BIM 2 2 2006-01-23T16:00:00Z 2006-01-23T16:00:00Z 52 34378 195959 TBMM 1632 391 240651 9.3821 0 6 nk 6 nk 0

DÖNEM: 22     CİLT: 104                 YASAMA YILI: 4

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

TUTANAK DERGİSİ

35 inci Birleşim

18 Aralık 2005 Pazar

 

  I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. - GELEN KÂĞITLAR

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1.- Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Müsteşarı Adem Şahin'in Fransa, Belçika ve Hollanda'ya yaptığı resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/946)

2.- Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç'un Çin Halk Cumhuriyetine yaptığı resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/947)

IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

l.- 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2004 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli Daireler ve  İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/1119; 1/1084, 3/907; 1/1085, 3/908) (S. Sayısı: 1028, 1029, 1030)

A) DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI

1.- Diyanet İşleri Başkanlığı 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi

2.- Diyanet İşleri Başkanlığı 2004 Malî Yılı Kesinhesabı

B) SOSYAL HİZMETLER VE ÇOCUK ESİRGEME KURUMU GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

1.- Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü  2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi

2.- Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü 2004 Malî Yılı Kesinhesabı

C) ÖZÜRLÜLER İDARESİ BAŞKANLIĞI

1.- Özürlüler İdaresi Başkanlığı 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi

D) AİLE VE SOSYAL ARAŞTIRMALAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

1.- Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi

E) KADININ STATÜSÜ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

1.- Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 11.00 de açılarak altı oturum yaptı.

Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 5433 sayılı Kanunun bazı maddelerinin Anayasanın 89 uncu maddesine göre bir kez daha görüşülmek üzere geri gönderildiğine ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi Genel Kurulun bilgisine sunuldu.

2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2004 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli Daireler ve İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarılarının (1/1119; 1/1084, 3/907; 1/1085, 3/908) (S. Sayıları: 1028, 1029, 1030) görüşmelerine devam olunarak;

Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı,

Sermaye Piyasası Kurulu,

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu,

GAP Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı,

Tütün, Tütün Mamulleri ve Alkollü İçkiler Piyasası Düzenleme Kurumu,

Hazine Müsteşarlığı,

Avrupa Birliği Genel Sekreterliği,

Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü,

Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü,

Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı,

Türkiye İstatistik Kurumu Başkanlığı,

2006 yılı bütçeleri ile;

Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı,

Hazine Müsteşarlığı,

Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı,

2004 malî yılı kesinhesapları;

Kabul edildi.

Alınan karar gereğince, 18 Aralık 2005 Pazar günü saat 11.00'de toplanmak üzere, birleşime 22.46'da son verildi.

 

 

 

İsmail Alptekin

 

 

 

Başkanvekili

 

 

Ahmet Küçük

 

Bayram Özçelik

 

Çanakkale

 

Burdur

 

Kâtip Üye

 

Kâtip Üye

 

 

Ahmet Gökhan Sarıçam

 

 

 

Kırklareli

 

 

 

Kâtip Üye

 

 

 

No.: 49

II.- GELEN KÂĞITLAR

18 Aralık 2005 Pazar

Rapor

1.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile 78 ve 190 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ile Tekirdağ Milletvekili Enis Tütüncü'nün; Aksaray Milletvekili Ahmet Yaşar ve 3 Milletvekilinin; Kastamonu Milletvekili Mehmet Yıldırım ve 65 Milletvekilinin; Uşak Milletvekilleri Alim Tunç, Ahmet Çağlayan ve Osman Coşkunoğlu'nun; Ordu Milletvekilleri Kazım Türkmen ve İdris Sami Tandoğdu ile 94 Milletvekilinin; Giresun Milletvekili Mehmet Işık ile 28 Milletvekilinin; Mersin Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat'ın; Yozgat Milletvekilleri Mehmet Çiçek, Bekir Bozdağ, Mehmet Erdemir ve Mehmet Yaşar Öztürk ile 84 Milletvekilinin; Adıyaman Milletvekili Şevket Gürsoy ve 15 Milletvekilinin; Iğdır Milletvekili Dursun Akdemir'in; Burdur Milletvekilleri Bayram Özçelik ile Mehmet Alp'in; Kırşehir Milletvekili Hüseyin Bayındır'ın; Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu ile 8 Milletvekilinin; Ordu Milletvekili Hamit Taşçı ile 19 Milletvekilinin; Kırşehir Milletvekili Mikail Arslan'ın; Amasya Milletvekilleri Akif Gülle ile Hamza Albayrak'ın; Tekirdağ Milletvekilleri Tevfik Ziyaeddin Akbulut ile Ahmet Kambur'un; Kırşehir Milletvekili Hacı Turan'ın; Yozgat Milletvekili Mehmet Erdemir ile 14 Milletvekilinin; Erzincan Milletvekilleri Tevhit Karakaya ile Talip Kaban'ın; Iğdır Milletvekili Dursun Akdemir ve Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan'ın; Giresun Milletvekili Nurettin Canikli ile 3 Milletvekilinin; İstanbul Milletvekili Tayyar Altıkulaç ile Kastamonu Milletvekilleri Musa Sıvacıoğlu, Hakkı Köylü ve Sinan Özkan'ın; Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan ile Hatay Milletvekili Mehmet Eraslan'ın; Düzce Milletvekilleri Metin Kaşıkoğlu, Fahri Çakır ve Yaşar Yakış'ın; Çorum Milletvekili Ali Yüksel Kavuştu'nun; Benzer Mahiyetteki Kanun Teklifleri ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/1146, 2/5, 2/10, 2/20, 2/43, 2/66, 2/82, 2/115, 2/164, 2/372, 2/398, 2/410, 2/438, 2/523, 2/531, 2/535, 2/537, 2/541, 2/547, 2/571, 2/533, 2/347, 2/534, 2/542, 2/567, 2/568, 2/609) (S. Sayısı: 1039) (Dağıtma tarihi: 18.12.2005) (GÜNDEME)
BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 11.00

18 Aralık 2005 Pazar

BAŞKAN: Başkanvekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale), Mehmet DANİŞ (Çanakkale)

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 35 inci Birleşimini açıyorum.

Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Başbakanlığın Anayasanın 82 nci maddesine göre verilmiş iki tezkeresi vardır; ayrı ayrı okutup oylarınıza sunacağım.

III.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1.- Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Müsteşarı Adem Şahin'in Fransa, Belçika ve Hollanda'ya yaptığı resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/946)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Müsteşarı Doç. Dr. Adem Şahin'in, görüşmelerde bulunmak üzere, bir heyetle birlikte 23-26 Kasım 2005 tarihlerinde Fransa, Belçika ve Hollanda'ya yaptığı resmî ziyarete, Adana Milletvekili Vahit Kirişçi'nin de iştirak etmesi uygun görülmüş ve bu konudaki Bakanlar Kurulu kararının sureti ilişikte gönderilmiştir.

Anayasanın 82 nci maddesine göre gereğini arz ederim.

                        Recep Tayyip Erdoğan

                                         Başbakan

BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Diğer tezkereyi okutuyorum:

2.- Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç'un Çin Halk Cumhuriyetine yaptığı resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/947)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç'un, Fo Shan'da düzenlenen 7 nci Asya Sanat Festivali ve Türkiye-Çin Halk Cumhuriyeti III. Dönem Turizm Karma Komisyonu toplantısına katılmak üzere, bir heyetle birlikte 7-14 Kasım 2005 tarihlerinde Çin Halk Cumhuriyetine yaptığı resmî ziyarete, ekli listede adları yazılı milletvekillerinin de iştirak etmesi uygun görülmüş ve bu konudaki Bakanlar Kurulu kararının sureti ilişikte gönderilmiştir.

Anayasanın 82 nci maddesine göre gereğini arz ederim.

                        Recep Tayyip Erdoğan

                                         Başbakan

               Liste:

Salih Kapusuz                                (Ankara)

Semiha Öyüş                                (Aydın)

Faruk Çelik                                (Bursa)

Gülseren Topuz                                (İstanbul)

Mahmut Uğur Çetin                                (Niğde)

HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, karar yetersayısının aranılmasını istiyoruz.

BAŞKAN - Sayın Koç, karar yetersayısı arayacağım.

Kabul edenler… Kabul etmeyenler…

Karar yetersayısı yoktur; birleşime yarım saat ara veriyorum.

Kapanma Saati: 11.05

 

 

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 11.38

BAŞKAN: Başkanvekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale), Mehmet DANİŞ (Çanakkale)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 35 inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

III.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

A) TEZKERELER VE ÖNERGELER (Devam)

2.- Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç'un Çin Halk Cumhuriyetine yaptığı resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/947) (Devam)

BAŞKAN - Anayasanın 82 nci maddesine göre verilmiş Başbakanlık tezkeresinin oylamasında karar yetersayısı bulunamamıştı.

Şimdi, tezkereyi yeniden oylarınıza sunacağım ve karar yetersayısını arayacağım.

Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yetersayısı vardır, kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, şimdi, 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2004 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli Daireler ve İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarıları üzerindeki görüşmelere devam edeceğiz.

Program uyarınca, bugün bir tur görüşme yapacağız.

IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

l.- 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2004 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli Daireler ve  İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/1119; 1/1084, 3/907; 1/1085, 3/908) (S. Sayısı: 1028, 1029, 1030) (x)

A) DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI

1.- Diyanet İşleri Başkanlığı 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi

2.- Diyanet İşleri Başkanlığı 2004 Malî Yılı Kesinhesabı

B) SOSYAL HİZMETLER VE ÇOCUK ESİRGEME KURUMU GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

1.- Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü  2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi

2.- Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü 2004 Malî Yılı Kesinhesabı

C) ÖZÜRLÜLER İDARESİ BAŞKANLIĞI

1.- Özürlüler İdaresi Başkanlığı 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi

D) AİLE VE SOSYAL ARAŞTIRMALAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

1.- Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi

E) KADININ STATÜSÜ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

1.- Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi

BAŞKAN- Komisyon ve Hükümet yerinde.

Sayın milletvekilleri, 6.12.2005 tarihli 27 nci Birleşimde bütçe görüşmelerinde soruların, gerekçesiz olarak yerinden sorulması ve her tur için soru-cevap işleminin 20 dakikayla sınırlandırılması kararlaştırılmıştır. Buna göre, turda yer alan bütçelerle ilgili olarak soru sormak isteyen milletvekillerinin, görüşmelerin bitimine kadar sorularını sorabilmeleri için, şifrelerini yazıp parmak izlerini tanıttıktan sonra ekrandaki söz isteme butonuna basmaları gerekmektedir. Mikrofonlarındaki kırmızı ışıkları yanıp sönmeye başlayan milletvekillerinin söz talepleri kabul edilmiş olacaktır. Tur üzerindeki görüşmeler bittikten sonra, soru sahipleri, ekrandaki sıraya göre, sorularını yerlerinden soracaklardır. Soru sorma işlemi 10 dakika içerisinde tamamlanacaktır. Cevap işlemi için de 10 dakika süre verilecektir. Cevap işlemi 10 dakikadan önce bitirildiği takdirde, geri kalan süre için, sıradaki soru sahiplerine söz verilecektir.

Bilgilerinize sunulur.

Yedinci turda grupları ve şahısları adına söz alan sayın üyelerin isimlerini okuyorum:

Gruplar: Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Halil Akyüz, Adana Milletvekili Gaye Erbatur, İzmir Milletvekili Türkân Miçooğulları, İzmir Milletvekili Canan Arıtman, İstanbul Milletvekili Güldal Okuducu; AK Parti Grubu adına, Bingöl Milletvekili Abdurrahman Anik, İstanbul Milletvekili Halide İncekara, Sinop Milletvekili Cahit Can, Konya Milletvekili Harun Tüfekci, İstanbul Milletvekili Gülseren Topuz; Anavatan Partisi Grubu adına, Erzurum Milletvekili İbrahim Özdoğan, Mersin Milletvekili Hüseyin Güler, Şanlıurfa Milletvekili Turan Tüysüz.

Şahsı adına; lehinde, Ordu Milletvekili Hamit Taşcı, Ağrı Milletvekili Naci Aslan; aleyhte, İstanbul Milletvekili Ahmet Sırrı Özbek, İzmir Milletvekili Türkân Miçooğulları.

Şimdi, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Halil Akyüz; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Akyüz, süreniz 9 dakikadır.

CHP GRUBU ADINA HALİL AKYÜZ (İstanbul) - Sayın Başkan, siz onu 10 dakika yaparsınız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Başbakanlığa bağlı Diyanet İşleri Başkanlığının 2006 yılı bütçesi hakkında, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; sözlerime başlarken, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Anayasamızın 136 ncı maddesi, Diyanet İşleri Başkanlığını şöyle tanımlamaktadır: "Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasî görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanunda gösterilen görevleri yerine getirir."

Diyanet İşleri Başkanlığı, toplumumuzu din konusunda aydınlatma, dinî konularda eğitme, inanç ve inanç ayrılıklarının istismarını önleme gibi, laiklik ilkesi çerçevesinde çok önemli görevleri olan bir kurumdur. Ayrıca, kurum, görevlerini yerine getirirken, bütün siyasî görüş ve düşüncelerin dışında kalıp, eşitlik ve adalet anlayışı içerisinde, toplumca dayanışma ve bütünleşmeyi sağlamaktadır.

Değerli milletvekilleri, Diyanet İşleri Başkanlığının kadrosu yaklaşık olarak 65-70 bin kişiden oluşmaktadır. Bu kadronun yeterli olmadığı iddia edilmektedir, bu, bence de doğrudur. 15-20 bin kadroya Diyanet İşleri Başkanlığının ihtiyacı vardır. Öyle anlaşılıyor ki, hükümet, bu konularda, eksik kadroyla çalışan ne Millî Eğitim Bakanlığında ne Sağlık Bakanlığında ne Diyanet İşleri Başkanlığında kadroları tamamlayacak duruma gelememiştir, bu ekonomik gücü sağlayamamıştır. Geçen bütçede, 2005 yılı Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesinde bunları bir miktar konuşmuştuk; şimdi, o konuştuklarımızdan bu yana neler düzeldi neler düzelmedi, bunları, birlikte bir kez daha görelim.

Değerli milletvekilleri, Diyanet İşleri kadrosu, diğer kurumlar içinde, memurlar, sendikalar, en mütevazı, en hakkına razı, en sessiz kadrolardır. Bunun geleneklerimizle çok yakın ilgisi vardır, dinsel geleneklerimizle ilgisi vardır. Bu insanlar görevlerini yaparlar mütevazı bir şekilde, hak ettiklerini bile devletten talep etmezler; ama, buna bakarak iktidarın aldanmaması gerekiyor. Elbette, bütün kurumlar, bütün kurumlarda çalışanlar nasıl haklarını talep ediyorlarsa, artık, bundan böyle, Diyanet İşleri kadroları da, sendikal hakları dahil olmak üzere, ekonomik, sendikal haklarını talep edeceklerdir. Hükümetler, artık, bunlara hazırlıklı olmalıdır. Ne ekonomik bakımdan, ne özgürlük, sendikal bakımdan hak verilmeyen bu kadroların, bundan böyle, sessiz sedasız, hakkına razı bir biçimde duracaklarını zannetmiyorum. O bakımdan, hükümetlerin hazırlıklı olması lazım.

Bu kadroların yetersizliğinden söz ettik; ama, arkadaşlar, bu kadrolardan bir miktarını da, başka kurumlara, Diyanet İşleri Başkanlığının onayıyla aktarıyorlar. Yaklaşık 1 500 kişi, 2002'den 2005'e kadar, Diyanet İşleri Başkanlığı kadrolarından alınmış, başka kadrolara verilmiş, başka kurumlara verilmiş. Daha çok da, zannediyorum, Millî Eğitime verilmiş.

Ne yapıyoruz; niye Diyanet İşlerinden alıp da Millî Eğitime veriyoruz? Millî Eğitimde özel bir kadrolaşmayı mı amaçlıyoruz? Bir ihtiyaç var bir kurumda; ama, o kurumun ihtiyacını tamamlayacağımıza, o kurumdan bizim başka yerde ihtiyacımız olan kadroları alarak, o kurumu zaafa uğratıyoruz. Bu bir kadrolaşma anlayışını yansıtıyor ve bu doğru değildir arkadaşlar.

Şimdi, geçen bütçe konuşmasında, Diyanet İşleri Başkanlığının bütçe görüşmelerinde, Diyanet İşlerinin örgütlenme yasası, teşkilatlanma yasası, teşkilat yasası yoktur, bundan, hem AKP Grubu adına konuşan değerli dostum, değerli bilim adamı Said Yazıcıoğlu yakındı hem Bakan yakındı.

Sayın Yazıcıoğlu, en kısa zamanda bu yasanın önümüze geleceğini, Meclise geleceğini ümit ettiğini söyledi; yani, Grup adına konuşarak, böyle bir taahhütte bulundu.

Bakan ise, hükümet adına, çok iyi bir hazırlık yapıldığını, hazırlıkların hemen hemen bittiğini, bu yasanın önümüzdeki süreçte Parlamentoya getirileceğini söyledi.

Grup adına Sayın Yazıcıoğlu bu taahhütte bulundu; yani, Grubunuz bu taahhütte bulundu, hükümet adına Sayın Bakan bu taahhütte bulundu; ama, bir yıl geçti, yasa gelmedi.

MUSA SIVACIOĞLU (Kastamonu) - Geliyor.

HALİL AKYÜZ (Devamla) - Geliyor mu gelmiyor mu bilmiyorum; ama, öyle anlaşılıyor ki, siz bu yasayı getirmeyeceksiniz; daha doğrusu, getiremeyeceksiniz; çünkü, bu yasa geldiği zaman, benim geçen yılki bütçede yakındığım, şikâyet ettiğim konuların bu yasayla ortadan kalkması gerek; bu da sizin işinize gelmiyor; yani, hükümet, en azından Bakan, Sayın Bakan, cemevlerinin ibadethane olduğunu kabul etmiyor; sadece camiler ve medreseler ibadethane olabilir diyor, ibadethaneler kapalı alanlardır diyor.

ÖNER ERGENÇ (Siirt) - Medrese de ibadethane değildir.

HALİL AKYÜZ (Devamla) - Yani, öyle, Bakanın açıklamalarından aldığımız bilgileri söylüyoruz.

ÖNER ERGENÇ (Siirt) - Bakan öyle demez.

HALİL AKYÜZ (Devamla) - Şimdi, eğer, siz, bir asır geriye giderseniz, hilafet döneminde, Türkiye'nin, laik bir devlet, laik bir cumhuriyet, aynı zamanda Müslüman bir devlet olacağını kimse kabul etmezdi o zaman. Yani, Mustafa Kemal, Müslüman bir ülkeden laik ve demokrat bir cumhuriyet yarattı da, siz, cemevlerini ibadethane olarak niye kabul etmiyorsunuz? Ne gereği var?

ASIM AYKAN (Trabzon) - Müslümanlık kabul etmiyor.

HALİL AKYÜZ (Devamla) - Yok öyle bir şey.

ASIM AYKAN (Trabzon) - Müslümanlık kabul etmiyor, Müslümanlık…

HALİL AKYÜZ (Devamla) - Öyle bir şey yok.

ASIM AYKAN (Trabzon) - Var, var…

HALİL AKYÜZ (Devamla) - Şimdi, milyonlarca insan size diyor ki, bizim ibadet yöntemimiz budur; siz, onu, isterseniz, ibadet kabul etmeyin; ama, ben ibadetimi böyle yapıyorum diyor. Milyonlarca insan bunu söylüyor, siz bunu kabul etmiyorsunuz; niye etmiyorsunuz?

Şimdi, cemevlerinde ibadet eden insanlarımız devlete vergi ödemiyorlar mı arkadaşlar?!

AHMET YENİ (Samsun) -  Siz kabul ediyor musunuz?

HALİL AKYÜZ (Devamla) - Devlete vergi ödemiyorlar mı?     

AHMET YENİ (Samsun) - Sayın Akyüz, siz kabul ediyor musunuz?

HALİL AKYÜZ (Devamla) - Biz geldiğimiz zaman o düzenlemeyi yapacağız.

AHMET YENİ (Samsun) - Sizin kendi şahsınız kabul ediyor mu?

HALİL AKYÜZ (Devamla) - Zaten, arkadaşlar, sizinle müzakere ettiğimiz son bütçedir bu.

AHMET YENİ (Samsun) - Şahsınız kabul ediyor mu?

HALİL AKYÜZ (Devamla) - Bu, sizin son bütçenizdir; dolayısıyla, nasıl kabul ettiğimizi, nasıl düzenleme yapacağımızı gelecek sene bu zamanlarda birlikte görüşürüz. Eğer hâlâ buradaysanız, hâlâ buradaysanız, görüşürüz.

MUZAFFER BAŞTOPÇU (Kocaeli) - İnsan hayal ettiği müddetçe yaşar...

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen, hatibe müdahale etmeyelim.

Buyurun Sayın Akyüz.

HALİL AKYÜZ (Devamla) - Değerli milletvekilleri, bakın, hiç kimse, kendisini, kimseden daha Müslüman, kimseden daha laik, kimseden daha demokrat görmesin; ama, bu sorunu çözeriz arkadaşlar.

FARUK ANBARCIOĞLU (Bursa) - Sorun yok ki…

HALİL AKYÜZ (Devamla) - Bu sorunu çözeriz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Akyüz, lütfen, toparlayabilir misiniz.

Buyurun.

HALİL AKYÜZ (Devamla) - Bitti mi?

BAŞKAN - Bitti süreniz Sayın Akyüz.

HALİL AKYÜZ (Devamla) - Yapmayın Başkanım.

Grubunuzun sözcüsü, geçen bütçede, hatta, bu inanç grubunun Diyanet İşleri Başkanlığında temsil edilmesi gerektiğini söyledi. Not burada. Şimdi, onları çıkarıp, okuyup, vakit kaybetmeyeyim.

Yani, hepimiz şunu bilelim: Arkadaşlar, Diyanet işleri Başkanlığı önemli bir kurumdur. Elbette, çok önemli bir kurumdur. Sizden çok biz kıymet veriyoruz bu kuruma; ama, bu kurumun, insanların mutluluğuna katkı sağlaması lazım, hatta onu gerçekleştirmesi lazım. İnsanlar ruhsal bakımdan bunalıma girmemesi lazım. Toplumun önemli bir kesimini ruhsal bunalıma sokuyorsunuz, toplumun her kesiminde bunalım var da… Arkadaşlar, her kesiminde bunalım var. Yeni bunalımlar yaratmanın gereği yok. Dolayısıyla, bu inanç grubunun hem Diyanet İşlerinde temsil edilmesi hem de cemevlerinin bir şekilde bir statüye bağlanması lazım. Bir kuruş para vermiyorsunuz. Bu insanlar devlete vergi veriyorlar; ama, bu verilen vergilerle, bir mezhebi destekliyoruz; doğru yapmıyoruz arkadaşlar. Uzun zamandır böyle yapıyoruz. Destekliyoruz, bir mezhebi de görmezlikten geliyoruz. Hayır, bunu görmezlikten gelmeyelim. Bu doğru değil, bu adaletli değildir.

Arkadaşlar, toplumun her kesiminde sıkıntı var; ama, siz ne yapıyorsunuz; içkiyi yasakladık…

MUZAFFER BAŞTOPÇU (Kocaeli) - Ne yasağı, nereden çıktı o yasak?! Nereden biliyorsun?

HALİL AKYÜZ (Devamla) - Bir haftadır, on gündür gazeteleri okumuyor musunuz?

BAŞKAN - Sayın Baştopçu, lütfen…

HALİL AKYÜZ (Devamla) - Efendim "ulemaya soralım" Fatih Camiinin avlusunda cumhuriyete meydan okuyalım... Bu işlerle, bu marjinal şeylerle uğraşmayın arkadaşlar. Bunları engelleyin.

Bakın, geçen hafta içinde bir sanatkâr grubu buraya geldi. Diyorlar ki "Bizim, korsan yayın nedeniyle, korsan kasetçilik nedeniyle emeğimiz heba oluyor, çare bulun." Feryat ediyorlar. Yasa çıkardık, yasaları uygulamıyorsunuz.

AHMET YENİ (Samsun) - Halledeceğiz.

HALİL AKYÜZ (Devamla) - Ne kapkaçı uygulayabildiniz ne terörü uygulayabildiniz. Değerli arkadaşlarım bunları önlememiz lazım.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

FARUK ANBARCIOĞLU (Bursa) - Sanatçılar Başbakanı alkışlayarak gittiler buradan.

BAŞKAN - Lütfen, sayın milletvekilleri…

HALİL AKYÜZ (Devamla) - Sayın Başkan, sadece 30 saniye lütfen, sadece teşekkür edeceğim.

BAŞKAN - Lütfen, Sayın Akyüz, eksürenizi  verdim.

 Sayın Akyüz…

HALİL AKYÜZ (Devamla) - Çok rica ediyorum…

BAŞKAN - Lütfen, Sayın Akyüz, teşekkür eder misiniz.

HALİL AKYÜZ (Devamla) - Teşekkür edeceğim Sayın Başkan.

BAŞKAN - Sayın Akyüz, lütfen…

HALİL AKYÜZ (Devamla) - Şimdi, değerli arkadaşlarım, bunlara itiraz etmenin bir anlamı yok. Bunları, birlikle önlememiz lazım, toplumu huzura kavuşturmamız lazım; bizim görevimiz budur. Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında, gelecek bütçede göreceksiniz ki, toplum huzur bulmuş olacaktır ve bu sorunlar da çözülmüş olacaktır. (CHP sıralarından alkışlar)

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AHMET YENİ (Samsun) - Sayın Akyüz, hayal kurma, hayal!..

HALİL AKYÜZ (Devamla) - Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Akyüz.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına ikinci konuşmacı, Adana Milletvekili Sayın Gaye Erbatur; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA N. GAYE ERBUTAR (Adana) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2006 yılı SHÇEK bütçesi üzerine Cumhuriyet Halk Partisinin Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz aldım; sizleri saygıyla selamlıyorum.

2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı görüşmeleri çerçevesinde üzerinde görüşme yapacağımız Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu Bütçesi, bütçenin en fazla dikkat gerektiren bölümlerinden biridir. Şu an, Parlamentonun, uzun yıllardır gittikçe büyüyen ve son günlerde tüm dramatikliğiyle kendini gösteren risk altındaki çocuklar sorununun çözümünde taşıdığı sorumluluğu yerine getirme zamanıdır.

Bütçe Kanununun kabulü aşamasında, hükümet ve Parlamento olarak yaptıklarımız ve yapamadıklarımızla, çocukların bu ülkede, kaynak yetersizliği, personel yetersizliği gibi sebeplerle maruz kaldığı ihmal ve istismarın ortağı olacağız.

Sosyal hizmet faaliyetlerinden yararlanan kişilerin yaşadıkları sorunlar, aslında, bu hizmetlerin sunulmasında temel bakış açısının da değişmesi gerektiğini gözler önüne sermektedir. Yaşanılanları unutamayız. Onların tekrarlanmasını önleyecek olumlu dersleri vakit geçirmeksizin çıkarmak ve acil olarak uygulamaya koymak zorundayız. Bütçe kanunu da bunun en önemli aracıdır.

Öncelikle, sosyal hizmetler konusunda bir bakış açısı değişikliğine gereksinim bulunmaktadır. Sosyal hizmetlerden yararlanma hakkı, her tür vatandaşının anayasal hakkı olan yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkının gereğidir. Dolayısıyla, bu hizmetlerin, kişilerin temel haklarını kullanmalarının ve yeterli yaşam seviyesine sahip olma olanaklarının risk altına girmesini önleyecek biçimde planlanması gerekir.

Bu yılki ve önceki yıllar faaliyet raporlarına baktığımızda, kurum hizmetlerinin, AKP İktidarında, önceki yıllara göre müthiş bir duraksama içine girdiğini ve artan sosyal sorunlar karşısında, kendisinden beklenen hizmetleri yerine getirmekte zorlandığını görmekteyiz. Bu geriye gidiş, Malatya Çocuk Yuvasında yaşanan olayda olduğu gibi son iki yılda kurumda yaşanan, basına yansıyan çok sayıda olumsuz olayla kamuoyunca da yakından izlenmekte ve bilinmektedir.

SHÇEK'teki bu geriye gidiş ve çözülmenin sebeplerini 5 ana başlıkta irdeleyebiliriz:

Birincisi; Adalet ve Kalkınma Partisinin yanlış sosyal devlet anlayışıdır. Sosyal yardım ve hizmetlere birer iane, lütuf ve sadaka anlayışıyla yaklaşım sorunu büyütüyor. Oysa, çağdaş sosyal devlet anlayışı, sosyoekonomik yönden yetersiz olan toplum kesimlerini destekleyen, güç koşullarda yaşayan, ihmal ve istismara uğrayan özel ilgi ve desteğe gereksinim duyan yurttaşlarına sahip çıkmayı, el uzatmayı, kendisi için görev, yurttaşları adına hak bilen devlet anlayışıdır.

İkincisi; Adalet ve Kalkınma Partisinin, maalesef, kadrolaşmasıdır. Adalet ve Kalkınma Partisinin, devletin, yurttaşlarına hizmet için ihdas ettiği makamları, partili eş ve dostlarının ödüllendirildiği yerler olarak görmesidir. Adalet ve Kalkınma Partisi İktidarında, kurumda belirli görevlere gelmeyi liyakat, eğitim ve hizmet sürelerine bağlayan Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliği yürürlükten kaldırılmıştır ve daha sonra, yıllarını kuruma, kurumdaki çocuk, özürlü ve yaşlılara vermiş uzman yöneticiler görevden alınarak ya da geçici görevlerle perişan edilmiştir.

Üçüncüsü; personel yetersizliğidir. Üç yıl önce 10 000'e yakın olan personel sayısı, bu hükümet döneminde her yıl azalarak 8 764'e düşmüştür. SHÇEK'te hizmetlerin asgarî düzeyde yürütülebilmesi için 17 000 personele ihtiyaç bulunmaktadır. SHÇEK'e bağlı kuruluşların birimlerinde sadece 600 tane sosyal hizmet uzmanı olduğunu düşünürsek, takdir edersiniz ki, sosyal devlet ilkesini gerçekleştiren ve yararlanıcıları bakımından, onların psikososyal yapıları gözönünde tutularak doğru yaklaşım sergilenmesine duyulan ihtiyaç bakımından bu sayı, yeterli olmak nerede, ihtiyaçlara bile cevap verememektedir.

Çağdaş normlara göre 6-8 çocuğa 1 bakıcı gerekirken, 20-25 çocuğa 1 bakıcı, 4 özürlüye 1 bakıcı gerekirken, 30-35 özürlü çocuğa 1 bakıcı hizmet vermektedir. Her 10 çocuğa 1 meslek elemanı olması gerekirken, ülkemizde bu sayı 50-60 civarındadır. Bakıcı annelerin sayılarının yetersizliği nedeniyle aslî işi temizlik yapmak olan taşeron şirket elemanlarına çocukların bakımı yaptırılmaktadır.

Dördüncüsü; SHÇEK'e bütçeden ayrılan kaynakların yetersizliğidir. Sayın Bakan bütçe görüşmeleri sırasında, SHÇEK bütçesinin gereksinimleri karşılayamayacağını, muhakkak değişmesi ve artması gerektiğini belirtti. Kendisine gerçekten yürekten katılıyorum. Diyorum ki, keşke bütçedeki her kalemden biraz indirimler yapıp SHÇEK bütçesine ekleseydik.

Beşincisi; bu dört başlıkta ifade edilen olumsuzluklar, kurumun üç yıldır vekil genel müdürlerce yönetilmesi, görevden almalar, geçici görevler, dışarıdan atamalar, uzman personelin dışlanması sonucu kurumsal motivasyon ve heyecanın azalmasıdır.

Kurumun son yıllarda kamuoyundaki imajının yara almasıyla hayırseverlerin yaptıkları bağışlarda ve sivil toplum kuruluşlarının katkı ve katılımlarında ciddî azalma söz konusudur.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hatırlayacaksınız, geçtiğimiz yıl, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, sokakta yaşayan ve çalışan çocuklarla ilgili bir araştırma komisyonu kuruldu. Değerli milletvekillerimiz ve konunun uzmanları aylarca çalıştık. Ortaya sorunla ve SHÇEK'le ilgili çok kapsamlı bir çalışma çıkarıldı, Bakanlar Kurulunda görüşüldü, ilgili 4 bakan görevlendirildi. Adalet ve Kalkınma Partisinin, maalesef, diğer konularda yaptığı gibi, kamuoyunda "tamam, bu sefer ciddî şeyler yapılıyor" havası yaratıldı, basına demeçler, görüntüler verildi; ama, maalesef, sonra unutuldu. Ne Sayın Bakanın sunuşunda ne de bütçe tasarısındaki faaliyet raporunda bu araştırma komisyonu raporundan tek kelimeyle bahis yok.

SHÇEK'in bir diğer çalışma alanı ise, bildiğimiz üzere, şiddete uğrayan kadınlardır. Örneğin, kadın sığınma evlerinde, şiddete uğradığı kişilerden kaçan ve izinin bulunmasını istemeyen kadınların can güvenliğinin sağlanabilmesi ve şiddet uygulayan kişilerin iz sürmesi nedeniyle yaşanabilecek olumsuz olayların önlenebilmesi gerekmektedir; yani, gizlilik birinci şarttır; çünkü, şiddete uğrayan kadının ilk başvuru yeri bu merkezlerdir. Bu merkezler Güldünyaların ölmesini önleyecektir.

Ülkemizde bugün halen 24 kadın sığınma evi var; 14'ü SHÇEK'in açtığı, 10'u da SHÇEK'in kurulmasına izin verdiği sığınaklardır; oysa, Avrupa Birliği standartlarında her 10 000 kişiye bir sığınma evi açılmalıdır. 2005 Avrupa Birliği İlerleme Raporunda da kadın sığınma evi konusu özellikle belirtilmiştir.

Sığınma evlerinde çalışan uzmanlar, şiddet mağduruyla konuşma, kadınları anlama, sorunlara çözüm getirme konusunda bilgi sahibi olmalı ve eğitim almış olmalıdır; ayrıca, 183 Acil Yardım Hattının 24 saat çalışması gerekir.

Çocuk ve yaşlı bakımını evde üstlenmek zorunda kalan kadının ev dışındaki çalışma yaşamı son bulmuş olur. Ataerkil toplumların en önemli özelliklerinden biri çocuk ve yaşlı bakımının sadece kadının göreviymiş gibi algılanmasıdır; oysa, sosyal devlet olmanın anlayışı, yaşlı bakımının ücretsiz olarak devlet tarafından karşılanmasıdır.

Ülkemizde 66 huzurevi var. Huzurevlerinin her il ve ilçeye yaygınlaştırılması gerekmektedir. Mevcut huzurevlerinin olduğu iller dışındaki illerde yaşayan yaşlılarımız veya kimsesi olmayan, çok yoksul olan ve hiçbir sosyal güvencesi olmayan ihtiyaç sahiplerinin nerelerde yaşamakta olduğu, hangi destek mekanizmalarından yararlandığı tam bir soru işareti; çünkü, elimizde bu konuda net bir istatistik yok; oysa, sosyodemografik özellikler belirlenerek hizmet planlanması ve bütçe hazırlanmalıdır.

Bütçede SHÇEK'e ayrılan payı değerlendirirken geliştirilmesi gereken çocuk koruma sistemine ilişkin temel çerçevenin çizilmesine gereksinim bulunmaktadır.

Suç, madde kullanımı gibi sosyal riskler dahil olmak üzere tüm risk altındaki çocukların korunmasıyla ilgili hizmetleri sunma görevi Çocuk Koruma Kanunuyla SHÇEK'e verilmiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Erbatur, lütfen toparlayın.

Buyurun.

N. GAYE ERBATUR (Devamla) - Daha önceki görevlerini bile tam olarak yerine getiremeyen SHÇEK bu görevi nasıl yerine getirecektir; bu bütçede, bu konuda bir gelişme var mıdır?

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; buraya kadar söylediklerimden de anlaşılacağı gibi, maalesef, SHÇEK, Adalet ve Kalkınma Partisinin yanlış sosyal devlet anlayışına ve kadrolaşma çabalarına kurban edilmektedir. Ekonomik kriz sürüyor, işsizlik, yoksulluk, her geçen gün daha da artıyor. Böyle dönemlerde yaşanan sorunların toplum üzerindeki olumsuz etkilerini yok etmek ya da azaltmak üzere, sosyal politikalar geliştirmek, sosyal devletin en başta gelen görevidir. Sosyal hizmetler ve yardımlar, yürütülmesi zor ve pahalı hizmetlerdir; ama, zamanında yapılmadığında, topluma maliyeti çok daha yüksek olmaktadır, telafisi mümkün olamamaktadır. Örneğin, evinde yardım bekleyen bir yaşlı, bir özürlü, sokaktaki bir çocuk ya da bir kadın için, çoğu zaman bir saat, bir gün bile çok geç olabilecektir.

Konuşmamı bitirirken, son olarak, hizmetiçi kurslardan söz etmek istiyorum. Sayın Bakan, hizmetiçi kursların, ilk kez kendi döneminde yapıldığını, bütçe görüşmeleri sırasında söylemişti. Sayın Bakana, 1993-2003 döneminde düzenlenmiş olan ve 16 000'i aşkın personelin katıldığı SHÇEK Eğitim Merkezî Başkanlığınca düzenlenen eğitim faaliyetlerinin bir listesini de vermek istiyorum.

Umarım, SHÇEK bütçesi, ülkemizde yaşayan korunmaya muhtaç çocukların, yaşlıların ve şiddete uğramış kadınların sorunlarını çözmek için az da olsa bir katkı yapar.

Teşekkür ederim. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Erbatur.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına üçüncü konuşmacı, İzmir Milletvekili Türkân Miçooğulları.

Buyurun Sayın Miçooğulları. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA TÜRKÂN MİÇOOĞULLARI (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Özürlüler İdaresi Başkanlığı bütçesi üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Sözlerime başlarken, Yüce Heyetinizi ve umutla bizi izleyen yurttaşlarımızı saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

Özürlülük, doğuştan veya sonradan herhangi bir hastalık ya da kaza sonucu bedensel, zihinsel, ruhsal, duyusal ve sosyal yetileri çeşitli derecelerde kaybetme ve normal yaşamın gereklerine uymama durumudur. Bizlerin de yarın bir özürlü olamayacağını kimse garanti edemez.

Sağlıklı doğmak ve yaşamak en temel insan hakkıdır; ancak, yüzyıllardan beri toplumda var olan özürlülük sorunu insanlık tarihi kadar eskidir.

Özürlülüğün ortadan kaldırılmasına yönelik gayretlerin hiçbirisi, bu sorunu ortadan kaldıramamıştır; ama, son yıllarda, özürlülerle ilgili politikalar uluslararası düzeyde gelişme göstermiş ve bu doğrultuda, bütün dünyada özürlülerle ilgili politikalar, ayrımcılıkla mücadele kanunlarıyla yürütülmeye başlanmıştır. Bu çerçevede, ırk, dil, din, cins gibi ayırımcılık yapılamayacak alanlara özürlülük de eklenmiştir; çünkü, günümüzde savaşlar, terör olayları, depremler, yangın, doğal afetler, kazalar, ilaç, uyuşturucu madde, besin ve kimyasal madde zehirlenmeleri ile uygarlığın beraberinde getirdiği sayısız birçok nedenin, özellikle gelişmekte olan ülkelerde özürlülerin sayısını hızla artırdığı gözlenmektedir. Bu nedenlerden dolayı, çıkarılacak yasalarda yapılacak düzenlemelerde, bu son derece hassas konuların dikkate alınması büyük önem taşımaktadır.

Bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de özürlüler, diğer insanlar gibi toplumsal yaşama aktif bir biçimde katılmak ve yaşamın tüm nimetlerinden yararlanmak istiyorlar. Bu, onların insan olmalarından doğan en tabiî haklarıdır. Onların bu haklarını, bu taleplerini yerine getirmek, çağdaş, sosyal devlet için, çağdaş toplum için de bir görevdir ve günümüzde özürlü nüfusun yaşam düzeyi ile özürlülere sunulan hizmet kalitesi, çağdaşlık ve gelişmişlik göstergeleri arasında önemli bir yer tutmaktadır.

Devlet İstatistik Enstitüsünün yakın zamanda açıkladığı araştırma sonuçlarına göre, nüfusumuzun yüzde 12,29'u; yani, 8 500 000'i özürlü insandan oluşuyor. Bu insanlarımızın yüzde 47'si, o güne kadar özrüyle ilgili hiç sağlık hizmeti almamış, yüzde 36,34'ü okuryazar dahi değil, yüzde 50'den fazlasının sosyal güvencesi yok, yüzde 34'ü doğuştan, yüzde 66'sı sonradan özürlü, yüzde 80'i çalışma hayatı dışında.

Özürlüler ve özürlü aileleri, toplumun en mağdur kesimini oluşturmakta. Özürlülüğün nedeni, elbette, yoksulluk değil; ama, hem özürlülük hem yoksulluk yan yana gelince hayat özürlüler ve özürlü aileleri için dayanılmaz oluyor. İşte, o zaman, tüccar devletin değil ama sosyal devletin gereği tüm şiddetiyle anlaşılıyor. Bu kadar insanî, bu kadar önemli bir konu, ailelerini de düşünürsek, neredeyse nüfusumuzun üçte 1'ini etkilemekte. Toplum yaşamını bu kadar derinden etkileyen bu sorunun yıllarca bu kadar sahipsiz kalmasının nedeni, sosyal devlet politikalarının tam hayata geçirilememiş olmasıdır diye düşünüyoruz. Artık, Türkiye'de, özürlülerin gerçek sayısını ve hangi özürlü grubundan ne kadar özürlünün hangi ilimizde, hangi ilçemizde, hangi mahallemizde, hangi köyümüzde yaşadığını bilmek zorundayız. Bunları bilmeliyiz ki, ancak bu şekilde onlara hizmet götürebiliriz; rehabilitasyon merkezlerimizi, okullarımızı ancak buna göre planlayabiliriz. 2002 yılında özürlülerle ilgili yapılan araştırma sonucu belli başlı verilere ulaşılmış olsa da, bu, planlama ve politikalar açısından yeterli değildir.

Sayın Bakan, değerli milletvekilleri; AKP Hükümeti, 2003 yılında, önceki hükümetler döneminde gündeme gelen yasa taslaklarını sivil toplum kuruluşlarının da katkılarıyla yeniden düzenleyerek, 94 maddelik bir yasa taslağını kamuoyuna açıkladı. Doğal olarak bu durum özürlüler arasında büyük bir sevinç yarattı; ama, iki yılı aşkın bir süre bu konu gündemden uzak tutuldu, âdeta uyutulmaya çalışıldı. Başta Türkiye Sakatlar Konfederasyonu olmak üzere, sivil toplum kuruluşları, çeşitli toplantılarla, eylemlerle taleplerini gündemde tuttular. Biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, hemen hemen her Grup toplantımızda özürlülerin sorunlarını konuştuk ve hükümeti verdiği sözleri yerine getirmeye çağırdık. Bütün bu baskılar sonucunda, tasarı, Meclis gündemine taşındı. Maliye Bakanının neredeyse her maddesine itiraz ettiği tasarı, aylarca Mecliste komisyonlarda tartışıldı. Maliye Bakanının itiraz etmesini de anlamak mümkün değil; Özürlüler Yasasını çıkarıp parasını vermedikten sonra, ekonomik yönden onu güçlendirmedikten sonra, bu yasanın işe yarar hiçbir yanı olmaz; çünkü, hem Çocuk Esirgeme Kurumunu hem özürlüleri ilgilendiren konular, daha çok, toplumumuzda parayla çözülecek konular.

Nihayet, 1 Temmuz 2005 tarihinde yasalaştı; ama, nasıl yasalaştı; 95 maddelik tasarı kuşa çevrilerek, 40 maddesi, malî gerekçelerle geri çekilerek yasalaştı. Her ne kadar, Cumhuriyet Halk Partisinin hazırladığı önerinin çok uzağında olsa da, özürlülerimize ilişkin bazı adımlar atıldı. Yasanın kabul edilmesi nedeniyle, 2 Temmuzda, AKP Genel Merkezinde bayram yapıldı. Sanki, özürlülere, çok fevkalade, onların hiç hayal edemeyecekleri bir yasa sunulmuş gibi gösteriler yapıldı. Oysa, 3 Temmuz 2005 tarihinde, yani, bir gün sonra, özelleştirme uygulamalarına ilişkin kanun, CHP'nin terk ettiği Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda kabul edildi. Bu kanunun 7 nci maddesiyle 4046 sayılı Özelleştirme Kanununun 21 inci maddesi değiştirilerek, özelleştirilen kamu kurumlarının kapatılması ya da tasfiyesi hariç, sakat kadrolarında çalışanların işten çıkarılmalarını engelleyen düzenleme ortadan kaldırıldı; yani, artık, özelleştirilen kurumları alanlar, özürlülerimizi işten çıkardılar, işsizliğe mahkûm ettiler. Öte yandan, bir başarı olarak gösterilen Özürlüler Yasası, hem dünya normlarının çok altında hem de Türkiye Cumhuriyeti Devletinin altına imza attığı uluslararası anlaşmaların çok gerisindedir. Bu yasal düzenlemeyle, ikinci derecede engellilerin emeklilik hakkı onsekiz yıla, üçüncü derecede engellilerinki ise yirmi yıla çıkarılmıştır.

Yasada, insanlara, özürleri dolayısıyla ayırımcılık yapılamayacağının yer alması son derece önemli bir kazanım; ancak, nelerin ayırımcılık sayılacağı belli değil. Başta Sağlık Başkanlığı, Millî Eğitim Bakanlığı, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu ve Özürlüler İdaresi olmak üzere, kamu kurum ve kuruluşları arasında olması gereken eşgüdüm, yasada yeterince belirlenmemiş. Özürlülerin sosyal güvenlik kurumları, SSK, Bağ-Kur, Emekli Sandığıyla yaşadıkları sorunlara çözüm getirilemedi. Bu çözüm getirilememesinin sonuçlarını, toplum içerisinde gezdiğimiz, yurttaşlarımızla dertleştiğimiz zamanlarda da duyuyoruz. Daha dün, Bağ-Kurlu bir yurttaşımız, çocuğunun tedavisini yaptıramadığından şikâyet ediyordu. 2022 sayılı Kanuna göre maaş alırken evlenen özürlü kadınlardan, evliyken aldıkları maaşlar faiziyle birlikte geri isteniyor. Mahkemeler, icralar sürüyor. Erkekler için böyle bir uygulama yok. Kadın-erkek eşitliğine aykırı bu durum düzeltilebilir, özürlü kadınların mağdur olması önlenebilir.

Özürlülerin en büyük sorunları işsizlik. Buna da bir çözüm getirilememiş. Yasada, sosyal güvenliği olmayan özürlülere bakım güvencesi getiriliyor; ama, sosyal güvencesi olan özürlülere böyle bir hak yok.

Daha önce 572 sayılı Kararnamede yer alan, AKP İktidarında kaldırılan, belediyelerin ulaşım araçlarından özürlüler ve refakatçilerinin ücretsiz ya da indirimli yararlanmaları, belediyelerin büfe, otopark ve bu gibi küçük işletmelerinin öncelikle özürlülere tahsisi bu yasada yer almadı.

Ayrıca, bu hükümetin özürlülere yönelik bakış açısını dile getirmek için çok çarpıcı bir örnek vermek ve Sayın Bakana sormak istiyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Miçooğulları, tamamlayabilir misiniz.

Buyurun.

TÜRKÂN MİÇOOĞULLARI (Devamla) - 2005 yılı bütçesinde ayrılan ödenek 3 616 885 Yeni Türk Lirası iken, 2006 bütçesinde ayrılan ödenek 3 500 000 Yeni Türk Lirasıdır. Biraz önce de belirttiğim gibi, bu sorunların çözülmesi sadece ve sadece sosyal devlet anlayışına ve paraya dayalıdır. Birçok bakanlıktan daha çok paraya ihtiyacı olan bu Bakanlığın -Bakanın kendisinin de ifade etmesine rağmen- hâlâ daha bütçedeki payının bu kadar kısaltılmış olmasını anlamak mümkün değildir. Sayın Bakan, bütçe görüşmelerinde keşke biz kadınlardan destek isteseydiniz, biz de gelip sizi destekleseydik de, bu payı iki misline çıkarabilseydik.

Özürlülerin diğer sorunlarını anlatmak, bu yasadaki birtakım eksiklikleri, aksaklıkları konuşabilmek için daha çok zamana ihtiyaç var. Dilerim, zaman içerisinde bu yasanın aksaklıkları giderilir, düzeltilir ve Özürlüler İdaresine de daha çok para ayrılır.

Yalnız, ben, buradan, AKP hükümetine ve milletvekili arkadaşlarıma seslenmek istiyorum. Bu Özürlüler Yasası, hükümetin yaptığı bu Özürlüler Yasası, bu Meclisin çıkardığı bir yasa. Şimdiye kadar,  genelde o yasayla sorumlu idareler -örneğin, burada, Özürlüler İdaresi- kendileriyle ilgili o yasaları kitaplaştırıp veya not haline getirip topluma sunmakla sorumluydu. AKP Hükümeti -Sayın Başkan size olan saygımdan, bir yönetici olarak, kürsüye herhangi bir not getirilmemesi gerektiği için, o kitabı getirmedim; ama, isteyen arkadaşlara sıramda gösterebilirim- sanki tüm yasaları kitap haline getirip de toplumun bilgisine sunuyormuş gibi, devletin yapması gereken bir görevi Adalet ve Kalkınma Partisi, kendi yönetiminde yapılmış gibi...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Miçooğulları.

TÜRKÂN MİÇOOĞULLARI (Devamla) - ...ve kendi partisinin amblemini de kitabın üzerine basarak, özürlülerin bilgisine sunmuştur.

Değerli AKP'li arkadaşlarım, toplumun hemen hemen üçte 1'ini teşkil eden bu kadar geniş bir kesimi sahiplenmek, onların kendi örgütlü kuruluşlarını arka bahçeleriniz haline getirmeye çalışmak, ne size ne topluma ne de onlara yarar getirmez. Bu konuda bu Meclisin yaptığı yasaları, bu devletin üstlenmeye çalıştığı sorumlulukları hep birlikte üstlenelim ve özürlülerimizin sorunlarına, partizanlık anlayışının dışında, tam bir sosyal devlet anlayışıyla sahip çıkalım, bundan sonra da gereği neyse yerine getirelim diyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Miçooğulları.

Söz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen İzmir Milletvekili Canan Arıtman'ın.

Buyurun Sayın Arıtman.

CHP GRUBU ADINA CANAN ARITMAN (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü 2006 bütçesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini sunmak üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Türk Milletini ve onun Meclisini saygıyla selamlarım.

Tüm tarihimiz boyunca aile kurumunu önemsemiş bir milletiz. Anayasamıza "Aile, Türk toplumunun temelidir" yazmışız. Bunun, dünyada başka bir örneği yok. Anayasamızın "Ailenin korunması" başlığıyla başlayan 41 inci maddesi, devlete, aileyi, kadın ve çocukları korumak, güçlendirmek, huzur ve refahını artırmak için gerekli tedbirleri alma görevini verir.

Bu amaçla kurulan Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğünün görevi ise, ülkemizdeki sosyal sorunların tespit ve çözümü ile Türk ailesinin bütünlüğünün korunması, güçlendirilmesi ve sosyal refahının artırılmasına yönelik bilimsel araştırmalar yapmak, projeler geliştirmek, bunların uygulamaya konulmasını sağlamak ve aileye yönelik millî bir politikayı oluşturmaktır.

Genel Müdürlüğün 2006, 2007, 2008 araştırma bütçelerine bakarsak, bir artış olmadığını, hatta azalışlar olduğunu görürüz. Bu yetersiz bütçe ve yetersiz sayıdaki personelle, kurumun görevlerini yerine getirmesi mümkün değildir. Gerekli araştırmalar, bu ödeneklerle yapılamaz. Halbuki, bu araştırmalar toplumumuz için çok acildir ve geç kalıyoruz. Sonra, toplum olarak çok yüksek faturalar ödemek zorunda kalırız. Dünyadaki pek çok örnekte görüldüğü gibi, ailenin bozulması, çözülmesi nedeniyle ortaya çıkan sorunlarla baş edebilmek için, devletin kurumları büyük emekler, büyük paralar sarf etmektedir.

Bu nedenle, Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü, hem personel olarak güçlendirilmeli hem de araştırma bütçeleri desteklenerek, bilimsel araştırma yapan bir kurum niteliğinde ele alınmalıdır. Türk ailesi, ülkedeki ekonomik krizlerin atlatılmasında, sosyal patlamaların olmamasında, dayanışma örneklerinin ortaya konulmasında, kültürel bir sermayedir. Türkiye'nin böyle bir sermayeyi tüketme lüksü olmamalıdır. Bugün, aileiçi şiddet, uyuşturucu, alkol, töre suçları, sokak çocukları, bakıma muhtaç çocuklar, artan suç oranları gibi başlıklar altında ele alabileceğimiz konular, hep aile kaynaklıdır. Ailede ihmal edilen her konu, bir sonraki aşamada ve toplumsal hayatın başka bir kesiminde, karşımıza, daha karmaşık, daha pahalı sorunlar dizgesi olarak çıkacaktır.

AKP İktidarı olarak üç yılı bitirdiniz. Peki, aile için, aileyi güçlendirmek, refah ve mutluluğunu artırmak için ne yaptınız? Dördüncü yıla giren iktidarınızda, Türk ailesi ne durumda; aynen ülkeye yaptığınız gibi, bölünme, parçalanma tehdidi altında ve çöküşte; geleneksel gücünü kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya. Ekonomik ve sosyal sorunlar karşısında ezilmiş, değer yargılarını kaybetmeye başlamış ve toplumun en önemli direnç noktası olarak kabul edilen aile, büyük ölçüde yıpranmış, işlevlerini yerine getiremez hale gelmiştir.

20 000 000 insanımız yoksulluk, 1 000 000 insanımız açlık sınırının altında yaşıyor. Milyonlarca işsiz var. İşsizlik, aileyi temelden sarsan en büyük sosyal sorundur. Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğünün yapmadığı,   yapamadığı;   ama,   ATO'nun   yaptığı   bir araştırmaya göre, 1 051 000 hane halkı reisi işsiz. İşsizlik oranı yüzde 11,7. Bu rakamın yüzde 38'ini aile reisleri oluşturuyor. Rapora göre, işsiz aile reislerinin yüzde 76'sının hanesinde hiç çalışan yok; kendileri işsiz, aile bireyleri işsiz. Onlar için yaşam açlık, sefalet, yoksulluk ve hastalık demek. Aşevlerinde kuyruğa giriyorlar, akraba ve komşularının yardımıyla ayakta kalmaya çalışıyorlar.

Türkiye büyüyor; ama, bu büyüme kâğıt üzerinde kalıyor. İşsizlik sorununu çözemeyen Türkiye, bırakın yetişkin bireylerini, ailenin temel direği olan reislerini bile işsizliğe kurban veriyor. Çıkış yolu arayan milyonlarcası, kredi kartı batağına saplanmış durumda. Kredi kartları, kredi kartı borçları, felsefe öğretmenine soygun yaptırıyor, assubayını intihar ettiriyor.

Açlık sınırının 750 YTL olarak belirlendiği bugünlerde, işçilerimiz de, memurlarımız da açlık sınırının altında yaşıyor ve en yoksul yüzde 40'lık dilimde yer alıyorlar. Bu yıl Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğüne, çocuklarının eğitim ve sağlıktaki şartlı nakit yardımı için başvuran hane sayısı 1 177 000 arkadaşlar. Binlerce aile, bakamadığı çocuklarını SHÇEK'e vermek için sırada. 15 yaş altındaki çocukların yüzde 40'ı yoksul.

Sosyal politikalardan vazgeçip, IMF'ye teslim olmuş AKP İktidarı, kömür yardımları, aşevleriyle olsa olsa pansumancı olur; ama, kötü bir pansumancı olur; pansuman yaptığı yer kangren oluyor, ayırdında bile değilsiniz. Fakirlik, yoksulluk, işsizlik, göç, gelir dağılımı adaletsizliği, hem aileiçi şiddeti hem de toplumsal şiddeti artırıyor, ülkede suç ve suçluluk oranlarında patlama yaşanıyor. Her üç kadından biri, her iki çocuktan biri şiddete maruz kalıyor. Şiddete maruz kalan çocuklar, geleceğin şiddet uygulayıcısı olarak yetişiyor.

İktidarınızda, Malatya Çocuk Yuvasında devlete emanet edilen çocuklara, şiddetin en ağırını, en acımasızını uyguladınız. Müthiş yerel yönetim anlayışınızla içkiyi yasaklarken, bir yandan da halkımıza pis, mikroplu suları içirtip, binlercesini ishalden kırdınız. Şehir suyunu temizlemeye, devlete emanet edilen çocuklara bakmaya para ayıramazken, aile boyu yurtdışı gezilere milyonlarca dolar harcadınız.

Göçle gecekondulaşmış yoksul aileler, geçimlerini çocuklarıyla sağlamaya çalışıyor. Analar, babalar kendi elleriyle çocuklarını sokağa yolluyor, para kazanmaya yolluyor; git, eve para getir de, nasıl getirirsen getir, ister kapkaç yap, ister dilen, ister mendil sat diyor. Çocukların sokağa çıkma yaşı 5 yaşına düştü arkadaşlar ve ailelerince sokakta çalıştırılan bu çocuklar, bir süre sonra sokağın çocuğu oluyor, sokak çocuğu oluyor, madde bağımlısı oluyor. Güneydoğudaki yoksul aileler ise bizzat kendileri, çocuklarını, kapkaç, yankesicilik, hırsızlık gibi suçları yapmak üzere, organize suç örgütlerine kiralıyor, onları suça karıştırıyor, geleceklerini karartıyor. Yoksulluk, gördüğünüz gibi, önce çocukları ve kadınları vuruyor. Hane reisinin işsiz kalması ise, onu daha baskıcı yapıyor ve şiddete yöneltiyor.

Bir yandan boşanmalar olağanüstü bir yükseliş trendine girerken, çocuk evlilikleri, imam nikâhı denen, aslında nikâhsız, ahlaksız birliktelikler ve çokeşlilik artıyor. Aile odaklı bir iletişim aracı olan televizyon, amansız bir reyting ve kâr amacı içinde, abartılı, magazinel, şiddet ve erotizm dolu yapımlarla kurmaca bir dünyayı sunup Türk ailesinin değer yargılarını erozyona uğratıyor, aile içi şiddeti artırıp, çocukların, gençlerin gelişimini de olumsuz etkiliyor.

Ege Üniversitesinde yapılan bir araştırmaya göre, öğrencilerin yüzde 11,2'si intiharı düşünüyor; mutsuz ve umutsuzlar. Ailelerinin tüm özverilerine karşın, yarı aç yarı tok okumaya çalıştıkları fakülteleri bitirseler de işsiz kalacaklarına inanıyorlar. Onların feryatlarını duymuyorsunuz. Üniversite mezunlarının yüzde 35'i işsiz. İşte, Türk ailesine yaptıklarınız bu.

Hayat pahalılığı, işsizlik, yoksulluk, gelir adaletsizlikleri ve bunların getirdiği bir dizi sorunla inim inim inlerken Türk ailesi, siz, AKP olarak, kadınları türbanlamak, eğitimi İslamlaştırmak, hukuku siyasallaştırmak, Türkiye'yi pazarlamak derdindesiniz! Modern, çağdaş, demokratik Türk aile yapısını haremlik-selamlık uygulamalarla çağdışı bir yaşama itiyorsunuz. Kadını, erkeklerin sofrasında, dünyasında yeri olmayan, ikinci sınıf, alt kimlik bir varlık olarak görüyorsunuz. Topluma verdiğiniz fotoğraf, mesaj bu.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Arıtman, tamamlayabilir misiniz.

Buyurun.

CANAN ARITMAN (Devamla) - Evet, Türk kadınını, çağdaş giyimden çıkarıp, çağdışı giyime yönlendiriyorsunuz. Ramazan ayı boyunca TRT'den yapılan yayınlarla çağdaş hukuk düzeninin terk edilip, Mecelle gibi çağdışı yasaların uygulanmasını talep ediyorsunuz.

Değerli arkadaşlar, aileden demokrasi ve insan hakları giderse, toplum olarak da bunları yitiririz. Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğüne, bütçeden, görevini yapacak para ayırmıyorsunuz; ama, milyonlarca dolara yeni Başbakanlık uçağı alıyorsunuz; yani, lükse para var; ama, Türk ailesine para yok! 96 ncı yurtdışı gezinize, biri boş iki uçak kaldırıp milyarlarca lira israf ediyor, devletin, milletin parasıyla aile boyu geziye gidiyorsunuz. Anlaşılan, aileden anladığınız, milletin parasıyla ailece yurtdışı gezilere gitmek. Zaten Başbakan da Türkiye'de durmuyor ki, Türk ailesinin durumunu görsün. O, yurtdışı gezilerde zengin ülkelerin, Ürdün Kralının, Hariri'nin, Oferlerin ailesini görüp, Türk ailesini de aynı refah düzeyinde sanıyor.

IMF ve Dünya Bankasının güdümündeki hükümetin, Türk ailesinin feryadına gözünü, kulağını kapatmış olduğunu görüyoruz. Hükümetin, 2006 bütçesiyle, dolaylı vergilerle dargelirliye nasıl altından kalkılmaz bir yük getireceğini hiç umursamadığını da görüyoruz; ama, zenginin vergisini indiriyorsunuz. Hariri'nin cebine trilyonlar koyarak, fakirden alıp zengine veriyorsunuz.

Hükümetlerin hazırladıkları bütçeler, neyi tercih ettiklerini, kimleri önemsediklerini işte böyle gösterir. IMF direktifli bütçeden, sosyal risk altındaki kesimleri önemseyecek, gözetecek bir bütçe beklenebilir mi?! IMF'nin umurunda mı Türk ailesi, onun yoksulluğu, işsizliği!.. Onun tek derdi, borçlarını tahsil etmek, bu ülkeyi sömürmek, sömürgeleştirmek. Tabiî, hükümetin de derdi, iktidarda kalabilmek için IMF direktiflerine harfiyen uymak. Dolayısıyla, iktidarın da umurunda değil Türk ailesi.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

CANAN ARITMAN (Devamla) - 1 dakika... Sadece veda edeceğim...

Bakın arkadaşlar, IMF'nin daha önceki hükümete dayattığı şartlar sizi iktidar yaptı; ama, yine, sizi de bu iktidardan IMF götürecek.

Ey yüce Türk ailesi, biraz daha dayan, sandığa az kaldı. Aileni de, ülkeyi de bu iktidardan kurtaracağız. Bu bütçeye de ret oyu vereceğiz, biz gelince halk için bütçeler yapacağız.

Yüce Meclisi şahsım ve Cumhuriyet Halk Partisi adına saygıyla selamlarım.

Sayın Başkana da teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Arıtman.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına son konuşmacı, İstanbul Milletvekili Sayın Güldal Okuducu; buyurun (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA GÜLDAL OKUDUCU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; IMF'nin kıskacında, faize tutsak ve sosyal sorumluluktan uzak bir bütçeden payını alan Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü üzerine konuşmamı yapmak üzere, CHP Grubu adına konuşmak üzere buradayım; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Bütçeler sadece rakamlardan ibaret değil diye düşünüyorum; bütçeler insan için yapılır; bütçeler insanın refahını ve mutluluğunu sağlamak amacıyla, pay dağıtmak amacıyla yapılır ve bütçenin olduğu yerde kuşkusuz insan vardır değerli arkadaşlarım. Ben de burada bir insan hikâyesini anlatmak istiyorum.

Dün Osmaniye'deydim. Osmaniye'de bilgisayar bölümünü bitirmiş bir gençle, işletmeden mezun olmuş bir gencin ikibuçuk yıl süren arkadaşlıkları sonucunda Antepli aileden kızı istemeleriyle başlar hikâye. Kız tarafı vermez. Gül ve Kenan kaçarlar, resmî nikâhlarını kıyarlar.

Resmî nikâhtan sonra, aile, kızı bir kez daha ister, verilmez ve düğün yapılır ve beş aylık bir evlilikten sonra bir gün Gül'ün telefonuna "babam bizi taşıdı, beş gündür ortalıkta yok, kendinize dikkat edin" mesajı gelir. Aile o gün savcılığa suç duyurusunda bulunur, 11'inde ayın, Osmaniye Savcılığına suç duyurusunda bulunulur.

Ertesi gün, ayın 12'sinde, sabah 7 sularında baba ikinci kata çıkar, kapıyı çalar, kendisini karşılayan Kenan'la didişirler ve damadına 3 kurşun sıkar. Gül kendini içerdeki odaya kilitler, odanın kilidi bir silah atışıyla kırılır ve dizlerine kapanan kızının başını koltuğunun altında kavrayan baba mermileri kızının başına boşaltır ve o arada içeriye giren kayınvalide de kurşunlardan nasibini alır. Böyle bir Türkiye'de kadın sorunlarını konuşuyoruz değerli arkadaşlarım.

Kuşkusuz, verilmeyen güvenliğin yol açtığı sonucun tartışması başka bir iştir ve değerli arkadaşlarım, aynı Osmaniye'de bir başka hikâye daha dinledik. O hikâye de, Kurtuluş Savaşında çete savaşlarına karışan ve başından vurularak, alnından vurularak şehit olan Rahime Onbaşının hikâyesiydi. Yani, kadınlar alınlarından kurşun yiyerek kurtardıkları topraklarda, feodal değerlere, gericiliğe, bağnazlığa, yobazlığa tutsak olmuş babaların ya da kocaların ya da erkek kardeşlerin onların alınlarına sıktıkları kurşunlarla yeniden bu topraklara düşüyorlar.

Değerli arkadaşlarım, Yüce Meclisin görevi, kuşkusuz ki, toplumu kuşatan bu ağır değer yargılar sistemini ortadan kaldırmaktır ve cumhuriyetin temel projesini hazırlamaktır; 1923'lerde, bu anlayışı ortadan kaldırmak azmiyle gerçekleşen cumhuriyet devrimlerini geliştirmek, kökleştirmek, ilerletmek ve bir büyük toplumsal değişimi hayata geçirmenin altyapısını oluşturmak olmaktır.

Değerli arkadaşlarım, çok iyi biliyoruz ki, bu ve benzer olayları ortadan kaldırmanın en temel yolu, bir anlayışı toplumda kökleştirmektir; o da, kadın-erkek eşitliğidir. Eğer, kadının erkekle eşit olduğuna inanırsanız, zihinlerde bu problemi çözerseniz, silahlar, alınlara boşaltılmaz olur değerli arkadaşlarım.

Şunu ve sadece şunu kabul etmek gerekir. Kadın, insandır. Kadın da, erkek gibi, sadece bir insandır ve erkeğe dönük bakış açısı -ki, onun da tartışılacak eksik yanları vardır- neyse, kadınlarımıza da o bakış açısıyla bakılması ve değerlendirilmeleri gerekir.

Başta Medenî Yasamız olmak üzere, birçok yasa, kadın-erkek eşitliğini sağlamak amacıyla geliştirilmektedir ve daha yenilerine, bu yasaların toplumsal olarak içselleştirilmesini sağlayıcı, toplumsal ve kültürel dönüşüm programlarına bizim ihtiyacımız vardır ve bugün, bu örnek bize gösteriyor ki, kadını öne çıkaran, onun özgürlüğünü, kimliğini, kişiliğini önemseyen, onu değerler sisteminin bir parçası haline getirmek isteyen politikalara dünden daha fazla ihtiyacı vardır. Yani, bugün, Türkiye'yi yönetenlerin, daha özgürlükçü, daha eşitlikçi politikaları toplumlarına sunmak gibi bir sorumlulukları vardır ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün ilkelerine, onun kadın devrimine, onun, kadın-erkek eşit toplum anlayışına daha fazla sahip çıkarak yürümek zorunluluğu vardır.

Türkiye'de ne olmaktadır; işte, burada, ülkemin kadınlarıyla bir gerçeği paylaşmak istiyorum ve şunları bilgilerine sunmak istiyorum: Ülkemin acılı ve ağıtlı kadınları ve laik demokratik cumhuriyete inanan kadınları, Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı şöyle diyor: "2000'li yılların dünyasında ve büyük dünya ailesinin bir birimi olan Türkiye'de, artık, Kemalizme ve Kemalizm benzeri sistemlere yer yoktur." Sene 1993.

Değerli arkadaşlarım, biz, kadınlar…

MUSTAFA NURİ AKBULUT (Erzurum) - Hangi başbakan o?!

GÜLDAL OKUDUCU (Devamla) - Bugünkü Başbakan Sayın Milletvekilim, bugünkü Başbakan. Türkiye Cumhuriyetinin bugünkü Başbakanının sözleridir bunlar.

Burada şunu söylemek istiyorum: Kemalizm ve cumhuriyet, kadın haklarının altyapısıdır. Kemalizm ve cumhuriyet, kadın-erkek eşitliğini, yanmış yıkılmış bir coğrafyada toplumuna hedef koyan, ümmet toplumundan yurttaşlar toplumuna varmayı amaçlayan bir dünya görüşüdür ve kadınlar onun sahiplenmektedir ve kadınlar, sonuna kadar dünya görüşünü sahipleneceklerdir; çünkü, cumhuriyet, aynı zamanda, bir kadın devrimidir. Cumhuriyete dönük her saldırı, kadının özgürlüğüne, eşitliğine, aydınlanmasına, gelişmesine ve ilerlemesine dönük saldırı demektir. Diyorum ki ülkemin kadınlarına; ey kadınlar "Kemalizme yer yoktur" diyen zihniyet, bugün, kadınlara, ayrı havuzlar, ayrı camiler, ayrı okullar, ayrı salon toplantıları, ayrı otobüsler ve bakan karısı da olsa, ayrı yemek masalarını reva görmektedir. Ülkeyi yönetenler, kadınlarla ilgili kararları "ulemaya sorun" demektedirler. Peki, bugün bunu diyenler, yarın için ne öngöreceklerdir?.. Sonrası nedir bunun?.. Sonrasında ne olacaktır?.. Buralarda biraz dikkatli olmamız gerekir diye düşünüyorum ve sormak istiyorum: Bugün "ayrı okul, ayrı havuz, ayrı cami, kararlar ulemaya sorulsun" diyenler, yarın, çağdaş cumhuriyetin kadınlarına, acaba, Suudî Arabistan'daki gibi oy kullanmayın mı diyecekler?.. Bahreyn'deki gibi, erkek doktorlar, aynadaki akis üzerinden kadınları muayene etmelidir mi diyecekler?.. İran'daki gibi kadınlar recm mi edilecek?.. Hicaba uygun davranmadıkları için yüzlerine kezzap mı atılacak?.. Afganistan'daki gibi teskin edici ilaçlar kadınlara yasaklanacak?.. Camlar kadınlar görünmesin diye boyanacak mı?.. Burka giymedi diye saldırıya mı uğrayacak kadınlar?.. Mirasta malların sekizde 1'ini ya da yarısını mı alacak kadınlar?.. Karma eğitim cinsiyete göre ayrımlaştırılacak mı?.. Kocasının izni olmadan seyahat ya da çalışma içinde bulunamayacak mı kadınlar?.. Kocalar, kadınlarının rızası olmadan onları boşayabilecek mi?..

RAMAZAN TOPRAK (Aksaray) - Hangi ülkede yaşıyorsun?!

MUSTAFA NURİ AKBULUT (Erzurum) - Türk kadını bakan makamında oturuyor!

GÜLDAL OKUDUCU (Devamla) - Bu sorular, ulemanın olduğu ve ulemanın kararlar aldığı ülkelerde kadınların yaşadığı örneklerdir…(AK Parti sıralarından gürültüler)

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Okuducu, lütfen tamamlayabilir misiniz.

Buyurun.

Lütfen, sayın milletvekilleri…

GÜLDAL OKUDUCU (Devamla) - Türkiye'de ise, hukuk devrimiyle, çağdaş cumhuriyetin ilkeleriyle bunu çok aşmıştır Türk kadınları.

Her ne kadar, Millî Savunma Bakanı, bir zamanlar "Batılı kadınlar Türk kadınlarına özeniyor" dese de, bize özenen Batılı kadınların alnından kurşun yeme gibi bir gerçekliğe de özendiklerinin farkında olmadıklarını zannediyorum.

Şunu söylemek istiyorum: Biz ülkenin yarı nüfusuyuz, biz ülkenin aydınlığıyız, biz laik demokratik cumhuriyetin kazanımlarıyla özgürlüğünü ve gelişimini tamamlamaya çalışan kadınlarız. Ülkemizin bu yapısına dönük, bu yaklaşımına dönük hiçbir uygulamaya, hiçbir politikaya geçit vermeyecek kadar da laik, demokratik cumhuriyetimizi seviyoruz, onun ilkelerine inanıyoruz. Kız çocuklarımızın ve doğacak torunlarımızın ve onların çocuklarının, cumhuriyet ilkelerine bağlı, gelişmiş ve ilerlemiş, kadın-erkek eşitliğinin sağlandığı bir Türkiye'de yaşamasını istiyoruz, adaletli bir Türkiye'de yaşamasını istiyoruz. Bunun için de yapılması gereken her şeyi yapmaya kararlıyız. Yoksullukla mücadele ettiğimiz gibi, işsizlikle mücadele ettiğimiz gibi, eğitimsizlikle, sağlıksızlıkla mücadele ettiğimiz gibi, yarın güvencesinden yoksun evlatlarımızı sevgimizle büyütmeye çalıştığımız gibi, ülkemize, geleceğimize, cumhuriyetimize dönük görev ve sorumluluklarımızı da aynı kararlılıkla yerine getireceğiz.

İnanıyorum ki, kadınların dayanışması, güç birliği, ülkelerinin karşı karşıya olduğu bu ve benzer tehlikeleri gidermeye, ortadan kaldırmaya yetecektir. Dünlerde Kurtuluş Savaşında bayrağı taşıyanlar, "ya istiklal, ya ölüm" diyerek ülkesinin bağımsızlığını sağlayanlar, şimdi, hem bağımsızlıklarını hem de ülkelerinin geleceğini, aynı güç ve inançla kavrayacaklardır.

Bu duygularla, Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Okuducu.

AK Parti Grubu adına söz isteyen, Bingöl Milletvekili Sayın Abdurrahman Anik; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA ABDURRAHMAN ANİK (Bingöl) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2006 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının 7 nci turunda, Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesi üzerinde, Grubum adına söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Diyanet İşleri Başkanlığının tarih seyrine baktığımızda, Osmanlı dönemi bünyesinde çok önemli bir konuma sahip olduğunu görmekteyiz.

Osmanlı Devletinde din işleri şeyhülislam eliyle yürütülürdü. 1920 yılında Ankara'da kurulan Mecliste, "Şeriyye ve Evkaf Vekâleti" adıyla, bakanlık olarak yer almıştır.

Din hizmetlerinin politikanın dışında ve üstünde tutulması gerçeğinden hareketle, 3 Mart 1924 tarihinde Şeriyye ve Evkaf Vekâleti kaldırılarak, Başbakanlığa bağlı Diyanet İşleri Reisliği kuruldu. En yüksek devlet memuru maaşı alan Diyanet İşleri Reisine, bakanlara verilen kırmızı plakalı bir makam aracı tahsis edilmiş ve protokoldeki yeri de bu özelliklere göre belirlenmişti. 1961 ve 1982 Anayasalarında da, anayasa maddesi olarak yer almıştır.

Başkanlığın hizmet alanı, yurtiçi ve yurtdışı olarak, geniş bir alanda, 88 562 kadrosuyla hizmet vermektedir. Halen 8 098 kadrosu boş bulunmaktadır. Din İşleri Yüksek Kurulu, Başkanlığın en yüksek karar ve danışma organıdır.

Başkanlık, vaiz, imam-hatip, müezzin-kayyım, Kur'an kursu öğreticisi, eğitim merkezleri, hac ve umre işleri, dinî yayınlarıyla ülkemizin her köşesinde ve yurt dışında geniş bir alanda din hizmetini veren bir kurumdur. Böylesi geniş bir alanda hassas bir hizmeti veren Başkanlığın, 164 vaiz, 5 198 imam-hatip, 861 müezzin-kayyım, 688 Kur'an kursu öğreticisi kadroları boş bulunmaktadır. Bir an önce bu kadroların doldurulması ve 9 696 kadrosuz camimize de yeni kadronun verilmesi gerekmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Diyanet İşleri Başkanlığının temel ilke ve hedefleri, toplumu din konusunda aydınlatmak, dinin temel kaynaklarını esas alarak sağlam bilgiyi vermek, modern hayatı ve insanlığın ortak birikimini gözardı etmeksizin bir yöntem izlemek, dine ve devlete bağlılığı, millet sevgisini ve bütünlüğünü, çağdaş dünyanın müspet değerlerini, toplumsal mutabakatı sağlamak.

İslam Dininin ana kaynaklarına, kamu kurumu olarak, cumhuriyetin temel ilkelerine bağlı, dayandığı toplumsal meşruiyet zemini yönüyle de, geniş halk kitlelerinin talep ve ihtiyaçlarına uygun hareket etmek.

Yurtdışı temaslarda farklı din ve kültür mensuplarıyla diyaloglarında ülkemizin din konusunda birikim ve örnekliğini temsil etmek.

Farklılıkları ülkemizin bir zenginliği olarak kabul edip, toplumun bütününü kucaklamak ve bütünleştirici olmak.

Her türlü siyasî görüş, düşünce ve faaliyetin dışında kalarak, tarafsız bir din hizmetini sunmak.

Dindar halk kitlelerini rencide etmeden, kurumun saygınlığını zedelemeden, din konusunda yanlış bilgi  ve inanışlarla, taassup ve bilgisizlikle, bidat ve hurafelerle mücadele etmek.

Değerli arkadaşlar, din konusunda, mezhep, anlayış ve uygulama ayırımı yapmadan, vatandaşlık esasına göre eşit mesafede duran Diyanet İşleri Başkanlığı tüm Müslümanları temsil eden bir kuruluştur.

İslam Dini, evrensel bir dindir. Evrensel bir din olduğu için, etnik yapıya bakmadan, bütün Müslümanları temsil ettiği gibi, mezhep, meşrep, tarikat farklılığına bakmadan, Alevîsiyle, Sunnîsiyle kendini Müslüman olarak hisseden, İslam Dinine inanan her insan için bir şemsiye görevi yapması temel amaçları içerisindedir.

Demin CHP sözcüsü arkadaşımızın, burada Alevîlerin temsil edilmediğini, cemevlerinin cami, ibadethane olarak görülmediğini söylediler.

Değerli arkadaşlar, Alevî kardeşlerimizi, ben şahsen, bu konunun uzmanı olarak, onları bütün yönleriyle bildiğim için Müslüman bir kardeşim olarak görmekteyim. Biz Hazreti Ali'yi de başımızın tacı olarak kabul ettiğimiz için, sonsuz derecede, Hazreti Ali ve onun evlatlarına, ehlibeytine bağlı olan insanlar olarak, bizim, Hazreti Ali'nin yolunda olan her insanın da, o yolun yolcularına tabi olanların da, o yolda olanların da Müslüman olduklarından en ufak bir şüphemiz yoktur.

Değerli arkadaşlar, gerçekten bugün Türkiyemizde Diyanet İşleri Başkanlığı Müslümanları temsil ettiği için, bütün camilerimiz, ne Hanefî Mezhebi ne Şafiî Mezhebi ne Hanbelî ne Malikî veya herhangi bir mezhep saliklerinin ibadethanesi değildir. Orası tamamen Müslümanların ortak ibadethanesidir. Türkiye'de milyonlarca kardeşimizin… Özellikle İstanbul'da ve Türkiye'nin çeşitli yerlerinde Caferî kardeşlerimiz vardır. Onların da camilerine gidip kendilerine tabi olarak namaz kılarız ve bundan bir şüphemiz olmaz.

Değerli arkadaşlar, Diyanet İşleri Başkanlığının kuruluşuyla beraber, 1924 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisinde yapılan bütçe görüşmeleri sırasında ilk defa yayın konusu ele alınmıştır. Kur'an-ı Kerim meali ve tefsiri ile sahih bir hadis kitabının terceme ve şerhinin devlet imkânlarıyla yapılması Meclis tarafından kararlaştırılmıştır. 1925 yılında Diyanet bütçesine 20 000 TL konulmuş ve bu ödenekle ilk olarak 1925'te de şu elimizdeki, "Askere Din Kitabı" olarak bastırılmıştır. Genelkurmay Başkanlığının talebi üzerine bu kitap basılmış, yıllarca askeriyede okutulmuştur.

Ayrıca, gerçekten, cumhuriyet tarihinde ve son asırlardaki en önemli olan tefsir kaynaklarından biri de, "Hak Dini Kur'an Dili" adı altında hazırlanan kitaptır. Ve yine Atatürk'ün talimatıyla, içerisinde sahih hadisleri de bulunduran "Sahihi Buhari Muhtasarı Tecridi Sarih Tercemesi" adındaki kitap 13 cilt halinde ve "Hak Dini Kur'an Dili" tefsiri de 9 cilt halinde basılmıştır. 1928 yılında Tecridi Sarih Tercemesinin 1 inci ve 2 nci ciltleri eski harflerle basılmıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN- Sayın Anik, tamamlayabilir misiniz.

Buyurun.

ABDURRAHMAN ANİK (Devamla)- Harf inkılabından önce basıldığı için eski harflerle yazılmıştır. Kütüphanelerimizde mevcuttur. Ayrıca, Hak Dini Kur'an Dili, 1935 ve 1939 yılları arasında 9 cilt halinde ve 10 000 takım basılmış ve bedava, her tarafa gönderilmiştir, dağıtılmıştır.

Değerli arkadaşlar, son yıllarda dünya genelinde olduğu gibi, Türkiye'de de Hıristiyan misyonerlerin yoğun faaliyet içerisinde oldukları malumunuzdur. Dünyada temel hak ve özgürlüklerin önde olduğu bir dönemde, her inançta olanların da inançlarını özgürce anlatma ortamının oluşması gerekliliği vardır. Ancak, İslam ülkelerindeki misyonerlerin yoğun propagandası ve Kiliseler Birliğinin maddî desteklerinden dolayı, rekabet ortamının Müslümanların aleyhine işlediği bir gerçektir. Dinlerarası diyalog ve çatışma ortamının kaldırılması alkışlanan bir gerçektir; ancak, dünya var oldukça dinler arası rekabet devam edecektir. Rekabetin oluşması da eşit şartlar ve imkânlarla oluşmaktadır. Müslümanların daha değişik bir faaliyet içerisine girmelerine ihtiyaç vardır. Bu faaliyetlerin bilimsel ve hakkaniyet ölçüleri içerisinde olmasının uzun vadede daha faydalı olacağına inanıyorum. Bu nedenle, Diyanet İşleri Başkanlığının Din İşleri Yüksek Kurulu uzman kadrolarının artırılmasını, Diyanet İşleri Başkanlığının öncülüğünde, kadrosu çok güçlü olan birkaç ilahiyat fakültesiyle işbirliği yapılarak ilahî dinler üzerine geniş bir araştırmanın yapılmasını, Diyanet İşleri Başkanlığı ve seçeceği ilahiyat fakülteleriyle beraber yapacağı çalışmalarında Kuran-ı Kerim…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Anik, eksüreniz de tamamlanmıştır; lütfen, teşekkür eder misiniz.

ABDURRAHMAN ANİK (Devamla) - Teşekkür ediyorum.

2006 yılı bütçesinin, ülkemize ve halkımıza hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum, hepinize saygılar sunuyorum . (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Anik.

AK Parti Grubu adına ikinci konuşmacı, İstanbul Milletvekili Sayın Halide İncekara; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA HALİDE İNCEKARA (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğünün 2006 bütçesi üzerinde AK Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Bütçesini konuşacağımız kurumun, alacağımız ekonomik tedbirler ve uygulayacağımız sosyal politikalar sonucu, refahı artmış bir toplumda en az talep edilen, en az ihtiyaç hissedilen kurumlardan biri olmasını temenni ederek sözlerime başlamak istiyorum.

Hiçbir toplum yoktur ki, artan kadın sığınma evleriyle övünsün, hiçbir toplum yoktur ki, artan çocuk esirgeme kurumlarıyla övünsün. Bizim hedefimiz, bunların sayılarını artırmak yerine, buralara aktaracağımız kaynakları artırmak ve bu sonuçları yaratacak nedenleri ortadan kaldırmak olmalıdır diye düşünüyorum ve böyle temenni ederek, sözlerime başlamak istiyorum.

Hepimiz biliyoruz ki, Türk Halkı ve onların temsilcileri, tarihin her döneminde yoksuluna, yetimine, yaşlısına, tüm ihtiyaç sahiplerine vicdanı, inancı, kültürü ve gelenekleri gereği, gerek bireysel gerek sivil toplum ve gerekse kamu örgütlenmesi çerçevesinde yardım etmiş bir toplumdur. Dolayısıyla, sosyal hizmetler konusunda köklü bir tarihî geçmiş ve birikime sahip olmuştur.

Nitekim, 30 Haziran 1921 tarihinde Ankara'da kurulan Himayei Etfal Cemiyeti, aile, kadın, çocuk alanında birçok çalışmayı başlatmıştır. Dönemin devlet büyüklerinin manevî ve halkın gönüllü katkılarıyla her geçen gün büyüyerek hizmetlerini sürdüren Çocuk Esirgeme Kurumunun, 1961 yılında kısa bir süreyle Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığınca atanan idare heyetince yönetilmesi kararı alınmıştır. Ancak, 1980 yılına gelindiğinde, kurum, ekonomik sıkıntılar yaşamış ve Çocuk Esirgeme Kurumunun kapanış süreci başlamıştır.

Anayasamızın sosyal devlet ilkesi gereği korunmaya, yardıma ve bakıma muhtaç çocuklar, yaşlılar ve özürlülerin korunması  ve bakımının sağlanması amacıyla, 1983 yılında 2828 sayılı Yasayla, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu kurulmuştur. Aynı zamanda, Türkiye, Çocuk Hakları Sözleşmesine de imza atmış bir ülkedir. Bu sözleşme hükümlerinin hayata geçirilmesinde, ilgili kanun gereği, kuruma hem koordinatör hem de uygulayıcı olarak önemli görev ve sorumluluklar yüklenmiştir.

BAŞKAN - Sayın İncekara, bir saniye.

Sayın milletvekilleri, çalışma süremiz tamamlanmıştır. Çalışma süresinin Sayın İncekara ve Sayın Can'ın konuşma sürelerinin tamamlanmasına kadar uzatılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Buyurun Sayın İncekara.

HALİDE İNCEKARA (Devamla) - Değerli milletvekilleri, kurumun hizmet alanları, toplumsal gelişme ve değişmelere paralel olarak artan toplumsal sorunlar gereği her geçen yıl genişlemekte ve sunduğu hizmet grupları çeşitlenmektedir. Son yıllarda, sokakta yaşayan ve çalışan çocuklar ile madde bağımlısı çocukların yanında, 5395 sayılı 3.7.2005 tarihli Çocuk Koruma Kanunu gereği, suça sürüklenen çocukların da kurumun hizmet kapsamına girmesi sonucu, kurum, yeni bir yapılanma sürecine girmiştir. Korunma gerekçelerinde yer almakta olan ekonomik yetersizlik, aile parçalanması, anne veya baba yoksunluğuna aile içi istismar da eklenmiştir.

Kurum, çocuk ve gençlerin yanı sıra yaşlılara, özürlülere, kadınlara ve toplumun korunma, desteklenme ihtiyacı içindeki tüm bireylerine hizmet vermeye çalışmaktadır. Ülke çapında teşkilatlanmış olan bu kurumun, verilen görevlerini yerine getirebilmesi, elbette, sağlanan ya da sağlanacak olan kaynaklarla yakından ilgilidir. Ancak, bütçe imkânlarındaki yetersizlik nedeniyle farklı gerekçelerle kurum bakımı altına alınan çocukların, maalesef, aynı fizikî mekânlarda bakım ve korunma altında bulundukları da bir gerçektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; özellikle sokakta yaşayan ve çalışan çocuklar ile madde bağımlısı çocuklar sorunu giderek ağırlaşmakta, günlük hayatımızı tehdit eder bir aşamaya gelmiş bulunmaktadır. Türkiye Büyük Millet Meclisi Meclis araştırma komisyonu, çocukları sokağa düşüren nedenler ile sokak çocuklarının sorunlarını araştırarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesine yönelik bir rapor hazırlamıştır. Bu raporda değinilen tedbirler de gözönüne alınarak, öncelikle suça itilmiş ya da istismara maruz kalmış çocukların, kurum bakımından, önce rehabilitesini sağlamak amacıyla bazı modeller geliştirilmiştir. Sokakta yaşayan ve çalışan çocuklara yönelik olarak geliştirilen hizmet modelinde, her merkez, ihtiyaç gruplarından birine hizmet verecek şekilde ve bir sonraki hizmet kademesi belirlenmek suretiyle yapılandırılmıştır. Öncelikle, sokaktaki çocuklar mobil ekipler aracılığıyla sokak ofisleri tarafından tespit edilecek ve bu çocuklar ilk uyumlandırmayı gerçekleştirmek üzere ilkadım istasyonuna yönlendirilecektir.

Yine, araştırma komisyonunca hazırlanan raporda, sokakta yaşayan ve çalışan çocuklara yönelik koruyucu, önleyici ve rehabilite edici çalışmalarda, ilgili sektörlerin işbirliği ve eşgüdümü önerilmektedir. 2005 yılında, suça yönelen ve suç mağduru çocukların rehabilite edilebilmeleri için 10 büyük ilimizde ilkadım istasyonu hizmete açılması çalışmalarına başlanmıştır.

Çocuk hizmetlerinde, yeni hizmet anlayışına paralel olarak, çocuk yuvalarının yanında, çocuk evleri adında yeni bir modelin uygulanması benimsenmiş, halen Ankara İlinde 7, İstanbul'da 1 olmak üzere, toplam 8 çocuk evi bulunmaktadır. Bu hizmet, 2005 yılı içerisinde yaygınlaştırılmaya başlanmıştır. Genel müdürlükçe çocuk evleri mevzuat çalışmaları devam ettirilmekte olup, çocuk evleri yönetmeliğinin yayınlanmasıyla, hizmete ilişkin daha kapsamlı bilgi sağlanmış olacaktır.

Sevgi evleri projesiyle, kuruluşların bakımı yerine, daha küçük birimlerde, aile ortamına benzer yapılar ve ilişki sistemi bünyesinde küçük, müstakil binalardan oluşturulan siteler dahilinde çocukların yetiştirilmesi ve bakılması sağlanacaktır.

Faal olarak hizmet veren sevgievleri modeli İzmir, Gölcük, Tekirdağ, Muğla ve İstanbul illerinde pilot uygulama olarak başlatılmıştır. Manisa, Niğde, Bursa ve Safranbolu'da çocukevleri yapım aşamasında olup İstanbul-Bahçelievler, Kocaeli-Gebze, Ankara-Saray ve Denizli İllerinde ise proje aşamasındadır.

2006'da 50 çocukevi, 2007'de 100 çocukevi ve 2008 yılında ise 200 çocukevinin açılması planlanmıştır. Çocuk yuvalarında da ihtiyaca göre artış sağlanmış olup 2006 yılında 105 yuvada 10 977 çocuğa bakabilecek kapasiteye ulaşılması hedeflenmiştir. Çocuk ve Gençlik Merkezinin yeni anlayışıyla genişletilmesi hedeflenmiş, 2006'da 47 merkezde 8 895 gence hizmet götürülmesi planlanmıştır.

Yetiştirme yurtları sayısı 2006 yılında 119'a ve bakılan genç sayısı da 10 695'e çıkarılması planlanmıştır. Gençlik hizmetlerinde de yeni bir anlayışla ve 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanununa istinaden çocuk sosyal rehabilitasyon merkezi adında yeni bir kuruluş hayata geçirilecektir. Bu amaçla, 2006 için 120 kapasiteli 4 merkez, 2007'de 160 kapasiteli 5 merkez, 2008 yılı içinde de 280 kapasiteli 9 adet çocuk sosyal rehabilitasyon merkezi açılması planlanmıştır. Kurum, sağladığı hizmetleri içinde korunmaya muhtaç çocuklara yönelik ağırlıklı hizmet modeli olan yuva ve yurtların yanı sıra, ailelerin desteklenmesi ve diğer alternatif hizmet modelleri de önem kazanmaktadır. Yeni hizmet modellerinin amacı, çocukların koruma altına alınma sebeplerinin çoğunluğunu oluşturan ekonomik yetersizlik ve aile parçalanması sorunlarını çözmeye yöneliktir. Bu modelde başarıya ulaşabilmek için koruyucu ve önleyici çalışmalar yapılmasında fayda görülmektedir. Bunun için, ailelere sağlanan sosyal yardım programları tekrar gözden geçirilecektir. Toplum merkezleri aracılığıyla toplumun en küçük kesimlerine ulaşabilen SHÇEK teşkilatı sosyal buhranları önlemek için yeni anlayışa uygun eğitim çalışmaları yapacaktır.

2006-2008 döneminde toplum merkezi, kadın konukevi ve aile danışma merkezi sayılarının önemli ölçüde artırılması hedeflenmiş, 2006'da 128, 2007'de 148, 2008 yılında da 168 kuruluş olarak faaliyetlerine devam etmeleri planlanmıştır.

Koruyucu, önleyici özelliği olan aynî ve nakdî yardım hizmetleriyle toplum merkezleri hizmetlerinde ve ayrıca sokakta yaşayan ve çalışan çocuklarla özürlülere yönelik alanlarda hizmet genişlemesi görülmektedir. Diğer taraftan, yatırım programında yer alıp o yıl içinde inşaatı biten kuruluşların da bir an önce hizmete alınması gereği vardır.

Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğüne bağlı çocuk yuvaları, yetiştirme yurtları, huzurevleri, kadın konukevleri, çocuk ve gençlik merkezi ile bakım ve rehabilitasyon merkezlerinde, kadın, çocuk, genç, yaşlı ve özürlülere, 24 saat kesintisiz hizmet üretilmektedir. Yaklaşık 9 000 personelle 30 000'den fazla kişiye yatılı bakım hizmeti verilmektedir. Personel sayısının yetersiz olmasına karşın, çalışanların özverileriyle birçok işler başarılmaktadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın İncekara, toparlayabilir misiniz.

Buyurun.

HALİDE İNCEKARA (Devamla) - Ancak, mevcut durumda, personel sayısının gittikçe azaldığı ve diğer kurumlara geçiş taleplerinin çoğaldığı gerçektir. Özellikle bakım elemanları sayısındaki azalmayla oluşan hizmet açığı, özel hizmet alımıyla bakım hizmetlerinin aksatılmamasına çalışılmaktadır. Bu çerçevede, Kuruma tanınan özel hizmet alımı yetkisinin Avrupa Birliği standartları seviyesine çıkarılması gayretimizdir.

Tarım toplumundan sanayi toplumuna geçişin sancıları, kırsal kesimden kentlere göç ve küreselleşmenin getirdiği tüketim ve davranış eğitimlerindeki değişimler sonucunda, toplumsal yaşamı son derece olumsuz bir şekilde tehdit eden yoksulluk, yaşlılık, özürlülük, gecekondulaşma, hızlı nüfus artışı gibi sorunlar ortaya çıkmaktadır. Bu sorunların çözümü ya da en aza indirme yönünde gerekli tedbirleri almak, devletin başlıca görevleri arasındadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; huzurevleri sayısında artış sağlanmış olup, 2006'da, 70 huzurevinde kapasitenin 7 579'a çıkarılması öngörülmüştür. Özürlü rehabilitasyon merkezleri sayısı 2006'da 83'e, 6 200 kapasiteye çıkarılması planlanmıştır. Kurumca ücret ödenerek aile yanında bakım modeline ağırlık verilecektir. Bu uygulama için, 2006 yılı bütçesine 50 000 000 TL ödenek konmuştur. Kurum bakımından, evde bakım için, aile yanına dönüş projesiyle, öz aile yanında desteklenme, koruyucu aile bakımına verilmesi ve evlat edindirme şeklindeki üç uygulamaya ağırlık verilmiştir. Önümüzdeki beş yıllık süre içinde, kurum bakımı altında bulunan 20 000 çocuktan       12 000'inin aile yanına kavuşturulması hedeflenmiştir. Yoksul çocukların ailelerine yapılan mutat aynî ve nakdî yardımların, 2006 yılında, 20 000 kişiye ulaşması öngörülmektedir.

Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumunun Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı taslağında, çocuklara yönelik koruyucu ve destekleyici hizmetlerle, usulleri, koruyucu ve destekleyici hizmetlerle, temel ilkeler yer almıştır. Yeni yasa tasarısında, hizmetlerin yerelleştirilmesi hedeflenmiş, hizmetlerin, mahallî idareler eliyle ve yöre halkıyla, STK'ların katılımı ve yerindelik denetimiyle yürütülmesi amaçlanmıştır.

Her geçen gün kurum hizmetlerine talebin arttığının farkındayız. Bu taleplere yeterli, kaliteli ve yeni yöntemlerle karşılık verebilmek, elbette, kurumun bütçe imkânlarıyla sınırlı olmaktadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın İncekara, buyurun.

HALİDE İNCEKARA (Devamla) - Burada gönüllü kişi ve STK'ların, maddî, manevî destekleriyle, kaynakların genişletilmesi ve daha verimli kullanılması mümkün olabilecektir.

Bir geçiş toplumu olan ülkemizde, halkın kurum hizmetlerine ihtiyaç duyan kesimlerin isteklerine karşılık verebildiği ölçüde toplum da, bünyemiz de güçlenmiş olacaktır. Orta ve uzun vadede amaç, kurum imkânlarının ve dolayısıyla hizmetlerin Avrupa Birliği standartlarına yükseltilmesi olmalıdır.

Buraya çıkan değerli arkadaşlarım -tabiî ki, çok gurur duyuyorum- listeye baktığımda, memleketin bütün mağdur ve mazlumlarından sadece kadın milletvekilleri sorumluymuş gibi, listede, sadece çoğunlukla bayan arkadaşların isimleri var. Ben, bu hassasiyetlerinden dolayı, hepsine ayrı ayrı, tabiî ki çok çok teşekkür ediyorum. Lakin, vakitsizlikten hepsine değinemeyeceğim; ama, birkaç tanesine değinmek istiyorum.

Bunlardan birisi, yapılan hizmetlerde AK Parti ambleminin kullanıldığıydı.

Şunu samimiyetle söyleyeyim ki, Türkiye'de timsah gözyaşı dökenler çok. Hayatı boyunca o kurumların kapısını çalmamış, bir fakirin kapısından içeriye girmemiş, sokaklarda lağımları akan mahalle yüzü görmemiş insanların kürsülerde gelip fakir ve mazlum adına konuşması, gerçekten, beni çok sevindiriyor tabiî ki. Bugüne kadar fark etmediyse de, bundan sonra fark edecekler diye düşünüyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

N. GAYE ERBATUR (Adana) - Aşkolsun!.. Bunu bana söylemeyeceksin…

HALİDE İNCEKARA (Devamla) - Güldal arkadaşımın Sayın Bakanla ilgili söylediği, bu kadın ayrımcılığıyla ilgili; çok teşekkür ediyorum. Bu hassasiyetinize çok çok teşekkür ediyorum; lakin, keşke, aynı hassasiyeti kadın ayrımcılığında üniversite kapılarında da gösterseydiniz, davetiyelerde de gösterseydiniz…

GÜLDAL OKUDUCU (İstanbul) - Gösteriyoruz, gösteriyoruz…

HALİDE İNCEKARA (Devamla) -…kurum kapılarında reddedilirken, o kocalara eş gibi sayılmadıkları zamanlarda da gösterseydiniz.

Hepinizi saygı, sevgiyle selamlıyorum; teşekkür ediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın İncekara.

AK Parti Grubu adına üçüncü konuşmacı, Sinop Milletvekili Cahit Can; buyurun.

AK PARTİ GRUBU ADINA CAHİT CAN (Sinop) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığı 2006 yılı bütçesiyle ilgili olarak AK Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum ve hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Özürlüler İdaresi Başkanlığınca 2002 yılında Devlet İstatistik Enstitüsüne yaptırılan Türkiye özürlüler araştırması sonuçlarına göre, ülkemizde 8 431 937 kişi özürlü olarak yaşamını sürdürmektedir ve bunu genel nüfusa oranı ise yüzde 12,29'dur. Bunların yaklaşık 1,8 milyonu fiziksel özürlüdür; yaklaşık 6,6 milyonu da ruhsal ve süreğen hastalığa sahiptirler. Bu veriler, özürlüler konusunda acil sosyal politikalar oluşturulması ve yasal düzenlemeler yapılması gerekliliğini ortaya çıkarmaktadır.

Bilindiği gibi, içinde bulunduğumuz dönemde, özürlüler lehine çok önemli çalışmalar yapılmıştır. Özürlülerin saygın birer birey olarak toplumda yer almaları ve hayatlarının kolaylaştırılması amacıyla hazırlanan 5378 sayılı Özürlüler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun, 1.7.2005 tarihinde Yüce Meclisimizce kabul edilmiştir. Bu Kanunla, istihdam, kamuda yüzde 3'ten yüzde 4'e yükseltilmiştir; ağır özürlülerin istihdamında teşvik getirilmiştir; toplu ulaşımdan faydalanamayan özürlülerimiz için, otomobil ve minibüs alımlarında ve Motorlu Taşıt Vergilerinde de muafiyetler getirilmiştir. Kültürel hizmetlerden özürlülerin de faydalanması için Telif Hakları Kanununda düzenlemeler yapılmıştır. Özürlü okullarına giden özürlü çocukların okul servis ücretleri, bundan böyle Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonundan karşılanacaktır. Erken yaşta eğitim imkânı bulamamış yetişkin özürlüler için, ilgili Millî Eğitim Bakanlığı tarafından da yatılı kurslar açılmıştır. Belediye veya il genel meclislerinde özürlü üyeler seçilmiş, böylelikle yurt genelinde de, yerel hizmetlerde de, genel bir iyileşme başlamıştır. Kanun, özürlülerin karşılaştıkları ayırımcılıkla mücadele edilmesi, alınacak karar ve verilecek hizmetlerde özürlünün ailesinin ve gönüllü kuruluşların katılımcı olmasının sağlanması ve özürlüye sunulacak hizmetlerde aile bütünlüğünün korunması ilkelerini esas almaktadır.

Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığı, özürlü bireylerin sorunlarına çözüm getirmekte, özürlülerin toplum içerisinde, üretken ve bağımsız yaşamalarını sağlayacak hizmetlerin geliştirilip ve yaygınlaştırılması konusuna büyük önem vermektedir. Özürlüler İdaresi Başkanlığının 2006 yılında teklif edilen bütçesi, toplam 3 507 100 YTL'dir. Özürlüler İdaresi Başkanlığı, 2006 yılında, Ulusal Özürlüler Veritabanı Projesini gerçekleştirecektir. Bu projenin oluşturulmasına, özürlülük bilgisinin nüfus cüzdanında yer almasına dair yönetmelik, Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

Ulusal Özürlüler Veritabanı Projesi, ülkemizdeki özürlü vatandaşlarımızın bilgilerinin merkezî veritabanında tutulması amaçlanmıştır. Böylelikle özürlü bilgileri, özürlülerimize hizmet sunan kurum ve kuruluşlarla paylaşılarak, özürlülerimize doğru ve hızlı hizmet sunulması sağlanacaktır. Ulusal Özürlüler Veritabanı Projesi, aynı zamanda, ülkemizde, yeni özürlülük politikaları belirlemek amacıyla gerçekleştirilecek sosyal hizmet alanındaki ilk e-devlet projesidir. Projenin toplam maliyeti, 390 000 YTL'dir; 2006 yılı bütçesinden ayrılması öngörülen miktar ise 190 000 YTL'dir. Ülkemizde özürlülüğün tespiti ve derecelendirilmesi özürlülere verilecek sağlık kurulu raporları yönetmeliğine göre yapılmaktadır; ancak, bu cetvele göre yapılan değerlendirmelerde standart oluşturulmamaktadır. Kişiler, farklı sağlık kuruluşlarından, farklı özür dereceleri alabilmektedir. Bu aksaklıkların önüne geçilebilmesi amacıyla, Dünya Sağlık Teşkilatının hazırladığı ve sektörlerarası standart birliğinin oluşturulmasını hedefleyen, fonksiyona göre uluslararası sınıflandırma sistemi esas alınacaktır.

Değerli milletvekilleri, bilindiği gibi, özürlü vatandaşlarımıza, sosyal güvencesi bulunmayan ve ailesi ekonomik yoksunluk içinde bulunan muhtaç özürlülere, evlerinde veya kurumda çağdaş bakım hizmeti sunulmaktadır.

Ayrıca, özürlülerin toplumsal hayata aktif katılımı sağlanarak, eşitlik temelinde bireysel ve toplumsal ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik olarak rehabilitasyon hizmetleri verilecek, bu alanda eksikliği bilinen personelin yetiştirilmesine ve istihdamına yönelik tedbirler alınacaktır.

Konuşmamın bu kısmında önemli bir noktaya daha değinmek istiyorum. Özürlülerimizin hayatını zorlaştıran engellerin başında, fizikî çevre düzenlemelerinin, binaların ve toplu taşıma araçlarının özürlülerin kullanımına uygun olmaması gelmektedir. Kanunla umuma açık her türlü binalar, yol, kaldırım, yaya geçidi, açık ve yeşilalanlar, spor alanları gibi sosyal ve kültürel yapı alanları özürlülerin durumuna uygun hale getirilerek, özürlülerin kendi başlarına hareket edebilmeleri… Bu arada, bu düzenlemeler için gayret gösteren yerel yöneticilerimize huzurlarınızda teşekkür etmek istiyorum ve bu konuda, tüm belediye başkanlarımızı da çok daha duyarlı olmaya davet ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yasal bir zorunluluk olan özürlü istihdamı konusunda en önemli ilerlemeyi AK Parti İktidarı yapmıştır. Yapılan yeni düzenlemeler neticesinde 17 295 özürlü vatandaşımız işe alınmıştır. Demin bir arkadaşımız, burada, özürlülere hiçbir istihdam yapılmadığını söylemişti. Herhalde, bunları görmezden geliyorlar.

Özürlülerin yetenekleri doğrultusunda yapabilecekleri bir işte eğitilmesi, meslek kazandırılması, verimli kılınarak ekonomik ve sosyal refahın sağlanması amacıyla, meslekî rehabilitasyon hizmetleri yaygınlaştırılacaktır. Bu hizmetler, belediyeler tarafından da verilecektir. Kanunda, özürlülerin istihdam edilebilmeleri için tedbirler alınmaktadır. Kanunî zorunluluğu olduğu halde özürlü çalıştırmayan işveren ve işveren vekillerinin ödeyeceği aylık para cezası yükseltilmiş ve ilk defa özürlülere karşı yapılacak ayrımcı uygulamalara hapis ve para cezası uygulaması getirilmiştir. Bundan böyle, radyo ve televizyonlarımızda özürlülere karşı şiddetin ve ayrımcılığın teşvik edildiği programlar asla ve asla yayınlanmayacaktır.

Değerli milletvekilleri, bilindiği gibi, özürlü vatandaşlarımızın eğitimine de destek ve kolaylıklar sağlanıyor; yani, özel eğitim alması gereken özürlü çocuklardan, sadece Emekli Sandığı ve SSK mensuplarına özel eğitim ve rehabilitasyona ilişkin giderleri karşılanmaktaydı. Bundan böyle, adil olmayan bu uygulama yerine, özel eğitime ihtiyaç olduğu, Özel Eğitim Değerlendirme Kurulu tarafından tespit edilen tüm özürlü çocukların bu hizmeti alabilmeleri de sağlanmıştır.

Özürlü üniversite öğrencilerine araç gereç temini, uygun eğitim, araştırma ve barındırma ortamlarının hazırlanmasının temini gibi konularda çalışma yapmak için Yükseköğretim Kurumu bünyesinde özürlüler dayanışma ve koordinasyon merkezi de kurulacaktır.

Ayrıca, ülkemizde ulusal işaret dili bulunmamaktaydı. Artık, işitme özürlülerin eğitim ve iletişimlerinin sağlanması amacıyla Türk işaret dili sistemi de oluşturulacaktır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Can, lütfen, toparlar mısınız.

CAHİT CAN (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, bilindiği gibi, hiçbir geliri ve mülkü olmayan özürlü vatandaşlarımızın maaşları, 2022 sayılı Yasa çerçevesinde 3 katına çıkarılarak 189 YTL'ye yükseltilmiştir. Ayrıca, yine ilk defa, 18 yaşın altındaki özürlülere de 126 YTL aylık bağlanmıştır.

Ülkemizde özürlülüğün önlenmesine yönelik yeni tedbirler getirilmektedir. Özürlülerin tıbbî rehabilitasyon amaçlı kullandıkları yardımcı araç gereçleri üreten kuruluşlar eskiden denetime tabi değildi, bu da kalitesizliğe ve istismara yol açmaktaydı; ancak, kanunla bu kuruluşların Sağlık Bakanlığınca ruhsatlandırılması da sağlanmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; özürlülerin, üreten bireyler olarak kendi kendilerine yeter duruma gelmeleri amacıyla, devletin yanı sıra, sivil toplum kuruluşlarımızın da, gönüllü yurttaşlarımızın da gösterdiği özverili çabalarından dolayı, ben, katkısı olan herkese huzurlarınızda teşekkür etmek istiyorum.

Bugün, özürlü vatandaşlarımızın, Türkiye'nin her köşesinde, sokaklarında, ulaşım araçlarında, binalarında özgürce hareket edebildikleri bir ortamda, acınma değil, sevgileri paylaşma isteklerini biz de yürekten paylaşıyoruz.

Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığı 2006 yılı bütçesinin hayırlı olması temennisiyle, hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Can.

Sayın milletvekilleri, birleşime saat 14.00'e kadar ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 13.23

 

 

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 14.03

BAŞKAN: Başkanvekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir), Mehmet DANİŞ (Çanakkale)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 35 inci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

Yedinci turda yer alan kurumların bütçelerinin görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

1.- 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2004 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli Daireler ve İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/1119; 1/1084, 3/907; 1/1085, 3/908) (S. Sayısı: 1028, 1029, 1030) (Devam)

A) DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI (Devam)

1.- Diyanet İşleri Başkanlığı 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi

2.- Diyanet İşleri Başkanlığı 2004 Malî Yılı Kesinhesabı

B) SOSYAL HİZMETLER VE ÇOCUK ESİRGEME KURUMU GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam)

1.- Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi

2.- Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü 2004 Malî Yılı Kesinhesabı

C) ÖZÜRLÜLER İDARESİ BAŞKANLIĞI (Devam)

1.- Özürlüler İdaresi Başkanlığı 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi

D) AİLE VE SOSYAL ARAŞTIRMALAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam)

1.- Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi

E) KADININ STATÜSÜ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam)

1.- Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi

BAŞKAN- Komisyon ve Hükümet yerinde.

Şimdi söz sırası, AK Parti Grubu adına söz isteyen Konya Milletvekili Sayın Harun Tüfekci'nin.

Buyurun Sayın Tüfekci.

AK PARTİ GRUBU ADINA HARUN TÜFEKCİ (Konya) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğünün bütçesiyle ilgili söz almış bulunuyorum. Öncelikle, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sözlerime başlamadan önce, 732 ncisi düzenlenmiş olan ve Mevlana'nın "Düğün Gecesi" olarak ifade ettiği ölüm yıldönümünde, Şeb-i Arus gecesinde, Konyamızdan, hoşgörü ortamının bütün dünyaya yayıldığını ve bu ortama eşlik eden ve gelerek, bizleri onurlandıran, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanını, Anamuhalefet Partisi Liderini ve diğer birçok misafiri, Konya ağırladı ve Konya'dan çok güzel bir mesaj verildi.

Ben, buradan, yine, Şebi-i Arus gecesinin de hayırlar getirmesini ve her birimizin ölümünün de, Mevlana'nın ifadesiyle, birer düğün gecesi olmasını, Şeb-i Arus gecesi olmasını temenni ediyorum.

Birey olarak her birimizin sosyal kurum olan aile ortamında büyüyerek, ilk eğitimimizi oradan alarak hayata hazırlanmamız, toplum içinde sayılan ve sevilen fertler olmamız arzu edilen bir husustur. Toplum ile birey arasındaki bağı birinci planda sağlama görevini yerine getiren sosyal kurum ailedir. Aile, bunu üstlenmiş olduğu çeşitli fonksiyonlarla yerine getirir. Aile, bireyin sosyalleşmesinde, kimlik kazanmasında ve toplumdaki norm ve değerlerin özümsenerek, gelecek kuşaklara aktarılmasında etkili olan temel sosyal kurumdur.

Ailede parçalanma, dağılma olduğunda, aile temel fonksiyonlarını ifade edemeyecek kadar zayıfladığında veya yerine getiremediğinde, ciddî sorunlar ortaya çıkmakta, ailedeki sorunlar arttıkça, buna bağlı olarak toplumda da sorunlar çoğalmaktadır. Tüm dünyada olduğu gibi, ülkemizde de sosyoekonomik, teknolojik ve kültürel değişim süreci içinde aile kurumu bir parçalanma ve dağılma sürecine girmiş; bu süreç, aileyi, temel fonksiyonlarını yerine getiremeyecek kadar zayıflatmıştır. Bunun sonucu olarak ailenin bölünmesi, parçalanması, tek ebeveynli ailelerin giderek artması, boşanma oranlarının yükselmesi, evlilik dışı beraberliklerin ve nesebi gayri sahih çocukların artması, kültürel ve ahlakî değerdeki yozlaşma, suç oranlarının artması, kimlik bunalımı, millî ve manevî değerlerden yoksunluk, psikolojik rahatsızlıklar ve dolayısıyla toplumu tehdit eden sorunlar başgösterebilmektedir.

Ülkemizin bu değişim süreci içinde çeşitli alanlarda göstermiş olduğu gelişmelerin sosyal gelişme ve bütünleşmesi için, bunun gerçekleşmesine katkı sağlayacak kurumlara ihtiyacı olduğu hâsıl olmuştur. Anayasamızın ilgili maddesinde, devletin temel amaç ve görevleri, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak, kişinin temel hak ve hürriyetlerini sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının yetişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak biçiminde tanımlanmıştır.

Anayasamızın 41 inci maddesinde "Ailenin korunması" başlığı altında "Aile, Türk toplumunun temelidir" hükmüyle, devletin aileye verdiği önem vurgulanmıştır.

Aileyi korumak ve güçlendirmek için gereken tedbirleri almak ve teşkilatı kurmak, Anayasamızın amir hükümleri arasında bulunmaktadır. Kalkınma planlarında da aileye gereken önem verilmiş, ailenin korunması ve güçlendirilmesi, aile fertleri arasında bağlılık ve dayanışmayı geliştirici ve özendirici politikalara ağırlık verilmesi vurgulanmıştır.

Birleşmiş Milletler tarafından 1994 yılında başlatılan seferberlik, uluslararası aile yılı, ailenin yoksullukla mücadele ve toplumsal kalkınmada dinamik bir kavram olarak bütün toplumlar için büyük önem taşıdığı gerçeğini gündeme taşımıştır. Toplumun temeli veya toplumsal hayatta en küçük ölçekli yaşama ünitesi olarak kabul görmesiyle birlikte aile, sosyal politikaların merkezine oturmuştur. Ailenin sosyal politikalardaki merkezî konumu, genel olarak sorun çözme kabiliyetine dayanmaktadır.

1989 yılında Aile Araştırma Kurumunun kurulmasıyla, aile konusunun sosyal politikalar açısından merkezî önemi daha açık hissedilir olmuştur. Aile Araştırma Kurumunun, kuruluşundan sonra kısa zaman zarfına sığdırdığı çalışmalarla, ailenin her türden toplumsal sorunu, yaşayan, çözümleyen, temel yaşama ünitesi olduğu gerçeği bütün boyutlarıyla açıklık kazanmıştır. Geçen zaman zarfında çeşitli hukukî sorunlar yaşayan kurum, AK Parti İktidarıyla, 2004 yılı 13 Kasımında, 5256 sayılı Yasayla, Başbakanlık Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü olarak yeniden yapılandırılmış ve Genel Müdürlük, ülkemizde sosyal sorunların tespiti ve çözümü ile Türk ailesinin bütünlüğünün korunması, güçlendirilmesi ve sosyal refahın artırılmasına yönelik ulusal ve uluslararası bilimsel araştırmalar yapmak veya yaptırmak, projeler geliştirmek, desteklemek, bunların uygulamaya konulmasını sağlamak ve aileye yönelik millî bir politikanın oluşmasına yardımcı olmak amacıyla kurulmuştur.

Geçmiş yıllarda ülkemizin içine düştüğü ağır ekonomik buhran ve buna bağlı olarak yaşanan sosyal problemlerin çözümü konusunda getirilen önerilerin yeni bir bakış açısıyla ele alınmasında aile merkezli politikalar oldukça önem arz etmektedir.

Genel Müdürlük, misyonu gereği önemli bir yükümlülükle karşı karşıya bulunmaktadır. Aile odaklı çözüm politikaları oluşturmak, Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğünün temel hedefidir. Genel Müdürlük, bu hedeflerini, tabiî ki, gerçekleştirmek için önemli anlamda bütçeye ihtiyaç duymakta ve AK Parti İktidarı döneminde de bu konuda gerekli hassasiyet gösterilmektedir ve bütçede hak ettiği yeri zamanla daha da bulacağı kanaati içerisindeyiz.

Bu çerçevede, yeterli bütçe imkânları dahilinde kurumun 2006 yılında hedeflediği araştırma projeleri aşağıda sunulmuştur.

Avrupa Birliği ülkelerinde aileye dönük mevzuat, sosyal politika, modeller ve uygulamaların araştırılması, Türk ailesinin kültür envanteri araştırması, boşanma nedenlerinin en iyi şekilde araştırılarak toplumsal bir yara haline gelen bu durumun… Ki, Allah'a şükür Avrupa'ya göre, birçok ülkeye göre boşanma oranı çok düşük; ancak, biz, bu oranın, bizim aile yapımıza, örf ve âdetlerimize, inancımıza uygun bir şekilde en düşük seviyede seyretmesini arzu etmekteyiz ve bunun için gerekli politikalar üretmek durumundayız.

Ayrıca, televizyon ve aile araştırmasıyla ilgili çok ciddî anlamda çalışmalar yapılmakta ve televizyonun toplum üzerindeki, aile üzerindeki etkisinin mutlaka en olumlu hale getirilmesi gerekiyor ve sivil toplum örgütleriyle, siyasetçileriyle hepimize bu konuda önemli görevler düşmektedir.

Yine, toplumsal cinsiyet ve nesiller araştırmasıyla ilgili de Aile Araştırması Genel Müdürlüğü önemli misyon yüklenmektedir.

Değerli arkadaşlar, az önce, tabiî, Cumhuriyet Halk Partisinden konuşan bir hanımefendi bazı hususlara değindi. Tabiî, demokrasi, tahammül rejimi ve yapılan faaliyetlere tahammül edemeyenler, toplum tarafından aynı muameleye maruz kalırlar. Genel Kurul çalışmalarında olsun, komisyon ve diğer Meclis çalışmalarında olsun, milletin bizden beklediği, telkin, teklif, tavsiye ve tartışmalarda birbirimizi tağyir ve tahkir edecek konuşmalardan kaçınarak, Meclisin vakar ve şahsiyetine uygun davranışlar sergilememiz gerekmektedir. Böylece, topluma ve onun nüvesi olan ailelere örnek bir kurum haline gelinmiş ve toplumsal hoşgörü ve uzlaşma ortamında hedefimiz olan noktaya ulaşmış olacağız

Ailede ve toplumda sevgi ve saygı ortamının gelişmesi için, Mevlana'nın Mesnevisini okuyup, günlük hayatımıza tatbik etmemiz gerekiyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Tüfekci, tamamlayabilir misiniz.

Buyurun.

HARUN TÜFEKCİ (Devamla) - Şeb-i Arus gecesinde, Konyamızda, gergin siyasî tartışmalardan uzak, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı, Anamuhafelet Partisi Lideri, Anayasa Mahkemesi Başkanı ve üyeleri, sivil toplum örgütleri, yazarları, sanatçıları, kadını kızı, genci yaşlısı, Mevlana'nın sevgi potasında erimiş ve birbirleriyle hemhal olmuşlardır. İşte, Konya'dan yayılan bu güzel örneğin her günümüz için geçerli olmasını ben canı yürekten temenni ediyorum.

Hoşgörü ortamının tesisi için, Mevlanaları, Yunus Emreleri beklemeye gerek yoktur; çünkü, çok bekleriz, belki onları bulamayız; ancak, onların hayatlarını kendi hayatımıza düstur edinip bir parçası haline getirdiğimiz gün, çok şeylerin değişeceği kanaatindeyim.

Ben, bu duygularla, yapılmakta olan bütçe çalışmasının hayırlar getirmesini, Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü bütçesinin, yine, memleketimiz için hayırlı olmasını temenni ediyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Tüfekci.

AK Parti Grubu adına son konuşmacı, İstanbul Milletvekili Sayın Gülseren Topuz; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA GÜLSEREN TOPUZ (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünün 2006 malî yılı bütçesi hakkında, AK Parti Grubu adına konuşma yapmak üzere söz almış bulunmaktayım; Grubum ve şahsım adına, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Hepinizin bildiği gibi, çağdaş demokrasi anlayışının temel ilkelerinden biri olan kadın-erkek eşitliğine, özellikle, kadınların etkin ve uzun süren mücadeleleri sonucu ulaşılmış ve bu anlayış, günümüzde, hemen tüm demokratik ülkelerde yasalarla güvence altına alınmıştır.

Kadın-erkek eşitliği konusunun insan haklarının temeli, sosyal adaletin önemli bir koşulu ve aynı zamanda, eşitlik, kalkınma ve barışın vazgeçilmez önkoşulu olduğu bilinen bir gerçektir.

Kadın konusundaki resmî kurumsallaşma öyküsü, Birleşmiş Milletler çatısı altında 1946 yılında başlamıştır. Birleşmiş Milletlerin uluslararası platformda almış olduğu kararlar, kadın-erkek eşitliğinin ülkelerin gündemlerine yerleşmesini, dolayısıyla, kadın-erkek eşitliğiyle ilgili ulusal mekanizmaların kurulmasını sağlamıştır. Bu konudaki itici gücü, Birleşmiş Milletler tarafından 1975'te ilan edilen Uluslararası Kadın On Yılı oluşturmuştur. Aynı yıl içerisinde Mexico City'de yapılan Birinci Dünya Kadın Konferansında ortaya çıkan eylem planında, Birleşmiş Milletlere üye ülkelerde kadın sorunlarına çözüm getirecek ulusal mekanizmaların kurulması önerilmiştir. Daha sonra ise, sırasıyla, ikincisi Kopenhag 1980, üçüncüsü Nairobi 1985 ve dördüncüsü Pekin'de 1995 yılında yapılan Dünya Kadın Konferanslarında da, ulusal mekanizmalar, eylem planlarının en önemli bölümlerini oluşturmuştur.

Dördüncü Dünya Kadın Konferansı sonucunda kabul edilen Pekin Eylem Platformu ve Pekin Deklarasyonunu, Türkiye, hiç çekince koymaksızın onaylamıştır. Ayrıca, Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği de, bu anlamda, belirleyici bir rol oynamış, üye ve aday ülkelerde, kadının insan haklarının ve kadın-erkek eşitliğinin sağlanması yönünde yürütülmekte olan çalışmaları teşvik etmiş ve desteklemişlerdir.

Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin giderilmesi konusunda sağlanan gelişmeler, güçlü bir kadın hareketi ve yine, bu hareketin uluslararası toplumda da yankısını bulan, devletleri bağlayıcı uluslararası sözleşme ve taahhütlerin oluşumu sayesindedir. Bu sözleşmelerden en önemlisi, uluslararası bir belge olan, Türkiye'nin de taraf olduğu ve ülkemizde 1986 yılında yürürlüğe giren, Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesidir ki, bu, bildiğiniz gibi CEDAV Sözleşmesi. Sözleşme, kadınlara karşı ayrımcılığı önlemek için var olan tek yasal ve bağlayıcı doküman olup, gerekli tüm geçici ve özel önlemlerin alınmasını da hükme bağlamaktadır. Sözleşme, ayrıca, kadınlara karşı ayrımcılığın önlenmesi konusunda taraf ülkelerin sorumluluklarını da tanımlar.

Bu bağlamda, CEDAV Sözleşmesinin 18 inci maddesi, taraf ülkelere, her dört yılda bir, CEDAV Komitesine periyodik ülke raporlarını sunma yükümlülüğü getirmektedir. Komite, taraf ülkelerin sözleşmeyi ne ölçüde hayata geçirip gerçekleştirdiklerini de izlemekle yükümlüdür. Bu görevini de, periyodik ülke raporlarını inceleyerek yapmaktadır. Ülke raporunun incelenmesini takiben, komite, rapor üzerinde değerlendirmesini yapmakta, tavsiye ve önerilerini ilgili ülkelere bildirmektedir.

Ülkemizde söz konusu periyodik ülke raporlarının ilgili tarafların katkısı alınarak hazırlanması ve savunulması, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünün sorumluluğundadır. Ülkemiz, bu kapsamda, söz konusu komiteye, en son 2005 yılı ocak ayında, birleştirilmiş dördüncü ve beşinci periyodik ülke raporunu sunmuş ve de savunmuştur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tüm bu uluslararası gelişmelerin ve Türkiye'de yıllardır uygulanan sosyal devlet politikalarının sonucu olarak desteklenmesi gereken gruplardan olan kadınların sorunlarını çözümlemek üzere, ulusal mekanizma olarak, 1990 yılında Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü kurulmuştur. 1993 ve 1994 yıllarında müsteşarlık olarak yeniden yapılanması hedeflenmiş; ancak, kanun hükmünde kararnamelerin iptali nedeniyle on yıldan fazla bir süre yasal dayanaktan yoksun olarak çalışan Genel Müdürlük, Kasım 2004 tarihinde, yani, AK Parti döneminde yasal statüye kavuşmuştur. Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünün temel işlevi, kadınların sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasî yaşamdaki işlevini güçlendirmek, eşit haklara sahip bireyler olarak toplumsal yaşamda yer almalarını, kalkınma sürecine etkin katılımlarını, kalkınmanın nimetlerinden eşit biçimde yararlanmalarını sağlamaktır.

İnsan hakları tanımına yeni bir boyut getiren, diğer deyişle, kadının insan haklarının kurumsal anlamda yerleşik konuma gelmesinin aracı olan Genel Müdürlük, ülkemizde, toplumsal yaşamın her alanında kadın-erkek eşitliğinin sağlanmasına yönelik politikaların oluşturulması, yönlendirilmesi ve bunların hayata geçirilmesinin sağlanması çerçevesinde çalışmalar yapan bir araştırma, politika oluşturma ve koordinasyon sağlayan bir kuruluştur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizde cumhuriyetin ilanından sonra sağlanan kadın-erkek eşitliği, hem ulusal hem de uluslararası alandaki gelişmelerin yanı sıra, toplumsal dinamiklerden de etkilenmiş ve yasaların yeniden düzenlenmesi gereği bir kez daha ortaya çıkmıştır.

Son zamanlarda gerçekleştirilen çok önemli yasal gelişmelere ise, -zaman kısa; ama- kısaca değinmek istiyorum.

Ülkemizde, başta Anayasanın 10 uncu, 41 inci ve 90 ıncı maddelerine ilişkin düzenlemeler olmak üzere, Türk Medenî Kanunu, Türk Ceza Kanunu ve çalışma hayatını düzenleyen İş Kanunu gibi, yasal alanda gerçekleştirilen önemli değişikliklerle, kadın-erkek eşitliğinin tam olarak sağlanması yönünde, güçlü, daha güçlü bir hukukî zemin oluşturulmuştur.

Türkiye, kadın-erkek eşitliği ilkesine ilişkin açık bir hükme daha önce de Anayasasında yer vermekle birlikte, 2004 yılında Anayasanın 10 uncu maddesine yapılan bir ekle, devlet, cinsiyete dayalı ayırım yapmamanın ötesinde, kadın ile erkeğin her alanda eşit haklara, eşit imkânlara kavuşması için düzenlemeler yapmak, gerekli tedbirleri almakla yükümlü kılınmıştır.

Yine, 2004 yılında Anayasanın 90 ıncı maddesinde yapılan değişiklik ise, dikkate değer bir başka gelişmedir. Bu değişiklikle, Türkiye, taraf olduğu ve temel hak ve özgürlükleri hedef alan tüm uluslararası belgeleri ulusal kanunların üzerine çıkarmıştır. Böylece, yasaların bu belgeler ışığında yorumlanması Anayasanın da bir gereği haline gelmiştir. Devrim niteliğinde olan bu değişikliklerle, Türkiye, Anayasasında bu tür bir hükme yer veren az sayıda ülkeden biri olmuştur.

Türkiye'de, kız ve erkek çocuklar, cumhuriyetin ilk yıllarından beri, eğitimin her düzeyine erişim açısından, yasalar önünde eşit konuma sahiptirler ve temel eğitim zorunludur; ancak, ülkemizde, eğitimin tüm seviyelerinde, kız çocukları açısından henüz istenilen düzeye ulaşılamamıştır. 1997 yılında yürürlüğe giren ve temel eğitimi 5 yıldan 8 yıla çıkaran yasa, özellikle kız çocuklarının okullaşma oranına çok önemli katkılar sağlamıştır.

Aile içindeki şiddetin önlenmesi amacıyla, 1998 yılında 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun çıkarılmıştır. Kadın-erkek eşitliği bakış açısıyla hazırlanan yeni Medenî Kanun 2002 yılında yürürlüğe girmiştir. Yeni Medenî Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra, aile mahkemelerinin kurulması konusu da gündeme gelmiş ve 2003 yılında, bu mahkemeler, adlî sistem içindeki yerini almıştır.

Yeni Türk Ceza Kanununda yapılan reform niteliğindeki düzenlemelerle, yasada kadın ve kız ayırımı kaldırılmış, cinsel nitelikli suçlar, topluma karşı işlenen suçlar kapsamından çıkarılıp, kişiye karşı suç kapsamına alınmıştır. Evlilikiçi tecavüz, işyerinde cinsel taciz gibi konulara ilk kez yasada yer verilmiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Topuz, tamamlayabilir misiniz.

Buyurun.

GÜLSEREN TOPUZ (Devamla) - Toparlıyorum.

Yine, yeni Türk Ceza Kanunuyla, töre cinayetleri faillerinin, yasada öngörülen en ağır ceza olan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılması hükmü de getirilmiştir.

En önemli insan hakları ihlallerinden olan ve özellikle mağdurları kadınlar ve çocuklar olan insan ticaretiyle mücadele kapsamında, Türk Ceza Kanununda 2002 yılında yapılan değişiklikle, bu suçun faillerine de ağır cezaî yaptırımlar getirilmiştir.

Bir diğeri, 5272 sayılı Belediye Kanunu. 5272 sayılı Belediye Kanunuyla, şiddete uğrayan kadınlara hizmet vermek üzere, büyükşehir belediyeleri ile nüfusu 50 000'i geçen belediyelere, kadınlar ve çocuklar için korumaevleri açma yükümlülüğü de getirilmiştir.

Ülkemizde çalışma hayatını düzenleyen İş Yasasında, 2003 yılında yapılan düzenlemeler ile çalışma yaşamında, kadın-erkek eşitliğinin sağlanması alanında da çok önemli gelişmeler kaydedilmiştir.

Birleşmiş Milletler 59 uncu Genel Kuruluna sunulan ve kabul edilen "Namus adına kadınlara yönelik işlenen suçların önlenmesi doğrultusunda çalışmak" başlıklı karar tasarısına, Türkiye, İngiltere'yle birlikte ana sunucu olmuştur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünün önemli katkılarda bulunduğu yasal gelişmeler, ülkemizde kadın-erkek eşitliğinin sağlanması açısından da bir dönüm noktası olmuştur. Ancak, yasal düzenlemelerin tek başına yeterli olmadığının da hepimiz bilincindeyiz. Bu düzenlemelerin toplumsal yaşamımızda bütünüyle hayata geçirilmesi ve kadını eğitim, sağlık, istihdam, karar mekanizmalarına katılım ve kadına yönelik şiddet gibi temel sorun alanlarında güçlendirici uygulamaların, yeterli kurumsal ve malî destekli her düzeyde sağlanması çok büyük önem taşımaktadır.

Türkiye'nin hiç çekince koymadan imzaladığı 1995 yılında Dördüncü Kadın Konferansının sonuç belgesi, Pekin Eylem Platformunun 201 inci maddesinde tavsiye edildiği gibi…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Topuz.

GÜLSEREN TOPUZ (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

…ulusal mekanizmaya profesyonel kapasite ve bütçe açısından yeterli kaynaklar sağlanması, ülkemizin kadın-erkek eşitliğinin sağlanmasına dönük tek ulusal mekanizması olan Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünün faaliyetlerini daha etkin bir biçimde sürdürmesini de sağlayacaktır.

Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü, kurulduğu tarihten itibaren, ülkemizde kadın-erkek eşitliğini sağlayan yasaların hazırlık sürecinde ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının konuyla ilgili uygulayıcı nitelikteki çalışmalarına da önemli katkılar sağlamıştır. Kurum, bir araştırma, politika oluşturma ve koordinasyon kuruluşu olarak görevini yerine getirirken, ilgili kamu kurum ve kuruluşlarının yanı sıra sivil toplum örgütleriyle de işbirliği içinde başarılı çalışmalar yürütmüş, bu alanda deneyim ve kültüre de sahip olmuştur. Kurumun personel açısından kurumsallaşması tamamlandığında, inanıyorum ki, gerek ulusal gerekse uluslararası çalışmalarıyla çok daha etkin bir konuma gelecektir.

2006 malî yılı bütçesinin ülkemize hayırlı olmasını diler, Yüce Meclise saygılar sunarım.

Teşekkür ederim. (Alkışlar)

BAŞKAN- Teşekkür ediyorum Sayın Topuz.

Anavatan Partisi Grubu adına söz isteyen Erzurum Milletvekili İbrahim Özdoğan.

Buyurun Sayın Özdoğan. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)

Sayın Özdoğan, süreniz 15 dakikadır.

ANAVATAN PARTİSİ GRUBU ADINA İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anavatan Partisi Grubu adına Diyanet bütçesi üzerinde söz almış bulunmaktayım; Yüce Heyetinizi ve televizyonları başında bizleri izleyen büyük milletimizi ve bizlere asırlar boyu ve şimdilerde de fazilet, terbiye ve öğreti bakımından bilgi saçan bütün din görevlilerimizi, âlimlerimizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün en büyük kurumlarından birisi de, Diyanet İşleri Başkanlığıdır. Eğer, Osmanlının son dönemlerinde görüldüğü gibi, Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmasaydı, yüzlerce, belki binlerce fraksiyon hem İslam Dinine zarar verecekti hem de samimî dindarlara zarar verecekti. Büyük deha Mustafa Kemal Atatürk Diyanet İşleri Teşkilatını kurarak bu bedhahlığı önlemiş ve dinimize ve samimî dindarlara, büyük milletimize çok büyük iyiliklerde bulunmuştur. Mustafa Kemal Atatürk'ü ve tarih boyunca bizlere ışık saçan bütün alimlerimizi rahmetle yad ediyorum.

Değerli arkadaşlarım, Diyanet İşleri Başkanlığı denilince, iki öğeden bahsetmek gerekmektedir. Birisi ibadethaneler, bir diğeri de oradaki din görevlileridir. Ben, bu iki, hem ibadethaneler konusunda hem din görevlileri konusundaki görüşlerimi aynen Diyanet çalışanlarının görüşleri doğrultusunda sizlere ve büyük milletimize aktarmak istiyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; camiler, dinî hayatın yaşandığı önemli kutsal mekânlardır. Bu mekânlar kutsallığını ve önemini, Allan'ın evi olmasından ve kıblemiz olan Kâbe'nin şubesi olarak değerlendirilmesinden alır. Milletimiz, dinine saygı ve bağlılığını, ihtişamlı mabetler inşa ederek göstermiştir. Bu mabetlerde ve müştemilatında, topluma yönelik eğitim, sağlık, sosyal ve hayrî hizmetler sunulmuştur. Bu hizmetle, millî kültürümüze ve sosyal hayatımıza önemli katkılar sağlamıştır. Özellikle, milletimizin var olup yok olma mücadelesinin verildiği yıllarda da, millî mücadeleye destek ve katkı sağlayan önemli mekân olarak fonksiyonunu gerçekleştirmiştir.

Günümüzde ibadet mekânı olarak hizmet vermekle kalmamış, kültürümüzün incileri olarak turizm alanında ülkemiz ekonomisine de önemli katkılar sağlamaktadır. İstanbul'un fethinin sembolü olan Ayasofya Camiinin müze olarak kullanılması, Hıristiyan kültürüne yönelik tarihî eserlerin bakım ve onarımına, tanıtımına gösterilen ihtimamın ecdat yadigârı şaheser camilerimizden esirgenmesi ve bakımsızlığı yüreklerimizi sızlatmaktadır.

Camiler, sevgi ve kardeşliğin tesis edildiği, gönüllerin huzur bulduğu manevî sığınaklardır. Bu özellikler ve güzellikler içerisinde sunulacak hizmetin verimli ve amacına uygun olması hedeflenmelidir.

Bu kutsal camilerimiz kadar bu camilerde görev yapacak insanlar da önemlidir. Din, insanlar içindir, insanlara yönelik hizmet hedeflenmiştir ve din adamları, şerefli bir görev ifa etmektedirler, sosyal hayatta önemli bir konumu bulunmaktadır. Böyle önemli bir konuma sahip bir görev ehlinin yetiştirilmesi önem arz etmektedir. Hızlı değişimin yaşandığı günümüzde, din görevlisi, meslekî, sosyal ve kültürel birikime sahip olmalıdır. Din görevliliği, özenilen bir meslek haline getirilmelidir.

Bu itibarla, din görevlileri, meslekî bilgi ve kabiliyetlerini geliştirmeli, örnek yaşantısıyla çevresini etkilemelidir. Topluma karşı duyarlı, sevinç ve acıları paylaşan, sıkıntı ve ıstırap içindeki insanları ziyaret ederek rehberlik ve kılavuzluk yapmalıdır. Dinî genel ve çağdaş kültüre sahip olmalı; bunun için, araştıran ve okuyan konumunda olmalıdır. Vazife şuuru, güleryüz, tatlı dil ve hoşgörüyle çevresine güven vermeli, sadece cami cemaatiyle değil, gençlerle, komşularla, resmî yetkililerle, sivil toplum örgütleriyle, münevver insanlarla ve hatta, gayrimüslim vatandaşlarla da güzel irtibatlar kurmalıdır.

Din görevlisi, sahipsizlik ve ilgisizlikten olumsuz etkilenmekte, gayreti, verimi ve heyecanını kaybetmektedir. Din görevlisine Diyanet üst düzey yöneticileri ve müftüler sahip çıkmalıdır. Siyasetçiye, hatırlı seçmene, eşrafa, dernek başkanına kurban edilmemelidir. Diyanet İşleri Başkanlığı, etkin bir kurum olmak istiyorsa, önce din görevlisine gereken önem ve değeri vermelidir.

Çok önemli bu kurumun, bugünkü etkisiz durumda olmasına yöneticilerinin beceriksizliği ve cesaretsizliği sebebiyet vermiştir. Sosyal imkânlardan mahrum ve uzak yerleşim yerleri köylerden şehirlerin en merkezî yerlerine kadar uzanan hizmet alanında görev yapan din görevlisinin, devlet ve milletine sunduğu hizmetle, ülkemizin huzur ve asayişindeki katkısı inkâr edilemez bir gerçektir.

Sevgi ve ilginin esirgendiği moralsiz din görevlisinden de başarılı bir din hizmeti beklemek hayal olur. Din görevlisinin hukukî statüsü belirlenmeli ve Diyanet İşleri Başkanlığı teşkilat kanunu acilen çıkarılmalıdır.

Din görevlisi, görev yaptığı camie gelen misafirlerini ağırlayacak, onların oturabileceği ve onlara ikramlarda bulunacağı, arandığında irtibat kurulacağı telefonu, kendisine sorulan dinî sorulara cevap verecek eserleri olan, kütüphanesi, bilgisayarı olan büroya kavuşturulmalıdır.

Din görevlisi, sahipsizlik ve ilgisizlikten olumsuz etkilenmekte, gayreti ve verimi düşmektedir. Din görevlisine, kurumu ve müftüsü sahip çıkmalıdır. Din hizmetinde karşılaşılan problem ve başarısızlığın hesabı din görevlisine çıkartılmamalıdır.

Diyanet İşleri Başkanlığı merkez ve taşra yöneticileri, çağın ihtiyaçlarını dikkate alan din hizmeti planlamalıdır.

Her konumdaki personeline ihtimam göstermelidir. Merkez yöneticileri taşra yöneticilerini, taşra yöneticileri de din görevlilerini dinleyerek problemleri tespit etmeli ve çözüme kavuşturmalıdır.

Din görevliliği özendirilmeli, meslekî ve genel kültür birikimine sahip, sosyal hak ve imkânları bulunan, dolayısıyla, başka hiçbir iş başarılamadığı için yapılmak zorunda kalınan bir meslek olmaktan kurtarılmalıdır.

Din görevlisinin, mesleğinin itibarına uygun bir maaşı olmalıdır.

En temel insan hakkı olan izin konusu problem olmaktan çıkartılmalıdır. Din görevlisinin izin kullanma problemini çözemeyen bir kurum asla başarılı olamaz. Bayram ve resmî tatil günlerinde görev yapan din görevlilerinin fazla çalışma ücretiyle ilgili düzenleme bir an önce hayata geçirilmelidir.

Bugün Diyanet personeli ve din görevlileri maaşlarının yetersizliğini bahane ederek kurumdan ayrılmak istemektedir. Ayrılma talebinin altında yatan acı gerçek ise, sahipsizlik sebebiyle, siyaseten ilgili Devlet Bakanı ve idareten Diyanet İşleri Başkanı ve üst yöneticileridir.

Yirmibeş yıldır hac organizesi düzenleyen bir kurumun sevgi ve güven sağlayacak kural ve kaideleri belirleyemediği için din görevlisi hac yapamadan emekli oluyorsa ve bundan dolayı kuruma karşı olumsuz tavır alınmasına mâni olunamıyorsa, kurum yöneticileri kendilerini gözden geçirmelidir.

Türkiye Diyanet Vakfı sahip olduğu imkânlarıyla, bu imkânda kanı, teri ve emeği olan Diyanet çalışanlarına hizmeti esas almalıdır; her ilde misafirhane, kütüphane, toplantı ve sohbet salonları bulunan tesisleri inşa etmelidir; Diyanet personelinin okumakta olan çocuklarına burs ve imkânlar sağlanmalıdır.

Dinî ihtiyacını karşılayamayan insanın zararı kendisinde kalmıyor, topluma intikal ediyor, suç olarak intikal ediyor, saygısızlık olarak intikal ediyor, haksızlık olarak intikal ediyor, hoşgörüsüzlük olarak intikal ediyor; çünkü, din, insanla beraber var olmuş, insanla beraber de var olmaya devam edecektir.

Din görevlilerinin, doğumdan ölüme kadar, hafta tatili, bayram tatili ve mesai mefhumu olmadan cami içinde ve dışında birçok görevleri vardır. Din görevlileri hem iyi günde hem de kötü günde insanların yanındadır. Evden camie camiden eve giden, cami dışında hiçbir işe karışmayan din görevlileri ideal bir din görevlisi olmadığı gibi Hak nezdinde de makbul değildir. Zira, toplumumuz, çocuğunun doğumunda, sünnetinde, düğününde, askere uğurlanmasında din görevlisini yanında görmek istemektedir. Din görevlileri bilhassa sabah çok erken saatte göreve giderken ve hatta camide can güvenlikleri tehlike altındadır. Camie girince cemaat gelinceye kadar kendini camie kilitleme ihtiyacı duyan çok sayıda din görevlileri vardır.

Değerli arkadaşlar, bilindiği gibi, Diyanet İşleri Başkanlığı 1924 yılında 429 sayılı Kanunla kuruldu; ancak, din görevlileriyle ilgili herhangi bir düzenlemeye gidilmedi. 8 Haziran 1931 yılında 1827 sayılı Kanunla cami ve mescitlerin idaresiyle din görevlilerinin tayin ve nakilleri, emeklilik ve azillerine ait yetkiler Vakıflar Genel Müdürlüğüne devredildi. Bu durum 23 Mart 1950'ye kadar sürdü. Bu tarihte 5634 sayılı Kanunla, vakıflara bırakılan din görevlileri Diyanet İşleri Başkanlığına iade edildi; ayrıca, bütçeden maaşları ödenmeye başlandı. Nihayet, 1965 yılında, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunuyla, din görevlileri de devlet memuru sayılarak, maaş ve diğer özlük haklarına kavuştular; ancak, daha sonra, Yargıtay Genel Kurulu, din görevlilerinin, Memurin Muhakematı Hakkında Kanuna tabi olmadığına hükmetti. Bu duruma göre, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa göre memur sayılan din görevlileri, Memurin Muhakematı Hakkında Kanuna göre memur sayılmamaktadır. Bu çifte standart, maalesef, hâlâ devam etmektedir. Dinî duyguları kullanmada mahir olan AK Parti Hükümeti de bu düğümü çözmedi. Bu düğümü Anavatan Partisi iktidarı çözecektir.

Din görevlileri, yetmiş seksen yıldır, türlü türlü baskı ve saldırılara maruz bırakılmıştır. Basında, yayında, sinema ve tiyatroda, asılsız ve mesnetsiz şikâyetlere karşı korumasız ve sahipsiz din görevlisi; bu durum azalsa da hâlâ devam etmektedir. Yeni Türk Ceza Kanununda, din görevlileri potansiyel suçlu ilan edildi ve din görevlilerinin hükümeti eleştirmeleri, hapis ve para cezasıyla cezalandırıldı. Sayın Başbakan, bu duruma seyirci kaldı. Yeni TCK'nın "Görev sırasında din hizmetlerini kötüye kullanma" başlıklı 219 uncu maddesinde, imam-hatip, vaiz, rahip, haham gibi dinî reislerin, vazifelerini ifası sırasında, alenen hükümet idaresini ve devlet kanunlarını ve hükümet icraatını kınamaları ve aşağılamaları durumunda, bir aydan bir seneye kadar hapisle cezalandırılırlar. Bu kimseler, sıfatlarından yararlanarak, hükümetin idaresinin kanun nizam ve emirlerini ve dairelerinden birine ait vazifeyi takbih ve tezyif ederlerse, halkı kanunlara ve hükümet emirlerine karşı itaatsizliğe sevk ederlerse, üç aydan iki seneye kadar hapisle cezalandırılmaktadırlar. Bu durumun, çok kısa süre içerisinde, derhal düzeltilmesi gerektiğine inanıyorum değerli arkadaşlarım.

Bugün, din görevlileri de, yüzde 70'lere varan sendikalaşma oranıyla, kendilerine tahsis edilen hizmetleri yapmaktadırlar, hakkıyla yerine getirmektedirler. Bu duruma sevinç duyuyoruz. İnşallah, sendikalaşma konusundaki çalışmaları daha da hız kazanacaktır.

Değerli arkadaşlar, şimdi, önemli bir noktaya gelmek istiyorum. Alevîlik İslamın başka bir rengi, başka bir desenidir. Bu ülkede Alevîler ile Sünnîler aynı Allah'a, aynı Kitaba, aynı Peygambere iman etmektedirler. Teferruattaki farklılıklar bizim zenginliğimizdir. Hz. Peygamber "ümmetimin ihtilafı -yani, fikirdeki aykırılığı- zenginliğimizdir" buyurmuştur.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Özdoğan, tamamlayabilir misiniz.

Buyurun.

İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla) - Bu nedenle, Alevî kardeşlerimizi, hiç kimsenin dinî açıdan Müslüman kimliği dışında görmeye hakkı yoktur.

Sayın Başbakan ve Diyanetten sorumlu Devlet Bakanı Sayın Mehmet Aydın, dinlerarası diyalog adına, Hıristiyan ve Musevî din adamlarıyla bir araya geliyor, medeniyetler buluşmasını sağlıyor, Hatay'da Hıristiyan kadîm merkezinin açılışını ve canlandırılmasını sağlıyor da, aynı Allah'a, aynı Kur'an'a, aynı Peygambere iman eden Alevî kardeşlerimizi neden Diyanetten ve din hizmetlerinden yararlanmaktan dışlıyor?!

AK Parti Hükümeti dönemi, Hıristiyan misyonerlerin pervasızca cirit attığı ve yüzlerce gencimizi Hıristiyan yaptığı ve binlerce insanımızın beynini bulandırdığı bir dönem olmuştur. Bunun adına muhafazakârlık mı denir, yoksa, halkı aldatma mı denir?!

Değerli arkadaşlar, bunlar yanlış şeyler. Mızrak çuvala sığmıyor. Mutlaka, Alevî kardeşlerimiz de, kendi anladıkları ve yorumladıkları İslamı yaşama noktasında Diyanetten hizmet almalıdırlar. Alevî kardeşlerimiz de askerlik yapıyor, vergi veriyor, ülkeye hizmet ediyorlar. Alevî kardeşlerimizi bu haklardan mahrum etmek, demokratik hukuk düzenine de, İslamın ruhuna da aykırıdır.

Ben, Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde, Alevî kardeşlerimize hizmet edecek bir "Alevîlik dairesi"nin oluşturulmasını teklif ediyorum. Medeniyetler buluşması adına Hıristiyanlarla bir araya gelen devlet ve din adamlarımız, genel anlamda, aynı değerlere inanan Alevî kardeşlerimizle daha güzel entegre olmaz mı?! (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar) Aynı kökün iki gövdesi durumundaki Sünnîler ve Alevîler, bilimsel anlamda toplantı, eser ve yayınlar yoluyla kendi kabul ettikleri gerçekleri birbirlerine anlatabilirler; işte, en faydalı diyalog budur. Dinler arası diyaloğu mubah gören bir zihniyet, İslamın iki mezhebi arasındaki diyalogdan niçin çekiniyor?!

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla) - 1 dakika efendim.

BAŞKAN - Sayın Özdoğan, lütfen; teşekkür için, buyurun.

İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla) - Arkadaşlar, fikirlerin çarpışmasından barika-i hakikat doğar. Bu, aynı zamanda Türkiye'nin bütünlüğüne yönelik tehlikeleri de bertaraf edecektir. Alevî kardeşlerimize de Diyanette yer verelim ve dinî hizmetlerden onların da faydalanmasını sağlayalım.

Konuşmamı, Hazreti Peygamberin bir hadis-i şerifiyle bitiriyorum: "Güçleştirmeyiniz, kolaylaştırınız; korkutmayınız, müjdeleyiniz."

Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (Anavatan Partisi ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Özdoğan.

Anavatan Partisi Grubu adına ikinci konuşmacı, Mersin Milletvekili Hüseyin Güler; buyurun. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)

ANAVATAN PARTİSİ GRUBU ADINA HÜSEYİN GÜLER (Mersin) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü ile Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü bütçeleri üzerine, Anavatan Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Benden önce konuşan Erzurum Milletvekilimiz İbrahim Özdoğan'a sadece küçük bir katkıda bulunmak amacıyla, altına imza attığımız bu görüşlerin bir bütünlük içerisinde, Diyanet İşleri bütçesi tartışılırken, bu aşamada, AKP iktidarının sürekli söz verdiği, ama bir türlü yerine getiremediği, samimiyetinden dahi şüphe ettiğimiz bu bütçenin yapılandırılmasında, temsilinden ve zorunlu din dersi konusunda gerekli -bir an önce- anayasal değişikliğin yapılmasını bekliyor… Yoksa şunu sormak gerekir: Bunu yapmanız için, verdiğiniz sözü tutmanız için Avrupa Birliğinden talimat mı bekliyorsunuz?! Bizler de bunu merakla bekliyoruz.

Hızla değişen ve küreselleşen dünyada, herkesin doğuştan sahip olduğu temel hak ve özgürlükler özel bir önem ve değer kazanmıştır. Bir ülkede insan haklarına gösterilen saygı, o ülkenin uygarlık düzeyinin ve demokratikleşmesinin ölçütünün durumuna gelmiş ve insan hakları kavramı, uluslararası örgütler ve evrensel anlaşmalarla evrensel bir boyut kazanmıştır.

Bugün, kadının statüsü konusunda, cumhuriyette kazanılan değerlerin her geçen gün birer birer yok edildiği bir dönemde, kirlenen süreç içerisinde, maalesef, kadınımızın da, bundan büyük oranda bir pay aldığı, onun yanında, aynı şekilde de, aile kavramı gibi toplumumuzun değerlerinin başında gelen bir kavramın da her geçen gün yozlaştırıldığı bir süreçte, bu bütçenin ciddî anlamda bir katkısının olmayacağını düşünüyoruz. Yaşam bir bütündür. Aile kavramının da beslenebilmesi için, başta sevgi, ekonomik özgürlük ve gelişen bilim ve teknolojik çağdaki yeniden yapılanan fonksiyonlarla zenginleştirilmiş olması gerekmektedir; ama, bugün, görüyoruz, her ailede yaşanılan sıkıntı… Bunun da en büyük sıkıntısının hissedildiği bir süreçte, kadınlarımız… Başta, her geçen gün yoksulluk ve açlığa doğru giden bir ülkede, bir ailenin, bir annenin, çocuklarını okula uğurlarken çektiği ıstırapları, çocuklarının işsiz kaldığını gördüğü müddetçe çektiği sıkıntıları, süreci, hepimiz, maalesef, görmekteyiz. Ama, tabiî, siyasî anlamda ekonomik veriler sürekli iyi gibi görünmüş gibi görünse de, her geçen gün makyajlarla süslense de, ama, maalesef, bu makyajların aktığını görmekteyiz. Hepimiz biliyoruz aslında bu gerçek yalanları bir gün birimizin bize itiraf etmesi gerektiğini; ama, buna karşın ise, hâlâ, bazı değerlerle kendinizi, maalesef, avuttuğunuzu, halkın da uyuduğunu zannetmektesiniz; ama, halk çektiği bütün sıkıntı ve stresi, maalesef, yaşamında bire bir hissetmektedir.

Bugünkü gelişen dönemde, bir önceki yılda -hepimiz hatırlarız- Anayasanın 10 uncu maddesinde yapılan değişikliklerle, kadınlarımıza toplumsal yaşamda pozitif ayırımcılığın verilmesini engelleyen zihniyetin de sizler olduğunu, maalesef, milletimiz ve kamuoyu bunu unutmamaktadır; ama, siyasal söylem içerisine geldiğimizde, söylediğimiz o kadar güzel sözler var ki, kadınlarımızı, maalesef, tabulaştırıyoruz. Biz ise diyoruz ki; kadınlarımız sadece bir insan, eşitlik anlayışı içerisinde, bu ülkenin temel değeri olan kadınlarımıza, sadece insan olarak değer verin. Yeri gelir, bütün annelerin ayağında cennet vaat edilir; arkasından, yeri gelir, o kadınlarımız, sopa dahil olmak üzere, dışlanma dahil olmak üzere, her türlü ekonomik yoksunlukla, sadece kaderine terk edilir. Bu anlayışın temsilcileri olarak, sizler de maalesef, hızla bu sürece katkıda bulunmaya devam etmektesiniz.

Aile kavramının zenginleştirilmesi için alınması gereken… Yakın geçmiş tarihimizde, doğu ülkelerinin dağılma süreci içerisindeki yaşanan süreci, lütfen gözardı etmeyin. Bu değerler hepimiz için birer referans olmalı, tecrübe edinmeliyiz ve aynı süreci yaşadığımızı, lütfen, görün. Bu yüzden, kadınlarımızın, başta kazanılmış olan anayasal haklarına ve ekonomik özgürlüklerine, bir an önce… Yaşamı idame ettirebilmesi için örgütlenmekten başka şansı bulunmamaktadır.

Evet, hak verilmiyor, alınır. Bunu da, kadınlarımız almalıdır diye düşünüyorum. Bu toplumun yarınları olarak yetişen her çocuğun büyük oranda, özverisiyle, değeriyle, anneden geçtiğini hepimiz çok iyi biliyoruz. Bunlara gereken değerleri vermenin, başta iş hayatındaki ekonomik özgürlüğünü vermekten geçtiğini, lütfen, unutmayın; ama, son üç yılda yapılan değişim sürecinde, kadınların istihdam oranına baktığımızda, her geçen gün bu oranın azaldığını görüyoruz. Peki, soruyorum size; bu mu sizin verdiğiniz önem, bu mu değer?! Ama, her geçen gün, yoksulluğa mahkûm eden, sadece bağımlılık gibi iaşelerle günlük yaşamını idame ettirmeye çalışan bir aile yapısıyla övünmeye devam ediyorsunuz.

Kurduğunuz, yaptığınız aşevleri, yaptığınız iaşelerle, yaptığınız kömür ve çeşitli giderlerle toplumu ve aileleri bağımlı birer aile kurumuna dönüştürdünüz. Peki, bu ailelerin ne kadar sağlıklı düşüneceğini, ne kadar kaderci bir toplum olarak yetişeceğini gözardı etmeyin. Onlara, lütfen, balık vermeyi değil, onlara iş hayatı sağla, balık tutmasını öğret. Gerek eğitim süreci içerisindeki adaletsizliğe gerek sıkıntılarını gün boyunca… Özellikle toplumda şiddet boyutu, toplumsal cinnet aşamasından geçtiğimiz bir dönemde, gazetelerin üçüncü sayfalarını hepimiz maalesef görüyoruz, içimiz kan ağlayarak da takip ediyoruz. Sürece baktığımızda, şiddet, acı, ölüm, kan ve gözyaşı... Bu süreçte, bu toplumun birer üyesi olarak, bir ferdi olarak, birer yurttaşı olarak, bu süreci maalesef içimiz kan ağlayarak, sadece seyretmeye devam ediyoruz. Umarım, bir gün başınıza gelmez, yakınlarınızın başına da gelmez. Süreci ülkenin boyutuyla bir bütünlük içerisinde algılanmaktan başka bir seçme şansımız yok.

Bugün, ataerkil yapı olan aile yapımızın da, bir an önce daha demokratik, evrensel bir boyutla, bütünsel bir aile reisliği kavramı dahilinde, bu sürecin olgunlaşmasına katkıda bulunalım.

Şu ana kadar, üç yıldır yaşanan bir süreçte, maalesef bu konuda sadece bir projeden başka bir proje görmemekteyiz. O yapılan projelerden de, "Bize Güvenin Şiddete Son Verelim" Projesiyle, başta aile içi şiddetin yüzde 30 olarak azaldığını görmekteyiz; ama, bu, beş yıllık bir çalışma sürecinin bir meyvesidir. Demek ki, aile konusunda somut bir adım atabilmek için, toplumsal değişim için en az bir beş yıllık süreci irdelemek gerekir.

Peki, böyle bir proje dışında, burada Sayın Bakandan, üç yılın bir özeleştirisini yapmasını ve bundan sonra da, üç yılın sonunda da, önümüzdeki üç yıllık bir planlamanın neler olduğunun altını dolu dolu duymak istiyoruz. Ülkemizin barış, toplumsal barış ve bütünlük içerisinde, aile kavramının önemi son derece önemli.

Bugün Avrupa Birliği dönemi ve sürecini yaşadığımız bir dönemde, her geçen gün kaybolan değerleri gözden geçirdiğimizde -bu değerler maddî ve manevî değerlerdir- bu değerlerden biri de, dediğim gibi, aile kavramıdır. Her geçen gün Türk toplumunun yapısı, çekirdek aile yapısına doğru dönüşmekte; yani, anne, baba ve çocuklar. Yani, kendi ataları dahi ikinci planda kalabilmekte. Bu süreçte, sağlıklı düşünen bir aile yapısının gelişimi için, başta eğitim, sağlık gibi kamu alanlarında her topluma verilecek mesajın ciddî bir eğitim süzgecinden ve ciddî kaynakların aktarılması ve özellikle, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünün, bu konuda, ciddî projelerle, kamuoyuna ve halkımıza, yaratacağı projeler dahilinde, bu sürecin olgunlaşmasında ciddî katkıları olacağını biliyoruz; ama, maalesef, bütçe görüşmelerinde, dün de söyledik, bir önceki gün de söyledik, hiç dinlemeye de niyetiniz yok; çünkü, size verilen bir direktif var; ekonomik boyut. IMF'nin dayattığı ve size verdiği, her unsurda, sadece bir emir eri gibi emredersiniz demekten öteye gitmeyen, evet demekten öteye gitmeyen bir anlayışla bu sürecin olgunlaşmasını beklemek, maalesef imkânsız. Gönül isterdi ki, sizin bu hükümet çalışmanız döneminde, Türk toplumuna vereceğiniz her türlü başarıyla bizler de onur duyardık; ama, maalesef beceremediniz, beceremeyeceksiniz gibi de görünüyor. Halk da bunu görmekte ve gereken en kısa sürede yapılacak bir erken genel seçimde de, temennimiz, halk da sağduyusuyla bütünleşerek, siyasal mesajını verecektir.

Tabiî ki, kamuoyu yoklamaları sizin istediğiniz gibi görünüyor. Evet, güzel bir söz var. Derler ki, aç tavuk kendini darı ambarında görür. Herhalde sizler de öyle görüyorsunuz.

FARUK ANBARCIOĞLU (Bursa) - Muhalefet öyle görüyor!

HÜSEYİN GÜLER (Devamla) - Şimdi, süreci değerlendirdiğimizde…

AHMET YENİ (Samsun) - CHP'den ANAP'a geçtin!

HÜSEYİN GÜLER (Devamla) - Bizler neden geçtiğimizi çok iyi biliyoruz. Onurumuzla, alnımız açık, tek yüreğimizle; ama, bu süreçte…

HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin) - Bir gün size anlatırız niye geçtiğimizi, o kadar merak ediyorsanız.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen…

HÜSEYİN GÜLER (Devamla) - Neden geçtiğime yanıt veriyorum sadece. Benim siyasal duruşumdaki varlığımın tek gerekçesi, ülkemin siyasal bütünlüğü içerisinde hep yüreğimle hareket ettim, inanmadığım hiçbir şeyin mücadelesini de yapmadım. Bugünkü Anavatan yapısı itibariyle, bulunmaktan da onur duyduğum bir süreç yaşamaktayız ve yakaladığımız bu takım ruhuyla, inanıyorum ki halkımızla kuracağımız bir bütünlük içerisinde, geçen süreci hepimiz göreceğiz.

İnşallah, biz ayrıldıktan sonra geriye kalan arkadaşlarımız, bizim sıkıntı duyduğumuz sürecin olgunlaşmasında, demokratik sürecin katılımında gereken süreç işlenir, bundan sonra da başka arkadaşlar ayrılmaz; çünkü, giden milletvekili sayısı 24, giren 0; bunu da hatırlatırım.

Bu süreç içerisinde, bizler, eğer sizlerin söylemi varsa, bugünkü tek rakip AKP'nin kendisi. Ülkenin yaşadığı süreç içerisinde, AKP ve karşıtı sürecinde olgunlaşma dönemine gitmekte. 2002'nin seçim psikolojisi "eski yüzler gitsin, yeni yüzler gelsin" mantığıyla olgunlaşırken, bugünkü süreçte AKP'den kurtuluş; inşallah, alternatifi de biz oluruz diye düşünüyoruz.

Süreç içerisinde, bu süreci olgunlaştırırken…

AYHAN ZEYNEP TEKİN (BÖRÜ) (Adana) - Hüseyin Bey, Allah gönlüne göre versin.

HÜSEYİN GÜLER (Devamla) - Teşekkür ederim, çok sağ olun.

AHMET YENİ (Samsun) - Hüseyin Bey, hayal görme hayal…

HÜSEYİN GÜLER (Devamla) - Bütün yüreğimizle, yarınlar yüreklerimizle pırıl pırıl olsun. Bizler, bu süreci eğer son dönemler içerisinde, eğer bir aile ve kadına gereken değeri vermek istiyorsak, baştan da, ben de burada, tüm nüfusun yüzde 50'sini kapsayan kadınlarımıza tek bir mesaj vermek isterim; lütfen, siyasallaşın, örgütlenin; çünkü, bu sistem içerisinde, size verilmesi gereken en ufak bir mesaj yok.

Bugün, IMF'nin dayattığı süreç… Dün de hatırlattım; Brezilya ve Arjantin, IMF'den kurtulmanın arayışı içerisinde; kimyamız bozuldu diyor, dokumuz bozuldu. Eğer sizler bundan mesaj alacak olursanız, Türkiye'nin de şu andaki, övünürsünüz Merkez Bankasındaki döviz rezervleriyle; o zaman, dün de tekrarladım bugün de tekrarlıyorum, IMF'ye borçlu olmaktan, bağımlı olmaktan kurtulun ve bu ülkenin kaderini hep beraber yapılandıralım; ama, öyle bir niyetiniz yok, olmamaya da devam edeceksiniz; çünkü, şampiyonluğu siz aldınız, bu süreç içerisinde Türkiye'nin dış borçlar konusunda, IMF karşısında bir numaraya geldiğini, maalesef, içimiz kan ağlayarak izliyoruz; sizler de övünebilirsiniz!..

Bugün, yapılan, özellikle kadının statüsü ve aile içi şiddette, kurulan aile mahkemelerine başvurunun büyük bir kısmı batıda; maalesef, batıda. Asıl, doğudaki o feodal yapının, acıların, özellikle, hepimiz çok iyi hatırlarız, birçok yerde, töre cinayetlerinin işlendiği bir ortamda, Doğu ve Güneydoğu Anadoludaki başvuruların yetersizliğini gördüğümüzde, burada şiddetin olmadığı anlamı çıkmaz. Lütfen, bunlara gereken güvenceyi, gereken yasal yapılanmayı yeniden yaptıralım.

İkincisi; en büyük güvence de, karakollarımız sıcak, samimî, önyargıdan yoksun bir anlayışla donatılması gerekmekte. Bir kadının bir polis karakoluna başvurduğunda, ne işin var burada, sen ailenin bir parçasısın, ezilen, itilen bir parçasısın diye önyargıyla yaklaşan, maalesef, bugünlerde hepimizin sıkıntıyla karşılaştığı bu dönemde, emniyet camiamızın da eğitilmesi gereken bir süreç olmalı. Kadınımıza, önyargıdan yoksun; ama, bunun yanında normal bir insan olarak değer verilmesi gereken bir süreç olarak algılanmalı.

Tabiî ki, her geçen gün eğitimden de yoksunluğunu, ekonomiden yoksunluğunu, alım gücünün yoksunluğunu, maalesef, görmekteyiz. Bugün, ekonomik özgürlükten yoksun bir bireyin içine kapanık ve sadece kaderci bir anlayışla, teslimiyetten öteye gitmeyecek bir anlayışın olgunlaşmasını görmekteyiz. Kadınlarımıza gereken özgüveni verelim ve bu süreç içerisinde katkı da, özellikle pozitif ayırımcılığın öne çıkarıldığı bir dönem olsun diyoruz.

Bizim kadınlarımız hep yüreğimizde, yanımızda…

AYHAN ZEYNEP TEKİN (BÖRÜ) (Adana) - Sizin kadınlarınız nerede?

ÖMER ABUŞOĞLU (Gaziantep) - Mazeretleri var.

HÜSEYİN GÜLER (Devamla) - Serpil Hanımın, biliyorsunuz, yakını kalp krizi geçirdi.

Biz, özellikle, tabiî ki, kadınlarımızın… Bu sorun, sadece kadınlarımızın olmadığını bilmeli, her yurttaşımızın…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Güler, sözlerinizi tamamlayabilir misiniz.

HÜSEYİN GÜLER (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Buyurun.

HÜSEYİN GÜLER (Devamla) - Biraz daha yürekli, kadınımıza değer vermenin göstergesi, sadece size hatırlatmak isterim. Sayın Ulaştırma Bakanımız -sabahleyin burada gördüm, tekrar gelmiş- maalesef, Samsun'da çizilen o resim, ben şahsen Türk vatandaşı olarak üzüldüm- bir kadının tek başına bırakılması, bu göstergenin birer adresi olarak algılanmalı…

NEVZAT DOĞAN (Kocaeli) - Buna ne gerek var şimdi?

HÜSEYİN GÜLER (Devamla) - Ben, kaşımak için değil, lütfen, kendinizi toparlayın ve düzeltin, böyle tablolar vermeyin diyoruz. Bizler de, aileye gereken, kadına gereken önemi veriyorsak, haremlik-selamlık anlayışından kurtulup, onların örgütsel ve siyasallaşmasının önünün açılması gerektiğine inanıyor; bu bütçenin hayırlı ve uğurlu olmasını ve başarılar diliyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Güler.

Anavatan Partisi Grubu adına üçüncü konuşmacı, Şanlıurfa Milletvekili Turan Tüysüz. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)

Buyurun, Sayın Tüysüz.

ANAVATAN PARTİSİ GRUBU ADINA TURAN TÜYSÜZ (Şanlıurfa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü, Özürlüler İdaresi Başkanlığının 2006 malî yılı bütçeleri üzerinde Anavatan Partisi Grubu adına görüşlerimizi açıklamak üzere söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, hepinizi şahsım adına saygıyla selamlıyorum.

Sosyal hizmetler, bilindiği gibi, bakıma, korunmaya ve yardıma muhtaç kişi ya da ailelerin karşı karşıya kaldıkları maddî, manevî ve toplumsal yoksullukların giderilmesini, gereksinimlerin giderilmesini, muhtaçlık nedenlerinin önlenmesini ve çözüme kavuşturulmasını hedefleyen hizmetlerin bütünüdür. Ayrıca, muhtaç kişi ve ailelerin yaşam düzeylerinin iyileştirilmesi ve yükseltilmesini amaç edinen hizmetlerdir.

Bir sosyal hukuk devleti olan devletimiz, Anayasamızın 61 inci maddesinde açıklandığı gibi, özürlülere, muhtaç yaşlılara, muhtaç çocuklara ve ailelerine sosyal hizmetleri götürmekle yükümlüdür.

Değerli milletvekilleri, ülkemizde uygulanan sosyal güvenlik sistemi iki farklı programdan oluşmaktadır. Bunlardan birincisi, sistemin esasını teşkil eden, prim ödenerek desteklenen programlardır.

Konumuzla ilgili olan ikinci program ise, muhtaç insanlarımıza karşılıksız olarak verilen sosyal hizmetleri içerir. Sosyal güvenlik harcamaları içinde, ne yazık ki, yüzde 3'lük bir paya sahip olan bu görev, 2828 sayılı Yasayla Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumuna verilmiştir. Laik, demokratik cumhuriyetimizin ilk kurumlarından biri olan Çocuk Esirgeme Kurumu, Ulu Önder Atatürk'ün çocuklara verdiği değerin bir göstergesidir.

23 Nisanın çocuklarımıza bir bayram olarak armağan edilmesi ve 1924 Cenevre Çocuk Hakları Bildirgesinin 1928 yılında imzalanması da bu düşüncemizi destekleyen öğelerden diğerleridir.

Değerli milletvekilleri, kurumun verdiği hizmetlerin odak noktası insanlardır, hem de devletimizin, bakmak, korumak ve desteklemekle yükümlü olduğu insanlardır. Bunlar, muhtaç ailelerdir, muhtaç yaşlılardır, muhtaç çocuklar ve özürlülerdir. Kurum, bu görevlerini 286 kuruluşuyla yerine getirmeye çalışmaktadır. Bu güzide kurumumuzda verilen hizmetler, aile sıcaklığı, sevgi, şefkat, hoşgörü ve saygı ortamında verilmesi gereken hizmetlerdir; ancak, uygulamadan ve basından öğrendiklerimiz, ne yazık ki, kurumun hizmet birimlerinde insanlıkdışı uygulamaların varlığını göstermektedir. Çocuklara baskı, hatta, işkence yapıldığı görsel basının görüntüleriyle kamuoyuna yansıtılmıştır. Sayın Bakandan, bu insanlıkdışı uygulamaların sona erdirilmesini ve sorumluları adalet önüne çıkarmasını istiyoruz.

Ayrıca, kurumda verilen hizmetlerin, çocukların, yaşlıların ve özürlülerin psiko-sosyal düzeylerine ve bedensel ihtiyaçlarına uygun olmadığını düşünmekteyiz.

Her konuda olduğu gibi, sosyal hizmetler konusunda da ulusal bir politikamız olmadığı için, kalıcı, kararlı, geliştirici ve ileriye dönük bir kurum politikası saptanamamıştır. Böylece, kurumun hizmetleri siyasî otoritenin istemine göre yönlendirilmektedir. Gerçekten, politika dışı kalması gereken bu kurumdaki politik uygulamalardan bir an önce vazgeçilmelidir.

Çocuk Esirgeme Kurumu raporlarında, 750 000 civarında muhtaç çocuğumuz olduğu ifade ediliyor. Gerçekten bu sayı çok daha yüksektir. Dağılan aile çocukları, kimsesizler, terk edilen yaşlılar, bakıma muhtaç sakatlar ve özellikle son yıllarda terör nedeniyle meydana gelen göçler dolayısıyla bakıma muhtaç insanlarımız çığ gibi büyümüş, milyonlarla ifade edilen rakamlara ulaştığı bir gerçektir. Hatta, bazı araştırmalara göre, 15 000 000'un üzerindeki insanımızın açlık sınırının altında olduğu ifade edilmektedir.

Türkiye'de, devletin sunduğu koruma hizmetinden yararlanan 20 000 dolayında insan bulunmaktadır. Bir başka ifadeyle, sunulan hizmetler, ihtiyaç grubunun ancak yüzde 3'ünü karşılayabilmektedir.

Ana veya babasız veya her ikisi de belli olmayan veya her ikisi tarafından terk edilen, anne ve babası tarafından ihmal edilip, fuhuş, dilencilik, alkol, uyuşturucu madde kullanma gibi sosyal tehlikelere veya kötü alışkanlıklara karşı savunmasız, başıboş bırakılan çocuklar için ne yapıyoruz? İtiraf edeyim ki, bu anlamda duyarlılıklarımız bir hiç mertebesindedir.

Hükümetin sosyal hizmet anlayışı, kurumdan hizmet alanların ve hizmeti sunan personelin sorunlarını çözecek nitelikte değildir. Üç yılı geçen hükümet süreleri de bunu açıkça göstermiştir. Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğüne bağlı yurtlarda kalanların sorunları bu dönemde azalmamış, çözümler getirilmemiş ve gittikçe artmıştır.

Tüm kamu kurumlarında olduğu gibi SHÇEK'te de demokratik, şeffaf bir yönetim anlayışı yok. Bilgi, beceri ve liyakate dayanmayan atama ve görevlendirmeler yapılıyor. Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliği değiştirilmiş olup, başka kurumlardan, sosyal hizmetlerle ilgili olmayan idareciler transfer ediliyor. Çalışanların çalışma alanları istekleri dışında değiştiriliyor. Şu anda, siyasî iktidar, kendi kadrolarına yer açmak amacıyla geçici görevlendirmeler yapıyor. Alanda çalışanlar ile üst düzey yöneticiler arasındaki yabancılaşma daha da artırılıyor. Bu da, kurumda sistemli personel kıyımı yapıldığının göstergesidir. Görevden alınanların…

Sayın Başkanım, gerçekten, bir uyarı yapsanız…

BAŞKAN - Buyurun Sayın Tüysüz.

HÜSEYİN GÜLER (Mersin) - Uğultu geliyor Sayın Başkanım.

TURHAN TÜYSÜZ (Devamla) - Değerli milletvekilleri, bugün görüştüğümüz Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü bütçesi, Malatya Çocuk Esirgeme Kurumu Yurdunda meydana gelen çirkin görüntüler, işkence ve kötü muamele görüntülerinin gölgesinde yapılmaktadır.

Malatya'da meydana gelen bu olaylar, bir bayram arifesinde, tüm milletimizi derinden yaralamıştır. Aslında, Malatya'da bir şekilde ortaya çıkarılan bu görüntüler, Şanlıurfa'da ve Urla Barbaros Çocuk Köyünde yaşananlar, aysbergin sadece görünen küçük bir yüzeyidir. Kim bilir, aysbergin görünmeyen yüzeyinde neler vardır!

Olay, aslında, bir sistem sorunudur ve sistemi bir bütün olarak sorgulamamız gerekmektedir. Bunu, genel ekonomik gelişme ve kalkınma düzeyinden soyutlayarak ele almamız da mümkün değildir. Sistem yozlaşmış, bozulmuş, ayakta durmaya takati kalmamıştır. Bugün Malatya'da, yarın başka bir şehrimizde sisteme isyan çığlıkları yükselecektir; ama, bunu çözmek de, ülke olarak, bizim görevimizdir.

Bu konuya değinmişken, Sayın Bakanın, Malatya'da bir şekilde ortaya çıkarılan bu görüntüler neticesinde "benim, her çocuk yuvasında 4 tane muhbirim var" şeklinde ifade kullanması, toplumu derinden yaralamıştır. Devlet hayatında muhbir kullanmak, hele çocukları muhbir olarak kullanmak nasıl bir zihniyetin ürünüdür; bunu anlamakta güçlük çekiyorum. Ayrıca, muhbiri kime karşı kullanıyorsunuz; kendi atadığın kişilere karşı. Bu da ne kadar etiktir, o da tartışılır.

Kurumun, bugün, personel ve ödenek yetersizliği nedeniyle sorunları çözmesi de mümkün değildir; çünkü, toplam 8 302 personelle kimsesiz gençlere ve engellilere 24 saat esasıyla hizmet vermesi gereken yurtlarda, 1 sosyal hizmet uzmanına 44 çocuk, 1 bakıcı anneye de 16 çocuk düşmektedir.

Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumunun, sosyoekonomik koşullar nedeniyle korumaya aldığı çocuk sayısı 18 000'dir. Kurumda, personel başına bakılması gereken ortalama kişi sayısı 3'ten 13'e çıkmıştır.

Hükümetin 2006 yılı için 512 000 000 YTL'lik bütçe ayırdığı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumunun olması gereken bütçesi 1,5 milyar YTL'dir. Anlaşılan, sevgi ve şefkat yurtları olması gereken bu yurtların yetersiz ödenekleri de, hükümetin, IMF ve malî disiplin ve bütçe fazlası hedeflerine kurban edilerek sosyal devletin koruyucu şemsiyesi bunlar için kapatılmıştır.

Devlet, sosyal devlet anlayışının, malî disiplin ve bütçede yüzde 6,5'lik faizdışı fazlaya feda edildiği, işsizliğin çığ gibi büyüyerek, ülke nüfusunun üçte 1'inin açlık ve yoksulluk sınırında yaşamaya mahkûm edildiği bir ortamda, elbette, bu sosyal kurumlar da payına düşeni almaktadırlar. Hükümet, sosyal yardım harcamalarına, sosyal devlet anlayışında olduğu gibi, sosyal haklar çerçevesinde değil, sosyal tehdit algılamasıyla bakmaktadır.

Değerli milletvekilleri, 2004 yılında birçok kurumun bütçesinde artış oranı bir önceki yıla göre yüzde 20'yi aşarken, SHÇEK'in bütçe artışı yüzde 11 civarında kalmıştır. Yani, diğer kurumların yarısı oranında bir artış sağlayabilmişizdir.

Hükümetin, gerçekten "IMF politikalarına bir sosyal boyut katacağız" şeklindeki söylemin havada kaldığını, buna inanmadığını, faizdışı fazla için, borç ödemek için, toplumun sağlığından, çocukların sağlığından bile fedakârlık ettiğini görüyoruz.

Türkçemizde "esirgeme" sözünün özel bir yeri vardır. Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumundan yeterli bütçenin neden esirgendiğini mevcut hükümete sormak gerekmektedir. Esirgenen bu bütçeyle, muhtaç çocuklarımıza, özürlülerimize nasıl bakacağız, onları nasıl koruyacağız? Muhtaç çocuk ve gençlerimizi nasıl eğiteceğiz? Onları nasıl meslek sahibi yapacağız? Bunlara, Sayın Bakanımız cevap verirse, bizi sevindirmiş olacak.

Bu bütçe, AK Parti Hükümetinin, muhtaç insanları sahipsiz bırakacağının bir göstergesidir.

Sosyal hizmetleri yalnız devletin sırtına yıkmak yerine, insanlarımızın özveriyle katkıda bulunduğu bir yaşam tarzı haline getirmeliyiz. Ayrıca, yerel yönetimler, vakıflar, dernekler ve gönüllü kuruluşlarla birlikte, bu hizmetin yerine getirilmesine çalışılmalıdır.

Kurum hizmetlerinden yararlanan çocuklardan ailesi olanların ailelerinin yanında bakım ve korunmaya alınması sağlanmalıdır. Kurum birimlerinde, yalnız yetim ve öksüz çocuklar barındırılmalıdır.

Muhtaç çocukların geçerli bir meslek sahibi olacak şekilde eğitimleri sağlanmalıdır. Yasal olarak belirlenen yurttan çıkarılma kuralları, özellikle, hiçbir akrabası olmayan ve iş bulamayan kız çocukları için daha makul düzeylere çekilmelidir.

Değerli milletvekilleri, şimdi de biraz özürlüler bütçesinden bahsetmek istiyorum. Ülkemizde yüzde 11-yüzde 12 arasında bir orana sahip görme, ortopedik, zihinsel, konuşma ve işitme özürlü insanlar yaşamaktadır. Özürlülerin toplumsal yaşama katılmalarının sağlanması, onların toplum içinde hem söz hem de yükümlülük sahibi olduklarının kabul edilmesi sosyal devletin gerekleri arasındadır.

Sosyal devlet, özürlülerin toplumun tam ve eşit bireyleri olmasını sağlayacak toplumsal, siyasal ve yasal değişikliklerin sağlandığı devlettir. Özürlülerin yüzde 80'i en alt sosyoekonomik kesimlerden geliyor. Eğitim çağındaki özürlü çocukların sayısı 4 000 000 civarındadır. Eğitim hakkından yararlanamayan özürlülerin oranı yüzde 44, yalnızca ilkokul okuyabilen özürlü oranı yüzde 41 civarındadır. Millî Eğitim Bakanlığı özürlülerin eğitimi için bütçesinden sadece yüzde 0,97, yani, yüzde 1'i bile bulmayan paylar ayırırsa olacağı da budur herhalde! Bu zihniyetle, özürlüler ancak tüketiciliğe, cehalete, dışlanmaya mahkûm edilir ki, şu an onlara bu şartlar sunuluyor.

Haydi, özürlü vatandaşlarımızı eğitemiyoruz, bari onları sosyal hayata ve üretim mekanizmalarına katabiliyor muyuz; kesinlikle hayır; çünkü, eğer katabilseydik, bugün özürlülerde işgücüne dahil olmayan erkeklerin oranı yüzde 67, kadınların oranı yüzde 93 olmazdı; eğer katabilseydik, özürlülerimizin yüzde 53'ü tamamen sosyal güvencesiz kalmazdı.

Özürlülerin yeterli ve nitelikli miktarda özel eğitim okulları yok, meslek okulları yok, üniversite kapıları kapalı, hastaneleri yok, işleri yok, sosyal güvenceleri yok, yasaları var uygulayanı yok; ne olacaklarını düşünen yok, yarınlarını planlayan yok.

Özürlüler İdaresi Başkanlığı, sorunlar yumağı içerisinde yaşam savaşı veren özürlülerin öncelikle eğitim, istihdam ve sosyal güvenlik olmak üzere, sağlık, özürlülük nedenleri, ulaşım, iletişim, konut, spor ve kültürel alanlardaki sorunlarının çözümlenmesi için kalıcı projeler üretmelidir.

Ancak, 2006 yılı için konulan 3 500 000 YTL'yle Özürlüler İdaresi Başkanlığının hangi yatırımı yapılacak, hangi sorunu çözülecek?!

Toplumu genel ekonomik politikalar bakımından gözetmek, asayiş ve güvenliğini temin etmek kadar, onu, sosyoekonomik, hatta tüm psikolojik boyutlarıyla da gözetim altına almak, izlemek, kendi başına sorunlarını aşamayan kişi ve aileleri tespit etmek ve onlara olabildiğince destek vermek, hem geleneksel kültürümüzün bize verdiği bir vecibe hem de çağdaş bir devlet olmanın anlayışıdır sanıyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

TURAN TÜYSÜZ (Devamla) - Başkanım, bitiriyorum.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Tüysüz.

TURAN TÜYSÜZ (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Bir ülkenin ve devletin varlık şartı olan insan kaynağına gereken özeni göstermek, birinci derecede ve hayatî önem taşır. Ülkede fizikî şartları iyileştirmek, teknolojiyi geliştirmek, altyapıları düzenlemek elbette önemlidir; ancak, bu politikalar, sosyal perspektiflerden uzak bir anlayışla ele alınamaz.

Değerli milletvekilleri, Sayın Başkan; büyüklüklerine baktığımızda, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü, Özürlüler İdaresi Başkanlığının 2006 malî yılı bütçeleri, maalesef, umut ve ışık vaat etmiyor. Sorunların çözümü için bilgiye, programa, hazırlıklı kadrolara, sağlam kaynağa ve gayrete ihtiyaç vardır.

Bu anlamda, ekonomik ve sosyal yoksunluk içerisinde bulunan kişi ve ailelerin hukukunu aramaktan bir an bile geri durmayacağımızı ve bu konuda sorumluluk taşıyan iktidarın da adım adım takipçisi olacağımızı belirtir, bu yetersiz bütçenin, muhtaç aile, çocuk, yaşlı ve özürlülerimizle birlikte, ülkemize hayırlı olmasını diler, şahsım ve Partim adına hepinize saygılar sunarım.

Teşekkür ediyorum. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Tüysüz.

Şimdi, şahsı adına, lehinde söz isteyen Ordu Milletvekili Hamit Taşcı.

Buyurun Sayın Taşcı.

HAMİT TAŞCI (Ordu) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yedinci turda bütçeleri görüşülen Diyanet İşleri Başkanlığı, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü, Özürlüler İdaresi Başkanlığı, Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü bütçeleri hakkında görüşlerimi sunmak üzere kürsüye gelmiş bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Benden önce konuşan arkadaşlar, rakamlar üzerinde görüşlerini ifade ettiler, ayrıntılı bilgi verdiler; ben tekrarlardan kaçınmaya çalışacağım.

İlgili birimlerin görev ve sorumluluk alanlarını incelediğimizde, ortak paydanın insan olduğunu görüyoruz. Çocuğuyla, genciyle, yaşlısıyla, kadını ve erkeğiyle, özürlüleriyle, sağlıklılarıyla, ortak payda insan. Öyleyse, konumuz insan. İnsan nedir? Niçin bu gezegendeyiz? Bu gezegenden sonraki yürüyüşümüz nereye ve nasıl olacak?

Tüm ilahî öğretiler gezegende türümüzün bir anne babayla başladığını, yine tüm ilahî öğretiler bu anne babanın isimlendirilmesini Âdem ile Havva olarak belirtmektedirler. Türümüz, bu yeşil gezegene, ana kucağında, uzun bir yürüyüşle yayılmış. Gittikleri yeri yaşam alanı olarak değerlendirmiş, o yeri yurt edinmiş ve yurt olarak kutsamış. Bu açıdan konuyu değerlendirdiğimizde tüm insanlar kardeştir.

Bizi Yaradan ve bu gezegende bize geçici bir yaşam alanı oluşturan Yüce Yaratıcı, bizi diğer varlıklardan farklı yaratmış, bize özgürlüğü vermiş, karşılığında da, bizi, yaptığımız her eylemimizden sorumlu tutmuş; bize, bu gezgende sevgi, hoşgörü, inanç, aşk, adalet ve hakikat medeniyetini kurabilmek için, elçileri aracılığıyla evrensel konseptler vermiş, bu konseptleri yaşam alanına taşıma konusunda bizleri özgür bırakmıştır.

Tercihlerinde özgür olan türümüz, gezegende medeniyet havzalarını kurmuşlar, Yaratıcının konseptine bağlı olanlar sevgi, aşk, inanç, adalet ve hakikat medeniyetlerini; Yaratıcının konseptine dikkat etmeyenler, sınırlı güç ve iradeleriyle güç medeniyetlerini oluşturmuşlardır. Bunun tarihte örnekleri mevcuttur, Çin, Hint medeniyetleri gibi, Yunan ve Grek medeniyetleri gibi ve bugün Batı medeniyeti dediğimiz medeniyetler, güç medeniyetlerinin birer örnekleridir.

Milletimiz, geçen bin yılda, bu adalet ve inanç medeniyetinin güzel bir örneğini vermiştir. İnsanlığa, adaleti, sevgiyi, aşkı, hakikati taşımış, insanın fıtri yapısına uygun bir yaşam alanı oluşturmuştur. Ahmet Yesevi, Hacı Bektaş Veli, Yunus Emre, Mevlana ve benzeri düşünürler hakikat medeniyetini ilmik ilmik örmüşler.

Bugün, gezegenimize egemen olmaya çalışan güç ve sömürge medeniyetinin temsilcileri, güç medeniyetinin temsilcilerinin kendi türüne yaptığı vahşeti, gezegende başka canlı türleri kendi türüne yapmamıştır, yapmamaktadır. Asya'da, Avrupa'da, Amerika'da, 5 kıtada yok edilen milletler, haçlı savaşları, Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında yok edilen yüzmilyonlarca insan ve bir şekilde devam eden üçüncü dünya savaşı. Filistin, Afganistan, Irak, Viyetnam, kültürel ve ekonomik savaşlar...

Bugün, gezegenimizde, insanlık bir çıkış yolu arıyor. Huzuru, sevgiyi, aşkı, inancı, adaleti yaşam alanına taşıyacak bir yeni medeniyet dalgasının inşaına başlamak zorundayız.

Tarihi, medeniyet ve devlet tecrübesiyle, sosyokültürel birikimiyle, jeo-stratejik konumuyla, bunu yapacak millet, yine bizim milletimiz olacaktır. Sevgi, aşk, inanç, adalet ve hakikat medeniyetini Türk Milleti kuracaktır yine yeryüzünde.

Bütçesini görüştüğümüz kurumların ortak paydası insandır, milletimizdir, Türk Milletidir. Kurumlarımız yeni bir hakikat medeniyetinin inşaında görev ve sorumluluk alan kurumlardır. İnsanımız; çocuk, genç, yaşlı, özürlü, sağlıklı kadın ve erkek, hepsinin ortak ismi insan. Bu kurumlarımız insana hizmet etmekle yükümlüdür, milletimize hizmet vermekle yükümlüdür. Ama, nasıl, hangi konseptle? Bu kurumlarımızın 21 inci Yüzyıla yönelik konseptleri var mı? Üçüncü bin yıla ait konseptleri nedir? Sevgi, aşk, inanç, adalet ve hakikat medeniyetiyle ilgili konsept ilişkileri nelerdir? Gezegenimizdeki mutlu yaşamımız ve gezegen sonrası yaşamımızın mutluluğu için Yaratıcının koyduğu konsept ile kurumların konseptleri arasındaki örtüşme ne oranda? Kurumlarımızın görevi, ilgi alanındaki insanımızın biyolojik, fiziksel, psikolojik, pedagojik, sosyal ve kültürel gelişimini sağlamak, inanç, ibadet, ahlak gelişimlerine katkıda bulunmak, milletimizin birliği beraberliği, huzur ve refahına yardımcı olmaktır.

Söz konusu kurumlarımızın bütçelerini genel bütçe imkânları içinde yeterli hale getirmek, çalışanlarının özlük haklarını iyileştirmek gerekmektedir. İlgili kurumların personelinin eğitim seviyelerini yükseltmek, millî ve küresel gelişimlere göre yeniden gözden geçirmek zorundayız.

Saygıdeğer milletvekilleri, şimdi biraz Diyanet İşleri Başkanlığıyla ilgili görüşlerimi açıklayacağım.

Dünyanın 5 kıtasında dış temsilciliklerimiz aracılığıyla dinî hizmet faaliyeti gösteren bu teşkilat, sadece bulunduğu ülkelerdeki Türklere değil, İslamı tanımak isteyen bütün insanlara hizmet sunmaktadır. 3 Ekim 2005'te Avrupa Birliğiyle müzakerelere başlama sürecine girilmiştir. Avrupa'nın en güçlü ve organize teşkilatları, hâlâ kiliseler ve dinî vakıflardır. Bu güçlü dinî kuruluşların malî varlığı ve manevî otoritesi, neredeyse, devletlerin bütçesinden daha güçlüdür ve manevî etkileri devlet başkanlarından daha büyüktür. Laik olmalarına rağmen, Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya gibi Avrupa Birliğinin güçlü ülkelerinin anayasalarına göre, Hıristiyan dogmalarına aykırı kanun teklifinde bulunamazlar.

Ülkemizin, bu kadar güçlü ve köklü teşkilatlı Hıristiyan kuruluşları karşısında durabilmesi için şu üç temel kuruluşumuzun en mükemmel tarzda ele alınması ve güçlendirilmesi şarttır. Bunlardan birisi olarak, kültür ve medeniyetimizin varlığı ve bekası için, Hıristiyan kültür ve medeniyeti karşısında galip gelmemiz için Kültür Bakanlığımız ve teşkilatları en güçlü hale getirilmelidir. Ülkemiz insanının Batı eğitim sistemi karşısında dejenere olmaması ve galip gelmesi için, Millî Eğitim Bakanlığımız ve kuruluşları, mutlaka, kimliğimizi oluşturan değerlerle donanımlı kılınarak en güçlü hale getirilmelidir. Akıl almaz ve sınır tanımaz imkânlarla ülkemiz insanını Hıristiyanlaştırmaya çalışan kilise teşkilatları karşısında Diyanet İşleri Başkanlığımız ve kuruluşları her türlü imkânlarla donatılmalıdır. Bu tedbirler geciktirilmeden hemen alınmalıdır. Diyanet İşleri Başkanlığının yurtiçi ve yurtdışı kuruluşları her türlü donanımla takviye edilmelidir. Diyanet İşleri Başkanlığımız, ülkemizin her türlü dinî, ahlakî, kültürel, ve ekonomik problemlerinin çözümünde daha aktif olmalıdır.

Saygıdeğer milletvekilleri, ayırımcılığın her türlüsünü ortadan kaldırmayı hedeflemiş, önyargılardan uzak, özgür, dinamik, gerçekçi düşünen, çağın imkânlarının tamamını teşkilatının hizmetinde kullanabilen, en iyi yetişmiş, özü sözü bir, inandığı gibi yaşayan, toplumun her kesimince örnek kabul edilmiş, toplumun bütününü hiçbir ayırıma tabi tutmadan…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Taşcı, tamamlayabilir misiniz.

Buyurun.

HAMİT TAŞCI (Devamla) - …öz varlığı gibi sevebilen, her türlü radikallikten uzak, bilgili, becerikli, halkını her türlü konuda aydınlatabilen din adamlarına her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var.

Türkiye'nin üzerinde emelleri olan, her geçen gün güçlenerek teşkilatlanan kuruluşların durumuna bakalım. Hıristiyan misyonerlik teşkilatlarının Vatikan ve Patrikhane merkezli organizasyonlarının, Anadolu ve Türk cumhuriyetleri için yılda ayırdığı para -bunun altını çizerek söylüyorum- 200 milyar dolardır ve 2025 için bir hedef belirlemişlerdir; nedir bu; 2025'te 7 000 aktif misyonerle birlikte 800 küsur milyar dolar, 10 000 radyo ve televizyonla Türk dünyasında, Türk dili konuşan ülkelerin coğrafyasında bu hizmeti yürütmek gibi bir hedef ortaya koymuşlardır.

Hâlâ, ülkemizde mahallî radyolarla Hıristiyanlık propagandası yapılıyor. Her gün yeni kiliseler açılıyor. Çeşitli promosyonlarla bu kiliselere müntesipler toplanmaya çalışılıyor. Maalesef, basın-yayın organlarımızın bazılarında da, dinimizin en kutsal müesseseleri, ahlakî değerlerimiz ve kültürel varlığımız yetersiz ve sorumsuz kişilerce alaycı üslupla tartışılırken, Kiliseler Birliğinin denetiminden geçmemiş hiçbir film, hiçbir çizgi film, hiçbir tiyatro eseri, dünya çapında faaliyet gösteren 3 400 radyo ve televizyon istasyonunda denetimden geçtikten sonra insanların beyinlerini yıkamak için mesaj olarak sunuluyor.

Saygıdeğer milletvekilleri, biz, kendi iç meselelerimizde en basit konuları büyüterek ortaya koyarken, Hıristiyan misyonerlik teşkilatının bu büyük gayretleri ortadadır.

Sizleri saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Taşcı.

Şimdi, tasarılar üzerinde, Hükümet adına söz isteyen Devlet Bakanı Nimet Çubukçu...

AHMET SIRRI ÖZBEK (İstanbul) - Sayın Başkan, aleyhte konuşma hakkım var.

BAŞKAN - Sayın Özbek, niye acele ediyorsunuz?

AHMET SIRRI ÖZBEK (İstanbul) - Söyleyeceklerimize belki cevap verirler.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Bakan. (AK Parti sıralarından alkışlar)

DEVLET BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Yüce Meclisimize, 2006 malî yılı bütçe görüşmeleri çerçevesinde, Bakanlığıma bağlı kuruluşların görev alanları, faaliyetleri ve bütçeleri konusunda bilgi vermeden önce hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Görev alanıma giren Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü, Aile Araştırma Kurumu Genel Müdürlüğü ve Özürlüler İdaresi Başkanlığı, sosyal politikaların belirlenmesinde, uygulanmasında ve koordinasyonunda çok önemli bir role sahiptir.

Bu kurumların amaç, görev ve hizmet verdikleri gruplar, toplumumuzun en dezavantajlı gruplarını oluşturan kadınlar, çocuklar, özürlüler, yaşlılar ve toplumun en temel yaşam ünitesi olan aileyi kapsamaktadır.

Gerek dünyada gerekse ülkemizde yaşanan gelişmeler, geniş nüfus gruplarının hayat şartlarının ve kalitesinin yükseltilmesinde sosyal hizmetlere duyulan ihtiyacı her geçen gün artırmaktadır. Bir diğer yandan da, bu hizmetlere duyulan gereksinim artarken, öte yandan, hizmetlerin farklılaşarak, çeşitlenerek artması, devlete tek başına altından kalkamayacağı yeni görevler yüklemektedir.

Sorunların çeşitlenerek artması, devletlerin sosyal hizmetler alanından geri çekilmesini değil, aksine, farklı aktörlerin de bu hizmetler alanında yer almasına yönelik politikalarda ve bu alanda daha etkin bir biçimde görev almaları konusunda yeni bir ihtiyacı ortaya koymuştur.

Dünyadaki gelişmelere paralel olarak ülkemizde de sosyal hizmet politikalarını oluşturan hükümetimiz, yıllardır ertelenen sorunlar ve toplumsal taleplere etkin ve hızlı çözümler getirmek üzere yeniden yapılandırma çalışmalarını sürdürmektedir. Aileyi, toplumu, gönüllü kuruluşlar ve sivil toplum örgütlerini, hizmet sunum kapasitesini artırmak amacıyla mekanizmaya dahil eden bu çağdaş yaklaşım ışığında sosyal hizmet politikasını oluşturan hükümetimiz, kadın, aile ve özürlüler konusunda hizmet veren kamu kurumlarını yeniden yapılandırmıştır.

Bakanlığıma bağlı kurumların, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü ile Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü üzerinde bugüne kadar yapılanları çok geniş bir biçimde milletvekillerimiz özetlediğinden, konuya yönelik olarak bazı meselelerin açıklığa kavuşması konusunda özellikle açıklama yapmam gereken hususlar olduğunu düşünüyorum. Bunlardan, sosyal hizmetlerde bir bakış açısı değişikliği gerektiğine ilişkin "önleyici olmalı" diyen bir milletvekilimiz... Gerçekten sosyal hizmetler anlayışında bir yenileşme, bir çağdaşlaşma ve önleyici, koruyucu hizmetlere öncelik verme gibi bir girişimde bulunulmalı. Nitekim, hükümetimiz döneminde de önleyici hizmetlerden kabul ettiğimiz aile yanında destekleme ve kurum bakımı yerine, kritik ailelerde, çocukları bakıma muhtaç aileleri dışarıdan destekleme gibi çalışmalara öncelik veriyoruz.

Son iki yılda kurumda olumsuz gelişmeler yaşandığına ilişkin iddiaları da kabul etmek mümkün değil. Hükümetimizin, iktidar olduğu günden bu yana, özellikle sosyal hizmetler alanında yaptığı çalışmalar önceki dönemlerle kıyaslanmayacak kadar ileri çalışmalardır ve bu, bizim izlediğimiz, geniş, toplumun tüm geniş kesimlerini, kısıtlı kesimlerini, dezavantajlı kesimlerini kapsayan geniş bir sosyal hizmet anlayışımızın ürünüdür, sonucudur.

Plan ve Bütçe Komisyonundaki tartışmalarda da bir kadrolaşma iddiası, personel yetersizliği önemle vurgulanmıştır. Kurumumuzda bir kadrolaşma söz konusu olmadığı gibi bizden önceki dönemde 180'li sayılarla ifade edilen sosyal hizmet uzmanının idareci olma kapasitesi 213 kişiye çıkmıştır. Şu anda personel yetersizliğimiz bir gerçektir; ama, personel yetersizliğini gidermek üzere de kurumumuz çalışmalar yapmaktadır.

Bütçeden ayrılan pay yüzde 100'e yakın bir oranda artırılmış ve özellikle sokak çocukları, Çocuk Koruma Kanunu çerçevesinde, kurumumuza yeni verilen görevlerin de üstlenilmesi yönünde çok hızlı adımlar atılmaya başlanmıştır.

Özellikle, Sokak Çocuklarını Araştırma Komisyonunun Parlamento çatısı altında yaptığı çalışmayı çok önemsiyoruz ve bu çalışma çerçevesinde, komisyonun önerilerini, yasal hazırlık çalışmamızda ve kurumun yeniden yapılandırılmasında örnek aldığımız gibi, bir vizyon çalışması, hizmet eşgüdüm çalışmasına da örnek teşkil edecek şekilde hazırladık. Özellikle, Sosyal Hizmetler Kurumu çatısı altında yapılan bu çalışmaları, komisyon üyelerine, Parlamento çatısı altında yaptıkları çalışmanın geçici süreli olmadığını ve şu anda yapılanları da bir değişiklik olarak kendilerine en kısa sürede bildireceğiz.

Kadın sığınmaevi konusunda... Kadın sığınmaevlerinin sayısı, dönemimizde yüzde 100 oranında artırılmıştır. Bu yeterli midir; kesinlikle değildir. Bu sebeple, Parlamentoda, özellikle Belediyeler Yasası görüşülürken verilen önerge doğrultusunda, nüfusu 50 000'i aşan her ilçenin, kadın ve çocuklar için korunmaevi açma zorunluluğu getirmesi de bu anlayışın bir ürünüdür. Dünyanın bütün ülkelerinde, özellikle kadın ve çocuklara yönelik koruma hizmetleri, sosyal hizmetlerin diğer alanlarına giren tüm çalışmalar, yerelle paylaşılan çalışmalar, yerinden yönetimle paylaşılan çalışmalardır. Bu doğrultuda, hizmetlerin yerinden yönetimle ve yerele yaygınlaştırılması, özellikle kadın politikaları üretme konusunda, yıllardır, merkezî idare tarafından yürütülen çalışmaların da yetersiz olduğu bir gerçektir. Bundan sonra, belediyelerin, özellikle kadın politikaları konusunda bir rol üstlenmeleri, bizim açımızdan çok önemlidir. Hem Türkiye genelinde tüm valiliklere, hem de 1 400'ü aşkın belediye başkanına gönderdiğimiz yazıda, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünün rol aldığı, aktör olduğu bütün çalışmalarda, belediyelerin de bir şekilde iştirak etmelerini istedik.

Özelikle Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumunun 183 acil hattının 24 saat çalışması yönündeki talebe… 3 Aralık 2005 tarihinden bu yana, 183 Acil Yardım Hattı 24 saat olarak çalışmakta. Bunu da, buradan, bu kürsüden duyuruyorum; milletimizin, gerçekten, bu anlamda, ihtiyacı olan, sıkıntıda olan başvurularını, 24 saat olarak alıyor ve kabul ediyoruz.

Huzurevleri sayısının yetersizliği konusunda bir itiraz vardı. Evet, Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumunun -kuruluş olarak- huzurevleri dışında, malumu âliniz, belediyeler ve özel huzurevleri de vardır. Yani, dolayısıyla, şu anda, özellikle Doğu, Güneydoğu, Karadeniz Bölgesindeki huzurevlerimizin doluluk kapasitesi de yüzde 40 civarındadır.

Görünen o ki, özellikle huzurevleri ve yaşlı bakımında, Türkiye'nin önümüzdeki onbeş yılda yaşlı nüfusunun artışını da gözönüne alarak yeni bir politika belirlemesi gerekiyor ve bu kuruluş bakımı dünyada da tartışılıyor. Yaşlılarımızı kuruluş bakımına almak yerine, evde bakım ve mobil bakım hizmetlerini yaygınlaştıracağız ve bu dönem bütçemizde yer alan kalemlerden bir tanesi de, bu bakım hizmetlerinin yerinde verilmesine yönelik.

Özellikle, Özürlüler İdaresi konusunda, Maliye Bakanlığımızın özürlülerin lehine olan her maddeye itiraz ettiği yönündeki açıklamaları da doğru bulmadığımı söylemek istiyorum. Bu yasa, Özürlüler Yasası, Maliye Bakanlığına ve genel bütçemize 1,2 katrilyon bir sorumluluk yüklemiştir ve bu, Hükümetimiz tarafından gönüllü ve özürlülerin lehine olan her hususta olduğu gibi kabul edilmiştir. Herhangi bir şekilde, Maliyenin, bu yasadan kaçındığı ve itiraz ettiği iddiaları da, çıkan yasa doğrultusunda doğru değildir.

Cumhuriyet Halk Partisinin, Plan ve Bütçe Komisyonunda Özürlüler Yasası görüşülürken, lehine olan hükümlerin kabul edilmediği iddiası da doğru değildir. Ben oradaydım ve bu yönde öneriler doğrultusunda verilen teklifler, yasanın, genellikle lehinde görüşler şeklinde cereyan etti ve Özürlüler Yasası konusunda öne sürülen, genellikle, görüşlerde de, iki parti grubunun olumlu görüşleriyle çıktığını biliyoruz; fakat, Özürlüler Yasasının Parlamentodan geçtiği muhakkak; ama, Özürlüler Yasasını yirmi yıldır bu ülkede özürlüler hükümetlerden bekliyor; ama, bu yasayı 59 uncu Hükümet ve AK Parti Hükümeti getirmiş ve geçirmiştir, bu da bir gerçekliktir. Şimdi, bu hakkı da haklı olana teslim etmek lazım. Biz, bu yasayla ilgili, bu toplumun tüm kesimleri gurur duyuyoruz. Özürlüler Yasasının bu Parlamentodan geçmiş olması, toplumumuzun dezavantajlı gruplarını, hatta, Avrupa Birliği üyesi ülkelerin birçoğundan daha ileri bir yasayla kuşatmış olmanın huzuru ve mutluluğu içindeyiz. AK Partinin yasayı bastırmış olmasından bence memnuniyet duymamız lazım.

HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU (Antalya) - Sayın Bakan, birlikte geçirdik, yalnız….

DEVLET BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (Devamla) - Aynı şekilde, Cumhuriyet Halk Partisi de bu yasayı bastırmalıdır. Hak ve özgürlükleri ilgilendiren alanlarda, özellikle hak ve özgürlükleri ilgilendiren alanlarda şunu her zaman söylüyoruz: Yasaların Parlamentodan geçmiş olması yeterli değil; Parlamentodan geçmiş olan, kâğıt üzerinde kalmış yasalar değil, bu hakların öğretilmesi, anlatılması adına yapılacak her türlü çalışmayı biz destekliyoruz. Bazı odalar, borsalar, ilgili kamu kurumları, belediyeler bastırıyor; braille alfabesiyle görme özürlüler için ve diğer özür gruplarına uygun şekilde yasa bastırılıyor ve dağıtılıyor. İnşallah, en yakın sürede Cumhuriyet Halk Partisi de bu yasayı bastırsın ve dağıtsın; biz, bundan gurur duyarız ilgili Devlet Bakanı olarak. Ben, şahsen, yasanın anlatılması, tanıtılması için her yerde, ilçe ölçeğinde bile, gidip konuşmalar yapıyorum. Niye; özürlülerin haklarını bilmesi kadar, özürlü gruplarına nasıl davranılması gerektiğine özürsüzlerin de duyarlılık göstermesi için. Biz, bu yasanın toplumun tüm kesimleri tarafından sahiplenilmesi için, çok yakın bir sürede iki büyük kampanya da başlatıyoruz; Gökkuşağı Kampanyası ve…

CANAN ARITMAN (İzmir) - Parti amblemi olmadan yapsaydınız takdir ederdik; ama…

BAŞKAN - Lütfen, Sayın Arıtman.

DEVLET BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (Devamla) - Yasa Parlamentodan geçerken Cumhuriyet Halk Partisi üyeleri burada değildi ve protesto ederek Meclisten çıkmışlardı; Özürlüler Yasası Parlamentodan geçti, doğru; ama, sadece AK Parti Grubunun oylarıyla geçti. (AK Parti sıralarından alkışlar)

ATİLA EMEK (Antalya) - Mübarek olsun!

HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU (Antalya) - Yarısına kadar buradaydık!

DEVLET BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (Devamla) - Türk aile yapısının güçlendirilmesi yönünde yapılan araştırmaların da…

ATİLA EMEK (Antalya ) - Yurtların durumu nedir Sayın Bakan?! Onu uygulayın yeter!

DEVLET BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (Devamla) - Önümüzdeki dönemde en önemsediğimiz aile politikalarından bir tanesi de, Türkiye'de bir aile yapısı araştırmasıdır; bunu çok önemsiyoruz. Gelişmiş ülkelerdeki en önemli çalışma, veri tabanlı çalışmalardır. Bu sebeple, bizim de aileye yönelik çalışmalarda öncelediğimiz konu, özellikle bu yönde bir data elde etmek, Türk aile yapısının datasını ve Devlet İstatistik Enstitüsüyle, bu konuda 500'e yakın soracağımız soru sonunda çıkacak sonuçlar neticesinde, bugüne kadar aileye yönelik üretilen politikaları destekler nitelikte ama bir veri tabanı üzerinde çok ciddî bir çalışma yapacağımızı düşünüyorum.

CANAN ARITMAN (İzmir) - Bu paralarla olmaz Sayın Bakan!

DEVLET BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (Devamla) - Özellikle huzurevlerinin ücretsiz olması konusundaki talep... Tüm ilçelere ve illere yaygınlaştırılması yönünde bir konuşma yapıldı. Ekonomik ve sosyal yoksunluk içerisinde bulunan tüm yaşlılarımız, huzurevlerimizden ücretsiz olarak yararlanmaktalar. Özellikle kadın konukevlerinin adreslerinin gizli tutulması ve bu bilgilerin gizlenmesi yönündeki talebe, konuşmaya da değinmem gerekirse, bu konuda son derece titizlik gösterilmektedir. Hizmete açılan konukevlerinin, ne açılışında ne sonrasında tören yapılmadığı gibi, tertip ve nakillerde de, kesinlikle, büyük bir güvenlik önlemi alınmaktadır.

Çocuk Koruma Kanunuyla ilgili, bütçede yer alan bir şey soruldu. Bu yıl, 12 908 000 000 YTL'lik bir bütçe ayrıldı.

Bir de, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Atama ve Görevde Yükselme Yönetmeliğinin yürürlükten kaldırıldığı iddiası var. 28.11.2004 tarih ve 25684 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan Devlet Memurları Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Yönetmeliğinde yapılan, belli bir öğrenim kurumundan mezun olmak suretiyle atanacak unvanlara yönelik eğitim süreçlerine ilişkin düzenleme doğrultusunda, anılan genel yönetmeliğe uyum sağlanması amacıyla, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Yönetmeliği yeniden düzenlenmiştir; 20.9.2005 tarihinde Resmî Gazetenin 622 sayılı bölümünde yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. İddia edildiği gibi, yönetmelik de yürürlükten kaldırılmamış, genel düzenlemeye uygun hale getirilmiştir ve bu süreçte de yapılan atamalarda, kanun ve yönetmeliklere uyulmuştur.

Özellikle aynî, nakdî bağışların düştüğü yönünde bir iddia vardı yine. Aynî, nakdî bağışların düştüğü yönündeki iddia da kabul edilebilir değildir. 2000 yılında, 3 446 000 000 Türk Lirası olan bağış, 2005 yılının ilk altı ayında 8 018 076 000 000 milyon düzeyinde olmuştur. Yıl sonu itibariyle de, 15 trilyon Türk Lirası beklenti vardır. Arsa, bina, tefriş ve diğer konularda da, yine, gönüllü kişi ve kuruluşların kurumumuza desteği de giderek artmaktadır. Nitekim, bu konudaki…

CANAN ARITMAN (İzmir) - Hariri'ye 400 trilyon; ama, aynî, nakdî yardım 15 trilyon…

DEVLET BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (Devamla) - Ayrıca, Osmaniye'deki…

CANAN ARITMAN (İzmir) - Olmuyor!..

MUZAFFER BAŞTOPÇU (Kocaeli) - Dinleyelim… Dinleyelim… Sonra cevap verirsiniz…

BAŞKAN - Lütfen, sayın milletvekilleri, kendi aramızda konuşmayalım.

DEVLET BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (Devamla) - Aynı zamanda…

CANAN ARITMAN (İzmir) - Zengine var, yoksula yok; olmuyor!..

BAŞKAN - Sayın Arıtman…

DEVLET BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (Devamla) - Osmaniye'deki vaka gerçekten son derece üzücü bir vaka. Bu da gösteriyor ki, toplumumuzda şiddeti önlemenin, özellikle kadına yönelik şiddeti önlemenin en önemli ayaklarından bir tanesi -uluslararası birçok tespitte de bulunulduğu gibi- bilimsel olanı, özellikle kadınların ve kız çocuklarının eğitiminin artırılması ve eğitime verilen önem. Bu konuda, Millî Eğitim Bakanlığımızın, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünün şiddet artı eğitim yönünde yürüttüğü kampanyalar, Birleşmiş Milletler Dünya Nüfus Raporunda da övgüyle söz edilecek bir bölüm halinde yayımlanmıştır.

Çok kısa bir süre önce ben de Osmaniye'deydim, Cumhuriyet Kız Yetiştirme Yurdunun açılışını yaptık. Bu, Millî Eğitim Bakanlığımız ve Milliyet'in "Baba Beni Okula Gönder" kampanyası çerçevesinde, Bakanlığımızın da destekleriyle, özellikle başarılı kız öğrencilerin, yatılı olarak, köylerinden alınıp okuyabilecekleri bir merkez şeklindeydi.

Ayrıca, şu ana kadar pek söylememekle birlikte, bir görüş bildirmemekle birlikte, Sayın Bakanımız Binali Yıldırım Beyefendinin eşinin fotoğrafı konusu, bugün hâlâ, üzülerek görmekteyiz ki, bu Parlamentoda kadına yönelik bir konuşma yapıldığında yeniden gündeme getirilmiştir. Hatta, bu ölçekte "ayrı lokantalar, ayrı yemekhaneler mi olacak, burka mı giyecek kadınlarımız…" Bu ne zihin bulanıklığıdır arkadaşlar, bu ne zihin bulanıklığıdır! Bu millet, cumhuriyetin bütün kurallarını benimsemiş bir millettir ve AK Parti Hükümeti de cumhuriyet hükümetidir. Her şeyden önce, kadına yönelik ayırımcılığı ortadan kaldırmak adına, bir kadına yönelik tutumu rencide edici bulduğumu, hatta o kadının da, ilgili kadınların da bu konuda son derece rencide olduklarının bilinmesini isterim. Eğer kadın üzerinden bir politika yapacaksanız, bu politikayı, kadınlarımızı rencide etmeden yapmalısınız. Her şeyden önce, bu ülkede, bu ülkenin kadınları, herhangi bir ayrımcılığa uğramadan, rencide edilmeden ve toplumun tüm kesimleriyle ortak bir şekilde, eşit politikalarla yaşamak istiyorlar. Bu, bir tercih meselesidir. Ümit ediyorum ki, toplumun tüm kesimlerinde bu duyarlılık bu ölçüde artsın; artmasına eğer sebebiyet verecekse, güzel bir şeydir; ama, kadına yönelik ayırımcılığın bir tablosu gibi sunulması da son derece rahatsız edici. Her şeyden önce, bu konuyla gündeme getirilen hanım bundan rahatsız olur, rencide olur.

SALİH GÜN (Kocaeli) - Ayrımcılığı siz yapıyorsunuz.

DEVLET BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (Devamla) - Zannediyoruz ki, biz bunları söylediğimiz zaman karşılığında hiçbir cevap verilmeyecek.

SALİH GÜN (Kocaeli) - Başörtüsünü siz çıkardınız, türban olayını siz çıkardınız; ayırımcılığı siz yapıyorsunuz.

BAŞKAN - Lütfen, Sayın Milletvekili.

DEVLET BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (Devamla) - Dolayısıyla bu konuda, her şeyden önce Türkiye'de yaşayan tüm kadınların objektif, adil, eşit olarak, hiçbirisinin herhangi bir ayırımcılığa uğramadan bu ülkede temsil edilmesi gerekiyor ve bulundukları yerlerle ilgili de bu rahatsızlığın, davet edilmedikleri her yer açısından da, aynı hassasiyetin, tepkinin gösterilmesini ümit ediyoruz. Eğer bir kadın eşinin temsil ettiği siyasî parti nedeniyle bir ayırımcılığa uğruyorsa bu ülkede, bunun da sorgulanması gerekir diye düşünüyorum. Parti değiştirdikten sonra aynı muameleyi görmüyorlar çünkü.

Özellikle Hüseyin Güler Beyin, kadın istihdam oranının azaldığı yönündeki sözleri önemli "son üç yılın özeleştirisini yapsın, önümüzdeki üç yılın da bir şekilde planlamalarını değerlendirsin" dedi. Önümüzde bir üç yıl yok ama, Hüseyin Güler Beyin, önümüzdeki üç yılı yedi yıl olarak düşünmesini temenni ediyorum. Daha uzun bir süre iktidarda kalacağımızın, herhalde, şeyi olarak bize önerdi. Bunun için de kendilerine teşekkür ediyoruz.

SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya) - Aç tavuk rüyasında darı görürmüş.

DEVLET BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (Devamla) - Özellikle Bakanlığıma bağlı 4 kuruluşun faaliyetlerine ve bütçelerine ilişkin olarak, Parlamentonun vermiş olduğu desteğe çok teşekkür ediyorum.

Buradan bir teşekkür de, sosyal hizmet kuruluşlarına desteklerini esirgemeyen, maddî ve manevî katkılarını sürdüren, her biri bizim için çok değerli, gönüllü hayırsever vatandaşlarımıza, dernek ve vakıflarımıza, yerel yönetimlerimize şükranlarımı bir kez daha arz ediyor, Parlamentoyu saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan…

BAŞKAN - Buyurun Sayın Koç.

HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, Sayın Bakan konuşması sırasında bazı konuları yanlış ifade etti, düzeltmem lazım. 69 uncu maddeye göre yerimden kısa bir açıklama yapmak için söz istiyorum. (AK Parti sıralarından "tutanakları getirtelim" sesleri)

BAŞKAN - Lütfen, sayın milletvekilleri, ona Başkanlık Divanı karar verecektir.

CANAN ARITMAN (İzmir) - Bravo Başkan!

BAŞKAN - Sayın Koç, Tüzüğün 69 uncu maddesi gereğince yerinizden kısa bir açıklama yapmanız için söz veriyorum; buyurun.

HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Sayın Bakan, tabiî ki, bütçe görüşmeleri sırasında Bakanlığına ve Bakanlığına bağlı kurumlara ait politikalarını savunacaktır, eleştirilere cevap verecektir; ama, bunlar, gerçek çerçevenin dışına çıkan ve Cumhuriyet Halk Partisini ilgilendiren bazı bölümleri de ihtiva edince, doğal olarak bir açıklama yapmam gerekiyordu, o da şudur: Sayın Bakan belki Parlamentoyu yakından takip edemedi, yoğun işleri olabilir, tıpkı Malatya'daki olayları da Londra'dan takip ettiği gibi.

Özürlüler Yasası çıkarken ve Özürlüler Yasası çıkmadan önce, Sayın Akşit'in döneminde hazırlanan süreci biliyorum ve hazırlanan yasa tasarısı, yaklaşık 19-20 maddede Sayın Maliye Bakanına takıldı. Özürlülere getirilmek istenen birçok sosyal hakka, malî boyut taşıdığı ve devletin bu yükü taşıyamayacağı gerekçesiyle, Sayın Maliye Bakanı tarafından karşı çıkılmıştı. Sayın Akşit onaylıyorlar, teşekkür ederim ve Cumhuriyet Halk Partisinin hazırladığı bir Özürlüler Yasa Tasarısı komisyona geldiğinde; yani, Cumhuriyet Halk Partisi, Adalet ve Kalkınma Partisini, Özürlüler Yasasının çıkarılmasına âdeta zorladı.

Sayın Bakanın o sırada bakanlık görevi yok, bunları tam hatırlamayabilir ve bütün bu baskıyla, bir kısmı aşılabildi ve özürlülere, Cumhuriyet Halk Partisinin çok büyük desteğiyle ve oturumlara katılarak, oy vererek, Sayın Bakan, çıktı. Hiç merak etmeyin, sadece son bölümünde, İçtüzük değişikliğinden doğan bir anlaşmazlık gereğince Cumhuriyet Halk Partisi Meclisi terk etmişti.

Onun için, bazı şeyleri ifade ederken, Londra'dan Malatya'ya baktığınız gibi, Parlamentoya da aynı uzaklıktan bakmayın diyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Koç.

Sayın milletvekilleri, birleşime 10 dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 15.53

 

DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 16.08

BAŞKAN: Başkanvekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Mehmet DANİŞ (Çanakkale), Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 35 inci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

Yedinci turdaki kurumların bütçelerinin görüşmelerine devam edeceğiz.

IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

1.- 2006 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2004 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli Daireler ve İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/1119; 1/1084, 3/907; 1/1085, 3/908) (S. Sayısı: 1028, 1029, 1030) (Devam)

A) DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI (Devam)

1.- Diyanet İşleri Başkanlığı 2006 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi

2.- Diyanet İşleri Başkanlığı 2004 Malî Yılı Kesinhesabı

B) SOSYAL HİZMETLER VE ÇOCUK ESİRGEME KURUMU GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam)

1.- Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü 2006 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi

2.- Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü 2004 Malî Yılı Kesinhesabı

C) ÖZÜRLÜLER İDARESİ BAŞKANLIĞI (Devam)

1.- Özürlüler İdaresi Başkanlığı 2006 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi

D) AİLE VE SOSYAL ARAŞTIRMALAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam)

1.- Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü 2006 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi

E) KADININ STATÜSÜ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam)

1.- Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü 2006 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi

BAŞKAN- Komisyon ve Hükümet yerinde.

Şimdi, söz sırası, hükümet adına, Devlet Bakanı Sayın Mehmet Aydın'da.

Buyurun Sayın Bakan. (AK Parti sıralarından alkışlar)

DEVLET BAKANI MEHMET AYDIN (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Söz alan milletvekili arkadaşlarımın değerlendirmelerine, eleştirilerine, önerilerine, tavsiyelerine teşekkür etmek istiyorum.

Malumu ilamla başlayayım. Din konusu, hepimizin bildiği gibi, sadece Türkiye açısından değil, dünya açısından, insanlık açısından son derece önemli konulardan biridir. İslam Dini söz konusu olduğunda, hepimiz biliyoruz ki, zaten kendi adının tanımından da yola çıkarsak rahatça diyebiliriz ki, İslam Dini, güveni -iman kelimesinin geldiği kökle, emniyet; güven kelimesinin geldiği kök de aynıdır- barışı önplanda tutan, amacı bu olan bir kurumdur, bir öğretiler toplamıdır. Dinle ilgili konuların da böyle olması gerekir; doğrudan dinin kendisinin değil, aynı zamanda dinle ilgili konuların da böyle olması gerekir. Yine teşekkürlerimle ifade etmek istiyorum ki, Büyük Millet Meclisimiz bunun çok güzel bir örneğini veriyor. Bugün de bunu gördük. Din konusu ciddiyetle ele alındı, o konudaki tavsiyeler samimiyetle öne sürüldü. O, özelliklilerini anlatmaya çalıştığım konu hakkında, Büyük Millet Meclisimiz, gerek Genel Kurul olarak, gerek komisyon olarak -başından beri bu görevin içinde olan bir görevli olarak, bir milletvekili, bir bakan olarak söylüyorum- her defasında bu, hakikaten beni son derecede memnun ediyor ve ben, bundan dolayı bütün milletvekili arkadaşlarıma, iktidar-muhalefet ayırımı yapmadan teşekkür etmek istiyorum.

Birkaç konuya, müsaade ederseniz, temas edildiği için temas edeyim, açıklamaya çalışayım. Teşkilat yasası, şu anda, görüşlerini almak için ilgili bakanlıkların elindedir. Biliyorsunuz, Devlet Bakanı Sayın Abdüllatif Şener Beyin Bakanlığı konuyla ilgilidir. Personelden dolayı Mehmet Ali şahin Beyin Bakanlığı ilgilidir konuyla. Adalet Bakanlığı ve Maliye Bakanlığı… Bir ay kadar önce -bir aydan biraz fazla- bakanlıklara yazıldı, görüşlerini bekliyoruz. Bunun anlamı şudur: Yasayla ilgili, kurumun yapabileceği her şey yapılmıştır, yasa son şeklini almıştır; görüşleri alıyoruz. Bu görüşler alındıktan sonra zaten, normal prosedürü neyse, o prosedür takip edilecektir ve huzurunuza gelecektir. Yoksa, Halil Beyin söylediği gibi geçerken "sorunlar çıkardı, onun için mi biraz geciktiriyorsunuz" dedi; hayır, hayır. Büyük Millet Meclisi sorunlardan kaçmaz, hiçbiriniz sorunlardan kaçmazsınız; ben de, bütün ömrüm boyunca, sorun gördüğüm, meydan okuma gördüğüm her yerde olmaya gayret ettim. Bir sorun varsa ondan kaçarak kurtulamazsınız. Onun üstüne giderek, onu çözerek, en azından, çözmeye çalışarak, ancak, kendi zihninizi, günlünüzü rahatlatabilirsiniz.

Nakil konusuna temas etti arkadaşımız. Nakil konusunda son derece eli sıkı davrandığımızı ifade etmek istiyorum; ama, yeri geldiğinde, hep söyledim, ben bu göreve geldiğim zaman, nakil konusunda mahkeme kararları dahi uygulanmıyordu ve bundan da kurumun çok fazla, açıkçası, kabahati yoktu; âdeta kurama uygulanmasın denmişti; yani, Diyanetten hiç kimse, hiçbir memur, hakkı olduğu halde başka bir kuruma geçemiyordu. İmam-hatip okulu mezunu olarak görev almış, 30 hanelik bir yerde öğretmenlik yapıyor, veteriner fakültesini bitirmiş, iktisat fakültesini bitirmiş "şimdi izin verin de gideyim" diyor; gönderilmemiş, mahkemeye gitmiş, kazanmış, yine gönderilmemiş. Biz, evvela, bu arkadaşlara hakları neyse teslim edip üzerimize düşeni yaptık, benzer durumda olanlara da, mahkemeye gitmesi, vatandaşın, yeniden birsürü sıkıntıya düşmesinin bir anlamı yok, onu da, yine, onun kapısını da açtık; ama, daha sonra, tabiî, 11-12 sene devam eden bu durum, tabiî, çok uzun bir süredir bu durumda olan, yani, görev değişikliği istiyor; ama, istemeye de hakkı olan çok sayıda görevlimizin olduğunu gördük ve bir bakıma yasal bir çerçeve çizdik. Bugün, Diyanet İşleri Başkanlığından başka bir kuruma gidebilmesi için, idarî bir görevle evvela kendisinin gidebilme durumunda olması lazım, şube müdürlüğü ve üstünden başlıyor. Yani, oldukça zordur gitmek. Bütün buna rağmen yine de, sayı itibariyle -eskisi kadar değil, iki yıl öncesi kadar değil- bugün de hâlâ bekleyen, işlem bekleyen epeyce arkadaşımızın olduğunu, görevlimizin olduğunu ifade etmek istiyorum.

Bir diğer konu, bu Fatih Camii meselesi. Bizimle, Diyanet İşleri Başkanlığıyla ilgili değildir o. Bizim her sene artık kurumlaşmış olan kitap fuarlarımız vardır, genellikle Ankara'da -bütün arkadaşlarıma tavsiye ediyorum- Kocatepe Camiinin o geniş mekânında yapılıyor ve gerçekten, her sene çok zenginleşerek, kurumlaşmasını daha kökleştirerek konuyu ele alıyor. Çok da yararlı hizmetleri oluyor. Uzun bir süre… Çocuk reyonu ayrıdır, kadın reyonu ayrıdır, gençler için ayrıdır ve her sene, bu kitap fuarı ve kitapla birlikte kültür fuarı, kendi içinde bir bakıma uzmanlaşarak, yürüyerek devam ediyor. Fatih Camiindeki kitap fuarı, Diyanetin dışındaki imkânlarla hazırlanmıştır ve bizim kurumsal olarak herhangi bir, hayrından hayrımız, eğer başarılı olamamışsa ondan doğan bir sorumluluğumuz yoktur.

Yine, Sayın Okuducu, geçerken -Diyanetle ilgili değil de- kadınlar için ayrı şu, kadınlar için ayrı bu ve kadınlar için ayrı cami… Bu, basına da intikal etti. Değerli milletvekilleri, öyle bir şey yok. Diyanet İşleri Başkanlığı, sadece, kadınlarımızın ibaret ettiği yerlerin daha düzgün olması, daha rahat olması ve inananların birlik ve beraberliğini, birlikteliğini daha güzel göstermesi bakımından bir düzenleme yapıyor. Yani, ayırım değil, tam tersine, ibadete giden insanların mekânları, aynı büyük mekân içinde bulundukları yerler farklı olsa bile, inanan erkeklere, inanan hanımlara, Kur'an tabirini kullanayım, ibadet etme huzurunu sağlayacak bir düzenleme yapıyor. O zaten camilerimizde var, bir kısmında var. Yani, böyle, kalın duvarların, perdelerin vesairelerin olduğu şekliyle değil, ibadet eden insanların daha huzur duyacağı, daha o kardeşlik havasını, atmosferini teneffüs edeceği bir çalışmadır. Yoksa, kadınlarımız için ayrı bir cami diye hiç aklımızın köşesinden geçmedi açıkçası.

Bu teşkilat yasasıyla ilgili, öyle görünüyor ki, biraz daha bekleyeceğiz; ama, hiç şüpheniz olmasın, teşkilat yasası Genel Kurula gelecektir.

Yine, iki konuşmada da Alevîlik konusu var. O her sene gündeme geliyor ve her sene de o konuda, konuya saygımdan dolayı, meseleye, soruna saygımdan dolayı birkaç cümle söylemek istiyorum.

Hep söylerim burada, Diyanetin üstüne düşmeyen bir şey Diyanetten talep ediliyor. Bir kurumun çözeceği bir sorun değildir bu. Çünkü, o kurum, fiilen zaten elinde mevcut… Evet, epeyce delik deşiktir zaten, o yüzden yeni teşkilat yasasını çıkarıyoruz; elinde yine de bir yasal durum vardır ve o yasal duruma göre hareket ediyor. Sadece iki şeyi hatırlatacağım, o yasal, mevcut olan yasal durumla ilgili. Bunlardan biri, Diyanet İşleri Başkanlığının kanunen belirlenmiş görevi -birkaç defa tekrar edildi burada, bir de ben söyleyeyim- yani, itikat konusunda, ibadet konusunda, ahlak konusunda halkı bilgilendirmek, irşat faaliyeti vesaire. İkinci olarak da ibadet yerlerinden sorumlu olmak. Yani, nihayet, o da kurumsal bir yapı içindedir, onun nasıl akıp gideceği, hizmette nasıl akıp gideceği, nasıl hizmetin yerine getirileceği de kanunen belirlenmiştir. Şimdi, bütün mesele bu ibadet yerlerinin ne olduğu meselesidir. Dolayısıyla, ibadet yerleriyle ilgili, yine, yani, ibadet yerlerini yönetmek hukuk ifadesidir, onu hatırlatmak istiyorum.

Diğerlerini de, müsaade ederseniz, Tekke, Zaviye ve Türbelerin Seddine Dair -kapatılmasına dair- Kanunun 1 inci maddesinin birinci fıkrasıdır bu. Orada deniliyor ki: "Bunlardan usulü mevzuası dairesinde -mevzuat gereği, mevzuat icabı demek- filhal -yani, şu anda- cami veya mescit olarak istimal edilenler ipka edilirler." Yani, tekkeler kapatılacak, zaviyeler kapatılacak, türbeler kapatılacak; ancak, bunların yanında, cami niteliği kazanmış, mescit niteliği kazanmış binalar var, hizmet yerleri var; onlar hariç, cami veya mescit olarak istimal edilenler ipka edilecektir. Diyanetin bugün yaptığı görev, o ipka edilenlerle ilgilidir. Başka bir görev düşünülecekse, o, Diyanetin işi değildir. Kanun diyor ki: Cami veya mescit ipka edilmiştir, senin görevin bunlarla ilgilidir. O yüzden, Diyanet, bu konuda, hakikaten, eleştirilecek bir kurum değildir; o yasal çerçeve içinde yapmak, hareket etmek durumundadır, zorundadır.

HALİL AKYÜZ (İstanbul) - Sayın Bakan, Diyaneti eleştirmedik, dikkat ediyorsanız...

DEVLET BAKANI MEHMET AYDIN (Devamla) - Hayır; ben, genel olarak söylüyorum. Zaten, siz eleştirdiniz demiyorum.

HALİL AKYÜZ (İstanbul) - Diyaneti eleştirmemiz olmadı.

DEVLET BAKANI MEHMET AYDIN (Devamla) - Siz eleştirmeseniz bile, eleştiri geldiği için ben söylüyorum. Siz eleştirmediniz; ama "Diyanet, şunları, şunları o konuda da yapsın" diyen milletvekilimiz sizden sonra konuştu. Siz söylemediniz. Yani, Diyanet, artık, Alevî vatandaşlarımıza da… İbrahim Bey dedi.

HALİL AKYÜZ (İstanbul) - Yani, yeni yasada düzenlensin…

DEVLET BAKANI MEHMET AYDIN (Devamla) - Ben de diyorum ki, bu Diyanetin adı, buyurun diyecek, Sünnîler gelsin, Şafiîler gelsin, Malikîler gelsin, Hambelîler gelsin diyebilme konumu değil. Diyanete deniliyor ki, bu, bir kamu hizmetidir, vatandaşlık bazında, esasında yapılır ve gelen insana, siz, Hanefî misiniz, Şafiî misiniz, Alevî misiniz, Sünnî misiniz diye soramazsınız. Diyanet, hiçbir hizmetinde, hiçbir tutumunda, hiçbir tavrında, insanların inanç yorumlarıyla ilgili bir şey sorma hakkına sahip değildir.

CANAN ARITMAN (İzmir) - Yani, kiliselerle ilgilenmiyor musunuz?

DEVLET BAKANI MEHMET AYDIN (Devamla) - Zaten, alışkanlığı da, hakikaten, öyle olduğu için, soramaz bir vatandaşa… Görev almak isteyen bir vatandaşa, senin dinî yorumun nedir, sen hangi meşreptesin, hangi mezheptensin falan şeklinde bir soru sorması, zaten, fiilen mümkün değildir.

Bir başka konu… Sayın İbrahim Özdoğan'ın konuşmasında, evvela, bir iki bilgi hatası var; izin verirseniz, onu düzelteyim. Diyorsunuz ki, elimde tutanak var zaten: "Sayın Bakan, dinler arası diyalog adına Hıristiyan ve Musevî din adamlarıyla bir araya geliyor, medeniyetler buluşmasını sağlıyor. Hatay'da Hıristiyan kadim merkezinin açılışını -vesaire- yapıyor…" Ben Hatay'a ne gittim, ne açılış yaptım. Giderdim, yapardım, o ayrı da; ama, benim, öyle bir hizmetim olmadı.

İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum) - Kurum size bağlı olduğu için…

DEVLET BAKANI MEHMET AYDIN (Devamla) - Canım, bana bağlı değil, hiç alakası yok, benimle hiç ilgisi yok, Diyanet de kurucu organizatör değildi orada. Hayır, Diyanet, başka kurumlar nasıl davet edilmişse, öylece davet edilmişti. Güzel bir şey oldu. İtirazım olduğundan değil; ama, ne Diyanetin organize ettiği bir şeydir ne de benim, açılışında veya kapanışında bulunduğum bir hizmettir o. Sadece bilgi hatasını düzelteyim dedim.

Bir de, diyorsunuz ki: "Onlarla diyalog yapıyor da, Alevîlerle niye yapmıyorlar?.." Son cümlelerinizde de diyorsunuz ki: "Medeniyet buluşması adına Hıristiyanlarla bir araya gelen devlet ve din adamlarımız, genel anlamda, aynı değerlere inanan ve onları paylaşan Alevî kardeşlerimizle…" Biz öbürleriyle çok sık buluşuyorsak, aynı değerleri paylaşmıyoruz, onlara, farklı değerlere rağmen birlikte yaşayalım diyoruz. Farklı değer anlayışlarına rağmen, yine, birlikte yaşamayı başaralım diyoruz. Biz, zaten, Alevîlerle, sizin de söylediğiniz gibi, Alevî kardeşlerimizle aynı değerleri paylaştığımız için… Yine, diyalog olmayacak değil, Sünnîler arasında da olur; ama, çıkış noktası hakkında bir noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum. Şu kadarını söyleyeyim: Eğer, bir Alevî-Sünnî ayırımı yapmış olsaydım; yani, şu anlamda, o isimle adlandırma gibi bir durum olsaydı -hiç adlandırmıyorum, hiç adlandırmam; ama, adlandırsaydım- ben size söyleyeyim; örgütlenme bakımından, üç senedir, benim, eğer teşkilatı Sünnîler kurduğu için Sünnîlerin kurduğu teşkilat diyeceksem, üç beş tane, Sünnîlerin kurduğu teşkilatla, Bakanlığımda, sivil toplum örgütüyle Bakanlığımda görüşmüşsem, en az, en az, mübalağa etmiyorum, onbeş civarında, Alevî vatandaşlarımın kurduğu sivil toplum örgütleriyle biz bir araya gelmişizdir, konuşmuşuzdur, bugüne kadar -meşguliyetim yoksa- çağırdıkları hiçbir toplantıya hayır dememişimdir. Tekrar ediyorum, cemevinin düzenlediği uluslararası toplantıların önemli bir kısmına katılmışımdır. Birini çok iyi hatırlıyorum. Sadece katılan değil, Cemevi Dergisinin müdavimiyimdir. Benim veya Diyanetin başka türlü bir tutumu olamaz. Biz, insanları inançlarından dolayı, yorumlarından dolayı yargılayacak durumda değiliz. Diyanet bunu yapamaz, buna izin de verilemez zaten. (AK Parti sıralarından alkışlar) O bakımdan, o insanlar kendi inanç… Yani, ortada bir İslam var, bir tek din vardır. Bu dinin yorumları farklıdır; bir kısmı hukuk eksenlidir, bir kısmı tasavvuf eksenlidir, bir kısmı başka, felsefî eksenlidir; ama, bunların hepsi bir bütünün, bir tamın yorumlanmasıdır. Yorumlardan dolayı… Biz, yorumlamayı bir zenginlik olarak kabul ederiz; zaten, tarihimiz de öyledir. Bizim yorumlamadan rahatsız olacak bir halimiz olamaz diye düşünüyorum.

Bu sayı, mesela, muvafakatle ilgili, 2004 yılında 1 326 kişi müracaat etmiş, demin anlatmaya çalıştım o şartlardan dolayı, biz, ancak 462 kişiye izin verebilmişiz. Bunların içinde bir kısmı da heyet raporuyla o hizmeti yapabilecek durumda olamıyorlar, kendimiz de onları memur olarak istihdam edemiyoruz. O yüzden, eğer başka bir kuruma gidebilecek durumdaysa, o arkadaşlarımıza gitme konusunda yardımcı oluyoruz demeyeyim, hakları zaten o, o haklarıyla da kurumdan ayrılıyorlar.

Bu hac konusunda, yine, İbrahim Bey söyledi, yeni bir… Yani, bugüne kadar, gerçekten, Diyanette görevli olduğu halde, doğrudur, imam arkadaşlarımızdan, emekli olan, ama, o ibadeti maddî durumundan dolayı yerine getiremeyenler vardır. O, bundan sonra olmayacak; yani, Diyanette görev yapan arkadaşlarımız, emekli olmadan, görevli olarak, o vazifeyi, o farizayı yerine getirebilecekler.

Burada arkadaşlarımız maaşlar konusunu söylediler. Bu, hakikaten bizi üzen bir konudur. Ben, tekrar tekrar teşekkür ediyorum bu yapılan hizmetleri gördüğünüz, lütfedip takdir ettiğiniz için; ama, gerçekten, personel hakları konusunda ciddî sıkıntılarımız vardır, yine, personel eksikliğimiz konusunda ciddî sıkıntılarımız vardır. Geçen, Diyanet bütçesi Komisyonda görüşülürken, Cumhuriyet Halk Partisinden bir üye arkadaşımız -hepiniz hatırlarsınız- kalktı "Sayın Bakan, madem bu kadar açığınız var, madem kadrosu olmayan şu kadar cami var, sizin bir öneriniz vardı, teklifiniz vardı, lütfen o teklifi Genel Kurula getirin, biz de yardımcı olalım" dedi; hepiniz duydunuz ve ben de kendisine hakikaten teşekkür ettim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

İnşallah bunu getireceğiz; çünkü, tekrar ediyorum, kadro vermediğiniz camiin tapusu da sizin sayılmıyor bir anlamda. Dolayısıyla, oraya atanacak... Kadrosu olması ayrıdır, görevlinin de olması ayrıdır. Bizim için ilk planda önemli olan kadrosunun olmasıdır. Kadrosu varsa, orada bir dernek varsa, o dernek, size sorarak görevli atıyor. O zaman da, biz, görevlilerin, şu anda zaten devletin görevlileri olarak vazife yapanların nitelikleri neyse, o nitelikleri arayarak o görevlendirmeyi yapıyoruz, o görevlendirmenin yapılmasına derneğe etki ederek yardımcı olmaya çalışıyoruz. Dolayısıyla, bu, bizim için son derece önemli; ama, yine, bu arada, hâlâ 9 000 civarında da, maalesef, kadromuz olmasına rağmen, bütçe imkânlarından dolayı atama yapamadığımız için, dışarıdan atama yapamadığımız için sıkıntımız vardır.

Bu benim son cümlem olsun. Zannediyorum, zaten, konuşmada yöneltilen, bir bakıma, değerlendirmeler de bundan ibaret. 9 000 civarında, 10 000 civarında eksiğimizi hepiniz hatırlarsınız. Geçen dönem vekâleten görev yapan arkadaşlarımızın, vekil imamlarımızın asaleten atanmasına, yine, hem İktidar Partisi hem muhalefet partisi birlikte hareket ederek ve birlikte destekleyerek, orada çok önemli bir hizmet ifa ettik. Hakikaten, her gittiğimiz yerde, ibadetini yapan insanlarımızın, yapmayan insanlarımızın -çünkü, ezan herkes için okunuyor, cami herkes için var zaten- onların da memnun olduğunu duyduk.

Umuyorum, çok uzun olmayan bir süre içerisinde, hem bu özlük haklarıyla ilgili iyileşmeyi göreceğiz; ama, aynı zamanda, ben, bütün milletvekili arkadaşlarıma -tekrar ediyorum- hiçbir ayırım yapmadan rica ediyorum; gelin, birlikte, hem şu ihdas konusunu... Kadrolarımız olsun, bütçe imkânımız yoksa, atama bir süre ertelenebilir; ama, 9 000 civarında zaten kadromuz var. Hiç değilse bu sene içerisinde bize bu konuda yardımcı olursanız, minnet ve şükran duygularımızı tekrar tekrar ifade ederiz.

Hepinize saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Tasarılar üzerinde, şahsı adına, aleyhinde söz isteyen İstanbul Milletvekili Ahmet Sırrı Özbek.

Buyurun Sayın Özbek. (CHP sıralarından alkışlar)

AHMET SIRRI ÖZBEK (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesine ilişkin şahsıma ait görüşlerimi Yüce Heyetinize sunarken, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, açıkladığı düşüncelerinden dolayı yargılanan Orhan Pamuk'a yönelik baskı, sindirme, şiddet, hoşgörüsüzlük ve tahammülsüzlük eylemlerinde bulunan herkesi ve bu baskıları, bu fiilî eylemleri önlemeyen ilgilileri kınayarak sözlerime başlamak istiyorum.

Değerli milletvekilleri, dinlerin temel işlevi, insanların sevgi, saygı, barış, dürüstlük, doğruluk, hoşgörü ve dayanışma duygularının gelişmesini sağlamak ve birey ile inandıkları Tanrı arasındaki ilişkilere yön vermek olmalıdır. Çağımızda, İslam coğrafyasına baktığımızda, maalesef, sevgiden, barıştan, hoşgörüden ve dayanışmadan söz etmek mümkün değildir.

BAŞKAN - Sayın Özbek, bir saniye…

Sayın milletvekilleri, Genel Kurulda büyük bir uğultu var, sayın hatibin konuşması anlaşılamamaktadır.

Buyurun Sayın Özbek.

AHMET SIRRI ÖZBEK (Devamla) - Nüfuslarının büyük bölümünü Müslümanların oluşturduğu Asya'daki, Ortadoğu'daki ve Afrika'daki ülkelerin, gerek kendi içlerinde gerekse komşularıyla büyük sorunlar yaşadıkları bilinen gerçeklerdir. Bu ülkelerde yaşanan sorunların nedenleri kendi bünyelerinden kaynaklanmaktadır. Bilindiği gibi, modern ve gelişmiş devletler, din işlerini devlet işlerinden tamamen ayırmışlardır. Dinin, devletin temel kurumlarına, idareye, hukuka, eğitime ve sosyal yaşama müdahalesi önlenmiştir. Bu ülkelerde huzursuzluğun ve sorunların temelinde yatan neden işte bu konudur; yani, dinin devlet işlerinin içerisinde olması veya olmaya çalışmasıdır.

Sayın milletvekilleri, merhum Osman Bölükbaşı, anılarında "her türlü ticaretin zarar ettiğini gördüm; ancak, din ticaretinin zarar ettiğine hiç rastlamadım" diyor. Evet, din istismarı, din ticareti herkes tarafından yapılmaya müsaittir. Bunun örneklerini, günlük yaşantımızda karşılaştığımız İslamî marketler, helal gıda, konfeksiyondaki haşema, heşofman ve türban tartışmalarında görmek mümkündür.

Ancak, siyasetçiler tarafından yapılan din ticareti ve din istismarı en tehlikeli olanıdır. Eğer, siyasetçi, dini esasları idareye, adalete, eğitime ve sosyal yaşama uygulamaya kalkışırsa, bu, toplumu dini esaslara göre dizayn etmek olur ki, bu da, sevgisizliğin, huzursuzluğun, hoşgörüsüzlüğün ve saldırganlığın temelini oluşturur. Demokrasinin ortadan kalkmasına neden olur.

Diyanet İşleri Başkanlığı demokrasimizi korumak için dinin siyasete, idareye, hukuka, eğitime ve sosyal yaşama müdahalesini önleme ve bu konuda dini siyasete alet edenlere, din istismarı ve din ticareti yapanlara fırsat vermeme konusunda üzerine düşen her türlü önlemi almalıdır. Bunun için de bireyleri bu konularda ve din konusunda aydınlatmak ve hurafelere karşı korumak için iyi eğitilmiş ve donanımlı din adamları yetiştirmelidir.

Değerli milletvekilleri, Diyanet İşleri Başkanlığının yapması gereken en önemli işlev ise, Alevî vatandaşlarımıza yönelik, bugüne kadar yaşanmış baskı ve zulmün ortadan kalkması için gerekli çalışmaları yapmak olmalıdır.

Sayın Bakan, -zannediyorum burada- Diyanet İşleri Başkanlığının yapacağı bir işlem var, onları arz etmek istiyorum:

Bilindiği gibi, Alevî vatandaşlarımızın dinsel kimlikleri son günlerde yoğun olarak tartışılmaktadır. Alevîlik İslam içerisindedir diyenler var, İslamın dışındadır diyenler var. Ancak, bilinen ve tek önemli gerçek şudur: Çok derin felsefî bir altyapısı olan Alevîlik, kendi toplumuna ve bireylerine farklı bir yaşam tarzı sunmaktadır. Bizlere düşen, bu yaşam tarzına derin bir saygı duymaktır; tıpkı tüm dinlere, inançlara ve mezheplere duyduğumuz saygı gibi.

Değerli milletvekilleri, daha öncesine gitmeye gerek yok; ancak, Yavuz Sultan Selim'in Osmanlı tahtına geçtiği 1512 yılından itibaren Alevîler üzerinde yoğun bir baskı ve imha hareketi sistematik olarak başlatılmıştır. Bizzat, Yavuz Selim, Farsça yazdığı bir şiirinde "İran ülkesine asker yürüterek Kızılbaşı melamet kanına boğarım" diyerek kıyıma yol vermiştir. Akabinde ise, Şeyhülislam Müftü Hamza, Şeyhülislam Ebussuud Efendi ve Vezir Şeyhülislam İbni Kemal'in fetvalarıyla Alevî vatandaşların aşağılanarak çoluk çocuklarıyla katledilmelerinin, karılarına, kızlarına ve mallarına el atılmalarının helal olduğuna cevaz vermeleriyle, baskı, zulüm ve kıyım inanılmaz boyutlara ulaşmıştır.

Sayın milletvekilleri, bu tarihî bilgileri elbette ki birçoğunuz biliyorsunuz; ancak, bir şeyi daha biliyorsunuz: Din adına verilmiş bulunan bu fetvaların etkileri maalesef günümüze kadar devam etmiştir. Hâlâ, Alevî vatandaşlarımızla ilgili olarak bu fetvalarda açıkça belirtilen birsürü yalan, yanlış, iftira, karalama ve aşağılayıcı düşünceler bilinçsiz insanların zihninde yer etmeye devam etmektedir. O halde yapılması gereken iş şudur: Diyanet İşleri Başkanlığı, din adına verilmiş bu fetvaları ortadan kaldıracak ve Alevî vatandaşlarımızın saygınlığına uygun yeni düzenlemeler yapmalıdır. En kısa zamanda, Diyanet bütçesine verdikleri vergilerle katkıda bulunan Alevî vatandaşlarımıza karşı Diyanet İşleri Başkanlığı da sorumluluğunu yerine getirerek, Alevîlikle ilgili bütün yanlış anlaşılmaları ortadan kaldıracak hutbeleri ve tebliğleri Türkiye'nin her yerine dağıtarak bütün camilerde cuma hutbelerinde müteaddit defalar okunmasını sağlamalıdır. Ayrıca, din dersi müfredatı içerisine Alevîliği anlatan ve tanıtan bölümler konularak din dersi kitapları bu çerçevede yeniden düzenlenmelidir ve bu işi yaparken de Alevî vatandaşlarımızın görüş ve düşüncelerine başvurulmalıdır.

Sayın milletvekilleri, daha fazla uzatmaya gerek yok. Sayın Bakan konuşmalarında Diyanet İşlerinin yapabileceği işlerden bahsederken, bunları yapmasına engel hiçbir şeyin olmadığını düşünüyorum.

Sözlerime, toplumsal huzur ve barışımızın sağlanmasında önemli katkılar sağlayacağına inandığım bu öneri ve isteğimin yerine getirileceği inancıyla 2006 bütçemizin ülkemize ve yurttaşlarımıza barış ve mutluluklar getirmesini dileyerek son veriyorum.

Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN- Teşekkür ediyorum Sayın Özbek.

Sayın milletvekilleri, yedinci turdaki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, sorulara geçiyoruz.

20 dakika süreyle soru-cevap işlemi yapılacaktır.

Buyurun Sayın Öğüt.

ENSAR ÖĞÜT (Ardahan) - Sayın Başkan, teşekkür ederim.

Aracılığınızla, Sayın Bakanıma birkaç sorum var.

Sayın Bakanım, Türkiye'de 8,5 milyon özürlü insan var. Bu 8,5 milyon özürlü insana bakım ve rehabilitasyon merkezleri yetmiyor. İstanbul dahil, Anadoluda, doğuda, güneydoğuda çok özürlü olmasına rağmen -ben Sayın Genel Müdürümüze teşekkür ediyorum- inanın, Ardahan'dan insan getiriyoruz Kocaeli'ne veya İstanbul'a yerleştiriyoruz.

Bu bakımdan, doğu ve güneydoğuya özürlüler merkezlerinin ve huzurevlerinin kurulmasını planlıyor musunuz; bu, birinci sorum.

İkinci sorum, Diyanet İşleri Başkanlığından sorumlu Devlet Bakanımıza. Daha önce vermiş olduğum soru önergelerinde Ardahan il, ilçe ve köylerinde bulunan cami ve cemevlerinin onarımını istemiştim ve hakikaten, cami ve cemevlerimiz, özellikle, dökülüyor. Bu açıdan -soruma da bir cevap gelmedi- bir onarım çalışmasıyla ilgili planınız var mı?

Üçüncü sorumu Devlet Bakanımız Nimet Hanıma soruyorum. Özürlüler Kanununun çıkmasıyla ilgili, Cumhuriyet Halk Partisi, gerek komisyonda gerekse Genel Kurulda özürlüleri destekleyecek, hem kanun tasarısı verdi hem de olduğu gibi kanunu hep beraber çıkardık, destekledik. Ancak, Özürlüler Kanununu belirten kitap, niçin devlet tarafından basılmadı da Adalet ve Kalkınma Partisinin amblemiyle basıldı? Bunun cevabını istirham ediyorum.

Değerli arkadaşlar, Türkiye'de 20 000 000'a yakın Alevî yurttaşımız var. Bu 20 000 000'a yakın Alevî yurttaşımızın ibadethaneleri şu anda... İbadetlerini cemevlerinde yapıyorlar. Bu, fiilî bir gerçektir ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Kopenhag Kriterlerinde, İnsan Hakları, Temel Özgürlükler Koruma Sözleşmesinin 9/1 maddesinde "herkes düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne sahiptir" deniyor…

BAŞKAN - Sayın Öğüt, bir saniye...

Sayın Öğüt, 10 dakikalık soru sorma süresinin 3 dakikasını kullandınız, lütfen…

ENSAR ÖĞÜT (Ardahan) - Hemen bitiriyorum Başkanım.

Kopenhag Kriterlerine göre, Alevîlere tanınan inanç özgürlüğüyle ilgili ne gibi çalışmalar yapılmıştır? Cemevlerinin yapılmasına devlet resmî bir katkı sunacak mıdır? Cemevlerinde, insanların kendine has yaşam biçimi olan, inanç yapısına uygun ehil insanlar, yani, hocalar atanıp onların kadrosu Diyanet İşlerine alınacak mıdır?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Öğüt.

Buyurun Sayın Özcan.

HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin) - Sayın Başkan, Sayın Devlet Bakanımıza soruyorum: Sinop AKP Milletvekili Cahit Can, Anavatan Partisi Milletvekilimiz İbrahim Özdoğan'a gelerek, "İbrahim, yeni bir din mi icat ediyorsun? Alevîlerden Müslüman olur mu?! Alevîlik ne din ne de mezheptir" diyerek, biraz önce gelip, 20 000 000 insana saygısızlığın örneğini gösterdi. Bu arkadaşımız, çıkıp kürsüden Alevîlerden özür dilemeli…

BAŞKAN - Sayın Özcan, lütfen, iki sayın milletvekilimizin kendi aralarında konuştukları özel bir konuyu…

HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin) - Burada ben de şahit oldum...

BAŞKAN - Sayın Özcan, lütfen, sorunuzu sorar mısınız.

HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin) - Hayır, ben de şahit oldum...

BAŞKAN - Sayın Özcan, lütfen, sorunuzu sorar mısınız!

HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin) - Eğer, bugün, Alevîleri Müslüman saymayan vatandaş, eğer Türkiye Cumhuriyeti Büyük Millet Meclisinin çatısı altında oturuyorsa, bu bir ayıptır diyorum.

FAHRİ KESKİN (Eskişehir) - Şov yapma!

BAŞKAN - Bir saniye Sayın Özcan... Sayın Özcan, bir saniye... Sayın Özcan, ben de tasvip etmiyorum; ama, iki sayın milletvekilinin kendi aralarında konuştuğu özel bir konuyu gündeme getirmeniz yanlış.

Sorunuzu sorar mısınız lütfen!

HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin) - Hepimizin duyduğu... Ben de duydum da, onu söylüyorum.

(Mikrofon Başkan tarafından kapatıldı)

ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Fitneye sebep olacaksın…

BAŞKAN - Sayın Özcan, teşekkür ediyorum.

HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin) - Mikrofonu neden kesiyorsunuz Sayın Başkan? Başka sorularım da var, Sayın Başkan.

BAŞKAN - Sayın Gülçiçek, buyurun.

ALİ RIZA GÜLÇİÇEK (İstanbul) - Sayın Başkan, çok teşekkürler.

Biraz önce, Sayın Bakanımız Mehmet Aydın, her zamanki gibi birlik ve beraberliğimizden bahsetti. Buna katılmamak mümkün değil Sayın Bakanım. Ben de, bir dönemler Alevî-Bektaşî kurumlarının bir yöneticisi olarak, her zaman birlik ve beraberliğimizi, ulusal bütünlüğümüzü ve laik, demokratik cumhuriyetimizin teminatı olduğumuzu her zaman vurguladım ve buna devam edeceğimizi de ifade etmek istiyorum. Ancak, bu, ortada var olan sorunları çözmesine katkı yapmıyor Sayın Bakanım. Bu nedenle, geçen sene daha, 2003 yılında, Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde cami, mescit, kilise ve sinagog ibadet yeri olarak tanımlanmasına karşın, cemevlerinin ibadet yeri olarak tanımlanmamasının halen gerçekleşmemesini de anlamakta zorluk çekiyoruz Sayın Bakanım.

Ayrıca, Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesinin yüzde 30'u Alevî-Bektaşî yurttaşlarımızın katkılarıyla sağlanıyor. Geçmiş hükümetler döneminde yapılan yardımların bu hükümet döneminde yapılmamasını anlamakta zorluk çekiyorum.

Üçüncü sorum: Ramazan ayı boyunca dinî yayınlar yapılıyor TRT'de. Yapılmasında da yarar var; ancak, Alevî-Bektaşî yurttaşlarımızın en kutsal ve matem günleri olan muharrem ayına hiç yer verilmemesi bence düşündürücü, Sayın Bakanım.

Bu sorularımın yanıtını bekliyorum.

Saygılar sunuyorum Sayın Bakanıma.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Gülçiçek.

Sayın Sarıbaş, buyurun.

SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya) - Sayın Başkan, delaletinizle Sayın Nimet Çubukçu Hanımefendiye sormak istiyorum.

Sayın Bakan, Malatya çocuk yuvasındaki o dehşet verici olay yaşandığında, olayları Londra'da takip ettiğinizi biliyorum; ancak, aradan geçen iki aylık sürede, ben isterdim ki bugün Meclis kürsüsünde bu konuda neler yapıldığını millete izah edesiniz; ancak, gördüm ki konuşmanızın tek bir yerinde dahi olaya değinmediniz. Şimdi soruyorum Sayın Bakan: Ne yaptınız Malatya'da, neler yapıldı, duymak istiyorum. Bu bir.

İkincisi, çocuk yuvalarında ihbarcı çocuklarınız olduğunu ifade ettiniz. Bu gelen ihbarlar sonucunda, bu ihbarcı çocukların ihbarları sonucunda bir düzenleme yapabildiniz mi, çocuk yurtları düzeldi mi bunu net olarak duymak istiyorum.

Diğer sorum Sayın Devlet Bakanımızadır.

Sayın Bakanım, bildiğiniz gibi Anayasamızda zorunlu din dersleri mecburiyeti var; ancak, kabul etmek gerekir ki Alevî cemaatine mensup vatandaşlarımızın bu konuda serzenişleri yıllardır devam ediyor; bunu seçmeli hale getirmek gibi bir düşüncemiz var mı bunun cevabını duymak istiyorum efendim?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Sarıbaş.

Buyurun Sayın Koçyiğit.

MUHSİN KOÇYİĞİT (Diyarbakır) - Soru bir: Geçici imam kadrosunda istihdam edilen din görevlilerimizi asil kadroya geçirmeyi düşünüyor musunuz?

İkinci sorum: Sayın Başbakanımız medeniyetlerarası diyalogla dinlerarası yakınlaşmayı amaçlamaktadır. Acaba, aynı hoşgörüyü ülkemizdeki Alevî yurttaşlarımız için de göstermek suretiyle Alevî-Sünnî kardeşliği ve yakınlaşmasını yapmayı düşünüyor mu; bunun somut bir göstergesi olarak Alevî yurttaşlarımızın ibadetlerini rahatça yapabilmeleri için cemevlerine 2006 yılı bütçesinden ne kadar kaynak ayırmayı düşünüyorsunuz; bu tutarın bütçenizdeki toplam payı yüzde kaçtır?

Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı İstanbul 1 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunun, Topkapı Sarayı kütüphanesinin camie çevrilmesi yolunda karar aldığı haberi doğru mudur; açıklar mısınız.

Özürlülerle ilgili; ülkemizdeki toplam özürlü sayısı kaçtır? Bunların kaçı işe yerleştirilmiş, kaçı halen işsiz olarak beklemektedir. Yasal olarak özürlü çalıştırması gereken kurum ve kuruluşlarımız, bu yasal zorunluluk hükmünü yerine getiriyor mu, getirmeyenler hakkında ne gibi işlemler yapılıyor? Şu anda boş özürlü kadro sayısı kaçtır? Bu kadroları hangi yöntemle doldurmayı düşünüyorsunuz. İşsiz özürlülerimizi asgarî ücret düzeyinde bir gelire kavuşturacak ve emekli, sağlık ve sosyal güvenliklerini esas alacak şekilde yeni bir yasal düzenleme yapmayı düşünüyor musunuz?

Son sorum: Avrupa Birliği sürecinde, Avrupa Birliği Cinsiyet Eşitliği Enstitüsünün kurulmasını düşünüyor musunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Koçyiğit.

Sayın milletvekilleri, Sayın Gürsoy Erol, sisteme giremediği için yazılı müracaat etmişlerdir soru sormak için.

Özel durumu sebebiyle, sisteme giremediğinden dolayı, buyurun Sayın Gürsoy.

DURSUN AKDEMİR (Iğdır) - Sayın Başkan, 2 dakika tartışmayla geçti ve benim söz hakkım kaybolmuş oldu.

BAŞKAN - Sayın Akdemir, lütfen oturur musunuz.

Buyurun Sayın Gürsoy.

GÜRSOY EROL (İstanbul) - Sayın Başkanım, hassasiyetinizden dolayı teşekkür ediyorum.

Sorum, Devlet Bakanımız Sayın Mehmet Aydın'a; Sayın Bakanım duyuyorlar mı bilemiyorum ama.

Müslümanların kutsal değerleriyle, özellikle Kutsal Kitap ve Peygamberiyle ilgili, zaman zaman basında, özellikle de dışbasında aşağılayıcı birtakım ifadeler ve birtakım karikatürler yayımlanmaktadır. Bu durumda, en sonda bir internet sitesinde, yakın zamanda, tekrar, aşağılayıcı birsürü karikatür yayımlanmıştır. Bu konuda Diyanet İşleri Başkanlığı, herhangi bir cevap verme veya bu konuyla ilgili bir açıklama yapmayı düşünüyorlar mı?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Gürsoy.

Buyurun Sayın Bakan.

DEVLET BAKANI MEHMET AYDIN (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; teşekkür ediyorum.

CAHİT CAN (Sinop) - Sayın Başkan, şahsımla ilgili bir sataşma oldu, cevap vermek istiyorum.

HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin) - Ne sataşması!.. Alenen, 5-6 kişi duydu, gizli söylenmedi ki…

BAŞKAN - Sayın Can, bir saniye; Sayın Bakan söz aldı.

DEVLET BAKANI MEHMET AYDIN (İzmir) - Efendim, Sayın Öğüt'ün Ardahan'la ilgili soruları: Ardahan İl ve ilçelerinde cami ve cemevlerinin inşaı, onarımıyla ilgili yardım konusunu sormuştu; hemen ifade edeyim.

Diyanet İşleri Başkanlığının bugün gündemde olan bütçesinde, cami onarımı veya cami inşaı şeklinde veya benzer bir konuyla ilgili bir fasıl yok. Dolayısıyla, Türkiye'de, bunu, yurtdışına da çok sık anlatmak durumundayız. Sanılıyor ki, hakikaten, Diyanet İşleri Başkanlığı camileri inşa ediyor, onarıyor; hayır, böyle bir şey yok. Camileri inşa eden Diyanet İşleri Başkanlığı değildir, onların onarımıyla meşgul olan Diyanet İşleri Başkanlığı değildir. Bu konuda, eğer, bir kurumu hatırlayacaksak, Vakıfları hatırlamamız lazım. Genellikle, gerek Vakıflar Genel Müdürlüğü gerek Diyanet İşleri, Türkiye Diyanet Vakfı kanalıyla, ihtiyacı olan, Türkiye'de durumu çok iyi olmayan camilerimize, mescitlerimize sembolik diyebileceğimiz birtakım yardımlar yapılıyor. Eğer, Ardahan'da da böyle bir talep olmuşsa -hatta, talep olmadan da yapılıyor- onu arkadaşlarım iletecekler. Bugüne kadar…

ENSAR ÖĞÜT (Ardahan) - Diyanet Vakfı mı?

DEVLET BAKANI MEHMET AYDIN (İzmir) - Diyanet Vakfı bu tür yardımları yapıyor, Diyanet İşleri Başkanlığı değil. Diyanet İşleri Başkanlığının cami yaptırma veya camileri onarma diye bir faaliyeti olmuyor. Keşke bol para verseniz, onu da biz yapsak da; ama, yok.

Bir diğer konu, cemevlerine katkı sağlayacak mı? Yine, aynı şekilde; yani, o katkı diye bir şey söz konusu olamaz; çünkü, öyle bir fasıl yok; ama, Alevî kültürüne ve anlayışına bir katkısı olacak mı diye soruyorsanız ki, daha sonraki sorularda da o vardı, müsaade ederseniz, hemen temas edeyim. Mesela, bu sene, bu sene demeyeyim, önümüzdeki yılda, 2006 yılında Diyanet İşleri Başkanlığımız, yayınları içinde, hiçbirimizin itiraz etmeyeceği 10 temel Alevî-Bektaşî kaynağını yayınlıyor. Aslında, listede 20 eser vardır; bunlar, hepimizin arzu ettiği, beklediği eserlerdir ve bunlar, zaten dedelerimizle birlikte oturulup, "hangilerine öncelik verelim" sorusuna cevap arandıktan sonra dikkate alınan eserlerdir; dolayısıyla, o kitapları yayınlıyoruz.

Ayrıca, Diyanet İşleri Başkanlığı Dergisi "Ehlibeyt" sayısı hazırladı ve yayınladı. Muharremle ilgili geçen sene -"Diyanet Saati" diye bir program vardır TRT'de- Diyanet Saati'nde Alevî dedelerimizin konuştuğu Muharremle ilgili bir program düzenlendi. Bu sene düzenleyeceğimiz programlarda da, yine, dedelerimiz Alevî kültürünü, Alevî anlayışını ve İslamî yorumunu anlatacaklar. Gerek Diyanet İşleri Başkanımız gerek yönetimde bulunan diğer arkadaşlarımız, ehlibeytle ilgili, muharrem ayı ve onun faziletleriyle ilgili, o aylar içinde, o günler içinde, nerede konuşma yapıyorlarsa mutlaka bu konulara da temas ediyorlar.

Din dersi konusu, tabiî, doğrudan benim -din kültürü ve ahlak bilgisi dersi, kısaca din dersi diye söyleniyor- Bakanlık sorumluluğumla ilgili bir konu değil, Millî Eğitim Bakanlığının konusudur; ama, sorulmuşken bir hükümet üyesi olarak onu da ifade edeyim. Tekrar gibi olacak; ama, hukukî açıdan bakıldığında, halihazırdaki uygulama, din dersleri uygulaması değildir, din kültürü ve ahlak bilgisi uygulamasıdır. Dolayısıyla, bu, seküler bir yaklaşımdır ve seküler bir yöntem ve yaklaşımla ele alınması gereken bir konudur; İslam Dini vardır, inanç esasları şudur, ahlak esasları şudur şeklinde olması gereken, öyle dizayn edilmiş, öyle sonuca bağlanmış bir eğitim faaliyetidir. Dolayısıyla, tabiî, onun ne kadar zaman içinde yeniden tekrar ele alınıp, başka bir şekilde değiştirilip değiştirilemeyeceği meselesi hususunda, takdir edersiniz ki, benim bir şey söyleme durumum yok; ama, ben, bu derslerin, o alanlarda otuz kırk yıldır hizmet eden birisi olarak, kültür dersi olarak verildiği ve kültürün bütün boyutlarıyla hakkına riayet edildiği takdirde ve sürece, yani kültürün bütün zenginliğini -Alevî zenginliği dahil, Bektaşi zenginliği dahil- tarafsız bir biçimde, descriptive olarak, normatif olarak değil, bilimsel olarak, eğer bunu yapabiliyorsak; yapamadık ise, eksiklerimiz varsa bunu tamamlayarak yapacaksak, ben, böyle bir dersin, hele şu günlerde, hele şu dönemlerde çok yararlı olduğuna inanıyorum; çünkü, pek çok konu, din adı altında, aslında, oldukça yanlış, oldukça eksik bilgiyle, eksik ve kısır düşünceyle yürütülüp gidiyor. O bakımdan, eğer, böyle bir ders, başka bir şekilde sürdürülürse veya din dersi olarak olacaksa, onun zaten zorunlu olması mümkün değildir; onun, o zaman, 24 üncü madde ışığında düşünülmesi lazım Anayasanın ve o da, seçimlik bir ders olabilir; yani, çok fazla ayrıntıya girmeyeyim -dediğim gibi- çünkü, benim sorumluluk alanıma girmiyor.

Bu geçici görevli sayısı zaten çok fazla değil; yani, şu anda, bizim, vekâleten -konuşmamda söyledim- görev yapan arkadaşlar asaleten aday imam-hatip olarak atandıkları için, şu anda, elimizde, bizim aciliyeti olan bir konu olarak durmuyor. Vekil imam sayısı, zaten, bunu gündeme getirecek miktarda değil.

Yine, aynı konu gündeme geldi. Arkadaşlar, bir defa, bu dinlerarası diyalog konusu, pek çok kişinin zannettiği gibi değil. Burada, dinler bir araya gelip, masanın etrafında bir araya gelip, din konusunu konuşmuyorlar. Öyle zannedildiği gibi, ben, dinlerarası diyalog toplantılarına da çok fazla katılan birisi değilim; Bakanlığım sırasında katıldığım bir tek dinlerarası diyalog toplantısı yoktur. Burada konu şu: Din mensupları, bunların bir kısmı doğrudan doğruya dinî görevler yapıyor; Hıristiyan, Yahudi, Müslüman, her neyse; bir kısmı da, inanmış insanlar olarak, seküler konuları ele alarak bu diyalogları sürdürmeye çalışıyorlar. Barış konusunda ne yapacağız diyorlar, Filistin, İsrail konusunda ne yapacağız, inanmış insanlar olarak, AİDS konusunda ne yapacağız, uyuşturucu madde konusunda ne yapacağız… Yani, bunlar, oturup, Hazreti İsa, Hazreti Musa, Hazreti Muhammed konuşmuyorlar. Yahut bazılarının zannettikleri gibi, bunlar, oturup, acaba, üç dinden bir başka din çıkarabilir miyiz; İbrahim'i… Hiç böyle bir şey vaki değildir. Kaldı ki, iki üç defa atıfta bulunulduğu için ifade edeyim, medeniyetlerarası ittifak girişiminin bununla ilgisi yoktur. Medeniyetlerarası ittifak girişimi yarıya yarıya politikacılardan, diplomatlardan, eski cumhurbaşkanlarından, başbakanlardan, dışişleri bakanlarından, yarısı da… Onunla ilgili zaten burada bir konuşma yapacağım, aciliyeti vardı, yapacaktım; ama, bütçeden dolayı o imkânım yok. Bütçe biter bitmez, Genel Kurula lütfeder gelirseniz -zaten gelirsiniz de, haber verme bakımından söylüyorum- o konuyu zaten ele alacağız. Medeniyetlerarası ittifak projesi seküler bir projedir. Onun için de, din konusu, başka kültür konuları ne kadar giriyorsa, o kadar… Belki, din konuları hassas olduğu için, yanlış anlaşılır diye, onlardan da daha az girecektir.

Medeniyetlerarası ittifak konusu, siyasetin, birlikte yaşamanın yollarını açacak şekilde, nasıl bir yol ve yordam takip etmesi gerekiyor; bugün güç kullanımı dediğimiz şey, güç politikası dediğimiz şey üzerinde neler söylememiz lazım; bugün güç kullanımında, güç politikasında konuyu belirleyenler, kuralları belirleyenler, oyunu oynayanlar ve hakemlik yapanlar, çok kere aynı kişiler, aynı güç kaynakları, bu konuda ne yapacağız; bunlar üzerinde düşünecek. Sosyal adaletsizliğin karşısına nasıl çıkacağız; yani, bugün birlikte yaşamayı tehdit eden konular dinden gelmiyor, kültürden gelmiyor, dinî değerlerden gelmiyor, siyasetten geliyor, iktisattan geliyor; ama, birileri dini getirerek, dinlerarası çatışma, kültürlerarası çatışma konularını getirerek, gerçek sebeplerin üstünü örtüyorlar. Bu girişim, büyük ölçüde bunu, bu üstü örtülen sebepleri ortaya çıkarmak durumundadır.

Bugün Ortadoğu'da olup biten şeylerin pek çoğunun kaynağı, aynı zamanda Batı'dadır. Batı'da bir şeyler oluyor ki, bu taraflarda da bir şeyler oluyor. Bu bizim içimizde olan şeylerin kötü olmadığı, bazı şeylerin kötü olmadığı veya ev ürünü olmadıkları anlamında da değil. Onun için, lütfen, onu da... Bu cümleleri söylememe izin verin; çünkü, zaman zaman duyuyorum: "Efendim yine mi burada bizi kandıracaklar, yine mi dinimiz zarar görecek…" Sanki biz hiçbir şey bilmeyen, dünyayı tanımayan, böyle, hemen, üç beş kişi bir araya geldiği zaman kandırılan kişilermiş veya topluluklarmış gibi düşünemeyiz. Bunların hemen tamamını, Avrupa Birliği bağlamında, üç senedir çok iyi başardık ve bu milletvekili arkadaşlarımız çok iyi başardılar. Biz, CHP'li milletvekili arkadaşlarımla üç senedir beraber çalıştık, Türkiye'yi beraber anlattık, inancımızı, kültürümüzü beraber anlattık, anlatmaya devam edeceğiz. Bize bu konuda çok önemli roller düşüyor.

Son bir cümleyi söyleyeyim: Arkadaşlar, ben de yıllardır bu umre çorbasından, Mekke lokantasından, Medine bilmem yerinden son derece rahatsız olan birisiyim. Din, ticareti zarar ettirmez diyoruz; ilk planda öyle gelir; ama, dine en çok zıt düşen şey, dinin dünya ticareti için… Bu, ister siyasî anlamda olsun, ister para kazanma anlamında olsun. (Alkışlar) Dine karşı yapılacak en büyük hakaret, dini bir ticaret metaı olarak görmektir. Diyanet İşleri Başkanlığı elinden geleni yapıyor, yapmaya da devam edecektir. Mukaddesatımızı küçük hesaplara alet edemeyiz, küçük hesaplar için kullanamayız. Bu, zaten bir anlamda dindarlıkla, dinîlikle asla bağdaşmayacak bir şeydir.

BAŞKAN - Sayın Bakan, Sayın Çubukçu'nun da süresini kullanıyorsunuz.

DEVLET BAKANI MEHMET AYDIN (İzmir) - Son cümlem; o da, dışarıda yayımlanan ve rencide edici yazılar ve karikatürlerle ilgili bir çalışmanız var mı diye soruldu; var. Açıkça söyleyeyim, ben, geçen hafta, Türkiye'deki Avrupa Birliği ülkelerinin büyükelçilerine bir ittifak konusunu anlattım. Üzerinde durduğum konulardan biri de budur. Eleştiri ile hakareti, insanlık olarak birbirinden ayırmamız lazım. Eleştiriye evet, ne kadar gücümüze giderse gitsin; ama, hakarete, aşağılamaya hayır. İçeride de olsa, dışarıda da olsa, Diyanet hiçbir fırsatı kaçırmayacaktır.

Teşekkür ediyorum. (AK Parti ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Bakan, teşekkür ediyorum; böylelikle Sayın Çubukçu'nun da süresini kullanmış oldunuz.

Sayın Can, söz istemiş bulunuyorsunuz; niçin istediniz, yerinizden açıklayın.

HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin) - Sayın Başkan, özür dilemeli.

BAŞKAN - Bir saniye Sayın Özcan.

CAHİT CAN (Sinop) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; söz istememin nedeni, Erzurum Milletvekili Sayın İbrahim Özdoğan Beyle, kendi konuşmasının akabinde bir hasbıhalimiz oldu. O hasbıhalimiz aynen şudur; onun için söz alıyorum…

BAŞKAN - Sayın Can, yeni bir sataşmaya sebep vermeden, sadece söyleyip söylemediğiniz konusunda bir açıklama getirin.

CAHİT CAN (Sinop) - Yok, kesinlikle değil.

Şimdi, kendisi, burada, kürsüden konuşurken, dinlerarası diyalogdan bahsederek, Alevî vatandaşlarımızla ilgili Diyanet İşlerinde bir daire başkanlığının tahsisini istemiştir. Ben de kendisine, kardeşim, eğer mezhepse Alevîlik, o zaman diğer mezheplerin de bir hakkı doğar Diyanet İşleri Başkanlığında bir daire başkanlığı demişimdir.

Düzeltiyorum, teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Can.

İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum) - Sayın Başkan, Cahit Beye cevap vermek istiyorum.

BAŞKAN - Sayın Özdoğan, burası, kendi aranızdaki konuşmanın karşılıklı cevap yeri değildir. Sadece bir sataşma söz konusu idi, ona cevap verildi.

Sayın Çubukçu, 1 dakikalık süre içerisinde, eğer yazılı cevap verecekseniz, onu belirtin hiç olmazsa.

Buyurun Sayın Bakan.

DEVLET BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) - Sayın Başkan, süre kalmadığı için, sorulara yazılı olarak cevap vereceğim.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Şimdi, sırasıyla, yedinci turda yer alan bütçelerin bölümlerine geçilmesi hususunu ve bölümlerini ayrı ayrı okutup oylarınıza sunacağım.

Diyanet İşleri Başkanlığı 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

07.86 - DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI

1.- Diyanet İşleri Başkanlığı 2006 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi

A - C E T V E L İ

Fonksiyonel                 Açıklama                      (YTL)

Kod                                                                                                                            

01                               Genel Kamu Hizmetleri                               11.167.020

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

02                               Savunma Hizmetleri                               367.697

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

03                               Kamu Düzeni ve Güvenlik Hizmetleri                               350.000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

07                               Sağlık Hizmetleri                               223.950

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

08                               Dinlenme, Kültür ve Din Hizmetleri                               1.295.853.101

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

09                               Eğitim Hizmetleri                               225.232

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.                                              

                        TOPLAM                               1.308.187.000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Diyanet İşleri Başkanlığı 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

Diyanet İşleri Başkanlığı 2004 Malî Yılı Kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

2.- Diyanet İşleri Başkanlığı 2004 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN- (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

Diyanet İşleri Başkanlığı 2004 Malî Yılı Kesinhesabı

A - C E T V E L İ

                                                                                                               Lira            

- Genel Ödenek Toplamı    : 981.817.981.200.000

- Toplam Harcama                                                 : 1.015.172.959.150.000

- Ödenek Dışı Harcama                 : 43.181.943.900.000

- İptal Edilen Ödenek                   :  9.826.965.950.000

BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Diyanet İşleri Başkanlığı 2004 Malî Yılı Kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir.

Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü 2006 Yılı Merkezi Yönetim bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

07.93 - SOSYAL HİZMETLER VE ÇOCUK ESİRGEME KURUMU GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

1.- Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü 2006 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi

A - C E T V E L İ

Fonksiyonel                 Açıklama                      (YTL)

Kod                                                                                                                             

01                               Genel Kamu Hizmetleri                               18.453.000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

10                               Sosyal Güvenlik ve Sosyal Yardım Hizmetleri                               493.631.000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.                                              

                        TOPLAM                               512.084.000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü 2006 Yılı Merkezî Yönetim bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü 2004 Malî Yılı Kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

2.- Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü 2004 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN- (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü 2004 Malî Yılı Kesinhesabı

A - C E T V E L İ

                                                                                                               Lira            

- Genel Ödenek Toplamı    : 282.300.036.950.000

- Toplam Harcama                                                 : 266.668.021.700.000

- Ödenek Dışı Harcama                 : 10.808.643.550.000

- İptal Edilen Ödenek                   : 26.330.945.100.000

- Ertesi Yıla Devreden Ödenek  :     109.713.700.000

BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

(B) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

B - C E T V E L İ

                                                                                                               Lira            

- Bütçe tahmini                                                   : 297.828.000.000.000

- Yılı tahsilatı                                 : 279.291.156.350.000

BAŞKAN- (B) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü 2004 Malî Yılı Kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir.

Özürlüler İdaresi Başkanlığı 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

07.87 - ÖZÜRLÜLER İDARESİ BAŞKANLIĞI

1.- Özürlüler İdaresi Başkanlığı 2006 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi

A - C E T V E L İ

Fonksiyonel                 Açıklama                      (YTL)

Kod                                                                                                                            

01                               Genel Kamu Hizmetleri                               950.400

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

02                               Savunma Hizmetleri                               33.900

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

10                               Sosyal Güvenlik ve Sosyal Yardım Hizmetleri                               2.522.800

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.                                              

                        TOPLAM                               3.507.100

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Özürlüler İdaresi Başkanlığı 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

07.88 - AİLE VE SOSYAL ARAŞTIRMALAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

1.- Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü 2006 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi

A - C E T V E L İ

Fonksiyonel                 Açıklama                      (YTL)

Kod                                                                                                                            

01                               Genel Kamu Hizmetleri                               3.781.000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.                                              

                        TOPLAM                               3.781.000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:


07.89 - KADININ STATÜSÜ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

1.- Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü 2006 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi

A - C E T V E L İ

Fonksiyonel                 Açıklama                      (YTL)

Kod                                                                                                                             

01                               Genel Kamu Hizmetleri                               1.606.750

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.                                              

                        TOPLAM                               1.606.750

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünün 2006 Malî Yılı Bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

Diyanet İşleri Başkanlığı, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü, Özürlüler İdaresi Başkanlığı, Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü ve Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünün 2006 Malî Yılı Bütçeleri ile Diyanet İşleri Başkanlığı ve Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğünün 2004 Malî Yılı Kesinhesapları kabul edilmiştir; hayırlı olmasını temenni ederim.

Programa göre, kuruluşların bütçe ve kesinhesaplarını sırasıyla görüşmek için, 19 Aralık 2005 Pazartesi günü saat 11.00'de toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

 

Kapanma Saati : 17.12