DÖNEM:
22 CİLT: 109 YASAMA YILI: 4
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
55 inci Birleşim
26 Ocak 2006 Perşembe
İ
Ç İ N D E K İ L E R
Sayfa
I. - GEÇEN TUTANAK
ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III. -
YOKLAMALAR
IV.- BAŞKANLIĞIN
GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1.- Kütahya Milletvekili Alaettin
Güven'in, Osmanlı Devletinin, kuruluşunun 707 nci yıldönümünde, dünya kültür ve
medeniyetine yaptığı katkılara ilişkin gündemdışı konuşması
2.- İzmir Milletvekili Hakkı Ülkü'nün,
doğalgaz, petrol ve kömür gibi tükenebilir fosil kaynaklara göre daha temiz
olan yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımının yaygınlaştırılması için
alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi Güler'in cevabı
3.- İzmir Milletvekili Hakkı Akalın'ın,
misakımillînin kabulünün yıldönümünde, Ermenilerin, terörle, sözde Ermeni
soykırımını dünyaya tanıtma çabalarına karşı alınması gereken tedbirlere
ilişkin gündemdışı konuşması ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in cevabı
B)
TEZKERELER VE ÖNERGELER
1.- Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Yeni
Zelanda ve Avustralya'ya yaptığı resmî ziyaretlere katılacak milletvekillerine
ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/965)
V.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
1.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş
ve İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici
Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde
Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S.
Sayısı: 305)
2.- Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve
Terkinine İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1030)
(S. Sayısı: 904)
3.- Kamu Kurum ve Kuruluşlarına Bağlı Okulların
Millî Eğitim Bakanlığına Devredilmesi ile Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1050) (S.
Sayısı: 1009)
4.- Türkiye Cumhuriyeti Devlet Planlama
Teşkilatı ile Suriye Arap Cumhuriyeti Devlet Planlama Komisyonu Arasında
Anlayış Muhtırasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu (1/1013) (S. Sayısı: 912)
5.- İzmir Milletvekili Fazıl Karaman ile
Balıkesir Milletvekili Ali Osman Sali'nin, 178 Sayılı Maliye Bakanlığının
Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye Bir Madde Eklenmesine
Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/614) (S. Sayısı: 1055)
VI.-
SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI
SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Zonguldak Milletvekili Harun AKIN'ın,
Zonguldak'ın, yatırım ve istihdam teşviklerinden yararlanamamasının yol açtığı
sorunlara ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı
Abdüllatif ŞENER'in cevabı (7/11340)
2.- Kocaeli Milletvekili Mehmet Sefa SİRMEN'in,
devredilen SEKA İzmit İşletmesinin mamelekine ilişkin Başbakandan sorusu ve
Maliye Bakanı Kemal UNAKITAN'ın cevabı (7/11351)
3.- Denizli Milletvekili Ümmet
KANDOĞAN'ın, il genel sekreterliği kadrolarına yapılan atamalara ilişkin sorusu
ve İçişleri Bakanı Abdülkadir AKSU'nun cevabı (7/11482)
4.- Hatay Milletvekili Züheyir AMBER'in,
Topkapı Sarayı Kütüphanesinin camie dönüştürüleceği iddiasına ilişkin sorusu ve
Kültür ve Turizm Bakanı Atilla KOÇ'un cevabı (7/11730)
5.- Ankara Milletvekili
Yakup KEPENEK'in, Topkapı Sarayı Kütüphanesinin camie dönüştürüleceği iddiasına
ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Atilla KOÇ'un cevabı (7/11731 )
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat
15.00'te açılarak dört oturum yaptı.
Afyonkarahisar Milletvekili
Ahmet Koca'nın, ülkemizde, bazı bölgelerde görülen kuş gribi hastalığına karşı
Hükümetin aldığı tedbirlere, bu konuda halkı bilinçlendirmenin önemi ile
hastalığa bağlı olarak etkilenen
yumurta,
Muğla Milletvekili Gürol
Ergin'in'in, narenciye ve bal,
Üreticilerinin
sorunlarına ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşmalarına
Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker,
İstanbul Milletvekili
Onur Öymen'in, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızdan alınan pasaport harçları
ile sosyal güvenlik sigorta primlerine yapılan zamlar sonrasında
karşılaştıkları sıkıntılara ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı
konuşmasına Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat Başesgioğlu,
Cevap verdi.
Bazı milletvekillerinin
belirtilen sebep ve sürelerle izinli sayılmalarına;
Konya Milletvekili
Mustafa Ünaldı'ya,
Manisa Milletvekili Nuri
Çilingir'e,
Ödenek ve yolluklarının
verilebilmesine;
İlişkin Başkanlık
tezkereleri kabul edildi.
Gündemin "Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:
1 inci sırasında bulunan,
Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin (2/212) (S.
Sayısı: 305) görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin komisyon
raporu henüz gelmediğinden,
3 üncü sırasında bulunan,
Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun tasarısının (1/1030)
(S. Sayısı: 904), görüşmeleri, ilgili komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır
bulunmadığından,
Ertelendi.
2 nci sırasında bulunan,
Kalkınma Ajanslarının Kuruluşu, Koordinasyonu ve Görevleri Hakkında Kanun
Tasarısının (1/950) (S. Sayısı: 920), görüşmeleri tamamlandı, elektronik
cihazla yapılan açıkoylamadan sonra, kabul edilip kanunlaştığı açıklandı.
4 üncü sırasında bulunan,
Kamu Kurum ve Kuruluşlarına Bağlı Okulların Millî Eğitim Bakanlığına
Devredilmesi ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının
(1/1050) (S. Sayısı: 1009), görüşmelerine devam olunarak 17 nci maddesine kadar
kabul edildi, 17 nci madde üzerinde bir süre görüşüldü.
26 Ocak 2006 Perşembe
günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşime 19.58'de son verildi.
|
|
Ali Dinçer |
|
|
|
Başkanvekili |
|
|
Bayram Özçelik |
|
Ahmet Küçük |
|
Burdur |
|
Çanakkale |
|
Kâtip
Üye |
|
Kâtip
Üye |
|
|
Ahmet Gökhan Sarıçam |
|
|
|
Kırklareli |
|
|
|
Kâtip
Üye |
|
No.: 71
II.- GELEN KÂĞITLAR
26 Ocak 2006 Perşembe
Raporlar
1.- Eskişehir
Milletvekilleri Mehmet Vedat Yücesan, Mehmet Cevdet Selvi ve Mehmet Ali Arıkan
ile 25 Milletvekilinin; Frigya Vadisi Tarihi Millî Parkı Kanunu Teklifi ve
İçtüzüğün 37 nci Maddesine Göre Doğrudan Gündeme Alınma Önergesi (2/365) (S.
Sayısı: 1071) (Dağıtma tarihi: 26.1.2006) (GÜNDEME)
2.- Malatya Milletvekili
Ferit Mevlüt Aslanoğlu ile 12 Milletvekilinin; 3797 Sayılı Millî Eğitim
Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkındaki Kanunda Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Teklifi ve İçtüzüğün 37 nci Maddesine Göre Doğrudan Gündeme
Alınma Önergesi (2/443) (S. Sayısı: 1072) (Dağıtma tarihi: 26.1.2006) (GÜNDEME)
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati:15.08
26 Ocak 2006 Perşembe
BAŞKAN: Başkanvekili Ali DİNÇER
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Ahmet Gökhan SARIÇAM
(Kırklareli)
BAŞKAN - Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 55 inci Birleşimini açıyorum.
III. - Y O K L A M A
BAŞKAN - Elektronik
cihazla yoklama yapacağız.
Yoklama için 3 dakika
süre vereceğim. Sayın milletvekillerinin, oy düğmelerine basarak salonda
bulunduklarını bildirmelerini, bu süre içerisinde elektronik sisteme giremeyen
milletvekillerinin, salonda hazır bulunan teknik personelden yardım
istemelerini…
MAHMUT UĞUR ÇETİN (Niğde)
- Sayın Başkan, yollar karlı, süreyi 5 dakika yapamaz mısınız?
HALİL TİRYAKİ (Kırıkkale)
- Dün dündür, bugün bugündür. Ne olacak kardeşim, gelen gelsin; nasıl
geliyorsun sen?!
MAHMUT UĞUR ÇETİN (Niğde)
- Çok kar var.
BAŞKAN - Tamam, tamam…
Yoklama için verdiğimiz
süreyi 5 dakika olarak kararlaştırıyoruz.
Yoklama için 5 dakika
süre vereceğim. Tekrar uyarıyorum, elektronik cihazla yapacağımız yoklamada
süre 5 dakika.
Sayın milletvekillerinin,
oy düğmelerine basarak salonda bulunduklarını bildirmelerini, bu süre içerisinde
elektronik sisteme giremeyen milletvekillerinin, salonda hazır bulunan teknik
personelden yardım istemelerini, buna rağmen sisteme giremeyen üyelerin ise,
yoklama pusulalarını, görevli personel aracılığıyla, 5 dakikalık süre
içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.
Yoklama işlemini
başlatıyorum.
(Elektronik cihazla
yoklama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce üç
sayın milletvekiline gündemdışı söz vereceğim.
Gündemdışı ilk söz,
Osmanlı Devletinin kuruluşunun 707 nci yıldönümü münasebetiyle söz isteyen
Kütahya Milletvekili Alaettin Güven'e aittir.
Buyurun Sayın Güven. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
Süreniz 5 dakika.
Arkadaşlar, aramızda
konuşmayı bırakıp, hatip arkadaşımızı dinleyelim.
IV.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1.- Kütahya
Milletvekili Alaettin Güven'in, Osmanlı Devletinin, kuruluşunun 707 nci
yıldönümünde, dünya kültür ve medeniyetine yaptığı katkılara ilişkin gündemdışı
konuşması
ALAETTİN GÜVEN (Kütahya)
- Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; birkaç çadır, birkaç
otağdan beyliğe, beylikten devlete, devletten imparatorluğa ulaşan, Ertuğrul
Gazi'nin annesi Hayma Ananın metfun bulunduğu…
BAŞKAN - Alaettin Bey,
bir dakika.
Arkadaşlar, lütfen
yerlerimize oturalım, sükûneti temin edelim, arkadaşı dinleyelim.
Buyurun, devam edin.
ALAETTİN GÜVEN (Devamla)
-… "kuruluş ve kurtuluş kenti" diye adlandırdığımız Kütahya'nın
Domaniç yaylalarında ve Bilecik'in Söğüt İlçesinde temeli atılan Osmanlı
Devletinin 27 Ocak 1299 tarihinde kuruluşunun 707 nci yıldönümü münasebetiyle
gündemdışı söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, Yüce Meclisimizi ve yüce
milletimizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkanım, değerli
milletvekili arkadaşlarım; tarihimize baktığımızda, dünya tarihi içinde çok
önemli bir yere sahip olduğunu görürüz. Bu önemin kaynağının, dünyada devlet
kurmuş ve bugün de çeşitli adlar altında devam etmekte olan birçok devletin
tarihiyle çakışmış olmasından ileri geldiğini tespit etmek zor olmasa gerektir;
çünkü, Türkler, farklı coğrafyalarda, farklı isimlerle devletler kurmuşlar,
çağdaşları olan millet ve devletlerle siyasî ve kültürel ilişkilerde bulunarak
onları etkilemişler ve onlardan etkilenmişlerdir.
Türklerin Anadolu'yla
tanışmaları 5 inci Yüzyıla uzanmakla birlikte, köklü ve sürekli kalmak için
gelmeleri 11 inci Yüzyıldadır. Selçuklular ve ardından kurulan Osmanlı Devleti,
dünya tarihini etkilemiş en önemli olaylardan biri olup, Türkiye Selçukluları,
Osmanlı Devletinin kuruluş zeminini hazırlama görevini yerine getirmişlerdir.
Osmanlı Devletinin
kurulması, Rumeli'ye geçişleri, İstanbul'u alarak Doğu Roma’ya son vermeleri,
Hıristiyan dünyasının yeni bir biçim ve anlam kazanmasına, coğrafî keşiflerin
gerçekleşmesine, bir anlamda, Avrupa'nın Avrupa olmasına büyük katkı
sağlamıştır.
Osmanlı arşivlerinde
araştırma yapan yabancı araştırmacıların en çok dikkatini çeken konuların
başında, Osmanlıların idarî yapısı ve yerel yönetimi ilk sırayı almaktadır.
Özellikle bünyelerinde birden fazla etnik grup barındıran ülkeler, farklı din,
dil ve kültüre sahip onlarca milleti dış müdahaleler dönemine kadar barış
içinde idare etmiş Osmanlı Devletini incelemek gereğini duymaktadırlar.
2006 yılında 707 nci
yılını idrak ettiğimiz Osmanlı Devletinin vârisi olarak bizlerin, 624 yıllık
bir tecrübeyi gözardı etmeden faydalanmamız gerektiği bir kez daha
vurgulanmaktadır; çünkü, tarih, milletlerin hafızasıdır, şuurudur. Milletler,
tecrübelerinden faydalanarak yeni oluşumları programlamadıkları ve geleceğe
yönelik yorum yapmadıkları takdirde, tarihin öznesi olmaktan çıkar, nesnesi
haline gelirler. Uluslararası siyasette 600 yıla damgasını vuran Osmanlı
Devletinde bazı uygulamalar ve meydana gelen olaylar çeşitli spekülasyonlara
yol açmıştır; kimi zaman ideolojik kimi zaman savunmacı bir biçimde, kimi
kesimler tarafından, Osmanlılar hakkında, kurtulunması gereken bir devlet ve
tarih olarak değerlendirmeler yapılmıştır. Bütün bunlara karşılık, Osmanlı
tarihi, iyi tarafıyla noksan tarafıyla, en başından en sonuna kadar bizimdir,
bizim tarihimizdir, millet olarak bizim hafızamızdır.
Sayın Başkanım, değerli
milletvekili arkadaşlarım; Osmanlı Devletinin 624 yıllık bir ömre sahip
olmasında…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Toparlayalım
lütfen.
ALAETTİN GÜVEN (Devamla)
- … aslî unsur olan Türklerle birlikte, gayri Türk ve gayrimüslim olan nüfusun
da önemli bir yeri olduğu muhakkaktır. Osmanlılar, mensup oldukları dinden
olmayan pek de azımsanmayacak bu topluluğa uyguladıkları hukuk ve hoşgörülü
yönetimle, beklendiğinden daha fazla genişleme imkânı bulmuşlardır. Nitekim,
İspanya'da baskı altında kalan Yahudilerin Osmanlı topraklarına getirtilerek
koruma altına alınması ve yerleştirilmesi, devletin farklı din ve kültürlere
saygısını ve güçlü bir devlete mensup olmanın avantajını göstermiştir. Bunun
sonucunda devlete olan bağlılık artmıştır. Devlete olan bağlılığı sağlayan
esasların başında gelen, insana insan olduğu için değer veren anlayıştır.
Osmanlı Devletinin manevî mimarı olan Şeyh Edebali'nin Osman Gazi'ye "Ey
oğul, sabretmesini bil, vaktinden önce çiçek açmaz; şunu da unutma: İnsanı
yaşat ki devlet yaşasın; insanı yücelt ki devlet yücelsin" vasiyetiyle,
devleti yönetenlerin beyinlerine, tarihin derinliklerinden gelen bir devlet
felsefesini dantel dantel örmüş ve nakşetmiştir.
Fatih Sultan Mehmet de,
İstanbul'u aldıktan sonra Ayasofya Vakfiyesinin hemen başına "kainatın özü
insandır, bu vakfım insanlar içindir" demek suretiyle, insana verilen
değer felsefesini sürdürmüştür.
Sayın Başkanım, değerli
milletvekili arkadaşlarım; Osmanlı Devleti, 6 asır dünya siyasetine yön vermiş,
insanlık tarihine önemli katkılarda bulunmuş, hükmettiği sahalarda Osmanlı
barışını tesis etmiş bir devlettir. Bu barışı sürekli gündemde tutan Osmanlı,
insana insanca muamele ederek, hoşgörüsü, tahammülü ve saygısıyla, üç kıtaya
hükmeden bir dünya devleti olmuştur. Çağın karanlığı içinde kalmış devletlerin,
farklı dinler bir yana, aynı dinden olanlara yaklaşımına karşı, İkinci Abdülhamit'in
kurduğu darülacezede, camii, kiliseyi ve havrayı sırt sırta getiren bu anlayış
ve uygulama ve insanı insan olarak gören, bunu adalet anlayışıyla hukuka da
yansıtan mantık, Osmanlı Devletini, bugün bir barut fıçısı konumunda bulunan
Balkanlarda, Kafkasya'da, Ortadoğu'da, beşyüz yıl barışı tesis etmesine sebep
olmuş ve büyük devlet yapmıştır.
Şurası unutulmamalıdır
ki, Osmanlı Devleti gibi zamanın süper devleti olan, insanlığa büyük hizmetler
yapmış, dünya kültür ve medeniyetine önemli katkılarda bulunmuş, çağ açmış ve
kapamış bir devlete sahip olmanın gururunu duymak, onun hafıza ve
deneyimlerinden yararlanmak bize bir borçtur diye düşünüyorum.
Bize bu toprakları
kazandırmış ve vatan yapmış ecdadımızı da bu vesileyle rahmetle anmak ve onlara
layık olmak şuurunu taşımalıyız kanaatlerimi sizlerle paylaşırken, Âşık
Paşazade'nin Osman Beye:
"Hidayet menzili
nimet senindir,
Ezelî ta ebed devlet
senindir,
Dualar, nesline erden
senindir,
Döşenen sofralar, davet
senindir,
Nesep ve nesil ile burhan
senindir"
Seslenişiyle sözlerime
son veriyor; Yüce Meclisimizi ve yüce milletimizi saygıyla selamlıyorum. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Gündemdışı
ikinci söz, alternatif enerji kaynaklarıyla ilgili söz isteyen İzmir
Milletvekili Hakkı Ülkü'ye aittir.
Buyurun Sayın Ülkü.
2.- İzmir
Milletvekili Hakkı Ülkü'nün, doğalgaz, petrol ve kömür gibi tükenebilir fosil
kaynaklara göre daha temiz olan yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımının
yaygınlaştırılması için alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı
konuşması ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi Güler'in cevabı
HAKKI ÜLKÜ (İzmir) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; alternatif enerji kaynakları ya da diğer bir tanımla
yenilenebilir enerji kaynakları, güneş enerjisi, rüzgâr enerjisi, su gücü
içinde hidroelektrik enerji, jeotermal enerji, dalga enerjisi diye
tanımlanabilir. Hatta buna, biyokütle enerjisini de ekleyebiliriz.
Bugün, yaygın olarak
kullanılan petrol, doğalgaz ve kömür gibi fosil kaynaklara göre yenilenebilir
enerji kaynaklarının sürdürülebilir, temiz, tükenmeyen, yerli ve ucuz olması
dolayısıyla tüm dünyada üzerinde önemle durulmakta ve yaygınlaştırılmaya
çalışılmaktadır.
Gelişmiş ülkeler için,
yenilenebilir enerji kaynakları bir alternatif olmaktan çıkmış ve başlıca
kaynaklar içinde yerini almıştır. Avrupa Birliğinin enerji politikalarının
temel hedefleri içinde bu kaynaklardan elde edilen enerji miktarının 2010
yılında yüzde 22'ye çıkarılması amaçlanmaktadır.
Bu yıl, ülkemizde, 150
milyar kilovat elektrik üretimi yapılacağı tahmin edilmektedir; oysa, sırf
hidroelektrik teknik potansiyelimiz 216 milyar kilovattır. Sadece rüzgâr
enerjisinin teknik potansiyeli 83 000 megavat bulunmaktadır. Dünyada 7 nci
sırada yer aldığımız jeotermal potansiyelimiz açısından ise, toplam elektrik
enerjisi ihtiyacının ancak yüzde 5'ini, ısıtmada ise enerji ihtiyacının yüzde
30'unu karşılayabilecek kapasiteye sahibiz. Fakat, ne yazık ki, ülkemizde
jeotermal kaynak potansiyelimizin yüzde 96'sı, rüzgârda 10 000 megavat olan
ekonomik potansiyelimizin neredeyse tamamı, hidroelektrik kaynaklı 127 milyar
kilovat enerji potansiyelimizin yüzde 57'si, sınırsız bir enerji kaynağı olan
ve ülkemizin her bölgesinin sahip olduğu güneş enerjisi hiç kullanılmamaktadır.
Bunun yerine, ülkemizde iktidar, gelecek kuşaklara karşı büyük bir ihanet
içinde, vanası başkasının elinde, teknolojisi başkasının elinde bulunan
doğalgaz ve nükleer enerjiden söz etmektedir. Yenilenebilir enerjiye gerekli
yatırımlar yapılmamakta; devlet bu alanda hiçbir yatırım yapmadığı gibi, bu
alanın tamamıyla özel sektöre bırakılmasını özellikle sağlamaktadır. Özel
sektöre ise yenilenebilir enerji türlerinde ayrı ayrı sınıflandırma ve
potansiyellere bakmadan, 5,5 sentten alım garantisi vererek kredi bulmayı ve
kârlılığı engelleyen bir uygulamaya gitmektedir. Soner Aksoy arkadaşımız,
Yenilenebilir Enerji Kanunundan sonra, ülke elektriğinin ¼'ünü karşılayacak bir
yatırım talebi geldiğini söylüyor; ama, bunlar, sadece hidroelektrik üretime
yönelik, yani, su enerjisine yöneliktir.
Bu arada, değerli
arkadaşlar, enerji tarikatı gibi çalışan enerji lobilerini de unutmamak
gerekiyor. Ülkemizde, 2005 yılı ilk sekiz ayı itibariyle, elektrik üretiminin
yüzde 43,5'i ithal doğalgazdan, yüzde 6'sı ithal kömürden, yüzde 26'sı da diğer
kaynaklardan üretilmektedir. Hidroelektrik ve hidrolik kaynakların oranı ise
yüzde 25 civarındadır. Ülkemiz, elektrik üretiminde, doğalgazı satın aldığı
Rusya'dan bile daha yüksek oranda doğalgaz kullanmaktadır. Tamamen yurt dışına
bağımlı olduğumuz doğalgazın 1985 yılında yüzde 1 bile olmayan elektrik
üretimindeki payının hızla yükselmesi, enerjide dışa bağımlılığımızı daha da
arttıracak, ortaya çıkabilecek muhtemel bir küresel enerji krizinde, tıpkı
bugünlerde olduğu gibi, çok büyük yaralar almasına neden olacaktır. Nitekim,
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Sayın Hilmi Güler de, yazılı bir sorumuza,
önergeme vermiş olduğu cevapta, ülkemizin bugün yüzde 72 oranında enerjide dışa
bağımlı olduğunu belirtmiştir. Sayın Bakan bu cevabın hemen ardından ise bu durumun
bir ülke için büyük bir risk olduğunu belirterek, nükleer santrallar kurarak
enerjide çeşitlilik yaratılmasının gereğinden söz etmektedir.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Toparlayalım
lütfen.
HAKKI ÜLKÜ (Devamla) -
Nitekim, Bakanlığın geleceğe dönük hedefleri içinde enerji ihtiyacımızın yüzde
20'sinin nükleer santrallardan sağlanması yer almaktadır. Bakanlığın bu
öngörüleri, geleceğimizi karartmaya yönelik bir uygulama olacaktır; çünkü, bu,
önce yoksulun üstünün yırtılması, sonra da borçla üst baş aldırması gibi bir
durumdur. Oysa, Anadolu'da bir söz vardır; "yoksulu döv, ama, üstünü
yırtma" derler; çünkü, dayağın acısı bir süre sonra geçer; ama, yırtılan
üstün başın yenisini almak kolay değildir. Kaldı ki, doğalgaz konusunda karalar
bağlayacak kadar çaresiz ve alternatifsiz de değiliz.
Bildiğiniz gibi, BOTAŞ'ın
Marmara Ereğlisinde bir LNG tesisi var. LNG, bildiğimiz doğalgazın -163
derecede soğutulup sıvı hale getirilmesiyle elde ediliyor. Bu tesisin
kapasitesi yılda 5 milyar metreküp gaz üretecek büyüklüktedir. Cezayir ve
Nijerya'dan gelen gemilerle, LNG, buradan gaza dönüştürülerek doğalgaz boru
hattına basılmaktadır. Bunun yanında, İzmir'de Aliağa'da rafinerinin yanı
başında, Ege Gaz adlı bir şirket, yılda 10 milyar metreküp doğalgazı ulusal
boru hattına basabilecek kapasitede bir LNG terminali inşa etti. Bu tesis,
BOTAŞ'ın Marmara Ereğlisindeki tesisinin iki katı büyüklüğünde; fakat, üç yıl
önce tamamlanan tesiste gaz üretilemiyor; çünkü, iktidar izin vermiyor.
BAŞKAN - Sayın Ülkü,
toparlayalım lütfen.
HAKKI ÜLKÜ (Devamla) -
Bitiyor efendim; teşekkür ediyorum.
İzin çıktığı gün, değişik
alanlarda, değişik yerlerdeki satıcıların en ucuz fiyatı vereniyle anlaşma
yapılacak, yılda 100 gemi LNG o civara getirilecek, doğalgaz üretilecek ve boru
hattına 10 milyar metreküp doğalgaz basılacağından dolayı, şimdiki sıkıntı
yaşanmayacaktır ve dolayısıyla, doğalgaz piyasasında özel sektörün hâkimiyetine
kapı açılacak, bir yandan da, BOTAŞ'ın
yüksek maliyeti de ortaya çıkacaktır. Belki de, bunun ortaya çıkmaması
yönünde özel bir gayret sarf ediliyor olabilir.
Değerli arkadaşlar, Sayın
Başkanım müsaade ederse, 1 dakikanızı daha almak istiyorum.
Bugün, güneşle hiçbir
ilgisi olmayan kuzey ülkelerinde güneş enerjisi panelleri çoğaltılırken,
rüzgârla ilgisi olmayan ülkelerde rüzgâr enerjisine yönelik birçok parça
üretilirken, ülkemizde, hem rüzgâr tarlaları çok büyük oranlarda varken hem de
günün aşağı yukarı 10 saati güneş olan yerde güneşten ve rüzgârdan
yararlanılmamasının, doğrusunu söylemek gerekirse, nedenini anlamakta güçlük
çekiyorum.
Bir başka nedenini
anlamadığım konu da, jeotermal enerjiyle ilgili Türkiye'de yeteri kadar lobi
oluşturulamadığından dolayı ithal doğalgaza yönelik çalışmalar hızlandırılırken
jeotermal enerjinin bulunduğu alanlarda yönetmelik olmasına rağmen, bu
yönetmelikler atlanarak doğalgaz kullanılmakta ya da kullanılmaya mecbur
edilmekte; ama, jeotermal enerji bir tarafa bırakılarak o alanda da bize zoraki
döviz ödettirilmektedir. Bütün bunların önüne geçilebilmesi için, yeniden bu
anlamda politikalar üretilmelidir diye düşünüyorum.
Hepinize sevgilerimi,
saygılarımı sunuyorum. Sayın Başkana tolerans tanıdığı için teşekkür ediyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Hükümet adına
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Sayın Hilmi Güler, biraz önceki gündemdışı
konuşma için söz istedi.
Buyurun Sayın Bakan. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR
BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri;
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle, bana bu
konuşmayı yapma fırsatını sağladığı için de İzmir Milletvekili Sayın Hakkı
Ülkü'ye teşekkürlerimi sunuyorum.
Şimdi, yenilenebilir
enerji konusunda gerçekten güzel şeyler yapıyoruz ve bu yaptığımız çalışmaları
da anlatma fırsatı tam olmadı. Bu bakımdan, Sayın Hakkı Ülkü'ye zamanlaması
bakımından da teşekkür ediyorum; çünkü, doğalgaz konusunda da, dışa bağımlı bir
yakıt olan doğalgaz konusunda da ülkemizin karşılaştığı durumla da bu denk
düşüyor.
Önce şunu ifade edeyim:
Biraz önce Sayın Ülkü birkaç kere anlayamadığı şeyleri ifade etmişti. Onların
başında -sondan başlayarak söyleyeyim- nükleer enerjidir. Nükleer enerjiyi
Anamuhalefet Partimizin Genel Başkanı da istemektedir; yani, kendi Genel
Başkanı da nükleer enerji istemektedir. Herhalde, belki, onu da anlamakta
zorluk çektiğini tahmin ediyorum; çünkü, kendisi de, yine, yakında, geçtiğimiz
hafta bir yayın organına verdiği demeçte de bunu ifade ediyor, yıllar önce de
benzer şeyleri vardı. Bu, memnuniyet verici bir şey; çünkü, akıl için yol bir.
Yenilenebilir enerjiye
gelince… Aslında çok iyi şeyler yaptığımızı söyleyerek sözüme başlamak
istiyorum; çünkü, en başta rüzgâr enerjisi, güneş enerjisi olmak üzere,
Yenilenebilir Enerji Yasasını çıkarmak hepimize kısmet oldu, hem sizlere hem
bizlere. Bu yasayı, biliyorsunuz, epey uğraştan sonra çıkarabildik ve bundan
dolayı da büyük bir müracaat var. Bu müracaatlar hem su konusunda, hidrolik
enerji konusunda hem de rüzgâr enerjisi konusunda, 500'e yakın müracaat var ve
şu anda, herkes, Devlet Su İşlerinin ve Elektrik İşleri Etüt İdaresinin
dışında, dağ taş, dere tepe bu suları araştırıyor, rüzgâr kaynaklarını tespit
ediyor ve biz de Bakanlık olarak, Elektrik İşleri Etüt İdaresi ve Devlet Su
İşleriyle birlikte buna yardımcı oluyoruz ve rüzgâr haritalarını çıkardık
bununla ilgili olarak. Rüzgâr haritalarını çıkarmakla kalmadık, ayrıca,
arazilerin tiplerini, türlerini de tespit ettik; kamuya mı aittir, sahibi
kimdir, nerelerinde ne var, özellikleri nedir; hepsini tespit ettik ve
yatırımcıların hizmetine amade kıldık. Bu bakımdan, rüzgâr enerjisi konusunda
da güzel çalışmalar var; hem yerli hem yabancı yatırımcılar bunun peşindeler;
iki tanesi de inşaata başladı Ege Bölgesinde. Ayrıca, Bozcaada'da büyük bir
potansiyel var, Bandırma da aynı şekilde, İskenderun da aynı şekilde.
Sayın Milletvekilimizin
ben özellikle dikkatine sunuyorum. Buradaki sınırlı zamanımızda anlatma
fırsatını yeterince bulamayabilirim; ben bu konuşmanın dışında da kendisini
aydınlatmaya hazırım.
Diğer taraftan, jeotermal
enerji konusunda geçen gün bir basın toplantısıyla MTA'nın hazırladığı
Türkiye'nin jeotermal haritasını açıkladık. Bu bir devrimdir aslında; çünkü,
Türkiye'nin altında bir soba var. Bu sobayı yeterince kullanmıyoruz; ancak,
birkaç yerde -İzmir Balçova dahil olmak üzere- bundan faydalanılıyor. Şu anda,
biz, bu yeraltındaki sobayı kullanıma sunmak üzere basın toplantısında izah
ettik, 21 sahanın da ruhsatıyla beraber ihaleye çıkma hazırlığını yaptık.
HAKKI ÜLKÜ (İzmir) -
Yasası yok. Yasayı bir türlü çıkarmıyorsunuz!
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR
BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Çok yüksek, 100 derecenin üzerinde
olanları elektrik üretmekte kullanacağız; sıcaklık düştükçe termal turizm
yapmakta kullanacağız; daha da düştükçe, evlerin ve seraların ısıtılmasında
kullanacağız ve suyu da ziyan etmemek niyetindeyiz; bunu reenjeksiyonla suyu
tekrar yeraltına göndererek, tabiri caizse, yeraltındaki sobada bunu ısıtmayı
düşünüyoruz. Bunu yine değerli milletvekilimizin dikkatine sunmak istiyorum.
Bu, devrim niteliğindeki haritayı ve MTA'nın yaptığı -şu kalınlıktaki-
envanteri de yine bilgilerine sunmak isterim. İstedikleri anda bunu MTA'dan
temin edebilirler. Arzu ediyorlarsa yatırım yapmak konusunda da biz onlara aynı
şekilde yardımcı olabiliriz.
Bunun dışında, hidrolik
enerjide çok büyük bir patlama var; 500'e yakın müracaat var. Bunları Devlet Su
İşleri değerlendiriyor ve Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu da buna lisansını
veriyor. Yeşil enerji olarak, kıymetli enerji olarak fiyatı da bunun yüksek,
aynı zamanda saat farkından dolayı da Avrupa'ya satma imkânımız da var. Bunları
da rakamlarıyla sizlere ifade edebilirim. Bu noktada da büyük bir avantaj
sağladık.
Bir başka çalışmamız
güneş enerjisi konusunda. Güneş enerjisinde güneş sobaları yaptık. Bu çok
önemli. 100 adet şu anda hazır elimizde, Elektrik İşleri Etüt İdaresinde güneş
sobası… Güneş sobalarını biz Anadolu'nun belli yerlerine göndermeyi
düşünüyoruz. Mesela, bir köy meydanını düşünün, bu güneş sobasını oraya
kurduğumuz takdirde, ki, MTA'da şu anda enerji parkı kurduk, orada bir tane
örneği var ve orada köfte pişirdik, çay demledik, pilav pişirdik orada güneş
enerjisiyle. Meydana koyuyorsunuz bunu. Şu çapta bir güneş sobası bu. Güneş
enerjisini alıyor, belli bir noktaya odaklıyor. Bir de oraya bir sacayağı koyuyorsunuz,
tencerenizi de koyuyorsunuz, güneş enerjisi olduğu sürece sıcak suyunuzu da
alıyorsunuz; ister banyo yapın, ister yemek yapın. Bunlar da güneş enerjisinde
kullandığımız kaynaklar. 100 tane… Fiyatını da söyleyeyim, 300 YTL. Almak
isteyene de, şimdi, hemen burada pazarlayabiliriz.
Yani, böyle şeyler
yapıyoruz; ama, dediğim gibi, biz bunları anlatmayı beceremediğimiz için,
yaptığımız işleri söze çevirmekte zorluk çekiyoruz. Sözü işe çeviriyoruz da,
işi söze çevirmekte biraz zorluk çekiyoruz. Bunlar da…
YAHYA AKMAN (Şanlıurfa) -
Sayın Bakanım, Şanlıurfa'da falan… Çok güzel yani…
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR
BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Şanlıurfa'da verebiliriz… Yani, şöyle bir
düşünce var, mesela, Erzurum'a herkes soğuk diyor; doğru, soğuk; ama, güneş
enerjisi bakımından da yılda 200 gün güneş var, bulutsuz. Soğuk olması önemli
değil, güneşin olması önemli. Mesela, güneşli ısıtıcılar bakımından Erzurum
ideal bir yer ve bu noktada da, Türkiye'de güneş kolektörleri konusunda, biz,
Avrupa'da birinci durumdayız. Yani, bunu da memnuniyetle ifade edip, bunu da
gene Milletvekilimizin dikkatine sunuyorum.
Yani, kısacası, güzel
şeyler yapıyoruz. Yani, bu yaptığımız çalışmalar içinde, mesela, rüzgârla
ilgili olarak, halihazırda 21,2 megavatlık kurulu güç işletmede. Bunun yanında
toplam 1 460 megavatlık kurulu güce sahip 39 proje için lisans alınmış. 2 750
megavatlık başvuru da değerlendirme aşamasında; bu, elektrik üretmek üzere
rüzgârda.
Onun dışında, jeotermal
enerjiyle ilgili rakam vereyim. Burada da, biz, Avrupa'da birinciyiz, dünyada
yedinciyiz jeotermalde ve bunun da 200 derece alt sıcaklık sınırı kabul edilen
toplam 1 000 dolayında sıcak ve mineralli su kaynağının varlığıyla ülkemiz
Avrupa'da birinci durumdadır. Haritasını çıkardık…
HAKKI ÜLKÜ (İzmir) - Su
akar Türk bakar; o da var ne yazık ki!
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR
BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Bakmıyoruz şimdi Sayın Milletvekilim,
bakmıyoruz; yani, bu, memnuniyet verici bir şey.
HAKKI ÜLKÜ (İzmir) -
Yasası yok efendim, daha yasası yok!
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR
BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - En azından biz bakmıyoruz; yani, bakın…
HAKKI ÜLKÜ (İzmir) -
Jeotermalin yasası yok!
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR
BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Yok; Jeotermal Yasa Tasarısını gönderdik
buraya. Dolayısıyla, yasalaşacak.
Yenilenebilir enerjiyi
çıkardık biliyorsunuz, petrol piyasasını çıkardık, diğerlerini çıkardık; fakat,
doğalgazı tartışmaktan bunları ifade edemiyoruz. Doğalgazda da size şunu tekrar
söyleyeyim; doğalgazda, biz, Mavi Akım dahil hepsini düşürdük; hem miktarını
düşürdük hem fiyatını düşürdük; fakat, bilip de bilmezlikten gelenler, anlayıp
da anlamazlıktan gelenler, menfaatına dokunanlar veya işbirliği halinde bazı
şeylerle olanlar, bunu, maalesef, bu kadar basın toplantısı yaptığım halde, bu
kadar açıkladığım halde, anlamamaktan veya anlamaz görünmekten demek ki bir şey
umuyorlar ve biz, burada, arı kovanına çomak sokmadık sadece, arı kovanını
aldık, baş aşağı çevirdik.
Bakınız, bu doğalgazda,
bunu bilin; yani, bunu, lütfen… Ben size diyorum; bunu ben size saatlerce
anlatmaya hazırım; bunları düzelttik biz. Eğer bunları düzeltmemiş olsaydık, bu
indirimleri almamış olsaydık, şu artan petrol fiyatları karşısında halimiz
duman olurdu. Bakın, neler yapılmış, bakın… Biz, kucağımızda bulunan bir
çocuğun hesabını veriyoruz. Bazen bu çocuk elimizi de ıslatıyor, bunu da
temizliyoruz; fakat, size şunu söyleyeyim; Rusya'dan aldığımız gazı…
BAŞKAN - Sayın Bakan,
mikrofona doğru konuşun ve Genel Kurula…
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR
BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Evet, tamam. Şöyle söyleyeyim; Sayın
Milletvekilim söz attığı için söylüyorum.
BAŞKAN - Şöyle tüm Genel
Kurulu karşınıza alarak, mikrofona…
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR
BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Tamam Sayın Başkanım.
Şimdi, burada, daha
evvelden, bu doğalgazın parasını fındık, fıstıkla, narenciyeyle, mühendislik
hizmetleriyle ödüyormuşuz. Offseti kaldırmışlar, offset kalkmış. Yani, bu
doğalgazın parasını, biz, kendi ürünlerimizle ve hizmetlerimizle ödüyormuşuz;
bu kalkmış. Onun dışında "al ya da öde" diye bahsettiğimiz miktarı
güzel güzel ödemişiz; ama, karşı taraf eksik verdiği zaman, hesabını
sormamışız. Bugün, doğalgazda içinde bulunduğumuz durumun sebebi budur.
Şimdi, biz, bu gazın
parasını ödüyoruz; bunun da üzerimizdeki 40 milyar metreküplük kısmını sildirdik. Sildirdiğimiz
için de üzerimizden bu yük kalktığı için, biz, kömür ve su santrallarına
ağırlık verdik. Bugün, mesela, biz, şu doğalgaz sıkıntısından dolayı, İran'ın
ve batıdan, Rusya'dan gelen gazın, Ukrayna üzerinden gelen gazın 20 000 000
metreküpünü elektrik üretmekte kullanırken, bunu durdurduk, bunun yerine kömür
santrallarına, barajlara ağırlık verdik. Bu, bizim başarımızdır. Biz, bu krizi
yönettik.
MEHMET IŞIK (Giresun) -
Doğalgazı kaça alıyoruz Sayın Bakan?
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR
BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Doğalgazda da… Sayın Başkan, sizlere de
ifade edeyim. Bakınız, bunun karşılığında, anlaşmaya madde koymamışlar. Yani,
eksik ödenirse veya gaz gelmezse veya kötü kompozisyonda gelirse, karşılığında
hiçbir şey almamışız; bu iki.
Üçüncüsü, farklı
fiyatlardan almışız, pahalı almışız. Bunun fiyatlarını düşürdük, Mavi Akım
dahil; Mavi Akımı yükseltmedik; fakat, menfaatına dokunanlar arttı diyorlar.
Bunun rakamlarıyla beraber ispatını yaptık. Biz, düzeltilmiş formüldeki fiyatı
üçünde birden aşağıya çekerek, büyük bir avantaj sağladık; ama, bunu yaptığımız
zaman, bunu yaptığımız için…
MEHMET IŞIK (Giresun) -
Kaça alıyoruz Sayın Bakan?
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR
BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Bakınız, burada da şunu ifade edeyim: Bu
anlaşmaların fiyatını açıkladığımız zaman… Şu anda, biz, İran'la tahkim
halindeyiz.
MEHMET IŞIK (Giresun) -
Rusya açıklıyor!..
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR
BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Hayır, hayır… Bakın, bakın… Ama, sözüme
lütfen dikkat edin.
İran'la tahkim
halindeyiz. Fiyatımızı söylediğimiz zaman… Ondan indirim almak için, biz
uğraşıyoruz. Öbürünü açıkladığımız zaman, bu sefer Ruslardan alamama durumumuz
var; ama, ben, gelin, sizin kulağınıza bunu fısıldayayım, söyleyeyim. Yani,
milletten de sakladığımız için değil. Bunu, zamanında, yapanlar gizli yapmış;
hesabı onlara sorun. Hesabı onlara sorun, deyin ki…
İSMET ATALAY (İstanbul) -
Onlar yargılanıyorlar…
MEHMET IŞIK (Giresun) -
Onlar hesabını verdiler…
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR
BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Offset'le bunun parası, fındık fıstıkla,
narenciyeyle, gıda maddeleriyle ödenirken, niye bunu siz affettiniz,
kaldırdınız diye, bunun hesabını onlara sorun, bana sormayın. Biz bunu
düzeltmeye çalışıyoruz.
HALİL ÜNLÜTEPE
(Afyonkarahisar)- Siz sorumlusunuz; sorumlu Bakan sizsiniz.
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR
BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - İkinci olarak; eksik geldiği zaman, işte,
şu anda, biz, İran'a, Rusya'ya "gaz ver bize" diyoruz. Halbuki,
mukavelede olsaydı ben onun hesabını soracaktım. Bunu niye koymadılar diye
sorun. Turusgaz'ın hesabını sorun. Ben, sizden, bir defa dahi Turusgaz lafını
duymadım. Turusgaz lafını hiç konuşmuyorsunuz. Sadece aldığımız gaz Mavi Akım
mı?! Niye Turusgaz'ı söylemiyorsunuz?
Bakınız, ben size
Turusgaz'la ilgili bir şey anlatayım, şöyle bir izah edeyim: Şimdi, şu boru;
şurası Türk-Bulgar sınırı; Bulgaristan'dan gaz geliyor, buradan geçiyor,
buradan Türkiye'ye giriyor. 6 milyar metreküp gaz zaten bu borudan geliyor, 6
milyar metreküp. 8 için daha anlaşma yapılmış. Aynı gaz zaten bu borudan
geçiyor. 8'i de ilave etmişler. Aynı borudan basınçla geliyor zaten. Fakat, bir
şirket kurmuşlar, güya şuradan alıyor, buraya veriyor. 1,7 milyar dolar ilave
yapıyor. 10 ilâ 12 dolar fiyat farkı. Bunun hesabını sorun. (CHP sıralarından
"Sen sor" sesleri)
İSMET ATALAY (İstanbul) -
Sen sor!
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR
BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Bunun hesabını ben soruyorum zaten. Sorduğum
için ben bu firmayı ortadan kaldırdım. 1,7 milyar dolarlık farkı da kaldırdım.
İSMET ATALAY (İstanbul) -
Yapan yetkililere de sorun.
BAŞKAN- Müdahale etmeyin.
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR
BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Bakınız, teşekkür de beklemiyoruz. Biz
zaten görevimizi yaptık. Biz, yolsuzlukla, usulsüzlükle zaten uğraşıyoruz.
Zaten bunun hesabını sormak üzere geldik. Bunu yapıyoruz. Fakat, siz bize bunun
hesabını soruyorsunuz. Ben bunu anlayamıyorum. En başarılı işimizi size
anlatamamaktan dolayı ben sıkıntı çekiyorum. Bunu anlatamıyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
ATİLLA KART (Konya) -
Gizliliği sürdürüyorsunuz…
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR
BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Yani, biz bundan dolayı fiyatları
düşürdük, bundan dolayı elektriğin fiyatını düşürdük. Nerede görülmüş üç
seneden fazladır elektrik fiyatı sabit kalacak, hatta, düşecek! Nerede görülmüş
bu! Her bir aileye günde 5 ekmek demektir bu. Bu, sosyal destek yerine de
geçebilir. Biz bunları yaptık. Yani, her normal vatandaşın yapması gereken
ödevimi yaptım ben. Ama, ben bir de burada hesap veriyorum! Yani, bu, hiç
görülmemiş bir şey.
HALİL ÜNLÜTEPE
(Afyonkarahisar) - Görev yapanlar hesap verir Sayın Bakan.
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR
BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Ben bunu basında açıkladım, basın
toplantısı yaptım; ayrıca, açıklamalarını yaptım; fakat, basında da enteresan
bir şey… Toplam 54 köşeyazarından bana hücum edildi aynı anda. Bu reva mıdır
yani?! Hakkaniyet açısından, dürüstlük açısından bu reva mıdır?!
Ben, sayın liderlere bunu
açıklayayım diyorum. Birsürü rakamlar üşüşüyor. 10 milyar dolar zarar etmiş, 7
milyar dolara ulaşmış, işte 2 milyar dolar… Rakamlar da birbirini tutmuyor. Ya
bunun aslını öğrenin, aslını anlatayım size ya da konuşmayın; yani, bu milletin
kafasını karıştırmayın. Bakın, doğruluk konusunda hep beraber olalım. Doğruluk
konusunda, dürüstlük konusunda hep beraber olalım. Ben, sizin bu şekildeki
desteklerinizi gördüm, bundan dolayı size teşekkür ederim.
N. GAYE ERBATUR (Adana) -
Sayın Bakan, kürsüdesiniz, lütfen anlatın. Niye anlatmıyorsunuz Sayın Bakan?
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR
BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - İşte anlatıyorum… Hepsini anlatıyorum,
hepsi açık.
N. GAYE ERBATUR (Adana) -
Bütün hesapları açın. Niye liderlere söylüyorsunuz? Biz milletvekiliyiz,
öğrenmek istiyoruz. Anlatın Lütfen…
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR
BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Ben bir partinin avukatına açıklamalarını
gönderdim. Halbuki, bakın…
N. GAYE ERBATUR (Adana) -
Açıklayın… Şu an açıklayın…
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR
BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - İşte şu anda da açıklıyorum. Yaptığım
açıklama değil mi!
N. GAYE ERBATUR (Adana) -
Açıklayın Sayın Bakan, açıklayın.
BAŞKAN - Lütfen,
dinleyelim arkadaşlar.
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR
BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Şu an yaptığım açıklama değil mi!
Bakınız, bunları size açıklıyorum.
BAŞKAN - Sayın Bakan,
Sayın Bakan, siz Genel Kurula hitap edin.
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR
BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Sayın Başkanım, hep oradan geliyor cevap.
Memnuniyetle; ben bunu
sabaha kadar da anlatırım; çünkü, yaptığımız doğru.
Sayın Başkanım, çok
kişinin bu noktada kafası karışık. Basın, günlerce bu noktada yayın yaptı,
televizyon kanalları yayın yaptı. Ben size burada doğrusunu anlatıyorum.
Doğrusunu zaten… Eğer ben size yanlış söylüyorsam, ben bunun sonucuna
katlanmaya da hazırım. Çünkü ben bu konuyu üstelik de biliyorum; yani, iyi bir
ekiple çalıştık, onbir ay bunun tartışmasını yaptık. Bu tartışmalar içinde
belli diplomasiler kullandık, belli millî menfaatlarımız açısından belli hassas
noktalar vardı. Bunu biz bütün detayıyla yaptık; fakat, bunun şöyle bir kötü
yansıması da oldu. Şimdi her konuya siz yolsuzluk gözüyle, bilmem ne gözüyle
bakınca, insanın yanlış yapma hakkı da vardır ki, biz yanlış da yapmıyoruz.
Bizim şu anda bürokratlarımızın çoğu imza atmaktan korkuyor, her konuya
yolsuzluk gözüyle baktığınız için. Halbuki, biz, bu noktada, hem ülkemizi kâra
geçirdik, hem rahatlattık, hem de yerli kaynaklarımıza, kullanılmak üzere imkân
sağladık, kömür ve barajlarımızı. Bakınız, bu konuyu şöyle lütfen inceleyin;
sadece olaya Mavi Akım, Turusgaz gözüyle bakmayın, doğalgaz politikası olarak
bakın. Bu doğalgazda, belli bir yılda, artışlar birden zıplamış, ondan sonra
devam etmiş. İşte bütün film, bütün fırıldak orada olmuş, bütün numara orada
olmuş. O artışı nasıl yedirelim Türkiye'ye!.. Elektrik santrallarıyla
yedirmişler. Elektrik santrallarında da al ya da öde var; sadece doğalgazda al
ya da öde yok, elektrik santrallarında da al ya da öde var. Yani, öyle bir şey
ki; hava kurak geçse para ödüyorsunuz, doğalgaz gelmezse para ödüyorsunuz,
kesilse para ödüyorsunuz, karşı taraf vermezse parasını ödüyorsunuz, ürettiği
elektriği almazsa parasını ödüyorsunuz; böyle bir şey olmaz. Hepsi aynı zamanda
olmuş. Bakınız, o dediğim, biraz önce anlattığım 10-12 dolarlık fark da dahil,
bu santralların kuruluşu da dahil, barajların engellenmesi de dahil, kömür
santrlarının engellenmesi de dahil hep aynı zamana rastlıyor. Lütfen, ne olur…
Bakın, bunu, size, tekrar tekrar istirham ediyorum; yani, bunu, parti farkı
gözetmeden, siyaset farkı gözetmeden, gelin, bunun üzerine bir millî bir mesele
olarak eğilelim; ama, sadece -isim vermeyeyim ama- belli yerlerden itiraz
gelince, insan üzülüyor doğrusunu söylemek gerekirse. Biz, bununla ilgili bütün
açıklamaları yaptık; yani, gerçekten hassas bir konu. Öyle yapılmış ki,
barajların önü kesilmesi üzerine yazı yazılmış ve buna süre vermişler, 2002'ye
kadar yapılmadığı takdirde diğerlerine ağırlık verecek diye. Zaten, baraj, en
az dört beş yılda yapılıyor, beş altı yılda yapılıyor. Bu kadar kısa zamanda
yapılacak sadece doğalgaz santralıdır. Şimdi de, şu anda barajlara ağırlık
verdik. İşte, biraz önce söylediğim jeotermal enerjiye, hidroelektrik enerjiye,
yenilenebilir enerjiye ağırlık verdik; ama, Meclisin de belli bir temposu var,
belli bir çalışma şeyi var…
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Biz istedik… Bir sene bekledik…
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR
BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Haklısınız… Biliyorum, ben sizin
hassasiyetinizi biliyorum ve zaten Maden Kanunu da dahil, çok konuda bana
destek oldunuz; ben, size teşekkür borçluyum. Aynı konuyu, şu doğalgaz
meselesinde ve diğer enerji konularında da yapalım. Ben, bir parti farkı, şunu
bunu görmüyorum, hassasiyetinizi de biliyorum. Şu anda yapmamız gereken şey,
bizim, şu dışa bağımlılığımızı azaltmak.
Bakınız, biz, 1987
yılında doğalgazla tanışmışız, yaklaşık yirmi sene olmuş. Bu yirmi sene içinde
bir defa, depo yapılmamış. Bakınız, bu kadar gazı getiren deposunu düşünmemiş.
Biz, gelir gelmez, Silivri'de, içinden gazı alınmış 1,6 milyar metreküplük
hacmi doğalgaz deposu yapmak üzere hemen yatırımına başladık, haziran ayında,
inşallah, bitecek bu, eğer ters bir şey olmazsa. En azından önümüzdeki yıl
sıkıntıya uğramayacağız; birincisi bu.
İkincisi, Tuz Gölü var…
BAŞKAN - Sayın Bakan,
süreniz dolmak üzere, size kolaylık olsun diye söylüyorum, toparlamaya
çalışınız.
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR
BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Haklısınız Sayın Başkanım.
Bir de Tuz Gölünü
söyleyeyim: Tuz Gölü deposu, 2001 yılında, maalesef, yapılan mukavelelerde bir
anlaşmazlık çıktığı için mahkemelik olmuş, oraya da bir madde düşmüşler
"2004'e kadar elinizi süremeyeceksiniz" diye; biz bunun
muhataplarıyla oturduk, anlaştık ve biz daha önceki bir tarihte başladık;
projeleri belli bir şekle geldi mühendislik projeleri belirli bir noktaya
geldi…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun.
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR
BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - … süratli bir şekilde gerçekleştirmeye
çalışıyoruz. Tabiî, bu, zaman alacak bir çalışma. Tuz Gölünün altındaki tuz
donları eritilecek -700 metre derinlikte- Hirfanlı'dan su getireceğiz,
eriyecek, ondan sonra, o tuzlu suyu Tuz Gölüne boşaltacağız, boşluğa da doğalgaz
basılacak; yani, bu zaman alacak bir çalışma.
Kısacası, bizim en önemli
problemimiz arz güvenliği. Bence, sunî gündemlerle tartışmak yerine, enerjide
arz güvenliğini konuşalım…
HAKKI ÜLKÜ (İzmir) -
Kapalı oturum yapalım Sayın Bakan.
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR
BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Bunu konuşalım…
Biz istiyoruz ki, bunu da
birlikte görüşelim; bu bizim millî meselemiz, bekamızla ilgili bir mesele;
yani, bu, bir siyasî çekişme, çatışma konusu değil. Biz, bu konuda elimizden
geleni ve gerçekten görevimizi yaptığımıza inanıyoruz ve biz, bunun, kırk defa
hesabını çek ettik, kazançlarımızı çek ettik; ama, öyle bir hale geldi ki,
neredeyse, biz vatan haini olduk, biz şöyle yaptık, böyle yaptık, zarara
uğrattık; ben de şaşıyorum; yani, ne yapmışız ne etmişiz diye.
Yaptığımız çalışmalar
gayet açık ve net. Bunun dışında da, eğer, herhangi bir milletvekili arkadaşım,
hatta beni dinleyen vatandaşlarımdan herhangi bir tanesi müracaat ettiği
takdirde, bunu, onlara da detayıyla anlatmaya da hazırım; çünkü, bu nokta
gerçekten üzerinde durulması gereken bir şey ve çok mükemmel hazırlanmış bir
düzen bu, bunu da özellikle bilesiniz.
BAŞKAN - Sayın Bakan, bu
konular uzun sürecek; ama, Millî Eğitim Bakanı da tasarısının görüşülmesi için
bekliyor.
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR
BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Haklısınız, tamam Sayın Başkan.
BAŞKAN -Siz sürenizi
bayağı aştınız, toparlayın lütfen.
ENERJİ
VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Haklısınız…
Yeri geldi diye
söylüyorum; çünkü, bu, zaman zaman söz konusu olduğu, Sayın Hakkı Ülkü Bey de
belli şeylerden bahsettiği ve bunu da bir fırsat kabul ettiğim için teşekkür
ediyorum kendisine.
Hepinize saygılar
sunarım. (AK Parti sarılarından alkışlar)
BAŞKAN - Gündemdışı
üçüncü söz, Ermeni terörü ve misakımillî hakkında söz isteyen, İzmir
Milletvekili Hakkı Akalın'a aittir.
Buyurun Sayın Akalın.
(CHP sıralarından alkışlar)
3.- İzmir
Milletvekili Hakkı Akalın'ın, misakımillînin kabulünün yıldönümünde,
Ermenilerin, terörle, sözde Ermeni soykırımını dünyaya tanıtma çabalarına karşı
alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Millî Eğitim Bakanı
Hüseyin Çelik'in cevabı
HAKKI AKALIN (İzmir) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yarın ve ondan sonraki gün yeniden
hatırlayacağımız iki olay, misakımillinin kabulü ve Ermeni terörü konularında
görüşlerimizi açıklamak için söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Osmanlı Devletinin son
döneminde ayrılıkçı Ermeni milliyetçileri ayaklanmışlar, başarılı olamayınca
teröre yönelmişlerdi. 1896'da Galata'daki Osmanlı Bankasını basarak pek çok
masum insanı katlettikten sonra, 1905 yılında Padişah Abdülhamit'e suikast
düzenleyerek, 26 kişinin can vermesine neden olmuşlardı. Cinayetler bunlarla
sınırlı kalmamış, 1921-1922 yıllarında, eski Sadrazam Talat Paşayı Berlin'de,
eski Dışişleri Bakanı Sait Halim Paşayı Roma'da, İttihat ve Terakkiden Dr.
Bahattin Şakir ve Cemal Azmi Beyleri Berlin'de, eski Bahriye Nazırı ve Ordu
Komutanı Cemal Paşa ile yaverleri Binbaşı Nusret ve Teğmen Süreyya Beyleri
Tiflis'te katletmişler; 1922-1923'te Lozan'da İsmet Paşaya, daha sonra Ulu
Önder Mustafa Kemal Atatürk'e suikast planlamışlardı.
Ulusça bu cinayetleri pek
hatırlamıyorduk, açıkçası unutmuştuk. Terörü kuşaktan kuşağa taşıyan Ermeni teröristler,
uzun bir süre uykuya yattıktan sonra 27 Ocak 1973'te seri cinayetlere yeniden
başladılar. 1973-1984 yılları arasında 42 diplomatımızı ve ayrıca pek çok masum
insanı katlettiler. Önceki ve bugünkü Ermenistan bu cinayetlerden sorumludur.
Katillerin bir kısmını halen topraklarında barındırıp koruyan Ermenistan, bu
katilleri Türkiye'ye teslim edip, şehitlerimiz için Türkiye'den özür
dilemelidir. Dışişleri Bakanlığımızın bu seçkin evlatları, vatan için şehit
oldular; Türk oldukları, devletimizi temsil ettikleri için öldürüldüler. Biz,
bu cinayetlerin hepsini bir kenara yazdık, hiç unutmayacağız. Ermeni
teröristlerin katlettiği bütün şehitlerimizin aziz hatıraları önünde saygıyla
eğiliyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; iki gün sonra misakımillînin kabulünü kutlayacağız. Ulu Önder
Mustafa Kemal Atatürk'ün taslağını hazırladığı ulusal ant, Anadolu hareketinin
talebi üzerine 12 Ocak 1920'de toplanan son Osmanlı Meclisi Mebusanında
görüşülerek 28 Ocakta gizli oturumda oybirliğiyle kabul edilmiş, 17 Şubatta
dünya kamuoyuna ilan edilmiştir; daha sonra, Ankara Hükümeti ve Meclisin ulusal
tezi olmuştur. Ulusal kurtuluş mücadelesi, tam bağımsızlık, ulusal egemenlik ve
misakımillî temelinde yürütülmüş ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti, ulusal
sınırlar içinde bir ulus devlet olarak kurulmuştur. Kanla çizilen bu sınırlar,
misakımillî ile belirlenen vatan topraklarının bütününü ifade eder. Osmanlı
yıkılırken, esaret altında ulusal iradeyi temsilen milletvekillerinin ortaya
koyduğu misakımillî, o günün bağımsızlık bildirgesidir; bugün bizim
namusumuzdur, şerefimizdir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Ermenistan, terörle, sözde Ermeni soykırımını, dünyaya
tanıtma, Türkiye'ye bunu baskıyla kabul ettirme, sonra tazminat ve sonunda
Türkiye'den toprak elde etme şeklinde bir strateji uyguluyor. 4 000 000
kilometrekare olan vatan toprakları, sonunda 770 000 kilometrekareye inmiştir.
Egemenliğimiz ve bağımsızlığımız için bu ağır toprak kaybına razı olduk. Bu
kürsüden çok söylendi, bir kez daha tekrarlıyorum: Bu ulusun kimseye verecek
bir karış toprağı yoktur. Kanımızla koruduğumuz bu son vatan topraklarının 1
santimetrekaresini bile kimseye vermeyiz, vermeyeceğiz.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Toparlayalım
lütfen, Hakkı Bey.
HAKKI AKALIN (Devamla) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugünlerde, içeriden-dışarıdan birileri
Lozan'ı ve ulusal sınırlarımızı tartışmak istiyor. Yaşadığımız ihanetleri,
zilleti ve acıları unutmayalım. Ulusal kurtuluş mücadelesinde olduğu gibi yürek
yüreğe verelim, kol kola girelim. Süleymaniye'de kafamıza geçirilen çuvalı
çıkaralım ve ulus için, vatan için bağımsızlık için hep beraber ayağa kalkalım.
Saygılar... (SHP, CHP ve
Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Hükümet adına,
Millî Eğitim Bakanı Sayın Hüseyin Çelik, biraz önceki gündemdışı konuşma
hakkında söz istedi.
Buyurun Sayın Çelik.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin saygıdeğer
üyeleri; İzmir Milletvekili Sayın Hakkı Akalın'ın, iki gün sonra misakımillînin
kabul edilişinin yıldönümü olması münasebetiyle yapmış olduğu gündemdışı
konuşmaya Hükümet adına cevap vermek üzere söz almış bulunuyorum; Yüce
Heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
bildiğiniz gibi, biz, Ermenilerle birlikte asırlarca huzur ve barış içerisinde
yaşadık ve İstanbul'un fethiyle beraber, bildiğiniz gibi, Fatih Sultan Mehmet
İstanbul'da yaşayan bütün gayrimüslimlere tam anlamıyla özgürlük tanıdığı gibi,
bahşettiği gibi, Bursa'da bulunan Ermeni Piskoposu Hovakim'i İstanbul'a
getirerek bizzat Ermeni Patrikhanesini Fatih Sultan Mehmet kendisi
kurdurmuştur.
Daha sonraki yıllarda,
asırlarda, Ermeniler, Osmanlı toplumu içerisinde, kendi dinlerini, kendi
kültürlerini çok hür bir şekilde yaşadılar ve Osmanlı bürokrasisinde de çok
önemli noktalara geldiler. Mimarbaşı koltuğuna oturan birçok Ermeni var. Balkan
Savaşları devam ettiği zaman -bakın,
burayı özellikle belirtiyorum- Balkan Savaşları devam ettiği sırada, bizim
Dışişleri Bakanımız Noradonkyan Paşaydı, Ermeni asıllı Osmanlı vatandaşı
Noradonkyan Paşaydı.
Bu, böyle devam ederken,
1890'lı yıllardan itibaren, özellikle bazı ayrılıkçı Ermeni komitelerinin
kurulmasından sonra, Hınçak ve Taşnaksutyun Cemiyetlerinin kurulmasıyla
birlikte, bu millet içerisinde, bu insanlar arasında da, özellikle Osmanlı
Devletine karşı isyanı teşvik eden, Osmanlı Devletine karşı bölünmeyi teşvik
eden bazı hareketler başgösterdi. Birinci Dünya Savaşının başlamasıyla
birlikte, Osmanlı Devleti, birçok cephede zorlu bir savaş içerisindeyken, bu
ayrılıkçı örgütler, bunu fırsat bilerek, sivil halka karşı çok ciddî
katliamlara giriştiler.
Bildiğiniz gibi, Osmanlı
Devleti, gerek Birinci Meşrutiyetin ilanından sonra oluşan Mebusan Meclisinde
gerekse İkinci Meşrutiyetin ilanıyla birlikte oluşan Osmanlı Mebusan Meclisinde
bütün unsurlara yer verdiği gibi, Ermeni vatandaşlara, Ermeni temsilcilerine de
yer vermişti ve onların o zamanki Mecliste, Osmanlı Mebusan Meclisinde
temsilcileri vardı.
1860'lı yıllardan
itibaren, bakın, İstanbul'da, 1867'de, 16 adet Ermenice gazete çıkıyordu;
Ermeni harfleriyle Türkçe çıkan gazeteler vardı ve yine, Ermeni harfleriyle
Ermenice yayınlanan gazeteler vardı. Okulları vardı. Her şey normal giderken,
dediğim gibi, bu bölücü unsurların devreye girmesiyle birlikte, özellikle 1789
Fransız İhtilalinden sonra bütün Avrupa'yı saran, bütün dünyayı saran bu
selfdeterminasyon dediğimiz "kendi kaderini kendin belirle"
parolasıyla, onlar da milliyetçi akımlara teveccüh gösterdiler ve onlar da ayrılıkçı
eğilimler içerisine, maalesef, girdiler.
Şüphesiz ki, o günkü
zamanlarda da, Osmanlı Devletine bağlı olan, o bütünlük içerisinde yer alan ve
sadakatini sonuna kadar sürdüren Ermeni vatandaşlar vardı; ama, bunun
karşısında "Osmanlı Devletine sadıksınız" diye onları kesinlikle
taciz eden, hatta, onlara suikastlar düzenleyen komiteler vardı.
1915'le birlikte… 1915
yılı bu iş için bir dönüm noktası olmuştur. Osmanlı Devletinin o günkü
şartlarda gerekli görmesi üzerine uygulanan tehcire engel olmak isteyen Ermeni
komiteleri ile Osmanlı kuvvetleri arasında çıkan çatışmalar esnasında, gerek
Osmanlı Müslim unsurundan gerekse Ermenilerden birçok insanın öldüğü
bilinmektedir. Ancak, değerli milletvekilleri, bütün dünyanın bilmesi gereken,
herkesin bilmesi gereken şey şudur: Bugün, Ermeni diasporası tarafından; ama,
üzülerek ifade ediyorum, aynı zamanda komşumuz Ermenistan tarafından, bunlar,
bütün dünyaya bir soykırım olarak takdim edilmektedir, Türklerin Ermenilere
uyguladığı soykırım olarak bütün dünyaya anlatılmaya, bütün dünya
parlamentolarından bu konuda kararlar çıkarılmaya çalışılmaktadır. Haddi
zatında, şüphesiz ki, o gün, dediğim gibi, Müslüman unsurdan ölen birçok insan
olduğu gibi, savaş şartlarında, çatışma ortamında ölen Ermeniler de vardır;
ancak, bu öldürülen Ermeniler, Ermeni olduğu için, hassaten Ermeni olduğu için
öldürülmemiştir; asi olduğu için, saldırgan olduğu için ve bölücü olduğu için
öldürülmüştür; bunun, özellikle altının çizilmesi gerekir. Bizim tarihimizde,
bu manada, soykırım olarak nitelenebilecek bir olay söz konusu değildir.
Birinci Dünya Savaşının
bitimiyle birlikte, biraz önce Sayın Akalın'ın da ifade ettiği gibi, gerek
Talat Paşa, Sait Halim Paşa, Bahattin Şakir, Cemal Paşa ve sair olmak üzere,
Osmanlı devlet adamlarına karşı maalesef, suikastlar düzenlediler. Daha sonra,
Lozan'daki müzakereler esnasında da, yine, bu iddialarını sürdürdüler, Doğu ve
Güneydoğu Anadolu'da kendileri için bir bölge talebinde, bir yer talebinde
bulundular; ancak, Lozan Antlaşmasıyla birlikte bu defter kapanmıştır,
Türkiye'de yaşayan Ermeni vatandaşlarımız azınlık olarak kabul edilmiştir. O
günden bu yana da, Lozan'ın kendilerine tanıdığı imkânlardan hür bir şekilde
yararlanmaktadırlar ve bizim vatandaşlarımız olarak yaşamaktadırlar.
1973'ten sonra, 1973-1984
yılları arasında bizim özellikle, diplomatlarımıza yönelik ASALA terör
örgütünün düzenlemiş olduğu suikastlar, maalesef çok dramatik bir boyut
almıştır ve bütün Türk Milletini derinden yaralamıştır; geriye birçok babasız
çocuklar, eşsiz kadınlar bırakmıştır ve bu, Türk tarihinde, maalesef, ASALA
terör örgütünün gerçekleştirdiği, âdeta, müsebbip olduğu kara lekeler olarak
yerini almıştır.
Değerli milletvekilleri,
Sayın Başbakanımız defalarca çağrıda bulundu. Biz, Türkiye olarak, uzun
zamandır hep çağrıda bulunuyoruz ve "bizim başımız dik, alnımız açık,
yüzümüz ak, bütün arşivlerimiz ortada. Osmanlı'dan bize intikal eden bütün
arşivlerimizi, Başbakanlık arşivlerini açtık, bütün dünyanın araştırmacıları,
bütün dünyanın tarihçileri buyurun araştırma yapın, eğer, soykırım anlamına
gelebilecek bir şey bulduysanız, onu getirin, bize de gösterin, bizi de ikna
edin" dedik; ama, bu arada Ermenistan da açsın. Özellikle, bu konuyla
ilgili olan bütün arşivler açılsın ve bu konuda son sözü parlamentolar,
siyasetçiler değil, tarihçiler söylesin, bilim adamları söylesin. Bu çağrımızı
sürdürüyoruz.
Değerli milletvekilleri,
bakın, bir başka problem maalesef, komşumuz Ermenistan'dan kaynaklanmaktadır;
biz, Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak bütün komşularımızla yakın dostluk
ilişkileri kurmak istiyoruz, Ermenistan da buna dahildir. Ancak, Ermenistan'la
diplomatik ilişkilerimiz kesik vaziyettedir, diplomatik ilişki aramızda mevcut
değildir. Sebebi de biz değiliz; sebebi, yine, Ermenistan'ın bizatihi
kendisidir. Niçin; Ermenistan, 1921 yılında imzalanan Kars Antlaşmasını kabul
ettiğini resmen deklare etmekten kaçınmaktadır; bu konuda, maalesef, kaçak
güreşmektedir; bunu yapmaması gerekiyor.
Diasporanın iddiası olan
soykırıma, Ermenistan, devlet olarak sahip çıkmaktadır, destek vermektedir;
bunu, Ermenistan'ın yapmaması gerekiyor.
Misakımillî
sınırlarımızı, maalesef, Ermenistan resmen tanımadığı için ve doğu ve
güneydoğudaki topraklarımızda hâlâ iddiasını sürdürdüğü için, onlarla bizim
diplomatik münasebeti başlatmamız bu aşamada mümkün görülmemektedir. Gerek
Ermenistan Anayasasında gerek Ermenistan bağımsızlık bildirgesinde, yine, bu
iddialara yer verilmektedir ve Ermenistan, devlet armasında Ağrı Dağını bir
sembol olarak kullanmaktadır. Bütün bunları topladığınız zaman, bir araya
getirdiğiniz zaman, bizim Ermenistan'la, bunlar giderilmedikçe, diplomatik
münasebet kurmamız çok zor görülmektedir.
Ayrıca, bildiğiniz gibi,
Azerbaycan topraklarının yüzde 20'si şu anda Ermenistan'ın işgali altındadır.
Ümit ediyoruz ki, Minsk süreci devam eder, önce Ermenistan ile Azerbaycan
arasındaki bu problem ortadan kaldırılır, bu iki ülke arasındaki problemler
biter ve Ermenistan, biraz önce sıraladığım bu iddialarından vazgeçer ve biz
de, Ermenistan'la olması gereken komşuluk münasebetlerimizi sürdürürüz.
Değerli milletvekilleri,
Türkiye birçok iyi niyet girişiminde bulunmuştur. Bildiğiniz gibi, Karadeniz
Ekonomik İşbirliğine Ermenistan'ın dahil edilmesi, yine, Türkiye'nin rıza
göstermesiyle olmuştur. Şu anda Erivan-İstanbul, İstanbul-Erivan arasında, yaz
aylarında Erivan-Antalya arasında charter seferleri düzenli olarak
yapılmaktadır ve Türkiye buna müsaade etmektedir.
Özellikle uluslararası
havayollarının Türk hava sahasını kullanarak Ermenistan'a yapmış oldukları
seferler Türk Hükümeti tarafından engellenmemektedir. Bildiğiniz gibi,
geçmişte, arada bunca yaşanan probleme rağmen, Türkiye'den Ermenistan'a insanî
yardımlar yapılmıştır ve bütün bunlar kamuoyumuz tarafından bilinmektedir.
Değerli arkadaşlarım,
özellikle bu soykırım iddiasıyla ilgili bir iki hususu yine belirterek
huzurlarınızdan ayrılmak istiyorum. Hep şu iddia edilir: Osmanlı Devleti
Ermenilere soykırım uyguladı.
Değerli arkadaşlarım,
Kanunî Sultan Süleyman döneminde, Yavuz Sultan Selim döneminde, eğer,
Türkiye'nin böyle bir arzusu olsaydı, eğer Türkiye böyle bir şeyi aklından bile
geçirseydi, böyle bir şey yapsaydı, o günkü dünyada "bunu niçin
yapıyorsunuz" diyebilecek bir güç yoktu. Eğer, düşmanınızı gerçekten
düşman belleyip onu imha etmek isterseniz, en zor zamanınızda, en zayıf
zamanınızda değil, en güçlü zamanınızda bunu yaparsınız. Kaldı ki, tekrar,
özellikle altını çizmek istiyorum, böyle bir şey, böyle bir kara leke, asla ve
kata, bizim tarihimizde mevcut değildir.
Bu konuda, bu konu
üzerine kitap yazmış bir arkadaşınız olarak söylüyorum; bizim tarihimizde,
soykırım anlamına gelebilecek kesinlikle bir iz bulamazsınız. Biz, en kötü
zamanımızda, 7 cephede, 9 cephede savaşırken, bütün içerideki birliklerimiz,
hatta redif birlikleri, hatta milisler bile cephelere sevk edilirken, biz,
Ermenilere karşı kalkıp soykırım uygulamışız şeklinde bir iddiaya, gerçekten,
bir suçlamaya muhatap olmamız hakkaniyetle bağdaşan bir olay asla değildir.
Eğer, tarihin
derinliklerinde, insanlar yaşadıkları topraklara geri dönme iddiasında bulunurlarsa
veya oralara sahip çıkma iddiasında bulunurlarsa, bugün için bu da çok komik
bir iddia olur. O zaman, en başta Amerika Kıtasını ve Avustralya Kıtasını
boşaltmamız lazım.
Bugün, artık -gerçekten,
sınırlarıyla yetinmeyen bazı ülkelerin tavırları bir yana bırakılırsa- dünya
haritası şekillenmiştir. Biz, misakımillî sınırlarının sahibiyiz. Biraz önce Değerli
Milletvekilimizin de ifade ettiği gibi, misakımillî sınırları içerisinde olan
topraklarımızdan bir karışının bile tartışma konusu yapılmasını, bizim,
Parlamento olarak, Hükümet olarak, millet olarak tartışma konusu yapmamız söz
konusu değildir.
Ben, bu vesileyle,
özellikle bütün bu terör olayları esnasında, gerek Osmanlı dönemindeki terör
olayları esnasında hayatını kaybeden, şehit olan insanlarımıza gerekse Asala
Ermeni terör örgütünün saldırıları sonucu hayatını kaybeden diplomatlarımıza
bir kez daha Allah'tan rahmet diliyorum, onların hayatta olan yakınlarına
başsağlığı, sabır diliyorum. Misakımillî sınırlarına sahip olduğumuzu, millet
olarak, Parlamento olarak, Hükümet olarak bu konuda duyarlı olduğumuzu bir kez
daha ifade etmek istiyorum ve Ermeni diasporası ile Türkiye'de yaşayan Ermeni
vatandaşlarımızı, özellikle Türkiye aleyhinde faaliyet gösteren diaspora ile
Türkiye'de yaşayan, bizim vatandaşlarımız olan ve bizimle huzur ve barış
içerisinde yaşayan Ermeni vatandaşlarımızı kesinlikle ayırdığımızı da altını
çizerek belirtmek istiyorum. O vatandaşların, bizim, şu anda Türkiye'de
yaşayan, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan, kendi kilisesinde ayinini yapan,
kendi patrikhanesi tarafından dinî işleri organize edilen, Lozan'da azınlık
olarak kabul edilen, okulları olan, gazetelerini çıkaran Ermeni
vatandaşlarımızın da, Türkiye'de bizim öz vatandaşlarımız olarak huzur ve barış
içerisinde yaşadıklarını ve bundan sonra da yaşayacaklarını ifade etmek
istiyorum.
Bu vesileyle, bu konuyu
gündeme getirdiği için Sayın Akalın'a da teşekkür ediyorum. Meclisi Mebusanın
bütün değerli üyelerine rahmet diliyorum. Büyük Atatürk'ü ve millî mücadeleyi
gerçekleştiren bütün büyük insanları huzurunuzda minnetle, rahmetle yâd
ediyorum ve hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Gündeme
geçiyoruz.
Başkanlığın Genel Kurula
sunuşları vardır.
Bu sunuşları yapmadan
önce, Divan Kâtibi arkadaşımızın oturduğu yerden okuması hususunu oylarınıza
sunacağım.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Karar yetersayısının aranılmasını istiyoruz.
BAŞKAN - Şimdi, karar
yetersayısı arayarak oylama yapacağım.
Kabul edenler… Kabul
etmeyenler…
Karar yetersayısı yoktur;
birleşime 5 dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 16.17
Açılma Saati: 16.27
BAŞKAN: Başkanvekili Ali DİNÇER
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Ahmet Gökhan SARIÇAM
(Kırklareli)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 55 inci Birleşiminin İkinci
Oturumunu açıyorum.
Kâtip Üyenin sunumlarını
oturarak yapmasına ilişkin oylamada, karar yetersayısı istenmişti;
bulunamamıştı.
Şimdi, oylamayı
tekrarlayacağım ve karar yetersayısını arayacağım: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Karar yetersayısı vardır, Kâtip Üyenin sunumunu oturarak yapması
kabul edilmiştir.
Başbakanlığın, Anayasanın
82 nci maddesine göre verilmiş bir tezkeresi vardır; okutup, oylarınıza
sunacağım.
IV.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)
B)
TEZKERELER VE ÖNERGELER
1.-
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Yeni Zelanda ve Avustralya'ya yaptığı resmî
ziyaretlere katılacak milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/965)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşmelerde bulunmak
üzere, bir heyetle birlikte 2-11 Aralık 2005 tarihlerinde Yeni Zelanda ve
Avustralya'ya yaptığım resmî ziyarete, ekli listede adları yazılı
milletvekillerinin de iştirak etmesi uygun görülmüş ve bu konudaki Bakanlar
Kurulu kararının sureti ilişikte gönderilmiştir.
Anayasanın 82 nci
maddesine göre gereğini arz ederim.
|
|
|
Recep Tayyip Erdoğan |
|
|
|
Başbakan |
Liste:
Sait Açba |
(Afyonkarahisar) |
Mehmet Semerci |
(Aydın) |
İsmail Özay |
(Çanakkale) |
Aziz Akgül |
(Diyarbakır) |
İlhan Albayrak |
(İstanbul) |
İsmet Atalay |
(İstanbul) |
Egemen Bağış |
(İstanbul) |
Dengir Mir Mehmet Fırat |
(Mersin) |
Şaban Dişli |
(Sakarya) |
Mustafa Cumur |
(Trabzon) |
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Gündemin "Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına
geçiyoruz.
V.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER
1.-
Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu
Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun
Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)
BAŞKAN- 1 inci sırada yer
alan kanun teklifinin geri alınan maddeleriyle ilgili komisyon raporu
gelmediğinden, teklifin görüşmelerini erteliyoruz.
Bazı Kamu Alacaklılarının
Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu
raporunun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
2.- Bazı
Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/1030) (S. Sayısı: 904)
BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.
Hükümet?.. Yok.
Ertelenmiştir.
Kamu Kurum ve
Kuruluşlarına Bağlı Okulların Millî Eğitim Bakanlığına Devredilmesi ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe
Komisyonu raporunun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
3.- Kamu
Kurum ve Kuruluşlarına Bağlı Okulların Millî Eğitim Bakanlığına Devredilmesi
ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/1050) (S. Sayısı: 1009)
BAŞKAN - Komisyon?..
Komisyon nerede? Hükümet burada; komisyon?.. Komisyon ağırdan alıyor...
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Komisyon yok.
BAŞKAN - Birleşime 5
dakika ara veriyoruz, sonra devam edeceğiz.
Kapanma Saati: 16.31
Açılma Saati:16.42
BAŞKAN: Başkanvekili Ali DİNÇER
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Ahmet Gökhan SARIÇAM
(Kırklareli)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 55 inci Birleşiminin Üçüncü
Oturumunu açıyorum.
Kamu Kurum ve
Kuruluşlarına Bağlı Okulların Millî Eğitim Bakanlığına Devredilmesi ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe
Komisyonu raporunun görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.
V.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
3.- Kamu
Kurum ve Kuruluşlarına Bağlı Okulların Millî Eğitim Bakanlığına Devredilmesi
ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/1050) (S. Sayısı: 1009) (x)
BAŞKAN - Komisyon?..
Burada.
Hükümet?.. Burada.
17 nci madde üzerinde,
şimdi, gruplar adına ikinci söz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Ankara
Milletvekili Yakup Kepenek'te.
Buyurun Sayın Kepenek.
Sizin, şahsınız adına da
söz talebiniz var, ikisini birleştirdik, süreniz 15 dakika.
CUMHURİYET HALK PARTİSİ
GRUBU ADINA YAKUP KEPENEK (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
görüşülmekte olan Kamu Kurum ve Kuruluşlarına Bağlı Okulların Millî Eğitim
Bakanlığına Devredilmesine Dair Tasarının yürürlük maddesi üzerinde, hem CHP
Grubunun hem de kişisel olarak kendi görüşlerimi açıklamak üzere söz aldım;
hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Daha önce, bu yasa
tasarısının bir maddesi üzerinde görüşlerimi açıklarken, tasarının gerekçesinde
yer alan temel felsefenin öğretimin birliği kavramından hareket ettiğini ve bu
nedenle de tasarıyı olumlu bulduğumu vurgulamıştım. Ancak, bu çerçevede, sıra
yürürlük maddesine geldiğinde, tasarının bütünü üzerinde, daha doğrusu millî
eğitimin genel yapısı, bütünü üzerinde kimi önemli noktalara değinmek
gerekiyor.
Değerli arkadaşlar,
eğitim yapımız, eğitimimiz, gelişmiş ülkelerdeki gelişmelere, ilerleyen giden
ülkelerin eğitimine yaklaşacak bir atılımı, bir çabayı, bir beceriyi bir türlü
gösteremiyor. Uluslararası karşılaştırmalar şunu kanıtlıyor ki, eğitimin, gerek
öğretmen başına düşen öğrenci sayısı, gerek öğrenci başına yaptığımız harcama
ve diğer bakımlardan ve özellikle de niteliği yönünden, gelişmiş ülkelerle
kıyaslanması olanağı bulunmuyor.
Bakanlık, işbaşına
geldiği günden bu yana, dünyadaki bilimsel ve teknolojik gelişmelere paralel
olarak, millî eğitimimizin temel eğitim kısmını, yani zorunlu eğitimi 12 yıla
çıkarmak gibi bir programı ve mesleğe yönelme konusunu o çerçevede çözümlemek
gibi bir programı bir türlü aklına getirmiyor ve çağımızın insangücü
anlayışından, çağımızın eğitim anlayışından uzak duruyor ve böyle olunca da,
eğitimin gelişmesi bir türlü istenilen düzeyde olamıyor ve sağlanamıyor.
(x) 1009 S. Sayılı Basmayazı 30.11.2005 tarihli 25 inci
Birleşim Tutanağına eklidir.
Değerli milletvekilleri,
geçtiğimiz günlerde, Fatma Özcan adlı bir çocuğumuz, bir genç kız, 12 yaşında,
kuş gribi diye bilinen bir hastalık nedeniyle yaşamını yitirdi. Fatma Özcan hiç
okula gitmemişti. Bu eğitim-öğretim yılında da okula gitmemişti. Bakanımızın
işbaşına geldiği günden bu yana, temel eğitime devam edemeyen, yani okula
gidemeyen kaç öğrencimiz olduğunu, bunların kaçının kız çocuklarımızdan oluştuğunu,
sayılarını ve bölgesel dağılımlarını sorduğum halde, hiçbir zaman bu soruya
doğru yanıt alamadım. Şimdi, tekrar soruyorum Sayın Bakan: Üçüncü yılını
tamamlayan, dördüncü yılına giren yönetiminiz döneminde, Türkiye Cumhuriyetinin
kaç çocuğu okula gidememektedir? Gidenleri söylemeyin, o zaten, göreviniz
icabı; onlar, gitmek zorunda.
Yine, bu bağlamda,
eğitimin temel eksikleri bağlamında çok ciddî bir sorunla karşı karşıyayız.
Bizim eğitim sistemimiz, üzülerek belirteyim ki, meslek insanı ya da nitelikli
insangücü yetiştirilmesi konusunda tam anlamıyla başarısızdır. Türkiye'nin
ekonomik yapısı, Türkiye'nin girişimcileri, Türkiye'nin toplumsal yapısı,
yıllardır, ara eleman, uzman, teknisyen arayışı içerisindedir. Kimi ülkelerde
iki yılda çok daha önemli uzmanlık konularında eğitim verilebilirken,
Türkiye'nin ara eleman yetiştirmede bu derece yetersiz kalması, doğrudan
doğruya eğitimin bir başarısızlığıdır. Bir tarafta, ara eleman bekleyen,
isteyen üretim birimleri, mal ve hizmet üretimi birimleri, bir tarafta da
milyonlarca işsiz… Şimdi, Millî Eğitim Bakanlığı, bu sorunu çözme yönünde hemen
hemen hiçbir adım atmamış ve meslekî ve teknik eğitimi geri bırakmış; bunun
yerine, bunu, meslekî ve teknik eğitim kavramını, üzülerek belirtmek gerekir
ki, imam-hatip liselerine feda etmiştir. Aslında, yapılan tam tersi olması
gerekir. Aslında, imam-hatip okulları aracılığıyla, meslekî öğretim yok
edilmektedir ve bu yaklaşım, bu tutum tamamıyla yanlıştır ve ülkemizin
gelişiminde, ekonomik ve toplumsal gelişiminde çok büyük bir eksikliğin, büyük
bir açığın, yetersizliğin süreklilik kazanmasına yol açmaktadır.
Değerli arkadaşlar,
eğitim, süreklilik isteyen bir bütündür. Üzülerek belirteyim ki, Millî Eğitim
Bakanlığı, fili yoklayan kör örneğinde olduğu gibi, bu bütünün tamamını
görmekten çok uzaktır; işine gelen noktalarına, işine geldiği zamanlarda
dokunmaktadır yalnızca.
Bakın, bir hafta sonra, 1
Şubatta üniversite girişleriyle ilgili yeni bir yarış dönemi başlıyor, ÖSS
sınavı gündeme geliyor. Peki, ÖSS yoluyla bu ülkenin ailelerinin milyarlarca
doları yok yere giderken; ÖSS, dershane sistemini güçlendirir, ortaöğretime
büyük darbe vururken ve ortaöğretim öğrencilerinin yükseköğretime
hazırlanmasında çok büyük eksikler yaşanırken -örneğin, tıpta, mühendislikte,
hukukta- üniversiteler, liselerden gelenleri yeniden eğitmek zorunda kalırken
ve üniversitelere giriş tam bir yarışmaya, gençlerin birbirini ezmesine
dönüşürken, Millî Eğitim Bakanlığı, bu konuda da, dördüncü yılında da hiçbir
yapıcı öneriyle gelmemekte, hiçbir sonuca ulaşamamaktadır.
Yine, bilimsellikten
uzaklığın çok temel bir göstergesi, geçtiğimiz günlerde kurulan ve 10 yenisinin
kurulacağı belirtilen üniversite kurulması olayıdır.
Değerli arkadaşlar, o
konuda yeniden vurgulamak isterim ki, Türkiye'de üniversitelerin kurulması,
yapılabilirlik, öğretim elemanı yeterliliği, diğer altyapı ihtiyaçları ve
eğitimin bütünü içinde, tam bir yetersizlik içindedir; yani, bu konularda
Bakanlık ön hazırlıklarını tam olarak yapmamaktadır.
Bunun da ötesinde,
üniversitelerin tıp fakülteleri, kamu kurumlarından, Emekli Sandığından,
SSK'dan, Bağ-Kurdan alacakları olan parayı alamamakta ve bu nedenle de
çalışamaz duruma gelmekte, yatırım yapamamakta, araç-gereç alamamaktadır.
Ben, şimdi Sayın Bakandan
soruyorum: Anadolu'daki tıp fakültelerinin çalışamaz duruma gelmesi hangi amaca
hizmet etmektedir? Ne için yapılmaktadır? Oralardaki özel hastanelerin
güçlenmesi isteniyorsa, onların güçlenmesine kimse karşı değil; ama, taşrada,
Anadolu'da, üniversite hastanelerini yok etmenin, zayıflatmanın, bu topluma, bu
ülkeye, bu eğitime hiçbir yararı olmaz.
Değerli arkadaşlar, Sayın
Bakanımızın yönetimi döneminde, eğitim ve öğretim adım adım kamu hizmeti olma
özelliğini yitirmekte ve gittikçe özelleşmektedir. Şimdi, hemen, mal bulmuş Mağribî
gibi, CHP özel eğitime karşıdır demeyin; orada durun.
HASAN KARA (Kilis) - Siz
diyorsunuz, biz demiyoruz ki. Biz öyle bir kelime kullanmadık.
YAKUP KEPENEK (Devamla) -
Bizim, özel okullarla bir sıkıntımız yoktur, özel öğretimle bir sıkıntımız yoktur.
Sıkıntı şuradadır, anlayış farkı -Sayın Vekilim, iyi dinleyin- şuradadır…
HASAN KARA (Kilis) - İyi
dinliyoruz; hiç merak etmeyin.
YAKUP KEPENEK (Devamla) -
Anlayış farkı şuradadır: Eğitim, A'dan Z'ye, baştan sona bir kamu görevidir,
bir kamusal alandır. Bu kamusal alan, esas olarak devlet eliyle yürütülür. Bu
alanı özele devretmek için, bir bakanın, bir bakanlığın çaba harcaması kadar
çelişik, ters ve yanlış bir tutum olamaz.
Üzülerek belirteyim ki,
Millî Eğitim Bakanlığı, ana işlevlerini özele devretmenin büyük çabası
içindedir ve çocuklarımıza ve gençlerimize daha iyi eğitim verilmesinden başka
bir şey düşünmeyen hepimiz için, bizler için, bu, tam anlamıyla yepyeni bir
yaklaşımdır. Şöyle, yeni bir yaklaşımdır: Eğitim ve öğretim, temel insan hakkıdır
ve bu insan hakkını sağlamakla görevli olan toplumsal yapının kendisidir,
kendisi olmak zorundadır, bütçe olanaklarıdır. Bu nedenle, eğitim ve öğretimde
egemen olması gereken temel görüş, ana düşünce, ana yapı, ana eksen -adına ne
derseniz deyin- kamusal yatırımlar ve kamu hizmeti niteliği olmalıdır. Bu
durum, savsaklanamaz, savsaklanmamalıdır.
Eğitim ve öğretim,
toplumun geleceğini belirler ve eğitim ve öğretimin ana harcı bilgidir, ana
harcı insandır ve öğretimin birliğini temel alan bir anlayışın, bu konularda
duyarlı olması, bu konularda ileriye bakması, bu konularda daha geniş, daha
ileri, daha çağdaş, daha ufuk açıcı olarak işlev görmesi, görev yapması
gerekmektedir.
Şimdi, bu
başarısızlıkların ana nedeni nedir; bu başarısızlıkların ana nedeni şudur:
Sayın Bakanın ve çalışma arkadaşlarının, bir eğitim felsefesi, bir eğitim
anlayışı, derli toplu bir eğitim politikası ufku, görüşü bulunmamaktadır; varsa
da, bunu, şimdiye kadar, ne bütçe görüşmelerinde ne yasa görüşmelerinde,
toplumla ve Yüce Meclisle paylaşmış değildir.
Okulöncesinden
başlayarak, yükseköğretimin sonrasına uzanan, yani yaşam boyu dediğimiz, yani
beşikten mezara dediğimiz eğitimin şu andaki durumu, bu bütüncül, bu tüme
yönelik, tamama yönelik anlayışın yetersizliğinden doğmaktadır.
Değerli arkadaşlar,
eğitim ve öğretimin toplumsal yapının bütün öğelerini kapsaması, aileden dine,
gelenekten hukuka, psikolojiden ekonomiye, evrimden yaradılışa ve adını
sayabileceğimiz pek çok alana uzanan kapsamlı bir dünya görüşüne oturtulması ve
o anlayışla, çağdaş bir alana, çağdaş bir bilgi üretimi sürecine yönelmesi
zorunludur. Bu düşünce, bu anlayış, bu felsefe, çok uzağa gitmeye gerek yok,
öğretimin birliği olarak bu yasaya kaynak teşkil eden 1924 tarihli yasada ve
sonrasının uygulamalarında vardır; ancak, bu felsefe, bu anlayış ve düşünce son
yıllarda giderek zedelenmekte, giderek sığlaşmakta, giderek gözardı
edilmektedir. O değerlere yaklaşımda, Bakanlığın çok ciddî kusurları vardır.
Bakanlığın, dinsel öğelerle bilgi üretiminin örtüştüğü veya örtüşmediği alanlar
konusunda somut bir dünya görüşü,
çağdaş bir anlayışı sergilediğini söylemek olanağı bulunmamaktadır.
Dolayısıyla, toplumun geleceğine güven veren ve toplumun geleceğini emanet
ettiğimiz eğitim sisteminin, böyle bir büyük birikime, böyle bir büyük geçmişe
sahip olan cumhuriyet eğitiminin bu yoksulluğa, bu yoksunluğa, bu sığlığa, bu
zavallılığa sürüklenmesi, hepimiz için acı vericidir. Böyle olmamak gerekirdi.
Millî Eğitim Bakanlığının
niteliği diğer bakanlıklardan çok farklıdır. Herhangi bir bakanlığın
başarısızlığı yalnız o günleri, o dönemi kapsar; ama, Millî Eğitim Bakanlığının
başarısızlığı toplumun geleceğinin başarısızlığı demektir ve buna hiçbirimizin
izin vermemesi gerekir. Bütün bu bağlamda olaya bütünüyle baktığımızda,
toplumun geleceğinin tehlikeye atılmaması için, topluma zarar verecek gidişten
uzaklaşılması için, ülke eğitiminin gelişmesinin önünde engel durumuna gelen bu
bakanlık yapısının değişmesi gerekmektedir. Bunun için de yapılması gereken,
Sayın Bakan, bir tek şey vardır; o da sizin istifa etmenizdir. Bu topluma da,
bu ülkeye de yapacağınız en büyük hizmet o olacaktır.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
AHMET YENİ (Samsun) -
Sayın Hocam, bu olmadı!
BAŞKAN - Müdahale
etmeyin.
Toparlayın lütfen.
YAKUP KEPENEK (Devamla) -
Şimdi, olup olmadığı konusunu, kuşkusuz, gelecek günlerde çok daha ayrıntılı,
ister kapalı ister açıkoturumda, Sayın Bakanla ilgili olarak bir önerge veririz
biz; o önerge üzerine görüşlerimizi açıklarız, tartışırız; eğer, Millî Eğitim Bakanının
başarı derecesine, elinizi vicdanınıza koyarak hepiniz "evet"
derseniz ona göre oylama yaparız veya başka türlü; ama, ben talebimi
yineliyorum; bilimsel bir gereklilik haline gelmiştir bu Millî Eğitim Bakanının
görevini terk etmesi ve o terk etme Türkiye'nin eğitimde ufkunun açılmasına…
MEHMET ÇERÇİ (Manisa) -
Hangi bilim söylüyor, hangi veri söylüyor?!
BAŞKAN - Müdahale etmeyin
arkadaşlar.
Siz de Genel Kurula hitap
edin, karşılıklı tartışmaya girmeyin.
YAKUP KEPENEK (Devamla) -
Biraz önce o verileri saydım. Sayın Başkan izin verirse 20 dakika, 15 dakika
izin verirse, yeniden, daha ayrıntılı, daha bilimsel verilerle onu kanıtlamaya
her zaman hazırım.
Bu anlayışla hepinize
saygılar, sevgiler sunuyorum.
Sayın Başkan, teşekkür
ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Madde üzerinde
şahsı adına söz isteyenlerden Mustafa Ataş?.. Yok.
Alaettin Güven?.. Yok.
Ümmet Kandoğan?.. Yok.
Mehmet Eraslan?.. Burada.
Buyurun Sayın Eraslan.
Konuşma süreniz 5 dakika.
İkinci kişisel söz
hakkını kullanacaksınız.
MEHMET ERASLAN (Hatay) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bu kanun tasarısı Tevhidi
Tedrisat Kanunu çerçevesinde eğitimin birleştirilmesi ve tek elden yürütülmesi
konusunda hazırlanmış doğru bir kanun tasarısı olmakla beraber, Türk eğitim
sisteminin ve Türk eğitim sisteminde görev alan eğitimcilerin ve eğitim alan
öğrencilerin sorunları sadece Tevhidi Tedrisat Kanunu çerçevesinde eğitimin
birleştirilmesi ve tek elden yürütülmesiyle çözüm bulmamaktadır. Fakat, bu
kanun tasarısı, az önce de ifade ettiğim gibi, doğru bir felsefeyle, doğru bir
mantıkla hazırlanmış bir kanun tasarısıdır ve keşke, bundan üç yıl önce, iki
yıl önce çok daha erkenden hazırlanmış ve Türkiye Büyük Millet Meclisine
getirilmek suretiyle burada kanunlaşmış bir kanun tasarısı olmuş olsaydı
temennimi burada tekrar ifade ediyorum ve keşke, bugün, sonuçlarını hep beraber
daha erken bir tarihte yaşıyor olsaydık temennisini de tekrar ifade ediyorum.
Değerli arkadaşlar, Türk
eğitim sisteminde eğitici öğretmen açığının olduğunu daha önce de Sayın
Bakanımız yazılı soru önergemize vermiş olduğu cevapta belirtmişti. Sayın
Bakanımız, Türkiye'de 130 000 öğretmen açığının olduğunu ifade etti ve 20 000
öğretmenin de emekli olduğunu düşündüğümüzde, toplam eğitimimizde 150 000
eğitici, öğretmen açığının olduğunu biliyoruz. Beden eğitimi öğretmenleri atama
bekliyor, binlerce beden eğitimi öğretmenleri, binlerce meslekî eğitim verecek
olan öğretmenler ve onbinlerce ilköğretim öğretmenliği yapacak olan eğiticiler,
öğretmenlerimiz üniversiteden mezun oldukları halde, bir yere atanma
noktasında, hükümetten ve Türkiye Cumhuriyeti Parlamentosundan bir an önce bir
kararın çıkmasını beklemektedir ve aynı zamanda, istihdamın önemli ölçüde, bu
öğretmen atamalarıyla yapılacak, yapılabilecek öğretmen atamalarıyla istihdamın
ciddî manada, belki de, bir ölçüde halledileceği bir aşikârdır.
Öğretmenlerimizin
ekonomik durumu, değerli arkadaşlar, kesinlikle düzeltilmelidir. Türkiye
Cumhuriyeti Devletinin geleceğini oluşturan gençlerimiz, çocuklarımız, hepimiz
biliyoruz ki, öğretmenlerimizin kendilerini eğitmesiyle oluşuyorlar.
Türkiye'nin geleceğini hazırlayan, Türkiye'nin yarınlarını, aydınlık
yarınlarını hazırlamaya çalışan eğitimcilerimiz, öğretmenlerimizin içinde
bulunduğu ekonomik koşullar, ekonomik sıkıntılar neticesinde hayatını idame
ettirebilme ve en temel ihtiyaçlarını karşılama noktasında sıkıntı çekmektedir.
Peki, biz bunlardan nasıl bir verimlilik bekleyeceğiz, nasıl onlardan verimli
olmalarını bekleyeceğiz?!
Ekders ücretlerinin çok
düşük olduğunu daha önce ifade ettim ve ek-ders ücretlerinin de
iyileştirilmesi, eğitimcilerimizin, öğretmenlerimizin bir yerde ekonomik
koşullarının iyileştirileceği anlamı taşıyacağını da ifade ediyorum.
Eğitimde, bakın, diğer
bir konuya girmeden önce ama… Bakın, bugün açlık sınırı 563 000 000, yoksulluk
sınırı 1 835 000 000 yoksulluk sınırının olduğu ülkemizde, kamu çalışanlarının
hemen hemen neredeyse tümü, öğretmenlerimizin ve eğitimcilerimizin tümü
yoksulluk sınırının altında maaş almaktadır. Onbeş yıllık bir öğretmen 800 000
000-900 000 000 maaşla nasıl geçinecektir?!
Değerli arkadaşlar,
Avrupa Birliği ülkelerinde yıllık 30 000 dolar alan eğitimciler, öğretmenler;
Türkiyemizde, bizim ülkemizde 6 000-6 500 dolar yıllık ücret almaktadır ve
değerli arkadaşlar, yoksulluk sınırının üstünde maaş alan, ücret alan hiçbir
kamu görevlisi ve hiçbir öğretmen ayrıca bulunmamaktadır.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Toparlayın
lütfen.
MEHMET ERASLAN (Devamla)
- Diğer taraftan, eğitimde, bölgelerarası eğitim kalitesi açısından
farklılıklar vardır. Eğitimde adaletin ve eşitliğin sağlandığını göremiyoruz.
Bakın, eğitim alması
gereken öğrencilerimizin önündeki engeller ve yasaklar hâlâ devam etmektedir.
Türkiye'nin en doğusu ile Türkiye'nin en batısı arasındaki eğitimde bir
adaletsizlik bir eşitsizlik söz konusudur ve bu eşitsizliğin neticeleri 1 730
876 gencimiz 2005 yılında üniversite sınavına girdiği halde, bunların sadece
toplam 400 372'si, ortalama 400 000 öğrencimiz devlet ve vakıf
üniversitelerine, açıköğretim fakültelerine ve iki yıllık yüksekokullara
yerleşme imkânı, kayıt yaptırma imkânı bulmuşken, değerli arkadaşlar, 1 330 504
öğrencimiz, maalesef, hiçbir yükseköğretim kurumuna kayıt yaptıramamıştır. 1
330 504 öğrencimiz üniversiteli olamamıştır ve Türkiye genelinde, bakın, eğitim
kalitesinin ve eğitimin geldiği noktayı belirtmek açısından önemli olduğunu
düşünüyorum; Türkiye genelinde sıfır alan öğrenci sayısı, önceki yıllara göre
yüzde 77 oranında artmıştır. Sınavda, 2005 üniversite sınavında 57 163 öğrenci
sıfır almıştır. Doğu ve güneydoğu illeri, en fazla başarısız olan iller
arasındadır. Doğu ve güneydoğu…
Şimdi, buradaki
öğrenciler bizim öğrencilerimiz, oradaki yaşayan insanlar bizim insanlarımız.
Bu insanlara ne yapılabilir, bu öğrencilere ne yapılabilir? Özel okullarda ve
özel dershanelerde kendilerini… Sosyal devlet ilkesi gereği özel okullarda ve
özel dershanelerde onlara destek verme ve Türkiye'nin doğusu ile Türkiye'nin
batısı arasındaki bu eğitim dengesizliğini, eğitim farkını ancak bu şekilde
halledebiliriz. Devlet olarak, iktidar olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisi
olarak, onların özel okullarda ve özel dershanelerde okuyabilmeleri için
onların finanse edilmesi gerekir ve eğitim eşitsizliğinin ortadan kaldırılması
için bu çalışma fevkalade bir şekilde yapılabilir.
BAŞKAN - Lütfen,
toparlayın.
MEHMET ERASLAN (Devamla)
- Ben süreyi daha fazla aşmamak için, Sevgili Başkanımın, Çok Değerli
Başkanımın da müsamahalarına teşekkür ediyorum ve Yüce Heyetinizi, siz değerli
milletvekillerini saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN - Değerli
milletvekilleri, şimdi, madde üzerinde soru-yanıt bölümüne geçiyoruz. Bunun
süresi 10 dakika.
Şanlıurfa Milletvekili
Sayın Mehmet Vedat Melik…
MEHMET VEDAT MELİK
(Şanlıurfa) - Sayın Başkan, aracılığınızla Sayın Millî Eğitim Bakanına bir soru
yöneltmek istiyorum.
Sayın Bakanım,
biliyorsunuz, Ceylanpınar Tarım İşletmesinin içinde, eski adıyla Ceylanpınar
Devlet Üretme Çiftçliğinin içinde, idare tarafından göçer olarak tarif edilen
köyler var. Bunlar, bu çiftlik kurulduğu tarihten, 1942'den beri orada yerleşik
yaşayan insanlar; ama, bu köyler, idare tarafından yerleşim alanı olarak kabul
edilmiyor; yıllardır da süren tartışmalar var aralarında. Bu tartışmanın
sonucunda da, geçtiğimiz yaz, Hamik Köyündeki bir köylü, çiftliğin bekçileri
tarafından öldürüldü. Bununla ilgili olarak da Türkiye Büyük Millet Meclisinde
bir komisyon kuruldu, KİT Komisyonu çerçevesinde. O komisyonun çalışmaları da
sanıyorum son noktaya geldi.
Şimdi, bu köyler idare
tarafından yerleşim alanı olarak kabul edilmediği için, taşımalı eğitim
kapsamına da girmemektedirler. Bu köylerin, Tarım İşletmesi içindeki Pınar
İlköğretim Okuluna mesafeleri 45-50 kilometre; Akçakale ve Ceylanpınar İlçe
Merkezlerine de yaklaşık uzaklıkları bu kadar. Şimdi, burada yaşayan 300-400
çocuk, ilköğretim çağında ve 1995 doğumlular var bunların içinde, 1992
doğumlular, 1993 doğumlular var; bu çocuklar ilköğretimlerini devam
ettirebiliyorlar mı, ettiremiyorlar mı? Ettiremiyorlarsa, her ne kadar, idare
tarafından köyleri yerleşim birimi olarak kabul edilmiyorsa, bu ayrı bir
konudur, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı değiller mi bunlar? Bunlar, en azından
ilköğretimlerini almak zorunda değiller mi?
Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan.
BAŞKAN - Sayın Ensar
Öğüt, Ardahan Milletvekili…
ENSAR ÖĞÜT (Ardahan) -
Sayın Başkanım, teşekkür ederim.
Sayın Bakanım,
biliyorsunuz, karakış ülkemizin her tarafını bayağı bir sıkıntıya soktu.
Özellikle, coğrafî konumu nedeniyle, Doğu Anadolu ve benim bölgem Ardahan; 237
köyü var, şu anda, tamamı, yolları kapalı. Tabiî, Ardahan'ın yolları kapalı;
ama, Türkiye'nin yolları da kapalı. Hakikaten, hükümetin bu konuda çok duyarlı
olmasını istiyorum; ancak, siz, her ne kadar, bir hafta sonraya ertelediniz
eğitimi, teşekkür ederim. Yani, en azından bir hafta ertelediniz; ama, bizim,
coğrafî iklimimiz, iklim koşulları ağır olması nedeniyle -Ardahan ve Doğu
Anadolu Bölgesi, güneydoğu- bir hafta sonraya ertelense de, taşımalı eğitimle
gelen çocuklarımızın gelmesi mümkün değil. Bu nedenle, benim bir önerim var:
Kar yağmamış, özellikle güney kıyılarımızdaki illerimizden iş makinelerini Doğu
Anadolu'ya kaydırarak bu köy yollarının açılmasına katkı sunabilir misiniz?
Çünkü, bu, hem bizim için hem eğitimdeki çocuklarımız için çok önemli. Şu anda,
inanın, telefonlar da geldi.
Ben bir şey daha
söyleyeyim: Türkiye'de, en çok bebek ve çocuk ölümü Ardahan'da. Bunların
nedenlerinden biri de, şehir merkezine gelememesi çocukların. Bir de,
çocukların eğitim sorunu, iyi alamaması. Hatta isim vereceğim, Çıldır'ın
Baltalı Köyünde, ortalama, yani eğitim gününün yarısına gelmiş, yarısına
çoçuklar gelememiş ve inanın, bir şey daha söyleyeyim. Hoçuvan köylerinde
okuryazarlığı olmayan, ilkokulu bitirmiş çocuklar var. Niye, buna diploma
verdiniz peki, bu çocuğun okuryazarlığı yok dedim; "mecbur kaldık; çünkü,
eğer okumasa, yaşı geçmiş" diyorlar.
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) -
Sayın Başkan, 5 dakika doldu…
ENSAR ÖĞÜT (Ardahan) - Bu
açıdan, ben, Doğu Anadolu'nun yollarının açılması ve çocukların eğitime rahat
gidip gelebilmesi için, Akdeniz illerimizin iş makinelerini Doğu Anadolu'ya
kaydırarak, bu mağduriyetin giderilmesini istirham ediyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Sayın Bakan,
başka soru talebi yok.
Yanıt verme sırası sizde.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN
ÇELİK (Van)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ceylanpınar eski Devlet
Üretme Çiftliği sınırları içerisinde bulunan, kendilerine "Göçer"
diye isim verilen köylü vatandaşlarımızın çocuklarının okula gidememesinden
Sayın Melik şikâyet etti, yakındı. Ben bu konuyu inceleteceğim. Bunların
köyünün köy olarak tescil edilip edilmemiş olması önemli değil; bunların insan
olması ve bizim vatandaşımız olması önemlidir. Bu vatandaşlarımız eğer
isterlerse -sayısı 300-400 dediğiniz- bütün çocuklarını devlet parasız yatılı
okullarına alabiliriz. Böyle bir imkânımız var. Bunu kesinlikle temin
edebiliriz. Konuyu inceleteceğim.
Türkiye'deki köy
yollarının açık tutulması, Türkiye'deki yolların açık tutulmasıyla ilgili
olarak da Hükümetimiz, olması gerektiğinden çok daha fazla duyarlıdır. Ama,
hepinizin bildiği gibi, bu sene olağanüstü bir kış yaşanıyor. Şu anda Bitlis'te
1 metre kar var. Yollar açılıyor, sonra fırtına, tipi, tekrar yollar kapanıyor.
Bunu biliyorsunuz. Tatvan-Bitlis arasındaki yol bile 1 saat arayla kapanabiliyor.
Hükümetimiz bu konuda son derece duyarlıdır. Bütün köy yollarımızın açık
tutulması, taşımalı eğitimin olması gerektiği gibi yapılması konusunda
duyarlıyız. Bu konuda da, bildiğiniz gibi, Köy Hizmetleri Teşkilatı
lağvedildikten sonra bütün imkânlar valiliklere, özel idarelere devredilmiştir.
Bu meselede, özellikle taşımalı eğitimin yapıldığı yerlerde biz bu konunun
takipçisi durumundayız. Bundan endişe etmeyin.
Saygılar sunuyorum.
BAŞKAN- 17 nci maddeyi
oylarınıza sunuyorum…
K. KEMAL ANADOL (İzmir)-
Karar yetersayısının aranılmasını istiyorum.
BAŞKAN- Karar yetersayısı
arayacağım.
Kabul edenler… Kabul
etmeyenler…
Karar yetersayısı yoktur;
5 dakika ara veriyorum.
Kapanma saati: 17.17
Açılma Saati: 17.28
BAŞKAN: Başkanvekili Ali DİNÇER
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Ahmet Gökhan SARIÇAM
(Kırklareli)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 55 inci Birleşiminin Dördüncü
Oturumunu açıyorum.
1009 sıra sayılı kanun
tasarısının görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.
V.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
3.- Kamu
Kurum ve Kuruluşlarına Bağlı Okulların Millî Eğitim Bakanlığına Devredilmesi
ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/1050) (S. Sayısı: 1009) (Devam)
BAŞKAN - Komisyon?..
Burada.
Hükümet?.. Burada.
Tasarının 17 nci
maddesinin oylanmasında karar yetersayısı bulunamamıştı. Şimdi, oylamayı
tekrarlayacağım, karar yetersayısı arayarak.
17 nci maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler…Kabul etmeyenler…
Karar yetersayısı vardır;
madde kabul edilmiştir.
18 inci maddeyi
okutuyorum.
Yürütme
MADDE 18.- Bu Kanun
hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN - Madde üzerinde söz
isteyenler; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Adana milletvekili Nevin Gaye
Erbatur; buyurun.
Süreniz 10 dakika.
CHP GRUBU ADINA N. GAYE
ERBATUR (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1009 sıra sayılı Kamu
Kurum ve Kuruluşlarına Bağlı Okulların Millî Eğitim Bakanlığına Devredilmesiyle
Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 18 inci maddesi
üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım; sizi ve
Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Eğitim, toplum için
gelişimi hızlandırma, yetenekleri uyandırma, insanları güçlendirme ve haklarını
koruma bakımından tek başına, başka herhangi bir girişime göre daha büyük bir
kapasiteye sahiptir. Eğitime yatırımda, bir ülkenin kendi ekonomik ve sosyal
refahının gelişmesi ve demokratik bir toplumun temelini atması için
izlenebilecek en emin ve doğru yol olarak düşünülür. Yoksul ülkelerin
bütçelerinden eğitime ayrılan payın artması, azgelişmişliğin bir çözümü olarak
sunulur. Anayasanın 42 nci maddesi, eğitimi, sosyal ve ekonomik insan
haklarından biri olarak ele alır. Öğrenim ve öğretim, birey açısından bir hak
olarak tanımlanırken, devlet bakımından başta gelen görevlerden biri
sayılmıştır. Bu nedenle Anayasa, devlete, eğitim hakkını ve eğitim eşitliğini
sağlamaya yönelik önlemleri alma görevini yüklemiştir.
1739 sayılı Millî Eğitim
Temel Kanununu ise, eğitim kurumlarının cinsiyet ayırımı gözetilmeden herkese
açık olması, eğitimde kadın-erkek herkese fırsat ve imkân eşitliğinin
sağlanması, okullarda kız-erkek karma eğitimin yapılması; ancak, eğitimin
türüne, imkân ve zorluklarına göre, bazı okulların yalnızca kız veya erkek
öğrencilere ayrılması ilkelerini benimsemiştir. Ancak, okulun uygun davranış
biçimlerini ve kültürel normları benimsetme işlevi, kasıtlı ya da kasıtsız
olarak, toplumsal cinsiyet içerikli iletiler taşır. Dolayısıyla, okullar, hangi
düzeyde olurlarsa olsun, kız ve erkek çocuklar ile kadınlar ve erkekler
hakkındaki kalıp yargıların ve sınırlayıcı görüşlerin taşıyıcılarıdır. Var olan
toplumsal güç ilişkileri içinde kadınlar, çoğunlukla bu ilişkilerin alt
kesiminde yer alırlar. Eğitim de, kadını güçler hiyerarşisinin alt
basamaklarında tutacak biçimde yapılandığı ve gerçekleştiği ölçüde, ataerkil
kültür ve ideolojinin yeniden üretimine hizmet eder. 1995'te bir taahhütler
konferansı olarak yapılan Dördüncü Dünya Kadın Konferansı ardından yayınlanan
Pekin Deklarasyonunda, eğitim ve öğretimdeki eşitsizlikler ile yetersizlikler
ve bunlara ulaşmadaki eşitsizlik, 12 temel kritik alandan biri olarak
gösterildi. Buna göre, kadınların okuryazar olması, aile içinde sağlık,
beslenme ve eğitimi geliştirmenin, kendilerini ifade etmelerini sağlayacak yeni
bir dil kazanması, olanaklardan ve risklerden haberdar olmak ve doğrudan karar
alma süreçlerine katılmak için güçlenmelerinin en önemli amaçlarındandır.
Araştırmalar, kadınların
eğitimden erkeklerle eşit ya da onlardan daha fazla yarar sağladığını, düşük
gelir grubundaki ülkelerde kadın eğitimine yapılan yatırımın erkek eğitiminden
daha yüksek verimi olduğunu göstermektedir. Eğitim, kadınlara, ilgilerini ve
çıkarlarını özel yaşama ve eve kapatmaktan çıkararak, geleneksel kadın
ortamlarından farklı çevrelere taşıma şansı vermekte, kadının hareket ve
girişim özgürlüğünü artırmaktadır. Kadının eğitim düzeyinin yükselmesiyle, aile
başına daha az çocuk düşmekte, daha az çocuk ölümüyle karşılaşılmakta, evlilik
yaşı ertelenmekte, daha sağlıklı, daha iyi beslenmiş ve eğitilmiş çocuklar
yetişmesi olasılığı güçlenmekte, özellikle kız çocuklarının eğitim şansı
yükselmektedir.
Türkiye'de, bütün
yaşlarda ölüm olasılığı, daha yüksek eğitim düzeyine sahip annelerin çocukları
arasında daha düşüktür. Türkiye'de, genel olarak okumaz-yazmazlık, özel olarak
ise kadın okumaz-yazmazlığı önemli bir sorun olmayı sürdürüyor. Her düzeyde,
kız çocuklarının eğitimde erkeklerden daha az temsil edildiği görülmektedir.
Kadına yönelik olarak
eğitim alanında yapılan diğer bir ayırımcılık da, ders kitaplarında ve eğitim
materyallerinde yapılan ayırımcılıktır. 2005-2006 eğitim-öğretim yılında ders
kitaplarında cinsiyetçi öğeler halen devam etmektedir. Kullanılan ders
kitaplarımızda, aile içinde hiyerarşik bir düzen vardır ve bu düzende erkek en
yukarıdadır. Örneğin, çocuk, annesine "demokrasi ne demek anneciğim"
diye sorduğunda, annesi "baban geldiğinde ona soralım" der; yani,
bilgiyi sunan erkektir. Erkekler paranın sahibi olarak gösterilmektedir.
Ailenin yeniden üretimi kadındadır. Kadın, sürekli mutfakta gösterilmekte, az
örnekte olmakla birlikte, erkek de mutfakta olsa da, kadına yardımcı gibi gözükmektedir.
Bu yıl, diğer yıllardan
farklı olarak, sözlü şiddet ders kitaplarına girmiştir; ancak, sadece annenin
çocuğa şiddeti gösterilmektedir. Oysaki, aile içinde şiddeti en yaygın
uygulayan baba ya da ailedeki diğer erkeklerdir. Matematik kitaplarında bile
cinsiyetçi öğeler vardır. Annenin gösterimi her zaman ev içi rollerin yeniden
üretilmesiyle olmaktadır. Millî Eğitim Bakanımıza, bu vesileyle, eğitim
materyallerinin cinsiyetçi öğelerden tam olarak ne zaman arındırılacağını
sormak istiyorum?
Yedi ve sekizinci
sınıflarda okutulması zorunlu olan insan hakları ve vatandaşlık dersleri, bu
öğretim yılında müfredattan kaldırılmıştır. Bakanlık yetkilileri, bunun diğer
sınıflardaki dersler içinde verilmekte olduğunu söylemektedir. Eğer, tüm ders
kitapları insan haklarına saygılı bir dille kaleme alınmazsa, çocuklarımız,
vatandaşlık ve insan haklarını nasıl öğreneceklerdir? Kaldı ki, imzaladığımız
uluslararası sözleşmelere göre, vatandaşlık ve insan hakları dersinin ayrı bir
ders olarak okutulması da zorunludur. Anayasanın 90 ıncı maddesi bu anlamda
ihlal edilmektedir.
2005-2006 öğretim yılı
başında 30 kişilik sınıflarda tekli ve normal eğitim yapabilmek için 3 200
okula, 96 000 dersliğe, 110 000 öğretmene ihtiyaç duyuluyor. Doğan çocuk
sayısının sağlıklı bir şekilde bilindiği bir ülkede, okul çağına gelecek çocuk
sayısı da bellidir. Öğretmen açığının bu rakamlarda olması anlaşılabilir bir
sorun değildir. Öğretmen yetiştiren okullarımızın mezun ettiği öğrenci sayısı
nasıl oluyor da bu açığı kapatamıyor; nasıl oluyor da birçok öğretmen işsiz?
Bu, açıkça eğitim politikalarındaki temel yanlışı ve temel sorunu
yansıtmaktadır.
Çağdaş, aktif eğitim
modellerini birçok özel okul uygularken, devlet okulları hâlâ klasik eğitim
modellerini uygulamaktadır. Çağdaş, aktif eğitim modelleri, öğrenci merkezli,
sorgulayıcı, okul ve bilimsel düşünme modelini geliştiren bir eğitim modelidir.
Bu modelle eğitim alan öğrenciler, öğrenmeyi öğrenmektedir. Gelişmiş ülkelerin
yıllardır uyguladığı bu çağdaş, aktif eğitim modellerini Millî Eğitim
Bakanlığının ne zaman hayata geçireceğini de öğrenmek istiyorum.
Mesleklere göre kadın ve
erkeklerin tercihlerine dikkat edersek, öğretmenlik bir kadın mesleği olarak
görülür; ancak, Millî Eğitim Bakanlığı merkez örgütünde, neredeyse hiç kadın
yönetici yoktur. 1999 yılı verilerine göre, 14 634 ilk ve ortaöğretim
yöneticisi orasında 759 kadın bulunmaktadır. Millî Eğitim Bakanlığında görevli
159 başmüfettişten 6'sı, 100 müfettişten ise 40'ı kadındır. Gene Bakanımıza
sormak istiyorum: Bugün durum nedir; düzelmiş midir, daha mı kötü olmuştur?
Kadının insan hakları,
kadına karşı her türlü ayırımcılığın önlenmesini, kadının karar alma
süreçlerine ve mekanizmalarına eşit katılımını, eşit ve uygun iş koşullarını,
insanlık dışı aşağılayıcı davranışlara maruz kalmama hakkını ve tüm bu haklara
temel oluşturan eşit ve ayırımcı olmayan eğitim hakkını ifade eder. Eğitimin
cinsiyetçi olmayan bir bakış açısına kavuşturulması sağlanabilirse, kadını ve
erkeği eşit bir toplum haline gelebiliriz.
Eğitim, temel bir kamu
görevidir. Bu ülkede yaşayan tüm çocukların bu haktan eşit olarak yararlanması
gerekir. Devlet, tüm öğrencilerin belli bir eğitim düzeyine ulaşmalarını
sağlamakla görevlidir. Çocuğun eğitim hakkının gerçekleşmesi, onu, yoksulluk,
istemediği işlerde çaresiz olduğu için çalışma, ticarî amaçlı seks sömürüsü ve
silahlı çatışma gibi tehlikelerden koruyacaktır. Bilgili ve sorumlu bir
yurttaşın haklarını talep etme ve bu haklardan yararlanma yeteneği, onun
alacağı iyi bir eğitime bağlıdır.
Bu düşüncelerle, millî
eğitim sistemimizin özgür ve eşit bireyler yetiştireceği günlerin özlemiyle,
Yüce Heyetinizi saygıyla selamlarım.
Teşekkür ederim. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Kişisel olarak
söz isteyen, Balıkesir Milletvekili Orhan Sür. (CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz 5 dakika Orhan
Bey.
ORHAN
SÜR (Balıkesir) - Sayın Başkan, çok sevgili milletvekili arkadaşlarım;
görüşülmekte olan yasanın 18 inci maddesi hakkında şahsım adına söz almış
bulunuyorum; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, bu
madde yürütme maddesi. Elbette, yasaya göre, yürütme, Bakanlar Kuruluna ve
dolaylı olarak da, tabiî ki, bu yasa millî eğitimi ilgilendiren bir yasa
olduğuna göre, Millî Eğitim Bakanlığınca ve Millî Eğitim Bakanlığının
bürokratlarınca yürütülecek, yaşama geçirilecek bir yasa.
Tabiî, benim bu konuda
bazı tereddütlerim var. Tereddütlerim nereden kaynaklanıyor? Millî Eğitim
Bakanlığımızın bürokratları, maalesef, okuduklarını pek iyi anlayamıyorlar.
Şimdi, bunu nereden çıkarıyorsunuz diyeceksiniz. Kendilerine verdiğim soru
önergelerine verdikleri yanıtlardan çıkarıyorum. Çünkü, ben, Sayın Millî Eğitim
Bakanımıza bazı sorular soruyorum. Tabiî, dolaylı olarak bu bürokratlarımız
tarafından inceleniyor bu sorduğum sorular ve bir yanıt hazırlanıyor, Sayın Millî
Eğitim Bakanımızın da imzasıyla bu yanıt bize geliyor, biz de bu yanıtı Sayın
Millî Eğitim Bakanımızın yanıtı olarak kabul ediyoruz. Bu yanıtlara
baktığımızda, sayın bürokratların, bizim sorduğumuz soruları ya okumadıklarını
görüyorum ya da okuduklarını anlamadıklarını. Dileyelim, bu yasayı da bu
şekilde yorumlamazlar, yasanın özüne sadık kalarak uygularlar.
Şimdi, bazı iddialarda
bulunuyoruz. Nedir iddialarımız; sayın bürokratların, bu konuda, maalesef,
okumadıkları veya okuduklarını anlamadıkları.
Değerli arkadaşlarım,
geçtiğimiz günlerde, 2005 yılı içinde, Millî Eğitim Bakanımızdan yanıtlaması
amacıyla 3 tane soru önergesi vermiştim. Bu soru önergesinin yanıtları bana
ulaştı. Konu, ilköğretim "Türkiye Cumhuriyeti İnkılap Tarihi ve
Atatürkçülük" kitabıydı, 2005 yılında basılan kitap ile 2004 yılında
basılan kitap arasındaki farklılıkları içeriyordu. Bu farklılıkların birkaç
tanesini gündeme getirmiştim. Bunların bazılarını Sayın Genel Başkanımız Deniz
Baykal da bir Grup konuşmasında dile getirdi. Sayın Bakanımız burada bu
konulara biraz yanıtlar verdi ve bana, sonuçta, yazılı olarak da yanıtlar
ulaştı. Şimdi, yanıtlar elimde. Okuduğumda, inanın, benim sorduğum soruların
çoğunun yanıtının verilen yanıtlarda olmadığını görüyorum.
Değerli arkadaşlarım, örneğin,
bayrağımızla ilgili bir soru sormuştum. Neydi; niye bayrağımızın altındaki
bayrağı tanıtan bölüm çıkarıldı diye. Bana verilen yanıt: Bayrak olmalı, bayrak
varsa sorun yok. Bayrak var; var da, altındaki tanıtan bölüm niye çıkmış,
yanıtta yok.
Bunun dışında, benim çok
önemsediğim, Atatürk'ün o güzel Onuncu Yıl Nutkunun bu kitaptan çıkarılmasıydı.
Verilen yanıtta iki tane ana unsur var. Bir tanesinde deniliyor ki: "Bu
bölüm halifeliğin kaldırılmasıyla ilgili bölüm, o nedenle çıkardık." İkincisi
de şu: "Biz bunu buradan çıkardık; ama, lise son sınıfın müfredatına
koyduk."
Değerli arkadaşlarım,
şimdi, şunu kabul edelim: Bu ülkede mecburî eğitim 8 yıl. Yani, 8 yılda
insanlarımızı, çocuklarımızı mecburen eğitiyoruz ve eğittiğimiz bu
çocuklarımızın yaklaşık yüzde 40'ı lise öğretimine devam etmiyor. Yani, diyoruz
ki, Millî Eğitim Bakanlığımız diyor ki: "Yüzde 40'ı, Atatürk'ün Onuncu Yıl
Nutkunu okumayıversin efendim." Bu anlama geliyor verilen yanıt.
İkinci yanıt daha önemli.
"Bu bölüm, halifeliğin kaldırılması bölümüydü" diye… Kitap benim
elimde. O bölüm, halifeliğin kaldırılması bölümü değil, cumhuriyetin ilanı
bölümünün arkasına konulmuş bir yazı. Şimdi, benim anadilim Türkçe, gördüğümü
de anlıyorum, sorduğumu da biliyorum ve bu sorulara düzgün yanıtlar istiyorum
Sayın Bakanım, düzgün yanıtlar istiyorum.
Daha da ileri gitmek
istiyorum. Bu kitapların nasıl yazıldığından, hangi amaçlarla yazıldığından,
Türk Millî Eğitiminin hedefinin ne olduğundan, insan haklarından falan
bahsediliyor bana verilen yanıtlarda. Peki, şimdi size soruyorum: Bu kitapları
yazan yazarların hiç mi hakkı yok? Bu kitaplarda bu değişiklikleri yaparken,
hangi kitabın yazarından izin aldınız? Onların görüşlerini aldınız mı; hayır,
almanıza gerek yok diyorsunuz. Neden gerek yok? Burada, bu insanların
isimlerini yazarları olarak yazıyorsanız, bu kitapların üzerinde yaptığınız her
değişiklikten bu insanların hakkı var. O zaman, insan hakları nerede kaldı?!
Millî Eğitimin bu konudaki inceliği, Talim ve Terbiye Kurulunun bu konudaki sorumlulukları
nerede kaldı?! Ama, tabiî, Talim ve Terbiye Kurulunu bir günde değiştirirseniz,
o Talim ve Terbiye Kurulu da gelir, işte, geçmişi bir kalemde silmeye kalkar,
kendi kafasına göre burada değişiklikler yapar ve arkasına da bir şey
eklersiniz…
İBRAHİM KÖŞDERE
(Çanakkale) - Cımbızla…
ORHAN SÜR (Devamla) -
Cımbızla, cımbızla… Tabiî, cımbızla aramışlar arkadaşlarımız, cımbızla
aramışlar.
Güncelleme komisyonu…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
ORHAN SÜR (Devamla) -
Sayın Başkanım, bitireceğim.
BAŞKAN - Toparlayın
lütfen.
Buyurun.
ORHAN SÜR (Devamla) -
Değerli arkadaşlarım, tarih kitaplarının güncellendiği nerede görülmüş?! Tarih
güncellenir mi?! 18 yıldan beri bu kitap yayınlanıyor, güncellemeye gerek
duyulmamış, 18 inci yıl duyulmuş güncellemeye gerek veya 17 nci yıl duyulmuş.
Değerli arkadaşlarım, bunlar yanlış! Bunlar yanlış!
Bakın
"cımbızla" diyorsunuz. Evet, cımbızla çok iyi ayıklamalar yapıyorlar.
Bakın, cımbızla yapılan ayıklamayı göstereyim size. İlk kitapta yayınlanan
Mustafa Kemal ve eşinin resmi… İkinci kitapta yayınlanan Mustafa Kemal ve
eşinin resmi… Bu size bir şey kazandırmaz Sayın Bakanım. Bunlar ucuz oyunlar!..
Bunlar ucuz oyunlar!.. Bunlarla lütfen uğraşmayın.
MURAT YILDIRIM (Çorum) -
Size ne kazandıracak?
ORHAN SÜR (Devamla) -
Bize ne kazandıracak değil, bunları değiştirmeye kalkıyorsunuz, gerekçesini
bize açıklamak zorundasınız. Gerekçelerini, bunları yazanlara açıklamak
zorundasınız. O zaman kendiniz ayrı kitap yazın. O zaman ayrı kitap yazın.
Bakın Sayın Bakanım,
biraz önce, gündemdışı bir konuşmaya burada bir yanıt verdiniz. Ermeni konulu
bir konuşmaydı ve o konuşmada bir yanıt verdiniz, o yanıtı hepimiz burada
dinledik; ama, bu kitabın "Türk-Ermeni İlişkileri" diye bir okuma
parçası var.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Maddeyle ne alakası var?
ORHAN SÜR (Devamla) - Bu
okuma parçasının son cümlesini okursanız, inanıyorum ki, siz, bu okuma
parçasını bu kitabın içine almazsınız. Tutanaklara geçirmemek için burada bu
cümleyi okumuyorum. Eğer, bu cümleyi okursanız, Talim Terbiye Kurulundaki bu
arkadaşlarımızın, hangi konularda cımbızla ayıklama yaparken, neleri
kaçırdıklarını görürsünüz ve o zaman buraya bunu bastırmazsınız. Sizden rica
ediyorum, bunu, lütfen, değiştirin. Bu, Türkiye Cumhuriyetinin tezi değildir.
Bu, birisinden alınmış bir yazı olabilir. O zaman, bu yazıyı buraya koymayın,
buraya başka bir yazı koyun. Buraya başka bir yazın koyun. Lütfen, bu kitabı
yazan insanlara saygı gösterin, bu kitaba emek veren insanlara saygı gösterin
ve bu kitabı yazıp, Türk toplumunun önüne çıkaran, yıllarca bu kitabı
yayınlayan insanların hakkını da verin diyorum.
Hepinize saygılar
sunuyorum.
Teşekkür ediyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Başkan, müsaade eder misiniz?
BAŞKAN - Hükümet adına
Sayın Bakanın konuşma talebi var.
Sayın Çelik, mikrofon
sizin, kürsü sizin; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan
yasa tasarısıyla ilgili olarak görüşlerini beyan eden değerli milletvekili
arkadaşlarımız, yasa tasarısının dışında her şeyi burada ifade ettiler;
kendilerine teşekkür ediyoruz.
Ben, burada bir iki
hususa açıklık getirmek istiyorum. Özellikle, iki şeyi çok önemsiyorum. Bir
konuşmacımız, Sayın Kepenek, dedi ki: "Bu bakanlığın, Sayın Bakanın,
hükümetin, eğitimle ilgili bir felsefesi var mıdır, bir ufku var mıdır; biz
bunu anlamadık."
Sayın Kepenek, şunu
söyleyeyim: Biz, evet, o felsefeye sahibiz. O felsefe bizim parti programımızda
var, o felsefe bizim hükümet programımızda var, acil eylem planımızda var ve o
felsefe paralelinde de birçok icraat yapılmıştır. Belki, zatıâlinizin bundan
haberi yoktur.
Arkasından, Sayın Erbatur
dedi ki: "Çağdaş, aktif eğitim modeli ne zaman yürürlüğe sokulacak?"
Bakın, hemen şunun altını
çizmek istiyorum: Dün Yükseköğretim Kuruluyla birlikte, eğitim fakültelerindeki
öğretim üyelerimizle birlikte bir toplantı yaptık. Bu, bir paylaşım
toplantısıydı. Orada esas konu şu idi: Millî Eğitim Bakanlığı, malumunuz,
müfredatı değiştirdi. Bu müfredat paralelinde öğretmen yetiştirilmesi
gerekiyor. Orada, Yükseköğretim Kurulunun yöneticileri de vardı ve bu
müfredatın felsefesi, bu müfredatın çağdaş yaklaşımı, bütün üniversite öğretim
üyeleri tarafından, özellikle,. meseleden derinlemesine haberdar olan öğretim
üyeleri tarafından, sayın YÖK yöneticileri tarafından, OECD tarafından, Dünya
Bankası tarafından, Avrupa Birliği tarafından, yerli-yabancı bütün otoriteler
tarafından tespit edilmiştir, kabul edilmiştir ve Türkiye'de bununla ilgili
yaptığımız incelemeler, müfredatın uygulanmasıyla ilgili olarak yaptığımız
bütün anketlerden de, gerek öğretmenlerimizin gerek velilerimizin gerekse
öğrencilerimizin bu çağdaş yöntemi, bu çağdaş müfredatı benimsediklerini, kabul
ettiklerini ve sizin sözünü ettiğiniz çağdaş, aktif eğitim modelini
sorgulayıcı, öğrenci merkezli eğitimi kabul ettiklerini ve bunun son derece
olumlu sonuçlar verdiğini göstermiştir, ortaya koymuştur.
Bu, zaten uygulanmıştır.
Şu anda, bakın, daha 2004 yılında başlamış oldukları bu, pilot uygulama olarak
uygulanmıştır. Türkiye çapında 120 okulda pilot uygulama olarak uygulanmıştır
ve 2005-2006 eğitim-öğretim yılında da bütün Türkiye'de bu uygulanmaktadır, şu
anda Türkiye'deki bütün okullarda uygulanmaktadır. Ders kitapları bu paralelde
hazırlanmıştır, hazırlanmaktadır. Bunu, sizlerle özellikle paylaşmak isterim.
Bazı arkadaşlarımızın bazı şeylerden haberdar olmaması, onların olmadığı
anlamına gelmez değerli arkadaşlarım.
Şimdi, bir başka şey…
N. GAYE ERBATUR (Adana) -
Sayın Bakan, öğretmen yetiştirmeden müfredata geçiyorsunuz.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Müsaade edin…
Şimdi, değerli
arkadaşlar, özel…
N. GAYE ERBATUR (Adana) -
Bununla ilgili yetişmiş öğretmen yok hizmetiçi eğitimde.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Hizmetiçi eğitimleri de devam ettiriyoruz efendim.
N. GAYE ERBATUR (Adana) -
Öğretmen olmadan müfredat olmaz!
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Özel öğretim kurumlarıyla ilgili yasa 1965 yılında
çıkmış. Bakın, aradan 41 yıl geçti ve köprünün altından çok sular geçti, çok
sular aktı. Bunun, bugüne, bugünün şartlarına, bugünkü dünyadaki yaklaşıma göre
ele alınması gerekiyordu. Bütün özel öğretim kurumlarının, değerli arkadaşlar,
genel öğretim içindeki bütün payı yüzde 1,9'dur, yüzde 2 değildir. Biz, yüzde
98,1 öğrencimize devlet imkânlarıyla, kamu imkânlarıyla eğitim-öğretim
yaptırıyoruz ve bu konudaki çabamız, gayretimiz ortadadır. Hükümetimiz son üç
yıldır eğitime en büyük payı ayırmaktadır. Dolayısıyla, sanki bütün gayretimiz,
bütün emeğimiz özel okullardan yana imiş de, devlet okullarını ihmal etmişiz
şeklindeki, aslında, bir suçlamanın, bir ithamın muhatabı biz asla değiliz.
Şimdi, bazı özel öğretim
kurumlarına giden öğrenciler veyahut da özel öğretim kurumlarına giden
öğrencilere 1 000 YTL destekte bulunulması dün de dile getirildi. Bir sefer,
bütün gidecek öğrencilere uygulanacak bir şey değil.
Bir de, arkadaşlar, bir
tasarıyı görmeden, bir kanun teklifini görmeden, onun bütün detaylarına vâkıf
olmadan onun üzerinde yorum yapmak, bilgi sahibi olmadan hüküm sahibi olmak,
peşin hükümlülük demektir. Özel okullar yasası geldiği zaman, bütün
maddeleriyle ilgili, değerli muhalefet mensupları, iktidar mensupları zaten
görüşlerini söyleyecekler; ama, tabiî, bu konuda yaklaşım farklılığı içerisinde
olmamız son derece tabiîdir. Eğer, bu konularda, özellikle bu tür meselelerde,
ekonomik meselelere olan yaklaşımda, sosyal politikalara olan yaklaşımda biz
zaten farklı görüşlere sahip olmasaydık, biz AK Parti, siz Cumhuriyet Halk
Partisi olmazdınız. Bu konuda sizin gibi düşünmüyoruz, bu konuda sizin gibi
düşünmediğimiz için de son derece mutluyuz. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Bir başka şeye gelelim.
Yine, dün, bir değerli milletvekili arkadaşımız dedi ki; benim 21 inci Dönem
Meclisinde yaptığım bazı konuşmalardan alıntılar yaptı: Sayın Bakan muhalefet
sıralarında otururken böyle söylüyordu, şu anda bakan koltuğunda oturuyor; ne
diyor?
Arkadaşlar, ben,
muhalefet sıralarında otururken, 21 inci Dönemdeki yaptığım bütün konuşmaları
kitap olarak yayımladım. Bakın, bunlar hem tutanakta var, bunlar gizli
konuşmalar değil. "Öğretmene kaynak var mı" diye sormuşum.
Bakın, ben size bir şey
söyleyeyim. Biz, şu anda -çok yakında, yasa, Türkiye Büyük Millet Meclisinin,
siz değerli arkadaşlarımın huzuruna geliyor- öğretmenlere seyyanen 40 + 40 zam
yapıyoruz. (AK Parti sıralarından alkışlar) Değerli arkadaşlar, öğretmen
maaşlarının 800 000 000 ile 1 milyar arasında olduğunu eğer düşünürseniz, 80 000
000'luk zam yüzde 10'luk bir zam demektir. 2006 yılında enflasyon beklentisi
yüzde 5'tir, tahmin edilen enflasyon yüzde 5'tir. Bakın, bütün memurlara
yapılan yüzde 5'lik zam öğretmenlere yapılmıştır, artı, ilave olarak 40 + 40
şeklinde seyyanen zam yapılmıştır ve bu, yakında gelecektir.
Bir başka şey;
öğretmenlerin ekders ücretlerine, yıllardan beri -son on yıla doğru şöyle bir
gidelim- ne kadar zam yapılmıştır? Bakın, enflasyon oranı yüzde 5. Biz,
enflasyon oranının kat kat kat kat üzerinde öğretmenlerimizin ekders ücretine
zam yapıyoruz ve yakında bunu da getireceğiz. Evet, kaynak vardır ve yapıyoruz.
(AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
Şimdi, bir başka şey;
özellikle, zaman zaman yanlış anlaşıldığı için -ben bu yanlış anlaşılmayı da
düzeltmek isterim- bir milletvekili arkadaşımız sürekli olarak bunu
tekrarladığı için, özellikle cevap verme gereği duyuyorum. Efendim, son iki, üç
yılda sıfır alan öğrencilerin oranında yüzde 70'lik bir artış olmuştur.
Değerli arkadaşlar,
bakın, bir kez burada bunu izah ettim, bu vesileyle bir kez daha söylüyorum. Bu
bir ölçme ve değerlendirme yönteminden kaynaklanıyor; o da şudur: Gerek ÖSYM
tarafından gerekse Millî Eğitim Bakanlığı Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğü
tarafından, 2003 yılına kadar, bir öğrencinin ham puanı ne olursa olsun -ister
0,5; 0,4; 0,3; 0,1 bile olsa- değerlendirmeye tabi tutuluyordu ve bundan
dolayı, sıfır alan öğrenci sayısı neredeyse sıfırdı; fakat, 2003 yılından
itibaren bir karar alındı ve denildi ki: Bundan böyle, ham puanı 0,5 ve altında
olanların puanı değerlendirmeye değmez şeklinde ele alınacak ve bunlar
değerlendirme dışı bırakılacaktır.
Şimdi, her 0,1 aralığında
da 10 000 öğrenci var. Eğer biz eski ölçme ve değerlendirme yöntemine dönersek,
sıfır alan öğrenci sayısını karşınıza sıfır olarak getirebiliriz. Yani,
geçmişte çok azdı da şimdi artmış şeklinde asla bir durum söz konusu değildir.
Bunu birkaç kere izah ettim. ÖSYM'nin yaptığı sınavlar için de bu geçerlidir,
bizim yaptığımız ortaöğretim kurumları giriş sınavı için de böyledir. Bu,
tamamen, teknik bir hesaplama şeklinden kaynaklanmaktadır. Geçmişte iyi olup da
bugün kötü olan bir durum yoktur. Bakın, bugün dünden çok iyidir, yarın bundan
da daha iyi olacaktır. Hepinizin buna inanmasını istiyorum.
Değerli milletvekilleri,
bakın, özellikle bir şeyin daha altını çizmek istiyorum: Biz, 15 yeni
üniversitenin kurulmasıyla ilgili tasarıyı getirdik, hep birlikte destekledik,
çıkardık. Üniversitelerimize, üniversite esprisine son derece büyük bir önem
atfediyoruz.
Değerli arkadaşlarım,
bakın, şu anda, yurt dışında 70 000 evladımız var, 70 000 evladımız yurt
dışında eğitim yapıyor. 1980 yılında bütün dünyadaki üniversite öğrencisi
sayısı 50 000 000'du, yirmi yıl sonra, 2000 yılında 100 000 000 oldu. Bakın,
yirmi yılda yüzde 100 arttı.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Sayın Başkanım, bitiriyorum.
Yapılan hesaplamalara
göre, 2020 yılında bu sayı 200 000 000 olacak ve bizim yaptığımız demografik
hesaplara göre, bakın, şu anda, 1 900 000 civarında üniversite öğrencisi var,
2023 yılında, cumhuriyetin 100 üncü yılında, Türkiye'deki üniversite öğrenci
sayısının, yine, eğer, dünyadaki bu eğilime biz de uyarsak, dünya
standartlarını yakalarsak, asgarî 5 000 000 - 6 000 000 civarında olması
gerekiyor. Şimdi, bunun hazırlığını yapmak zorundayız. Hiçbir hazırlık
yapılmamıştır diye ifade edildi. Bizim hükümetimiz döneminde, son zamanlarda
kurulanlarla birlikte 80 adet fakülte ve yüksekokul -bakın, meslek yüksekokulu
değil- 4 yıllık lisans eğitimi yapan fakülte ve yüksekokul kurulmuştur; 46-47
tanesiyle de ilgili olarak işlemler devam ediyor. Bu altyapı değildir de… İlkokul kurmaktan söz etmiyorum; fakülte ve
yüksekokul kurmaktan söz ediyorum. Bunun bilinmesini istiyorum.
Eskişehir Milletvekilimiz
Sayın Yücesan, Eskişehir'deki ilköğretim yatırımlarıyla ilgili olarak bazı
ifadeler kullandı. Biz, 2005 yılı içerisinde, kamu kaynaklarından Eskişehir
İlimize 21 trilyon 100 milyarlık yatırım yapmışız ve raylı sistemlerle ilgili
olarak da -Sayın Milletvekilimizin bilmesini istiyorum- İstanbul, Eskişehir,
Erzincan ve Sivas İllerinde olmak üzere 4 ilimizde, raylı sistemlerle ilgili
olarak eğitim-öğretim faaliyeti başlamıştır. Bunu da, buradan, sizlere
duyuruyorum.
Ayrıca, Eskişehir'deki halk
eğitim merkezi müdürünün atamasıyla ilgili bir usulsüzlük olduğu ifade edildi.
Değerli arkadaşlarım, hiçbir usulsüzlük yok. Komisyon tarafından yapılan
elemeler, sınavlar sonucu ilk 5'e giren adaylar Sayın Valiye takdim edilir,
Sayın Vali tarafından birinin ataması yapılır. Halihazırda halk eğitim merkezi
müdürlüğüne atanan şahıs, bu 5 kişi arasında olduğu için atanmıştır. Bu konuyla
ilgili herhangi bir problem yoktur.
Arkadaşlarımın dile
getirdikleri bazı hususlarla ilgili detaylar var; ama, ilgili zamanlarda onlara
da gerekli cevapları vereceğim.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Ders kitabı…
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Ders kitabıyla ilgili olarak, Sayın Sür'ün
sorularına, ben, burada cevap verdim. Daha sonra…
ORHAN SÜR (Balıkesir) - Yine,
aynı şeyler…
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Bakın, burada cevap verdim, bu kürsüde cevap verdim.
Biz, ders kitaplarını büyük bir incelikle, titizlikle hazırlıyoruz. Özellikle…
ORHAN SÜR (Balıkesir) -
Kuvayı Milliyeyi yanlış yazıyorsunuz.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Hayır, ben… Sayın Sür, bakın, size cevap verme
konumunda olmayan bürokratları, siz, okuduklarını anlamamakla suçladınız. Bu
arkadaşlarım, okuduklarını sizin kadar anlıyorlar, sizden iyi anlıyorlar.
Saygılar sunuyorum. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
ORHAN SÜR (Balıkesir) -
Cevapları yok burada, cevap!.. Cevaplar burada!
BAŞKAN - Kişisel ikinci
söz için, Mustafa Ataş?.. Yok.
Kütahya Milletvekili
Alaettin Güven... (AK Parti sıralarından alkışlar)
YAKUP KEPENEK (Ankara) -
Sayın Başkan, soru hakkımızı kullanacak mıyız?
BAŞKAN - Soru-yanıt
bölümüyle ilgili, ekranda kaydınız var.
ALAETTİN GÜVEN (Kütahya)
- Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; 1009 sıra sayılı Kamu
Kurum ve Kuruluşlarına Bağlı Okulların Millî Eğitim Bakanlığına Devredilmesine
Dair Kanun Tasarısının 18 inci maddesi üzerine şahsım adına söz almış
bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Sözlerime başlarken,
biraz önce bu kürsüden Millî Eğitim Bakanımız, öğretmenlerimizin maaşlarına ve
ekders ücretlerine dair yapılması planlanan iyileştirmeyi açıkladığı için,
kendisine teşekkür ediyorum, Bakanlık çalışanlarını ve hükümetimizi, bu
çalışmalarından dolayı kutluyorum.
Değerli arkadaşlarım,
Millî Eğitim Bakanlığı, hep de gördüğümüz, bildiğimiz gibi, büyük ve ilk
projelere imzayı atıyor ve bu projeleri bir bir hayata geçiriyor. Bu
projelerden birisi de "Eğitime Yüzde Yüz Destek Kampanyası" olarak
karşımızda duruyor. Bu kampanyayla, Türk eğitim sektörünün nitelik ve nicelik
sorunlarının, devlet, özel sektör ve üçüncü sektör olan sivil toplum
kuruluşlarıyla el ele verilerek çözümlenmesi amaçlanmaktadır.
Eğitime Yüzde Yüz Destek
Kampanyası çerçevesinde, 960 okul binası yapılmış, bu kampanyayla birçok güzel
okulumuz eğitim faaliyetlerine kazandırılmıştır. Bu kampanya çerçevesinde
Kütahya'da yapılan Nafi Güral Fen Lisesi açılışını, 2005-2006 öğretim yılı
açılış törenleri münasebetiyle Sayın Başbakanımız yapmıştır, teşekkür ediyorum.
Dileğimiz, bu okulların yurdumuzun bütün bölgelerinde devlet-millet
işbirliğiyle yapılmasının sürdürülmesi. Hem Millî Eğitim hem de özel sektörün
yaptığı bu tür okulların mimarisinde, gelenekle geleceğin birleştirilmesine
önem verilmektedir. Bu yeni okul binaları, estetik açıdan, Anadolu
medeniyetlerinin özelliklerini taşımaktadır. Bu okullarda 30 kişilik sınıflarda
eğitim yapılması hedeflenmektedir.
Bütün dünyayla iletişime
geçmenin önemli bir yolu olan internetin bütün okullarımızda bağlanmasına
çalışılmaktadır. Şu ana kadar 45 000 okulumuzun internetleri bağlanmış, bunun
bütün okullarımızı kapsayacak şekilde geliştirilmesi hedeflenmektedir.
Millî Eğitim
Bakanlığımızın bu hedeflerinin bir bir gerçekleşmesi temennisiyle yasa
tasarısının hayırlı uğurlu olmasını temenni ediyor saygılar sunuyorum. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Şimdi, 10
dakikalık soru-yanıt bölümüne geçiyoruz.
İlk soru, Van
Milletvekili Sayın Mehmet Kartal'ın.
SALİH KAPUSUZ (Ankara) -
Sayın Başkan, son maddede soru olmaz.
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Mehmet Kartal.
MEHMET KARTAL (Van) -
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın
Bakanım, taşımalı eğitim sistemine son vermeyi düşünüyor musunuz? Doğu Anadolu
Bölgesinde çok külfetli ve risklidir bu sistem. Bunların yerine yatılı bölge
okullarının sayısını artırmayı düşünüyor musunuz? Örneğin: Van Gedikbulak
Nahiyesine bağlı 22 köy vardır, nüfusu da bir ilçe nüfusundan fazladır. Bu
yatılı bölge okullarına, önümüzdeki yıllardaki bütçenizde de olsa, yer verecek
misiniz?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Sayın Yakup
Kepenek.
YAKUP KEPENEK (Ankara) -
Teşekkür ederim Sayın Başkan. Aracılığınızla, Sayın Bakanımıza bazı sorular
sormak istiyorum.
Anlaşılan, benim
konuşmamı Sayın Bakan çok yüzeysel dinledi ya da dinlemek istemedi. Sayın
Bakan, benim somut sorularımdan hiçbirine cevap vermedi.
Bakınız, ben, Fatma
Özcan'dan giderek "bu yıl, Bakanlığınızın 4 üncü yılında, kaç çocuğumuz
okula gidemiyor" diye sordum; hiçbir şey söylenmedi.
"Meslekî ve
tekniköğretim konusunda meslek adamı, ara eleman yetiştirme konusunda ne
yaptınız" dedim; hiçbir şey söylenmedi.
Bu konu, Ankara'da,
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği toplantısında gündeme geldikten sonra,
yeniden tartışılmaya açıldı ve hükümetin o konudaki başarısızlığının,
üreticiler tarafından bir kez daha altı çizildi; Türkiye'de, pek çok alanda
istihdam imkânı var, iş alanı açık; ancak, o alanlar için gerekli nitelikli
personel yok, teknisyen yok, uzman yok.
BAŞKAN - Sorunuzu
maddeyle bağlantı kurarak sorun.
YAKUP KEPENEK (Ankara) -
Getireceğim… Sayın Başkan, soru soruyorum.
BAŞKAN - Hayır, maddeyle
bağlantılı olarak sorun.
YAKUP KEPENEK (Ankara) -
Bağlantılı.
Bu konuda, Bakanlığın
hiçbir şey yaptığı yok.
Ben, ayrıca "oniki
yıllık temel eğitime ne zaman geçilecek, programınız nedir" diye sordum; o
konuda da bir şey yok.
Öğretimin kalitesi,
eğitimin kalitesi, öğretim üyesi sayısı, öğretmen sayısı konusunda sorduğum
sorulara da hiç cevap alamadım; bu soruların da yanıtı yok.
Bütün bunları toplayınca,
Sayın Başkan, benim, Sayın Bakanın istifasını istemekte ne kadar haklı olduğum
ortaya çıkıyor. Eğer, Sayın Bakan, bu istifa talebimi yerine getirmezse, şu
kadarını söyleyeyim, ben, bu konunun -millî eğitimin- burada çok daha
ayrıntılı, çok daha düzgün bir biçimde araştırılmasını, neşterlenmesini ve
toplumun yararına yeni açılımların yapılmasını önereceğimi, bu konuda gensoru
önergesi vermeye çalışacağımı bilgilerinize sunmak isterim.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN -Sayın Bakan.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Efendim, Sayın Kartal'ın sorularına yazılı cevap vereceğim.
Sayın Kepenek'in sorusu
olmadığı için, onlara, zaten cevap vermiyorum.
YAKUP KEPENEK (Ankara) -
Çok iyi! Halkımız bunu görüyor. Soru var mı yok mu, bunu halkımız çok güzel
görüyor.
BAŞKAN - Başka soru yok.
18 inci maddeyi…
III. - YOKLAMA
(CHP sıralarından bir
grup milletvekili ayağa kalktı)
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Yoklama istiyoruz Sayın Başkan. Toplantı yetersayısının aranmasını istiyoruz.
BAŞKAN - Şimdi,
isimlerinizi tek tek söyleyin, 20 kişiyi tespit etmemiz gerekiyor.
Kemal Anadol, Kemal Sağ,
Sedat Pekel, Gaye Erbatur, Ferit Mevlüt Aslanoğlu, Halil Ünlütepe, Sezai Önder,
Hakkı Ülkü, Yakup Kepenek, Ali Cumhur Yaka, Mehmet Kartal, Ahmet Yılmazkaya,
Hasan Ören, Tuncay Ercenk…
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
20 dolunca yeter.
BAŞKAN - Enis Tütüncü,
Mehmet Küçükaşık, Mehmet Boztaş…
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Olmadı mı 20?
BAŞKAN - Osman Özcan,
Osman Kaptan, Ramazan Kerim Özkan…
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
20 olmadı mı? 20'yi geçmiştir Başkanım.
BAŞKAN - Salih Gün,
Şevket Arz…
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
20 dolmadı mı?
BAŞKAN - Orhan Diren.
Tamam.
Yoklama işlemini
başlatıyorum.
3 dakika süre veriyorum.
(Elektronik cihazla
yoklama yapıldı)
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Yoklama pusulalarının kontrol edilmesini istirham ediyorum.
BAŞKAN - Değerli milletvekilleri,
toplantı yetersayısı vardır.
V.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
3.- Kamu
Kurum ve Kuruluşlarına Bağlı Okulların Millî Eğitim Bakanlığına Devredilmesi
ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/1050) (S. Sayısı: 1009) (Devam)
BAŞKAN
- 18 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Tümünün oylamasından
önce, İçtüzük 86 ncı maddeye göre, oyunun rengini açıklamak amacıyla söz
isteyen arkadaşlarımız: Aleyhte, Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu;
lehte, Hatay Milletvekili Mehmet Eraslan.
Buyurun Sayın Aslanoğlu.
(CHP sıralarından alkışlar)
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Malatya) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin çok değerli üyeleri; Malatya'da 160 000
öğrencimiz var -ilköğretim ve lise- 910 okulumuz var, 7 500 öğretmenimiz var.
Sayın Bakanım, Malatya
Millî Eğitim Müdürünü… Size şey veriyorum, ajandadan: 2002'den 2004'e kadar
çalıştınız bu insanla, 2004 Eylül ayında aldınız; dikkatinizi çekerim, okullar
açılırken. Okullar açılırken, Malatya, millî eğitimi müdürsüz kaldı. Bir atama
yaptınız, tekrar, haziranda bu arkadaşı aldınız, yerine, tekrar aynı kişiyi
getirdiniz. 2005 Eylülünde -yine eylülde- yine aldınız bunu, kasımda tekrar
aynı kişiyi getirdiniz ve nihayet 2006 yılının ocak ayında yine aldınız bir
arkadaşımızı, yine, aynı arkadaşı getirdiniz. Yani, futbol topu oynanıyor, biri
gidiyor biri geliyor, biri gidiyor biri geliyor…
BAŞKAN - Sayın Aslanoğlu,
bir dakika…
Arkadaşlar, Sayın
Aslanoğlu oyunun rengini belirten bir konuşma yapıyor…
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Devamla) - Efendim, oyumun rengini belirteceğim.
BAŞKAN - İzlemelisiniz ki
konuşmayı, oyunun rengiyle ilgili gerekçeyi duyabilesiniz. Lütfen, sükûneti
sağlayalım, ayakta olanlar, lütfen, otursun.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Devamla) - Sayın Bakanım, Malatya'da eğitime gönül vermiş… Çağdaş eğitim
diyoruz sabahtan beri, çağdaş eğitime gönül veren insanlara ve okullara
saygılı, öğrenciye saygılı, Malatya halkına saygılı, Malatya'daki çocuklara
saygılı… Acaba, aynı kişi gidip aynı kişi gelmek; hakikaten ben bunu
hazmedemiyorum Sayın Bakanım. Yani, 2004 yılından beri bir kişi gönderip bir
kişi getiriyorsunuz ve eylül ayında…
Size şunu söylüyorum: Bu
sene 3 okulun -ekim ayında çocuklar soğukta üşüdüğünden- kalorifer yakıtlarını
-ihale yapılmadığı için ve Millî Eğitim Müdürlüğündeki boşluk nedeniyle- sağdan
soldan dilenerek temin ettik, o çocukları üşütmedik.
Onun için, Sayın Bakanım,
benim oyum menfidir ve Malatya'daki çocuklarımıza, Malatya halkına, Malatyalı
çocuklarımızın geleceğine… Lütfen, aynı futbol topu, aynı iki kişi arasında top
oynamayın.
Saygılar sunarım,
teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Oyunun rengini
belirtmek için lehte söz isteyen Hatay Milletvekili Sayın Mehmet Eraslan'a söz
veriyorum.
Buyurun Sayın Eraslan.
MEHMET ERASLAN (Hatay) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Daha önceki konuşmamda,
bu kanun tasarısı, Tevhidi Tedrisat Kanunu çerçevesinde eğitimin tek elden ve
etkin yürütülmesini amaçladığı için, genel manada olumlu bulduğumu, genel
manada doğru bulduğumu ifade etmiştim; fakat, bununla beraber, Türk eğitim
sistemindeki birtakım zafiyetleri ve Türk eğitim sisteminin ihtiyaçlarını,
öğretmenlerimizin, eğitimcilerimizin içinde bulunduğu zor koşulları,
öğrencilerin içinde bulunduğu zor koşulları, üniversitelerin içinde bulunduğu
zor koşulları, üniversite mezunu olduğu halde işportacılık yapan, pazarcılık
yapan gençlerimizin sorunlarını, atama bekleyen beden eğitimi öğretmenlerinin,
ilköğretim öğretmenlerinin ve branş öğretmenlerinin büyük bir umutla beklenti
içerisinde olduğunu ifade ettik. Bütün bunlar, Türk eğitim sisteminin içeriğini
oluşturuyor. Sayın Bakanımız dedi ki:
"Milletvekillerimiz çıktılar, yasa dışında her şeyi ifade
ettiler." Allahaşkına, şimdi soruyorum: Bunun neresi eğitim dışı?! Yani,
kanunun doğru olduğunu zaten başta ifade ettik ve geç kalmış bir kanun olduğunu
ifade ettik, keşke üç yıl önce olsaydı ve bunun sonuçlarını bugün alıyor
olsaydık şeklindeki kanaatlerimizi söyledik; ama, onun dışında, Türkiye'nin
eğitim sisteminde birtakım zorluklarının olduğunu ifade etmek yasa dışında
konuşmak mıdır? Yani, biz, burada, eğitimi konuşuyoruz; eğitimin de
sorunlarını, eğitimin temel sorunlarını, eğitimcinin ve eğitim gören insanların
sorunlarını ifade etmek kadar doğal bir şeyin olmadığını düşünüyorum.
Sayın Bakanım, 40 000
000+40 000 000 lira seyyanen zamdan bahsettiler. Şimdi, sizlere söylüyorum:
Açlık sınıra yakın bir ücret alan öğretmenler 40 000 000 daha fazla para
alacaklar, ekders ücretleri de iyileştirilecek. Yoksulluk sınırı ne kadar;
yoksulluk sınırı 1 750 000 000 lira. Şimdi, bu 40 000 000 ne kalıyor; ağırlığı
ne bu 40 000 000'un veya ekders ücretlerinde yapılacak cüzî bir artırımın,
eğitimcilerin ve öğretmenlerimizin ekonomik koşullarını iyileştireceğini hiç
tahmin etmiyorum.
Evet, ben dedim ki: Yüzde
77 oranında, sıfır alan öğrenciler… Üniversite sınavına girdiği halde, önceki
dönemlere göre sıfır alan öğrenciler yüzde 77 düzeyinde artış göstermiştir.
Sayın Bakanımız, ölçme değerlendirme sınavlarındaki sistem değişikliğinden
mütevellit böyle bir sonucun ortaya çıktığını ifade etti. Peki, onu da kabul
ediyorum. O ölçütü almayalım, başka bir ölçütü getirelim.
Bakın, 2005 yılında, 1
730 000 öğrenci üniversite sınavına girerken, bunların 400 000'i
yerleştirilebilmiş ve 1 330 504 öğrencimiz, yüksekokula ve yükseköğretime
yerleştirilememiştir, yerleşmemiştir. Peki, bu, Türk eğitim sisteminin geldiği
noktanın, Türk eğitim sisteminin hangi konumda olduğunun en önemli göstergesi
değil midir?! Sıfırlardan vazgeçtik. Sınava giren öğrenciler belli, kazanan
öğrenciler belli; ama, üniversite dışında kalan 1 330 504 öğrencinin varlığı da
burada belli. Geldiğimiz nokta belli.
Sayın Bakanım, siz daha
önce ne demiştiniz: "Allah bile vermediği şeyi istemez." Şimdi,
birçok ilimizde, özellikle doğu ve güneydoğu illerimizde ve İç Anadolu'nun
birtakım taşra illerinde, öğrenciler kaliteli bir eğitim alamıyor, eşitlik
ilkesi yok. Yokluk ve yoksulluk içerisinde fakru zaruret içerisinde yaşayan
ailelerimiz çocuklarını okutamıyor. Sosyal devlet ilkesi gereği, sizin,
bunlara, hem özel okul giderlerini finanse etme hem de özel dershanelerde
bunları istihdam etme, daha doğrusu finans sağlama göreviniz yok mudur?!
Peki, siz bu ifadeyi kullanırken, şimdi
değişen ne? Peki, neyi verdiniz?
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Toparlayın
lütfen.
MEHMET ERASLAN (Devamla)
- Toparlıyorum.
Şu an neyi verdiniz?..
BAŞKAN - Bir de, oyunuzun
rengini belli edeceksiniz…
MEHMET ERASLAN (Devamla)
- Başta söyledim ben Sayın Başkanım, oyumun renginin kabul olacağını, doğru bir
kanun tasarısı olduğunu başta ifade ettim, bunu üçüncü defa ifade ediyorum.
Acaba, konuşmakta güçlük mü çekiyorum, yoksa siz ve arkadaşlarımız anlamakta
güçlük mü çekiyorlar, bunu bilmiyorum. Üçüncü kez söylüyorum ben bunu.
BAŞKAN - Açık, net bir
şekilde söylenmesinde, tekrarda mahzur yoktur.
MEHMET ERASLAN (Devamla)
- Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.
Bakın, eğitim insana
yapılan bir yatırımdır. İnsana yapılan yatırım, taşlara çiviyle yazılan yazılar
gibidir ve üzerinden asırlar da geçse o yazılar silinmez. İnsana yapılan
yatırım, Türkiye'nin gelecek nesillerine yapılan yatırım -ama, kaliteli bir
yatırım, doğru bir yatırım- Türkiye'nin ulusal çıkarları, gelecek bütünlüğü,
gelecek çıkarları açısından önemlidir. İyi eğitim alan milletler ve
topluluklar, var olmuştur, güçlü olmuştur ve çağdaş olmuştur, muasır medeniyet
seviyesine böyle ulaşmıştır; ama, çarpık bir eğitim sistemiyle bir yere varan
ve kendini var eden milletler olmamıştır.
Hepimizin görevi, başta Sayın Bakanımız olmak üzere, Türk
eğitiminde, Türk eğitim sisteminde hepimizin görevi, bu milletin geleceğini
eğittiğimiz zaman, bu ülkenin evlatlarını eğittiğimiz zaman, millî ve manevî
değerlere saygılı, ülkesine, bayrağına, vatanına, milletine, ulusuna ve ezanına
saygılı birer fert olarak yetiştirmek, onlara bu kültürü, onlara bu öğretiyi
vermek hepimizin görevdir diyorum ve hepinizi, en kalbî duygularla
selamlıyorum.
BAŞKAN - Değerli
milletvekilleri, tasarının tümü açıkoylamaya tabidir.
Açıkoylamanın şekli
hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.
Açıkoylamanın, elektronik
oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Oylama için 3 dakika süre
vereceğim. Bu süre içerisinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden
yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin, oy
pusulalarını, oylama için öngörülen 3 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa
ulaştırmalarını rica ediyorum.
Ayrıca, vekâleten oy
kullanacak sayın bakanlar varsa, hangi bakana vekâleten oy kullandığını, oyunun
rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy pusulasını, yine,
oylama için öngörülen 3 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını
rica ediyorum.
Oylama işlemini
başlatıyorum.
(Elektronik cihazla
oylama yapıldı)
BAŞKAN - Değerli
milletvekilleri, Kamu Kurum ve Kuruluşlarına Bağlı Okulların Millî Eğitim
Bakanlığına Devredilmesi ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısının -sıra sayısı 1009- oylama sonucunu veriyorum:
Kullanılan oy sayısı |
: |
262 |
Kabul |
: |
235 |
Ret |
: |
27(x) |
Tasarı yasalaşmıştır;
hayırlı olsun.
Sayın Bakan kısa bir
teşekkür konuşması istiyor.
Kürsüye buyurun Sayın
Bakan.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu tasarının
yasalaşmasında emeği geçen bütün arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Kanunumuz
hayırlı olsun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Tekrar hayırlı
olsun.
Değerli milletvekilleri,
gündemin 4 üncü sırasında yer alan,
Türkiye Cumhuriyeti Devlet Planlama Teşkilatı ile Suriye Arap
Cumhuriyeti Devlet Planlama Komisyonu Arasında Anlayış Muhtırasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
raporunun görüşmelerine başlıyoruz.
4.- Türkiye
Cumhuriyeti Devlet Planlama Teşkilatı ile Suriye Arap Cumhuriyeti Devlet
Planlama Komisyonu Arasında Anlayış Muhtırasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/1013) (S. Sayısı: 912)
(xx)
BAŞKAN - Komisyon ve
Hükümet burada.
Komisyon raporu 912 sıra
sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
(x) Açıkoylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağın
sonuna eklidir.
(xx) 912 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Tasarının tümü üzerinde
söz isteyen?.. Yok.
Tasarının tümü üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
1 inci maddeyi
okutuyorum:
TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLET PLANLAMA TEŞKİLÂTI İLE SURİYE
ARAP
CUMHURİYETİ DEVLET PLANLAMA KOMİSYONU ARASINDA ANLAYIŞ
MUHTIRASININ ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN
TASARISI
MADDE 1.- 15.12.2004
tarihinde Şam'da imzalanan "Türkiye Cumhuriyeti Devlet Planlama Teşkilâtı
ile Suriye Arap Cumhuriyeti Devlet Planlama Komisyonu Arasında Anlayış
Muhtırası"nın onaylanması uygun bulunmuştur.
BAŞKAN - Söz isteyen?..
Yok.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
2 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2.- Bu Kanun yayımı
tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN - Söz isteyen?..
Yok.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
3 üncü maddeyi
okutuyorum:
MADDE 3.- Bu Kanun
hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN - Söz isteyen?..
Yok.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Değerli milletvekilleri,
tasarının tümü açıkoylamaya tabidir.
Açıkoylamanın şekli
hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.
Açıkoylamanın elektronik
oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Oylama için 3 dakika süre
vereceğim. Bu süre içerisinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden
yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin, oy
pusulalarını, oylama için öngörülen 3 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa
ulaştırmalarını rica ediyorum.
Ayrıca, vekâleten oy
kullanacak sayın bakanlar var ise, hangi bakana vekâleten oy kullandığını,
oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy
pusulasını, yine, oylama için öngörülen 3 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa
ulaştırmalarını rica ediyorum.
Oylama işlemini
başlatıyorum.
(Elektronik cihazla
oylama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti Devlet Planlama Teşkilatı ile Suriye Arap
Cumhuriyeti Devlet Planlama Komisyonu Arasında Anlayış Muhtırasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı 912 sıra sayısıyla
gündemdeydi; açıkoylama sonucunu açıklıyorum:
Kullanılan oy sayısı : 239
Kabul : 239
(x)
Hayırlı olsun; tasarı
yasalaşmıştır.
(x) Açıkoylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağın
sonuna eklidir.
5 inci sırada yer alan,
İzmir Milletvekili Fazıl Karaman ile Balıkesir Milletvekili Ali Osman Sali'nin,
178 Sayılı Maliye Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde
Kararnameye Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu raporunun müzakeresine başlıyoruz.
5.- İzmir
Milletvekili Fazıl Karaman ile Balıkesir Milletvekili Ali Osman Sali'nin, 178
Sayılı Maliye Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde
Kararnameye Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (2/614) (S. Sayısı: 1055) (x)
BAŞKAN - Komisyon?..
Burada.
Hükümet?.. Burada.
Komisyon raporu 1055 sıra
sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Teklifin tümü ezerinde
söz isteyenler: Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Trabzon Milletvekili Akif
Hamzaçebi, Anavatan Partisi Grubu adına Diyarbakır Milletvekili Muhsin
Koçyiğit, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Balıkesir Milletvekili Ali
Osman Sali.
Şahısları adına talepte
bulunanlar: Adana Milletvekili Recep Garip, Şırnak Milletvekili İbrahim Hakkı
Birlik, Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan, Hatay Milletvekili Mehmet Eraslan.
Şimdi, sırasıyla
görüşmelere başlıyoruz. İlkönce,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
Trabzon Milletvekili Sayın Akif Hamzaçebi; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Maliye
Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede
değişiklik yapılmasına ilişkin yasa teklif hakkında görüşlerimi açıklamak
üzere, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım. Sözlerime başlarken
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bu teklif, Maliye Bakanlığı bünyesinde Gelir Politikaları
Genel Müdürlüğü adıyla bir yeni genel müdürlüğün kurulmasını öngörmektedir.
Tabiî ki, bu noktaya nasıl geldik, Maliye Bakanlığı bünyesinde böylesi yeni bir
genel müdürlüğün oluşturulması aşamasına nasıl geldik konusunu, müsaade
ederseniz, çok kısaca değerlendirmek istiyorum.
Bunun çok kısa bir
özgeçmişi var. Şöyle ki: Mayıs 2005 tarihinde, hatırlayacaksınız, yine Genel
Kurulda, Gelir İdaresi Başkanlığının teşkilat ve görevleri hakkındaki bir
tasarıyı kabul etmiştik ve tasarı yasalaşarak yürürlüğe girmişti. Bildiğiniz
gibi, vergi sistemi dediğimiz kavram, vergi mevzuatı ile vergi yönetiminden
oluşur. Vergi mevzuatı ve vergi yönetimi, diğer adıyla vergi idaresi, her
ülkenin vergi sistemini oluşturur ve mevzuat ve idare, karşılıklı,
birbirileriyle her zaman için etkileşim içerisindedir.
Bazı ülkeler, vergi
mevzuatı kısmını, yani, vergi kanunları kısmını bir politik karar olarak
algılayıp "vergi mevzuatının yapılması hükümetin işidir, hükümetlerin
politikalarına göre belirlenir" düşüncesiyle, bunu Maliye Bakanlığı
bünyesinde bir genel müdürlük veya Maliye Bakanlığına bağlı bir birim olarak
örgütlemişlerdir. Bunun yanında, vergi yönetimi dediğimiz vergi uygulaması
işini de, biraz daha bağımsız kılarak, tabiri caizse, yarı özerk bir yapıya
kavuşturarak, biraz, hükümetin, siyasetin etkisinden uzak tutmuşlardır. Bunu,
birkısım ülkeler yapmaktadır. Örneğin, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma
Teşkilatının, yani, OECD'nin 30 üyesi içerisinde 16'sında, Maliye Bakanlığı
içinde bütün bu birimler örgütlendiği halde, yani, vergi politikası birimi ile
vergi uygulaması birimi Maliye Bakanlığı içinde bir veya birden fazla genel
müdürlük olarak örgütlendiği ve hizmetler o şekilde sunulduğu halde, 14 ülkede
farklı, Türkiye'nin bugün bu teklifin yasalaşmasıyla kavuşacağı şekilde farklı
bir uygulama yapılmaktadır. 14 ülkede de, vergi politikası birimi Maliye
Bakanlığı içinde oluşturulmakta, vergi uygulaması ise Maliye Bakanlığı dışında,
daha yarı bir özerk yapıya kavuşturulmaktadır.
(x) 1055 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Türkiye, görünüşte, bu
ikinci modeli, yani, uygulamanın biraz daha özerkleştirildiği, politika
biriminin ise Maliye Bakanlığı içinde tutulmaya çalışıldığı bir birimi, bir
oluşumu benimsemiş gözükmektedir. Ancak, gerçekte durum öyle değil; biraz sonra
ona değineceğim. Önce şunu belirteyim. Neden bu 14 ülke böyle bir uygulamayı
benimsemiştir; yani, vergi uygulamasını biraz daha özerk kılıp, vergi
politikasını Maliye Bakanlığı içinde hükümete bağlı olarak örgütlemiştir; bunun
gerekçesi şudur: Birincisi, vergi uygulaması eğer hükümetlerin kontrolünde
olursa, bu doğru olmaz. O zaman, tüm uygulamalara hükümetler, siyasîler
karışır. Hükümetlerin, siyasîlerin karıştığı vergi uygulaması da,
objektiflikten uzaklaşır ve o zaman uygulamada kararlar işin teknik
zorunluluklarına, objektiviteye göre değil, siyasete göre alınır. Bu da
uygulamanın niteliğini, kalitesini bozar ve vatandaşa, kötü hizmet, kötü vergi
idaresi olarak yansır. Bu nedenle, vergi uygulaması, bu ülkelerde biraz daha
özerkleştirilmiştir, tamamen özerk değildir, ama, yarı özerk diyebileceğimiz
bir yapıya kavuşmuştur. Yine, bunun ikinci nedeni, yarı özerk gelir idaresi
kurulmasının ikinci nedeni de, gelir idareleri, kamu yönetiminin nispeten ağır
işleyen, yavaş işleyen kurallarına kıyasla biraz daha esnek bir yapıya, esnek
bir işleyişe kavuşturulmak istenir. Gerek yatırım harcamalarında gerek insan
kaynakları yönetiminde, bu idareler, biraz daha, kamu yönetiminin yavaş işleyen
kurallarına kıyasla daha hızlı işleyen bir yapıya kavuşturulur. Gerekçe budur.
Türkiye'de de, görünüşte, bu iki temel gerekçeden hareket edilmiştir; ama, bu
iki temel gerekçeden hareket edilmiş olmasına rağmen, ulaşılan nokta, maalesef,
bu gerekçelere uygun olmamıştır. Mesela uygun olmayan noktalar nedir diye
baktığımızda, örnek veriyorum, Türkiye'de, bugüne kadar, vergi uygulamasında,
vergi uygulaması kapsamında vergi denetimi hep çokbaşlı olarak yürümüştür.
Maliye Bakanlığı bünyesinde Gelirler Genel Müdürlüğü, şimdi Gelir İdaresi
Başkanlığı olan bünyede ve Maliye Bakanlığında çok sayıda vergi inceleme grubu
vardır; bu inceleme gruplarının hepsi farklı birimlere, farklı makamlara
bağlıdır. Yani, vergi denetiminde bir çokbaşlılık söz konusudur. Mayıs ayında
kabul ettiğimiz Gelir İdaresi Başkanlığı Yasasıyla bu çokbaşlılık giderilmiş
midir; hayır, bu yapı aynen devam etmektedir. İki, yine, Türkiye'de, vergi
denetiminin planlanması işinin Gelirler Genel Müdürlüğünde olmaması nedeniyle,
vergi denetiminden beklenen sonuç elde edilememektedir. Peki, mayıs ayında
kabul edilen Gelir İdaresi Başkanlığı Yasasıyla bu sorun ortadan kalkmış mıdır;
hayır, kalkmamıştır değerli arkadaşlar. Bu sorun, eskisinden daha kötü bir
şekilde ortada durmaktadır, eskisinden daha katmerli bir halde, daha büyüyen
bir şekilde bugün önümüzde durmaktadır. Bugün, Gelir İdaresi Başkanlığı,
Türkiye'deki vergi denetimini planlayabilecek yetkiye sahip değildir; eskiden,
en azından kendi denetim elemanları, yani, vergi denetmenleri ve gelirler
kontrolörleri için bir vergi denetim programı, bir denetim politikası belirleyebilecek
olan Gelir İdaresi Başkanlığı bugün bu yetkiye sahip değildir, bu yetki Maliye
Bakanlığı bünyesinde kalmıştır.
Vergi
denetimi, vergi uygulamasının çok önemli bir parçasıdır. Vergi uygulamasını
biraz daha özerk bir yapıya kavuşturayım derken, vergi denetimini Maliye
Bakanlığı bünyesinde tuttuğunuz zaman uygulamanın yarı özerkleştirilmesi
ilkesine aykırı hareket etmiş olursunuz. Türkiye'de kabul edilen bu model,
OECD'nin, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatının bu modeline, daha doğrusu,
biraz önce teorideki gerekçelerini açıkladığım modele uygun olarak o 16 ülkede
benimsenmiş olan modele uymamaktadır. Türkiye'deki model, Türkiye'ye mahsus bir
model olmuştur. Aslında, buna model bile demek doğru değildir.
Şimdi, bu çerçevede
görüştüğümüz bu teklif, uygulama dışında politika biriminin Maliye Bakanlığı
bünyesinde oluşturulmasını düzenliyor; Gelir Politikaları Genel Müdürlüğü adı
altında bir birimi düzenliyor. Evet, Türkiye'de ve diğer bütün ülkelerde
politika siyasî bir iştir, politikayı daima hükümetler belirleyecektir; kendi
programına göre, kendi anlayışına göre belirleyecektir; vergiyi nereden
alacaksınız, hangi kesimden alacaksınız, dolaylı vergilerin ağırlığı ne
olacaktır, Kurumlar Vergisinin oranını indirecek misiniz, Katma Değer Vergisi
oranlarını artıracak mısınız veya indirecek misiniz; bütün bunların hepsi
politik kararlardır. Doğal olarak, bu birimin Maliye Bakanlığı bünyesi
içerisinde olması gerekir. O açıdan, bu, tabiî ki, kural olarak doğru; ama,
olayın bütünü açısından baktığımızda, Türkiye'deki vergi sistemi açısından
baktığımızda çok sağlam olmayan, Gelir İdaresi Başkanlığının, yani, uygulama
biriminin eksik ve yanlış örgütlenmiş olması nedeniyle, sağlam olmayan bir
yapıya işaret etmektedir.
Değerli arkadaşlar, Gelir
Politikaları Genel Müdürlüğünün oluşturulması bir şekildir. Nihayet bir örgütü
kuruyorsunuz veya var olan bir örgütü parçalayarak oradan bir başka örgütü, bir
başka yapıyı çıkarıyorsunuz. Bu bir şekildir sonuçta; ama, önemli olan,
Türkiye'de gelir politikalarının, vergi politikalarının ne olacağıdır. Biz şu
anda, Türkiye'de, vergi politikalarının sağlıksız olduğunu biliyoruz, hepimiz
biliyoruz; bunu İktidar Grubu da biliyor, milletimiz de biliyor.
Vergi politikaları neden
sağlıksızdır, neden doğru bir yerde değildir, neden vergi politikalarında bir
değişiklik ihtiyacını duyuyoruz? Değişiklik ihtiyacını duyuyoruz değerli
arkadaşlar. Neden duyuyoruz, onu size açıklayayım: Dolaylı vergiler-dolaysız
vergiler ayırımı dediğimiz, her zaman vergide adaletin ölçüsü olan orana
baktığımızda, Türkiye'de dolaylı vergilerin oranının yüzde 70'lere geldiğini
görüyoruz. Dolaylı vergiler, biliyorsunuz, Katma Değer Vergisi, Özel Tüketim
Vergisi gibi, bir malın, hizmetin alınması sırasında vatandaşın farkında
olmadan ödediği vergilerdir; yani, vatandaşın satın alma gücünü, ödeme gücünü,
malî gücünü dikkate almazlar; bu nedenle adaletsiz bir yapıya sahiptirler. Eğer
vergi gelirlerinin çok büyük bir kısmını dolaylı vergilere dayandırırsanız,
adaletsiz bir vergi sisteminiz var demektir. Türkiye'deki oran, Avrupa
Birliğine, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatına üye ülkelerin hiçbirinde
yoktur, hiçbirisinde bu kadar yüksek bir oran söz konusu değildir.
Yine Türkiye'de, vergi
yükü, IMF destekli programların uygulanmaya başlandığı 2000 yılından bu yana
olağanüstü ölçüde artmıştır. Bakın 99 yılında, IMF programı uygulamasına
geçilmeden önceki yıl olan 99 yılında vergi yükü -sosyal güvenlik primlerini
dahil etmeden konuşuyorum- yüzde 22 düzeyindeyken, 2000 yılında bu, yüzde
24,5'e çıkmış ve 2005 yılında yüzde 27,2'ye yükselmiştir. Bu oranın 2006
yılında da korunacağı görülüyor. IMF programlarıyla birlikte Türkiye, beş yılda
vergi yükünü 5 puan artırmıştır değerli arkadaşlar. Bu kadar olağanüstü ölçüde
vergi yükünü artıran, bu kadar kısa zamanda vergi yükünü artıran bir başka ülke
yoktur dünyada. Türkiye'nin gelmiş olduğu vergi yükü oranı, Avrupa Birliği
üyesi ülkelerin, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı, yani, OECD üyesi
ülkelerin, Türkiye'nin de üyesi olduğu 30 ülkenin, Amerika'dan Japonya'ya
kadar, Kore'den İtalya'ya kadar birçok ülkenin üyesi olduğu o örgütteki
ortalamaların üzerindedir veya o ortalamalar düzeyindedir. Kısa sürede bu kadar
gelir yaratma zorunluluğuyla Türkiye'nin karşı karşıya olması Türkiye'deki
yapıyı bozmuştur; vergide, dolaylı vergilere yüklenilmesi sonucunu yaratmıştır;
bu da, son derece adaletsiz bir yapıyı yaratmıştır.
Türkiye, bu politikaları
değiştirmek zorundadır değerli arkadaşlar. Bu politikaları Türkiye
değiştirmezse, Türkiye'deki vergi sistemi kayıtdışılığı körükleyen bir yapıyla
devam etmek durumunda olacaktır. Bu yapı, Türkiye'de kayıtdışını
körüklemektedir. Bakın, kayıtdışına ilişkin, ben, size, bir örnek vermek
istiyorum ve kısa sürede bu kadar vergi yükünü artıran bir ülke olarak
Türkiye'nin bu vergi yükündeki artışın ekonomide nelere mal olduğunu birkaç
rakamla size göstermek istiyorum. Özel Tüketim Vergisinin alındığı akaryakıt
ürünlerinden söz etmek istiyorum. Bakın, benzin tüketimi Türkiye'de 1994
yılında 3 500 000 tondu, 1998 yılında bu tüketim 4 400 000 tona çıkmıştır.
Değerli arkadaşlar, bu rakam, 2004 yılında 2 900 000 tondur. IMF programlarının
uygulanmaya başladığı 2000 yılında 3 700 000 tona düşmüş, 98'deki 4 400 000
ton, 2000 yılında 3 700 000 tona düşmüş, giderek her yıl azalmış ve 2004'te 2
900 000 tona düşmüş.
Değerli arkadaşlar,
ekonomi büyüyor, araç sayısı artıyor… Bakın, araç sayısındaki artışı söyleyeyim
ben size. 94 yılındaki 5 500 000'lik motorlu araç sayısı 2004 yılında 10 000
000'a çıkmış; yaklaşık yüzde 79 oranında bir artış… Benzinli araç sayısındaki
artış bu dönemde yüzde 86'dır. Araç sayısında yüzde 86 artış var; benzin
tüketiminde 1994 yılına kıyasla yüzde 22; 1998 yılına kıyasla yüzde 54 oranında
azalma var. Nedendir bu; Türkiye'ye bir şekilde akaryakıt giriyor -bir yerden
giriyor- araç sayısı artıyor, üretim artıyor, millî gelir artıyor; o halde,
Türkiye'ye kaçak akaryakıt giriyor veya Türkiye'de üretilen akaryakıtın
-benzinin- bir bölümü çeşitli yollarla piyasaya vergisiz bir şekilde intikal
ediyor. Bunun nedeni; akaryakıttaki yüksek vergi oranlarıdır.
Yine, istihdam üzerindeki
vergi yükünü söyleyeceğim: İstihdam üzerindeki vergi yükü, 1999 yılında yüzde
30 düzeyinde iken, IMF programının uygulandığı ilk yıl olan 2000 yılında yüzde
40,4'e çıkmıştır, 2004 yılında bu oran yüzde 42,7'dir ve bir OECD rekorudur.
İstihdam üzerinde en yüksek -imalat sanayiinde çalışan bir işçi açısından
söylüyorum- vergi yüküne sahip bir ülkeyiz.
Bu örnekleri
çoğaltabiliriz değerli arkadaşlar, yüksek vergi oranları kayıtdışılığı
körüklemektedir. Kayıtdışılığın en önemli sakıncası nedir diye baktığımızda;
1- Hepimizin bildiği,
diyoruz ki hemen "kamu, istediği miktarda vergi gelirini toplayamıyor.
Vergi gelirini toplamak için de çok dar sayıda mükellefin omuzlarına yeni
vergiler koyuyor veya tüketim vergilerine yükleniyor."
Değerli arkadaşlar,
kayıtdışılığın bunun dışındaki… Bu çok önemli bir sorun, tabii; ama, bunun
dışında çok önemli bir mahzuru daha var, o da, ekonomideki kaynak dağılımını
bozucu bir etki yaratıyor. İşletmelerin kayıtdışına kayması "ölçek
ekonomisi" dediğimiz; yani, büyük oranda üretim yapan büyük çaplı
işletmenin avantajlarından yararlanma olanağını elinden alıyor. Bu, işletmenin
ömür boyu küçük kalmasına neden oluyor ve bu, ekonomide kaynak dağılımının
bozulmasına yol açıyor, haksız rekabete yol açıyor, normal kurallarda ekonomide
yaşamaması gereken işletmelerin ekonomide yaşamasına neden oluyor. Tabiî ki,
çözüm, bunları yaşatmak, bunları kayıt içine alarak yaşatmaktır.
Bakın, kayıtdışına
ilişkin bir örnek daha vermek istiyorum size. Türkiye'deki mükellef sayılarına
bakalım. Türkiye'deki mükellef sayısına baktığımızda, Türkiye'deki mükellef
sayısının oranı -işgücüne oranlıyorum ben- yüzde 9,3'tür. Biraz önce sözünü
ettiğim OECD üyesi ülkelere bakıyorum, bu oran Türkiye'de yüzde 9,3 iken,
Meksika'da -Türkiye'ye en yakın ülke Meksika'dır- yüzde 21,2'dir; yani,
Meksika, aslında iyi durumda olmayan ülkelerden birisidir, ama, Türkiye ondan
çok daha kötü durumdadır. Bu oran, Slovak Cumhuriyetinde yüzde 111, Polonya'da
yüzde 135'dir, İtalya'da yüzde 154'tür, onları bırakalım, Türkiye'ye en yakın
ülke Meksika, orada yüzde 21,2'dir. Türkiye, onun yarısından da daha aşağıda
bir konumdadır.
Değerli arkadaşlar,
kayıtdışılığı önleyecek bir aşamaya gelmiş durumdayız, daha doğrusu, Türkiye,
kayıtdışılığı önleme zorunluluğuyla, gerçeğiyle karşı karşıyadır. Türkiye,
yüzde 27'lik vergi oranıyla, artık, mevcut kayıtlı kesimlere, tüketicilere yeni
vergiler, ilave vergiler getirebilme şansına sahip değildir. Hükümet,
kayıtdışını vergileme gerçeğiyle karşı karşıyadır; ama, hükümetin bunu
yapabilmesi için, hükümetin, bugüne kadar ortaya koyduğu felsefeden çok büyük
bir dönüş yapması gerekmektedir. Hükümet, ekonomide ilkin "nereden
buldun"u kaldırmakla işe başlamış,
daha sonra oran indirimlerini ortaya koymuş… Oran indirimleri, şüphesiz, yüksek
oranlara sahip olan ülkeler açısından çok doğru bir yaklaşımdır; ancak, oran
indirimlerini kayıtdışını önlemenin bir aracı olarak görmek kadar yanlış bir
şey göremiyorum. Bugüne kadar hangi ülke oranı indirmişse, yanında, eğer, oran
indiriminden kaynaklanan azalışı telafi edecek başka önlemler almış değil ise,
oran indirimleri, daima ve daima, vergi gelirlerinde azalışla sonuçlanır.
Şimdi, hükümetimiz açıkladı, Kurumlar Vergisi oranını yüzde 30'dan 20'ye indiriyor,
güzel. Tabiî ki bunu indirelim; ama, bu oran indirimiyle, artık, işletmelerin
ekonomide kayıtlı iş yapacağını varsaymak kadar yanlış bir şey olamaz.
Hükümetin elinde kayıtdışılığı önleyecek hiçbir araç, hiçbir mekanizma yoktur.
Vergi sisteminde var olan mekanizmaların hepsini hükümet tamamen yok etmiştir.
Şimdi, hükümet, kayıtdışını önleme gerçeğiyle karşı karşıyadır; ama, bunu,
yapabileceği kanaatinde değilim. Bunu, bugüne kadar göstermemiştir,
gösterememiştir.
Bu konuda en son olarak
şöyle bir örnek daha vermek istiyorum ben size: Özel Tüketim Vergisi
uygulamasına ilişkin olarak, biliyorsunuz, hükümetimiz, 2004 yılında almış
olduğu bir kararla denizcilik sektörüne ÖTV'siz yakıt uygulamasını
başlatmıştır. Bunun amacı, bir, yolcu taşıma maliyetlerinin düşürülmesi idi;
ikinci amacı da, denizdeki yük taşımacılığını teşvik etmekti.
SALİH KAPUSUZ (Ankara) -
Balıkçılığı da…
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Devamla) - Balıkçılığı da teşvik etmekti.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Toparlayalım
lütfen.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkan.
Balıkçılığı teşvik etmek
ve büyük şehirlerdeki denizyolu taşımacılığındaki maliyeti indirme amaçlı
kısmını değerlendirme dışı bırakıyorum. Bunları gayet olumlu buluyorum. Esasında,
yük taşımacığında, maliyeti düşürme amaçlı ÖTV'siz yakıt verme uygulamasını da
olumlu buluyorum; fakat, rakamlar onu göstermiyor değerli arkadaşlar.
Bakın, 2004 ve 2005
yılında yaklaşık 400 trilyon liralık bir ÖTV'nin tahsilinden hükümet
vazgeçmiştir denizcilik sektörüne vermiş olduğu bu destek nedeniyle; ama, deniz
taşımacılığında taşınan yük miktarına baktığımızda, 2003 yılında 5,3 milyon
tonluk yük taşınırken, bu rakam 2004 yılında artmamış, sabit kalmış ve 2005
yılında bir azalışla karşı karşıya kalmışız, 5 000 000 tona inmiş yük
taşıması.Hem 400 trilyon liralık Özel Tüketim Vergisinin tahsilinden
vazgeçmişiz hem de denizlerimizde yük taşımacılığı artmamış, azalmış. Ben,
Maliye Bakanlığını bu konuda göreve davet ediyorum; ama, esas olarak vurgulamak
istediğim, Gelir Politikaları Genel Müdürlüğünün kurulması, Türkiye'de
kayıtdışılığın önlenmesi açısından, aslında, bir başlangıç değildir; ama, bunun bir başlangıç olmasını dilerim.
Bunun başlangıç olabilmesi için, Gelir İdaresi Başkanlığının daha önce Mayıs
2005'te kabul edilen yasayla kendisine verilmeyen birtakım görev ve yetkilerin
kendisine verilmesini ve kendisinin, yine, altyapı yönünden, yatırım
harcamaları yönünden, özlük hakları yönünden desteklenmesini, bu yönlü
değişikliklerin Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine gelmesini diliyorum.
Bu teklifin, onun için, en azından, bir başlangıç olmasını diliyorum.
Sözlerimi burada
bitirirken, hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Birleşime 5
dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 19.03
Açılma Saati: 19.12
BAŞKAN: Başkanvekili Ali DİNÇER
KÂTİP ÜYELER: Ahmet Gökhan SARIÇAM (Kırklareli), Harun
TÜFEKCİ (Konya)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 55 inci Birleşiminin Beşinci
Oturumunu açıyorum.
1055 sayılı kanun
teklifinin görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
V.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
5.- İzmir
Milletvekili Fazıl Karaman ile Balıkesir Milletvekili Ali Osman Sali'nin, 178
Sayılı Maliye Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde
Kararnameye Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (2/614) (S. Sayısı: 1055) (Devam)
BAŞKAN - Komisyon ve
Hükümet burada.
Teklifin tümü üzerindeki
görüşmelerde, söz sırası, Anavatan Partisi Grubu adına Diyarbakır Milletvekili
Muhsin Koçyiğit'te.
Sayın Koçyiğit, buyurun.
(Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
Süreniz 20 dakikadır.
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA MUHSİN KOÇYİĞİT (Diyarbakır)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
görüşülmekte olan 178 Sayılı Maliye Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında
Kanun Hükmünde Kararnameye Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi üzerinde
Anavatan Partisinin görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum. Bu
vesileyle, şahsım ve Grubum adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
bilindiği üzere, bundan kısa bir süre önce, Maliye Bakanlığına bağlı Gelirler
Genel Müdürlüğü, yeni bir yasayla, Gelir İdaresi Başkanlığına dönüştürülmüştür.
Gelir İdaresi Başkanlığı, daha ziyade uygulama birimi olarak önplana
çıkmaktadır. AB'ye uyum sürecinde ve uluslararası uygulamalarda Gelir İdaresi
Başkanlığının uygulayacağı mevzuat, kanun, tüzük ve yönetmelikleri
hazırlayacak, vergi ve gelir politikalarını oluşturacak, Gelir İdaresi
Başkanlığı dışında Maliye Bakanlığı bünyesinde yeni bir birime ihtiyaç
duyulmaktadır.
İşte, bu yasayla 178
Sayılı Maliye Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde
Kararnameye bir madde eklenerek Gelir Politikaları Genel Müdürlüğü adında yeni
bir genel müdürlük kurulmaktadır. Bu, aynı zamanda Maliye Bakanlığı ile Gelir
İdaresi Başkanlığı arasında da bir ilişkiyi sağlayacaktır.
Değerli arkadaşlarım,
yeni kurulan genel müdürlüğün birkaç görevinden, bilgi olsun diye, sizlere söz etmek istiyorum.Bunlardan
birincisi, devlet gelirlerine ilişkin kanun ve kararname taslaklarının
hazırlanmasıyla ilgili çalışmalar yapmak; ikincisi, uluslararası vergi
ilişkileriyle ilgili çok taraflı anlaşmalara taraf olmak, Avrupa Birliği uyum sürecinde Avrupa'yla paralel
bir kurum oluşturmak, gelir bütçesini hazırlamak, devlet gelirleriyle ilgili
istatistikleri toplamak ve değerlendirmek.
Özellikle, burada, Gelir
Politikaları Genel Müdürlüğü, kendisi bizatihi bir veri tabanı oluşturmamakta,
sadece, Muhasebat Genel Müdürlüğünün, Bütçe ve Malî Kontrol Genel Müdürlüğünün,
TÜİK'in ve Devlet Planlama Teşkilatının topladığı verileri alarak bunlardan
bazı analizler yapıp, değerlendirmeler yapıp, özellikle kendisi, daha sonra da
Gelir İdaresi Başkanlığının kullanabilmesi için bazı mevzuatî bilgiler
üretecektir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; toplumun gelişmiş örgütlenme biçimi olan devlet, üstlendiği
işlevlerin gerektirdiği kaynağı vergi adı altında toplamaktadır. Bu nedenle,
vergi, her devlet yönetiminde şu veya bu biçimde kullanılan bir araçtır.
Devletin örgütlenme biçimi, üstlendiği fonksiyon, topluma vermek istediği yön
vergi politikalarını doğrudan etkilemektedir. Öncelikle, vergi ve gelir
politikası, bir maliye politikası aracı olarak şu amaçlara hizmet etmelidir:
Birincisi,
uygulanan vergi politikasıyla millî gelirin ne kadarının kamuya aktarılması
hedeflenmektedir?
İkincisi, hedeflenen
vergi yükü toplum kesimlerine adaletli ve dengeli olarak dağıtılmış mıdır; buna
önem vermelidir.
Üçüncü olarak da, millî
gelirden kamuya aktarılan pay harcanırken gelir dağılımını nasıl
etkileyecektir; bu, çok önemlidir.
Toplumun üst gelir
gruplarının değil, alt gelir gruplarının gereksinmelerini karşılamaya yönelik
harcamalara öncelik verilecek midir?
Tüm bunlar, iyi bir vergi
politikasının amaçları arasında yer almaktadır.
Değerli milletvekilleri,
vergi yüküyle birlikte devlet borçlanmasının da göz önünde tutulması
zorunludur; çünkü, devlet, üstlendiği işleri yürütürken gerekli kaynağı
yalnızca vergi toplayarak değil, borçlanma yoluyla da sağlayabilir. Vergi
olarak kamuya aktarılan payın dışında borçlanma yöntemiyle sağlanan kaynak da
kamu hizmetlerinin karşılanmasında kullanılacaktır. Bu nedenle, yalnızca vergi
yönündeki değişimleri incelemek yeterli değildir. Kamunun borç yükündeki
değişikliklerin de irdelenmesine ihtiyaç bulunmaktadır. Ancak, devletin,
işlevlerini yerine getirirken kullandığı aracın yalnızca bütçe olmadığı,
bütçedışı borçlanmalarla yürüttüğü hizmetlerin oldukça büyük olduğu,
dolayısıyla, bütçe açığı dışındaki devlet borçlanmasının boyutunun önemi
unutulmamalıdır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; aslında, vergi yükünün irdelenmesi son yıllarda önemini
gittikçe kaybetmektedir; çünkü, verginin, bütçe kapsamındaki devlet
harcamalarının kaynağı olma fonksiyonu giderek azalmaktadır. Vergi politikaları
belirlenirken, millî gelir düzeyine göre belirlenen optimal vergi yükü göz
önünde tutulmalıdır; çünkü, vergi yükünün aşırı artırılması vergi adaletini
bozacak, vergi yükünün düşük gelirli gruplar üzerinde yoğunlaşması sonucunu
doğuracaktır. Yine, kişi başına gelir düzeyi yetersiz olduğundan, aşırı artan
vergi yükü az gelirli kesimler üzerinde yoğunlaşacaktır.
Vergi gelirlerini
artırmak için, KDV, Akaryakıt Tüketim Vergisi gibi harcama üzerinden alınan
dolaylı vergilere gittikçe daha fazla ağırlık verilmektedir. Bu ise, vergi
yapısını bozmakta, son yıllarda vergi yükünün yüzde 27'yi aşması, son iki yılda
Akaryakıt Tüketim Vergisi gibi harcama vergilerinin, sürekli bir biçimde,
kararnamelerle aşırı artırılması sonucunu doğurmaktadır.
Değerli milletvekilleri,
iyi bir vergi sisteminin, ekonominin gelişmesine yardımcı olması, gelir
dağılımını ters yönde etkilememesi, gelir, harcama ve servetteki değişmeleri
kendiliğinden izleyerek kavraması, adil olması, kamu hizmetleri için gerekli
finansmanı sağlayacak verimlilikte ve
nitelikte bulunması gerekmektedir.
Değerli milletvekilleri,
vergi sisteminin aksayan yönleri fazladır. Bu sistem, fakirden daha fazla vergi
almakta, vergi yükünü sınırlı sayıda yükümlü üzerinde yoğunlaştırmakta, kayıtlı
işçi çalıştıranı cezalandırmakta, bıktırıcı formalitelere boğulmuş bulunmakta,
çok sık değiştiği için yükümlülerin yanlışlarını artırmakta ve yapılan
yanlışlar için çok ağır cezalar verilmektedir.
Mevzuat değişikliklerine
baktığımızda, çok sık ve kafa karıştırıcı olduğu görülmektedir. Bu sorunlara
baktığımızda, Türk vergi mevzuatı, bütünlüğünü kaybederek, tamamen içinden
çıkılmaz bir hal almıştır. Vergi sisteminin temelini oluşturan yasal mevzuat,
bugünkü yapısıyla, temel olmaktan tamamen uzaklaşmıştır. Yasal mevzuat
değiştirme rekorları kırmakta, adaletli, istikrarlı ve verimli olması gereken
yapıdan tamamen uzaklaşmakta ve Türk vergi mevzuatı, asıl maddeler, ek
maddeler, geçici maddeler ve yürürlükten kaldırılan maddelerle dolu, sadelikten
uzak, asıl maddeler yerine ek ve geçici maddelerle yönetilen bir sistem haline
gelmiş bulunmaktadır.
Bu özellikleriyle, vergi
sistemimizin, yatırımları azalttığını, işsizliği artırdığını, işletmelerimizin
büyümelerini ve birleşmelerini engellediğini, gelir dağılımını düzelteceğine
bozduğunu ve genel olarak ekonomik büyüme hızını olumsuz etkilediğini
görmekteyiz. Dahası, temel vergi kanunları son beş yılda 46 kez, yılda ortalama
9 kez değiştirilmiş. Her ay, her müşteri için çok sayıda vergi beyannamesi
düzenleyip onaylayan bir yeminli malî müşavirin, bu beyannameleri inceleyerek,
sık sık değişen kurallara ayak uydurması elbette beklenemez. Üstelik, temel
vergi oranları da, son beş yılda, Bakanlar Kurulu kararlarıyla tam 157 kez
değiştirilmiş, Maliye Bakanlığı, vergi kanunları ile vergi oran ve hadlerinde
yapılmış olan değişikliklerin uygulama yollarını açıklamak amacıyla, son beş
yılda 253 adet tebliğ yayımlamıştır. Bazıları 25-30 sayfayı aşan bu tebliğlerin
dikkatli okunmasının ve onaylanan vergi beyannamelerinin de uygulanıp
uygulanmadığının tespitinin oldukça zor olduğunu takdirlerinize sunuyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; vergide ödeme gücünü en iyi biçimde saptayan ölçü gelirdir.
Dolaysız vergiler genellikle gelir üzerinden alındığı için herkes gücüne; yani,
gelirine göre vergilendirildiğinden daha adaletlidir. Dolaylı vergiler ise, mal
ve hizmetler üzerinden; yani, harcama üzerinden alındığı için, zengini de,
fakiri de aynı oranda vergilendirdiğinden, daha adaletsiz bir vergi türüdür.
Gerçekten de, bugün,
ülkemizde, adil bir vergi sistemi yoktur. AKP iktidara geldiği zaman yüzde 66
olan dolaylı vergilerin oranı, üç yıl içinde artırılmak suretiyle, yüzde 66'dan
yüzde 73'e çıkarılmıştır. AKP iktidara geldiğinde, aslında, adil olmayan bir
vergi sistemi vardı; ancak, AKP, adil olmayan bu vergi sistemini alıp, daha da
adaletsiz bir duruma, daha eşitsiz bir duruma getirmiştir. Bunlarla ilgili
örnek vermek gerekirse, özellikle, enflasyon, deflatör ve büyüme oranlarının
yüzde 6 ilâ yüzde 8'ler civarında gezdiği bir ortamda, vergilerdeki aşırı artış
oranları, buradaki adaletsizlikleri kendiliğinden ortaya çıkaracaktır. Bu,
elbette, doğru bir yaklaşım şekli değildir. Olsa olsa, hükümetin, yüzde 6,5'lik
faizdışı fazlayı sağlama adına, bu vergilere yüklenmesidir.
Yine, AKP iktidara
gelmeden önce, yeni vergiler getirmeyeceğini söylemişti. Artık, yeni vergi yok,
bundan sonra herkes kolayca yaşayacak diye bir beyanda bulunmuştu; ama, durum
böyle olmamıştır, AKP iktidara geldikten sonra, özellikle, olağanüstü
durumlarda getirilmiş olan geçici vergilerin tümünün önündeki
"geçici" ibaresini kaldırıp, hepsini daimî vergi yapmıştır. Aynı
şekilde, Özel İletişim Vergisi, Özel İşlem Vergisi, Ek Emlâk Vergisi gibi vergilerin
tümü devamlı duruma getirilmiştir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; akaryakıt üzerindeki vergilerden bahsetmek istiyorum.
Özellikle, akaryakıt üzerinde çok yüksek oranlarda vergiler bulunmaktadır.
Sayın Başbakanımız da bunu görmüş olmalı ki, bir müddet önce, akaryakıt
fiyatlarının yüksekliğinden şikâyetçi oldu ve âdeta bunu, kendilerinin
yapmadığını, petrol şirketlerinin yaptığını ifade ettiler; ama, durum böyle
değildir değerli arkadaşlarım; çünkü, akaryakıt fiyatları üzerindeki asıl yük
vergilerden kaynaklanmaktadır; çünkü, akaryakıtın yüzde 70'i, ÖTV, KDV gibi
vergilerden oluşmaktadır. Hatta öyle ki, bir yerde ÖTV matrahı KDV matrahına
dahil edilerek, vergi üzerinden de vergi alınmaktadır.
Sayın Başbakanımız, eğer,
petrol fiyatlarının, akaryakıt fiyatlarının gerçekten düşmesini istiyorsa,
kendilerine buradan bir önerim var; bu önerim de, bu akaryakıt üzerindeki
vergilerin çekilmesidir. Bu vergiler çekildiği zaman, umuyorum ki ve biliyorum
ki, akaryakıt fiyatları 800 000 lirayı geçmeyecek, yani, üçte 2, fiyatında,
ucuzlayacaktır.
Bu bakımdan, akaryakıt
fiyatlarından kaçabilmek için, ucuz şeyi seçip, yükü, petrol şirketlerine
yüklemenin bir anlamı yoktur; çünkü, yasama yetkisi Millet Meclisinde ve onun
adına yürütme yetkisi bile yürütmededir. Bu bakımdan, bir şirketin vergi koyma
yetkisi yoktur. Demek ki, vergiyi koyan hükümettir. Eğer, gerçekten de ucuzluk
istiyorsa, yine kendisinin bu vergileri kaldırıp, akaryakıt fiyatlarını
ucuzlatması gerekir.
Tabiî, sadece akaryakıt
fiyatları değil. Aynı şekilde, alkollü içkiler üzerinde de çok büyük oranlarda
vergiler vardır. Bunlarla ilgili bazı örnekleri buradan sizlere vermek
istiyorum; çünkü, akaryakıt dışındaki, içki üzerinden alınan vergiler de çok
yüksek. Bunun bir karşılaştırmasını yapmak istiyorum. Örneğin, 1 000 litre
alkollü içki üzerindeki ÖTV, euro olarak, Türkiye'de 707 euro, Avrupa
Birliğinde 303 euro; şarapta, Türkiye'de 1 000 952 euro, Avrupa'da 483 euro.
Demek ki, içkilerde de 1'e 10'a yakın bir artış vardır. Avrupa'ya göre, bu bakımdan,
içkilerde çok yüksek vergi olduğundan dolayı, bu bir bakıma kaçak içki
imalatını körüklemekte, halkı buna zorunlu bırakmaktadır.
Özellikle küreselleşmenin
olduğu bir dönemde, devletler arasındaki fizikî sınırların kalktığı bir ortamda
rekabeti düşündüğünüz zaman, böyle uzun vergilerle, ülkemizin Avrupa Birliği
ülkeleriyle mücadele etmesi mümkün değildir. Bu bakımdan, eğer rekabet etmek
istiyorsak vergileri bir an önce düşürüp onlarla eşit koşullarda
mükelleflerimizi rekabete zorlamamız gerekmektedir.
Değerli arkadaşlarım,
motorlu taşıtlar üzerinden alınan vergileri de Avrupa Birliğiyle
karşılaştırdığımız zaman onlarınkinin 5 ilâ 10 katından daha fazladır.
Hepimizin bildiği gibi, motorlu taşıtlar üzerinden daha önceden ÖTV ve KDV
alınmakta, daha sonra da her yıl belli aralıklarla, altı ayda bir, Motorlu
Taşıtlar Vergisi ödenmektedir; yani, bugün bir motorlu taşıtın aşağı yukarı
yüzde 65-70'i yine vergilerden oluşmaktadır. Bu vergileri de Avrupa'daki
ülkelerle karşılaştıracak olursak onlarınkinin ortalama 5 ilâ 10 katından daha
fazladır.
Anayasamızın 73 üncü
maddesinde, herkesin kamu giderlerini karşılamak üzere malî gücüne göre vergi
ödemekle yükümlü olduğu, vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımının sosyal
amaçlı olduğu belirtilmiştir; ama, bu vergi yapısıyla Anayasanın 73 üncü
maddesi ihlal edilmektedir; çünkü, vergiler, sürekli şekilde, dar ve sabit
gelirlilere, fakirlere, yoksullara yüklenmekte, zenginler ise, bir türlü,
yolunu bularak bundan kaçmakta ya da kaçınmaktadırlar.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; katlanılabilecek vergi yükü elbette sınırsız değildir, bir üst
sınırı vardır. Vergi oranları aşırı arttığında vergiye karşı yükümlünün direnci
de artacaktır. Bu durumda, vergi yükümlüleri vergi kaçırma ya da vergiden
kaçınma olanaklarını sonuna kadar kullanmak isteyeceklerdir. Enflasyonun etkisi
de göz önünde tutulursa vergi kaçırma olanağı olmayanlar ve vergiden
kaçamayanlar, daha az gelir elde ettiklerinden, ağır vergi yüklerinin altında
ezileceklerdir.
Değerli arkadaşlarım,
Sayın Başkan; biraz da vergi indirimlerinden bahsetmek istiyorum. Bilindiği
üzere, AKP iktidara gelmeden önce, tüm mükellefler için, özellikle ücretliler
için uygulanan "asgarî geçim indirimi", "en az geçim
indirimi" adı altında bir indirim vardı; ilk iş olarak bunu kaldırmıştır.
En az geçim indirimi sosyal amaçlı bir indirim olup, kutsal yaşam hakkının
devam edebilmesi için bir kişinin ayda ya da yılda belli bir gelirinin vergi
dışı bırakıldıktan sonra kalan gelirinin vergilendirilmesine yöneliktir.
Maalesef, AK Parti, bu olanağı dargelirlilere çok görüp en az geçim indirimini
kaldırmıştır. Bu konuda yabancı ülkelerden örnek vermek gerekirse; yabancı
ülkelerin çoğunda en az geçim indirimi yoluyla belli bir gelir vergi dışı
bırakıldıktan sonra başlangıç vergi oranları düşük tutulmuş ve daha sonra gelen
oranlar üzerinden de, düşük oranlarda, yüzde 1'den başlayan, yüzde 5'ten
başlayan, hatta yüzde 10'dan başlayan oranlarda vergi alınmıştır. Oysa,
ülkemizde, vergiler, yüzde 15'ten başlamakta, yüzde 40'a, yüzde 35'e kadar
gitmektedir. Özellikle, geçtiğimiz dönemde Gelir Vergisi tarifelerinde yapılan,
en üst tarifede yapılan yüzde 5'lik indirim hiçbir şekilde dargelirlileri,
asgarî ücretlilere, normal ücretlilere ve yüksek ücretlilere yaramamıştır;
sadece, yılda 155 milyarın üzerinde ücret geliri elde eden, fahiş ücret geliri
elde edenler yararlanmıştır. Bu bakımdan, bu, adaletin tam olmadığının, AKP'nin
adalet anlayışının zenginlerden yana olduğunun göstergesidir ve bu da açık bir
şekilde burada gözükmektedir.
Aynı şekilde, Kurumlar
Vergisinde yapılan yüzde 10'luk indirim yüzde 30'dan yüzde 20'ye indirilmişti.
Bu da, yine, Türkiye'deki en fazla 35-40 tane kuruma yarayacak bir indirimdir,
en üst dilimden indirildiği için. Bu şekilde ülkemizin 5 katrilyon liralık bir vergi
kaybı olacaktır; ama, devletin kamu finansmanı sağlayabilmesi için toplam vergi
gelirlerinin devam etmesi gerekiyor. Bu Kurumlar Vergisi indirimi nedeniyle
vergi kaybında meydana gelen 5 katrilyon lira, bir şekilde dolaylı vergiler adı
altında mal ve hizmetler üzerinden; yani, akaryakıttan, benzinden, sütten,
ekmekten alınacaktır. Bu da, bunları kim kullanıyorsa, bu vergileri onlar
ödeyecektir. Bu şekilde, sadece bir süre önce Telekomu alan Öger Firmasının bu
yüzde 10'luk indirimden dolayı kazancı 500 milyar Yeni Türk Lirasıdır. Demek
ki, Öger'in ödemediği vergiyi, bizim işsiz insanımız, işçi olmayan boş
insanlarımız ya da ekmeği, kefeni kullanan tüketicilerimiz ödeyecektir.
Değerli arkadaşlarım, bir
süre önce Kurumlar Vergisi 10 puan indirildi ve yatırım indirimi kaldırıldı.
Aslında, bu yatırım indiriminin kaldırılması, ülkemizde işsizliğe bir darbe
vurmuştur, yatırımlara, yabancı sermayeye bir darbe vurmuştur.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Toparlayalım
lütfen.
MUHSİN KOÇYİĞİT (Devamla)
- Çünkü, yatırım indirimi uygulandığı zaman, bir mükellef firma, örneğin 500
milyar liralık bir yatırımı varsa ve yatırım indirim oranı da yüzde 40 ise, bu
yatırımcı, 200 milyarlık yatırım indiriminden faydalanacaktı. Demek ki, bu
yatırımcı, 200 milyar kazanç elde edinceye kadar, bir, beş, belki on yıla kadar
hiç vergi ödemeyecek, sıfır vergi ödeyecek. Oysa, Kurumlar Vergisi oranı 30'dan
20'ye indiği zaman, ilk yıldan son yıla kadar her yıl vergi ödeyecektir. Demek
ki, yatırım indiriminin kaldırılması olumlu bir davranış şekli değildir. Bu,
yabancı sermayeye vurulmuş bir darbedir, işsizliğe vurulmuş bir darbedir,
yatırımlara, üretimlere vurulmuş bir darbedir. Bununla övünmek yerine, umarız
ki yatırım indirimi tekrar mevzuattaki şekliyle kalıp, devam etmesi gereklidir.
Özellikle dolaylı
vergilerin artması, bir şekilde, ülkemizde kayıtdışı ekonomiyi körüklemektedir.
Kayıtdışı ekonomi, makro dengeleri bozarak ve krizler yaratarak, yabancı
sermayeyi, yatırımı, üretimi ve istihdamı olumsuz yönde etkilemektedir. Bu
bakımdan, bir an önce, ülkemizde kayıtdışı ekonominin kayda alınması için
gerekli düzenlemeler yapılmalı ve onlar uygulamaya geçirilmelidir; çünkü, kayıt
dışındaki mükelleflerin ödemediği vergileri, bir şekilde kayıtlı mükellefler
ödediği için, onların vergi yükleri daha da artmakta. Onların vergi yükü
artınca, bu sefer, onlar da kayıt dışına kaçmanın, kayıt dışına çıkmanın
hesaplarını yapmakta, bu şekilde ekonomimizde kısır bir döngü devam etmektedir.
Şunu belirtmek istiyorum
ki, yapılan araştırmalara göre, doğrudan vergilerdeki 1 birimlik artış, toplam
vergi gelirlerini 2,84 oranında artırırken, dolaylı vergilerdeki 1 birimlik
artış toplam vergi gelirlerini ancak 1,42 oranında; yani, dolaysız vergilerin
yarısı kadar artırabilmektedir; ama, hükümetler, her nedense, kararnamelere
dayanarak, kolayı seçerek, devamlı bir suretle dolaylı vergilere yüklenmekte,
dolaylı vergilerin eşanlamlısı ise, fakire daha fazla yük, fakire daha fazla
eziyet ve fakirin cebinden daha fazla ekmeği almaktır. Bu bakımdan, umuyorum
ki, öncelikle, kayıtdışı ekonominin kayda alınması, Türk vergi sisteminin
yeniden yapılandırılarak yüklerin eşit şekilde herkese dağıtılması
gerekecektir.
Bu sözlerle sözlerime son
verirken, bu yasa tasarısının kanunlaşarak bakanlığımıza ve milletimize,
devletimize hayırlı olmasını diliyorum; hepinize saygılar sunuyorum. (Anavatan
Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubu adına Balıkesir Milletvekili Ali Osman Sali.
Buyurun Sayın Sali. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA ALİ
OSMAN SALİ (Balıkesir) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Maliye Bakanlığı
bünyesinde Gelir Politikaları Genel Müdürlüğü kurulmasına ilişkin kanun
teklifiyle ilgili olarak AK Parti Grubu adına huzurunuzdayım; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Sayın milletvekilleri,
vergi ve gelir yönetiminde yapısal değişiklik ihtiyacı ortaya çıkmış ve
bildiğiniz gibi, gelir idaresinin gelişmiş ülkelerdeki örneklere uygun olarak
yapılanması süreci başlatılmış, siyasî irade ve Maliye Bakanlığınca belirlenen
vergi politikalarını uygulamak üzere, 5345 sayılı Kanunla Gelir İdaresi
Başkanlığı kurulmuştur.
Gelir İdaresi
Başkanlığının görev ve fonksiyonları, esas itibariyle, vergi mevzuatını etkin
bir şekilde, adil, tarafsız ve objektif olarak uygulamak, bunun için özellikle
gerekli teknolojik altyapıyı oluşturmak, vergi uygulamalarına ilişkin
koordinasyonu sağlamak, vergi tahsilatı ve takip işlemlerini yürütmek, vergi
inceleme ve denetimlerini, etkinlik ve verimliliği esas almak suretiyle
gerçekleştirmektir. Diğer taraftan, politikaya ilişkin fonksiyonların ifası
için ayrı bir birimin kurulması, gelir idaresi alanındaki yapılanma sürecinin
ikinci adımını oluşturmaktadır. Oluşturulacak olan bu politika birimi, vergi
uygulamalarına esas teşkil eden gelir ve vergi politikalarının oluşturulması
ile buna ilişkin kanun ve kararname taslaklarının hazırlanması çalışmalarının
yapılması, ikili vergi anlaşmaları ile uluslararası vergi ilişkilerinin
yürütülmesi, gelir bütçesinin hazırlanması gibi görev ve fonksiyonları yerine
getirecektir.
Politika ve uygulama
fonksiyonlarının birbirinden ayrı olarak yönetilmesi ve yürütülmesi ve
dolayısıyla, bu birimlerin birbirinden ayrı olarak örgütlenmesi, gelir
yönetiminden beklenen etkinlik ve verimliliğin sağlanabilmesi açısından önem
arz etmektedir.
Politika seçeneklerinin
sosyal ve ekonomik sonuçlarının önceden görülebilmesine, uygulanan
politikaların sonuçlarının düzenli olarak izlenmesine ve bu konularda karar
alıcılara sağlıklı bilgi desteğine imkân sağlayacak ayrı bir kurumsal yapı, bu
politikaların başarı şansını önemli ölçüde artırabilecektir.
Gelir Politikaları Genel
Müdürlüğü olarak örgütlenecek olan bu kurumsal yapı, gelişmeleri yakından
izleyerek, ülkemiz koşullarına uygun, genel ekonomik politika, strateji ve
ilkeler çerçevesinde vergi ve gelir politikalarının üretilmesine önemli
katkılar sağlayabilecektir.
Gelişmiş ülkelerin bu
alandaki idarî yapılanmalarına baktığımızda, pek çok ülkede, gelir ve vergi
politikalarının oluşturulması görevi ile vergi uygulamalarına ilişkin
görevlerin ayrı birimler tarafından yerine getirildiği görülmektedir. Özellikle
OECD üyesi ülke uygulamalarını incelediğimizde, bunların büyük çoğunluğunda
vergi politikası fonksiyonunun uygulamadan ayrı tutulduğu görülmektedir.
Ülkemizde de gelir ve vergi politikalarının oluşturulması görevi ile uygulama
görevinin ayrı ayrı birimler tarafından yürütülmesi hususu, yapısal değişimin
bir parçası olarak uygun görülmüş ve hepinizin bildiği gibi uygulama
fonksiyonunu yerine getirmek üzere -biraz önce de bahsettiğim gibi- ayrı bir
Gelir İdaresi Başkanlığı kurulmuştur. Bugün huzurlarınıza gelmiş bulunan kanun
teklifiyle söz konusu yeniden yapılanmanın Gelir Politikaları Genel
Müdürlüğünün kurulması suretiyle tamamlanması amaçlanmaktadır.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; kanun teklifiyle kurulması öngörülen Gelir Politikaları Genel
Müdürlüğünün başlıca görevlerini şöyle sıralayabiliriz:
Plan, program ve genel
ekonomik politika ve stratejiler çerçevesinde devletin gelir politikalarının
oluşturulmasına ilişkin çalışmalar yapmak.
Devlet gelirlerine
ilişkin kanun ve kararname taslaklarının hazırlanmasıyla ilgili çalışmaları
gerekli koordinasyonu sağlayarak yürütmek.
Devlet gelirlerine etkisi
olan kanun tasarı ve tekliflerini inceleyerek görüş bildirmek.
Gelir bütçesini
hazırlamak.
Uluslararası vergi
ilişkileri ile ikili ve çok taraflı anlaşmalara ilişkin çalışmaları yürütmek.
Vergi yükü, gelir
dağılımı ve gelir tahminlerine yönelik analizler yapmak.
Ekonomik ve malî
gelişmeleri izlemek, değerlendirmek ve bu konularda araştırmalar yapmak.
Devlet gelirleriyle
ilgili istatistikleri toplamak ve değerlendirmek.
Sayın milletvekilleri,
diğer taraftan, Genel Müdürlüğün teşkilat yapısına baktığımızda, teklifin 1
inci maddesinin son fıkrasında da yer aldığı gibi, yukarıda sayılan görevleri
yerine getirmek üzere, esas itibariyle uzman personel çalıştırılması
öngörülmektedir.
Söz konusu uzman personel
için yeni kadrolar ihdas edilmemektedir. Bu ihtiyacın, Bakanlığın mevcut
kadrolarından karşılanması öngörülmektedir. Yalnızca, Genel Müdürlüğün
fonksiyonlarını yerine getirirken ihtiyaç duyacağı idarî kadrolarla birlikte
iktisatçı ve ekonomist kadroları ihdas edilmektedir. Teklif ekinde çok sayıda
cetvel göreceksiniz. Bu cetveller herhangi bir tereddüde mahal vermemelidir,
sadece 25 adet ilave kadro vardır. Bütün cetvellerin sonucu sayısal olarak
böyledir.
Son olarak, kurulması
öngörülen Gelir Politikaları Genel Müdürlüğünün uygulama fonksiyonunun olmaması
nedeniyle ve Maliye Bakanlığının merkez birimi olması nedeniyle taşra
teşkilatının bulunmadığını, sadece merkezde örgütlendiğini belirtmek isterim.
Sayın milletvekilleri,
teklifle, kurulması öngörülen Gelir Politikaları Genel Müdürlüğünün ülkemize
yararlı olması temennisiyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Şahsı adına söz
isteyen, Sayın Recep Garip, Adana Milletvekili?.. Yok.
Sayın İbrahim Hakkı
Birlik, Şırnak Milletvekili?.. Yok.
Sayın Ümmet Kandoğan,
Denizli Milletvekili?.. Yok.
Sayın Mehmet Eraslan,
Hatay Milletvekili?.. Yok.
Tümü üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
1 inci maddeyi
okutuyorum:
MALİYE BAKANLIĞININ TEŞKİLAT VE
GÖREVLERİ HAKKINDA KANUN HÜKMÜNDE
KARARNAMEDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASI HAKKINDA KANUN TEKLİFİ
MADDE 1.- 13/12/1983
tarihli ve 178 sayılı Maliye Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun
Hükmünde Kararnameye aşağıdaki 12/A maddesi eklenmiştir.
"Gelir Politikaları
Genel Müdürlüğü
MADDE 12/A - Gelir
Politikaları Genel Müdürlüğünün görevleri şunlardır:
a) Devlet gelirleri
politikasının plan, program, genel ekonomik politika ve stratejiler
çerçevesinde oluşturulmasına ilişkin çalışmalar yapmak.
b) Devlet gelirlerine
ilişkin kanun ve kararname taslaklarının hazırlanmasıyla ilgili çalışmaları
gerekli koordinasyonu sağlayarak yürütmek.
c) Devlet gelirlerine
etkisi olan kanun tasarı ve tekliflerini Devlet gelirleri politikası açısından
inceleyerek görüş bildirmek.
d) Uluslararası vergi
ilişkileri ile ikili ve çok taraflı anlaşmalara ilişkin çalışmaları gerekli
koordinasyonu sağlamak suretiyle yürütmek.
e) Avrupa Birliği,
uluslararası kuruluşlar ve diğer devletlerle görev alanına giren konularda
işbirliği yapmak.
f) Mahallî idare
vergilerinin genel vergi sistemi ile uyumunu sağlayacak çalışmaları yapmak.
g) Gelir bütçesini
hazırlamak.
h) Vergi yükü, gelir
dağılımı ve gelir tahminlerine yönelik genel ve sektörel analizler yapmak.
i) Ekonomik ve malî
gelişmeleri izlemek, değerlendirmek ve bu konularda araştırmalar yapmak.
j) Devlet gelirleri ile
ilgili istatistikleri toplamak ve değerlendirmek.
k) Bakanlıkça verilecek
benzeri görevleri yapmak.
Genel müdürlükte, ihtiyaç
duyulması halinde maliye uzmanı ve Devlet gelir uzmanı çalıştırılır."
BAŞKAN - Madde üzerinde,
Anavatan Partisi Grubu adına, Erzurum Milletvekili Sayın İbrahim Özdoğan;
buyurun. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1055
sıra sayılı yasa tasarısı üzerinde Anavatan Partisi adına söz almış
bulunmaktayım; bu vesileyle Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar,
Türkiye'yi sarıp sarmalayan, vatandaşımızın elini kolunu bağlayan, çözüme
kavuşmadığı her an daha da derinleşen o kadar çok sorun vardır ki, biz, bu
sorunları kendi aralarında hiyerarşiye tabi tutmak durumunda kalmaktayız ve
elimizin altında, günden güne uzayan bir öncelikli sorunlar listesi
oluşmaktadır.
Türkiye'nin kemikleşmekte
olan sorunlarının pek çoğu, Meclise halkın feveranlarıyla taşınmıştır,
taşınmaktadır ve tüm milletvekillerimizin malumudur bu durum; ama, bunlardan
bir tanesi vardır ki, gerçekten can yakıcıdır. Bugün, sokaktaki vatandaşı
çevirip de "hayatınızı en çok zorlaştıran şey nedir" diye soracak
olsanız, alacağınız cevap "işsizlik" olacaktır. İşsizliğin nasıl bir
kanayan yara, sosyal bir facia olduğundan uzun uzun bahsetmemize gerek yoktur.
Zira, karanlık bir tablo gözlerimizin önündedir.
Liberalleşme eğilimleri,
devletin ekonomiden el çekmesi süreciyle birlikte özel sektör öne çıkmış, özel
sektör yatırımları ülkedeki istihdamın uygulama birimi haline dönüşmüştür.
Girişimci yatırım yapacak, üretecek, hem kendisi kazanacak hem de ülkemiz
insanlarına ekmek kapısı açacaktır. Peki, bu süreçte siyasete düşen görev
nedir?.. Siyaset, üretimin yapılabilmesi için gerekli yasal düzenlemeleri
yapacak, üretimin altyapısını oluşturacak ve üretenin, istihdam edenlerin işini
kolaylaştıracaktır. Siyaset, vatandaşın hayatını düzene sokmak, hayatları
kolaylaştırmakla mükelleftir. Peki, bu hükümet döneminde, siyaset gerçek
amaçlarına hizmet mi etmektedir?! Sorunun cevabı çok açıktır; bu hükümetin
istihdam politikaları, çözüm üretmek bir yana, sorunun ta kendisidir.
Bugün, çalışan, üreten
kesim, ağızbirliği etmiş, bir gerçeği çığlık çığlık haykırıyor. Türkiye'nin
asıl sorunu, istihdam üzerindeki vergi ve prim yüküdür, herkes farkındadır;
ancak, çözüm için somut bir çaba yoktur. Türkiye, halen ücretler üzerindeki
vergi ve prim yüküyle dünya ülkeleri arasında başı çekmeye devam ediyor. Hatta,
Türkiye, işletmelerin işçi adına ödediği gelir vergisi ile işsizlik sigortası
dahil SSK'ya ödediği işçi ve işveren primlerinden oluşan istihdam vergilerinde,
OECD ülkeleri arasında yıllardır birinciliği kimselere kaptırmıyor. Nitekim,
geçtiğimiz yıl yüzde 42,1 olan bu yük, bu yıl başında yüzde 42,7'ye ulaşmış
durumdadır.
Türkiye İstatistik
Kurumunun işgücü anketine göre, ocakta 20 815 000 olan toplam istihdamın 10 178
000'i, yani, yüzde 48,9'u kayıtdışı imiş. İstihdam ağustosta 22 838 000'e
çıkarken, kayıtdışı çalışan ise 11 670 000'lere, kayıtdışı istihdam oranı yüzde
51,1'e dayanmıştır. Hesaplar ortadadır. Vergi uygulamasından çok vergi terörü
görünümünü andıran istihdam üzerindeki vergi oranları çalışanları kayıtdışına
itmiş, zaten yerleşik olan işsizlik sorununu derinleştirmiş, yıllık vergi ve
prim kaybını ise 23 katrilyona sürüklemiştir. İstihdam üzerindeki vergilerin
kime ne kazandırdığı bilinmemekte, oranların yüksekliği ve sebep olduğu
sonuçlar vergilendirmenin rasyonelliğiyle çelişmektedir.
Sorun tartışma götürmez
olarak baş gösterince, hükümet, en başında koyması gereken teşhisi kabullenmek
durumunda kalmıştır. Teşhis sabittir; fakat, tedavi hâlâ ortada yoktur.
İstihdam vergisinin istihdam üzerinde oluşturduğu baskının giderilmesi için
neler yapıldığı, ne tür bir hazırlık içinde bulunulduğu konusunda Maliye
Bakanlığı suskun kalmayı tercih etmektedir.
Diğer yandan, bugün
hükümet dışa açık bir ekonomik model benimsediğini ve bu modeli başarıyla
işlettiğini iddia etmektedir. Sormak lazım: Acaba üretmesi, üretimini ihraç
etmesi beklenen sanayicilerin girdi maliyetlerine yönelik bir analiz yapılmış
mıdır? Eğer yapılmışsa, bu analiz hangi mesajları içermektedir?
Siz öyle bir vergi
politikası uygulayacaksınız ki, vergi gelirlerinizin en esaslı parçası enerji
olacak, sonra da çıkıp, enerji giderleri maliyet kalemleri içinde en yüksek
olan üreticiden üretmesini, satmasını ve büyümesini isteyeceksiniz! Enerji
girdisi, maliyet kalemlerinin yüzde 60'ına tekabül eden bir madencilik sektörü
bu koşullarda nasıl ayakta kalabilecektir?! Elektrik pahalıdır, mazot
pahalıdır, gaz pahalıdır; bunlardan alınan vergiler hepimizin ve bütün
halkımızın malumudur.
Üreticinin durumunu bir
örnekle daha somutlaştırmakta yarar vardır. Bugün tekstil sektörü, artan girdi
maliyetleri nedeniyle zor duruma düşmüştür. Bu sektörün, uygulanmakta olan KDV
oranlarını kaldırmaya takati kalmamıştır. Sektör temsilcileri feryat eder
duruma düşürülmüş, sektördeki kayıt dışılık eğilimi artmıştır. Bugün tekstil
sektörünün hangi temsilcisine derdi olup olmadığı sorulsa, hep aynı yanıt;
maliye politikaların oluşturduğu baskı yanıtı alınacaktır.
Sonuç olarak, bütçenin
denklik ilkesine sadık kalmak demek, vergi alınabilecek durumda kayıt içinde
olan her üreticinin canına okumak demek değildir. Hükümet, vergilendirmenin
rasyonelliği ilkesini gözden geçirmek ve sürdürülebilirlik açısından konulacak
ölçüyü dikkate almak mecburiyetindedir.
Son dönemde yaşanan derin
ekonomik bunalım, üreten kesimin azmini kırmış, özgüvenini hırpalamıştır. Yani,
ticarethane açacak olanlar da yatırım ve üretim kararlarından vazgeçmişlerdir.
Serbest meslek erbabıyla hükümetler arasındaki güvensizlik şiddetini artırarak
devam etmiş, siyaset, özel sektöre güven verecek bir samimiyet ve kararlılık
için çaba göstermemiştir.
Türk Halkı, Adalet ve
Kalkınma Partisine, kıymeti bilinmesi gereken yoğun bir kredi açmıştır.
Çalışanıyla, üreteniyle ve diğer tüm unsurlarıyla vatandaş artık güvenecek bir
adres aradığı mesajını vermiştir. Peki, tek başına hükümet olan Adalet ve
Kalkınma Partisi bu güvene layık olmuş mudur, üreticinin kendisine yönelttiği
güveni haklı çıkarmış mıdır?.. Sorunun cevabını, gerçekleşen rakamlarda aramak
yerinde olacaktır; zira, rakamların lisanında siyaset olmaz, sadece katı
gerçekler vardır.
Türkiye Odalar ve
Borsalar Birliğinin ticaret sicil verilerine göre, 2005 yılında açılan şirket
sayısının geçen yılın aynı dönemine oranla yüzde 18,87 arttığı açıklanmıştır;
yani, 2005'te açılan şirket sayısı, 2004 yılında açılan şirket sayısından
neredeyse beşte 1 oranında daha fazladır. Açılan şirket sayısındaki artış,
iktidar tarafından âdeta kamuoyunun gözüne sokulmak istenmekte, Adalet ve
Kalkınma Partisi, rakamsal verilerdeki bu yükseliş için, alkış talep
etmektedir. Oysa, bu veriler, gerçeğin yalnızca bir bölümünü yansıtmaktadır;
doğrudur; fakat eksiktir. Gerçeğin tamamı ise, iktidarın işine gelmeyecek acı
bir mesajı katı bir şekilde önümüze sürmektedir.
2005'in ilk on ayında
yeni açılan şirket sayısı, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 18,7 artmıştır.
Diğer taraftan, 2005 yılında kapanan şirket sayısı ise, 2004 yılında kapanan
şirket sayısından sadece binde 34 daha azdır. 2004 yılının ilk on ayında 68 072
olan yeni açılan şirket sayısı, 2005'in aynı döneminde 80 917'ye çıkmıştır.
Kapanan şirket sayısı ise 23 091'den 23 013'e düşmüştür. 2005 yılında kapanan
şirket sayısı, 2004 yılında sadece 68 eksiktir. Makro planda ele alındığında,
bu, ihmal edilebilecek kadar küçük bir azalıştır.
Şirket kapanışlarının
ortaya koyduğu rakamlar da açıkça göstermektedir ki, AK Parti Hükümeti, serbest
meslek erbabının kepenk kapatma trajedisine bir çözüm bulma konusunda aciz
kalmıştır. İşte, iktidarın, gözlerden kaçırmaya çalıştığı gerçeğin en önemli ve
en can yakıcı parçası budur. IMF gibi ulusüstü kurumların suyuna gitmeye
dayanan, sadece ulusüstü güç odaklarının destek söylemlerinden güç alan,
derinlikten yoksun ekonomi politikaları uygulayan hükümet, ekonomideki iyiye
gidişi uykudan önce masallar gibi anlatmaktadır.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Lütfen,
toparlayalım.
Buyurun.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Evet, hükümetin iyiye
gidiş söylemini masal diye nitelemek acımasızlık olmayacaktır; zira, iyiye
gidiş vatandaşın yaşamında kendini göstermemiştir. İktidar Partisine buradan
sormak lazımdır; sizin iyiye gidiş dediğiniz şeyi hissedebilmek için
gerçekliğinden emin olmak için illa uluslararası tefeci mi olmak lazım; yoksa,
her şey gerçekten iyiye gidiyor da yetmişbeş milyonun ezici çoğunluğunu teşkil
eden normal vatandaş mı fark etmiyor bunu?!
Değerli
milletvekilleri, sizleri çok basit bir mantıksal çıkarıma davet ediyorum.
Kapanan şirket sayısında belirgin bir azalış yoksa, bu, şu anlama gelir:
Vatandaş sizin o masal gibi anlattığınız gerçekdışı ekonomik iyileşme
söyleminize güvenmiş, çalışmak için, üretmek için şirket kurmuş, sonra da bu
iyimserliği tezgâhının başında tecrübe etmiş, kepengini de kapatmıştır.
Maalesef, Adalet ve Kalkınma Partisi İktidarı, Yüce Türk Halkı için acı bir
tecrübe olmaktan öteye gidememiştir. Bugün ticaret sicili rakamlarından çıkan
bu gerçek, yarın sandıktan da çıkacak, varlığını tartışma götürmez bir biçimde
ortaya koyacaktır.
Ekonomi yönetimindeki
çarpık eğilimler, ne yazık ki, çok boyutludur. Yaşanan olumsuzlukların nedeni
olan birden fazla mecra ve bu mecraların sayısız yanlış uygulamaları mevcuttur.
Biz, burada, gidişata maliye politikası penceresinden bakmaya çalışıyoruz ve bu
alanda yapılan çok temel bir mantık hatasının altını çizme gayretindeyiz.
Bugün, kayıt altında
üretim yapmakta olan tesisler üzerinde azamî baskı kurmak hükümetin en temel
maliye politikası aracı haline gelmiştir. Enerji pahalıdır; girdi maliyetleri
yüksektir; istihdamın tüm yükü işverenin omzuna binmiş durumdadır; tekstil
sektörü, bu koşullar altında katmadeğer taşımayacağını feryat feryat
haykırmaktadır; madencilik sektörü, enerji fiyatları ve bu fiyatların
üzerindeki vergi yükünden şikâyetçidir. Üreten kesim ağız birliği etmiş, aynı
şeylerden yakınmaktadır. Aynı hükümet içinde faaliyet gösteren iki bakanın iş
dünyası temsilcilerine, iş dünyasına karşı benimsedikleri söylemler
birbirleriyle çelişmektedir. Dışticaretten sorumlu Devlet Bakanı, sektör
temsilcilerini karşısına alıp, dış pazarda rekabet üstünlüğünün sağlanması için
üreticinin önündeki tüm engellerin kalkacağını, vergi konusundaki kolaylıkların
kaçınılmaz olduğunu, en kısa zamanda daha esnek ve verimli uygulamaların
yapılacağını söylerken, Maliye Bakanı, yüksek vergilendirme konusunda geri adım
atmaya yanaşmamakta "merdivenaltı işletmeleri ihbar edin, kayıtlı
üreticiyi artıralım" diye söylemektedir.
Burada bir konudaki
hassasiyetin altını çizmem gerekiyor. Bütçe, siyasetin elindeki oyuncak
değildir. Bütçe uygulamaları ciddiye alınmazsa, bunun olumsuz sonuçları tüm
ekonomiyi derinden etkileyecektir. Bu prensip, artık, siyasetüstü olmuştur ve
hiçbir siyasî yaklaşımın buna itiraz etmesi beklenmemektedir; fakat, uygulamada
tuttuğunuz vergiler özel sektörün ayağına kaçmış çakıl taşı gibi üreticinin
sendelemesine neden oluyor, dünya piyasasındaki rekabet gücünü azaltıyor,
maliyetini artırıyorsa, burada ne kazanıyoruz, ne kaybediyoruz; bir kez daha
düşünmek lazımdır.
BAŞKAN - İbrahim Bey,
konuşma süreniz doldu…
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Hemen bitiriyorum Sayın Başkan, bir dakikanızı…
BAŞKAN - Bu arada,
çalışma süremiz de doluyor.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Bir dakikanızı istirham ediyorum Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Tamam, çalışma
süremizin sonuna kadar, buyurun.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Teşekkür ediyorum.
Bugün, Türkiye için değer
üreten kesimin beklentisi diyaloga açık, daha esnek ve uzlaşmacı, kayıt
içindeki mükellefe ölçüsüzce yüklenmekten çok, kayıtdışını kayıt altına almaya
dayalı bir eylem pratiği benimseyen Maliye Bakanlığı yönetimidir. Bize düşen de
bu beklentiyi Yüce Meclisimizin kürsülerinden dile getirmektir.
İnşallah, yakın zamanda
Anavatan Partisi iktidara gelecek ve üretici altın çağını -yine ekonomi-
Anavatan Partisi yönetiminde yaşayacaktır. Arı, yeniden büyük milletimiz için
bal yapacaktır. Çalışkan arılarımız Türkiye'yi yeniden hizmet ağıyla örecek ve
ikinci defa Türkiye çağ atlayacaktır.
ORHAN SEYFİ TERZİBAŞIOĞLU
(Muğla) - Bravo!
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Sayın Başkanıma teşekkür ediyor, beni dinlediğiniz için Yüce Heyetinize
teşekkür ediyorum.
Siz, eski Anavatan
Partilisiniz Sayın Milletvekili…
ORHAN SEYFİ TERZİBAŞIOĞLU
(Muğla) - Hayır, ben, eski Anavatan Partili değilim.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- …dolayısıyla, alkışınızı ben olumlu yönde algılıyorum, teşekkür ediyorum.
(Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
ORHAN SEYFİ TERZİBAŞIOĞLU
(Muğla) - Ben, eski Anavatan Partili değilim; bildiğin yanlış.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum)
- Doğru…
BAŞKAN - Değerli
milletvekilleri, çalışma süremiz doldu.
Sözlü soru önergeleri ile
diğer denetim konularını sırasıyla görüşmek için, 31 Ocak 2006 Salı günü saat
15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati: 20.00