BIM 2 3 2006-02-20T14:21:00Z 2006-02-20T14:21:00Z 45 28387 161807 TBMM 1348 323 198710 9.2812 0 6 nk 6 nk 0

DÖNEM: 22       CİLT: 109       YASAMA YILI: 4

 

 

 

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

TUTANAK DERGİSİ

 

 

55 inci Birleşim

26 Ocak 2006 Perşembe

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

                                                      Sayfa    

  I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. - GELEN KÂĞITLAR

III. - YOKLAMALAR

IV.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1.- Kütahya Milletvekili Alaettin Güven'in, Osmanlı Devletinin, kuruluşunun 707 nci yıldönümünde, dünya kültür ve medeniyetine yaptığı katkılara ilişkin gündemdışı konuşması

2.- İzmir Milletvekili Hakkı Ülkü'nün, doğalgaz, petrol ve kömür gibi tükenebilir fosil kaynaklara göre daha temiz olan yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımının yaygınlaştırılması için alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi Güler'in cevabı

3.- İzmir Milletvekili Hakkı Akalın'ın, misakımillînin kabulünün yıldönümünde, Ermenilerin, terörle, sözde Ermeni soykırımını dünyaya tanıtma çabalarına karşı alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in cevabı

B) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1.- Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Yeni Zelanda ve Avustralya'ya yaptığı resmî ziyaretlere katılacak milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/965)

V.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)

2.- Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1030) (S. Sayısı: 904)

3.- Kamu Kurum ve Kuruluşlarına Bağlı Okulların Millî Eğitim Bakanlığına Devredilmesi ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1050) (S. Sayısı: 1009)

4.- Türkiye Cumhuriyeti Devlet Planlama Teşkilatı ile Suriye Arap Cumhuriyeti Devlet Planlama Komisyonu Arasında Anlayış Muhtırasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/1013) (S. Sayısı: 912)

5.- İzmir Milletvekili Fazıl Karaman ile Balıkesir Milletvekili Ali Osman Sali'nin, 178 Sayılı Maliye Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/614) (S. Sayısı: 1055)

VI.- SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Zonguldak Milletvekili Harun AKIN'ın, Zonguldak'ın, yatırım ve istihdam teşviklerinden yararlanamamasının yol açtığı sorunlara ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif ŞENER'in cevabı (7/11340)

2.- Kocaeli Milletvekili Mehmet Sefa SİRMEN'in, devredilen SEKA İzmit İşletmesinin mamelekine ilişkin Başbakandan sorusu ve Maliye Bakanı Kemal UNAKITAN'ın cevabı (7/11351)

3.- Denizli Milletvekili Ümmet KANDOĞAN'ın, il genel sekreterliği kadrolarına yapılan atamalara ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Abdülkadir AKSU'nun cevabı (7/11482)

4.- Hatay Milletvekili Züheyir AMBER'in, Topkapı Sarayı Kütüphanesinin camie dönüştürüleceği iddiasına ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Atilla KOÇ'un cevabı (7/11730)

5.- Ankara Milletvekili Yakup KEPENEK'in, Topkapı Sarayı Kütüphanesinin camie dönüştürüleceği iddiasına ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Atilla KOÇ'un cevabı (7/11731 )
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak dört oturum yaptı.

Afyonkarahisar Milletvekili Ahmet Koca'nın, ülkemizde, bazı bölgelerde görülen kuş gribi hastalığına karşı Hükümetin aldığı tedbirlere, bu konuda halkı bilinçlendirmenin önemi ile hastalığa  bağlı olarak etkilenen yumurta,

Muğla Milletvekili Gürol Ergin'in'in, narenciye ve bal,

Üreticilerinin sorunlarına ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşmalarına Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker,

İstanbul Milletvekili Onur Öymen'in, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızdan alınan pasaport harçları ile sosyal güvenlik sigorta primlerine yapılan zamlar sonrasında karşılaştıkları sıkıntılara ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşmasına Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat Başesgioğlu,

Cevap verdi.

Bazı milletvekillerinin belirtilen sebep ve sürelerle izinli sayılmalarına;

Konya Milletvekili Mustafa Ünaldı'ya,

Manisa Milletvekili Nuri Çilingir'e,

Ödenek ve yolluklarının verilebilmesine;

İlişkin Başkanlık tezkereleri kabul edildi.

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:

1 inci sırasında bulunan, Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin (2/212) (S. Sayısı: 305) görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin komisyon raporu henüz gelmediğinden,

3 üncü sırasında bulunan, Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun tasarısının (1/1030) (S. Sayısı: 904), görüşmeleri, ilgili komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından,

Ertelendi.

2 nci sırasında bulunan, Kalkınma Ajanslarının Kuruluşu, Koordinasyonu ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısının (1/950) (S. Sayısı: 920), görüşmeleri tamamlandı, elektronik cihazla yapılan açıkoylamadan sonra, kabul edilip kanunlaştığı açıklandı.

4 üncü sırasında bulunan, Kamu Kurum ve Kuruluşlarına Bağlı Okulların Millî Eğitim Bakanlığına Devredilmesi ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının (1/1050) (S. Sayısı: 1009), görüşmelerine devam olunarak 17 nci maddesine kadar kabul edildi, 17 nci madde üzerinde bir süre görüşüldü.

26 Ocak 2006 Perşembe günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşime 19.58'de son verildi.

 

 

 

Ali Dinçer

 

 

 

Başkanvekili

 

 

Bayram Özçelik

 

Ahmet Küçük

 

Burdur

 

Çanakkale

 

Kâtip Üye

 

Kâtip Üye

 

 

Ahmet Gökhan Sarıçam

 

 

 

Kırklareli

 

 

 

Kâtip Üye

 


                 No.:                             71

II.- GELEN KÂĞITLAR

26 Ocak 2006 Perşembe

Raporlar

1.- Eskişehir Milletvekilleri Mehmet Vedat Yücesan, Mehmet Cevdet Selvi ve Mehmet Ali Arıkan ile 25 Milletvekilinin; Frigya Vadisi Tarihi Millî Parkı Kanunu Teklifi ve İçtüzüğün 37 nci Maddesine Göre Doğrudan Gündeme Alınma Önergesi (2/365) (S. Sayısı: 1071) (Dağıtma tarihi: 26.1.2006) (GÜNDEME)

2.- Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu ile 12 Milletvekilinin; 3797 Sayılı Millî Eğitim Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkındaki Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve İçtüzüğün 37 nci Maddesine Göre Doğrudan Gündeme Alınma Önergesi (2/443) (S. Sayısı: 1072) (Dağıtma tarihi: 26.1.2006) (GÜNDEME)


BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati:15.08

26 Ocak 2006 Perşembe

BAŞKAN: Başkanvekili Ali DİNÇER

KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Ahmet Gökhan SARIÇAM (Kırklareli)

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 55 inci Birleşimini açıyorum.

III. - Y O K L A M A

BAŞKAN - Elektronik cihazla yoklama yapacağız.

Yoklama için 3 dakika süre vereceğim. Sayın milletvekillerinin, oy düğmelerine basarak salonda bulunduklarını bildirmelerini, bu süre içerisinde elektronik sisteme giremeyen milletvekillerinin, salonda hazır bulunan teknik personelden yardım istemelerini…

MAHMUT UĞUR ÇETİN (Niğde) - Sayın Başkan, yollar karlı, süreyi 5 dakika yapamaz mısınız?

HALİL TİRYAKİ (Kırıkkale) - Dün dündür, bugün bugündür. Ne olacak kardeşim, gelen gelsin; nasıl geliyorsun sen?!

MAHMUT UĞUR ÇETİN (Niğde) - Çok kar var.

BAŞKAN - Tamam, tamam…

Yoklama için verdiğimiz süreyi 5 dakika olarak kararlaştırıyoruz.

Yoklama için 5 dakika süre vereceğim. Tekrar uyarıyorum, elektronik cihazla yapacağımız yoklamada süre 5 dakika.

Sayın milletvekillerinin, oy düğmelerine basarak salonda bulunduklarını bildirmelerini, bu süre içerisinde elektronik sisteme giremeyen milletvekillerinin, salonda hazır bulunan teknik personelden yardım istemelerini, buna rağmen sisteme giremeyen üyelerin ise, yoklama pusulalarını, görevli personel aracılığıyla, 5 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Yoklama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündemdışı söz vereceğim.

Gündemdışı ilk söz, Osmanlı Devletinin kuruluşunun 707 nci yıldönümü münasebetiyle söz isteyen Kütahya Milletvekili Alaettin Güven'e aittir.

Buyurun Sayın Güven. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika.

Arkadaşlar, aramızda konuşmayı bırakıp, hatip arkadaşımızı dinleyelim.

IV.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1.- Kütahya Milletvekili Alaettin Güven'in, Osmanlı Devletinin, kuruluşunun 707 nci yıldönümünde, dünya kültür ve medeniyetine yaptığı katkılara ilişkin gündemdışı konuşması

ALAETTİN GÜVEN (Kütahya) - Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; birkaç çadır, birkaç otağdan beyliğe, beylikten devlete, devletten imparatorluğa ulaşan, Ertuğrul Gazi'nin annesi Hayma Ananın metfun bulunduğu…

BAŞKAN - Alaettin Bey, bir dakika.

Arkadaşlar, lütfen yerlerimize oturalım, sükûneti temin edelim, arkadaşı dinleyelim.

Buyurun, devam edin.

ALAETTİN GÜVEN (Devamla) -… "kuruluş ve kurtuluş kenti" diye adlandırdığımız Kütahya'nın Domaniç yaylalarında ve Bilecik'in Söğüt İlçesinde temeli atılan Osmanlı Devletinin 27 Ocak 1299 tarihinde kuruluşunun 707 nci yıldönümü münasebetiyle gündemdışı söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, Yüce Meclisimizi ve yüce milletimizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; tarihimize baktığımızda, dünya tarihi içinde çok önemli bir yere sahip olduğunu görürüz. Bu önemin kaynağının, dünyada devlet kurmuş ve bugün de çeşitli adlar altında devam etmekte olan birçok devletin tarihiyle çakışmış olmasından ileri geldiğini tespit etmek zor olmasa gerektir; çünkü, Türkler, farklı coğrafyalarda, farklı isimlerle devletler kurmuşlar, çağdaşları olan millet ve devletlerle siyasî ve kültürel ilişkilerde bulunarak onları etkilemişler ve onlardan etkilenmişlerdir.

Türklerin Anadolu'yla tanışmaları 5 inci Yüzyıla uzanmakla birlikte, köklü ve sürekli kalmak için gelmeleri 11 inci Yüzyıldadır. Selçuklular ve ardından kurulan Osmanlı Devleti, dünya tarihini etkilemiş en önemli olaylardan biri olup, Türkiye Selçukluları, Osmanlı Devletinin kuruluş zeminini hazırlama görevini yerine getirmişlerdir.

Osmanlı Devletinin kurulması, Rumeli'ye geçişleri, İstanbul'u alarak Doğu Roma’ya son vermeleri, Hıristiyan dünyasının yeni bir biçim ve anlam kazanmasına, coğrafî keşiflerin gerçekleşmesine, bir anlamda, Avrupa'nın Avrupa olmasına büyük katkı sağlamıştır.

Osmanlı arşivlerinde araştırma yapan yabancı araştırmacıların en çok dikkatini çeken konuların başında, Osmanlıların idarî yapısı ve yerel yönetimi ilk sırayı almaktadır. Özellikle bünyelerinde birden fazla etnik grup barındıran ülkeler, farklı din, dil ve kültüre sahip onlarca milleti dış müdahaleler dönemine kadar barış içinde idare etmiş Osmanlı Devletini incelemek gereğini duymaktadırlar.

2006 yılında 707 nci yılını idrak ettiğimiz Osmanlı Devletinin vârisi olarak bizlerin, 624 yıllık bir tecrübeyi gözardı etmeden faydalanmamız gerektiği bir kez daha vurgulanmaktadır; çünkü, tarih, milletlerin hafızasıdır, şuurudur. Milletler, tecrübelerinden faydalanarak yeni oluşumları programlamadıkları ve geleceğe yönelik yorum yapmadıkları takdirde, tarihin öznesi olmaktan çıkar, nesnesi haline gelirler. Uluslararası siyasette 600 yıla damgasını vuran Osmanlı Devletinde bazı uygulamalar ve meydana gelen olaylar çeşitli spekülasyonlara yol açmıştır; kimi zaman ideolojik kimi zaman savunmacı bir biçimde, kimi kesimler tarafından, Osmanlılar hakkında, kurtulunması gereken bir devlet ve tarih olarak değerlendirmeler yapılmıştır. Bütün bunlara karşılık, Osmanlı tarihi, iyi tarafıyla noksan tarafıyla, en başından en sonuna kadar bizimdir, bizim tarihimizdir, millet olarak bizim hafızamızdır.

Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; Osmanlı Devletinin 624 yıllık bir ömre sahip olmasında…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Toparlayalım lütfen.

ALAETTİN GÜVEN (Devamla) - … aslî unsur olan Türklerle birlikte, gayri Türk ve gayrimüslim olan nüfusun da önemli bir yeri olduğu muhakkaktır. Osmanlılar, mensup oldukları dinden olmayan pek de azımsanmayacak bu topluluğa uyguladıkları hukuk ve hoşgörülü yönetimle, beklendiğinden daha fazla genişleme imkânı bulmuşlardır. Nitekim, İspanya'da baskı altında kalan Yahudilerin Osmanlı topraklarına getirtilerek koruma altına alınması ve yerleştirilmesi, devletin farklı din ve kültürlere saygısını ve güçlü bir devlete mensup olmanın avantajını göstermiştir. Bunun sonucunda devlete olan bağlılık artmıştır. Devlete olan bağlılığı sağlayan esasların başında gelen, insana insan olduğu için değer veren anlayıştır. Osmanlı Devletinin manevî mimarı olan Şeyh Edebali'nin Osman Gazi'ye "Ey oğul, sabretmesini bil, vaktinden önce çiçek açmaz; şunu da unutma: İnsanı yaşat ki devlet yaşasın; insanı yücelt ki devlet yücelsin" vasiyetiyle, devleti yönetenlerin beyinlerine, tarihin derinliklerinden gelen bir devlet felsefesini dantel dantel örmüş ve nakşetmiştir.

Fatih Sultan Mehmet de, İstanbul'u aldıktan sonra Ayasofya Vakfiyesinin hemen başına "kainatın özü insandır, bu vakfım insanlar içindir" demek suretiyle, insana verilen değer felsefesini sürdürmüştür.

Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; Osmanlı Devleti, 6 asır dünya siyasetine yön vermiş, insanlık tarihine önemli katkılarda bulunmuş, hükmettiği sahalarda Osmanlı barışını tesis etmiş bir devlettir. Bu barışı sürekli gündemde tutan Osmanlı, insana insanca muamele ederek, hoşgörüsü, tahammülü ve saygısıyla, üç kıtaya hükmeden bir dünya devleti olmuştur. Çağın karanlığı içinde kalmış devletlerin, farklı dinler bir yana, aynı dinden olanlara yaklaşımına karşı, İkinci Abdülhamit'in kurduğu darülacezede, camii, kiliseyi ve havrayı sırt sırta getiren bu anlayış ve uygulama ve insanı insan olarak gören, bunu adalet anlayışıyla hukuka da yansıtan mantık, Osmanlı Devletini, bugün bir barut fıçısı konumunda bulunan Balkanlarda, Kafkasya'da, Ortadoğu'da, beşyüz yıl barışı tesis etmesine sebep olmuş ve büyük devlet yapmıştır.

Şurası unutulmamalıdır ki, Osmanlı Devleti gibi zamanın süper devleti olan, insanlığa büyük hizmetler yapmış, dünya kültür ve medeniyetine önemli katkılarda bulunmuş, çağ açmış ve kapamış bir devlete sahip olmanın gururunu duymak, onun hafıza ve deneyimlerinden yararlanmak bize bir borçtur diye düşünüyorum.

Bize bu toprakları kazandırmış ve vatan yapmış ecdadımızı da bu vesileyle rahmetle anmak ve onlara layık olmak şuurunu taşımalıyız kanaatlerimi sizlerle paylaşırken, Âşık Paşazade'nin Osman Beye:

"Hidayet menzili nimet senindir,

Ezelî ta ebed devlet senindir,

Dualar, nesline erden senindir,

Döşenen sofralar, davet senindir,

Nesep ve nesil ile burhan senindir"

Seslenişiyle sözlerime son veriyor; Yüce Meclisimizi ve yüce milletimizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Gündemdışı ikinci söz, alternatif enerji kaynaklarıyla ilgili söz isteyen İzmir Milletvekili Hakkı Ülkü'ye aittir.

Buyurun Sayın Ülkü.

2.- İzmir Milletvekili Hakkı Ülkü'nün, doğalgaz, petrol ve kömür gibi tükenebilir fosil kaynaklara göre daha temiz olan yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımının yaygınlaştırılması için alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi Güler'in cevabı

 HAKKI ÜLKÜ (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; alternatif enerji kaynakları ya da diğer bir tanımla yenilenebilir enerji kaynakları, güneş enerjisi, rüzgâr enerjisi, su gücü içinde hidroelektrik enerji, jeotermal enerji, dalga enerjisi diye tanımlanabilir. Hatta buna, biyokütle enerjisini de ekleyebiliriz.

Bugün, yaygın olarak kullanılan petrol, doğalgaz ve kömür gibi fosil kaynaklara göre yenilenebilir enerji kaynaklarının sürdürülebilir, temiz, tükenmeyen, yerli ve ucuz olması dolayısıyla tüm dünyada üzerinde önemle durulmakta ve yaygınlaştırılmaya çalışılmaktadır.

Gelişmiş ülkeler için, yenilenebilir enerji kaynakları bir alternatif olmaktan çıkmış ve başlıca kaynaklar içinde yerini almıştır. Avrupa Birliğinin enerji politikalarının temel hedefleri içinde bu kaynaklardan elde edilen enerji miktarının 2010 yılında yüzde 22'ye çıkarılması amaçlanmaktadır.

Bu yıl, ülkemizde, 150 milyar kilovat elektrik üretimi yapılacağı tahmin edilmektedir; oysa, sırf hidroelektrik teknik potansiyelimiz 216 milyar kilovattır. Sadece rüzgâr enerjisinin teknik potansiyeli 83 000 megavat bulunmaktadır. Dünyada 7 nci sırada yer aldığımız jeotermal potansiyelimiz açısından ise, toplam elektrik enerjisi ihtiyacının ancak yüzde 5'ini, ısıtmada ise enerji ihtiyacının yüzde 30'unu karşılayabilecek kapasiteye sahibiz. Fakat, ne yazık ki, ülkemizde jeotermal kaynak potansiyelimizin yüzde 96'sı, rüzgârda 10 000 megavat olan ekonomik potansiyelimizin neredeyse tamamı, hidroelektrik kaynaklı 127 milyar kilovat enerji potansiyelimizin yüzde 57'si, sınırsız bir enerji kaynağı olan ve ülkemizin her bölgesinin sahip olduğu güneş enerjisi hiç kullanılmamaktadır. Bunun yerine, ülkemizde iktidar, gelecek kuşaklara karşı büyük bir ihanet içinde, vanası başkasının elinde, teknolojisi başkasının elinde bulunan doğalgaz ve nükleer enerjiden söz etmektedir. Yenilenebilir enerjiye gerekli yatırımlar yapılmamakta; devlet bu alanda hiçbir yatırım yapmadığı gibi, bu alanın tamamıyla özel sektöre bırakılmasını özellikle sağlamaktadır. Özel sektöre ise yenilenebilir enerji türlerinde ayrı ayrı sınıflandırma ve potansiyellere bakmadan, 5,5 sentten alım garantisi vererek kredi bulmayı ve kârlılığı engelleyen bir uygulamaya gitmektedir. Soner Aksoy arkadaşımız, Yenilenebilir Enerji Kanunundan sonra, ülke elektriğinin ¼'ünü karşılayacak bir yatırım talebi geldiğini söylüyor; ama, bunlar, sadece hidroelektrik üretime yönelik, yani, su enerjisine yöneliktir.

Bu arada, değerli arkadaşlar, enerji tarikatı gibi çalışan enerji lobilerini de unutmamak gerekiyor. Ülkemizde, 2005 yılı ilk sekiz ayı itibariyle, elektrik üretiminin yüzde 43,5'i ithal doğalgazdan, yüzde 6'sı ithal kömürden, yüzde 26'sı da diğer kaynaklardan üretilmektedir. Hidroelektrik ve hidrolik kaynakların oranı ise yüzde 25 civarındadır. Ülkemiz, elektrik üretiminde, doğalgazı satın aldığı Rusya'dan bile daha yüksek oranda doğalgaz kullanmaktadır. Tamamen yurt dışına bağımlı olduğumuz doğalgazın 1985 yılında yüzde 1 bile olmayan elektrik üretimindeki payının hızla yükselmesi, enerjide dışa bağımlılığımızı daha da arttıracak, ortaya çıkabilecek muhtemel bir küresel enerji krizinde, tıpkı bugünlerde olduğu gibi, çok büyük yaralar almasına neden olacaktır. Nitekim, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Sayın Hilmi Güler de, yazılı bir sorumuza, önergeme vermiş olduğu cevapta, ülkemizin bugün yüzde 72 oranında enerjide dışa bağımlı olduğunu belirtmiştir. Sayın Bakan bu cevabın hemen ardından ise bu durumun bir ülke için büyük bir risk olduğunu belirterek, nükleer santrallar kurarak enerjide çeşitlilik yaratılmasının gereğinden söz etmektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Toparlayalım lütfen.

HAKKI ÜLKÜ (Devamla) - Nitekim, Bakanlığın geleceğe dönük hedefleri içinde enerji ihtiyacımızın yüzde 20'sinin nükleer santrallardan sağlanması yer almaktadır. Bakanlığın bu öngörüleri, geleceğimizi karartmaya yönelik bir uygulama olacaktır; çünkü, bu, önce yoksulun üstünün yırtılması, sonra da borçla üst baş aldırması gibi bir durumdur. Oysa, Anadolu'da bir söz vardır; "yoksulu döv, ama, üstünü yırtma" derler; çünkü, dayağın acısı bir süre sonra geçer; ama, yırtılan üstün başın yenisini almak kolay değildir. Kaldı ki, doğalgaz konusunda karalar bağlayacak kadar çaresiz ve alternatifsiz de değiliz.

Bildiğiniz gibi, BOTAŞ'ın Marmara Ereğlisinde bir LNG tesisi var. LNG, bildiğimiz doğalgazın -163 derecede soğutulup sıvı hale getirilmesiyle elde ediliyor. Bu tesisin kapasitesi yılda 5 milyar metreküp gaz üretecek büyüklüktedir. Cezayir ve Nijerya'dan gelen gemilerle, LNG, buradan gaza dönüştürülerek doğalgaz boru hattına basılmaktadır. Bunun yanında, İzmir'de Aliağa'da rafinerinin yanı başında, Ege Gaz adlı bir şirket, yılda 10 milyar metreküp doğalgazı ulusal boru hattına basabilecek kapasitede bir LNG terminali inşa etti. Bu tesis, BOTAŞ'ın Marmara Ereğlisindeki tesisinin iki katı büyüklüğünde; fakat, üç yıl önce tamamlanan tesiste gaz üretilemiyor; çünkü, iktidar izin vermiyor.

BAŞKAN - Sayın Ülkü, toparlayalım lütfen.

HAKKI ÜLKÜ (Devamla) - Bitiyor efendim; teşekkür ediyorum.

İzin çıktığı gün, değişik alanlarda, değişik yerlerdeki satıcıların en ucuz fiyatı vereniyle anlaşma yapılacak, yılda 100 gemi LNG o civara getirilecek, doğalgaz üretilecek ve boru hattına 10 milyar metreküp doğalgaz basılacağından dolayı, şimdiki sıkıntı yaşanmayacaktır ve dolayısıyla, doğalgaz piyasasında özel sektörün hâkimiyetine kapı açılacak, bir yandan da, BOTAŞ'ın  yüksek maliyeti de ortaya çıkacaktır. Belki de, bunun ortaya çıkmaması yönünde özel bir gayret sarf ediliyor olabilir.

Değerli arkadaşlar, Sayın Başkanım müsaade ederse, 1 dakikanızı daha almak istiyorum.

Bugün, güneşle hiçbir ilgisi olmayan kuzey ülkelerinde güneş enerjisi panelleri çoğaltılırken, rüzgârla ilgisi olmayan ülkelerde rüzgâr enerjisine yönelik birçok parça üretilirken, ülkemizde, hem rüzgâr tarlaları çok büyük oranlarda varken hem de günün aşağı yukarı 10 saati güneş olan yerde güneşten ve rüzgârdan yararlanılmamasının, doğrusunu söylemek gerekirse, nedenini anlamakta güçlük çekiyorum.

Bir başka nedenini anlamadığım konu da, jeotermal enerjiyle ilgili Türkiye'de yeteri kadar lobi oluşturulamadığından dolayı ithal doğalgaza yönelik çalışmalar hızlandırılırken jeotermal enerjinin bulunduğu alanlarda yönetmelik olmasına rağmen, bu yönetmelikler atlanarak doğalgaz kullanılmakta ya da kullanılmaya mecbur edilmekte; ama, jeotermal enerji bir tarafa bırakılarak o alanda da bize zoraki döviz ödettirilmektedir. Bütün bunların önüne geçilebilmesi için, yeniden bu anlamda politikalar üretilmelidir diye düşünüyorum.

Hepinize sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum. Sayın Başkana tolerans tanıdığı için teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Hükümet adına Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Sayın Hilmi Güler, biraz önceki gündemdışı konuşma için söz istedi.

Buyurun Sayın Bakan. (AK Parti sıralarından alkışlar)

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, bana bu konuşmayı yapma fırsatını sağladığı için de İzmir Milletvekili Sayın Hakkı Ülkü'ye teşekkürlerimi sunuyorum.

Şimdi, yenilenebilir enerji konusunda gerçekten güzel şeyler yapıyoruz ve bu yaptığımız çalışmaları da anlatma fırsatı tam olmadı. Bu bakımdan, Sayın Hakkı Ülkü'ye zamanlaması bakımından da teşekkür ediyorum; çünkü, doğalgaz konusunda da, dışa bağımlı bir yakıt olan doğalgaz konusunda da ülkemizin karşılaştığı durumla da bu denk düşüyor.

Önce şunu ifade edeyim: Biraz önce Sayın Ülkü birkaç kere anlayamadığı şeyleri ifade etmişti. Onların başında -sondan başlayarak söyleyeyim- nükleer enerjidir. Nükleer enerjiyi Anamuhalefet Partimizin Genel Başkanı da istemektedir; yani, kendi Genel Başkanı da nükleer enerji istemektedir. Herhalde, belki, onu da anlamakta zorluk çektiğini tahmin ediyorum; çünkü, kendisi de, yine, yakında, geçtiğimiz hafta bir yayın organına verdiği demeçte de bunu ifade ediyor, yıllar önce de benzer şeyleri vardı. Bu, memnuniyet verici bir şey; çünkü, akıl için yol bir.

Yenilenebilir enerjiye gelince… Aslında çok iyi şeyler yaptığımızı söyleyerek sözüme başlamak istiyorum; çünkü, en başta rüzgâr enerjisi, güneş enerjisi olmak üzere, Yenilenebilir Enerji Yasasını çıkarmak hepimize kısmet oldu, hem sizlere hem bizlere. Bu yasayı, biliyorsunuz, epey uğraştan sonra çıkarabildik ve bundan dolayı da büyük bir müracaat var. Bu müracaatlar hem su konusunda, hidrolik enerji konusunda hem de rüzgâr enerjisi konusunda, 500'e yakın müracaat var ve şu anda, herkes, Devlet Su İşlerinin ve Elektrik İşleri Etüt İdaresinin dışında, dağ taş, dere tepe bu suları araştırıyor, rüzgâr kaynaklarını tespit ediyor ve biz de Bakanlık olarak, Elektrik İşleri Etüt İdaresi ve Devlet Su İşleriyle birlikte buna yardımcı oluyoruz ve rüzgâr haritalarını çıkardık bununla ilgili olarak. Rüzgâr haritalarını çıkarmakla kalmadık, ayrıca, arazilerin tiplerini, türlerini de tespit ettik; kamuya mı aittir, sahibi kimdir, nerelerinde ne var, özellikleri nedir; hepsini tespit ettik ve yatırımcıların hizmetine amade kıldık. Bu bakımdan, rüzgâr enerjisi konusunda da güzel çalışmalar var; hem yerli hem yabancı yatırımcılar bunun peşindeler; iki tanesi de inşaata başladı Ege Bölgesinde. Ayrıca, Bozcaada'da büyük bir potansiyel var, Bandırma da aynı şekilde, İskenderun da aynı şekilde.

Sayın Milletvekilimizin ben özellikle dikkatine sunuyorum. Buradaki sınırlı zamanımızda anlatma fırsatını yeterince bulamayabilirim; ben bu konuşmanın dışında da kendisini aydınlatmaya hazırım.

Diğer taraftan, jeotermal enerji konusunda geçen gün bir basın toplantısıyla MTA'nın hazırladığı Türkiye'nin jeotermal haritasını açıkladık. Bu bir devrimdir aslında; çünkü, Türkiye'nin altında bir soba var. Bu sobayı yeterince kullanmıyoruz; ancak, birkaç yerde -İzmir Balçova dahil olmak üzere- bundan faydalanılıyor. Şu anda, biz, bu yeraltındaki sobayı kullanıma sunmak üzere basın toplantısında izah ettik, 21 sahanın da ruhsatıyla beraber ihaleye çıkma hazırlığını yaptık.

HAKKI ÜLKÜ (İzmir) - Yasası yok. Yasayı bir türlü çıkarmıyorsunuz!

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Çok yüksek, 100 derecenin üzerinde olanları elektrik üretmekte kullanacağız; sıcaklık düştükçe termal turizm yapmakta kullanacağız; daha da düştükçe, evlerin ve seraların ısıtılmasında kullanacağız ve suyu da ziyan etmemek niyetindeyiz; bunu reenjeksiyonla suyu tekrar yeraltına göndererek, tabiri caizse, yeraltındaki sobada bunu ısıtmayı düşünüyoruz. Bunu yine değerli milletvekilimizin dikkatine sunmak istiyorum. Bu, devrim niteliğindeki haritayı ve MTA'nın yaptığı -şu kalınlıktaki- envanteri de yine bilgilerine sunmak isterim. İstedikleri anda bunu MTA'dan temin edebilirler. Arzu ediyorlarsa yatırım yapmak konusunda da biz onlara aynı şekilde yardımcı olabiliriz.

Bunun dışında, hidrolik enerjide çok büyük bir patlama var; 500'e yakın müracaat var. Bunları Devlet Su İşleri değerlendiriyor ve Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu da buna lisansını veriyor. Yeşil enerji olarak, kıymetli enerji olarak fiyatı da bunun yüksek, aynı zamanda saat farkından dolayı da Avrupa'ya satma imkânımız da var. Bunları da rakamlarıyla sizlere ifade edebilirim. Bu noktada da büyük bir avantaj sağladık.

Bir başka çalışmamız güneş enerjisi konusunda. Güneş enerjisinde güneş sobaları yaptık. Bu çok önemli. 100 adet şu anda hazır elimizde, Elektrik İşleri Etüt İdaresinde güneş sobası… Güneş sobalarını biz Anadolu'nun belli yerlerine göndermeyi düşünüyoruz. Mesela, bir köy meydanını düşünün, bu güneş sobasını oraya kurduğumuz takdirde, ki, MTA'da şu anda enerji parkı kurduk, orada bir tane örneği var ve orada köfte pişirdik, çay demledik, pilav pişirdik orada güneş enerjisiyle. Meydana koyuyorsunuz bunu. Şu çapta bir güneş sobası bu. Güneş enerjisini alıyor, belli bir noktaya odaklıyor. Bir de oraya bir sacayağı koyuyorsunuz, tencerenizi de koyuyorsunuz, güneş enerjisi olduğu sürece sıcak suyunuzu da alıyorsunuz; ister banyo yapın, ister yemek yapın. Bunlar da güneş enerjisinde kullandığımız kaynaklar. 100 tane… Fiyatını da söyleyeyim, 300 YTL. Almak isteyene de, şimdi, hemen burada pazarlayabiliriz.

Yani, böyle şeyler yapıyoruz; ama, dediğim gibi, biz bunları anlatmayı beceremediğimiz için, yaptığımız işleri söze çevirmekte zorluk çekiyoruz. Sözü işe çeviriyoruz da, işi söze çevirmekte biraz zorluk çekiyoruz. Bunlar da…

YAHYA AKMAN (Şanlıurfa) - Sayın Bakanım, Şanlıurfa'da falan… Çok güzel yani…

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Şanlıurfa'da verebiliriz… Yani, şöyle bir düşünce var, mesela, Erzurum'a herkes soğuk diyor; doğru, soğuk; ama, güneş enerjisi bakımından da yılda 200 gün güneş var, bulutsuz. Soğuk olması önemli değil, güneşin olması önemli. Mesela, güneşli ısıtıcılar bakımından Erzurum ideal bir yer ve bu noktada da, Türkiye'de güneş kolektörleri konusunda, biz, Avrupa'da birinci durumdayız. Yani, bunu da memnuniyetle ifade edip, bunu da gene Milletvekilimizin dikkatine sunuyorum.

Yani, kısacası, güzel şeyler yapıyoruz. Yani, bu yaptığımız çalışmalar içinde, mesela, rüzgârla ilgili olarak, halihazırda 21,2 megavatlık kurulu güç işletmede. Bunun yanında toplam 1 460 megavatlık kurulu güce sahip 39 proje için lisans alınmış. 2 750 megavatlık başvuru da değerlendirme aşamasında; bu, elektrik üretmek üzere rüzgârda.

Onun dışında, jeotermal enerjiyle ilgili rakam vereyim. Burada da, biz, Avrupa'da birinciyiz, dünyada yedinciyiz jeotermalde ve bunun da 200 derece alt sıcaklık sınırı kabul edilen toplam 1 000 dolayında sıcak ve mineralli su kaynağının varlığıyla ülkemiz Avrupa'da birinci durumdadır. Haritasını çıkardık…

HAKKI ÜLKÜ (İzmir) - Su akar Türk bakar; o da var ne yazık ki!

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Bakmıyoruz şimdi Sayın Milletvekilim, bakmıyoruz; yani, bu, memnuniyet verici bir şey.

HAKKI ÜLKÜ (İzmir) - Yasası yok efendim, daha yasası yok!

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - En azından biz bakmıyoruz; yani, bakın…

HAKKI ÜLKÜ (İzmir) - Jeotermalin yasası yok!

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Yok; Jeotermal Yasa Tasarısını gönderdik buraya. Dolayısıyla, yasalaşacak.

Yenilenebilir enerjiyi çıkardık biliyorsunuz, petrol piyasasını çıkardık, diğerlerini çıkardık; fakat, doğalgazı tartışmaktan bunları ifade edemiyoruz. Doğalgazda da size şunu tekrar söyleyeyim; doğalgazda, biz, Mavi Akım dahil hepsini düşürdük; hem miktarını düşürdük hem fiyatını düşürdük; fakat, bilip de bilmezlikten gelenler, anlayıp da anlamazlıktan gelenler, menfaatına dokunanlar veya işbirliği halinde bazı şeylerle olanlar, bunu, maalesef, bu kadar basın toplantısı yaptığım halde, bu kadar açıkladığım halde, anlamamaktan veya anlamaz görünmekten demek ki bir şey umuyorlar ve biz, burada, arı kovanına çomak sokmadık sadece, arı kovanını aldık, baş aşağı çevirdik.

Bakınız, bu doğalgazda, bunu bilin; yani, bunu, lütfen… Ben size diyorum; bunu ben size saatlerce anlatmaya hazırım; bunları düzelttik biz. Eğer bunları düzeltmemiş olsaydık, bu indirimleri almamış olsaydık, şu artan petrol fiyatları karşısında halimiz duman olurdu. Bakın, neler yapılmış, bakın… Biz, kucağımızda bulunan bir çocuğun hesabını veriyoruz. Bazen bu çocuk elimizi de ıslatıyor, bunu da temizliyoruz; fakat, size şunu söyleyeyim; Rusya'dan aldığımız gazı…

BAŞKAN - Sayın Bakan, mikrofona doğru konuşun ve Genel Kurula…

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Evet, tamam. Şöyle söyleyeyim; Sayın Milletvekilim söz attığı için söylüyorum.

BAŞKAN - Şöyle tüm Genel Kurulu karşınıza alarak, mikrofona…

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Tamam Sayın Başkanım.

Şimdi, burada, daha evvelden, bu doğalgazın parasını fındık, fıstıkla, narenciyeyle, mühendislik hizmetleriyle ödüyormuşuz. Offseti kaldırmışlar, offset kalkmış. Yani, bu doğalgazın parasını, biz, kendi ürünlerimizle ve hizmetlerimizle ödüyormuşuz; bu kalkmış. Onun dışında "al ya da öde" diye bahsettiğimiz miktarı güzel güzel ödemişiz; ama, karşı taraf eksik verdiği zaman, hesabını sormamışız. Bugün, doğalgazda içinde bulunduğumuz durumun sebebi budur.

Şimdi, biz, bu gazın parasını ödüyoruz; bunun da üzerimizdeki         40 milyar metreküplük kısmını sildirdik. Sildirdiğimiz için de üzerimizden bu yük kalktığı için, biz, kömür ve su santrallarına ağırlık verdik. Bugün, mesela, biz, şu doğalgaz sıkıntısından dolayı, İran'ın ve batıdan, Rusya'dan gelen gazın, Ukrayna üzerinden gelen gazın 20 000 000 metreküpünü elektrik üretmekte kullanırken, bunu durdurduk, bunun yerine kömür santrallarına, barajlara ağırlık verdik. Bu, bizim başarımızdır. Biz, bu krizi yönettik.

MEHMET IŞIK (Giresun) - Doğalgazı kaça alıyoruz Sayın Bakan?

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Doğalgazda da… Sayın Başkan, sizlere de ifade edeyim. Bakınız, bunun karşılığında, anlaşmaya madde koymamışlar. Yani, eksik ödenirse veya gaz gelmezse veya kötü kompozisyonda gelirse, karşılığında hiçbir şey almamışız; bu iki.

Üçüncüsü, farklı fiyatlardan almışız, pahalı almışız. Bunun fiyatlarını düşürdük, Mavi Akım dahil; Mavi Akımı yükseltmedik; fakat, menfaatına dokunanlar arttı diyorlar. Bunun rakamlarıyla beraber ispatını yaptık. Biz, düzeltilmiş formüldeki fiyatı üçünde birden aşağıya çekerek, büyük bir avantaj sağladık; ama, bunu yaptığımız zaman, bunu yaptığımız için…

MEHMET IŞIK (Giresun) - Kaça alıyoruz Sayın Bakan?

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Bakınız, burada da şunu ifade edeyim: Bu anlaşmaların fiyatını açıkladığımız zaman… Şu anda, biz, İran'la tahkim halindeyiz.

MEHMET IŞIK (Giresun) - Rusya açıklıyor!..

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Hayır, hayır… Bakın, bakın… Ama, sözüme lütfen dikkat edin.

İran'la tahkim halindeyiz. Fiyatımızı söylediğimiz zaman… Ondan indirim almak için, biz uğraşıyoruz. Öbürünü açıkladığımız zaman, bu sefer Ruslardan alamama durumumuz var; ama, ben, gelin, sizin kulağınıza bunu fısıldayayım, söyleyeyim. Yani, milletten de sakladığımız için değil. Bunu, zamanında, yapanlar gizli yapmış; hesabı onlara sorun. Hesabı onlara sorun, deyin ki…

İSMET ATALAY (İstanbul) - Onlar yargılanıyorlar…

MEHMET IŞIK (Giresun) - Onlar hesabını verdiler…

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Offset'le bunun parası, fındık fıstıkla, narenciyeyle, gıda maddeleriyle ödenirken, niye bunu siz affettiniz, kaldırdınız diye, bunun hesabını onlara sorun, bana sormayın. Biz bunu düzeltmeye çalışıyoruz.

HALİL ÜNLÜTEPE (Afyonkarahisar)- Siz sorumlusunuz; sorumlu Bakan sizsiniz.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - İkinci olarak; eksik geldiği zaman, işte, şu anda, biz, İran'a, Rusya'ya "gaz ver bize" diyoruz. Halbuki, mukavelede olsaydı ben onun hesabını soracaktım. Bunu niye koymadılar diye sorun. Turusgaz'ın hesabını sorun. Ben, sizden, bir defa dahi Turusgaz lafını duymadım. Turusgaz lafını hiç konuşmuyorsunuz. Sadece aldığımız gaz Mavi Akım mı?! Niye Turusgaz'ı söylemiyorsunuz?

Bakınız, ben size Turusgaz'la ilgili bir şey anlatayım, şöyle bir izah edeyim: Şimdi, şu boru; şurası Türk-Bulgar sınırı; Bulgaristan'dan gaz geliyor, buradan geçiyor, buradan Türkiye'ye giriyor. 6 milyar metreküp gaz zaten bu borudan geliyor, 6 milyar metreküp. 8 için daha anlaşma yapılmış. Aynı gaz zaten bu borudan geçiyor. 8'i de ilave etmişler. Aynı borudan basınçla geliyor zaten. Fakat, bir şirket kurmuşlar, güya şuradan alıyor, buraya veriyor. 1,7 milyar dolar ilave yapıyor. 10 ilâ 12 dolar fiyat farkı. Bunun hesabını sorun. (CHP sıralarından "Sen sor" sesleri)

İSMET ATALAY (İstanbul) - Sen sor!

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Bunun hesabını ben soruyorum zaten. Sorduğum için ben bu firmayı ortadan kaldırdım. 1,7 milyar dolarlık farkı da kaldırdım.

İSMET ATALAY (İstanbul) - Yapan yetkililere de sorun.

BAŞKAN- Müdahale etmeyin.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Bakınız, teşekkür de beklemiyoruz. Biz zaten görevimizi yaptık. Biz, yolsuzlukla, usulsüzlükle zaten uğraşıyoruz. Zaten bunun hesabını sormak üzere geldik. Bunu yapıyoruz. Fakat, siz bize bunun hesabını soruyorsunuz. Ben bunu anlayamıyorum. En başarılı işimizi size anlatamamaktan dolayı ben sıkıntı çekiyorum. Bunu anlatamıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

ATİLLA KART (Konya) - Gizliliği sürdürüyorsunuz…

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Yani, biz bundan dolayı fiyatları düşürdük, bundan dolayı elektriğin fiyatını düşürdük. Nerede görülmüş üç seneden fazladır elektrik fiyatı sabit kalacak, hatta, düşecek! Nerede görülmüş bu! Her bir aileye günde 5 ekmek demektir bu. Bu, sosyal destek yerine de geçebilir. Biz bunları yaptık. Yani, her normal vatandaşın yapması gereken ödevimi yaptım ben. Ama, ben bir de burada hesap veriyorum! Yani, bu, hiç görülmemiş bir şey.

HALİL ÜNLÜTEPE (Afyonkarahisar) - Görev yapanlar hesap verir Sayın Bakan.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Ben bunu basında açıkladım, basın toplantısı yaptım; ayrıca, açıklamalarını yaptım; fakat, basında da enteresan bir şey… Toplam 54 köşeyazarından bana hücum edildi aynı anda. Bu reva mıdır yani?! Hakkaniyet açısından, dürüstlük açısından bu reva mıdır?!

Ben, sayın liderlere bunu açıklayayım diyorum. Birsürü rakamlar üşüşüyor. 10 milyar dolar zarar etmiş, 7 milyar dolara ulaşmış, işte 2 milyar dolar… Rakamlar da birbirini tutmuyor. Ya bunun aslını öğrenin, aslını anlatayım size ya da konuşmayın; yani, bu milletin kafasını karıştırmayın. Bakın, doğruluk konusunda hep beraber olalım. Doğruluk konusunda, dürüstlük konusunda hep beraber olalım. Ben, sizin bu şekildeki desteklerinizi gördüm, bundan dolayı size teşekkür ederim.

N. GAYE ERBATUR (Adana) - Sayın Bakan, kürsüdesiniz, lütfen anlatın. Niye anlatmıyorsunuz Sayın Bakan?

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - İşte anlatıyorum… Hepsini anlatıyorum, hepsi açık.

N. GAYE ERBATUR (Adana) - Bütün hesapları açın. Niye liderlere söylüyorsunuz? Biz milletvekiliyiz, öğrenmek istiyoruz. Anlatın Lütfen…

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Ben bir partinin avukatına açıklamalarını gönderdim. Halbuki, bakın…

N. GAYE ERBATUR (Adana) - Açıklayın… Şu an açıklayın…

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - İşte şu anda da açıklıyorum. Yaptığım açıklama değil mi!

N. GAYE ERBATUR (Adana) - Açıklayın Sayın Bakan, açıklayın.

BAŞKAN - Lütfen, dinleyelim arkadaşlar.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Şu an yaptığım açıklama değil mi! Bakınız, bunları size açıklıyorum.

BAŞKAN - Sayın Bakan, Sayın Bakan, siz Genel Kurula hitap edin.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Sayın Başkanım, hep oradan geliyor cevap.

Memnuniyetle; ben bunu sabaha kadar da anlatırım; çünkü, yaptığımız doğru.

Sayın Başkanım, çok kişinin bu noktada kafası karışık. Basın, günlerce bu noktada yayın yaptı, televizyon kanalları yayın yaptı. Ben size burada doğrusunu anlatıyorum. Doğrusunu zaten… Eğer ben size yanlış söylüyorsam, ben bunun sonucuna katlanmaya da hazırım. Çünkü ben bu konuyu üstelik de biliyorum; yani, iyi bir ekiple çalıştık, onbir ay bunun tartışmasını yaptık. Bu tartışmalar içinde belli diplomasiler kullandık, belli millî menfaatlarımız açısından belli hassas noktalar vardı. Bunu biz bütün detayıyla yaptık; fakat, bunun şöyle bir kötü yansıması da oldu. Şimdi her konuya siz yolsuzluk gözüyle, bilmem ne gözüyle bakınca, insanın yanlış yapma hakkı da vardır ki, biz yanlış da yapmıyoruz. Bizim şu anda bürokratlarımızın çoğu imza atmaktan korkuyor, her konuya yolsuzluk gözüyle baktığınız için. Halbuki, biz, bu noktada, hem ülkemizi kâra geçirdik, hem rahatlattık, hem de yerli kaynaklarımıza, kullanılmak üzere imkân sağladık, kömür ve barajlarımızı. Bakınız, bu konuyu şöyle lütfen inceleyin; sadece olaya Mavi Akım, Turusgaz gözüyle bakmayın, doğalgaz politikası olarak bakın. Bu doğalgazda, belli bir yılda, artışlar birden zıplamış, ondan sonra devam etmiş. İşte bütün film, bütün fırıldak orada olmuş, bütün numara orada olmuş. O artışı nasıl yedirelim Türkiye'ye!.. Elektrik santrallarıyla yedirmişler. Elektrik santrallarında da al ya da öde var; sadece doğalgazda al ya da öde yok, elektrik santrallarında da al ya da öde var. Yani, öyle bir şey ki; hava kurak geçse para ödüyorsunuz, doğalgaz gelmezse para ödüyorsunuz, kesilse para ödüyorsunuz, karşı taraf vermezse parasını ödüyorsunuz, ürettiği elektriği almazsa parasını ödüyorsunuz; böyle bir şey olmaz. Hepsi aynı zamanda olmuş. Bakınız, o dediğim, biraz önce anlattığım 10-12 dolarlık fark da dahil, bu santralların kuruluşu da dahil, barajların engellenmesi de dahil, kömür santrlarının engellenmesi de dahil hep aynı zamana rastlıyor. Lütfen, ne olur… Bakın, bunu, size, tekrar tekrar istirham ediyorum; yani, bunu, parti farkı gözetmeden, siyaset farkı gözetmeden, gelin, bunun üzerine bir millî bir mesele olarak eğilelim; ama, sadece -isim vermeyeyim ama- belli yerlerden itiraz gelince, insan üzülüyor doğrusunu söylemek gerekirse. Biz, bununla ilgili bütün açıklamaları yaptık; yani, gerçekten hassas bir konu. Öyle yapılmış ki, barajların önü kesilmesi üzerine yazı yazılmış ve buna süre vermişler, 2002'ye kadar yapılmadığı takdirde diğerlerine ağırlık verecek diye. Zaten, baraj, en az dört beş yılda yapılıyor, beş altı yılda yapılıyor. Bu kadar kısa zamanda yapılacak sadece doğalgaz santralıdır. Şimdi de, şu anda barajlara ağırlık verdik. İşte, biraz önce söylediğim jeotermal enerjiye, hidroelektrik enerjiye, yenilenebilir enerjiye ağırlık verdik; ama, Meclisin de belli bir temposu var, belli bir çalışma şeyi var…

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Biz istedik… Bir sene bekledik…

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Haklısınız… Biliyorum, ben sizin hassasiyetinizi biliyorum ve zaten Maden Kanunu da dahil, çok konuda bana destek oldunuz; ben, size teşekkür borçluyum. Aynı konuyu, şu doğalgaz meselesinde ve diğer enerji konularında da yapalım. Ben, bir parti farkı, şunu bunu görmüyorum, hassasiyetinizi de biliyorum. Şu anda yapmamız gereken şey, bizim, şu dışa bağımlılığımızı azaltmak.

Bakınız, biz, 1987 yılında doğalgazla tanışmışız, yaklaşık yirmi sene olmuş. Bu yirmi sene içinde bir defa, depo yapılmamış. Bakınız, bu kadar gazı getiren deposunu düşünmemiş. Biz, gelir gelmez, Silivri'de, içinden gazı alınmış 1,6 milyar metreküplük hacmi doğalgaz deposu yapmak üzere hemen yatırımına başladık, haziran ayında, inşallah, bitecek bu, eğer ters bir şey olmazsa. En azından önümüzdeki yıl sıkıntıya uğramayacağız; birincisi bu.

İkincisi, Tuz Gölü var…

BAŞKAN - Sayın Bakan, süreniz dolmak üzere, size kolaylık olsun diye söylüyorum, toparlamaya çalışınız.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Haklısınız Sayın Başkanım.

Bir de Tuz Gölünü söyleyeyim: Tuz Gölü deposu, 2001 yılında, maalesef, yapılan mukavelelerde bir anlaşmazlık çıktığı için mahkemelik olmuş, oraya da bir madde düşmüşler "2004'e kadar elinizi süremeyeceksiniz" diye; biz bunun muhataplarıyla oturduk, anlaştık ve biz daha önceki bir tarihte başladık; projeleri belli bir şekle geldi mühendislik projeleri belirli bir noktaya geldi…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - … süratli bir şekilde gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Tabiî, bu, zaman alacak bir çalışma. Tuz Gölünün altındaki tuz donları eritilecek -700 metre derinlikte- Hirfanlı'dan su getireceğiz, eriyecek, ondan sonra, o tuzlu suyu Tuz Gölüne boşaltacağız, boşluğa da doğalgaz basılacak; yani, bu zaman alacak bir çalışma.

Kısacası, bizim en önemli problemimiz arz güvenliği. Bence, sunî gündemlerle tartışmak yerine, enerjide arz güvenliğini konuşalım…

HAKKI ÜLKÜ (İzmir) - Kapalı oturum yapalım Sayın Bakan.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Bunu konuşalım…

Biz istiyoruz ki, bunu da birlikte görüşelim; bu bizim millî meselemiz, bekamızla ilgili bir mesele; yani, bu, bir siyasî çekişme, çatışma konusu değil. Biz, bu konuda elimizden geleni ve gerçekten görevimizi yaptığımıza inanıyoruz ve biz, bunun, kırk defa hesabını çek ettik, kazançlarımızı çek ettik; ama, öyle bir hale geldi ki, neredeyse, biz vatan haini olduk, biz şöyle yaptık, böyle yaptık, zarara uğrattık; ben de şaşıyorum; yani, ne yapmışız ne etmişiz diye.

Yaptığımız çalışmalar gayet açık ve net. Bunun dışında da, eğer, herhangi bir milletvekili arkadaşım, hatta beni dinleyen vatandaşlarımdan herhangi bir tanesi müracaat ettiği takdirde, bunu, onlara da detayıyla anlatmaya da hazırım; çünkü, bu nokta gerçekten üzerinde durulması gereken bir şey ve çok mükemmel hazırlanmış bir düzen bu, bunu da özellikle bilesiniz.

BAŞKAN - Sayın Bakan, bu konular uzun sürecek; ama, Millî Eğitim Bakanı da tasarısının görüşülmesi için bekliyor.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Haklısınız, tamam Sayın Başkan.

BAŞKAN -Siz sürenizi bayağı aştınız, toparlayın lütfen.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Haklısınız…

Yeri geldi diye söylüyorum; çünkü, bu, zaman zaman söz konusu olduğu, Sayın Hakkı Ülkü Bey de belli şeylerden bahsettiği ve bunu da bir fırsat kabul ettiğim için teşekkür ediyorum kendisine.

Hepinize saygılar sunarım. (AK Parti sarılarından alkışlar)

BAŞKAN - Gündemdışı üçüncü söz, Ermeni terörü ve misakımillî hakkında söz isteyen, İzmir Milletvekili Hakkı Akalın'a aittir.

Buyurun Sayın Akalın. (CHP sıralarından alkışlar)

3.- İzmir Milletvekili Hakkı Akalın'ın, misakımillînin kabulünün yıldönümünde, Ermenilerin, terörle, sözde Ermeni soykırımını dünyaya tanıtma çabalarına karşı alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in cevabı

HAKKI AKALIN (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yarın ve ondan sonraki gün yeniden hatırlayacağımız iki olay, misakımillinin kabulü ve Ermeni terörü konularında görüşlerimizi açıklamak için söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Osmanlı Devletinin son döneminde ayrılıkçı Ermeni milliyetçileri ayaklanmışlar, başarılı olamayınca teröre yönelmişlerdi. 1896'da Galata'daki Osmanlı Bankasını basarak pek çok masum insanı katlettikten sonra, 1905 yılında Padişah Abdülhamit'e suikast düzenleyerek, 26 kişinin can vermesine neden olmuşlardı. Cinayetler bunlarla sınırlı kalmamış, 1921-1922 yıllarında, eski Sadrazam Talat Paşayı Berlin'de, eski Dışişleri Bakanı Sait Halim Paşayı Roma'da, İttihat ve Terakkiden Dr. Bahattin Şakir ve Cemal Azmi Beyleri Berlin'de, eski Bahriye Nazırı ve Ordu Komutanı Cemal Paşa ile yaverleri Binbaşı Nusret ve Teğmen Süreyya Beyleri Tiflis'te katletmişler; 1922-1923'te Lozan'da İsmet Paşaya, daha sonra Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'e suikast planlamışlardı.

Ulusça bu cinayetleri pek hatırlamıyorduk, açıkçası unutmuştuk. Terörü kuşaktan kuşağa taşıyan Ermeni teröristler, uzun bir süre uykuya yattıktan sonra 27 Ocak 1973'te seri cinayetlere yeniden başladılar. 1973-1984 yılları arasında 42 diplomatımızı ve ayrıca pek çok masum insanı katlettiler. Önceki ve bugünkü Ermenistan bu cinayetlerden sorumludur. Katillerin bir kısmını halen topraklarında barındırıp koruyan Ermenistan, bu katilleri Türkiye'ye teslim edip, şehitlerimiz için Türkiye'den özür dilemelidir. Dışişleri Bakanlığımızın bu seçkin evlatları, vatan için şehit oldular; Türk oldukları, devletimizi temsil ettikleri için öldürüldüler. Biz, bu cinayetlerin hepsini bir kenara yazdık, hiç unutmayacağız. Ermeni teröristlerin katlettiği bütün şehitlerimizin aziz hatıraları önünde saygıyla eğiliyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; iki gün sonra misakımillînin kabulünü kutlayacağız. Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün taslağını hazırladığı ulusal ant, Anadolu hareketinin talebi üzerine 12 Ocak 1920'de toplanan son Osmanlı Meclisi Mebusanında görüşülerek 28 Ocakta gizli oturumda oybirliğiyle kabul edilmiş, 17 Şubatta dünya kamuoyuna ilan edilmiştir; daha sonra, Ankara Hükümeti ve Meclisin ulusal tezi olmuştur. Ulusal kurtuluş mücadelesi, tam bağımsızlık, ulusal egemenlik ve misakımillî temelinde yürütülmüş ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti, ulusal sınırlar içinde bir ulus devlet olarak kurulmuştur. Kanla çizilen bu sınırlar, misakımillî ile belirlenen vatan topraklarının bütününü ifade eder. Osmanlı yıkılırken, esaret altında ulusal iradeyi temsilen milletvekillerinin ortaya koyduğu misakımillî, o günün bağımsızlık bildirgesidir; bugün bizim namusumuzdur, şerefimizdir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ermenistan, terörle, sözde Ermeni soykırımını, dünyaya tanıtma, Türkiye'ye bunu baskıyla kabul ettirme, sonra tazminat ve sonunda Türkiye'den toprak elde etme şeklinde bir strateji uyguluyor. 4 000 000 kilometrekare olan vatan toprakları, sonunda 770 000 kilometrekareye inmiştir. Egemenliğimiz ve bağımsızlığımız için bu ağır toprak kaybına razı olduk. Bu kürsüden çok söylendi, bir kez daha tekrarlıyorum: Bu ulusun kimseye verecek bir karış toprağı yoktur. Kanımızla koruduğumuz bu son vatan topraklarının 1 santimetrekaresini bile kimseye vermeyiz, vermeyeceğiz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Toparlayalım lütfen, Hakkı Bey.

HAKKI AKALIN (Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugünlerde, içeriden-dışarıdan birileri Lozan'ı ve ulusal sınırlarımızı tartışmak istiyor. Yaşadığımız ihanetleri, zilleti ve acıları unutmayalım. Ulusal kurtuluş mücadelesinde olduğu gibi yürek yüreğe verelim, kol kola girelim. Süleymaniye'de kafamıza geçirilen çuvalı çıkaralım ve ulus için, vatan için bağımsızlık için hep beraber ayağa kalkalım.

Saygılar... (SHP, CHP ve Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Hükümet adına, Millî Eğitim Bakanı Sayın Hüseyin Çelik, biraz önceki gündemdışı konuşma hakkında söz istedi.

Buyurun Sayın Çelik.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin saygıdeğer üyeleri; İzmir Milletvekili Sayın Hakkı Akalın'ın, iki gün sonra misakımillînin kabul edilişinin yıldönümü olması münasebetiyle yapmış olduğu gündemdışı konuşmaya Hükümet adına cevap vermek üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, bildiğiniz gibi, biz, Ermenilerle birlikte asırlarca huzur ve barış içerisinde yaşadık ve İstanbul'un fethiyle beraber, bildiğiniz gibi, Fatih Sultan Mehmet İstanbul'da yaşayan bütün gayrimüslimlere tam anlamıyla özgürlük tanıdığı gibi, bahşettiği gibi, Bursa'da bulunan Ermeni Piskoposu Hovakim'i İstanbul'a getirerek bizzat Ermeni Patrikhanesini Fatih Sultan Mehmet kendisi kurdurmuştur.

Daha sonraki yıllarda, asırlarda, Ermeniler, Osmanlı toplumu içerisinde, kendi dinlerini, kendi kültürlerini çok hür bir şekilde yaşadılar ve Osmanlı bürokrasisinde de çok önemli noktalara geldiler. Mimarbaşı koltuğuna oturan birçok Ermeni var. Balkan Savaşları devam ettiği zaman   -bakın, burayı özellikle belirtiyorum- Balkan Savaşları devam ettiği sırada, bizim Dışişleri Bakanımız Noradonkyan Paşaydı, Ermeni asıllı Osmanlı vatandaşı Noradonkyan Paşaydı.

Bu, böyle devam ederken, 1890'lı yıllardan itibaren, özellikle bazı ayrılıkçı Ermeni komitelerinin kurulmasından sonra, Hınçak ve Taşnaksutyun Cemiyetlerinin kurulmasıyla birlikte, bu millet içerisinde, bu insanlar arasında da, özellikle Osmanlı Devletine karşı isyanı teşvik eden, Osmanlı Devletine karşı bölünmeyi teşvik eden bazı hareketler başgösterdi. Birinci Dünya Savaşının başlamasıyla birlikte, Osmanlı Devleti, birçok cephede zorlu bir savaş içerisindeyken, bu ayrılıkçı örgütler, bunu fırsat bilerek, sivil halka karşı çok ciddî katliamlara giriştiler.

Bildiğiniz gibi, Osmanlı Devleti, gerek Birinci Meşrutiyetin ilanından sonra oluşan Mebusan Meclisinde gerekse İkinci Meşrutiyetin ilanıyla birlikte oluşan Osmanlı Mebusan Meclisinde bütün unsurlara yer verdiği gibi, Ermeni vatandaşlara, Ermeni temsilcilerine de yer vermişti ve onların o zamanki Mecliste, Osmanlı Mebusan Meclisinde temsilcileri vardı.

1860'lı yıllardan itibaren, bakın, İstanbul'da, 1867'de, 16 adet Ermenice gazete çıkıyordu; Ermeni harfleriyle Türkçe çıkan gazeteler vardı ve yine, Ermeni harfleriyle Ermenice yayınlanan gazeteler vardı. Okulları vardı. Her şey normal giderken, dediğim gibi, bu bölücü unsurların devreye girmesiyle birlikte, özellikle 1789 Fransız İhtilalinden sonra bütün Avrupa'yı saran, bütün dünyayı saran bu selfdeterminasyon dediğimiz "kendi kaderini kendin belirle" parolasıyla, onlar da milliyetçi akımlara teveccüh gösterdiler ve onlar da ayrılıkçı eğilimler içerisine, maalesef, girdiler.

Şüphesiz ki, o günkü zamanlarda da, Osmanlı Devletine bağlı olan, o bütünlük içerisinde yer alan ve sadakatini sonuna kadar sürdüren Ermeni vatandaşlar vardı; ama, bunun karşısında "Osmanlı Devletine sadıksınız" diye onları kesinlikle taciz eden, hatta, onlara suikastlar düzenleyen komiteler vardı.

1915'le birlikte… 1915 yılı bu iş için bir dönüm noktası olmuştur. Osmanlı Devletinin o günkü şartlarda gerekli görmesi üzerine uygulanan tehcire engel olmak isteyen Ermeni komiteleri ile Osmanlı kuvvetleri arasında çıkan çatışmalar esnasında, gerek Osmanlı Müslim unsurundan gerekse Ermenilerden birçok insanın öldüğü bilinmektedir. Ancak, değerli milletvekilleri, bütün dünyanın bilmesi gereken, herkesin bilmesi gereken şey şudur: Bugün, Ermeni diasporası tarafından; ama, üzülerek ifade ediyorum, aynı zamanda komşumuz Ermenistan tarafından, bunlar, bütün dünyaya bir soykırım olarak takdim edilmektedir, Türklerin Ermenilere uyguladığı soykırım olarak bütün dünyaya anlatılmaya, bütün dünya parlamentolarından bu konuda kararlar çıkarılmaya çalışılmaktadır. Haddi zatında, şüphesiz ki, o gün, dediğim gibi, Müslüman unsurdan ölen birçok insan olduğu gibi, savaş şartlarında, çatışma ortamında ölen Ermeniler de vardır; ancak, bu öldürülen Ermeniler, Ermeni olduğu için, hassaten Ermeni olduğu için öldürülmemiştir; asi olduğu için, saldırgan olduğu için ve bölücü olduğu için öldürülmüştür; bunun, özellikle altının çizilmesi gerekir. Bizim tarihimizde, bu manada, soykırım olarak nitelenebilecek bir olay söz konusu değildir.

Birinci Dünya Savaşının bitimiyle birlikte, biraz önce Sayın Akalın'ın da ifade ettiği gibi, gerek Talat Paşa, Sait Halim Paşa, Bahattin Şakir, Cemal Paşa ve sair olmak üzere, Osmanlı devlet adamlarına karşı maalesef, suikastlar düzenlediler. Daha sonra, Lozan'daki müzakereler esnasında da, yine, bu iddialarını sürdürdüler, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da kendileri için bir bölge talebinde, bir yer talebinde bulundular; ancak, Lozan Antlaşmasıyla birlikte bu defter kapanmıştır, Türkiye'de yaşayan Ermeni vatandaşlarımız azınlık olarak kabul edilmiştir. O günden bu yana da, Lozan'ın kendilerine tanıdığı imkânlardan hür bir şekilde yararlanmaktadırlar ve bizim vatandaşlarımız olarak yaşamaktadırlar.

1973'ten sonra, 1973-1984 yılları arasında bizim özellikle, diplomatlarımıza yönelik ASALA terör örgütünün düzenlemiş olduğu suikastlar, maalesef çok dramatik bir boyut almıştır ve bütün Türk Milletini derinden yaralamıştır; geriye birçok babasız çocuklar, eşsiz kadınlar bırakmıştır ve bu, Türk tarihinde, maalesef, ASALA terör örgütünün gerçekleştirdiği, âdeta, müsebbip olduğu kara lekeler olarak yerini almıştır.

Değerli milletvekilleri, Sayın Başbakanımız defalarca çağrıda bulundu. Biz, Türkiye olarak, uzun zamandır hep çağrıda bulunuyoruz ve "bizim başımız dik, alnımız açık, yüzümüz ak, bütün arşivlerimiz ortada. Osmanlı'dan bize intikal eden bütün arşivlerimizi, Başbakanlık arşivlerini açtık, bütün dünyanın araştırmacıları, bütün dünyanın tarihçileri buyurun araştırma yapın, eğer, soykırım anlamına gelebilecek bir şey bulduysanız, onu getirin, bize de gösterin, bizi de ikna edin" dedik; ama, bu arada Ermenistan da açsın. Özellikle, bu konuyla ilgili olan bütün arşivler açılsın ve bu konuda son sözü parlamentolar, siyasetçiler değil, tarihçiler söylesin, bilim adamları söylesin. Bu çağrımızı sürdürüyoruz.

Değerli milletvekilleri, bakın, bir başka problem maalesef, komşumuz Ermenistan'dan kaynaklanmaktadır; biz, Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak bütün komşularımızla yakın dostluk ilişkileri kurmak istiyoruz, Ermenistan da buna dahildir. Ancak, Ermenistan'la diplomatik ilişkilerimiz kesik vaziyettedir, diplomatik ilişki aramızda mevcut değildir. Sebebi de biz değiliz; sebebi, yine, Ermenistan'ın bizatihi kendisidir. Niçin; Ermenistan, 1921 yılında imzalanan Kars Antlaşmasını kabul ettiğini resmen deklare etmekten kaçınmaktadır; bu konuda, maalesef, kaçak güreşmektedir; bunu yapmaması gerekiyor.

Diasporanın iddiası olan soykırıma, Ermenistan, devlet olarak sahip çıkmaktadır, destek vermektedir; bunu, Ermenistan'ın yapmaması gerekiyor.

Misakımillî sınırlarımızı, maalesef, Ermenistan resmen tanımadığı için ve doğu ve güneydoğudaki topraklarımızda hâlâ iddiasını sürdürdüğü için, onlarla bizim diplomatik münasebeti başlatmamız bu aşamada mümkün görülmemektedir. Gerek Ermenistan Anayasasında gerek Ermenistan bağımsızlık bildirgesinde, yine, bu iddialara yer verilmektedir ve Ermenistan, devlet armasında Ağrı Dağını bir sembol olarak kullanmaktadır. Bütün bunları topladığınız zaman, bir araya getirdiğiniz zaman, bizim Ermenistan'la, bunlar giderilmedikçe, diplomatik münasebet kurmamız çok zor görülmektedir.

Ayrıca, bildiğiniz gibi, Azerbaycan topraklarının yüzde 20'si şu anda Ermenistan'ın işgali altındadır. Ümit ediyoruz ki, Minsk süreci devam eder, önce Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki bu problem ortadan kaldırılır, bu iki ülke arasındaki problemler biter ve Ermenistan, biraz önce sıraladığım bu iddialarından vazgeçer ve biz de, Ermenistan'la olması gereken komşuluk münasebetlerimizi sürdürürüz.

Değerli milletvekilleri, Türkiye birçok iyi niyet girişiminde bulunmuştur. Bildiğiniz gibi, Karadeniz Ekonomik İşbirliğine Ermenistan'ın dahil edilmesi, yine, Türkiye'nin rıza göstermesiyle olmuştur. Şu anda Erivan-İstanbul, İstanbul-Erivan arasında, yaz aylarında Erivan-Antalya arasında charter seferleri düzenli olarak yapılmaktadır ve Türkiye buna müsaade etmektedir.

Özellikle uluslararası havayollarının Türk hava sahasını kullanarak Ermenistan'a yapmış oldukları seferler Türk Hükümeti tarafından engellenmemektedir. Bildiğiniz gibi, geçmişte, arada bunca yaşanan probleme rağmen, Türkiye'den Ermenistan'a insanî yardımlar yapılmıştır ve bütün bunlar kamuoyumuz tarafından bilinmektedir.

Değerli arkadaşlarım, özellikle bu soykırım iddiasıyla ilgili bir iki hususu yine belirterek huzurlarınızdan ayrılmak istiyorum. Hep şu iddia edilir: Osmanlı Devleti Ermenilere soykırım uyguladı.

Değerli arkadaşlarım, Kanunî Sultan Süleyman döneminde, Yavuz Sultan Selim döneminde, eğer, Türkiye'nin böyle bir arzusu olsaydı, eğer Türkiye böyle bir şeyi aklından bile geçirseydi, böyle bir şey yapsaydı, o günkü dünyada "bunu niçin yapıyorsunuz" diyebilecek bir güç yoktu. Eğer, düşmanınızı gerçekten düşman belleyip onu imha etmek isterseniz, en zor zamanınızda, en zayıf zamanınızda değil, en güçlü zamanınızda bunu yaparsınız. Kaldı ki, tekrar, özellikle altını çizmek istiyorum, böyle bir şey, böyle bir kara leke, asla ve kata, bizim tarihimizde mevcut değildir.

Bu konuda, bu konu üzerine kitap yazmış bir arkadaşınız olarak söylüyorum; bizim tarihimizde, soykırım anlamına gelebilecek kesinlikle bir iz bulamazsınız. Biz, en kötü zamanımızda, 7 cephede, 9 cephede savaşırken, bütün içerideki birliklerimiz, hatta redif birlikleri, hatta milisler bile cephelere sevk edilirken, biz, Ermenilere karşı kalkıp soykırım uygulamışız şeklinde bir iddiaya, gerçekten, bir suçlamaya muhatap olmamız hakkaniyetle bağdaşan bir olay asla değildir.

Eğer, tarihin derinliklerinde, insanlar yaşadıkları topraklara geri dönme iddiasında bulunurlarsa veya oralara sahip çıkma iddiasında bulunurlarsa, bugün için bu da çok komik bir iddia olur. O zaman, en başta Amerika Kıtasını ve Avustralya Kıtasını boşaltmamız lazım.

Bugün, artık -gerçekten, sınırlarıyla yetinmeyen bazı ülkelerin tavırları bir yana bırakılırsa- dünya haritası şekillenmiştir. Biz, misakımillî sınırlarının  sahibiyiz. Biraz önce Değerli Milletvekilimizin de ifade ettiği gibi, misakımillî sınırları içerisinde olan topraklarımızdan bir karışının bile tartışma konusu yapılmasını, bizim, Parlamento olarak, Hükümet olarak, millet olarak tartışma konusu yapmamız söz konusu değildir.

Ben, bu vesileyle, özellikle bütün bu terör olayları esnasında, gerek Osmanlı dönemindeki terör olayları esnasında hayatını kaybeden, şehit olan insanlarımıza gerekse Asala Ermeni terör örgütünün saldırıları sonucu hayatını kaybeden diplomatlarımıza bir kez daha Allah'tan rahmet diliyorum, onların hayatta olan yakınlarına başsağlığı, sabır diliyorum. Misakımillî sınırlarına sahip olduğumuzu, millet olarak, Parlamento olarak, Hükümet olarak bu konuda duyarlı olduğumuzu bir kez daha ifade etmek istiyorum ve Ermeni diasporası ile Türkiye'de yaşayan Ermeni vatandaşlarımızı, özellikle Türkiye aleyhinde faaliyet gösteren diaspora ile Türkiye'de yaşayan, bizim vatandaşlarımız olan ve bizimle huzur ve barış içerisinde yaşayan Ermeni vatandaşlarımızı kesinlikle ayırdığımızı da altını çizerek belirtmek istiyorum. O vatandaşların, bizim, şu anda Türkiye'de yaşayan, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan, kendi kilisesinde ayinini yapan, kendi patrikhanesi tarafından dinî işleri organize edilen, Lozan'da azınlık olarak kabul edilen, okulları olan, gazetelerini çıkaran Ermeni vatandaşlarımızın da, Türkiye'de bizim öz vatandaşlarımız olarak huzur ve barış içerisinde yaşadıklarını ve bundan sonra da yaşayacaklarını ifade etmek istiyorum.

Bu vesileyle, bu konuyu gündeme getirdiği için Sayın Akalın'a da teşekkür ediyorum. Meclisi Mebusanın bütün değerli üyelerine rahmet diliyorum. Büyük Atatürk'ü ve millî mücadeleyi gerçekleştiren bütün büyük insanları huzurunuzda minnetle, rahmetle yâd ediyorum ve hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Gündeme geçiyoruz.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Bu sunuşları yapmadan önce, Divan Kâtibi arkadaşımızın oturduğu yerden okuması hususunu oylarınıza sunacağım.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Karar yetersayısının aranılmasını istiyoruz.

BAŞKAN - Şimdi, karar yetersayısı arayarak oylama yapacağım.

Kabul edenler… Kabul etmeyenler…

Karar yetersayısı yoktur; birleşime 5 dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 16.17

 

 


İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 16.27

BAŞKAN: Başkanvekili Ali DİNÇER

KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Ahmet Gökhan SARIÇAM (Kırklareli)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 55 inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Kâtip Üyenin sunumlarını oturarak yapmasına ilişkin oylamada, karar yetersayısı istenmişti; bulunamamıştı.

Şimdi, oylamayı tekrarlayacağım ve karar yetersayısını arayacağım: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yetersayısı vardır, Kâtip Üyenin sunumunu oturarak yapması kabul edilmiştir.

Başbakanlığın, Anayasanın 82 nci maddesine göre verilmiş bir tezkeresi vardır; okutup, oylarınıza sunacağım.

IV.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

B) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1.- Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Yeni Zelanda ve Avustralya'ya yaptığı resmî ziyaretlere katılacak milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/965)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşmelerde bulunmak üzere, bir heyetle birlikte 2-11 Aralık 2005 tarihlerinde Yeni Zelanda ve Avustralya'ya yaptığım resmî ziyarete, ekli listede adları yazılı milletvekillerinin de iştirak etmesi uygun görülmüş ve bu konudaki Bakanlar Kurulu kararının sureti ilişikte gönderilmiştir.

Anayasanın 82 nci maddesine göre gereğini arz ederim.

 

 

 

Recep Tayyip Erdoğan

 

 

 

Başbakan

Liste:

Sait Açba

(Afyonkarahisar)

Mehmet Semerci

(Aydın)

İsmail Özay

(Çanakkale)

Aziz Akgül

(Diyarbakır)

İlhan Albayrak

(İstanbul)

İsmet Atalay

(İstanbul)

Egemen Bağış

(İstanbul)

Dengir Mir Mehmet Fırat

(Mersin)

Şaban Dişli

(Sakarya)

Mustafa Cumur

(Trabzon)

BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.

V.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)

BAŞKAN- 1 inci sırada yer alan kanun teklifinin geri alınan maddeleriyle ilgili komisyon raporu gelmediğinden, teklifin görüşmelerini erteliyoruz.

Bazı Kamu Alacaklılarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu raporunun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

2.- Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1030) (S. Sayısı: 904)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Hükümet?.. Yok.

Ertelenmiştir.

Kamu Kurum ve Kuruluşlarına Bağlı Okulların Millî Eğitim Bakanlığına Devredilmesi ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu raporunun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

3.- Kamu Kurum ve Kuruluşlarına Bağlı Okulların Millî Eğitim Bakanlığına Devredilmesi ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1050) (S. Sayısı: 1009)

BAŞKAN - Komisyon?.. Komisyon nerede? Hükümet burada; komisyon?.. Komisyon ağırdan alıyor...

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Komisyon yok.

BAŞKAN - Birleşime 5 dakika ara veriyoruz, sonra devam edeceğiz.

 

Kapanma Saati: 16.31


ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati:16.42

BAŞKAN: Başkanvekili Ali DİNÇER

KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Ahmet Gökhan SARIÇAM (Kırklareli)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 55 inci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

Kamu Kurum ve Kuruluşlarına Bağlı Okulların Millî Eğitim Bakanlığına Devredilmesi ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu raporunun görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

V.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

3.- Kamu Kurum ve Kuruluşlarına Bağlı Okulların Millî Eğitim Bakanlığına Devredilmesi ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1050) (S. Sayısı: 1009) (x)

BAŞKAN - Komisyon?.. Burada.

Hükümet?.. Burada.

17 nci madde üzerinde, şimdi, gruplar adına ikinci söz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Ankara Milletvekili Yakup Kepenek'te.

Buyurun Sayın Kepenek.

Sizin, şahsınız adına da söz talebiniz var, ikisini birleştirdik, süreniz 15 dakika.

CUMHURİYET HALK PARTİSİ GRUBU ADINA YAKUP KEPENEK (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan Kamu Kurum ve Kuruluşlarına Bağlı Okulların Millî Eğitim Bakanlığına Devredilmesine Dair Tasarının yürürlük maddesi üzerinde, hem CHP Grubunun hem de kişisel olarak kendi görüşlerimi açıklamak üzere söz aldım; hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Daha önce, bu yasa tasarısının bir maddesi üzerinde görüşlerimi açıklarken, tasarının gerekçesinde yer alan temel felsefenin öğretimin birliği kavramından hareket ettiğini ve bu nedenle de tasarıyı olumlu bulduğumu vurgulamıştım. Ancak, bu çerçevede, sıra yürürlük maddesine geldiğinde, tasarının bütünü üzerinde, daha doğrusu millî eğitimin genel yapısı, bütünü üzerinde kimi önemli noktalara değinmek gerekiyor.

Değerli arkadaşlar, eğitim yapımız, eğitimimiz, gelişmiş ülkelerdeki gelişmelere, ilerleyen giden ülkelerin eğitimine yaklaşacak bir atılımı, bir çabayı, bir beceriyi bir türlü gösteremiyor. Uluslararası karşılaştırmalar şunu kanıtlıyor ki, eğitimin, gerek öğretmen başına düşen öğrenci sayısı, gerek öğrenci başına yaptığımız harcama ve diğer bakımlardan ve özellikle de niteliği yönünden, gelişmiş ülkelerle kıyaslanması olanağı bulunmuyor.

Bakanlık, işbaşına geldiği günden bu yana, dünyadaki bilimsel ve teknolojik gelişmelere paralel olarak, millî eğitimimizin temel eğitim kısmını, yani zorunlu eğitimi 12 yıla çıkarmak gibi bir programı ve mesleğe yönelme konusunu o çerçevede çözümlemek gibi bir programı bir türlü aklına getirmiyor ve çağımızın insangücü anlayışından, çağımızın eğitim anlayışından uzak duruyor ve böyle olunca da, eğitimin gelişmesi bir türlü istenilen düzeyde olamıyor ve sağlanamıyor.

                             

(x) 1009 S. Sayılı Basmayazı 30.11.2005 tarihli 25 inci Birleşim Tutanağına eklidir.

Değerli milletvekilleri, geçtiğimiz günlerde, Fatma Özcan adlı bir çocuğumuz, bir genç kız, 12 yaşında, kuş gribi diye bilinen bir hastalık nedeniyle yaşamını yitirdi. Fatma Özcan hiç okula gitmemişti. Bu eğitim-öğretim yılında da okula gitmemişti. Bakanımızın işbaşına geldiği günden bu yana, temel eğitime devam edemeyen, yani okula gidemeyen kaç öğrencimiz olduğunu, bunların kaçının kız çocuklarımızdan oluştuğunu, sayılarını ve bölgesel dağılımlarını sorduğum halde, hiçbir zaman bu soruya doğru yanıt alamadım. Şimdi, tekrar soruyorum Sayın Bakan: Üçüncü yılını tamamlayan, dördüncü yılına giren yönetiminiz döneminde, Türkiye Cumhuriyetinin kaç çocuğu okula gidememektedir? Gidenleri söylemeyin, o zaten, göreviniz icabı; onlar, gitmek zorunda.

Yine, bu bağlamda, eğitimin temel eksikleri bağlamında çok ciddî bir sorunla karşı karşıyayız. Bizim eğitim sistemimiz, üzülerek belirteyim ki, meslek insanı ya da nitelikli insangücü yetiştirilmesi konusunda tam anlamıyla başarısızdır. Türkiye'nin ekonomik yapısı, Türkiye'nin girişimcileri, Türkiye'nin toplumsal yapısı, yıllardır, ara eleman, uzman, teknisyen arayışı içerisindedir. Kimi ülkelerde iki yılda çok daha önemli uzmanlık konularında eğitim verilebilirken, Türkiye'nin ara eleman yetiştirmede bu derece yetersiz kalması, doğrudan doğruya eğitimin bir başarısızlığıdır. Bir tarafta, ara eleman bekleyen, isteyen üretim birimleri, mal ve hizmet üretimi birimleri, bir tarafta da milyonlarca işsiz… Şimdi, Millî Eğitim Bakanlığı, bu sorunu çözme yönünde hemen hemen hiçbir adım atmamış ve meslekî ve teknik eğitimi geri bırakmış; bunun yerine, bunu, meslekî ve teknik eğitim kavramını, üzülerek belirtmek gerekir ki, imam-hatip liselerine feda etmiştir. Aslında, yapılan tam tersi olması gerekir. Aslında, imam-hatip okulları aracılığıyla, meslekî öğretim yok edilmektedir ve bu yaklaşım, bu tutum tamamıyla yanlıştır ve ülkemizin gelişiminde, ekonomik ve toplumsal gelişiminde çok büyük bir eksikliğin, büyük bir açığın, yetersizliğin süreklilik kazanmasına yol açmaktadır.

Değerli arkadaşlar, eğitim, süreklilik isteyen bir bütündür. Üzülerek belirteyim ki, Millî Eğitim Bakanlığı, fili yoklayan kör örneğinde olduğu gibi, bu bütünün tamamını görmekten çok uzaktır; işine gelen noktalarına, işine geldiği zamanlarda dokunmaktadır yalnızca.

Bakın, bir hafta sonra, 1 Şubatta üniversite girişleriyle ilgili yeni bir yarış dönemi başlıyor, ÖSS sınavı gündeme geliyor. Peki, ÖSS yoluyla bu ülkenin ailelerinin milyarlarca doları yok yere giderken; ÖSS, dershane sistemini güçlendirir, ortaöğretime büyük darbe vururken ve ortaöğretim öğrencilerinin yükseköğretime hazırlanmasında çok büyük eksikler yaşanırken -örneğin, tıpta, mühendislikte, hukukta- üniversiteler, liselerden gelenleri yeniden eğitmek zorunda kalırken ve üniversitelere giriş tam bir yarışmaya, gençlerin birbirini ezmesine dönüşürken, Millî Eğitim Bakanlığı, bu konuda da, dördüncü yılında da hiçbir yapıcı öneriyle gelmemekte, hiçbir sonuca ulaşamamaktadır.

Yine, bilimsellikten uzaklığın çok temel bir göstergesi, geçtiğimiz günlerde kurulan ve 10 yenisinin kurulacağı belirtilen üniversite kurulması olayıdır.

Değerli arkadaşlar, o konuda yeniden vurgulamak isterim ki, Türkiye'de üniversitelerin kurulması, yapılabilirlik, öğretim elemanı yeterliliği, diğer altyapı ihtiyaçları ve eğitimin bütünü içinde, tam bir yetersizlik içindedir; yani, bu konularda Bakanlık ön hazırlıklarını tam olarak yapmamaktadır.

Bunun da ötesinde, üniversitelerin tıp fakülteleri, kamu kurumlarından, Emekli Sandığından, SSK'dan, Bağ-Kurdan alacakları olan parayı alamamakta ve bu nedenle de çalışamaz duruma gelmekte, yatırım yapamamakta, araç-gereç alamamaktadır.

Ben, şimdi Sayın Bakandan soruyorum: Anadolu'daki tıp fakültelerinin çalışamaz duruma gelmesi hangi amaca hizmet etmektedir? Ne için yapılmaktadır? Oralardaki özel hastanelerin güçlenmesi isteniyorsa, onların güçlenmesine kimse karşı değil; ama, taşrada, Anadolu'da, üniversite hastanelerini yok etmenin, zayıflatmanın, bu topluma, bu ülkeye, bu eğitime hiçbir yararı olmaz.

Değerli arkadaşlar, Sayın Bakanımızın yönetimi döneminde, eğitim ve öğretim adım adım kamu hizmeti olma özelliğini yitirmekte ve gittikçe özelleşmektedir. Şimdi, hemen, mal bulmuş Mağribî gibi, CHP özel eğitime karşıdır demeyin; orada durun.

HASAN KARA (Kilis) - Siz diyorsunuz, biz demiyoruz ki. Biz öyle bir kelime kullanmadık.

YAKUP KEPENEK (Devamla) - Bizim, özel okullarla bir sıkıntımız yoktur, özel öğretimle bir sıkıntımız yoktur. Sıkıntı şuradadır, anlayış farkı -Sayın Vekilim, iyi dinleyin- şuradadır…

HASAN KARA (Kilis) - İyi dinliyoruz; hiç merak etmeyin.

YAKUP KEPENEK (Devamla) - Anlayış farkı şuradadır: Eğitim, A'dan Z'ye, baştan sona bir kamu görevidir, bir kamusal alandır. Bu kamusal alan, esas olarak devlet eliyle yürütülür. Bu alanı özele devretmek için, bir bakanın, bir bakanlığın çaba harcaması kadar çelişik, ters ve yanlış bir tutum olamaz.

Üzülerek belirteyim ki, Millî Eğitim Bakanlığı, ana işlevlerini özele devretmenin büyük çabası içindedir ve çocuklarımıza ve gençlerimize daha iyi eğitim verilmesinden başka bir şey düşünmeyen hepimiz için, bizler için, bu, tam anlamıyla yepyeni bir yaklaşımdır. Şöyle, yeni bir yaklaşımdır: Eğitim ve öğretim, temel insan hakkıdır ve bu insan hakkını sağlamakla görevli olan toplumsal yapının kendisidir, kendisi olmak zorundadır, bütçe olanaklarıdır. Bu nedenle, eğitim ve öğretimde egemen olması gereken temel görüş, ana düşünce, ana yapı, ana eksen -adına ne derseniz deyin- kamusal yatırımlar ve kamu hizmeti niteliği olmalıdır. Bu durum, savsaklanamaz, savsaklanmamalıdır.

Eğitim ve öğretim, toplumun geleceğini belirler ve eğitim ve öğretimin ana harcı bilgidir, ana harcı insandır ve öğretimin birliğini temel alan bir anlayışın, bu konularda duyarlı olması, bu konularda ileriye bakması, bu konularda daha geniş, daha ileri, daha çağdaş, daha ufuk açıcı olarak işlev görmesi, görev yapması gerekmektedir.

Şimdi, bu başarısızlıkların ana nedeni nedir; bu başarısızlıkların ana nedeni şudur: Sayın Bakanın ve çalışma arkadaşlarının, bir eğitim felsefesi, bir eğitim anlayışı, derli toplu bir eğitim politikası ufku, görüşü bulunmamaktadır; varsa da, bunu, şimdiye kadar, ne bütçe görüşmelerinde ne yasa görüşmelerinde, toplumla ve Yüce Meclisle paylaşmış değildir.

Okulöncesinden başlayarak, yükseköğretimin sonrasına uzanan, yani yaşam boyu dediğimiz, yani beşikten mezara dediğimiz eğitimin şu andaki durumu, bu bütüncül, bu tüme yönelik, tamama yönelik anlayışın yetersizliğinden doğmaktadır.

Değerli arkadaşlar, eğitim ve öğretimin toplumsal yapının bütün öğelerini kapsaması, aileden dine, gelenekten hukuka, psikolojiden ekonomiye, evrimden yaradılışa ve adını sayabileceğimiz pek çok alana uzanan kapsamlı bir dünya görüşüne oturtulması ve o anlayışla, çağdaş bir alana, çağdaş bir bilgi üretimi sürecine yönelmesi zorunludur. Bu düşünce, bu anlayış, bu felsefe, çok uzağa gitmeye gerek yok, öğretimin birliği olarak bu yasaya kaynak teşkil eden 1924 tarihli yasada ve sonrasının uygulamalarında vardır; ancak, bu felsefe, bu anlayış ve düşünce son yıllarda giderek zedelenmekte, giderek sığlaşmakta, giderek gözardı edilmektedir. O değerlere yaklaşımda, Bakanlığın çok ciddî kusurları vardır. Bakanlığın, dinsel öğelerle bilgi üretiminin örtüştüğü veya örtüşmediği alanlar konusunda somut bir  dünya görüşü, çağdaş bir anlayışı sergilediğini söylemek olanağı bulunmamaktadır. Dolayısıyla, toplumun geleceğine güven veren ve toplumun geleceğini emanet ettiğimiz eğitim sisteminin, böyle bir büyük birikime, böyle bir büyük geçmişe sahip olan cumhuriyet eğitiminin bu yoksulluğa, bu yoksunluğa, bu sığlığa, bu zavallılığa sürüklenmesi, hepimiz için acı vericidir. Böyle olmamak gerekirdi.

Millî Eğitim Bakanlığının niteliği diğer bakanlıklardan çok farklıdır. Herhangi bir bakanlığın başarısızlığı yalnız o günleri, o dönemi kapsar; ama, Millî Eğitim Bakanlığının başarısızlığı toplumun geleceğinin başarısızlığı demektir ve buna hiçbirimizin izin vermemesi gerekir. Bütün bu bağlamda olaya bütünüyle baktığımızda, toplumun geleceğinin tehlikeye atılmaması için, topluma zarar verecek gidişten uzaklaşılması için, ülke eğitiminin gelişmesinin önünde engel durumuna gelen bu bakanlık yapısının değişmesi gerekmektedir. Bunun için de yapılması gereken, Sayın Bakan, bir tek şey vardır; o da sizin istifa etmenizdir. Bu topluma da, bu ülkeye de yapacağınız en büyük hizmet o olacaktır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AHMET YENİ (Samsun) - Sayın Hocam, bu olmadı!

BAŞKAN - Müdahale etmeyin.

Toparlayın lütfen.

YAKUP KEPENEK (Devamla) - Şimdi, olup olmadığı konusunu, kuşkusuz, gelecek günlerde çok daha ayrıntılı, ister kapalı ister açıkoturumda, Sayın Bakanla ilgili olarak bir önerge veririz biz; o önerge üzerine görüşlerimizi açıklarız, tartışırız; eğer, Millî Eğitim Bakanının başarı derecesine, elinizi vicdanınıza koyarak hepiniz "evet" derseniz ona göre oylama yaparız veya başka türlü; ama, ben talebimi yineliyorum; bilimsel bir gereklilik haline gelmiştir bu Millî Eğitim Bakanının görevini terk etmesi ve o terk etme Türkiye'nin eğitimde ufkunun açılmasına…

MEHMET ÇERÇİ (Manisa) - Hangi bilim söylüyor, hangi veri söylüyor?!

BAŞKAN - Müdahale etmeyin arkadaşlar.

Siz de Genel Kurula hitap edin, karşılıklı tartışmaya girmeyin.

YAKUP KEPENEK (Devamla) - Biraz önce o verileri saydım. Sayın Başkan izin verirse 20 dakika, 15 dakika izin verirse, yeniden, daha ayrıntılı, daha bilimsel verilerle onu kanıtlamaya her zaman hazırım.

Bu anlayışla hepinize saygılar, sevgiler sunuyorum.

Sayın Başkan, teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Madde üzerinde şahsı adına söz isteyenlerden Mustafa Ataş?.. Yok.

Alaettin Güven?.. Yok.

Ümmet Kandoğan?.. Yok.

Mehmet Eraslan?.. Burada.

Buyurun Sayın Eraslan.

Konuşma süreniz 5 dakika.

İkinci kişisel söz hakkını kullanacaksınız.

MEHMET ERASLAN (Hatay) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bu kanun tasarısı Tevhidi Tedrisat Kanunu çerçevesinde eğitimin birleştirilmesi ve tek elden yürütülmesi konusunda hazırlanmış doğru bir kanun tasarısı olmakla beraber, Türk eğitim sisteminin ve Türk eğitim sisteminde görev alan eğitimcilerin ve eğitim alan öğrencilerin sorunları sadece Tevhidi Tedrisat Kanunu çerçevesinde eğitimin birleştirilmesi ve tek elden yürütülmesiyle çözüm bulmamaktadır. Fakat, bu kanun tasarısı, az önce de ifade ettiğim gibi, doğru bir felsefeyle, doğru bir mantıkla hazırlanmış bir kanun tasarısıdır ve keşke, bundan üç yıl önce, iki yıl önce çok daha erkenden hazırlanmış ve Türkiye Büyük Millet Meclisine getirilmek suretiyle burada kanunlaşmış bir kanun tasarısı olmuş olsaydı temennimi burada tekrar ifade ediyorum ve keşke, bugün, sonuçlarını hep beraber daha erken bir tarihte yaşıyor olsaydık temennisini de tekrar ifade ediyorum.

Değerli arkadaşlar, Türk eğitim sisteminde eğitici öğretmen açığının olduğunu daha önce de Sayın Bakanımız yazılı soru önergemize vermiş olduğu cevapta belirtmişti. Sayın Bakanımız, Türkiye'de 130 000 öğretmen açığının olduğunu ifade etti ve 20 000 öğretmenin de emekli olduğunu düşündüğümüzde, toplam eğitimimizde 150 000 eğitici, öğretmen açığının olduğunu biliyoruz. Beden eğitimi öğretmenleri atama bekliyor, binlerce beden eğitimi öğretmenleri, binlerce meslekî eğitim verecek olan öğretmenler ve onbinlerce ilköğretim öğretmenliği yapacak olan eğiticiler, öğretmenlerimiz üniversiteden mezun oldukları halde, bir yere atanma noktasında, hükümetten ve Türkiye Cumhuriyeti Parlamentosundan bir an önce bir kararın çıkmasını beklemektedir ve aynı zamanda, istihdamın önemli ölçüde, bu öğretmen atamalarıyla yapılacak, yapılabilecek öğretmen atamalarıyla istihdamın ciddî manada, belki de, bir ölçüde halledileceği bir aşikârdır.

Öğretmenlerimizin ekonomik durumu, değerli arkadaşlar, kesinlikle düzeltilmelidir. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin geleceğini oluşturan gençlerimiz, çocuklarımız, hepimiz biliyoruz ki, öğretmenlerimizin kendilerini eğitmesiyle oluşuyorlar. Türkiye'nin geleceğini hazırlayan, Türkiye'nin yarınlarını, aydınlık yarınlarını hazırlamaya çalışan eğitimcilerimiz, öğretmenlerimizin içinde bulunduğu ekonomik koşullar, ekonomik sıkıntılar neticesinde hayatını idame ettirebilme ve en temel ihtiyaçlarını karşılama noktasında sıkıntı çekmektedir. Peki, biz bunlardan nasıl bir verimlilik bekleyeceğiz, nasıl onlardan verimli olmalarını bekleyeceğiz?!

Ekders ücretlerinin çok düşük olduğunu daha önce ifade ettim ve ek-ders ücretlerinin de iyileştirilmesi, eğitimcilerimizin, öğretmenlerimizin bir yerde ekonomik koşullarının iyileştirileceği anlamı taşıyacağını da ifade ediyorum.

Eğitimde, bakın, diğer bir konuya girmeden önce ama… Bakın, bugün açlık sınırı 563 000 000, yoksulluk sınırı 1 835 000 000 yoksulluk sınırının olduğu ülkemizde, kamu çalışanlarının hemen hemen neredeyse tümü, öğretmenlerimizin ve eğitimcilerimizin tümü yoksulluk sınırının altında maaş almaktadır. Onbeş yıllık bir öğretmen 800 000 000-900 000 000 maaşla nasıl geçinecektir?!

Değerli arkadaşlar, Avrupa Birliği ülkelerinde yıllık 30 000 dolar alan eğitimciler, öğretmenler; Türkiyemizde, bizim ülkemizde 6 000-6 500 dolar yıllık ücret almaktadır ve değerli arkadaşlar, yoksulluk sınırının üstünde maaş alan, ücret alan hiçbir kamu görevlisi ve hiçbir öğretmen ayrıca bulunmamaktadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Toparlayın lütfen.

MEHMET ERASLAN (Devamla) - Diğer taraftan, eğitimde, bölgelerarası eğitim kalitesi açısından farklılıklar vardır. Eğitimde adaletin ve eşitliğin sağlandığını göremiyoruz.

Bakın, eğitim alması gereken öğrencilerimizin önündeki engeller ve yasaklar hâlâ devam etmektedir. Türkiye'nin en doğusu ile Türkiye'nin en batısı arasındaki eğitimde bir adaletsizlik bir eşitsizlik söz konusudur ve bu eşitsizliğin neticeleri 1 730 876 gencimiz 2005 yılında üniversite sınavına girdiği halde, bunların sadece toplam 400 372'si, ortalama 400 000 öğrencimiz devlet ve vakıf üniversitelerine, açıköğretim fakültelerine ve iki yıllık yüksekokullara yerleşme imkânı, kayıt yaptırma imkânı bulmuşken, değerli arkadaşlar, 1 330 504 öğrencimiz, maalesef, hiçbir yükseköğretim kurumuna kayıt yaptıramamıştır. 1 330 504 öğrencimiz üniversiteli olamamıştır ve Türkiye genelinde, bakın, eğitim kalitesinin ve eğitimin geldiği noktayı belirtmek açısından önemli olduğunu düşünüyorum; Türkiye genelinde sıfır alan öğrenci sayısı, önceki yıllara göre yüzde 77 oranında artmıştır. Sınavda, 2005 üniversite sınavında 57 163 öğrenci sıfır almıştır. Doğu ve güneydoğu illeri, en fazla başarısız olan iller arasındadır. Doğu ve güneydoğu…

Şimdi, buradaki öğrenciler bizim öğrencilerimiz, oradaki yaşayan insanlar bizim insanlarımız. Bu insanlara ne yapılabilir, bu öğrencilere ne yapılabilir? Özel okullarda ve özel dershanelerde kendilerini… Sosyal devlet ilkesi gereği özel okullarda ve özel dershanelerde onlara destek verme ve Türkiye'nin doğusu ile Türkiye'nin batısı arasındaki bu eğitim dengesizliğini, eğitim farkını ancak bu şekilde halledebiliriz. Devlet olarak, iktidar olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, onların özel okullarda ve özel dershanelerde okuyabilmeleri için onların finanse edilmesi gerekir ve eğitim eşitsizliğinin ortadan kaldırılması için bu çalışma fevkalade bir şekilde yapılabilir.

BAŞKAN - Lütfen, toparlayın.

MEHMET ERASLAN (Devamla) - Ben süreyi daha fazla aşmamak için, Sevgili Başkanımın, Çok Değerli Başkanımın da müsamahalarına teşekkür ediyorum ve Yüce Heyetinizi, siz değerli milletvekillerini saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN - Değerli milletvekilleri, şimdi, madde üzerinde soru-yanıt bölümüne geçiyoruz. Bunun süresi 10 dakika.

Şanlıurfa Milletvekili Sayın Mehmet Vedat Melik…

MEHMET VEDAT MELİK (Şanlıurfa) - Sayın Başkan, aracılığınızla Sayın Millî Eğitim Bakanına bir soru yöneltmek istiyorum.

Sayın Bakanım, biliyorsunuz, Ceylanpınar Tarım İşletmesinin içinde, eski adıyla Ceylanpınar Devlet Üretme Çiftçliğinin içinde, idare tarafından göçer olarak tarif edilen köyler var. Bunlar, bu çiftlik kurulduğu tarihten, 1942'den beri orada yerleşik yaşayan insanlar; ama, bu köyler, idare tarafından yerleşim alanı olarak kabul edilmiyor; yıllardır da süren tartışmalar var aralarında. Bu tartışmanın sonucunda da, geçtiğimiz yaz, Hamik Köyündeki bir köylü, çiftliğin bekçileri tarafından öldürüldü. Bununla ilgili olarak da Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir komisyon kuruldu, KİT Komisyonu çerçevesinde. O komisyonun çalışmaları da sanıyorum son noktaya geldi.

Şimdi, bu köyler idare tarafından yerleşim alanı olarak kabul edilmediği için, taşımalı eğitim kapsamına da girmemektedirler. Bu köylerin, Tarım İşletmesi içindeki Pınar İlköğretim Okuluna mesafeleri 45-50 kilometre; Akçakale ve Ceylanpınar İlçe Merkezlerine de yaklaşık uzaklıkları bu kadar. Şimdi, burada yaşayan 300-400 çocuk, ilköğretim çağında ve 1995 doğumlular var bunların içinde, 1992 doğumlular, 1993 doğumlular var; bu çocuklar ilköğretimlerini devam ettirebiliyorlar mı, ettiremiyorlar mı? Ettiremiyorlarsa, her ne kadar, idare tarafından köyleri yerleşim birimi olarak kabul edilmiyorsa, bu ayrı bir konudur, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı değiller mi bunlar? Bunlar, en azından ilköğretimlerini almak zorunda değiller mi?

Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Sayın Ensar Öğüt, Ardahan Milletvekili…

ENSAR ÖĞÜT (Ardahan) - Sayın Başkanım, teşekkür ederim.

Sayın Bakanım, biliyorsunuz, karakış ülkemizin her tarafını bayağı bir sıkıntıya soktu. Özellikle, coğrafî konumu nedeniyle, Doğu Anadolu ve benim bölgem Ardahan; 237 köyü var, şu anda, tamamı, yolları kapalı. Tabiî, Ardahan'ın yolları kapalı; ama, Türkiye'nin yolları da kapalı. Hakikaten, hükümetin bu konuda çok duyarlı olmasını istiyorum; ancak, siz, her ne kadar, bir hafta sonraya ertelediniz eğitimi, teşekkür ederim. Yani, en azından bir hafta ertelediniz; ama, bizim, coğrafî iklimimiz, iklim koşulları ağır olması nedeniyle -Ardahan ve Doğu Anadolu Bölgesi, güneydoğu- bir hafta sonraya ertelense de, taşımalı eğitimle gelen çocuklarımızın gelmesi mümkün değil. Bu nedenle, benim bir önerim var: Kar yağmamış, özellikle güney kıyılarımızdaki illerimizden iş makinelerini Doğu Anadolu'ya kaydırarak bu köy yollarının açılmasına katkı sunabilir misiniz? Çünkü, bu, hem bizim için hem eğitimdeki çocuklarımız için çok önemli. Şu anda, inanın, telefonlar da geldi.

Ben bir şey daha söyleyeyim: Türkiye'de, en çok bebek ve çocuk ölümü Ardahan'da. Bunların nedenlerinden biri de, şehir merkezine gelememesi çocukların. Bir de, çocukların eğitim sorunu, iyi alamaması. Hatta isim vereceğim, Çıldır'ın Baltalı Köyünde, ortalama, yani eğitim gününün yarısına gelmiş, yarısına çoçuklar gelememiş ve inanın, bir şey daha söyleyeyim. Hoçuvan köylerinde okuryazarlığı olmayan, ilkokulu bitirmiş çocuklar var. Niye, buna diploma verdiniz peki, bu çocuğun okuryazarlığı yok dedim; "mecbur kaldık; çünkü, eğer okumasa, yaşı geçmiş" diyorlar.

ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Sayın Başkan, 5 dakika doldu…

ENSAR ÖĞÜT (Ardahan) - Bu açıdan, ben, Doğu Anadolu'nun yollarının açılması ve çocukların eğitime rahat gidip gelebilmesi için, Akdeniz illerimizin iş makinelerini Doğu Anadolu'ya kaydırarak, bu mağduriyetin giderilmesini istirham ediyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Sayın Bakan, başka soru talebi yok.

Yanıt verme sırası sizde.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ceylanpınar eski Devlet Üretme Çiftliği sınırları içerisinde bulunan, kendilerine "Göçer" diye isim verilen köylü vatandaşlarımızın çocuklarının okula gidememesinden Sayın Melik şikâyet etti, yakındı. Ben bu konuyu inceleteceğim. Bunların köyünün köy olarak tescil edilip edilmemiş olması önemli değil; bunların insan olması ve bizim vatandaşımız olması önemlidir. Bu vatandaşlarımız eğer isterlerse -sayısı 300-400 dediğiniz- bütün çocuklarını devlet parasız yatılı okullarına alabiliriz. Böyle bir imkânımız var. Bunu kesinlikle temin edebiliriz. Konuyu inceleteceğim.

Türkiye'deki köy yollarının açık tutulması, Türkiye'deki yolların açık tutulmasıyla ilgili olarak da Hükümetimiz, olması gerektiğinden çok daha fazla duyarlıdır. Ama, hepinizin bildiği gibi, bu sene olağanüstü bir kış yaşanıyor. Şu anda Bitlis'te 1 metre kar var. Yollar açılıyor, sonra fırtına, tipi, tekrar yollar kapanıyor. Bunu biliyorsunuz. Tatvan-Bitlis arasındaki yol bile 1 saat arayla kapanabiliyor. Hükümetimiz bu konuda son derece duyarlıdır. Bütün köy yollarımızın açık tutulması, taşımalı eğitimin olması gerektiği gibi yapılması konusunda duyarlıyız. Bu konuda da, bildiğiniz gibi, Köy Hizmetleri Teşkilatı lağvedildikten sonra bütün imkânlar valiliklere, özel idarelere devredilmiştir. Bu meselede, özellikle taşımalı eğitimin yapıldığı yerlerde biz bu konunun takipçisi durumundayız. Bundan endişe etmeyin.

Saygılar sunuyorum.

BAŞKAN- 17 nci maddeyi oylarınıza sunuyorum…

K. KEMAL ANADOL (İzmir)- Karar yetersayısının aranılmasını istiyorum.

BAŞKAN- Karar yetersayısı arayacağım.

Kabul edenler… Kabul etmeyenler…

Karar yetersayısı yoktur; 5 dakika ara veriyorum.

 

Kapanma saati: 17.17


DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 17.28

BAŞKAN: Başkanvekili Ali DİNÇER

KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Ahmet Gökhan SARIÇAM (Kırklareli)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 55 inci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

1009 sıra sayılı kanun tasarısının görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

V.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

3.- Kamu Kurum ve Kuruluşlarına Bağlı Okulların Millî Eğitim Bakanlığına Devredilmesi ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1050) (S. Sayısı: 1009) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon?.. Burada.

Hükümet?.. Burada.

Tasarının 17 nci maddesinin oylanmasında karar yetersayısı bulunamamıştı. Şimdi, oylamayı tekrarlayacağım, karar yetersayısı arayarak.

17 nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…Kabul etmeyenler…

Karar yetersayısı vardır; madde kabul edilmiştir.

18 inci maddeyi okutuyorum.

Yürütme

MADDE 18.- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN - Madde üzerinde söz isteyenler; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Adana milletvekili Nevin Gaye Erbatur; buyurun.

Süreniz 10 dakika.

CHP GRUBU ADINA N. GAYE ERBATUR (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1009 sıra sayılı Kamu Kurum ve Kuruluşlarına Bağlı Okulların Millî Eğitim Bakanlığına Devredilmesiyle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 18 inci maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım; sizi ve Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Eğitim, toplum için gelişimi hızlandırma, yetenekleri uyandırma, insanları güçlendirme ve haklarını koruma bakımından tek başına, başka herhangi bir girişime göre daha büyük bir kapasiteye sahiptir. Eğitime yatırımda, bir ülkenin kendi ekonomik ve sosyal refahının gelişmesi ve demokratik bir toplumun temelini atması için izlenebilecek en emin ve doğru yol olarak düşünülür. Yoksul ülkelerin bütçelerinden eğitime ayrılan payın artması, azgelişmişliğin bir çözümü olarak sunulur. Anayasanın 42 nci maddesi, eğitimi, sosyal ve ekonomik insan haklarından biri olarak ele alır. Öğrenim ve öğretim, birey açısından bir hak olarak tanımlanırken, devlet bakımından başta gelen görevlerden biri sayılmıştır. Bu nedenle Anayasa, devlete, eğitim hakkını ve eğitim eşitliğini sağlamaya yönelik önlemleri alma görevini yüklemiştir.

1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanununu ise, eğitim kurumlarının cinsiyet ayırımı gözetilmeden herkese açık olması, eğitimde kadın-erkek herkese fırsat ve imkân eşitliğinin sağlanması, okullarda kız-erkek karma eğitimin yapılması; ancak, eğitimin türüne, imkân ve zorluklarına göre, bazı okulların yalnızca kız veya erkek öğrencilere ayrılması ilkelerini benimsemiştir. Ancak, okulun uygun davranış biçimlerini ve kültürel normları benimsetme işlevi, kasıtlı ya da kasıtsız olarak, toplumsal cinsiyet içerikli iletiler taşır. Dolayısıyla, okullar, hangi düzeyde olurlarsa olsun, kız ve erkek çocuklar ile kadınlar ve erkekler hakkındaki kalıp yargıların ve sınırlayıcı görüşlerin taşıyıcılarıdır. Var olan toplumsal güç ilişkileri içinde kadınlar, çoğunlukla bu ilişkilerin alt kesiminde yer alırlar. Eğitim de, kadını güçler hiyerarşisinin alt basamaklarında tutacak biçimde yapılandığı ve gerçekleştiği ölçüde, ataerkil kültür ve ideolojinin yeniden üretimine hizmet eder. 1995'te bir taahhütler konferansı olarak yapılan Dördüncü Dünya Kadın Konferansı ardından yayınlanan Pekin Deklarasyonunda, eğitim ve öğretimdeki eşitsizlikler ile yetersizlikler ve bunlara ulaşmadaki eşitsizlik, 12 temel kritik alandan biri olarak gösterildi. Buna göre, kadınların okuryazar olması, aile içinde sağlık, beslenme ve eğitimi geliştirmenin, kendilerini ifade etmelerini sağlayacak yeni bir dil kazanması, olanaklardan ve risklerden haberdar olmak ve doğrudan karar alma süreçlerine katılmak için güçlenmelerinin en önemli amaçlarındandır.

Araştırmalar, kadınların eğitimden erkeklerle eşit ya da onlardan daha fazla yarar sağladığını, düşük gelir grubundaki ülkelerde kadın eğitimine yapılan yatırımın erkek eğitiminden daha yüksek verimi olduğunu göstermektedir. Eğitim, kadınlara, ilgilerini ve çıkarlarını özel yaşama ve eve kapatmaktan çıkararak, geleneksel kadın ortamlarından farklı çevrelere taşıma şansı vermekte, kadının hareket ve girişim özgürlüğünü artırmaktadır. Kadının eğitim düzeyinin yükselmesiyle, aile başına daha az çocuk düşmekte, daha az çocuk ölümüyle karşılaşılmakta, evlilik yaşı ertelenmekte, daha sağlıklı, daha iyi beslenmiş ve eğitilmiş çocuklar yetişmesi olasılığı güçlenmekte, özellikle kız çocuklarının eğitim şansı yükselmektedir.

Türkiye'de, bütün yaşlarda ölüm olasılığı, daha yüksek eğitim düzeyine sahip annelerin çocukları arasında daha düşüktür. Türkiye'de, genel olarak okumaz-yazmazlık, özel olarak ise kadın okumaz-yazmazlığı önemli bir sorun olmayı sürdürüyor. Her düzeyde, kız çocuklarının eğitimde erkeklerden daha az temsil edildiği görülmektedir.

Kadına yönelik olarak eğitim alanında yapılan diğer bir ayırımcılık da, ders kitaplarında ve eğitim materyallerinde yapılan ayırımcılıktır. 2005-2006 eğitim-öğretim yılında ders kitaplarında cinsiyetçi öğeler halen devam etmektedir. Kullanılan ders kitaplarımızda, aile içinde hiyerarşik bir düzen vardır ve bu düzende erkek en yukarıdadır. Örneğin, çocuk, annesine "demokrasi ne demek anneciğim" diye sorduğunda, annesi "baban geldiğinde ona soralım" der; yani, bilgiyi sunan erkektir. Erkekler paranın sahibi olarak gösterilmektedir. Ailenin yeniden üretimi kadındadır. Kadın, sürekli mutfakta gösterilmekte, az örnekte olmakla birlikte, erkek de mutfakta olsa da, kadına yardımcı gibi gözükmektedir.

Bu yıl, diğer yıllardan farklı olarak, sözlü şiddet ders kitaplarına girmiştir; ancak, sadece annenin çocuğa şiddeti gösterilmektedir. Oysaki, aile içinde şiddeti en yaygın uygulayan baba ya da ailedeki diğer erkeklerdir. Matematik kitaplarında bile cinsiyetçi öğeler vardır. Annenin gösterimi her zaman ev içi rollerin yeniden üretilmesiyle olmaktadır. Millî Eğitim Bakanımıza, bu vesileyle, eğitim materyallerinin cinsiyetçi öğelerden tam olarak ne zaman arındırılacağını sormak istiyorum?

Yedi ve sekizinci sınıflarda okutulması zorunlu olan insan hakları ve vatandaşlık dersleri, bu öğretim yılında müfredattan kaldırılmıştır. Bakanlık yetkilileri, bunun diğer sınıflardaki dersler içinde verilmekte olduğunu söylemektedir. Eğer, tüm ders kitapları insan haklarına saygılı bir dille kaleme alınmazsa, çocuklarımız, vatandaşlık ve insan haklarını nasıl öğreneceklerdir? Kaldı ki, imzaladığımız uluslararası sözleşmelere göre, vatandaşlık ve insan hakları dersinin ayrı bir ders olarak okutulması da zorunludur. Anayasanın 90 ıncı maddesi bu anlamda ihlal edilmektedir.

2005-2006 öğretim yılı başında 30 kişilik sınıflarda tekli ve normal eğitim yapabilmek için 3 200 okula, 96 000 dersliğe, 110 000 öğretmene ihtiyaç duyuluyor. Doğan çocuk sayısının sağlıklı bir şekilde bilindiği bir ülkede, okul çağına gelecek çocuk sayısı da bellidir. Öğretmen açığının bu rakamlarda olması anlaşılabilir bir sorun değildir. Öğretmen yetiştiren okullarımızın mezun ettiği öğrenci sayısı nasıl oluyor da bu açığı kapatamıyor; nasıl oluyor da birçok öğretmen işsiz? Bu, açıkça eğitim politikalarındaki temel yanlışı ve temel sorunu yansıtmaktadır.

Çağdaş, aktif eğitim modellerini birçok özel okul uygularken, devlet okulları hâlâ klasik eğitim modellerini uygulamaktadır. Çağdaş, aktif eğitim modelleri, öğrenci merkezli, sorgulayıcı, okul ve bilimsel düşünme modelini geliştiren bir eğitim modelidir. Bu modelle eğitim alan öğrenciler, öğrenmeyi öğrenmektedir. Gelişmiş ülkelerin yıllardır uyguladığı bu çağdaş, aktif eğitim modellerini Millî Eğitim Bakanlığının ne zaman hayata geçireceğini de öğrenmek istiyorum.

Mesleklere göre kadın ve erkeklerin tercihlerine dikkat edersek, öğretmenlik bir kadın mesleği olarak görülür; ancak, Millî Eğitim Bakanlığı merkez örgütünde, neredeyse hiç kadın yönetici yoktur. 1999 yılı verilerine göre, 14 634 ilk ve ortaöğretim yöneticisi orasında 759 kadın bulunmaktadır. Millî Eğitim Bakanlığında görevli 159 başmüfettişten 6'sı, 100 müfettişten ise 40'ı kadındır. Gene Bakanımıza sormak istiyorum: Bugün durum nedir; düzelmiş midir, daha mı kötü olmuştur?

Kadının insan hakları, kadına karşı her türlü ayırımcılığın önlenmesini, kadının karar alma süreçlerine ve mekanizmalarına eşit katılımını, eşit ve uygun iş koşullarını, insanlık dışı aşağılayıcı davranışlara maruz kalmama hakkını ve tüm bu haklara temel oluşturan eşit ve ayırımcı olmayan eğitim hakkını ifade eder. Eğitimin cinsiyetçi olmayan bir bakış açısına kavuşturulması sağlanabilirse, kadını ve erkeği eşit bir toplum haline gelebiliriz.

Eğitim, temel bir kamu görevidir. Bu ülkede yaşayan tüm çocukların bu haktan eşit olarak yararlanması gerekir. Devlet, tüm öğrencilerin belli bir eğitim düzeyine ulaşmalarını sağlamakla görevlidir. Çocuğun eğitim hakkının gerçekleşmesi, onu, yoksulluk, istemediği işlerde çaresiz olduğu için çalışma, ticarî amaçlı seks sömürüsü ve silahlı çatışma gibi tehlikelerden koruyacaktır. Bilgili ve sorumlu bir yurttaşın haklarını talep etme ve bu haklardan yararlanma yeteneği, onun alacağı iyi bir eğitime bağlıdır.

Bu düşüncelerle, millî eğitim sistemimizin özgür ve eşit bireyler yetiştireceği günlerin özlemiyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlarım.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Kişisel olarak söz isteyen, Balıkesir Milletvekili Orhan Sür. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika Orhan Bey.

ORHAN SÜR (Balıkesir) - Sayın Başkan, çok sevgili milletvekili arkadaşlarım; görüşülmekte olan yasanın 18 inci maddesi hakkında şahsım adına söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, bu madde yürütme maddesi. Elbette, yasaya göre, yürütme, Bakanlar Kuruluna ve dolaylı olarak da, tabiî ki, bu yasa millî eğitimi ilgilendiren bir yasa olduğuna göre, Millî Eğitim Bakanlığınca ve Millî Eğitim Bakanlığının bürokratlarınca yürütülecek, yaşama geçirilecek bir yasa.

Tabiî, benim bu konuda bazı tereddütlerim var. Tereddütlerim nereden kaynaklanıyor? Millî Eğitim Bakanlığımızın bürokratları, maalesef, okuduklarını pek iyi anlayamıyorlar. Şimdi, bunu nereden çıkarıyorsunuz diyeceksiniz. Kendilerine verdiğim soru önergelerine verdikleri yanıtlardan çıkarıyorum. Çünkü, ben, Sayın Millî Eğitim Bakanımıza bazı sorular soruyorum. Tabiî, dolaylı olarak bu bürokratlarımız tarafından inceleniyor bu sorduğum sorular ve bir yanıt hazırlanıyor, Sayın Millî Eğitim Bakanımızın da imzasıyla bu yanıt bize geliyor, biz de bu yanıtı Sayın Millî Eğitim Bakanımızın yanıtı olarak kabul ediyoruz. Bu yanıtlara baktığımızda, sayın bürokratların, bizim sorduğumuz soruları ya okumadıklarını görüyorum ya da okuduklarını anlamadıklarını. Dileyelim, bu yasayı da bu şekilde yorumlamazlar, yasanın özüne sadık kalarak uygularlar.

Şimdi, bazı iddialarda bulunuyoruz. Nedir iddialarımız; sayın bürokratların, bu konuda, maalesef, okumadıkları veya okuduklarını anlamadıkları.

Değerli arkadaşlarım, geçtiğimiz günlerde, 2005 yılı içinde, Millî Eğitim Bakanımızdan yanıtlaması amacıyla 3 tane soru önergesi vermiştim. Bu soru önergesinin yanıtları bana ulaştı. Konu, ilköğretim "Türkiye Cumhuriyeti İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük" kitabıydı, 2005 yılında basılan kitap ile 2004 yılında basılan kitap arasındaki farklılıkları içeriyordu. Bu farklılıkların birkaç tanesini gündeme getirmiştim. Bunların bazılarını Sayın Genel Başkanımız Deniz Baykal da bir Grup konuşmasında dile getirdi. Sayın Bakanımız burada bu konulara biraz yanıtlar verdi ve bana, sonuçta, yazılı olarak da yanıtlar ulaştı. Şimdi, yanıtlar elimde. Okuduğumda, inanın, benim sorduğum soruların çoğunun yanıtının verilen yanıtlarda olmadığını görüyorum.

Değerli arkadaşlarım, örneğin, bayrağımızla ilgili bir soru sormuştum. Neydi; niye bayrağımızın altındaki bayrağı tanıtan bölüm çıkarıldı diye. Bana verilen yanıt: Bayrak olmalı, bayrak varsa sorun yok. Bayrak var; var da, altındaki tanıtan bölüm niye çıkmış, yanıtta yok.

Bunun dışında, benim çok önemsediğim, Atatürk'ün o güzel Onuncu Yıl Nutkunun bu kitaptan çıkarılmasıydı. Verilen yanıtta iki tane ana unsur var. Bir tanesinde deniliyor ki: "Bu bölüm halifeliğin kaldırılmasıyla ilgili bölüm, o nedenle çıkardık." İkincisi de şu: "Biz bunu buradan çıkardık; ama, lise son sınıfın müfredatına koyduk."

Değerli arkadaşlarım, şimdi, şunu kabul edelim: Bu ülkede mecburî eğitim 8 yıl. Yani, 8 yılda insanlarımızı, çocuklarımızı mecburen eğitiyoruz ve eğittiğimiz bu çocuklarımızın yaklaşık yüzde 40'ı lise öğretimine devam etmiyor. Yani, diyoruz ki, Millî Eğitim Bakanlığımız diyor ki: "Yüzde 40'ı, Atatürk'ün Onuncu Yıl Nutkunu okumayıversin efendim." Bu anlama geliyor verilen yanıt.

İkinci yanıt daha önemli. "Bu bölüm, halifeliğin kaldırılması bölümüydü" diye… Kitap benim elimde. O bölüm, halifeliğin kaldırılması bölümü değil, cumhuriyetin ilanı bölümünün arkasına konulmuş bir yazı. Şimdi, benim anadilim Türkçe, gördüğümü de anlıyorum, sorduğumu da biliyorum ve bu sorulara düzgün yanıtlar istiyorum Sayın Bakanım, düzgün yanıtlar istiyorum.

Daha da ileri gitmek istiyorum. Bu kitapların nasıl yazıldığından, hangi amaçlarla yazıldığından, Türk Millî Eğitiminin hedefinin ne olduğundan, insan haklarından falan bahsediliyor bana verilen yanıtlarda. Peki, şimdi size soruyorum: Bu kitapları yazan yazarların hiç mi hakkı yok? Bu kitaplarda bu değişiklikleri yaparken, hangi kitabın yazarından izin aldınız? Onların görüşlerini aldınız mı; hayır, almanıza gerek yok diyorsunuz. Neden gerek yok? Burada, bu insanların isimlerini yazarları olarak yazıyorsanız, bu kitapların üzerinde yaptığınız her değişiklikten bu insanların hakkı var. O zaman, insan hakları nerede kaldı?! Millî Eğitimin bu konudaki inceliği, Talim ve Terbiye Kurulunun bu konudaki sorumlulukları nerede kaldı?! Ama, tabiî, Talim ve Terbiye Kurulunu bir günde değiştirirseniz, o Talim ve Terbiye Kurulu da gelir, işte, geçmişi bir kalemde silmeye kalkar, kendi kafasına göre burada değişiklikler yapar ve arkasına da bir şey eklersiniz…

İBRAHİM KÖŞDERE (Çanakkale) - Cımbızla…

ORHAN SÜR (Devamla) - Cımbızla, cımbızla… Tabiî, cımbızla aramışlar arkadaşlarımız, cımbızla aramışlar.

Güncelleme komisyonu…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ORHAN SÜR (Devamla) - Sayın Başkanım, bitireceğim.

BAŞKAN - Toparlayın lütfen.

Buyurun.

ORHAN SÜR (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, tarih kitaplarının güncellendiği nerede görülmüş?! Tarih güncellenir mi?! 18 yıldan beri bu kitap yayınlanıyor, güncellemeye gerek duyulmamış, 18 inci yıl duyulmuş güncellemeye gerek veya 17 nci yıl duyulmuş. Değerli arkadaşlarım, bunlar yanlış! Bunlar yanlış!

Bakın "cımbızla" diyorsunuz. Evet, cımbızla çok iyi ayıklamalar yapıyorlar. Bakın, cımbızla yapılan ayıklamayı göstereyim size. İlk kitapta yayınlanan Mustafa Kemal ve eşinin resmi… İkinci kitapta yayınlanan Mustafa Kemal ve eşinin resmi… Bu size bir şey kazandırmaz Sayın Bakanım. Bunlar ucuz oyunlar!.. Bunlar ucuz oyunlar!.. Bunlarla lütfen uğraşmayın.

MURAT YILDIRIM (Çorum) - Size ne kazandıracak?

ORHAN SÜR (Devamla) - Bize ne kazandıracak değil, bunları değiştirmeye kalkıyorsunuz, gerekçesini bize açıklamak zorundasınız. Gerekçelerini, bunları yazanlara açıklamak zorundasınız. O zaman kendiniz ayrı kitap yazın. O zaman ayrı kitap yazın.

Bakın Sayın Bakanım, biraz önce, gündemdışı bir konuşmaya burada bir yanıt verdiniz. Ermeni konulu bir konuşmaydı ve o konuşmada bir yanıt verdiniz, o yanıtı hepimiz burada dinledik; ama, bu kitabın "Türk-Ermeni İlişkileri" diye bir okuma parçası var.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Maddeyle ne alakası var?

ORHAN SÜR (Devamla) - Bu okuma parçasının son cümlesini okursanız, inanıyorum ki, siz, bu okuma parçasını bu kitabın içine almazsınız. Tutanaklara geçirmemek için burada bu cümleyi okumuyorum. Eğer, bu cümleyi okursanız, Talim Terbiye Kurulundaki bu arkadaşlarımızın, hangi konularda cımbızla ayıklama yaparken, neleri kaçırdıklarını görürsünüz ve o zaman buraya bunu bastırmazsınız. Sizden rica ediyorum, bunu, lütfen, değiştirin. Bu, Türkiye Cumhuriyetinin tezi değildir. Bu, birisinden alınmış bir yazı olabilir. O zaman, bu yazıyı buraya koymayın, buraya başka bir yazı koyun. Buraya başka bir yazın koyun. Lütfen, bu kitabı yazan insanlara saygı gösterin, bu kitaba emek veren insanlara saygı gösterin ve bu kitabı yazıp, Türk toplumunun önüne çıkaran, yıllarca bu kitabı yayınlayan insanların hakkını da verin diyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum.

Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Başkan, müsaade eder misiniz?

BAŞKAN - Hükümet adına Sayın Bakanın konuşma talebi var.

Sayın Çelik, mikrofon sizin, kürsü sizin; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan yasa tasarısıyla ilgili olarak görüşlerini beyan eden değerli milletvekili arkadaşlarımız, yasa tasarısının dışında her şeyi burada ifade ettiler; kendilerine teşekkür ediyoruz.

Ben, burada bir iki hususa açıklık getirmek istiyorum. Özellikle, iki şeyi çok önemsiyorum. Bir konuşmacımız, Sayın Kepenek, dedi ki: "Bu bakanlığın, Sayın Bakanın, hükümetin, eğitimle ilgili bir felsefesi var mıdır, bir ufku var mıdır; biz bunu anlamadık."

Sayın Kepenek, şunu söyleyeyim: Biz, evet, o felsefeye sahibiz. O felsefe bizim parti programımızda var, o felsefe bizim hükümet programımızda var, acil eylem planımızda var ve o felsefe paralelinde de birçok icraat yapılmıştır. Belki, zatıâlinizin bundan haberi yoktur.

Arkasından, Sayın Erbatur dedi ki: "Çağdaş, aktif eğitim modeli ne zaman yürürlüğe sokulacak?"

Bakın, hemen şunun altını çizmek istiyorum: Dün Yükseköğretim Kuruluyla birlikte, eğitim fakültelerindeki öğretim üyelerimizle birlikte bir toplantı yaptık. Bu, bir paylaşım toplantısıydı. Orada esas konu şu idi: Millî Eğitim Bakanlığı, malumunuz, müfredatı değiştirdi. Bu müfredat paralelinde öğretmen yetiştirilmesi gerekiyor. Orada, Yükseköğretim Kurulunun yöneticileri de vardı ve bu müfredatın felsefesi, bu müfredatın çağdaş yaklaşımı, bütün üniversite öğretim üyeleri tarafından, özellikle,. meseleden derinlemesine haberdar olan öğretim üyeleri tarafından, sayın YÖK yöneticileri tarafından, OECD tarafından, Dünya Bankası tarafından, Avrupa Birliği tarafından, yerli-yabancı bütün otoriteler tarafından tespit edilmiştir, kabul edilmiştir ve Türkiye'de bununla ilgili yaptığımız incelemeler, müfredatın uygulanmasıyla ilgili olarak yaptığımız bütün anketlerden de, gerek öğretmenlerimizin gerek velilerimizin gerekse öğrencilerimizin bu çağdaş yöntemi, bu çağdaş müfredatı benimsediklerini, kabul ettiklerini ve sizin sözünü ettiğiniz çağdaş, aktif eğitim modelini sorgulayıcı, öğrenci merkezli eğitimi kabul ettiklerini ve bunun son derece olumlu sonuçlar verdiğini göstermiştir, ortaya koymuştur.

Bu, zaten uygulanmıştır. Şu anda, bakın, daha 2004 yılında başlamış oldukları bu, pilot uygulama olarak uygulanmıştır. Türkiye çapında 120 okulda pilot uygulama olarak uygulanmıştır ve 2005-2006 eğitim-öğretim yılında da bütün Türkiye'de bu uygulanmaktadır, şu anda Türkiye'deki bütün okullarda uygulanmaktadır. Ders kitapları bu paralelde hazırlanmıştır, hazırlanmaktadır. Bunu, sizlerle özellikle paylaşmak isterim. Bazı arkadaşlarımızın bazı şeylerden haberdar olmaması, onların olmadığı anlamına gelmez değerli arkadaşlarım.

Şimdi, bir başka şey…

N. GAYE ERBATUR (Adana) - Sayın Bakan, öğretmen yetiştirmeden müfredata geçiyorsunuz.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Müsaade edin…

Şimdi, değerli arkadaşlar, özel…

N. GAYE ERBATUR (Adana) - Bununla ilgili yetişmiş öğretmen yok hizmetiçi eğitimde.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Hizmetiçi eğitimleri de devam ettiriyoruz efendim.

N. GAYE ERBATUR (Adana) - Öğretmen olmadan müfredat olmaz!

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Özel öğretim kurumlarıyla ilgili yasa 1965 yılında çıkmış. Bakın, aradan 41 yıl geçti ve köprünün altından çok sular geçti, çok sular aktı. Bunun, bugüne, bugünün şartlarına, bugünkü dünyadaki yaklaşıma göre ele alınması gerekiyordu. Bütün özel öğretim kurumlarının, değerli arkadaşlar, genel öğretim içindeki bütün payı yüzde 1,9'dur, yüzde 2 değildir. Biz, yüzde 98,1 öğrencimize devlet imkânlarıyla, kamu imkânlarıyla eğitim-öğretim yaptırıyoruz ve bu konudaki çabamız, gayretimiz ortadadır. Hükümetimiz son üç yıldır eğitime en büyük payı ayırmaktadır. Dolayısıyla, sanki bütün gayretimiz, bütün emeğimiz özel okullardan yana imiş de, devlet okullarını ihmal etmişiz şeklindeki, aslında, bir suçlamanın, bir ithamın muhatabı biz asla değiliz.

Şimdi, bazı özel öğretim kurumlarına giden öğrenciler veyahut da özel öğretim kurumlarına giden öğrencilere 1 000 YTL destekte bulunulması dün de dile getirildi. Bir sefer, bütün gidecek öğrencilere uygulanacak bir şey değil.

Bir de, arkadaşlar, bir tasarıyı görmeden, bir kanun teklifini görmeden, onun bütün detaylarına vâkıf olmadan onun üzerinde yorum yapmak, bilgi sahibi olmadan hüküm sahibi olmak, peşin hükümlülük demektir. Özel okullar yasası geldiği zaman, bütün maddeleriyle ilgili, değerli muhalefet mensupları, iktidar mensupları zaten görüşlerini söyleyecekler; ama, tabiî, bu konuda yaklaşım farklılığı içerisinde olmamız son derece tabiîdir. Eğer, bu konularda, özellikle bu tür meselelerde, ekonomik meselelere olan yaklaşımda, sosyal politikalara olan yaklaşımda biz zaten farklı görüşlere sahip olmasaydık, biz AK Parti, siz Cumhuriyet Halk Partisi olmazdınız. Bu konuda sizin gibi düşünmüyoruz, bu konuda sizin gibi düşünmediğimiz için de son derece mutluyuz. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Bir başka şeye gelelim. Yine, dün, bir değerli milletvekili arkadaşımız dedi ki; benim 21 inci Dönem Meclisinde yaptığım bazı konuşmalardan alıntılar yaptı: Sayın Bakan muhalefet sıralarında otururken böyle söylüyordu, şu anda bakan koltuğunda oturuyor; ne diyor?

Arkadaşlar, ben, muhalefet sıralarında otururken, 21 inci Dönemdeki yaptığım bütün konuşmaları kitap olarak yayımladım. Bakın, bunlar hem tutanakta var, bunlar gizli konuşmalar değil. "Öğretmene kaynak var mı" diye sormuşum.

Bakın, ben size bir şey söyleyeyim. Biz, şu anda -çok yakında, yasa, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, siz değerli arkadaşlarımın huzuruna geliyor- öğretmenlere seyyanen 40 + 40 zam yapıyoruz. (AK Parti sıralarından alkışlar) Değerli arkadaşlar, öğretmen maaşlarının 800 000 000 ile 1 milyar arasında olduğunu eğer düşünürseniz, 80 000 000'luk zam yüzde 10'luk bir zam demektir. 2006 yılında enflasyon beklentisi yüzde 5'tir, tahmin edilen enflasyon yüzde 5'tir. Bakın, bütün memurlara yapılan yüzde 5'lik zam öğretmenlere yapılmıştır, artı, ilave olarak 40 + 40 şeklinde seyyanen zam yapılmıştır ve bu, yakında gelecektir.

Bir başka şey; öğretmenlerin ekders ücretlerine, yıllardan beri -son on yıla doğru şöyle bir gidelim- ne kadar zam yapılmıştır? Bakın, enflasyon oranı yüzde 5. Biz, enflasyon oranının kat kat kat kat üzerinde öğretmenlerimizin ekders ücretine zam yapıyoruz ve yakında bunu da getireceğiz. Evet, kaynak vardır ve yapıyoruz. (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Şimdi, bir başka şey; özellikle, zaman zaman yanlış anlaşıldığı için -ben bu yanlış anlaşılmayı da düzeltmek isterim- bir milletvekili arkadaşımız sürekli olarak bunu tekrarladığı için, özellikle cevap verme gereği duyuyorum. Efendim, son iki, üç yılda sıfır alan öğrencilerin oranında yüzde 70'lik bir artış olmuştur.

Değerli arkadaşlar, bakın, bir kez burada bunu izah ettim, bu vesileyle bir kez daha söylüyorum. Bu bir ölçme ve değerlendirme yönteminden kaynaklanıyor; o da şudur: Gerek ÖSYM tarafından gerekse Millî Eğitim Bakanlığı Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğü tarafından, 2003 yılına kadar, bir öğrencinin ham puanı ne olursa olsun -ister 0,5; 0,4; 0,3; 0,1 bile olsa- değerlendirmeye tabi tutuluyordu ve bundan dolayı, sıfır alan öğrenci sayısı neredeyse sıfırdı; fakat, 2003 yılından itibaren bir karar alındı ve denildi ki: Bundan böyle, ham puanı 0,5 ve altında olanların puanı değerlendirmeye değmez şeklinde ele alınacak ve bunlar değerlendirme dışı bırakılacaktır.

Şimdi, her 0,1 aralığında da 10 000 öğrenci var. Eğer biz eski ölçme ve değerlendirme yöntemine dönersek, sıfır alan öğrenci sayısını karşınıza sıfır olarak getirebiliriz. Yani, geçmişte çok azdı da şimdi artmış şeklinde asla bir durum söz konusu değildir. Bunu birkaç kere izah ettim. ÖSYM'nin yaptığı sınavlar için de bu geçerlidir, bizim yaptığımız ortaöğretim kurumları giriş sınavı için de böyledir. Bu, tamamen, teknik bir hesaplama şeklinden kaynaklanmaktadır. Geçmişte iyi olup da bugün kötü olan bir durum yoktur. Bakın, bugün dünden çok iyidir, yarın bundan da daha iyi olacaktır. Hepinizin buna inanmasını istiyorum.

Değerli milletvekilleri, bakın, özellikle bir şeyin daha altını çizmek istiyorum: Biz, 15 yeni üniversitenin kurulmasıyla ilgili tasarıyı getirdik, hep birlikte destekledik, çıkardık. Üniversitelerimize, üniversite esprisine son derece büyük bir önem atfediyoruz.

Değerli arkadaşlarım, bakın, şu anda, yurt dışında 70 000 evladımız var, 70 000 evladımız yurt dışında eğitim yapıyor. 1980 yılında bütün dünyadaki üniversite öğrencisi sayısı 50 000 000'du, yirmi yıl sonra, 2000 yılında 100 000 000 oldu. Bakın, yirmi yılda yüzde 100 arttı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Sayın Başkanım, bitiriyorum.

Yapılan hesaplamalara göre, 2020 yılında bu sayı 200 000 000 olacak ve bizim yaptığımız demografik hesaplara göre, bakın, şu anda, 1 900 000 civarında üniversite öğrencisi var, 2023 yılında, cumhuriyetin 100 üncü yılında, Türkiye'deki üniversite öğrenci sayısının, yine, eğer, dünyadaki bu eğilime biz de uyarsak, dünya standartlarını yakalarsak, asgarî 5 000 000 - 6 000 000 civarında olması gerekiyor. Şimdi, bunun hazırlığını yapmak zorundayız. Hiçbir hazırlık yapılmamıştır diye ifade edildi. Bizim hükümetimiz döneminde, son zamanlarda kurulanlarla birlikte 80 adet fakülte ve yüksekokul -bakın, meslek yüksekokulu değil- 4 yıllık lisans eğitimi yapan fakülte ve yüksekokul kurulmuştur; 46-47 tanesiyle de ilgili olarak işlemler devam ediyor. Bu altyapı değildir de…  İlkokul kurmaktan söz etmiyorum; fakülte ve yüksekokul kurmaktan söz ediyorum. Bunun bilinmesini istiyorum.

Eskişehir Milletvekilimiz Sayın Yücesan, Eskişehir'deki ilköğretim yatırımlarıyla ilgili olarak bazı ifadeler kullandı. Biz, 2005 yılı içerisinde, kamu kaynaklarından Eskişehir İlimize 21 trilyon 100 milyarlık yatırım yapmışız ve raylı sistemlerle ilgili olarak da -Sayın Milletvekilimizin bilmesini istiyorum- İstanbul, Eskişehir, Erzincan ve Sivas İllerinde olmak üzere 4 ilimizde, raylı sistemlerle ilgili olarak eğitim-öğretim faaliyeti başlamıştır. Bunu da, buradan, sizlere duyuruyorum.

Ayrıca, Eskişehir'deki halk eğitim merkezi müdürünün atamasıyla ilgili bir usulsüzlük olduğu ifade edildi. Değerli arkadaşlarım, hiçbir usulsüzlük yok. Komisyon tarafından yapılan elemeler, sınavlar sonucu ilk 5'e giren adaylar Sayın Valiye takdim edilir, Sayın Vali tarafından birinin ataması yapılır. Halihazırda halk eğitim merkezi müdürlüğüne atanan şahıs, bu 5 kişi arasında olduğu için atanmıştır. Bu konuyla ilgili herhangi bir problem yoktur.

Arkadaşlarımın dile getirdikleri bazı hususlarla ilgili detaylar var; ama, ilgili zamanlarda onlara da gerekli cevapları vereceğim.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Ders kitabı…

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Ders kitabıyla ilgili olarak, Sayın Sür'ün sorularına, ben, burada cevap verdim. Daha sonra…

ORHAN SÜR (Balıkesir) - Yine, aynı şeyler…

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Bakın, burada cevap verdim, bu kürsüde cevap verdim. Biz, ders kitaplarını büyük bir incelikle, titizlikle hazırlıyoruz. Özellikle…

ORHAN SÜR (Balıkesir) - Kuvayı Milliyeyi yanlış yazıyorsunuz.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Hayır, ben… Sayın Sür, bakın, size cevap verme konumunda olmayan bürokratları, siz, okuduklarını anlamamakla suçladınız. Bu arkadaşlarım, okuduklarını sizin kadar anlıyorlar, sizden iyi anlıyorlar.

Saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

ORHAN SÜR (Balıkesir) - Cevapları yok burada, cevap!.. Cevaplar burada!

BAŞKAN - Kişisel ikinci söz için, Mustafa Ataş?.. Yok.

Kütahya Milletvekili Alaettin Güven... (AK Parti sıralarından alkışlar)

YAKUP KEPENEK (Ankara) - Sayın Başkan, soru hakkımızı kullanacak mıyız?

BAŞKAN - Soru-yanıt bölümüyle ilgili, ekranda kaydınız var.

ALAETTİN GÜVEN (Kütahya) - Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; 1009 sıra sayılı Kamu Kurum ve Kuruluşlarına Bağlı Okulların Millî Eğitim Bakanlığına Devredilmesine Dair Kanun Tasarısının 18 inci maddesi üzerine şahsım adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sözlerime başlarken, biraz önce bu kürsüden Millî Eğitim Bakanımız, öğretmenlerimizin maaşlarına ve ekders ücretlerine dair yapılması planlanan iyileştirmeyi açıkladığı için, kendisine teşekkür ediyorum, Bakanlık çalışanlarını ve hükümetimizi, bu çalışmalarından dolayı kutluyorum.

Değerli arkadaşlarım, Millî Eğitim Bakanlığı, hep de gördüğümüz, bildiğimiz gibi, büyük ve ilk projelere imzayı atıyor ve bu projeleri bir bir hayata geçiriyor. Bu projelerden birisi de "Eğitime Yüzde Yüz Destek Kampanyası" olarak karşımızda duruyor. Bu kampanyayla, Türk eğitim sektörünün nitelik ve nicelik sorunlarının, devlet, özel sektör ve üçüncü sektör olan sivil toplum kuruluşlarıyla el ele verilerek çözümlenmesi amaçlanmaktadır.

Eğitime Yüzde Yüz Destek Kampanyası çerçevesinde, 960 okul binası yapılmış, bu kampanyayla birçok güzel okulumuz eğitim faaliyetlerine kazandırılmıştır. Bu kampanya çerçevesinde Kütahya'da yapılan Nafi Güral Fen Lisesi açılışını, 2005-2006 öğretim yılı açılış törenleri münasebetiyle Sayın Başbakanımız yapmıştır, teşekkür ediyorum. Dileğimiz, bu okulların yurdumuzun bütün bölgelerinde devlet-millet işbirliğiyle yapılmasının sürdürülmesi. Hem Millî Eğitim hem de özel sektörün yaptığı bu tür okulların mimarisinde, gelenekle geleceğin birleştirilmesine önem verilmektedir. Bu yeni okul binaları, estetik açıdan, Anadolu medeniyetlerinin özelliklerini taşımaktadır. Bu okullarda 30 kişilik sınıflarda eğitim yapılması hedeflenmektedir.

Bütün dünyayla iletişime geçmenin önemli bir yolu olan internetin bütün okullarımızda bağlanmasına çalışılmaktadır. Şu ana kadar 45 000 okulumuzun internetleri bağlanmış, bunun bütün okullarımızı kapsayacak şekilde geliştirilmesi hedeflenmektedir.

Millî Eğitim Bakanlığımızın bu hedeflerinin bir bir gerçekleşmesi temennisiyle yasa tasarısının hayırlı uğurlu olmasını temenni ediyor saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Şimdi, 10 dakikalık soru-yanıt bölümüne geçiyoruz.

İlk soru, Van Milletvekili Sayın Mehmet Kartal'ın.

SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Sayın Başkan, son maddede soru olmaz.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Mehmet Kartal.

MEHMET KARTAL (Van) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakanım, taşımalı eğitim sistemine son vermeyi düşünüyor musunuz? Doğu Anadolu Bölgesinde çok külfetli ve risklidir bu sistem. Bunların yerine yatılı bölge okullarının sayısını artırmayı düşünüyor musunuz? Örneğin: Van Gedikbulak Nahiyesine bağlı 22 köy vardır, nüfusu da bir ilçe nüfusundan fazladır. Bu yatılı bölge okullarına, önümüzdeki yıllardaki bütçenizde de olsa, yer verecek misiniz?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Sayın Yakup Kepenek.

YAKUP KEPENEK (Ankara) - Teşekkür ederim Sayın Başkan. Aracılığınızla, Sayın Bakanımıza bazı sorular sormak istiyorum.

Anlaşılan, benim konuşmamı Sayın Bakan çok yüzeysel dinledi ya da dinlemek istemedi. Sayın Bakan, benim somut sorularımdan hiçbirine cevap vermedi.

Bakınız, ben, Fatma Özcan'dan giderek "bu yıl, Bakanlığınızın 4 üncü yılında, kaç çocuğumuz okula gidemiyor" diye sordum; hiçbir şey söylenmedi.

"Meslekî ve tekniköğretim konusunda meslek adamı, ara eleman yetiştirme konusunda ne yaptınız" dedim; hiçbir şey söylenmedi.

Bu konu, Ankara'da, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği toplantısında gündeme geldikten sonra, yeniden tartışılmaya açıldı ve hükümetin o konudaki başarısızlığının, üreticiler tarafından bir kez daha altı çizildi; Türkiye'de, pek çok alanda istihdam imkânı var, iş alanı açık; ancak, o alanlar için gerekli nitelikli personel yok, teknisyen yok, uzman yok.

BAŞKAN - Sorunuzu maddeyle bağlantı kurarak sorun.

YAKUP KEPENEK (Ankara) - Getireceğim… Sayın Başkan, soru soruyorum.

BAŞKAN - Hayır, maddeyle bağlantılı olarak sorun.

YAKUP KEPENEK (Ankara) - Bağlantılı.

Bu konuda, Bakanlığın hiçbir şey yaptığı yok.

Ben, ayrıca "oniki yıllık temel eğitime ne zaman geçilecek, programınız nedir" diye sordum; o konuda da bir şey yok.

Öğretimin kalitesi, eğitimin kalitesi, öğretim üyesi sayısı, öğretmen sayısı konusunda sorduğum sorulara da hiç cevap alamadım; bu soruların da yanıtı yok.

Bütün bunları toplayınca, Sayın Başkan, benim, Sayın Bakanın istifasını istemekte ne kadar haklı olduğum ortaya çıkıyor. Eğer, Sayın Bakan, bu istifa talebimi yerine getirmezse, şu kadarını söyleyeyim, ben, bu konunun -millî eğitimin- burada çok daha ayrıntılı, çok daha düzgün bir biçimde araştırılmasını, neşterlenmesini ve toplumun yararına yeni açılımların yapılmasını önereceğimi, bu konuda gensoru önergesi vermeye çalışacağımı bilgilerinize sunmak isterim.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN -Sayın Bakan.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Efendim, Sayın Kartal'ın sorularına yazılı cevap vereceğim.

Sayın Kepenek'in sorusu olmadığı için, onlara, zaten cevap vermiyorum.

YAKUP KEPENEK (Ankara) - Çok iyi! Halkımız bunu görüyor. Soru var mı yok mu, bunu halkımız çok güzel görüyor.

BAŞKAN - Başka soru yok.

18 inci maddeyi…

III. - YOKLAMA

(CHP sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Yoklama istiyoruz Sayın Başkan. Toplantı yetersayısının aranmasını istiyoruz.

BAŞKAN - Şimdi, isimlerinizi tek tek söyleyin, 20 kişiyi tespit etmemiz gerekiyor.

Kemal Anadol, Kemal Sağ, Sedat Pekel, Gaye Erbatur, Ferit Mevlüt Aslanoğlu, Halil Ünlütepe, Sezai Önder, Hakkı Ülkü, Yakup Kepenek, Ali Cumhur Yaka, Mehmet Kartal, Ahmet Yılmazkaya, Hasan Ören, Tuncay Ercenk…

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - 20 dolunca yeter.

BAŞKAN - Enis Tütüncü, Mehmet Küçükaşık, Mehmet Boztaş…

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Olmadı mı 20?

BAŞKAN - Osman Özcan, Osman Kaptan, Ramazan Kerim Özkan…

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - 20 olmadı mı? 20'yi geçmiştir Başkanım.

BAŞKAN - Salih Gün, Şevket Arz…

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - 20 dolmadı mı?

BAŞKAN - Orhan Diren. Tamam.

Yoklama işlemini başlatıyorum.

3 dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Yoklama pusulalarının kontrol edilmesini istirham ediyorum.

BAŞKAN - Değerli milletvekilleri, toplantı yetersayısı vardır.

V.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

3.- Kamu Kurum ve Kuruluşlarına Bağlı Okulların Millî Eğitim Bakanlığına Devredilmesi ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1050) (S. Sayısı: 1009) (Devam)

BAŞKAN - 18 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Tümünün oylamasından önce, İçtüzük 86 ncı maddeye göre, oyunun rengini açıklamak amacıyla söz isteyen arkadaşlarımız: Aleyhte, Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu; lehte, Hatay Milletvekili Mehmet Eraslan.

Buyurun Sayın Aslanoğlu. (CHP sıralarından alkışlar)

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin çok değerli üyeleri; Malatya'da 160 000 öğrencimiz var -ilköğretim ve lise- 910 okulumuz var, 7 500 öğretmenimiz var.

Sayın Bakanım, Malatya Millî Eğitim Müdürünü… Size şey veriyorum, ajandadan: 2002'den 2004'e kadar çalıştınız bu insanla, 2004 Eylül ayında aldınız; dikkatinizi çekerim, okullar açılırken. Okullar açılırken, Malatya, millî eğitimi müdürsüz kaldı. Bir atama yaptınız, tekrar, haziranda bu arkadaşı aldınız, yerine, tekrar aynı kişiyi getirdiniz. 2005 Eylülünde -yine eylülde- yine aldınız bunu, kasımda tekrar aynı kişiyi getirdiniz ve nihayet 2006 yılının ocak ayında yine aldınız bir arkadaşımızı, yine, aynı arkadaşı getirdiniz. Yani, futbol topu oynanıyor, biri gidiyor biri geliyor, biri gidiyor biri geliyor…

BAŞKAN - Sayın Aslanoğlu, bir dakika…

Arkadaşlar, Sayın Aslanoğlu oyunun rengini belirten bir konuşma yapıyor…

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Efendim, oyumun rengini belirteceğim.

BAŞKAN - İzlemelisiniz ki konuşmayı, oyunun rengiyle ilgili gerekçeyi duyabilesiniz. Lütfen, sükûneti sağlayalım, ayakta olanlar, lütfen, otursun.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Sayın Bakanım, Malatya'da eğitime gönül vermiş… Çağdaş eğitim diyoruz sabahtan beri, çağdaş eğitime gönül veren insanlara ve okullara saygılı, öğrenciye saygılı, Malatya halkına saygılı, Malatya'daki çocuklara saygılı… Acaba, aynı kişi gidip aynı kişi gelmek; hakikaten ben bunu hazmedemiyorum Sayın Bakanım. Yani, 2004 yılından beri bir kişi gönderip bir kişi getiriyorsunuz ve eylül ayında…

Size şunu söylüyorum: Bu sene 3 okulun -ekim ayında çocuklar soğukta üşüdüğünden- kalorifer yakıtlarını -ihale yapılmadığı için ve Millî Eğitim Müdürlüğündeki boşluk nedeniyle- sağdan soldan dilenerek temin ettik, o çocukları üşütmedik.

Onun için, Sayın Bakanım, benim oyum menfidir ve Malatya'daki çocuklarımıza, Malatya halkına, Malatyalı çocuklarımızın geleceğine… Lütfen, aynı futbol topu, aynı iki kişi arasında top oynamayın.

Saygılar sunarım, teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Oyunun rengini belirtmek için lehte söz isteyen Hatay Milletvekili Sayın Mehmet Eraslan'a söz veriyorum.

Buyurun Sayın Eraslan.

MEHMET ERASLAN (Hatay) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Daha önceki konuşmamda, bu kanun tasarısı, Tevhidi Tedrisat Kanunu çerçevesinde eğitimin tek elden ve etkin yürütülmesini amaçladığı için, genel manada olumlu bulduğumu, genel manada doğru bulduğumu ifade etmiştim; fakat, bununla beraber, Türk eğitim sistemindeki birtakım zafiyetleri ve Türk eğitim sisteminin ihtiyaçlarını, öğretmenlerimizin, eğitimcilerimizin içinde bulunduğu zor koşulları, öğrencilerin içinde bulunduğu zor koşulları, üniversitelerin içinde bulunduğu zor koşulları, üniversite mezunu olduğu halde işportacılık yapan, pazarcılık yapan gençlerimizin sorunlarını, atama bekleyen beden eğitimi öğretmenlerinin, ilköğretim öğretmenlerinin ve branş öğretmenlerinin büyük bir umutla beklenti içerisinde olduğunu ifade ettik. Bütün bunlar, Türk eğitim sisteminin içeriğini oluşturuyor. Sayın Bakanımız dedi ki:  "Milletvekillerimiz çıktılar, yasa dışında her şeyi ifade ettiler." Allahaşkına, şimdi soruyorum: Bunun neresi eğitim dışı?! Yani, kanunun doğru olduğunu zaten başta ifade ettik ve geç kalmış bir kanun olduğunu ifade ettik, keşke üç yıl önce olsaydı ve bunun sonuçlarını bugün alıyor olsaydık şeklindeki kanaatlerimizi söyledik; ama, onun dışında, Türkiye'nin eğitim sisteminde birtakım zorluklarının olduğunu ifade etmek yasa dışında konuşmak mıdır? Yani, biz, burada, eğitimi konuşuyoruz; eğitimin de sorunlarını, eğitimin temel sorunlarını, eğitimcinin ve eğitim gören insanların sorunlarını ifade etmek kadar doğal bir şeyin olmadığını düşünüyorum.

Sayın Bakanım, 40 000 000+40 000 000 lira seyyanen zamdan bahsettiler. Şimdi, sizlere söylüyorum: Açlık sınıra yakın bir ücret alan öğretmenler 40 000 000 daha fazla para alacaklar, ekders ücretleri de iyileştirilecek. Yoksulluk sınırı ne kadar; yoksulluk sınırı 1 750 000 000 lira. Şimdi, bu 40 000 000 ne kalıyor; ağırlığı ne bu 40 000 000'un veya ekders ücretlerinde yapılacak cüzî bir artırımın, eğitimcilerin ve öğretmenlerimizin ekonomik koşullarını iyileştireceğini hiç tahmin etmiyorum.

Evet, ben dedim ki: Yüzde 77 oranında, sıfır alan öğrenciler… Üniversite sınavına girdiği halde, önceki dönemlere göre sıfır alan öğrenciler yüzde 77 düzeyinde artış göstermiştir. Sayın Bakanımız, ölçme değerlendirme sınavlarındaki sistem değişikliğinden mütevellit böyle bir sonucun ortaya çıktığını ifade etti. Peki, onu da kabul ediyorum. O ölçütü almayalım, başka bir ölçütü getirelim.

Bakın, 2005 yılında, 1 730 000 öğrenci üniversite sınavına girerken, bunların 400 000'i yerleştirilebilmiş ve 1 330 504 öğrencimiz, yüksekokula ve yükseköğretime yerleştirilememiştir, yerleşmemiştir. Peki, bu, Türk eğitim sisteminin geldiği noktanın, Türk eğitim sisteminin hangi konumda olduğunun en önemli göstergesi değil midir?! Sıfırlardan vazgeçtik. Sınava giren öğrenciler belli, kazanan öğrenciler belli; ama, üniversite dışında kalan 1 330 504 öğrencinin varlığı da burada belli. Geldiğimiz nokta belli.

Sayın Bakanım, siz daha önce ne demiştiniz: "Allah bile vermediği şeyi istemez." Şimdi, birçok ilimizde, özellikle doğu ve güneydoğu illerimizde ve İç Anadolu'nun birtakım taşra illerinde, öğrenciler kaliteli bir eğitim alamıyor, eşitlik ilkesi yok. Yokluk ve yoksulluk içerisinde fakru zaruret içerisinde yaşayan ailelerimiz çocuklarını okutamıyor. Sosyal devlet ilkesi gereği, sizin, bunlara, hem özel okul giderlerini finanse etme hem de özel dershanelerde bunları istihdam etme, daha doğrusu finans sağlama göreviniz yok mudur?!

 Peki, siz bu ifadeyi kullanırken, şimdi değişen ne? Peki, neyi verdiniz?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Toparlayın lütfen.

MEHMET ERASLAN (Devamla) - Toparlıyorum.

Şu an neyi verdiniz?..

BAŞKAN - Bir de, oyunuzun rengini belli edeceksiniz…

MEHMET ERASLAN (Devamla) - Başta söyledim ben Sayın Başkanım, oyumun renginin kabul olacağını, doğru bir kanun tasarısı olduğunu başta ifade ettim, bunu üçüncü defa ifade ediyorum. Acaba, konuşmakta güçlük mü çekiyorum, yoksa siz ve arkadaşlarımız anlamakta güçlük mü çekiyorlar, bunu bilmiyorum. Üçüncü kez söylüyorum ben bunu.

BAŞKAN - Açık, net bir şekilde söylenmesinde, tekrarda mahzur yoktur.

MEHMET ERASLAN (Devamla) - Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.

Bakın, eğitim insana yapılan bir yatırımdır. İnsana yapılan yatırım, taşlara çiviyle yazılan yazılar gibidir ve üzerinden asırlar da geçse o yazılar silinmez. İnsana yapılan yatırım, Türkiye'nin gelecek nesillerine yapılan yatırım -ama, kaliteli bir yatırım, doğru bir yatırım- Türkiye'nin ulusal çıkarları, gelecek bütünlüğü, gelecek çıkarları açısından önemlidir. İyi eğitim alan milletler ve topluluklar, var olmuştur, güçlü olmuştur ve çağdaş olmuştur, muasır medeniyet seviyesine böyle ulaşmıştır; ama, çarpık bir eğitim sistemiyle bir yere varan ve kendini var eden milletler olmamıştır.

Hepimizin görevi,  başta Sayın Bakanımız olmak üzere, Türk eğitiminde, Türk eğitim sisteminde hepimizin görevi, bu milletin geleceğini eğittiğimiz zaman, bu ülkenin evlatlarını eğittiğimiz zaman, millî ve manevî değerlere saygılı, ülkesine, bayrağına, vatanına, milletine, ulusuna ve ezanına saygılı birer fert olarak yetiştirmek, onlara bu kültürü, onlara bu öğretiyi vermek hepimizin görevdir diyorum ve hepinizi, en kalbî duygularla selamlıyorum.

BAŞKAN - Değerli milletvekilleri, tasarının tümü açıkoylamaya tabidir.

Açıkoylamanın şekli hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.

Açıkoylamanın, elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Oylama için 3 dakika süre vereceğim. Bu süre içerisinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin, oy pusulalarını, oylama için öngörülen 3 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Ayrıca, vekâleten oy kullanacak sayın bakanlar varsa, hangi bakana vekâleten oy kullandığını, oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy pusulasını, yine, oylama için öngörülen 3 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN - Değerli milletvekilleri, Kamu Kurum ve Kuruluşlarına Bağlı Okulların Millî Eğitim Bakanlığına Devredilmesi ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının -sıra sayısı 1009- oylama sonucunu veriyorum:

Kullanılan oy sayısı

:

262

Kabul

:

235

Ret

:

        27(x)

Tasarı yasalaşmıştır; hayırlı olsun.

Sayın Bakan kısa bir teşekkür konuşması istiyor.

Kürsüye buyurun Sayın Bakan.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu tasarının yasalaşmasında emeği geçen bütün arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Kanunumuz hayırlı olsun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Tekrar hayırlı olsun.

Değerli milletvekilleri, gündemin 4 üncü sırasında yer alan,  Türkiye Cumhuriyeti Devlet Planlama Teşkilatı ile Suriye Arap Cumhuriyeti Devlet Planlama Komisyonu Arasında Anlayış Muhtırasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu raporunun görüşmelerine başlıyoruz.

4.- Türkiye Cumhuriyeti Devlet Planlama Teşkilatı ile Suriye Arap Cumhuriyeti Devlet Planlama Komisyonu Arasında Anlayış Muhtırasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/1013) (S. Sayısı: 912) (xx)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet burada.

Komisyon raporu 912 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

                                

(x) Açıkoylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağın sonuna eklidir.

(xx) 912 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

Tasarının tümü üzerinde söz isteyen?.. Yok.

Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

1 inci maddeyi okutuyorum:

TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLET PLANLAMA TEŞKİLÂTI İLE SURİYE ARAP

CUMHURİYETİ DEVLET PLANLAMA KOMİSYONU ARASINDA ANLAYIŞ

MUHTIRASININ ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI

MADDE 1.- 15.12.2004 tarihinde Şam'da imzalanan "Türkiye Cumhuriyeti Devlet Planlama Teşkilâtı ile Suriye Arap Cumhuriyeti Devlet Planlama Komisyonu Arasında Anlayış Muhtırası"nın onaylanması uygun bulunmuştur.

BAŞKAN - Söz isteyen?.. Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

2 nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2.- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN - Söz isteyen?.. Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

3 üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3.- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN - Söz isteyen?.. Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Değerli milletvekilleri, tasarının tümü açıkoylamaya tabidir.

Açıkoylamanın şekli hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.

Açıkoylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Oylama için 3 dakika süre vereceğim. Bu süre içerisinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin, oy pusulalarını, oylama için öngörülen 3 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Ayrıca, vekâleten oy kullanacak sayın bakanlar var ise, hangi bakana vekâleten oy kullandığını, oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy pusulasını, yine, oylama için öngörülen 3 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti Devlet Planlama Teşkilatı ile Suriye Arap Cumhuriyeti Devlet Planlama Komisyonu Arasında Anlayış Muhtırasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı 912 sıra sayısıyla gündemdeydi; açıkoylama sonucunu açıklıyorum:

Kullanılan oy sayısı                      :                          239

Kabul              :                     239 (x)

Hayırlı olsun; tasarı yasalaşmıştır.

                                   

(x) Açıkoylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağın sonuna eklidir.

5 inci sırada yer alan, İzmir Milletvekili Fazıl Karaman ile Balıkesir Milletvekili Ali Osman Sali'nin, 178 Sayılı Maliye Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe  Komisyonu raporunun müzakeresine başlıyoruz.

5.- İzmir Milletvekili Fazıl Karaman ile Balıkesir Milletvekili Ali Osman Sali'nin, 178 Sayılı Maliye Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/614) (S. Sayısı: 1055) (x)

BAŞKAN - Komisyon?.. Burada.

Hükümet?.. Burada.

Komisyon raporu 1055 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Teklifin tümü ezerinde söz isteyenler: Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Trabzon Milletvekili Akif Hamzaçebi, Anavatan Partisi Grubu adına Diyarbakır Milletvekili Muhsin Koçyiğit, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Balıkesir Milletvekili Ali Osman Sali.

Şahısları adına talepte bulunanlar: Adana Milletvekili Recep Garip, Şırnak Milletvekili İbrahim Hakkı Birlik, Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan, Hatay Milletvekili Mehmet Eraslan.

Şimdi, sırasıyla görüşmelere  başlıyoruz. İlkönce, Cumhuriyet Halk  Partisi Grubu adına Trabzon Milletvekili Sayın Akif Hamzaçebi; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Maliye Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede değişiklik yapılmasına ilişkin yasa teklif hakkında görüşlerimi açıklamak üzere, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım. Sözlerime başlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu teklif, Maliye Bakanlığı bünyesinde Gelir Politikaları Genel Müdürlüğü adıyla bir yeni genel müdürlüğün kurulmasını öngörmektedir. Tabiî ki, bu noktaya nasıl geldik, Maliye Bakanlığı bünyesinde böylesi yeni bir genel müdürlüğün oluşturulması aşamasına nasıl geldik konusunu, müsaade ederseniz, çok kısaca değerlendirmek istiyorum.

Bunun çok kısa bir özgeçmişi var. Şöyle ki: Mayıs 2005 tarihinde, hatırlayacaksınız, yine Genel Kurulda, Gelir İdaresi Başkanlığının teşkilat ve görevleri hakkındaki bir tasarıyı kabul etmiştik ve tasarı yasalaşarak yürürlüğe girmişti. Bildiğiniz gibi, vergi sistemi dediğimiz kavram, vergi mevzuatı ile vergi yönetiminden oluşur. Vergi mevzuatı ve vergi yönetimi, diğer adıyla vergi idaresi, her ülkenin vergi sistemini oluşturur ve mevzuat ve idare, karşılıklı, birbirileriyle her zaman için etkileşim içerisindedir.

Bazı ülkeler, vergi mevzuatı kısmını, yani, vergi kanunları kısmını bir politik karar olarak algılayıp "vergi mevzuatının yapılması hükümetin işidir, hükümetlerin politikalarına göre belirlenir" düşüncesiyle, bunu Maliye Bakanlığı bünyesinde bir genel müdürlük veya Maliye Bakanlığına bağlı bir birim olarak örgütlemişlerdir. Bunun yanında, vergi yönetimi dediğimiz vergi uygulaması işini de, biraz daha bağımsız kılarak, tabiri caizse, yarı özerk bir yapıya kavuşturarak, biraz, hükümetin, siyasetin etkisinden uzak tutmuşlardır. Bunu, birkısım ülkeler yapmaktadır. Örneğin, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatının, yani, OECD'nin 30 üyesi içerisinde 16'sında, Maliye Bakanlığı içinde bütün bu birimler örgütlendiği halde, yani, vergi politikası birimi ile vergi uygulaması birimi Maliye Bakanlığı içinde bir veya birden fazla genel müdürlük olarak örgütlendiği ve hizmetler o şekilde sunulduğu halde, 14 ülkede farklı, Türkiye'nin bugün bu teklifin yasalaşmasıyla kavuşacağı şekilde farklı bir uygulama yapılmaktadır. 14 ülkede de, vergi politikası birimi Maliye Bakanlığı içinde oluşturulmakta, vergi uygulaması ise Maliye Bakanlığı dışında, daha yarı bir özerk yapıya kavuşturulmaktadır.

                                   

(x) 1055 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

Türkiye, görünüşte, bu ikinci modeli, yani, uygulamanın biraz daha özerkleştirildiği, politika biriminin ise Maliye Bakanlığı içinde tutulmaya çalışıldığı bir birimi, bir oluşumu benimsemiş gözükmektedir. Ancak, gerçekte durum öyle değil; biraz sonra ona değineceğim. Önce şunu belirteyim. Neden bu 14 ülke böyle bir uygulamayı benimsemiştir; yani, vergi uygulamasını biraz daha özerk kılıp, vergi politikasını Maliye Bakanlığı içinde hükümete bağlı olarak örgütlemiştir; bunun gerekçesi şudur: Birincisi, vergi uygulaması eğer hükümetlerin kontrolünde olursa, bu doğru olmaz. O zaman, tüm uygulamalara hükümetler, siyasîler karışır. Hükümetlerin, siyasîlerin karıştığı vergi uygulaması da, objektiflikten uzaklaşır ve o zaman uygulamada kararlar işin teknik zorunluluklarına, objektiviteye göre değil, siyasete göre alınır. Bu da uygulamanın niteliğini, kalitesini bozar ve vatandaşa, kötü hizmet, kötü vergi idaresi olarak yansır. Bu nedenle, vergi uygulaması, bu ülkelerde biraz daha özerkleştirilmiştir, tamamen özerk değildir, ama, yarı özerk diyebileceğimiz bir yapıya kavuşmuştur. Yine, bunun ikinci nedeni, yarı özerk gelir idaresi kurulmasının ikinci nedeni de, gelir idareleri, kamu yönetiminin nispeten ağır işleyen, yavaş işleyen kurallarına kıyasla biraz daha esnek bir yapıya, esnek bir işleyişe kavuşturulmak istenir. Gerek yatırım harcamalarında gerek insan kaynakları yönetiminde, bu idareler, biraz daha, kamu yönetiminin yavaş işleyen kurallarına kıyasla daha hızlı işleyen bir yapıya kavuşturulur. Gerekçe budur. Türkiye'de de, görünüşte, bu iki temel gerekçeden hareket edilmiştir; ama, bu iki temel gerekçeden hareket edilmiş olmasına rağmen, ulaşılan nokta, maalesef, bu gerekçelere uygun olmamıştır. Mesela uygun olmayan noktalar nedir diye baktığımızda, örnek veriyorum, Türkiye'de, bugüne kadar, vergi uygulamasında, vergi uygulaması kapsamında vergi denetimi hep çokbaşlı olarak yürümüştür. Maliye Bakanlığı bünyesinde Gelirler Genel Müdürlüğü, şimdi Gelir İdaresi Başkanlığı olan bünyede ve Maliye Bakanlığında çok sayıda vergi inceleme grubu vardır; bu inceleme gruplarının hepsi farklı birimlere, farklı makamlara bağlıdır. Yani, vergi denetiminde bir çokbaşlılık söz konusudur. Mayıs ayında kabul ettiğimiz Gelir İdaresi Başkanlığı Yasasıyla bu çokbaşlılık giderilmiş midir; hayır, bu yapı aynen devam etmektedir. İki, yine, Türkiye'de, vergi denetiminin planlanması işinin Gelirler Genel Müdürlüğünde olmaması nedeniyle, vergi denetiminden beklenen sonuç elde edilememektedir. Peki, mayıs ayında kabul edilen Gelir İdaresi Başkanlığı Yasasıyla bu sorun ortadan kalkmış mıdır; hayır, kalkmamıştır değerli arkadaşlar. Bu sorun, eskisinden daha kötü bir şekilde ortada durmaktadır, eskisinden daha katmerli bir halde, daha büyüyen bir şekilde bugün önümüzde durmaktadır. Bugün, Gelir İdaresi Başkanlığı, Türkiye'deki vergi denetimini planlayabilecek yetkiye sahip değildir; eskiden, en azından kendi denetim elemanları, yani, vergi denetmenleri ve gelirler kontrolörleri için bir vergi denetim programı, bir denetim politikası belirleyebilecek olan Gelir İdaresi Başkanlığı bugün bu yetkiye sahip değildir, bu yetki Maliye Bakanlığı bünyesinde kalmıştır.

Vergi denetimi, vergi uygulamasının çok önemli bir parçasıdır. Vergi uygulamasını biraz daha özerk bir yapıya kavuşturayım derken, vergi denetimini Maliye Bakanlığı bünyesinde tuttuğunuz zaman uygulamanın yarı özerkleştirilmesi ilkesine aykırı hareket etmiş olursunuz. Türkiye'de kabul edilen bu model, OECD'nin, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatının bu modeline, daha doğrusu, biraz önce teorideki gerekçelerini açıkladığım modele uygun olarak o 16 ülkede benimsenmiş olan modele uymamaktadır. Türkiye'deki model, Türkiye'ye mahsus bir model olmuştur. Aslında, buna model bile demek doğru değildir.

Şimdi, bu çerçevede görüştüğümüz bu teklif, uygulama dışında politika biriminin Maliye Bakanlığı bünyesinde oluşturulmasını düzenliyor; Gelir Politikaları Genel Müdürlüğü adı altında bir birimi düzenliyor. Evet, Türkiye'de ve diğer bütün ülkelerde politika siyasî bir iştir, politikayı daima hükümetler belirleyecektir; kendi programına göre, kendi anlayışına göre belirleyecektir; vergiyi nereden alacaksınız, hangi kesimden alacaksınız, dolaylı vergilerin ağırlığı ne olacaktır, Kurumlar Vergisinin oranını indirecek misiniz, Katma Değer Vergisi oranlarını artıracak mısınız veya indirecek misiniz; bütün bunların hepsi politik kararlardır. Doğal olarak, bu birimin Maliye Bakanlığı bünyesi içerisinde olması gerekir. O açıdan, bu, tabiî ki, kural olarak doğru; ama, olayın bütünü açısından baktığımızda, Türkiye'deki vergi sistemi açısından baktığımızda çok sağlam olmayan, Gelir İdaresi Başkanlığının, yani, uygulama biriminin eksik ve yanlış örgütlenmiş olması nedeniyle, sağlam olmayan bir yapıya işaret etmektedir.

Değerli arkadaşlar, Gelir Politikaları Genel Müdürlüğünün oluşturulması bir şekildir. Nihayet bir örgütü kuruyorsunuz veya var olan bir örgütü parçalayarak oradan bir başka örgütü, bir başka yapıyı çıkarıyorsunuz. Bu bir şekildir sonuçta; ama, önemli olan, Türkiye'de gelir politikalarının, vergi politikalarının ne olacağıdır. Biz şu anda, Türkiye'de, vergi politikalarının sağlıksız olduğunu biliyoruz, hepimiz biliyoruz; bunu İktidar Grubu da biliyor, milletimiz de biliyor.

Vergi politikaları neden sağlıksızdır, neden doğru bir yerde değildir, neden vergi politikalarında bir değişiklik ihtiyacını duyuyoruz? Değişiklik ihtiyacını duyuyoruz değerli arkadaşlar. Neden duyuyoruz, onu size açıklayayım: Dolaylı vergiler-dolaysız vergiler ayırımı dediğimiz, her zaman vergide adaletin ölçüsü olan orana baktığımızda, Türkiye'de dolaylı vergilerin oranının yüzde 70'lere geldiğini görüyoruz. Dolaylı vergiler, biliyorsunuz, Katma Değer Vergisi, Özel Tüketim Vergisi gibi, bir malın, hizmetin alınması sırasında vatandaşın farkında olmadan ödediği vergilerdir; yani, vatandaşın satın alma gücünü, ödeme gücünü, malî gücünü dikkate almazlar; bu nedenle adaletsiz bir yapıya sahiptirler. Eğer vergi gelirlerinin çok büyük bir kısmını dolaylı vergilere dayandırırsanız, adaletsiz bir vergi sisteminiz var demektir. Türkiye'deki oran, Avrupa Birliğine, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatına üye ülkelerin hiçbirinde yoktur, hiçbirisinde bu kadar yüksek bir oran söz konusu değildir.

Yine Türkiye'de, vergi yükü, IMF destekli programların uygulanmaya başlandığı 2000 yılından bu yana olağanüstü ölçüde artmıştır. Bakın 99 yılında, IMF programı uygulamasına geçilmeden önceki yıl olan 99 yılında vergi yükü -sosyal güvenlik primlerini dahil etmeden konuşuyorum- yüzde 22 düzeyindeyken, 2000 yılında bu, yüzde 24,5'e çıkmış ve 2005 yılında yüzde 27,2'ye yükselmiştir. Bu oranın 2006 yılında da korunacağı görülüyor. IMF programlarıyla birlikte Türkiye, beş yılda vergi yükünü 5 puan artırmıştır değerli arkadaşlar. Bu kadar olağanüstü ölçüde vergi yükünü artıran, bu kadar kısa zamanda vergi yükünü artıran bir başka ülke yoktur dünyada. Türkiye'nin gelmiş olduğu vergi yükü oranı, Avrupa Birliği üyesi ülkelerin, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı, yani, OECD üyesi ülkelerin, Türkiye'nin de üyesi olduğu 30 ülkenin, Amerika'dan Japonya'ya kadar, Kore'den İtalya'ya kadar birçok ülkenin üyesi olduğu o örgütteki ortalamaların üzerindedir veya o ortalamalar düzeyindedir. Kısa sürede bu kadar gelir yaratma zorunluluğuyla Türkiye'nin karşı karşıya olması Türkiye'deki yapıyı bozmuştur; vergide, dolaylı vergilere yüklenilmesi sonucunu yaratmıştır; bu da, son derece adaletsiz bir yapıyı yaratmıştır.

Türkiye, bu politikaları değiştirmek zorundadır değerli arkadaşlar. Bu politikaları Türkiye değiştirmezse, Türkiye'deki vergi sistemi kayıtdışılığı körükleyen bir yapıyla devam etmek durumunda olacaktır. Bu yapı, Türkiye'de kayıtdışını körüklemektedir. Bakın, kayıtdışına ilişkin, ben, size, bir örnek vermek istiyorum ve kısa sürede bu kadar vergi yükünü artıran bir ülke olarak Türkiye'nin bu vergi yükündeki artışın ekonomide nelere mal olduğunu birkaç rakamla size göstermek istiyorum. Özel Tüketim Vergisinin alındığı akaryakıt ürünlerinden söz etmek istiyorum. Bakın, benzin tüketimi Türkiye'de 1994 yılında 3 500 000 tondu, 1998 yılında bu tüketim 4 400 000 tona çıkmıştır. Değerli arkadaşlar, bu rakam, 2004 yılında 2 900 000 tondur. IMF programlarının uygulanmaya başladığı 2000 yılında 3 700 000 tona düşmüş, 98'deki 4 400 000 ton, 2000 yılında 3 700 000 tona düşmüş, giderek her yıl azalmış ve 2004'te 2 900 000 tona düşmüş.

Değerli arkadaşlar, ekonomi büyüyor, araç sayısı artıyor… Bakın, araç sayısındaki artışı söyleyeyim ben size. 94 yılındaki 5 500 000'lik motorlu araç sayısı 2004 yılında 10 000 000'a çıkmış; yaklaşık yüzde 79 oranında bir artış… Benzinli araç sayısındaki artış bu dönemde yüzde 86'dır. Araç sayısında yüzde 86 artış var; benzin tüketiminde 1994 yılına kıyasla yüzde 22; 1998 yılına kıyasla yüzde 54 oranında azalma var. Nedendir bu; Türkiye'ye bir şekilde akaryakıt giriyor -bir yerden giriyor- araç sayısı artıyor, üretim artıyor, millî gelir artıyor; o halde, Türkiye'ye kaçak akaryakıt giriyor veya Türkiye'de üretilen akaryakıtın -benzinin- bir bölümü çeşitli yollarla piyasaya vergisiz bir şekilde intikal ediyor. Bunun nedeni; akaryakıttaki yüksek vergi oranlarıdır.

Yine, istihdam üzerindeki vergi yükünü söyleyeceğim: İstihdam üzerindeki vergi yükü, 1999 yılında yüzde 30 düzeyinde iken, IMF programının uygulandığı ilk yıl olan 2000 yılında yüzde 40,4'e çıkmıştır, 2004 yılında bu oran yüzde 42,7'dir ve bir OECD rekorudur. İstihdam üzerinde en yüksek -imalat sanayiinde çalışan bir işçi açısından söylüyorum- vergi yüküne sahip bir ülkeyiz.

Bu örnekleri çoğaltabiliriz değerli arkadaşlar, yüksek vergi oranları kayıtdışılığı körüklemektedir. Kayıtdışılığın en önemli sakıncası nedir diye baktığımızda;

1- Hepimizin bildiği, diyoruz ki hemen "kamu, istediği miktarda vergi gelirini toplayamıyor. Vergi gelirini toplamak için de çok dar sayıda mükellefin omuzlarına yeni vergiler koyuyor veya tüketim vergilerine yükleniyor."

Değerli arkadaşlar, kayıtdışılığın bunun dışındaki… Bu çok önemli bir sorun, tabii; ama, bunun dışında çok önemli bir mahzuru daha var, o da, ekonomideki kaynak dağılımını bozucu bir etki yaratıyor. İşletmelerin kayıtdışına kayması "ölçek ekonomisi" dediğimiz; yani, büyük oranda üretim yapan büyük çaplı işletmenin avantajlarından yararlanma olanağını elinden alıyor. Bu, işletmenin ömür boyu küçük kalmasına neden oluyor ve bu, ekonomide kaynak dağılımının bozulmasına yol açıyor, haksız rekabete yol açıyor, normal kurallarda ekonomide yaşamaması gereken işletmelerin ekonomide yaşamasına neden oluyor. Tabiî ki, çözüm, bunları yaşatmak, bunları kayıt içine alarak yaşatmaktır.

Bakın, kayıtdışına ilişkin bir örnek daha vermek istiyorum size. Türkiye'deki mükellef sayılarına bakalım. Türkiye'deki mükellef sayısına baktığımızda, Türkiye'deki mükellef sayısının oranı -işgücüne oranlıyorum ben- yüzde 9,3'tür. Biraz önce sözünü ettiğim OECD üyesi ülkelere bakıyorum, bu oran Türkiye'de yüzde 9,3 iken, Meksika'da -Türkiye'ye en yakın ülke Meksika'dır- yüzde 21,2'dir; yani, Meksika, aslında iyi durumda olmayan ülkelerden birisidir, ama, Türkiye ondan çok daha kötü durumdadır. Bu oran, Slovak Cumhuriyetinde yüzde 111, Polonya'da yüzde 135'dir, İtalya'da yüzde 154'tür, onları bırakalım, Türkiye'ye en yakın ülke Meksika, orada yüzde 21,2'dir. Türkiye, onun yarısından da daha aşağıda bir konumdadır.

Değerli arkadaşlar, kayıtdışılığı önleyecek bir aşamaya gelmiş durumdayız, daha doğrusu, Türkiye, kayıtdışılığı önleme zorunluluğuyla, gerçeğiyle karşı karşıyadır. Türkiye, yüzde 27'lik vergi oranıyla, artık, mevcut kayıtlı kesimlere, tüketicilere yeni vergiler, ilave vergiler getirebilme şansına sahip değildir. Hükümet, kayıtdışını vergileme gerçeğiyle karşı karşıyadır; ama, hükümetin bunu yapabilmesi için, hükümetin, bugüne kadar ortaya koyduğu felsefeden çok büyük bir dönüş yapması gerekmektedir. Hükümet, ekonomide ilkin "nereden buldun"u  kaldırmakla işe başlamış, daha sonra oran indirimlerini ortaya koymuş… Oran indirimleri, şüphesiz, yüksek oranlara sahip olan ülkeler açısından çok doğru bir yaklaşımdır; ancak, oran indirimlerini kayıtdışını önlemenin bir aracı olarak görmek kadar yanlış bir şey göremiyorum. Bugüne kadar hangi ülke oranı indirmişse, yanında, eğer, oran indiriminden kaynaklanan azalışı telafi edecek başka önlemler almış değil ise, oran indirimleri, daima ve daima, vergi gelirlerinde azalışla sonuçlanır. Şimdi, hükümetimiz açıkladı, Kurumlar Vergisi oranını yüzde 30'dan 20'ye indiriyor, güzel. Tabiî ki bunu indirelim; ama, bu oran indirimiyle, artık, işletmelerin ekonomide kayıtlı iş yapacağını varsaymak kadar yanlış bir şey olamaz. Hükümetin elinde kayıtdışılığı önleyecek hiçbir araç, hiçbir mekanizma yoktur. Vergi sisteminde var olan mekanizmaların hepsini hükümet tamamen yok etmiştir. Şimdi, hükümet, kayıtdışını önleme gerçeğiyle karşı karşıyadır; ama, bunu, yapabileceği kanaatinde değilim. Bunu, bugüne kadar göstermemiştir, gösterememiştir.

Bu konuda en son olarak şöyle bir örnek daha vermek istiyorum ben size: Özel Tüketim Vergisi uygulamasına ilişkin olarak, biliyorsunuz, hükümetimiz, 2004 yılında almış olduğu bir kararla denizcilik sektörüne ÖTV'siz yakıt uygulamasını başlatmıştır. Bunun amacı, bir, yolcu taşıma maliyetlerinin düşürülmesi idi; ikinci amacı da, denizdeki yük taşımacılığını teşvik etmekti.

SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Balıkçılığı da…

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Balıkçılığı da teşvik etmekti.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Toparlayalım lütfen.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkan.

Balıkçılığı teşvik etmek ve büyük şehirlerdeki denizyolu taşımacılığındaki maliyeti indirme amaçlı kısmını değerlendirme dışı bırakıyorum. Bunları gayet olumlu buluyorum. Esasında, yük taşımacığında, maliyeti düşürme amaçlı ÖTV'siz yakıt verme uygulamasını da olumlu buluyorum; fakat, rakamlar onu göstermiyor değerli arkadaşlar.

Bakın, 2004 ve 2005 yılında yaklaşık 400 trilyon liralık bir ÖTV'nin tahsilinden hükümet vazgeçmiştir denizcilik sektörüne vermiş olduğu bu destek nedeniyle; ama, deniz taşımacılığında taşınan yük miktarına baktığımızda, 2003 yılında 5,3 milyon tonluk yük taşınırken, bu rakam 2004 yılında artmamış, sabit kalmış ve 2005 yılında bir azalışla karşı karşıya kalmışız, 5 000 000 tona inmiş yük taşıması.Hem 400 trilyon liralık Özel Tüketim Vergisinin tahsilinden vazgeçmişiz hem de denizlerimizde yük taşımacılığı artmamış, azalmış. Ben, Maliye Bakanlığını bu konuda göreve davet ediyorum; ama, esas olarak vurgulamak istediğim, Gelir Politikaları Genel Müdürlüğünün kurulması, Türkiye'de kayıtdışılığın önlenmesi açısından, aslında, bir  başlangıç değildir; ama, bunun bir başlangıç olmasını dilerim. Bunun başlangıç olabilmesi için, Gelir İdaresi Başkanlığının daha önce Mayıs 2005'te kabul edilen yasayla kendisine verilmeyen birtakım görev ve yetkilerin kendisine verilmesini ve kendisinin, yine, altyapı yönünden, yatırım harcamaları yönünden, özlük hakları yönünden desteklenmesini, bu yönlü değişikliklerin Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine gelmesini diliyorum. Bu teklifin, onun için, en azından, bir başlangıç olmasını diliyorum.

Sözlerimi burada bitirirken, hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Birleşime 5 dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 19.03


BEŞİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 19.12

BAŞKAN: Başkanvekili Ali DİNÇER

KÂTİP ÜYELER: Ahmet Gökhan SARIÇAM (Kırklareli), Harun TÜFEKCİ (Konya)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 55 inci Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.

1055 sayılı kanun teklifinin görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

V.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

5.- İzmir Milletvekili Fazıl Karaman ile Balıkesir Milletvekili Ali Osman Sali'nin, 178 Sayılı Maliye Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/614) (S. Sayısı: 1055) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet burada.

Teklifin tümü üzerindeki görüşmelerde, söz sırası, Anavatan Partisi Grubu adına Diyarbakır Milletvekili Muhsin Koçyiğit'te.

Sayın Koçyiğit, buyurun. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakikadır.

ANAVATAN PARTİSİ GRUBU ADINA MUHSİN KOÇYİĞİT (Diyarbakır)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 178 Sayılı Maliye Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi üzerinde Anavatan Partisinin görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle, şahsım ve Grubum adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, bilindiği üzere, bundan kısa bir süre önce, Maliye Bakanlığına bağlı Gelirler Genel Müdürlüğü, yeni bir yasayla, Gelir İdaresi Başkanlığına dönüştürülmüştür. Gelir İdaresi Başkanlığı, daha ziyade uygulama birimi olarak önplana çıkmaktadır. AB'ye uyum sürecinde ve uluslararası uygulamalarda Gelir İdaresi Başkanlığının uygulayacağı mevzuat, kanun, tüzük ve yönetmelikleri hazırlayacak, vergi ve gelir politikalarını oluşturacak, Gelir İdaresi Başkanlığı dışında Maliye Bakanlığı bünyesinde yeni bir birime ihtiyaç duyulmaktadır.

İşte, bu yasayla 178 Sayılı Maliye Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye bir madde eklenerek Gelir Politikaları Genel Müdürlüğü adında yeni bir genel müdürlük kurulmaktadır. Bu, aynı zamanda Maliye Bakanlığı ile Gelir İdaresi Başkanlığı arasında da bir ilişkiyi sağlayacaktır.

Değerli arkadaşlarım, yeni kurulan genel müdürlüğün birkaç görevinden,  bilgi olsun diye, sizlere söz etmek istiyorum.Bunlardan birincisi, devlet gelirlerine ilişkin kanun ve kararname taslaklarının hazırlanmasıyla ilgili çalışmalar yapmak; ikincisi, uluslararası vergi ilişkileriyle ilgili çok taraflı anlaşmalara taraf olmak, Avrupa  Birliği uyum sürecinde Avrupa'yla paralel bir kurum oluşturmak, gelir bütçesini hazırlamak, devlet gelirleriyle ilgili istatistikleri toplamak ve değerlendirmek.

Özellikle, burada, Gelir Politikaları Genel Müdürlüğü, kendisi bizatihi bir veri tabanı oluşturmamakta, sadece, Muhasebat Genel Müdürlüğünün, Bütçe ve Malî Kontrol Genel Müdürlüğünün, TÜİK'in ve Devlet Planlama Teşkilatının topladığı verileri alarak bunlardan bazı analizler yapıp, değerlendirmeler yapıp, özellikle kendisi, daha sonra da Gelir İdaresi Başkanlığının kullanabilmesi için bazı mevzuatî bilgiler üretecektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; toplumun gelişmiş örgütlenme biçimi olan devlet, üstlendiği işlevlerin gerektirdiği kaynağı vergi adı altında toplamaktadır. Bu nedenle, vergi, her devlet yönetiminde şu veya bu biçimde kullanılan bir araçtır. Devletin örgütlenme biçimi, üstlendiği fonksiyon, topluma vermek istediği yön vergi politikalarını doğrudan etkilemektedir. Öncelikle, vergi ve gelir politikası, bir maliye politikası aracı olarak şu amaçlara hizmet etmelidir:

Birincisi, uygulanan vergi politikasıyla millî gelirin ne kadarının kamuya aktarılması hedeflenmektedir?

İkincisi, hedeflenen vergi yükü toplum kesimlerine adaletli ve dengeli olarak dağıtılmış mıdır; buna önem vermelidir.

Üçüncü olarak da, millî gelirden kamuya aktarılan pay harcanırken gelir dağılımını nasıl etkileyecektir; bu, çok önemlidir.

Toplumun üst gelir gruplarının değil, alt gelir gruplarının gereksinmelerini karşılamaya yönelik harcamalara öncelik verilecek midir?

Tüm bunlar, iyi bir vergi politikasının amaçları arasında yer almaktadır.

Değerli milletvekilleri, vergi yüküyle birlikte devlet borçlanmasının da göz önünde tutulması zorunludur; çünkü, devlet, üstlendiği işleri yürütürken gerekli kaynağı yalnızca vergi toplayarak değil, borçlanma yoluyla da sağlayabilir. Vergi olarak kamuya aktarılan payın dışında borçlanma yöntemiyle sağlanan kaynak da kamu hizmetlerinin karşılanmasında kullanılacaktır. Bu nedenle, yalnızca vergi yönündeki değişimleri incelemek yeterli değildir. Kamunun borç yükündeki değişikliklerin de irdelenmesine ihtiyaç bulunmaktadır. Ancak, devletin, işlevlerini yerine getirirken kullandığı aracın yalnızca bütçe olmadığı, bütçedışı borçlanmalarla yürüttüğü hizmetlerin oldukça büyük olduğu, dolayısıyla, bütçe açığı dışındaki devlet borçlanmasının boyutunun önemi unutulmamalıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; aslında, vergi yükünün irdelenmesi son yıllarda önemini gittikçe kaybetmektedir; çünkü, verginin, bütçe kapsamındaki devlet harcamalarının kaynağı olma fonksiyonu giderek azalmaktadır. Vergi politikaları belirlenirken, millî gelir düzeyine göre belirlenen optimal vergi yükü göz önünde tutulmalıdır; çünkü, vergi yükünün aşırı artırılması vergi adaletini bozacak, vergi yükünün düşük gelirli gruplar üzerinde yoğunlaşması sonucunu doğuracaktır. Yine, kişi başına gelir düzeyi yetersiz olduğundan, aşırı artan vergi yükü az gelirli kesimler üzerinde yoğunlaşacaktır.

Vergi gelirlerini artırmak için, KDV, Akaryakıt Tüketim Vergisi gibi harcama üzerinden alınan dolaylı vergilere gittikçe daha fazla ağırlık verilmektedir. Bu ise, vergi yapısını bozmakta, son yıllarda vergi yükünün yüzde 27'yi aşması, son iki yılda Akaryakıt Tüketim Vergisi gibi harcama vergilerinin, sürekli bir biçimde, kararnamelerle aşırı artırılması sonucunu doğurmaktadır.

Değerli milletvekilleri, iyi bir vergi sisteminin, ekonominin gelişmesine yardımcı olması, gelir dağılımını ters yönde etkilememesi, gelir, harcama ve servetteki değişmeleri kendiliğinden izleyerek kavraması, adil olması, kamu hizmetleri için gerekli finansmanı  sağlayacak verimlilikte ve nitelikte bulunması gerekmektedir.

Değerli milletvekilleri, vergi sisteminin aksayan yönleri fazladır. Bu sistem, fakirden daha fazla vergi almakta, vergi yükünü sınırlı sayıda yükümlü üzerinde yoğunlaştırmakta, kayıtlı işçi çalıştıranı cezalandırmakta, bıktırıcı formalitelere boğulmuş bulunmakta, çok sık değiştiği için yükümlülerin yanlışlarını artırmakta ve yapılan yanlışlar için çok ağır cezalar verilmektedir.

Mevzuat değişikliklerine baktığımızda, çok sık ve kafa karıştırıcı olduğu görülmektedir. Bu sorunlara baktığımızda, Türk vergi mevzuatı, bütünlüğünü kaybederek, tamamen içinden çıkılmaz bir hal almıştır. Vergi sisteminin temelini oluşturan yasal mevzuat, bugünkü yapısıyla, temel olmaktan tamamen uzaklaşmıştır. Yasal mevzuat değiştirme rekorları kırmakta, adaletli, istikrarlı ve verimli olması gereken yapıdan tamamen uzaklaşmakta ve Türk vergi mevzuatı, asıl maddeler, ek maddeler, geçici maddeler ve yürürlükten kaldırılan maddelerle dolu, sadelikten uzak, asıl maddeler yerine ek ve geçici maddelerle yönetilen bir sistem haline gelmiş bulunmaktadır.

Bu özellikleriyle, vergi sistemimizin, yatırımları azalttığını, işsizliği artırdığını, işletmelerimizin büyümelerini ve birleşmelerini engellediğini, gelir dağılımını düzelteceğine bozduğunu ve genel olarak ekonomik büyüme hızını olumsuz etkilediğini görmekteyiz. Dahası, temel vergi kanunları son beş yılda 46 kez, yılda ortalama 9 kez değiştirilmiş. Her ay, her müşteri için çok sayıda vergi beyannamesi düzenleyip onaylayan bir yeminli malî müşavirin, bu beyannameleri inceleyerek, sık sık değişen kurallara ayak uydurması elbette beklenemez. Üstelik, temel vergi oranları da, son beş yılda, Bakanlar Kurulu kararlarıyla tam 157 kez değiştirilmiş, Maliye Bakanlığı, vergi kanunları ile vergi oran ve hadlerinde yapılmış olan değişikliklerin uygulama yollarını açıklamak amacıyla, son beş yılda 253 adet tebliğ yayımlamıştır. Bazıları 25-30 sayfayı aşan bu tebliğlerin dikkatli okunmasının ve onaylanan vergi beyannamelerinin de uygulanıp uygulanmadığının tespitinin oldukça zor olduğunu takdirlerinize sunuyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; vergide ödeme gücünü en iyi biçimde saptayan ölçü gelirdir. Dolaysız vergiler genellikle gelir üzerinden alındığı için herkes gücüne; yani, gelirine göre vergilendirildiğinden daha adaletlidir. Dolaylı vergiler ise, mal ve hizmetler üzerinden; yani, harcama üzerinden alındığı için, zengini de, fakiri de aynı oranda vergilendirdiğinden, daha adaletsiz bir vergi türüdür.

Gerçekten de, bugün, ülkemizde, adil bir vergi sistemi yoktur. AKP iktidara geldiği zaman yüzde 66 olan dolaylı vergilerin oranı, üç yıl içinde artırılmak suretiyle, yüzde 66'dan yüzde 73'e çıkarılmıştır. AKP iktidara geldiğinde, aslında, adil olmayan bir vergi sistemi vardı; ancak, AKP, adil olmayan bu vergi sistemini alıp, daha da adaletsiz bir duruma, daha eşitsiz bir duruma getirmiştir. Bunlarla ilgili örnek vermek gerekirse, özellikle, enflasyon, deflatör ve büyüme oranlarının yüzde 6 ilâ yüzde 8'ler civarında gezdiği bir ortamda, vergilerdeki aşırı artış oranları, buradaki adaletsizlikleri kendiliğinden ortaya çıkaracaktır. Bu, elbette, doğru bir yaklaşım şekli değildir. Olsa olsa, hükümetin, yüzde 6,5'lik faizdışı fazlayı sağlama adına, bu vergilere yüklenmesidir.

Yine, AKP iktidara gelmeden önce, yeni vergiler getirmeyeceğini söylemişti. Artık, yeni vergi yok, bundan sonra herkes kolayca yaşayacak diye bir beyanda bulunmuştu; ama, durum böyle olmamıştır, AKP iktidara geldikten sonra, özellikle, olağanüstü durumlarda getirilmiş olan geçici vergilerin tümünün önündeki "geçici" ibaresini kaldırıp, hepsini daimî vergi yapmıştır. Aynı şekilde, Özel İletişim Vergisi, Özel İşlem Vergisi, Ek Emlâk Vergisi gibi vergilerin tümü devamlı duruma getirilmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; akaryakıt üzerindeki vergilerden bahsetmek istiyorum. Özellikle, akaryakıt üzerinde çok yüksek oranlarda vergiler bulunmaktadır. Sayın Başbakanımız da bunu görmüş olmalı ki, bir müddet önce, akaryakıt fiyatlarının yüksekliğinden şikâyetçi oldu ve âdeta bunu, kendilerinin yapmadığını, petrol şirketlerinin yaptığını ifade ettiler; ama, durum böyle değildir değerli arkadaşlarım; çünkü, akaryakıt fiyatları üzerindeki asıl yük vergilerden kaynaklanmaktadır; çünkü, akaryakıtın yüzde 70'i, ÖTV, KDV gibi vergilerden oluşmaktadır. Hatta öyle ki, bir yerde ÖTV matrahı KDV matrahına dahil edilerek, vergi üzerinden de vergi alınmaktadır.

Sayın Başbakanımız, eğer, petrol fiyatlarının, akaryakıt fiyatlarının gerçekten düşmesini istiyorsa, kendilerine buradan bir önerim var; bu önerim de, bu akaryakıt üzerindeki vergilerin çekilmesidir. Bu vergiler çekildiği zaman, umuyorum ki ve biliyorum ki, akaryakıt fiyatları 800 000 lirayı geçmeyecek, yani, üçte 2, fiyatında, ucuzlayacaktır.

Bu bakımdan, akaryakıt fiyatlarından kaçabilmek için, ucuz şeyi seçip, yükü, petrol şirketlerine yüklemenin bir anlamı yoktur; çünkü, yasama yetkisi Millet Meclisinde ve onun adına yürütme yetkisi bile yürütmededir. Bu bakımdan, bir şirketin vergi koyma yetkisi yoktur. Demek ki, vergiyi koyan hükümettir. Eğer, gerçekten de ucuzluk istiyorsa, yine kendisinin bu vergileri kaldırıp, akaryakıt fiyatlarını ucuzlatması gerekir.

Tabiî, sadece akaryakıt fiyatları değil. Aynı şekilde, alkollü içkiler üzerinde de çok büyük oranlarda vergiler vardır. Bunlarla ilgili bazı örnekleri buradan sizlere vermek istiyorum; çünkü, akaryakıt dışındaki, içki üzerinden alınan vergiler de çok yüksek. Bunun bir karşılaştırmasını yapmak istiyorum. Örneğin, 1 000 litre alkollü içki üzerindeki ÖTV, euro olarak, Türkiye'de 707 euro, Avrupa Birliğinde 303 euro; şarapta, Türkiye'de 1 000 952 euro, Avrupa'da 483 euro. Demek ki, içkilerde de 1'e 10'a yakın bir artış vardır. Avrupa'ya göre, bu bakımdan, içkilerde çok yüksek vergi olduğundan dolayı, bu bir bakıma kaçak içki imalatını körüklemekte, halkı buna zorunlu bırakmaktadır.

Özellikle küreselleşmenin olduğu bir dönemde, devletler arasındaki fizikî sınırların kalktığı bir ortamda rekabeti düşündüğünüz zaman, böyle uzun vergilerle, ülkemizin Avrupa Birliği ülkeleriyle mücadele etmesi mümkün değildir. Bu bakımdan, eğer rekabet etmek istiyorsak vergileri bir an önce düşürüp onlarla eşit koşullarda mükelleflerimizi rekabete zorlamamız gerekmektedir.

Değerli arkadaşlarım, motorlu taşıtlar üzerinden alınan vergileri de Avrupa Birliğiyle karşılaştırdığımız zaman onlarınkinin 5 ilâ 10 katından daha fazladır. Hepimizin bildiği gibi, motorlu taşıtlar üzerinden daha önceden ÖTV ve KDV alınmakta, daha sonra da her yıl belli aralıklarla, altı ayda bir, Motorlu Taşıtlar Vergisi ödenmektedir; yani, bugün bir motorlu taşıtın aşağı yukarı yüzde 65-70'i yine vergilerden oluşmaktadır. Bu vergileri de Avrupa'daki ülkelerle karşılaştıracak olursak onlarınkinin ortalama 5 ilâ 10 katından daha fazladır.

Anayasamızın 73 üncü maddesinde, herkesin kamu giderlerini karşılamak üzere malî gücüne göre vergi ödemekle yükümlü olduğu, vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımının sosyal amaçlı olduğu belirtilmiştir; ama, bu vergi yapısıyla Anayasanın 73 üncü maddesi ihlal edilmektedir; çünkü, vergiler, sürekli şekilde, dar ve sabit gelirlilere, fakirlere, yoksullara yüklenmekte, zenginler ise, bir türlü, yolunu bularak bundan kaçmakta ya da kaçınmaktadırlar.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; katlanılabilecek vergi yükü elbette sınırsız değildir, bir üst sınırı vardır. Vergi oranları aşırı arttığında vergiye karşı yükümlünün direnci de artacaktır. Bu durumda, vergi yükümlüleri vergi kaçırma ya da vergiden kaçınma olanaklarını sonuna kadar kullanmak isteyeceklerdir. Enflasyonun etkisi de göz önünde tutulursa vergi kaçırma olanağı olmayanlar ve vergiden kaçamayanlar, daha az gelir elde ettiklerinden, ağır vergi yüklerinin altında ezileceklerdir.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Başkan; biraz da vergi indirimlerinden bahsetmek istiyorum. Bilindiği üzere, AKP iktidara gelmeden önce, tüm mükellefler için, özellikle ücretliler için uygulanan "asgarî geçim indirimi", "en az geçim indirimi" adı altında bir indirim vardı; ilk iş olarak bunu kaldırmıştır. En az geçim indirimi sosyal amaçlı bir indirim olup, kutsal yaşam hakkının devam edebilmesi için bir kişinin ayda ya da yılda belli bir gelirinin vergi dışı bırakıldıktan sonra kalan gelirinin vergilendirilmesine yöneliktir. Maalesef, AK Parti, bu olanağı dargelirlilere çok görüp en az geçim indirimini kaldırmıştır. Bu konuda yabancı ülkelerden örnek vermek gerekirse; yabancı ülkelerin çoğunda en az geçim indirimi yoluyla belli bir gelir vergi dışı bırakıldıktan sonra başlangıç vergi oranları düşük tutulmuş ve daha sonra gelen oranlar üzerinden de, düşük oranlarda, yüzde 1'den başlayan, yüzde 5'ten başlayan, hatta yüzde 10'dan başlayan oranlarda vergi alınmıştır. Oysa, ülkemizde, vergiler, yüzde 15'ten başlamakta, yüzde 40'a, yüzde 35'e kadar gitmektedir. Özellikle, geçtiğimiz dönemde Gelir Vergisi tarifelerinde yapılan, en üst tarifede yapılan yüzde 5'lik indirim hiçbir şekilde dargelirlileri, asgarî ücretlilere, normal ücretlilere ve yüksek ücretlilere yaramamıştır; sadece, yılda 155 milyarın üzerinde ücret geliri elde eden, fahiş ücret geliri elde edenler yararlanmıştır. Bu bakımdan, bu, adaletin tam olmadığının, AKP'nin adalet anlayışının zenginlerden yana olduğunun göstergesidir ve bu da açık bir şekilde burada gözükmektedir.

Aynı şekilde, Kurumlar Vergisinde yapılan yüzde 10'luk indirim yüzde 30'dan yüzde 20'ye indirilmişti. Bu da, yine, Türkiye'deki en fazla 35-40 tane kuruma yarayacak bir indirimdir, en üst dilimden indirildiği için. Bu şekilde ülkemizin 5 katrilyon liralık bir vergi kaybı olacaktır; ama, devletin kamu finansmanı sağlayabilmesi için toplam vergi gelirlerinin devam etmesi gerekiyor. Bu Kurumlar Vergisi indirimi nedeniyle vergi kaybında meydana gelen 5 katrilyon lira, bir şekilde dolaylı vergiler adı altında mal ve hizmetler üzerinden; yani, akaryakıttan, benzinden, sütten, ekmekten alınacaktır. Bu da, bunları kim kullanıyorsa, bu vergileri onlar ödeyecektir. Bu şekilde, sadece bir süre önce Telekomu alan Öger Firmasının bu yüzde 10'luk indirimden dolayı kazancı 500 milyar Yeni Türk Lirasıdır. Demek ki, Öger'in ödemediği vergiyi, bizim işsiz insanımız, işçi olmayan boş insanlarımız ya da ekmeği, kefeni kullanan tüketicilerimiz ödeyecektir.

Değerli arkadaşlarım, bir süre önce Kurumlar Vergisi 10 puan indirildi ve yatırım indirimi kaldırıldı. Aslında, bu yatırım indiriminin kaldırılması, ülkemizde işsizliğe bir darbe vurmuştur, yatırımlara, yabancı sermayeye bir darbe vurmuştur.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Toparlayalım lütfen.

MUHSİN KOÇYİĞİT (Devamla) - Çünkü, yatırım indirimi uygulandığı zaman, bir mükellef firma, örneğin 500 milyar liralık bir yatırımı varsa ve yatırım indirim oranı da yüzde 40 ise, bu yatırımcı, 200 milyarlık yatırım indiriminden faydalanacaktı. Demek ki, bu yatırımcı, 200 milyar kazanç elde edinceye kadar, bir, beş, belki on yıla kadar hiç vergi ödemeyecek, sıfır vergi ödeyecek. Oysa, Kurumlar Vergisi oranı 30'dan 20'ye indiği zaman, ilk yıldan son yıla kadar her yıl vergi ödeyecektir. Demek ki, yatırım indiriminin kaldırılması olumlu bir davranış şekli değildir. Bu, yabancı sermayeye vurulmuş bir darbedir, işsizliğe vurulmuş bir darbedir, yatırımlara, üretimlere vurulmuş bir darbedir. Bununla övünmek yerine, umarız ki yatırım indirimi tekrar mevzuattaki şekliyle kalıp, devam etmesi gereklidir.

Özellikle dolaylı vergilerin artması, bir şekilde, ülkemizde kayıtdışı ekonomiyi körüklemektedir. Kayıtdışı ekonomi, makro dengeleri bozarak ve krizler yaratarak, yabancı sermayeyi, yatırımı, üretimi ve istihdamı olumsuz yönde etkilemektedir. Bu bakımdan, bir an önce, ülkemizde kayıtdışı ekonominin kayda alınması için gerekli düzenlemeler yapılmalı ve onlar uygulamaya geçirilmelidir; çünkü, kayıt dışındaki mükelleflerin ödemediği vergileri, bir şekilde kayıtlı mükellefler ödediği için, onların vergi yükleri daha da artmakta. Onların vergi yükü artınca, bu sefer, onlar da kayıt dışına kaçmanın, kayıt dışına çıkmanın hesaplarını yapmakta, bu şekilde ekonomimizde kısır bir döngü devam etmektedir.

Şunu belirtmek istiyorum ki, yapılan araştırmalara göre, doğrudan vergilerdeki 1 birimlik artış, toplam vergi gelirlerini 2,84 oranında artırırken, dolaylı vergilerdeki 1 birimlik artış toplam vergi gelirlerini ancak 1,42 oranında; yani, dolaysız vergilerin yarısı kadar artırabilmektedir; ama, hükümetler, her nedense, kararnamelere dayanarak, kolayı seçerek, devamlı bir suretle dolaylı vergilere yüklenmekte, dolaylı vergilerin eşanlamlısı ise, fakire daha fazla yük, fakire daha fazla eziyet ve fakirin cebinden daha fazla ekmeği almaktır. Bu bakımdan, umuyorum ki, öncelikle, kayıtdışı ekonominin kayda alınması, Türk vergi sisteminin yeniden yapılandırılarak yüklerin eşit şekilde herkese dağıtılması gerekecektir.

Bu sözlerle sözlerime son verirken, bu yasa tasarısının kanunlaşarak bakanlığımıza ve milletimize, devletimize hayırlı olmasını diliyorum; hepinize saygılar sunuyorum. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Balıkesir Milletvekili Ali Osman Sali.

Buyurun Sayın Sali. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA ALİ OSMAN SALİ (Balıkesir) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Maliye Bakanlığı bünyesinde Gelir Politikaları Genel Müdürlüğü kurulmasına ilişkin kanun teklifiyle ilgili olarak AK Parti Grubu adına huzurunuzdayım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, vergi ve gelir yönetiminde yapısal değişiklik ihtiyacı ortaya çıkmış ve bildiğiniz gibi, gelir idaresinin gelişmiş ülkelerdeki örneklere uygun olarak yapılanması süreci başlatılmış, siyasî irade ve Maliye Bakanlığınca belirlenen vergi politikalarını uygulamak üzere, 5345 sayılı Kanunla Gelir İdaresi Başkanlığı kurulmuştur.

Gelir İdaresi Başkanlığının görev ve fonksiyonları, esas itibariyle, vergi mevzuatını etkin bir şekilde, adil, tarafsız ve objektif olarak uygulamak, bunun için özellikle gerekli teknolojik altyapıyı oluşturmak, vergi uygulamalarına ilişkin koordinasyonu sağlamak, vergi tahsilatı ve takip işlemlerini yürütmek, vergi inceleme ve denetimlerini, etkinlik ve verimliliği esas almak suretiyle gerçekleştirmektir. Diğer taraftan, politikaya ilişkin fonksiyonların ifası için ayrı bir birimin kurulması, gelir idaresi alanındaki yapılanma sürecinin ikinci adımını oluşturmaktadır. Oluşturulacak olan bu politika birimi, vergi uygulamalarına esas teşkil eden gelir ve vergi politikalarının oluşturulması ile buna ilişkin kanun ve kararname taslaklarının hazırlanması çalışmalarının yapılması, ikili vergi anlaşmaları ile uluslararası vergi ilişkilerinin yürütülmesi, gelir bütçesinin hazırlanması gibi görev ve fonksiyonları yerine getirecektir.

Politika ve uygulama fonksiyonlarının birbirinden ayrı olarak yönetilmesi ve yürütülmesi ve dolayısıyla, bu birimlerin birbirinden ayrı olarak örgütlenmesi, gelir yönetiminden beklenen etkinlik ve verimliliğin sağlanabilmesi açısından önem arz etmektedir.

Politika seçeneklerinin sosyal ve ekonomik sonuçlarının önceden görülebilmesine, uygulanan politikaların sonuçlarının düzenli olarak izlenmesine ve bu konularda karar alıcılara sağlıklı bilgi desteğine imkân sağlayacak ayrı bir kurumsal yapı, bu politikaların başarı şansını önemli ölçüde artırabilecektir.

Gelir Politikaları Genel Müdürlüğü olarak örgütlenecek olan bu kurumsal yapı, gelişmeleri yakından izleyerek, ülkemiz koşullarına uygun, genel ekonomik politika, strateji ve ilkeler çerçevesinde vergi ve gelir politikalarının üretilmesine önemli katkılar sağlayabilecektir.

Gelişmiş ülkelerin bu alandaki idarî yapılanmalarına baktığımızda, pek çok ülkede, gelir ve vergi politikalarının oluşturulması görevi ile vergi uygulamalarına ilişkin görevlerin ayrı birimler tarafından yerine getirildiği görülmektedir. Özellikle OECD üyesi ülke uygulamalarını incelediğimizde, bunların büyük çoğunluğunda vergi politikası fonksiyonunun uygulamadan ayrı tutulduğu görülmektedir. Ülkemizde de gelir ve vergi politikalarının oluşturulması görevi ile uygulama görevinin ayrı ayrı birimler tarafından yürütülmesi hususu, yapısal değişimin bir parçası olarak uygun görülmüş ve hepinizin bildiği gibi uygulama fonksiyonunu yerine getirmek üzere -biraz önce de bahsettiğim gibi- ayrı bir Gelir İdaresi Başkanlığı kurulmuştur. Bugün huzurlarınıza gelmiş bulunan kanun teklifiyle söz konusu yeniden yapılanmanın Gelir Politikaları Genel Müdürlüğünün kurulması suretiyle tamamlanması amaçlanmaktadır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; kanun teklifiyle kurulması öngörülen Gelir Politikaları Genel Müdürlüğünün başlıca görevlerini şöyle sıralayabiliriz:

Plan, program ve genel ekonomik politika ve stratejiler çerçevesinde devletin gelir politikalarının oluşturulmasına ilişkin çalışmalar yapmak.

Devlet gelirlerine ilişkin kanun ve kararname taslaklarının hazırlanmasıyla ilgili çalışmaları gerekli koordinasyonu sağlayarak yürütmek.

Devlet gelirlerine etkisi olan kanun tasarı ve tekliflerini inceleyerek görüş bildirmek.

Gelir bütçesini hazırlamak.

Uluslararası vergi ilişkileri ile ikili ve çok taraflı anlaşmalara ilişkin çalışmaları yürütmek.

Vergi yükü, gelir dağılımı ve gelir tahminlerine yönelik analizler yapmak.

Ekonomik ve malî gelişmeleri izlemek, değerlendirmek ve bu konularda araştırmalar yapmak.

Devlet gelirleriyle ilgili istatistikleri toplamak ve değerlendirmek.

Sayın milletvekilleri, diğer taraftan, Genel Müdürlüğün teşkilat yapısına baktığımızda, teklifin 1 inci maddesinin son fıkrasında da yer aldığı gibi, yukarıda sayılan görevleri yerine getirmek üzere, esas itibariyle uzman personel çalıştırılması öngörülmektedir.

Söz konusu uzman personel için yeni kadrolar ihdas edilmemektedir. Bu ihtiyacın, Bakanlığın mevcut kadrolarından karşılanması öngörülmektedir. Yalnızca, Genel Müdürlüğün fonksiyonlarını yerine getirirken ihtiyaç duyacağı idarî kadrolarla birlikte iktisatçı ve ekonomist kadroları ihdas edilmektedir. Teklif ekinde çok sayıda cetvel göreceksiniz. Bu cetveller herhangi bir tereddüde mahal vermemelidir, sadece 25 adet ilave kadro vardır. Bütün cetvellerin sonucu sayısal olarak böyledir.

Son olarak, kurulması öngörülen Gelir Politikaları Genel Müdürlüğünün uygulama fonksiyonunun olmaması nedeniyle ve Maliye Bakanlığının merkez birimi olması nedeniyle taşra teşkilatının bulunmadığını, sadece merkezde örgütlendiğini belirtmek isterim.

Sayın milletvekilleri, teklifle, kurulması öngörülen Gelir Politikaları Genel Müdürlüğünün ülkemize yararlı olması temennisiyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Şahsı adına söz isteyen, Sayın Recep Garip, Adana Milletvekili?.. Yok.

Sayın İbrahim Hakkı Birlik, Şırnak Milletvekili?.. Yok.

Sayın Ümmet Kandoğan, Denizli Milletvekili?.. Yok.

Sayın Mehmet Eraslan, Hatay Milletvekili?.. Yok.

Tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.

1 inci maddeyi okutuyorum:

MALİYE BAKANLIĞININ TEŞKİLAT VE GÖREVLERİ HAKKINDA KANUN HÜKMÜNDE

KARARNAMEDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASI HAKKINDA KANUN TEKLİFİ

MADDE 1.- 13/12/1983 tarihli ve 178 sayılı Maliye Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye aşağıdaki 12/A maddesi eklenmiştir.

"Gelir Politikaları Genel Müdürlüğü

MADDE 12/A - Gelir Politikaları Genel Müdürlüğünün görevleri şunlardır:

a) Devlet gelirleri politikasının plan, program, genel ekonomik politika ve stratejiler çerçevesinde oluşturulmasına ilişkin çalışmalar yapmak.

b) Devlet gelirlerine ilişkin kanun ve kararname taslaklarının hazırlanmasıyla ilgili çalışmaları gerekli koordinasyonu sağlayarak yürütmek.

c) Devlet gelirlerine etkisi olan kanun tasarı ve tekliflerini Devlet gelirleri politikası açısından inceleyerek görüş bildirmek.

d) Uluslararası vergi ilişkileri ile ikili ve çok taraflı anlaşmalara ilişkin çalışmaları gerekli koordinasyonu sağlamak suretiyle yürütmek.

e) Avrupa Birliği, uluslararası kuruluşlar ve diğer devletlerle görev alanına giren konularda işbirliği yapmak.

f) Mahallî idare vergilerinin genel vergi sistemi ile uyumunu sağlayacak çalışmaları yapmak.

g) Gelir bütçesini hazırlamak.

h) Vergi yükü, gelir dağılımı ve gelir tahminlerine yönelik genel ve sektörel analizler yapmak.

i) Ekonomik ve malî gelişmeleri izlemek, değerlendirmek ve bu konularda araştırmalar yapmak.

j) Devlet gelirleri ile ilgili istatistikleri toplamak ve değerlendirmek.

k) Bakanlıkça verilecek benzeri görevleri yapmak.

Genel müdürlükte, ihtiyaç duyulması halinde maliye uzmanı ve Devlet gelir uzmanı çalıştırılır."

BAŞKAN - Madde üzerinde, Anavatan Partisi Grubu adına, Erzurum Milletvekili Sayın İbrahim Özdoğan; buyurun. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)

ANAVATAN PARTİSİ GRUBU ADINA İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1055 sıra sayılı yasa tasarısı üzerinde Anavatan Partisi adına söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, Türkiye'yi sarıp sarmalayan, vatandaşımızın elini kolunu bağlayan, çözüme kavuşmadığı her an daha da derinleşen o kadar çok sorun vardır ki, biz, bu sorunları kendi aralarında hiyerarşiye tabi tutmak durumunda kalmaktayız ve elimizin altında, günden güne uzayan bir öncelikli sorunlar listesi oluşmaktadır.

Türkiye'nin kemikleşmekte olan sorunlarının pek çoğu, Meclise halkın feveranlarıyla taşınmıştır, taşınmaktadır ve tüm milletvekillerimizin malumudur bu durum; ama, bunlardan bir tanesi vardır ki, gerçekten can yakıcıdır. Bugün, sokaktaki vatandaşı çevirip de "hayatınızı en çok zorlaştıran şey nedir" diye soracak olsanız, alacağınız cevap "işsizlik" olacaktır. İşsizliğin nasıl bir kanayan yara, sosyal bir facia olduğundan uzun uzun bahsetmemize gerek yoktur. Zira, karanlık bir tablo gözlerimizin önündedir.

Liberalleşme eğilimleri, devletin ekonomiden el çekmesi süreciyle birlikte özel sektör öne çıkmış, özel sektör yatırımları ülkedeki istihdamın uygulama birimi haline dönüşmüştür. Girişimci yatırım yapacak, üretecek, hem kendisi kazanacak hem de ülkemiz insanlarına ekmek kapısı açacaktır. Peki, bu süreçte siyasete düşen görev nedir?.. Siyaset, üretimin yapılabilmesi için gerekli yasal düzenlemeleri yapacak, üretimin altyapısını oluşturacak ve üretenin, istihdam edenlerin işini kolaylaştıracaktır. Siyaset, vatandaşın hayatını düzene sokmak, hayatları kolaylaştırmakla mükelleftir. Peki, bu hükümet döneminde, siyaset gerçek amaçlarına hizmet mi etmektedir?! Sorunun cevabı çok açıktır; bu hükümetin istihdam politikaları, çözüm üretmek bir yana, sorunun ta kendisidir.

Bugün, çalışan, üreten kesim, ağızbirliği etmiş, bir gerçeği çığlık çığlık haykırıyor. Türkiye'nin asıl sorunu, istihdam üzerindeki vergi ve prim yüküdür, herkes farkındadır; ancak, çözüm için somut bir çaba yoktur. Türkiye, halen ücretler üzerindeki vergi ve prim yüküyle dünya ülkeleri arasında başı çekmeye devam ediyor. Hatta, Türkiye, işletmelerin işçi adına ödediği gelir vergisi ile işsizlik sigortası dahil SSK'ya ödediği işçi ve işveren primlerinden oluşan istihdam vergilerinde, OECD ülkeleri arasında yıllardır birinciliği kimselere kaptırmıyor. Nitekim, geçtiğimiz yıl yüzde 42,1 olan bu yük, bu yıl başında yüzde 42,7'ye ulaşmış durumdadır.

Türkiye İstatistik Kurumunun işgücü anketine göre, ocakta 20 815 000 olan toplam istihdamın 10 178 000'i, yani, yüzde 48,9'u kayıtdışı imiş. İstihdam ağustosta 22 838 000'e çıkarken, kayıtdışı çalışan ise 11 670 000'lere, kayıtdışı istihdam oranı yüzde 51,1'e dayanmıştır. Hesaplar ortadadır. Vergi uygulamasından çok vergi terörü görünümünü andıran istihdam üzerindeki vergi oranları çalışanları kayıtdışına itmiş, zaten yerleşik olan işsizlik sorununu derinleştirmiş, yıllık vergi ve prim kaybını ise 23 katrilyona sürüklemiştir. İstihdam üzerindeki vergilerin kime ne kazandırdığı bilinmemekte, oranların yüksekliği ve sebep olduğu sonuçlar vergilendirmenin rasyonelliğiyle çelişmektedir.

Sorun tartışma götürmez olarak baş gösterince, hükümet, en başında koyması gereken teşhisi kabullenmek durumunda kalmıştır. Teşhis sabittir; fakat, tedavi hâlâ ortada yoktur. İstihdam vergisinin istihdam üzerinde oluşturduğu baskının giderilmesi için neler yapıldığı, ne tür bir hazırlık içinde bulunulduğu konusunda Maliye Bakanlığı suskun kalmayı tercih etmektedir.

Diğer yandan, bugün hükümet dışa açık bir ekonomik model benimsediğini ve bu modeli başarıyla işlettiğini iddia etmektedir. Sormak lazım: Acaba üretmesi, üretimini ihraç etmesi beklenen sanayicilerin girdi maliyetlerine yönelik bir analiz yapılmış mıdır? Eğer yapılmışsa, bu analiz hangi mesajları içermektedir?

Siz öyle bir vergi politikası uygulayacaksınız ki, vergi gelirlerinizin en esaslı parçası enerji olacak, sonra da çıkıp, enerji giderleri maliyet kalemleri içinde en yüksek olan üreticiden üretmesini, satmasını ve büyümesini isteyeceksiniz! Enerji girdisi, maliyet kalemlerinin yüzde 60'ına tekabül eden bir madencilik sektörü bu koşullarda nasıl ayakta kalabilecektir?! Elektrik pahalıdır, mazot pahalıdır, gaz pahalıdır; bunlardan alınan vergiler hepimizin ve bütün halkımızın malumudur.

Üreticinin durumunu bir örnekle daha somutlaştırmakta yarar vardır. Bugün tekstil sektörü, artan girdi maliyetleri nedeniyle zor duruma düşmüştür. Bu sektörün, uygulanmakta olan KDV oranlarını kaldırmaya takati kalmamıştır. Sektör temsilcileri feryat eder duruma düşürülmüş, sektördeki kayıt dışılık eğilimi artmıştır. Bugün tekstil sektörünün hangi temsilcisine derdi olup olmadığı sorulsa, hep aynı yanıt; maliye politikaların oluşturduğu baskı yanıtı alınacaktır.

Sonuç olarak, bütçenin denklik ilkesine sadık kalmak demek, vergi alınabilecek durumda kayıt içinde olan her üreticinin canına okumak demek değildir. Hükümet, vergilendirmenin rasyonelliği ilkesini gözden geçirmek ve sürdürülebilirlik açısından konulacak ölçüyü dikkate almak mecburiyetindedir.

Son dönemde yaşanan derin ekonomik bunalım, üreten kesimin azmini kırmış, özgüvenini hırpalamıştır. Yani, ticarethane açacak olanlar da yatırım ve üretim kararlarından vazgeçmişlerdir. Serbest meslek erbabıyla hükümetler arasındaki güvensizlik şiddetini artırarak devam etmiş, siyaset, özel sektöre güven verecek bir samimiyet ve kararlılık için çaba göstermemiştir.

Türk Halkı, Adalet ve Kalkınma Partisine, kıymeti bilinmesi gereken yoğun bir kredi açmıştır. Çalışanıyla, üreteniyle ve diğer tüm unsurlarıyla vatandaş artık güvenecek bir adres aradığı mesajını vermiştir. Peki, tek başına hükümet olan Adalet ve Kalkınma Partisi bu güvene layık olmuş mudur, üreticinin kendisine yönelttiği güveni haklı çıkarmış mıdır?.. Sorunun cevabını, gerçekleşen rakamlarda aramak yerinde olacaktır; zira, rakamların lisanında siyaset olmaz, sadece katı gerçekler vardır.

Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğinin ticaret sicil verilerine göre, 2005 yılında açılan şirket sayısının geçen yılın aynı dönemine oranla yüzde 18,87 arttığı açıklanmıştır; yani, 2005'te açılan şirket sayısı, 2004 yılında açılan şirket sayısından neredeyse beşte 1 oranında daha fazladır. Açılan şirket sayısındaki artış, iktidar tarafından âdeta kamuoyunun gözüne sokulmak istenmekte, Adalet ve Kalkınma Partisi, rakamsal verilerdeki bu yükseliş için, alkış talep etmektedir. Oysa, bu veriler, gerçeğin yalnızca bir bölümünü yansıtmaktadır; doğrudur; fakat eksiktir. Gerçeğin tamamı ise, iktidarın işine gelmeyecek acı bir mesajı katı bir şekilde önümüze sürmektedir.

2005'in ilk on ayında yeni açılan şirket sayısı, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 18,7 artmıştır. Diğer taraftan, 2005 yılında kapanan şirket sayısı ise, 2004 yılında kapanan şirket sayısından sadece binde 34 daha azdır. 2004 yılının ilk on ayında 68 072 olan yeni açılan şirket sayısı, 2005'in aynı döneminde 80 917'ye çıkmıştır. Kapanan şirket sayısı ise 23 091'den 23 013'e düşmüştür. 2005 yılında kapanan şirket sayısı, 2004 yılında sadece 68 eksiktir. Makro planda ele alındığında, bu, ihmal edilebilecek kadar küçük bir azalıştır.

Şirket kapanışlarının ortaya koyduğu rakamlar da açıkça göstermektedir ki, AK Parti Hükümeti, serbest meslek erbabının kepenk kapatma trajedisine bir çözüm bulma konusunda aciz kalmıştır. İşte, iktidarın, gözlerden kaçırmaya çalıştığı gerçeğin en önemli ve en can yakıcı parçası budur. IMF gibi ulusüstü kurumların suyuna gitmeye dayanan, sadece ulusüstü güç odaklarının destek söylemlerinden güç alan, derinlikten yoksun ekonomi politikaları uygulayan hükümet, ekonomideki iyiye gidişi uykudan önce masallar gibi anlatmaktadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Lütfen, toparlayalım.

Buyurun.

İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Evet, hükümetin iyiye gidiş söylemini masal diye nitelemek acımasızlık olmayacaktır; zira, iyiye gidiş vatandaşın yaşamında kendini göstermemiştir. İktidar Partisine buradan sormak lazımdır; sizin iyiye gidiş dediğiniz şeyi hissedebilmek için gerçekliğinden emin olmak için illa uluslararası tefeci mi olmak lazım; yoksa, her şey gerçekten iyiye gidiyor da yetmişbeş milyonun ezici çoğunluğunu teşkil eden normal vatandaş mı fark etmiyor bunu?!

Değerli milletvekilleri, sizleri çok basit bir mantıksal çıkarıma davet ediyorum. Kapanan şirket sayısında belirgin bir azalış yoksa, bu, şu anlama gelir: Vatandaş sizin o masal gibi anlattığınız gerçekdışı ekonomik iyileşme söyleminize güvenmiş, çalışmak için, üretmek için şirket kurmuş, sonra da bu iyimserliği tezgâhının başında tecrübe etmiş, kepengini de kapatmıştır. Maalesef, Adalet ve Kalkınma Partisi İktidarı, Yüce Türk Halkı için acı bir tecrübe olmaktan öteye gidememiştir. Bugün ticaret sicili rakamlarından çıkan bu gerçek, yarın sandıktan da çıkacak, varlığını tartışma götürmez bir biçimde ortaya koyacaktır.

Ekonomi yönetimindeki çarpık eğilimler, ne yazık ki, çok boyutludur. Yaşanan olumsuzlukların nedeni olan birden fazla mecra ve bu mecraların sayısız yanlış uygulamaları mevcuttur. Biz, burada, gidişata maliye politikası penceresinden bakmaya çalışıyoruz ve bu alanda yapılan çok temel bir mantık hatasının altını çizme gayretindeyiz.

Bugün, kayıt altında üretim yapmakta olan tesisler üzerinde azamî baskı kurmak hükümetin en temel maliye politikası aracı haline gelmiştir. Enerji pahalıdır; girdi maliyetleri yüksektir; istihdamın tüm yükü işverenin omzuna binmiş durumdadır; tekstil sektörü, bu koşullar altında katmadeğer taşımayacağını feryat feryat haykırmaktadır; madencilik sektörü, enerji fiyatları ve bu fiyatların üzerindeki vergi yükünden şikâyetçidir. Üreten kesim ağız birliği etmiş, aynı şeylerden yakınmaktadır. Aynı hükümet içinde faaliyet gösteren iki bakanın iş dünyası temsilcilerine, iş dünyasına karşı benimsedikleri söylemler birbirleriyle çelişmektedir. Dışticaretten sorumlu Devlet Bakanı, sektör temsilcilerini karşısına alıp, dış pazarda rekabet üstünlüğünün sağlanması için üreticinin önündeki tüm engellerin kalkacağını, vergi konusundaki kolaylıkların kaçınılmaz olduğunu, en kısa zamanda daha esnek ve verimli uygulamaların yapılacağını söylerken, Maliye Bakanı, yüksek vergilendirme konusunda geri adım atmaya yanaşmamakta "merdivenaltı işletmeleri ihbar edin, kayıtlı üreticiyi artıralım" diye söylemektedir.

Burada bir konudaki hassasiyetin altını çizmem gerekiyor. Bütçe, siyasetin elindeki oyuncak değildir. Bütçe uygulamaları ciddiye alınmazsa, bunun olumsuz sonuçları tüm ekonomiyi derinden etkileyecektir. Bu prensip, artık, siyasetüstü olmuştur ve hiçbir siyasî yaklaşımın buna itiraz etmesi beklenmemektedir; fakat, uygulamada tuttuğunuz vergiler özel sektörün ayağına kaçmış çakıl taşı gibi üreticinin sendelemesine neden oluyor, dünya piyasasındaki rekabet gücünü azaltıyor, maliyetini artırıyorsa, burada ne kazanıyoruz, ne kaybediyoruz; bir kez daha düşünmek lazımdır.

BAŞKAN - İbrahim Bey, konuşma süreniz doldu…

İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla) - Hemen bitiriyorum Sayın Başkan, bir dakikanızı…

BAŞKAN - Bu arada, çalışma süremiz de doluyor.

İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla) - Bir dakikanızı istirham ediyorum Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Tamam, çalışma süremizin sonuna kadar, buyurun.

İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla) - Teşekkür ediyorum.

Bugün, Türkiye için değer üreten kesimin beklentisi diyaloga açık, daha esnek ve uzlaşmacı, kayıt içindeki mükellefe ölçüsüzce yüklenmekten çok, kayıtdışını kayıt altına almaya dayalı bir eylem pratiği benimseyen Maliye Bakanlığı yönetimidir. Bize düşen de bu beklentiyi Yüce Meclisimizin kürsülerinden dile getirmektir.

İnşallah, yakın zamanda Anavatan Partisi iktidara gelecek ve üretici altın çağını -yine ekonomi- Anavatan Partisi yönetiminde yaşayacaktır. Arı, yeniden büyük milletimiz için bal yapacaktır. Çalışkan arılarımız Türkiye'yi yeniden hizmet ağıyla örecek ve ikinci defa Türkiye çağ atlayacaktır.

ORHAN SEYFİ TERZİBAŞIOĞLU (Muğla) - Bravo!

İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla) - Sayın Başkanıma teşekkür ediyor, beni dinlediğiniz için Yüce Heyetinize teşekkür ediyorum.

Siz, eski Anavatan Partilisiniz Sayın Milletvekili…

ORHAN SEYFİ TERZİBAŞIOĞLU (Muğla) - Hayır, ben, eski Anavatan Partili değilim.

İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla) - …dolayısıyla, alkışınızı ben olumlu yönde algılıyorum, teşekkür ediyorum. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)

ORHAN SEYFİ TERZİBAŞIOĞLU (Muğla) - Ben, eski Anavatan Partili değilim; bildiğin yanlış.

İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum) - Doğru…

BAŞKAN - Değerli milletvekilleri, çalışma süremiz doldu.

Sözlü soru önergeleri ile diğer denetim konularını sırasıyla görüşmek için, 31 Ocak 2006 Salı günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati: 20.00