DÖNEM: 22 CİLT:
112 YASAMA
YILI: 4
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
69 uncu Birleşim
1 Mart 2006 Çarşamba
I. -
GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III. -
YOKLAMA
IV. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1.- Konya Milletvekili Orhan Erdem'in,
Türk edebiyatının usta yazarlarından Tarık Buğra'nın ölümünün 12 nci yılında,
edebiyatçı kişiliğine ve eserlerine ilişkin gündemdışı konuşması
2.- İzmir Milletvekili Türkân
Miçooğulları'nın, Türkiye Büyük Millet Meclisinin ilk kadın milletvekillerine,
kadınların siyasete katılımda yaşadıkları zorluklara ve bu konuda atılması
gereken adımlara ilişkin gündemdışı konuşması
3.- Osmaniye Milletvekili Şükrü Ünal'ın,
Osmaniye Organize Sanayi Bölgesindeki sorunlara ve alınması gereken tedbirlere
ilişkin gündemdışı konuşması
B)
TEZKERELER VE ÖNERGELER
1.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı
Bülent Arınç'ın Finlandiya Parlamentosu Başkanı Paavo Lipponen'in davetine
icabetle, beraberinde bir Parlamento heyetiyle Finlandiya'ya resmî ziyarette
bulunmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/986)
V.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
1.- Çanakkale
Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî
Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu
İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)
2.- Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve
Terkinine İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1030)
(S. Sayısı: 904)
3.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı
Kanunu, Yükseköğretim Kanunu, Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu, Telsiz
Kanunu ile 78 ve 190 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması
Hakkında 30.12.2005 Tarih ve 5447 Sayılı Kanun ve Cumhurbaşkanınca Bir Daha
Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu
(1/1164) (S. Sayısı: 1096)
4.-
Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
607 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Türk Silahlı Kuvvetleri Personel
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Millî Savunma
Komisyonu Raporu (1/278, 1/1034) (S. Sayısı: 17 ve 17'ye 1 inci Ek)
5.- Gülhane Askeri Tıp Akademisi Kanununun
Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname ve Millî
Savunma Komisyonu Raporu (1/277) (S. Sayısı: 1079)
6.- Medenî ve Siyasî Haklara İlişkin
Uluslararası Sözleşmeye Ek İhtiyarî Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/891) (S. Sayısı:1003)
7.- Türkiye Cumhuriyeti ile Suriye Arap
Cumhuriyeti Arasında Serbest Ticaret Alanı Tesis Eden Ortaklık Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporu (1/1126) (S. Sayısı: 1095)
8.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile
Moğolistan Hükümeti Arasında Büyükelçilik Binasının Türkiye Cumhuriyeti
Hükümetine Satışına İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/1110) (S. Sayısı: 1026)
9.- Trabzon
Milletvekili Cevdet Erdöl ve 4 Milletvekilinin, Türk Tabipleri Birliği
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi; İstanbul Milletvekili
Kemal Kılıçdaroğlu ve 35 Milletvekilinin, 23.1.1953 Tarihli ve 6023 Sayılı Türk
Tabipleri Birliği Kanununun 3224 Sayılı Yasa ile Değişik 60 ıncı Maddesinin Birinci
Fıkrasının Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifi ile Sağlık, Aile, Çalışma ve
Sosyal İşler Komisyonu Raporu (2/672, 2/604) (S. Sayısı: 1069)
VI.-
SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI
SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Antalya Milletvekili Feridun Fikret
BALOĞLU'nun, Antalya'da gösterimi iptal edilen bir müzikale ilişkin sorusu ve
Kültür ve Turizm Bakanı Atilla KOÇ'un cevabı (7/11415)
2.- İzmir
Milletvekili Ahmet ERSİN'in, yurtlarda kalan çocuklara yapılan bir ankete
ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Nimet ÇUBUKÇU'nun cevabı (7/12255)
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak
altı oturum yaptı.
Erzurum Milletvekili Mustafa Nuri Akbulut,
Azerbaycan'ın Hocalı Kentinde Ermeni askerlerince halka karşı yapılan katliamın
14 üncü yılı münasebetiyle,
Antalya Milletvekili Atila Emek, turizm
sektörünün sorunlarına ve alınması gereken tedbirlere ilişkin,
Karaman Milletvekili Mevlüt Akgün, köy
kalkınmasının sağlanması, köylünün yaşam kalitesinin yükseltilmesi ve şehirdeki
tüm imkânların köylere götürülmesini hedef alan KÖYDES Projesi çalışmaları
konusunda,
Gündemdışı birer konuşma yaptılar.
Muğla Milletvekili Fahrettin Üstün ve 46
milletvekilinin, turizm sektöründeki sorunların (10/342),
Muğla Milletvekili Fahrettin Üstün ve 49
milletvekilinin, Muğla İlinin sosyal ve ekonomik sorunlarının (10/341),
Bursa Milletvekili Kemal Demirel ve 49
milletvekilinin, çocuklar arasında suç oranının artmasının sebeplerinin
(10/340),
Araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel
Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacakları ve
görüşme gününün, sırası geldiğinde yapılacağı;
Hakkâri Merkez, Yüksekova ve Şemdinli
İlçelerinde meydana gelen olayların araştırılması amacıyla kurulan (10/322,
323, 324) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Başkanlığının süre
uzatımına ilişkin tezkeresi okundu; daha önce verilen 3 aylık çalışma süresini
doldurması nedeniyle, İçtüzüğün 105 inci maddesine göre, komisyona 1 aylık
kesin süre verildiği;
Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 335 inci sırasında yer alan
1094 sıra sayılı kanun teklifinin bu kısmın 5 inci sırasına, 337 nci sırasında
yer alan 1098 sıra sayılı kanun teklifinin 6 ncı sırasına, 336 ncı sırasında
yer alan 1096 sıra sayılı kanunun 7 nci sırasına, 261 inci sırasında yer alan
1003 sıra sayılı kanun tasarısının 8 inci sırasına, 331 inci sırasında yer alan
1095 sıra sayılı kanun tasarısının 9 uncu sırasına, 289 uncu sırasında yer alan
1026 sıra sayılı kanun tasarısının 10 uncu sırasına, 330 uncu sırasında yer
alan 1090 sıra sayılı kanun tasarısının 12 nci sırasına, 322 nci sırasında yer
alan 1081 sıra sayılı kanun teklifinin 14 üncü sırasına, 47 nci sırasında yer
alan 952 sıra sayılı kanun tasarısının 15 inci sırasına, 48 inci sırasında yer
alan 871 sıra sayılı kanun tasarısının 16 ncı sırasına, 326 ncı sırasında yer
alan 1086 sıra sayılı kanun tasarısının 17 nci sırasına, 28.2.2006 tarihli
gelen kâğıtlarda yayımlanan 1101 sıra sayılı kanun teklifinin, 48 saat
geçmeden, 13 üncü sırasına alınmasına ve diğer işlerin sırasının buna göre
teselsül ettirilmesine; Genel Kurulun, 28.2.2006 Salı ve 1.3.2006 Çarşamba
günkü birleşimlerinde sözlü sorular ile diğer denetim konularının
görüşülmemesine, 28.2.2006 Salı günkü birleşiminde kanun tasarı ve
tekliflerinin görüşülmesine; 28.2.2006 Salı, 1.3.2006 Çarşamba günleri
15.00-21.00 ve 2.3.2006 Perşembe günü 14.00-20.00 saatleri arasında
çalışmalarını sürdürmesine ilişkin Danışma Kurulu önerisinin, yapılan
görüşmelerden sonra, kabul edildiği;
İzmir Milletvekili Ahmet Ersin'in, İzmir
İlinde Karabağlar Adı ile Bir ilçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifinin (2/491),
doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesinin, yapılan görüşmelerden sonra,
kabul edilmediği,
İzmir Milletvekili Bülent Baratalı'nın,
Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda ve Sosyal Güvenlikle İlgili Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Temsil Tazminatı Ödenmesi Hakkında Kanunda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin (2/439), doğrudan gündeme
alınmasına ilişkin önergesinin, yapılan görüşmelerden sonra, kabul edildiği;
Açıklandı.
Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:
3 üncü sırasında bulunan, Kamu İhale
Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin (2/212) (S. Sayısı:
305) görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin komisyon raporu henüz
gelmediğinden,
1 inci sırasında bulunan, Türk Silahlı
Kuvvetleri Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair 607 Sayılı Kanun
Hükmünde Kararname ve Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının (1/278, 1/1034) (S. Sayısı: 17 ve 17'ye 1
inci ek),
2 nci sırasında bulunan, Gülhane Askeri
Tıp Akademisi Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Hükmünde Kararnamenin (1/277) (S. Sayısı: 1079),
4 üncü sırasında bulunan, Bazı Kamu
Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun Tasarısının (1/1030) (S.
Sayısı: 904),
Görüşmeleri, ilgili komisyon yetkilileri
Genel Kurulda hazır bulunmadığından;
Ertelendi.
5 inci sırasında yer alan, İzmir
Milletvekilleri Mehmet S. Tekelioğlu, Fazıl Karaman ve İsmail Katmerci'nin,
İzmir Kentinde Yapılacak Dünya Üniversitelerarası Spor Oyunları (Universiade)
Kanununda (2/700) (S. Sayısı: 1094),
6 ncı sırasına alınan, Erzurum
Milletvekili Mustafa Ilıcalı ve 7 Milletvekilinin, İstanbul Elektrik Tramvay ve
Tünel İdareleri Teşkilat ve Tesisatının İstanbul Belediyesine Devrine Dair
Kanunda (2/680) (S. Sayısı: 1098),
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tekliflerinin, yapılan görüşmelerden sonra, kabul edilip kanunlaştıkları
açıklandı.
7 nci sırasına alınan ve Cumhurbaşkanınca
bir kez daha görüşülmek üzere geri gönderilen Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı
Kanunu, Yükseköğretim Kanunu, Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu, Telsiz
Kanunu ile 78 ve 190 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması
Hakkında 30.12.2005 Tarihli ve 5447 Sayılı Kanunun (1/1164) (S. Sayısı: 1096),
tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanarak maddelerine geçilmesi kabul edildi ve
geçici 1 inci maddesi üzerinde bir süre görüşüldü; madde üzerinde verilen bir
önergenin oylamalarında karar yetersayısı bulunmadığı anlaşıldığından;
1 Mart 2006 Çarşamba günü saat 15.00'te
toplanmak üzere, birleşime 22.04'te son verildi.
|
|
İsmail
Alptekin |
|
|
|
Başkanvekili |
|
|
Ahmet
Küçük |
|
Harun
Tüfekci |
|
Çanakkale |
|
Konya |
|
Kâtip Üye |
|
Kâtip Üye |
|
|
Bayram
Özçelik |
|
|
|
Burdur |
|
|
|
Kâtip Üye |
|
No.: 93
II.- GELEN KÂĞITLAR
1 Mart 2006 Çarşamba
Tasarılar
1.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Japonya Hükümeti Arasında Kaman Kalehöyük Arkeoloji Müzesinin Hibe
Yoluyla Yapılmasına İlişkin Nota, Görüşme Tutanakları ve Müzakere Kayıtlarının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/1173) (Millî Eğitim,
Kültür, Gençlik ve Spor ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi:
23.2.2006)
2.- Uluslararası
Denizcilik Örgütü Sözleşmesinde Yapılan Değişikliklerin Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/1174) (Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve
Turizm ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.2.2006)
3.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Portekiz Cumhuriyeti Arasında Gelir Üzerinden Alınan Vergilerde
Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve Vergi Kaçakçılığına Engel Olma Anlaşması ve Eki
Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/1175) (Plan
ve Bütçe ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.2.2006)
4.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Sırbistan ve Karadağ Bakanlar Kurulu Arasında Gelir ve Servet
Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/1176) (Plan ve Bütçe
ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.2.2006)
5.- Nüfus Hizmetleri
Kanunu Tasarısı (1/1177) (Adalet; Plan ve Bütçe ile İçişleri Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 23.2.2006)
Teklifler
1.- Iğdır Milletvekili
Dursun Akdemir'in; Harcırah Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun
Teklifi (2/706) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi:
17.2.2006)
2.- Osmaniye Milletvekili
Mehmet Sarı'nın; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/707) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor
ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.2.2006)
3.- Bartın Milletvekili
Mehmet Asım Kulak'ın; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/708) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor
ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.2.2006)
4.- Bitlis Milletvekili
Zeki Ergezen'in; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/709) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor
ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.2.2006)
5.- Bingöl Milletvekili Feyzi
Berdibek'in; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Teklifi (2/710) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Plan
ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.2.2006)
6.- Bilecik Milletvekili
Fahrettin Poyraz'ın; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/711) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor
ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.2.2006)
7.- Bingöl Milletvekili
Feyzi Berdibek ve 11 Milletvekilinin; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı
Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/712) (Millî Eğitim,
Kültür, Gençlik ve Spor ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş
tarihi: 22.2.2006)
8.- İzmir Milletvekili
Hakkı Ülkü ve 44 Milletvekilinin; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/713) (Millî Eğitim, Kültür,
Gençlik ve Spor ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi:
22.2.2006)
9.- Bursa Milletvekili
Mehmet Küçükaşık ve 48 Milletvekilinin; Yurt Dışında Bulunan Türk
Vatandaşlarının Yurt Dışında Geçen Sürelerinin Sosyal Güvenlikleri Bakımından
Değerlendirilmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi
(2/714) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ile Plan ve Bütçe
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.2.2006)
10.- İzmir Milletvekili
Yılmaz Kaya ve 49 Milletvekilinin; 3201 Sayılı Yurt Dışında Bulunan Türk
Vatandaşlarının Yurt Dışında Geçen Sürelerinin Sosyal Güvenlikleri Bakımından
Değerlendirilmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi
(2/715) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ile Plan ve Bütçe
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.2.2006)
11.- Ankara Milletvekili
Mehmet Tomanbay ve 27 Milletvekilinin; Sosyal Sigortalar Kanununda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/716) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor
ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş
tarihi: 22.2.2006)
12.- Bingöl Milletvekili
Feyzi Berdibek'in; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Hakkında 41 Sayılı Kanun
Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair Kanun ile 78 ve 190 Sayılı
Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi
(2/717) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Plan ve Bütçe
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.2.2006)
13.- Tekirdağ
Milletvekili Enis Tütüncü ve 46 Milletvekilinin; İskân Kanununda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/718) (İçişleri Komisyonuna) (Başkanlığa
geliş tarihi: 22.2.2006)
14.- Bursa Milletvekili
Mehmet Küçükaşık ve 47 Milletvekilinin; Kurumlar Vergisi Kanununda Değişiklik
Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi (2/719) (Tarım, Orman ve Köyişleri ile Plan
ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.2.2006)
15.- İstanbul
Milletvekili Ahmet Güryüz Ketenci ve 3 Milletvekilinin; Milletvekili Seçim
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/720) (Adalet ile Anayasa
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.2.2006)
16.- İstanbul
Milletvekili Ahmet Güryüz Ketenci ve 3 Milletvekilinin; Siyasi Partiler
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/721) (Avrupa Birliği
Uyum; Plan ve Bütçe ile Anayasa Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi:
23.2.2006)
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 15.05
1 Mart 2006 Çarşamba
BAŞKAN: Başkanvekili İsmail ALPTEKİN
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Ahmet KÜÇÜK
(Çanakkale)
BAŞKAN - Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 69 uncu Birleşimini açıyorum.
Toplantı yetersayısı
vardır; görüşmelere başlıyoruz.
Sayın milletvekilleri,
gündeme geçmeden önce, üç sayın milletvekiline gündemdışı söz vereceğim.
Gündemdışı ilk söz, Türk
edebiyatının ustalarından Tarık Buğra'nın ölüm yıldönümü münasebetiyle, Konya
Milletvekili Sayın Orhan Erdem'e aittir.
Buyurun Sayın Erdem. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
IV. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1.- Konya
Milletvekili Orhan Erdem'in, Türk edebiyatının usta yazarlarından Tarık
Buğra'nın ölümünün 12 nci yılında, edebiyatçı kişiliğine ve eserlerine ilişkin
gündemdışı konuşması
ORHAN ERDEM (Konya) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri ve bizi izleyen çok değerli milletim;
öncelikle, hepinizi, sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.
Gündemdışı konuşmam da,
Türk romanının en usta yazarlarından biri olan, benim de doğum yerim
Akşehir'den, Nasrettin Hoca diyarından, 1918'de hayata gözlerini açan, 1994
yılında aramızdan ayrılan, bu yıl 12 nci ölüm yıldönümünü kutladığımız Tarık
Buğra hakkında olacaktır.
Biz, pazar günü -26 Şubat-
Akşehir Belediyesince, ölüm yıldönümü dolayısıyla, Akşehir Kültür Merkezinde,
çok değerli eski Tarım Bakanımız, Konya Milletvekilimiz Sami Güçlü'nün de
katılımıyla, kendisi çok hayranı ve tüm kitaplarını okumuş biri olarak,
hayatını irdelemiş biri olarak bize çok doyurucu bir konferans verdi ve orada,
daha ne yapabiliriz diye kendi açımdan düşündüğümde, bugün böyle bir söz alarak
sizlerle de paylaşmamız gerektiğine inandık. Çünkü, onun hayatı ve yazarlığa
geçtiği dönemeçler, günümüz gençliği ve yazarları için ibretlerle doludur.
Rahmetli Tarık Buğra'nın ilk ve ortaöğrenimini geçirdiği Akşehir'deki hayatı,
aile yaşamı ve büyük saygı duyduğu babası Mehmet Nazım Beyden aldığı kitap
okuma alışkanlığı, annesi Nazike Hanımdan aldığı tertemiz ve saf bir değerler
kazanımı, onun, ilkeli, dürüst, vatansever, taviz vermez, toksözlü karakterini
oluşturmuştur.
Akşehir'deki öğrenim
hayatı sonrası İstanbul'da başlayan ve Konya Lisesi mezuniyetiyle biten
-1936'da- lise çağları, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hukuk ve Edebiyat
Fakültesinde ikişer, üçer yıl okuyup bırakmasıyla sonuçlanan bir yükseköğrenim
hayatı geçirmiştir.
Büyük üstat, lise son
sınıfta yazar olmaya karar vermiş ve "yazarın mekânı, tavan arasındadır;
kaderi yarı aç yarı tok yaşamaktır" diyerek, idealini açıklamış ve yola
çıkmıştır. Onun edebiyat ve kitaplarla iç içe olmasını sağlayan önce babası,
sonra, küçük bir tesadüf, ilkokul 3 üncü sınıfta Çocuk Dünyası Dergisinde
kazandığı 9 kitap ve daha sonra ilkokul çağında Don Kişot, Monte Kristo, Arı Maya
maceraları ve birçok eseri ve 5 inci sınıfı bitirdiğinde Reşat Nuri'nin Damga,
Çalıkuşu, Akşam Güneşi ve Dudaktan Kalbe; hem de ikişer, üçer, bir kısmını ve
en son eseri 14 kez okuduğunu biliyoruz.
Ortaöğreniminde onu fark
eden ve ileride yazar olmaya iten dönemeçlerden biri, şair, araştırmacı Rıfkı
Melül Meriç'tir. Yine, edebiyat fakültesi öğrenciliğinde Mehmet Kaplan'ın
"bir hikâye yaz" teklifiyle yazdığı "Oğlum" diye bir hikâye,
1948'de Cumhuriyet Gazetesindeki ikincilik ödülüyle tanınma dönemini başlatmıştır.
Ayrıca, Buğra'nın, hayatı
boyunca tanınmış yazarlarımızın hepsiyle ilgisi olmuştur. Üniversite
yıllarında, İstanbul'da, Küllük isimli ünlü kahvede Yahya Kemal, Tanpınarlar,
Ali Nihat Torlun, Mükremin Halil sohbetleri, eski hocası Rıfkı Melül Beyle
arkadaşlığı, Prof. Yavuz Abadan, Nurullah Ataç'la birliktelikleriyle olgunlaşma
dönemini yaşamıştır.
Bu süreçte, ileride
yazmaya başladığında, kronolojik bir sırayla incelendiğinde dikkati çeken,
Tarık Buğra'nın acemilik, çıraklık döneminin olmadan ustalaşması söz konusudur.
O, daha ilk hikâyesinde usta olduğunu ortaya koymuştur. Tarık Buğra, Küllük'te
geçen hayatını "kısa, o serseri günlerde büyük bir şans derim. Buna,
edebiyat içimde tortulaşıyordu; fakat, kâğıttan hâlâ kaçıyordum ki, asıl şans
diye bunu sayarım. Pişmeden, olmadan, kalıplaşmak tehlikesini böylece tesadüfen
atlatıyordum" der.
Tarık Buğra'nın bu
olgunlaşma dönemi içerisinde 1947 yılında Akşehir'de çıkardığı Nasrettin Hoca
Gazetesi, İstanbul'a dönmesiyle birlikte Haber, Tercüman, Milliyet, Yeni
İstanbul gazetelerinde fıkralar yazmış ve sanat sayfaları düzenlemiştir.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun,
tamamlayın konuşmanızı efendim.
ORHAN ERDEM (Devamla) -
Zeytin Dalı, Üç İstanbul Haftası ve Yol dergilerini çıkarır ve onun gazete
yazılarının değişik, kendine has özellikleri hiçbir zaman basmakalıp düşünce ve
ideolojilerin takipçisi olmamıştır. Tiyatroları; İbiş'in Rüyası, Akümülatörlü
Radyo, Ayakta Durmak İstiyorum, Yüzlerce Çiçek Açtı. Romanları; Siyah Kehribar,
İbiş'in Rüyası'nın romanlaşması, Yalnızlar romanı gibi daha birçok eseri
vardır.
Tarık Buğra'nın sağlam ve
sarsılmaz bir yer sağlayan eseri Küçük Ağa'dır. Bu eserde ve bunun devamı Küçük
Ağa Ankara'da ve Firevun İmanı romanlarında, millî mücadele, ilk defa değişik
bir açıdan ele alınmıştır. Daha çok, devletin resmî görüşünden hareket eden
Kurtuluş Savaşı romanlarının tam aksine, bu üç romanında, meseleler, insan,
millet açısından ele alınmış, yeni bir yorumla ortaya konulmuştur. Diğer bir
romanı Yağmur Beklerken'de serbest fırka dönemini anlatır. Gençliğim Eyvah
romanında ise 1970'li yıllarda Türkiye'nin bir numaralı meselesi haline gelen
anarşik olayları değişik yönleriyle perde arkasına tasvir ve tahlil eder ve
Osmancık romanıyla Osmanlı Devletinin kuruluş yıllarını anlatır.
Yine, senaryo ve oyunda
Sıfırdan Doruğa-Patron. Hikâyeleri; Oğlumuz, Yarın Diye Bir Şey Yoktur, İki
Uyku Arasında en tanınmışlarıdır. Onun romanlarındaki bütün tipler tabiîdir.
Tarık Buğra bir tahlil ustasıdır. Bazı romanlarında mesele, bazı romanlarında
insan ön plandadır. Güzel Türkçesi, yoğun üslubu, derin tipleriyle, Türk,
hikâye, tiyatro ve roman yazarlarının başında yer almıştır.
Değerli vekillerim,
rahmetli Tarık Buğra'yı rahmetle anarken, benim konuşma talebinde bulunmam ve
Değerli Başkanımın bu noktada söz vermesi noktasında teşekkür ediyorum ve bir
hususu da, bu değerli hemşerim yazarın hayatını incelediğimizde sizinle
paylaşmak istiyorum. Hayatı boyunca yazarlıktan başka bir geliri olmamış ve
sefil bir hayat sürmüş Tarık Buğra, inşallah, olması gerekten çok daha ötede
bir yazar olarak, ileride daha iyi anlaşılacaktır. Ancak, ben, birçok
köşeyazarının ve roman yazarlarının Tarık Buğra'nın hayatını okumalarını
istiyorum. Günümüzde öyle yazarlar çıktı ki, çok kısa sürede medya aracılığıyla
önplana çıkarılıp ve ülkemizi arkadan vurmak, gündemdışı, Ermeni veya iç
konularımıza kadar gitmeyi kendilerinde bir güç zannettiler. Aslında, onların
romancılığını ve hayatını incelediğimizde, rahmetli Tarık Buğra'nın çırağı dahi
olamayacaklarını görüyoruz.
Ben buna da dikkat
çekerek, çok değerli yazarımız Tarık Buğra'ya tekrar rahmet diliyorum.
İnşallah, onun eserlerindeki güzellikleri hem ailelerimiz hem öğretmenlerimiz
hem bizler göz önüne alarak, yeni nesillere taşıma noktasında da başarılı olur
diyerek, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Erdem.
Gündemdışı ikinci söz
isteği, Türkiye Büyük Millet Meclisinin ilk kadın milletvekilleri hakkında,
İzmir Milletvekili Türkân Miçooğulları'na aittir.
Buyurun Sayın
Miçooğulları. (CHP sıralarından alkışlar)
2.- İzmir
Milletvekili Türkân Miçooğulları'nın, Türkiye Büyük Millet Meclisinin ilk kadın
milletvekillerine, kadınların siyasete katılımda yaşadıkları zorluklara ve bu
konuda atılması gereken adımlara ilişkin gündemdışı konuşması
TÜRKÂN MİÇOOĞULLARI
(İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
15 Mayıs 1919'da İzmir'in
işgalinden sonra, genci yaşlısı, kadını ve erkeğiyle birlikte yurdun her
yanından yükselmeye başlayan bağımsızlık ve kurtuluş sesleri, âdeta, gelecek
zaferi müjdeliyordu.
19 Mayıs 1919'da, Mustafa
Kemal Samsun'a çıktı. Onun başlattığı mücadeleye, kadınlar, değişikler yerlerde
toplantılar, mitingler yaparak destek verdiler. Muallimler Cemiyeti Başkanı
Nakiye Elgün Hanım da, 13 Ocak 1920'de, soğuk bir kış günü, Sultanahmet
Meydanında bir mitingde şöyle haykırıyordu: "Önümüzde açık iki yol var:
Biri, tarihimizle, şanımızla devam etmek; diğeri, gözlerimizle tarihimizi de
kapayıp ebediyete götürmektir." Kadınların bu mücadeleleri, Kurtuluş Savaşı
9 Eylül 1923'te İzmir'de zaferle sonuçlanana kadar sürdü.
Mustafa Kemal Atatürk, bu
kahraman Türk kadınlarına hak ettiği hakların hepsini teslim etti. Medenî
Kanun, eğitim birliği, kılık kıyafet devrimi, seçme ve seçilme hakkı bunlardan
başlıcalarıdır.
8 Şubat 1935'te yapılan
genel seçimlerde, içlerinde 13 Ocak 1920'de Sultanahmet Meydanında haykıran
Nakiye Elgün Hanımın da olduğu 17 kadın milletvekili seçildi. 1 Mart günü,
yani, yetmişbir yıl önce bugün, Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünden yemin
ettiler.
İşte bugün saygıyla
andığımız ilk kadın milletvekillerimiz ve illeri:
Mebrure Gönenç,
Afyonkarahisar; Hatı Çırpan, Ankara; Türkan Örs Baştuğ, Antalya; Sabiha Gökçül
Erbay, Balıkesir; Şekibe İnsel, Bursa; Huriye Öniz Baha, Diyarbakır; Fatma
Memik, Edirne; Nakiye Elgün, Erzurum; Fakihe Öymen, İstanbul; Benal Arıman,
İzmir; Ferruh Güpgüp, Kayseri; Bahire Bediz Morova Aydilek, Konya; Mihri
Bektaş, Malatya; Meliha Ulaş, Samsun; Esma Nayman, Seyhan -bu ilimiz, 1956'de
Adana oldu- Sabiha Görkey, Sivas; Seniha Hızal, Trabzon. Bunlara, ara seçimde
Çankırı Milletvekili Hatice Özgener de eklenince ilk kadın milletvekillerimizin
sayısı 18 oldu.
1 Mart 1935'te yemin eden
bu 18 kadın milletvekilinden 1 tanesi muhtar, 1 tanesi il genel meclisi üyesi,
5 tanesi de belediye meclisi üyesiydi. Yani, onlar, daha önce, yerel seçimlerde
verilen seçilme hakkını da kullanmışlardı. Onları, çağdaş, laik, demokrat tüm
kadınlarımız adına, şükranla anıyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; yetmişbir yıl sonra, durumumuza baktığımızda, bir arpa boyu
yol gitmemişiz. O gün yüzde 4,6 olan oran, bugün yüzde 4,4. O gün, kadın nüfusu
8 000 000, milletvekili sayısı 18; bugün, kadın nüfusu 36 000 000, milletvekili
sayısı 24. Üniversitelerde, öğretim görevlileri arasında yüzde 35 oranında olan
ve mesleğinde, işinde başarılı olmuş kadınları gördükçe, Türk kadınının,
kendisine teslim edilen hakları kullanma konusunda herhangi bir eksiğinin
olmadığını görüyoruz.
Türkiye İstatistik
Kurumunun iki gün önce açıkladığı rakamlara göre, ülkemizde işsizlik oranı
yüzde 10'dan, yüzde 10,6'ya yükselmiştir. Kadının siyasetteki başarısının
eğitim ve ekonomik özgürlükle eşdeğer olduğunu düşünürsek eğer, bu oran çok
dikkat çekicidir.
1990'larda, çalışabilecek
konumdaki kadınların işgücüne katılımı yüzde 35 iken, bu yıl yüzde 24,6'ya
gerilemiştir. Bu tabloyu görünce, 2003 yılında, ekonomiden sorumlu Devlet
Bakanının "ekonomi iyi gidiyor, erkekler çalıştıkça, kadınlar da daha çok
evlerinde oturma olanağı yakalıyor" sözleri aklımıza geliyor ve diyoruz
ki, kadınlar, erkekler kazandığı için değil, istihdam oranı azaldığı için,
üniversite mezunu delikanlıları ve genç kızları iş bulamayıp evde oturmak zorunda
kaldığı için, evde oturuyor. Sayın Bakanın ve onun gibi düşünenlerin mantığıyla
siyasete bakarsak, acaba, kadınlar, erkekler siyaseti çok iyi yaptıkları,
ellerine geçirdikleri iktidar olanağını çok iyi kullandıkları için mi siyasetten
uzak duruyor, siyaset yapmak istemiyor?!
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun.
TÜRKÂN MİÇOOĞULLARI
(Devamla) - Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; üyesi olmaya çalıştığımız
Avrupa Birliğinde, 1997 yılında kadınların istihdam oranı yüzde 45'ti; alınan
önlemler sonucunda bu oran, 2001'de yüzde 55'e ulaştı, 2010 yılı itibariyle bu
oranı yüzde 60'a çıkarmayı hedefliyorlar. Seçme ve seçilme hakkını bizden çok
sonra almış Avrupa Birliği ülkeleri parlamentolarında kadınların oranı yüzde
35-40 düzeyinde. Kadınların işgücüne katılımı şiddetle teşvik edilmekte. 2010
yılına kadar tüm üye ülkelerde istihdam ve işsizlik oranlarındaki cinsiyet
farkı önemli ölçüde azalacak. Kadın istihdamının artırılmasını sağlamak üzere
çocuk bakım hizmetleri geliştirilecek. 0-3 yaş grubundaki çocukların en az üçte
1'inin, 3 yaş üzerinde çocukların yüzde 90'ının bu hizmetlerden yararlanması
hedefleniyor.
Türkiye, AB adayı ülkeler
arasında kadın istihdamı oranıyla son sırada yer almakta. Avrupa Birliğine
girmeye çalışıyorsak, bunları görmezlikten gelemeyiz; çünkü, kadınlarımız,
Türkiye'nin Avrupa Birliğine giriş kartıdır.
Soruna bu gerçekler
ışığında yaklaştığımız takdirde, çözüme ulaşacağımızı ifade ederken, ilk kadın
milletvekillerimizi, ülkemize vermiş olduğu hizmetlerden dolayı bir kez daha
şükranla anıyor, 1 Mart gününün bir başka önemine değinmek istiyorum.
Üç yıl önce, demokrasinin
silahla sağlanamayacağı bilinciyle, Irak tezkeresine ret oyu veren Türkiye
Büyük Millet Meclisini saygıyla selamlıyor; başta Cumhuriyet Halk Partisi Genel
Başkanı, milletvekilleri olmak üzere, bu karara katkı yapan tüm
milletvekillerine, annelerin, kız kardeşlerin şükranlarını iletiyor, hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyoruz Sayın Miçooğulları.
Gündemdışı üçüncü söz
isteği, Osmaniye Organize Sanayi Bölgesiyle ilgili olmak üzere, Osmaniye
Milletvekili Sayın Şükrü Ünal'a aittir.
Buyurun Sayın Ünal. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
Süreniz 5 dakika.
3.-
Osmaniye Milletvekili Şükrü Ünal'ın, Osmaniye Organize Sanayi Bölgesindeki
sorunlara ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması
ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) -
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Osmaniye Organize Sanayi Bölgemizle ilgili
olarak gündemdışı söz almış bulunuyorum. Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Sözlerime, kuruluşundan
bu yana Osmaniye Organize Bölgemizde emeği geçen herkese teşekkürlerimi sunarak
başlamak istiyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Osmaniye Organize Sanayi Bölgemizin birinci alanı altyapısıyla
bitirilmiş ve yatırımcımızın hizmetine sunulmuştur. İkinci genişleme alanının
ise altyapı çalışmaları devam etmektedir. 173 parselden 105'i sanayicimize
tahsis edilmiş olup, bu parseller üzerinde inşaatı bitmiş olan 25 fabrika
üretim yapmaktadır. 22 fabrikanın inşaatı devam etmekte, 31 parselde de proje
çalışmaları yapılmaktadır. Organize Sanayi Bölgemizde üretime geçen her fabrika
Osmaniye'deki işsizlerimize yeni bir ekmek kapısı olmaktadır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; şu an üretime geçmiş olan ve inşaatı devam eden
fabrikalarımızın temellerini, geçtiğimiz yıllarda, değerli bakanlarımız Sayın
Abdüllatif Şener, Sayın Kürşad Tüzmen, Sayın Ali Coşkun ve son olarak değerli
Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Osmaniye halkının coşkulu katılımıyla
birlikte atmıştır. Yeni temelleri ve açılışları, yine, Sayın Başbakanımızla
birlikte gerçekleştirmeyi arzu etmekteyiz.
Değerli arkadaşlar,
Osmaniye ve Osmaniye Organize Sanayi Bölgemiz yerli ve yabancı yatırımcılar
için son derece cazip ve avantajlı bir konum arz etmektedir. Türkiye'nin, hatta
Ortadoğu'nun yol kavşağında olan Osmaniye ve Organize Sanayi Bölgemiz, gerek
hammadde kaynaklarına ve gerekse iç ve dış pazarlara ulaşım açısından son
derece avantajlı bir mevkidedir.
Osmaniye Organize Sanayi
Bölgesi, Osmaniye merkeze 18 kilometre, Toros Gübre Fabrikasına 36 kilometre,
İskenderun Demir Çelik Fabrikası Limanına 45 kilometre, Adana Şakirpaşa
Havaalanına 77 kilometre, Toprakkale Devlet Demiryolları İstasyonuna 10
kilometre, Adana'ya 67 kilometre, Yumurtalık Serbest Bölgesine 34 kilometre,
Adana Organize Sanayi Bölgesine 46 kilometre, İskenderun Organize Sanayi
Bölgesine 53 kilometrededir.
Değerli arkadaşlar,
görüldüğü gibi, Osmaniye Organize Sanayi Bölgesinden 15 dakikada demiryolu
istasyonuna, en geç 45 dakikada havaalanına ulaşılabilmektedir. Osmaniye
Organize Sanayi Bölgesi, hemen yakınından geçen devlet yollarıyla ve
bitişiğinden geçen ve bağlantı yolu inşa edilen otobanla da Türkiye'nin her
yanına açılma şansına sahiptir. Ayrıca, sanayi bölgemiz, Adana-İskenderun
Yoluna, Osmaniye Valiliğimizin çalışmalarıyla duble yolla da yakında
bağlanacaktır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Türkiyemiz, Osmaniyemiz ve bölgemiz için büyük önem arz eden
organize sanayi bölgemizin acil karşılanması gereken ihtiyaçları vardır ve
ilgili bakanlıklardan bunların bir an önce giderilmesini rica etmekteyiz.
Birinci olarak, tevsi
alanlar altyapısı için, 2006 yılı itibariyle, 2 000 000 YTL ödenek talep
edilmiştir, bunun gerçekleştirilmesini rica ediyoruz.
İkinci olarak, otoyol
bağlantısının inşaatı başlamış, acilen bitirilmesi gerekmektedir.
Üçüncü olarak da, bölge
enerji ihtiyacının karşılanması için, TEİAŞ tarafından 2006 yılı yatırım
programına alınan indirici trafo merkezinin yapımı için ödenek konulmasını
istiyoruz ve rica ediyoruz.
Değerli arkadaşlar, bu
arada sizlere, Kadirli İlçemizde altyapısı tamamlanmış ve yatırımcılarımızın
hizmetine sunulmuş olan Kadirli Organize Sanayi Bölgemizden de kısaca bahsetmek
istiyorum.
Daha çok tarımsal
ürünlerin değerlendirileceği, tarıma dayalı sanayilerin gerçekleştirileceği
Kadirli Organize Sanayi Bölgemiz, hem hammadde kaynağında oluşu, hem de ulaşım
açısından Türkiye'nin her yönüne kolay ulaşım yollarına sahip oluşu yönünden
cazibe arz etmekte ve yatırımcılarımızı beklemektedir.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun.
ŞÜKRÜ ÜNAL (Devamla) -
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Osmaniyemiz, bir taraftan yeni kurulan
fabrikalarla bir sanayi şehri olma yolunda ilerlerken, diğer yandan, inşallah,
önümüzdeki yıllarda kurulacağına inandığımız Osmaniye üniversitesiyle de bir
kültür şehri olacak ve hem bölgemizin hem de ülkemizin parlayan bir yıldızı
konumuna gelecektir.
Bu duygu ve düşüncelerle,
Osmaniye Organize Sanayi Bölgemizin, bütün avantajları ve cazibeleriyle,
değerli yatırımcılarımızın emrinde olduğunu ifade eder, Yüce Heyetinizi
saygıyla selamlarım. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyoruz Sayın Ünal.
Sayın milletvekilleri,
gündeme geçiyoruz.
Başkanlığın Genel Kurula
sunuşları vardır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığının bir tezkeresi vardır; okutup oylarınıza sunacağım.
Buyurun.
B)
TEZKERELER VE ÖNERGELER
1.- Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı Bülent Arınç'ın Finlandiya Parlamentosu Başkanı
Paavo Lipponen'in davetine icabetle, beraberinde bir Parlamento heyetiyle
Finlandiya'ya resmî ziyarette bulunmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/986)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kuruluna
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanı Bülent Arınç'ın, Finlandiya Parlamentosu Başkanı Paavo
Lıpponen'in davetine icabet etmek üzere, beraberinde Parlamento heyetiyle,
Finlandiya'ya resmî ziyarette bulunması hususu Türkiye Büyük Millet Meclisinin
Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki 3620 sayılı Kanunun 6 ncı maddesi
uyarınca Genel Kurulun tasviplerine sunulur.
Bülent
Arınç
Türkiye
Büyük Millet Meclisi
Başkanı
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Alınan karar gereğince,
sözlü soruları görüşmüyor ve gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile
Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.
Önce, sırasıyla, yarım
kalan işlerden başlayacağız.
V.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER
1.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim
Köşdere'nin; Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde
Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine
DairKanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)
BAŞKAN - 3 üncü sırada
yer alan kanun teklifinin geri alınan maddeleriyle ilgili komisyon raporu
gelmediğinden, teklifin görüşmeleri ertelenmiştir.
4 üncü sırada yer alan,
Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve
Bütçe Komisyonu raporunun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
2.- Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin
Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1030) (S. Sayısı: 904)
BAŞKAN - Komisyon ve
Hükümet?.. yok.
Ertelenmiştir.
5 inci sırada yer alan,
30.12.2005 Tarih ve 5447 Sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu,
Yükseköğretim Kanunu, Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu, Telsiz Kanunu ile
78 ve 190 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun ve Anayasanın 89 uncu ve 104 üncü maddeleri gereğince Cumhurbaşkanınca
bir daha görüşülmek üzere geri gönderme tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporlarının görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz. Edeceğiz.
3.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu, Yükseköğretim
Kanunu, Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu, Telsiz Kanunu ile 78 ve 190
Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 30.12.2005
Tarih ve 5447 Sayılı Kanun ve Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri
Gönderme Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1164) (S. Sayısı:
1096) (x) (xx)
BAŞKAN - Komisyon ve
Hükümet yerinde.
Sayın milletvekilleri,
Kanunun geçici 1 inci maddesi üzerinde, Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı ve
arkadaşları tarafından verilen önergenin oylanmasında kalmıştık.
Şimdi, Komisyon ve
Hükümetin katılmadığı, gerekçesini Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı'nın
açıkladığı önergeyi hatırlatmak için tekrar okutup, oylarınıza sunacağım.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 5447
sıra sayılı Yasanın geçici 1 inci maddesi aşağıdaki gibi düzenlenmesini
dileriz.
Saygılarımızla.
Mustafa
Gazalcı (Denizli) ve arkadaşları
Geçici Madde 1.- Bu
Kanunla kurulan üniversitelerin kurucu rektörleri Yükseköğretim Kurumunca
önerilen 3 isim arasından Cumhurbaşkanınca atanır. Atanan kurucu restör altı ay
içerisinde rektör seçimi yaptırır.
III.-Y O K L A M A
(CHP sıralarından bir
grup milletvekili ayağa kalktı)
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Efendim, yoklama istiyoruz biz.
BAŞKAN - 20 kişinin
ismini belirleyelim.
Sayın Anadol, Sayın
Uzdil, Sayın Kartal, Sayın Akyüz, Sayın Gazalcı, Sayın Parlakyiğit, Sayın
Arslan, Sayın Hacaloğlu, Sayın Çetin, Sayın Koç, Sayın Ercenk, Sayın Gencan,
Sayın Kaplan, Sayın Ateş, Sayın Keleş, Sayın Atalay, Sayın Ekmekcioğlu, Sayın
Neşşar, Sayın Büyükcengiz, Sayın Özay, Sayın Öymen, Sayın Dinçer, Sayın
Değerli.
Sayın milletvekilleri,
yeterli sayıda sayın üye salonda hazır bulunduğu için yoklama yapacağım ve
yoklama için 4 dakika süre veriyorum.
Adlarını okuduğum sayın
üyelerin yoklama için elektronik cihaza girmemelerini rica ediyorum.
Yoklama işlemini
başlatıyorum.
(Elektronik cihazla
yoklama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, pusula gönderen arkadaşlarımızın Genel Kuruldan
ayrılmamalarını rica ediyorum.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Süre bitmedi mi Sayın Başkan?
Süre bitti Başkanım. Hâlâ
kâğıt geliyor; süre bitti.
Süre bitti Sayın Başkan,
bundan sonra olmaz.
SALİH KAPUSUZ (Ankara) -
Olur mu canım?!
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Süre bitti, süre…
SALİH KAPUSUZ (Ankara) -
Efendim, yoklamada böyle bir usul yok; buradaysa buradadır, burada değilse
yoktur.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Olur mu öyle şey?! Bundan sonra alınmaz kâğıt.
BAŞKAN - Sayın Çiçek?..
Burada.
Sayın Koç?.. Burada.
Sayın Çelik?.. Burada.
Sayın Arvas?.. Burada.
Sayın milletvekilleri,
toplantı yetersayısı vardır.
V.- KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
3.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu, Yükseköğretim
Kanunu, Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu, Telsiz Kanunu ile 78 ve 190
Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 30.12.2005
Tarih ve 5447 Sayılı Kanun ve Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri
Gönderme Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1164) (S. Sayısı:
1096) (Devam)
BAŞKAN - Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Şimdi, geçici 1 inci
maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Kanunun tümünün
oylanmasından önce, İçtüzüğün 86 ncı maddesine göre, Denizli Milletvekili Sayın
Ümmet Kandoğan aleyhte söz istemiştir.
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli)
- Sayın Başkan, salonda çok gürültü var.
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, görüşmelerimize devam ediyoruz; arkadaşlarımız yerlerine
otursunlar, çok da uğultu var, rica ediyorum…
Sayın Kandoğan, buyurun.
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli)
- Sayın Başkan, bu durumda konuşmamı yapamayacağım; ayakta bir hayli
milletvekili var. (AK Parti sıralarından gürültüler)
BAŞKAN - Efendim, siz
buyurun, konuşmaya…
NURETTİN AKTAŞ
(Gaziantep) - Kim ayaktaymış?!
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Hayır; çok gürültü var efendim.
BAŞKAN - Siz konuşmaya
başlayın.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Hayır efendim…(AK Parti sıralarından gürültüler)
NURETTİN AKTAŞ
(Gaziantep) - Ne gürültüsü?!.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) -
Efendim, şu duruma bakabilir misiniz!.. Şu hale bakabilir misiniz efendim!..
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, hiç hoş olmuyor, eğer, söylenilecek bir şey varsa biz
söyleriz.
Buyurun.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
İki ay önce burada kabul
ettiğimiz bir kanunu tekrar görüşme mecburiyeti ortaya çıkmasından dolayı da
büyük bir üzüntü içerisinde olduğumu ifade etmek istiyorum.
Değerli milletvekilleri,
dün akşam bu kanun saat 21.00'den önce görüşülmeye başlandı ve 22.00
sıralarında Türkiye Büyük Millet Meclisinde karar yetersayısı 3 kez
bulunamadığı için bugüne kaldı. Dün akşam saat 22.00 sıralarında Adalet ve
Kalkınma Partisi sıralarında yaklaşık 80 milletvekili vardı; ancak…
SONER AKSOY (Kütahya) -
Yapmayın!..
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla )
- Hayır, "yapmayın" değil. Ben, saat 22.00'de buradaydım Sayın
Milletvekili; 3 kez karar yetersayısı arandı, 3 kez karar yetersayısı
bulunamadı. 357 kişilik bir gruptan 139 kişiyi İktidar Partisi burada
bulunduramıyor. Ancak, bu kanun iki ay önce burada görüşülürken,
milletvekillerimiz çıkıp kendi illerinde kurulacak üniversitelerden dolayı
burada seçmene selam göndermek düşüncesiyle mikrofonu, kürsüyü kimseye
bırakmamışlardı. Hani, nerede o dün akşamki o milletvekilleri?!
TEVHİT KARAKAYA (Erzincan
) -Hepsi burada, hepsi burada; geldiler, hepsi burada.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla )
- Nerede idi o milletvekilleri?! Dün akşam 80 milletvekili burada idi değerli
milletvekilleri.
TEVHİT KARAKAYA
(Erzincan) - Hepsi burada.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla )
- Şimdi, siz İktidar Partisisiniz, Meclisi çalıştıracak olan grup sizsiniz, siz
357 kişilik Grubunuzla burada 139 kişiyi bulunduramıyorsanız… Bu kanun dün
akşam buradan geçecekti, maalesef bugüne kaldı.
TEVHİT KARAKAYA
(Erzincan) - Kanun geçince rahatsız mı oluyorsunuz?!
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Değerli milletvekilleri, ben saat 15.00'te buraya girdim, ağzıma bir lokma
ekmek de koymadan saat 22.00'ye kadar bu Meclis salonundan dışarı çıkmadım
Değerli Milletvekilim. 7 Saat burada oturdum, gelin, siz de oturun buralarda,
bu ceylan derisi koltuklarda, gelin, siz de oturun…
TEVHİT KARAKAYA
(Erzincan) - 15 tane üniversite sizi rahatsız mı ediyor?!
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla )
- Yok öyle şey.
Milletvekilleri,
yoruldunuz. İktidar kan kaybediyor. Bakınız, Mecliste 139 kişiyi bile
toplayamıyorsunuz İktidar Partisi.
MEHMET KILIÇ (Konya) -
Sayın Başkan, ne anlatıyor?!
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Değerli milletvekilleri, bu kanunla ilgili olarak Sayın Cumhurbaşkanı
görüşünü açıkladı. Dedi ki: Ben, şu şu gerekçelerle, bu kanunun Anayasaya
aykırı olduğunu kabul ediyorum ve bu nedenle, bir kez daha görüşülmek için
Meclise gönderdim. Biz ne yapıyoruz; aynen, Sayın Cumhurbaşkanına gönderiyoruz.
Şimdi, ne olacak; Sayın Cumhurbaşkanı görüşünü izhar ettiğine göre, bunun
Anayasaya aykırı olduğunu söylediğine göre, büyük bir ihtimal, Anayasa Mahkemesine
gidecek. Dün akşam Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilleri de burada
söylediler; biz, bu Kanun Anayasaya aykırı olduğu için bunu Anayasa Mahkemesine
götüreceğiz… Büyük bir ihtimalle Anayasa Mahkemesine gidecek. Anayasa Mahkemesinden
ne çıkacağını kimse bilmiyor; ancak, sonu belli olmayan bir mecraya doğru
sürükleniyoruz.
Hani, 15 üniversitenin
kurulması kabul edildiği akşam illerde davul zurnalar çalınmıştı ya…
TEVHİT KARAKAYA
(Erzincan) - Rahatsız mı oldunuz?!
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Şimdi ne olacak; ben size söylüyorum…
TEVHİT KARAKAYA
(Erzincan) - Rahatsız mı oldunuz?!
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Ben size ne olacağını söylüyorum…
TEVHİT KARAKAYA
(Erzincan) - Davul zurnalar sizi rahatsız mı etti?!
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Hayır, ben… Kaç tane üniversite kurulmasıyla ilgili benim de teklifim var
onun içerisinde Sayın Milletvekilim; ben de istiyorum.
TEVHİT KARAKAYA
(Erzincan) - Davul zurnayı ben çaldırdım, rahatsız mı oldun?!
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Ben de istiyorum ki, o illerde üniversiteler kurulsun; ancak, ortaya çıkan
durum şu: Sayın Cumhurbaşkanı Anayasa Mahkemesine giderse veya Cumhuriyet Halk
Partisi Anayasa Mahkemesine giderse, Anayasa Mahkemesi de bu maddeyle ilgili
yürütmeyi durdurma kararı verecek olur ise, bu 15 üniversitenin akıbeti ne
olacak değerli milletvekilleri?
TEVHİT KARAKAYA
(Erzincan) - Senin kalbin ona dayanamaz!
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Kurucu rektörleri atayamayacağınız için…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
ALİ YÜKSEL KAVUŞTU
(Çorum) - Sen de zil tak, oyna ya! Zilleri tak, oyna!
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- … fiilen bu üniversitelerin hayata geçmesi söz konusu olmayacak. Ben,
buradan, sizleri ikaz etmek istiyorum.
Bir hususu daha belirtmek
istiyorum. Sayın Cumhurbaşkanı Anayasanın 104 üncü maddesine göre bu rektörleri
atayacak; ancak, kanunlarda olduğu gibi, Sayın Cumhurbaşkanının onbeş gün
içerisinde ataması söz konusu değil. Örneğin, bu atamaları bir iki ay
imzalamayacak olursa -TÜBİTAK'ta oldu- ve bu arada da Anayasa Mahkemesi
yürütmeyi durdurma kararı verecek olursa, bu 15 üniversite fiilen kurulmamış,
hayata geçmemiş olacak; çünkü, rektörlerinizi atayamadığınız üniversitelerin
fiilen hayata geçmesi söz konusu değil.
Ben, buradan, bir ikaz
görevimi yerine getirmek istiyorum. Durum bu şekildedir, mevcut durum budur;
bununla ilgili bir tedbir alınmasını sizlerden dün akşam da istedim, şimdi de
istiyorum.
Ben, gönülden, bu 15
ilimize üniversite kurulmasını arzu ediyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
İLYAS ARSLAN (Yozgat) -
Yalan söylüyorsun! Yalan söylüyorsun!
HALİL AYDOĞAN
(Afyonkarahisar) - 2 kişi toplanamıyorsunuz; 2 kişi.
BAŞKAN - Son cümlenizi rica
edeyim Sayın Kandoğan.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- YÖK Kanununun mutlaka değiştirilmesi gerektiğine inanıyorum, YÖK'ün birçok
uygulamasının antidemokratik olduğunu kabul ediyorum ve bu dönemde, 22 nci
Dönemde YÖK'le ilgili ciddî bir düzenlemenin yapılmasını da gönülden arzu
ediyorum; ama, endişem ve korkum odur ki, bu 15 üniversitenin kanununu bu
şekilde kabul ederek Sayın Cumhurbaşkanına gönderecek olursak, fiilen hayata
geçmesinin mümkün olamayabileceğini bir kez daha ifade ediyor, Yüce Heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. (Gürültüler)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyoruz Sayın Kandoğan.
Sayın milletvekilleri,
kanunun tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kanun
kabul edilmiştir; hayırlı olsun.
Şimdi, yarım kalan
işlerin görüşülmesi tamamlandığından, kanun tasarı ve tekliflerinin
görüşmelerine 1 inci sıradan itibaren devam edeceğiz.
1 inci sırada yer alan,
Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair 607
Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Millî Savunma Komisyonu
raporunun görüşmelerine başlıyoruz.
4.- Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair 607 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Türk Silahlı Kuvvetleri
Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Millî Savunma
Komisyonu Raporu (1/278, 1/1034) (S. Sayısı: 17 ve 17'ye 1 inci Ek)
BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.
Ertelenmiştir.
2 nci sırada yer alan,
Gülhane Askerî Tıp Akademisi Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına
Dair 604 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Millî Savunma Komisyonu raporunun
görüşmelerine başlıyoruz.
5.- Gülhane Askerî Tıp Akademisi Kanununun Bazı Maddelerinde
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname ve Millî Savunma Komisyonu
Raporu (1/277) (S. Sayısı: 1079)
BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.
Ertelenmiştir.
6 ncı sırada yer alan,
Medenî ve Siyasî Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmeye Ek İhtiyarî Protokolün
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
raporunun görüşmelerine başlıyoruz.
6.- Medenî ve Siyasî Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmeye
Ek İhtiyarî Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu (1/891) (S. Sayısı:1003) (x)
BAŞKAN - Komisyon?..
Burada.
Hükümet?.. Burada.
Komisyon raporu 1003 sıra
sayısıyla bastırılıp, dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Samsun Milletvekili Sayın Haluk Koç. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA HALUK KOÇ
(Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, bir
uluslararası sözleşme; söz almanın gereği var mıydı diye soranlarınız çoktur şu
anda. Bence, söz alıp, bazı noktaların altını çizmekte, bazı duyarlılıkları
sergilemekte yarar olduğu düşüncesindeyim; bu yüzden huzurlarınızdayım.
Değerli arkadaşlarım…
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, lütfen hatibi dinleyelim.
Buyurun Sayın Koç.
HALUK KOÇ (Devamla) -
Uyarınız için teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Medenî ve Siyasî Haklara
İlişkin Uluslararası Sözleşmeye Ek İhtiyarî Protokolün Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu raporunu görüşüyoruz. Bu
konuda, bazı duyarlılıkları sergileme ihtiyacı hissettiğimiz için söz almış
bulunuyorum, bu şekilde giriş yapmıştım.
Değerli arkadaşlarım,
Medenî ve Siyasî Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmeye Ek İhtiyarî Protokolün
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı şu anda elimizde
bulunuyor.
Değerli arkadaşlarım, bu
uluslararası sözleşmenin Türkiye tarafından onaylanmasına biz de destek
vermiştik. Bu konuda kamuoyunda yapılan bazı eleştirilere karşın, bütün medenî
ülkelerin onayladığı ve Türk Milletinin insan hakları alanındaki kazanımlarını
artıracağına inandığımız bu sözleşmelere destek olmayı bir görev saymıştık ve
bunun da gereğini yerine getirmiştik.
Değerli arkadaşlarım, bu
defa da, bu sözleşmeye ek olarak hazırlanan ek protokolün onaylanması
gündemimizde bulunuyor. Bu ek protokol nedir, ne getiriyor? Türkiye buraya
birtakım çekinceler koymuş; bu çekinceler nedir, ne değildir? Belki, şu anda
ilginizi çekmiyor; ama, Türkiye'nin gündeminde bulunan değişik uluslararası
konular bununla irtibatlanmaya, ilişkilendirilmeye başlanınca, umarım değişik
tartışma programlarında karşınıza çıkabilecek olan bazı noktaların üzerinde
durmak istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, bu
ek protokol, sözleşmede yer alan hakların ihlali nedeniyle mağdur olan bireylerden
gelen şikâyetleri kabul etme ve inceleme yetkisini düzenlemektedir.
Bu ek ihtiyarî protokole,
tam 104 ülke taraf olmuştur. Bütün Avrupa Birliği ülkeleri ile Avrupa Birliğine
aday ülkeler bu protokole taraftır. Türkiye, protokolü imzalarken, bazı
çekinceler, rezervler koymuştur. Bu çekinceler, özel bir önem taşımaktadır,
anlam taşımaktadır. Özellikle dikkatinizi çekmek istiyorum; bireysel
başvuruların, Türkiye sınırları içinde meydana gelebilecek olaylarla sınırlı
tutulması büyük önem taşımaktadır.
Değerli arkadaşlarım,
bildiğiniz gibi, Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi çerçevesinde, Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesinin bireysel başvuru haklarını kabul etmiş; ancak
-değerli arkadaşlarım, çok yakın zaman dilimini, çok yakın geçmişi anımsamanızı
özellikle istirham ediyorum. Türkiye bunu, bireysel başvuru hakkını kabul
etmiş- bu hak, daha sonra Kıbrıslı Rumlar tarafından istismar edilerek, Türkiye
aleyhine davalar açılmasına yol açmıştır.
Değerli arkadaşlarım
"Loizidou davası" ismi sizlere yabancı olmasa gerek. "Loizidou
davası" olarak Türkiye gündemine giren ve siyasetin bir boyutunu uzunca
bir süre meşgul eden, ortaya koyduğu örnek dolayısıyla öncesi ve sonrasında bir
çok eşdeğer karara ya da içtihada yol açabilecek bir süreci birlikte yaşadık ve
yaşıyoruz.
Değerli arkadaşlarım,
Bayan Loizidou'nun açtığı dava sonucunda, anımsayacaksınız, Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi Türkiye'yi mahkûm etmiş ve hükümetimizin, dikkat edin, sadece
Türk sınırları içindeki eylemlerden değil, Türk sınırları dışındaki
sorumluluklarından dolayı da mahkûm edilebileceğini ifade etmiş ve Kuzey
Kıbrıs'ı Türkiye'nin etki alanı içinde göstermişti. Türkiye'nin ulusal
sınırları bellidir değerli arkadaşlarım. Çeşitli tarihlerde yapılan uluslararası
anlaşmalarla Türkiye'nin, bugün misakımillî olarak kabul ettiğimiz ulusal
sınırları, doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine belirlenmiştir. Türkiye'nin
etki alanı olarak tarif ettiği bir coğrafyada meydana gelen bir olaydan sonra,
bunu, Türkiye'nin içindeymiş gibi değerlendirerek, Türkiye'nin içine taşıyarak
bu sorunu, oradaki bir bireysel başvuru hakkında, sonucunda, bu hakkın
sonucunda, kullanılmasının sonucunda Türkiye'yi mahkûm eden bir karar ve
uygulamasını yakın dönemde yaşadık.
Değerli arkadaşlarım,
çoğunuzun ilgisini çekmeyebilir; ama, gerçekten üzerinde durmamız gereken ve
özenle dikkatli olmamız gereken bir konu üzerinde konuşmaya çalışıyorum. Ne
oldu Loizidou davasından sonra; Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde
mahkûm edildi, Türkiye, bu davayı açan bayana, bu çerçeve içerisinde tazminat
ödedi ve ondan sonra ne oldu değerli arkadaşlarım, ne oldu?..
MEHMET S. TEKELİOĞLU
(İzmir) - Dava bitmedi, sadece tazminat kısmı bitti.
HALUK KOÇ (Devamla) -
Tazminat kısmı bitti.
Peki, ne oldu sonrasında,
ne oldu; tam 1 400 Kıbrıslı Rum Türkiye aleyhine dava açtılar.
Değerli arkadaşlarım, bu
büyük yükün altından kalkabilmek için, Türkiye, bizim hiç tasvip etmediğimiz
yöntemlere başvurarak, Kıbrıslı Türklere baskı yapmış ve Rumların kuzeydeki
eski mallarının iadesini veya tazminini öngören bir yasa çıkartmış ve bunun
için de, 2'si yabancı olmak üzere, yargı organı niteliğine bürünecek 7 kişilik
bir komisyon kurulmasını kararlaştırmıştı. Burada, üzülerek ifade ediyorum,
yürütmenin, yani, siyasî erkin, bu komisyonun oluşturulmasında ve Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti Parlamentosundan geçişinde, oldukça etkili olduğu ve birtakım
lobi faaliyetlerinde bulunduğu, basınımıza yansımıştı ve değişik noktalarda da
tartışma konusu olmuştu.
Değerli arkadaşlarım, bu
olay, Türkiye'ye büyük bir siyasî bedel yüklemiş durumdadır. Ben, bu konuda,
lütfen dikkatli olmanızı ve duyarlı davranmanızı istirham ediyorum ve
Türkiye'nin başına da büyük bir gaile açmıştır. Bunu da ifade etmekte hiçbir
sakınca görmüyorum.
Değerli arkadaşlarım,
Allahaşkına, şu yakın tarihimize bir geri dönelim; bakın, 24 Nisan 2004
tarihinde, biliyorsunuz bir oylama yapıldı Kıbrıs'ta; Annan Planı oylandı. Ben,
çok merak ediyorum, Avrupa Birliğinin, Kuzey Kıbrıs'la ilgili son kararından
sonra "yes be annem", "evet be annem" diyerek, Kuzey
Kıbrıs'ta teslimiyet bayrağına yol açabilecek olan kampanyayı yürütenlerin,
bugün, Avrupa Birliğinin bu çift standartlı yaklaşımı karşısında, acaba, hangi
sloganı üreteceklerini merak ediyorum; "hadi be oradan annem" mi
diyecekler şimdi?!
Değerli arkadaşlarım,
bunları beraber yaşadık. 24 Nisanda, Kıbrıs'ın Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
sınırları içinde olan bölümde, yapılan kampanyaları, söylenenleri lütfen
unutmayın. Bunun karşılığında, şunu toplumca unuttuk: 1 Mayıs 2004'te, bundan
tam bir hafta sonra, Güney Kıbrıs Rum yönetiminin, Ada'nın tümünü temsilen,
Avrupa Birliğine kesin üye olarak alındığının ya da alınacağının hesabını
yapmış olmamız gerekiyordu.
Değerli arkadaşlarım,
güneyde Rumların "hayır" demesi çok olağandı, beklenen bir durumdu;
çünkü, bir hafta sonra aslî üye olacaktı, asıl üye olacaktı Avrupa Birliğine ve
bu süreç içerisinde, bakın, 2006'nın martındayız, 2006'nın martındayız; aradan
geçen süre içerisinde "kazı kazan" "çözümsüzlük çözüm
değildir" politikalarının Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini ve Ada'daki Türk
varlığını hangi noktaya getirdiğini, lütfen, lütfen, elinizi vicdanınıza
koyarak bir değerlendirin.
Bugün -ben artık
inanmıyorum- yetkili kişilerin çıkıp, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetindeki
soydaşlarımızın, oradaki haklarımızın, oradaki insanlarımızın haklarının çok
iyi gözetildiği, çok iyi korunduğu ve bunun gelecekte çok farklı bir noktada o
insanları mutlu edeceği konusundaki söylemlere, ben, artık inanmıyorum değerli
arkadaşlar. Yaşananlar ortada. Evet, Kıbrıs'ta Türkler kandırılmıştır; ama, bu
kandırılma birilerinin eliyle olmuştur, birilerinin aracılığıyla olmuştur,
birilerinin siyasî marifetiyle olmuştur; acı olan budur değerli arkadaşlarım.
Şimdi, buraya niye
geldik… Bireysel başvuru hakkını kabul etmek, kuşkusuz, demokrasi
anlayışımızın, demokratik geleneklerin, insan hakları anlayışımızın bir
gereğidir, buna itiraz etmiyorum. Biz, vatandaşlarımızın haklarının en yüksek düzeyde
korunması için gerekli her adımın atılmasını destekledik, desteklemeye de devam
ederiz; bundan hiç kuşkunuz olmasın. Ancak, bu konunun, şu veya bu siyasî
amaçla istismar edilmesine de hiçbir zaman, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak
ve Türkiye olarak müsaade etmemeliyiz, bu kararlılığı da göstermeliyiz.
Değerli arkadaşlarım,
bakın, bugün 1 Mart, 1 Mart 2006. Bundan üç yıl önce, şu saatlerde, Türkiye
Büyük Millet Meclisinde bir gizli oturum yapılıyordu; bunu da kısaca anımsatmak
istiyorum ve üç yıl içerisinde, yaşadığımız coğrafyada emperyalizmin, 1800'lü
yılların başından itibaren bu coğrafyaya giydirmeye çalıştığı elbisenin, 1 Mart
2003'ten 1 Mart 2006'ya gelindiğinde, bu coğrafyayı nasıl bir yangın yerine
düşürdüğünü, çevirdiğini, kardeşi kardeşe nasıl kırdırmaya çalıştığını, mezhep
ya da ırk farklılıklarından doğan bu farkları, nasıl, kendi hizmetinde alçakça
kullandığını her gün örnekleriyle görüyoruz.
Değerli arkadaşlarım, bir
kere daha -daha önce ifade ettiğim gibi- bir kere daha ifade ediyorum,
katılmayanlar olabilir, onları da saygıyla karşılıyorum; ama, o kararı alan
Parlamentonun, 1 Mart 2003'te, bir üyesi olarak, ben, onur duyuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar) Yaşadıklarımız, o günden bugüne, bize, emperyalizmin
kirli yüzünü, bu çağda, bu çağda yaşamayanlara, bir kere daha hatırlattı.
Bunların dostu yok değerli arkadaşlarım. Bunların kalıcı dostu yok. Bunların,
kendi çıkarları için, burada, yapamayacakları da yok. Tarihe, bir, yakın tarihe
bir bakın; yani, 1500'lerden başlayan süreç, küçücük Portekiz'in, bir İspanya
Krallığının, daha sonra Fransa'nın, İngiltere'nin, daha sonra Kuzey Denizine açılan
bölümüyle Hollanda'nın, daha sonra, 1800'lere doğru, buna, Afrika hedefinde
Almanya'nın da katılmasıyla, nasıl bir sömürgecilik anlayışıyla, Afrika'ya,
Amerika'ya, Uzakdoğu'ya, koloniler kurmak için, bu insanların, hani, bugün, uygarlığın
taşıyıcısı olduklarını iddia edenlerin, nasıl saldırdıklarını, oradaki
insanları nasıl kırdıklarını, oradaki zenginlikleri nasıl sömürdüklerini ve
hangi savaşlara neden olduklarını, daha, yüzyılın başındaki Boxer Savaşında
düşünün, Çin'de, nelere sebep olduklarını lütfen anımsayın.
Onun için, kule savaşı…
Kulelerin yıkılmasından sonra, Amerika Birleşik Devletlerinin bir numaralı
koltuğunda oturan kişinin "yüzyıl sürecek bir savaş başlıyor" sözünün
anlamı çok daha iyi anlaşılır değerli arkadaşlarım. Neydi bu savaş? Yüzyıl
sürecek bir savaş… Bir uçak kazası sonrasında ortaya çıkan tablo… Bilinçli mi
bilinçsiz mi? Çeşitli kurgular var, çeşitli yorumlar var, çeşitli
değerlendirmeler var. Gelinen noktada, aynı, karton ülkeler gibi, birbiri
üstüne yıkılan ülkeler. Daha bitmedi, daha yeni başlıyor olay; biz
söylemiyoruz, kendisi söylüyor. Kendisi söylüyor… "Yüzyıl sürecek bir
savaş başlıyor" dedi. Kime karşı bu savaş değerli arkadaşlarım?!. Gün
geliyor din konusu ortaya atılıyor, gün geliyor mezhep konusu ortaya atılıyor,
gün geliyor ırk konusu ortaya atılıyor; ama, sonuçta, bakıyorsunuz, hedef olan
ülkeler hep mazlum ülkeler, hedef olan halklar hep mağdur halklar. Bu kader, bu
coğrafyada yaşanmak zorunda mı? Bu soruyu sormak gerekiyor.
Değerli arkadaşlarım, katıldığınız
için teşekkür ediyorum. Arada sırada desteğiniz bana katkı veriyor, ben de
teşekkür ediyorum.
Değerli arkadaşlarım, çok
dikkatli olmak zorunda olduğumuz, çok önemli sorumluluklar taşıdığımız
dönemlerden geçiyoruz; yani, önümüzdeki iki yıl, önümüzdeki üç yıl, biz ve
bizden sonra gelecek olan 23 üncü Dönem, çok daha ağır sorumluluklar altında
görev yapacak; çünkü, Türkiye ve Türkiye'nin coğrafyası, her türlü emperyalist
kalkışmayı kendisine mesken olarak tutabilecek her türlü oyunun sahnelenebildiği
bir coğrafyadır ve sahnelenebilme imkânı olan bir coğrafyadır. Her türlü şeyi
kullanacaklar, her türlü yolu kullanacaklar. Onun için, ulusal sorunlar deyince
korkmayın. Ulusal sorunları savunmakla -bize yapılan suçlamalar gibi- dinozor
olmuyor kimse, kimse statükocu olmuyor, hiç kimse… Yani, bu küreselleşme
döneminin, kendisine sol etiket yapıştıran numaralı cumhuriyetçilerinden
korkmayın. Size destek verebilirler; ama, günü geldiğinde, tası tarağı
toplayarak ilk sıvışacak olan onlardır, hiç korkmayın! Bu ülke, yine, sizlere
ve bizlere kalacaktır.
SALİH KAPUSUZ (Ankara) -
Zaten bizim…
HALUK KOÇ (Devamla) - Bu
ülkeyi sevenlerin, bu ülke uğruna her şeyi göze alanların -tıpkı atalarımızın
yaptığı gibi- sırtında yükselecektir ve bu kalkışmaların hepsine karşı da,
Türküyle Kürdüyle, Alevîsiyle Sünnîsiyle, Türk Ulusu, Türk Milleti kavramı
içerisinde, hepsine karşı bir direnç yumağı olarak, aynı, 1920'lerdeki tokadı
bir kere daha vurabilecek güçtedir. Bu bilinç, bu Parlamentoda vardır. Kanıt, 1
Mart 2003'tür. Bundan sonrasında, benzer durumlarda da aynı kanıt çıkacaktır.
Değerli arkadaşlarım,
sözlerimi tamamlamadan önce… Bu defa kabul edeceğiniz ek protokolün, yalnız
ülkemizin sınırları dışındaki gelişmeler bağlamında değil, Türkiye içindeki
uygulamalarda da istismar konusu yapılmaması için hükümetimizin büyük özen
göstermesi gerektiğini düşünüyoruz. Hükümet sıralarında adaşım Bakan Sayın
Atilla Koç oturuyor. Umarım, Sayın Koç, bu uyarılarımızı hükümete iletme
görevini de yerine getirir. Türkiye içindeki uygulamalarda da çok dikkatli olmamız
gerekiyor değerli arkadaşlarım. Ne yazık ki, bu gibi konular ülkemiz aleyhinde
faaliyet gösteren bazı çevrelerin… Bu, klasik bir söz değildir. "Türkiye
aleyhine faaliyet gösteren çevreler" deyince, 12 Eylül söylemleri aklınıza
gelmesin. Kesinlikle totaliterlikle, kesinlikle faşizmle, kesinlikle olağanüstü
dönemlerle hiçbir demokratik ilişkimiz yok; olmadı da; ama, bunun altını çizmek
istiyorum, bunun altını çizmek istiyorum. Ülkemizi sıkıştırmak açısından,
ülkemizi uluslararası planda açmaza düşürmek açısından, Türkiye içinden de bu
sözleşmenin maddeleri aleyhimize kullanılabilir. Türkiye'yle ilgili bazı
beklentileri olan yabancı çevreler, konuyu sürekli olarak istismar etmekte ve
bir propaganda vasıtası olarak kullanmaya devam edeceklerdir.
O bakımdan, biz, bir
yandan, bu protokolün onaylanmasını desteklerken, bir yandan, hükümeti bu gibi
istismarlara karşı da dikkatli olmaya çağırmayı bir görev olarak sayıyorum.
Bu duygu ve düşüncelerle,
hepinize saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Koç.
AK Parti Grubu adına,
Ankara Milletvekili Sayın Salih Kapusuz; buyurun. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım;
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
1003 sıra sayılı
uluslararası bir sözleşmenin onaylanmasıyla ilgili tasarı üzerinde, Grubumuz
adına görüşlerimizi ifade etmek üzere söz almış bulunuyorum.
Değerli meslektaşım da
ifade ettiler, bu anlaşma, 1966 yılında ilk defa imzaya açılmış, 23 Mart 1976
tarihinde yürürlüğe girmiş ve bu ek ihtiyarî protokol 104 ülke tarafından
onaylanmış; Avrupa Birliği de, bünyesine aday olan, üye olan herkesin bu
anlaşmaları imzalaması konusunda ilke kararı almıştır. Bu, sözleşmede yer alan
hakların ihlal edilmesi halinde, bunların üzerinde şikâyet hakkının ve
incelemenin yapılması konusunda doğru bir protokol ve doğru bir sözleşmedir.
Tabiî, konu biraz da Kıbrıs'la ilişkilendirilerek ifade edilince, bazı konulara
açıklık getirmekte herhalde gerek vardır diye düşünüyorum.
Biliyorsunuz, modern
çağda, çağdaş devletlerde gelinen nihaî nokta, iç hukukun tüketilmesi çok
önemsenmektedir. İç hukuk konusunda da, bizim Anayasamız dahil olmak üzere,
uluslararası anlaşmaların yeri, önemli bir anayasa değişikliğiyle yer
bulmuştur.
Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyetinde iç hukukla ilgili olarak bir düzenleme yaşandı -ki, Türkiye
Cumhuriyeti Devleti, bir lobi faaliyeti olarak değil de, Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyetinin daha önce bünyesinde var olan bir komisyonu, yapısını yeniden
gözden geçirerek tekraren hayata geçirdi- yani, bu mülk değişimiyle ilgili
olarak içeride bir komisyon olacak, bu komisyonda talepler değerlendirilecekti.
Sayın Denktaş zamanında böyle bir komisyon kurulmuş; ancak, işlemesi veyahut da
yapısı konusunda birtakım tereddütler olduğu için, daha sonra bu ihtiyaç ortaya
çıkınca, bu, Loizidou davası denilen, bir Rumun müracaatı sonucu Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi bir karar verdi. Bu karar, tazminat hükmeden bir karardı ve
sonuçlandı. Türkiye'yi ilişkili buldular ve bu konuda bir karar… Türkiye tazmin
etmekle yükümlü kaldı; fakat, hukuk davası kesinleşmedi ve devam ediyor. Bu
devam eden dava sırasında -ki, o gün, gazetelerde, televizyonlarda, şayet bu
genişleyerek devam edecek olursa- Rumlar aynı yollarla binlerce müracaat
yapmışlar, bu müracaatlar karara bağlanacak olursa, Türkiye Cumhuriyeti
Devleti, yaklaşık olarak -rakamsal olarak ne kadar ölçülebildi, doğrudur,
bilemiyorum ama- 40 milyar dolara varıncaya kadar bir tazminat yükü
sorumluluğundan bahsedildi. Bu göz önünde bulundurularak, Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti yetkilileri bu komisyonu kurdular. Şu anda, isteyen Rum, iç hukuku
tüketmek adına buraya müracaat edebilecekler. Tabiî, bu, Rum kesiminde büyük
bir infial ve tepkiye sebebiyet verdi. Tehdit ettiler vatandaşlarını; dediler
ki: "Şayet siz buraya müracaatta bulunursanız, sizi hapse atarız,
vatandaşlıktan uzaklaştırırız, mahkûm ederiz" dediler. Şu ana kadar
müracaat var mı bilmiyorum; ama, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de, bu kurulan
komisyondan dolayı kendisine yapılmış olan bütün müracaatları iade etti.
İncelenmek üzere, iç hukukun tüketilmesi konusunda bir adım atıldı. Hatta, bu
kararlar alınırken, Avrupa Konseyinde Türkiye Büyük Millet Meclisini temsilen
bulunan iktidar ve muhalefetten arkadaşlarımız -aramızda olanlar çok iyi
hatırlayacaklar, o günler çok önemli, gündemde yer alan, hususlar olduğu için-
AK Partiden ve Cumhuriyet Halk Partisinden arkadaşlarımız çok gayret sarf
ettiler. Bu konuda Kuzey Kıbrıs'ta -biliyorsunuz, iktidar var, muhalefet var-
muhalefet kesimi, biraz, böyle bir kararın alınmasına tepki gösterdi. Aramızda
bulunan Mehmet Tekelioğlu Bey, Abdulkadir Ateş Bey aramızdaysa, bunların, orada
çok ciddî… Diğer arkadaşlarımızla beraber, Kuzey Kıbrıs Rum kesimi değil, Türk
kesiminin muhalif kesimini iknada çok çaba sarf ettiler. İkna edildi ve bu
adımın atılması hem Türkiye açısından hem de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
açısından çok önemli bir adım olarak devreye girdi.
Değerli arkadaşlar, işte,
biz, bu vesileyle, hak ettik etmedik, tartışma konusu yaratmak istemiyorum;
ama, bizim bu konuyla ilgili olarak, Türkiye olarak savunmalarımızı yapmış
olmamıza rağmen, bir sonuçlanmış dava var. Miktarlar çok büyük. En azından, bu
incelemeler, asgarî beş yıl gibi bir zaman alacaktır. Bu zaman içerisinde,
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetindeki gelişmeler, başka alandaki, Avrupa
Birliğindeki yaşanacak süreçteki ilerlemeler çok şeyi ortadan kaldıracaktır. Onun
için, bugün bu konuyu tenkit konusu yapmak yerine, bence, teşekkür etmek doğru olanıydı.
Onun için, doğru bir şey yapılmıştır; hem Türkiye için hem de Kuzey Kıbrıs için
çok doğru olmuştur.
Değerli arkadaşlar,
biliyorsunuz, biz, hükümet olarak işbaşına geldiğimiz günden bugüne kadar,
dünya kamuoyu nezdinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti köşeye sıkıştırılmış,
Türkiye dahil, sürekli itham ediliyordu. Uzlaşmaz, anlaşmaz gibi bir takdim
içerisindelerdi. Hak etmediğimiz halde, biz, sürekli itham ediliyorduk.
Dolayısıyla, Annan'ın bir planı gündeme geldi. Malum, Annan Planı olarak dünya
kamuoyuna mal olmuş bir husus tartışma konusuydu ve Türkiye'de iktidar olarak,
biz, bu planın görüşülebileceği konusundan hareketle, üzerimizdeki önemli bir
yükü kenara bırakmış olduk. İlave bir şey yaptık. Rumların tutumu belliydi,
böyle bir planda; çünkü, Rumlar, çözümden yana olmadıkları için, çözüme yaklaşan
bir planı kabul etmiyordu. Biz, Türkiye olarak, Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
tarafıyla beraber burada "evet" kullanılmasını, bunların gerçek
yüzlerinin ortaya çıkarılmasını çok önemsedik ve sonuç belli. Bildiğiniz gibi,
Rumlar "hayır", Türkler "evet" dediği için, uzlaşmaz,
anlaşmaz taraf olarak da Rumların olduğu, gerçek anlamda, yapılan bir
referandumla ortaya çıkmış oldu; bu da Türkiye'nin lehine olmuştur.
Bir başka husus;
biliyorsunuz, çözümden yana bir adım önde olacağımızı her halükârda ifade
ettik, hâlâ ifade etmeye de devam ediyoruz; çünkü, haklı olan biziz, Türkiye
haklıdır, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti haklıdır. Haksızlığa uğrayan bunlardır;
ama, bütün bunlara rağmen itham altında tutulan, yine, maalesef, bu kesim
olmuştur. Onun için, biz, bu adımları atarken, biliyorsunuz, geçtiğimiz ay 10
maddelik bir plan ilan edildi. Hükümetimiz tarafından açıklandı. Bu, dünya
kamuoyunda çok yankı buldu; ama, takdir edersiniz ki, Rum kesiminde de büyük
bir infial ve tepkiye sebep oldu. Ama, sonuçları itibariyle, lütfen dikkat
buyurun… Biliyorsunuz, Kıbrıs'ta iki tane ne var; ülke var, güvenlik ülkesi.
Bunlardan bir tanesi İngiltere, bir tanesi Türkiye. Bunlar, garantör ülke
olarak görev yapıyorlar. Türkiye'nin tutumu biliniyor ve belli; ama, İngiltere,
ilk defa, tarihinde, Dışişleri Bakanlığı marifetiyle bir açıklama yaptı
"bu uzlaşmaz tutumunuz devam ettiği müddetçe, Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyetini tanıyabilir, dünya kamuoyu buna sıcak bakabilir; siz, tutumunuzu,
durumunuzu gözden geçirin" diye açık bir ifade kullandı. Düşünebiliyor
musunuz…
HALUK KOÇ (Samsun) - Biz
de inandık!..
SALİH KAPUSUZ (Devamla) -
İnanalım veya inanmayalım, bir devletin dışişleri bakanı çıktı, bu konuyla
ilgili olarak, açıkça, dünya kamuoyunun önünde bunu açıkça ilan etti. Bundan
daha güzel bir sonuç, bundan daha ileri bir adım olabilir mi?! Yetinmedi,
gitti, resmî makamında Sayın Talat'ı ziyaret etti. Ayrıca, uçakların gitmesi,
işadamlarının gitmesi, bunların hepsi, bugüne kadar Kıbrıs'ta olmayan, bugüne
kadar gündemde bulunmayan bu hususlarla ilgili olarak bir kazanım olarak
görülmeli; bunlar, Kıbrıs'ın lehine durumlar, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin
lehine adımlar olarak kabul edilmelidir. Yeterli değil; problem çözüldü mü;
çözüldü anlamında ifade etmiyorum; ama, unutulmasın ki, düne kadar Kıbrıs yetkilileri
hiçbir yabancı ülkenin davetlisi olarak gidemediği gibi, muhatap da
alınmıyordu. Bunlar, düne göre alınmış olan çok önemli mesafelerdir.
"Kıbrıs elden
gitti" iddiasında bulunanlara sadece şunu söylemek lazım: Kıbrıs'ın elde
olduğu, Kıbrıs'ın daha güçlü olduğu, Kıbrıs'ın önemli kazanımlar elde ettiği
herkes tarafından, objektif bakan herkes tarafından kabul edilmektedir.
Onun için, ben, bu
konuda, kamuoyunun, özellikle değerli milletvekili arkadaşlarımın, AK Partinin
ve AK Parti İktidarının atmış olduğu adımlar, yakalamış olduğu bu fırsat ve
imkânları sizlerle paylaşmak istedim. Bu uluslararası anlaşmanın Türkiye Büyük
Millet Meclisi tarafından onaylanması da önemli bir adımdır. Biz, buna destek
veriyoruz.
Hayırlı olmasını temenni
ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyoruz Sayın Kapusuz.
Sayın milletvekilleri,
tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
1 inci maddeyi
okutuyorum:
MEDENİ VE SİYASİ HAKLARA İLİŞKİN ULUSLARARASI SÖZLEŞMEYE
EK İHTİYARİ PROTOKOLÜN ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA
DAİR KANUN TASARISI
MADDE 1. - 3 Şubat 2004
tarihinde New York'da imzalanan "Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin
Uluslararası Sözleşmeye Ek İhtiyari Protokol"ün, beyanlar ve çekincelerle
birlikte onaylanması uygun bulunmuştur.
BAŞKAN - Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
2 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2.- Bu Kanun yayımı
tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN - 2 nci maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
3 üncü maddeyi
okutuyorum:
MADDE 3.- Bu Kanun
hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN - Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri,
tasarının tümü açıkoylamaya tabidir.
Açıkoylamanın şekli
hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.
Açıkoylamanın elektronik
oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Oylama için 2 dakika süre
vereceğim. Bu süre içinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden yardım
istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin, oy pusulalarını,
oylama için öngörülen 2 dakikalık süre içinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica
ediyorum.
Ayrıca, vekâleten oy
kullanacak sayın bakanlar var ise, hangi bakana vekâleten oy kullandığını,
oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy
pusulasını, yine, oylama için öngörülen 2 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa
ulaştırmalarını rica ediyorum.
Oylama işlemini
başlatıyorum.
(Elektronik cihazla
oylama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Medenî ve Siyasî Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmeye Ek
İhtiyarî Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının
açıkoylama sonucunu açıklıyorum:
Kullanılan oy sayısı: 221
Kabul: 220
Ret: 1 (x)
Böylece, tasarı kabul
edilmiş ve kanunlaşmıştır; hayırlı olsun.
Sayın milletvekilleri,
birleşime 5 dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 16.26
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 16.40
BAŞKAN: Başkanvekili İsmail ALPTEKİN
KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 69 uncu Birleşiminin İkinci
Oturumunu açıyorum.
Türkiye Cumhuriyeti ile
Suriye Arap Cumhuriyeti Arasında Serbest Ticaret Alanı Tesis Eden Ortaklık
Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu raporunun müzakeresine başlıyoruz.
V.- KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
7.- Türkiye Cumhuriyeti ile Suriye Arap Cumhuriyeti Arasında
Serbest Ticaret Alanı Tesis Eden Ortaklık Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/1126) (S.
Sayısı: 1095) (x)
BAŞKAN - Komisyon?..
Yerinde.
Hükümet?.. Yerinde.
Komisyon raporu 1095 sıra
sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Onur Öymen;
buyurun.
CHP GRUBU ADINA ONUR
ÖYMEN (İstanbul) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; Türkiye
Cumhuriyeti ile Suriye Arap Cumhuriyeti Arasında Serbest Ticaret Alanı Tesis
Eden Ortaklık Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
hakkında Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini Yüce Meclise arz etmek üzere
söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Meclise saygılarımı sunuyorum.
Türkiye ile Suriye
arasındaki kara sınırı, bizim en uzun sınırımızdır. Türkiye, bütün komşularıyla
iyi ilişkiler sürdürmeyi, öteden beri, dışpolitikasının temel unsurlarından
biri haline getirmiştir. Biz, aynı zamanda, komşularımızla ekonomik ve ticarî
ilişkilerimizi de geliştirmeyi mutlaka arzu ederiz; ama, buna karşılık,
komşularımızın da Türkiye'nin egemenliğine, güvenliğine, toprak bütünlüğüne
saygı göstermesini bekleriz. Bu, Türkiye'nin yerleşmiş politikasıdır.
Ne yazık ki, uzun yıllar
boyunca, Türkiye ile Suriye ilişkileri arzu edilen düzeyde geliştirilememiştir;
hatta, ciddî gerginlik dönemleri yaşanmıştır. Türkiye'de yürütülen terörist
faaliyetlerinin baş sorumlusu, uzun yıllar Suriye'de kalmıştır, yaşamıştır ve
bu, iki ülke arasında ciddî gerginlikler yaşanmasına yol açmıştır.
Böyle bir ortamda, gayet
tabiî ki, ekonomik ve ticarî ilişkilerimizin geliştirilmesi beklenemezdi.
Üstelik, Suriye, uzun yıllar, Türk toprakları üzerinde, Türk topraklarının bir
bölümü üzerinde hak iddia etmiştir, resmî haritalarında, belgelerinde bazı Türk
topraklarını Suriye toprağı gibi göstermiştir; ayrıca, Fırat Nehrinden akan,
Suriye'ye geçen sular üzerinde de hak talebinde bulunmuştur ve uzun yıllar, bu
meseleyi, âdeta, Türkiye'ye yönelik terörist faaliyetlerinin engellenmesinde
bir önkoşul gibi ileri sürmüştür.
Bu sıkıntılı dönem, terör
lideri Öcalan'ın Suriye'den sınırdışı edilmesi ve Suriye'de, eski Cumhurbaşkanı
Hafız Esad'ın ölümünden sonra oğlu Beşşar Esad'ın işbaşına geçmesinden sonra,
büyük ölçüde değişmiştir. Şimdi, hiç değilse, eskisi kadar sorunlu ilişkiler
içinde değiliz. Bu nedenle, ekonomik ve ticarî ilişkilerimizi geliştirmek için,
şimdi, eskisinden daha uygun bir ortam olduğunu düşünüyoruz. Her ne kadar,
Suriye'nin Türkiye'nin müttefiki de olan başka ülkelerle ciddî sorunları
olduğunu biliyorsak da, bu, Türkiye'nin komşularıyla ticarî ve ekonomik
ilişkilerini geliştirmesini engelleyecek bir unsur gibi sayılmamalıdır diye
düşünüyoruz. Ancak, hükümetimizden sormak istediğimiz, öğrenmek istediğimiz bir
husus var; o da şu: Acaba, Suriye, gerçekten, Türk topraklarının bir bölümü
üzerinde hak iddia etmekten vazgeçmiş midir? Bu konuda resmî tutumunu
hükümetimize bildirmiş midir? Bunu öğrenmek istiyoruz. İkincisi, Fırat Nehri
üzerindeki hak taleplerinden vazgeçmiş midir? Türkiye'nin verdiği suyla
yetinmekte midir? Bütün bunları öğrenmek istiyoruz.
Değerli arkadaşlarım,
önümüzdeki anlaşma bazı özellikler taşıyor. Öyle anlaşılıyor ki, bu anlaşmanın
hedefi, Türkiye'nin dışticaret politikasını, Avrupa Birliğinin ortak ticaret
politikasıyla uyumlaştırmaktır. Türkiye, buna benzer 18 ticaret anlaşması
imzalamıştır; bu da, o çerçevede mütalaa edilebilir. Bu anlaşmanın pek çok
teknik boyutu var, teknik hükmü var, çok kapsamlı bir anlaşma; ama, bir boyutu
var ki, Yüce Meclisin, anlaşmanın bu boyutuna dikkatini çekmek istiyorum; o da
şu: Değerli arkadaşlarım, bu anlaşma, asimetrik bir anlaşmadır; yani, dengeli
olmayan bir anlaşmadır ve dengeli olmayan bir anlaşma olduğu, hükümetin, bu
kanunu Meclise sevk ederken yazdığı gerekçede açıkça ifade edilmektedir. Bu ne
demektir; bu şu demektir: Türkiye, bu anlaşmaya göre, Suriye menşeli sanayi
ürünlerini derhal gümrüksüz olarak ithal edecektir. Bu anlaşma yürürlüğe
girdiği günden itibaren, biz, Suriye'nin bütün sanayi ürünlerini Türkiye'ye
gümrüksüz olarak sokacağız; ama, buna karşılık, Suriye, ancak oniki yıllık bir
geçiş dönemi içinde, kademe kademe, Türkiye'den ithal ettiği sanayi ürünlerinin
gümrüklerini indirecektir; aynen, vaktiyle, Türkiye ile Avrupa Birliği
arasındaki gümrük birliği anlaşmasında olduğu gibi. O devirde de, Avrupa
Birliği, Türkiye'nin sanayi ürünlerini, baştan itibaren gümrüksüz ithal etmeyi
kabul etmişti bazı ufak tefek istisnalarıyla, Türkiye'ye bir geçiş dönemi
tanınmıştı. Şimdi, biz de, Suriye'ye bunu tanıyoruz. Denilebilir ki, Avrupa
Birliği açısından bu doğaldır. Avrupa Birliği ile Suriye'nin ekonomik ve ticarî
ilişkileri bir bütün olarak düşünüldüğünde, Avrupa Birliği güçlü taraftır, Suriye
zayıf taraftır; Avrupa Birliğinin Suriye'yi himaye etmesi doğaldır. Böyle
düşünülebilir; ama, bakıyoruz, Türkiye ile Suriye ilişkileri, son bir iki
yıldaki lehimize görünen bir değişiklik bir yana, beş yıl üst üste Suriye
lehine fazlalık vermiştir. Yani, biz sürekli olarak Suriye'yle ticaretinde
fazlalık vermiş bir ülke değiliz.
Şimdi, buna çok dikkat
etmek lazım. Örneğin, 2000 yılında ticaretimiz Suriye lehine 361 000 000 dolar
fazlalık vermiş, 2002 yılında 250 000 000 dolar Suriye lehine fazlalık vermiş.
Şimdi, dediğim gibi, son bir iki yılda, 2005 yılında bizim lehimize bir küçük
değişiklik oldu; ama, bu genel tabloyu gözden uzak tutmamak lazım. Özellikle,
Suriye'yi ekonomik açıdan, ticarî açıdan çok güçsüz, çaresiz bir ülke gibi de
görmemek lazım; çünkü, Suriye'nin petrol gelirleri var, Suriye'nin petrol
ihracatı var. Toplam ihracatının yüzde 60'ı petrol gelirlerinden kaynaklanıyor.
O bakımdan, biz dilerdik ki, Türkiye Suriye'yle daha dengeli bir dışticaret
anlaşması yapsın. Bu mümkün olamamıştır; Türkiye, aynen Avrupa Birliğinin
normlarını kabul etmiştir.
Şimdi, Suriye'yle
ilişkilerimizin başka özellikleri de var. Suriye topraklarında Türk
vatandaşlarına ait topraklar var, Türk topraklarında da Suriye vatandaşlarına
ait topraklar var. Sınır bölgelerinde aileler var; yarısı Türkiye'de kalmış,
yarısı Suriye'de kalmış. İnsanî boyutu var ilişkilerimizin. O bakımdan,
Suriye'yle ilişkilerimizi bütün bu boyutlarıyla değerlendirmek zorundayız.
Özellikle, Suriye'ye komşu olan arazilerimizin işlenmesini bu açıdan özel bir
dikkatle değerlendirmek zorundayız.
Şimdi, hükümetimizin
Suriye sınırındaki mayınlı arazinin temizlenerek tarıma açılması kararını da bu
çerçevede değerlendirmek istiyoruz. Suriye, Türkiye sınırına yakın bölgedeki
mayınlı arazisinin büyük bir bölümünü yakın zamanda temizlemiştir ve tarıma
açmıştır. Türkiye ise, yaklaşık beş yıl önce, Suriye sınırına yakın arazisini
tarıma açmayı kararlaştırmıştır; ama, beş yıldan beri, maalesef, bunu
gerçekleştirememiştir.
Aslında, Türkiye'nin
uluslararası yükümlülüğü de var. 2003 yılında imzaladığımız antipersonel mayınların
temizlenmesi konusundaki uluslararası sözleşmeye göre, biz bu mayınları on yıl
içinde tamamen temizleme yükümlülüğü altındayız. O bakımdan, bu işin bir de
Birleşmiş Milletler boyutu var. Peki, şunu sormak istiyoruz: Acaba, Türkiye, bu
anlaşma çerçevesinde bu mayınların temizlenmesi için Birleşmiş Milletlerden
şimdiye kadar bir teknik yardım istemiş midir, bir destek istemiş midir? Biz
duymadık. Eğer istemişsek ve hükümet bunu açıklarsa çok memnun oluruz.
Şimdi, değerli
arkadaşlarım, Mardin, Şırnak, Şanlıurfa, Gaziantep, Kilis ve Hatay illerimizin
sınırları içinde kalan ve büyük bölümü Suriye'ye, bir bölümü de Irak'a komşu
olan 510 kilometre uzunluğunda ve 178 000 kilometrekare yüzölçümüne sahip bir
alanın mayından temizlenip tarıma açılması öngörülmektedir. Bu alan birçok
açıdan özellik taşımaktadır. Meselenin bir güvenlik boyutu vardır, kaçakçılığın
önlenmesi boyutu vardır. Zaten, bu amaçla elli yılı aşkın zaman önce bu bölgeyi
biz mayınlamışızdır, bu sınırlarımıza mayın döşemişizdir.
Şimdi, ilk soracağımız
soru şu: Bu güvenlik endişemiz kalktı mı? Bu güvenlik endişemizin kalktığını
söyleyebilir miyiz? Bu mayınlı arazinin bir bölümünde hâlâ terörist
faaliyetlerin olduğunu biliyoruz. Birleşmiş Milletler sözleşmesinin yükümlülüğünü
yerine getirmek için daha önümüzde yedi yıllık süre var. Şu anda hemen bu alanı
açacaksak tarıma, bunun ekonomik boyutunu tabiî ki öncelikle düşüneceğiz; ama,
güvenlik boyutunu düşünmeden edemeyiz. Hükümet, şimdi, kalkıp, Yüce Meclisin
huzurunda "artık bir güvenlik endişemiz kalmamıştır" diyebiliyor mu?
Bunu açıklıkla ifade etmesini bekliyoruz.
İkinci soru şu: Bu
meselenin teknik boyutu var. Bu mayınları kim temizleyecek? Sınırımızdaki bu
değerli topraklarda bulunan mayınları kim temizleyecek? Şimdi, bizdeki bilgiye
göre, evvelce, Türk Silahlı Kuvvetleri, bu mayınları temizleyebileceğini
hükümete bildirmiştir. Türk Silahlı Kuvvetlerinin elinde, bu işi yapacak
eğitime sahip, bilgiye sahip, yetişmiş uzman kadrolar mevcuttur, personel
mevcuttur, istihkâm birlikleri mevcuttur. Silahlı Kuvvetler, hükümetten, bir
süre önce bu görevi yapabilmek için daha modern teçhizata ihtiyacı olduğunu
bildirmiş ve 35 000 000 dolarlık bir tahsisat istemiştir; "35 000 000
dolar verdiğiniz takdirde, biz, iki yıl içinde bu bölgeyi temizleriz"
demiştir Türk Silahlı Kuvvetleri. Eğer bu bilgi doğru değilse, Sayın Bakan,
lütfen, gelsin, desin ki, sizin bilginiz yanlıştır, böyle bir şey olmamıştır.
Biz, bu bilginin doğru olduğuna inanıyoruz. Sadece 35 000 000 dolara, biz bu
bölgeyi iki yıl içinde temizleyecek durumdaydık.
Sonra ne oldu; baktık ki,
bu hükümet de, Türk Silahlı Kuvvetlerinin bu bölgedeki mayınları temizlemesi
görüşünü benimsemiştir.
Bakınız, AKP Mardin
Milletvekili Sayın Nihat Eri, 12 Mart 2003 tarihinde Yüce Mecliste bir konuşma
yapmıştır. Sayın Eri Mecliste diyor ki: "Türk Silahlı Kuvvetlerinde bu
konuda deneyimli, çok değerli elemanlar var. Bu işin özel sektör eliyle de
yapılabileceğini biliyoruz; fakat, Türk Silahlı Kuvvetleri eliyle hem daha çok
hızlı hem de çok daha ucuz bir şekilde yapılabileceği ilgililerce
belirtilmektedir." Katılıyorum; Sayın Eri'nin bu sözlerini aynen
paylaşıyoruz. Öyle anlaşılıyor ki, İktidar Partisi, o sırada bu işin Türk
Silahlı Kuvvetleri tarafından yapılmasını öngörüyor. Nitekim, Sayın Millî
Savunma Bakanımız Gaziantep'te yaptığı bir konuşmada diyor ki: "Kara
Kuvvetlerinin bu mayınları kaldırması meselesi araştırılıyor. Üç şirketin imal
ettiği üç ayrı makineden 16 tane alınması öngörülüyor. Bunların 13'ünün
alınması için ihaleye çıkılmıştır." Demek ki, biz, bu işin Silahlı
Kuvvetler tarafından yapılmasını ileri bir aşamaya götürmüşüz. Bravo, hükümeti
tebrik ediyoruz bu çalışması dolayısıyla! Bir de bakıyoruz ki, Sayın Bakan
"bundan ibaret değil, bu bölgeyi organik tarıma açacağız" diyor.
Başka?.. "Türkiye Petrolleri burada petrol arayacak; hemen karşısında bu
bölgenin, Kamışlı'da, Suriye'nin petrol sahaları var. Suriye orada petrol
arıyor, biz de petrol arayacağız" diyor. Çok güzel!
GAP bölgesinin sorumlusu,
Kalkınma İdaresi Başkanı Sayın Muammer Yaşar Özgül de aynı şeyi söylüyor; 12
Nisan 2004 tarihinde bir konuşma yapıyor "Türk Silahlı Kuvvetlerinin bu
mayınları temizlemek için açtığı ihale sonuçlanmıştır ve ihale sonuçlarına
göre, çok yakında biz bu temizleme işine başlayacağız" diyor, 2004 yılının
mayıs veya haziran ayında Türk Silahlı Kuvvetlerinin mayın temizleme işine
başlayacağını açıklıyor. Çok güzel!
Zaman Gazetesini
açıyoruz; Zaman Gazetesinde, Şubat 2005 tarihinde ilginç bir başka haber var.
Kilis Valisi bir açıklama yapmış. Zaman Gazetesi "Kilis Özel İdaresi,
Kilis Vilayetinin toprakları içinde kalan bütün mayınları sadece ve sadece 29 000
000 dolara temizlemeyi taahhüt etmektedir. Özel sektör bu iş için 758 000 000
dolar istiyor; ama, biz, Kilis Vilayeti Özel İdaresi olarak, bunu 29 000 000
dolara yapmaya hazırız ve 24 000 çiftçiye, bu, iş sahası yaratacaktır"
diyor. Buraya kadar çok güzel. Sonra ne oluyorsa, birden hava değişiyor…
Geçen gün -22 Şubat günü,
birkaç gün önce- çok değerli arkadaşımız Sayın Mustafa Gazalcı, Terörle
Mücadele Yasasının görüşülmesi vesilesiyle bir soru sordu Sayın Millî Savunma
Bakanımıza, bu işi sordu; yani "bu mayınlar nasıl temizlenecek, hükümet ne
yapıyor" filan... Millî Savunma Bakanımızın cevabını aynen okuyorum:
"Önce, Kara Kuvvetlerimiz bunu kendisi yapabilir mi diye gayret sarf etti;
aşağı yukarı bir senelik çalışma sonucunda, bunun Kara Kuvvetleri tarafından
yapılmasının icabında yeni şehitlere yol açacağı anlaşıldığından
vazgeçildi."
Değerli arkadaşlarım, biz
bunu anlamakta çok zorlanıyoruz, çok güçlük çekiyoruz. Türk Silahlı Kuvvetleri,
NATO'nun en büyük ikinci silahlı gücüdür, dünyanın en büyük, en başarılı, en
eğitimli gücüdür. Kalkıp da biz bu kürsüden dersek ki, Türk Silahlı Kuvvetleri
elli yıl önce döşediği mayınları bugün sökecek durumda değildir, bunun için
gerekli imkânı yoktur, risk almak istememektedir, bu, Türk Silahlı Kuvvetlerini
çok rencide eder, çok üzer. Biz, Türk Silahlı Kuvvetlerinin bu sözü söylemiş
olacağına ihtimal bile vermek istemiyoruz ve tahmin ediyoruz ki, Millî Savunma
Bakanının bu sözleri bir yanlış anlamadan kaynaklanmaktadır. "Türk Silahlı
Kuvvetlerinin bu mayınları sökebileceğini tahmin etmiyoruz…"
Açınız internet
sayfalarını, dünyada pek çok kuruluş mayın sökme işini sıfır riskle
yapabileceğini ilan ediyor ve diyor ki: "Şimdiye kadar biz çok mayın
söktük, bir tek kaza bile olmadı." Onlar yapıyor, Türk Silahlı Kuvvetleri
yapamıyor; olur mu?! Biz, şimdiye kadar, Türk Silahlı Kuvvetleri olarak ne
kadar çok mayın temizledik. En son olarak da güneydoğu bölgesinde temizledik,
orada bir gümrük bölgesinde temizledik. Türk Silahlı Kuvvetleri bunu
yapamayacak durumda mıdır?
Özetle, Sayın Bakanın bu
sözü söylemesini çok yadırgadık. Zannediyorum ki, bunu düzeltmek
ihtiyacındayız. Dese ki, yani, Türk Silahlı Kuvvetleri bu işi yapmak için,
işte, bu makineleri, teçhizatları almak istiyor, bunu anlarız ve bunun için
gerekli parayı da veririz; ama, hayır, vermiyoruz.
Sonra ne diyor Millî
Savunma Bakanı: "Biz, bunu ihaleye açmaya çalıştık, bir de baktık ki,
şimdi fiyat vermeyim; ama, milyarlarca dolar istediler bizden." Aynen
Meclis zabıtlarında var; "milyarlarca dolar..."
Değerli arkadaşlarım, bir
mayının kaça söküleceği belli, bu bölgede kaç mayın olduğu belli; hesap bilen
herkes bunun milyarlarca dolar tutmayacağını bilir. Meğer ki, bazı firmalar
olağanüstü pahalı teklifler vermiş olsunlar Türkiye'ye.
Bir şey daha söylüyor, o
da dikkat çekici: "Bizim, Millî Savunma Bakanlığı olarak böyle bir ihaleyi
yapacak teknik bilgimiz de yoktu." Aynen zabıtlardan okuyorum;
"teknik bilgimiz..." Türk Silahlı Kuvvetleri, en modern uçakları
ihale edecek, en modern denizaltıları, silah sistemlerini, füzeleri ihale
edecek teknik bilgiye sahip, mayın temizleme işini ihale edecek teknik bilgiye
sahip değil; bunu kabul edebilir misiniz? Türk Silahlı Kuvvetlerinin, Türkiye
Millî Savunma Bakanlığının mayın temizleme işini ihale edecek teknik bilgiye
sahip olmadığı lafı Türkiye Büyük Millet Meclisinin zabıtlarına geçmiştir,
işte, bunların mutlaka düzeltilmesi lazım.
Sonra ne olmuş, sonra şu
olmuş. Millî Savunma Bakanı Maliye Bakanına havale etmiş. Maliye Bakanı demiş
ki: "Biz de bunu ihale edemeyiz, biz de yaptıramayız, paramız yok."
Halbuki, devletin arşivlerinde var, Sayın Millî Savunma Bakanı "bu iş için
20 trilyon paramız var" diyordu. Bunlar unutulmuş, belki o para başka iş
için harcanmış. Millî Savunma Bakanı, "paramız yok, teknik bilgimiz
yok" diyor; Maliye Bakanlığı, "paramız yok" diyor… Peki, ne
olsun; yap-işlet-devret usulüyle olsun; yani, bir firmaya -muhtemelen yabancı
firmaya- biz bunu ihale edelim, yabancı firma bu mayınları temizlesin,
karşılığında da bu toprakları işletsin, organik tarım yapsın, ürünlerini yurt
dışına ihraç etsin, para kazansın…
Değerli arkadaşlarım,
bunun şartnamesini okuduk; dehşete düşersiniz okuduğunuz zaman. Diyor ki; üç
yıl içinde bunu tamamlayacaktır ihaleyi kazanan firma; ama, bu topraklar,
ülkemizin bu en değerli tarım toprakları, bu mayınları temizleyecek yabancı
firmaya -muhtemelen yabancılar alacak, onlara da açık çünkü ihale- 49 yıllığına
verilecektir, 49 yıl… 49 yıl bu değerli topraklarımızı yabancılar işleyecek;
niçin?!. Niçin?!. Bilgimiz mi yok, teknolojimiz mi yok?! Orada yaşayan
insanlar, güneydoğuda yaşayan insanlar toprağa ihtiyaç duymuyor mu?! Bizzat
Sayın Başbakan açıkladı, Adalet ve Kalkınma Partisine mensup arkadaşlarımız
açıkladı, Sayın Nihat Eri açıkladı; diyorlar ki: "Biz, bu toprakları,
tarıma kazandırılacak toprakları bölgedeki köylüye vereceğiz, adam başına 200
dönüm vereceğiz, 100 dönümü sulak, 100 dönümü kurak." Çok iyi, hadi yapın…
"Hayır, vermeyeceğiz…" Şimdi kanaat değişti, Sayın Maliye Bakanımız
devreye girince, anlaşılan…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı.)
BAŞKAN - Buyurun.
ONUR ÖYMEN (Devamla) -
Şahsım adına da söz hakkım var Sayın Başkan.
Şimdi, hükümet, Maliye
Bakanlığına, iş devredilince, "yok, vazgeçtik o politikalardan, şimdi
yabancılara bunu yaptıracağız" filan diyor. Şimdi, çok üzüntü verici;
çünkü, bakın, Sayın Nihat Eri Mecliste ne diyor; çok da doğru söylüyor. Yani,
zannetmeyin ki biz iktidarın her söylediğini her zaman eleştiririz. Bakınız
-söylediğinin, size okuyorum, altına da imzamı atıyorum- ne diyor: "Bu
saha mayınlardan temizlendikten sonra, en başta, fakir mayın kurbanlarına,
topraksız köylülere ve eski sahiplerine dağıtılacaktır." Bravo! Hadi
yapın, biz de destekliyoruz. Hadi yapın.
Başka bir AKP
milletvekili, 21 Aralık 2004 tarihinde Mecliste konuşuyor, Sayın Mehmet Faruk
Bayrak; ne diyor: "Bu araziler 100 000 kişiye iş imkânı
yaratacaktır." Sayın Başbakan da bunu söylüyor. Peki, o zaman, şimdi niye
kanaat değiştirdiniz? Devletin gücü mü yok, imkânı mı yok? Silahlı Kuvvetlerin
yetenekleri mi elvermiyor bu işi yapmaya? Nedir bunun izahı? İlla yabancılara
her şeyimizi satmak zorunda mıyız, her şeyimizi devretmek zorunda mıyız?
Bakınız, burada,
yabancılara toprak satışını öngören kanunu kabul ettik Mecliste. Ne diyor:
"Stratejik bölgeler verilmeyecektir" diyor. Gidiniz Yunanistan'a.
Yunanistan'da sınır bölgelerinden bir karış toprağı bir yabancı şirkete satmak veya
kiralamak mümkün müdür; yasaktır; Rusya'da da yasaktır, Ukrayna'da da yasaktır,
pek çok ülkede de yasaktır. Biz, stratejik açıdan en hayatî, en kritik
bölgelerimizde 500 000 hektardan fazla araziyi yabancılara bırakacağız.
Yabancılara açık ihale yapıyoruz. Nedir bunun manası, anlamıyoruz.
Değerli arkadaşlarım,
siz, bunu içinize sindirebiliyor musunuz? Üstelik, şimdi artık petrolden
bahseden de yok. Hani Türkiye Petrolleri orada petrol arayacaktı, Türkiye
Petrolleri Anonim Ortaklığı; şimdi o bahis yok. Peki, Suriye, o sınırın hemen
güneyinde Kamışlı'da petrol arayacak, biz arayamayacağız. Niçin; çünkü, toprağı
yabancıya tahsis etmişiz.
Değerli arkadaşlarım, bu
işin, gerçekten, anlaşılır, savunulur hiçbir tarafı yoktur, hiçbir tarafı
yoktur...
Şimdi, biz, Cumhuriyet
Halk Partisi olarak diyoruz ki, Büyük Millet Meclisi bu konuya el koymalıdır.
Mutlaka bu konuyu araştırmalıyız. Bu, ülkemizin geleceğini ilgilendiriyor. Her
iktidar belli bir dönem için görev yapıyor; ama, bir dönem için halktan yetki
aldık diye ülkenin yarım asırlık geleceğini ipotek altına alabilir misiniz?!
Sizin çocuklarınızın, torunlarınızın rızkını yabancılara bırakabilir misiniz?!
Güneydoğu için söylemediğimizi bırakmıyoruz; efendim, şu projeyi yaptık, bu
projeyi yaptık, güneydoğuyu kalkındıracağız, güneydoğu halkını en çok biz
seviyoruz, onları en çok biz himaye ediyoruz… Çok güzel, hadi, buyurun yapın,
işte size fırsat, işte güneydoğu… İşte, güneydoğuda Türkiye'nin en verimli toprakları,
hiç el değmemiş elli yıldır, organik tarım yapacak oradaki insan, güneydoğudaki
vatandaşımızın cebine para girecek, daha ne istiyorsunuz; işte bunu yapın.
"Hayır, yabancıya vereceğiz. Güneydoğudaki vatandaş da orada çalışırsa işçi
olarak çalışsın, onun toprağı olmasın, onun geliri olmasın…" Son derece
yanlıştır arkadaşlarım. Bu konuyu mutlaka durdurmak lazım.
İşte, biz, Cumhuriyet
Halk Partisi olarak, bu yanlış gidişi, bu yanlış uygulamayı, yanlış politikayı
durdurmak için -huzurunuzda açıkça söylüyorum- her çareye başvuracağız.
Cumhuriyet Halk Partisi, şimdi, yargıya gitmektedir; çünkü, ilk ihale yapılmıştır,
15 Şubat tarihinde Mardin'de yapılmıştır; üç firma katılmıştır, biri yabancı,
ikisi Türk firması görünüyor; ama, internet sitelerini okursanız, onların da
arkasında bazı yabancı firmaların olduğuna dair rivayetler var. En kritik, en
stratejik bölgemizi yabancılara açmak için ihale yapmışız. İşte, bu ihaleyi
iptal ettirmek için, yasa yoluna gideceğiz; bir.
İkincisi, Mecliste, bu
konunun araştırılması için bir araştırma komitesinin kurulmasını önereceğiz,
gerekirse genel görüşme açacağız ve Meclisteki bütün denetim yollarına
başvuracağız ve inanıyoruz ki, o bölgede yaşayan halk da, o konuda, demokratik
yöntemlerle, hakkına sahip çıkacaktır, çoluğunun çocuğunun hakkına sahip
çıkacaktır. İşte, bu konuyu, biz, iktidar muhalefet çekişmesi yapmadan,
ülkemizin uzun vadeli çıkarlarını düşünerek, halkımızın, yöredeki
insanlarımızın çıkarını düşünerek, yeraltı servetlerimizi düşünerek, mutlaka,
elbirliğiyle araştırmamız gerektiğini düşünüyoruz. Bu işin üstüne gitmeliyiz.
Önümüze gelen her işi biz
yap-işlet-devret diye yabancılara teslim etmeye kalkarsak çok sıkıntı çekeriz.
Biz yabancıya karşı mıyız; hayır. Özelleştirmeye karşı mıyız; hayır. Diğer
ülkelerin yaptığı gibi özelleştirme bizde de yapılabilir, ne mahzuru var, ne
zaman itiraz ettik gerçek anlamda bir Fransa'nın yaptığı gibi özelleştirme
yapılmasına?!.
Ama, hayır, burada öyle
değil. Burada, bakıyorsunuz, inanılmayacak bir şey; Kilis Valiliğinin
araştırması diyor ki: "3 yılda bu topraklar kendini amorti eder." 3
yıl nerede, 49 yıl nerede?!. Bu, devletin araştırması.
Şimdi soruyorum hükümete
huzurunuzda: Kilis Valiliğinin bu bölgeyi 29 000 000 dolara temizleyerek tarıma
açma önerisine hükümetimiz ne cevap vermiştir? Kendi valiniz, hükümetin valisi,
hepimizin valisi, devletin valisi size bunu teklif ediyor; ne cevap verdiniz?
Bizdeki bilgi doğru ise, devlet, bugüne kadar cevap bile vermemiştir.
Türk Silahlı
Kuvvetlerinin 35 000 000 dolarlık makine teçhizat alımı talebine ne cevap
verdiniz? Bizdeki bilgi yanlış değilse, cevap bile vermemişiz. Ondan sonra,
yap-işlet-devret modeli!..
İşte, değerli arkadaşlar,
bundan vazgeçelim. Yani, ben, iktidar partisi mensubu arkadaşlarımızın da
vatanseverliğinden en küçük bir kuşku duymuyorum. Doğrusunu isterseniz, buraya
bu millet bizi, bu memleketin hakkını, bu milletin hakkını korumak için
gönderdi ve sizden bu konuda tam destek bekliyoruz. Bu, bizim parti meselemiz
değildir; bu, millet meselesidir; bu, Meclisin topyekûn sahip çıkacağı bir
meseledir.
İşte, değerli
arkadaşlarım, hükümeti biz bu düşüncelerle göreve davet ediyoruz ve İktidar
Partisi Grubunu göreve davet ediyoruz. Geliniz, el ele verelim ve bu meseleyi
birlikte çözelim. Biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, bu konuyu Yüce Meclisin
bilgisine sunmayı görev saydık ve halkımızın bilgisine sunmayı göreve saydık,
bu konuda sonuna kadar çalışmaya devam edeceğiz ve bu işin peşini
bırakmayacağız.
İşte, Suriye ile
hükümetimizin imzalamış olduğu bu ekonomik ve ticarî işbirliği anlaşmasını,
bütün bu düşüncelerin ışığında, Cumhuriyet Halk Partisi olarak kabul ediyoruz;
ama, demin dediğim gibi, bir taraftan da bu önemli konuda uyarıda bulunma
görevimizi yapıyoruz.
Sayın Başkan, çok değerli
arkadaşlarım; bu vesileyle, Yüce Meclise saygılarımı sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyoruz Sayın Öymen.
Şahsı adına, Mardin
Milletvekili Sayın Nihat Eri; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
NİHAT ERİ (Mardin) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; uluslararası sözleşmeler genelde
ittifakla çıkar; ama, burada, sayın muhalefet sözcüsü, sözleşmenin kendisiyle
ilgili değil, bir başka konu, o vesileyle, mayın konusu üzerinde görüşlerini
dile getirdi.
Sevgili arkadaşlar,
bildiğiniz gibi, Suriye sınırı, 1956 yılından bugüne kadar mayınlı olarak
durmaktadır. O günlerde sınır ticareti bugünkü koşullarda yapılamıyordu;
dolayısıyla, sınır kaçakçılığı gündemdeydi. Devlet de, sınır kaçakçılığını
önlemek için böyle bir yönteme başvurdu; ama, bugün, artık, 21 inci Yüzyılda,
çağdaş ve modern Türkiye'nin, sınırlarını mayınla koruması çok ayıp bir şey.
Bundan, mutlaka, en kısa zamanda kurtulmamız gerekir. Nitekim, siz, değerli
oylarınızla, 2004 yılında Ottova Sözleşmesini kabul ettiniz.
Bu sözleşmeye göre;
stoklarımızdaki mayınları dört yıl içerisinde, toprağa döşeli olan
mayınlarımızı da on yıl içerisinde temizleme taahhüdünde bulunduk bu
anlaşmayla. Bugün, Türkiye'de, stoklarda 2 000 000'un üzerinde mayın bulunmaktadır,
toprağa döşeli olarak da 900 000 civarında mayın bulunmaktadır.
Suriye sınırı, Sayın
Öymen'in kastettiği alan, gerçekten çok önemli bir alan; 510 kilometre
uzunluğunda ve 615 000 mayını ihtiva eden, alan olarak da 200-300 bin dönüm bir
alan. Bunun temizlenmesiyle ilgili Bakanlar Kurulu kararı olmuştur. Ancak,
Sayın Öymen, bu safahatı anlatırken, bazı konuları bilmediğini söylemiştir.
Halbuki, burada, Millî Savunma Bakanımız, çok yakın geçmişte, bazı açıklamalar
yaptı. İşin safahatı şu: Önce Türk Silahlı Kuvvetleri talip olmuştur bu
temizlemeye ve bir yıl kadar bir zaman geçmiştir.
"Türk Silahlı
Kuvvetlerine 35 000 000 dolar verilmemiştir" sözü doğru değil, tahsisat
kendilerine ödenmiştir. Kendileri, muhtemelen, bu temizlikte asker kullanma
dolayısıyla ortaya çıkabilecek riskleri göz önüne alarak, bu işi yapmak
istemediklerini, bundan vazgeçtiklerini Millî Savunma Bakanlığına
bildirmişlerdir. Yani, bu demek değildir ki, Türk Silahlı Kuvvetleri teknik
olarak bu işi yapamayacak kapasitededir; böyle bir şey mümkün değil. Türk
Silahlı Kuvvetleri çok daha büyük görevlerin üstesinden gelebilecek durumdadır;
ama, insanî bir duyarlılık göstermişlerdir. Askerî hizmetlerini, vatan
hizmetlerini yapan evlatlarımızı riske atmak istememişlerdir. Bu yüce duyguyu
da saygıyla karşılamak gerekir. Bunda Türk Silahlı Kuvvetlerini incitecek bir
durum yok.
Millî Savunma Bakanlığı
uluslararası bir anlaşmaya çıkmıştır bilahara. Buraya gelen teklifler 700 000
000 dolar ile 1 000 000 000 dolar arasında bir rakama ulaşmıştır. Oysaki,
temizlikle ilgili 50 trilyondan bahsediliyordu. Bunun çok çok fevkinde bir
rakam ortaya çıkınca, Millî Savunma Bakanlığı da, haklı olarak, bu işten
vazgeçtiğini ve bu konuyu Başbakanlığa tevdi ettiğini bildirmiştir. Başbakanlık
da, Başbakan Yardımcısını, bilahara da Maliye Bakanını bu konuyla ilgili
görevlendirmiştir.
Sevgili milletvekilleri,
mayın öyle bir nesnedir ki, 1 dolara birkaç saat içerisinde döşeyebiliyorsunuz;
ama, bunu, günler süren çalışmayla, mayın başına 1 000 dolar harcama yaparak
ancak temizleyebiliyorsunuz. Böyle bir hadise.
Maliye Bakanlığı da, Türk
Silahlı Kuvvetleri, GAP İdaresi ve kendi uzmanlarından oluşan bir ekiple bir
şartname hazırlamıştır. Bu şartname, uluslararası normlara göre bir
şartnamedir. Burada yapılacak temizliğin IMAS standartlarına uygunluğu orada
esas alınmıştır ve çalışmanın her safhasında Türk Silahlı Kuvvetleri bu işi
denetleyecek ve onların nezareti altında bu temizleme işi yapılacak.
Bu ihale, her il kendi
sınırları içerisindeki alanları ayrı ayrı ihaleye çıkaracak şekilde organize
edildi ve bu işe Mardin'den başlandı. Mardin Defterdarlığı geçtiğimiz aylarda
bir ihale açtı ve ihalenin sonuçları 25 Ocakta, zarflar 25 Ocakta açıldı; ama,
orada görüldü ki, ihaleye başvuran üç şirketten iki tanesi süresiz teminat
mektubu vereceğine süreli mektup verdikleri için, yani, şartlar oluşmadığı için
-üç taneden iki tanesi- ihale dışı bırakıldı ve bir şirketle, rekabet şartları
oluşmadığı gerekçesiyle ihale yapılmadı tek şirketle yapılamayacağı için ve
ihalenin yenilenmesine karar verildi.
Şimdi, Sayın Öymen
güvenlikten bahsediyor. Öyle bir sorun yok; zira, burası temizlendikten sonra,
belli bir şerit, çok daha modern, günün teknolojisine uygun, işte, sensörlerle,
elektronik cihazlarla teçhiz edilerek sınır korunacak. Suriye tarafında, zaten,
başından beri mayın yoktur. Suriye, sınırımıza kadar tarım yapabilmektedir.
Hatta, biz, mayınlar dolayısıyla sınırımızın sıfır noktasına ulaşamadığımızdan,
sınır taşlarımızı bile kontrol etmekten aciz duruma gelmişiz. Birçok sınır
taşımız yerinden oynamış, bir kısmı kırılmış, bir kısmı kaybolmuş. Hatta,
Suriyeliler, sınır taşlarını bize taraf iterek, vatan topraklarımızı da
elimizden alma yoluna gitmişlerdir. Bu söylediğim sözler, geçmişte iki defa
yapılan Meclis araştırmalarında ortaya çıkan sonuçlardır, orada yazılıdır;
yani, biz, mayınlamış olduğumuz araziyi, zaman içerisinde kısmen de elden
çıkarmışızdır.
Dolayısıyla, bu şartname,
uluslararası bir şartnamedir. Bu mayınların bir an evvel temizlenmesi lazımdır.
Organik tarım ya da tarım çok kârlı bir iş değildir. Üç yılda kendisini amorti
edecek bir toprak da değildir bu toprak. Dolayısıyla, ben endişeliyim. Bu
ihaleye şirketlerin, yerli olsun, yabancı olsun, şirketlerin ilgi
göstermeyeceği endişesi içerisindeyim ve ben sık sık, defalarca Mardin
Defterdarını aradım, üç müracaat olduğunu duyduğumda, gerçekten, çok sevindim.
Ama, ihalenin bu şekilde akamete uğramış olması bende büyük bir üzüntü
yaratmıştır. Hatta, biz, Mayınsız Türkiye Koordinatörüyle birlikte ihale günü
Mardin'e gidip, ihale sonuçları açıklanınca, bunu milletimize bir müjde gibi
vermeyi de düşündük; ama, ben kişisel ve Meclis çalışmaları dolayısıyla gidemedim.
O arkadaşlarımız oraya gittiler, sivil toplum örgütleriyle birlikte ihalenin
sonucunu beklediler. İhalenin bu şekilde sonuçlanması onları da üzmüştür; ama,
inanıyoruz ki, bundan sonraki ihalelerde bu durum yaşanmayacak. Zira,
defterdardan ve Validen aldığım bilgiye göre, hava şartları, hava muhalefeti
nedeniyle Mardin'e gidip müracaat edemeyen, başvuramayan bazı şirketler olmuş;
bu ikinci ihaleye bu şirketlerin de katılmasını bekliyoruz.Tabiî ki, istiyoruz
ki, yerli şirketler alsın; ama, sevgili kardeşlerim, gerçekten, kârlı bir iş
değil bu. 1 milyar dolara yakın maliyeti olan; ki, bu maliyeti dönüm başına
böldüğünüz zaman, oradaki arazinin şu anki değerinin 2 misli bir değerdir bu;
orada; 1 dönüm, 1 milyar liraya alınıp satılmaktadır; ama, 1 dönümün temizliği
2 milyardan aşağıya değildir. Dolayısıyla, buna kötü niyet atfetmemek lazım.
Varsın, yerli almayacaksa yabancı da alsın, orada bizim kanunlarımız altında
tarım yapsın. Bu tarımı yaparken, elbette insanlarımız çalışacak, toprağımızda
üretilecek, üretimimiz artacak, insanımız istihdam imkânı bulacak.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Eri,
tamamlayın konuşmanızı lütfen.
NİHAT ERİ (Devamla) -
Tamamlıyorum Sayın Başkanım.
Elbette ki, gönül ister,
oradaki mayın mağdurlarına da toprak verebilelim, oradaki insanlara da
dağıtabilelim; ama, o şartname dikkatli okunduğu zaman, bu imkânlar da var;
yani, temizleyen şirkete, devlet, istediği alanları vermeyebilir, o esneklik
var. Özellikle petrol aramaları için, devlet, istediği alanı kullanabilir; bu
şartname buna müsaittir.
Beni dinlediğiniz için
teşekkür ediyorum. Bu anlaşmanın, Suriye'yle gerçekten ticaretimizi artıracak
olan bu anlaşmanın hayırlı olmasını, mayınların da en kısa zamanda
temizlenmesini niyaz ediyorum, hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyoruz Sayın Eri.
Tasarının tümü üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
1 inci maddeyi
okutuyorum:
TÜRKİYE CUMHURİYETİ İLE SURİYE ARAP CUMHURİYETİ ARASINDA
SERBEST TİCARET ALANI TESİS EDEN ORTAKLIK ANLAŞMASININ ONAYLANMASININ UYGUN
BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI
MADDE 1- 22 Aralık 2004
tarihinde Şam'da imzalanan "Türkiye Cumhuriyeti ile Suriye Arap
Cumhuriyeti Arasında Serbest Ticaret Alanı Tesis Eden Ortaklık
Anlaşması"nın onaylanması uygun bulunmuştur.
BAŞKAN - Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Denizli Milletvekili Sayın Mustafa
Gazalcı.
Buyurun Sayın Gazalcı.
(CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA MUSTAFA
GAZALCI (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Suriye ve
Türkiye Cumhuriyeti arasındaki ticarî anlaşma metninin 1 inci maddesi üzerine,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, Millî
Savunma Bakanımıza, 22 Şubatta, şehitlikle ilgili bir konu, bir yasa
görüşülürken, soruyu ben sordum. Basından bu Suriye ve Irak sınırındaki mayınlı
arazilerin temizlenmesinin yap-işlet-devret yöntemiyle yabancı firmalara da
verilebileceğine ilişkin haber üzerine, burada, Millî Savunma Bakanına bir soru
sordum. Savunma Bakanı da olayı doğruladı; Millî Savunma Bakanlığının,
milyarlarca dolara mal olacak yüksek maliyetli bu işi yapamayacağı için Maliye
Bakanlığına devrettiğini, onun da, yap-işlet-devret yöntemiyle bu arazileri
temizleteceğini söyledi.
Biraz önce, AKP sözcüsü,
Mardin Milletvekili arkadaşımızı dinleyince, kaygılarım biraz daha arttı. Ben
konunun uzmanı değilim; ancak, on gündür bu konuya yoğunlaşmaya çalışıyorum,
basında haber çıktığından bu yana. Yani "eh, gönlümüz yerli firmanın
almasını isterdi; ama, yabancı firma da alsa zarar etmez" dedi arkadaşım.
Sevgili arkadaşlar, sınır
boylarındaki toprakları konuşuyoruz, 508 000 dönümlük bir yurt toprağını
konuşuyoruz. Mayından temizlenmesi ayrı bir iş, o toprakların 49 yıllığına
kullanılması ayrı bir iş. Şimdi, iki işi birbirine karıştırıyoruz. Birçok
konuda olduğu gibi, biz, bu işin altından kalkamıyoruz; sihirli bir formülmüş
gibi, herhangi bir fabrikanın yapılmasını, bir ticarî işin yapılmasını önerir
gibi, bütün bu doğuda ve güneydoğudaki Türkiye sınırları toprağının onüçte,
ondörtte 1'ini oluşturan iki Kıbrıs büyüklüğündeki toprağın bir ihaleyle
yabancılara 49 yıllığına verilmesine razı oluyoruz.
Değerli arkadaşlar, ben,
o toprakların öyküsünü, Bekir Yıldız, ünlü öykücümüzün öykülerinden
anımsıyorum, birçok sanatçıdan anımsıyorum, filmlerden anımsıyorum. Bakın,
1950'li yıllarda güvenlik nedeniyle oralara mayın döşendi, ulusal güvenlik nedeniyle;
ama, ekonomik nedenlerle insanlar, güneydeki arazilerden bir şeyler alıp
götürmek, can pahasına götürmek için, yaklaşık 10 000 insan da orada öldü
değerli arkadaşlar. Şimdi siz ne yapıyorsunuz; Maliye Bakanlığına "bu 508
000 dönüm araziyi yap-işlet-devret yönüyle ihaleye ver" diyorsunuz ve işin
korkunç tarafı, bu işi Meclis geçiştiriyor. Mardin'de işler ocak ayında
başlamış, ihale işi; bereket ki, firmalar doğru teminat mektubu vermediği için
ihale iptal olmuş, Şırnak'ta neden dolayı öneri verilmediği, bir baskı olup
olmadığını da bilmediğimiz için, orada iptal olmuş.
Değerli arkadaşlar, ben,
Millî Savunma Bakanının o açıklamasından sonra Başbakana bir soru önergesi
yönelttim pazartesi günü, 11 sorudan oluşan bir önerge; sonra, Meclis
kütüphanesinden bu konuda hükümetin tavrına baktım.
Değerli arkadaşlar,
Başbakan ve bakanlar bu mayınlı arazinin temizleneceğini ve yöre halkına
verileceğini söylemiş, ticarete açılacağını söylemiş. Bakın, elimde, Abdüllatif
Şener'in 5.11.2003'teki bir açıklaması, Sayın Kürşad Tüzmen'in 6.3.2004'teki
bir açıklaması, daha önce Başbakanın bu konuda açıklaması var. 1997'den bu yana
o arazilerin mayından temizlenmesi için çalışmalar yapılıyor. Millî Güvenlik
Kurulunun kararı doğrultusunda, 57 nci hükümet bir karar alıyor bunların
temizlenmesine ilişkin. Ordu, 2003 yılından sonra, yoğun olarak çalışıyor.
Sonra, yeterli bütçe bulunamadığından ya da insanî nedenlerle, bu bütçeyle bu
işi yapamayacağı için, hükümete bildiriyor. Ama, değerli arkadaşlar, Bakanlar Kurulu
bu kararı alırken, yani, bu hükümet tarafından, Maliye Bakanlığına "bu
işin ihalesini verin deniliyor; ama, o ihalede yap-işlet-devret yöntemi kullan
demiyor; yasadışılık buradan başlıyor, Anayasayı çiğnemek buradan başlıyor,
yasalara aykırılık buradan başlıyor.
Bakın, yap-işlet-devret
yöntemi, ancak, Özelleştirme İdaresi tarafından yapılabiliyor yasalarımıza
göre; ama, Maliye Bakanı, mademki bana ihale verildi, ben bunu, bir sihirli
formül buluyorum, şimdi, birçok ulusal değerimizde kullanıldığı gibi, toprakta
da kullanılır bu; hem de sınır boyundaki toprakta da kullanılabilir, öyleyse,
ben, bunu 49 yıllığına yap-işlet-devret derim... Ben, bu sırada oturan
arkadaşlarımın bile, bu duyarlı konuda, inceledikleri zaman, rıza göstereceklerini
sanmıyorum değerli arkadaşlar. Bu Meclisin içinde hiçbir kişinin, 49 yıllığına,
hangi amaçla olursa olsun, topraklarımızın kullanılmasına razı geleceğine
inanmıyorum; olmaz böyle bir şey değerli arkadaşlar. Parası yoksa -ki, parası
olacağına inanıyorum ben, birçok yerlerde olduğu gibi- kampanya açılabilir
değerli arkadaşlar. Olur mu böyle bir şey, yapılabilir mi böyle bir şey?! Bir
de, oradaki insanlardan kamulaştırılmış bu topraklar, ellibeş, altmış yıl önce,
elli yıl önce; o insanlar topraksız kalmış, az topraklı kalmış. Şimdi ziraat
odaları açıklama yapıyor; "kabul edemeyiz böyle bir şeyi" diyor. Siz,
ihale ediyorsunuz, bir firmaya veriyorsunuz; büyük bir olasılıkla da yabancı
firma; çünkü, "mayın temizleme işi; topraksız köylü de yapabilir"
diyor AKP sözcüsü; isterse girebilir. Yani, adamın yaşamak için, geçinmek için
bir avuç toprağı yok, bir karış toprağı yok. Siz diyorsunuz ki "ihaleye
girin, İsrail firmasıyla ya da filanca firmasıyla; eh, siz alın."
Arkadaşlar, bu doğru değildir.
Bakın, ellibeş yıldır
ekilip biçilmeyen o topraklar, birinci ve ikinci derecede tarım arazileri,
tarım toprağı ve üstelik, organik tarım yapılacağına ilişkin umut vermişsiniz,
basına açıklama yapmışsınız. Örneğin, Kilis Valiliği bir rapor sunmuş "ben
burada organik tarım yapabilirim" diye. Emekli subayların, 2004'te, bu
çalışmalar sırasında bir açıklamasını gördüm "gerekirse biz
temizleriz" diyor.
Yok, bu işi ordu
yapamıyor, biz yapamıyoruz, Türkiye yapamıyor… Tamam, uluslararası sözleşmelere
uyalım, Ottova Sözleşmesine uyalım, 2014 yılına kadar buraları temizleyelim;
ama, değerli arkadaşlar, bakın, yineliyorum, bir kez daha altını çiziyorum: 508
000 dönüm sınır arazisini yap-işlet-devret yöntemiyle veriyorsunuz. Arkadaşın
dili mi sürçtü, bilmiyorum "bu topraklar o kadar da değerli değil;
şimdilik dönümü 1 milyar liraya veriliyor, temizlemesi 2 milyar."
Arkadaşlar, yurt topraklarının paraya vurulması ne zamandan beri böyle oldu?!
Güvenlik nedeniyle, siz,
oralara mayın döşüyorsunuz, insanlar giremiyor, edemiyor; şimdi de yabancı
firmayı oraya çağırıyorsunuz. Meclis el koysun bu işe diyorum arkadaşlar. En
azından, kaçınılmazsa ihale, temizlik, mayından temizleme ayrılmalı,
toprakların kullanılması da ayrı bir biçimde değerlendirilmelidir.
Toplumsal barış için de
bu gereklidir değerli arkadaşlar. Orada insanlar…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun.
MUSTAFA GAZALCI (Devamla)
- Değerli arkadaşlar, bu, komşularla da ilişkimiz açısından, hem güvenlik
açısından hem de ticarî ilişkilerimiz açısından çok önemli. Bir yabancı
firmanın oraya gelip yerleşmesi, sınır toprağına 49 yıllığına yerleşmesi,
Suriye'yle, Irak'la olan ilişkilerimizi ne boyuta götürür?! Yani, bu, basit bir
ihale değil; işin toplumsal boyutu var, ekonomik boyutu var, siyasal boyutu
var.
Değerli arkadaşlar, söz sırası
geldiği zaman nutuk atmayı çok beceriyoruz, yurt toprağı için, şehitler için
hepimiz bir şeyler söylüyoruz; al, işte zamanıdır şimdi, o toprakların
gerçekten değerlendirilme zamanıdır. Diyoruz ki, bu basit bir ihale değildir;
yap-işlet-devret yöntemi derhal, yasadışı olduğu da gerçek olan bir yöntem,
Maliye Bakanlığının elinden alınmalıdır.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Son cümlenizi
rica ediyorum Sayın Gazalcı.
MUSTAFA GAZALCI (Devamla)
- Bitiriyorum Sayın Başkanım, son cümlemi söylüyorum.
Değerli arkadaşlar, bu
sınır boyundaki topraklarda barış olsun istiyorsak, hem komşularımızla hem de
ülkemizde oradaki insanlarla da bir yeni umut olsun istiyorsak, yeni bir GAP
olsun, yeni bir Çukurova olsun istiyorsak, bu yöntemi Maliye Bakanlığının
elinden almalıyız. Mayından temizleme ile toprakların kullanımı ayrılmalıdır
diyorum; hepinize saygılar sunuyorum. (CHP ve Anavatan Partisi sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyoruz Sayın Gazalcı.
1 inci maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
2 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2- Bu Kanun yayımı
tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN - Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Gaziantep Milletvekili Sayın Abdulkadir
Ateş; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA
ABDULKADİR ATEŞ (Gaziantep) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; bugün
görüşmekte olduğumuz, komşumuz Suriye'yle geliştireceğimiz ticarî antlaşma,
şüphesiz, gerekli olan antlaşmalardan bir tanesi. Biz istiyoruz ki, güney
komşumuz, bundan böyle, daha çağdaş ve Türkiye'nin de katkılarıyla çağdaş
dünyaya açılabilen, komşuluk ilişkileri daha gelişmiş bir ülke olsun istiyoruz
ve bu antlaşmanın da, bu doğrultuda, önemli bir adım olacağına inanıyorum. Her ne
kadar, antlaşma içerisinde, Türkiye'nin biraz daha fazla taviz veren yönleri
var ise de, şimdilik, buna göz yumabileceğimizi, güney komşumuzla iyi komşuluk
ilişkilerimizi geliştirebilme açısından, bunun, biraz gözardı edilebileceğini
düşünüyoruz biz. Ancak, iyi komşuluk ilişkileri yüzünden, daha önce yaşadığımız
birtakım olumsuz gelişmeleri geride bırakabilmemiz ve bu konuda, son günlerde,
son yıllarda çıkan iyi gelişmelerin de iyiye işaretler olduğuna inanıyoruz;
ama, bu, dengeli bir antlaşma olması gerekliliği üzerinde de, özellikle, altını
çiziyoruz ve bu konuda, bürokrasimizin, hükümetimizin, bu antlaşmanın
uygulaması sırasında çok dikkatli davranması gerekliliğini de, bir kere daha
vurgulamak istiyorum.
Ama, burada, önemli olan
-benden önce, Cumhuriyet Halk Partisi temsilcilerinin, sözcülerinin de
söylediği gibi- yine, Suriye'yle ilgili, Suriye sınırıyla ilgili ve özellikle
de mayınlı bölgelerimiz üzerinde ciddiyetle durmamız lazım. Hani, hep söyleriz
biz, yeri geldiğinde, bu ülkenin bir çakıl taşını hiç kimseye vermeyeceğiz
diye, hep nutuklar atarız. İşte, bugün, bu konuyla ilgili, çok ciddî olarak,
üzerinde durmamız lazım. Gerçekten bir çakıl taşına dahi sahip çıkacak mıyız;
yoksa, 508 000 dönüm araziyi, 49 yıllığına, bir yabancı şirkete, acaba, emanet
edecek miyiz; bunun da üzerinde durulması lazım geldiğine inanıyoruz biz.
Değerli arkadaşlarım,
konuyu abarttığımı hiç zannetmiyorum ve sizlerin de, bu konuda, bizim gibi,
Cumhuriyet Halk Partisi gibi düşüneceğinize gönülden inanıyorum. Sınır
toprakları bunlar; güvenlik nedeniyle birtakım tedbirler alınmış. Bunun
içerisinde yaşayan bir bölgenin milletvekiliyim. Üniversiteden mezun olduğum
yıllarda, bu sınır üzerinde bulunan, o zaman nahiye olan Karkamış'ta nahiye
stajına başlayan arkadaşlarınızdan biriyim. Pencereyi açtığınızda, öbür taraf Suriye'ydi.
Bu bölgeyi bilen milletvekillerinden biriyim ve birçok da milletvekilimiz var
burada; Hatay'dan, Gaziantep'ten, Kilis'ten, Urfa'dan, Mardin'den değerli
arkadaşlarımın hepsi burada. Onlar da, en az benim kadar, bu bölgedeki hassasiyeti,
bu bölgedeki stratejik önemi çok iyi bilirler.
Şimdi, durum böyleyken ve
güzel bazı gelişmeler olurken, birdenbire, yap-işlet-devretle bu sınırdaki
mayınların temizlenmesi olayını, hakikaten, ne ben ne de Gaziantep'teki değerli
hemşerilerimin anlaması mümkün değil. Hele, o sınır bölgesinde yaşayan,
yıllardan beri topraksız insanlarımızı, Hatay'da, Kilis'te, Gaziantep'te,
Urfa'da, Mardin'de topraksız insanlarımızı, başkasının toprağında alınteri
dökerek karın tokluğuna çalışan insanlarımızı, bu antlaşmayla, bu
yap-işlet-devretle ikna edebilmemiz, onları tatmin edebilmemiz, onları
doyurabilmemiz, onların Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olduğunu
hissettirebilmemiz mümkün mü?! Gelecek İsveç'ten bir firma, gelecek İsrail'den
veya başka bir ülkeden bir firma, gözlerinin önünde, kendi atasından,
dedesinden alınan o toprakları, el konulan, kamulaştırılan o toprakları -1956
yılında- işlemeye başladığında, orası yeşillendiğinde, oradan tonlarca meyve,
sebze, tahıl çıktığında, biz, kendi insanımıza, sen git orada işçi olarak
çalış, karın tokluğuna çalış dediğimizde, nasıl ikna edebiliriz?! Bunun,
vicdanlarınıza sığdığını ben zannetmiyorum.
Şimdi, gelelim… Bu
temizlik şart, yapmamız gerekir; yıllardan beri bu bölge insanları bu temizliği
bekliyor, istiyor. Çok şükür, Suriye'yle olan o birtakım ilişkilerimiz de
yoluna girdi. Bu temizleme, acaba, bugün, "Mardin İlimizde başladığı gibi
olmalı mıdır"ın üzerinde ciddî olarak durmamız lazım.
Bana göre, bize göre,
Türk Silahlı Kuvvetlerinin bu tür mayın temizleme işinde, gayet ciddî olarak,
profesyonelce bu işi yapabileceğine inanıyoruz. Gerekli olan nedir; biz,
Genelkurmayımızın, Bakanlığımızın istemiş olduğu gibi, bir 50-60 milyon
dolarlık teçhizatla, bugün geliştirilen yeni mayın toplama teknikleriyle, bu
işin, kazasız, belasız atlatılabileceğine, bu arazinin temizlenebileceğine
inanıyoruz. Bu teknikler artık dünya üzerinde gelişti. Şimdi, bu tesisatı, bu teçhizatı,
bu aleti, edevatı, bu bilgi birikimini Millî Savunmamıza sağladığınız takdirde,
gün gelir devran döner, bu, gerek de olabilir Türkiye Cumhuriyetine. Böyle bir
teçhizattan, böyle bir birikimden Türk Silahlı Kuvvetlerini, siz, yap-işlet-devretle
burayı verirseniz, ondan da mahrum edersiniz.
Biz, Silahlı
Kuvvetlerimize, öncelikle, bu konuya ilişkin, mayın temizlemeye ilişkin gerekli
donanımı sağlamalıyız; bu bir. Bu donanım sağlandıktan sonra da Silahlı
Kuvvetlerimiz, ister kendi içerisinde yetiştirdiği elemanlarla, gerek gördüğü
takdirde de dışarıdan işe alacağı ve yetiştireceği insanlarla bu işi görmelidir
diyoruz. Bu, Türkiye'nin ileri dönemlerdeki savunma ihtiyacının da bir
gerekliliğidir. Ne demek, Türk Silahlı Kuvvetleri, mayın temizleme işini
tehlikeli görmüş! Böyle bir şey olabilir mi?! Böyle bir gereklilikle Trakya
sınırında, güney sınırında, doğu sınırında karşı karşıya kaldığımızda ne
diyeceğiz; İsviçre'den veya başka bir ülkeden, mayını temizlemek için insan mı
çağıracağız?! Böyle bir şey olabilir mi?! İşte, onun için, yapılması lazım
gelen; Silahlı Kuvvetlerimizi desteklemeliyiz, ne ihtiyacı varsa bu konuya
ilişkin, temin etmeliyiz ve ondan sonra da, Silahlı Kuvvetlerimizin çok kısa
bir süre içerisinde bu işi halledebileceğine biz inanıyoruz.
Bunun dışında, bu
topraklar daha sonra nasıl kullanılacak? Evet, bu da çok önemli bir konu. Bu
topraklar, o bölgelerde yaşayan, topraksız veya tarımsal işletme ölçeği çok
küçülmüş birtakım ailelere verilerek -kiralama usulüyle olabilir, mülkiyet
devriyle olabilir- veya bu toprakların, o bölgelerdeki il özel idarelerine
işletilmesi verilerek, halk yararına, oradaki insanlarımız yararına
kullanılması kolaylıkla sağlanabilir.
Yine, yeni bir tarım
türünün, benden önceki arkadaşımızın da ifade ettiği gibi, organik tarımın bu
bölgede yapılabilmesi için ideal bir ortamdır.
Bir konuya daha geleyim.
Değerli milletvekili arkadaşım, sağ olsunlar, toprak değerini söylediler; 1
milyar Türk Lirası dediler. Bu bölgelerin birçok bölümü, çok yakında Atatürk
Barajından gelecek sularla sulanacak. Gaziantep bölgesindeki öyle. Kanallar
açılıyor, sular gelecek, verim artacak. Bu, bizde de böyle, Urfa'da da böyle,
Mardin'de de böyle, diğer bölgelerde de böyle.
Toprak değerini, o zaman,
sulu tarıma açılmış toprak değerini bir düşününüz. Eğer işi sadece ekonomik
yönüyle düşünüyorsanız düşününüz. Şimdi, milyonlarca dolar yatırım yapmışsınız,
barajlar yapmışsınız, kanallar açmışsınız, sulama yapıyorsunuz; ondan sonra bir
şirket gelecek dışarıdan, mayını topladı diye 49 yıllığına, ne yapacağız biz;
ona devredeceğiz. 49 yıl, bir ömür. Toprağımızın üstünde de, altında da
değerler var. Bunu, tüm halkımızın, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının
hepsinin yararına kullanmak zorundayız. Bunu yapmadığımız takdirde, bunu
gerçekleştiremediğimiz takdirde, hepimiz sorumlu oluruz.
Onun için, değerli
arkadaşlarım…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
ABDULKADİR ATEŞ (Devamla)
- Sayın Başkan, sözlerime son verirken şöyle bağlamak istiyorum: Gelin, burada,
siyasî yarışmaları bir tarafa bırakalım. Bunun hiçbir ilgisi yok siyasetle. Bu
çok ciddî bir konudur, Türkiye'nin güvenliği açısından önemli bir konudur,
Türkiye'nin esenliği için bir konudur, Türkiye'deki işsizliğin önlenmesi
açısından bir konudur; Türkiye'de, toplumlararası, insanlarımız arasındaki
barışın güçlendirilebilmesi için bir konudur diyorum ben. Onun için de,
sizlerden, özellikle hükümet üzerinde, Parlamento olarak, Türkiye Büyük Millet
Meclisi olarak yapacağımız etkiyle, bu verilmiş olan mayın toplama,
yap-işlet-devret işine dur diyelim ve bunu yapacağınızdan ben eminim.
Hepinize şimdiden
teşekkür ediyor, saygılarımı sunuyorum. (CHP ve Anavatan Partisi sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyoruz Sayın Ateş.
Madde üzerine, şahısları
adına söz isteği var.
Denizli Milletvekili
Sayın Ümmet Kandoğan; buyurun.
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri saygıyla selamlıyorum.
Bu kanun tasarısıyla,
komşumuz olan Suriye ile ikili ilişkilerin ve ticarî ilişkilerin daha iyi
seviyelere geleceğine olan inancımı sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu vesileyle,
biraz önce de burada gündeme getirilen ve ülkemiz açısından da son derece
önemli olan bir konuyla ilgili düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Değerli milletvekilleri,
biraz önce gündeme getirilen, Suriye sınırındaki mayınlı arazilerin
temizlenmesiyle ilgili olarak, ben, bir hafta önce, Sayın Maliye Bakanımız
tarafından cevaplandırılması isteğiyle bir soru önergesi verdim. Bu soru
önergesinde, şu soruları Sayın Maliye Bakanımıza ilettim:
1- Maliye Bakanlığı Millî
Emlak Genel Müdürlüğünün, bu arazileri, yap-işlet-devret modeliyle ihaleye
çıkarmasının hukukî dayanağı nedir?
2- Bu ihale yöntemiyle,
arazilerin çiftçilerimizin kullanımına kazandırılması nasıl mümkün olacaktır?
3- Yapılan ihaleye teklif
veren firmaların tamamı yabancı olduğuna göre, bu arazilerin yabancılara
verilmesi ve 49 yıl süreyle bunların kullanımına bırakılması, yabancıların mülk
edinmesini kısıtlayan yasal düzenlemelere karşı bir hukukî hile değil midir?
4- Güvenlik bölgesindeki
bu arazilerin yabancılara 49 yıllığına verilmesi güvenlik sorunu yaratmaz mı?
Herhangi bir sınır bölgesi güvenlik operasyonunda yabancılara ödenmesi muhtemel
tazminatlar veya bu arazilerin yabancılarda olmasından kaynaklanacak sosyal
sorunlar ihale sürecinde göz önüne alınmış mıdır?
Bu, bir hafta önce benim
tarafımdan verilmiş olan bir soru önergesi.
Değerli milletvekilleri,
biz, kısa süre önce yabancıların mülk edinmesiyle ilgili bir kanunu burada
kabul ettik ve şu anda yürürlükte; ama, bu yap-işlet-devret modeliyle, o
geçirmiş olduğumuz yabancılarla ilgili kanun tasarısını bir kenara bırakıp, bu
uygulamayla, özellikle yabancıların, hem de 49 yıllığına ve son derece önemli
olan bir bölgede bu arazilerin…
BAŞKAN - Sayın Kandoğan,
bir dakikanızı rica edebilir miyim.
Bu uluslararası
sözleşmenin müzakeresine başlandığından beri, Sayın Cumhuriyet Halk Partisi
sözcüleri olsun, şu anda da siz, şu anda müzakere ettiğimiz sözleşme metin ve
muhtevası dışında, belki bölgeyi ilgilendiren bir konuda ısrar ediyorsunuz.
Ben, bunu, sizin ve sayın sözcülerin bilgi ve takdirlerine bırakarak ikaz
etmedim; ama, rica ediyorum. Bu sözünüzü kesmek Başkanlığın yetkisi; ama,
önemli bir konu. Lütfen, siz sözleşmeye dönün.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Sayın Başkanım, biraz önce konuşan arkadaşlarımız aynı konuyu gündeme
getirdi. Ben, bir hafta önce bunu Türkiye'nin gündemine taşıdım. Çok önemli bir
konu, önümüzdeki günlerde Türkiye'de en çok tartışılacak olan bir konu.
BAŞKAN - Anladım da, şu
andaki anlaşma değil bu konu ama.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Sayın Başkanım bu olayın karşı tarafı da Suriye. Yarın, bu bölgede son derece
önemli tartışma konuları ortaya çıkacak. Biz, Suriye'yle bir ticarî anlaşma
yaparken getirdiğimiz bu uygulamayla, yapacağımız bu uygulamayla, yarın
Suriye'yle bu getirdiğimiz ticarî anlaşmanın çok ciddî manada sıkıntıya girmesi
söz konusu. Bir taraftan anlaşma yapıyoruz, öbür taraftan farklı bir uygulama
yaparak Suriye'yle olan ticarî ilişkilerimizin, ikili ilişkilerimizin sıkıntıya
girmesi söz konusu. Biz, elbette, böyle bir ticarî anlaşmanın, burada
görüşülürken, bu çekincelerimizi, bu ikazlarımızı şimdi yapmayacağız da ne
zaman yapacağız Sayın Başkanım?! Bu, son derece önemli bir konu. Lütfen, istirham
ediyorum…
Değerli milletvekilleri,
bakınız, son dönemde Suriye'yle ilgili ikili ticarî ilişkilerimizde de Türkiye
aleyhine çok ciddî gelişmeler var. Özellikle, Türk yatırımcılarımız son dönemde
Suriye'ye gidip orada yatırım yapmaya başladılar. Bu ülkenin sanayicisi, bu
ülkenin yatırımcısı, eğer Türkiye'deki yatırımlarını Suriye'ye yapmaya
başlamışsa, Türkiye'de bu noktada ciddî sıkıntıların olduğu kendiliğinden
ortaya çıkmaktadır. Daha, yeni…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Lütfen,
konuşmanızı tamamlayın efendim.
HÜSEYİN TANRIVERDİ
(Manisa) - Kim gitmiş?
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Sayın Milletvekilim, geçen burada bir milletvekilimiz, sizin
milletvekillerinizden birisi, geldi, bu söylediklerimin aynısını burada
kendileri ifade ettiler. Ben, hem ondan aldığım bilgileri hem de daha iki gün
önce basın ve televizyonda yer alan… 95 firmanın, Romanya, Bulgaristan, Suriye,
Türkmenistan ve Özbekistan gibi ülkelere gidip yatırım yaptıkları büyük
puntolarla basında yer aldı. Öyleyse, biz, kendi müteşebbisimizin Suriye'ye gidip
yatırım yapmasının sebeplerini araştırıp, eğer orada yatırım yapıyorsa bunun
önüne geçmenin yollarını, tedbirlerini hep beraber almamız lazım.
Bakınız, istihdam
rakamları açıklandı. 2002'deki rakamlar 10,3. Üçbuçuk yıllık AK Parti İktidarı
dönemi sonunda rakam 10,3. Değişen hiçbir şey yok…
HÜSEYİN TANRIVERDİ
(Manisa) - Değişen çok şey var.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Yok, yok; aynı rakamlar…
HÜSEYİN TANRIVERDİ
(Manisa) - Her yıl 650 000 işçi giriyor…
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Türkiye İstatistik Kurumu bu rakamları açıkladı.
Sayın Milletvekili,
geçmişte de aynı miktarda işgücü…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- …işgücü piyasasına katılım yapıyordu. Bu, yeni bir şey değil.
HÜSEYİN TANRIVERDİ
(Manisa) - Yeni işgücü nereye gitti?!
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Yeni bir şey değil. Geçmişte de vardı aynı şey.
HÜSEYİN TANRIVERDİ
(Manisa) - Değişen çok şey oldu. Bunu da görmezden gelmeyin.
BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Kandoğan.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Ben, bu duygu ve düşüncelerle, Yüce Heyetinizi saygı ve sevgiyle
selamlıyorum.
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Kandoğan.
Şahsı adına, Şanlıurfa
Milletvekili Sayın Müfit Yetkin; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
A. MÜFİT YETKİN
(Şanlıurfa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Bu görüşülmekte olan 1095
sıra sayılı, Türkiye Cumhuriyeti ile Suriye Arap Cumhuriyeti Arasında Serbest
Ticaret Alanı Tesis Eden Ortaklık Anlaşması, çok önemli bir anlaşma. Biraz
evvel, ben, diğer konuşmacı arkadaşlarımızı da dinledim. Tabiî, ben, bu
bölgenin içinde olan ve sınır illerinden olan bir milletvekili olarak, bunları
bütün hayatımız boyunca yaşadık.
Bu, Suriye'yle olan, daha
önceden mayınlı arazi, iki tane komşu ülkeyi ve kardeş, dost ülkeyi çok sıkı
bir şekilde ayırmış ve burada, güvenlik önlemleri adı altında bu mayınlar
döşenerek, oradaki bütün geçişleri yasaklamıştı. Burada sınırı koruyan Türk
tarafı; fakat, Suriye tarafında herhangi bir koruma görülmemişti; fakat, bu
önlemlere rağmen, Türkiye'den Suriye'ye gidip alışveriş yapılıyordu ve bunlar,
can pahasına oluyordu ve biraz evvel bahsettikleri gibi arkadaşlarımızın,
ayakları kopuyordu, kolları kopuyordu, insanlar canlarını veriyorlardı; fakat,
bu anlaşmanın sonucunda, bundan sonra, bu insanlar, bunlarla, serbest ticaret
anlaşmasına dayanarak, çok sağlıklı ticaret yapabilecekler ve bu yüzden de, bu
görüşülmekte olan yasa, çok önemli bir yasa ve bu arada da, bazı arkadaşlarımız
bu mayınlarla ilgili bazı konulara girdiler. Ben onlara da biraz bilgi vermek
istiyorum.
Ben, aynı zamanda,
çiftçilik de yapıyorum. Bu bahsedilen arazinin organik tarıma açılacağını ve
bunun için de, buradaki Türk firmalarının bunları rahatlıkla alabileceğini
söylüyor arkadaşlarımız.
Organik tarım, bilindiği
gibi, kolay bir tarım değildir. Organik tarım için, burada kullanılacak olan
malzemeler, -mesela, gübre gibi, diğer sulama gibi- aslında çok kullanılmaması
gereken ve o yüzden de verimi düşük olan bir tarımdır; o yüzden de bunların
geliri çok azdır. Burada bizim yapmak istediğimiz, bizim hükümetimizin yapmak
istediği konu, bu arazilerin tamamını verip bir firmaya, onların global olarak
bunları değerlendirmesi ve bu tarımı burada yapması şeklinde. Yoksa, biraz
evvel bahsedilen gibi, iki Kıbrıs büyüklüğünde bir arazi falan da değil burası.
275 000 dönüm, yani, 275 kilometrekare alanında bir alan ve bu alan da bir
şerit şeklinde ve bunun genişliği de 200 ile 400 metre arasında. Yani, siz bir
yerde başlıyorsunuz, 200-400 metrelik bir araziden ta kilometrelerce ileri
gittiğiniz zaman ancak bir tarla… Yani, 30-40 dönümlük bir araziyi düşünün ne
kadar uzayacağını ve burada nasıl bir tarım, nasıl başarılı bir tarım
yapacağınızı bir düşünün. Yani, burada bu organik tarımı yapmak mümkün değil.
Onun için, buradaki amaç, burada tamamını vermek bu arazinin ve bu arazinin bir
firma tarafından işletilmesi ve büyük bir firma tarafından işletilmesi ve bu
şekilde de oranın değerlendirilmesidir. Yani, burada herhangi bir kasıt
aramanın mümkün olmaması lazım ve bizim de zaten bu şartnameyi hazırlarken,
Silahlı Kuvvetlerimizin kendileri de bu işin içindeydi. Yani, buradaki mayın temizleme
işinde önce kendilerine bu görev verildi; fakat, bu işin altından kalkamayacağı
anlaşılınca, bu sefer, Maliye Bakanlığına devredilerek yap-işlet modeline
dönüldü ve şimdi de zaten bunun için ihaleye çıkılıyor.
ALGAN HACALOĞLU
(İstanbul) - Yani, bir Malta'yı veriyorsunuz!.. Malta büyüklüğünde bir alan…
A. MÜFİT YETKİN (Devamla)
- Yani, burada eğer herhangi bir sakınca varsa, zaten Silahlı Kuvvetlerimiz de
gelip burada kendileri de bir açıklama lüzumunu hissedeler ve bu konuya da
açıklık getirirler.
MUHARREM İNCE (Yalova) -
Nereye gelecekler; buraya mı gelecekler?
A. MÜFİT YETKİN (Devamla)
- Hayır, kendileri zaten basına açıklama yapacaklar. Buraya…
Burada önemli olan,
bizim… Önemli olan, buradaki arazilerin uygun bir şekilde ihale edilmesi,
organik tarım yapılacaksa da…
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Niye yabancıya?! Yerli firma yok mu?!
A. MÜFİT YETKİN (Devamla)
- Yerli firma yok efendim.
BAŞKAN - Sayın Yetkin,
siz devam edin konuşmanıza.
A. MÜFİT YETKİN (Devamla)
- Ben, biraz evvel bahsettiğim gibi, organik tarım, kolay bir tarım değil ve
kazançlı bir tarım değildir.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Organik değil canım; başka türlü, normal bir tarım olsun.
A. MÜFİT YETKİN (Devamla)
- Hayır, bir dakika… Ben onu anlatıyorum.
Organik tarımdan kazanç,
burada çok azdır. O yüzden, bu organik tarımdan kazanılan parayla oranın
mayınlarının temizlenmesi mümkün değildir.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Normal tarım olsun.
A. MÜFİT YETKİN (Devamla)
- Normal tarım da yapmak… Zaten sizler hep şikâyet ediyorsunuz tarımdan. Biz bu
kadar destekleme yapıyoruz. Yani, tarımı… Orada, tarımdan gelen parayla o
mayınlar temizlenebilir mi?!. Bu mantıklı mı?!
HALİL AKYÜZ (İstanbul) -
Hiçbir nedenle vatan toprağı 49 yıllığına verilemez kardeşim!
FERİDUN AYVAZOĞLU (Çorum)
- Neden yabancı?!
A. MÜFİT YETKİN (Devamla)
- Hayır… Yabancı firmalar… Şöyle: Yabancı firma eğer imkânı görüyorsa, orada
bir fark görüyorsa…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Yetkin,
tamamlayın konuşmanızı.
A. MÜFİT YETKİN (Devamla)
- Zaten bu araziler de kuru arazilerdir. Yani, sulaması da yapılmamış. Yani,
biraz evvel GAP'tan bahsedildi, Çukurova'dan bahsedildi. Burası öyle bir yer
değil. Yani, GAP Projesi gibi büyük alanları kapsayan bir yer değil. Siz yanlış
değerlendiriyorsunuz, görmediğiniz için.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Ne görmediğimiz?!
HALİL AKYÜZ (İstanbul) -
Altında petrol olduğunu inkâr et! Petrol var!
A. MÜFİT YETKİN (Devamla)
- Burası ipincecik bir şerit ve şeritten dolayı, burada da öyle GAP ve Çukurova
alanları gibi alanlar yok.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Görmediğimiz yer mi?!
HALİL AKYÜZ (İstanbul) -
Petrol var, petrol…
A. MÜFİT YETKİN (Devamla)
- O yüzden, burada bu topraklar sulanmayacaktır ve bizim Sayın Başbakanımızın
da çok değerli irtibatları sonucunda da, iki ülke arasında çok iyi ilişkiler
gelişmiştir ve bu serbest ticaret anlaşması da bunun neticesidir ve bu serbest
ticaret anlaşması ülkemiz için hayırlı, uğurlu olacaktır. Ben buna gönülden
inanıyorum.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Yetkin.
2 nci madde üzerindeki
konuşmalar tamamlanmıştır.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.
3 üncü maddeyi
okutuyorum:
MADDE 3- Bu Kanun
hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN - Madde üzerinde,
şahsı adına, Hatay Milletvekili Sayın Mehmet Eraslan.
Buyurun Sayın Eraslan.
MEHMET ERASLAN (Hatay) -
Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; hepinizi, öncelikle saygıyla
selamlıyorum.
Gerçekten, 1095 sıra
sayılı kanun tasarısı, çok önemli bir kanun tasarısı ve ayrıca, bütün siyasî
parti gruplarına teşekkür ediyorum ben; Hatay İlimizi ilgilendiren, ama, aynı
zamanda bütün bölgeyi ilgilendiren ve bölgede sınır ticaret merkezinin
kurulmasını öngören ve bölge halkına ekonomik katkı da belki sağlayacak olan,
bölgeye bir canlılık getirecek olan ve komşu ülke Suriye'yle ticaretimizi
artıracak bir boyutta olan bir düzenleme, bir çalışma.
Biz, hem bölge olarak hem
Hatay İli olarak, Suriye ile Türkiye arasındaki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti
arasındaki bu çalışmanın zaten beklentisi içerisindeydik ve sınır ticaret
merkezlerinin kurulması gerektiğini her ortamda, her yerde ifade ediyor idik ve
bugün, bu noktada önemli bir adım atılmış oldu. Ayrıca, bu katkıda bulunan hem
İktidar Partisine hem Cumhuriyet Halk Partisine, Anavatan Partisine ve Doğru
Yol Partisi olarak bizler de bu noktada desteğimizi vereceğimizi beyan ediyoruz
ve hepinize teşekkür ediyorum.
Değerli arkadaşlar,
fakat, bir de, Hatay ile -işte, Hatay sınır ilimiz, Suriye'ye sınır- Suriye
sınırı noktasında mayınlı arazilerimiz var ve bu mayınlı araziler temizlenecek
ve organik tarıma açılacak idi ve daha sonra, bölge halkına, arazisi olmayan,
dargelirli kişilere, bölge halkına dağıtılacak idi.
MUHARREM İNCE (Yalova) -
Parti üyelerine!..
MEHMET ERASLAN (Devamla)
- Bakın, Hatay'da, Millî Emlake ait olan 10'ar dönümler bölge halkına
verilmişti. O 10'ar dönümler, yirmi yıl, yirmibeş yıl, bölge halkı tarafından
kirayla işletilen 10'ar dönümler, araziler idi; fakat, daha sonra, bunlar, o
insanların, bölge halkının ellerinden tekrar alındı ve başkalarına devredildi.
Bölge halkı, Hataylılar, işte, mayınlı araziler temizlenecek ve bu araziler,
yine bölge halkına, bizlere dağıtılacak ve biz de organik tarım çalışmalarını
burada yapacağız beklentisi içerisinde iken, maalesef, bu, bu şekilde oluşmadı,
bu şekilde olmadı. Denildi ki: "Biz, burada organik tarım yapmayacağız ve
organik tarımı yabancılara yaptıracağız, yabancı firmalara yaptıracağız ve
bölge halkına burayı dağıtmayacağız, bölge halkına bu noktada bir katkı
sağlamayacağız."
Şimdi, allahaşkına,
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, eğer, bu bölgeye mayın döşediyse, bu mayınları
temizleme kudretine de sahiptir.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Tabiî…
MEHMET KARTAL (Van) -
Altmış sene önceki…
MEHMET ERASLAN (Devamla)
- Ben inanmıyorum buna. Yani, ne Türk Silahlı Kuvvetleri bu mayınlı arazileri
temizleme noktasında bir acziyet içerisindedir ne de Maliye Bakanlığı ne de
Millî Emlak Genel Müdürlüğü ne de Türkiye Cumhuriyetinin kendisi, buradaki
mayınları temizleme noktasında acz içerisinde değildir. Yani, buna inanamayız.
Yani, millet de inanamaz, halk da inanamaz. Ne yapıyoruz; biz bunu
temizleyemiyoruz, devlet olarak yapamıyoruz, Maliye Bakanlığı olarak yapamıyoruz,
Millî Emlak olarak yapamıyoruz, Türk Silahlı Kuvvetleri olarak yapamıyoruz; o
zaman, bunu yap-işlet-devret modeliyle temizlettirelim, 49 yıllığına
yabancılara verelim, o yabancılar, gitsinler, bölgenin en hassas olan
sınırlarında, en hassas olan yerlerinde faaliyette bulunsunlar!.. Niye?! Bu
faaliyeti biz yapalım. Organik tarım yapılacaksa, tarımcılık yapılacaksa, bölge
halkına katkı sağlanacaksa, eğer bölge ekonomisine bir işlevsellik
kazandırılacaksa, biz yapalım bunu.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun.
MEHMET ERASLAN (Devamla)
- Bunu anlamak mümkün değil. Ayrıca, bir güvenlik sorunu da çıkacaktır orada.
Bakın, Irak meselesi, Suriye melesi, Ortadoğu meselesi; yani, çok sıcak bir
iklim var şu an orada, çok sıcak bir hava var; dolayısıyla, güvenliğimizi de
düşünmek durumundayız biz. Bölgede çok ciddî bir güvenlik tehdidiyle karşı
karşıya kaldığımız, ülke olarak karşı karşıya kaldığımız böyle bir anda, bu
uygulamanın yanlış olduğunu ve yüce milletin de bunu takdir etmeyeceğini, bunun
hesabını soracağını… Ha, bu siyasetüstü bir şey, partilerüstü bir şey; bu,
particilik falan değil, siyaset falan değil; bu tamamen güvenlikle ilgili bir
şey, bu tamamen bölge halkının haklarının korunmasıyla ilgili bir şey, Türkiye'nin
karizmasının, Türkiye'nin onurunun çizilmesiyle ilgili bir şey. Biz yapamıyoruz
bunu, biz yiyemiyoruz; alın bunu siz yiyin. Kim yiyecek bunu; yabancılar
yiyecek.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Yapamıyoruz, satalım!
MEHMET ERASLAN (Devamla)
- Kim alacak bunu; Sayın Bakana soruyorum buradan. Bunu kim alacak? Hangi
yabancı firmalara vereceksiniz? Hangi yabancı ülkelere vereceksiniz?
ALİ ARSLAN (Muğla) -
Ofer'e…
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Yabancı olsun da, Ofer, Oger…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Eraslan,
selamlamanızı rica ediyorum.
MEHMET ERASLAN (Devamla)
- Bu da, hepimizin merak konusu. Bunu bu şekilde algılayalım; siyasetüstü, ülke
meselesi, Türkiye meselesi olarak, Parlamentonun, hepimizin çok önemli bir
meselesi olarak algılamamız gerektiğine inanıyorum.
Sınır ticaret
merkezlerinin kurulmasına ilişkin bu kanun tasarısını canı yürekten
destekliyorum ve katkılarınızdan dolayı ayrıca hepinize çok teşekkür ediyorum,
saygılar sunuyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Eraslan.
Şahsı adına, Sakarya
Milletvekili Sayın Süleyman Gündüz.
Buyurun Sayın Gündüz.
SÜLEYMAN GÜNDÜZ (Sakarya)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Türkiye Cumhuriyeti ile
Suriye Arap Cumhuriyeti Arasında Serbest Ticaret Alanı Tesis Eden Ortaklık
Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısını burada
görüşmekteyiz. Fakat, tartışmamız gereken konu, Türkiye ile Suriye arasında
veya Türkiye ile komşuları arasında olan ticarî ilişkilerin geliştirilmesi ve
bu tür ikili anlaşmaların yapılmış olmasıdır; ama, maalesef, burada aşağı
yukarı yarım saattir konuştuğumuz konu, belki aşkın bir süredir konuştuğumuz
konu, özellikle, Türkiye'nin Ortadoğu sınırını oluşturan bölgedeki mayınlı
arazilerle ilgili olan bölümdür. Bu, belki bahsi diğer bir konudur. Gerçi bu
konunun mutlaka bu Meclisin çatısı altında tartışılması gerekiyor, konuşulması
gerekiyor. Ama, burada esas olarak dikkat edilmesi gereken mesele şudur:
Türkiye'nin, Avrupa Birliğiyle ilgili müzakere sürecini başlattığı andan
itibaren komşularıyla olan ilişkilerini nasıl tanzim edeceği ve komşularıyla
yeni ticarî anlaşmaları imzalamasıdır.
Hükümetimiz iktidara
geldikten sonra, AK Parti İktidarıyla birlikte yeni bir hamle başlatıldı. Bu
devrimci bir hamledir aslında. Bu da, komşularıyla olan ilişkileri hem ticarî
anlamda hem de siyasî anlamda hiçbir komplekse kapılmadan düzeltme ilişkisidir.
Dolayısıyla, Suriye'yle yapılan bu serbest ticaret anlaşması Türkiye için son
derece önemlidir.
Bölgedeki milletvekilleri
gelip burada sözlerini, kendi duygularını ifade ederlerken şöyle bir şey
diyorlar: "Evet, bu anlaşma çok önemlidir; ama, mayınlı arazileri
konuşmamız gerekiyor ve bu mayınlı arazileri nasıl temizleyeceğimizi konuşmamız
gerekiyor." Evet, Türkiye, dışpolitikada büyük bir atılım içindedir.
Suriye'yle çok önemli ilişkiler geliştiriyor. Savaşın eşiğinden döndüğümüzü…
Ben isterdim ki, Sayın Eraslan, Suriye'de devrin kuvvet komutanlarından bir
tanesinin yaptığı açıklamayla başlasın. Ve bugün serbest ticaret anlaşmasını imzalayacak
bir çerçeveye geldik, böyle ikili ilişkileri geliştirdik. Şu anda
komşularımızla ikili anlaşmalarımızı düşündüğümüzde, verimli olarak gitmeyen ve
barışçıl bir düzleme yaklaşmayan yalnızca Ermenistan'la sorunlarımız var. Geri
kalan bütün komşularımızla olan ikili anlaşmalarımızı düzenlemişiz ve iyi
komşuluk ilişkileri içinde bulunmaktayız. Dolayısıyla, Suriye'yle olan ilişki
son derece anlamlıdır; çünkü, Suriye zaten kendi demokratikleşmesini sağlamakta
ve uluslararası platformda bir açılım sergilemektedir. Bu anlaşmayla birlikte
Türkiye'deki müteşebbisler Suriye'de hem yatırım yapacaklar hem ikili ticarî ilişkilerini
geliştireceklerdir. Bunun için, bu anlaşma son derece önemli bir anlaşmadır.
Dolayısıyla, burada, gerek Urfa'daki gerekse Mardin'deki, Gaziantep'teki,
Kilis'teki, Hatay'daki mayınlı arazilere kurban etmeden bu anlaşmayı tartışmış
olmamız gerekiyor. Geri kalanda ise, eğer gerçekten mayınların temizlenmesi
gerekiyorsa, bunun için uluslararası bir ihale şüphesiz açılabilir. Bunu Türk
Silahlı Kuvvetleri de temizleyebilir. Bunun stratejik bir konsepti yoktur.
Nihaî, orada mayınların temizlenmesi anlaşması önemlidir. Dolayısıyla, bu
anlaşmayla, az önce tartışılan konuları; Sayın Öymen'in, Sayın Gazalcı'nın,
Sayın Ateş'in, Sayın Kandoğan'ın, Sayın Eraslan'ın tartıştığı konuları ayırt
etmek gerekiyor.
Biz, bu anlaşmanın son
derece yerinde olduğunu ve komşularıyla barış ve dostluk içinde, ikili
ilişkileri geliştireceğini, hiçbir komplekse kapılmadan bunları yapabileceğini
gösterdiği için hükümetimizi buradan tebrik ediyoruz ve bu anlaşmanın da
ülkemize hayırlı olmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyoruz Sayın Gündüz.
3 üncü maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Tasarının tümü
açıkoylamaya tabidir.
Açıkoylamanın şekli
hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.
Açıkoylamanın elektronik
oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Açıkoylama için 2 dakika
süre vereceğim. Bu süre içinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden
yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin, oy
pusulalarını, oylama için öngörülen 2 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa
ulaştırmalarını rica ediyorum.
Ayrıca, vekâleten oy
kullanacak sayın bakanlar var ise, hangi bakana vekâleten oy kullandığını,
oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy
pusulasını, yine, oylama için öngörülen 2 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa
ulaştırmalarını rica ediyorum.
Oylama işlemini
başlatıyorum.
(Elektronik cihazla
oylama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti ile Suriye Arap Cumhuriyeti Arasında
Serbest Ticaret Alanı Tesis Eden Ortaklık Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının açıkoylama sonucunu açıklıyorum:
Kullanılan oy sayısı: 230
Kabul: 229
Ret: 1 (x)
Böylece, tasarı kabul
edilmiş ve kanunlaşmıştır; hayırlı olmasını diliyorum.
Sayın milletvekilleri, birleşime
5 dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 18.17
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 18.30
BAŞKAN: Başkanvekili İsmail ALPTEKİN
KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 69 uncu Birleşiminin Üçüncü
Oturumunu açıyorum.
8 inci sırada yer alan,
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Moğolistan Hükümeti Arasında Büyükelçilik
Binasının Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine Satışına İlişkin Anlaşmanın
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
raporunun görüşmelerine başlıyoruz.
V.- KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
8.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Moğolistan Hükümeti
Arasında Büyükelçilik Binasının Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine Satışına İlişkin
Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/1110) (S. Sayısı: 1026) (x)
BAŞKAN - Komisyon ve
Hükümet yerinde.
Komisyon raporu 1026 sıra
sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Samsun Milletvekili Sayın Haluk Koç;
buyurun.
CHP GRUBU ADINA HALUK KOÇ
(Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Türkiye Cumhuriyetinin
Moğolistan'da, Ulan Bator'da bir büyükelçilik binası almasıyla ilgili tabiî ki
karşı görüşüm yok. Ben, burada, demin Turizm Bakanı Sayın Atilla Koç otururken,
dün ve evvelki gün yaşadığım bir olayı kendisine ifade etmek için söz aldım;
sözlerimi de hemen bağlayacağım. O da şu, değerli arkadaşlarım: Zaman zaman,
yurt dışına çıkan milletvekillerimiz oluyor. Ben de, Avrupa Akdeniz Parlamenter
Asamblesinin Kültürlerarası Diyalog Bölümünde, bir günlük bir toplantı için
Roma'daydım, tek günlük. Bu karikatür krizinden dolayı, Avrupa Birliği
ülkelerinin, basın özgürlüğüyle, dine ve inançlara hakaret arasındaki ince
çizgideki yasal süreçlerini değerlendirmiştik ve orada, Danimarka dahil, 1938
tarihli Danimarka Ceza Kanununun 140 ıncı maddesindeki çelişkileri, Fransa'nın,
Portekiz'in, İspanya'nın, Almanya'nın ve diğer Avrupa Birliği ülkelerinin,
basın özgürlüğüyle, inançlara hakaret arasındaki çizgideki bulundukları yasal
süreçleri dile getiren bir konuşma yaptım. Fakat, çok acı bir sahne vardı, o
sahneyi paylaşmak istedim ve Sayın Bakan Koç yok; ama, Sayın Cemil Çiçek
burada, Sayın Komisyon Başkanı Dülger de burada.
Değerli arkadaşlarım,
Roma Havaalanına gidiyorsunuz, Türkiye'den gelen uçağın kapısında, kuş gribiyle
ilgili elinize bir şey tutuşturuluyor. Dönüşte uçağa biniyorsunuz, Türkiye'ye
geleceksiniz, ayırımsız, bütün yolculara, kuş gribiyle ilgili bilgi notçukları
iletiliyor. Dönüşte çok sert tepki gösterdim. Yani, şu anda Fransa'da yaşanan
olayları televizyonlardan izliyorsunuz. Türkiye'de, Dünya Sağlık Örgütünün ve
Avrupa Birliğinin ilgili komisyonlarının komiserlerinin, kuş gribiyle ilgili
bir risk olmadığı noktasındaki açıklamaları ortadadır. Sahipsiz bir ülkeyiz
değerli arkadaşlarım ve bakın, oradaki yetkililerle konuşuyorsunuz,
Roma-İstanbul uçuşlarını haftada 7'den 10'a çıkarma projesi vardı; fakat, şu
andaki, bırakın bu artırmayı, şu anda Türk Hava Yollarının uçakları, 40-60 kişi
arasındaki dolulukla uçuyor. Yani, bizi vuruyorlar, sesimiz çıkmıyor değerli
arkadaşlar. Çok ciddî sorunlar bekliyor. Yani, bir başıbozukluk var, ille bir
şeylere tanık olarak ille bir şeyleri yaşayarak buraya gelip anlatmak bence
yanlış. Yani, İtalya nezdinde, çok net bir şekilde, Dünya Sağlık Örgütünün ve
Avrupa Birliğinin sağlıkla ilgili komiserliğinin verdiği Türkiye raporlarının
İtalya'ya iletilmesi lazım. Yani, orada hiddetle bağırdım. Şu anda Fransa'da
yaşanan olay, Fransa odaklı kuş gribi. Doğu Avrupa ülkelerinde yaşanan süreç,
hiçbirinde hiçbir şey yok, varsa yoksa Türkiye. Çünkü, İtalya'nın da,
İspanya'nın da, Portekiz'in de, Yunanistan'ın da rakibi Türkiye önümüzdeki
sezon için değerli arkadaşlarım.
Sayın Kültür Bakanı orada
otururken, bunu söylemeyi bir görev olarak düşündüm. Bunu dile getirmek için
söz almıştım.
Tabiî ki, bu arada,
Moğolistan'da, Türkiye'nin kalıcı bir mülk edinmesi konusunda da Parti Grubumun
olumlu görüşlerini sizlerle paylaşıyorum.
Hepinize saygılarımı
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyoruz Sayın Koç.
Sayın milletvekilleri,
tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
1 inci maddeyi
okutuyorum:
TÜRKİYE CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ İLE MOĞOLİSTAN HÜKÜMETİ
ARASINDA BÜYÜKELÇİLİK BİNASININ TÜRKİYE CUMHURİYETİ HÜKÜMETİNE SATIŞINA İLİŞKİN
ANLAŞMANIN ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI
MADDE 1- 19 Temmuz 2005
tarihinde Ulan Bator'da imzalanan "Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile
Moğolistan Hükümeti Arasında Büyükelçilik Binasının Türkiye Cumhuriyeti
Hükümetine Satışına İlişkin Anlaşma"nın onaylanması uygun bulunmuştur.
BAŞKAN - Madde üzerinde
söz isteği?.. Yok.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
2 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2- Bu Kanun yayımı
tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN - Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
3 üncü maddeyi
okutuyorum:
MADDE 3- Bu Kanun
hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN - Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Tasarının tümü
açıkoylamaya tabidir.
Açıkoylamanın şekli
hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.
Açıkoylamanın elektronik
cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Açıkoylama için 2 dakika
süre vereceğim. Bu süre içinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden
yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin, öngörülen
2 dakikalık süre içerisinde, oy pusulalarını Başkanlığa ulaştırmalarını rica
ediyorum.
Ayrıca, vekâleten oy
kullanacak sayın bakanlar var ise, hangi bakana vekâleten oy kullandığını,
oyunun rengini ve kendisinin adı ve soyadı ile imzasını taşıyan oy pusulasını,
yine, oylama için öngörülen 2 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa
ulaştırmalarını rica ediyorum.
Oylama işlemini
başlatıyorum.
(Elektronik cihazla
oylama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Moğolistan Hükümeti Arasında
Büyükelçilik Binasının Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine Satışına İlişkin
Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının açıkoylama
sonucunu açıklıyorum:
Kullanılan oy sayısı: 211
Kabul : 211
(x)
Böylece, tasarı kabul
edilmiş ve kanunlaşmıştır; hayırlı olmasını diliyorum.
Şimdi, 9 uncu sırada yer
alan, Trabzon Milletvekili Cevdet Erdöl ve 4 Milletvekilinin, Türk Tabipleri
Birliği Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi; İstanbul
Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu ve 35 Milletvekilinin, 23.1.1953 Tarihli ve
6023 Sayılı Türk Tabipleri Birliği Kanununun 3224 Sayılı Yasa ile Değişik 60
ıncı Maddesinin Birinci Fıkrasının Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifi ile
Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu raporunun görüşmelerine
başlıyoruz.
9.- Trabzon Milletvekili Cevdet Erdöl ve 4 Milletvekilinin,
Türk Tabipleri Birliği Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi;
İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu ve 35 Milletvekilinin, 23.1.1953
Tarihli ve 6023 Sayılı Türk Tabipleri Birliği Kanununun 3224 Sayılı Yasa ile
Değişik 60 ıncı Maddesinin Birinci Fıkrasının Değiştirilmesi Hakkında Kanun
Teklifi ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (2/672,
2/604) (S. Sayısı: 1069) (xx)
BAŞKAN - Komisyon ve
Hükümet yerinde.
Komisyon Raporu 1069 sıra
sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Teklifin tümü üzerinde,
Anavatan Partisi Grubu adına Ankara Milletvekili Sayın Muzaffer Kurtulmuşoğlu,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Denizli Milletvekili Sayın Mehmet Neşşar,
AK Parti Grubu adına Trabzon Milletvekili Sayın Cevdet Erdöl söz istemişlerdir.
Sırayla kendilerine söz vereceğim.
Sayın Kurtulmuşoğlu,
buyurun. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
Süreniz 20 dakika.
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Ankara) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
1069 sayılı Türk Tabipler Birliği Kanununda değişiklik içeren yasa teklifinin
geneli üzerinde, Anavatan Grubu adına söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle,
Grubum ve şahsım adına Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Anayasa Mahkemesinin, 2002 yılında 6023 sayılı Türk Tabipler
Birliği Kanununun tabip odaları tarafından Türk Tabipler Birliği Kongresi için
seçilecek delege sayısıyla ilgili verdiği iptal kararı nedeniyle, dolayısıyla,
Türk Tabipler Birliği Merkez Konseyi ve diğer organlarının seçimi yapılamıyor.
Hükümet, üç yıllık süre içinde, ilgili kanunu değiştirememiştir; üç yılın
sonunda, bu kanun teklifiyle ilgili düzenlemeler, geç de olsa yapılmıştır.
Ancak, teklif, hekimlik mesleğinin kalitesini korumayı, geliştirmeyi ve
hekimlerin el emeğini korumayı amaçlamaktan uzak kalmaktadır.
Türk Tabipler Birliğinin
belirlediği asgarî ücretin, bu teklifle, bütçe uygulama talimatına bağlanması,
hekimlerimizin el emeğine yapılan bir yanlışlıktır.
Yapılan, bu yasa
teklifiyle, hekim emeğinin karşılığı olan muayene ücreti asgarî 14,5 YTL olarak
öngörülmektedir. Bu düzenlemeyi yanlış buluyorum; çünkü, bir avukatın bir
mükellefiyle görüşmesinin 100 000 YTL, bir veteriner muayenesinin 40 000 YTL
olduğu bir ortamda, en önemli değerimiz olan insan sağlığının muayene ve
korunması için biçilen 14,5 YTL'lik değerin, eşitlik ilkesine ne kadar uymakta
olduğunu sizlerin takdirine bırakıyorum. Sayın Bakan -sormak istiyorum Sayın Bakana-
hekim emeğinin karşılığı bu mudur?
Değerli milletvekilleri,
bu kanun teklifiyle, hekimlerin alacağı asgarî ücret Maliye Bakanlığı
tarafından saptanan bütçe uygulama talimatıyla belirlenecek. Oysa, bugüne kadar
hekimlerin alacağı asgarî ücreti ilgili tabip odaları ve bir üst kurul olan
Türk Tabipler Birliği belirlerken, bu hak, ne oldu da, birdenbire bütçe
uygulama talimatıyla kısıtlandı?!
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; ayrıca, 6023 sayılı Türk Tabipler Birliği Yasasında yapılacak
bu değişiklikle, şimdiye kadar Türk Tabipler Birliği ve tabip odaları
tarafından belirlenen asgarî ücretin bütçe uygulama talimatındaki düzeyi
aşamayacağı koşulu getiriliyor. Asgarî ücret tarifesi, esas olarak, hekim
emeğinin bedelini saptamayı hedeflemektedir; ancak, şu anda, fiilen önerilen
asgarî ücret tıbbî hizmetin fiyatıdır, bu ederin belli bir oranı hekim emeğinin
karşılığıdır.
Önceleri, yoğun teknoloji
kullanımı yokken ve büyük işletmeler yerine salt hekime ait muayenehane ve
kurumlarda hizmet verilirken, asgarî ücret tarifesindeki fiyatlar, büyük oranda
hekim emeğinin karşılığıydı; oysa, şimdilerde, özel sağlık alanında sağlık
hizmeti büyük işletmelerde verilmekte ve tıbbî uygulamaların büyük bir kısmında
teknolojinin payı giderek artmaktadır.
Diğer serbest mesleklerde
olduğu gibi hekimlik uygulamalarında da, asgarî ücreti, devletten ve hükümetten
bağımsız olarak, meslek örgütü olan tabip odaları ve Türk Tabipler Birliği
belirlemektedir. Türk Tabipler Birliği, tıbbî uygulamanın asgarî ücretini
belirlerken -dikkate aldığı temel konu- hizmetin niteliğini bozmayacak şekilde,
hekim emeğinin karşılığı olabilecek en az miktarı saptamaktadır. Doğru olan,
hizmeti veren hekimlerin görüşü alınarak, olabilecek en makul ücretin
saptanmasıdır. Bu ücretin altında belirlenecek bir ücretle hizmetin niteliğinin
bozulabileceği kaygısını duymaktayım. Üstelik, bu ücretten hekimin aldığı pay
da giderek azalmaktadır. Örneğin, on yıl öncesine kadar, bu ücretin yüzde 60'ı
hekim payı olarak ödenirken, şimdilerde bu oran yüzde 25'lere kadar inmektedir.
Sayın milletvekilleri, bütçe
uygulama talimatı, dönersermaye işletmesi olan kamu sağlık kurumlarında
uygulanmak üzere, Maliye Bakanlığı tarafından önerilen sağlık hizmetleri
ücretlendirme tarifesidir. Esas olarak, bu kurumlardan hizmet alan Emekli
Sandığı ve Bağ-Kur mensuplarının kurumlarına ödeyeceği ücretleri
belirlemekteydi. Bu ücretler içindeki hekimin emeği zaten gözetilmezdi; çünkü,
kamu kurumlarında, hekimlerin ücreti, maaş olarak ödenmek üzere genel bütçeden
karşılanmaktaydı. Dolayısıyla, bu tarife, devletin kurumları arasındaki ödemeyi
belirlemek için Maliye Bakanlığının yaptığı bir düzenlemeydi.
Sayın milletvekilleri,
Sağlık Bakanı, sağlık hizmetinin niteliğini ve hekim emeğinin değerini
gözeterek özenle hazırlanmış asgarî ücret tarifesini bütçe uygulama talimatı
düzeyine getirerek, hekim emeğinin sömürüsüne yol açmaktadır. Bu yolla sağlık
hizmetinin niteliğinin düşebileceğini de gözardı etmemek gerekir. Bu
yaklaşımın, vatandaşın sağlık hakkını düşünmekle hiçbir ilgisi yoktur. Öyle
olsaydı, Maliye Bakanlığı, Sağlık Bakanlığının 3,5 katrilyon liralık alacağını
bir kalemde silmezdi.
Bu fiyatları belirleme
yetkisinin bağımsız meslek örgütünden alınıp hükümete verilmesi, mesleğin
bağımsızlığına darbe indirecektir. Bir sivil toplum kuruluşu olan Türk Tabipler
Birliğinin etki alanına alınmaya çalışılması, hem demokrasiyle hem de
hekimliğin bağımsızlığıyla çelişmektedir. Ayrıca da, ülkemizi ucuz emek
cennetine dönüştürme çabaları içerisine hekim emeği de eklenmektedir.
Sayın Bakan, birinci
basamakta sağlık ocaklarına yazarkasa yerleştiren, Sağlık Bakanlığına bağlı tüm
sağlık kuruluşlarının Maliye Bakanlığınca satılabilmesi için yasa çıkaran,
genel sağlık sigortası ile temel teminat paketi anlayışıyla sağlık hizmetlerini
sınırlandıran, her hizmet aşamasında katkı payı alan ve tüm topluma, prim adı
altında sağlık vergisi getiren, sağlık kuruluşlarının kamu kurumlarından 3,5
katrilyonluk alacağını silerek onları piyasaya olan borçlarıyla baş başa
bırakan... Kısacası, sağlık sistemini çökertip halka "paran kadar sağlık"
anlayışını yerleştirmeye çalışıyorsunuz. Ülkeyi pazar, vatandaşı müşteri,
devleti şirkete dönüştürme çabalarından vazgeçiniz.
Teklifin 1 inci
maddesindeki değişiklik, kanun teklifindeki gibi kalmalıdır; yani, bir ilde
tabip odası kurulması için kayıtlı olması gereken tabip sayısının 200'den
150'ye indirilmesi de daha doğru olur. Maddî geliri sadece aidatlara dayalı
olan bu odaların üye sayısının 100'e indirilmesi durumundaysa, odaların zaten
yetersiz olan maddî olanaklarının kısıtlanması ve azalmasına neden olunacaktır.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; üyesi olmaya çalıştığımız Avrupa Birliği ülkelerinde, sivil
toplum örgütleri, öncelikle devletin egemenlik alanından kopmuş, tek seslilik
yerine çok seslilik ilkesini belirlemiş ve devlet ile toplum hayatına katkıda
bulunacak kuruluşlar halini almışlardır. Sivil toplum örgütleri, sadece söz ve
eylemle değil, başta demokrasi olmak üzere yaşamın her alanında etkin ve
düzenleyici nitelikleriyle karşımıza çıkmaktadırlar. Tüm dünyada sivil toplum
örgütlerinin önemi giderek artmaktadır; çünkü, sivil toplum örgütleri büyüdüğü
ve güçlendiği sürece, bulundukları ülkelerde demokrasi anlayışı da aynı
paralelde artacaktır. Demokratik bir toplum, her zaman örgütlü bir toplumdur.
Örgütlü bir toplum olunmadığı sürece, hırsızlığın, kapkaççılığın,
üçkâğıtçılığın, torpilin, köşe dönmeciliğin üzerine gidilemez ve önüne
geçilemez. Demokrasi ve katılımcı demokrasinin gelişmesinde en önemli araç ise
sivil toplum örgütleridir. Sivil toplum örgütleri, yeni siyasî yapıda, toplum
ile hükümetler ve siyasî kurumlar arasındaki köprü olmak zorundadır. Gelişmek
isteyen, muasır medeniyetler seviyesine çıkmak isteyen devletler iktidarlarını
sivil toplum örgütleriyle paylaşmaya mecburdurlar.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; hükümet, derhal, sivil toplum örgütleri üzerinden ellerini
çekmelidir. Demokrasinin dördüncü sacayağı olan sivil toplum örgütlerinin baskı
altına alınması ve de alınacak kararlardan uzaklaştırılması, demokrasiye
verilen zararlardan ibarettir.
Sivil toplum örgütlerine
gereği kadar önem vermiyorsunuz, onlara bilgileri ve ilgileri oldukları
konularda fikirlerini sormuyorsunuz. Türkiye'deki özel ve özerk kuruluşları,
sivil toplum örgütlerini, aynı fabrikadan çıkmış gibi, tek seslilik içine
sokmak istiyorsunuz; bu da yanlıştır.
Bugüne kadar gelmiş
geçmiş iktidarlar, sizin gibi, sivil toplum örgütlerini kendi arka bahçeleri
olarak görmeye çalışmışlardır. Peki, bundan sonuç ne oldu; hüsranla bitti.
Bugün, onların yerinde yeller esmektedir. Bu yanlışlıkta ısrar ederseniz, sizin
de sonunuz onlarla aynı olacaktır.
Türkiye Futbol
Federasyonu seçimlerine el attınız da, Türk futboluna ne faydanız oldu?!
Fiskobirlik seçimlerine el attınız da, fındık üreticisine ne faydanız oldu?!
Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Federasyonu seçimlerine el attınız da, esnaf ve
sanatkârlara ne faydanız oldu?! Türk Tabipler Birliğini etkilemek istiyorsunuz;
bundan da ne fayda bekliyorsunuz?!
MEHMET KILIÇ (Konya) - Bu
senin tarzın değil Muzaffer Ağabey!
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU
(Devamla) - İktidarı uyarıyorum; demokrasi için -ilerleme- sivil toplum
örgütlerinden elinizi çekiniz. Siz, iktidar olarak, dikensiz gül bahçesi hayal
ediyorsunuz. Demokrasi için çokseslilik gerekir; sizse, bu gül bahçesi için,
tüm sivil toplum örgütlerinin tek ses çıkarabilmesini istiyorsunuz. Bu, açık
şekilde yanlıştır.
Sayın Bakan, benim
sözlerimi dikkate alınız. Ben, bugüne kadar, sizlere, toplum aleyhinde olacak
hiçbir öneride bulunmadım.
MUSTAFA NURİ AKBULUT
(Erzurum) - Size güveniyoruz zaten Muzaffer Ağabey.
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU
(Devamla) - Bulunmayacağım da; ama, toplumun ve ülkemizin aleyhine olan her
şeyde, sizin yanlışlarınızı söyleyeceğim. Ne zamana kadar; siz, doğruyu bulana
kadar.
Her ülkede iktidar
geçicidir. Kalıcı olan, toplum, demokrasi ve sivil toplum örgütleri olacaktır.
O yüzden, bu örgütleri siyasete alet etmeyelim, etmeyesiniz.
Sayın Bakan, bu teklifle,
arifeyi gösterip, bayramı yaptırmıyorsunuz. Genel gerekçede, katılımı
engelleyici ve antidemokratik hükümleri değiştireceğini iddia eden hükümet,
maalesef, daha antidemokratik hükümleri önümüze sunmaktadır.
El emeğine, 14,5 YTL
fiyat biçen, Türk Tabipler Birliğinin yetkilerini kısıtlayan bir teklif var
önümüzde. Bu, hakka ve adalete sığmayacak bir tekliftir. Bunun, derhal,
düzeltilmesi lazımdır diye düşünüyorum.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; daha demokratik, daha hoşgörülü iktidarlar, daha fazla iş
gören sivil toplum örgütleri umuduyla, bu yasanın daha ileriye gitmesini
istiyorum.
Sayın Bakan "doğuya
doktor bulamıyoruz" dediniz "çakılı kadro" dediniz, çakılı kadro
-bu kürsüden- olmaz dedim, yanlış dedim size. Ne yaptınız; ikibuçuk sene sonra
-mecburî hizmeti kaldırdığını bu Meclis kürsüsünde- çakılı kadroyu başaramadığınız
için mecburî hizmeti getirdiniz. Şimdi, ne oldu; Anayasaya aykırı bulundu. Ne
oldu şimdi; doğuya ve güneydoğuya doktor bulamaz olduk. Hem doğuya, güneydoğuya
bu anda doktor bulamıyoruz diyorsunuz; 218 tane doktoru da, doğudan alıp batıya
tayin ediyorsunuz. Yani, bizim Anadolu'da bir laf vardır "bu ne perhiz, bu
ne lahana turşusu" derler adama. Bir tarafta "doktor yok"
diyorsun doğuda ve güneydoğuda, doğuya, güneydoğuya doktor tayin edemiyorsun,
oradaki doktoru da alıp batıya getiriyorsun!
EYÜP AYAR (Kocaeli) -
Dışarıdan getiririz…
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU
(Devamla) -Şimdi, o yetmedi. Buradan, bu Meclisten, Sağlık Bakanlığına 10 000
doktor kadrosu verildi. 10 000 doktoru tayin ettiniz de, Türkiye'ye yetmedi de,
şimdi yurt dışından doktor mu ithal ediyorsunuz?! (Anavatan Partisi
sıralarından alkışlar) Ne oldu bu 10 000 kadroya?! Bu 10 000 kadro ne oldu? Ne
oldu, ben size söyleyeyim; atayamadılar.
MEHMET ÇİÇEK (Yozgat) -
Neyi atayamadılar?!. Muzaffer Bey, doktor gitmiyor.
RAMAZAN TOPRAK (Aksaray)
- 5-6 milyara gitmiyorlar.
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU
(Devamla) - Nedense, bizim Sayın Sağlık Bakanı "ben yaparım, bu iş
olur" diyor.
MEHMET KILIÇ (Konya) -
Muzaffer Abi, doğuya ikimiz gidelim.
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU
(Devamla) -Ee, olmadı, olmadı!.. Ne yapmak lazımdı; yolunu gösteriyorum, kaç
sene evvel de göstermiştim. Bunlar dedim, mecburî hizmetle olmaz. Neyle olur;
dedim ki, bunları özendirelim. Buraya, doğuya giden adamları özendirirsek,
onları insanca yaşayacak hale getirirsek, bu doktorların özlük haklarını
verirsek, bu doktorların yaşama hakkını, orada insanca yaşayacak hale
getirirsek, uygun şartları temin edersek… O yetmedi, ben size bir daha öneri de
bulunayım.
MEHMET ÇİÇEK (Yozgat) -
Bırak doğuyu, Yozgat'a gitmiyor, Yozgat'a!..
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU
(Devamla) -Her ay için, oraya iki sene gidecek doktora, her ay için bir puan
veririm, iki sene de 24 puan eder.
MEHMET ÇİÇEK (Yozgat) -
Hayalle uğraşma...
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU
(Devamla) - O 24 puan için, benim pratisyen hekim arkadaşlarım oraya gider.
Oraya gitti zaten zamanında. Ama, ne bileyim, Amerika'yı yeniden
keşfediyorsunuz zannediyorsunuz sanki bu iktidara geldiğinde. Bunu hiç anlamış
değilim.
Sevgili arkadaşlarım,
yani, ben öyle çok gördüm laf atanları, edenleri; ama, şunu söyleyeyim.
MEHMET ÇİÇEK (Yozgat) -
Laf atmıyoruz gerçekleri söylüyoruz. Realist konuş. Doğuyu bırak, Yozgat'a
gitmiyor adam.
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU
(Devamla) - Bu doğuya doktoru göndermenin yolları var, işte, onu söylüyorum.
Her şey para demek değil. Aşağı yukarı da şu anda 1 000 veya 1 500 tane
doktorun da diplomasını Sağlık Bakanlığında alıkoydunuz. Bu da yasaktır, bu da
Anayasaya aykırıdır; adamın özgürlükleriyle oynuyorsunuz; bu da yanlıştır.
Ben şunu size söylüyorum
sevgili arkadaşlarım: Doğuda çalıştım ben. Siz, doğu doğu diye tutturup doğuyu
bilmediğimi mi zannediyorsunuz. Ben doğuda on sene çalıştım. O doğuda
insanlarımın mahrum olduğunu biliyorum. Ben, doğuya doktor göndermeyelim
demiyorum ki; o doğuya gönderilecek doktorları nasıl gönderebileceğinizin
yolunu gösteriyorum size; ama, siz dinlemiyorsunuz. Siz dinlediniz de, ben
burada, burada çakılı kadro olmaz dediğimde ne oldu?! Bu kürsüde, ben, çakılı
kadro olmaz, yanlış dedim, onun da sebebini söylemiştim. Oraya
"performans" dediniz doktora "onbir ay sonra performansına göre
ayarlayacağım" dediniz. Ben de dedim ki, o yanlış olur, kim yapacak o
performansı dedim; oranın kaymakamı, belediye başkanı, ilçe başkanı dedim, bu
da yanlış olur dedim; onun için, oraya doktor gitmez dedim, gitmedi;
gitmediğini de gördünüz. 136 tane doktor tayin edebildiniz ikibuçuk senede.
Şimdi, ondan sonra, bu kürsüde o gerçekleri konuştuğu Kurtulmuşoğlu'nun belli.
Bu kürsüde, antidemokratik yasa olan mecburi hizmet yasasını iptal ettiğinizde,
ben, bu Sayın Bakana buradan teşekkür ettim, sağol dedim, bu antidemokratik
yasayı kaldırdın dedim; ama, ne oldu; ikibuçuk sene sonra geldi, burada
"ben bunları yapamadım bu mecburi hizmeti geri getiriyorum" dedi.
Getirdi de ne oldu; Anayasa iptal etti. Şimdi kaldık ortada. Kim kaldı; benim,
doğu ve güneydoğudaki halkım açıkta kaldı. Sağlık Bakanına ne olacak?! Hiçbir
şey olmaz. Ama, ötedeki benim insanlarım, şifa bekleyen insanlarım ne oldu?! O
insanları, nasıl, biz, tedavi edeceğiz? Oraya nasıl doktor göndereceğiz? İşte,
bunun yollarını bulmanın çarelerini söyledim ben size; zamanında söyledim.
Şimdi, yine söylüyorum; özendireceksiniz.
AHMET BÜYÜKAKKAŞLAR
(Konya) - Nasıl?
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU
(Devamla) - Özendireceksiniz bu işi. Bunu özendirmenin de yollarını söylüyorum;
tekrar söylüyorum, her ay, o doğuya giden çocuklara 1 puan vereceksiniz; iki
senede 24 puan eder. İmtihana girerlerken, ihtisas imtihanına girerlerken,
onları, 24 puan önden verirsiniz. Yapıldı bunlar; gülmeyin.
AHMET BÜYÜKAKKAŞLAR
(Konya) - Parayla gitmeyen…
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU
(Devamla) - Paran yetmez, adam olarak para yetmez; imkân vereceksin.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
AHMET BÜYÜKAKKAŞLAR
(Konya) - Parayla gitmeyen, puanla mı gidecek?!
BAŞKAN - Buyurun efendim,
konuşmanızı tamamlayın.
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU
(Devamla) - Sevgili arkadaşlarım, benim genel bir huyum vardır; ben, tenkit
etmek için çıkmadım buraya, ben, yol göstermek için çıktım. (Anavatan Partisi
sıralarından alkışlar)
Yine söylüyorum, siz,
istediğinizi yapınız; fakat, sizin "biz yapıyoruz" dediğiniz,
istediğinizle, halkın sıhhatiyle oynamayınız. Halk, bunlara layık değil;
acemiliğiniz, yanlışlığınız, halkın sıhhatine olmasın, halkımıza olmasın.
Orada, bizim olduğumuzu düşünün. O doğuda, ben olduğumu düşünürsen, sen
olduğunu düşünürsen, burada böyle yapmazsın. Saçını önüne dökersin, çareyi,
acaba nasıl buluruz diye, hep birlikte, bu çareyi birlikte hazırlarız; ama,
yapılmıyor. Yaparız böyle… Yapamazsın; işte yapamadınız; yapamadığınız da
ortada.
Yine, bir şey daha
söylüyorum, bu kürsüden, eksiklerinizi söylüyorum: Burnunuzun dibinde, şu anda
bile, Modern Çarşıda açlık grevinde adamlar kaç gündür. Hükümet olarak ne
yaptınız?! Bu adamları ziyaret edip, bu adamların, bu insanların
"yapmayın, biz, bu sizin işlerinizi halledeceğiz" mi dediniz… Gerçi,
Bakan dedi, bakanlar dedi; ama, yapmadılar…
HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin) -
Başbakan da…
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU
(Devamla) - Başbakan da dedi; ama, yapmadılar. Bunlar insanlara zulümdür, bu
zulmü çektirenler, sonra bu zulmü kendileri görürler.
Kendinize layık
görmediğiniz hiçbir şeyi vatandaşımıza layık görmeyelim. Buna da tıbbiyede
empati derler. Vatandaşın yerine siz geçiniz, sizin yerinize vatandaş olduğunu
düşünürseniz, bunların hiçbirisini yapmazsınız diye düşünüyorum.
Hepinize sevgi ve
saygılar sunuyorum; hoşçakalınız. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyoruz Sayın Kurtulmuşoğlu.
İkinci söz isteği,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Sayın Mehmet Neşşar.
Buyurun Sayın Neşşar.
CHP GRUBU ADINA MEHMET
UĞUR NEŞŞAR (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte
olan 1069 sıra sayılı TTB Yasasıyla ilgili Cumhuriyet Halk Partisinin
görüşlerini dile getirmek için söz aldım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Otuz yıl bilfiil şerefle,
namusla doktorluk yapmış, 10 000 tane insan ameliyat etmiş, bir tanesinden kötü
söz duymamış, gecenin bir yarısı, gerektiğinde, kendi kolundaki kanı hastasının
koluna dayayıp ameliyatını yapmış bir cerrah olarak, bir Türk doktoru, bir Türk
cerrahı olarak, Türk doktoruna, her kim olursa olsun, dil uzatmaya, hakaret
etmeye, onları aşağılamaya ya da onlara, onların yerine birilerini bulmaya
kalkan herkesi burada lanetliyorum (CHP sıralarından alkışlar) ve sadece
lanetlemiyorum -Sağlık Bakanı oradan seyrediyor, buraya gelmeye cesareti
olmadı- (AK Parti sıralarından "arkada oturuyor" sesleri) aynı
zamanda nefretle kınıyorum.
Hoş geldiniz Sayın Bakan,
hoş geldiniz. Demin göremedim, kusura bakmayın.
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ
(Erzurum) - Görün, şimdi gördün…
MEHMET UĞUR NEŞŞAR
(Devamla) - Evet, aynen, bu sefer yüzüne söylüyorum: Kınıyorum Sayın Bakan! (AK
Parti sıralarından gürültüler)
Bir dakika… Eğer, Türk
doktorunu aşağıladığını kabul ediyorsa, o zaman bunu alması lazım.
AHMET IŞIK (Konya) - Ayıp
be, ayıp!
ABDULLAH VELİ SEYDA
(Şırnak) - İftira etme, iftira!
MEHMET KILIÇ (Konya) -
Kimse aşağılayamaz Türk doktorunu!
MEHMET UĞUR NEŞŞAR
(Devamla) - Bunu, sadece… (AK Parti sıralarından gürültüler)
Sayın Milletvekili… Sayın
Milletvekili, aynı zamanda…
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, müdahale etmeyin.
Sayın Neşşar, bir
dakikanızı rica edebilir miyim.
Bakın, Grubunuz adına
önemli bir yasa üzerinde görüş bildiriyorsunuz. Lütfen, gerginliğe meydan
vermeyelim, nezaheti ve nezaketi aşmayalım; rica ediyorum.
MEHMET UĞUR NEŞŞAR
(Devamla) - Aynı zamanda, o…
MEHMET ÇİÇEK (Yozgat) -
Bakın, karşınızdaki de meslektaşınız; ayıp oluyor!
MEHMET UĞUR NEŞŞAR
(Devamla) - Evet… Geliyor cevabı.
MEHMET KILIÇ (Konya) -
Size yakışmıyor!
MEHMET UĞUR NEŞŞAR
(Devamla) - Bakın, dün, Tayyip Beyin Ulaştırma Müdürü, bizim Nurettin Hocaya
bir şeyler söylerken, iki üç tane cümle söyledi: "1. Bildiğim konuda
konuşuyorum" dedi; aynı onun sözleriyle cevap veriyorum: Çok iyi bildiğim
bir konuda konuşuyorum, okumadan konuşuyorum, söylediklerimin hepsini
belgeleyecek yetkiyle konuşuyorum ve aynı zamanda, o Türkî cumhuriyetlerden
getirdiğiniz doktorlara sınav yapmış, denklik sınavı yapmış bir eski dekan
sıfatıyla konuşuyorum. Eğer, Sayın Bakan ve Sayın Başbakan oradan getirecekleri
doktorları Türk doktorlarıyla eşit görüyorlarsa, bu, onların bileceği iştir,
onların düzeyini gösterir; ama, o doktorların, kalbin 3 boşluğu olduğunu
söyledikleri, kalbin dakikada 125 000 defa attığını iddia ettikleri sınav
kâğıtları Pamukkale Üniversitesi Dekanlığının arşivlerinde vardır; buyurun
gidin, bakın. Ben, bu bilgiyle karşınızdayım değerli arkadaşım. (AK Parti
sıralarından gürültüler)
ABDULLAH VELİ SEYDA
(Şırnak) - Şırnak'ta doktor yok; niye bunu söylemiyorsun!
MEHMET UĞUR NEŞŞAR
(Devamla) - Bir dakika… Bir dakika…
Ben, Türk doktorunu
aşağılayanlara bu cevabı verdim.
ABDULLAH VELİ SEYDA
(Şırnak) - Siz niye gitmiyorsunuz oraya?!
MEHMET UĞUR NEŞŞAR
(Devamla) - Bir dakika… Bir dakika… Şimdi dinleyin, ondan sonra şey yaparsınız.
ABDULLAH VELİ SEYDA
(Şırnak) - Tabiî, burada doktorlar var; orada yok ama!
MEHMET UĞUR NEŞŞAR
(Devamla) - Şimdi, sağlıklı bir toplum, değerli milletvekilleri, sağlıklı bir
toplum, yetişmiş, eğitimli, sağlıklı insan gücüyle tanımlanır. Bunun da
temelinde kaliteli eğitim, kaliteli insan sağlığı vardır. Bu insan sağlığının
garantilerinden bir tanesi de doktordur. Ben, burada, Türk tabiplerinin, en
önemli sivil toplum örgütünün yasasının görüşüldüğü bir ortamda karşınızdayım
ve bu çok önemli sivil toplum örgütünün, aynı zamanda, birçok üyesinin de
düşüncelerine tercüman oluyorum.
Şimdi, yasanın, nihayet
çıkması, Türk Tabipler Birliği Yasasının nihayet çıkması sevindirici; ama, bu,
Sayın Bakanın sınıfı geçtiğini göstermez. Niye göstermez; çünkü, bu yasa iptal
edildikten beri üzerinden dört sene geçmiştir. İptal kararında, altı ay sonra
yenisinin çıkması söylenmiştir; ama, maalesef -hadi, bir iki ayını iktidarın
sarhoşluğuna verelim- üç senedir bu yasa bekletilmiş, çıkarılmamıştır. Bu, bir
Anayasal suçtur.
ABDULLAH VELİ SEYDA
(Şırnak) - İktidar sarhoş değil…
MEHMET UĞUR NEŞŞAR
(Devamla) - Bu, hukuku hiçe saymaktır. Tıpkı, Mecburî Hizmet Yasası sonrası
bekletilen doktorlar gibi, hukuka aykırıdır; 1 000 tane doktor tayin edilmiyor.
Tıpkı, yasanın 4 üncü maddesinde bir sivil toplum örgütünün yetkisine kısıtlama
getirildiği gibi, hukuka aykırıdır ve komisyon raporunda belirtildiği gibi,
odalarla görüşülerek değil, odalar kandırılarak, odaların yetkisi elinden
alınmak istenerek, yani, sivil topluma tecavüz ederek çıkarılmak istenen bir
yasadır.
Şimdi, izninizle, neden
bu yasanın üç yıl bekletildiğini, burada, tartışmak istiyorum ya da bunun
altındaki yatan sebepleri aramak istiyorum. Bunlardan bir tanesi, acaba, Sayın
Bakanın bütün siyasetini, bütün sağlık siyasetini, Türk tabipleri karşıtlığına
ya da Türk tabibi ile Türk Halkını karşı karşıya getirip, çatıştırmak
temayülüne mi dayanmaktadır? Yoksa, kendisi, bir zaman aday olduğu Türk
Tabipler Birliği üst kurullarındaki seçimleri kazanamadığı için midir? Yoksa,
bu geçen üç yıllık süre içerisinde, seçimleri kazanabilecek ortamı ve bunu
sağlayabilecek kadrolaşmayı sağlamak için beklemesi midir? Yoksa, nihayet,
genel sağlık sigortasının altyapısını oluşturacak bir maddeyi, 4 üncü maddeyi,
kanunun içine enjekte edecek uygun ortamı aradığı için midir?
Şimdi, bunları, tek tek
irdeleyelim. Şimdi, bunu, herhalde, arkadaşlar inkâr etmeyecekler: Doktorların
iğne yapmasını bilmemesinden Türk doktorlarının paragöz olmasına kadar, Türk
doktorlarının oraya buraya gitmediğinden başka yerlere kadar, gerek Başbakanın
gerekse de Sağlık Bakanının… Sağlık Bakanının, Türk Tabipler Birliğini vatan
hainliğiyle suçlamasına kadar varan bir boyutta, Sayın Bakan ve Sayın
Başbakanın, Türk tabipleri ile Türk insanını karşı karşıya getirmeye çalışan
temel bir politikaları var. Türk doktorunu aşağılayarak, Türk insanı karşısında
onların güvenilirliğini sarsarak, Sayın Bakan, siyasî rant sağlamak peşindedir;
çünkü, Türk doktoru öteden beri devrimci olmuştur…
HASAN ANĞI (Konya) - Ne
alakası var…
MEHMET UĞUR NEŞŞAR
(Devamla) - …çünkü, Türk doktoru, bu yapılanların…
MEHMET ÇERÇİ (Manisa) -
Nereden çıkarıyorsun… Bırak bunları, bırak…
ABDULLAH VELİ SEYDA
(Şırnak) - Devrimci olan gider, doğuda, güneydoğuda hizmet yapar…
MEHMET ÇERÇİ (Manisa) -
Mesleğinize gelin, mesleğinize… Bırak devrimciliği falan da…
ABDULLAH VELİ SEYDA
(Şırnak) - Devrim lafla olmaz, devrim hizmetle olur…
BAŞKAN - Sayın Neşşar,
size gereken ricada bulundum…
Değerli arkadaşlar, siz
de müdahale etmeyin.
Konuya döner misiniz…
MEHMET UĞUR NEŞŞAR
(Devamla) - Konudayım Sayın Başkanım; Türk Tabipler Birliği Yasasını
konuşuyoruz. Bu yasanın neden üç yıl geciktirildiğiyle ilgili görüşlerimi dile
getiriyorum.
BAŞKAN - Polemiğe sebep
vermeden konuşun Sayın Hatip.
HASAN ANĞI (Konya) -
Mecliste tek doktor siz değilsiniz… Birçok doktor var.
ABDULLAH VELİ SEYDA
(Şırnak) - O kadar laf etme, git güneydoğuda doktorluk yap!
MEHMET UĞUR NEŞŞAR
(Devamla) - Çünkü, Türk doktorları, Sağlık Bakanının ortaya koymuş olduğu
çözümlerin çözüm olmadığını biliyor. Bunları haykırmaktan, dile getirmekten,
eylem yapmaktan… Nasıl başarısız olduğunun rakamlarını da vereceğim, hiç merak
etmeyin. Onların, hatasını dile getirdiğini bildiği için Türk doktorlarına
karşı, Türk doktorunun kafasının içi aydınlık olduğu için Türk doktoruna karşı
ve Bakanın dümen suyuna girmediği için Türk doktoruna karşı ve bu nedenle, 1
000 doktorun şu anda diploması verilmemektedir. O verilmeyen diplomaları günün
birinde vereceğini bilen Sayın Bakan, doğudan 280 tane yandaşını kaydırmıştır.
Sayın Bakan, ayrıca, aldığı -Anayasa Mahkemesinin iptal ettiği yasayla- yine
doğudan, Harran'dan, Van'dan… Niye, atadığı şefleri Hacettepe'den, Çapa'dan,
Ege'den atamadı da, Harran'dan Van'dan atadı, 175 tane doktor oradan ve
sonunda, biraz önce gelen faks, sadece İstanbul İl Sağlık Müdürlüğünde 152, 11
şehrin il sağlık müdürlüklerinde 617 hekim; buna, 40'ar 40'ar atanan başhekim
yardımcıları dahil değil; yani, bu Bakan, doğuya hekim gönderemediğini söyleyen
bu Bakan, toplam 2 000 hekimi doğudan batıya tayin etmiştir, yandaşı olduğu
için.
MUSTAFA NURİ AKBULUT
(Erzurum) - Kaç yıldır orada olduklarını bir sorsana!
MEHMET UĞUR NEŞŞAR
(Devamla) - Ha, şimdi, bir dakika… Bir dakika… Her şeyin cevabı var, hiç merak
etmeyin…
HASAN ANĞI (Konya) -
Batıdakileri de doğuya gönderiyor.
ABDULLAH VELİ SEYDA
(Şırnak) - Yaşayan insandan sor, afakî konuşuyorsun!
MEHMET UĞUR NEŞŞAR
(Devamla) - Şimdi, arkadaşlar, ithal doktor iddiasına da bir başka açılım
getirmem lazım.
Biliyorsunuz, Avrupa
Birliği ülkelerinde -ya da bilmiyorsanız öğrenin- hekimlik yapabilmeniz için,
Avrupa Birliği ülkelerinden birinden mezun olmuş olmanız gerekir. Sayın
Müsteşar, geçen gün yaptığı bir açıklamada, Avrupa Birliği normları gereği bu
yasanın çıkarıldığını dile getirdi. Onlar, size dolaşma izni vermeyecekler;
siz, onlara gidip, Avrupa Birliği doktorlarının, Avrupa Birliğinin dayatmasıyla
doktorların Türkiye'de çalışabileceği yasayı mazeret diye benim önüme
getireceksiniz!.. Buna da bir cevap versin arkadaşlarımız. Yani, size Avrupa
dolaşma izni vermezken, siz, Avrupa Birliği dayatıyor diye yabancı doktorla
ilgili kararı, kanun değişikliğini yapmaya çalışıyorsunuz. Üstelik, bunu yaparken
de kendi doktorunuza zorunlu hizmeti dayatıyorsunuz.
Şimdi, arkadaşlar, demin
de söyledim, 50-100 dolara Türkî cumhuriyetlerden gelecek doktorların Türk
doktoruyla yapılabilecek mukayesesine.
Bildiğiniz gibi, bizim
ülkemizde denklik YÖK aracılığıyla yapılmaktadır. Geçen gün bunu basında da
söyledim, eğer öyle değilse gelsin Sayın Bakan düzeltsin, biz de sevinelim;
eğer yurt dışından Türkiye'ye ithal edilecek doktorlar -Türk doktoruna
verdiğiniz parada- doğuda çalışmak için diplomaları tescil edilmeden önce,
Yüksek Öğretim Kurulu tarafından diploma denklikleri tescil edilecekse,
başımızın üstünde; ama, bunlar, tıpkı şeflik yasasında yapıldığı gibi, sadece
ve yalnız yasal değişiklik yapılarak, Sayın Bakanın yetkisine bırakılarak
tescil edilip, o diplomanın eşdeğerliğinin sağlanması verilecekse, vay Türk
insanının haline. 1960'larda, yine, böyle ülkelerden doktor ithal eden
İngiltere'nin hastalarının başına gelenleri, sanıyorum, basından takip
etmişsinizdir.
Dediğim gibi, iç açıcı
bir tablo değildir. Artı, dün Genel Başkanımız da söyledi; bir doktorun… İçinde
tıp hocalarımız var… "Tek doktor sen değilsin" dedi arkadaşlar, bunun
da tersini söylesinler. Ha, belki, Sayın Bakanın branşında bu geçerli olmadığı
için öyledir. Bir doktorun hastayla iletişimini kuran en önemli unsur doktorun
dilidir, konuşmasıdır, hastayı ikna yeteneğidir. Siz, Türkçesi olmayan
doktorları Doğu Anadolu'ya göndereceksiniz, yanlarına birer de tercüman
koyacaksınız; değil mi?! Siz de buna benim inanmamı bekliyorsunuz. Geçmiş
olsun!..
HASAN ANĞI (Konya) -
Olayları çarpıtmayın.
MEHMET UĞUR NEŞŞAR
(Devamla) - Bir dakika… Doğuya göndereceksiniz, yanına bir de tercüman
koyacaksınız; gelip burada söyleyin, Türkçe bilmeyen doktorları. Eğer, çok iyi
derecede, 90 puan alacak Türkçe'yi bildiğini kanıtlarsanız ve de YÖK'ten
eşdeğerliğini alabiliyorsanız, buyurun, getirin ve de Türk doktoruna layık
gördüğünüz parayla, Doğu Anadolu'ya gönderiyorsanız, ona da buyurun gelin. Ona
itirazımız yok. Ben, yapılacağı, bugün kayıtlara söylüyorum; Sayın Bakan onları
buraya yapmak için geldiği zaman, zabıtlardan okuyayım diye söylüyorum bunları.
MUSTAFA NURİ AKBULUT
(Erzurum) - Bilmeden, hemen itiraz ediyorsun; nasıl olacak?!
MEHMET UĞUR NEŞŞAR
(Devamla) - Evet… Nerede kaldı o maaşlar?! Hani, şu kadar döner veriliyordu;
altı aydır dönerler ödenmiyor. Dönerleri, IMF'nin size verdiği direktif sonucu,
şeyi keselim diye, hastane ödeneklerini kestiniz; bugün yarın da -belki bu gece
gelir- bunların bir kısmını geriye alan bir pansuman yasasını gündeme
getiriyorsunuz.
Hastaneler, 2006'daki bütçeden ayrılan
paralardan dönersermaye ödüyorlar, ihtiyaçlarını karşılıyorlar. Hastanelerin
çok önemli bir bölümü borçlu. 60 küsur tane hastaneye haciz gelmiş durumda.
Bildiğiniz gibi, ilaç firmaları, ilaç, ecza depoları, malzemeci şirketler
batmak üzere ve sonunda, hastane ödenekleri kesilen bir sağlık sistemi…
Yine, rakamlarla, sizin
döneminizde sağlığa ayrılan kaynağın kamuya giden kısmı yüzde 15'i karşılayacak
duruma düşürülmüş, daha önce yüzde 30 kamuyla sağlanırken sağlık harcamaları ve
sağlık hizmetleri. Sağlık Bakanlığının payı 1996'da yüzde 30 iken sağlık
hizmetlerinde, şu anda yüzde 15'e indirilmiş. Dünyada, kişiye ayrılan, kişi
başına ayrılan, koruyucu sağlık hizmetlerine 4,8 dolar kişi başıyla en düşük
para -Uganda düzeyi para- ayıran ülke Türkiye. Ayrıca, ayırdığı, Uganda
düzeyinde ayırdığı paranın da… Bakın, bunu da yazın, kayıtlı bilgi isterseniz
ilgili internet sitelerinden bulabilirsiniz. Tedavi giderlerine rekor harcama
sağlanıyor; ama, tedavi giderlerine ayrılan para yetmiyor, üzerine eködenek
veriliyor. Buna mukabil, koruyucu hizmetlere ayrılan ödeneğin sadece yüzde
77'si kullanılıyor. Böyle bir Sağlık Bakanlığından söz ediyoruz. OECD ülkeleri
içerisinde Uganda düzeyinde olan bir ülkeden bahsediyoruz.
Ayrıca, yine, hemen,
komşu Balkanlardan örnek vereyim. Sağlığa ayrılan parası Slovakya'nın yüzde 30
daha altında olan bir Türkiye'den bahsediyoruz. Yine bir örnek vereyim: Belki,
Kosova'yı birçoğunuz görmüşsünüzdür. Kosova'da bebek ölüm oranı binde 11, bizde
Bakanın rakamlarıyla binde 24, benim bildiğim binde 34.
Şimdi, bu durumda,
sağlığa da para ayırmadığınız zaman, bütçe kanununda yaptığınız gibi, sözleşme
gereği ayrılan kaynak bittikten sonra hastanelere ödenek de vermediğiniz bir
ortamda ne olacak; hastanelerin parası bitecek; hastane enfeksiyonları, MRSA…
MRSA örneğini bilerek verdim. Thatcher'dan sonra -eğer yabancı basını
izleyeniniz varsa- İngiltere, bütün sene, geçen sene MRSA'le uğraştı; bu sene
Türkiye'ye de geldi. Yani, bu, bir hastane enfeksiyonu. Doktor kökenli
olmayanlar için... Türkiye'de yenidoğan ölümleri yazın hepimizi meşgul etti
biliyorsunuz. İlaca dirençli tüberküloz patlama yaptı. Sayın Bakan, hâlâ, bir
irade gösterip "denetimli tüberküloz tedavisi uygulanacaktır"
diyemedi. Tüberküloz aşısı hâlâ doğru dürüst yapılamıyor. Tifo, kolera ülkede
kol geziyor ve kızamık aşısını yetersiz yaptığınız, bozuk yaptığınız için çıkan
SSP hastalığı…
MEHMET ÇERÇİ (Manisa) -
Memleket ölmüş, bizim haberimiz yok... Ayıp yahu!..
MEHMET UĞUR NEŞŞAR
(Devamla) - Bir dakika… Bak kardeşim, Sayın Milletvekili arkadaşım, senin, bu,
Bakanındır...
MEHMET ÇERÇİ (Manisa) -
Bırak şimdi bunu, ayıp!..
MEHMET UĞUR NEŞŞAR
(Devamla) - Hindistan'dan ithal ettiği kızamık aşılarını…
TUNCAY ERCENK (Antalya) -
Sayın Bakan orada duruyor…
MEHMET UĞUR NEŞŞAR
(Devamla) - Geçmişi bir yana bırakalım. Gelsin, Sayın Bakan düzeltsin. Bak,
doktor arkadaşım, milletvekili arkadaşım, son derece makul bir yaklaşım
getiriyorum. Eğer bu Sağlık Bakanı, gelip de buraya "ben, Hindistan'dan aşı
ithal ettim, ondan sonra bunlar bozuk çıktı, geri göndermedim" diyorsa,
buyursun, gelsin, söylesin. Bu çocuklar… Bunun aksini bütün Türkiye biliyor,
bütün dünya biliyor.
MEHMET ÇERÇİ (Manisa) -
Türkiye sağlıkta çağ atlıyor, sizin haberiniz yok. Hiçbir şeyden haberiniz yok.
MEHMET UĞUR NEŞŞAR
(Devamla) - Evet… Evet… Vatandaştan haberiniz yok.
TUNCAY ERCENK (Antalya) -
Kuş gribinden kaç kişi öldü?
MEHMET ÇERÇİ (Manisa) -
Ne alakası var?!
MEHMET UĞUR NEŞŞAR
(Devamla) - Şimdi, arkadaşlar, biraz konuya dönelim. Dedik ki, Türk Tabipler
Birliği Yasası niye bu kadar gecikti…
BAŞKAN - Sayın Neşşar,
bakın, konuşma üslubunuzla Genel Kurulu geriyorsunuz. Lütfen, işi, parti
politikanızı anlatın; rica ediyorum.
MEHMET UĞUR NEŞŞAR
(Devamla) - Şimdi, Sayın Başkanım, ben sakin bir üslupla söyleyeceklerimi
söyleyeyim; isterseniz, siz de arkadaşlara söyleyin, onlar da sakin bir üslupla
dinlesinler.
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, siz de hatibe müdahale etmeyin; konuşmasını bitirsin.
MEHMET UĞUR NEŞŞAR
(Devamla) - Evet, Türk Tabipler Birliği Yasasının niye geciktiğinden
konuşuyorduk. Bir ikinci neden, Türk Tabipler Birliğini, tıpkı Fiskobirlikteki,
Futbol Federasyonundaki yapılan yaklaşımlarla ele geçirmek, yönetimini ele
geçirmek. Bunun kadrolaşmayla olabileceğini zannediyordu Sayın Bakan; ama, tam
tersi bir etki oldu; çünkü, bize de geliyorlar Türk Tabipler Birliği, tabip
ddaları başkanları ve eskiden birbiriyle kavga eden, birbiriyle fikir
ayrılıkları içerisinde olan, hatta AKP'ye oy vermiş birçok hekimin, bugün, Türk
tabipleri arasında bir araya geldiklerini ve bu mücadelede omuz omuza yer
aldıklarını, ben, kendi ağızlarından biliyorum. Yani, bu nedenle, Türk
tabiplerinin bu girişime gerekli cevabı vereceğini ve Türk Tabipler Birliği
yönetiminin, bu yasa çıktıktan sonra, değişimi sırasında, Sayın Bakanın
beklediği gibi bir değişiklik olmayacağını hepinizin takdirlerine şimdiden
sunuyorum. Türk hekimi, kendisine bu yakıştırmaları reva görenlere gereken
cevabı Türk Tabipler Birliği seçimi sandıklarında verecektir.
Şimdi, 4 üncü madde, 4
üncü madde önemli. O konuda…
MEHMET ÇERÇİ (Manisa) -
Genel seçimlerde verdi!
MEHMET UĞUR NEŞŞAR
(Devamla) - Bir dakika… GSS'nin altyapısını yapmaktan bahsediyor, niye bu
yasanın bu kadar geciktirildiğini anlatıyorum.
MEHMET KILIÇ (Konya) -
Seçime partiler mi katılıyor?!
MEHMET UĞUR NEŞŞAR
(Devamla) - 4 üncü maddeyle ilgili, benim değerli arkadaşım, doktor arkadaşım
burada gelip bilgi verecekler; ama, söylendiği gibi, amacın, hastaların aldığı
sağlık hizmetinin ucuzlatılması olmadığını demin Muzaffer Bey de söyledi, halk
da biliyor. Bu konu o madde gelince daha çok tartışılacak.
Şimdi, burada bir cümle
vardı; onu değiştireyim Sayın Meclis Başkanımın uyarıları doğrultusunda.
Kullandığım sıfatları bir kenara bırakayım da, diyeyim ki, birtakım
yanlışlıkları bazı…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
MEHMET UĞUR NEŞŞAR
(Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - Buyurun efendim.
MEHMET UĞUR NEŞŞAR
(Devamla) - …yöntemlerle bu Meclis kürsüsünü benden çok daha renkli kullanarak
diyelim, öyle tanımlayayım ya da işte, oralarda oturan insanlara gerçekdışı
bazı yakıştırmalar yaparak bir süre saklayabilirsiniz; ama, sağlıkta
saklayabilmek mümkün değildir. Sağlıkta hemen kendisini gösterir; hastanın
ölümüyle gösterir, sistemin çökmesiyle gösterir.
Eğer, burada, bana bu
kadar laf eden arkadaşlar iki gündür gazeteleri okuyorlarsa, tam sayfa sağlığın
nasıl çöktüğünün gazetelerde nasıl yansıtıldığını da hatırlayacaklardır. Burada
aşırı duygusal tepkilerle ya da AK Parti genel yönetimine yakın olabilmeyi,
onlara kendini kabul ettirmeyi sağlayacak bazı jestlerle yanıt veren
arkadaşlarımın, ben, lütfen, son birkaç günkü gazeteleri okumasını rica
ediyorum.
Genel Kurulu saygılarımla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyoruz Sayın Neşşar.
Sayın milletvekilleri,
19.50'de toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.
Kapanma Saati: 19.28
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 19.57
BAŞKAN: Başkanvekili İsmail ALPTEKİN
KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 69 uncu Birleşiminin Dördüncü
Oturumunu açıyorum.
1069 sıra sayılı kanun
teklifinin görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
V.- KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
9.- Trabzon Milletvekili Cevdet Erdöl ve 4 Milletvekilinin,
Türk Tabipleri Birliği Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi;
İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu ve 35 Milletvekilinin, 23.1.1953
Tarihli ve 6023 Sayılı Türk Tabipleri Birliği Kanununun 3224 Sayılı Yasa ile
Değişik 60 ıncı Maddesinin Birinci Fıkrasının Değiştirilmesi Hakkında Kanun
Teklifi ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (2/672,
2/604) (S. Sayısı: 1069) (Devam)
BAŞKAN - Hükümet ve
Komisyon yerinde.
Şimdi, teklifin tümü
üzerinde söz sırası AK Parti Grubuna aittir.
AK Parti Grubu adına,
Trabzon Milletvekili Sayın Cevdet Erdöl; buyurun. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA
CEVDET ERDÖL (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1069 sıra
sayılı kanun teklifi üzerinde AK Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum;
şahsım ve AK Parti Grubu adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; anılan kanun teklifi, benim ve 4 arkadaşımızın imza sahibi
olduğu bir teklif ile Cumhuriyet Halk Partisinden Sayın Kemal Kılıçdaroğlu ve
35 milletvekilinin teklifinin birleştirilmesi suretiyle Yüce Heyetinizin
huzuruna getirilmiş bir tekliftir.
Bu teklif, esas
itibariyle, Türk Tabipler Birliğinin kanununda değişiklik yapmayı amaçlıyor.
Bunun gerekçesine bir bakmamız lazım; çünkü, Türk Tabipler Birliği Kanunu 1953
yılında yürürlüğe girmiş bir kanun. Daha sonra, 1985 yılında, Türk Tabipler
Birliği Kanununda bazı değişiklikler yapılmış ve bu değişikliklerden bir tanesi
de, tabip odalarının Birliğe gönderecekleri delege sayılarıyla alakalı olan
değişikliktir ki, bu değişikliği, İstanbul Tabip Odası mahkemeye vermiş, bunun
adaletsiz bir uygulama olduğunu, Anayasaya aykırı olduğunu iddia etmiş. Mevcut
hali şöyle: 200 üyeye sahip olan odalar 3 delege, 500 üyeye sahip olan odalar 5
üye ve 500'den fazla üyeye sahip olan odalar da 7 üye gönderebilmekte genel
kurula. Burada, İstanbul Tabip Odası diyor ki: "500 üyesi olan bir oda da
7 delege gönderiyor, 14 000 üyesi olan İstanbul Tabip Odası da 7 üye
gönderiyor; bu adaletsizliktir." Bununla ilgili mahkeme, netice
itibariyle, Anayasa Mahkememizde görüşülüyor. 19 şubat 2002 tarihinde, Anayasa
Mahkememiz, bu kanunun, bahsedilen maddenin, Anayasamızın 2 nci ve 135 inci
maddelerine aykırı olduğunu ve iptal edildiğini beyan ediyor ve o günkü
hükümete de, altı ay içinde bununla ilgili yeni bir düzenleme yapması için
zaman veriyor; yani, Şubat 2002 ve ondan sonra, ne yazık ki, yeni bir düzenleme
yapılamadığı için, Türk Tabipler Birliği, genel kurulunu toplayamıyor ve bu
genel kurul neticesinde alınması gerekli olan hiçbir kararı alamıyor ve böyle
bir sıkıntıya düşüyor. Türk Tabipler Birliği yetkilileri, parti grup
başkanvekillerini ziyaret ediyor -partilerimizin, çok değerli muhalefet
partilerimizin- ve AK Parti Grubumuzun Değerli Başkanvekili Sayın İrfan Gündüz
Beyi ziyaret ediyorlar ve İrfan Gündüz Bey de, kendilerine, bunun şubat ayı
içerisinde gündeme getirileceğini ve büyük ihtimalle de kanunlaştırılacağını
söylüyor. Biz, bundan hareketle, ocak ayının 6'sında bu teklifi -acele olsun
diye teklif olarak- Meclis Başkanlığımıza veriyoruz ve Meclis Başkanlığımız
aynı gün bunu komisyonumuza havale ediyor ve dördüncü mesai gününde -bakınız,
araya bayram giriyor- Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonumuzda bu
kanun teklifini görüşüyoruz ve Yüce Meclise havale ediyoruz. Demek ki, biz,
Tabipler Birliğinin kanunu hakkında bu kadar aceleci, bu kadar titiz davranmış
durumdayız; komisyonumuz olarak da öyle.
Bu ne getiriyor; kısaca
maddeleriyle ilgili ben ifade etmek istersem:
1 inci maddemiz; mevcut
kanun 200 üyesi bulunan bir ilde oda kurulabilmesini öngörüyor, verdiğimiz
teklifle, bunu, 100 üyesi olan bir ilde oda kurulabilecek hale getiriyoruz.
Mevcut 56 tane oda var Türkiye'de. Bu, yaklaşık 70 ilde oda kurulması anlamına
geliyor. Bunun da, demokratik bir şekilde tabana yayılma açısından, Türk
Tabipler Birliği açısından oldukça olumlu olduğunu düşünüyoruz.
2 nci madde Türk Tabipler
Birliğinin gelirlerini tadat ediyor.
Çerçeve 3 üncü maddemizde
ise; tabip odaları, gelirlerinin asgarî yüzde 25'ini Birliğe göndermek
zorundaydı. Fakat, biz bunu yüzde 10 olarak değiştiriyoruz; çünkü, bazı tabip
odalarının Tabipler Birliğine trilyona varan borçları var. Dolayısıyla, bunda
tabip odalarına bir rahatlık getirmeyi düşünüyoruz.
5 inci, 6 ncı, 7 nci ve
10 uncu maddeler, cezaların güncelleştirilmesini gerekli kılıyor; onlardan
fazla bahsetmeyeceğim.
8 inci madde ise, Türk
Tabipler Birliği Merkez Konseyinin üye sayısını belirliyor. Mevcut kanunda 7
olan Merkez Konseyi üyesini 11'e çıkarıyoruz. Bu da, katılımcı bir yapıyı
ortaya daha fazla çıkarsın, daha demokratik bir yapı olsun diye gayretimizden
dolayıdır.
9 uncu madde ise, Anayasa
Mahkememizin iptal ettiği kanunu, maddeyi düzenlemektedir. Bu getirdiğimiz yeni
değişiklik, 200 üyesi olan odaların 3 delege, 500'e kadar üyesi olanların 5
delege, 1 000 üyeye kadar olan odaların 7 delege; ama, 1 000 üyeden sonra her 1
000 üye için de artı 1 delege gönderebilmelerini mümkün kılıyor. Dolayısıyla,
bu, oldukça demokratik bir yapılanmayı oluşturacak ve Anayasa Mahkememizin de
bize önerdiği yapıyı oluşturmuş olacağız.
11 inci madde ise, Türk
Tabipler Birliğinin odalara kayıtlı üyelerinin -belki de bir, iki, üç odaya
kayıtlı olabilecek, olabilmesi mümkün şu anda, takipleri çok kolay yapılamıyor-
tabip odalarının, isimlerini ve vatandaşlık numaralarını Tabipler Birliğine ve
Sağlık Bakanlığına bildirmeleri suretiyle mükerrerliği ortadan kaldırmayı
düşünüyoruz.
Çerçeve 12 nci maddemizde
ise, Tabipler Birliğinin mevcut Merkez Konsey üyelerinin Ankara'da oturma
zorunluluğunu ortadan kaldırıyoruz. Bunun, taşra için, Türk Tabipler Birliğinin
taşraya açılabilmesi için, Merkez Konseyi bakımından, oldukça önemli bir adım
olduğunu düşünüyorum.
Çerçeve 4 üncü maddeyi,
belki de hekimler arasında en çok tenkit edilen maddeyi arz edeceğim. Burada
ise, Türk Tabipler Birliğinin belirlemiş olduğu asgarî ücret fiyatlarının,
maalesef, bütçe uygulama talimatında belirlenen fiyatlardan çok çok farklı
olduğunu görmekteyiz. Bunları, bir noktada, daha makul hale getirmeyi
düşünüyoruz. Fakat, şunu açıklıkla ifade etmek istiyorum ki, mevcut, bizim
teklifimizdeki metni, eğer Yüce Mecliste kabul görürse, bir değişiklik önergesi
vererek değiştirmeyi ve bu asgarî ücret tarifesi yerine, rehber bir tarifenin
getirilmesini önermek istiyoruz. Şöyle ki: Rekabet Kuruluna yapılan müracaatlar
sonucunda, Türk Tabipler Birliğinin fiyatlarındaki asgarî ücret uygulamalarına
uyulmasının rekabeti sınırladığını ifade ederek pek çok dava açılmış. Bunların
incelenmesinde…
Netice itibariyle,
Rekabet Kurulunun kararını arz edeceğim; ama, ondan önce bir iki misal vermek
istiyorum: Mesela, Türk Tabipler Birliği fiyatına göre, tomografi 240 000 000 +
KDV'ye çekilebilmekte; ama, bütçe uygulama talimatı buna 60 000 000 fiyat
biçmektedir. Yine, MR, bütçe uygulama talimatında 72 000 000; ama, Türk
Tabipler Birliğinin asgarî ücret fiyatında 456 000 000 + KDV. Bu kadar fahiş fark
var. Mesela, bir safrakesesi ameliyatı, bütçe uygulama talimatında 296 000 000,
kabaca 300 000 000 diyelim; ama, Türk Tabipler Birliğinin asgarî fiyatı 1 200
000 000 + KDV. Yine, normal doğumu ele alacak olursak, 85 000 000'a bütçe
uygulama talimatı bunu fiyatlandırıyor; ama, Türk Tabipler Birliğinin asgarî
ücret fiyatı 1 200 000 000.
Şimdi, burada, 1 200 000
000 + KDV olan fiyata, herhangi bir yere gittiğinizde, fakirliğinizden veya
ihtiyacınızdan dolayı, 1 200 000 000 + KDV değil de, 1 000 000 000 + KDV almak
istese sizden bir müessese, Türk Tabipler Birliği Kanununa göre suç işlemiş
olur, bunu yapamaz, yaptığı takdirde Türk Tabipler Birliğinin kendisine
yaptırımı vardır; onbeş günden altı aya kadar müesseseyi kapatma, 3 kere
tekrarında da süresiz olarak o ilde faaliyetten men etme cezası verme yetkisi
var. Dolayısıyla, buradaki ihtilaftan dolayı yapılan müracaatlar sonucu Rekabet
Kurulu şu kararı veriyor, müsaade ederseniz ben Kurul kararının metnini okumak
istiyorum: "4054 sayılı Kanunun -yani, Rekabet Kurulu Kanununun- 25 inci
maddesinin (g) bendinde belirtilen rekabet hukukuyla ilgili mevzuatta yapılması
gerekli değişiklikler konusunda doğrudan görüş bildirmekle ilgili sürecin
işletilerek…" yani, Rekabet Kurumunun doğrudan görüş bildirmek gibi bir
hakkı var, hukuk kendisine bu hakkı tanıyor. "Bunu işleterek 6023 sayılı
Türk Tabipler Birliği Kanunu ile 4054 sayılı bu Rekabet Kurulu Kanunu
arasındaki ihtilafın, sağlık sektörünün özellikleri de göz önünde
bulundurularak, özel muayene ve tahlil hizmetleri asgarî tarifesi yerine,
rehber bir tarifenin tespitine ilişkin olarak 6023 sayılı Kanunda yapılacak bir
değişiklikle giderilmesinin mümkün olduğu yönünde yasal düzenleme değişikliği
talebiyle, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Başbakanlık ve ilgili bakanlık
nezdinde girişimlerde bulunulmasına." Rekabet Kurulu Kararı, 30 Ekim 2003.
Dolayısıyla, Rekabet Kurulu kararı da bize diyor ki: Türk Tabipler Birliği,
asgarî bir ücret belirlemesin; rehber bir fiyat belirlesin. Dolayısıyla, 1 200
000 000 lira olan bir tespiti yapabilsin; ama, 1 000 000 alan kişinin de
peşine, ne Türk Tabipler Birliği suç işledin diye takılsın ne de Maliye
Bakanlığı "vergi kaçırdın diye takılsın. Dolayısıyla, bu, halkımızın
yararına olan bir değişiklik olacak. Vereceğimiz önergeyi eğer Yüce Meclis
kabul buyurursa, bu değişikliği yapmak istiyoruz. Bu, en çok konuşulan
maddesiydi. Türk Tabipler Birliğinin de, gerçekten, bizimle olan
istişarelerinde görüştüğümüz maddede, en önemli, ihtilaf konusu diyebileceğim
madde buydu.
Şimdi, biraz da, yapılan
tenkitlere, müsaade ederseniz, cevap vermek istiyorum.
Saygıdeğer meslektaşım
Sayın Kurtulmuşoğlu, hatalarımızı, muhalefette kaldığı müddetçe söyleyeceğini
ifade etti. Diliyorum Allah'tan, biz hep iktidarda kalalım, o hep muhalefette;
bize, hep, hatalarımızı söylesin! Biz, bundan, mutlu oluruz gerçekten; onu
ifade etmek istiyorum. Diğer bir ifadeyle, saygıdeğer Kurtulmuşoğlu'nun
muhalefette kalmasından da, bize uyarılar yapmasından da memnun oluruz.
Bir diğer önemli konu,
çakılı kadroyla ilgili uygulamada başarılı olamadığımız yönündedir. "Uzman
hekimlerle ilgili 1 000 tane kadro açtınız, 136 tane uzman yerleştirebildiniz,
başarılı olamadınız" diyor; doğrudur, yani, doğrudur. Biz, bunun için
Mecburî Hizmet Kanununu getirdik zaten.
HÜSEYİN GÜLER (Mersin) -
Neyse, birazdan cevap veririz Hocam…
CEVDET ERDÖL (Devamla) -
Mecburî Hizmet Kanununu getirmek zorunda kaldık, neden; halkımızın doktor
bulabilmesi için, doktorları yerlerinden rahatsız etmek için değil. Kaldı ki,
bu Mecburî Hizmet Kanunu 1981'den 2003 yılına kadar zaten yürürlükteydi. O
zaman milletin aklı neredeydi?! O zaman da vardı bu kanun. Biz, bunu,
doktorlarımıza, diğer sağlık personelimize yüksek ücretler vererek, sözleşmeli
personel kadrosunu da getirerek, tercih edilmeyen bölgelere doktor
gönderebileceğimizi düşündük, doğrudur; ama, bunda uygulamada gördük ki, bu
mümkün olmadı, yeterince mümkün olmadı. Yeni bir tedbir almak da, elbette ki
hükümetin, elbette ki iktidarın yapması gereken bir şeydi. Biz de, bunu, halkımızın
menfaatları, yetmişiki milyonun menfaatı ve mutluluğu için, sağlığı için bunu
yaptık. Bunda, bunu söylemekten hiç beis görmüyorum, hiç de gocunmuyorum. Evet,
Mecburî Hizmet Kanununu kaldırmakta belki hata ettik; ama, getirmekte de aynı
şekilde doğruyu yaptık.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Deneme tahtası değil ki bu ya… Bir hata yap bir düzelt, bir hata yap bir
düzelt…
MUSTAFA EKMEKCİOĞLU
(Antalya) - Yıllar geçmedi, aylar geçti…
CEVDET ERDÖL (Devamla) -
Şimdi, bir diğer konu: Mecburî Hizmet Kanununun Anayasaya aykırı olduğu iddia
ediliyor. Evet, genelgeyi, Başbakanlığın 22 sayılı genelgeyi Danıştay
yürütmesini durdurdu, Anayasa Mahkemesine müracaat etti; ama, mecburî hizmetin
özüne aykırı, kaldırılmasına yönelik bir talebi yok. Yanlış bilgi vermeyelim
buradan halkımıza. Danıştayın buradaki talebi, diyor ki: "Yurt dışında
eğitim gören hekimlere niye mecburî hizmet koymuyorsunuz." O, mecburî hizmeti
genişletmek istiyor.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Bu kürsüden söyledik bunları, yurt dışındakilere niye vermiyorsunuz dedik.
CEVDET ERDÖL (Devamla) -
İkincisi, "pratisyenlere ayrı, uzmanlara ayrı, yan dal uzmanlarına ayrı
mecburî hizmet yapmayın, bu ölçülülüğü aşıyor" gibi bir ifadeleri vardır.
Bu, mahkememizin verdiği bir karardır, saygı duyarız; ama, Anayasa Mahkememizin
daha yürütmeyle ilgili verdiği bir karar yok ki, iptal kararı yok ki.
"Anayasa Mahkemesi iptal etti" diyerek, insanların zihnini
bulandırmayalım, Anayasa Mahkememizin kararını bekleyelim; hukuka hepimiz
saygılı olacağız.
TUNCAY ERCENK (Antalya) -
Keşke her zaman böyle olsanız!
CEVDET ERDÖL (Devamla) -
Yine aynı şekilde, şefliklerle ilgili Anayasa Mahkemesi şöyle yaptı, böyle
yaptı… Danıştayın verdiği karar, dava daireleri kararı, doçent ve profesörlerin
şef olarak atanmalarının hukuka uygun olduğunu, kamu menfaatına uygun olduğunu
ifade ediyor. Burada arkadaşlarımız çıkıp diyorlar ki: "Doçent ve
profesörleri niye şef atadınız; kadrolaştınız." Allahaşkına, bir
üniversitede olan öğretim üyesi, bir devlet hastanesinde eğitim verirken biz
nasıl kadrolaşıyoruz; bunu hangi mantıkla söylüyorsunuz veya söyleniyor?! Ben
bunu anlayabilmiş değilim; kim söylüyorsa söylesin, ben bunu anlayamıyorum.
Yine, birçok spekülasyona
neden olan, yurt dışından doktor getirilmesiyle ilgili mesele. Arkadaşlar, biz
Amerika Birleşik Devletlerine gittiğimizde veya Avrupa ülkelerine gittiğimizde
hangi haklarda doktorluk yapıyoruz; bize tercüman mı veriyorlar?!
ALİ ARSLAN (Muğla) - Dil
öğren diyorlar.
CEVDET ERDÖL (Devamla) -
Dil sınavına giriyorsunuz, geçiyorsanız, artı orada denkliğiniz varsa, ondan
sonra bunu yapabiliyorsunuz. Türkiye, yol geçen hanı değildir arkadaşlar.
Türkiye'de, elbette ki Türkiye Cumhuriyetinin menfaatına hangisi geliyorsa,
mütekabiliyet esasına göre, mutlaka denklik aranır, mutlaka dil bilmesi aranır;
bundan daha tabiî bir şey olamaz. Eğer, bunu, sizler idrak edip
düşünemiyorsanız, buna da söyleyeceğim bir şey yok.
Bir diğer konu:
Meslektaşım Sayın Neşşar, gerçekten çok değer verdiğim bir hocamız; ama,
kendisine mahcubiyetimi açıklıkla ifade etmeme lütfen izin versin; çünkü, Türk
Tabipler Birliğini, biz, kadrolaşmayla, ele geçirmeyle… Bunu nasıl
söyleyebilirsiniz?! Anayasa Mahkememizin kararı var; buna Anayasa Mahkememiz
diyor ki, bakınız, 19 Şubat 2002, esas sayısı 2000/78, karar sayısı 2002/31:
"6023 sayılı Türk Tabipler Birliği Kanununun 60 ıncı maddesinin 3224
sayılı Yasayla değiştirilen birinci fıkrasının ikinci tümcesinin iptali
nedeniyle doğacak hukuksal boşluk kamu düzeni ve kamu yararını bozucu nitelikte
olduğundan, gerekli düzenlemelerin yapılması amacıyla, iptal kararının Resmî
Gazetede yayımlanmasından başlayarak, altı ay sonra yürürlüğe girmesi uygun
görülmüştür."
MEHMET UĞUR NEŞŞAR
(Denizli) - Ben de aynısını söylüyorum.
CEVDET ERDÖL (Devamla) -
Altı ay müddet verilmiş, 2002 Şubatında…
MEHMET UĞUR NEŞŞAR
(Denizli) - Üç sene beklediniz…
CEVDET ERDÖL (Devamla) -
Arkadaşlar, 2002 Şubatından… Biz, 2002'nin 3 Kasımında iktidara geldik.
MEHMET UĞUR NEŞŞAR
(Denizli) - Ben de, 3 Kasımdan beri niye üç sene diyorum.
CEVDET ERDÖL (Devamla) -
Yaptık efendim; bizim, en kısa sürede bunu yaptığımızı da ifade ettim, baştan
ifade ettim ve biz bunda, komisyon olarak üzerimize düşen görevi, en süratli
bir şekilde yaptık ve yapmaya da devam edeceğiz.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
MEHMET UĞUR NEŞŞAR
(Denizli) - Bu süratle çağ atlayamazsınız ama!..
TUNCAY ERCENK (Antalya) -
Öyle bir niyetleri yok zaten.
CEVDET ERDÖL (Devamla) -
Yani, şunu ifade etmek istiyorum: Ben, tenkitlerinize bir şey demiyorum; ama,
bu kanunla, biz, Anayasa Mahkememizin amir hükmünü yerine getirirken, Anayasa
Mahkememizin "yap" dediği bir şeyi yerine, Büyük Millet Meclisinin,
bizden öncekilerin yapmadığı bir şeyi yaparken, bir eksikliği giderirken, biz
nasıl kadrolaşıyoruz allahaşkına?! Bunları, burada söyleyerek, lütfen,
halkımızı yanlış bilgilendirmeyelim; çünkü, bizler, en nihayet, belli bir üniversitede
öğretim üyeliği yapmış bir kişiler olarak -siz, biz- yanlış bilgi vermekten
daha fazla sakınmamız lazım.
Şimdi, biz, burada,
yaptığımız bütün değişikliklerin halkımızın menfaatına olduğunu ifade ediyorum.
Bize diyorlar ki, işte, şöyle oldu, böyle oldu; yani, siz halka sordunuz mu?..
Halka sorduk; evet. Bebekler rehin kalmıyor; siz bunu halka sordunuz; değil
mi?! Var mı rehin kalan bir bebek?!
ALİ ARSLAN (Muğla) -
Senet veriyorlar hocam; senet…
CEVDET ERDÖL (Devamla) -
Efendim, cenazesi rehin kalanlar vardı; var mı?!
ALİ ARSLAN (Muğla) -
Sanki bedava gibi söylüyorsun!..
CEVDET ERDÖL (Devamla) -
Eczanelerde kuyruklar… Saatlerce kuyrukta bekleyen vatandaşlarımız, düşüp
kalan, bayılan, ölen vatandaşlarımız vardı; hiç gördünüz mü yakında?!
Efendim, yeşilkartlı
hastalar ilaçlarını rahat alabiliyorlar, bundan memnun değiller mi acaba?!
Nüfusumuzun yüzde 50'si
olan Sosyal Sigortalar mensupları, gidip istedikleri eczaneden ilaç alırken,
acaba, huzursuz mu oldular?! Lütfen… Bunları…
MEHMET ÇERÇİ (Manisa) -
Muhalefet rahatsız oluyor!..
CEVDET ERDÖL (Devamla) -
Muhalefetin olgun muhalefetine, yapıcı muhalefetine diyeceğimiz bir şey yoktur,
saygı duyarız; ama, halkımızı da yanlış bilgiyle bilgilendirmeyelim.
Bir diğer konu,
tamamlamak istediğim bir konu, Saygıdeğer Başkan, değerli milletvekilleri; Türk
Tabipler Birliği Kanunundan iki küçük madde…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Erdöl,
tamamlayın konuşmanızı lütfen.
CEVDET ERDÖL (Devamla) -
Tamamlıyorum, müsaade ederseniz.
6023 sayılı Türk Tabipler
Birliği Kanunu, madde 3: "Türk Tabipler Birliği ve tabip odaları kuruluş
amaçları dışında faaliyette bulunamazlar." Madde 1: "Türk Tabipler
Birliği; tabipler arasında meslekî deontolojiyi ve dayanışmayı korumak,
tabipliğin kamu ve kişi yararına uygulanıp geliştirilmesini sağlamak ve meslek
mensuplarının hak ve yararlarını korumak amacıyla kurulmuş kamu kurumu
niteliğinde meslekî bir kuruluştur." Yani, Türk Tabipler Birliğinin
nelerle iştigal etmesi gerektiğini açık açık yazıyor kanun.
Bir metin de, Türk
Tabipler Birliği Merkez Konseyinin 21 Şubat tarihli, bize gelen, imzasız, ama
antetli kâğıdından bir alıntı okuyorum, onda da şöyle diyor:"18 Şubat 2006
tarihinde toplanan Türk Tabipler Birliği Genel Yönetim Kurulu, sağlık ortamında
bir çöküş programına dönüşen bu uygulamalara son vermek için duruma el koyma
kararı vermiştir."
AHMET ERSİN (İzmir) -
Doğru…
CEVDET ERDÖL (Devamla) -
Bu, sanki 18 Şubatta değil de, başka bir şubatta yazılmış yazı mahiyetinde.
Bizim anlayışımız bu, bunların anlayışı bu!..
TUNCAY ERCENK (Antalya) -
Hangi şubat?!.
CEVDET ERDÖL (Devamla) -
Değerli arkadaşlar, siyasî partilerin, meslek mensubu gibi… Siyasî partilerdeki
değerli arkadaşlarımızın, hepimizin meslek mensubu gibi davranma hakkımız var
ve bu ne kadar makul ise, meslek örgütlerinin siyasî parti gibi davranmaları da
o kadar abesle iştigaldir.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Erdöl.
Şahıslar adına söz isteği
var.
Manisa Milletvekili Sayın
Mehmet Çerçi.
Buyurun Sayın Çerçi. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
MEHMET ÇERÇİ (Manisa) -
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 1069 sıra sayılı, bazı
milletvekili arkadaşlarımızın verdiği Türk Tabipler Birliği Yasasıyla ilgili
bazı maddelerde değişiklik öngören kanun teklifleri üzerine, şahsım adına
huzurlarınızdayım; hepinizi en kalbî duygularla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
benden önce konuşan değerli meslektaşlarımız, özellikle muhalefet partisinden
ve AK Parti Grubu adına konuşan değerli arkadaşlarımız önemli açıklamalarda
bulundular. Özellikle muhalefet partisinden görüş açıklayan değerli
meslektaşlarımızdan bir tanesi, değerli bir hocamız, otuz yıldır bu meslekte
olduğunu sizlere deklare etti, bendeniz de yirmibir yıldır bu onurlu mesleği
yapan bir arkadaşınızım.
Özellikle belirttiği gibi
"devrimci Türk tabipleri" sözünü asla kabul etmek mümkün değildir.
Türk tabipleri, olaylara bakarken, hastalarına bakarken, hastasıyla
ilgilenirken, mesleğini icra ederken, aydınlık bir zihinle, bilgiyle, çağın
bilgisiyle, vizyonla, ufukla hastalarına bakarlar; yürekle, merhametle
bakarlar.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Devrimci derken, onları kastetti.
MEHMET ÇERÇİ (Devamla) -
"Devrimci" lafı, ideoloji kokuyor. Türk tabiplerinin çoğunluğu, böyle
bir ideolojik saplantı içerisinde değildir.
MEHMET UĞUR NEŞŞAR
(Denizli) - Atatürk devrimleri yok mu?!
MEHMET ÇERÇİ (Devamla) -
Onları daha sonra konuşuruz. Burada, Türk tabiplerini bu şekilde
vasıflandırmanızı ben doğrusu kabul edemiyorum.
AHMET ERSİN (İzmir) -
Niye?! Devrimcilik yanlış bir şey mi?!
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Türk tabipleri yüksünmezler devrimcilikten.
MEHMET ÇERÇİ (Devamla) -
Bir diğer konu; Türkiye'nin geldiği bu aşamada, Türk sağlık sisteminin geldiği
bu aşamada, Türkiye Cumhuriyetinin gelişerek geldiği bu noktada, bizim
sistemimizi Uganda'dan daha kötü göstermeye hiç kimsenin haddi ve hakkı yoktur,
hiç kimsenin. Olmaz böyle bir şey, kabul edilemez böyle bir şey!
MEHMET UĞUR NEŞŞAR
(Denizli) - Rakamlar gösteriyor; seminer vereyim size.
MEHMET ÇERÇİ (Devamla) -
Şimdi, Türkiye'de yapılanlar ortada, Türk Tabipler Birliğinin zihniyeti de
ortada. Arkadaşımız izah etti; hakikaten, bütün hekim arkadaşlarımıza gönderilen,
Türk Tabipler Birliğinin basın açıklaması, maalesef, en hafif tabiriyle,
talihsizliktir.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Devrimci bir açıklama.
MEHMET ÇERÇİ (Devamla) -
Böyle bir anlayış, böyle bir önyargı, ülkenin seçilmiş Başbakanını, seçilmiş
iktidarını bu kadar aşağılayan böyle bir açıklama, Türk tabipleri adına bir yüz
karasıdır.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
4 üncü maddeyi bunun için mi getirdiniz?!
MEHMET ÇERÇİ (Devamla) -
Böyle bir şey kabul edilemez; bunu, şiddetle kınıyorum.
Türk Tabipler Birliği,
elbette, seçilmiş bir organdır; fakat, kendi bünyesi içerisinde her fikirden,
her çağdaş görüşten, her düşünce dünyasını temsil eden insanların olduğunu
bilerek, özellikle Sayın Erdöl'ün belirttiği gibi, Tabipler Birliğinin
yasasının amacına uygun hareket etmek zorundadır. Hekimlerin o doğal çatısını,
kendi siyasî emellerine alet edemez. Yani, bakınız, açık söylüyorum; bu yazıyı
ben ilk okuduğumda yırttım ve çöpe attım.
AHMET ERSİN (İzmir) -
Yanlış yapmışsınız.
MEHMET ÇERÇİ (Devamla) -
Böyle bir kepazelik olamaz. Buradan -lütfen- bu arkadaşları da uyarıyorum, Türk
tabiplerini bu siyasî amaçlarına alet etmesinler.
Şimdi, gelelim
Türkiye'nin sağlığına. Şimdi, sizler, AK Parti döneminde özellikle, yapılan bu
gelişmelerden, sağlıkta aldığımız bu yollardan, bu mesafelerden rahatsız mı
oluyorsunuz?! Arkadaşım da belirtti; Türk insanı, bugün, dünden daha kolay
sağlık hizmetlerine erişebiliyorsa, çok daha verimli, çok daha kaliteli sağlık
hizmetini insanca, onurlu bir şekilde alabiliyorsa, bundan siz rahatsız mı
oluyorsunuz?!
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
O sizin iddianız.
MEHMET ÇERÇİ (Devamla) -
Hastanelerdeki kuyruklar bugün azalmışsa... Bakınız, size bir rakam söyleyeyim.
Herhangi bir SSK hastanesi, daha önceki SSK hastanesine gidin, eğer, geçen sene
mart ayında Sağlık Bakanlığı ile SSK'ların birleşmesinden önceki rakamdan daha
az bugün hasta kabul ediyorsa, ben, sizin bütün iddialarınızı kabule hazırım.
Ben iddia ediyorum; bütün SSK hastaneleri de, bugün, bir sene öncekinden daha
fazla hasta bakıyor. Bütün bu hastaneler, performans kriterleri sayesinde
hekimlerine çok ciddî ücretler ödüyor. Arkadaşım dedi ki: "Bu hastanelerin
hepsi iflasın eşiğinde."
MEHMET UĞUR NEŞŞAR
(Denizli) - OECD 2005 raporunu okuyun, Uganda'yı bulursunuz orada.
MEHMET ÇERÇİ (Devamla) -
Bakınız, aralık ayında bir sıkıntı yaşadık. Bütçe ödemeleri nedeniyle bu
hastanelerin ödemelerinde bir aksama oldu, aralık ayında ve ocak ayında. Şimdi,
bunların hepsini geçirmişiz, hepsini atlatmışız. Bütün hastaneler, bütün sağlık
kurumları bugün verimli birer işletme haline geldi. İşte, bu, AK Partinin
aydınlık zihniyetiyle oldu. Sizin gibi bu işlere ideolojik bakan, önyargılı
bakan, Türkiye'yi otuz yıl geriden takip eden bir zihniyetle bunların olması
mümkün değil.
Türkiye, bugün sağlıkta
bir çağ atlamıştır. Bütün vatandaşlarımız, hizmeti alan, hizmeti veren,
önyargısı olmayan, olaylara aklıselimle, serinkanlılıkla bakan her sağduyulu
vatandaş bugün bunları görüyor, bu nimetlerden istifade ediyor. Hem sağlıkta
hizmeti veren hem de sağlık hizmetini alan vatandaşımız bugün dünden daha
mutludur, daha huzurludur. Özellikle hizmeti verenler belki biraz daha çok
çalışıyor; ama, daha çok üretiyor, daha çok kazanıyor; daha çağdaş bir sağlık
hizmeti veriliyor bu kurumlarda.
Yani, bundan hiç kimse
rahatsız olmasın. Elbette, bunu derken, biz bütün problemleri çözdük,
hastanelerde hiçbir problem kalmadı… Böyle bir şey demek mümkün değil. İşte,
problemleri çöze çöze, önümüzdeki dikenleri, taşları ayıklaya ayıklaya,
Türkiye'yi sağlık alanında da çağdaş, modern bir ülke haline getireceğiz. Bir
taraftan, kamu sektöründe bu yeniden yapılanmayı sağlayacağız. Burada iddia
edildiği gibi, Tabip Odalarının iddia ettiği gibi, tamamen sağlıktan devletin
çekilmesi, kamunun çekilmesi; böyle bir şey asla aklımızın bir köşesinden dahi
geçmemiştir. Kamu sektörü, elbette, sağlığın içerisinde olmalıdır. Özellikle,
bunlar, önümüzdeki süreçte yerelleşerek devam etmeli; ancak, bir taraftan da,
özel sektörü, özel sektörün dinamizmini, onların yatırım gücünü, istihdam
gücünü de, verimlilik gücünü de bu sektörün içine almalıyız; dediğimiz budur,
yaptığımız budur. Bunu derken, Sayın Başbakanımızın o dediği söz, her tarafta
dillere pelesenk ediliyor.
Bakın, bugün Avrupa'nın
pek çok ülkesine, bir İsviçre örneğine bakın, pek çok ülkesine bakın; değişik
alanlarda, değişik modellerle dünyanın pek çok sermayesini ülkelerine
çekmişlerdir. Türkiye neden bir sağlık turizminin merkezi olmasın. Ben,
inanıyorum ki, Türk hekimleri bu yetenektedir, bu kabiliyettedir, bu çaptadır.
Bunun dışında, Sayın Erdöl'ün de belirttiği gibi, nasıl biz dışarıya gidip
denkliğimizi aldığımızda, çalışma iznimizi aldığımızda bir başka ülkede pek çok
Türk hekimi çalışabiliyorsa, yabancı ülkelerden de bu vasıfları taşıyanlar
gelsin, burada çalışabilsin; denilen budur. Bu, Türkiye'ye ne kazandıracak,
işte bunun anlaşılması için biraz ufuk olması lazım, biraz vizyon olması lazım.
Bakınız, bugün,
İstanbul'da, İzmir'de, Türkiye'nin önemli merkezlerinde pek çok özel
hastaneler, Avrupa'dan yüzlerce, binlerce sağlık turizmcisi hastaları
getiriyor, Türkiye'de tedavi ediyor, ameliyat ediyor, Türkiye'de tatil yaptırıyor
ve Avrupa'nın yarı fiyatına, üçte 1 fiyatına bunları başarıyoruz. Bundan siz
rahatsız mı oluyorsunuz?!
AHMET ERSİN (İzmir) -
Bundan kimse rahatsız olmaz.
MEHMET ÇERÇİ (Devamla) -
Bu artarak gelişsin istemiyor musunuz?! Türkiye, önümüzdeki…
AHMET ERSİN (İzmir) - Kim
rahatsız olacak; kimse rahatsız olmaz.
MEHMET ÇERÇİ (Devamla) -
Başbakanın sözünü de bu kapsamda ele alacaksınız. Önümüzdeki süreçte, önümüzdeki
dönemde Antalya'da, Türkiye'nin Alanyasında, Marmarisinde, böyle, çok ciddî
özel hastaneler, dünya çapında, Avrupa çapında verimli müesseseler…
AHMET ERSİN (İzmir) -
Olsun…
MEHMET ÇERÇİ (Devamla) -
…sağlık turizmini de işin içine katarak, Türkiye'nin hizmet sektörüne, sağlık
sektörüne, gerekirse buralarda o akreditasyonu sağlayan yabancı hekimleri de
istihdam ederek çalıştırsa, bundan siz rahatsız mı olacaksınız?! Türkiye bundan
kayıp mı edecek?!
Bakınız, arkadaşlar, bu
işlere böyle dar kalıplarla, dar kafalarla bakarsanız bir neticeye
varamazsınız. İşte, geçmiş yıllarda yaşanılan hastanelerde rehin olayları,
sigorta hastanelerinde kuyruklar…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
AHMET ERSİN (İzmir) -
Yine var onlar Sayın Vekilim, o dediklerin yine var.
MEHMET ÇERÇİ (Devamla) -
Toparlıyorum Sayın Başkan.
Sayın Vekilim, bakınız,
Türkiye'de bunlar artık asgarîye inmiştir. Üç senede, iki senede alınan
mesafeler, fevkalade umut vericidir, fevkalade güzeldir. Kimse bu milletin
başarılarını küçültmeye kalkmasın. Bu başarı, bu milletin başarısı. Lütfen,
kıskançlıkla, hasetle yahut da başka duygularla, siyasî mülahazalarla, ne
Tabipler Birliği ne muhalefet, hiç kimse, bu başarıları küçültmesin,
görmezlikten gelmesin yahut da milletin gözünden kaçırmaya çalışmasın.
Eğer böyle devam
ederseniz, biz de yolumuza böyle devam ederiz; siz o tarafta oturursunuz, biz
de bu tarafta oturmaya devam ederiz. Bu millet bunları biliyor ve takdir
ediyor. (AK Parti sıralarından alkışlar)
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Çok gördük orada oturanları!..
TUNCAY ERCENK (Antalya) -
Göreceğiz bakalım!..
MEHMET ÇERÇİ (Devamla) -
Evet, Sayın Başkanım…
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Çok gördük orada oturanları; şimdi Yüce Divandalar.
MEHMET ÇERÇİ (Devamla) -
Bakınız, değerli arkadaşlarım…
Bir şey söyleyeceğim
Sayın Başkanım, hemen bağlıyorum müsaadenizle.
Dün de burada, özellikle
-yani, buradan bağlantı kurarak- YÖK meselesinde çok enteresan laflar edildi.
Bakınız…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
MEHMET ÇERÇİ (Devamla) -
Hemen toparlıyorum Başkanım. Hemen… Bir cümle…
BAŞKAN - Son cümlenizi
rica edeyim.
MEHMET ÇERÇİ (Devamla) -
Bakınız, bu Meclis Türkiye'nin vicdanıdır, bu Meclis Türkiye'nin beynidir, bu
Meclis Türkiye'nin iradesidir; burası yansıtıyor, burası en kutsal çatıdır.
Dolayısıyla, bu Meclisin iradesini, bu Meclisin içinden çıkan hükümetin
iradesini aşağılayarak, siyaset, siyaset yapılıyor, kadrolaşılıyor denilerek
küçük görmeye, küçültmeye kimsenin hakkı yok.
AHMET ERSİN (İzmir) -
Hükümet kendisi yapıyor bunları.
MEHMET ÇERÇİ (Devamla) -
O irade, hükümetin o iradesinin arkasında, işte, bu irade var, buranın
arkasında bu milletin iradesi var, bu milletin vicdanı var. Dolayısıyla, o
atamalarda da, YÖK'teki atamalarda da; yani, bu işi YÖK yapsın, burası
yapmasın, hükümet yapmasın diyorsanız, kendi bindiğiniz dalı kesersiniz.
Biz, siyaseti, millete
hizmet için yapıyoruz, milletten aldığımız yetkiyle yapıyoruz. Bu yetkiyi, bize
millet verdi. Bizim vicdanımız, buranın maşeri vicdanı, bu Türk Milletinin
vicdanıdır.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Hükümetin tezkeresini ondan reddetti.
MEHMET ÇERÇİ (Devamla) -
Biz onu temsil ediyoruz. Hükümet de buradan çıkmıştır, iradesini, gücünü
buradan alır. Parlamenter sistemi, hepiniz sindireceksiniz.
BAŞKAN - Sayın Çerçi,
lütfen, son cümleniz…
MEHMET ÇERÇİ (Devamla) -
Hepinize en derin saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Çerçi.
Hükümetin söz isteği var.
Sayın Sağlık Bakanımız
Recep Akdağ.
Buyurun Sayın Bakan. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ
(Erzurum) - Çok teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın Başkan, Yüce
Meclisimizin değerli üyeleri; bugün, burada, Türk Tabipler Birliğinin, Anayasa
Mahkemesince, kendi kanunuyla ilgili olarak iptal edilmiş olan, kanunda iptal
edilmiş olan bazı maddelerin düzeltilmesiyle ilgili bir kanunu görüşüyoruz;
ama, öyle görünüyor ki, muhalefet partimiz, partilerimiz, özellikle
Anamuhalefet Partimiz genellikle yaptığı gibi, herhangi bir kanunun görüşülmesi
sırasında, o kanunla ilgili olsun olmasın, kendi tezlerini, buradan, Meclisin
kürsüsünden anlatmaya devam edecek. Tabiatıyla bize de düşen, bu Meclis
kürsüsünden, bu görüşmeler sırasında, milletimize aktarılan yanlış bilgileri
düzeltmek, birtakım gereksiz polemikleri de aslında çok ortaya koymadan, geliştirmeden
milletimize doğruları anlatmak olacak.
Sayın Anamuhalefet
Partisi sözcüsünün ifadelerinin -açıkça ifade ediyorum- biraz hazımsızlıktan
kaynaklandığını biliyorum; bunu da tabiî karşılıyorum. Yani, siz muhalefet
olarak halka aslında çok fazla bir şey ifade edemeyeceksiniz; çok başarılı bir
hükümet başarılı işler yapacak, özellikle sağlık gibi on yılların kangrenleşmiş
sahasında kanayan yaraların üzerini kapatacak, o kangrenleri ortadan kaldırıcı
tedbirleri ortaya koyacak; tabiî ki siz de ister istemez karalamaya
çalışacaksınız, yalan yanlış birtakım şeylerle, yanlış bilgilendirmelerle
tezinizi ortaya koyacaksınız. Onun için, bunu tabiî karşılıyorum.
TUNCAY ERCENK (Antalya) -
Doğru değil Sayın Bakan. Üslubunuz yanlış!
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ
(Devamla) - Ancak, şunu asla tabiî karşılamıyorum; bu Yüce Meclisin çatısı
altında…
OSMAN KAPTAN (Antalya) -
Kuş gribine zatürree diyen siz değil misiniz Sayın Bakan?!
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ
(Devamla) - …bu Yüce Meclise hiç yakışmayan -ki, ben, o kelimeleri burada
tekrarlayarak o yakışıksızlığı devam ettirmeyeceğim- birtakım ifadelerle Türk
hekimlerini veya toplumun başka kesimlerini tahrik etmeye kalkışmaları da
yakışıksız buluyorum.
Değerli milletvekilleri,
yine, Sayın Anamuhalefet Partisi sözcüsü, çok iyi bildiği bir konuda
konuştuğunu ifade etti; ama, o kadar çok yanlış yaptı ki. Şimdi benim 20 dakika
konuşma sürem var, sadece bu yanlışları düzeltmeye bile bu 20 dakikanın yetmesi
mümkün değil; ama, birkaç tanesini, önemli olanları tabiî ki, düzeltmeliyim.
Bir defa, biz, asla, Türk
hekimleriyle bir çatışma politikası içerisinde değiliz ve Türk hekimleri çok
iyi biliyorlar ki, AK Parti hükümetleri döneminde kendilerine sağlanan
imkânlar, gerek özlük hakları ve çalışma şartları itibariyle gerekse kazançları
itibariyle, daha önce hiçbir hükümetin hayal bile edemediği imkânlardır. Bugün,
dönersermaye katkı paylarıyla hem pratisyen hekimlerimize hem uzman
hekimlerimize hem diğer değerli sağlık çalışanlarına 2005 yılında 2 katrilyon
Türk Lirası üzerinde katkı payı ödemesi yaptık. Yanlış duymadınız, 2 katrilyon
Türk Lirası üzerinde katkı payı ödemesi yaptık.
Muayenehanesi olmayan,
tam gün çalışan uzman hekimlerimizin ortalama olarak bir ayda aldıkları katkı
payı ödemeleri 3 milyara yaklaşmıştır. Ortalamaları konuşuyorum, bunun üzerinde
alanlar var, altında alanlar var. Maaşlarıyla birlikte aylık kazançları 4
milyar Türk Lirasının, 5 milyar Türk Lirasının üzerine çıkmıştır. Hele
sözleşmeli çalışanları ortaya koyarsak; yani, özellikle, işte doğuya,
güneydoğuya, zor şartlar altında çalışılması gereken yerlere giden hekimlerimize
ödediğimiz rakamları ortaya koyarsak gerçekler daha iyi anlaşılacaktır.
Değerli milletvekilleri,
rakamlar hakikaten enteresandır. Bugün sözleşmeli olarak Doğu Anadolu'da ve
Güneydoğu Anadolu'da çalışan hekimlerimiz var. Uzman hekimlerimizin bu
bölgelerde sayıları az da olsa, sözleşmeli olarak çalışan değerli uzman
hekimlerimizin aldıkları ortalama aylık gelirleri, elde ettikleri gelirleri
size ifade ediyorum: 2005 yılı itibariyle maaş ve eködemeler itibariyle uzman
hekimlerimiz, bu bölgede çalışan sözleşmeli uzman hekimlerimiz 7 600 000 000
Türk Lirası aylık gelire sahip olmuşlardır. Pratisyen hekimlerimiz de 3 200 000
000 Türk Lirası bir gelire sahip olmuşlardır.
İşte, bunun içindir ki,
âdeta bir muhalefet partisi gibi çalışan, daha doğrusu Anamuhalefet Partisinin
çok da iyi gerçekleştiremediği muhalefet görevini üstüne alan örgütlerden biri
olan Tabipler Birliği birtakım eylemlere yeltenmekte; ama, bu eylemler sadece
gösterilerden ibaret kalmaktadır. Bundan birkaç ay önce gazetelerde enteresan
bir resim vardı. Türkiye'nin bütün bölgelerinden, kendi ifadeleriyle, eylem
koymaya, efendim, göreve davet olarak Ankara'da bir eylem teşebbüsünde bulundular.
Gazetelerdeki resim şuydu değerli milletvekili arkadaşlarım: Bir yaya
geçidinden geçen, ellerinde Türkiye'nin birçok şehrinden pankartlar taşıyan
insanlar var ve yaya geçidini bile dolduramamışlardı. Bu, çok tabiîdir; çünkü,
Türkiye'de insanımız sağlık hizmetlerinden giderek daha memnun olduğu gibi,
sağlık çalışanlarımız da kendilerinin içinde bulunduğu şartlardan giderek daha
çok memnun olmaktadır. İdeolojiyle bu işleri düzeltmek mümkün değil.
Gerçeklerle, ülkenin gerçekleriyle oturacaksınız, ülkenin gerçekleriyle iş
yapacaksınız.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Sayın Bakanım, onları kim seçiyor?!
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ
(Devamla) - Biz, Hükümet olarak bu şekilde yapıyoruz.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Tabipler Birliğini kim seçiyor; avukatlar mı seçiyor?!
ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) -
Laf atma, laf atma! Ayıp oluyor!
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ
(Devamla) - Değerli arkadaşlarım, şunu Yüce Meclisimizden açıkça ifade
ediyorum: Biz, Türk doktorunun, değerli meslektaşlarımızın kıymetini çok iyi
biliyoruz. Bu kıymeti bugüne kadar bildiğimiz gibi, bundan sonra da bilmeye
devam edeceğiz; ama, gerçekler saptırılmamalıdır. Türkiye'de bir hekim
yetersizliği var. Şimdi, bu kürsüden konuşan Anamuhalefet Partisi sözcüsü, daha
önceki bir konuşmasında da şuna benzer bir ifadede bulunmuştu: "Türkiye
Cumhuriyetinin hem de kendisi bir akademisyen olan Sağlık Bakanının 'Türkiye'de
hekim yetersizliği var' deyişini ben anlayamıyorum, böyle bir şeyi nasıl
söyler" anlamında birtakım ifadeleri olmuştu.
Evet, değerli
milletvekilleri, Türkiye'de ciddî bir hekim açığı var. Türkiye Cumhuriyeti,
Dünya Sağlık Örgütünün Avrupa bölgesinde yer alan bir ülkedir. 52 ülke var bu
bölgede ve bu ülkelerin hepsi, gelişmiş Batı Avrupa ülkeleri veya Kuzey Avrupa
ülkeleri değil. Bizim de içinde bulunduğumuz bu grupta, Balkan ülkeleri var,
Kafkas ülkeleri de var; yani, Kırgızistan da var, Gürcistan da var, Ermenistan
var, Arnavutluk var, Moldova var, Bulgaristan, Romanya var ve biliyor musunuz,
hekim sayısı itibariyle, nüfusa düşen hekim sayısı itibariyle Türkiye kaçıncı
sıradadır; sizler biliyor musunuz değerli Anamuhalefet Partisi
milletvekilleri?!
MEHMET ÇERÇİ (Manisa) -
Bilmezler!.. Bilmezler!..
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ
(Devamla) - Bilmiyorsanız, ben size şimdi öğreteyim; biz, 52 nci sıradayız, son
sıradayız. O rakamlarını verdiğiniz OECD ülkelerinin içinde de son sıradayız.
Onun için, gerçekleri bilmeden veya bilseniz bile saptırarak bir yere
gelemezsiniz. Dolayısıyla, Türkiye'deki bu hekim açığını mutlaka gidermek
zorundayız. Türkiye'deki bu hekim açığını, hem Türkiye'deki tıp fakültelerinde
öğrenim gören öğrenci sayısını artırarak hem yeni tıp fakülteleri kurarak hem
de dünyanın bütün gelişmiş ülkelerinde olduğu gibi, bütün çağdaş ülkelerinde
olduğu gibi, başka milletlerden olan insanların hekimlerinin de Türkiye'de
çalışmasının önünü açarak yapmalıyız. Kuşkusuz ki, Türkiye'de çalışacak hekimler,
denklik gereğini de yerine getireceklerdir.
MEHMET UĞUR NEŞŞAR
(Denizli) - YÖK'ten mi alacaklar Sayın Bakan?
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ
(Devamla) - Kuşkusuz ki, Türkçeyi de bilmek şartıyla Türkiye'de
çalışabileceklerdir. Bunun başka türlüsü zaten düşünülemez.
MEHMET UĞUR NEŞŞAR
(Denizli) - Denkliği YÖK verecek diyebiliyor musunuz Sayın Bakan?! Yoksa, siz
mi vereceksiniz?!
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ
(Devamla) - Ancak, Erzurum'un Tekman'ında, Artvin'in Şavşat'ında, Mardin'in
Dargeçit'inde…
Değerli milletvekilleri,
bu ilçe isimlerini, lütfen, iyi takip edin. Anamuhalefet Partisinin değerli
milletvekilleri…
MEHMET UĞUR NEŞŞAR
(Denizli) - Denkliği YÖK verecek diyebiliyor musunuz Sayın Bakan?
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ
(Devamla) - Erzurum'un Tekman'ında, Artvin'in Şavşat'ında, Mardin'in
Dargeçit'inde, Şırnak'ın Güçlükonak'ında, Van'ın Bahçesaray'ında, Muş'un
Bulanık'ında, Trabzon'un Şalpazarı'nda, Ordu'nun Mesudiye'sinde, Yozgat'ın
Boğazlıyan'ında, hatta Mersin'in Gülnar'ında, bizden hekim bekleyen
vatandaşımız var. Sizin için, bu, çok önemli bir şeyi ifade etmiyor olabilir;
ama, bizim için, AK Partililer için, bu, mutlaka çözülmesi gereken önemli bir
problemdir. (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
TUNCAY ERCENK (Antalya) -
Gelecekleri oraya mı göndereceksiniz?!
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
İnsaf!.. Üç senedir iktidardasınız, çözmedin de şimdi mi çözeceksin bunları?!
Üç senedir Bakansın!.. Üç senedir!..
HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU
(Antalya) - Ayıp, ayıp!..
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ
(Devamla) - Değerli milletvekilleri, Türk Tabipler Birliği…
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Dönemin bitiyor, dönemin… Üç senedir Bakansın; çözmedin, şimdi mi çözeceksin?!.
Çözmemişsin üç senedir, şimdi böyle diyorsun!..
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ
(Devamla) - Değerli milletvekilleri…
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Üç senedir…
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ
(Devamla) - Türk Tabipler Birliği, Danıştaya giderek, devlet hizmeti
yükümlülüğü kanunuyla ilgili bir yürütmeyi durdurma istemiştir.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Dönemin bitiyor… Sanki onbeş günlük Bakansın!..
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ
(Devamla) - Daha doğrusu, bir genelgeyle ilgili, Başbakanlık genelgesiyle
ilgili bir yürütmeyi durdurma istemiştir.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Laf…Sanki onbeş günlük Bakansın!..
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ
(Devamla) - Bu yürütmeyi durdurma istemine karşılık, Danıştay işin esasına
karşı çıkmamakla birlikte, bazı maddeleriyle alakalı olarak, Anayasa
Mahkemesine bir yürütmeyi durdurma talebinde bulunmuştur.
Şimdi, ben, değerli
Anamuhalefet Partisi milletvekillerine soruyorum: Siz, burada, devlet hizmeti
yükümlülüğünün kaldırılması için tavır koyan, mahkemeye giden Tabipler
Birliğinin yanında mısınız değil misiniz; bunu açıkça söyleyin bu kürsüden.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Ya, istesek, Anayasa Mahkemesine biz giderdik.
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ
(Devamla) - Söyleyemezsiniz, söyleyemezsiniz; çünkü, söylerseniz, bu millet
size yarın gerekeni söyler.
TUNCAY ERCENK (Antalya) -
Vallahi, size şimdi söylüyor!
MEHMET UĞUR NEŞŞAR
(Denizli) - Siz, denkliği YÖK verecek deyin, ben onun cevabını vereyim Sayın
Bakan.
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ
(Devamla) - Şimdi, yine, Anamuhalefet Partisi sözcüsü şöyle bir ifadede
bulundu, dedi ki: "Tabipler Birliğinin seçimleri Sayın Bakanın istediği
gibi sonuçlanmayacak, sandık konulduğu zaman göreceksiniz." Değerli
Milletvekilim, ne sizin ne de bizim alanımızdır orası. Benim böyle bir derdim
yok.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Fiskobirlik'e müdahale etmediniz mi?! Futbol Federasyonuna?..
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ
(Devamla) - Türk tabipleri, bu ülkenin değerli Türk tabipleri, kendi meslek
birliklerinin seçimine girecekler…
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Futbol Federasyonu!...
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ
(Devamla) - … kendi tercihlerini de kullanacaklardır; o, onların bileceği bir
iştir.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Fiskobirlik, Fiskobirlik!..
TUNCAY ERCENK (Antalya) -
Esnaf Odaları…
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ
(Devamla) - Ama, belli ki, siz bu işlere karışıyorsunuz.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Siz karıştınız!
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ
(Devamla) - Şimdiden, Türk Tabipler Birliğinin seçimleriyle ilgili birtakım
hesapların içine girmişsiniz; girebilirsiniz, o beni ilgilendirmiyor…
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Futbol Federasyonu, Fiskobirlik…
HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU
(Antalya) - Niye seni ilgilendirmiyor; siz hükümetin üyesi değil misiniz ?!
MEHMET UĞUR NEŞŞAR
(Denizli) - Futbol Federasyonuna AK Parti mi karıştı, CHP mi?
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ
(Devamla) - Ancak, değerli arkadaşlarım, yarın, sandık, tıpkı 3 Kasımda olduğu
gibi, tıpkı 28 Martta olduğu gibi, sizin ve bizim önümüze konulacaktır.
MEHMET UĞUR NEŞŞAR
(Denizli) - Gelecek Sayın Bakan, gelecek!
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ
(Devamla) - O zaman, biraz önce ismini saydığım o Şavşatlılar, o Tekmanlılar, o
Mesudiyeliler, o Dargeçitliler, o sandıkta, gereken cevabı size dün olduğu gibi
yarın da vereceklerdir. (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri,
alkışlar)
MEHMET UĞUR NEŞŞAR
(Denizli) - Hadi, erken seçim yapalım Sayın Bakan...
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ
(Devamla) - Şimdi, siz, bu kürsülerden, hastanelerin ortak bir çatı altına
alınmasına da karşı çıktınız, bunları unutmayın!
MEHMET UĞUR NEŞŞAR
(Denizli) - Şu anda, ortak çatıdalar mı Sayın Bakan?
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ
(Devamla) - Siz, bu kürsülerden, işçilerimizin, bu ülkenin, çalışanlarıyla,
aileleriyle, emeklileriyle 30 000 000'a yaklaşan insanının, işçilerimizin,
ülkenin bütün kamu hastanelerinden yararlanmalarının önünü açan bir uygulamaya
çok şiddetle karşı çıktınız. O gün de, bunun, Anayasaya aykırı olduğunu iddia
ettiniz. Hatta, sizin hukukçu bir sözcünüz dedi ki: "Siz, Sağlık Bakanı
olarak bunun Anayasaya aykırı olduğunu anlayamazsınız. Ben hukukçuyum."
Ben de yine bu Meclis kürsüsünden ona bir cevap vermiştim. Demiştim ki: Siz
hukukçu olabilirsiniz; ama, hukuk değilsiniz. Nitekim, bakın, hiç Anayasaya da
aykırı olmadı. Bugün bu ülkenin şerefli işçileri, bütün diğer onurlu insanları
gibi, bütün kamu hastanelerinden yararlanıyorlar; hatta, özel hastanelerinden
de yararlanmaya başladılar. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Sizin Grup
Başkanvekiliniz, yine bu kürsüden, işçilerimizin ilaçlarını eczanelerden
almasına karşı çıktı. O zaman da sormuştum: Siz, işçilerimizin 150 tane, 200
tane, 300 tane, bilemediniz 500 tane eczanenin önünde saatlerce kuyrukta ne
çektiğinden haberdar değil misiniz?!
TUNCAY ERCENK (Antalya) -
Şimdi de… Bakın!..
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ
(Devamla) - Azıcık kulak verin bu sıkıntılara, azıcık gidin bir görün.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Adam, reçete yazdırmak için başka ilçeye gidiyor. Uzman doktor arıyor reçete
yazdırmak için.
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ
(Devamla) - Bakın, şimdi bütün işçilerimiz bu ülkenin 20 000'e yakın
eczanesinden, gidiyorlar, ilaçlarını takır takır alıyorlar. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Reçete yazdırmak için uzman arıyor.
MEHMET UĞUR NEŞŞAR
(Denizli) - Siz de altı aydır takır takır parasını ödemiyorsunuz eczanelerin.
MEHMET ÇERÇİ (Manisa) -
Hepsi ödendi. Eczanelerin hepsi aldı. Git de sor!
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ
(Devamla) - Üstelik, lüzumsuz bürokrasiden sıkıntı çekmesinler diye…
BAŞKAN - Sayın Bakanım,
bir dakikanızı rica edeyim.
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ
(Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
MEHMET UĞUR NEŞŞAR
(Denizli) - Eczaneleri dolaşırsanız…
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri…
MEHMET ÇERÇİ (Manisa) -
"Allah razı olsun" deyin. Devamlı alıyorlar.
BAŞKAN - Sayın Çerçi, o
cevabı Bakan kendisi verecektir. Lütfen…
MEHMET ÇERÇİ (Manisa) -
Başkanım, bakın, onlar yanlış söylüyorlar.
BAŞKAN - Sayın Neşşar,
siz kürsüdeyken müdahale edildiği zaman nasıl şikâyetçi iseniz, Sayın Bakan da
haklı olarak şikâyetçi.
MEHMET UĞUR NEŞŞAR
(Denizli) - Sayın Başkanım, haklısınız; ama; içimiz yanıyor.
BAŞKAN - Rica ediyorum…
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ
(Devamla) - O zaman bize dediler ki…
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Sayın Başkan… Sayın Başkan…
BAŞKAN - Sayın Anadol,
siz Grup Başkanvekilisiniz. Konuşmasını tamamlasın. Rica ediyorum…
MEHMET UĞUR NEŞŞAR
(Denizli) - Ben konuşurken onlar ne yaptılar?..
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ
(Devamla) - Değerli Başkanım, çok teşekkür ediyorum bu kıymetli uyarılarınız
için.
BAŞKAN - Buyurun.
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ
(Devamla) -Tabiî, bu, Anamuhalefet Partisinin genel alışkanlığı haline geldi.
TUNCAY ERCENK (Antalya) -
Ama, bu da yanlış Sayın Başkan.
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ
(Devamla) - Hoşlarına gitmeyen bir şey olduğu zaman buradaki konuşmacıyı
konuşturmamak için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar. Bunu da tabiî
karşılıyorum.
TUNCAY ERCENK (Antalya) -
Sayın Başkanım, bu üslup da yanlış.
BAŞKAN- Sayın Bakan, siz
Genel Kurula hitap edin.
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ
(Devamla) - Bunun bir örneğiyle de, değerli milletvekillerim, Plan ve Bütçe
Komisyonunda karşılaşmıştık. Yine, bu ortak çatıyla ilgili, hastanelerin ortak
kullanılmasıyla ilgili bir kanunu görüşüyorduk. Ben şunu söyledim, dedim ki:
Müsaade ederseniz değerli milletvekillerim, ben Anamuhalefet Partimizin,
Cumhuriyet Halk Partimizin programından burada size bazı cümleler okuyacağım.
Aman Allah'ım, nasıl karıştı o Plan ve Bütçe! Hatırlayın. Ne şamatalar oldu, ne
gürültüler oldu. "Konuşamazsın, bizim programımızı okuyamazsın"
dediler. Niçin; çünkü, kendi programlarında da bizim söylediklerimize, bizim
getirdiğimiz kanuna benzer ifadeler vardı.
Şimdi, değerli
milletvekilleri, ilaçların eczanelerden alınmasına karşı çıkıldı. Peki, ne
gerekçeyle karşı çıkılıyordu? Şunu söylediler; dediler ki: "Siz bunu
karşılayamayacaksınız, 4 milyar dolar fark gelecek, 8 milyar dolar fark gelecek."
Bakın, şimdi bunun hikâyesini ben size anlatayım: Öylesine mükemmel bir sosyal
proje gerçekleştirdik ki değerli milletvekillerim, bu sosyal projeyle, bir
taraftan ilaç fiyatları, cumhuriyet tarihimizde hiç görülmemiş biçimde, 900'e
yakın kalemde aşağıya indi. Detaylarına şimdi vakit olmadığı için
giremeyeceğim; ama, bu bizim Hükümetimizin politikası olarak oluşturulan bir
kararnamenin sonucuydu. Başka?.. Geri ödeme kurumlarımız, yani SSK, Bağ-Kur,
Emekli Sandığı ve yeşilkart için de biz Maliye Bakanlığıyla birlikte,
eczacılarımızla, depocularımızla, ilaç firmalarıyla oturduk bir pazarlık
yaptık. Şimdi, bu pazarlığın sonucunda yeni indirimler aldık, yeni ıskontolar
aldık. Hesaplar yapılıyor, deniyor ki: "SSK'nın 2006 yılındaki ilaç
harcamaları arttı, patladı." Hayır, öyle patlama falan yok. Biraz artış
var; doğrudur, ama SSK'nın, yani işçilerimizin ilaçlarını serbest eczanelerden
almalarıyla önümüze çıkan yük, diğer kurumlarda oluşturulan ıskontoyla mükemmel
bir biçimde dengelendi. Bugün, hem ilaçta, kamu olarak, harcamalarımız önemli
ölçüde artmadı hem de mükemmel bir sosyal politika gerçekleşti. Bugün, artık,
işçimiz, yeşilkartlımız da tıpkı devlet memurları gibi, memur emeklileri gibi
ilaçlarını rahatça eczanelerden alıyorlar. Bugün, 10 000 000 civarındaki
yeşilkartlı vatandaşımız, yine bu ülkenin onurlu insanı olarak eczaneden gidip
ilacını rahatça alabiliyor; ama, dün, kaymakamlıkların önünde, valiliklerin
önünde, sosyal yardımlaşma fonlarına ait vakıfların önünde gidip sıraya
giriyorlardı, boyunlarını büküyorlardı.
Bakın, mükemmel bir
sosyal proje AK Parti Hükümetimizin yaklaşımlarıyla, önce insan diyen, insanı
yaşat ki devlet diyen yaklaşımlarıyla bugün gerçekleştirilmiş durumdadır; ama,
buna bazılarının hayali bile yetişmez değerli milletvekilleri. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
TUNCAY ERCENK (Antalya) -
Bu sizin lafınız. Bunu nereden çıkardınız?
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ
(Devamla) - Siz, hekimlere dönersermaye payı dağıtmamıza da karşı çıkmıştınız.
Bunların hepsini hatırlıyoruz, hepsini hatırlıyoruz.
Şimdi, koruyucu sağlık
hizmetlerine daha az pay ayırıyormuşuz.
Değerli milletvekillerim,
hakikaten, bilmeyince demek ki böyle şeyler söyleniyor. Bakınız. 2002 yılında,
bir tek kalemden bahsedeceğim, tek bir kalemden bahsedeceğim. 2002 yılında, değerli
arkadaşlarım, sadece çocuk aşılamaları için ayrılan pay 12 000 000 YTL
civarındaydı, 2002 rakamlarıyla. Bugün bu rakam nedir biliyor musunuz; 112 000
000 YTL. (AK Parti sıralarından alkışlar)
MEHMET UĞUR NEŞŞAR
(Denizli) - Maliye Bakanlığı rakamları…
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ
(Devamla) - Yavrularımızın aşılamaları için, ilk defa bizim dönemimizde,
gelişmiş Avrupa ülkelerinde ve Amerika Birleşik Devletlerinde uygulanan aşıları
uygulamaya başladık; beşli aşı diye bilinen aşılara geçtik; kızamıkçık ve
kabakulak aşısına başladık; menenjit aşısı denen aşıya başladık.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU
(Antalya) - Sayın Bakanım, bunlar daha önceden yapılmıyor muydu?
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ
(Devamla) - Değerli milletvekilleri, şimdi, kızamıktan bahsetti Sayın
Anamuhalefet Partisi sözcüsü.
Bakın, bir bilim
adamının, bu kadar, meselelerden haberdar olmaması hakikaten enteresandır.
BAŞKAN - Sayın Bakanım,
çalışma süremiz bitmek üzere; 2 dakikalık süreniz var; toparlarsanız...
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ
(Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Şimdi, dendi ki: SSP,
yani bir nörolojik hastalık, çocuklarda görülen "aşı yapmadınız, bu
görüldü." Aman Allah'ım!.. SSP ortalama olarak beş yılda ortaya çıkan bir
hastalık Değerli Milletvekilim.
ALİ ARSLAN (Muğla) - Bir,
iki yılda çıkar Sayın Bakanım, yalan söylüyorsun. (AK Parti sıralarından
gürültüler)
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ
(Devamla) - Biz üç yıldır hükümetteyiz. Ben, bir çocuk sağlığı ve hastalıkları
profesörüyüm. Onun için, cehaletinizi oradan bağırarak ifade etmeyin. Ben
ortalamalardan bahsediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
ALİ ARSLAN (Muğla) -
Ortalaması iki yıldır.
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ
(Devamla) - Ve bizim dönemimizde, kızamık aşılama oranları, Türkiye
Cumhuriyetinin en yüksek rakamlarına ulaşmıştır.
ALİ ARSLAN (Muğla) -
Geçen sene…
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ
(Devamla) - En yüksek rakamlarına ulaşmıştır. Bizim dönemimizde, 18,5 milyon
yavrumuz kızamık aşısıyla aşılanmıştır; Avrupa'nın en büyük aşı kampanyasıdır;
yüzde 94'ün üzerinde bir aşılama oranına ulaştık. Ama, geçmiş iktidarlar
döneminde… Mesela, Viranşehir'de problem var; SSP problemi var. Tespit ediyoruz
ki, bizden önceki iktidarlar döneminde, aşılama oranları yüzde 9'a kadar düşmüş
Viranşehir'de. Ama, değerli milletvekillerim, bu, bizim Hükümetimizin problemi
değildir, bizim Hükümetimizin eksikliği değildir. Biz, birçok alanda olduğu
gibi, bu alanda da, aşılama alanında da eksikleri ortadan kaldırmaya
çalışıyoruz.
Değerli milletvekilleri,
bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da insanımıza daha mükemmel bir sağlık
hizmeti vermek için gayretlerimize devam edeceğiz. Ülkenin bütün imkânlarını,
bunun için seferber edeceğiz. Türk hekimlerine ve diğer bütün Türk sağlık
çalışanlarına da, onların ortamlarını iyileştirmek, onların gelirlerini
artırmak için yaptığımız çalışmaları, geliştirerek çalışmalarımıza devam
edeceğiz. Biliyoruz ki, insana hizmet eden hizmet bireylerine -ki, hekimler,
sağlık çalışanları böyle kişilerdir- ne kadar çok iyi ortam hazırlarsanız, ne
kadar çok gelir temin ederseniz, hizmetin kalitesi o kadar yükselir. Onun için,
biz, bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da hekimlerimize güvenmeye, onlara,
elimizden gelen kolaylıkları göstermeye devam edeceğiz. Sağlıkta Dönüşüm
Programı, bütün heyecanıyla, bütün dinamizmiyle devam edecek ve bir bir
hedeflerimize yaklaşacağız.
Ben, Yüce Meclisinizi
saygıyla ve hürmetle selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyoruz Sayın Bakan.
Sayın milletvekilleri,
çalışma süremiz bitmiştir.
Kanun tasarı ve
tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 2 Mart 2006 Perşembe günü, alınan karar
gereğince, saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.
İyi akşamlar diliyorum.
Kapanma Saati: 21.00