 litredir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun.

AFİF DEMİRKIRAN (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Birleşmiş Milletler Su Zirvesi ve 22 Mart Dünya Su Günü nedeniyle 1994 yılında hazırlanan Birleşmiş Milletler Su Raporunda, Türkiye, 2025 yılında ekonomik olarak su sıkıntısı çekecek ülkeler arasında gösterilmekte olup, 2040 yılı da, şimdiden önlem alınmadığı takdirde, su savaşlarına kadar varabilecek kritik bir yıl olarak görülmektedir; çünkü, dünya petrolünün yüzde 65'ine ve dünya doğalgazının yüzde 34'üne sahip olan enerji zengini Ortadoğu su sıkıntısını yoğunlukla yaşayacak ve su, Ortadoğu'da zaman içinde daha da kıymetlenecektir.

Değerli arkadaşlar, Türkiye su potansiyelini yeterince kullanamayan ülkeler arasındadır. Ülkemizde teknik ve ekonomik anlamda tüketilebilir yerüstü ve yeraltı suyu potansiyeli 110 milyar metreküp olarak belirlenmiştir; ancak, halen bu potansiyelin sadece yüzde 36'sı kullanılabilmektedir.

Öte yandan, ülkemizin, 127 milyar kilovat/saate denk gelen 36 000 megavatlık ekonomik hidroelektrik potansiyelinin de maalesef, sadece  yüzde 30'unu değerlendirmiş bulunmaktayız. Tüm potansiyelimizi değerlendirebilmek için 678 adet hidroelektrik santral inşasına ihtiyaç vardır.

Değerli milletvekilleri, su denince, dünyanın en önemli projelerinden biri olan Güneydoğu Anadolu Projesi akla gelmektedir.Türkiye'nin su ve enerji ihtiyacının önemli bir kısmını karşılayan GAP, 22 baraj, 7 500 megavat veya bir başka ifadeyle 27 milyar kilovat/saat elektrik üretimi kapasiteli 19 HES (hidroelektrik santral), ülke çapında ekonomik sulanabilir arazinin yüzde 20'sine karşılık gelen 1 700 000 hektar arazi sulamasını öngören önemli bir projedir.

Yapımına otuz yıl önce başlanan proje kapsamında bugüne kadar 13 adet baraj, 7 adet HES tamamlanmış olup, 236 000 hektar arazi sulamaya açılmıştır. GAP'ın kamu yatırımları finansman gereksinimi 2005  fiyatlarıyla  36 katrilyon TL, eski TL ile ve projenin nakdî gerçekleşmesi bugüne kadar yüzde 55 olup, 20 katrilyon TL harcanmıştır. Öte yandan, GAP'ın enerji yatırımlarının yüzde 70'i gerçekleştiği halde, biraz önce de, yukarıda ifade  ettim, 236 000 hektar arazi ve maalesef, sadece yüzde 36'sı, arazinin yüzde 36'sı sulamaya açılabilmiştir.

BAŞKAN - Afif Bey, toparlayalım lütfen.

AFİF DEMİRKIRAN (Devamla) - Toparlıyorum efendim, toparlıyorum.

GAP Bölgesinde bulunan seçim bölgem Batman... Onu geçiyorum. Yalnız, bir konu var ki, Sayın Başkan, söylemeden edemeyeceğim; çünkü, konuşmamın başında Dünya Su Gününün bu yılkı temasının su ve kültür olduğunu ifade ettim. Su ve kültür denince, hemen, GAP'ın en önemli enerji halkalarından ve ülkenin en büyük projelerinden biri olan Ilısu Hidroelektrik Santralı ve Hasankeyf akla gelmektedir. Hükümetimizin bu önemli hidroelektrik santralı gerçekleştirirken, binlerce yıllık tarih ve kültür hazinesini bünyesinde barındıran şirin Hasankeyf İlçemizdeki  tarihî eserlerin tümünün layıkıyla korunup, Ilısu Barajı sularına gömülmesinin önleneceğine dair beklenti ve inancımı bir kez daha bu vesileyle ifade etmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, kalkınmanın başlıca itici gücü olan su kaynaklarımızı bilinçli, duyarlı, akılcı, adil ve barışçı biçimde kullanmamız gerekliliğini vurgulayan 22 Mart Dünya Su Gününün, ülkemiz ve tüm insanlık için kutlu olmasını diler, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlarım. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Demirkıran'ın konusu da önemliydi. Her alanda olduğu gibi, üretim kadar tüketimin de planlanması önemli. Su üretimi önemli; ama, su tüketiminde de planlı olunması önemli. Belki içmesuyu ihtiyacı karşılamanın dışında hemen her alanda su tüketiminde tasarruf yapabilmekle ilgili kültürü geliştirmemizde büyük yarar var Türkiye'de, o konuda israf çok; ama, içmesuyunu da alabildiğine kullanmak gerekiyor sağlıklı olmak için.

Dünya Su Gününde herkese su gibi ömürler diliyorum.

Değerli milletvekilleri, gündemdışı üçüncü söz, Türkiye'de yeşilkart sistemi ve yeşilkartlıların sorunlarıyla ilgili söz isteyen Malatya Milletvekili Sayın Ferit Mevlüt Aslanoğlu'na aittir.

Buyurun Sayın Aslanoğlu. (CHP sıralarından alkışlar)

3.- Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu'nun, yeşilkart sistemi ile yeşilkart kullananların sorunlarına ve bu konuda alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Eğer bir ailede bir kişinin geliri 127 000 000'un altında ise, dikkatinizi çekiyorum, 127 000 000'un altında ise yeşilkartı hak ediyor, 128 000 000 ise yeşilkart verilmiyor; baz bu. Bu gelir derken ziraî geliri de, her türlü geliri de ölçülüyor ilgili kurumlarca; eğer 127 000 000 ise alabiliyor, 128 000 000 ise alamıyor. Ölçek bu arkadaşlar, onun için dikkatinizi çekiyorum ve bu, hiçbir sosyal güvenlik kurumuna da üye olmayacak. Bir kere, bu iki kıstas temel kıstas. Manzara bu…

Şimdi, bu manzarada Türkiye'de 12 000 000 insan yeşilkarta sahip. Size birkaç örnek vereceğim. 12 000 000 kişi… Demektir ki, Türkiye'de 12 000 000 kişi aylık 127 000 000'un altında gelire sahip; ziraî geliri, her türlü geliri. Bunu, oturup biraz düşünmemiz lâzım arkadaşlar. Birtakım şeyleri tozpembe göstermeyelim. Yeşilkart vermekle insanların sorunlarını mı çözüyoruz?!

Ben, size, birkaç ilimizden örnekler vereceğim; yürekler acısı, oturup bizim bunları düşünmemiz lâzım: Ağrı'da 528 000 kişi yaşıyor, yeşilkartlı sayısı 289 000; yani, yüzde 50'nin üzerinde. Bingöl'de 253 000 kişi yaşıyor, yeşilkartlı sayısı 151 000; yüzde 60 civarında; yani, Bingöl'de yaşayan insanların yüzde 60'ı yeşilkarta sahip, arkadaşlar. Bitlis'te 388 000 kişi yaşıyor, 150 000 kişi. Diyarbakır'da 1 300 000 kişi var, 550 000 kişi yeşilkarta sahip. Hakkâri'de 236 000 kişi yaşıyor, 135 000 yeşilkartlı var. Malatya'da 853 000 kişi var, 156 000 kişi yeşilkarta sahip. Siirt'te 263 000 kişi yaşıyor, 133 000 kişi. Van'da 877 000 kişi yaşıyor, 490 000 kişi; yüzde 60'ı, orada yaşayan insanların yüzde 60'ı… Bu liste bu şekilde uzayıp gidiyor arkadaşlar. Çok acıdır. Bunlara bu pencereden bakalım.

Aylık 127 000 000 veya 127 YTL geliri olmayan, Türkiye'de, 12 000 000 insan var, müracaat eden 18 000 000 insan; 12 000 000 kişininki karşılanmış arkadaşlar.

Şu demektir ki… Demin Sayın Bakanım söyledi, 5 000 dolar ve üstü... Soruyorum: Nerede       5 000 dolar? Ayda 100 dolardan hesaplasan bunları -1 dolar 1 350 000 lira ya da 1,35 YTL - 100 dolar 135 000 000 yapar eski parayla; demek ki, bunların 100 doların altında aylık geliri. 100 dolar sayarsak, yılda 1 200 dolar diye -hepsi 100 dolarlık gelire sahip olursa- 12 000 000 insanın millî gelirden -5 000 dolar diyoruz ya- alması gereken pay 60 milyar dolar. Doğru mu arkadaşlar? Bu insanlar kaç para alıyorlar; 14 milyar dolar alıyorlar millî gelirden. Türkiye'deki gelir dağılımının,  Türkiye'deki... Ne kadar; müracaat eden 18 000 000 kişi olarak alırsak bunu, demek ki, 90 milyar dolar bunların millî gelirden pay alması lâzım, 5 000 dolara göre, bunların aldığı pay 21 milyar dolar arkadaşlar. Ben, bunu, Yüce Meclisin dikkatlerine sunuyorum.

Yani, bu kadar çarpık bir yapı, bu kadar, bu insanların... Türkiye'nin geleceğinde ne olacak bu insanlar? Yeşilkart vermekle sadece... Sosyal devletin görevidir arkadaşlar bunların sağlık hizmetini karşılamak. Karşılıyor muyuz; hayır arkadaşlar, kimse kimseyi kandırmasın, bu insanlar hastanelerde itilmiş vatandaş olarak gözüküyor, bu gerçeği herkes bilsin. Hiçbir hastane yeşilkartlı geldiği zaman bakmak istemiyor, hep itiliyor bu insanlar. Bunlar bizim insanımız değil mi arkadaşlar? Eğer, yatıyorsa hastanede, hastane, eczanesinde olan ilaçları veriyor; ama, çoğunda hastane eczanesinde ilaç yok, git al diyor dışarıdan. Bu insanlar ölecek mi arkadaşlar? Parası yok, aylık geliri 127 lira. Aylık geliri 127 000 000 olan bir insanın dışarıdaki eczaneden gidip ilaç alacak parası var mı arkadaşlar? Ölse de...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Başkanım, biraz müsaade ederseniz...

BAŞKAN - Toparlayın.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Bu insanlar ölüme terk ediliyorlar arkadaşlar. "Git ilacını al gel." Yok paraları.

Değerli arkadaşlar, yoğun bakımda yatan bir yeşilkartlının yoğun bakımdan çıkması için alınacak ilaç bedeli yaklaşık 1 milyardır arkadaşlar. Bu insanlar bu parayı ödeyebiliyor mu?

Bunlar toplumun gerçekleri arkadaşlar. Bunları görmüyoruz ve tabiî, başka pencereden... 2005 yılında, özellikle Emekli Sandığına tâbi kişilerin gönderildiği özel hastanelerde, 2005 yılından beri, 2005 yılı bedelleri ödenmedi. Malatya'da bazı hastaneler 19 tane kamu kurumunu icraya verdi arkadaşlar. Bir devlet icraya verilir mi arkadaşlar? 2005 yılında harcadığı… Emeklisine veya çalışanına bakan özel hastanelerden bazıları -2005 yılından bahsediyorum, 2006 yılı değil arkadaşlar- icraya verdiler. Devleti icraya veriyorlar. Bu yakışır mı?!. Devlet, önce, sözünde durmalı.

HALİL TİRYAKİ (Kırıkkale) - Devlet yok. Devlet nerede? Kime konuşuyorsun?!

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Eczaneler… Onsekiz günde ödeyeceğim diyorsun, üç ayda ödemiyorsun. Bir de ne yapıyorsunuz biliyor musunuz; bu hastaneleri, bu eczaneleri -bunların sigorta primi var, bunların muhtasarı var, bunların vergisi var- icraya veriyorsunuz.

İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum) - Altı aydır ödemiyorlar.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Bir eczaneden bir yıl önce alınan ilaçları kontrol ediyorlar, bunu değiştir diyor. Kardeşim, doktor gitmiş, hasta ölmüş; bu eczane nasıl değiştirecek arkadaşlar?

Arkadaşlar, yeşilkartlılar bizim vatandaşımız; 12 000 000 insan. Sosyal devlet, görevini yapsın. Bu insanları ölüme terk ediyoruz. Sadece bir kart vermekle, herhalde, her şeyini çözmüş oluyoruz! Bu insanların hiçbir sorununu çözmüyoruz.

Yine söyleyeceğim; muhtarlara 220 000 000 lira maaş veriyorsunuz, 160 000 000, Bağ-Kura, prim kesiyorsunuz, muhtar diye yeşilkart vermiyorsunuz. Zaten, 127 000 000. Muhtarın aile ferdi üç kişi olsa, zaten, bunu alması lâzım arkadaşlar. Birtakım gerçekleri biz kabullenemiyoruz; ama, yasak savıyoruz. Bu Meclis yasak savamaz arkadaşlar. Bu ülke bizim, bu insanlar bizim.

ASIM AYKAN (Trabzon) - Yapılanları da gör.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Hayır efendim! Yapılanlar yasak savma! Yeşilkart vermekle, bu sistemde, insanlara yasak savıyorsunuz, insanları ölüme terk ediyorsunuz! Eğer hastanede yatıyorsa bir yeşilkartlı, ilaç alamıyorsa, bu, insanı kaderine ve ölüme terk etmektir Sayın Milletvekilim.

BAŞKAN - Müdahale etmeyin arkadaşlar.

Siz de Genel Kurula hitap edin Sayın Aslanoğlu.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Onun için, arkadaşlar,  ben, özellikle yeşilkart konusunda… Ve ülke nereye gidiyor? 18 000 000 yeşilkart talep eden insan var Türkiye'de.

Ben, bazı illerden örnekler verdim. Yani, bir ilin yüzde 60 insanı yeşilkarta sahipse, arkadaşlar, burada her şey olur; terör de olur, burada hırsızlık da olur, burada her türlü olay olur. Allah kimseyi gördüğünden geri koymasın arkadaşlar. Siz yokluk bilir misiniz?

BAŞKAN - Ferit Bey, toparlayalım.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Toparlıyorum.

Yokluk bilir misiniz arkadaşlar? Âcizlik bilir misiniz? Ama, yaşayanları görmüyorsunuz. Onun için, yeşilkart konusunu bu Meclis temelden değiştirmelidir. Bu insanları, biz, ölüme terk edemeyiz.

Hepinize saygılar sunuyorum.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Gündeme geçiyoruz.

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Sayın Başkan, bu konuda kısa bir açıklama yapmak istiyorum. (CHP sıralarından gürültüler)

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Olmaz!.. Olmaz!.. Bakan gelsin, açıklama yapsın, Bakan!..

GÖKHAN DURGUN (Hatay) - Hangi sıfatla açıklama yapacaksın?!

BAŞKAN - Anladım… Anladım…

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Kısa bir açıklama yapmak istiyorum.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Bakan gelsin!..

BAŞKAN - Talebinizi aldık, zaman içerisinde değerlendiririz.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Bir Meclis araştırması önergesi vardır; okutuyorum:

B) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1.- Antalya Milletvekili Hüseyin Ekmekcioğlu ve 36 milletvekilinin, turizm sektöründeki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/349)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

2006 yılında ülkemiz turizminde büyük sıkıntılar olacağı gözlemlenmektedir. Büyük krizler yaşamadan gerekli önlemlerin zamanında alınması ve ülkemiz turizminin sorunlarını tespit etmek amacıyla, Anayasanın 98 inci, TBMM İçtüzüğünün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca Meclis araştırması açılmasını saygılarımızla arz ederiz.

1- Hüseyin Ekmekcioğlu                                 (Antalya)

2- Nejat Gencan                                                    (Edirne)

3- Osman Kaptan                                                    (Antalya)

4- Canan Arıtman                                                  (İzmir)

5- Mehmet Semerci                                                   (Aydın)

6- Muharrem Toprak                                (İzmir)

7- Mesut Değer                                                      (Diyarbakır)

8- Yılmaz Kaya                                                       (İzmir)

9- Feridun Ayvazoğlu                                (Çorum)

10- Mehmet S. Kesimoğlu                                (Kırklareli)

11- Necati Uzdil                                                       (Osmaniye)

12- Mehmet Ziya Yergök                                (Adana)

13- İlyas Sezai Önder                                (Samsun)

14- Gökhan Durgun                                 (Hatay)

15 - Mahmut Duyan                                                     (Mardin)

16- Şevket Arz                                                                (Trabzon)

17- Yücel Artantaş                                                  (Iğdır)

18- Atila Emek                                                                (Antalya)

19- Osman Özcan                                                     (Antalya)

20- Türkân Miçooğulları                                (İzmir)

21- Mehmet Tomanbay                                (Ankara)

22- Nurettin Sözen                                                      (Sivas)

23- Mehmet Vedat Melik                                (Şanlıurfa)

24- Tuncay Ercenk                                                     (Antalya)

25- Hasan Fehmi Güneş                                (İstanbul)

26- A. İsmet Çanakcı                                (Ankara)

27- Mehmet Ali Özpolat                                (İstanbul)

28- Ahmet Sırrı Özbek                                (İstanbul)

29- Algan Hacaloğlu                                (İstanbul)

30- Mehmet Kartal                                                      (Van)

31- Ali Cumhur Yaka                                (Muğla)

32- Mehmet Boztaş                                                    (Aydın)

33- Hasan Aydın                                                     (İstanbul)

34- Tacidar Seyhan                                                    (Adana)

35- Hasan Ören                                                        (Manisa)

36- Ali Oksal                                  (Mersin)

37- Vahit Çekmez                                                   (Mersin)

Gerekçe:

Türk turizm sektörü son iki yıldaki güçlü performanstan sonra 2006 yılına dış pazarda olumsuz gelişmelerle girmiştir. Pazarda 2005 sonlarında ortaya çıkan duraklama, yabancı basında geniş yankı bulan olumsuz haberlerin üst üste gelmesi ile belirgin ve kalıcı bir nitelik kazanmıştır. 2006 Şubat ayı sonu itibariyle mevcut rezervasyonlara bakıldığında, bir önceki yıla oranla yüzde 40'lık bir düşüş görülmektedir. Bu eğilimin devam etmesi durumunda AB ülkelerinden sağlanan turist girişlerinde yıllık yüzde 20 civarında bir kayıp beklenmektedir. Bu, 2006 yılında Türkiye genelinde yaklaşık 3 milyonun üzerinde yabancı ziyaretçi kaybı anlamına gelmektedir. AB pazarındaki bir daralmanın başka pazarlardan telafisi mümkün olmayacaktır.

Bu oranda bir pazar kaybı, uzun zamandır düşük döviz kuru ve yüksek vergi baskısı altındaki sektörde önemli bir atıl kapasite oluşmasına ve işsizliğe neden olacaktır. Pazar daralması, fiyat ve kalite kaybına neden olacak, ülkemiz en az 2,5 milyar dolar döviz kaybıyla karşı karşıya kalacaktır. Bu sıkıntıların yaşanmaması için turizm ve sektörünün sorunlarının tespit edilip, çözüm yollarının bulunmasından ülkemizin büyük yararı olacağı kuşkusuzdur.

Turizm sektörüne uygulanan yüksek KDV oranları, alınan özel tüketim vergileri ve bunlara ilave olarak son dönemde YTL karşısında devamlı değer kaybeden euro ve dolar, sektör gelirlerinde ciddî azalmalara neden olmaktadır. İlke olarak Avrupa ülkelerinin çoğunda, turizm sektörüne, genel KDV oranının daha aşağısı uygulanmaktadır. Avrupa ülkeleriyle rekabet gücümüzün artırılması için ülkemizde turizme uygulanan yüzde 18'lik oranın mutlaka düşürülmesi gerekmektedir. Bu alanda yapılacak indirimin devletin vergi gelirlerinde bir düşüşe neden olmayacağı, kayıtdışı uygulamaları ortadan kaldıracağını düşünmekteyim.

Kıyı yerleşmelerinde altyapı çok yetersiz kalmaktadır. Altyapı yatırımları, yoğun rant baskısının körüklediği hızlı yapılaşmaya paralel gelişmemektedir. Bu konuda öncelik gerektiren konular kanalizasyon altyapılarının tamamlanmaması, arıtma tesislerinin kurulması ve bazılarının modernizasyonu, katı atık depolama tesislerinin inşa edilmesidir.

Ülkemize gelen turistler, ağırlıkla gelir seviyesi nispeten düşük ve tesislerden dışarı çıkmayan, her şey dahil sistemini tercih eden insanlardır. 2005 yılı performansının alışveriş turizminde faaliyet gösteren işletmecileri umutsuzluğa sevk ettiği görülmektedir. Bununla birlikte, yetersiz tanıtım, buna bağlı olarak düşük gelirli müşteri profili, turistik yörelerimizdeki ulaşım altyapılarının yetersizliği ve ülkemiz turizm politikasının belirsizliği de turizmin belli başlı sorunlarını oluşturmaktadır.

Turizm sektöründe yatırımların artması, yerli ve yabancı turist sayısının yükseltilmesi amacına yönelik politikalar kadar, mevcut hizmet kalitesinin yükseltilmesi hususu da son derece önemlidir. Turistleri ülkeye çekmek kadar, gelen turistleri de ülkede tutabilmek, dolayısıyla, sektörde istikrar sağlamak öncelikli hedeflerimiz arasında olmalıdır. Bu nedenle, turizm arzında kaliteyi ve verimi artırmayı amaçlayan, yerli ve yabancı turistlere kaliteli hizmet sunumunda eşgüdümü sağlayan politikalar ivedilikle uygulanmalıdır.

Yukarıda belirtilen gerekçelerle, ülkemiz için çok önemli bir yere sahip olan turizmdeki sorunlar ve alınacak tedbirlerin Yüce Meclisimizce tespiti amacıyla bir Meclis araştırması açılması yerinde olacaktır.

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Önerge, gündemde yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme, sırası geldiğinde yapılacaktır.

Bu arada, sayın milletvekilleri, okuma işleminin Divan kâtipleri tarafından oturularak yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Sayın Kacır'ın bir talebi oldu; fakat, gündemdışı konuşmalara genelde bakan yanıt veriyor.

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Bir vekil olarak görüşlerimi söylemek istiyorum.

BAŞKAN - Milletvekillerimiz önemli gördükleri bir konuda yerlerinden kısa açıklama yapmak için söz isteyebilirler.

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Evet.

BAŞKAN - Fakat, Ünal Bey, Sayın Ferit Mevlüt Aslanoğlu'nun konuşması üzerine…

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Hayır, belki o konuyla ilgili; ama, onunla direkt…

BAŞKAN - Onu söylediniz baştan.

…söz istedi. İnşallah, ileride, bir kabine değişikliğinde sizi bakan görürüz, o zaman çok rahat söz alabilirsiniz. ("İnşallah" sesleri, gülüşmeler; CHP sıralarından alkışlar)

Şimdi, bir gündemdışı konuşmaya başka milletvekili arkadaşların yanıt vermesine neden olacak bir yolu açmamız etkin ve verimli çalışmayı engeller. Bu nedenle size söz veremedim, kusura bakmayın.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - İçtüzükte de yok.

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Bazı konulara açıklık getirmek istemiştim.

BAŞKAN - Başka bir zaman.

ÜNAL KACIR - Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Alınan karar gereğince sözlü soruları görüşmüyor ve gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.

Önce, sırasıyla yarım kalan işlerden başlayacağız.

IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)

BAŞKAN - 3 üncü sırada yer alan kanun teklifinin geri alınan maddeleriyle ilgili komisyon raporu gelmediğinden teklifin görüşmeleri ertelenmiştir.

4 üncü sırada yer alan, Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu raporunun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

2.- Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1030) (S. Sayısı: 904)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Ertelenmiştir.

5 inci sırada yer alan, Trabzon Milletvekili Cevdet Erdöl ve 4 milletvekilinin, Türk Tabipler Birliği Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu ve 35 milletvekilinin, 23.1.1953 Tarihli ve 6023 Sayılı Türk Tabipler Birliği Kanununun 3224 Sayılı Yasa ile Değişik 60 ıncı Maddesinin Birinci Fıkrasının Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifi ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu raporunun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

3.- Trabzon Milletvekili Cevdet Erdöl ve 4 Milletvekilinin, Türk Tabipleri Birliği Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi; İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu ve 35 Milletvekilinin, 23.1.1953 Tarihli ve 6023 Sayılı Türk Tabipleri Birliği Kanununun 3224 Sayılı Yasa ile Değişik 60 ıncı Maddesinin Birinci Fıkrasının Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifi ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (2/672, 2/604) (S. Sayısı: 1069)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Ertelenmiştir.

Yarım kalan işlerin görüşmesi tamamlandığından, şimdi, kanun tasarı ve tekliflerinin görüşmelerine birinci sıradan itibaren devam edeceğiz.

1 inci sırada yer alan, Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair 607 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Millî Savunma Komisyonu raporunun görüşmelerine başlıyoruz.

4.- Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair 607 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Millî Savunma Komisyonu Raporu (1/278, 1/1034) (S. Sayısı: 17 ve 17'ye 1 inci Ek)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Ertelenmiştir.

2 nci sırada yer alan, Gülhane Askerî Tıp Akademisi Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair 604 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Millî Savunma Komisyonu raporunun görüşmelerine başlıyoruz.

5.- Gülhane Askeri Tıp Akademisi Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname ve Millî Savunma Komisyonu Raporu (1/277) (S. Sayısı: 1079)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Ertelenmiştir.

6 ncı sırada yer alan, Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu raporunun görüşmelerine başlıyoruz.

6.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1089) (S. Sayısı: 1067) (x)

BAŞKAN - Komisyon?.. Burada.

Hükümet?.. Burada.

Komisyon raporu 1067 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde söz isteyenler: Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Bursa Milletvekili Mustafa Özyurt, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Siirt Milletvekili Öner Ergenç; kişisel söz istemi olanlar, Şırnak Milletvekili İbrahim Hakkı Birlik, Eskişehir Milletvekili Fahri Keskin, Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan, Hatay Milletvekili Mehmet Eraslan.

Şimdi, sıraya göre söz vereceğiz.

Bu arada, Fahri Keskin'e de, Yeni Zelanda yolculuğu sırasında geçirdiği kazadan dolayı geçmiş olsun diyoruz. Allah, böyle bir kazayı bir daha göstermesin; sağlık diliyoruz.

Buyurun, Bursa Milletvekili Sayın Mustafa Özyurt, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakika.

CHP GRUBU ADINA MUSTAFA ÖZYURT (Bursa) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım; 1067 sıra sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı hakkında Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini sizlerle paylaşmak için söz almış bulunuyorum. Sözlerime başlamadan önce, hepinizi, en içten saygılarımla selamlarım.

Değerli arkadaşlarım, tasarı -sizin de elinizde var bildiğim kadarıyla- Kadir Has Üniversitesi bünyesinde bulunan Tıp Fakültesi, Florence Nightingale Hastanesi Hemşirelik Yüksekokulu, Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu ve Sağlık Bilimleri Enstitüsü Kardiyoloji Vakfınca kurulacak olan Sağlık Bilimleri Üniversitesine devredilmiştir diyor; tasarının ana şeyi bu.

Bir üniversite öğretim üyesi olarak şunu hemen söylemek istiyorum: Gerçekten, sağlık bilimleri üniversitesinin olması güzel bir şey; çünkü, daha evvel kurulmuş olan vakıf üniversitelerinin içindeki tıp fakülteleri, istenildiği düzeyde, yani, kamu, devlet üniversitelerinin tıp fakülteleri düzeyine çoğunlukla erişemediler. Bunun bir nedeni de, hastanelerinin yetersiz olması veya hastaneye yatan hastaların pek çoğunun, paralı hasta oldukları için, öğrenci, asistan gibi, eğitim düzeyinde olan kişilere yeterince yararlı olamamaları. Hatta, bir şeyi de söyleyebilirim. Bu üniversitelerin pek çoğunun kadavra salonları yok; yani, eğitim için yeterli değiller. Bu bakımdan, bu üniversitenin sağlık bilimleri üniversitesi olarak kurulması bence iyi bir düşünce.

Bildiğiniz gibi, Anayasamızın 130 uncu maddesinin birinci fıkrası, kamu tüzelkişiliğine ve bilimsel özerkliğe sahip üniversitelerin kanunla kurulacağını hükme bağlamıştır. Aynı maddenin ikinci fıkrasında ise, "kanunda gösterilen usul ve esaslara göre, kazanç amacına yönelik olmamak kaydıyla, vakıflar tarafından, devletin gözetim ve denetimine tâbi yükseköğretim kurumları kurulabilir" hükmü yer almaktadır.

Bu, 1982 Anayasamızın getirmiş olduğu bir değişikliktir; çünkü, daha evvelki anayasalarımızda vakıf üniversiteleri diye bir olay yoktu. Üniversiteler, devlet tarafından kurulan kurumlardır.

Bir iki rakamla sözlerime başlamak istiyorum. Üniversitelerimizde şu anda lisans ve önlisans düzeyi programında öğrenci sayımız 1 940 000, örgün öğretim gören öğrenci sayımız ise 1 200 000; yani, bunların bir kısmı açıköğretimde öğrenim görüyorlar.

Şu anda, hizmet veren -yükseköğretim kurumu olarak- 53 tane yerleşik üniversitemiz var, faaliyette olan üniversitemiz var. Artı, buna, yine burada sizin oylarınızla geçmiş olan 15 yeni üniversitemiz eklendi; ama, henüz rektörleri atanmadığı için, bildiğiniz gibi, bir mutabakata varıp da, rektör konusunda, gerçekten üniversitemize yakışan bir rektör atamasına girişmediğimiz için, henüz rektörleri atanamadığı için, 68 tane kamu üniversitemizin olması gerekiyor.

Yine, şu anda 24'ü vakıf olmak üzere toplam 68+24 üniversitemiz bulunuyor diyebilirim. Bunların içerisinde 1 tanesi de, bugün -sizin vereceğiniz oylarla- yasayla eklenmiş bulunuyor.

Gerçi, bu Florence Nightingale Hastanesinin bazı sakıncaları, bazı istenmeyen yönleri oldu bildiğim kadarıyla; İstanbul Üniversitesinden kopmalar oldu, mahkemelik oldular; ama, inşallah, bundan sonraki durumda, bu vakıf üniversitemiz büyük bir sorun çıkarmaz diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlarım, 2004 yılı öğrenci sayısı veri alındığında, toplam 24 vakıf üniversitemizin öğrenci sayısına katkısı yalnız yüzde 4,2; yani, bu kadar üzerinde konuştuğumuz şey, yüzde 4,2'lik bir sayıdır. Aslında, AKP İktidarının yeni üniversite açmakta inandırıcı olmadığını ben başından beri düşünüyorum. Bunu, içtenlikle de her zaman söyleyebilirim. Gerçekten, üniversite kurmak için inandırıcı olduğunu sanmıyorum; çünkü, iktidarların çoğu, zaten üniversitelerden hoşlanmazlar.

Değerli arkadaşlarım, toplam bu 1 941 000 öğrenciye eğitim verecek olan yaklaşık olarak        16 445 öğretim elemanımız; yani, profesör, doçent ve yardımcı doçentimiz var; ama, en kötüsü, öğretim üyesi sayısının dağılımındaki kötü dağılımdır diyebilirim. Öğretim üyesinin yurt içindeki dağılımı oldukça dengesiz. Bu 16 000 öğretim üyesinin 10 095'i, İstanbul, Ankara ve İzmir'de yoğunlaşmakta. Bunlar, 428 000 öğrenciye eğitim veriyor. Kalan 1 500 000 öğrenciye ise 6 440 öğretim üyesi tarafından eğitim verilmekte. Üstüne üstlük, buradan, birkaç ay evvel bir kanun tasarısı geçti ve bu kanun tasarısı yürürlüğe de girdi. Öğretim üyesi dağılımımız böyle dengesiz, batıda çok iyiyken, doğuda kötü olmasına karşılık, buradan bir kanun geçirildi ve Sağlık Bakanlığına bağlı eğitim ve araştırma hastanelerine 141 öğretim üyesi Ankara, İstanbul ve İzmir'e doğudaki üniversitelerimizden geldiler. Böylece, doğudaki üniversitelerimiz biraz daha fakirleşti. Bu da, yine sizlerin, AKP'li milletvekillerinin oylarıyla gerçekleşmiştir. O bakımdan, bu dağılımdan biz şikâyetçiyiz demeye, bana göre, hakkınız yok arkadaşlarım.

Bence, bizim esas önemli sorunumuz, yükseköğretim sistemindeki doğal büyüme alanımız iki yıllık meslek yüksekokulları olmalıdır. Meslek yüksekokullarının örgün öğretimdeki payı yüzde 38'dir, toplam payı ise -yani, bütün yükseköğretimdeki payı ise- yüzde 11 dolayında. Bu da çok düşük bir düzeydedir. Bu oran, ileri ülkelerde, çoğunda yüzde 30'un üzerinde. Örneğin, Singapur gibi bir ülkede yüzde 59, Tayvan'da yüzde 55, İsviçre'de yüzde 47, Amerika Birleşik Devletlerinde yüzde 55 düzeyindedir.

Meslek yüksekokullarındaki, öğretim veren, yani, öğretim elemanı sayısı da, öğretim görevlisi sayısı da bizim ülkemizde oldukça az; 6 129 tane öğretim elemanımız var. Bunların şöyle öğrencilere dağılımını yaptığımızda, yaklaşık olarak 66 öğrenciye 1 öğretim elemanı düşüyor ki, bu sayı oldukça düşük. Bu oran, Almanya'da 5 öğrenciye 1 öğretim elemanı, İngiltere'de 20 öğrenciye 1 öğretim elemanı, Japonya'da 9 öğrenciye 1 öğretim elemanı, Belçika'da 10, Hollanda'da 14, Macaristan'da 11, Amerika Birleşik Devletlerinde ise 21 öğrenciye 1 öğretim elemanı düşmektedir. Bu bakımdan da, yani, hem üniversitedeki öğretim üyemiz bakımından hem meslek yüksekokullarındaki öğretim elemanı bakımından oldukça gerideyiz diyebilirim arkadaşlar.

Bu arada, bir başka konuya değinmek istiyorum. Dünya Bankasının Türkiye Direktörü Andrew Vorkink'in hazırladığı bir rapordan size bazı başlıkları almak istiyorum: "1981'den bu yana, insan sermayesinin emeğin veriminin artışına katkısı çok azalmıştır. Açıkça, insanlara, üretim hayatından kopuk, yanlış eğitim verilmektedir. Türkiye'nin önündeki en büyük zorluk, işgücünün kalitesinin yükseltilmesidir."

Avrupa Birliği, kendi üyeleri içinde, Lizbon gündemi çerçevesinde eğitim hedeflerini belirlerken, 2010 yılına kadar gençlerin, yani, 22 yaşına kadar olanların yüzde 85'i lise eğitimi almış olmalıdır demektedir. Türkiye, bu hedefin çok çok gerisindedir arkadaşlar. Türkiye, temel eğitim yolunda çok önemli aşamalar kaydetmiştir; ancak, lise eğitiminde benzer bir başarıdan son derece uzaktır. Türkiye'nin Avrupa Birliği hedefini yakalayabilmesi, bu koşullarda, hemen hemen 2030, 2040 yılına kadar mümkün olmayacaktır.

Ayrıca, rakamlara bakıldığında, Türkiye'deki büyük bölgesel ve cinsiyet eşitsizlikleri de vurgulanmaktadır. Örneğin, Diyarbakır'da 20-24 yaş grubunun yalnızca yüzde 28'i lise diplomasına sahipken, bu yaş grubunda kızların yalnız yüzde 17'si lise diplomasına sahiptir arkadaşlar. Diyarbakır'daki sonuçlar, diğer doğu illerimizde de farklı değildir; hemen hemen hepsinde aynıdır diyebilirim.

Türkiye'nin eğitim alanında karşılaştığı diğer bir zorluk da, meslekî eğitim sistemine ilişkindir. Bu sistemde, halen, lise öğrencilerinin, 3 000 000 öğrencinin 1 100 000'den fazlası yer almaktadır. Birçok kimse, meslek okullarının, işgücü piyasasının talep ettiği mezunları yetiştiremediğini varsaymaktadır. Halbuki, işgücü bakımından en kaliteli elemanlar meslek yüksekokullarından yetişecektir.

Diğer yandan, bizim bir büyük sorunumuz da, üniversiteye girişte ÖSS sınavı dediğimiz sistemdir ki, Avrupa Birliği ülkelerinin hiçbirisinde böyle bir sistem yoktur arkadaşlar. Burada bir sınav sektörü oluşturulmuştur ve bu sınav sektörüne bağlı olarak da, aileler, çocuklarını dershaneye göndermek zorundadırlar. Her üniversiteye girecek olan öğrencinin ailesi, üniversite sınavına hazırlık için yaklaşık olarak 5 000 dolar ödemek zorundadır. Gerçi, hükümet, şimdi, biliyorsunuz, özel okullara, her öğrenci başına 1 000 dolar vereceğim veya 1 000 000 lira vereceğim diye bir tasarı getirecek önümüze. Bu, aslında, özel okulları desteklemek yerine, tuvaletleri pislikten geçilmeyen, tavanları akan, sobaları yanmayan, kapıları doğru dürüst kapanmayan kamu okulları, yani, devletimizin okulları dururken, özel okullara bu kadar parayı vereceğim demek, bence, abesle iştigaldir. Sayın Millî Eğitim Bakanı keşke olsaydı da burada, bu söylediklerime cevap verseydi; çünkü, özel okulları bu kadar desteklerken, neden kendilerinin okuduğu devlet okullarını bu kadar hor görüyorlar, bunu da inanın anlamış değilim. Yani, neden, böyle, bu kadar devlet okullarına karşı hükümet veya Millî Eğitim Bakanı soğuk, bunu gerçekten anlayamıyorum; çünkü, üçlü eğitim yapan veya 1, 2, 3'ü bir sınıfta okuyan pek çok yerde okulumuz varken, özel okullara şu kadar para veriyorum diye Sayın Millî Eğitim Bakanı burada övünüyor. Bunun övünülecek bir tarafı yok arkadaşlar.

Yine, AKP'nin çok sevdiği bir şey var; bir şeyi dağıttığı zaman çok övünüyor, işte şu kadar erzak dağıttık, bu kadar şunu dağıttık diye. Arkadaşlar, bunlar övünülecek şeyler değil, utanılacak şey bence. Bizim örf ve âdetlerimizde şunu dağıtıyoruz diye iktidar övünmez. İktidar iyi yaptıklarını ortaya koyar; der ki: ben  okullarıma şu kadar iyi bakıyorum, öğrencilerim bu kadar iyi koşullardadır, okullarımın her biri tertemizdir. Bununla övünür, biz de alkışlarız.

Değerli arkadaşlar, vakıf üniversitesinin kurulmasına karşı değilim -bunu, hemen, baştan vurgulamak istiyorum- ama, şunu da söyleyeyim: Vakıf üniversitelerinin büyük çoğunluğu devlet üniversitelerini erozyona uğratmaktadır. Koskoca İstanbul Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Kürsüsünde bir tek profesör kalmıştır arkadaşlar; o da, önümüzdeki aylarda veya önümüzdeki yılda emekli olacak. İstanbul Hukuk Fakültesi Anayasa Hukukunda profesör kalmayacak; çünkü, birçoğu parasal nedenlerle kamu üniversitelerinden ayrılıp özel üniversitelere gitmektedir. Vakıf üniversitelerinin yapacağı en önemli şeylerden bir tanesi, öğretim üyesi yetiştirmektir. Vakıf üniversiteleri öğretim üyesi yetiştirmiyor, hazır kamu üniversitelerindeki öğretim üyelerini nasıl çekebilirim, onun peşine düşüyor. Gerçekten, vakıf üniversiteleri, eğer vakıf üniversiteleri olmak istiyorsa, adını altın harflerle yazdırmak istiyorsa öncelikle buna eğilmeli, önce öğretim üyesi yetiştirmenin ve kaliteli bir üniversite olmanın yollarını aramalıdırlar.

Bu arada, bu kanun tasarısı önüme geldiği zaman, bulunan vakıf üniversitelerinin hemen hemen çoğunu aradım, rektörleriyle teker teker konuştum, bir sıkıntıları, bir şikâyetleri olup olmadığını öğrenmeye çalıştım. Çoğunun büyük derdi yok. Ufaklarının, böyle, bocalama içinde olanlar var; onları da kabul ediyorum. Bunlar, yıllar içinde, vakıf üniversitelerinin bazıları, gerçekten, vakıf üniversitesi olduğunu gösterecek, kanıtlayacak ve kalıcı olacaktır; bazıları ise, yavaş yavaş eriyecek ve kaybolacaklardır. İşte bunu yaparken, üniversitelerin öğretim üyesi yetiştirmesi, mastır ve doktora düzeyinde eleman yetiştirmesi ve yavaş yavaş kendi üniversitesinin adamlarını yetiştirmesi gerektiğini kendilerine de vurguladım.

Bazı üniversitelerin yerleşme sorunu var. Kampuslarında sıkışık olduğunu söylüyorlar. Örneğin, bir üniversite "yurt yapmak için yerim yok" dedi. Etrafı orman arazisi olduğu için ormandan hiçbir şey alamıyor ve "sıkıştım kaldım" diyor; ama, bunu yaparken, buraya o üniversiteyi yerleştirirken herhalde bunu düşünmek lâzımdı, "etrafım orman arazisi, ben burada bir yere büyüyemem" diye düşünmesi lâzımdı; hiç öyle olmamış.

Vakıf üniversiteleri YÖK standartları düzeyine eriştirilmelidir. YÖK standartları düzeyinde değil vakıf üniversitelerinin çoğu.

Vakıf üniversitelerinde akademik personelin çalışma düzeyi belli değil arkadaşlar. Kararlaştırılmış, yapılmış bir tüzük yok. Vakıf üniversitelerindeki öğretim üyeleri, kamu üniversitelerinden geliyorlar, orada nasıl bir alışkanlıkları varsa onları ya devam ettiriyorlar veya -vakıf üniversitesinin kendine has bazı özellikleri var- gelip gidiyorlar, dersini anlatıyor ve bitirip çekip gidiyorlar.

Yine vakıf üniversitelerinden bir rektörün şikâyeti: "Öğrencilerden Katma Değer Vergisi alınıyor" dedi. Bu da, bilmiyorum, yani bir eğitim için giden bir öğrenciden… Hem üniversiteye para yatırıyorsunuz hem artı bunun için bir de Katma Değer Vergisi ödüyorsunuz. Bunu da ilk defa duydum ve şaşırdığımı da söylemek istiyorum.

Yine bir üniversitemizin şikâyeti; dedi ki: "Avrupa Birliği müzakere sürecinde müzakerecilere yardımcı olacak olan hukukçu, iktisatçı gibi üst düzeyde bürokrat yetiştirmek için fakülte kurmak istiyoruz; ama, şu anda bunu kuramıyoruz, kurmakta zorlanıyoruz." Ben de kendilerine kamu üniversitelerinde bu düzeyde müzakereci yok mu yapacak olan dedim. "Var; ama, biz daha değişik şekilde yapmak istiyoruz, daha kendimize has bazı özelliklerde yetiştirmek istiyoruz" diye söylediler. Bunları da, teker teker dertlerini dinleyerek sizlere iletmek istedim.

Bu arada şunu da söyleyeyim: İlk defa böyle bir konu geldiği için, bir vakıf üniversitesi nedeniyle böyle bir konuyu Türkiye Büyük Millet Meclisinin kürsüsüne taşıdığınız için bize teşekkür ettiler. Ben de kendilerine buradan başarılar diliyorum, teşekkür ediyorum.

Bu üniversitemizin de ülkemize hayırlı olmasını diliyorum; ama, dediğim gibi, bazı konuların bir an evvel Türkiye Büyük Millet Meclisinde çözüme ulaştırılması gerektiğine de inanıyorum.

Bu duygularla, hepinize saygılar sunuyorum; teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Anavatan Partisi Grubu adına, Gaziantep Milletvekili Sayın Ömer Abuşoğlu; buyurun. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakika.

ANAVATAN PARTİSİ GRUBU ADINA ÖMER ABUŞOĞLU (Gaziantep) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda değişiklik yapan bir kanun tasarısı üzerinde Grubum adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlarım.

Bugün görüşmekte olduğumuz, müzakere etmekte olduğumuz kanun tasarısı, Türk yükseköğretimine yeni bir üniversite kazandırmak amacıyla huzurunuza getirilen bir tasarı. Bu çerçevede, yükseköğretimin sorunlarını tartışmadan, yükseköğretimin sorunlarını dile getirmeden, bu konunun, bu kanunun müzakere edilmesi mümkün değil. O bakımdan, hem bu kanun çerçevesinde hem de üniversitelerin genel sorunlarıyla ilgili olarak bu konudaki birkaç hususa değinmek istiyorum.

Şimdi, bir kere, Türk yükseköğretimi, neticede aynı kanuna tâbi olmak kaydıyla, iki farklı yapıdan oluşmaktadır; bir vakıf üniversiteleri, bir de devlet üniversiteleri. Devlet üniversitelerinin zaman içerisinde devletin yükseköğretim talebini karşılayacak yatırımları ve teşkilatlanmayı yapamayacağı görüldüğü andan itibaren, vakıf üniversiteleri şeklinde, kâr amacı gütmeyen, tamamen kamu hizmetine yönelik olmak amacıyla tasarlanmış bir çerçevede, vakıf üniversiteleri sistemini sisteme kazandırmıştır ve uygulandığı günden bu yana da Türk yükseköğretim talebini oldukça önemli boyutta karşılayabilmiş ve bu konuda hâlâ birçok eksiği olan bir yapı ve özellik arz etmektedir.

O çerçevede, gerek vakıf üniversiteleri ve gerekse kamu, devlet üniversiteleri, nitelik itibariyle ve sağladıkları hizmet ve sosyal fayda açısından birbiriyle mukayese edilmeyecek ve aynı amaca yönelik hizmet üreten kuruluşlar olarak karşımıza çıkıyor; ama, gerek vakıf üniversitelerinin gerekse de devlet üniversitelerinin içerisinde bulunduğu sorunlar, bugün için, Türk yükseköğretiminin önünü tıkayan, bu sorunlar çözülmediği takdirde gerek gelişme ve gerekse de üye olmayı düşündüğü, üye olmayı arzu ettiği Avrupa Birliği sürecinde Türkiye'nin önünü tıkayan önemli bir problem olarak ortada duracaktır. O bakımdan, Türkiye'de gerek ekonomik gelişme gerek insanların, toplumumuzun refahının yükseltilmesi ve gerekse de dünya standartlarında bir toplum ortaya çıkarılması noktasında eğitimin önemini inkâr etmemek gerekir. Bu noktada da, yükseköğretimin çok özel bir yeri ve çok özel bir önemi söz konusudur. O bakımdan, Türk toplumu, yükseköğretimin bu özelliğini dikkate alarak, çok büyük bir oranda, yükseköğretimden hizmet talep etmektedir ve kamuya düşen görev de, bu talebi karşılayacak düzeyde, karşılayacak büyüklükte bir yükseköğretim hizmetini toplumun istifadesine sunmaktır; ancak, ne yazık ki, 1982 yılında kurulan devlet üniversiteleri ve daha sonra yürürlüğe konulan vakıf üniversitelerinin üzerinden çok uzun bir zaman geçmesine karşılık, Türkiye'de, üniversite sayısında, geçtiğimiz aylara kadar ciddî bir artış meydana getiremedi. Yeni üniversite açımında, özellikle, gerek siyaset ve gerekse de yükseköğretim kurumları fazla da hevesli olamadılar. Bunun gerisinde birtakım sebepler var. Elbette, siyasetçiler de, yükseköğretim kurumlarını teşkil eden gerek üniversiteler ve gerekse YÖK de, Türkiye'de yeni üniversitelerin açılması noktasında fazla hasis, fazla cimri davranmıyorlar; ama, mevcut üniversitelerimizin de, mevcut yükseköğretim kurumlarımızın da ihmal edilmeyecek, göz ardı edilmeyecek birtakım problemlerle karşı karşıya olduğu da bir gerçek. Böylece, öncelikli olarak, mevcut üniversitelerimizin, mevcut kurumlarımızın sorunlarının çözümü ve daha sonra yeni üniversitelerin açılması noktasında Türk yükseköğretim sisteminde bir fikir mevcuttur; ancak, tabiî, siyaset ve siyasetçiler, toplumun önünü açacak her türlü tedbiri almakla da yükümlüdürler. Bu bakımdan, hükümetin geçen aylarda Yüce Meclisin huzuruna getirdiği 15 yeni üniversite açılmasıyla ilgili tasarıyı, gerek Anavatan Partisi ve gerekse de diğer muhalefet partisi destekleyerek bu tasarının bir an önce kanunlaşmasını elbirliğiyle gerçekleştirdik; ancak, bu demek değildir ki, Türkiye'de bu yeni açılan 15 üniversiteyle birlikte Türk yükseköğretiminin sorunları çözülmüştür, Türk yükseköğretiminden hizmet talep eden toplumun bu noktadaki, bu konudaki sorunları çözülmüştür; hayır.

Türk yükseköğretiminin içerisinde bulunduğu sorunlar şöyle bir genel hatlarıyla sınıflamaya tâbi tutulacak olursa, bir kere, yapısal birtakım sorunlarla karşı karşıya Türk yükseköğretimi. Bu yapısal sorunların bir kısmı sistemimizi yürüten mevzuattan kaynaklanıyor, bir kısmı yükseköğretimin organizasyon şeklinden kaynaklanıyor ve kısmı da, temelinde finansman ve kaynak yetersizliği bulunan çok ciddî bir problemle karşı karşıya. Bu bakımdan, Türk yükseköğretiminde sistemin önünün açılabilmesi ve sistemin topluma daha iyi hizmet eder hale gelebilmesi için öncelikle yükseköğretim mevzuatının ciddî bir değişiklik ihtiyacı içerisinde olduğunu bugün konuyla ilgili hiçbir çevre inkâr etmiyor. Bizzat Yükseköğretim Kurulu dahi, Yükseköğretim Kanununun artık reforme edilmesi, değiştirilmesi zamanı geldiğini inkâr etmeyecek cesareti gösterip, bu konuda da her türlü değişiklik çalışmasına katkıda bulunacağını saklamıyor, açıkça bunu ilan ediyor. Bu noktada hükümete düşen, AKP İktidarına düşen görev -AK Parti diyordum, bundan sonra AKP diyeceğim- cesaretle Türk yükseköğretim sistemini reforme edecek, bu sistemin önünü tıkayan engeller nelerse bunların tümünü ortadan kaldıracak ciddî ve köklü bir reform tasarısı çalışmasına bugünden tezi yok başlaması gerekir. Ancak, ne yazık ki, mevcut hükümet -ve biraz da Millî Eğitim Bakanına serzenişte bulunacağım burada- köklü ve sistemli bir değişiklikten daha ziyade, günü geldiğinde, işine gelen çerçevede birtakım zecrî tedbirlerle, birtakım rötuşlar diyebileceğimiz değişiklik teklifleriyle Parlamentonun huzuruna gelmekte ve tabiî ki, bu teklifler çoğunlukla kabul görmemektedir.

Bundan yaklaşık bir yıl önce bu Parlamentoda, sayın hükümetin Parlamentoya sunduğu Yükseköğretim Kanununda değişiklik içeren bir tasarı önümüze geldi ve o günün şartlarında bu tasarının, ihtiyacı karşılamaktan uzak, sadece birtakım geçici tedbirlerle, hükümetin istediği doğrultuda, Millî Eğitim Bakanının istediği doğrultuda birtakım değişiklikleri içerdiğini biz o zamanlarda da anlattık. Bugün için Türk yükseköğretim teşkilatının, kurumlarının karşı karşıya bulunduğu sorunlar çok ciddî ve gerçekten köklü bir reform ihtiyacıyla ancak çözülebilir, reform tasarısı çerçevesinde çözülebilir. Aksi takdirde, yeni üniversite açarak, bu üniversitelere öğrencileri doldurarak, bu sorunları çözmek bir yana, bu sorunları daha da ağırlaştırmış oluruz; çünkü, bugün için üniversitede okuyan öğrencinin problemi bir tarafa, üniversite öğretim elemanlarının, üniversite personelinin, yükseköğretim personelinin sorunları bir tarafa, üniversitelerin bizzat yönetimden kaynaklanan sorunları bir tarafa, üniversitelerin finansal yetersizlikten kaynaklanan sorunları bir tarafa, bunların çözümü yönünde herhangi bir tedbir getirilmezken, sadece yeni üniversite açarak var olan mevcutları daha da artırmak, sistemi daha da içinden çıkılmaz hale getirecektir. Bugün için yükseköğretimin temel sorunu şeklinde olan, birçok sorunun peşinden sürükleyicisi durumunda olan finansman problemi çözülmediği sürece, Türk yükseköğretiminden beklenen faydayı toplumun elde etmesi mümkün değildir. Bugün için bütçelerden, ne bu hükümet ne bundan sonraki gelecek bir başka partinin -ki, bizim öngörümüz, Anavatan Partisi hükümeti olacaktır bundan sonraki hükümet- yeteri kadar kaynak ayırma durumu söz konusu olmayacaktır. Evet, bazı arkadaşlara, Anavatan Partisi hükümeti oldukça sevimli geldi; elbette sevimli bir konudur.

İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum) - Alışırlar, ona da alışırlar.

ÖMER ABUŞOĞLU (Devamla) - Sizin çaba ve gayretinizle, sizin bize yaptığınız katkılarla, elbirliğiyle, siz ve biz, Anavatan Partisini iktidar yapacağız. Siz var olduğunuz sürece, Anavatan Partisi mutlak surette iktidar olacaktır.

ASIM AYKAN (Trabzon) - Aç tavuk kendini arpa ambarında görür.

ÖMER ABUŞOĞLU (Devamla) - Sizin sayenizde… Sizin başaramadıklarınızı biz başaracağız.

Mesela, bunlardan birincisi yükseköğretim. Yükseköğretimde, Sayın Erkan Mumcu'nun Millî Eğitim Bakanıyken sunduğu bir reform çalışması vardı; fakat, sizin reforma yatkın herhangi bir tarafınız olmadığı için, sistemi kökünden değiştirmeye yönelik herhangi bir iradeniz, gayretiniz ve çabanız olmadığı için, cesaretiniz de olmadığı için, bu tür çalışmaları gözardı ettiniz. Sadece günübirlik, günü kurtarmak amacıyla bir iki ufak değişiklik teklifiyle geldiniz, Cumhurbaşkanından veto gördü; o teklifinizi yenilemek cesaretini dahi gösteremediniz. İşte, AK Partinin, iktidarda iken, Türkiye'nin temel meselelerinin çözümüne yönelik çalışmaları, çabalarının çerçevesi, olaya bakış açısı bu. O bakımdan, Anavatan Partisi hükümetine kadar, yükseköğretim sisteminde de herhangi bir köklü reformun olacağı noktasında, toplumun fazla heves duymaması ve bu sorunlarla daha bir müddet iç içe yaşamak durumunda kaldığını, maalesef, söylemek zorunda kalmış bulunuyorum.

Eğer, siz, yükseköğretim sisteminin problemlerini, sadece, yükseköğretimi, liseyi bitiren çocuklara yükseköğretim imkânı veren bir müessese çerçevesinde değerlendirirseniz, bu bakış açısıyla, sistemimizin çözümü ve yükseköğretimin Türk toplumuna yapacağı katkıyı hiç de anlamamış olursunuz. Bu bakımdan, üniversitelerin bırakınız yapısal sorunlarını, bırakınız üniversitelerin öğretim üyeleriyle ilgili olan sorunlarını, bırakınız mevcut okumakta olan öğrencilerin iç içe yaşadığı burs sorununu, kredi sorununu, yurt sorununu, tüm bu sorunları gözardı edin; ama, üniversite kapılarında bekleyen milyonlarca gencin istikbal endişesini, istikbal kaygısını görmezlikten gelip de, bu konuyu hiç Türkiye'nin gündemine getirmemek gibi bir yanlış içerisinde bulunmak, AK Parti Hükümetinin en affedilmeyecek tarafını oluşturur. O bakımdan, hükümete sesleniyorum buradan: Eğer, Türk yükseköğretiminde mevcut olan sıkıntıları çözmek ve toplumun önüne ciddî bir yükseköğretim reformuyla çıkmak niyetiniz varsa, biz Anavatan Partisi olarak buna her türlü desteği ve katkıyı, birikimimizi de katarak vermeye hazırız; ama, ne yazık ki, biraz önce de söylediğim gibi, hükümetin böyle bir iradesi yok, bu yönde herhangi bir çalışması da söz konusu değildir.

Öyleyse, Türk yükseköğretiminden medet uman, buradan hizmet talep eden, sistem içerisinde bulunan tüm toplum kesimleri de, bu sorunlarıyla daha uzun bir müddet iç içe yaşamak durumuyla karşı karşıya kalacaklardır.

Yeri gelmişken, Türkiye'de -başta da belirttiğim gibi- kamu üniversiteleri, devlet üniversiteleri ve özel vakıf üniversiteleri olmak üzere, ikili bir sistem söz konusu olduğundan bahsetmiştim. Gerçekten, vakıf üniversiteleri, ilk açıldıklarından bu yana, ilk kurulduklarından bu yana, tahminin üzerinde bir öğrenci talebiyle karşı karşıya kaldı. Bu da, toplumdaki yükseköğretim ihtiyacının ne ölçüde ciddî bir problem olarak karşı karşıya bulunduğunu göstermektedir. Velilerimiz, öğrenci babaları, öğrenci velileri ve gerekse de öğrencilerimiz, her ne pahasına olursa olsun, kendilerine ne gibi bir maliyet yükleyecek olursa olsun, mutlak surette bir yükseköğretim diplomasına sahip olmayı arzu etmektedirler, istemektedirler. Öyleyse, ortada, bu hizmeti satın almak isteyen belli bir kitle var, belli bir kesim var; hükümete de düşen veya kamuya da düşen görev, bu hizmeti bunlara sunacak yapıyı ve sistemi ortaya çıkarmaktır.

Bugün için yükseköğretimin içerisinde bulunduğu yapısal problemleri daha belli bir süre erteleyebilirsiniz; ama, üniversite kapılarında bekleyen yüzbinleri, milyonları görmezlikten gelemezsiniz. Bunların problemine acil çözüm bulmak noktasında, ufak birtakım tedbirlerle dahi olsa, bugünkü mevcut kapasiteyi iki misline çıkarma imkânı vardır. Bunun için, üniversitelerle, Yükseköğretim Kuruluyla, hükümetin, oturup, ciddî bir çalışma, ciddî bir proje başlatması yeterli olacaktır. Nedir bu sistem; biliyorsunuz, Türkiye'de, eğitimde, ikili bir eğitim söz konusu; normal öğretim ve ikinci öğretim diye bir farklı sistem var. İkinci öğretimde okuyan öğrenciler, belli bir ücret karşılığı -bu, normal öğretim öğrencilerinin ödemekte olduğu harcın biraz daha üzerinde bir miktardır- bunu ödeyerek, üniversitelerin normal mesai saatlerinin dışında, kapasitelerinin kullanılmadığı zaman dilimleri içerisinde okumaya razı, bu hizmeti almaya razı olan kesimlerden oluşuyor. Yani, tam gece öğretimi değil ama, bir nevi gece öğretimi diyebileceğimiz bir sistem içerisinde.

İkinci öğretimde ciddî bir potansiyel var; fakat, buradaki bu potansiyel birçok üniversitemiz tarafından çok az bir şekilde kullanılmaktadır. Tabiî, tüm üniversitelerimizde bu ikinci öğretim potansiyelini harekete geçirmek noktasında birtakım ilave kaynak ihtiyacı söz konusudur. Hükümet olarak bu kaynakların bu üniversitelere verilmesi halinde, bugünkü örgün öğretimde, öğrenci kapasitesinin bir yıl içerisinde yüzde 100 oranında artırılabilme imkânı vardır. Meselenin bir yönü bu.

Öyleyse, üniversite kapılarında bekleyen öğrencilerin üniversiteye girişlerini kolaylaştıracak ve daha fazla öğrencinin bu hizmetten istifadesini sağlayacak bir adım olarak ikinci öğretim sisteminin tüm üniversitelere yaygınlaştırılması çok az bir finansman ihtiyacıyla mümkün olabilecektir ve bunu da buradan hükümete bir yol olarak tavsiye ve teklifte bulunuyoruz Anavatan Partisi olarak.

Bir başka husus, bu noktada, üniversitelerin içerisinde bulunduğu ciddî bir finansman problemi var, kaynak problemi var, kaynak ihtiyacı var, bir taraftan da yükseköğretim hizmetini parayla almaya, satın almaya razı belli bir kesim var. Ki, bunların bir kısmı bu taleplerini vakıf üniversiteleri yoluyla karşılayabiliyorlar. Öyleyse, bu noktada, hükümete düşen bir görev de, yine, Yükseköğretim Kanununda ufak birtakım değişikliklerle, paralı eğitimin devlet üniversitelerinde de yapılabilir hale getirilmesiyle, hem üniversitelerin içerisinde bulunduğu finansman sıkıntılarını kısmen rahatlatacak hem de daha fazla sayıda öğrenciye yükseköğretim imkânı ortaya çıkarabilecek bir yapı da böylelikle oluşturulabilir.

Sadece bu saydığım iki husus, bırakınız yükseköğretimdeki reform talebini, reform ihtiyacını bir tarafa, bunu görmezlikten gelsek bile, sadece bu iki husus dikkate alınarak, yükseköğretimdeki kapasitenin yüzde 150 oranında, bugün için, artırılma imkânı vardır. Böylelikle, üniversiteler, ihtiyaç duydukları gerek bina gerek makine ve teçhizat kaynağını sadece bütçeden beklemek yerine, kendi ürettikleri finansman ihtiyacıyla da bunu karşılayabilmektedirler. Bu noktada, eğer, bir yükseköğretim reformu tasarısı çalışması yapılabilecek olursa, toplumun çeşitli kesimlerinin, üniversitelerin bu finansman probleminin çözülmesine katkıda bulunacak şekilde ciddî birtakım reformlar da söz konusu olabilir. Nitekim, bizim, Anavatan Partisi olarak, hazırladığımız yükseköğretim reformu tasarısında bu hususta da birtakım hükümler söz konusudur. Böylelikle, yükseköğretimin, konunun önemine binaen ve Türkiye'nin, toplumun ihtiyaçlarını da dikkate alarak, sadece genel bütçe içerisinden karşılanacak finansman imkânıyla sağlama imkânı kalmamıştır. Sadece Türkiye'de değil, tüm dünyada da, yükseköğretim, sadece bütçe kaynaklarıyla, kamu kaynaklarıyla yürütülen bir sistem olmaktan uzaktır. Özel birtakım kaynaklarla, öğrencilerden elde edilen kaynaklarla sistem yürütülmektedir. Türkiye, bu yola, mutlak surette, er veya geç girmek zorunda kalacaktır. Bu yola ne kadar erken girecek olursak, yükseköğretimin…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Toparlayın lütfen.

ÖMER ABUŞOĞLU (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - 20 dakikalık süreniz doldu.

ÖMER ABUŞOĞLU (Devamla) - 1 dakika içerisinde tamamlayacağım.

Yükseköğretimin birçok probleminin temelini teşkil eden finansman problemi, bu şekilde, mutlak surette, Türk yükseköğretim sisteminde paralı eğitime, yani, öğrencinin aldığı hizmeti parayla satın alma noktasındaki yol açılmayacak olursa… Ki, bunun, elbette, birçok haklı gerekçeleri vardır, bunlara girme gereği yoktur bu noktada; ama, dünyanın yürüdüğü yolda, biz, yürümek mecburiyetindeyiz. Dünya, paralı bir yükseköğretim sistemi içerisindeyken, bizim, sistemimizi, hâlâ, bunun dışında, bunun aykırısında tutmaya çalışmamız, Türkiye'de, sistemin, giderek iyiden iyiye tıkanması sonucunu doğuracaktır. Bu bakımdan, hükümetin, mutlak surette, konuyu bu çerçevede ele alması ve bu çerçevede birtakım düzenlemelerle yükseköğretim reformunda cumhuriyet tarihinden bu yana yapılabilecek en ciddî reformu yapması, toplumun büyük bir beklentisidir; ama, hükümetin, bu konuda bugüne kadar gösterdiği çaba ve performans, hiç de böyle bir cesaret ve irade isteyen bir konunun üzerine gidip, bunu değiştirme, bu reformu yapma iradesinin olmadığını açıkça göstermektedir. İnşallah, böyle bir reform Anavatan Partisi iktidarına nasip olacaktır.

Hepinize saygılar sunuyorum. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - 5 dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 16.48

 

 

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 17.05

BAŞKAN : Başkanvekili Ali DİNÇER

KÂTİP ÜYELER : Ahmet Gökhan SARIÇAM (Kırklareli), Harun TÜFEKCİ (Konya)

 

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 78 inci Birleşiminin İkinci Oturumunu  açıyorum.

1067 sıra sayılı kanun tasarısının görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

6.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1089) (S. Sayısı: 1067) (Devam)

BAŞKAN -Komisyon ve Hükümet yerinde.

Şimdi, tasarının tümü üzerinde söz sırası, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, Siirt Milletvekili Öner Ergenç'te.

Öner Bey hem Grup adına konuşacak hem de kişisel söz istemi var; ikisini birleştirecek,           30 dakika konuşacak.

Buyurun Öner Bey. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA ÖNER ERGENÇ (Siirt) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 1067 sıra sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı üzerinde, AK Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle, Yüksek Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; kanun tasarısının incelenmesiyle ortaya çıkan durum şudur ki, bu kanun tasarısı, halen bugüne kadar faaliyetini sürdürmekte olan Kadir Has Üniversitesi Mütevelli Heyeti ile yine bu üniversitenin bünyesinde bulunan ve Türk Kardiyoloji Vakfı bünyesinde çalışmalarını sürdüren Tıp Fakültesi ve sağlık bilimleriyle ilgili diğer meslek yüksekokulları ve enstitüler konusunda yeni bir düzenleme yapılmak suretiyle, sağlık bilimleriyle ilgili fakülte ve yükseköğretim kurumlarının  Kadir Has Üniversitesinden ayrılmak suretiyle yeni bir üniversite kurulması hakkındadır.

Burada, sağlık bilimleriyle alakalı olan üniversite, tasarıda, başlangıçta İstanbul Sağlık-Bilim Üniversitesi olarak teklif edilmişken, komisyonda, bu, İstanbul Bilim Üniversitesi şeklinde bir değişikliğe uğramış ve bugün Genel Kurulun huzuruna gelmiştir.

Burada bir yeni vakıf üniversitesi daha kazanılmakta ve bu vakıf üniversitesiyle, özellikle sağlık bilimleri ağırlıklı olarak eğitim verecek olan bu üniversiteyle, Türk yükseköğretim hayatına yeni bir üniversite katılmaktadır.

Bu kanuna göre, mevcut Kadir Has Üniversitesinde Fen-Edebiyat Fakültesi, Mühendislik Fakültesi, İktisadî ve İdarî Bilimler Fakültesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, İletişim Fakültesi, Hukuk Fakültesi, Teknik Bilimler Meslek Yüksekokulu, Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu, Fen Bilimleri Enstitüsü ile Sosyal Bilimler Enstitüsü yer almaktadır; dolayısıyla, bu yönde de, mevcut Kadir Has Üniversitesinin de daha derli toplu bir yapıya kavuşturulduğu ve belli bir alanda, belli alanlarda eğitim verecek biçimde yeniden dizayn edildiğini görmekteyiz.

Yine, bu üniversiteden ayrılan Kardiyoloji Vakfı Mütevelli Heyeti tarafından kurulmakta olan yeni İstanbul Bilim Üniversitesinde de, biraz önce ifade ettiğim ve saydığım, sağlıkla ilgili yüksekokullar ve tıp fakültesi dahil, bu vesileyle de ikinci bir üniversite hayata geçmiş oluyor.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yükseköğretimin amacı, ülkenin bilim politikasına, toplumun yüksek düzeyde ve çeşitli kademelerdeki insan gücü ihtiyacına göre, öncelikleri, ilgi ve istidatları doğrultusunda öğrencileri yetiştirmek; bilimsel araştırmalar yapmak, sonuçlarını ilan etmek, kamu ve özel sektör tarafından istenecek araştırmaları yapmak ve ülkenin zaman zaman yaşadığı birtakım toplumsal problemlerle -bunlar sosyal problemler olabilir, kültürel problemler olabilir, ekonomik problemler olabilir, sınaî problemler olabilir- ilgili araştırmalar yapmak suretiyle, çağın gereklerine uygun ve ülkeyi bu sıkıntılardan kurtaracak olan birtakım projeler hazırlamak ve bunu siyasî erkin önüne getirip koymaktır.

Sanıyorum, konuşmasında, Sayın Abuşoğlu, haklı olarak bir şey ifade etti, ben de ona katılıyorum; yani, demişlerdi ki: "Üniversiteleri, sadece ortaöğretimde okuyan, liselerde okuyan çocukların okuduğu kurumlar olarak görmemek lâzım, AK Parti bunu böyle görürse hata eder." Evet, Sayın Abuşoğlu, ben sizlere katılıyorum, elbette ki, böyle değildir; ama, hele hele AK Parti, yükseköğretim kurumlarını, sadece lise mezunlarının öğretim gördüğü eğitim ve öğretim kurumları olarak görmemektedir.

Nitekim, biraz önce ifade ettiğim konularda, özellikle benim de ihtisas alanım olan bir konuda, mesela, Sokak Çocuklarını Araştırma Komisyonu olarak biz görev yaptık, üniversitelerle işbirliğine gittik. Ancak, çok üzülerek ifade edeyim, bugün, hâlâ problemlerin devam ettiği bu alanda, üniversitelerimizin, ne yazık ki, bu alana önemli bir katkı verecek, temelde ciddî projeleri ortaya koyabilecek herhangi bir çalışma içerisinde olmadıklarını, komisyon olarak, bizatihi müşahede ettik ve Komisyon Başkanı olarak üniversitelerle yaptığım çeşitli görüşmelerde bunu gördüm. Oysaki, bu, toplumun çok önemli bir problemidir, üniversite kendini bundan soyutlayamaz, kendini bunun dışında tutamaz ve dolayısıyla, ülkenin bu ve buna benzer problemleriyle üniversiteler ilgilenmelidir ve birtakım projeler ortaya koymalıdır. Buna benzer diğer alanlarda üniversitenin bu gibi çalışmaları, maalesef, bugün, ciddî anlamda görülmemektedir.

15 inci Millî Eğitim Şûrasında, "öğrenci yetiştirme sınavlarının kapsamı ortaöğretim programları paralelinde geliştirilmelidir" diye bir karar alınmıştır ve yine bu şûrada, "yükseköğretime girişte öğrencilerin ilgi, istidat ve kabiliyetlerini esas alan bir sistem oluşturulmalıdır" denmiştir ve yine, devamla, yükseköğretime talep ile bu kurumların kapasiteleri ve işgücü piyasasının ihtiyaçları arasında sağlıklı dengeler kurulmalıdır tarzında, 15 inci Millî Eğitim Şûrasında kararlar alınmıştır. Bugün geldiğimiz noktada, bu, çok yerinde ve isabetli olarak tespit edilmiş olan, şûranın bu kararları istikametinde ne gibi sonuçlara ulaşıldığını hep birlikte görmekteyiz.

Peki, bu konuda problemlerimiz devam ederken ve bu konuda çok ciddî sıkıntılar yaşanmaktayken, yükseköğretim kurumlarımız, ne yazık ki, öğrencilerimizin, toplumumuzun ve ortaöğretimden yükseköğretime geçiş sisteminin şartlara uygun, ülkenin şartlarına uygun, ülkenin ihtiyaç duyduğu insan kaynaklarını karşılayabilecek bir planlama içerisinde, ne yazık ki, bugüne kadar gerçekleştirememiştir.

Yine, 1996 yılında, Millî Eğitim Bakanlığının, yükseköğretime geçişin yeniden düzenlenmesi hakkında birtakım görüşleri olmuştur ve bu kamuoyuna açıklanmıştır. Burada denilmektedir ki: "Ortaöğretim programları ile üniversite giriş sınavları ve programları arasında yönlendirme esasına uygun bir bağ kurulamamıştır."

Evet, bugün görülmektedir ki, hâlâ bu bağ yeterince kurulamamıştır ve bu bağı kurma noktasındaki yükseköğretim kurumları kendilerine düşen görevi yeterince yerine getirememişlerdir. Ortaöğretimde kazanılan bilgi ve becerileri daha iyi değerlendirecek bir yapı, ne yazık ki, bugüne kadar oluşturulamamıştır. Âdeta, sanki, ortaöğretim ayrı bir eğitim alanı, yükseköğretim ayrı bir eğitim alanı ve sanki, bu iki alan, bu ülkenin çocuklarının okuduğu, bu ülkenin kurumları, bu ülkenin vazgeçilmez, birbirinden ayrılmaz unsurları olması gerekirken, ne yazık ki, bu bölümler -ortaöğretim ve yükseköğretim- âdeta, birbiriyle çelişir, birbiriyle çakışır hale gelmiştir.

Burada, elbette ki, aslolan, bir öğrencinin ilköğretimden başlayıp ortaöğretimde devam eden ve yükseköğretimde devam edecek olan öğretimi sırasında, matematikse matematiğin kendi alanında, tarihse tarih alanında, fizikse fizik alanında kazanılan bilgi ve becerilerin üzerine her kademede yenilerinin eklenmesi suretiyle, âdeta, yükseköğretimi bitiren bir çocuğun, daha önceki öğretim kademelerinde aldığı eğitimin nihaî hedefine ulaşabileceği şekilde bir donanıma sahip kılınması, elbette ki, yükseköğretimin de amaçları, görevleri ve sorumlulukları içinde olmalıdır. Ancak, bugünkü yapıya baktığımızda, yükseköğretim kurumları, sanki, böyle bir sorumlulukları yokmuş gibi, böyle bir görevleri yokmuş gibi, tamamen, kendi başına bağımsız ve bir önceki kademede, lisede edinilen bilgi ve becerileri dikkate almadan, kendi sistemi içerisinde bir eğitim ve öğretim sürdürmeye devam etmektedir.

Ve yine, yükseköğretimin ortaöğretimle bağı daha güçlü bir hale getirilerek, ortaöğretimde kazanılan bilgi ve becerilerin, biraz önce ifade ettiğim gibi, yükseköğretimde değerlendirilecek, yükseköğretimin de bu yolla niteliğini artıracak bir yapı mutlaka kurulmalıdır, böyle bir sonuç mutlaka sağlanmalıdır, yükseköğretim kurumları ve özellikle YÖK, üzerine düşen bu tarihî ve millî görevi mutlaka yerine getirmelidir.

Sayın milletvekilleri, günümüzde üniversite, toplumun en etkin araştırma ve kültürel iletişim merkezleri haline gelmiştir. Gelişmiş dünyada budur üniversitelerin yapısı. Üstün nitelikli insan gücü yetiştirme, bilgi üretme, bilgiyi kullanma, bilgiyi yaymada topluma hizmet götüreceklerin, götürecek olan, götürmesi gereken üniversitelerin temel görevleri, öğrenci yetiştirmenin yanında, elbette ki bu olmalıdır. Ancak, ne yazık ki, üniversitelerimizin, bu konuda da çok ciddî bir çalışma içerisinde, bir gayret içerisinde olmadığını görüyoruz. AK Parti Hükümeti olarak, biz, bilime, bilimsel gelişmelere ve dolayısıyla, ar-ge çalışmalarına geldiğimiz günden beri gereken önemi vermekteyiz ve nitekim, ilk defa bizim hükümetimiz döneminde, ar-ge faaliyetlerine destek vermek üzere, TÜBİTAK bütçesine, bugün, 500 trilyonun üzerinde bir ödenek sağlanmıştır ve bu, elbette ki, üniversitelerimiz tarafından, öğretim üyelerimiz tarafından, öğrencilerimiz tarafından kullanılabilecek bir kaynaktır ve üniversitelerin, bu kaynağı mutlaka iyi değerlendirmesi gerekmektedir ve yine, hükümetteki hedefimiz, önümüzdeki yıllarda bunu çok daha yüksek seviyelere çıkarmak ve ülkemizin bilimsel ihtiyaçlarını, gelişme ihtiyaçlarını karşılayabilecek birtakım çalışmaları bu yolla gerçekleştirmektir.

Bilim ve teknolojideki hızlı gelişme, bilgi üretilmesini hızlandırdığı gibi, bilginin aynı hızla eskimesini de beraber getirmektedir. Dolayısıyla, bu durum, eğitimin ömür boyu devam etmesi gereken bir süreç olduğunu da bizlere göstermektedir. Bugün, Amerika Birleşik Devletlerinde lisansüstü programlara katılan öğrencilerin yarısını yabancı öğrenciler oluşturmaktadır. Bilginin üretilmesinde ve kullanılmasında ve paylaşılmasında akademik hareketliliğin payı bütün dünyada gittikçe artmaktadır.

Bugün, artık, gelişmiş üniversitelerin en etkin gücü bilgidir. 3 500 civarında üniversitenin bulunduğu Amerika'da sadece Harward Üniversitesinin kütüphanesinde 13,5 milyon civarında kitap bulunmaktadır. Buna mukabil, Türkiye'deki bütün kütüphanelerdeki kitap sayısı ise, ne yazık ki,     12 000 000 civarında. Dolayısıyla, bunun mutlaka gelişmiş ülkeler düzeyine getirilmesi, bilgiye ve bilginin üretilmesine ve yayılmasına, paylaşılmasına ve kullanılmasına sağlayacağı katkıların önemi dikkate alınarak, üniversitelerimizin bu konuda da ciddî atılımlar yapması gerekmektedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye'de bütün bu ihtiyaçlara rağmen, bütün bu akademik gelişme ihtiyaçlarına rağmen, bugün, üniversitelerimiz, ne yazık ki, dayatmacı bir anlayışın, baskıcı bir anlayışın ipoteği altındadır. Üniversite özerkliği ve akademik özgürlükler, baskı ve dayatmalarla kısıtlanmıştır; bu kısıtlamalar devam etmektedir. Bakın, bir örnekle bu konuya açıklık kazandırmak istiyorum değerli milletvekili arkadaşlarım. Bir ilde, milletvekili olmadan önce, görevli olduğum sırada, o bölgenin tarımsal kalkınmasıyla ilgili bir tarımsal geliştirme paneli düzenliyoruz ve o ilde bir ziraat fakültesi var. O ildeki ziraat fakültesinin dekanı ve bir öğretim üyesi olan profesör hocalarımızdan birini panelist olarak davet ettim, prensipte "evet" dediler; fakat, panelden bir gün önce üniversite rektörlüğünden kendilerine giden bir yazıda "hayır, siz bu panele konuşmacı olarak katılamazsınız" dendi ve o arkadaşlarımız, konusu tarım olan ve ana konusu, ziraat fakültesinin bulunduğu ilin tarım problemlerinin, ziraat problemlerinin tartışılacağı ve çözüm önerilerinin üretileceği böyle bilimsel bir toplantıya, o üniversitenin rektörünün canı istemediği için veya birtakım siyasî ve ideolojik yaklaşımlarla, o üniversite hocalarına, fakültenin dekanına bilimsel bir çalışmaya katılmama yasağı getirebilecek bir yapı mevcuttur bugün üniversitelerimizde. Elbette ki böyle bir anlayışla bu üniversitelerimizin toplumun ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir yapıya kavuşması mümkün değildir.

Bilgi ve teknolojideki gelişmeleri izlemek, sonuçlarını topluma intikal ettirmekle de görevli olan üniversiteler, görevlerini bir tarafa bırakarak, öğrencilerin ve öğretim elemanlarının düşünceleri, inançları ve kıyafetleriyle uğraşmaktadırlar. Mevcut uygulamayla, Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK) halkın isteklerine ve bilimin gerçeklerine ters biçimde, ülkenin eğitimini ve geleceğini ne yazık ki ipotek altına almıştır. Bu haliyle YÖK'ün yapısı demokratik, hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşmamaktadır. YÖK, yükseköğretimin uzun vadeli planlamasını yapan, uygulamaları denetleyen ve yükseköğretim kurumları arasında koordinasyonu sağlayacak biçimde yeniden yapılandırılmalıdır.

Evet, Sayın Abuşoğlu'nun, bu konuda köklü bir reform yapılması istikametindeki düşüncesini paylaşıyorum ve AK Partinin, Adalet ve Kalkınma Partisinin, elbette ki, böyle bir düşüncesi vardır; bunu, acil eylem planına almıştır, hükümet programına almıştır, parti programına almıştır. İnşallah, önümüzdeki dönemde, bunun üzerinde genel bir uzlaşma sağlamak suretiyle bu reformu gerçekleştireceğiz ve ülkenin geleceğini, bu, biraz önce ifade ettiğim dayatma ve ipoteğin etkisinden, ipoteğinden kurtaracağız.

Nasıl olmalı üniversiteler; geniş katılımlı kurullarla yönetilmeli. Bugün, YÖK Başkanı, âdeta bir sultan, her rektör bir imparator gibi, üniversiteyi arzu ettiği şekilde yönetir, arzu ettiği şekilde sevk ve idare eder, gider. Üniversiteler toplumla daha fazla bütünleşmeli, çağın ve bilimin zorunlu kıldığı kurumsal, akademik ve idarî esnekliğe sahip olmalıdır. Özellikle, akademik özgürlük, hoşgörü, huzurlu bir yaşama ortamında topluma karşı görev ve sorumluluk anlayışı içinde faaliyetlerini sürdürebilecek bir yapıya, mutlaka kavuşturulmalıdır. İnşallah, yakın bir gelecekte, AK Partinin öncülüğünde, Yüce Mecliste birlikte çıkaracağımız kanunlarla bunu gerçekleştirmiş olacağız.

Son olarak, sayın milletvekilleri, sözlerimi şöyle bağlıyorum: Hangi alanda bir meslek kazanmış olursa olsun, başarılı, yetenekli ve istekli olanların yükseköğretime geçişine engel olunmamalı, önü tıkanmamalıdır. Elbette ki, Türkiye, demokratik, sosyal, hukuk devletidir. Demokrasinin ve hukukun üstünlüğünün egemen olduğu bir yükseköğretim yapısı içerisinde, ülkenin, ileriye dönük, muasır medeniyet seviyesinin önüne ve üstüne çıkabileceği konusundaki inancımı, burada, sizlerle paylaşırken, bu vesileyle, çıkacak olan bu kanunu, AK Parti Grubu olarak desteklediğimizi ve bu yasanın, ülkemiz eğitimine ve bu üniversiteleri kuran vakıf mütevelli heyetlerine hayırlı, uğurlu olması dileğiyle, Yüce Heyetinizi, yeniden, saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Kişisel söz istemi, Amasya Milletvekili Hamza Albayrak. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika.

HAMZA ALBAYRAK (Amasya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte  olan 1067 sıra sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısıyla ilgili, bu tasarının geneli hakkında söz almış bulunuyorum; sözlerime başlamadan önce, sizleri ve bizleri izleyen aziz milletimizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; bu kanun tasarısı 5 maddeden ibaret olup, bu tasarıyla, Kadir Has Üniversitesi bünyesindeki Tıp Fakültesi, Florence Nightingale Hastanesi Hemşirelik Yüksekokulu, Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu ve Sağlık Bilimleri Enstitüsü ile yeni kurulan Fen ve Edebiyat Fakültesi, Türk Kardiyoloji Vakfına ait olan ve ismi "İstanbul Bilim Üniversitesi" olarak tadat edilen yeni bir üniversite kurulmuş oluyor. Değerli arkadaşlar, bu üniversite, şüphesiz ki, Anayasamızın 130 uncu maddesine göre, 2547 sayılı YÖK Yasasında değişiklik yapan bir kanunla kuruluyor. İşte bu tasarı da bu kanunu içeriyor.

Değerli arkadaşlar, yükseköğretim, Türkiyemizde, pahalı olan, maliyeti oldukça yüksek olan, neredeyse maliyetinin tamamı devlet tarafından karşılanan bir öğretimdir. Elbette ki, sizlerin de katkısıyla, 22 nci Dönemde, bu Yüce Meclis, bütçe hazırlanırken, eğitime vermiş olduğu önceliği hep sürdüregelmiştir. Dolayısıyla, ilk defa, 2003'te, 2004'te, 2005'te ve 2006 bütçesinde, eğitime ayrılan pay birinci sırayı almıştır. Yeterli midir; elbette ki, dünyadaki gelişmiş ülkelere göre bu yeterli değildir; ama, katedilen mesafe çok önemlidir.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; içerisinde bulunduğumuz 21 inci Yüzyıl bilgi çağıdır, eğitim çağıdır. Dolayısıyla, duyulan ihtiyaç da, bilgili, ilgili, analitik düşünebilen, sorgulamaya açık nesilleri yetiştiren özerk üniversitelere olan ihtiyaçtır. Bu bağlamda, Türkiye genelindeki mevcut vakıf üniversiteleri, hakikaten, Türk eğitim sistemine çok olumlu katkılar vermişlerdir.

Şunu huzurlarınızda belirtmek isterim ki, dinî öğretimimizin ilk emri olan "oku" emri çok iyi sorgulanmalı ve günümüzde de, bütün problemlerin çözüm kaynağının eğitim olduğu, hiç ama hiç hatırdan çıkarılmamalıdır.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; bugün üniversitelerimizin dünya üniversiteleri arasındaki nitelik ve nicelik açısından karşılaştırılması, değerlendirilmesi, maalesef, hiç iç açıcı değildir. Dünyadaki üniversiteler arasında, Türkiye'deki mevcut üniversiteler turuncu derecededir. Bu mevcut durumun da, eğitimdeki nitelik ve niceliğin ön plana çıkarılarak, bir an önce daha üst seviyelere çıkarılması gerekmektedir. Elbette ki, bugün yükseköğrenim gençliği, Atatürk'ün Türk Gençliğine Hitabesinde geçen o özdeyişleri çok iyi kavramalı, yine bugünün Türk gençliği, Atatürk'ün Gençliğe Hitabesine aynı cümlelerle, aynı kelimelerle cevap olarak, "Türk Gençliğinin Atatürk'e Cevabı" başlığını taşıyan Emekli Albay Dursun Yaşa'nın "Türk Gençliğinin Atatürk'e Cevabı"nı da hiç unutmamalı. Bu düsturları da şiar edinmelidir.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; Türkiye'de örgün ve yaygın eğitim kapsamında anaokulları, ilköğretim, ortaöğretim ve yüksekokulda okuyan öğrenci sayımız yaklaşık 20 000 000 civarındadır. Bu, komşularımız dahil, dünyadaki bütün ülkelerin oldukça çoğunluğunun nüfusundan daha yüksek bir rakama baliğ olmuştur. Dolayısıyla, Türkiye'nin eğitimle olan problemleri, bu katılımcıların daha doğrusu bu öğrencilerin çokluğuyla da kendini önplana taşımaktadır.

Bir taraftan, yüksekokulda okuyan öğrencilere Yurtkur -yani, Yükseköğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu Genel Müdürlüğü- katkı ve öğrenim kredisi olmak üzere iki kredi vermekte ve bunların barınma ihtiyacını da karşılamaktadır.

Şunu huzurlarınızda iftiharla söylüyorum ki, bugün, Yükseköğrenim Kredi  ve Yurtlar Kurumu Genel Müdürlüğünden öğrenim kredisi ve katkı kredisi talep edip de alamayan hiç ama hiç kimse yoktur. Talep eden herkese, önkoşulsuz, öğrencinin bire bir taraf olması ve ilgili evrakı Yükseköğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumuna sunması ve bir taahhütname imzalamasıyla, Kredi ve Yurtlar Kurumunun barınma, beslenme, eğitime katkı ve öğrenim kredilerinden her yüksekokul öğrencisi faydalanmaktadır.

Değerli arkadaşlar, yükseköğrenimimizin güncel sorunu şudur: Eğitim kurumlarımız herhangi bir sorgulama sınırlamasına tâbi tutulmamalıdır. Yükseköğrenimde okuyan gençlerimiz özgürce sorgulama yapabilmeli ki, mucit ruhlu olsunlar, başarılı olsunlar. Hatırlarsanız, dünya kurulduğunda beri, gökyüzündeki cisimler hep yere düşüyor; ama, Newton'un o elmanın başına düşmesini sorgulamasıyla yerçekimi kuvveti bulunmuştur.

Değerli arkadaşlar, sorgulamaya sınır koymazsanız, öğrenimi ezbercilikten ve "izm" tacizciliğinden kurtarırsanız, elbette ki, çok başarılı buluşlara, patentlere, millet olarak elbirliğiyle imza atarız; ancak, günümüzde birtakım kişi ya da kuruluşlar, potansiyel vehimlerle korkulu rüyalar görüp, hep suçlular icat etmektedir. Onun içindir ki, yine suyun basıncını bulan, sorgulamayla suyun basıncını bulan Einstein "atomu moleküllerine ayırmayı başardım; ama, birtakım kişilerdeki önyargıyı yok edemedim" demektedir.

Değerli arkadaşlar, önyargıların yok edilmesinin çözümü de, eğitim ve öğretim kurumlarındaki kaliteden geçmektedir. Dolayısıyla, hepimiz, her zaman "gelecek gençlerle gelecektir"i hiçbir zaman unutmamalıyız. Elbette ki, gençlere, eğitim ve öğrenim noktasında, var olan bireysel, toplumsal ve kamusal bütün imkânlarımızı, onlara, hiç ama hiç kısıtlama yapmadan sunmalıyız.

Bu arada, yüksekokul öğrencilerimizin muhatap oldukları bir yanlış sorunun da, huzurlarınızda altını çizmek istiyorum. Çeşitli yazar ya da çizerler, öğrencilerle muhatap olduklarında "boş zamanlarınızda ne yapıyorsunuz" sorusunu soruyorlar.

Değerli arkadaşlar, Türk gencinin, hele hele yüksekokul öğrencisinin asla boş zamanı olmaz, onların olsa olsa serbest zamanı olur, o serbest zamanı da, elbette ki birtakım sosyal ve kültürel etkinliklerle değerlendirirler.

Değerli arkadaşlar, sizlere ve bizlere düşen en büyük görevlerden bir tanesi şu: Türkiye'deki YÖK'ü; yani, Yükseköğretim Kurulunu dünya standartlarına, Avrupa Birliği kriterlerine uygun, özgürlükçü, şeffaf, katılımcı, hiç ama hiç sınır getirmeyen, ülke menfaatlarını ön planda tutan, vatanperver ve sevgi kahramanları olarak öğrenci yetiştiren kurumlar haline dönüştürmeliyiz.

Dolayısıyla, ben içtenlikle talep ediyor ve inanıyorum ki, YÖK Yasasını çıkarmak, bu, 22 nci Dönem Yüce Meclise nasip olacaktır. İnşallah, bu Yüce Meclis, bir konsensüsle YÖK Yasasını çıkaracak ve Türkiye'de eğitim ve öğrenim özgürlüğünün önü tamamen açılacaktır. Elbette ki, eğitim ve öğretim, cumhuriyetimizin bekasına, vatanımızın bölünmez bütünlüğüne, aziz milletimizin birlik ve beraberliğine katkı verecektir diyor; tekrar, gelecek, gençlerle gelecektir diyor; bu kanunun hayırlı ve uğurlu olması dileğiyle, hepinizi içtenlikle selamlıyor, saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Değerli milletvekilleri, tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

1 inci maddeyi okutuyorum:

YÜKSEKÖĞRETİM  KURUMLARI TEŞKİLÂTI KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK

YAPILMASI HAKKINDA KANUN TASARISI

MADDE 1.- 28/3/1983 tarihli ve 2809 sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı Kanununun ek 3 üncü maddesinin birinci fıkrasında geçen "ile Türk Kardiyoloji Vakfı" ibaresi çıkarılmış ve maddenin ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"Bu Üniversite;

a) Fen-Edebiyat Fakültesinden,

b) Mühendislik Fakültesinden,

c) İktisadî ve İdarî Bilimler Fakültesinden,

d) Güzel Sanatlar Fakültesinden,

e) İletişim Fakültesinden,

f) Hukuk Fakültesinden,

g) Teknik Bilimler Meslek Yüksekokulundan,

h) Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulundan,

ı) Fen Bilimleri Enstitüsü ile Sosyal Bilimler Enstitüsünden,

oluşur

BAŞKAN - Madde üzerinde söz isteyenler, sırasıyla, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı, Anavatan Partisi Grubu adına Gaziantep Milletvekili Ömer Abuşoğlu.

Kişisel söz istemleri: Konya Milletvekili Halil Ürün, Konya Milletvekili Ahmet Işık, Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan, Hatay Milletvekili Mehmet Eraslan, Sivas Milletvekili Nurettin Sözen, Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı.

İlk söz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı'da. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika Sayın Gazalcı.

MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Kişisel…

BAŞKAN - Kişisel söz istemi iki kişi için söz konusu olabiliyor. Siz, o ilk iki kişisi arasında değilsiniz. Onun için, size, birleştirme yapıp, 15 dakika süre vermemiz mümkün olmuyor. Süreniz 10 dakika.

CHP GRUBU ADINA MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; görüşmekte olduğumuz 1067 sıra sayılı yeni bir vakıf üniversitesinin kurulmasına ilişkin tasarıda Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım; tümünüzü saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, bu yasayla, İstanbul Bilim Üniversitesi adında yeni bir vakıf üniversitesi kuruluyor. Bu, bir eğitim konusu, üniversite konusu. Ne hikmetse, Millî Eğitim Komisyonuna gelmedi bu tasarı; Plan Bütçeden, doğru buraya geliyor. Birçok kez böyle oluyor. Geçen de, eğitimle ilgili bir konu Millî Eğitim Komisyonuna gelmeden getiriliyor ve iş ivedi olarak, kamuoyunda tartışmadan, üniversitelerde tartışmadan, milletvekilleri konuda bilgi sahibi olmadan, "ya bu iyi bir iş, hayırlı bir iş, alalım götürelim..." Tamam, ama tartışalım, ama konuşalım, içini dolduralım.

Şimdi, AKP adına çıkan grup sözcüsü arkadaşım, -ki, bunu Bakan da yapıyor, Plan Bütçede yaptı, Millî Eğitim Komisyonunda yaptı- üniversiteye vuruyor, vuruyor. Bir ipotek varmış, dayatma varmış, bilmen ne yerdeki bir panele bir arkadaş gelmemiş, sokak çocuklarıyla ilgili bir konuda işbirliği yapmamış; öyleyse vur üniversiteye. Vuralım… Savunma?.. Nerede o suçladığımız üniversitenin yetkilileri ya da ne konuşuyoruz  biz? Millî Eğitim Bakanı kendi okul aşamalarını bırakmış, sanki, okul öncesini, ilköğretimi, ortaöğretimi çözmüş; YÖK'e karşı bir savaş, geldi geleli. Geçen gün, televizyonlarda bir açıklama, diyor ki: "Millî Eğitim Bakanı YÖK'ü kınıyor." YÖK, Millî Eğitim Bakanının yaptığı bir yönetmeliği mahkemeye götürüyor; mahkemeden de karar alıyor, açık lise konusunda olduğu gibi.

Değerli arkadaşlar, üniversite, dünyanın her yerinde bilim üreten özerk bir kuruluştur. Şimdi arkadaşlar diyorlar ki: "Dileriz bize nasip olacak, işte bir YÖK Kanunu çıkaracağız." Sizin nasıl bir yasa istediğinizi biz üç yıldır biliyoruz; yoğurdu üflememiz gerekir. Yani, tamam, YÖK'ün geçmişteki kimi merkezî yapısından biz de şikâyetçiyiz, programımıza bile yazdık. Özgürlükçü, katılımcı bir anlayışla bir yükseköğretim eşgüdümü olsun istiyoruz. Öğrenci de katılsın, öğretim üyeleri de katılsın, bilim üretsin, üniversiteler baskı altında olmasın; ama, sizin verdiğiniz ipuçları bunu mu gösteriyor sevgili arkadaşım?! Yani, 2003'ten beri getirdiğiniz yasa önerisi, yükseköğretimle ilgili yeni bir AKP yönetimi YÖK'ü yaratmak; yani, üniversiteye egemen olmak, üniversiteyi kuşatmak.

Bakın, biz, burada her şeyi bıraktık, üniversiteye girecek öğrencilerin katsayısını yasayla belirleme kalktık. Yapmadık mı bunu; yaptık. Sonra, bir açık lise yönetmeliği yaptık, açık lise ruhuna aykırı. Üniversiteyi de bitirsen, gel bana kaydol, bana kaydol; liseyi de bitirsen gel bana kaydol.

FAHRİ KESKİN (Eskişehir) - Ne mahzuru var?!

MUSTAFA GAZALCI (Devamla) - Danıştay durdurdu; ama, devam edildi kayıtlar. Bereket kamuoyuna açıklandı da, bir suçüstü oldu. ÖSYM, geçen gün o çocukların hakkını kaybetmemek için "gelin, ben birinci diplomalarınızı kabul ediyorum" dedi. Kimsenin de bir hak kaybı olmadı.

Değerli arkadaşlar, şunu içinize sindirin, bakın: Biz yasamayız, yasalar yapacağız tabiî; ama, üniversiteler, yalnız Türkiye'de değil, bütün dünyada özerktirler, her yönden özerktir. Hele bilimsel özerklik… Cumhurbaşkanının geçen gün 15 yeni üniversitede gönderdiği gibi, bir yönetsel özerkliği de içerir diyor; ama, biz, arkadaşlara bunu anlatamadık, ne Plan ve Bütçe Komisyonunda ne burada. Hayır, ille de 15 yeni üniversiteyi kuruyoruz, benim ölçütlerime göre kuruyoruz ve o rektörleri de biz atayacağız... 1992'de böyle olmuş. Kötü örnek örnekmiş gibi… O zaman başka Cumhurbaşkanı varmış, köprülerin altından çok sular akmış.

Burada, ikinci kez görüşmede dedik ki, yalvardık, gelin arkadaşlar, hukuk duvarına çarpmayın, üniversitelere kıymayın; gelin, altı aylığına, Yükseköğretim Kurulu, Anayasanın ruhuna uygun olarak, 130 ve 131'e uygun olarak bir rektör adayı Cumhurbaşkanı tarafından atansın, altı ay içinde seçim yapsın. Hani özerklikti?! Hayır, ille ben atayacağım onu... Peki ne oldu şimdi, ben size soruyorum, ne oldu? İkinci kez onayladığı halde, işler dondu, durduruldu; yani, 15 yeni üniversitenin rektörü atanamıyor şu anda. Sizin yüzünüzden, inat, ısrar… İta amirleri yok 15 yeni üniversitedeki öğretim üyelerinin, yurtdışına bile çıkamıyorlar şu anda.

MEHMET S. TEKELİOĞLU (İzmir) - Kanun çıktı…

MUSTAFA GAZALCI (Devamla) - Yani, kurucu rektör olmadan…

BAŞKAN - Müdahale etmeyin arkadaşlar.

MUSTAFA GAZALCI (Devamla) - Kurucu rektör olmadan üniversite açılabilir mi?! (AK Parti sıralarından gürültüler)

Peki, sevgili arkadaşlarım, beni dinleyin lütfen; ben, sizin sözcülerinizi grubumuz olarak dinledim. Bakın…

BAŞKAN - Siz, Genel Kurula hitap edin.

MUSTAFA GAZALCI (Devamla) - Ben, Genel Kurula hitap etmeye çalışıyorum.

BAŞKAN - Arkadaşlar, müdahale etmeyin.

MUSTAFA GAZALCI (Devamla) - Değerli arkadaşlar, bakın, burada da, bir ivedi oldubitti var. Biz, yeni üniversitelerin, vakıf üniversitelerinin kurulmasına karşı değiliz, bir kere bunu bilin; ama, içi dolsun, altyapısı olsun, öğretim elemanı olsun, yeterince fakülte olsun, gerçekten üniversite olsun; ama, şimdi bu tasarının gerekçesine bakın, adı başka, maddede gelen başka. Yani, o gerekçede başka şeyler söyleniyor, burada başka. Anayasanın 130 uncu maddesinde, kazanç amacı gütmemek kaydıyla bir üniversitenin, vakıf üniversitesinin açılacağı söyleniyor; ama, dışarıda siz ne söylüyorsunuz, başta Başbakan olmak üzere: "Sizin kafanız basmıyor, bu üniversiteyi özel kesim de kurmalı." Yani, önüne gelen kurmalı. Böyle bir şey olabilir mi?! Yani, parası olsun adamın, hemen bir üniversite mi açmalı?!

Değerli arkadaşlar, bakın, daha dün, yani bundan onbeş gün önce, Orhangazi İlçe Kongresinde, Başbakan "bitti, devletin eğitim işlerine yatırımı, okul yapma işi. Yapın okul, bize kiraya verin" diyor. Daha önce de, İstanbul Menkul Kıymetler Borsasında demişti ki: "Eğitim işinden devlet çekilmeli, özel kesim bunu alıp götürmeli." Şimdi, bir yasa tasarısı hazırlanıyor, yakında buraya gelecek. Ben, başta AKP'liler olmak üzere… Eğer, gerçekten, siz, yasa tasarısının içine girdiği zaman, devletin kıt kaynaklarını özel okula aktarmayı kabul edecek misiniz, etmeyecek misiniz?  Devletin okulunda maaş alacak öğretmen, başka bir yerde ders ücretine girecek.

Değerli arkadaşlar, bu olmaz. Bakın, özel okul olsun, vakıf üniversitesi olsun; ama, kendi ayakları üzerinde dursun. Hatta, yalnız öğrenciye yüklemeyi Anayasa kabul etmiyor, kazanç amacıyla üniversite kurulmasını kabul etmiyor. Siz, gerçekten üniversite olacaksanız, yani, ben eğitim, bilim alanında iddialı olacağım üniversite olarak, ben araştırma görevleri yapacağım, bilimi geliştireceğim, ben topluma hizmet edeceğim… Üniversite bu… Batı'da, 13 üncü Yüzyılda başlayarak bir üniversite kavramı böyle gelişmiş. Bakın, demokrasinin olmazsa olmaz koşullarından birisi üniversite özerkliğidir; ama, sizin niyetiniz, amacınız bu değil, kamu hizmetleri olmaktan eğitimi çıkarmak istiyorsunuz. Bu yanlış. Eğitim…

RESUL TOSUN (Tokat) - Akademik özerklik, idarî özerklik değil…

BAŞKAN - Müdahale etmeyelim arkadaşlar…

RESUL TOSUN (Tokat) - Müdahale etmiyorum… Konuyu açıklıyorum… Yanlış söylüyor…

MUSTAFA GAZALCI (Devamla) - Eğitim, dünyanın her yerinde öncelikli bir kamu hizmetidir.

BAŞKAN - Bir dakika Mustafa Bey.

Arkadaşlar, müdahale etmeyin, dinleyin. İktidar Partisi adına da grup olarak konuşma hakkı alabilir, konuşabilirsiniz.

RESUL TOSUN (Tokat) - Müdahale etmiyorum Sayın Başkan, katkıda bulunuyorum.

BAŞKAN - Henüz bir isim yok, bir şeyler söylemek isteyen arkadaşlar…

RESUL TOSUN (Tokat) - Düzeltiyorum, doğrusunu söylüyorum.

BAŞKAN - … olarak, Partinizin Grup yönetiminin ilgilileriyle görüşün, siz de söz hakkı isteyin, kalkın, burada konuşun. Kürsüden konuşanın konuşmasını kesmeyin.

Buyurun Sayın Gazalcı.

MUSTAFA GAZALCI (Devamla) - Başkanım, teşekkür ederim.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Toparlayın lütfen.

MUSTAFA GAZALCI (Devamla) - Peki Sevgili Başkanım.

Şimdi, bu üniversite, yeni bir vakıf üniversitesi kurulacak, biz, geçmişini de karıştırmıyoruz. Yani, İstanbul Üniversitesi ile oradaki yer mahkemelik olmuş, tartışma olmuş, Kadir Has Vakfı ile bu vakıf tartışmış; bunları çok fazla karıştırdığınız zaman geriye dönük, çok güzel şeyler çıkmıyor. Biz, işin, gerçekten üniversite olmasıyla ilgiliyiz; ama, üniversitelerin, değerli arkadaşlar, bir kadro sorunu var bakın, öğrenci sorunu var, kadro sorunu var, kaynak sorunu falan var; ama, üniversite, şu anda 7 000 kadroya benim gereksinimim var diye bildiriyor, acilen 4 500 kadro olması gerekir, 2 000 kadro veriliyor. Bakın, siz iktidara gelmeden önce, ortalama yılda 5 000 kadro verilirken üniversiteye -elimde sayılar var- bu rakamlar düşmüş değerli arkadaşlar. Buna karşın, üniversiteler, makale sayısı bakımından çok iyi bir duruma gelmiş. Yani, bu kadar da, savunmasız, üniversiteye vurmak çok yanlıştır. Gerçekten, araştırma fonlarına el koyuyorsunuz. Bakın, 2003'te 110 trilyonuna el konuldu, 20 trilyon 2004'e aktarıldı, 90 trilyonu verilmedi. Araştırma görevlilerinin atanması yargı kararlarıyla olanaklı oluyor değerli arkadaşlar.

Millî Eğitim Bakanlığı, AKP, YÖK'le kavgadan, üniversiteyle kavgadan vazgeçin, olan öğrenciye oluyor, olan halka oluyor. Burada çıkıp, tek yanlı tabanca gibi böyle saldırmak, işte sultandı da, diktatördü de, baskıcıydı da, şuydu da buydu da… Bunlar gerçeğe de uygun değil, tasarıya da uygun değil. Gerçekten özerk üniversiteler istiyorsak, oraları siyasallaştırmayalım, dünyadaki ve Türkiye'deki özerklik gelişmesinden geriye düşmeyelim. Amerika'daki kitap sayısı şu, Türkiye'deki bu diyor. Bunu herkes biliyor. Sen üniversitede okuyan çocuğa kişi başına kaç para veriyorsun, bütçeden ne kadar veriyorsun?! Araştırma, 2,8'de tutuyorsun genel bütçenin. Yani, kaynak vermedikçe, araştırma görevlileri kadrosu vermedikçe nasıl gelişecek, nasıl gelişecek?! Buna rağmen, gidin bir İnönü Üniversitesini görün Malatya'da, Van'daki bu kitap sayısına bakın; ama, onları bir şekilde baskı altında tutmak için neler yaptık değerli arkadaşlar hep beraber. Üniversite zarar görmedi mi geçtiğimiz Van Rektörünün içeride kalmasından, başka şeyden?!

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Sayın Başkan, süre tamam, süre 3 dakika geçti.

BAŞKAN - Toparlayalım lütfen.

MUSTAFA GAZALCI (Devamla) - Peki efendim.

Ben özetle şunu söylüyorum: Değerli arkadaşlar, üniversitenin çok sorunları var. Başta                2 000 000 öğrencimiz okuyor orada yaklaşık. 89 000 öğretim elemanı var; ama, maalesef, Avrupa'yla, dünyayla kıyasladığınız zaman öğrenci başına düşen öğretim elemanı son derece düşük. Orada 15 kişiye, 10 kişiye bir öğretim elemanı düşüyor, bizde 45 kişiye düşüyor değerli arkadaşlar. Bu koşullardan kurtarmak için üniversiteye kaynak aktaralım; ama, devletin kaynağını önce devlet üniversitelerine aktaralım. Öğretim elemanları, araştırma görevlilerini verelim, sonra onlardan görev bekleyelim.

BAŞKAN - Lütfen, toparlayın.

MUSTAFA GAZALCI (Devamla) - Tabiî ki denetleyelim; yani, hukuk denetlesin, Sayıştay denetlesin, kamu denetlesin; ama, biz parti olarak, Parlamento olarak karışmayalım, üniversite özerkliğini sağlayalım diyorum.

Teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN- Anavatan Partisi Grubu adına Gaziantep Milletvekili Ömer Abuşoğlu.

Buyurun Sayın Abuşoğlu. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)

ANAVATAN PARTİSİ GRUBU ADINA ÖMER ABUŞOĞLU (Gaziantep) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar, değerli milletvekilleri; üzerinde müzakere yaptığımız tasarının 1 inci maddesi üzerinde, partimin görüşünü belirtmek üzere, huzurlarınızdayım.

Tasarının geneli üzerinde konuşurken AKP sözcüsü arkadaşımız, YÖK'ün baskıcı ve dayatmacı bir rejim ortaya koyduğunu ve benzer birtakım serzenişlerde bulunarak, YÖK'le ilgili şikâyetlerini dile getirdi. Evet, YÖK'le ilgili şikâyetlerini dile getiren sadece AK Parti veya AKP değil; toplumun birçok kesimi benzer şikâyetleri dile getiriyor. Üniversitelerin rektörleri de YÖK'le ilgili şikâyetlerini dile getiriyor, YÖK'ün bizzat kendisi de YÖK'le ilgili şikâyetlerini dile getiriyor zaman zaman. Öğrenci velisi de YÖK'ten şikâyetçi, öğrencinin kendisi de YÖK'ten şikâyetçi, öğretim üyesi, üniversite personeli de YÖK'ten şikâyetçi. YÖK'ten şikâyetçi olmayan yok, ben de şikâyetçiyim. Düzeltme noktasına gelince, bu konuda görev bir tek kesime düşüyor; o da iktidara düşüyor. İktidar, şikâyet etme mercii değil; bir kere, bunu, kafanıza iyice sokmanız lâzım. İktidar, şikâyet edilen bir konu varsa, bu konunun çözüm merciidir. Öyleyse, iktidarın söz söylemekten daha çok, icraat yapmak noktasında çaba ve gayret içerisinde olması lâzım. Madem YÖK baskıcı ve dayatmacıysa, değiştirin bunu. Getirin, bu rejimi, bu sistemi değiştirecek tasarıyı Meclisin huzuruna çıkarın, biz de size destek verelim; ama, yok. AKP, hükümetiyle, iktidarıyla sadece şikâyet yapıyor; icraat yapma noktasına geldiği zaman ciddî bir kısırlık içerisinde. Bunun zararını kim çekiyor; bunun zararını toplumun tamamı çekiyor. YÖK'le ilgili meselede üniversite personeli çekiyor, öğrenci çekiyor, üniversiteye girmek için kapıda bekleyen milyonlarca öğrenci, velisi ve ailesi çekiyor; öyleyse, niçin dediğinizi yapmıyorsunuz? Niçin, ortaya koyduğunuzu, iddia ettiğinizi, yapacağız dediğiniz işleri yapmak konusunda ayak sürütüyorsunuz, direniyorsunuz yapmama noktasında? Allah adama sorar "niçin dediğinizi yapmıyorsunuz, yapmazsınız" diye sorar. Bu çerçevede, Anavatan Partisi olarak, toplum adına yaptığınız her iyi icraatta, her faydalı icraatta yanınızdayız, destek veriyoruz. Sizin göremediğiniz, sizin farkına varamadığınız hususlarda da zaman zaman çözüm önerilerimizle karşınıza geliyoruz: "Şu işi böyle yaparsanız toplum yararına bir şey çıkar. "Varsın, AK Parti de bundan yararlanacakmış, yararlansın; bizim derdimiz o değil, bizim derdimiz, toplum yararına icraat ortaya konsun.

Nitekim, Sayın Erkan Mumcu dedi ki: "Millî Eğitim Bakanlığı okul ihtiyacını karşılamakta, yeni yatırım yapmakta sıkıntı içerisindeyse, okul binalarını yapmasın, kiralasın." Teşekkür ediyoruz, Sayın Başbakan da çıktı "bundan sonra okul binalarını kiralayacağız" dedi. Bizim bu tür önerilerimizin kayda değer öneriler olduğunu görmek, elbette, bizi de mutlu ediyor ve vatandaşın da kesinlikle gözünden kaçmıyor.

Biraz önce, tasarının geneli üzerinde konuşurken, iki hususu sizin dikkatinize çektim. Neydi; üniversite kapısında bekleyen binlerce öğrenciye ilave kapasiteler yaratacak çok küçük önemli iki husus: İkinci öğretimi yaygınlaştıralım, ikinci öğretime üniversitelerin geçmesini sağlayacak ilave kaynak ihtiyacı varsa hükümet olarak bunları verin ve kapasitelerin bir anda yüzde 100 oranında artma imkânı ortaya çıksın.

İkincisi, devlet üniversitelerinin finansman sıkıntısı var. Bu, bu dönem için de var, bundan sonraki gelecek dönem için de olacak. Bu problemi çözmenin yollarından birisi dünyanın gittiği yoldan gitmek. O da nedir; paralı öğretimi Türk yükseköğretim sistemine sokmaktır. Devlet üniversiteleri paralı eğitime mutlak surette geçmek durumundadırlar. Bu da, size -eğer uygulama cesaretiniz ve yüreğiniz varsa- ikinci bir yol gösterme…

ALİ YÜKSEL KAVUŞTU (Çorum) - Yüreğimiz var.

ÖMER ABUŞOĞLU (Devamla) - Yüreğiniz yok. Lafla olmaz. Yüreğinizin olduğunu ortaya koyacaksınız, icraatınızla ortaya koyacaksınız; ama, maalesef, birçok iktidar yetkilisi, hükümet; konulardan sorumlu hükümet yetkilileri, bakanlar, sadece işin şikâyetini yapıyor, dedikodusunu yapıyor, onunla tartışma, bununla müzakere;  sanki münazaraya girmiş gibi devletin kurumlarıyla bir laf yarışı içerisine giriyorlar.

Şimdi, bugün, üzerinde tartıştığımız, müzakeresini yaptığımız tasarının 1 inci maddesinde Kadir Has Üniversitesi adıyla yeni bir üniversite kuruluyor ve bu üniversitenin hangi fakültelerden oluşacağı da burada, metinde sayılmış. Bunlardan birincisi, Kadir Has Üniversitesini oluşturacak fakültelerden birincisi fen-edebiyat fakültesi. Burada ne gibi problem var; fen edebiyat fakülteleriyle ilgili Türkiye'de ne gibi problem yaşanıyor; iktidar olarak buradaki yaşanan probleme ne gibi çözüm getiriyorsunuz? Eğer, bu problemi çözmek noktasında ciddî bir çözüm getiriyorsanız, sonuna kadar destekliyoruz sizi.

Burada ne gibi problem var: Fen edebiyat fakültesi mezunu öğrenciler, fakülte diploması aldıktan sonra, eskiden öğretmenlik hakları vardı, öğretmen olurlardı, şimdi artık olmuyorlar. Ne oluyorlar; hiçbir şey olmuyorlar, sadece fen edebiyat fakültesi mezunu, çeşitli bölümlerinden mezun olmuş diplomalı işsiz durumunda. Bunlar, çaresizlik içerisinde gidiyorlar, özel dershanelerde, özel eğitim kurumlarında çok düşük maaşla öğretmenlik yapmak üzere düşük ücretlere talip oluyorlar. Ha, bunların öğretmenlik yapmasının, önü tümüyle tıkanmış mı; hayır. YÖK sistemi diyor ki, sizin öğretmenlik hakkını elde edebilmeniz için tezsiz yüksek lisans yapmanız lâzım. Nerede; eğitim fakültelerinde. Tezsiz yüksek lisans yapma hakkı sadece eğitim fakültelerine verilmiş, âdeta bir tekel oluşturulmuş. Orada ne gibi dümenler dönüyor, onları da biliyoruz. Tabiî, kapasiteleri yetersiz. Fen edebiyat fakültesi mezunu öğrenciler, tezsiz yüksek lisans yapmaya gelince kapasite yetersizliğine çarpıyorlar ve bunlardan çok azı tezsiz yüksek lisans yapma imkânı elde edip, neticede "öğretmenlik yapabilir" belgesini elde ediyorlar. Geri kalan; geri kalanı, işte, otursun, tarih mezunuysa evde ana babasına tarih anlatsın veya çok düşük ücretle, gitsin, özel dershanelerde öğretmenlik yapsın.

Geçenlerde, Millî Eğitim Bakanlığı, bu problemi çözmek üzere bir yönetmelik yayımladı. Millî Eğitim Bakanlığının bu gayretini ve çabasını destekliyoruz; ama, biraz önce, sizin de, benim de, toplumun birçok kesiminin de şikâyet ettiği; fakat, sizin, hiç düzeltme çabası içerisinde olmadığınız YÖK diyor ki "olmaz, yaptırmam!.." Sen yap "yapmayız…" O halde, bırak yapsınlar "yaptırmayız…" Bir toplumun yükseköğretiminden sorumlu kurumu, yapmayız ve yaptırmayız çabası ve cesareti içerisindeyse, bu noktada hükümete düşen görev, toplumun çıbanı, yarası haline gelmiş bu müesseseyi temizlemek ve oradaki cerahati akıtmak zorunluluğudur. Hükümetin, bu noktadaki, fen edebiyat fakültesi mezunu öğrencilerin, en azından bir pedagojik formasyon alma noktasındaki onların önüne sunduğu imkânı, onlara sağladığı imkânı destekliyoruz ve YÖK'ün bu imkânı ortadan kaldırmak üzere ortaya koyduğu tavrı da kınıyoruz. Danıştaya mı, nereye müracaat etmişler veya edeceklermiş…

İnsanlar, dört yıl boyunca, dünyanın parasını harcayarak, kimisi, koyununu, keçisini, danasını satarak çocuğunu okutuyor -neticede bir diploma sahibi oluyor- çocuğumun eli ekmek tutsun diye. Gencecik delikanlılar, gencecik genç kızlar, ellerinde diplomalar, YÖK'ün, bu dar kafalı, dar çerçeveli zihniyetine gelip tosluyorlar. Hiçbir kurumun, Türk insanına, Türk gencine böyle bir muamele yapmaya hakkı yoktur. Eğer, birisi bunu yapmakta ısrar ediyorsa, direniyorsa, hükümetin görevi bu kurumu ıslah etmektir. Biraz önce, YÖK'te reform ihtiyacı varken, tüm bu hususları dikkate alarak toplumun her kesiminin şikâyetçi olduğu YÖK'teki reform beklentisini, toplumda, Anavatan Partisi olarak biz de koruyacağız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ÖMER ABUŞOĞLU (Devamla) - Sayın Başkan, bitiriyorum.

BAŞKAN - Toparlayın lütfen.

ÖMER ABUŞOĞLU (Devamla) - Ama, ne yazık ki, AKP sözcüleri, YÖK reformuyla ilgili çalışmaları gelecek döneme havale ettiler. Bu dönemin suyu mu çıkmış? Daha önümüzde birbuçuk yıllık dönem var diyorsunuz, seçime birbuçuk yıllık dönem var. Böyle bir tasarının kanunlaşması iki ay sürer en fazla. Getirin, önümüzdeki döneme havale etmeyin. Yani, işleri veresiyeye bırakmayın. Getirin, destekleyelim, hep beraber bu problemi çözelim, Allah da kulları da bu çözümden razı olur.

Hepinize saygılar sunuyorum. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Kişisel söz istemi; Halil Ürün, Konya Milletvekili. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika.

HALİL ÜRÜN (Konya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının 1 inci maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, 1 inci maddeyle, geneli üzerinde konuşan arkadaşlarımızın da ifade ettiği üzere, Kadir Has Üniversitesinin, Türk Kardiyoloji Vakfıyla ortak olarak kurdukları Kadir Has Üniversitesinin, iki vakfın kurduğu bu üniversitenin ayrılması, yapısal bir değişiklik öngörülüyor.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Yapısal değişiklik değil.

HALİL ÜRÜN (Devamla) - Yani, bu kanunda yapılması lâzım gelen husus bu. Dolayısıyla, bu yapısal değişikliğin gereği olarak Türk Kardiyoloji Vakfına bağlı olan fakülteler olacak, o vakfın kurduğu fakülteler bir üniversite olacak -ki İstanbul Bilim Üniversitesi adıyla, müteakip maddelerde de adı geçecek- bir de, Kadir Has Üniversitesi olacak, yani, iki tane üniversite teşekkül etmiş olacak. Aslında, altı da dolu, içi de dolu, her tarafı dolu; yani, fakülteler şu anda faaliyetlerini sürdürüyorlar; öğretim kadroları var, öğrencileri var. Nitekim, o öğrencilerin, o öğretim üyelerinin de hukuklarını, haklarını korumak üzere 3 üncü madde teşekkül ettirilmiştir. Dolayısıyla, burada, yapısal bir değişiklikten söz ediyoruz.

Bu, aslında, olumlu bir yapısal değişikliktir. Birçok üniversitemizde de buna gerek var. Nitekim, Konya Selçuk Üniversitesi de çok büyümüş; gerçekten, ciddî manada büyümesi dolayısıyla, tek bir üniversite olarak fonksiyonunu yerine getiremeyecek konuma gelmiş. Onun da, iki ayrı üniversite olarak, mutlaka, bir yapısal değişikliğe, daha etkin, daha güçlü bir kadroyu kendi bünyesinde tutarak ve daha verimli hizmet üretmesine yönelik bir yapısal değişikliğe ihtiyacı var.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Konya'ya tıp fakültesi açabiliyor musun?!.

BAŞKAN - Müdahale etmeyin arkadaşlar.

HALİL ÜRÜN (Devamla) - Dolayısıyla, buna benzer birçok üniversitemizde, daha verimli daha kaliteli daha üretken, bilim anlayışının etkin bir biçimde uygulandığı bir üniversite yapısına, üniversiteler yapısına ihtiyaç var.

Dolayısıyla, 1 inci maddede sözü edilen değişiklik, bir ihtiyaçtan doğmuştur ve gerçekten, yapılması gereken bir değişikliktir.

Ben, aslında, süremin kısalığı dolayısıyla, başımdan geçmiş bir olayı anlatmak istemiyordum; ama "bilim özerkliği midir, akademik özerklik midir, yoksa, idarî özerklik midir, üniversitelerde ne olsun?" sorusu var. Bu soruyu, özellikle muhalefet sözcüsü arkadaşlarımız seslendirdiler. Bakınız, 1981 yılında uygulanan 2547 sayılı YÖK Kanunu uygulamasıyla birlikte mağdur olan bir insan var karşınızda. Trabzon'da, Karadeniz Teknik Üniversitesinde, geçici maddeye istinaden, orada görev yapmakta olduğumuz halde, doktor asistan olarak görev yaptığımız halde… Bir statü değişikliği var, yapısal bir değişiklik var; o kadrodan, masa başından sizi alacaklar, öbür kadroya yazacaklar, o kadar. Ama, YÖK Kanununun geçici maddesi şunu söylüyordu: "Şu tarihe kadar kadrolarına atanmayanların kurumlarıyla ilişkisi kesilir." Şimdi, kadroya atayacak olan orası, kurumla ilişiği kesecek olan da orası. O tarihi geçirdiler, bizim kurumla ilişiğimizi kestiler. Sadece benim değil, 23 arkadaşımızın kurumla ilişkisini kestiler. Şayet, idarî özerklik olsaydı, bu haksızlık onların yanına kalacaktı; ama, idare mahkemesine gittim, mahkeme bu haksız uygulamayı durdurdu ve bizi kendi görevimize tekrar iade etti diğer arkadaşlarla birlikte.

Şimdi, idarî özerklik ile bilimsel özerkliği, akademik özerkliği birbirine karıştırmamak lâzım. Hükümetin de idarî özerkliği yok.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Lütfen toparlayalım. Size, toparlamanız için kısa bir süre veriyorum.

Buyurun.

HALİL ÜRÜN (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Hükümetin de birtakım tasarrufları idare mahkemesinden dönüyor. Üstelik, hükümet icra makamı; daha verimli, daha üretken birtakım icraatları ortaya koymak için bu değişikliklere ihtiyacı olduğu halde, efendim, o icraatlar yarım kalıyor. Dolayısıyla, idarî özerklikten, kesinlikle, bu noktada söz etmemek lâzım; ama, bilimsel özerklik mutlaka olmalı, akademik özerklik mutlaka olmalı.

Elbette, sivil alandaki eğitim kurumlarını güçlendirmemiz lâzım. Bakın, bizim 10 000 öğrenciyi özel okullarda okutma projemiz çok masum ve çok haklı gerekçelere dayanıyordu. Maliyetin ne olduğunu hepimiz biliyoruz, bir öğrenci maliyetinin ne olduğunu. O maliyeti düşürecek olan bir projeydi.

Bakın, maliyeti konuşuyoruz "devletin üzerine bir yük, artırıyoruz bunu" diyoruz. Halbuki, o yükü biz aşağı çekecektik, bir; sivil alanda, özel alandaki eğitim çalışmalarını, eğitim imkânlarını artırmak suretiyle, devletin üzerindeki yükü daha da aşağı çekecektik. Ama, meselelerde eğer, ideolojik bakış söz konusu olursa, bunu yapamıyorsunuz. Maalesef, bu idarî özerkliği isteyenlerin de bakış açısı tamamen ideolojiktir ve meseleye ideolojik bir gözlükle bakılıyor.

Bizim arzumuz, ideolojik gözlükle bakmak değil. Bakın, AK Parti ideolojik gözlükle bakmayı bıraktı. Kesinlikle kendi programında da, kendi tüzüğünde de…

K. KEMAL ANADOL (İzmir) -İnanmadık!… Yok, yok...

HALİL ÜRÜN (Devamla) - …kendi yapısı içerisinde de buna yer vermiyor.

O bakımdan, üniversitelerimizin de bilimsel gözlükle meselelere bakmasında ihtiyaç var, bizim istediğimiz budur.

BAŞKAN - Toparlayalım lütfen.

HALİL ÜRÜN (Devamla) - Daha üretken daha kaliteli daha ciddî hizmetleri ortaya koymak temel amacımızdır. Bu amacı gerçekleştirmek adına biz kanunlar yapıyoruz burada. Dolayısıyla, bu kanun da, inşallah, mensuplarına hayırlı olacaktır inancındayım.

Ben, bu münasebetle, bu kanunun, başta Kadir Has Üniversitesi ve yine, yeni kurulan İstanbul Bilim Üniversitesine ve ülkemize, bütün insanlık alemine hayırlı olmasını temenni ediyor, hepinizi saygıyla, sevgiyle, muhabbetle tekrar selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Ahmet Işık…

Süreniz 5 dakika. Mümkün olduğu kadar süreye uymanızı rica ediyorum.

AHMET IŞIK (Konya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkındaki 1067 sıra sayılı Kanun Tasarısının 1 inci maddesi üzerine şahsım adına söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, üniversiteler, özgür ve demokratik ortamlarda bilginin üretildiği, yayıldığı, gerçeğe ulaşmanın değişik yöntemlerle araştırıldığı, insanın ve ülkenin geleceğinin inşa edildiği vazgeçilmez kurumlar olarak çağdaşlaşma ve kalkınma hamlesinin motor gücü mesabesinde olup, toplum üzerindeki olumlu etkileri ise açıkça görülmektedir.

Üniversitelerimizde eğitim-öğretim kalitesinin artırılması; akademik denetimin yapılabilmesi ve bilimsel özgürlüğün sağlanması; yönetimde demokratikleşme, performans değerlendirmesi ve yönetimin sorumluluklarını gereği gibi yerine getirmesi ile öğrencilerin yönetime katılımlarının sağlanması; yükseköğretime girişte ve akademik yükseltilmelerde yaşanan sorunların önemli ölçüde giderilmesi; ortaöğretim ile yükseköğretimin, sanayi ile üniversitenin bütünlüğünün sağlanması; bilim-eğitim, istihdam-üretim ilişkilerinin geliştirilmesi ve Avrupa Birliği yükseköğretim alanının gereklerinin yerine getirilmesi siyasal iktidarımızın hedefleri arasında yer almaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; meslekî ve teknikeğitime talebi düşüren, haksız ve adaletsiz uygulamalara sebep olan mevcut üniversite yerleştirme sistemi, yarışmayı teşvik edecek ve adaleti sağlayacak şekilde değiştirilmelidir.

Meslekî eğitim veren meslek yüksekokulları meslek standartlarına uyumlu niteliklere sahip ara insangücü yetiştirecek şekilde yeniden ele alınmalıdır.

Açıköğretim, her yaştan ve meslekten insanın bir mesleği öğrenmesine ya da kendisini geliştirmesine imkân veren, çok yönlü eğitim kurumları olarak yaygınlaştırılmalıdır.

Üniversitelerin, bölgelerindeki potansiyelleri de dikkate alarak, belirli alanlarda ihtisaslaşmaları sağlanmalıdır.

Eğitim ve öğrenim hakkının kullanılmasının önündeki engeller kaldırılarak, eğitim, hayat boyu devam edecek bir süreç olarak kabul ve teşvik edilip, kademeler arasında yatay ve dikey geçiş imkânları sağlanmalıdır.

Değerli milletvekilleri, gençlik, ülkemizin sadece zenginliği değil, aynı zamanda, dinamizmin ve değişim potansiyelinin kaynağıdır. Genç nüfusa sahip olmak Türkiye için büyük bir imkân ve fırsattır. Özgür düşünceli, kendi başına karar verebilen, sorgulayan, kendi toplumunun ve evrensel anlayışın doğrularından haberdar olan ve hayatın güçlükleriyle baş edebilecek donanımlı ve yetenekli gençlerle ülkemizin çok daha büyük vizyon yakalayacağı bir gerçektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; evrensel hukuk ölçütlerinin yakalandığı, ulusal tam kalkınmışlık şartlarının gerçekleştiği, temel hak ve hürriyetlerin ve fırsat eşitliğinin ideal anlamda hayata geçtiği süreçlerin sonuçlanması temennisiyle, Genel Kurulu, tekrar, saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - 1 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.

2 nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2.- 2809 sayılı Kanuna aşağıdaki ek madde eklenmiştir.

"İstanbul Bilim Üniversitesi

EK MADDE 71.- İstanbul'da Türk Kardiyoloji Vakfı tarafından 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun vakıf yükseköğretim kurumlarına ilişkin hükümlerine tâbi ve kamu tüzel kişiliğine sahip olmak üzere İstanbul Bilim Üniversitesi adıyla yeni bir üniversite kurulmuştur.

Bu Üniversite;

a) Rektörlüğe bağlı olarak yeni kurulan Fen-Edebiyat Fakültesi ile Kadir Has Üniversitesi Rektörlüğüne bağlı iken adı ve bağlantısı değiştirilerek oluşturulan ve rektörlüğe bağlanan Tıp Fakültesinden,

b) Kadir Has Üniversitesi Rektörlüğüne bağlı iken adı ve bağlantısı değiştirilerek oluşturulan ve rektörlüğe bağlanan Florance Nightingale Hastanesi Hemşirelik Yüksekokulundan,

c) Kadir Has Üniversitesi Rektörlüğüne bağlı iken adı ve bağlantısı değiştirilerek oluşturulan ve rektörlüğe bağlanan Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulundan,

d) Kadir Has Üniversitesi Rektörlüğüne bağlı iken adı ve bağlantısı değiştirilerek oluşturulan ve rektörlüğe bağlanan Sağlık Bilimleri Enstitüsünden,

oluşur."

BAŞKAN - Madde üzerinde söz istemleri, gruplar adına; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Arslanoğlu. Kişisel söz istemleri; Erzurum Milletvekili Muzaffer Gülyurt, Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan.

Sayın Ferit Mevlüt Arslanoğlu, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika. Sürenizi aşmamanızı rica ediyoruz.

CHP GRUBU ADINA FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin çok değerli üyeleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bu yasa bir yapısal değişiklik değil, herkes bunu böyle bilsin. 1992 yılında, iki ayrı grup "bir üniversite kuralım" demiş, kurulmuş. Şimdi anlaşamamışlar "bir tane daha kuralım, biri senin, biri benim olsun" deniliyor. Birbirimizi kandırmayalım arkadaşlar. Yani, biri Sayın Kadir Has'ın kurduğu vakıf, biri Florance Nıghtingale grubu. Aynı kişiler değil ki bunlar, farklı insanlar, farklı kişiler. Yeni bir üniversite kuruyorsunuz; işin adı bu. Yani, yapısal bir değişiklik değil arkadaşlar. Hep gelen sözcüler "yapısal..." Hayır arkadaş, yapısal değişiklik değil bu, bir üniversite kuruyorsunuz.

Ben dikkatlerinizi çekeceğim arkadaşlar. Bu üniversiteyle ilgili yasa teklifi -ben, Türkiye'de üniversiteler kurulmasına taraftar bir insanım; ama, böyle "yapısal değişiklik"le geçiştirmeyelim, gerçekleri bu Meclis öğrensin-  4.8.2005 tarihinde gelmiş arkadaşlar; bu yasayla ilgili, Başbakanlıktan, Kanunlar Kararlardan, 4.8.2005'te yani, sekiz ay önce gelmiş bu Meclise ve Plan Bütçe Komisyonundan da 20.1.2006 yılında geçmiş; yaklaşık üç ay önce.

Değerli milletvekilleri, üniversiteleri kuralım; ama, illâ vakıf üniversitesi mi olması lâzım bu Meclisten geçmesi için?  Yazık değil mi?! Alın size Malatya İnönü Üniversitesi'nin... Üç yıl önce, 26.2.2003… 26.2.2003 arkadaşlar, üç yıl geçmiş ve burada, tüm Malatya doğumlu ve bu Mecliste her üç grupta olan arkadaşlarımın imzası var. Bunları adam saymıyor musunuz siz?! Bunlar adam değil mi?! Bunların imzasına siz itibar etmiyor musunuz?!

Plan Bütçe Komisyonundan bir yıl önce geçti. Kanun basıldı. Plan Bütçe Komisyonunda -her iki partinin Plan Bütçe Komisyonu üyelerine teşekkür ediyorum- bir yıl önce, tam bir yıl… Kanun  basıldı arkadaşlar. Bir yıldır adam kandırıyorsunuz "Meclis çok yoğun, getiremiyoruz…" Bu niye geldi?! Bu nedir?! Bu nedir arkadaşlar?! İllâ vakıf mı olmak lâzım?!

Siz, Malatya milletvekillerinin… Ben, İktidar Partisinden arkadaşlarımla da konuşuyorum; onlarla AK Parti grup başkanvekiline gittik. Teşekkür ediyorum Sayın Ali Osman Başkurt'a. Beraber gittik, dedik ki "hiç değilse, bu kanunun… 1 000 tane arkadaşımız temizlik şirketi kadrosunda çalışıyor. Hiç değilse bunu verin." KPSS veriyor bu insanları, KPSS sınavından veriyorsunuz, üniversite kendi almıyor. Hep atlattınız. Yazık ediyorsunuz arkadaşlar! Malatya size ne yaptı?! Malatya ne yaptı size?!

Ben size rakam vereceğim arkadaşlar: Bugün Malatya İnönü Üniversitesinin 1 200 tane akademik kadrosu var; profesör, doçent, asistan… Ağırlıklı asistan arkadaşlar. Aynı ölçekte, aynı öğrenci sayısıyla, bir Erzurum Atatürk Üniversitesinin 3 500 tane, bir Trabzon Karadeniz Üniversitesinin 2 700 tane öğretim görevlisi var. Neyi tartışıyoruz arkadaşlar? Otuz yıldır kadro kanunu olmayan tek üniversite. Bir de Bursa Osmangazi Üniversitesi. Otuz yıldır… Bunu buraya getirdik arkadaşlar. Yani, haksızlık yapmıyor musunuz? İllâ vakıf üniversitesi mi olmamız lâzım?!

15 yeni üniversite kuruyoruz. 15 yeni üniversitede, her bir kurduğumuz üniversiteye en az          1 200 kişi verdik; 1 200 kişi… Malatya Üniversitesi de bizim üniversitemiz arkadaşlar, 1 200 kişi veriyorsunuz! Peki, bu üniversitenin 20 000 öğrencisi var. O öğrenciler bizim öğrencilerimiz, başkasının değil. Bu üniversiteler hepimizin üniversitesi.

Değerli arkadaşlarım, 20 000 öğrenci, 1 200 tane öğretim görevlisi var. Yazık etmiyor muyuz?! İzin verilen üç fakülteyi biz açamıyoruz; çünkü, öğretim görevlisi yok, kadro kanunu yok.

Buyurun Malatya Üniversitesi Turgut Özel Tıp Merkezine gidin. Türkiye'de, böyle bir acil servis yok arkadaşlar. Gitmek isteyeni ben götüreyim. Önemli olan, halkımıza hizmet. Üniversite, kişilerin değildir. Kurum olmalı; ama, kurumlara saygı göstermemiz lâzım. Yeni açılan bir üniversiteye, 1 200 tane kadro veriyorsunuz; ama, Malatya İnönü Üniversitesine vermiyorsunuz arkadaşlar. 1 000 tane, röntgen teknisyenimiz, hemşiremiz, ebemiz temizlik şirketinde çalışıyor arkadaşlar. Buna hakkınız yok arkadaşlar. Orada çalışan arkadaşlarımıza çok yazık ediyoruz! Ben, hakikaten, bir kez daha, bunu, hepinizin dikkatine sunuyorum. Bir kez daha sunuyorum.

İkincisi: Oradaki hastanemiz… Bu sene yatırım bütçesi arkadaşlar sıfır, sıfır yatırım bütçesi, sıfır… Böyle bir şey mi olur arkadaşlar?! Döner-sermayeden 1 000 kişiye maaş veriyoruz. Arkadaşlar haksızlık yapmayın. 4 000 - 5 000 tane öğretim görevlisi verdiğiniz üniversiteler var. Ben, size, başka bir şey söylüyorum; 16 000 öğretim görevlisinin 10 000 tanesi Ankara, İstanbul, İzmir'de        6 000 tanesi doğuda ve 420 000 öğrenciye 10 000 öğretim görevlisi öğretim veriyor; ama,                   1 500 000 insana 6 000 kişi öğretim veriyor.

Ben, burada, dikkatinize sunuyorum: Milli Eğitim Bakanlığının Yüksek Öğretim Genel Müdürlüğü, Malatya İnönü Üniversitesinin ne kadar öğretim üyesi açığı olduğunu… Ben söylemiyorum, Sayın Bakanlık yetkilileri söylesin arkadaşlar. Onlar söylesinler arkadaşlar…

BAŞKAN - Konuya gelelim lütfen.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Hangi konu efendim?! Konuda devam ediyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Hayır, bu maddeyle ilgili…

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Maddeyle ilgili efendim.

BAŞKAN - Tamam…

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Bu Meclis haksızlık yapmaz Sayın Başkanım.

Bir; Bu madde… Yeni bir üniversite kuruluyor, yapısal bir değişiklik değil. Ben de diyorum ki, yeni bir üniversite kurabiliyorsak, devlet üniversitelerini, bu kadar, elimizin tersiyle itmeye hakkımız var mı?!

Değerli milletvekilleri, tabiî, bir başka konu: Türkiye'de üniversiteyi bitirmek, diploma almak hiçbir şey; ancak, bu insanlara, biz, yeterince eğitim veremiyorsak, bu insanları eğer yabancı dille eğitemiyorsak, üniversiteyi bitiren her çocuğumuza yabancı dil öğretimi veremiyorsak, üniversiteyi bitirmiş, ne işe yarar?! Birbirimizi kandırmayalım; bitirmiş üniversiteyi… Demin, Sayın Abuşoğlu söyledi, fen-edebiyat fakültesi… Birsürü gencimiz okuyor. Yazık ediyoruz bu çocuklara. Diplomalı, diplomasız… Diplomalı işsiz üretiyoruz.

OSMAN KILIÇ (Sivas) - İlmin yazığı olur mu?!

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Yazık ediyoruz; vermiyoruz efendim, onlara bir ilim vermiyoruz.

OSMAN KILIÇ (Sivas) - Nerede yazık?!.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Bunların eline bir ekmek, yiyecek bir şey vermiyoruz.

Bu açıdan, ben, bir kez daha rica ediyorum. Her üniversiteyi bitirene, biz, özellikle yabancı dil eğitimi öğretemezsek, biz, sonuçta, hakikaten gençlerimize yazık ediyoruz.

Türkiye'de binlerce üniversite kurulsun, herkes, ilmi ve irfanı alsın; ilim ve bilim… Ancak, örnekler almıyoruz. Bugün yurt dışına giden öğrenci sayımız kaç biliyor musunuz arkadaşlar?! Bu ülkenin dövizi gidiyor; çünkü, biz kendi üniversitelerimizde, özellikle devlet üniversitelerimizde bu eğitimi veremiyoruz. Burada bir sorun var. Gelin, bu soruna el basın. Herkes, ekonomik durumu iyi olan birçok insan, çocuklarını yurt dışına gönderiyor.

Bu açıdan, ben, bir kez daha hepinizin dikkatine sunuyorum. Devlet üniversitelerine sahip çıkalım, oradaki öğretim görevlilerimize… Hepsi özel vakıf üniversitelerine gidiyor. Biz burada kadro vermiyoruz. Kadro vermeyince, acaba, gelecekte biz bu çocukları kimlere eğittireceğiz?

Hepinize saygılar sunarım, teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Kişisel söz istemi, Ahmet Münir Erkal, Malatya milletvekili…(AK Parti sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika.

AHMET MÜNİR ERKAL (Malatya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biraz önce Yükseköğretim Kanunuyla ilgili olarak konuşan Malatya milletvekili arkadaşımız, yaptığı değerlendirmelerde, maalesef, olayın gerçek yüzünü ortaya koymamış, tamamen farklı bir yaklaşımla konuyu başka bir mecraya çekmiştir. Bir kere bu meselenin bilinmesi lâzım. Tabiî, biz, yükseköğretim kurumundan, üniversitelerin akademik potansiyelinin, bilimsel potansiyelinin, araştırma potansiyelinin en yüksek seviyede oluşturulduğu ve bu potansiyelin de halka, ilgili bölgeye, vatandaşa, sanayie, işadamına aktarıldığı, servis yapıldığı mekânlar olarak anlıyoruz. On yıllık belediye başkanlığımızda da bu diyaloğu sağlamış biri olarak, üniversiteyle Malatya'nın hedef raporlarını yapmak için anlaşma yapmış biri olarak, meselenin böyle anlaşılması lâzım; ama, yükseköğretim kurumlarındaki üniversiteleri temsil eden kişiler, bu ülkenin doğrularına ters davranırsa, yanlış işler yaparsa, milletten koparsa, üniversitede ideolojik bir yapılanmayı gündeme getirmek için gayret gösterirse, yolsuzluklara zemin hazırlarsa, üniversite öğretim kadrolarını, yıllarca oluşmuş kadroların büyük bir kısmını Malatya'dan gitmek, göndermek zorunda bırakırsa, o zaman, tabiî, bu meselenin ciddiyetle gündeme getirilmesi lâzım.

Biliyorsunuz, Malatya İnönü Üniversitesi hakkında bir araştırma komisyonu kurulması teklifini veren bir kişi olarak, bu hususla ilgili iddiaları da, biz, müracaatımızda gündeme getirmiş ve Meclisin gündemine girmişti. Türkiye Büyük Millet Meclisi denetim görevini yapacaktır. Birileri kanunun kendine sağladığı özerkliği yanlış kullanır, istismar ederse, Meclis, bu denetim görevini yapacak, ilgililerden de gereken, yanlışın hesabını soracaktır.

Şimdi, İnönü Üniversitesine farklı davranıldığı şeklinde burada yorumlar, sürekli, Sayın Milletvekilimiz tarafından gündeme getiriliyor. İşin hep bir tarafı gündeme getiriliyor; ama, öbür tarafta yanlışları hiç söylenmiyor. Peki, bu doğru bilgileri niçin gündeme getirmiyorsunuz?

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Nedir o doğru bilgiler?

AHMET MÜNİR ERKAL (Devamla) - Niçin bu yanlışları ortaya koymuyorsunuz? Biz, yeri gelirse objektif davranırız.

Bakın, yakın zamanlarda geçici işçilerin bir kadro meselesi oldu; onunla ben bizzat ilgilendim ve bu 296 arkadaşımızın da kararını imzalattık Maliye Bakanlığımıza ve üniversiteye sunduk.

MUHARREM KILIÇ (Malatya) - Peki, bu kadro kanunundan ne farkı var?

AHMET MÜNİR ERKAL (Devamla) - Lütfen, dinlerseniz Muharrem Bey, anlayacaksın ne demek istediğimi.

MUHARREM KILIÇ (Malatya) - Bunun şu andaki kadro kanunundan ne farkı var?

AHMET MÜNİR ERKAL (Devamla) - Ondan sonra, şimdi, diğer…

BAŞKAN - Müdahale etmeyin arkadaşlar.

Siz de söz aldığınız konu üzerine gelin kısa süre içerisinde.

AHMET MÜNİR ERKAL (Devamla) - Üniversitenin kadro meselesi Sayın Başkanım…

BAŞKAN - Anlaşıldı; bu maddeyle ilgili söz aldınız.

AHMET MÜNİR ERKAL (Devamla) - Şimdi, İnönü Üniversitesinde, bir örnek vermek istiyorum; çok enteresan bir örnektir bu: Tıp fakültesinde yaklaşık, toplam 300'e yakın öğretim görevlisi var, öğretim görevlisinin en az 76 tanesi gönderildi mevcut rektör döneminde. Birçoğu Ankara'ya, İstanbul'a… Bunlar beş sene, altı sene, on sene, onbeş sene görev yapmış öğretim görevlileri. Bunların hepsinin listesi elimizde var.

Şimdi, bir taraftan, tıp merkezi İnönü Üniversitesinin lokomotif yapısıdır; rahmetli Cumhurbaşkanımız Özal, özellikle, klasik üniversite hastanesi olarak kurmamıştır burayı, tıp merkezi olarak kurmuştur, Turgut Özal Tıp Merkezi olarak kurmuştur. Siz bunu kıracaksınız, arkasından buradaki gerçekten kurumsallaşmış bir yapıyı yok edeceksiniz, 70 tane arkadaşımızı, bunun, galiba, yaklaşık 50 tanesi tıp fakültesi; buralarda yanıma geliyorlar, şu anda Ankara'da görev yapıyor birçok kısmı; bu üniversiteden uzaklaştırılacak, ondan sonra burada bilimsel potansiyelin olduğunu iddia edeceksiniz.

BAŞKAN - Sayın Erkal, biraz da Kadir Has Üniversitesinin Tıp Fakültesiyle ilgili görüşürseniz daha iyi olur. Yani, Malatya'yı bitirip buraya geçerseniz maddeyle ilgili olur.

AHMET MÜNİR ERKAL (Devamla) - Sayın Başkanım, Kadir Has Üniversitesinde Tıp Fakültesinin potansiyelinin artmasını arzu ediyoruz; ama, Malatya örneğinden, bütün tıp fakültelerinin aynı potansiyelde bir davranış içinde bulunması gerektiğini vurguluyorum.

MUHARREM DOĞAN (Mardin) - O zaman, yönetim kadrosunu beğenmeyince…

BAŞKAN - Müdahale etmeyin.

AHMET MÜNİR ERKAL (Devamla) - Ayrıca, son yapılan, Muharrem Bey, son yapılan Sayıştay denetiminde de ortaya çıkan yolsuzluk iddiaları fevkalade ürkütücüdür ve ciddîdir. Bunların da, yakında, araştırmaları gündeme gelecek. Bir taraftan, biz, birtakım hakları talep etmek durumunda bulunacaksınız; burada bağırıp, çağırarak, meseleyi, bambaşka bir mecraya götüreceksiniz, bir taraftan da, mesela, kız yurdunun yapımında, temellerin ihaleden bir birbuçuk ay önce atıldığını da söyleyeceksiniz. O zaman objektif olursunuz.

FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Maliye Bakanı ne olacak?!

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Süreniz doldu; 5 dakikaydı. Varsa Kadir Has Üniversitesiyle ilgili söyleyeceğiniz, söyleyin. Malatya'yla ilgili yeteri kadar konuştuğunuzu zannediyorum.

AHMET MÜNİR ERKAL (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Oldu; bitirin lütfen.

FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Maliye Bakanını da katsın Sayın Başkan; gündemdeki her şeyi konuşuyorsa, Maliye Bakanını da anlatsın.

AHMET MÜNİR ERKAL (Devamla) - Onun için, değerli milletvekillerimizin, meseleyi, bu objektif bazda dikkate almasını vurguluyorum. İnönü Üniversitesini ve üniversitelerimizi küçültmeye dönük, kurumsal yapısını yok etmeye dönük davranışlara karşı da tavır almaya Sayın Milletvekilini davet ediyorum.

Teşekkür ediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Sayın Başkan… Sayın Başkan…

BAŞKAN - Sayın Ümmet Kandoğan…

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Sayın Başkan, benim, farklı mecralara çektiğimden ve gerçekleri saptırdığımdan bahsetti; 69'a göre söz istiyorum.

BAŞKAN - İnceleriz.

FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - 69'a göre ben de söz istiyorum.

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri saygıyla selamlıyorum.

İnönü savaşları, büyük bir ciddiyetle devam ediyor; ancak, mesele, çok yanlış bir mecrada tartışılıyor. Ben, öncelikle, bunu dile getirmek istiyorum. İnönü Üniversitesinde, Sayın Erkal'ın dediği hususlar varsa, o hususlar araştırılır, incelenir, ortaya konulur ve neticesi neyse ortaya çıkar; ancak, Sayın Milletvekilimizin ifade etmeye çalıştığı bir başka meseledir. O meseleler çözülür; ama, diğer tarafta, söylenilen hususlar varsa, bunlar da ele alınır, değerlendirilir. O bakımdan, mesele yanlış bir mecrada tartışılıyor, bunu düzeltmek istedim.

Değerli milletvekilleri, bugün Kadir Has Üniversitesiyle ilgili bir kanun tasarısını görüşüyoruz ve biraz sonra da bu tasarı burada kanunlaşacak.

Tabiî, Türkiye'de üniversiteler hep tartışılan kurumlar olmuş. 2 000 000'a yakın öğrencimizin okuduğu, 100 000'e yakın öğretim görevlimizin görev yaptığı üniversiteler hep tartışma odağında; ama, gönlümüz arzu ediyor ki, üniversitelerimiz bu tartışma ortamından en iyi şekilde faydalansınlar ve bu kurumlardan istifade etmeye çalışan öğrencilerimiz çağın gereğine uygun olarak yetiştirilsinler. En büyük temennimiz ve arzumuz budur.

Ancak, gördüğümüz noktada, üniversitelerimizin çok ciddî problemleri var. Kadro yetersizlikleri var, ödenek yetersizlikleri var ve bunun dışında, üniversite öğretim görevlilerimizin maaş problemleri var. Bu kadar ciddî sıkıntılar içerisinde olan üniversitelerimizle ilgili, mutlaka, ciddî tedbirlerin alınması lâzım geldiği inancındayım.

Ben, demin, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına konuşan milletvekilini dinledim. Gözlerimi kapatsaydım, kimin konuştuğunu görmeseydim, bu konuşmanın, üçbuçuk yıllık bir Adalet ve Kalkınma Partisi İktidarından sonra, bir iktidar partisi milletvekilinin grup adına konuştuğuna inanamazdım. Şimdi, Sayın Milletvekilimiz YÖK'le ilgili öyle şeyler söylediler ki, rektörlerin padişah olduğunu ve bunların, YÖK Başkanının sultan olduğunu, büyük bir dayatma yaptıklarını, geleceğin ipotek altına alındığını, Türkiye'nin geleceğinin karartıldığını, önünün kesilmeye çalışıldığını… O kadar ifadelerde bulundular ki, ben, merak ediyorum; şimdi, bu Sayın Milletvekilimize sormak istiyorum: Siz, bir, İktidar Partisi Milletvekilisiniz; orası ağlama yeri değildir, orası icraat yeridir; üçbuçuk yıldan beri, eğer, YÖK böyle idi ise niçin bunun gereğini yapmıyorsunuz? 357 milletvekiliniz var; Anavatan Partisi Grubu da demin dedi ki "destek veririz", Doğru Yol Partisi olarak biz de destek veriyoruz; Anayasa değişikliği gerekiyorsa, buyurun.

Şimdi, acil eylem planınıza baktım. Acil eylem planında, altı ve oniki ay içerisinde YÖK'ün yeniden yapılandırılması var; altı ay, oniki ay içerisinde... Üçbuçuk yıl geçti sayın milletvekillerimiz, üçbuçuk yıl!.. Peki, bu, ne zaman yapılacak?! Sayın Milletvekili diyor ki: "Yakın bir gelecekte, uzlaşmayla…" Yakın gelecek ne zaman sayın milletvekilleri?! Elbette, YÖK'ün antidemokratik uygulamaları var, kabul ediyorum; yanlı davranışları var, kabul ediyorum; mutlaka düzeltilmesi gereken hususlar var, kabul ediyorum. Gelin, bu Meclisle, işte, Anayasayı değiştirdik, çoğunluk da sizin arkanızda; getirin YÖK'le ilgili yeniden yapılanmayı, YÖK Kanunundaki değişikliği, hep beraber, burada, bunu yapalım.

Bakınız, değerli milletvekilleri, haziran ayında üniversite imtihanı var. İktidarınızdan beri, dördüncü üniversite imtihanı, dördüncü... Hani, imam-hatip liseleriyle ilgili düzenleme nerede?! Hani, imam-hatip liseleri, diğer liselerle girdikleri yarışta, ayaklarına 50 kilogram, 100 kilogram taş bağlanarak yarışa sokuluyordu...

ALAETTİN GÜVEN (Kütahya) - Meslek liseleri…

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Dördüncü yıl… Seneye de seçim yılı, seneye de, normal dönemde yapılırsa, son imtihan. Ne zaman yapılacak?!

SERACETTİN KARAYAĞIZ (Muş) - Sen geldiğinde yapacağız!..

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Bunu ne zaman çözeceksiniz sayın Milletvekili?! Buna…

BAŞKAN - Lütfen, müdahale etmeyin.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Meydanlarda, bu meselenin çözümüyle ilgili, millete söz verilmedi mi?! İmam hatip liseleri ile meslek liselerini, bu meselelerin halledilmesinin içine, çözüm için, destek ve…

AGÂH KAFKAS (Çorum) - Sayın Başkan…

BAŞKAN - Müdahale etmeyin arkadaşlar.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Rahatsız mı oldunuz Sayın Kafkas?!

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Sayın Başkan, az önce, ikaz ediyordunuz "Kadir Has Üniversitesiyle ilgili" diye…

BAŞKAN - Ümmet Bey, söz süreniz…

FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Ama, Başkan, doğru  söylüyor, müdahale ediyorlar…

BAŞKAN - Bir dakika… Bir dakika arkadaşlar… Karşılık konuşmayın.

Sayın Kandoğan, süreniz bitti. Toparlamanız için, kısa bir süre veriyorum; lütfen, toparlayın.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Haziran ayı içerisinde imtihan… Ne zaman yapılacak?!.

Şimdi, türban meselesi… Bu, meydanlarda, o kadar çok, sıkça söylendi. Şimdi, bununla ilgili ne yapıyorsunuz?!. Bırakınız üniversitelere türbanla girmeyi, üniversite imtihanlarına bile türbanla, artık, girilemiyor. Fotoğrafınız bile türbanlı olmayacak; gidip, liselerde, orada çektiriyorsunuz fotoğrafı, devri iktidarınızda... Peki, bunlar ne zaman çözülecek?!

ALİ YÜKSEL KAVUŞTU (Çorum) - Siz iktidar olunca!..

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Ne zaman yapacaksınız Sayın Kavuştu?!. Ne zaman?!.

ALİ YÜKSEL KAVUŞTU (Çorum) - Siz iktidar olunca!..

BAŞKAN - Lütfen…

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)  - Biz iktidar olursak bunu çözeriz; çünkü, bizim…

SERACETTİN KARAYAĞIZ (Muş)  - Hadi bakalım!..

BAŞKAN - Karşılıklı konuşmayın arkadaşlar.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Biz, iktidar olma ile muktedir olma arasındaki farkı biliyoruz.

BAŞKAN - Sayın Kandoğan, sataşmaya neden olmadan tamamlayın lütfen…

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Biz iktidar da oluruz, muktedir de oluruz; ama, siz iktidarsınız; ama, muktedir değilsiniz; yapamıyorsunuz!

BAŞKAN - Lütfen konuya gelelim, sataşmaya meydan vermeyelim.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Çekiniyorsunuz, korkuyorsunuz! Ne zaman bunları çözeceksiniz, işte geldiniz gidiyorsunuz?!

SÜLEYMAN GÜNDÜZ (Sakarya)  - Sizin döneminizi de gördük!..

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - İşte, iktidar devriniz bitiyor. Büyük bir ihtimalle, bu sene seçim yılı. Bu sene çözemezseniz, önümüzdeki yıl da ne olacağı belli değil.

Öyleyse, değerli milletvekilleri, buraya gelip YÖK'ten şikâyet edeceğinize, geliniz, YÖK'le ilgili, o şikâyet ettiğiniz konuları çözmek için kanun tasarısı getirin, kanun teklifi getirin, anayasa değişikliği getirin, hep beraber destekleyelim, bizim de karşı çıktığımız birçok antidemokratik uygulamayı, YÖK'ün yeniden yapılandırılması meselesini, geliniz, bu dönemde çözelim.

BAŞKAN - Toparlayalım lütfen.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Ama, Sayın Başbakan, bütün diğer konularda, istedikleri kanun tasarılarını, tekliflerini buraya getiriyor, buradan geçiriyor; imam-hatiple, YÖK'le, türbanla ilgili oldu mu "efendim, uzlaşmayla biz bunu yapıyoruz…"

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN  - Toparlayalım lütfen.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Toparlıyorum.

BAŞKAN - Bir cümleyle…

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Uzlaşmayı, sadece Cumhuriyet Halk Partisiyle yapılan bir uzlaşma olarak mı görüyorsunuz?! Bakın, uzlaşma ise, Anavatan Partisi Grubu burada, Doğru Yol Partisi de burada; gelin, uzlaşacaksanız, bizimle de uzlaşın. Size, Anayasayı değiştirecek çoğunluğu vermeyi taahhüt ediyoruz.

Onun için, değerli milletvekilleri, geliniz, bu meseleleri çözmek istiyorsanız, bu meselelerin çözümünde samimî iseniz -bunun da altını çizmek istiyorum- bu meseleleri çözmek istiyorsanız, biz, size destek vermeye hazırız.

Bu vesileyle, bu kanun tasarısında kurulmaya çalışılan üniversitelerimizin de hayırlı olmasını temenni ediyor, sizleri saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN - Değerli milletvekilleri, Münir Erkal Beyin konuşması sırasında, daha önce kendisinin bahsetmediği konuları bahsetmiş varsayarak, değişik konularda kendisiyle ilgili sataşma söz konusu olduğunu söyleyen Ferit Mevlüt Aslanoğlu'na, çok kısa olmak kaydıyla, yerinden…

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Kürsüden…

BAŞKAN - Yerinizden lütfen. İçtüzüğe göre yerinizden.

Yerinden, çok kısa olmak kaydıyla açıklama hakkı sözü veriyorum.

Çok kısa olmak kaydıyla; buyurun.

Başka bir sataşmaya da lütfen, fırsat vermeyin.

Sadece sizinle ilgili açıklık getirilmesi gereken konuyu ele alın; tamam mı.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Sayın Başkanım, farklı mecralara çektiğim….

Bu çocuklar benim çocuklarım, bu çocuklar Malatya'nın çocukları, buradaki hastalar Malatya'nın hastaları; bunlar, başkası değil. İlk defa, bu Mecliste, kendi kurumunu… Kurumdur. Malatya İnönü Üniversitesi, Malatya Turgut Özal Tıp Merkezi, bizim kurumumuzdur. Kurumlarla kişileri karıştırmayalım. Hükümettir üçbuçuk yıldır Sayın Milletvekili, varsa yolsuzluk, araştırsın ortaya çıkarsın.

BAŞKAN - Siz, sizinle ilgili açıklık getirin.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Evet.

Suçluluğu varit olmayan kişileri itham etmek; bu, bir abesle iştigal etmektir. Varsa, ben de bağıracağım, suçlu…

BAŞKAN - Anlaşıldı.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Onun için, varsa diyorum. Varsa… Ama, bağışlayın Başkanım, bir gün, Sayın Milletvekili, gidip o Turgut Özal Tıp Merkezine ne ihtiyacınız varmış demiştir! Burada ahkâm kesmek yetmez Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Anlaşıldı. Sataşmaya meydan vermeden…

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - O üniversite, benim üniversitem.

BAŞKAN - Tamam; süreniz de doldu.

Teşekkür ederim.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - O üniversite benim üniversitem, o çocuklar benim çocuklarım, o hastalar benim hastalarım. (CHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

BAŞKAN - Tamam.

Hepimizin çocukları, hepimizin müesseseleri.

Değerli milletvekilleri, maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Madde 3'ü okutuyorum:

MADDE 3.- 2809 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.

"GEÇİCİ MADDE 33.- Kadir Has Üniversitesine bağlı olan Tıp Fakültesi, Florance Nightingale Hastanesi Hemşirelik Yüksekokulu, Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu ile Sağlık Bilimleri Enstitüsünde hâlen öğrenimlerini sürdüren öğrenciler ile bu yükseköğretim kurumlarının öğretim elemanları ve malvarlığı, bu Kanunla Türk Kardiyoloji Vakfı tarafından İstanbul'da kurulan İstanbul Bilim Üniversitesine devredilir.

Kadir Has Üniversitesinin 28/5/1997 tarihli ve 4263 sayılı Kuruluş Kanunu ve diğer düzenlemeler uyarınca kazanmış olduğu bütün hak ve yetkiler saklıdır."

BAŞKAN - Madde üzerinde söz istemi; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Berhan Şimşek.

Daha sonra, kişisel söz istemi; Ordu Milletvekili Hamit Taşcı, İstanbul Milletvekili Ünal Kacır.

Buyurun Sayın Şimşek.

Süreniz 10 dakika.

CHP GRUBU ADINA BERHAN ŞİMŞEK (İstanbul) - Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan yasanın 3 üncü maddesi üzerinde Grubum adına söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi saygıyla selamlarım.

Maddeye geçmeden önce, bugün, Aşık Veysel Şatıroğlu'nun ölümünün 33 üncü yıldönümü; saygıyla, rahmetle, şükranla anıyorum.

Değerli arkadaşlarım, Kadir Has Üniversitesi Mmütevelli Heyeti içerisinde ve üniversiteyi kuran iki farklı vakfın, kendi aralarında, anlaşılan o ki, uzlaşmamaları nedeniyle, bu kanun tasarısıyla, bu üniversitenin içerisinden İstanbul Bilim Üniversitesi adıyla yeni bir vakıf üniversitesi kurulmakta.

Ülkemizde 23 tane vakıf üniversitesi bulunmaktadır. Anayasanın 130 uncu maddesi, vakıf üniversitelerinin, kazanç amacına yönelik olmamak şartıyla vakıflar tarafından kurulabileceğini öngörmekte. Anayasanın böyle bir şartı öngörmesine rağmen, vakıf üniversitelerinin kâr amacına yönelik çalışıp çalışmadığı, uygulamada sorgulanması gereken önemli bir konudur.

Öncelikle, burada, üzerinde durulması gereken nokta, vakıf üniversitelerinin binalarının üzerinde kurulu bulunduğu arazilerin kimlere ait olduğudur. Bu binaların o vakfı kuran kişilere ait olduğu ve o vakıf tarafından kurulan üniversitenin, bu binaları, bu kişilerden, rayiç bedelinin çok üstünde fahiş fiyatlarda kiraladığı yönünde iddialar bulunmakta.

Yine, vakıf üniversiteleriyle ilgili açıklığa kavuşturulması gereken başka bir konu, başka bir nokta var. Hepimizin bildiği gibi, bazı vakıf üniversiteleri, devlet üniversitelerinden daha düşük puanlarla öğrenci almakta; hatta, bazen, vakıf üniversitelerinde kontenjanların dolmaması nedeniyle önkayıtla öğrenci alınmakta; ancak, vakıf üniversitelerine kayıt yaptıran öğrenciler, daha sonra devlet üniversitelerine yatay geçiş yapmaktalar. Dolayısıyla, sınavda görece daha düşük not almış bir öğrenci, parasıyla vakıf üniversitelerine devam etmekte, sınavdan kendisinden daha yüksek not alan öğrencilerin bulunduğu devlet üniversitelerine geçebilmekte. Bu durum iki açıdan adaletsizlik yaratmakta: Birincisi, ÖSS için büyük çaba sarf eden öğrenci ile daha az çalışan veya daha başarısız öğrenci, sonuçta, aynı diplomanın ve aynı hakların, aynı eğitimin sahibi olmaktadır. Bu, ciddî bir adaletsizliktir, çok çalışan çocukların emeğine, bilgisine saygısızlıktır.

İkinci bir nokta ise;  vakıf üniversiteleri, bu açıdan, parası olan ve sınavdan düşük puan alan öğrenciler ile parası olmayan ve düşük not alan öğrenciler arasında ciddî bir ayırımcılık, adaletsizlik yaratmakta. Bunu söylerken, biz, vakıf üniversitelerine karşı değiliz. Yalnızca, sakat bir mantığı ve uygulamayı eleştiriyoruz. O nedenle, vakıf üniversitelerine kayıt yaptıran bir öğrencinin devlet üniversitesine yatay geçiş yapmasını zorlaştıracak düzenlemelere ihtiyaç vardır diye düşünüyorum.

Sayın Bakan veya bakanlığınız döneminde, vakıf üniversitelerinden kaç öğrencinin yatay geçişle devlet üniversitelerine acaba geçtiklerini biliyorlar mı?

Sayın Bakan, yine, başka bir konu daha var. Sayın Bakanı da, maalesef, göremiyorum. Herhalde, bugün görüştüğümüz konu, efendim, Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkındaki Kanun Tasarısı, Sayın Bakanın ilgili alanı dışında. Hükümeti temsilen Sayın Bakanım burada bulunuyor; ama, kendisine birazdan bir iki şey soracaktım ben.

Sayın Bakana veya hükümete, bakana soruyorum, başka bir konu daha var: Hükümetiniz döneminde, Ankara'da, Haymana civarında teknokent kurulması amacıyla arazi tahsis edilmiş midir? Bu araziler, daha sonra hangi üniversitelere, hangi vakıf üniversitelerine, hangi sanayi kuruluşlarına verilmiştir? 18 sente arazi aldılar, sattınız, 10 dolara satan vakıf üniversiteleri var mıdır bu arazileri? Yani, bu üniversitelere arazi verilirken yeni bir rant kapısı sağlanmıştır da, kimlere sağlanmıştırı merak ediyoruz.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Sayın Başbakanın, çoğu zaman ayaküstü kızgınlığıyla, bazen bilgi eksikliğiyle yaptığı açıklamalar var. Vakıf üniversiteleriyle ilgili olduğu için  bunu söylemek istiyorum; Sayın Başbakan bir açıklamasında, bazı özel üniversitelerin sahiplerinin, kendisini, para harcadıkları üniversiteye rektör atayamadıkları gerekçesiyle aradıklarını söyledi. Ancak, Vakıf Yükseköğretim  Kurumları Yönetmeliğinde: "Vakıf üniversitesi veya yüksek teknoloji enstitüsünün yöneticileri olan rektörler, Yükseköğrenim Kurulunun olumlu görüşü alındıktan sonra -Sayın  Başbakanım, buradan öğrenmiş olun- mütevelli heyeti tarafından atanır" denilmekte. Ciddî bilgi eksikliği var ve Sayın Başbakanı da bu konuda sanırım bilgilendirmiyorlar.

Sayın Başbakanın sadece bu konuyla ilgili değil bilgi eksiklikleri; biliyorsunuz, bütçe görüşmeleri esnasında, Sayın Başbakan, hükümetleri döneminde yaptırılan derslik sayısını 70 000 olarak açıklamış ve bu rakamı cumhuriyet tarihinin de rekoru olarak ifade etmişti. Sayın Başbakanın tutanaklara geçen bu sözleri üzerine, 12.2.2005 tarihinde kendisine yönelttiğim yazılı soru önergesinde, 1923 yılından bu yana yıllar itibariyle yaptırılan derslik sayılarını ve "cumhuriyet tarihinde bu rakam yok" ifadesinin ve iddiasının temelini, dayanağını sormuştum. "Cumhuriyet tarihinde bu rakam yok" ifadesini kullanabilmek için, cumhuriyet tarihini ve tarihi boyunca yaptırılan derslik sayısını iyi bilmek gerekir.  Bilmeden söylenilenlerin dayanağı ve desteği olmaz. Soru önergesinde yer alan 14 sorunun 7'si cevaplanmıştır Bakanlık tarafından.

Daha önemlisi, Sayın Başbakanın ve zaman zaman, Millî Eğitim Bakanı Sayın Hüseyin Çelik'in konuşma ve açıklamalarında "cumhuriyet tarihinde bu rakam yok" iddiası, temeli, dayanağı da açıklanmamıştır. 1998, 1999, 2000 yıllarında yaptırılan derslik sayısı toplamı verilmemiştir; yani, Sayın Başbakanın yine bu konuda da eksik bilgiyle konuştuğu ortaya çıkmıştır.

Değerli arkadaşlarım, cumhuriyet tarihi 28 başbakan gördü; ama, Sayın Başbakana buradan tavsiyem, bundan sonra bu açıklamaları yaparken bilgileri doğru şekilde alarak ifade etmesidir.

Hukuk devleti ilkesi temelinde yönetenlerin hesap verirliliği vardır. Söylediğimiz sözleri aynı şekilde bir başbakan kimliğimizle de değerlendirip, sunmamız gerekir diye  düşünüyorum.

Ayrıca,  Sayın Millî Eğitim Bakanına bir yazılı soru önergesinde bulundum. Sizlerin de bilgisi dahilinde olduğunu düşünüyorum. Bu, bir ajanda bastırılmıştı ve bu ajandada Sayın Mustafa Kemal Atatürk'ün vecizesi yoktu, burada Sayın Cumhurbaşkanının kirli sakalla bir resmi vardı, burada Sayın Başbakanın vecizesi vardı, Sayın Hüseyin Çelik'in burada vecizeleri vardı. Bununla ilgili, milletin vekâletliği adına soru sordum ve bu sorulardan -6 soru sordum- Sayın Bakan, bana bir açıklama, böyle, bir cümlelik bir açıklama yapmış ve bizim çıkarmış olduğumuz, sanıyorum ki, biraz da kanuna tezat teşkil ederek…

Sayın Bakanın açıklaması şu: 1, 2, 3, 4, 5, 6… Bunlara cevap yok. "Bakanlığımızın yeni okul projelerini yaptırdığı müşavir firmalar tarafından, yaptıkları yeni okul projelerini tanıtım amacıyla yaptırılmış bir promosyondur." Yani, Sayın Bakanlık, müteahhitlerden ajanda promosyonu mu alıyor değerli arkadaşlar?!

BAŞKAN - Sayın Şimşek, toparlayalım. Bir de konuya gelelim lütfen.

BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) - Toparlıyorum efendim.

BAŞKAN - Konuya gelerek toparlayalım.

BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) - Efendim, burada üniversiteler ve okullar, öğrencilerle ve onların müştemilatıyla bütünleştiği için ve Millî Eğitim Bakanlığı en üst kurum olduğundan dolayı, Sayın Başkanım, bu arada sanıyorum ki, konunun tam ortasında ve tam içindeyim açıklamalarımla. Toparlamaya çalışıyorum.

Şimdi, özel okullara biz burada bir yasa çıkardık ve bu çıkarmış olduğumuz yasada kamu görevlilerinin etik kurulu yasasında, bizim, kanuna göre, bu ajandalar acaba bürokratlara da verildi mi ve o kanun çıkarken, neden milletvekilleri ve bakanlıkların da etik kurulu olarak ayrı tutulduğunu da pek anlamış değilim.

Değerli arkadaşlarım, burada farklı farklı dertleri, meseleleri anlatabilmek mümkün; ama, bugüne kadar sayın hükümetin, işin özüyle çok ilgilendiğini göremiyorum. Bakınız, ciddî bir problem var. Bizim millî sporcularımız var. Bu çocuklarımız spor akademilerinde okuyorlar. Spor akademilerinde okudukları zaman, çocuklar sürekli antrenmanlara gidiyorlar ve derslerine çalışamıyorlar. Okullarını bitirdikten sonra, KPSS sınavına girdiklerinde… Bu çocuklardan madalyalar alıyoruz. Sayın bakanlarımız da geliyor, burada, aman bakın, biz Universiade'ta bu kadar madalya aldık, yurt dışında güreşte, halterde, bu kadar madalya aldık ve bu çocuklarımızın, sporcu çocuklarımızın hiçbiri -buradan Sayın Burhan Beye de söylüyorum- bir sporcu olarak, bu kardeşlerimiz, bu çocuklarımız, KPS sınavlarında başarılı olamıyorlar. Bende, en az 200-250 tane e-posta var.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BURHAN KILIÇ (Antalya) - Çok doğru; katılıyorum.

BAŞKAN - Süreniz doldu, toparlayın lütfen; aştınız sürenizi.

BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) - Şimdi, efendim, bu arkadaşlarımızla ilgili mutlaka bir iyileştirme yapılması gerekir; yani, KPS sınavlarında artı 10'la mı başlatırız, bir uygulamanın yapılmasında, İktidar Partisi olarak size…

İRFAN GÜNDÜZ (İstanbul) - Beraber çalışalım.

BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) - Evet, hep beraber görev düştüğünü düşünüyorum.

Değerli arkadaşlarım, ayrıca, bazı değerlendirmeler de vardır, o da şudur: Biraz önce konuşan arkadaşlarımdan biri ideolojik yapılanmalardan bahsetti. Özel okullara, şimdi, 1 000 Yeni Türk Lirası ödeyerek çocuklarımızı özel okullara gönderelim diyoruz. Bunlar, tarikat, cemaat okullarına mı gidecek?! Acaba, bu paraları oralara göndereceğimize, bakın, Millî Eğitimin yapmış olduğu istatistiklere göre, benim oturduğum, milletvekili olduğum İstanbul-Esenler'de derslik başına 99, Bağcılar'da 88, Sultanbeyli'de 89, Bahçelievler'de 76 öğrenci düşüyor derslik başına; yani, bu anlayış içerisinde, Sayın Bakanın burada olmasını isterdim. Maalesef, üçbuçuk yıldır, AKP İktidarında, millî eğitim altın dönemini değil, teneke dönemini -bu sayılarla ispattır- yaşamaktadır. Onun için, özel okullara karşı değiliz. Özel okullara, hani, Sayın Başbakanın diliyle söyleyeyim…

BAŞKAN - Lütfen toparlayın.

BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) - …kıyak yapmak yerine, devletin okullarına, Karadeniz'de ip üstünde yürüyerek okullarına giden, Doğu Anadolu'da sallarla okullarına giden, bu vatanın, bu ülkenin çocuklarına katkı sunalım diye düşünüyorum.

Yüce Meclisi saygıyla selamlarım. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Kişisel söz istemi, Hamit Taşcı, Ordu Milletvekili...

HAMİT TAŞCI (Ordu) - Konuşmayacağım.

BAŞKAN - Sayın Ünal Kacır...

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Konuşmayacağım.

BAŞKAN - O zaman, Komisyonun, düzeltmeyle ilgili bir söz talebi var.

Buyurun.

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) - Sayın Başkanım, geçici madde 33'ün ikinci fıkrasının ikinci satırında "4263 sayılı Kuruluş Kanunu" ifadesindeki "Kuruluş" kelimesinin ve "Kanunu" kelimesindeki "u" harfinin çıkarılmasını ve madde oylamasının bu redaksiyonla yapılmasını arz ve teklif ediyoruz.

BAŞKAN - Halil Bey, uyarınızı aldık, not ettik. Bu, teknik bir konu.

Bu düzeltmeyle birlikte, maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

4 üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 4.- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN - Söz talebi?.. Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

5 inci maddeyi okutuyorum:

MADDE 5.- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN - Söz istemi?.. Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Değerli milletvekilleri, tasarı kabul edilmiş ve yasalaşmıştır.

Şimdi, 7 nci sırada yer alan, At Yarışları Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu raporunun görüşmelerine başlıyoruz.

7.- At Yarışları Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu Raporu (1/1169) (S. Sayısı: 1090) (x)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yerinde.

Hükümet?.. Yerinde.

Komisyon raporu 1090 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde söz isteyen, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Osmaniye Milletvekili Sayın Necati Uzdil; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

Sürenize riayet etmenizi rica ediyoruz özellikle.

CHP GRUBU ADINA NECATİ UZDİL (Osmaniye) - Etmeye çalışırız. Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; At Yarışları Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; sizleri saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, atçılık, at sevgisi, atalarımızdan bu yana, neredeyse genlerimize işlemiş, geleneklerimiz arasına girmiştir; günümüzde de bu gelenek, zor şartlar altında da olsa sürdürülmeye çalışılmaktadır. Atla birlikte yapılan çeşitli oyunlar, yarışlar, kültürümüzün bir parçası olmuştur, at yarışları da bunlardan biridir. At yarışlarının tarihi ise çok eski; düzenli olarak yarışların başlaması 1856 yılına dayanmaktadır. O yıllardan 1950 yılına kadar, Jokey Kulübü değişik isimler altında kurulmuş, at yarışlarını, sekteye uğrayarak da olsa, sürdürmüştür. 1920'lerde, Mustafa Kemal Atatürk'ün Ankara'da yarışlar düzenlediğini, bu yarışların 1927'de Gazi Koşusu adı altında devam ettiğini görüyoruz.

Jokey Kulübü, resmî olarak 1950 yılında kurulmuş, 1953'te Türkiye Jokey Kulübü adını alarak kamu yararına hizmet veren derneklerden sayılmıştır. Yine, 1953'te kabul edilen 6132 sayılı At Yarışları Hakkında Kanuna dayanılarak, Türkiye Jokey Kulübü ile Tarım Vekâleti arasında yapılan sözleşmeyle, kulüp, at yarışlarını, Tarım ve Köyişleri Bakanlığından aldığı yetkiyle düzenlemeye devam etmektedir.

Halen 7 ilimizde at yarışları sürdürülmektedir. Günümüzde at yarışları ve atçılık sektöründe yaklaşık 30 000 kişi çalışmaktadır. Aileleriyle birlikte yaklaşık 200 000 kişinin geçimi bu sektördendir.

Değerli arkadaşlarım, at yarışlarının yapılabilmesi için gerekli altyapı ve organizasyonlar için tek maddî kaynak, at yarışlarında oynanan müşterek bahislerden elde edilen gelirdir. Bu da, müşterek bahislerde elde edilen brüt hâsılatın yaklaşık yüzde 15-25'i kadardır. Bu gelirlerle atçının yarış ikramiyesi, yetiştiricinin primleri, hipodromlar ve haraların cari harcamaları karşılanmaktadır.

Türkiye Jokey Kulübü, son üç yılda gelirlerinin azalması nedeniyle zarar etmektedir. Şans oyunları sektöründe daha az kesinti yapılan, yüzde olarak daha çok ikramiye dağıtan diğer şans oyunlarının artışı, at yarışlarına olan ilginin azalmasına neden olmuştur. Örneğin, son iki yılda şans oyunlarındaki payı şöylece gözlerinizin önüne sermek istiyorum. 2004 yılında at yarışlarının payı, şans oyunlarında, yüzde 49 iken, 2005 yılında yüzde 34'e düşmüştür; Millî Piyangonun payı yüzde 41'den yüzde 28'e düşmüştür. Biliyorsunuz, İddaa diye bir şans oyunumuz daha var; bunun payı yüzde 10'dan, 2005 yılında yüzde 38'e çıkmıştır.

Oranların hızla değişmesinin en büyük nedeninin kesintilerdeki farktan kaynaklandığı göz önündedir. At yarışlarında kesintiler yüzde 65'lere varmakta iken, İddaada bu kesintiler yüzde 27 civarındadır. Dünyadaki örneklerden birkaç tane vermek istiyorum: Hindistan'da at yarışlarındaki kesinti yüzde 15, Hong Kong'ta, İngiltere'de yüzde 19, Yunanistan'da yüzde 20, İrlanda'da yüzde 21, Fransa'da yüzde 28, Arjantin'de yüzde 30, Türkiye'de yüzde 65. Değerli arkadaşlarım, bu şartlarda ne olur; tabiî ki, Türkiye Jokey Kulübü zarar eder. Türkiye Jokey Kulübünün birikmiş kaynakları tükenmektedir. İleriki yıllarda yarışların sürdürülmesi zorlaşmaktadır.

Şimdi, önümüzde At Yarışları Hakkında Kanunda değişiklik yapan bir yasa bulunmaktadır, şu an bunu görüşmekteyiz. Ne var bu yasada; dopingle ilgili bir değişiklik; ikinci olarak, ceza yetkisinin artırılmasıyla ilgili bir konu; üçüncü olarak, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı hesabında biriken paraların kullanımıyla ilgili bir değişiklik.

Değerli arkadaşlarım, bu değişiklikler yukarıdaki sıkıntılarını saydığımız Türkiye Jokey Kulübünün at yarışlarıyla ilgili sorunlarını ve Türk atçılık sektörünün dünyadaki atçılık sektörleriyle yarışmasını sağlamaya yeter mi sizce?! İçinizden, yeter diyebilecek olan var mı?! İktidarın, her zaman yaptığı gibi, getirilen yasalarla sorunlara köklü çözümler getirme yerine, sıradan, günübirlik kaygılarla yasalarda değişiklik yaparak, kendine övünme payı çıkarmaktadır. İşte, bugünkü yasa da bunlardan bir tanesidir.

Değerli arkadaşlarım, bunun en güzel örneği, Tarım ve Köyişleri Bakanımızın her zaman yaptığı gibi, kürsüye çıkıp, Mera Kanununu değiştirdik, çiftçi borçlarını yeniden yapılandırdık, Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Kanununu çıkardık, Tarım Kredi ve Kooperatifler Kanununda değişiklik yaptık.

MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - Doğru.

NECATİ UZDİL (Devamla) - Doğru!..

MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - Doğru.

NECATİ UZDİL (Devamla) - Dinleyin… Doğru!..

MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - Doğru bunlar.

BAŞKAN - Müdahale etmeyelim arkadaşlar.

NECATİ UZDİL (Devamla) - Çiftçiye, köylüye faydası olmayan Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünü de kapattık, Organik Tarım Kanununu çıkardık vesaire.

TEVFİK ZİYAEDDİN AKBULUT (Tekirdağ) - Doğru.

NECATİ UZDİL (Devamla) - Evet, reklamınızı yapıyorum.

BAŞKAN - Genel Kurula hitap edin lütfen.

NECATİ UZDİL (Devamla) - Saydığımız kanunlara bir yenisini eklemiş olacağız bugün sevgili arkadaşlarım. Bu kanunları çıkardık, çiftçiyi, köylüyü mutlu mu ettik?! Peki, mademki, bu kadar laf attınız, konunun dışında diye tuttuğum bir yazı var elimde; size, bunu, çiftçimizin isteğini de yerine getirerek okumak istiyorum: "Sayın Milletvekilim…" Bu milletvekili, aynı zamanda sizsiniz, sizsiniz...

BAŞKAN - Lütfen, Genel Kurula hitap edin.

NECATİ UZDİL (Devamla) - Evet Sayın Başkanım, okuyorum.

"Ben, Osmaniye'nin Kırmıtlı Kasabasının Üçtepe Mezrasında çiftçilik yapmaktayım. Durumumuzu anlatmak istiyorum..."

Sevgili arkadaşım Şükrü Ünal Bey de burada, bu yazdığım yerleri çok iyi bilir, kişileri de büyük bir ihtimalle tanır.

MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - Soracağız bakalım!

TEVFİK ZİYAEDDİN AKBULUT (Tekirdağ) - Köy doğru da, isim doğru mu bakalım!

NECATİ UZDİL (Devamla) - "Geçen yıl mısırımı Toprak Mahsulleri Ofisine 332 000 TL'den sattım. Sonra 25 000 TL'den destekleme aldım. Bu sene  360 000 TL fiyat verdiniz. Alımda nem oranı yüzde 13 dediniz. Bu yıl    260 000 TL'den aldınız, 260 000 TL'nin 7 000 TL'sini geri aldınız."

İfadelerdeki cümle düşüklükleri, aynen çiftçi yazdığı için değiştirmeden okuyorum. (AK Parti sıralarından gürültüler)

MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - Soracağız doğru mu?!

NECATİ UZDİL (Devamla) - Müsaade edin, biraz sabredin, daha yaşın küçük, büyürsün derim yoksa.

BAŞKAN - Lütfen karşılıklı konuşmayın…

ÖNER ERGENÇ (Siirt) - Adı var mı?!

NECATİ UZDİL (Devamla) - Yine, "50 YTL'lik destekleme verdiniz. Geçen yıl 332+25=357 YTL. Bu yıl, 253+50=303 YTL verdiniz. Mazot ne idi, gübre ne idi, ilaç ne idi, bu sene ne oldu? Bu haksızlık değil mi?.."

BAŞKAN - Sayın Uzdil, lütfen konuya gelin ve toparlamaya çalışın, süreniz bitiyor.

MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - Söyledikleri atçılıkla ilgili değil.

NECATİ UZDİL (Devamla) - Sayın Başkanım, bundan daha iyi şey olur mu; çiftçinin düşüncesini okuyorum. "Yasalarla ilgili reklam yaptınız" diyorlar. Bakanımız da burada, gündemdışı bir konuşma yapsak, çıkıyor aslan gibi bu yasaları sayıyor…

MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - Atçılıkla ilgili birşey yok Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Anladım…

NECATİ UZDİL (Devamla ) - Peki, bu yasalar çiftçiye ne getirmiş;onu anlatmaya çalışıyorum. Atçılık… (AK Parti sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Evet, evet…

NECATİ UZDİL (Devamla ) - At Yarışları Kanunundaki değişiklik de, ne atçılık sektörümüze ne de Türkiye Jokey Kulübümüze en ufak bir yarar getirmeyecek. Sadece Bakanım çıkacak buradan yine bir soru karşısında övünmek için bu yasayı da sayacak. Sorunlara bir çözüm değil, demagoji yaratacak. Ben, bu yazıyı okumak istiyorum müsaade ederseniz.

"Mazot ne idi, gübre ne idi…" (AK Parti sıralarından gürültüler)

MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - Adı neydi?!

BAŞKAN - Lütfen, müdahale etmeyin, lütfen, konuşması bittikten sonra görüşürsünüz.

NECATİ UZDİL (Devamla) - "İlaç ne idi, bu sene ne oldu? Bu, haksızlık değil mi? Bu, Müslümana gavur eziyeti değil ? Fiyatta benden çaldığınız 54 000 TL haram zıkkım olsun. Sonra da çıkıp çiftçiyi destekliyoruz diyorsun, bu yalanlarla çiftçiyi, köylüyü kandırdığınızı mı zannediyorsun! Köyde bir laf var, seni unutanı sen de unut diye…"

MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - Bizim köyde öyle denmez!

NECATİ UZDİL (Devamla) -  "Biz, size oy verdik; ama, siz, bizi unuttunuz. Biz de sizi unuttuk. Seçimde görüşürüz. Çiftçi…" (AK Parti sıralarından gürültüler) Evet, yaz bir tarafa bir not al, çık da…

BAŞKAN - Genel Kurula hitap edin… Genel Kurula Necati Bey.

NECATİ UZDİL (Devamla) - "Çiftçi Yüksel Çarıkçı, Üçtepe Köyü, telefon 0328 Osmaniye'nin kodu, 812 05 22…" (AK Parti sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Bu bilgileri sonra da verebilirsiniz isteyenlere, siz konuya gelin lütfen.

MEHMET DURDU KASTAL (Osmaniye) - CHP delegesi mi yoksa Necati Ağabey?!

NECATİ UZDİL (Devamla) - "Not: Milletvekilim, bu mektubumu Mecliste okur musun." İşte, okuduk.

Değerli arkadaşlarım, Yüksel Çarıkçı, Cumhuriyet Halk Partili değil, ben, çiftçi olduğu için biliyorum.

MEHMET DURDU KASTAL (Osmaniye) - Delegeymiş…

NECATİ UZDİL (Devamla) - Merak etmeyin, senin partinden, senin partinden Durdu Kastal, ara sor…

BAŞKAN - Genel Kurula hitap edin lütfen… Lütfen, Genel Kurula hitap edin.

NECATİ UZDİL (Devamla) - Şükrü Hoca, hangi partiden olduğunu gayet iyi bilir Yüksel Çarıkçı'nın.

Değerli arkadaşlarım, işte, buradan sesleniyorum: Bu kanunları çıkardık, çiftçiyi mutlu mu ettik deyince, bana verilen cevaba bu mektupla cevap verdim, bana atılan lafa.

Sayın Bakanım, At Yetiştiricileri Derneği ve Türk Jokey Kulübü yetkililerini dinleyip, sorunlarına çözüm getirecek bir yasa değişikliği daha iyi olmaz mı idi? Türk Jokey Kulübünün, At Yetiştiricileri derneğinin ve Bakanlığınızın hazırlayacağı At Yarışları Kanununda değişiklikle ilgili bir taslak daha iyi olmaz mı idi? Değişiklik yapılırken, komisyonda bu taslağın gündeme getirilmesi yararlı olmaz mı idi?

Bir tarafta, ülkemizin atçılık sektörü ve kamu yararına bir dernek olan Türkiye Jokey Kulübü, bir tarafta sanal âlemde oynanan ve yaşanan şans oyunu iddaa. En azından, yasalar karşısında eşit olmasını sağlamak gerekmez miydi?!

Değerli arkadaşlarım, bu 3 maddelik yasa değişikliğine Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz de evet diyeceğiz, gönlünüz rahat olsun. (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Ama, bu değişiklikle yapmanız gerekeni yaptığınıza inanıyor musunuz; önemli olan bu. Önemli olan, acaba, Tarım Bakanımız yapması gerekeni yaptığına inanıyor mu?! Sayın At Yetiştiricileri Derneği Başkanımız, yapılması gerektiğinin yapıldığına inanıyor mu?! Çıksın, inanıyorum desin hay hay, başımızın tacı olsun.

BAŞKAN - Toparlayalım lütfen.

NECATİ UZDİL (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, şeffaf toplum, katılımcı demokrasi, ortak akıl diyoruz, diyoruz; ama, yasaklar, yasalar hükümet kanadından üç kişinin, beş kişinin ne derse o şekilde çıktığını da biliyor musunuz?! En güzel örneği...

Peki, atçılık sektörümüzün ve Türkiye Jokey Kulübünün gelişmesine katkı koyacak yasal değişikliklerin yapılması dileğiyle bu yasayla yapılacak küçücük değişikliklerin hayırlı olmasını diler, sizlere sevgilerimi, saygılarımı sunarım. (Alkışlar)

BAŞKAN - Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili İnci Özdemir; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Sayın Başkanım, bir söz talebim vardı.

AK PARTİ GRUBU ADINA İNCİ ÖZDEMİR (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1090 sıra sayılı At Yarışları Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde AK Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi en derin saygılarımla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, görüşmeye başladığımız bu birkaç maddelik tasarıyla, teknik ve bazı ilave düzenlemeler getirilmektedir. At yarışları yapmak ve bu yarışlar üzerinde, memleketin neresinde olursa olsun, müşterek bahisler tertip etmek hak ve salahiyeti Tarım ve Köyişleri Bakanlığına aittir. Tarım ve Köyişleri Bakanlığının, yasanın 1 inci maddesinde yazılı bu hak ve salahiyetleri, at yetiştirme ve ıslahını teşvik gayesiyle kurulmuş ve amme menfaatına çalıştığı usulen onanmış derneklerden, uygun görülecek bir veya birkaçına muayyen şartlarla ve otuz seneyi geçmemek üzere, Tarım ve Köyişleri Bakanlığının teklifi ve Bakanlar Kurulu kararıyla devredilebilir. Şu anda, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı adına bu görev Türkiye Jokey Kulübünce yürütülmektedir. Sadece yurt içinde at yarışları yapmak ve müşterek bahisler tertip etmek hak ve salahiyetlerine sahip, ilgili Bakanlığa, tasarıyla "Türkiye sınırları içerisinde at yarışı düzenlemeye, yurt içinde ve yurt dışında düzenlenen yarışlar üzerine, yurt içinden ve yurt dışından müşterek bahis kabul etmeye Tarım ve Köyişleri Bakanlığı yetkilidir" denilerek ilave bir boyut getirilmektedir. Bakanlık adına bu işlemi gerçekleştirecek yarış müessesesi Türkiye Jokey Kulübü, dünyada geçerli tüm bahislerin kabul edilebileceği gerçekten bir altyapıya sahip olmuştur. Bu altyapıyla gerçekleştirilecek uygulama sonucunda, yarış gelirlerinin artırılması hedeflenmiştir. Böylece, bu tür katılımların, yasalarımıza uygun biçimde, devletimize gelir getirecek şekilde olması da sağlanmış hale gelir.

Burada, esasen, illegal bir durum ortadan kaldırılıp, legal hale getirilmektedir; çünkü, Türkiye'de, kanun dışı bir şekilde, internet üzerinden kredi kartı kullanılarak, yurt dışına ciddî boyutta oyun oynanmaktadır. Oldukça ciddî boyutta olan bu kayıtdışılık, devletin kontrolünde kayıt altına alınmış olacaktır.

Tasarıdaki bir diğer değişiklik ise, doping testi uygulamalarıyla ilgilidir. Tarım ve Köyişleri Bakanlığının çalışmalarıyla, Türkiye'de doping vakaları, dünya seviyelerinin ciddî olarak altına indirilmiştir. Halihazırda yarışlarda koşan atlara uygulanan doping testi, bu değişiklikle, yarışlara kaydolan her ata uygulanabilecektir.

Diğer bir disiplin uygulaması ise, atçımızın ve yarışseverin mağduriyetini önlemeye, güvenini artırmaya yöneliktir. Bir yarışta ceza alan jokeyin cezası hemen yarıştan sonra uygulanmakta olduğundan, yarış neticelerine tesir etmekte, mağduriyet yaratmaktadır. Yeni düzenlemeyle, jokeyin o gün ve başka atlara deklare olduğu takip eden ikinci gün at binmesine olanak sağlanmış olacaktır.

3 üncü maddeyle de, fon dediğimiz, atçının yedek akçesinde biriken paranın at ıslahı ve tesisleri ile, hayvancılığın geliştirilmesi amacıyla Tarım ve Köyişleri Bakanlığınca sarf edileceği veya yarış müessesesine sarf ettirileceğine dair bir düzenleme yapılmıştır.

Değerli Vekilim, biraz önce, Dernek Başkanı sıfatımla da bana da laf attı diye düşünüyorum. Elbette ki, yasalar bununla kısıtlı kalmayacak. Şu anda Maliye Bakanlığımızın ciddî bir çalışması ve kesintilerin aşağıya indirilmesi yönünde de önemli çabaları var. Hükümetimizden de bu konuda ciddî destek aldığımızı da burada ifade etmek istiyorum. Eminim ki, bu haksızlığın, bu adaletsizliğin hep beraber önüne geçeceğiz.

NECATİ UZDİL (Osmaniye) - İnşallah…

İNCİ ÖZDEMİR (Devamla) - Oylarınızla yasalaşacağına inandığım tasarının, ata yadigârım, köklerimle bağım olan, ata gönül veren, bu aşkla atçılık sektörünü ayakta tutmaya çalışan at sahiplerine, Tarım ve Köyişleri Bakanlığına ve Türkiye Jokey Kulübüne hayırlı olmasını diliyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - İnci Hanım, kısa ve özlü konuşmanızdan dolayı teşekkür ediyoruz.

Anavatan Partisi Grubu adına Turan Tüysüz, Şanlıurfa Milletvekili.

ANAVATAN PARTİSİ GRUBU ADINA TURAN TÜYSÜZ (Şanlıurfa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; At Yarışları Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı hakkında Anavatan Partisi adına söz almış bulunmaktayım; Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.

Konuşmamı kısa kesmek üzere birkaç şeyden bahsedeceğim; çünkü, atçılık gerçekten Urfa için çok önemli.

Değerli milletvekilleri, at ve at yetiştiriciliğine, özellikle cumhuriyetin ilk yıllarında savaştan ulaşıma, tarımdan yarışçılığa kadar olan ihtiyaç nedeniyle at neslinin ıslahı ve sayısının çoğaltılmasına büyük önem verilmiştir, daha çok ıslah çalışmaları için kullanılmıştır. Resmî olarak 1953 yılından itibaren çıkarılan, Türkiye Jokey Kulübü tarafından organize edilen at yarışları, Tarım ve Köyişleri Bakanlığının denetiminde sürdürülmekteyken, yarışlarda safkan atlara duyulan ihtiyaç, yurt dışından damızlık at ihtiyacını önplana çıkarmıştır. Yurt dışından ithal edilen damızlık, ülkemizde yeterince başarılı olamamıştır. 1983 yılında rahmetli Özal'ın talimatlarıyla ithalat serbest bırakılınca, safkan İngiliz ve Arap atları ülkemize gelmeye başlamıştır. Gelen bu atlar ve at yetiştiriciliğiyle birlikte büyük haralar yapılmaya başlanmış, at yetiştirmek ve at yarışları da zevkli hale gelmiştir. Bu yönüyle de atçılık, spor ve erdemin birlikte anıldığı asil bir yapıya sahip diyebiliriz.

Değerli milletvekilleri, atçılık sektörümüzün gelişmesi için yapılması gereken çalışmalar vardır; eğitim, pazarlama, tanıtım en önemli kavramlardır. Eğitim, her zaman, her alanda olduğu gibi, atçılık sektöründe de önemli bir yer kaplamaktadır. Her kademedeki personelin eğitimi önem kazanmaktadır.

Ayrıca, toplumun, at yarışlarını bir kumar olarak değil, bir spor yarışması olarak görmesinin sağlanması gerekmektedir. Toplumsal çöküntülerin yaşandığı günümüzde, fukaralığın giderilmesine bir umut kapısı olarak aralanan, sonra bağımlılığa dönüşen kumar kapıları, ailelerin çökmesine sebep olarak, sektörü töhmet altında bırakmaktadır. Sağduyulu yaklaşım ve tedbirlerle, ata sporumuz olan atçılığın hak ettiği itibarlı bir düzeyde faaliyeti sağlanmalıdır. Kahramanlık, ideal güzellik ve sadakat sembolü olan at, üzerine kumar oynanan bir vasıta olmaktan çıkarılmalıdır.

Cirit, rahvan, arabalı ve binicilik yarışlarının ülkemizde daha çok benimsenmesi ve geniş kesimlerin ilgi duyması için gerekli çalışmaların yapılması gerekmektedir.

Türkiye'de bulunan yerli atları, belli ırk ya da tiplere ayırmak mümkün değildir. Buna rağmen, halk elinde, yerli kabul edilebilecek küçük cüsseli, düzgün yapılı ve çok dayanıklı atlara rastlanmaktadır. Öncelikle tiplerin belirlenmesi, ardından da bunların korunması önlemleri başlatılmalıdır. Özellikle, yerli at ırkının ve yarış atı yetiştiriciliğinin teşvik edilmesi önemlidir.

Bakınız, kısaca birkaç bilgi vermek istiyorum ilimden. Şanlıurfa İlinde Arap atı yetiştiriciliği, Jokey Kulübü tarafından, 1 000 dönümlük arazi üzerinde yapılandırılmış, Şanlıurfa Arap Atı Pansiyon Harasında 2003 yılında aşım faaliyetlerine başlanmıştır.

Tarım Bakanlığımızdan teknik konularda destek sağlanması durumunda, Şanlıurfa Arap atı yetiştiriciliği, ilin ekonomisine, ayrıca, bu konuda, 400 at sahibi ve 600 at yetiştiricisi ve bunların yardımcı elemanlarıyla birlikte ortalama 2 000 civarında kişiye katkı sağlamaktadır.

Atçılığın dünyaya açılabilmesi için de, at ihracatının desteklenmesi ve yurtdışına tanıtımının yapılması gerekmektedir. Atçılık Meslek Yüksek Okulundan mezun olan öğrencilerin sisteme entegrasyonunun sağlanması için istihdam önceliği verilmesi, ayrıca at yetiştiriciliği konusunda at yetiştiricilerinin kurslarda eğitilmesi için, üniversitelerle ilgili bilimsel çalışmaların yapılması gerekmektedir.

At satışlarının sağlıklı yürütülebilmesi için de pazarlama çalışmaları önem kazanmaktadır. Ayrıca, atçılık sektörünün kamuoyunda daha iyi tanıtılabilmesi ve yurt dışına açılabilmesi için tanıtım faaliyetleri de çok önemlidir.

Değerli arkadaşlar, atçılık sektöründen, daha doğrusu Jokey Kulübünden elde edilen gelirlerin birçoğu vergilere gitmektedir ve başka fonlara aktarılmaktadır. Bu fonlara aktarılan bu paranın atçılık sektöründe kullanılabilmesi için, bu fonların payının azaltılması gerekmektedir. Birkaç örnek vermek gerekirse: KDV'nin yüzde 18'lerde olması, şans oyunlarına yüzde 10 payın ayrılması, Veraset İntikal Vergisi adı altında alınan vergiler, belediye eğlence vergisi olarak alınan vergiler, Savunma Sanayii Fonuna, Kredi ve Yurtlar Kurumu Fonuna yüzde 5'lik, yüzde 5'lik, Türk Tanıtma Fonuna, Çocuk Esirgeme Kurumuna yüzde 1 oranında bir pay ayrılmakta, toplam kesinti yüzde 43 civarında. Dünyada ortalama yüzde 22 iken, bizde bu pay yüzde 43 civarında. Bizden sonra en yüksek payı da Arjantin, Brezilya almaktadır, yüzde 30 civarındadır.

Bu kanunun yasalaşması dileğiyle diyorum; teşekkürler sunuyorum.

Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Sağ olun. (Alkışlar)

BAŞKAN - Kişisel söz istemi?.. Yok.

Soru sormak isteyen bir arkadaşımız var; o da gitmiş.

Hükümet adına, Tarım ve Köyişleri Bakanı Sayın Mehdi Eker.

Buyurun Sayın Bakan. (AK Parti sıralarından alkışlar)

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

At Yarışları Hakkında Kanunda değişiklik yapan kanunla ilgili yapılan değerlendirmelere cevap vermek ve bu konuda Yüce Meclise bazı bilgiler sunmak için huzurlarınızdayım.

Öncelikle, tabiî, bu kanun değişikliği, uluslararası gelişmelerin ve birtakım yeni teknolojilerin icabı olarak gündeme gelmiştir. Onu ifade etmek istiyorum.

Tabiî, Türkiye'de yarış atçılığının, elbette ki, bütün sorunları bu kanunla çözülüyor değildir; ama, önemli, özellikle teknik anlamdaki sorunların çoğu, bu kısa, yani, birkaç maddelik kanunla çözülüyor. Bunlar özellikle, doping konusunda, yurtdışı bahis konusunda ve fon kullanımı konusunda getirilen yenilikler, hakikaten ihtiyaç duyulan, sektörün ihtiyaç duyduğu ve bizim de hem Türkiye Jokey Kulübüyle hem Yarış Atı Sahipleri Derneğiyle, yani, sektörün bütün temsilcileriyle istişare halinde hazırladığımız bir tasarıdır. Bu nedenle, Sayın Uzdil'in işaret ettiği hususlar burada geçerli değildir; çünkü, biz, bunu, gerçekte ilgililerle zaten görüşüyoruz ve o ihtiyaca binaen çıkarıyoruz.

Şimdi, Türkiye Jokey Kulübünün son üç yılda gelirlerinde azalma olmuştur; doğrudur. Ancak, Hükümetimiz döneminde yeni hiçbir kesinti getirilmemiştir; bunu, özellikle ifade etmek istiyorum. Kesintiler daha çok son yirmi yıllık dönemde yapılmış. Bizim yaptığımız sadece ekonomik istikrarı sağlamak olmuştur.

Yurt dışından daha önce bazı atlar ithal edilmiştir; ancak, bunların başarıları konusunda geçmişte bazı tereddütler vardır. Yalnız, son yıllarda Türk atları uluslararası yarışmalarda çok ciddî başarılar elde ediyorlar. Grand Ekinoks, Sabırlı, Win River Win ve Ribella isimli atlarımız uluslararası yarışlarda birincilik, ikincilik ve üçüncülük aldılar. 

Biz, bu sektörü daha ileriye götürmek için nihaî tedbir olan kesintilerle ilgili sorunu da yakında çözeceğiz ve bu arada, Sayın Uzdil'in, tabiî, konu dışında bahsettiği hususlarla ilgili de benim bir iki cümle söylemem gerekiyor; çünkü, haksızlık yapıldı.

NECATİ UZDİL (Osmaniye) - Laf atanlara söyle Sayın Bakan, laf atanlara söyle!

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) - Mısır üretimiyle ilgili, mısırda biz 50 liraya çıkardık primi. 260 lira fiyat uyguladık; doğrudur, 310 lira yapıyor.

Yalnız, Sayın Uzdil bir şeyi de akılda tutmalıdır: Önceki yılla mukayese yapıyor, önceki yılda Türkiye'nin mısır üretimi 2,3 milyon ton iken, bu yıl Türkiye'nin mısır üretimi 4 000 000 ton olmuştur ve Türkiye, artık, mısır ithal etmeyen bir ülke olmuştur. Dolayısıyla, bizim dönemimizde sektöre giren para önceki yıllardan çok daha fazla olmuştur, bir.

NECATİ UZDİL (Osmaniye) - Gübre mi ucuzladı, mazot mu ucuzladı?!

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) - İkincisi, böyle ikide birde mazot ve gübre parasından bahsediliyor.

NECATİ UZDİL (Osmaniye) - Oraya girerseniz, kaybedersiniz.

BAŞKAN - Müdahale etmeyin arkadaşlar.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) - Mazot parası olarak biz 410 000 000 YTL ödedik. Gübre parası da 273 000 000 lira ödedik. Bunlar bizim dönemimizde, ilk defa uygulanan teşviklerdir. Biz çiftçilerimize…

NECATİ UZDİL (Osmaniye) - Çiftçiler çok mutlu, çok!

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) - Biz çiftçilerimize her türlü desteği, her türlü imkânı sunma gayreti içerisindeyiz. Bugüne kadar sunduk, bundan sonra da sunacağız.

Bu kanun da Türk atçılığının önemli sorunlarını çözüyor. Bundan kesinlikle hiç kimsenin şüphesinin bulunmaması gerekiyor.

Ben yasanın hayırlı olmasını diliyorum ve hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…

MEHMET ERASLAN (Hatay) - Karar yetersayısı istiyorum Sayın Başkan.

ŞÜKRÜ ÖNDER (Yalova) - Hayır, hayır, yok… Geç kaldın, geç kaldın…

BAŞKAN - Ben oylarınıza sunuyorum dedikten sonra istediniz.

MEHMET ERASLAN (Hatay) - Eşzamanlı istedim Sayın Başkan.

BAŞKAN - Bundan sonraki maddede isterseniz, zamanında istersiniz.

Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Şimdi, 1 inci maddeyi okutuyorum. Bu 1 inci maddede karar yetersayısı isteyebilir arkadaşımız.

AT YARIŞLARI HAKKINDA KANUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR

KANUN TASARISI

MADDE 1.- 10/7/1953 tarihli ve 6132 sayılı At Yarışları Hakkında Kanunun 1 inci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

Madde 1.- Türkiye sınırları içerisinde at yarışları düzenlemeye, yurt içinde ve yurt dışında düzenlenen yarışlar üzerine yurt içinden ve yurt dışından müşterek bahis kabul etmeye Tarım ve Köyişleri Bakanlığı yetkilidir.

BAŞKAN - Madde üzerinde söz istemleri: Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Ramazan Kerim Özkan, Burdur Milletvekili; Anavatan Partisi Grubu adına İbrahim Özdoğan, Erzurum Milletvekili; şahısları adına, İnci Özdemir, Alaettin Güven, Haluk Koç.

Sayın Ramazan Kerim Özkan, buyurun.

CHP GRUBU ADINA RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Burdur) - Sayın Başkan, görüşülmekte olan 1090 sıra sayılı At Yarışları Hakkında Kanun Tasarısının 1 inci maddesinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına görüşlerimi belirtmek üzere söz almış bulunmaktayım; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; söz edilen maddeyle, yurt dışında düzenlenen yarışlar ile yine yurt dışından müşterek bahis kabul etme konularında Tarım ve Köyişleri Bakanlığı yetkili kılınmıştır. Bir başka deyişle, Bakanlığın yetkileri yurt içinde sınırlı kalmayıp yurt dışını da kapsayacak şekilde genişletilmiştir. Tasarı hakkında, daha önce Grubumuz ve İktidar Grubu tarafından yapılan görüşmelerle mutabakat sağlanmış olup, Türkiye Jokey Kulübü yetkilileriyle konu tartışılmış ve bu tasarı hazırlanmıştır. Tasarıyı Grubumuz adına desteklediğimizi belirtiyor, ülkemiz için hayırlı, uğurlu olmasını temenni ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün, at yarışları, hemen hemen tüm dünya ülkelerince kabul görmüş ve birçok kişiye istihdam olanağı sağlayan bir sektör haline gelmiş bulunmaktadır. Özellikle ülkemizde yaklaşık 40 000 kişi bu sektörden doğrudan yararlanmakta ve geçimlerini temin etmektedirler. Bu istihdam olanağının dışında, at yarışlarından sağlanan gelirlerin yüzde 58,65'lik bir kısmı diğer devlet kuruluşlarına aktarılmakta ve ülkemizin önemli ihtiyaçlarında kullanılmaktadır; ancak, bu oranın yüksekliği bir tartışma konusudur. Atçılığımızın sürdürülebilirliğinin olması için bu oranın Avrupa Birliğindeki oranlara çekilmesi bir zorunluluktur. Avrupa Birliğinde oranlar, at yarışlarından sağlanan gelirlerin yüzde 20-30'u arasındadır. Korkarım, bu oranlar ayarlanmazsa, atı hayvanat bahçelerinde, yarışları da başka ülkelerden televizyon yayınlarında izleme konumuna geleceğiz. Konunun acilen gündeme getirilmesi gerekmektedir.

Diğer yandan, at yarışları üzerine oynanan bahisler, bugün, ülke sınırlarını aşmış bulunmaktadır. Tasarıyla kapsamın genişletilmesi ve yurtdışı müşterek bahis kabul edilmeye başlanmasıyla, yarış gelirlerinde önemli oranda bir artış beklenmektedir. Bu da, dolayısıyla, ülkemizin önemli ihtiyaçlarının karşılanması yönünde daha fazla bir birikim sağlamasına yol açacağı yönünde olumlu olacaktır. Aynı zamanda, tasarının kapsamının genişlemesi, daha kaliteli, safkan damızlıkların yetiştirilmesine olanak sağlayacaktır. Bu da, yarış kalitesinin ve görsel zevkin artması anlamına gelmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tasarının amaçlarından en önemli olanı da, yarış gelirlerinden hesapta biriken paranın yalnızca Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından harcanması yerine, amacı doğrultusunda ve tabiî ki, mutlak surette kamu yararı gözetilmek şartıyla ve daha da önemlisi, hızlı ve etkin bir şekilde yatırıma dönüştürülmesi amacıyla sarf yetkisinin paylaştırılmasıdır. Bu amaçla biriken paralar, kamu hazinedarlığı sistemine dahil bir kamu bankasındaki özel hesaba aktarılacaktır ve bu paralar, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından sarf edilir veya ettirilir. Bu anlamda, tasarıyla, biriken paranın harcanmasında ve kamu yararına kullanılmasında bir inisiyatifin ortaya çıkacağı anlaşılmaktadır. Tasarının görüşülmesi esnasında komisyonlarda verdiğimiz önergelerle, bu konudaki tereddütlerimizi belirtmiştik. Umarız, bu tasarıyla, Kızılayımızın, Çocuk Esirgeme Kurumumuzun, Türk Hava Kurumumuzun gelirlerinde herhangi bir azalmaya gidilmez; çünkü, bu kurumlar için at yarışları gerçekten de önemli bir gelir kaynağıdır ve bu gelirlerle ayakta kalabilmektedirler. Bu tasarının amacına ulaşabilmesi için, her ortamda bu kurumlarımızın korunması ve gözetilmesi öncelikli amacımız olmalıdır.

Diğer bir yandan, her ne kadar Bakanlığın uhdesinde olmakla birlikte ve takdir hakları saklı kalmak şartıyla, ülke hayvancılığının geliştirilmesi açısından bu gelirlerden bir pay ayrılmasının son derece yararlı olacağı kanısındayım. Zira, hayvancılığın gelişmesi demek, daha fazla et, daha fazla süt ve dolayısıyla daha fazla protein demektir. Bu da, bu sektörle doğrudan ilgilenen ve sayıları 40 000'e ulaşan kesimin daha iyi beslenmesi demektir; daha sağlıklı, daha zinde ve daha iyi düşünen çalışanlar demektir. Yani, bir anlamda, bu amaç için ayrılan paralar, yine onlara dönecektir. Aynı zamanda da, ülke hayvancılığında büyük katkı sağlanarak, ekonomiye büyük oranda bir katmadeğer sağlaması açısından tasarı daha bir işlerlik kazanacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yine, tasarının önemli bir konusu da "koşulara kayıtlı her at doping muayenesine tâbi tutulur" ibaresinin madde metnine eklenmesidir. Bu da, kanımızca, hukukî olarak bazı sorunların çözüme kavuşturulması ve çelişkiye düşülmemesi açısından son derece yararlı olmuştur. Yalnız, burada bir konuya daha izninizle değinmek istiyorum.

Bilindiği üzere, at yarışlarıyla ilgili olarak doping muayenesiyle ilgili referans tek laboratuvar, Etlik Merkez Veteriner ve Kontrol Araştırma Enstitüsüdür. Gelişen teknolojiyle birlikte, doping olarak kullanılan ilaç ve maddelerin artması ve bunların teşhisinin ileri teknoloji gerektirmesi nedeniyle, bu enstitümüz olanaklarının çağın gereklerine uydurulması açısından desteklenmesi ve tüm ileri tekniklerin uygulanabilirliğinin sağlanması gerekmektedir. Bugüne kadar başarıyla görevini sürdüren bu laboratuvarın gelişen şartlara uyum sağlaması, bazı kötü niyetli at sahiplerinin bu konularda yapacakları suiistimallerin önüne geçecektir. Yine, biliyorsunuz, atların ithalat ve ihracatında Avrupa Birliği ülkelerince zorunlu olarak istenilen birçok test, yakın zamanlara kadar yapılamıyordu; ancak, günümüzde, her türlü test, ilgili enstitümüzde, Avrupa Birliği ülkeleriyle rekabet edercesine yapılabilmektedir. Bu konularla ilgili laboratuvarlarımız, referans laboratuvar olmuş ve enstitümüz de akredite olmuştur. Bu gelişmelerin kısa sürede olması gerçekten sevindiricidir. Her gün gelişen teknoloji ve bilimsel gelişmelerin olduğu dünyamızda, bu laboratuvarlarımızın çağın gereklerine uyum sağlayacağına ve bu konuda Bakanlığımızın gereken desteği sağlayacağına inancım tamdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bizim halkımız atsever, atasever, yurtseverdir. At, avrat, silah, yiğidin bahtınadır. Halk arasında "at koşar baht kazanır" şeklinde yaygın bir deyim vardır. Ben de, at koşsun, ülke kazansın diyor, at sahiplerinin, yetiştiricilerinin, seyislerin, jokeylerin haklarının korunması dileklerimle yasanın tüm ülkeye hayırlı uğurlu olmasını temenni ediyor, selam ve sevgilerimi sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın İbrahim Özdoğan...

İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum) - Konuşmayacağım.

BAŞKAN - Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.

2 nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2.- 6132 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin üçüncü fıkrasının (a) bendinin başına "Koşulara kayıtlı her at, doping muayenesine tâbi tutulabilir." cümlesi eklenerek birinci cümlesinde yer alan "koşturulduğunun" ibaresi "olduğunun" şeklinde, (b) bendi ile dördüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"b) Doping eylemine, at ilgililerinin katıldıkları tespit edilememiş olsa bile, dopingli olduğu tespit edilen at, ilk defasında bir yıl süreyle, ikinci defasında iki yıl süreyle, üçüncü defasında süresiz koşulara katılmaktan yasaklanır. İlk kez dopingli olduğu tespit edilen at, kayıtlı olduğu koşudaki birincilik ikramiyesinin üç katı tutarındaki para cezasının, at sahibi veya at sahibi vekili tarafından yarış müessesesine nakden ve bir defada ödenmesi halinde koşulara katılır. Bu durum atın ilgililerine verilen disiplin cezalarını ortadan kaldırmaz. Aynı atta tekrar doping tespit edilmesi veya aynı şahsa ait bir başka atta doping tespiti halinde bu maddedeki tekerrür hükümleri uygulanır."

"Bu maddede öngörülen ihtar cezası ile onbeş yarış gününe kadar koşulara katılmaktan ve yarışlarla ilgili yerlerde sanat icrasından geçici yasaklama cezaları, Yarış Komiserler Kurulu tarafından ilgililerin savunmaları alınmak kaydıyla verilir. Yarış Komiserler Kurulu tarafından alınan savunmalar ile diğer bilgi ve belgeler dikkate alınarak, onbeş yarış gününü aşan geçici yasaklama cezaları ile süresiz yasaklama cezaları Yüksek Komiserler Kurulunca verilir. Bu maddede belirtilen para cezaları ise her iki Kurul tarafından da verilebilir."

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Vedat Melik… (Alkışlar)

CHP GRUBU ADINA MEHMET VEDAT MELİK (Şanlıurfa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; At Yarışları Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 2 nci maddesinde görüşlerimi ifade etmek üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, yarışlar sırasında ve özellikle yarışlarda derece alan atlarda görülen performanslarını olumlu veya olumsuz etkileyecek maddelerin kullanımının kontrol edilmesi, bildiğiniz gibi, 6132 sayılı Yasayla her an mümkündür. Yani, yarışlara kayıtlı, daha doğrusu, deklare edilen bir at hakkında herhangi bir şüpheye kapılınması durumunda o ata doping kontrolü yapılmakta ve tespit edilmesi durumunda başta atın sahibi olmak üzere, ata, antrenörüne, jokeyine ve seyisine çok ağır cezalar verilebilmektedir.

Bu yasayla yapılacak değişikte ise, at, ister koşsun ister koşmasın, yarış için kayıt yaptırılmışsa, istenirse doping testine tâbi tutulabilecektir. Bu konu, öncelikle at sahiplerini, daha sonra da elbette ki, müşterek bahis oynayanları ilgilendiren bir konudur; ancak, bazı at sahipleri, yarışa kayıt yaptırdıkları atlarının yarıştan hemen önce rahatsızlanabileceğini, hemen tedaviye başlamaları gerekebileceğini ve tedavi için kullandıkları ilaçların da, yapılacak bir testte ata doping yapıldığı kanaati oluşturacağı düşüncesiyle bu yasa değişikliğine çekinceli yaklaşmaktadırlar. At yetiştiricileri benim ne söylediğimi çok iyi anlamaktadırlar; ancak, bu yasa değişikliği önerilirken, hem Türkiye Yarış Atı Yetiştiricileri Derneğinin hem de Türkiye Jokey Kulübünün tam olarak görüş ve desteği alınmıştır. Bu madde değişikliğinin iyi niyetli yarışçılar açısından hiçbir sakıncası yoktur.

6132 sayılı Yasanının, yine, 4 üncü maddesinin (b) bendinde yapılacak değişiklik ise, mevcut yasada verilen cezaların bir an önce yerine getirilmesi için bazı düzenlemeler yapmakta ve sorunun yerinde çözülmesi için Yüksek Komiserler Kurulu ile Yarış Komiserler Kuruluna ayrı ayrı yetki vermektedir.

Değerli arkadaşlar, görüşmekte olduğumuz yasa tasarısı, daha çok, hipodromun içini, ahırları, seyisleri ve antrenörleri ilgilendiren biraz teknik bir konudur. Türkiye'de yarış atı yetiştiricilerinin en önemli sorunu yüzde 60'ları geçen ve dünyanın hiçbir ülkesinde görülmeyen kesinti oranlarıdır. Benden önceki konuşmacılar bu konuya değindikleri için, ben, bu konuya tekrar girmek istemiyorum; ama, bu vesileyle şunu belirtmek isterim ki, bu kadar kesinti yapılmasının nedeni de, tabiî ki, sektör hakkındaki önyargı, yanlış bilgilendirme ve sektörün sahipsizliğidir. Bizim, zaman zaman hamasi duygularla övündüğümüz, kıtaları fethettiğimizi sık sık vurguladığımız, ayrılmaz bir parçamız olarak gördüğümüz ata kamuoyunun verdiği önem hiç de bu duygularla bağdaşmamaktadır.

Türkiye'de atçılığı ayakta tutan iki tür aktivite vardır bildiğiniz gibi; bunlardan biri, atla engelli atlamadır, diğeriyse üzerinde konuştuğumuz düz koşu, yani yarış atçılığıdır. Birincisi, ülkemizde spor olarak kabul edilen, birçok gencimizi at binmeye teşvik eden, güzel bir spor yapmalarına neden olurken, diğeriyse, konu hakkında doğrudan fikir sahibi olanlar dışındaki insanların biraz dudak bükerek baktıkları bir faaliyettir. Aslında, ülkemizde, hem ekonomik hem kültürel hem de sosyal yönden birçok faydası olan ve belki de verdiği sonuçlar itibariyle hizmet sektörü içinde sayılması gereken yarış atçılığıdır.

Değerli milletvekilleri, ülkemizde at yetiştiren ve at koşturan insanların büyük bir çoğunluğu, orta ve onun altındaki gelir seviyesine sahip insanlardır. Her atın bir seyisi vardır; bu seyislerin büyük bir çoğunluğu da ilkokul mezunu ve belli bir meslek sahibi olmayan vatandaşlarımızdır.

Eğer, bir at, üç yaşından sonra yarışlarda dereceye girmeye başlarsa, bu başarısından çok sayıda insan faydalanmaktadır; ama, eğer, ilk yarışında, herhangi bir sakatlık nedeniyle yarışlara dönmemek üzere yarışlardan koparsa, birçok umudu da beraberinde götürmektedir.

Yarış atçılığının, dünyanın gelişmiş ülkelerinde hangi noktalara geldiği ve o ülkelerin ekonomileri için de önemini, verilen rakamlar ortaya koymaktadır. Fransa, İngiltere, Avustralya ve İrlanda gibi ileri ülkelerde dahi yarış atçılığı, o ülkelerin ekonomilerine çok ciddî katkılarda bulunmaktadırlar. Türkiye'de ise, bütün engellemelere rağmen tarım ve turizm sektörüne önemli katkı yapan, vasıfsız işgücünün istihdam edilebildiği, ayrıca yetimlerin ve kimsesizlerin geçim kaynağı olan bir sektördür. Dolayısıyla dünyadaki örnekler göz önüne alınarak, ülkemizde yarış atçılığının hak ettiği düzeye getirilmesi için Tarım Bakanlığı bu konuya el atmalı, dünyada atçılık hangi düzeyde ise, örneğin, düz koşuların dışındaki yarışmaların yapılabilmesi için gerekli yasal düzenlemeler de bir an önce yapılmalıdır. Bu fikir de, komisyonda, Sayın Tarım Bakanına aittir, onu da belirteyim. Yani, düz koşu dışında televizyonlarda gördüğümüz rahvan yarışlar, arabayla yapılan yarışlar veya İngiltere'de olan engelli yarışlar da yapılabilmelidir. Yani, atçılıkla ilgili yapacağımız tüm değişiklikleri yapıp, bir an önce bu konuyu kapatmalıyız, atçılığı gerekli seviyeye ulaştırmalıyız.

BAŞKAN - Toparlayın lütfen.

MEHMET VEDAT MELİK (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Değerli milletvekilleri, çok kısaca, atçılığın faydalarını anlatabilmek için kendi seçim bölgem Urfa İlinden bahsetmek zorundayım. Çünkü, Arap atının Anadolu'daki en önemli yatağı Urfa İlidir, Arap atı üzerine türkülerin yazıldığı şehirdir. Cumhuriyet döneminden itibaren atçılığın yeniden geliştirilmesi amacıyla bugün sahibi bulunduğumuz tarım işletmelerindeki haralar kurulurken ve özellikle, Arap atları toplanırken, Anadolu'da en çok yararlanılan kaynak, Urfa ve Mardin İlleri olmuştur. Urfa'da bugün Tarım Bakanlığına bağlı cins erkek atların bulunduğu atçılık istasyonunun son yıllarda kapatılarak…

ZÜLFÜKAR İZOL (Şanlıurfa) - Suruç'u unutma.

MEHMET VEDAT MELİK (Devamla) -Urfa'yı derken, tabiî Suruç son yıllarda lokomotiftir, onu da söylemek isterim.

Bugün, Urfa'da çağdaş bir pansiyon hara  vardır. Bu hara sayesinde Urfa ve çevre illerinde Arap atı yetiştiriciliği daha da gelişmiştir.

Atçılığın Urfa'ya en basit bir faydasını söyleyerek konuşmamı tamamlamak istiyorum Sayın Başkanım. 2005 yılında Şanlıurfa Hipodromundan Şanlıurfa Belediyesine 2 trilyon gelir kalmıştır; ki, Şanlıurfa Belediyesi, bu hipodroma 20 kilometre uzaklıktadır, hiçbir ilgisi ve alakası yoktur bu atçılıkla.

Son olarak, atın yumurtlayan tavuğu kesmeye çalışmamalıyız, aksine, büyütmeliyiz. At, kendi yemini kendi artıran uğurlu bir hayvandır.

Bu kanunun ülkemizde yarış atçılığının sorunlarının çözümüne başlangıç olması umuduyla, herkese hayırlı ve uğurlu olmasını diliyor, Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - 2 nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

3 üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3.- 6132 sayılı Kanunun ek 1 inci maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"Carî yılda, yarış gelirlerinin bir evvelki takvim yılındaki yarış geliri toplamından fazla olması halinde, aradaki farkın yüzde kırklık kısmı Kamu Haznedarlığı Sistemine dahil bir kamu bankasında Tarım ve Köyişleri Bakanlığı emrine açılacak özel hesaba aktarılır. Bu hesapta biriken para, at ıslahı ve tesisleri ile hayvancılığın geliştirilmesi amacıyla Tarım ve Köyişleri Bakanlığınca sarf edilir veya yarış müessesesine sarf ettirilir.

Carî yılda yarış gelirinin bir evvelki takvim yılındaki yarış geliri toplamından az olması halinde yarış ikramiyelerinin açığı bu hesaptan kapatılır."

BAŞKAN - 3 üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

4 üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 4.- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN -  4 üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

5 inci maddeyi okutuyorum:

MADDE 5.- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN -  5 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Yasa tasarısının tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir, yasalaşmıştır; hayırlı olsun.

Değerli milletvekilleri, gündemin 8 inci sırasında bulunan, Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu ve 9 Milletvekilinin; Tütün, Tütün Mamulleri, Tuz ve Alkol İşletmeleri Genel Müdürlüğünün Yeniden Yapılandırılması ile Tütün ve Tütün Mamullerinin Üretimine, İç ve Dış Alım ve Satımına, 4046 sayılı Kanunda ve 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanuna Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu raporunun görüşmelerine başlayacağız.

8.- Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu ve 9 Milletvekilinin; Tütün, Tütün Mamulleri, Tuz ve Alkol İşletmeleri Genel Müdürlüğünün Yeniden Yapılandırılması ile Tütün ve Tütün Mamullerinin Üretimine, İç ve Dış Alım ve Satımına, 4046 Sayılı Kanunda ve 233 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanuna Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/722) (S. Sayısı: 1113)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Ertelenmiştir.

Değerli milletvekilleri, 9 uncu sıradaki, Özel Tüketim Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu raporunun görüşmelerine başlayacağız.

9.- Özel Tüketim Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1145) (S. Sayısı: 1112)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Ertelenmiştir.

Diğer yasa tasarılarında da komisyon bulunamayacağından, grupların da onayıyla bugünkü çalışma süremizi süresinden önce, 21.00'den önce tamamlıyoruz.

Kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 23 Mart 2006 Perşembe günü, alınan karar gereğince, saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

 

Kapanma Saati: 19.58