DÖNEM: 22 CİLT: 104 YASAMA YILI: 4
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET
MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
35 inci Birleşim
18 Aralık 2005 Pazar
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. -
GELEN KÂĞITLAR
III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) TEZKERELER VE
ÖNERGELER
1.- Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Müsteşarı Adem
Şahin'in Fransa, Belçika ve Hollanda'ya yaptığı resmî ziyarete katılacak
milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/946)
2.- Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç'un Çin
Halk Cumhuriyetine yaptığı resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin
Başbakanlık tezkeresi (3/947)
IV.- KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
l.- 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısı ile 2004 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli Daireler ve İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarıları
(1/1119; 1/1084, 3/907; 1/1085, 3/908) (S. Sayısı: 1028, 1029, 1030)
A) DİYANET İŞLERİ
BAŞKANLIĞI
1.- Diyanet İşleri
Başkanlığı 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Diyanet İşleri
Başkanlığı 2004 Malî Yılı Kesinhesabı
B) SOSYAL HİZMETLER VE ÇOCUK ESİRGEME KURUMU GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
1.- Sosyal Hizmetler ve
Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü
2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Sosyal Hizmetler ve
Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü 2004 Malî Yılı Kesinhesabı
C) ÖZÜRLÜLER İDARESİ BAŞKANLIĞI
1.- Özürlüler İdaresi
Başkanlığı 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
D) AİLE VE SOSYAL ARAŞTIRMALAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
1.- Aile ve Sosyal
Araştırmalar Genel Müdürlüğü 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
E) KADININ STATÜSÜ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
1.- Kadının Statüsü Genel
Müdürlüğü 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
TBMM Genel Kurulu saat 11.00 de açılarak altı
oturum yaptı.
Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile Bazı
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 5433
sayılı Kanunun bazı maddelerinin Anayasanın 89 uncu maddesine göre bir kez daha
görüşülmek üzere geri gönderildiğine ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi Genel
Kurulun bilgisine sunuldu.
2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı
ile 2004 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli Daireler ve İdareler Kesinhesap
Kanunu Tasarılarının (1/1119; 1/1084, 3/907; 1/1085, 3/908) (S. Sayıları: 1028,
1029, 1030) görüşmelerine devam olunarak;
Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı,
Sermaye Piyasası Kurulu,
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu,
GAP Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı,
Tütün, Tütün Mamulleri ve Alkollü İçkiler
Piyasası Düzenleme Kurumu,
Hazine Müsteşarlığı,
Avrupa Birliği Genel Sekreterliği,
Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü,
Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü,
Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı,
Türkiye İstatistik Kurumu Başkanlığı,
2006 yılı bütçeleri ile;
Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı,
Hazine Müsteşarlığı,
Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı,
2004 malî yılı kesinhesapları;
Kabul edildi.
Alınan karar gereğince, 18 Aralık 2005 Pazar
günü saat 11.00'de toplanmak üzere, birleşime 22.46'da son verildi.
|
|
İsmail Alptekin |
|
|
|
Başkanvekili |
|
|
Ahmet Küçük |
|
Bayram Özçelik |
|
Çanakkale |
|
Burdur |
|
Kâtip Üye |
|
Kâtip Üye |
|
|
Ahmet Gökhan Sarıçam |
|
|
|
Kırklareli |
|
|
|
Kâtip Üye |
|
No.: 49
II.- GELEN KÂĞITLAR
18 Aralık 2005 Pazar
Rapor
1.-
Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile 78 ve 190 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ile Tekirdağ
Milletvekili Enis Tütüncü'nün; Aksaray Milletvekili Ahmet Yaşar ve 3 Milletvekilinin;
Kastamonu Milletvekili Mehmet Yıldırım ve 65 Milletvekilinin; Uşak
Milletvekilleri Alim Tunç, Ahmet Çağlayan ve Osman Coşkunoğlu'nun; Ordu
Milletvekilleri Kazım Türkmen ve İdris Sami Tandoğdu ile 94 Milletvekilinin;
Giresun Milletvekili Mehmet Işık ile 28 Milletvekilinin; Mersin Milletvekili
Dengir Mir Mehmet Fırat'ın; Yozgat Milletvekilleri Mehmet Çiçek, Bekir Bozdağ,
Mehmet Erdemir ve Mehmet Yaşar Öztürk ile 84 Milletvekilinin; Adıyaman Milletvekili
Şevket Gürsoy ve 15 Milletvekilinin; Iğdır Milletvekili Dursun Akdemir'in;
Burdur Milletvekilleri Bayram Özçelik ile Mehmet Alp'in; Kırşehir Milletvekili
Hüseyin Bayındır'ın; Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu ile 8 Milletvekilinin;
Ordu Milletvekili Hamit Taşçı ile 19 Milletvekilinin; Kırşehir Milletvekili
Mikail Arslan'ın; Amasya Milletvekilleri Akif Gülle ile Hamza Albayrak'ın;
Tekirdağ Milletvekilleri Tevfik Ziyaeddin Akbulut ile Ahmet Kambur'un; Kırşehir
Milletvekili Hacı Turan'ın; Yozgat Milletvekili Mehmet Erdemir ile 14
Milletvekilinin; Erzincan Milletvekilleri Tevhit Karakaya ile Talip Kaban'ın;
Iğdır Milletvekili Dursun Akdemir ve Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan'ın;
Giresun Milletvekili Nurettin Canikli ile 3 Milletvekilinin; İstanbul
Milletvekili Tayyar Altıkulaç ile Kastamonu Milletvekilleri Musa Sıvacıoğlu,
Hakkı Köylü ve Sinan Özkan'ın; Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan ile Hatay
Milletvekili Mehmet Eraslan'ın; Düzce Milletvekilleri Metin Kaşıkoğlu, Fahri
Çakır ve Yaşar Yakış'ın; Çorum Milletvekili Ali Yüksel Kavuştu'nun; Benzer
Mahiyetteki Kanun Teklifleri ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Plan
ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/1146, 2/5, 2/10, 2/20, 2/43, 2/66, 2/82,
2/115, 2/164, 2/372, 2/398, 2/410, 2/438, 2/523, 2/531, 2/535, 2/537, 2/541,
2/547, 2/571, 2/533, 2/347, 2/534, 2/542, 2/567, 2/568, 2/609) (S. Sayısı:
1039) (Dağıtma tarihi: 18.12.2005) (GÜNDEME)
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 11.00
18 Aralık 2005 Pazar
BAŞKAN: Başkanvekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale), Mehmet DANİŞ
(Çanakkale)
BAŞKAN - Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 35 inci Birleşimini açıyorum.
Toplantı yetersayısı
vardır; görüşmelere başlıyoruz.
Başkanlığın Genel Kurula
sunuşları vardır.
Başbakanlığın Anayasanın
82 nci maddesine göre verilmiş iki tezkeresi vardır; ayrı ayrı okutup oylarınıza
sunacağım.
III.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) TEZKERELER VE ÖNERGELER
1.- Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Müsteşarı Adem Şahin'in
Fransa, Belçika ve Hollanda'ya yaptığı resmî ziyarete katılacak
milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/946)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Sanayi ve Ticaret
Bakanlığı Müsteşarı Doç. Dr. Adem Şahin'in, görüşmelerde bulunmak üzere, bir
heyetle birlikte 23-26 Kasım 2005 tarihlerinde Fransa, Belçika ve Hollanda'ya
yaptığı resmî ziyarete, Adana Milletvekili Vahit Kirişçi'nin de iştirak etmesi
uygun görülmüş ve bu konudaki Bakanlar Kurulu kararının sureti ilişikte
gönderilmiştir.
Anayasanın 82 nci
maddesine göre gereğini arz ederim.
Recep
Tayyip Erdoğan
Başbakan
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Diğer tezkereyi
okutuyorum:
2.- Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç'un Çin Halk
Cumhuriyetine yaptığı resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin
Başbakanlık tezkeresi (3/947)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Kültür ve Turizm Bakanı
Atilla Koç'un, Fo Shan'da düzenlenen 7 nci Asya Sanat Festivali ve Türkiye-Çin
Halk Cumhuriyeti III. Dönem Turizm Karma Komisyonu toplantısına katılmak üzere,
bir heyetle birlikte 7-14 Kasım 2005 tarihlerinde Çin Halk Cumhuriyetine
yaptığı resmî ziyarete, ekli listede adları yazılı milletvekillerinin de
iştirak etmesi uygun görülmüş ve bu konudaki Bakanlar Kurulu kararının sureti
ilişikte gönderilmiştir.
Anayasanın 82 nci
maddesine göre gereğini arz ederim.
Recep
Tayyip Erdoğan
Başbakan
Liste:
Salih Kapusuz (Ankara)
Semiha Öyüş (Aydın)
Faruk Çelik (Bursa)
Gülseren Topuz (İstanbul)
Mahmut Uğur Çetin (Niğde)
HALUK KOÇ (Samsun) -
Sayın Başkan, karar yetersayısının aranılmasını istiyoruz.
BAŞKAN - Sayın Koç, karar
yetersayısı arayacağım.
Kabul edenler… Kabul
etmeyenler…
Karar yetersayısı yoktur;
birleşime yarım saat ara veriyorum.
Açılma Saati: 11.38
BAŞKAN: Başkanvekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale), Mehmet DANİŞ
(Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 35 inci Birleşiminin İkinci
Oturumunu açıyorum.
III.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)
A) TEZKERELER VE ÖNERGELER (Devam)
2.- Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç'un Çin Halk
Cumhuriyetine yaptığı resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin
Başbakanlık tezkeresi (3/947) (Devam)
BAŞKAN - Anayasanın 82
nci maddesine göre verilmiş Başbakanlık tezkeresinin oylamasında karar
yetersayısı bulunamamıştı.
Şimdi, tezkereyi yeniden
oylarınıza sunacağım ve karar yetersayısını arayacağım.
Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Karar yetersayısı vardır, kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri,
şimdi, 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2004 Malî Yılı Genel
ve Katma Bütçeli Daireler ve İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarıları üzerindeki
görüşmelere devam edeceğiz.
Program uyarınca, bugün
bir tur görüşme yapacağız.
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
l.- 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2004
Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli Daireler ve
İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/1119; 1/1084, 3/907; 1/1085,
3/908) (S. Sayısı: 1028, 1029, 1030) (x)
A) DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI
1.- Diyanet İşleri Başkanlığı 2006 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçesi
2.- Diyanet İşleri Başkanlığı 2004 Malî Yılı Kesinhesabı
B) SOSYAL HİZMETLER VE ÇOCUK ESİRGEME KURUMU GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
1.- Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel
Müdürlüğü 2006 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçesi
2.- Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel
Müdürlüğü 2004 Malî Yılı Kesinhesabı
C) ÖZÜRLÜLER İDARESİ BAŞKANLIĞI
1.- Özürlüler İdaresi Başkanlığı 2006 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçesi
D) AİLE VE SOSYAL ARAŞTIRMALAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
1.- Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü 2006 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçesi
E) KADININ STATÜSÜ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
1.- Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü 2006 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçesi
BAŞKAN- Komisyon ve
Hükümet yerinde.
Sayın milletvekilleri,
6.12.2005 tarihli 27 nci Birleşimde bütçe görüşmelerinde soruların, gerekçesiz
olarak yerinden sorulması ve her tur için soru-cevap işleminin 20 dakikayla
sınırlandırılması kararlaştırılmıştır. Buna göre, turda yer alan bütçelerle
ilgili olarak soru sormak isteyen milletvekillerinin, görüşmelerin bitimine
kadar sorularını sorabilmeleri için, şifrelerini yazıp parmak izlerini
tanıttıktan sonra ekrandaki söz isteme butonuna basmaları gerekmektedir.
Mikrofonlarındaki kırmızı ışıkları yanıp sönmeye başlayan milletvekillerinin
söz talepleri kabul edilmiş olacaktır. Tur üzerindeki görüşmeler bittikten
sonra, soru sahipleri, ekrandaki sıraya göre, sorularını yerlerinden soracaklardır.
Soru sorma işlemi 10 dakika içerisinde tamamlanacaktır. Cevap işlemi için de 10
dakika süre verilecektir. Cevap işlemi 10 dakikadan önce bitirildiği takdirde,
geri kalan süre için, sıradaki soru sahiplerine söz verilecektir.
Bilgilerinize sunulur.
Yedinci turda grupları ve
şahısları adına söz alan sayın üyelerin isimlerini okuyorum:
Gruplar: Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Halil Akyüz, Adana Milletvekili Gaye
Erbatur, İzmir Milletvekili Türkân Miçooğulları, İzmir Milletvekili Canan
Arıtman, İstanbul Milletvekili Güldal Okuducu; AK Parti Grubu adına, Bingöl
Milletvekili Abdurrahman Anik, İstanbul Milletvekili Halide İncekara, Sinop
Milletvekili Cahit Can, Konya Milletvekili Harun Tüfekci, İstanbul Milletvekili
Gülseren Topuz; Anavatan Partisi Grubu adına, Erzurum Milletvekili İbrahim
Özdoğan, Mersin Milletvekili Hüseyin Güler, Şanlıurfa Milletvekili Turan
Tüysüz.
Şahsı adına; lehinde,
Ordu Milletvekili Hamit Taşcı, Ağrı Milletvekili Naci Aslan; aleyhte, İstanbul
Milletvekili Ahmet Sırrı Özbek, İzmir Milletvekili Türkân Miçooğulları.
Şimdi, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Halil Akyüz; buyurun. (CHP
sıralarından alkışlar)
Sayın Akyüz, süreniz 9
dakikadır.
CHP GRUBU ADINA HALİL
AKYÜZ (İstanbul) - Sayın Başkan, siz onu 10 dakika yaparsınız.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Başbakanlığa bağlı Diyanet İşleri Başkanlığının 2006 yılı
bütçesi hakkında, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum;
sözlerime başlarken, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Anayasamızın 136 ncı
maddesi, Diyanet İşleri Başkanlığını şöyle tanımlamaktadır: "Genel idare
içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün
siyasî görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve
bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanunda gösterilen görevleri yerine getirir."
Diyanet İşleri
Başkanlığı, toplumumuzu din konusunda aydınlatma, dinî konularda eğitme, inanç
ve inanç ayrılıklarının istismarını önleme gibi, laiklik ilkesi çerçevesinde
çok önemli görevleri olan bir kurumdur. Ayrıca, kurum, görevlerini yerine
getirirken, bütün siyasî görüş ve düşüncelerin dışında kalıp, eşitlik ve adalet
anlayışı içerisinde, toplumca dayanışma ve bütünleşmeyi sağlamaktadır.
Değerli milletvekilleri,
Diyanet İşleri Başkanlığının kadrosu yaklaşık olarak 65-70 bin kişiden
oluşmaktadır. Bu kadronun yeterli olmadığı iddia edilmektedir, bu, bence de
doğrudur. 15-20 bin kadroya Diyanet İşleri Başkanlığının ihtiyacı vardır. Öyle
anlaşılıyor ki, hükümet, bu konularda, eksik kadroyla çalışan ne Millî Eğitim
Bakanlığında ne Sağlık Bakanlığında ne Diyanet İşleri Başkanlığında kadroları
tamamlayacak duruma gelememiştir, bu ekonomik gücü sağlayamamıştır. Geçen
bütçede, 2005 yılı Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesinde bunları bir miktar
konuşmuştuk; şimdi, o konuştuklarımızdan bu yana neler düzeldi neler düzelmedi,
bunları, birlikte bir kez daha görelim.
Değerli milletvekilleri,
Diyanet İşleri kadrosu, diğer kurumlar içinde, memurlar, sendikalar, en
mütevazı, en hakkına razı, en sessiz kadrolardır. Bunun geleneklerimizle çok
yakın ilgisi vardır, dinsel geleneklerimizle ilgisi vardır. Bu insanlar
görevlerini yaparlar mütevazı bir şekilde, hak ettiklerini bile devletten talep
etmezler; ama, buna bakarak iktidarın aldanmaması gerekiyor. Elbette, bütün
kurumlar, bütün kurumlarda çalışanlar nasıl haklarını talep ediyorlarsa, artık,
bundan böyle, Diyanet İşleri kadroları da, sendikal hakları dahil olmak üzere,
ekonomik, sendikal haklarını talep edeceklerdir. Hükümetler, artık, bunlara
hazırlıklı olmalıdır. Ne ekonomik bakımdan, ne özgürlük, sendikal bakımdan hak
verilmeyen bu kadroların, bundan böyle, sessiz sedasız, hakkına razı bir
biçimde duracaklarını zannetmiyorum. O bakımdan, hükümetlerin hazırlıklı olması
lazım.
Bu kadroların
yetersizliğinden söz ettik; ama, arkadaşlar, bu kadrolardan bir miktarını da,
başka kurumlara, Diyanet İşleri Başkanlığının onayıyla aktarıyorlar. Yaklaşık 1
500 kişi, 2002'den 2005'e kadar, Diyanet İşleri Başkanlığı kadrolarından
alınmış, başka kadrolara verilmiş, başka kurumlara verilmiş. Daha çok da,
zannediyorum, Millî Eğitime verilmiş.
Ne yapıyoruz; niye
Diyanet İşlerinden alıp da Millî Eğitime veriyoruz? Millî Eğitimde özel bir
kadrolaşmayı mı amaçlıyoruz? Bir ihtiyaç var bir kurumda; ama, o kurumun
ihtiyacını tamamlayacağımıza, o kurumdan bizim başka yerde ihtiyacımız olan
kadroları alarak, o kurumu zaafa uğratıyoruz. Bu bir kadrolaşma anlayışını
yansıtıyor ve bu doğru değildir arkadaşlar.
Şimdi, geçen bütçe
konuşmasında, Diyanet İşleri Başkanlığının bütçe görüşmelerinde, Diyanet
İşlerinin örgütlenme yasası, teşkilatlanma yasası, teşkilat yasası yoktur,
bundan, hem AKP Grubu adına konuşan değerli dostum, değerli bilim adamı Said
Yazıcıoğlu yakındı hem Bakan yakındı.
Sayın Yazıcıoğlu, en kısa
zamanda bu yasanın önümüze geleceğini, Meclise geleceğini ümit ettiğini
söyledi; yani, Grup adına konuşarak, böyle bir taahhütte bulundu.
Bakan ise, hükümet adına,
çok iyi bir hazırlık yapıldığını, hazırlıkların hemen hemen bittiğini, bu
yasanın önümüzdeki süreçte Parlamentoya getirileceğini söyledi.
Grup adına Sayın
Yazıcıoğlu bu taahhütte bulundu; yani, Grubunuz bu taahhütte bulundu, hükümet
adına Sayın Bakan bu taahhütte bulundu; ama, bir yıl geçti, yasa gelmedi.
MUSA SIVACIOĞLU
(Kastamonu) - Geliyor.
HALİL AKYÜZ (Devamla) -
Geliyor mu gelmiyor mu bilmiyorum; ama, öyle anlaşılıyor ki, siz bu yasayı
getirmeyeceksiniz; daha doğrusu, getiremeyeceksiniz; çünkü, bu yasa geldiği
zaman, benim geçen yılki bütçede yakındığım, şikâyet ettiğim konuların bu
yasayla ortadan kalkması gerek; bu da sizin işinize gelmiyor; yani, hükümet, en
azından Bakan, Sayın Bakan, cemevlerinin ibadethane olduğunu kabul etmiyor;
sadece camiler ve medreseler ibadethane olabilir diyor, ibadethaneler kapalı
alanlardır diyor.
ÖNER ERGENÇ (Siirt) -
Medrese de ibadethane değildir.
HALİL AKYÜZ (Devamla) -
Yani, öyle, Bakanın açıklamalarından aldığımız bilgileri söylüyoruz.
ÖNER ERGENÇ (Siirt) -
Bakan öyle demez.
HALİL AKYÜZ (Devamla) -
Şimdi, eğer, siz, bir asır geriye giderseniz, hilafet döneminde, Türkiye'nin,
laik bir devlet, laik bir cumhuriyet, aynı zamanda Müslüman bir devlet
olacağını kimse kabul etmezdi o zaman. Yani, Mustafa Kemal, Müslüman bir
ülkeden laik ve demokrat bir cumhuriyet yarattı da, siz, cemevlerini ibadethane
olarak niye kabul etmiyorsunuz? Ne gereği var?
ASIM AYKAN (Trabzon) -
Müslümanlık kabul etmiyor.
HALİL AKYÜZ (Devamla) -
Yok öyle bir şey.
ASIM AYKAN (Trabzon) -
Müslümanlık kabul etmiyor, Müslümanlık…
HALİL AKYÜZ (Devamla) -
Öyle bir şey yok.
ASIM AYKAN (Trabzon) -
Var, var…
HALİL AKYÜZ (Devamla) -
Şimdi, milyonlarca insan size diyor ki, bizim ibadet yöntemimiz budur; siz,
onu, isterseniz, ibadet kabul etmeyin; ama, ben ibadetimi böyle yapıyorum
diyor. Milyonlarca insan bunu söylüyor, siz bunu kabul etmiyorsunuz; niye
etmiyorsunuz?
Şimdi, cemevlerinde
ibadet eden insanlarımız devlete vergi ödemiyorlar mı arkadaşlar?!
AHMET YENİ (Samsun)
- Siz kabul ediyor musunuz?
HALİL AKYÜZ (Devamla) -
Devlete vergi ödemiyorlar mı?
AHMET YENİ (Samsun) -
Sayın Akyüz, siz kabul ediyor musunuz?
HALİL AKYÜZ (Devamla) -
Biz geldiğimiz zaman o düzenlemeyi yapacağız.
AHMET YENİ (Samsun) -
Sizin kendi şahsınız kabul ediyor mu?
HALİL AKYÜZ (Devamla) -
Zaten, arkadaşlar, sizinle müzakere ettiğimiz son bütçedir bu.
AHMET YENİ (Samsun) -
Şahsınız kabul ediyor mu?
HALİL AKYÜZ (Devamla) -
Bu, sizin son bütçenizdir; dolayısıyla, nasıl kabul ettiğimizi, nasıl düzenleme
yapacağımızı gelecek sene bu zamanlarda birlikte görüşürüz. Eğer hâlâ
buradaysanız, hâlâ buradaysanız, görüşürüz.
MUZAFFER BAŞTOPÇU
(Kocaeli) - İnsan hayal ettiği müddetçe yaşar...
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, lütfen, hatibe müdahale etmeyelim.
Buyurun Sayın Akyüz.
HALİL AKYÜZ (Devamla) -
Değerli milletvekilleri, bakın, hiç kimse, kendisini, kimseden daha Müslüman,
kimseden daha laik, kimseden daha demokrat görmesin; ama, bu sorunu çözeriz
arkadaşlar.
FARUK ANBARCIOĞLU (Bursa)
- Sorun yok ki…
HALİL AKYÜZ (Devamla) -
Bu sorunu çözeriz.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Akyüz,
lütfen, toparlayabilir misiniz.
Buyurun.
HALİL AKYÜZ (Devamla) -
Bitti mi?
BAŞKAN - Bitti süreniz
Sayın Akyüz.
HALİL AKYÜZ (Devamla) -
Yapmayın Başkanım.
Grubunuzun sözcüsü, geçen
bütçede, hatta, bu inanç grubunun Diyanet İşleri Başkanlığında temsil edilmesi
gerektiğini söyledi. Not burada. Şimdi, onları çıkarıp, okuyup, vakit
kaybetmeyeyim.
Yani, hepimiz şunu
bilelim: Arkadaşlar, Diyanet işleri Başkanlığı önemli bir kurumdur. Elbette,
çok önemli bir kurumdur. Sizden çok biz kıymet veriyoruz bu kuruma; ama, bu
kurumun, insanların mutluluğuna katkı sağlaması lazım, hatta onu
gerçekleştirmesi lazım. İnsanlar ruhsal bakımdan bunalıma girmemesi lazım.
Toplumun önemli bir kesimini ruhsal bunalıma sokuyorsunuz, toplumun her
kesiminde bunalım var da… Arkadaşlar, her kesiminde bunalım var. Yeni
bunalımlar yaratmanın gereği yok. Dolayısıyla, bu inanç grubunun hem Diyanet
İşlerinde temsil edilmesi hem de cemevlerinin bir şekilde bir statüye
bağlanması lazım. Bir kuruş para vermiyorsunuz. Bu insanlar devlete vergi
veriyorlar; ama, bu verilen vergilerle, bir mezhebi destekliyoruz; doğru
yapmıyoruz arkadaşlar. Uzun zamandır böyle yapıyoruz. Destekliyoruz, bir
mezhebi de görmezlikten geliyoruz. Hayır, bunu görmezlikten gelmeyelim. Bu
doğru değil, bu adaletli değildir.
Arkadaşlar, toplumun her
kesiminde sıkıntı var; ama, siz ne yapıyorsunuz; içkiyi yasakladık…
MUZAFFER BAŞTOPÇU
(Kocaeli) - Ne yasağı, nereden çıktı o yasak?! Nereden biliyorsun?
HALİL AKYÜZ (Devamla) -
Bir haftadır, on gündür gazeteleri okumuyor musunuz?
BAŞKAN - Sayın Baştopçu,
lütfen…
HALİL AKYÜZ (Devamla) -
Efendim "ulemaya soralım" Fatih Camiinin avlusunda cumhuriyete meydan
okuyalım... Bu işlerle, bu marjinal şeylerle uğraşmayın arkadaşlar. Bunları
engelleyin.
Bakın, geçen hafta içinde
bir sanatkâr grubu buraya geldi. Diyorlar ki "Bizim, korsan yayın
nedeniyle, korsan kasetçilik nedeniyle emeğimiz heba oluyor, çare bulun."
Feryat ediyorlar. Yasa çıkardık, yasaları uygulamıyorsunuz.
AHMET YENİ (Samsun) -
Halledeceğiz.
HALİL AKYÜZ (Devamla) -
Ne kapkaçı uygulayabildiniz ne terörü uygulayabildiniz. Değerli arkadaşlarım
bunları önlememiz lazım.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
FARUK ANBARCIOĞLU (Bursa)
- Sanatçılar Başbakanı alkışlayarak gittiler buradan.
BAŞKAN - Lütfen, sayın
milletvekilleri…
HALİL AKYÜZ (Devamla) -
Sayın Başkan, sadece 30 saniye lütfen, sadece teşekkür edeceğim.
BAŞKAN - Lütfen, Sayın
Akyüz, eksürenizi verdim.
Sayın Akyüz…
HALİL AKYÜZ (Devamla) -
Çok rica ediyorum…
BAŞKAN - Lütfen, Sayın
Akyüz, teşekkür eder misiniz.
HALİL AKYÜZ (Devamla) -
Teşekkür edeceğim Sayın Başkan.
BAŞKAN - Sayın Akyüz,
lütfen…
HALİL AKYÜZ (Devamla) -
Şimdi, değerli arkadaşlarım, bunlara itiraz etmenin bir anlamı yok. Bunları,
birlikle önlememiz lazım, toplumu huzura kavuşturmamız lazım; bizim görevimiz
budur. Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında, gelecek bütçede göreceksiniz ki,
toplum huzur bulmuş olacaktır ve bu sorunlar da çözülmüş olacaktır. (CHP
sıralarından alkışlar)
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
AHMET YENİ (Samsun) -
Sayın Akyüz, hayal kurma, hayal!..
HALİL AKYÜZ (Devamla) -
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Akyüz.
Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına ikinci konuşmacı, Adana Milletvekili Sayın Gaye Erbatur; buyurun.
(CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA N. GAYE
ERBUTAR (Adana) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2006 yılı SHÇEK bütçesi
üzerine Cumhuriyet Halk Partisinin Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz
aldım; sizleri saygıyla selamlıyorum.
2006 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı görüşmeleri çerçevesinde üzerinde görüşme yapacağımız
Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu Bütçesi, bütçenin en fazla dikkat
gerektiren bölümlerinden biridir. Şu an, Parlamentonun, uzun yıllardır gittikçe
büyüyen ve son günlerde tüm dramatikliğiyle kendini gösteren risk altındaki
çocuklar sorununun çözümünde taşıdığı sorumluluğu yerine getirme zamanıdır.
Bütçe Kanununun kabulü
aşamasında, hükümet ve Parlamento olarak yaptıklarımız ve yapamadıklarımızla,
çocukların bu ülkede, kaynak yetersizliği, personel yetersizliği gibi
sebeplerle maruz kaldığı ihmal ve istismarın ortağı olacağız.
Sosyal hizmet
faaliyetlerinden yararlanan kişilerin yaşadıkları sorunlar, aslında, bu
hizmetlerin sunulmasında temel bakış açısının da değişmesi gerektiğini gözler
önüne sermektedir. Yaşanılanları unutamayız. Onların tekrarlanmasını önleyecek
olumlu dersleri vakit geçirmeksizin çıkarmak ve acil olarak uygulamaya koymak
zorundayız. Bütçe kanunu da bunun en önemli aracıdır.
Öncelikle, sosyal
hizmetler konusunda bir bakış açısı değişikliğine gereksinim bulunmaktadır.
Sosyal hizmetlerden yararlanma hakkı, her tür vatandaşının anayasal hakkı olan
yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkının gereğidir.
Dolayısıyla, bu hizmetlerin, kişilerin temel haklarını kullanmalarının ve
yeterli yaşam seviyesine sahip olma olanaklarının risk altına girmesini
önleyecek biçimde planlanması gerekir.
Bu yılki ve önceki yıllar
faaliyet raporlarına baktığımızda, kurum hizmetlerinin, AKP İktidarında, önceki
yıllara göre müthiş bir duraksama içine girdiğini ve artan sosyal sorunlar
karşısında, kendisinden beklenen hizmetleri yerine getirmekte zorlandığını
görmekteyiz. Bu geriye gidiş, Malatya Çocuk Yuvasında yaşanan olayda olduğu
gibi son iki yılda kurumda yaşanan, basına yansıyan çok sayıda olumsuz olayla
kamuoyunca da yakından izlenmekte ve bilinmektedir.
SHÇEK'teki bu geriye
gidiş ve çözülmenin sebeplerini 5 ana başlıkta irdeleyebiliriz:
Birincisi; Adalet ve
Kalkınma Partisinin yanlış sosyal devlet anlayışıdır. Sosyal yardım ve
hizmetlere birer iane, lütuf ve sadaka anlayışıyla yaklaşım sorunu büyütüyor.
Oysa, çağdaş sosyal devlet anlayışı, sosyoekonomik yönden yetersiz olan toplum
kesimlerini destekleyen, güç koşullarda yaşayan, ihmal ve istismara uğrayan
özel ilgi ve desteğe gereksinim duyan yurttaşlarına sahip çıkmayı, el uzatmayı,
kendisi için görev, yurttaşları adına hak bilen devlet anlayışıdır.
İkincisi; Adalet ve
Kalkınma Partisinin, maalesef, kadrolaşmasıdır. Adalet ve Kalkınma Partisinin,
devletin, yurttaşlarına hizmet için ihdas ettiği makamları, partili eş ve
dostlarının ödüllendirildiği yerler olarak görmesidir. Adalet ve Kalkınma
Partisi İktidarında, kurumda belirli görevlere gelmeyi liyakat, eğitim ve
hizmet sürelerine bağlayan Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliği yürürlükten kaldırılmıştır
ve daha sonra, yıllarını kuruma, kurumdaki çocuk, özürlü ve yaşlılara vermiş
uzman yöneticiler görevden alınarak ya da geçici görevlerle perişan edilmiştir.
Üçüncüsü; personel
yetersizliğidir. Üç yıl önce 10 000'e yakın olan personel sayısı, bu hükümet
döneminde her yıl azalarak 8 764'e düşmüştür. SHÇEK'te hizmetlerin asgarî
düzeyde yürütülebilmesi için 17 000 personele ihtiyaç bulunmaktadır. SHÇEK'e
bağlı kuruluşların birimlerinde sadece 600 tane sosyal hizmet uzmanı olduğunu
düşünürsek, takdir edersiniz ki, sosyal devlet ilkesini gerçekleştiren ve
yararlanıcıları bakımından, onların psikososyal yapıları gözönünde tutularak
doğru yaklaşım sergilenmesine duyulan ihtiyaç bakımından bu sayı, yeterli olmak
nerede, ihtiyaçlara bile cevap verememektedir.
Çağdaş normlara göre 6-8
çocuğa 1 bakıcı gerekirken, 20-25 çocuğa 1 bakıcı, 4 özürlüye 1 bakıcı
gerekirken, 30-35 özürlü çocuğa 1 bakıcı hizmet vermektedir. Her 10 çocuğa 1
meslek elemanı olması gerekirken, ülkemizde bu sayı 50-60 civarındadır. Bakıcı
annelerin sayılarının yetersizliği nedeniyle aslî işi temizlik yapmak olan
taşeron şirket elemanlarına çocukların bakımı yaptırılmaktadır.
Dördüncüsü; SHÇEK'e
bütçeden ayrılan kaynakların yetersizliğidir. Sayın Bakan bütçe görüşmeleri
sırasında, SHÇEK bütçesinin gereksinimleri karşılayamayacağını, muhakkak
değişmesi ve artması gerektiğini belirtti. Kendisine gerçekten yürekten
katılıyorum. Diyorum ki, keşke bütçedeki her kalemden biraz indirimler yapıp
SHÇEK bütçesine ekleseydik.
Beşincisi; bu dört
başlıkta ifade edilen olumsuzluklar, kurumun üç yıldır vekil genel müdürlerce
yönetilmesi, görevden almalar, geçici görevler, dışarıdan atamalar, uzman
personelin dışlanması sonucu kurumsal motivasyon ve heyecanın azalmasıdır.
Kurumun son yıllarda
kamuoyundaki imajının yara almasıyla hayırseverlerin yaptıkları bağışlarda ve
sivil toplum kuruluşlarının katkı ve katılımlarında ciddî azalma söz konusudur.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; hatırlayacaksınız, geçtiğimiz yıl, Türkiye Büyük Millet
Meclisinde, sokakta yaşayan ve çalışan çocuklarla ilgili bir araştırma
komisyonu kuruldu. Değerli milletvekillerimiz ve konunun uzmanları aylarca
çalıştık. Ortaya sorunla ve SHÇEK'le ilgili çok kapsamlı bir çalışma çıkarıldı,
Bakanlar Kurulunda görüşüldü, ilgili 4 bakan görevlendirildi. Adalet ve
Kalkınma Partisinin, maalesef, diğer konularda yaptığı gibi, kamuoyunda
"tamam, bu sefer ciddî şeyler yapılıyor" havası yaratıldı, basına
demeçler, görüntüler verildi; ama, maalesef, sonra unutuldu. Ne Sayın Bakanın
sunuşunda ne de bütçe tasarısındaki faaliyet raporunda bu araştırma komisyonu
raporundan tek kelimeyle bahis yok.
SHÇEK'in bir diğer
çalışma alanı ise, bildiğimiz üzere, şiddete uğrayan kadınlardır. Örneğin,
kadın sığınma evlerinde, şiddete uğradığı kişilerden kaçan ve izinin
bulunmasını istemeyen kadınların can güvenliğinin sağlanabilmesi ve şiddet
uygulayan kişilerin iz sürmesi nedeniyle yaşanabilecek olumsuz olayların
önlenebilmesi gerekmektedir; yani, gizlilik birinci şarttır; çünkü, şiddete
uğrayan kadının ilk başvuru yeri bu merkezlerdir. Bu merkezler Güldünyaların ölmesini
önleyecektir.
Ülkemizde bugün halen 24
kadın sığınma evi var; 14'ü SHÇEK'in açtığı, 10'u da SHÇEK'in kurulmasına izin
verdiği sığınaklardır; oysa, Avrupa Birliği standartlarında her 10 000 kişiye
bir sığınma evi açılmalıdır. 2005 Avrupa Birliği İlerleme Raporunda da kadın
sığınma evi konusu özellikle belirtilmiştir.
Sığınma evlerinde çalışan
uzmanlar, şiddet mağduruyla konuşma, kadınları anlama, sorunlara çözüm getirme
konusunda bilgi sahibi olmalı ve eğitim almış olmalıdır; ayrıca, 183 Acil
Yardım Hattının 24 saat çalışması gerekir.
Çocuk ve yaşlı bakımını
evde üstlenmek zorunda kalan kadının ev dışındaki çalışma yaşamı son bulmuş
olur. Ataerkil toplumların en önemli özelliklerinden biri çocuk ve yaşlı
bakımının sadece kadının göreviymiş gibi algılanmasıdır; oysa, sosyal devlet
olmanın anlayışı, yaşlı bakımının ücretsiz olarak devlet tarafından
karşılanmasıdır.
Ülkemizde 66 huzurevi
var. Huzurevlerinin her il ve ilçeye yaygınlaştırılması gerekmektedir. Mevcut
huzurevlerinin olduğu iller dışındaki illerde yaşayan yaşlılarımız veya kimsesi
olmayan, çok yoksul olan ve hiçbir sosyal güvencesi olmayan ihtiyaç
sahiplerinin nerelerde yaşamakta olduğu, hangi destek mekanizmalarından
yararlandığı tam bir soru işareti; çünkü, elimizde bu konuda net bir istatistik
yok; oysa, sosyodemografik özellikler belirlenerek hizmet planlanması ve bütçe
hazırlanmalıdır.
Bütçede SHÇEK'e ayrılan
payı değerlendirirken geliştirilmesi gereken çocuk koruma sistemine ilişkin
temel çerçevenin çizilmesine gereksinim bulunmaktadır.
Suç, madde kullanımı gibi
sosyal riskler dahil olmak üzere tüm risk altındaki çocukların korunmasıyla
ilgili hizmetleri sunma görevi Çocuk Koruma Kanunuyla SHÇEK'e verilmiştir.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Erbatur,
lütfen toparlayın.
Buyurun.
N. GAYE ERBATUR (Devamla)
- Daha önceki görevlerini bile tam olarak yerine getiremeyen SHÇEK bu görevi
nasıl yerine getirecektir; bu bütçede, bu konuda bir gelişme var mıdır?
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; buraya kadar söylediklerimden de anlaşılacağı gibi, maalesef,
SHÇEK, Adalet ve Kalkınma Partisinin yanlış sosyal devlet anlayışına ve
kadrolaşma çabalarına kurban edilmektedir. Ekonomik kriz sürüyor, işsizlik,
yoksulluk, her geçen gün daha da artıyor. Böyle dönemlerde yaşanan sorunların
toplum üzerindeki olumsuz etkilerini yok etmek ya da azaltmak üzere, sosyal
politikalar geliştirmek, sosyal devletin en başta gelen görevidir. Sosyal
hizmetler ve yardımlar, yürütülmesi zor ve pahalı hizmetlerdir; ama, zamanında
yapılmadığında, topluma maliyeti çok daha yüksek olmaktadır, telafisi mümkün
olamamaktadır. Örneğin, evinde yardım bekleyen bir yaşlı, bir özürlü, sokaktaki
bir çocuk ya da bir kadın için, çoğu zaman bir saat, bir gün bile çok geç
olabilecektir.
Konuşmamı bitirirken, son
olarak, hizmetiçi kurslardan söz etmek istiyorum. Sayın Bakan, hizmetiçi
kursların, ilk kez kendi döneminde yapıldığını, bütçe görüşmeleri sırasında
söylemişti. Sayın Bakana, 1993-2003 döneminde düzenlenmiş olan ve 16 000'i
aşkın personelin katıldığı SHÇEK Eğitim Merkezî Başkanlığınca düzenlenen eğitim
faaliyetlerinin bir listesini de vermek istiyorum.
Umarım, SHÇEK bütçesi,
ülkemizde yaşayan korunmaya muhtaç çocukların, yaşlıların ve şiddete uğramış
kadınların sorunlarını çözmek için az da olsa bir katkı yapar.
Teşekkür ederim.
(Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Erbatur.
Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına üçüncü konuşmacı, İzmir Milletvekili Türkân Miçooğulları.
Buyurun Sayın
Miçooğulları. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA TÜRKÂN
MİÇOOĞULLARI (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Özürlüler İdaresi
Başkanlığı bütçesi üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış
bulunuyorum. Sözlerime başlarken, Yüce Heyetinizi ve umutla bizi izleyen
yurttaşlarımızı saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Özürlülük, doğuştan veya
sonradan herhangi bir hastalık ya da kaza sonucu bedensel, zihinsel, ruhsal,
duyusal ve sosyal yetileri çeşitli derecelerde kaybetme ve normal yaşamın
gereklerine uymama durumudur. Bizlerin de yarın bir özürlü olamayacağını kimse
garanti edemez.
Sağlıklı doğmak ve
yaşamak en temel insan hakkıdır; ancak, yüzyıllardan beri toplumda var olan
özürlülük sorunu insanlık tarihi kadar eskidir.
Özürlülüğün ortadan
kaldırılmasına yönelik gayretlerin hiçbirisi, bu sorunu ortadan
kaldıramamıştır; ama, son yıllarda, özürlülerle ilgili politikalar uluslararası
düzeyde gelişme göstermiş ve bu doğrultuda, bütün dünyada özürlülerle ilgili
politikalar, ayrımcılıkla mücadele kanunlarıyla yürütülmeye başlanmıştır. Bu
çerçevede, ırk, dil, din, cins gibi ayırımcılık yapılamayacak alanlara
özürlülük de eklenmiştir; çünkü, günümüzde savaşlar, terör olayları, depremler,
yangın, doğal afetler, kazalar, ilaç, uyuşturucu madde, besin ve kimyasal madde
zehirlenmeleri ile uygarlığın beraberinde getirdiği sayısız birçok nedenin,
özellikle gelişmekte olan ülkelerde özürlülerin sayısını hızla artırdığı
gözlenmektedir. Bu nedenlerden dolayı, çıkarılacak yasalarda yapılacak
düzenlemelerde, bu son derece hassas konuların dikkate alınması büyük önem
taşımaktadır.
Bütün dünyada olduğu gibi
ülkemizde de özürlüler, diğer insanlar gibi toplumsal yaşama aktif bir biçimde
katılmak ve yaşamın tüm nimetlerinden yararlanmak istiyorlar. Bu, onların insan
olmalarından doğan en tabiî haklarıdır. Onların bu haklarını, bu taleplerini
yerine getirmek, çağdaş, sosyal devlet için, çağdaş toplum için de bir görevdir
ve günümüzde özürlü nüfusun yaşam düzeyi ile özürlülere sunulan hizmet kalitesi,
çağdaşlık ve gelişmişlik göstergeleri arasında önemli bir yer tutmaktadır.
Devlet İstatistik
Enstitüsünün yakın zamanda açıkladığı araştırma sonuçlarına göre, nüfusumuzun
yüzde 12,29'u; yani, 8 500 000'i özürlü insandan oluşuyor. Bu insanlarımızın
yüzde 47'si, o güne kadar özrüyle ilgili hiç sağlık hizmeti almamış, yüzde
36,34'ü okuryazar dahi değil, yüzde 50'den fazlasının sosyal güvencesi yok,
yüzde 34'ü doğuştan, yüzde 66'sı sonradan özürlü, yüzde 80'i çalışma hayatı
dışında.
Özürlüler ve özürlü
aileleri, toplumun en mağdur kesimini oluşturmakta. Özürlülüğün nedeni,
elbette, yoksulluk değil; ama, hem özürlülük hem yoksulluk yan yana gelince
hayat özürlüler ve özürlü aileleri için dayanılmaz oluyor. İşte, o zaman,
tüccar devletin değil ama sosyal devletin gereği tüm şiddetiyle anlaşılıyor. Bu
kadar insanî, bu kadar önemli bir konu, ailelerini de düşünürsek, neredeyse
nüfusumuzun üçte 1'ini etkilemekte. Toplum yaşamını bu kadar derinden etkileyen
bu sorunun yıllarca bu kadar sahipsiz kalmasının nedeni, sosyal devlet
politikalarının tam hayata geçirilememiş olmasıdır diye düşünüyoruz. Artık,
Türkiye'de, özürlülerin gerçek sayısını ve hangi özürlü grubundan ne kadar
özürlünün hangi ilimizde, hangi ilçemizde, hangi mahallemizde, hangi köyümüzde
yaşadığını bilmek zorundayız. Bunları bilmeliyiz ki, ancak bu şekilde onlara
hizmet götürebiliriz; rehabilitasyon merkezlerimizi, okullarımızı ancak buna
göre planlayabiliriz. 2002 yılında özürlülerle ilgili yapılan araştırma sonucu
belli başlı verilere ulaşılmış olsa da, bu, planlama ve politikalar açısından
yeterli değildir.
Sayın Bakan, değerli
milletvekilleri; AKP Hükümeti, 2003 yılında, önceki hükümetler döneminde
gündeme gelen yasa taslaklarını sivil toplum kuruluşlarının da katkılarıyla
yeniden düzenleyerek, 94 maddelik bir yasa taslağını kamuoyuna açıkladı. Doğal
olarak bu durum özürlüler arasında büyük bir sevinç yarattı; ama, iki yılı
aşkın bir süre bu konu gündemden uzak tutuldu, âdeta uyutulmaya çalışıldı.
Başta Türkiye Sakatlar Konfederasyonu olmak üzere, sivil toplum kuruluşları,
çeşitli toplantılarla, eylemlerle taleplerini gündemde tuttular. Biz,
Cumhuriyet Halk Partisi olarak, hemen hemen her Grup toplantımızda özürlülerin
sorunlarını konuştuk ve hükümeti verdiği sözleri yerine getirmeye çağırdık. Bütün
bu baskılar sonucunda, tasarı, Meclis gündemine taşındı. Maliye Bakanının
neredeyse her maddesine itiraz ettiği tasarı, aylarca Mecliste komisyonlarda
tartışıldı. Maliye Bakanının itiraz etmesini de anlamak mümkün değil; Özürlüler
Yasasını çıkarıp parasını vermedikten sonra, ekonomik yönden onu
güçlendirmedikten sonra, bu yasanın işe yarar hiçbir yanı olmaz; çünkü, hem
Çocuk Esirgeme Kurumunu hem özürlüleri ilgilendiren konular, daha çok,
toplumumuzda parayla çözülecek konular.
Nihayet, 1 Temmuz 2005
tarihinde yasalaştı; ama, nasıl yasalaştı; 95 maddelik tasarı kuşa çevrilerek,
40 maddesi, malî gerekçelerle geri çekilerek yasalaştı. Her ne kadar,
Cumhuriyet Halk Partisinin hazırladığı önerinin çok uzağında olsa da,
özürlülerimize ilişkin bazı adımlar atıldı. Yasanın kabul edilmesi nedeniyle, 2
Temmuzda, AKP Genel Merkezinde bayram yapıldı. Sanki, özürlülere, çok
fevkalade, onların hiç hayal edemeyecekleri bir yasa sunulmuş gibi gösteriler
yapıldı. Oysa, 3 Temmuz 2005 tarihinde, yani, bir gün sonra, özelleştirme
uygulamalarına ilişkin kanun, CHP'nin terk ettiği Türkiye Büyük Millet Meclisi
Genel Kurulunda kabul edildi. Bu kanunun 7 nci maddesiyle 4046 sayılı
Özelleştirme Kanununun 21 inci maddesi değiştirilerek, özelleştirilen kamu
kurumlarının kapatılması ya da tasfiyesi hariç, sakat kadrolarında çalışanların
işten çıkarılmalarını engelleyen düzenleme ortadan kaldırıldı; yani, artık,
özelleştirilen kurumları alanlar, özürlülerimizi işten çıkardılar, işsizliğe
mahkûm ettiler. Öte yandan, bir başarı olarak gösterilen Özürlüler Yasası, hem
dünya normlarının çok altında hem de Türkiye Cumhuriyeti Devletinin altına imza
attığı uluslararası anlaşmaların çok gerisindedir. Bu yasal düzenlemeyle,
ikinci derecede engellilerin emeklilik hakkı onsekiz yıla, üçüncü derecede
engellilerinki ise yirmi yıla çıkarılmıştır.
Yasada, insanlara,
özürleri dolayısıyla ayırımcılık yapılamayacağının yer alması son derece önemli
bir kazanım; ancak, nelerin ayırımcılık sayılacağı belli değil. Başta Sağlık
Başkanlığı, Millî Eğitim Bakanlığı, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu
ve Özürlüler İdaresi olmak üzere, kamu kurum ve kuruluşları arasında olması
gereken eşgüdüm, yasada yeterince belirlenmemiş. Özürlülerin sosyal güvenlik
kurumları, SSK, Bağ-Kur, Emekli Sandığıyla yaşadıkları sorunlara çözüm
getirilemedi. Bu çözüm getirilememesinin sonuçlarını, toplum içerisinde
gezdiğimiz, yurttaşlarımızla dertleştiğimiz zamanlarda da duyuyoruz. Daha dün,
Bağ-Kurlu bir yurttaşımız, çocuğunun tedavisini yaptıramadığından şikâyet
ediyordu. 2022 sayılı Kanuna göre maaş alırken evlenen özürlü kadınlardan,
evliyken aldıkları maaşlar faiziyle birlikte geri isteniyor. Mahkemeler,
icralar sürüyor. Erkekler için böyle bir uygulama yok. Kadın-erkek eşitliğine
aykırı bu durum düzeltilebilir, özürlü kadınların mağdur olması önlenebilir.
Özürlülerin en büyük
sorunları işsizlik. Buna da bir çözüm getirilememiş. Yasada, sosyal güvenliği
olmayan özürlülere bakım güvencesi getiriliyor; ama, sosyal güvencesi olan
özürlülere böyle bir hak yok.
Daha önce 572 sayılı
Kararnamede yer alan, AKP İktidarında kaldırılan, belediyelerin ulaşım
araçlarından özürlüler ve refakatçilerinin ücretsiz ya da indirimli
yararlanmaları, belediyelerin büfe, otopark ve bu gibi küçük işletmelerinin öncelikle
özürlülere tahsisi bu yasada yer almadı.
Ayrıca, bu hükümetin
özürlülere yönelik bakış açısını dile getirmek için çok çarpıcı bir örnek
vermek ve Sayın Bakana sormak istiyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın
Miçooğulları, tamamlayabilir misiniz.
Buyurun.
TÜRKÂN MİÇOOĞULLARI
(Devamla) - 2005 yılı bütçesinde ayrılan ödenek 3 616 885 Yeni Türk Lirası
iken, 2006 bütçesinde ayrılan ödenek 3 500 000 Yeni Türk Lirasıdır. Biraz önce
de belirttiğim gibi, bu sorunların çözülmesi sadece ve sadece sosyal devlet
anlayışına ve paraya dayalıdır. Birçok bakanlıktan daha çok paraya ihtiyacı
olan bu Bakanlığın -Bakanın kendisinin de ifade etmesine rağmen- hâlâ daha
bütçedeki payının bu kadar kısaltılmış olmasını anlamak mümkün değildir. Sayın
Bakan, bütçe görüşmelerinde keşke biz kadınlardan destek isteseydiniz, biz de
gelip sizi destekleseydik de, bu payı iki misline çıkarabilseydik.
Özürlülerin diğer
sorunlarını anlatmak, bu yasadaki birtakım eksiklikleri, aksaklıkları
konuşabilmek için daha çok zamana ihtiyaç var. Dilerim, zaman içerisinde bu
yasanın aksaklıkları giderilir, düzeltilir ve Özürlüler İdaresine de daha çok
para ayrılır.
Yalnız, ben, buradan, AKP
hükümetine ve milletvekili arkadaşlarıma seslenmek istiyorum. Bu Özürlüler
Yasası, hükümetin yaptığı bu Özürlüler Yasası, bu Meclisin çıkardığı bir yasa.
Şimdiye kadar, genelde o yasayla sorumlu
idareler -örneğin, burada, Özürlüler İdaresi- kendileriyle ilgili o yasaları
kitaplaştırıp veya not haline getirip topluma sunmakla sorumluydu. AKP Hükümeti
-Sayın Başkan size olan saygımdan, bir yönetici olarak, kürsüye herhangi bir
not getirilmemesi gerektiği için, o kitabı getirmedim; ama, isteyen arkadaşlara
sıramda gösterebilirim- sanki tüm yasaları kitap haline getirip de toplumun
bilgisine sunuyormuş gibi, devletin yapması gereken bir görevi Adalet ve
Kalkınma Partisi, kendi yönetiminde yapılmış gibi...
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Miçooğulları.
TÜRKÂN MİÇOOĞULLARI
(Devamla) - ...ve kendi partisinin amblemini de kitabın üzerine basarak,
özürlülerin bilgisine sunmuştur.
Değerli AKP'li
arkadaşlarım, toplumun hemen hemen üçte 1'ini teşkil eden bu kadar geniş bir
kesimi sahiplenmek, onların kendi örgütlü kuruluşlarını arka bahçeleriniz
haline getirmeye çalışmak, ne size ne topluma ne de onlara yarar getirmez. Bu
konuda bu Meclisin yaptığı yasaları, bu devletin üstlenmeye çalıştığı
sorumlulukları hep birlikte üstlenelim ve özürlülerimizin sorunlarına,
partizanlık anlayışının dışında, tam bir sosyal devlet anlayışıyla sahip
çıkalım, bundan sonra da gereği neyse yerine getirelim diyorum.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Miçooğulları.
Söz, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına söz isteyen İzmir Milletvekili Canan Arıtman'ın.
Buyurun Sayın Arıtman.
CHP GRUBU ADINA CANAN
ARITMAN (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Aile ve Sosyal
Araştırmalar Genel Müdürlüğü 2006 bütçesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisinin
görüşlerini sunmak üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Türk Milletini ve onun
Meclisini saygıyla selamlarım.
Tüm tarihimiz boyunca
aile kurumunu önemsemiş bir milletiz. Anayasamıza "Aile, Türk toplumunun
temelidir" yazmışız. Bunun, dünyada başka bir örneği yok. Anayasamızın
"Ailenin korunması" başlığıyla başlayan 41 inci maddesi, devlete, aileyi,
kadın ve çocukları korumak, güçlendirmek, huzur ve refahını artırmak için
gerekli tedbirleri alma görevini verir.
Bu amaçla kurulan Aile ve
Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğünün görevi ise, ülkemizdeki sosyal
sorunların tespit ve çözümü ile Türk ailesinin bütünlüğünün korunması,
güçlendirilmesi ve sosyal refahının artırılmasına yönelik bilimsel araştırmalar
yapmak, projeler geliştirmek, bunların uygulamaya konulmasını sağlamak ve
aileye yönelik millî bir politikayı oluşturmaktır.
Genel Müdürlüğün 2006,
2007, 2008 araştırma bütçelerine bakarsak, bir artış olmadığını, hatta
azalışlar olduğunu görürüz. Bu yetersiz bütçe ve yetersiz sayıdaki personelle,
kurumun görevlerini yerine getirmesi mümkün değildir. Gerekli araştırmalar, bu
ödeneklerle yapılamaz. Halbuki, bu araştırmalar toplumumuz için çok acildir ve
geç kalıyoruz. Sonra, toplum olarak çok yüksek faturalar ödemek zorunda
kalırız. Dünyadaki pek çok örnekte görüldüğü gibi, ailenin bozulması, çözülmesi
nedeniyle ortaya çıkan sorunlarla baş edebilmek için, devletin kurumları büyük
emekler, büyük paralar sarf etmektedir.
Bu nedenle, Aile ve
Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü, hem personel olarak güçlendirilmeli hem de
araştırma bütçeleri desteklenerek, bilimsel araştırma yapan bir kurum
niteliğinde ele alınmalıdır. Türk ailesi, ülkedeki ekonomik krizlerin
atlatılmasında, sosyal patlamaların olmamasında, dayanışma örneklerinin ortaya
konulmasında, kültürel bir sermayedir. Türkiye'nin böyle bir sermayeyi tüketme
lüksü olmamalıdır. Bugün, aileiçi şiddet, uyuşturucu, alkol, töre suçları,
sokak çocukları, bakıma muhtaç çocuklar, artan suç oranları gibi başlıklar
altında ele alabileceğimiz konular, hep aile kaynaklıdır. Ailede ihmal edilen
her konu, bir sonraki aşamada ve toplumsal hayatın başka bir kesiminde, karşımıza,
daha karmaşık, daha pahalı sorunlar dizgesi olarak çıkacaktır.
AKP İktidarı olarak üç
yılı bitirdiniz. Peki, aile için, aileyi güçlendirmek, refah ve mutluluğunu
artırmak için ne yaptınız? Dördüncü yıla giren iktidarınızda, Türk ailesi ne
durumda; aynen ülkeye yaptığınız gibi, bölünme, parçalanma tehdidi altında ve
çöküşte; geleneksel gücünü kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya. Ekonomik ve
sosyal sorunlar karşısında ezilmiş, değer yargılarını kaybetmeye başlamış ve
toplumun en önemli direnç noktası olarak kabul edilen aile, büyük ölçüde
yıpranmış, işlevlerini yerine getiremez hale gelmiştir.
20 000 000 insanımız
yoksulluk, 1 000 000 insanımız açlık sınırının altında yaşıyor. Milyonlarca
işsiz var. İşsizlik, aileyi temelden sarsan en büyük sosyal sorundur. Aile ve
Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğünün yapmadığı, yapamadığı; ama, ATO'nun
yaptığı bir araştırmaya göre, 1
051 000 hane halkı reisi işsiz. İşsizlik oranı yüzde 11,7. Bu rakamın yüzde
38'ini aile reisleri oluşturuyor. Rapora göre, işsiz aile reislerinin yüzde
76'sının hanesinde hiç çalışan yok; kendileri işsiz, aile bireyleri işsiz.
Onlar için yaşam açlık, sefalet, yoksulluk ve hastalık demek. Aşevlerinde
kuyruğa giriyorlar, akraba ve komşularının yardımıyla ayakta kalmaya
çalışıyorlar.
Türkiye büyüyor; ama, bu
büyüme kâğıt üzerinde kalıyor. İşsizlik sorununu çözemeyen Türkiye, bırakın
yetişkin bireylerini, ailenin temel direği olan reislerini bile işsizliğe
kurban veriyor. Çıkış yolu arayan milyonlarcası, kredi kartı batağına saplanmış
durumda. Kredi kartları, kredi kartı borçları, felsefe öğretmenine soygun
yaptırıyor, assubayını intihar ettiriyor.
Açlık sınırının 750 YTL
olarak belirlendiği bugünlerde, işçilerimiz de, memurlarımız da açlık sınırının
altında yaşıyor ve en yoksul yüzde 40'lık dilimde yer alıyorlar. Bu yıl Sosyal
Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğüne, çocuklarının eğitim ve sağlıktaki
şartlı nakit yardımı için başvuran hane sayısı 1 177 000 arkadaşlar. Binlerce
aile, bakamadığı çocuklarını SHÇEK'e vermek için sırada. 15 yaş altındaki
çocukların yüzde 40'ı yoksul.
Sosyal politikalardan
vazgeçip, IMF'ye teslim olmuş AKP İktidarı, kömür yardımları, aşevleriyle olsa
olsa pansumancı olur; ama, kötü bir pansumancı olur; pansuman yaptığı yer
kangren oluyor, ayırdında bile değilsiniz. Fakirlik, yoksulluk, işsizlik, göç,
gelir dağılımı adaletsizliği, hem aileiçi şiddeti hem de toplumsal şiddeti
artırıyor, ülkede suç ve suçluluk oranlarında patlama yaşanıyor. Her üç kadından
biri, her iki çocuktan biri şiddete maruz kalıyor. Şiddete maruz kalan
çocuklar, geleceğin şiddet uygulayıcısı olarak yetişiyor.
İktidarınızda, Malatya
Çocuk Yuvasında devlete emanet edilen çocuklara, şiddetin en ağırını, en
acımasızını uyguladınız. Müthiş yerel yönetim anlayışınızla içkiyi yasaklarken,
bir yandan da halkımıza pis, mikroplu suları içirtip, binlercesini ishalden
kırdınız. Şehir suyunu temizlemeye, devlete emanet edilen çocuklara bakmaya
para ayıramazken, aile boyu yurtdışı gezilere milyonlarca dolar harcadınız.
Göçle gecekondulaşmış
yoksul aileler, geçimlerini çocuklarıyla sağlamaya çalışıyor. Analar, babalar
kendi elleriyle çocuklarını sokağa yolluyor, para kazanmaya yolluyor; git, eve
para getir de, nasıl getirirsen getir, ister kapkaç yap, ister dilen, ister
mendil sat diyor. Çocukların sokağa çıkma yaşı 5 yaşına düştü arkadaşlar ve
ailelerince sokakta çalıştırılan bu çocuklar, bir süre sonra sokağın çocuğu
oluyor, sokak çocuğu oluyor, madde bağımlısı oluyor. Güneydoğudaki yoksul aileler
ise bizzat kendileri, çocuklarını, kapkaç, yankesicilik, hırsızlık gibi suçları
yapmak üzere, organize suç örgütlerine kiralıyor, onları suça karıştırıyor,
geleceklerini karartıyor. Yoksulluk, gördüğünüz gibi, önce çocukları ve
kadınları vuruyor. Hane reisinin işsiz kalması ise, onu daha baskıcı yapıyor ve
şiddete yöneltiyor.
Bir yandan boşanmalar
olağanüstü bir yükseliş trendine girerken, çocuk evlilikleri, imam nikâhı
denen, aslında nikâhsız, ahlaksız birliktelikler ve çokeşlilik artıyor. Aile
odaklı bir iletişim aracı olan televizyon, amansız bir reyting ve kâr amacı
içinde, abartılı, magazinel, şiddet ve erotizm dolu yapımlarla kurmaca bir
dünyayı sunup Türk ailesinin değer yargılarını erozyona uğratıyor, aile içi
şiddeti artırıp, çocukların, gençlerin gelişimini de olumsuz etkiliyor.
Ege Üniversitesinde
yapılan bir araştırmaya göre, öğrencilerin yüzde 11,2'si intiharı düşünüyor;
mutsuz ve umutsuzlar. Ailelerinin tüm özverilerine karşın, yarı aç yarı tok
okumaya çalıştıkları fakülteleri bitirseler de işsiz kalacaklarına inanıyorlar.
Onların feryatlarını duymuyorsunuz. Üniversite mezunlarının yüzde 35'i işsiz.
İşte, Türk ailesine yaptıklarınız bu.
Hayat pahalılığı,
işsizlik, yoksulluk, gelir adaletsizlikleri ve bunların getirdiği bir dizi
sorunla inim inim inlerken Türk ailesi, siz, AKP olarak, kadınları türbanlamak,
eğitimi İslamlaştırmak, hukuku siyasallaştırmak, Türkiye'yi pazarlamak
derdindesiniz! Modern, çağdaş, demokratik Türk aile yapısını haremlik-selamlık
uygulamalarla çağdışı bir yaşama itiyorsunuz. Kadını, erkeklerin sofrasında,
dünyasında yeri olmayan, ikinci sınıf, alt kimlik bir varlık olarak
görüyorsunuz. Topluma verdiğiniz fotoğraf, mesaj bu.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Arıtman,
tamamlayabilir misiniz.
Buyurun.
CANAN ARITMAN (Devamla) -
Evet, Türk kadınını, çağdaş giyimden çıkarıp, çağdışı giyime
yönlendiriyorsunuz. Ramazan ayı boyunca TRT'den yapılan yayınlarla çağdaş hukuk
düzeninin terk edilip, Mecelle gibi çağdışı yasaların uygulanmasını talep
ediyorsunuz.
Değerli arkadaşlar,
aileden demokrasi ve insan hakları giderse, toplum olarak da bunları yitiririz.
Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğüne, bütçeden, görevini yapacak para
ayırmıyorsunuz; ama, milyonlarca dolara yeni Başbakanlık uçağı alıyorsunuz;
yani, lükse para var; ama, Türk ailesine para yok! 96 ncı yurtdışı gezinize,
biri boş iki uçak kaldırıp milyarlarca lira israf ediyor, devletin, milletin
parasıyla aile boyu geziye gidiyorsunuz. Anlaşılan, aileden anladığınız,
milletin parasıyla ailece yurtdışı gezilere gitmek. Zaten Başbakan da
Türkiye'de durmuyor ki, Türk ailesinin durumunu görsün. O, yurtdışı gezilerde
zengin ülkelerin, Ürdün Kralının, Hariri'nin, Oferlerin ailesini görüp, Türk
ailesini de aynı refah düzeyinde sanıyor.
IMF ve Dünya Bankasının
güdümündeki hükümetin, Türk ailesinin feryadına gözünü, kulağını kapatmış
olduğunu görüyoruz. Hükümetin, 2006 bütçesiyle, dolaylı vergilerle dargelirliye
nasıl altından kalkılmaz bir yük getireceğini hiç umursamadığını da görüyoruz; ama,
zenginin vergisini indiriyorsunuz. Hariri'nin cebine trilyonlar koyarak,
fakirden alıp zengine veriyorsunuz.
Hükümetlerin
hazırladıkları bütçeler, neyi tercih ettiklerini, kimleri önemsediklerini işte
böyle gösterir. IMF direktifli bütçeden, sosyal risk altındaki kesimleri
önemseyecek, gözetecek bir bütçe beklenebilir mi?! IMF'nin umurunda mı Türk
ailesi, onun yoksulluğu, işsizliği!.. Onun tek derdi, borçlarını tahsil etmek,
bu ülkeyi sömürmek, sömürgeleştirmek. Tabiî, hükümetin de derdi, iktidarda kalabilmek
için IMF direktiflerine harfiyen uymak. Dolayısıyla, iktidarın da umurunda
değil Türk ailesi.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
CANAN ARITMAN (Devamla) -
1 dakika... Sadece veda edeceğim...
Bakın arkadaşlar, IMF'nin
daha önceki hükümete dayattığı şartlar sizi iktidar yaptı; ama, yine, sizi de
bu iktidardan IMF götürecek.
Ey yüce Türk ailesi,
biraz daha dayan, sandığa az kaldı. Aileni de, ülkeyi de bu iktidardan
kurtaracağız. Bu bütçeye de ret oyu vereceğiz, biz gelince halk için bütçeler
yapacağız.
Yüce Meclisi şahsım ve
Cumhuriyet Halk Partisi adına saygıyla selamlarım.
Sayın Başkana da teşekkür
ederim. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Arıtman.
Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına son konuşmacı, İstanbul Milletvekili Sayın Güldal Okuducu; buyurun
(CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA GÜLDAL
OKUDUCU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; IMF'nin kıskacında,
faize tutsak ve sosyal sorumluluktan uzak bir bütçeden payını alan Kadının Statüsü
Genel Müdürlüğü üzerine konuşmamı yapmak üzere, CHP Grubu adına konuşmak üzere
buradayım; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Bütçeler sadece
rakamlardan ibaret değil diye düşünüyorum; bütçeler insan için yapılır;
bütçeler insanın refahını ve mutluluğunu sağlamak amacıyla, pay dağıtmak
amacıyla yapılır ve bütçenin olduğu yerde kuşkusuz insan vardır değerli arkadaşlarım.
Ben de burada bir insan hikâyesini anlatmak istiyorum.
Dün Osmaniye'deydim.
Osmaniye'de bilgisayar bölümünü bitirmiş bir gençle, işletmeden mezun olmuş bir
gencin ikibuçuk yıl süren arkadaşlıkları sonucunda Antepli aileden kızı
istemeleriyle başlar hikâye. Kız tarafı vermez. Gül ve Kenan kaçarlar, resmî
nikâhlarını kıyarlar.
Resmî nikâhtan sonra,
aile, kızı bir kez daha ister, verilmez ve düğün yapılır ve beş aylık bir
evlilikten sonra bir gün Gül'ün telefonuna "babam bizi taşıdı, beş gündür
ortalıkta yok, kendinize dikkat edin" mesajı gelir. Aile o gün savcılığa
suç duyurusunda bulunur, 11'inde ayın, Osmaniye Savcılığına suç duyurusunda
bulunulur.
Ertesi gün, ayın
12'sinde, sabah 7 sularında baba ikinci kata çıkar, kapıyı çalar, kendisini
karşılayan Kenan'la didişirler ve damadına 3 kurşun sıkar. Gül kendini içerdeki
odaya kilitler, odanın kilidi bir silah atışıyla kırılır ve dizlerine kapanan
kızının başını koltuğunun altında kavrayan baba mermileri kızının başına
boşaltır ve o arada içeriye giren kayınvalide de kurşunlardan nasibini alır.
Böyle bir Türkiye'de kadın sorunlarını konuşuyoruz değerli arkadaşlarım.
Kuşkusuz, verilmeyen
güvenliğin yol açtığı sonucun tartışması başka bir iştir ve değerli
arkadaşlarım, aynı Osmaniye'de bir başka hikâye daha dinledik. O hikâye de,
Kurtuluş Savaşında çete savaşlarına karışan ve başından vurularak, alnından
vurularak şehit olan Rahime Onbaşının hikâyesiydi. Yani, kadınlar alınlarından
kurşun yiyerek kurtardıkları topraklarda, feodal değerlere, gericiliğe,
bağnazlığa, yobazlığa tutsak olmuş babaların ya da kocaların ya da erkek kardeşlerin
onların alınlarına sıktıkları kurşunlarla yeniden bu topraklara düşüyorlar.
Değerli arkadaşlarım,
Yüce Meclisin görevi, kuşkusuz ki, toplumu kuşatan bu ağır değer yargılar
sistemini ortadan kaldırmaktır ve cumhuriyetin temel projesini hazırlamaktır;
1923'lerde, bu anlayışı ortadan kaldırmak azmiyle gerçekleşen cumhuriyet
devrimlerini geliştirmek, kökleştirmek, ilerletmek ve bir büyük toplumsal
değişimi hayata geçirmenin altyapısını oluşturmak olmaktır.
Değerli arkadaşlarım, çok
iyi biliyoruz ki, bu ve benzer olayları ortadan kaldırmanın en temel yolu, bir
anlayışı toplumda kökleştirmektir; o da, kadın-erkek eşitliğidir. Eğer, kadının
erkekle eşit olduğuna inanırsanız, zihinlerde bu problemi çözerseniz, silahlar,
alınlara boşaltılmaz olur değerli arkadaşlarım.
Şunu ve sadece şunu kabul
etmek gerekir. Kadın, insandır. Kadın da, erkek gibi, sadece bir insandır ve
erkeğe dönük bakış açısı -ki, onun da tartışılacak eksik yanları vardır- neyse,
kadınlarımıza da o bakış açısıyla bakılması ve değerlendirilmeleri gerekir.
Başta Medenî Yasamız
olmak üzere, birçok yasa, kadın-erkek eşitliğini sağlamak amacıyla
geliştirilmektedir ve daha yenilerine, bu yasaların toplumsal olarak
içselleştirilmesini sağlayıcı, toplumsal ve kültürel dönüşüm programlarına bizim
ihtiyacımız vardır ve bugün, bu örnek bize gösteriyor ki, kadını öne çıkaran,
onun özgürlüğünü, kimliğini, kişiliğini önemseyen, onu değerler sisteminin bir
parçası haline getirmek isteyen politikalara dünden daha fazla ihtiyacı vardır.
Yani, bugün, Türkiye'yi yönetenlerin, daha özgürlükçü, daha eşitlikçi
politikaları toplumlarına sunmak gibi bir sorumlulukları vardır ve Gazi Mustafa
Kemal Atatürk'ün ilkelerine, onun kadın devrimine, onun, kadın-erkek eşit
toplum anlayışına daha fazla sahip çıkarak yürümek zorunluluğu vardır.
Türkiye'de ne olmaktadır;
işte, burada, ülkemin kadınlarıyla bir gerçeği paylaşmak istiyorum ve şunları
bilgilerine sunmak istiyorum: Ülkemin acılı ve ağıtlı kadınları ve laik
demokratik cumhuriyete inanan kadınları, Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı şöyle
diyor: "2000'li yılların dünyasında ve büyük dünya ailesinin bir birimi
olan Türkiye'de, artık, Kemalizme ve Kemalizm benzeri sistemlere yer
yoktur." Sene 1993.
Değerli arkadaşlarım,
biz, kadınlar…
MUSTAFA NURİ AKBULUT
(Erzurum) - Hangi başbakan o?!
GÜLDAL OKUDUCU (Devamla)
- Bugünkü Başbakan Sayın Milletvekilim, bugünkü Başbakan. Türkiye
Cumhuriyetinin bugünkü Başbakanının sözleridir bunlar.
Burada şunu söylemek
istiyorum: Kemalizm ve cumhuriyet, kadın haklarının altyapısıdır. Kemalizm ve
cumhuriyet, kadın-erkek eşitliğini, yanmış yıkılmış bir coğrafyada toplumuna
hedef koyan, ümmet toplumundan yurttaşlar toplumuna varmayı amaçlayan bir dünya
görüşüdür ve kadınlar onun sahiplenmektedir ve kadınlar, sonuna kadar dünya
görüşünü sahipleneceklerdir; çünkü, cumhuriyet, aynı zamanda, bir kadın
devrimidir. Cumhuriyete dönük her saldırı, kadının özgürlüğüne, eşitliğine,
aydınlanmasına, gelişmesine ve ilerlemesine dönük saldırı demektir. Diyorum ki
ülkemin kadınlarına; ey kadınlar "Kemalizme yer yoktur" diyen
zihniyet, bugün, kadınlara, ayrı havuzlar, ayrı camiler, ayrı okullar, ayrı
salon toplantıları, ayrı otobüsler ve bakan karısı da olsa, ayrı yemek
masalarını reva görmektedir. Ülkeyi yönetenler, kadınlarla ilgili kararları
"ulemaya sorun" demektedirler. Peki, bugün bunu diyenler, yarın için
ne öngöreceklerdir?.. Sonrası nedir bunun?.. Sonrasında ne olacaktır?..
Buralarda biraz dikkatli olmamız gerekir diye düşünüyorum ve sormak istiyorum:
Bugün "ayrı okul, ayrı havuz, ayrı cami, kararlar ulemaya sorulsun"
diyenler, yarın, çağdaş cumhuriyetin kadınlarına, acaba, Suudî Arabistan'daki
gibi oy kullanmayın mı diyecekler?.. Bahreyn'deki gibi, erkek doktorlar,
aynadaki akis üzerinden kadınları muayene etmelidir mi diyecekler?.. İran'daki
gibi kadınlar recm mi edilecek?.. Hicaba uygun davranmadıkları için yüzlerine
kezzap mı atılacak?.. Afganistan'daki gibi teskin edici ilaçlar kadınlara
yasaklanacak?.. Camlar kadınlar görünmesin diye boyanacak mı?.. Burka giymedi
diye saldırıya mı uğrayacak kadınlar?.. Mirasta malların sekizde 1'ini ya da
yarısını mı alacak kadınlar?.. Karma eğitim cinsiyete göre ayrımlaştırılacak
mı?.. Kocasının izni olmadan seyahat ya da çalışma içinde bulunamayacak mı
kadınlar?.. Kocalar, kadınlarının rızası olmadan onları boşayabilecek mi?..
RAMAZAN TOPRAK (Aksaray)
- Hangi ülkede yaşıyorsun?!
MUSTAFA NURİ AKBULUT
(Erzurum) - Türk kadını bakan makamında oturuyor!
GÜLDAL OKUDUCU (Devamla)
- Bu sorular, ulemanın olduğu ve ulemanın kararlar aldığı ülkelerde kadınların
yaşadığı örneklerdir…(AK Parti sıralarından gürültüler)
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Okuducu,
lütfen tamamlayabilir misiniz.
Buyurun.
Lütfen, sayın
milletvekilleri…
GÜLDAL OKUDUCU (Devamla)
- Türkiye'de ise, hukuk devrimiyle, çağdaş cumhuriyetin ilkeleriyle bunu çok
aşmıştır Türk kadınları.
Her ne kadar, Millî
Savunma Bakanı, bir zamanlar "Batılı kadınlar Türk kadınlarına
özeniyor" dese de, bize özenen Batılı kadınların alnından kurşun yeme gibi
bir gerçekliğe de özendiklerinin farkında olmadıklarını zannediyorum.
Şunu söylemek istiyorum:
Biz ülkenin yarı nüfusuyuz, biz ülkenin aydınlığıyız, biz laik demokratik
cumhuriyetin kazanımlarıyla özgürlüğünü ve gelişimini tamamlamaya çalışan
kadınlarız. Ülkemizin bu yapısına dönük, bu yaklaşımına dönük hiçbir
uygulamaya, hiçbir politikaya geçit vermeyecek kadar da laik, demokratik
cumhuriyetimizi seviyoruz, onun ilkelerine inanıyoruz. Kız çocuklarımızın ve
doğacak torunlarımızın ve onların çocuklarının, cumhuriyet ilkelerine bağlı,
gelişmiş ve ilerlemiş, kadın-erkek eşitliğinin sağlandığı bir Türkiye'de
yaşamasını istiyoruz, adaletli bir Türkiye'de yaşamasını istiyoruz. Bunun için
de yapılması gereken her şeyi yapmaya kararlıyız. Yoksullukla mücadele
ettiğimiz gibi, işsizlikle mücadele ettiğimiz gibi, eğitimsizlikle,
sağlıksızlıkla mücadele ettiğimiz gibi, yarın güvencesinden yoksun
evlatlarımızı sevgimizle büyütmeye çalıştığımız gibi, ülkemize, geleceğimize,
cumhuriyetimize dönük görev ve sorumluluklarımızı da aynı kararlılıkla yerine
getireceğiz.
İnanıyorum ki, kadınların
dayanışması, güç birliği, ülkelerinin karşı karşıya olduğu bu ve benzer
tehlikeleri gidermeye, ortadan kaldırmaya yetecektir. Dünlerde Kurtuluş
Savaşında bayrağı taşıyanlar, "ya istiklal, ya ölüm" diyerek ülkesinin
bağımsızlığını sağlayanlar, şimdi, hem bağımsızlıklarını hem de ülkelerinin
geleceğini, aynı güç ve inançla kavrayacaklardır.
Bu duygularla, Yüce
Meclise saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Okuducu.
AK Parti Grubu adına söz
isteyen, Bingöl Milletvekili Sayın Abdurrahman Anik; buyurun. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA
ABDURRAHMAN ANİK (Bingöl) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2006 Malî
Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının 7 nci turunda, Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesi
üzerinde, Grubum adına söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Diyanet İşleri
Başkanlığının tarih seyrine baktığımızda, Osmanlı dönemi bünyesinde çok önemli
bir konuma sahip olduğunu görmekteyiz.
Osmanlı Devletinde din
işleri şeyhülislam eliyle yürütülürdü. 1920 yılında Ankara'da kurulan Mecliste,
"Şeriyye ve Evkaf Vekâleti" adıyla, bakanlık olarak yer almıştır.
Din hizmetlerinin
politikanın dışında ve üstünde tutulması gerçeğinden hareketle, 3 Mart 1924
tarihinde Şeriyye ve Evkaf Vekâleti kaldırılarak, Başbakanlığa bağlı Diyanet
İşleri Reisliği kuruldu. En yüksek devlet memuru maaşı alan Diyanet İşleri
Reisine, bakanlara verilen kırmızı plakalı bir makam aracı tahsis edilmiş ve
protokoldeki yeri de bu özelliklere göre belirlenmişti. 1961 ve 1982
Anayasalarında da, anayasa maddesi olarak yer almıştır.
Başkanlığın hizmet alanı,
yurtiçi ve yurtdışı olarak, geniş bir alanda, 88 562 kadrosuyla hizmet
vermektedir. Halen 8 098 kadrosu boş bulunmaktadır. Din İşleri Yüksek Kurulu,
Başkanlığın en yüksek karar ve danışma organıdır.
Başkanlık, vaiz,
imam-hatip, müezzin-kayyım, Kur'an kursu öğreticisi, eğitim merkezleri, hac ve
umre işleri, dinî yayınlarıyla ülkemizin her köşesinde ve yurt dışında geniş
bir alanda din hizmetini veren bir kurumdur. Böylesi geniş bir alanda hassas
bir hizmeti veren Başkanlığın, 164 vaiz, 5 198 imam-hatip, 861 müezzin-kayyım,
688 Kur'an kursu öğreticisi kadroları boş bulunmaktadır. Bir an önce bu
kadroların doldurulması ve 9 696 kadrosuz camimize de yeni kadronun verilmesi
gerekmektedir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Diyanet İşleri Başkanlığının temel ilke ve hedefleri, toplumu
din konusunda aydınlatmak, dinin temel kaynaklarını esas alarak sağlam bilgiyi
vermek, modern hayatı ve insanlığın ortak birikimini gözardı etmeksizin bir
yöntem izlemek, dine ve devlete bağlılığı, millet sevgisini ve bütünlüğünü,
çağdaş dünyanın müspet değerlerini, toplumsal mutabakatı sağlamak.
İslam Dininin ana
kaynaklarına, kamu kurumu olarak, cumhuriyetin temel ilkelerine bağlı,
dayandığı toplumsal meşruiyet zemini yönüyle de, geniş halk kitlelerinin talep
ve ihtiyaçlarına uygun hareket etmek.
Yurtdışı temaslarda
farklı din ve kültür mensuplarıyla diyaloglarında ülkemizin din konusunda
birikim ve örnekliğini temsil etmek.
Farklılıkları ülkemizin
bir zenginliği olarak kabul edip, toplumun bütününü kucaklamak ve
bütünleştirici olmak.
Her türlü siyasî görüş,
düşünce ve faaliyetin dışında kalarak, tarafsız bir din hizmetini sunmak.
Dindar halk kitlelerini
rencide etmeden, kurumun saygınlığını zedelemeden, din konusunda yanlış
bilgi ve inanışlarla, taassup ve
bilgisizlikle, bidat ve hurafelerle mücadele etmek.
Değerli arkadaşlar, din
konusunda, mezhep, anlayış ve uygulama ayırımı yapmadan, vatandaşlık esasına
göre eşit mesafede duran Diyanet İşleri Başkanlığı tüm Müslümanları temsil eden
bir kuruluştur.
İslam Dini, evrensel bir
dindir. Evrensel bir din olduğu için, etnik yapıya bakmadan, bütün Müslümanları
temsil ettiği gibi, mezhep, meşrep, tarikat farklılığına bakmadan, Alevîsiyle,
Sunnîsiyle kendini Müslüman olarak hisseden, İslam Dinine inanan her insan için
bir şemsiye görevi yapması temel amaçları içerisindedir.
Demin CHP sözcüsü
arkadaşımızın, burada Alevîlerin temsil edilmediğini, cemevlerinin cami,
ibadethane olarak görülmediğini söylediler.
Değerli arkadaşlar, Alevî
kardeşlerimizi, ben şahsen, bu konunun uzmanı olarak, onları bütün yönleriyle
bildiğim için Müslüman bir kardeşim olarak görmekteyim. Biz Hazreti Ali'yi de
başımızın tacı olarak kabul ettiğimiz için, sonsuz derecede, Hazreti Ali ve
onun evlatlarına, ehlibeytine bağlı olan insanlar olarak, bizim, Hazreti
Ali'nin yolunda olan her insanın da, o yolun yolcularına tabi olanların da, o
yolda olanların da Müslüman olduklarından en ufak bir şüphemiz yoktur.
Değerli arkadaşlar,
gerçekten bugün Türkiyemizde Diyanet İşleri Başkanlığı Müslümanları temsil
ettiği için, bütün camilerimiz, ne Hanefî Mezhebi ne Şafiî Mezhebi ne Hanbelî
ne Malikî veya herhangi bir mezhep saliklerinin ibadethanesi değildir. Orası
tamamen Müslümanların ortak ibadethanesidir. Türkiye'de milyonlarca
kardeşimizin… Özellikle İstanbul'da ve Türkiye'nin çeşitli yerlerinde Caferî
kardeşlerimiz vardır. Onların da camilerine gidip kendilerine tabi olarak namaz
kılarız ve bundan bir şüphemiz olmaz.
Değerli arkadaşlar,
Diyanet İşleri Başkanlığının kuruluşuyla beraber, 1924 tarihinde, Türkiye Büyük
Millet Meclisinde yapılan bütçe görüşmeleri sırasında ilk defa yayın konusu ele
alınmıştır. Kur'an-ı Kerim meali ve tefsiri ile sahih bir hadis kitabının
terceme ve şerhinin devlet imkânlarıyla yapılması Meclis tarafından
kararlaştırılmıştır. 1925 yılında Diyanet bütçesine 20 000 TL konulmuş ve bu
ödenekle ilk olarak 1925'te de şu elimizdeki, "Askere Din Kitabı"
olarak bastırılmıştır. Genelkurmay Başkanlığının talebi üzerine bu kitap
basılmış, yıllarca askeriyede okutulmuştur.
Ayrıca, gerçekten,
cumhuriyet tarihinde ve son asırlardaki en önemli olan tefsir kaynaklarından
biri de, "Hak Dini Kur'an Dili" adı altında hazırlanan kitaptır. Ve
yine Atatürk'ün talimatıyla, içerisinde sahih hadisleri de bulunduran "Sahihi
Buhari Muhtasarı Tecridi Sarih Tercemesi" adındaki kitap 13 cilt halinde
ve "Hak Dini Kur'an Dili" tefsiri de 9 cilt halinde basılmıştır. 1928
yılında Tecridi Sarih Tercemesinin 1 inci ve 2 nci ciltleri eski harflerle
basılmıştır.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN- Sayın Anik,
tamamlayabilir misiniz.
Buyurun.
ABDURRAHMAN ANİK
(Devamla)- Harf inkılabından önce basıldığı için eski harflerle yazılmıştır.
Kütüphanelerimizde mevcuttur. Ayrıca, Hak Dini Kur'an Dili, 1935 ve 1939
yılları arasında 9 cilt halinde ve 10 000 takım basılmış ve bedava, her tarafa
gönderilmiştir, dağıtılmıştır.
Değerli arkadaşlar, son
yıllarda dünya genelinde olduğu gibi, Türkiye'de de Hıristiyan misyonerlerin yoğun
faaliyet içerisinde oldukları malumunuzdur. Dünyada temel hak ve özgürlüklerin
önde olduğu bir dönemde, her inançta olanların da inançlarını özgürce anlatma
ortamının oluşması gerekliliği vardır. Ancak, İslam ülkelerindeki misyonerlerin
yoğun propagandası ve Kiliseler Birliğinin maddî desteklerinden dolayı, rekabet
ortamının Müslümanların aleyhine işlediği bir gerçektir. Dinlerarası diyalog ve
çatışma ortamının kaldırılması alkışlanan bir gerçektir; ancak, dünya var
oldukça dinler arası rekabet devam edecektir. Rekabetin oluşması da eşit
şartlar ve imkânlarla oluşmaktadır. Müslümanların daha değişik bir faaliyet
içerisine girmelerine ihtiyaç vardır. Bu faaliyetlerin bilimsel ve hakkaniyet
ölçüleri içerisinde olmasının uzun vadede daha faydalı olacağına inanıyorum. Bu
nedenle, Diyanet İşleri Başkanlığının Din İşleri Yüksek Kurulu uzman
kadrolarının artırılmasını, Diyanet İşleri Başkanlığının öncülüğünde, kadrosu
çok güçlü olan birkaç ilahiyat fakültesiyle işbirliği yapılarak ilahî dinler
üzerine geniş bir araştırmanın yapılmasını, Diyanet İşleri Başkanlığı ve
seçeceği ilahiyat fakülteleriyle beraber yapacağı çalışmalarında Kuran-ı Kerim…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Anik,
eksüreniz de tamamlanmıştır; lütfen, teşekkür eder misiniz.
ABDURRAHMAN ANİK
(Devamla) - Teşekkür ediyorum.
2006 yılı bütçesinin,
ülkemize ve halkımıza hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum, hepinize saygılar
sunuyorum . (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Anik.
AK Parti Grubu adına
ikinci konuşmacı, İstanbul Milletvekili Sayın Halide İncekara; buyurun. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA
HALİDE İNCEKARA (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sosyal
Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğünün 2006 bütçesi üzerinde AK
Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum.
Bütçesini konuşacağımız
kurumun, alacağımız ekonomik tedbirler ve uygulayacağımız sosyal politikalar
sonucu, refahı artmış bir toplumda en az talep edilen, en az ihtiyaç hissedilen
kurumlardan biri olmasını temenni ederek sözlerime başlamak istiyorum.
Hiçbir toplum yoktur ki,
artan kadın sığınma evleriyle övünsün, hiçbir toplum yoktur ki, artan çocuk
esirgeme kurumlarıyla övünsün. Bizim hedefimiz, bunların sayılarını artırmak
yerine, buralara aktaracağımız kaynakları artırmak ve bu sonuçları yaratacak
nedenleri ortadan kaldırmak olmalıdır diye düşünüyorum ve böyle temenni ederek,
sözlerime başlamak istiyorum.
Hepimiz biliyoruz ki,
Türk Halkı ve onların temsilcileri, tarihin her döneminde yoksuluna, yetimine,
yaşlısına, tüm ihtiyaç sahiplerine vicdanı, inancı, kültürü ve gelenekleri
gereği, gerek bireysel gerek sivil toplum ve gerekse kamu örgütlenmesi
çerçevesinde yardım etmiş bir toplumdur. Dolayısıyla, sosyal hizmetler
konusunda köklü bir tarihî geçmiş ve birikime sahip olmuştur.
Nitekim, 30 Haziran 1921
tarihinde Ankara'da kurulan Himayei Etfal Cemiyeti, aile, kadın, çocuk alanında
birçok çalışmayı başlatmıştır. Dönemin devlet büyüklerinin manevî ve halkın
gönüllü katkılarıyla her geçen gün büyüyerek hizmetlerini sürdüren Çocuk
Esirgeme Kurumunun, 1961 yılında kısa bir süreyle Sağlık ve Sosyal Yardım
Bakanlığınca atanan idare heyetince yönetilmesi kararı alınmıştır. Ancak, 1980
yılına gelindiğinde, kurum, ekonomik sıkıntılar yaşamış ve Çocuk Esirgeme
Kurumunun kapanış süreci başlamıştır.
Anayasamızın sosyal
devlet ilkesi gereği korunmaya, yardıma ve bakıma muhtaç çocuklar, yaşlılar ve
özürlülerin korunması ve bakımının
sağlanması amacıyla, 1983 yılında 2828 sayılı Yasayla, Sosyal Hizmetler ve
Çocuk Esirgeme Kurumu kurulmuştur. Aynı zamanda, Türkiye, Çocuk Hakları
Sözleşmesine de imza atmış bir ülkedir. Bu sözleşme hükümlerinin hayata
geçirilmesinde, ilgili kanun gereği, kuruma hem koordinatör hem de uygulayıcı
olarak önemli görev ve sorumluluklar yüklenmiştir.
BAŞKAN - Sayın İncekara,
bir saniye.
Sayın milletvekilleri,
çalışma süremiz tamamlanmıştır. Çalışma süresinin Sayın İncekara ve Sayın
Can'ın konuşma sürelerinin tamamlanmasına kadar uzatılmasını oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Buyurun Sayın İncekara.
HALİDE İNCEKARA (Devamla)
- Değerli milletvekilleri, kurumun hizmet alanları, toplumsal gelişme ve
değişmelere paralel olarak artan toplumsal sorunlar gereği her geçen yıl
genişlemekte ve sunduğu hizmet grupları çeşitlenmektedir. Son yıllarda, sokakta
yaşayan ve çalışan çocuklar ile madde bağımlısı çocukların yanında, 5395 sayılı
3.7.2005 tarihli Çocuk Koruma Kanunu gereği, suça sürüklenen çocukların da
kurumun hizmet kapsamına girmesi sonucu, kurum, yeni bir yapılanma sürecine
girmiştir. Korunma gerekçelerinde yer almakta olan ekonomik yetersizlik, aile
parçalanması, anne veya baba yoksunluğuna aile içi istismar da eklenmiştir.
Kurum, çocuk ve gençlerin
yanı sıra yaşlılara, özürlülere, kadınlara ve toplumun korunma, desteklenme
ihtiyacı içindeki tüm bireylerine hizmet vermeye çalışmaktadır. Ülke çapında
teşkilatlanmış olan bu kurumun, verilen görevlerini yerine getirebilmesi, elbette,
sağlanan ya da sağlanacak olan kaynaklarla yakından ilgilidir. Ancak, bütçe
imkânlarındaki yetersizlik nedeniyle farklı gerekçelerle kurum bakımı altına
alınan çocukların, maalesef, aynı fizikî mekânlarda bakım ve korunma altında
bulundukları da bir gerçektir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; özellikle sokakta yaşayan ve çalışan çocuklar ile madde
bağımlısı çocuklar sorunu giderek ağırlaşmakta, günlük hayatımızı tehdit eder
bir aşamaya gelmiş bulunmaktadır. Türkiye Büyük Millet Meclisi Meclis araştırma
komisyonu, çocukları sokağa düşüren nedenler ile sokak çocuklarının sorunlarını
araştırarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesine yönelik bir rapor
hazırlamıştır. Bu raporda değinilen tedbirler de gözönüne alınarak, öncelikle
suça itilmiş ya da istismara maruz kalmış çocukların, kurum bakımından, önce
rehabilitesini sağlamak amacıyla bazı modeller geliştirilmiştir. Sokakta
yaşayan ve çalışan çocuklara yönelik olarak geliştirilen hizmet modelinde, her
merkez, ihtiyaç gruplarından birine hizmet verecek şekilde ve bir sonraki
hizmet kademesi belirlenmek suretiyle yapılandırılmıştır. Öncelikle, sokaktaki
çocuklar mobil ekipler aracılığıyla sokak ofisleri tarafından tespit edilecek
ve bu çocuklar ilk uyumlandırmayı gerçekleştirmek üzere ilkadım istasyonuna
yönlendirilecektir.
Yine, araştırma
komisyonunca hazırlanan raporda, sokakta yaşayan ve çalışan çocuklara yönelik
koruyucu, önleyici ve rehabilite edici çalışmalarda, ilgili sektörlerin
işbirliği ve eşgüdümü önerilmektedir. 2005 yılında, suça yönelen ve suç mağduru
çocukların rehabilite edilebilmeleri için 10 büyük ilimizde ilkadım istasyonu
hizmete açılması çalışmalarına başlanmıştır.
Çocuk hizmetlerinde, yeni
hizmet anlayışına paralel olarak, çocuk yuvalarının yanında, çocuk evleri
adında yeni bir modelin uygulanması benimsenmiş, halen Ankara İlinde 7,
İstanbul'da 1 olmak üzere, toplam 8 çocuk evi bulunmaktadır. Bu hizmet, 2005
yılı içerisinde yaygınlaştırılmaya başlanmıştır. Genel müdürlükçe çocuk evleri
mevzuat çalışmaları devam ettirilmekte olup, çocuk evleri yönetmeliğinin
yayınlanmasıyla, hizmete ilişkin daha kapsamlı bilgi sağlanmış olacaktır.
Sevgi evleri projesiyle,
kuruluşların bakımı yerine, daha küçük birimlerde, aile ortamına benzer yapılar
ve ilişki sistemi bünyesinde küçük, müstakil binalardan oluşturulan siteler
dahilinde çocukların yetiştirilmesi ve bakılması sağlanacaktır.
Faal olarak hizmet veren
sevgievleri modeli İzmir, Gölcük, Tekirdağ, Muğla ve İstanbul illerinde pilot
uygulama olarak başlatılmıştır. Manisa, Niğde, Bursa ve Safranbolu'da
çocukevleri yapım aşamasında olup İstanbul-Bahçelievler, Kocaeli-Gebze,
Ankara-Saray ve Denizli İllerinde ise proje aşamasındadır.
2006'da 50 çocukevi,
2007'de 100 çocukevi ve 2008 yılında ise 200 çocukevinin açılması
planlanmıştır. Çocuk yuvalarında da ihtiyaca göre artış sağlanmış olup 2006
yılında 105 yuvada 10 977 çocuğa bakabilecek kapasiteye ulaşılması hedeflenmiştir.
Çocuk ve Gençlik Merkezinin yeni anlayışıyla genişletilmesi hedeflenmiş,
2006'da 47 merkezde 8 895 gence hizmet götürülmesi planlanmıştır.
Yetiştirme yurtları
sayısı 2006 yılında 119'a ve bakılan genç sayısı da 10 695'e çıkarılması
planlanmıştır. Gençlik hizmetlerinde de yeni bir anlayışla ve 5395 sayılı Çocuk
Koruma Kanununa istinaden çocuk sosyal rehabilitasyon merkezi adında yeni bir
kuruluş hayata geçirilecektir. Bu amaçla, 2006 için 120 kapasiteli 4 merkez,
2007'de 160 kapasiteli 5 merkez, 2008 yılı içinde de 280 kapasiteli 9 adet
çocuk sosyal rehabilitasyon merkezi açılması planlanmıştır. Kurum, sağladığı
hizmetleri içinde korunmaya muhtaç çocuklara yönelik ağırlıklı hizmet modeli
olan yuva ve yurtların yanı sıra, ailelerin desteklenmesi ve diğer alternatif
hizmet modelleri de önem kazanmaktadır. Yeni hizmet modellerinin amacı, çocukların
koruma altına alınma sebeplerinin çoğunluğunu oluşturan ekonomik yetersizlik ve
aile parçalanması sorunlarını çözmeye yöneliktir. Bu modelde başarıya
ulaşabilmek için koruyucu ve önleyici çalışmalar yapılmasında fayda görülmektedir.
Bunun için, ailelere sağlanan sosyal yardım programları tekrar gözden
geçirilecektir. Toplum merkezleri aracılığıyla toplumun en küçük kesimlerine
ulaşabilen SHÇEK teşkilatı sosyal buhranları önlemek için yeni anlayışa uygun
eğitim çalışmaları yapacaktır.
2006-2008 döneminde
toplum merkezi, kadın konukevi ve aile danışma merkezi sayılarının önemli
ölçüde artırılması hedeflenmiş, 2006'da 128, 2007'de 148, 2008 yılında da 168
kuruluş olarak faaliyetlerine devam etmeleri planlanmıştır.
Koruyucu, önleyici
özelliği olan aynî ve nakdî yardım hizmetleriyle toplum merkezleri
hizmetlerinde ve ayrıca sokakta yaşayan ve çalışan çocuklarla özürlülere
yönelik alanlarda hizmet genişlemesi görülmektedir. Diğer taraftan, yatırım
programında yer alıp o yıl içinde inşaatı biten kuruluşların da bir an önce
hizmete alınması gereği vardır.
Sosyal Hizmetler ve Çocuk
Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğüne bağlı çocuk yuvaları, yetiştirme yurtları,
huzurevleri, kadın konukevleri, çocuk ve gençlik merkezi ile bakım ve
rehabilitasyon merkezlerinde, kadın, çocuk, genç, yaşlı ve özürlülere, 24 saat
kesintisiz hizmet üretilmektedir. Yaklaşık 9 000 personelle 30 000'den fazla
kişiye yatılı bakım hizmeti verilmektedir. Personel sayısının yetersiz olmasına
karşın, çalışanların özverileriyle birçok işler başarılmaktadır.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın İncekara,
toparlayabilir misiniz.
Buyurun.
HALİDE İNCEKARA (Devamla)
- Ancak, mevcut durumda, personel sayısının gittikçe azaldığı ve diğer
kurumlara geçiş taleplerinin çoğaldığı gerçektir. Özellikle bakım elemanları
sayısındaki azalmayla oluşan hizmet açığı, özel hizmet alımıyla bakım
hizmetlerinin aksatılmamasına çalışılmaktadır. Bu çerçevede, Kuruma tanınan
özel hizmet alımı yetkisinin Avrupa Birliği standartları seviyesine çıkarılması
gayretimizdir.
Tarım toplumundan sanayi
toplumuna geçişin sancıları, kırsal kesimden kentlere göç ve küreselleşmenin
getirdiği tüketim ve davranış eğitimlerindeki değişimler sonucunda, toplumsal
yaşamı son derece olumsuz bir şekilde tehdit eden yoksulluk, yaşlılık, özürlülük,
gecekondulaşma, hızlı nüfus artışı gibi sorunlar ortaya çıkmaktadır. Bu
sorunların çözümü ya da en aza indirme yönünde gerekli tedbirleri almak,
devletin başlıca görevleri arasındadır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; huzurevleri sayısında artış sağlanmış olup, 2006'da, 70
huzurevinde kapasitenin 7 579'a çıkarılması öngörülmüştür. Özürlü
rehabilitasyon merkezleri sayısı 2006'da 83'e, 6 200 kapasiteye çıkarılması
planlanmıştır. Kurumca ücret ödenerek aile yanında bakım modeline ağırlık
verilecektir. Bu uygulama için, 2006 yılı bütçesine 50 000 000 TL ödenek
konmuştur. Kurum bakımından, evde bakım için, aile yanına dönüş projesiyle, öz
aile yanında desteklenme, koruyucu aile bakımına verilmesi ve evlat edindirme
şeklindeki üç uygulamaya ağırlık verilmiştir. Önümüzdeki beş yıllık süre
içinde, kurum bakımı altında bulunan 20 000 çocuktan 12 000'inin aile yanına kavuşturulması hedeflenmiştir.
Yoksul çocukların ailelerine yapılan mutat aynî ve nakdî yardımların, 2006
yılında, 20 000 kişiye ulaşması öngörülmektedir.
Sosyal Hizmetler ve Çocuk
Esirgeme Kurumunun Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı taslağında,
çocuklara yönelik koruyucu ve destekleyici hizmetlerle, usulleri, koruyucu ve
destekleyici hizmetlerle, temel ilkeler yer almıştır. Yeni yasa tasarısında,
hizmetlerin yerelleştirilmesi hedeflenmiş, hizmetlerin, mahallî idareler eliyle
ve yöre halkıyla, STK'ların katılımı ve yerindelik denetimiyle yürütülmesi
amaçlanmıştır.
Her geçen gün kurum
hizmetlerine talebin arttığının farkındayız. Bu taleplere yeterli, kaliteli ve
yeni yöntemlerle karşılık verebilmek, elbette, kurumun bütçe imkânlarıyla
sınırlı olmaktadır.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın İncekara,
buyurun.
HALİDE İNCEKARA (Devamla)
- Burada gönüllü kişi ve STK'ların, maddî, manevî destekleriyle, kaynakların
genişletilmesi ve daha verimli kullanılması mümkün olabilecektir.
Bir geçiş toplumu olan
ülkemizde, halkın kurum hizmetlerine ihtiyaç duyan kesimlerin isteklerine
karşılık verebildiği ölçüde toplum da, bünyemiz de güçlenmiş olacaktır. Orta ve
uzun vadede amaç, kurum imkânlarının ve dolayısıyla hizmetlerin Avrupa Birliği
standartlarına yükseltilmesi olmalıdır.
Buraya çıkan değerli
arkadaşlarım -tabiî ki, çok gurur duyuyorum- listeye baktığımda, memleketin
bütün mağdur ve mazlumlarından sadece kadın milletvekilleri sorumluymuş gibi,
listede, sadece çoğunlukla bayan arkadaşların isimleri var. Ben, bu
hassasiyetlerinden dolayı, hepsine ayrı ayrı, tabiî ki çok çok teşekkür
ediyorum. Lakin, vakitsizlikten hepsine değinemeyeceğim; ama, birkaç tanesine
değinmek istiyorum.
Bunlardan birisi, yapılan
hizmetlerde AK Parti ambleminin kullanıldığıydı.
Şunu samimiyetle
söyleyeyim ki, Türkiye'de timsah gözyaşı dökenler çok. Hayatı boyunca o
kurumların kapısını çalmamış, bir fakirin kapısından içeriye girmemiş,
sokaklarda lağımları akan mahalle yüzü görmemiş insanların kürsülerde gelip
fakir ve mazlum adına konuşması, gerçekten, beni çok sevindiriyor tabiî ki.
Bugüne kadar fark etmediyse de, bundan sonra fark edecekler diye düşünüyorum.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
N. GAYE ERBATUR (Adana) -
Aşkolsun!.. Bunu bana söylemeyeceksin…
HALİDE İNCEKARA (Devamla)
- Güldal arkadaşımın Sayın Bakanla ilgili söylediği, bu kadın ayrımcılığıyla
ilgili; çok teşekkür ediyorum. Bu hassasiyetinize çok çok teşekkür ediyorum;
lakin, keşke, aynı hassasiyeti kadın ayrımcılığında üniversite kapılarında da
gösterseydiniz, davetiyelerde de gösterseydiniz…
GÜLDAL OKUDUCU (İstanbul)
- Gösteriyoruz, gösteriyoruz…
HALİDE İNCEKARA (Devamla)
-…kurum kapılarında reddedilirken, o kocalara eş gibi sayılmadıkları zamanlarda
da gösterseydiniz.
Hepinizi saygı, sevgiyle
selamlıyorum; teşekkür ediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın İncekara.
AK Parti Grubu adına
üçüncü konuşmacı, Sinop Milletvekili Cahit Can; buyurun.
AK PARTİ GRUBU ADINA
CAHİT CAN (Sinop) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Başbakanlık
Özürlüler İdaresi Başkanlığı 2006 yılı bütçesiyle ilgili olarak AK Parti Grubu
adına söz almış bulunuyorum ve hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Özürlüler İdaresi
Başkanlığınca 2002 yılında Devlet İstatistik Enstitüsüne yaptırılan Türkiye
özürlüler araştırması sonuçlarına göre, ülkemizde 8 431 937 kişi özürlü olarak
yaşamını sürdürmektedir ve bunu genel nüfusa oranı ise yüzde 12,29'dur.
Bunların yaklaşık 1,8 milyonu fiziksel özürlüdür; yaklaşık 6,6 milyonu da
ruhsal ve süreğen hastalığa sahiptirler. Bu veriler, özürlüler konusunda acil
sosyal politikalar oluşturulması ve yasal düzenlemeler yapılması gerekliliğini
ortaya çıkarmaktadır.
Bilindiği gibi, içinde
bulunduğumuz dönemde, özürlüler lehine çok önemli çalışmalar yapılmıştır.
Özürlülerin saygın birer birey olarak toplumda yer almaları ve hayatlarının
kolaylaştırılması amacıyla hazırlanan 5378 sayılı Özürlüler ve Bazı Kanun ve
Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun, 1.7.2005
tarihinde Yüce Meclisimizce kabul edilmiştir. Bu Kanunla, istihdam, kamuda
yüzde 3'ten yüzde 4'e yükseltilmiştir; ağır özürlülerin istihdamında teşvik getirilmiştir;
toplu ulaşımdan faydalanamayan özürlülerimiz için, otomobil ve minibüs
alımlarında ve Motorlu Taşıt Vergilerinde de muafiyetler getirilmiştir.
Kültürel hizmetlerden özürlülerin de faydalanması için Telif Hakları Kanununda
düzenlemeler yapılmıştır. Özürlü okullarına giden özürlü çocukların okul servis
ücretleri, bundan böyle Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonundan
karşılanacaktır. Erken yaşta eğitim imkânı bulamamış yetişkin özürlüler için,
ilgili Millî Eğitim Bakanlığı tarafından da yatılı kurslar açılmıştır. Belediye
veya il genel meclislerinde özürlü üyeler seçilmiş, böylelikle yurt genelinde
de, yerel hizmetlerde de, genel bir iyileşme başlamıştır. Kanun, özürlülerin
karşılaştıkları ayırımcılıkla mücadele edilmesi, alınacak karar ve verilecek
hizmetlerde özürlünün ailesinin ve gönüllü kuruluşların katılımcı olmasının
sağlanması ve özürlüye sunulacak hizmetlerde aile bütünlüğünün korunması
ilkelerini esas almaktadır.
Başbakanlık Özürlüler
İdaresi Başkanlığı, özürlü bireylerin sorunlarına çözüm getirmekte, özürlülerin
toplum içerisinde, üretken ve bağımsız yaşamalarını sağlayacak hizmetlerin
geliştirilip ve yaygınlaştırılması konusuna büyük önem vermektedir. Özürlüler
İdaresi Başkanlığının 2006 yılında teklif edilen bütçesi, toplam 3 507 100
YTL'dir. Özürlüler İdaresi Başkanlığı, 2006 yılında, Ulusal Özürlüler
Veritabanı Projesini gerçekleştirecektir. Bu projenin oluşturulmasına,
özürlülük bilgisinin nüfus cüzdanında yer almasına dair yönetmelik, Resmî
Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
Ulusal Özürlüler
Veritabanı Projesi, ülkemizdeki özürlü vatandaşlarımızın bilgilerinin merkezî
veritabanında tutulması amaçlanmıştır. Böylelikle özürlü bilgileri,
özürlülerimize hizmet sunan kurum ve kuruluşlarla paylaşılarak, özürlülerimize
doğru ve hızlı hizmet sunulması sağlanacaktır. Ulusal Özürlüler Veritabanı
Projesi, aynı zamanda, ülkemizde, yeni özürlülük politikaları belirlemek
amacıyla gerçekleştirilecek sosyal hizmet alanındaki ilk e-devlet projesidir.
Projenin toplam maliyeti, 390 000 YTL'dir; 2006 yılı bütçesinden ayrılması
öngörülen miktar ise 190 000 YTL'dir. Ülkemizde özürlülüğün tespiti ve
derecelendirilmesi özürlülere verilecek sağlık kurulu raporları yönetmeliğine
göre yapılmaktadır; ancak, bu cetvele göre yapılan değerlendirmelerde standart
oluşturulmamaktadır. Kişiler, farklı sağlık kuruluşlarından, farklı özür
dereceleri alabilmektedir. Bu aksaklıkların önüne geçilebilmesi amacıyla, Dünya
Sağlık Teşkilatının hazırladığı ve sektörlerarası standart birliğinin
oluşturulmasını hedefleyen, fonksiyona göre uluslararası sınıflandırma sistemi
esas alınacaktır.
Değerli milletvekilleri,
bilindiği gibi, özürlü vatandaşlarımıza, sosyal güvencesi bulunmayan ve ailesi
ekonomik yoksunluk içinde bulunan muhtaç özürlülere, evlerinde veya kurumda
çağdaş bakım hizmeti sunulmaktadır.
Ayrıca, özürlülerin
toplumsal hayata aktif katılımı sağlanarak, eşitlik temelinde bireysel ve
toplumsal ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik olarak rehabilitasyon hizmetleri
verilecek, bu alanda eksikliği bilinen personelin yetiştirilmesine ve
istihdamına yönelik tedbirler alınacaktır.
Konuşmamın bu kısmında
önemli bir noktaya daha değinmek istiyorum. Özürlülerimizin hayatını
zorlaştıran engellerin başında, fizikî çevre düzenlemelerinin, binaların ve
toplu taşıma araçlarının özürlülerin kullanımına uygun olmaması gelmektedir.
Kanunla umuma açık her türlü binalar, yol, kaldırım, yaya geçidi, açık ve
yeşilalanlar, spor alanları gibi sosyal ve kültürel yapı alanları özürlülerin
durumuna uygun hale getirilerek, özürlülerin kendi başlarına hareket edebilmeleri…
Bu arada, bu düzenlemeler için gayret gösteren yerel yöneticilerimize
huzurlarınızda teşekkür etmek istiyorum ve bu konuda, tüm belediye
başkanlarımızı da çok daha duyarlı olmaya davet ediyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; yasal bir zorunluluk olan özürlü istihdamı konusunda en önemli
ilerlemeyi AK Parti İktidarı yapmıştır. Yapılan yeni düzenlemeler neticesinde
17 295 özürlü vatandaşımız işe alınmıştır. Demin bir arkadaşımız, burada,
özürlülere hiçbir istihdam yapılmadığını söylemişti. Herhalde, bunları
görmezden geliyorlar.
Özürlülerin yetenekleri
doğrultusunda yapabilecekleri bir işte eğitilmesi, meslek kazandırılması,
verimli kılınarak ekonomik ve sosyal refahın sağlanması amacıyla, meslekî
rehabilitasyon hizmetleri yaygınlaştırılacaktır. Bu hizmetler, belediyeler
tarafından da verilecektir. Kanunda, özürlülerin istihdam edilebilmeleri için
tedbirler alınmaktadır. Kanunî zorunluluğu olduğu halde özürlü çalıştırmayan
işveren ve işveren vekillerinin ödeyeceği aylık para cezası yükseltilmiş ve ilk
defa özürlülere karşı yapılacak ayrımcı uygulamalara hapis ve para cezası
uygulaması getirilmiştir. Bundan böyle, radyo ve televizyonlarımızda özürlülere
karşı şiddetin ve ayrımcılığın teşvik edildiği programlar asla ve asla
yayınlanmayacaktır.
Değerli milletvekilleri,
bilindiği gibi, özürlü vatandaşlarımızın eğitimine de destek ve kolaylıklar
sağlanıyor; yani, özel eğitim alması gereken özürlü çocuklardan, sadece Emekli
Sandığı ve SSK mensuplarına özel eğitim ve rehabilitasyona ilişkin giderleri
karşılanmaktaydı. Bundan böyle, adil olmayan bu uygulama yerine, özel eğitime
ihtiyaç olduğu, Özel Eğitim Değerlendirme Kurulu tarafından tespit edilen tüm
özürlü çocukların bu hizmeti alabilmeleri de sağlanmıştır.
Özürlü üniversite
öğrencilerine araç gereç temini, uygun eğitim, araştırma ve barındırma
ortamlarının hazırlanmasının temini gibi konularda çalışma yapmak için
Yükseköğretim Kurumu bünyesinde özürlüler dayanışma ve koordinasyon merkezi de
kurulacaktır.
Ayrıca, ülkemizde ulusal
işaret dili bulunmamaktaydı. Artık, işitme özürlülerin eğitim ve
iletişimlerinin sağlanması amacıyla Türk işaret dili sistemi de
oluşturulacaktır.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Can,
lütfen, toparlar mısınız.
CAHİT CAN (Devamla) -
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri,
bilindiği gibi, hiçbir geliri ve mülkü olmayan özürlü vatandaşlarımızın
maaşları, 2022 sayılı Yasa çerçevesinde 3 katına çıkarılarak 189 YTL'ye
yükseltilmiştir. Ayrıca, yine ilk defa, 18 yaşın altındaki özürlülere de 126
YTL aylık bağlanmıştır.
Ülkemizde özürlülüğün
önlenmesine yönelik yeni tedbirler getirilmektedir. Özürlülerin tıbbî
rehabilitasyon amaçlı kullandıkları yardımcı araç gereçleri üreten kuruluşlar
eskiden denetime tabi değildi, bu da kalitesizliğe ve istismara yol açmaktaydı;
ancak, kanunla bu kuruluşların Sağlık Bakanlığınca ruhsatlandırılması da
sağlanmıştır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; özürlülerin, üreten bireyler olarak kendi kendilerine yeter
duruma gelmeleri amacıyla, devletin yanı sıra, sivil toplum kuruluşlarımızın
da, gönüllü yurttaşlarımızın da gösterdiği özverili çabalarından dolayı, ben,
katkısı olan herkese huzurlarınızda teşekkür etmek istiyorum.
Bugün, özürlü
vatandaşlarımızın, Türkiye'nin her köşesinde, sokaklarında, ulaşım araçlarında,
binalarında özgürce hareket edebildikleri bir ortamda, acınma değil, sevgileri
paylaşma isteklerini biz de yürekten paylaşıyoruz.
Başbakanlık Özürlüler
İdaresi Başkanlığı 2006 yılı bütçesinin hayırlı olması temennisiyle, hepinize
saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Can.
Sayın milletvekilleri,
birleşime saat 14.00'e kadar ara veriyorum.
Kapanma Saati: 13.23
Açılma Saati: 14.03
BAŞKAN: Başkanvekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir), Mehmet DANİŞ
(Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 35 inci Birleşiminin Üçüncü
Oturumunu açıyorum.
Yedinci turda yer alan
kurumların bütçelerinin görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
1.- 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2004
Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli Daireler ve İdareler Kesinhesap Kanunu
Tasarıları (1/1119; 1/1084, 3/907; 1/1085, 3/908) (S. Sayısı: 1028, 1029, 1030)
(Devam)
A) DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI (Devam)
1.- Diyanet İşleri Başkanlığı 2006 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçesi
2.- Diyanet İşleri Başkanlığı 2004 Malî Yılı Kesinhesabı
B) SOSYAL HİZMETLER VE ÇOCUK ESİRGEME KURUMU GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
(Devam)
1.- Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel
Müdürlüğü 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel
Müdürlüğü 2004 Malî Yılı Kesinhesabı
C) ÖZÜRLÜLER İDARESİ BAŞKANLIĞI (Devam)
1.- Özürlüler İdaresi Başkanlığı 2006 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçesi
D) AİLE VE SOSYAL ARAŞTIRMALAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam)
1.- Aile ve Sosyal
Araştırmalar Genel Müdürlüğü 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
E) KADININ STATÜSÜ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam)
1.- Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü 2006 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçesi
BAŞKAN- Komisyon ve
Hükümet yerinde.
Şimdi söz sırası, AK
Parti Grubu adına söz isteyen Konya Milletvekili Sayın Harun Tüfekci'nin.
Buyurun Sayın Tüfekci.
AK PARTİ GRUBU ADINA
HARUN TÜFEKCİ (Konya) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Aile
ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğünün bütçesiyle ilgili söz almış
bulunuyorum. Öncelikle, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sözlerime başlamadan
önce, 732 ncisi düzenlenmiş olan ve Mevlana'nın "Düğün Gecesi" olarak
ifade ettiği ölüm yıldönümünde, Şeb-i Arus gecesinde, Konyamızdan, hoşgörü
ortamının bütün dünyaya yayıldığını ve bu ortama eşlik eden ve gelerek, bizleri
onurlandıran, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanını, Anamuhalefet Partisi Liderini ve
diğer birçok misafiri, Konya ağırladı ve Konya'dan çok güzel bir mesaj verildi.
Ben, buradan, yine,
Şebi-i Arus gecesinin de hayırlar getirmesini ve her birimizin ölümünün de,
Mevlana'nın ifadesiyle, birer düğün gecesi olmasını, Şeb-i Arus gecesi olmasını
temenni ediyorum.
Birey olarak her
birimizin sosyal kurum olan aile ortamında büyüyerek, ilk eğitimimizi oradan
alarak hayata hazırlanmamız, toplum içinde sayılan ve sevilen fertler olmamız
arzu edilen bir husustur. Toplum ile birey arasındaki bağı birinci planda
sağlama görevini yerine getiren sosyal kurum ailedir. Aile, bunu üstlenmiş
olduğu çeşitli fonksiyonlarla yerine getirir. Aile, bireyin sosyalleşmesinde,
kimlik kazanmasında ve toplumdaki norm ve değerlerin özümsenerek, gelecek kuşaklara
aktarılmasında etkili olan temel sosyal kurumdur.
Ailede parçalanma,
dağılma olduğunda, aile temel fonksiyonlarını ifade edemeyecek kadar
zayıfladığında veya yerine getiremediğinde, ciddî sorunlar ortaya çıkmakta,
ailedeki sorunlar arttıkça, buna bağlı olarak toplumda da sorunlar çoğalmaktadır.
Tüm dünyada olduğu gibi, ülkemizde de sosyoekonomik, teknolojik ve kültürel
değişim süreci içinde aile kurumu bir parçalanma ve dağılma sürecine girmiş; bu
süreç, aileyi, temel fonksiyonlarını yerine getiremeyecek kadar zayıflatmıştır.
Bunun sonucu olarak ailenin bölünmesi, parçalanması, tek ebeveynli ailelerin
giderek artması, boşanma oranlarının yükselmesi, evlilik dışı beraberliklerin
ve nesebi gayri sahih çocukların artması, kültürel ve ahlakî değerdeki
yozlaşma, suç oranlarının artması, kimlik bunalımı, millî ve manevî değerlerden
yoksunluk, psikolojik rahatsızlıklar ve dolayısıyla toplumu tehdit eden
sorunlar başgösterebilmektedir.
Ülkemizin bu değişim
süreci içinde çeşitli alanlarda göstermiş olduğu gelişmelerin sosyal gelişme ve
bütünleşmesi için, bunun gerçekleşmesine katkı sağlayacak kurumlara ihtiyacı
olduğu hâsıl olmuştur. Anayasamızın ilgili maddesinde, devletin temel amaç ve
görevleri, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak, kişinin
temel hak ve hürriyetlerini sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle
bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri
kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının yetişmesi için gerekli şartları
hazırlamaya çalışmak biçiminde tanımlanmıştır.
Anayasamızın 41 inci
maddesinde "Ailenin korunması" başlığı altında "Aile, Türk
toplumunun temelidir" hükmüyle, devletin aileye verdiği önem
vurgulanmıştır.
Aileyi korumak ve
güçlendirmek için gereken tedbirleri almak ve teşkilatı kurmak, Anayasamızın
amir hükümleri arasında bulunmaktadır. Kalkınma planlarında da aileye gereken
önem verilmiş, ailenin korunması ve güçlendirilmesi, aile fertleri arasında
bağlılık ve dayanışmayı geliştirici ve özendirici politikalara ağırlık
verilmesi vurgulanmıştır.
Birleşmiş Milletler
tarafından 1994 yılında başlatılan seferberlik, uluslararası aile yılı, ailenin
yoksullukla mücadele ve toplumsal kalkınmada dinamik bir kavram olarak bütün
toplumlar için büyük önem taşıdığı gerçeğini gündeme taşımıştır. Toplumun
temeli veya toplumsal hayatta en küçük ölçekli yaşama ünitesi olarak kabul
görmesiyle birlikte aile, sosyal politikaların merkezine oturmuştur. Ailenin
sosyal politikalardaki merkezî konumu, genel olarak sorun çözme kabiliyetine
dayanmaktadır.
1989 yılında Aile
Araştırma Kurumunun kurulmasıyla, aile konusunun sosyal politikalar açısından
merkezî önemi daha açık hissedilir olmuştur. Aile Araştırma Kurumunun,
kuruluşundan sonra kısa zaman zarfına sığdırdığı çalışmalarla, ailenin her
türden toplumsal sorunu, yaşayan, çözümleyen, temel yaşama ünitesi olduğu
gerçeği bütün boyutlarıyla açıklık kazanmıştır. Geçen zaman zarfında çeşitli
hukukî sorunlar yaşayan kurum, AK Parti İktidarıyla, 2004 yılı 13 Kasımında,
5256 sayılı Yasayla, Başbakanlık Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü
olarak yeniden yapılandırılmış ve Genel Müdürlük, ülkemizde sosyal sorunların
tespiti ve çözümü ile Türk ailesinin bütünlüğünün korunması, güçlendirilmesi ve
sosyal refahın artırılmasına yönelik ulusal ve uluslararası bilimsel
araştırmalar yapmak veya yaptırmak, projeler geliştirmek, desteklemek, bunların
uygulamaya konulmasını sağlamak ve aileye yönelik millî bir politikanın
oluşmasına yardımcı olmak amacıyla kurulmuştur.
Geçmiş yıllarda ülkemizin
içine düştüğü ağır ekonomik buhran ve buna bağlı olarak yaşanan sosyal
problemlerin çözümü konusunda getirilen önerilerin yeni bir bakış açısıyla ele
alınmasında aile merkezli politikalar oldukça önem arz etmektedir.
Genel Müdürlük, misyonu
gereği önemli bir yükümlülükle karşı karşıya bulunmaktadır. Aile odaklı çözüm
politikaları oluşturmak, Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğünün temel
hedefidir. Genel Müdürlük, bu hedeflerini, tabiî ki, gerçekleştirmek için
önemli anlamda bütçeye ihtiyaç duymakta ve AK Parti İktidarı döneminde de bu
konuda gerekli hassasiyet gösterilmektedir ve bütçede hak ettiği yeri zamanla
daha da bulacağı kanaati içerisindeyiz.
Bu çerçevede, yeterli
bütçe imkânları dahilinde kurumun 2006 yılında hedeflediği araştırma projeleri
aşağıda sunulmuştur.
Avrupa Birliği
ülkelerinde aileye dönük mevzuat, sosyal politika, modeller ve uygulamaların
araştırılması, Türk ailesinin kültür envanteri araştırması, boşanma
nedenlerinin en iyi şekilde araştırılarak toplumsal bir yara haline gelen bu
durumun… Ki, Allah'a şükür Avrupa'ya göre, birçok ülkeye göre boşanma oranı çok
düşük; ancak, biz, bu oranın, bizim aile yapımıza, örf ve âdetlerimize,
inancımıza uygun bir şekilde en düşük seviyede seyretmesini arzu etmekteyiz ve
bunun için gerekli politikalar üretmek durumundayız.
Ayrıca, televizyon ve
aile araştırmasıyla ilgili çok ciddî anlamda çalışmalar yapılmakta ve
televizyonun toplum üzerindeki, aile üzerindeki etkisinin mutlaka en olumlu
hale getirilmesi gerekiyor ve sivil toplum örgütleriyle, siyasetçileriyle
hepimize bu konuda önemli görevler düşmektedir.
Yine, toplumsal cinsiyet
ve nesiller araştırmasıyla ilgili de Aile Araştırması Genel Müdürlüğü önemli
misyon yüklenmektedir.
Değerli arkadaşlar, az
önce, tabiî, Cumhuriyet Halk Partisinden konuşan bir hanımefendi bazı hususlara
değindi. Tabiî, demokrasi, tahammül rejimi ve yapılan faaliyetlere tahammül
edemeyenler, toplum tarafından aynı muameleye maruz kalırlar. Genel Kurul
çalışmalarında olsun, komisyon ve diğer Meclis çalışmalarında olsun, milletin
bizden beklediği, telkin, teklif, tavsiye ve tartışmalarda birbirimizi tağyir
ve tahkir edecek konuşmalardan kaçınarak, Meclisin vakar ve şahsiyetine uygun
davranışlar sergilememiz gerekmektedir. Böylece, topluma ve onun nüvesi olan
ailelere örnek bir kurum haline gelinmiş ve toplumsal hoşgörü ve uzlaşma
ortamında hedefimiz olan noktaya ulaşmış olacağız
Ailede ve toplumda sevgi
ve saygı ortamının gelişmesi için, Mevlana'nın Mesnevisini okuyup, günlük
hayatımıza tatbik etmemiz gerekiyor.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Tüfekci,
tamamlayabilir misiniz.
Buyurun.
HARUN TÜFEKCİ (Devamla) -
Şeb-i Arus gecesinde, Konyamızda, gergin siyasî tartışmalardan uzak, Türkiye
Cumhuriyeti Başbakanı, Anamuhafelet Partisi Lideri, Anayasa Mahkemesi Başkanı
ve üyeleri, sivil toplum örgütleri, yazarları, sanatçıları, kadını kızı, genci
yaşlısı, Mevlana'nın sevgi potasında erimiş ve birbirleriyle hemhal
olmuşlardır. İşte, Konya'dan yayılan bu güzel örneğin her günümüz için geçerli
olmasını ben canı yürekten temenni ediyorum.
Hoşgörü ortamının tesisi
için, Mevlanaları, Yunus Emreleri beklemeye gerek yoktur; çünkü, çok bekleriz,
belki onları bulamayız; ancak, onların hayatlarını kendi hayatımıza düstur
edinip bir parçası haline getirdiğimiz gün, çok şeylerin değişeceği
kanaatindeyim.
Ben, bu duygularla,
yapılmakta olan bütçe çalışmasının hayırlar getirmesini, Aile ve Sosyal
Araştırmalar Genel Müdürlüğü bütçesinin, yine, memleketimiz için hayırlı olmasını
temenni ediyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Tüfekci.
AK Parti Grubu adına son
konuşmacı, İstanbul Milletvekili Sayın Gülseren Topuz; buyurun. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA
GÜLSEREN TOPUZ (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Kadının
Statüsü Genel Müdürlüğünün 2006 malî yılı bütçesi hakkında, AK Parti Grubu
adına konuşma yapmak üzere söz almış bulunmaktayım; Grubum ve şahsım adına,
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Hepinizin bildiği gibi,
çağdaş demokrasi anlayışının temel ilkelerinden biri olan kadın-erkek
eşitliğine, özellikle, kadınların etkin ve uzun süren mücadeleleri sonucu
ulaşılmış ve bu anlayış, günümüzde, hemen tüm demokratik ülkelerde yasalarla
güvence altına alınmıştır.
Kadın-erkek eşitliği
konusunun insan haklarının temeli, sosyal adaletin önemli bir koşulu ve aynı
zamanda, eşitlik, kalkınma ve barışın vazgeçilmez önkoşulu olduğu bilinen bir
gerçektir.
Kadın konusundaki resmî
kurumsallaşma öyküsü, Birleşmiş Milletler çatısı altında 1946 yılında
başlamıştır. Birleşmiş Milletlerin uluslararası platformda almış olduğu
kararlar, kadın-erkek eşitliğinin ülkelerin gündemlerine yerleşmesini,
dolayısıyla, kadın-erkek eşitliğiyle ilgili ulusal mekanizmaların kurulmasını
sağlamıştır. Bu konudaki itici gücü, Birleşmiş Milletler tarafından 1975'te
ilan edilen Uluslararası Kadın On Yılı oluşturmuştur. Aynı yıl içerisinde
Mexico City'de yapılan Birinci Dünya Kadın Konferansında ortaya çıkan eylem
planında, Birleşmiş Milletlere üye ülkelerde kadın sorunlarına çözüm getirecek
ulusal mekanizmaların kurulması önerilmiştir. Daha sonra ise, sırasıyla,
ikincisi Kopenhag 1980, üçüncüsü Nairobi 1985 ve dördüncüsü Pekin'de 1995
yılında yapılan Dünya Kadın Konferanslarında da, ulusal mekanizmalar, eylem
planlarının en önemli bölümlerini oluşturmuştur.
Dördüncü Dünya Kadın
Konferansı sonucunda kabul edilen Pekin Eylem Platformu ve Pekin
Deklarasyonunu, Türkiye, hiç çekince koymaksızın onaylamıştır. Ayrıca, Avrupa
Konseyi ve Avrupa Birliği de, bu anlamda, belirleyici bir rol oynamış, üye ve
aday ülkelerde, kadının insan haklarının ve kadın-erkek eşitliğinin sağlanması
yönünde yürütülmekte olan çalışmaları teşvik etmiş ve desteklemişlerdir.
Toplumsal cinsiyet
eşitsizliğinin giderilmesi konusunda sağlanan gelişmeler, güçlü bir kadın
hareketi ve yine, bu hareketin uluslararası toplumda da yankısını bulan,
devletleri bağlayıcı uluslararası sözleşme ve taahhütlerin oluşumu
sayesindedir. Bu sözleşmelerden en önemlisi, uluslararası bir belge olan, Türkiye'nin
de taraf olduğu ve ülkemizde 1986 yılında yürürlüğe giren, Birleşmiş Milletler
Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesidir ki, bu,
bildiğiniz gibi CEDAV Sözleşmesi. Sözleşme, kadınlara karşı ayrımcılığı önlemek
için var olan tek yasal ve bağlayıcı doküman olup, gerekli tüm geçici ve özel
önlemlerin alınmasını da hükme bağlamaktadır. Sözleşme, ayrıca, kadınlara karşı
ayrımcılığın önlenmesi konusunda taraf ülkelerin sorumluluklarını da tanımlar.
Bu bağlamda, CEDAV
Sözleşmesinin 18 inci maddesi, taraf ülkelere, her dört yılda bir, CEDAV
Komitesine periyodik ülke raporlarını sunma yükümlülüğü getirmektedir. Komite,
taraf ülkelerin sözleşmeyi ne ölçüde hayata geçirip gerçekleştirdiklerini de
izlemekle yükümlüdür. Bu görevini de, periyodik ülke raporlarını inceleyerek
yapmaktadır. Ülke raporunun incelenmesini takiben, komite, rapor üzerinde
değerlendirmesini yapmakta, tavsiye ve önerilerini ilgili ülkelere
bildirmektedir.
Ülkemizde söz konusu
periyodik ülke raporlarının ilgili tarafların katkısı alınarak hazırlanması ve
savunulması, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünün sorumluluğundadır. Ülkemiz, bu
kapsamda, söz konusu komiteye, en son 2005 yılı ocak ayında, birleştirilmiş
dördüncü ve beşinci periyodik ülke raporunu sunmuş ve de savunmuştur.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; tüm bu uluslararası gelişmelerin ve Türkiye'de yıllardır
uygulanan sosyal devlet politikalarının sonucu olarak desteklenmesi gereken
gruplardan olan kadınların sorunlarını çözümlemek üzere, ulusal mekanizma
olarak, 1990 yılında Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü kurulmuştur. 1993 ve 1994
yıllarında müsteşarlık olarak yeniden yapılanması hedeflenmiş; ancak, kanun
hükmünde kararnamelerin iptali nedeniyle on yıldan fazla bir süre yasal
dayanaktan yoksun olarak çalışan Genel Müdürlük, Kasım 2004 tarihinde, yani, AK
Parti döneminde yasal statüye kavuşmuştur. Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünün
temel işlevi, kadınların sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasî yaşamdaki işlevini
güçlendirmek, eşit haklara sahip bireyler olarak toplumsal yaşamda yer
almalarını, kalkınma sürecine etkin katılımlarını, kalkınmanın nimetlerinden
eşit biçimde yararlanmalarını sağlamaktır.
İnsan hakları tanımına
yeni bir boyut getiren, diğer deyişle, kadının insan haklarının kurumsal
anlamda yerleşik konuma gelmesinin aracı olan Genel Müdürlük, ülkemizde,
toplumsal yaşamın her alanında kadın-erkek eşitliğinin sağlanmasına yönelik
politikaların oluşturulması, yönlendirilmesi ve bunların hayata geçirilmesinin
sağlanması çerçevesinde çalışmalar yapan bir araştırma, politika oluşturma ve
koordinasyon sağlayan bir kuruluştur.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; ülkemizde cumhuriyetin ilanından sonra sağlanan kadın-erkek
eşitliği, hem ulusal hem de uluslararası alandaki gelişmelerin yanı sıra,
toplumsal dinamiklerden de etkilenmiş ve yasaların yeniden düzenlenmesi gereği
bir kez daha ortaya çıkmıştır.
Son zamanlarda
gerçekleştirilen çok önemli yasal gelişmelere ise, -zaman kısa; ama- kısaca
değinmek istiyorum.
Ülkemizde, başta
Anayasanın 10 uncu, 41 inci ve 90 ıncı maddelerine ilişkin düzenlemeler olmak
üzere, Türk Medenî Kanunu, Türk Ceza Kanunu ve çalışma hayatını düzenleyen İş
Kanunu gibi, yasal alanda gerçekleştirilen önemli değişikliklerle, kadın-erkek
eşitliğinin tam olarak sağlanması yönünde, güçlü, daha güçlü bir hukukî zemin
oluşturulmuştur.
Türkiye, kadın-erkek
eşitliği ilkesine ilişkin açık bir hükme daha önce de Anayasasında yer vermekle
birlikte, 2004 yılında Anayasanın 10 uncu maddesine yapılan bir ekle, devlet,
cinsiyete dayalı ayırım yapmamanın ötesinde, kadın ile erkeğin her alanda eşit
haklara, eşit imkânlara kavuşması için düzenlemeler yapmak, gerekli tedbirleri
almakla yükümlü kılınmıştır.
Yine, 2004 yılında
Anayasanın 90 ıncı maddesinde yapılan değişiklik ise, dikkate değer bir başka
gelişmedir. Bu değişiklikle, Türkiye, taraf olduğu ve temel hak ve özgürlükleri
hedef alan tüm uluslararası belgeleri ulusal kanunların üzerine çıkarmıştır.
Böylece, yasaların bu belgeler ışığında yorumlanması Anayasanın da bir gereği
haline gelmiştir. Devrim niteliğinde olan bu değişikliklerle, Türkiye,
Anayasasında bu tür bir hükme yer veren az sayıda ülkeden biri olmuştur.
Türkiye'de, kız ve erkek
çocuklar, cumhuriyetin ilk yıllarından beri, eğitimin her düzeyine erişim
açısından, yasalar önünde eşit konuma sahiptirler ve temel eğitim zorunludur;
ancak, ülkemizde, eğitimin tüm seviyelerinde, kız çocukları açısından henüz
istenilen düzeye ulaşılamamıştır. 1997 yılında yürürlüğe giren ve temel eğitimi
5 yıldan 8 yıla çıkaran yasa, özellikle kız çocuklarının okullaşma oranına çok
önemli katkılar sağlamıştır.
Aile içindeki şiddetin
önlenmesi amacıyla, 1998 yılında 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun
çıkarılmıştır. Kadın-erkek eşitliği bakış açısıyla hazırlanan yeni Medenî Kanun
2002 yılında yürürlüğe girmiştir. Yeni Medenî Kanunun yürürlüğe girmesinden
sonra, aile mahkemelerinin kurulması konusu da gündeme gelmiş ve 2003 yılında,
bu mahkemeler, adlî sistem içindeki yerini almıştır.
Yeni Türk Ceza Kanununda
yapılan reform niteliğindeki düzenlemelerle, yasada kadın ve kız ayırımı
kaldırılmış, cinsel nitelikli suçlar, topluma karşı işlenen suçlar kapsamından
çıkarılıp, kişiye karşı suç kapsamına alınmıştır. Evlilikiçi tecavüz, işyerinde
cinsel taciz gibi konulara ilk kez yasada yer verilmiştir.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Topuz,
tamamlayabilir misiniz.
Buyurun.
GÜLSEREN TOPUZ (Devamla)
- Toparlıyorum.
Yine, yeni Türk Ceza
Kanunuyla, töre cinayetleri faillerinin, yasada öngörülen en ağır ceza olan
ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılması hükmü de
getirilmiştir.
En önemli insan hakları
ihlallerinden olan ve özellikle mağdurları kadınlar ve çocuklar olan insan
ticaretiyle mücadele kapsamında, Türk Ceza Kanununda 2002 yılında yapılan
değişiklikle, bu suçun faillerine de ağır cezaî yaptırımlar getirilmiştir.
Bir diğeri, 5272 sayılı
Belediye Kanunu. 5272 sayılı Belediye Kanunuyla, şiddete uğrayan kadınlara
hizmet vermek üzere, büyükşehir belediyeleri ile nüfusu 50 000'i geçen
belediyelere, kadınlar ve çocuklar için korumaevleri açma yükümlülüğü de
getirilmiştir.
Ülkemizde çalışma
hayatını düzenleyen İş Yasasında, 2003 yılında yapılan düzenlemeler ile çalışma
yaşamında, kadın-erkek eşitliğinin sağlanması alanında da çok önemli gelişmeler
kaydedilmiştir.
Birleşmiş Milletler 59
uncu Genel Kuruluna sunulan ve kabul edilen "Namus adına kadınlara yönelik
işlenen suçların önlenmesi doğrultusunda çalışmak" başlıklı karar
tasarısına, Türkiye, İngiltere'yle birlikte ana sunucu olmuştur.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünün önemli katkılarda bulunduğu
yasal gelişmeler, ülkemizde kadın-erkek eşitliğinin sağlanması açısından da bir
dönüm noktası olmuştur. Ancak, yasal düzenlemelerin tek başına yeterli
olmadığının da hepimiz bilincindeyiz. Bu düzenlemelerin toplumsal yaşamımızda
bütünüyle hayata geçirilmesi ve kadını eğitim, sağlık, istihdam, karar
mekanizmalarına katılım ve kadına yönelik şiddet gibi temel sorun alanlarında
güçlendirici uygulamaların, yeterli kurumsal ve malî destekli her düzeyde
sağlanması çok büyük önem taşımaktadır.
Türkiye'nin hiç çekince
koymadan imzaladığı 1995 yılında Dördüncü Kadın Konferansının sonuç belgesi,
Pekin Eylem Platformunun 201 inci maddesinde tavsiye edildiği gibi…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Topuz.
GÜLSEREN TOPUZ (Devamla)
- Teşekkür ederim Sayın Başkan.
…ulusal mekanizmaya
profesyonel kapasite ve bütçe açısından yeterli kaynaklar sağlanması, ülkemizin
kadın-erkek eşitliğinin sağlanmasına dönük tek ulusal mekanizması olan Kadının
Statüsü Genel Müdürlüğünün faaliyetlerini daha etkin bir biçimde sürdürmesini
de sağlayacaktır.
Kadının Statüsü Genel
Müdürlüğü, kurulduğu tarihten itibaren, ülkemizde kadın-erkek eşitliğini
sağlayan yasaların hazırlık sürecinde ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının
konuyla ilgili uygulayıcı nitelikteki çalışmalarına da önemli katkılar
sağlamıştır. Kurum, bir araştırma, politika oluşturma ve koordinasyon kuruluşu
olarak görevini yerine getirirken, ilgili kamu kurum ve kuruluşlarının yanı
sıra sivil toplum örgütleriyle de işbirliği içinde başarılı çalışmalar yürütmüş,
bu alanda deneyim ve kültüre de sahip olmuştur. Kurumun personel açısından
kurumsallaşması tamamlandığında, inanıyorum ki, gerek ulusal gerekse
uluslararası çalışmalarıyla çok daha etkin bir konuma gelecektir.
2006 malî yılı bütçesinin
ülkemize hayırlı olmasını diler, Yüce Meclise saygılar sunarım.
Teşekkür ederim.
(Alkışlar)
BAŞKAN- Teşekkür ediyorum
Sayın Topuz.
Anavatan Partisi Grubu
adına söz isteyen Erzurum Milletvekili İbrahim Özdoğan.
Buyurun Sayın Özdoğan.
(Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
Sayın Özdoğan, süreniz 15
dakikadır.
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Anavatan Partisi Grubu adına Diyanet bütçesi üzerinde söz almış bulunmaktayım;
Yüce Heyetinizi ve televizyonları başında bizleri izleyen büyük milletimizi ve
bizlere asırlar boyu ve şimdilerde de fazilet, terbiye ve öğreti bakımından
bilgi saçan bütün din görevlilerimizi, âlimlerimizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar,
Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün en büyük kurumlarından
birisi de, Diyanet İşleri Başkanlığıdır. Eğer, Osmanlının son dönemlerinde
görüldüğü gibi, Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmasaydı, yüzlerce, belki
binlerce fraksiyon hem İslam Dinine zarar verecekti hem de samimî dindarlara
zarar verecekti. Büyük deha Mustafa Kemal Atatürk Diyanet İşleri Teşkilatını
kurarak bu bedhahlığı önlemiş ve dinimize ve samimî dindarlara, büyük
milletimize çok büyük iyiliklerde bulunmuştur. Mustafa Kemal Atatürk'ü ve tarih
boyunca bizlere ışık saçan bütün alimlerimizi rahmetle yad ediyorum.
Değerli arkadaşlarım,
Diyanet İşleri Başkanlığı denilince, iki öğeden bahsetmek gerekmektedir. Birisi
ibadethaneler, bir diğeri de oradaki din görevlileridir. Ben, bu iki, hem
ibadethaneler konusunda hem din görevlileri konusundaki görüşlerimi aynen
Diyanet çalışanlarının görüşleri doğrultusunda sizlere ve büyük milletimize
aktarmak istiyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; camiler, dinî hayatın yaşandığı önemli kutsal mekânlardır. Bu
mekânlar kutsallığını ve önemini, Allan'ın evi olmasından ve kıblemiz olan
Kâbe'nin şubesi olarak değerlendirilmesinden alır. Milletimiz, dinine saygı ve
bağlılığını, ihtişamlı mabetler inşa ederek göstermiştir. Bu mabetlerde ve
müştemilatında, topluma yönelik eğitim, sağlık, sosyal ve hayrî hizmetler
sunulmuştur. Bu hizmetle, millî kültürümüze ve sosyal hayatımıza önemli katkılar
sağlamıştır. Özellikle, milletimizin var olup yok olma mücadelesinin verildiği
yıllarda da, millî mücadeleye destek ve katkı sağlayan önemli mekân olarak
fonksiyonunu gerçekleştirmiştir.
Günümüzde ibadet mekânı
olarak hizmet vermekle kalmamış, kültürümüzün incileri olarak turizm alanında
ülkemiz ekonomisine de önemli katkılar sağlamaktadır. İstanbul'un fethinin
sembolü olan Ayasofya Camiinin müze olarak kullanılması, Hıristiyan kültürüne
yönelik tarihî eserlerin bakım ve onarımına, tanıtımına gösterilen ihtimamın
ecdat yadigârı şaheser camilerimizden esirgenmesi ve bakımsızlığı yüreklerimizi
sızlatmaktadır.
Camiler, sevgi ve
kardeşliğin tesis edildiği, gönüllerin huzur bulduğu manevî sığınaklardır. Bu
özellikler ve güzellikler içerisinde sunulacak hizmetin verimli ve amacına
uygun olması hedeflenmelidir.
Bu kutsal camilerimiz
kadar bu camilerde görev yapacak insanlar da önemlidir. Din, insanlar içindir,
insanlara yönelik hizmet hedeflenmiştir ve din adamları, şerefli bir görev ifa
etmektedirler, sosyal hayatta önemli bir konumu bulunmaktadır. Böyle önemli bir
konuma sahip bir görev ehlinin yetiştirilmesi önem arz etmektedir. Hızlı
değişimin yaşandığı günümüzde, din görevlisi, meslekî, sosyal ve kültürel
birikime sahip olmalıdır. Din görevliliği, özenilen bir meslek haline
getirilmelidir.
Bu itibarla, din
görevlileri, meslekî bilgi ve kabiliyetlerini geliştirmeli, örnek yaşantısıyla
çevresini etkilemelidir. Topluma karşı duyarlı, sevinç ve acıları paylaşan,
sıkıntı ve ıstırap içindeki insanları ziyaret ederek rehberlik ve kılavuzluk
yapmalıdır. Dinî genel ve çağdaş kültüre sahip olmalı; bunun için, araştıran ve
okuyan konumunda olmalıdır. Vazife şuuru, güleryüz, tatlı dil ve hoşgörüyle
çevresine güven vermeli, sadece cami cemaatiyle değil, gençlerle, komşularla,
resmî yetkililerle, sivil toplum örgütleriyle, münevver insanlarla ve hatta,
gayrimüslim vatandaşlarla da güzel irtibatlar kurmalıdır.
Din görevlisi,
sahipsizlik ve ilgisizlikten olumsuz etkilenmekte, gayreti, verimi ve
heyecanını kaybetmektedir. Din görevlisine Diyanet üst düzey yöneticileri ve
müftüler sahip çıkmalıdır. Siyasetçiye, hatırlı seçmene, eşrafa, dernek
başkanına kurban edilmemelidir. Diyanet İşleri Başkanlığı, etkin bir kurum
olmak istiyorsa, önce din görevlisine gereken önem ve değeri vermelidir.
Çok önemli bu kurumun,
bugünkü etkisiz durumda olmasına yöneticilerinin beceriksizliği ve
cesaretsizliği sebebiyet vermiştir. Sosyal imkânlardan mahrum ve uzak yerleşim
yerleri köylerden şehirlerin en merkezî yerlerine kadar uzanan hizmet alanında
görev yapan din görevlisinin, devlet ve milletine sunduğu hizmetle, ülkemizin
huzur ve asayişindeki katkısı inkâr edilemez bir gerçektir.
Sevgi ve ilginin
esirgendiği moralsiz din görevlisinden de başarılı bir din hizmeti beklemek
hayal olur. Din görevlisinin hukukî statüsü belirlenmeli ve Diyanet İşleri
Başkanlığı teşkilat kanunu acilen çıkarılmalıdır.
Din görevlisi, görev
yaptığı camie gelen misafirlerini ağırlayacak, onların oturabileceği ve onlara
ikramlarda bulunacağı, arandığında irtibat kurulacağı telefonu, kendisine
sorulan dinî sorulara cevap verecek eserleri olan, kütüphanesi, bilgisayarı
olan büroya kavuşturulmalıdır.
Din görevlisi,
sahipsizlik ve ilgisizlikten olumsuz etkilenmekte, gayreti ve verimi
düşmektedir. Din görevlisine, kurumu ve müftüsü sahip çıkmalıdır. Din
hizmetinde karşılaşılan problem ve başarısızlığın hesabı din görevlisine çıkartılmamalıdır.
Diyanet İşleri Başkanlığı
merkez ve taşra yöneticileri, çağın ihtiyaçlarını dikkate alan din hizmeti
planlamalıdır.
Her konumdaki personeline
ihtimam göstermelidir. Merkez yöneticileri taşra yöneticilerini, taşra
yöneticileri de din görevlilerini dinleyerek problemleri tespit etmeli ve
çözüme kavuşturmalıdır.
Din görevliliği
özendirilmeli, meslekî ve genel kültür birikimine sahip, sosyal hak ve
imkânları bulunan, dolayısıyla, başka hiçbir iş başarılamadığı için yapılmak
zorunda kalınan bir meslek olmaktan kurtarılmalıdır.
Din görevlisinin,
mesleğinin itibarına uygun bir maaşı olmalıdır.
En temel insan hakkı olan
izin konusu problem olmaktan çıkartılmalıdır. Din görevlisinin izin kullanma
problemini çözemeyen bir kurum asla başarılı olamaz. Bayram ve resmî tatil
günlerinde görev yapan din görevlilerinin fazla çalışma ücretiyle ilgili
düzenleme bir an önce hayata geçirilmelidir.
Bugün Diyanet personeli
ve din görevlileri maaşlarının yetersizliğini bahane ederek kurumdan ayrılmak
istemektedir. Ayrılma talebinin altında yatan acı gerçek ise, sahipsizlik
sebebiyle, siyaseten ilgili Devlet Bakanı ve idareten Diyanet İşleri Başkanı ve
üst yöneticileridir.
Yirmibeş yıldır hac
organizesi düzenleyen bir kurumun sevgi ve güven sağlayacak kural ve kaideleri
belirleyemediği için din görevlisi hac yapamadan emekli oluyorsa ve bundan
dolayı kuruma karşı olumsuz tavır alınmasına mâni olunamıyorsa, kurum
yöneticileri kendilerini gözden geçirmelidir.
Türkiye Diyanet Vakfı
sahip olduğu imkânlarıyla, bu imkânda kanı, teri ve emeği olan Diyanet
çalışanlarına hizmeti esas almalıdır; her ilde misafirhane, kütüphane, toplantı
ve sohbet salonları bulunan tesisleri inşa etmelidir; Diyanet personelinin
okumakta olan çocuklarına burs ve imkânlar sağlanmalıdır.
Dinî ihtiyacını
karşılayamayan insanın zararı kendisinde kalmıyor, topluma intikal ediyor, suç
olarak intikal ediyor, saygısızlık olarak intikal ediyor, haksızlık olarak
intikal ediyor, hoşgörüsüzlük olarak intikal ediyor; çünkü, din, insanla
beraber var olmuş, insanla beraber de var olmaya devam edecektir.
Din görevlilerinin,
doğumdan ölüme kadar, hafta tatili, bayram tatili ve mesai mefhumu olmadan cami
içinde ve dışında birçok görevleri vardır. Din görevlileri hem iyi günde hem de
kötü günde insanların yanındadır. Evden camie camiden eve giden, cami dışında
hiçbir işe karışmayan din görevlileri ideal bir din görevlisi olmadığı gibi Hak
nezdinde de makbul değildir. Zira, toplumumuz, çocuğunun doğumunda, sünnetinde,
düğününde, askere uğurlanmasında din görevlisini yanında görmek istemektedir.
Din görevlileri bilhassa sabah çok erken saatte göreve giderken ve hatta camide
can güvenlikleri tehlike altındadır. Camie girince cemaat gelinceye kadar
kendini camie kilitleme ihtiyacı duyan çok sayıda din görevlileri vardır.
Değerli arkadaşlar,
bilindiği gibi, Diyanet İşleri Başkanlığı 1924 yılında 429 sayılı Kanunla
kuruldu; ancak, din görevlileriyle ilgili herhangi bir düzenlemeye gidilmedi. 8
Haziran 1931 yılında 1827 sayılı Kanunla cami ve mescitlerin idaresiyle din
görevlilerinin tayin ve nakilleri, emeklilik ve azillerine ait yetkiler
Vakıflar Genel Müdürlüğüne devredildi. Bu durum 23 Mart 1950'ye kadar sürdü. Bu
tarihte 5634 sayılı Kanunla, vakıflara bırakılan din görevlileri Diyanet İşleri
Başkanlığına iade edildi; ayrıca, bütçeden maaşları ödenmeye başlandı. Nihayet,
1965 yılında, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunuyla, din görevlileri de devlet
memuru sayılarak, maaş ve diğer özlük haklarına kavuştular; ancak, daha sonra,
Yargıtay Genel Kurulu, din görevlilerinin, Memurin Muhakematı Hakkında Kanuna
tabi olmadığına hükmetti. Bu duruma göre, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa
göre memur sayılan din görevlileri, Memurin Muhakematı Hakkında Kanuna göre
memur sayılmamaktadır. Bu çifte standart, maalesef, hâlâ devam etmektedir. Dinî
duyguları kullanmada mahir olan AK Parti Hükümeti de bu düğümü çözmedi. Bu
düğümü Anavatan Partisi iktidarı çözecektir.
Din görevlileri, yetmiş
seksen yıldır, türlü türlü baskı ve saldırılara maruz bırakılmıştır. Basında,
yayında, sinema ve tiyatroda, asılsız ve mesnetsiz şikâyetlere karşı korumasız
ve sahipsiz din görevlisi; bu durum azalsa da hâlâ devam etmektedir. Yeni Türk
Ceza Kanununda, din görevlileri potansiyel suçlu ilan edildi ve din
görevlilerinin hükümeti eleştirmeleri, hapis ve para cezasıyla cezalandırıldı.
Sayın Başbakan, bu duruma seyirci kaldı. Yeni TCK'nın "Görev sırasında din
hizmetlerini kötüye kullanma" başlıklı 219 uncu maddesinde, imam-hatip,
vaiz, rahip, haham gibi dinî reislerin, vazifelerini ifası sırasında, alenen
hükümet idaresini ve devlet kanunlarını ve hükümet icraatını kınamaları ve aşağılamaları
durumunda, bir aydan bir seneye kadar hapisle cezalandırılırlar. Bu kimseler,
sıfatlarından yararlanarak, hükümetin idaresinin kanun nizam ve emirlerini ve
dairelerinden birine ait vazifeyi takbih ve tezyif ederlerse, halkı kanunlara
ve hükümet emirlerine karşı itaatsizliğe sevk ederlerse, üç aydan iki seneye
kadar hapisle cezalandırılmaktadırlar. Bu durumun, çok kısa süre içerisinde,
derhal düzeltilmesi gerektiğine inanıyorum değerli arkadaşlarım.
Bugün, din görevlileri
de, yüzde 70'lere varan sendikalaşma oranıyla, kendilerine tahsis edilen
hizmetleri yapmaktadırlar, hakkıyla yerine getirmektedirler. Bu duruma sevinç
duyuyoruz. İnşallah, sendikalaşma konusundaki çalışmaları daha da hız
kazanacaktır.
Değerli arkadaşlar,
şimdi, önemli bir noktaya gelmek istiyorum. Alevîlik İslamın başka bir rengi,
başka bir desenidir. Bu ülkede Alevîler ile Sünnîler aynı Allah'a, aynı Kitaba,
aynı Peygambere iman etmektedirler. Teferruattaki farklılıklar bizim
zenginliğimizdir. Hz. Peygamber "ümmetimin ihtilafı -yani, fikirdeki
aykırılığı- zenginliğimizdir" buyurmuştur.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Özdoğan,
tamamlayabilir misiniz.
Buyurun.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Bu nedenle, Alevî kardeşlerimizi, hiç kimsenin dinî açıdan Müslüman kimliği
dışında görmeye hakkı yoktur.
Sayın Başbakan ve
Diyanetten sorumlu Devlet Bakanı Sayın Mehmet Aydın, dinlerarası diyalog adına,
Hıristiyan ve Musevî din adamlarıyla bir araya geliyor, medeniyetler
buluşmasını sağlıyor, Hatay'da Hıristiyan kadîm merkezinin açılışını ve canlandırılmasını
sağlıyor da, aynı Allah'a, aynı Kur'an'a, aynı Peygambere iman eden Alevî
kardeşlerimizi neden Diyanetten ve din hizmetlerinden yararlanmaktan dışlıyor?!
AK Parti Hükümeti dönemi,
Hıristiyan misyonerlerin pervasızca cirit attığı ve yüzlerce gencimizi
Hıristiyan yaptığı ve binlerce insanımızın beynini bulandırdığı bir dönem
olmuştur. Bunun adına muhafazakârlık mı denir, yoksa, halkı aldatma mı denir?!
Değerli arkadaşlar,
bunlar yanlış şeyler. Mızrak çuvala sığmıyor. Mutlaka, Alevî kardeşlerimiz de,
kendi anladıkları ve yorumladıkları İslamı yaşama noktasında Diyanetten hizmet
almalıdırlar. Alevî kardeşlerimiz de askerlik yapıyor, vergi veriyor, ülkeye
hizmet ediyorlar. Alevî kardeşlerimizi bu haklardan mahrum etmek, demokratik
hukuk düzenine de, İslamın ruhuna da aykırıdır.
Ben, Diyanet İşleri
Başkanlığı bünyesinde, Alevî kardeşlerimize hizmet edecek bir "Alevîlik
dairesi"nin oluşturulmasını teklif ediyorum. Medeniyetler buluşması adına
Hıristiyanlarla bir araya gelen devlet ve din adamlarımız, genel anlamda, aynı
değerlere inanan Alevî kardeşlerimizle daha güzel entegre olmaz mı?! (Anavatan
Partisi sıralarından alkışlar) Aynı kökün iki gövdesi durumundaki Sünnîler ve
Alevîler, bilimsel anlamda toplantı, eser ve yayınlar yoluyla kendi kabul
ettikleri gerçekleri birbirlerine anlatabilirler; işte, en faydalı diyalog
budur. Dinler arası diyaloğu mubah gören bir zihniyet, İslamın iki mezhebi
arasındaki diyalogdan niçin çekiniyor?!
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- 1 dakika efendim.
BAŞKAN - Sayın Özdoğan,
lütfen; teşekkür için, buyurun.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Arkadaşlar, fikirlerin çarpışmasından barika-i hakikat doğar. Bu, aynı
zamanda Türkiye'nin bütünlüğüne yönelik tehlikeleri de bertaraf edecektir.
Alevî kardeşlerimize de Diyanette yer verelim ve dinî hizmetlerden onların da
faydalanmasını sağlayalım.
Konuşmamı, Hazreti
Peygamberin bir hadis-i şerifiyle bitiriyorum: "Güçleştirmeyiniz,
kolaylaştırınız; korkutmayınız, müjdeleyiniz."
Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. (Anavatan Partisi ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Özdoğan.
Anavatan Partisi Grubu
adına ikinci konuşmacı, Mersin Milletvekili Hüseyin Güler; buyurun. (Anavatan
Partisi sıralarından alkışlar)
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA HÜSEYİN GÜLER (Mersin) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü ile Kadının
Statüsü Genel Müdürlüğü bütçeleri üzerine, Anavatan Partisi Grubu adına söz
almış bulunmaktayım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Benden önce konuşan
Erzurum Milletvekilimiz İbrahim Özdoğan'a sadece küçük bir katkıda bulunmak
amacıyla, altına imza attığımız bu görüşlerin bir bütünlük içerisinde, Diyanet
İşleri bütçesi tartışılırken, bu aşamada, AKP iktidarının sürekli söz verdiği,
ama bir türlü yerine getiremediği, samimiyetinden dahi şüphe ettiğimiz bu
bütçenin yapılandırılmasında, temsilinden ve zorunlu din dersi konusunda
gerekli -bir an önce- anayasal değişikliğin yapılmasını bekliyor… Yoksa şunu sormak
gerekir: Bunu yapmanız için, verdiğiniz sözü tutmanız için Avrupa Birliğinden
talimat mı bekliyorsunuz?! Bizler de bunu merakla bekliyoruz.
Hızla değişen ve
küreselleşen dünyada, herkesin doğuştan sahip olduğu temel hak ve özgürlükler
özel bir önem ve değer kazanmıştır. Bir ülkede insan haklarına gösterilen
saygı, o ülkenin uygarlık düzeyinin ve demokratikleşmesinin ölçütünün durumuna
gelmiş ve insan hakları kavramı, uluslararası örgütler ve evrensel anlaşmalarla
evrensel bir boyut kazanmıştır.
Bugün, kadının statüsü
konusunda, cumhuriyette kazanılan değerlerin her geçen gün birer birer yok
edildiği bir dönemde, kirlenen süreç içerisinde, maalesef, kadınımızın da,
bundan büyük oranda bir pay aldığı, onun yanında, aynı şekilde de, aile kavramı
gibi toplumumuzun değerlerinin başında gelen bir kavramın da her geçen gün
yozlaştırıldığı bir süreçte, bu bütçenin ciddî anlamda bir katkısının
olmayacağını düşünüyoruz. Yaşam bir bütündür. Aile kavramının da beslenebilmesi
için, başta sevgi, ekonomik özgürlük ve gelişen bilim ve teknolojik çağdaki
yeniden yapılanan fonksiyonlarla zenginleştirilmiş olması gerekmektedir; ama,
bugün, görüyoruz, her ailede yaşanılan sıkıntı… Bunun da en büyük sıkıntısının hissedildiği
bir süreçte, kadınlarımız… Başta, her geçen gün yoksulluk ve açlığa doğru giden
bir ülkede, bir ailenin, bir annenin, çocuklarını okula uğurlarken çektiği
ıstırapları, çocuklarının işsiz kaldığını gördüğü müddetçe çektiği sıkıntıları,
süreci, hepimiz, maalesef, görmekteyiz. Ama, tabiî, siyasî anlamda ekonomik
veriler sürekli iyi gibi görünmüş gibi görünse de, her geçen gün makyajlarla
süslense de, ama, maalesef, bu makyajların aktığını görmekteyiz. Hepimiz
biliyoruz aslında bu gerçek yalanları bir gün birimizin bize itiraf etmesi
gerektiğini; ama, buna karşın ise, hâlâ, bazı değerlerle kendinizi, maalesef,
avuttuğunuzu, halkın da uyuduğunu zannetmektesiniz; ama, halk çektiği bütün sıkıntı
ve stresi, maalesef, yaşamında bire bir hissetmektedir.
Bugünkü gelişen dönemde,
bir önceki yılda -hepimiz hatırlarız- Anayasanın 10 uncu maddesinde yapılan
değişikliklerle, kadınlarımıza toplumsal yaşamda pozitif ayırımcılığın
verilmesini engelleyen zihniyetin de sizler olduğunu, maalesef, milletimiz ve
kamuoyu bunu unutmamaktadır; ama, siyasal söylem içerisine geldiğimizde,
söylediğimiz o kadar güzel sözler var ki, kadınlarımızı, maalesef,
tabulaştırıyoruz. Biz ise diyoruz ki; kadınlarımız sadece bir insan, eşitlik
anlayışı içerisinde, bu ülkenin temel değeri olan kadınlarımıza, sadece insan
olarak değer verin. Yeri gelir, bütün annelerin ayağında cennet vaat edilir;
arkasından, yeri gelir, o kadınlarımız, sopa dahil olmak üzere, dışlanma dahil
olmak üzere, her türlü ekonomik yoksunlukla, sadece kaderine terk edilir. Bu
anlayışın temsilcileri olarak, sizler de maalesef, hızla bu sürece katkıda
bulunmaya devam etmektesiniz.
Aile kavramının
zenginleştirilmesi için alınması gereken… Yakın geçmiş tarihimizde, doğu
ülkelerinin dağılma süreci içerisindeki yaşanan süreci, lütfen gözardı etmeyin.
Bu değerler hepimiz için birer referans olmalı, tecrübe edinmeliyiz ve aynı
süreci yaşadığımızı, lütfen, görün. Bu yüzden, kadınlarımızın, başta kazanılmış
olan anayasal haklarına ve ekonomik özgürlüklerine, bir an önce… Yaşamı idame
ettirebilmesi için örgütlenmekten başka şansı bulunmamaktadır.
Evet, hak verilmiyor,
alınır. Bunu da, kadınlarımız almalıdır diye düşünüyorum. Bu toplumun yarınları
olarak yetişen her çocuğun büyük oranda, özverisiyle, değeriyle, anneden
geçtiğini hepimiz çok iyi biliyoruz. Bunlara gereken değerleri vermenin, başta
iş hayatındaki ekonomik özgürlüğünü vermekten geçtiğini, lütfen, unutmayın;
ama, son üç yılda yapılan değişim sürecinde, kadınların istihdam oranına
baktığımızda, her geçen gün bu oranın azaldığını görüyoruz. Peki, soruyorum
size; bu mu sizin verdiğiniz önem, bu mu değer?! Ama, her geçen gün, yoksulluğa
mahkûm eden, sadece bağımlılık gibi iaşelerle günlük yaşamını idame ettirmeye
çalışan bir aile yapısıyla övünmeye devam ediyorsunuz.
Kurduğunuz, yaptığınız
aşevleri, yaptığınız iaşelerle, yaptığınız kömür ve çeşitli giderlerle toplumu
ve aileleri bağımlı birer aile kurumuna dönüştürdünüz. Peki, bu ailelerin ne
kadar sağlıklı düşüneceğini, ne kadar kaderci bir toplum olarak yetişeceğini
gözardı etmeyin. Onlara, lütfen, balık vermeyi değil, onlara iş hayatı sağla,
balık tutmasını öğret. Gerek eğitim süreci içerisindeki adaletsizliğe gerek
sıkıntılarını gün boyunca… Özellikle toplumda şiddet boyutu, toplumsal cinnet
aşamasından geçtiğimiz bir dönemde, gazetelerin üçüncü sayfalarını hepimiz
maalesef görüyoruz, içimiz kan ağlayarak da takip ediyoruz. Sürece
baktığımızda, şiddet, acı, ölüm, kan ve gözyaşı... Bu süreçte, bu toplumun
birer üyesi olarak, bir ferdi olarak, birer yurttaşı olarak, bu süreci maalesef
içimiz kan ağlayarak, sadece seyretmeye devam ediyoruz. Umarım, bir gün
başınıza gelmez, yakınlarınızın başına da gelmez. Süreci ülkenin boyutuyla bir
bütünlük içerisinde algılanmaktan başka bir seçme şansımız yok.
Bugün, ataerkil yapı olan
aile yapımızın da, bir an önce daha demokratik, evrensel bir boyutla, bütünsel
bir aile reisliği kavramı dahilinde, bu sürecin olgunlaşmasına katkıda
bulunalım.
Şu ana kadar, üç yıldır
yaşanan bir süreçte, maalesef bu konuda sadece bir projeden başka bir proje
görmemekteyiz. O yapılan projelerden de, "Bize Güvenin Şiddete Son
Verelim" Projesiyle, başta aile içi şiddetin yüzde 30 olarak azaldığını
görmekteyiz; ama, bu, beş yıllık bir çalışma sürecinin bir meyvesidir. Demek
ki, aile konusunda somut bir adım atabilmek için, toplumsal değişim için en az
bir beş yıllık süreci irdelemek gerekir.
Peki, böyle bir proje
dışında, burada Sayın Bakandan, üç yılın bir özeleştirisini yapmasını ve bundan
sonra da, üç yılın sonunda da, önümüzdeki üç yıllık bir planlamanın neler
olduğunun altını dolu dolu duymak istiyoruz. Ülkemizin barış, toplumsal barış
ve bütünlük içerisinde, aile kavramının önemi son derece önemli.
Bugün Avrupa Birliği
dönemi ve sürecini yaşadığımız bir dönemde, her geçen gün kaybolan değerleri
gözden geçirdiğimizde -bu değerler maddî ve manevî değerlerdir- bu değerlerden
biri de, dediğim gibi, aile kavramıdır. Her geçen gün Türk toplumunun yapısı,
çekirdek aile yapısına doğru dönüşmekte; yani, anne, baba ve çocuklar. Yani,
kendi ataları dahi ikinci planda kalabilmekte. Bu süreçte, sağlıklı düşünen bir
aile yapısının gelişimi için, başta eğitim, sağlık gibi kamu alanlarında her
topluma verilecek mesajın ciddî bir eğitim süzgecinden ve ciddî kaynakların
aktarılması ve özellikle, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünün, bu konuda, ciddî
projelerle, kamuoyuna ve halkımıza, yaratacağı projeler dahilinde, bu sürecin
olgunlaşmasında ciddî katkıları olacağını biliyoruz; ama, maalesef, bütçe
görüşmelerinde, dün de söyledik, bir önceki gün de söyledik, hiç dinlemeye de
niyetiniz yok; çünkü, size verilen bir direktif var; ekonomik boyut. IMF'nin dayattığı
ve size verdiği, her unsurda, sadece bir emir eri gibi emredersiniz demekten
öteye gitmeyen, evet demekten öteye gitmeyen bir anlayışla bu sürecin
olgunlaşmasını beklemek, maalesef imkânsız. Gönül isterdi ki, sizin bu hükümet
çalışmanız döneminde, Türk toplumuna vereceğiniz her türlü başarıyla bizler de
onur duyardık; ama, maalesef beceremediniz, beceremeyeceksiniz gibi de
görünüyor. Halk da bunu görmekte ve gereken en kısa sürede yapılacak bir erken
genel seçimde de, temennimiz, halk da sağduyusuyla bütünleşerek, siyasal
mesajını verecektir.
Tabiî ki, kamuoyu
yoklamaları sizin istediğiniz gibi görünüyor. Evet, güzel bir söz var. Derler
ki, aç tavuk kendini darı ambarında görür. Herhalde sizler de öyle
görüyorsunuz.
FARUK ANBARCIOĞLU (Bursa)
- Muhalefet öyle görüyor!
HÜSEYİN GÜLER (Devamla) -
Şimdi, süreci değerlendirdiğimizde…
AHMET YENİ (Samsun) -
CHP'den ANAP'a geçtin!
HÜSEYİN GÜLER (Devamla) -
Bizler neden geçtiğimizi çok iyi biliyoruz. Onurumuzla, alnımız açık, tek
yüreğimizle; ama, bu süreçte…
HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin) -
Bir gün size anlatırız niye geçtiğimizi, o kadar merak ediyorsanız.
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, lütfen…
HÜSEYİN GÜLER (Devamla) -
Neden geçtiğime yanıt veriyorum sadece. Benim siyasal duruşumdaki varlığımın
tek gerekçesi, ülkemin siyasal bütünlüğü içerisinde hep yüreğimle hareket
ettim, inanmadığım hiçbir şeyin mücadelesini de yapmadım. Bugünkü Anavatan
yapısı itibariyle, bulunmaktan da onur duyduğum bir süreç yaşamaktayız ve
yakaladığımız bu takım ruhuyla, inanıyorum ki halkımızla kuracağımız bir
bütünlük içerisinde, geçen süreci hepimiz göreceğiz.
İnşallah, biz ayrıldıktan
sonra geriye kalan arkadaşlarımız, bizim sıkıntı duyduğumuz sürecin
olgunlaşmasında, demokratik sürecin katılımında gereken süreç işlenir, bundan
sonra da başka arkadaşlar ayrılmaz; çünkü, giden milletvekili sayısı 24, giren
0; bunu da hatırlatırım.
Bu süreç içerisinde,
bizler, eğer sizlerin söylemi varsa, bugünkü tek rakip AKP'nin kendisi. Ülkenin
yaşadığı süreç içerisinde, AKP ve karşıtı sürecinde olgunlaşma dönemine
gitmekte. 2002'nin seçim psikolojisi "eski yüzler gitsin, yeni yüzler
gelsin" mantığıyla olgunlaşırken, bugünkü süreçte AKP'den kurtuluş;
inşallah, alternatifi de biz oluruz diye düşünüyoruz.
Süreç içerisinde, bu
süreci olgunlaştırırken…
AYHAN ZEYNEP TEKİN (BÖRÜ)
(Adana) - Hüseyin Bey, Allah gönlüne göre versin.
HÜSEYİN GÜLER (Devamla) -
Teşekkür ederim, çok sağ olun.
AHMET YENİ (Samsun) -
Hüseyin Bey, hayal görme hayal…
HÜSEYİN GÜLER (Devamla) -
Bütün yüreğimizle, yarınlar yüreklerimizle pırıl pırıl olsun. Bizler, bu süreci
eğer son dönemler içerisinde, eğer bir aile ve kadına gereken değeri vermek
istiyorsak, baştan da, ben de burada, tüm nüfusun yüzde 50'sini kapsayan
kadınlarımıza tek bir mesaj vermek isterim; lütfen, siyasallaşın, örgütlenin;
çünkü, bu sistem içerisinde, size verilmesi gereken en ufak bir mesaj yok.
Bugün, IMF'nin dayattığı
süreç… Dün de hatırlattım; Brezilya ve Arjantin, IMF'den kurtulmanın arayışı
içerisinde; kimyamız bozuldu diyor, dokumuz bozuldu. Eğer sizler bundan mesaj
alacak olursanız, Türkiye'nin de şu andaki, övünürsünüz Merkez Bankasındaki
döviz rezervleriyle; o zaman, dün de tekrarladım bugün de tekrarlıyorum, IMF'ye
borçlu olmaktan, bağımlı olmaktan kurtulun ve bu ülkenin kaderini hep beraber
yapılandıralım; ama, öyle bir niyetiniz yok, olmamaya da devam edeceksiniz;
çünkü, şampiyonluğu siz aldınız, bu süreç içerisinde Türkiye'nin dış borçlar
konusunda, IMF karşısında bir numaraya geldiğini, maalesef, içimiz kan
ağlayarak izliyoruz; sizler de övünebilirsiniz!..
Bugün, yapılan, özellikle
kadının statüsü ve aile içi şiddette, kurulan aile mahkemelerine başvurunun
büyük bir kısmı batıda; maalesef, batıda. Asıl, doğudaki o feodal yapının,
acıların, özellikle, hepimiz çok iyi hatırlarız, birçok yerde, töre
cinayetlerinin işlendiği bir ortamda, Doğu ve Güneydoğu Anadoludaki
başvuruların yetersizliğini gördüğümüzde, burada şiddetin olmadığı anlamı
çıkmaz. Lütfen, bunlara gereken güvenceyi, gereken yasal yapılanmayı yeniden
yaptıralım.
İkincisi; en büyük
güvence de, karakollarımız sıcak, samimî, önyargıdan yoksun bir anlayışla
donatılması gerekmekte. Bir kadının bir polis karakoluna başvurduğunda, ne işin
var burada, sen ailenin bir parçasısın, ezilen, itilen bir parçasısın diye
önyargıyla yaklaşan, maalesef, bugünlerde hepimizin sıkıntıyla karşılaştığı bu
dönemde, emniyet camiamızın da eğitilmesi gereken bir süreç olmalı. Kadınımıza,
önyargıdan yoksun; ama, bunun yanında normal bir insan olarak değer verilmesi
gereken bir süreç olarak algılanmalı.
Tabiî ki, her geçen gün
eğitimden de yoksunluğunu, ekonomiden yoksunluğunu, alım gücünün yoksunluğunu,
maalesef, görmekteyiz. Bugün, ekonomik özgürlükten yoksun bir bireyin içine
kapanık ve sadece kaderci bir anlayışla, teslimiyetten öteye gitmeyecek bir
anlayışın olgunlaşmasını görmekteyiz. Kadınlarımıza gereken özgüveni verelim ve
bu süreç içerisinde katkı da, özellikle pozitif ayırımcılığın öne çıkarıldığı
bir dönem olsun diyoruz.
Bizim kadınlarımız hep
yüreğimizde, yanımızda…
AYHAN ZEYNEP TEKİN (BÖRÜ)
(Adana) - Sizin kadınlarınız nerede?
ÖMER ABUŞOĞLU (Gaziantep)
- Mazeretleri var.
HÜSEYİN GÜLER (Devamla) -
Serpil Hanımın, biliyorsunuz, yakını kalp krizi geçirdi.
Biz, özellikle, tabiî ki,
kadınlarımızın… Bu sorun, sadece kadınlarımızın olmadığını bilmeli, her
yurttaşımızın…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Güler,
sözlerinizi tamamlayabilir misiniz.
HÜSEYİN GÜLER (Devamla) -
Toparlıyorum Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Buyurun.
HÜSEYİN GÜLER (Devamla) -
Biraz daha yürekli, kadınımıza değer vermenin göstergesi, sadece size
hatırlatmak isterim. Sayın Ulaştırma Bakanımız -sabahleyin burada gördüm,
tekrar gelmiş- maalesef, Samsun'da çizilen o resim, ben şahsen Türk vatandaşı
olarak üzüldüm- bir kadının tek başına bırakılması, bu göstergenin birer adresi
olarak algılanmalı…
NEVZAT DOĞAN (Kocaeli) -
Buna ne gerek var şimdi?
HÜSEYİN GÜLER (Devamla) -
Ben, kaşımak için değil, lütfen, kendinizi toparlayın ve düzeltin, böyle
tablolar vermeyin diyoruz. Bizler de, aileye gereken, kadına gereken önemi
veriyorsak, haremlik-selamlık anlayışından kurtulup, onların örgütsel ve
siyasallaşmasının önünün açılması gerektiğine inanıyor; bu bütçenin hayırlı ve
uğurlu olmasını ve başarılar diliyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum.
(Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Güler.
Anavatan Partisi Grubu
adına üçüncü konuşmacı, Şanlıurfa Milletvekili Turan Tüysüz. (Anavatan Partisi
sıralarından alkışlar)
Buyurun, Sayın Tüysüz.
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA TURAN TÜYSÜZ (Şanlıurfa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sosyal
Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü, Özürlüler İdaresi
Başkanlığının 2006 malî yılı bütçeleri üzerinde Anavatan Partisi Grubu adına
görüşlerimizi açıklamak üzere söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, hepinizi
şahsım adına saygıyla selamlıyorum.
Sosyal hizmetler,
bilindiği gibi, bakıma, korunmaya ve yardıma muhtaç kişi ya da ailelerin karşı
karşıya kaldıkları maddî, manevî ve toplumsal yoksullukların giderilmesini,
gereksinimlerin giderilmesini, muhtaçlık nedenlerinin önlenmesini ve çözüme
kavuşturulmasını hedefleyen hizmetlerin bütünüdür. Ayrıca, muhtaç kişi ve
ailelerin yaşam düzeylerinin iyileştirilmesi ve yükseltilmesini amaç edinen
hizmetlerdir.
Bir sosyal hukuk devleti
olan devletimiz, Anayasamızın 61 inci maddesinde açıklandığı gibi, özürlülere,
muhtaç yaşlılara, muhtaç çocuklara ve ailelerine sosyal hizmetleri götürmekle
yükümlüdür.
Değerli milletvekilleri,
ülkemizde uygulanan sosyal güvenlik sistemi iki farklı programdan oluşmaktadır.
Bunlardan birincisi, sistemin esasını teşkil eden, prim ödenerek desteklenen
programlardır.
Konumuzla ilgili olan
ikinci program ise, muhtaç insanlarımıza karşılıksız olarak verilen sosyal
hizmetleri içerir. Sosyal güvenlik harcamaları içinde, ne yazık ki, yüzde 3'lük
bir paya sahip olan bu görev, 2828 sayılı Yasayla Sosyal Hizmetler ve Çocuk
Esirgeme Kurumuna verilmiştir. Laik, demokratik cumhuriyetimizin ilk
kurumlarından biri olan Çocuk Esirgeme Kurumu, Ulu Önder Atatürk'ün çocuklara
verdiği değerin bir göstergesidir.
23 Nisanın çocuklarımıza
bir bayram olarak armağan edilmesi ve 1924 Cenevre Çocuk Hakları Bildirgesinin
1928 yılında imzalanması da bu düşüncemizi destekleyen öğelerden diğerleridir.
Değerli milletvekilleri,
kurumun verdiği hizmetlerin odak noktası insanlardır, hem de devletimizin,
bakmak, korumak ve desteklemekle yükümlü olduğu insanlardır. Bunlar, muhtaç
ailelerdir, muhtaç yaşlılardır, muhtaç çocuklar ve özürlülerdir. Kurum, bu
görevlerini 286 kuruluşuyla yerine getirmeye çalışmaktadır. Bu güzide
kurumumuzda verilen hizmetler, aile sıcaklığı, sevgi, şefkat, hoşgörü ve saygı
ortamında verilmesi gereken hizmetlerdir; ancak, uygulamadan ve basından
öğrendiklerimiz, ne yazık ki, kurumun hizmet birimlerinde insanlıkdışı
uygulamaların varlığını göstermektedir. Çocuklara baskı, hatta, işkence
yapıldığı görsel basının görüntüleriyle kamuoyuna yansıtılmıştır. Sayın
Bakandan, bu insanlıkdışı uygulamaların sona erdirilmesini ve sorumluları
adalet önüne çıkarmasını istiyoruz.
Ayrıca, kurumda verilen
hizmetlerin, çocukların, yaşlıların ve özürlülerin psiko-sosyal düzeylerine ve
bedensel ihtiyaçlarına uygun olmadığını düşünmekteyiz.
Her konuda olduğu gibi,
sosyal hizmetler konusunda da ulusal bir politikamız olmadığı için, kalıcı,
kararlı, geliştirici ve ileriye dönük bir kurum politikası saptanamamıştır.
Böylece, kurumun hizmetleri siyasî otoritenin istemine göre yönlendirilmektedir.
Gerçekten, politika dışı kalması gereken bu kurumdaki politik uygulamalardan
bir an önce vazgeçilmelidir.
Çocuk Esirgeme Kurumu
raporlarında, 750 000 civarında muhtaç çocuğumuz olduğu ifade ediliyor.
Gerçekten bu sayı çok daha yüksektir. Dağılan aile çocukları, kimsesizler, terk
edilen yaşlılar, bakıma muhtaç sakatlar ve özellikle son yıllarda terör
nedeniyle meydana gelen göçler dolayısıyla bakıma muhtaç insanlarımız çığ gibi
büyümüş, milyonlarla ifade edilen rakamlara ulaştığı bir gerçektir. Hatta, bazı
araştırmalara göre, 15 000 000'un üzerindeki insanımızın açlık sınırının
altında olduğu ifade edilmektedir.
Türkiye'de, devletin
sunduğu koruma hizmetinden yararlanan 20 000 dolayında insan bulunmaktadır. Bir
başka ifadeyle, sunulan hizmetler, ihtiyaç grubunun ancak yüzde 3'ünü
karşılayabilmektedir.
Ana veya babasız veya her
ikisi de belli olmayan veya her ikisi tarafından terk edilen, anne ve babası
tarafından ihmal edilip, fuhuş, dilencilik, alkol, uyuşturucu madde kullanma
gibi sosyal tehlikelere veya kötü alışkanlıklara karşı savunmasız, başıboş
bırakılan çocuklar için ne yapıyoruz? İtiraf edeyim ki, bu anlamda
duyarlılıklarımız bir hiç mertebesindedir.
Hükümetin sosyal hizmet
anlayışı, kurumdan hizmet alanların ve hizmeti sunan personelin sorunlarını
çözecek nitelikte değildir. Üç yılı geçen hükümet süreleri de bunu açıkça
göstermiştir. Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğüne bağlı
yurtlarda kalanların sorunları bu dönemde azalmamış, çözümler getirilmemiş ve
gittikçe artmıştır.
Tüm kamu kurumlarında
olduğu gibi SHÇEK'te de demokratik, şeffaf bir yönetim anlayışı yok. Bilgi,
beceri ve liyakate dayanmayan atama ve görevlendirmeler yapılıyor. Atama ve Yer
Değiştirme Yönetmeliği değiştirilmiş olup, başka kurumlardan, sosyal
hizmetlerle ilgili olmayan idareciler transfer ediliyor. Çalışanların çalışma
alanları istekleri dışında değiştiriliyor. Şu anda, siyasî iktidar, kendi
kadrolarına yer açmak amacıyla geçici görevlendirmeler yapıyor. Alanda
çalışanlar ile üst düzey yöneticiler arasındaki yabancılaşma daha da
artırılıyor. Bu da, kurumda sistemli personel kıyımı yapıldığının
göstergesidir. Görevden alınanların…
Sayın Başkanım,
gerçekten, bir uyarı yapsanız…
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Tüysüz.
HÜSEYİN GÜLER (Mersin) -
Uğultu geliyor Sayın Başkanım.
TURHAN TÜYSÜZ (Devamla) -
Değerli milletvekilleri, bugün görüştüğümüz Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme
Kurumu Genel Müdürlüğü bütçesi, Malatya Çocuk Esirgeme Kurumu Yurdunda meydana
gelen çirkin görüntüler, işkence ve kötü muamele görüntülerinin gölgesinde
yapılmaktadır.
Malatya'da meydana gelen
bu olaylar, bir bayram arifesinde, tüm milletimizi derinden yaralamıştır.
Aslında, Malatya'da bir şekilde ortaya çıkarılan bu görüntüler, Şanlıurfa'da ve
Urla Barbaros Çocuk Köyünde yaşananlar, aysbergin sadece görünen küçük bir
yüzeyidir. Kim bilir, aysbergin görünmeyen yüzeyinde neler vardır!
Olay, aslında, bir sistem
sorunudur ve sistemi bir bütün olarak sorgulamamız gerekmektedir. Bunu, genel
ekonomik gelişme ve kalkınma düzeyinden soyutlayarak ele almamız da mümkün
değildir. Sistem yozlaşmış, bozulmuş, ayakta durmaya takati kalmamıştır. Bugün
Malatya'da, yarın başka bir şehrimizde sisteme isyan çığlıkları yükselecektir;
ama, bunu çözmek de, ülke olarak, bizim görevimizdir.
Bu konuya değinmişken,
Sayın Bakanın, Malatya'da bir şekilde ortaya çıkarılan bu görüntüler neticesinde
"benim, her çocuk yuvasında 4 tane muhbirim var" şeklinde ifade
kullanması, toplumu derinden yaralamıştır. Devlet hayatında muhbir kullanmak,
hele çocukları muhbir olarak kullanmak nasıl bir zihniyetin ürünüdür; bunu
anlamakta güçlük çekiyorum. Ayrıca, muhbiri kime karşı kullanıyorsunuz; kendi
atadığın kişilere karşı. Bu da ne kadar etiktir, o da tartışılır.
Kurumun, bugün, personel
ve ödenek yetersizliği nedeniyle sorunları çözmesi de mümkün değildir; çünkü,
toplam 8 302 personelle kimsesiz gençlere ve engellilere 24 saat esasıyla
hizmet vermesi gereken yurtlarda, 1 sosyal hizmet uzmanına 44 çocuk, 1 bakıcı
anneye de 16 çocuk düşmektedir.
Sosyal Hizmetler ve Çocuk
Esirgeme Kurumunun, sosyoekonomik koşullar nedeniyle korumaya aldığı çocuk
sayısı 18 000'dir. Kurumda, personel başına bakılması gereken ortalama kişi
sayısı 3'ten 13'e çıkmıştır.
Hükümetin 2006 yılı için
512 000 000 YTL'lik bütçe ayırdığı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumunun
olması gereken bütçesi 1,5 milyar YTL'dir. Anlaşılan, sevgi ve şefkat yurtları
olması gereken bu yurtların yetersiz ödenekleri de, hükümetin, IMF ve malî
disiplin ve bütçe fazlası hedeflerine kurban edilerek sosyal devletin koruyucu
şemsiyesi bunlar için kapatılmıştır.
Devlet, sosyal devlet
anlayışının, malî disiplin ve bütçede yüzde 6,5'lik faizdışı fazlaya feda
edildiği, işsizliğin çığ gibi büyüyerek, ülke nüfusunun üçte 1'inin açlık ve
yoksulluk sınırında yaşamaya mahkûm edildiği bir ortamda, elbette, bu sosyal
kurumlar da payına düşeni almaktadırlar. Hükümet, sosyal yardım harcamalarına,
sosyal devlet anlayışında olduğu gibi, sosyal haklar çerçevesinde değil, sosyal
tehdit algılamasıyla bakmaktadır.
Değerli milletvekilleri,
2004 yılında birçok kurumun bütçesinde artış oranı bir önceki yıla göre yüzde
20'yi aşarken, SHÇEK'in bütçe artışı yüzde 11 civarında kalmıştır. Yani, diğer
kurumların yarısı oranında bir artış sağlayabilmişizdir.
Hükümetin, gerçekten
"IMF politikalarına bir sosyal boyut katacağız" şeklindeki söylemin
havada kaldığını, buna inanmadığını, faizdışı fazla için, borç ödemek için,
toplumun sağlığından, çocukların sağlığından bile fedakârlık ettiğini görüyoruz.
Türkçemizde
"esirgeme" sözünün özel bir yeri vardır. Sosyal Hizmetler ve Çocuk
Esirgeme Kurumundan yeterli bütçenin neden esirgendiğini mevcut hükümete sormak
gerekmektedir. Esirgenen bu bütçeyle, muhtaç çocuklarımıza, özürlülerimize
nasıl bakacağız, onları nasıl koruyacağız? Muhtaç çocuk ve gençlerimizi nasıl
eğiteceğiz? Onları nasıl meslek sahibi yapacağız? Bunlara, Sayın Bakanımız
cevap verirse, bizi sevindirmiş olacak.
Bu bütçe, AK Parti
Hükümetinin, muhtaç insanları sahipsiz bırakacağının bir göstergesidir.
Sosyal hizmetleri yalnız
devletin sırtına yıkmak yerine, insanlarımızın özveriyle katkıda bulunduğu bir
yaşam tarzı haline getirmeliyiz. Ayrıca, yerel yönetimler, vakıflar, dernekler
ve gönüllü kuruluşlarla birlikte, bu hizmetin yerine getirilmesine
çalışılmalıdır.
Kurum hizmetlerinden
yararlanan çocuklardan ailesi olanların ailelerinin yanında bakım ve korunmaya alınması
sağlanmalıdır. Kurum birimlerinde, yalnız yetim ve öksüz çocuklar
barındırılmalıdır.
Muhtaç çocukların geçerli
bir meslek sahibi olacak şekilde eğitimleri sağlanmalıdır. Yasal olarak
belirlenen yurttan çıkarılma kuralları, özellikle, hiçbir akrabası olmayan ve
iş bulamayan kız çocukları için daha makul düzeylere çekilmelidir.
Değerli milletvekilleri,
şimdi de biraz özürlüler bütçesinden bahsetmek istiyorum. Ülkemizde yüzde
11-yüzde 12 arasında bir orana sahip görme, ortopedik, zihinsel, konuşma ve
işitme özürlü insanlar yaşamaktadır. Özürlülerin toplumsal yaşama
katılmalarının sağlanması, onların toplum içinde hem söz hem de yükümlülük
sahibi olduklarının kabul edilmesi sosyal devletin gerekleri arasındadır.
Sosyal devlet,
özürlülerin toplumun tam ve eşit bireyleri olmasını sağlayacak toplumsal,
siyasal ve yasal değişikliklerin sağlandığı devlettir. Özürlülerin yüzde 80'i
en alt sosyoekonomik kesimlerden geliyor. Eğitim çağındaki özürlü çocukların
sayısı 4 000 000 civarındadır. Eğitim hakkından yararlanamayan özürlülerin
oranı yüzde 44, yalnızca ilkokul okuyabilen özürlü oranı yüzde 41 civarındadır.
Millî Eğitim Bakanlığı özürlülerin eğitimi için bütçesinden sadece yüzde 0,97,
yani, yüzde 1'i bile bulmayan paylar ayırırsa olacağı da budur herhalde! Bu
zihniyetle, özürlüler ancak tüketiciliğe, cehalete, dışlanmaya mahkûm edilir
ki, şu an onlara bu şartlar sunuluyor.
Haydi, özürlü
vatandaşlarımızı eğitemiyoruz, bari onları sosyal hayata ve üretim
mekanizmalarına katabiliyor muyuz; kesinlikle hayır; çünkü, eğer katabilseydik,
bugün özürlülerde işgücüne dahil olmayan erkeklerin oranı yüzde 67, kadınların
oranı yüzde 93 olmazdı; eğer katabilseydik, özürlülerimizin yüzde 53'ü tamamen
sosyal güvencesiz kalmazdı.
Özürlülerin yeterli ve
nitelikli miktarda özel eğitim okulları yok, meslek okulları yok, üniversite
kapıları kapalı, hastaneleri yok, işleri yok, sosyal güvenceleri yok, yasaları
var uygulayanı yok; ne olacaklarını düşünen yok, yarınlarını planlayan yok.
Özürlüler İdaresi
Başkanlığı, sorunlar yumağı içerisinde yaşam savaşı veren özürlülerin öncelikle
eğitim, istihdam ve sosyal güvenlik olmak üzere, sağlık, özürlülük nedenleri,
ulaşım, iletişim, konut, spor ve kültürel alanlardaki sorunlarının çözümlenmesi
için kalıcı projeler üretmelidir.
Ancak, 2006 yılı için
konulan 3 500 000 YTL'yle Özürlüler İdaresi Başkanlığının hangi yatırımı
yapılacak, hangi sorunu çözülecek?!
Toplumu genel ekonomik
politikalar bakımından gözetmek, asayiş ve güvenliğini temin etmek kadar, onu,
sosyoekonomik, hatta tüm psikolojik boyutlarıyla da gözetim altına almak,
izlemek, kendi başına sorunlarını aşamayan kişi ve aileleri tespit etmek ve
onlara olabildiğince destek vermek, hem geleneksel kültürümüzün bize verdiği
bir vecibe hem de çağdaş bir devlet olmanın anlayışıdır sanıyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
TURAN TÜYSÜZ (Devamla) -
Başkanım, bitiriyorum.
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Tüysüz.
TURAN TÜYSÜZ (Devamla) -
Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Bir ülkenin ve devletin
varlık şartı olan insan kaynağına gereken özeni göstermek, birinci derecede ve
hayatî önem taşır. Ülkede fizikî şartları iyileştirmek, teknolojiyi
geliştirmek, altyapıları düzenlemek elbette önemlidir; ancak, bu politikalar,
sosyal perspektiflerden uzak bir anlayışla ele alınamaz.
Değerli milletvekilleri,
Sayın Başkan; büyüklüklerine baktığımızda, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme
Kurumu Genel Müdürlüğü, Özürlüler İdaresi Başkanlığının 2006 malî yılı
bütçeleri, maalesef, umut ve ışık vaat etmiyor. Sorunların çözümü için bilgiye,
programa, hazırlıklı kadrolara, sağlam kaynağa ve gayrete ihtiyaç vardır.
Bu anlamda, ekonomik ve
sosyal yoksunluk içerisinde bulunan kişi ve ailelerin hukukunu aramaktan bir an
bile geri durmayacağımızı ve bu konuda sorumluluk taşıyan iktidarın da adım
adım takipçisi olacağımızı belirtir, bu yetersiz bütçenin, muhtaç aile, çocuk,
yaşlı ve özürlülerimizle birlikte, ülkemize hayırlı olmasını diler, şahsım ve
Partim adına hepinize saygılar sunarım.
Teşekkür ediyorum.
(Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Tüysüz.
Şimdi, şahsı adına,
lehinde söz isteyen Ordu Milletvekili Hamit Taşcı.
Buyurun Sayın Taşcı.
HAMİT TAŞCI (Ordu) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yedinci turda bütçeleri görüşülen
Diyanet İşleri Başkanlığı, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel
Müdürlüğü, Özürlüler İdaresi Başkanlığı, Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel
Müdürlüğü, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü bütçeleri hakkında görüşlerimi
sunmak üzere kürsüye gelmiş bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Benden önce konuşan
arkadaşlar, rakamlar üzerinde görüşlerini ifade ettiler, ayrıntılı bilgi
verdiler; ben tekrarlardan kaçınmaya çalışacağım.
İlgili birimlerin görev
ve sorumluluk alanlarını incelediğimizde, ortak paydanın insan olduğunu
görüyoruz. Çocuğuyla, genciyle, yaşlısıyla, kadını ve erkeğiyle, özürlüleriyle,
sağlıklılarıyla, ortak payda insan. Öyleyse, konumuz insan. İnsan nedir? Niçin
bu gezegendeyiz? Bu gezegenden sonraki yürüyüşümüz nereye ve nasıl olacak?
Tüm ilahî öğretiler
gezegende türümüzün bir anne babayla başladığını, yine tüm ilahî öğretiler bu
anne babanın isimlendirilmesini Âdem ile Havva olarak belirtmektedirler.
Türümüz, bu yeşil gezegene, ana kucağında, uzun bir yürüyüşle yayılmış.
Gittikleri yeri yaşam alanı olarak değerlendirmiş, o yeri yurt edinmiş ve yurt
olarak kutsamış. Bu açıdan konuyu değerlendirdiğimizde tüm insanlar kardeştir.
Bizi Yaradan ve bu
gezegende bize geçici bir yaşam alanı oluşturan Yüce Yaratıcı, bizi diğer
varlıklardan farklı yaratmış, bize özgürlüğü vermiş, karşılığında da, bizi,
yaptığımız her eylemimizden sorumlu tutmuş; bize, bu gezgende sevgi, hoşgörü,
inanç, aşk, adalet ve hakikat medeniyetini kurabilmek için, elçileri
aracılığıyla evrensel konseptler vermiş, bu konseptleri yaşam alanına taşıma
konusunda bizleri özgür bırakmıştır.
Tercihlerinde özgür olan
türümüz, gezegende medeniyet havzalarını kurmuşlar, Yaratıcının konseptine
bağlı olanlar sevgi, aşk, inanç, adalet ve hakikat medeniyetlerini; Yaratıcının
konseptine dikkat etmeyenler, sınırlı güç ve iradeleriyle güç medeniyetlerini
oluşturmuşlardır. Bunun tarihte örnekleri mevcuttur, Çin, Hint medeniyetleri
gibi, Yunan ve Grek medeniyetleri gibi ve bugün Batı medeniyeti dediğimiz
medeniyetler, güç medeniyetlerinin birer örnekleridir.
Milletimiz, geçen bin
yılda, bu adalet ve inanç medeniyetinin güzel bir örneğini vermiştir.
İnsanlığa, adaleti, sevgiyi, aşkı, hakikati taşımış, insanın fıtri yapısına
uygun bir yaşam alanı oluşturmuştur. Ahmet Yesevi, Hacı Bektaş Veli, Yunus
Emre, Mevlana ve benzeri düşünürler hakikat medeniyetini ilmik ilmik örmüşler.
Bugün, gezegenimize
egemen olmaya çalışan güç ve sömürge medeniyetinin temsilcileri, güç
medeniyetinin temsilcilerinin kendi türüne yaptığı vahşeti, gezegende başka
canlı türleri kendi türüne yapmamıştır, yapmamaktadır. Asya'da, Avrupa'da,
Amerika'da, 5 kıtada yok edilen milletler, haçlı savaşları, Birinci ve İkinci
Dünya Savaşlarında yok edilen yüzmilyonlarca insan ve bir şekilde devam eden
üçüncü dünya savaşı. Filistin, Afganistan, Irak, Viyetnam, kültürel ve ekonomik
savaşlar...
Bugün, gezegenimizde,
insanlık bir çıkış yolu arıyor. Huzuru, sevgiyi, aşkı, inancı, adaleti yaşam
alanına taşıyacak bir yeni medeniyet dalgasının inşaına başlamak zorundayız.
Tarihi, medeniyet ve
devlet tecrübesiyle, sosyokültürel birikimiyle, jeo-stratejik konumuyla, bunu
yapacak millet, yine bizim milletimiz olacaktır. Sevgi, aşk, inanç, adalet ve
hakikat medeniyetini Türk Milleti kuracaktır yine yeryüzünde.
Bütçesini görüştüğümüz
kurumların ortak paydası insandır, milletimizdir, Türk Milletidir. Kurumlarımız
yeni bir hakikat medeniyetinin inşaında görev ve sorumluluk alan kurumlardır.
İnsanımız; çocuk, genç, yaşlı, özürlü, sağlıklı kadın ve erkek, hepsinin ortak
ismi insan. Bu kurumlarımız insana hizmet etmekle yükümlüdür, milletimize
hizmet vermekle yükümlüdür. Ama, nasıl, hangi konseptle? Bu kurumlarımızın 21
inci Yüzyıla yönelik konseptleri var mı? Üçüncü bin yıla ait konseptleri nedir?
Sevgi, aşk, inanç, adalet ve hakikat medeniyetiyle ilgili konsept ilişkileri
nelerdir? Gezegenimizdeki mutlu yaşamımız ve gezegen sonrası yaşamımızın
mutluluğu için Yaratıcının koyduğu konsept ile kurumların konseptleri
arasındaki örtüşme ne oranda? Kurumlarımızın görevi, ilgi alanındaki
insanımızın biyolojik, fiziksel, psikolojik, pedagojik, sosyal ve kültürel
gelişimini sağlamak, inanç, ibadet, ahlak gelişimlerine katkıda bulunmak,
milletimizin birliği beraberliği, huzur ve refahına yardımcı olmaktır.
Söz konusu kurumlarımızın
bütçelerini genel bütçe imkânları içinde yeterli hale getirmek, çalışanlarının
özlük haklarını iyileştirmek gerekmektedir. İlgili kurumların personelinin
eğitim seviyelerini yükseltmek, millî ve küresel gelişimlere göre yeniden
gözden geçirmek zorundayız.
Saygıdeğer
milletvekilleri, şimdi biraz Diyanet İşleri Başkanlığıyla ilgili görüşlerimi
açıklayacağım.
Dünyanın 5 kıtasında dış
temsilciliklerimiz aracılığıyla dinî hizmet faaliyeti gösteren bu teşkilat,
sadece bulunduğu ülkelerdeki Türklere değil, İslamı tanımak isteyen bütün
insanlara hizmet sunmaktadır. 3 Ekim 2005'te Avrupa Birliğiyle müzakerelere
başlama sürecine girilmiştir. Avrupa'nın en güçlü ve organize teşkilatları,
hâlâ kiliseler ve dinî vakıflardır. Bu güçlü dinî kuruluşların malî varlığı ve
manevî otoritesi, neredeyse, devletlerin bütçesinden daha güçlüdür ve manevî
etkileri devlet başkanlarından daha büyüktür. Laik olmalarına rağmen, Almanya,
Fransa, İngiltere, İtalya gibi Avrupa Birliğinin güçlü ülkelerinin
anayasalarına göre, Hıristiyan dogmalarına aykırı kanun teklifinde bulunamazlar.
Ülkemizin, bu kadar güçlü
ve köklü teşkilatlı Hıristiyan kuruluşları karşısında durabilmesi için şu üç
temel kuruluşumuzun en mükemmel tarzda ele alınması ve güçlendirilmesi şarttır.
Bunlardan birisi olarak, kültür ve medeniyetimizin varlığı ve bekası için,
Hıristiyan kültür ve medeniyeti karşısında galip gelmemiz için Kültür
Bakanlığımız ve teşkilatları en güçlü hale getirilmelidir. Ülkemiz insanının
Batı eğitim sistemi karşısında dejenere olmaması ve galip gelmesi için, Millî
Eğitim Bakanlığımız ve kuruluşları, mutlaka, kimliğimizi oluşturan değerlerle
donanımlı kılınarak en güçlü hale getirilmelidir. Akıl almaz ve sınır tanımaz
imkânlarla ülkemiz insanını Hıristiyanlaştırmaya çalışan kilise teşkilatları
karşısında Diyanet İşleri Başkanlığımız ve kuruluşları her türlü imkânlarla
donatılmalıdır. Bu tedbirler geciktirilmeden hemen alınmalıdır. Diyanet İşleri
Başkanlığının yurtiçi ve yurtdışı kuruluşları her türlü donanımla takviye
edilmelidir. Diyanet İşleri Başkanlığımız, ülkemizin her türlü dinî, ahlakî,
kültürel, ve ekonomik problemlerinin çözümünde daha aktif olmalıdır.
Saygıdeğer
milletvekilleri, ayırımcılığın her türlüsünü ortadan kaldırmayı hedeflemiş,
önyargılardan uzak, özgür, dinamik, gerçekçi düşünen, çağın imkânlarının
tamamını teşkilatının hizmetinde kullanabilen, en iyi yetişmiş, özü sözü bir,
inandığı gibi yaşayan, toplumun her kesimince örnek kabul edilmiş, toplumun
bütününü hiçbir ayırıma tabi tutmadan…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Taşcı,
tamamlayabilir misiniz.
Buyurun.
HAMİT TAŞCI (Devamla) -
…öz varlığı gibi sevebilen, her türlü radikallikten uzak, bilgili, becerikli,
halkını her türlü konuda aydınlatabilen din adamlarına her zamankinden daha
fazla ihtiyacımız var.
Türkiye'nin üzerinde
emelleri olan, her geçen gün güçlenerek teşkilatlanan kuruluşların durumuna
bakalım. Hıristiyan misyonerlik teşkilatlarının Vatikan ve Patrikhane merkezli
organizasyonlarının, Anadolu ve Türk cumhuriyetleri için yılda ayırdığı para
-bunun altını çizerek söylüyorum- 200 milyar dolardır ve 2025 için bir hedef
belirlemişlerdir; nedir bu; 2025'te 7 000 aktif misyonerle birlikte 800 küsur
milyar dolar, 10 000 radyo ve televizyonla Türk dünyasında, Türk dili konuşan
ülkelerin coğrafyasında bu hizmeti yürütmek gibi bir hedef ortaya koymuşlardır.
Hâlâ, ülkemizde mahallî
radyolarla Hıristiyanlık propagandası yapılıyor. Her gün yeni kiliseler
açılıyor. Çeşitli promosyonlarla bu kiliselere müntesipler toplanmaya
çalışılıyor. Maalesef, basın-yayın organlarımızın bazılarında da, dinimizin en
kutsal müesseseleri, ahlakî değerlerimiz ve kültürel varlığımız yetersiz ve
sorumsuz kişilerce alaycı üslupla tartışılırken, Kiliseler Birliğinin
denetiminden geçmemiş hiçbir film, hiçbir çizgi film, hiçbir tiyatro eseri, dünya
çapında faaliyet gösteren 3 400 radyo ve televizyon istasyonunda denetimden
geçtikten sonra insanların beyinlerini yıkamak için mesaj olarak sunuluyor.
Saygıdeğer
milletvekilleri, biz, kendi iç meselelerimizde en basit konuları büyüterek
ortaya koyarken, Hıristiyan misyonerlik teşkilatının bu büyük gayretleri
ortadadır.
Sizleri saygıyla
selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Taşcı.
Şimdi, tasarılar
üzerinde, Hükümet adına söz isteyen Devlet Bakanı Nimet Çubukçu...
AHMET SIRRI ÖZBEK
(İstanbul) - Sayın Başkan, aleyhte konuşma hakkım var.
BAŞKAN - Sayın Özbek,
niye acele ediyorsunuz?
AHMET SIRRI ÖZBEK
(İstanbul) - Söyleyeceklerimize belki cevap verirler.
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Bakan. (AK Parti sıralarından alkışlar)
DEVLET BAKANI NİMET
ÇUBUKÇU (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Yüce Meclisimize,
2006 malî yılı bütçe görüşmeleri çerçevesinde, Bakanlığıma bağlı kuruluşların
görev alanları, faaliyetleri ve bütçeleri konusunda bilgi vermeden önce
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Görev alanıma giren
Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü, Kadının Statüsü Genel
Müdürlüğü, Aile Araştırma Kurumu Genel Müdürlüğü ve Özürlüler İdaresi
Başkanlığı, sosyal politikaların belirlenmesinde, uygulanmasında ve
koordinasyonunda çok önemli bir role sahiptir.
Bu kurumların amaç, görev
ve hizmet verdikleri gruplar, toplumumuzun en dezavantajlı gruplarını oluşturan
kadınlar, çocuklar, özürlüler, yaşlılar ve toplumun en temel yaşam ünitesi olan
aileyi kapsamaktadır.
Gerek dünyada gerekse
ülkemizde yaşanan gelişmeler, geniş nüfus gruplarının hayat şartlarının ve
kalitesinin yükseltilmesinde sosyal hizmetlere duyulan ihtiyacı her geçen gün
artırmaktadır. Bir diğer yandan da, bu hizmetlere duyulan gereksinim artarken,
öte yandan, hizmetlerin farklılaşarak, çeşitlenerek artması, devlete tek başına
altından kalkamayacağı yeni görevler yüklemektedir.
Sorunların çeşitlenerek
artması, devletlerin sosyal hizmetler alanından geri çekilmesini değil, aksine,
farklı aktörlerin de bu hizmetler alanında yer almasına yönelik politikalarda
ve bu alanda daha etkin bir biçimde görev almaları konusunda yeni bir ihtiyacı
ortaya koymuştur.
Dünyadaki gelişmelere
paralel olarak ülkemizde de sosyal hizmet politikalarını oluşturan hükümetimiz,
yıllardır ertelenen sorunlar ve toplumsal taleplere etkin ve hızlı çözümler
getirmek üzere yeniden yapılandırma çalışmalarını sürdürmektedir. Aileyi,
toplumu, gönüllü kuruluşlar ve sivil toplum örgütlerini, hizmet sunum
kapasitesini artırmak amacıyla mekanizmaya dahil eden bu çağdaş yaklaşım
ışığında sosyal hizmet politikasını oluşturan hükümetimiz, kadın, aile ve
özürlüler konusunda hizmet veren kamu kurumlarını yeniden yapılandırmıştır.
Bakanlığıma bağlı
kurumların, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu, Kadının Statüsü Genel
Müdürlüğü ile Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü üzerinde bugüne kadar
yapılanları çok geniş bir biçimde milletvekillerimiz özetlediğinden, konuya
yönelik olarak bazı meselelerin açıklığa kavuşması konusunda özellikle açıklama
yapmam gereken hususlar olduğunu düşünüyorum. Bunlardan, sosyal hizmetlerde bir
bakış açısı değişikliği gerektiğine ilişkin "önleyici olmalı" diyen
bir milletvekilimiz... Gerçekten sosyal hizmetler anlayışında bir yenileşme,
bir çağdaşlaşma ve önleyici, koruyucu hizmetlere öncelik verme gibi bir
girişimde bulunulmalı. Nitekim, hükümetimiz döneminde de önleyici hizmetlerden
kabul ettiğimiz aile yanında destekleme ve kurum bakımı yerine, kritik
ailelerde, çocukları bakıma muhtaç aileleri dışarıdan destekleme gibi
çalışmalara öncelik veriyoruz.
Son iki yılda kurumda
olumsuz gelişmeler yaşandığına ilişkin iddiaları da kabul etmek mümkün değil.
Hükümetimizin, iktidar olduğu günden bu yana, özellikle sosyal hizmetler
alanında yaptığı çalışmalar önceki dönemlerle kıyaslanmayacak kadar ileri
çalışmalardır ve bu, bizim izlediğimiz, geniş, toplumun tüm geniş kesimlerini,
kısıtlı kesimlerini, dezavantajlı kesimlerini kapsayan geniş bir sosyal hizmet
anlayışımızın ürünüdür, sonucudur.
Plan ve Bütçe
Komisyonundaki tartışmalarda da bir kadrolaşma iddiası, personel yetersizliği
önemle vurgulanmıştır. Kurumumuzda bir kadrolaşma söz konusu olmadığı gibi
bizden önceki dönemde 180'li sayılarla ifade edilen sosyal hizmet uzmanının
idareci olma kapasitesi 213 kişiye çıkmıştır. Şu anda personel yetersizliğimiz
bir gerçektir; ama, personel yetersizliğini gidermek üzere de kurumumuz
çalışmalar yapmaktadır.
Bütçeden ayrılan pay
yüzde 100'e yakın bir oranda artırılmış ve özellikle sokak çocukları, Çocuk
Koruma Kanunu çerçevesinde, kurumumuza yeni verilen görevlerin de üstlenilmesi
yönünde çok hızlı adımlar atılmaya başlanmıştır.
Özellikle, Sokak
Çocuklarını Araştırma Komisyonunun Parlamento çatısı altında yaptığı çalışmayı
çok önemsiyoruz ve bu çalışma çerçevesinde, komisyonun önerilerini, yasal
hazırlık çalışmamızda ve kurumun yeniden yapılandırılmasında örnek aldığımız
gibi, bir vizyon çalışması, hizmet eşgüdüm çalışmasına da örnek teşkil edecek
şekilde hazırladık. Özellikle, Sosyal Hizmetler Kurumu çatısı altında yapılan
bu çalışmaları, komisyon üyelerine, Parlamento çatısı altında yaptıkları
çalışmanın geçici süreli olmadığını ve şu anda yapılanları da bir değişiklik
olarak kendilerine en kısa sürede bildireceğiz.
Kadın sığınmaevi
konusunda... Kadın sığınmaevlerinin sayısı, dönemimizde yüzde 100 oranında
artırılmıştır. Bu yeterli midir; kesinlikle değildir. Bu sebeple, Parlamentoda,
özellikle Belediyeler Yasası görüşülürken verilen önerge doğrultusunda, nüfusu
50 000'i aşan her ilçenin, kadın ve çocuklar için korunmaevi açma zorunluluğu
getirmesi de bu anlayışın bir ürünüdür. Dünyanın bütün ülkelerinde, özellikle
kadın ve çocuklara yönelik koruma hizmetleri, sosyal hizmetlerin diğer
alanlarına giren tüm çalışmalar, yerelle paylaşılan çalışmalar, yerinden
yönetimle paylaşılan çalışmalardır. Bu doğrultuda, hizmetlerin yerinden
yönetimle ve yerele yaygınlaştırılması, özellikle kadın politikaları üretme
konusunda, yıllardır, merkezî idare tarafından yürütülen çalışmaların da
yetersiz olduğu bir gerçektir. Bundan sonra, belediyelerin, özellikle kadın
politikaları konusunda bir rol üstlenmeleri, bizim açımızdan çok önemlidir. Hem
Türkiye genelinde tüm valiliklere, hem de 1 400'ü aşkın belediye başkanına
gönderdiğimiz yazıda, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünün rol aldığı, aktör
olduğu bütün çalışmalarda, belediyelerin de bir şekilde iştirak etmelerini
istedik.
Özelikle Sosyal Hizmetler
ve Çocuk Esirgeme Kurumunun 183 acil hattının 24 saat çalışması yönündeki
talebe… 3 Aralık 2005 tarihinden bu yana, 183 Acil Yardım Hattı 24 saat olarak
çalışmakta. Bunu da, buradan, bu kürsüden duyuruyorum; milletimizin, gerçekten,
bu anlamda, ihtiyacı olan, sıkıntıda olan başvurularını, 24 saat olarak alıyor
ve kabul ediyoruz.
Huzurevleri sayısının
yetersizliği konusunda bir itiraz vardı. Evet, Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme
Kurumunun -kuruluş olarak- huzurevleri dışında, malumu âliniz, belediyeler ve
özel huzurevleri de vardır. Yani, dolayısıyla, şu anda, özellikle Doğu,
Güneydoğu, Karadeniz Bölgesindeki huzurevlerimizin doluluk kapasitesi de yüzde
40 civarındadır.
Görünen o ki, özellikle
huzurevleri ve yaşlı bakımında, Türkiye'nin önümüzdeki onbeş yılda yaşlı
nüfusunun artışını da gözönüne alarak yeni bir politika belirlemesi gerekiyor
ve bu kuruluş bakımı dünyada da tartışılıyor. Yaşlılarımızı kuruluş bakımına
almak yerine, evde bakım ve mobil bakım hizmetlerini yaygınlaştıracağız ve bu
dönem bütçemizde yer alan kalemlerden bir tanesi de, bu bakım hizmetlerinin
yerinde verilmesine yönelik.
Özellikle, Özürlüler
İdaresi konusunda, Maliye Bakanlığımızın özürlülerin lehine olan her maddeye
itiraz ettiği yönündeki açıklamaları da doğru bulmadığımı söylemek istiyorum.
Bu yasa, Özürlüler Yasası, Maliye Bakanlığına ve genel bütçemize 1,2 katrilyon
bir sorumluluk yüklemiştir ve bu, Hükümetimiz tarafından gönüllü ve özürlülerin
lehine olan her hususta olduğu gibi kabul edilmiştir. Herhangi bir şekilde,
Maliyenin, bu yasadan kaçındığı ve itiraz ettiği iddiaları da, çıkan yasa
doğrultusunda doğru değildir.
Cumhuriyet Halk
Partisinin, Plan ve Bütçe Komisyonunda Özürlüler Yasası görüşülürken, lehine
olan hükümlerin kabul edilmediği iddiası da doğru değildir. Ben oradaydım ve bu
yönde öneriler doğrultusunda verilen teklifler, yasanın, genellikle lehinde
görüşler şeklinde cereyan etti ve Özürlüler Yasası konusunda öne sürülen,
genellikle, görüşlerde de, iki parti grubunun olumlu görüşleriyle çıktığını
biliyoruz; fakat, Özürlüler Yasasının Parlamentodan geçtiği muhakkak; ama,
Özürlüler Yasasını yirmi yıldır bu ülkede özürlüler hükümetlerden bekliyor;
ama, bu yasayı 59 uncu Hükümet ve AK Parti Hükümeti getirmiş ve geçirmiştir, bu
da bir gerçekliktir. Şimdi, bu hakkı da haklı olana teslim etmek lazım. Biz, bu
yasayla ilgili, bu toplumun tüm kesimleri gurur duyuyoruz. Özürlüler Yasasının
bu Parlamentodan geçmiş olması, toplumumuzun dezavantajlı gruplarını, hatta,
Avrupa Birliği üyesi ülkelerin birçoğundan daha ileri bir yasayla kuşatmış
olmanın huzuru ve mutluluğu içindeyiz. AK Partinin yasayı bastırmış olmasından
bence memnuniyet duymamız lazım.
HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU
(Antalya) - Sayın Bakan, birlikte geçirdik, yalnız….
DEVLET BAKANI NİMET
ÇUBUKÇU (Devamla) - Aynı şekilde, Cumhuriyet Halk Partisi de bu yasayı
bastırmalıdır. Hak ve özgürlükleri ilgilendiren alanlarda, özellikle hak ve
özgürlükleri ilgilendiren alanlarda şunu her zaman söylüyoruz: Yasaların
Parlamentodan geçmiş olması yeterli değil; Parlamentodan geçmiş olan, kâğıt
üzerinde kalmış yasalar değil, bu hakların öğretilmesi, anlatılması adına
yapılacak her türlü çalışmayı biz destekliyoruz. Bazı odalar, borsalar, ilgili
kamu kurumları, belediyeler bastırıyor; braille alfabesiyle görme özürlüler
için ve diğer özür gruplarına uygun şekilde yasa bastırılıyor ve dağıtılıyor.
İnşallah, en yakın sürede Cumhuriyet Halk Partisi de bu yasayı bastırsın ve dağıtsın;
biz, bundan gurur duyarız ilgili Devlet Bakanı olarak. Ben, şahsen, yasanın
anlatılması, tanıtılması için her yerde, ilçe ölçeğinde bile, gidip konuşmalar
yapıyorum. Niye; özürlülerin haklarını bilmesi kadar, özürlü gruplarına nasıl
davranılması gerektiğine özürsüzlerin de duyarlılık göstermesi için. Biz, bu
yasanın toplumun tüm kesimleri tarafından sahiplenilmesi için, çok yakın bir
sürede iki büyük kampanya da başlatıyoruz; Gökkuşağı Kampanyası ve…
CANAN ARITMAN (İzmir) -
Parti amblemi olmadan yapsaydınız takdir ederdik; ama…
BAŞKAN - Lütfen, Sayın
Arıtman.
DEVLET BAKANI NİMET
ÇUBUKÇU (Devamla) - Yasa Parlamentodan geçerken Cumhuriyet Halk Partisi üyeleri
burada değildi ve protesto ederek Meclisten çıkmışlardı; Özürlüler Yasası
Parlamentodan geçti, doğru; ama, sadece AK Parti Grubunun oylarıyla geçti. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
ATİLA EMEK (Antalya) -
Mübarek olsun!
HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU
(Antalya) - Yarısına kadar buradaydık!
DEVLET BAKANI NİMET
ÇUBUKÇU (Devamla) - Türk aile yapısının güçlendirilmesi yönünde yapılan
araştırmaların da…
ATİLA EMEK (Antalya ) -
Yurtların durumu nedir Sayın Bakan?! Onu uygulayın yeter!
DEVLET BAKANI NİMET
ÇUBUKÇU (Devamla) - Önümüzdeki dönemde en önemsediğimiz aile politikalarından
bir tanesi de, Türkiye'de bir aile yapısı araştırmasıdır; bunu çok önemsiyoruz.
Gelişmiş ülkelerdeki en önemli çalışma, veri tabanlı çalışmalardır. Bu sebeple,
bizim de aileye yönelik çalışmalarda öncelediğimiz konu, özellikle bu yönde bir
data elde etmek, Türk aile yapısının datasını ve Devlet İstatistik
Enstitüsüyle, bu konuda 500'e yakın soracağımız soru sonunda çıkacak sonuçlar
neticesinde, bugüne kadar aileye yönelik üretilen politikaları destekler
nitelikte ama bir veri tabanı üzerinde çok ciddî bir çalışma yapacağımızı
düşünüyorum.
CANAN ARITMAN (İzmir) -
Bu paralarla olmaz Sayın Bakan!
DEVLET BAKANI NİMET
ÇUBUKÇU (Devamla) - Özellikle huzurevlerinin ücretsiz olması konusundaki
talep... Tüm ilçelere ve illere yaygınlaştırılması yönünde bir konuşma yapıldı.
Ekonomik ve sosyal yoksunluk içerisinde bulunan tüm yaşlılarımız,
huzurevlerimizden ücretsiz olarak yararlanmaktalar. Özellikle kadın
konukevlerinin adreslerinin gizli tutulması ve bu bilgilerin gizlenmesi
yönündeki talebe, konuşmaya da değinmem gerekirse, bu konuda son derece
titizlik gösterilmektedir. Hizmete açılan konukevlerinin, ne açılışında ne
sonrasında tören yapılmadığı gibi, tertip ve nakillerde de, kesinlikle, büyük
bir güvenlik önlemi alınmaktadır.
Çocuk Koruma Kanunuyla
ilgili, bütçede yer alan bir şey soruldu. Bu yıl, 12 908 000 000 YTL'lik bir
bütçe ayrıldı.
Bir de, Sosyal Hizmetler
ve Çocuk Esirgeme Kurumu Atama ve Görevde Yükselme Yönetmeliğinin yürürlükten
kaldırıldığı iddiası var. 28.11.2004 tarih ve 25684 sayılı Resmî Gazetede
yayımlanan Devlet Memurları Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği
Yönetmeliğinde yapılan, belli bir öğrenim kurumundan mezun olmak suretiyle
atanacak unvanlara yönelik eğitim süreçlerine ilişkin düzenleme doğrultusunda,
anılan genel yönetmeliğe uyum sağlanması amacıyla, Sosyal Hizmetler ve Çocuk
Esirgeme Kurumu Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Yönetmeliği yeniden
düzenlenmiştir; 20.9.2005 tarihinde Resmî Gazetenin 622 sayılı bölümünde
yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. İddia edildiği gibi, yönetmelik de yürürlükten
kaldırılmamış, genel düzenlemeye uygun hale getirilmiştir ve bu süreçte de
yapılan atamalarda, kanun ve yönetmeliklere uyulmuştur.
Özellikle aynî, nakdî
bağışların düştüğü yönünde bir iddia vardı yine. Aynî, nakdî bağışların düştüğü
yönündeki iddia da kabul edilebilir değildir. 2000 yılında, 3 446 000 000 Türk
Lirası olan bağış, 2005 yılının ilk altı ayında 8 018 076 000 000 milyon
düzeyinde olmuştur. Yıl sonu itibariyle de, 15 trilyon Türk Lirası beklenti
vardır. Arsa, bina, tefriş ve diğer konularda da, yine, gönüllü kişi ve
kuruluşların kurumumuza desteği de giderek artmaktadır. Nitekim, bu konudaki…
CANAN ARITMAN (İzmir) -
Hariri'ye 400 trilyon; ama, aynî, nakdî yardım 15 trilyon…
DEVLET BAKANI NİMET
ÇUBUKÇU (Devamla) - Ayrıca, Osmaniye'deki…
CANAN ARITMAN (İzmir) -
Olmuyor!..
MUZAFFER BAŞTOPÇU
(Kocaeli) - Dinleyelim… Dinleyelim… Sonra cevap verirsiniz…
BAŞKAN - Lütfen, sayın
milletvekilleri, kendi aramızda konuşmayalım.
DEVLET BAKANI NİMET
ÇUBUKÇU (Devamla) - Aynı zamanda…
CANAN ARITMAN (İzmir) -
Zengine var, yoksula yok; olmuyor!..
BAŞKAN - Sayın Arıtman…
DEVLET BAKANI NİMET
ÇUBUKÇU (Devamla) - Osmaniye'deki vaka gerçekten son derece üzücü bir vaka. Bu
da gösteriyor ki, toplumumuzda şiddeti önlemenin, özellikle kadına yönelik
şiddeti önlemenin en önemli ayaklarından bir tanesi -uluslararası birçok
tespitte de bulunulduğu gibi- bilimsel olanı, özellikle kadınların ve kız
çocuklarının eğitiminin artırılması ve eğitime verilen önem. Bu konuda, Millî
Eğitim Bakanlığımızın, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünün şiddet artı eğitim
yönünde yürüttüğü kampanyalar, Birleşmiş Milletler Dünya Nüfus Raporunda da
övgüyle söz edilecek bir bölüm halinde yayımlanmıştır.
Çok kısa bir süre önce
ben de Osmaniye'deydim, Cumhuriyet Kız Yetiştirme Yurdunun açılışını yaptık.
Bu, Millî Eğitim Bakanlığımız ve Milliyet'in "Baba Beni Okula Gönder"
kampanyası çerçevesinde, Bakanlığımızın da destekleriyle, özellikle başarılı
kız öğrencilerin, yatılı olarak, köylerinden alınıp okuyabilecekleri bir merkez
şeklindeydi.
Ayrıca, şu ana kadar pek
söylememekle birlikte, bir görüş bildirmemekle birlikte, Sayın Bakanımız Binali
Yıldırım Beyefendinin eşinin fotoğrafı konusu, bugün hâlâ, üzülerek görmekteyiz
ki, bu Parlamentoda kadına yönelik bir konuşma yapıldığında yeniden gündeme
getirilmiştir. Hatta, bu ölçekte "ayrı lokantalar, ayrı yemekhaneler mi
olacak, burka mı giyecek kadınlarımız…" Bu ne zihin bulanıklığıdır
arkadaşlar, bu ne zihin bulanıklığıdır! Bu millet, cumhuriyetin bütün kurallarını
benimsemiş bir millettir ve AK Parti Hükümeti de cumhuriyet hükümetidir. Her
şeyden önce, kadına yönelik ayırımcılığı ortadan kaldırmak adına, bir kadına
yönelik tutumu rencide edici bulduğumu, hatta o kadının da, ilgili kadınların
da bu konuda son derece rencide olduklarının bilinmesini isterim. Eğer kadın
üzerinden bir politika yapacaksanız, bu politikayı, kadınlarımızı rencide
etmeden yapmalısınız. Her şeyden önce, bu ülkede, bu ülkenin kadınları, herhangi
bir ayrımcılığa uğramadan, rencide edilmeden ve toplumun tüm kesimleriyle ortak
bir şekilde, eşit politikalarla yaşamak istiyorlar. Bu, bir tercih meselesidir.
Ümit ediyorum ki, toplumun tüm kesimlerinde bu duyarlılık bu ölçüde artsın;
artmasına eğer sebebiyet verecekse, güzel bir şeydir; ama, kadına yönelik
ayırımcılığın bir tablosu gibi sunulması da son derece rahatsız edici. Her
şeyden önce, bu konuyla gündeme getirilen hanım bundan rahatsız olur, rencide
olur.
SALİH GÜN (Kocaeli) -
Ayrımcılığı siz yapıyorsunuz.
DEVLET BAKANI NİMET
ÇUBUKÇU (Devamla) - Zannediyoruz ki, biz bunları söylediğimiz zaman
karşılığında hiçbir cevap verilmeyecek.
SALİH GÜN (Kocaeli) -
Başörtüsünü siz çıkardınız, türban olayını siz çıkardınız; ayırımcılığı siz
yapıyorsunuz.
BAŞKAN - Lütfen, Sayın
Milletvekili.
DEVLET BAKANI NİMET
ÇUBUKÇU (Devamla) - Dolayısıyla bu konuda, her şeyden önce Türkiye'de yaşayan
tüm kadınların objektif, adil, eşit olarak, hiçbirisinin herhangi bir
ayırımcılığa uğramadan bu ülkede temsil edilmesi gerekiyor ve bulundukları
yerlerle ilgili de bu rahatsızlığın, davet edilmedikleri her yer açısından da,
aynı hassasiyetin, tepkinin gösterilmesini ümit ediyoruz. Eğer bir kadın eşinin
temsil ettiği siyasî parti nedeniyle bir ayırımcılığa uğruyorsa bu ülkede,
bunun da sorgulanması gerekir diye düşünüyorum. Parti değiştirdikten sonra aynı
muameleyi görmüyorlar çünkü.
Özellikle Hüseyin Güler
Beyin, kadın istihdam oranının azaldığı yönündeki sözleri önemli "son üç
yılın özeleştirisini yapsın, önümüzdeki üç yılın da bir şekilde planlamalarını
değerlendirsin" dedi. Önümüzde bir üç yıl yok ama, Hüseyin Güler Beyin,
önümüzdeki üç yılı yedi yıl olarak düşünmesini temenni ediyorum. Daha uzun bir
süre iktidarda kalacağımızın, herhalde, şeyi olarak bize önerdi. Bunun için de
kendilerine teşekkür ediyoruz.
SÜLEYMAN SARIBAŞ
(Malatya) - Aç tavuk rüyasında darı görürmüş.
DEVLET BAKANI NİMET
ÇUBUKÇU (Devamla) - Özellikle Bakanlığıma bağlı 4 kuruluşun faaliyetlerine ve
bütçelerine ilişkin olarak, Parlamentonun vermiş olduğu desteğe çok teşekkür
ediyorum.
Buradan bir teşekkür de,
sosyal hizmet kuruluşlarına desteklerini esirgemeyen, maddî ve manevî
katkılarını sürdüren, her biri bizim için çok değerli, gönüllü hayırsever
vatandaşlarımıza, dernek ve vakıflarımıza, yerel yönetimlerimize şükranlarımı
bir kez daha arz ediyor, Parlamentoyu saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Bakan.
HALUK KOÇ (Samsun) -
Sayın Başkan…
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Koç.
HALUK KOÇ (Samsun) -
Sayın Başkan, Sayın Bakan konuşması sırasında bazı konuları yanlış ifade etti,
düzeltmem lazım. 69 uncu maddeye göre yerimden kısa bir açıklama yapmak için
söz istiyorum. (AK Parti sıralarından "tutanakları getirtelim"
sesleri)
BAŞKAN - Lütfen, sayın
milletvekilleri, ona Başkanlık Divanı karar verecektir.
CANAN ARITMAN (İzmir) -
Bravo Başkan!
BAŞKAN - Sayın Koç,
Tüzüğün 69 uncu maddesi gereğince yerinizden kısa bir açıklama yapmanız için
söz veriyorum; buyurun.
HALUK KOÇ (Samsun) -
Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Sayın Bakan, tabiî ki,
bütçe görüşmeleri sırasında Bakanlığına ve Bakanlığına bağlı kurumlara ait
politikalarını savunacaktır, eleştirilere cevap verecektir; ama, bunlar, gerçek
çerçevenin dışına çıkan ve Cumhuriyet Halk Partisini ilgilendiren bazı
bölümleri de ihtiva edince, doğal olarak bir açıklama yapmam gerekiyordu, o da
şudur: Sayın Bakan belki Parlamentoyu yakından takip edemedi, yoğun işleri
olabilir, tıpkı Malatya'daki olayları da Londra'dan takip ettiği gibi.
Özürlüler Yasası çıkarken
ve Özürlüler Yasası çıkmadan önce, Sayın Akşit'in döneminde hazırlanan süreci
biliyorum ve hazırlanan yasa tasarısı, yaklaşık 19-20 maddede Sayın Maliye
Bakanına takıldı. Özürlülere getirilmek istenen birçok sosyal hakka, malî boyut
taşıdığı ve devletin bu yükü taşıyamayacağı gerekçesiyle, Sayın Maliye Bakanı
tarafından karşı çıkılmıştı. Sayın Akşit onaylıyorlar, teşekkür ederim ve
Cumhuriyet Halk Partisinin hazırladığı bir Özürlüler Yasa Tasarısı komisyona
geldiğinde; yani, Cumhuriyet Halk Partisi, Adalet ve Kalkınma Partisini,
Özürlüler Yasasının çıkarılmasına âdeta zorladı.
Sayın Bakanın o sırada
bakanlık görevi yok, bunları tam hatırlamayabilir ve bütün bu baskıyla, bir
kısmı aşılabildi ve özürlülere, Cumhuriyet Halk Partisinin çok büyük desteğiyle
ve oturumlara katılarak, oy vererek, Sayın Bakan, çıktı. Hiç merak etmeyin,
sadece son bölümünde, İçtüzük değişikliğinden doğan bir anlaşmazlık gereğince
Cumhuriyet Halk Partisi Meclisi terk etmişti.
Onun için, bazı şeyleri
ifade ederken, Londra'dan Malatya'ya baktığınız gibi, Parlamentoya da aynı
uzaklıktan bakmayın diyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Koç.
Sayın milletvekilleri,
birleşime 10 dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 15.53
Açılma Saati: 16.08
BAŞKAN: Başkanvekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Mehmet DANİŞ (Çanakkale), Türkân MİÇOOĞULLARI
(İzmir)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 35 inci Birleşiminin Dördüncü
Oturumunu açıyorum.
Yedinci turdaki
kurumların bütçelerinin görüşmelerine devam edeceğiz.
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
1.- 2006 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2004
Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli Daireler ve İdareler Kesinhesap Kanunu
Tasarıları (1/1119; 1/1084, 3/907; 1/1085, 3/908) (S. Sayısı: 1028, 1029, 1030)
(Devam)
A) DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI (Devam)
1.- Diyanet İşleri Başkanlığı 2006 Yılı Merkezi Yönetim
Bütçesi
2.- Diyanet İşleri Başkanlığı 2004 Malî Yılı Kesinhesabı
B) SOSYAL HİZMETLER VE ÇOCUK ESİRGEME KURUMU GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
(Devam)
1.- Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel
Müdürlüğü 2006 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi
2.- Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel
Müdürlüğü 2004 Malî Yılı Kesinhesabı
C) ÖZÜRLÜLER İDARESİ BAŞKANLIĞI (Devam)
1.- Özürlüler İdaresi Başkanlığı 2006 Yılı Merkezi Yönetim
Bütçesi
D) AİLE VE SOSYAL ARAŞTIRMALAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam)
1.- Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü 2006 Yılı
Merkezi Yönetim Bütçesi
E) KADININ STATÜSÜ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam)
1.- Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü 2006 Yılı Merkezi
Yönetim Bütçesi
BAŞKAN- Komisyon ve
Hükümet yerinde.
Şimdi, söz sırası,
hükümet adına, Devlet Bakanı Sayın Mehmet Aydın'da.
Buyurun Sayın Bakan. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
DEVLET BAKANI MEHMET
AYDIN (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Söz alan milletvekili arkadaşlarımın değerlendirmelerine,
eleştirilerine, önerilerine, tavsiyelerine teşekkür etmek istiyorum.
Malumu ilamla başlayayım.
Din konusu, hepimizin bildiği gibi, sadece Türkiye açısından değil, dünya
açısından, insanlık açısından son derece önemli konulardan biridir. İslam Dini
söz konusu olduğunda, hepimiz biliyoruz ki, zaten kendi adının tanımından da
yola çıkarsak rahatça diyebiliriz ki, İslam Dini, güveni -iman kelimesinin
geldiği kökle, emniyet; güven kelimesinin geldiği kök de aynıdır- barışı
önplanda tutan, amacı bu olan bir kurumdur, bir öğretiler toplamıdır. Dinle
ilgili konuların da böyle olması gerekir; doğrudan dinin kendisinin değil, aynı
zamanda dinle ilgili konuların da böyle olması gerekir. Yine teşekkürlerimle
ifade etmek istiyorum ki, Büyük Millet Meclisimiz bunun çok güzel bir örneğini
veriyor. Bugün de bunu gördük. Din konusu ciddiyetle ele alındı, o konudaki
tavsiyeler samimiyetle öne sürüldü. O, özelliklilerini anlatmaya çalıştığım
konu hakkında, Büyük Millet Meclisimiz, gerek Genel Kurul olarak, gerek
komisyon olarak -başından beri bu görevin içinde olan bir görevli olarak, bir
milletvekili, bir bakan olarak söylüyorum- her defasında bu, hakikaten beni son
derecede memnun ediyor ve ben, bundan dolayı bütün milletvekili arkadaşlarıma,
iktidar-muhalefet ayırımı yapmadan teşekkür etmek istiyorum.
Birkaç konuya, müsaade
ederseniz, temas edildiği için temas edeyim, açıklamaya çalışayım. Teşkilat
yasası, şu anda, görüşlerini almak için ilgili bakanlıkların elindedir.
Biliyorsunuz, Devlet Bakanı Sayın Abdüllatif Şener Beyin Bakanlığı konuyla
ilgilidir. Personelden dolayı Mehmet Ali şahin Beyin Bakanlığı ilgilidir
konuyla. Adalet Bakanlığı ve Maliye Bakanlığı… Bir ay kadar önce -bir aydan
biraz fazla- bakanlıklara yazıldı, görüşlerini bekliyoruz. Bunun anlamı şudur:
Yasayla ilgili, kurumun yapabileceği her şey yapılmıştır, yasa son şeklini
almıştır; görüşleri alıyoruz. Bu görüşler alındıktan sonra zaten, normal
prosedürü neyse, o prosedür takip edilecektir ve huzurunuza gelecektir. Yoksa,
Halil Beyin söylediği gibi geçerken "sorunlar çıkardı, onun için mi biraz
geciktiriyorsunuz" dedi; hayır, hayır. Büyük Millet Meclisi sorunlardan
kaçmaz, hiçbiriniz sorunlardan kaçmazsınız; ben de, bütün ömrüm boyunca, sorun
gördüğüm, meydan okuma gördüğüm her yerde olmaya gayret ettim. Bir sorun varsa
ondan kaçarak kurtulamazsınız. Onun üstüne giderek, onu çözerek, en azından,
çözmeye çalışarak, ancak, kendi zihninizi, günlünüzü rahatlatabilirsiniz.
Nakil konusuna temas etti
arkadaşımız. Nakil konusunda son derece eli sıkı davrandığımızı ifade etmek
istiyorum; ama, yeri geldiğinde, hep söyledim, ben bu göreve geldiğim zaman,
nakil konusunda mahkeme kararları dahi uygulanmıyordu ve bundan da kurumun çok
fazla, açıkçası, kabahati yoktu; âdeta kurama uygulanmasın denmişti; yani,
Diyanetten hiç kimse, hiçbir memur, hakkı olduğu halde başka bir kuruma
geçemiyordu. İmam-hatip okulu mezunu olarak görev almış, 30 hanelik bir yerde
öğretmenlik yapıyor, veteriner fakültesini bitirmiş, iktisat fakültesini
bitirmiş "şimdi izin verin de gideyim" diyor; gönderilmemiş,
mahkemeye gitmiş, kazanmış, yine gönderilmemiş. Biz, evvela, bu arkadaşlara
hakları neyse teslim edip üzerimize düşeni yaptık, benzer durumda olanlara da,
mahkemeye gitmesi, vatandaşın, yeniden birsürü sıkıntıya düşmesinin bir anlamı
yok, onu da, yine, onun kapısını da açtık; ama, daha sonra, tabiî, 11-12 sene
devam eden bu durum, tabiî, çok uzun bir süredir bu durumda olan, yani, görev
değişikliği istiyor; ama, istemeye de hakkı olan çok sayıda görevlimizin
olduğunu gördük ve bir bakıma yasal bir çerçeve çizdik. Bugün, Diyanet İşleri
Başkanlığından başka bir kuruma gidebilmesi için, idarî bir görevle evvela
kendisinin gidebilme durumunda olması lazım, şube müdürlüğü ve üstünden
başlıyor. Yani, oldukça zordur gitmek. Bütün buna rağmen yine de, sayı
itibariyle -eskisi kadar değil, iki yıl öncesi kadar değil- bugün de hâlâ
bekleyen, işlem bekleyen epeyce arkadaşımızın olduğunu, görevlimizin olduğunu
ifade etmek istiyorum.
Bir diğer konu, bu Fatih
Camii meselesi. Bizimle, Diyanet İşleri Başkanlığıyla ilgili değildir o. Bizim
her sene artık kurumlaşmış olan kitap fuarlarımız vardır, genellikle Ankara'da
-bütün arkadaşlarıma tavsiye ediyorum- Kocatepe Camiinin o geniş mekânında
yapılıyor ve gerçekten, her sene çok zenginleşerek, kurumlaşmasını daha
kökleştirerek konuyu ele alıyor. Çok da yararlı hizmetleri oluyor. Uzun bir
süre… Çocuk reyonu ayrıdır, kadın reyonu ayrıdır, gençler için ayrıdır ve her
sene, bu kitap fuarı ve kitapla birlikte kültür fuarı, kendi içinde bir bakıma
uzmanlaşarak, yürüyerek devam ediyor. Fatih Camiindeki kitap fuarı, Diyanetin
dışındaki imkânlarla hazırlanmıştır ve bizim kurumsal olarak herhangi bir,
hayrından hayrımız, eğer başarılı olamamışsa ondan doğan bir sorumluluğumuz
yoktur.
Yine, Sayın Okuducu,
geçerken -Diyanetle ilgili değil de- kadınlar için ayrı şu, kadınlar için ayrı
bu ve kadınlar için ayrı cami… Bu, basına da intikal etti. Değerli
milletvekilleri, öyle bir şey yok. Diyanet İşleri Başkanlığı, sadece, kadınlarımızın
ibaret ettiği yerlerin daha düzgün olması, daha rahat olması ve inananların
birlik ve beraberliğini, birlikteliğini daha güzel göstermesi bakımından bir
düzenleme yapıyor. Yani, ayırım değil, tam tersine, ibadete giden insanların
mekânları, aynı büyük mekân içinde bulundukları yerler farklı olsa bile, inanan
erkeklere, inanan hanımlara, Kur'an tabirini kullanayım, ibadet etme huzurunu
sağlayacak bir düzenleme yapıyor. O zaten camilerimizde var, bir kısmında var.
Yani, böyle, kalın duvarların, perdelerin vesairelerin olduğu şekliyle değil,
ibadet eden insanların daha huzur duyacağı, daha o kardeşlik havasını,
atmosferini teneffüs edeceği bir çalışmadır. Yoksa, kadınlarımız için ayrı bir
cami diye hiç aklımızın köşesinden geçmedi açıkçası.
Bu teşkilat yasasıyla
ilgili, öyle görünüyor ki, biraz daha bekleyeceğiz; ama, hiç şüpheniz olmasın,
teşkilat yasası Genel Kurula gelecektir.
Yine, iki konuşmada da
Alevîlik konusu var. O her sene gündeme geliyor ve her sene de o konuda, konuya
saygımdan dolayı, meseleye, soruna saygımdan dolayı birkaç cümle söylemek
istiyorum.
Hep söylerim burada,
Diyanetin üstüne düşmeyen bir şey Diyanetten talep ediliyor. Bir kurumun
çözeceği bir sorun değildir bu. Çünkü, o kurum, fiilen zaten elinde mevcut…
Evet, epeyce delik deşiktir zaten, o yüzden yeni teşkilat yasasını çıkarıyoruz;
elinde yine de bir yasal durum vardır ve o yasal duruma göre hareket ediyor.
Sadece iki şeyi hatırlatacağım, o yasal, mevcut olan yasal durumla ilgili.
Bunlardan biri, Diyanet İşleri Başkanlığının kanunen belirlenmiş görevi -birkaç
defa tekrar edildi burada, bir de ben söyleyeyim- yani, itikat konusunda,
ibadet konusunda, ahlak konusunda halkı bilgilendirmek, irşat faaliyeti
vesaire. İkinci olarak da ibadet yerlerinden sorumlu olmak. Yani, nihayet, o da
kurumsal bir yapı içindedir, onun nasıl akıp gideceği, hizmette nasıl akıp
gideceği, nasıl hizmetin yerine getirileceği de kanunen belirlenmiştir. Şimdi,
bütün mesele bu ibadet yerlerinin ne olduğu meselesidir. Dolayısıyla, ibadet
yerleriyle ilgili, yine, yani, ibadet yerlerini yönetmek hukuk ifadesidir, onu
hatırlatmak istiyorum.
Diğerlerini de, müsaade
ederseniz, Tekke, Zaviye ve Türbelerin Seddine Dair -kapatılmasına dair-
Kanunun 1 inci maddesinin birinci fıkrasıdır bu. Orada deniliyor ki:
"Bunlardan usulü mevzuası dairesinde -mevzuat gereği, mevzuat icabı demek-
filhal -yani, şu anda- cami veya mescit olarak istimal edilenler ipka
edilirler." Yani, tekkeler kapatılacak, zaviyeler kapatılacak, türbeler
kapatılacak; ancak, bunların yanında, cami niteliği kazanmış, mescit niteliği
kazanmış binalar var, hizmet yerleri var; onlar hariç, cami veya mescit olarak
istimal edilenler ipka edilecektir. Diyanetin bugün yaptığı görev, o ipka
edilenlerle ilgilidir. Başka bir görev düşünülecekse, o, Diyanetin işi
değildir. Kanun diyor ki: Cami veya mescit ipka edilmiştir, senin görevin
bunlarla ilgilidir. O yüzden, Diyanet, bu konuda, hakikaten, eleştirilecek bir
kurum değildir; o yasal çerçeve içinde yapmak, hareket etmek durumundadır,
zorundadır.
HALİL AKYÜZ (İstanbul) -
Sayın Bakan, Diyaneti eleştirmedik, dikkat ediyorsanız...
DEVLET BAKANI MEHMET
AYDIN (Devamla) - Hayır; ben, genel olarak söylüyorum. Zaten, siz eleştirdiniz
demiyorum.
HALİL AKYÜZ (İstanbul) -
Diyaneti eleştirmemiz olmadı.
DEVLET BAKANI MEHMET
AYDIN (Devamla) - Siz eleştirmeseniz bile, eleştiri geldiği için ben
söylüyorum. Siz eleştirmediniz; ama "Diyanet, şunları, şunları o konuda da
yapsın" diyen milletvekilimiz sizden sonra konuştu. Siz söylemediniz.
Yani, Diyanet, artık, Alevî vatandaşlarımıza da… İbrahim Bey dedi.
HALİL AKYÜZ (İstanbul) -
Yani, yeni yasada düzenlensin…
DEVLET BAKANI MEHMET
AYDIN (Devamla) - Ben de diyorum ki, bu Diyanetin adı, buyurun diyecek,
Sünnîler gelsin, Şafiîler gelsin, Malikîler gelsin, Hambelîler gelsin diyebilme
konumu değil. Diyanete deniliyor ki, bu, bir kamu hizmetidir, vatandaşlık
bazında, esasında yapılır ve gelen insana, siz, Hanefî misiniz, Şafiî misiniz,
Alevî misiniz, Sünnî misiniz diye soramazsınız. Diyanet, hiçbir hizmetinde,
hiçbir tutumunda, hiçbir tavrında, insanların inanç yorumlarıyla ilgili bir şey
sorma hakkına sahip değildir.
CANAN ARITMAN (İzmir) -
Yani, kiliselerle ilgilenmiyor musunuz?
DEVLET BAKANI MEHMET
AYDIN (Devamla) - Zaten, alışkanlığı da, hakikaten, öyle olduğu için, soramaz
bir vatandaşa… Görev almak isteyen bir vatandaşa, senin dinî yorumun nedir, sen
hangi meşreptesin, hangi mezheptensin falan şeklinde bir soru sorması, zaten,
fiilen mümkün değildir.
Bir başka konu… Sayın
İbrahim Özdoğan'ın konuşmasında, evvela, bir iki bilgi hatası var; izin
verirseniz, onu düzelteyim. Diyorsunuz ki, elimde tutanak var zaten:
"Sayın Bakan, dinler arası diyalog adına Hıristiyan ve Musevî din
adamlarıyla bir araya geliyor, medeniyetler buluşmasını sağlıyor. Hatay'da
Hıristiyan kadim merkezinin açılışını -vesaire- yapıyor…" Ben Hatay'a ne
gittim, ne açılış yaptım. Giderdim, yapardım, o ayrı da; ama, benim, öyle bir
hizmetim olmadı.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum)
- Kurum size bağlı olduğu için…
DEVLET BAKANI MEHMET
AYDIN (Devamla) - Canım, bana bağlı değil, hiç alakası yok, benimle hiç ilgisi
yok, Diyanet de kurucu organizatör değildi orada. Hayır, Diyanet, başka
kurumlar nasıl davet edilmişse, öylece davet edilmişti. Güzel bir şey oldu.
İtirazım olduğundan değil; ama, ne Diyanetin organize ettiği bir şeydir ne de
benim, açılışında veya kapanışında bulunduğum bir hizmettir o. Sadece bilgi
hatasını düzelteyim dedim.
Bir de, diyorsunuz ki:
"Onlarla diyalog yapıyor da, Alevîlerle niye yapmıyorlar?.." Son
cümlelerinizde de diyorsunuz ki: "Medeniyet buluşması adına
Hıristiyanlarla bir araya gelen devlet ve din adamlarımız, genel anlamda, aynı
değerlere inanan ve onları paylaşan Alevî kardeşlerimizle…" Biz
öbürleriyle çok sık buluşuyorsak, aynı değerleri paylaşmıyoruz, onlara, farklı
değerlere rağmen birlikte yaşayalım diyoruz. Farklı değer anlayışlarına rağmen,
yine, birlikte yaşamayı başaralım diyoruz. Biz, zaten, Alevîlerle, sizin de
söylediğiniz gibi, Alevî kardeşlerimizle aynı değerleri paylaştığımız için…
Yine, diyalog olmayacak değil, Sünnîler arasında da olur; ama, çıkış noktası
hakkında bir noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum. Şu kadarını söyleyeyim:
Eğer, bir Alevî-Sünnî ayırımı yapmış olsaydım; yani, şu anlamda, o isimle
adlandırma gibi bir durum olsaydı -hiç adlandırmıyorum, hiç adlandırmam; ama,
adlandırsaydım- ben size söyleyeyim; örgütlenme bakımından, üç senedir, benim,
eğer teşkilatı Sünnîler kurduğu için Sünnîlerin kurduğu teşkilat diyeceksem, üç
beş tane, Sünnîlerin kurduğu teşkilatla, Bakanlığımda, sivil toplum örgütüyle
Bakanlığımda görüşmüşsem, en az, en az, mübalağa etmiyorum, onbeş civarında,
Alevî vatandaşlarımın kurduğu sivil toplum örgütleriyle biz bir araya
gelmişizdir, konuşmuşuzdur, bugüne kadar -meşguliyetim yoksa- çağırdıkları
hiçbir toplantıya hayır dememişimdir. Tekrar ediyorum, cemevinin düzenlediği
uluslararası toplantıların önemli bir kısmına katılmışımdır. Birini çok iyi
hatırlıyorum. Sadece katılan değil, Cemevi Dergisinin müdavimiyimdir. Benim
veya Diyanetin başka türlü bir tutumu olamaz. Biz, insanları inançlarından
dolayı, yorumlarından dolayı yargılayacak durumda değiliz. Diyanet bunu
yapamaz, buna izin de verilemez zaten. (AK Parti sıralarından alkışlar) O
bakımdan, o insanlar kendi inanç… Yani, ortada bir İslam var, bir tek din
vardır. Bu dinin yorumları farklıdır; bir kısmı hukuk eksenlidir, bir kısmı
tasavvuf eksenlidir, bir kısmı başka, felsefî eksenlidir; ama, bunların hepsi
bir bütünün, bir tamın yorumlanmasıdır. Yorumlardan dolayı… Biz, yorumlamayı
bir zenginlik olarak kabul ederiz; zaten, tarihimiz de öyledir. Bizim
yorumlamadan rahatsız olacak bir halimiz olamaz diye düşünüyorum.
Bu sayı, mesela,
muvafakatle ilgili, 2004 yılında 1 326 kişi müracaat etmiş, demin anlatmaya
çalıştım o şartlardan dolayı, biz, ancak 462 kişiye izin verebilmişiz. Bunların
içinde bir kısmı da heyet raporuyla o hizmeti yapabilecek durumda olamıyorlar,
kendimiz de onları memur olarak istihdam edemiyoruz. O yüzden, eğer başka bir
kuruma gidebilecek durumdaysa, o arkadaşlarımıza gitme konusunda yardımcı
oluyoruz demeyeyim, hakları zaten o, o haklarıyla da kurumdan ayrılıyorlar.
Bu hac konusunda, yine,
İbrahim Bey söyledi, yeni bir… Yani, bugüne kadar, gerçekten, Diyanette görevli
olduğu halde, doğrudur, imam arkadaşlarımızdan, emekli olan, ama, o ibadeti
maddî durumundan dolayı yerine getiremeyenler vardır. O, bundan sonra
olmayacak; yani, Diyanette görev yapan arkadaşlarımız, emekli olmadan, görevli
olarak, o vazifeyi, o farizayı yerine getirebilecekler.
Burada arkadaşlarımız
maaşlar konusunu söylediler. Bu, hakikaten bizi üzen bir konudur. Ben, tekrar
tekrar teşekkür ediyorum bu yapılan hizmetleri gördüğünüz, lütfedip takdir
ettiğiniz için; ama, gerçekten, personel hakları konusunda ciddî sıkıntılarımız
vardır, yine, personel eksikliğimiz konusunda ciddî sıkıntılarımız vardır.
Geçen, Diyanet bütçesi Komisyonda görüşülürken, Cumhuriyet Halk Partisinden bir
üye arkadaşımız -hepiniz hatırlarsınız- kalktı "Sayın Bakan, madem bu
kadar açığınız var, madem kadrosu olmayan şu kadar cami var, sizin bir öneriniz
vardı, teklifiniz vardı, lütfen o teklifi Genel Kurula getirin, biz de yardımcı
olalım" dedi; hepiniz duydunuz ve ben de kendisine hakikaten teşekkür ettim.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
İnşallah bunu
getireceğiz; çünkü, tekrar ediyorum, kadro vermediğiniz camiin tapusu da sizin
sayılmıyor bir anlamda. Dolayısıyla, oraya atanacak... Kadrosu olması ayrıdır,
görevlinin de olması ayrıdır. Bizim için ilk planda önemli olan kadrosunun
olmasıdır. Kadrosu varsa, orada bir dernek varsa, o dernek, size sorarak
görevli atıyor. O zaman da, biz, görevlilerin, şu anda zaten devletin
görevlileri olarak vazife yapanların nitelikleri neyse, o nitelikleri arayarak
o görevlendirmeyi yapıyoruz, o görevlendirmenin yapılmasına derneğe etki ederek
yardımcı olmaya çalışıyoruz. Dolayısıyla, bu, bizim için son derece önemli;
ama, yine, bu arada, hâlâ 9 000 civarında da, maalesef, kadromuz olmasına
rağmen, bütçe imkânlarından dolayı atama yapamadığımız için, dışarıdan atama
yapamadığımız için sıkıntımız vardır.
Bu benim son cümlem
olsun. Zannediyorum, zaten, konuşmada yöneltilen, bir bakıma, değerlendirmeler
de bundan ibaret. 9 000 civarında, 10 000 civarında eksiğimizi hepiniz
hatırlarsınız. Geçen dönem vekâleten görev yapan arkadaşlarımızın, vekil
imamlarımızın asaleten atanmasına, yine, hem İktidar Partisi hem muhalefet
partisi birlikte hareket ederek ve birlikte destekleyerek, orada çok önemli bir
hizmet ifa ettik. Hakikaten, her gittiğimiz yerde, ibadetini yapan insanlarımızın,
yapmayan insanlarımızın -çünkü, ezan herkes için okunuyor, cami herkes için var
zaten- onların da memnun olduğunu duyduk.
Umuyorum, çok uzun
olmayan bir süre içerisinde, hem bu özlük haklarıyla ilgili iyileşmeyi
göreceğiz; ama, aynı zamanda, ben, bütün milletvekili arkadaşlarıma -tekrar
ediyorum- hiçbir ayırım yapmadan rica ediyorum; gelin, birlikte, hem şu ihdas
konusunu... Kadrolarımız olsun, bütçe imkânımız yoksa, atama bir süre
ertelenebilir; ama, 9 000 civarında zaten kadromuz var. Hiç değilse bu sene
içerisinde bize bu konuda yardımcı olursanız, minnet ve şükran duygularımızı
tekrar tekrar ifade ederiz.
Hepinize saygılarımı
sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Bakan.
Tasarılar üzerinde, şahsı
adına, aleyhinde söz isteyen İstanbul Milletvekili Ahmet Sırrı Özbek.
Buyurun Sayın Özbek. (CHP
sıralarından alkışlar)
AHMET SIRRI ÖZBEK
(İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Diyanet İşleri Başkanlığı
bütçesine ilişkin şahsıma ait görüşlerimi Yüce Heyetinize sunarken, hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle, açıkladığı
düşüncelerinden dolayı yargılanan Orhan Pamuk'a yönelik baskı, sindirme,
şiddet, hoşgörüsüzlük ve tahammülsüzlük eylemlerinde bulunan herkesi ve bu
baskıları, bu fiilî eylemleri önlemeyen ilgilileri kınayarak sözlerime başlamak
istiyorum.
Değerli milletvekilleri,
dinlerin temel işlevi, insanların sevgi, saygı, barış, dürüstlük, doğruluk,
hoşgörü ve dayanışma duygularının gelişmesini sağlamak ve birey ile inandıkları
Tanrı arasındaki ilişkilere yön vermek olmalıdır. Çağımızda, İslam coğrafyasına
baktığımızda, maalesef, sevgiden, barıştan, hoşgörüden ve dayanışmadan söz
etmek mümkün değildir.
BAŞKAN - Sayın Özbek, bir
saniye…
Sayın milletvekilleri,
Genel Kurulda büyük bir uğultu var, sayın hatibin konuşması anlaşılamamaktadır.
Buyurun Sayın Özbek.
AHMET SIRRI ÖZBEK
(Devamla) - Nüfuslarının büyük bölümünü Müslümanların oluşturduğu Asya'daki,
Ortadoğu'daki ve Afrika'daki ülkelerin, gerek kendi içlerinde gerekse
komşularıyla büyük sorunlar yaşadıkları bilinen gerçeklerdir. Bu ülkelerde
yaşanan sorunların nedenleri kendi bünyelerinden kaynaklanmaktadır. Bilindiği
gibi, modern ve gelişmiş devletler, din işlerini devlet işlerinden tamamen
ayırmışlardır. Dinin, devletin temel kurumlarına, idareye, hukuka, eğitime ve
sosyal yaşama müdahalesi önlenmiştir. Bu ülkelerde huzursuzluğun ve sorunların
temelinde yatan neden işte bu konudur; yani, dinin devlet işlerinin içerisinde
olması veya olmaya çalışmasıdır.
Sayın milletvekilleri,
merhum Osman Bölükbaşı, anılarında "her türlü ticaretin zarar ettiğini
gördüm; ancak, din ticaretinin zarar ettiğine hiç rastlamadım" diyor.
Evet, din istismarı, din ticareti herkes tarafından yapılmaya müsaittir. Bunun
örneklerini, günlük yaşantımızda karşılaştığımız İslamî marketler, helal gıda,
konfeksiyondaki haşema, heşofman ve türban tartışmalarında görmek mümkündür.
Ancak, siyasetçiler
tarafından yapılan din ticareti ve din istismarı en tehlikeli olanıdır. Eğer,
siyasetçi, dini esasları idareye, adalete, eğitime ve sosyal yaşama uygulamaya
kalkışırsa, bu, toplumu dini esaslara göre dizayn etmek olur ki, bu da,
sevgisizliğin, huzursuzluğun, hoşgörüsüzlüğün ve saldırganlığın temelini
oluşturur. Demokrasinin ortadan kalkmasına neden olur.
Diyanet İşleri Başkanlığı
demokrasimizi korumak için dinin siyasete, idareye, hukuka, eğitime ve sosyal
yaşama müdahalesini önleme ve bu konuda dini siyasete alet edenlere, din
istismarı ve din ticareti yapanlara fırsat vermeme konusunda üzerine düşen her
türlü önlemi almalıdır. Bunun için de bireyleri bu konularda ve din konusunda
aydınlatmak ve hurafelere karşı korumak için iyi eğitilmiş ve donanımlı din
adamları yetiştirmelidir.
Değerli milletvekilleri,
Diyanet İşleri Başkanlığının yapması gereken en önemli işlev ise, Alevî
vatandaşlarımıza yönelik, bugüne kadar yaşanmış baskı ve zulmün ortadan
kalkması için gerekli çalışmaları yapmak olmalıdır.
Sayın Bakan,
-zannediyorum burada- Diyanet İşleri Başkanlığının yapacağı bir işlem var,
onları arz etmek istiyorum:
Bilindiği gibi, Alevî
vatandaşlarımızın dinsel kimlikleri son günlerde yoğun olarak tartışılmaktadır.
Alevîlik İslam içerisindedir diyenler var, İslamın dışındadır diyenler var.
Ancak, bilinen ve tek önemli gerçek şudur: Çok derin felsefî bir altyapısı olan
Alevîlik, kendi toplumuna ve bireylerine farklı bir yaşam tarzı sunmaktadır.
Bizlere düşen, bu yaşam tarzına derin bir saygı duymaktır; tıpkı tüm dinlere,
inançlara ve mezheplere duyduğumuz saygı gibi.
Değerli milletvekilleri,
daha öncesine gitmeye gerek yok; ancak, Yavuz Sultan Selim'in Osmanlı tahtına
geçtiği 1512 yılından itibaren Alevîler üzerinde yoğun bir baskı ve imha
hareketi sistematik olarak başlatılmıştır. Bizzat, Yavuz Selim, Farsça yazdığı
bir şiirinde "İran ülkesine asker yürüterek Kızılbaşı melamet kanına
boğarım" diyerek kıyıma yol vermiştir. Akabinde ise, Şeyhülislam Müftü
Hamza, Şeyhülislam Ebussuud Efendi ve Vezir Şeyhülislam İbni Kemal'in fetvalarıyla
Alevî vatandaşların aşağılanarak çoluk çocuklarıyla katledilmelerinin,
karılarına, kızlarına ve mallarına el atılmalarının helal olduğuna cevaz
vermeleriyle, baskı, zulüm ve kıyım inanılmaz boyutlara ulaşmıştır.
Sayın milletvekilleri, bu
tarihî bilgileri elbette ki birçoğunuz biliyorsunuz; ancak, bir şeyi daha
biliyorsunuz: Din adına verilmiş bulunan bu fetvaların etkileri maalesef
günümüze kadar devam etmiştir. Hâlâ, Alevî vatandaşlarımızla ilgili olarak bu
fetvalarda açıkça belirtilen birsürü yalan, yanlış, iftira, karalama ve
aşağılayıcı düşünceler bilinçsiz insanların zihninde yer etmeye devam
etmektedir. O halde yapılması gereken iş şudur: Diyanet İşleri Başkanlığı, din
adına verilmiş bu fetvaları ortadan kaldıracak ve Alevî vatandaşlarımızın
saygınlığına uygun yeni düzenlemeler yapmalıdır. En kısa zamanda, Diyanet
bütçesine verdikleri vergilerle katkıda bulunan Alevî vatandaşlarımıza karşı
Diyanet İşleri Başkanlığı da sorumluluğunu yerine getirerek, Alevîlikle ilgili
bütün yanlış anlaşılmaları ortadan kaldıracak hutbeleri ve tebliğleri
Türkiye'nin her yerine dağıtarak bütün camilerde cuma hutbelerinde müteaddit
defalar okunmasını sağlamalıdır. Ayrıca, din dersi müfredatı içerisine
Alevîliği anlatan ve tanıtan bölümler konularak din dersi kitapları bu
çerçevede yeniden düzenlenmelidir ve bu işi yaparken de Alevî vatandaşlarımızın
görüş ve düşüncelerine başvurulmalıdır.
Sayın milletvekilleri,
daha fazla uzatmaya gerek yok. Sayın Bakan konuşmalarında Diyanet İşlerinin
yapabileceği işlerden bahsederken, bunları yapmasına engel hiçbir şeyin
olmadığını düşünüyorum.
Sözlerime, toplumsal
huzur ve barışımızın sağlanmasında önemli katkılar sağlayacağına inandığım bu
öneri ve isteğimin yerine getirileceği inancıyla 2006 bütçemizin ülkemize ve
yurttaşlarımıza barış ve mutluluklar getirmesini dileyerek son veriyorum.
Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN- Teşekkür ediyorum
Sayın Özbek.
Sayın milletvekilleri,
yedinci turdaki görüşmeler tamamlanmıştır.
Şimdi, sorulara
geçiyoruz.
20 dakika süreyle
soru-cevap işlemi yapılacaktır.
Buyurun Sayın Öğüt.
ENSAR ÖĞÜT (Ardahan) -
Sayın Başkan, teşekkür ederim.
Aracılığınızla, Sayın
Bakanıma birkaç sorum var.
Sayın Bakanım, Türkiye'de
8,5 milyon özürlü insan var. Bu 8,5 milyon özürlü insana bakım ve
rehabilitasyon merkezleri yetmiyor. İstanbul dahil, Anadoluda, doğuda,
güneydoğuda çok özürlü olmasına rağmen -ben Sayın Genel Müdürümüze teşekkür
ediyorum- inanın, Ardahan'dan insan getiriyoruz Kocaeli'ne veya İstanbul'a
yerleştiriyoruz.
Bu bakımdan, doğu ve
güneydoğuya özürlüler merkezlerinin ve huzurevlerinin kurulmasını planlıyor
musunuz; bu, birinci sorum.
İkinci sorum, Diyanet
İşleri Başkanlığından sorumlu Devlet Bakanımıza. Daha önce vermiş olduğum soru
önergelerinde Ardahan il, ilçe ve köylerinde bulunan cami ve cemevlerinin
onarımını istemiştim ve hakikaten, cami ve cemevlerimiz, özellikle, dökülüyor.
Bu açıdan -soruma da bir cevap gelmedi- bir onarım çalışmasıyla ilgili planınız
var mı?
Üçüncü sorumu Devlet
Bakanımız Nimet Hanıma soruyorum. Özürlüler Kanununun çıkmasıyla ilgili,
Cumhuriyet Halk Partisi, gerek komisyonda gerekse Genel Kurulda özürlüleri
destekleyecek, hem kanun tasarısı verdi hem de olduğu gibi kanunu hep beraber
çıkardık, destekledik. Ancak, Özürlüler Kanununu belirten kitap, niçin devlet
tarafından basılmadı da Adalet ve Kalkınma Partisinin amblemiyle basıldı? Bunun
cevabını istirham ediyorum.
Değerli arkadaşlar,
Türkiye'de 20 000 000'a yakın Alevî yurttaşımız var. Bu 20 000 000'a yakın
Alevî yurttaşımızın ibadethaneleri şu anda... İbadetlerini cemevlerinde
yapıyorlar. Bu, fiilî bir gerçektir ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Kopenhag
Kriterlerinde, İnsan Hakları, Temel Özgürlükler Koruma Sözleşmesinin 9/1
maddesinde "herkes düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne sahiptir"
deniyor…
BAŞKAN - Sayın Öğüt, bir
saniye...
Sayın Öğüt, 10 dakikalık
soru sorma süresinin 3 dakikasını kullandınız, lütfen…
ENSAR ÖĞÜT (Ardahan) -
Hemen bitiriyorum Başkanım.
Kopenhag Kriterlerine
göre, Alevîlere tanınan inanç özgürlüğüyle ilgili ne gibi çalışmalar
yapılmıştır? Cemevlerinin yapılmasına devlet resmî bir katkı sunacak mıdır?
Cemevlerinde, insanların kendine has yaşam biçimi olan, inanç yapısına uygun
ehil insanlar, yani, hocalar atanıp onların kadrosu Diyanet İşlerine alınacak
mıdır?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Öğüt.
Buyurun Sayın Özcan.
HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin) -
Sayın Başkan, Sayın Devlet Bakanımıza soruyorum: Sinop AKP Milletvekili Cahit
Can, Anavatan Partisi Milletvekilimiz İbrahim Özdoğan'a gelerek, "İbrahim,
yeni bir din mi icat ediyorsun? Alevîlerden Müslüman olur mu?! Alevîlik ne din
ne de mezheptir" diyerek, biraz önce gelip, 20 000 000 insana
saygısızlığın örneğini gösterdi. Bu arkadaşımız, çıkıp kürsüden Alevîlerden
özür dilemeli…
BAŞKAN - Sayın Özcan,
lütfen, iki sayın milletvekilimizin kendi aralarında konuştukları özel bir
konuyu…
HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin) -
Burada ben de şahit oldum...
BAŞKAN - Sayın Özcan,
lütfen, sorunuzu sorar mısınız.
HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin) -
Hayır, ben de şahit oldum...
BAŞKAN - Sayın Özcan,
lütfen, sorunuzu sorar mısınız!
HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin) -
Eğer, bugün, Alevîleri Müslüman saymayan vatandaş, eğer Türkiye Cumhuriyeti
Büyük Millet Meclisinin çatısı altında oturuyorsa, bu bir ayıptır diyorum.
FAHRİ KESKİN (Eskişehir)
- Şov yapma!
BAŞKAN - Bir saniye Sayın
Özcan... Sayın Özcan, bir saniye... Sayın Özcan, ben de tasvip etmiyorum; ama,
iki sayın milletvekilinin kendi aralarında konuştuğu özel bir konuyu gündeme
getirmeniz yanlış.
Sorunuzu sorar mısınız
lütfen!
HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin) -
Hepimizin duyduğu... Ben de duydum da, onu söylüyorum.
(Mikrofon Başkan
tarafından kapatıldı)
ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) -
Fitneye sebep olacaksın…
BAŞKAN - Sayın Özcan,
teşekkür ediyorum.
HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin) -
Mikrofonu neden kesiyorsunuz Sayın Başkan? Başka sorularım da var, Sayın
Başkan.
BAŞKAN - Sayın Gülçiçek,
buyurun.
ALİ RIZA GÜLÇİÇEK
(İstanbul) - Sayın Başkan, çok teşekkürler.
Biraz önce, Sayın
Bakanımız Mehmet Aydın, her zamanki gibi birlik ve beraberliğimizden bahsetti.
Buna katılmamak mümkün değil Sayın Bakanım. Ben de, bir dönemler Alevî-Bektaşî
kurumlarının bir yöneticisi olarak, her zaman birlik ve beraberliğimizi, ulusal
bütünlüğümüzü ve laik, demokratik cumhuriyetimizin teminatı olduğumuzu her
zaman vurguladım ve buna devam edeceğimizi de ifade etmek istiyorum. Ancak, bu,
ortada var olan sorunları çözmesine katkı yapmıyor Sayın Bakanım. Bu nedenle,
geçen sene daha, 2003 yılında, Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde cami,
mescit, kilise ve sinagog ibadet yeri olarak tanımlanmasına karşın,
cemevlerinin ibadet yeri olarak tanımlanmamasının halen gerçekleşmemesini de
anlamakta zorluk çekiyoruz Sayın Bakanım.
Ayrıca, Diyanet İşleri
Başkanlığı bütçesinin yüzde 30'u Alevî-Bektaşî yurttaşlarımızın katkılarıyla
sağlanıyor. Geçmiş hükümetler döneminde yapılan yardımların bu hükümet
döneminde yapılmamasını anlamakta zorluk çekiyorum.
Üçüncü sorum: Ramazan ayı
boyunca dinî yayınlar yapılıyor TRT'de. Yapılmasında da yarar var; ancak,
Alevî-Bektaşî yurttaşlarımızın en kutsal ve matem günleri olan muharrem ayına
hiç yer verilmemesi bence düşündürücü, Sayın Bakanım.
Bu sorularımın yanıtını
bekliyorum.
Saygılar sunuyorum Sayın
Bakanıma.
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Gülçiçek.
Sayın Sarıbaş, buyurun.
SÜLEYMAN SARIBAŞ
(Malatya) - Sayın Başkan, delaletinizle Sayın Nimet Çubukçu Hanımefendiye
sormak istiyorum.
Sayın Bakan, Malatya
çocuk yuvasındaki o dehşet verici olay yaşandığında, olayları Londra'da takip
ettiğinizi biliyorum; ancak, aradan geçen iki aylık sürede, ben isterdim ki
bugün Meclis kürsüsünde bu konuda neler yapıldığını millete izah edesiniz;
ancak, gördüm ki konuşmanızın tek bir yerinde dahi olaya değinmediniz. Şimdi
soruyorum Sayın Bakan: Ne yaptınız Malatya'da, neler yapıldı, duymak istiyorum.
Bu bir.
İkincisi, çocuk
yuvalarında ihbarcı çocuklarınız olduğunu ifade ettiniz. Bu gelen ihbarlar
sonucunda, bu ihbarcı çocukların ihbarları sonucunda bir düzenleme yapabildiniz
mi, çocuk yurtları düzeldi mi bunu net olarak duymak istiyorum.
Diğer sorum Sayın Devlet
Bakanımızadır.
Sayın Bakanım, bildiğiniz
gibi Anayasamızda zorunlu din dersleri mecburiyeti var; ancak, kabul etmek
gerekir ki Alevî cemaatine mensup vatandaşlarımızın bu konuda serzenişleri
yıllardır devam ediyor; bunu seçmeli hale getirmek gibi bir düşüncemiz var mı
bunun cevabını duymak istiyorum efendim?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Sarıbaş.
Buyurun Sayın Koçyiğit.
MUHSİN KOÇYİĞİT
(Diyarbakır) - Soru bir: Geçici imam kadrosunda istihdam edilen din
görevlilerimizi asil kadroya geçirmeyi düşünüyor musunuz?
İkinci sorum: Sayın
Başbakanımız medeniyetlerarası diyalogla dinlerarası yakınlaşmayı
amaçlamaktadır. Acaba, aynı hoşgörüyü ülkemizdeki Alevî yurttaşlarımız için de
göstermek suretiyle Alevî-Sünnî kardeşliği ve yakınlaşmasını yapmayı düşünüyor
mu; bunun somut bir göstergesi olarak Alevî yurttaşlarımızın ibadetlerini
rahatça yapabilmeleri için cemevlerine 2006 yılı bütçesinden ne kadar kaynak
ayırmayı düşünüyorsunuz; bu tutarın bütçenizdeki toplam payı yüzde kaçtır?
Kültür ve Turizm
Bakanlığına bağlı İstanbul 1 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Bölge Kurulunun, Topkapı Sarayı kütüphanesinin camie çevrilmesi yolunda karar
aldığı haberi doğru mudur; açıklar mısınız.
Özürlülerle ilgili;
ülkemizdeki toplam özürlü sayısı kaçtır? Bunların kaçı işe yerleştirilmiş, kaçı
halen işsiz olarak beklemektedir. Yasal olarak özürlü çalıştırması gereken
kurum ve kuruluşlarımız, bu yasal zorunluluk hükmünü yerine getiriyor mu,
getirmeyenler hakkında ne gibi işlemler yapılıyor? Şu anda boş özürlü kadro
sayısı kaçtır? Bu kadroları hangi yöntemle doldurmayı düşünüyorsunuz. İşsiz
özürlülerimizi asgarî ücret düzeyinde bir gelire kavuşturacak ve emekli, sağlık
ve sosyal güvenliklerini esas alacak şekilde yeni bir yasal düzenleme yapmayı
düşünüyor musunuz?
Son sorum: Avrupa Birliği
sürecinde, Avrupa Birliği Cinsiyet Eşitliği Enstitüsünün kurulmasını düşünüyor
musunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Koçyiğit.
Sayın milletvekilleri,
Sayın Gürsoy Erol, sisteme giremediği için yazılı müracaat etmişlerdir soru
sormak için.
Özel durumu sebebiyle,
sisteme giremediğinden dolayı, buyurun Sayın Gürsoy.
DURSUN AKDEMİR (Iğdır) -
Sayın Başkan, 2 dakika tartışmayla geçti ve benim söz hakkım kaybolmuş oldu.
BAŞKAN - Sayın Akdemir,
lütfen oturur musunuz.
Buyurun Sayın Gürsoy.
GÜRSOY EROL (İstanbul) -
Sayın Başkanım, hassasiyetinizden dolayı teşekkür ediyorum.
Sorum, Devlet Bakanımız
Sayın Mehmet Aydın'a; Sayın Bakanım duyuyorlar mı bilemiyorum ama.
Müslümanların kutsal
değerleriyle, özellikle Kutsal Kitap ve Peygamberiyle ilgili, zaman zaman
basında, özellikle de dışbasında aşağılayıcı birtakım ifadeler ve birtakım
karikatürler yayımlanmaktadır. Bu durumda, en sonda bir internet sitesinde,
yakın zamanda, tekrar, aşağılayıcı birsürü karikatür yayımlanmıştır. Bu konuda
Diyanet İşleri Başkanlığı, herhangi bir cevap verme veya bu konuyla ilgili bir
açıklama yapmayı düşünüyorlar mı?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Gürsoy.
Buyurun Sayın Bakan.
DEVLET BAKANI MEHMET
AYDIN (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; teşekkür ediyorum.
CAHİT CAN (Sinop) - Sayın
Başkan, şahsımla ilgili bir sataşma oldu, cevap vermek istiyorum.
HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin) -
Ne sataşması!.. Alenen, 5-6 kişi duydu, gizli söylenmedi ki…
BAŞKAN - Sayın Can, bir
saniye; Sayın Bakan söz aldı.
DEVLET BAKANI MEHMET
AYDIN (İzmir) - Efendim, Sayın Öğüt'ün Ardahan'la ilgili soruları: Ardahan İl
ve ilçelerinde cami ve cemevlerinin inşaı, onarımıyla ilgili yardım konusunu
sormuştu; hemen ifade edeyim.
Diyanet İşleri
Başkanlığının bugün gündemde olan bütçesinde, cami onarımı veya cami inşaı
şeklinde veya benzer bir konuyla ilgili bir fasıl yok. Dolayısıyla, Türkiye'de,
bunu, yurtdışına da çok sık anlatmak durumundayız. Sanılıyor ki, hakikaten,
Diyanet İşleri Başkanlığı camileri inşa ediyor, onarıyor; hayır, böyle bir şey
yok. Camileri inşa eden Diyanet İşleri Başkanlığı değildir, onların onarımıyla
meşgul olan Diyanet İşleri Başkanlığı değildir. Bu konuda, eğer, bir kurumu
hatırlayacaksak, Vakıfları hatırlamamız lazım. Genellikle, gerek Vakıflar Genel
Müdürlüğü gerek Diyanet İşleri, Türkiye Diyanet Vakfı kanalıyla, ihtiyacı olan,
Türkiye'de durumu çok iyi olmayan camilerimize, mescitlerimize sembolik
diyebileceğimiz birtakım yardımlar yapılıyor. Eğer, Ardahan'da da böyle bir
talep olmuşsa -hatta, talep olmadan da yapılıyor- onu arkadaşlarım iletecekler.
Bugüne kadar…
ENSAR ÖĞÜT (Ardahan) -
Diyanet Vakfı mı?
DEVLET BAKANI MEHMET
AYDIN (İzmir) - Diyanet Vakfı bu tür yardımları yapıyor, Diyanet İşleri
Başkanlığı değil. Diyanet İşleri Başkanlığının cami yaptırma veya camileri
onarma diye bir faaliyeti olmuyor. Keşke bol para verseniz, onu da biz yapsak
da; ama, yok.
Bir diğer konu,
cemevlerine katkı sağlayacak mı? Yine, aynı şekilde; yani, o katkı diye bir şey
söz konusu olamaz; çünkü, öyle bir fasıl yok; ama, Alevî kültürüne ve
anlayışına bir katkısı olacak mı diye soruyorsanız ki, daha sonraki sorularda
da o vardı, müsaade ederseniz, hemen temas edeyim. Mesela, bu sene, bu sene
demeyeyim, önümüzdeki yılda, 2006 yılında Diyanet İşleri Başkanlığımız,
yayınları içinde, hiçbirimizin itiraz etmeyeceği 10 temel Alevî-Bektaşî
kaynağını yayınlıyor. Aslında, listede 20 eser vardır; bunlar, hepimizin arzu ettiği,
beklediği eserlerdir ve bunlar, zaten dedelerimizle birlikte oturulup,
"hangilerine öncelik verelim" sorusuna cevap arandıktan sonra dikkate
alınan eserlerdir; dolayısıyla, o kitapları yayınlıyoruz.
Ayrıca, Diyanet İşleri
Başkanlığı Dergisi "Ehlibeyt" sayısı hazırladı ve yayınladı.
Muharremle ilgili geçen sene -"Diyanet Saati" diye bir program vardır
TRT'de- Diyanet Saati'nde Alevî dedelerimizin konuştuğu Muharremle ilgili bir
program düzenlendi. Bu sene düzenleyeceğimiz programlarda da, yine, dedelerimiz
Alevî kültürünü, Alevî anlayışını ve İslamî yorumunu anlatacaklar. Gerek
Diyanet İşleri Başkanımız gerek yönetimde bulunan diğer arkadaşlarımız,
ehlibeytle ilgili, muharrem ayı ve onun faziletleriyle ilgili, o aylar içinde,
o günler içinde, nerede konuşma yapıyorlarsa mutlaka bu konulara da temas
ediyorlar.
Din dersi konusu, tabiî,
doğrudan benim -din kültürü ve ahlak bilgisi dersi, kısaca din dersi diye
söyleniyor- Bakanlık sorumluluğumla ilgili bir konu değil, Millî Eğitim
Bakanlığının konusudur; ama, sorulmuşken bir hükümet üyesi olarak onu da ifade
edeyim. Tekrar gibi olacak; ama, hukukî açıdan bakıldığında, halihazırdaki
uygulama, din dersleri uygulaması değildir, din kültürü ve ahlak bilgisi
uygulamasıdır. Dolayısıyla, bu, seküler bir yaklaşımdır ve seküler bir yöntem ve
yaklaşımla ele alınması gereken bir konudur; İslam Dini vardır, inanç esasları
şudur, ahlak esasları şudur şeklinde olması gereken, öyle dizayn edilmiş, öyle
sonuca bağlanmış bir eğitim faaliyetidir. Dolayısıyla, tabiî, onun ne kadar zaman
içinde yeniden tekrar ele alınıp, başka bir şekilde değiştirilip
değiştirilemeyeceği meselesi hususunda, takdir edersiniz ki, benim bir şey
söyleme durumum yok; ama, ben, bu derslerin, o alanlarda otuz kırk yıldır
hizmet eden birisi olarak, kültür dersi olarak verildiği ve kültürün bütün
boyutlarıyla hakkına riayet edildiği takdirde ve sürece, yani kültürün bütün
zenginliğini -Alevî zenginliği dahil, Bektaşi zenginliği dahil- tarafsız bir
biçimde, descriptive olarak, normatif olarak değil, bilimsel olarak, eğer bunu
yapabiliyorsak; yapamadık ise, eksiklerimiz varsa bunu tamamlayarak yapacaksak,
ben, böyle bir dersin, hele şu günlerde, hele şu dönemlerde çok yararlı
olduğuna inanıyorum; çünkü, pek çok konu, din adı altında, aslında, oldukça
yanlış, oldukça eksik bilgiyle, eksik ve kısır düşünceyle yürütülüp gidiyor. O
bakımdan, eğer, böyle bir ders, başka bir şekilde sürdürülürse veya din dersi
olarak olacaksa, onun zaten zorunlu olması mümkün değildir; onun, o zaman, 24
üncü madde ışığında düşünülmesi lazım Anayasanın ve o da, seçimlik bir ders
olabilir; yani, çok fazla ayrıntıya girmeyeyim -dediğim gibi- çünkü, benim
sorumluluk alanıma girmiyor.
Bu geçici görevli sayısı
zaten çok fazla değil; yani, şu anda, bizim, vekâleten -konuşmamda söyledim-
görev yapan arkadaşlar asaleten aday imam-hatip olarak atandıkları için, şu
anda, elimizde, bizim aciliyeti olan bir konu olarak durmuyor. Vekil imam
sayısı, zaten, bunu gündeme getirecek miktarda değil.
Yine, aynı konu gündeme
geldi. Arkadaşlar, bir defa, bu dinlerarası diyalog konusu, pek çok kişinin
zannettiği gibi değil. Burada, dinler bir araya gelip, masanın etrafında bir
araya gelip, din konusunu konuşmuyorlar. Öyle zannedildiği gibi, ben,
dinlerarası diyalog toplantılarına da çok fazla katılan birisi değilim;
Bakanlığım sırasında katıldığım bir tek dinlerarası diyalog toplantısı yoktur.
Burada konu şu: Din mensupları, bunların bir kısmı doğrudan doğruya dinî görevler
yapıyor; Hıristiyan, Yahudi, Müslüman, her neyse; bir kısmı da, inanmış
insanlar olarak, seküler konuları ele alarak bu diyalogları sürdürmeye
çalışıyorlar. Barış konusunda ne yapacağız diyorlar, Filistin, İsrail konusunda
ne yapacağız, inanmış insanlar olarak, AİDS konusunda ne yapacağız, uyuşturucu
madde konusunda ne yapacağız… Yani, bunlar, oturup, Hazreti İsa, Hazreti Musa,
Hazreti Muhammed konuşmuyorlar. Yahut bazılarının zannettikleri gibi, bunlar,
oturup, acaba, üç dinden bir başka din çıkarabilir miyiz; İbrahim'i… Hiç böyle
bir şey vaki değildir. Kaldı ki, iki üç defa atıfta bulunulduğu için ifade
edeyim, medeniyetlerarası ittifak girişiminin bununla ilgisi yoktur.
Medeniyetlerarası ittifak girişimi yarıya yarıya politikacılardan,
diplomatlardan, eski cumhurbaşkanlarından, başbakanlardan, dışişleri
bakanlarından, yarısı da… Onunla ilgili zaten burada bir konuşma yapacağım,
aciliyeti vardı, yapacaktım; ama, bütçeden dolayı o imkânım yok. Bütçe biter
bitmez, Genel Kurula lütfeder gelirseniz -zaten gelirsiniz de, haber verme
bakımından söylüyorum- o konuyu zaten ele alacağız. Medeniyetlerarası ittifak
projesi seküler bir projedir. Onun için de, din konusu, başka kültür konuları
ne kadar giriyorsa, o kadar… Belki, din konuları hassas olduğu için, yanlış
anlaşılır diye, onlardan da daha az girecektir.
Medeniyetlerarası ittifak
konusu, siyasetin, birlikte yaşamanın yollarını açacak şekilde, nasıl bir yol
ve yordam takip etmesi gerekiyor; bugün güç kullanımı dediğimiz şey, güç
politikası dediğimiz şey üzerinde neler söylememiz lazım; bugün güç
kullanımında, güç politikasında konuyu belirleyenler, kuralları belirleyenler,
oyunu oynayanlar ve hakemlik yapanlar, çok kere aynı kişiler, aynı güç
kaynakları, bu konuda ne yapacağız; bunlar üzerinde düşünecek. Sosyal
adaletsizliğin karşısına nasıl çıkacağız; yani, bugün birlikte yaşamayı tehdit
eden konular dinden gelmiyor, kültürden gelmiyor, dinî değerlerden gelmiyor,
siyasetten geliyor, iktisattan geliyor; ama, birileri dini getirerek,
dinlerarası çatışma, kültürlerarası çatışma konularını getirerek, gerçek
sebeplerin üstünü örtüyorlar. Bu girişim, büyük ölçüde bunu, bu üstü örtülen
sebepleri ortaya çıkarmak durumundadır.
Bugün Ortadoğu'da olup
biten şeylerin pek çoğunun kaynağı, aynı zamanda Batı'dadır. Batı'da bir şeyler
oluyor ki, bu taraflarda da bir şeyler oluyor. Bu bizim içimizde olan şeylerin
kötü olmadığı, bazı şeylerin kötü olmadığı veya ev ürünü olmadıkları anlamında
da değil. Onun için, lütfen, onu da... Bu cümleleri söylememe izin verin;
çünkü, zaman zaman duyuyorum: "Efendim yine mi burada bizi kandıracaklar,
yine mi dinimiz zarar görecek…" Sanki biz hiçbir şey bilmeyen, dünyayı
tanımayan, böyle, hemen, üç beş kişi bir araya geldiği zaman kandırılan
kişilermiş veya topluluklarmış gibi düşünemeyiz. Bunların hemen tamamını,
Avrupa Birliği bağlamında, üç senedir çok iyi başardık ve bu milletvekili
arkadaşlarımız çok iyi başardılar. Biz, CHP'li milletvekili arkadaşlarımla üç
senedir beraber çalıştık, Türkiye'yi beraber anlattık, inancımızı, kültürümüzü
beraber anlattık, anlatmaya devam edeceğiz. Bize bu konuda çok önemli roller
düşüyor.
Son bir cümleyi
söyleyeyim: Arkadaşlar, ben de yıllardır bu umre çorbasından, Mekke
lokantasından, Medine bilmem yerinden son derece rahatsız olan birisiyim. Din,
ticareti zarar ettirmez diyoruz; ilk planda öyle gelir; ama, dine en çok zıt
düşen şey, dinin dünya ticareti için… Bu, ister siyasî anlamda olsun, ister
para kazanma anlamında olsun. (Alkışlar) Dine karşı yapılacak en büyük hakaret,
dini bir ticaret metaı olarak görmektir. Diyanet İşleri Başkanlığı elinden
geleni yapıyor, yapmaya da devam edecektir. Mukaddesatımızı küçük hesaplara
alet edemeyiz, küçük hesaplar için kullanamayız. Bu, zaten bir anlamda
dindarlıkla, dinîlikle asla bağdaşmayacak bir şeydir.
BAŞKAN - Sayın Bakan,
Sayın Çubukçu'nun da süresini kullanıyorsunuz.
DEVLET BAKANI MEHMET
AYDIN (İzmir) - Son cümlem; o da, dışarıda yayımlanan ve rencide edici yazılar
ve karikatürlerle ilgili bir çalışmanız var mı diye soruldu; var. Açıkça
söyleyeyim, ben, geçen hafta, Türkiye'deki Avrupa Birliği ülkelerinin
büyükelçilerine bir ittifak konusunu anlattım. Üzerinde durduğum konulardan
biri de budur. Eleştiri ile hakareti, insanlık olarak birbirinden ayırmamız
lazım. Eleştiriye evet, ne kadar gücümüze giderse gitsin; ama, hakarete, aşağılamaya
hayır. İçeride de olsa, dışarıda da olsa, Diyanet hiçbir fırsatı
kaçırmayacaktır.
Teşekkür ediyorum. (AK
Parti ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Bakan,
teşekkür ediyorum; böylelikle Sayın Çubukçu'nun da süresini kullanmış oldunuz.
Sayın Can, söz istemiş
bulunuyorsunuz; niçin istediniz, yerinizden açıklayın.
HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin) -
Sayın Başkan, özür dilemeli.
BAŞKAN - Bir saniye Sayın
Özcan.
CAHİT CAN (Sinop) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; söz istememin nedeni, Erzurum Milletvekili
Sayın İbrahim Özdoğan Beyle, kendi konuşmasının akabinde bir hasbıhalimiz oldu.
O hasbıhalimiz aynen şudur; onun için söz alıyorum…
BAŞKAN - Sayın Can, yeni
bir sataşmaya sebep vermeden, sadece söyleyip söylemediğiniz konusunda bir
açıklama getirin.
CAHİT CAN (Sinop) - Yok,
kesinlikle değil.
Şimdi, kendisi, burada,
kürsüden konuşurken, dinlerarası diyalogdan bahsederek, Alevî vatandaşlarımızla
ilgili Diyanet İşlerinde bir daire başkanlığının tahsisini istemiştir. Ben de
kendisine, kardeşim, eğer mezhepse Alevîlik, o zaman diğer mezheplerin de bir
hakkı doğar Diyanet İşleri Başkanlığında bir daire başkanlığı demişimdir.
Düzeltiyorum, teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Can.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum)
- Sayın Başkan, Cahit Beye cevap vermek istiyorum.
BAŞKAN - Sayın Özdoğan,
burası, kendi aranızdaki konuşmanın karşılıklı cevap yeri değildir. Sadece bir
sataşma söz konusu idi, ona cevap verildi.
Sayın Çubukçu, 1
dakikalık süre içerisinde, eğer yazılı cevap verecekseniz, onu belirtin hiç
olmazsa.
Buyurun Sayın Bakan.
DEVLET BAKANI NİMET
ÇUBUKÇU (İstanbul) - Sayın Başkan, süre kalmadığı için, sorulara yazılı olarak
cevap vereceğim.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Bakan.
Şimdi, sırasıyla, yedinci
turda yer alan bütçelerin bölümlerine geçilmesi hususunu ve bölümlerini ayrı
ayrı okutup oylarınıza sunacağım.
Diyanet İşleri Başkanlığı
2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
07.86 - DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI
1.- Diyanet İşleri Başkanlığı 2006 Yılı Merkezi Yönetim
Bütçesi
A - C E T V E L İ
Fonksiyonel Açıklama (YTL)
Kod
01 Genel Kamu Hizmetleri 11.167.020
BAŞKAN- Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
02 Savunma Hizmetleri 367.697
BAŞKAN- Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
03 Kamu Düzeni ve Güvenlik Hizmetleri 350.000
BAŞKAN- Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
07 Sağlık Hizmetleri 223.950
BAŞKAN- Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
08 Dinlenme, Kültür ve Din Hizmetleri 1.295.853.101
BAŞKAN- Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
09 Eğitim Hizmetleri 225.232
BAŞKAN- Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 1.308.187.000
BAŞKAN- Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Diyanet İşleri Başkanlığı
2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.
Diyanet İşleri Başkanlığı
2004 Malî Yılı Kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
2.- Diyanet İşleri Başkanlığı 2004 Malî Yılı Kesinhesabı
BAŞKAN- (A) cetvelinin
genel toplamını okutuyorum:
Diyanet İşleri Başkanlığı
2004 Malî Yılı Kesinhesabı
A - C E T V E L İ
Lira
- Genel Ödenek Toplamı : 981.817.981.200.000
- Toplam Harcama : 1.015.172.959.150.000
- Ödenek Dışı Harcama : 43.181.943.900.000
- İptal Edilen Ödenek : 9.826.965.950.000
BAŞKAN- (A) cetvelini
kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Diyanet İşleri Başkanlığı
2004 Malî Yılı Kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir.
Sosyal Hizmetler ve Çocuk
Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü 2006 Yılı Merkezi Yönetim bütçesinin
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
07.93 - SOSYAL HİZMETLER VE ÇOCUK ESİRGEME KURUMU GENEL
MÜDÜRLÜĞÜ
1.- Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel
Müdürlüğü 2006 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi
A - C E T V E L İ
Fonksiyonel Açıklama (YTL)
Kod
01 Genel Kamu Hizmetleri 18.453.000
BAŞKAN- Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
10 Sosyal Güvenlik ve Sosyal Yardım
Hizmetleri 493.631.000
BAŞKAN- Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 512.084.000
BAŞKAN- Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Sosyal Hizmetler ve Çocuk
Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü 2006 Yılı Merkezî Yönetim bütçesinin bölümleri
kabul edilmiştir.
Sosyal Hizmetler ve Çocuk
Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü 2004 Malî Yılı Kesinhesabının bölümlerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
2.- Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel
Müdürlüğü 2004 Malî Yılı Kesinhesabı
BAŞKAN- (A) cetvelinin
genel toplamını okutuyorum:
Sosyal Hizmetler ve Çocuk
Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü 2004 Malî Yılı Kesinhesabı
A - C E T V E L İ
Lira
- Genel Ödenek Toplamı : 282.300.036.950.000
- Toplam Harcama : 266.668.021.700.000
- Ödenek Dışı Harcama : 10.808.643.550.000
- İptal Edilen Ödenek : 26.330.945.100.000
- Ertesi Yıla Devreden
Ödenek : 109.713.700.000
BAŞKAN- (A) cetvelini
kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
(B) cetvelinin genel
toplamını okutuyorum:
B - C E T V E L İ
Lira
- Bütçe tahmini : 297.828.000.000.000
- Yılı tahsilatı : 279.291.156.350.000
BAŞKAN- (B) cetvelini
kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Sosyal Hizmetler ve Çocuk
Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü 2004 Malî Yılı Kesinhesabının bölümleri kabul
edilmiştir.
Özürlüler İdaresi
Başkanlığı 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesinin bölümlerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
07.87 - ÖZÜRLÜLER İDARESİ BAŞKANLIĞI
1.- Özürlüler İdaresi Başkanlığı 2006 Yılı Merkezi Yönetim
Bütçesi
A - C E T V E L İ
Fonksiyonel Açıklama (YTL)
Kod
01 Genel Kamu Hizmetleri 950.400
BAŞKAN- Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
02 Savunma Hizmetleri 33.900
BAŞKAN- Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
10 Sosyal Güvenlik ve Sosyal Yardım
Hizmetleri 2.522.800
BAŞKAN- Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 3.507.100
BAŞKAN- Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Özürlüler İdaresi
Başkanlığı 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.
Aile ve Sosyal
Araştırmalar Genel Müdürlüğü 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesinin bölümlerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
07.88 - AİLE VE SOSYAL ARAŞTIRMALAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
1.- Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü 2006 Yılı
Merkezi Yönetim Bütçesi
A - C E T V E L İ
Fonksiyonel Açıklama (YTL)
Kod
01 Genel Kamu Hizmetleri 3.781.000
BAŞKAN- Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 3.781.000
BAŞKAN- Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Aile ve Sosyal
Araştırmalar Genel Müdürlüğü 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesinin bölümleri
kabul edilmiştir.
Kadının Statüsü Genel
Müdürlüğü 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesinin bölümlerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
07.89 - KADININ STATÜSÜ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
1.- Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü 2006 Yılı Merkezi
Yönetim Bütçesi
A - C E T V E L İ
Fonksiyonel Açıklama (YTL)
Kod
01 Genel Kamu Hizmetleri 1.606.750
BAŞKAN- Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 1.606.750
BAŞKAN- Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Kadının Statüsü Genel
Müdürlüğünün 2006 Malî Yılı Bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.
Diyanet İşleri
Başkanlığı, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü,
Özürlüler İdaresi Başkanlığı, Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü ve
Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünün 2006 Malî Yılı Bütçeleri ile Diyanet İşleri
Başkanlığı ve Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğünün 2004
Malî Yılı Kesinhesapları kabul edilmiştir; hayırlı olmasını temenni ederim.
Programa göre,
kuruluşların bütçe ve kesinhesaplarını sırasıyla görüşmek için, 19 Aralık 2005
Pazartesi günü saat 11.00'de toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati : 17.12