BIM 2 2 2006-03-27T07:34:00Z 2006-03-27T07:34:00Z 50 37431 213362 TBMM 1778 426 262023 9.3821 0 6 nk 6 nk 0

DÖNEM: 22       CİLT: 113       YASAMA YILI: 4

 

 

 

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

TUTANAK DERGİSİ

 

 

72 nci Birleşim

8 Mart 2006 Çarşamba

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

                                                      Sayfa    

  I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. - YOKLAMA

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- TBMM Başkanvekili Nevzat Pakdil'in, kadının Türk toplumundaki yerinin önemini; cumhuriyet dönemiyle birlikte yeniden ivme kazanan kadın haklarıyla ilgili düzenlemelerin, bugün, Yüce Meclisin de gayret ve azmiyle pozitif ayırımcılık noktasına geldiğini; 8 Mart Dünya Kadınlar Gününü, Parlamentoda onları temsil eden bayan milletvekillerinin huzurunda kutladığını ifade eden konuşması

B) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1.- Gaziantep Milletvekili Fatma Şahin'in, Dünya Kadınlar Gününe ilişkin gündemdışı konuşması

2.- İstanbul Milletvekili Güldal Okuducu'nun, Dünya Kadınlar Gününe ilişkin gündemdışı konuşması

3.- Erzurum Milletvekili Ömer Özyılmaz'ın, Tevhidi Tedrisat Kanununun kabul edilişinin yıldönümüne ilişkin gündemdışı konuşması

IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)

2.- Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1030) (S. Sayısı: 904)

3.- Trabzon Milletvekili Cevdet Erdöl ve 4 Milletvekilinin, Türk Tabipleri Birliği Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi; İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu ve 35 Milletvekilinin, 23.1.1953 Tarihli ve 6023 Sayılı Türk Tabipleri Birliği Kanununun 3224 Sayılı Yasa ile Değişik 60 ıncı Maddesinin Birinci Fıkrasının Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifi ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (2/672, 2/604) (S. Sayısı: 1069)

4.- Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair 607 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Millî Savunma Komisyonu Raporu (1/278, 1/1034) (S. Sayısı: 17 ve 17'ye 1 inci Ek)

5.- Gülhane Askeri Tıp Akademisi Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname ve Millî Savunma Komisyonu Raporu (1/277) (S. Sayısı: 1079)

6.- Bankacılık Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1160) (S. Sayısı: 1078)

7.- Değişik Adlar Altında İlave Ödemesi Bulunmayan Memurlara ve Sözleşmeli Personele Ek Ödeme Yapılması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1171) (S. Sayısı: 1103)

V.- SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Antalya Milletvekili Feridun Fikret BALOĞLU'nun, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının başlattığı bir incelemeye ilişkin Başbakandan sorusu ve Adalet Bakanı Cemil ÇİÇEK'in cevabı (7/11757)

2.- Çanakkale Milletvekili Ahmet KÜÇÜK'ün, Çanakkale'deki kamu personelinin görev değişikliklerine ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali ŞAHİN'in cevabı (7/11881)

3.- Hatay Milletvekili Mehmet ERASLAN'ın, çimento üretimine ilişkin sorusu ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Faruk Nafız ÖZAK'ın cevabı (7/11896)

4.- Konya Milletvekili Atilla KART'ın, bazı Devlet orman fidanlıklarının kapatılması kararına ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Osman PEPE'nin cevabı (7/11898)

5.- İzmir Milletvekili Muharrem TOPRAK'ın, İzcilik Yönetmeliğindeki değişikliğe ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali ŞAHİN'in cevabı (7/11900)

6.- Adana Milletvekili Tacidar SEYHAN'ın, TPAO'nun Irak'taki yatırımlarına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi GÜLER'in cevabı (7/11911)

7.- Denizli Milletvekili Ümmet KANDOĞAN'ın, Mavi Akım doğalgazının fiyatlandırılmasına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi GÜLER'in cevabı (7/11915)

8.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Rus doğalgazının fiyatına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi GÜLER'in cevabı (7/11916)

9.- İzmir Milletvekili Muharrem TOPRAK'ın, İzmir Fen Lisesinin ödüllendirilmesine ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK'in cevabı (7/11972)

10.- Antalya Milletvekili Tuncay ERCENK'in, Aspendos Tiyatrosunun korunmasına ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Atilla KOÇ'un cevabı (7/12144)

11.- İzmir Milletvekili Erdal KARADEMİR'in, Hasankeyf'teki taşınmaz kültür varlıklarına ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Atilla KOÇ'un cevabı (7/12145)

12.- Adana Milletvekili N. Gaye ERBATUR'un, Mozart'ı anma ve tanıtma etkinlikleri yapılıp yapılmayacağına ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Atilla KOÇ'un cevabı (7/12149)

13.- Denizli Milletvekili Mustafa GAZALCI'nın, sözleşmeli öğretmenlere ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK'in cevabı (7/12164)

14.- Tekirdağ Milletvekili Mehmet Nuri SAYGUN'un, 2006 yılında yapılacak kamu personeli alımına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali ŞAHİN'in cevabı (7/12229)

15.- Iğdır Milletvekili Dursun AKDEMİR'in, ikamet ettiği il dışına atanan geçici personele ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK'in cevabı (7/12241)

16.- Tekirdağ Milletvekili Mehmet Nuri SAYGUN'un, kapatılan APK Kurulu personeline ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK'in cevabı (7/12245)

17.- Çanakkale Milletvekili İsmail ÖZAY'ın, TBMM kulis girişlerindeki döner kapılara ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanvekili İsmail ALPTEKİN'in cevabı (7/12332)


I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak dört oturum yaptı.

Oturum Başkanı ve TBMM Başkanvekili Nevzat Pakdil, Batman'da bir saldırı sonucunda şehit edilen üç polis memuruna Allah'tan rahmet, ailelerine başsağlığı dileyen bir konuşma yaptı.

Van Milletvekili Mehmet Kartal, 4926 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifinin kanunlaşması halinde, gümrüklerde müsadere edilen bazı araçların millî ekonomiye sağlayacağı katkıya,

Erzurum Milletvekili Muzaffer Gülyurt, Erzurum'un düşman işgalinden kurtarılışının 88 inci yıldönümüne,

Sivas Milletvekili Osman Kılıç, Yeşilay Haftası münasebetiyle, içki, sigara ve uyuşturucu madde kullanımının özellikle gençler üzerindeki olumsuz etkilerine ve bu konuda alınması gereken tedbirlere,

İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar.

Suriye-Türkiye Parlamentolararası Dostluk Grubu Başkanı Mohammad Hallaq ve beraberindeki parlamento heyetinin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının konuğu olarak ülkemize resmî ziyarette bulunmasına,

Endonezya Temsilciler Meclisi Başkanı Agung Laksono'nun davetlisi olarak Endonezya'ya resmî ziyarette bulunacak olan Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanvekili Nevzat Pakdil'in beraberindeki Parlamento heyetini oluşturmak üzere gruplarınca isimleri bildirilen milletvekillerine,

İlişkin Başkanlık tezkereleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri Samsun Milletvekili Haluk Koç, İstanbul Milletvekili Ali Topuz ve İzmir Milletvekili K. Kemal Anadol'un, çocuklarının ticarî iş ve ilişkilerinde nüfuzunu kullandığı, lojman giderlerini kamuya ödeterek siyasî ahlak kurallarına aykırı davrandığı ve kamuyu zarara uğrattığı iddiasıyla Maliye Bakanı Kemal Unakıtan hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/5) Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergenin gündeme alınıp alınmayacağı konusundaki görüşme gününün Danışma Kurulu tarafından tespit edilip Genel Kurulun onayına sunulacağı;

Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım'ın Yunanistan'a,

Devlet Bakanı Mehmet Aydın'ın Kuveyt'e,

Yaptığı resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkerelerinin;

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 322 nci sırasında yer alan 1078 sıra sayılı kanun tasarısının bu kısmın 7 nci sırasına, 297 nci sırasında yer alan 1034 sıra sayılı kanun tasarısının 9 uncu sırasına, 309 uncu sırasında yer alan 1043 sıra sayılı kanun tasarısının 10 uncu sırasına, 324 üncü sırasında yer alan 1083 sıra sayılı kanun tasarısının 11 inci sırasına, 22 nci sırasında yer alan 860 sıra sayılı kanun tasarısının 12 nci sırasına, 8 inci sırasında yer alan 1081 sıra sayılı kanun teklifinin 13 üncü sırasına, 6.3.2006 tarihli gelen kâğıtlarda yayımlanan 1103 sıra sayılı kanun tasarısı ile 1102 sıra sayılı kanun tasarısının, 48 saat geçmeden, 8 inci ve 14 üncü sırasına alınmasına ve diğer işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesine; Genel Kurulun 7.3.2006 Salı ve 8.3.2006 Çarşamba günkü birleşimlerinde sözlü sorular ile diğer denetim konularının görüşülmemesine, 7.3.2006 Salı günkü birleşiminde kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine; 7.3.2006 Salı, 8.3.2006 Çarşamba günleri 15.00-22.00 ve 9.3.2006 Perşembe günü 14.00-21.00 saatleri arasında çalışmalarını sürdürmesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi ile,

Manisa Milletvekili Ufuk Özkan'ın, Petrol Piyasası Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin (2/671), doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesinin,

Yapılan görüşmelerden sonra;

Kabul edildikleri;

İstanbul Milletvekili Ali Kemal Kumkumoğlu'nun, Lozan Anlaşmasının İmzalandığı 24 Temmuz Gününden Başlayan Haftanın "Bağımsızlık Haftası" İlan Edilmesi Hakkında Kanun Teklifinin (2/610), doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesinin, yapılan görüşmelerden sonra, kabul edilmediği;

Açıklandı.

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:

3 üncü sırasında bulunan, Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin (2/212) (S. Sayısı: 305) görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin komisyon raporu henüz gelmediğinden;

4 üncü sırasında bulunan, Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun Tasarısının (1/1030) (S. Sayısı: 904),

5 inci sırasında bulunan, Trabzon Milletvekili Cevdet Erdöl ve 4 Milletvekilinin, Türk Tabipleri Birliği Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi; İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu ve 35 Milletvekilinin, 23.1.1953 Tarihli ve 6023 Sayılı Türk Tabipleri Birliği Kanununun 3224 Sayılı Yasa ile Değişik 60 ıncı Maddesinin Birinci Fıkrasının Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifinin (2/672, 2/604) (S. Sayısı: 1069),

Görüşmeleri, ilgili komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından;

Ertelendi.

6 ncı sırasında bulunan, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa'nın; 209 Sayılı Sağlık Bakanlığına Bağlı Sağlık Kurumları ile Esenlendirme (Rehabilitasyon) Tesislerine Verilecek Döner Sermaye Hakkında Kanun ile 2006 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin (2/699) (S. Sayısı: 1101), görüşmeleri tamamlanarak, elektronik cihazla yapılan açıkoylamadan sonra, kabul edilip kanunlaştığı açıklandı.

Kocaeli Milletvekili Nevzat Doğan, Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan'ın, konuşmasında, ileri sürmüş olduğu görüşlerden farklı görüşleri kendisine atfetmesi nedeniyle, bir açıklamada bulundu.

8 Mart 2006 Çarşamba günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşime 22.05'te son verildi.

 

 

 

Nevzat Pakdil

 

 

 

 

Başkanvekili

 

 

 

Yaşar Tüzün

 

Harun Tüfekci

 

 

Bilecik

 

Konya

 

 

Kâtip Üye

 

Kâtip Üye

 

 

 

Bayram Özçelik

 

 

 

 

Burdur

 

 

 

 

Kâtip Üye

 

 


BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 15.05

8 Mart 2006 Çarşamba

BAŞKAN: Başkanvekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 72 nci Birleşimini açıyorum.

Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- TBMM Başkanvekili Nevzat Pakdil'in, kadının Türk toplumundaki yerinin önemini; cumhuriyet dönemiyle birlikte yeniden ivme kazanan kadın haklarıyla ilgili düzenlemelerin, bugün, Yüce Meclisin de gayret ve azmiyle pozitif ayırımcılık noktasına geldiğini; 8 Mart Dünya Kadınlar Gününü, Parlamentoda onları temsil eden bayan milletvekillerinin huzurunda kutladığını ifade eden konuşması

BAŞKAN - Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, bugün, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü. Sözlerime, tüm kadınlarımızın, dünya kadınlar gününü tebrik ederek başlamak istiyorum.

Sayın milletvekilleri, her toplumda olduğu gibi, kadının, Türk toplumunda da önemli bir yeri vardır. Tarih boyunca, kadınların, devlet geleneğinde ve toplumda önemli ve saygın bir yeri olduğunu söylemek mümkündür.

Zaman içinde gelişen birtakım olumsuzlar ise, istisna olarak kalmaya mahkûmdurlar. Cumhuriyet dönemiyle birlikte yeniden ivme kazanan kadın haklarıyla ilgili düzenlemeler, bugün, Yüce Meclisimizin de gayret ve azmiyle, kadın hakları konularında pozitif ayrımcılık noktasına gelmiştir.

Türk kadınının bugüne kadar elde etmiş olduğu haklara sahip çıkıp sonuna kadar koruyacağına olan inancımı bu vesileyle tekrar ediyor, kadınlarımızı bu anlamlı gün vesilesiyle, Parlamentomuzda onları temsil eden değerli bayan milletvekili arkadaşlarımızın huzurunda kutluyor, gelişmelerini engelleyen her türlü yasal, fizikî ve sosyal olumsuzlukların kalktığı bir dünyada yaşamaları dilek ve temennisiyle, tüm dünya kadınlarına sağlık ve esenlikler diliyorum.

Sayın milletvekilleri, gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündemdışı söz vereceğim.

Gündemdışı ilk söz, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü münasebetiyle söz isteyen Gaziantep Milletvekili Fatma Şahin'e aittir.

Sayın Şahin, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Kadınlar Günü münasebetiyle, bugün, konuşma yapacak olan kadın milletvekili arkadaşlarımıza pozitif ayırımcılık uygulayacağımı da sizlere ifade etmek istiyorum. (Alkışlar)

Sayın Şahin, buyurun.

B) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1.- Gaziantep Milletvekili Fatma Şahin'in, Dünya Kadınlar Gününe ilişkin gündemdışı konuşması

FATMA ŞAHİN (Gaziantep) - Sayın Başkanım, başka alanlarda da pozitif ayırımcılık istiyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla gündemdışı söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinize saygılar sunuyorum.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü, tabiî ki, çok önemli bir gün; birtakım hukuksal mücadelelerin, kazanılmış olan bir hakkın teslim edildiği bir gün; ama, biz istiyoruz ki, sözde günübirlik kutlamalardan daha çok, özde, biz bugünleri ne yaptık, ne yapmak istiyoruz ve yakalamaya çalıştığımız hedefler nelerdir; bu günleri, bir hesaba çekme, kendimizi bir teraziye koyma günü olarak değerlendirmek istiyoruz.

Bu anlamda, ben, özellikle bu dönem milletvekili arkadaşlarıma huzurlarınızda teşekkür ediyorum. Başta Anayasa değişikliği olmak üzere, biliyorsunuz, hepinizin oylarıyla Anayasanın 10 uncu maddesini değiştirdik. Medenî Kanunda, Türk Ceza Kanununda, İş Kanununda, Yerel Yönetimler Kanununda yapmış olduğumuz değişikliklerle, kadınımızın hak etmiş olduğu hukuk mücadelesinde onun bir insan olduğunu, onun bu hukuk mücadelesinde hak ve hürriyetleri noktasında yasal eksikliklerini büyük bir çoğunlukla giderdik.

Tabiî ki, çok az yapılması gereken değişiklikler varsa da, bundan sonraki süreçte de bu Parlamento bu işi de halledecektir; ama, biz sahaya indiğimiz zaman, değerli arkadaşlar, hâlâ, eğitim seviyesi yüksek olan kadınlarımızda dahi, yasal okuryazarlık dediğimiz, yasayla kendine verilen hakkın, hukukun bilinmediğini gördük. Dolayısıyla, bizim ikinci derecede bir işimiz de, çıkarmış olduğumuz yasaları, toplum bilincini yükselterek ve kadınımızın yasal okuryazarlığını yükselterek, hakkını, hukukunu öğretmemiz gerektiğini sahada gördük.

Biliyorsunuz, biz, dört aylık bir komisyon çalışmasıyla dün raporumuzu tamamladık ve yapmış olduğumuz yasal düzenlemelerin yerelde de, sahada da, pratikte de ne kadarını uygulama alanı içerisinde veriyoruz, ne kadarında daha sıkıntılarımız var; bunu da dört aylık süreç içerisinde izledik.

Değerli arkadaşlar, hiçbir şeye pembe gözlüklerle bakmıyoruz. Biz, kadınımızın, hâlâ, eğitim ve sağlık problemleri olduğunu biliyoruz. Kadınımızın ekonomik problemleri olduğunu biliyoruz. Tabiî ki, ülkemizde üst üste yaşanan ekonomik krizlerden dolayı yüzde 10 küçülen ekonomi, önce, zayıf halka dediğimiz kadınlarımızı ve çocuklarımızı vurmuştur. Biz de eğitimde ve sağlıkta, ilk geldiğimiz günden beri, bunun bir sorun olduğunu ve bu sorunun mutlaka çözülmesi gerektiğinin bilinciyle, ilgili bakanlıklarda, ilgili çalışmalar hızla yapılmaktadır; ama, bu, yeterli mi; değil, daha yapılacak çok işimiz var.

Ben birkaç rakamla sizlerle bunları paylaşmak istiyorum. Değerli arkadaşlar, biz, Millî Eğitim Bakanlığıyla, biliyorsunuz, UNICEF'in işbirliğiyle "haydi kızlar okula" kampanyası başlattık ve başlattığımız zaman gördük ki, 700 000 kız çocuğumuz okuma yazma yaşında olmasına rağmen okula gitmiyor. Bu yapılan çalışma sonunda 175 000 kızımız okula başladı. Tabiî, bunların bire bir takip edilmesi ve bu sürekliliğin sağlanması gerekirken, geriye kalan okula gitmeyen kızlarımızın da mutlaka okullaştırılması gerekiyor. Bizim hedefimiz okumaz yazmaz kızımız kalmayacak. Çünkü, eğer, kadının statüsünden bahsediyorsak, eşitlikten bahsediyorsak, mutlaka, eğitim problemini halletmemiz gerekiyor.

Ve biz, bir şeyi daha başardık: Yaklaşık üç yıllık iktidarımız boyunca, 70 000 derslik yaptık değerli arkadaşlar. Bu 70 000 derslik, bu dönüp de tarihî sürece baktığımız zaman, yıllık yapılan okul sayısı itibariyle bir rekordur diyoruz. Fakat, bunun da yeterli olmadığını, bu sayıların mutlaka yükseltilmesi gerektiğini biliyoruz.

Bizde, ayrıca, sosyal devlet olmanın gerektirdiği, biliyorsunuz, Anayasada sosyal devlet olma hükmü vardır ve biz, bunu başarmak için, yoksul dediğimiz, en yoksul yüzde 6 dediğimiz ailelerimize, dargelirlilerimize, eğitim ve sağlık problemlerini halletmek için, Sosyal Riski Azaltma Projesi diye bir proje başlattık. Bu projenin 2 tane önemli ana damarı var; birincisi eğitim, ikincisi sağlık. Burada şunu yapıyoruz: İlköğretime devam eden erkek öğrenciler için 18 YTL, yani 18 000 000, ilköğretime devam eden kız öğrenciler için 22 000 000, ortaöğretime devam eden erkek öğrenciler için 28 000 000, ortaöğretime devam eden kız öğrenciler için de 39 000 000 yardım yapıyoruz ve toplamda baktığımız zaman, 2006 Ocak ayı itibariyle, 1,5 milyon öğrenciye 298 000 000 YTL yardım yapılmıştır. Bu çok önemli bir rakamdır ve mutlaka bu proje sonuna kadar desteklenerek devam etmelidir.

Gelelim sağlığa. Sağlıkta da 2005 yılında 4,5 milyon kadınımıza aile planlaması hizmeti verilmiştir. Değerli arkadaşlar, bu, 2002 yılında 3,1 milyondu, yani, hızla, kadınlarımız, aile planlaması noktasında bilinçleri artmakta ve gerekli yerlere müracaat ederek gerekli olan hizmetleri almaktadır. Ayrıca, anne ve bebek ölümlerine baktığımızda genellikle bunun yetersiz beslenmeden olduğunu araştırmacılar araştırmışlar ve Sağlık Bakanlığımız da bunu önlemek için, 2005 yılında, 1 580 bebeye demir desteği vermiştir; 2006 yılında ise 1 000 000 kutu demir alınmıştır; 751 790 bebeye de (D) vitamini verilmiştir. Eğer bunlar desteklenirse, istemiş olduğumuz binde 10 hedefine, çocuk ölümlerinde, Avrupa standartlarını yakalamak için çok önemli bir adım olarak görüyoruz ve mutlaka bu alanda da yapılması gereken hizmetlerin devam etmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Biraz önce belirtmiş olduğum şartlı nakit transferinde, sağlıkta da başlattık ve şunu yaptık değerli arkadaşlar: Eğer, yüzde 6 yoksulluk sınırına giriyorsanız ve 0-6 yaş grubundaysanız, gideceksiniz ve mutlaka sağlık hizmeti aldığınızı kanıtlayacaksınız. Sağlık hizmeti aldığınızı kanıtladıktan sonra da geleceksiniz, nakit para yardımı alacaksınız. Burada da hükümetimiz her çocuk için 17 000 000 vermiştir ve şu da çok önemli: Annelerimizin, biliyorsunuz, mümkün olduğu kadar hastane şartlarında doğum yapmasının annenin ölümünün riskini azalttığından dolayı, kadınlarımızın hastanede doğum yapmalarını teşvik etmek için 55 000 000 nakit yardımı yapılmaktadır. Yani, kadın gidip hastanede doğum yaparsa ancak, bu parayı alacaktır. Bu şart karşılığında bu para veriliyor. Bunların toplamında da, 2005 yılında 850 784 çocuk için 96 000 000 YTL yardım yapılmıştır ve 351 491 vatandaşımız bundan yararlanmıştır.

Eğitim ve sağlık önemli. Ekonomi…

HALİL TİRYAKİ (Kırıkkale) - Kadınlarla ilgili bir şey var mı Sayın Başkan?! Hükümet politikası… (AK Parti sıralarından "Ayıp, ayıp" sesleri)

ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Ayıp, ayıp!..

BAŞKAN - Lütfen dinleyiniz.

Sayın Şahin, buyurun, devam edin efendim.

FATMA ŞAHİN (Devamla) - Dünya Kadınlar Günü Sayın Vekilim, dikkatinizi çekiyorum. Bu kadar tahammülsüzlüğe de hayret ediyorum açıkçası.

Değerli arkadaşlar, birinci hedefimiz, eğer, Dünya Kadınlar Gününde Türkiye'deki kadınların problemini konuşmayacaksak, mutlaka ekonomik kalkınmamızı gerçekleştirmek zorundayız ve hızla, 2 500 dolardan aldığımız millî gelirimizi şu an 5 000 dolarlara çıkardık, hızla 10 000 dolarlara çıkmak zorundayız. 10 000 dolarlara çıktığımız zaman, kadınımızın birçok eğitim ve sağlık problemi, ekonomi problemi de hallolacaktır diye bütün yüreğimizle inanıyoruz ve bunun için de, hem Parlamento ve hem de hükümet olarak gerekli bütün adımları atıyoruz.

Gelelim siyasette kadına. Değerli arkadaşlar, biliyorsunuz, yüzde 4,4'üz. Yani, seksen yıllık Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir arpa boyu yol ilerleyememişiz. Bu bir sorundur; çünkü, bilimsel olarak araştırılmıştır ki, bir cinsin bir yerde temsil edilebilmesi için eşik nokta yüzde 33,3'tür. Şimdi, biz, birçok şeyi başarmış bir Parlamento olarak bunu da başarmak zorundayız ve bunun için de, siz değerli erkek milletvekili arkadaşlarımızın desteğinizi esirgemeyeceğinize bütün gönlümle inanıyorum; çünkü, bunun sorun olduğunu kabul ettiğiniz zaman, çözümün de beraber geleceğine inanıyoruz. Bunu yaparken de, nasıl bir yol izleyeceksek, nasıl bir yasal değişim yapacaksak ve nasıl bir teşkilat yapısıyla, kadınımızın, siyaset okulu gibi çalıştırıp, tabandan da gelebilecek talepleri aynen erkeklerle beraber aynı şartlarda mücadele…

ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Bakanınıza söyleyin bunları!

FATMA ŞAHİN (Devamla) - Efendim?

ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Ekonomiden sorumlu Bakanınıza söyleyin.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen hatibe müdahale etmeyiniz.

Sayın Şahin, buyurun, Genel Kurula hitap ediniz.

ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Takıyye oldu biraz.

İSMET ATALAY (İstanbul) - 10 dakika daha verin, az oldu!

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen hatibi dinleyelim.

FATMA ŞAHİN (Devamla) - Siyasette kadının varlığı şarttır ve bunun için de AK Parti Hükümeti olarak nasıl birçok radikal değişimlere imza attıysak, bunu da, biz, AK Parti olarak başaracağımıza bütün kalbimle inanıyorum değerli arkadaşlar.

Ayrıca, biz, Parlamento olarak demokrasiye, insan haklarına, özgürlüklere çok büyük yatırım yaptık; bunu yaparken, siz Cumhuriyet Halk Partili arkadaşlarımızın da desteğiyle yaptık; bunu, bu Parlamento çatısı altında yaptık; ama, tam demokrasi ve tam özgürlük için sizden bir şey daha istirham ediyorum değerli arkadaşlar; -bunun için de sizin tarafa bakıyorum dikkat ederseniz- bizim tam özgürlüğü sağlamak için, mutlaka, kamusal alan dediğimiz soyut kavramların masaya yatırılması ve kadınımızın eğitimi önündeki engellerin kaldırılması için gerekli desteği sizden almak istiyoruz. Bu konuda da, bundan önce yaptıklarınızla bunu yapabileceğinize inancımın tam olduğunu belirtiyorum.

Kadının gününde, kadının sorunlarının konuşulmasını istemiyoruz ve lütfen, sizlerden, kadının sorunlarının çözümü yönünde destek istiyoruz. Eğer, hâlâ, biz, kadının sorunlarını konuşmaya devam edersek, bu sefer kadınlar olarak, "erkekler günü" yapmaya karar veririz. O zaman, sizin durumunuzun da daha kötü olacağını düşünüyoruz.

O yüzden, hepinize saygılar sunuyorum ve Değerli Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, konuşmamın başında, biraz da latife olarak, hanımlara bir pozitif ayırımcılık kullanacağımı ifade etmiştim. Daha önce, burada, pozitif ayırımcılık noktasında çok çetin mücadele verdiğini söyleyen birkısım arkadaşların, bir hanım milletvekiline, konuşmaları sırasında bu kadar tahammülsüzlük göstereceklerini, doğrusu, tahmin etmemiştim.

Şimdi, aynı hoşgörüyü Sayın Güldal Okuducu için de kullanacağım.

Sayın Okuducu, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

2.- İstanbul Milletvekili Güldal Okuducu'nun, Dünya Kadınlar Gününe ilişkin gündemdışı konuşması

GÜLDAL OKUDUCU (İstanbul) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2006'nın 8 Martında Yüce Meclisin huzurunda ülkenin ve kuşkusuz ülke nüfusunun yarısını oluşturan kadınların yaşamlarına dair birtakım örnekler sunmak üzere huzurunuzdayım; saygıyla selamlıyorum Yüce Meclisi.

Ben, bu ülkenin bir kadını olarak, bu ülkenin seçilmiş bir kadını olarak, yaşadığım ve nefes aldığım her dakika, temsilcisi olduğum kitlelerin ve üzerinde yaşadığım bu ülkenin daha aydınlık, daha yaşanılır bir ülke olması için nefes alıyorum ve eğer Meclisteysem, sorumluluklarım da çok daha ağır diye düşünüyorum hepinizin olduğu gibi ve sorunları çözmenin de bizim, Meclisin omuzlarında olduğunu biliyorum.

Değerli arkadaşlarım, bu ülkenin kadınlarının geçmişten bugüne taşıdıkları gücü, gösterdikleri direnci ve mücadeleyi bilmekte, anlamakta, onu günümüzde yinelemekte yarar var diye düşünüyorum. Onun için, sizlere, 10 Aralıkta, Kız Muallim Cemiyetinin bahçesinde, Anadolu ve Rumeli Kadınlar Müdafaai Hukuk Cemiyeti temsilcisi kadınların yaptıkları konuşmadan birkaç satır okumak istiyorum, bugüne onunla gelmek istiyorum. Diyor ki kadınlar: "Türk Milletinin, kadınlı erkekli, savaşlarda can vermeyi asla düşünemeyeceğine, eğer silah ve cephanemizin bulunmadığına ümit bağlanıyorsa, düşmanları tırnaklarımızla boğacağımızı ve gerekirse, toprağın üstünde şerefsiz yaşamaktansa, toprağın altında kahramanca yatmayı tercih edeceğimizi bildiririz." (Alkışlar)

Bu, destansı Kurtuluş Savaşının bayrağını taşıyan, o ateşten yolda, özgürlük, adalet ve eşitlik diye yürüyen Türk kadınlarının destansı mücadelesinin abide sözleridir değerli arkadaşlarım ve o kadınlar, cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte, aydınlığının hakları olduğu bilincinde bir dizi aydınlanma devrimini gerçekleştirmiş kadınlardır ve bilinmelidir ki, sekseniki yıldır sahip olduğumuz cumhuriyetin mayasında, temel felsefesinde, oluşumunda, kadın-erkek eşitliği anlayışı yatmaktadır. Cumhuriyeti kuran bilinç, kadını ve erkeği eşit bir toplumu yapılandırmadıkça, insanca bir yaşamın, çağdaş bir yaşamın, kalkınmış, ilerlemiş, gelişmiş bir yaşamın söz konusu olamayacağını biliyordu. Bugün, kadın-erkek eşitliğine inanmayanlar, bunu sağlamak için yapılması gerekenleri yapmayanlar ve hatta, toplumda kadının ikinci bir düzeyde yaşamasına yön verecek uygulama ve değerlere sahip olanlar, bu sahip olanlar içinde özellikle yönetim noktasında bulunanlar, eğer bu ülkünün gerçekleşmesine hizmet etmiyorlarsa, eğer onun yara almasına neden oluyorlarsa, bilmelidirler ki, onlar, cumhuriyetin felsefesinden nasip almamış olanlardır. Bu felsefeyi kavrayan herkesin, bu inançla bugünü değerlendirmesi gerektiğine inanıyoruz ve o zaman diyoruz ki sevgili arkadaşlarım, 65 000 000'luk bir coğrafyada, yarı nüfusu kadın olan bu ülkede, kadınların büyük bir çoğunluğu hâlâ işsiz, kadınların büyük bir çoğunluğu hâlâ eğitimsiz, kadınların büyük bir çoğunluğu sağlıksız koşullarda ve sosyal güvencesiz ve kadınların büyük bir çoğunluğu, o şanslı çoğunluğu, çalışabilen çoğunluğu ise kölelik koşullarında, insanca yaşamanın çok altında ücretlerle, örgütsüz, sendikasız çalışmaya mahkûm.

Türkiye'nin kadın gerçeğinin, Türkiye'nin yüz akı olması gerekir; ama, Türkiye'nin kadın gerçeğine bakmasını bilen, başta siyasetçiler olmak üzere, ülke yönetiminden sorumlu olanlar, o aynaya baktıklarında, o aynadan bir tebessümün, bir mutluluğun yansımadığı gerçeğiyle de karşı karşıyadırlar.

Ben, şimdi, bu kürsüde, kadınlarla ilgili olarak her konuştuğumda söylediğim bir öyküyü, burada, yeniden tekrarlayacağım sevgili arkadaşlarım. Onlar, acıklı öyküler ve onlar sahipsiz ve onlar itilmiş ve onlar görülmeyen kadınların, yüzbinlerce kadının içlerinden bir tanesinin öyküsü. En acı olanı, insan hakkına, insanın yaşama hakkına müdahale eden bir anlayışın yansıması. Yine, ceylan gözlü bir kız, yaşadığı topraklarda, sadece bir başka gence gönül verdiği için ve sadece ailesinin istemediği bir gençle evlenmek istediği için eve hapsedilir. 17 yaşındaki Kiraz, dört gece, evdeki altı tane küçük çocuğun arasında yatar yer yatağında, gece başına bir şey gelecek diye. Gecenin bir yarısında, evin annesi, uyuyan çocukları yataktan alır, yan odaya taşır ve o gece, evde eli en güçlü olan, bileği en güçlü olan, Kiraz'ın boynuna biner. Kiraz o yatakta boğulur. Kiraz, konuşmaktan çekindiğimiz, ifade etmekten çekindiğimiz, bizi tutsak alan, bizi duvarlarının içine hapseden, kadınıyla erkeğiyle hepimizi mutsuzluğa mahkûm eden bir değerler sisteminin, bir sürdürülen gelenek anlayışının kurbanı olarak yerini alır.

Sevgili arkadaşlarım, bunu, sıradan bir olay, sorumluluğumuzun olmadığı bir olay diye değerlendirebiliyorsak eğer, orada vicdanlarımızın üzerindeki kabuk kalkmıyorsa ve o kabuğun kalkması üzerine bütün bu değerler sisteminin, kadını tutsak alan, onu erkeğiyle eşit saymayan, dolayısıyla onu insan saymayan bu değerler sisteminin dönüşümü için, ortadan kalkması için Mustafa Kemal inancıyla gerekenleri yapmıyorsak eğer, orada hangi söz söylenmelidir? Ben inanıyorum ki, dönüp sorarsak kalplerimize, o sözün ne olduğunu biliriz ve o sözün egemen olduğu bir Türkiye'de hiç kimse, hiçbir bürokrat ya da siyasetçi "ne yapalım, kadın da tecavüzcüsüyle evleniversin" diyemez. O değerlerin olmadığı bir toplumda "sokaktaki kadını koruyamıyoruz, öyleyse kısırlaştırılsın" diye, devletin, kamunun bir görevlisi söz edemez değerli arkadaşlarım.

Biraz daha ileriye gideyim, farklı bir örnek vereyim. Mustafa Kemal Atatürk'ün Türkiyesinde, bağımsızlık savaşının onuruyla, çağdaş cumhuriyetin yurttaşı olma bilinciyle yaşamaya, ayakta kalmaya çalışan kadınlar, o kadınlardan bir tanesi, Konya'da başı açık diye taşlanamaz. Değerli arkadaşlarım, 2006'da Konya'da bir kadın gazeteci… Olaya bütün ayrıntılarıyla hâkimim, bütün ayrıntıları biliyorum; yerinde inceleyerek, görerek, dinleyerek biliyorum. Bir kadın gazeteci, eğer, başı açık görev yapıyor diye, bu ülkede demokratik rejimi değiştirmeyi kendisine amaç edinmiş birtakım eller tarafından taşlanıyorsa, buna ses çıkarılmıyorsa, buna ses çıkarmayı yaşam felsefesi kabul eden, inancı kabul eden, görevi kabul eden kadınlar da, yani, Cumhuriyet Halk Partili kadınlar da Konya'da bir çalışma yapmak istediklerinde aynı anlayışın bir dolu saldırısına, sözlü saldırısına, yazılı saldırısına hedef oluyorsa, oturup düşünülmesi gerekir, laik demokratik cumhuriyetin neyle karşı karşıya olduğunun bir kez daha anlaşılması, toplum tarafından kavranması gerekir.

Sonuç olarak, ben, şunu ifade etmek istiyorum değerli arkadaşlarım ve ülkemin kadınlarına, onların geleceğini kuşatan, onların günlük yaşamını tehdit altına alan bir tehlikeli gelişmeden söz etmek istiyorum: Bu ülkenin kadınları, kazanımlarını, bu ülkenin devrimlerine borçludur. Bu ülkenin kadınları, laik, demokratik rejimin kazanımlarıyla insan gibi eşit yaşama haklarını sürdürmeye çalışmaktadırlar ve bugün, laik, demokratik rejim, bütün kurumlarıyla, bütün kuruluşlarıyla, bütün değerleriyle ve temel felsefesiyle, bizzat iktidar olanların saldırısı altındadır; yani, Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan kadınlar, bizzat seçtikleri iktidar eliyle kadın-erkek eşitliğinin ortadan kaldırıldığı, kadın özgürlüğünün yok edilmeye çalışıldığı koşullarla karşı karşıyadırlar.

DURDU MEHMET KASTAL (Osmaniye) - Hadi oradan!..

FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Ne demek hadi oradan?!

DURDU MEHMET KASTAL (Osmaniye) - Konuşma!..

NECATİ UZDİL (Osmaniye) - Dinle!..

GÜLDAL OKUDUCU (Devamla) - Buradayım ve bu sesi çıkarmaya devam edeceğim. Bu ülkenin laik, çağdaş değerleriyle ve olanaklarıyla bu kürsüyü kullanma hakkını kazanmış bir kadın olarak ülkemin kadınlarıyla bu acı, bu sıkıntılı gerçekleri, bu kısıtlı sürelerde paylaşmaya devam edeceğim. O gün Konya'da kalkan el, o gün Aliye'ye Konya'da kalkan el, bu değerlere inanmış bütün cumhuriyet kadınlarına kalkmış bir eldir. Dün, Başbakan, ulema sınıfını, ulemalara sorulmasını hedef olarak göstermişti. Ulemanın var olduğu ülkelerde; yani, laik, demokratik rejimden nasibini almamış olan ülkelerde kadınlara reva görülenlerin neler olduğunu bir an için hatırlarsak, asla ve asla, o uygulamaların bu coğrafyada yaşam bulamayacağına dair kararlılığımızı, bir kere daha, dile getirme ihtiyacını hissederiz sevgili arkadaşlarım. Eğer herkes elini laik cumhuriyetin üzerinden çekerse, eğer herkes elini hukuk devletinin ve demokratik anlayışın üzerinden çekerse, eğer herkes elini toplumun yarısını oluşturan kadınların eşitliklerinin ve özgürlüklerinin üzerinden çekerse, işte, o zaman, biz, bu kürsülerde bu konuşmaları yapmayız sevgili arkadaşlarım, başka konuşmaları yaparız ve ülkemin, aydınlığı özleyen, çocuklarının yarınki mutluluğunu hevesleyen, sadece ve sadece insan gibi yaşamak, insan gibi çalışmak ve gülümsemek isteyen kadınlarının ve kuşaklarının da yüzü o zaman güler ve belki, biz, o zaman, aslında, sosyal devletin ne demek olduğunu bir kez daha hatırlarız. Aslında, bir iktidarın sosyal devleti ortadan kaldırmak değil, aslında bir iktidarın ianelerle, poşetlerle, ücretsiz yemek dağıtımlarıyla yurttaşını kul eden ve ona bütün sahipsizlik duygularını yaşatan bir uygulamayla değil, onun eşit yurttaş olduğu ve haklarını kullandığı bir yurttaş haline gelmesini sağlarız.

HÜSEYİN TANRIVERDİ (Manisa) - Sosyal devlet bizim sayemizde oldu; senin haberin var mı?!

GÜLDAL OKUDUCU (Devamla) - İktidar, burada, ianelerle övünemez. İktidar, burada, dün ekranlara yansıyan, Batman'daki, 18 000 000'u almak üzere kuyruğa girmiş beyaz yemenili kadınların oradaki itiş kakış görüntülerini Türkiye'nin ekranlarına yansıtmış olmakla övünemez. Onlar insan…

AYHAN ZEYNEP TEKİN (BÖRÜ) (Adana) - Onlar memnunsa?..

GÜLDAL OKUDUCU (Devamla) - Onların hepsi insan ve insan gibi yaşama hakkına sahip. Aynen sizin ve benim çocuklarımızın okuduğu gibi, o iyi ve güzel okullarda okuma şansına sahip olmaları gerekmekte.

Sevgili arkadaşlarım, işte, burada, toplumunu kul olarak görme ile yurttaş olarak görme arasındaki ayırım ortaya çıkar. O ayırım da bizim bütün politikalarımızın temel ekseni olur. Herkes bir daha düşünmelidir, herkes bu ülkeye karşı sorumluluğunun ne olduğunu bir kez daha hatırlamalıdır ve bu ülkenin rejimine varlığını borçlu olanlar, bu ülkenin rejimini korumayı temel görev addetmelidir. Rejimle birlikte var olacağımızı biliyoruz cumhuriyetin kadınları olarak ve onunla birlikte var olacağımızı bildiğimiz için, her tür saldırıyı da göğüslemeye hazır olduğumuzu burada ifade ediyoruz.

Ülkeme aydınlık günler diliyorum. Ülkeme, her tarafından kuşatan güçlere karşı gereken mücadeleyi verip, sonucu ve güzelliği kazandığı günler diliyorum. Ülkemin kadınlarına da, kazanılmış haklarımıza sahip çıkmak, onları korumak, onları geliştirmede güç ve dayanışma diliyorum.

Yüce Meclisi selamlıyorum. (CHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, hepinizin huzurunda yapılan konuşmalarda, gördüğünüz gibi, üç beş dakika fazla konuşmakla kimseye bir şey olmuyor. Onun için, sabır göstermeyen arkadaşlarımı, bir kez daha, teenniye davet ediyorum.

Evet, şimdi, hanımlar için, milletvekili arkadaşlarımızın konuşma süreleri bitti.

Pozitif ayırımcılıktan, Sayın Özyılmaz, siz, çok az istifade edeceksiniz.

Gündemdışı üçüncü söz, Tevhidi Tedrisat (Öğretim Birliği) Yasasının kabul edilişinin yıldönümü münasebetiyle söz isteyen Erzurum Milletvekili Ömer Özyılmaz'a aittir.

Sayın Özyılmaz, buyurun efendim.

3.- Erzurum Milletvekili Ömer Özyılmaz'ın, Tevhidi Tedrisat Kanununun kabul edilişinin yıldönümüne ilişkin gündemdışı konuşması

ÖMER ÖZYILMAZ (Erzurum) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; tevhidi tedrisatın yıldönümü münasebetiyle gündemdışı söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Bu söz imkânını veren Değerli Başkana da saygılarımı sunuyorum.

Bugün 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla biraz önce değerli iki hanımefendi arkadaşımızı izledik, dinledik; kadınlarımızın, çeşitli bakış açılarından, sorunlarını gündeme getirdiler. Ben de, kadınlarımızın, analarımızın, bacılarımızın, eşlerimizin, kızlarımızın, bir bütün halinde kadınlarımızın, bu Dünya Kadınlar Gününü kutluyorum. Kadınlarımızın geçmişte ve bugün en temel sorunlarından birisi olan "eğitim" konusuyla huzurunuza çıkmış bulunuyorum.

Değerli arkadaşlar, eğitim tarihimizde, özellikle cumhuriyet döneminde çok önemli bir yeri olan Öğretimin Birliği, şimdiki deyişiyle; o günkü deyişiyle Tevhidi Tedrisat Kanunuyla ilgili olarak düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Bilindiği gibi Tevhidi Tedrisat Kanunu 3 Mart 1924 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edilmiş ve yasalaşmıştır. 1961 Anayasasında 153 üncü madde, 1982 Anayasasında 174 üncü madde olarak yer almış ve ülkemizdeki 8 inkılap kanunlarından birisi durumundadır.

Tevhidi Tedrisat Kanununun, şu anda elimde hem Osmanlıcası var hem bugünkü Latin harflerle yazılmış olanı var; onu, kısaca sizlerle paylaşmak istiyorum.

Kanun, 5 maddelik bir kanundur.

1 inci maddede: Türkiye'deki  bütün ilmiye ve tedrisiye müesseseleri; yani, Türkiye'deki bütün eğitim-öğretim kurumları Millî Eğitim Bakanlığına devredilmiştir; 1 inci madde bu. 

2 nci maddede: Kanunun kabul edildiği  tarihte mevcut Şer'iye ve Evkaf Vekâleti; yani, bakanlığı veya özel vakıflar tarafından idare olunan bütün medrese ve mektepler Millî Eğitim Bakanlığına devredilmiştir deniliyor.

3 üncü maddede:  Şer'iye ve Evkaf Vekâleti bütçesinde mektep ve medreseler için ayrılan bütçenin de yine Millî Eğitim Bakanlığına devredileceği söyleniyor.

4 üncü maddede: Millî Eğitim Bakanlığı uzman din görevlileri ve din bilginleri yetiştirmek üzere İstanbul Üniversitesinde bir İlahiyat Fakültesi  açmayı ve imam ve hatiplik görevlerini yerine getirmek üzere de orta dereceli okullar içerisinde imam-hatip lisesi açılmasını kanun emretmektedir.

5 inci maddede: Askerî liselerin de Millî Eğitim Bakanlığına bağlanmasını öngörüyor; fakat, kanunun bu 5 inci maddesi daha bir yıl geçmeden geriye alınıyor ve ondan sonra da Millî Eğitim Bakanlığına devredilmiş olan okul açma ve yönetme yetkisi, daha sonra, bir bakıma bozuluyor ve pek çok kurum ve kuruluş, bakanlık, okul açmaya başlıyor.

Değerli arkadaşlar, Tevhidi Tedrisat Kanununun çıkarılış gayesine bir baktığımızda şunları görürüz:

Birincisi; bütün eğitim kurumlarını tek elden yönetmeyi hedeflemiştir. Tevhidi Tedrisat Kanununun birinci çıkarılış gayesi budur.

İkincisi; Osmanlı Devletinde var olan medresenin yerine, din eğitiminin mercii olarak okullar gösterilmiştir.

Üçüncüsü; ilkönce Millî Eğitim Bakanlığına, tekeline verilen okul açma ve yönetme işinin, daha sonra -biraz önce dediğim gibi- diğer bakanlıklara devredildiğini de görüyoruz.

Dördüncüsü; devlet geleneğimizde, ulusal devlet geleneğimizde din eğitiminin devlet eliyle yapılmasını emreden çok önemli bir belgedir.

Beşincisi; okullarda tek tip insan yetiştirmek değil, eğitim yönetimini tek elden uygulamayı hedeflemiştir.

Tevhidi tedrisatı gerektiren sebeplere bir baktığımızda, değerli arkadaşlar, bir defa, kurumlar belli sürelerde doğarlar, büyürler, gelişirler ve ölürler. Osmanlı dönemindeki eğitim kurumları da, Osmanlı Devletiyle birlikte ömürlerini tamamlamışlar, artık yeni devlette yeni bir eğitim kurumuna ihtiyaç vardır, tevhidi tedrisatla bu hedeflenmiştir.

İkincisi, Osmanlı Devleti imparatorluktu; çok değişik milletlerin, çok değişik inançların, değişik coğrafî bölgelerin içerisinde bulunuyordu; ama, Türkiye Cumhuriyeti ulus devlet olduğu için, o anlayışla eğitim kurumları yeniden düzenlenmiştir.

Değerli arkadaşlar, Tevhidi Tedrisat Kanununu, bizim hem Meclis olarak, hem ülke olarak, hem ülkenin aydınları olarak çok iyi okuyup, üzerinde çok iyi düşünmemiz gerekir; çünkü, çoğu zaman, Tevhidi Tedrisat Kanununda olmayan birtakım anlayışların o kanuna yüklenmek istendiğine şahit olmaktayız. Mesela, daha kanun çıkarıldığı günlerde, tevhidi tedrisatın yerine "ilgayı tedrisat", o günkü tabirle, tedrisatın, yani eğitim-öğretimin bir bölümünü ortadan kaldırmayı düşünenler ortaya çıkmış; fakat, o gün bunlara fırsat verilmemişti.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Özyılmaz, lütfen, konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun.

ÖMER ÖZYILMAZ (Devamla) - Değerli arkadaşlar, aslında, Tevhidi Tedrisat Kanunu, ideolojik ve siyasî bir yönü olmayan, teknik bir konudur. Bütün bu kanun içerisinde yapılan iş, o gün medreseler, mektepler ve yabancı okullar diye üç başlı olan eğitim sistemini tek bir çatı altında toplamak olmuştur. Nitekim, bizim AK Parti Hükümetinin, 2005 yılında sağlık kurumlarını tek elden yönetmek üzere Sağlık Bakanlığına devretmesi gibi bir olaydır, çok benzemektedir bunlar.

Değerli arkadaşlar, son olarak şunu söylemek istiyorum: Bugün de, Öğretim Birliği Kanununu ve biraz önce olduğu gibi Dünya Kadınlar Gününü değişik anlayışlara çekme girişimlerinde olduğu gibi, değişik kavramları, onlarda olmayan birtakım anlamları onlara yükleyerek hem aramızda ihtilaf çıkarıyoruz, onu büyütüyoruz hem de hiçbir kimseye faydası olmuyor. Tevhidi Tedrisat Kanununa da diğer kanunlara da çağdaş birtakım kavramlara da, hiç kimse, ama hiç kimse, o kavramda veya o kanunda olmayan birtakım anlayışları, birtakım düşünceleri o kanunlara ve o kavramlara yüklemeye kalkışmasa, emin olun hayat daha kolay olacak, anlaşmamız ve birlikte hareket etmemiz daha kolay olacaktır diyorum.

Bu vesileyle, ülkemiz eğitim sisteminin sorunlarının çözümlenmesini, kadınlarımızın sorunlarının çözümlenmiş olarak yaşamlarını sürdürmelerini temenni ediyor, hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Özyılmaz.

Sayın milletvekilleri, gündeme geçiyoruz.

Alınan karar gereğince, sözlü soru önergelerini görüşmüyor ve gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.

Önce, sırasıyla, yarım kalan işlerden başlayacağız.

IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)

BAŞKAN - 3 üncü sırada yer alan kanun teklifinin geri alınan maddeleriyle ilgili komisyon raporu gelmediğinden, teklifin görüşmeleri ertelenmiştir.

4 üncü sırada yer alan, Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu raporunun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

2.- Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1030) (S. Sayısı: 904)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Tasarının görüşülmesi ertelenmiştir.

5 inci sırada yer alan, Trabzon Milletvekili Cevdet Erdöl ve 4 Milletvekilinin, Türk Tabipleri Birliği Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi; İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu ve 35 Milletvekilinin, 23.1.1953 Tarihli ve 6023 Sayılı Türk Tabipleri Birliği Kanununun 3224 Sayılı Yasa ile Değişik 60 ıncı Maddesinin Birinci Fıkrasının Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifi ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu raporunun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

3.- Trabzon Milletvekili Cevdet Erdöl ve 4 Milletvekilinin, Türk Tabipleri Birliği Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi; İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu ve 35 Milletvekilinin, 23.1.1953 Tarihli ve 6023 Sayılı Türk Tabipleri Birliği Kanununun 3224 Sayılı Yasa ile Değişik 60 ıncı Maddesinin Birinci Fıkrasının Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifi ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (2/672, 2/604) (S. Sayısı: 1069)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Teklifin görüşülmesi ertelenmiştir.

Sayın milletvekilleri, şimdi, kanun tasarı ve tekliflerinin görüşmelerine 1 inci sıradan itibaren devam edeceğiz.

1 inci sırada yer alan Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair 607 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Millî Savunma Komisyonu raporunun görüşmelerine başlayacağız

4.- Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair 607 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Millî Savunma Komisyonu Raporu (1/278, 1/1034) (S. Sayısı: 17 ve 17'ye 1 inci Ek)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Tasarının görüşülmesi ertelenmiştir.

2 nci sırada yer alan, Gülhane Askerî Tıp Akademisi Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair 604 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Millî Savunma Komisyonu raporunun görüşmelerine başlayacağız.

5.- Gülhane Askeri Tıp Akademisi Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname ve Millî Savunma Komisyonu Raporu (1/277) (S. Sayısı: 1079)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Tasarının görüşülmesi ertelenmiştir.

Sayın milletvekilleri, 6 ncı sıraya alınan, Bankacılık Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu raporunun görüşmelerine başlıyoruz.

6.- Bankacılık Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1160) (S. Sayısı: 1078) (x)

BAŞKAN - Komisyon?.. Burada.

Hükümet?.. Burada.

Komisyon raporu 1078 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde, AK Parti Grubu adına, Afyonkarahisar Milletvekili Halil Aydoğan; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Trabzon Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi; Anavatan Grubu adına, Diyarbakır Milletvekili Muhsin Koçyiğit; şahısları adına, Afyonkarahisar Milletvekili Halil Aydoğan, Ankara Milletvekili Faruk Koca, Samsun Milletvekili Haluk Koç, Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan ve Trabzon Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi'nin söz talepleri vardır.

Sayın Aydoğan, sizin ilk sırada şahsınız adına da söz talebiniz var; isterseniz, gruplar adına diğer arkadaşları önce konuşturayım, sizi sonra konuşturup birleştireyim; çünkü, araya girerseniz, ayrılması lazım.

                             

(x) 1078 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) - Tamam.

BAŞKAN - Evet, Trabzon Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi...

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) - Şahsım adına da talebim var Sayın Başkan; birleştiriyor musunuz?

BAŞKAN - Şahsınız adına; ama, sizinki sonda; yani, size…

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) - Sayın Aydoğan'ı birleştirdiniz de, onun için sordum.

BAŞKAN - Sayın Aydoğan'ınki ilk sırada, sıra geleceği için o bakımdan söyledim; size sıra gelme durumu çok zayıf görünüyor.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) - Peki.

BAŞKAN - Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Sayın Mehmet Akif Hamzaçebi, buyurun efendim.

Süreniz 20 dakika.

CHP GRUBU ADINA MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bankacılık Kanununda değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz aldım; sözlerime başlarken, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizin hatırladığı gibi, Bankacılık Yasasını geçen yıl Türkiye Büyük Millet Meclisi kabul etti ve yürürlüğe girdi. Üzerinde görüştüğümüz bu değişiklik tasarısı, Bankacılık Kanunundaki ilk değişiklik oluyor. Bugüne kadar, Türkiye'de, bankacılık sistemini düzenleyen çok çeşitli yasalar çıkmıştır. 1950'li yıllarda 7129 sayılı Yasa; yine, 1950'li yıllardan sonra, 80'li yıllarda 3182 sayılı Yasa ve 1999 yılında da 4389 sayılı Yasa çıkmıştı. Çıkan bu yasaların hepsi, dönemi için son derece ileri adımları taşıyan, o sektörü düzenleyen, olumlu düzenlemeleri içeren yasalardı. En son çıkan 4389 sayılı, yani bu yasadan önce çıkmış olan, 1999 yılında çıkmış olan Yasa da, dönemi için son derece ileri adımları atmış olan bir yasaydı; ama, o yasa 99 yılında yürürlüğe girdikten sonra toplam 9 kez değişti ve en son, şimdi üzerinde değişiklik yaptığımız, geçen yıl yürürlüğe giren 5411 sayılı Yasa yürürlüğe girdi.

Bunları şunun için söylüyorum: Bu yasaları çok sayıda değiştiriyoruz. Tabiî ki, artan ihtiyaçlara, ekonominin gelişmesine, yeni kurumların ortaya çıkmasına paralel olarak yasaların da değişmesi, bu değişime ayak uydurması gerekir; ama, bütün çözümü yasa değişikliklerinde ararsak, yasaları değiştirmek suretiyle sistemin, ekonominin sorunlarını çözeceğimizi düşünürsek, son derece yanılırız. Nitekim, 99 yılındaki yasa çok iyi bir yasa olmasına rağmen, Türkiye, o yasanın olduğu dönemde bir bankacılık krizi yaşadı ve halen, banka sistemimiz bu bankacılık krizinin etkilerini taşımaktadır. Nasıl taşımaktadır?.. 2001 kriziyle çöken reel ekonominin sorunları bankacılık sistemini de peşinden sürüklemiş. Aslında bir finans krizi gibi gözüken kriz, gerçekte bir reel ekonomi kriziydi. O nedenle, her ikisi birlikte bu kriz ortamına sürüklenmiş ve ekonomi, bankacılık sistemi, kendinden beklenen görevleri yapamaz duruma gelmiştir. Bankacılık sisteminin 2000 yılı düzeylerine ancak 2005 yılında ulaşabilmiş olduğumuzu sizlerin dikkatine sunmak istiyorum. Gerek bankacılık sisteminin açtığı kredilerin gayri safî millî hâsılaya oranı gerekse bankacılık sisteminin toplam aktif büyüklüğünün gayri safî millî hâsılaya oranlarına baktığımızda, biz, 2000 yılındaki oranları ancak 2005 yılında yakalamış gözüküyoruz. Krizden sonra bankacılık sisteminde şüphesiz bir iyileşme, bir toparlanma vardır; ama, bu iyileşmenin, bu toparlanmanın hâlâ bankacılık sistemini arzu edilen düzeye getirmiş olduğunu söylemek son derece güçtür.

Değerli arkadaşlar, bankacılık sisteminde, en son yapılan yasayla birlikte, geçen yıl yürürlüğe giren yasayla birlikte gündemimizde birkaç tane sorun vardır diye düşünüyorum. Bunlardan birincisi, bu sistem, bankacılık sistemi, ekonomideki gelişmelerin etkisiyle, doğal olarak, yabancı sermayenin ilgi duyduğu alanlardan biri olmuştur. Bankacılık sistemi, yabancı sermayenin Türkiye'de yatırım yaptığı alanların başında gelmektedir. Geçen yıl kabul ettiğimiz 5411 sayılı Yasanın görüşmeleri sırasında, henüz sistemde yüzde 3-4 düzeyinde olan yabancı sermaye oranı, bu sistemde şu an yüzde 12'ler düzeyindedir.

Yabancı sermayenin üzerinde durmamın nedeni şudur: Türkiye'nin şüphesiz doğrudan yabancı yatırımlara ihtiyacı vardır, Türkiye'nin istihdam yaratan yabancı sermayeye ihtiyacı vardır, Türkiye'nin tasarruf açığı vardır çünkü; ama, konu bankacılık sistemine geldiğinde, "Türkiye'nin bankacılık sisteminde sınırsız bir şekilde doğrudan yabancı sermayeye ihtiyacı vardır" demeyi mümkün görmüyorum. Şu nedenle mümkün görmüyorum: Çünkü, bankacılık sisteminde doğrudan yabancı yatarımlar, yabancı sermaye oranı yükseldiği zaman, reel ekonominin sorunlarına çözüm bulmak biraz zorlaşır. Neden zorlaşır; çünkü, Türk ekonomisinin öncelikleri, doğrudan yabancı sermaye açısından çok önemli olmayabilir. Türk ekonomisinin yüzde 96'sı, 97'si KOBİ'lerden oluşmaktadır; ama, KOBİ'lerin kredilendirilmesi yabancı sermaye için öncelik arz eden bir konu değildir veya Türk müteahhitlik sektörünün teminat mektubu ihtiyacı, tek tek bankaların çözmesi mümkün olmayan, karşılaması mümkün olmayan bir ihtiyaçtır. Yine, bu ihtiyacın giderilmesi, yabancı sermaye açısından önemli olmayabilir. Bu nedenle, bankacılık sisteminde, biz, Türkiye'deki sermayenin, Türkiye'deki sermayenin, Türkiye'deki tasarrufun rol almasını, görev almasını beklemeliyiz, onu sağlamalıyız diye düşünüyorum.

Yine, kriz dönemlerinde bankacılık sisteminin yabancı sermayesi, kredileri, diğer millî bankalara kıyasla, ulusal sermayeye kıyasla çok daha çabuk geri çağırırlar. Yine, makro politikalara uyum konusunda bizim bankalarımız kadar istekli davranmayabilirler. Yine, yurt dışına gidiş konusunda çok daha aceleci davranabilirler. En son, 2001 krizi sonrasında uygulanan İstanbul yaklaşımında, reel sektörün sorunlarına çözüm bulmak amacıyla, o zamanki hükümetin uygulamaya koyduğu, borçları zamana yayarak, reel sektöre, sorunlu sektöre, sorunlu üretim yapan şirketlere bir zaman tanımak, onlara nefes aldırmak amaçlı projeye yabancı sermayeli bankalar ilgi göstermemişlerdir. Bu nedenle, sistemde, biz, ulusal sermayenin, Türkiye'deki tasarrufların daha fazla görev almasını, daha fazla bu sisteme akmasını sağlayacak tedbirleri almak zorundayız.

Bankacılık sisteminde hangi sorunlarımız vardır diye baktığımızda, biraz önce sözünü ettiğim, aktif toplamının veya bankacılık sisteminin toplam varlığının millî gelire oranı olarak büyüklüğünü değerlendirdiğimizde, daha, almamız gereken çok mesafe olduğunu görürüz.

Yine, bankacılık sisteminde henüz vadeler uzamış değildir, mevduatta vade üç ay dolaylarındadır. Üç aylık vade, ekonomide hâlâ ciddî bir risk unsuru olduğu anlamına gelir. Makro göstergelerdeki iyileşmelere rağmen vadenin bir türlü uzayamamış olması, üç ay dolaylarında kalmış olması, vatandaşların, hâlâ sisteme, ekonomiye, programa güvenleri konusunda bir tereddütü olduğunu ifade eder. Nitekim, Hazine Müsteşarlığı da, yapmış olduğu iç borçlanmalarda, değişken faizli borçlanmaya, 2005 yılında, ağırlık vermek suretiyle vade uzatımına gitmeye çalışmaktadır; çünkü, değişken faizli borçlanmaya giderek, piyasaya faiz riski konusunda Hazine bir güven vermek istemektedir. Faiz riskini Hazine kendisi üstlenmektedir. Çünkü, bu faiz oranlarıyla vadeyi uzatma konusunda yatırımcılar, vatandaşlar programa, hükümete o güveni maalesef duyamamaktadır. Bunlar hem bankacılık sisteminin hem ekonominin sorunlarıdır.

Yine, bankacılık sisteminde temel sorun nedir diye baktığımızda… Özel sektör, bankacılık sisteminden kredi aldığı kadar yurt dışından da kredi almaktadır. Hatta, yurt dışından aldığı kredinin miktarı giderek artmaktadır. 2001 krizine kadar bankacılık sistemi üzerindeki açık pozisyon dediğimiz olay, yani, bankacılık sisteminin yurt dışından döviz elde edip, bu dövizi Türk Lirasına çevirip, Türkiye'de hazine bonosuna yatırım yapması şeklinde oluşan risk, şu anda, belki bankacılık sistemi üzerinde değil, ama ekonomideki şirketlerin üzerinde, üretim yapan şirketlerimizin üzerindedir. Çünkü, onların yurt dışından aldığı kredinin, dövizli kredinin miktarı olağanüstü ölçülerde artmıştır.

Bakın, size rakama vermek istiyorum: Özel sektörün -üretim yapan özel sektörü, reel sektörü kastediyorum- bankacılık sektörünü kastetmiyorum, Türkiye'deki bankaları kastetmiyorum, bu özel sektörün yurt dışından aldığı kredinin miktarına baktığımızda, bu kredi, 2000 yılında 31 milyar dolar düzeyindeydi, 2001 yılında, kriz olduğu yılda 30 milyar dolardır, 2002'de bu rakam 37 milyar dolara çıkmıştır ve şu andaki rakam, 2005 yılı rakamına baktığımızda, bu, 50 milyar dolar olmuştur. 2002 yılı sonuna kıyasla, bu hükümet döneminde, özel sektörün yurt dışından aldığı döviz kredisinin miktarında yüzde 48,7 oranında bir artış olmuştur. Bu, ciddî bir risktir sayın milletvekilleri, ciddî bir risktir. Kurda herhangi bir kıpırdamanın, kurda herhangi bir şekilde meydana gelecek radikal bir düzelmenin reel sektör üzerinde, ekonomi üzerinde etkisinin çok olumsuz olacağını bu rakamlar ifade etmektedir.

Yine, bankacılık sisteminin sorunu nedir diye baktığımızda -bu sorun, esasen, yine, ekonominin sorunudur- aracılık maliyetleri, yani, kredi maliyetleri yüksektir. Sonuçta, bütün bu maliyetler, üretilen malın maliyetine girerek, vatandaşın bütçesini etkilemektedir çünkü. Banka ve Sigorta Muameleleri Vergisi vardır. Kambiyo işlemlerinden, döviz alım satım işlemlerinden alınan gider vergisi vardır. Esasen yurt dışından kredi alınması veya yurt içindeki tasarrufların yurt dışına giderek, oradan Türkiye'ye kredi şeklinde gelmesinin gerisinde bu maliyetler vardır. Bu maliyetleri Türkiye'de indirmek, düzeltmek gerekir.

Uygulanan program, bu konularda henüz bir iyileşme sağlayamamıştır. Özel sektörün yurt dışından aldığı krediler, döviz kredileri, ekonominin üzerinde çok ciddî bir risk olarak durmaktadır ve iç politikadaki, içerideki, iç ekonomideki gelişmeler, uluslararası gelişmelerle birlikte değerlendirildiğinde, yine, ekonomide ciddî risklerin olduğu ortaya çıkmaktadır.

Bakın, cari açık var diyoruz değerli arkadaşlar. Cari açık, aynı zamanda, ekonominin tasarruf açığı var demektir; yani, tasarruflarımız o kadar eksik. Bu eksik olan tasarruf kadar, yurt dışından Türkiye'ye döviz girişi oluyor; sıcakpara diyoruz buna. 2002'de bu rakam yüzde 2,4'tü. Hükümetimiz yüzde 2,4 düzeyinden aldı, 2005 yılında yüzde 6,5 oldu. 2006 yılında yüzde 7'lerde, 7,5'larda bu dengenin oluşması bekleniyor.

Bu açığı biraz irdelediğimizde, biraz açtığımızda, karşımıza şu tablo çıkıyor: Özel sektörün tasarrufları düşüyor. Değerli arkadaşlar, özel sektörün tasarrufları sürekli olarak düşmektedir. Bakın, tasarrufların millî gelire oranı 2002 yılında yüzde 25,3; 2003 yılında yüzde 24,6; 2005 yılında yüzde 17,8 ve 2006'da yüzde 17,5.

Tasarruflar tüketime gidiyor değerli arkadaşlar. Tasarruflar, bir başka şekilde, verimli alanlara gitmiyor. Uluslararası piyasalara bakıyoruz, Çin; en çok tasarruf eden ülke Çin ve biz, Çin karşısında, kendimizi, Katma Değer Vergisi indirimiyle ayakta tutmaya, korumaya çalışıyoruz.

Değerli arkadaşlar, hükümetin tekstildeki Katma Değer Vergisi indiriminin, tekstil sektörünün sorunlarına çözüm getirmeyeceğini burada ifade etmek istiyorum. Hükümet, gerçek sorunu görmezlikten gelmektedir. Hükümet, gerçek sorunu, ekonominin, vatandaşların, ilgililerin dikkatinden kaçırmaktadır Katma Değer Vergisi indirimiyle. Katma Değer Vergisi indirimi tekstil sektöründe, KDV oranı yüzde 18'den yüzde 8'e indirilmek suretiyle, 10 puan olarak yapılmıştır. Bu 10 puanlık indirim ithalatta da vardır değerli arkadaşlar; yani, ithal edilen bütün tekstil ürünlerinde de Katma Değer Vergisi yüzde 18'den 8'e inmiştir. Yani, bu indirim ithalatı da cazip kılacaktır. İthalat ile yerli üretim arasında bir ayırım yapma şansı, zaten, teknik olarak mümkün değildir. Oranı herkes için indirirsiniz. İndirdiğiniz anda, bu oran indiriminden herkes yararlanır ve bu da, bizim ekonomimizin, tekstilin zaten rakibi olan Çin'in önünü biraz daha açacaktır. Yanlışlık nerede? Tekstil sektörü kur politikasından, kurun düzeyinden daha doğrusu şikâyet ediyor, politika değil, kurun oluştuğu düzey. Sorun burada; kurdaki yanlışlığı Katma Değer Vergisiyle, indirimiyle çözmek kadar bir yanlış olamaz. Doğru olan nedir? İstihdam maliyeti yüksek Türkiye'de. Hep söylüyorum, bu kürsüde fırsat buldukça ifade ediyorum, Türkiye, istihdam vergileri açısından, 30 ülkenin üye olduğu OECD içerisinde birinci sıradadır. İstihdam vergileri imalat sanayiinde ele geçen ücrete oranladığımızda yüzde 42,7'ye ulaşıyor. Türkiye birincidir. Hükümet, istihdam vergilerini indirmek suretiyle tekstil sektörünün ve diğer sektörlerin sorunlarına çare bulmayı denemelidir.

Değerli arkadaşlar, bu yasayı, üzerinde değişiklik yapılmasını düşündüğümüz 5411 sayılı Bankacılık Yasasını geçen yıl Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşürken batık bankalar konusunu sürekli görüştük, batık bankalar nedeniyle bu toplumun katlandığı maliyetin 47 milyar dolar olduğunu ve bu 47 milyar dolarlık maliyetin ancak 6-7 milyar dolarlık bir kısmının bu bankaların hâkim ortaklarından alınabileceğini de konuştuk; yani, geriye kalan 38-39 milyar dolarlık bir maliyet, maalesef, bu toplumun, bu milletin, vatandaşlarımızın cebinden çıkmıştır, onlar tarafından karşılanmıştır.

O noktada, bir finans kurumuyla ilgili olarak, bir değerlendirme yapmıştık. Türkiye'de, sadece, batanlar bankalar değildi, bir de finans kurumu vardı, bir özel finans kurumu vardı, 2001 yılı krizi nedeniyle faaliyeti durdurulan, faaliyetine son verilen ve tasfiyeye sokulan bir özel finans kurumu vardı; fakat, bu özel finans kurumunun tasfiyesi normal hükümlere göre yürümektedir, normal, diğer şirketlerin tasfiyesinde hangi hükümler uygulanıyorsa bu finans kurumu da o şekilde tasfiye edilmektedir; ama, tasfiyenin bugün gelmiş olduğu noktada, 100 000'e yakın vatandaşımız, tutarı 800 000 000 dolara ulaşan alacağını alamamakla karşı karşıya kalmıştır.

Biz, şunu önerdik o zaman: Bu finans kurumunun da tasfiyesini Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu üstlensin, tasfiye varlığıyla tasfiye borçlarının ödenememesi halinde -ki, ödenemiyor, 800 000 000 dolar alacağın ödenme olanağı yok, böyle bir varlık yok çünkü- bu varlığın, bu alacağın tahsili için Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu bu özel finans kurumunun sahiplerine ve hâkim ortaklarına gidebilsin. Bu önergemiz, o zaman, Plan ve Bütçe Komisyonunda kabul edildi, yasaya girdi; ama, o yasa burada görüşülürken bir el o maddeyi bu yasadan çıkardı değerli arkadaşlar. Bunu, o zaman görüşmüştük. Sayın Başbakanımız, bu özel finans kurumunun tasfiyesinin Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu tarafından yapılmasını, 800 000 000 dolarlık, vatandaşın alacağının bu özel finans kurumunun sahiplerinden, hâkim ortaklarından alınmasını önlemiştir.

Değerli arkadaşlar, Sayın Başbakanın bu yanlış tutumunu, bu haksız tutumunu düzeltmenin yeri bu yasadır. Üzerinde görüştüğümüz  bu tasarının 1 inci maddesinde bu konuya ilişkin bir önergemiz olacaktır. Geçen yıl Plan Bütçe Komisyonunda  kabul edilen; ama, Genel Kurulda tasarı metninden, yasa metninden çıkarılan bu düzenlemeyi, tekrar, sizlerin takdirine sunuyoruz. Bu konunun Yüce Meclisin desteğiyle kabul edilerek, 100 000'e yakın vatandaşımızın bu alacağının o finans kurumunun sahiplerinden alınarak kendilerine ödenmesinin sağlanmasının uygun olacağını düşünüyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; uygulanan ekonomik programla ilgili olarak birkaç rakam daha vermek istiyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Hamzaçebi, konuşmanızı tamamlar mısınız.

Buyurun, eksürenizi verdim.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkan.

Programı, Sayın Başbakanımız ve ilgili bakanlar, makro göstergelerdeki iyileşmeleri söyleyerek olumlu olarak değerlendiriyorlar. Şüphesiz, makro göstergelerdeki iyileşmeler hepimizi mutlu ediyor, bunlardan şikâyetçi olmak mümkün değil; ama, ekonomiyi sadece bu göstergelere bakarak değerlendirmenin doğru olmadığını, eksik olacağını düşünüyorum. Bunu çok konuştuk.

Benim bu vesileyle size vermek istediğim rakam, bir başka rakam. Rakam şu: Ekonomik program küçük tasarruf sahibinin tasarruflarının erimesine yol açıyor değerli arkadaşlar. Küçük tasarruf sahibinin tasarrufları erirken, bu insanlarımız, bu vatandaşlarımız ayakta kalabilmek, günlük yaşamını sürdürebilmek için tasarruflarını bozdururken, büyük tasarruf sahiplerinin tasarrufları artmaktadır.

Bakın, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunun raporundan size rakam vermek istiyorum: 10 000 YTL'ye kadar olan mevduatın tutarı Kasım 2004'te 26 000 YTL iken; yani, 26 katrilyon lirayken, Kasım 2005'te 21 katrilyona düşmüştür; yani, küçük tasarruf sahiplerinin tasarrufları 5 katrilyon lira azalmıştır. Düzeltiyorum YTL cinsinden; 26 milyar YTL'den 21 milyar YTL'ye inmiştir; yani, 26 katrilyon liradan 21 katrilyon liraya inmiş, 5 katrilyon azalmıştır.  1 000 000 YTL ve üzeri; yani, 1 katrilyon ve üzerindeki tasarrufun miktarına baktığımızda, bunun da 26 katrilyon liradan 36 katrilyon liraya çıktığını; yani, 10 katrilyon lira, 10 milyar YTL arttığını görüyoruz. Küçük tasarruf sahibi eriyor; ama, büyük tasarruf sahibinin geliri, tasarrufu artıyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Son cümlem Sayın Başkan.

BAŞKAN - Buyurun.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Bu program bu açıdan da değerlendirilmek durumundadır değerli arkadaşlar. Program, küçük tasarruf sahibini, dargelirliyi, gerçekten, şu rakamlar bile gösteriyor ki, ezmektedir, ortadan kaldırmaktadır. Bu sosyal yanını da sizlerin dikkatine sunuyorum.

Sözlerimi burada bitirirken, hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Anavatan Partisi Grubu adına, Diyarbakır Milletvekili Sayın Muhsin Koçyiğit, buyurun.

ANAVATAN PARTİSİ GRUBU ADINA MUHSİN KOÇYİĞİT (Diyarbakır) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 1078 sıra sayılı Bankacılık Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde, Anavatan Partisinin görüşlerini belirtmek üzere söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sözlerime başlamadan önce, bugün, hepimizin bildiği gibi, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü; bu nedenle, öncelikle, kadınlarımızın ve tüm dünya kadınlarının Kadınlar Gününü kutluyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan yasa tasarısının genel gerekçesinde, 5411 sayılı Bankacılık Kanunu ile finansal piyasalarda güven ve istikrarın sağlanması, kredi sisteminin etkin bir şekilde çalışması, tasarruf sahiplerinin hak ve menfaatlarının korunması ve ayrıca, bu tasarıyla devletin ve sosyal güvenlik kuruluşlarının, amme alacağı niteliğinde olan alacaklarının, kamu yararı açısından, Fonun, imtiyazlı alacaklarının önüne alınması amaçlandığı belirtilmektedir.

Tabiî, bu vesileyle, bunlardan bahsetmeden önce, genel olarak bankacılık sistemi, kredilendirme, tasarruf ve tasarruf sahibinin hak ve güvencelerinden bahsedeceğiz. Bunun için öncelikle bankacılık sisteminin genel görünümünden bahsetmek istiyorum.

Her ne kadar, bugün, bankacılık sistemi genel görünüm itibariyle, rakamsal verilere bakıldığında, olumlu bir tablo çiziyorsa da, eğer önlem alınmadığı takdirde, bankacılık sistemi bünyesinde bazı riskleri de taşımaktadır. Bu bakımdan, ben, öncelikle bu risklerin neler olduğu, bunlarla sözlerime başlamak istiyorum.

Bunlardan birincisi, mevduat vadesi ile kredi vadesi arasındaki uyumsuzluk riski; çünkü, hepimizin bildiği gibi, bugün, ortalama mevduat vadesi üç ay, bilemediniz altı ay; oysa, konut kredileri, tüketici kredileri, özellikle konut kredilerindeki vade yirmi yıl, hatta otuz yıla çıkmaktadır; yani, bankalar, bir yerde, üç ay için topladıkları mevduatı, otuz yıla fonlamaktadırlar. Tabiî, burada, bir açık meydana gelmekte. Bu açığın da kapatılabilmesi için bankacılık sistemi fonlanma yöntemiyle, yurt dışından borç almaktadırlar. Doğal olarak, bir kriz halinde, yurt dışından alınan bu döviz açıkları, bu borçlar, bir yerde kur riski olarak bankacılık sistemi bünyesinde mevcut halde kalmaktadır.

İkincisi; konut kredilerinin kaynak maliyeti ile kredi faiz oranları arasındaki uyumsuzluk. Hepimizin bildiği gibi, bugün bankacılık sistemi, ortalama yüzde 15, 14, 16, o civarda mevduat toplamakta. Bu maliyetle topladığı mevduatını, yüzde 1'lerin altına düştüğü yıllık yüzde 11'ler civarındaki kredilendirme yoluna gitmektedirler. Bir yerde, mevduatın maliyeti ile kredinin maliyeti arasında bankacılık sistemi aleyhine bir risk oluşmaktadır. Bu da aslında, bankacılık sistemi içerisinde var olan bir riskin varlığıdır.

Yine bir diğer risk unsuru, bilindiği gibi, Türkiye'de, ülkemizde, bankacılık sisteminin derinliği yoktur, sığdır. Bu sığ, derinliği olmayan bankacılık sistemi içerisinde çok geniş oranlarda kredilendirilmeye gidilmesi, bir yerde, bir kriz anında, bankacılık sisteminin bu geniş kredileri kaldıramayacağını göstermekte ve bünyesinde böyle bir riski bulundurmaktadır.

Yine, kredi kartı riski vardı; fakat, geçen haftalarda bu Yüce Meclisten geçirilen bir yasa tasarısıyla, bu risk şimdilik ortadan kaldırılmıştır; bunu buradan geçiyoruz.

Yine, diğer bir risk de bankaların, konut kredilerini verirken, ipoteklerini konutların aşırı şişmiş, fiktif değerleri üzerinden teminata bağlamaktadırlar; fakat, en ufak bir risk anında bu konut maliyetleri, konut fiyatları düşeceğinden, bankaların teminatları, ipotekleri karşılıksız kalacaktır. Bu da, bir nevi, bankacılık sistemi içerisinde bir risk olarak varlığını devam ettirmektedir.

Yine, bugün bankacılık sistemi içerisinde küçük ve orta ölçekli bankaların birleşmemekteki direnci, bir nevi, yabancı bankaların gelerek, bunların sermayesini ele geçirmesine neden olmaktadır.

Bunun anlamı nedir; bankacılık sektörü yabancıların eline geçerse, öncelikle, kredi musluklarını reel sektöre kapatırlar ve üretimimiz artmaz, istihdamımıza bir çözüm gelmez. Bu bakımdan, bu da bir risk olarak durmaktadır. Bu konuda Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kuruluna görevler düşmektedir bu bankaların birleştirilmesi bakımından.

Yine aynı şekilde, hepimizin bildiği gibi, 2007 yılı başından itibaren "Basel 2 Kriterleri" dediğimiz, bankaların sermaye yeterlik oranlarının yükseltilmesi, belli bir oranda olması zorunluluğu vardır. Eğer, bankaların bu sermaye yeterlik oranları, belli bir oranda olmazsa, küçük ve orta ölçekli bu bankalar, bir yerde, yabancı sermaye ve bankaların denetimine ve onların yönetimine girecektir. Bu da bir bakıma, Türk bankacılık sisteminin yabancılaşması sorununu beraberinde getirecektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepimizin bildiği gibi, ülkemizde uygulanmakta olan liberal kapitalist sistem, bankacılık sistemi bir yerde güvene dayanmaktadır. Yani, sistemin temelinde güven vardır. Bu güven kurumlarının başında da bankacılık sistemi, Maliye Bakanlığı, Hazine gelmektedir. Bu bakımdan, özellikle, burada bulunan yöneticilerin, bakanların, siyasîlerin, demeçlerinde, konuşmalarında çok dikkatli olmaları, az ve öz konuşmaları gerekmektedir. Aksi halde, en ufak bir tedirginlikte, sermaye, tasarruf, hepimizin bildiği gibi, ürkektir kaçarak yurt dışına gidecektir yahut da yurt içinde bankacılık sistemi dışına çıkıp yastık altına gidip verimsiz bir şekilde orada boşuna bekleyecektir. Bu bakımdan, özellikle, Maliye Bakanımızın kısa bir süre önce bir siyasî partimizin genel başkanı ve parti hesapları hakkında yaptığı bir açıklama kamuoyunda büyük yankı bulmuştur. Aslında, burada önemli olan, acaba, bir siyasî partinin genel başkanının hesabında para olması mı, yoksa, bir Maliye Bakanının bir şekilde ıttılaı dahiline giren bir bilgiyi açıklaması mı skandaldır, önemlidir? Bunları sizlere sormak istiyorum. Bu bakımdan diyorum ki, bu tür kurumlarda Maliye Bakanı, Hazine Bakanı gibi bakanların bir şekilde öğrendikleri bilgileri kendilerine saklamaları, bunları kamuoyuna ifşa etmemeleri gerekmektedir. Çünkü, tamamen bu sistem güvene dayalıdır; güven zedelenirse, beraberinde krizleri de getirecektir. Tabiî, hepimizin bildiği gibi, bankalar, sahip oldukları bilgileri sadece Vergi Usul Kanununun 148 inci maddesi uyarınca vergi incelemesi yapmakla mükellef olanlara bildirmek zorundadırlar, bunların dışında kimseye bir sır, bir bilgi vermek zorunda değildirler. Bu vergi inceleme elemanları da aldıkları bu bilgileri sadece kendilerinde kalmak zorunda, hiç kimseye açıklamak, bilgi sızdırmak mecburiyetinde değildirler ve hatta bunların bu bilgi sızdırmalarını engellemek üzere Vergi Usul Kanununun 5 inci maddesinde "vergi mahremiyeti" dediğimiz bir maddede düzenlenmiştir, bunu dışarıya sızdırmaması gerekmektedir. Bu bakımdan, herkesin dikkat etmesi, herkesin, sistemin işlemesi için elinden gelen gayreti göstermesi gerekmektedir.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; elbette sır olacak, sırrı kabul ediyoruz, ticarî sırrı kabul ediyoruz; ama, bu sırrın da ne olduğu yasalarla, objektif kurallarla açık ve net şekilde belirlenmesi lazım; aksi halde bazı yolsuzlukların sır kavramı adı altında gizlenerek birilerine rant sağlama aracı haline gelmemesi lazım. Bu bakımdan, sırra evet; ama, sırrın objektif, açık ve net olması, yolsuzlukların üzerini örtmemesi gerektiğine inanmaktayız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının, bildiğimiz gibi, yüksek, net döviz varlığının olması, yani dövizde uzun pozisyon almasının artıları ve eksileri vardır. Özellikle bugün içinde bulunduğumuz dönemde kurun aşırı değerli olması sonucu olarak Merkez Bankasının böyle bir pozisyonda 50 milyar doların üzerinde net döviz varlığı tutması bir şekilde ekonominin zarar hanesine yazılmaktadır. Şöyle ki: Hepimizin bildiği gibi, kur değişikliklerinin izlendiği Merkez Bankasının değerleme hesabında 2004 yılı sonu itibariyle 129 000 000 YTL olan zarar 2005 yılı sonu itibariyle 2.161 trilyon YTL'ye çıkmıştır, yani neredeyse 20 kata yakın zararı artmıştır. Bu bakımdan, Merkez Bankasının bir şekilde aşırı değerli kuru, faiz politikasını yüksek tutarak, dışarıdan gelen kaynaklara, yabancılara Merkez Bankasının faizlerini bir şekilde rant olarak aktarması, Hazinede, bu devletimize, milletimize bir yük olarak gelmektedir.

Yine, aynı şekilde, Merkez Bankasının bu kuru ayarlamaması sonucu cari işlemler açığı artmakta, ithalat patlamakta, ihracat düşmekte ve ithalat patlaması sonucu, dışticaret açığına paralel olarak cari işlemler açığı da artarak, yurt dışına Türk Lirasının, dövizin rant olarak gitmesine neden olmaktadır. Bunların önlenebilmesi için, Merkez Bankasının daha gerçekçi bir kur politikası izlemesi gerektiğine inanmaktayız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yabancı sermaye bir ülkeye sosyal amaçla gelmez, o ülkenin kalkınmasına katkıda bulunmak için de gelmez. Yabancı sermayenin amacı, gittiği ülkede kısa sürede kâr ederek, kârını tekrar dövize dönüştürüp kendi ülkesine gitmektir. Bu bakımdan, yabancı sermayenin gelişi genel olarak reel sektöre değil finans sektörüne olmaktadır. Finans sektöründe olan bir yatırım, finans sektöründe olan bir yabancı sermaye de doğal olarak reel sektöre gelmediğinden, yatırımlara, üretime ve istihdama bir katkıda bulunmayacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bankacılık sistemi içerisinde izlenmekte olan takipteki alacaklar ve bunun bir uzantısı olarak protestolu senet sayıları gün geçtikçe artmaktadır.

Şöyle ki, 2004 yılı sonu itibariyle protestolu senet sayısı 46 000 civarındayken, 2005 yılı ocak ayında 62 000'e, yani, yüzde 74 artışla 62 000'e ve 2005 yılı sonunda ise kasım ayındaysa 90 000'e çıkmıştır. Yani, 2004'te 46 000 olan protestolu senet sayısı, 2005 yılı sonunda 90 000'e, yüzde 100'e yakın bir artışla 90 000'e çıkmıştır. Bu da bize neyi gösteriyor; demek ki, ülkemizde, esnaf ve sanatkârlarımız, ticaret erbabımız işlerini yürütemiyorlar, tamamen icralık olmuş durumdadırlar. Hatta, bugün, esnaflarımız, bankacılık sisteminden kredi almakta zorlanmaktadırlar, aldıkları ticarî kredileri ödeyemez duruma gelmişlerdir ve bununla karşılaşan esnafımız yolunu bulmuştur; ne yapmaktadır; daha düşük faizli olan konut kredilerini alabilmek için, kendi üzerindeki evlerini zincirleme şekilde kardeşine, bir yakınına aktararak, satın almış göstererek, bu şekilde bir nevi konut kredisi almakta ve bunu ticarî kredi olarak işlerinde kullanmaktadır. Bu da, sistemin bir yerde tıkanması durumunda, sistemin bağrında, yapısında büyük oranda krize neden olacak bir riski de bünyesinde taşıdığını göstermektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz bu yasa tasarısıyla başlıca iki düzenleme yapılmıştır.

Birincisi; Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun imtiyazlı alacakları vardır, bankalar imtiyazlı alacakları; bundan sonra, 6183 sayılı Yasaya göre devletin ve sosyal güvenlik kuruluşlarının alacakları, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonundaki bankaların imtiyazlı alacaklarının önüne alınmıştır. Bu, bir yerde olumlu bir düzenlemedir; çünkü, bir yerde, devletin alacağı, halkın alacağı, özel sektörün alacağının önüne geçmiştir; bu, olumludur.

Aynı şekilde, bu yasa tasarısıyla yapılan bir düzenlemeyle, denetimi ve yönetimi Fonda olan bazı şirketlerin tasfiyesinin bundan böyle Türk Ticaret Kanunu hükümlerine göre değil, Fonun kendi özel statüsüne göre yapılacağıdır; bu da olumludur. Ancak, burada bir eşitsizlik vardır; çünkü, geçmiş dönemde burada yapılan bir düzenlemeyle, İhlas Finansın aynı nitelikteki mağdurlarının alacakları Fonun dışına çıkarılarak, bir yerde Türk Ticaret Kanunu hükümlerine tabi tutulmak suretiyle, 100 000'e yakın İhlas Finans mağdurunun 800 000 000 dolar tutarındaki alacakları, bir yerde, uzun vadeye yayılmış ve bu mağdurların mağduriyeti bugün de devam etmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yine, kısa bir süre önce, Merkez Bankası, hepimizin bildiği gibi, piyasadan 5 milyar doların üzerinde döviz alımı yaptı ve bu döviz alımından sonra döviz fiyatları dengede kalmadı, daha da aşağıya gitti. Bu suretle, Hazineden gereksiz yere, Merkez Bankasından gereksiz yere milyonlarca dolarlık bir kayıp oluştu. Biz, burada, sormak istiyoruz: Acaba, Merkez Bankasının bu döviz alımını yaptığı bankalar yahut da yabancı sermaye kimlerdir; burada yabancı bir portföy var mıdır; ne kadar alım yapılmıştır; burada oluşan zararın miktarı ne kadardır?

Aynı şekilde, bir yerde, açıklıktan, şeffaflıktan ve Merkez Bankasının bağımsızlığından bahsediyoruz; ama, öte yandan da yine Merkez Bankası, bir talimatla, sanki bir talimat alır gibi, bir anda, devasa miktarda, 5 milyar dolarlık bir yabancı sermayeyi sanal tutarak döviz alımı yapmaktadır. Tabiî, buradan kamu zarara uğramıştır. Bu zararın genel çerçevesini, genel tutarın ne olduğunu öğrenmek istiyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tabiî, Bankacılık Kanununda yapılan bu değişiklik, teknik olarak olumludur; sadece, bizim burada karşı olduğumuz, bu Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun imtiyazlı alacakları ve bu Fonun bundan sonra yapacağı tahsilatlarda elde edeceği paraların dağıtımında gerçekten de kamu alacaklarını, devletin alacaklarını, sosyal güvenlik alacaklarını öncelikli ödeyecek midir ödemeyecek midir? Eğer, bu yasa değişikliğine uyulursa, bunun, bir yasa kuralı olarak yerine getirilmesi gerekmektedir. Bu bakımdan, bunu, olumlu bir düzenleme olarak görmekteyiz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerimi burada bitirirken, bu yasa tasarısının, milletimize ve devletimize ve bankacılık sistemimize hayırlı uğurlu olmasını diliyor; hepinize saygılar sunuyorum. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Koçyiğit.

AK Parti Grubu adına, Afyonkarahisar Milletvekili Sayın Halil Aydoğan. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Sayın Aydoğan, gruplar adına konuşmalar tamamlandığı için, şahsınız adına olan talebinizle birleştiriyorum.

Buyurun.

AK PARTİ GRUBU ADINA HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1078 sıra sayılı Bankacılık Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı hakkında, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu ve şahsım adına söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi ve halkımızı saygıyla selamlıyorum.

Ben de, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına ve şahsım adına, bütün kadınlarımızın ve dünya kadınlarının Kadınlar Gününü kutluyorum.

OSMAN KAPTAN (Antalya) - Sayın Başkan, 30 dakika süre verdiniz.

BAŞKAN - Sayın Aydoğan, birkaç saniyenizi rica edeyim süre verdiniz!

Saygıdeğer arkadaşlarım, Sayın Aydoğan'ın şahsı adına da söz talebi vardır tümü üzerinde, ikisini birleştirerek verdim. O bakımdan süresi o haldedir. Bilgilerinize sunulur.

Buyurun.

HALİL AYDOĞAN (Devamla) - Son üç yıl içerisinde hükümetimiz tarafından hazırlanıp Yüce Meclisimizin takdirine sunulan ve Meclisimizce de kabul edilen çok sayıda yasayla, ülkemizin ihtiyacı olan, hemen hemen tüm alanlardaki sorunların giderilmesine çalışılmış, yapılan yasal düzenlemelerle, ülkemiz, siyasî ve ekonomik istikrara kavuşturulmuştur.

Sağlam bir altyapının oluşturulması, Avrupa Birliği standartları ve uluslararası ilkelerle tam uyumun sağlanması çerçevesinde, finans piyasalarının etkin, düzenli ve şeffaf bir yapıya kavuşturulması, kurumsal yönetim ilkelerinin hayata geçirilmesi, Türk bankacılık sisteminin uluslararası piyasalarla entegrasyonunun sağlanması, finansal piyasaların değişen koşullarına cevap verebilecek, yeterli kalitede bir denetim ve gözetim sistemi ile düzenleme yapısının oluşturulması amaçlarından hareketle, 5411 sayılı Bankacılık Kanunu, Türkiye Büyük Millet Meclisince kabul edilmiş ve yürürlüğe girmiştir.

Ülkemizde AK Parti İktidarı tarafından sağlanan siyasî ve ekonomik istikrar sonucu, Türkiye ekonomisinde 2003-2005 döneminde yaşanan olumlu gelişmeler bankacılık sisteminin performansını olumlu yönde etkilemiş, bankacılık sistemi, istikrarlı büyüme seyrini, 2005 yılında da sürdürmüştür.

Bankacılık sektöründe özkaynaklar güçlenmiş, serbest sermayedeki iyileşme sürmüş, kaynak maliyeti düşmüştür. Bankaların, yurt dışından, daha iyi şartlarla borçlanma imkânı artmış, kredi portföyü büyümüş ve çeşitlenmiştir. Kurumsal krediler yanında, hem tüketici kredileri hem de konut kredileri artmış, sorunlu kredilerin toplam kredilere oranı düşmüş, likidite yüksek seviyede kalmaya devam etmiş, duran aktiflerin toplam aktifler içindeki payı azalmış, aktif getirisi ve sermaye kârlılığı iyileşmiştir. Banka sisteminde çalışan sayısı artmış, şube sayısında artış eğilimi sürmüştür. Mevduat bankaları ile yatırım ve kalkınma bankalarının 2002 yılı sonunda şube sayısı 6 106, çalışan sayısı ise 123 271 iken, 2005 itibariyle, şube sayısı 6 247'ye, personel sayısı da 132 258'e yükselmiştir.

Şu anda, Türkiye'de, 34 mevduat bankası, 13 yatırım ve kalkınma bankası ve 4 katılım bankası faaliyet sürdürmektedir.

Türkiye ekonomisinde ve finansal sektörde 2003-2005 döneminde yaşanan gelişmelerin bankacılık sistemine olan en önemli yansıması, bilanço büyümesine ve yapısına olmuştur. Toplam aktifler 2002 yılında 129 milyar dolar iken, Eylül 2005 itibariyle 271 milyar dolara yükselmiştir. TL kaynakların pasifteki payı 2002 yılında yüzde 50 iken, 2005 yılı eylül ayında yüzde 63'e yükselmiştir. Benzer şekilde, TL aktiflerin toplam aktifler içindeki payı yüzde 46'dan yüzde 66'ya yükselmiştir. Bunda, TL'ye olan güçlü talep yanında, bankacılık sistemine duyulan güven artışının, daha da önemlisi AK Parti İktidarının sağladığı siyasî ve ekonomik istikrarın önemli etkisi olmuştur.

Diğer önemli bir gelişme özkaynakların güçlenmesidir. Özkaynaklar 15,6 milyar dolardan 36 milyar dolara yükselmiştir. Aktif yapısında en önemli değişiklik, kredi portföyünün büyümesi ve çeşitlenmesi olmuştur. Kredilerin toplam aktiflere oranı 15 puan artarak yüzde 40'a yükselmiştir. Kredilerin toplam mevduata oranı ise yüzde 38'den yüzde 61'e çıkmıştır. Kredilerin gayri safî millî hâsılaya oranı, 2002 yılında yüzde 20 iken, 2005 Eylül ayında yüzde 32 olmuştur. Buna karşılık, menkul kıymetler portföyünün toplam aktifler içindeki payı yüzde 40'tan yüzde 37'ye gerilemiştir.

Türkiye ekonomisi ve bankacılık sisteminin performansındaki olumlu gelişmeler bankaların piyasa değerine de yansımıştır. Hisseleri İMKB'de işlem gören finansal kurumların -ağırlıklı olarak bankalar- piyasa değeri 2002 yılı sonunda 7,3 milyar dolar iken, 2005 yıl sonunda 62 milyar dolara yükselmiştir.

İktidarımız döneminde bankacılık sektöründe yasal, kurumsal ve fonksiyonel çerçevede gerçekleştirdiğimiz değişim ve dönüşümler sonucunda önemli ölçüde normalleşme sürecine girilmiş bulunmaktadır. Bu konuda sizlere iki önemli göstergeyi aktarmak istiyorum: Sektörde toplam kredi tutarı, uzun süreden beri, ilk defa, toplam menkul kıymet portföy tutarını aşmıştır. Ortalama mevduat faiz oranı da, ortalama DİBS faiz oranının üstünde seyretmektedir. Bu iki gösterge, bankacılık sektörünün finansal aracılık rol ve fonksiyonunu daha etkin ve verimli şekilde yerine getirdiğini, daha önceki dönemlere göre, fon, kaynak ve tahsis sürecinin kalitesinin arttığını göstermektedir.

5411 sayılı Bankacılık Kanunuyla Fon alacakları bakımından sağlanan ve haklı gerekçelere dayanan imtiyazların sonucu olarak, İcra ve İflas Kanununun alacaklılar arasındaki sıra ilişkisini düzenleyen 206 ncı maddesine göre, Fonun alacağı üçüncü sırada ödenmektedir. Bununla birlikte, kamu hizmetlerinin aksatılmadan yerine getirilmesi için gerekli olan ve finansman ihtiyacının temel kaynağı olan 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun kapsamındaki amme alacakları ve sosyal güvenlik kuruluşlarının alacakları ise imtiyazsız alacak olarak dördüncü sırada ödenmek durumundadır.

Bu kanun tasarısıyla, 5411 sayılı Bankacılık Kanununun 106 ve 107 nci maddelerinde yapılacak değişiklikle, artık, tahsil edilen tutarlardan, öncelikle 6183 sayılı Kanun kapsamındaki amme alacakları ve sosyal güvenlik kuruluşlarının alacakları ödenecek, Fon ise alacağına bunlardan sonra kavuşacaktır. Böylelikle, bankalar ve bankayla birlikte sorumlu tutulan kişilerden yapılacak tahsilatların, bir an önce, hazineye intikali sağlanmış olacaktır.

Herkesin malumu olduğu üzere, amme alacakları, kamu hizmetlerinin aksatılmadan yerine getirilmesi için gerekli olan finansman ihtiyacının temel kaynağı niteliğindedir. Devlet, üstlendiği görevleri, elde edeceği bu gelirlerle yerine getirmek durumundadır. Zaten, bu nedenledir ki, bu alacakların takip ve tahsil usulü de, özel hukuk ilişkisinden doğan alacakların takip ve tahsil usulünden farklı düzenlenmiştir. Amme alacaklarının takip ve tahsil usulünün düzenlendiği 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunda yapılması planlanan düzenlemelere paralel olarak, amme alacağından borçlu bulunan bankalar ve bankayla birlikte sorumlu tutulan kişilerin, bu borçlarının, bir an önce hazineye intikalini sağlamak amacıyla bu kanun tasarısı hazırlanmıştır.

Hazırlanan tasarıda, Fon alacaklarına tanınan imtiyaz korunmakta; ancak, devletin ve sosyal güvenlik kuruluşlarının amme alacağı niteliğindeki alacakları Fon alacaklarının önüne geçirilmektedir.

Diğer taraftan, yapılan düzenlemeyle, bankaların şube açmaları hususunda getirilen düzenlemelerde, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu tarafından belirlenecek esaslara uygunluk ve Kuruma bildirim şartı yeterli görülmektedir.

5411 sayılı Bankacılık Kanununun 93 üncü maddesinin dördüncü fıkrası, BDDK'ya, bu kanun ve ilgili diğer mevzuat hükümleri çerçevesinde verilen yetkilerini düzenleyici işlemler tesis ederek ve özel nitelikli kararlar alarak kullanma yetkisi vermektedir. Yapılan düzenlemeyle, bu yetkinin BDDK'nın karar organı olan kurul tarafından kullanılmasına açıklık kazandırılmaktadır. Yine, Fon tarafından, yönetim ve denetimi devralınan şirketlerin mal varlıklarının iktisadî ve ticarî bütünlük içerisinde satılmasına karar verildiği takdirde, varlıkların satışı neticesinde elde edilecek bedelden, eğer karar verilmişse, şirketlerin geçmiş dönem borcu ödenecektir. Daha sonra, sırasıyla, bu kişilerin devlete ve sosyal güvenlik kuruluşlarına olan ve 6183 sayılı Kanun kapsamındaki borçları ile GSM imtiyaz sözleşmesinden doğan hazine payı borçlarının ödenmesi sağlanacaktır. Bundan sonra, bakiye kısım, kişilerin diğer kamu kurum ve kuruluşları ile üst kurullara olan borçlarına garameten taksim edilecektir.

Bilindiği üzere, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu, 4389 sayılı Bankalar Kanunu, 5411 sayılı Bankacılık Kanunu ve ilgili diğer mevzuat hükümleriyle verilen yetkiler kapsamında Türk Ticaret Kanunu hükümlerine göre kurulmuş ve faaliyetlerini sürdüren şirketlerin, yönetim ve denetimi kendisine devrolunan bankaların bünyesindeki iştiraklerin, 6183 sayılı Kanun uygulaması neticesinde ve kendisine borçlu gerçek ve tüzelkişilerle imzaladığı borç tasfiye protokollerine istinaden sahip olduğu iştiraklerin yönetim ve denetimini, Fon, alacaklarının tahsilini teminen üstlenmiştir.

Kamu alacaklarının tahsiline yönelik gerçekleştirilen işlemler kapsamında, Fon tarafından yönetim ve denetimi devralınan şirketlerin ve iştiraklerin bir kısmı için hisse satışı veya varlık satışı, bir kısmı için de şirketlerin varlıklarından ticarî ve iktisadî bütünlük oluşturularak satışı cihetine gidilmiştir.

Varlıklarının satılmasının akabinde, şirketlerin tüzelkişiliklerinin devam etmesi, ancak, Fon alacaklarının tahsili anlamında herhangi bir değer taşımaması karşısında, bu şirketlerin tasfiyesinin gerçekleştirilmesi, kamu kaynaklarının verimli ve hak kaybına sebebiyet vermeyecek bir şekilde kullanılması anlamında önem arz etmektedir.

Yine, bu şirketlerin kayda değer bir mal varlığının kalmadığı, ancak, hâlâ şirketlerin kamu borçlarının varlığını sürdürdüğü de bilinen bir gerçektir. Bu şirketlerden tahsilatın sağlanması amacıyla yapılan işlemlere devam edileceği tabiîdir; ancak, bu sürecin sonunda, şirketlerin, iflas veya tasfiye süreciyle karşılaşacakları da aşikârdır. Mevcut düzenlemeler çerçevesinde, bu sürecin, beş ile on yıl arasında süreceği kaçınılmaz bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu ise, kamunun katlanamayacağı bir külfet olarak görülmektedir.

Bu nedenle, kanunda getirilen düzenlemeyle, bu şirketlerin kısa sürede tasfiyesinin sağlanması amaçlanmıştır. Bankacılık Kanununun 129 uncu maddesinde yapılan değişiklikle, 5436 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişik Yapılması Hakkında Kanunla, Fonun, 5018 sayılı Kanuna ekli 3 sayılı cetvelden ve dolayısıyla merkezî bütçe kapsamındaki kuruluşlar arasından çıkarılması çerçevesinde gerekli düzenlemeler yapılmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu kanun tasarısının hazırlanmasındaki katkılarından dolayı hükümetimize, Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanı ve üyelerine, ilgili kamu kurum ve kuruluşlarına çok teşekkür ediyorum. Bu kanun tasarısının, hayırlı olmasını ve Yüce Meclisimizin tasvibiyle beklediğimiz olumlu sonuçları sağlamasını diliyorum.

Sayın Başkan, sözlerime son verirken, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu ve şahsım adına, sizi, Yüce Meclisi ve halkımızı saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Aydoğan.

Şahsı adına ikinci konuşmacı, Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan.

Sayın Kandoğan, buyurun.

Süreniz 10 dakika.

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) -  Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

Öncelikle, getirilen bu kanun tasarısını, çok yerinde ve yapılması gereken bir değişiklik olarak gördüğümü de ayrıca ifade etmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, bu kanun tasarısıyla devlet alacaklarının önplana alınması son derece yerinde olan bir uygulamadır. İnşallah, bu kanunla beraber, bundan sonra devlet alacaklarının önplana geçmesiyle devletin gelirlerinin daha da artacağı inancındayım.

Değerli milletvekilleri, Bankacılık Kanunundaki bu değişiklik vesilesiyle, özellikle bugünlerde son derece önplana çıkan, ekonomiyle ilgili, bankacılıkla ilgili görüşlerimi ifade etmek istiyorum.

Öncelikle, banka sisteminin son dönemlerde vermiş olduğu kredilerle, özel kesime ayrılan kredilerin rakam ve miktar olarak azaldığını görüyoruz ve özellikle, bankaların kaynaklarının tüketici kredilerine ve banka kredi kartlarına yönelmiş olması, ekonomide ciddî anlamda sıkıntıların ortaya çıkmasına sebebiyet veren uygulamalardır.

Uzun zamandan beri, değişik vesilelerle, değişik kesimler Türkiye'deki ekonominin kırılgan bir noktaya doğru ilerlemekte olduğunu söylüyorlar. Bunu, biz de söylüyorduk. Ancak, Sayın Kemal Derviş Türkiye'ye geldi, cari açıkla ilgili endişelerini dile getirdi, Türk parasının aşırı değerlendiğini ifade etti ve Sayın Kemal Derviş'in ifadelerinden sonra, Türk ekonomisinin ne kadar kırılgan olduğu, bir kez daha ortaya çıktı. Sayın Derviş konuşmadan önce dolar kuru 1,30 YTL iken, bugün 1,35 YTL'ye çıkmıştır. Demek ki, Türkiye'deki düşük döviz, yüksek faiz, her an kırılabilecek bir seviyeye, bir noktaya gelmiştir.

Şimdi, hep söylenen şudur: "Türkiye'deki cari açık sıcakparayla finanse edildiği için bir tehlike görmüyoruz." Hep söylenen bu ve şu anda en son rakam, Türkiye'de sıcakparanın 64 milyar dolar civarında olduğu ve bununla cari açığın finanse edilebildiği. Ancak, Sayın Ali Babacan'ın bir konuşması… Türkiye'deki cari açığın altı yedi yıl daha yüksek seviyede devam edebileceğini söylüyor Sayın Babacan ve eğer, altı yedi yıl daha yüksek şekilde cari açık Türkiye'de seyredecekse, ben, buradan, ciddî manada sizleri uyarmak istiyorum. Bakınız, son üç günde borsanın kaybı yüzde 10'ların üzerinde ve Türkiye'ye gelen sıcakparanın büyük bir bölümü de borsada ve borsadaki, şu andaki yabancı payı yüzde 67'lerin üzerinde ve Türkiye'ye gelen sıcakpara, bir şekilde Türkiye'deki kârını realize ettikten sonra yurt dışına çıkacak olursa, siz, Merkez Bankasındaki rezervlerinizi her ne kadar 56 milyar dolar seviyesine de çıkarmış da olsanız, Türkiye'de ciddî manada bir sıkıntının ortaya çıkabileceğinin işaretleri görülmek üzeredir.

Dün de söyledim, bir kez daha söylüyorum; cari açıktaki dünyadaki ölçü, kırılgan olan nokta, hassas olan nokta, tehlikeli olan nokta, cari açığın gayri safî yurtiçi hâsılanın yüzde 4'ler seviyesi kritik eşiktir. Bakınız, şu anda bu eşik çok aşılmış ve şu anda cari açık, gayri safî yurtiçi hâsılanın yüzde 6,4'üne ulaşmıştır. Bu, çok hassas bir noktadır. Beğenilmeyen, 2002 yılındaki cari açık 1,5 milyar dolar. Bunun altını çizmek istiyorum. Dışticaret açığı, 2002 yılı sonunda 10 milyar dolar. Eğer, Sayın Babacan'ın söylemiş olduğu gibi, altı yedi yıl daha cari açık yüksek bir şekilde devam edecek ise, bunun maliyeti, Türk ekonomisine, çok pahalı olacaktır; çünkü, gelen sıcakpara, Türkiye'den çıkışta çok büyük miktarda kazançlar alıp götürecek olan bir sıcakparadır ve bu gidecek olan paralar, Türk ekonomisinden, Türk Milletinin tasarruflarından yurt dışına çıkarılacak olan kaynaklardır.

Şimdi, durum bu şekilde devam edecek olursa, Türk sanayicisinin, Türk ihracatçısının, KOBİ'lerin dünyayla rekabet etme şansının da her geçen gün azalacağını hep beraber göreceğiz; çünkü, 2002 yılında, ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 70 iken, 2005 yılı sonu itibariyle bu oran yüzde 63'ler seviyesine inmiştir ve bu şekilde gidecek olan bir temponun neticesinde, bu açık daha da büyüyecektir. 2005 yılında, 73 milyar dolarlık ara malı ve hammadde ithalatı yapılmıştır. Getirilen her birim ara malı, Türkiye'de bunu üreten bir sanayi tesisinin, bir KOBİ'nin, bir işletmenin kapanması veya işçi çıkarması şeklinde ortaya çıkmaktadır.

Getirilen KDV indiriminin, tek başına, Türk sanayicisine ve ihracatçısına çok büyük bir katkı sağlayamayacağı da ortaya çıkmıştır. Yapılması gereken, istihdam üzerindeki yükün hafifletilmesidir, enerji maliyetlerinin indirilmesidir. Bir rakam vermek istiyorum: Türkiye, dünyadaki en pahalı enerjiyi kullanmaktadır. Sadece Japonya -yüzde 13,9- birinci sırada, onun dışında, Türkiye, 9,8 sentle dünyanın en pahalı elektriğini kullanmaktadır ve yine, istihdam, işçi ücretleri üzerindeki işverenin payı yüzde 70'ler seviyesindedir. Bu oran, dünyada yüzde 25'tir. Bu iki maliyet, sanayicimizin, ihracatçımızın belini kırmaktadır ve dünyayla rekabet etme şansını da ortadan kaldırmaktadır.

Son rakam; ocak ayı içerisindeki sanayi üretiminin yüzde 4,6 düştüğü, bugün, Türkiye İstatistik Kurumu tarafından ilan edilmiştir.

Durum böyle iken, ekonominin ayakta durabilmesi ve dünyayla rekabet edebilmesi açısından, sanayicimizin ve istihdamın üzerindeki bu yüklerin, mutlaka azaltılması gerektiği ortaya çıkmaktadır.

Bakınız, elimde bir rakam daha var; 2005 yılında Türkiye'deki ilk 1 000 şirketin kârlılık durumlarını ve cirolarını sizlere vermek istiyorum: İlk büyük 1 000 şirketin 250 adedi cirosunu yüzde 25 artırmış, kârını da yüzde 19 artırmış; ilk 250'de hiçbir problem yok. İlk 250'nin -enflasyonun da yüzde 8 olduğunu hesap edecek olursak, 2005 yılında- enflasyonun üzerinde, yüzde 10 civarında bir kârı var ilk 250 büyük şirketin. İkinci büyük 250 şirketin ciro artışı yüzde 16, kârlılığı yüzde 10; ikinci 250, başa baş; Ama, esas önemli olan üçüncü 250, ciro artışı yüzde 7, kârlılık artışı yüzde - 12. Üçüncü büyük 250 şirket, 2005 yılında yüzde 12 zarar etmiş ve son 250'lik bölüm, Türkiye'de, yüzde 8 zarar etmiş değerli milletvekilleri. Şimdi, hep söyleniyor ya "makroekonomi son derece iyi." Bunu kim söylüyor; işte, Türkiye'nin kaymağını yiyen ilk 250 şirket, 2005 yılında, uygulanan bu ekonomik politikalar doğrultusunda cirosunu ve kârlılığını artırmış ve bunun içerisinde Türkiye'deki büyük bankacılar da var.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Kandoğan, lütfen konuşmanızı tamamlar mısınız.

Buyurun.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Demek ki, Türkiye'de uygulanan ekonomik politikalar, maalesef, toplumun çok geniş kesiminin mağduriyetine sebep olurken, çok küçük bir azınlık, bu uygulanan ekonomik politikalardan kârlı çıkmış.

Şimdi, size, bunun ne kadar haklı olduğunu gösteren rakamlar vermek istiyorum: 2005 yılında Türkiye'de protesto edilen senet tutarı 2,1 katrilyon lira ve kapanan işyerleri sayısını da hepimiz çok yakından biliyoruz ve çok enteresandır, Türkiye'de, dışarıyla rekabet etmekte zorlanan sanayicimiz, ihracatçımız, yatırımcımız, artık, yatırımlarını yurt içinde değil, Bulgaristan, Romanya, Suriye, Özbekistan, Türkmenistan gibi, istihdam üzerindeki vergi yükünün, maliyetlerin ve enerji yükünün daha az olduğu ülkelere Türkiye'den kaçmaya başlamışlardır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Kandoğan, lütfen, teşekkürünüzü alayım. Konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Son cümlelerimi söylüyorum.

Türkiye'deki kayıtdışı ekonomi korkunç oranda artmıştır. Uygulanan vergi politikalarının yanlışlığı neticesinde dolaylı vergiler bugün yüzde 73 seviyelerine gelmiştir. Uygulanan bu politikalarla, Türkiye'deki ekonominin daha iyiye gidebileceğine dair hiçbir işaret görülmemektedir.

Bu duygu ve düşüncelerle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyor, biraz sonra hepimizin destekleriyle çıkacak olan bu kanunun, inşallah, ülkemize, milletimize ve ekonomimize katkılar sağlamasını temenni ediyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kandoğan.

Sayın Kepenek, soru talebiniz mi var?

YAKUP KEPENEK (Ankara) - Efendim, ben soru yöneltecektim.

BAŞKAN - Peki, buyurun efendim.

YAKUP KEPENEK (Ankara) - Çok teşekkür ederim Sayın Başkan. Aracılığınızla Sayın Bakanımıza şu soruyu yöneltmek istiyorum:

Şimdi, bildiğiniz gibi, dünyadaki son gelişmeler, özellikle Avrupa Birliğindeki gelişmeler, büyük şirketlerin birleşmesine ülkelerin karşı çıktığını gösteriyor. Örneğin, Fransızlar, İngilizler, Almanlar kendi büyük şirketlerinin yabancılar tarafından satın alınmasına ulusal politika olarak karşı çıkıyorlar. Bunun örneklerini tek tek sayabiliriz; ama, zamanınızı almamak için saymayacağım. Şimdi, Türkiye'de, bildiğim kadarıyla, bankacılık alanında, yabancı bankaların Türk bankalarını satın alması konusunda herhangi bir sermaye sınırlaması yok. Bu durumda, siz, hükümet olarak, büyük bankalarımızın yabancı bankalar tarafından satın alınmasına nasıl bakıyorsunuz? Bu bankaların tek tek veya topluca yabancı sermayenin eline geçmesini hükümet olarak nasıl karşılayacaksınız? Bu konudaki hükümet politikasını öğrenmek istiyorum.

Çok teşekkür ederim Sayın Başkan.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kepenek.

Sayın Işık, buyurun.

AHMET IŞIK (Konya) - Sayın Başkan, çok kısa iki sorum olacak Sayın Bakana.

Sayın Bakanım, İcra İflas Kanununun 206 ncı maddesi uyarınca dördüncü sırada yer alan devlet alacağı sırasında bir değişiklik olmuş mudur, olacak mıdır?

Son olarak; bu düzenlemenin faizdışı fazlaya katkısı nedir?

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Sayın Bakanım, buyurun.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum. Sayın Kepenek'in sorusunu cevaplamak istiyorum:

Şimdi, Avrupa Birliğinde ve diğer Batı ülkelerinde sermayenin kısıtlanması yok. Sermayenin kısıtlanmasıyla ilgili olarak bazı görüşler ileri sürülebilir; demokratik ülkelerdir, nitekim bizde de özelleştirmelerle ilgili birçok görüş ileri sürülebiliyor. Bunlar gayet normaldir; fakat, aslolan burada yürütülen politikalarda, efendim, ulusal bir bankayı dışarıdaki bir banka alabilir mi; alabilir. Nitekim, çok yakında görüldü, Avrupa Birliğinde, İtalya'da bir İtalyan bankasını bir yerli banka almak istedi, bir yabancı banka almak istedi. Hatta burada Merkez Bankası başkanıyla ilgili birtakım söylentiler çıktı, şu oldu, bu oldu; fakat, neticede, yabancı banka geldi aldı, hatta Avrupa Birliği de bu konuda tavır koydu. Dolayısıyla, şimdi, gazetelerde çıkan birtakım haberlerle, efendim, Amerika'da yabancı bir şirket gelip başka bir şirketi alamaz diye bir kaide yok; Avrupa Birliğinde de aynı şekilde. Bizde de, Türkiye'de de, efendim, şurasını yabancılar alamaz, burasını yerliler alır ancak, falan diye böyle bir kısıtlamamız yok.

Hükümet politikasını ben açıklıyorum: Herhangi bir yabancı sermaye kısıtlamamız yoktur. Yerli sermayenin aldığı gibi yabancı sermaye de gelir alır. Özelleştirmelere de girerler veyahut da kendileri gelirler, anlaşmalar yaparlar. Bu, gayet açık olarak… Zaten, biz, açık bir politika takip ediyoruz. Bunu herkes biliyor.

Bu konuyu tekrar belirtmeme vesile olduğu için, Sayın Kepenek'e de teşekkür ediyorum.

Sayın Işık, tabiî, şimdi, devlet alacaklarının öne geçmesinden bazı şeyler oluyor. Devletin, şimdi, vergi alacakları var, TMSF de gitmiş el koymuş oraya, ondan dolayı bir paralar almış; ama, ben, devlet olarak demeliyim ki, kardeşim, benim alacağım vardı, önce benim bir alacağımı ver. Yani, bu, onu getiriyor. Tabiî, benim alınamayan vergileri almam dolayısıyla da vergi gelirlerimde artış olacak, tabiî ki, faizdışı fazlaya da müspet olarak etki edecektir.

Sayın Işık'a da teşekkür ediyorum; çok kıymetli bir soru sordu.

Sağ olun.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Birleşime 5 dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 17.04
İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 17.18

BAŞKAN: Başkanvekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 72 nci Birleşimin İkinci Oturumunu açıyorum.

1078 sıra sayılı kanun tasarısının görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

6.- Bankacılık Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1160) (S. Sayısı: 1078) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.

Tasarının 1 inci maddesini okutuyorum:

BANKACILIK KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI

MADDE 1.- 19/10/2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanununun;

a) 13 üncü maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"Madde 13.- Bu Kanunda yer alan kurumsal yönetim hükümleri ile koruyucu hükümler dikkate alınarak  Kurulca belirlenecek esaslara uyulması ve Kuruma bildirilmesi kaydıyla yurt içinde şube açılması serbesttir."

b) 93 üncü maddesinin dördüncü fıkrasının ilk cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"Kurum, bu Kanun ve ilgili diğer mevzuat hükümleri çerçevesinde kendisine verilen yetkilerini, Kurulca tesis edilecek düzenleyici işlemler veya alınacak özel nitelikli kararlar ile kullanır."

c) 106 ncı maddesinin beşinci fıkrasında yer alan "tüm imtiyazlı alacaklılardan önce" ibaresinden sonra gelmek üzere ", ancak Devletin ve sosyal güvenlik kuruluşlarının 6183 sayılı Kanun kapsamındaki alacaklarından sonra" ibaresi eklenmiştir.

d) 107 nci maddesinin dördüncü fıkrasının son cümlesinde yer alan "tüm imtiyazlı alacaklılardan önce" ibaresinden sonra gelmek üzere ", ancak Devletin ve sosyal güvenlik kuruluşlarının 6183 sayılı Kanun kapsamındaki alacaklarından sonra" ibaresi eklenmiştir.

e) 129 uncu maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"Madde 129.- Fon giderlerinin, Fon gelirleri ile karşılanması esastır. Fonun bütçe yılı, takvim yılıdır.

Fon, bu Kanunda belirtilen usul ve esaslar çerçevesinde kendisine tahsis edilen  kaynaklarını görev ve yetkilerinin gerektirdiği ölçüde, serbestçe kullanır.

Fon mevcudunun kullanılış usul ve esasları ile bu Kanunla Fona verilen yetkilerin kullanılmasına ilişkin diğer usul ve esaslar Fon  tarafından hazırlanacak yönetmelikte  gösterilir. Fon giderleri Fon kaynaklarından karşılanır.

Fonun giderleri Fon Kurulu kararıyla yürürlüğe giren, stratejik planları ve performans hedefleri ile kurumsal, işlevsel ve ekonomik sınıflandırma sistemine göre hazırlanan yıllık bütçeye göre yapılır."

f) 134 üncü maddesinin sekizinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve maddeye bu fıkradan sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkra eklenmiştir.

"Gerçek ve tüzel kişilerin sahip olduğu varlıkların, bu maddede yer alan hükümler çerçevesinde ticari ve iktisadi bütünlük kapsamında veya bu Kanunda yer alan hükümler çerçevesinde ayrı ayrı cebri icra yoluyla satışlarından elde edilen bedelden; satış tarihine kadar tahakkuk etmiş olmak şartıyla, sırasıyla Fon Kurulu tarafından karar verilmesi halinde şirketlerin teknik bilgi, yazılım, donanım, ekipman, mal ve hizmet alımından doğan geçmiş dönem borçları, kişilerin Devlete ve sosyal güvenlik kuruluşlarına olan 6183 sayılı Kanun kapsamındaki borçları ile GSM imtiyaz sözleşmesinden doğan Hazine payı borçları ödendikten sonra kalan kısım, kişilerin diğer kamu kurum ve kuruluşları ile üst kurullara olan borçlarına garameten taksim edilerek ödenir. Bu hükme göre yapılan dağıtım sonrasında bakiye borç kalması; lisans, ruhsat, imtiyaz sözleşmesi, geçici frekans ve kanal kullanımı ve benzeri hakların devri ve yeni alıcısı tarafından işletilmesi için gerekli olan ve kamu kurum ve kuruluşları ile üst kurullarca yapılması gereken devrin tescil ve nakli işlemine engel teşkil etmez."

"Bu Kanunla yürürlükten kaldırılan 4389 sayılı Bankalar Kanununun 15 inci maddesinin (7) numaralı fıkrası ile bu madde kapsamında olan ve sermayesinin % 50'sinden fazlasını temsil eden hisselere Fonun, Fon Bankasının veya Fon iştiraklerinin sahip olduğu şirketler, yönetim kurulları tarafından alacaklılarına ve borçlularına Fonun belirlediği esaslar çerçevesinde yapılacak ilanı müteakiben düzenlenen bilançoları esas alınarak Fon Kurulu kararı ile İcra ve İflas Kanunu, Türk Ticaret Kanunu hükümlerine tabi olmaksızın tasfiye olunur. Bu şirketler Fonun yazılı bildirimi üzerine ilgili sicilden başkaca bir işleme gerek kalmaksızın terkin olunur. Tasfiye kararı aleyhine ilgililer tarafından açılacak davalar Fonun merkezinin bulunduğu yer idare mahkemelerinde görülür. Fon Kurulu tarafından tasfiyesine karar verilen şirketlerin iflas ve ihyası istenemez. Yapılan ilan neticesinde kayıt altına alınan alacaklar Fon tarafından bu Kanun, 6183 sayılı Kanun ve İcra ve İflas Kanununun 206 ncı maddesine uygun olarak düzenlenecek sıra cetveli ile tasfiye kararı verilen şirketin alacaklılarına dağıtılır. Bu madde hükümlerine uygun olarak tasfiye olunan şirketlerin hâkim ortakları ve yöneticileri ile üçüncü şahıslar aleyhine açılan şahsi sorumluluk, iflas ve alacak davaları kanuni halef; ceza davaları kanuni müdahil sıfatıyla Fon tarafından devam ettirilir. Bu davalar sonucunda herhangi bir tahsilat yapılması halinde başkaca bir işleme gerek kalmaksızın tahsil edilen meblağ düzenlenmiş sıra cetveline uygun olarak dağıtılır. Dağıtım sonrasında alacağını tamamen alamamış olan alacaklılara talepleri halinde şirketin tasfiye edildiğine ve dağıtılacak tasfiye bakiyesi bulunmadığına dair bir belge verilir. Bu belge İcra ve İflas Kanununun 105 inci maddesi hüküm ve sonuçlarını doğurur. Alacaklılara sıra cetveline uygun olarak yapılacak dağıtım sonrası tasfiye bakiyesi kalması halinde bu bakiye şirket hissedarlarına hisseleri oranında ödenir. Tasfiyenin usûl ve esasları Fon Kurulu tarafından çıkarılacak yönetmelikle belirlenir."

g) 136 ncı maddesinin son cümlesinde yer alan "her türlü hak ve alacakların bedelinden," ibaresinden sonra gelmek üzere "Devletin ve sosyal güvenlik kuruluşlarının 6183 sayılı Kanun kapsamındaki alacaklarından sonra gelmek üzere," ibaresi eklenmiştir.

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Kemal Kılıçdaroğlu, AK Parti Grubu adına Ahmet Yeni; şahısları adına, Ahmet Yeni, Fatih Arıkan, Haluk Koç ve Kemal Kılıçdaroğlu.

AK Parti Grubu adına Samsun Milletvekili Sayın Ahmet Yeni; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA AHMET YENİ (Samsun) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; 1078 sıra sayılı Bankacılık Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 1 inci maddesi üzerinde Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Saygıdeğer Başkan, değerli milletvekilleri; malumlarınız olduğu üzere, ülkemizde ilki 2000 yılı kasımı, ikincisi ise 2001 Şubatında vuku bulan iki ekonomik kriz, sonuçları itibariyle sadece finans kesimiyle sınırlı kalmamış, eşzamanlı olarak ülke ekonomisinin bütününü etkilemiştir.

Sistemin daha sağlıklı bir yapıya kavuşturulma gereğiyle de yapısal dönüşüm çalışmaları başlatılarak, BDDK tarafından, bankacılık sektörü yeniden yapılandırma programı uygulamaya konulmuştur.

Başbakanlık müfettişlerinin 26 banka üzerinde yaptığı ayrıntılı çalışma sonucunda, yaşanan bu bankacılık krizlerinin sebepleri ortaya konulmuş ve daha önceleri muhtelif zamanlarda görüşülmüş ve bugün görüşülmekte olan bankacılık kanunu tasarılarının her birine bu hususlar ışığında istikamet kazandırılmıştır.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; bugün görüşülmekte olan tasarının 1 inci maddesi üzerinde ne gibi değişiklikler öngörülmektedir, dikkatlerinize sunmak istiyorum.

19.10.2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanununun 13 üncü maddesi, BDDK'nın talepleri çerçevesinde ve görüşmekte olduğumuz tasarının (a) bendinde "Bu Kanunda yer alan kurumsal yönetim hükümleri ile koruyucu hükümler dikkate alınarak Kurulca belirlenecek esaslara uyulması ve Kuruma bildirilmesi kaydıyla yurt içinde şube açılması serbesttir" şeklinde değiştirilmiştir.

Yine, 5411 sayılı Kanunun 93 üncü maddesinin dördüncü fıkrası kapsamındaki değişikliklerle de, görüşmekte olduğumuz tasarının (b) bendinde "Kurum, bu Kanun ve ilgili diğer mevzuat hükümleri çerçevesinde kendisine verilen yetkilerini, Kurulca tesis edilecek düzenleyici işlemler veya alınacak özel nitelikli kararlar ile kullanır" şeklinde öngörülmüştür ve adı geçen Kanunun 106 ncı maddesinin beşinci fıkrasında da, 107 nci maddesinin dördüncü fıkrasının son cümlesinde yapılan değişikliklerle, Bankacılık Kanununa göre faaliyet izni kaldırılan ve yönetim ve denetimi Fona intikal eden bankalar hakkında iflas kararı verilmesi halinde, bankanın, iflas masası tarafından küllî icra yoluyla tasfiye edilmesi sonucunda, dağıtımında Fona tanınan imtiyazın önüne, sırayla, devlet ve sosyal güvenlik kuruluşlarının 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanuna tabi alacakların gelmesi öngörülmektedir.

Yine, görüşülmekte olan tasarının 1 inci maddesinin (e) bendinde, 5411 sayılı Kanunun 129 uncu maddesinde yapılan değişiklikle, 5436 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunla, Fonun, 5018 sayılı Kanuna ekli 3 sayılı cetvelden ve dolayısıyla, merkezî bütçe kapsamındaki kuruluşlar arasından çıkarılması çerçevesinde gerekli düzenlemeler yapılmaktadır.

Yine, tasarının 1 inci maddesinin (f) bendinde, 5411 sayılı Kanunun 134 üncü maddesinin sekizinci fıkrasında yapılan değişikliklerle, Bankacılık Kanununa göre faaliyet izni kaldırılan ve yönetim ve denetimi Fona intikal eden bankalar ile bankayla ilişkileri Kanunun 134 üncü maddesinde tanımlanan gerçek ve tüzelkişilerin sahip oldukları varlıkların satışı neticesinde elde edilecek bedelden, öncelikle, 134 üncü  maddenin beşinci fıkrasına göre de, Fon Kurulu tarafından karar verilmesi halinde, devlet ve sosyal güvenlik kuruluşlarının 6183 sayılı Kanun kapsamındaki alacaklar ile GSM imtiyaz sözleşmelerinden doğan hazine payı alacaklarının öncelikle tahsili sağlanmaktadır.

134 üncü maddenin sekizinci fıkrasından sonra gelmek üzere bir fıkra eklenmesi suretiyle de, varlıklarının satılmasının akabinde şirketlerin tüzelkişiliklerinin devam etmesi; ancak, Fon alacaklarının tahsili anlamında herhangi bir değer taşımaması karşısında, bu şirketlerin tasfiye prosedürünü çabuklaştıracak ve hızlandıracak yeni düzenlemeler getirilmektedir.

Yine, tasarının 1 inci maddesinin (g) bendindeyse, 5411 sayılı Kanunun 136 ncı maddesinin son bendinde yer alan "her türlü hak ve alacakların bedelinden" ibaresinden sonra gelmek üzere, "Devletin ve sosyal güvenlik kuruluşlarının 6183 sayılı -Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında- Kanun kapsamındaki alacaklarından sonra gelmek üzere" ibaresinin eklenmesi, yine, öngörülmektedir.

İktidarın gündemi ile Türkiye Büyük Millet Meclisinin, Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemi ile halkın gündeminin aynı olmadığını söyleyen muhalefet milletvekillerine ve birkaç gündür de sürekli konuşan arkadaşlarımıza da sormak istiyorum: Bankaların insafına terk edilmiş kredi kartları mağdurlarının mağduriyetlerinin giderilmesi gerçekten halkımızın gündemi değil miydi?!

MEHMET KARTAL (Van) - Kredi kartlarında faiz fazlalığı var.

AHMET YENİ (Devamla) - Otuz yıldır düşürülemeyen enflasyon canavarını yok etmemiz, gerçekten, halkın gündemi değil miydi?!

Bankalararası gecelik faizlerin yüzde 100, yüzde 200, yüzde 300 hatta yüzde 7 500'lerden bugünkü rakamlara düşürülmesi halkımızın gündemi değil miydi?!

SSK ve Bağ-Kur prim borçlarının yeniden yapılandırılması halkımızın gündeminde değil miydi?!

Yıllarca nerede biriktiği dahi bilinmeyen, bir yerlerde buharlaşmış durumdaki 15 katrilyona yakın zorunlu tasarruf ödemelerinin bugüne kadar ödenmemesi halkımızın gündeminde değil miydi?!

Enflasyonun üzerinde maaş zamları, Meclise getirilen yasa tasarısıyla, polislerimize, memurlarımıza, öğretmenlerimize, din görevlilerimize "özel hizmet tazminatı" adı altında eködeme talepleri gerçekten halkımızın gündeminde değil mi?!

Köylümüzün, çiftçimizin ahırındaki ineğini, öküzünü, traktörünü iktidarımız döneminde haczetmedik; bilakis, hacizlerden kurtarılması için borçlara af getirildi, anaparalar yapılandırıldı; on yılda onlara verilen destek 10 katrilyon, silinen borç faizi 2,7 katrilyondur. Vergi yükünü azaltmak halkımızın gündemi değil miydi?! İlaç fiyatlarındaki KDV'leri aşağı çekmek gerçekten halkımızın gündemi değil mi?! Yine, üç yılda, sadece faiz ödemelerinden 100 katrilyon tasarruf elde etmek, bizim, Meclisin ve halkımızın gündemi değil mi?!

Biz, fakiri ve garibi çaresizlikleriyle baş başa bırakmadık. Üç yılda 3 katrilyonun üzerinde sosyal yardımda bulunduk. Anayasada ifade edilen sosyal adalet kavramının gereği bu değil mi?! Yapamazsınız dediler; oysa, biz yine yapmaya devam ediyoruz. Hırsızların ve hortumcuların burnundan fitil fitil getiriyoruz ve hortumcuların hortumlarını kesmek bizim vazifemiz değil miydi?! Yine, millî geliri, iktidarımızın ilk üç yılında ikiye katladık, şimdiden sonra daha da artırmaya devam edeceğiz.

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Kimin geliri arttı?!

AHMET YENİ (Devamla) - Değerli milletvekilleri, bu, bizim halkımızın gündemi değil mi? Daha ne sayalım sayın milletvekilleri; tarımda, eğitimde, sağlıkta, turizmde, toplukonutta, özelleştirmede, dış politikada, sosyal yardımlarda, desteklerde, ekonomide, üretimde, verimlilikte, her şeyden önce, Mecliste var kıldığımız AK Parti farkını anlatmaya gerçekten zaman yetmemektedir.

Saygıdeğer Başkan, değerli milletvekilleri; Adalet ve Kalkınma Partisiyle birlikte siyasî ve ekonomik istikrarın tesis edildiği, karşılıklı güven ortamının oluştuğu ülkemizde bugün bankacılık sektörünün ulaştığı nokta, şüphesiz ki, iktidarımız döneminde bankacılık ve finans sektöründeki kanunî altyapının çağın gereklerine uygun olarak revize edilmesiyle mümkün olabilmiştir. Zamanın ve hizmet sektöründeki değişimlerin hızlı yaşandığı günümüzde, iktidar olarak, bunun altyapısını oluşturmuş olmakla birlikte, sektördeki çalışmalarımızı yeterli göremeyiz. İleride olası olumsuzlukların yaşanmaması noktasında da, gerekli önlemleri, dün olduğu gibi bugün de almak durumundayız. Gerekli gördüğümüz zamanlarda da bu çalışmalarımıza kararlılıkla devam edeceğiz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Yeni, devam edin.

AHMET YENİ (Devamla) - Bu düşüncelerle, sözlerime son verirken, görüşülmekte olan tasarının hayırlı olmasını diliyor; Kadınlar Gününü kutlayarak, Yüce Heyetinizi bir kez daha saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN -Teşekkür ederim.

Sayın Yeni, şahsınız adına konuşma talebiniz var, eğer konuşma talebiniz olmayacaksa, Sayın Kılıçdaroğlu'nun süresini birleştireceğim.

AHMET YENİ (Samsun) - Tamam efendim; Sayın Kılıçdaroğlu buyursunlar.

BAŞKAN - Peki, teşekkür ederim.

Sayın Kılıçdaroğlu, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

Grup ve şahsınız adına taleplerinizi birleştirdim efendim.

CHP GRUBU ADINA KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) - Teşekkürler Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, aslında Bankalar Kanununda yapılan 2 maddelik bir değişiklik; ama, bu değişikliğin temel amacı Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun uygulamada karşılaştığı sorunları çözmek; bu arada, kamu alacaklarına, özellikle sosyal güvenlik alacaklarına öncelik sağlayan bir düzenleme.

Değerli arkadaşlar, benden önce konuşan değerli hatip, Bankalar Kanunuyla ilgili önemli düzenlemeler yapıldığını belirtti; doğrudur. Bankalar Kanunu, uzun süredir çözüm bekleyen, sağlıklı işlemesi gereken bir kanundu; bu konuda önemli düzenlemeler yapıldı. Hatta, daha da ileriye gidildi, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun, özellikle batan bankalardan olan alacakların tahsili için, yine Parlamentonun ortak iradesiyle, yani, hem iktidar kanadının hem muhalefet kanadının oybirliğiyle âdeta, çıkardığı kanunlarla, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun, alacakları tahsil etmesi yönünde eli oldukça güçlendirildi.

Değerli arkadaşlar, ama, yasaların çok iyi çıkması, yasaların eksik çıkması, yasalarda bazı boşlukların olması, çoğu zaman beklentilerin altında ya da beklediğimiz ölçüde sonuca ulaşamamamız sonucunu da doğurabiliyor. Eğer, bürokrasi iyi çalışmazsa, bu konuda siyasal müdahaleler bürokrasiyi yönlendirmezse, o zaman, daha sağlıklı sonuçları alabileceğimizi görüyoruz.

Şimdi, bakın değerli arkadaşlar, Sayıştay Başkanlığı, 6.10.2005 tarihinde, yani, geçtiğimiz yılın sonunda, kendi genel kurulunda 2004 yılı Hazine işlemleri raporunu görüşüyor ve bu raporu, Türkiye Büyük Millet Meclisine gönderiyor.

Bizi izleyen değerli yurttaşlarımıza da hemen şu açıklamayı yapalım: Sayıştay, Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetim yapan bir organ, bir anayasal organ.

Şimdi, Sayıştay, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun da hesaplarına bakıyor, Hazine işlemlerini incelerken, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu ile Hazine işlemlerinin ne ölçüde bağdaştığını, ne ölçüde gereklerin yerine getirildiğini bu raporda belirtiyor.

Şimdi, değerli arkadaşlar, bu rapora göre, 2005 sonu itibariyle, Hazinenin, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonundan olan alacağı, 49 273 000 000 dolar. 49 milyar dolarlık bir alacağı, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu alacak; çünkü, batan bankalara, batan bankaların içine, devlet, 49 milyar dolar bir para koymuş ve Parlamento da iradesini, görevini yerine getirmiş Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna "49 273 000 000 doları tahsil et, Hazineye olan borcunu öde" diyor.

Şimdi, değerli arkadaşlar, peki, öde diyor da ne oluyor? Yine, bu rapora göre "bugüne kadar -yani, raporun Parlamentoya geldiği güne kadar- 49 milyar ABD Dolarına, alacak, ulaşmıştır" diyor. Bunun, 16,5 milyar dolarlık kısmı vadesi geçmiş alacaklardır. Yani, Hazinenin öngördüğü sürede iadesi yapılmayan vadesi geçmiş alacaklardır. Bugüne kadar yapılan tahsilat ise yaklaşık 2 milyar ABD Dolarıyla sınırlı kalmıştır.

HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) - Hangi tarih?..

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) - Raporun Parlamentoya geldiği tarih.

HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) - Tarih hangisi?..

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) - Evet, onu da söyledim ben; herhalde siz duymadınız; ama, yine onu söyleyeyim, 6.10.2005 tarihi itibariyle.

Şimdi, değerli arkadaşlar, 49 milyar dolarlık bir hazine alacağı var, ödenen para miktarı 2 milyar dolar. Elbette, bu süre içinde Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu çalıştı, belli satışları gerçekleştirdi, bir miktar daha para ödedi; ama, bu paranın 49 milyar dolarlık bir alacağı kapatma şansı yok. 2014'e kadar yapılan bir programlama var. Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun yapacağı tahsilatla ilgili bir hesaplama var; ama, bunun da çok yetersiz kaldığı görünüyor.

Şimdi, bakın, Sayıştay Başkanlığı ne diyor değerli arkadaşlar; Sayıştay Başkanlığı diyor ki: "Hazine Müsteşarlığınca, bugüne kadar, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun elindeki varlıkların çözümlenmesinden elde ettiği veya edeceği gelir ile Hazineye olan yükümlülüğünü ne oranda yerine getirdiği veya getirebileceğine yönelik bir analiz çalışması yapılmamıştır." Kim söylüyor bunu; Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetim yapan kurum söylüyor. Kime söylüyor; Parlamentoya diyor ki: "Hazine Müsteşarlığı, gerekli çözümlemeyi, sağlıklı analizi bugüne kadar yapmamıştır." Peki, bu rapordan sonra yaptı mı, hayır, bu rapordan sonra da yapmadı.

Geliyorum başka bir konuya arkadaşlar. Şimdi, bir de niyet mektupları var. Türkiye'nin IMF'ye, Sayın Ali Babacan ile Sayın Merkez Bankası Başkanının imzalayıp verdiği niyet mektupları var. Bakın, o niyet mektuplarında da ne deniyor değerli arkadaşlar, 15 Temmuz 2004 tarihli niyet mektubu: "Hazine Müsteşarlığının, bankacılık sisteminin yeniden yapılandırılmasının finansmanı çerçevesinde TMSF'den olan alacaklarının 2004 sonuna kadar çözüme kavuşturulması konusundaki planımız hedeflendiği gibi ilerlemektedir." Peki, değerli arkadaşlar, neyi hedeflediler; alacağın tahsili. Alacak ne kadardı; 49 milyar dolar. Ne kadarı tahsil edildi; 2 milyar dolar, belki de,5 milyar dolar olabilir; son rakamı bilemiyorum veya belli bir rakama ulaşmıştır. Peki, 2004 sonuna kadar öngördükleri şekilde gerçekleşme oldu mu; gerçekleşme olmadı. Peki, sonra ne diyor IMF'ye verilen niyet mektuplarında; "biz bu sorunu en kısa sürede çözümleyeceğiz" diyorlar. En kısa sürede ne çözümlenecek; en kısa sürede bu alacakların üzerine devletin bir bardak su içmesiyle bu sorun çözülmüş olacak. Bunu nerede söylüyor hükümet; bunu hükümet, IMF'ye verdiği niyet mektuplarında söylüyor ve bu taahhüdü yerine getiriyor.

Şimdi, değerli arkadaşlar, TMSF'den olan alacakların Hazine tarafından sağlıklı denetlenmediğini, sağlıklı gözetlenmediğini ve bu konuda çok ciddî olumsuz bir yapılanmanın olduğunu Sayıştay söylüyor. Ben, yine bu rapordan bir bölüm daha okuyorum izninizle: "Bugüne kadar, TMSF'nin, ikraz anlaşmalarından gelen bu yükümlülüğe yeteri kadar uyup uymadığını güvence altına alacak kontrol mekanizmaları da Hazine Müsteşarlığınca kurulup işletilmemiştir. Ayrıca, Hazine Müsteşarlığı, 4749 sayılı Yasadan gelen denetim yetkisini TMSF'den olan alacakları dolayısıyla kullanmamıştır."

Peki, değerli arkadaşlar, sizler, iktidar kanadından değerli milletvekilleri, acaba, Hazine Müsteşarlığına, TMSF ile ilgili denetim yetkinizi niye kullanmıyorsunuz diye bir soru sordunuz mu? Hani, siz demiyor muydunuz "efendim, biz yetimin hakkını koruyacağız, fakir fukaranın hakkını koruyacağız, tüyü bitmemiş yetimin hakkını hortumlayanlardan hesap soracağız." Sayın Çiçek, gelip, burada "efendim, biz bu konuda çalışma yapıyoruz" demedi mi?! Peki, nerede bu çalışmalar?! Bu çalışmalar yok. Bu çalışmaların olmadığını kim söylüyor; Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetim yapan Sayıştay Başkanlığı söylüyor.

Değerli arkadaşlar, sadece bu kadar mı; hayır, bu kadar değil. Sayıştay Başkanlığı ayrıca şunu söylüyor değerli arkadaşlar: "TMSF'nin elindeki aktiflerin çözümlenmesi süreci tüm hızıyla sürerken, hazineye olan borçlarının silinmesi seçeneğinin zamanlaması uygun görülmemektedir. Yani, IMF'ye verilen niyet mektubuyla "biz, bu alacakları sileceğiz diye taahhüt edilmesi uygun değildir" diyor. Neden uygun değildir diyor; adamlar kaçacaklar, siz, zaten, sileceğinizi baştan itiraf ediyorsunuz; baştan "biz bu alacağı sileceğiz" diye IMF'ye taahhütte bulunursanız, karşıdaki adam da bu parayı ödemez. Kim söylüyor bunu; Sayıştay söylüyor yine. Peki, niye, biz o mektubu imzalayıp verdik; çünkü, birtakım güçlerin baskısı altında, bu hükümet, IMF'ye o taahhüdü yapmak zorunda kalıyor. Eğer, o baskı altında hükümet kalmazsa, bu taahhütte bulunamaz. Siz demiyor muydunuz "biz, IMF'ye karşıyız", seçim meydanlarında "IMF'nin taahhütlerini yerine getirmeyeceğiz" diye?! Şimdi geldiniz, Adalet ve Kalkınma Partisi, IMF'nin tutsağı konumuna geldi. Adalet ve Kalkınma Partisi, tüyü bitmemiş yetimin hakkını alma konusunda IMF'den talimat alıyor. Oysa, talimat alacağı yer Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarıdır.

Sadece bu mu; bakın, bu raporda bir şey daha söyleyeyim değerli arkadaşlar: "TMSF'nin, hazineye aktarması gereken malî kaynakların doğru ve zamanında aktarılmasını teminen bir denetim mekanizması kurulmalıdır" diyor. Peki, kuruldu mu böyle bir denetim mekanizması; hayır. Peki, niçin kurulmadı; ona da hayır, onun da yanıtı yok. Kurulmamasının nedeni, TMSF'nin birilerinin üzerine gitmemesi için, hükümetin üzerindeki baskıdır. Hazine Müsteşarlığı, IMF'nin sözünü dinlemeyip de, Parlamentonun sözünü dinleseydi, herhalde, bu alacakların tahsili konusunda çok daha etkin bir çaba içinde olabilirdi.

Değerli milletvekilleri, size bir şey daha söyleyeyim. Sayın Çiçek burada dedi ki, muhalefet kanadına dönerek: "Siz, acaba, kredi kartları sorununu çözdük; bu, halkın gündeminde değil miydi?" Daha pek çok örnek verdi ve bunların halkın gündeminde olup olmadığını sordu.

RECEP KORAL (İstanbul) - Çiçek değil, Sayın Yeni.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) - Sayın Yeni, affedersiniz, Sayın Yeni söyledi.

Şimdi, birinci nokta şu: Kredi kartları konusunda, acaba, iktidar kanadı olumsuz oy mu verdi; hayır. Kredi kartları konusunda, Adalet ve Kalkınma Partisi ile Cumhuriyet Halk Partisi belli bir uzlaşma sağlamadı mı; sağladı. Uzlaşmaya zorlayan parti Cumhuriyet Halk Partisi değil miydi, daha düşük bir faiz oranı uygulansın diyen; Cumhuriyet Halk Partisiydi.

AHMET YENİ (Samsun) - İktidar biziz iktidar…

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) - İktidar sizsiniz elbette Sayın Yeni; biz, siz iktidar değilsiniz demedik. Siz, IMF'ye karşı iktidar değilsiniz; sorununuz da orada zaten. Eğer, IMF'ye karşı da aynı iktidar dirayetini gösterebilseniz biz sizi alkışlayacağız; ama, siz, IMF'ye gelince el pençe divan duruyorsunuz…

AHMET YENİ (Samsun) - 25 milyar dolar azalttık dış borcu.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) - …her talimatını yerine getiriyorsunuz.

AHMET YENİ (Samsun) - Dış borcu düşürdük.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) - Bakın, siz, bir şey daha söyleyeyim…

ALİM TUNÇ (Uşak) - IMF'ye muhtaç edenlere söyleseniz…

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) - Bak, ne kadar güzel söyledi: "IMF'ye muhtaç edenlere siz şikâyet edin." Bu halkı IMF'ye muhtaç edenleri... Evet, bu halkı IMF'ye muhtaç edenler bu Parlamentonun dışında kaldılar; ama, sizler, aynı politikayı, hiç şaşmaksızın ve ödün vermeksizin aynen devam ettiriyorsunuz.

Bağ-Kur, SSK'yla ilgili de dediniz gündemdedir diye, doğrudur; ama, Bağ-Kur ve SSK'da...

AHMET YENİ (Samsun) - Nereden nereye…

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) - Bakın, Sayın Yeni, çok kısa bir süre içinde tekrar bir kanun değişikliği getireceksiniz; çünkü, siz, yine, IMF'nin talimatıyla yaptınız onu. IMF dedi ki: 100 000 YTL'nin üstünde olanı ayrı, altında olanı ayrı uygulayın. Siz, diyor musunuz acaba, böyle bir af kanunu olabilir mi?! Bakın, yakında yeni değişiklikler getireceksiniz.

Biz, sadece, size şunu söylüyoruz değerli milletvekilleri: Halkın gündemindeydi, çözdünüz, güzel yaptınız, teşekkür ediyoruz. Peki, değerli arkadaşlar, bu İhlaszedelerin sorununu niye çözmüyorsunuz, bu insanlar halk değil mi?! Peki, bonozedelerin sorununu niye çözmüyorsunuz; bu insanlar bu ülkede yaşamıyor mu, halk değil mi bunlar?! Peki, İmarzedelerin sorununu niye çözemiyorsunuz, bu insanlar halk değil mi?! Onlara IMF dayattığı için çözmüyorsunuz, birileri de sizinle aynı siyasal paralelde düşündüğü için çözmüyorsunuz. Oysa, tüyü bitmemiş yetimin hakkını çözmek, bir siyasal iktidarın tutarlı, devamlı, sağlam bir politikası olması gerekir.

Biz, bir önerge vereceğiz. Biraz sonra o önergeyle ilgili olarak da AKP'nin maskesini göreceğiz, gerçek yüzünü göreceğiz.

AHMET YENİ (Samsun)- AK Partinin maskesi yok.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) - Türkiye Cumhuriyeti Halkı, AKP'nin gerçekten de birilerinin yanında mı, yoksa, halkın yanında mı, onu göreceğiz.

Hepinize teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum arkadaşlar. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Kılıçdaroğlu.

Sayın milletvekilleri, konuşmalar tamamlanmıştır.

Sayın Tütüncü'nün soru talebi var.

Buyurun Sayın Tütüncü.

ENİS TÜTÜNCÜ (Tekirdağ) - Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Bakanımıza, aracılığınızla, iki sorum var.

Birinci sorum, bankaların ve özel sektörün, özellikle son bir yıl içinde çok büyük oranda yabancı kredi aldığı, dışborç yaptığı biliniyor. Bizim elimizdeki verilere göre, 2005 Haziran sonu itibariyle bunların toplamı 34,5 milyar dolar oldu. Acaba, 2005 yılı sonu itibariyle bu rakam kaçtır; yani, banka artı özel sektörün dışborç toplamı, 2005 yılı sonu itibariyle, kaç milyar dolar olmuştur? Dolar fiyatındaki yüzde 1 artışın, acaba bu dışborç toplamındaki kur riskini ne kadar artırdığına dair bir hesap yapılmış mıdır; yapılmışsa nedir? Son derece kritik bir döneme giriyor Türkiye; birinci sorum bu.

İkinci sorum ise; bankacılıkta yoğunlaşma artıyor Sayın Başkan, değerli milletvekilleri. Aktif toplam itibariyle, Ziraat Bankası, İş Bankası, Akbank, Yapı Kredi Bankası ve Garanti Bankasının, yani bu beş bankanın aktif toplam itibariyle sistemdeki payı yüzde 61'e çıkmış durumda. Türkiye, geçmiş yıllarda, bu yoğunlaşmaya karşı ve yoğunlaşmadan sakınan bir politika izledi. Şimdi, bu durum karşısında, acaba nasıl bir politika düşünülüyor bankacılık sisteminde? Bu yoğunlaşma, acaba Türkiye'nin yararına mı olacak, zararına mı olacak? Zararına olacaksa yararlı hale getirmek için nasıl bir politika düşünülmektedir? Az önce söylediğim bu yüzde 61 oranı, beş yıl önce yüzde 48'di; böylece, çok kısa sürede çok büyük bir yoğunlaşma yaşandı. Bu konuda Sayın Bakandan yanıt rica edeceğim.

Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Tütüncü.

Sayın Bakanım, buyurun efendim.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Sayın Başkan, çok teşekkür ediyorum.

Sayın Tütüncü'ye, önce teşekkür ediyorum. Bankalarla ilgili sormuş olduğu, bu dışarıdan aldığı krediler, yıllar itibariyle bunların artış seyri nedir, bunlar şu anda benim elimde yok tabiî, bu rakamlar. Biz, Sayın Tütüncü'ye, onu yazılı olarak, soralım; ama, BDDK'dan da her zaman bunlar alınır; çünkü, yayınlanıyor bunlar, yayın halinde, bankaların kredileri, iç kredileri, dış kredileri, bunların hepsi yayınlanıyor. Onu kendisine biz bildirelim.

İkinci soru, bankacılıkta yoğunluk artıyor meselesini, ben, biraz daha geniş ele almak istiyorum.

Şimdi, bizim, Türkiye'deki bankacılık… Son zamanlarda yaşanan kriz bankacılık krizi oldu bizde, 2000, 2001 krizinde. Bankacılığın yapısı çok zayıf, çok çürüktü ve sonradan, arka arkaya yapılan reformlar, bankacılıkta yaptığımız reformlar, bankacılığı daha kuvvetli hale getirdi. Eskiden Türkiye'de öyle şeyler oldu ki -çok affedersiniz- önüne gelen banka açtı; yani, bu, banka açmaya ehil mi, şartları taşıyor mu taşımıyor mu... Bir ülkede finans sektörü çok önemli. Eğer finans sektörü kuvvetli olmazsa, o ülkenin ekonomisinin önemli bir ayağı kötü demektir, çürük demektir.

Şimdi, onun arkasından, biliyorsunuz, bizden önce BDDK da kuruldu; yani, artık, tamamen bağımsız kuruluşlar, bankacılığı devamlı surette takip ediyor. Bu, Türkiye için fevkalade önemli bir husus. Sonra, bankaların o eski dönemde, mesela, açık pozisyonları fazlaydı. Bunlar takip edilmedi. Hatta, hatta, öyle şey… Bunu açıkça yaşadık, almış, bankayı kurmuş, milletten boyuna mevduat topluyor, bu mevduatı kaydına yazmıyor. İmar Bankasında yaşadık. Topluyor, herkes, banka diye şubelerine akın akın geliyor, tak tak yazıyorlar, bilgisayara giriyorlar falan; meğerse, kayda girmemiş adamlar. Bunlar hiç incelenmedi mi; bunlar hiç bilinmiyor mu; yani, o eski iktidarlar değişip de bizim iktidar gelene kadar buna dokunan bile olmadı. Bu derece kontrolden çıkmış ve yapısı fevkalade kötü, çürük bir finans yapısı vardı. Şimdi, Türkiye, tabiî, öyle değil. Türkiye, bir defa, finans sektörünü kuvvetli bir hale getirdi ve bir de yakından takip edilir hale geldi. Sonra, biz, buradan öyle kanunlar çıkardık ki, dışarıda, piyasalarda söylüyorlar, artık Türkiye'de bankacılara kız verilmez diyorlar. Neden; ondan da sorumlu, bundan da sorumlu, bunu yapmazsa şu kadar ceza var, bunu yapmazsa bu kadar ceza var... Bu konuda oldukça ağır cezalar da, hükümler de getirildi.

Bu, işin bir tarafı; diğer tarafı, bankacılığa baktığınız zaman, Türkiye'de, diğer ülkelerle kıyaslarsak… Diğer ülkelerle, kimlerle mesela; Avrupa Birliği üyesi olmuş ülkelerle -bundan sonra bizim kıyaslamamız öyle olması lazım- kıyasladığımız zaman, Türkiye'deki bankacılık sektörü daha, henüz, çok zayıf. Neden; şimdi, bizim bankaların tamamını topla, aktif büyüklüğünün tamamını topla -geçen gün, bir gazete de yayımlanmıştı- Avrupa'daki bir banka büyüklüğü kadar değil. Türkiye'nin toplam bankacılığının aktif büyüklüğü Avrupa'daki önemli bankaların birisi kadar değil, onun yarısı kadar. Yani, bir banka, Türkiye'nin 2 misli, 3 misli aktif büyüklüğüne sahip. Dolayısıyla, Türkiye'deki,  şimdi… Gayri safî millî hâsılaya göre oranına baktığımız zaman, daha, Türkiye'de, gayri safî millî hâsılanın, bankaların aktif büyüklüğü yüzde 75, yeni, yüzde 75'e çıktı. Şimdi, geldiğimiz günden beri, hem mevduatlar artıyor bankalarda hem krediler artıyor hem de aktif büyüklükleri artıyor bankaların ve hızlı bir gelişme var; fakat, her şeye rağmen, daha henüz yüzde 75; yani, 70-75.

Bir yabancı ülkeye baktığımız zaman, oradaki ülkenin bankalarının aktif büyüklüğü, gayri safî millî hâsılasının 2 katı, 3 katı, yüzde 200, yüzde 300 büyüklüğü. Bu, bize bir şey gösteriyor; demek ki, Türkiye'nin bankacılıkta daha çok yol alması gerekiyor; ama, sağlam yapıda, sağlam temellerde yol alması gerekiyor ve bizim bazı bankaların, işte, Akbank olsun, Garanti Bankası olsun, İş Bankası olsun, Ziraat Bankası olsun, büyüklükleri hakikaten bize gurur veriyor; ama, diğer ülkelerle kıyasladığımızda, o kadar değiliz, yani, çok daha düşüklerdeyiz. Bu yoğunlaşmaların bizi fazla da ürkütmemesi lazım. Dediğim gibi, Türkiye'de, şimdi, bazı bankalara ortaklık yapan bankalar var. Mesela Fortis geldi, mesela GE geldi, mesela diğerleri geldi. Onlara bakın; onların, şimdi, bir tanesinin aktif büyüklüğü bizim Türkiye'nin birkaç misli ve böyle olunca ve onlar da girince bu finans sektörüne, bankacılığa girince, burada, artık bu yoğunlaşmaların, bizi çok fazla tereddütlere veya endişelere sürüklememesi icap ediyor. Göreceksiniz; İş Bankası da, Akbank da, diğer bankalarımız da, hem aktif büyüklükleri bakımından hem de diğer büyüklükleri bakımından -kredi olsun, mevduat olsun, diğer özkaynaklar olsun- artışlar çok hızlı olacaktır Türkiye'de, çok fazla olacaktır. Bu, Türkiye'nin, tabiî, tamamen, ekonomisinin istikrarına bağlı bir husustur, ekonomisinin güvenilirliğine bağlı bir husustur. Biz ekonomiyi güvenilir ve istikrarlı kıldığımız müddetçe, bu büyümelere hep birlikte şahit olacağız.

Ben, Sayın Tütüncü'ye, önemli bir noktaya temas ettiği için teşekkür ediyorum.

Saygılar sunuyorum.

BAŞKAN - Sayın Kılıçdaroğlu, girdiğinizi gördüm; ama, şu anda, soru-cevap işlemi için verilen süre tamamlandı, kusura bakmayın.

Sayın milletvekilleri, madde üzerinde 2 adet önerge vardır; önergeleri, önce geliş sıralarına göre okutup, sonra aykırılıklarına göre işleme alacağım.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Bankacılık Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 1 inci maddesinin (f) fıkrası ile 134 üncü maddenin sekizinci fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen fıkranın ilk cümlesinde yer alan "bu madde kapsamında olan ve sermayesinin" ibaresinin, "bu madde kapsamında olan şirketler ile sermayesinin" şeklinde, ikinci cümlesinde yer alan "Bu şirketler Fonun yazılı bildirimi üzerine ilgili sicilden başkaca bir işleme gerek kalmaksızın terkin olunur." ibaresinin "Tasfiyeye ilişkin Fon Kurulu kararı şirketin infisah ettirilmesi anlamında olup, bu şirketler Fonun yazılı bildirimi üzerine ilgili sicilden başkaca bir işleme gerek kalmaksızın terkin olunur." şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

 

İrfan Gündüz

Ahmet Yeni

Şevket Orhan

 

İstanbul

Samsun

Bursa

 

Alaettin Güven

Muharrem Karslı

 

 

Kütahya

İstanbul

 

BAŞKAN - Şimdi, ikinci önergeyi okutup, işleme alacağım:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşmekte olduğumuz 1078 sıra sayılı Bankacılık Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 1 inci maddesine aşağıdaki bendin (b) bendi olarak eklenmesini ve müteakip bentlerin buna göre teselsül ettirilmesini arz ve teklif ederiz.

 

M. Akif Hamzaçebi

Ali Kemal Kumkumoğlu

Bülent Baratalı

 

Trabzon

İstanbul

İzmir

 

Enis Tütüncü

Kemal Kılıçdaroğlu

Ali Kemal Deveciler

 

Tekirdağ

İstanbul

Balıkesir

 

Güldal Okuducu

Osman Kaptan

Mustafa Özyürek

 

İstanbul

Antalya

Mersin

 

Kemal Sağ

Gürol Ergin

Hasan Aydın

 

Adana

Muğla

İstanbul

 

 

Mehmet Yıldırım

 

 

 

Kastamanonu

 

"b) 20 nci maddesine ikinci fıkradan sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkralar eklenmiştir:

12.5.2001 tarihli ve 4672 sayılı Kanunun geçici 2 nci maddesinin (a) fıkrası hükmü uyarınca genel hükümlere göre tasfiye edilmekte olan özel finans kurumlarının tasfiyesi fon tarafından yürütülür. Genel hükümlere göre atanmış olan tasfiye memurlarının görevi bu fıkra hükmünün yürürlüğe girdiği tarih itibariyle sona erer. Özel Finans Kurumlarının iradî tasfiyesine kaldığı yerden Fon tarafından devam edilir. Tasfiye kapsamındaki alacakların tasfiye kapsamındaki borçları karşılayacak olmaması halinde aradaki fark özel finans kurumunun yönetim ve denetimini doğrudan ya da dolaylı olarak tek başına veya birlikte elinde bulunduran ortaklardan tahsil edilir.

Fon söz konusu özel finans kurumlarının tasfiyesine ilişkin olarak bu kanun ve diğer kanunların kendisine vermiş olduğu görev ve yetkilere sahiptir."

BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI SAİT AÇBA (Afyonkarahisar) - Katılamıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Hükümet?..

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Buyurun, Sayın Kılıçdaroğlu.

Süreniz 5 dakika.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) - Teşekkürler Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, ülkemizde, insanların önemli bir kısmı, faiz geliri elde etmemek için, paralarını, faiz geliri elde etmeyecek finans kurumlarına yatırıyorlar ve karşılığında kâr payı alıyorlar. Bu kuruluşlardan birisi de İhlas Finans. Yaklaşık 800 000 000 dolar bu kurumda gitti. Şimdi, eğer insanların düşüncelerine, onların dünya görüşlerine, onların manevî dünyalarına itibar ediyorsak, bu insanların faiz değil de kâr payı almak için paralarını bir finans kurumunda değerlendirmelerini de normal karşılamamız gerekiyor. Yasal altyapımız var, herhangi bir sorunumuz yok; ama, bu kurum battı. Binlerce insan şu anda mağdur, binlerce insan mağdur.

Bakın, 12 Şubat 2001 tarihli belge, bu kurumun belgesi. "Mudilerimizin alacakları son kuruşuna kadar ödenecektir" diyor. 12 Şubat 2001… Geçiyoruz, bir süre ortalık yatışıyor, sıra geliyor bunun genel kuruluna. 2-4 Ağustos 2001 tarihli Genel Kurul, İhlas Finans Kurumu Anonim Şirketinin Genel Kurulu şu karara varıyor: "Kurum borçlarının tamamı beş yıl içinde ödenerek tasfiye tamamlanacaktır." 2001, 2006… Tamamlandı mı; hayır. 800 000 000 dolar... Binlerce vatandaş perişan vaziyette.

Geliyoruz Bakanlığın yaptığı denetime. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı bir denetim yapıyor. Müfettişin vermiş olduğu 3.12.2004 tarihli ve 8 sayılı rapor. O raporda da şu söyleniyor değerli arkadaşlar: Kurum borçlarının ödenmesi işlemi 2010 tarihine kadar erteleniyor.

Şimdi, değerli arkadaşlar, siz, hep diyorsunuz ya; yahu, şu CHP hep muhalefet ediyor, hiç çözüm önermiyor; ne biçim, bu, muhalefet partisi?! Şimdi, biz, size bir çözüm öneriyoruz ve diyoruz ki, gelin, bu insanları kurtaralım. Bu insanların kurtarılış yolu da, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu bu olaya el koysun. İmar Bankasına nasıl el koyduysa, Egebanka nasıl el koyduysa, diğer benzerleri gibi -bu da bir finans kurumu- buna da el koysun, 5020 sayılı Yasayı bunlar için de uygulasın. Öyle, birilerinin Amerika'ya kaçmasına da izin vermesin. Değil mi arkadaşlar?! Değil mi Adalet ve Kalkınma Partisinin değerli milletvekilleri?!

Şimdi, siz, buna "evet" diyecek misiniz? "Evet" derseniz, biz, sizin, hem dünya görüşünüze hem IMF'ye karşı da yeri geldiğinde durabileceğinize hem de tüyü bitmemiş yetimin hakkını da koruyabileceğinize inanacağız. Eğer, burada "hayır" derseniz, siz, o insanlara verdiğiniz sözü tutmuyorsunuz demektir.

Elinizi vicdanınıza koyarak oy kullanacağınızı umuyorum, hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kılıçdaroğlu.

Sayın milletvekilleri, şimdi, önergeyi oylarınıza sunacağım.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Karar yetersayısının aranılmasını istiyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Peki, arayacağım.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…

Karar yetersayısı yoktur; birleşime 10 dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 18.07

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 18.20

BAŞKAN: Başkanvekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 72 nci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

1078 sıra sayılı kanun tasarısının görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

6.- Bankacılık Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1160) (S. Sayısı: 1078) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.

Tasarının 1 inci maddesi üzerinde verilen ilk önergenin oylamasında karar yetersayısı bulunamamıştı. Şimdi, önergeyi tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yetersayısını arayacağım.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…

Sayın milletvekilleri, karar yetersayı yoktur; birleşime 5 dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 18.21

 


DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 18.35

BAŞKAN: Başkanvekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)

BAŞKAN - Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 72 nci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

1078 sıra sayılı kanun tasarısının görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

6.- Bankacılık Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1160) (S. Sayısı: 1078) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.

Tasarının 1 inci maddesi üzerinde verilen ilk önergenin oylamasında karar yetersayısı bulunamamıştı. Şimdi, önergeyi tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yetersayısını arayacağım.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir; karar yetersayısı vardır.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Bankacılık Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 1 inci maddesinin (f) fıkrası ile 134 üncü maddenin sekizinci fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen fıkranın ilk cümlesinde yer alan "bu madde kapsamında olan ve sermayesinin" ibaresinin "bu madde kapsamında olan şirketler ile sermayesinin" şeklinde, ikinci cümlesinde yer alan "Bu şirketler Fonun yazılı bildirimi üzerine ilgili sicilden başkaca bir işleme gerek kalmaksızın terkin olunur." ibaresinin "Tasfiyeye ilişkin Fon Kurulu kararı şirketin infisah ettirilmesi anlamında olup, bu şirketler Fonun yazılı bildirimi üzerine ilgili sicilden başkaca bir işleme gerek kalmaksızın terkin olunur." şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

İrfan Gündüz (İstanbul) ve arkadaşları

BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI SAİT AÇBA (Afyonkarahisar) - Takdire bırakıyoruz.

BAŞKAN - Hükümet?..

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Katılıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum.

Gerekçe:

Fıkra kapsamındaki şirketlerin kapsamının netleştirilmesi ve tasfiye sürecine hukukî belirlilik kazandırılması amaçlanmaktadır.

BAŞKAN - Komisyonun takdire bıraktığı, Hükümetin katıldığı önergeyi oylarınıza arz ediyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, kabul edilen önerge istikametinde 1 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, 2 nci madde üzerinde iki tane geçici madde vardır. Madde 2, geçici madde 24'ü okutuyorum:

MADDE 2.- 5411 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici maddeler eklenmiştir.

"GEÇİCİ MADDE 24.- Banka tarafından yetkili mercilere beyan edilen sigortaya tâbi mevduat tutarı ile Fon tarafından tespit edilen mevduat tutarı arasında bir fark bulunması nedeniyle bu maddenin yayımı tarihinden önce haklarında Fon tarafından takibat başlatılmış kişilerin ve bankaların (iflas kararı verilmiş olanlar dahil), Fona olan borçlarından dolayı bu Kanun hükümlerine göre cebri icra yoluyla varlıklarının satışından elde edilen bedelin, bu Kanunun 134 üncü maddesinin sekizinci fıkrası uyarınca yapılan garameten dağıtımı sonrasında Fon payına düşen kısmı, yukarıdaki nedene dayanılarak Fon tarafından haklarında takibat başlatılmış kişilerin ve bankanın Devlete ve sosyal güvenlik kuruluşlarına olan 6183 sayılı Kanun kapsamındaki borçlarına ödenmek üzere bir hesapta toplanır. Bankanın ve bu madde kapsamındaki kişilerin, Devlete ve sosyal güvenlik kuruluşlarına olan 6183 sayılı Kanun kapsamındaki borçlarının ödenmesinden sonra kalan tutar, Fon alacağına mahsup edilir. Bu madde hükmü, maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce yapılan satışlar için de uygulanır.

BAŞKAN - Madde üzerinde, AK Parti Grubu adına, Afyonkarahisar Milletvekili Sayın Halil Aydoğan; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1078 sıra sayılı Bankacılık Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 2 nci maddesi hakkında, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi ve halkımızı saygılarımla selamlıyorum.

Bu maddeyle, 5411 sayılı Kanuna geçici 24 üncü ve 25 inci maddeler eklenmektedir. Getirilen geçici 24 üncü maddeyle, banka tarafından yetkili mercilere beyan edilen sigortaya tabi mevduat tutarı ile fon tarafından tespit edilen mevduat tutarı arasında bir fark bulunması halinde, banka, banka hâkim ortakları ve bunlarla ortak hareket etmesi nedeniyle fon tarafından haklarında takibat başlatılmış kişilerin Bankacılık Kanununun 134 üncü maddesi hükümleri çerçevesinde başlatılan cebri icra takibi sürecinde mal varlıklarının paraya çevrilmesiyle elde edilecek tutarların aynı maddede yer alan garameten dağıtımı sonucunda Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna düşen kısmının bir hesapta toplanması ve bu hesaptan sırasıyla devletin ve sosyal güvenlik kuruluşlarının bu kişilerden olan ve 6183 sayılı Kanun kapsamında bulunan alacaklarının tahsili için ödemede bulunulması yönünde düzenleme yapılmaktadır.

Yapılan bu düzenlemeyle birlikte, devletin ve sosyal güvenlik kuruluşlarının alacaklarının önemli ölçüde tahsili ve yapılan bu tahsilatla birlikte kamu hizmetlerinin yerine getirilmesinde önemli bir katkı sağlanmış olacaktır.

Fon tarafından gerçekleştirilecek satışlarda uygulanacak Katma Değer Vergisi istisnasına yönelik açıklama getirilmektedir. Fonun 5411 sayılı Kanuna göre faaliyet izni kaldırılan, yönetim ve denetimi Fona intikal eden bankalar ile bankayla ilişkileri kanunun 134 üncü maddesinde tanımlanan gerçek ve tüzelkişilerin sahip oldukları varlıkların satışı neticesinde elde edilecek bedelin dağıtımı sırası değiştirilmektedir. Satış bedelinin alacaklılara dağıtılmasına ilişkin yapılan bu değişiklikler, usul hükmü olduğundan, kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce gerçekleştirilmiş, ancak, bedeli alacaklılara dağıtımı yapılmamış satışlar ile henüz ilan aşamasında olan satışlara da uygulanması gerekmektedir. Bu kanunda, Bankacılık Kanununda yapılan değişiklikler ile satış bedelinden Fon lehine ayrılacak tutar değiştiğinden, Katma Değer Vergisi istisnasının uygulanacağı tutar da değişmektedir. Vergi güvenliği sağlanması açısından ve yapılan değişikliğin satış bedelinin alacaklılar arasında dağıtımı açısından yapıldığı dikkate alındığında, Katma Değer Vergisi istisnası uygulanacak mevcut tutarın değiştirilmemesi, bu değişiklik öncesi yapılmış işlemler açısından zorunluluk arz etmektedir.

İşte, getirilen düzenlemeyle, Fon tarafından satış ilanı verilmiş, satışı gerçekleşmiş, ancak, ihale bedelinin alacaklılara dağıtımı sonuçlanmamış satışlar ile 31.12.2006 tarihine kadar ilan edilecek satışlarda söz konusu Katma Değer Vergisi istisnalarının aynen muhafaza edilmesi sağlanmakta, bu ise Anayasamızla güvence altına alınan vergi güvenliği ilkesine tamamen uygun bir düzenleme olarak karşımıza çıkmaktadır.

Şimdi de, biraz önce, muhalefet milletvekilimiz Kemal Bey tarafından hazinenin TMSF'den alacaklarıyla ilgili olarak yapılan bir açıklamayı, daha iyi anlaşılması açısından takdirlerinize arz etmek istiyorum.

Hazinenin TMSF'den alacakları ile TMSF'nin batan bankaların hâkim ortakları ve diğer şirketlerden ve kişilerden alacakları birbirine karıştırılmaktadır. Teorik olarak, hazinenin TMSF'den alacaklarının silinmesi, TMSF'nin alacaklarından vazgeçmesi, tahsil etmemesi anlamını taşımamaktadır; bunun, IMF'yle de herhangi bir ilişkisi de yoktur. TMSF, her halükârda, borçlular hakkında bütün hukukî süreci sonuna kadar sürdürecektir.

Sayın Başkan, sözlerime son verirken, sizi, Yüce Meclisi ve halkımızı saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Aydoğan.

Anavatan Partisi Grubu adına, Malatya Milletvekili, Grup Başkanvekili Sayın Süleyman Sarıbaş.

Buyurun.

ANAVATAN PARTİSİ GRUBU ADINA SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; görüşülmekte olan Bankacılık Yasasında değişiklik öngören kanun tasarısının 2 nci maddesi hakkında, Anavatan Partisi Grubunun görüşlerini ifade etmek üzere huzurlarınızdayım; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, aslında, tasarı, tümü itibariyle, Anavatan Partisi Grubu olarak desteklediğimiz bir tasarı. Sonuç itibariyle, sıra cetvelini yeniden düzenleyen, devletin alacaklarını, yani vergi alacaklarını ve sosyal güvenlik alacaklarını sıra cetvelinde ön sıraya getiren bir tasarı; teknik itibariyle de, kanun itibariyle de desteklediğimiz bir tasarı. Söz alışımın sebebi, biraz önce, Sayın Bakanımın açıklamasıdır. Sayın Bakanım, Türkiye'deki bankaların, hakikaten, büyüklük olarak Avrupa'daki bir bankaya dahi kavuşmadığını ifade ettiler; doğrudur.

Değerli arkadaşlar, bir banka nasıl büyür; halkın tasarruflarıyla büyür. Kim tasarruf eder; orta direk tasarruf eder. Yani, orta direk dediğimiz kesim, tarifi şu: Kişi, kişiler, kendi ihtiyaçlarını, sosyal ihtiyaçlarını, normal ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra, gelirlerinin bir kısmını tasarruf eden kişiye orta sınıf, ortadirek denir. Şimdi, bugünün Türkiyesinde Türkiye'ye bir bakalım, orta sınıf var mı. 5 000 000 asgarî ücretli var, 380 000 000 maaş alıyorlar. Yani, bu insanlar, gelirlerinin bir kısmını, ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra tasarruf edebilecek durumdalar mı; hayır. Türkiye'nin 30 000 000 insanı köylü, çiftçi; 10 000 000 çiftçi ailesi var, inim inim inliyor. Bunlar tasarruf edecek durumda mı; hayır. Aksi takdirde, devletten destek istemezler; aksi takdirde, devlete "açız, tarım işletmelerimizi yürütemiyoruz" diye feryat etmezler. Bunlar da tasarruf edemiyorlar. Memurlar… En üst memurlar, milletvekili arkadaşlarım. Tasarruf eden arkadaşımız var mı içlerinde, aldığı ücreti o ay götürüp kendi ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra bir kısmını bankada tasarruf eden arkadaşımız var mı; bu da yok. Esnaf… İşte biraz önce arkadaşlarım söyledi; aylık 90 000 senet protesto oluyor. Bağ-Kur alacaklarını daha geçen gün yapılandırdık; esnafımız Bağ-Kurunu yatıramıyor. Peki, esnafınız da tasarrufta bulunamıyor, normal ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra bir tasarrufu yok; çiftçi tasarruf etmeyecek, çalışan tasarruf etmeyecek, esnafınız tasarruf etmeyecek, edemeyecek daha doğrusu; herkes bir bunalımın, bir krizin sürekliliğinde yaşayacak, normal ihtiyaçlarını karşılayamayacak, ülkede bankaların büyümesi beklenecek!

Sayın Bakanım bir şeyde bulundu, dedi ki: "Tasarruflar büyüyor." Acaba -bakmak lazım- bu bankalarda büyüyen tasarrufların hesap sahipleri yerli mi yabancı mı veya ne kadarı yerli ne kadarı yabancı?! Değerli arkadaşlar, Türkiye'de büyüyen tasarruflar tamamen yabancıların parasıdır. Sayın Bakanımın elinde rakamlar vardır. Bu hesap sahiplerinin, tasarrufta bulunanların kimlik adreslerine, ikamet adreslerine baktığı zaman ne kadarının yabancı ne kadarının yerli olduğunu görmek mümkün. Türkiye'de tasarruf edemeyecek durumda yaşayan halkımızın bankaların büyümemesinden sorumlu olması mümkün mü; değil. Yani, bu halka "niye tasarruf yapmıyorsunuz" diyemezsiniz; çünkü, halkın kazancının yüzde 50'sini, yüzde 70'ini dolaylı vergi olarak zaten elinden alıyorsunuz. Yani siz, halkın tasarruflarını, tasarruf edeceği kısımları dolaylı vergi olarak elinden aldıktan sonra, halk normal ihtiyaçlarını dahi karşılayamıyorsa, çiftçi mazotunu alamıyorsa, memur çocuğuna bir ayakkabı alamıyorsa, esnaf senedini ödeyemiyorsa, çekini ödeyemiyorsa, nasıl tasarruf edecek?! Elbette tasarruf edemeyecek. Yani, bu ülkede tasarruf eden olmadığına göre, bu ülkenin ortadireği kalmamıştır. Bir ülkede ortadireği yok ederseniz, değerli arkadaşlar, kriz yaşanır; demokraside kriz yaşanır, sosyal hayatta kriz yaşanır, geleceğimizde kriz yaşanır.

Bakın, meydan meydan söylüyoruz, burada da söylüyorum: Eğer bu çıpalı kur durumunu düzeltmez iseniz, eğer ülkeyi ithalat cenneti yapmaya devam eder iseniz, vallahi bunun arkasından gelecek, sosyal bir patlamadır. Artık 2001 krizi gibi falan filan geçiştirilecek krizler gelmez. Bu ülkede kapkaç artmışsa, bu ülkede hırsızlık artmışsa, bu ülkede insanlar geçim sıkıntısı yaşıyorsa, bundan sonra gelecek kriz, sosyal bir kriz olur. Allah korusun diyorum.

İşin başındasınız. Bakın, Kemal Bey geldi, bir laf söyledi, dedi ki: "Türk parası aşırı değerlenmiştir." İki gündür borsa yüzde 4, yüzde 4 gitti, yaklaşık yüzde 8 değer kaybetti. Demek ki hâlâ ekonomimiz kırılgan. Hani kırılganlık geçmişti, hani çok güzel gidiyordu, hani cari açıklar artık sorun değildi, sekiz on yıl cari açık vermemizde hiçbir sakınca yoktu?! Bakın, bir beyan, yüzde 10'a yakın borsayı düşürdü. Borsayı düşürmesi vatandaşı fazla ilgilendiren bir konu da değil; yani, borsa çıksa ne olur vatandaşa göre, inse ne olur, vatandaşın borsada parası mı var!.. Para sahipleri, borsayı yükseltenler, yabancılar; borsa düşüyorsa bundan zarar eden de yabancılar.

Biraz önce, bir arkadaşım, burada ilk 1 000 şirketin durumunu açıkladı. İşte, Türkiye'de 250 şirketin -ki, bunların çoğuna da baktığın zaman mutlaka yabancı tekellerle iştirakleri olan şirketler- durumu iyi. Bu şirketler bu ülkenin kaymağını yiyor. Deyin ki beşer ortaklarından, onar ortaklarından yaklaşık olarak 1 000 kişi bu ülkenin kaymağını yiyor. 72 000 000'un 1 000 kişisi kâr etmiş. Peki, 71 999 000 kişi ne yapıyor; inim inim inliyor, ağlıyor arkadaşlar. Vallahi Anadolu ağlıyor! Geçen hafta Eskişehir'deydik. Dükkân dükkân gezdim Eskişehir'i, en iyi caddesini, Hamamönü Caddesini... Esnaf, siftah etmediğini söylüyor; esnaf, Bağ-Kurunu yatıramadığını söylüyor; esnaf, kirasını veremediğini söylüyor; esnaf, senedini, çekini ödeyemediğini, sahtekâr duruma düştüğünü, dolandırıcı duruma düştüğünü söylüyor. Şimdi, Türkiye manzarası bu. Türkiye manzarasında orta sınıf diye bir sınıf kalmamış, hiç kimse tasarruf edemiyor, hiç kimse gelirlerinin kendi ihtiyacının dışında bir kısmını tasarrufa ayıramıyor; ama, diyoruz ki, bankalar, tasarruf bakımından, işte, Avrupa'nın bankaları kadar değil bütün bankalarımızı toplasak. Doğru... Doğru... Yani, üretimin durduğu, ara malı üretimlerinin dahi ithalatla karşılandığı, KOBİ'lerin artık üretemediği, rekabet edemediği, işletme girdilerinin dünyanın en pahalı ülkesi olduğu bir ülkede kim tasarruf edecek? Herkes, bir an önce şu işletmeyi başımdan kurtarsam da, daha fazla zarar etmeden bunun altından çıksam diye feryat ediyor; ama, alıcı da bulamıyorlar. İşte, kârlı, kaymaklı sektörlere geliyor yabancılar, basıyor parayı, alıyor, millî şirketler birer birer el değiştiriyor; ondan sonra, ülke güllük gülistanlık! Açıyorsunuz televizyonları, açıyorsunuz gazeteleri, her şey iyi, her şey tozpembe...

Değerli arkadaşlar, bu senaryoyu 2001'de de gördük. Bakın, 2001 Ekim krizi çıkmadan evvelki gazeteleri bir açın bakın. Aynı gazeteler o günkü iktidara da, her şey iyi, her şey güzel, enflasyon yüzde 100'lerden yüzde 30'a düşmüş, cari açık yüzde 2 civarlarında, Türkiye iyi gidiyor, bu iktidar başardı, IMF programı başarılı olacak… O IMF temsilcisi de geliyor gidiyordu, boy veriyordu, Türkiye'de ofis açmaya falan filan… Bir anda ne oldu; bir anda bir 5 milyar dolar çıktı, Türkiye, şap, ekonomisi oturdu.

Değişen ne arkadaşlar? Aynı sistem... Yabancılar para getirmiş, borsa yükselmiş, 250 şirket kaymağı yiyor; halk gene malını ürettiği maliyetine satamıyor, halk gene perişan, halk gene tasarruf edemiyor, halkın orta direği kalmamış. Neye bağlıyız şimdi? Yabancılara yalvarmak durumundayız, aman paralarınızı çekmeyin… Aman paralarınızı çekmeyin, kriz gelir. Herkes söylüyor... Ben ekonomist değilim; ama, bütün ekonomistler diyor ki, yabancı sıcakpara çekildiği an Türkiye 2001 krizinden daha beter kriz yaşar.

İşin özü şu: Kendi yerli programınız yoksa, kendi halkınızın üretimine dayanan programlar yapmamışsanız, kendi halkınızın rekabet önceliklerini göz önünde bulunduran programlar yapmamışsanız, IMF'nin dördüncü sınıf, beşinci sınıf bürokratlarının geri kalmış üçüncü dünya ülkeleri için hazırladığı programları abartarak uyguluyorsanız, bunun sonu, bu filmin sonu kötü biter arkadaşlar ve kötü bitmesin diyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Konuşmanızı tamamlar mısınız Sayın Sarıbaş?

SÜLEYMAN SARIBAŞ (Devamla) - Tamamlıyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Buyurun.

SÜLEYMAN SARIBAŞ (Devamla) - Teşekkür ediyorum.

Bu filmi 2001'de bu Türkiye gördü. Hani, dönüp dönüp o krizden bahsediyorsunuz ya, artık ondan bahsetmeyin, onun aynısını uygulamayın. Bakın, bugünkü uyguladığınız program, gene o IMF bürokratlarının hazırladığı, sizin de kılına dahi dokunmadığınız, hatta, yeni stand-by sözleşmesinde devamını garanti ettiğiniz bir programdır, sıcakpara politikalarına bağlı bir programdır, halkın tasarrufuna, halkın üretimine, halkın dertlerine çare olmayan bir programdır. Bu programın sonunda, ama bir yıl, ama iki yıl, kendi aile bütçemizde, yani, borçlanarak nereye gidebiliriz? Borcu borçla ödeyerek, borcu borçla ödeyerek… Bakın 220 milyar dolardan 350 milyar dolara çıktı. Ortada ne var? Yani, 120 milyar dolarlık bu ülkeye fabrika mı yaptınız, bu ülkeye yol mu yaptınız, bu ülkeye baraj mı yaptınız? Ne oldu para? Para parayla gitti, borcu borçla ödediniz gitti, faizi faizle ödediniz gitti...

AHMET IŞIK (Konya) - Sizin döneminizde…

SÜLEYMAN SARIBAŞ (Devamla) - Şimdi, eski diyorsanız Sayın Ahmet Bey, eskinin kötülerini almayın, iyilerini alın. Eskinin kötüleri... Onlar kötüydü, kötüler gitti. Biz de, o kötülerin yaptıklarını yapacağız diyorsanız, vallahi, siz de gidersiniz, zamanınız yakındır.

RECEP KORAL (İstanbul) - Ama siz de gelmeyeceksiniz!

SÜLEYMAN SARIBAŞ (Devamla) - Hepinize saygılar sunuyorum. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsı adına, Malatya Milletvekili Sayın Ferit Mevlüt Aslanoğlu; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; ben, 94 yılına gitmek istiyorum, 5 Nisan 1994 öncesine. Bazı şeylerden ders almamız lazım. 5 Nisan 1994 öncesi, Türkiye'de, kamu borçlanmasındaki zorlanmalar nedeniyle, hazine bonosu faizleri, günlük, dakikalık, saatlik değişiyordu. Kamu, borçlanma adına, teklif usulü ihaleler açıyordu, en az teklif verenden en yüksek teklif verene kadar bir ihale açıyordu, bir ortalama faiz buluyorlardı. En az, en aşağıdaki teklif çok düşük seviyeli, az faizli; ama, daha büyük teklif verenler, yüksek faizle kamudan kâğıt alıyorlardı. Bunların çoğu yabancıydı. Ne oluyordu; Türkiye'yi geriyorlardı, kamu borçlanamıyordu ve bir hafta, on gün önce bir germe politikasıyla faizler yükseltiliyordu ve Türkiye geriliyordu, faizler 20 puan artıyordu, bu beyler 20 puan yüksek faizle bono alıyorlardı, on gün sonra havayı yumuşatıp bu hazine bonolarını 10 puan, 15 puan aşağı satıp gidiyorlardı. Ne oldu; 5 Nisan geldi, Türkiye'de mevduatın yüzde 100'üne bir devlet güvencesi getirildi. Bu, haksız bir uygulamaydı; ama, o günün, bunun müsebbibi kamudur, bunun müsebbibi kamu adına görev yapanlardır arkadaşlar. Mevduatın yüzde 100'üne güvence getirildi. Haksız bir uygulamaydı ve sonuçta, o krizi, güya, mevduata yüzde 100 güvence getirerek aşmaya çalıştılar; ama, daha sonra fatura, 2001 krizinde fatura nereye çıktı? O günkü rakamlarla -demin Sayın Kılıçdaroğlu bahsetti- 50 milyar dolarlık rakam; belki o gün yüzde 100 güvence getirilmeseydi, belki 5-6 milyar dolayındaki rakamlardı; ama, çok büyük yanlışlar yapıldı. Birileri ülkeyi gerdi, ülkenin ekonomisi özgür olmadığı için, ülkenin ekonomisi dimdik ayakta durmadığı için, hep birilerinin oyuncağı olduk. 2001 krizinde ise yine aynı şekilde.

Demin Sayın Bakanım söyledi "kur riski açığı." Evet, reel faiz devam ettiği sürece bu ülkede -bugün de var, dün de var, evvelsi gün de var- birileri buraya, yabancı sermaye adı altında veya birtakım koşullarla para gönderip, hâlâ, o gün... O gün de böyle bugün de böyle arkadaşlar, aynı senaryo, aynı şekilde gidiyor ve o gün kur riski açığı o kadar büyük seviyelere geldi ki, bunu, kamu adına denetim yapan herkes biliyordu, bilmiyorum diyorsa yalan söylüyor. Bankaların kur riski açığını denetleyen tüm denetçiler, hepsinin raporu vardı; ama, bu raporlar dikkate alınmadı arkadaşlar. Kur riski açıklarının hangi seviyede olduğunu, o gün kamu adına denetim yapan Hazine hepsini biliyordu; ama, herkese göz yumdular, ceza vermediler ve yabancı bankalar Türkiye'ye günübirlik para verdiler; bir gün bu pimi bir Alman bankası çekti, günlük 2 milyar mark fonluyordu o dönemde ve pimi çekti arkadaşlar ve 2001 krizinin bir numaralı müsebbibi, bir yerden talimat alan bir yabancı bankadır arkadaşlar. Şimdi biz bunlardan, hiçbirinden ders almıyoruz.

Tabiî, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun gerçeği, reel tasarruf mevduatını korumaktı sayın milletvekilleri, yani, tasarruf mevduatı, yani, halkın mevduatını korumak amacıyla bir sigorta fonu kurulmuştur; ama, gerek 1994 krizinde gerekse 2001 krizinde Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu, tamamen kendi yasasının dışında kullanıldı sayın milletvekilleri. Çok gitmeyelim; sizin döneminizde de oldu; Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonundan ticarî mevduat ödendi; Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonundan, yabancı bankaların alacakları ödendi; Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonundan bankaların yurt dışında her türlü taahhütleri ödendi; ama, bir İmar Bankasında veya diğer, gerçek halkın mevduatı ödenmedi. Yani, İmar Bankasında, çıkardığınız yasada, ticarî mevduatı ödettiniz. TMSF'ye görev verdiniz, görev verdiniz. TMSF ödemedi bu parayı; Hazine adına TMSF bunu ödedi ve Hazine, bu alacağını götürdü, iflas masasına kaydettirdi arkadaşlar. Böyle şey mi olur?! Gerçek tasarruf mevduatlarını ödetmediniz. Yani, İmar Bankası mudileri, bilmez; Türk insanı, gider, bankaya teslim olur; bilmez bu parasını, bankanın, hangi fona yatırdığını arkadaşlar. Gerçek mevduat; ama, bunları ödemediniz veya diğer katılım bankalarındaki halkın gerçek mevduatını, halkın gerçek mevduatını… Demin verdiğimiz önergede diyoruz ki: Biz, TMSF'nin adaletine inanıyoruz, o tasfiye etsin. Bunun için önerge verdik arkadaşlar; ama, bunu da kabul etmediniz.

Değerli milletvekilleri, bir ülkenin ekonomisi özgür değilse, o ülkede, her zaman, bu, halktan çıkıyor; bunu bilin.

Ben, bir de birkaç rakam vermek istiyorum sayın milletvekilleri; bu verdiğim rakamlar, 30 Eylül sonu itibariyle, Türk bankacılığının, 30 Eylül sonundaki global rakamları.

Değerli milletvekilleri, Türk bankacılığının, 30 Eylül sonu itibariyle, 364 katrilyon bir pasif toplamı var; yani, pasif toplamı dediğimiz, mevduat ve borçlanmalar, yurt dışından aldığı krediler. 364 katrilyon, yani yaklaşık, 280 milyar dolar değerli milletvekilleri, Türk bankacılığının, tüm sistemin. Burada, bir tek katılım bankaları hariç, kalkınma bankaları var, yabancı bankalar var; yaklaşık 285 milyar dolar. Geliyorum, bu Türk bankalarının, tüm bankaların 231 katrilyon mevduatı var, mevduat toplamışlar; tasarruf mevduatı, ticarî mevduat, döviz tevdiat, diğeri de yurt dışından aldığı krediler.

Dönelim aktife. Ne yapmışlar Türk bankaları bu paraları, 30 Eylül itibariyle değerli milletvekilleri: Değerli milletvekilleri, bunun, Türk bankacılık sistemi, 142 katrilyonunu devlete borç vermiş. Devlet, Türk bankacılık sisteminden 142 katrilyon, hazine bonosu adı altında para almış; yani, 364 katrilyonun 142 katrilyonunu devlet almış. Hazine bonosu almış sistem devletten ve üzülerek söylüyorum, tüm bankacılık sisteminin verdiği krediyse 134 katrilyon. Değerli milletvekilleri, şimdi, bunun da -biliyorsunuz, geçen hafta konuştuk- 47 katrilyonu tüketici kredisi; yani, konut, araba ve ihtiyaç kredisi, kredili kredi kartı.

Değerli milletvekilleri, Türk bankacılık sistemi, 364 katrilyon bir aktif ve pasif toplamının sadece reel ekonomiye 87 katrilyonunu verirse, böyle bir ekonomide büyümeden söz edebilir miyiz?! Nerede bizim millî ekonomimiz, nerede?!

Değerli arkadaşlar, eğer, bu ülkede millî bankalarımız; ben, biraz sonra ona da geleceğim... Yavaş yavaş -Sayın Bakanım dedi- bir sakınca görmüyor bankalarımızın yabancılaşmasına. Arkadaşlar, bunu -tutanaklara geçsin- söylüyorum: Bize bizden başkasının faydası yok. Bağımsız ekonomi, ulus devlet, millî ekonomi politikası olmazsa, bu ülkede ekonomi bir gün yok olacaktır; bunu unutmayın arkadaşlar.

Onun için, 364 katrilyonun sadece 87 katrilyonu reel ekonomiye veriliyorsa ve bunun da yüzde 50'lik kısmı, arkadaşlar, ithalatın finansmanı.

Değerli milletvekilleri, bir ülkenin kalkınmasında, bir ülkenin kendi millî değerlerinin üretiminde eğer finansman bacağın yoksa, o ülkenin ekonomisi bir gün yok olacaktır. Uzun vadeli finansman politikan var mı?!

Değerli milletvekilleri, birkaç rakam da kalkınma bankalarından, yani bu ülkede uzun vadeli sanayii fonlayan, uzun vadeli… Ülkeye sanayiin kazandırılmasında uzun vadeli fon olmazsa, o ülkede ekonomi bir yere gitmez arkadaşlar; ama, maalesef, bakıyorum, kalkınma ve yatırım bankalarının Türkiye'de sağladığı tüm kaynak ise 10 katrilyon.

Değerli arkadaşlar, eğer bir ülkede ekonominin uzun vadeli finansmanı yoksa, o ekonominin sağlığından, o ekonominin geleceğinden hep kuşku duymak gerekir arkadaşlar; hep birileri bir gün gelir, birileri toplar gider arkadaşlar; bunu unutmayın. Onun için, ben, özellikle Türk bankacılık sisteminin çoğunluk hisselerinin yabancıların eline geçmesinde son derece sakınca görüyorum. Bana benden başkasının faydası yok! Bu insanlar sadece günlük politika izler; uzun vadeli sistem, uzun vadeli politika, ülke ekonomisinin bir yere gitmesinde, kesinlikle böyle bir politikaları yok arkadaşlar.

Geleyim kamu bankalarına arkadaşlar; kamu bankalarından birkaç rakam vermek istiyorum. Değerli arkadaşlarım, dikkatle ve ibretle dinleyin. Kamu bankalarının toplam kaynakları 87 katrilyon, bu kadar kaynak toplamış kamu bankaları, yani mevduat toplamı 87 katrilyon; ama, ne yapmış bu kaynakları arkadaşlar: Bunun 64 katrilyonunu devlete borç vermiş; yani, Halk Bankası, Ziraat Bankası ve özellikle esnafa ve tarıma… Bizim millî bankalarımız, arkadaşlar, 64 katrilyon Hazineye borç vermiş, verdiği kredilerin toplamı ise 27 katrilyon. Bu 27 katrilyon rakamının içinde, yaklaşık 6 katrilyon da nemadan dolayı kredilendirme var, yani, nemalardan dolayı bir kredilendirme var ve önemli bir kısmı da tüketici kredisi arkadaşlar.

Benim kamu bankalarım, bu ekonomiyi yönlendirecek, bu ekonomiye ışık tutacak kamu bankalarım, eğer, bu ülke köylüsüne, bu ülkenin esnafına önderlik etmiyorsa, bunlara uzun vadeli fonlama sağlamıyorsa, bu esnafların önünü açmıyorsa arkadaşlar, bu finansman politikasıyla, bu ekonomi bir gün iflas edecektir. Belki bunlar acı; ama, bunları söylemek bizim temel görevimiz. Bunun adı siyaset değil arkadaşlar; bu ülke hepimizin, bu ülkenin çocukları hepimizin; ama, biz, bu ülkenin kendi değerlerini, bu ülkenin millî ürünlerini eğer ihraç edemezsek… Bu ülkede 50 milyar dolar dışticaret açığını bir finanse ettin; ama, bu, gelecek sene 70 milyar dolara gelecek arkadaşlar. Bunun önünü alamayız. Türkiye ithalat cenneti oldu. Fransa -arkadaşlar, bir daha söylüyorum- hâlâ, küreselleşmeye karşı kendini koruyor, hâlâ, ekonomisini korumak için çabalar gösteriyor. Liberal ekonomiden vazgeçin demiyorum; ama, liberal ekonomi içerisinde, kendi millî devlet, ulus devlet ve millî ekonomimizi korumak kollamak, bu ülkede herkesin görevidir. Tamamen birilerine teslimiyetçi olmak, bu ülkenin insanlarına ihanet etmektir.

Değerli arkadaşlar, tabiî, kaynaklar bir tek tasarruf mevduatında aranıyor. Bu ülkenin başka kaynakları, kesinlikle Türk bankacılık sistemine kazandırılmıyor. Ben yine söylüyorum, bu ülkede 100 milyar dolarlık altın var, bunu bir defa burada size söylemiştim. Bu benim verdiğim rakamları İstanbul Altın Borsası Başkanı da teyit etti arkadaşlar. Biz altını yıllarca getiririz, sadece yastık altında durur. Ülke ekonomisine zerre kadar faydası olmayan bu altını ekonomiye kazandırıp, ilave kaynak bulmak hepimizin görevidir; ama, birinci şart, kamu borçlanmamalı. Kamu, bankacılık kesiminin tüm parasını, yüzde 60 parasını aldığı sürece arkadaşlar, bu ülkede bağımsız bir ekonomiden ve ülkenin kaynaklarının değerlendirilmesinden bahsedemeyiz arkadaşlar. Bunlar acıdır; ama, bu gerçekleri biz söylemek zorundayız.

Tabiî, ülkede uzun vadeli hiçbir finansman politikası yok arkadaşlar. Eğer, siz, bir gemi sektörüne, gemi imal sektörüne, beş yıl vadeli, dört yıl vadeli, fazla değil arkadaşlar…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Aslanoğlu, konuşmanızı tamamlar mısınız.

Buyurun.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Sayın Başkanım, toparlıyorum.

…bazı sektörlere uzun vadeli finansman sağlayın; ama, yabancı bankalar bunu sağlamaz arkadaşlar. Bu ülkenin geleceği için, çocuklarımızın geleceği için, uzun vadeli, beş yıl vadeli, yedi yıl vadeli -çok değil- 1 milyar dolar, gemi inşa sanayiini fonlayın, onların araç gerecini fonlayın; bunlar, her yıl 1 milyar dolar bu ülkeye döviz getirir arkadaşlar.

Bu ülkenin geleceği ihracatta, bu ülkenin geleceği kendi ürünlerimizin değerlendirilmesinde; ama, bunu sağlayacak bir finansman politikan yoksa, bunu sağlayacak bir politika geliştiremiyorsak arkadaşlar, hep kısır döngüde döneriz ve şunu bilin ki arkadaşlar, yabancılar, hava azıcık karardığı zaman, puslandığı zaman -1994 krizi, 2001 krizi- azıcık havayı puslu gördüğü zaman, kendi çıkarlarını korumak için ülkedeki her şeyi teper, ülkedeki tüm değerleri yıkar, paralarını alıp çeker giderler.

Onun için, ben, kısaca sistemin geleceğinden ve uzun vadeli finansman politikası olmaksızın, bu ülkede, bankacılık sisteminin ekonomiye daha büyük yarar getireceğine inanmıyorum.

Gelin, Kaynak Kullanımı Destekleme Fonunu kalkınma bankalarına verelim, devletin kalkınma bankasına. 1 milyar dolar, 2 milyar dolar. Bunlar, uzun vadeli fonlasın, yedi yıl vadeli, on yıl vadeli fonlasın; bakalım, o zaman ekonomide yatırım olmuyor mu arkadaşlar. Bu Teşvik Yasasıyla, bu Teşvik Yasasındaki olmayan finansman sistemiyle, Türkiye'deki  teşvikten, yatırımdan ve üretimden bahsetmemiz çok zor.

Hepinize saygılar sunarım, teşekkür ederim. (CHP ve Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Aslanoğlu.

Madde üzerinde -ekranda görüyorum- soru-cevap işlemi gerçekleştireceğiz.

Sayın Tütüncü, buyurun.

ENİS TÜTÜNCÜ (Tekirdağ) - Teşekkür ederim Sayın Başkan. Benim, Sayın Bakana bir sorum olacak. Yalnız, izin verirseniz, Sayın Başkan, bu sorumdan önce, bundan önce sorduğum sorunun yanlış anlaşıldığını gördüm; bu soruya, kısa da olsa bir açıklama getirmek istiyorum.

Sayın Bakanımız, aslında, sorduğum iki sorunun birisine yanıt vermediler, yazılı verecekler; ama, aktif büyüklüklerle ilgili soruya gerçekten ayrıntılı yanıt verdiler, kendisine teşekkür ediyorum; ancak, bu yanıtın, benim sorumun yanlış anlaşıldığına dönük bir yanıt olduğunu kavramış bulunuyorum. Şöyle: Ben, aktif büyüklüklerle ilgili bir soru sormadım. Gerçekten, Türkiye'deki bankacılık sisteminin aktif büyüklüklerinin gayri safî millî hâsılaya oranı çok düşük, aktif toplamları çok düşük ve toplamda da çok düşük, yüzde 71. Oysa, Avrupa Birliği ülkelerinde ortalama yüzde 280. Burada çok ciddî bir yetersizlik var ve Sayın Bakan da, bu yetersizliği son derece güzel bir şekilde dile getirdiler.

Benim sormak istediğim konu, bu yetersiz aktif büyüklüğü içinde bir yoğunlaşma; 4 ya da 5 bankanın, aktif büyüklüğü içinde, bu düşük orandaki aktif büyüklüğü içinde yüzde 61 oranına çıkmış olması. Beş yıl önce yüzde 48'di. Geçmiş dönemlerde, bu sorun, daha doğrusu bu olay, yoğunlaşma olayı çok tartışıldı, olumsuz görüldü. Acaba, içinde bulunduğumuz koşullarda bu nasıl görülüyor? Eğer bu yetersiz aktif büyüklüğü oranında, durumunda diyelim, yoğunlaşma artarsa, yani, 4 ya da 5 bankanın, aktif toplamı içindeki oranı yüzde 61'den yüzde 71'e, yüzde 81'e çıkarsa ne olur ve bu durumda hükümetin politikası nedir, ülkenin geleceği açısından? Bu soruma açıklık getirme fırsatını verdiniz, teşekkür ederim.

Şimdi, sorumu soruyorum Sayın Başkanım: Türkiye'de kredilerin millî gelir içindeki payı yüzde 20. Oysa, Avrupa Birliği ülkelerinde yüzde 150; Japonya'da, Amerika'da daha fazla. Yani, bankacılık sektörü büyümeyi finanse edemiyor; edemiyor, ne oluyor; tarıma kredi verilemiyor, reel ekonomiye kredi verilemiyor, ihracatçıya verilemiyor, küçük esnaf, sanatkâra verilemiyor, verilemiyor, verilemiyor ve büyüme, reel ekonominin dışında, dışborçla finanse edilmeye çalışıyor. Şimdi, bankacılığın kredi hacminin artırılması yaşamsal önemde. Bunun için, hükümetin düşünebildiği yönlendirici politikaları nedir, özendirme politikaları nedir?

BAŞKAN - Sayın Tütüncü, 3 dakikayı geçti soru sorma süreniz. Diğer arkadaşlara soru sorma hakkı kalmayacak, Kılıçdaroğlu da bekliyor yanı başınızda.

ENİS TÜTÜNCÜ (Tekirdağ) - Sordum Sayın Başkan, sordum soruyu.

BAŞKAN - Buyurun efendim.

ENİS TÜTÜNCÜ (Tekirdağ) - Teşekkür ederim.

Kredilerinin artırılması açısından…

Değerli arkadaşımızın uyarısına da teşekkür ediyorum; sağ olun, Sayın Başkanı uyardınız, eksik olmayınız.

RECEP KORAL (İstanbul) - Sıra bekliyoruz.

ENİS TÜTÜNCÜ (Tekirdağ) - Sayın Başkan, sorumu sordum. Kredilerin oranının artırılması için bankacılık sistemine nasıl bir yönlendirme politikası uygulanabilir, özendirme politikası uygulanabilir?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Tütüncü.

Sayın Kılıçdaroğlu, buyurun.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Bir sorum olacak Sayın Bakana, aracılığınızla.

İmar Bankasının off-shore'zedeleri var. Bu insanlar, devletten olan alacaklarını, TMSF'den olan alacaklarını alamıyorlar; çünkü, bu konuda siyasal irade off-shore'zedelerden farklı düşünüyor.

Birinci sorum şu: Acaba, off-shore'zedelerin talep ettikleri alacak tutarı ne kadar?

İkinci sorum da şu: Acaba, bu off-shorezedelerin tümü mü kötü niyetli olarak algılanıyor hükümet tarafından? Bu konuda Sayın Bakan bilgi lütfederse sevinirim.

Teşekkür ederim.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Son cümleyi bir tekrarlar mısınız?

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) -  Son cümle şu, Sayın Bakanım: Off-shore'zedelerin tümü kötü niyetli olarak mı algılanıyor hükümet tarafından? Bunların içinde, iyi niyetle, İmar Bankasına el konulmadan bir ay önce, yurt dışından off-shore parasını getirip normal mevduata döndüren iyi niyetli insanlar yok mu?

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kılıçdaroğlu.

Sayın Işık, buyurun.

AHMET IŞIK (Konya) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum. Çok kısa sormak istiyorum.

Sayın Bakanım, tasarıyla yapılan düzenlemede, Fon tarafından el konulan bankaların tahsil edilecek kamu borçlarının yanı sıra, bu bankalara ait şirketlerin kamu borçlarının da tahsili imkânı sağlanabilecek midir?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Sayın Bakanım, buyurun.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Sayın Başkan, çok teşekkür ediyorum.

Sayın Tütüncü'ye… Bu "şu andaki aktif büyüklüğü belli olan Türk bankacılığındaki yoğunluk artarsa -ki, eskiye göre biraz arttı- bu artarsa, bu iyi mi olur, kötü mü olur" diyorsunuz, değil mi?

ENİS TÜTÜNCÜ (Tekirdağ) - Evet.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Sayın Tütüncü, teşekkür ediyorum önce.

Şimdi, bunun artması; yani, şu andaki durum, endişe verici bir durum yok ortada. Bir de, biliyorsunuz, daha henüz özelleştirmesi yapılmamış, devletin elindeki bankalar var ki, Ziraat Bankası gibi -efendim, büyük bankalar bunlar da- Halk Bankası gibi bankalar; bunları da kattığımız zaman o büyük bankaların içerisine -ki, Ziraat Bankası bugün en büyük bankamız bizim ve devletin elinde olan bir banka- şu anda endişe verici bir durum söz konusu değil. Zaten, diğer ülkelere de baktığınız zaman, bazı büyük bankalar büyük payı alıveriyorlar, götürüyorlar. Diğer orta büyüklükte ve küçük bankalar da, onların da kendilerine yönelik bazı işlevleri var yani, onlar da yapıyorlar. Yani, büyük banka olması ve yoğunluğun artması çok büyük sıkıntı getirmiyor şu andaki; ama, ileriye doğru bu, efendim, 4-5 tane banka bütün yüzde 100'ünü, 99'unu alır mı, 95'ini alır mı; ben, onu tahmin etmiyorum; çünkü, Türkiye'de bankacılık iyi temellere oturdu. Yani, her musibetten bir hayır çıkarmış derler; o 2000-2001 krizinden sonra, Türkiye'deki bankacılığın tekrar toparlanması ve kuvvetlendirilmesine önem verildiği için ve bu sağlandığı için, şimdi, artık, bankacılık öyle eskisi gibi değil; yani, isteyen, ben banka açmak istiyorum diyen, gelen, öyle banka açamıyor artık, yok. Yani, fevkalade -daha önceki konuşmamda da belirttim- kaidelere bağlı ve o yoğunlaşma da, böyle giderek artan, aritmetik şekilde veya geometrik şekilde bir yoğunlaşma, çok fazla yoğunlaşma, sıkıntıya sokulan bir yoğunlaşma yaşanmaz; çünkü, serbest piyasa ekonomisi ona pek cevaz vermez. Yani, otomatik çalışır bunlar, fazla sıkıntı olmaz; onu söylüyorum.

Şimdi, kredi hacminin artmasını bir de sordunuz ki, evet, fevkalade, bir ekonomi için eğer siz kredi kaynaklarınızı artıramıyorsanız, büyüyen ekonominin ihtiyacı olan krediyi sağlayamıyorsanız, orada bazı sıkıntılar çıkar.

Şimdi, Türkiye'de, daha önce, maalesef, sağlıklı bankacılık yoktu. Neden; bankalarda toplanan paraların tamamını devlet çekiyordu. Devlet, çünkü, öyle fazla borçlanmıştı ki ve öyle borçlanmaya aç bir haldeydi ki, ne bulursa alıyordu, faizine maizine bakmadan nerede ne para bulursa alıyordu.

Ben, size söyleyeyim; şimdi nemaları ödüyoruz biz. Nemaları nereden almışlar daha önce; çalışan işçinin, memurun parasını almışlar elinden, hadi sizden de borç alıyoruz demişler. Resmen el koymuş, yani, daha önceki hükümet, hani şimdi, işçi, memur falan diyoruz ya, o dargelirlinin parasına bile el koymuş. Şimdi, biz geldik de ödüyoruz bunları, biz geldik de ödüyoruz ve bitireceğiz. Aşağı yukarı 14 katrilyon para toplanmış,  bankalarda ne varsa toplanmış. Bankalar da yatıyorlar, devlete veriyorlar borcu, devletten alıyorlar faizi, efendim, biz çok iyi iş yaptık diyorlar. Ne işi?! Bankacılık mankacılık değil ki o. Ver parayı devlete…

BAŞKAN - Sayın Bakanım, konuşmanızı tamamlar mısınız; süreniz de doluyor.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Evet, tamamlayayım.

Dolayısıyla, şimdi, bir zamanlar bütün bankaların verdiği toplam kredi 45 milyar YTL civarındaydı. Şimdi, o 145'e çıktı. O kredi 145'e çıktı üç sene içerisinde. Peki, niye 145'e çıktı; artık, kredi verme imkânları gelişiyor. Hem aktif büyüklükleri şey ediyor, otofinansman yapıyorlar hem de devlet artık daha az borçlanıyor giderek, borcu ödüyor, geriye para almıyor, borçlanmıyor. Dolayısıyla, ekonomiye daha fazla para aktarılıyor. Bu da, sağlıklı, ekonominin sağlıklı çalışmasına meydan veriyor ki, bu bahsettiğiniz konu, işaret ettiğiniz konu, hakikaten ekonomi için fevkalade önemli bir konu. Doğrusu teşekkür ediyorum, çok güzel bir soru.

Sayın Kılıçdaroğlu'nun, "İmarbankın" off-shore'zedelerle ilgili talep ettikleri alacak tutarı ne kadar?.. "Şu anda, ben, onu yazılı olarak bildireyim, elimde bir rakam yok; ama, biz hiçbirisini kötü niyetli diye hiçbir zaman öyle bir şey söylemedik, öyle bir şey de söylemiyoruz kötü niyetlidir, şu niyetlidir falan. Herkesin niyeti kendisine ait. Biz niyetleri okuyacak bir insan değiliz; ama, burada bir de bir sistem var. O sistemle ilgili olarak zaman zaman bizim SPK toplanıyor, diğerleri toplanıyor, Enerji Bakanı, Maliye, Hazine… Bir çıkış yolu yok orada yani. Öyle bir çıkış yani. Hukuken orada bir sıkıntı var ve SPK da bunu söylüyor. O sıkıntıyı, geliyor, ortaya koyuyor. Şimdi, o şartları, biz, yok farz edip de, şunu yaptık, bunu yaptık diyecek halimiz yok. Burası bir hukuk devleti. Hukuka saygılı olmamız lazım.

Sayın Işık da -çok hızlı bir şekilde söyleyeyim- güzel bir soru sordu, teşekkür ediyorum. Bankacılık Yasası, faaliyet izni kaldırılan ve fon tarafından yönetim ve denetimi devralınan bankalar hakkında yapılacak takibin, bankayla ilişkisi bulunan kişilerin, şirketlerin malları hakkında da sürdürülebilmesine imkân sağlıyor. Dolayısıyla, bankayla ilişkisi olan kişi veya şirketlerin mallarının satışından elde edilen bedelden bunların kamuya olan borçları da tahsil edilebilecektir; yani, kimsede bir şey bırakmıyoruz, hepsinden biz tahsilimizi yapıyoruz.

Çok teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakanım.

Geçici madde 24'ü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Geçici madde 25'i okutuyorum:

GEÇİCİ MADDE 25.- Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce Fon tarafından satış ilanı verilmiş, satışı gerçekleşmiş ancak ihale bedelinin alacaklılara dağıtımı sonuçlanmamış satışlar ile 31/12/2006 tarihine kadar ilan edilecek satışlar kapsamında yapılacak teslimlerde, 3065 sayılı Katma Değer Vergisi  Kanununun 17 nci maddesinin (4) numaralı fıkrasının (m) bendi uyarınca istisna uygulanacak kısmın hesaplanmasında, 5411 sayılı Kanunun bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önceki hükümlerine göre Fona intikal etmesi gereken tutar esas alınır."

BAŞKAN - Madde üzerinde şahsı adına, İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu…

Sayın Kılıçdaroğlu, buyurun.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) - Grup adına da geliyor.

BAŞKAN - Efendim?..

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Grup adına da var.

BAŞKAN - Şahsı ve Grup adına, buyurun.

CHP GRUBU ADINA KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Aslında  söz almayacaktım; ama, Sayın Halil Aydoğan arkadaşım, Plan ve Bütçe Komisyonunda beraber çalıştığım arkadaşım, benim yaptığım bir konuşmada TMSF'den olan Hazine alacaklarının silinmesinin, alacakların tahsil edilmemesi anlamına gelmeyeceğini ifade etti ve bunun da bu şekliyle algılanması gerektiğini altını çizerek belirtti.

Şimdi, değerli arkadaşlar, bir bankaya el koyuyorsunuz, el koyduktan sonra bankanın içi boş. TMSF gidiyor diyor ki Hazineye, "vatandaşın parasını ödeyeceğim, bankaya el koyduk, mevduat garantisi vardı." O da "olur, ben sana vereyim" diyor. Veriyor. Ne kadar veriyor; 49 milyar dolar veriyor.

Şimdi, TMSF, IMF sıkıştırıyor "bu alacakları sil" diyor. Yani, "Hazinenin, TMSF'den olan alacağını sil" diyor. O da "olur" diyor, "şu vadede, şu vadede sileceğim" diyor.

Elbette ki, bu TMSF'nin alacağını takip etmemesi anlamına gelmiyor; ama, bir anlama geliyor; Hazine, artık TMSF'ye "bu alacağı niye tahsil etmiyorsun" diyemeyecek. Sayıştay da onu söylüyor, diyor ki: Arkadaş, sen para verdin. Bu paranın sonu ne oldu? Bu parayı ne yaptın? Bu parayı, niye alacağımı vermiyorsun? Bunun, 16,5 milyar liralık süresi doldu, zamanı doldu; geçti bunun vadesi, niye ödemiyorsun; bunu soramayacak ve TMSF'nin Sayın Başkanı da diyor ki: "Biz bu alacağın tamamını zaten tahsil edemeyiz. Bunun üzerine bir bardak su içeceğiz" diyor. Güzel…

Demek ki, aslolan bu paranın tamamının tahsil edilmesidir. Tamamının tahsil edilmemesi… Ve, Sayıştay şunu da söylüyor, diyor ki: "Siz, bu alacağınızı sileceğinizi önceden açıkladınız. Bu yanlıştır. Bunu açıklamanız zamanlama olarak yanlıştır" diyor. Önce siz bir takip edin, alamıyorsanız, ondan sonra ben bunu sileceğim deyin. Siz daha işin başında "biz bunu sileceğiz" dediniz. Sayıştay da diyor ki: "Bu yanlıştır, bunu yapamazsınız" diyor.

Geliyorum ikinci konuya… Sayın Aydoğan dedi ki: "Bunun IMF'yle hiçbir ilgisi yoktur." Bu, Sayın Aydoğan, Hazineye gelen… Sayıştayın gönderdiği rapor, Türkiye Büyük Millet Meclisine gönderdiği rapor.

HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) - TMSF'nin alacaklarının IMF'yle ilişkisi yoktur; onu söyledim ben.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) - Şimdi, bakın, 15.7.2004 tarihli Niyet Mektubu… Aynen okuyorum Sayın Aydoğan: "Hazine Müsteşarlığının bankacılık sisteminin yeniden yapılandırılmasının finansmanı çerçevesinde TMSF'den olan alacaklarının 2004 sonuna kadar çözüme kavuşturulması konusundaki planımız hedeflendiği gibi ilerlemektedir."

HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) - TMSF'nin alacaklarının ilişkisi yoktur dedim; gene tekrarlıyorum.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) - Şimdi, bakın, eğer TMSF ile Hazine alacakları arasında hiçbir ilişki olmasaydı, Hazine niye oraya para veriyor 49 milyar dolar?

HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) - Onu bilmem…

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) - Niye veriyor?...

HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) - Benim söylediğim öyle.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) - Bir ilişki var ki veriyor oraya. O parayı veriyor ki, sen vatandaşın borcunu öde diyor, mevduatını öde, ben devlet olarak garanti ettim diyor. 2004'te değil, 2005'te de aynı şeyi söylüyor.

Şimdi, geliyorum bir başka konuya değerli arkadaşlar. Ben, burada, daha doğrusu oturduğum yerden Sayın Bakana bir soru sordum; dedim ki, off-shore'zedelerle ilgili olarak acaba alacak tutarı nedir, bu insanlar ne kadar alacak talebinden bulunuyorlar; yani, İmar Bankasına el konulmadan bir ay önceye, geriye doğru gidip, getirip bu paralarını mevduata döndürdüler bu insanlar, bunların alacakları nedir? Sayın Bakanım, bilmiyorum dedi; doğrudur, yani, belki elinde bilgi olmayabilir; yazılı olarak yanıtlayacak, onu da öğreneceğiz. Şimdi, hükümet bunu ödemiyor. Şimdi, mevduat garantisi var. Peki, el konulduğu tarihte bu mevduat mıydı; evet. Hukukî sıkıntı var mı; hayır, hukukî sıkıntı yok. Sıkıntı, siyasî sıkıntı var; siyaseten bu parayı ödemek istemiyor hükümet. Niçin ödemek istemiyor; diyor ki, ben bu bankaya el koyacağımı biliyordum, bir ay önceden belliydi bu; ama, ben zamanında el koymadım. El koymadığım için de, bunlar bu süre içinde off-shore'daki parayı getirip mevduata yatırdılar. Şimdi de benden istiyorlar; ben, bunu ödemem. Peki, vatandaşın günahı ne?! Siz zamanında hükümet olarak niye el koymadınız?! Bu sorunun cevabı nerede?! Zamanında el koyun, deyin ki, parayı, off-shore'u kabul etmem şu tarih itibariyle. Zamanında el koymuyorsunuz. Niye el konulmuyor değerli arkadaşlar, biliyor musunuz; BDDK yönetiminde karar alacak kadar yönetim kurulu üyesi yoktu, BDDK yönetimi karar alamıyordu. Hükümet atamayı geç yaptığı için bu tablo çıktı ortaya.

Şimdi, bütün bunların gerçek olmadığını düşünelim, hepsi gerçek değil diyelim.

HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) - Gerçek değil!

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) - Geliyorum ikinci noktaya; ikinci nokta da şu: Sayın Bakan diyor ki, hukukî sıkıntı var; olabilir. Peki, hukukî sıkıntıyı giderecek olan kişi kim; hükümet değil mi?!

HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) - Yargı!

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) - Hükümet, hukukî sıkıntıyı gidermek zorundadır. Varsa burada bir hukukî sıkıntı, hükümet bunu gidermek zorundadır. Hükümet, vatandaşın haklarına sahip çıkmak zorundadır. Getirecek buraya, yasayı yapacağız, düzenleyeceğiz hukukî sıkıntı varsa. Şimdi, denilebilir ki, efendim, biz, bunların paralarını vereceğiz; ama, yargı çözsün.

Peki, Sayın Aydoğan, İmar Bankasındaki bir miktar mevduatın, ticarî mevduatın parasını nasıl ödediniz siz?! AKP Hükümeti, ticarî mevduatı, kendi yandaşlarının parasını nasıl ödedi?! Kendi yandaşları… Bakın, neden kendi yandaşları, Değerli Milletvekilim…

HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) - Onların listesini vermen lazım…

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) - ... kendi yandaşları, neden, biliyor musunuz; ticarî mevduat sahibi için, burada, belli bir ticarî mevduat sahibi için, kanun çıkardınız, özel kanun çıkardınız.

HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) - İsim vermen lazım…

MEHMET EMİN MURAT BİLGİÇ (Isparta) - Sizin yandaşlarınızın parasını da ödedik…

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) - Efendim, onların kim olduğunu…

HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) - Onların listesini vermen lazım…

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) - Niçin?.. Sayın Bakan orada oturuyor… Ticarî mevduata ödenmedi diyorsanız…

ÜNAL KACIR (İstanbul) - İddia ediyorsan, ispatla…

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) - Efendim, kanun çıktı, ispatı mı var?!

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Hayır, kim olduğunu söyle, yandaş olduğunu ispatla…

ÖNER ERGENÇ (Siirt) - Listesini vereceksin…

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) - Şimdi, siz bana isim verin, ben size yandaş olup olmadığını söyleyeceğim.

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Allah Allah!..

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) - Ben, size… Yandaş… Niye söylüyorum…

ÖNER ERGENÇ (Siirt) - O zaman niye yandaş olduğunu söylüyorsun?!

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) - Niye yandaş olduğunu söylüyorum, değerli milletvekillerim.

HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) - Listesini verecektiniz, listesini!..

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) - Bakın, neden söylüyorum…

Ama, beni dinleyin…

Bakın, şimdi, ticarî mevduat sahiplerine, bankaya el konulunca parası ödenmez. Niçin; ticarî mevduat sahibi, TMSF'ye para ödemez de onun için; ama, siz, bir düzenleme yaptınız, belli bir tarih için "biz, bu ticarî mevduat sahiplerinin parasını ödeyeceğiz" dediniz. Peki, hangi gerekçeyle bunların parası ödenir; bana söyler misiniz?! Sayın Bakanımız burada. Sayın Bakan, çıksın, desin ki, bu ticarî mevduat sahiplerinin, bunların, zinhar, Adalet ve Kalkınma Partisiyle hiçbir ilgisi yoktur, bunların listesi de budur, buyurun bakın; ey sözcü, sen doğruyu söylemiyorsun, bu listedekilerin hiçbirisinin Adalet ve Kalkınma Partisiyle yakınlığı yoktur; biz, bunlar çok zor durumda olduğu için, bunların parasını ödedik.

HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) - Elinde liste yokken nasıl konuşuyorsun üstat?!

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Biliyorsan söyle…

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) - Şimdi, değerli arkadaşlarım, ikinci konu: Sayın Bakan dedi ki: "Biz, bu off-shore'zedelerin hiçbirisinin kötü niyetli olduğunu kabul etmiyoruz; biz, niyet okuyucusu da değiliz." Peki, hukukta aslolan nedir; iyi niyettir. Ben bankaya el koyduğum tarihte bu para mevduat mıydı; mevduattı. Bu para TMSF kapsamında mıydı; TMSF kapsamındaydı. Bu paranın ödenmesi gerekiyor muydu; ödenmesi gerekiyordu. Hani iyi niyet esastı?! Hani, hukukta iyi niyet vardı?! Niçin ödemiyorsunuz?! Ödemek istemiyorsunuz; siyasî sıkıntı var, hukukî sıkıntı yok.

Bir başka konu: Az önce burada, İhlas Finansa para yatıran insanların dramını dile getirdim. Bu insanlar, siyasal düşünce olarak size yakın olan insanlar. Bu insanlar, katılım payı; faiz değil, katılım payı almak isteyen insanlar. Bu insanların dramı var; 800 000 000 dolar hortumlandı bu insanlardan.

Bakın, ben size, Sanayi ve Ticaret Bakanının onayladığı müfettiş raporundan bir bölüm daha okuyacağım; siz reddettiniz; ama, bir bölüm daha okuyacağım, şöyle diyor: "Bu durumda, şirketin, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna alınan bankalar gibi tasfiye edilmesinin daha uygun olacağı gözlendiği; ancak, bunun gerçekleşmesinin yeni yasal düzenlemelere bağlı olduğunun anlaşıldığı belirtiliyor." Peki, biz getirdik yasal düzenleme; niye kabul etmediniz?! Niye kabul etmiyorsunuz arkadaşlar?! Bu adamlar, hadi, off-shore'a para yatırdı diye reddediyorsunuz; bu insanlar off-shore'a da para yatırmadılar. Bu insanlar, geldiler, Türkiye Cumhuriyetinde kurulan bir finansal şirkete para yatırdılar, karşılığında da paralarını alacaklar. Siz, bakın, ticarî mevduatı koruyorsunuz, onların paralarını hazineden ödüyorsunuz, bu insanların paralarını ödemiyorsunuz! Siz, sadece bunu da yapmadınız; siz, yurt dışından kredi alan, Türkiye'ye kredi veren bütün yabancıların da parasını ödediniz; ama, kendi insanınızın parasını ödemediniz. Bunun, adaletle ne ölçüde bağdaşacağını siz söyleyebilir misiniz?! Hangi adalet bunu kabul edebilir?! Hangi insanlık onuru kabul edebilir bunu?! Bu Parlamento, az önce yaptığı bir oylamayla, dürüstlüğün yanında değil de, hortumculuğun yanında olduğuna dair bir gölge, bir görüntü sergiledi. Bu görüntü doğru bir görüntü değildir. Hortumcuları korumak bu Parlamentonun görevi değildir, hortumculardan halkın parasını almak bu Parlamentonun görevidir. Bu göreve ben Yüce Parlamentoyu tekrar davet ediyorum; hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Kılıçdaroğlu.

Geçici madde 25'i oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Madde 2'yi, geçici madde 24 ve 25'le birlikte oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler.. Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, saat 20.30'da toplanmak üzere birleşime ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 19.41
BEŞİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 20.35

BAŞKAN: Başkanvekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 72 nci Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.

1078 sıra sayılı kanun tasarısının görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

6.- Bankacılık Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1160) (S. Sayısı: 1078) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.

Tasarının 3 üncü maddesini okutuyorum:

MADDE 3.- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Tekirdağ Milletvekili Enis Tütüncü.

Sayın Tütüncü, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA ENİS TÜTÜNCÜ (Tekirdağ) - Sayın Başkan, kişisel söz hakkım da vardı; acaba mümkün mü ikisini bir arada kullanmak?

BAŞKAN - Şimdi, size öncelikle söz hakkı verdiğim için, daha sonra isterseniz kullanın veya size biraz müsamahakâr davranayım; o arada onu da kapatalım.

Buyurun.

ENİS TÜTÜNCÜ (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, 3 üncü madde üzerine söz almış bulunuyorum; hepinizi, sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.

Maddeyle ilgili konuşmaya geçmeden önce, ben de, bugün 8 Mart Dünya Kadınlar Gününü, içtenlikle kutluyorum. Bizim Anadolu kültüründe, Anadolu hümanizmasında, kadınların, son derece önemli bir konumda görüldüğünü dikkatlerinize çekmek istiyorum, anımsatmak istiyorum. 13 üncü Yüzyılda, örneğin, Konya'dan Mevlana şöyle seslenmiş, demiş ki: "Kadın Tanrı ışığıdır, sevgili değil. O sanki yaratıcıdır, yaratılmış değil." Acaba kadının değerini, kadının yüceliğini bundan daha güzel söyleyen, anlatan ne söylenmiş ve yine aynı zaman kesitinde, Anadolu'nun bir diğer yöresinde Hacı Bektaş Veli "kadınlarınızı okutunuz" demiş.

Ve 13 üncü Yüzyıldan söz ediyorum. Avrupa'nın, özellikle Avrupa'nın ortaçağ karanlığında bunaldığı, kilisenin baskısı altında, engizisyon mahkemelerinin baskısı altında bunaldığı, kadınların, cayır cayır, içine cadı girmiş suçlamalarıyla suçlandığı bir zaman kesitinde, Anadolu'da, Anadolu felsefesinde, kadını böylesine yüce bir noktada gören bir felsefe sisteminin mirasçılarıyız, temsilcileriyiz ve bu sistemi en güzel bir şekilde Gazi Mustafa Kemal Paşa yakalamış.

Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın, 1921 yılında kadınlarla ilgili söylediğini size nakletmek istiyorum: "Tam eşitlik, erkeklerin hakları neyse kadınlarınki de aynı. Özgürlüklerini hakkıyla kazandılar. Milletin yarısının sosyal hayata yabancı, uzak kalması uygun bulunamaz." 1921... Ve yine, 1923'te "Bundan dolayı, kadınlarımız, hatta erkeklerden çok daha aydın, daha çok ilim ve kültür sahibi, daha çok bilgili olmak zorundadırlar." Mustafa Kemal'in Anadolu hümanizması felsefe sistemiyle tam anlamıyla, her konuda, kadın açısından da, kadının yüceliği açısından da bütünleşmiş olduğunu tekrar dikkatlerinize sunmak istiyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bankacılık sektörünün kredilendirme işleviyle ilgili bir çarpıklığı dile getirmek, sizlerle paylaşmak amacıyla söz aldım.

Bankalarımız, ne yazık ki, yatırımın ve üretimin kredilendirilmesine, hâlâ yeterince yönelebilmiş, yeterince ağırlık verebilmiş değil.

Konuya girmeden önce, bankacılık sektörüyle ilgili gerçekleşen olumlu gelişmelerden bir iki tanesine kısaca değineyim. 2000-2001 krizlerinin tahribatını hızla onarıyor ve ciddî bir atılım sürecine girmiş görülüyor bankacılık sektörü. Elimizdeki Ağustos 2005 verilerine göre, sektörde bir önceki yıla göre büyüme oranı yüzde 23, kredilerdeki artış oranı yüzde 40, vergi öncesi kârlardaki artış oranı ise yine bir önceki yıla göre yüzde 40; çok ciddî bir performans, alkışlanacak bir performans. Bankacılık sistemindeki büyüme ve güçlenme, ekonomi açısından ne kadar önemli, ne kadar yaşamsal önemde burada söylemeye, anlatmaya gerek yok; çünkü, banka sistemi, temelde yatırımı ve üretimi kredilendiren bir mekanizmadır.

Bakınız, yine Ağustos 2005 itibariyle sistemdeki mevduat toplamı 205 milyar Yeni Türk Lirası olmuş. Tabiî ki, bankacılık sistemi bu parayı satmak mecburiyetinde; çünkü, maliyetler, mevduat maliyetleri oldukça yüksek. Nerelerde satacak, nerelerde kullanacak; en verimli alanlarda kullanacak, en fazla kâr sağlayan alanlarda kullanacak. Bu açıdan baktığımızda, bankacılık sistemi elindeki kaynağının 130 milyar YTL'lik kısmını kredide kullanmış ve 137 milyar Yeni Türk Lirasını ise, hazinenin ballı börekli kâğıtlarına, bonolarına, hazine kâğıtlarına yatırmış. Nereye gitmiş bu hazine kâğıtlarının dışındaki o 130 milyar YTL'lik kredi paketi; üretime, yatırıma ve tüketime kredi olarak gitmiş. Yani, buradan şuraya gelmek istiyorum: Bankacılık sektörünün, kesiminin yumuşak karnını size sergilemek istiyorum. Gerçekten, bankacılık kesimi, kaynaklarının yarısından fazlasını, hâlâ, bankacılık sistemiyle ilgisi olmayan, bankacılık işleviyle ilgisi olmayan, sorumluluğuyla ilgisi olmayan alanda kullanmış (yüksek kârlar, hazine kâğıtları) oturduğu yerden para kazanmış. Geçmiş dönemde çok daha fazlaydı bu durum; ama, şimdi, hâlâ, krizden hızla çıkışın, iyi bir performansın gösterildiği bir zaman kesitinde hâlâ, bankacılık kesiminin, gerçek işlevinden oldukça uzak olduğunu görüyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bankaların kredi toplamının dağılımına baktığımızda, sistemin yumuşak karnı iyice ortaya çıkıyor. Bu 130 milyar Yeni Türk Liralık kredi toplamından yaklaşık 40 milyar Yeni Türk Lirası -ki, bu yüzde 30'unu oluşturuyor- tüketiciye verilmiş; yani, konut, otomobil, kart kredisi olarak kullandırılmış. Reel ekonomiye ne kadar kredi açılmış diye incelediğimizde, tarıma verilen krediler, tüm krediler içinde sadece 6 milyar Yeni Türk Lirası civarında; otomobil kredileri kadar. Ancak ve ancak otomobil kredileri kadar, koskoca tarım sektörüne kredi ayırabilmiş, kredi açabilmiş ve bu tarım sektörüne açılan kredi toplamını kredi kartları borcuyla kıyasladığımızda, kredi kartları borcu 2,5 kat daha fazla tarıma açılan kredilerden. Yakın zamana kadar hem ihracat hem de istihdam açısından kilit sektörlerden biri olan tekstile gelince, buraya verilen kredilerin toplamı yaklaşık 7 milyar Yeni Türk Lirası; yani, toplam banka kredilerinin yüzde 5 dolayı. Hemen belirteyim ki, bankacılık sektöründe bireysel bankacılığın önplana çıktığı bir değişim süreci yaşanıyor.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu süreç, yeni teknolojik devrimle başlayan küreselleşme olgusunun bir sonucu, bir gereği olarak görülmekte. Sanayi ötesi toplumu; yani, bilgi toplumu, tüketici toplumu aşamasına gelmiş olan, geçmiş olan ülkelerde, bankacılık sektöründeki bu yapısal değişikliğin doğru, yararlı olduğu kabul edilebilir; ancak, bizim gibi sanayileşme sürecinin belli bir aşamasına sıkışıp kalmış; yani, tüketim malları sanayiini iyi ya da kötü oluşturmuş; ancak, ara malları sanayiinin kurulmasında ciddî sorunlar ve eksikler yaşayan, yatırım malları sanayii açısından; yani, fabrika yapan, fabrikaları üreten sanayi, yatırım malları sanayii açısından ise çok gerilerde kalmış Türkiye'de, ne yaptığını, ne yapacağını bilmeyen, hedefi, stratejisi olmayan, belli olmayan bir ülkede, bankacılık sektörünün işlevi ve kredilerinin kompozisyonu, herhalde sanayi ötesi ekonomilerine göre çok farklı olsa gerektir diye düşünüyorum. Bankaların kaynaklarının yarısından fazlası -az önce söylediğim gibi- yine hazine tarafından emiliyor, kalan yarısının yüzde 30'u tüketim kredilerine, bireysel bankacılık alanına gidiyor.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu durum, Türkiye'nin geleceği açısından iyiye işaret değildir. Bu duruma nasıl gelindi, hangi süreçte gelindi, bu yapı neden böylesine çarpık hale geldi; bunları yaşayarak, acı şekilde yaşayarak, sonuçlarına katlanarak gördük.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ENİS TÜTÜNCÜ (Devamla) - Şimdi, kanımca tartışmamız gereken konu, bu çarpık yapı nasıl düzeltilir, nasıl düzeltilebilir, bankaların kaynakları, artan oranda, yatırıma ve üretime nasıl yöneltilebilir? Tabiî ki bu soru, bankacılık ve finans sektörünün sorumluluklarını aşıyor; bu konu, ülkeyi yönetenlerin görev ve sorumluluğu altındadır; ama, ne yazık ki hükümetin bu konularla pek ilgisi yok. Bu konularla ilgilenmiyor ne yazık ki hükümet. Bunun için, bir strateji ve bir politika planlaması vizyonuna sahip olmak gerekiyor. Biz, burada, yıllardan bu yana söylüyoruz, bir politika ve strateji planlaması vizyonuna sahip olunması gerekiyor. Türkiye, geleceğin dünyasında, kazananlar safında nasıl yer tutacak; bu amaçla, geleceğin dünyasındaki mal ve hizmet talebi hangi alanlarda yoğunlaşacak; Türkiye, ekonomik avantajını, sosyal, coğrafî ve stratejik avantajlarını kullanarak, hangi endüstrilerde dünya çapında iddialı hale getirilecek; seçilecek olan kilit endüstrilerde başarılı olmak için nasıl bir yabancı sermaye politikası, nasıl bir yatırım politikası, nasıl bir üretim ve teşvik politikası uygulayacak? İşte, finans ve bankacılık sektörü böyle hedefler çerçevesinde yönlendirilmek, onlara destek olmak gereği içinde Türkiye.

 Bu söylediklerim şu açıdan önemli, Sayın Başkan değerli milletvekilleri: Türkiye'de ekonomik büyüme, giderek iç talebe ve ithalata bağlı olmaya başladı. İhracatın 1 dolar artırılması için ya da 1 dolarlık bir büyüme sağlanması için, önceki yıllara göre çok daha fazla ithalat yapmak mecburiyetinde Türkiye, ithal girdileri almak mecburiyetinde Türkiye.

Bazı çok bilen çevreler şöyle kelam kesiyorlar: Efendim, ithalatın finansmanı sağlandığı sürece,  Türkiye yüksek ekonomik büyüme oranlarını sürdürebilir. Peki, ithalatın finansmanı nasıl sağlanıyor; dış borçla ve sıcakparayla sağlanıyor. Dış ticaret açığı ve buna bağlı cari işlemler açığı artıyor, ekonomide dolarla borçlananlar için, dolarla kredi alanlar için kur riski büyüyor.

Bu gidiş, iyi bir gidiş değildir, Sayın Başkan, değerli milletvekilleri. Ufak bir kıvılcımla patlama olabilir; hükümetin, bir an önce… Nitekim, o süreç başladı; inşallah, bu kur riski almış olanlar, bu başlayan süreçte sıkıntıyla karşılaşmaz.

Bunları şunun için söylüyorum, sözlerimi toparlıyorum Değerli Başkanım; bankacılık ve finans sektörünün belli bir hedefe göre yönlendirilmesi, hatta desteklenmesi gerekiyor. Kaynaklarının yarısından fazlasını bankacılıkla ilgisi olmayan alanlara yatıran ve temel işleviyle ilgisi olmayan kârlarla, faaliyetlerle övünen, reel ekonomiye, yatırıma, üretime ağırlık vermeyen bir bankacılık anlayışıyla Türkiye'nin ileriye götürülmesi kesinlikle mümkün değildir. Hükümetin, güçlü ve ulusalcılığı gözden kaçırmayan bir bankacılığın geliştirilmesi için, gerekli politikaları bir an önce tespit edip uygulamaya geçmesi gerekiyor.

Bu duygu ve düşüncelerle, bu maddenin ülkemize, bankacılık kesimine hayırlı, uğurlu olmasını diliyorum; hepinizi en iyi dileklerimle, sevgiyle, saygıyla yeniden selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Tütüncü.

Madde üzerinde, Anavatan Grubu adına, Erzurum Milletvekili Sayın İbrahim Özdoğan; buyurun.

ANAVATAN PARTİSİ GRUBU ADINA İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; görüşülmekte olan 1078 sıra sayılı kanun tasarısı üzerinde Anavatan Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım; hepinizi en kalbî duygularımla, sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, sözlerime başlamadan önce, ben de, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü münasebetiyle, şerefli ve yüce Türk kadınının Kadınlar Gününü kutluyor ve bu münasebetle, mutlu, müreffeh bir hayat haklarını elde etmiş bir hayat diliyorum Türk kadını için. Bu vesileyle de bir iki söz söylemek istiyorum.

Dünyada bugüne kadar kadın için söylenmiş gerek felsefî açıdan gerekse insanların, çeşitli liderlerin söylediği güzel sözler vardır; fakat, dünya çapında en güzel sözü, Allah'tan aldığı ışıkla, İslamın Yüce Peygamberi Hz. Muhammed aleyhisselatı vesselam söylemiştir: "Cennet annelerin ayakları altındadır." Diğer sözler bu hadisi şerifin içerisinde birer noktadan, birer cüzden ibarettir sadece. Bu duygularımı da belirtmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, Türk iktisat tarihine şöyle bir baktığımız zaman, cumhuriyet tarihi boyunca ülkemizde yaşanmış, yaşanmışlığıyla da hepimizin bilincinde iz bırakmış pek çok olay görmekteyiz. Doğal olarak, pek çok iktisadî olay toplumumuzun gündelik hayatını, geleceğe yönelik beklentilerini, hayata bakışını etkilemiştir; yani, ekonomideki gelişmeler etkilerini sadece ekonomik olaylarda değil, sosyal olaylarda da göstermektedir.

Ekonomide yaşanan olaylar toplumumuzda iz bırakmıştır. Geçmişte yaşanan önemli ekonomik olaylar arasında halkta en çok iz bırakanlara gelince, ani ekonomik daralmalar sonucu yaşanan iflaslar, bunun hemen ardında da bankacılık sektöründeki bazı tuhaf oluşumlar olmuştur. Ekonomik daralmaların, krizlerin toplumumuz üzerinde, toplumumuzun hayata bakışı üzerinde nasıl etkiler doğurduğu malumdur. Türkiye'de on yıllık bir zaman diliminde ortalama üç kez büyük ekonomik daralmalar ve buna bağlı iflas dalgaları yaşanmıştır. Aramızda ticaretle uğraşıp da hiç iflas etmemiş, çeki, senedi hiç yazılmamış ya da siftahsız ticarethane kapatmamış varsa, ne mutlu ona diyoruz. Zira, bu ülkede ticaret yapmış insanların ezici bir çoğunluğu yokluk nedir, darlık nedir, kriz ne demektir, çok iyi bilir. Tabiî, yaşananlar, insanlar üzerinde izler bırakıyor. Bunca badire atlatmış bir toplum olarak bizler geçmişte yaşadıklarımızın etkisiyle daha şüpheci, daha gayretli, gelecek korkusunu hiçbir zaman, hiçbir yerde üzerinden atamamış bir toplum olduk. Her an bir kriz yaşanabilir, onca yıl çalışıp didinip sahibi olduklarımız elimizden uçup gider endişesiyle, ne kendimize güvenebildik ne de başımıza geçenlere güvenebildik.

Neticede, bugün geldiğimiz noktada, vatandaşın duyduğu güven, siyasetçi için en büyük lüks oldu. Vatandaş, AK Parti Hükümetine güvenmiştir. Vatandaş, uzun zamandır pek çok siyasî partiden esirgediği güveni AK Partiye yöneltmiştir; fakat, bu güvenin semeresini görememiştir. Vatandaşımız, özellikle de esnafımız, kendini oltaya gelen şaşkın balık gibi hissetmeye başlamıştır. Vatandaş, gazetelerde yer alan, televizyonlarda dile getirilen ekonomik verilere bakmakta, buralarda yer alan olumlu göstergelerle ekonominin iyiye gittiği sonucuna varmaktadır.

Bunun yanı sıra, hükümete güvenip ticarethane açan vatandaşımız, özellikle de küçük esnafımız, güveninin bedelini kepenk kapatarak ödemektedir. Odalar ve Borsalar Birliğinin son yıllarda açılan ve kapanan işyeri istatistik rakamlarına baktığınızda, bu sonuca rahatlıkla ulaşabilirsiniz; yani, açık ya da örtülü olarak yaşanan krizler, geçmişten günümüze vatandaş üzerinde en çok iz bırakan ekonomik olaylardır.

Ekonomik krizlerden sonra, zihinlerimizde yer etmiş ekonomik olaylara baktığımızda, bankaları görürsünüz. Hakikaten, bankacılık sisteminde yaşanan aksamalar ve istismarlar, toplumumuzun bilincinde, hafızasında önemli yer tutar. Bunlardan bazılarını telaffuz ettiğimiz zaman, yaşı müsait olanlar rahatlıkla hatırlayacaklardır. Bir zamanlar bu ülkede banker krizi adı altında bir kriz yaşanmıştır. Yüksek faiz vaadiyle vatandaştan para toplayan bankerler sırra kadem basmış, vatandaş yediği kazıkla baş başa bırakılmıştır. Bu olayın vatandaşımızın bilinçaltında bıraktığı izler, inanılmaz biçimde, hâlâ hafızalarda tazeliğini korumaktadır. Zira, yaşanan ciddî bir kriz bunalımıydı. Banker krizi üzerine filmler çekildi, kitaplar yazıldı, belgeseller hazırlandı. Olay sadece ekonomik olmaktan çıktı, sosyal, hukuksal boyutlarıyla kompleks bir hal aldı.

Banker krizini takip eden dönemde bir de baktık kamu bankalarının soygunu gerçeği, bankacılıkla ilgili bir olay olarak toplumumuzun gündemine oturdu. Adam, kamu bankasından kredi alıyor, fabrikasındaki değersiz artık kumaşları kıymetli kravat kumaşı olarak gösterip, teminat gösteriyor, sonra giden kredi gelmiyor. Tabiî, bu tür olaylar da, ne yazık ki, siyaset destekli, Parlamento destekli olarak gerçekleşiyor. Bankacılıkla ilgili bu olay kamu vicdanını o kadar yaralamıştır ki, yıllar yılı "yolsuzluk" denince akla ya müteahhidin malzemeden çalması ya da kamu bankalarının dolandırılması gelmektedir.

Kamu bankalarının hortumlanmasını takip eden yıllar içinde de özel bankaların kurulması, yüksek faiz vaadiyle mevduat toplanması ve bu paraların batırılması gerçekleşmiştir. Daha bu olayın sosyal etkileri geçmeden, geçenlerde Mecliste görüştüğümüz kredi kartı sorunu gündeme geldi. Yeni bankalar bu milletin gündemine ne zaman gelse, ne zaman bu millet bankacılık sistemine güvense altından bir maraz çıkıyor, bir hin oğlu hin çıkıyor.

Türkiye'de bankacılığın kurumsallaşmaması, çarpık düzenlemeler, bankalara güvenen vatandaşı hep perişan etmiştir, yakmıştır. Vatandaş bankalarla ilgili olarak canının acısını unutmamıştır. Şimdi, siz, bankacılık sisteminin insafına, devletin düzenleyici işlevine güvenip, canı yanan vatandaşın canının acısını gideremezsiniz. Bunun bedelini yine piyasalar öder.

Siz, hem "kardeşim, bu memlekette para yastık altında, piyasalar hamamtası derinliğinde" diyerek yakınacaksınız hem de vatandaşla bankacılık sistemi arasındaki güven bunalımının çözülmesine yardımcı olmayacaksınız. Bunlar birer çelişkidir. Bu millet bankalara küsmüştür. Banka dediğiniz zaman vatandaşın aklına para tuzağı gelmektedir. Bankacılıkla ilgili düzenlemeleri yaparken, düzenlemenin sosyal etkileri birinci planda olmalıdır. Eğer böyle yapmazsak, bankaları vatandaşın gözünde canavar olmaktan kurtaramayız; parayı da yastık altından asla ve katiyetle çıkaramayız.

Değerli arkadaşlar, bu tasarıyla, yönetimi Fonda olan şirketlerin tasfiyesinin, Ticaret Kanunu hükümlerine bağlı olmaksızın, Fon tarafından yapılması gibi bir düzenleme söz konusudur. Bu düzenlemenin bazı toplumsal etkileri de olacağı muhakkaktır; bekleyip göreceğiz.

Biz Anavatan Partisi olarak, bu kanun teklifini destekliyoruz. İnşallah, çıktığı takdirde, vatanımıza, milletimize hayırlı uğurlu olmasını Cenabı Allah'tan niyaz ediyor, hepinize en derin sevgi ve saygılarımı sunuyorum. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Özdoğan.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

4 üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 4.- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsı adına, Mersin Milletvekili Mustafa Özyürek; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Sayın  Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Umarım devre arasıdır, biraz daha izleyicimizin bol olduğu bir toplantıda konuşma fırsatı buluruz.

Değerli arkadaşlarım, görüşmekte olduğumuz  tasarı, TMSF'yle ilgili ve bankacılıkla ilgili bazı düzenlemeleri içeriyor. Ben, bu vesileyle banka sistemimizde ve TMSF'yle ilgili bazı gözlemlerimi size aktaracağım, belki de süremi tamamlamadan da sözlerimi bitireceğim.

Şimdi, banka sistemimiz… Burada arkadaşlarım daha önce rakamları açıkladılar, Sayın Aslanoğlu da ifade etti. Bankacılığın esası, halktan toplanan paralarla reel sektörün ihtiyaçlarını karşılamaktır. Ama, ne yazık ki, bizim banka sistemimiz, reel sektöre kaynak aktarmaktan ziyade, işte, kamu kâğıtlarını almak... Son zamanlarda çok yaygın hale geldiği gibi, bir miktar da tüketici kredisi veriyor; ama, esas reel sektöre, üretim yapan sektöre çok fazla bir kaynak aktarmıyor.

Tabiî, tüketici kredileri ve kredi kartları için kullanılan kaynaklar riski az olduğu için, 50 katrilyona ulaşan bu kaynaklar riski az olduğu için bankalarımız tarafından çok istekle kullandırılıyor; ama, orada da, kredi kartları nedeniyle, burada uzun uzun müzakere ettiğimiz gibi, önemli sorunlarla karşı karşıya kalıyoruz.

Tabiî, bankacılık sistemimizi, gerçek anlamda işlevine döndürmek, reel sektöre, üretici kesimlere kredi kullandırır hale getirmek başlı başına önemli bir görevdir.

Burada gene tartışıldı, bankacılık sektörümüze yoğun bir yabancı ilgisi var. Yani, yabancılar geliyorlar, bizim, tutunmuş, yerleşmiş, yıllardır büyük emeklerle Türkiye'ye hizmet veren hale gelmiş bankalarımızın hisselerini satın alıyorlar. Bu konuda bir sınır getirilmesi meselesi zaman zaman tartışıldı. Hatta, bu tartışmalara Başbakan Yardımcısı Sayın Abdüllatif Şener de katıldı. Gerçekten, bu bir yabancı düşmanlığı filan değil; ama, her ülke, kendi ulusal bankacılığını korumak ister. Elbette, belli ölçülerle katılım olabilir, yüzde 20 olur, yüzde 25 olur, yüzde 30 olur; ama, esas hisse çoğunluğu Türk müteşebbisinde olmalıdır. Bu noktada eğer bir sınır getiremezsek, korkarım ki, giderek bizim bankalarımızın tamamı yabancıların eline geçer. Bu, bankacılıkta ulusal sermayeden yana olmak, bildiğimiz anlamda bir yabancı düşmanlığı filan değildir. Olayın hem rasyonalitesi vardır hem de işte -şikâyet ettiğimiz- bankalar reel sektöre kredi aktaramıyor şikâyetini, eğer yabancılar gelirse çok daha fazla yapar hale geliriz; yani, reel sektöre yabancı bankalar eliyle daha az kaynak aktarılır. Olayın o tarafına bakmak lazım ve -ağırlığı- bankacılıkta ağırlık mutlaka ulusal sermayede olmalıdır diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlarım, TMSF, yani, bir karadelik haline gelmiştir. El konulan bankaların, esas sahiplerinden veya kredi kullananlardan olan alacakları bir türlü tahsil edilemiyor. Buna karşılık, hazinenin TMSF'ye aktardığı paralar, işte, yavaş yavaş, bir kısmının, 16,5 katrilyon liralık kısmının vadesi geldi, öbürlerinin de vadesi geliyor ve hazine, bu paraları tahsil edemiyor. TMSF de, esas borçlusu olan, el konulmuş olan bankalara borçlu olan kimselerden alacaklarını tahsil edemiyor. Ne oluyor sonunda; hazinenin sırtında büyük bir yük oluşuyor. Tabiî, bu konuda, TMSF Başkanının, "yani, çok az miktarda bir bölümünü tahsil ederiz; ama, büyük kısmının üzerine, ne yazık ki, bir soğuk su içmek gerekir" gibi bir açıklaması oldu. Daha sonra, bazı ihalelerde, belki, bir miktar iyi fiyatlar elde edildi; ama, bunlar, tabiî, o büyük karadeliği kapatmaya yetmiyor. Onun için, olabildiği kadar, bütün olanaklar kullanılmak suretiyle, TMSF'nin alacakları mutlaka tahsil edilmelidir, bunun mutlaka bir yolu bulunmalıdır.

Değerli arkadaşlarım, bu vesileyle bizim verdiğimiz bir önerge vardı; İhlas Finansın tasfiyesine TMSF'nin nezaret etmesi, el koyması yönündeki önerimiz, ne yazık ki -Plan ve Bütçe Komisyonunda kabul edilmişti- burada reddedildi. Bugün, gene bu yönde bir önerge vermiştik bu vesileyle, gene reddedildi.

Şimdi, bu konuda binlerce insan gerçekten büyük bir mağduriyet içinde. Tasfiye kurulu, İhlas Finansın yakınlarından oluştuğu için, doğru dürüst tasfiyeyi yapamıyor ve tahsilat yapsa bile bunu esas ihtiyaç sahiplerine ödemiyor; büyük bir keyfîlik, büyük bir vurdumduymazlık almış başını gidiyor. Ama, Türkiye Büyük Millet Meclisi, ne yazık ki, bu olayda hep seyirci kaldı. Oysa -öyle zannediyorum ki, bizlere gelen başvurular sizlere de geliyordur- İhlas Finanstan alacağı olan insanlar, gerçekten büyük bir mağduriyet içinde. Tabiî, bir kısmı, hâlâ, önemli bölümünü alamadı; ama, diyelim, İmar Bankasından olan alacaklar konusunda iyi kötü kararlar verildi, fiilen para alanın sayısı az; ama, nasıl olsa alırız diye bekliyorlar, çünkü, devlet taraf oldu. Ama, İhlas Finansta ortada devlet yok, bir tasfiye kurulu var ve son derece keyfî çalışan bir tasfiye kurulu. Buna, mutlaka, hükümetin ve Meclisin el koyması gerekiyor; ama, ne yazık ki, bu konuda, nedense, bazı konularda hassas olan AKP çoğunluğu bazı sesleri duymazlıktan geliyor.

MEHMET EMİN MURAT BİLGİÇ (Isparta) - İhlas Finans, Bankacılık Kanununa tabi değil.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla) - Benim elimde, İhlas Finans mağdurlarının bir bildirisi var; Sayın Başkan, size de hitap ediyorlar, sizi de göreve çağırıyorlar. Diyorlar ki "artık, ne olur, Sayın Nevzat Pakdil dahil milletvekilleri bu şikâyetimizi duysunlar, buna bir çözüm getirsinler." Ama, ne yazık ki, bunlar, bekledikleri çözümü bir türlü bulamıyorlar.

Değerli arkadaşlarım, TMSF'nin bazı tasarruflarının çok keyfî olduğunu zaman zaman gözlemliyoruz. Bunlardan biri -bugün basında da vardı- İzmir Televizyonu Müdürlüğüne, AKP'nin Konak İlçe eski Başkanı Fatih Yıldırım atanmış. Şimdi, zaten TRT elinizde, bütün televizyonlarda, maşallah, Başbakanımız, bakanlarımız ne söylese haber oluyor. Nedir bu kadar açgözlülük; bir de, tutup, TMSF'nin elinde olan bir televizyona, kendi ilçe başkanınızı müdür olarak tayin ediyorsunuz?! Bu partizanlık yakışmıyor. TMSF yetkililerini de, ben, buradan kınıyorum. Yani, bu, bir kamu parası bir anlamda. Size emanet edilmiş bir kuruluş; bu kuruluşu, bağımsız ve tarafsız bir şekilde yönetmek sizin göreviniz, sorumluluğunuz. Şimdi, böylesi bir görevi ve sorumluluğu, AKP'nin eski ilçe başkanına vermek suretiyle katmerli bir partizanlık yapmak, doğrusu yakışmıyor. Ben bu yanlıştan bir an önce dönülmesini diliyorum. İzmir'de bu konu son derece tartışılıyor, herkes ayakta; İzmir'deki tarafsız çevrelerin hepsi buna büyük tepki gösteriyorlar. Umarım bu yanlıştan bir an önce dönülür.

Ben, bu düşüncelerimi sizlerle paylaştım. Ama, biliniz ki değerli arkadaşlarım, bu İhlas konusu çözülmediği sürece, her vesileyle, biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak bu konuyu sizlerin huzuruna getireceğiz; ta ki, bu konu çözülünceye, orada mağdur olan milyonlarca insanın hakkı teslim edilinceye kadar.

Ben, tekrar hepinizi saygıyla selamlıyorum, iyi akşamlar diliyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Özyürek.

Sayın Tütüncü, soru soracaksınız galiba?

ENİS TÜTÜNCÜ (Tekirdağ) - Evet Sayın Başkan.

BAŞKAN - Buyurun.

ENİS TÜTÜNCÜ (Tekirdağ) - Teşekkür ederim Sayın Başkan. Aracılığınızla, kara para aklanmasıyla ilgili bir soru soracağım Sayın Bakana.

Kara para aklanmasının ilk adımı, bilindiği gibi, bir bankada hesap açtırılmasıyla başlıyor. Daha sonra başka bankalara transfer ediliyor, hatta, başka ülkelere transfer ediliyor ve paranın izi kaybettirilmeye çalışılıyor. Kara para aklanmasının ilk adımı bir bankada hesap açtırmakla başlıyor. Şimdi, Türkiye, geç de olsa, bu konuda, karaparanın aklanmasıyla ilgili geniş bir düzenlemede bulundu ve öyle geniş bir düzenleme ki -hemen bitiriyorum, soruma geleceğim- borsada manipülasyon yapmak dahi, bir yorumla, karapara konumuna gelebilir ya da aklamaya gelebilir. Acaba, getirilen düzenleme, Türkiye'de, karapara aklanmasıyla ilgili mücadelede yeterli midir, etkin midir? Bu konuda kısa bir değerlendirmenizi rica edeceğim Sayın Bakan.

Teşekkür ederim Sayın Başkan.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Tütüncü.

Sayın Bakanım, buyurun.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Sayın Tütüncü, çok teşekkür ediyorum.

Biliyorsunuz, bizim karapara aklanmasıyla ilgili bir kuruluşumuz var; o da MASAK, Malî Suçları Araştırma Kurulu. Şimdi, MASAK'ın kendi kanunu var. Bu kanunun da, bazı suçların veyahut da karaparayla ilgili ve terörün finansmanıyla ilgili daha genişletici olması gerekiyor. Uluslararası karapara aklanmasıyla ilgili mevzuatlara baktığımız zaman, bizim, bazı yeni değişiklikler yapmamız icap ediyordu ve çeşitli uluslararası kuruluşlarla yapılan toplantılarda, MASAK'ın iştirak ettiği toplantılarda bunlar ortaya çıktı ve kuruluşlar da bizden bunu talep ettiler; yani "şu şu şu değişiklikleri yaparsanız, uluslararası, bu konudaki uygun mevzuata sahip bir ülke olursunuz" diye. Bir de, gelip bununla ilgili gözlem yapıyorlar.

Şimdi, biz, MASAK'la ilgili çok ileri düzeyde yeni bir kanun hazırladık ve burada öncül suçları tekrar anlattık -şüpheli işlem bildirimi- şüpheli işlem bildiriminde bulunanların korunmasıyla ilgili; ama, uluslar arasında kabul görmüş bazı yeni düzenlemeler yaptık ve bunu da Meclisimize sunduk. Plan ve Bütçe Komisyonumuzda bu konuşuldu. Zatıâliniz de oradasınız ve alt komisyona havale edildi, bildiğiniz gibi. Şimdi alt komisyonda görüşülüyor ve orada, Türkiye, yepyeni ve çok ileri bir mevzuata sahip olacak sizlerin de katkılarıyla, inşallah.

O bakımdan, Türkiye, bu malî suçlar konusunda ve bir de terörün finansmanı konusunda… Malum, şimdiye kadar terörün finansmanı suç sayılmıyordu bizde, şimdi suç sayılıyor; hem Ceza Kanunumuza göre hem de bu hazırladığımız yeni taslağa göre. Onları, hep birlikte orada tekrar müzakere edeceğiz ve böylece de, Türkiye, güzel bir mevzuata kavuşmuş olacak.

Bilgi olarak arz ediyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakanım.

Sayın milletvekilleri, maddeyi oylarınıza sunuyorum...

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Yoklama istiyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Sayın Özyürek "maddeyi oylarınıza sunuyorum" ifadesini kullandım. Tasarının tümünü de oylarınıza sunacağım, eğer, yoklama talebiniz varsa, bir 30 saniye sonra -tekrar- yerine getireyim, olur mu efendim?

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Tamam.

BAŞKAN - Tamam.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, tasarının tümünü oylarınıza sunacağım...

II.- YOKLAMA

(CHP sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Sayın Başkan, yoklama istiyoruz.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, tasarının tümünü oylamadan önce bir yoklama talebi vardır.

Yoklama talebinde bulunan üyelerin isimlerini tespit edeceğim:

Sayın Mehmet Akif Hamzaçebi, Sayın Kılıçdaroğlu, Sayın Özyürek, Sayın Öğüt, Sayın Ferit Mevlüt Aslanoğlu, Sayın Sedat Pekel, Sayın Sinan Yerlikaya, Sayın Hasan Ören, Sayın Bayram Meral, Sayın Orhan Eraslan, Sayın Türkân Miçooğulları, Sayın Bülent Baratalı, Sayın Nail Kamacı, Sayın Gökhan Durgun, Sayın Yücel Artantaş, Sayın Yavuz Altınorak, Sayın Mehmet Yıldırım, Sayın Enis Tütüncü, Sayın Ziya Yergök, Sayın İsmail Değerli, Sayın Atilla Kart, Sayın Gülçiçek.

Yoklama isteğini yerine getireceğim.

Sayın milletvekilleri, şu anda ismini kaydettiğim milletvekili arkadaşlarım yoklama için sisteme girmesinler.

Yoklama için 4 dakika süre vereceğim  ve yoklama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN- Sayın milletvekilleri, toplantı yetersayısı vardır.

IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

6.- Bankacılık Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1160) (S. Sayısı: 1078) (Devam)

BAŞKAN - Tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır; hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ediyorum.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, 7 nci sırada yer alan, Değişik Adlar Altında İlave Ödemesi Bulunmayan Memurlara ve Sözleşmeli Personele Eködeme Yapılması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu raporunun görüşmelerine başlıyoruz.

7.- Değişik Adlar Altında İlave Ödemesi Bulunmayan Memurlara ve Sözleşmeli Personele Ek Ödeme Yapılması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1171) (S. Sayısı: 1103) (x)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.

Komisyon raporu 1103 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Mersin Milletvekili Mustafa Özyürek, AK Parti Grubu adına Erzurum Milletvekili Mücahit Daloğlu; şahısları adına; İstanbul Milletvekili İnci Özdemir, Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya, Samsun Milletvekili Haluk Koç, Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan, Hatay Milletvekili Mehmet Eraslan ve yine, Mersin Milletvekili Mustafa Özyürek ve Manisa Milletvekili İsmail Bilen'in söz talepleri vardır.

Evet, ilk söz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Mersin Milletvekili Mustafa Özyürek'e aittir.

Sayın Özyürek, buyurun efendim.  (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Özyürek, süreniz 20 dakika.

CHP GRUBU ADINA MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; son derece önemli bir tasarıyı görüşüyoruz. Büyük sıkıntılar içinde bulunan kamu personelinin durumuyla ilgili bazı düzenlemeler öngörülüyor.

Bu düzenleme ihtiyacı nereden çıktı? Biliyorsunuz, yürürlükteki kamu sendikalarıyla ilgili yasaya göre, hükümet ile kamu, hükümet ile memur sendikaları arasında toplugörüşmeler yapılıyor. Ancak, bu görüşmeler sonunda herhangi bir uzlaşmaya varılmazsa, sendikaların elinde herhangi bir yaptırım yok; çünkü, grev hakkı öngörülmemiş. Böyle olunca, ister istemez, memur sendikaları ya istemeseler de kerhen bazı noktalarda uzlaşıyorlar veya daha sonra bir uzlaşma komisyonuna gitmek suretiyle hükümetin dediği oluyor.

Bu noktada, 2005 yılının ağustos ayında, memur sendikaları ile hükümet temsilcileri arasında yapılan görüşmelerde bazı noktalar ortaya çıkmıştı. Gerçi, tasarıda, bu noktada bir mutabakata varıldığı yazılıyor; ama, ortada bir mutabakat yok. Çünkü, KESK bu zabta muhalefet şerhi vermiştir -bir başka- Eğitim-Sen de bu zabta muhalefet şerhi vermiştir.

Çoğunlukla, diyelim, imzalanmış olan bu zabıtta, yan ödeme, eködeme, tazminat almayan memurlara, ilk altı ayda 40 000 000 lira -eski para olarak söylüyorum- ikinci altı ayda 40 000 000 lira olmak üzere bir denge zammı verilmesi öngörülmüştür. Ayrıca, yine, bu zabıtta, tüm memurlara, ilk altı ayda yüzde 2,5; ikinci altı ayda da yüzde 2,5 bir artış öngörülmüştür. Bu yüzde 2,5'luk artışlarla ilgili düzenleme bütçe kanunuyla yapıldı. Bozdur bozdur harca!.. Memurlarımız bu yüzde 2,5 artışı alıyorlar; ama, 40 + 40'la ilgili düzenleme, ne yazık ki, mutabakat zaptı ağustos ayında düzenlenmiş olmasına rağmen, bugüne kadar tasarı getirilmedi; ancak bugün bu saatte bu tasarıyı görüşmek durumuyla karşı karşıya bulunuyoruz.

                                   

(x) 1103 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

Değerli arkadaşlarım, hükümet, bu mutabakat zaptına bağlı olarak getirdiği tasarıyla, din görevlileri gibi, polis gibi bazı kesimlere, bu 40 + 40'a ek olarak da bazı ödemeler, 100 000 000 lira civarında ödemeler öngörmüştür. Plan ve Bütçe Komisyonundaki görüşmeler sırasında, Karayolları, DSİ, Tapu Kadastro gibi yerlerde çalışan teknik personele de bir eködeme yapılması noktasında önergeler verildi; bunlar da kabul edildi ve bu şekliyle tasarı önümüze geldi. Ayrıca, çeşitli uzmanlara eködemeler de öngörüldü; ama, üzülerek haber alıyoruz, öğreniyoruz ki, Plan ve Bütçe Komisyonunda uzmanlar için öngörülen artışlar, tazminatlar, bugün, burada, biraz sonra, verilen bir önergeyle geri alınacak ve sadece belediye müfettişlerine bir ek tazminat verilecekmiş. İnşallah doğru değildir, inşallah bize yanlış gelen bir istihbarattır.

Değerli arkadaşlarım, bu tasarı gündeme geldiği andan itibaren, tüm milletvekillerini ziyaret eden kamu görevlileri, memurlar var. Herkes kendi mağduriyetinin giderilmesini istiyor. Bunların çoğu haklı. Özellikle belli gruplara -din görevlilerine, polislere- verilmesinden biz mutluluk duyuyoruz, helal olsun, keşke daha fazlası verilsin; ama, bunlara verip başka gruplara vermediğiniz zaman, büyük dengesizliklere, büyük haksızlıklara sebebiyet vermiş oluyorsunuz. Onun için, bu haksızlıkların mutlaka giderilmesi lazım. Biz, bu haksızlıkları gidermek üzere, Plan ve Bütçe Komisyonunda önergeler verdik, pek çoğu kabul edilmedi. Burada da yine o önergelerimizi vereceğiz ve sizlerin desteğini bekliyoruz.

Şimdi, gene, bu tasarıyla, öğretmenlerin ekders ücretlerine, cüzi de olsa bir artış öngörülüyor; ama, değerli arkadaşlarım, sayısı 600 000'e ulaşan öğretmenlerimizin yarısının ekders ücreti alamadığını biliyoruz ve en önemlisi, burada, yetersiz de olsa, bazı gruplara getirilmiş olan eködemeler, emekli aylıklarına yansımıyor. Burada, herhangi bir tazminat almayan, yan ödeme, eködeme almayan kesimlere 40 + 40, 80 000 000 liralık bir artış öngörüyoruz; fakat, bu, emekli oldukları zaman onların emekli maaşına yansımıyor. Tabiî, şu andaki emekli olanların aylıklarına da yansımıyor. Oysa, bu tasarının gerekçesinde, hiçbir yan ödeme almayan memurların çok güç durumda olduğu, bunlara bir telafi edici denge zammının yapılması gerektiği düşünülüyor. Bu kişiler, başka hiçbir yan ödeme almayan bu kişiler, emekli oldukları zaman çok daha mağdur olacak, çok daha güç durumla karşı karşıya kalacaklardır. Öyleyse, hiç yoksa, yetersiz de olsa, verdiğimiz bu eködemelerin, onların emekli maaşına da yansıması gerekiyor.

Değerli arkadaşlarım, tabiî, personel meselesini böyle kısmî çözümlerle ele aldığınız zaman, mevcut dengesizliklere yeni yeni dengesizlikler katıyorsunuz. Örneğin, Tapu Kadastroda çalışan, Devlet Su İşlerinde çalışan, Karayollarında çalışan mühendislere, mimarlara eködemeler getiriyoruz. Peki, orada çalışan istatistikçiler var, fizikçiler var, matematikçiler var, bunlar da ciddî bir eğitimden geçiyorlar; mesela, bunların günahı nedir, niye bunlara hiçbir iyilik, hiçbir çözüm düşünmüyoruz? Şimdi, Karayollarında çalışan mühendislere, teknik personele eködeme getiriyoruz, Bayındırlık Bakanlığında çalışan mühendise eködeme vermiyoruz, getirmiyoruz. Bunun gibi, başka bakanlıklarda çalışan teknik personele de eködeme vermiyoruz. Şimdi, her nasılsa Devlet Su İşlerinde çalışan, Karayollarında çalışan, Tapu Kadastroda çalışan insanlar dertlerini anlatabildiler veya hükümet, AKP çoğunluğu onların derdini anladı. Peki, öbür kesimlerin derdini niçin anlamıyoruz?! Arada ne fark var?! İller Bankasında çalışan mühendisin günahı ne?! Bunlara mutlaka bir çözüm getirmemiz lazım. Zaten verdiğimiz paralar doğru dürüst bir denge sağlamıyor. Bu dengesizlik içinde, hiç yoksa, tüm teknik personele, nerede çalışırsa çalışsın, bir ödeme verelim de, yetersiz de olsa onların derdine derman olalım, hiç yoksa bunu yapmamız gerektiğini düşünüyorum.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, Türkiye'de, biliyorsunuz, mühendislerin yanında, özellikle teknik hizmetlerde büyük görevler yapan teknikerler var. Bunlar, teknik lise üstüne iki yıl eğitim gören kesimler. Gene, teknik liselerden mezun olan, önemli teknik elemanlar var. Bunların dertlerine de mutlaka bir çare bulmak gerekir.

Şimdi, ben, yıllarca bürokraside çalışan bir insanım. Devlet memurları, maaşlarının yeterli olmadığını bilirler; çünkü, derler ki, devletin imkânı bu kadar, bize bunu veriyor; ama, bunun içinde dengesizlik, haksızlık olduğu zaman, yan yana iki masada oturan insanlardan birisi eködeme alıp, bitişik masadaki oturan birine eködeme vermediğiniz zaman, esas kıyamet o zaman kopar, insanlar mutsuz olurlar, insanların verimi düşer.

Onun için, geliniz, tüm çalışanlar açısından, tabiî, mağdur olanlar açısından, hiçbir ödeme yapmadığımız insanlar açısından bir düzenlemeyi burada yapalım. Bu noktada, bizim, ince eleyip sık dokuyarak hazırladığımız önergelerimiz var; destek olursanız, önemli düzeltmeleri hep birlikte yapmış oluruz.

Değerli arkadaşlarım, tabiî, bu sistem, öyle zannediyorum ki, Maliye Bakanından İktidar Partisine mensup milletvekiline, muhalefet partisine mensup milletvekiline kadar, hepimiz, bize gelen talepleri karşılayamamanın büyük üzüntüsü içindeyiz. Zaten, böyle, parça parça bir konuyu çözmek, düzeltmek, ne yazık ki, mümkün değil. Onun için, bir global yaklaşım yapılabilir. Nedir o; önce bir geçici düzenleme; çünkü, esas sorunun bir personel reformuyla çözüleceğini yıllardır Türkiye'de herkes söyler durur ve memurların beklentisi de esas bir personel reformudur. Şimdi, bu personel reformu yapılıncaya kadar, tüm kamu görevlilerine -bu, sendikalarla toplu görüşmeler sırasında da gündeme gelmiş bir konudur- 200 000 000'ar liralık bir ilave ödeme yapalım; bu, geçici bir düzenleme olarak yerini bulsun. Daha sonra personel reformuyla meseleyi kökünden çözelim. Herkese, yaptığı hizmete göre ücret verelim, kariyerine göre ücret verelim, çalışma süresine göre ücret verelim.

Şu anda, ne yazık ki, personel sistemimiz, ücretler açısından da içinden çıkılmaz bir hale gelmiştir. Ben, 1971 yılında 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun çıktığı sırada Maliye Bakanlığında çalışan bir arkadaşınızım. O zaman da, biz, büyük emeklerle güzel bir sistem hazırlamıştık; ama, sistemi oturturken herkes çıktı, geldi: "Benim durumum ne olacak?.." Şimdi, mevcut durumdaki bir dengesizliği, yaptığınız reforma da taşıdığınız zaman zaten dengesizliği aynen devam ettiriyorsunuz. Onun için, ciddî bir personel reformu mutlaka yapılması lazım. Bu yapılıncaya kadar -gerçekten, içinden çıkılmaz bir sistem var; bu içinden çıkılmaz sistemi, bu dengesiz kararlarla daha da içinden çıkılmaz hale getiriyoruz- hiç yoksa bir iyileştirme yapalım. Hükümet bu konuda bir karar vermiş, bir iyileştirme için adımını atmış; ne demiş "din hizmetleri sınıfında çalışanlar mağdur." Evet, mağdur, düzeltelim. Polisin mağduriyetine çözüm bulalım. O zaman, başka kesimlere de, nispî de olsa, bir çözümü bulmamız lazım.

Bir diğer önemli nokta, bu konuda köklü çözümlerden birisi, niçin, kamuda çalışan işçilerin sorunu buraya gelmiyor, biz oturup günlerce müzakere yapmıyoruz ve hepimize, işçiler, kapı kapı dolaşıp kulis yapmıyor; çünkü, onların iyi kötü işleyen bir grevli toplusözleşme hakkı var. Memura da grevli toplusözleşme hakkı verelim. Onlar da, hükümetle, işverenle otursunlar sorunlarını çözsünler. Bunun köklü çözümü budur. Yani, köklü çözüm personel reformudur, köklü çözüm, grevli, toplusözleşmeli, sendikal haktır. Bunları vermeden, işte, böyle, gece yarılarına kadar konuşuruz; günlerce, bütün kamu görevlileri, hepimizi ziyaret eder "aman bir çözüm" der. Birkaç kesimin sorununu çözer gibi yapsak da, büyük çoğunluğu da darıltan, mutsuz eden bir uygulamayla karşı karşıya kalırız.

Değerli arkadaşlarım, bu uzmanlarla ilgili, tasarıda olmayan; ama, Plan ve Bütçe Komisyonunda ilave edilen düzenlemeler var. O düzenlemeler, inşallah, burada kalır ve biraz daha geliştirerek götürürüz. Mesela, vergi denetmenleri -ben, Maliyeden de geldiğim için, sorunlarını yakından biliyorum- onların sorunları var, onlara bir tazminatı öngörmemiz lazım. Vergi dairesinin müdürleri var, müdür yardımcıları var; Gelir İdaresi Başkanlığında çalışan şube müdürlerinin sorunları var; onların ihmal edilmemesi gerekiyor; yani, bunun gibi pek çok sorunun, pek çok kesimin çok önemli sorunları var. Geliniz, bunları, ciddî bir şekilde ele alalım veya belki, hükümet, şunu diyebilir bize: "Ben, bu iş için şu ana kadar ayırdıklarıma ek olarak şu kadar daha kaynak aktarıyorum; bunu, adil ve dengeli bir şekilde paylaştırın." Belki, bu yapılabilir; ama, şimdi, hangi talep ortaya çıksa, hangi kesim bir taleple gelse, hükümetin cevabı hazır "kaynak yok." Ama, sonunda bakıyoruz, kaynak yok diye 40 + 40'tan başladık, bazı kesimleri sisteme aldık. Öyleyse, öbür kesimlere de bir şey yapılacak herhalde. Bu Genel Kurulda da, zannediyorum, bazı önergeler gündeme gelecektir, kabul edilecektir. Onu adaletli bir şekilde çözmemiz, insanlara, size şunu verdim, hakkındı; sana, istedin bunu vermiyorum; çünkü, sen, şu nedenle bunu hak etmiyorsun diyebilmemiz lazım. Ee, bir cevap veremeyince, ne yapalım, hükümet bunu istedi... Doğal olarak, belki milletvekili cevabı olarak bunu söyleyeceğiz; ama, buna kimse inanmıyor ki. O zaman "bu kesime niye verdiniz" diyorlar "demek ki, hükümete, istediğiniz zaman etkili olabiliyorsunuz" diyorlar. Bırakınız sizi, bize bile bunu söylediklerine göre, İktidar Partisi milletvekillerine haydi haydi bunu söylerler. İktidar Partisi milletvekillerinin de bunlara rahat bir şekilde cevap verecek konumda olması lazım. Bunun çaresi de adil ve dengeli bir düzenlemeden geçer.

Tabiî, tümüyle konuyu kökünden çözeriz iddiası yanlıştır; ama, hiç yoksa bu yaptığımız kısmî düzenlemeler içinde bir adalet sağlayabilirsek, işte, o kurumda çalıştığı için eködeme alır, öbür kurumda aynı hizmeti yapan birisine eködeme vermezsek bunu anlatamayız ve bunlar insanların verimliliğini düşüren düzenlemelerdir. "Hükümet bizi ihmal etti" diyecekler, "Meclis bizi görmezden geldi" diyecekler. Gerçekten, güç şartlarla çalışan insanların üretimi, verimi daha da düşecek.

Değerli arkadaşlarım, dünyanın her yerinde hizmet, kamu görevi, memurlar eliyle yürütülür. O nedenle, memurların hakkını mutlaka korumak lazım, mutlaka onlara adil ve dengeli bir düzenleme yapmak lazım.

Bu tasarıda bir diğer önemli düzenleme, doğrusu, benim, devlet hiyerarşisi açısından kabul edemediğim bir düzenleme var. Deniliyor ki, şu anda, diyelim, Dışişleri Bakanlığı personeli, Çalışma Bakanlığı personeliyle ilgili bakanın takdirine bağlı olan tazminatlar var. İşte, en yüksek devlet memuru maaşının yüzde 20'sini geçmemek üzere bakanın takdiriyle verilen tazminatlar var. Burada bir düzenleme getiriliyor; deniliyor  ki: "Bu konularda bakanın verdiği onay, Maliye Bakanından uygunluk alınmadıkça geçerli değildir."

Şimdi, tabiî, hükümet arasındaki uyum benim işim değil; ama, devlet hiyerarşisi benim derdim. Şimdi, siz, bir Dışişleri Bakanının, kanunun verdiği ölçüler içinde verdiği bir zammı Maliye Bakanının onayına tabi tutarsanız, bu, devletin işleyişi açısından sıkıntı yaratır; çünkü, bunu kanuna koyuyorsunuz, kalıcı bir sistem haline getiriyorsunuz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkan.

Gene, burada bir düzenleme var, diyoruz ki: İşte, ocak ayında, şubat ayında bu düzenlemeleri yapmışsa, diyelim Dışişleri Bakanı, şu büyükelçiye, şu genel müdüre ben şu kadar tazminat verilmesini istiyorum diye bir onay vermişse, o da geçerli değildir; bunda da Maliye Bakanının onayı şart. Bu, doğru bir yaklaşım değil, bu, doğru bir düzenleme değil değerli arkadaşlarım. Bunu belki bir komiteye bırakabilirsiniz, olsa olsa Başbakana bırakabilirsiniz. O bakımdan, elbette, Maliye Bakanı tüm ödeneklerin dağılımını filan gözetir, ama, bu noktalarda çok fazla yetki aldığını söyleyebiliriz. O bakımdan, bu da sakıncalı bir düzenlemedir.

Ben, bu tasarının, biraz sonra verilecek önergelerle daha dengeli, daha adaletli bir şekilde çıkmasını istiyorum ve gerçekten, büyük güçlükler içinde çalışan kamu personeline, Meclisimiz, sizler, hep beraber bir nebze yardımcı olalım, onların mağduriyetini önleyelim diye düşünüyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Özyürek, teşekkür ediyorum.

Sayın grup başkanvekilleri, arkadaşlarım, şu anda çalışma süremizin tamamlanmasına az bir zaman kaldı. İkinci sırada, AK Parti Grubu adına Sayın Mücahit Daloğlu konuşacak. Sayın Daloğlu konuşursa, sizden, onun konuşma süresinin tamamlanmasına kadar eksüre isteyeceğim. Eğer, yoksa…

EYÜP FATSA (Ordu) - 15 dakikada bitirir Sayın Başkanım… Süre içerisinde bitirir…

SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Grup konuşmaları bitinceye kadar…

EYÜP FATSA (Ordu) - Hayır, Mücahit Daloğlu'nun Grup konuşması bitene kadar.

BAŞKAN - Hayır, gruplar olarak da düşünüyorsanız, ona göre karar vereceğim veya konuşmasını yarına bırakacağım.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Bitinceye kadar olabilir.

BAŞKAN - Evet, Sayın Daloğlu buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Sayın Mücahit Daloğlu'nun konuşma süresi tamamlanıncaya kadar çalışma süremizin uzatılmasını oylarınıza arz ediyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Sayın Daloğlu, buyurun.

AK PARTİ GRUBU ADINA MÜCAHİT DALOĞLU (Erzurum) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gündemle ilgili konuşmama geçmeden önce, Türk annelerinin Dünya Kadınlar Günü nedeniyle, ben de bu güzel günlerini tebrik ediyorum; ancak, ne acıdır ki, dün, Batman'da şehit olan üç kardeşimize bugün acı bir haberle dördüncü bir şehidimiz daha eklendi. Bu dört polisimizin, eş ve bacılarının da, annelerinin de bu güzel günleri mutlaka acıya boğuldu; biz onu gönlümüzde, kalbimizde hissediyoruz, üzülüyoruz ve acıyoruz. Dolayısıyla, Balıkesir'de, Manyas'ta ve Maraş-Göksun'da bugün defnedilen bu şehitlerimizi, hem kendi Grubum hem Parlamentodaki diğer siyasî partiler adına, rahmetle, minnetle ve şükranla anıyorum, makamları cennet olsun, yakınlarına sabır ve taziyelerimizi arz ediyorum ve terörü, yine burada Yüce Meclis adına, lanetliyoruz ve onlara çanak tutan mihrakları da lanetliyoruz. Türk Milletinin sabır ve vakarının da, bu pis terörü ve ona destek verenleri, bu sabırlarıyla, bu metanetleriyle boğacağına olan inancımız da tamdır ve bunu da sizlerle paylaşıyorum.

Teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Değişik Adlar Altında İlave Ödemesi Bulunmayan Memurlara ve Sözleşmeli Personele Eködeme Yapılması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısıyla ilgili olarak AK Parti Grubu adına söz almış bulunmaktayım; sizleri, saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

Bu yasada genel gerekçe olarak, değerli milletvekilleri, Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu ile kamu görevlilerinin ortak ekonomik, sosyal ve meslekî hak ve menfaatlarını korumak ve geliştirmek amacıyla sendika kurabilme ve Kamu İşveren Kurulu ile yetkili kamu görevlileri sendikaları ve bu sendikaların bağlı bulunduğu konfederasyonlar arasında kamu görevlileri için uygulanacak katsayı ve göstergeler, aylık ve ücretler, her türlü zam ve tazminatlar, fazla çalışma ücretleri, harcırah, ikramiye, lojman tazminatı, doğum, ölüm, kira, aile yardımı gibi ödenekler, tedavi yardımı vesaire… Verimlilik artırıcı diğer yardımları kapsayan konularda toplugörüşme yapılmasına imkân sağlanmıştır.

Şimdi, bu görüşmeler… Değerli milletvekilleri, 2001 yılında, 2002'de, 2003'te, 2004 yıllarında çeşitli vesilelerle toplugörüşmeler yapılmış; ancak, bir mutabakat sağlanamamıştır. 2006 yılına ilişkin toplugörüşmeler 15 Ağustos 2005 tarihinde başlamış, 29 Ağustos tarihinde de bitmiştir.

Biraz evvel Cumhuriyet Halk Partisinin Değerli Sözcüsü Mustafa Özyürek Beyefendi burada ifade ettiler; ben kendilerine bir yönüyle teşekkür ediyorum. Hangi yönüyle; burada, gerçekten… Değerli arkadaşlarım, benim Mecliste hep arzu ettiğim, muhalefet bizi eleştirecek, eksiklerimizi söyleyecek; ama, bir üslup da olacak. Ben, Mustafa Beye teşekkür ediyorum; ben bugün o üslubu, arzu ettiğim üslubu Mustafa Özyürek Beyefendide gördüm, kendisine teşekkür ediyorum. Hepimize örnek olmasını da diliyorum; böyle olması lazım. Eleştireceğiz, kırmayacağız, dökmeyeceğiz. Teşekkür ediyorum.

Kendisi ifade ettiler; ancak, yani, ağustos ayında başlayan görüşmeler, elbette ki, 2006 yılına cari bir görüşmelerdi. 2006 yılı bütçesi gelmeden, bu görüşmeler sağlıklı bir zeminde ve zamanda yapılarak 2006 yılı bütçesine yetiştirildi ve 2006 yılında da sağlıklı bir şekilde… Daha evvel, dört yıl bu sendikalarla yapılan görüşmelerden bir mutabakat çıkmazken, çok şükür -bu mutabakat metni elimizde- bugün, AK Parti Hükümetinin gayretli çalışmaları, sendikalarımızın özverili ve anlayışlı çalışmalarıyla… Elbette, itiraz eden arkadaşlarımız, sendikalarımız olmuştur; ama, sonuçta uyum komisyonu da var; uyum komisyonunda hükümetin dediği değil -oraya ben itiraz ediyorum, Mustafa Bey ifade etti- hükümetin dediği olmaz uyum komisyonunda, tarafların dediği olur ve sonuçta zaten bir hakem kuruluşudur ve tarafların dediği olmuştur.

Değerli milletvekilleri, toplantı sonucunda, 2006 yılında kamu görevlilerine sağlanacak malî ve sosyal haklara ilişkin mutabakat metninde şunlar yer almıştır: Biraz evvel ifade edildiği gibi, aylık katsayılar kullanılmak suretiyle, ocak ve temmuz aylarında yüzde 2,5 zam öngörülmüştür ki, hükümetin 2006 yılı için öngörmüş olduğu enflasyon oranı da yüzde 5'tir. Dolayısıyla, bunlar birbiriyle örtüşmektedir. Temsil ve görev tazminatı alanlar ile kadro karşılığı sözleşmeli personel hariç tutularak, ocak ayından itibaren 40 000 000 ve temmuz ayından itibaren de 40 000 000, toplamda 80 000 000, ortalaması 60 000 000 zam yapılmıştır ve bir iyileştirme yapılmıştır.

Şimdi, buradan, bizi de günlerce arayan değerli memurlarımıza, teknik elemanlarımıza, AK Parti Hükümeti ve AK Parti Grubunun da, en azından onların menfaatını onlar kadar düşünüp, gece gündüz komisyonlarda da nasıl daha fazla iyileştirme yapılır endişesiyle çalıştıklarını burada ifade ediyorum ve bizi de anlamalarını istirham ediyorum; ancak, halkımıza şunu da ifade etmek istiyorum: Hükümetin elinde bir bütçesi var; bu bütçeyi, mutlaka, milletin ve özellikle devlet işlerinde hükümete yardımcı olan memurlarımızın ücretlerinin iyileştirilmesi için kullanacağından emin olsunlar. Değerli milletvekilleri, bugüne kadar, çalışanlar, ücretliler arasındaki gelir dağılımı o kadar dengesizdi ki, AK Parti Hükümeti, bunu üç yıldır çalışıyor, nasıl iyileştireceği üzerinde hesaplar yapıyor. Sosyal Güvenlik Kurumu Yasası olsun bir, Sosyal Güvenlik Yasası olsun, iki; Devlet Personel Rejimi Reformu Yasası olsun, üç; birçok çerçeve yasalar var; bunlarla da mutlaka birçok şeyler, eksik kalan ve ihmale ihtiyacı olan noktalar düzeltilecektir; ancak, bütçe disiplini içerisinde iyileştirme aşağıdan yukarıya doğru yapılacağından dolayı, daha az maaş alan, daha düşük ücretleri olan, daha çok mağdur edilen veya görevleri daha sıkıntılı olan, daha riskli olan kesimlerden daha iyi olanlara doğru gidildiği için, iyileştirme de, ister istemez, bu espri çerçevesinde yapılmıştır. Onun için, bunu da dikkatlerinize arz ediyorum.

Ayrıca, aile yardımı ödeneği gösterge rakamı 1 250'den 1 450'ye ve sendika üyesi olan personelin sendika aidatlarında 5 000 000'luk bir iyileştirme gibi iyileştirmeler yapılmıştır.

Değerli milletvekilleri, bu tasarıda, mevcut bakanlıklarımızın tümü -buradan tek tek isimlerini saymak yarım sayfa tutacağı için, sizleri ve halkımızı sıkmak istemiyorum- mevcut bakanlıklarımıza bağlı müsteşarlıklar, genel müdürlükler, bağımsız başkanlıklar, bunların merkez ve taşra teşkilatları ile bağlı kurumları kapsayan bir tasarı getirilmiştir ki, saymıyorum, aşağı yukarı 51, yani bakanlıklara bağlı 51 alt kurum ve bağlı kuruluşları ifade etmektedir. İşte, bunların merkez ve taşra teşkilatı ile varsa bunların dönersermaye kadrolarında 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa göre istihdam edilen memurlar ve bunların aylıklarının, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar, 2914 sayılı Yükseköğretim Personeli Kanununa göre ve mevcut, sayılı tarihlerdeki subay, assubay, sözleşmeli assubay gibi, bunların ilgili gösterge rakamlarına ve memur aylıklarına uygulanan katsayının çarpımı sonucu bulunacak tutarda her ay eködeme yapılır diye bir teknik düzenleme yapılmıştır.

Böylece, buradaki esprimiz, mevcut çalışan devlet memurlarımızın daha fazla mağdur olmamaları; ama, mutlaka ve mutlaka, devletin imkânları da göz önüne alınarak bir iyileştirme yapılmıştır.

Değerli milletvekilleri, AK Parti, 2002 Kasımında iktidar oldu ve AK Parti Hükümeti kurulduktan sonra, parti programına uygun olarak ve onunla örtüşen, sürdürülebilir bir acil eylem planı halkımıza deklare edildi. Bu plan ve program şu zaruretten ortaya çıkmıştı: Siyaset alanının daraldığı, devlet ile toplum arasında güven sorununun derinleştiği, toplumun değişik kesimleri arasındaki iletişim kanallarının tıkandığı, ağır bir ekonomik krizin, sosyal krizin, hatta ve hatta yönetim krizinin toplumu bunalttığı bir ortamda, milletle paylaşılmış ve hayata geçirilmiş bir programdır. acil eylem planı, hepinizin malumudur, bir ay, üç ay, altı aylık ve oniki aylık olmak üzere -zaten acil olması nedeniyle- bir yıllık bir programdı; ancak, hükümetin programı ise beş yıllık yapılmıştı. Burada bazı bütçe hedeflerine ve toplumun çeşitli kesimleriyle ilgili hedeflere bakmak istiyoruz.

Değerli milletvekilleri, bakın, faizler yüzde 67'den yüzde 14'e -hepimizin bildiği- enflasyon yüzde 36'dan yüzde 8'lere; millî gelir 2 200 dolardan 5 000 dolara; KDV yüzde 18'den yüzde 10'a, 8'e, 1'e, 0'a, çeşitli sektörlerde, böylece, bir iyileştirme süreci; gayri safî millî hâsıla yüzde 100 artıyor, 180 milyar dolardan 320 milyar dolara; ihracat 75 milyar dolar, ithalat 95 milyar dolar; yani, ithalat, ihracattan fazla; ama, bu rakamlara baktığımız zaman, takdir edersiniz, mesela ithalat rakamlarının yüzde 80'e yakını, makine ve yatırım, ekipman malzemeleri olarak görülmektedir. Bu da, en azından, ülkemizde yeni istihdam alanlarının yaratılacağına dair bir işaret vermektedir.

Böylece, bu çalışmalar milletimiz için yapılmıştır. Ekonomik istikrarın sağlanmış olması, rekabetçi piyasa yapısı oluşturulmuştur, sürdürülebilir bir kalkınma programı uygulanmıştır, yolsuzlukların ve hortumların önü kesilmiştir. Bunu, şöyle ifade etmek istiyorum. Değerli milletvekilleri, yine biraz evvel muhalefet sözcülerimizin, elbette haklı olarak, bu hortumlar, bu milletin parası, banka batıranlar tarafından nereye götürüldüğünün hesabını burada görmek zorundayız. Şöyle ki: Kayıtlı 50 milyar dolar, bankalarda batırılan paraların, bugün, TMSF tarafından 10 milyar doları tahsil edilmiş ve devlet hazinesine irat kaydedilmiştir. Değerli milletvekilleri, onun için, bizden evvel çarpık yapılaşmayla, bazen kasıtlı, bazen kayırmacı yapılanmalarla bankalar kurdurulmuş, bankalar batırılmış. Acaba, AK Parti döneminde -soruyorum muhalefete de, bizi izleyenlere de- TMSF'ye devredilen bir tane banka var mı; olamaz. Kaldı ki, AK Parti bu dönemde 10 milyar doları tahsil etmiş, devletin hazinesine koymuştur ve 10 milyar dolar da, tahsil edilmek üzere hem görüşmeleri hem de kayıtları tutulmuştur. Ama, çok üzücüdür, 30 milyar doların ne olduğu henüz belli değil; çünkü, bir hukuk devleti; hukuk devleti ancak hukuk çerçevesinde icra edebileceğini alacaktır. Demek ki, burada milletimizle bir gerçeği paylaşmak zorundayız; AK Parti Hükümeti, hukuk çerçevesinde, 10 milyar dolar tahsil etti, 10'unu da Allah'ın izniyle edecektir; ama, bir 30 milyar dolara henüz ulaşılamamıştır hukuk çerçevesinde; ama, inşallah ulaşır, onu da tahsil ederiz. Onun için, burada, AK Parti Hükümeti zamanında, AK Parti İktidarı zamanında hortumculara göz yummak, onlara hortumlatmak gibi 1 liralık bir rakam kimse söyleyemez. Lütfen, bunu konuşan arkadaşlarımızdan da, bu konuda daha merhametli, daha dürüst ifade etmelerini de istirham ediyoruz.

Değerli milletvekilleri, memurlarımıza yapılan bu iyileştirmelerin bir başka esprisini ifade etmek istiyorum. AK Parti Hükümeti kurulduğunda, hükümet programında Türk Milletine şu sözü verdi: "Üç yıl AK Parti Hükümetinden bir şey beklemeyin." Aslında, bu "bir şey beklemeyin" demek, "bizden hizmet beklemeyin" anlamına gelmezdi ve milletimiz de bunu çok iyi algıladığı için ta seçimden önce kendisine bu dürüst sözü veren AK Partiye destek verdi. Çünkü, üç yıllık bir dönem, en azından bir rehabilitasyon süreciydi. Şu anda dördüncü yılımızı yaşıyoruz, seneye inşallah beşinci yılımız ve onun sonunda seçimler gelecektir. İşte, bu üç yıldan sonraki rehabilitasyon sürecinde, hükümetimiz, Maliyemiz, hazinemiz, yapmış olduğu devlet tasarruflarıyla, yapılan ihracatlarla, yapılan turizm gelirleriyle bütçemizde iyileşmeler oldu, bunu da halkımıza yansıtıyor; ama, elbette ki, değerli milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyetinin bütçesi, Maliye Bakanının ulufesi değildir ki, elini cebine atsın, sorumsuzca, istediği gibi dağıtsın; bir planı var, bir programı var, elbette ki, bu işin yine millete vereceğimiz bir hesabı var. Ancak, ne kadar biriktiyse havuzumuzda, bunu en adil bir şekilde, en ölçülü bir şekilde bütün kesimlere yansıtmak da hükümetin görevidir.

Şunu da ifade etmek isterim: Elbette, bizim niyetimiz en doğru, en adil şekilde bu taksimatı yapmak olmakla beraber, eksikler, hatalar var mıdır; elbette vardır; ama, bunu ikmal edecek irade de, yine bizim hükümetimizde mevcuttur. Zira, Maliye Bakanlığımıza verilen yetkiyle, biraz evvel değerli milletvekilimiz Mustafa Bey de ifade ettiler "daha iyileştirilemez mi..." Elbette, hatalar varsa görülecektir, düzeltilecektir. Biz de kendi Grubumuzda, acaba şunlar yapılamaz mı, diye mütalaalar etmişizdir; ama, elini cebine attığın zaman, paran kaç kuruşsa, elbette ki, gücünün yettiğini vermek zorundasın. Onun için biz, 1 400 000 memurumuza bu iyileştirmeyi yaparken -onlara helal olsun, onlar daha fazlasına layıktır ve haklarıdır- yapamadıklarımıza karşı elbette biz de onlar kadar üzgünüzdür; ancak, bu yapamamak, biraz evvel ifade ettiğim gibi, iyileştirme periyotları çerçevesinde, bir plan program içerisinde yapılmıştır ve devam edecektir.

Değerli milletvekilleri, bunları ifade ederken, bir de genel bütçe dengeleri üzerinden bir bilgi vermek istiyorum. Şimdi, 2002 yılında Türkiye'de yetmiş milyondan toplanan vergiler, bizim dışborç faizlerine yetmezken ve buna 3 lira da -100 birim üzerinden düşündüğümüz zaman- 100 liraysa, 103 lira ekleyerek biz dışborç faizlerini öderken, bugün AK Parti İktidarının tasarruflu, kanaatkâr ve bilinçli çalışmalarıyla bu, yüzde 50'ye düşmüştür. Bu yüzde 50'lik faiz giderleri de bizi üzmektedir; ancak, üç yılda yüzde 50'lik bir rehabilitasyon yapılmıştır. Dolayısıyla, buralardan elde edilen, örneğin hükümete geldiğimizde 37 bakanlığın 23'e düşürülmesinde her bakanlık adına 1 milyar dolarlık bir tasarruf yapıldığını, muhalefetteki değerli maliye kökenli arkadaşlarımız bizden daha iyi bilirler.

Bu bir tasarruftu ve aynı zamanda bunun çok psikolojik bir mesajı vardı; devlet tasarruf yapacaktır ve önce kendinden başlamıştır. Bütün bu tasarruflar, tekrar tekrar bu kürsüden konuşulmuştur, hepinizin malumu, bir defa daha halkımızla paylaşmak istiyoruz. Bu tasarruflar, öğrencilerimize ucuz veya bedava kitap olarak, yeni yatırım yapılan hastaneler, koğuş sisteminden oda sistemine dönüşüm yapan hastanelere, ucuz ilaca… Cumhuriyet tarihimizde ilk defa ilaçlarımızda yüzde 80'den yüzde 10'lara kadar ucuzlama yapılmıştır, ilaç soygunu önlenmiştir, sağlık hizmetlerinin birleştirilmesiyle insanımıza bir psikolojik güven gelmiş, ayırımcılık kaldırılmıştır. Onun için, sağlık hizmetinde, eğitim hizmetinde halkımıza eşit davranmayı felsefe ve ilke edinen AK Parti İktidarı, elbette ki ücret dağıtımında da bu adaleti, bu ilkeyi hesap etmiştir; ama, gücünün yettiği kadarını yapabilmiştir.

Bir şeyi daha ifade edeyim: Bizden evvelki dönemlerde, elbette ki, memurun tasarrufu adına kesilmiş olan 14 katrilyonluk nemalar, maalesef, değerli milletvekilleri ve değerli halkımızdan da dinleyenlere hitap etmek istiyorum, kâğıt üzerinde tasarruf edilmiş bir rakamsal değeri olan bir tasarruftu; AK Parti İktidarı bunu görmezden gelebilirdi ve tasarrufa devam edebilirdi. Halbuki, bunu borç kabul etti, devlet geleneğinin, saygısının bir gereği olarak bunu borç kabul etti ve en son borç taksitlerimiz de inşallah haziranda ödenerek, 14 katrilyonluk milletimize olan borcumuz bu şekilde ikmal ve ifa edilmiş olacaktır. Dolayısıyla, AK Parti İktidarı elini toplumun hangi kesimine atmışsa, elbette -efendim, parantez içinde söylüyorum- bizden evvel bu memlekete hizmet yapanları minnetle, şükranla ve hayatta olmayanları da rahmetle anıyoruz. Biz de onların devamını daha iyiye götürmek için çalışıyoruz; ancak,  bugüne kadar el atılmayan yüzlerce sektöre AK Parti İktidarı el atmıştır. Efendim, bunlardan bir tanesi de kredi kartlarıydı. Geçen hafta, mutlaka muhalefetimizin de destekleriyle ideal seviyede olmasa bile, bir rehabilitasyon yapılmıştı; bir soygun, bir vurgun ve kartzedeler bu sıkıntıdan, kısmen de olsa, kurtarılmıştır. Geçen hafta içerisinde, Ulaştırma Bakanlığımız, 800 000 tane, kamyon sahibi olan, Türkiye Cumhuriyetinde, sınırsız, sorumsuz, parası olanın kamyon aldığı, sektöre girdiği, ne taşıdığı belli olmayan bir sektör varken, bu sektör kayıt altına alındı, bu sektöre bir kimlik verildi ve bu sektörün bütün faaliyetleri de bir disipline edilmiş oldu ve sektörün yüzde 99'u da bundan memnun olduğunu, bizzat ifade ederek, gelip, burada, bakanlarımızı ziyaret etmişlerdir. Eksik olan da vardır; o da düzeltilir.

Burada ifade etmek istediğimiz şudur: AK Parti İktidarı döneminde, birçok ilkler yaşanmıştır ve bu ilkleri AK Parti yaşatmıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Daloğlu, konuşmanızı tamamlar mısınız lütfen.

Buyurun.

MÜCAHİT DALOĞLU (Devamla) - Teşekkür ederim Değerli Başkanım.

Sözlerimi, o zaman, şöyle tamamlayayım izin verirseniz Değerli Başkanım: Bu kanunlarda, ben, şöyle ifade ediyorum: "Her şey tamamdır, yüzde yüz  her şey yerine oturmuştur" AK Parti de demiyor. Mutlaka yapılacaklar vardır ve en iyisini, inşallah, bu iradeyle yapacağız. Şu anda, içinde sıkıntı hisseden değerli devlet memurlarımızın da, o sıkıntılarını ikinci periyotta gidereceğimize inanıyoruz.

Yıllardır ihmal edilmiş olan bu konuların düzeltilmesi, elbette ki, bu Parlamentoya nasip oldu, AK Partiye nasip oldu. Nitekim, biraz evvel ifade etmiş olduğum dört yıldır anlaşamayan sendikaların mutabakat metnini de birlikte paylaştık.

Son olarak şunu ifade etmek istiyorum: Hükümet, tarafları tatmin etmeyen, değişik aksaklıkları ikmal için de gerekli düzenlemeleri yapacak ve Maliye Bakanlığımız ve onun değerli bürokratları da, bu konuda, bugünden itibaren çalışmalara başlamışlardır. Böylece, özellikle çalışanlarımızın, devlet memurlarımızın, bürokratlarımızın ve sosyal kesimlerin tümünün, bu sıkıntılarını bir nebze giderdiğimize inanıyoruz. Bu, bize, mutluluk vermektedir. Gideremediğimiz değerli memurlarımıza ve bürokratlarımıza da, buradan, elbette ki söz veriyoruz; çünkü, biz, memleketin her sıkıntısını düzelten bir iktidar olarak, onları da ileriki dönemlerde düzelteceğimize inanıyorum.

Gecenin bu saatinde sizlere de çok teşekkür ediyorum.

Saygılar, sevgiler sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN -Sayın Daloğlu, teşekkür ediyorum.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, çalışma süremiz tamamlanmıştır.

Kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 9 Mart 2006 Perşembe günü, alınana karar gereğince, saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

Sizlere ve bizi izleyen izleyicilerimize hayırlı geceler diliyorum.

 

Kapanma Saati: 22.08