BIM 2 3 2006-03-23T13:23:00Z 2006-03-23T13:23:00Z 52 35455 202099 TBMM 1684 404 248191 9.3821 0 6 nk 6 nk 0

DÖNEM: 22                      CİLT: 112                     YASAMA YILI: 4

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

TUTANAK DERGİSİ

69 uncu Birleşim

1 Mart 2006 Çarşamba

  I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. - GELEN KÂĞITLAR

III. - YOKLAMA

IV. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1.- Konya Milletvekili Orhan Erdem'in, Türk edebiyatının usta yazarlarından Tarık Buğra'nın ölümünün 12 nci yılında, edebiyatçı kişiliğine ve eserlerine ilişkin gündemdışı konuşması

2.- İzmir Milletvekili Türkân Miçooğulları'nın, Türkiye Büyük Millet Meclisinin ilk kadın milletvekillerine, kadınların siyasete katılımda yaşadıkları zorluklara ve bu konuda atılması gereken adımlara ilişkin gündemdışı konuşması

3.- Osmaniye Milletvekili Şükrü Ünal'ın, Osmaniye Organize Sanayi Bölgesindeki sorunlara ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması

B) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Bülent Arınç'ın Finlandiya Parlamentosu Başkanı Paavo Lipponen'in davetine icabetle, beraberinde bir Parlamento heyetiyle Finlandiya'ya resmî ziyarette bulunmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/986)

V.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)

2.- Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1030) (S. Sayısı: 904)

3.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu, Yükseköğretim Kanunu, Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu, Telsiz Kanunu ile 78 ve 190 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 30.12.2005 Tarih ve 5447 Sayılı Kanun ve Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1164) (S. Sayısı: 1096)

4.-  Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair 607 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Millî Savunma Komisyonu Raporu (1/278, 1/1034) (S. Sayısı: 17 ve 17'ye 1 inci Ek)

5.- Gülhane Askeri Tıp Akademisi Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname ve Millî Savunma Komisyonu Raporu (1/277) (S. Sayısı: 1079)

6.- Medenî ve Siyasî Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmeye Ek İhtiyarî Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/891) (S. Sayısı:1003)

7.- Türkiye Cumhuriyeti ile Suriye Arap Cumhuriyeti Arasında Serbest Ticaret Alanı Tesis Eden Ortaklık Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/1126) (S. Sayısı: 1095)

8.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Moğolistan Hükümeti Arasında Büyükelçilik Binasının Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine Satışına İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/1110) (S. Sayısı: 1026)

9.- Trabzon Milletvekili Cevdet Erdöl ve 4 Milletvekilinin, Türk Tabipleri Birliği Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi; İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu ve 35 Milletvekilinin, 23.1.1953 Tarihli ve 6023 Sayılı Türk Tabipleri Birliği Kanununun 3224 Sayılı Yasa ile Değişik 60 ıncı Maddesinin Birinci Fıkrasının Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifi ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (2/672, 2/604) (S. Sayısı: 1069)

VI.- SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Antalya Milletvekili Feridun Fikret BALOĞLU'nun, Antalya'da gösterimi iptal edilen bir müzikale ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Atilla KOÇ'un cevabı (7/11415)

2.- İzmir Milletvekili Ahmet ERSİN'in, yurtlarda kalan çocuklara yapılan bir ankete ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Nimet ÇUBUKÇU'nun cevabı (7/12255)


I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak altı oturum yaptı.

Erzurum Milletvekili Mustafa Nuri Akbulut, Azerbaycan'ın Hocalı Kentinde Ermeni askerlerince halka karşı yapılan katliamın 14 üncü yılı münasebetiyle,

Antalya Milletvekili Atila Emek, turizm sektörünün sorunlarına ve alınması gereken tedbirlere ilişkin,

Karaman Milletvekili Mevlüt Akgün, köy kalkınmasının sağlanması, köylünün yaşam kalitesinin yükseltilmesi ve şehirdeki tüm imkânların köylere götürülmesini hedef alan KÖYDES Projesi çalışmaları konusunda,

Gündemdışı birer konuşma yaptılar.

Muğla Milletvekili Fahrettin Üstün ve 46 milletvekilinin, turizm sektöründeki sorunların (10/342),

Muğla Milletvekili Fahrettin Üstün ve 49 milletvekilinin, Muğla İlinin sosyal ve ekonomik sorunlarının (10/341),

Bursa Milletvekili Kemal Demirel ve 49 milletvekilinin, çocuklar arasında suç oranının artmasının sebeplerinin (10/340),

Araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacakları ve görüşme gününün, sırası geldiğinde yapılacağı;

Hakkâri Merkez, Yüksekova ve Şemdinli İlçelerinde meydana gelen olayların araştırılması amacıyla kurulan (10/322, 323, 324) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Başkanlığının süre uzatımına ilişkin tezkeresi okundu; daha önce verilen 3 aylık çalışma süresini doldurması nedeniyle, İçtüzüğün 105 inci maddesine göre, komisyona 1 aylık kesin süre verildiği;

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 335 inci sırasında yer alan 1094 sıra sayılı kanun teklifinin bu kısmın 5 inci sırasına, 337 nci sırasında yer alan 1098 sıra sayılı kanun teklifinin 6 ncı sırasına, 336 ncı sırasında yer alan 1096 sıra sayılı kanunun 7 nci sırasına, 261 inci sırasında yer alan 1003 sıra sayılı kanun tasarısının 8 inci sırasına, 331 inci sırasında yer alan 1095 sıra sayılı kanun tasarısının 9 uncu sırasına, 289 uncu sırasında yer alan 1026 sıra sayılı kanun tasarısının 10 uncu sırasına, 330 uncu sırasında yer alan 1090 sıra sayılı kanun tasarısının 12 nci sırasına, 322 nci sırasında yer alan 1081 sıra sayılı kanun teklifinin 14 üncü sırasına, 47 nci sırasında yer alan 952 sıra sayılı kanun tasarısının 15 inci sırasına, 48 inci sırasında yer alan 871 sıra sayılı kanun tasarısının 16 ncı sırasına, 326 ncı sırasında yer alan 1086 sıra sayılı kanun tasarısının 17 nci sırasına, 28.2.2006 tarihli gelen kâğıtlarda yayımlanan 1101 sıra sayılı kanun teklifinin, 48 saat geçmeden, 13 üncü sırasına alınmasına ve diğer işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesine; Genel Kurulun, 28.2.2006 Salı ve 1.3.2006 Çarşamba günkü birleşimlerinde sözlü sorular ile diğer denetim konularının görüşülmemesine, 28.2.2006 Salı günkü birleşiminde kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine; 28.2.2006 Salı, 1.3.2006 Çarşamba günleri 15.00-21.00 ve 2.3.2006 Perşembe günü 14.00-20.00 saatleri arasında çalışmalarını sürdürmesine ilişkin Danışma Kurulu önerisinin, yapılan görüşmelerden sonra, kabul edildiği;

İzmir Milletvekili Ahmet Ersin'in, İzmir İlinde Karabağlar Adı ile Bir ilçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifinin (2/491), doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesinin, yapılan görüşmelerden sonra, kabul edilmediği,

İzmir Milletvekili Bülent Baratalı'nın, Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda ve Sosyal Güvenlikle İlgili Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Temsil Tazminatı Ödenmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin (2/439), doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesinin, yapılan görüşmelerden sonra, kabul edildiği;

Açıklandı.

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:

3 üncü sırasında bulunan, Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin (2/212) (S. Sayısı: 305) görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin komisyon raporu henüz gelmediğinden,

1 inci sırasında bulunan, Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair 607 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının (1/278, 1/1034) (S. Sayısı: 17 ve 17'ye 1 inci ek),

2 nci sırasında bulunan, Gülhane Askeri Tıp Akademisi Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin (1/277) (S. Sayısı: 1079),

4 üncü sırasında bulunan, Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun Tasarısının (1/1030) (S. Sayısı: 904),

Görüşmeleri, ilgili komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından;

Ertelendi.

5 inci sırasında yer alan, İzmir Milletvekilleri Mehmet S. Tekelioğlu, Fazıl Karaman ve İsmail Katmerci'nin, İzmir Kentinde Yapılacak Dünya Üniversitelerarası Spor Oyunları (Universiade) Kanununda (2/700) (S. Sayısı: 1094),

6 ncı sırasına alınan, Erzurum Milletvekili Mustafa Ilıcalı ve 7 Milletvekilinin, İstanbul Elektrik Tramvay ve Tünel İdareleri Teşkilat ve Tesisatının İstanbul Belediyesine Devrine Dair Kanunda (2/680) (S. Sayısı: 1098),

Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tekliflerinin, yapılan görüşmelerden sonra, kabul edilip kanunlaştıkları açıklandı.

7 nci sırasına alınan ve Cumhurbaşkanınca bir kez daha görüşülmek üzere geri gönderilen Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu, Yükseköğretim Kanunu, Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu, Telsiz Kanunu ile 78 ve 190 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 30.12.2005 Tarihli ve 5447 Sayılı Kanunun (1/1164) (S. Sayısı: 1096), tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanarak maddelerine geçilmesi kabul edildi ve geçici 1 inci maddesi üzerinde bir süre görüşüldü; madde üzerinde verilen bir önergenin oylamalarında karar yetersayısı bulunmadığı anlaşıldığından;

1 Mart 2006 Çarşamba günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşime 22.04'te son verildi.

 

 

İsmail Alptekin

 

 

 

Başkanvekili

 

 

Ahmet Küçük

 

Harun Tüfekci

 

Çanakkale

 

Konya

 

Kâtip Üye

 

Kâtip Üye

 

 

Bayram Özçelik

 

 

 

Burdur

 

 

 

Kâtip Üye

 


            No.: 93

II.- GELEN KÂĞITLAR

1 Mart  2006 Çarşamba

Tasarılar

1.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Japonya Hükümeti Arasında Kaman Kalehöyük Arkeoloji Müzesinin Hibe Yoluyla Yapılmasına İlişkin Nota, Görüşme Tutanakları ve Müzakere Kayıtlarının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/1173) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.2.2006)

2.- Uluslararası Denizcilik Örgütü Sözleşmesinde Yapılan Değişikliklerin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/1174) (Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.2.2006)

3.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Portekiz Cumhuriyeti Arasında Gelir Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve Vergi Kaçakçılığına Engel Olma Anlaşması ve Eki Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/1175) (Plan ve Bütçe ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.2.2006)

4.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Sırbistan ve Karadağ Bakanlar Kurulu Arasında Gelir ve Servet Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/1176) (Plan ve Bütçe ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.2.2006)

5.- Nüfus Hizmetleri Kanunu Tasarısı (1/1177) (Adalet; Plan ve Bütçe ile İçişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.2.2006)

Teklifler

1.- Iğdır Milletvekili Dursun Akdemir'in; Harcırah Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi (2/706) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.2.2006)

2.- Osmaniye Milletvekili Mehmet Sarı'nın; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/707) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.2.2006)

3.- Bartın Milletvekili Mehmet Asım Kulak'ın; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/708) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.2.2006)

4.- Bitlis Milletvekili Zeki Ergezen'in; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/709) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.2.2006)

5.- Bingöl Milletvekili Feyzi Berdibek'in; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/710) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.2.2006)

6.- Bilecik Milletvekili Fahrettin Poyraz'ın; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/711) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.2.2006)

7.- Bingöl Milletvekili Feyzi Berdibek ve 11 Milletvekilinin; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/712) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.2.2006)

8.- İzmir Milletvekili Hakkı Ülkü ve 44 Milletvekilinin; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/713) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.2.2006)

9.- Bursa Milletvekili Mehmet Küçükaşık ve 48 Milletvekilinin; Yurt Dışında Bulunan Türk Vatandaşlarının Yurt Dışında Geçen Sürelerinin Sosyal Güvenlikleri Bakımından Değerlendirilmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi (2/714) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.2.2006)

10.- İzmir Milletvekili Yılmaz Kaya ve 49 Milletvekilinin; 3201 Sayılı Yurt Dışında Bulunan Türk Vatandaşlarının Yurt Dışında Geçen Sürelerinin Sosyal Güvenlikleri Bakımından Değerlendirilmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/715) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.2.2006)

11.- Ankara Milletvekili Mehmet Tomanbay ve 27 Milletvekilinin; Sosyal Sigortalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/716) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.2.2006)

12.- Bingöl Milletvekili Feyzi Berdibek'in; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Hakkında 41 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair Kanun ile 78 ve 190 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/717) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.2.2006)

13.- Tekirdağ Milletvekili Enis Tütüncü ve 46 Milletvekilinin; İskân Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/718) (İçişleri Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.2.2006)

14.- Bursa Milletvekili Mehmet Küçükaşık ve 47 Milletvekilinin; Kurumlar Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi (2/719) (Tarım, Orman ve Köyişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.2.2006)

15.- İstanbul Milletvekili Ahmet Güryüz Ketenci ve 3 Milletvekilinin; Milletvekili Seçim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/720) (Adalet ile Anayasa Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.2.2006)

16.- İstanbul Milletvekili Ahmet Güryüz Ketenci ve 3 Milletvekilinin; Siyasi Partiler Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/721) (Avrupa Birliği Uyum; Plan ve Bütçe ile Anayasa Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.2.2006)


BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 15.05

1 Mart 2006 Çarşamba

BAŞKAN: Başkanvekili İsmail ALPTEKİN

KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 69 uncu Birleşimini açıyorum.

Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.

Sayın milletvekilleri, gündeme geçmeden önce, üç sayın milletvekiline gündemdışı söz vereceğim.

Gündemdışı ilk söz, Türk edebiyatının ustalarından Tarık Buğra'nın ölüm yıldönümü münasebetiyle, Konya Milletvekili Sayın Orhan Erdem'e aittir.

Buyurun Sayın Erdem. (AK Parti sıralarından alkışlar)

IV. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1.- Konya Milletvekili Orhan Erdem'in, Türk edebiyatının usta yazarlarından Tarık Buğra'nın ölümünün 12 nci yılında, edebiyatçı kişiliğine ve eserlerine ilişkin gündemdışı konuşması

ORHAN ERDEM (Konya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri ve bizi izleyen çok değerli milletim; öncelikle, hepinizi, sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Gündemdışı konuşmam da, Türk romanının en usta yazarlarından biri olan, benim de doğum yerim Akşehir'den, Nasrettin Hoca diyarından, 1918'de hayata gözlerini açan, 1994 yılında aramızdan ayrılan, bu yıl 12 nci ölüm yıldönümünü kutladığımız Tarık Buğra hakkında olacaktır.

Biz, pazar günü -26 Şubat- Akşehir Belediyesince, ölüm yıldönümü dolayısıyla, Akşehir Kültür Merkezinde, çok değerli eski Tarım Bakanımız, Konya Milletvekilimiz Sami Güçlü'nün de katılımıyla, kendisi çok hayranı ve tüm kitaplarını okumuş biri olarak, hayatını irdelemiş biri olarak bize çok doyurucu bir konferans verdi ve orada, daha ne yapabiliriz diye kendi açımdan düşündüğümde, bugün böyle bir söz alarak sizlerle de paylaşmamız gerektiğine inandık. Çünkü, onun hayatı ve yazarlığa geçtiği dönemeçler, günümüz gençliği ve yazarları için ibretlerle doludur. Rahmetli Tarık Buğra'nın ilk ve ortaöğrenimini geçirdiği Akşehir'deki hayatı, aile yaşamı ve büyük saygı duyduğu babası Mehmet Nazım Beyden aldığı kitap okuma alışkanlığı, annesi Nazike Hanımdan aldığı tertemiz ve saf bir değerler kazanımı, onun, ilkeli, dürüst, vatansever, taviz vermez, toksözlü karakterini oluşturmuştur.

Akşehir'deki öğrenim hayatı sonrası İstanbul'da başlayan ve Konya Lisesi mezuniyetiyle biten -1936'da- lise çağları, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hukuk ve Edebiyat Fakültesinde ikişer, üçer yıl okuyup bırakmasıyla sonuçlanan bir yükseköğrenim hayatı geçirmiştir.

Büyük üstat, lise son sınıfta yazar olmaya karar vermiş ve "yazarın mekânı, tavan arasındadır; kaderi yarı aç yarı tok yaşamaktır" diyerek, idealini açıklamış ve yola çıkmıştır. Onun edebiyat ve kitaplarla iç içe olmasını sağlayan önce babası, sonra, küçük bir tesadüf, ilkokul 3 üncü sınıfta Çocuk Dünyası Dergisinde kazandığı 9 kitap ve daha sonra ilkokul çağında Don Kişot, Monte Kristo, Arı Maya maceraları ve birçok eseri ve 5 inci sınıfı bitirdiğinde Reşat Nuri'nin Damga, Çalıkuşu, Akşam Güneşi ve Dudaktan Kalbe; hem de ikişer, üçer, bir kısmını ve en son eseri 14 kez okuduğunu biliyoruz.

Ortaöğreniminde onu fark eden ve ileride yazar olmaya iten dönemeçlerden biri, şair, araştırmacı Rıfkı Melül Meriç'tir. Yine, edebiyat fakültesi öğrenciliğinde Mehmet Kaplan'ın "bir hikâye yaz" teklifiyle yazdığı "Oğlum" diye bir hikâye, 1948'de Cumhuriyet Gazetesindeki ikincilik ödülüyle tanınma dönemini başlatmıştır.

Ayrıca, Buğra'nın, hayatı boyunca tanınmış yazarlarımızın hepsiyle ilgisi olmuştur. Üniversite yıllarında, İstanbul'da, Küllük isimli ünlü kahvede Yahya Kemal, Tanpınarlar, Ali Nihat Torlun, Mükremin Halil sohbetleri, eski hocası Rıfkı Melül Beyle arkadaşlığı, Prof. Yavuz Abadan, Nurullah Ataç'la birliktelikleriyle olgunlaşma dönemini yaşamıştır.

Bu süreçte, ileride yazmaya başladığında, kronolojik bir sırayla incelendiğinde dikkati çeken, Tarık Buğra'nın acemilik, çıraklık döneminin olmadan ustalaşması söz konusudur. O, daha ilk hikâyesinde usta olduğunu ortaya koymuştur. Tarık Buğra, Küllük'te geçen hayatını "kısa, o serseri günlerde büyük bir şans derim. Buna, edebiyat içimde tortulaşıyordu; fakat, kâğıttan hâlâ kaçıyordum ki, asıl şans diye bunu sayarım. Pişmeden, olmadan, kalıplaşmak tehlikesini böylece tesadüfen atlatıyordum" der.

Tarık Buğra'nın bu olgunlaşma dönemi içerisinde 1947 yılında Akşehir'de çıkardığı Nasrettin Hoca Gazetesi, İstanbul'a dönmesiyle birlikte Haber, Tercüman, Milliyet, Yeni İstanbul gazetelerinde fıkralar yazmış ve sanat sayfaları düzenlemiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun, tamamlayın konuşmanızı efendim.

ORHAN ERDEM (Devamla) - Zeytin Dalı, Üç İstanbul Haftası ve Yol dergilerini çıkarır ve onun gazete yazılarının değişik, kendine has özellikleri hiçbir zaman basmakalıp düşünce ve ideolojilerin takipçisi olmamıştır. Tiyatroları; İbiş'in Rüyası, Akümülatörlü Radyo, Ayakta Durmak İstiyorum, Yüzlerce Çiçek Açtı. Romanları; Siyah Kehribar, İbiş'in Rüyası'nın romanlaşması, Yalnızlar romanı gibi daha birçok eseri vardır.

Tarık Buğra'nın sağlam ve sarsılmaz bir yer sağlayan eseri Küçük Ağa'dır. Bu eserde ve bunun devamı Küçük Ağa Ankara'da ve Firevun İmanı romanlarında, millî mücadele, ilk defa değişik bir açıdan ele alınmıştır. Daha çok, devletin resmî görüşünden hareket eden Kurtuluş Savaşı romanlarının tam aksine, bu üç romanında, meseleler, insan, millet açısından ele alınmış, yeni bir yorumla ortaya konulmuştur. Diğer bir romanı Yağmur Beklerken'de serbest fırka dönemini anlatır. Gençliğim Eyvah romanında ise 1970'li yıllarda Türkiye'nin bir numaralı meselesi haline gelen anarşik olayları değişik yönleriyle perde arkasına tasvir ve tahlil eder ve Osmancık romanıyla Osmanlı Devletinin kuruluş yıllarını anlatır.

Yine, senaryo ve oyunda Sıfırdan Doruğa-Patron. Hikâyeleri; Oğlumuz, Yarın Diye Bir Şey Yoktur, İki Uyku Arasında en tanınmışlarıdır. Onun romanlarındaki bütün tipler tabiîdir. Tarık Buğra bir tahlil ustasıdır. Bazı romanlarında mesele, bazı romanlarında insan ön plandadır. Güzel Türkçesi, yoğun üslubu, derin tipleriyle, Türk, hikâye, tiyatro ve roman yazarlarının başında yer almıştır.

Değerli vekillerim, rahmetli Tarık Buğra'yı rahmetle anarken, benim konuşma talebinde bulunmam ve Değerli Başkanımın bu noktada söz vermesi noktasında teşekkür ediyorum ve bir hususu da, bu değerli hemşerim yazarın hayatını incelediğimizde sizinle paylaşmak istiyorum. Hayatı boyunca yazarlıktan başka bir geliri olmamış ve sefil bir hayat sürmüş Tarık Buğra, inşallah, olması gerekten çok daha ötede bir yazar olarak, ileride daha iyi anlaşılacaktır. Ancak, ben, birçok köşeyazarının ve roman yazarlarının Tarık Buğra'nın hayatını okumalarını istiyorum. Günümüzde öyle yazarlar çıktı ki, çok kısa sürede medya aracılığıyla önplana çıkarılıp ve ülkemizi arkadan vurmak, gündemdışı, Ermeni veya iç konularımıza kadar gitmeyi kendilerinde bir güç zannettiler. Aslında, onların romancılığını ve hayatını incelediğimizde, rahmetli Tarık Buğra'nın çırağı dahi olamayacaklarını görüyoruz.

Ben buna da dikkat çekerek, çok değerli yazarımız Tarık Buğra'ya tekrar rahmet diliyorum. İnşallah, onun eserlerindeki güzellikleri hem ailelerimiz hem öğretmenlerimiz hem bizler göz önüne alarak, yeni nesillere taşıma noktasında da başarılı olur diyerek, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Erdem.

Gündemdışı ikinci söz isteği, Türkiye Büyük Millet Meclisinin ilk kadın milletvekilleri hakkında, İzmir Milletvekili Türkân Miçooğulları'na aittir.

Buyurun Sayın Miçooğulları. (CHP sıralarından alkışlar)

2.- İzmir Milletvekili Türkân Miçooğulları'nın, Türkiye Büyük Millet Meclisinin ilk kadın milletvekillerine, kadınların siyasete katılımda yaşadıkları zorluklara ve bu konuda atılması gereken adımlara ilişkin gündemdışı konuşması

TÜRKÂN MİÇOOĞULLARI (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

15 Mayıs 1919'da İzmir'in işgalinden sonra, genci yaşlısı, kadını ve erkeğiyle birlikte yurdun her yanından yükselmeye başlayan bağımsızlık ve kurtuluş sesleri, âdeta, gelecek zaferi müjdeliyordu.

19 Mayıs 1919'da, Mustafa Kemal Samsun'a çıktı. Onun başlattığı mücadeleye, kadınlar, değişikler yerlerde toplantılar, mitingler yaparak destek verdiler. Muallimler Cemiyeti Başkanı Nakiye Elgün Hanım da, 13 Ocak 1920'de, soğuk bir kış günü, Sultanahmet Meydanında bir mitingde şöyle haykırıyordu: "Önümüzde açık iki yol var: Biri, tarihimizle, şanımızla devam etmek; diğeri, gözlerimizle tarihimizi de kapayıp ebediyete götürmektir." Kadınların bu mücadeleleri, Kurtuluş Savaşı 9 Eylül 1923'te İzmir'de zaferle sonuçlanana kadar sürdü.

Mustafa Kemal Atatürk, bu kahraman Türk kadınlarına hak ettiği hakların hepsini teslim etti. Medenî Kanun, eğitim birliği, kılık kıyafet devrimi, seçme ve seçilme hakkı bunlardan başlıcalarıdır.

8 Şubat 1935'te yapılan genel seçimlerde, içlerinde 13 Ocak 1920'de Sultanahmet Meydanında haykıran Nakiye Elgün Hanımın da olduğu 17 kadın milletvekili seçildi. 1 Mart günü, yani, yetmişbir yıl önce bugün, Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünden yemin ettiler.

İşte bugün saygıyla andığımız ilk kadın milletvekillerimiz ve illeri:

Mebrure Gönenç, Afyonkarahisar; Hatı Çırpan, Ankara; Türkan Örs Baştuğ, Antalya; Sabiha Gökçül Erbay, Balıkesir; Şekibe İnsel, Bursa; Huriye Öniz Baha, Diyarbakır; Fatma Memik, Edirne; Nakiye Elgün, Erzurum; Fakihe Öymen, İstanbul; Benal Arıman, İzmir; Ferruh Güpgüp, Kayseri; Bahire Bediz Morova Aydilek, Konya; Mihri Bektaş, Malatya; Meliha Ulaş, Samsun; Esma Nayman, Seyhan -bu ilimiz, 1956'de Adana oldu- Sabiha Görkey, Sivas; Seniha Hızal, Trabzon. Bunlara, ara seçimde Çankırı Milletvekili Hatice Özgener de eklenince ilk kadın milletvekillerimizin sayısı 18 oldu.

1 Mart 1935'te yemin eden bu 18 kadın milletvekilinden 1 tanesi muhtar, 1 tanesi il genel meclisi üyesi, 5 tanesi de belediye meclisi üyesiydi. Yani, onlar, daha önce, yerel seçimlerde verilen seçilme hakkını da kullanmışlardı. Onları, çağdaş, laik, demokrat tüm kadınlarımız adına, şükranla anıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yetmişbir yıl sonra, durumumuza baktığımızda, bir arpa boyu yol gitmemişiz. O gün yüzde 4,6 olan oran, bugün yüzde 4,4. O gün, kadın nüfusu 8 000 000, milletvekili sayısı 18; bugün, kadın nüfusu 36 000 000, milletvekili sayısı 24. Üniversitelerde, öğretim görevlileri arasında yüzde 35 oranında olan ve mesleğinde, işinde başarılı olmuş kadınları gördükçe, Türk kadınının, kendisine teslim edilen hakları kullanma konusunda herhangi bir eksiğinin olmadığını görüyoruz.

Türkiye İstatistik Kurumunun iki gün önce açıkladığı rakamlara göre, ülkemizde işsizlik oranı yüzde 10'dan, yüzde 10,6'ya yükselmiştir. Kadının siyasetteki başarısının eğitim ve ekonomik özgürlükle eşdeğer olduğunu düşünürsek eğer, bu oran çok dikkat çekicidir.

1990'larda, çalışabilecek konumdaki kadınların işgücüne katılımı yüzde 35 iken, bu yıl yüzde 24,6'ya gerilemiştir. Bu tabloyu görünce, 2003 yılında, ekonomiden sorumlu Devlet Bakanının "ekonomi iyi gidiyor, erkekler çalıştıkça, kadınlar da daha çok evlerinde oturma olanağı yakalıyor" sözleri aklımıza geliyor ve diyoruz ki, kadınlar, erkekler kazandığı için değil, istihdam oranı azaldığı için, üniversite mezunu delikanlıları ve genç kızları iş bulamayıp evde oturmak zorunda kaldığı için, evde oturuyor. Sayın Bakanın ve onun gibi düşünenlerin mantığıyla siyasete bakarsak, acaba, kadınlar, erkekler siyaseti çok iyi yaptıkları, ellerine geçirdikleri iktidar olanağını çok iyi kullandıkları için mi siyasetten uzak duruyor, siyaset yapmak istemiyor?!

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun.

TÜRKÂN MİÇOOĞULLARI (Devamla) - Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; üyesi olmaya çalıştığımız Avrupa Birliğinde, 1997 yılında kadınların istihdam oranı yüzde 45'ti; alınan önlemler sonucunda bu oran, 2001'de yüzde 55'e ulaştı, 2010 yılı itibariyle bu oranı yüzde 60'a çıkarmayı hedefliyorlar. Seçme ve seçilme hakkını bizden çok sonra almış Avrupa Birliği ülkeleri parlamentolarında kadınların oranı yüzde 35-40 düzeyinde. Kadınların işgücüne katılımı şiddetle teşvik edilmekte. 2010 yılına kadar tüm üye ülkelerde istihdam ve işsizlik oranlarındaki cinsiyet farkı önemli ölçüde azalacak. Kadın istihdamının artırılmasını sağlamak üzere çocuk bakım hizmetleri geliştirilecek. 0-3 yaş grubundaki çocukların en az üçte 1'inin, 3 yaş üzerinde çocukların yüzde 90'ının bu hizmetlerden yararlanması hedefleniyor.

Türkiye, AB adayı ülkeler arasında kadın istihdamı oranıyla son sırada yer almakta. Avrupa Birliğine girmeye çalışıyorsak, bunları görmezlikten gelemeyiz; çünkü, kadınlarımız, Türkiye'nin Avrupa Birliğine giriş kartıdır.

Soruna bu gerçekler ışığında yaklaştığımız takdirde, çözüme ulaşacağımızı ifade ederken, ilk kadın milletvekillerimizi, ülkemize vermiş olduğu hizmetlerden dolayı bir kez daha şükranla anıyor, 1 Mart gününün bir başka önemine değinmek istiyorum.

Üç yıl önce, demokrasinin silahla sağlanamayacağı bilinciyle, Irak tezkeresine ret oyu veren Türkiye Büyük Millet Meclisini saygıyla selamlıyor; başta Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı, milletvekilleri olmak üzere, bu karara katkı yapan tüm milletvekillerine, annelerin, kız kardeşlerin şükranlarını iletiyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Miçooğulları.

Gündemdışı üçüncü söz isteği, Osmaniye Organize Sanayi Bölgesiyle ilgili olmak üzere, Osmaniye Milletvekili Sayın Şükrü Ünal'a aittir.

Buyurun Sayın Ünal. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika.

3.- Osmaniye Milletvekili Şükrü Ünal'ın, Osmaniye Organize Sanayi Bölgesindeki sorunlara ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması

ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Osmaniye Organize Sanayi Bölgemizle ilgili olarak gündemdışı söz almış bulunuyorum. Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sözlerime, kuruluşundan bu yana Osmaniye Organize Bölgemizde emeği geçen herkese teşekkürlerimi sunarak başlamak istiyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Osmaniye Organize Sanayi Bölgemizin birinci alanı altyapısıyla bitirilmiş ve yatırımcımızın hizmetine sunulmuştur. İkinci genişleme alanının ise altyapı çalışmaları devam etmektedir. 173 parselden 105'i sanayicimize tahsis edilmiş olup, bu parseller üzerinde inşaatı bitmiş olan 25 fabrika üretim yapmaktadır. 22 fabrikanın inşaatı devam etmekte, 31 parselde de proje çalışmaları yapılmaktadır. Organize Sanayi Bölgemizde üretime geçen her fabrika Osmaniye'deki işsizlerimize yeni bir ekmek kapısı olmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şu an üretime geçmiş olan ve inşaatı devam eden fabrikalarımızın temellerini, geçtiğimiz yıllarda, değerli bakanlarımız Sayın Abdüllatif Şener, Sayın Kürşad Tüzmen, Sayın Ali Coşkun ve son olarak değerli Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Osmaniye halkının coşkulu katılımıyla birlikte atmıştır. Yeni temelleri ve açılışları, yine, Sayın Başbakanımızla birlikte gerçekleştirmeyi arzu etmekteyiz.

Değerli arkadaşlar, Osmaniye ve Osmaniye Organize Sanayi Bölgemiz yerli ve yabancı yatırımcılar için son derece cazip ve avantajlı bir konum arz etmektedir. Türkiye'nin, hatta Ortadoğu'nun yol kavşağında olan Osmaniye ve Organize Sanayi Bölgemiz, gerek hammadde kaynaklarına ve gerekse iç ve dış pazarlara ulaşım açısından son derece avantajlı bir mevkidedir.

Osmaniye Organize Sanayi Bölgesi, Osmaniye merkeze 18 kilometre, Toros Gübre Fabrikasına 36 kilometre, İskenderun Demir Çelik Fabrikası Limanına 45 kilometre, Adana Şakirpaşa Havaalanına 77 kilometre, Toprakkale Devlet Demiryolları İstasyonuna 10 kilometre, Adana'ya 67 kilometre, Yumurtalık Serbest Bölgesine 34 kilometre, Adana Organize Sanayi Bölgesine 46 kilometre, İskenderun Organize Sanayi Bölgesine 53 kilometrededir.

Değerli arkadaşlar, görüldüğü gibi, Osmaniye Organize Sanayi Bölgesinden 15 dakikada demiryolu istasyonuna, en geç 45 dakikada havaalanına ulaşılabilmektedir. Osmaniye Organize Sanayi Bölgesi, hemen yakınından geçen devlet yollarıyla ve bitişiğinden geçen ve bağlantı yolu inşa edilen otobanla da Türkiye'nin her yanına açılma şansına sahiptir. Ayrıca, sanayi bölgemiz, Adana-İskenderun Yoluna, Osmaniye Valiliğimizin çalışmalarıyla duble yolla da yakında bağlanacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiyemiz, Osmaniyemiz ve bölgemiz için büyük önem arz eden organize sanayi bölgemizin acil karşılanması gereken ihtiyaçları vardır ve ilgili bakanlıklardan bunların bir an önce giderilmesini rica etmekteyiz.

Birinci olarak, tevsi alanlar altyapısı için, 2006 yılı itibariyle, 2 000 000 YTL ödenek talep edilmiştir, bunun gerçekleştirilmesini rica ediyoruz.

İkinci olarak, otoyol bağlantısının inşaatı başlamış, acilen bitirilmesi gerekmektedir.

Üçüncü olarak da, bölge enerji ihtiyacının karşılanması için, TEİAŞ tarafından 2006 yılı yatırım programına alınan indirici trafo merkezinin yapımı için ödenek konulmasını istiyoruz ve rica ediyoruz.

Değerli arkadaşlar, bu arada sizlere, Kadirli İlçemizde altyapısı tamamlanmış ve yatırımcılarımızın hizmetine sunulmuş olan Kadirli Organize Sanayi Bölgemizden de kısaca bahsetmek istiyorum.

Daha çok tarımsal ürünlerin değerlendirileceği, tarıma dayalı sanayilerin gerçekleştirileceği Kadirli Organize Sanayi Bölgemiz, hem hammadde kaynağında oluşu, hem de ulaşım açısından Türkiye'nin her yönüne kolay ulaşım yollarına sahip oluşu yönünden cazibe arz etmekte ve yatırımcılarımızı beklemektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun.

ŞÜKRÜ ÜNAL (Devamla) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Osmaniyemiz, bir taraftan yeni kurulan fabrikalarla bir sanayi şehri olma yolunda ilerlerken, diğer yandan, inşallah, önümüzdeki yıllarda kurulacağına inandığımız Osmaniye üniversitesiyle de bir kültür şehri olacak ve hem bölgemizin hem de ülkemizin parlayan bir yıldızı konumuna gelecektir.

Bu duygu ve düşüncelerle, Osmaniye Organize Sanayi Bölgemizin, bütün avantajları ve cazibeleriyle, değerli yatırımcılarımızın emrinde olduğunu ifade eder, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlarım. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Ünal.

Sayın milletvekilleri, gündeme geçiyoruz.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır; okutup oylarınıza sunacağım.

Buyurun.

B) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Bülent Arınç'ın Finlandiya Parlamentosu Başkanı Paavo Lipponen'in davetine icabetle, beraberinde bir Parlamento heyetiyle Finlandiya'ya resmî ziyarette bulunmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/986)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Bülent Arınç'ın, Finlandiya Parlamentosu Başkanı Paavo Lıpponen'in davetine icabet etmek üzere, beraberinde Parlamento heyetiyle, Finlandiya'ya resmî ziyarette bulunması hususu Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki 3620 sayılı Kanunun 6 ncı maddesi uyarınca Genel Kurulun tasviplerine sunulur.

                                   Bülent Arınç

                        Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                           Başkanı

BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Alınan karar gereğince, sözlü soruları görüşmüyor ve gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.

Önce, sırasıyla, yarım kalan işlerden başlayacağız.

V.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin; Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine DairKanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)

BAŞKAN - 3 üncü sırada yer alan kanun teklifinin geri alınan maddeleriyle ilgili komisyon raporu gelmediğinden, teklifin görüşmeleri ertelenmiştir.

4 üncü sırada yer alan, Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu raporunun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

2.- Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1030) (S. Sayısı: 904)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet?.. yok.

Ertelenmiştir.

5 inci sırada yer alan, 30.12.2005 Tarih ve 5447 Sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu, Yükseköğretim Kanunu, Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu, Telsiz Kanunu ile 78 ve 190 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ve Anayasanın 89 uncu ve 104 üncü maddeleri gereğince Cumhurbaşkanınca bir daha görüşülmek üzere geri gönderme tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporlarının görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz. Edeceğiz.

3.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu, Yükseköğretim Kanunu, Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu, Telsiz Kanunu ile 78 ve 190 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 30.12.2005 Tarih ve 5447 Sayılı Kanun ve Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1164) (S. Sayısı: 1096) (x) (xx)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.

Sayın milletvekilleri, Kanunun geçici 1 inci maddesi üzerinde, Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı ve arkadaşları tarafından verilen önergenin oylanmasında kalmıştık.

Şimdi, Komisyon ve Hükümetin katılmadığı, gerekçesini Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı'nın açıkladığı önergeyi hatırlatmak için tekrar okutup, oylarınıza sunacağım.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 5447 sıra sayılı Yasanın geçici 1 inci maddesi aşağıdaki gibi düzenlenmesini dileriz.

Saygılarımızla.

                        Mustafa Gazalcı (Denizli) ve arkadaşları

Geçici Madde 1.- Bu Kanunla kurulan üniversitelerin kurucu rektörleri Yükseköğretim Kurumunca önerilen 3 isim arasından Cumhurbaşkanınca atanır. Atanan kurucu restör altı ay içerisinde rektör seçimi yaptırır.

III.-Y O K L A M A

(CHP sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Efendim, yoklama istiyoruz biz.

BAŞKAN - 20 kişinin ismini belirleyelim.

Sayın Anadol, Sayın Uzdil, Sayın Kartal, Sayın Akyüz, Sayın Gazalcı, Sayın Parlakyiğit, Sayın Arslan, Sayın Hacaloğlu, Sayın Çetin, Sayın Koç, Sayın Ercenk, Sayın Gencan, Sayın Kaplan, Sayın Ateş, Sayın Keleş, Sayın Atalay, Sayın Ekmekcioğlu, Sayın Neşşar, Sayın Büyükcengiz, Sayın Özay, Sayın Öymen, Sayın Dinçer, Sayın Değerli.

Sayın milletvekilleri, yeterli sayıda sayın üye salonda hazır bulunduğu için yoklama yapacağım ve yoklama için 4 dakika süre veriyorum.

Adlarını okuduğum sayın üyelerin yoklama için elektronik cihaza girmemelerini rica ediyorum.

Yoklama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, pusula gönderen arkadaşlarımızın Genel Kuruldan ayrılmamalarını rica ediyorum.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Süre bitmedi mi Sayın Başkan?

Süre bitti Başkanım. Hâlâ kâğıt geliyor; süre bitti.

Süre bitti Sayın Başkan, bundan sonra olmaz.

SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Olur mu canım?!

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Süre bitti, süre…

SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Efendim, yoklamada böyle bir usul yok; buradaysa buradadır, burada değilse yoktur.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Olur mu öyle şey?! Bundan sonra alınmaz kâğıt.

BAŞKAN - Sayın Çiçek?.. Burada.

Sayın Koç?.. Burada.

Sayın Çelik?.. Burada.

Sayın Arvas?.. Burada.

Sayın milletvekilleri, toplantı yetersayısı vardır.

V.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

3.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu, Yükseköğretim Kanunu, Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu, Telsiz Kanunu ile 78 ve 190 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 30.12.2005 Tarih ve 5447 Sayılı Kanun ve Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1164) (S. Sayısı: 1096) (Devam)

BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Şimdi, geçici 1 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Kanunun tümünün oylanmasından önce, İçtüzüğün 86 ncı maddesine göre, Denizli Milletvekili Sayın Ümmet Kandoğan aleyhte söz istemiştir.

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Sayın Başkan, salonda çok gürültü var.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, görüşmelerimize devam ediyoruz; arkadaşlarımız yerlerine otursunlar, çok da uğultu var, rica ediyorum…

Sayın Kandoğan, buyurun.

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Sayın Başkan, bu durumda konuşmamı yapamayacağım; ayakta bir hayli milletvekili var. (AK Parti sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Efendim, siz buyurun, konuşmaya…

NURETTİN AKTAŞ (Gaziantep) - Kim ayaktaymış?!

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Hayır; çok gürültü var efendim.

BAŞKAN - Siz konuşmaya başlayın.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Hayır efendim…(AK Parti sıralarından gürültüler)

NURETTİN AKTAŞ (Gaziantep) - Ne gürültüsü?!.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Efendim, şu duruma bakabilir misiniz!.. Şu hale bakabilir misiniz efendim!..

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, hiç hoş olmuyor, eğer, söylenilecek bir şey varsa biz söyleriz.

Buyurun.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

İki ay önce burada kabul ettiğimiz bir kanunu tekrar görüşme mecburiyeti ortaya çıkmasından dolayı da büyük bir üzüntü içerisinde olduğumu ifade etmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, dün akşam bu kanun saat 21.00'den önce görüşülmeye başlandı ve 22.00 sıralarında Türkiye Büyük Millet Meclisinde karar yetersayısı 3 kez bulunamadığı için bugüne kaldı. Dün akşam saat 22.00 sıralarında Adalet ve Kalkınma Partisi sıralarında yaklaşık 80 milletvekili vardı; ancak…

SONER AKSOY (Kütahya) - Yapmayın!..

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla ) - Hayır, "yapmayın" değil. Ben, saat 22.00'de buradaydım Sayın Milletvekili; 3 kez karar yetersayısı arandı, 3 kez karar yetersayısı bulunamadı. 357 kişilik bir gruptan 139 kişiyi İktidar Partisi burada bulunduramıyor. Ancak, bu kanun iki ay önce burada görüşülürken, milletvekillerimiz çıkıp kendi illerinde kurulacak üniversitelerden dolayı burada seçmene selam göndermek düşüncesiyle mikrofonu, kürsüyü kimseye bırakmamışlardı. Hani, nerede o dün akşamki o milletvekilleri?!

TEVHİT KARAKAYA (Erzincan ) -Hepsi burada, hepsi burada; geldiler, hepsi burada.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla ) - Nerede idi o milletvekilleri?! Dün akşam 80 milletvekili burada idi değerli milletvekilleri.

TEVHİT KARAKAYA (Erzincan) - Hepsi burada.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla ) - Şimdi, siz İktidar Partisisiniz, Meclisi çalıştıracak olan grup sizsiniz, siz 357 kişilik Grubunuzla burada 139 kişiyi bulunduramıyorsanız… Bu kanun dün akşam buradan geçecekti, maalesef bugüne kaldı.

TEVHİT KARAKAYA (Erzincan) - Kanun geçince rahatsız mı oluyorsunuz?!

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Değerli milletvekilleri, ben saat 15.00'te buraya girdim, ağzıma bir lokma ekmek de koymadan saat 22.00'ye kadar bu Meclis salonundan dışarı çıkmadım Değerli Milletvekilim. 7 Saat burada oturdum, gelin, siz de oturun buralarda, bu ceylan derisi koltuklarda, gelin, siz de oturun…

TEVHİT KARAKAYA (Erzincan) - 15 tane üniversite sizi rahatsız mı ediyor?!

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla ) - Yok öyle şey.

Milletvekilleri, yoruldunuz. İktidar kan kaybediyor. Bakınız, Mecliste 139 kişiyi bile toplayamıyorsunuz İktidar Partisi.

MEHMET KILIÇ (Konya) - Sayın Başkan, ne anlatıyor?!

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Değerli milletvekilleri, bu kanunla ilgili olarak Sayın Cumhurbaşkanı görüşünü açıkladı. Dedi ki: Ben, şu şu gerekçelerle, bu kanunun Anayasaya aykırı olduğunu kabul ediyorum ve bu nedenle, bir kez daha görüşülmek için Meclise gönderdim. Biz ne yapıyoruz; aynen, Sayın Cumhurbaşkanına gönderiyoruz. Şimdi, ne olacak; Sayın Cumhurbaşkanı görüşünü izhar ettiğine göre, bunun Anayasaya aykırı olduğunu söylediğine göre, büyük bir ihtimal, Anayasa Mahkemesine gidecek. Dün akşam Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilleri de burada söylediler; biz, bu Kanun Anayasaya aykırı olduğu için bunu Anayasa Mahkemesine götüreceğiz… Büyük bir ihtimalle Anayasa Mahkemesine gidecek. Anayasa Mahkemesinden ne çıkacağını kimse bilmiyor; ancak, sonu belli olmayan bir mecraya doğru sürükleniyoruz.

Hani, 15 üniversitenin kurulması kabul edildiği akşam illerde davul zurnalar çalınmıştı ya…

TEVHİT KARAKAYA (Erzincan) - Rahatsız mı oldunuz?!

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Şimdi ne olacak; ben size söylüyorum…

TEVHİT KARAKAYA (Erzincan) - Rahatsız mı oldunuz?!

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Ben size ne olacağını söylüyorum…

TEVHİT KARAKAYA (Erzincan) - Davul zurnalar sizi rahatsız mı etti?!

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Hayır, ben… Kaç tane üniversite kurulmasıyla ilgili benim de teklifim var onun içerisinde Sayın Milletvekilim; ben de istiyorum.

TEVHİT KARAKAYA (Erzincan) - Davul zurnayı ben çaldırdım, rahatsız mı oldun?!

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Ben de istiyorum ki, o illerde üniversiteler kurulsun; ancak, ortaya çıkan durum şu: Sayın Cumhurbaşkanı Anayasa Mahkemesine giderse veya Cumhuriyet Halk Partisi Anayasa Mahkemesine giderse, Anayasa Mahkemesi de bu maddeyle ilgili yürütmeyi durdurma kararı verecek olur ise, bu 15 üniversitenin akıbeti ne olacak değerli milletvekilleri?

TEVHİT KARAKAYA (Erzincan) - Senin kalbin ona dayanamaz!

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Kurucu rektörleri atayamayacağınız için…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ALİ YÜKSEL KAVUŞTU (Çorum) - Sen de zil tak, oyna ya! Zilleri tak, oyna!

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - … fiilen bu üniversitelerin hayata geçmesi söz konusu olmayacak. Ben, buradan, sizleri ikaz etmek istiyorum.

Bir hususu daha belirtmek istiyorum. Sayın Cumhurbaşkanı Anayasanın 104 üncü maddesine göre bu rektörleri atayacak; ancak, kanunlarda olduğu gibi, Sayın Cumhurbaşkanının onbeş gün içerisinde ataması söz konusu değil. Örneğin, bu atamaları bir iki ay imzalamayacak olursa -TÜBİTAK'ta oldu- ve bu arada da Anayasa Mahkemesi yürütmeyi durdurma kararı verecek olursa, bu 15 üniversite fiilen kurulmamış, hayata geçmemiş olacak; çünkü, rektörlerinizi atayamadığınız üniversitelerin fiilen hayata geçmesi söz konusu değil.

Ben, buradan, bir ikaz görevimi yerine getirmek istiyorum. Durum bu şekildedir, mevcut durum budur; bununla ilgili bir tedbir alınmasını sizlerden dün akşam da istedim, şimdi de istiyorum.

Ben, gönülden, bu 15 ilimize üniversite kurulmasını arzu ediyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İLYAS ARSLAN (Yozgat) - Yalan söylüyorsun! Yalan söylüyorsun!

HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) - 2 kişi toplanamıyorsunuz; 2 kişi.

BAŞKAN - Son cümlenizi rica edeyim Sayın Kandoğan.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - YÖK Kanununun mutlaka değiştirilmesi gerektiğine inanıyorum, YÖK'ün birçok uygulamasının antidemokratik olduğunu kabul ediyorum ve bu dönemde, 22 nci Dönemde YÖK'le ilgili ciddî bir düzenlemenin yapılmasını da gönülden arzu ediyorum; ama, endişem ve korkum odur ki, bu 15 üniversitenin kanununu bu şekilde kabul ederek Sayın Cumhurbaşkanına gönderecek olursak, fiilen hayata geçmesinin mümkün olamayabileceğini bir kez daha ifade ediyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (Gürültüler)

BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Kandoğan.

Sayın milletvekilleri, kanunun tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kanun kabul edilmiştir; hayırlı olsun.

Şimdi, yarım kalan işlerin görüşülmesi tamamlandığından, kanun tasarı ve tekliflerinin görüşmelerine 1 inci sıradan itibaren devam edeceğiz.

1 inci sırada yer alan, Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair 607 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Millî Savunma Komisyonu raporunun görüşmelerine başlıyoruz.

4.- Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair 607 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Millî Savunma Komisyonu Raporu (1/278, 1/1034) (S. Sayısı: 17 ve 17'ye 1 inci Ek)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Ertelenmiştir.

2 nci sırada yer alan, Gülhane Askerî Tıp Akademisi Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair 604 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Millî Savunma Komisyonu raporunun görüşmelerine başlıyoruz.

5.- Gülhane Askerî Tıp Akademisi Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname ve Millî Savunma Komisyonu Raporu (1/277) (S. Sayısı: 1079)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Ertelenmiştir.

6 ncı sırada yer alan, Medenî ve Siyasî Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmeye Ek İhtiyarî Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu raporunun görüşmelerine başlıyoruz.

6.- Medenî ve Siyasî Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmeye Ek İhtiyarî Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/891) (S. Sayısı:1003) (x)

BAŞKAN - Komisyon?.. Burada.

Hükümet?.. Burada.

Komisyon raporu 1003 sıra sayısıyla bastırılıp, dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Samsun Milletvekili Sayın Haluk Koç. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, bir uluslararası sözleşme; söz almanın gereği var mıydı diye soranlarınız çoktur şu anda. Bence, söz alıp, bazı noktaların altını çizmekte, bazı duyarlılıkları sergilemekte yarar olduğu düşüncesindeyim; bu yüzden huzurlarınızdayım.

Değerli arkadaşlarım…

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen hatibi dinleyelim.

Buyurun Sayın Koç.

HALUK KOÇ (Devamla) - Uyarınız için teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Medenî ve Siyasî Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmeye Ek İhtiyarî Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu raporunu görüşüyoruz. Bu konuda, bazı duyarlılıkları sergileme ihtiyacı hissettiğimiz için söz almış bulunuyorum, bu şekilde giriş yapmıştım.

Değerli arkadaşlarım, Medenî ve Siyasî Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmeye Ek İhtiyarî Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı şu anda elimizde bulunuyor.

Değerli arkadaşlarım, bu uluslararası sözleşmenin Türkiye tarafından onaylanmasına biz de destek vermiştik. Bu konuda kamuoyunda yapılan bazı eleştirilere karşın, bütün medenî ülkelerin onayladığı ve Türk Milletinin insan hakları alanındaki kazanımlarını artıracağına inandığımız bu sözleşmelere destek olmayı bir görev saymıştık ve bunun da gereğini yerine getirmiştik.

Değerli arkadaşlarım, bu defa da, bu sözleşmeye ek olarak hazırlanan ek protokolün onaylanması gündemimizde bulunuyor. Bu ek protokol nedir, ne getiriyor? Türkiye buraya birtakım çekinceler koymuş; bu çekinceler nedir, ne değildir? Belki, şu anda ilginizi çekmiyor; ama, Türkiye'nin gündeminde bulunan değişik uluslararası konular bununla irtibatlanmaya, ilişkilendirilmeye başlanınca, umarım değişik tartışma programlarında karşınıza çıkabilecek olan bazı noktaların üzerinde durmak istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, bu ek protokol, sözleşmede yer alan hakların ihlali nedeniyle mağdur olan bireylerden gelen şikâyetleri kabul etme ve inceleme yetkisini düzenlemektedir.

Bu ek ihtiyarî protokole, tam 104 ülke taraf olmuştur. Bütün Avrupa Birliği ülkeleri ile Avrupa Birliğine aday ülkeler bu protokole taraftır. Türkiye, protokolü imzalarken, bazı çekinceler, rezervler koymuştur. Bu çekinceler, özel bir önem taşımaktadır, anlam taşımaktadır. Özellikle dikkatinizi çekmek istiyorum; bireysel başvuruların, Türkiye sınırları içinde meydana gelebilecek olaylarla sınırlı tutulması büyük önem taşımaktadır.

Değerli arkadaşlarım, bildiğiniz gibi, Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi çerçevesinde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bireysel başvuru haklarını kabul etmiş; ancak -değerli arkadaşlarım, çok yakın zaman dilimini, çok yakın geçmişi anımsamanızı özellikle istirham ediyorum. Türkiye bunu, bireysel başvuru hakkını kabul etmiş- bu hak, daha sonra Kıbrıslı Rumlar tarafından istismar edilerek, Türkiye aleyhine davalar açılmasına yol açmıştır.

Değerli arkadaşlarım "Loizidou davası" ismi sizlere yabancı olmasa gerek. "Loizidou davası" olarak Türkiye gündemine giren ve siyasetin bir boyutunu uzunca bir süre meşgul eden, ortaya koyduğu örnek dolayısıyla öncesi ve sonrasında bir çok eşdeğer karara ya da içtihada yol açabilecek bir süreci birlikte yaşadık ve yaşıyoruz.

Değerli arkadaşlarım, Bayan Loizidou'nun açtığı dava sonucunda, anımsayacaksınız, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türkiye'yi mahkûm etmiş ve hükümetimizin, dikkat edin, sadece Türk sınırları içindeki eylemlerden değil, Türk sınırları dışındaki sorumluluklarından dolayı da mahkûm edilebileceğini ifade etmiş ve Kuzey Kıbrıs'ı Türkiye'nin etki alanı içinde göstermişti. Türkiye'nin ulusal sınırları bellidir değerli arkadaşlarım. Çeşitli tarihlerde yapılan uluslararası anlaşmalarla Türkiye'nin, bugün misakımillî olarak kabul ettiğimiz ulusal sınırları, doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine belirlenmiştir. Türkiye'nin etki alanı olarak tarif ettiği bir coğrafyada meydana gelen bir olaydan sonra, bunu, Türkiye'nin içindeymiş gibi değerlendirerek, Türkiye'nin içine taşıyarak bu sorunu, oradaki bir bireysel başvuru hakkında, sonucunda, bu hakkın sonucunda, kullanılmasının sonucunda Türkiye'yi mahkûm eden bir karar ve uygulamasını yakın dönemde yaşadık.

Değerli arkadaşlarım, çoğunuzun ilgisini çekmeyebilir; ama, gerçekten üzerinde durmamız gereken ve özenle dikkatli olmamız gereken bir konu üzerinde konuşmaya çalışıyorum. Ne oldu Loizidou davasından sonra; Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde mahkûm edildi, Türkiye, bu davayı açan bayana, bu çerçeve içerisinde tazminat ödedi ve ondan sonra ne oldu değerli arkadaşlarım, ne oldu?..

MEHMET S. TEKELİOĞLU (İzmir) - Dava bitmedi, sadece tazminat kısmı bitti.

HALUK KOÇ (Devamla) - Tazminat kısmı bitti.

Peki, ne oldu sonrasında, ne oldu; tam 1 400 Kıbrıslı Rum Türkiye aleyhine dava açtılar.

Değerli arkadaşlarım, bu büyük yükün altından kalkabilmek için, Türkiye, bizim hiç tasvip etmediğimiz yöntemlere başvurarak, Kıbrıslı Türklere baskı yapmış ve Rumların kuzeydeki eski mallarının iadesini veya tazminini öngören bir yasa çıkartmış ve bunun için de, 2'si yabancı olmak üzere, yargı organı niteliğine bürünecek 7 kişilik bir komisyon kurulmasını kararlaştırmıştı. Burada, üzülerek ifade ediyorum, yürütmenin, yani, siyasî erkin, bu komisyonun oluşturulmasında ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Parlamentosundan geçişinde, oldukça etkili olduğu ve birtakım lobi faaliyetlerinde bulunduğu, basınımıza yansımıştı ve değişik noktalarda da tartışma konusu olmuştu.

Değerli arkadaşlarım, bu olay, Türkiye'ye büyük bir siyasî bedel yüklemiş durumdadır. Ben, bu konuda, lütfen dikkatli olmanızı ve duyarlı davranmanızı istirham ediyorum ve Türkiye'nin başına da büyük bir gaile açmıştır. Bunu da ifade etmekte hiçbir sakınca görmüyorum.

Değerli arkadaşlarım, Allahaşkına, şu yakın tarihimize bir geri dönelim; bakın, 24 Nisan 2004 tarihinde, biliyorsunuz bir oylama yapıldı Kıbrıs'ta; Annan Planı oylandı. Ben, çok merak ediyorum, Avrupa Birliğinin, Kuzey Kıbrıs'la ilgili son kararından sonra "yes be annem", "evet be annem" diyerek, Kuzey Kıbrıs'ta teslimiyet bayrağına yol açabilecek olan kampanyayı yürütenlerin, bugün, Avrupa Birliğinin bu çift standartlı yaklaşımı karşısında, acaba, hangi sloganı üreteceklerini merak ediyorum; "hadi be oradan annem" mi diyecekler şimdi?!

Değerli arkadaşlarım, bunları beraber yaşadık. 24 Nisanda, Kıbrıs'ın Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti sınırları içinde olan bölümde, yapılan kampanyaları, söylenenleri lütfen unutmayın. Bunun karşılığında, şunu toplumca unuttuk: 1 Mayıs 2004'te, bundan tam bir hafta sonra, Güney Kıbrıs Rum yönetiminin, Ada'nın tümünü temsilen, Avrupa Birliğine kesin üye olarak alındığının ya da alınacağının hesabını yapmış olmamız gerekiyordu.

Değerli arkadaşlarım, güneyde Rumların "hayır" demesi çok olağandı, beklenen bir durumdu; çünkü, bir hafta sonra aslî üye olacaktı, asıl üye olacaktı Avrupa Birliğine ve bu süreç içerisinde, bakın, 2006'nın martındayız, 2006'nın martındayız; aradan geçen süre içerisinde "kazı kazan" "çözümsüzlük çözüm değildir" politikalarının Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini ve Ada'daki Türk varlığını hangi noktaya getirdiğini, lütfen, lütfen, elinizi vicdanınıza koyarak bir değerlendirin.

Bugün -ben artık inanmıyorum- yetkili kişilerin çıkıp, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetindeki soydaşlarımızın, oradaki haklarımızın, oradaki insanlarımızın haklarının çok iyi gözetildiği, çok iyi korunduğu ve bunun gelecekte çok farklı bir noktada o insanları mutlu edeceği konusundaki söylemlere, ben, artık inanmıyorum değerli arkadaşlar. Yaşananlar ortada. Evet, Kıbrıs'ta Türkler kandırılmıştır; ama, bu kandırılma birilerinin eliyle olmuştur, birilerinin aracılığıyla olmuştur, birilerinin siyasî marifetiyle olmuştur; acı olan budur değerli arkadaşlarım.

Şimdi, buraya niye geldik… Bireysel başvuru hakkını kabul etmek, kuşkusuz, demokrasi anlayışımızın, demokratik geleneklerin, insan hakları anlayışımızın bir gereğidir, buna itiraz etmiyorum. Biz, vatandaşlarımızın haklarının en yüksek düzeyde korunması için gerekli her adımın atılmasını destekledik, desteklemeye de devam ederiz; bundan hiç kuşkunuz olmasın. Ancak, bu konunun, şu veya bu siyasî amaçla istismar edilmesine de hiçbir zaman, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak ve Türkiye olarak müsaade etmemeliyiz, bu kararlılığı da göstermeliyiz.

Değerli arkadaşlarım, bakın, bugün 1 Mart, 1 Mart 2006. Bundan üç yıl önce, şu saatlerde, Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir gizli oturum yapılıyordu; bunu da kısaca anımsatmak istiyorum ve üç yıl içerisinde, yaşadığımız coğrafyada emperyalizmin, 1800'lü yılların başından itibaren bu coğrafyaya giydirmeye çalıştığı elbisenin, 1 Mart 2003'ten 1 Mart 2006'ya gelindiğinde, bu coğrafyayı nasıl bir yangın yerine düşürdüğünü, çevirdiğini, kardeşi kardeşe nasıl kırdırmaya çalıştığını, mezhep ya da ırk farklılıklarından doğan bu farkları, nasıl, kendi hizmetinde alçakça kullandığını her gün örnekleriyle görüyoruz.

Değerli arkadaşlarım, bir kere daha -daha önce ifade ettiğim gibi- bir kere daha ifade ediyorum, katılmayanlar olabilir, onları da saygıyla karşılıyorum; ama, o kararı alan Parlamentonun, 1 Mart 2003'te, bir üyesi olarak, ben, onur duyuyorum. (CHP sıralarından alkışlar) Yaşadıklarımız, o günden bugüne, bize, emperyalizmin kirli yüzünü, bu çağda, bu çağda yaşamayanlara, bir kere daha hatırlattı. Bunların dostu yok değerli arkadaşlarım. Bunların kalıcı dostu yok. Bunların, kendi çıkarları için, burada, yapamayacakları da yok. Tarihe, bir, yakın tarihe bir bakın; yani, 1500'lerden başlayan süreç, küçücük Portekiz'in, bir İspanya Krallığının, daha sonra Fransa'nın, İngiltere'nin, daha sonra Kuzey Denizine açılan bölümüyle Hollanda'nın, daha sonra, 1800'lere doğru, buna, Afrika hedefinde Almanya'nın da katılmasıyla, nasıl bir sömürgecilik anlayışıyla, Afrika'ya, Amerika'ya, Uzakdoğu'ya, koloniler kurmak için, bu insanların, hani, bugün, uygarlığın taşıyıcısı olduklarını iddia edenlerin, nasıl saldırdıklarını, oradaki insanları nasıl kırdıklarını, oradaki zenginlikleri nasıl sömürdüklerini ve hangi savaşlara neden olduklarını, daha, yüzyılın başındaki Boxer Savaşında düşünün, Çin'de, nelere sebep olduklarını lütfen anımsayın.

Onun için, kule savaşı… Kulelerin yıkılmasından sonra, Amerika Birleşik Devletlerinin bir numaralı koltuğunda oturan kişinin "yüzyıl sürecek bir savaş başlıyor" sözünün anlamı çok daha iyi anlaşılır değerli arkadaşlarım. Neydi bu savaş? Yüzyıl sürecek bir savaş… Bir uçak kazası sonrasında ortaya çıkan tablo… Bilinçli mi bilinçsiz mi? Çeşitli kurgular var, çeşitli yorumlar var, çeşitli değerlendirmeler var. Gelinen noktada, aynı, karton ülkeler gibi, birbiri üstüne yıkılan ülkeler. Daha bitmedi, daha yeni başlıyor olay; biz söylemiyoruz, kendisi söylüyor. Kendisi söylüyor… "Yüzyıl sürecek bir savaş başlıyor" dedi. Kime karşı bu savaş değerli arkadaşlarım?!. Gün geliyor din konusu ortaya atılıyor, gün geliyor mezhep konusu ortaya atılıyor, gün geliyor ırk konusu ortaya atılıyor; ama, sonuçta, bakıyorsunuz, hedef olan ülkeler hep mazlum ülkeler, hedef olan halklar hep mağdur halklar. Bu kader, bu coğrafyada yaşanmak zorunda mı? Bu soruyu sormak gerekiyor.

Değerli arkadaşlarım, katıldığınız için teşekkür ediyorum. Arada sırada desteğiniz bana katkı veriyor, ben de teşekkür ediyorum.

Değerli arkadaşlarım, çok dikkatli olmak zorunda olduğumuz, çok önemli sorumluluklar taşıdığımız dönemlerden geçiyoruz; yani, önümüzdeki iki yıl, önümüzdeki üç yıl, biz ve bizden sonra gelecek olan 23 üncü Dönem, çok daha ağır sorumluluklar altında görev yapacak; çünkü, Türkiye ve Türkiye'nin coğrafyası, her türlü emperyalist kalkışmayı kendisine mesken olarak tutabilecek her türlü oyunun sahnelenebildiği bir coğrafyadır ve sahnelenebilme imkânı olan bir coğrafyadır. Her türlü şeyi kullanacaklar, her türlü yolu kullanacaklar. Onun için, ulusal sorunlar deyince korkmayın. Ulusal sorunları savunmakla -bize yapılan suçlamalar gibi- dinozor olmuyor kimse, kimse statükocu olmuyor, hiç kimse… Yani, bu küreselleşme döneminin, kendisine sol etiket yapıştıran numaralı cumhuriyetçilerinden korkmayın. Size destek verebilirler; ama, günü geldiğinde, tası tarağı toplayarak ilk sıvışacak olan onlardır, hiç korkmayın! Bu ülke, yine, sizlere ve bizlere kalacaktır.

SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Zaten bizim…

HALUK KOÇ (Devamla) - Bu ülkeyi sevenlerin, bu ülke uğruna her şeyi göze alanların -tıpkı atalarımızın yaptığı gibi- sırtında yükselecektir ve bu kalkışmaların hepsine karşı da, Türküyle Kürdüyle, Alevîsiyle Sünnîsiyle, Türk Ulusu, Türk Milleti kavramı içerisinde, hepsine karşı bir direnç yumağı olarak, aynı, 1920'lerdeki tokadı bir kere daha vurabilecek güçtedir. Bu bilinç, bu Parlamentoda vardır. Kanıt, 1 Mart 2003'tür. Bundan sonrasında, benzer durumlarda da aynı kanıt çıkacaktır.

Değerli arkadaşlarım, sözlerimi tamamlamadan önce… Bu defa kabul edeceğiniz ek protokolün, yalnız ülkemizin sınırları dışındaki gelişmeler bağlamında değil, Türkiye içindeki uygulamalarda da istismar konusu yapılmaması için hükümetimizin büyük özen göstermesi gerektiğini düşünüyoruz. Hükümet sıralarında adaşım Bakan Sayın Atilla Koç oturuyor. Umarım, Sayın Koç, bu uyarılarımızı hükümete iletme görevini de yerine getirir. Türkiye içindeki uygulamalarda da çok dikkatli olmamız gerekiyor değerli arkadaşlarım. Ne yazık ki, bu gibi konular ülkemiz aleyhinde faaliyet gösteren bazı çevrelerin… Bu, klasik bir söz değildir. "Türkiye aleyhine faaliyet gösteren çevreler" deyince, 12 Eylül söylemleri aklınıza gelmesin. Kesinlikle totaliterlikle, kesinlikle faşizmle, kesinlikle olağanüstü dönemlerle hiçbir demokratik ilişkimiz yok; olmadı da; ama, bunun altını çizmek istiyorum, bunun altını çizmek istiyorum. Ülkemizi sıkıştırmak açısından, ülkemizi uluslararası planda açmaza düşürmek açısından, Türkiye içinden de bu sözleşmenin maddeleri aleyhimize kullanılabilir. Türkiye'yle ilgili bazı beklentileri olan yabancı çevreler, konuyu sürekli olarak istismar etmekte ve bir propaganda vasıtası olarak kullanmaya devam edeceklerdir.

O bakımdan, biz, bir yandan, bu protokolün onaylanmasını desteklerken, bir yandan, hükümeti bu gibi istismarlara karşı da dikkatli olmaya çağırmayı bir görev olarak sayıyorum.

Bu duygu ve düşüncelerle, hepinize saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Koç.

AK Parti Grubu adına, Ankara Milletvekili Sayın Salih Kapusuz; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

1003 sıra sayılı uluslararası bir sözleşmenin onaylanmasıyla ilgili tasarı üzerinde, Grubumuz adına görüşlerimizi ifade etmek üzere söz almış bulunuyorum.

Değerli meslektaşım da ifade ettiler, bu anlaşma, 1966 yılında ilk defa imzaya açılmış, 23 Mart 1976 tarihinde yürürlüğe girmiş ve bu ek ihtiyarî protokol 104 ülke tarafından onaylanmış; Avrupa Birliği de, bünyesine aday olan, üye olan herkesin bu anlaşmaları imzalaması konusunda ilke kararı almıştır. Bu, sözleşmede yer alan hakların ihlal edilmesi halinde, bunların üzerinde şikâyet hakkının ve incelemenin yapılması konusunda doğru bir protokol ve doğru bir sözleşmedir. Tabiî, konu biraz da Kıbrıs'la ilişkilendirilerek ifade edilince, bazı konulara açıklık getirmekte herhalde gerek vardır diye düşünüyorum.

Biliyorsunuz, modern çağda, çağdaş devletlerde gelinen nihaî nokta, iç hukukun tüketilmesi çok önemsenmektedir. İç hukuk konusunda da, bizim Anayasamız dahil olmak üzere, uluslararası anlaşmaların yeri, önemli bir anayasa değişikliğiyle yer bulmuştur.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde iç hukukla ilgili olarak bir düzenleme yaşandı -ki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bir lobi faaliyeti olarak değil de, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin daha önce bünyesinde var olan bir komisyonu, yapısını yeniden gözden geçirerek tekraren hayata geçirdi- yani, bu mülk değişimiyle ilgili olarak içeride bir komisyon olacak, bu komisyonda talepler değerlendirilecekti. Sayın Denktaş zamanında böyle bir komisyon kurulmuş; ancak, işlemesi veyahut da yapısı konusunda birtakım tereddütler olduğu için, daha sonra bu ihtiyaç ortaya çıkınca, bu, Loizidou davası denilen, bir Rumun müracaatı sonucu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bir karar verdi. Bu karar, tazminat hükmeden bir karardı ve sonuçlandı. Türkiye'yi ilişkili buldular ve bu konuda bir karar… Türkiye tazmin etmekle yükümlü kaldı; fakat, hukuk davası kesinleşmedi ve devam ediyor. Bu devam eden dava sırasında -ki, o gün, gazetelerde, televizyonlarda, şayet bu genişleyerek devam edecek olursa- Rumlar aynı yollarla binlerce müracaat yapmışlar, bu müracaatlar karara bağlanacak olursa, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, yaklaşık olarak -rakamsal olarak ne kadar ölçülebildi, doğrudur, bilemiyorum ama- 40 milyar dolara varıncaya kadar bir tazminat yükü sorumluluğundan bahsedildi. Bu göz önünde bulundurularak, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti yetkilileri bu komisyonu kurdular. Şu anda, isteyen Rum, iç hukuku tüketmek adına buraya müracaat edebilecekler. Tabiî, bu, Rum kesiminde büyük bir infial ve tepkiye sebebiyet verdi. Tehdit ettiler vatandaşlarını; dediler ki: "Şayet siz buraya müracaatta bulunursanız, sizi hapse atarız, vatandaşlıktan uzaklaştırırız, mahkûm ederiz" dediler. Şu ana kadar müracaat var mı bilmiyorum; ama, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de, bu kurulan komisyondan dolayı kendisine yapılmış olan bütün müracaatları iade etti. İncelenmek üzere, iç hukukun tüketilmesi konusunda bir adım atıldı. Hatta, bu kararlar alınırken, Avrupa Konseyinde Türkiye Büyük Millet Meclisini temsilen bulunan iktidar ve muhalefetten arkadaşlarımız -aramızda olanlar çok iyi hatırlayacaklar, o günler çok önemli, gündemde yer alan, hususlar olduğu için- AK Partiden ve Cumhuriyet Halk Partisinden arkadaşlarımız çok gayret sarf ettiler. Bu konuda Kuzey Kıbrıs'ta -biliyorsunuz, iktidar var, muhalefet var- muhalefet kesimi, biraz, böyle bir kararın alınmasına tepki gösterdi. Aramızda bulunan Mehmet Tekelioğlu Bey, Abdulkadir Ateş Bey aramızdaysa, bunların, orada çok ciddî… Diğer arkadaşlarımızla beraber, Kuzey Kıbrıs Rum kesimi değil, Türk kesiminin muhalif kesimini iknada çok çaba sarf ettiler. İkna edildi ve bu adımın atılması hem Türkiye açısından hem de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti açısından çok önemli bir adım olarak devreye girdi.

Değerli arkadaşlar, işte, biz, bu vesileyle, hak ettik etmedik, tartışma konusu yaratmak istemiyorum; ama, bizim bu konuyla ilgili olarak, Türkiye olarak savunmalarımızı yapmış olmamıza rağmen, bir sonuçlanmış dava var. Miktarlar çok büyük. En azından, bu incelemeler, asgarî beş yıl gibi bir zaman alacaktır. Bu zaman içerisinde, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetindeki gelişmeler, başka alandaki, Avrupa Birliğindeki yaşanacak süreçteki ilerlemeler çok şeyi ortadan kaldıracaktır. Onun için, bugün bu konuyu tenkit konusu yapmak yerine, bence, teşekkür etmek doğru olanıydı. Onun için, doğru bir şey yapılmıştır; hem Türkiye için hem de Kuzey Kıbrıs için çok doğru olmuştur.

Değerli arkadaşlar, biliyorsunuz, biz, hükümet olarak işbaşına geldiğimiz günden bugüne kadar, dünya kamuoyu nezdinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti köşeye sıkıştırılmış, Türkiye dahil, sürekli itham ediliyordu. Uzlaşmaz, anlaşmaz gibi bir takdim içerisindelerdi. Hak etmediğimiz halde, biz, sürekli itham ediliyorduk. Dolayısıyla, Annan'ın bir planı gündeme geldi. Malum, Annan Planı olarak dünya kamuoyuna mal olmuş bir husus tartışma konusuydu ve Türkiye'de iktidar olarak, biz, bu planın görüşülebileceği konusundan hareketle, üzerimizdeki önemli bir yükü kenara bırakmış olduk. İlave bir şey yaptık. Rumların tutumu belliydi, böyle bir planda; çünkü, Rumlar, çözümden yana olmadıkları için, çözüme yaklaşan bir planı kabul etmiyordu. Biz, Türkiye olarak, Kıbrıs Türk Cumhuriyeti tarafıyla beraber burada "evet" kullanılmasını, bunların gerçek yüzlerinin ortaya çıkarılmasını çok önemsedik ve sonuç belli. Bildiğiniz gibi, Rumlar "hayır", Türkler "evet" dediği için, uzlaşmaz, anlaşmaz taraf olarak da Rumların olduğu, gerçek anlamda, yapılan bir referandumla ortaya çıkmış oldu; bu da Türkiye'nin lehine olmuştur.

Bir başka husus; biliyorsunuz, çözümden yana bir adım önde olacağımızı her halükârda ifade ettik, hâlâ ifade etmeye de devam ediyoruz; çünkü, haklı olan biziz, Türkiye haklıdır, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti haklıdır. Haksızlığa uğrayan bunlardır; ama, bütün bunlara rağmen itham altında tutulan, yine, maalesef, bu kesim olmuştur. Onun için, biz, bu adımları atarken, biliyorsunuz, geçtiğimiz ay 10 maddelik bir plan ilan edildi. Hükümetimiz tarafından açıklandı. Bu, dünya kamuoyunda çok yankı buldu; ama, takdir edersiniz ki, Rum kesiminde de büyük bir infial ve tepkiye sebep oldu. Ama, sonuçları itibariyle, lütfen dikkat buyurun… Biliyorsunuz, Kıbrıs'ta iki tane ne var; ülke var, güvenlik ülkesi. Bunlardan bir tanesi İngiltere, bir tanesi Türkiye. Bunlar, garantör ülke olarak görev yapıyorlar. Türkiye'nin tutumu biliniyor ve belli; ama, İngiltere, ilk defa, tarihinde, Dışişleri Bakanlığı marifetiyle bir açıklama yaptı "bu uzlaşmaz tutumunuz devam ettiği müddetçe, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini tanıyabilir, dünya kamuoyu buna sıcak bakabilir; siz, tutumunuzu, durumunuzu gözden geçirin" diye açık bir ifade kullandı. Düşünebiliyor musunuz…

HALUK KOÇ (Samsun) - Biz de inandık!..

SALİH KAPUSUZ (Devamla) - İnanalım veya inanmayalım, bir devletin dışişleri bakanı çıktı, bu konuyla ilgili olarak, açıkça, dünya kamuoyunun önünde bunu açıkça ilan etti. Bundan daha güzel bir sonuç, bundan daha ileri bir adım olabilir mi?! Yetinmedi, gitti, resmî makamında Sayın Talat'ı ziyaret etti. Ayrıca, uçakların gitmesi, işadamlarının gitmesi, bunların hepsi, bugüne kadar Kıbrıs'ta olmayan, bugüne kadar gündemde bulunmayan bu hususlarla ilgili olarak bir kazanım olarak görülmeli; bunlar, Kıbrıs'ın lehine durumlar, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin lehine adımlar olarak kabul edilmelidir. Yeterli değil; problem çözüldü mü; çözüldü anlamında ifade etmiyorum; ama, unutulmasın ki, düne kadar Kıbrıs yetkilileri hiçbir yabancı ülkenin davetlisi olarak gidemediği gibi, muhatap da alınmıyordu. Bunlar, düne göre alınmış olan çok önemli mesafelerdir.

"Kıbrıs elden gitti" iddiasında bulunanlara sadece şunu söylemek lazım: Kıbrıs'ın elde olduğu, Kıbrıs'ın daha güçlü olduğu, Kıbrıs'ın önemli kazanımlar elde ettiği herkes tarafından, objektif bakan herkes tarafından kabul edilmektedir.

Onun için, ben, bu konuda, kamuoyunun, özellikle değerli milletvekili arkadaşlarımın, AK Partinin ve AK Parti İktidarının atmış olduğu adımlar, yakalamış olduğu bu fırsat ve imkânları sizlerle paylaşmak istedim. Bu uluslararası anlaşmanın Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından onaylanması da önemli bir adımdır. Biz, buna destek veriyoruz.

Hayırlı olmasını temenni ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Kapusuz.

Sayın milletvekilleri, tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

1 inci maddeyi okutuyorum:

MEDENİ VE SİYASİ HAKLARA İLİŞKİN ULUSLARARASI SÖZLEŞMEYE

EK İHTİYARİ PROTOKOLÜN ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA

DAİR KANUN TASARISI

MADDE 1. - 3 Şubat 2004 tarihinde New York'da imzalanan "Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmeye Ek İhtiyari Protokol"ün, beyanlar ve çekincelerle birlikte onaylanması uygun bulunmuştur.

BAŞKAN - Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

2 nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2.- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN - 2 nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

3 üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3.- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN - Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, tasarının tümü açıkoylamaya tabidir.

Açıkoylamanın şekli hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.

Açıkoylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Oylama için 2 dakika süre vereceğim. Bu süre içinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin, oy pusulalarını, oylama için öngörülen 2 dakikalık süre içinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Ayrıca, vekâleten oy kullanacak sayın bakanlar var ise, hangi bakana vekâleten oy kullandığını, oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy pusulasını, yine, oylama için öngörülen 2 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Medenî ve Siyasî Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmeye Ek İhtiyarî Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının açıkoylama sonucunu açıklıyorum:

Kullanılan oy sayısı:                221

Kabul:                                       220

Ret:                      1 (x)

Böylece, tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır; hayırlı olsun.

Sayın milletvekilleri, birleşime 5 dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 16.26

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 16.40

BAŞKAN: Başkanvekili İsmail ALPTEKİN

KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 69 uncu Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Türkiye Cumhuriyeti ile Suriye Arap Cumhuriyeti Arasında Serbest Ticaret Alanı Tesis Eden Ortaklık Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu raporunun müzakeresine başlıyoruz.

V.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

7.- Türkiye Cumhuriyeti ile Suriye Arap Cumhuriyeti Arasında Serbest Ticaret Alanı Tesis Eden Ortaklık Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/1126) (S. Sayısı: 1095) (x)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yerinde.

Hükümet?.. Yerinde.

Komisyon raporu 1095 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Onur Öymen; buyurun.

CHP GRUBU ADINA ONUR ÖYMEN (İstanbul) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti ile Suriye Arap Cumhuriyeti Arasında Serbest Ticaret Alanı Tesis Eden Ortaklık Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı hakkında Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini Yüce Meclise arz etmek üzere söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Meclise saygılarımı sunuyorum.

Türkiye ile Suriye arasındaki kara sınırı, bizim en uzun sınırımızdır. Türkiye, bütün komşularıyla iyi ilişkiler sürdürmeyi, öteden beri, dışpolitikasının temel unsurlarından biri haline getirmiştir. Biz, aynı zamanda, komşularımızla ekonomik ve ticarî ilişkilerimizi de geliştirmeyi mutlaka arzu ederiz; ama, buna karşılık, komşularımızın da Türkiye'nin egemenliğine, güvenliğine, toprak bütünlüğüne saygı göstermesini bekleriz. Bu, Türkiye'nin yerleşmiş politikasıdır.

Ne yazık ki, uzun yıllar boyunca, Türkiye ile Suriye ilişkileri arzu edilen düzeyde geliştirilememiştir; hatta, ciddî gerginlik dönemleri yaşanmıştır. Türkiye'de yürütülen terörist faaliyetlerinin baş sorumlusu, uzun yıllar Suriye'de kalmıştır, yaşamıştır ve bu, iki ülke arasında ciddî gerginlikler yaşanmasına yol açmıştır.

Böyle bir ortamda, gayet tabiî ki, ekonomik ve ticarî ilişkilerimizin geliştirilmesi beklenemezdi. Üstelik, Suriye, uzun yıllar, Türk toprakları üzerinde, Türk topraklarının bir bölümü üzerinde hak iddia etmiştir, resmî haritalarında, belgelerinde bazı Türk topraklarını Suriye toprağı gibi göstermiştir; ayrıca, Fırat Nehrinden akan, Suriye'ye geçen sular üzerinde de hak talebinde bulunmuştur ve uzun yıllar, bu meseleyi, âdeta, Türkiye'ye yönelik terörist faaliyetlerinin engellenmesinde bir önkoşul gibi ileri sürmüştür.

Bu sıkıntılı dönem, terör lideri Öcalan'ın Suriye'den sınırdışı edilmesi ve Suriye'de, eski Cumhurbaşkanı Hafız Esad'ın ölümünden sonra oğlu Beşşar Esad'ın işbaşına geçmesinden sonra, büyük ölçüde değişmiştir. Şimdi, hiç değilse, eskisi kadar sorunlu ilişkiler içinde değiliz. Bu nedenle, ekonomik ve ticarî ilişkilerimizi geliştirmek için, şimdi, eskisinden daha uygun bir ortam olduğunu düşünüyoruz. Her ne kadar, Suriye'nin Türkiye'nin müttefiki de olan başka ülkelerle ciddî sorunları olduğunu biliyorsak da, bu, Türkiye'nin komşularıyla ticarî ve ekonomik ilişkilerini geliştirmesini engelleyecek bir unsur gibi sayılmamalıdır diye düşünüyoruz. Ancak, hükümetimizden sormak istediğimiz, öğrenmek istediğimiz bir husus var; o da şu: Acaba, Suriye, gerçekten, Türk topraklarının bir bölümü üzerinde hak iddia etmekten vazgeçmiş midir? Bu konuda resmî tutumunu hükümetimize bildirmiş midir? Bunu öğrenmek istiyoruz. İkincisi, Fırat Nehri üzerindeki hak taleplerinden vazgeçmiş midir? Türkiye'nin verdiği suyla yetinmekte midir? Bütün bunları öğrenmek istiyoruz.

Değerli arkadaşlarım, önümüzdeki anlaşma bazı özellikler taşıyor. Öyle anlaşılıyor ki, bu anlaşmanın hedefi, Türkiye'nin dışticaret politikasını, Avrupa Birliğinin ortak ticaret politikasıyla uyumlaştırmaktır. Türkiye, buna benzer 18 ticaret anlaşması imzalamıştır; bu da, o çerçevede mütalaa edilebilir. Bu anlaşmanın pek çok teknik boyutu var, teknik hükmü var, çok kapsamlı bir anlaşma; ama, bir boyutu var ki, Yüce Meclisin, anlaşmanın bu boyutuna dikkatini çekmek istiyorum; o da şu: Değerli arkadaşlarım, bu anlaşma, asimetrik bir anlaşmadır; yani, dengeli olmayan bir anlaşmadır ve dengeli olmayan bir anlaşma olduğu, hükümetin, bu kanunu Meclise sevk ederken yazdığı gerekçede açıkça ifade edilmektedir. Bu ne demektir; bu şu demektir: Türkiye, bu anlaşmaya göre, Suriye menşeli sanayi ürünlerini derhal gümrüksüz olarak ithal edecektir. Bu anlaşma yürürlüğe girdiği günden itibaren, biz, Suriye'nin bütün sanayi ürünlerini Türkiye'ye gümrüksüz olarak sokacağız; ama, buna karşılık, Suriye, ancak oniki yıllık bir geçiş dönemi içinde, kademe kademe, Türkiye'den ithal ettiği sanayi ürünlerinin gümrüklerini indirecektir; aynen, vaktiyle, Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki gümrük birliği anlaşmasında olduğu gibi. O devirde de, Avrupa Birliği, Türkiye'nin sanayi ürünlerini, baştan itibaren gümrüksüz ithal etmeyi kabul etmişti bazı ufak tefek istisnalarıyla, Türkiye'ye bir geçiş dönemi tanınmıştı. Şimdi, biz de, Suriye'ye bunu tanıyoruz. Denilebilir ki, Avrupa Birliği açısından bu doğaldır. Avrupa Birliği ile Suriye'nin ekonomik ve ticarî ilişkileri bir bütün olarak düşünüldüğünde, Avrupa Birliği güçlü taraftır, Suriye zayıf taraftır; Avrupa Birliğinin Suriye'yi himaye etmesi doğaldır. Böyle düşünülebilir; ama, bakıyoruz, Türkiye ile Suriye ilişkileri, son bir iki yıldaki lehimize görünen bir değişiklik bir yana, beş yıl üst üste Suriye lehine fazlalık vermiştir. Yani, biz sürekli olarak Suriye'yle ticaretinde fazlalık vermiş bir ülke değiliz.

Şimdi, buna çok dikkat etmek lazım. Örneğin, 2000 yılında ticaretimiz Suriye lehine 361 000 000 dolar fazlalık vermiş, 2002 yılında 250 000 000 dolar Suriye lehine fazlalık vermiş. Şimdi, dediğim gibi, son bir iki yılda, 2005 yılında bizim lehimize bir küçük değişiklik oldu; ama, bu genel tabloyu gözden uzak tutmamak lazım. Özellikle, Suriye'yi ekonomik açıdan, ticarî açıdan çok güçsüz, çaresiz bir ülke gibi de görmemek lazım; çünkü, Suriye'nin petrol gelirleri var, Suriye'nin petrol ihracatı var. Toplam ihracatının yüzde 60'ı petrol gelirlerinden kaynaklanıyor. O bakımdan, biz dilerdik ki, Türkiye Suriye'yle daha dengeli bir dışticaret anlaşması yapsın. Bu mümkün olamamıştır; Türkiye, aynen Avrupa Birliğinin normlarını kabul etmiştir.

Şimdi, Suriye'yle ilişkilerimizin başka özellikleri de var. Suriye topraklarında Türk vatandaşlarına ait topraklar var, Türk topraklarında da Suriye vatandaşlarına ait topraklar var. Sınır bölgelerinde aileler var; yarısı Türkiye'de kalmış, yarısı Suriye'de kalmış. İnsanî boyutu var ilişkilerimizin. O bakımdan, Suriye'yle ilişkilerimizi bütün bu boyutlarıyla değerlendirmek zorundayız. Özellikle, Suriye'ye komşu olan arazilerimizin işlenmesini bu açıdan özel bir dikkatle değerlendirmek zorundayız.

Şimdi, hükümetimizin Suriye sınırındaki mayınlı arazinin temizlenerek tarıma açılması kararını da bu çerçevede değerlendirmek istiyoruz. Suriye, Türkiye sınırına yakın bölgedeki mayınlı arazisinin büyük bir bölümünü yakın zamanda temizlemiştir ve tarıma açmıştır. Türkiye ise, yaklaşık beş yıl önce, Suriye sınırına yakın arazisini tarıma açmayı kararlaştırmıştır; ama, beş yıldan beri, maalesef, bunu gerçekleştirememiştir.

Aslında, Türkiye'nin uluslararası yükümlülüğü de var. 2003 yılında imzaladığımız antipersonel mayınların temizlenmesi konusundaki uluslararası sözleşmeye göre, biz bu mayınları on yıl içinde tamamen temizleme yükümlülüğü altındayız. O bakımdan, bu işin bir de Birleşmiş Milletler boyutu var. Peki, şunu sormak istiyoruz: Acaba, Türkiye, bu anlaşma çerçevesinde bu mayınların temizlenmesi için Birleşmiş Milletlerden şimdiye kadar bir teknik yardım istemiş midir, bir destek istemiş midir? Biz duymadık. Eğer istemişsek ve hükümet bunu açıklarsa çok memnun oluruz.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, Mardin, Şırnak, Şanlıurfa, Gaziantep, Kilis ve Hatay illerimizin sınırları içinde kalan ve büyük bölümü Suriye'ye, bir bölümü de Irak'a komşu olan 510 kilometre uzunluğunda ve 178 000 kilometrekare yüzölçümüne sahip bir alanın mayından temizlenip tarıma açılması öngörülmektedir. Bu alan birçok açıdan özellik taşımaktadır. Meselenin bir güvenlik boyutu vardır, kaçakçılığın önlenmesi boyutu vardır. Zaten, bu amaçla elli yılı aşkın zaman önce bu bölgeyi biz mayınlamışızdır, bu sınırlarımıza mayın döşemişizdir.

Şimdi, ilk soracağımız soru şu: Bu güvenlik endişemiz kalktı mı? Bu güvenlik endişemizin kalktığını söyleyebilir miyiz? Bu mayınlı arazinin bir bölümünde hâlâ terörist faaliyetlerin olduğunu biliyoruz. Birleşmiş Milletler sözleşmesinin yükümlülüğünü yerine getirmek için daha önümüzde yedi yıllık süre var. Şu anda hemen bu alanı açacaksak tarıma, bunun ekonomik boyutunu tabiî ki öncelikle düşüneceğiz; ama, güvenlik boyutunu düşünmeden edemeyiz. Hükümet, şimdi, kalkıp, Yüce Meclisin huzurunda "artık bir güvenlik endişemiz kalmamıştır" diyebiliyor mu? Bunu açıklıkla ifade etmesini bekliyoruz.

İkinci soru şu: Bu meselenin teknik boyutu var. Bu mayınları kim temizleyecek? Sınırımızdaki bu değerli topraklarda bulunan mayınları kim temizleyecek? Şimdi, bizdeki bilgiye göre, evvelce, Türk Silahlı Kuvvetleri, bu mayınları temizleyebileceğini hükümete bildirmiştir. Türk Silahlı Kuvvetlerinin elinde, bu işi yapacak eğitime sahip, bilgiye sahip, yetişmiş uzman kadrolar mevcuttur, personel mevcuttur, istihkâm birlikleri mevcuttur. Silahlı Kuvvetler, hükümetten, bir süre önce bu görevi yapabilmek için daha modern teçhizata ihtiyacı olduğunu bildirmiş ve 35 000 000 dolarlık bir tahsisat istemiştir; "35 000 000 dolar verdiğiniz takdirde, biz, iki yıl içinde bu bölgeyi temizleriz" demiştir Türk Silahlı Kuvvetleri. Eğer bu bilgi doğru değilse, Sayın Bakan, lütfen, gelsin, desin ki, sizin bilginiz yanlıştır, böyle bir şey olmamıştır. Biz, bu bilginin doğru olduğuna inanıyoruz. Sadece 35 000 000 dolara, biz bu bölgeyi iki yıl içinde temizleyecek durumdaydık.

Sonra ne oldu; baktık ki, bu hükümet de, Türk Silahlı Kuvvetlerinin bu bölgedeki mayınları temizlemesi görüşünü benimsemiştir.

Bakınız, AKP Mardin Milletvekili Sayın Nihat Eri, 12 Mart 2003 tarihinde Yüce Mecliste bir konuşma yapmıştır. Sayın Eri Mecliste diyor ki: "Türk Silahlı Kuvvetlerinde bu konuda deneyimli, çok değerli elemanlar var. Bu işin özel sektör eliyle de yapılabileceğini biliyoruz; fakat, Türk Silahlı Kuvvetleri eliyle hem daha çok hızlı hem de çok daha ucuz bir şekilde yapılabileceği ilgililerce belirtilmektedir." Katılıyorum; Sayın Eri'nin bu sözlerini aynen paylaşıyoruz. Öyle anlaşılıyor ki, İktidar Partisi, o sırada bu işin Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından yapılmasını öngörüyor. Nitekim, Sayın Millî Savunma Bakanımız Gaziantep'te yaptığı bir konuşmada diyor ki: "Kara Kuvvetlerinin bu mayınları kaldırması meselesi araştırılıyor. Üç şirketin imal ettiği üç ayrı makineden 16 tane alınması öngörülüyor. Bunların 13'ünün alınması için ihaleye çıkılmıştır." Demek ki, biz, bu işin Silahlı Kuvvetler tarafından yapılmasını ileri bir aşamaya götürmüşüz. Bravo, hükümeti tebrik ediyoruz bu çalışması dolayısıyla! Bir de bakıyoruz ki, Sayın Bakan "bundan ibaret değil, bu bölgeyi organik tarıma açacağız" diyor. Başka?.. "Türkiye Petrolleri burada petrol arayacak; hemen karşısında bu bölgenin, Kamışlı'da, Suriye'nin petrol sahaları var. Suriye orada petrol arıyor, biz de petrol arayacağız" diyor. Çok güzel!

GAP bölgesinin sorumlusu, Kalkınma İdaresi Başkanı Sayın Muammer Yaşar Özgül de aynı şeyi söylüyor; 12 Nisan 2004 tarihinde bir konuşma yapıyor "Türk Silahlı Kuvvetlerinin bu mayınları temizlemek için açtığı ihale sonuçlanmıştır ve ihale sonuçlarına göre, çok yakında biz bu temizleme işine başlayacağız" diyor, 2004 yılının mayıs veya haziran ayında Türk Silahlı Kuvvetlerinin mayın temizleme işine başlayacağını açıklıyor. Çok güzel!

Zaman Gazetesini açıyoruz; Zaman Gazetesinde, Şubat 2005 tarihinde ilginç bir başka haber var. Kilis Valisi bir açıklama yapmış. Zaman Gazetesi "Kilis Özel İdaresi, Kilis Vilayetinin toprakları içinde kalan bütün mayınları sadece ve sadece 29 000 000 dolara temizlemeyi taahhüt etmektedir. Özel sektör bu iş için 758 000 000 dolar istiyor; ama, biz, Kilis Vilayeti Özel İdaresi olarak, bunu 29 000 000 dolara yapmaya hazırız ve 24 000 çiftçiye, bu, iş sahası yaratacaktır" diyor. Buraya kadar çok güzel. Sonra ne oluyorsa, birden hava değişiyor…

Geçen gün -22 Şubat günü, birkaç gün önce- çok değerli arkadaşımız Sayın Mustafa Gazalcı, Terörle Mücadele Yasasının görüşülmesi vesilesiyle bir soru sordu Sayın Millî Savunma Bakanımıza, bu işi sordu; yani "bu mayınlar nasıl temizlenecek, hükümet ne yapıyor" filan... Millî Savunma Bakanımızın cevabını aynen okuyorum: "Önce, Kara Kuvvetlerimiz bunu kendisi yapabilir mi diye gayret sarf etti; aşağı yukarı bir senelik çalışma sonucunda, bunun Kara Kuvvetleri tarafından yapılmasının icabında yeni şehitlere yol açacağı anlaşıldığından vazgeçildi."

Değerli arkadaşlarım, biz bunu anlamakta çok zorlanıyoruz, çok güçlük çekiyoruz. Türk Silahlı Kuvvetleri, NATO'nun en büyük ikinci silahlı gücüdür, dünyanın en büyük, en başarılı, en eğitimli gücüdür. Kalkıp da biz bu kürsüden dersek ki, Türk Silahlı Kuvvetleri elli yıl önce döşediği mayınları bugün sökecek durumda değildir, bunun için gerekli imkânı yoktur, risk almak istememektedir, bu, Türk Silahlı Kuvvetlerini çok rencide eder, çok üzer. Biz, Türk Silahlı Kuvvetlerinin bu sözü söylemiş olacağına ihtimal bile vermek istemiyoruz ve tahmin ediyoruz ki, Millî Savunma Bakanının bu sözleri bir yanlış anlamadan kaynaklanmaktadır. "Türk Silahlı Kuvvetlerinin bu mayınları sökebileceğini tahmin etmiyoruz…"

Açınız internet sayfalarını, dünyada pek çok kuruluş mayın sökme işini sıfır riskle yapabileceğini ilan ediyor ve diyor ki: "Şimdiye kadar biz çok mayın söktük, bir tek kaza bile olmadı." Onlar yapıyor, Türk Silahlı Kuvvetleri yapamıyor; olur mu?! Biz, şimdiye kadar, Türk Silahlı Kuvvetleri olarak ne kadar çok mayın temizledik. En son olarak da güneydoğu bölgesinde temizledik, orada bir gümrük bölgesinde temizledik. Türk Silahlı Kuvvetleri bunu yapamayacak durumda mıdır?

Özetle, Sayın Bakanın bu sözü söylemesini çok yadırgadık. Zannediyorum ki, bunu düzeltmek ihtiyacındayız. Dese ki, yani, Türk Silahlı Kuvvetleri bu işi yapmak için, işte, bu makineleri, teçhizatları almak istiyor, bunu anlarız ve bunun için gerekli parayı da veririz; ama, hayır, vermiyoruz.

Sonra ne diyor Millî Savunma Bakanı: "Biz, bunu ihaleye açmaya çalıştık, bir de baktık ki, şimdi fiyat vermeyim; ama, milyarlarca dolar istediler bizden." Aynen Meclis zabıtlarında var; "milyarlarca dolar..."

Değerli arkadaşlarım, bir mayının kaça söküleceği belli, bu bölgede kaç mayın olduğu belli; hesap bilen herkes bunun milyarlarca dolar tutmayacağını bilir. Meğer ki, bazı firmalar olağanüstü pahalı teklifler vermiş olsunlar Türkiye'ye.

Bir şey daha söylüyor, o da dikkat çekici: "Bizim, Millî Savunma Bakanlığı olarak böyle bir ihaleyi yapacak teknik bilgimiz de yoktu." Aynen zabıtlardan okuyorum; "teknik bilgimiz..." Türk Silahlı Kuvvetleri, en modern uçakları ihale edecek, en modern denizaltıları, silah sistemlerini, füzeleri ihale edecek teknik bilgiye sahip, mayın temizleme işini ihale edecek teknik bilgiye sahip değil; bunu kabul edebilir misiniz? Türk Silahlı Kuvvetlerinin, Türkiye Millî Savunma Bakanlığının mayın temizleme işini ihale edecek teknik bilgiye sahip olmadığı lafı Türkiye Büyük Millet Meclisinin zabıtlarına geçmiştir, işte, bunların mutlaka düzeltilmesi lazım.

Sonra ne olmuş, sonra şu olmuş. Millî Savunma Bakanı Maliye Bakanına havale etmiş. Maliye Bakanı demiş ki: "Biz de bunu ihale edemeyiz, biz de yaptıramayız, paramız yok." Halbuki, devletin arşivlerinde var, Sayın Millî Savunma Bakanı "bu iş için 20 trilyon paramız var" diyordu. Bunlar unutulmuş, belki o para başka iş için harcanmış. Millî Savunma Bakanı, "paramız yok, teknik bilgimiz yok" diyor; Maliye Bakanlığı, "paramız yok" diyor… Peki, ne olsun; yap-işlet-devret usulüyle olsun; yani, bir firmaya -muhtemelen yabancı firmaya- biz bunu ihale edelim, yabancı firma bu mayınları temizlesin, karşılığında da bu toprakları işletsin, organik tarım yapsın, ürünlerini yurt dışına ihraç etsin, para kazansın…

Değerli arkadaşlarım, bunun şartnamesini okuduk; dehşete düşersiniz okuduğunuz zaman. Diyor ki; üç yıl içinde bunu tamamlayacaktır ihaleyi kazanan firma; ama, bu topraklar, ülkemizin bu en değerli tarım toprakları, bu mayınları temizleyecek yabancı firmaya -muhtemelen yabancılar alacak, onlara da açık çünkü ihale- 49 yıllığına verilecektir, 49 yıl… 49 yıl bu değerli topraklarımızı yabancılar işleyecek; niçin?!. Niçin?!. Bilgimiz mi yok, teknolojimiz mi yok?! Orada yaşayan insanlar, güneydoğuda yaşayan insanlar toprağa ihtiyaç duymuyor mu?! Bizzat Sayın Başbakan açıkladı, Adalet ve Kalkınma Partisine mensup arkadaşlarımız açıkladı, Sayın Nihat Eri açıkladı; diyorlar ki: "Biz, bu toprakları, tarıma kazandırılacak toprakları bölgedeki köylüye vereceğiz, adam başına 200 dönüm vereceğiz, 100 dönümü sulak, 100 dönümü kurak." Çok iyi, hadi yapın… "Hayır, vermeyeceğiz…" Şimdi kanaat değişti, Sayın Maliye Bakanımız devreye girince, anlaşılan…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı.)

BAŞKAN - Buyurun.

ONUR ÖYMEN (Devamla) - Şahsım adına da söz hakkım var Sayın Başkan.

Şimdi, hükümet, Maliye Bakanlığına, iş devredilince, "yok, vazgeçtik o politikalardan, şimdi yabancılara bunu yaptıracağız" filan diyor. Şimdi, çok üzüntü verici; çünkü, bakın, Sayın Nihat Eri Mecliste ne diyor; çok da doğru söylüyor. Yani, zannetmeyin ki biz iktidarın her söylediğini her zaman eleştiririz. Bakınız -söylediğinin, size okuyorum, altına da imzamı atıyorum- ne diyor: "Bu saha mayınlardan temizlendikten sonra, en başta, fakir mayın kurbanlarına, topraksız köylülere ve eski sahiplerine dağıtılacaktır." Bravo! Hadi yapın, biz de destekliyoruz. Hadi yapın.

Başka bir AKP milletvekili, 21 Aralık 2004 tarihinde Mecliste konuşuyor, Sayın Mehmet Faruk Bayrak; ne diyor: "Bu araziler 100 000 kişiye iş imkânı yaratacaktır." Sayın Başbakan da bunu söylüyor. Peki, o zaman, şimdi niye kanaat değiştirdiniz? Devletin gücü mü yok, imkânı mı yok? Silahlı Kuvvetlerin yetenekleri mi elvermiyor bu işi yapmaya? Nedir bunun izahı? İlla yabancılara her şeyimizi satmak zorunda mıyız, her şeyimizi devretmek zorunda mıyız?

Bakınız, burada, yabancılara toprak satışını öngören kanunu kabul ettik Mecliste. Ne diyor: "Stratejik bölgeler verilmeyecektir" diyor. Gidiniz Yunanistan'a. Yunanistan'da sınır bölgelerinden bir karış toprağı bir yabancı şirkete satmak veya kiralamak mümkün müdür; yasaktır; Rusya'da da yasaktır, Ukrayna'da da yasaktır, pek çok ülkede de yasaktır. Biz, stratejik açıdan en hayatî, en kritik bölgelerimizde 500 000 hektardan fazla araziyi yabancılara bırakacağız. Yabancılara açık ihale yapıyoruz. Nedir bunun manası, anlamıyoruz.

Değerli arkadaşlarım, siz, bunu içinize sindirebiliyor musunuz? Üstelik, şimdi artık petrolden bahseden de yok. Hani Türkiye Petrolleri orada petrol arayacaktı, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı; şimdi o bahis yok. Peki, Suriye, o sınırın hemen güneyinde Kamışlı'da petrol arayacak, biz arayamayacağız. Niçin; çünkü, toprağı yabancıya tahsis etmişiz.

Değerli arkadaşlarım, bu işin, gerçekten, anlaşılır, savunulur hiçbir tarafı yoktur, hiçbir tarafı yoktur...

Şimdi, biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak diyoruz ki, Büyük Millet Meclisi bu konuya el koymalıdır. Mutlaka bu konuyu araştırmalıyız. Bu, ülkemizin geleceğini ilgilendiriyor. Her iktidar belli bir dönem için görev yapıyor; ama, bir dönem için halktan yetki aldık diye ülkenin yarım asırlık geleceğini ipotek altına alabilir misiniz?! Sizin çocuklarınızın, torunlarınızın rızkını yabancılara bırakabilir misiniz?! Güneydoğu için söylemediğimizi bırakmıyoruz; efendim, şu projeyi yaptık, bu projeyi yaptık, güneydoğuyu kalkındıracağız, güneydoğu halkını en çok biz seviyoruz, onları en çok biz himaye ediyoruz… Çok güzel, hadi, buyurun yapın, işte size fırsat, işte güneydoğu… İşte, güneydoğuda Türkiye'nin en verimli toprakları, hiç el değmemiş elli yıldır, organik tarım yapacak oradaki insan, güneydoğudaki vatandaşımızın cebine para girecek, daha ne istiyorsunuz; işte bunu yapın. "Hayır, yabancıya vereceğiz. Güneydoğudaki vatandaş da orada çalışırsa işçi olarak çalışsın, onun toprağı olmasın, onun geliri olmasın…" Son derece yanlıştır arkadaşlarım. Bu konuyu mutlaka durdurmak lazım.

İşte, biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, bu yanlış gidişi, bu yanlış uygulamayı, yanlış politikayı durdurmak için -huzurunuzda açıkça söylüyorum- her çareye başvuracağız. Cumhuriyet Halk Partisi, şimdi, yargıya gitmektedir; çünkü, ilk ihale yapılmıştır, 15 Şubat tarihinde Mardin'de yapılmıştır; üç firma katılmıştır, biri yabancı, ikisi Türk firması görünüyor; ama, internet sitelerini okursanız, onların da arkasında bazı yabancı firmaların olduğuna dair rivayetler var. En kritik, en stratejik bölgemizi yabancılara açmak için ihale yapmışız. İşte, bu ihaleyi iptal ettirmek için, yasa yoluna gideceğiz; bir.

İkincisi, Mecliste, bu konunun araştırılması için bir araştırma komitesinin kurulmasını önereceğiz, gerekirse genel görüşme açacağız ve Meclisteki bütün denetim yollarına başvuracağız ve inanıyoruz ki, o bölgede yaşayan halk da, o konuda, demokratik yöntemlerle, hakkına sahip çıkacaktır, çoluğunun çocuğunun hakkına sahip çıkacaktır. İşte, bu konuyu, biz, iktidar muhalefet çekişmesi yapmadan, ülkemizin uzun vadeli çıkarlarını düşünerek, halkımızın, yöredeki insanlarımızın çıkarını düşünerek, yeraltı servetlerimizi düşünerek, mutlaka, elbirliğiyle araştırmamız gerektiğini düşünüyoruz. Bu işin üstüne gitmeliyiz.

Önümüze gelen her işi biz yap-işlet-devret diye yabancılara teslim etmeye kalkarsak çok sıkıntı çekeriz. Biz yabancıya karşı mıyız; hayır. Özelleştirmeye karşı mıyız; hayır. Diğer ülkelerin yaptığı gibi özelleştirme bizde de yapılabilir, ne mahzuru var, ne zaman itiraz ettik gerçek anlamda bir Fransa'nın yaptığı gibi özelleştirme yapılmasına?!.

Ama, hayır, burada öyle değil. Burada, bakıyorsunuz, inanılmayacak bir şey; Kilis Valiliğinin araştırması diyor ki: "3 yılda bu topraklar kendini amorti eder." 3 yıl nerede, 49 yıl nerede?!. Bu, devletin araştırması.

Şimdi soruyorum hükümete huzurunuzda: Kilis Valiliğinin bu bölgeyi 29 000 000 dolara temizleyerek tarıma açma önerisine hükümetimiz ne cevap vermiştir? Kendi valiniz, hükümetin valisi, hepimizin valisi, devletin valisi size bunu teklif ediyor; ne cevap verdiniz? Bizdeki bilgi doğru ise, devlet, bugüne kadar cevap bile vermemiştir.

Türk Silahlı Kuvvetlerinin 35 000 000 dolarlık makine teçhizat alımı talebine ne cevap verdiniz? Bizdeki bilgi yanlış değilse, cevap bile vermemişiz. Ondan sonra, yap-işlet-devret modeli!..

İşte, değerli arkadaşlar, bundan vazgeçelim. Yani, ben, iktidar partisi mensubu arkadaşlarımızın da vatanseverliğinden en küçük bir kuşku duymuyorum. Doğrusunu isterseniz, buraya bu millet bizi, bu memleketin hakkını, bu milletin hakkını korumak için gönderdi ve sizden bu konuda tam destek bekliyoruz. Bu, bizim parti meselemiz değildir; bu, millet meselesidir; bu, Meclisin topyekûn sahip çıkacağı bir meseledir.

İşte, değerli arkadaşlarım, hükümeti biz bu düşüncelerle göreve davet ediyoruz ve İktidar Partisi Grubunu göreve davet ediyoruz. Geliniz, el ele verelim ve bu meseleyi birlikte çözelim. Biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, bu konuyu Yüce Meclisin bilgisine sunmayı görev saydık ve halkımızın bilgisine sunmayı göreve saydık, bu konuda sonuna kadar çalışmaya devam edeceğiz ve bu işin peşini bırakmayacağız.

İşte, Suriye ile hükümetimizin imzalamış olduğu bu ekonomik ve ticarî işbirliği anlaşmasını, bütün bu düşüncelerin ışığında, Cumhuriyet Halk Partisi olarak kabul ediyoruz; ama, demin dediğim gibi, bir taraftan da bu önemli konuda uyarıda bulunma görevimizi yapıyoruz.

Sayın Başkan, çok değerli arkadaşlarım; bu vesileyle, Yüce Meclise saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Öymen.

Şahsı adına, Mardin Milletvekili Sayın Nihat Eri; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

NİHAT ERİ (Mardin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; uluslararası sözleşmeler genelde ittifakla çıkar; ama, burada, sayın muhalefet sözcüsü, sözleşmenin kendisiyle ilgili değil, bir başka konu, o vesileyle, mayın konusu üzerinde görüşlerini dile getirdi.

Sevgili arkadaşlar, bildiğiniz gibi, Suriye sınırı, 1956 yılından bugüne kadar mayınlı olarak durmaktadır. O günlerde sınır ticareti bugünkü koşullarda yapılamıyordu; dolayısıyla, sınır kaçakçılığı gündemdeydi. Devlet de, sınır kaçakçılığını önlemek için böyle bir yönteme başvurdu; ama, bugün, artık, 21 inci Yüzyılda, çağdaş ve modern Türkiye'nin, sınırlarını mayınla koruması çok ayıp bir şey. Bundan, mutlaka, en kısa zamanda kurtulmamız gerekir. Nitekim, siz, değerli oylarınızla, 2004 yılında Ottova Sözleşmesini kabul ettiniz.

Bu sözleşmeye göre; stoklarımızdaki mayınları dört yıl içerisinde, toprağa döşeli olan mayınlarımızı da on yıl içerisinde temizleme taahhüdünde bulunduk bu anlaşmayla. Bugün, Türkiye'de, stoklarda 2 000 000'un üzerinde mayın bulunmaktadır, toprağa döşeli olarak da 900 000 civarında mayın bulunmaktadır.

Suriye sınırı, Sayın Öymen'in kastettiği alan, gerçekten çok önemli bir alan; 510 kilometre uzunluğunda ve 615 000 mayını ihtiva eden, alan olarak da 200-300 bin dönüm bir alan. Bunun temizlenmesiyle ilgili Bakanlar Kurulu kararı olmuştur. Ancak, Sayın Öymen, bu safahatı anlatırken, bazı konuları bilmediğini söylemiştir. Halbuki, burada, Millî Savunma Bakanımız, çok yakın geçmişte, bazı açıklamalar yaptı. İşin safahatı şu: Önce Türk Silahlı Kuvvetleri talip olmuştur bu temizlemeye ve bir yıl kadar bir zaman geçmiştir.

"Türk Silahlı Kuvvetlerine 35 000 000 dolar verilmemiştir" sözü doğru değil, tahsisat kendilerine ödenmiştir. Kendileri, muhtemelen, bu temizlikte asker kullanma dolayısıyla ortaya çıkabilecek riskleri göz önüne alarak, bu işi yapmak istemediklerini, bundan vazgeçtiklerini Millî Savunma Bakanlığına bildirmişlerdir. Yani, bu demek değildir ki, Türk Silahlı Kuvvetleri teknik olarak bu işi yapamayacak kapasitededir; böyle bir şey mümkün değil. Türk Silahlı Kuvvetleri çok daha büyük görevlerin üstesinden gelebilecek durumdadır; ama, insanî bir duyarlılık göstermişlerdir. Askerî hizmetlerini, vatan hizmetlerini yapan evlatlarımızı riske atmak istememişlerdir. Bu yüce duyguyu da saygıyla karşılamak gerekir. Bunda Türk Silahlı Kuvvetlerini incitecek bir durum yok.

Millî Savunma Bakanlığı uluslararası bir anlaşmaya çıkmıştır bilahara. Buraya gelen teklifler 700 000 000 dolar ile 1 000 000 000 dolar arasında bir rakama ulaşmıştır. Oysaki, temizlikle ilgili 50 trilyondan bahsediliyordu. Bunun çok çok fevkinde bir rakam ortaya çıkınca, Millî Savunma Bakanlığı da, haklı olarak, bu işten vazgeçtiğini ve bu konuyu Başbakanlığa tevdi ettiğini bildirmiştir. Başbakanlık da, Başbakan Yardımcısını, bilahara da Maliye Bakanını bu konuyla ilgili görevlendirmiştir.

Sevgili milletvekilleri, mayın öyle bir nesnedir ki, 1 dolara birkaç saat içerisinde döşeyebiliyorsunuz; ama, bunu, günler süren çalışmayla, mayın başına 1 000 dolar harcama yaparak ancak temizleyebiliyorsunuz. Böyle bir hadise.

Maliye Bakanlığı da, Türk Silahlı Kuvvetleri, GAP İdaresi ve kendi uzmanlarından oluşan bir ekiple bir şartname hazırlamıştır. Bu şartname, uluslararası normlara göre bir şartnamedir. Burada yapılacak temizliğin IMAS standartlarına uygunluğu orada esas alınmıştır ve çalışmanın her safhasında Türk Silahlı Kuvvetleri bu işi denetleyecek ve onların nezareti altında bu temizleme işi yapılacak.

Bu ihale, her il kendi sınırları içerisindeki alanları ayrı ayrı ihaleye çıkaracak şekilde organize edildi ve bu işe Mardin'den başlandı. Mardin Defterdarlığı geçtiğimiz aylarda bir ihale açtı ve ihalenin sonuçları 25 Ocakta, zarflar 25 Ocakta açıldı; ama, orada görüldü ki, ihaleye başvuran üç şirketten iki tanesi süresiz teminat mektubu vereceğine süreli mektup verdikleri için, yani, şartlar oluşmadığı için -üç taneden iki tanesi- ihale dışı bırakıldı ve bir şirketle, rekabet şartları oluşmadığı gerekçesiyle ihale yapılmadı tek şirketle yapılamayacağı için ve ihalenin yenilenmesine karar verildi.

Şimdi, Sayın Öymen güvenlikten bahsediyor. Öyle bir sorun yok; zira, burası temizlendikten sonra, belli bir şerit, çok daha modern, günün teknolojisine uygun, işte, sensörlerle, elektronik cihazlarla teçhiz edilerek sınır korunacak. Suriye tarafında, zaten, başından beri mayın yoktur. Suriye, sınırımıza kadar tarım yapabilmektedir. Hatta, biz, mayınlar dolayısıyla sınırımızın sıfır noktasına ulaşamadığımızdan, sınır taşlarımızı bile kontrol etmekten aciz duruma gelmişiz. Birçok sınır taşımız yerinden oynamış, bir kısmı kırılmış, bir kısmı kaybolmuş. Hatta, Suriyeliler, sınır taşlarını bize taraf iterek, vatan topraklarımızı da elimizden alma yoluna gitmişlerdir. Bu söylediğim sözler, geçmişte iki defa yapılan Meclis araştırmalarında ortaya çıkan sonuçlardır, orada yazılıdır; yani, biz, mayınlamış olduğumuz araziyi, zaman içerisinde kısmen de elden çıkarmışızdır.

Dolayısıyla, bu şartname, uluslararası bir şartnamedir. Bu mayınların bir an evvel temizlenmesi lazımdır. Organik tarım ya da tarım çok kârlı bir iş değildir. Üç yılda kendisini amorti edecek bir toprak da değildir bu toprak. Dolayısıyla, ben endişeliyim. Bu ihaleye şirketlerin, yerli olsun, yabancı olsun, şirketlerin ilgi göstermeyeceği endişesi içerisindeyim ve ben sık sık, defalarca Mardin Defterdarını aradım, üç müracaat olduğunu duyduğumda, gerçekten, çok sevindim. Ama, ihalenin bu şekilde akamete uğramış olması bende büyük bir üzüntü yaratmıştır. Hatta, biz, Mayınsız Türkiye Koordinatörüyle birlikte ihale günü Mardin'e gidip, ihale sonuçları açıklanınca, bunu milletimize bir müjde gibi vermeyi de düşündük; ama, ben kişisel ve Meclis çalışmaları dolayısıyla gidemedim. O arkadaşlarımız oraya gittiler, sivil toplum örgütleriyle birlikte ihalenin sonucunu beklediler. İhalenin bu şekilde sonuçlanması onları da üzmüştür; ama, inanıyoruz ki, bundan sonraki ihalelerde bu durum yaşanmayacak. Zira, defterdardan ve Validen aldığım bilgiye göre, hava şartları, hava muhalefeti nedeniyle Mardin'e gidip müracaat edemeyen, başvuramayan bazı şirketler olmuş; bu ikinci ihaleye bu şirketlerin de katılmasını bekliyoruz.Tabiî ki, istiyoruz ki, yerli şirketler alsın; ama, sevgili kardeşlerim, gerçekten, kârlı bir iş değil bu. 1 milyar dolara yakın maliyeti olan; ki, bu maliyeti dönüm başına böldüğünüz zaman, oradaki arazinin şu anki değerinin 2 misli bir değerdir bu; orada; 1 dönüm, 1 milyar liraya alınıp satılmaktadır; ama, 1 dönümün temizliği 2 milyardan aşağıya değildir. Dolayısıyla, buna kötü niyet atfetmemek lazım. Varsın, yerli almayacaksa yabancı da alsın, orada bizim kanunlarımız altında tarım yapsın. Bu tarımı yaparken, elbette insanlarımız çalışacak, toprağımızda üretilecek, üretimimiz artacak, insanımız istihdam imkânı bulacak.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Eri, tamamlayın konuşmanızı lütfen.

NİHAT ERİ (Devamla) - Tamamlıyorum Sayın Başkanım.

Elbette ki, gönül ister, oradaki mayın mağdurlarına da toprak verebilelim, oradaki insanlara da dağıtabilelim; ama, o şartname dikkatli okunduğu zaman, bu imkânlar da var; yani, temizleyen şirkete, devlet, istediği alanları vermeyebilir, o esneklik var. Özellikle petrol aramaları için, devlet, istediği alanı kullanabilir; bu şartname buna müsaittir.

Beni dinlediğiniz için teşekkür ediyorum. Bu anlaşmanın, Suriye'yle gerçekten ticaretimizi artıracak olan bu anlaşmanın hayırlı olmasını, mayınların da en kısa zamanda temizlenmesini niyaz ediyorum, hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Eri.

Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

1 inci maddeyi okutuyorum:

TÜRKİYE CUMHURİYETİ İLE SURİYE ARAP CUMHURİYETİ ARASINDA SERBEST TİCARET ALANI TESİS EDEN ORTAKLIK ANLAŞMASININ ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI

MADDE 1- 22 Aralık 2004 tarihinde Şam'da imzalanan "Türkiye Cumhuriyeti ile Suriye Arap Cumhuriyeti Arasında Serbest Ticaret Alanı Tesis Eden Ortaklık Anlaşması"nın onaylanması uygun bulunmuştur.

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Denizli Milletvekili Sayın Mustafa Gazalcı.

Buyurun Sayın Gazalcı. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Suriye ve Türkiye Cumhuriyeti arasındaki ticarî anlaşma metninin 1 inci maddesi üzerine, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, Millî Savunma Bakanımıza, 22 Şubatta, şehitlikle ilgili bir konu, bir yasa görüşülürken, soruyu ben sordum. Basından bu Suriye ve Irak sınırındaki mayınlı arazilerin temizlenmesinin yap-işlet-devret yöntemiyle yabancı firmalara da verilebileceğine ilişkin haber üzerine, burada, Millî Savunma Bakanına bir soru sordum. Savunma Bakanı da olayı doğruladı; Millî Savunma Bakanlığının, milyarlarca dolara mal olacak yüksek maliyetli bu işi yapamayacağı için Maliye Bakanlığına devrettiğini, onun da, yap-işlet-devret yöntemiyle bu arazileri temizleteceğini söyledi.

Biraz önce, AKP sözcüsü, Mardin Milletvekili arkadaşımızı dinleyince, kaygılarım biraz daha arttı. Ben konunun uzmanı değilim; ancak, on gündür bu konuya yoğunlaşmaya çalışıyorum, basında haber çıktığından bu yana. Yani "eh, gönlümüz yerli firmanın almasını isterdi; ama, yabancı firma da alsa zarar etmez" dedi arkadaşım.

Sevgili arkadaşlar, sınır boylarındaki toprakları konuşuyoruz, 508 000 dönümlük bir yurt toprağını konuşuyoruz. Mayından temizlenmesi ayrı bir iş, o toprakların 49 yıllığına kullanılması ayrı bir iş. Şimdi, iki işi birbirine karıştırıyoruz. Birçok konuda olduğu gibi, biz, bu işin altından kalkamıyoruz; sihirli bir formülmüş gibi, herhangi bir fabrikanın yapılmasını, bir ticarî işin yapılmasını önerir gibi, bütün bu doğuda ve güneydoğudaki Türkiye sınırları toprağının onüçte, ondörtte 1'ini oluşturan iki Kıbrıs büyüklüğündeki toprağın bir ihaleyle yabancılara 49 yıllığına verilmesine razı oluyoruz.

Değerli arkadaşlar, ben, o toprakların öyküsünü, Bekir Yıldız, ünlü öykücümüzün öykülerinden anımsıyorum, birçok sanatçıdan anımsıyorum, filmlerden anımsıyorum. Bakın, 1950'li yıllarda güvenlik nedeniyle oralara mayın döşendi, ulusal güvenlik nedeniyle; ama, ekonomik nedenlerle insanlar, güneydeki arazilerden bir şeyler alıp götürmek, can pahasına götürmek için, yaklaşık 10 000 insan da orada öldü değerli arkadaşlar. Şimdi siz ne yapıyorsunuz; Maliye Bakanlığına "bu 508 000 dönüm araziyi yap-işlet-devret yönüyle ihaleye ver" diyorsunuz ve işin korkunç tarafı, bu işi Meclis geçiştiriyor. Mardin'de işler ocak ayında başlamış, ihale işi; bereket ki, firmalar doğru teminat mektubu vermediği için ihale iptal olmuş, Şırnak'ta neden dolayı öneri verilmediği, bir baskı olup olmadığını da bilmediğimiz için, orada iptal olmuş.

Değerli arkadaşlar, ben, Millî Savunma Bakanının o açıklamasından sonra Başbakana bir soru önergesi yönelttim pazartesi günü, 11 sorudan oluşan bir önerge; sonra, Meclis kütüphanesinden bu konuda hükümetin tavrına baktım.

Değerli arkadaşlar, Başbakan ve bakanlar bu mayınlı arazinin temizleneceğini ve yöre halkına verileceğini söylemiş, ticarete açılacağını söylemiş. Bakın, elimde, Abdüllatif Şener'in 5.11.2003'teki bir açıklaması, Sayın Kürşad Tüzmen'in 6.3.2004'teki bir açıklaması, daha önce Başbakanın bu konuda açıklaması var. 1997'den bu yana o arazilerin mayından temizlenmesi için çalışmalar yapılıyor. Millî Güvenlik Kurulunun kararı doğrultusunda, 57 nci hükümet bir karar alıyor bunların temizlenmesine ilişkin. Ordu, 2003 yılından sonra, yoğun olarak çalışıyor. Sonra, yeterli bütçe bulunamadığından ya da insanî nedenlerle, bu bütçeyle bu işi yapamayacağı için, hükümete bildiriyor. Ama, değerli arkadaşlar, Bakanlar Kurulu bu kararı alırken, yani, bu hükümet tarafından, Maliye Bakanlığına "bu işin ihalesini verin deniliyor; ama, o ihalede yap-işlet-devret yöntemi kullan demiyor; yasadışılık buradan başlıyor, Anayasayı çiğnemek buradan başlıyor, yasalara aykırılık buradan başlıyor.

Bakın, yap-işlet-devret yöntemi, ancak, Özelleştirme İdaresi tarafından yapılabiliyor yasalarımıza göre; ama, Maliye Bakanı, mademki bana ihale verildi, ben bunu, bir sihirli formül buluyorum, şimdi, birçok ulusal değerimizde kullanıldığı gibi, toprakta da kullanılır bu; hem de sınır boyundaki toprakta da kullanılabilir, öyleyse, ben, bunu 49 yıllığına yap-işlet-devret derim... Ben, bu sırada oturan arkadaşlarımın bile, bu duyarlı konuda, inceledikleri zaman, rıza göstereceklerini sanmıyorum değerli arkadaşlar. Bu Meclisin içinde hiçbir kişinin, 49 yıllığına, hangi amaçla olursa olsun, topraklarımızın kullanılmasına razı geleceğine inanmıyorum; olmaz böyle bir şey değerli arkadaşlar. Parası yoksa -ki, parası olacağına inanıyorum ben, birçok yerlerde olduğu gibi- kampanya açılabilir değerli arkadaşlar. Olur mu böyle bir şey, yapılabilir mi böyle bir şey?! Bir de, oradaki insanlardan kamulaştırılmış bu topraklar, ellibeş, altmış yıl önce, elli yıl önce; o insanlar topraksız kalmış, az topraklı kalmış. Şimdi ziraat odaları açıklama yapıyor; "kabul edemeyiz böyle bir şeyi" diyor. Siz, ihale ediyorsunuz, bir firmaya veriyorsunuz; büyük bir olasılıkla da yabancı firma; çünkü, "mayın temizleme işi; topraksız köylü de yapabilir" diyor AKP sözcüsü; isterse girebilir. Yani, adamın yaşamak için, geçinmek için bir avuç toprağı yok, bir karış toprağı yok. Siz diyorsunuz ki "ihaleye girin, İsrail firmasıyla ya da filanca firmasıyla; eh, siz alın." Arkadaşlar, bu doğru değildir.

Bakın, ellibeş yıldır ekilip biçilmeyen o topraklar, birinci ve ikinci derecede tarım arazileri, tarım toprağı ve üstelik, organik tarım yapılacağına ilişkin umut vermişsiniz, basına açıklama yapmışsınız. Örneğin, Kilis Valiliği bir rapor sunmuş "ben burada organik tarım yapabilirim" diye. Emekli subayların, 2004'te, bu çalışmalar sırasında bir açıklamasını gördüm "gerekirse biz temizleriz" diyor.

Yok, bu işi ordu yapamıyor, biz yapamıyoruz, Türkiye yapamıyor… Tamam, uluslararası sözleşmelere uyalım, Ottova Sözleşmesine uyalım, 2014 yılına kadar buraları temizleyelim; ama, değerli arkadaşlar, bakın, yineliyorum, bir kez daha altını çiziyorum: 508 000 dönüm sınır arazisini yap-işlet-devret yöntemiyle veriyorsunuz. Arkadaşın dili mi sürçtü, bilmiyorum "bu topraklar o kadar da değerli değil; şimdilik dönümü 1 milyar liraya veriliyor, temizlemesi 2 milyar." Arkadaşlar, yurt topraklarının paraya vurulması ne zamandan beri böyle oldu?!

Güvenlik nedeniyle, siz, oralara mayın döşüyorsunuz, insanlar giremiyor, edemiyor; şimdi de yabancı firmayı oraya çağırıyorsunuz. Meclis el koysun bu işe diyorum arkadaşlar. En azından, kaçınılmazsa ihale, temizlik, mayından temizleme ayrılmalı, toprakların kullanılması da ayrı bir biçimde değerlendirilmelidir.

Toplumsal barış için de bu gereklidir değerli arkadaşlar. Orada insanlar…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun.

MUSTAFA GAZALCI (Devamla) - Değerli arkadaşlar, bu, komşularla da ilişkimiz açısından, hem güvenlik açısından hem de ticarî ilişkilerimiz açısından çok önemli. Bir yabancı firmanın oraya gelip yerleşmesi, sınır toprağına 49 yıllığına yerleşmesi, Suriye'yle, Irak'la olan ilişkilerimizi ne boyuta götürür?! Yani, bu, basit bir ihale değil; işin toplumsal boyutu var, ekonomik boyutu var, siyasal boyutu var.

Değerli arkadaşlar, söz sırası geldiği zaman nutuk atmayı çok beceriyoruz, yurt toprağı için, şehitler için hepimiz bir şeyler söylüyoruz; al, işte zamanıdır şimdi, o toprakların gerçekten değerlendirilme zamanıdır. Diyoruz ki, bu basit bir ihale değildir; yap-işlet-devret yöntemi derhal, yasadışı olduğu da gerçek olan bir yöntem, Maliye Bakanlığının elinden alınmalıdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Son cümlenizi rica ediyorum Sayın Gazalcı.

MUSTAFA GAZALCI (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkanım, son cümlemi söylüyorum.

Değerli arkadaşlar, bu sınır boyundaki topraklarda barış olsun istiyorsak, hem komşularımızla hem de ülkemizde oradaki insanlarla da bir yeni umut olsun istiyorsak, yeni bir GAP olsun, yeni bir Çukurova olsun istiyorsak, bu yöntemi Maliye Bakanlığının elinden almalıyız. Mayından temizleme ile toprakların kullanımı ayrılmalıdır diyorum; hepinize saygılar sunuyorum. (CHP ve Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Gazalcı.

1 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

2 nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Gaziantep Milletvekili Sayın Abdulkadir Ateş; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA ABDULKADİR ATEŞ (Gaziantep) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; bugün görüşmekte olduğumuz, komşumuz Suriye'yle geliştireceğimiz ticarî antlaşma, şüphesiz, gerekli olan antlaşmalardan bir tanesi. Biz istiyoruz ki, güney komşumuz, bundan böyle, daha çağdaş ve Türkiye'nin de katkılarıyla çağdaş dünyaya açılabilen, komşuluk ilişkileri daha gelişmiş bir ülke olsun istiyoruz ve bu antlaşmanın da, bu doğrultuda, önemli bir adım olacağına inanıyorum. Her ne kadar, antlaşma içerisinde, Türkiye'nin biraz daha fazla taviz veren yönleri var ise de, şimdilik, buna göz yumabileceğimizi, güney komşumuzla iyi komşuluk ilişkilerimizi geliştirebilme açısından, bunun, biraz gözardı edilebileceğini düşünüyoruz biz. Ancak, iyi komşuluk ilişkileri yüzünden, daha önce yaşadığımız birtakım olumsuz gelişmeleri geride bırakabilmemiz ve bu konuda, son günlerde, son yıllarda çıkan iyi gelişmelerin de iyiye işaretler olduğuna inanıyoruz; ama, bu, dengeli bir antlaşma olması gerekliliği üzerinde de, özellikle, altını çiziyoruz ve bu konuda, bürokrasimizin, hükümetimizin, bu antlaşmanın uygulaması sırasında çok dikkatli davranması gerekliliğini de, bir kere daha vurgulamak istiyorum.

Ama, burada, önemli olan -benden önce, Cumhuriyet Halk Partisi temsilcilerinin, sözcülerinin de söylediği gibi- yine, Suriye'yle ilgili, Suriye sınırıyla ilgili ve özellikle de mayınlı bölgelerimiz üzerinde ciddiyetle durmamız lazım. Hani, hep söyleriz biz, yeri geldiğinde, bu ülkenin bir çakıl taşını hiç kimseye vermeyeceğiz diye, hep nutuklar atarız. İşte, bugün, bu konuyla ilgili, çok ciddî olarak, üzerinde durmamız lazım. Gerçekten bir çakıl taşına dahi sahip çıkacak mıyız; yoksa, 508 000 dönüm araziyi, 49 yıllığına, bir yabancı şirkete, acaba, emanet edecek miyiz; bunun da üzerinde durulması lazım geldiğine inanıyoruz biz.

Değerli arkadaşlarım, konuyu abarttığımı hiç zannetmiyorum ve sizlerin de, bu konuda, bizim gibi, Cumhuriyet Halk Partisi gibi düşüneceğinize gönülden inanıyorum. Sınır toprakları bunlar; güvenlik nedeniyle birtakım tedbirler alınmış. Bunun içerisinde yaşayan bir bölgenin milletvekiliyim. Üniversiteden mezun olduğum yıllarda, bu sınır üzerinde bulunan, o zaman nahiye olan Karkamış'ta nahiye stajına başlayan arkadaşlarınızdan biriyim. Pencereyi açtığınızda, öbür taraf Suriye'ydi. Bu bölgeyi bilen milletvekillerinden biriyim ve birçok da milletvekilimiz var burada; Hatay'dan, Gaziantep'ten, Kilis'ten, Urfa'dan, Mardin'den değerli arkadaşlarımın hepsi burada. Onlar da, en az benim kadar, bu bölgedeki hassasiyeti, bu bölgedeki stratejik önemi çok iyi bilirler.

Şimdi, durum böyleyken ve güzel bazı gelişmeler olurken, birdenbire, yap-işlet-devretle bu sınırdaki mayınların temizlenmesi olayını, hakikaten, ne ben ne de Gaziantep'teki değerli hemşerilerimin anlaması mümkün değil. Hele, o sınır bölgesinde yaşayan, yıllardan beri topraksız insanlarımızı, Hatay'da, Kilis'te, Gaziantep'te, Urfa'da, Mardin'de topraksız insanlarımızı, başkasının toprağında alınteri dökerek karın tokluğuna çalışan insanlarımızı, bu antlaşmayla, bu yap-işlet-devretle ikna edebilmemiz, onları tatmin edebilmemiz, onları doyurabilmemiz, onların Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olduğunu hissettirebilmemiz mümkün mü?! Gelecek İsveç'ten bir firma, gelecek İsrail'den veya başka bir ülkeden bir firma, gözlerinin önünde, kendi atasından, dedesinden alınan o toprakları, el konulan, kamulaştırılan o toprakları -1956 yılında- işlemeye başladığında, orası yeşillendiğinde, oradan tonlarca meyve, sebze, tahıl çıktığında, biz, kendi insanımıza, sen git orada işçi olarak çalış, karın tokluğuna çalış dediğimizde, nasıl ikna edebiliriz?! Bunun, vicdanlarınıza sığdığını ben zannetmiyorum.

Şimdi, gelelim… Bu temizlik şart, yapmamız gerekir; yıllardan beri bu bölge insanları bu temizliği bekliyor, istiyor. Çok şükür, Suriye'yle olan o birtakım ilişkilerimiz de yoluna girdi. Bu temizleme, acaba, bugün, "Mardin İlimizde başladığı gibi olmalı mıdır"ın üzerinde ciddî olarak durmamız lazım.

Bana göre, bize göre, Türk Silahlı Kuvvetlerinin bu tür mayın temizleme işinde, gayet ciddî olarak, profesyonelce bu işi yapabileceğine inanıyoruz. Gerekli olan nedir; biz, Genelkurmayımızın, Bakanlığımızın istemiş olduğu gibi, bir 50-60 milyon dolarlık teçhizatla, bugün geliştirilen yeni mayın toplama teknikleriyle, bu işin, kazasız, belasız atlatılabileceğine, bu arazinin temizlenebileceğine inanıyoruz. Bu teknikler artık dünya üzerinde gelişti. Şimdi, bu tesisatı, bu teçhizatı, bu aleti, edevatı, bu bilgi birikimini Millî Savunmamıza sağladığınız takdirde, gün gelir devran döner, bu, gerek de olabilir Türkiye Cumhuriyetine. Böyle bir teçhizattan, böyle bir birikimden Türk Silahlı Kuvvetlerini, siz, yap-işlet-devretle burayı verirseniz, ondan da mahrum edersiniz.

Biz, Silahlı Kuvvetlerimize, öncelikle, bu konuya ilişkin, mayın temizlemeye ilişkin gerekli donanımı sağlamalıyız; bu bir. Bu donanım sağlandıktan sonra da Silahlı Kuvvetlerimiz, ister kendi içerisinde yetiştirdiği elemanlarla, gerek gördüğü takdirde de dışarıdan işe alacağı ve yetiştireceği insanlarla bu işi görmelidir diyoruz. Bu, Türkiye'nin ileri dönemlerdeki savunma ihtiyacının da bir gerekliliğidir. Ne demek, Türk Silahlı Kuvvetleri, mayın temizleme işini tehlikeli görmüş! Böyle bir şey olabilir mi?! Böyle bir gereklilikle Trakya sınırında, güney sınırında, doğu sınırında karşı karşıya kaldığımızda ne diyeceğiz; İsviçre'den veya başka bir ülkeden, mayını temizlemek için insan mı çağıracağız?! Böyle bir şey olabilir mi?! İşte, onun için, yapılması lazım gelen; Silahlı Kuvvetlerimizi desteklemeliyiz, ne ihtiyacı varsa bu konuya ilişkin, temin etmeliyiz ve ondan sonra da, Silahlı Kuvvetlerimizin çok kısa bir süre içerisinde bu işi halledebileceğine biz inanıyoruz.

Bunun dışında, bu topraklar daha sonra nasıl kullanılacak? Evet, bu da çok önemli bir konu. Bu topraklar, o bölgelerde yaşayan, topraksız veya tarımsal işletme ölçeği çok küçülmüş birtakım ailelere verilerek -kiralama usulüyle olabilir, mülkiyet devriyle olabilir- veya bu toprakların, o bölgelerdeki il özel idarelerine işletilmesi verilerek, halk yararına, oradaki insanlarımız yararına kullanılması kolaylıkla sağlanabilir.

Yine, yeni bir tarım türünün, benden önceki arkadaşımızın da ifade ettiği gibi, organik tarımın bu bölgede yapılabilmesi için ideal bir ortamdır.

Bir konuya daha geleyim. Değerli milletvekili arkadaşım, sağ olsunlar, toprak değerini söylediler; 1 milyar Türk Lirası dediler. Bu bölgelerin birçok bölümü, çok yakında Atatürk Barajından gelecek sularla sulanacak. Gaziantep bölgesindeki öyle. Kanallar açılıyor, sular gelecek, verim artacak. Bu, bizde de böyle, Urfa'da da böyle, Mardin'de de böyle, diğer bölgelerde de böyle.

Toprak değerini, o zaman, sulu tarıma açılmış toprak değerini bir düşününüz. Eğer işi sadece ekonomik yönüyle düşünüyorsanız düşününüz. Şimdi, milyonlarca dolar yatırım yapmışsınız, barajlar yapmışsınız, kanallar açmışsınız, sulama yapıyorsunuz; ondan sonra bir şirket gelecek dışarıdan, mayını topladı diye 49 yıllığına, ne yapacağız biz; ona devredeceğiz. 49 yıl, bir ömür. Toprağımızın üstünde de, altında da değerler var. Bunu, tüm halkımızın, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının hepsinin yararına kullanmak zorundayız. Bunu yapmadığımız takdirde, bunu gerçekleştiremediğimiz takdirde, hepimiz sorumlu oluruz.

Onun için, değerli arkadaşlarım…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ABDULKADİR ATEŞ (Devamla) - Sayın Başkan, sözlerime son verirken şöyle bağlamak istiyorum: Gelin, burada, siyasî yarışmaları bir tarafa bırakalım. Bunun hiçbir ilgisi yok siyasetle. Bu çok ciddî bir konudur, Türkiye'nin güvenliği açısından önemli bir konudur, Türkiye'nin esenliği için bir konudur, Türkiye'deki işsizliğin önlenmesi açısından bir konudur; Türkiye'de, toplumlararası, insanlarımız arasındaki barışın güçlendirilebilmesi için bir konudur diyorum ben. Onun için de, sizlerden, özellikle hükümet üzerinde, Parlamento olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak yapacağımız etkiyle, bu verilmiş olan mayın toplama, yap-işlet-devret işine dur diyelim ve bunu yapacağınızdan ben eminim.

Hepinize şimdiden teşekkür ediyor, saygılarımı sunuyorum. (CHP ve Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Ateş.

Madde üzerine, şahısları adına söz isteği var.

Denizli Milletvekili Sayın Ümmet Kandoğan; buyurun.

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri saygıyla selamlıyorum.

Bu kanun tasarısıyla, komşumuz olan Suriye ile ikili ilişkilerin ve ticarî ilişkilerin daha iyi seviyelere geleceğine olan inancımı sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu vesileyle, biraz önce de burada gündeme getirilen ve ülkemiz açısından da son derece önemli olan bir konuyla ilgili düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Değerli milletvekilleri, biraz önce gündeme getirilen, Suriye sınırındaki mayınlı arazilerin temizlenmesiyle ilgili olarak, ben, bir hafta önce, Sayın Maliye Bakanımız tarafından cevaplandırılması isteğiyle bir soru önergesi verdim. Bu soru önergesinde, şu soruları Sayın Maliye Bakanımıza ilettim:

1- Maliye Bakanlığı Millî Emlak Genel Müdürlüğünün, bu arazileri, yap-işlet-devret modeliyle ihaleye çıkarmasının hukukî dayanağı nedir?

2- Bu ihale yöntemiyle, arazilerin çiftçilerimizin kullanımına kazandırılması nasıl mümkün olacaktır?

3- Yapılan ihaleye teklif veren firmaların tamamı yabancı olduğuna göre, bu arazilerin yabancılara verilmesi ve 49 yıl süreyle bunların kullanımına bırakılması, yabancıların mülk edinmesini kısıtlayan yasal düzenlemelere karşı bir hukukî hile değil midir?

4- Güvenlik bölgesindeki bu arazilerin yabancılara 49 yıllığına verilmesi güvenlik sorunu yaratmaz mı? Herhangi bir sınır bölgesi güvenlik operasyonunda yabancılara ödenmesi muhtemel tazminatlar veya bu arazilerin yabancılarda olmasından kaynaklanacak sosyal sorunlar ihale sürecinde göz önüne alınmış mıdır?

Bu, bir hafta önce benim tarafımdan verilmiş olan bir soru önergesi.

Değerli milletvekilleri, biz, kısa süre önce yabancıların mülk edinmesiyle ilgili bir kanunu burada kabul ettik ve şu anda yürürlükte; ama, bu yap-işlet-devret modeliyle, o geçirmiş olduğumuz yabancılarla ilgili kanun tasarısını bir kenara bırakıp, bu uygulamayla, özellikle yabancıların, hem de 49 yıllığına ve son derece önemli olan bir bölgede bu arazilerin…

BAŞKAN - Sayın Kandoğan, bir dakikanızı rica edebilir miyim.

Bu uluslararası sözleşmenin müzakeresine başlandığından beri, Sayın Cumhuriyet Halk Partisi sözcüleri olsun, şu anda da siz, şu anda müzakere ettiğimiz sözleşme metin ve muhtevası dışında, belki bölgeyi ilgilendiren bir konuda ısrar ediyorsunuz. Ben, bunu, sizin ve sayın sözcülerin bilgi ve takdirlerine bırakarak ikaz etmedim; ama, rica ediyorum. Bu sözünüzü kesmek Başkanlığın yetkisi; ama, önemli bir konu. Lütfen, siz sözleşmeye dönün.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Sayın Başkanım, biraz önce konuşan arkadaşlarımız aynı konuyu gündeme getirdi. Ben, bir hafta önce bunu Türkiye'nin gündemine taşıdım. Çok önemli bir konu, önümüzdeki günlerde Türkiye'de en çok tartışılacak olan bir konu.

BAŞKAN - Anladım da, şu andaki anlaşma değil bu konu ama.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Sayın Başkanım bu olayın karşı tarafı da Suriye. Yarın, bu bölgede son derece önemli tartışma konuları ortaya çıkacak. Biz, Suriye'yle bir ticarî anlaşma yaparken getirdiğimiz bu uygulamayla, yapacağımız bu uygulamayla, yarın Suriye'yle bu getirdiğimiz ticarî anlaşmanın çok ciddî manada sıkıntıya girmesi söz konusu. Bir taraftan anlaşma yapıyoruz, öbür taraftan farklı bir uygulama yaparak Suriye'yle olan ticarî ilişkilerimizin, ikili ilişkilerimizin sıkıntıya girmesi söz konusu. Biz, elbette, böyle bir ticarî anlaşmanın, burada görüşülürken, bu çekincelerimizi, bu ikazlarımızı şimdi yapmayacağız da ne zaman yapacağız Sayın Başkanım?! Bu, son derece önemli bir konu. Lütfen, istirham ediyorum…

Değerli milletvekilleri, bakınız, son dönemde Suriye'yle ilgili ikili ticarî ilişkilerimizde de Türkiye aleyhine çok ciddî gelişmeler var. Özellikle, Türk yatırımcılarımız son dönemde Suriye'ye gidip orada yatırım yapmaya başladılar. Bu ülkenin sanayicisi, bu ülkenin yatırımcısı, eğer Türkiye'deki yatırımlarını Suriye'ye yapmaya başlamışsa, Türkiye'de bu noktada ciddî sıkıntıların olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Daha, yeni…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Lütfen, konuşmanızı tamamlayın efendim.

HÜSEYİN TANRIVERDİ (Manisa) - Kim gitmiş?

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Sayın Milletvekilim, geçen burada bir milletvekilimiz, sizin milletvekillerinizden birisi, geldi, bu söylediklerimin aynısını burada kendileri ifade ettiler. Ben, hem ondan aldığım bilgileri hem de daha iki gün önce basın ve televizyonda yer alan… 95 firmanın, Romanya, Bulgaristan, Suriye, Türkmenistan ve Özbekistan gibi ülkelere gidip yatırım yaptıkları büyük puntolarla basında yer aldı. Öyleyse, biz, kendi müteşebbisimizin Suriye'ye gidip yatırım yapmasının sebeplerini araştırıp, eğer orada yatırım yapıyorsa bunun önüne geçmenin yollarını, tedbirlerini hep beraber almamız lazım.

Bakınız, istihdam rakamları açıklandı. 2002'deki rakamlar 10,3. Üçbuçuk yıllık AK Parti İktidarı dönemi sonunda rakam 10,3. Değişen hiçbir şey yok…

HÜSEYİN TANRIVERDİ (Manisa) - Değişen çok şey var.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Yok, yok; aynı rakamlar…

HÜSEYİN TANRIVERDİ (Manisa) - Her yıl 650 000 işçi giriyor…

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Türkiye İstatistik Kurumu bu rakamları açıkladı.

Sayın Milletvekili, geçmişte de aynı miktarda işgücü…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - …işgücü piyasasına katılım yapıyordu. Bu, yeni bir şey değil.

HÜSEYİN TANRIVERDİ (Manisa) - Yeni işgücü nereye gitti?!

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Yeni bir şey değil. Geçmişte de vardı aynı şey.

HÜSEYİN TANRIVERDİ (Manisa) - Değişen çok şey oldu. Bunu da görmezden gelmeyin.

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Kandoğan.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Ben, bu duygu ve düşüncelerle, Yüce Heyetinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Kandoğan.

Şahsı adına, Şanlıurfa Milletvekili Sayın Müfit Yetkin; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

A. MÜFİT YETKİN (Şanlıurfa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bu görüşülmekte olan 1095 sıra sayılı, Türkiye Cumhuriyeti ile Suriye Arap Cumhuriyeti Arasında Serbest Ticaret Alanı Tesis Eden Ortaklık Anlaşması, çok önemli bir anlaşma. Biraz evvel, ben, diğer konuşmacı arkadaşlarımızı da dinledim. Tabiî, ben, bu bölgenin içinde olan ve sınır illerinden olan bir milletvekili olarak, bunları bütün hayatımız boyunca yaşadık.

Bu, Suriye'yle olan, daha önceden mayınlı arazi, iki tane komşu ülkeyi ve kardeş, dost ülkeyi çok sıkı bir şekilde ayırmış ve burada, güvenlik önlemleri adı altında bu mayınlar döşenerek, oradaki bütün geçişleri yasaklamıştı. Burada sınırı koruyan Türk tarafı; fakat, Suriye tarafında herhangi bir koruma görülmemişti; fakat, bu önlemlere rağmen, Türkiye'den Suriye'ye gidip alışveriş yapılıyordu ve bunlar, can pahasına oluyordu ve biraz evvel bahsettikleri gibi arkadaşlarımızın, ayakları kopuyordu, kolları kopuyordu, insanlar canlarını veriyorlardı; fakat, bu anlaşmanın sonucunda, bundan sonra, bu insanlar, bunlarla, serbest ticaret anlaşmasına dayanarak, çok sağlıklı ticaret yapabilecekler ve bu yüzden de, bu görüşülmekte olan yasa, çok önemli bir yasa ve bu arada da, bazı arkadaşlarımız bu mayınlarla ilgili bazı konulara girdiler. Ben onlara da biraz bilgi vermek istiyorum.

Ben, aynı zamanda, çiftçilik de yapıyorum. Bu bahsedilen arazinin organik tarıma açılacağını ve bunun için de, buradaki Türk firmalarının bunları rahatlıkla alabileceğini söylüyor arkadaşlarımız.

Organik tarım, bilindiği gibi, kolay bir tarım değildir. Organik tarım için, burada kullanılacak olan malzemeler, -mesela, gübre gibi, diğer sulama gibi- aslında çok kullanılmaması gereken ve o yüzden de verimi düşük olan bir tarımdır; o yüzden de bunların geliri çok azdır. Burada bizim yapmak istediğimiz, bizim hükümetimizin yapmak istediği konu, bu arazilerin tamamını verip bir firmaya, onların global olarak bunları değerlendirmesi ve bu tarımı burada yapması şeklinde. Yoksa, biraz evvel bahsedilen gibi, iki Kıbrıs büyüklüğünde bir arazi falan da değil burası. 275 000 dönüm, yani, 275 kilometrekare alanında bir alan ve bu alan da bir şerit şeklinde ve bunun genişliği de 200 ile 400 metre arasında. Yani, siz bir yerde başlıyorsunuz, 200-400 metrelik bir araziden ta kilometrelerce ileri gittiğiniz zaman ancak bir tarla… Yani, 30-40 dönümlük bir araziyi düşünün ne kadar uzayacağını ve burada nasıl bir tarım, nasıl başarılı bir tarım yapacağınızı bir düşünün. Yani, burada bu organik tarımı yapmak mümkün değil. Onun için, buradaki amaç, burada tamamını vermek bu arazinin ve bu arazinin bir firma tarafından işletilmesi ve büyük bir firma tarafından işletilmesi ve bu şekilde de oranın değerlendirilmesidir. Yani, burada herhangi bir kasıt aramanın mümkün olmaması lazım ve bizim de zaten bu şartnameyi hazırlarken, Silahlı Kuvvetlerimizin kendileri de bu işin içindeydi. Yani, buradaki mayın temizleme işinde önce kendilerine bu görev verildi; fakat, bu işin altından kalkamayacağı anlaşılınca, bu sefer, Maliye Bakanlığına devredilerek yap-işlet modeline dönüldü ve şimdi de zaten bunun için ihaleye çıkılıyor.

ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) - Yani, bir Malta'yı veriyorsunuz!.. Malta büyüklüğünde bir alan…

A. MÜFİT YETKİN (Devamla) - Yani, burada eğer herhangi bir sakınca varsa, zaten Silahlı Kuvvetlerimiz de gelip burada kendileri de bir açıklama lüzumunu hissedeler ve bu konuya da açıklık getirirler.

MUHARREM İNCE (Yalova) - Nereye gelecekler; buraya mı gelecekler?

A. MÜFİT YETKİN (Devamla) - Hayır, kendileri zaten basına açıklama yapacaklar. Buraya…

Burada önemli olan, bizim… Önemli olan, buradaki arazilerin uygun bir şekilde ihale edilmesi, organik tarım yapılacaksa da…

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Niye yabancıya?! Yerli firma yok mu?!

A. MÜFİT YETKİN (Devamla) - Yerli firma yok efendim.

BAŞKAN - Sayın Yetkin, siz devam edin konuşmanıza.

A. MÜFİT YETKİN (Devamla) - Ben, biraz evvel bahsettiğim gibi, organik tarım, kolay bir tarım değil ve kazançlı bir tarım değildir.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Organik değil canım; başka türlü, normal bir tarım olsun.

A. MÜFİT YETKİN (Devamla) - Hayır, bir dakika… Ben onu anlatıyorum.

Organik tarımdan kazanç, burada çok azdır. O yüzden, bu organik tarımdan kazanılan parayla oranın mayınlarının temizlenmesi mümkün değildir.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Normal tarım olsun.

A. MÜFİT YETKİN (Devamla) - Normal tarım da yapmak… Zaten sizler hep şikâyet ediyorsunuz tarımdan. Biz bu kadar destekleme yapıyoruz. Yani, tarımı… Orada, tarımdan gelen parayla o mayınlar temizlenebilir mi?!. Bu mantıklı mı?!

HALİL AKYÜZ (İstanbul) - Hiçbir nedenle vatan toprağı 49 yıllığına verilemez kardeşim!

FERİDUN AYVAZOĞLU (Çorum) - Neden yabancı?!

A. MÜFİT YETKİN (Devamla) - Hayır… Yabancı firmalar… Şöyle: Yabancı firma eğer imkânı görüyorsa, orada bir fark görüyorsa…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Yetkin, tamamlayın konuşmanızı.

A. MÜFİT YETKİN (Devamla) - Zaten bu araziler de kuru arazilerdir. Yani, sulaması da yapılmamış. Yani, biraz evvel GAP'tan bahsedildi, Çukurova'dan bahsedildi. Burası öyle bir yer değil. Yani, GAP Projesi gibi büyük alanları kapsayan bir yer değil. Siz yanlış değerlendiriyorsunuz, görmediğiniz için.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Ne görmediğimiz?!

HALİL AKYÜZ (İstanbul) - Altında petrol olduğunu inkâr et! Petrol var!

A. MÜFİT YETKİN (Devamla) - Burası ipincecik bir şerit ve şeritten dolayı, burada da öyle GAP ve Çukurova alanları gibi alanlar yok.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Görmediğimiz yer mi?!

HALİL AKYÜZ (İstanbul) - Petrol var, petrol…

A. MÜFİT YETKİN (Devamla) - O yüzden, burada bu topraklar sulanmayacaktır ve bizim Sayın Başbakanımızın da çok değerli irtibatları sonucunda da, iki ülke arasında çok iyi ilişkiler gelişmiştir ve bu serbest ticaret anlaşması da bunun neticesidir ve bu serbest ticaret anlaşması ülkemiz için hayırlı, uğurlu olacaktır. Ben buna gönülden inanıyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Yetkin.

2 nci madde üzerindeki konuşmalar tamamlanmıştır.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

3 üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN - Madde üzerinde, şahsı adına, Hatay Milletvekili Sayın Mehmet Eraslan.

Buyurun Sayın Eraslan.

MEHMET ERASLAN (Hatay) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; hepinizi, öncelikle saygıyla selamlıyorum.

Gerçekten, 1095 sıra sayılı kanun tasarısı, çok önemli bir kanun tasarısı ve ayrıca, bütün siyasî parti gruplarına teşekkür ediyorum ben; Hatay İlimizi ilgilendiren, ama, aynı zamanda bütün bölgeyi ilgilendiren ve bölgede sınır ticaret merkezinin kurulmasını öngören ve bölge halkına ekonomik katkı da belki sağlayacak olan, bölgeye bir canlılık getirecek olan ve komşu ülke Suriye'yle ticaretimizi artıracak bir boyutta olan bir düzenleme, bir çalışma.

Biz, hem bölge olarak hem Hatay İli olarak, Suriye ile Türkiye arasındaki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti arasındaki bu çalışmanın zaten beklentisi içerisindeydik ve sınır ticaret merkezlerinin kurulması gerektiğini her ortamda, her yerde ifade ediyor idik ve bugün, bu noktada önemli bir adım atılmış oldu. Ayrıca, bu katkıda bulunan hem İktidar Partisine hem Cumhuriyet Halk Partisine, Anavatan Partisine ve Doğru Yol Partisi olarak bizler de bu noktada desteğimizi vereceğimizi beyan ediyoruz ve hepinize teşekkür ediyorum.

Değerli arkadaşlar, fakat, bir de, Hatay ile -işte, Hatay sınır ilimiz, Suriye'ye sınır- Suriye sınırı noktasında mayınlı arazilerimiz var ve bu mayınlı araziler temizlenecek ve organik tarıma açılacak idi ve daha sonra, bölge halkına, arazisi olmayan, dargelirli kişilere, bölge halkına dağıtılacak idi.

MUHARREM İNCE (Yalova) - Parti üyelerine!..

MEHMET ERASLAN (Devamla) - Bakın, Hatay'da, Millî Emlake ait olan 10'ar dönümler bölge halkına verilmişti. O 10'ar dönümler, yirmi yıl, yirmibeş yıl, bölge halkı tarafından kirayla işletilen 10'ar dönümler, araziler idi; fakat, daha sonra, bunlar, o insanların, bölge halkının ellerinden tekrar alındı ve başkalarına devredildi. Bölge halkı, Hataylılar, işte, mayınlı araziler temizlenecek ve bu araziler, yine bölge halkına, bizlere dağıtılacak ve biz de organik tarım çalışmalarını burada yapacağız beklentisi içerisinde iken, maalesef, bu, bu şekilde oluşmadı, bu şekilde olmadı. Denildi ki: "Biz, burada organik tarım yapmayacağız ve organik tarımı yabancılara yaptıracağız, yabancı firmalara yaptıracağız ve bölge halkına burayı dağıtmayacağız, bölge halkına bu noktada bir katkı sağlamayacağız."

Şimdi, allahaşkına, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, eğer, bu bölgeye mayın döşediyse, bu mayınları temizleme kudretine de sahiptir.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Tabiî…

MEHMET KARTAL (Van) - Altmış sene önceki…

MEHMET ERASLAN (Devamla) - Ben inanmıyorum buna. Yani, ne Türk Silahlı Kuvvetleri bu mayınlı arazileri temizleme noktasında bir acziyet içerisindedir ne de Maliye Bakanlığı ne de Millî Emlak Genel Müdürlüğü ne de Türkiye Cumhuriyetinin kendisi, buradaki mayınları temizleme noktasında acz içerisinde değildir. Yani, buna inanamayız. Yani, millet de inanamaz, halk da inanamaz. Ne yapıyoruz; biz bunu temizleyemiyoruz, devlet olarak yapamıyoruz, Maliye Bakanlığı olarak yapamıyoruz, Millî Emlak olarak yapamıyoruz, Türk Silahlı Kuvvetleri olarak yapamıyoruz; o zaman, bunu yap-işlet-devret modeliyle temizlettirelim, 49 yıllığına yabancılara verelim, o yabancılar, gitsinler, bölgenin en hassas olan sınırlarında, en hassas olan yerlerinde faaliyette bulunsunlar!.. Niye?! Bu faaliyeti biz yapalım. Organik tarım yapılacaksa, tarımcılık yapılacaksa, bölge halkına katkı sağlanacaksa, eğer bölge ekonomisine bir işlevsellik kazandırılacaksa, biz yapalım bunu.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun.

MEHMET ERASLAN (Devamla) - Bunu anlamak mümkün değil. Ayrıca, bir güvenlik sorunu da çıkacaktır orada. Bakın, Irak meselesi, Suriye melesi, Ortadoğu meselesi; yani, çok sıcak bir iklim var şu an orada, çok sıcak bir hava var; dolayısıyla, güvenliğimizi de düşünmek durumundayız biz. Bölgede çok ciddî bir güvenlik tehdidiyle karşı karşıya kaldığımız, ülke olarak karşı karşıya kaldığımız böyle bir anda, bu uygulamanın yanlış olduğunu ve yüce milletin de bunu takdir etmeyeceğini, bunun hesabını soracağını… Ha, bu siyasetüstü bir şey, partilerüstü bir şey; bu, particilik falan değil, siyaset falan değil; bu tamamen güvenlikle ilgili bir şey, bu tamamen bölge halkının haklarının korunmasıyla ilgili bir şey, Türkiye'nin karizmasının, Türkiye'nin onurunun çizilmesiyle ilgili bir şey. Biz yapamıyoruz bunu, biz yiyemiyoruz; alın bunu siz yiyin. Kim yiyecek bunu; yabancılar yiyecek.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Yapamıyoruz, satalım!

MEHMET ERASLAN (Devamla) - Kim alacak bunu; Sayın Bakana soruyorum buradan. Bunu kim alacak? Hangi yabancı firmalara vereceksiniz? Hangi yabancı ülkelere vereceksiniz?

ALİ ARSLAN (Muğla) - Ofer'e…

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Yabancı olsun da, Ofer, Oger…

       (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Eraslan, selamlamanızı rica ediyorum.

MEHMET ERASLAN (Devamla) - Bu da, hepimizin merak konusu. Bunu bu şekilde algılayalım; siyasetüstü, ülke meselesi, Türkiye meselesi olarak, Parlamentonun, hepimizin çok önemli bir meselesi olarak algılamamız gerektiğine inanıyorum.

Sınır ticaret merkezlerinin kurulmasına ilişkin bu kanun tasarısını canı yürekten destekliyorum ve katkılarınızdan dolayı ayrıca hepinize çok teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Eraslan.

Şahsı adına, Sakarya Milletvekili Sayın Süleyman Gündüz.

Buyurun Sayın Gündüz.

SÜLEYMAN GÜNDÜZ (Sakarya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Türkiye Cumhuriyeti ile Suriye Arap Cumhuriyeti Arasında Serbest Ticaret Alanı Tesis Eden Ortaklık Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısını burada görüşmekteyiz. Fakat, tartışmamız gereken konu, Türkiye ile Suriye arasında veya Türkiye ile komşuları arasında olan ticarî ilişkilerin geliştirilmesi ve bu tür ikili anlaşmaların yapılmış olmasıdır; ama, maalesef, burada aşağı yukarı yarım saattir konuştuğumuz konu, belki aşkın bir süredir konuştuğumuz konu, özellikle, Türkiye'nin Ortadoğu sınırını oluşturan bölgedeki mayınlı arazilerle ilgili olan bölümdür. Bu, belki bahsi diğer bir konudur. Gerçi bu konunun mutlaka bu Meclisin çatısı altında tartışılması gerekiyor, konuşulması gerekiyor. Ama, burada esas olarak dikkat edilmesi gereken mesele şudur: Türkiye'nin, Avrupa Birliğiyle ilgili müzakere sürecini başlattığı andan itibaren komşularıyla olan ilişkilerini nasıl tanzim edeceği ve komşularıyla yeni ticarî anlaşmaları imzalamasıdır.

Hükümetimiz iktidara geldikten sonra, AK Parti İktidarıyla birlikte yeni bir hamle başlatıldı. Bu devrimci bir hamledir aslında. Bu da, komşularıyla olan ilişkileri hem ticarî anlamda hem de siyasî anlamda hiçbir komplekse kapılmadan düzeltme ilişkisidir. Dolayısıyla, Suriye'yle yapılan bu serbest ticaret anlaşması Türkiye için son derece önemlidir.

Bölgedeki milletvekilleri gelip burada sözlerini, kendi duygularını ifade ederlerken şöyle bir şey diyorlar: "Evet, bu anlaşma çok önemlidir; ama, mayınlı arazileri konuşmamız gerekiyor ve bu mayınlı arazileri nasıl temizleyeceğimizi konuşmamız gerekiyor." Evet, Türkiye, dışpolitikada büyük bir atılım içindedir. Suriye'yle çok önemli ilişkiler geliştiriyor. Savaşın eşiğinden döndüğümüzü… Ben isterdim ki, Sayın Eraslan, Suriye'de devrin kuvvet komutanlarından bir tanesinin yaptığı açıklamayla başlasın. Ve bugün serbest ticaret anlaşmasını imzalayacak bir çerçeveye geldik, böyle ikili ilişkileri geliştirdik. Şu anda komşularımızla ikili anlaşmalarımızı düşündüğümüzde, verimli olarak gitmeyen ve barışçıl bir düzleme yaklaşmayan yalnızca Ermenistan'la sorunlarımız var. Geri kalan bütün komşularımızla olan ikili anlaşmalarımızı düzenlemişiz ve iyi komşuluk ilişkileri içinde bulunmaktayız. Dolayısıyla, Suriye'yle olan ilişki son derece anlamlıdır; çünkü, Suriye zaten kendi demokratikleşmesini sağlamakta ve uluslararası platformda bir açılım sergilemektedir. Bu anlaşmayla birlikte Türkiye'deki müteşebbisler Suriye'de hem yatırım yapacaklar hem ikili ticarî ilişkilerini geliştireceklerdir. Bunun için, bu anlaşma son derece önemli bir anlaşmadır. Dolayısıyla, burada, gerek Urfa'daki gerekse Mardin'deki, Gaziantep'teki, Kilis'teki, Hatay'daki mayınlı arazilere kurban etmeden bu anlaşmayı tartışmış olmamız gerekiyor. Geri kalanda ise, eğer gerçekten mayınların temizlenmesi gerekiyorsa, bunun için uluslararası bir ihale şüphesiz açılabilir. Bunu Türk Silahlı Kuvvetleri de temizleyebilir. Bunun stratejik bir konsepti yoktur. Nihaî, orada mayınların temizlenmesi anlaşması önemlidir. Dolayısıyla, bu anlaşmayla, az önce tartışılan konuları; Sayın Öymen'in, Sayın Gazalcı'nın, Sayın Ateş'in, Sayın Kandoğan'ın, Sayın Eraslan'ın tartıştığı konuları ayırt etmek gerekiyor.

Biz, bu anlaşmanın son derece yerinde olduğunu ve komşularıyla barış ve dostluk içinde, ikili ilişkileri geliştireceğini, hiçbir komplekse kapılmadan bunları yapabileceğini gösterdiği için hükümetimizi buradan tebrik ediyoruz ve bu anlaşmanın da ülkemize hayırlı olmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Gündüz.

3 üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Tasarının tümü açıkoylamaya tabidir.

Açıkoylamanın şekli hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.

Açıkoylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Açıkoylama için 2 dakika süre vereceğim. Bu süre içinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin, oy pusulalarını, oylama için öngörülen 2 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Ayrıca, vekâleten oy kullanacak sayın bakanlar var ise, hangi bakana vekâleten oy kullandığını, oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy pusulasını, yine, oylama için öngörülen 2 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti ile Suriye Arap Cumhuriyeti Arasında Serbest Ticaret Alanı Tesis Eden Ortaklık Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının açıkoylama sonucunu açıklıyorum:

Kullanılan oy sayısı:                230

Kabul:                                       229

Ret:                      1 (x)

Böylece, tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır; hayırlı olmasını diliyorum.

Sayın milletvekilleri, birleşime 5 dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 18.17

 

 


ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 18.30

BAŞKAN: Başkanvekili İsmail ALPTEKİN

KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 69 uncu Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

8 inci sırada yer alan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Moğolistan Hükümeti Arasında Büyükelçilik Binasının Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine Satışına İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu raporunun görüşmelerine başlıyoruz.

V.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

8.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Moğolistan Hükümeti Arasında Büyükelçilik Binasının Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine Satışına İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/1110) (S. Sayısı: 1026) (x)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.

Komisyon raporu 1026 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Samsun Milletvekili Sayın Haluk Koç; buyurun.

CHP GRUBU ADINA HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Türkiye Cumhuriyetinin Moğolistan'da, Ulan Bator'da bir büyükelçilik binası almasıyla ilgili tabiî ki karşı görüşüm yok. Ben, burada, demin Turizm Bakanı Sayın Atilla Koç otururken, dün ve evvelki gün yaşadığım bir olayı kendisine ifade etmek için söz aldım; sözlerimi de hemen bağlayacağım. O da şu, değerli arkadaşlarım: Zaman zaman, yurt dışına çıkan milletvekillerimiz oluyor. Ben de, Avrupa Akdeniz Parlamenter Asamblesinin Kültürlerarası Diyalog Bölümünde, bir günlük bir toplantı için Roma'daydım, tek günlük. Bu karikatür krizinden dolayı, Avrupa Birliği ülkelerinin, basın özgürlüğüyle, dine ve inançlara hakaret arasındaki ince çizgideki yasal süreçlerini değerlendirmiştik ve orada, Danimarka dahil, 1938 tarihli Danimarka Ceza Kanununun 140 ıncı maddesindeki çelişkileri, Fransa'nın, Portekiz'in, İspanya'nın, Almanya'nın ve diğer Avrupa Birliği ülkelerinin, basın özgürlüğüyle, inançlara hakaret arasındaki çizgideki bulundukları yasal süreçleri dile getiren bir konuşma yaptım. Fakat, çok acı bir sahne vardı, o sahneyi paylaşmak istedim ve Sayın Bakan Koç yok; ama, Sayın Cemil Çiçek burada, Sayın Komisyon Başkanı Dülger de burada.

Değerli arkadaşlarım, Roma Havaalanına gidiyorsunuz, Türkiye'den gelen uçağın kapısında, kuş gribiyle ilgili elinize bir şey tutuşturuluyor. Dönüşte uçağa biniyorsunuz, Türkiye'ye geleceksiniz, ayırımsız, bütün yolculara, kuş gribiyle ilgili bilgi notçukları iletiliyor. Dönüşte çok sert tepki gösterdim. Yani, şu anda Fransa'da yaşanan olayları televizyonlardan izliyorsunuz. Türkiye'de, Dünya Sağlık Örgütünün ve Avrupa Birliğinin ilgili komisyonlarının komiserlerinin, kuş gribiyle ilgili bir risk olmadığı noktasındaki açıklamaları ortadadır. Sahipsiz bir ülkeyiz değerli arkadaşlarım ve bakın, oradaki yetkililerle konuşuyorsunuz, Roma-İstanbul uçuşlarını haftada 7'den 10'a çıkarma projesi vardı; fakat, şu andaki, bırakın bu artırmayı, şu anda Türk Hava Yollarının uçakları, 40-60 kişi arasındaki dolulukla uçuyor. Yani, bizi vuruyorlar, sesimiz çıkmıyor değerli arkadaşlar. Çok ciddî sorunlar bekliyor. Yani, bir başıbozukluk var, ille bir şeylere tanık olarak ille bir şeyleri yaşayarak buraya gelip anlatmak bence yanlış. Yani, İtalya nezdinde, çok net bir şekilde, Dünya Sağlık Örgütünün ve Avrupa Birliğinin sağlıkla ilgili komiserliğinin verdiği Türkiye raporlarının İtalya'ya iletilmesi lazım. Yani, orada hiddetle bağırdım. Şu anda Fransa'da yaşanan olay, Fransa odaklı kuş gribi. Doğu Avrupa ülkelerinde yaşanan süreç, hiçbirinde hiçbir şey yok, varsa yoksa Türkiye. Çünkü, İtalya'nın da, İspanya'nın da, Portekiz'in de, Yunanistan'ın da rakibi Türkiye önümüzdeki sezon için değerli arkadaşlarım.

Sayın Kültür Bakanı orada otururken, bunu söylemeyi bir görev olarak düşündüm. Bunu dile getirmek için söz almıştım.

Tabiî ki, bu arada, Moğolistan'da, Türkiye'nin kalıcı bir mülk edinmesi konusunda da Parti Grubumun olumlu görüşlerini sizlerle paylaşıyorum.

Hepinize saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Koç.

Sayın milletvekilleri, tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

1 inci maddeyi okutuyorum:

TÜRKİYE CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ İLE MOĞOLİSTAN HÜKÜMETİ ARASINDA BÜYÜKELÇİLİK BİNASININ TÜRKİYE CUMHURİYETİ HÜKÜMETİNE SATIŞINA İLİŞKİN ANLAŞMANIN ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI

MADDE 1- 19 Temmuz 2005 tarihinde Ulan Bator'da imzalanan "Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Moğolistan Hükümeti Arasında Büyükelçilik Binasının Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine Satışına İlişkin Anlaşma"nın onaylanması uygun bulunmuştur.

BAŞKAN - Madde üzerinde söz isteği?.. Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

2 nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN - Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

3 üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN - Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Tasarının tümü açıkoylamaya tabidir.

Açıkoylamanın şekli hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.

Açıkoylamanın elektronik cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Açıkoylama için 2 dakika süre vereceğim. Bu süre içinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin, öngörülen 2 dakikalık süre içerisinde, oy pusulalarını Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Ayrıca, vekâleten oy kullanacak sayın bakanlar var ise, hangi bakana vekâleten oy kullandığını, oyunun rengini ve kendisinin adı ve soyadı ile imzasını taşıyan oy pusulasını, yine, oylama için öngörülen 2 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Moğolistan Hükümeti Arasında Büyükelçilik Binasının Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine Satışına İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının açıkoylama sonucunu açıklıyorum:

Kullanılan oy sayısı:                211

Kabul                             :                    211 (x)

Böylece, tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır; hayırlı olmasını diliyorum.

Şimdi, 9 uncu sırada yer alan, Trabzon Milletvekili Cevdet Erdöl ve 4 Milletvekilinin, Türk Tabipleri Birliği Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi; İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu ve 35 Milletvekilinin, 23.1.1953 Tarihli ve 6023 Sayılı Türk Tabipleri Birliği Kanununun 3224 Sayılı Yasa ile Değişik 60 ıncı Maddesinin Birinci Fıkrasının Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifi ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu raporunun görüşmelerine başlıyoruz.

9.- Trabzon Milletvekili Cevdet Erdöl ve 4 Milletvekilinin, Türk Tabipleri Birliği Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi; İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu ve 35 Milletvekilinin, 23.1.1953 Tarihli ve 6023 Sayılı Türk Tabipleri Birliği Kanununun 3224 Sayılı Yasa ile Değişik 60 ıncı Maddesinin Birinci Fıkrasının Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifi ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (2/672, 2/604) (S. Sayısı: 1069) (xx)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.

Komisyon Raporu 1069 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Teklifin tümü üzerinde, Anavatan Partisi Grubu adına Ankara Milletvekili Sayın Muzaffer Kurtulmuşoğlu, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Denizli Milletvekili Sayın Mehmet Neşşar, AK Parti Grubu adına Trabzon Milletvekili Sayın Cevdet Erdöl söz istemişlerdir. Sırayla kendilerine söz vereceğim.

Sayın Kurtulmuşoğlu, buyurun. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakika.

ANAVATAN PARTİSİ GRUBU ADINA MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Ankara) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 1069 sayılı Türk Tabipler Birliği Kanununda değişiklik içeren yasa teklifinin geneli üzerinde, Anavatan Grubu adına söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, Grubum ve şahsım adına Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Anayasa Mahkemesinin, 2002 yılında 6023 sayılı Türk Tabipler Birliği Kanununun tabip odaları tarafından Türk Tabipler Birliği Kongresi için seçilecek delege sayısıyla ilgili verdiği iptal kararı nedeniyle, dolayısıyla, Türk Tabipler Birliği Merkez Konseyi ve diğer organlarının seçimi yapılamıyor. Hükümet, üç yıllık süre içinde, ilgili kanunu değiştirememiştir; üç yılın sonunda, bu kanun teklifiyle ilgili düzenlemeler, geç de olsa yapılmıştır. Ancak, teklif, hekimlik mesleğinin kalitesini korumayı, geliştirmeyi ve hekimlerin el emeğini korumayı amaçlamaktan uzak kalmaktadır.

Türk Tabipler Birliğinin belirlediği asgarî ücretin, bu teklifle, bütçe uygulama talimatına bağlanması, hekimlerimizin el emeğine yapılan bir yanlışlıktır.

Yapılan, bu yasa teklifiyle, hekim emeğinin karşılığı olan muayene ücreti asgarî 14,5 YTL olarak öngörülmektedir. Bu düzenlemeyi yanlış buluyorum; çünkü, bir avukatın bir mükellefiyle görüşmesinin 100 000 YTL, bir veteriner muayenesinin 40 000 YTL olduğu bir ortamda, en önemli değerimiz olan insan sağlığının muayene ve korunması için biçilen 14,5 YTL'lik değerin, eşitlik ilkesine ne kadar uymakta olduğunu sizlerin takdirine bırakıyorum. Sayın Bakan -sormak istiyorum Sayın Bakana- hekim emeğinin karşılığı bu mudur?

Değerli milletvekilleri, bu kanun teklifiyle, hekimlerin alacağı asgarî ücret Maliye Bakanlığı tarafından saptanan bütçe uygulama talimatıyla belirlenecek. Oysa, bugüne kadar hekimlerin alacağı asgarî ücreti ilgili tabip odaları ve bir üst kurul olan Türk Tabipler Birliği belirlerken, bu hak, ne oldu da, birdenbire bütçe uygulama talimatıyla kısıtlandı?!

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ayrıca, 6023 sayılı Türk Tabipler Birliği Yasasında yapılacak bu değişiklikle, şimdiye kadar Türk Tabipler Birliği ve tabip odaları tarafından belirlenen asgarî ücretin bütçe uygulama talimatındaki düzeyi aşamayacağı koşulu getiriliyor. Asgarî ücret tarifesi, esas olarak, hekim emeğinin bedelini saptamayı hedeflemektedir; ancak, şu anda, fiilen önerilen asgarî ücret tıbbî hizmetin fiyatıdır, bu ederin belli bir oranı hekim emeğinin karşılığıdır.

Önceleri, yoğun teknoloji kullanımı yokken ve büyük işletmeler yerine salt hekime ait muayenehane ve kurumlarda hizmet verilirken, asgarî ücret tarifesindeki fiyatlar, büyük oranda hekim emeğinin karşılığıydı; oysa, şimdilerde, özel sağlık alanında sağlık hizmeti büyük işletmelerde verilmekte ve tıbbî uygulamaların büyük bir kısmında teknolojinin payı giderek artmaktadır.

Diğer serbest mesleklerde olduğu gibi hekimlik uygulamalarında da, asgarî ücreti, devletten ve hükümetten bağımsız olarak, meslek örgütü olan tabip odaları ve Türk Tabipler Birliği belirlemektedir. Türk Tabipler Birliği, tıbbî uygulamanın asgarî ücretini belirlerken -dikkate aldığı temel konu- hizmetin niteliğini bozmayacak şekilde, hekim emeğinin karşılığı olabilecek en az miktarı saptamaktadır. Doğru olan, hizmeti veren hekimlerin görüşü alınarak, olabilecek en makul ücretin saptanmasıdır. Bu ücretin altında belirlenecek bir ücretle hizmetin niteliğinin bozulabileceği kaygısını duymaktayım. Üstelik, bu ücretten hekimin aldığı pay da giderek azalmaktadır. Örneğin, on yıl öncesine kadar, bu ücretin yüzde 60'ı hekim payı olarak ödenirken, şimdilerde bu oran yüzde 25'lere kadar inmektedir.

Sayın milletvekilleri, bütçe uygulama talimatı, dönersermaye işletmesi olan kamu sağlık kurumlarında uygulanmak üzere, Maliye Bakanlığı tarafından önerilen sağlık hizmetleri ücretlendirme tarifesidir. Esas olarak, bu kurumlardan hizmet alan Emekli Sandığı ve Bağ-Kur mensuplarının kurumlarına ödeyeceği ücretleri belirlemekteydi. Bu ücretler içindeki hekimin emeği zaten gözetilmezdi; çünkü, kamu kurumlarında, hekimlerin ücreti, maaş olarak ödenmek üzere genel bütçeden karşılanmaktaydı. Dolayısıyla, bu tarife, devletin kurumları arasındaki ödemeyi belirlemek için Maliye Bakanlığının yaptığı bir düzenlemeydi.

Sayın milletvekilleri, Sağlık Bakanı, sağlık hizmetinin niteliğini ve hekim emeğinin değerini gözeterek özenle hazırlanmış asgarî ücret tarifesini bütçe uygulama talimatı düzeyine getirerek, hekim emeğinin sömürüsüne yol açmaktadır. Bu yolla sağlık hizmetinin niteliğinin düşebileceğini de gözardı etmemek gerekir. Bu yaklaşımın, vatandaşın sağlık hakkını düşünmekle hiçbir ilgisi yoktur. Öyle olsaydı, Maliye Bakanlığı, Sağlık Bakanlığının 3,5 katrilyon liralık alacağını bir kalemde silmezdi.

Bu fiyatları belirleme yetkisinin bağımsız meslek örgütünden alınıp hükümete verilmesi, mesleğin bağımsızlığına darbe indirecektir. Bir sivil toplum kuruluşu olan Türk Tabipler Birliğinin etki alanına alınmaya çalışılması, hem demokrasiyle hem de hekimliğin bağımsızlığıyla çelişmektedir. Ayrıca da, ülkemizi ucuz emek cennetine dönüştürme çabaları içerisine hekim emeği de eklenmektedir.

Sayın Bakan, birinci basamakta sağlık ocaklarına yazarkasa yerleştiren, Sağlık Bakanlığına bağlı tüm sağlık kuruluşlarının Maliye Bakanlığınca satılabilmesi için yasa çıkaran, genel sağlık sigortası ile temel teminat paketi anlayışıyla sağlık hizmetlerini sınırlandıran, her hizmet aşamasında katkı payı alan ve tüm topluma, prim adı altında sağlık vergisi getiren, sağlık kuruluşlarının kamu kurumlarından 3,5 katrilyonluk alacağını silerek onları piyasaya olan borçlarıyla baş başa bırakan... Kısacası, sağlık sistemini çökertip halka "paran kadar sağlık" anlayışını yerleştirmeye çalışıyorsunuz. Ülkeyi pazar, vatandaşı müşteri, devleti şirkete dönüştürme çabalarından vazgeçiniz.

Teklifin 1 inci maddesindeki değişiklik, kanun teklifindeki gibi kalmalıdır; yani, bir ilde tabip odası kurulması için kayıtlı olması gereken tabip sayısının 200'den 150'ye indirilmesi de daha doğru olur. Maddî geliri sadece aidatlara dayalı olan bu odaların üye sayısının 100'e indirilmesi durumundaysa, odaların zaten yetersiz olan maddî olanaklarının kısıtlanması ve azalmasına neden olunacaktır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; üyesi olmaya çalıştığımız Avrupa Birliği ülkelerinde, sivil toplum örgütleri, öncelikle devletin egemenlik alanından kopmuş, tek seslilik yerine çok seslilik ilkesini belirlemiş ve devlet ile toplum hayatına katkıda bulunacak kuruluşlar halini almışlardır. Sivil toplum örgütleri, sadece söz ve eylemle değil, başta demokrasi olmak üzere yaşamın her alanında etkin ve düzenleyici nitelikleriyle karşımıza çıkmaktadırlar. Tüm dünyada sivil toplum örgütlerinin önemi giderek artmaktadır; çünkü, sivil toplum örgütleri büyüdüğü ve güçlendiği sürece, bulundukları ülkelerde demokrasi anlayışı da aynı paralelde artacaktır. Demokratik bir toplum, her zaman örgütlü bir toplumdur. Örgütlü bir toplum olunmadığı sürece, hırsızlığın, kapkaççılığın, üçkâğıtçılığın, torpilin, köşe dönmeciliğin üzerine gidilemez ve önüne geçilemez. Demokrasi ve katılımcı demokrasinin gelişmesinde en önemli araç ise sivil toplum örgütleridir. Sivil toplum örgütleri, yeni siyasî yapıda, toplum ile hükümetler ve siyasî kurumlar arasındaki köprü olmak zorundadır. Gelişmek isteyen, muasır medeniyetler seviyesine çıkmak isteyen devletler iktidarlarını sivil toplum örgütleriyle paylaşmaya mecburdurlar.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hükümet, derhal, sivil toplum örgütleri üzerinden ellerini çekmelidir. Demokrasinin dördüncü sacayağı olan sivil toplum örgütlerinin baskı altına alınması ve de alınacak kararlardan uzaklaştırılması, demokrasiye verilen zararlardan ibarettir.

Sivil toplum örgütlerine gereği kadar önem vermiyorsunuz, onlara bilgileri ve ilgileri oldukları konularda fikirlerini sormuyorsunuz. Türkiye'deki özel ve özerk kuruluşları, sivil toplum örgütlerini, aynı fabrikadan çıkmış gibi, tek seslilik içine sokmak istiyorsunuz; bu da yanlıştır.

Bugüne kadar gelmiş geçmiş iktidarlar, sizin gibi, sivil toplum örgütlerini kendi arka bahçeleri olarak görmeye çalışmışlardır. Peki, bundan sonuç ne oldu; hüsranla bitti. Bugün, onların yerinde yeller esmektedir. Bu yanlışlıkta ısrar ederseniz, sizin de sonunuz onlarla aynı olacaktır.

Türkiye Futbol Federasyonu seçimlerine el attınız da, Türk futboluna ne faydanız oldu?! Fiskobirlik seçimlerine el attınız da, fındık üreticisine ne faydanız oldu?! Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Federasyonu seçimlerine el attınız da, esnaf ve sanatkârlara ne faydanız oldu?! Türk Tabipler Birliğini etkilemek istiyorsunuz; bundan da ne fayda bekliyorsunuz?!

MEHMET KILIÇ (Konya) - Bu senin tarzın değil Muzaffer Ağabey!

MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - İktidarı uyarıyorum; demokrasi için -ilerleme- sivil toplum örgütlerinden elinizi çekiniz. Siz, iktidar olarak, dikensiz gül bahçesi hayal ediyorsunuz. Demokrasi için çokseslilik gerekir; sizse, bu gül bahçesi için, tüm sivil toplum örgütlerinin tek ses çıkarabilmesini istiyorsunuz. Bu, açık şekilde yanlıştır.

Sayın Bakan, benim sözlerimi dikkate alınız. Ben, bugüne kadar, sizlere, toplum aleyhinde olacak hiçbir öneride bulunmadım.

MUSTAFA NURİ AKBULUT (Erzurum) - Size güveniyoruz zaten Muzaffer Ağabey.

MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - Bulunmayacağım da; ama, toplumun ve ülkemizin aleyhine olan her şeyde, sizin yanlışlarınızı söyleyeceğim. Ne zamana kadar; siz, doğruyu bulana kadar.

Her ülkede iktidar geçicidir. Kalıcı olan, toplum, demokrasi ve sivil toplum örgütleri olacaktır. O yüzden, bu örgütleri siyasete alet etmeyelim, etmeyesiniz.

Sayın Bakan, bu teklifle, arifeyi gösterip, bayramı yaptırmıyorsunuz. Genel gerekçede, katılımı engelleyici ve antidemokratik hükümleri değiştireceğini iddia eden hükümet, maalesef, daha antidemokratik hükümleri önümüze sunmaktadır.

El emeğine, 14,5 YTL fiyat biçen, Türk Tabipler Birliğinin yetkilerini kısıtlayan bir teklif var önümüzde. Bu, hakka ve adalete sığmayacak bir tekliftir. Bunun, derhal, düzeltilmesi lazımdır diye düşünüyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; daha demokratik, daha hoşgörülü iktidarlar, daha fazla iş gören sivil toplum örgütleri umuduyla, bu yasanın daha ileriye gitmesini istiyorum.

Sayın Bakan "doğuya doktor bulamıyoruz" dediniz "çakılı kadro" dediniz, çakılı kadro -bu kürsüden- olmaz dedim, yanlış dedim size. Ne yaptınız; ikibuçuk sene sonra -mecburî hizmeti kaldırdığını bu Meclis kürsüsünde- çakılı kadroyu başaramadığınız için mecburî hizmeti getirdiniz. Şimdi, ne oldu; Anayasaya aykırı bulundu. Ne oldu şimdi; doğuya ve güneydoğuya doktor bulamaz olduk. Hem doğuya, güneydoğuya bu anda doktor bulamıyoruz diyorsunuz; 218 tane doktoru da, doğudan alıp batıya tayin ediyorsunuz. Yani, bizim Anadolu'da bir laf vardır "bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu" derler adama. Bir tarafta "doktor yok" diyorsun doğuda ve güneydoğuda, doğuya, güneydoğuya doktor tayin edemiyorsun, oradaki doktoru da alıp batıya getiriyorsun!

EYÜP AYAR (Kocaeli) - Dışarıdan getiririz…

MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) -Şimdi, o yetmedi. Buradan, bu Meclisten, Sağlık Bakanlığına 10 000 doktor kadrosu verildi. 10 000 doktoru tayin ettiniz de, Türkiye'ye yetmedi de, şimdi yurt dışından doktor mu ithal ediyorsunuz?! (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar) Ne oldu bu 10 000 kadroya?! Bu 10 000 kadro ne oldu? Ne oldu, ben size söyleyeyim; atayamadılar.

MEHMET ÇİÇEK (Yozgat) - Neyi atayamadılar?!. Muzaffer Bey, doktor gitmiyor.

RAMAZAN TOPRAK (Aksaray) - 5-6 milyara gitmiyorlar.

MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - Nedense, bizim Sayın Sağlık Bakanı "ben yaparım, bu iş olur" diyor.

MEHMET KILIÇ (Konya) - Muzaffer Abi, doğuya ikimiz gidelim.

MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) -Ee, olmadı, olmadı!.. Ne yapmak lazımdı; yolunu gösteriyorum, kaç sene evvel de göstermiştim. Bunlar dedim, mecburî hizmetle olmaz. Neyle olur; dedim ki, bunları özendirelim. Buraya, doğuya giden adamları özendirirsek, onları insanca yaşayacak hale getirirsek, bu doktorların özlük haklarını verirsek, bu doktorların yaşama hakkını, orada insanca yaşayacak hale getirirsek, uygun şartları temin edersek… O yetmedi, ben size bir daha öneri de bulunayım.

MEHMET ÇİÇEK (Yozgat) - Bırak doğuyu, Yozgat'a gitmiyor, Yozgat'a!..

MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) -Her ay için, oraya iki sene gidecek doktora, her ay için bir puan veririm, iki sene de 24 puan eder.

MEHMET ÇİÇEK (Yozgat) - Hayalle uğraşma...

MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - O 24 puan için, benim pratisyen hekim arkadaşlarım oraya gider. Oraya gitti zaten zamanında. Ama, ne bileyim, Amerika'yı yeniden keşfediyorsunuz zannediyorsunuz sanki bu iktidara geldiğinde. Bunu hiç anlamış değilim.

Sevgili arkadaşlarım, yani, ben öyle çok gördüm laf atanları, edenleri; ama, şunu söyleyeyim.

MEHMET ÇİÇEK (Yozgat) - Laf atmıyoruz gerçekleri söylüyoruz. Realist konuş. Doğuyu bırak, Yozgat'a gitmiyor adam.

MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - Bu doğuya doktoru göndermenin yolları var, işte, onu söylüyorum. Her şey para demek değil. Aşağı yukarı da şu anda 1 000 veya 1 500 tane doktorun da diplomasını Sağlık Bakanlığında alıkoydunuz. Bu da yasaktır, bu da Anayasaya aykırıdır; adamın özgürlükleriyle oynuyorsunuz; bu da yanlıştır.

Ben şunu size söylüyorum sevgili arkadaşlarım: Doğuda çalıştım ben. Siz, doğu doğu diye tutturup doğuyu bilmediğimi mi zannediyorsunuz. Ben doğuda on sene çalıştım. O doğuda insanlarımın mahrum olduğunu biliyorum. Ben, doğuya doktor göndermeyelim demiyorum ki; o doğuya gönderilecek doktorları nasıl gönderebileceğinizin yolunu gösteriyorum size; ama, siz dinlemiyorsunuz. Siz dinlediniz de, ben burada, burada çakılı kadro olmaz dediğimde ne oldu?! Bu kürsüde, ben, çakılı kadro olmaz, yanlış dedim, onun da sebebini söylemiştim. Oraya "performans" dediniz doktora "onbir ay sonra performansına göre ayarlayacağım" dediniz. Ben de dedim ki, o yanlış olur, kim yapacak o performansı dedim; oranın kaymakamı, belediye başkanı, ilçe başkanı dedim, bu da yanlış olur dedim; onun için, oraya doktor gitmez dedim, gitmedi; gitmediğini de gördünüz. 136 tane doktor tayin edebildiniz ikibuçuk senede. Şimdi, ondan sonra, bu kürsüde o gerçekleri konuştuğu Kurtulmuşoğlu'nun belli. Bu kürsüde, antidemokratik yasa olan mecburi hizmet yasasını iptal ettiğinizde, ben, bu Sayın Bakana buradan teşekkür ettim, sağol dedim, bu antidemokratik yasayı kaldırdın dedim; ama, ne oldu; ikibuçuk sene sonra geldi, burada "ben bunları yapamadım bu mecburi hizmeti geri getiriyorum" dedi. Getirdi de ne oldu; Anayasa iptal etti. Şimdi kaldık ortada. Kim kaldı; benim, doğu ve güneydoğudaki halkım açıkta kaldı. Sağlık Bakanına ne olacak?! Hiçbir şey olmaz. Ama, ötedeki benim insanlarım, şifa bekleyen insanlarım ne oldu?! O insanları, nasıl, biz, tedavi edeceğiz? Oraya nasıl doktor göndereceğiz? İşte, bunun yollarını bulmanın çarelerini söyledim ben size; zamanında söyledim. Şimdi, yine söylüyorum; özendireceksiniz.

AHMET BÜYÜKAKKAŞLAR (Konya) - Nasıl?

MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - Özendireceksiniz bu işi. Bunu özendirmenin de yollarını söylüyorum; tekrar söylüyorum, her ay, o doğuya giden çocuklara 1 puan vereceksiniz; iki senede 24 puan eder. İmtihana girerlerken, ihtisas imtihanına girerlerken, onları, 24 puan önden verirsiniz. Yapıldı bunlar; gülmeyin.

AHMET BÜYÜKAKKAŞLAR (Konya) - Parayla gitmeyen…

MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - Paran yetmez, adam olarak para yetmez; imkân vereceksin.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AHMET BÜYÜKAKKAŞLAR (Konya) - Parayla gitmeyen, puanla mı gidecek?!

BAŞKAN - Buyurun efendim, konuşmanızı tamamlayın.

MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - Sevgili arkadaşlarım, benim genel bir huyum vardır; ben, tenkit etmek için çıkmadım buraya, ben, yol göstermek için çıktım. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)

Yine söylüyorum, siz, istediğinizi yapınız; fakat, sizin "biz yapıyoruz" dediğiniz, istediğinizle, halkın sıhhatiyle oynamayınız. Halk, bunlara layık değil; acemiliğiniz, yanlışlığınız, halkın sıhhatine olmasın, halkımıza olmasın. Orada, bizim olduğumuzu düşünün. O doğuda, ben olduğumu düşünürsen, sen olduğunu düşünürsen, burada böyle yapmazsın. Saçını önüne dökersin, çareyi, acaba nasıl buluruz diye, hep birlikte, bu çareyi birlikte hazırlarız; ama, yapılmıyor. Yaparız böyle… Yapamazsın; işte yapamadınız; yapamadığınız da ortada.

Yine, bir şey daha söylüyorum, bu kürsüden, eksiklerinizi söylüyorum: Burnunuzun dibinde, şu anda bile, Modern Çarşıda açlık grevinde adamlar kaç gündür. Hükümet olarak ne yaptınız?! Bu adamları ziyaret edip, bu adamların, bu insanların "yapmayın, biz, bu sizin işlerinizi halledeceğiz" mi dediniz… Gerçi, Bakan dedi, bakanlar dedi; ama, yapmadılar…

HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin) - Başbakan da…

MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - Başbakan da dedi; ama, yapmadılar. Bunlar insanlara zulümdür, bu zulmü çektirenler, sonra bu zulmü kendileri görürler.

Kendinize layık görmediğiniz hiçbir şeyi vatandaşımıza layık görmeyelim. Buna da tıbbiyede empati derler. Vatandaşın yerine siz geçiniz, sizin yerinize vatandaş olduğunu düşünürseniz, bunların hiçbirisini yapmazsınız diye düşünüyorum.

Hepinize sevgi ve saygılar sunuyorum; hoşçakalınız. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Kurtulmuşoğlu.

İkinci söz isteği, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Sayın Mehmet Neşşar.

Buyurun Sayın Neşşar.

CHP GRUBU ADINA MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 1069 sıra sayılı TTB Yasasıyla ilgili Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini dile getirmek için söz aldım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Otuz yıl bilfiil şerefle, namusla doktorluk yapmış, 10 000 tane insan ameliyat etmiş, bir tanesinden kötü söz duymamış, gecenin bir yarısı, gerektiğinde, kendi kolundaki kanı hastasının koluna dayayıp ameliyatını yapmış bir cerrah olarak, bir Türk doktoru, bir Türk cerrahı olarak, Türk doktoruna, her kim olursa olsun, dil uzatmaya, hakaret etmeye, onları aşağılamaya ya da onlara, onların yerine birilerini bulmaya kalkan herkesi burada lanetliyorum (CHP sıralarından alkışlar) ve sadece lanetlemiyorum -Sağlık Bakanı oradan seyrediyor, buraya gelmeye cesareti olmadı- (AK Parti sıralarından "arkada oturuyor" sesleri) aynı zamanda nefretle kınıyorum.

Hoş geldiniz Sayın Bakan, hoş geldiniz. Demin göremedim, kusura bakmayın.

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Görün, şimdi gördün…

MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Devamla) - Evet, aynen, bu sefer yüzüne söylüyorum: Kınıyorum Sayın Bakan! (AK Parti sıralarından gürültüler)

Bir dakika… Eğer, Türk doktorunu aşağıladığını kabul ediyorsa, o zaman bunu alması lazım.

AHMET IŞIK (Konya) - Ayıp be, ayıp!

ABDULLAH VELİ SEYDA (Şırnak) - İftira etme, iftira!

MEHMET KILIÇ (Konya) - Kimse aşağılayamaz Türk doktorunu!

MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Devamla) - Bunu, sadece… (AK Parti sıralarından gürültüler)

Sayın Milletvekili… Sayın Milletvekili, aynı zamanda…

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, müdahale etmeyin.

Sayın Neşşar, bir dakikanızı rica edebilir miyim.

Bakın, Grubunuz adına önemli bir yasa üzerinde görüş bildiriyorsunuz. Lütfen, gerginliğe meydan vermeyelim, nezaheti ve nezaketi aşmayalım; rica ediyorum.

MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Devamla) - Aynı zamanda, o…

MEHMET ÇİÇEK (Yozgat) - Bakın, karşınızdaki de meslektaşınız; ayıp oluyor!

MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Devamla) - Evet… Geliyor cevabı.

MEHMET KILIÇ (Konya) - Size yakışmıyor!

MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Devamla) - Bakın, dün, Tayyip Beyin Ulaştırma Müdürü, bizim Nurettin Hocaya bir şeyler söylerken, iki üç tane cümle söyledi: "1. Bildiğim konuda konuşuyorum" dedi; aynı onun sözleriyle cevap veriyorum: Çok iyi bildiğim bir konuda konuşuyorum, okumadan konuşuyorum, söylediklerimin hepsini belgeleyecek yetkiyle konuşuyorum ve aynı zamanda, o Türkî cumhuriyetlerden getirdiğiniz doktorlara sınav yapmış, denklik sınavı yapmış bir eski dekan sıfatıyla konuşuyorum. Eğer, Sayın Bakan ve Sayın Başbakan oradan getirecekleri doktorları Türk doktorlarıyla eşit görüyorlarsa, bu, onların bileceği iştir, onların düzeyini gösterir; ama, o doktorların, kalbin 3 boşluğu olduğunu söyledikleri, kalbin dakikada 125 000 defa attığını iddia ettikleri sınav kâğıtları Pamukkale Üniversitesi Dekanlığının arşivlerinde vardır; buyurun gidin, bakın. Ben, bu bilgiyle karşınızdayım değerli arkadaşım. (AK Parti sıralarından gürültüler)

ABDULLAH VELİ SEYDA (Şırnak) - Şırnak'ta doktor yok; niye bunu söylemiyorsun!

MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Devamla) - Bir dakika… Bir dakika…

Ben, Türk doktorunu aşağılayanlara bu cevabı verdim.

ABDULLAH VELİ SEYDA (Şırnak) - Siz niye gitmiyorsunuz oraya?!

MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Devamla) - Bir dakika… Bir dakika… Şimdi dinleyin, ondan sonra şey yaparsınız.

ABDULLAH VELİ SEYDA (Şırnak) - Tabiî, burada doktorlar var; orada yok ama!

MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Devamla) - Şimdi, sağlıklı bir toplum, değerli milletvekilleri, sağlıklı bir toplum, yetişmiş, eğitimli, sağlıklı insan gücüyle tanımlanır. Bunun da temelinde kaliteli eğitim, kaliteli insan sağlığı vardır. Bu insan sağlığının garantilerinden bir tanesi de doktordur. Ben, burada, Türk tabiplerinin, en önemli sivil toplum örgütünün yasasının görüşüldüğü bir ortamda karşınızdayım ve bu çok önemli sivil toplum örgütünün, aynı zamanda, birçok üyesinin de düşüncelerine tercüman oluyorum.

Şimdi, yasanın, nihayet çıkması, Türk Tabipler Birliği Yasasının nihayet çıkması sevindirici; ama, bu, Sayın Bakanın sınıfı geçtiğini göstermez. Niye göstermez; çünkü, bu yasa iptal edildikten beri üzerinden dört sene geçmiştir. İptal kararında, altı ay sonra yenisinin çıkması söylenmiştir; ama, maalesef -hadi, bir iki ayını iktidarın sarhoşluğuna verelim- üç senedir bu yasa bekletilmiş, çıkarılmamıştır. Bu, bir Anayasal suçtur.

ABDULLAH VELİ SEYDA (Şırnak) - İktidar sarhoş değil…

MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Devamla) - Bu, hukuku hiçe saymaktır. Tıpkı, Mecburî Hizmet Yasası sonrası bekletilen doktorlar gibi, hukuka aykırıdır; 1 000 tane doktor tayin edilmiyor. Tıpkı, yasanın 4 üncü maddesinde bir sivil toplum örgütünün yetkisine kısıtlama getirildiği gibi, hukuka aykırıdır ve komisyon raporunda belirtildiği gibi, odalarla görüşülerek değil, odalar kandırılarak, odaların yetkisi elinden alınmak istenerek, yani, sivil topluma tecavüz ederek çıkarılmak istenen bir yasadır.

Şimdi, izninizle, neden bu yasanın üç yıl bekletildiğini, burada, tartışmak istiyorum ya da bunun altındaki yatan sebepleri aramak istiyorum. Bunlardan bir tanesi, acaba, Sayın Bakanın bütün siyasetini, bütün sağlık siyasetini, Türk tabipleri karşıtlığına ya da Türk tabibi ile Türk Halkını karşı karşıya getirip, çatıştırmak temayülüne mi dayanmaktadır? Yoksa, kendisi, bir zaman aday olduğu Türk Tabipler Birliği üst kurullarındaki seçimleri kazanamadığı için midir? Yoksa, bu geçen üç yıllık süre içerisinde, seçimleri kazanabilecek ortamı ve bunu sağlayabilecek kadrolaşmayı sağlamak için beklemesi midir? Yoksa, nihayet, genel sağlık sigortasının altyapısını oluşturacak bir maddeyi, 4 üncü maddeyi, kanunun içine enjekte edecek uygun ortamı aradığı için midir?

Şimdi, bunları, tek tek irdeleyelim. Şimdi, bunu, herhalde, arkadaşlar inkâr etmeyecekler: Doktorların iğne yapmasını bilmemesinden Türk doktorlarının paragöz olmasına kadar, Türk doktorlarının oraya buraya gitmediğinden başka yerlere kadar, gerek Başbakanın gerekse de Sağlık Bakanının… Sağlık Bakanının, Türk Tabipler Birliğini vatan hainliğiyle suçlamasına kadar varan bir boyutta, Sayın Bakan ve Sayın Başbakanın, Türk tabipleri ile Türk insanını karşı karşıya getirmeye çalışan temel bir politikaları var. Türk doktorunu aşağılayarak, Türk insanı karşısında onların güvenilirliğini sarsarak, Sayın Bakan, siyasî rant sağlamak peşindedir; çünkü, Türk doktoru öteden beri devrimci olmuştur…

HASAN ANĞI (Konya) - Ne alakası var…

MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Devamla) - …çünkü, Türk doktoru, bu yapılanların…

MEHMET ÇERÇİ (Manisa) - Nereden çıkarıyorsun… Bırak bunları, bırak…

ABDULLAH VELİ SEYDA (Şırnak) - Devrimci olan gider, doğuda, güneydoğuda hizmet yapar…

MEHMET ÇERÇİ (Manisa) - Mesleğinize gelin, mesleğinize… Bırak devrimciliği falan da…

ABDULLAH VELİ SEYDA (Şırnak) - Devrim lafla olmaz, devrim hizmetle olur…

BAŞKAN - Sayın Neşşar, size gereken ricada bulundum…

Değerli arkadaşlar, siz de müdahale etmeyin.

Konuya döner misiniz…

MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Devamla) - Konudayım Sayın Başkanım; Türk Tabipler Birliği Yasasını konuşuyoruz. Bu yasanın neden üç yıl geciktirildiğiyle ilgili görüşlerimi dile getiriyorum.

BAŞKAN - Polemiğe sebep vermeden konuşun Sayın Hatip.

HASAN ANĞI (Konya) - Mecliste tek doktor siz değilsiniz… Birçok doktor var.

ABDULLAH VELİ SEYDA (Şırnak) - O kadar laf etme, git güneydoğuda doktorluk yap!

MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Devamla) - Çünkü, Türk doktorları, Sağlık Bakanının ortaya koymuş olduğu çözümlerin çözüm olmadığını biliyor. Bunları haykırmaktan, dile getirmekten, eylem yapmaktan… Nasıl başarısız olduğunun rakamlarını da vereceğim, hiç merak etmeyin. Onların, hatasını dile getirdiğini bildiği için Türk doktorlarına karşı, Türk doktorunun kafasının içi aydınlık olduğu için Türk doktoruna karşı ve Bakanın dümen suyuna girmediği için Türk doktoruna karşı ve bu nedenle, 1 000 doktorun şu anda diploması verilmemektedir. O verilmeyen diplomaları günün birinde vereceğini bilen Sayın Bakan, doğudan 280 tane yandaşını kaydırmıştır. Sayın Bakan, ayrıca, aldığı -Anayasa Mahkemesinin iptal ettiği yasayla- yine doğudan, Harran'dan, Van'dan… Niye, atadığı şefleri Hacettepe'den, Çapa'dan, Ege'den atamadı da, Harran'dan Van'dan atadı, 175 tane doktor oradan ve sonunda, biraz önce gelen faks, sadece İstanbul İl Sağlık Müdürlüğünde 152, 11 şehrin il sağlık müdürlüklerinde 617 hekim; buna, 40'ar 40'ar atanan başhekim yardımcıları dahil değil; yani, bu Bakan, doğuya hekim gönderemediğini söyleyen bu Bakan, toplam 2 000 hekimi doğudan batıya tayin etmiştir, yandaşı olduğu için.

MUSTAFA NURİ AKBULUT (Erzurum) - Kaç yıldır orada olduklarını bir sorsana!

MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Devamla) - Ha, şimdi, bir dakika… Bir dakika… Her şeyin cevabı var, hiç merak etmeyin…

HASAN ANĞI (Konya) - Batıdakileri de doğuya gönderiyor.

ABDULLAH VELİ SEYDA (Şırnak) - Yaşayan insandan sor, afakî konuşuyorsun!

MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Devamla) - Şimdi, arkadaşlar, ithal doktor iddiasına da bir başka açılım getirmem lazım.

Biliyorsunuz, Avrupa Birliği ülkelerinde -ya da bilmiyorsanız öğrenin- hekimlik yapabilmeniz için, Avrupa Birliği ülkelerinden birinden mezun olmuş olmanız gerekir. Sayın Müsteşar, geçen gün yaptığı bir açıklamada, Avrupa Birliği normları gereği bu yasanın çıkarıldığını dile getirdi. Onlar, size dolaşma izni vermeyecekler; siz, onlara gidip, Avrupa Birliği doktorlarının, Avrupa Birliğinin dayatmasıyla doktorların Türkiye'de çalışabileceği yasayı mazeret diye benim önüme getireceksiniz!.. Buna da bir cevap versin arkadaşlarımız. Yani, size Avrupa dolaşma izni vermezken, siz, Avrupa Birliği dayatıyor diye yabancı doktorla ilgili kararı, kanun değişikliğini yapmaya çalışıyorsunuz. Üstelik, bunu yaparken de kendi doktorunuza zorunlu hizmeti dayatıyorsunuz.

Şimdi, arkadaşlar, demin de söyledim, 50-100 dolara Türkî cumhuriyetlerden gelecek doktorların Türk doktoruyla yapılabilecek mukayesesine.

Bildiğiniz gibi, bizim ülkemizde denklik YÖK aracılığıyla yapılmaktadır. Geçen gün bunu basında da söyledim, eğer öyle değilse gelsin Sayın Bakan düzeltsin, biz de sevinelim; eğer yurt dışından Türkiye'ye ithal edilecek doktorlar -Türk doktoruna verdiğiniz parada- doğuda çalışmak için diplomaları tescil edilmeden önce, Yüksek Öğretim Kurulu tarafından diploma denklikleri tescil edilecekse, başımızın üstünde; ama, bunlar, tıpkı şeflik yasasında yapıldığı gibi, sadece ve yalnız yasal değişiklik yapılarak, Sayın Bakanın yetkisine bırakılarak tescil edilip, o diplomanın eşdeğerliğinin sağlanması verilecekse, vay Türk insanının haline. 1960'larda, yine, böyle ülkelerden doktor ithal eden İngiltere'nin hastalarının başına gelenleri, sanıyorum, basından takip etmişsinizdir.

Dediğim gibi, iç açıcı bir tablo değildir. Artı, dün Genel Başkanımız da söyledi; bir doktorun… İçinde tıp hocalarımız var… "Tek doktor sen değilsin" dedi arkadaşlar, bunun da tersini söylesinler. Ha, belki, Sayın Bakanın branşında bu geçerli olmadığı için öyledir. Bir doktorun hastayla iletişimini kuran en önemli unsur doktorun dilidir, konuşmasıdır, hastayı ikna yeteneğidir. Siz, Türkçesi olmayan doktorları Doğu Anadolu'ya göndereceksiniz, yanlarına birer de tercüman koyacaksınız; değil mi?! Siz de buna benim inanmamı bekliyorsunuz. Geçmiş olsun!..

HASAN ANĞI (Konya) - Olayları çarpıtmayın.

MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Devamla) - Bir dakika… Doğuya göndereceksiniz, yanına bir de tercüman koyacaksınız; gelip burada söyleyin, Türkçe bilmeyen doktorları. Eğer, çok iyi derecede, 90 puan alacak Türkçe'yi bildiğini kanıtlarsanız ve de YÖK'ten eşdeğerliğini alabiliyorsanız, buyurun, getirin ve de Türk doktoruna layık gördüğünüz parayla, Doğu Anadolu'ya gönderiyorsanız, ona da buyurun gelin. Ona itirazımız yok. Ben, yapılacağı, bugün kayıtlara söylüyorum; Sayın Bakan onları buraya yapmak için geldiği zaman, zabıtlardan okuyayım diye söylüyorum bunları.

MUSTAFA NURİ AKBULUT (Erzurum) - Bilmeden, hemen itiraz ediyorsun; nasıl olacak?!

MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Devamla) - Evet… Nerede kaldı o maaşlar?! Hani, şu kadar döner veriliyordu; altı aydır dönerler ödenmiyor. Dönerleri, IMF'nin size verdiği direktif sonucu, şeyi keselim diye, hastane ödeneklerini kestiniz; bugün yarın da -belki bu gece gelir- bunların bir kısmını geriye alan bir pansuman yasasını gündeme getiriyorsunuz.

 Hastaneler, 2006'daki bütçeden ayrılan paralardan dönersermaye ödüyorlar, ihtiyaçlarını karşılıyorlar. Hastanelerin çok önemli bir bölümü borçlu. 60 küsur tane hastaneye haciz gelmiş durumda. Bildiğiniz gibi, ilaç firmaları, ilaç, ecza depoları, malzemeci şirketler batmak üzere ve sonunda, hastane ödenekleri kesilen bir sağlık sistemi…

Yine, rakamlarla, sizin döneminizde sağlığa ayrılan kaynağın kamuya giden kısmı yüzde 15'i karşılayacak duruma düşürülmüş, daha önce yüzde 30 kamuyla sağlanırken sağlık harcamaları ve sağlık hizmetleri. Sağlık Bakanlığının payı 1996'da yüzde 30 iken sağlık hizmetlerinde, şu anda yüzde 15'e indirilmiş. Dünyada, kişiye ayrılan, kişi başına ayrılan, koruyucu sağlık hizmetlerine 4,8 dolar kişi başıyla en düşük para -Uganda düzeyi para- ayıran ülke Türkiye. Ayrıca, ayırdığı, Uganda düzeyinde ayırdığı paranın da… Bakın, bunu da yazın, kayıtlı bilgi isterseniz ilgili internet sitelerinden bulabilirsiniz. Tedavi giderlerine rekor harcama sağlanıyor; ama, tedavi giderlerine ayrılan para yetmiyor, üzerine eködenek veriliyor. Buna mukabil, koruyucu hizmetlere ayrılan ödeneğin sadece yüzde 77'si kullanılıyor. Böyle bir Sağlık Bakanlığından söz ediyoruz. OECD ülkeleri içerisinde Uganda düzeyinde olan bir ülkeden bahsediyoruz.

Ayrıca, yine, hemen, komşu Balkanlardan örnek vereyim. Sağlığa ayrılan parası Slovakya'nın yüzde 30 daha altında olan bir Türkiye'den bahsediyoruz. Yine bir örnek vereyim: Belki, Kosova'yı birçoğunuz görmüşsünüzdür. Kosova'da bebek ölüm oranı binde 11, bizde Bakanın rakamlarıyla binde 24, benim bildiğim binde 34.

Şimdi, bu durumda, sağlığa da para ayırmadığınız zaman, bütçe kanununda yaptığınız gibi, sözleşme gereği ayrılan kaynak bittikten sonra hastanelere ödenek de vermediğiniz bir ortamda ne olacak; hastanelerin parası bitecek; hastane enfeksiyonları, MRSA… MRSA örneğini bilerek verdim. Thatcher'dan sonra -eğer yabancı basını izleyeniniz varsa- İngiltere, bütün sene, geçen sene MRSA'le uğraştı; bu sene Türkiye'ye de geldi. Yani, bu, bir hastane enfeksiyonu. Doktor kökenli olmayanlar için... Türkiye'de yenidoğan ölümleri yazın hepimizi meşgul etti biliyorsunuz. İlaca dirençli tüberküloz patlama yaptı. Sayın Bakan, hâlâ, bir irade gösterip "denetimli tüberküloz tedavisi uygulanacaktır" diyemedi. Tüberküloz aşısı hâlâ doğru dürüst yapılamıyor. Tifo, kolera ülkede kol geziyor ve kızamık aşısını yetersiz yaptığınız, bozuk yaptığınız için çıkan SSP hastalığı…

MEHMET ÇERÇİ (Manisa) - Memleket ölmüş, bizim haberimiz yok... Ayıp yahu!..

MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Devamla) - Bir dakika… Bak kardeşim, Sayın Milletvekili arkadaşım, senin, bu, Bakanındır...

MEHMET ÇERÇİ (Manisa) - Bırak şimdi bunu, ayıp!..

MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Devamla) - Hindistan'dan ithal ettiği kızamık aşılarını…

TUNCAY ERCENK (Antalya) - Sayın Bakan orada duruyor…

MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Devamla) - Geçmişi bir yana bırakalım. Gelsin, Sayın Bakan düzeltsin. Bak, doktor arkadaşım, milletvekili arkadaşım, son derece makul bir yaklaşım getiriyorum. Eğer bu Sağlık Bakanı, gelip de buraya "ben, Hindistan'dan aşı ithal ettim, ondan sonra bunlar bozuk çıktı, geri göndermedim" diyorsa, buyursun, gelsin, söylesin. Bu çocuklar… Bunun aksini bütün Türkiye biliyor, bütün dünya biliyor.

MEHMET ÇERÇİ (Manisa) - Türkiye sağlıkta çağ atlıyor, sizin haberiniz yok. Hiçbir şeyden haberiniz yok.

MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Devamla) - Evet… Evet… Vatandaştan haberiniz yok.

TUNCAY ERCENK (Antalya) - Kuş gribinden kaç kişi öldü?

MEHMET ÇERÇİ (Manisa) - Ne alakası var?!

MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Devamla) - Şimdi, arkadaşlar, biraz konuya dönelim. Dedik ki, Türk Tabipler Birliği Yasası niye bu kadar gecikti…

BAŞKAN - Sayın Neşşar, bakın, konuşma üslubunuzla Genel Kurulu geriyorsunuz. Lütfen, işi, parti politikanızı anlatın; rica ediyorum.

MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Devamla) - Şimdi, Sayın Başkanım, ben sakin bir üslupla söyleyeceklerimi söyleyeyim; isterseniz, siz de arkadaşlara söyleyin, onlar da sakin bir üslupla dinlesinler.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, siz de hatibe müdahale etmeyin; konuşmasını bitirsin.

MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Devamla) - Evet, Türk Tabipler Birliği Yasasının niye geciktiğinden konuşuyorduk. Bir ikinci neden, Türk Tabipler Birliğini, tıpkı Fiskobirlikteki, Futbol Federasyonundaki yapılan yaklaşımlarla ele geçirmek, yönetimini ele geçirmek. Bunun kadrolaşmayla olabileceğini zannediyordu Sayın Bakan; ama, tam tersi bir etki oldu; çünkü, bize de geliyorlar Türk Tabipler Birliği, tabip ddaları başkanları ve eskiden birbiriyle kavga eden, birbiriyle fikir ayrılıkları içerisinde olan, hatta AKP'ye oy vermiş birçok hekimin, bugün, Türk tabipleri arasında bir araya geldiklerini ve bu mücadelede omuz omuza yer aldıklarını, ben, kendi ağızlarından biliyorum. Yani, bu nedenle, Türk tabiplerinin bu girişime gerekli cevabı vereceğini ve Türk Tabipler Birliği yönetiminin, bu yasa çıktıktan sonra, değişimi sırasında, Sayın Bakanın beklediği gibi bir değişiklik olmayacağını hepinizin takdirlerine şimdiden sunuyorum. Türk hekimi, kendisine bu yakıştırmaları reva görenlere gereken cevabı Türk Tabipler Birliği seçimi sandıklarında verecektir.

Şimdi, 4 üncü madde, 4 üncü madde önemli. O konuda…

MEHMET ÇERÇİ (Manisa) - Genel seçimlerde verdi!

MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Devamla) - Bir dakika… GSS'nin altyapısını yapmaktan bahsediyor, niye bu yasanın bu kadar geciktirildiğini anlatıyorum.

MEHMET KILIÇ (Konya) - Seçime partiler mi katılıyor?!

MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Devamla) - 4 üncü maddeyle ilgili, benim değerli arkadaşım, doktor arkadaşım burada gelip bilgi verecekler; ama, söylendiği gibi, amacın, hastaların aldığı sağlık hizmetinin ucuzlatılması olmadığını demin Muzaffer Bey de söyledi, halk da biliyor. Bu konu o madde gelince daha çok tartışılacak.

Şimdi, burada bir cümle vardı; onu değiştireyim Sayın Meclis Başkanımın uyarıları doğrultusunda. Kullandığım sıfatları bir kenara bırakayım da, diyeyim ki, birtakım yanlışlıkları bazı…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Buyurun efendim.

MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Devamla) - …yöntemlerle bu Meclis kürsüsünü benden çok daha renkli kullanarak diyelim, öyle tanımlayayım ya da işte, oralarda oturan insanlara gerçekdışı bazı yakıştırmalar yaparak bir süre saklayabilirsiniz; ama, sağlıkta saklayabilmek mümkün değildir. Sağlıkta hemen kendisini gösterir; hastanın ölümüyle gösterir, sistemin çökmesiyle gösterir.

Eğer, burada, bana bu kadar laf eden arkadaşlar iki gündür gazeteleri okuyorlarsa, tam sayfa sağlığın nasıl çöktüğünün gazetelerde nasıl yansıtıldığını da hatırlayacaklardır. Burada aşırı duygusal tepkilerle ya da AK Parti genel yönetimine yakın olabilmeyi, onlara kendini kabul ettirmeyi sağlayacak bazı jestlerle yanıt veren arkadaşlarımın, ben, lütfen, son birkaç günkü gazeteleri okumasını rica ediyorum.

Genel Kurulu saygılarımla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Neşşar.

Sayın milletvekilleri, 19.50'de toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 19.28

 

 


DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 19.57

BAŞKAN: Başkanvekili İsmail ALPTEKİN

KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 69 uncu Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

1069 sıra sayılı kanun teklifinin görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

V.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

9.- Trabzon Milletvekili Cevdet Erdöl ve 4 Milletvekilinin, Türk Tabipleri Birliği Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi; İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu ve 35 Milletvekilinin, 23.1.1953 Tarihli ve 6023 Sayılı Türk Tabipleri Birliği Kanununun 3224 Sayılı Yasa ile Değişik 60 ıncı Maddesinin Birinci Fıkrasının Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifi ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (2/672, 2/604) (S. Sayısı: 1069) (Devam)

BAŞKAN - Hükümet ve Komisyon yerinde.

Şimdi, teklifin tümü üzerinde söz sırası AK Parti Grubuna aittir.

AK Parti Grubu adına, Trabzon Milletvekili Sayın Cevdet Erdöl; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA CEVDET ERDÖL (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1069 sıra sayılı kanun teklifi üzerinde AK Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum; şahsım ve AK Parti Grubu adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; anılan kanun teklifi, benim ve 4 arkadaşımızın imza sahibi olduğu bir teklif ile Cumhuriyet Halk Partisinden Sayın Kemal Kılıçdaroğlu ve 35 milletvekilinin teklifinin birleştirilmesi suretiyle Yüce Heyetinizin huzuruna getirilmiş bir tekliftir.

Bu teklif, esas itibariyle, Türk Tabipler Birliğinin kanununda değişiklik yapmayı amaçlıyor. Bunun gerekçesine bir bakmamız lazım; çünkü, Türk Tabipler Birliği Kanunu 1953 yılında yürürlüğe girmiş bir kanun. Daha sonra, 1985 yılında, Türk Tabipler Birliği Kanununda bazı değişiklikler yapılmış ve bu değişikliklerden bir tanesi de, tabip odalarının Birliğe gönderecekleri delege sayılarıyla alakalı olan değişikliktir ki, bu değişikliği, İstanbul Tabip Odası mahkemeye vermiş, bunun adaletsiz bir uygulama olduğunu, Anayasaya aykırı olduğunu iddia etmiş. Mevcut hali şöyle: 200 üyeye sahip olan odalar 3 delege, 500 üyeye sahip olan odalar 5 üye ve 500'den fazla üyeye sahip olan odalar da 7 üye gönderebilmekte genel kurula. Burada, İstanbul Tabip Odası diyor ki: "500 üyesi olan bir oda da 7 delege gönderiyor, 14 000 üyesi olan İstanbul Tabip Odası da 7 üye gönderiyor; bu adaletsizliktir." Bununla ilgili mahkeme, netice itibariyle, Anayasa Mahkememizde görüşülüyor. 19 şubat 2002 tarihinde, Anayasa Mahkememiz, bu kanunun, bahsedilen maddenin, Anayasamızın 2 nci ve 135 inci maddelerine aykırı olduğunu ve iptal edildiğini beyan ediyor ve o günkü hükümete de, altı ay içinde bununla ilgili yeni bir düzenleme yapması için zaman veriyor; yani, Şubat 2002 ve ondan sonra, ne yazık ki, yeni bir düzenleme yapılamadığı için, Türk Tabipler Birliği, genel kurulunu toplayamıyor ve bu genel kurul neticesinde alınması gerekli olan hiçbir kararı alamıyor ve böyle bir sıkıntıya düşüyor. Türk Tabipler Birliği yetkilileri, parti grup başkanvekillerini ziyaret ediyor -partilerimizin, çok değerli muhalefet partilerimizin- ve AK Parti Grubumuzun Değerli Başkanvekili Sayın İrfan Gündüz Beyi ziyaret ediyorlar ve İrfan Gündüz Bey de, kendilerine, bunun şubat ayı içerisinde gündeme getirileceğini ve büyük ihtimalle de kanunlaştırılacağını söylüyor. Biz, bundan hareketle, ocak ayının 6'sında bu teklifi -acele olsun diye teklif olarak- Meclis Başkanlığımıza veriyoruz ve Meclis Başkanlığımız aynı gün bunu komisyonumuza havale ediyor ve dördüncü mesai gününde -bakınız, araya bayram giriyor- Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonumuzda bu kanun teklifini görüşüyoruz ve Yüce Meclise havale ediyoruz. Demek ki, biz, Tabipler Birliğinin kanunu hakkında bu kadar aceleci, bu kadar titiz davranmış durumdayız; komisyonumuz olarak da öyle.

Bu ne getiriyor; kısaca maddeleriyle ilgili ben ifade etmek istersem:

1 inci maddemiz; mevcut kanun 200 üyesi bulunan bir ilde oda kurulabilmesini öngörüyor, verdiğimiz teklifle, bunu, 100 üyesi olan bir ilde oda kurulabilecek hale getiriyoruz. Mevcut 56 tane oda var Türkiye'de. Bu, yaklaşık 70 ilde oda kurulması anlamına geliyor. Bunun da, demokratik bir şekilde tabana yayılma açısından, Türk Tabipler Birliği açısından oldukça olumlu olduğunu düşünüyoruz.

2 nci madde Türk Tabipler Birliğinin gelirlerini tadat ediyor.

Çerçeve 3 üncü maddemizde ise; tabip odaları, gelirlerinin asgarî yüzde 25'ini Birliğe göndermek zorundaydı. Fakat, biz bunu yüzde 10 olarak değiştiriyoruz; çünkü, bazı tabip odalarının Tabipler Birliğine trilyona varan borçları var. Dolayısıyla, bunda tabip odalarına bir rahatlık getirmeyi düşünüyoruz.

5 inci, 6 ncı, 7 nci ve 10 uncu maddeler, cezaların güncelleştirilmesini gerekli kılıyor; onlardan fazla bahsetmeyeceğim.

8 inci madde ise, Türk Tabipler Birliği Merkez Konseyinin üye sayısını belirliyor. Mevcut kanunda 7 olan Merkez Konseyi üyesini 11'e çıkarıyoruz. Bu da, katılımcı bir yapıyı ortaya daha fazla çıkarsın, daha demokratik bir yapı olsun diye gayretimizden dolayıdır.

9 uncu madde ise, Anayasa Mahkememizin iptal ettiği kanunu, maddeyi düzenlemektedir. Bu getirdiğimiz yeni değişiklik, 200 üyesi olan odaların 3 delege, 500'e kadar üyesi olanların 5 delege, 1 000 üyeye kadar olan odaların 7 delege; ama, 1 000 üyeden sonra her 1 000 üye için de artı 1 delege gönderebilmelerini mümkün kılıyor. Dolayısıyla, bu, oldukça demokratik bir yapılanmayı oluşturacak ve Anayasa Mahkememizin de bize önerdiği yapıyı oluşturmuş olacağız.

11 inci madde ise, Türk Tabipler Birliğinin odalara kayıtlı üyelerinin -belki de bir, iki, üç odaya kayıtlı olabilecek, olabilmesi mümkün şu anda, takipleri çok kolay yapılamıyor- tabip odalarının, isimlerini ve vatandaşlık numaralarını Tabipler Birliğine ve Sağlık Bakanlığına bildirmeleri suretiyle mükerrerliği ortadan kaldırmayı düşünüyoruz.

Çerçeve 12 nci maddemizde ise, Tabipler Birliğinin mevcut Merkez Konsey üyelerinin Ankara'da oturma zorunluluğunu ortadan kaldırıyoruz. Bunun, taşra için, Türk Tabipler Birliğinin taşraya açılabilmesi için, Merkez Konseyi bakımından, oldukça önemli bir adım olduğunu düşünüyorum.

Çerçeve 4 üncü maddeyi, belki de hekimler arasında en çok tenkit edilen maddeyi arz edeceğim. Burada ise, Türk Tabipler Birliğinin belirlemiş olduğu asgarî ücret fiyatlarının, maalesef, bütçe uygulama talimatında belirlenen fiyatlardan çok çok farklı olduğunu görmekteyiz. Bunları, bir noktada, daha makul hale getirmeyi düşünüyoruz. Fakat, şunu açıklıkla ifade etmek istiyorum ki, mevcut, bizim teklifimizdeki metni, eğer Yüce Mecliste kabul görürse, bir değişiklik önergesi vererek değiştirmeyi ve bu asgarî ücret tarifesi yerine, rehber bir tarifenin getirilmesini önermek istiyoruz. Şöyle ki: Rekabet Kuruluna yapılan müracaatlar sonucunda, Türk Tabipler Birliğinin fiyatlarındaki asgarî ücret uygulamalarına uyulmasının rekabeti sınırladığını ifade ederek pek çok dava açılmış. Bunların incelenmesinde…

Netice itibariyle, Rekabet Kurulunun kararını arz edeceğim; ama, ondan önce bir iki misal vermek istiyorum: Mesela, Türk Tabipler Birliği fiyatına göre, tomografi 240 000 000 + KDV'ye çekilebilmekte; ama, bütçe uygulama talimatı buna 60 000 000 fiyat biçmektedir. Yine, MR, bütçe uygulama talimatında 72 000 000; ama, Türk Tabipler Birliğinin asgarî ücret fiyatında 456 000 000 + KDV. Bu kadar fahiş fark var. Mesela, bir safrakesesi ameliyatı, bütçe uygulama talimatında 296 000 000, kabaca 300 000 000 diyelim; ama, Türk Tabipler Birliğinin asgarî fiyatı 1 200 000 000 + KDV. Yine, normal doğumu ele alacak olursak, 85 000 000'a bütçe uygulama talimatı bunu fiyatlandırıyor; ama, Türk Tabipler Birliğinin asgarî ücret fiyatı 1 200 000 000.

Şimdi, burada, 1 200 000 000 + KDV olan fiyata, herhangi bir yere gittiğinizde, fakirliğinizden veya ihtiyacınızdan dolayı, 1 200 000 000 + KDV değil de, 1 000 000 000 + KDV almak istese sizden bir müessese, Türk Tabipler Birliği Kanununa göre suç işlemiş olur, bunu yapamaz, yaptığı takdirde Türk Tabipler Birliğinin kendisine yaptırımı vardır; onbeş günden altı aya kadar müesseseyi kapatma, 3 kere tekrarında da süresiz olarak o ilde faaliyetten men etme cezası verme yetkisi var. Dolayısıyla, buradaki ihtilaftan dolayı yapılan müracaatlar sonucu Rekabet Kurulu şu kararı veriyor, müsaade ederseniz ben Kurul kararının metnini okumak istiyorum: "4054 sayılı Kanunun -yani, Rekabet Kurulu Kanununun- 25 inci maddesinin (g) bendinde belirtilen rekabet hukukuyla ilgili mevzuatta yapılması gerekli değişiklikler konusunda doğrudan görüş bildirmekle ilgili sürecin işletilerek…" yani, Rekabet Kurumunun doğrudan görüş bildirmek gibi bir hakkı var, hukuk kendisine bu hakkı tanıyor. "Bunu işleterek 6023 sayılı Türk Tabipler Birliği Kanunu ile 4054 sayılı bu Rekabet Kurulu Kanunu arasındaki ihtilafın, sağlık sektörünün özellikleri de göz önünde bulundurularak, özel muayene ve tahlil hizmetleri asgarî tarifesi yerine, rehber bir tarifenin tespitine ilişkin olarak 6023 sayılı Kanunda yapılacak bir değişiklikle giderilmesinin mümkün olduğu yönünde yasal düzenleme değişikliği talebiyle, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Başbakanlık ve ilgili bakanlık nezdinde girişimlerde bulunulmasına." Rekabet Kurulu Kararı, 30 Ekim 2003. Dolayısıyla, Rekabet Kurulu kararı da bize diyor ki: Türk Tabipler Birliği, asgarî bir ücret belirlemesin; rehber bir fiyat belirlesin. Dolayısıyla, 1 200 000 000 lira olan bir tespiti yapabilsin; ama, 1 000 000 alan kişinin de peşine, ne Türk Tabipler Birliği suç işledin diye takılsın ne de Maliye Bakanlığı "vergi kaçırdın diye takılsın. Dolayısıyla, bu, halkımızın yararına olan bir değişiklik olacak. Vereceğimiz önergeyi eğer Yüce Meclis kabul buyurursa, bu değişikliği yapmak istiyoruz. Bu, en çok konuşulan maddesiydi. Türk Tabipler Birliğinin de, gerçekten, bizimle olan istişarelerinde görüştüğümüz maddede, en önemli, ihtilaf konusu diyebileceğim madde buydu.

Şimdi, biraz da, yapılan tenkitlere, müsaade ederseniz, cevap vermek istiyorum.

Saygıdeğer meslektaşım Sayın Kurtulmuşoğlu, hatalarımızı, muhalefette kaldığı müddetçe söyleyeceğini ifade etti. Diliyorum Allah'tan, biz hep iktidarda kalalım, o hep muhalefette; bize, hep, hatalarımızı söylesin! Biz, bundan, mutlu oluruz gerçekten; onu ifade etmek istiyorum. Diğer bir ifadeyle, saygıdeğer Kurtulmuşoğlu'nun muhalefette kalmasından da, bize uyarılar yapmasından da memnun oluruz.

Bir diğer önemli konu, çakılı kadroyla ilgili uygulamada başarılı olamadığımız yönündedir. "Uzman hekimlerle ilgili 1 000 tane kadro açtınız, 136 tane uzman yerleştirebildiniz, başarılı olamadınız" diyor; doğrudur, yani, doğrudur. Biz, bunun için Mecburî Hizmet Kanununu getirdik zaten.

HÜSEYİN GÜLER (Mersin) - Neyse, birazdan cevap veririz Hocam…

CEVDET ERDÖL (Devamla) - Mecburî Hizmet Kanununu getirmek zorunda kaldık, neden; halkımızın doktor bulabilmesi için, doktorları yerlerinden rahatsız etmek için değil. Kaldı ki, bu Mecburî Hizmet Kanunu 1981'den 2003 yılına kadar zaten yürürlükteydi. O zaman milletin aklı neredeydi?! O zaman da vardı bu kanun. Biz, bunu, doktorlarımıza, diğer sağlık personelimize yüksek ücretler vererek, sözleşmeli personel kadrosunu da getirerek, tercih edilmeyen bölgelere doktor gönderebileceğimizi düşündük, doğrudur; ama, bunda uygulamada gördük ki, bu mümkün olmadı, yeterince mümkün olmadı. Yeni bir tedbir almak da, elbette ki hükümetin, elbette ki iktidarın yapması gereken bir şeydi. Biz de, bunu, halkımızın menfaatları, yetmişiki milyonun menfaatı ve mutluluğu için, sağlığı için bunu yaptık. Bunda, bunu söylemekten hiç beis görmüyorum, hiç de gocunmuyorum. Evet, Mecburî Hizmet Kanununu kaldırmakta belki hata ettik; ama, getirmekte de aynı şekilde doğruyu yaptık.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Deneme tahtası değil ki bu ya… Bir hata yap bir düzelt, bir hata yap bir düzelt…

MUSTAFA EKMEKCİOĞLU (Antalya) - Yıllar geçmedi, aylar geçti…

CEVDET ERDÖL (Devamla) - Şimdi, bir diğer konu: Mecburî Hizmet Kanununun Anayasaya aykırı olduğu iddia ediliyor. Evet, genelgeyi, Başbakanlığın 22 sayılı genelgeyi Danıştay yürütmesini durdurdu, Anayasa Mahkemesine müracaat etti; ama, mecburî hizmetin özüne aykırı, kaldırılmasına yönelik bir talebi yok. Yanlış bilgi vermeyelim buradan halkımıza. Danıştayın buradaki talebi, diyor ki: "Yurt dışında eğitim gören hekimlere niye mecburî hizmet koymuyorsunuz." O, mecburî hizmeti genişletmek istiyor.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Bu kürsüden söyledik bunları, yurt dışındakilere niye vermiyorsunuz dedik.

CEVDET ERDÖL (Devamla) - İkincisi, "pratisyenlere ayrı, uzmanlara ayrı, yan dal uzmanlarına ayrı mecburî hizmet yapmayın, bu ölçülülüğü aşıyor" gibi bir ifadeleri vardır. Bu, mahkememizin verdiği bir karardır, saygı duyarız; ama, Anayasa Mahkememizin daha yürütmeyle ilgili verdiği bir karar yok ki, iptal kararı yok ki. "Anayasa Mahkemesi iptal etti" diyerek, insanların zihnini bulandırmayalım, Anayasa Mahkememizin kararını bekleyelim; hukuka hepimiz saygılı olacağız.

TUNCAY ERCENK (Antalya) - Keşke her zaman böyle olsanız!

CEVDET ERDÖL (Devamla) - Yine aynı şekilde, şefliklerle ilgili Anayasa Mahkemesi şöyle yaptı, böyle yaptı… Danıştayın verdiği karar, dava daireleri kararı, doçent ve profesörlerin şef olarak atanmalarının hukuka uygun olduğunu, kamu menfaatına uygun olduğunu ifade ediyor. Burada arkadaşlarımız çıkıp diyorlar ki: "Doçent ve profesörleri niye şef atadınız; kadrolaştınız." Allahaşkına, bir üniversitede olan öğretim üyesi, bir devlet hastanesinde eğitim verirken biz nasıl kadrolaşıyoruz; bunu hangi mantıkla söylüyorsunuz veya söyleniyor?! Ben bunu anlayabilmiş değilim; kim söylüyorsa söylesin, ben bunu anlayamıyorum.

Yine, birçok spekülasyona neden olan, yurt dışından doktor getirilmesiyle ilgili mesele. Arkadaşlar, biz Amerika Birleşik Devletlerine gittiğimizde veya Avrupa ülkelerine gittiğimizde hangi haklarda doktorluk yapıyoruz; bize tercüman mı veriyorlar?!

ALİ ARSLAN (Muğla) - Dil öğren diyorlar.

CEVDET ERDÖL (Devamla) - Dil sınavına giriyorsunuz, geçiyorsanız, artı orada denkliğiniz varsa, ondan sonra bunu yapabiliyorsunuz. Türkiye, yol geçen hanı değildir arkadaşlar. Türkiye'de, elbette ki Türkiye Cumhuriyetinin menfaatına hangisi geliyorsa, mütekabiliyet esasına göre, mutlaka denklik aranır, mutlaka dil bilmesi aranır; bundan daha tabiî bir şey olamaz. Eğer, bunu, sizler idrak edip düşünemiyorsanız, buna da söyleyeceğim bir şey yok.

Bir diğer konu: Meslektaşım Sayın Neşşar, gerçekten çok değer verdiğim bir hocamız; ama, kendisine mahcubiyetimi açıklıkla ifade etmeme lütfen izin versin; çünkü, Türk Tabipler Birliğini, biz, kadrolaşmayla, ele geçirmeyle… Bunu nasıl söyleyebilirsiniz?! Anayasa Mahkememizin kararı var; buna Anayasa Mahkememiz diyor ki, bakınız, 19 Şubat 2002, esas sayısı 2000/78, karar sayısı 2002/31: "6023 sayılı Türk Tabipler Birliği Kanununun 60 ıncı maddesinin 3224 sayılı Yasayla değiştirilen birinci fıkrasının ikinci tümcesinin iptali nedeniyle doğacak hukuksal boşluk kamu düzeni ve kamu yararını bozucu nitelikte olduğundan, gerekli düzenlemelerin yapılması amacıyla, iptal kararının Resmî Gazetede yayımlanmasından başlayarak, altı ay sonra yürürlüğe girmesi uygun görülmüştür."

MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Denizli) - Ben de aynısını söylüyorum.

CEVDET ERDÖL (Devamla) - Altı ay müddet verilmiş, 2002 Şubatında…

MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Denizli) - Üç sene beklediniz…

CEVDET ERDÖL (Devamla) - Arkadaşlar, 2002 Şubatından… Biz, 2002'nin 3 Kasımında iktidara geldik.

MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Denizli) - Ben de, 3 Kasımdan beri niye üç sene diyorum.

CEVDET ERDÖL (Devamla) - Yaptık efendim; bizim, en kısa sürede bunu yaptığımızı da ifade ettim, baştan ifade ettim ve biz bunda, komisyon olarak üzerimize düşen görevi, en süratli bir şekilde yaptık ve yapmaya da devam edeceğiz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Denizli) - Bu süratle çağ atlayamazsınız ama!..

TUNCAY ERCENK (Antalya) - Öyle bir niyetleri yok zaten.

CEVDET ERDÖL (Devamla) - Yani, şunu ifade etmek istiyorum: Ben, tenkitlerinize bir şey demiyorum; ama, bu kanunla, biz, Anayasa Mahkememizin amir hükmünü yerine getirirken, Anayasa Mahkememizin "yap" dediği bir şeyi yerine, Büyük Millet Meclisinin, bizden öncekilerin yapmadığı bir şeyi yaparken, bir eksikliği giderirken, biz nasıl kadrolaşıyoruz allahaşkına?! Bunları, burada söyleyerek, lütfen, halkımızı yanlış bilgilendirmeyelim; çünkü, bizler, en nihayet, belli bir üniversitede öğretim üyeliği yapmış bir kişiler olarak -siz, biz- yanlış bilgi vermekten daha fazla sakınmamız lazım.

Şimdi, biz, burada, yaptığımız bütün değişikliklerin halkımızın menfaatına olduğunu ifade ediyorum. Bize diyorlar ki, işte, şöyle oldu, böyle oldu; yani, siz halka sordunuz mu?.. Halka sorduk; evet. Bebekler rehin kalmıyor; siz bunu halka sordunuz; değil mi?! Var mı rehin kalan bir bebek?!

ALİ ARSLAN (Muğla) - Senet veriyorlar hocam; senet…

CEVDET ERDÖL (Devamla) - Efendim, cenazesi rehin kalanlar vardı; var mı?!

ALİ ARSLAN (Muğla) - Sanki bedava gibi söylüyorsun!..

CEVDET ERDÖL (Devamla) - Eczanelerde kuyruklar… Saatlerce kuyrukta bekleyen vatandaşlarımız, düşüp kalan, bayılan, ölen vatandaşlarımız vardı; hiç gördünüz mü yakında?!

Efendim, yeşilkartlı hastalar ilaçlarını rahat alabiliyorlar, bundan memnun değiller mi acaba?!

Nüfusumuzun yüzde 50'si olan Sosyal Sigortalar mensupları, gidip istedikleri eczaneden ilaç alırken, acaba, huzursuz mu oldular?! Lütfen… Bunları…

MEHMET ÇERÇİ (Manisa) - Muhalefet rahatsız oluyor!..

CEVDET ERDÖL (Devamla) - Muhalefetin olgun muhalefetine, yapıcı muhalefetine diyeceğimiz bir şey yoktur, saygı duyarız; ama, halkımızı da yanlış bilgiyle bilgilendirmeyelim.

Bir diğer konu, tamamlamak istediğim bir konu, Saygıdeğer Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Tabipler Birliği Kanunundan iki küçük madde…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Erdöl, tamamlayın konuşmanızı lütfen.

CEVDET ERDÖL (Devamla) - Tamamlıyorum, müsaade ederseniz.

6023 sayılı Türk Tabipler Birliği Kanunu, madde 3: "Türk Tabipler Birliği ve tabip odaları kuruluş amaçları dışında faaliyette bulunamazlar." Madde 1: "Türk Tabipler Birliği; tabipler arasında meslekî deontolojiyi ve dayanışmayı korumak, tabipliğin kamu ve kişi yararına uygulanıp geliştirilmesini sağlamak ve meslek mensuplarının hak ve yararlarını korumak amacıyla kurulmuş kamu kurumu niteliğinde meslekî bir kuruluştur." Yani, Türk Tabipler Birliğinin nelerle iştigal etmesi gerektiğini açık açık yazıyor kanun.

Bir metin de, Türk Tabipler Birliği Merkez Konseyinin 21 Şubat tarihli, bize gelen, imzasız, ama antetli kâğıdından bir alıntı okuyorum, onda da şöyle diyor:"18 Şubat 2006 tarihinde toplanan Türk Tabipler Birliği Genel Yönetim Kurulu, sağlık ortamında bir çöküş programına dönüşen bu uygulamalara son vermek için duruma el koyma kararı vermiştir."

AHMET ERSİN (İzmir) - Doğru…

CEVDET ERDÖL (Devamla) - Bu, sanki 18 Şubatta değil de, başka bir şubatta yazılmış yazı mahiyetinde. Bizim anlayışımız bu, bunların anlayışı bu!..

TUNCAY ERCENK (Antalya) - Hangi şubat?!.

CEVDET ERDÖL (Devamla) - Değerli arkadaşlar, siyasî partilerin, meslek mensubu gibi… Siyasî partilerdeki değerli arkadaşlarımızın, hepimizin meslek mensubu gibi davranma hakkımız var ve bu ne kadar makul ise, meslek örgütlerinin siyasî parti gibi davranmaları da o kadar abesle iştigaldir.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Erdöl.

Şahıslar adına söz isteği var.

Manisa Milletvekili Sayın Mehmet Çerçi.

Buyurun Sayın Çerçi. (AK Parti sıralarından alkışlar)

MEHMET ÇERÇİ (Manisa) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 1069 sıra sayılı, bazı milletvekili arkadaşlarımızın verdiği Türk Tabipler Birliği Yasasıyla ilgili bazı maddelerde değişiklik öngören kanun teklifleri üzerine, şahsım adına huzurlarınızdayım; hepinizi en kalbî duygularla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, benden önce konuşan değerli meslektaşlarımız, özellikle muhalefet partisinden ve AK Parti Grubu adına konuşan değerli arkadaşlarımız önemli açıklamalarda bulundular. Özellikle muhalefet partisinden görüş açıklayan değerli meslektaşlarımızdan bir tanesi, değerli bir hocamız, otuz yıldır bu meslekte olduğunu sizlere deklare etti, bendeniz de yirmibir yıldır bu onurlu mesleği yapan bir arkadaşınızım.

Özellikle belirttiği gibi "devrimci Türk tabipleri" sözünü asla kabul etmek mümkün değildir. Türk tabipleri, olaylara bakarken, hastalarına bakarken, hastasıyla ilgilenirken, mesleğini icra ederken, aydınlık bir zihinle, bilgiyle, çağın bilgisiyle, vizyonla, ufukla hastalarına bakarlar; yürekle, merhametle bakarlar.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Devrimci derken, onları kastetti.

MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - "Devrimci" lafı, ideoloji kokuyor. Türk tabiplerinin çoğunluğu, böyle bir ideolojik saplantı içerisinde değildir.

MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Denizli) - Atatürk devrimleri yok mu?!

MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - Onları daha sonra konuşuruz. Burada, Türk tabiplerini bu şekilde vasıflandırmanızı ben doğrusu kabul edemiyorum.

AHMET ERSİN (İzmir) - Niye?! Devrimcilik yanlış bir şey mi?!

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Türk tabipleri yüksünmezler devrimcilikten.

MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - Bir diğer konu; Türkiye'nin geldiği bu aşamada, Türk sağlık sisteminin geldiği bu aşamada, Türkiye Cumhuriyetinin gelişerek geldiği bu noktada, bizim sistemimizi Uganda'dan daha kötü göstermeye hiç kimsenin haddi ve hakkı yoktur, hiç kimsenin. Olmaz böyle bir şey, kabul edilemez böyle bir şey!

MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Denizli) - Rakamlar gösteriyor; seminer vereyim size.

MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - Şimdi, Türkiye'de yapılanlar ortada, Türk Tabipler Birliğinin zihniyeti de ortada. Arkadaşımız izah etti; hakikaten, bütün hekim arkadaşlarımıza gönderilen, Türk Tabipler Birliğinin basın açıklaması, maalesef, en hafif tabiriyle, talihsizliktir.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Devrimci bir açıklama.

MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - Böyle bir anlayış, böyle bir önyargı, ülkenin seçilmiş Başbakanını, seçilmiş iktidarını bu kadar aşağılayan böyle bir açıklama, Türk tabipleri adına bir yüz karasıdır.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - 4 üncü maddeyi bunun için mi getirdiniz?!

MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - Böyle bir şey kabul edilemez; bunu, şiddetle kınıyorum.

Türk Tabipler Birliği, elbette, seçilmiş bir organdır; fakat, kendi bünyesi içerisinde her fikirden, her çağdaş görüşten, her düşünce dünyasını temsil eden insanların olduğunu bilerek, özellikle Sayın Erdöl'ün belirttiği gibi, Tabipler Birliğinin yasasının amacına uygun hareket etmek zorundadır. Hekimlerin o doğal çatısını, kendi siyasî emellerine alet edemez. Yani, bakınız, açık söylüyorum; bu yazıyı ben ilk okuduğumda yırttım ve çöpe attım.

AHMET ERSİN (İzmir) - Yanlış yapmışsınız.

MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - Böyle bir kepazelik olamaz. Buradan -lütfen- bu arkadaşları da uyarıyorum, Türk tabiplerini bu siyasî amaçlarına alet etmesinler.

Şimdi, gelelim Türkiye'nin sağlığına. Şimdi, sizler, AK Parti döneminde özellikle, yapılan bu gelişmelerden, sağlıkta aldığımız bu yollardan, bu mesafelerden rahatsız mı oluyorsunuz?! Arkadaşım da belirtti; Türk insanı, bugün, dünden daha kolay sağlık hizmetlerine erişebiliyorsa, çok daha verimli, çok daha kaliteli sağlık hizmetini insanca, onurlu bir şekilde alabiliyorsa, bundan siz rahatsız mı oluyorsunuz?!

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - O sizin iddianız.

MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - Hastanelerdeki kuyruklar bugün azalmışsa... Bakınız, size bir rakam söyleyeyim. Herhangi bir SSK hastanesi, daha önceki SSK hastanesine gidin, eğer, geçen sene mart ayında Sağlık Bakanlığı ile SSK'ların birleşmesinden önceki rakamdan daha az bugün hasta kabul ediyorsa, ben, sizin bütün iddialarınızı kabule hazırım. Ben iddia ediyorum; bütün SSK hastaneleri de, bugün, bir sene öncekinden daha fazla hasta bakıyor. Bütün bu hastaneler, performans kriterleri sayesinde hekimlerine çok ciddî ücretler ödüyor. Arkadaşım dedi ki: "Bu hastanelerin hepsi iflasın eşiğinde."

MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Denizli) - OECD 2005 raporunu okuyun, Uganda'yı bulursunuz orada.

MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - Bakınız, aralık ayında bir sıkıntı yaşadık. Bütçe ödemeleri nedeniyle bu hastanelerin ödemelerinde bir aksama oldu, aralık ayında ve ocak ayında. Şimdi, bunların hepsini geçirmişiz, hepsini atlatmışız. Bütün hastaneler, bütün sağlık kurumları bugün verimli birer işletme haline geldi. İşte, bu, AK Partinin aydınlık zihniyetiyle oldu. Sizin gibi bu işlere ideolojik bakan, önyargılı bakan, Türkiye'yi otuz yıl geriden takip eden bir zihniyetle bunların olması mümkün değil.

Türkiye, bugün sağlıkta bir çağ atlamıştır. Bütün vatandaşlarımız, hizmeti alan, hizmeti veren, önyargısı olmayan, olaylara aklıselimle, serinkanlılıkla bakan her sağduyulu vatandaş bugün bunları görüyor, bu nimetlerden istifade ediyor. Hem sağlıkta hizmeti veren hem de sağlık hizmetini alan vatandaşımız bugün dünden daha mutludur, daha huzurludur. Özellikle hizmeti verenler belki biraz daha çok çalışıyor; ama, daha çok üretiyor, daha çok kazanıyor; daha çağdaş bir sağlık hizmeti veriliyor bu kurumlarda.

Yani, bundan hiç kimse rahatsız olmasın. Elbette, bunu derken, biz bütün problemleri çözdük, hastanelerde hiçbir problem kalmadı… Böyle bir şey demek mümkün değil. İşte, problemleri çöze çöze, önümüzdeki dikenleri, taşları ayıklaya ayıklaya, Türkiye'yi sağlık alanında da çağdaş, modern bir ülke haline getireceğiz. Bir taraftan, kamu sektöründe bu yeniden yapılanmayı sağlayacağız. Burada iddia edildiği gibi, Tabip Odalarının iddia ettiği gibi, tamamen sağlıktan devletin çekilmesi, kamunun çekilmesi; böyle bir şey asla aklımızın bir köşesinden dahi geçmemiştir. Kamu sektörü, elbette, sağlığın içerisinde olmalıdır. Özellikle, bunlar, önümüzdeki süreçte yerelleşerek devam etmeli; ancak, bir taraftan da, özel sektörü, özel sektörün dinamizmini, onların yatırım gücünü, istihdam gücünü de, verimlilik gücünü de bu sektörün içine almalıyız; dediğimiz budur, yaptığımız budur. Bunu derken, Sayın Başbakanımızın o dediği söz, her tarafta dillere pelesenk ediliyor.

Bakın, bugün Avrupa'nın pek çok ülkesine, bir İsviçre örneğine bakın, pek çok ülkesine bakın; değişik alanlarda, değişik modellerle dünyanın pek çok sermayesini ülkelerine çekmişlerdir. Türkiye neden bir sağlık turizminin merkezi olmasın. Ben, inanıyorum ki, Türk hekimleri bu yetenektedir, bu kabiliyettedir, bu çaptadır. Bunun dışında, Sayın Erdöl'ün de belirttiği gibi, nasıl biz dışarıya gidip denkliğimizi aldığımızda, çalışma iznimizi aldığımızda bir başka ülkede pek çok Türk hekimi çalışabiliyorsa, yabancı ülkelerden de bu vasıfları taşıyanlar gelsin, burada çalışabilsin; denilen budur. Bu, Türkiye'ye ne kazandıracak, işte bunun anlaşılması için biraz ufuk olması lazım, biraz vizyon olması lazım.

Bakınız, bugün, İstanbul'da, İzmir'de, Türkiye'nin önemli merkezlerinde pek çok özel hastaneler, Avrupa'dan yüzlerce, binlerce sağlık turizmcisi hastaları getiriyor, Türkiye'de tedavi ediyor, ameliyat ediyor, Türkiye'de tatil yaptırıyor ve Avrupa'nın yarı fiyatına, üçte 1 fiyatına bunları başarıyoruz. Bundan siz rahatsız mı oluyorsunuz?!

AHMET ERSİN (İzmir) - Bundan kimse rahatsız olmaz.

MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - Bu artarak gelişsin istemiyor musunuz?! Türkiye, önümüzdeki…

AHMET ERSİN (İzmir) - Kim rahatsız olacak; kimse rahatsız olmaz.

MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - Başbakanın sözünü de bu kapsamda ele alacaksınız. Önümüzdeki süreçte, önümüzdeki dönemde Antalya'da, Türkiye'nin Alanyasında, Marmarisinde, böyle, çok ciddî özel hastaneler, dünya çapında, Avrupa çapında verimli müesseseler…

AHMET ERSİN (İzmir) - Olsun…

MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - …sağlık turizmini de işin içine katarak, Türkiye'nin hizmet sektörüne, sağlık sektörüne, gerekirse buralarda o akreditasyonu sağlayan yabancı hekimleri de istihdam ederek çalıştırsa, bundan siz rahatsız mı olacaksınız?! Türkiye bundan kayıp mı edecek?!

Bakınız, arkadaşlar, bu işlere böyle dar kalıplarla, dar kafalarla bakarsanız bir neticeye varamazsınız. İşte, geçmiş yıllarda yaşanılan hastanelerde rehin olayları, sigorta hastanelerinde kuyruklar…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AHMET ERSİN (İzmir) - Yine var onlar Sayın Vekilim, o dediklerin yine var.

MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkan.

Sayın Vekilim, bakınız, Türkiye'de bunlar artık asgarîye inmiştir. Üç senede, iki senede alınan mesafeler, fevkalade umut vericidir, fevkalade güzeldir. Kimse bu milletin başarılarını küçültmeye kalkmasın. Bu başarı, bu milletin başarısı. Lütfen, kıskançlıkla, hasetle yahut da başka duygularla, siyasî mülahazalarla, ne Tabipler Birliği ne muhalefet, hiç kimse, bu başarıları küçültmesin, görmezlikten gelmesin yahut da milletin gözünden kaçırmaya çalışmasın.

Eğer böyle devam ederseniz, biz de yolumuza böyle devam ederiz; siz o tarafta oturursunuz, biz de bu tarafta oturmaya devam ederiz. Bu millet bunları biliyor ve takdir ediyor. (AK Parti sıralarından alkışlar)

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Çok gördük orada oturanları!..

TUNCAY ERCENK (Antalya) - Göreceğiz bakalım!..

MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - Evet, Sayın Başkanım…

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Çok gördük orada oturanları; şimdi Yüce Divandalar.

MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - Bakınız, değerli arkadaşlarım…

Bir şey söyleyeceğim Sayın Başkanım, hemen bağlıyorum müsaadenizle.

Dün de burada, özellikle -yani, buradan bağlantı kurarak- YÖK meselesinde çok enteresan laflar edildi. Bakınız…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - Hemen toparlıyorum Başkanım. Hemen… Bir cümle…

BAŞKAN - Son cümlenizi rica edeyim.

MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - Bakınız, bu Meclis Türkiye'nin vicdanıdır, bu Meclis Türkiye'nin beynidir, bu Meclis Türkiye'nin iradesidir; burası yansıtıyor, burası en kutsal çatıdır. Dolayısıyla, bu Meclisin iradesini, bu Meclisin içinden çıkan hükümetin iradesini aşağılayarak, siyaset, siyaset yapılıyor, kadrolaşılıyor denilerek küçük görmeye, küçültmeye kimsenin hakkı yok.

AHMET ERSİN (İzmir) - Hükümet kendisi yapıyor bunları.

MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - O irade, hükümetin o iradesinin arkasında, işte, bu irade var, buranın arkasında bu milletin iradesi var, bu milletin vicdanı var. Dolayısıyla, o atamalarda da, YÖK'teki atamalarda da; yani, bu işi YÖK yapsın, burası yapmasın, hükümet yapmasın diyorsanız, kendi bindiğiniz dalı kesersiniz.

Biz, siyaseti, millete hizmet için yapıyoruz, milletten aldığımız yetkiyle yapıyoruz. Bu yetkiyi, bize millet verdi. Bizim vicdanımız, buranın maşeri vicdanı, bu Türk Milletinin vicdanıdır.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Hükümetin tezkeresini ondan reddetti.

MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - Biz onu temsil ediyoruz. Hükümet de buradan çıkmıştır, iradesini, gücünü buradan alır. Parlamenter sistemi, hepiniz sindireceksiniz.

BAŞKAN - Sayın Çerçi, lütfen, son cümleniz…

MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - Hepinize en derin saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Çerçi.

Hükümetin söz isteği var.

Sayın Sağlık Bakanımız Recep Akdağ.

Buyurun Sayın Bakan. (AK Parti sıralarından alkışlar)

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Çok teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Başkan, Yüce Meclisimizin değerli üyeleri; bugün, burada, Türk Tabipler Birliğinin, Anayasa Mahkemesince, kendi kanunuyla ilgili olarak iptal edilmiş olan, kanunda iptal edilmiş olan bazı maddelerin düzeltilmesiyle ilgili bir kanunu görüşüyoruz; ama, öyle görünüyor ki, muhalefet partimiz, partilerimiz, özellikle Anamuhalefet Partimiz genellikle yaptığı gibi, herhangi bir kanunun görüşülmesi sırasında, o kanunla ilgili olsun olmasın, kendi tezlerini, buradan, Meclisin kürsüsünden anlatmaya devam edecek. Tabiatıyla bize de düşen, bu Meclis kürsüsünden, bu görüşmeler sırasında, milletimize aktarılan yanlış bilgileri düzeltmek, birtakım gereksiz polemikleri de aslında çok ortaya koymadan, geliştirmeden milletimize doğruları anlatmak olacak.

Sayın Anamuhalefet Partisi sözcüsünün ifadelerinin -açıkça ifade ediyorum- biraz hazımsızlıktan kaynaklandığını biliyorum; bunu da tabiî karşılıyorum. Yani, siz muhalefet olarak halka aslında çok fazla bir şey ifade edemeyeceksiniz; çok başarılı bir hükümet başarılı işler yapacak, özellikle sağlık gibi on yılların kangrenleşmiş sahasında kanayan yaraların üzerini kapatacak, o kangrenleri ortadan kaldırıcı tedbirleri ortaya koyacak; tabiî ki siz de ister istemez karalamaya çalışacaksınız, yalan yanlış birtakım şeylerle, yanlış bilgilendirmelerle tezinizi ortaya koyacaksınız. Onun için, bunu tabiî karşılıyorum.

TUNCAY ERCENK (Antalya) - Doğru değil Sayın Bakan. Üslubunuz yanlış!

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) - Ancak, şunu asla tabiî karşılamıyorum; bu Yüce Meclisin çatısı altında…

OSMAN KAPTAN (Antalya) - Kuş gribine zatürree diyen siz değil misiniz Sayın Bakan?!

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) - …bu Yüce Meclise hiç yakışmayan -ki, ben, o kelimeleri burada tekrarlayarak o yakışıksızlığı devam ettirmeyeceğim- birtakım ifadelerle Türk hekimlerini veya toplumun başka kesimlerini tahrik etmeye kalkışmaları da yakışıksız buluyorum.

Değerli milletvekilleri, yine, Sayın Anamuhalefet Partisi sözcüsü, çok iyi bildiği bir konuda konuştuğunu ifade etti; ama, o kadar çok yanlış yaptı ki. Şimdi benim 20 dakika konuşma sürem var, sadece bu yanlışları düzeltmeye bile bu 20 dakikanın yetmesi mümkün değil; ama, birkaç tanesini, önemli olanları tabiî ki, düzeltmeliyim.

Bir defa, biz, asla, Türk hekimleriyle bir çatışma politikası içerisinde değiliz ve Türk hekimleri çok iyi biliyorlar ki, AK Parti hükümetleri döneminde kendilerine sağlanan imkânlar, gerek özlük hakları ve çalışma şartları itibariyle gerekse kazançları itibariyle, daha önce hiçbir hükümetin hayal bile edemediği imkânlardır. Bugün, dönersermaye katkı paylarıyla hem pratisyen hekimlerimize hem uzman hekimlerimize hem diğer değerli sağlık çalışanlarına 2005 yılında 2 katrilyon Türk Lirası üzerinde katkı payı ödemesi yaptık. Yanlış duymadınız, 2 katrilyon Türk Lirası üzerinde katkı payı ödemesi yaptık.

Muayenehanesi olmayan, tam gün çalışan uzman hekimlerimizin ortalama olarak bir ayda aldıkları katkı payı ödemeleri 3 milyara yaklaşmıştır. Ortalamaları konuşuyorum, bunun üzerinde alanlar var, altında alanlar var. Maaşlarıyla birlikte aylık kazançları 4 milyar Türk Lirasının, 5 milyar Türk Lirasının üzerine çıkmıştır. Hele sözleşmeli çalışanları ortaya koyarsak; yani, özellikle, işte doğuya, güneydoğuya, zor şartlar altında çalışılması gereken yerlere giden hekimlerimize ödediğimiz rakamları ortaya koyarsak gerçekler daha iyi anlaşılacaktır.

Değerli milletvekilleri, rakamlar hakikaten enteresandır. Bugün sözleşmeli olarak Doğu Anadolu'da ve Güneydoğu Anadolu'da çalışan hekimlerimiz var. Uzman hekimlerimizin bu bölgelerde sayıları az da olsa, sözleşmeli olarak çalışan değerli uzman hekimlerimizin aldıkları ortalama aylık gelirleri, elde ettikleri gelirleri size ifade ediyorum: 2005 yılı itibariyle maaş ve eködemeler itibariyle uzman hekimlerimiz, bu bölgede çalışan sözleşmeli uzman hekimlerimiz 7 600 000 000 Türk Lirası aylık gelire sahip olmuşlardır. Pratisyen hekimlerimiz de 3 200 000 000 Türk Lirası bir gelire sahip olmuşlardır.

İşte, bunun içindir ki, âdeta bir muhalefet partisi gibi çalışan, daha doğrusu Anamuhalefet Partisinin çok da iyi gerçekleştiremediği muhalefet görevini üstüne alan örgütlerden biri olan Tabipler Birliği birtakım eylemlere yeltenmekte; ama, bu eylemler sadece gösterilerden ibaret kalmaktadır. Bundan birkaç ay önce gazetelerde enteresan bir resim vardı. Türkiye'nin bütün bölgelerinden, kendi ifadeleriyle, eylem koymaya, efendim, göreve davet olarak Ankara'da bir eylem teşebbüsünde bulundular. Gazetelerdeki resim şuydu değerli milletvekili arkadaşlarım: Bir yaya geçidinden geçen, ellerinde Türkiye'nin birçok şehrinden pankartlar taşıyan insanlar var ve yaya geçidini bile dolduramamışlardı. Bu, çok tabiîdir; çünkü, Türkiye'de insanımız sağlık hizmetlerinden giderek daha memnun olduğu gibi, sağlık çalışanlarımız da kendilerinin içinde bulunduğu şartlardan giderek daha çok memnun olmaktadır. İdeolojiyle bu işleri düzeltmek mümkün değil. Gerçeklerle, ülkenin gerçekleriyle oturacaksınız, ülkenin gerçekleriyle iş yapacaksınız.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Sayın Bakanım, onları kim seçiyor?!

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) - Biz, Hükümet olarak bu şekilde yapıyoruz.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Tabipler Birliğini kim seçiyor; avukatlar mı seçiyor?!

ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Laf atma, laf atma! Ayıp oluyor!

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, şunu Yüce Meclisimizden açıkça ifade ediyorum: Biz, Türk doktorunun, değerli meslektaşlarımızın kıymetini çok iyi biliyoruz. Bu kıymeti bugüne kadar bildiğimiz gibi, bundan sonra da bilmeye devam edeceğiz; ama, gerçekler saptırılmamalıdır. Türkiye'de bir hekim yetersizliği var. Şimdi, bu kürsüden konuşan Anamuhalefet Partisi sözcüsü, daha önceki bir konuşmasında da şuna benzer bir ifadede bulunmuştu: "Türkiye Cumhuriyetinin hem de kendisi bir akademisyen olan Sağlık Bakanının 'Türkiye'de hekim yetersizliği var' deyişini ben anlayamıyorum, böyle bir şeyi nasıl söyler" anlamında birtakım ifadeleri olmuştu.

Evet, değerli milletvekilleri, Türkiye'de ciddî bir hekim açığı var. Türkiye Cumhuriyeti, Dünya Sağlık Örgütünün Avrupa bölgesinde yer alan bir ülkedir. 52 ülke var bu bölgede ve bu ülkelerin hepsi, gelişmiş Batı Avrupa ülkeleri veya Kuzey Avrupa ülkeleri değil. Bizim de içinde bulunduğumuz bu grupta, Balkan ülkeleri var, Kafkas ülkeleri de var; yani, Kırgızistan da var, Gürcistan da var, Ermenistan var, Arnavutluk var, Moldova var, Bulgaristan, Romanya var ve biliyor musunuz, hekim sayısı itibariyle, nüfusa düşen hekim sayısı itibariyle Türkiye kaçıncı sıradadır; sizler biliyor musunuz değerli Anamuhalefet Partisi milletvekilleri?!

MEHMET ÇERÇİ (Manisa) - Bilmezler!.. Bilmezler!..

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) - Bilmiyorsanız, ben size şimdi öğreteyim; biz, 52 nci sıradayız, son sıradayız. O rakamlarını verdiğiniz OECD ülkelerinin içinde de son sıradayız. Onun için, gerçekleri bilmeden veya bilseniz bile saptırarak bir yere gelemezsiniz. Dolayısıyla, Türkiye'deki bu hekim açığını mutlaka gidermek zorundayız. Türkiye'deki bu hekim açığını, hem Türkiye'deki tıp fakültelerinde öğrenim gören öğrenci sayısını artırarak hem yeni tıp fakülteleri kurarak hem de dünyanın bütün gelişmiş ülkelerinde olduğu gibi, bütün çağdaş ülkelerinde olduğu gibi, başka milletlerden olan insanların hekimlerinin de Türkiye'de çalışmasının önünü açarak yapmalıyız. Kuşkusuz ki, Türkiye'de çalışacak hekimler, denklik gereğini de yerine getireceklerdir.

MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Denizli) - YÖK'ten mi alacaklar Sayın Bakan?

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) - Kuşkusuz ki, Türkçeyi de bilmek şartıyla Türkiye'de çalışabileceklerdir. Bunun başka türlüsü zaten düşünülemez.

MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Denizli) - Denkliği YÖK verecek diyebiliyor musunuz Sayın Bakan?! Yoksa, siz mi vereceksiniz?!

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) - Ancak, Erzurum'un Tekman'ında, Artvin'in Şavşat'ında, Mardin'in Dargeçit'inde…

Değerli milletvekilleri, bu ilçe isimlerini, lütfen, iyi takip edin. Anamuhalefet Partisinin değerli milletvekilleri…

MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Denizli) - Denkliği YÖK verecek diyebiliyor musunuz Sayın Bakan?

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) - Erzurum'un Tekman'ında, Artvin'in Şavşat'ında, Mardin'in Dargeçit'inde, Şırnak'ın Güçlükonak'ında, Van'ın Bahçesaray'ında, Muş'un Bulanık'ında, Trabzon'un Şalpazarı'nda, Ordu'nun Mesudiye'sinde, Yozgat'ın Boğazlıyan'ında, hatta Mersin'in Gülnar'ında, bizden hekim bekleyen vatandaşımız var. Sizin için, bu, çok önemli bir şeyi ifade etmiyor olabilir; ama, bizim için, AK Partililer için, bu, mutlaka çözülmesi gereken önemli bir problemdir. (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

TUNCAY ERCENK (Antalya) - Gelecekleri oraya mı göndereceksiniz?!

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - İnsaf!.. Üç senedir iktidardasınız, çözmedin de şimdi mi çözeceksin bunları?! Üç senedir Bakansın!.. Üç senedir!..

HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU (Antalya) - Ayıp, ayıp!..

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) - Değerli milletvekilleri, Türk Tabipler Birliği…

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Dönemin bitiyor, dönemin… Üç senedir Bakansın; çözmedin, şimdi mi çözeceksin?!. Çözmemişsin üç senedir, şimdi böyle diyorsun!..

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) - Değerli milletvekilleri…

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Üç senedir…

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) - Türk Tabipler Birliği, Danıştaya giderek, devlet hizmeti yükümlülüğü kanunuyla ilgili bir yürütmeyi durdurma istemiştir.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Dönemin bitiyor… Sanki onbeş günlük Bakansın!..

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) - Daha doğrusu, bir genelgeyle ilgili, Başbakanlık genelgesiyle ilgili bir yürütmeyi durdurma istemiştir.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Laf…Sanki onbeş günlük Bakansın!..

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) - Bu yürütmeyi durdurma istemine karşılık, Danıştay işin esasına karşı çıkmamakla birlikte, bazı maddeleriyle alakalı olarak, Anayasa Mahkemesine bir yürütmeyi durdurma talebinde bulunmuştur.

Şimdi, ben, değerli Anamuhalefet Partisi milletvekillerine soruyorum: Siz, burada, devlet hizmeti yükümlülüğünün kaldırılması için tavır koyan, mahkemeye giden Tabipler Birliğinin yanında mısınız değil misiniz; bunu açıkça söyleyin bu kürsüden.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Ya, istesek, Anayasa Mahkemesine biz giderdik.

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) - Söyleyemezsiniz, söyleyemezsiniz; çünkü, söylerseniz, bu millet size yarın gerekeni söyler.

TUNCAY ERCENK (Antalya) - Vallahi, size şimdi söylüyor!

MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Denizli) - Siz, denkliği YÖK verecek deyin, ben onun cevabını vereyim Sayın Bakan.

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) - Şimdi, yine, Anamuhalefet Partisi sözcüsü şöyle bir ifadede bulundu, dedi ki: "Tabipler Birliğinin seçimleri Sayın Bakanın istediği gibi sonuçlanmayacak, sandık konulduğu zaman göreceksiniz." Değerli Milletvekilim, ne sizin ne de bizim alanımızdır orası. Benim böyle bir derdim yok.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Fiskobirlik'e müdahale etmediniz mi?! Futbol Federasyonuna?..

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) - Türk tabipleri, bu ülkenin değerli Türk tabipleri, kendi meslek birliklerinin seçimine girecekler…

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Futbol Federasyonu!...

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) - … kendi tercihlerini de kullanacaklardır; o, onların bileceği bir iştir.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Fiskobirlik, Fiskobirlik!..

TUNCAY ERCENK (Antalya) - Esnaf Odaları…

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) - Ama, belli ki, siz bu işlere karışıyorsunuz.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Siz karıştınız!

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) - Şimdiden, Türk Tabipler Birliğinin seçimleriyle ilgili birtakım hesapların içine girmişsiniz; girebilirsiniz, o beni ilgilendirmiyor…

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Futbol Federasyonu, Fiskobirlik…

HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU (Antalya) - Niye seni ilgilendirmiyor; siz hükümetin üyesi değil misiniz ?!

MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Denizli) - Futbol Federasyonuna AK Parti mi karıştı, CHP mi?

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) - Ancak, değerli arkadaşlarım, yarın, sandık, tıpkı 3 Kasımda olduğu gibi, tıpkı 28 Martta olduğu gibi, sizin ve bizim önümüze konulacaktır.

MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Denizli) - Gelecek Sayın Bakan, gelecek!

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) - O zaman, biraz önce ismini saydığım o Şavşatlılar, o Tekmanlılar, o Mesudiyeliler, o Dargeçitliler, o sandıkta, gereken cevabı size dün olduğu gibi yarın da vereceklerdir. (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Denizli) - Hadi, erken seçim yapalım Sayın Bakan...

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) - Şimdi, siz, bu kürsülerden, hastanelerin ortak bir çatı altına alınmasına da karşı çıktınız, bunları unutmayın!

MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Denizli) - Şu anda, ortak çatıdalar mı Sayın Bakan?

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) - Siz, bu kürsülerden, işçilerimizin, bu ülkenin, çalışanlarıyla, aileleriyle, emeklileriyle 30 000 000'a yaklaşan insanının, işçilerimizin, ülkenin bütün kamu hastanelerinden yararlanmalarının önünü açan bir uygulamaya çok şiddetle karşı çıktınız. O gün de, bunun, Anayasaya aykırı olduğunu iddia ettiniz. Hatta, sizin hukukçu bir sözcünüz dedi ki: "Siz, Sağlık Bakanı olarak bunun Anayasaya aykırı olduğunu anlayamazsınız. Ben hukukçuyum." Ben de yine bu Meclis kürsüsünden ona bir cevap vermiştim. Demiştim ki: Siz hukukçu olabilirsiniz; ama, hukuk değilsiniz. Nitekim, bakın, hiç Anayasaya da aykırı olmadı. Bugün bu ülkenin şerefli işçileri, bütün diğer onurlu insanları gibi, bütün kamu hastanelerinden yararlanıyorlar; hatta, özel hastanelerinden de yararlanmaya başladılar. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Sizin Grup Başkanvekiliniz, yine bu kürsüden, işçilerimizin ilaçlarını eczanelerden almasına karşı çıktı. O zaman da sormuştum: Siz, işçilerimizin 150 tane, 200 tane, 300 tane, bilemediniz 500 tane eczanenin önünde saatlerce kuyrukta ne çektiğinden haberdar değil misiniz?!

TUNCAY ERCENK (Antalya) - Şimdi de… Bakın!..

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) - Azıcık kulak verin bu sıkıntılara, azıcık gidin bir görün.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Adam, reçete yazdırmak için başka ilçeye gidiyor. Uzman doktor arıyor reçete yazdırmak için.

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) - Bakın, şimdi bütün işçilerimiz bu ülkenin 20 000'e yakın eczanesinden, gidiyorlar, ilaçlarını takır takır alıyorlar. (AK Parti sıralarından alkışlar)

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Reçete yazdırmak için uzman arıyor.

MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Denizli) - Siz de altı aydır takır takır parasını ödemiyorsunuz eczanelerin.

MEHMET ÇERÇİ (Manisa) - Hepsi ödendi. Eczanelerin hepsi aldı. Git de sor!

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) - Üstelik, lüzumsuz bürokrasiden sıkıntı çekmesinler diye…

BAŞKAN - Sayın Bakanım, bir dakikanızı rica edeyim.

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Denizli) - Eczaneleri dolaşırsanız…

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri…

MEHMET ÇERÇİ (Manisa) - "Allah razı olsun" deyin. Devamlı alıyorlar.

BAŞKAN - Sayın Çerçi, o cevabı Bakan kendisi verecektir. Lütfen…

MEHMET ÇERÇİ (Manisa) - Başkanım, bakın, onlar yanlış söylüyorlar.

BAŞKAN - Sayın Neşşar, siz kürsüdeyken müdahale edildiği zaman nasıl şikâyetçi iseniz, Sayın Bakan da haklı olarak şikâyetçi.

MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Denizli) - Sayın Başkanım, haklısınız; ama; içimiz yanıyor.

BAŞKAN - Rica ediyorum…

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) - O zaman bize dediler ki…

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Sayın Başkan… Sayın Başkan…

BAŞKAN - Sayın Anadol, siz Grup Başkanvekilisiniz. Konuşmasını tamamlasın. Rica ediyorum…

MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Denizli) - Ben konuşurken onlar ne yaptılar?..

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) - Değerli Başkanım, çok teşekkür ediyorum bu kıymetli uyarılarınız için.

BAŞKAN - Buyurun.

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) -Tabiî, bu, Anamuhalefet Partisinin genel alışkanlığı haline geldi.

TUNCAY ERCENK (Antalya) - Ama, bu da yanlış Sayın Başkan.

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) - Hoşlarına gitmeyen bir şey olduğu zaman buradaki konuşmacıyı konuşturmamak için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar. Bunu da tabiî karşılıyorum.

TUNCAY ERCENK (Antalya) - Sayın Başkanım, bu üslup da yanlış.

BAŞKAN- Sayın Bakan, siz Genel Kurula hitap edin.

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) - Bunun bir örneğiyle de, değerli milletvekillerim, Plan ve Bütçe Komisyonunda karşılaşmıştık. Yine, bu ortak çatıyla ilgili, hastanelerin ortak kullanılmasıyla ilgili bir kanunu görüşüyorduk. Ben şunu söyledim, dedim ki: Müsaade ederseniz değerli milletvekillerim, ben Anamuhalefet Partimizin, Cumhuriyet Halk Partimizin programından burada size bazı cümleler okuyacağım. Aman Allah'ım, nasıl karıştı o Plan ve Bütçe! Hatırlayın. Ne şamatalar oldu, ne gürültüler oldu. "Konuşamazsın, bizim programımızı okuyamazsın" dediler. Niçin; çünkü, kendi programlarında da bizim söylediklerimize, bizim getirdiğimiz kanuna benzer ifadeler vardı.

Şimdi, değerli milletvekilleri, ilaçların eczanelerden alınmasına karşı çıkıldı. Peki, ne gerekçeyle karşı çıkılıyordu? Şunu söylediler; dediler ki: "Siz bunu karşılayamayacaksınız, 4 milyar dolar fark gelecek, 8 milyar dolar fark gelecek." Bakın, şimdi bunun hikâyesini ben size anlatayım: Öylesine mükemmel bir sosyal proje gerçekleştirdik ki değerli milletvekillerim, bu sosyal projeyle, bir taraftan ilaç fiyatları, cumhuriyet tarihimizde hiç görülmemiş biçimde, 900'e yakın kalemde aşağıya indi. Detaylarına şimdi vakit olmadığı için giremeyeceğim; ama, bu bizim Hükümetimizin politikası olarak oluşturulan bir kararnamenin sonucuydu. Başka?.. Geri ödeme kurumlarımız, yani SSK, Bağ-Kur, Emekli Sandığı ve yeşilkart için de biz Maliye Bakanlığıyla birlikte, eczacılarımızla, depocularımızla, ilaç firmalarıyla oturduk bir pazarlık yaptık. Şimdi, bu pazarlığın sonucunda yeni indirimler aldık, yeni ıskontolar aldık. Hesaplar yapılıyor, deniyor ki: "SSK'nın 2006 yılındaki ilaç harcamaları arttı, patladı." Hayır, öyle patlama falan yok. Biraz artış var; doğrudur, ama SSK'nın, yani işçilerimizin ilaçlarını serbest eczanelerden almalarıyla önümüze çıkan yük, diğer kurumlarda oluşturulan ıskontoyla mükemmel bir biçimde dengelendi. Bugün, hem ilaçta, kamu olarak, harcamalarımız önemli ölçüde artmadı hem de mükemmel bir sosyal politika gerçekleşti. Bugün, artık, işçimiz, yeşilkartlımız da tıpkı devlet memurları gibi, memur emeklileri gibi ilaçlarını rahatça eczanelerden alıyorlar. Bugün, 10 000 000 civarındaki yeşilkartlı vatandaşımız, yine bu ülkenin onurlu insanı olarak eczaneden gidip ilacını rahatça alabiliyor; ama, dün, kaymakamlıkların önünde, valiliklerin önünde, sosyal yardımlaşma fonlarına ait vakıfların önünde gidip sıraya giriyorlardı, boyunlarını büküyorlardı.

Bakın, mükemmel bir sosyal proje AK Parti Hükümetimizin yaklaşımlarıyla, önce insan diyen, insanı yaşat ki devlet diyen yaklaşımlarıyla bugün gerçekleştirilmiş durumdadır; ama, buna bazılarının hayali bile yetişmez değerli milletvekilleri. (AK Parti sıralarından alkışlar)

TUNCAY ERCENK (Antalya) - Bu sizin lafınız. Bunu nereden çıkardınız?

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) - Siz, hekimlere dönersermaye payı dağıtmamıza da karşı çıkmıştınız. Bunların hepsini hatırlıyoruz, hepsini hatırlıyoruz.

Şimdi, koruyucu sağlık hizmetlerine daha az pay ayırıyormuşuz.

Değerli milletvekillerim, hakikaten, bilmeyince demek ki böyle şeyler söyleniyor. Bakınız. 2002 yılında, bir tek kalemden bahsedeceğim, tek bir kalemden bahsedeceğim. 2002 yılında, değerli arkadaşlarım, sadece çocuk aşılamaları için ayrılan pay 12 000 000 YTL civarındaydı, 2002 rakamlarıyla. Bugün bu rakam nedir biliyor musunuz; 112 000 000 YTL. (AK Parti sıralarından alkışlar)

MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Denizli) - Maliye Bakanlığı rakamları…

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) - Yavrularımızın aşılamaları için, ilk defa bizim dönemimizde, gelişmiş Avrupa ülkelerinde ve Amerika Birleşik Devletlerinde uygulanan aşıları uygulamaya başladık; beşli aşı diye bilinen aşılara geçtik; kızamıkçık ve kabakulak aşısına başladık; menenjit aşısı denen aşıya başladık.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU (Antalya) - Sayın Bakanım, bunlar daha önceden yapılmıyor muydu?

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) - Değerli milletvekilleri, şimdi, kızamıktan bahsetti Sayın Anamuhalefet Partisi sözcüsü.

Bakın, bir bilim adamının, bu kadar, meselelerden haberdar olmaması hakikaten enteresandır.

BAŞKAN - Sayın Bakanım, çalışma süremiz bitmek üzere; 2 dakikalık süreniz var; toparlarsanız...

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Şimdi, dendi ki: SSP, yani bir nörolojik hastalık, çocuklarda görülen "aşı yapmadınız, bu görüldü." Aman Allah'ım!.. SSP ortalama olarak beş yılda ortaya çıkan bir hastalık Değerli Milletvekilim.

ALİ ARSLAN (Muğla) - Bir, iki yılda çıkar Sayın Bakanım, yalan söylüyorsun. (AK Parti sıralarından gürültüler)

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) - Biz üç yıldır hükümetteyiz. Ben, bir çocuk sağlığı ve hastalıkları profesörüyüm. Onun için, cehaletinizi oradan bağırarak ifade etmeyin. Ben ortalamalardan bahsediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

ALİ ARSLAN (Muğla) - Ortalaması iki yıldır.

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) - Ve bizim dönemimizde, kızamık aşılama oranları, Türkiye Cumhuriyetinin en yüksek rakamlarına ulaşmıştır.

ALİ ARSLAN (Muğla) - Geçen sene…

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) - En yüksek rakamlarına ulaşmıştır. Bizim dönemimizde, 18,5 milyon yavrumuz kızamık aşısıyla aşılanmıştır; Avrupa'nın en büyük aşı kampanyasıdır; yüzde 94'ün üzerinde bir aşılama oranına ulaştık. Ama, geçmiş iktidarlar döneminde… Mesela, Viranşehir'de problem var; SSP problemi var. Tespit ediyoruz ki, bizden önceki iktidarlar döneminde, aşılama oranları yüzde 9'a kadar düşmüş Viranşehir'de. Ama, değerli milletvekillerim, bu, bizim Hükümetimizin problemi değildir, bizim Hükümetimizin eksikliği değildir. Biz, birçok alanda olduğu gibi, bu alanda da, aşılama alanında da eksikleri ortadan kaldırmaya çalışıyoruz.

Değerli milletvekilleri, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da insanımıza daha mükemmel bir sağlık hizmeti vermek için gayretlerimize devam edeceğiz. Ülkenin bütün imkânlarını, bunun için seferber edeceğiz. Türk hekimlerine ve diğer bütün Türk sağlık çalışanlarına da, onların ortamlarını iyileştirmek, onların gelirlerini artırmak için yaptığımız çalışmaları, geliştirerek çalışmalarımıza devam edeceğiz. Biliyoruz ki, insana hizmet eden hizmet bireylerine -ki, hekimler, sağlık çalışanları böyle kişilerdir- ne kadar çok iyi ortam hazırlarsanız, ne kadar çok gelir temin ederseniz, hizmetin kalitesi o kadar yükselir. Onun için, biz, bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da hekimlerimize güvenmeye, onlara, elimizden gelen kolaylıkları göstermeye devam edeceğiz. Sağlıkta Dönüşüm Programı, bütün heyecanıyla, bütün dinamizmiyle devam edecek ve bir bir hedeflerimize yaklaşacağız.

Ben, Yüce Meclisinizi saygıyla ve hürmetle selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Bakan.

Sayın milletvekilleri, çalışma süremiz bitmiştir.

Kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 2 Mart 2006 Perşembe günü, alınan karar gereğince, saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

İyi akşamlar diliyorum.

 

Kapanma Saati: 21.00