DÖNEM:
22 CİLT: 104 YASAMA YILI: 4
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
34 üncü Birleşim
17 Aralık 2005 Cumartesi
İ
Ç İ N D E K İ L E R
I. -
GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
TEZKERELER VE ÖNERGELER
1.- Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu
ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında
5433 sayılı Kanunun bazı maddelerinin Anayasanın 89 uncu maddesine göre bir kez
daha görüşülmek üzere geri gönderildiğine ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi
(3/945)
IV.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
l.- 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısı ile 2004 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli Daireler ve İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarıları
(1/1119; 1/1084,3/907; 1/1085, 3/908) (S.Sayısı: 1028, 1029, 1030)
A) DEVLET
PLANLAMA TEŞKİLATI MÜSTEŞARLIĞI
1.- Devlet Planlama Teşkilatı
Müsteşarlığı 2006 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçesi
2.- Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı
2004 Malî Yılı Kesinhesabı
B) SERMAYE
PİYASASI KURULU
1.- Sermaye Piyasası Kurulu 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
C) BANKACILIK
DÜZENLEME VE DENETLEME KURUMU
1.-
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
D) GAP
BÖLGE KALKINMA İDARESİ BAŞKANLIĞI
1.- GAP Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı
2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
E) TÜTÜN,
TÜTÜN MAMULLERİ VE ALKOLLÜ İÇKİLER PİYASASI DÜZENLEME KURUMU
1.- Tütün, Tütün Mamulleri ve Alkollü
İçkiler Piyasası Düzenleme Kurumu 2006
Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
F) HAZİNE
MÜSTEŞARLIĞI
1.- Hazine Müsteşarlığı 2006 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçesi
2.- Hazine Müsteşarlığı 2004 Malî Yılı
Kesinhesabı
G) AVRUPA
BİRLİĞİ GENEL SEKRETERLİĞİ
1.- Avrupa Birliği Genel Sekreterliği 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
H)
BASIN-YAYIN VE ENFORMASYON GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
1.- Basın-Yayın ve Enformasyon Genel
Müdürlüğü 2006 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçesi
İ) SOSYAL
YARDIMLAŞMA VE DAYANIŞMA GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
1.- Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel
Müdürlüğü 2006 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçesi
J) TÜRK
İŞBİRLİĞİ VE KALKINMA İDARESİ BAŞKANLIĞI
1.- Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi
Başkanlığı 2006 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçesi
K) TÜRKİYE
İSTATİSTİK KURUMU BAŞKANLIĞI
1.- Türkiye İstatistik Kurumu Başkanlığı
2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Türkiye İstatistik Kurumu Başkanlığı
2004 Malî Yılı Kesinhesabı
V.- SORULAR
VE CEVAPLAR
A) YAZILI
SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in,
58 ve 59 uncu hükümetler döneminde Başbakanlık Tanıtma Fonundan alınan desteğe
ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Cemil ÇİÇEK'in cevabı (7/8527)
2.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in,
1999-2002 yılları arası Başbakanlık Tanıtma Fonundan alınan desteğe ilişkin
sorusu ve Adalet Bakanı Cemil ÇİÇEK'in cevabı (7/8528)
3.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in,
tamamlanmamış yatırımlara ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Cemil ÇİÇEK'in cevabı
(7/9616)
4.- Adana Milletvekili N. Gaye ERBATUR'un,
işsizlik sorununa yönelik politikalara ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanı Murat BAŞESGİOĞLU'nun cevabı (7/9626)
5.- Denizli Milletvekili Mustafa
GAZALCI'nın, süper liselerin Anadolu Liselerine dönüştürülmesine ilişkin sorusu
ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK'in cevabı (7/9693)
6.- Balıkesir Milletvekili Orhan SÜR'ün,
bir ilköğretim ders kitabındaki içerik değişikliğine ilişkin sorusu ve Millî
Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK'in cevabı (7/9695)
7.- Samsun Milletvekili İlyas Sezai
ÖNDER'in, Samsun'un Vezirköprü İlçesinin öğrenci yurdu sorununa ilişkin sorusu
ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK'in cevabı (7/9701)
8.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in,
Makedonya'daki Türk öğrencilere yönelik bazı çalışmalara ilişkin sorusu ve
Millî Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK'in cevabı (7/9703)
9.- Manisa Milletvekili Hasan ÖREN'in,
Bağ-Kur Sağlık Kurulunun kararlarına ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanı Murat BAŞESGİOĞLU'nun cevabı (7/9784)
10.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in,
alınan ve hurdaya çıkarılan araçlara ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı
Hüseyin ÇELİK'in cevabı (7/9871)
11.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in,
alınan ve hurdaya çıkarılan araçlara ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı
Hüseyin ÇELİK'in cevabı (7/9873)
12.- Sinop Milletvekili Engin ALTAY'ın,
ortaöğretim kurumları öğrenci nakil ve geçiş yönergelerindeki değişikliğe
ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK'in cevabı (7/9875)
13.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in,
Elazığ İlindeki yatırımlara ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı
Murat BAŞESGİOĞLU'nun cevabı (7/9936)
14.- İzmir Milletvekili Türkân
MİÇOOĞULLARI'nın, bürokrat atamalarına,
- Erzincan Milletvekili Erol TINASTEPE'nin,
Kur'an kurslarına,
İlişkin soruları ve Devlet Bakanı Mehmet
AYDIN'ın cevabı (7/10005, 10006)
15.- İzmir Milletvekili Türkân
MİÇOOĞULLARI'nın, bürokrat atamalarına ilişkin sorusu ve Sanayi ve Ticaret
Bakanı Ali COŞKUN'un cevabı (7/10105)
16.- Antalya Milletvekili Feridun Fikret
BALOĞLU'nun, Bitlis'teki kültürel çalışmalara yapılan katkılara ilişkin sorusu
ve Kültür ve Turizm Bakanı Atilla KOÇ'un cevabı (7/10863)
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat
11.00'de açılarak altı oturum yaptı.
2006 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2004 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli Daireler ve
İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarılarının (1/1119; 1/1084, 3/907; 1/1085, 3/908)
(S. Sayısı: 1028, 1029, 1030) görüşmelerine devam olunarak;
Türkiye Bilimsel ve
Teknolojik Araştırma Kurumu Başkanlığı,
Türkiye Bilimler
Akademisi Başkanlığı,
Gümrük Müsteşarlığı,
Dış Ticaret Müsteşarlığı,
İhracatı Geliştirme Etüd
Merkezi,
Gençlik ve Spor Genel
Müdürlüğü,
Vakıflar Genel Müdürlüğü,
Devlet Personel Başkanlığı,
Başbakanlık Yüksek
Denetleme Kurulu,
Danıştay Başkanlığı,
2006 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçeleri ile
Gümrük Müsteşarlığı,
Dış Ticaret Müsteşarlığı,
Gençlik ve Spor Genel
Müdürlüğü,
Vakıflar Genel Müdürlüğü,
Danıştay Başkanlığı,
2004 Malî Yılı
Kesinhesapları;
Kabul edildi.
Alınan karar gereğince,
17 Aralık 2005 Cumartesi günü saat 11.00'de toplanmak üzere, birleşime 21.21'de
son verildi.
|
|
|
|
|
|
Sadık Yakut |
|
|
|
Başkanvekili |
|
|
Bayram Özçelik |
|
Ahmet Gökhan Sarıçam |
|
Burdur |
|
Kırklareli |
|
Kâtip
Üye |
|
Kâtip
Üye |
Ê
No.: 48
II.- GELEN
KÂĞITLAR
17 Aralık
2005 Cumartesi
Cumhurbaşkanınca
Geri Gönderilen Kanun
1.-
30.11.2005 Tarihli ve 5433 Sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile Bazı
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ve
Anayasanın 89 uncu ve 104 üncü
Maddeleri Gereğince Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme
Tezkeresi (1/1157) (Anayasa ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş
tarihi: 16.12.2005)
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 11.00
17 Aralık 2005 Cumartesi
BAŞKAN: Başkanvekili İsmail ALPTEKİN
KÂTİP ÜYELER: Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale), Bayram ÖZÇELİK
(Burdur)
BAŞKAN - Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 34 üncü Birleşimini açıyorum.
Toplantı yetersayısı
vardır; görüşmelere başlıyoruz.
Sayın milletvekilleri,
Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.
Cumhurbaşkanlığının bir
tezkeresi vardır; okutup, bilgilerinize sunacağım.
III. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
TEZKERELER VE ÖNERGELER
1.- Kamu
Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılması Hakkında 5433 sayılı Kanunun bazı maddelerinin Anayasanın
89 uncu maddesine göre bir kez daha görüşülmek üzere geri gönderildiğine
ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/945)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
İLGİ: 05.12.2005 günlü,
A.01.0.GNS.0.00.02-16105/42601 sayılı yazınız
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kurulunca 30.11.2005 gününde kabul edilen 5433 sayılı Kamu Malî
Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun incelenmiştir.
1- İncelenen Yasanın 8
inci maddesiyle değiştirilen, 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol
Yasasının 62 nci maddesinde,
"Muhasebe yetkilisi görevini yürütmek
üzere atanacakların, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 48 inci maddesinde
belirtilenler ile aşağıdaki şartları taşıması gerekir:
a) En az dört yıllık
yükseköğrenim görmüş olmak.
b) Kamu idarelerinin
muhasebe hizmetlerinde en az dört yıl çalışmış olmak koşuluyla bu idarelerde
muhasebe yetkili yardımcısı veya eşiti görevlerde bulunmak.
c) Muhasebe yetkilisi
sertifikası almış olmak.
d) Son üç yıl içerisinde
olumsuz sicil almamış olmak.
e) Aylıktan kesme ve
kademe ilerlemesinin durdurulması cezası almamış olmak.
f) Görevin gerektirdiği
bilgi ve temsil yeteneğine sahip olmak.
9.12.1994 tarihi ve 4059
sayılı Kanun hükümleri saklı kalmak kaydıyla genel bütçe kapsamındaki kamu
idarelerinde muhasebe yetkilisi Maliye Bakanlığınca, diğer kamu idarelerinde
ise üst yöneticiler tarafından atanır.
Muhasebe yetkilisi olacak
görevliler, Maliye Bakanlığınca görevin niteliği dikkate alınarak meslekî
konularda eğitime tabi tutulur ve bu eğitimi başarıyla tamamlayanlara sertifika
verilir.
Muhasebe yetkililerinin
eğitimi, sertifika verilmesi, mahallî idarelerde muhasebe yetkililerinin
niteliklerinin birinci fıkrada sayılanlardan farklı olarak belirlenmesi ile
çalışma usul ve esasları, Maliye Bakanlığınca hazırlanacak ve Bakanlar Kurulu
tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir."
denilmektedir.
Görüldüğü gibi, maddenin
birinci fıkrasında, muhasebe yetkilisi görevini yürütmek üzere atanacaklarda
aranacak nitelikler tek tek sayılarak belirlenmiş; son fıkrasında ise, yerel
yönetimlerde muhasebe yetkilisi olarak atanacakların niteliklerinin, birinci
fıkrada sayılanlardan farklı olarak, Maliye Bakanlığınca hazırlanacak ve
Bakanlar Kurulunca çıkarılacak yönetmelikle düzenleneceği kurala bağlanmıştır.
5018 sayılı Yasanın 2 nci
maddesinin birinci fıkrasında, bu yasanın, kamu yönetimleri, sosyal güvenlik
kurumları ve yerel yönetimlerden oluşan genel yönetim kapsamındaki kamu
idarelerine uygulanacağı belirtilmiş; 3 üncü maddesinin (e) fıkrasında da,
yerel yönetim, yetkileri belirli bir coğrafî alan ve hizmetlerle sınırlı olarak
kamusal etkinlik gösteren kurumlar olarak tanımlanmıştır.
Böylece, yasada yerel
yönetimlere genel yönetim kapsamındaki kamusal etkinlik gösteren kurumlar
olarak yer verilmiştir.
Öte yandan, 5018 sayılı
Yasanın 61 inci maddesinin, 5433 sayılı Yasayla değiştirilen birinci
fıkrasında, muhasebe hizmetinin, gelirlerin ve alacakların tahsili, giderlerin
hak sahiplerine ödenmesi, para ve parayla ifade edilebilen değerler ile
emanetlerin alınması, saklanması, ilgililere verilmesi, gönderilmesi ve diğer
tüm malî işlemlerin kayıtlarının yapılması ve raporlanması işlemlerini
kapsadığı; ikinci fıkrasında, muhasebe yetkilisinin, bu hizmetlerin yapılmasından
ve muhasebe kayıtlarının usulüne uygun, saydam ve erişilebilir biçimde
tutulmasından sorumlu olduğu belirtilmiştir.
Bu kurallar, yerel
yönetim muhasebe hizmetlerinin kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına
göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmeti, yerel yönetimde çalışan
muhasebe yetkilisinin de, kamu görevlisi olduğunu göstermektedir.
Anayasanın 128 inci
maddesinde,
Devletin, kamu iktisadî teşebbüslerinin ve
diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü
oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevlerin, memurlar
ve diğer kamu görevlileri eliyle görüleceği,
Memurların ve diğer kamu
görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve
yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ile diğer özlük işlerinin yasayla
düzenleneceği,
kurallara bağlanmıştır.
Bu kural uyarınca, yerel
yönetimlerdeki muhasebe yetkililerinin niteliklerinin yasayla belirlenmesi
gerekmektedir.
Oysa, incelenen yasada,
yukarıda da açıklandığı gibi, yerel yönetimler muhasebe yetkilerinin
niteliklerinin, merkezî yönetim kapsamındaki diğer kamu kurum ve kuruluşları
muhasebe yetkililerinden farklı olarak, Bakanlar Kurulunca çıkarılacak
yönetmelikle düzenleneceği belirtilmiştir.
Bu durumda, 5018 sayılı
Yasanın, incelenen 5433 sayılı Yasayla değişik 62 nci maddesinin son fıkrası
kuralı, Anayasanın 128 inci maddesiyle bağdaşmamaktadır.
Nitekim, Anayasa
Mahkemesinin 8.12.2004 günlü, E.2004/84, K.2004/124 sayılı kararıyla, 5225
sayılı Kültür Yatırımları ve Girişimlerini Teşvik Yasasının 11 inci
maddesindeki, Bakanlık denetim elemanlarının görev, yetki ve sorumlulukları ile
çalışma usul ve esaslarının Bakanlıkça çıkarılacak bir yönetmelikle
düzenlenmesini öngören kural iptal edilmiştir.
Ayrıca, Anayasada erkler
ayrılığı ilkesi benimsenmiş; 6 ncı maddesinde, egemenliğin kayıtsız koşulsuz
ulusun olduğu, Türk Ulusunun egemenliğini anayasal ilkelere göre yetkili
organları eliyle kullanacağı, hiçbir organın kaynağını Anayasadan almayan bir
devlet yetkisi kullanamayacağı kurala bağlanmış; 7 nci maddesinde de, yasama
yetkisinin Türk Ulusu adına Türkiye Büyük Millet Meclisinin olduğu, bu yetkinin
devredilemeyeceği belirtilmiştir.
Bu kurallar uyarınca,
Anayasada yasayla düzenlenmesi öngörülen bir konunun yönetmeliğe bırakılması
olanaksızdır. Bu durumun yasada belirtilmiş olması da sonuca etkili değildir.
Anayasa Mahkemesi
kararlarında da vurgulandığı gibi, yasama organınca yürütmeye düzenleme yetkisi
verilirken, bunun bir yetki devri niteliğinde olmaması için, konunun temel
ilkelerinin yasada düzenlenmesi, çerçevenin belirlenmesi ve yürütmeye, teknik
ayrıntıların düzenlenebilmesi için sınırları belli bir yetki alanı tanınması
gerekmektedir.
Yasanın 62 nci maddesinde ise, hiçbir temel
ilke konulmadan, çerçeve çizilmeden, yerel yönetimlerde muhasebe yetkililerinde
aranacak niteliklerin saptanması yetkisi doğrudan Bakanlar Kuruluna
verilmiştir.
Bu nedenle, söz konusu
düzenleme, Anayasanın 6 ve 7 nci maddelerine de uygun düşmemektedir.
2- İncelenen yasanın
geçici 1 inci maddesinin dokuzuncu fıkrasında,
"Bu maddenin
yürürlüğe girdiği tarihte Maliye Bakanlığı Bütçe ve Malî Kontrol ile Millî
Emlak Genel Müdürlüklerinin Şube Müdürü kadrolarında bulunanlardan en az dört
yıllık yüksek öğrenim görmüş olanlar, sırasıyla Devlet Bütçe Uzmanı ve Devlet
Malları Uzmanı kadrolarına herhangi bir işleme gerek kalmaksızın atanmış
sayılırlar. Bunların müdürlük hizmetinde geçmiş olan süreleri, Devlet Bütçe ve
Devlet Malları Uzmanlıklarında geçmiş sayılır ve bunlar aynı malî haklardan
yararlanırlar"
düzenlemesine yer
verilmiştir.
Düzenlemede, Bütçe ve
Malî Kontrol Genel Müdürlüğü ile Millî Emlak Genel Müdürlüğünün şube müdürü
kadrolarında görev yapanların, yalnızca en az dört yıllık yüksek öğrenim görmüş
olma koşulu aranarak devlet bütçe uzmanı ve devlet malları uzmanı olarak
atanmalarına olanak sağlanmaktadır.
657 sayılı Devlet
Memurları Yasasının ek 12 ve 178 sayılı "Maliye Bakanlığının Teşkilat ve
Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname"nin 43 üncü maddelerinde yer
verilen devlet bütçe uzmanlarının görev, yetki ve sorumlulukları, çalışma
esasları, seçilme ve ilerleme koşullarına ilişkin düzenlemeleri içeren
"Maliye Bakanlığı Devlet Bütçe Uzmanları Görev ve Çalışma
Yönetmeliği"nin 11 inci maddesinde, devlet bütçe uzman yardımcılığına
atanabilmek için ekonomi, maliye, hukuk, idare ve işletme dallarında en az dört
yıllık yükseköğrenim görmüş olmak ve giriş sınavını başarmış bulunmak koşulları
getirilmiştir.
Yine, 178 sayılı Kanun
Hükmünde Kararnamenin 43 üncü maddesi uyarınca, çalıştırılan devlet malları
uzmanlarının görev, sorumluluk, çalışma ve atanmalarına ilişkin ilke ve
yöntemlerin düzenlendiği "Maliye Bakanlığı Millî Emlak Genel Müdürlüğü
Devlet Malları Uzmanlığı Görev, Çalışma ve Atama Yönetmeliği"nin 9 uncu
maddesinde de, devlet malları uzman yardımcılığına atanabilmek için
üniversitelerin en az dört yıl süreyle eğitim veren siyasal bilgiler, hukuk,
iktisat, işletme, idarî bilimler fakülte ve yüksekokulları ile bunlara denkliği
yetkili makamlarca kabul edilen yurtiçi ve yurtdışındaki dört yıl süreli
fakülte ya da yüksekokullardan birini bitirmiş olmak ve giriş sınavını başarmış
bulunmak koşullarına yer verilmiştir.
Görüldüğü gibi,
belirtilen kurallarda, devlet bütçe uzmanlığı ile devlet malları uzmanlığı
kariyer meslek olarak öngörülmüştür. Kariyer mesleklere, o meslekle ilgili
yükseköğrenim görenlerin sınavla atanması, personel hukukunun yerleşik
ilkesidir.
Oysa, Maliye Bakanlığı
Personeli Atama ve Görevde Yükselme Yönetmeliğinin 31 inci maddesinde, meslekle
ilgili en az dört yıl yükseköğrenimi bitirenler yanında, meslekle ilgili
olmayan dört yıllık yükseköğrenimi bitirenlerin de şube müdürü olabilmelerine
olanak sağlanmaktadır.
Dolayısıyla, incelenen
yasanın söz konusu kuralıyla devlet bütçe uzmanı ve devlet malları uzmanı
kadrolarına atanabilmek için gerekli öğrenim koşulunu taşımayanların, sınava
girerek başarılı olmadan bu kariyer mesleklere atanmaları olanaklı
kılınmaktadır.
Üstelik, yasada
"herhangi bir işleme gerek kalmaksızın atanmış sayılırlar" denilerek,
dört yıllık yükseköğrenimi bitirmiş tüm şube müdürlerinin devlet bütçe uzmanı
ya da devlet malları uzmanı olarak atanması zorunlu duruma getirilmektedir.
Bu nedenlerle, yapılan
düzenleme, kariyer ve liyakat ilkeleri ile hizmetin gereklerine uygun
düşmemektedir.
Nitekim, incelenen
yasanın, yine, geçici 1 inci maddesinin onikinci fıkrasında, bu maddenin
yürürlüğe girdiği gün Maliye Bakanlığı Muhasebat Genel Müdürlüğü örgütünde şube müdürü, muhasebe müdürü, mal
müdürü, saymanlık müdürü ve muhasebe denetmeni kadrolarında bulunanlardan,
Devlet muhasebe uzman
yardımcılığı giriş sınavına katılabilmek için gerekli öğrenim koşulunu taşıyan
ve
30.06.2006 gününe kadar
bir kez yapılacak, ilke ve yöntemleri Maliye Bakanlığınca saptanacak yazılı ve
sözlü sınavlarda başarılı olan, en çok 60 kişinin devlet muhasebe uzmanı
kadrolarına atanacakları belirtilerek şube müdürlüğünden kariyer meslek olan
devlet muhasebe uzmanlığına geçirilmede hukuksal yolun nasıl olması
gerektiğinin örneği verilmiştir.
Bu nedenlerle, şube
müdürlerinin, gerekli öğrenim koşulunu taşımadan ve sınava girerek başarılı
olmadan birer kariyer meslek olan devlet bütçe uzmanlığı ile devlet malları
uzmanlığına atanmalarına olanak sağlayan düzenleme, kariyer ve liyakat
ilkeleri, hizmetin gerekleri ve dolayısıyla, hukuk devleti ilkesiyle
bağdaşmamaktadır.
Yayımlanması yukarıda
açıklanan gerekçelerle uygun görülmeyen 5433 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve
Kontrol Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanunun 8 ve geçici 1 inci maddelerinin Türkiye Büyük Millet
Meclisince bir kez daha görüşülmesi için, Anayasanın değişik 89 ve 104 üncü
maddeleri uyarınca ilişikte geri gönderilmiştir.
Ahmet Necdet Sezer
Cumhurbaşkanı
BAŞKAN - Bilgilerinize
sunulmuştur.
Sayın milletvekilleri,
2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2004 Malî Yılı Genel ve
Katma Bütçeli Kesinhesap Kanun Tasarıları üzerindeki görüşmelere devam
edeceğiz.
Program uyarınca, bugün
iki tur görüşme yapacağız.
Beşinci turda, Devlet
Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı, Sermaye Piyasası Kurulu, Bankacılık Düzenleme
ve Denetleme Kurulu. GAP Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı, Tütün, Tütün
Mamulleri ve Alkollü İçkiler Piyasası Düzenleme Kurumu bütçeleri yer
almaktadır.
IV.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER
1.- 2006
Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2004 Malî Yılı Genel ve Katma
Bütçeli Daireler ve İdareler Kesinhesap
Kanunu Tasarıları (1/1119; 1/1084,3/907; 1/1085, 3/908) (S.Sayısı: 1028, 1029,
1030) (x)
A) DEVLET
PLANLAMA TEŞKİLATI MÜSTEŞARLIĞI
1.- Devlet
Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı 2006
Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Devlet
Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı 2004 Malî Yılı Kesinhesabı
B) SERMAYE
PİYASASI KURULU
1.- Sermaye
Piyasası Kurulu 2006 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçesi
C)
BANKACILIK DÜZENLEME VE DENETLEME KURUMU
1.- Bankacılık Düzenleme ve Denetleme
Kurumu 2006 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçesi
D) GAP
BÖLGE KALKINMA İDARESİ BAŞKANLIĞI
1.- GAP
Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı 2006
Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
E) TÜTÜN,
TÜTÜN MAMULLERİ VE ALKOLLÜ İÇKİLER PİYASASI DÜZENLEME KURUMU
1.- Tütün, Tütün
Mamulleri ve Alkollü İçkiler Piyasası Düzenleme Kurumu 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
BAŞKAN - Komisyon?.. Yerinde.
Hükümet?.. Yerinde.
Sayın milletvekilleri,
6.12.2005 tarihli 27 nci Birleşimde, bütçe görüşmelerinde soruların gerekçesiz
olarak yerinden sorulması ve her tur için soru-cevap işleminin 20 dakikayla
sınırlandırılması kararlaştırılmıştır. Buna göre, turda yer alan bütçelerle
ilgili olarak soru sormak isteyen milletvekillerinin, görüşmelerin bitimine
kadar sorularını sorabilmeleri için, şifrelerini yazıp parmak izlerini
tanıttıktan sonra ekrandaki söz isteme butonuna basmaları gerekmektedir.
Mikrofonlarındaki kırmızı ışıkları yanıp sönmeye başlayan milletvekillerinin
söz talepleri kabul edilmiş olacaktır.
Tur üzerindeki görüşmeler
bittikten sonra, soru sahipleri, ekrandaki sıraya göre, sorularını yerlerinden
soracaklardır. Soru sorma işlemi 10 dakika içinde tamamlanacaktır. Cevap işlemi
için de 10 dakika süre verilecektir. Cevap işlemi 10 dakikadan önce bitirildiği
takdirde, geri kalan süre için, sıradaki soru sahiplerine söz verilecektir.
Bilgilerinize sunuyorum;
ancak, soru sormak isteyenlerin cihaza girme saati ve dakikası benim bu
açıklamayı yapmamdan sonraki ana rasladığından şu anda ekranda görülenleri
sileceğim.
Lütfen cihaza giriniz.
Sayın milletvekilleri,
beşinci turda grupları ve şahısları adına söz isteyen sayın
milletvekillerimizin isimlerini okuyorum:
Gruplar adına; AK Parti
Grubu adına, Karabük Milletvekili Mehmet Ceylan, İstanbul Milletvekili Muharrem
Karslı, Samsun Milletvekili Ahmet Yeni, Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Atilla
Maraş, Batman Milletvekili Ahmet İnal; Anavatan Partisi Grubu adına, Mardin
Milletvekili Muharrem Doğan, Gaziantep Milletvekili Ömer Abuşoğlu; Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına, Tekirdağ Milletvekili Enis Tütüncü, İstanbul
Milletvekili Bihlun Tamaylıgil, Şanlıurfa Milletvekili Vedat Melik, Manisa
Milletvekili Ufuk Özkan.
Şahısları adına; lehte,
Mardin Milletvekili Selahattin Dağ; Aleyhte, Balıkesir Milletvekili Sedat Pekel
Bilgilerinize arz
ediyorum.
Şimdi, Beşinci turla
ilgili ilk söz, AK Parti Grubu adına, Karabük Milletvekili Sayın Mehmet Ceylan.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
AK Parti Grubu, sayın
milletvekillerinin, süreyi eşit olarak paylaşacaklarını bildirmişlerdir
Başkanlığımıza ve 9'ar dakika…
Buyurun.
AK PARTİ GRUBU ADINA
MEHMET CEYLAN (Karabük) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2006 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçe Kanunuyla ilgili olarak, Devlet Planlama Teşkilatı
Müsteşarlığı bütçesiyle ilgili, AK Parti Grubu adına söz almış bulunmaktayım;
bu vesileyle, sizleri saygıyla selamlıyorum.
Bilindiği gibi, ülkemiz,
cumhuriyet döneminden itibaren gelişme ve kalkınma çabası içinde olmuştur.
Türkiye, bu gelişme ve kalkınma çabasını, cumhuriyet döneminden itibaren belli
bir plan anlayışı içinde sürdürmeye çalışmış, bu amaçla çeşitli dönemleri
kapsayan kalkınma planları hazırlanmıştır. Ancak, Türkiye, esas kalkınma
sürecini, planlı kalkınma sürecini, 1960 yılında kurulan Devlet Planlama
Teşkilatıyla başlatmış bulunmaktadır.
Devlet Planlama
Teşkilatı, kamuoyunda, daha ziyade, kısa, orta ve uzun vadeli planlar yapan bir
kuruluş olarak bilinmektedir. Ancak, bunun dışında, kuruluş kanunu gereğince,
Devlet Planlama Teşkilatının yürütmüş olduğu pek çok görev de bulunmaktadır. Bu
görevler arasında, kısaca, kuruluş kanununda şunlar ifade edilmektedir: Devlet
Planlama Teşkilatı, ülkenin kaynaklarının verimli kullanılması ve kalkınmanın
hızlandırılması için ekonomik, sosyal ve kültürel planlama hizmetlerini bir
bütünlük anlayışı içerisinde yürütmek amacıyla plan ve programlar hazırlamak,
bakanlıklar ve kamu kurum ve kuruluşlarının iktisadî, sosyal ve kültürel
politikaları ilgilendiren faaliyetlerinde koordinasyonu sağlamak, hükümete
müşavirlik yapmak ve strateji alternatifleri geliştirmekle görevlendirilmiştir.
Diğer taraftan, Devlet
Planlama Teşkilatının bu plan, program hazırlıklarının dışında, ayrıca, altyapı
ağırlıklı olmak üzere, kamu yatırımlarında doğrudan kaynak tahsisinin yapılması
ve ülke düzeyinde kaynakların optimal dağılımının sağlanması amacıyla, kamu
kesimi yatırım programı da görevleri arasında bulunmaktadır.
Ülkemiz için strateji
oluşturma faaliyeti ile kaynak tahsisi faaliyetini birleştiren bir kurum olarak
Devlet Planlama Teşkilatının sorumluluğunun büyüklüğü ve önemi kendiliğinden
ortaya çıkmaktadır.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; Devlet Planlama Teşkilatı 1960 yılında kurulduktan itibaren, bu
zamana kadar, uzun ve orta vadeli planlar, programlar hazırlamış ve şu ana
kadar, beş yılda bir hazırlanan beş yıllık kalkınma programlarını, planlarını
hazırlayarak yürürlüğe sokmuş bulunmaktadır. En son olarak da, şu anda içinde
bulunduğumuz Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı hazırlanmış bulunmaktadır.
Yine, bu beş yıllık
kalkınma planlarının dışında, yıllık programlar da hazırlamış ve yürürlüğe
sokmuş bulunmaktadır.
Değerli arkadaşlarım,
bunların dışında, belli bir periyoda bağlı olmamakla birlikte, ihtiyaç
duyulduğu zaman gündeme gelen bölgesel kalkınma planları, sektörel stratejiler
de önemli belgeler arasında bulunmaktadır.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; yine, Devlet Planlama Teşkilatı, Avrupa Birliğine üyelik
sürecinde ortaya çıkan ihtiyaçlar çerçevesinde de çok sayıda plan ve program
hazırlamış ve yürürlüğe sokmuş bulunmaktadır. Bunlar arasında, katılım öncesi
ekonomik programı, stratejik çerçeve oluşturan ulusal kalkınma planlarını
sayabiliriz. Yine, 1 Ocak 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5018 sayılı Kamu Malî
Yönetimi ve Kontrol Kanunu gereğince de, Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı
tarafından bir orta vadeli programın, her yıl yenilenmek üzere, üç yıllık
olarak hazırlanması öngörülmüş bulunmaktadır.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; görüldüğü gibi, Devlet Planlama Teşkilatı, kuruluş kanunu ve
görevi gereği, uzun vadeli planlar, orta vadeli planlar hazırlayan bir kuruluş
olarak ülkemizin gelişme ve kalkınmasında çok önemli bir görevi, misyonu
üstlenmektedir. Ancak, özellikle son yıllarda, Avrupa Birliğine üyelik süreci
çerçevesinde zorunluluktan kaynaklanan plan ve programların hazırlanması
sebebiyle de, zaman zaman kamuoyunda ve çeşitli kesimler tarafından, âdeta,
ortada bir plan, program enflasyonu varmış gibi de eleştiriye muhatap
olmaktadır.
Değerli arkadaşlarım,
tabiî ki, ekonomimizin reform sürecinde ve AB'ye üyelik sürecinde çok sayıda
plan ve program hazırlanması doğaldır ve bunların hemen tamamı bir
zorunluluktan kaynaklanmıştır. Önemli olan, bu plan ve programların birbirleriyle
tutarlı olmaları ve bu hususta uyum çerçevesinde bir planlama anlayışının hâkim
olmasıdır. O açıdan, son zamanlarda zorunluluktan kaynaklanarak hazırlanan bu
plan ve programların hazırlanması doğal karşılanmalıdır. Elbette ki, hazırlanan
tüm bu plan ve programlar arasında uyumun sağlanabilmesi için, yeni bir
planlama anlayışının da oluşturulması gerektiğine inanmaktayız. Bu kapsamda,
söz konusu plan ve programlar birbirini tamamlar nitelikte; fakat, farklı
işlevlere sahip dokümanlar olarak hazırlanmalıdır.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; işte, Avrupa Birliğine uyum çerçevesinde, dokuzuncu kalkınma
planı, artık, yedi yıllık olarak hazırlanacaktır. Bilindiği gibi, bu zamana
kadar, Devlet Planlama Teşkilatının kuruluşundan günümüze kadar hazırlanan uzun
vadeli planlar, beş yıllık planlar olarak hazırlanmış durumdaydı. Sekizinci Beş
Yıllık Kalkınma Planı da bu kapsamda değerlendirilmelidir; ancak, bundan sonra,
Avrupa Birliğine uyum çerçevesinde, özellikle Avrupa Birliği malî
programlarıyla uyumlu bir vaziyette olması açısından, uzun vadeli planlarımız,
artık, bundan sonra, yedi yıllık olarak hazırlanacaktır. İşte, dokuzuncu
kalkınma planı da, bu çerçevede ve bu bakış açısıyla hazırlanacaktır. Dokuzuncu
kalkınma planı çalışmaları başlamış ve yürütülmektedir; Mayıs 2006 sonu
itibariyle de tamamlanması programlanmıştır. Bir hususa burada dikkatinizi
çekmek istiyorum: AK Parti İktidarı döneminde
uzun vadeli bir plan hazırlanmış değildir; dokuzuncu kalkınma planı,
inşallah, AK Parti İktidarının hazırlayacağı ilk uzun vadeli plan niteliğini
taşıyacaktır.
Değerli arkadaşlarım,
kalkınma plan ve programlarında, ülkede ve dünyada gelişen gelişmeler
çerçevesinde, plan ve programların kapsamı ve formatı da değişiklik arz
etmektedir. Zaman zaman, planların ana felsefesi ve stratejileri de değişmektedir.
1980 öncesi planlarda, daha ziyade, ülkemizde uygulanan ekonomik politikalar
çerçevesinde, daha kapsamlı ve kamu kesimi için emredici mahiyette planlar
yapılıyordu…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
MEHMET CEYLAN (Devamla) -
Teşekkür ediyorum.
Ancak, 1980'lerden sonra
dünyada ve Türkiye'de yaşanan değişim sonucunda, pazar ekonomisi ve rekabete
dayalı ekonomi politikaları çerçevesinde hazırlanan planların da ana felsefesi
ve stratejileri değişmiştir. Planlar, artık emredici olmaktan ziyade
yönlendirici ve yol gösterici mahiyettedir. Bu dönemdeki planlarda perspektif
verme, genel çerçeve için tahmin verme, öncelik belirleme, strateji ve politika
geliştirme ön plana çıkmıştır.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; 58 inci ve 59 uncu AK Parti İktidarları döneminde uygulanan
politikaların olumlu sonuçlarına bağlı olarak belirsizliklerin ve risklerin
azaldığı ve geleceğe dönük beklentilerin iyileştiği gözlenmektedir. Bu yeni
ortam, ülkemizin uzun dönemli kalkınma perspektifi için de sağlam bir zemin
oluşturmuştur.
Bu dönemde öngördüğümüz
uzun dönemli kalkınma stratejimiz, makroekonomik istikrar, kamuda iyi
yönetişim, insana yatırım, yatırım ortamının iyileştirilmesi ve bilgi toplumuna
dönüşüm başlıkları altında toplanabilir.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; görüldüğü gibi, Devlet Planlama Teşkilatımız, kuruluşundan bugüne
kadar ülkemizin gelişme ve kalkınmasında çok önemli görevler üstlenmiş bir
kuruluşumuzdur. Bu kuruluşumuz, sadece kuruluş kanunu gereği yapmış olduğu plan
ve programların dışında, kurum içinde yetiştirmiş olduğu çok değerli uzmanları
aracılığıyla da ve bu uzmanların zaman zaman diğer kamu kuruluşlarında ve özel
sektör kuruluşlarında yönetici olarak görev yapmaları nedeniyle de ülkemizin
kalkınması ve gelişmesinde çok önemli görevleri üstlenmiş bir kuruluşumuzdur.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Son
cümlelerinizi lütfen…
MEHMET CEYLAN (Devamla) -
Bitiriyorum Sayın Başkan.
Değerli arkadaşlar, zaman
zaman Planlama Teşkilatının görevi ve misyonu tartışma konusu olmaktadır;
ancak, bunu, son derece yersiz tartışmalar olarak değerlendiriyorum. Hemen her
ülkede Planlama Teşkilatı gibi kuruluşlar bulunmakta ve hemen her ülkede
Planlama Teşkilatımızın yapmış olduğu plan ve programlar gibi plan metinleri
bulunmaktadır. Bu açıdan, ülkemizde de Planlama Teşkilatına ve planlama
kurumuna her zaman ihtiyaç olacaktır diye düşünmekteyim.
Böylesi bir kuruluşta,
ben de onüç yıl görev yapmış olmanın mutluluğu ve onurunu yaşamaktayım. Bu
kurumda bizleri yetiştiren değerli büyüklerimizi ve kurum yöneticilerini halkın
bu kürsüsünden, milletin bu kürsüsünden saygıyla ve hürmetle anıyorum.
Kuruluşumuzu, ülkemizin
gelişme ve kalkınmasında göstermiş olduğu görevler nedeniyle tebrik ediyor,
teşekkür ediyorum ve bütçemizin ülkemize, milletimize ve Devlet Planlama
Teşkilatına hayırlı uğurlu olmasını diliyor, hepinize sevgiler, saygılar
sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Ceylan.
Sayın Ceylan, sürenizi
aştınız, sözünüzü, bir milletvekili olarak kesmemek için mikrofonu kapatmadım;
yalnız, bundan sonra söz alacak milletvekili arkadaşlarımıza vereceğim
eksürenin dışında mikrofonu açmayacağım, herkes cümlesini ona göre ayarlasın.
Çünkü, bütçe çalışmalarını bu şekilde bitiremeyiz.
AK Parti Grubu adına
ikinci söz isteği, İstanbul Milletvekili Sayın Muharrem Karslı'ya aittir.
Buyurun Sayın Karslı. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA
MUHARREM KARSLI (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlar; 2006 yılı bütçesinde, Sermaye Piyasası Kurulu bütçesiyle ilgili
olarak, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; hepinizi
sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Sermaye piyasası nedir,
önce bir iki kelimeyle onu arz etmek isterim. Sermaye piyasası, tek başına
yatırılamayacak, yatırıma dönüştürülemeyecek küçük meblağlı fonların ya da
sahipleri tarafından yatırıma dönüştürülemeyen orta ve büyük meblağlı fonların
yatırıma dönüştürülmesi için gerekli olan bir piyasadır. Bu piyasaya, biz,
genelde malî piyasa diyoruz; çünkü, bu işi bankalar da yapıyor; ama, sermaye
piyasasının bankacılık sektöründen farkı, bu işi, yani, küçük meblağları büyük
fonlar haline dönüştürüp, yatırılabilir fonlara çevirme fonksiyonunu, menkul
kıymetler dediğimiz kıymetli evraklar yardımıyla, aracılığıyla yapar ve sermaye
piyasasının teşkilatlı pazarına da borsa diyoruz. Organize edilmiş, kapalı
yerde alıcıları ve satıcıları bir araya getiren, arz ve talebi en iyi şekilde
karşılaştıran organize pazarına da borsa diyoruz.
Bu piyasanın; yani,
sermaye piyasasının düzenlenmesi ve denetlenmesiyle görevli olan kurumumuz da
Sermaye Piyasası Kuruludur. Sermaye Piyasası Kurulu, yetkilerini kendi
sorumluluğu altında bağımsız olarak kullanır; idarî ve malî özerkliğe sahip,
Türkiye'deki ilk bağımsız idarî otorite olarak, 1982 yılında faaliyetlerine
başlamıştır.
Sermaye Piyasası Kurulu,
dinamik ve saygın bir düzenleyici kurum olma vizyonu çerçevesinde, sermaye
piyasasının güvenli, adil, şeffaf ve etkin işlemesini sağlamak üzere,
uluslararası norm ve gelişmelere paralel, değişen piyasa ihtiyaçlarını
karşılayan, objektif, sade ve anlaşılabilir yaklaşımlarla hesap verebilen,
düzenleme ve denetleme yapma misyonuyla düzenlemeler yapmaktadır.
Sermaye piyasamızda,
bugün, 312'si İMKB'de; yani, İstanbul Menkul Kıymetler Borsasında kote olmak
üzere, Sermaye Piyasası Kurumuna kayıtlı 625 tane büyük şirket bulunmaktadır.
İMKB'de işlem gören şirketlerin piyasa değerleri, bugün itibariyle 205 milyar
Yeni Türk Lirasıdır. Bunların halka açıklık oranı yüzde 30 civarındadır ve sırf
halka açık bölümlerinin piyasa değeri ise, 65 milyar YTL tutarındadır.
Sermaye piyasalarımızda 1
000 000’dan fazla hisse senedi yatırımcısı bulunmaktadır. Yatırımcı sayısı,
yatırım fonlarında ise, 3 000 000’a ulaşmıştır. 700 000 civarında da, emeklilik
fonlarının yatırımcıları bulunmaktadır. Yatırım fonlarının sayısı 343'e
ulaşmış, fon büyüklüğü ise 30 milyar YTL'ye varmıştır. Geçen sene faaliyete
geçen emeklilik fonlarının sayısı hızla artış gösterek 91'e çıkmış, fon
büyüklüğü ise 1 milyar YTL'yi bulmuştur.
Biliyorsunuz, bugünlerde
çok aktüel bir konumuz var, mortgage dediğimiz ipotekli konut kredisi meselesi.
Bu da, bir taraftan bankaların konusu olmakla beraber, aynı zamanda sermaye
piyasasının da konusudur; çünkü, ipotekli konut kredisini bankalar kendi klasik
sistemleri dahilinde verirler, ama, yeni gelmekte olan yasayla verilecek
ipotekli borç kredileri, yani mortgage dediğimiz krediler, ipotekli borç
senetleri aracılığıyla kullandırılacak ve bu senetler sermaye piyasasında
paraya çevrilecektir. Yani, burada, sermaye piyasasının önemli bir katkısı
vardır. Bu şekilde, halktan, sermaye piyasası aracılığıyla toplanacak olan
fonlar, ipotekli konut kredisi sisteminin işlemesinde kullanılacaktır.
Sermaye piyasasının,
ekonomide büyük bir fon sağlama, sermaye birikimi sağlama fonksiyonu vardır.
Sermaye piyasamızın, borsa yoluyla, halka arz yoluyla, kurulduğundan bugüne
kadarki otuz yıl içinde sağladığı sermaye birikimi 25 milyar dolar
civarındadır; yani, sermaye piyasamız olmasaydı, bu fonların, bu sermayenin
önemli bir bölümü halktan sağlanamayacaktı ve bunlar yatırıma
dönüştürülemeyecekti. Özellikle özelleştirmede sermaye piyasasının çok önemli
bir rolü vardır. Petkim, Petrol Ofisi, Tüpraş, Türk Hava Yolları ve son olarak
Vakıflar Bankası özelleştirmelerinde, sermaye piyasası yoluyla halka arz büyük
bir fonksiyon yapmıştır ve bu şekilde satılan hisseler halkımızın eline
geçmiştir. Yani, millî şirketleri, stratejik şirketleri yabancılara kaptırma
kuşkusu olanları rahatlatacak bir fonksiyondur. Ayrıca, sermaye piyasamız,
yabancı yatırım sermayesi celbinde de büyük bir fonksiyon icra etmektedir.
Gelen yabancı sermaye, genellikle, gelişmiş Batı ülkelerinden geldiği için ve
bu ülkelerde de gelişmiş borsalar bulunduğu için, gelen yabancı sermaye,
gittiği ülkede borsa var mı, gelişmiş ve işleyen bir sermaye piyasası var mı,
bunu titizlikle aramaktadır. Dolayısıyla, borsanın mevcudiyeti ve sermaye
piyasamızın işlerliği ve sermaye piyasamızın şeffaf ve adil bir şekilde
düzenlenmesi ve denetlenmesi, yabancı sermaye için de bir güvence
oluşturmaktadır. Yabancı sermaye Türkiye'ye gelirken, sadece kendi getireceği
sermayeyi düşünmemektedir. Türkiye'de kurulu yabancı sermayeli büyük
şirketlerin büyük çoğunluğunda, bakarsanız, aynı zamanda yerli sermaye de
vardır; çünkü, bunlar, halka açılarak, halk sermayesini de kendi sermayelerine
katmışlardır. Dolayısıyla, bunun hem sermaye birikimine hem yabancı sermaye
celbine hem sanayi gelişmemize hem de teknolojide ilerlememize önemli katkıları
olmuştur.
Sermaye piyasasının bu
şekilde, bu yoldan, aynı zamanda istihdama da büyük bir katkısı vardır.
Biliyorsunuz, Türkiye'nin en önemli sorunlarından biri işsizlik. İşsizlik
sorunu, enflasyonla mücadele edilen bütün ülkelerde mevcuttur. Enflasyonla
mücadeleyi ben bir tahterevalliye benzetiyorum; bir tarafında enflasyon oranı,
bir tarafta işsizlik oranı. Enflasyonu aşağıya doğru bastırdığınız zaman,
işsizlik yukarı doğru kalkar. Bu, bütün dünyada böyle olmuştur ve ekonomi
tarihinde de hep böyle olmuştur. Çünkü, bunun sebebi gayet basit; enflasyonu
önlemek, durdurmak isterseniz, devlet israfını önleyeceksiniz, malî disiplin
getireceksiniz, sıkı para politikası uygulayacaksınız, bütçe açıklarını
kapatacaksınız, lüzumsuz israf niteliğindeki yatırımları durduracaksınız ve de
para basmayı durduracaksınız. Ancak bu şekilde enflasyonla mücadele edebilirsiniz;
fakat, bu da, piyasadaki para sirkülasyonunu azalttığı için, bir işsizlik ve
durgunluk yaratmaktadır; bu, kaçınılmaz bir şeydir.
Ayrıca, Türkiye'nin
kendine has şartları var. Türkiye'de hızlı bir nüfus artışı var; yüzde 1,5
oranında yılda nüfusumuz artıyor -ki, Çin'deki nüfus artışı yüzde 0,6'ya
indirilmiştir- bizde hâlâ Çin'in 2 katı, 2,5 katı kadar hızlı bir nüfus artışı
var.
Ayrıca, doğudan batıya,
köyden şehre büyük bir göç hareketi var Türkiye'de ve büyük bir kentleşme
olgusu var. Köylü nüfus kente iniyor. Köylü nüfus köyündeyken işsizler sınıfına
girmez; ama, şehre indiği zaman, varoşlarda otururken işsizler listesine
katılır; böylece, işsizliği artıran bir faktör haline gelir.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun efendim,
tamamlayın konuşmanızı.
MUHARREM KARSLI (Devamla)
- Ayrıca, bir olgu daha var. Türk sanayii son yıllarda büyük bir verimlilik
artışı içindedir. Verimlilik artışı da -biraz ters gelebilir belki ama-
işsizliğe sebep olur. Bunu şöyle bir misalle söyleyeyim: Bir fabrikanız
var, burada bir makine var. O
makine günde 1 000 parça mal üretiyor; başında da 10 işçi
çalışıyor. Bunu atıyorsunuz, yeni teknolojili, yeni, gelişmiş bir makine
getiriyorsunuz, üretim miktarını 2 000'e çıkarıyorsunuz ve başında çalışan işçi
miktarı da 5 kişiye iniyor. Böylece, üretim artıyor, sanayi üretimi artıyor,
ihracat artıyor, büyüme hızı artıyor; ama, bir de bakıyorsunuz ki, işsizlik
azalmamış, istihdam istediğimiz kadar artmamış. Bu, memleketimizin katlanması
gereken bir sonuç olarak görülüyor.
İşsizliği önlemenin yolu,
yeniden yatırımlara hız vermektir ve yabancı sermayeyi celp etmektir. Bu 2005
yılı içinde yabancı sermaye girişlerinde çok büyük bir hızlanma görülüyor.
Ayrıca, bütçe açıkları da kapandıkça devletin de yatırım yapma imkânları
çoğalacaktır ve sanıyorum, 2006 yılından itibaren işsizliği geniş çapta
önleyebilecek şekilde yeni yatırımlara girişebileceğiz ve yine işsizlik
konusunda şunu söyleyeceğim: Enflasyonla mücadele edilen her ülkede işsizlik
artmıştır; ama, Türkiye'de artmamıştır, hiç olmazsa, yarım puan dahi olsa, 1
puan dahi olsa işsizlikte azalma sağlanmıştır.
Bu konuda söylenecek daha
pek çok şey var; ama, benim sürem dolduğu için, hepinize teşekkür ediyorum,
sevgi ve saygılarımı sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyoruz Sayın Karslı.
Üçüncü konuşmacı, AK
Parti Grubu adına, Samsun Milletvekili Sayın Ahmet Yeni.
Buyurun Sayın Yeni. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA
AHMET YENİ (Samsun) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Bankacılık Düzenleme
ve Denetleme Kurumunun 2006 yılı bütçesi üzerinde Adalet ve Kalkınma Partisi
Grubunun görüşlerini arz etmek üzere huzurlarınızdayım; bu vesileyle, yüce
milletimizi ve onun sayın temsilcilerini saygıyla selamlıyorum.
BDDK bütçesinin
detaylarına geçmeden önce, BDDK'ca düzenlenip denetlenen ve ülke ekonomisi için
hayatî bir rol oynayan bankacılık sektörünün bugün geldiği noktadan bahisle
sözlerime başlamak istiyorum. Bankacılık sektörünün son yıllarda geçirdiği
değişim ve gelişim, rakamların dilinin ötesinde nitelik anlamında da bir
zenginleşmeyi ifade etmektedir. Son yirmi yılda yaşanan makro ekonomik
istikrarsızlıklar, Türk bankacılık sektörünü birçok yönden olumsuz etkilemiştir.
1990'lı yılların sonlarına gelindiğinde görünen manzara, çoğu sermayesi
yetersiz ve küçük olmak üzere çok sayıda bankanın mevduat toplayıp, bu mevduatı
yüksek faizlerle devlete ve grup şirketlerine borç verdiği, etkinliğin ve
verimliliğin önemsenmediği, uluslararası rekabet etmek bir yana, dış
piyasalardan ancak yüksek faizlerle borçlanabilen bir sektör mahiyetindeydi.
Bu koşullardaki
bankacılık sektörü, ekonomide başlı başına bir kırılganlık unsuru haline
gelmişti. Bu yapının sürdürülemez olduğu yönündeki yaygın anlayış, idarî ve
malî yönden özerk olan BDDK'nın kurulmasına ve düzenleme ve denetim alanında
pek çok yeniliği öngören 4389 sayılı Yasanın 1999 yılında yürürlüğe konmasına
neden olmuş ve 31 Ağustos 2000 tarihinde faaliyete geçen BDDK, finansal
piyasalarda güven ve istikrarın sağlanması, kredi sisteminin etkin bir şekilde
çalışması, tasarruf sahiplerinin hak ve menfaatlarının korunmasının yanı sıra,
bankacılık sektörünü uluslararası standartlara taşımak gibi işlevleri
üstlenmiştir. 2000 yılı sonlarında ilk belirtileri ortaya çıkan ve 2001 yılı
şubat ayında patlak veren krizle birlikte kuruluşunun hemen ardından büyük bir
iş yüküyle karşı karşıya kalmış olan BDDK'nın yeniden yapılandırma programı,
2003 yılından itibaren sağlanan makroekonomik ve siyasî istikrarla birlikte, bankacılık
sektöründe gözle görülür bir değişime yol açmıştır.
Ülkemizde 1994 yılında
uygulamaya sokulan ve geçici bir süre kaldırıldıktan sonra, yaşanan krizler
nedeniyle 2000 yılında yeniden başlatılan mevduata tam garanti uygulamasıyla
ilgili tecrübeler, mevduat garantisi kapsamının küçük tasarrufçuları koruyacak
kadar geniş, büyük tasarruf sahiplerinin bankaları izlemeye devam etmesini
sağlayacak kadar dar tutulmasının, ahlakî istismarı azaltarak piyasa
disiplininin sağlanmasına katkıda bulunduğunu göstermektedir. 50 milyar liralık
sınırlı bir garanti öngören yeni sistemde, bugün itibariyle koruma kapsamında
tanımlanan tasarruf mevduatının tutar olarak yaklaşık yüzde 55'i korunmaktadır.
Geçişin piyasalarda hiçbir tedirginliğe ve dalgalanmaya neden olmadığını, bu
yönüyle sektöre yönelik yeniden yapılandırma çabalarının ne denli başarılı
olduğunu gösterdiğini vurgulamak isterim.
2004 ve 2005 yılının en
önemli gelişmelerinden biri de, yeni Bankacılık Kanununun hazırlanması ve
yasalaşması süreci olmuştur. Hızlı değişen finansal piyasalar, ortaya çıkan
yeni ihtiyaçlar ve teknolojiler, sektördeki niceliksel ve niteliksel
değişimler, uluslararası uygulamalar ışığında daha kapsamlı ve sistematik
yepyeni bir bankacılık yasasını zorunlu kılıyordu. Bu nedenle, 2004 yılında
yoğunluk kazanan yasa hazırlıkları, başta ulusal program, 59 uncu hükümetin acil
eylem planı, Avrupa Birliği İlerleme Raporu, OECD Türkiye raporu, Avrupa
Birliği mevzuatı, BIS'in etkin denetim ve gözetim ilkeleri, OECD kurumsal
yönetim ilkeleri olmak üzere uluslararası standartların değerlendirildiği
ülkemiz ve diğer ülkeler tecrübelerinin dikkatle ele alındığı titiz ve yoğun
bir çalışma dönemi olmuştur.
Yeni kanunla Bankacılık
Düzenleme ve Denetleme Kurumunun yetki alanı ve organizasyon yapısı da
değiştirilmiştir. Mevzuat altyapısına ilişkin gündemimizde olan bir diğer
önemli çalışma da, kredi kartları ve banka kartlarına ilişkin hazırlanan taslak
olmuştur. Gelişen teknolojiler ve büyüyen bankacılık sektörünün etkisiyle hızla
gelişen kart piyasasının bugüne dek münhasıran bir düzenlemeye konu olmaması
pek çok sorunu da beraberinde getirmiş, zaman içinde biriken sorunlar ekonomik
dalgalanma dönemlerinde tasarruf sahiplerinin güvenini azaltıcı ve
kırılganlıkları artırıcı rol oynamaya başlamıştır.
Bu nedenle, hazırlanan
banka kartları ve kredi kartları kanunu tasarısı önümüzdeki günlerde Meclis
Genel Kuruluna inecek ve görüşülecektir.
Üzerinde durulması
gereken önemli bir diğer husus da sektöre yönelik artan yabancı ilgisidir.
Sonuç olarak, Türk
bankacılık sektörü yeniden büyüme trendine girmiş, 2001 yılında 118 milyar
dolar seviyesinde bulunan bilanço büyüklüğü, 2005 yılı eylül ayı itibariyle 272
milyar dolara, 2003 yılında yüzde 70'e kadar gerilemiş bulunan millî gelir
içerisindeki payı yüzde 77'ye, krizlerin ardından 124 000'e kadar gerilemiş
bulunan personel sayısı 131 000'in üzerine çıkmış ve sektörde istihdam artışı
sağlanmıştır. Türk bankacılık sektörü, asıl işlevi olan reel kesimin finansmanına
geri dönmüştür. 2001 yılında yüzde 20 olan kredilerin toplam aktifler
içerisindeki payı 2005 yılı eylül ayı itibariyle yüzde 37'ye yükselmiştir. Aynı
dönemde mevduatın krediye dönüşüm oranı yüzde 31'den yüzde 60'a ulaşmıştır.
Türk bankacılık sektörü
tüm bu olumlu gelişmeleri, aynı zamanda daha sağlam bir özkaynak yapısı ve daha
sınırlı risklerle gerçekleştirmiştir. Sektör için risk oluşturan zayıf bankalar
sistemden temizlenirken, sermaye yeterliliği oranı 2005 yılı eylül ayı
itibariyle asgarî sermaye yeterliliği oranı olan yüzde 8'in bir hayli üzerinde
bir düzeyde, yüzde 23 seviyesinde bulunmaktadır. Sorunlu kredilerin oranı yüzde
29'dan yüzde 5'e inmiş, kriz yıllarında 15 milyar dolara yaklaşan döviz açık
pozisyonu 1-2 milyar dolar seviyesine çekilmiştir.
Bu gelişmeleri destekler
mahiyette olmak üzere bankalarımızda etkin iş kontrol ve risk yönetimi
sistemlerinin kurulmasına dönük mevzuat altyapısı oluşturulmuştur. Piyasa
riskleri sermaye yeterliliğinin hesabına dahil edilmiş, kurumsal yönetişimi
iyileştirici ve dolayısıyla şeffaflığı artırıcı uluslararası muhasebe
standartlarını benimsemiştir.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; 1995-2003 yılları arasında 23 banka batmışken, Irak Savaşına
rağmen, İstanbul'daki müessif terör saldırılarına rağmen, Kıbrıs sorununa
rağmen ve varili 22 dolardan 70 dolara çıkan petrol fiyatlarına rağmen,
halkımızın büyük teveccühleri ve desteğiyle iktidara gelen Adalet ve Kalkınma
Partisi döneminde, şükürler olsun ki, bankacılık sektöründe herhangi bir kriz
yaşanmamıştır. Hiçbir banka batmamış, hiçbir banka Fona devredilmemiştir. (CHP
sıralarından "İmarbank!.." sesleri)
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2006 yılında BDDK'yı çok yoğun ve etkileri sadece içinde
bulunduğumuz dönemde değil birkaç on yıl boyunca hissedilecek kritik gündem
maddeleri beklemektedir. Son derece dinamik bir yapıya sahip olan ve ileri
teknolojiler kullanan bankacılık sektörünün etkin bir biçimde düzenlenip
denetlenebilmesi, elbette ki ilgili kamu otoritelerinin de benzer bir
dinamizme, esnekliğe, yetkinliğe ve yeterli kaynaklara sahip olmasını gerektirmektedir.
Bu imkânlardan yoksun kamu otoritelerinin işlevlerini gerektiği gibi yerine
getirememesinin maliyetlerine hepimiz yakın tarihimizde açık şekilde tanık
olduk.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun efendim.
AHMET YENİ (Devamla) -
BDDK bütçesine ilişkin yapılacak değerlendirmelerde bu gerçeklerin de dikkate
alınacağını ümit ediyorum.
Bu noktadan itibaren,
BDDK bütçesine ilişkin bazı teknik hususlara değinmek istiyorum. 4389 sayılı
Bankalar Kanununun 6 ncı maddesinin 3 numaralı fıkrasına göre, BDDK'nın
bütçesi, yıllık bazda ve her yılın aralık ayında, Bankacılık Düzenleme ve
Denetleme Kurulunun kararıyla yürürlüğe girmekteydi; ancak, malî sistemde
Avrupa Birliği standartlarına uyumu hedefleyen 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi
ve Kontrol Kanunu mucibince, diğer düzenleyici kurullar gibi BDDK da adı geçen
kanun hükümlerine tabi kılınarak ve yakın zamanda yürürlüğe giren 5411 sayılı
Bankacılık Kanunuyla, BDDK bütçesinin hazırlanışı da genel bütçeye paralel hale
getirilmiştir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; kurum faaliyete geçtiğinde 177 olan personel sayısı, bugün
itibariyle 388'dir. BDDK'nın 2006 yılı bütçe büyüklüğü 85 520 000 YTL'dir.
Katılım payı gelirlerinin 78 455 000 YTL, diğer gelirlerinin ise 7 065 000 YTL
olacağı tahmin edilmektedir. 2006 yılı gider tahmini de 85 520 000 YTL'dir.
BDDK'yla ilgili mevzuat
uyarınca, gelir fazlası olarak, genel bütçeye, 2003 yılında 70 trilyon TL, 2004
yılında 90,4 trilyon TL, 2005 yılında ise 37 244 000 YTL aktarılmıştır. 2006
yılı için de gelir fazlasının genel bütçeye aktarılacağı tabiîdir.
Sözlerime son verirken,
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumunun 2006 yılı bütçesinin hayırlı
olmasını diliyor, hepinizi bir kez daha saygıyla selamlıyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Yeni.
AK Parti Grubu adına,
Şanlıurfa Milletvekili Sayın Mehmet Atilla Maraş; buyurun. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA
MEHMET ATİLLA MARAŞ (Şanlıurfa) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; GAP
Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı bütçesi üzerinde Grubumuz adına söz almış
bulunmaktayım; hepinizi saygıyla selamlarım.
Güneydoğu Anadolu
Bölgesinin sahip olduğu kaynakları değerlendirerek, bu yörede yaşayan
insanlarımızın gelir düzeyini ve yaşam kalitesini yükseltmeyi, bölgelerarası
farklılıkları gidermeyi ve ulusal düzeyde ekonomik gelişme ve sosyal istikrar
hedeflerine katkıda bulunmayı amaçlayan Güneydoğu Anadolu Projesi, aynı
zamanda, ülkemizi uluslararası alanda markalaştıran, son derece önemli ve
kapsamlı bir projedir.
Güneydoğu Anadolu
Bölgesinde yaşayan insanlarımızın gelir düzeyini yükseltmek ve yaşam kalitesini
artırmak amacıyla uygulanan Güneydoğu Anadolu Projesi kapsamındaki yatırımların
tamamlanması için çalışmalar hızla devam etmektedir. Bir yandan yatırımların
birbiriyle koordinasyon içerisinde yürütülmesine yönelik tedbirler alınırken,
diğer yandan ödenek artışı sağlanmaktadır. 2001 yılında yüzde 4,9'a kadar düşen
bu pay 2003 yılında yüzde 5,8 olmuş, 2004 ve 2005 yıllarında ise yüzde 6,8'e
yükselmiştir; ancak, hepimizin bildiği gibi, bu bile projenin tamamlanması için
yeterli sayılmamaktadır.
GAP kapsamında yapımı
öngörülen hidroelektrik santralların -kurulu güç itibariyle- önemli bir bölümü
tamamlanmıştır. 2004 yılı sonunda 7 hidroelektrik santralı, Karakaya, Atatürk,
Dicle, Kralkızı, Birecik, Karkamış ve Batman Hidroelektrik santralları
işletmeye açılmış olup, Şanlıurfa Hidroelektrik Santralı ise inşaat olarak
devam etmektedir.
Ülkemizin ekonomik olarak
sulanabilir tarım arazisi miktarı 8,5 milyon hektardır. Bunun yüzde 20'si olan
1,7 milyon hektarı, GAP bölgesinde bulunmaktadır. 2004 sonu itibariyle, bu
alanın sadece 223 000 hektarı sulamaya açılmıştır, 124 000 hektarlık alanda da
halen sulama şebekesi inşaatları devam etmektedir.
Türkiye'nin bölgesel
kalkınmaya yönelik en büyük yatırımı olan GAP'ın sulama projeleri
tamamlandığında, Türkiye'de, şimdiye kadar devlet eliyle gerçekleştirilen
sulama alanlarına yakın bir kısmı daha sulamaya açılmış olacaktır.
Halihazırda ülkemiz pek
çok tarımsal ürünü ithal etmektedir. Sulama yatırımlarının tamamlanmasıyla,
birçok ürünü de ihraç eder duruma geleceğiz.
Sayın milletvekilleri,
sulama şebekelerinin tamamlanmaması halinde, kamu bütçesinden yapılan
harcamalar amacına ulaşamayacak, ölü yatırımlar haline gelecektir. Ayrıca,
harcanan yatırımın fırsat maliyeti gözönüne alındığında, sulama projelerinin
devreye girmemesi halinde uğranacak kayıpların da çok daha büyük rakamlara
ulaşması beklenmektedir. Bugüne kadar tamamlanan barajlarla, toplam 1 000 000
hektar alanı sulayacak su depo edilmiş vaziyettedir. Gerçekleştirilen yatırımların
getirisi, kalana sulama projelerinin tamamlanmasıyla daha da artacaktır.
Sulama yatırımlarının
fizikî gerçekleşme oranının yüzde 13 olduğuna bakılırsa, maalesef, bu konuda da
çok gerilerde olduğumuzu söyleyebiliriz. GAP'ın ana sektörü olan tarım
sektörünün gelişmesi için, sulama yatırımlarının acilen tamamlanması
gerekmektedir. GAP'ın sağlayacağı gelir artışı, istihdam, eğitim ve sağlık
faaliyetleriyle birlikte ortaya çıkacak olan yüksek tarım ve sanayi
potansiyeliyle de işsizlik ve yoksulluğun azaltılması mümkün olacaktır. Tarım
işçisi olarak başka illere göç eden halk, bu durumda evine ve toprağına dönmüş
olacaktır.
Sayın milletvekilleri,
sanayi altyapısı olarak bakıldığında ise bölgede, 2004 yılı sonu itibariyle, 7
adet organize sanayi bölgesi ve 22 adet küçük sanayi sitesi tamamlanmış olup,
12 adet organize sanayi bölgesiyle 12 adet küçük sanayi sitesi de inşaat
halindedir. Bölgede, Mardin ve Gaziantep olmak üzere, 2 tane serbest bölge
mevcuttur. 1998-2004 dönemi itibariyle Türkiye genelindeki ihracat artışına
bakıldığında, GAP Bölgesindeki ihracat artışı daha da fazla olmuştur. Bölgede
yapılan ihracatın ülke toplamı içindeki payının, 2002 ve 2003 yılları hariç,
yüzde 2 civarında seyrettiği görülmektedir. Özellikle Irak ve Ortadoğu
ülkelerine yapılan ihracatın artırılması için 225 kilometre uzunluğundaki
Gaziantep-Şanlıurfa otoyolunun bir an önce tamamlanması ve faaliyete geçmesi
gerekmektedir. Otoyolun genelindeki fizikî gerçekleşme oranı yüzde 72
civarındadır; ancak, ayrılan ödenekle öngörülen tarihte tamamlanabilmesi mümkün
görülmemektedir. Otoyolun planlandığı gibi 2006 yılında bitirilebilmesi için
yaklaşık 312 trilyonluk bir ödeneğe ihtiyaç vardır; ancak, otoyolun planlanan
kesimlerinin trafiğe açılabilmesi için, 157 trilyonluk bir ödeneğin 2006 yılı
bütçesine konulduğu da tarafımızca bilinmektedir.
Şanlıurfa-Kızıltepe-Silopi
devlet yoluysa, 2005 yılı programına alınmış olup, bu yol toplam 351 kilometre
uzunluğundadır; ancak, 6 kesimli bölünmüş yol olarak planlanmış olan bu yolun
fizikî gerçekleşme oranı yüzde 3 civarındadır. Bu yolun da, Irak'a ve diğer
Ortadoğu ülkelerine ihracat açısından çok büyük önemi vardır. Bunun için de
yeterli miktarda ödenek ayrılarak, bir an önce bu yolun mutlaka tamamlanması
gerekmektedir.
Bölgenin 7 ilinde
havaalanı vardır. Ayrıca, Türkiye'nin en büyük kargo havalimanı olan GAP
Uluslararası Havalimanı Şanlıurfa'da inşa edilmektedir. Fizikî gerçekleşmesi
yüzde 87,6 olan havaalanının normal iş programına göre bitiş tarihi 2007'dir;
ancak, hizmete yönelik tesislerin yapımına ağırlık verilmesi durumunda,
havaalanı inşaatının önemli bir kısmı tamamlanarak, bitiş tarihinden itibaren
2006 yılında hizmet verecek hale gelebilecektir; bunun için de yaklaşık 47
trilyon bir ödeneğe ihtiyaç duyulmaktadır. Gerekli altyapının sağlanamaması
durumundaysa, ihracatımızın ve uluslararası yatırım olanaklarımızın olumsuz
yönde etkileneceği hepimizce malumdur.
Bu konuların bir an önce
çözüme kavuşturulması için gerekli tedbirlerin alınması, çalışmaların acilen
tamamlanarak, otoyolun ve uluslararası havaalanının trafiğe açılması, bölgede
ve ülkede istikrarın sağlanması açısından son derece önemlidir.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun efendim.
MEHMET ATİLLA MARAŞ
(Devam) - Sayın milletvekilleri, sonuç olarak şunları söylemek mümkündür: GAP,
kısa sürede kendini amorti edebilecek rantabl bir projedir. GAP'ın toplam proje
tutarı 32 milyar dolardır. GAP için bugüne kadar toplam 17 milyar dolar para
harcanmıştır. 2005 yılı itibariyle proje kapsamındaki 7 hidroelektrik santralı
tamamlanmış olup, enterkonnekte sisteme dahil edilmiştir. GAP için bugüne kadar
yapılan toplam harcama miktarı 17 milyar dolar iken, sadece GAP'taki elektrik
enerjisinden elde edilen 15 milyar dolar tutarın gözönüne alınması halinde GAP
projesinin kendisini amorti etmiş olduğunu da söyleyebiliriz.
GAP, sadece barajlar,
hidroelektrik santralları, yollar, kentsel ve kırsal altyapı, sanayi tesisleri
gibi yatırımları kapsayan fizikî projeler bütünü değildir. GAP, temelinde yöre
halkının gelir düzeyini yükselten, yaşam kalitesini, eğitim ve sağlık
hizmetleri düzeyini yükseltmeyi hedefleyen, sürdürülebilir insanî gelişmeyi
temel alan bir toplumsal dönüşüm projesidir.
MEHMET KARTAL (Van) -
Ama, şu anda sadece 1 santral çalışıyor, 8 tanesi kurulduğundan beri
çalışmıyor.
MEHMET ATİLLA MARAŞ
(Devamla) - GAP'ın kapsamında toplumun her kesiminin kalkınmaya katılımının
sağlanabilmesi ve bu bağlamda girişimcilere, kadınlara, gençlere, sokak
çocuklarına, baraj göllerinden etkilenen nüfusa yönelik projeler uygulanmakta,
kültürel mirasın geliştirilmesi, biyolojik çeşitlilik ve yaban hayatının
korunması gibi konular da GAP kapsamında ele alınmaktadır.
GAP, sürdürülebilir
insanî gelişmeye dayalı yapısıyla dünyadaki benzer projeler arasında örnek
gösterilmektedir.
Sözlerime, ülkemizin
gözbebeği ve yüzakı olan bu projenin bir an önce bitirilip hayata geçirilmesi
dileğiyle son verirken, 2006 yılı bütçesinin milletimize hayırlı olmasını
diler, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlarım. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Maraş.
AK Parti Grubu adına son
konuşmacı Batman Milletvekili Sayın Ahmet İnal.
Buyurun Sayın İnal. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA
AHMET İNAL (Batman) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2006 Yılı Merkezî
Bütçe Tasarısı, Tütün, Tütün Mamulleri ve Alkollü İçkiler Piyasası Düzenleme
Kurumu bütçesi hakkında söz almış bulunmaktayım; devletimize, milletimize
hayırlı olmasını dilerim. Ancak, kurumun bütçesinden çok, ülkemizde geniş
kitleleri ilgilendiren tütün ziraatına ve tütün ziraatçısının yaşadığı
sıkıntılara vurgu yapmak istiyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar,
dünyada, her yıl, ortalama 5,5-6 milyon ton tütün üretilmektedir. Dünya sigara
üretimi ise, yaklaşık 5-5,5 milyon ton civarındadır. Dünya tütün ekim
alanlarının daha çok Asya Kıtasında yoğunlaştığını görmekteyiz. Başlıca tütün
üreticisi ülkeler, Çin, Hindistan, ABD ve Brezilya'dır. Çin ve ABD, yaprak
tütün üretiminde, dünya üretiminin yüzde 40'ını sağlamaktadır.
Ülkemizdeki tütün üretim
rakamlarına baktığımızda ise, bu ziraatın, 250 ila 280 bin civarındaki
üreticinin geçim kaynağı olduğunu görmekteyiz. Bu alanda geçinenlerin sayısı 1
250 000 ile 1 500 000 arasındadır.
2004 yılı yaprak tütün
alımlarının bölgesel ekici ve üretim miktarlarına baktığımızda, Ege Bölgesinde
116 000 ekici, Karadeniz Bölgesinde 40 000 ekici, Marmara Bölgesinde 8 000
ekici, Doğu Anadolu Bölgesinde 20 000 ekici, Güneydoğu Anadolu Bölgesinde ise
98 000 ekici 22 000 ton tütün üretimi gerçekleştirmiştir. Ülkemiz geneli, 2005
yılı yaprak tütün üretiminde, 281 947 ekici 132 828 ton tütün üreterek,
karşılığında 623 953 000 YTL tutarında bir gelir sağlamıştır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; tütün ziraatı, ülkemiz ihracatında önemli bir yere sahiptir.
Toplam tarım ürünleri ihracatımızın yüzde 13-16'sını tütün ihracatı
oluşturmaktadır. 2004 yılında 24 000 tonla yüzde 30'luk ihracat payına sahip
olduğunu görmekteyiz Avrupa ülkelerine. Dünya ülkelerine yapılan ihracat
verilerine baktığımızda ise, 2004 yılında, yaklaşık 115 000 ton yaprak tütün
ihraç edilerek, yaklaşık 400 000 000 ABD doları döviz getirisi sağlanmıştır.
Değerli arkadaşlar, tütün
ziraatı ve üretimi 1990'lı yılların başında 300-320 bin tonlar civarında iken,
2000 yılında 208 000 tona düşmüş, 2004 yılında ise, üretim miktarı 125 000 ton
olarak gerçekleşmiştir.
4733 sayılı Kanunla,
üretici ve alıcı arasında yazılı sözleşme yapılarak, yazılı sözleşme dışında
üretilen tütünlerin açık artırma yöntemiyle alım ve satımı öngörülerek, serbest
rekabet kuralları çerçevesinde satışlar serbest bırakılmıştır. Üretim
planlaması ve kota uygulamasıyla ilgili herhangi bir düzenleme yapılmamıştır.
Kısacası, yasaya göre, tütün üretimi serbest olup, isteyen üretici istediği
kadar tütün üretebilir; ancak, üretici, ürettiği tütünün kota fazlasını kendisi
satmak zorunda bırakılmıştır.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlar; tüketici tercihlerinde meydana gelen değişmeler, yabancı sigara ve
tütünlerin yoğun olarak dolaylı reklam ve promosyonları sonucu -1990 yılında 3
000 ton olan yabancı yaprak tütün ithalatı- 2004 yılında 46 000 ton tütün ithal
edilmiş olup, bunun karşılığında 166 000 000 ABD doları döviz ödenmiştir.
Ülkemizde 1988 yılı
verilerine göre tütün ekim alanlarının yüzde 15-20'sini taban arazisi teşkil
etmekteyken, 1994 yılından itibaren Bakanlıklararası Tütün Kurulu kararları
gereğince, tütün tarımı taban araziden tamamen kaldırılmıştır. Bu bağlamda,
üretici sayısı ve üretim rakamlarında ciddî düşüşler olmuştur.
1990 yılında 320 000
hektar alanda 520 000 ekiciyle yapılan üretim, 2004 yılında 192 000 hektar
alanda 285 000 ekiciyle yapılmıştır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; geçmiş hükümetler döneminde tütün tarımında uygulanan
yanlışlıklar ve kota uygulaması, sanayi, özel sektör ve kamu yatırımlarından
yoksun Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgemizin ziraatçısını etkilemiştir. Doğu ve
Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde sayıları yüzbinleri bulan, özellikle, Batman,
Diyarbakır, Bitlis, Muş, Adıyaman illerindeki tütün ekicilerimiz, evlerini ve
sulama tesislerini, tütünün sulanması, kurutulması ve barındırılmasına uygun
inşa etmişlerdir. Hayatlarını tütün ziraatına göre dizayn eden bu insanlar,
tütüne uygulanan kotayla ciddi bir geçim sıkıntısıyla karşı karşıya
bırakılmışlardır.
Sayın Başkan, değerli
arkadaş; tütün tarımı, çok meşakkatli ve yoğun emek isteyen bir üründür. Bu
ürüne uygulanan kota sistemiyle beraber, alternatif ürünler bakımından iklim,
doğa ve coğrafî şartların elverişsiz
olduğu Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimizde tütün ekicisinin geliri minimum
seviyeye inmiştir. Tarım Bakanlığı ve Tekel İdaresi yetkilileri, özellikle,
dağlık araziler için alternatif ürün konusunda tütün ekicimize kayda değer bir
bilgi aktarımı ve eğitimini sağlamadıkları gibi, bu dağlık ve kıt arazilerde tütünün alternatifi de bulunmamaktadır.
Bu bağlamda, tütün tarımıyla ilgili kalite ve ıslah çalışmalarının yapılması ve
dünya standartları düzeyine getirilmesi gerekmektedir.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlar; geçmiş yıllarda tütün üretimi, özellikle, işsizliğin had safhada
olduğu Doğu ve Güneydoğu Anadolu illerimizde ekonomik olarak çok önemli
katkılar yaparak ve bölge insanının yaşam kalitesini etkileyerek, insanca
yaşama standardına sahip olmasını sağlamıştır. Yörede had safhaya ulaşan
işsizlikle beraber çaresiz kalan bu insanlar yöreyi terk etmek zorunda
kalmıştır. Tütün ziraatındaki düşüş, beraberinde yokluk ve göçü getirmiştir.
Büyük şehirlere önlenemeyen göç, âdeta, bölgemizin en büyük sorunu haline
gelmiştir. Son birkaç yıldır büyük şehirlere devam eden göçler belediyelerin
yükünü artırarak hizmetleri aksatmıştır, altyapı yetersizliği, sağlık
sorunları, eğitim, iş ve aş sorunu meydana getirmiştir. Büyük şehirlerin
varoşlarında insanlarımız suça temayül edecek hale gelmiştir. Ülkemiz maliyesi
için daha ağır yükler ve sonuçlar ortaya çıkmıştır.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; unutulmamalıdır ki, en ucuz istihdam insanın kendi evi, barkı ve
kendi toprağı üzerindeki istihdamıdır. Kamunun her yetişkin bireyi iş sahibi
yapması ve işe alması mümkün değildir. Peki, ne yapılması gerekmektedir;
öncelikli olarak, sosyal devletin gereği, devlet, vatandaşına yaşlılık aylığı,
yeşilkart; öğrenciye burs; yol, su, hastane, okul…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
AHMET İNAL (Devamla) -
Bitiriyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - Buyurun Sayın
İnal, konuşmanızı tamamlayın lütfen.
AHMET İNAL (Devamla) -
…gibi hizmetleri yaparken nasıl ticarî bir amaç taşımıyorsa, geçim darlığı
çeken tütün ekicisine vereceği desteğe de bu anlayışla yaklaşmalıdır.
Değerli arkadaşlar, millî
gelirden çok az pay alan doğu ve güneydoğu bölgelerindeki insanlar için,
sözleşme usulüyle alınan tütüne konulan 200 kilogramlık kota uygulamasını
sözleşme başına 400 kilograma çıkarmamız şarttır. Sanayiin hemen hemen hiç
olmadığı, teşvik uygulamalarına rağmen yatırımcıların yatırım yapmadığı kırsal
ve özellikle bölge insanının refah düzeyinin artırılması için, GAP yatırım
bölgesindeki sulama tesislerinin kısa zamanda bitirilmesi gerekmektedir. Bunun
için, Devlet Su İşlerinin sulama yatırım bütçesi artırılmalıdır.
Değerli arkadaşlar, belki
de çözüm anlamında en önemli husus, geniş kitleleri ilgilendiren tütün
endüstrisinin ziraatla ilgili kısmı olan yaprak ve tütün işletmelerinin, tıpkı
Et ve Balık Kurumunda olduğu gibi, Özelleştirme İdaresinden alınarak Tarım ve
Köyişleri Bakanlığına bağlanması çok yerinde olacaktır. Sanıyorum, bu konuya
Tarım Bakanlığımız ve Maliye Bakanlığımız sıcak bakmaktadır.
Konuşmama son verirken,
geçtiğimiz yasama yıllarında da Parlamentoda vurguladığım bu hayatî meselenin
bir kez daha gündeme getirilmesinin faydalı olacağı mülahazası ve inancıyla,
2006 yılı merkezî yönetim bütçesinin hayırlı olmasını diler, saygılar sunarım.
(Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın İnan.
Sayın milletvekilleri, AK
Parti Grubu adına konuşmalar tamamlanmıştır.
Anavatan Partisi Grubu
adına, ilk konuşmacı, Mardin Milletvekili Sayın Muharrem Doğan.
Anavatan Partisi Grubu,
konuşmayı müştereken yapmak istediklerini ifade ettiklerinden, ben, şimdi, 45
dakikalık süreyi toptan kendilerine veriyorum.
Buyurun. (Anavatan
Partisi sıralarından alkışlar)
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA MUHARREM DOĞAN (Mardin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; GAP
Bölge Kalkınma İdaresi Teşkilatı ve Tütün, Tütün Mamulleri ve Alkollü İçkiler
Piyasası Düzenleme Kurumuna ait 2006 yılı bütçesi üzerinde, Anavatan Partisi
Grubu adına söz almış bulunuyorum; sizleri saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar,
Türkiye'nin, sahip olduğu su kaynaklarından faydalanması fikri, 1936 yılında,
Ulu Önder Atatürk döneminde ortaya konulmuştur. "Keban Projesi" adı
altında, Dicle ve Fırat suları ile bu iki nehir arasında kalan havzalardaki
topraklar en verimli şekilde nasıl kullanılabilir düşüncesinden yola
çıkılmıştır. 1964 yılından 1980 yılına kadar enerji ve sulama çalışmaları
Devlet Su İşleri Diyarbakır Bölge Müdürlüğünce sürdürülmüştür. 1980 yılında ise,
bu iki havza projesinin Güneydoğu Anadolu Projesi şeklinde adlandırılması
benimsenmiş olup, koordinasyonu ve yönlendirilmesi Devlet Planlama Teşkilatına
verilmiştir.
GAP'ın kuruluş amacı,
kapsama giren illerin süratle kalkındırılması için plan, altyapı, ruhsat,
konut, sanayi, maden, tarım, eğitim, sağlık, enerji, ulaştırma ve turizm
hizmetlerini yapmak ve yaptırmak, yöre halkının eğitim düzeyini yükseltmek,
kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlamak için 1989 tarih ve 388 sıra
sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle, onbeş yıllığına GAP Bölge Kalkınma
Teşkilatı kurulmuştur.
GAP, dünyanın en büyük
projeleri arasında olup, aynı zamanda, ülke ekonomisine katmadeğer kazandıran
çok büyük bir projedir. Bu projeden elde edilen tüm ürünler, Türkiye'nin her
bölgesinde üretilmektedir, hammadde olarak gönderilmektedir. Bir örnek verecek
olursam, Şanlıurfa İlinde, Ata Çiftliğinde üretilen sütten, geçen yıla kadar,
her gün, 26 ton, Tokat'taki Dimes fabrikalarında işlenmekteydi. Bugün ise, aynı
sütten, Pınar Tesislerinde işletilmektedir.
GAP'ın toplam maliyeti 32
milyar dolardır. Bu proje kapsamında bulunan Karakaya, Atatürk, Dicle,
Kralkızı, Birecik, Karkamış ve Batman hidroelektrik santrallarının hepsi de
1987 ile 2002 yılları arasında işletmeye açılmıştır.
1964'ten 2002 yılına
kadar iktidar olmuş tüm hükümetlerin emek ve katkıları inkâr edilemez. Bu
dönemlerde, GAP, ödenek bakımından devamlı desteklenmiştir. Kendilerine
teşekkür ediyorum.
Bu vesileyle, 8 inci
Cumhurbaşkanımız Rahmetli Turgut Özal'ı, buradan, şükranla ve rahmetle
anıyorum.
Bu dönemde, yatırım ve
projelerin gerçekleşme oranı yüzde 52'ye getirilmiştir. Barajlar dahil tüm
yatırımlar için harcanan para 16,6 milyar dolardır. Buna karşılık, GAP'taki
hidroelektrik santrallarından 2004 yılı sonu itibariyle 280 milyar kilovat/saat
hidroelektrik enerjisi üretimi yapılmıştır, parasal değeri 17 milyar dolardır.
O halde, bu proje kendini amorti etmiş ve kâra geçmiş demektir.
Ayrıca, 2004 yılında
ülkemizde üretilen 46 milyar kilovat/saat hidrolik enerjinin 22,4 milyar
kilovat/saat enerjisi de bu bölgede elde edilmiştir, oran da yüzde 49'dur,
parasal değeri 1,3 milyar dolardır. 2004 yılında Türkiye'nin 150 milyar
kilovat/saatlik enerji üretimi içinde GAP'ın
payı yüzde 15'tir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; elimizde, GAP gibi, kâr eden bir proje varken, bölgesel
kalkınma çalışmaları yapmayıp yarıda bırakan bir anlayış, çağdaş anlayış
değildir. Üç yılda yüzde 52'den ancak yüzde 54'e… Yani, üç yılda ancak yüzde
2'lik bir oran gerçekleştirebilen bir anlayış, matematiği bilmeyen bir
anlayıştır.
3 Kasım 2002 seçimlerine
kadar Fırat ve Dicle Havzalarında toplam 222 617 hektar alan sulamaya açılmış
olup, 123 550 hektarlık sulama inşaatları ise devam ediyordu.
İktidar olarak,
toplukonut yapmaktan başka bir şey bilmiyorsunuz. Banka kredileriyle yapılan bu
konutları yatırım ve hizmet olarak vatandaşa kabul ettirmeye çalışıyorsunuz.
Bunu yapmışken, bari, banka kredisiyle satılan otomobillerin üretimini de kendi
hanenize yazarsanız iyi olur! (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
İnsanlığın en temel
paylaşımı sağlıktır. 10 000 nüfusa düşen yatak sayısı, Millî Savunma Bakanlığı
kurumları hariç, ülke genelinde 23,2 iken, GAP bölgesinde ise 12,5'tir. Ülke
genelinde yeşilkart sahibi olan nüfus, yaklaşık yüzde 16'dır, o da, GAP'ta
ikamet etmektedir. GAP'ın odak noktası olan Şanlıurfa İli, yeşil kart sahibi
açısından birinci sıradadır, Diyarbakır ve Adıyaman ikinci sıradadır. Bu
matematik hesap size acı vermiyor mu arkadaşlar?
Değerli arkadaşlar, Sayın
Başbakanımız bütçe sunuş konuşması üzerinde yeşil karta değer verdiği için ve
değindiği için, ben de değinmek istiyorum. Herhalde Sayın Başbakanımız, bu konu
çok önemli olmamış olsaydı, sanıyorum değinmeyecekti.
Yeşilkart konusunda çok
olumsuz şeyler var. Şimdi, biz, muhtarlarımızı neden seçiyoruz; güvendiğimiz
için seçiyoruz. Biz, onlara oy verdik, onlar da bize oy vermiş insanlardır;
ama, yeşilkart uygulamalarında, maalesef, bazı vali yardımcıları ve bazı
kaymakamlar muhtarlarımıza kulak vermiyorlar hatta horlanıyorlar. Özel
kalemlerde saatlerce bekletiliyorlar. Daha da ötesi rüşvet kokuları geliyor.
Değerli arkadaşlar,
tahkikat yaptırmak üzere polis gönderiliyor. Polis bir vatandaşın evine
giderken, evinde buzdolabı var mı, çamaşır makinesi var mı, televizyon var
mı... Varsa, onları tespit etmeye çalışıyor ve bir de çok hoşumuza gitmeyen, o
bölgeye yakışmayan, o bölge insanının hak etmediği sorular sorulmaktadır. Kaç
çocuğunuz var; yedi, sekiz, on… Niye bu kadar çocuk yapıyorsun, başka işin yok
mu diye de cevaplar alıyorlar.
Değerli arkadaşlar,
bizim, Anavatan Partisi olarak iki teklifimiz var: Birincisi, sosyal
yardımların dağıtımında mutlaka İçişleri Bakanlığı genelgesiyle muhtarları da
kaymakamlarla beraber görevlendirin.
İkincisi, bunun için,
mutlaka, müfettiş gönderilmesini istiyorum, özellikle, Mardin'e.
MUHSİN KOÇYİĞİT
(Diyarbakır) - Diyarbakır'a da.
MUHARREM DOĞAN (Devamla)
- Yeşilkart dağıtımında ve sosyal yardımlaşma konusunda partizanlık yapılıyor
mu yapılmıyor mu? kimlere yardım yapılıyor, kimlere yardım edilmiyor? Bu konuda
partizanlık olduğuna inanıyorum; çünkü, gelen tepkiler bu yöndedir. Ve ayrıca,
yapılan yardımlar adrese ulaşıyor mu ulaşmıyor mu, buna bakmamız gerekiyor.
GAP İdaresi tarafından
bölgede yaptırılan Halk Sağlığı Projesi bulgularına göre -bunu da GAP bölgesi
yaptırmış- GAP bölgesinde yaşayan 15 yaş ve üzeri erkeklerin yüzde 54'ü,
kadınların ise yüzde 71'i gebeliği önleyici yöntemlerden herhangi birisini
bilmemektedir. Türkiye için binde 43 olarak gözlenen bebek ölüm oranlarının en
yüksek olduğu il yüzde 63'le Sayın Başbakanımızın seçim bölgesi Siirt'tir.
(Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
Bu tabloyu matematiği iyi
bilenlerin dikkatine sunuyorum. Türkiye genelinde okuryazar oranı erkeklerde
yüzde 94,5 iken, kadınlarda yüzde 78,5; GAP'ta ise erkeklerde yüzde 75,5;
kadınlarımızda ise bu oran yüzde 44'tür. Bu, gerçeği ortaya koymaktadır değerli
arkadaşlar.
GAP kapsamında 9 ilde
toplam 1 090 adet sağlıkevi, 436 adet sağlık ocağı yer almaktadır. Sağlık
personeli olarak doktor, ebe, hemşire açığı had safhadadır; bazılarında da hiç
yoktur, kapalıdır. Özür diliyorum, orada ampul sönmüştür. (Anavatan Partisi
sıralarından alkışlar)
Değerli milletvekilleri,
GAP, insanı merkez alan bölgesel kalkınma projesidir. Asıl hedefi insan
mutluluğudur; ama, gelin görün ki, hiç kimse mutlu değildir; çünkü, yatırım
yok, istihdam yok, teşvik yok. En son ne yaptınız; 24 Kasım 2005 tarihli IMF'ye
gönderdiğiniz mektupta "teşvik yok" sözünü verdiniz. Özel sektör
yatırımlarına da büyük darbe indirdiğinizin farkında değilsiniz.
Gaziantep hariç, geri
kalan 8 il kalkınmada öncelikli oldukları halde, bu hükümet döneminde hiçbir
ilde yatırım ve hizmet yapılmamıştır, çiftçi hiç desteklenmemiştir.
Hayvancılık bitme
noktasına gelmiştir. Hayvan varlığında önemli düşüşler olmuştur. Sığır
varlığında yüzde 44, koyun varlığında yüzde 36, keçi varlığında yüzde 89
oranında düşüşler olmuştur.
Çok amaçlı toplum
merkezlerine geleceğiz. Kadının, karar mekanizmasında söz sahibi olabilmesi
için ve kendi ayakları üzerinde durabilmesi için GAP'ta ÇATOM'lar kurulmuştur.
ÇATOM'ların hedef kitlesi, 14 yaş üstü kız çocuklarımız ve kadınlarımızdır.
Özellikle, kırsal alanlarda yaşayan kadınlarımız ve genç kızlarımız, elemeği,
göznuru dediğimiz gümüş işlemeciliği, dikiş, nakış, çeyiz, halı, kilim
dokumacılığı, tezhip gibi el sanatları öğretimini yaparak, geçimlerini sağlamışlar
ve ayakta durmaya çalışmışlardır bugüne kadar.
Bu, fevkalade güzel ve
sosyal boyutu olan, gelir getirici bir proje iken, bu projeyi de
kaldırıyorsunuz. Bunun yerine dernekleşme ve kooperatifleşme sistemini
getiriyorsunuz. ÇATOM'larda, düzenli olarak okuma yazma kursu, okul öncesi eğitim
programı, ev ekonomisi ve beslenme kursu, anne eğitim programı, bilgisayar ve
sağlık eğitim programı gibi çalışmalar yapılıyordu. Şimdi, kooperatif ve
dernekler marifetiyle nasıl yapacaklar, bunu size soruyorum ve size bir örnek
sunmak istiyorum.
Değerli arkadaşlar, şu
gördüğünüz kartpostal, GAP Kalkınma Teşkilatı tarafından hazırlanmış,
kızlarımıza, kadınlarımıza verilmiş ve kadınlarımız, kızlarımız, gelir getirici
olarak bunu işliyorlar ve bunu 1 000 000’a satmaya çalışıyorlar. Halbuki,
bundan önceki yönetimlerde buradaki kadınlarımız, kızlarımız halı dokuyordu,
kilim dokuyordu, insanca yaşam koşullarını kendi imkânlarıyla yapıyordu; ama,
bunu yok ettiniz. Bunu kime satacaklar?..
Soruyorum: Dargeçit'te, Midyat'ta, Ömerli'de, Kızıltepe'deki ÇATOM
merkezinde bunu kime satacaklar?! 1 000 000’a bunu kim alacak?! Lütfen, bunu
söyleyin. Çıkın burada, Sayın Bakan dahil olmak üzere, buraya gelsin, bunu bize
anlatsın.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU
(Antalya) - Soru soruyor, cevap verin!
MUHARREM DOĞAN (Devamla)
- Eğitim konusuna gelince değerli arkadaşlar, ben, eğitim derken, sadece
GAP'taki fotoğraftan bahsediyorum. Birçok köyümüzde ve mezramızda okul yoktur.
Gerek terörden gerek köy boşalmalarından dolayı, henüz, bütün köylerimize
elektrik, su, altyapı götüremedik, okul da yaptıramadık; ama, bu taşımalı
eğitim var ya, çok yanlış bir düzenleme, onunla ilgili bir şey söylemek
istiyorum. Çocuklarımıza, sabahın kör saatinde, uykulu gözlerle, asfaltı olmayan,
20-30 kilometrelik -en yakın köyü söylüyorum- bozuk yolda başka bir yerleşme
yerine götürülerek eğitim veriliyor, siz de buna "taşımalı eğitim"
diyorsunuz ve alkışlıyorsunuz! Ailelerin çoğu, 13-14 yaşına gelmiş kız
çocuklarını uzağa göndermek istemiyor. Hiçbir anne, kız çocuğunu yanından
ayırmak istemiyor. Çözüm istiyor musunuz; her köye okul yapın, her köyde
çocuklarımız okusunlar. Konut yapacağınıza bunların yanında, her köye de, konut
yerine okul yaptırınız. O zaman AKP, AK Parti olur!
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 1989 yılında 15 yıllığına kurulan GAP Bölge Kalkınma
Teşkilatının yürürlük süresi 6 Kasım 2004'te son buluyordu. En son, Sayın
Bakanı da bir hafta kala ben uyandırdım. Sürenin bittiğini, 9 Haziran 2004
tarihinde 35 milletvekili arkadaşımın
imzasıyla kanun teklifinde bulundum, es geçildi; fakat, son anda AKP
milletvekillerinin verdikleri kanun teklifleriyle birleştirilerek
yasalaştırılmış ve süresi 6 Kasım 2007'ye kadar uzatılmıştır.
MUHSİN KOÇYİĞİT
(Diyarbakır) - Seçimlerden sonraya kadar.
MUHARREM DOĞAN (Devamla)
- Verilen üç yıllık süre uzatımının yeterli gelmeyeceğini Sayın Bakanım da
biliyor. İktidara mensup bir milletvekili arkadaşımız, bu kürsüden, bütçe
görüşmesinde, "ekonominin yüzde 90'ı matematiktir" dedi. Çok doğru,
katılıyorum; ama, hesabınız doğru olsaydı, yüzde 54 oran 15 yılda
gerçekleştirilmişse, kalan yüzde 46'lık oran için 13 yıl gerektiğinin hesabı
kolayca yapılırdı.
Eski Başbakan ve 9 uncu
Cumhurbaşkanımız Sayın Süleyman Demirel, "GAP için elli yılımı verdim,
ömrüm olsa yine buraya veririm" diyerek projenin önemini defalarca
vurgulamıştır. Suyu ve tarımı bilip de Sayın Demirel'e katılmamak mümkün değildir.
Ben de diyorum ki: Balıklar için su, kuşlar için hava ne kadar gerekli ise, GAP
da Türkiye için o kadar gereklidir. Üzüntü veren bir durum ise, Sayın
Başbakanımız bütçe görüşmeleri üzerinde tam 1 saat 15 dakika görüştü; ne yazık
ki, bir dakikasını GAP'a ayıramadı. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar) Ve
GAP'a bir vizyon getiremediniz. Şimdi soruyorum size: Sayın Bakanım, siz GAP'ı
kapatacak mısınız kapatmayacak mısınız? Lütfen, buraya geldiğiniz zaman bunu
söyleyiniz.
5 500 hektarlık yaylak
sulamasıyla 2 500 hektarlık Yukarı Harran sulaması 2003'ten önce yapılmış olup,
bugün itibariyle GAP'ta tarım olarak gerçekleşme oranı yüzde 13'tür, halen de
yüzde 13'tür. Bir ilave yapmış değilsiniz.
Sayın Şener tarım
sulamasına önem veriyorsa, ben Sayın Bakanıma somut bir proje sunayım. Sulama
kanalları Şanlıurfa İlinin Mardin istikametinde 30 uncu kilometresinde durdu.
Derik, Kızıltepe, Nusaybin Ovalarına kadar sulama kanallarını yapınız Sayın
Bakanım, çiftçilerimiz ve üreticilerimiz 300-400 metre derinlikte sondaj kuyusu
açarak pahalı elektrikle ürettikleri ürünleri maliyet fiyatına satmasınlar.
1,3 milyon dekarlık
Kızıltepe Ovasında binlerce üretici ve çiftçi, kendi imkânlarıyla 3 500 adet
sondaj kuyusu açmış, kendi geçimini sağlamaya çalışmaktadır. Sulama
kanallarının yapılması durumunda -öneri bu- üretici daha sağlıklı üretim
yapacak, dönüm başına 60 YTL yerine 8-10 YTL'lik ücret ödeyerek yüzü
gülecektir.
Sayın Bakanımız,
izninizle bir somut proje daha size sunayım. Suruç Baziki Sulama Projesi 1 000
000 dönümdür. Yapın işte, GAP'ta da AKP'nin bir eseri olsun; fena mı.
Ilısu Barajı ne oldu
Sayın Bakanım? Ben bunu Enerji Bakanlığında konuşacağım. Sayın Başbakanımız da
bunu es geçti, hiç değinmedi.
MEHMET BEŞİR HAMİDİ
(Mardin) - Martta temeli atılıyor.
MUHARREM DOĞAN (Devamla)
- Evet.
Sayın Şener'in
-buradayken- 5 Kasım 2003 tarihinde basına yaptığı bir açıklamasını aynen
okuyorum: "Suriye sınırındaki mayınların temizlenmesiyle 30 600 hektarlık
bir alan üretime kazandırılacak ve 6 000 aileye iş imkânı sağlayacaktır."
Sizin sözünüz değil mi Sayın Bakanım? Aynen destekliyorsunuz. "Bu nedenle
mayınlı alanların en kısa zamanda temizlenme işleminin yapılması işine
başlanacaktır. Bu araziler en kısa zamanda organik tarıma açılarak araziler ya
hibe veya özelleştirme şeklinde yapılacağına karar verilecektir" dedi.
Sayın Bakanım, bugüne
kadar bununla ilgili bir şey yapılmış mı? Ben Plan ve Bütçe Komisyonu üyesiyim,
oraya geldi, Sayın Millî Savunma Bakanına da sorduğum soruya gelen cevapta
hiçbir şey olmadığını söyledi.
MEHMET BEŞİR HAMİDİ
(Mardin) - İlanda, ilanda; ihale ilanında.
MUHARREM DOĞAN (Devamla)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yeni Zelanda Başbakanı Bayan Clark
"en büyük sıkıntım, ülkemde işsizlik sorununun yüzde 3 olmasıdır"
diyor. Sayın Başbakanımızın da cevabı şu: "Keşke böyle bizde olsa."
Değerli milletvekilleri,
buraya gelip de el kaldırıp indirmekle görevinizi yapmış olmuyorsunuz.
Keşkelerle ülke yönetilmez. Ülkeyi iyi yönetebilmek için, elbette matematik
lazım; ama, daha önemlisi, bilgi, beceri ve deneyim ister. Maalesef, sizde yok.
FATMA ŞAHİN (Gaziantep) -
Komşu, çok sertleştin bugün.
MUHARREM DOĞAN (Devamla)
- Bunları gerçekleştirmek için, özkaynaklarımızı mutlaka değerlendirmek
zorundayız. Millî ekonomimize verilen zararları ortadan kaldırmak, hükümetin
görevidir.
Mardin Mazıdağı fosfat
tesisleri, 1994 yılından bu yana atıldır; onbir yıldır, yağmurun ve güneşin
altında, çürümeye terk edilmiştir. Fabrika, yan tesisleri hariç, 147 000 000
dolara mal olmuştur. Sayın Maliye Bakanına, bizzat ben soru önergesi verdim ve
sorularımda diyorum ki: Bugüne kadar, bu fabrikanın millî ekonomimize verdiği
zarar ne kadardır? Gelen cevapta, 257 590 000 dolarken, yapım maliyetiyle
birlikte toplam zarar 410 milyar dolara çıkmıştır. Bu parayla, Mardin'de, 2
adet gübre fabrikası, 2 üniversite veya 10 fakülte yapılabilirdi. Yine bu
parayla, en az 50 devlet hastanesi veya 10 lise yapılabilirdi; şimdi Mardin'de
bir fen lisesi yok. 2 köye sahip ve 6 000 dönüm arazi üzerinde kurulu bulunan
bu tesisler özelleştirme kapsamına alınmış ve bu tesisleri, fabrika fiyatına
değil, ancak, kıraç arazi fiyatına satabilirsiniz. Bu tesislere, Kuşadası,
Galataport gibi bir proje gözüyle bakılıyorsa, yanlış olur.
Biz Anavatan olarak,
özelleştirmeye karşı değiliz. Biz, üretimden ve istihdamdan yanayız; ancak,
özelleştirme yapılırken, adil ve gerçek değerine göre yapılmasını istiyoruz.
Rahmetli Turgut Özal
Boğaz Köprüsünün gelirini sattı; ama, onun yerine ikinci köprüyü yaptı ve
otobanları yaptı. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar) Siz, bakıyoruz ki,
özelleştirmelerinizden, bu Boğaz Köprüsü olsun, Fatih Sultan Mehmet Köprüsü
olsun bakımlarını yapamıyorsunuz, otobanların yamalarını yapamıyorsunuz.
MUHARREM KARSLI
(İstanbul) - 6 000 kilometre duble yol yaptık, daha ne yapalım?!
MUHARREM DOĞAN (Devamla)
- Ona da geleceğiz. Bayındırlık Bakanlığı şeyinde görüşürüz. Sayın Vekilim,
sayın adaşım.
Yaşamın kaynağı tarımdır,
tarımın da hayat kaynağı gübredir. Gübre ithalatının yüzde 70'i üretici gübre
fabrikaları tarafından yapılmaktadır. Gübre ithalatı, 2004 yılında 1 milyar
dolar, 2005 yılı sonu itibariyle 1,5 milyar dolara ulaşacağı tahmin
edilmektedir.
Türkiye'nin fosfat
rezervleri 518 000 000 ton civarındadır. Fosfat rezervlerinin yüzde 98'e yakını
da GAP bölgesindedir.
BAŞKAN - Sayın Doğan,
Grubunuzun 20 dakikası kaldı.
İkinci konuşmacı Sayın
Abuşoğlu'na vereceğiniz süre itibariyle dikkatinizi çekiyorum.
Buyurun.
MUHARREM DOĞAN (Devamla)
- Teşekkür ederim.
Ülkemizin en önemli
doğalgaz kaynakları da Diyarbakır'ın Hazro İlçesinde mevcuttur. Suriye ve
Türkiye sınırlarında, özellikle Mazı Dağına yakın doğalgaz sahaları mevcuttur.
Türkiye, Suriye petrol ve doğalgaz aramalarında işbirliği yapabilir; neden
yapmıyorsunuz?
Fosfat yataklarının en
önemli bölümü de Mardin'in Mazıdağı İlçesinde ve civarındadır. Bu ilçede,
sadece, bir ruhsat alanında fosfat rezervleri 71 000 000 tondur. Mevcut
hammadde stoku yüz yıllık ihtiyacı karşılamaktadır. Ocak ile tesis arası mesafe
de 1 kilometreden azdır.
Sayın Bakanım, size
cazibe merkezi… Şöyle diyeyim: Sayın Unakıtan Mardin'e gidiyor ve Mardin'deyken
fabrikaları geziyor, böyle bir başlık basında yer alıyor. Kendi deyimiyle, bu
Sayın Maliye Bakanımızın beyanatıdır; şöyle diyor: "Unakıtan, fosfat dolu
dağ bize bakıyor, biz de ona." Ve burada diyor ki: "Bu serveti
çıkaralım, biz enayi miyiz?!"Kendisinin sözleri. (Anavatan Partisi
sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlar, Sayın
Bakanın bu ifadeleri benim ne kadar haklı olduğumu ifade etmektedir.
Sayın Bakanım, sizce
cazibe merkezi demek sorumluluktan kaçmak mıdır, yoksa sorumluluk bilincine
varıp ekonomiye katmadeğer kazandırmak mıdır? Buraları cazibe merkezi haline
getirmek istiyorsanız, bu tesisleri en kısa zamanda işletmeye açınız.
Mardin'de bir üniversite
kuralım; altyapı bakımından hazır değilse, şimdilik tavsiye kararı hazır,
mimarlık-mühendislik fakültesi ve güzel sanatlar fakültesini açalım.
MEHMET BEŞİR HAMİDİ
(Mardin) - İmzada…
MUHARREM DOĞAN (Devamla)
- 15 ilimizde yeni üniversite açılıyor, hayırlı olsun; ancak, özgün mimarisiyle
ve tarihiyle dünya kenti, hoşgörü diyarı olan Mardin'e iki fakülteyi de çok
görmeyiniz.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Tütün, Tütün Mamulleri ve Alkollü İçkiler Piyasası Düzenleme
Kurumuna gelince; hemen hemen tüm ürünlerde olduğu gibi, yerli üretim yerine
ithal ürünlerin daha çok talep edilmesi, ülke üretimini de üreticiyi de olumsuz
etkilemiştir. Bu nedenle, ithalatta tarımsal hammadde önemli yer tutmuştur. Bu
gelişmelerle birlikte, önemli ihracat kalemleri olan fındık, şekerpancarı, çay,
buğday, mısır, tütün olmak üzere üretim ve üretici ciddî bir darboğaza
girmiştir. En önemli ziraî ürünlerden olan tütün üzerinde son yıllarda oynanan
oyunlar, bugün daha belirgin olarak sonuçlarını vermeye başlamıştır. Uygulanan
yanlış politikalar, yabancı menşeli tütünle üretilen sigaralara gösterilen
rağbet nedeniyle, yerli sigara olmak üzere, Tekel ciddî bir gerileme sürecine
girmiştir. 2000'li yıllara kadar 300 000 ton civarında olan tütün üretimi, AK
Parti İktidarında 150 000 ton civarına düşürülmüştür. 4733 sayılı Yasayla,
tütünde destekleme kaldırılmış, sözleşmeli üretime geçilmiştir. Yapılan her
yeni düzenleme bir öncekini aratmış, ne vergi tahsilatında beklenen rakamlara
varılabilmiş ne de üretici ortanyal yerli tütün çıkış yolunu bulabilmiştir. AK
Parti Hükümetinin 31 Ocak 2000 tarih ve
8410 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla yaptığı düzenlemeler, şark tipi tütüne
büyük bir darbe vurmuştur.
Değerli arkadaşlar,
burada da bir örnek vermek istiyorum size. Bu sigara, yerli ve şark tütününden
imal edilmiş bir sigaradır. Bunun içeriği, şark tütünüdür, yüzde 100 şark
tütünüdür. Eski şeye göre, şark tütünü, yüzde 0 ile yüzde 33, 34, 66, 67 ile
100 arasında olması hallerinde, en az vergiyi bunlar ödüyordu; bu da, Philip
Morris'in ürettiği sigaradır.
NEVZAT DOĞAN (Kocaeli) -
Sigara reklamına girer o…
MUHARREM DOĞAN (Devamla)
- Şimdi, siz, bakın, ne yaptınız, bu düzenlemeyle ne yaptınız…
NEVZAT DOĞAN (Kocaeli) -
Bakın, gençler sizi seyrediyor.
MUHARREM DOĞAN (Devamla)
- Bu nispî vergi sistemini kaldırıyorsunuz, maktu vergi getiriyorsun. Şimdi, bu
sigara…
TEVFİK ZİYAEDDİN AKBULUT
(Tekirdağ) - Sigara sağlığa zararlıdır.
BAŞKAN - Sayın Doğan, bir
dakikanızı rica edebilir miyim.
Sizin, o kürsüdeki
hitabınızı asla kesmek istemem. Biliyorsunuz, Genel Kurulumuzun bir teamülü
var. Kürsüde, milletvekilleri, elinizdeki madde veya başka bir şeyi almak
suretiyle konuşmasına bir ilave yapması bizim teamülümüze aykırı. Bunu rica
ediyoruz.
MUHARREM DOĞAN (Devamla)
- Teşekkür ederim efendim.
Şimdi, efendim, Bahar
Sigarası ve diğer sigaralara maktu vergi getirdiniz 1 200 000 lira. Şimdi, bu
Bahar Sigarası maliyeti…
BAŞKAN - Sayın Doğan,
yine sigaradasınız…
MUHARREM DOĞAN (Devamla)
- Efendim, örnek vereceğim, bunu anlatıyorum, konumuz bu.
BAŞKAN - Ama, o kürsüden,
bu, çok hoş olmayan bir örnek oluyor.
MUHARREM DOĞAN (Devamla)
- Efendim, ama, bakın, bu yaptığınız yanlış uygulama…
SÜLEYMAN SARIBAŞ
(Malatya) - Sigaradan vergi alınca iyi de, konuşunca ayıp mı?..
BAŞKAN - Efendim, tütün
üzerine konuşsun; ama, sigara paketiyle bu örnek olmaz.
SÜLEYMAN SARIBAŞ
(Malatya) - O da tütün Sayın Başkan, konu tütün.
MUHARREM DOĞAN (Devamla)
- …yanlış uygulama, Türkiye ekonomisine 300 trilyon zarar getirmiştir. Devlet,
300 trilyon zarar etmiştir. Bunu kim kazanmıştır; Philip Morris kazanmıştır.
İNCİ ÖZDEMİR (İstanbul) -
Yukarıda çocuklar izliyor Sayın Başkan; yukarıda çocuklar, öğrenciler var…
TEVFİK ZİYAEDDİN AKBULUT
(Tekirdağ) - Sigara sağlığa zararlıdır.
MUHARREM DOĞAN (Devamla)
- Bu sigaranın zararlı olduğunu, öldürücü olduğunu biliyorum, ben, sigara da
içmiyorum; ama, sizin hesabınıza gelmiyorsa, beni ilgilendirmez. Ben, gerçeği,
Türk Milletine açıklamak zorundayım, bildiklerimi söylemek zorundayım. Siz, bir
şeyleri bilip de söylemiyorsanız, o sizin sorununuzdur. (Anavatan Partisi
sıralarından alkışlar) ve bu yolla, değerli arkadaşlar sizlere soruyorum, şark
tipi tütünü desteklemekten neden vazgeçtiniz? Bu hatayı düzeltiniz, kademeli
uygulamasına hemen geçiniz; hem tütün üreticisi hem de yerli firmalar
rahatlasın. 300 000 tütün üreticisi, 200 000 üzüm üreticisi perişan duruma
geldi. 200 000 stok var. Bu stokları nasıl eriteceksiniz; tütünleri yakacaksınız
ve böylece kurtulacaksınız, diyeceksiniz ki; yangın çıktı. Bunu da yaparsınız;
sizden beklenen o!
ŞÜKRÜ ÖNDER (Yalova) -
Bunu geçmişte siz yaptınız, hem de
tonlarca yaktınız!..
MUHARREM DOĞAN (Devamla)
- Siz hep AB, AB diyorsunuz. Bakın, AB ne veriyor tütün üreticisine? AB, tütün
üreticisine yılda 1 milyar euro destekleme veriyor. Sayın Bakanım, siz ne
veriyorsunuz? Buraya gelince açıklarsanız memnun olurum.
Alkollü mamulleri
sattınız, üzüm üreticisini perişan ettiniz, üzümler ellerinde kaldı. Kusura
bakmayınız, eski Hocanızın sizin için bir sözü var, onu söyleyeceğim:
"Üzümdünüz, şarap oldunuz"… (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
Bu söz benim sözüm değildir, Hocanızın sözüdür. Hakikaten, size yakıştı. Hoca,
talebelerini iyi tanımış.
ASIM AYKAN (Trabzon) -
Hocayı ağzına alma!
MUHARREM DOĞAN (Devamla)
- Değerli milletvekilleri, içki yasaklarıyla ilgili bir söz bombası
patlattınız, Türkiye'nin gündemini değiştirdiniz. Sanki, Türkiye'de içki
satanların, içki içenlerin fişleneceği gibi bir intiba bıraktınız. Herkes
tedirgin, turizmciyi tedirgin, yatırımcıyı tedirgin hale getirdiniz. Yabancı
basında bu meselenin geniş yer bulması, ülkemizin imajı için hiç iyi olmadı.
Turizme bel bağlamış turizmcilerimizi ve yatırımcılarımızı negatif etkilemiştir.
Bu yasak anlayışı devam ederse, turizme kimse yatırım yapmaz, istihdam olmaz.
Yasaklara karşıyız diyen sizler yasakları getiriyorsunuz. Çağdışı ve
IV.Murat'tan kalma yasaklar, ülkemize kaostan başka bir şey getirmez. Taş devri
niye sona erdi, ben size soruyorum. Niye sona erdi biliyor musunuz; taşlar
bittiği için değil, kafalar değiştiği için sona ermiştir!
Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum, bu bütçemizin hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum. (Anavatan
Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Doğan.
Buyurun Sayın Abuşoğlu.
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA ÖMER ABUŞOĞLU (Gaziantep) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Tabiî, Muharrem Bey
dertli; GAP konusu olunca, GAP'taki sorunları bilfiil yaşayan insanlarla iç içe
olunca, GAP konusundaki sözlerini uzatmasını normal karşılamak lazım. Zaten
bizim kendi aramızdaki anlaşma da, GAP
konusundaki sıkıntıları konuşabildiğin kadar konuş, GAP bölgesinin
sıkıntılarını Meclis kürsüsünden yeterince ifade etmiş olalım, belki hükümete
çözüm üretme noktasında birtakım fikirler, ipuçları verebiliriz şeklindeydi.
Bu durumda, benim 10-12
dakikalık bir sürem kaldı. 3 kuruluş üzerinde konuşma yapmayı düşünüyordum;
Devlet Planlama Teşkilatı, SPK ve Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu. Her
birinin üzerinde kısa kısa duracağım. Zaman içerisinde daha bu konuları çok
tartışacağız. Ekonominin genel politikalarıyla ilgili konuşulması gereken çok
problemler var, üzerinde durulması gereken, Meclisin ve toplumun aydınlanması
gereken ciddî meseleler var. Çünkü, ekonomi konusunda hükümet daima parlak bir
tablo çiziyor; vatandaşa soruyoruz "durumun, halin nedir"
dediğimizde, kapkaranlık bir tablo ortaya çıkıyor. Hükümetin çizdiği tablo mu
doğru, yoksa vatandaş mı yalan söylüyor?! Başbakan da ikisi arasındaki farkı
anlayamamış ki, önüne gelen her fırsatta "işsizim, yoksulum, fakirim"
diyeni azarlamakla meşgul. Bu gerçeğin hiç de rakamlara yansımayan şekilde
olduğunun bir şekilde Başbakana anlatılması lazım. Yeri geldiğince bunları
anlatmaya devam edeceğiz.
Bu uygulamalardan
birisini, Devlet Planlama Teşkilatıyla ilgili olması dolayısıyla, o çerçevede
gündeme getirmek istiyorum. Devlet Planlama Teşkilatı, bildiğimiz gibi,
devletimizin önemli kurumlarından birisi. Türkiye'nin bugünkü ekonomik
seviyesine gelmesine geçmişte ciddî katkıları olmuş, Türkiye'yi yöneten önemli
kişilerin yetişmesinde âdeta bir okul ve kişileri de, akademik kariyer yapan ve
buradan elde ettikleri bilgi ve tecrübeleri ülke hizmetine sunan bir okul
halinde olmuş; ama, bugün için, DPT'nin bu fonksiyonunu ne ölçüde yerine
getirdiğini tartışabiliriz. Sayın Mehmet Ceylan o kurumda uzun süreler
çalışmıştır ve oradaki yapıyı, geçmişiyle, bugünüyle mukayese edebilecek
durumdadır.
Devlet Planlama
Teşkilatının fonksiyonlarından birisi, hükümete müşavirlik görevi yapmaktır;
ikincisi, alternatif stratejiler hazırlamaktır; üçüncüsü -bunları tek tek
sayacak değilim- ülkenin geleceği, toplumun geleceği, ekonominin geleceği
konusunda orta ve uzun vadeli planlar hazırlamaktır; ama, dünyada meydana gelen
bir akım bu kurumu da çarptı biraz, özel teşebbüsün önünün açılması gibi bir
akım bu kurumu da çarptı ve kurum, bu akım içerisinde âdeta fonksiyonsuz hale getirildi.
Eskiden kamu kesimi için zorlayıcı, özel sektör için de yol gösterici bir
fonksiyon icra eden kurumun, bugün için, bırakınız özel sektörü, kamu kesimi
için bile yol gösterici olma fonksiyonu, âdeta ortadan kaldırıldı. Teşkilat, bütün
heybetiyle, bütün cüssesiyle orada duruyor; ama, hükümet, icraatlarında başına
buyruk gidiyor. Bunun en bariz örneği, teşvik meselesi.
Bildiğimiz gibi, geçen
yıl, iyi niyetle -meselelerin, problemlerin çözümünde iyi niyet yetmiyor, bilgi
yetiyor- Sayın Başbakan dedi ki: Şu geri kalmış yöreleri, kalkınmamış yöreleri,
fakir yöreleri bir kalkındıralım. Bu noktada ne gibi tedbirler alınması
gerekir, çaresi nedir, bunun yolu yordamı nedir, ilk sorulması gereken yer
Devlet Planlama Teşkilatıdır. Planlama Teşkilatının, bu konuda, geçmişte ciddî
çalışmaları olmuştur; ama, bunu yapmak yerine, Sayın Başbakan, kim akıl verdi
veya nereden ilham alındıysa "kişi başına geliri 1 500 doların altındaki
bölgelerin tamamına teşvik verdim" dedi. O günün şartlarında, çok insan
söyledi bunu, bakanlardan bazısı da buna katılmadığını açıkça belirtti. İlk önce
-sayılar yanlış olabilir, hatırımda yanlış kalmış olabilir- 13 il, daha sonra
da 40 küsur ile çıkarıldı. Ne oldu bu durumda; teşvikin esas, ana unsuru olan
selektif olma, bölgesel olma, sektörel olma özelliğini bir çırpıda ortadan kaldırdık;
âdeta, her şeyi, her sektörü, her bölgeyi teşvik eder hale getirdik. Siz, geri
kalmış bölgelerin teşvikiyle ilgili birtakım tedbirler getiriyorsunuz;
Bitlis'in, Muş'un, Van'ın, Mardin'in yanına Düzce'yi de koyuyorsunuz, Uşak'ı da
koyuyorsunuz! Neymiş; bunların da geliri 1 500 doların altındaymış. Böyle bir
mantık olmaz! Bu mantık, olsa olsa padişah buyruğu olur. "Fermanımdır,
teşvik edile" mantığı hakimdir burada.
Böyle bir sistemin iki
yıldan beri uygulanması sonucunda, geri kalmış yörelere yönelik yatırımlarda ne
ölçüde bir artış olmuştur; beklenen fayda ne ölçüde hâsıl olmuştur; bunun
cevabı negatiftir.
Öyleyse, hükümetin
icraatlarında, bu kurumun -hiçbir şeyi değil- kamu sektörü için zorlayıcı olma
özelliğini kullanmıyorsunuz, hiç olmazsa da danışman olma rolünü aktif hale
getirin; Devlet Planlama Teşkilatının birikimini, yeniden bu ülke hizmetine
yönlendirin.
O bakımdan, hükümetin
buna benzer birtakım icraatlarında, başına buyruk, keyfî, bilimsel temeli
olmayan, teknik temeli olmayan uygulamalar şekline dönüşmesi dolayısıyla, iyi
niyetle ortaya çıkan… Kötü niyetlisiniz demiyorum; ülkeye hizmet için çaba ve
gayret sarf ediyorsunuz; ama, yetmiyor, bunlar yeterli değil, bilenden,
erbabından akıl alacaksınız, danışacaksınız "şurada şu yanlışı
yaptınız" diyenlerin sesine kulak vereceksiniz, muhalefetin sesine kulak
vereceksiniz ki, yanlışta ısrar edilmesin, yanlıştan dönülsün. Yanlış hesap
Bağdat'tan döner demişler; ama, hükümet, bazı icraatlarında, yanlışta ısrar
ederek, Bağdat'ı dahi göremiyor. O bakımdan, hükümetin, icraatlarında, gerek
muhalefetin sesine ve gerekse de konunun erbabı olan insanların sesine kulak
vermesinde fayda olduğunu, ülkenin menfaatları açısından fayda olduğunu
düşünüyorum.
Bir başka husus, üzerinde
durmak istediğim, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kuruluyla ilgili olması
açısından, son aylarda yaşadığımız kredilendirme ve bankacılık ilişkisi. Yani,
bankacılık kesiminde ortaya çıkan ve giderek de artan riskler.
Bankacılık kesimi,
bildiğimiz gibi, 2001 krizinde en fazla hırpalanan ve bundan, krizden en fazla
zorluk çeken, en fazla zarar gören bir kesimdi. Bunun sebebi, bankacılık
kesiminin ciddiyetten uzak bir yapılanması ve işleyişiydi. Bugün için, bu kriz
acaba sektöre ne ölçüde ders olmuştur; bugünkü mekanizmalarını bu krizden
aldıkları derslere göre mi işletiyorlar; yoksa, yine, keyfe keder birtakım
uygulamalar mı ortaya çıkıyor, kısaca buna göz atmak lazım.
Pek, krizden ders
alınmışa benzemiyor bankalar tarafından. Elbette, bunlar özel kuruluşlar, kendi
politikalarını kendileri tayin edecek ve gelecekleriyle ilgili stratejilerini
kendileri tespit edecek durumdalar; ama, ortada bir de Bankacılık Düzenleme ve
Denetleme Kurumu var. Bankacılık kesiminden, malî kesimden ortaya çıkan
zararların tamamı bu toplumun sırtına kambur olarak girmiştir; bundan dolayı,
konu bizi ilgilendirmektedir.
Bugün için, bankacılık kesiminde önemli
riskler ve bunun kaynakları, bir kredi riski ve kur riski şeklinde yavaş yavaş
oluşmaktadır. Bu risklerden birincisi, mevduat vadesi ile kredi vadesi arasında
cereyan etmektedir, oluşmaktadır. Siz kalkıp, on yıllık, yirmi yıllık vadelerle
konut finansmanı yapıyorsunuz; ama, mevduat yapınıza baktığınız zaman, ortalama
vade yapısı mevduatın üçbuçuk küsur ay. Bırakınız, altı ay, bırakınız bir yıl
olsun. Siz, bu bir yıllık vadelerle topladığınız mevduatla nasıl yirmi yıllık
bir finansman seçeneği sunabiliyorsunuz?! Burada ne gibi riskler oluşuyor; en
basitinden şu: Konut finansmanına bankalar bu şekilde girdikten sonra konut
fiyatlarında, bildiğiniz gibi, yüzde 100'ün üzerinde artışlar oldu. Bugün,
bankalar, aşırı şişirilmiş fiyatlarla konutu, konut kredilerini ve konut sektörünü finanse ediyor; dolayısıyla,
fiktif fiyatlar, fiktif rakamlar ortada. Ciddî bir risk getirmektedir bu.
Yarın, bu sektörde meydana gelecek herhangi bir kriz, finansman ve krediyle
konut elde eden kişilerin bu borçlarını ödeyemez hale gelmeleri durumunda,
bankalar, açtıkları krediyi -el koysalar bile sattıkları gayrimenkule- bu
kredileri geri döndürme imkânına sahip değildir. Ciddî bir, orada risk oluşmaktadır.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
ÖMER ABUŞOĞLU (Devamla) -
Sayın Başkan, eksüremi kullanmak istiyorum.
BAŞKAN - Buyurun efendim.
ÖMER ABUŞOĞLU (Devamla) -
Ayrıca, kredi maliyeti ile mevduat maliyeti arasında da ciddî farklar söz
konusu. Gerçi, bankalar kendilerini kısmen garanti altına alacak uygulamaları
daha kredilendirmenin başında birtakım ilave ücretlerle, yaklaşık, açtıkları
kredinin yüzde 5'i oranında bir maliyetle finansmanı kullanana
yüklemektedirler. Böylelikle, yıllık yüzde
12-13 olan -en son durumu itibariyle- kredi faiz oranları yüzde 16,
yüzde 17'ye çıkmaktadır; ama, bu bile, bankaların kredi maliyeti ve mevduat
maliyeti arasındaki oluşan riski ortadan kaldırmalarına yetmemektedir.
Bildiğimiz gibi,
Türkiye'de, tasarruf bir darboğaz içerisinde görünmektedir. Türk ekonomisinin
ciddî darboğazlarından birisi tasarruf darboğazıdır. Bu darboğaz aşılabilmiş
değildir, gayri safî millî hâsılaya tasarrufların oranı hâlâ düşüktür. Bu
şartlarda, bankacılık kesiminin girmiş olduğu, girişeceği bu tür geniş ve
yaygın kredilendirme işleminde bir mevduat kaynağının da ortaya çıkması
gerekir, finansman kaynağının bulunması gerekir. İçeride bu kaynağı hızlı geliştirme
imkânı olmayınca, bankalar yabancı kaynaklara müracaat etmektedirler.
Yabancı kaynakların riski
şudur: Özellikle günümüzdeki döviz kurunun aşırı değerlenmiş olduğu durumu
dikkate aldığımızda, döviz kurlarında en ufak bir oynama bankaların 2001'dekine
benzer çok ciddî bir kriz içerisine gireceklerinin açık göstergesidir. Döviz
kurunun bu şekilde, aşırı değerli bir şekilde devam etme imkânı giderek
azalmaktadır. Cari açıkların büyüklüğü, döviz kurunda bir düzeltmeyi gerekli
kılmaktadır. Genellikle literatürde bu konuyu açıklayan yeteri kadar izahat,
yeteri kadar bilgi mevcuttur. Aşırı değerlenme 18 aydan fazla devam edemez,
etmemesi lazım; ederse, bir yerde şok krizler şeklinde krizler yaşanabilir. O
bakımdan, bankacılık kesiminin, dış finansman ağırlıklı bu tür kredilendirme,
gerek tüketici ve gerekse de konut kredilendirme işlemini yaygınlaştırmaları
halinde kur riski de kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
Diyebilirsiniz ki, biz,
hükümet olarak, piyasaların kendi işleyişine müdahale etmiyoruz. Evet,
etmiyoruz; ama, bunun maliyetini de neticede bu toplum çekiyor herhangi bir
kriz anı söz konusu olduğu anda. Hükümetin ve özellikle de BDDK'nın bu konuda
ciddî tedbirler alma zarureti ortaya çıkmaktadır. Zaman, tam o zamandır.
Bir başka konu; küçük ve
orta ölçekli bankaların bu krizlere ve risklere dayanma gücü azdır ve
bankacılık kesimimizdeki bu özelliğinden dolayı yabancılaşma eğilimidir. Malî
piyasaları bir ekonominin damarlarında dolaşan kana benzetebiliriz. Siz bu
kanın musluğunu yabancıların eline verdiğiniz ölçüde, bu mekanizmanın
işleyişinde, yabancılar istedikleri anda müdahil olabilme imkânlarını giderek
genişletmektedirler. Bu hususa özellikle dikkat etmek gerekir.
Yabancı sermayeye karşı
değiliz; ama, yabancı sermaye ile millî sermaye arasında belli bir oranın,
belli bir ağırlığın korunma ihtiyacı vardır. En son Vakıfbank
özelleştirmesinde, bunun yüzde kaçı yabancıların eline geçmiştir bilmiyoruz.
Vakıfbank demişken, bir
hususu daha ilave etmek istiyorum.
Sayın Başkan, 1 dakika
içerisinde bitireceğim.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Abuşoğlu,
ben son cümleleriniz için açıyorum; çünkü, size 4 dakika eksüre verdim.
ÖMER ABUŞOĞLU (Devamla) -
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Kamu bankaları giderek
küçültülüyor. Eğer bunlar özelleştirilecekse, büyütülerek daha yüksek fiyata
satılma imkânı varken, bunların küçültülerek özelleştirilmesi toplum açısından
herhangi bir yarar sağlamaz. Bu hususu da sayın hükümetin dikkatine sunmak
istiyorum.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Abuşoğlu.
Sayın milletvekilleri,
Anavatan Partisi Grubu adına konuşmalar tamamlanmıştır.
Saat 14.00'te, tekrar,
toplanmak üzere birleşime ara veriyorum.
Kapanma Saati : 13.11
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 14.05
BAŞKAN: Başkanvekili İsmail ALPTEKİN
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Ahmet KÜÇÜK
(Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 34 üncü Birleşiminin İkinci
Oturumunu açıyorum.
2006 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2004 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu
Tasarıları üzerindeki görüşmelere kaldığımız yerden devam ediyoruz.
IV.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
1.- 2006
Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2004 Malî Yılı Genel ve Katma
Bütçeli Daireler ve İdareler Kesinhesap
Kanunu Tasarıları (1/1119; 1/1084, 3/907; 1/1085, 3/908) (S.Sayısı: 1028, 1029,
1030) (Devam)
A) DEVLET
PLANLAMA TEŞKİLATI MÜSTEŞARLIĞI (Devam)
1.- Devlet
Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı 2006
Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Devlet
Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı 2004 Malî Yılı Kesinhesabı
B) SERMAYE
PİYASASI KURULU (Devam)
1.- Sermaye
Piyasası Kurulu 2006 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçesi
C)
BANKACILIK DÜZENLEME VE DENETLEME KURUMU (Devam)
1.- Bankacılık Düzenleme ve Denetleme
Kurumu 2006 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçesi
D) GAP
BÖLGE KALKINMA İDARESİ BAŞKANLIĞI (Devam)
1.- GAP
Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı 2006
Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
E) TÜTÜN,
TÜTÜN MAMULLERİ VE ALKOLLÜ İÇKİLER PİYASASI DÜZENLEME KURUMU (Devam)
1.- Tütün,
Tütün Mamulleri ve Alkollü İçkiler Piyasası Düzenleme Kurumu 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
BAŞKAN - Komisyon ve
Hükümet yerinde.
Şimdi, beşinci turda söz
sırası, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Tekirdağ Milletvekili Sayın Enis
Tütüncü'ye aittir.
Buyurun Sayın Tütüncü.
(CHP sıralarından alkışlar)
Sayın Tütüncü, bendeki
listeye göre, 15 dakikalık süreyi zatıâliniz kullanacak.
CHP GRUBU ADINA ENİS
TÜTÜNCÜ (Tekirdağ) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri,
sözlerime başlarken, hepinizi en iyi dileklerimle, sevgilerimle, saygılarımla
selamlıyorum.
Konuşmamı, olabildiğince
teknik ağırlıklı, teknik bazda yapmaya çalışacağım.
2006 yılının, bilindiği
gibi, dokuzuncu beş yıllık kalkınma planının ilk yılı olması gerekiyordu;
ancak, yeni beş yıllık planı AKP bir yıl ertelemeyi uygun gördü. Umarım, bu
ertelemenin gereği yapılmaktadır ve dokuzuncu beş yıllık kalkınma planı,
Türkiye'nin sorunlarını çözecek bir şekilde hazırlanmaktadır.
Bu aşamada, bir iki
noktada hükümetin dikkatini çekmeyi uygun görüyorum. Türkiye'de, her
zamankinden daha fazla, planlamaya ihtiyaç duyulmaktadır. Ne var ki, böylesine
kritik bir dönemde, hükümetin planlama mantığından giderek uzaklaşmakta
olduğuna tanık oluyoruz. Bu durum, Türkiye'nin planlama tecrübesine, planlama
birikimine uygun düşmemektedir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bu nedenle, Türkiye, planlama alanındaki tüm birikimini
kullanmalıdır, ülkenin geleceğini planlama mantığıyla, planlama vizyonuyla
oluşturma yoluna bir an önce girmelidir. Ayrıca, Avrupa Birliğiyle entegrasyon
sürecinin hızlı ve sağlıklı bir şekilde götürülmesi gereği, planlamaya giderek
daha fazla gereksinim göstermektedir. Tabiî ki, yeni planlama anlayışını,
strateji ve politika planlama anlayışını, yıllardan bu yana, bu gerçeği her
platformda dile getirmeye çalışıyoruz. Burada, strateji ve politika planlaması
konusunda ciddî bir engelle Türkiye olarak karşı karşıya olduğumuzu bilmemiz
gerekiyor; ancak, karşılaşacağımız engeller, Türkiye'nin kendi iradesiyle kendi
geleceği üzerinde olabildiğince söz sahibi olma gücünü, azmini
baltalamamalıdır. Türkiye'nin geleceğinin tamamen piyasa güçlerine bırakılması
düşüncesini, öyle sanıyorum ki, bu kutsal çatı altında hiç kimsenin düşünmesi
mümkün değildir.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; sermaye piyasasına gelince, şu ana kadar, ne yazık ki, sermaye
piyasasında, hisse senedi ve devlet borçlanma senetleri çerçevesinde, ancak
işlerlik kazanılmıştır. Diğer sermaye piyasası araçları, mevzuat altyapısı
oluşturulmuş olmasına rağmen, geliştirilememiştir.
Şimdi, konut finansman
sistemi getirilmeye çalışılıyor; sizi buradan uyarmak istiyorum. Konut
finansman sisteminin altyapısı, tamamen finansal boyutta düşünülmektedir,
toplumsal boyutun ve insan boyutunun sisteme, mutlaka ve mutlaka dahil edilmesi
gerekmektedir.
Ülkemizin, Avrupa Birliği
perspektifi çerçevesinde yapmayı taahhüt ettiği yükümlülükler var ve bu
yükümlülüklerin sermaye piyasasını nasıl etkileyebileceğini yeterince
bilemiyoruz, bu konu boşluktadır; hükümetin, bir an önce, bu konuda gereken
hazırlığı bitirmesi ve uyanık olması gerekmektedir. Sermaye piyasasında yer
alan altın borsasının etkinliği mutlaka artırılmalıdır, bu sektörün ülkemizde
500 000 kişiye istihdam olanağı yarattığı kesinlikle akıllardan çıkarılmamalıdır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Türkiye gerçeklerinden uzak, halkımızın sorunlarına çözüm
getirmeyen, klasik, AKP bütçe örneklerinden bir tanesine daha tanık oluyoruz.
Oysa, Türkiye'nin, seçim öncesi, 2002 yılındaki ekonomik performansına
baktığımızda, AKP'nin, birçok açıdan son derece avantajlı şekilde işe başladığı
ortaya çıkıyor. Ne yazık ki, AKP'nin, bu avantajları Türkiye yararına yeterince
kullanamadığını üzülerek tespit ediyoruz.
Bu avantajlardan
birincisi; Ecevit Hükümeti tarafından 2001'de uygulamaya sokulmuş ve dış
çevrelerden büyük destek sağlamış bir istikrar programını AKP'nin hazır bulmuş
olmasıdır, hazıra konmuş olmasıdır. Bu istikrar programı, anımsanacağı üzere üç
yıllıktı, yaklaşık iki yılı da uygulanmıştı ve bu programın siyasî faturası da,
Sayın Ecevit'in koalisyon hükümetine çok ağır bir şekilde ödettirilmişti.
AKP'nin ikinci avantajı,
dış dünyada para bolluğunun, dış dünyada finansman bolluğunun, Türkiye'nin
önüne, önceki yıllarla karşılaştırılamayacak ölçüde yeni fırsatları yaratmış
olmasıdır ve bu fırsatları kullanarak AKP, uluslararası finans piyasalarındaki
para bolluğundan yararlanarak, daha düşük reel faiz oranlarında dahi,
sıcakparayı Türkiye'ye çekebilmiştir ve bu olanak hâlâ devam etmektedir;ama, ne
kadar süreceği belli değildir ve bu olanak, artan carî açıkların finansmanını
da sağlamıştır, sağlamaktadır.
AKP'nin üçüncü şansı,
Amerika Birleşik Devletlerinde 11 Eylül terör saldırısından sonra dünya
siyasetinde oluşan siyasî konjonktürün Türkiye lehine gelişmesiydi. Gerçekten o
insanlıkdışı terör saldırısından sonra Türkiye, laik yapısıyla, İslam ile
demokrasiyi dünyada en iyi bağdaştıran tek ülke olması nedeniyle uluslararası
siyaset kulvarlarında yükselen bir değer haline gelmişti ve bu durum,
Türkiye'nin her açıdan güçlendirilmesi düşüncesini önplana çıkarmıştı. İşte
AKP, bu üç avantaja dayanarak sorunların çözümünde belli başarılar elde
etmiştir.
Sayın Başkan,
Başbakanımız, bakanlarımız başta olmak üzere, tüm AKP'lilerin bu başarılarla
övünmekte olduğuna, belki haklı olarak övünmekte olduğuna tanık oluyoruz; ama,
ben şahsen, bu başarılar için AKP'ye içtenlikle teşekkür edemiyorum, onları
içtenlikle tebrik edemiyorum; çünkü, söz konusu başarıların ülkemize maliyeti,
insanımıza maliyeti son derece ağır olmuştur.
TEVFİK ZİYAEDDİN AKBULUT
(Tekirdağ) - Sen de teşekkür et.
ENİS TÜTÜNCÜ (Devamla) -
İyileşmeler neye karşılık elde edilmiştir Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bakınız. Örneğin AKP İktidarında işsizlik 11 000 000 kişiye
yaklaşmıştır. İş bulabilen yurttaşlarımızın da yarısı sigortasız, kaçak ve son
derece düşük ücretlerle günde 14-15 saat, ilkel koşullarda çalışır duruma
düşürülmüştür. 1 000 000'a yakın insanımız açlık sınırlarının altında, 20 000
000'u aşkın yurttaşımız ise yoksulluk sınırlarının altında yaşamaya mahkûm
edilmiştir.
Eskiden, açlık, fakirlik,
fukaralık, işsizlerin, kimsesizlerin, garip gurebanın sorunu idi; şimdi, açlık
ve yoksulluk, çalışanları, değerli milletvekilleri, işi gücü olanları, hatta ve
hatta Emekli Sandığından, SSK'dan ve Bağ-Kurdan emekli aylığı alanları da
pençesine düşürmeye başlamıştır. Çünkü, Türkiye'de açlık sınırı 526 YTL iken,
asgarî ücret 350 YTL dolayında seyretmektedir. Asgarî ücret, neredeyse, hâkim
ücret, azamî ücret konumuna getirilmiştir. 350 YTL'nin altında çalışanların ve
çalışmak isteyenlerin de sayısı hızla artıyor.
Tarım ve hayvancılığın
beli tam anlamıyla kırılmıştır. Çiftçimiz perişan edilmiştir. Bilemiyorum,
köylere gittiğinizde çiftçilerle nasıl diyalog kurabiliyorsunuz.
TEVFİK ZİYAEDDİN AKBULUT
(Tekirdağ) - Çok iyi kuruyor.
FİKRET BADAZLI (Antalya)
- Her gün görüşüyoruz, her gün.
ENİS TÜTÜNCÜ (Devamla) -
Herhalde, şimdi, belki, bizim çiftçimizin, köylümüzün o misafirperverliği,
konukseverliği, sizi, şu anda rahatlatıyor olabilir; ama, öyle sanıyorum ki,
çiftçi, kendisini unutan AKP İktidarından ilk seçimlerde, önümüzdeki
seçimlerde…
FİKRET BADAZLI (Antalya)
- Hiç alakası yok.
ÖMER ÖZYILMAZ (Erzurum) -
Siz, herhalde kendi yaşadığınızı bize aktarıyorsunuz.
ENİS TÜTÜNCÜ (Devamla) -
Önümüzdeki seçimlerde Değerli Milletvekilim, hesabını, bunun hesabına
soracaktır.
Değerli arkadaşlarım,
küçük esnaf ve sanatkârlara bakıyorsunuz, küçük esnaf ve sanatkârlar, hem
vergisini hem de Bağ-Kur primlerini ödeyemez duruma düşmüştür. 2,5 milyon
dolayında Bağ-Kur üyesi, prim borçlusu durumuna düşmüştür ve prim borçlusu olma
nedeniyle de sağlık yardımlarından yararlanamamaktadırlar. Evet, AKP'nin
övündüğü başarıların, gerçekten, maliyeti ağır olmuştur Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri.
Bakınız, bu kürsüden
iddia ediyorum, eğer, 2002 yılında Cumhuriyet Halk Partisi iktidara gelebilmiş
olsaydı, o 2002 yılındaki avantajları elinin altında bulabilmiş olsaydı,
Türkiye'yi çok dahi iyi konuma getirirdi.
MUSTAFA NURİ AKBULUT
(Erzurum) - 2002'de çok mu büyük avantaj vardı?!
ENİS TÜTÜNCÜ (Devamla) -
Öylesine büyük avantajlar vardı ki, bu kısa müddette, sürede bu avantajların ne
olduğunu size anlatmak isterim; ama, mümkün değil, gerçekten olağanüstü
avantajlar vardı; ama, ilk fırsatta, bu kürsüden, 2002'de işbaşına geldiğinizde
nasıl olağanüstü avantajlara sahip olduğunuzu kalem kalem size anlatırım.
Evet, değerli
arkadaşlarım, şimdi, şu anda dedim ki, Türkiye, gerçekten, eğer, Cumhuriyet
Halk Partisi 2002 yılında işbaşına gelmiş olsaydı, hiç kimsenin hayal
edemeyeceği noktaya gelirdi.
Şimdi, ben, IMF'e
kayıtsız şartsız AKP'nin itaat etmesini, köy kahvelerinde, askerlik anılarımdan
yararlanarak şu şekilde anlatıyorum: IMF, önceki hükümetlere, örneğin, bir kez
yat komutu verdiğinde, o komut derhal yerine getirilirdi ve bir kez yatılırdı;
devri AKP'deyse, IMF bir kez yat komutu veriyor, bizimkiler iki kez yatıyor.
IMF -askerlikten yine anımsayalım- 25 metre yüksek sürünme komutu veriyor,
bizimkiler 50 metre, 75 metre alçak sürünme yapıyor, dikenli, taşlı arazide,
üst baş, kan revan içinde. Peki, üstü başı kan revan içinde olan kimler;
halkımızın yüzde 75'ini, 80'ini, hatta 85'ini oluşturan dar ve sabit
gelirliler. Az önce bir bölümüne değindim.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; önümüzdeki dönemde Türkiye'yi hem ekonomik hem de sosyal
açıdan sıkıntıya sokacak çok sayıda sorundan sadece üç tanesine, zamanın
elverdiği ölçüde, belki de satırbaşları itibariyle değinmeyi yararlı görüyorum.
Bunlardan birincisi, işsizlik, yoksulluk, hatta açlık giderek artıyorken,
hükümetin, işsizliğin ve fakir fukaralığın azaldığını iddia etmekte oluşudur.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Türkiye'nin içinde bulunduğu koşullarda işsizliğin,
yoksulluğun, açlığın hatta azalmakta olduğunu nasıl iddia edebiliriz?! Efendim,
Devlet İstatistik Enstitüsünün işgücü hane halkı anketleri böyle gösteriyor...
İşte, yanlışınız burada.
Bakınız, burada bu
işlerden anlayan eski bir planlamacı arkadaşınız olarak konuşuyorum. Bir an
önce bu yanlışın giderilmesi gerekiyor. İşgücü piyasasına Avrupa güzlüğüyle
bakarsanız, Türkiye'de işsizlik oranlarını yüzde 9, yüzde 10 dolaylarında
görürsünüz. Oysa, yine bu gözlükle üçer aylık dönemler itibariyle yine Avrupa
piyasasına baktığınızda, Türkiye'deki işsizlik oranlarının kimi zaman
Fransa'nın ve Almanya'nın işsizlik oranlarına yakın olduğunu görürsünüz. Yani,
böyle bir şey olabilir mi?! Yıllardan bu yana bu gerçeği anlatmaya çalışıyoruz;
Başbakan, bakanlar ve kusura bakmayın AKP'li yetkililer, milletvekilleri hâlâ
Devlet İstatistik Enstitüsünün işgücü hane halkı anketlerine bakarak, işte
yüzde 9'dan, yüzde 9,5'e ya da yüzde 10'dan yüzde 9,5'e işsizlik azalmıştır...
Böyle bir şey olamaz değerli arkadaşlarım. Bu, kendimizi aldatmak demektir,
işsizliğin korkunç tahribatını gözlerden saklamak demektir; bunların hiç
kimseye yararı yoktur.
İşsizlik ile istihdam
sorununun gerçek boyutunu görebilmek için madalyonun diğer yüzüne bakmalısınız.
Madalyonun diğer yüzü işgücüne katılma oranlarıdır. Türkiye'de işgücüne katılma
oranları son derece düşüktür ve giderek de düşmektedir.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Tütüncü,
buyurun, eksürenizi veriyorum; ama, konuşmanızı, lütfen, tamamlayın.
ENİS TÜTÜNCÜ (Devamla) -
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Avrupa Birliğinde
yüksektir ve giderek de yükselmektedir. Mesela, 1990 yılında Avrupa Birliği
ülkelerinde işgücü katılma oranları yüzde 67 idi, bizde yüzde 57 idi, 2004'te
bu oran yüzde 71'e çıkmış, bizde ise yüzde 48'lere düşürülmüş.
Değerli arkadaşlarım,
işte, bu manipülasyon, bu sıkıntı, Türkiye'de işsizliğin gerçek boyutlarının
gizlenmesine neden olmaktadır.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; dikkatinizi çekmek istediğim ikinci konu, Türkiye'de sabit
sermaye yatırımlarının, kamu sabit sermaye yatırımlarının son derece düşük
tutulmasıdır. Biliyorsunuz, sabit sermaye yatırımlarının yapılmaması, bir
ülkenin, ileriye dönük, gizli bir şekilde, son derece ağır bir borç yükü
altına, gizli bir borç yükü altına sokulması anlamına gelmektedir. Avrupa
Birliği ülkeleriyle karşılaştırdığımızda, kamu sabit sermaye yatırımları açısından,
Türkiye, ne yazık ki, örneğin, Avrupa Birliği 15 ülkelerine göre, kişi başına
yüzde 80 daha az kamu sabit sermaye yatırımı yapmaktadır; kilometrekare başına,
Avrupa Birliğine göre yüzde 85 daha az kamu sabit sermaye yatırımı yapmaktadır.
Değerli arkadaşlarım,
Avrupa Birliği ülkeleri, biliyorsunuz, kalkınmış ülkeler, altyapı sorunlarını
büyük ölçüde ortadan kaldırmış ülkeler. Biz, o ülkelerin düzeyini, kalkınmışlık
düzeyini yakalayabilmek için, onlardan çok daha fazla kamu sabit sermaye
yatırımı yapmak mecburiyetindeyiz; ama, geliniz görünüz ki, onların yüzde
80'ini, affedersiniz, yüzde 80'ini yapamıyoruz, onların yüzde 20'sini, yüzde
18'ini ancak ve ancak yapabiliyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Son cümleniz
için mikrofonu açıyorum.
Buyurun.
ENİS TÜTÜNCÜ (Devamla) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'nin, önümüzdeki yıllarda
ekonomik büyümesini gerçekten sıkıntıya sokacak üçüncü olumsuzluğu, cari
işlemler açığının giderek artmakta oluşudur. Burada derin bir analize girmek
istemiyorum; yalnız, sözlerime son verirken, şöyle, izin verirseniz Sayın
Başkan, bir noktayı sizle paylaşmak istiyorum.
Tabiî ki, marifet,
iltifata tabidir demiş atalarımız; ama, marifet fazla olmayınca, iltifatın da
fazla olmaması gerekiyor; çünkü, ben, bunu, AKP'li sayın milletvekili
arkadaşlarımın, bu kutsal çatı altında girmiş oldukları bir anlayışa dayanarak
söylüyorum.
MEHMET EMİN MURAT BİLGİÇ
(Isparta) - Yalnız burada hiç AKP'li yok.
ENİS TÜTÜNCÜ (Devamla) -
Eski devirlerde, bakınız, padişahlara…
BAŞKAN - Sayın Tütüncü,
lütfen…
ENİS TÜTÜNCÜ (Devamla) -
Kapatıyorum.
…"mağrur olma
padişahım, senden büyük Allah vardır" derlerdi.
FİKRET BADAZLI (Antalya)
- Şüphesiz, aksini iddia eden yok.
ENİS TÜTÜNCÜ (Devamla) -
Lütfen, durum, Türkiye'nin durumu o kadar iyi değil. Bu kürsüde konuşan
Başbakana ve bakanlara, lütfen, fazla mağrur olmamalarını söyleyiniz, siz…
FİKRET BADAZLI (Antalya)
- Mağrur olan yok.
ENİS TÜTÜNCÜ (Devamla) -
Lütfen... Görüyoruz...
Mağrur olmamalarını
söyleyiniz; eğer, siz söylemezseniz, halkımız seçimlerde şunu söyleyecektir:
"Mağrur olma Başbakanım, senden büyük millet var."
FAHRETTİN POYRAZ
(Bilecik) - 28 Martta söylediler, ne çabuk unuttunuz.
FİKRET BADAZLI (Antalya)
- Vakti gelince göreceğiz.
ENİS TÜTÜNCÜ (Devamla) -
Bu duygu ve düşüncelerle, hepinizi en iyi dileklerimle, sevgi ve saygıyla
selamlıyorum.
Devlet Planlama Teşkilatı
ve Sermaye Piyasası Kurulu bütçelerinin ülkemize ve memleketimize hayırlı,
uğurlu olmasını diliyorum.
Hepinizi, tekrar, en iyi
dileklerimle, sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Tütüncü.
Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına, ikinci konuşmacı, İstanbul Milletvekili Sayın Bihlun Tamaylıgil;
buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz 10 dakika Sayın
Tamaylıgil; sürenizi ona göre kullanın lütfen.
CHP GRUBU ADINA BİHLUN
TAMAYLIGİL (İstanbul) - Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; görüşülmekte olan Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısının
içeriğinde yer alan BDDK bütçesi üzerinde Grubum adına söz almış bulunuyorum;
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Evet, BDDK deyince,
tabiî, Türkiye'deki bankacılık krizleri, finansal krizler ve o dönemde ortaya
çıkan idarî otoritenin düzenleyici, denetleyici görevlerini dikkate alıyoruz ve
bugüne kadar yapılan yasalara da baktığımızda, her kriz ortamında, bir tepki
yasası olarak kendini göstermiş olan yasama ve ondan sonra eksikleri tamamlama
ve burada da, tabiî, 1999'dan itibaren, el ele, kol kola yürünmüş olan IMF'nin
talimatlarıyla bir düzenleme yapma politikasıyla karşı karşıyayız.
Biraz önce AKP Grubu
adına BDDK üzerinde görüş bildiren arkadaşımız, değerli milletvekilimiz
"çok şükür, bizim zamanımızda bir bankacılık problemi yaşanmadı"
dedi. Yalnız, sayın milletvekili, galiba, Türk bankacılık tarihinin en önemli
krizini teşkil elden İmar Bankasına el koyma süreci ve sonrasının bu dönemde
yaşandığını bir anda unuttu; aynı bu konuda mağdur olan binlerce vatandaşı
AKP'nin unuttuğu gibi.
Şimdi, bundan iki sene
önce, finansal piyasalarla ilgili, bu çatı altında bir araştırma komisyonu
kuruldu ve bu olaydan, İmar Bankası olayından sonra bu komisyon kurulmuştu ve
akabinde de bir bankacılık yasası gündeme geldi. Bu komisyon çalıştı, raporunu
hazırladı, birbuçuk senedir gelip Mecliste görüşülmedi; ama, ne yapıldı;
Türkiye için çok önemli bir başlık olan bankacılık konusunda bir yasa
çıkartıldı. Hatta, bu komisyon üyeleri rica edip tasarıyı gördüler ve ortaya
çıkan katma- değerle ilgili olarak da yasamada herhangi bir paylaşım, ne yazık
ki, kendisi göstermedi. Kim kendini gösterdi; IMF kendini gösterdi. Bankacılık
Yasası çalışmaları ortaya çıktığı zaman Değerli BDDK Başkanının, bankaların
özellikle tasfiye konusunda ortaya koyduğu bir yaklaşım vardı, dedi ki:
"Tasfiye edelim, bankaların yükümlülüklerini üstlenmeyelim..." Ama,
IMF "hayır çıkacak olan yasada bütün yükümlülükleri de üzerinize
alacaksınız…" Haa, bunun için süre, dokuz ay bir geçiş süresi, olmadı üç
ay uzatalım; ama, orada kimleri, neleri güvence altına alıyorsunuz; verilmiş
olan dışkaynaklı borçları ve buna imkân yaratıyorsunuz. Bunun karşısında, gerek
Plan ve Bütçe Komisyonunda ortaya konan tavır gerekse bütün bunları açıklayan
bugüne kadar yüklenilmiş olan risklerin şu an Türk Halkının üzerinde ve
geleceğinde olduğunu dile getirmemize rağmen, ne yazık ki, Meclisin ve Meclis
iradesinin değil, IMF'in talimatı, IMF'nin iradesi geçerli olmuştur ve çıkacak
olan yasa, IMF'den çıkacak olan kredi diliminin serbestisinin anaşartı olarak
ortaya konmuştur.
Bu mudur yasa yapmak, bu
mudur "biz bankacılıkta çok güzel, çok olumlu sonuçlara erdik"
demek?! Tabiî ereceksiniz; çünkü, bu ülke, 47 milyar dolar, sadece 47 milyar
dolar koyduğu kaynakla bu piyasayı finanse etti ve hâlâ baktığınızda, nakit
dışı krediler ve diğer başlıklarda ve kamu bankalarını da dahil ettiğinizde,
çok önemli meblağda bir yükle dolaşıyor. Artık bunun üzerine, sermaye
yeterliliği rasyolarımız şu noktaya geldi dememek, bence zaten çok büyük bir
yanlış olur. Hatta, bu rasyolarda bir de güvenirliği sorgulamak lazım. Geçmiş
dönemde, üç ayrı denetimde üç farklı rasyo ortaya çıkmıştı. Acaba bu nasıl
olmuştur; bunu, çok dikkatli bir şekilde görmek gerekir diye düşünüyorum.
Diğer taraftan, gelin,
biraz teknik konudan uzaklaşalım, Türkiye'nin gerçeklerine bakalım. Bugün
Türkiye'de kredi kartı mağduru olarak ortaya çıkmış binlerce vatandaş var.
Sayıları, 2004 yılında, bir anda, 73 000'den, 2005'te 227 000 kişiye çıkmış;
parasını ödeyemeyen kredi kartı mağduru bunlar. Bunlarla ilgili yasal düzenleme
için, CHP Milletvekilimiz Sayın Aslanoğlu, aylardır, yıllardır, size, burada
gündeme getirip zorluyor. Ne yaptınız? Hayır, ille biz yapacağız, BDDK yapacak,
gündeme getireceğiz... Haftaya inşallah gelecek bu kanun. Ne oldu bu süreçte;
birçok insanımız intihar etti. Daha dünkü gazetelerde, hırsızlıktan yakalanan
vatandaşlarımız var. Neyi bekliyorsunuz; ille böyle kötü örnekler çıksın da mı
yasa yapalım diye bekliyorsunuz?!
Peki, bundan sonra, gelen
yasa… Gelen yasanın içeriğinde ne oluyor; tüketiciyi disipline etme yaklaşımı.
Peki, bankayı nasıl disipline ediyorsunuz?! Gecikme faizinin dışında, bankanın
uygulayacağı faiz oranlarını nasıl disipline edeceksiniz?! Bazı bankalar,
parasını faiziyle ödeyen kredi kartı borçlusunun parasıyla diğerlerini finanse
ediyor. Yüzde 70'ten yüzde 130'a giden marjda kredi kartı faiz uygulamaları
var.
Şimdi, bunları, lütfen
önemli ölçüde dikkate alın. Türkiye'de bir tüketiciyi koruma kanunu var. Bir
baz faiz oranını dikkate alarak, inşallah önümüzdeki dönem -ki, bir hafta
sonra, zannedersem, Sanayi Komisyonuna gelecek- böyle bir yasa çıkartın. Artan
mağdurlar yaratmak yerine, ölen insanların arkasından ağlamak yerine, onları
güldürecek onlara devlet olmanın getirdiği, devletin gücünü kullanma yetkisini
ortaya koyalım.
Şimdi, bankacılık
sektörüyle ilgili diğer bir konuya gelelim. Yüzde 3'lerden gelen yabancı payı
yüzde 12'lerin üzerine çıktı Türkiye'de. Nasıl çıktı bu pay; çünkü, sistemde
var olan boşlukları tamamlayan yabancı sermaye geldi. Peki, Avrupa Birliğine
giriş sürecindeyiz, Avrupa Birliğinin ana temelini oluşturan ülkelerde bu
yabancı payı oranı ne kadar; yüzde 11-12'lerde. Biz ne diyoruz; sınırsız
gelsin, her şeyi verelim.
Arkadaşlar, bazı şeyleri
konuşurken veya hedeflerken Türkiye'nin gerçekleriyle bakmak lazım. Ekonominin
yapı taşı olan KOBİ'ler, bugün, Türkiye'nin yüzde 96'sını oluşturuyor ve iki
sene sonra, 2008'de uygulanacak Basel-II kriterlerine göre baktığınızda, gelen
yabancı banka, bizim mevcut KOBİ'lerimizin yapısıyla nasıl bir kredilendirme
mekanizması uygulayacak; biraz onu düşünelim. Yani, biz her şeyi veriyoruz,
özelleştirmede her şeyi veriyoruz, hadi şimdi şirketleri de verelim; çünkü, ne,
nasıl olacak, bizim bankalar yabancı bankalarla ne ölçüde yarışabilecek,
yabancı banka kriz ortamında bizdeki gibi dirayetle mücadele edecek mi veya
buradaki tasarrufları alıp nereye gidecek? Hiç bunları görmek, hiç bunları
düşünmek istemiyor musunuz?
Diğer taraftan, bakalım;
şimdi, BDDK bütçesine bakıyoruz. Bakın, bir dolaylı vergilendirme uygulanıyor.
Nasıl uygulanıyor; bugün, BDDK'nın gelirleri nereden oluşur; bankaların yılık
kârlarından, bilanço büyüklüklerinden alınan bir harçla oluşur. Bu para, bu
piyasanın düzenleyiciliği için kullanılacağına... Bizim Maliye Bakanı alıştı,
benzin istasyonları vergi dairesi gibi çalışıyor, şimdi, bankaların gelirlerini
de vergi dairesi olarak kullanacak. Bırakın, bu sektörü güçlendirecek, bu
yapıyı daha da ilerletecek bir bütçeyle çalışabilsin bu özel kurumlar. Bu, bir
tek BDDK için geçerli değil, diğerleri için de geçerli.
Şimdi, bir konuya daha
geliyoruz, bir konumuz daha var ki, çok enteresan. Biliyorsunuz, Bankacılık
Kanunu görüşülürken, biz bir konuyu gündeme getirdik ve dedik ki, 2001 yılında
faaliyeti durdurulan bir finans kurumuyla, İhlas Finans Kurumuyla ilgili olarak
tasfiye süreci gidiyor. Bu tasfiye sürecini bu şekilde götürürseniz -ki,
buradaki tasfiye kuruluna verilen süre beş yıldır- beş yılı aşıyor, on, onbeş
yıllık hedefler ortaya konuyor. Gelin, TMSF, belli ölçüde kanunî yetkilerle
donatılmış, bu tasfiye olayını TMSF götürsün. Plan ve Bütçe Komisyonunda kabul
oldu, o hızlandırılmış yasa yaptığınız süreçte; geldi, Mecliste, artık,
birileri ne talimat verdiyse, bu yasa içeriğinden bu madde çıkarıldı.
Peki, aynı günlerde…
Şimdi, size bir rapor sunacağım. Bu raporu Sanayi ve Ticaret Bakanlığı
hazırlamış ve tarihi de 29 Haziran 2005. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı diyor ki,
ilgili kurumla ilgili olarak... Mudilere eşit ve adaletli bir ödeme yapılması
için, tasfiye kurulu üyelerinin mahkeme tarafından atanmasının en doğru yol
olduğu görüşü bildiriliyor bu raporun içinde. Peki, tasfiye kurulu kimlerden
oluşmuş; o kurumu milyarlarca dolar, binlerce yatırımcıyı mağdur etmiş kişilerden
oluşmuş. Peki, ne yapıldı; siz, burada, hep beraber, bir yerden emir geldi,
vazgeçtiniz; o insanlar hâlâ mağdur olarak devam etsin.
Tabiî, bu kurumun
-biliyorsunuz- bağlı olduğu holdingle ilgili açılışlarda, başta Başbakanımız
olmak üzere, pek çok kişi de yer almıştı.
Şimdi, bir ülkedeki TMSF
Başkanının da dile getirdiği hortumcu kimliğiyle baktığınızda, senin hortumcun
benim hortumcum mu var; yani, böyle bir şey olabilir mi? Ve bu da yine sizin
kendi Sanayi Bakanlığınızın tespit ettiği rapordan ortaya çıkıyor. Ben onların
raporunu dile getiriyorum.
Diğer taraftan, tabiî,
hazin hikâye İmar Bankası. İmar Bankasıyla ilgili size defalarca söyledik.
Geçen hafta, Grup Başkanvekilimiz Sayın Haluk Koç, bir kanun teklifi verdi
hazine bonolarıyla ilgili. Gelin, bunları ödeyin; çünkü, burada suçlu halk
değil; suçlu başka; suç, BDDK'ya, geçen sene, bir ay boyunca, benden olsun,
bizim düşüncemizde olsun diye üye atamayan hükümette; suç, çarşaf çarşaf
ilanlar verip "biz hazine bonosu satıyoruz" diye ortaya çıktığında,
buna seyirci kalanda.
Sonra ne oldu; yatırımcı,
mağdur olan kişi suçlu oldu. "Bana mı sordunuz? Bol paraya faiz
alacaksınız" suçlamasıyla, şu an, otuz aydır mağdur, bekliyor.
Ancak, biz, geçen hafta,
o konu üzerinde kanun teklifini konuştuğumuz günün ertesi günü, Danıştay bir
karar verdi ve dedi ki: "Burada hizmette kusur vardır ve bunların tazmin
edilmesi gerekir."
Bakın, Türkiye bir hukuk
devleti. Kanunlar, bu konuda, tek tek size bazı dersler veriyor 2003 Aralık
ayında çıkardığınız yasaya içerik ve ondan sonraki Bakanlar Kurulu kararına
tamamlayıcı olarak ve deniliyor ki...
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun,
konuşmanızı tamamlayın lütfen.
BİHLUN TAMAYLIGİL
(Devamla) - Teşekkür ederim.
...ve deniliyor ki,
kanunen, off-shore’dan dönenler için Anayasa Mahkemesi, hazine bonosundan
dönenler için Danıştay ve yine Danıştay, hazine bonosu diye devletine güvenip
buradan yatırım yapmış vatandaşlar için.
Artık, kanunun hükmüne
uymak, bir an önce de gereklerini yerine getirmek zamanıdır Sayın Başbakan
Yardımcım. Siz, o zamanlar, çok iyi niyetle, çok destekleyerek bu konuya
yaklaştınız; ama, son anda yasa mağdur oldu. Artık, bu mağduriyeti siz
gidereceksiniz diye bekliyoruz.
Evet, son olarak, şunu da
söylemek istiyorum: Türkiye'de bir malî piyasa var; ama, malî piyasanın
düzenleyicisi -yetkilerinde olan- kurumlarda yeterlilik konu olarak yok. Bakın,
sigortacılık sektörü… On yıldır, bu ülkede, sigortacılık sektörünün kanunu yok.
Factoring, leasing dediğiniz zaman, bu sektörlerle ilgili olarak bir denetim
mekanizmasının netliği yok ki. Bunlar bağlıdır, BDDK ile beraberdir. Bunların
hepsini dikkate almak gerekiyor. Son Katılım Ortaklığı Belgesinde de bunların
altı önemle çizilmiş ve bunları dikkate alan çalışmalar içinde olmak
gerektiğini düşünüyorum.
Diğer taraftan, yabancı
sermayeli bankalarla ilgili bir örnek daha vermek istiyorum ve buna göre
düzenlemeyi yapın diyorum. Bugün, Amerika'da, eyaletler arasında, tasarrufların
transferi için sınır vardır. Bugün, Almanya'daki Türk bankaları, Türk
vatandaşlarından aldıkları tasarrufun tamamını Türkiye'ye getiremezler,
kısıtlama vardır. Bugün, Fransa bile, bellibaşlı konularda kendi bankalarındaki
hisse satışına engel olurken, biz, yarınımızı oluşturacak reel sektörün
geleceğini riske atacak bir yapıyla tercih göstermeyelim.
Zamanım bitiyor, çok az
kaldı; ama, şunu da söylüyorum: Ben 1994'te otomobil tarlaları görmüştüm; ama,
şimdi, konutta, marj aşılarak giden inanılmaz bir kredilendirme mekanizması
var. Krediler arttı diyorsunuz. Lütfen, sektörlere bakın. Tarıma yüzde 3,
tekstil konfeksiyona yüzde 7 pay ayrılan bir kredi mekanizmasında, bugün
bireysel kredilerin ağırlığı yüzde 20. Bu tehlikeyi dikkatinize sunmak
istiyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Son cümleniz
efendim.
BİHLUN TAMAYLIGİL
(Devamla) - Bitiriyorum.
Evet, bu gerçeklerle
yüzleşelim; var olanı değil, yarını düşünelim. Bu tür, özellikle finans
sektörünün, çok önemli, çok hassas ve önümüzün beş on yılını ortaya koyacak
düzenlemelere ihtiyacı olduğunu dikkate alalım ve ona göre yasama yapalım.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Tamaylıgil.
Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına üçüncü konuşmacı, Şanlıurfa Milletvekili Sayın Vedat Melik.
Buyurun Sayın Melik. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA MEHMET
VEDAT MELİK (Şanlıurfa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; GAP Bölge
Kalkınma İdaresi Başkanlığının 2006 yılı bütçesi üzerinde Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; öncelikle, hepinizi saygılarımla
selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
kısaca, GAP dediğimiz, Güneydoğu Anadolu Projesi, cumhuriyet tarihimizin en
kapsamlı ve en önemli bölgesel kalkınma projesidir. Adı her ne kadar bölgesel
kalkınma projesi olarak geçse de, zaman içinde yalnız bölgenin değil, aslında,
bütün Türkiye'nin projesi olduğu ortaya çıkmıştır.
Peki, niye bütün
Türkiye'nin projesidir. Önce, kısaca, buna bakmak lazım. Çünkü, Türkiye'de üretilen
hidrolik enerjinin yaklaşık yüzde 50'si, bu proje kapsamında inşa edilen
hidroelektrik santrallarından elde edilmektedir. Çünkü, Türkiye'nin, aslında,
en önemli sektörü olan; fakat, son yıllarda kendi kaderine terk edilen, tekstil
sektörünün ihtiyacı olan pamuğun da yüzde 50'den fazlası bu bölgede
üretilmektedir.
Yine, ülkemizin yem ve
yağlı tohumlar açığının kapatılması anlamında önemli bir yer tutan ve hükümetin
özellikle son aylarda her fırsatta övünerek söylediği mısır üretiminde de
Çukurova'dan sonra ikinci gelen bölgedir. Bütün bunların dışında ve belki de
hepsinden önemlisi, bölgenin en önemli akarsularının kontrol altına alındığı
projedir.
Değerli arkadaşlar,
tarihçiler der ki "insanlık tarihi Sümerlerle başlar." Yani,
Sümerlerden öncesi karanlıktır, insanoğlu tarafından bilinmemektedir. İşte,
değerli milletvekilleri, insanlık tarihinin Türkiye'deki bölümü, yine, bu GAP
Bölgesindedir. GAP Projesinin uygulamaya konulmasıyla birlikte hem bölge halkı
hem bütün Türkiye hem de bütün dünya bu tarihin daha çok farkına varmıştır. Bu
nedenledir ki, Mardin'in bir dünya kenti olduğu ortaya çıkmış, Adıyaman-Nemrut'taki
Kommegena Krallığının, Şanlıurfa'daki Harran Şuayb Şehri veya Göbeklitepe'deki
günümüzden 13 000 sene öncesine giden insanlık tarihiyle ilgili eserler daha
çok önemsenmeye başlanmış, bunun sonucunda da bölgenin şimdiye kadar gözardı
edilen turizm potansiyeli de ortaya çıkmıştır.
Değerli milletvekilleri,
ülkemizin yaklaşık yüzde 10'undan daha büyük bir alanını kapsayan bu proje,
Diyarbakır, Kilis, Gaziantep, Batman, Mardin, Siirt, Şanlıurfa, Şırnak ve
Adıyaman İllerinde uygulanmaktadır hepinizin bildiği gibi. Çok amaçlı bir
bölgesel kalkınma projesi olan GAP, bölgede altyapı, tarımsal yapı, ulaştırma,
sanayi, eğitim, sağlık ve benzeri tüm kesimlerin bir bütün olarak ve birbiriyle
bağlantılı bir biçimde geliştirilmesi amacındadır. Ayrıca, ülkemizin her
bakımdan en sorunlu olan bu bölgesinde gelir artışı yanında bölgenin ekonomik
ve toplumsal yapısında da önemli değişmeler yaratması beklenmektedir.
Dolayısıyla, artık, bu projenin yalnız bölgeye özgü bir proje olduğu, ülkenin
kaynaklarının yalnız bir bölgeye aktarıldığı gibi temelsiz düşünceler ortadan
kalkmalı ve bu projenin tamamlanmasıyla ülke halkının neler kazanacağı tekrar
gözler önüne serilmelidir. Çünkü, daha 1930'larda Türkiye'nin sahip olduğu su
kaynaklarından faydalanılması fikriyle başlayan bu proje, ülke ve bölge
şartlarının o günden bugüne geçirdiği değişiklikler sonucunda bugün hiçbir
hükümetin öteleyemeyeceği, gözardı edemeyeceği kadar önem kazanmış, ulusal ve
biraz daha geniş düşünecek olursak, ülkemizin dışındaki bölgeleri de kapsayacak
bir projedir.
Değerli arkadaşlar,
ancak, 3 Kasım 2002 tarihinden bu yana AKP İktidarıyla birlikte GAP Projesiyle
ilgili düşünceler tamamen değişmiş, öncelikle, bu proje ülkenin gündeminden
düşürülmüş, ardından da yatırımlar tamamen durdurulmuştur. 1989 yılında 388
sayılı yasa gücünde kararnameyle kurulmuş olan; fakat, bugüne kadar kanunu
çıkarılamamış olan Güneydoğu Anadolu Projesi Bölge Kalkınma İdaresi Teşkilat
Kanununun çıkarılması beklenirken, tam tersi olmuş ve AKP İktidarı döneminde,
GAP İdaresinin ortadan kaldırılması yönünde adımlar atılarak, İdarenin
kapatılması yönünde kararlar alınmıştır. Bu konudaki en son karar, bir
çoğunuzun hatırlayacağınız gibi, benden önceki konuşmacıların da dile getirdiği
gibi, GAP İdaresinin görev süresini 2007 tarihine kadar uzatan, 4 Kasım 2004
tarihinde Genel Kurulda görüşülerek kabul edilen yasadır. Bu yasaya göre, 2007
tarihinden sonra GAP İdaresi diye bir kuruluş olmayacaktır.
Biz o zaman, bu
düzenlemeye karşı çıkarken ve sürenin 3 yıl değil de, 10 yıl uzatılmasını
savunurken, bölgede yatırımlar devam ettiği sürece, bu yatırımları koordine
eden İdarenin de görevine devam etmesi gerektiğini söylemiştik. Bu görüşümüze
karşı çıkan Sayın Bakan, GAP İdaresinin yatırımcı bir kuruluş olmadığını,
yatırımların devam edeceğini, koordinasyonun da, kurulacak olan bölge kalkınma
ajansları tarafından veya bölge kalkınma idareleri tarafından yürütüleceğini
ifade etmişlerdi.
Değerli arkadaşlar, GAP
Projesinin temeli, tarımsal sulamadır. Sulama projeleri tamamlanmadan GAP'ın
tamamlanmasından kimse bahsedemez.
Peki, bu hükümetten şimdi
tek bir kişi çıkıp da, üç yıllık iktidarları döneminde yeni bir tek metrekareyi
sulamaya açtıklarını veya ihalesini yaptıklarını söyleyebilir mi; söyleyemez;
çünkü, yoktur.
18 Aralık günü -yani,
yarın- Sayın Başbakanın İzmir'de açılışını yapacağı Devlet Su İşlerine ait 27
adet sulama ve enerji tesisi var. Bunların içerisinden 2 tanesi de GAP
bölgesinde bulunuyor; Şanlıurfa'daki Yaylak ve Bozova sulamaları. Peki, Yaylak
ve Bozova sulamalarını siz mi başlattınız?Bunlar, biri İsrail, diğeri İspanyol
firmasının finansmanıyla, geçen hükümet döneminde ihalesi yapılan ve biten
işlerdir.
Üç yıldır söylüyoruz, bütün Suruç halkı ayakta,
perişan, sersefil, dört gözle Suruç Ovasının sulanma projesini bekliyor; ama,
Suruç Ovasının projesinin ihalesini bile yapamadınız. Proje ihalesini bile
yapamadınız! Firmalar teklif bile vermiyor; bunun sebeplerini araştırıyor
musunuz? Bakın, demiryolu ihalesi olunca, helikopter, tank ihalesi veya Türk
Hava Yollarının uçak alım ihaleleri olunca firmalar sıraya giriyor; ama, sulama
işi olunca ortada kimse yok! Halbuki, Suruç Ovasını sulama işi, yaklaşık 1
milyar dolar civarında bir iş. Aslında, müteahhitlerin iştahını kabartması
gerekir; ama, maalesef, kimseyi bulamıyorsunuz. İhaleyi yapsanız bile,
toplulaştırmaya geçmek için en az 2008 yılını beklemek gerekiyor. Arazi
toplulaştırmasını yapabileceksiniz ki, ondan sonra sulama projeleri
uygulanabilsin.
Adıyaman ayrı bir olay,
Adıyaman İli. Atatürk Barajının bir sahili Urfa ise, diğeri de Adıyaman. Fırat,
Urfa ile Adıyaman İli arasında sınır. Adıyaman, Atatürk Barajına 40 kilometre
uzaklıkta. Var mı Adıyaman'da sulamaya açtığınız bir tek metrekare yer! Orada
da yok.
Tabiî, burada insanın
aklına bazı şeyler geliyor. Geçen sefer de söylemiştik, bu, belki tek başına
hükümetin de altından kalkabileceği bir iş değil; ama, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin altından kalkabileceği bir sorundur. Yoksa, ben diyorum ki, acaba 6
Ekim 2004 tarihinde, Avrupa Birliği Türkiye İlerleme Raporunun bir bölümünde
yazıldığı gibi GAP bölgesindeki su kaynaklarının kontrolü uluslararası bir
yönetimin kararına bırakıldı diye mi kimse bu projelerin ihalesine girmiyor?
Tabiî, bunu da yakında göreceğiz. Aynı durum, aynı pozisyon Viranşehir,
Ceylanpınar, Kızıltepe Ovaları için de geçerlidir değerli arkadaşlar. Bakın,
şimdi…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun.
MEHMET VEDAT MELİK
(Devamla) - Viranşehir'deki sorunu biz defalarca dile getirdik. Evvelki sene
Viranşehir'de sulama enerjisiyle ilgili çok önemli sorunlar oldu. Yalnız
Viranşehir İlçesinde 6 000'den fazla sulama kuyusu var. Kızıltepe'de bu sayı 3
000'den fazla. Bu kuyuların tamamı çiftçiler tarafından açılmış, çiftçilere
göre büyük paralarla açılmış. Fakat, bu çiftçilerin çektiği sıkıntıyı hepimiz
biliyoruz. Oradaki yerel yöneticiler de biliyor, Bakanlığa da intikal etti.
Şimdi, bu çiftçiler hem çok yüksek miktarda elektrik parası ödemekteler hem de
yeraltı su seviyesi her sene daha çok düştüğü için her sene pompalarına boy
ilave etmek zorunda kalıyorlar. Yakında zaten Viranşehir ovalarındaki yeraltı
suları da tükenecektir. Ayrıca, bu çiftçiler, Enerji Bakanlığının gözünde bir
de elektrik kaçakçısı muamelesi görmektedirler.
Peki -Viranşehir'deki
sorun için söylüyorum; Kızıltepe'deki, Nusaybin'deki sorun için söylüyorum,
buna Adıyaman'ı da dahil edebiliriz- bu sorunu kısmen de olsun çözebilmek için
üç yıldır Şanlıurfa-Mardin ana sulama kanalı niçin, hiç olmazsa Viranşehir'e
kadar uzatılmadı veya devletin olanakları yetmiyorsa, daha önce de Meclis'te
gündeme getirildi, Viranşehir'in çok çalışkan, ufku geniş, tarım politikaları
üzerine doktora yapmış bir kaymakamı var; onun yalnız Viranşehir değil,
Kızıltepe, Nusaybin'le ilgili olarak da hazırladığı ve devletin cebinden beş
kuruş para çıkmayacak bir proje var; bu projeyi niçin sahiplenmiyorsunuz?
Değerli arkadaşlar, GAP
kapsamında ilk sulanmaya başlayan bölge bildiğiniz gibi Harran Ovasıdır. Bu yıl
Harran Ovasında sulanabilir arazi miktarı 150 000 hektara ulaşmıştır; ama,
gelin görün ki bu ovanın yaklaşık 50 000 hektara varan bölümü, yani, 500 000
dekarında yeraltı su seviyesi yükselmesinden dolayı çoraklaşma tehlikesi
vardır, hatta birçok köyde bir iki yıldır …
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Melik, son
cümleniz için açıyorum.
Buyurun efendim.
MEHMET VEDAT MELİK
(Devamla) - Değerli arkadaşlar, süre yokluğundan, maalesef, konuşmama daha
fazla devam edemiyorum. GAP çok önemli bir konu, saatlerce konuşulabilecek,
Türkiye'nin en önemli sorunlarından biridir.
Ben şunu söylüyorum son
olarak: 2006 bütçesi oylamasında sırf GAP bütçesine bakarak dahi ret oyu vermek
gerekir.
Hepinizi saygılarımla
selamlıyorum. (CHP ve Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Melik.
Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına, son konuşmacı, Manisa Milletvekili Sayın Ufuk Özkan; buyurun.
CHP GRUBU ADINA UFUK
ÖZKAN (Manisa) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Şahsım ve Grubum adına
Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
müsaade ederseniz 1984 yılından alarak tütünle, tütüncümüzle ve sigarayla
ilgili politikalarımızı sizlerle paylaşmak istiyorum.
1984 yılında ülkemize
yabancı sigarayı sokabilmek için mücadeleler yapılırken Meclis Genel Kurulunda
1077 sayılı Tütün Tekeli Yasası görüşme için sıra bekliyordu; fakat, bu esnada
bir başka yasayla yabancı sigara ithalatına izin verildi ve Tekel aracılığıyla
Anadolu'nun 170 000 tane sigara satıcısına, Anadolu'nun en ücra noktalarına
kadar Amerikan tipi sigarayı, rakibimiz olan sigarayı kendi elimizle, Tekelle
sigara tiryakimizle buluşturduk.
1991 yılına kadar
ithalatını ve dağıtımını Tekel eliyle yapmış olduğumuz yabancı sigara firmaları
1991 yılına kadar yapmış oldukları mücadelenin neticesinde özel firmalara
fabrika kurma iznini de 1991 yılında aldılar. Aynı yıl aynı kanunla Tekelin bu
fabrikalara ortaklık şartı da gündemden kaldırıldı.
Değerli arkadaşlarım,
önce, kaçakçılığı önleme bahanesiyle yabancı sigarayı Tekel vasıtasıyla
Anadolu'daki içicimizle tanıştıracaksın, yeni bir damak tadı oluşturacaksın,
yeni bir tiryaki kitlesi yaratacaksın, daha sonra, bu kitleyi yarattıktan
sonra, istihdam yaratıyorum bahanesiyle sigara fabrikalarını kurmak için yine
Anadolu'nun o saf, temiz insanını aldatıp, kandırıp sigara fabrikalarının
yatırımlarını Türkiye'ye getireceksin ve daha sonra bu sigara fabrikalarında
işlemek için Amerikan tipi tütünü, Türk tütüncüsüne, Türk üreticisine
ürettireceğim diye programlar yapacaksın, onların geçerli olmadığını görünce,
yine, belirli kapılardan geçerek, Amerikan tipi tütünün, burley, virginia tipi
tütünün, Türkiye'ye ithalatına izin vereceksin.
Değerli arkadaşlarım,
dünyanın en önde gelen şark tipi tütün üreticisi ülkemiz ve üreticimiz, ulusal
çıkarlarımız ve tütün üreticimizin korunması gerekirken, içinde bulunduğumuz
durumda, maalesef, korunmadığını ve çok gerilerde kaldığını görüyoruz. Virginia
ve burley tipi tütün, yabancı sigaralarda kullanıldığı için ve bununla ilgili
damak tadı da oluşturulduğu için, yabancı tütün üreticilerimiz desteklenirken,
ülkemiz tütüncüsünün bir bir pazardan çekildiğini, ekimden çekildiğini
görüyoruz.
Dünyaca ünlü tütünümüz
6,5 dolara ihraç edilirken, içinde bulunduğumuz dönemde 2 dolarlara kadar
ihracat fiyatı düştü. Fabrikalarımıza gerekli yatırımlar, maalesef, yapılmadı.
Şark tipi tütün için şu anda Türkiye'de üretim yapan yabancı fabrikalar,
ülkemiz tütününü kullanmadıkları gibi, Yunanistan'dan, Yunan tütüncüsünün
ürettiği, Yunan çiftçisinin ürettiği ve dünyadaki şark tipi tütün üreten ikinci
ülke konumundaki Yunanistan'dan da tütün getirdiler. Böylelikle, Yunan
tütüncüsü desteklenirken, Avrupa Birliğinde, şark tipi tütüne ve tütüncüye
verilen kilo başına 3 euro destek unutulup, gözardı edilip, Türk tütüncüsü de
bir bir pazardan dışarıya itildi, açlığa mahkûm edildi.
4733 sayılı Yasanın 6 ncı
maddesinde, sözleşmeli ve açık artırmalı tütünle ilgili bir düzenleme vardır.
Hepinize sorarım; bilhassa tütüncü bölgelerimizdeki milletvekillerimize
sorarım: Açık artırmayla ilgili, bugüne kadar olumlu bir şey yapılmış mıdır?
Açık artırma salonları kurulmuş mudur? Buralarda bir tane tütüncümüz, açık
artırmada "ben, tütünümü 3 000 000 liradan açık artırmaya götürdüm; 3,5
milyon liraya, 4 000 000 liraya sattım" ifadesini acaba kullanmış mıdır?
Bunu, tütün üreticisi arkadaşlarımız, lütfen bir birbirine sorsunlar.
1990 yılında 521 592 tane
ekicimiz varken, 2003 yılına gelindiğinde, 333 842 rakamına inmiştir. Bugün,
içinde bulunduğumuz yıl, 260 000 civarında tütün üreticimiz kalmıştır. Tarımsal
nüfusun azaltılması için, Avrupa Birliği, Dünya Bankası ve IMF dayatmaları,
Türkiye gerçeğiyle hiçbir suretle bağdaşmaz.
Siz, iktidara
geldiğinizde, Tekelin yıllık gayri safî satış hâsılatı 4,4 katrilyon liraydı.
Yine, siz, iktidara geldiğinizde, kamuya sağladığı fon yıllık 2,9 katrilyon
liraydı, günlük hâsılatı yaklaşık 19 trilyon liraydı. Tütüncüye ödediği 2002
yılında 150 trilyon lira, üzümcüye ödediği 80 trilyon liraydı. Bugün, tütün
üreticisine ve üzümcüye bu hükümetin kaç para ödediğini sormak istiyorum.
Tekel, 5 Şubat 2001
tarihinde özelleştirme kapsamına alındığında, 2000 yılında pazar payı sigarada
yüzde 70 idi; 2001 yılında yüzde 68'e, 2002 yılında yüzde 61'e, 2005 yılına
gelindiğinde yüzde 50'lerin altına indi.
Bunun bir tek sebebi var;
Tekelin yapması gereken yatırımları ve piyasanın talep ettiği, tercih ettiği
yatırımları yapmamak, onların içeceği, damak tadını oluşturdukları sigaraları
ve paketi yapmamaktır. Bununla ilgili yapılmış olan düzenlemeden size
bahsetmeden önce, her yüzde 1'lik dilim için Tekelin kaybettiği paranın 70
trilyon lira olduğunu size söylersem, bu konudaki rakamın büyüklüğünü de
gözünüzün önüne getireceğim.
Değerli arkadaşlarım, 3
Ocak 2002 tarihinde, sizler muhalefetteyken geçen bir tütün kanunu var. Bu
kanunda, makinelerin nasıl olması gerektiğini, fabrikaların nasıl yatırım
yapması gerektiğini düzenleyen bir madde var. Polemik konusu olan, Tokat Sigara
Fabrikasıyla ilgili yatırımların engellendiği bir madde var. Bu maddede belirli
tonajları verdikten sonra aynen şunu söylüyor: "Tütün hazırlama bölümleri
dahil, tam ve yeni teknolojiyle tesis kurulması şarttır" ifadesi var.
Şimdi, elime geçen bir
kanun tasarınız var; Tütün ve Tütün Mamulleri Piyasası Kanun Tasarısı. Bu
kanundan bahsederken, şunu da parantez içinde söylemek istiyorum: Cumhuriyet
Halk Partisi iktidarında, şu getirmeye çalıştığınız kanun tasarısı, Türkiye
gerçeklerine ve Türk tütüncüsünün ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde
düzeltilecektir.
Değerli arkadaşlarım,
burada getirmiş olduğunuz…
(AK Parti sıralarından
"Ne zaman iktidara geleceksiniz" sesi)
UFUK ÖZKAN (Devamla) -
Yakında göreceksiniz ne zaman iktidar olduğumuzu!
Burada getirmiş olduğunuz
yeni düzenlemenizi size okumak istiyorum.
MEHMET SEKMEN (İstanbul)
- Oku, oku!
UFUK ÖZKAN (Devamla) -
Şimdi okuyorum. Yine devam ediyor: "Tam ve yeni teknoloji ile
kullanılmamış makine ekipmanı içeren tesisler kurulması şarttır. Bu şart,
mevcut kurulu tesislerin yenilenmesinde de alınır."
Değerli arkadaşlarım,
çıkarmaya çalışacağınız şu kanun, hiçbir surette Türk tütüncüsünün ve Türk
tütün sanayiinin geleceğiyle ilgili olumlu adımlar atılmasına sebep ve yardımcı
olmayacaktır. Muhalefet sırasındayken konuşmuş olduklarınız, dosya dosya
sözleriniz var; Sayın Musa Uzunkaya'nın, Sayın Ramazan Toprak'ın, Sayın Eyüp
Fatsa'nın, Sayın Bülent Arınç'ın, Sayın Mahfuz Güler'in, Sayın Mehmet Ali
Şahin'in konuşmuş olduğu sözler var. Ben, merak ettim, okudum; onların söylemiş
oldukları sözlere, o gün söylemiş oldukları sözlerin altına bugün imzayı
atarım; ama, muhalefetteyken başka iktidardayken başka oluyorsa, onun da en iyi
örneğini siz veriyorsunuz.
Değerli arkadaşlarım,
Akhisar sigara fabrikasının açılmasıyla ilgili, seçimlerden hemen sonra, o
günkü ilgili Bakan Sayın Abdüllatif Şener'le görüşmemde ve o günkü Tekel Genel
Müdürüyle görüşmemde, Akhisar sigara fabrikasının açılması konusunda epey
ümitvar idim; ama, maalesef, daha sonra ilgili bakandan başka bir bakanlığa
alındı, şimdi de Tekel Genel Müdürlüğü başka birisine verildi. Gelin görün ki,
şimdi içinde bulunduğumuz durumda, Malatya fabrikasının kapatılması kararı da
alınmak üzere, kâr eden kuruluş olan Adana fabrikasının da kapatılması kararı
alınmak üzere.
Değerli arkadaşlarım,
Tütün, Tütün Mamulleri ve Alkollü İçkiler Piyasası Düzenleme Kurulu ne iş
yapar; bu, kime iş yapar; Tekelin özelleştirilmesi konusunda Türk Hükümetine
vereceği bir beyan var mıdır, bir görüş var mıdır?
Sevgili milletvekillerim,
bunun dışında, bir çıkın; bir çıkın, bir gezin; gezmiş olduğunuz yerler, il
merkezleri, şehir merkezleri; kaymakamları, valileri, daire başkanlarını
peşinize takarak yapmış olduğunuz çalışmalarda, elbette, size, köylümüz,
vatandaşımız ulaşıp, tenkitlerini söyleyemez; ama, bir gidin bakalım o tütün
köylerine, bir gidin bakalım o çiftçilerin yanına… Bitirdiğiniz sadece Türk
tütüncüsü değil, Türk gençliğinin geleceğini de kapattınız; bunları, lütfen
dikkate alın.
MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) -
Kemal Derviş getirdi onları…
UFUK ÖZKAN (Devamla) -
Olabilir; siz de, aynen uyguluyorsunuz.
Devlet denetiminden ve
kurallarından kaçarak, yabancıların talepleri doğrultusunda, kendi etki
alanlarınızı yapmak ve kalıcı kadroları oluşturmak üzere uğraşıyorsunuz.
Dışarıdan gelen talimatlar doğrultusunda ülkemizi yönetmeye çalışıyorsunuz.
Değerli arkadaşlarım,
Başkanın vereceği eksürede de, biraz, alkol işine değinmek istiyorum. Bu
alkollü işlerle ilgili, hepinizin bildiği gibi, satışı 292 000 000 dolara
gerçekleştirdiniz.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun.
UFUK ÖZKAN (Devamla)
- Bununla ilgili, Yüksek Denetleme
Kurulunun yapmış olduğu bir rapor var; alın, bu raporu bir inceleyin, harama
hile kattınız mı katmadınız mı burada görün. Tekelin içki bölümünü sattığınız
zaman "şükür, haramdan kurtulduk" dediniz; ama, haramdan kurtulurken,
harama hile kattınız. Buna hile kattığınızın göstergesi elimizdeki raporlarda
var; hepiniz de açın bakın…
ALİ AYAĞ (Edirne) - Nasıl
oluyor harama hile katmak?!
UFUK ÖZKAN (Devamla) -
Harama hile kattınız… Yapmış olduğunuz işlerde, göstereceksiniz, açacak,
bakacaksınız.
MEHMET EMİN TUTAN (Bursa)
- Anlat… Anlat…
UFUK ÖZKAN (Devamla) -
Ben anlatıyorum.
Maliye Bakanlığına,
aynen, Yüksek Denetleme Kurulu şunu söylüyor; diyor ki: "Teftiş Kurulunca
bunu inceleyin" diyor. Açık suiistimaller var… Sorular kısmına geldiğinde,
bunlarla da ilgili gerekli şeyi söylerim.
Değerli arkadaşlarım,
vergisi yüksek olan bütün ürünlerin kaçağını ortaya çıkardınız. Akaryakıtta,
ziraî ilaçta, sigarada, alkolde, bütün her şeyde; kimin, hangisinin vergisi
yüksekse, kimde ÖTV, kimde KDV, hangi malda yüksekse bunun kaçağını yarattınız.
Kaçağını engelleme konusunda da samimî adım atmadığınızı, hem akaryakıt
kaçakçılığı komisyon raporunun devamında görüyorum hem de bu piyasada satılan
sahte içki ve sigaralarda görüyorum. Bir bir bütün değerlerimizi satıyorsunuz.
Cumhuriyetin kazandırdığı bütün değerlerimizi bir bir satıyorsunuz. Sattığınız
yetmiyor, üç yıl içinde, cumhuriyet hükümetlerinin tamamı kadar borçlandınız.
100 milyar dolar ilave borç yaptınız. Bu borçla da, çıkıp burada, bütçe
görüşmeleri üzerinde, kendi mutluluklarınızı ve memnuniyetinizi ifade
ediyorsunuz. 100 milyar dolar bu ülkeyi borçlandırmak, bu ülkenin geleceğine
ipotek koymaktır.
Hepinizi sevgi ve
saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Özkan.
Sayın milletvekilleri,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına konuşmalar tamamlanmıştır.
Şahısları adına söz
isteği var, hükümetin de söz isteği var.
Şahısları adına, lehte,
ilk söz, Mardin Milletvekili Sayın Selahattin Dağ; buyurun.
Sayın Dağ, süreniz 10
dakika; konuşmanızı ona göre ayarlayın lütfen.
SELAHATTİN DAĞ (Mardin)
- Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2006 malîyılı bütçesinde yer alan GAP Kalkınma İdaresi
Başkanlığı bütçesi hakkında görüşlerimi belirtmek üzere, şahsım adına söz almış
bulunuyorum; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
GAP, Türk ekonomisinin olduğu gibi, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinin de
hayat kaynağıdır. Bu ülkenin de can damarı olup, son derece önemli ve kapsamlı
bir projedir.
GAP bölgesindeki sulanabilir
tarım arazisi 1 700 000 000 hektardır. GAP Projesinden ve Atatürk Barajından
civar iller faydalanmış, en bereketli ve en verimli topraklara sahip olan
Mardin İlimiz faydalanamamıştır. Tüm çiftçilerimiz suyun gelmesini bekliyor.
Yıllardır çiftçilerimize söz verildi; ancak, çiftçilerimizin oylarını aldılar,
su, sözde kaldı.
Değerli arkadaşlar,
çiftçilerimizin sorunlarına acil çözüm yolları bulunması gerekmektedir. Doğu ve
Güneydoğu Anadolu Bölgesinde yapılacak yatırımlarda ve uygulanacak tedbirlerde
bölgenin sosyoekonomik özelliği dikkate alınarak ayrıcalık tanınması en büyük
talebimizdir. Bu talebin, AK Parti İktidarımızca derhal dikkate alınarak
gereğinin yapılacağından hiç kimsenin şüphesi olmasın.
Değerli arkadaşlar, AK
Parti Hükümetince, kırsal alandan kente göçü önlemede bir tedbir olacak GAP ana
kanalı, sulama için acilen Viranşehir, Ceylanpınar ve Mardin Ovasına
götürülecektir.
Tarımsal sulamada bütün
çiftçilerimizi kapsayacak bir şekilde, bir defaya mahsus olmak üzere, elektrik
borçlarının affedilmesi, çiftçilerimizi büyük ölçüde rahatlatacaktır. Aksi
takdirde, çiftçilerimiz icralık duruma düşecek ve bu durum da daha vahim
olacaktır. Çiftçilerimizin durumu bu hale gelmeden, Sayın Bakanım, bu sorunun
çözümünü dikkate alacağını söyledi.
Sahip olduğu doğal
kaynaklar, sosyokültürel yapısı, ekonomik ve sosyal açıdan geri kalmışlığı,
jeopolitik konumu, geçmişte yaşanan terör olaylarının izleri bölgemi, ülkenin
diğer bölgelerinden çok farklı özel bir konuma getirmiştir.
Bölge insanımızın gelir
düzeyini artırmak ve yaşam kalitesini yükseltmek amacıyla uygulanan GAP,
istihdam, eğitim, sağlık gibi faydalarının yanında, meydana getireceği yüksek
tarım ve sanayi potansiyeliyle de işsizlik ve yoksulluğun azaltılmasını mümkün
kılacaktır. Tarım işçisi olarak göçen bölge halkı da, evinde, toprağında
kalacak ve geri dönüş sağlanacaktır. GAP, temelinde, yöre halkının gelir
düzeyini, yaşam kalitesini, eğitim ve sağlık hizmetleri düzeyini yükseltmeyi
hedefleyen, sürdürülebilir insanî gelişmeyi sağlamayı temel alan bir toplumsal
dönüşüm projesidir.
Değerli arkadaşlar, GAP,
ülkemizi uluslararası alanda da markalaştıran ve kısa sürede kendini amorti
edebilecek verimli bir projedir. GAP için bugüne kadar yapılan toplam harcama
17 milyar dolar olup, sadece elektrik getirisinin 15 milyar dolar olduğunu
gözönünde bulundurursak, GAP kendi kendini amorti etmiştir.
Bölge insanının, 59 uncu
hükümet olarak AK Parti İktidarının bu büyük projeyi bitireceğine olan inancı
tamdır. Çeşitli dönemlerde uygulanan teşvik tedbirleri, maalesef bazı
nedenlerle istenilen hedefe ulaşmada başarılı olamamıştır. Bu nedenle,
bölgemizde ekonomik olağanüstü hal uygulaması ihtiyacı kaçınılmaz duruma
gelmiştir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri, tarımsal sanayie dayalı
yatırımlar açısından pilot bölge seçilmelidir. Sanayi yatırımı yapmak isteyen
yatırımcıya özel teşvik edici destekler uygulanarak, büyük şehirlere göç
durdurulmalıdır.
Değerli arkadaşlarım,
gelir düzeyi zayıf olan bölge halkı, ekonomisini ve kalkınma hızını felç eden
terörün yarattığı sıkıntılardan kurtulmak istemektedir. Benim bölgemde yaşayan
çoğu aileler kendi içinde bölünmüş, birbirine düşman aile fertleri haline
gelmiştir. Aynı ailenin fertlerinin biri dağda, diğeri askerde, öteki ferdi ise
koruculuk görevi yapmaktadır. Devletin yanında yer alan da, devletine karşı
yanlış yapan da, aynı ailenin, aynı aşiretlerin fertleridir.
Üstelik, kan davaları,
aşiret kavgaları, işsizlik, terör sebebiyle mezra ve köylerinin boşaltılması,
bölge insanını göçe zorlamıştır. Göçle gelen bu insanlar, geldikleri yerlerde
de çeşitli sıkıntılar ve zorluklarla karşılaşıp, uyum sorunu yaşamaktadırlar.
Göç, şehir merkezlerinin de varoş haline gelmesine neden olmuştur. Ayrıca,
geçmişte yanlış ve keyfî uygulamalar sonucu, çoğu bölge insanı mağdur olmuştur;
ya bir iftirayla işe yerleşemedi ya da işten atıldı ya da bölgede görev yapamaz
denildi ya da görevde yükselemez veya yönetici olamaz diye dosyasına not
düşüldü. Bu durumdaki mağdur vatandaşlarımızın çoğu bize geliyor. Maalesef, bu
uygulamalar, devlete zarar vermiştir. Bölge halkına yapılan bu yanlı tavır ve
davranışlardan dolayı devlete olan güveninde zafiyet kaybı olmuştur.
İnsanız, herkes hata
yapabilir. Ülke olarak geçmişte uygulanan bir hatamız varsa, bununla
yüzleşmeliyiz. Hatadan dönmenin de bir fazilet olduğunu bilmeliyiz. Devlet
olmanın gereğini yapmalıyız.
Değerli arkadaşlar, bu
ülkede yaşayan, etnik kökeni, dili, dini, mezhebi ne olursa olsun herkes
terörden maddî ve manevî zarar görmüştür. Terör, bugünün sorunu değildir. Bu
hale gelmesinde, geçmiştekilerin de vebali çoktur. Demokratikleşmede,
özgürlüklerde ve değişimde yeni açılımlar oluşturmalıyız. Yaşadığımız sorunlar
bizi zorlasa bile, asla geri adım atmamalıyız. Binlerce yıldır aynı coğrafya
üzerinde, sevgi, saygı, kardeşlik ve dostluk duygularıyla yaşadık, et ve tırnak
gibi birbirimizden ayrılmaz bir bütün olduk. Bölge halkı, ülkemin bölünmesine
asla razı değildir, izin de vermeyecektir.
Alparslan, Malazgirt
Savaşıyla Anadolu'ya girişinden itibaren, aralarında din bağı bulunan Kürtlerle
birlikte savaşarak Anadolu'yu fethetmiştir. Yavuz Sultan Selim döneminde,
İran'da Safevi Devletiyle olan savaşta, yine Kürtlerle birlikte savaş
kazanılmıştır. Abdülhamit döneminde de, İngilizler, Araplardan sonra Kürtlere
gelerek bir Kürt devletini kurabileceklerini söylüyorlar, ancak, Kürtler bu
talebi kabul etmeyip, derhal Abdülhamit'e bildiriyorlar.
Değerli arkadaşlarım, Ulu
Önder Atatürk de, 24 Haziran 1919 tarihinde Kâzım Karabekir Paşaya gönderdiği
şifreli mesajında, Kürtlerin, Türk kardeşlerinden kesinlikle
ayrılamayacaklarını, bu uğurda son kişilerine varıncaya kadar ölüme hazır
olduklarını; ayrıca, İngilizlerin kendilerine vermek istediği önemli miktardaki
parayı da almayarak, namus ve yurtseverliklerini gösterdiklerini belirtmiştir.
Çanakkale'de olduğu gibi, tüm Kurtuluş Savaşlarında aynısı olmuştur.
Değerli arkadaşlar, bin
yıldır Kürdüyle, Çerkeziyle, Lazıyla, Boşnağıyla, Arabıyla, Arnavuduyla
birlikte olmuş, daha bin yıllarca birlikte olacak bu halkı hiç kimse
parçalayamayacaktır. (Alkışlar)
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun.
SELAHATTİN DAĞ (Devamla)
- Bilinmelidir ki, bölmeye çalışanlara karşı da bu halk tek vücut olacaktır.
Sorunları birlikte tespit
edip, gerçekçi ve samimî bir şekilde çözüm aramalıyız. Birbirimizi yanlış
anlamamalıyız.
Devlete olan güveni,
ülkede huzuru ve istikrarı Ak Parti İktidarı sağlamaktadır ve sağlamaya da
devam edecektir, buna hiç kimsenin şüphesi olmasın.
Dünyada hiçbir ülke,
özgürlükleri daraltarak, baskı yaratacak kanunlar çıkartarak terörün üstesinden
gelmemiştir. Bununla mücadelede güvenlik kuvvetlerimizi başarılarından dolayı
kutluyorum; ama, bu mücadeleyi sadece güvenlik kuvvetlerimize yüklemek de
yanlıştır.
Terörün kaynağı işsizlik,
yoksulluk, cehalet ve açlıktır. Açlık ve sefalet de, ancak ekonomik önlemlerle,
bölge halkını kazanmakla yok edilecektir. Yatırımların teşvik edilerek istihdam
alanlarının açılması gerekmektedir. Ayrıca, birçok bölge insanı cahil ve mağdur
durumdadır; kendilerini ifade edemiyorlar. Bu yüzden, bölgede görev yapan
yöneticilerin ve kamu görevlilerinin halka hoşgörü göstermesi, güler yüzle,
sabırla, tatlı dille halka yardımcı olmaları, devleti, bölge halkına tanıtmalı,
kazandırmalı ve sevgiyle kucaklamalıdır. Gerekirse sorunların bire bir
değerlendirilip çözülmesi ve güneydoğunun kalkınması için bütçesi olan bir
bakanlığın kurulması, siyasî ve ekonomik olarak ülkemizin faydasına olacaktır.
Terörün istediği de, devlet yanlış yapsın, bölge halkı yoksul ve cahil kalsın,
gençleri saflarına çekebilsin. Terör örgütünün bu beklentisine AK Parti
İktidarı fırsat tanımamıştır, tanımayacaktır da.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Dağ,
mikrofonu açıyorum; konuşmanızı tamamlayın.
SELAHATTİN DAĞ (Devamla)
- Hele son olaylarda, Başbakanımızın bölgeye kardeş gözüyle bakması, bölgeye
sahip çıkması, terör ve terörden beslenenlerin işine gelmedi.
Bu toplumda etnik
kimlikleri kullanarak vatandaşlar arasında gerginlik yaratanlara hepimiz karşı
durmalıyız. Etnik çatışmadan siyasî çıkar ve rant elde etmek isteyenlere de bu
fırsatı asla tanımamalıyız.
Değerli arkadaşlar, bölge
halkı ile devlet arasında en önemli bağın milletvekilleri olduğunu da
unutmamalıyız. Bölge milletvekili ve milletvekili ailesi olmak, bölgede siyaset
yapmak, gerçekten zordur.
Değerli arkadaşlar,
sizler gibi rahat değiliz. Çoğu zaman iki ateş arasında kalıyoruz; kolay
değildir. Sayın Başbakanımızın baştan beri yaptığı da, ekonomisi güçlü bir
Türkiye için, dostluğu, sevgiyi ve kardeşliği yerleştirmeye çalışmaktır.
Yine, güçlü bir
Türkiye'nin gelişmiş ülkeler arasına girmesi ve ekonomisinin büyümesi,
demokratikleşmesi, millî birlik ve beraberlik, huzur, barış ve kardeşliğin
sağlanması, Sayın Başbakanımızın en büyük arzusudur. İktidarımız, sorun üretme
değil, sorunların çözümünde tek adrestir.
Türkiye sevdalısı,
halkını seven, halkın güvenini kazanan, ülkede ekonomik istikrarı sağlayan, aç
ve yoksulun, işsizin, darda, zorda olanın halini ve bölgesel sorunları bilen
Sayın Başbakanımız, bu ülkenin ekonomi ve siyasî alanda tüm sorunlarını,
Allah'ın izniyle, çözecektir.
BAŞKAN - Sayın Dağ,
lütfen, tamamlayın.
SELAHATTİN DAĞ (Devamla)
- Bitiriyorum Sayın Başkan.
Bu ülkeyi seven herkesin
de Sayın Başbakanımıza destek vermesi lazımdır.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlar; Değerli Arkadaşım Sayın Muharrem Doğan, bu kürsüden, Mardin'de bir
şeylerin yapılmadığını dile getirdi. Mardin'de ve her ilde, eğitimde, kültürde,
sağlıkta, ulaşımda, sosyal yardımlaşmada, yeşilkartta, 59 uncu hükümet olarak
yapılanlar, geçmişin yirmi yılında yapılanlara bedeldir. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
Mardin'de iki fakültenin
açılmasıyla ilgili çalışmalar Bakanlar Kuruluna gelmek üzere. Ayrıca,
hedefimiz, Mardin'de üniversite kurmaktır.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Dağ,
lütfen, son cümlelerinizi rica ediyorum.
SELAHATTİN DAĞ (Devamla)
- Değerli arkadaşlar, yirmibeş yıldır Mardin'de beyazsu konuşuluyordu. Şu anda,
beyazsuyun ikinci etabı ihale edildi. Mardin beyazsuya kavuşuyor.
Değerli arkadaşlar,
bunlara, vaktim olsaydı, teker teker Muharrem Kardeşime cevap verecektim.
AK Parti İktidarı,
halkımızın bugünden yarınlarına umutla bakabilmesini sağlayacak tedbirleri
almakta ve almaya devam edecektir.
Yarınlarımızın bugünden
daha iyi olması temennisiyle, 2006 malî yılı bütçesinin tüm milletimize hayırlı
olmasını diliyor; bu vesileyle, tüm halkımıza ve Yüce Meclise saygılar
sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyoruz Sayın Dağ.
MURARREM DOĞAN (Mardin) -
Sayın Başkanım, 69 uncu maddeye göre söz talep ediyorum...
BAŞKAN - Sayın Doğan, her
ne kadar isminizden bahsettiyse de, sizi rencide edecek bir şey söylemedi.
REYHAN BALANDI
(Afyonkarahisar) - Yanlış bilgi verdi; aydınlığa kavuşturulması lazım.
BAŞKAN - O da yapılanları
anlattı. Bu, tabiî bir şey. Bir sataşma olduğu kanaatinde değilim.
Teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri,
birleşime 5 dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 15.22
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 15.33
BAŞKAN: Başkanvekili İsmail ALPTEKİN
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Ahmet KÜÇÜK
(Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 34 üncü Birleşiminin Üçüncü
Oturumunu açıyorum.
2006 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2004 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu
Tasarıları üzerindeki görüşmelere kaldığımız yerden devam ediyoruz.
IV.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
1.- 2006
Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2004 Malî Yılı Genel ve Katma
Bütçeli Daireler ve İdareler Kesinhesap
Kanunu Tasarıları (1/1119; 1/1084, 3/907; 1/1085, 3/908) (S.Sayısı: 1028, 1029,
1030) (Devam)
A) DEVLET
PLANLAMA TEŞKİLATI MÜSTEŞARLIĞI (Devam)
1.- Devlet
Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı 2006
Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Devlet
Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı 2004 Malî Yılı Kesinhesabı
B) SERMAYE
PİYASASI KURULU (Devam)
1.- Sermaye
Piyasası Kurulu 2006 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçesi
C)
BANKACILIK DÜZENLEME VE DENETLEME KURUMU (Devam)
1.- Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
D) GAP
BÖLGE KALKINMA İDARESİ BAŞKANLIĞI (Devam)
1.- GAP
Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı 2006
Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
E) TÜTÜN,
TÜTÜN MAMULLERİ VE ALKOLLÜ İÇKİLER PİYASASI DÜZENLEME KURUMU (Devam)
1.- Tütün,
Tütün Mamulleri ve Alkollü İçkiler Piyasası Düzenleme Kurumu 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.
Şimdi, söz sırası,
Hükümet adına, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcımız Sayın Abdüllatif Şener'e
aittir.
Buyurun Sayın Bakan. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
Devlet Planlama Teşkilatı, GAP İdaresi Başkanlığı, SPK, BDDK ve Tütün, Tütün
Mamulleri ve Alkollü İçkiler Piyasası Düzenleme Kurumu bütçeleri üzerindeki
müzakereler münasebetiyle sayın üyelerimize en derin saygılarımı sunuyorum.
Bakanlığıma bağlı ve
ilgili kuruluş bütçeleri üzerinde söz alan, değerli görüşlerini Genel Kurulla
paylaşan Karabük Milletvekili Mehmet Ceylan, İstanbul Milletvekili Muharrem
Karslı, Samsun Milletvekili Ahmet Yeni, Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Atilla
Maraş, Batman Milletvekili Ahmet İnal, Mardin Milletvekili Muharrem Doğan,
Gaziantep Milletvekili Ömer Abuşoğlu, Tekirdağ Milletvekili Enis Tütüncü,
İstanbul Milletvekili Bihlun Tamaylıgil, Şanlıurfa Milletvekili Vedat Melik,
Manisa Milletvekili Ufuk Özkan, Mardin Milletvekili Selahattin Dağ ve benden
sonra konuşacak olan Balıkesir Milletvekili Sedat Pekel'e şükranlarımı,
teşekkürlerimi sunuyorum.
Özellikle, bir cumartesi
günü bu kurumların bütçelerine ilgi gösteren, izleyen siz değerli
milletvekillerimize de aynı şekilde teşekkürlerimi sunuyorum.
Bildiğimiz gibi bütçesini
ele aldığımız kurumlardan biri Devlet Planlama Teşkilatıdır. Devlet Planlama
Teşkilatının kuruluşuyla ilgili kanuna baktığımız zaman 2 nci maddede görevleri
düzenlenmiştir. Buna göre, kaynakların verimli kullanılması ve kalkınmanın
hızlandırılması amacıyla, ülkenin ekonomik, sosyal ve kültürel planlama
hizmetlerinin bir bütünlük içerisinde etkin, düzenli ve süratli olarak
görülebilmesi için kurulmuş bir teşkilattır. Bu amaçları gerçekleştirebilmek
maksadıyla, Devlet Planlama Teşkilatı her şeyden önce hükümete müşavirlik yapan
bir kuruluştur. Bunun dışında koordinasyonla ilgili görevleri vardır; ayrıca,
politika oluşturulmasına yönelik görevleri vardır. Bu bakımdan, Devlet Planlama
Teşkilatı bütçesinden bahsederken ister istemez izlenen ekonomik politikaları
değerlendirmek ve buna göre konuyu masaya yatırmak gereklidir diye düşünüyorum.
Ekonomiyle ilgili
uluslararası uzun vadeli karşılaştırmalarda en temel ele alınan gösterge
ekonominin büyüklüğüdür, ekonominin büyüme hızıdır. Onun için büyüme rakamları
bizde de her zaman önemli olmuştur. Dünyadaki büyüme oranları nedir,
Türkiye'deki büyüme oranları nedir, ne olmaktadır, bu masaya yatırılmıştır.
2005 yılının üçüncü
çeyreğinde gayri safî millî hâsıladaki büyümenin 7,3 oluşuyla birlikte açıkça
görülmüştür ki, bu hükümet, daha önceki yıllarda olduğu gibi büyüme hedeflerini
gerçekleştirmektedir, hatta büyüme hedefleri öngörülenin üzerinde
gerçekleşmektedir. Bu üç çeyrekteki verilere göre yüzde 5'lik büyüme hedefinin
aşılacağı anlaşılmaktadır.
Diğer taraftan, 4 yıllık
büyüme oranına baktığımızda, kümülatif olarak ekonomimizin bu 4 yıl içerisinde
yüzde 31,9 büyüdüğünü görüyoruz. Böylesine büyük, yüksek bir performans
çokpartili siyasî hayata girdiğimiz günden bugüne kadar yaşanmamıştır,
görülmemiştir. Hatta bunu tam net olarak ifade edecek olursak, 1953 yılından
bugüne kadar yaşanan en kalıcı, sürekli ve en yüksek büyüme Hükümetimiz
döneminde gerçekleşmiştir. Üstelik bu büyüme, daha önceki dönemlerde yaşanan
2000-2001 krizlerinden sonra gerçekleşmiştir ve 2001 krizi sonrasında onbeş
çeyrektir sağlanan ekonomik büyümenin devam etmekte olduğunu görüyoruz.
2002-2005 döneminde
sağladığımız büyümenin özelliklerine baktığımızda da, daha önceki dönemlerde
görmediğimiz bazı noktaları belirleyebiliriz, altını çizebiliriz. Bakın,
1990-2001 yılları arasında gayri safî yurtiçi hâsıla büyümesi, yılda ortalama
yüzde 3,1 olmuştur. 1990-2001 arasındaki oniki yıllık periyotta yıllık ortalama
yüzde 3,1'lik büyümeye karşılık, 2002-2005 dönemindeki yıllık ortalama büyüme
oranı yüzde 6,9'dur; 2 katından daha büyük bir orandan söz ediyoruz. Ayrıca, bu
yeni büyüme, özel sektör ve ihracat ağırlıklı olarak gelişmektedir ve
verimliliğe dayalı olarak gelişmektedir; kalıcı oluşu da bundan
kaynaklanmaktadır.
Toplam faktör verimliliği
itibariyle bir değerlendirme yapacak olursak, 1990-2001 arasında, ekonomi yıllık
ortalama yüzde 3,1'lik büyümüşken, toplam faktör verimliliği yılda ortalama
yüzde 0,5 küçülmüştür, azalmıştır. Halbuki, 2002-2005 döneminde ise, toplam
faktör verimliliğindeki yıllık ortalama büyüme oranı yüzde 4,6'dır. Kalıcı
oluşu, sürdürülebilir oluşu ve daha önceki büyümelerden farklı oluşunun
altında, bu verimliliğe dayalı büyüme yatmaktadır. Bu, aynı zamanda, ekonominin
rekabet gücünün, küresel rekabet karşısındaki rekabet gücünün arttığını da
gösteren bir temel gösterge niteliğindedir.
Bunda en önemli husus,
izlenen iktisat politikalarının sağlıklı oluşudur ve kamu sektöründe izlenen
malî disiplindir ve sürdürmekte olduğumuz yapısal reformlardır. Diğer taraftan,
bu yüksek büyümeye bağlı olarak kişi başına millî gelirde de önemli artışlar
yaşanmaktadır. Nitekim, kişi başına millî gelir 2006 sonu itibariyle 9 000
doları aşacaktır, 9 017 dolar olacaktır. Halbuki, daha üç yıl önce, 2002
yılında, kişi başına millî gelirin 2 000 küsur dolar olduğundan bahsederken,
dört yıllık bir periyodun sonunda 9 000 dolarlık bir kişi başına millî gelirden
bahsedebiliyorsak -satın alma gücü paritesine göre tabiî bu rakam- önemli bir
hadisedir, önemli bir gelişmedir diye düşünebiliriz. Burada, enflasyondaki
düşüşün önemli etkisi vardır. Klasik iktisat kitaplarında "eğer enflasyonu
düşürüyorsanız, ekonomi büyümez; büyümeyi sağlamak istiyorsanız, enflasyona göz
yumacaksınız, enflasyon da artacak" denildiği halde, hükümetimiz, hem enflasyonu
düşürmektedir hem de büyümeyi artırmaktadır. Bu da çok önemli bir hadisedir ve
şu anda, yıllık enflasyon yüzde 7,5 civarındadır ki, 1970 yılı dahil, o günden
bugüne kadarki en düşük yıllık enflasyon rakamına ulaşmış bulunmaktayız.
Dışticaret hacmi hızla
gelişiyor. İhracat artışı, 2002'den 2005'e 2'ye katlanmış vaziyettedir; ama,
çok önemli bir gösterge var; o da, kamu kesimi açıklarıyla ilgilidir.
Bildiğiniz gibi, ekonominin en temel sorunlarından biri, yıllarca, bu Mecliste
sürekli tartışılan ve tüm siyasî partilerin ısrarla üzerinde durdukları
gösterge, kamu kesimi açığıdır, kamu kesimi genel dengesidir. Buna, kamu kesimi
borçlanma gereği diyoruz. Bu hesapların tutulduğu yıldan bugüne kadar, kamu
kesimi borçlanma gereği sürekli yüksek oranlarda seyretmiştir, hep açıklar
ekonomimizin ve malî dengelerimizin temel sorunu olarak görülmüştür, hatta,
2002 yılında gayri safî millî hâsılaya oranı kamu açıklarının yüzde 12,7 olmuştur;
ama, bugün geldiğimiz yer itibariyle, 2006 bütçesi önümüze konulduğunda şunu
görüyoruz ki, kamu kesimi 2006'da fazla verecektir. Bu, tarihimizde ilk defa
gerçekleşen bir makro rakamdır.
Hazine Müsteşarlığımız,
2005 yılında, ilk defa, beş yıl vadeli, sabit ve değişken kuponlu yeni TL
cinsinden tahvil ihraç edebilir hale gelmiştir, vadeler uzamıştır, daha önce
öngörülemeyecek düzeyde bir uzamadır bu.
Dış borçlanmada, ilk
defa, on yıldan daha uzun vadeli euro cinsinden borçlanmalar
gerçekleşebilmiştir ve de Hazinenin içborçlanma tarihinde borçlanma faizi
oranı, ilk kez 13'lü civarda gerçekleşmiştir, yüzde 14'ün altına düşmüştür ki,
bu derecede düşük bir borçlanma, Hazine ihalelerinde, içborçlanma ihalelerinde
asla görülmemiş bir hadisedir.
Diğer taraftan,
bankacılık sektöründe önemli gelişmeler var. 2001 yılında millî gelirin yüzde
16,9'u düzeyinde olan -bütçe çağında da düşme var- bankacılık kredilerine
baktığımızda, gayri safî yurtiçi hâsıla içerisindeki payı, 2002'de yüzde
20'yken, 2005 yılının ilk yarısında bu rakam yüzde 27,5 olmuştur. Bankacılık
sektörü niçin vardır; ekonomiyi fonlayabilmek için vardır, piyasadaki kredi
taleplerini karşılayabilmek için vardır; ama, yıllarca, Türkiye'de bankacılık
sektörü bu temel işlevini yerine getirememiştir. Piyasadan topladığı paraları,
Hazineye borç vermek suretiyle, özel sektörü fonlayamayan bir bankacılık
sistemi, Türkiye'de temel bir problem olarak yer almıştır; ama, şimdi görüyoruz
ki, gayri safî millî hâsılanın yüzde 27,5'i düzeyinde bir bankacılık kredi
düzeyi gerçekleşmektedir.
Kredi mevduat oranına
baktığımızda da, 2004 yılında toplanan mevduatların yüzde 24'ü kredi olarak
verilirken, 18 Kasım 2005 tarihi itibariyle, toplanan mevduatların yüzde 53'ü
kredi olarak verilebilir hale gelmiştir. Diğer taraftan, bankacılık sektörü,
vermiş olduğu kredileri tahsilde de zorluk çekerdi; şimdi, bu tahsili geciken
alacaklarsa, oran itibariyle büyük bir düşüş kaydetmiştir, tahsili geciken
alacaklar yüzde 29 düzeyinden yüzde 6 düzeyine inmiş görülmektedir.
Tüm bunlar ifade
edilirken hemen birkaç göstergeye dikkat çekilmek suretiyle ekonomide
olumsuzlukların bulunup bulunmadığı sorgulanmaktadır. Bu göstergelerden
birincisi işsizliktir, bildiğiniz gibi. İstihdamda, işgücüne katılımda yeterli
artışın bulunmadığından söz edilmektedir; ancak, rakamlar, veriler dikkatli bir
şekilde incelendiğinde hemen şunu tespit ediyoruz ki; tarım dışı istihdam
rakamlarına baktığımızda, tarım dışı istihdamda önemli artışlar vardır. Nitekim
2005 yılının üçüncü çeyreği rakamları yeni belli olmuştur. Tarım dışı
istihdamda 1 196 000 kişilik bir artış gerçekleşmiştir; ama, toplam istihdamda
artışın ortaya çıkmamasındaki temel neden, tarım kesiminden işgücü çekilişidir.
Kırsal kesimden kentlere göç devam etmektedir. Bu göçle birlikte, tarım
kesiminde işgücüne katılım miktarı azalmaktadır. Bu azalan miktar hesaplara
dahil edildiğinde genel istihdam düzeyinin yükselmediği gibi bir sonuç ortaya
çıkmaktadır. Bunu doğru kabul etmek mümkün değil; kırsal kesimden kentlere
göçle birlikte, özellikle kadın nüfusun işgücüne katılmayışı nedeniyle toplam
istihdam rakamları düşmektedir. Yine rakamsal olarak ifade edecek olursak şunu
söyleyebiliriz: 2002-2004 yılları arasında istihdam, tarım dışı sektörlerde
yüzde 1,8 artmıştır; ama, tarım sektöründe yüzde 0,4'lük bir azalma vardır ki,
bu da, tüm dünyanın yaşadığı bir süreçtir. Avrupa'da ve gelişmiş ekonomilerde
tarım nüfusu toplam nüfusun yüzde 3'ü, 5'i düzeyindedir. Bizdeki gibi yüzde
30'luk bir büyük nüfus kesiminin tarımda olduğunu gelişmiş ekonomilerde
görmüyoruz. Ekonomi geliştikçe, sanayi geliştikçe, hizmetler sektörü yaygınlaştıkça,
bu tarım nüfusu gittikçe azalacaktır ve bu da, istihdam rakamlarını ister
istemez etkileyecektir.
Ben, özelleştirmeye
bağlı, TMSF tahsilatlarına bağlı bazı değerlendirmeleri yapmak istemiyorum;
ama, özellikle bu hükümetin işbaşına gelirken devralmış olduğu konjonktür
itibariyle olumlu bir noktada olduğunun ileri sürüldüğünü biraz önceki
konuşmalardan aldık; bu yaklaşım tarzını doğru görmüyorum. Yani "AK Parti,
iktidarı çok uygun koşullarda devralmıştı, bu uygun koşullar nedeniyle şu
andaki makro göstergeler de iyidir" dediğimiz zaman doğru söylemiş olmayız.
Neden; 2003 öncesi hangi göstergeye bakarsanız bakın, tüm göstergelerin risk
sinyalleri verdiğini görürsünüz ve olumsuz tablolar sergilediğini görürsünüz.
Dolayısıyla, bütün göstergelerin olumsuz olduğu bir noktayı hükümet için bir
avantaj olarak algılamak mümkün değil. 2002'de aynı program izleniyordu
diyemeyiz; çünkü, faizdışı fazla hedefine baktığımızda dahi, o dönemde, yüzde 4
civarında bir faizdışı fazla görüyoruz ki, yani, aynı programın, aynı politikaların
izlendiğini söyleyebileceğimiz bir benzerliği, özdeşliği kurmak mümkün değildir.
Diğer taraftan, biz
devralırken sosyal politikalar yoktu. Hükümetimizle birlikte ekonomik programın
içerisine sosyal politikalar girmiştir. Bu, en önemli hususlardan biridir.
Nitekim, sosyal harcamaların gayri safî millî hâsıla içerisindeki oranına
bakıyoruz yüzde 16,4'ten yüzde 19'a çıkmıştır ve bu programı sahiplenme, ülke
ihtiyaçlarına uygun bir programı ortaya koyma iradesi bugünkü tabloyu ortaya
çıkarmıştır. Dış konjonktürün Hükümetimizin lehine olduğunu söyleyebilmek de
mümkün değildir, daha önce ifade edildiği gibi. Neden; çünkü, bu hükümet,
göreve gelir gelmez cumhuriyet tarihinin en önemli dış politika sorunlarıyla
karşılaşmıştır. Dolayısıyla, dış konjonktürün daha uygun olduğunu söyleyebilmek
mümkün değil. Irak krizi bu süreçte yaşanmıştır ve her şeyden önce de, petrol
fiyatları son derecede önemli bir hadisedir. Bakın, 1973-74 krizinde petrol
büyük bir sorun oldu, dünyada petrol fiyatları arttı ve Türkiye ekonomisi,
dünyada artan bu petrol fiyatlarından büyük ölçüde etkilendi. Akaryakıt bulunamaz
hale geldi; ama, petrol fiyatları dünyada patladı, ekonomimiz zor duruma düştü
dediğimiz 1974'te hampetrolün varili 9 dolardır veya daha sonra, 79-80
yıllarında, yine dünyada petrol fiyatlarında çok büyük bir patlama meydana
gelmiştir, artış meydana gelmiştir. O dönemde akaryakıt istasyonları önündeki
kuyrukları herkes hatırlamaktadır; ama, o dönemdeki petrol fiyatları da,
hampetrolün varili de 33 dolardı. Şimdi zaman zaman 60 dolar oluyor, hatta 70
dolara çıkıyor; ama, 2005 yılı ortalaması olarak Türkiye'nin almış olduğu
hampetrolün varili, bize maliyeti itibariyle 51,2 dolardır. Böylesine yüksek
bir düzey, aslına bakarsanız, ekonomimizin diğer makro dengelerini de
etkilemektedir. Sadece bu yüksek petrol fiyatlarının enflasyona etkisi yüzde
1,5'tir. Yani, bu petrol faturası, bizim enflasyon oranlarımızı yüzde 1,5
düzeyinde daha yüksek olarak gerçekleştirmektedir. Büyümeye etkisi ise yüzde
1'dir. Yani, büyümeyi de yüzde 1 aşağıya çekmektedir. Ama, biz neyi
konuşuyoruz; enflasyon düştü diyoruz, büyüme sürdürülebilir ve yüksek bir
performans sergilemektedir diyoruz ve bunu söylerken, "dünya koşulları da
size yardım ediyor" denildiği zaman, bunu kabul etmek mümkün değil. Çünkü,
dünya koşulları enflasyonu yukarı doğru çekiyor, büyümeyi aşağıya doğru
çekiyor; ama, hükümetin uyguladığı politikalar enflasyonu aşağıya çekiyor,
büyümeyi yukarıya doğru çekiyor.
Bu programın en temel
özelliklerinden biri sosyal boyutunun olmasıdır dedik. Aslına bakarsanız,
enflasyonun aşağıya doğru çekiliyor olması programın sosyal boyutudur işte.
Çünkü, enflasyon ortamından dar ve sabit gelirliler mustariptir. Hep sürekli
dar ve sabit gelirlileri vuran bir olgudur enflasyon olayı ve enflasyonu
aşağıya çekmeye yönelik uygulanmış olan politikalar nedeniyle bundan en fazla
yararlananlar da dar ve sabit gelirlilerdir.
Ama, enflasyon ortamının
bazı sıcak algılamalar ortaya çıkardığını da kabul ediyorum. Enflasyonsuz bir
ortamda zaman zaman bunu hissetmiyorsunuz. Örneğin, bir sabit gelirli, devlet
memuruysa, enflasyon bir senede cebindeki parayı eritiyorsa, yüzde 50, yüzde
100 enflasyon varsa, geçmişteki gibi, geliri aşağıya doğru inerken bunun
sıkıntısını çekerken, hükümetin biri gelip de yüzde 50 zam verdiği zaman, oo,
bu hükümet memuru düşünen hükümettir, cebimize para girdi diye sevindiklerini,
bu sıcaklığı hissettiklerini biliyorum. Çünkü, biz de memur olarak bu
atmosferleri yaşadık. Ama, aradan altı ay geçmeden bu yüksek enflasyonlar
cepteki parayı eritip götürüyordu. Şimdi, yüksek enflasyon yok, aşağıya iniyor
ve de bu geçici, yanıltıcı, seraba benzer sıcaklıkları da piyasada insanımız
algılamıyor olabilir. Ama, doğru olan dünkü değil, doğru olan bugünküdür.
Birçok şeyin fiyatına
bakıyorum, fiyatlar düşmüş. Deterjan malzemelerinde, 2002 sonu ile 2005 Ekimi
itibariyle, fiyatlar yüzde 10 civarında düşmüş. Özellikle beyaz eşya
fiyatlarında büyük düşüşler var. Buzdolabında, çamaşır makinesinde,
televizyonlarda, ilaçlarda önemli ölçüde fiyatlarda düşüş var. Tekstil
ürünlerinde, elbisede önemli ölçüde düşüş var. Devlet İstatistik Enstitüsünün
enflasyon verilerinden, tablolarından çıkardığım, bir ton üründe 2002 sonu ile
2005 Ekimi arasında fiyat düşüşleri vardır. Bunların hepsini tek tek saymak
suretiyle vaktinizi almak istemiyorum; ama, bunu, sıcak olarak, tüketici,
hissetse de hissetmese de, bu tablodan yararlanmaktadır. Nitekim, bazı gelir
gruplarını, eğer, ürün bazında değerlendirecek olursak, ürün bazında ölçecek
olursak, hemen aradaki fark görülmektedir. Örneğin, 14'e 2'den Genel İdare
Hizmetleri sınıfından bir memurun maaşını ekmek cinsinden, et cinsinden, süt
cinsinden, örneğin, ayakkabı cinsinden ifade edecek olursak hemen tablo
görülüyor. 2002 sonunda, Ocak 2003'te 358 kilogram ekmek değerindeyken maaşı,
şimdi 485 kilograma çıkmıştır veya et cinsinden ifade edecek olursak, dana eti
cinsinden 41 kilograma denk gelen bir maaşa, gelir düzeyine sahipken, şimdi 51
kilogram dana etine denk gelen bir maaşa sahip. Süt cinsinden ifade ederseniz,
291 litre süte eşdeğerken, şimdi 374 litre süte eşdeğerdir veya margarin
cinsinden 130 kilogram margarine eşdeğerken, 201 kilogram margarine eşdeğerdir.
Ayakkabı cinsinden, İstatistik Enstitüsünün izlemiş olduğu aynı standarttaki
ayakkabılara göre 17 ayakkabıya denkken, şimdi 21 ayakkabıya denk düşmektedir.
Yani, buna iyileşme demediğimiz zaman, Doğru bir tanımlama yapmış olmayız. Aynı
şeyi, asgarî ücretlide çok daha belirgin olarak görmekteyiz. Aynı şeyi, SSK
emeklisinde de görmekteyiz, Bağ-Kur emeklisinde de görmekteyiz. Nitekim,
maaşlara bakıyoruz. Gelir grupları itibariyle, örneğin, aile yardımı dahil en
düşük maaş alan memurun maaşı 2002'de 328 Yeni Türk Lirasıyken, şimdi, 2005'te
608 Yeni Türk Lirası olmuştur ve yüzde 85 artmıştır. Bu arada, enflasyon
kaçtır; 2002'den 2005'e enflasyon da yüzde 34,4'tür. Yüzde 35'lik -kabaca
söyleyecek olursak- enflasyona karşılık, en düşük memurun maaşı yüzde 85,5
artmıştır. Kamu işçisi, ortalama olarak ifade edecek olursak, 1 012 Yeni Türk
Lirası iken, 1 573 Yeni Türk Lirası olmuştur ki, yüzde 55'lik artış var. Net
asgarî ücretteki artış ise, yüzde 90'dır, enflasyonun yüzde 34,4 olduğu bir
ortamda. SSK'lıya bakıyoruz; en düşük maaş alan SSK'lının maaşı yüzde 75
artmış. Tarım kesiminde en düşük Bağ-Kurlunun maaşı yüzde 254 artmış. Ortalama,
Bağ-Kurlu esnafın maaşı yüzde 78 artmış, en düşük Bağ-Kurlu esnafın maaşı yüzde
135 artmış. Emekli Sandığından en düşük maaş alan yurttaşımızın maaşı ise yüzde
83 artmıştır, 2002'den 2005'e.
Diğer taraftan, özellik
arz eden gelir grupları var. Örneğin, özürlülerin maaşları. 2002'de 51 Yeni
Türk Lirası iken, 193 Yeni Türk Lirası olmuştur özürlü aylıkları, yüzde 282
artış vardır. 65 yaş aylığındaki artış ise yüzde 163'tür. Muhtar aylıklarındaki
artış yüzde 155'tir. Öğrenim kredisindeki artış ise yüzde 144'tür. Bu listeyi
verdiğimiz zaman şu söyleniyor: "Efendim, yani, öğrenim kredisinin 45
liradan 110 liraya çıkmış olmasını bir artış olarak anlatmak doğru mu"
veya" bir asgarî ücretlinin maaşının 184 Yeni Türk Lirasından 350 Yeni
Türk Lirasına çıkışını anlatmak doğru mu olur; 350 Yeni Türk Lirası, geçinmek
için yeterli midir?" Elbette, yetersiz; bunun yetersiz olduğunu biliyoruz,
kabul ediyoruz; ama, yılların birikimiyle ortaya çıkan olumsuzlukları, hemen,
kısa dönemde ortadan kaldırmanın mümkün olmadığını da herkesin bildiğine
inanıyorum, herkesin takdir ettiğine inanıyorum. O halde, önemli olan şey
şudur: Bu olumsuz tabloyu iyileştirecek bir süreç mi takip edilmektedir, yoksa
kötüleştiren bir süreç mi izlenmektedir; yani, ortaya koyduğumuz ekonomi
politikaları, bu gelir gruplarını daha mağdur hale mi getiriyor, yoksa
mağduriyetlerine rağmen daha iyileştiren bir çizgi benimsemiş, bunu mu
uygulamaya çalışıyor; asıl değerlendirilmesi gereken hususun bu olduğunu
düşünüyorum.
Bakın, çalışanlar
açısından yaptığımız en önemli hadiselerden biri, çalışanların tasarruflarının
teşvik hesabının tasfiye edilmesidir. Yıllarca kangren haline gelmiş ve hiçbir
iktidarın bunu ödeme iradesi göstermediği bir ortamda biz "10 taksitte
bunlar ödenecektir" dedik; memurlarımız, diğer çalışanlarımız bu tasarruf
hesabındaki paralarını nemalarıyla birlikte almaktadırlar. 10 taksitin 8'i
ödenmiştir; Haziran 2006'da da, yani, 6 ay sonra da, bu hesap tamamıyla ödenmiş
olacaktır. Toplam, 11 katrilyona yakın bir parayı Hükümet ödemiştir. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
Bu, şu anlama gelir: En
düşük bir gelir düzeyine sahip memurumuz açısından, bu, en azından üçer aylık
periyotlar halinde 250-300 milyon liralık bir ilave gelir anlamına gelmektedir.
Diğer taraftan, sosyal
politikalara baktığımızda da, benzer şeyleri görüyoruz. Bakın, Emekli Sandığı
Genel Müdürlüğünün, Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğünün, Vakıflar Genel
Müdürlüğünün, Sağlık Bakanlığının yeşilkart nedeniyle uyguladığı ve Sosyal
Yardımlaşma ve Dayanışma Fonunun yapmış olduğu yardımları toplu halde
değerlendirecek olursak, hemen önümüze net bir rakam çıkmaktadır. Bu net rakam
nedir... 2002 yılında 724 000 000 dolar bu sosyal kaynaklardan ödeme
yapılmıştır, 2004 sonunda ise 2 milyar dolardır bu ödemeler; ağustos ayı
itibariyle ise, 2005 yılında, 1,1 milyar dolar olmuştur. Buna yıl sonu
itibariyle baktığımızda, geçen seneyi de geçeceği anlaşılmaktadır. Demek ki,
sosyal yardımlarda da önemli bir artış vardır.
Şimdi, böylesine sosyal
içerikli bir ekonomi politikası uygulanırken, bütün çalışanların
çalışmayanların, topyekûn, tüm halkımızın mağdur olduğu, gelir düzeyinin
düştüğü bir geçmiş dönemdeki ekonomik politikalarla bunun benzerliklerinin
kurulmaya çalışılmasının hiçbir tutarlı tarafı yoktur.
Diğer sosyal politikalara
girmek istemiyorum; ama, birkaç nokta üzerinde duracağım. Tarımda, tarım
desteklerinde, yine aynı şekilde, önemli artışlar gerçekleştirilmiştir. Bunlar,
genel politikaların bir parçası olduğu için söylüyorum. Tarım Bakanlığı
bütçesinden verilen destekler 2002'de 1 katrilyon 868 trilyon lira iken, 2005
yıl sonu gerçekleşme tahmini 3 katrilyon 813 trilyon liradır; yüzde 104'lük bir
artış vardır. Buna, Ziraat Bankasından tarımsal kredi desteği, DFİF destekleri,
Hazinenin görev zararları dahil edildiğinde, rakamlar daha da büyümektedir.
Diğer taraftan, yine,
Ziraat Bankası kredilerinde de aynı hadise var. Yani, üreten kesimlere yönelik
Hükümetin bilinçli bir politikası vardır. Nedir; 2002'de kullandırılan kredi
600 trilyon lira iken, 2005 Ekim sonu itibariyle -henüz, yıl sonu hesapları da
çıkmamıştır- 2,1 katrilyon lira olmuştur Ziraat Bankasından çiftçimize
kullandırılan faizler. Faiz oranı da yüzde 59 iken, yüzde 8 ile 15 arasına
inmiştir.
Esnafla bağlantılı olarak
çok farklı değerlendirmeler yapılmaktadır; ama, şunu belirtelim: Toplam tüketim
harcamalarında 2002'den 2005'e yüzde 74'lük nominal artış vardır; yani, toplam
talepte artış var. Bu, reel anlamda yüzde 20'lik bir artışı ifade ediyor.
Hatta, sabit sermaye yatırımlarını da toplam talebe dahil edecek olursanız,
toplam talepteki artış yüzde 108'dir. Reel anlamda ise, toplam talepteki artış
yüzde 64'tür.
Diğer taraftan, açılan,
kapanan şirket sayılarına bakıyorsunuz; açılan şirket sayısı, 2002'den 2005'in
ekimine, 113 833'tür; kapanan şirket sayısı 19 393'tür; ilave olarak açılan
şirket sayısı 94 440'tır. Dolayısıyla, toplam şirketleşme ve işyeri sayısında
artış var, toplam talepte artış var; ama, mutlaka, tüketim kalıplarında meydana
gelen değişimler nedeniyle, bazı sektörlerdeki kârlılık oranlarının düşmüş
olacağı da bir gerçektir.
KOBİ'lere yönelik KOSGEB
desteklerine bakıyoruz. 2002 yılında, toplam sadece 7 000 000 Yeni Türk Lirası
KOSGEB desteği verilmişken KOBİ'lere, 2004 sonunda 144 000 000 Yeni Türk Lirası
KOBİ desteği verilmiştir.
Halk Bankası kredilerinde
aynı şeyi görüyoruz. 2002 yılında 154 trilyon lira olan Halk Bankasının
kullandırdığı kredi miktarı, ekim itibariyle, 2005 yılında 1,5 katrilyon Türk
Lirası olmuştur; yani, kıyaslanmayacak derecede büyük bir artış var. Yararlanan
kişi sayısı da, 2002'de 86 000 kişiyken, 226 482 kişi olmuştur. Faiz oranları
ise, yüzde 47'den yüzde 16,5'e düşmüştür.
Tüm bunları şunun için
ifade ediyorum: Bu hükümetin izlemiş olduğu politika, koşulların iyi olarak
devredildiği bir konjonktüre rastlamıyor. Koşulların, iç ve dış koşulların
olumsuz yönde zorladığı bir dönemde, malî disipline önem veriyor, yapısal
reformlara önem veriyor, istikrara önem veriyor. Bu arada, reel zeminde siyaset
yaptığımız için, politika ürettiğimiz için, sosyal içerikli bir politikayı
temel hedef olarak benimsiyor ve neticede, göstergelerdeki iyileşmeler buradan
kaynaklanıyor.
Bugün bütçesini
görüştüğümüz diğer bir konu, bildiğiniz gibi, GAP Bölge Kalkınma İdaresi
Teşkilatıyla ilgilidir. Burada söz alan arkadaşlarımız "Sayın Bakan, GAP
Bölge Kalkınma İdaresini kapatıyor musunuz" diye soru sordular; ama, şunu
kendileri çok iyi biliyorlar, Sayın Muharrem Doğan da biliyor: Süresi dolmuş
olan bir GAP Bölge Kalkınma İdaresinin, biz, görev süresini uzattık. (AK Parti
sıralarından alkışlar) Eğer, dediğiniz gibi bir hadise olsaydı, hiçbir şey
yapmazdık, kendiliğinden kapanmış olurdu. Bir şey yaptık; bu da görev süresinin
uzamasıyla ilgilidir.
Türkiye'de tek bölge
kalkınma idaresi GAP Bölge Kalkınma İdaresidir; ama, dünyanın geldiği nokta
şudur ki, hiçbir ülke, tek bir bölgeyi özel alan görmek suretiyle, sadece o
bölgenin potansiyelini harekete geçirmek suretiyle, küresel rekabette mesafe
alamaz. Tüm bölgelerimizin potansiyelleri vardır, tüm bölgelerimizde harekete
geçirilmesi gereken kaynaklar vardır. Sadece GAP bölgesindeki 9 ilimizdeki
potansiyeli harekete geçireceğiz, Türkiye'nin diğer kentlerindeki potansiyeller
duracaktır diye bir siyaset olamaz. Şimdiye kadar böyle bir siyasetin izlenmiş
olması, bizim de aynı şeyi devam ettirmemizi gerektirmez. Onun için, biz
diyoruz ki, bütün kentlerimiz ve köylerimiz, her taşımız, her toprağımız önemlidir;
Türkiye'nin tamamında, harekete geçirilmesi gereken ne varsa harekete
geçireceğiz. (AK Parti sıralarından alkışlar)
İşte bunun için, kalkınma
ajanslarıyla ilgili kanun tasarısı Genel Kurulumuzun gündemindedir. Son
maddeleri kalmıştır, son 5-6 maddesi kalmıştır, bütçe görüşmelerinden sonra
Genel Kurulda görüşülecektir. Türkiye, 26 bölge şeklinde, kalkınma idaresine
kavuşacaktır. Bir taraftan yerel kaynaklar kullanılacak, diğer taraftan merkezî
bütçeden aktarılan kaynaklar kullanılacak, diğer taraftan Avrupa Birliği
fonları kullanılacak ve yerel potansiyel harekete geçirilmek suretiyle,
topyekûn, Türkiye'nin tamamında ortaya koyacağımız enerji, Türkiye'yi küresel
rekabette güçlü hale getirecektir.
Peki, kalkınma ajansları
kurulduğu zaman GAP İdaresi ne olacak; GAP İdaresi devam edecektir. GAP
bölgesinde, 9 ilde 3 kalkınma ajansı kurulacaktır. Bu kalkınma ajanslarıyla
ilgili koordinasyon görevini de…
BAŞKAN - Sayın Bakanım, 5
dakikalık süreniz var; ona göre ayarlarsanız…
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Burada 15 dakika görünüyor.
BAŞKAN - Biz, 10 dakika
fazla basmışız; onun için, o, cihazdaki bir hata.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) -
Eyvah, ben buna göre konuşuyorum! (Gülüşmeler)
Dolayısıyla… Nerede
kalmıştık; kalkınma ajanslarında.
Ve GAP bölgesindeki 3
kalkınma ajansıyla ilgili -Genel Kurulda bir önerge olacak, kabul edilirse
milletvekilleri tarafından- koordinasyon görevini GAP İdaresi Başkanlığı
yürütecektir.
Dolayısıyla, GAP
bölgesinin milletvekilleri hiç telaşa kapılmasınlar, endişe etmesinler.
Böylece, bu yasal düzenlemeyle birlikte, GAP bölgemiz, hem kalkınma ajanslarına
kavuşmuş olacak hem de GAP İdaresi devam edecek.
ÖMER ABUŞOĞLU (Gaziantep)
- Sayın Bakan, merkezini Gaziantep yapalım bunların.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Buradaki yatırımların azaldığı doğru
değildir. GAP bölgesindeki yatırımlar artmıştır. Daha önceki döneme göre sulama
yatırımları da artırılmıştır. Tek tek, bunlarla ilgili verileri, şu anda ifade
edemiyorum.
BDDK ile ilgili olarak
şunu ifade edelim: Kredi kartlarıyla bağlantılı sorunlar var. Bu nedenle de,
kredi kartlarıyla ilgili bir kanun tasarısı hazırladık. Plan ve Bütçe
Komisyonundadır, ilgili komisyondadır bu, görüşülecek ve yasalaşacaktır.
Şu ana kadar, bu
hükümetten başka hiçbir hükümet, Meclise bir kanun tasarısı gönderip de, kredi
kartlarıyla ilgili bir çerçeve yasa düzenleyelim dememiştir. Bunu söyleyen
biziz.
AHMET ERSİN (İzmir) -
Sayın Bakan, daha önce böyle bir sorun yoktu ki, sizin zamanınızda meydana
geldi.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Bunu biz getiriyoruz. Türkiye'nin
gündeminde de 1993 yılından beri vardır. Her iktidar lafını etmiştir, sözünü
etmiştir; ama, Meclise gelmemiştir. Biz, Meclise gönderiyoruz. Dolayısıyla, bu
konuda doğru iş yaptığımızın söylendiğini zannediyorum. Peki, kredi kartlarında
gecikmeler var. Kredi kartlarında, tahsili geciken alacak oranı da yüzde 7,5
civarındadır.
Diğer taraftan, İmar
Bankasıyla ilgili, ben, daha önce bu Genel Kurulda -sanırım iki ay kadar
önceydi- sorulan bir soru üzerine, son bir ayda bonodan mevduata dönenlerle
ilgili olarak ödeme yapılacağını söyledim, Bakanlar Kurulu kararıyla,
çıkarılacağını söyledim. Bu cümleyi kullandıktan birkaç gün sonra da Bakanlar
Kurulunda bu konu imzaya açılmıştır. Şu anda da imzalar tamamlanmak üzeredir;
ama…
HALUK KOÇ (Samsun) -
Babacan da imzaladı mı?
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Evet, Sayın Bakanımız da imzalamıştır;
şimdi bir başka bakanımızdadır. Bu incelemeler nedeniyle, zaman zaman
gecikmeler olmaktadır. Bu bakımdan, ben burada söylediğimi gerçekleştirdim, onu
belirtmek istiyorum.
Diğer taraftan…
HALUK KOÇ (Samsun) -
Kimde kaldı? Maliye Bakanında mı?
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Galiba, şu anda, evet, Sayın Bakanda.
Ama, Danıştay yeni bir
karar verdi, bildiğiniz gibi. Bu kararda, hizmet kusuruna istinaden bir bono
sahibinin açtığı davada ilgili lehine karar verdi. Bu karar
değerlendirilmektedir.
Konut kredilerindeki
artışı izliyoruz. Sayın Milletvekilinin ifade ettiği konu.
Bu "leasing
factoring'de denetim var mıdır" deniliyor. 180 küsur şirket var ve
1.1.2006'da bunlar BDDK'ya transfer edilecek, denetimleri de BDDK tarafından
yapılacaktır.
"Sigortacılık
sektörünün kanunu yok" denildi. Doğru, bu konuda yürürlükte bulunan kanun
çok eskidir, 1920'li yıllara dayanıyor; ama, bu konuda, sigortacılık konusunda
bir kanun tasarısı hazırlanmıştır.
Diğer bir konu SPK'yla
ilgilidir. Sadece şu kadarını söylemek istiyorum: 2005 yılında, bugüne kadar
toplam 8 şirket halka arz edilmiştir. 2001 yılından itibaren halka arz edilen
şirket sayısı, bazı yıllarda hiç olmamıştır, bazı yıllarda da bir veya iki
şirket halka arz edilmiştir. Ekonomideki olumlu gelişmeye istinaden, 2005
yılında, şu ana kadar 8 şirket halka arz edilmiştir. Halka arz için de 5
şirketin incelemesi devam etmektedir. Toplam 1,7 milyar dolar tutarında halka
arz yapılmıştır.
Mortgage yasası Türkiye
Büyük Millet Meclisine sevk edilmiştir; Plan ve Bütçe Komisyonunun
gündemindedir. Bu yasanın yürürlüğe girmesiyle birlikte de inşaat sektöründe
önemli değişiklikler olacaktır.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN- Buyurun Sayın
Bakan.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla)- Bütçesini görüştüğümüz diğer bir
kuruluş, bildiğiniz gibi, Tütün, Tütün Mamulleri ve Alkollü İçecekler Düzenleme
Kurumunun bütçesidir. Bu kurum da görevini tütün piyasasına yönelik ve alkollü
içecekler piyasasına yönelik olarak sürdürmektedir. Ancak, bazı arkadaşlarımız,
konuşmalar sırasında, daha önceki dönemlerde kullanılan kavramlarla konuyu,
tütün konusunu değerlendirmişlerdir; ancak, bildiğiniz gibi, tütün konusu ve
piyasasında radikal ve köklü değişiklikler ortaya çıkmıştır. Bu değişikliklerle
bağlantılı olarak konunun değerlendirilmesi lazım. Aslında, piyasa
rasyonelleşmektedir, gerçekleşmektedir. Bu çerçeve içerisinde
değerlendirilirse, daha doğru olacağını düşünüyorum.
Evet, üreticisi sayısı
azalmıştır; 405 000'den 2005'te 255 000'e düşmüştür. Sanki, bunu, tütün
üreticisi yok oldu gibi, buharlaştı gibi anlatmak doğru değil. Tütün üreticisi
sayısı azalmakla birlikte, teşvikler ve başka ürünlere yönlendirmeler nedeniyle
bu üreticilerin çoğu, daha kârlı, daha verimli alanlarda üretim yapabilir hale
gelmiştir ve de tütün ihracatımızda da önemli, belirgin artışlar ortaya
çıkmıştır; çünkü, dünya piyasalarının talep ettiği kaliteli tütünler ekilmeye
başlamıştır Türkiye'de.
Diğer taraftan, alkollü
içecekler piyasasında da 2002-2005 döneminde 227 firma kayıt altına alınmıştır
ve bu işlemler itibariyle, söyleyecek olursak, 2003-2005 döneminde yasalara
uygun satış yapmayan 79 889 satıcının belgesi kurul kararıyla iptal edilmiştir.
Gündemdeki bir konu olduğu için…
AHMET ERSİN (İzmir) -
Sayın Bakan, kırmızı bölgeler…
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI ABDULLATİF ŞENER (Devamla) - İlgili düzenleme ve denetleme kurulumuz
tarafından da belgesi iptal edilen yerler var.
Bu vesileyle, bunu ifade
etmiş oldum; ama, şunu açıkça söylemek gerekirse, gerek tütün piyasasıyla
ilgili olarak gerekse alkollü içecekler piyasasıyla ilgili olarak, konu,
rasyonelleşmektedir.
Hepinize saygılarımı
sunarım. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyoruz Sayın Bakan.
Aleyhte konuşma talebinde
bulunan, Balıkesir Milletvekili Sayın Sedat Pekel; buyurun. (CHP sıralarından
alkışlar)
Süreniz 10 dakikadır.
SEDAT PEKEL (Balıkesir)
-Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2006 bütçesinin beşinci turu üzerine,
aleyhte söz aldım; görüşlerime başlamadan önce, sizleri saygıyla selamlıyorum.
Sayın milletvekilleri,
kurumlarla ilgili ayrı ayrı söz etmeden önce, 2006 yılı bütçesi üzerinde kısaca
bazı konulara dikkat çekmek istiyorum. Anayasanın dördüncü kısmı, malî ve
ekonomik bölümleri, hükümleri içermektedir. Bu bölümde hükümetin hazırlayacağı
bütçenin esasları belirlenmiş ve bütçe
kanunun hazırlanışıyla ilgili hükümler yer almıştır. Bununla birlikte, yine,
Anayasanın 5 inci maddesinde "Devletin temel amaç ve görevleri (...)
kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle
bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri
kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları
hazırlamaya çalışmaktır" hükmü yer almaktadır. 65 inci maddesinde
"Devlet, sosyal ve ekonomik alanlarda Anayasayla belirlenen görevlerini,
bu görevlerin amaçlarına uygun öncelikleri gözeterek, malî kaynakların
yeterliliği ölçüsünde yerine getirir" denilmektedir. Yine, 73 üncü
maddesinde de, "Herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere, malî gücüne
göre, vergi ödemekle yükümlüdür. Vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı,
maliye politikasının sosyal amacıdır" denilmektedir.
Şimdi, Anayasanın bu
esaslarına bakarak, başta 2006 yılı bütçesi olmak üzere, AKP Hükümetinin
hazırladığı bütçeleri incelediğimizde, gerek gelirler gerekse harcamaların
dağılımı açısından, AKP Hükümetinin Anayasa tarafından sınırları çizilerek
kendisine verilen toplumsal görev ve sorumluluklarını yerine getirdiğini
söyleyemiyoruz. Bunun en açık göstergesi, vergi gelirlerinin yaklaşık yüzde
70'inin dolaylı vergiler üzerinden alınmasıdır. Vergi yükünün önemli bir
bölümünün bu dolaylı vergiler nedeniyle dar gelirliye yüklendiği bir ülkede
hükümetin toplumsal görevini, sorumluluğunu yerine getirdiğini söylememiz
imkânsızdır.
AKP Hükümeti, Anayasanın
az önce sözünü ettiğim ilkelerine aykırı davranmaktadır. 2006 yılı bütçe
tasarısında Anayasaya aykırı birçok hüküm vardır. Bu konulara yeri geldiğinde
arkadaşlarım da değineceklerdir. Ancak, bu bütçe için söylenebilecek en özlü
ifade şudur ki, geçmiş yıllarda olduğu gibi, IMF ve Dünya Bankasının
dayatmalarıyla ortaya çıkan bu bütçe de, AKP Hükümetinin hazırladığı diğer
bütçeler gibi, ne toplumun ihtiyaçlarına ne de Türkiye'nin geleceğine umut
vermektedir. Gençlerimiz geleceğe umutla bakamıyorlar; çünkü, ülkenin geleceği,
maalesef, bugünden görülemiyor. Bugün görünen tek gerçek, 11 000 000 işsizin
olduğu, 20 000 000 insanın yoksulluk, 1 000 000'a yakın insanın açlık sınırının
altında yaşadığı, kayıtdışı ekonominin yaklaşık 30 milyar dolar olarak tahmin
edildiği ve giderek arttığı, her 10 işçiden 4'ünün kayıtdışı ekonomide
çalıştığı, bu yılın ilk ayında sadece 45 000 bakkal olmak üzere birçok esnafın
kepenk kapattığı, yani esnafımızın işsiz kaldığı, çok önemli tarım sektörünün
2,4'lük bir gerilemeye sürüklendiği ve Türkiye'de tarımın her alanında çalışan
insanların büyük bunalımlarla karşı karşıya kaldığı, yüzde 6,5 faizdışı fazla
nedeniyle yatırımların çok düşük kaldığı gerçeğidir ve bu gerçek, milyonlarca
insanlarımızı gelecek adına karamsar olmaya itmektedir.
Değerli milletvekilleri,
AKP Hükümetinin halkımızı karamsarlığa iten birçok uygulamasından bir tanesi
de, özerk üst kurullar hakkında olumsuz ve kuşkucu bir tavrı ve bunun olumsuz
sonuçlarıdır. Bilindiği gibi üst kurullar, yapısal reform sürecinde çok önemli
bir rol oynamaktadır. Üst kurullar, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de
iktidarın rant dağıtması önündeki en önemli engeldir; ancak, BDDK kurulduktan
sonra, hükümetlerin gölgesinde, siyasî çekişmelerin yaşandığı bir ortamda etkin
ve verimli çalışamamıştır. Bunun en somut örneği, İmar Bankasına el konulması
öncesi ve sonrası yaşanan gelişmelerdir. En son İmar Bankası olayı bir kez daha
göstermiştir ki, BDDK sorumluluğunun gereğini ne yazık ki yerine getirmemiştir,
BDDK'nın uygulamaları Türk Halkına milyarlarca dolara mal olmuştur.
Bankacılıkta güven
esastır, Güveni sağlayacak olan, devletin etkin denetimidir. Hükümet, İmar
Bankası konusunda sınıfta kalmıştır. BDDK'nın el koyduğu diğer bankalardaki
hazine bonosu, devlet tahvili sahipleri ve mevduat sahipleri hiçbir mağduriyet
yaşamazken, AKP Hükümeti döneminde yaşanan bu olayda yatırımcı mağdur olmuştur.
Onbinlerce yatırımcı evini, arabasını satarak veya emekli ikramiyesiyle hazine
bonosu alarak İmar Bankasına yatırmış, bunu yaparken de devletine güvenmiştir;
ama, o dönemde Sayın Başbakan bu mağdur insanlara çıkıp "bana mı sordunuz,
neden devlet bankalarına yatırmadınız" diyerek azarlamıştır. Sayın
Başbakan, inanıyorum ki, bu azarların yanıtını çok kısa bir zaman sonra yapılacağını
düşündüğüm seçimde, sandıktan çıkan oylarla alacaktır.
AKP Hükümeti, devletine
güveni sarsılan bu insanlarımızın mağduriyetlerini, yaklaşık ikibuçuk yıldır
mücadele veren milletvekillerimiz Sayın Haluk Koç ve Bihlun Tamaylıgil'in
önerileri doğrultusunda bir çözüm üreterek mutlaka gidermelidir.
Sayın milletvekilleri,
Türkiye'nin kanını emen bir başka bankacılık olayına daha dikkat çekmek
istiyorum. Bankacılık sektörü çok hassas bir sektördür. Bunu, geçmişte, bir çok
olayla somut bir şekilde yaşadık. Son on yılda, finans sektöründe yaşanan
olumsuz her olayda, reel sektör can çekişir hale gelmiş, ülkedeki üretimin,
ülkedeki kalkınmanın önü kesilmiştir. Şimdi, önümüzde duran çok büyük bir
tehlike bulunmaktadır. Bu tehlikenin adı kredi kartlarıdır. Milyonlarca kredi
kartı mağduru, bu sorunun çözümünü bekliyor. Toplumsal bir sorun haline dönüşen
kredi kartı batağına düşmüş insanlar, yeni yeni, akıllara gelmeyecek yöntemlerle
borçlarını ödemeye çalışıyor. Kredi kartı borcunu ödeme sıkıntısına düşen ya da
borçlarına taze kaynak arayanlar, herhangi bir kuyumcudan ya da beyaz
eşyacıdan, kredi kartıyla on ay taksitle mal satın alıyor, sonra da aynı
satıcıya, taksitle aldığı malı ikinci el olarak yüzde 20 zararına peşin fiyatına
satıyor. Vatandaş, yıllık yüzde 150'lere varan kredi kartı faizinden az bir
bedel ödediği için, maalesef bu yola başvuruyor.
Değerli arkadaşlarım,
halkımız, sorunları için çözüm üretilmesini bekliyor; özellikle kredi kartı
mağdurlarını kastederek söylüyorum. Halkın çözüm beklediği yer, kuyumcular ya
da beyaz eşyacılar olmamalıdır; halkın sorunlarına çözüm üretilmesi gereken yer
Türkiye Büyük Millet Meclisidir. Bu nedenle, kredi kartları sorununa çözüm
getirecek yasa tasarısının, az önce Sayın Bakanın da ifade ettiği gibi -son
aşamasına geldiği şeklinde, hepimizin paylaştığı bir görüşü oldu; biz kendisine
teşekkür ediyoruz ama- bir an önce, Genel Kurul gündemine indirilerek, haklı
beklentilere cevap verecek bir yasa olarak buradan çıkmasıdır.
Sayın milletvekilleri,
hepimiz biliyoruz ki, tütün ve alkol piyasasını denetleyen, Tütün, Tütün
Mamulleri ve Alkollü İçkiler Piyasası Düzenleme Kurumu, 2002 yılı temmuz ayı
sonlarında faaliyete geçmesine rağmen, kadrolaşmasını,teşkilatını henüz
tamamlayamamıştır.
Anayasa Mahkemesinin,
teşkilatla ilgili, teşkilat yönetmeliğinin Bakanlar Kurulunca çıkarılacak
yönetmelikle düzenlenmesine ilişkin hükmünü iptal etmesi nedeniyle, yaklaşık
birbuçuk yıldır herhangi bir kadro hareketi olmadan, personel almadan, 104
kişiyle faaliyetini sürdürmeye çalışmaktadır.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun.
SEDAT PEKEL (Devamla) -
Kurumun görevleri arasında bulunan alkol ve tütün sektörü önemli ve stratejik
bir sektör olmasından ötürü, bu kurumun denetimlerini sağlıklı ve zamanında
yapabilmesi için, personel istihdamını sağlayacak kanunî düzenlemenin bir an
önce hayata geçirilmesi gerekmektedir.
Özellikle, tütün ve tütün
ürünlerinin kullanımı ülkemizde oldukça yaygın. Genç nesillerimizin sigara,
alkol ve özellikle uyuşturucu tehdidiyle karşı karşıya kaldığı gerçeği
nedeniyle, bu kurumumuza çok büyük sorumluluklar düşmektedir. Bununla birlikte,
toplumumuzu tehdit eden sigara kullanımını sınırlayıcı önlemler almak, bu
konuda yasal düzenlemeler yapmak gerekmektedir.
Konuyla ilgili 4207
sayılı Kanunda değişiklik yapılması için verdiğim kanun teklifimin, ilgili
komisyonlarda görüşülerek, bir an önce Genel Kurula getirilmesi büyük önem arz
etmektedir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; önümüzdeki dönemde Türkiye'yi hem ekonomik hem de toplumsal
açıdan ciddî sorunların beklediğini, 2006 yılı bütçesinden çok net bir şekilde
görebilmekteyiz; çünkü, Türkiye'de ekonomik kalkınma anlayışı dar ve sabit
gelirlilere yansıtılamamakta ve giderek büyük sıkıntılar yaşanmaktadır.
Hükümet ise ekonomik
kalkınma, sanayileşme ve geleceğe dönük politikalar açısından, ne yazık ki, sığ
kalmaktadır. İşsizlik, yoksulluk, hatta açlık, Türkiye'de giderek artmaktadır.
Bakınız, Türkiye'de her
ay sendikaların yaptırdığı yoksulluk ve açlık sınırı araştırmaları var.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Pekel,
mikrofonu açıyorum; son cümlelerinizi rica ediyorum.
SEDAT PEKEL (Devamla) -
Toparlıyorum efendim; sağ olun.
Bunların ortalaması
alındığında, yoksulluk sınırı, yaklaşık 1 700 YTL, açlık sınırı ise 520 YTL
olarak karşımıza çıkıyor. Bu rakamlar şunu gösteriyor; memurlarımızın yaklaşık
yüzde 95'i yoksulluk, yüzde 37'si de açlık sınırı içinde geçimini sağlamaya
çalışıyor. Bugün net asgarî ücret 350 YTL; aileleriyle birlikte 20 000 000’a
yakın yurttaşımız, açlık sınırının altındaki asgarî ücretle geçinmeye
çalışıyor. AKP Hükümetinin sadaka gibi verdiği düşük yüzdeli maaş artışları
nedeniyle artık çalışanlarımız AKP'den ümidini kesmiştir. Yaklaşık 3,5 milyon
çalışanımız, ücretlerden dokuz yıl boyunca kesilen ve ödeneceği söylenmesine
rağmen bir türlü ödenmeyen konut edindirme yardımının, hiç değilse bu yıl ödenmesini
bekliyor…
BAŞKAN - Sayın Pekel,
konuşmanızı tamamlayın efendim.
SEDAT PEKEL (Devamla) -
3,5 dakika söz verdiniz Sayın Başkan, Sayın Bakana 5 dakika… Toparlıyorum, 1
dakika izin istiyorum.
BAŞKAN - Lütfen,
tamamlayın, gereken müsamaha gösterilmiştir.
Buyurun.
SEDAT PEKEL (Devamla) -
Bitiriyorum.
Az önce, nema ödemeleri
konusunda AKP Grubu Sayın Bakanı alkışladı; ben, bu alkışı, çok kısa sürede
yapılacak toplantılarda, burada konut edindirme yardımının ödendiğinde de
görmeyi içtenlikle istediğimi belirtmek istiyorum.
Sayın milletvekilleri,
Bağ-Kur emeklilerine bakıyoruz, SSK emeklilerine bakıyoruz, bunların da büyük
ölçüde açlık sınırının altında emekli maaşı aldıklarını üzülerek görüyoruz. SSK
emeklilerimiz de TÜFE farklarının maaşlarına geç yansıtılmasından doğan
haklarını bir an önce almayı bekliyorlar. AKP iktidarında işsizlik sorununa
çözüm bulunamadığı gibi, çalışan ve üretenlerimizin açlığını yoksulluğunu
konuşur olduk. Sayın Bakan, burada, enflasyonun sosyal boyutu olarak gösterdi
düşülmesini; ancak, verdiği örneklerin -et, süt, yumurta, ekmek gibi- hepsinin
çiftçimizin ürettiği ürünlerin olması, bence, üzerinde son derece düşünülmesi
gereken bir örnek; yani, bir anda çiftçiyi nasıl bitirdiğinin kabulü, teslimi
anlamında da algılamak lazım; ama, onun yerinde bu olumlu şeyleri sayarken,
özellikle bu dargelirlilerin evi olmadığının bilinciyle kira artışlarına
bakarak, ısınmadaki, akaryakıttaki artışları da dikkate alarak, o insanların
sıkıntılarını, biraz önce konuşmasında dile getirip, çözümü konusunda ümit
vermiş olsaydı, ben inanıyorum ki, bu toplantı, daha çok, amacına uygun şekli
alırdı.
Değerli arkadaşlarım,
Türkiye'nin bu sıkıntılara daha fazla katlanamayacağı konusunda AKP Hükümetini
uyarmak istiyorum. Bu uyarılarımızın dikkate alınması, hepimizin, hepinizin
yararına olacaktır. Sayın Bakan, bankalardan örnekler verdi. Kuruluş amacı,
sadece çiftçiye, tarıma destek vermek
olan Ziraat Bankasıyla ve yine, esnafa destek vermek olan Halk Bankasıyla
ilgili örnekler verdi. O verdiği, sunduğu, geçmişle kıyaslandığında gerilemiş
gibi görünen faiz oranları doğrudur; ama, reel faizlerle hesap yapıldığında,
iki katı fazla faizin, esnafımızdan da, çiftçimizden de alındığını görüyoruz ve
yine, aynı bankaların verdiği kredi oranlarının nispetine baktığımızda…
BAŞKAN - Sayın Pekel…
Sayın Pekel… Mikrofonu kapatmak istemiyorum; lütfen…
FİKRET BADAZLI (Antalya)
- İnsaf… İnsaf…
SEDAT PEKEL (Devamla) -
…çok azının kredi olarak verildiğini ifade ediyor; Sayın Başkanın müsamahası
için teşekkür ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Pekel.
Sayın milletvekilleri,
beşinci tur üzerindeki konuşmalar tamamlanmıştır.
Şimdi,
milletvekillerimizin sorularına ve cevaplar kısmına geçeceğiz.
Sayın milletvekilleri,
sabah oturumunda cihaza girmiş olan sayın milletvekillerinin isimleri,
Başkanlık Divanı tarafından tespit edilmiştir; dolayısıyla, bu çerçevede söz
vereceğim söz isteyenlere.
10 dakika soru ve 10
dakika da cevap süremiz var.
İlk söz, Sayın Koç'a ait.
Buyurun Sayın Koç.
HALUK KOÇ (Samsun) - Teşekkür ediyorum.
Üç sorum var; birincisi,
asgarî ücretteki artışlardan bahsettiniz Sayın Bakan. DPT'nin hesaplamalarına
göre, reel ücretlerdeki azalış ortada. Örneğin, kamu işçilerinin reel
ücretlerinde 2004 yılında yüzde 4,4 oranında azalma var; bu, bir çelişki değil
mi?
İkincisi, Çukurova, Kepez
ve Aktaş Şirketlerinin imtiyaz sözleşmelerinin feshedilmesi nedeniyle mağdur
olan küçük hissedarların -ki, toplam 34 500 kişi- uğradığı zararları
karşılamayı düşünüyor musunuz veya -size yardımcı olalım- Cumhuriyet Halk
Partisinin bu konuda hazırladığı önergeyi -Plan ve Bütçe Komisyonunda
görüşülmekte olan bir tasarı nedeniyle- desteklemeyi düşünüyor musunuz?
Üçüncü sorum, klasik
sorum Sayın Bakan. Zaman zaman sizinle bu konuda soru-yanıt bölümünde karşı
karşıya geldik. Tutanaklar, sizin verdiğiniz sözlere iki yıldır tanık. Vallahi,
Sayın Maliye Bakanında kalmış imza, bonodan mevduata dönenler için. Sayın
Bakanı biz arada sırada görüyoruz Mecliste, siz daha sık görüyorsunuz; ama,
ille bir ricacı lazımsa artık bu kararı imzalamak için, yani, artık bu Ofer
Ailesinin bir bireyinden rica etmeyelim biz Sayın Maliye Bakanının bu kararnameyi
imzalaması için. Bu insanlar, artık yeter diyorlar.
İkincisi bu bölümde;
Anayasa Mahkemesi kararı ortada, yargı kararları ortada, lütfen, off-shore'dan
dönen… Eğer içlerinde bir iki tane yüksek meblağlı, soru işaretiyle
karşıladığınız hesap varsa soruşturun, takip edin, ayıklayın; ama, hakkı olan
insanlara, off-shore'dan dönenlere de ödeme planını yapın Sayın Bakan. Bu insanlar
bunu bekliyorlar sizden ve burada yazılı cevap istemiyorum. Lütfen, bu üç bölüm
için -bilhassa İmar Bankasından mağdur olan üçüncü bölümün- yapacağınız planla
ilgili, burada net, somut bir açıklama yapın. Bu insanlar bekliyor.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Koç.
İkinci soru sorma sırası
Şanlıurfa Milletvekilimiz Sayın Vedat Melik'e aittir.
Buyurun.
MEHMET VEDAT MELİK
(Şanlıurfa) - Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum ve Sayın Bakana,
aracılığınızla, derhal üç soru yöneltmek istiyorum. Bunlardan ikisi
bankacılıkla ilgili.
Kredi kartlarının
sistemsiz dağıtımı ve bilinçsiz kullanımı sonucu ortaya çıkan olumsuz
sonuçların bu denli büyümesinde, geç kalınan yasal düzenlemenin etkisi de
büyüktür. Hükümetinizin döneminde bu konu nedeniyle hayatını kaybeden vatandaşlarımız
hızla arttığı gibi, eşini, işini, düzenini kaybeden binlerce vatandaşımız da
bulunmaktadır. Üç yıldır bu konuda bir düzenleme yapmamanızın nedeni nedir?
İkinci sorum; bankaların
kredi kartları için uyguladığı temerrüt faizi oranlarının alt ve üst seviyeleri
nedir? Bu seviye farkının nedeni, sebebi nedir?
Üçüncü sorum yine GAP'la
ilgili. 4 Kasım 2004 tarihinde Sayın Bakan konuşmasının bir yerinde "eğer
bir sayın milletvekili GAP bölgesine ilgi gösterilmediği gibi bir izlenimle
konuşma yaparsa, bölge için faydalı bir konuşma yapmış olmaz. Onun için, sayın
milletvekilinin de, milletvekillerinin de, daha fazla yatırımı, daha fazla
desteği alabilmek maksadıyla bir şey yapılmadı yerine, yapılanlara teşekkür
etmelidir" demişti. Ben, Sayın Bakandan, bir yıldır GAP bölgesinde ne
yapıldı onu öğrenmek istiyorum.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Melik.
Üçüncü soru sorma sırası,
Antalya Milletvekili Sayın Fikret Baloğlu'na aittir.
Buyurun efendim.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU
(Antalya) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
BDDK, İmar Bankasında
izinsiz hazine bonosu işlemleri yapıldığına dair maliye müfettişleri tarafından
yapılan uyarıyı bankaya el konulmadan üç ay önce bildiği halde işlem
yapmamıştır. Bu kurulun düzenleme ve denetim için hangi otoriteler tarafından
uyarılması gerekiyor?
Ayrıca, malî sistemi
düzenleyen otoriteler arasında bilgi ve iş paylaşımı neden gerçekleşmiyor,
neden bir eşgüdüm sağlanmıyor ve bu kötü sonuçlar ortaya çıkıyor ve malî
felaketler yaşanıyor?
Sistemde bir daha hazine
bonosu açığa satışına imkân vermeyecek nasıl bir düzenleme yaptınız, yapacak
mısınız? Denetim çalışmalarını hangi düzeyde gerçekleştirdiniz?
Danıştay, İmar
Bankasından hazine bonosu almış olan yatırımcılarla ilgili olarak, SPK ve
BDDK'nın yatırımcıyı bilgilendirme açısından hizmette kusurları bulunduğuna
ilişkin bir karar verdi. Bu karardan sonra hangi işlemi yaptınız? Bunun
sorumluları hakkında ne yaptınız? Bu kararla ilgili olarak ödeme düzenlemesi
yapıyor musunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür
ediyoruz Sayın Baloğlu.
Soru sorma sırası, şimdi,
Mardin Milletvekili Sayın Muharrem Doğan'a ait.
Buyurun Sayın Doğan.
MUHARREM DOĞAN (Mardin) -
Teşekkür ediyorum.
Sayın Bakanıma sormak
istediğim birinci soru, İmar Bankası olayında, Başbakanlık Teftiş Kurulu, SPK
yetkilileri hakkında suç duyurusunda bulundu mu? Bulunduysa, konu hangi
aşamadadır?
İkinci soru: Borsada
Takasbank diye bir banka, var. Bu banka, parasal işlerle ilgili imtiyazlı ve
tekel konumunda; başka bir bankanın aynı işlemleri yapabilme imkânı yok mu?
Sayın Bakanım, izninizle
son sorumu soruyorum. Şark tipi tütünü desteklemekten neden vazgeçtiniz? 200
000 ton tütün stokunu nasıl eriteceksiniz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Doğan.
İstanbul Milletvekili
Sayın Muharrem Karslı, buyurun.
MUHARREM KARSLI
(İstanbul) - Sayın Bakanıma şu soruları sormak istiyorum:
Türkiye'de sermaye
piyasasının gelişmesi, hem bir sosyal güvence olarak hem de istihdam ve
kalkınma açısından çok yararlı bir şeydir muhakkak; fakat, sermaye piyasasının
gelişmesi, piyasada hisse senedi arzının çoğalmasına bağlıdır; bir taraftan
talebin artırılmasına bağlıdır; ama, bir taraftan da talebe cevap verecek hisse
senedi arzının çoğalmasına bağlıdır. Şimdi, bunun için en büyük kaynaklardan
biri de, özelleştirme esnasında yapılan halka arzlardır.
Sayın Bakanıma şunu
sormak istiyorum: Bundan sonraki özelleştirmelerde, Türk Hava Yollarında ve
Vakıflar Bankasında olduğu gibi, kısmen de olsa halka arz yoluyla özelleştirme
devam edecek mi ve böyle bir proje var mı; bu bir.
İkinci sorum: Deniliyor
ki, Türkiye'de, yüksek faiz, düşük kur politikası uygulanıyor. Ben, böyle bir
politika olduğunu bilmiyorum; ama, faizler düştüğü takdirde kurlar yükselir;
çünkü, faizlerin düşmesiyle Türkiye'ye gelen sıcakpara azalır, sıcakpara
azalınca da -yani sıcakdöviz azalınca- kurlar da yükselir deniliyor. Oysa,
benim bildiğim, 3 Kasım öncesinde, Türkiye'de, son ihale hazine bonosu faizi
yüzde 72'ydi, son ilan edilen enflasyon oranı da yüzde 42'ydi; aradaki fark
yüzde 30 reel faize tekabül ediyor. O günden bu yana faizler düşüyor. Bugün,
nominal faiz yüzde 13,5'e düşmüş, enflasyon da yüzde 8'e düşmüş, reel faiz de
yüzde 5,5'e düşmüş vaziyette; ama, buna karşılık döviz kurları yükselmemiş, aksine,
o zamanlar 1 600 000 lirayken, bugün 1 350 000 liraya düşmüş. Yani, faizlerin
düşmesi ile döviz kurlarının yükselmesi arasında bir illiyet rabıtası var mı?
Üçüncü sorum: Merkez
Bankasının ve hükümetin, faizlerle oynama konusunda elinde önemli bir imkân var
mı? Merkez Bankası, gecelik faizleri, yüzde 0,25 oranlarında, o da ayda bir
olmak üzere ve de çok büyük dikkatle indirmekte; ama, bunun dışında, büyük bir
faiz indirimi yapamamaktadır. Dolayısıyla, eğer faizleri düşürelim de döviz
kurları yükselsin, dışticaret açığımız kapansın diyorsak, bunun için başka
enstrümanlara ihtiyaç var. Serbest piyasa ekonomisinde böyle bir enstrüman var
mı?
Teşekkür ederim efendim.
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Manisa Milletvekilimiz
Sayın Ufuk Özkan, buyurun.
UFUK ÖZKAN (Manisa) -
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
İhlas Finansın tasfiye
işlemini yürüten kurul üyeleri arasında, hakkında hapis cezası kararı alınan
var mıdır? Şayet varsa, bu cezanın dayanağı nedir?
Yine, İhlas Finansta
yatırımcılara ödenmesi gereken tutar ne kadardır? Bugüne kadar yapılan ödeme ne
kadardır? Kalan tutar ne kadardır? Tasfiye, hangi tarihte bitecektir? Beş yıl
olarak Genel Kurulda alınan kararın onbeş yıla uzatılması söz konusu mudur?
Son sorum: "Yabancı
sigara şirketleri ve özelleştirmede teklif verecek firmalar, sigara
fabrikalarını istemiyorlar. Malatya ve Adana Fabrikalarını onun için
kapatıyoruz" diyen kurum genel müdürü kuruma zarar vermez mi? Bu
zihniyetin Tekelin başında durması, Tekelin haklarını koruyabilir mi?
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Özkan.
Eğer Bakanın
cevaplarından sonra süre olursa devam edeceğiz.
Sayın Bakan, buyurun.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan, soru
soran sayın milletvekillerimize de teşekkür ediyorum; ancak, hızla soruların
kaydının yapılması ve cevabın hızla hazırlanmasında önemli zorluklar ortaya
çıkıyor. Bununla birlikte, alabildiğim notlara istinaden cevap vermeye
çalışacağım.
Sayın Haluk Koç'un reel
ücretlerle ilgili sorusu var. Reel ücretlerde azalmalar olduğundan bahsettiler;
ama, Devlet Planlama Teşkilatının önümdeki verilerine göre, reel ücretlerde
azalma yoktur.
HALUK KOÇ (Samsun) -
Kendi rakamları efendim. Sayın Tıktık bunları kaçırmaz; ama, ben yine de takdim
edeyim.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) - Neyle ilgili rakam bu?
HALUK KOÇ (Samsun) -
DPT'nin demin bahsettiğim rakamları.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) - Net ele geçen ücret endeksi…
Yani, biz, 2002-2005 arasındaki
durumu toptan değerlendirdiğimizde…
HALUK KOÇ (Samsun) -
İstatistik çok önemli bir bilim zaten.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) - …aradaki yılın birinde bir eksi
gözüküyor; ama, üç yılı birlikte, toptan değerlendirdiğimizde şunu görüyoruz:
Kamu işçi reel ücretleri, ele geçen, 2002'de 100 kabul edersek, 2005 103,7'dir;
2002'ye göre yüzde 3,7'lik reel iyileşme vardır.
ÇEAŞ-Kepezle ilgili konu…
"34 500 mağdur var" deniliyor ve bu konuda Plan ve Bütçe Komisyonunda
bir kanun tasarısı var. Bu tasarı, dün komisyonda ele alındı; ama, sonra,
altkomisyona havale edilmiş. Burada, ÇEAŞ-Kepezde hissesi bulunanların
haklarının korunmasıyla ilgili bir düzenleme konusunda altkomisyon çalışmaları
tamamlanmadan, Hazineden sorumlu bakanımız, Enerji Bakanımız, Maliye Bakanı ve
ben, birlikte bir nihaî karara varmalıyız diye düşünüyorum; çünkü, bu konuda, daha
önceden şöyle bir formül üzerinde düşünmüştük: ÇEAŞ ve Kepez devredilirken,
satılırken, bu azınlık hisseleri korunmak suretiyle devredilirse, bu azınlık
hissesi sahiplerinin de mağduriyetleri giderilmiş olur diye düşünülmüştü. Bu
formül, ilk planda, bence, makul gözüküyor; ama, öngörmediğim, belki,
mahzurları vardır. Onun için, özellikle Enerji Bakanımızla bu konuda
mutabakatın sağlanması gerekir diye düşünüyorum.
Bonolarla ilgili olarak,
son bir ayda…
HALUK KOÇ (Samsun) - 3
kesim var efendim.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) - Evet.
…bonodan mevduata dönenler konusu… Yani, her
bakanımızın, kendince, detaylarıyla
inceleme hakkı vardır diye düşünüyorum. Dolayısıyla, herhangi bir
bakanımızda konunun incelemede olmasını normal karşılıyorum. Zaten, bunların
ödemeleri daha önceki mevduat ödemeleriyle paralel olacağı için, bir zaman
kaybı da olmadığını düşünüyoruz. Şöyle bir kayıp olmayacak; henüz son
taksitleri ödenmiş değildir.
HALUK KOÇ (Samsun) - Off
shore?..
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) - Dolayısıyla, şu ana kadar geçmiş
taksitleri kararname çıkınca hemen alabilecekler, kalan taksitleri mevduatla
birlikte alacaklar diye düşünüyoruz.
Off-shore'la ilgili
olarak Anayasa Mahkemesinin iptal etmiş olduğu madde, tamamıyla son bir ayda
off-shore'dan dönenlere ödeme yapılmasını zorunlu hale getirmiyor. Orada hukukî
bir durum var; yani, TMSF'nin konuyu inceleyeceği ve burada muvazaa olanlara
ödeme yapmayacağı, Anayasa Mahkemesinin iptal etmediği kısımda mevcut duruyor.
HALUK KOÇ (Samsun) - Ne
zamana kadar?!
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) - Dolayısıyla, bu değerlendirmeleri TMSF
yapacaktır diye düşünüyorum.
HALUK KOÇ (Samsun) -
Sayın Bakan, bekliyorlar. İnsanlar televizyondan izliyorlar; sizin
açıklamalarınız onlar için son derece önemli.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) - Bu konuda bağlayıcı bir şey söylersem,
sonunda, o söylediğim lafı ben de izleyemem; yani, takip edemeyeceğim bir şeyi
söylemeyi doğru görmüyorum. Burada, TMSF, bağımsız bir…
HALUK KOÇ (Samsun) - Siz
Başbakan Yardımcısısınız. Ben, bu halimle takip ediyorum; siz nasıl
edemezsiniz?!
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) - Şimdi, yasa diyor ki, açık, net bir
şekilde yasa diyor ki: "Muvazaa varsa, son bir ayda off shore'dan mevduata
dönüşte muvazaa varsa bu ödenmez."
HALUK KOÇ (Samsun) -
Hepsi muvazaalı gibi değerlendiriliyor.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) - Anayasa Mahkemesi de bu kısmı iptal
etmemiştir.
HALUK KOÇ (Samsun) -
Birsürü küçük tasarrufçu muvazaalı kapsamına giriyor.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) - Ve de yasa diyor ki: "Muvazaa olup
olmadığını da TMSF değerlendirir, karara bağlar." Dolayısıyla, bağımsız
bir kuruldur; değerlendirmeyi yapacak olan da kendileridir.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU
(Antalya) - Hiçbir şey değişmemiş oluyor efendim o zaman.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) - Sayın Vedat Melik'in, kredi kartlarında
geç kalındığı ifadesine, ben, tam katılmıyorum, geç kalındığı kanaatinde
değilim. 30 000 000’a yakın kredi kartı vardır. Bunlardan aşağı yukarı 200 000
civarındakilerde gecikme -vadesinde ödenmeyen kart- vardır. Dolayısıyla, kart
itibariyle, kredi kartı kullanan itibariyle oranlama yaparsak, tahsili geciken
kart sayısı yüzde 1'in altındadır, yüzde yarım ile 1 arasındadır; ama, tek bir
vatandaşımız dahi bu düzensizlikten veya çerçeve yasanın bulunmayışından mağdur
oluyorsa, bunu çözmek de görevimiz. Yüzde 1 veya yüzde 10; bu fark etmez. Biz
zaten bu düşünceyle yasayı Türkiye Büyük Millet Meclisine gönderdik. Buradan
sonra yapılacak iş, bunu hızla yasalaştırmaktır. Hızla yasalaşmasında size de
görev düşmektedir, bana da görev düşmektedir.
İkinci soruyu yazamadım,
not edemedim; ama, üçüncü soru, "GAP'la ilgili ne yaptınız"
diyorsunuz. Şimdi, GAP'la ilgili yapılanların…
MEHMET VEDAT MELİK
(Şanlıurfa) - Son bir yıldır efendim.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) - Son bir yıldır, evet. GAP'la ilgili
yapılanların envanterini, tam liste halinde, GAP İdaresi Başkanlığımız
vasıtasıyla size gönderebiliriz.
Sadece yatırım miktarına
bakacak olursanız, 2005 yılında yatırım bütçesinin yüzde 6,8'i GAP bölgesine
ayrılmıştır ve 1,1 katrilyon liralık yatırım ödeneği GAP bölgesi için
kullanılmıştır. Bu, daha önceki yıllara göre de önemli bir artışı içermektedir.
Sulama yatırımlarına, ortalama, GAP yatırımlarından, 1994-2002'de yüzde 13 pay
ayrılırken, 2003-2005'te yüzde 24 pay ayrılır olmuştur; çünkü, burada en fazla
sulama yatırımları konuşuldu. Sulama yatırımlarının payını biz artırdık. Sulama
yatırımlarının Türkiye içerisindeki payına baktığımızda da, Türkiye
içerisindeki GAP bölgesinin sulama yatırımları payına baktığımızda, 1994-2002
arasında yüzde 17 iken, biz, bunu, 2003-2005 döneminde yüzde 26'ya çıkardık.
Dolayısıyla, GAP'a ne yapıldığı, makro rakamlardan da görülüyor; ama, ayrıntılı
bir envanter talep ederseniz, onun dökümünü de verebiliriz.
Fikret Baloğlu, Sayın
Milletvekili, "İmar Bankasındaki durum üç ay önce bilindiği halde BDDK
üyeleri ve ilgililer hakkında ne yapıldı" dediler. İmar Bankasıyla ilgili
olarak gerekli soruşturmalar gerekli teftiş incelemeleri ve savcılık
çalışmaları, gerek BDDK üzerinde gerekse SPK üzerinde yapılmıştır, hatta bu
konudan dolayı da bazı görevliler şu anda yargıdadırlar.
Danıştay son vermiş
olduğu kararda hizmet kusuru gördü; bu konuda ne yaptınız dediniz. Danıştayın
vermiş olduğu karar henüz bize tebliğ edilmediği için henüz bir işlem yapmış
değiliz. Yeni verilmiş bir karar; bu karar geldiğinde konuyu inceleyeceğiz.
Sayın Muharrem Doğan…
"İmar Bankası olayında SPK yetkilileri hakkında suç duyurusunda bulunuldu mu" deniliyor. SPK ve BDDK'da
ilgililer hakkında zaten, dediğim gibi, teftiş ve yargıyla ilgili işlemler ve
süreç devam ediyor.
Takasbank, tekel…
BAŞKAN - Sayın Bakan,
süreniz doldu. Çok kısa…
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) - Evet, Takasbank tekel konumundadır.
"Tütün stoku nasıl
eritiliyor; şark tipi tütünün desteklenmesinden niçin vazgeçildi"
deniliyor? Tütün stokları Tekelle ilgili, Tekel de bana bağlı değil, özelleştirmeyle bağlantılı;
ama, bu konu yazılı olarak cevaplandırılabilir.
Sayın Muharrem Karslı'nın
ve Ufuk Özkan'ın soruları da, yetişmediği için Sayın Başkan, yazılı olarak
cevaplandırılabilir.
BAŞKAN - Teşekkür
ediyoruz Sayın Bakan.
Sayın milletvekilleri,
soru ve cevap işlemi tamamlanmıştır.
Şimdi, sırasıyla, beşinci
turda yer alan bütçelerin bölümlerine geçilmesi hususunu ve bölümlerini ayrı
ayrı okutup, oylarınıza sunacağım.
Devlet Planlama Teşkilatı
2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
07.81 - DEVLET PLANLAMA TEŞKİLATI MÜSTEŞARLIĞI
1.- Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı 2006 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçesi
A - C E T V E L İ
Fonksiyonel Açıklama (YTL)
Kod
01 Genel
Kamu Hizmetleri 179.921.500
BAŞKAN- Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
02 Savunma
Hizmetleri 148.500
BAŞKAN- Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
04 Ekonomik
İşler ve Hizmetler 35.000.000
BAŞKAN- Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir
09 Eğitim
Hizmetleri 48.998.000
BAŞKAN- Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 264.068.000
BAŞKAN- Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Devlet Planlama Teşkilatı
Müsteşarlığı 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.
Şimdi, Devlet Planlama
Teşkilatı Müsteşarlığı 2004 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
2.- Devlet Planlama Teşkilatı 2004 Malî Yılı Kesinhesabı
BAŞKAN - (A) cetvelinin
genel toplamını okutuyorum:
Devlet Planlama Teşkilatı
2004 Mâli Yılı Kesinhesabı
A - C
E T V E L İ
Lira
- Genel Ödenek Toplamı : 60.841.163.600.000
- Toplam Harcama : 49.297.756.250.000
- Ödenek Dışı Harcama : 3.038.450.350
- İptal Edilen Ödenek : 14.581.857.700
BAŞKAN - (A) cetvelini
kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Devlet Planlama Teşkilatı
Müsteşarlığı 2004 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri,
Sermaye Piyasası Kurulu 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesinin bölümlerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
42.03 - SERMAYE PİYASASI KURULU
1.- Sermaye Piyasası Kurulu 2006 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçesi
A - C E T V E L İ
Fonksiyonel Açıklama (YTL)
Kod
01 Genel
Kamu Hizmetleri 11.717.000
BAŞKAN - Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
03 Kamu
Düzeni ve Güvenlik Hizmetleri 2.496.000
BAŞKAN - Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
04 Ekonomik
İşler ve Hizmetler 28.272.000
BAŞKAN - Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir
TOPLAM 42.485.000
BAŞKAN - Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
(B) cetvelini okutuyorum:
B - C E T V E L İ
KOD Açıklama (YTL)
02 Vergi
Dışı Gelirler 40.985.000
BAŞKAN- Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 40.985.000
BAŞKAN- Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Sermaye Piyasası Kurulu
2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.
Bankacılık Düzenleme ve
Denetleme Kurumu 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesinin bölümlerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
42.04 - BANKACILIK DÜZENLEME VE DENETLEME KURULU
1.- Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu 2006 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçesi
A - C E T V E L İ
Fonksiyonel Açıklama (YTL)
Kod
01 Genel
Kamu Hizmetleri 5.889.990
BAŞKAN- Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
02 Savunma
Hizmetleri 72.600
BAŞKAN- Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
04 Ekonomik
İşler ve Hizmetler 79.557.410
BAŞKAN- Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir
TOPLAM 85.520.000
BAŞKAN- Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
(B) cetvelini okutuyorum:
B - C E T V E L İ
KOD Açıklama (YTL)
02 Vergi
Dışı Gelirler 85.520.000
BAŞKAN- Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 85.520.000
BAŞKAN- Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Bankacılık Düzenleme ve
Denetleme Kurumu 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesinin bölümleri kabul
edilmiştir.
GAP Bölge Kalkınma
İdaresi Başkanlığı 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesinin bölümlerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
40.34 - GAP BÖLGE KALKINMA İDARESİ BAŞKANLIĞI
1.- GAP Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı 2006 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçesi
A - C E T V E L İ
Fonksiyonel Açıklama (YTL)
Kod
01 Genel
Kamu Hizmetleri 1.593.743
BAŞKAN - Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
06 İskân
ve Toplum Refahı Hizmetleri 17.540.257
BAŞKAN - Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
07 Sağlık
Hizmetleri 202.000
BAŞKAN - Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir
10 Sosyal
Güvenlik ve Sosyal Yardım Hizmetleri 2.550.000
BAŞKAN - Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 21.886.000
BAŞKAN - Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
(B) cetvelini okutuyorum:
B - C E T V E L İ
KOD Açıklama (YTL)
02 Vergi
Dışı Gelirler 52.000
BAŞKAN - Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
04 Alınan
Bağış ve Yardımlar 21.184.000
BAŞKAN - Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 21.236.000
BAŞKAN - Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Böylece, GAP Bölge
Kalkınma İdaresi Başkanlığı 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesinin bölümleri
kabul edilmiştir.
Tütün, Tütün Mamulleri ve
Alkollü İçkiler Piyasası Düzenleme Kurumu 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesinin
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
42.09 - TÜTÜN, TÜTÜN MAMULLERİ VE ALKOLLÜ İÇKİLER PİYASASI
DÜZENLEME KURUMU
1.- Tütün, Tütün Mamulleri ve Alkollü İçkiler Piyasası
Düzenleme Kurumu 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
A - C E T V E L İ
Fonksiyonel Açıklama (YTL)
Kod
01 Genel
Kamu Hizmetleri 1.593.743
BAŞKAN - Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
04 Ekonomik
İşler ve Hizmetler 24.463.517
BAŞKAN - Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir
TOPLAM 43.400.712
BAŞKAN - Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
(B) cetvelini okutuyorum:
B - C E T V E L İ
KOD Açıklama (YTL)
02 Vergi
Dışı Gelirler 43.400.712
BAŞKAN- Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 43.400.712
BAŞKAN- Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Tütün, Tütün Mamulleri ve
Alkollü İçkiler Piyasası Düzenleme Kurumu 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesinin
bölümleri kabul edilmiştir.
Sayın Milletvekilleri,
böylece, Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı, Sermaye Piyasası Kurulu,
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, GAP Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı
ve Tütün, Tütün Mamulleri ve Alkollü İçkiler Piyasası Düzenleme Kurumunun 2006
malî yılı bütçeleri ile Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığının 2004 malî
yılı kesinhesabı kabul edilmiştir; hayırlı olmasını diliyorum.
Sayın milletvekilleri;
böylece, beşinci tur üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Birleşime 10 dakika ara
veriyorum.
Kapanma Saati: 17.12
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 17.25
BAŞKAN: Başkanvekili İsmail ALPTEKİN
KÂTİP ÜYELER: Ahmet Gökhan SARIÇAM (Kırklareli), Ahmet KÜÇÜK
(Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 34 üncü Birleşiminin Dördüncü
Oturumunu açıyorum.
2006 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2004 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu
Tasarıları üzerindeki görüşmelere kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Sayın milletvekilleri,
şimdi altıncı tur görüşmelere başlıyoruz.
IV.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
1.- 2006
Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2004 Malî Yılı Genel ve Katma
Bütçeli Daireler ve İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/1119;
1/1084,3/907; 1/1085, 3/908) (S.Sayısı: 1028, 1029, 1030) (Devam)
F) HAZİNE
MÜSTEŞARLIĞI
1.- Hazine
Müsteşarlığı 2006 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçesi
2.- Hazine
Müsteşarlığı 2004 Malî Yılı Kesinhesabı
G) AVRUPA
BİRLİĞİ GENEL SEKRETERLİĞİ
1.- Avrupa
Birliği Genel Sekreterliği 2006 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçesi
H)
BASIN-YAYIN VE ENFORMASYON GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
1.-
Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü
2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
İ) SOSYAL
YARDIMLAŞMA VE DAYANIŞMA GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
1.- Sosyal
Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü
2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
J) TÜRK
İŞBİRLİĞİ VE KALKINMA İDARESİ BAŞKANLIĞI
1.- Türk
İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı
2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
K) TÜRKİYE
İSTATİSTİK KURUMU BAŞKANLIĞI
1.- Türkiye
İstatistik Kurumu Başkanlığı 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Türkiye
İstatistik Kurumu Başkanlığı 2004 Malî Yılı Kesinhesabı
BAŞKAN - Komisyon ve
Hükümet yerinde.
Altıncı turda, Hazine
Müsteşarlığı, Avrupa Birliği Genel Sekreterliği, Basın-Yayın ve Enformasyon
Genel Müdürlüğü, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü, Türk
İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı, Türkiye İstatistik Kurumu Başkanlığı
bütçeleri yer almaktadır.
Sayın milletvekilleri,
6.12.2005 tarihli 27 nci Birleşimde bütçe görüşmelerinde, soruların gerekçesiz
olarak, yerinden sorulması ve her tur için soru-cevap işleminin 20 dakikayla
sınırlandırılması kabul edilmiştir. Buna göre, turda yer alan bütçelerle ilgili
olarak soru sormak isteyen milletvekillerinin, görüşmelerin bitimine kadar
sorularını sorabilmeleri için, şifrelerini yazıp, parmak izlerini tanıttıktan
sonra ekrandaki söz isteme butonuna basmaları gerekmektedir. Mikrofonlardaki
kırmızı ışıklar yanıp sönmeye başlayan milletvekillerinin, söz talepleri kabul
edilmiş olacaktır. Tur üzerindeki görüşmeler bittikten sonra soru sahipleri,
ekrandaki sıraya göre sorularını yerinden soracaklardır. Soru sorma işlemi 10
dakika içinde tamamlanacaktır. Cevap işlemi için de 10 dakika süre
verilecektir. Cevap işlemi 10 dakikadan önce bitirildiği takdirde, geri kalan
süre için sıradaki soru sahiplerine söz verilecektir. Yüce Heyetin bilgilerine
arz ediyorum.
Altıncı turda gruplar ve
şahısları adına söz alan sayın milletvekillerinin isimlerini okuyorum: Anavatan
Partisi Grubu adına Gaziantep Milletvekili Sayın Ömer Abuşoğlu, Mersin
Milletvekili Sayın Hüseyin Özcan, Mersin Milletvekili Sayın Hüseyin Güleri;
15'er dakikayla sürelerini paylaşmışlardır.
Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına Trabzon Milletvekili Sayın Akif Hamzaçebi, Hatay Milletvekili Sayın
İnal Batu, Antalya Milletvekili Sayın Feridun Baloğlu, Eskişehir Milletvekili
Sayın Cevdet Selvi. Sayın Cumhuriyet Halk Partisi Grubu, birinci konuşmacıya 15
dakika, diğer konuşmacılara 10’ar dakika süre ayırmıştır.
AK Parti Grubu adına
Çankırı Milletvekili Sayın İsmail Ericekli, Antalya Milletvekili Sayın Mevlüt
Çavuşoğlu, Kütahya Milletvekili Sayın Alaettin Güven, İstanbul Milletvekili
Sayın Mehmet Sekmen, Erzurum Milletvekili Sayın Mücahit Daloğlu, Ankara
Milletvekili Sayın Ersönmez Yarbay. Sayın AK Parti milletvekilleri, sürelerini
eşit ve 7,5'er dakika olarak kullanacaklardır.
Şahısları adına söz
isteği: Lehte, Batman Milletvekili Sayın Afif Demirkıran, aleyhte, Antalya
Milletvekili Sayın Atila Emek.
Şimdi, Anavatan Partisi
Grubu adına ilk söz, Gaziantep Milletvekili Sayın Ömer Abuşoğlu'na aittir.
(Anavatan Partisi Grubu sıralarından alkışlar)
Buyurun Sayın Abuşoğlu.
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA ÖMER ABUŞOĞLU (Gaziantep) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hazine
Müsteşarlığı ve Avrupa Birliği Genel Sekreterliği üzerinde, Anavatan Partisi
Grubunun görüşlerini ifade etmek üzere huzurlarınızda bulunuyorum.
Tabiî, Hazine
Müsteşarlığı deyince, sadece Müsteşarlık bütçesiyle sınırlı değil konu;
ekonominin geneli, genel ekonomi politikaları ve ekonominin genel seyriyle
ilgili birtakım değerlendirmeler yapma imkânımız var.
Ayrıca, Avrupa Birliği
Genel Sekreterliği bütçesi çerçevesinde de, hükümetin takip ettiği Avrupa
Birliği ilişkileri ve Avrupa Birliği üyeliği sürecinin de takip ettiği
politikaları değerlendirme imkânı var; ancak, bundan önceki turda Sayın Bakan
Şener'in bazı değerlendirmelerini ben yeniden gündeme getirmek istiyorum, hem
bu, aynı zamanda, böylelikle, ekonominin geneliyle ilgili değerlendirmeyi de bu
çerçevede dikkate alabiliriz.
Şu büyüme meselesini bir
halledelim; bir taraftan iktidar diyor ki yüzde 9 büyüdük, muhalefet de diyor
ki hormonlu büyüme veya şu büyüme, bu büyüme. Bu büyüme nedir, bunu, biraz da
teknik detayına inerek konunun, açıklığa kavuşturmak lazım. Gerçekten,
hükümetin dediği gibi ortada çok büyük ve ciddî bir başarı mı vardır, yoksa,
bazı gölgelemelerin arkasında başka birtakım olaylar mı yatmaktadır, bunu
değerlendirmek istiyorum öncelikle.
Bu değerlendirmelerini
yaparken Sayın Şener, enflasyon düşüyor, büyüme hızı artıyor, iktisat
kitaplarında bunun tersi yazar, büyümenin hızlanabilmesi enflasyonun artışına
bağlıdır, dolayısıyla biz iktisat kitaplarının da fevkinde, oralarda
öngörülmeyen başarılar da yakaladık diye meseleyi takdim etti. Acaba gerçekten
öyle midir değil midir, konunun başka izah yolları var mı, bunlara birtakım
değerlendirmelerle ben katkıda bulunmak istiyorum.
Şimdi, bildiğiniz gibi,
2000 yılı sonu ve 2001 yılı Türkiye ekonomisinde ciddî kriz yılı oldu. Bu kriz
niçin çıktı, nerelerden kaynaklandı, yanlış ekonomi yönetiminin sonucu muydu
veya başka faktörlerin de bunun üzerinde etkisi var mıydı, bunlar üzerine
girmeyeceğim. Bir vakıa olarak krizle karşılaştık, oldukça ciddî bir krizdi.
Türk ekonomisi krizlere karşı zayıf bünyeli bir ekonomidir, bunu baştan kabul
etmek lazım. Aşağı yukarı üç dört yılda bir ekonomik krizler Türkiye'nin
yakasına yapışmıştır. En son olarak 1997'de Güneydoğu Asya krizi -biraz bizimle
ilgili olduğu için onu da örnek vererek başlıyorum- arkasından 98 Rusya krizi.
Bu, dışarıdan kaynaklanarak Türkiye'yi de etkisine alan krizler. Ama, bunun
dışında, Türk ekonomisi, kendisi de kriz üretebilen birtakım mekanizmalara
sahip bir yapıya sahip.
2001 yılı krizi tamamen
Türk ekonomisinin kendi içerisindeki, krize karşı zayıf bünyesinin sebep
olduğu, dışarıdan endüklenmiş veya endüklenmemiş, ona girmiyorum, ama, kendi
bünyemizden ürettiğimiz, birilerinin de bunu tetiklemesi sonucunda oluşan bir
kriz. Çok önemli bir darbe vurdu ekonomiye, ekonomide bu krizden nasibini
almayan hiçbir sektör kalmadı, başta finans sektörü olmak üzere. Dev şirketler,
âdeta bir anda kendilerini yüzde 50, yüzde 60 küçülmüş gördüler. Krizin
boyutunu, derinliğini ortaya koymak açısından söylüyorum bunları.
Genellikle kriz
dönemlerinde ekonomik büyüme düşer. Kriz ve krizi takip eden yılda negatif
büyümeler ortaya çıkar. Nitekim, 2001'de de öyle olmuştur. Negatif büyümelere
ulaşılmıştır, çok ciddî bir negatif büyüme ortaya çıkmıştır. Yani, ekonomi
daralmıştır, küçülmüştür.
Genellikle, gene
iktisatta benzer olayların analiz edilmesinden sonra ortaya çıkan bir gerçek
vardır, bir sonuç vardır; ekonomiler bu tür krizlere uğradıktan sonra takip
eden birkaç yıl içerisinde hızlı büyüme dönemleri yaşarlar. Kriz dönemlerinde
ciddî küçülmeler olur, hızla ekonomi küçülür, negatif büyümeler olur, krizin
şiddeti ölçüsünde takip eden birkaç yıl içerisinde de ekonomik büyümeler
kendisinden beklenmeyecek bir performans göstererek hızla yukarıya doğru
yükselir. Bu, şuna benzer: Bir topu, lastik topu yere vurduğunuz zaman tekrar
tepki olarak yukarıya doğru bir sıçrama gösterir. İşte, bugün Türkiye'nin karşı
karşıya kaldığı 2003 ve 2004 yılında ortaya çıkan ekonomik büyüme ve bunun da
beklenenlerin ötesinde çıkmasının sebebinde, temelinde bu yatıyor; ekonomik
olayların doğası gereği, kriz sonrası yıllarda, ekonomide kendiliğinden
gerçekleşen hızlı büyüme istidadı. Bu, sürgit gidecek, birkaç yıl içerisinde
devam edecek büyümeler değildir; bir yıl olur, ondan sonra -ekonominin normal
büyüme seyrine, normal büyüme sürecine- kendi kapasitesi içerisinde
sürdürülebileceği büyüme oranı ortaya çıkar; o da yüzde 5'tir bugünkü şartlarda
Türkiye ekonomisi için hedeflenen.
Aslında, Türkiye
ekonomisinin büyüme kapasitesi daha yüksektir; ama, bugünkü mevcut borç yapısı,
finansman imkânları, dışticaret yapısı dikkate alındığında, yıllık yüzde
5-5,5'luk büyüme oranı, normal bir büyüme oranı olarak ortaya çıkar. Nitekim,
yüzde 9'luk bir büyümenin hemen akabinde, 2005 yılında da beklenen büyüme oranı
bu şekilde gerçekleşmektedir. Öyleyse, hükümet "biz, bu işi, yüzde 9,
ekonomiyi büyüttük" söyleminin arkasında, ekonominin bazı gerçekleri yatmaktadır.
Ekonomi yönetimi normal seyrinde sürüyor da olsa, herhangi aşırı bir gayret,
aşırı birtakım katkılar olmasa bile, ekonomi, zaten, böyle bir büyümeyi
kendiliğinden üretebilecek bir yapıya sahiptir. Bunu söylemek istiyorum.
Ayrıca, son iki yılda
yaşanan, 2003 ve 2004'te yaşanan ekonomik büyümenin gerisinde bir de şu faktör
var; bunu da ihmal etmemek lazım: Dışfinansmanın hızlandığı dönemlerde,
dışborçlanmaya dayalı olarak, büyüme de hızlanır; çünkü, ekonomiye dışarıdan
kaynak enjekte ediyorsunuz; bu kaynaklar, bir kısmı tüketime, bir kısmı da
yatırıma giderek, toplam talebi artırır ve büyüme hızını yükseltir. Öyleyse,
dışfinansmana dayalı bir büyümeyi de, biz, aynı dönem içerisinde yaşamışız, hem
ekonomik mekanizmanın kendiliğinden ürettiği yüksek büyüme hızları söz konusu
hem de dışfinansmana dayalı olarak ortaya çıkacak büyüme hızlarının birleşmesi
sonucunda, 2004 yılında yüzde 9 oranında bir büyüme gerçekleşmiş. Büyüme
gerçekleşmiş; ama, bakalım, bu büyüme toplum için ne anlama geliyor, toplum
için neyi ifade ediyor? Rakam olarak, kâğıt üzerinde, istatistik kitaplarında,
ekonomik raporlarda yüzde 9 olarak gözüküyor; ama, gerçek olarak neyi ifade
ediyor toplum açısından? Zamanım daraldığı için, ben, kısmen kısa geçeceğim.
Yine, ekonomi
kitaplarında fakirleştirici büyüme diye bir kavram var, fakirleştirici büyüme;
yani, bir yandan ekonomi büyür, bir yandan toplumun büyük bir kesimi
fakirleşir, büyümenin nimetlerinden istifade edemez. İşte, biz, bu dönemde, bunu
yaşıyoruz, fakirleştirici büyüme yaşıyoruz. AK Partili milletvekillerinin ve AK
Partili yöneticilerin diyelim, gözönünde bulundurmadığı husus budur. Bir
taraftan ekonomi büyüyor, bir taraftan çiftçinin şikâyeti artıyor, esnafın
şikâyeti artıyor, işçinin, emeklinin şikâyeti artıyor. Nasıl olur; ekonomi
büyürken, yüzde 9 gibi bir rakamla büyürken bu şikâyetler nasıl artar? Hiç de
inandırıcı gelmiyor. Milletvekilleri bu ifadeleri dile getirdikleri için parti
genel başkanından azar dahi işitmişlerdir "uydurmayın böyle şeyler"
diye…
RECEP KORAL (İstanbul) -
Kendi kendine konuşuyorsun.
ÖMER ABUŞOĞLU (Devamla) -
Kendi kendime değil.
RECEP KORAL (İstanbul) -
Kendi kendine konuşuyorsun, bizim adımıza konuşma hakkını kim veriyor sana?
ÖMER ABUŞOĞLU (Devamla) -
Efendim, ben doğruyu ifade ediyorum burada.
RECEP KORAL (İstanbul) -
Vahametinle konuşma, bizim adımıza konuşma.
ÖMER ABUŞOĞLU (Devamla) -
Vahametimle konuşmuyorum, ben gerçekleri ifade ediyorum.
RECEP KORAL (İstanbul) -
Kendi görüşlerini söyle. Yok, AK Partili milletvekilleri öyle diyor…
ÖMER ABUŞOĞLU (Devamla) -
Yaşadığımız olaylardan bahsediyorum. İster kabul edersiniz, ister etmezsiniz.
RECEP KORAL (İstanbul) -
Bu nereden çıkıyor?
ÖMER ABUŞOĞLU (Devamla) -
Şimdi, bakın, bu fakirleştirici büyüme nereden kaynaklanıyor, sebebi nedir.
RECEP KORAL (İstanbul) -
Bırak şimdi…
ÖMER ABUŞOĞLU (Devamla) -
Sadece laftan ibaret değil fakirleştirici büyüme.
FİKRET BADAZLI (Antalya)
- Saçma sapan bir laf Sayın Başkan.
RECEP KORAL (İstanbul) -
Sayın Başkan, lütfen, bizim adımıza konuşmasın.
BAŞKAN - Sayın Koral,
lütfen, hatibe müdahale etmeyin; eğer, bir sataşma varsa, sonunda söz
istersiniz. Lütfen...
ÖMER ABUŞOĞLU (Devamla) -
Bir ekonomi büyürken, bu büyüme dışticaret hareketlerine dayalı bir büyümeyse,
bir ekonomi büyürken, aynı zamanda dışticaret hacmi de artıyorsa… Bakalım,
dışticaret hacmi artıyor mu. Rakamları burada, hepsi burada, sizin Bakanlığınız
tarafından hazırlanan rakamlar. Dışticaret hacmi büyümüş; hem ihracat büyümüş
hem ithalat büyümüş. İthalat ihracattan daha hızlı büyümüş, birinci şart bu.
ZAFER HIDIROĞLU (Bursa) -
Sermaye de büyümüş.
ÖMER ABUŞOĞLU (Devamla) -
İkinci şart, dışticaret hacmi büyürken, dışticaret hadleri kötüye gitmiş mi;
bakıyoruz, dışticaret hadleri de kötüye gitmiş. İşte, bu durumda ne oluyor
biliyor musunuz; bu iki faktörü, bu iki unsuru bir araya getirdiğimiz zaman,
ülke içerisinde gerçekleşen ekonomik büyümenin bir kısmı, nimetleri, refahın
bir kısmı buharlaşıp bulut olup, başka ülkelere yağıyor; ülkenin dışticaret
yaptığı ülkelere yağmur olarak yağıyor; nimetinden bu ülke istifade edemiyor.
Onun için, toplumun bazı kesimleri feryadına devam ediyor.
Bir başka şart, sadece
dışticarete dayalı değil, bir başka unsur; ekonomik büyüme hızından daha büyük
bir reel faiz gerçekleşiyorsa ekonomide, bu durumda da fakirleştirici büyüme
ortaya çıkıyor.
Bakınız reel faizlere;
geçen yıl yüzde 10'un üzerinde, 2003'te yüzde 10'un çok daha üzerinde, bu yıl,
ekonomik büyüme hızından daha yukarıda. Öyle ise, son üç yıl içerisinde reel
faizler, ekonomik büyüme hızından daha yüksek.
Bu durumda ne oluyor;
biraz önce dedik, dış finansmana dayalı, dış kaynağa dayalı bir büyüme
gerçekleşiyor. Yani, ülkeye büyük ölçüde bir yabancı sermaye girişi var; ister
sıcakpara hareketi şeklinde, ister portföy yatırımı şeklinde, ister doğrudan
yatırım şeklinde. Böyle bir durumda, reel faizlerin yüksek olması, dış
finansmanın veya dış kaynağın ülkeye girişinin artması sonucunda, ekonomik
büyümeden ortaya çıkan nimetlerin bir kısmı reel faiz olarak dış finansman sahiplerine,
yine dışa akıyor; yani, buharlaşıyor, bulut olup yine başka ülkelere yağmur
olarak yağıyor; bu ülkeye faydası olmuyor.
Öyle ise, yüksek büyüme
hızını gerçekleştirmişiz, gerçekleşmiş, buna itiraz etmeyelim, kaynaklarının ne
olması hiç önemli değil, rakamları da doğru olarak kabul edelim; ama, bu
büyümenin nimetlerinden Türk Milleti işçisiyle, köylüsüyle, çiftçisiyle; orta,
küçük ölçekli esnafıyla, sanayicisiyle bunun
nimetlerinden yararlanamamış. İşte, bu kesimlerin şikâyetlerinin
devamının sebebi budur.
Hükümete düşen görev,
burada, bu gidişi önlemektir, bu gidişi önlemektir. Önünüzde daha iki yıl
süreniz var; eğer, 2007'de seçimi kazanmak istiyorsanız, işte, size yol; bu
durumu, bu kötü gidişi düzeltin. Aksi takdirde, insanların dayanacak hali
kalmadı. Kömür yardımı yaparak, yiyecek paketleri yardımı yaparak bu insanların
kötüleşen durumunu düzeltemezsiniz.
Evet, bu büyüme
meselesini bu şekilde hallettik; herhalde, daha fazla, konu üzerinde durmaya
gerek yok "dinleyen anlatandan arif gerek" derler.
Diğer bir iki hususa daha
değinmek istiyorum. Şimdi, genel ekonomi politikalarında -Avrupa Birliği
konusuna zaman kalmadı- söyleyeceğim bir iki husus var, onları da söyleyerek
konuyu bitirmek istiyorum.
Genel ekonomi
politikalarında birtakım değişikliklerin zamanı geldi ve geçiyor. Bunlardan
biri döviz kuru politikası. Uyguladığımız döviz kuru politikası dalgalı kur
sistemi olarak adlandırılıyor ve tamamen Merkez Bankasının yönetimine verilmiş.
Fiyat istikrarı sağlama görevinin yanında döviz kurunun, yani, TL'nin değerinin
istikrarı konusunda da Merkez Bankası rol üstlenmiş, görev yapıyor; ama, bu
politika Türk ekonomisinin ihtiyaçlarına cevap vermiyor. Bu politika Türk ekonomisinin
ihtiyaçlarına niçin cevap vermiyor; çünkü, neticede bir aşırı değerlenme ortaya
çıkmış. Bu aşırı değerlenmenin sebebi ne; Merkez Bankasının bu işi kötü
yönetmesinden mi; hayır. Bu aşırı değerlenmenin sebebi, Türkiye'ye giren, sıcakpara
şeklinde, kısa vadeli sermaye şeklinde, daha uzun vadeli sermaye şeklinde
hükümetin yapmış olduğu, özel sektörün yapmış olduğu borçlanmalar neticesinde
ülkeye gelen sermaye hareketlerinin sonucu. Ülkeye giren sermayenin sonucu,
Türk Lirasında bir aşırı değerlenme ortaya çıkıyor. İdeal olan nedir döviz
kurunda; ideal olan, gerçekçi denge kuru dediğimiz bir kur seviyesinin ortaya
çıkmasıdır. Bunun için de, böyle bir kurun ortaya çıkması için de, sermaye
hareketlerini bir tarafta tutarak, cari işlemler hesabı içerisindeki kalemler;
yani, mal ve hizmet kalemlerini…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
ÖMER ABUŞOĞLU (Devamla) -
Mal ve hizmet hareketlerini dengeye getirecek bir döviz kuruna, kur seviyesine
gerçekçi denge kuru denilir. Türkiye'de bugünkü kur seviyesiyle; yani, 1 dolar
ifadesiyle ifade edersek, 1 dolar eşittir 1,35-1,36 gibi bir kur seviyesiyle
cari işlemler dengesi dengeye gelmiyor. Bu yıl itibariyle, 15 milyar doların
üzerinde açık veriyoruz. Öyleyse, gerçekleşen kur, Türkiye için denge kuru değildir,
Türkiye'de cari işlemler dengesini sağlayacak bir kura ihtiyaç vardır; çünkü,
cari işlemler dengesini sağlayamadığınız sürece, burada ortaya çıkan açığı dış
finansmanla; yani, dış borçlanmayla karşılıyorsunuz ve bu, ekonominin hanesine
borç olarak yazılıyor demektir. Bu bakımdan, döviz kuru politikasında kontrollü
kura geçiş ve kısmen sermaye girişini kontrol altına alarak, özellikle
sıcakpara girişlerini vergi yoluyla ve sair yollarla kontrol altına alma
ihtiyacı vardır bu ekonominin, Türk ekonomisinin. Böylelikle, denge kuruna,
nispeten, buradan bir katkıda bulunabilsin.
Ayrıca, dün de bahsettim,
Merkez Bankasının görevleri konusunda, bizim gibi ülkelerde, para politikaları
ekonomik kalkınmaya yöneliktir, maliye politikaları ekonomik istikrarı
sağlamaya yöneliktir. Bugünkü uygulama itibariyle bunun tamamen tersinedir,
para politikaları istikrara yönelik olarak kullanılmaktadır, yanlış bir
uygulamadır; bunun da mutlaka düzeltilmesi gerekir.
Bu çerçevede, eğer,
ekonomi politikalarında ciddî birtakım değişikliklere gidilmezse, köşe taşı
olabilecek birtakım değişimler gerçekleştirilmezse, Türk ekonomisi bu yükünü
belki üzerinden atar; ama, bu, daha uzun zaman alır ve bunun maliyeti,
ekonomiye, topluma daha büyük olur. Bu maliyetin küçültülmesi ve zamanın da
kısaltılması için, mutlaka, politikalarda birtakım değişmeler meydana
getirilmesi gerekiyor.
Sürem bittiği için, daha
söyleyecek çok şey vardı…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun, son
cümlenizi alayım.
ÖMER ABUŞOĞLU (Devamla) -
Bu bakımdan, inşallah, daha fazla konuşma imkânlarımız olacaktır ileride; bu
hususlarda konuşacağız.
Bu vesileyle, tüm Genel
Kurulu saygılarımla selamlıyorum.
Bütçelerimizin Türk
Milletine ve Türk ekonomisine hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum. (Anavatan
Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Abuşoğlu.
Anavatan Partisi Grubu
adına ikinci konuşmacı, Mersin Milletvekili Sayın Hüseyin Özcan; buyurun.
(Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2006
yılına ait Basın-Yayın Genel Müdürlüğü bütçesi ile Sosyal Yardımlaşma ve
Dayanışma Genel Müdürlüğü bütçeleri hakkında, Anavatan Grubu adına söz almış
bulunmaktayım; şahsım ve Grubum adına Yüce Meclisi saygıyla selamlıyor,
saygıdeğer halkımıza da sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Değerli milletvekilleri,
iki gün önce, Mersin'in Erdemli İlçesinde, beldelerinde ve köylerinde, dolu,
büyük bir hasar meydana getirmiştir. Burada bulunan seralarımızı, narenciye
bahçelerimizi ve sebzelerimizi... Gerçekten büyük bir hasarla karşı karşıya
kalmıştır köylülerimiz. Burada hasar gören köylülerimize geçmiş olsun diyoruz.
Hükümetimizden de, bir an
önce, bu çiftçilerimizin yaralarını sarması için ilaç, gereç ve yardımlarını
esirgememelerini diliyorum.
Değerli arkadaşlar,
Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğünün kuruluş kanununda, kuruma pek çok
görevler yüklenmektedir; ama, aşağı yukarı her kamu kurumunda olduğu gibi,
burada da yazılan güzel sözler kâğıt üzerinde kalıyor. Tabiî, kurumların ve
bürokrasiyi çalıştırmak, başta hükümetlerin görevi ve sorumluluğundadır.
Burada, izninizle, birkaç
cümleyle, basınımızın ve medya kuruluşlarımızın sorunlarına da değinmek
istiyorum.
Günümüzde, medyanın
önemi, tartışılmaz bir gerçektir. Basın, yasama, yürütme ve yargı erklerinden
sonra, dördüncü bir kuvvet olarak ortaya çıkmış ve demokrasilerin vazgeçilmez
unsuru haline gelmiştir. Artık, düşünce özgürlüğü ile medya özgürlüğü eşdeğer
kabul edilmektedir.
Bugün, ülkemizdeki basın
özgürlüğü, ne yazık ki, siyasî iktidarların ve tekelleşme olgusunun tehdidi
altındadır. Basın gruplarının başka sektörlere yönelmeleri, onları siyasî erke
muhtaç hale getirmekte ve iktidarlarla uzlaşmaya zorlamaktadır. Bu durum,
iktidarlara, basını kendi amaçları doğrultusunda yönlendirme imkânı
doğurmaktadır. Bu iki güç odağı arasındaki çatışma zamanla uzlaşmaya dönüşmekte
ve bu da basının, bilenin ulvî amaçlarını tam anlamıyla yerine getirmesine
engel olmaktadır.
Özellikle ulusal
kanallar, eğitim ve kamuoyunu bilgilendirme işlevinden uzaklaşmıştır. Artık,
televizyonlarda, halkı bilgilendirici, eğitici, kültürel değerler taşıyan
programlar ortadan kaldırılmış ve ekranlarda televole programcılığı egemen
olmuştur.
Sabun köpüğü gibi
diziler, eğlence adı altında yayınlanan dedikodu programları, kadın hakları
gibi duygu sömürüsüne yatkın programlar kanalları işgal etmiş durumdadır. Bu
programların, ülkemizin kültürel değerlerini yozlaştırmakda önemli etki yaptığı
inancındayız.
Yerel düzeyde yayın yapan
gazete ve televizyonların da, başta ekonomik olmak üzere, pek çok sorunları
bulunuyor. Demokrasimizin kılcal damarları olan bu kuruluşların sorunlarına da
eğilmek gerekmektedir.
Sayın milletvekilleri, bu
alandaki diğer önemli bir sorun da basın çalışanlarının durumudur. Bugün, basın
emekçileri, büyük bir işsizlik tehdidi altında görev yapmaktadır. Medya
kuruluşlarında ortaya çıkan ilk ekonomik krizde fatura çalışanlarına kesilmektedir.
Asıl mesleği gazetecilik olan pek çok kişi işsiz durumdadır veya başka
alanlarda çalışmak durumunda kalmışlardır. Yine, 212 sayılı basın
çalışanlarıyla ilgili yasa, lehte hükümleri nedeniyle hiç işletilmemektedir.
Öte yandan, Anadolu
Ajansı ve Cumhuriyet Gazetesi hariç, hiçbir medya kuruluşunda sendika
bulunmamaktadır. Bir ülkede, gazeteciler gibi, toplumun en aydın ve dinamik
kesimi de örgütlenmiyorsa, sendika kuramıyorsa, işsiz kalması patronunun anlık
kararına bağlıysa, toplumun diğer kesimlerinde ne olacaktır, bunu ibretle
düşünmekteyiz.
Avrupa Birliğine
katılmamızı destekleyen medya patronlarımızın Avrupa Birliği normlarını
öncelikle kendi gazete ve televizyon çalışanlarına uygulamasını beklemenin de
yanlış olmaması gerekir.Sendikanın var olduğu Anadolu Ajansında ise, daha
farklı sorunlar yaşanmaktadır. AKP İktidarı, Anadolu Ajansını iktidarın sesi
haline dönüştürmüştür. Ajans yöneticileri, bakanların, AKP'li danışmanların
baskısı altındadır. Ajansın, Meclis bürosunda bile, sürekli değişiklikler
yapıldığı gözden kaçmamalıdır. Bir yandan da Başbakanın özel fotoğrafcısına bu
kurumda kadro verildiğine şahit olmaktayız. Hükümetin, basına baskı
politikalarını gazeteciye kadar indirgemesi kabul edilmeyecek bir durumdur.
Sayın milletvekilleri,
bütün bunlar yaşanırken, Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü ne
yapmaktadır; ne yazık ki, hiçbir şey. Genel Müdürlükte kurulan Basın Kartları
Komisyonu, gazetecilere dağıtılan sözleşmeler gündeme geldiğinde, suya sabuna
dokunmadan orta yollu bir tavır izliyor. Basın-Yayın ve Enformasyon Genel
Müdürlüğü sadece gazetecilere basın kartı veren ve onları yenileyen bir kuruma
dönüşmüştür. Kurum bu halinden çıkarılarak daha işlevsel bir konuma getirilmelidir.
Burada bir noktayı da
belirtmek istiyorum. Genel Müdürlüğün gazetecilere verdiği kartların üzerinde
bulunan resmî ibareler, yurt dışına göreve giden gazetecileri zor durumda
bırakmaktadır. Muhatapları, gazetecileri resmî bir görevli olarak algılamaktadır,
bu sorunun çözümü için basın kartlarının gazetecilerin meslek örgütlerinin de
dahil olduğu daha geniş bir organizasyon tarafından verilmesi ve Basın-Yayın ve
Enformasyon Genel Müdürlüğünün de bu kurulun sekreteryasını yapması uygun
olacaktır.
Bu konuda son söz olarak
şunu söylemek istiyorum: Hükümet, devletin denetleyicisi ve düzenleyicisi
rolünü hatırlayarak, basın çalışanlarının sağlıklı bir şekilde örgütlenmesini
sağlayacak tedbirleri bir an önce almalıdır. Bu, sadece gazeteciler için değil,
basın özgürlüğü ve ülkemizin demokrasisi için de yararlı bir eylem olacaktır.
Sayın milletvekilleri,
ikinci olarak, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğünün bütçesi
hakkında görüşlerimi açıklamaya çalışacağım. Bildiğiniz gibi, ülkemiz, dünya
ölçeğinde az gelişmiş ya da yoksul bir ülke kategorisinde değildir; fakat, şu
anda 15 000 000 yurttaşımız yoksulluk sınırının altında, 3 000 000 yurttaşımız
da açlık sınırının altında yaşamaktadır. Bu nüfus, açlıkla boğuşan bazı Afrika
ve Asya ülkelerinden daha fazladır; yani, ülkemiz içerisinde ne yazık ki bir
Afrika gerçeği yaşanmaktadır.
Ülkemizde gelir dağılımı
adaletsizliği kabul edilemez sınırlara ulaşmıştır. Alt gelir grubundaki nüfusun
yüzde 20'si toplam gelirin sadece yüzde 6'sını almaktadır. Buna karşı, üst
gelir grubundaki nüfusun yüzde 6'sı da toplam gelirin yüzde 20'sini elde
etmektedir. Bölgeler arasındaki gelir dağılımı dengesi de bu şekilde büyük bir
uçuruma sebep olmaktadır. Marmara Bölgesinde kişi başına düşen millî gelir 2
500-3 000 dolar iken… Ki, Sayın Maliye Bakanımız bugünkü gelirlerimizi 5 000-6 000
dolar civarında gösterdiyse de, Türkiye gerçeği budur. Hiç kimsenin yaşam
seviyesi birden ikiye katlanmadı. Bunu da kamuoyuyla paylaşmak istiyoruz. Batı
illerimizdeki kalkınmışlık düzeyini tüm ülke sathına yaymamızda da yarar vardır
diye düşünüyoruz.
Değerli arkadaşlar,
yoksulluğun önemli bir diğer sebebi de işsizliktir. Marmara depremi ve ardından
peş peşe yaşanan ekonomik krizler sonucu işsizlik çığ gibi büyümüştür. Aradan
geçen yıllara karşın istihdamda hâlâ kriz öncesi rakamlara ulaşılmamıştır. Hükümet
ne derse desin gerçekler ortadadır. Resmî işsizlik oranı yüzde 10'ları aşıyor.
Gerçekteyse bu rakam -eğer incelenirse- yüzde 20'lere kadar da tırmanabilir.
İşsizliği önlemek için yeni yatırımlar yaratılması gerekir. Faiz giderleri
millî gelirden büyük bir pay götürdüğü için elbette ki yatırımlar
yapılmamaktadır.
Önemli çarpıklıklardan
biri de, dolaylı vergilerin yüzde 70'lerin üzerine çıkmasıdır. Vur abalıya
politikasına devlet devam ettiği sürece vergi yükü yine sabit ve dar
gelirlilerin üzerinde kalacaktır.
Değerli milletvekilleri,
Maliye Bakanımız bütçeyi sunuş konuşmasında, Sosyal Dayanışmayı Teşvik Fonu ve
benzeri kuruluşlar aracılığıyla yapılan aynî ve nakdî desteklerin artırılarak
devam edeceği bilgisini vermektedir.
Evet, bu yurttaşlarımıza
devletin yardım etmesi gereklidir; ama, bu şekilde onların yoksulluk
girdabından kurtulmaları mümkün müdür?...
Devlet Bakanımız Sayın
Mehmet Ali Şahin dedi ki: "Biz, aşevlerini artırıyoruz." Amaç,
aşevlerini artırmak değil değerli arkadaşlarım; aşevlerine insanları
göndermemek için istihdam alanları yaratmaktır. Aşevlerinin önünde saatlerce
kuyruk bekleyen o insanlar, ellerinde sefertasıyla, bir parça yiyecek için
belki kilometrelerce yol yürüyerek geliyorlar. Acaba, bu insanların cebinde
dolmuş parası var mı? Bir kısmı da sakat ve perişan, belki de gelmiyor, bir
kısmı da onur meselesi yaparak gelmiyor bu aşevlerine. Biz, aşevlerini değil,
istihdam alanlarını çoğaltmakla övünmeliyiz diyorum.
AHMET YENİ (Samsun) - Biz
de buna çalışıyoruz.
HÜSEYİN ÖZCAN (Devamla) -
Evet, hep birlikte çalışmalıyız ve aç insan bırakmamalıyız; çünkü, bu insanlar,
yaşlılar, perişan olan insanlar bizim insanlarımız, ülkemizin insanları.
(Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
AHMET YENİ (Samsun) - Her
ikisini de halledeceğiz.
HÜSEYİN ÖZCAN (Devamla) -
Dinleyin, şey yaparsınız.
Evet, değerli
arkadaşlarım, tarım zaten yok deniliyor. Tarım denilince, sebzesi, buğdayı,
narenciyesi geliyor ve köylüler geliyor. Köylüler deyince, biraz da, sizler
hemen, geçenlerde de bir isyankâr gibi… Köylülerden korkmayın; köylülerden oy
istediniz.
Memurlar bugün
meydanlarda. Ne için geldiler Ankara'ya bu memurlar acaba; Keyiflerinden mi
geldiler bu kış gününü teperek, ceplerinden para ödeyerek?..
RECEP KORAL (İstanbul) -
Hükümete güveniyorlar, onun için geldiler.
HÜSEYİN ÖZCAN (Devamla) -
Evet, hükümete güvendiklerinden değil; o tablo, hükümete güvensizliğin
tablosudur.
RECEP KORAL (İstanbul) -
Güvendikleri için…
HÜSEYİN ÖZCAN (Devamla) -
Değerli arkadaşlar, sosyal güvenceden yoksun yüzbinlerce, milyonlarca
yurttaşımız perişan durumdadır. Yeşilkarta muhtaç olan insanların sayısı her
geçen gün biraz daha artmaktadır.
SSK ve Bağ-Kur üyesi
esnaf ve çiftçilerimizin birçoğu, primlerini dahi ödeyememektedir. Primlerini
ödeyemeyecek duruma gelen bu insanlara yardımcı olmak zorundayız ve primlerini
ödemedikleri için sosyal yaşamlarında da sıkıntı çekiyorlar ve sağlık konusunda
da hizmet alamıyorlar.
Değerli arkadaşlar,
ülkemizdeki engelli vatandaşlarımızın durumu da ayrı bir trajedidir. Nüfusumuzun
yüzde 12'si kadarını özürlü yurttaşlarımız oluşturmaktadır. İşsizlik ve
yoksulluk, özürlü vatandaşlarımızın içinde daha yaygın ve tahribatı daha da
derindir. Mevcut kanunların uygulanmaması nedeniyle, resmî işyerlerinde dahi,
özürlü kontenjanları az kullanılmaktadır. Özürlülere iş verilmemektedir.
Pembe tablolar çizmekle
sorunları çözmüyoruz, çözemiyoruz. İşte, kredi kartları mağdurları ortada,
insanlar, ailelerinden, çoluk ve çocuğundan ayrılıyorlar, intihara
sürükleniyorlar. Basın yazıyor, kartzedeler feryat ediyor, hükümet hâlâ ayağını
sürüyor, ATO Başkanı Sinan Aygün Ankara'nın göbeğinde aylardır bas bas
bağırıyor, sade vatandaşın sesini duymuyorsunuz, bari bunların sesini duyun!
Şimdi, ölen insanların
kanının hesabını kim verecek?! Neden bu yasayı bir an önce Meclise
getirmiyoruz?.. Ölen ve eşlerinden ayrılan, gerçekten mağdur olan bu aileleri,
bir an önce Meclise yasaları getirerek, sahiplenmeliyiz; ama, bunun gecikmesi,
birkaç tane banka patronunun lehine, halkın zararına oluyor. Bunu da kamuoyu
zaten takip ediyor ve görüyor.
İşte, hırsızlık, gasp ve
kapkaç olayları görülmemiş boyutlara ulaşıyor. İnsanlarımız büyük şehirlerde
güven içinde dolaşamıyor. Hatta, Ankara’da, gündüzün, çok arkadaşımız söylüyor,
evleri, bayanlar dahi, artık, hırsızlık için, soygun için dolaşıyorlar. Emniyet
güçlerimiz elbette ki kâfi gelmiyordur, onun için de bunu fırsat olarak
biliyorlar.
İnsanların, iş ve aş
bulmadıkça, sorunlarını çözemeyiz. Bu sorunlar ortada kalacaktır. Konuyu bir
asayiş sorunu olarak göremeyiz. Sorun, sosyal bir sorundur ve adlî tedbirlerle
çözmek de mümkün değildir.
Sayın milletvekilleri,
Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğünün çalışmaları, gerçek
amaçlarına uygun bir noktada değildir. Kurumun bütçesi, sayısı her gün biraz
daha artmakta olan yoksul vatandaşlarımızın ihtiyacını karşılamaktan uzaktır.
Öte yandan, bu kurum, tamamen siyasetin ve hükümetlerin hizmetinde
çalışmaktadır. Kurumun bütçesi, âdeta, İktidar Partisinin örtülü ödeneği gibi
kullanılmaktadır. Yardım dağıtımında genel ve objektif kriterlerin olmaması,
uygulamayı özellikle taşrada tamamen keyfî bir hale getirmektedir. Öte yandan,
ülkemizdeki yoksulların saptanması, izlenmesi ve haklarında bilimsel veriler
toplanması da gereklidir. Bu görevi …
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun efendim.
HÜSEYİN ÖZCAN (Devamla) -
… Sosyal Yardımlaşma Genel Müdürlüğünün yapmasının uygun olacağı kanaatindeyiz.
Sosyal devlet anlayışı
ortadan kaldırıldıkça ve hükümet bu politikalarına devam ettiği müddetçe Sosyal
Yardımlaşma Kurumuna daha çok iş düşmektedir. Yoksulluk toplumumuzu içten içe
çürütmektedir. Hükümet bu sorunlara bir an önce tedbir bulmak için
çalışmalıdır, yurtdışı gezilerini de biraz askıya alınmalıdır.
Değerli arkadaşlar,
biliyorsunuz 12 Eylülde mahalleler parsellenmişti, kurtarılmış bölgeler ilan
edilmişti. Bugün de artık belediyeleriniz kanalıyla yeşil ve kırmızı hatlar
çizmeye başladınız. İnsanların yaşamlarına müdahale etmeye başladınız. Hatta,
bu yetmiyormuş gibi, gıdaları helal ve haram diye ayırarak… Yapmayın, insanlar
bugüne kadar nasıl yaşadılarsa, bugün de aynı yaşamlarına devam etmeleri
gerekir. Ayırımcılığı bırakın, devleti yönetmeye bakın, Ofer'lerle, bilmem
Dubai şeyhleriyle değil, halkla birlikte olup halkı sahiplenmeliyiz diyoruz.
AHMET YENİ (Samsun) - Onu
Cumhuriyet Halk Partisi söylüyor; ANAP'a geçemedin mi hâlâ?
HÜSEYİN ÖZCAN (Devamla) -
Biz düşüncelerimizi her yerde savunuruz. Bir günde bir yere gitmek değil, biz
onurumuzla, onur kavgasıyla, haysiyetimizle devam ettik ve ona da devam
edeceğiz. Biz kimseye onurumuzdan bir ödün vererek bir yere gitmedik. (Anavatan
Partisi sıralarından alkışlar) Biz buradayız, halkımızla iç içeyiz. Halkın
vermiş olduğu görevi onurluca yaparız. Onun için, (A) partisi, (B) partisi
değil... Dün siz neredeydiniz, gelecekte ne olacağınız belli değil. Dilerim ki
gelecekte hiçbiriniz Parlamentoda olmazsınız.
Saygılar sunuyorum.
Bütçemizin de ülkemize
hayırlı olmasını diliyorum. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
AHMET YENİ (Samsun) - AK
Parti, AK! Bizim adresimiz belli, bizim yerimiz belli; biz AK Partiliyiz.
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Özcan.
Anavatan Partisi Grubu
adına üçüncü konuşmacı, Mersin Milletvekili Sayın Hüseyin Güler; buyurun.
(Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA HÜSEYİN GÜLER (Mersin) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Grubum adına Türkiye İstatistik Kurumu Başkanlığı ve Türk
İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığının bütçesi üzerinde söz almış bulunmaktayım;
hepinize saygılar ve sevgiler sunuyorum.
Biraz önce ekonomik
verileri dinleyince gerçekten farklı bir ülkede mi yaşadım diye düşünüyordum;
bu arada bir haber aldım, biz de bir şampiyonluğu elde etmişiz; bu konudaki
başarıdan dolayı da sizleri yürekten kutluyorum. IMF'ye borçlar listesinde
birinci sıradaymışız. Bu başarı size aittir; bununla övünebilirsiniz.
AHMET YENİ (Samsun) -
Devraldık; biz azaltıyoruz...
HÜSEYİN GÜLER (Devamla) -
Türk toplumunun bir esprisi vardır, borç yiğidin kamçısıdır, ye babam ye.
Sizlere de gerçekten bu konuda başarılar diliyorum.
FİKRET BADAZLI (Antalya)
- Kredi notlarına bak. Kredi notları artıyor.
HÜSEYİN GÜLER (Devamla) -
İnşallah, Sayın Bakanımız da burada, IMF ile stand-by anlaşması gibi bir
pazarlık yapmak yerine borcu ödemek gibi ilkeli ve anlayışlı bir duruş
gösterirler, bizler de buradan yürekten alkışlarız.
Türkiye İstatistik Kurumu
Başkanlığı:
2006 yılında, eski adıyla
Devlet İstatistik Enstitüsü, yeni adıyla da Türkiye İstatistik Kurumu
Başkanlığı olan süreç içerisinde görülen bir tablo var ki, sosyal ve ekonomik
alanlarda ihtiyaç duyduğu göstergeleri, uluslararası kavram ve yöntemleri
kullanarak oluşturan, kullandığı kavram ve yöntemleri akademik çevrelerle de
bütünleştirerek olgunlaştırıp ve sağlıklı verileri toplayan kurumun sağlıklı
zeminler içerisinde yapılanmasını bekliyoruz.
Avrupa Birliğine uyum
sürecinde resmî istatistiklerin önemi her geçen gün daha artmaktadır. Müzakere
sürecinde resmî istatistikler merkezî rol oynayacak, kaydedilen gelişmeler de
bu verilere dayalı olarak değerlendirilecektir. Bu nedenle ülkemizin resmî
istatistiklerinin uluslararası normlara uygun olarak şeffaf, zamanlı ve düzenli
biçimde üretilebilmesi son derece önemlidir. Sağlıklı resmî istatistiklerin
üretilebilmesi için istatistik alanında uzman bir kurum oluşturmak yeterli
değil; çünkü, enerjiden sağlığa, dışticaretten emniyete, turizm bankacılığına
kadar geniş bir alanda yapılan resmî istatistiklerin büyük bir kısmı, ülkelerin
idarî kayıtlarından gelmektedir. İdarî kayıtlar da, ilgili kamu kurum ve
kuruluşları tarafından tutulmaktadır. Bu nedenle, idarî görevi yürüten tüm
kurumların kayıtlarını düzenli istatistik üretilebilir hale getirmeden,
istatistik alanındaki sorunları tam olarak çözmek mümkün değildir.
Bunun yanı sıra, kurumun,
verimli ve yeterli düzeyde kaliteli hizmet verebilmesi için, kurum personelinin
teknik kapasitesinin artırılması, çalışmaların yapılmasında önem arz
etmektedir. Resmî istatistiklere güvenin oluşması, bu istatistiklerin nasıl
hesaplandığının yakından bilinmesiyle ilgilidir. Bu nedenle, bilimsellik,
şeffaflık, güvenilirlilik, zamanlılık, ulusal istatistik kurumlarının sahip
olması gereken vazgeçilmez özelliklerdir.
Buraya kadar sözünü
ettiğimiz bütün çalışmalar, sonuçta bir hizmet üretiminin kalitesinin
artırılmasına yönelik değerlendirmelerdir. En az bunun kadar önemli olan bir
husus da, hizmet kalitesinde herhangi bir kayba meydan verilmeden, sözü edilen
hedeflere varılabilmesidir. Birsürü güçlükler aşılarak, yurdun her yerinde elde
edilen ve kullanıcıların hizmetine sunulan verilerin, kurum amaçlarına uygun
bir şekilde değerlendirilebilmesi, bu bilgilerin gerek internet ortamına
gerekse basılı yayınlara iyi bir vitrinde sergilenmesiyle değil, kullanışlı
olma özelliği taşımasına bağlıdır. Bu kapsamda, basılı yayınlara eklenen CD'ler
ya da internet ortamında istatistikî sonuçların büyük bölümü, kullanıcılara,
PDF -yani, içerdiği bilgilerin sadece okunmasına imkân veren bir nevi
bilgisayar programı- formatında sunmak değil; oysa bu ham verilerin
kullanılabilir, bilgiye dönüşmesi için sadece okumaya imkân veren bir formatta
sunulması, örneğin bu verilerin daha pratik, kolay ve ulaşılabilir şekilde
kullanımına imkân veren Excel formatında kullanıma sunulmasının yararlı
olacağını düşünmekteyiz.
Sonuç olarak, Türkiye
İstatistik Kurumunun yaptığı çalışmalarda, yayınladığı istatistiklerde
uluslararası kavram ve yöntemleri kullanan, hatta bu kavram ve yöntemleri daha
da ileri hedeflere taşımak yolunda gayret sarf eden, öncesinde olduğu gibi
gelecekte de yerli-yabancı tüm kullanıcılara, güvenle ve kolaylıkla
kullanabileceği istatistikleri üreten bir kurum olmalıdır.
Son günlerde enteresan
bir olay olmakta. Türkiye İstatistik Kurumu, yaklaşık 244 adet uzman
yardımcılığı için 21.11.2005 ile 2.12.2005 tarihleri arasında müracaatları
kabul etmiştir. KPSS sınavındaki 7, 27, 33, 34, 37, 58, 92 ve 114 puan türleri
baz alınarak, 244 adet uzman yardımcılığı için, doğrudan sözlü sınavına girmek
üzere, 4 katı olan kişi davet edilmiş.
Burada sormak gerekir; Türkiye
İstatistik Kurumu olan ve bu kurum için istatistiğin ne derece önemli olduğunu
anlatmaya gerek yoktur. Bu kurumun, çeşitli alanlarda çalışacak, farklı
bölümlerden mezun olan insanlara ihtiyacı olmasına rağmen, bu kişilerin
muhakkak da olsa istatistik bilmesi gerekmektedir.
Bu konuda şu sorulara da
yanıt bekliyoruz Sayın Bakandan: Bu sınavda uygulanan KPSS puan türlerinden
bazıları hesaplanırken, kesinlikle istatistik soruları hesaba katılmamıştır.
İstatistik biliminin böylesine önemli olduğu bir kurumda, neden KPSS puan
türlerinden istatistiği içermeyen puan türleri de seçilmiştir? Bu soruyu şöyle
de sorabiliriz: Acaba, alınması gereken kişiler mi var?
Hangi branşlara kaçar
kişi alınacağı niye bildirilmedi? Bu, ikinci bir sorumuz.
Üçüncü sorumuz, uzman ve
uzman yardımcılıkları kariyer meslekler olduğu için, böyle sınavların yazılı
yapılması gerekmez miydi?
Dördüncü sorumuz da,
acaba, bu sözlü sınava girecek olan 976 kişiden hiç puan almayıp o listeye de
giren var mı?
Bu sorulara net olarak
yanıt beklemekteyiz.
Türkiye İşbirliği ve
Kalkınma İdaresi Başkanlığı:
Sovyet Sosyalist
Cumhuriyetler Birliğinin dağılmasının ardından oluşan yeni bağımsız
cumhuriyetlerle birlikte, ardından, yeni ekonomik, kültürel, sosyal ilişkilerin
geliştirilmesi ve özellikle Türk Dilinin konuşulduğu ülkelerde, bu alanda daha
da yakınlaşma ihtiyacı doğmuştur.
Bu hedef doğrultusunda,
başta Türk Dilinin konuşulduğu ülkeler olmak üzere, gelişme yolundaki ülkelerle
yapılacak her türlü işbirliği ve yardım programlarının hazırlanması ve
uygulanması, sorumluluğun doğrudan bu kuruluşa verilmesi; 480 sayılı Kanun
Hükmünde Kararnameyle Dışişleri Bakanlığına bağlanmıştır. 1999 yılına kadar
böyle devam etmiş, 2001 yılında ise Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi
Başkanlığı olarak değiştirilmiştir.
Başkanlığın kuruluş
amacı, başta Türk Cumhuriyetleri olmak üzere, Türk Dilinin konuşulduğu
cumhuriyetler ile akraba toplulukları ve kalkınma yolundaki ülkelerin
kalkınmalarına yardımcı olma konusunda gerekli adımların atılması ve
koordinasyonun sağlanmasıdır. Bu ülkeler ve toplulukların ekonomik, ticarî,
teknik, sosyal, kültürel ve eğitim alanlarındaki işbirliğinin çeşitli projeler
ve programlarla gelişmesini sağlamak, yapılacak yardımları koordine etmek, bu
ülkelerle doğrudan ve takip edilebilir ilişkiler geliştirilip devamını sağlamak
Başkanlığın aslî görevlerindendir.
Bu derece önemli görevler
üstlenmiş bir kuruluşun bütçesine kısaca bakmak gerekirse; Başkanlığın 2003
yılı bütçesinde ödeneği 19,7 trilyon TL olarak öngörülmüş; ancak, bu ödeneğin
sadece 2,1 trilyonu serbest bırakılmıştır. 2004 yılında öngörülen 18,5 trilyon
ödeneğin 16,1 trilyonu serbest bırakılmıştır. 2005 yılında ise, bu kuruluşa
26,6 trilyon ödenek ayrılmıştır; 2005 yılı ağustos ayı sonu itibariyle 17,5
trilyon ödeneğin serbest bırakıldığı görülmektedir. 2006 yılı bütçe tasarısı
içerisinde TİKA'ya 43 325 000 YTL pay ayrılması öngörülmüştür.
2004 yılından bu yana,
ülke ve bölge bazında 461 adet proje gerçekleştirilmiş ve faaliyet yürüttüğü
belirlenmiştir. Bu projelerin büyük bir kısmı, büyük bir özveriyle devam
ettirilerek başarıya ulaştırılmıştır, tüm ekonomik ve kadro yetersizliğine
rağmen. 2005 yılında proje sayısı, hem miktar hem de tutar olarak daha da
artmıştır. Bu artışın 2006 yılında da devam etmesini temenni ediyoruz. 2006
yılında TİKA'ya ayrılan ödeneğin yeterli olmadığı anlaşılmaktadır. Zira,
TİKA'nın Türkiye adına üstlendiği rol ve Türk Dilinin konuşulduğu ülkelerdeki
görevi gözönüne alınırsa, projelerin sorunsuz bir şekilde bitirilmesi ve bu
suretle ülke prestijine katkıda bulunması amacıyla, TİKA'ya genel bütçeden
sağlanan imkânların artırılması, bunun ödemeye dönüştürülmesi gerekmektedir.
1992 yılından bu yana
faaliyet gösteren TİKA'nın belge ve evrak, kayıt gibi kurumsal hafızasını
oluşturan bilgilerin önemli bir kısmına kolaylıkla ulaşılamamaktadır. Yürüttüğü
projeler itibariyle önemli bir kurum olan ve birçok ülkeyle irtibat kuran
TİKA'nın iyi bir kurumsal hafızasının olması gerekmektedir. İmkân bulunması
halinde, genel bütçe dışında da ilave kaynak aktarılarak, kurumun malî
yapısının güçlendirilmesi sağlanmalıdır. Çağımızın bilişim ve teknoloji çağı
gözönünde bulundurulduğunda, özellikle, Türk Dilinin konuşulduğu birçok ülkede
faaliyet gösteren TİKA'nın, bu alanda desteklenmesi ve hak ettiği teknik ve
malî güce kavuşmasını beklemekteyiz. Stratejik önemi olan bir kurumun etkin çalışabileceği
ortamın yaratılması gerekmektedir. Hem genel bütçe hem de ek kaynaklarla
desteklenmesi gereken TİKA, Türkiye'yi sadece Türk cumhuriyetlerinde değil,
Türk kamuoyunda, dünya kamuoyunda temsil etme gayreti içerisinde olmalıdır.
Doğaldır ki bu hedef, ekonomik güç ve ilave çabalarla sağlanabilir. Ülkelerin
dünya ölçeğinde tanıtım ve kamuoyu oluşumundaki hassasiyeti gözönüne
alındığında, TİKA'nın Türkiye için önemi anlaşılabilir hale gelmektedir.
Özellikle "Türk cumhuriyetleri"
olarak tabir ettiğimiz, dil, din, kültür ve ırk birliği olan devletler ile
akraba topluluklar, Türk soylu insanların yaşadığı ülkeler ve Türk Dilinin
konuşulduğu ülkelerle koordinasyon ve stratejik projelerin hayata geçirilmesi
hususunda, bu kuruma önemli görevler düşmektedir. Bu konuda TİKA'nın başlıca
görevlerini, dil birliğinin sağlanması, din değerlerinin doğru algılanması,
kültür değerlerinin taşınması ve geliştirilmesi olarak sayabiliriz. Ülkemiz
adına, Türk cumhuriyetleri ve akraba topluluklarla gerekli ve yerinde
girişimler, ortak projeler, stratejik çalışmalar yapmak zorundayız. Bu
zorunluluk, ortak değerlerin işlenmesi, değerlendirilmesi ve ortak kullanıma
açılmasını içermektedir.
Bu kurumun üstlendiği
görevleri daha etkin olarak yerine getirmesi için, bazı tedbirler alınmalıdır.
Genel bütçeden sağlanan imkânların artırılması ve bunun ödemeye dönüştürülmesi
sağlanmalıdır. Süreklilik gerektiren işlerde sözleşmeli personel yerine
TİKA'nın aslî personeli görev almalı ve bu personelin ise istihdamının
yapılması gerekmektedir.
Kurum hafızasını test
için, bilgisayar destekli arşiv ünitesi kurulmalıdır. Bu türlü teknik yardımın
sağlanması, Kamu İhale Kurumunun ilgili maddelerinden faydalanılması sağlanmalıdır.
Kurumun Türk kültürü, dili, tarihi, gelenek ve göreneklerinin tanıtılması için,
basın-yayın organlarının desteklenmesini sağlayacak maddî imkânların sunulması
ve bu çalışmaların bir an önce faaliyete geçmesinin sağlanması gerekmektedir.
TİKA, kalkınma yolundaki
ülke ve topluluklarla ekonomik, ticarî, teknik, sosyal, kültürel ve eğitim
işbirliğini, bu ülkelerin kalkınmalarına katkıda bulunacak projeler bazında
geliştirmek ve uygulamaya koymak adına çalışmalar da yapmaktadır. 60'ın
üzerinde faaliyet gösteren TİKA, mal ve hizmet satın alırken, bu konularda, her
ülke için farklı ekonomik, siyasî, geleneksel ve kültürel unsurlarla
karşılaşmaktadır.
Bunun yanında,
Başkanlıktan acil olarak talep edilen birkısım ihtiyaçların zamanında ve fayda
verecek şekilde karşılanabilmesi için, 4734 sayılı Kamu İhale Kanununun istisna
maddesinden istifade etmesi sağlanmalıdır.
TİKA'nın bütçe
uygulamaları başladıktan sonra, yıl içerisinde de önemli çevrelerde, ülke
açısından büyük önem arz eden projeler, önerilmekte ve bu gibi projeler,
önceden planlandığı için, bütçe içerisinde yer almaktadır. Bu da kaynak
sorununu beraberinde getirmektedir. Bu sorun, 5018 sayılı Kanunun üç yıllık
bütçe uygulamasıyla ilgili hükmünün 2006'da yürürlüğe girmesiyle kendini daha
da hissettirecektir. TİKA'nın, 5018 sayılı Kanunun 15 ve 16 ncı maddelerinden
muaf tutulması, idareye avantaj sağlayacaktır.
Kurumun bütçesinin
rekabet edebileceği düzeye çekilmesi, kullanım esnekliğinin sağlanması
gerekmektedir.
TİKA projelerinin büyük
ölçüde mal ve hizmet alımına dayalı olması ve faaliyette bulunulan ülkelerle bu
konuda karşılaşılan güçlükler nedeniyle, yurtdışı alımlarında Kamu İhale
Kanunundan muaf tutulmalıdır.
Gizlilik arz eden ve acil
yapılması gereken konularda ve projelerde finans, örtülü ödenek tekniğiyle
sağlanmalıdır. Ayrıca, dış yardımların, TİKA aracılığıyla, teknik yardım
projeleri halinde gerçekleştirilmesi için mevcut mevzuat değiştirilmelidir.
TİKA proje ve yardım
faaliyetleri, ülkesel ve bölgesel projeler bazında gerçekleşmektedir. Bu
faaliyetlerin artırılarak devam ettirilebilmesi için genel bütçeden iyi bir pay
almalı, genel bütçeden aktarılan ödeneklerin önü açılmalıdır.
Başkanlığın, Afganistan,
Arnavutluk, Azerbaycan, Bosna-Hersek, Etiyopya, Gürcistan, Kazakistan,
Kırgızistan, Kosova, Moğolistan, Moldavya, Tacikistan, Ukrayna'da toplam 15
program koordinasyon ofisi bulunmaktadır. Bu ofislerin harcama kalemleri,
merkezden gönderilen avanslarla karşılanmaktadır. Bu ülkelerle dil, din,
kültür, gelenek, eğitim, sosyal, ticarî ilişkiler gözönüne alındığında,
TİKA'nın bu ülkelerdeki projeleri desteklenmeli ve bu organizasyonu sağlayan
TİKA'nın maddî sıkıntısı olmamalıdır. TİKA, Türk Dilinin konuşulduğu ülkelerde
gerekli ve yeterli faaliyette bulunmalıdır. Projesini, diğer kurumlardan yardım
alarak tek elden götürmelidir.
2006 yılı bütçesinin,
Türkiye'yi temsil eden soy, dil, din, kültür, eğitim ve sosyal yapı birliğimizi
geliştirmeyi hedefleyen TİKA'ya ve millete hayırlı olmasını diliyor, başarılar
temenni ediyor, saygılar sunuyorum. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Güler.
Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına Trabzon Milletvekili Sayın Akif Hamzaçebi; buyurun.
Süreniz 15 dakika Sayın
Hamzaçebi.
CHP GRUBU ADINA MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hazine
Müsteşarlığı bütçesi görüşmelerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz
aldım; sözlerime başlarken, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Hazine Müsteşarlığı
bütçesi görüşmeleri nedeniyle, uygulanmakta olan ekonomik program hakkında,
zamanın izin verdiği ölçüde, bir değerlendirme yapmak istiyorum.
Değerli arkadaşlar,
hepinizin bildiği gibi, bu program, Adalet ve Kalkınma Partisi Hükümetinin iş
başında olmadığı 2002 yılından bu yana uygulanmaktadır ve 2002 yılı da dahil
olmak üzere, o yıldan bu yana, enflasyon oranında düşüş, büyüme, faizlerde
düşüş, ihracatın artması gibi konularda olumlu gelişmeler olmaktadır. Bugünkü
hükümetimiz de, genellikle bu olumlu göstergelere dayanarak, her şeyin çok iyi
olduğu yönünde bir pembe tablo çizmenin gayreti içerisindedir.
Şüphesiz, bu olumlu
gelişmelere hepimiz seviniyoruz; ancak, gerçekte, bu rakamların altına
indiğimizde, bütün tablo iyi midir, bütün tablo gerçekten iyiye gidecek midir
diye baktığımızda, bunu söylemenin çok kolay olmadığını görüyoruz ve bu
programın önünde çok büyük riskler olduğunu, özellikle 2006 yılında Türk
ekonomisinin çok büyük risklerle karşı karşıya olduğunu görüyoruz.
Değerli arkadaşlar, bu
riskler nelerdir diye baktığımızda, ben, bunları iki grupta topluyorum ve bu
iki grup, programın çok temel varsayımlarıdır.
Birincisi, dalgalı kur.
Bu programın temel kabulü dalgalı kurdur; yani, kur, dövizin fiyatı piyasada
belirlenecektir. Devlet veya Merkez Bankası, bu kurun oluşmasına herhangi bir
şekilde müdahalede bulunmayacaktır.
İkinci nokta da,
Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu yapısal reformlardır. Program, bu iki ana esasa
dayanmaktadır.
Uygulamaya baktığımızda,
dalgalı kurun kitaplarda yazıldığı gibi işlemediğini, Türkiye'deki yüksek faizler
nedeniyle Türkiye'ye sürekli olarak sıcakpara geldiğini ve sıcakpara nedeniyle
bollaşan dövizin, dövizin fiyatını düşürdüğünü ve aynı zamanda ithalata olan
talebi artırdığını, artan ithalat talebine rağmen, bu nedenle döviz talep
edilmesine rağmen, yüksek faizlerle girmeye devam eden sıcakpara nedeniyle
dövizin fiyatı bir türlü yükselmiyor; yani, Türk Lirası dövize kıyasla değerli
kalıyor değerli arkadaşlar. Bu nedenle, Türk ekonomisi, ödemeler dengesinde bir
açık problemiyle, bir ödeme problemiyle karşı karşıya kalıyor. Buna cari açık
diyoruz, hepiniz biliyorsunuz ve cari açık konusunda hükümetin bugüne kadar
yapmış olduğu tahminlerin hiçbiri tutmamıştır. Tabiî ki tahminlerde
yanılabilir, tahminlerin bire bir tutması mümkün değildir; ama, gerçekleşme
rakamlarını tahminlerle kıyasladığımızda, tam yüzde 100'ü aşan oranlarda bir
sapma olduğunu görüyoruz.
2003 yılına baktığımızda,
bu sapmanın yüzde 129,6; 2004 yılında yüzde 103,9 ve 2005 yılında da yüzde
101,2 olduğunu görüyoruz. Yüzde 100'ü aşan oranlarda sapmayla gerçekleşen
programları, bütçeleri, hükümet, her yıl Türkiye Büyük Millet Meclisine
getirmektedir. Değerli arkadaşlar, hükümet, âdeta, sapmada bir istikrar
yakalamıştır; bu istikrar, yüzde 100'ü aşan oranlardadır.
Cari açığın gerisine
baktığımızda, bunu tetikleyenin, gerçekte dışticaret açığı olduğunu görüyoruz
ve dışticaret açığında -hepinizin bildiği- ithalat ihracattan daha fazla
artıyor, bu da dışticaret açığını ortaya koyuyor. Ancak, özellik arz eden
gelişme nedir, ilk defa bu yıl, yani 2005 yılında, 2001 krizinden bu yana,
ihracatın ithalatı karşılama oranı en düşük seviyesine inmiştir değerli
arkadaşlar. Bu bir alarmdır. Bakın, Ağustos 2005 rakamı, ihracatın ithalatı
karşılama oranı yüzde 61,9'dur, Ekim 2005'te de, bu rakam yüzde 62,6'dır. 2001
Şubatından bu yana, bunlar en düşük rakamlardır. Yani, artık bu kurla ihracatçı
devam etmekte zorlanıyor, bu kurla Türkiye bir ithalat cenneti oluyor. Bunun,
büyüme üzerinde ve istihdam üzerinde yarattığı olumsuz etkiyi hepimiz
biliyoruz. Büyüme var; ama, bu büyüme işsizlik yaratıyor.
Değerli arkadaşlar, düşük
kur- değerli Türk Lirası, hükümete, biraz önce sözünü ettiğim göstergelere
dayanarak pembe tablolar ortaya koyma fırsatını belki veriyor; ama, bu tamamen
yanıltıcı, sanal bir tablodur. Bu tabloda, bütün sorunlar ertelenmektedir veya
bütün sorunlar çözülmüş gibi gösterilmektedir, ama, gerçekte, bütün cesametiyle
bu sorunlar ortada durmaktadır.
Türk Lirasındaki
değerlenme sorunu varken, Hazineden sorumlu Bakanımız, bir gün bir demeç
verebiliyor "Türk Lirasına değerli diyenler, bu işi bilmiyor" diyor.
"Türkiye'ye o kadar sıcakparayı getirenler, bu parayı piyasada bozduranlar
enayi mi" diyor. Kusura bakmayın, bu kelime benim değil, Sayın Bakanın
lafı. Bu şekilde değerlendiriyor. Tabiî, Sayın Bakanın bu demeci verdiği anda,
Merkez Bankasının web sayfasına bakıldığında, Merkez Bankasının web sayfasında,
Türk Lirasındaki değerlenme oranları gösteriliyor. Şu an itibariyle -bugün için
söylüyorum- bu sayfadaki rakamlara göre, Türk Lirasındaki değerlenme oranı, ÜFE
endeksine göre yüzde 40'ları aşan düzeydedir ve TEFE endeksine göre de yüzde
70'leri aşan düzeydedir. Adalet ve Kalkınma Partisinin iktidar olduğu 2002
Aralık ayından bu yana, Türk Lirasındaki değerlenme yüzde 30'ları aşan
düzeydedir değerli arkadaşlar.
Sayın Bakan belki de
Merkez Bankasıyla aynı fikirde değil; ama, bakıyorum ki, hükümetin en son
IMF'ye vermiş olduğu niyet
mektubunda -Sayın Bakanın da imzası var bu mektupta- hükümet, Türk
Lirasındaki değerlenmeyi resmen kabul etmiş. Bakın, niyet mektubundaki cümleyi
sizlere aynen okumak istiyorum: "Cari işlemler açığının artmasında güçlü
sermaye girişleri ve sonuç olarak ortaya çıkan Türk Lirasının değerli konumunun
da payı vardır." Sayın Bakan Türk Lirasındaki değerlenmeyi resmen kabul
etmiş, IMF'ye beyan etmiş.
Şimdi, Sayın Bakan Türk
Lirasındaki değerlenmeyi resmen kabul ettiğine göre, o zaman, buna göre de,
Türk Lirasındaki bu değerlenmeyi bertaraf ederek, onu bir kenara bırakarak,
bütün ekonomik göstergeleri ona göre açıklaması gerekir. Ne gerekir örneğin;
hükümet diyor ki, Sayın Başbakanımız, Bakanlarımız diyor ki: "Biz, kişi
başına millî gelirde, 2005 yılında 5 000 dolara yaklaştık, 2006'da da 5 216
dolara çıkacağız." Kişi başına millî gelir… Şimdi, olması gereken nedir;
olması gereken, bu, Türk Lirasındaki değerlenmeyi yok edecek şekilde, kişi
başına düşen millî gelir rakamını ortaya koymaktır. Bu rakamlar, devletin
elinde var. O rakamları size vermek istiyorum: Sabit fiyatlarla millî gelire
baktığımızda, 2005 yılında hükümet 4 964 dolar millî gelire ulaştık derken kişi
başına, sabit fiyatlarla bu rakam, Devlet Planlama Teşkilatının rakamı 3 401
dolardır değerli arkadaşlar. Aynı rakam, 1998 yılında 3 156 dolardır. Yani,
bizim, 2005 yılında geldiğimiz kişi başına millî gelir rakamı, 98 yılı millî
gelir rakamının birazcık üzerindedir. Yani, bir mesafe alınmış; ama, 1998'den
bu yana, işte, krizler olmuş, birtakım problemler yaşamış ekonomi; ama, AKP
Hükümetinin geldiği noktada, bakın, 2003 başında bu rakam 3 025 dolarken
2005'te 3 401 dolar olmuş, 2006'da da 3 527 dolar; yani, 1998 yılı düzeyini
yeni yeni aşıyoruz. Ancak, tabiî ki, değerli Türk Lirası, hükümetin, en başta
hükümetin çok işine gelmektedir. Bir kere, kamu finansmanında ihtiyaç duyduğu
fonları çok rahatlıkla bulabiliyor. Dışarıdan sıcakpara geldiği için, bu parayı
piyasadan bulması son derece kolay.
İki; borç stoku,
olduğundan daha az gözüküyor değerli arkadaşlar. Şimdi, hükümete yakışan, borç
stokunu, değerli Türk Lirasına göre -madem ki, bunu, IMF'ye verdiği niyet
mektubunda hükümet kabul etmiştir- ona göre açıklamalıdır. Ben bir hesap
yaptım; yanlışsa, Sayın Bakan düzeltsin. Bugünkü kuru yüzde 10 daha yukarı
taşıdığınızda, borç stokumuz 11 milyar
dolar artıyor. Borç stoku içerisinde, biliyorsunuz, dövizli borçlar veya dövize
endeksli değişken faizli borçlar var ve
hükümet, bu borçların düzeyini 2005 yılından itibaren artırmaya
başlamıştır. 2005 yılından itibaren borçlanma politikasını hükümet değiştirmiş,
sabit faizli senetleri ihraç yerine, değişken faizli senetleri ihraç etmeye
başlamıştır. Neden; çünkü, bu kur, gerçekten aşırı değerli, borç verenler bu
nedenle sabit faizli senetlere çok fazla itibar etmiyor, etmeyebilir; bu
nedenle, kısa vadeye mecbur kalıyoruz. Vadeyi uzatmak için, uzun vadeli
borçlanabilmek için, değişken faizli senet ihracına yönelmiştir Hazinemiz.
Bunun, kur riskinin Hazine tarafından üstlenilmesi anlamına geldiğini hepimiz
bilelim. Madem bu programa güven var, o zaman bırakalım, sabit faizlerle devam
edelim, sabit faizlerle vadeyi uzatmaya çalışalım. Demek ki, başta hükümetin
kendisi, bu programın kendisine pek inanmıyor; o nedenle, bugünü kurtarmaya
çalışıyor.
Değerli arkadaşlar, niyet
mektubuna devam ediyorum. Niyet mektubu… Hükümetin IMF'ye vermiş olduğu son
niyet mektubunda, hükümet, kendisine övgüler düzüyor, basiretli para politikası
uyguladığını söylüyor; ama, hemen sonrasında "ama" diye başlayan bir
cümleyle "para tabanı hedefine bu yıl uyamadık; onu biraz aşacağız…"
Yine devam ediyor "maliye politikası alanındaki basiretli uygulamalarımız
2005 yılında da devam etmiştir" diyor. "Ama" diye başlayan bir
cümleyle tekrar orada bir mazeret bildiriyor:
"Bazı nedenlerle, daha önce çıkan af söylentileriyle bağlantılı
olarak, prim tahsilatında ortaya çıkan düşüklük nedenleriyle, sosyal
güvenlikteki 2005 yılı hedefini tutturamayacağız."
İşte programın önündeki
ikinci riskler, birincisi kur rejimi ise, ikincisi de yapısal reformlar
dediğimiz alanlardır. Onların da başında sosyal güvenlik gelmektedir. Sosyal
güvenlikte hükümet büyük iddialarla işbaşına gelmiş, devraldığı sosyal güvenlik
sistemini her zaman kötülemiş, her zaman batmış, çökmüş bir sistemden söz
etmiş.
Şimdi, hükümete düşen
nedir; bunu düzeltmektir. Ee, tabloya bakıyorum, sosyal güvenlik sistemine
bütçeden yapılan transferlere baktığımda, 2002 yılında bunun gayri safî millî
hâsılaya oranı yüzde 3,6. Hükümet, 2003'te bunu 4,4'e çıkarmış. 2004'te yine
4,4; 2005'te niyet mektubunda "4,5 hedeflemiştik; ama, bunu biraz
aşacağız" diyor. Ne olacak; 4,8 olacak. 3,6'yla aldınız, 4,8'e çıkardınız;
hâlâ "sosyal güvenlik sistemini düzelteceğiz" diyorsunuz.
Değerli arkadaşlar,
hükümetin bu konudaki samimiyetine ben inanmıyorum. Hükümet, sosyal güvenlik
sistemi konusunda vakit geçirmektedir. Bakın, niyet mektubunda diyor ki:
"Af söylentileri nedeniyle prim tahsilatı olumsuz etkilendi."
Af nereden çıktı değerli
arkadaşlar; yine Hazineden sorumlu Bakanımız, bu sosyal güvenlik açıklarını
azaltmakla görevli olan Bakanımız, bir gün basına dedi ki; 2005 Martından
sonraki prim ödemelerine kesinlikle müsamaha göstermeyeceğiz; yani, öncesini
prim affı veya primlerin yeniden yapılandırılması kapsamına alacağız.
Şimdi, hükümete yakışan,
daha doğrusu, bir bakana, sorumlu bir bakana yakışan nedir; bu cümlenin
ertesinde, basında çıkan bu cümlenin ertesinde, hemen prim affına veya
primlerin yeniden yapılandırılmasına ilişkin tasarıyı Meclise getirip, buradan
çıkarmaktır. Binlerce, onbinlerce prim borçlusu bekliyor ne yapacağız, endişe
içerisinde yaşıyor. İşin öbür yanında da, sosyal güvenlik kurumları prim
alacaklarını tahsil edemiyor olmaları nedeniyle sorunlarla karşı karşıya.
Bakın, Bağ-Kur
tablosundan bir örnek veriyorum, hükümetin bize vermiş olduğu raporlarda bu
rakamlar var. Bağ-Kur için 2005 yılında hükümet 4,6 milyar YTL prim tahsilatı
öngörmüş, yıl sonu gerçekleşmesi 1 milyar YTL eksiğiyle, yani, 1 katrilyon TL
eksiğiyle 3,6 milyar YTL olacak. Bu, 2004 yılı rakamı olan 3,7 milyar YTL'nin
altında değerli arkadaşlar. Şimdi, hükümetin sosyal güvenlik açıklarından
şikâyet etmeye hiçbir zaman hakkı yok. Bu açıkları yaratan, bizzat hükümetin
kendi kararsız, tutarsız tutumudur ve hükümet, primlerin tahsil edilememesi
konusunda, IMF'ye, önlem olarak da şunu söylüyor niyet mektubunda: Ben,
bunları, avukat tutup onlara vereceğim, öyle tahsil edeceğim diyor.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun efendim.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; yapısal reformlar konusunda ikinci problem nedir;
kayıtdışılık. Türk ekonomisinin büyük bir kayıtdışılık sorunu var. Vergi
reformu dediğimiz konu, Türkiye'de kayıtdışılığın kayda alınmasıdır. Birinci
öncelik budur değerli arkadaşlar. Oranları, tabiî ki, indirelim, yüksek vergi
oranlarını indirelim; ama, kayıtdışılığı önleyecek çözümleri almadığınız sürece
oran indirimleri, daima ve daima, vergi gelirlerinde azalışla sonuçlanacaktır.
Şimdi, hükümet en son bir indirim paketi açıkladı ve indirim paketi sonrasında
kamuoyuna kayıtdışını önleme konusunda verdiği mesaj, herkes vergilerini
ödesin, vergi oranlarını indirdik.
Değerli arkadaşlar, oran
indirimlerinin başka önlemlerle desteklenmediği sürece, daima vergi
gelirlerinde azalışla sonuçlandığını Maliye Bakanlığındaki yetkili arkadaşlar
son derece iyi bilirler. Bu indirim de, sadece ve sadece, vergi gelirlerinde
azalışla sonuçlanacaktır; ancak, hükümet, onun bir önlemini almış niyet
mektubunda onu görüyorum; diyor ki: "Ücretlilerin yararlandığı özel gider
indirimini; yani, vergi iadesini reforma tabi tutacağım."
Değerli arkadaşlar, niyet
mektuplarında yer alan bu ifadelerin tercümesi şudur: Ben ücretlilerin
yararlandığı özel gider indirimini; yani, vergi iadesini kaldıracağım diyor
hükümet. Kurumlar Vergisi hâsılatındaki azalışı onunla telefi edecek, öyle
gözüküyor.
Değerli arkadaşlar,
Merkez Bankasının rezervleri konusuna değinmek istiyordum; zamanım kalmadı, son
olarak şunu söylemek istiyorum: Bu hükümet döneminde küçük tasarruf
sahiplerinin hesapları erimiştir. Bakın, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme
Kurulunun yayımladığı kasım ayı bülteninden size iki rakam vermek istiyorum: 10
000 YTL'ye kadar olan hesapların tutarı 2004 Eylülünde 28,6 milyar YTL iken, bu
rakam 2005 eylülünde 23,3 milyar YTL'ye düşmüş.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Hamzaçebi,
lütfen konuşmanızı tamamlayın.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Devamla) - Sayın Başkan, 1 dakika
içinde, müsaade ederseniz, toparlıyorum efendim.
Yani, küçük tasarruf
sahipleri ki, bunlar 10 000 Yeni Türk Lirasına kadar olan hesapları kapsıyor;
onların hesaplarındaki 5,2 milyar YTL'yi bu tasarruf sahibi vatandaşlarımız
harcamak zorunda kalmışlar, ayakta kalabilmek için harcamak zorunda kalmışlar.
1 000 000 YTL ve üzerindeki hesaplara baktığımızda,
oradaki hesap tutarı da, 2004 Eylülünde 55,5 milyar YTL iken, bu rakamın 2005
Eylülünde tam 81,5 milyar YTL'ye çıktığını görüyoruz; yani, 26 milyar YTL
artmış. Yani, uygulanmakta olan program küçük tasarruf sahibini yok ediyor;
ama, yeni milyonerler yaratıyor değerli arkadaşlar. Lütfen, BDDK'nın bu
istatistiğini, hükümetimiz, Sayın Bakanımız dikkate alsın, tablo çok açıktır;
küçük tasarruf sahibi, küçük esnaf, dar gelirli bu programın altında kalmış,
ezilmektedir.
Sözlerimi burada
bitiriyorum. Sayın Başkana müsamahası nedeniyle teşekkür ediyorum. Hepinize
saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Hamzaçebi.
Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına ikinci konuşmacı, Hatay Milletvekili Sayın Batu.
Buyurun Sayın Batu. (CHP
sıralarından alkışlar)
Süreniz 10 dakika.
CHP GRUBU ADINA İNAL BATU
(Hatay) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Avrupa Birliği Genel
Sekreterliği bütçesi üzerinde CHP Grubunun görüşlerini sunmak amacıyla
huzurunuzdayım; hepinize saygılar sunuyorum.
AKP Hükümetinin
dışpolitikamızın tüm alanlarında üç yıldır sergilemekte olduğu dağınık ve
kararsız politikalar, AB'yle ilişkilerimize ve bu çerçevede bugün burada
bütçesini görüşmekte olduğumuz AB Genel Sekreterliğinin durumuna da yansımış
bulunmaktadır. Yıllarca süren bir gecikmeden sonra nihayet tarama sürecine
başladığımız bu kritik dönemde AB Genel Sekreterlik makamı aylardır münhal
bulunmaktaydı. Yeni Genel Sekreter Değerli Meslektaşım Büyükelçi Oğuz
Demiralp'in görevine ancak bugünlerde başlamak üzere olduğu anlaşılmaktadır.
Acaba, hükümet bu aylardır devam eden boşluğu nasıl izah edecek böyle bir
dönemde, çok merak ediyorum.
Genel Sekreterliğin kadro
sorunları da devam etmektedir, ödenek sorunları da devam etmektedir. Bu önemli
kuruluşumuzda görev yapan yetkililerin kendilerini devredışı bırakılmış
hissettikleri, daha geçtiğimiz günlerde gazete sütunlarına yansımıştır.
Tarama sürecinde etkili
olan belli başlı 3 kurum, yani, Dışişleri Bakanlığı, Devlet Planlama Teşkilatı
ve Avrupa Birliği Genel Sekreterliği arasında etkili bir koordinasyonun
sağlanmış olduğunu söylemek mümkün değildir. Esasen, görevine AKP'deki iç
çekişmeler nedeniyle çok geç atanmış olan Devlet Bakanı Sayın Ali Babacan'ın bu
kurumlar arasında gerekli koordinasyonu henüz sağlayamadığı görülmektedir.
Tarama sürecine 50'şer
kişilik kalabalık heyetlerle katılınmaktadır; bu da çok dikkati çekiyor. En
kritik başlıklardan biri olan tarım konusundaki tarama toplantısı sırasında,
Sayın Tarım Bakanının, Sayın Başbakanın o meşhur on günlük Yeni
Zelanda-Avustralya gezisine katılmış olması ayrı bir dağınıklık örneğidir.
Sayın milletvekilleri,
Türkiye'nin, 3 Ekim 2005 tarihinden itibaren tarama müzakerelerinin başlaması
yoluyla da olsa AB tam üyeliği yolunda önemli bir adım atmış olduğu ve
statüsünün yükseldiği doğrudur. Ne var ki, 3 Ekimden sonra, biraz evvel
değindiğim dağınıklıklar ve diğer bazı gelişmeler nedeniyle -ki, bunlara
aşağıda değineceğim- ülkemizin AB'yle yakınlaşma değil, neredeyse AB'den
uzaklaşma sürecine girdiği, iki tarafın birbirlerine daha fazla yaklaşması
değil, âdeta, bir çatışma ortamına sürüklendiği üzüntüyle görülmektedir. Bir
taraftan AKP'nin bu en son içki yasağı girişimleriyle daha da belirgin hale
gelen birçok alandaki çağdışı dayatmalarının yarattıkları gerginlikler ve
bunların AB ülkelerindeki olumsuz algılanış tarzı, diğer taraftan Türkiye'yle
müzakere belgesindeki ayırımcı, önyargılı ve tam üyelik hedefimiz hakkında
kuşkuları güçlendiren zihniyet, halkımızın Avrupa Birliği tam üyeliğinin
gerçekleşebileceğine yönelik güvenini daha da sarsmış bulunmaktadır.
Değerli milletvekilleri,
AKP Hükümeti, bugün birinci yıldönümünü idrak ettiğimiz 17 Aralık 2004
tarihinden bugüne kadar geçen süreyi, maalesef, müzakere şartlarını düzeltmek
bağlamında iyi değerlendirememiştir. Önümüzdeki yol, hâlâ, önemli zorluklar ve
tuzaklarla doludur. AB'nin yıllardır Türkiye'ye karşı uyguladığı çifte
standartlar ve haksızlıklar, müzakere çerçeve belgesinde varlıklarını
sürdürmüşlerdir. Türkiye'ye son aşamada tam üyelik değil imtiyazlı ortaklık
verilmek istendiğini çağrıştıran ifadeler bugün de karşımızdadır. Ucu açık
müzakere kavramı, bundan önce hiçbir aday ülkeye karşı kullanılmadığı kadar,
âdeta, kafamıza vurulurcasına müzakere belgesinde yerini almıştır. Türk işgücüne
ve hatta turistlerine tam üyelikten sonra dahi kalıcı kısıtlamalar
uygulanabileceği tehdidi yine gündemdedir. Fransa'nın, Türkiye'nin olası tam
üyeliğini referanduma sunma niyeti de, başlıbaşına bir haksızlıktır.
Değerli milletvekilleri,
Avrupa'da kuşatma altındaki son halk olan Kıbrıslı Türklere karşı Avrupa
Birliğinin yıllardır sergilediği haksızlıklar bütün hızıyla devam etmektedir.
Türkiye'nin, çetin pazarlıklardan sonra, 29 Temmuz 2005 tarihinde uyum
protokolünü imzalamak zorunda kalmasından sonra, ülkemiz adına yayımlanan bir
deklarasyonla, bu protokolün imzasının Türkiye'nin Kıbrıs Rum Yönetimini Kıbrıs
Cumhuriyeti olarak tanıdığı anlamına gelmeyeceği dünyaya duyurulmuştu. AB'nin o
zamanki Dönem Başkanı İngiltere ve üst düzey AB yetkilileri de, bu tutumumuzu
destekleyen açıklamalar yapmışlardı, çok açık vaatler verilmişti Türkiye'ye, bu
protokol tanıma anlamına gelmeyecektir Kıbrıslı Rumları diye. Uyum protokolünün
daha mürekkebi kurumadan, Fransa, Avusturya, Yunanistan ve tabiî Kıbrıslı
Rumlar, Türkiye'nin deklarasyonunu değersiz bir kâğıt parçası haline getirecek
bir karşı deklarasyon yayımlama girişimlerine başladılar. Fransa, Kıbrıs
Rumlarını dahi şaşırtan ve endişeye sevk eden bir çıkışla, Türkiye Kıbrıs
Cumhuriyetini tanımadan tam üyelik müzakerelerinin başlatılmamasını talep eden
bir tavır sergiledi. Dönem Başkanı İngiltere'nin çabalarıyla, karşı deklarasyon
metninin nispeten makul bir içerik kazanması beklenirken, Fransa'nın başını
çektiği cephenin inadıyla, metne önemli olumsuz hükümler ilave edilmiştir.
Metnin ilk taslağında, Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin Türkiye tarafından
tanınması konusu "üyelik öncesi gereklilik" şeklinde dile
getirilirken, bu kez, Rumların istediği şekilde "tüm üye ülkelerin
tanınması katılım sürecinin gerekli bir unsurudur" ibaresi yer almaktadır.
Böylece, müzakere sürecine atıfta bulunulmak suretiyle, karşı deklarasyon
Türkiye aleyhine kuvvetlendirilmiş olmakta ve Kıbrıslı Rumlar başta olmak
üzere, malum ülkelere, tanıma şartını Demokles'in kılıcı gibi başımızın
üzerinde tutma imkânı sağlanmış bulunmaktadır.
İkinci bir unsur,
ekprotokolün tam olarak tüm üyelere uygulanmasına ilişkin ibaredir. Metinde,
protokolün tam olarak uygulanmaması halinde, ilgili müzakere başlıklarının
açılamayacağının altı çizilmektedir. Bu hususu daha da ağırlaştıracak şekilde,
yükümlülüklerin tam olarak uygulanmasının başarısızlığa uğraması halinde,
müzakerelerin genelinin bundan etkileneceği ifadesine yer verilmektedir.
Böylece, Türk deniz ve hava limanlarının Rumlara açılması, müzakerelerin başlaması
açısından olmasa dahi, bu sürecin sağlıklı bir şekilde yürütülebilmesi
açısından şart haline getirilmektedir.
Değerli arkadaşlar,
böylece, görülüyor ki, sürecin tümü esnasında ve her yeni müzakere başlığı
gündeme geldiğinde, Kıbrıs sorunu aleyhimize istismar edilebilecektir; bu
olanaklar, bu karşı deklarasyonla Avrupa Birliğine sağlanmış olmaktadır.
Avrupa Birliğinin,
Türkiye'ye, defalarca, Kıbrıs sorununun tam üyelik yolunda bir engel
oluşturmayacağı yolunda verdiği sözlerin ne kadar büyük bir aldatmaca olduğu,
bugün gelinen noktada bir kez daha açıkça görülmektedir. Bazı Avrupalı
liderlerin, Kıbrıslı Rumların Avrupa Birliğine alınmasının büyük bir hata
olduğu şeklindeki pişmanlık ifadelerini de ciddîye almamak ve bu tür ifadeleri,
timsah gözyaşları olarak nitelendirmek gerekmektedir.
Kofi Annan Planının
Kıbrıs Rum toplumunca reddedilmesi ve Kıbrıslı Türkler tarafından kabulünden
sonra, Kıbrıs Türk Halkına uygulanan tecridin kaldırılacağı sözünü veren Avrupa
Birliğinin, bu sözünü de unutarak, şimdi, Türk hava ve deniz limanlarının
Rumlara açılması üzerindeki ısrarı ibret vericidir. Yine, Birleşmiş Milletler
Genel Sekreteri Kofi Annan'ın, Kıbrıslı Türklere uygulanan tecride son
verilmesini tavsiye eden raporu, birbuçuk yıldır, Birleşmiş Milletler Güvenlik
Konseyinin gündemine dahi getirilememiştir; kabul edilmek şöyle dursun, daha
gündeme dahi girememiştir bu önemli rapor ve oradaki sözde dostlarımız, en ufak
bir girişimde dahi bulunmamaktadırlar bu raporun Güvenlik Konseyinde kabulü
için.
Geçtiğimiz günlerde,
Kıbrıslı Türklere uluslararası ticaret olanağı sağlanması karşılığında, hiç de
gündemde olmayan, Maraş'ın, Kıbrıslı Rumlara devri ve Kuzey Kıbrıs'taki
gayrimenkul satışlarının durdurulması gibi ağır ve insafsız koşullar ileri
sürülmesi yeni bir haksızlık örneğidir. Zaten bu koşullar, ticaret ambargosunun
kaldırılacağı sözünün tutulmaması için bir bahane olarak yaratılmıştır. Daha
sonra bu koşullar geri çekilmiş olsa da…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
İNAL BATU (Devamla)
- Sayın Başkan, toparlıyorum sözlerimi.
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Batu.
İNAL BATU (Devamla) -
…Kuzey Kıbrıs'a ticaret ambargosunun sona erdirilmesi vaadi buzdolabına
kaldırılmış bulunmaktadır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Avrupa Birliğiyle ilişkilerimiz gerek ülkemizdeki yapılanma ve
kurumlar arası koordinasyon zaafları, gerek Avrupa Birliğinin önyargılı ve
ayırımcı tutumları dikkate alındığında, maalesef, hiç de iyi gitmemektedir.
Avrupa Birliği tam üyeliği konusunda Türk Milletinin haklı beklentilerini
tatmin etmek için hükümetin, öncelikle, Türkiye Büyük Millet Meclisine bir
karar tasarısı getirerek, Avrupa Birliğine tam üyelik hedefimizin netlik
kazanması için, müzakere heyetimizin yetkisinin tam üyelik hedefiyle sınırlı
olduğunu tüm dünyaya ilan etmesi yararlı olacaktır. Ayrıca, müzakereleri
yürüten kurumlarımız arasında bir an evvel etkin bir eşgüdüm sağlanması gereklidir.
Nihayet, Kıbrıs konusunda Avrupa Birliğinden gelen haksız dayatmalara karşılık
hükümetin, Kıbrıs Rum Yönetiminin tanınmasının nihaî siyasal çözüme ve ülkemiz
havaalanı ve limanlarının Kıbrıs Rum uçak ve gemilerine açılmasının ise, Kuzey
Kıbrıs'a uygulanan tecridin tümüyle kaldırılmasına bağlı olduğunu daha kararlı
bir üslupla ifade etmesini bekliyoruz.
Hepinize saygılar
sunuyorum.
Sayın Başkan, müsamahanız
için teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Batu.
Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına, üçüncü konuşmacı, Antalya Milletvekili Sayın Baloğlu; buyurun.
(CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA FERİDUN
FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Genel Kurulu
saygıyla selamlıyorum.
Basın-Yayın ve
Enformasyon Genel Müdürlüğünün 2006 yılı bütçesi üzerinde, Cumhuriyet Halk
Partisinin görüşlerini açıklamak üzere söz aldım.
Bu genel müdürlük,
temelde tanıtma işlerini yürütüyor ülkemizin ve bir kararnameyle de hangi
konularda, hangi çalışmaları yapacağı belirlenmiş. Bunlar 9 bentte düzenlenmiş;
bunları uzun uzun okuyacak değilim; ama, özellikle iki konu çok önemli. Tanıtma
ve ilgili alanlarda hükümet tarafından uygulanacak stratejileri tespite
yardımcı oluyor.
İkincisi de, kamuoyunu ve
ilgili makamları doğru bilgilerle aydınlatıyor ve bu faaliyetler için de
gerekli aydınlatıcı ve tanıtıcı bilgilerin akışını sağlıyor. Bunu ne ölçüde
gerçekleştirdiklerini çok ayrıntılı biçimde tartışacağım; ama, buna ilişkin
Sayın Başbakanla ilgili örnekleri de Genel Kurulun dikkatine sunacağım; ama,
öncelikle, söylemek istediğim şey, kurumun Sayın Genel Müdürünün, kurumun
personelindeki kalite yetersizliğine ilişkin düşüncelerinin kamuoyuna yansımış
olmasıdır. Bunun hangi ölçüye göre söylendiğini bilmiyorum; ancak, Sayın Genel
Müdürün bu saptaması kamuoyuna yansıdıktan sonra buna ilişkin sorulara verilen
yanıtlarda da buna benzer sözler tekrar ediliyor. Nitekim, önceki yıllarda yurt
dışına gönderilecek olan personel seçilirken, iki aşamalı bir yöntem
uygulanıyordu; yazılı ve sözlü sınavlar yapılıyordu. Bu yıl yurt dışına
gönderilecek personeli sadece mülakatla belirlediler. Bunun gerekçesi sorulduğu
zaman da, personel yazılı sınava alınırsa, sınavı başarabilen çıkmayabilir gibi
bir gerekçe öne sürdüler. Bu gerekçeyi, kurumda çalışanlar açısından, hüzün
verici bir değerlendirme olarak zabıtlara geçiriyorum.
Bu iki yöntemden birinin
belirlenmesi gerekirken veya iki yöntemi birlikte uygulamak gerekirken, neden
sadece mülakat belirlenmiştir, kimler alınmıştır, İktidar Partisinin partizanca
atama isteklerinin uygulamasının yeni bir yansıması olarak mı gelişmiştir bunu
takip edeceğiz; ancak, Sayın Devlet Bakanının, bu konuda Plan ve Bütçe
Komisyonunda söyledikleri çok ilginç. Sayın Bakan, her iki yöntemle de sınav
yapılabileceğini yazılı ya da sözlü ya da hem sözlü hem yazılı; ancak, bu
konuda yeterli bilgiye sahip olmadığını söylüyor. Zabıtlardan okuyorum:
"Devlet Bakanı Beşir Atalay - Ben konuyu biraz daha öğreneceğim,
soracağım." Aradan epeyce zaman geçti; öğrendiğini ve sorup, yanıt
aldığını umut ediyorum, o yanıtları da biraz sonra Genel Kurula açıklayacağını
umut ediyorum
Değerli milletvekilleri,
Türkiye'de birtakım gazeteciler düşünceleri nedeniyle yargılanıyorlar. Bunların
düşüncelerini beğenmeyebilirsiniz, ben de büyükçe bir bölümünün düşüncelerini
hiç beğenmiyorum. Özellikle birtakım köşe yazarlarının Partime yönelik hasmane
tavrını hiç beğenmiyorum; ama, onların, bizi eleştirdikleri için
yargılanmalarını da hiç istemem, sadece onların düşüncelerine karşı kendi
düşüncelerimi söylerim. Bu noktada, Sayın Başbakanın karikatürlerle ilgili
tepkisini de pek olumlu bulmadığımı söylemek istiyorum. Karikatür bir şaka
olayıdır, bir espridir karikatür, karikatür hiçbir zaman bir hakaret aracı
olmaz. Karikatürcüleri şikâyette bulunmak, onların yargılanmasını sağlamak bence
biraz fazla alınganlık oluyor. Her zaman hoşgörüsünü bu kürsüde gördüğümüz
Sayın Başbakanın bu konuda da aynı hoşgörüyü göstermesini diliyorum.
Sayın milletvekilleri,
bir de, Türkiye'de çalışan gazetecilerin sorunları var, bu konu onunla da
doğrudan bağlantılı. Dünyanın birçok yerinde sendikasız gazetecileri işe
almazlar; çünkü, örgütlü gazetecilerin daha disiplinli olduğunu düşünürler;
bizde sendikalı gazeteci istenmiyor. Avrupa Birliğinin 2005 yılı ilerleme
raporunda görüyorum, gazeteciler hâlâ sendika oluşturmakta zorlukla
karşılaşıyor deniliyor Türkiye'de. Burada bir yanlış bilgi var; Türkiye'de bir gazeteci
sendikası var, Türkiye Gazeteciler Sendikası. Ne ki, o sendikaya üye olmak
cesaret istiyor. Nedense, Türkiye'deki medyanın oluşumu, o medya içinde
sendikalı olmayı çok zor kılıyor.
Yerel basınla ilgili
birkaç cümle söylemek istiyorum. Türkiye'de yerel basın halka en yakın alandır;
çünkü, sermaye basını değildir, ekonomik zorunluluklar nedeniyle iktidarlara
bağlı değildir, daha özgürdürler, küçük sermayeyle ve emekle yayın yaparlar;
ama, yerel basına bu hükümet döneminde yeterli desteğin verilmediğini
görüyoruz. Bu konudaki eleştirileri yanımda getirdim, Türkiye'nin 20 ilinde
çıkan gazetelerin birçok yazarı, bu konuda ilgi beklediklerini söylüyorlar;
bunu bu kadarla yetiniyorum.
Değerli milletvekilleri,
şimdi, Sayın Başbakan zaman zaman yurtdışı gezilere çıkıyor, doğal ki ülkemizi
Tanıtacak. Ölçü biraz kaçmış olsa da bunu eleştirmek gereği duymuyorum. Başbakanın takdiridir. Hiç
olmazsa arada sırada Türkiye'ye gelerek
bir arada oluyoruz kendisiyle. Yalnız, oraya gittiği zaman Sayın Başbakanın
şunu sormasını diliyorum, bekliyorum kendisinden; çünkü, hatırlıyorum,
Almanya'ya gittiği zaman Başbakana Almanya Başbakanı "kaç lira maaş
alıyorsunuz" diye sormuştu. Aslında şunu sorsa daha iyi olur: Almanya'da
siz Başbakan olarak kaç tane gazeteciyi şikâyet ettiniz, karikatür çizdi diye
kaç tane gazeteci Almanya'da yargılanıyor? İstirham ediyorum kendisinden, bir
dahaki gezisinde, herhangi bir ülkede bunu bir sorsun. Avrupa Birliğine girme
iddiasında olan bir hükümetin başındaki Sayın Başbakanımızın, bu konuda, oradan
aydınlatıcı bilgilerle geleceğini umut ediyorum.
Şimdi, konuştuğumuz konu,
bir aydınlatma konusu; yani, doğru haber iletme konusu, sağlıklı haber iletme
konusu. Aslında, Sayın Başbakandan bu kurumun kalacağı çok ders var. Sayın
Başbakan bu anlatma ve propaganda konusunda çok anlamlı örnekler veriyor. Çok
örnek var burada; ama, süre son derece kısıtlı.
Sayın Başbakanın bütçe
konuşmasında söylediği bir söz var; "Kahvelere gidin" diyor, bir de
oradan görün Türkiye'yi; biz oradan geldik" diyor. Ben, bu öneriyi
memnuniyetle karşıladım. Zaten gidiyordum; fakat, dün, yağmur da yağıyordu,
ama, Şentepe gecekondularına gittim,
bütün kahveleri gezdim. Oradaki insanlardan birisi bana şunu söyledi:
"Sayın Başbakan, doğru, kahvelerden gelmiş olabilir; ama, uzun süredir
gelmiyor. Bir zamanlar gelmiş; şimdi de gelmesini bekliyoruz."
Ben, Sayın Başbakana yer
vererek, örnek vererek söylüyorum; Şentepe gecekondularına gitsin. Orada 20'ye
yakın kahve var, vatandaşların kendisine söylemek istediği şeyler var. Ben,
onların benden Başbakana söylenmesini, iletilmesini istedikleri şeyi bu
kürsüden ifade edemiyorum, Sayın Başbakan kendisi dinlesin.
Sayın Başbakan, yine
propaganda tekniğinin harika örneklerinden birini verirken geçen günkü bütçe
konuşmasında, Cumhuriyet Halk Partisinin tek bir çivi çakmadığını söyledi.
Sayın Başbakana Onuncu Yıl Marşını bir kez daha dinlemesini öneriyorum. Orada,
ana yurdun hangi ağlarla örüldüğünü ve demiryolu gerçeğini görecektir; ama,
çivi çakma konusunda ben, AKP İktidarıyla yarışamayacağımızı da biliyorum;
çünkü, İstanbul'un ortasına biz Dubai çivisini çakamayız arkadaşlar. Siz onu
başaracaksınız, öyle sanıyorum. Evet, göreceğiz başarıp başarmadığınızı.
Sayın Başbakan propaganda
tekniğinin örneklerini sergilerken, bizi Nutuk falan okumaya davet etti bu
kürsüde; o falanı bırakalım bir kere, Nutuk okumaya davet etti.
Arkadaşlar,Sayın
Başbakanın Nutuk'tan kendisiyle ilgili bölümleri okuduğunu biliyorum. Tümünü
okumuş olduğunu da ümit ederim, bu konuda bir tahminde bulunmayacağım; ama, bu
sıralarda oturan insanlar, Nutuk okuyarak büyüdüler ve onu özümseyerek
büyüdüler. Sayın Başbakan, bize Nutuk okuma konusunda böyle önerilerde
bulunmamalıdır. Biz, Cumhuriyet Halk Partililer, Nutuk konusunda son derece
hassasız. (AK Parti sıralarından gürültüler)
AHMET YENİ (Samsun) -
Sayın Başbakanı bırakın da, bütçeyle ilgili ne konuşacaksınız...
FERİDUN FİKRET BALOĞLU
(Devamla) - Şimdi, bütçeyle ilgili konuşacağım. Konu propagandadır; Sayın
Başbakan da bunun bir parçasıdır. Siz
dinleyin. Başbakan konuşurken, ben bir kez yerimden müdahale ettim, ayağa kalktınız
susmamı söylediniz ve şunu söylediniz bana: "Söyleyeceğin varsa, kürsüye
çık söyle" dediniz. Çıktım, söylüyorum. Şimdi siz dinleyeceksiniz. Şimdi
beni bir dinleyin, sizin bir
söyleyeceğiniz varsa, siz gelin, deyin.
AHMET YENİ (Samsun) -
Biraz evvel konuştum.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU
(Devamla) - Peki, onu söylüyorsanız, ben, size çok daha güzel bir şey
söyleyeceğim; söylemeyecektim, söyleyeceğim.
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, hatibe müdahale etmeyin.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU
(Devamla) - Hayır hayır, müdahale etsinler, onlar özgürlüklerini kullanıyorlar,
beni engellemez onların müdahalesi.
BURHAN KILIÇ (Antalya) -
Seni susturamadık ki!
FERİDUN FİKRET BALOĞLU
(Devamla) - Bakın, size ben bir şey söyleyeyim arkadaşlar. Sayın Başbakan...
AHMET YENİ (Samsun) - Hâlâ
Başbakanı konuşuyorsun.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Devamla) - ...dün,
Konya'da -aynen deyimi söylüyorum- basını atlatarak, ismini vermek istemediğim
bir dinî cemaatin önde gelenlerinden biriyle bir görüşme yaptı.(AK Parti
sıralarından gürültüler)
FAHRİ KESKİN (Eskişehir)
- Eski milletvekili yahu!
FERİDUN FİKRET BALOĞLU
(Devamla) - Efendim, izin verin, ben başka bir şey söylüyorum, basından bir şey
söylüyorum. Hayır...
Bu görüşmeyi niye
atlatarak yaptığını soruyorum. Basın özgürlüğünden bahsediyoruz; niye saklıyor
efendim?!
FAHRİ KESKİN (Eskişehir)
- Reklam mı yapsın yahu!
FERİDUN FİKRET BALOĞLU
(Devamla) - Hayır, niye kızıyorsunuz? Utanacak bir şey mi yapmış?! Hayır,
niye?..
AHMET YENİ (Samsun) -
Hani basın yoktu?
FERİDUN FİKRET BALOĞLU
(Devamla) - Zaten, basın fark etmiş, yazmış. (AK Parti sıralarından gürültüler)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, hatibe müdahale etmeyelim.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU
(Devamla) - Şimdi, efendim, izin verin, bakın, siz de gelip konuşursunuz;
müsaade edin... Siz bağırmaya devam edin, ben konuşacağım.
Bakın, burada ilginç olan
şey şu; basına da yansıdı: Söz konusu kişi "Başbakana bazı tavsiyelerde
bulundum" dedi; değil mi?! "Bazı tavsiyelerde bulundum..." (AK
Parti sıralarından gürültüler)
AHMET YENİ (Samsun) -
Hani basın yoktu?!
FERİDUN FİKRET BALOĞLU
(Devamla) - Efendim, kendisi yapıyor
açıklamayı, "Sayın Başbakana bazı tavsiyelerde bulundum" diyor.
Şimdi, -dinleyin-. Nedir o bazı tavsiyeler? Ben umut ediyorum ki, Sayın
Başbakana bu kürsüde daha sakin olmasını tavsiye etmiştir. Aynı tavsiyeye sizin
de ihtiyacınız var. Sakin olamıyorsunuz. Yani, burada ben bir şey söylüyorum,
kızıyorsunuz. Nedir yani, hiç eleştirmeyecek miyiz, konuşmayacak mıyız?!
FAHRİ KESKİN (Eskişehir)
- Gitme hakkı yok mu, ziyaret etme hakkı yok mu?!
FERİDUN FİKRET BALOĞLU
(Devamla) - Burada 350 kişilik grubunuz var; içinizde çoğunuzun konuşmadığını,
sadece laf atarak vakit geçirdiğini biliyorum.
İRFAN GÜNDÜZ (İstanbul) -
Yok, bizde herkes konuşur.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU
(Devamla) - Burayı belediye otobüsüne, kız lisesinin önüne çevirmeyin. Bırakın,
biz de özgürce konuşalım…(AK Parti sıralarından gürültüler)
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
RECEP KORAL (İstanbul) -
Grupta konuşamayınca, burada konuşuyorsunuz, ne yapalım!
AHMET YENİ (Samsun) -
Süren bitti.
RAMAZAN KERİM ÖZKAN
(Burdur) - Daha mehtere gelmedik, mehtere!
FERİDUN FİKRET BALOĞLU
(Devamla) - Bitmedi.
Sayın Başkan, bunları
ekleyecek misiniz süreme?
BAŞKAN - Buyurun.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU
(Devamla) - Bu laf atmaları çıkarmanızı istiyorum.
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Baloğlu.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU
(Devamla) -Şimdi, ben, çok üzüldüğüm bir şey söylemek istiyorum. Bunu
Antalyalılar adına söylemek istiyorum. Çok notum var, söylemeyeceğim. Sayın
Başbakan Antalya'ya geldiği zaman yaya yürürse ve korumasız yürürse bunları
duyacaktır. Bir tek şey söyleyeceğim. Zabıtlardan okuyorum. Sayın Başbakan
diyor ki: "İlginç bir şey var Antalya'da. Falez katlı köprü kavşağını
yaptık. Üç ay sonra onun açılışını yapacağız." Üç ay sonra değil açılışı;
çünkü, Antalya'daki AKP'li belediye ışıklı levha asmış, üç ay sonrayı
göstermiyor o levha. Neyse, önemli değil. "Bakın, Antalya'nın tarihinde
köprülü kavşak nedir, katlı köprülü kavşak nedir, böyle bir şey yok; bunu biz
getirdik" diyor. Yani, diyor ki, Antalya'ya medeniyeti biz getirdik.
FAHRİ KESKİN (Eskişehir)-
Doğru söylemiş.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU
(Devamla) - Daha Başbakan yokken, Başbakanın geçmişi yokken, hiç kimse yokken,
sizin partiniz yokken, Antalya'da medeniyet vardı. Yaptığınız iki tane köprülü
kavşakla Antalya'ya medeniyet getirdiğinizi söyleyip bunu kafamıza
vuruyorsanız, çok ayıp oluyor. Bu, Antalyalılara çok haksızlık oluyor. Bunu
yapmayın… Lütfen yapmayın… Lütfen yapmayın… Ama, merak ediyorsanız, son bir şey
söyleyeyim; onu da söyleyeyim size: Siz o köprülü kavşakları, Doğru Yol
Partili, Anavatan Partili, Cumhuriyet Halk Partili belediye başkanlarının
tamamladığı, istimlak ettiği, asfaltını döktüğü, kaldırımını yaptığı yolların
üzerine yaptınız, siz onları boş bir araziye yapmadınız. Her hizmet yapılacaktır
arkadaşlar; ama, yaptığınız hizmeti halkın kafasına vurmayacaksınız.
Propagandanın bir ölçüsü var; ama, propagandanın ölçüsünü aşarsanız, o zaman bu
sözlere muhatap olursunuz. Bunu Antalyalılar anlıyorlar, ne söylediğimi de çok
iyi biliyorlar. Kürsüde bağırarak bugünü kurtarabilirsiniz iktidar olarak; ama,
yarın bu zabıtları okuyanlar, kimin doğru söylediğini görecektir, kimin haklı
olduğunu görecektir ve halk buna göre takdir edecektir.
CAVİT TORUN (Diyarbakır)
- 28 Martta gördük.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU
(Devamla) - Hepinizi sevgiyle kucaklıyorum sevgili AKP'li arkadaşlarım.(CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Baloğlu.
Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına dördüncü konuşmacı, Eskişehir Milletvekili Sayın Selvi; buyurun.
Süreniz 10 dakika.
CHP GRUBU ADINA M.CEVDET
SELVİ (Eskişehir)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu bütçenin Sosyal
Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü, Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi
Başkanlığı, Türkiye İstatistik Kurumu ile ilgili görüşlerimizi Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına sizlere aktarmak üzere karşınızdayım; hepinizi, saygı ve
sevgiyle selamlarım.
Tabiî, sürem yettikçe
kısa kısa değineceğim. Bunlardan bir tanesi, hemen, belirtildiği gibi, TİKA.
Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığına dönüp baktığımızda, kendi
raporlarından da anlaşılacağı gibi, herhangi bir etkinliğin, herhangi bir ciddî
çalışmanın olmadığı açıkça ortada. Kısa bir süre önce o yörelerdeki birkaç
tarihî eserin düzenlenmesi ve çok pahalıya da mal olmasından öteye akıllarda
kalan bir şey de yok. Süremin sonunda vakit olursa buna ayrıca değineceğim;
ama, neden olduğunu incelediğimizde açıkça şu ki, Türkiye'nin, dış politika,
kendine özgü, özel ve ulusal bir dış politikası olmaması bu TİKA'yı da
başarısız hale getiriyor. Doğaldır, ilkönce net politikalar konursa, bu ve
benzeri kurumlar istenilen sonucu verecektir. Ona sonra da değinebiliriz.
İkincisi, Türkiye
İstatistik Kurumu. Maalesef, Türkiye İstatistik Kurumuyla ilgili olumlu bir şey
söylemek mümkün değil. Bu son zamanda Avrupa Birliği yetkilileri tarafından da,
uzmanların olmadığı, personelin eksik olduğu, hatta, günün koşullarına uygun
sonuç verecek bir sistemin söz konusu olmadığı açıkça söylendi, Türkiye'ye de
ev ödevi verildi. Bu konuda da çalışmalar var; ancak, Devlet İstatistik
Enstitüsünün gayretiyle, olanaklarıyla yaptığı çalışmaların da hükümet
tarafından hiç dikkate alınmadığı veya işine gelenleri çok önemli olarak öne
çıkardığı, işine gelmeyenleri de bir kenara bıraktığı belgelerle açıktır.
Örneğin, günümüzde de asgarî ücretin söz konusu olduğu bir durumda hiç de
pazarlığa vabeste olmayan asgarî ücret, bilimsel olarak ve özellikle Devlet
İstatistik Enstitüsünün verileri ve rakamlarıyla saptanması, tespit edilmesi
gerekirken, bugüne kadar diğer kuruluşların daha yüksek tespit ettiği ve asgarî
geçim sağlayabilecek, asgarî ücretin anlamına uygun hiçbir zaman
gerçekleştirilmemiştir.
Şu elimde istatistik
rakamları var. Devlet İstatistik Enstitüsü, 2003 yılında, asgarî ücretin 326 602
029 lira olması gerektiğini, bundan aşağı insanların yaşamasının mümkün
olmadığını, bir enstitü olarak, görevli olarak vermiştir; buna karşılık, 225
990 000 verilmiştir. Devletin kurumları, bilimsel veriler, insanların bu
parayla geçinemeyeceğini, aç kalacağını, asgarî ücretin böyle olmaması
gerektiğini söylediği halde, iktidarımız buna da itibar etmemektedir. Devlet
İstatistik Enstitüsünün, ancak toplumu
mağdur edebilecek, iktidarın kamufle edebileceği rakamlardan yararlandığını,
daha pek çok veriyle anlatabiliriz; ama, en önemlisi de, tabiî ki, Sosyal
Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğünün konumu, durumu ve dolayısıyla
bütçesi.
Değerli arkadaşlarım,
bazı şeyleri, bugüne kadar dikkatle, kırmadan, gerçekleri ortaya koyarak uyarma
görevimizi yerine getirmeye çalıştık; ama, bu bütçe, iktidarımızın, yani,
Türkiye Cumhuriyeti AKP Hükümetinin, üç yıl bütçesini yaptığı, dördüncü ve son
yılının da rakamlarıyla ortaya konulduğu bir bütçe üzerinde konuşuyoruz. Öyle
güç durumda kaldık ki zaman zaman, uyarılarımızın istismar edilmesi,
samimiyetle yanlışların düzeltilmesi konusundaki çabamızın hiç dikkate
alınmaması… Anamuhalefet Partisi olarak, belki başka nedenlerle bu tutum ve
tavır gösterilebilir; ama, sivil toplum örgütlerinin, sosyal grupların
bağırışı, haykırışı, hiç dikkate alınmadı. İşte, üç tane koca yıl ve son
dördüncü yılında Türkiye'nin içinde bulunduğu durum ve bu konuda da, Fak Fuk
Fon diye kamuoyunda bilinen kurumun, kuruluşun hizmetlerinin çok önemli
olduğunu görüyoruz.
Çok çelişki içinde
kaldığımızı söyledim. İktidarın, televizyonlarda Türkiye'yi güllük gülistanlık
göstermiş olması ve bundan nemalanan işbirlikçilerinin her olanağı kullanarak,
halkın gözüne baka baka çok iyiye gittiğini söylemesi, köyde aç, işsiz, yoksul,
esnafı, emekliyi, işçiyi, memuru tedirgin etmektedir. Gözüne baka baka iyisiniz
derken, Fakir Fukara Fonunun da yetişmediği, yetişmeyeceği açıktır.
Sayın Bakan Şener
"elbet yetersizlikler olabilir; yapılan politikalara, uygulanan
politikalara bakarak değerlendirilmesi gerekir" dedi, yetersizlikler
kendine söylendiği zaman; aynı şeyi yapmaya çalışacağım...
Ve en önemli konulardan
bir tanesi de, maalesef, iktidarın gündemi ile halkın gündemi hiç örtüşmüyor.
Verilen rakamlarla halkın yaşamı arasında dağlar kadar fark olduğu açıkça
ortaya çıkıyor. Bu dördüncü yıl. Uygulanan politikalar ve hemen şöyle
hatırımıza gelen tavizler, vaatler; bunlar da resmîdir, istismar değildir.
Garip gureba söylemiyle
bir seçim bildirgesi hazırlandı. İşsizliğin çok önemli, yoksulluğunsa çok
olumsuzluklar yaratacağı söylenerek çözüm önerileri söylendi tam üç yıl önce.
Bu yetmedi; 58 inci hükümetin… Elimde var, sizlerde de olduğunu biliyorum.
Sürem nedeniyle hemen bitirmek istiyorum. 58 inci hükümet programında da,
işsizlik ve yoksullukla, mutlak ve en etkin şekilde mücadele edileceği, 59 uncu
hükümette de bu söylenirken, istihdam vergisinin azaltılacağı, vergi ve
primlerin asgarîye çekilerek istihdamı teşvik edeceği söylenmiş. haksız
rekabeti önlemek için ve ekonomide olumlu katkı elde edebilmek için, kayıtdışı
ve kaçak işçiliği önleyeceği defalarca söylenmiş; bu yetmemiş, acil eylem
programı da söylenmiştir, açıklanmıştır. Üç yıl önce, kurtuluşu umut ederek,
iyi niyetli, kırda, kentte, emeklisinden işçisine, esnafından memuruna, hele
hele işsizine kadar umutla, sabırla beklemiştir. Reel ücretlerde geri gidiş söz
konusu olmuştur. Özveriyle, geleceğimiz aydınlık olsun diye sabır göstermiştir
bu iyi niyetli oy veren, bu Mecliste üçte 2 çoğunlukla iktidar eden
vatandaşımız.
HALİL AYDOĞAN
(Afyonkarahisar) - Reel ücretler geri gitmez.
M.CEVDET SELVİ (Devamla)
- Yok ya!
HALİL AYDOĞAN
(Afyonkarahisar) - Ücretlerdeki reel artıştan veya eksilişten bahsedilir.
M.CEVDET SELVİ (Devamla)
- İşte, mesele bu; olayı saptırmak, kamufle etmek! Böyle üç yılı geçirdiniz,
bir üç yıl daha, halkın sabrı kalmadı. Ben, ne söylediğimi gayet iyi biliyorum.
Rakamlar çok yüksek
olabilir, brüt rakamlar değerlendirilebilir; gerçek ücret, satın alma gücünün
ne kadar geriye gittiğini, şu anda, gittiğinizde size de söyleyecekler var;
fakat, samimiyetle şunu söyleyeyim: Bu yurttaşlarımız umutla bekledi, iki yıl,
üç yıl. Herhangi bir haklarını alamadıklarını gördükçe rahatsız oldular; ama,
sonuçta, bugün, beklentilerin hiçbiri olmadı. Bir taraftan bu yoksulluk,
işsizlik, sizin de rakamlarınızda gösterdiğiniz gibi, 20 000 000’dan bahsedilip
1 000 000 açlık sınırının altındaki -ki görünen kısmı- insanlar sabırla
beklerken, belki eğitimde, sağlıkta, sosyal güvenlikte bir olumlu gelişme olur
diye de sabır gösterdiler; buna rastlamaları mümkün olmadı. Yeni kaosun, yeni
ekonomik yükün, yeni külfetlerin geleceğini, rakamlarla, uygulanan ve
uygulanacak politikalarla tespit etmiş olduk.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun.
M. CEVDET SELVİ (Devamla)
- Bu özveriye rağmen, bu işsizliğe rağmen, yoksulluğa rağmen, bu sabra rağmen,
Şimdi, vatandaşlar soruyor, "siz, alınteriyle, bu halkın kurduğu o
KİT'leri, kurumları ve özellikle, iktidarın, hazinenin nakit para kasası olan,
teknolojisiyle, verimiyle, kalitesiyle, uluslararası alanda rekabet edebilecek
olan KİT'leri niye sattınız" diye. Hem biz yoksulluk çektik, işsiz kaldık,
geçinemez duruma geldik hem de bu ülkede, alınteriyle kurulmuş, TÜPRÜŞ’ı,
Erdemiri, Telekomu, bunlar yetmedi SEKA'yı, Seydişehir Alüminyumu, bunlar
yetmedi Ege Denizinin kıyısını ve Kuşadası Limanını, o yetmedi, İstanbul'da
Galataport diye, diğer, o tüccar ticaretin -belki de anlamadığım- gereği, komisyonculuğa
soyunup, satılanları da dikkate alıyor. Biz aç susuzuz, her şeyimiz satılıyor
ve geleceğe dönük endişeleri artıyor. Bunun sonucunda ne oldu, hepimiz,
hoşlanmadığımız olaylarla karşılaştık. Bu işsizlik ve var olanın satılması; bir
de, üstelik "bir çivi çakmış mı" diye başkalarına soranları hayretle
gördüm. Yapmaya değil, satmaya geldiği, Türkiye'nin, bu üç yıl sonra, gözünün
önünde, geleceğe dönük de bütçe ortada ve o zaman, insanlar, şimdi, ıstırap
içinde!
Sosyal yaşamımıza dönüp
baktığımızda, eminim ki, hiçbirimizin ve hiçbirinizin hoş görmeyeceği, kamu
vicdanını sızlatan olaylar, artık, bizim sabrımızı da, vatandaşın sabrını da
taşırır hale geldi. Kapkaç, hırsızlık ve gasp... Her gece, 6-7 tane, yansıyan,
tespit edilen, cinnet ve cinayet.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Selvi, son
cümlelerinizi rica ediyorum.
Buyurun.
M. CEVDET SELVİ (Devamla)
- Kim bundan memnun olabilir?! İşte, bu uygulanan politikaların sonucu... İşte,
can güvenliğinin tehdit edildiğini inkâr eden, büyük şehirlere gider,
İstanbul'dan gelenler görür, akşam televizyonda, medyada görür.
Gıda güvenliği kalmadı.
-Sayın Başkan, bitiriyorum- gıda güvenliği kalmadı. Uygulanan ve uygulanacak
politikalar sahteciliği, sahtekârlığı… Sahte baldan tut, her şeyin sahtesine,
sigarasından yiyecek, gıda maddelerine kadar, hiçbiri denetlenemiyor,
hiçbiriyle ilgilenilemiyor, kayıtdışı kaldı.
İşte, değerli
arkadaşlarım, bunları söylerken kendimizi aldatmayalım diyorum ve kendimizi
aldattıkça, halkın tepkisi daha fazla oluyor. Evvelki gün Sayın Maliye Bakanı
ve Başbakanın konuşmasından sonra telefonlarımız durmadı; doğru söylemiyor
diyor…
HALİL AYDOĞAN
(Afyonkarahisar) - Tebrik telefonları…
M.CEVDET SELVİ (Devamla)
- O size…
İşbirlikçiler ve bu
olumsuzluktan nemalananlar, elbet halkı yanıltmaya çalışıyor; ama, yaşanan
gerçekler, hiçbir şeyle örtülemez noktaya geldi.
Fakir Fukara Fonuyla
ilgili ise, ben, bu konuda iktidarın biraz daha ciddî ve hassas davranmasını
rica ederim. Neden; bu fon, sanki AKP'nin örgütleri tarafından yönlendiriliyor,
telefonla, eş dostla gidiyor. İnceleyin, sizin de bu haksızlığa, sizin de bu
olumsuzluğa evet demeyeceğinizi sanıyorum. Örgütler listeleri alıyor, bu
listelerle de siyasî bir rantın hesabını yapıyor. Bunu ne Allah kabul eder ne
devletin o parti olarak cebinden yardım ediyor izlenimi vermesi anlayışını
millet kabul eder. Bu konudaki haksızlıkların yapılmayacağını sanıyorum ve şunu
tavsiye ediyorum: İnsanlara iş bulamadık, yoksulluk derinleşiyor ve
yaygınlaşıyor. Fakir Fukara Fonuna ayrılan paraların yetmeyeceğini, neredeyse
ülkenin, nüfusun yarısına yakınının buralara muhtaç olacak şekle geldiğini
görmenizi rica ediyorum.
BAŞKAN - Sayın Selvi,
lütfen…
M.CEVDET SELVİ (Devamla)
- Üretimden vazgeçen bir iktidarın, ülkeyi kalkındırması söz konusu değildir.
İşte, üç yıldır özellikle üretimden vazgeçmenin bedeli halka ödettirilmektedir,
dördüncü yıl ortadadır. Halk, ülkenin geleceği, kendisinin ve çocuklarının
geleceğinden kaygı duymaktadır. Bu konudaki hassasiyetinizin, bu konudaki lafla
değil, IMF'nin, Dünya Bankasının uluslarüstü finans kurumlarının, sermayenin,
gelip buraya methetmesi…
BAŞKAN - Sayın Selvi, son
cümlenizi rica ediyorum, çok uzattınız.
M. CEVDET SELVİ (Devamla)
- … çok iyi demesi Türkiye'yi kurtarmaz, bu iktidarı kurtarmaz, oyunu
aldığınız, üç yıldır sabırla bekleyen işçinin, memurun, köylünün demesi ancak
anlam ifade eder. Onların dolduruşuna gelmemenizin, hem ülkemize hem size
yararlı olacağına inanıyor, hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Selvi.
Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına görüşmeler tamamlanmıştır.
Birleşime 10 dakika ara
veriyorum.
Kapanma Saati: 19.23
BEŞİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 19.37
BAŞKAN: Başkanvekili İsmail ALPTEKİN
KÂTİP ÜYELER: Ahmet Gökhan SARIÇAM (Kırklareli), Ahmet KÜÇÜK
(Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 34 üncü Birleşiminin Beşinci
Oturumunu açıyorum.
2006 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2004 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu
Tasarıları üzerindeki görüşmelere kaldığımız yerden devam ediyoruz.
IV.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
1.- 2006
Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2004 Malî Yılı Genel ve Katma
Bütçeli Daireler ve İdareler Kesinhesap
Kanunu Tasarıları (1/1119; 1/1084, 3/907; 1/1085, 3/908) (S.Sayısı: 1028, 1029,
1030) (Devam)
F) HAZİNE
MÜSTEŞARLIĞI (Devam)
1.- Hazine
Müsteşarlığı 2006 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçesi
2.- Hazine
Müsteşarlığı 2004 Malî Yılı Kesinhesabı
G) AVRUPA
BİRLİĞİ GENEL SEKRETERLİĞİ (Devam)
1.- Avrupa
Birliği Genel Sekreterliği 2006 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçesi
H)
BASIN-YAYIN VE ENFORMASYON GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam)
1.-
Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü
2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
İ) SOSYAL
YARDIMLAŞMA VE DAYANIŞMA GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam)
1.- Sosyal
Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü
2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
J) TÜRK
İŞBİRLİĞİ VE KALKINMA İDARESİ BAŞKANLIĞI (Devam)
1.- Türk
İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı
2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
K) TÜRKİYE
İSTATİSTİK KURUMU BAŞKANLIĞI (Devam)
1.- Türkiye
İstatistik Kurumu Başkanlığı 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Türkiye
İstatistik Kurumu Başkanlığı 2004 Malî Yılı Kesinhesabı
BAŞKAN - Komisyon ve
Hükümet yerinde.
Şimdi, söz sırası, Adalet
ve Kalkınma Partisi Grubu adına, Çankırı Milletvekili Sayın İsmail Ericekli'e
aittir.
Buyurun Sayın Ericekli
AK PARTİ GRUBU ADINA
İSMAİL ERİCEKLİ (Çankırı) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2006 Malî
Yılı Hazine Müsteşarlığı Bütçesi üzerinde, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu ve
şahsım adına, sizleri ve aziz milletimizi saygıyla selamlıyorum.
Hazine Müsteşarlığı,
Adalet ve Kalkınma Partisi olarak göreve başladığımız günden itibaren yaptığı
çalışmalarla, ekonomide büyük başarılar elde edilmesine önemli katkılar
sağlamıştır.
Hazine Müsteşarlığı,
makroekonomik istikrarın temini için atılan adımlarda ve ekonomik temelleri
güçlendirmeye yönelik başlattığımız yapısal dönüşüm içerisinde aktif rol
almıştır.
Konuşmamda, öncelikle,
son ekonomik göstergeler hakkında ve sonrasında, Hazine Müsteşarlığının
faaliyetleri hakkında görüşlerimi Yüce Meclisime bildireceğim.
Türkiye ekonomisi, 2002
yılı başından itibaren, 15 çeyrektir kesintisiz ve yüksek oranda büyümektedir.
2005 yılının ilk çeyreğinde ve üçüncü çeyreğinde yüzde 7,5 büyüyen Türkiye
ekonomisi, 2005 yılının dokuz aylık bütününde yüzde 5,5 ve 2005 yılının
tamamında yüzde 5 oranında büyüyecektir.
Büyümenin kaynaklarına
baktığımızda, uzun dönem büyümesi için, çok özel önemi olan özel sektör
yatırımlarının hızlı bir şekilde arttığını görüyoruz. Ayrıca, son üç yıldır
verimliliğin hızla artması, üretim potansiyelimizi güçlendiren önemli bir unsur
olmuştur. Verimlilik artışının, önümüzdeki dönemde de devam edeceği ve büyüme
potansiyelimizi artırması beklenmektedir.
Ekonomik büyümede
sağlanan bu başarının yanı sıra, ülkemizde unutulmaya yüz tutmuş tek haneli
enflasyona ulaşmış bulunuyoruz. Bu sene içerisinde, hepinizin de bildiği gibi,
yüksek seyreden enerji fiyatlarına rağmen, yıl sonu hedefi olan yüzde 8'lik
tüketici fiyatları enflasyonunun rahatlıkla tutturulması, hatta, bu seviyenin
altında bir enflasyona ulaşılması beklenmektedir. Son üç yıldır enflasyon için
belirlenen hedeflerin tutturulması, artık, ekonomide dengelerin sağlam şekilde
yerine oturduğunu ve eski günlere kolayca dönülmeyeceğini göstermektedir.
Ülke içindeki ve
dışındaki ekonomik faaliyetlerde canlılık, Türk Lirasında istikrarlı seyir ve
piyasalarda oluşan güven ortamı, dış ticaret hacminin, 2005 yılının on aylık
döneminde hızla artmasını sağlamıştır. Dış ticaret hacmi, ocak-ekim döneminde,
geçen seneye göre yüzde 19 oranında artarak, 151,7 milyar dolara ulaşmıştır.
Dış ticarette yakalanan böylesine yüksek performans, ekonomimizin uluslararası
piyasalarla entegre olduğunu göstermiştir.
Ekonomik alanda sağlanan
tüm bu gelişmeler, uyum içinde sürdürülen maliye, para ve gelir politikalarının
ortak bir sonucudur. Kamu maliyesinde sağlanan disiplin, diğer bir deyişle,
millî gelire oran olarak hedeflenen yüzde 6,5'lik faiz dışı fazla, hem borç
yükümüzün azalmasını sağlamış hem de borçlanma maliyetini düşürmüştür. Bunların
sonucunda, iç ve dış piyasalarda ülkemize olan güven artmıştır.
2001 yılında millî gelire
oran olarak yüzde 90,5 olan net kamu borcunun 2005 yılında yüzde 50,7'ye
düşmesi beklenmektedir. 2002 yılının başında yüzde 70'lerde seyreden iç
borçlanma ortalama faizinin 2005 yılı aralık başı itibariyle 13,9'a düştüğü
görülmektedir. Nominal faiz oranlarındaki bu düşüş, reel faiz oranlarını da
aşağı çekmiştir. Faiz oranlarının hızla düşmesinin bütçe performansına olumlu yansıması
olmuştur. Faiz oranlarının düşmesiyle sağlanan tasarrufun 2005 yılında 10
milyar YTL olması beklenmektedir. Bu çerçevede, bütçe açığında beklenen, 14,1
milyar YTL'den az olması öngörülmektedir.
Bilindiği üzere, Yeni
Türk Lirasına geçişin başarıyla gerçekleşmesiyle birlikte, hem yurt içinde hem
yurt dışında piyasalarda Türk Lirasına olan güven artmıştır. Nitekim, Dünya
Bankası, Avrupa Yatırım Bankası gibi bazı uluslararası finans kuruluşları ile
bazı ülkelerin hazineleri, 2005 yılında, YTL cinsi tahvil ihraç ederek
borçlanmış ve borç yönetiminde YTL'yi bir enstrüman olarak kabul etmiştir.
Türkiye ekonomisindeki bu
olumlu gelişmelerin kalıcı olabilmesi amacıyla, kamu sektörü, finansal sektör
ve özel sektörün faaliyetlerini yakından ilgilendiren birçok düzenleme bugüne
kadar hayata geçirilmiştir. Önümüzdeki dönemde yapısal reformlar alanında
atılan adımların kararlılıkla uygulaması devam ettirilecektir. Özellikle,
bankacılık ve sosyal güvenlik reformu ile gelir idaresinin iyileştirilmesi
konusunda sürdürülen çalışmalara ağırlık verilecek ve Yüce Meclisimizin
katkıları bu yönde yoğunlaşacaktır. Bundan sonra ekonomi alanındaki en
öncelikli hedef, önümüzdeki üç yıllık dönem için hazırlanan orta vadeli
ekonomik programın tavizsiz bir şekilde uygulanması olacaktır. Program ve
ekonomimizde istikrarlı bir büyüme ortamı hedeflenirken, 2007 ve 2008
yıllarında enflasyonun yüzde 4 oranının altında olması planlanmaktadır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; konuşmamın bu bölümünde, ekonomik istikrarın sağlanmasında
önemli katkıları olan Hazine Müsteşarlığının yürüttüğü faaliyetlere kısaca
değinmek istiyorum. 2005 yılında, makroekonomik hedefler çerçevesinde, sıkı
maliye politikaları ve bütçe disipliniyle desteklenen para politikaları, uyumlu
bir borç yönetimi stratejisi uygulanmıştır. Hazine Müsteşarlığının, borçlanma,
garanti verme, ikraz gibi devlet adına malî yükümlülük yaratıcı işlemleri
yanında, alacak tahsilatına ilişkin işlemleri de son derece şeffaf ve hesap
verilebilir bir şekilde, kamu borç yönetimi raporuyla, Yüce Meclisimizin ve
kamuoyunun bilgisine sunulmuştur.
Piyasalarda ekonomik
istikrarın yerleşmesine olan inancın artmasıyla, bu yıl hem iç hem dış
ihalelerde en düşük maliyet ve en uzun vadeye ulaşılmıştır. Borçlanmanın
ortalama vadesi yaklaşık 27 aya yükselirken, ikincil piyasalarda işlem gören
devlet iç borçlanma senetleri faizi, içinde bulunduğumuz günlerde ortalama
yüzde 14 seviyesine kadar gerilemiştir. 2005 yılında uluslararası piyasalardan
tahvil ihracı yoluyla elde edilmesi planlanan plasman hedefinin aşılmış
olmasıyla, yurt içinde yerleşen güvenin benzer şekilde yurt dışında da olduğu
kabul görmektedir.
Bilindiği üzere, yeni
stand-by düzenlemesi, 11 Mayıs 2005 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Hükümetimizce hazırlanan orta vadeli ekonomik program çerçevesinde,
Uluslararası Para Fonundan sağladığımız kaynaktan daha fazla borç geri ödemesi yaparak
-yani "Türkiye şampiyon" diyenlerin bu cümlemize dikkatle bakmasını
rica ediyorum- Fona olan toplam borcumuzu makul bir seviyeye indirmek, temel ilke
olarak benimsenmiştir.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun.
İSMAİL ERİCEKLİ (Devamla)
- Nitekim, Uluslararası Para Fonuna olan toplam borcumuz, 2002 yılı sonundaki
23 milyar dolarlık seviyeden, bugün itibariyle, 14,7 milyar dolara
gerilemiştir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; geçtiğimiz üç yıllık dönemde kamu bankalarının malî
göstergelerinde çarpıcı bir iyileşme olduğu göze çarpmaktadır. Bankacılık
sektörü reformu çerçevesinde kamu bankalarının yeniden yapılandırma ve
özelleştirmeye hazırlanma çalışmalarının sürmesi, Ziraat ve Halk Bankalarının
2003-2004 yılları kârlılıklarına olumlu yönde yansımıştır. Bu durum 2005
yılında devam etmiştir. Böylelikle, kamu bankalarının artık ticarî esaslar
dahilinde faaliyet göstermekte olduklarını memnuniyetle izlemekteyiz.
Ziraat ve Halk
Bankalarının malî yapılarının iyileşmesiyle, çiftçilerimize, esnaf ve
sanatkârımıza kullandırdıkları düşük faizli krediler artmıştır. Nitekim, 2005
yılı ocak-kasım döneminde Ziraat Bankası tarafından kullandırılan kredi bakiyesi 1,6 milyar dolar, Halk Bankası tarafından
kullandırılan kredi bakiyesi 1,6 milyar YTL olmuştur.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Ericekli,
konuşmanızı tamamlamanız için açıyorum; lütfen son cümleleriniz…
İSMAİL ERİCEKLİ (Devamla)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2004 yılı mart ayı itibariyle
yürürlüğe girmiş olan yatırımların ve istihdamın teşviki ve bazı kanunlarda
değişiklik yapılması hakkındaki 29.1.2004 tarihli 5084 sayılı Kanun ile bu
kanunda değişiklik yapan 5350 sayılı Kanunla toplam 49 ilde yatırım ve
istihdamın artırılması amaçlanmıştır. Bu kanun kapsamındaki destek
unsurlarından biri olan enerji desteğinin uygulamasıyla ilgili olarak bugüne kadar
34 ilde 671 tesis bundan faydalandırılmıştır.
Hazine Müsteşarlığımızın
önümüzdeki dönemde de, bugüne kadar olduğu gibi, ekonomik istikrarın
sürdürülmesi ve malî disiplinin devamı yönünde faaliyetlerini kararlılıkla
sürdüreceğinden hiç şüphemiz yoktur.
Sözlerime burada son verirken,
2006 Hazine Müsteşarlığı bütçemizin ülkemiz için hayırlı olmasını diliyor;
saygılarımı sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyoruz Sayın Ericekli.
AK Parti Grubu adına
ikinci konuşmacı, Antalya Milletvekili Sayın Mevlüt Çavuşoğlu.
Buyurun. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA
MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU (Antalya) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; 2006
malî yılı bütçesi içinde yer alan Avrupa Birliği Genel Sekreterliği bütçesi
hakkında AK Parti Grubu adına söz almış bulunmaktayım; Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Türkiye-Avrupa Birliği
ilişkileri, kırkbeş yılı aşkın bir süreçtir. Bu süreç inişli çıkışlı olmuştur;
yer yer dışarıdan kaynaklanan sebeplerle, yer yer de Türkiye'nin iç
dinamiklerinden kaynaklanan sebeplerle kesintilere uğramıştır; ama, bu süreç
bugüne kadar işlemiş gelmiştir. Tabiî ki, bu sürece katkı sağlamak için Türk
kamu yönetimi de, gereksinimlere paralel olarak, çeşitli yapılanmalara
gitmiştir. Bu yapılanma, 1962-1986 yılında komite, koordinasyon komitesi, AET
Koordinasyon Komitesi gibi komiteler şeklinde yapılanmıştır; 1986 yılında ise,
bu görev devlet bakanına verilmiştir. 1990-1993 yılları arasında Dışişleri
Bakanlığı bu görevi üstlenmiştir. Yine, 1993-1997 yılları arasında bu görev bir
başbakan danışmanına verilmiştir. 1997 yılından sonra 2000 yılına kadar da
yine, bir devlet bakanı, Avrupa Birliğiyle ilgili ilişkileri, takip ve
koordinasyon ilişkilerini yürütmüştür.
1999 Helsinki Zirvesi
Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinde bu süreçte önemli bir dönüm noktasıdır. Bu
zirvede, Helsinki Zirvesinde, Türkiye'nin adaylık statüsü teyit edilmiş ve
Türkiye'ye diğer aday ülkelerle birlikte eşit muamele yapılacağı kabul
edilmiştir. Tabiî ki bu süreçten sonra da Türk kamu yönetiminin yapılanmasında
da farklı boyutlar ortaya çıkmıştır. Bu süreç sonunda 4 Temmuz 2000 tarihinde
4587 sayılı Kanunla, Avrupa Birliği Genel Sekreterliği kurulmuştur.
Türk kamu kurum ve
kuruluşları ile bu Avrupa Birliği Genel Sekreterliğinin kuruluş amacı, Türkiye'deki
yapılan çalışmalar ile Avrupa Birliğinin Avrupa Komisyonu dahil tüm Avrupa
Birliği örgütleri arasında koordinasyonu sağlamaktır; fakat, bu süreç içinde
Avrupa Birliği Genel Sekreterliğinin, kurulması sırasında, aslında Dışişleri
Bakanlığına bağlı olarak kurulması düşünülmüştür; fakat, daha sonra
Başbakanlığa bağlanması kararlaştırılmıştır. Sadece kanun tasarısının bu
kısmında değişiklik yapılmıştır. Kanun tasarısının diğer kısımlarında
değişiklik yapılmadığı için, Avrupa Birliği Genel Sekreterliği birçok bakımdan
eksik kurulmuştur; örneğin, Dışişleri Bakanlığına bağlı şekilde kurulacağı
düşünüldüğü için ve Dışişleri Bakanlığında yeterince personel olduğu
düşünüldüğü için, o yeni, Başbakanlığa bağlanırken, gerekli personel verilmesi
sağlanmamıştır. Yine, teknik olarak da, birçok bakımdan da, altyapı bakımından
da eksik olarak kurulmuştur; fakat, Avrupa Birliği Genel Sekreterliği, bu
kısıtlı imkânlara rağmen, içeride ve dışarıda yaptığı çalışmalarla kendini
kanıtlamış ve belli bir saygınlık kazanmıştır; fakat, bu kurumun mevcut
görevlerini etkili bir şekilde yerine getirebilmesi için etkin bir yapıya
kavuşturulması gerekmektedir, gerek altyapı bakımından gerekse uzman dahil
personel yapısı bakımından.
Avrupa Birliği Genel
Sekreterliği yetkilileriyle görüştüğüm zaman onlardan da memnuniyetle işittim
ki, gerek başmüzakerecimiz Devlet Bakanımız Sayın Ali Babacan gerekse
hükümetimiz bu konuda kararlıdır. Avrupa Birliği Genel Sekreterliğini daha
etkin hale getirmek için her türlü çalışmayı yapmaktadır. Uzman personel gibi
altyapı bakımından her türlü ve finansı da dahil, bu bütçede konulan miktar da
dahil, Avrupa Birliği Genel Sekreterliğine her türlü destek verilmektedir.
Tabiî ki, Avrupa Birliği
Genel Sekreterliğinin desteklenmesi lazım; çünkü, çok önemli görevler
üstlenmektedir. Biraz önce bunların bazılarını saydım. Bu görevlere şunları da
ekleyebiliriz: Örneğin 2001-2003 Ulusal Programlarının hazırlanması ve bu
ulusal programların yürütülmesinin takip edilmesini Avrupa Birliği Genel
Sekreterliği yürütmüştür, bunun koordinasyonunu yapmıştır. Yine, reformları
izleme grubu içindedir kendisi, Avrupa Birliği Genel Sekreterliği. Yine, AB
malî yardımlarının -özellikle burası çok önemli- hangi alanlara ve bu alanlar
içinde hangi projelere gitmesinin tespiti çalışmasını, yine, bu uygulamaya
konulan projelerin de takibatını Avrupa Birliği Genel Sekreterliği yapmaktadır.
Yine, Avrupa Birliğinin ilerleme raporlarına Türkiye'nin yaptığı katkının
hazırlanmasında koordinasyonu yapmaktadır.
Değerli arkadaşlar,
Helsinki Zirvesinden sonra Türkiye için önemli bir dönüm noktası da,
biliyorsunuz, 2002 Kopenhag Zirvesidir. 2002 Kopenhag Zirvesinde de şu karar
alınmıştır: "Türkiye Kopenhag siyasî kriterlerini yeterince yerine
getirirse, 2004 zirvesinden sonra müzakereler gecikmeksizin başlar" diye
bir karar alınmıştır.
Bu karardan sonra da,
yine Türkiye'de yapılanma devam etmiştir, bir taraftan Türkiye Büyük Millet
Meclisi içinde var olan Karma Parlamento Komisyonunun yanında Avrupa Birliği
Uyum Komisyonu da kurulmuştur ve Başkanlığına, Değerli eski Bakanımız Sayın
Yakış getirilmiştir.
Yine, birçok bakanlıklar
içinde uygulamayı takip edecek birimler kurulmuştur ve yapılanma süreci devam
etmiştir ve 17 Aralık 2004, tam bir yıl önce net bir şekilde müzakere tarihi
alınınca da bu sefer başmüzakerecimiz belli olmuştur; Devlet Bakanımız Sayın
Ali Babacan başmüzakereci olmuştur ve devlet içindeki yapılanmalar, bakanlıklar
içindeki komiteler, komisyonların kurulması devam etmektedir. Şu anda tarama
süreci devam etmektedir. Bundan sonra müzakereler başlayacaktır; 35 tane dosya
açılacak, kapacaktır. Elbette bu süreç zor ve uzun olacaktır; bunu hepimiz
biliyoruz ve bu süreç içinde, tabiî ki, hükümetimiz bugüne kadar gösterdiği
kararlılığı gösterecektir; tabiî ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi gerekli
reformları çıkaracaktır; tabiî ki, Dışişleri Bakanlığı dahil bütün bakanlıklar,
özellikle Tarım Bakanlığı müzakere sürecinde önemli bir yer kapsayacağı için
gerekli çalışmaları yapacaktır; ama, bu süreçte parlamenterler diplomasisi de
çok önemlidir değerli arkadaşlar; yani, bizlere de çok görev düşmektedir.
Özellikle Bülent Tanla'nın geçen hafta içinde yaptığı konuşmaya katılıyorum;
biz, milletvekilleri olarak da bu süreçte üzerimize düşeni yapmalıyız, bu
lobicilik ve tanıtım faaliyetlerine katkı sağlamak zorundayız.
Değerli arkadaşlar,
aslında ben sadece teknik konuşmak istemiştim; ama, benden önce konuşan
Cumhuriyet Halk Partisinin değerli üyesi, çok sevdiğim arkadaşım Sayın Baloğlu,
Sayın Başbakanın Antalya'ya bir şey yapmadığını, sadece köprülü kavşaklardan
bahsettiğini söylemişti. Elbette köprülü kavşakları yapıyoruz, elbette bugüne
kadar hiç yapılmadığı için yapıyoruz. Elbette insanlarımızın ihtiyaç duyduğu
yerlere, yani, şehir merkezlerine yapıyoruz; fakat, sadece bunları yapmıyoruz,
bundan sonra da yapmaya devam edeceğiz bu kavşakları; fakat, Antalya'ya
yaptıklarımız bundan ibaret değildir. Örneğin, Alanya-Antalya yolunu örnek
vermek istiyorum. Bir Alanya-Antalya yolu ondokuz yıldır bitmiyordu, bitirdik.
Şu anda çevre düzenlemesini ve peyzajını yapıyoruz. Elbette, daha yapmamız
gereken şeyler var çevre düzenlemesiyle ilgili; turizm yolu olduğu için onu da
yapacağız; fakat, havalimanı ikinci terminalinin onbir ayda ikinci pistini
hemen bitirdik. Diğer taraftan, Kemer yolunu nasıl duble hale getirdiğimizi tüm
arkadaşlarımız biliyor. Yine, Demre-Finike yolunu, o dağları taşları nasıl
keserek genişlettiğimizi…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU
(Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - Buyurun, lütfen,
konuşmanızı tamamlayın.
HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU
(Antalya) - Sayın Çavuşoğlu, Alanya-Antalya karayolu bitmedi daha!
MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU
(Devamla) - Çevre düzenlemesini yapıyoruz. Eğer geçtiyseniz, sadece çevre ve
peyzaj düzenlemesi yapılıyor. Öncelikle yolu açmamız gerekiyordu, o yolu açtık.
Tabiî ki, turizm yolu olduğu için güzelleştireceğiz; çünkü, bazı belediyeler
bunu yapıyor, bazı belediyeler yapmıyor, bazı yerlerde de belediyeler yok,
hükümet olarak bunu da yapacağız, bunu da yapmak durumundayız.
HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU
(Antalya) - Kolay gelsin!
MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU
(Devamla) - Sadece, Antalya'ya paralel olarak, denize paralel yolları yapmadık.
Alanya-Mersin yolunu nasıl başlattığımızı Sayın Atila Emek de bilir, orayı da
daha güzel bir hale getireceğiz, önümüzdeki yıl oraya da ödenek ayırdık. Burdur
yolunun nasıl duble yapıldığını arkadaşlarımız biliyor. Yine, Alanya'dan
Karaman'a çıkan yolu nasıl yaptığımızı, ondan sonra Lara-Kundu yolunu nasıl
bitirdiğimizi bütün arkadaşlarımız biliyor. Akseki-Seydişehir yolunun o en kötü
bölümünü nasıl yaptığımızı ve şu anda duble hale getirdiğimizi o yoldan geçen
tüm arkadaşlarımız görüyor. Doğalgazı Antalya'ya getirdik. Antalya'ya
adliyeleri yaptık. Alanya Adliyesini bitirdik. Şu anda, Manavgat Adliyesini
bitirmek üzereyiz. Yine, Antalya'da hastaneleri yaptık. Yıllardır bitmeyen
Kumluca Hastanesini biz bitirdik. Antalya Aşur Aksu Hastanesini yaptık.
Elbette, arkadaşlarımız doğru söylüyor, kıskanıyorlar, bunu sık sık da
söylüyorlar; çünkü, Başbakanımız ve bakanlarımız Antalya'ya çok önem
veriyorlar. (AK Parti sıralarından alkışlar) Neden çok önem veriyorlar; sadece
Antalya'nın kara kaşına, kara gözüne değil, Antalya'ya yapılacak 1 lira
yatırımın 10 lira olarak Türkiye ekonomisine geri döneceğini biliyor
arkadaşlarımız; çünkü, biz, kaynağımızı akıllı yönetiyoruz.
Dolayısıyla, Antalya
turizm kentidir, tarım kentidir, ticaret kentidir. Milletvekillerimizle
beraber, birçok kere de, birçok yatırımı, Cumhuriyet Halk Partisi milletvekili
arkadaşlarımızla da beraber, bakanlarımızla gidiyoruz, dile getiriyoruz; çünkü,
onlar da biliyor bunun önemini; fakat, Antalya'ya bir şey yapılmadı demek,
doğru değildir. Antalya'ya çok şey yapıyoruz. Bundan sonra da, çok yapmaya
devam edeceğiz, bütün arkadaşlarımızla beraber. Bu konuda, Sayın Başbakanımıza
ve bakanlarımıza da müteşekkiriz, onlara çok teşekkür ediyoruz ve bu
duygularla, 2006 malî yılı bütçesinin hayırlı uğurlu olmasını diliyorum,
hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyoruz Sayın Çavuşoğlu.
AK Parti Grubu adına,
üçüncü konuşmacı, Kütahya Milletvekili Sayın Alaettin Güven; buyurun. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA
ALAETTİN GÜVEN (Kütahya) - Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım;
gazete, dergi gibi basılı yayın ve radyo, televizyon gibi, toplu haberleşme
vasıtalarıyla halka duyurulan şeylerin enforme edildiği, danışıldığı, bir
anlamda, toplumun, devletin gözü kulağı olan Başbakanlık Basın-Yayın ve
Enformasyon Genel Müdürlüğünün 2006 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı üzerinde,
AK Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Meclisi ve yüce
milletimizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkanım, değerli
milletvekili arkadaşlarım; insanı insan yapan en önemli özelliği, düşünmesidir.
Düşündüğümüz kadar varız desek bilmem yanılır mıyız. Yine, aklımız, bizi, diğer
varlıklardan üstün kılan özelliğimiz. Biz, yine, aklımızı kullandığımız kadar
bir değeriz desek herhalde yanılmış olmayız. Aklımızı kullanmamız, yani,
olaylar, evren ve hayat üzerinde düşünmemiz, kanaatlerimizi oluşturur. Düşünme
gayreti, bize, kanaat meyvesini verecektir. İnsanın, düşünce gayretini ve
kanaat meyvesini de başkalarıyla paylaşması, en doğal olanıdır. Bu da,
gelişimi, dönüşümü ve kalkınmayı beraberinde getirecektir. Takdir edersiniz ki,
insanların en iyisi ve hayırlısı, insanlara yararlı olandır.
Değerli arkadaşlarım,
demokratik toplumlar, temel hak ve özgürlüklere dayanan toplumlardır. Bu tür
toplumlarda devletin görevi, temel hak ve özgürlükleri korumak ve
geliştirmektir. Temel hak ve özgürlükler arasında, düşünce özgürlüğü, özellikle
düşünceyi açıklama özgürlüğü önemli bir yer tutar. Düşünce ve düşünceyi
açıklama özgürlüğünün kullanılmasının olağan yollarından biri de, basın, yayın
ve enformasyon hizmetleridir.
Basın özgürlüğü, çağdaş
anayasalarda, basının, düşünce ve düşüncenin açıklanmasında oynadığı önemli rol
gözönünde tutularak, temel hak ve özgürlüklerin özel bir türü olarak
düzenlenmiştir.
1982 Anayasasının 26 ncı
maddesinde, düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün haber alma ve verme
özgürlüğünü de kapsadığı, 28 inci maddesinde de, basının özgür olduğu, devletin
basın ve haber alma özgürlüğünü sağlayacak önlemleri alacağı belirtilmiştir.
Demokratik toplumlarda
basının işlevi, kamu yararını ilgilendiren olay ve konularda açıklamalar
yapmak, haber ve bilgi vermek, eleştiri ve değer yargıları sunarak kamuoyunu
oluşturmak, toplumu aydınlatmaktır. Basın, kamu yararını ilgilendiren konu ve
olaylarda kamuoyunu oluşturma, bu konuda toplumu aydınlatma işlevini yerine
getirirken, toplumu ilgilendiren kamu yararıyla ilgili olayları açıklamak,
olaylar hakkında haber vermek, değerlendirme ve eleştiriler yapmakla
yükümlüdür; ancak, söz konusu olaylar çoğu kez belirli kişilerle ilgili
olabilir. Bu gibi durumlarda basın, olayı açıklarken ya da değerlendirme ve
eleştirme hakkını kullanırken, kişilik haklarına, özel yaşama, meslekî ve
ticarî saygınlığa özen göstermeli, kişinin maddî ve manevî zarara uğramasına
neden olmamalıdır. Sorumluluğunu bilen özgür basın, görevini en iyi şekilde
yerine getiren basındır. Özgür basın ise, bir ülkenin kalkınmışlığının ve
sağlam demokratik düzene sahip olduğunun en önemli göstergesidir.
Sayın Başkanım, değerli
milletvekili arkadaşlarım; basın hakkında bu düşüncelerden sonra bugün
bütçesini görüşmekte olduğumuz Başbakanlık Basın-Yayın ve Enformasyon Genel
Müdürlüğünün çalışmaları hakkında bilgiler vermek istiyorum. Başbakanlık
Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü, 7 Haziran 1920 tarihinde 6 sayılı
Kanunla ve Atatürk'ün direktifleriyle, Matbuat ve İstihbarat Müdüriyeti
Umumiyesi olarak kurulmuştur. Son olarak, 18 Haziran 1984 tarihinde yayımlanan
231 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle, Basın-Yayın ve Enformasyon Genel
Müdürlüğü adı altında teşkilatlandırılmıştır.
Genel müdürlük, tanıtma
ve aydınlatma faaliyetlerini merkez ve taşra teşkilatlarıyla yürütmektedir.
Teşkilatın başat görevi, devlete haber hizmetleri sunmaktır. Devletin açık
enformasyonunun önemli kaynağını oluşturan Basın-Yayın ve Enformasyon Genel
Müdürlüğüne, bu amaca yönelik olarak günde yaklaşık 5 000 haber ulaşmaktadır.
Bu haberlerin toplanabilmesi için, her gün, Türkçe ve diğer 9 yabancı dilde
yayın yapan 12 yabancı radyonun yaklaşık 41 yayını kaydedilmekte ve dinlenmekte
olup, 5 yerli, 18 yabancı haber ajansı, büyükelçilikler, basın müşavirlikleri
ve internet aracılığıyla elde edilen haberler sürekli takip edilmektedir.
Basın-Yayın ve
Enformasyon Genel Müdürlüğü, Türkiye'de internet üzerinden web sayfası
oluşturan ilk kamu kuruluşlarındandır. Türkçe, İngilizce web sayfasında
ülkemizi tanıtmaya yönelik çeşitli bilgilerin yanında güncel olaylara ilişkin
bilgiler de yer almaktadır. Aylık ortalama 540 000 kişi web sayfasına erişmekte
ve yaklaşık 150 000 dosyaya ulaşılabilmektedir.
Sayın Başkanım, değerli
milletvekili arkadaşlarım; Başbakanlık Basın-Yayın ve Enformasyon Genel
Müdürlüğü, basın-yayın faaliyetlerini; yurt dışına yönelik basın-yayın
hizmetleri ve yurt içine yönelik basın yayın hizmetleri olmak üzere iki yönlü
olarak yürütmektedir. Yurt dışına yönelik hizmetleri, iki ayda bir İngilizce yayımlanan
Newspot Dergisi ve günlük gazetelerde yayımlanan siyasî ve ekonomik haberlerin
özetini veren İngilizce ve Almanca hazırlanan süreli iki yayınla yerine
getirirken, 2001 yılında Avrupa'nın en iyi tanıtım kitabı seçilen Türkiye
Yıllığı…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Güven,
eksüre veriyorum; lütfen, tamamlayın efendim.
ALAETTİN GÜVEN (Devamla)
- …Fotoğraflarla Türkiye, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, Basın Rehberi ve
ülkemize ait referans kitaplarını da süresiz yayınlar olarak yerine
getirmektedir. Genel Müdürlük, Anadolu'nun Sesi gazetesi, Anadolu'dan Haberler
Bülteni, Türk Basınından Manşetler ile gazete başlıkları ve Anadolu basınını
özendirme yarışmaları ile de iç basına yönelik
basın yayın hizmetlerini yürütmektedir.
Genel Müdürlüğün
görevleri arasında basın mensuplarının çalışmalarını kolaylaştırmak için
gerekli önlemleri almak ve basın mesleğini teşvik edici unsurları geliştirmek
de bulunmaktadır. Bu çalışmalardan iç basına yönelik olanlardan başlıcaları
Ayın Tarihi ile Süreli Yayınlar, Belirli Günler Takvimi, Basın Kanunu, Medya
Etiği, Türkiye'de Basın ve Yayın ve Tanıtma…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Güven, son cümlenizi rica edeyim.
ALAETTİN GÜVEN (Devamla)
- ...Fotoğraflarla Türk Demokrasi Tarihidir.
Genel Müdürlüğün bu ve
buna benzer birçok önemli hizmetlerini ben takdirle karşılıyor, başarılar
diliyorum ve 2006 malî yılı bütçesinin de, Yüce Milletimize ve hepimize
hayırlı, uğurlu olmasını diliyor, saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Güven.
AK Parti Grubu adına
dördüncü konuşmacı, İstanbul Milletvekili Sayın Mehmet Sekmen.
Buyurun Sayın Sekmen. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA
MEHMET SEKMEN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Başbakanlık
Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü bütçesine ilişkin görüşlerimi
açıklamak üzere, AK Parti Grubu adına söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle,
Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
Başbakanlık Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü, ülkemiz genelinde
yoksullukla mücadele eden en etkin kurumlarımızdan biridir. Bilindiği gibi,
yoksulluk, sadece gelişmemiş, azgelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerin sorunu
olmaktan çıkmıştır. Yoksulluk olgusu, küresel bir sorun olarak bütün ülkelerin
üzerinde durması ve çözümü noktasında çeşitli alternatifler geliştirmesi
gereken bir olgudur.
Ülkemizde, son yıllarda,
ekonomimizde meydana gelen krizler neticesinde yoksulluk yaygınlaşmış,
insanlarımız geçim sıkıntısıyla karşı karşıya bırakılmıştır. Yoksullukla
mücadele eden hükümetimizin en önemli önceliklerinden birisi, kimsesizlerin
kimsesi olma misyonuyla yürüttüğümüz politikaların üç önemli unsuru
bulunmaktadır. Bu unsurlardan birincisi, ekonomik kalkınma yoluyla artan
geliri, adaletli bir şekilde dağıtmaktır. İkinci unsur, fiyat istikrarını
sağlamak suretiyle dargelirli insanlarımızı enflasyonun maddî ve manevî
tahribatından korumaktır. Üçüncü unsur ise, zor durumdaki vatandaşlarımıza
Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu ve benzeri kuruluşlar aracılığıyla
bugüne kadar yapılan aynî ve nakdî desteklerin artırılarak devam
ettirilmesidir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 1986 yılında 3294 sayılı Yasayla kurulan Sosyal Yardımlaşma ve
Dayanışmayı Teşvik Fonu, 5263 sayılı Kanunla Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma
Genel Müdürlüğü olarak teşkilatlandırılmıştır. Fonun amacı, muhtaç durumda
bulunan vatandaşlar ile Türkiye'ye kabul edilmiş ihtiyaç sahibi kişilere yardım
etmektir.
Genel müdürlüğün gelir
kaynakları şu kalemlerden oluşmaktadır: Bütçeden aktarılacak kaynaklardan,
çeşitli fonlardan Bakanlar Kurulu kararıyla yüzde 10'a kadar aktarılacak
miktarlardan, Gelir ve Kurumlar Vergisi tahsilat toplamının yüzde 2,8'inden,
trafik para cezalarının yüzde 50'sinden, RTÜK reklam gelirlerinin yüzde
15'inden, her nevi bağış ve yardımlardan ve diğer gelirlerden oluşmaktadır.
Halen 81 il ve 850 ilçe
olmak üzere 931 adet yardımlaşma ve dayanışma vakfı Türkiye genelinde
faaliyetlerini sürdürmektedir. Genel Müdürlük yardım faaliyetlerini il ve
ilçelerin nüfusuyla Türkiye İstatistik Kurumu tarafından belirlenen
sosyoekonomik gelişme endeksini esas alarak yapmaktadır. Bu yardımları sizlere
kısa başlıklar altında aktarmak istiyorum. Bunlar periyodik yardımlar. Bu
kapsamda fondan vatandaşlarımıza, gıda, ilaç gibi acil ve güncel ihtiyaçların
yanında 2003 yılı için 682 500 ton, 2004 yılı için 1 057 000 ton, 2005 yılı
için de 1 252 000 ton yakacak yardımı yapılarak il ve ilçe vakıflarına gönderilmektedir.
Vakıflara yapılan yardımsal para tutarı 2003, 2004 ve Ekim 2005 tarihi
itibariyle 431 000 000 YTL'dir.
Sağlık yardımları: Tedavi
giderlerine yönelik destekler, sosyal güvenceden yoksun ve yeşilkart almaya hak
kazanamayan vatandaşlarımızın ödeme güçlerini aşan sağlık giderleri,
özürlülerimizin el, ayak protezleri, sakat arabası, işitme cihazları gibi
yardımcı araç ve gereç ihtiyaçları karşılanmaktadır.
Fondan, yeşilkartlı hastaların tedavi
giderleri için Sağlık Bakanlığına aktarılan kaynak, 2003, 2004 ve 2005 dönemi
itibariyle toplan 778 000 000 YTL'dir. Bu dönem itibariyle vakıflara aktarılan
sağlık yardımları toplamı ise 115 000 000 YTL'dir ve şartlı nakit transferi
sağlık yardımları, nüfusun en muhtaç kesimine dahil olan ailelerin çocuklarına
yapılan sağlık yardımlarıdır. Yoksul ailelerinin çocuklarının düzenli olarak
sağlık muayenelerini yaptırmak şartıyla ve 0-6 yaş grubu çocukların bakım,
temel sağlık ve beslenme hizmetlerinden yararlanabilmeleri için yapılan
yardımlardır. Toplam 712 000 çocuğumuz için 56 000 000 YTL kaynak
aktarılmıştır. Kısaca, sağlık yardımlarının son üç yıllık toplamı 948 000 000
YTL olup, bu desteklerden yararlanan vatandaşlarımızın sayısı yaklaşık olarak
12 000 000’dur.
Değerli arkadaşlar, diğer
bir yardım konusu ise, eğitim yardımlarıdır. Eğitim yardımları, materyal
yardımları, ücretsiz verilen ders kitapları, önlük, çanta, kırtasiye gibi
yardımlardır. Öğle yemeği yardımları, ilköğretimdeki taşımalı eğitim
uygulamasında, okulların bulunduğu merkezlere taşınan öğrencilerimize verilen
öğle yemeği yardımlarıdır. Yükseköğrenim bursları, ki, bunlar, aylık burs
miktarı, 110 YTL, özürlüler için 120 YTL olarak ödenmektedir. 2003-2005 Ağustos
dönemi itibariyle, toplam 456 000 öğrenciye, 334 000 000 YTL kaynak
aktarılmıştır. Özürlülere yapılan eğitim yardımları, Özürlüler İdaresi ile
Millî Eğitim Bakanlığı işbirliği yapılarak yürütülen taşıma projesi
yardımlarıdır.
Şartlı transfer eğitim
yardımları: Bu yardımlar da, yine, en muhtaç kesime dahil ailelerin
çocuklarının okula gönderilmesinde ödenen yardımlardır. Kız çocuklarımıza,
ilköğretimde 22 YTL, ortaöğretimdeyse 39 YTL; erkek çocuklarımıza ilköğretimde
18 YTL, ortaöğretimde 28 YTL verilmektedir. Bu program çerçevesinde,
2003-2004-Ekim 2005 tarihi itibariyle, toplam 1 200 000 öğrencimize, yaklaşık
206 000 000 YTL kaynak aktarılmıştır.
Diğer bir projeyse,
Kırsal Alanda Sosyal Destek Projesi ve yine Bilişim Çırakları Projesi. Bu,
gelir getirici ve istihdam artırıcı proje destekleri. Yerel girişimler proje
destekleri kapsamında gelir getirici, istihdam artırıcı, geçici istihdam ve
sosyal hizmet konularında, bugüne kadar yaklaşık 14 826 proje başvurusu
yapılmış ve bunlardan 5 443 adedinin desteklenmesi uygun bulunmuştur. Bu
projeler için, yaklaşık 180 000 000 kaynak ayrılmıştır.
Değerli milletvekilleri,
bu yardımların 2003, 2004, 2005 tarihi itibariyle toplam parasal değeri 3 108
000 000 YTL'dir.
Bu verilere bakıldığında,
üç yıllık hükümetimiz dönemi ile daha önceki üç yıllık dönemi
karşılaştırdığımız zaman, yapılan yardımların artışı yüzde 250 oranında olduğu
görülmektedir.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Sekmen,
açıyorum mikrofonu; konuşmanızı tamamlayın lütfen.
MEHMET SEKMEN (Devamla) -
AK Parti Hükümetleri döneminde, bu yardım faaliyetlerine büyük önem verilmiş,
bu amaçla ayrılan kaynak artırılmış, yardım faaliyetleri çeşitlendirilmiştir.
Bildiğiniz gibi, yönetime
gelmeden önceki dönemlerde, bu fon kaynaklarının önemli bir kısmı bütçenin
açıklarına aktarılmış, bazı yıllarda bu oran yüzde 80'e kadar varmıştır.
Yönetime geldiğimiz 2003
yılından bu tarafa ise, kesin olarak bu fonun kaynaklarının 1 kuruşu bile amacı
dışında kullanılmamıştır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; hükümetimiz döneminde, ayrıca, proje uygulamalarına da önem
verilmiştir. Hedef, insanımızı yardıma muhtaç durumdan kurtararak, kendi
alınteriyle geçinebilen bireyler haline getirmektir.
Ülkemiz, Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasında ifade olunan "sosyal bir hukuk devleti"
olmasının gereği, ülke çapında geçim sıkıntıları ve zorluklarla mücadele eden
vatandaşlara bütçe imkânları içinde yardım etmektir.
Sözlerime son verirken,
ekonomik olarak bütün vatandaşlarımızın yaşamlarını refah ve mutluluk
içerisinde idame ettirmeleri dileğiyle, Başbakanlık Sosyal Yardımlaşma ve
Dayanışma Genel Müdürlüğünün 2006 bütçesinin, Grubum ve şahsım adına hayırlı
olmasını diler; hepinize sevgi ve saygılarımı sunarım. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyoruz Sayın Sekmen.
AK Parti Grubu adına,
Erzurum Milletvekili Sayın Mücahit Daloğlu; buyurun. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA
MÜCAHİT DALOĞLU (Erzurum) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk
İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığının 2006 yılı bütçesi ve faaliyetleri
hakkında, Grubum adına, söz almış bulunmaktayım; Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, kısa
adıyla TİKA diye ifade edilen bu güzide kuruluşumuz yurt dışında birçok önemli
faaliyete imza attığından dolayı, yurt içinde faaliyetleri zaman zaman az
bilinmekte ve dolayısıyla, faaliyetleri yurt dışında olduğu için de, belki,
gerçekten, yapılan bu ciddî faaliyetler görülmemektedir. O bakımdan, ben, bu
kuruluşumuzun kuruluş amacını ve faaliyetlerini zaman ölçüsünde ifade etmeye
çalışacağım.
Değerli Başkan, değerli
milletvekilleri; 1990'lı yıllarda Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra,
dünya üzerinde çok ciddî ve büyük değişiklikler meydana geldi. Bu cümleden
olarak, hem sınır komşularımıza hem de bize dost, akraba ve soydaş olan bizden
uzak noktalarda birçok ülkeye, biz, yıllardır gönül bağıyla, gönül
dileklerimizle yakındık; ama, onlara hizmet vermekte uzaktık. Bu amaçla, 1992
yılında TİKA adıyla, bu kardeş, soydaş ve akraba ülkelere ve yardıma muhtaç
diğer ülkelere yardım eli uzatmak üzere bu önemli Başkanlık ve idare
kurulmuştur. Daha sonra, Cumhurbaşkanlığı tezkeresiyle Başbakanlığa bağlanmış,
2001 yılında da teşkilat yasası çıkarılmıştır ve bugün, Devlet Bakanımız Sayın
Beşir Atalay'a bağlı olarak faaliyetlerini yürütmektedir.
Değerli arkadaşlar,
Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri, kalkınmakta olan bu ülkelere hibe, aynî
yardım, proje ve teknik işbirliği gibi destekler konusunda yardım etmektedir.
Ülkemiz, bu yardımları, bakanlıklar ile kamu kaynağı kullanan kurum ve
kuruluşlar aracılığıyla yapmaktadır. İşte bu amaçla tahsis edilen kaynakların
etkin olarak kullanılması için bir koordinasyon ve işbirliği gerekmekteydi.
TİKA, bu işbirliğini, bu koordinasyonu, yapılan yardımlarda tekrarların
önlenmesi, yapılan yardımların planlanması, sağlıklı olarak ulaştırılması ve
önceliklerinin belirlenmesi gibi noktaları planlayarak, hizmetlerini 3 kıtada
ve 37 ülkede yürütmektedir.
Değerli arkadaşlar,
buradan, biraz evvel konuşan Cumhuriyet Halk Partisi sözcümüz, değerli
arkadaşımız Sayın Cevdet Selvi Bey keşke burada olsaydı; ben üzüldüm; çünkü,
günlerdir, bu konu için çalıştığımda, biz de daha yakinen tanımış olduk.
Tanımamak hakikaten kusur değil; çünkü, yeni bir kuruluş; ama, araştırmak
zorundayız. TİKA'nın yurt dışında yaptığı faaliyetleri özetledim 10 sayfa; en
son, başlıklar halinde getirdim. Çok ciddî faaliyetler yapılmış. Nedir bu ciddî
faaliyetler; değerli arkadaşlar, şimdi, dünyada, gittiğiniz bir yerde, yani,
Türkiye'nin dışına çıktığımız zaman, bir ülkede konut yapmışsanız, suyu olmayan
bir kardeş, soydaş veya akraba ülkeye su götürmüşseniz, orada organize sanayi
bölgeleri oluşturmuşsanız, hepsinden önemlisi, 18 ülkede, değerli arkadaşlarım
-altını çiziyorum- 18 ülkenin 18 üniversitesinde Türkoloji bölümleri
açılmıştır… Hepimizin, anamızın ak sütü gibi helal, arı, duru konuştuğumuz
Türkçemizi, bu ülkelerde, Türkoloji kürsülerinden, bizim hocalarımız
okutmaktadır. Bunun dışında, bakın, şöyle, başlıklar halinde ifade edeyim;
bilmeyen arkadaşlarımız da, bu vesileyle, belki, bilgi sahibi olmuş olurlar.
Afganistan'ın yeniden imarı ve 8 adet okul yapılmıştır burada; bakın, imarda
da, rastgele değil, bir eğitim planlamasıyla, sağlık planlamasıyla, 3 tane de
hastane yapılmıştır. Kırım'da, değerli arkadaşlar, 1 000 konut yapılmış, bunun
735 tanesi bitirilmiş durumdadır. Şimdi, Kırım'a gelen, daha uzaklara yıllar
önce gönderilen sürgün soydaşlarımıza, burada, konutlar yapılmıştır.
Şimdi, Türkiye, bugüne
kadar, kendi içine kapanıp, dışarıda olan olaylara duyarsız kaldıkça, dünyayla,
aslında, dışpolitikada yalnızlaşıyor ve yalnız kalıyordu. İşte, bu politikalar,
mutlaka, devletimizin, hükümetimizin bu gayretleriyle, bu yalnızlıktan
kurtarıp, kendisini dışpolitikada gerçekten çok ciddî bir konuma getirmiştir.
Moldava'da, Gagavuz bölgesinde içmesuyu, Tacikistan'da Müminabad sulama kanallarının
onarımı, Azerbaycan'da ilk defa organize sanayi bölgesi planlaması ve
çalışmaları -daha uzatılabilir- Gürcistan'da okullar -biraz evvel ifade ettim-
Türkoloji bölümleri ve bunları yapmak için, değerli arkadaşlar, her alanda
yüzlerce uzman…
TİKA'yı kuranlara ben
buradan minnetlerimi ve şükranlarımı arz ediyorum. 1992 yılında kurulmuş.
Belki, onu kuran değerli devlet adamlarının bir kısmı hayatta yok, onları
rahmetle anıyoruz, olana da teşekkür ediyoruz; ama, AK Parti İktidarında
göreceğiz ki -istatistikler burada- 1992'den 2002 yılına kadar yapılmış 2 100
proje vardır; ama, 2003, 2004 ve 2005 yıllarında ise, hemen hemen ortalama her
yıl 500'er proje… Benim, burada bunların isimlerini saymam mümkün değil. Toplam
1 000'in üstünde, 1 500'e yakın bir proje üç yılda gerçekleştirilmiştir; yani,
on yılda yapılanı üçe katlayarak. Bu da bizim görevimiz tabiî; ama, bunu
görmezden gelen arkadaşlarıma arz etmek için ifade ettim.
Değerli Başkan, değerli
arkadaşlar; TİKA, faaliyetlerini yürütürken, sosyal altyapı çalışmaları,
ekonomik altyapıların geliştirilmesi, insanî acil yardım ve enformasyon
(tanıtım ve yayım) faaliyetlerini de öncelikleri arasına almıştır. Öte yandan
TİKA, görev alanına giren tüm coğrafyada doğal afetler, açlık, kuraklık ve
yaygın hastalıklarla da ciddî bir şekilde mücadele etmiş ve yardım elini
uzatmıştır. İşte TİKA demek, burada, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin orada
hissedilmesi demektir.
Değerli arkadaşlar,
TİKA'nın ülkeler bazında uyguladığı projelerin -biraz evvel saymıştım- çok önemlilerini bir iki satır
altında daha ifade etmek istiyorum.
Bugün Türk tarihinin
yazılı belgeleri olan Orhun Anıtları, Bilge Kağan Anıtları gibi anıtlarımız
arkeoloji uzmanları tarafından çıkarıldı; ama, buralara yol, iz, su vesaire
yoktu. Böylece, bu bölgelerde, bakın, Moğolistan-Karakurum-Orhun karayolu yapım
çalışması, yine Bilge Kağan yolu, gerek Moğolistan'daki Türk anıtlarının
tanıtılması ve gerekse bu bölgenin turizm bölgesi haline gelmesine büyük
katkılar sağlamıştır ve böylece TİKA -zamanımızın kısıtlı olması nedeniyle diğerlerini
anlatmamız imkânsız- Türk Dışişleri Bakanlığıyla beraber, Türkiye
Cumhuriyetinin politikalarını dünyada en aktif, en reel ve gerçekten en insanî
bir şekilde gösteren bir ciddî kuruluşumuzdur. Bundan dolayı, AK Parti Hükümeti
döneminde, özellikle bu kuruluşa yeni bir ivme kazandıran Değerli Bakanımıza,
onun Başkanına ve bütün çalışanlarına şahsım ve Grubum adına teşekkürlerimizi
ifade ediyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun,
konuşmanızı tamamlayın.
MÜCAHİT DALOĞLU (Devamla)
- Teşekkür ederim Başkanım.
Onüç-ondört yılı geride
bırakan TİKA, çalışmalarına tüm hızıyla devam eden Türk İşbirliği ve Kalkınma
İdaresi Başkanlığı, tecrübesi ve uyguladığı 3 000 küsur proje ve faaliyetiyle
Türkiye'nin tarihsel sorumluluk ve misyonuna uygun, uluslararası standartlarda
hizmet veren etkin bir teknik yardım kuruluşu olmayı hedeflemektedir. Ülkemizin
dış politikalarının uygulanmasında en önemli yardımcılarından biri olan TİKA
Başkanlığı, büyük misyonunu gerçekleştirmesi amacıyla hükümetimiz tarafından
desteklenmekte ve tüm kamuoyunun desteğini de yanında görmektedir.
Teşekkür eder, Yüce
Meclisi saygıyla selamlarım. (AK Parti ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Daloğlu.
AK Parti Grubu adına son
konuşmacı, Ankara Milletvekili Sayın Ersönmez Yarbay; buyurun. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
Sayın Yarbay, süreniz
belirli; süreye riayet etmenizi rica ediyorum.
AK PARTİ GRUBU ADINA ERSÖNMEZ
YARBAY (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmama başlamadan
önce hepinizi saygıyla selamlıyorum; AK Parti Grubu adına, Türkiye İstatistik
Kurumu bütçesi üzerinde görüşlerimizi arz etmek üzere söz almış bulunuyorum.
Kısa bir süre önce
Meclisimizce kabul edilen Türkiye İstatistik Kanunu ile kurulan Türkiye
İstatistik Kurumu, eski adıyla Devlet İstatistik Enstitüsü, ülkemizin köklü ve
önemli kuruluşlarından birisidir. AK Parti İktidarı döneminde istatistik
alanında da ülkemizde güzel gelişmeler olmuştur. Bu gelişmelerin bir kısmına
zamanın elverdiği ölçüde değinmek istiyorum.
Bildiğiniz gibi, doğru ve
güvenilir istatistikler, devlet yönetiminin vazgeçilmez aracıdır. Bu sayede,
hükümetler rasyonel kararlar alabilir, araştırmacılar da doğru analizlerle
gerçeğin tespitini yapabilirler; halkımız da, hükümetin performansını doğru
şekilde değerlendirebilir. Bu durumun farkında olan AK Parti Hükümeti, iktidar
olduktan sonra yapmış olduğu ilk bütçede, 2003 yılı bütçesinde, Devlet
İstatistik Enstitüsünün bütçesini yüzde 55 artırarak, kurumun önemli bir atılım
yapmasını sağlamıştır.
Değerli milletvekilleri,
istatistiklerin üretiminde üç temel aşama vardır: Verilerin alandan derlenmesi,
bunların istatistik teknikler kullanılarak işlenmesi ve modern araçlar yoluyla
kullanıcılarımızın hizmetine sunulması.
Bir süre önce, Türkiye
İstatistik Kurumu anketörleri, ellerinde soru formlarıyla hanelerin kapısına
gider ve oradan aldıkları bilgileri soru formuna yazarlardı. Bundan sonra da,
günlerce, o doldurdukları soru formlarını bilgisayarlara aktarırlardı. Bu
süreç, haftalar, bazen aylar alırdı. Bu zaman kaybını ortadan kaldırmak için
yeni teknolojiler devreye sokulmuştur. Artık, kurum anketörleri, birçok
araştırmada ellerine soru formu yerine el bilgisayarlarını alıyorlar, soruların
cevaplarını doğrudan bu bilgisayarlara kaydediyorlar, sonra veri tabanına
aktararak, anında merkez bilgisayarına geçiriyorlar. Eskiden haftalar boyu
süren bu çalışma, artık birkaç gün içinde tamamlanmaktadır.
Ayrıca, işyerimizin bir
kısmında da, kendilerine verilen şifrelerle Türkiye İstatistik Kurumu internet
sitesine girerek, kendileriyle ilgili bilgileri doğrudan merkez bilgisayarına
aktarıyorlar. Kamu kurumlarımız da, kendi kayıtlarını elektronik ortamda
Türkiye İstatistik Kurumuna göndermektedirler. İşte, bu elektronik dönüşüm
sayesinde, veri değerlendirmesinde büyük aşamalar kaydedilmiştir. Zamanda,
emekte ve maliyetlerde büyük tasarruflar sağlanmıştır.
Değerli milletvekilleri,
geçtiğimiz yıl, kurum teknolojik altyapısını büyük oranda yenilemiştir. 1
000'in üzerinde bilgisayar, sunucu, yazıcı, projeksiyon cihazı kuruma
kazandırılmıştır. Şimdi, işlerin tamamı elektronik ortamda gerçekleştirilmektedir.
Kapasiteleri eskiye oranla çok daha fazla olan bu makineler sayesinde, daha
güvenli veri, en kısa zamanda üretilebilmektedir. Ayrıca, kurumda, bir de
kalite kontrol merkezi oluşturulmuştur. Bu merkez, teknolojik araçlar
sayesinde, hem program yoluyla hem de ankete cevap verenlerin aranması
sonucunda, her bir çalışma için kalite kontrolü yapmaktadır. Bu sistem
sayesinde hatalar giderek azalmakta, veriler daha kaliteli hale gelmektedir.
İstatistiğin üretilmesi
kadar, bunların kullanıcılara en kısa sürede ve en etkin yolla ulaştırılması da
önemlidir. Bu alanda da, yeni atılımlar gerçekleştirilmiştir. Öncelikle kurum,
artık, her yıl veri yayımlama takvimini internet sayfasında ilan ederek, kendi
çalışmalarını disipline etmekte ve kullanıcılara taahhütte bulunmaktadır.
Artık, hangi verinin ne zaman yayımlanacağı, herkes tarafından bilinmektedir.
Kitap olarak basım
yoluyla veri dağıtımı, büyük ölçüde terk edilerek, daha çok internet, CD ve
e-mail araçları kullanılır olmuştur. Böylece, daha çok kullanıcıya daha az ve
bazen tek bir kuruş masraf yapılmaksızın ulaşılmaktadır. Ayrıca, iki büyük GSM
operatörü aracılığıyla, veriler, yayımlandığı anda abonelerin cep telefonlarına
iletilmektedir. Türkiye Radyo ve
Televizyon Kurumuyla yapılan protokolle, veriler, TRT'nin teleteks, telegün
sayfalarında, tüm ülkemize ve hatta tüm dünyaya yayımlanmaktadır.
Değerli milletvekilleri,
Türkiye İstatistik Kurumu, yıllar boyunca sanayi, nüfus, tarım sayımları
yapmıştır; ayrıca, işgücü, fiyat, sanayi, tarım, gelir, tüketim alanlarında
sayısız araştırmalar yapmakta ve sonuçlarını kamuoyuna sunmaktadır. Her gün, bu
kurum tarafından üretilen verileri duyuyor ve ülkemiz hakkında yorumları yine
bu verilere dayanarak yapıyoruz.
İktidarımız döneminde, bu
çalışmalara ek olarak, yeni çalışmalar da yapılmıştır. Örneğin, yıllar boyu
eleştiri konusu olan enflasyon sepeti, bilimsel çalışmalar neticesinde
değiştirilmiş ve güncelleşmiştir. Avrupa Birliğine uyum çalışmaları
paralelinde, toptan eşya fiyat endeksi (TEFE) yerine, üretici fiyat endeksi
(ÜFE) hesaplanmaya başlanmıştır. Yine ilk defa, yoksulluk çalışmaları bizim
dönemimizde yapılmış ve sonuçları kamuoyuna yansıtılmıştır. Siyasî iktidarlar
için oldukça hassas bir konu olan yoksulluk çalışmalarının bizim iktidarımız
döneminde yapılması anlamlıdır. Bu, sorunların kaynağının korkusuzca
araştırılması ve çözüm önerilerinin ortaya konması açısından, hükümetimizin şeffaf
yaklaşımını göstermektedir. Yine, bu kapsamda, halkımızın memnuniyetini ölçmek
üzere, ilki 2003 yılında olmak üzere, her yıl, yaşam memnuniyeti araştırması
yapılmaktadır.
Ülkemizin en büyük
sorunlarından birisinin işsizlik olduğu malumdur. Bu kapsamda, işgücü verileri,
daha önce üç aylık olarak açıklanması yerine, aylık periyotlar halinde
açıklanmaktadır. Takdir edersiniz ki, böyle hassas bir konunun üç ay yerine her
ay hesaplanması büyük çaba gerektirir. Halen yapılmakta olan hane halkı işgücü
araştırması, her ay yaklaşık 12 500 haneyle görüşülerek yapılmaktadır. Üç
aylık, 36 000 haneyle yapılan görüşme sonuçları, her üç ayın ortalaması olarak,
aylık yayımlanmaktadır. Bu yönüyle, ülkemizde düzenli olarak yapılan en büyük
araştırmadır.
Değerli milletvekilleri,
yeri gelmişken bir konuya daha değinmek istiyorum. Malumudur ki, ülkemizde
nüfus sayımlarının sokağa çıkma yasağıyla birlikte yapılması, birçok ulusal ve
uluslararası çevrede eleştiri konusu yapılmaktadır. Sayın Bakanımız Beşir
Atalay'ın Plan ve Bütçe Komisyonunda değindiği gibi, nüfus sayımlarının, bundan
böyle, sokağa çıkma yasağı olmaksızın ve daha kısa aralıklarla kayıtlar
üzerinden yapılması çalışmaları tüm hızıyla sürmektedir. Teknik çalışmaların ve
mevzuat hazırlıklarının kısa bir süre sonra bitmesi beklenmektedir. Bu sistemin
kurulması gecikmiş bir durumdur ve bu konuyu çözmek, AK Parti İktidarına nasip
olacaktır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; konuşmama başlarken, 5429 sayılı Türkiye İstatistik Kanunundan
bahsetmiştim.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Yarbay,
mikrofonu açıyorum; yalnız, konuşmanızı toparlayın.
ERSÖNMEZ YARBAY (Devamla)
- Bu kanun, ülkemizdeki istatistik sisteminin yeniden kurulmasında önemli
yenilikler getirmektedir. Bu yeniliklere, süremiz dolduğu için girmiyorum.
2006 yılı bütçesinin
hayırlı, uğurlu olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Yarbay.
AK Parti Grup
sözcülerinin konuşmaları tamamlanmıştır.
Şahıslar adına söz isteği
var.
Lehte söz isteyen Batman
Milletvekili Sayın Afif Demirkıran; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Süreniz 10 dakika
efendim.
AFİF DEMİRKIRAN (Batman)
- Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 2006 yılı bütçesi altıncı
turu üzerinde, lehinde, şahsım adına söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi
saygılarımla selamlıyorum.
AK Parti İktidarı üçüncü
yılını geride bıraktı. Bu yılların muhasebesini yaptığımızda, siyasî istikrarın
temin edilmiş olduğunu, ekonomide güçlü bir performans sergilendiğini ve
"çözülemez" diye bakılan kronikleşmiş birçok sorunun çözüldüğünü
görüyoruz. Büyümede, enflasyonda, faizde, dışticaret hacminde, özelleştirme
gelirlerinde, doğrudan küresel yatırımlarda ve benzeri birçok göstergede
cumhuriyet tarihimizin ilkleri başarılmıştır. Ekonomide elde edilen bu
başarılar, hükümetimizin cesur, kararlı ve
disiplinli politikaları sayesinde olmuştur. Tabiî ki, siyasî reformlar
da ekonomik başarıların kökleşmesi ve devamlı kılınması için gerçekleşme
sağlamıştır. Şimdi, halkımız geleceğe daha bir ümitle ve güvenle bakmaktadır.
Türkiye, artık, fırsatlar ülkesidir. Çok değil, birkaç sene öncesine kadar
krizler ülkesi diye anımsanan Türkiye, artık, bir fırsatlar ülkesi haline
gelmiştir.
2002 yılına kadar -ki, üç
yıllık dönem içinde, planın üç yıllık döneminde- büyüme yüzde 31'ün üstüne
çıkmıştır ve geçmişte, hiçbir zaman inmeyecek diye bakılan enflasyon, 1969
yılından beri ilk kez tek haneli düzeye, yüzde 7,6'ya düşmüştür. Hatırlıyorum,
geçmişte, yabancı yatırımcılar Türkiye'ye geldikleri zaman, enflasyon
muhasebesi ne zaman çıkacak diye devamlı bir talep içinde bulunuyorlardı. Evet,
biz, iktidarımızın ilk yıllarında enflasyon muhasebesi kanununu çıkardık;
ancak, buna da, çok şükür, gerek kalmadı; çünkü, enflasyon tek haneli rakamlara
düştü. Böylece, bütçe açıkları konusunda Maastricht Kriteri yakalanmış oldu.
Tabiî, borcun sürdürülebilirliği endişesi de ortadan kalkmış bulunuyor
ülkemizde. Borç yükünün gayri safî millî hâsılaya oranı iktidara geldiğimizde
yüzde 93 civarında iken, şu anda yüzde 60'lara hızla inmekte ve ikinci bir
Maastricht Kriteri yakalanmış olacaktır. Faiz de yüzde 70'lerden yüzde 14 seviyelerine
düşmüş bulunuyor.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; kırkiki yıllık rüyamız nihayet gerçekleşmiş olup, 3 Ekimde
Avrupa Birliğiyle müzakere süreci, katılım müzakereleri süreci başlamıştır.
Taramalar yıl sonuna kadar 6 fasılda, toplam 35 fasıldan 6 fasılda yıl sonuna
kadar gerek tanıtım gerek ayrıntılı taramalar yapılacaktır. Taramaları
tamamlanmış olan birkaç fasılda, komisyon, raporunu hazırlamaya başlamış
bulunuyor ve ümit ediyoruz ki, beklentimiz odur ki, mart ayından itibaren müzakerelere,
bu taramaları tamamlanmış olan fasılların müzakerelerine başlanacaktır.
Değerli milletvekili
arkadaşlarım, makroekonomide kaydedilen bu gelişmeler ve Avrupa Birliğiyle
ilgili bu genel değerlendirmeden sonra, esasen, bugün üzerinde durmak istediğim
konu, doğrudan küresel yatırımlarla ilgili gerek dünyada gerek ülkemizdeki
gelişmelerdir. Malumunuz olduğu gibi "doğrudan yabancı yatırım" veya
"yabancı sermaye" diye tanımladığımız bu olguyla ilgili "yabancı" kelimesinin biraz itici
vasfı olduğu için "küresel" -Sayın Başbakanımız da, biliyorsunuz,
özellikle Fırsatlar Ülkesi Türkiye Konferansından sonra bunu kullanmaya
başladı- "doğrudan küresel yatırım" veya "sermaye"
kelimelerini kullanacağım konuşmamın içinde.
Bilindiği gibi, ülkelerin
ekonomik kalkınmasında ve sanayileşmesinde küresel sermaye yatırımlarının
önemli bir yeri vardır. Özellikle Türkiye gibi kalkınması henüz tamamlanmamış;
fakat, büyük bir ivmeyle kalkınma hamleleri yürüten ülkelerde fakat kaynağı
yetersiz olan ülkelerde yabancı sermaye veya bir başka ifadeyle küresel
sermaye, ihtiyaçtan çok bir zorunluluk haline gelmiştir.
Değerli milletvekilleri,
küresel sermaye, bir ülkeye sadece sermaye olarak gelmemekte, teknoloji ve know
how transferi, yönetim ve pazarlama becerileri, verimlilik ve kalite standardı,
yeni pazarlara ulaşma, daha uygun şartlarda hammadde temin imkânları da
sağlamaktadır.
Uluslararası sermayeye
baktığımız zaman, küresel sermayeye baktığımız zaman, 1980'lerin başında sadece
50 milyar dolar civarında olan sermaye, 1990'larda 300 milyar civarına ve 2000
yılında ise büyük bir yükselişle 1,4 trilyon dolar seviyesine çıkmıştır; ancak,
ondan sonra, büyük ekonomilerdeki durgunluk ve bunun 11 Eylülle daha
derinleşmesi, şirket birleşmelerinin ve özelleştirmenin yavaşlaması sonucunda,
bu 1,4 trilyon dolara çıkmış olan sermaye, daha sonra bir düşüş trendine girmiş
ve 2003 yılında 550 milyar dolara kadar inmiştir; ancak, ondan sonra, tekrar,
bir yükseliş trendi başlamış bulunuyor; 2004 yılında 650 milyar dolara
yükselmiş bulunmaktadır ve önümüzdeki yıllarda da bunun artacağı tahmin
edilmektedir.
Peki, Türkiye, bütün bu
gelişmelerden arzu edildiği kadar yabancı sermaye alabiliyor mu, ihtiyacı olan
yabancı sermayeyi alabiliyor mu, ihtiyacı olan yabancı sermayeyi alabiliyor mu?
Baktığımız zaman, 1954 yılında Yabancı Sermaye Kanunu çıkmış; fakat, 1980
yılına kadar sadece toplam 240 milyar dolar yabancı sermaye veya küresel
sermaye Türkiye'ye gelmiş. Ondan sonra, trendi yükselerek devam ediyor; ama,
hiçbir zaman 1 milyar doları aşmamış; fakat, AK Parti İktidarıyla, gerek
ekonomideki gelişmeler gerek siyasî istikrar gerekse yatırımcının önündeki
engellerin bertaraf edilmesi, kaldırılması, yatırımcının önünün açılması
sonucunda bugün 2005 yılı on aylık dönemde 4 milyar doları aşmış bulunuyor;
2003 yılında 1,7 milyar dolar; 2004 yılında 2,8 milyar dolar ve 2005 yılı on
aylık dönemde 4 milyar dolar.
Tabiî, Türkiye'nin çok
daha fazla, çok daha büyük bir kapasitesi var. Türkiye'nin coğrafî konumu,
zengin ülkeler ile ihtiyacı yüksek olan Orta Asya ve Ortadoğu ülkeleri
arasındaki coğrafî konumu, Ortadoğu ve Orta Asya ülkeleriyle olan kültürel,
tarihî bağlarımız nedeniyle Türkiye üzerinden buralara çok malzeme
pazarlanabilme imkânı vardır ve dolayısıyla, Türkiye çok daha fazla yabancı
sermaye veya küresel sermaye alabilme potansiyelindedir. Ancak, bu potansiyelin
harekete geçirilmesi için geçmişte, maalesef, ciddî bir çaba sarf edilmemiştir,
gerek bürokratik engeller gerekse... Her ne kadar 1954 yılındaki kanun esasen
liberal bir içerikte olsa dahi, yeni şartlara adapte olması, uluslararası standartlara
getirilebilmesi için 2003 yılı haziranında malumunuz olduğu gibi, Doğrudan
Yabancı Yatırımlar Kanununu hükümetimiz çıkardı ve uluslararası yatırımcılara
dünyanın herhangi bir yerindeki imkânların aynını bu kanunla veriyoruz; ne
yapıyoruz; millî muamele, kamulaştırmaya karşı korunma, taşınmaz edinimi,
uluslararası tahkim hakkı gibi çeşitli haklar veriyoruz. Ayrıca, daha önce 50
000 dolarlık bir sermaye getirmek gerekiyordu ve ön izin almak gerekiyordu,
şimdi, ona ihtiyaç yok ve sadece bilgilendirme gerekiyor, Yabancı Sermaye Genel
Müdürlüğü bilgilendiriliyor.
Tabiî, daha fazla yabancı
sermaye çekebilmek için ülkemize bir yatırım promosyon ofisinin veya ajansının
-ki, dünyanın hemen hemen her yerinde var- kurulması lazım.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Mikrofonu açıyorum;
lütfen konuşmanızı tamamlayın.
AFİF DEMİRKIRAN (Devamla)
- Çünkü, maalesef ülkemizin imkânlarını, ülkemizin imajını dünyada biz
tanıtamıyoruz. Bunu tanıtabilmemiz lazım ve güçlü bir ajansa ihtiyaç olduğu
kanaatindeyim.
Birçok uluslararası
kuruluş Türkiye'nin son üç yıllık AK Parti İktidarları döneminde birçok
göstergede ve özelde yatırım ortamı noktasında çok iyi bir yere gelmiş olduğunu
ifade ediyorlar. Onların detaylarına girmeyeyim; ancak, bir şeyi ifade etmeden
geçemeyeceğim; maalesef, halen bazı çevreler, efendim gelen yabancı sermayenin
rengiyle, özelleştirme olsun olmasın gibi olgularla meşgul ediyorlar ülkeyi;
bunun yapılmaması lazım.
Bakın, geçenlerde
Fırsatlar Ülkesi Türkiye Konferansında Sayın Başbakanımıza denildi ki… Orada 14
tane büyük firmanın, büyük holdingin -ki, Türkiye'den de birkaç holdingin-
CEO'su vardı. Sayın Başbakanımıza soru sorulmaları talep edildi; fakat, hiçbiri
-Sayın Başbakanımız sabahtan akşama kadar orada oturdu- soru sormadı ve
söyledikleri ortak tek şey şuydu: "Biz Türkiye için ne yapabiliriz."
Ben geçmişte hatırlıyorum
-yabancı sermayede çalıştığımda, geçmişte, Devlet Planlama ve Hazine
Müsteşarlığında- geldiklerinde soru yağmuruna tutarlardı bizi. Demek ki öyle
bir noktaya gelmiş ki ülke, artık yabancılar, onlar "sizin için ne
yapabiliriz" diye Sayın Başbakana bu şekilde ifade kullandılar. Bir başka
şey, orada büyük bir holdingimizin bir yöneticisi aynen şu ifadeyi kullandı,
dedi ki: "Bakın, sermayenin dini olmaz, yerlisi yabancısı olmaz. En fazla
sermaye kapitalist Amerika Birleşik Devletlerine ve komünist Çin'e gider."
Bu da demek ki sermayenin dini, milliyeti, ırkı yoktur, bunu bizi gösteriyor. O
zaman ne yapmamız gerekiyor; bir mantalite değişikliği yapılması gerekir ki,
bunun önünü Türkiye açmıştır ve işsizliğe, her sene 700 000 kadar olan işsizler
ordusuna işsiz katılmakta Türkiye'de; bunlara iş bulmamız lazım. İşte, yabancı
sermaye, bu işsizliğe bir çare bulmak için çok önemli bir araçtır.
BAŞKAN - Sayın
Demirkıran, lütfen, tamamlayın konuşmanızı.
AFİF DEMİRKIRAN (Devamla)
- Bitiriyorum efendim, son cümlem.
Dolayısıyla, biz, olaya
ideolojik yaklaşmayıp veyahut da romantik yaklaşmayıp, pragmatik, gerçekçi bir
yaklaşım yapar isek, hem Türkiye'nin ihtiyacı olan kalkınmayı sağlamış oluruz,
işsizlerimize iş bulmuş oluruz ve böylece dünya ailesinin bir ferdi olan
Türkiye, olması gereken yerde olur.
Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum, bütçenin hayırlara vesile olmasını diliyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Demirkıran.
Sayın milletvekilleri,
Hükümetin söz isteği var; ancak, iki Sayın bakanımız komisyon sıralarında
oturmaktadır. İkisinin de ayrı ayrı söz isteği olduğundan, Hükümet için
ayrılmış olan 45 dakikalık süreyi, Sayın bakanlar kendi aralarında takdir
ederek kullanacaklardır.
İlk sözü, Devlet
Bakanımız Sayın Ali Babacan'a veriyorum.
Buyurun Sayın Bakan. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
DEVLET BAKANI ALİ BABACAN
(Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2006 Malî Yılı Bütçe Kanunu
görüşmeleri vesilesiyle bir arada bulunmaktayız; hepinizi saygıyla, sevgiyle
selamlıyorum.
Hazine Müsteşarlığı ve
Avrupa Birliği Genel Sekreterliğinin bütçesi konuşmaları vesilesiyle, hem
gruplar adına konuşmacıların hem de diğer konuşmacıların görüşlerini,
yaklaşımlarını hep beraber dinledik. Ben, kısa kısa, bu konulara değinmek
istiyorum müsaade ederseniz.
Öncelikle, belki, şunu
vurgulamak lazım ki, Türkiye, son üç yıldır, hem siyasî reformlarda hem de
ekonomik reformlarda gerçekten çok önemli adımlar attı. Siyasî reformlarımız,
Avrupa Birliğiyle girmiş olduğumuz süreç içinde, özellikle Kopenhag Siyasî
Kriterlerinin…
BAŞKAN - Sayın Bakan, bir
dakikanızı rica ediyorum.
Sayın milletvekilleri,
özellikle İktidar Grubuna hitap ediyorum, Sayın Bakan bu ana kadar çok önemli
konuları ifade eden sayın konuşmacılara hem cevap verecek hem de önemli
açıklamalarda bulunacak; ama, ben, Sayın Bakanı dinleyemiyorum. Lütfen,
sükûnetle takip edelim, dinleyelim.
Sayın milletvekilleri,
ben, herhalde söylediğimi anlatamadım size; hâlâ aramızdaki konuşmalar devam
ediyor.
Buyurun.
DEVLET BAKANI ALİ BABACAN
(Devamla) - Tabiî, cumartesi günü, böyle, akşam vakti, aslında, çok da uzun
vaktinizi almak istemiyoruz; ama, gerçekten, özellikle muhalefet partisi
milletvekilleri tarafından önemli konular gündeme getirildi; bu vesileyle, hem
konuları tekrar ele almanın hem de kısa kısa cevap vermenin önemli olacağını
düşünüyoruz.
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elazığ) -
Sayın Bakanım, mikrofonu biraz yukarı doğru çekerseniz…
DEVLET BAKANI ALİ BABACAN
(Devamla) - Daha yakına?.. Yukarı…
Özellikle, kısaca
reformlardan bahsederek, başlamak istemiştim. Bu, siyasî…
MEHMET ÇİÇEK (Yozgat) -
Sayın Başkan, ses sistemi bozuk…
DEVLET BAKANI ALİ BABACAN
(Devamla) - Ben, belki, biraz sesimi yükseltirsem, olur mu?
MEHMET ÇİÇEK (Yozgat) -
Tabiî…
DEVLET BAKANI ALİ BABACAN
(Devamla) - Tamam.
Özellikle, siyasî alanda
yapmış olduğumuz reformlar, Türkiye'nin insan hakları konusunda, demokrasi
konusunda, özgürlükler konusunda gerçekten kritik eşik diyebileceğimiz noktayı
aşmasını ve böylece de, 17 Aralıktan itibaren, Türkiye'nin artık müzakerelere
başlama hakkını elde etmiş bir ülke haline gelmesini sağladı ve 3 Ekimden
itibaren de, artık, Türkiye, sadece bir aday ülke değil, katılım sürecine
girmiş olan bir ülke.
Bu katılım sürecinin üç
önemli ayağı olacak. Birincisi, siyasî kriterlerin uygulanışının daha
iyileştirilmesi, uygulamayla ilgili aksaklıkların giderilmesi ve reformların
rafine edilmesi, derinleştirilmesi. Bu, en önemli ayaklardan birisi olacak ve
tüm sürecin gidişini etkileyebilecek ve Türkiye'nin de bu konuda, gerçekten,
daha iyi çaba göstermesi gerekecek önümüzdeki dönemde.
İkinci önemli konu,
müktesebatın üstlenilmesi. Bununla ilgili de, 35 ayrı fasılda Avrupa Birliği
müktesebatını inceleyeceğiz; kendi mevzuatımızla, kendi kurumlarımızla, Avrupa
Birliğinin bu konudaki kurallarını ve kurumlarını karşılaştıracağız ve
farkları, müzakereler suretiyle kapatacağız. Müzakerelerde, bu uyumun nasıl
yapılacağı ve hangi takvim içerisinde yapılacağı daha çok konuşulacak.
Üçüncü ayak ise, iletişim
ayağı; o da, Avrupa Birliği halklarına, Türkiye'nin gerçeklerinin daha iyi
anlatılması ve bu müzakere sürecinin, fasıllarla ilgili neler yaptığımızın,
Türkiye'ye bunların uzun vadede kazanımlarının, getireceklerinin halkımıza
anlatılması.
Zaman olarak, emek
olarak, bizi, tabiatı gereği en çok yoracak konu, ikinci ayak; yani,
müktesebatın üstlenilmesi. Bununla ilgili çalışmalarımız hemen ekim ayı
içerisinde başlamış durumda, 35 fasıldan 4 tanesinde taramalar tamamlanmış
durumda, önümüzdeki hafta 2 faslı daha tamamlıyoruz ve bu yıl sonuna kadar 6
faslın tarama çalışmasını bitirmiş olacağız.
Bu çalışmalarda,
öncelikle Dışişleri Bakanlığımızın, Avrupa Birliği Genel Sekreterliğimizin ve
Devlet Planlama Teşkilatımızın -aynı zamanda, Başbakanlık Müsteşarlığımızdan da
arkadaşlar var çalışmalarımız içerisinde- tüm bu kurumların etkin olarak her
fasılda görev aldığı bir yapı oluşturduk. Buradaki temel amacımız, hangi konu
olursa olsun, o konuyla direkt ilgili olan, o konuyu direkt uygulayacak olan
bakanlıkların, diğer kuruluşların fiilen işin içinde olması, işi sahiplenmesi
ve kendi yaptıkları işlerle ilgili Avrupa Birliğine uyum sürecinde ne tür
değişiklikler yapmaları gerekeceği konusunda ilk elden bilgi almaları ve kendi
değişimlerini, dönüşümlerini, bir bakıma, kendi elleriyle yapmaları.
Burada bu süreci
sahiplenmeyi, gerçekten, çok önemsedik. Merkezî bir yapı kurmadık ve Türkiye'de
de asla bunu yapmayacağız. Merkezî olmayan bir yapıyla yürüteceğiz ve hiçbir
kurum diğer kurumlardan daha ön planda olmayacak. Bu süreç, hiçbir kişinin ya
da hiçbir kurumun tekelinde olmayacak.
Tabiî, ki, bu yapı
içerisinde Avrupa Birliği Genel Sekreterliğinin de önemli bir görevi olacak;
ancak, bu görev ne diğer kurumların önünde ne de gerisinde olan, âdeta diğer
kurumlara hizmet edecek ve bir temel sekreterya görevi oluşturacak bir şekilde
yürüyecek. Bununla ilgili de, kurumsal yapının güçlendirilmesi, yapının yeniden
ele alınması konusundaki çalışmalarımız da zaten bundan sonraki dönemde devam
edecek.
Avrupa Birliği Genel
Sekreterliğiyle ilgili "aylardır bir boşluk var, Genel Sekreter yok"
gibilerden bir eleştiri geldi; ben, şunu özellikle vurgulayayım ki, bundan
önceki Genel Sekreter; yani, Murat Sungar Bey, 30 Eylül tarihi itibariyle
görevinden ayrılmıştır, ikibuçuk aydır bu görevi vekâleten -Sayın Batu keşke
burada olsaydı- kendisinin de çok yakın çalışmış olduğu, değerli bir
Büyükelçimiz Ahmet Acet Bey başarıyla yürütmektedir ki, bu dönüşüm sürecinden,
daha doğrusu geçiş sürecinden sonra da Oğuz Demiralp Bey yakın bir zaman sonra
görevi üstlenecek ve devam ettirecektir.
Bu tarama çalışmalarına
ilgili bütün kuruluşlardan arkadaşlarımız katılıyor. Bu çalışmalar tek bir
kuruluşun tekelinde olmayacak diye daha önce söyledim. Konuyla ilgili tüm
kuruluşlardan mutlaka temsilciler katılıyor ve şu ana kadar 13 heyetimiz -ki,
yaklaşık 20 Ekimde başladığını düşünürsek çalışmaların, henüz iki ay bile
dolmadı- iki aydan kısa bir süre içerisinde 13 heyetimiz gitti geldi Brüksel'e
ve çalışmalar son derece başarılı bir şekilde yürüyor, takvim saat gibi işliyor,
en ufak bir aksama yok ve oradaki muhataplarımızın, hem bize hem de kamuoyuna
yaptıkları açıklamalardan da anlaşılacağı gibi, şu ana kadar, çalışmalar, büyük
bir heyecanla ve benimsemeyle devam ediyor. Özellikle kurumların, açıkçası,
tatlı bir rekabeti var, tatlı bir yarışı var. Bu süre içerisinde herkes daha
çok yer almak, daha çok işin içinde olmak istiyor; bu da, tabiî, bizi açıkça
çok sevindiriyor.
Ekonomiyle ilgili
konulara gelince; bildiğiniz gibi, son üç yıldır, Türkiye ekonomisi, gerçekten,
bütün dünyada örnek olarak gösterilen, dünyanın her köşesinden yakından takip
edilen bir performans gösterdi. Hangi ekonomik veriye bakacak olursak olalım,
enflasyon olsun, büyüme olsun, faizlerdeki düşüş olsun, gelişmeler son derece
sevindirici.
Bazı konuşmacıların
özellikle büyümeyle ilgili eleştirileri oldu. Ben, şunu burada açıkça ifade
etmek istiyorum ki, Türkiye'nin şu son üç yıldır yakalamış olduğu büyüme
performansı, daha önceki dönemlerle hiçbir zaman mukayese edilemeyecek bir
performanstır. Bu, sadece rakamsal boyutuyla değil... Büyümenin nasıl olduğuna
bakacak olursak; büyüme, özel sektör kaynaklı bir büyümedir. Büyümede artık
eskisi gibi kamunun bir temel rolü yoktur, bundan sonra çok da olmayacaktır
zaten. Eskiden kamunun görevi neydi büyümeyle ilgili; parasal genişleme,
bütçede açıklar, olmayan paraları
harcama ve bununla sunî geçici büyümeler sağlama ve bu büyümeler hep saman
alevi gibi oluyor. Kısa bir süre için büyüme yakalıyorsunuz, ondan sonra
arkasından büyük zorluklar, büyük krizler geliyor. Biz bunu yapmadık. Ne
parasal genişlemeye gittik, yani, bunun daha günlük dilde belki kullanımı, ne
karşılıksız, plansız, programsız para bastık ne de bütçe hedeflerinde
hedeflenenden farklı bir şey yaptık. Haa, evet, hedefler belki tutmadı; ama,
hep iyi yöne doğru tutmadı. Bu da, temel olarak üç yıldır arka arkaya faiz
ödemelerinin ödeneklerden daha az gerçekleşmesi sonucunda oldu. Kaldı ki, bu
yıl da, biliyorsunuz, yaklaşık 10 milyar YTL, yani 10 katrilyon kadar bir bütçe
ödeneğinden daha az faiz ödememiz olacaktır. Üç yıllık toplamda da yaklaşık 26
milyar YTL'lik, yani 26 katrilyon liralık,bütçeye göre daha az faiz ödememiz lazım.
Tabiî, bu rakam, sadece
bütçede planlanana göre daha az ödeme. Bir de şöyle bir hesap yapıp
baktığımızda, yani, eğer, Türkiye'de faizler düşmeseydi -yüzde 66'yla biz
devraldık, hükümetin kurulmasından önceki en son Hazine ihalesinin faizi yüzde
66'dır- faizler hiç düşmeseydi, sadece iç borçlanmaya ödeyeceğimiz faiz, bizim
üç yılda ödediğimiz rakamdan yaklaşık 100 katrilyon lira daha fazla olacaktı.
Bu ne demek; bakın, banka
kredileri, 32 milyar YTL'den, 2002'nin sonunda, 113 milyar YTL'ye çıkmış. Eğer,
faizleri biz düşüremeseydik ya da bütçe
açıklarını eskisi gibi yürütseydik, bankaların özel sektöre kolay kolay
kullandıracağı para elinde kalmayacaktı. Neden; Hazine gidip bu açıkları
piyasadan borçlanmak zorunda kalacaktı. Devletin tasarruf ettiği her 1 lira,
finans sisteminde direkt özel sektöre gidiyor, tüketici kredisi oluyor ve şirketlere
finansman olarak dönüyor.
Yine, bankacılık
sistemimize bakıyoruz; mevduat, 129 katrilyondan 211 katrilyona çıkmış ve daha
önemlisi, 2002 yılının sonunda, sadece yüzde 24 olan mevduatın krediye dönüş
oranı, 2 Aralık 2005 itibariyle yüzde 53,9. Mevduat krediye niye az dönüyordu
eskiden; çünkü, devlet açıklarını gidip piyasadaki kaynaklara saldırarak
kapatıyordu. Bu, artık Türkiye'de böyle değil.
Özellikle bütçe
konusundaki disiplinimiz, ilan ettiğimiz hedefler doğrultusundaki
uygulamalarımız Türkiye'nin ekonomik görünümünü tamamen değiştirdi. Biz, 2002
seçimlerinden önce bir ekonomik program açıkladık, çok detaylı bir ekonomik
program açıkladık ve bunu, öncelikle parti programında, ama daha sonra, daha
detaylı bir şekilde seçim beyannamesinde, sonra hükümet programında da açık
açık ortaya koyduk ve seçimlerden önce de tüm dünya iş çevrelerine, piyasalara
ve Türk Halkına, ekonomi konusunda ne yapacağımızı, neyi yapmayacağımızı da
açık açık ortaya koyduk. O dokümanlar, o sunuşlar hâlâ belgelerdedir, hâlâ
internet sitelerindedir ve dönüp bakacak olursanız, ne söz verdik, ne yaptık;
arada fazlaca bir fark kesinlikle göremezsiniz. Sözünde durma, ilan edilen
hedefler doğrultusunda politikalar geliştirme ve böylece, güveni artırma,
kredibiliteyi artırma, bizim bu üç yıllık dönemimizdeki en büyük başarımız oldu
ve şimdi, bana soracak olsanız, şu andaki, Türkiye'nin en büyük değeri nedir,
sahip olduğu en önemli varlık nedir derseniz, tek kelimeyle "güven,
kredibilite" diye cevap verebilirim. Bunun parasal karşılığı ölçülemez ve
bize, mutlaka, bu, büyüme olarak, düşük faizler olarak, istikrar olarak geri
dönüyor.
Yine, hükümeti ilk
kurduğumuz günlerde bakıyorduk ki, Hazine 9 aydan uzun vadede borçlanamıyordu.
Maksimum 9 aydı borçlanma vadeleri. Bugün, beş yıllık iç borçlanma kâğıtları
piyasaya sürüldüğünde, çok yüksek talep geliyor. Bu yılki ortalama iç borçlanma
vadesi 27 ay. Yine, yurt dışına ihraç etmiş olduğumuz -ki, toplam üç yılda 17,5
milyar dolarlık, yurt dışına tahvil ihraç etmiş durumdayız-tahvilleri yüzlerce,
binlerce yatırımcı kuruluş dünyanın her yerinden alıyor, her yerinden talep
geliyor. Burada da, yine, vadeler uzuyor; ilk defa 25 yıl, 30 yıl gibi uzun
vadede Türkiye'nin borçlanmaları söz konusu oldu.
Bu arada, IMF ile ilgili
bazı konular gündeme getirildi. Bakın, 1999'dan 2002'ye kadarki dönemde, yani,
bizden önceki hükümet, IMF'ten, net anlamda, tam 23 milyar dolarlık kredi
kullanmış. Bunlar, kullandığı krediden ödemeleri geri düştükten sonra kalan net
rakamı söylüyorum ve biz, devraldığımızda tam, yaklaşık 23 milyar dolar borç
vardı. Biz, bu üç yıl içerisinde 8,5 milyar dolarlık net bir ödeme yaptık.
Yani, evet, bir miktar kullandık; ama, geri ödememiz kullandığımızdan tam 8,5
milyar dolar daha fazla oldu. Yani, bizim dönemimizde, Türkiye, IMF'e bir net
borç ödeyicisi oldu ki, biz, bunu zaten net borç ödeyicisi olacağız diye de ta
baştan söylemiştik.
Carî açıkla ilgili
konular gündeme getirildi. Şimdi, cari açık konusunda, özellikle, birkaç dakika
durmak istiyorum.
Türkiye'nin şu anda
oluşturmuş olduğu cari açık rakamı, bir bakıma, birincisi, uluslararası bu
enerji fiyatlarının bir sonucudur; ikincisi de, bizim ekonomik başarımızın bir
sonucudur. Ne alakası var diyeceksiniz şimdi, ekonomik başarıyla niye bu cari
açık arttı?.. Cevabı çok basit; çünkü, Türkiye'de, bakın, 2002 yılındaki
makine-teçhizat ithalatı 8 milyar dolar, geçen sene 17,4 milyar dolar, bu yıl
ilk on ayda 16 milyar dolar.
Türkiye, artık, yatırım
yapan bir ülke. İlk üç çeyreğin, yani dokuz aylık dönemin toplam yatırım
rakamları açıklandı, biliyorsunuz; 66 katrilyon lira, yani, 66 milyar YTL'lik
Türkiye'ye dokuz ayda yatırım yapıldı ve bunun ağırlıklı bir kısmı özel
sektörden geliyor.
Şimdi, yatırım olan bir
ülkede, büyüyen bir ülkede, özellikle yatırım araçlarının ithal edilmesi kadar
doğal bir şey yok. Bakıyoruz ki Avrupa Birliğine yeni üye olan bu 10 ülkeye;
Macaristan'a, Polonya'ya, Çek Cumhuriyetine, Slovakya'ya; bunların hepsinin,
kendi katılım süreleri içerisinde çok yüksek miktarda yatırım ürünü ithal
ettiklerini ve yüzde 6, 7, 8 gibi, arka arkaya, altı sene, sekiz sene cari açık
verdiklerini görüyoruz. Bu, gayet doğal. Türkiye'de de olacak.
Bizim ilk on aylık carî
açığımız 17 milyar dolar. İlk on ayda makine ithalatımız 16 milyar dolar. Keşke
26 milyar dolarlık makine ithal etseydik de cari açığımız da 27 milyar dolar
olsaydı; ben hiç korkmazdım, çekinmezdim. Bugünkü makine ithalatı, yarının ürün
ihracatıdır. Bundan korkmamak lazım ve bu makineler ithal edilirken, öyle, ne
yapıyorlar, kâğıda bakıyorlar, eyvah, ithalat şöyle oldu, böyle oldu! Bu
makinelerin büyük kısmı, makineyi üretenin taksitli satışıyla giriyor
Türkiye'ye. Japon, Alman Türkiye'ye makine satarken üç yıl, beş yıl, on yıl
taksit yapıyor. Bizim sanayicimiz alıyor bunu, üretiyor, ihracat yapıyor, daha
makinenin taksiti gelmeden daha fazla dövizi zaten getiriyor Türkiye'ye.
Yine bu 17 milyar doların
-yıl sonu itibariyle de 22 milyar dolara çıkacak gibi görünüyor toplam rakam-
sadece 7 milyar doları enerji fiyatlarındaki artıştan geliyor. Yani, 2005
yılında eğer enerji fiyatları hiç artmasaydı dünyada, 2004 yılının ortalama
fiyatını 2005'te aynen görseydik, bizim bu seneki cari açığımız 7 milyar dolar
daha az tutacaktı. Yani, cari açığın tam üçte 1'i enerji fiyatlarından geliyor;
bizim makroekonomik politikalarımızla uzaktan yakından ilgisi yok, kurun
değeriyle ya da dövizin değeriyle, Türk Lirasının değeriyle uzaktan yakından
ilgisi yok.
Peki, bu carî açık oluyor
da toplam ödemeler dengesine ne oluyor; bunu pek gündeme getirmiyorlar, dikkat
ederseniz. Demiyorlar ki, on ayda Merkez Bankamızın ya da Türkiye'nin diyelim,
toplam resmî rezervleri 11,5 milyar dolar artmış. Türkiye'ye üç yıldır giren
döviz çıkan dövizden fazla; çünkü, dövizin değerini toplam ödemeler dengesi
ağırlıklı olarak belirliyor, sadece carî hareketler değil ve toplama
baktığımızda da tam 11,5 milyar dolar rezervlerimiz artmış.
ÖMER ABUŞOĞLU (Gaziantep)
- Sayın Bakan, hibe mi ediliyor; bunlar borç hanesine yazılıyor Türkiye'nin!
Biraz insaflı olmak lazım.
DEVLET BAKANI ALİ BABACAN
(Devamla) - Bakıyoruz, finansmanı artık daha sıhhatli hale geliyor, içinde daha
uzun vadeli finansman var. 25 milyar dolarlık finansmanın tam 14,7 milyar
doları bankacılık dışı özel sektörden geliyor. Hani sıcakpara?! Uzun vadeli,
bankaların aldığı yurt dışından kredi 4,6 milyar, yine bankacılık dışı özel
sektörün yurt dışından uzun vadeli aldığı kredi 5,2 milyar. Uzun vadeli krediye
sıcakpara demek kadar yanlış bir yaklaşım yok ve şunu da belki özellikle tekrar
vurgulamakta fayda var; doğrudan yabancı sermaye girişi Türkiye'ye çok hızlı
bir şekilde artıyor. Son yıllara bıkıyorsunuz, bizim dönemimizden önceki son on
yılda 1 milyar doların hep altında seyretmiş ortalama olarak. Bir istisna yıl
var, onun haricinde hep düşük. Bizim ilk yılımızda 1,6 milyar dolar, ikinci yıl
2,5; bu yıl ilk on ay itibariyle 3,2 milyar dolar ve yıl sonu itibariyle bunun
5 milyara doğru gideceğini tahmin ediyoruz ve önümüzdeki üç yılda da toplam
15-16 milyar dolarlık bir doğrudan yabancı yatırımlar konusunda, hemen hemen
hem bizim kendi beklentilerimiz hem de piyasa analizleri o konuda örtüşüyor.
Gelelim Türk Lirasının
değerine. Burada, hiç kelime oyunu yapmaya gerek yok. Bizim dediğimiz şu:
Bundan üç sene öncesine, dört sene öncesine göre baktığımızda, Türk Lirası
bugün daha değerlidir; bu, doğrudur; ancak, bugünkü Türk Lirasının değeri,
olması gereken yere göre daha değerli midir daha değersiz midir konusunda afakî
yorumlar yapmayı da çok gereksiz buluyoruz açıkçası. Neden derseniz; bir yandan
Türk Lirasına değerli diyenler, bir yandan bu 11,5 milyar dolarlık rezerv artışı
nereden gelmiş, neden dünyadaki en büyük yatırımcılar geliyor, Türk Lirası
alıyorlar; buna cevap veremiyorlar. Eğer, herhangi bir ürün, gerçek olması
gereken değerden çok yükseklerdeyse, bunu kim alır?! Aklı olan alır mı bunu?!
Peki, bu parası olanların hiç aklı mı
yok ki, geliyor, harıl harıl dövizini bozduruyor Türk Lirası alıyor, Türk
Lirasına yatırım yapıyor, Türk Lirası cinsinden hazine bonosu, hisse senedi
alıyor?! Demek ki, o kadar parası olan, milyarlarca dolar, trilyonlarca dolar
paraları yönetenler, Türk Lirasının değerini hesap edemiyor, başkaları bunu
daha iyi hesap ediyor!...
Ben, yine iddia ediyorum;
eğer, serbest piyasa ortamında oluşuyorsa, devletin herhangi bir müdahalesinden
uzak bir şekilde oluşuyorsa kur, o kur, o gün için doğru bir kurdur.
BAŞKAN - Sayın Bakan,
toparlar mısınız.
DEVLET BAKANI ALİ BABACAN
(Devamla) - Kaldı ki, Türk Lirasının değerinden, değerli olmasından niye
gocunuluyor, onu da anlamıyorum.
HALUK KOÇ (Samsun) -
Gocunmuyor kimse Sayın Bakan, risklerini söylüyor.
DEVLET BAKANI ALİ BABACAN
(Devamla) - Türk Lirasının değeriyle hepimiz övünmeliyiz, Türk Lirasının
kıymetinin korunmasından hepimiz gurur duymalıyız. Bir zamanlar paranın pul
olduğu günleri unutmayalım.
Bir konu daha var; onu da
kısaca vurguladıktan sonra, ben, müsaadenizi isteyeceğim; daha sonra, Sayın
Devlet Bakanımız Beşir Atalay'a sözü bırakacağım.
Türkiye'nin borçları, sık
sık gündeme gelen bir başka konu. Bir ülke ne kadar borçlu, ne kadar değil,
bunun ölçüsü, toplam borcun gayri safî millî hâsılaya oranıdır. Dünyanın en
borçlu ülkesi, aynı zamanda dünyanın en büyük ekonomisidir. Amerika Birleşik
Devletlerinin kamu borcu, bugün 6 trilyon doların üzerindedir, yüzde 60
civarındadır. Japonya'nın bu oranı yüzde 140'tır; İtalya, Belçika, Yunanistan
gibi Avrupa ülkelerinin yüzde 100'ün üzerindedir.
Bizim net borç
stokumuzun, toplam kamu net borç stokumuzun gayri safî millî hâsılaya oranı, bu
yıl sonu itibariyle yaklaşık yüzde 57-58 gibi bir rakamda kapanacak. 2001'in
sonunda bu rakam yüzde 90,5'ti. Burada toplam kamunun net borç stokuna bakmamız
gerekiyor. Toplam kamu derken, hazine artı tüm belediyeler, hepsi, KiT'ler,
hepsi, bunların elindeki nakit değerleri ya da nakde hemen çevrilebilecek
değerleri düştükten sonra kalan rakama da net borç stoku diyoruz ve bu net borç
stokundaki düşüştür zaten Türkiye'nin borçlarının riskini azaltan ve
Türkiye'deki faizlerin düşmesini sağlayan. Eğer, borçlarla ilgili riskler
artıyor olsa, faiz düşer mi?! Bir ülkenin faizi ne kadar yüksekse, o ülkeden o
kadar korkuluyor demektir.
Yine, borçların
kompozisyonuna bakacak olursak, borçların içerisindeki dövize endeksli ya da
faize endeksli kısım da son üç yıl içerisinde tedrici olarak aşağıya doğru indi
ve bu, bizim, planlı olarak yaptığımız bir değişiklikti; çünkü, dış etkenlere
karşı, yani, döviz kurundaki ya da faiz hadlerindeki dalgalanmalara karşı borç
stokumuzu daha korunaklı hale getirmeye zorunluyduk ve bunu da başardık.
Bakın, bugün, toplam
borçlar içerisindeki döviz cinsi borç yüzde 37,2'dir. Halbuki, 2002 sonunda
bakıyoruz, yüzde 58,1 bu oran; 58,1'den 37,2'ye düşmüş. Değişken faizlide de
yüzde 55'ten yüzde 49,8'e düşmüş. Yani, bugünkü borç stokumuz, artık, eskisine
göre daha kontrollü, daha dış etkenlere, iç etkenlere karşı korunaklı bir borç
stokudur.
Ben, sözlerimi burada
bitirmek istiyorum.
RAMAZAN KERİM ÖZKAN
(Burdur) - Sayın Bakanım, 57 nci hükümetin kullandığı IMF kredisini söylediniz;
23 milyar dolar. Siz ne kadar kullandınız üç yıllık süreçte?
DEVLET BAKANI ALİ BABACAN
(Devamla) - Nasıl?..
BAŞKAN - Sayın Özkan,
lütfen… Lütfen… Soru sorabilirsiniz.
DEVLET BAKANI ALİ BABACAN
(Devamla) - Onu ben, soru-cevap kısmında cevaplarım.
BAŞKAN -Sayın Bakan, siz,
Genel Kurula hitap edin. Böyle bir usulümüz yok efendim.
DEVLET BAKANI ALİ BABACAN
(Devamla)- Ben, tekrar, teşekkür ediyorum; saygılar sunuyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Bakan.
Devlet Bakanımız Sayın
Atalay; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Kalan süreyi siz kullanıyorsunuz.
DEVLET BAKANI BEŞİR
ATALAY (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Türkiye İstatistik
Kurumu, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü, Türk İşbirliği ve
Kalkınma İdaresi Başkanlığı ile Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü bütçe
görüşmeleri üzerinde değerli üyelerin, partileri adına ve şahısları adına
konuşmalarını dinledik; değindikleri bazı hususlara ancak açıklık getireceğim.
Önce, tabiî, bütün
konuşmacılara çok teşekkür ediyoruz. Bütçe görüşmeleri, aynı zamanda
kurumlarımızın bir değerlendirmesidir; Meclisin denetleme yollarından
birisidir, denetleme vasıtalarından birisidir; hem muhalefetin hem iktidarın kurumlarımızla
ilgili daha geniş bilgilenmesidir aynı zamanda. Onun için, biz, olumlu-olumsuz
bütün konuşmalar için teşekkür ediyoruz; bunları not alıyoruz ve bunlarla
ilgili değerlendirmeler yapıyoruz.
Ben, bu dört önemli
kurumumuzla ilgili geniş bir tanıtma veya faaliyetleriyle ilgili bilgi verme
konuşması yapmayacağım; zaten, özellikle Partimiz milletvekillerinden
sözcülerimiz, burada, kurumlarımızla ilgili çalışmalardan, olumlu çalışmalardan
bahsettiler; kendilerine özellikle teşekkür ediyorum. Ancak, burada ele alınan
bazı konulara da kısa kısa açıklık getireceğim; zaten cumartesi akşamının da
biraz geç vakti...
Türkiye İstatistik
Kurumu, bildiğiniz gibi, bir değişim geçiriyor; daha yakın zamanda Yüce
Mecliste yasası kabul edildi ve hem ismi hem de konumu, görevleri, yapısı ciddî
şekilde değişti. Yani, Türkiye'nin daha özerk, daha ciddî, daha uluslararası
mukayeselere elverir bilgiler üretecek bir kurumu haline geldi ve burada sözü
edildiği gibi, önümüzdeki günlerde 244 yeni uzman yardımcısı alınacak
kurumumuza; yani, uzmanlık yapısını biraz daha güçlendiriyoruz. Tamamen,
merkezî sınavdaki aldıkları puanlara göre, buraya, uzman yardımcıları alınacak;
44’ü merkeze, 200'ü taşraya, bölgelere. Puanlar da başvurularda çok yüksek;
yani, 80 ve üstü çağrılmıştı -burada gündeme getirildiği için, sadece onlara
değiniyorum- şu anda başvuranların en alt puanı 91,557'dir -merkezî sınavdan
aldığı- bu, merkez için; bölgeler için
ise 85,053'tür. Tabiî, her uzmanlık kuruluşunun, aynı zamanda, kendi kurumuna
gireceği elemanları bir görme ve mülakat hakkı vardır; onun için, biraz fazla
çağrılıyor ve bunlar içinden, mülakatla, uzman yardımcıları alınacaktır. Normal
kamu personeli, normal memur alınsa, biliyorsunuz, böyle bir mülakat falan söz
konusu olmuyor.
Türkiye İstatistik
Kurumunun -biraz önce değerli milletvekilimizin ifade ettiği gibi- şu anda en
yoğun çalıştığı konulardan birisi, ikamete dayalı nüfus kayıt sisteminin
kurulmasıdır. Bildiğiniz gibi, bir süredir dillendiriyoruz; bu, her on yılda
bir yapılan ve bütün vatandaşlarımızı sokağa çıkma yasağıyla evde tutan nüfus
sayımına, önümüzdeki yıl içinde, son vermeyi planlıyoruz. Yakında, kanun
tasarısı da, İçişleri Bakanlığımız tarafından sunulacak, huzurunuza gelecek. Şu
anda, MERNİS Projesi, bildiğiniz gibi, aslında, nüfus kayıt sistemimizi belli
oranda oluşturdu; bütün vatandaşlarımızın vatandaşlık numarası var. Şimdi, yeni
çalışmayla, biz, bunu, ikamete dayalı hale getireceğiz; yani, adresle bu
irtibatlı olacak. Maalesef, 2000 sayımında bu yapılmamış. Biliyorsunuz, nüfus
sayımı, sonu 0'la biten on yıllarda yapılıyor; yani, son, 2000 yılında yapıldı.
O zaman bu irtibat sağlanabilirdi. Bu sağlanmadığı için, biz, 2010 yılındaki
nüfus sayımını da beklemek istemiyoruz ve 2006 yılının sonuna kadar, inşallah,
ikamete dayalı nüfus kayıt sistemini oluşturacağız. Bundan sonra artık nüfus
sayımı diye bir şey de söz konusu olmayacak. Zaten, bu, devamlı izlenecek,
bunun mekanizmaları kuruluyor ve her an nüfusumuzu bilir durumda olacağız.
Belki, nüfus sayımı benzeri araştırmalar, artık nüfusun diğer özelliklerini
öğrenmek için yapılacak.
Devlet İstatistik
Enstitüsüyle ilgili, tabiî, burada, sürekli, konuşmacılar, özellikle de işgücü
araştırmalarına ve benzerlerine atıfta bulunarak, sanki, Devlet İstatistik
Enstitüsünün -eski- şimdi Türkiye İstatistik Kurumunun verilerini, biraz
endişeli, şüpheli karşılıyorlar. Değerli milletvekilleri, tabiî, bu çok önemli.
Türkiye İstatistik Kurumu, Türkiye'nin resmî istatistik kurumudur, tek resmî
istatistik verisi üreten kurumudur ve uluslararası alanlarda bugün bu veriler
çok büyük önem kazanmaktadır. Bu verilere önce kendimiz güveneceğiz. Bunlar çok
ciddî, çok karmaşık mekanizmalarla elde edilen verilerdir. Bakın, sadece hane
halkı işgücü araştırmasıyla ilgili, üç aylık
dönem içinde yaklaşık 36 000 ila 40 000 hane ziyaret edilmektedir; yani,
Türkiye örneklemi içinde bu çalışmalar yapılmaktadır. Buna benzer, şu anda
Devlet İstatistik Enstitüsü (Türkiye İstatistik Kurumu) pek çok araştırmayı bir
anda yürütmektedir. Tereddütünüz varsa bu verilerle ilgili, benim istirhamım,
Kuruma sorulsun ve bilgi alınsın, nerelerde tereddüt varsa. Kurum daima bunu
açıklamaya hazırdır. Bu araştırmalar, bu veriler nasıl üretiliyor, endişeler
nelerdir; bunların bütün metodolojik sürecini sizlere açıklayacaktır. Bu
şekilde, kendi kurumumuzu, istatistik üreten kurumumuzu da yıpratmamış oluruz.
Şimdi, bu işgücü,
işsizlik göstergeleriyle ilgili burada çok değişik veriler söylendi. Özellikle
muhalefet partilerimizin değerli sözcüleri "11 000 000 işsiz var"
gibi ifadeler kullandılar.
Değerli milletvekilleri,
bakın, devletimizin tek veri üreten kurumu Türkiye İstatistik Kurumudur. Bunun
dışında da elimizde işsizlikle ilgili herhangi bir veri yoktur.
İstatistik Kurumumuz,
tamamen uluslararası standartlara uygun olarak; yani, ILO'nun, Birleşmiş
Milletlerin öngördüğü standartlara uygun olarak bu verileri üretmektedir. Şu
anda, bizim işsizlik oranımız da bu araştırmalara göre açıklanmaktadır. Daha
önce bu üç aylık açıklanıyordu; biz, bu yılın başından itibaren, 2005'in
başından itibaren bunu aylık hale getirdik.
Şimdi, bu "11 000
000 işsiz var" derken, arkadaşlarımız bunu nereden aldılar; yani, nasıl
bir veriye sahipler, bunu biz merak ediyoruz doğrusu. Buraya soru sormak için
gelmedim ama, bu verileri açıklarken, tabiî, birazcık kendi kendimizle tutarlı,
bunun objektif verilerine, gerekçelerine sahip olmamız gerekiyor. Ülkemizin,
neredeyse, nüfusunun dörtte 1'ini işsiz göstermekle kazanacağımız bir şey de
yoktur. Biz, iktidar olarak şunu zaten söylüyoruz: Türkiye'de, şu anda en
önemli sorunumuz işsizliktir; ama, bunu bu iktidar oluşturmadı. Bakın, bizim
kendi verilerimize göre; yani, devletin İstatistik Kurumunun verilerine göre,
2004 yılından itibaren işgücüne katılan sayıda istihdama da katılmaktadır;
yani, iş arar duruma gelen nüfusumuz istihdama da katılmaktadır; yani, o kadar
nüfusa iş bulunmaktadır. Fakat, eskiden kalma bir birikim vardır, bu, yaklaşık
3 000 000'dur ve o birikimi absorbe etmeniz, eritmeniz zaman almaktadır. Eğer
AK Parti Hükümeti sıfırdan başlasaydı, sıfır işsizle başlasaydı, bugün yine
sıfır işsizle devam edecekti. O yılları hepimiz hatırlayalım; bu toplumun
işsizlik oranını, yoksullaşma oranını; yani, uzun koalisyon dönemlerinin
biriktirdiği… Sanki AK Parti Hükümeti geldi, iki yılda işsiz üretti gibi
konuşuluyor. AK Parti Hükümeti, 2004 yılından itibaren bir kişi bile işsizliğe
ilave etmedi; ben, bunu burada açıkça ifade ediyorum.
Ayrıca, bu yoksulluk
konusunda, şimdi, burada veriler söyleniyor. İşte, 1 000 000 civarında açlık
sınırının altında, 20 000 000 civarında yoksulluk sınırının altında, 550 000
000 açlık sınırı olarak ilan ediliyor; bu rakamlar, bu veriler, tabiî, tam,
yine gerekçesine sahip olmadan ifade ediliyor.
Değerli milletvekilleri,
bakın, bunların hepsinin çok açık açıklamaları vardır. Yani, Türkiye İstatistik
Kurumundan istense, açlık sınırı nedir, dünyada bu hangi kriterlere göre
belirleniyor, Türkiye'de nasıl belirleniyor; biz, bunların hepsinin
açıklamasını takdim ederiz.
Bakın, şunu açıkça
söylüyorum. Özellikle -tabiî, bu konuda konuşma yapan milletvekillerimiz
aramızda yok, ama- Türkiye'de, bizim hükümetimize kadar, yoksullukla ilgili
veya nüfusumuzun ne kadarının hangi konumda olduğuyla ilgili -sosyal, ekonomik
standart olarak söylüyorum- elimizde bir tane resmî veri yoktu. Sendikalar
üretiyordu, spekülatif rakamlar ortalıkta uçuşuyordu.
Değerli arkadaşlar, biz,
işimizi ciddî yapıyoruz; yani, biz, yaptığımız işe değer veriyoruz. Bu konular
önümüze geldiğinde -hükümet olduğumuzda, zaten büyük bir işsizlik ve yoksulluğu
devraldık- o zaman dedik ki, önce, bizim hedef kitleyi iyi tespit etmemiz
lazım. Yoksul dediğimizde, kim, hangi kriter, ne kadar, nüfusumuzun hangi
kesimi hangi durumda ve ilk defa, 2003 yılında -hemen hükümet olduğumuz yıl
sayılabilir- yoksulluk profili diye bir çalışma yaptırdık ve Türkiye'de ilk
veri budur. Şu anda kullanılan, işte, bugün sözcülerin hepsinin kullandığı bu
verilerdir; ama, bunu, biz üretmedik.
Bakın, bu yoksulluk
oranları 2002 verileri üzerine yapılmıştır, 2003 verileri de değil, 2002
verileri üzerine yapılmıştır, hane halkı tüketim harcamaları araştırması
üzerine yapılmıştır ve hamdolsun, Türkiye, birçok ülke gibi insanların açlıktan
öldüğü bir ülke değildir. Bakın, bu açlık sınırında, FAO falan uluslararası
kuruluşlar, günlük 1 dolar alır; bir kişinin gıdaya ayırabildiği 1 doların
altındaysa açlık sınırı kabul eder. Türkiye, öyle bir ülke değil. Biz, Türkiye'deki
hane halkı tüketim araştırması sonucundan yararlanarak, bunu 3,5 dolar aldık.
Bir kişi, günde, 3,5 doların daha altında gıdaya ayırıyorsa -ki, bu da 2 000
kalori falan hesap edilir- o zaman ancak açlık sınırı dedik ve bu da 1 000 000’un
altındadır ve 2003 verilerinde de, belli bir düşme olmuştur.
Ama, göreli yoksulluk her
ülkede vardır, bizim ülkemizde de vardır. Göreli yoksulluk şudur arkadaşlar:
Nüfusun ortalama hayat standardının altında yaşama; yani, konut olarak, sahip
olduğu eşyalar olarak, faydalandığı eğitim, sağlık hizmetleri olarak -buna
benzer kriterler vardır- bunu ifade eder. Zaten biz, toplumumuzda böyle bir
durumu da kabul ediyoruz.
Bu konuda bir veri daha
sunacağım, değerli milletvekillerimiz için önemli olduğuna inanıyorum; yani,
bunu, bir başarı başarısızlık olarak değil… İnşallah, tabiî, toplumumuzda hayat
standardı yükselir, hepimiz onun için çalışıyoruz. Bildiğiniz gibi, yüzde
20'lik dilimlere düşen gelir payı vardır. Bu, tabiî, çok önemli bir göstergedir;
yoksullukla ilgili de kullanılır, gelir dağılımıyla ilgili de önemli bir
göstergedir. 2002 ile 2003 mukayesesi var elimde. 2004 henüz çıkmadı; ocak veya
en geç şubat ayında çıkacak. Birinci dilim dediğimiz, yani nüfusun en düşük
gelirli yüzde 20'lik diliminin, ülkemizde, millî gelirden aldığı pay, 2002'de
5,3'tür, 2003'te 6'ya yükselmiştir. Bu, büyük bir yükseliş değil; ama, bir yön
veriyor. Biz bundan çok memnunuz. Yani, en alt gelir grubunun millî gelirden
aldığı pay birazcık yükseliyor. En yüksek dilim olan -yani beşinci en yüksek
gelirli kesimin- yüzde 20'lik nüfus kesiminin millî gelirden aldığı pay 2002'de
50,1'dir, bu 2003'te 48,3'e düşmüştür. Biliyorsunuz bu dilimler -ortada üç
dilim daha var- birbirine ne kadar yaklaşırsa, bu gelir dağılımının biraz daha
sağlıklı geliştiğini gösterir. Yani, burada gini katsayısı vardır; bu biraz
düştükçe, burada daha olumlu bir gösterge var sayılır.
Şimdi, vaktim az kaldı;
ama, diğer kurumlarımızla ilgili de ifade edilen birkaç hususu burada
dillendirmek istiyorum, cevaplamak istiyorum.
Bir defa, tabiî, TİKA ile
ilgili, arkadaşlarımız "hiçbir şey yapmıyor" gibi ifadeler
kullandılar. Keşke, böyle muhalefet yapmasak. Yani, siyasette gerçekçilik,
tutarlılıktır. Söylediğimiz hususlarda biraz abartı olabilir; ama, hani, muhalefet
olunca belki; ama, biraz da insaflı olmak lazım, biraz da ciddî olmak lazım.
Şimdi, TİKA hiçbir şey yapmamış derken, ben, değerli milletvekillerime, kendi
mektubumla özellikle, TİKA'nın 2004 yılı çalışmalarını, projelerini gönderdim;
bir bakılabilseydi o sözler söylenmezdi.
TİKA, bizim, tabiî, dış
politikamızın çok önemli bir enstrümanıdır. Türkiye'ye teknik yardım veren bir
kuruluştur, teknik yardım alan bir kuruluş değildir ve bizim hedef kitlemiz de,
önce, kendi kültür coğrafyamızdır. Orta Asya, Kafkaslar, Balkanlar, başta gelen
ülkelerdir. Kendi dönemimizde, biraz alanını genişlettik; Afganistan, Filistin,
Addis Ababa, Kosova temsilciliklerimizi açtık; inşallah, ocak ayı içinde de
Makedonya temsilciliğimizi açacağız; böylece, 18'e ulaşacak TİKA
koordinatörlükleri ve biz, çok önemsiyoruz. Özellikle Türk dünyasıyla, Orta
Asya'yla ilgili, yıllarca, bağımsızlık yıllarından beri hep laf üretildi,
duygusallık üretildi, hiçbir şey yapılmadı ve şimdi biz, ilk defa, Hükümet
olarak, proje bazında, orada çalışmalar yapıyoruz. Kimi şehirlerin su
altyapısını, kimi yerlerde ortak kültür eserlerimizi hayata geçiriyoruz, kimi
yerlerde konut projeleri; işte, diyelim ki, Azerbaycan'ın, Bakû civarındaki daha
yeni yaptıkları tek organize sanayi bölgesinin projesini, Buna benzer ciddî
işler yapıyoruz. O çalışmalara, gönderdiğim çalışmalara bir bakılırsa, bu
görülür ve şuna gayret ediyoruz: Bu ülkeler desinler ki, Türkiye Cumhuriyeti
geldi ve buraya şunu yaptı. Böyle de görünür eserler olsun istiyoruz.
TİKA, tabiî, dışta
faaliyet yaptığı için, belki yeterince duyulmuyor. Bütçesini bu yıl yüzde 100'e
yakın artırdık. Hükümetimiz, TİKA'nın öneminin farkında ve ayrıca, hibelerinde,
Hükümetimizin donörler toplantısında söz verdiği değişik ülkelere hibelerinde
proje bazında kullanımı artık TİKA'ya veriliyor ve giderek bütçesi daha da
artmış oluyor. Böylece, TİKA, giderek, Türkiye'nin, gerçekten dış politikasının
çok önemli bir olumlu enstrümanı haline geliyor.
Bir de, tabiî, burada,
konu, daha çok sosyal yardımlaşmayla ilgili. Orada tek şuna değineceğim: Orada
mekanizmayı biliyorsunuz değerli milletvekilleri; bir genel müdürlük kurduk
2004 yılının sonunda; sebebi şu: Türkiye'nin sosyal yardım politikası daha
uzmanlaşmış bir kuruluş tarafından yürütülsün; çünkü, sosyal yardım çok ciddî
bir uzmanlık istiyor ve şu günlerde oraya da 20 kadar uzman yardımcısı
alıyoruz. İnşallah, bunları çok iyi yetiştireceğiz; yani, sosyal yardımın
psikolojisi de dahil, hedef kitleye ulaştırılmasının yöntemleri de dahil,
bunları iyi bilen uzmanlarımız olacak. Çok verimli yürüyoruz. Her ilde, ilçede
vakıflarımız var; bunları biliyorsunuz. Sadece şunu söyleyeceğim bu konuda: Sanki,
sosyal yardımlar, işte, İktidar Partisinin elinde kullanılıyor, siyasî amaçlı
kullanılıyor gibi burada ifadeler oldu.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
DEVLET BAKANI BEŞİR
ATALAY (Devamla) - Sayın Başkan, birkaç dakikanızı rica ediyorum.
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Bakan.
DEVLET BAKANI BEŞİR
ATALAY (Devamla) - Çok teşekkür ediyorum.
Biz, bunu, çok açıkça
söylüyoruz; somut şeyler olursa, somut… Burada şu olmuş, bu siyasî amaçlı
kullanılmış deniliyorsa, biz, onun üzerine gideriz; hangi ilimizde, hangi
ilçemizde, onu araştırırız, gereğini de yaparız; ama, valilerimizin, kaymakamlarımızın
başkanlığında, muhtarların içinde olduğu, belediye başkanlarının içinde olduğu
bir heyetle yürütülen bu yardımları bu şekilde nitelemek yanlış.
Biz, şuna inanıyoruz: Bu,
çok vicdanî de bir boyuttur. Sosyal yardımın, yoksula, yoksul insana, ihtiyacı
olan insana ulaştırılacak sosyal yardımın ne siyasî partisi ne dini ne
ideolojisi olmaz. Biz, bu şekilde yürütüyoruz büyük bir hassasiyetle; ama, bu
yönde bir şey varsa -hepimizin seçim bölgesi bunlar; illerimiz, ilçelerimiz-
istirham ediyorum, duyulmuş somut bir şey varsa, bunları bize ulaştırsınlar,
biz gereğini yapalım. O konudaki hassasiyetimizi tekrar ifade etmek istiyorum.
Burada hiç gündemde
yokken Anadolu Ajansıyla ilgili bir şey söylendi; onunla ilgili cevaplamak
istiyorum. Değerli milletvekilleri, tabiî, basın özgürlüğü alanında, önce,
bizim AK Parti Hükümeti olarak ve bu Yüce Meclisin, sizlerin oluşturduğu 22 nci
Dönem Meclisin nasıl bir Basın Kanunu çıkardığını hepimiz biliyoruz. Biz, ona
gayret ettik. Basının alanını rahatlatmak için o kanunda gerçekten çok çaba sarf
ettik ve özellikle de burada ifade edilen yerel medyayla ilgili, yerel basınla
ilgili, yine, bu Meclisimiz çok ileri adımlar attı. Şöyle ifadeler kullanıldı;
yerel medyayla ilgili hiçbir şey yapılmıyor diye.
Biliyorsunuz, bir iki
örnek vereyim ben. Yerel basının tek önemli gelir kaynağı ilanlardır, resmî
ilanlar. Bildiğiniz gibi, bu Meclisten önce, yani, 2002'nin ortalarında
çıkarılan kanunla, İhale Kanunuyla, yerel basının ihale limiti çok düşürülmüştü.
O ilde 25 milyar liralık tutarı olan ihalelerin üstündeki ilanları alamıyordu,
ancak 25 milyarlık ihalelerin altındakilerin ilanını vermek söz konusuydu.
Biliyorsunuz, Hükümetimiz, o konuda çalışma yaptı ve Meclis kabul etti. Bu 13
trilyon Türk Lirasına çıkarıldı ve yerel medyayı yaşatan budur; bu
rahatlatmıştır.
İkincisi, bu Basın
Kanununda ilk defa yerel, bölgesel ve ulusal basın ayırımı yapılmıştır.
HALUK KOÇ (Samsun) -
Genel basın…
DEVLET BAKANI BEŞİR
ATALAY (Devamla) - Genel, evet, genel
diyoruz.
HALUK KOÇ (Samsun) -
Ulusal demeyelim efendim.
DEVLET BAKANI BEŞİR
ATALAY (Devamla) - Genel diyoruz zaten, evet, haklısınız. Zaten kanunda da
"genel" ifadesi… Düzeltiyorum, yerel, bölgesel, genel; yani, Türkiye
çapında dağıtımı olan ve müeyyideler de buna göre belirlenmiştir. Daha önceleri
bu ayırım yoktu, yerel basının yükü biraz ağır oluyordu. Şimdi, uygulanacak
müeyyidelerde, cezalarda, yerel basın için en düşük limitler uygulanıyor. Bu da
büyük bir rahatlatmadır. Bunun dışında, tabiî, kurumlarımızın yerel basına
dönük çalışmaları epeyce fazla.
Bir de, tabiî, bizim
Basın Kanununda, bir istisna dışında, para cezalarının hapis cezasına
çevrilmesi kaldırılmıştır, hapis cezası kaldırılmıştır. Bunu, bu Meclis yaptı.
Sadece bir istisna, cevap ve düzeltme hakkı. Bunu yerine getirmeyen basın
kuruluşlarına para cezası veriliyor ve ödemezse de, hapis cezasına çevriliyor.
O niye önemli; o da vatandaşın hakkı, sizin, bizim, hepimizin hakkı; yani, olur
olmaz, yalan yanlış haber çıkarsa, onu gazete düzeltmek durumundadır; düzeltmiyorsa
da, bunun cezasına razı olacaktır; yani, vatandaşı, bireyi korumak için; onun
dışında hapis cezası yoktur.
Anadolu Ajansıyla ilgili
son benim ifadem; bakın, "Anadolu Ajansı iktidarın sesi" gibi bir
cümle kullanıldı burada. Buna çok üzüldüm. Aynen İstatistik Kurumumuz için
söylediğim gibi değerli milletvekilleri, Anadolu Ajansı, Türkiye Cumhuriyetinin,
Türkiye'nin âdeta gözbebeği bir haber ajansıdır ve biliyorsunuz, Meclisle
yaşıttır, Meclisle yaşıttır, bu kadar eskidir. Millî Mücadelede görev yapmıştır
ve daima şu kanaat geçerlidir: Anadolu Ajansının geçtiği habere güvenilir. Yurt
dışında da bu böyledir. Hatta bir söz vardır bizde -eskiden, biliyorsunuz,
haberlerin adı ajanstı, zaten o buradan gelir- "Anadolu Ajansı geçiyorsa
doğrudur" sözü vardır.
Anadolu Ajansı benim
ilgili kuruluşum, bir anonim şirkettir, kendi yönetim kurulu vardır; fakat,
bizim Hükümet olarak bütün çabamız, Anadolu Ajansını aynı güven içinde
sürdürmek. Hatta, Tanıtma Fonundan kaynak ayırarak,destek vererek görüntülü
yayına geçmesini sağladık bu dönemde ve titizliğimiz, Anadolu Ajansı o güveni
sarsmasın, doğru haber versin. Ne iktidarın sesi, ne muhalefetin, ne şunun ne
bunun… Haber, doğru haberdir. Makbul olan, işe yarayan haber doğru haberdir. Bu
titizliği arkadaşlarımız koruyorlar; biz de buna destek veriyoruz bundan emin
olunsun. Burada, işte, efendim, temsilcileri, muhabirleri değiştirilmiş
Meclisteki falan… Tabiî değişti; bunda bir şey yok. Anadolu Ajansının
muhabirleri, görev yerleri değiştirilebilir; biz onda herhangi bir problem
görmüyoruz.
Ben, bu kadarla
yetiniyorum, Sayın Başkanın da müsamahasını istismar etmeyeyim. Çok da geç
oldu. Hepinize çok teşekkür ediyorum, tekrar saygıyla selamlıyorum. İyi
akşamlar diliyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Bakan.
Sayın milletvekilleri,
birleşime 5 dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati : 21.43
ALTINCI OTURUM
Açılma Saati: 21.55
BAŞKAN: Başkanvekili İsmail ALPTEKİN
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Ahmet KÜÇÜK
(Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 34 üncü Birleşiminin Altıncı
Oturumunu açıyorum.
2006 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2004 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarılarının
görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.
IV.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
1.- 2006
Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2004 Malî Yılı Genel ve Katma
Bütçeli Daireler ve İdareler Kesinhesap
Kanunu Tasarıları (1/1119; 1/1084, 3/907; 1/1085, 3/908) (S.Sayısı: 1028, 1029,
1030) (Devam)
F) HAZİNE
MÜSTEŞARLIĞI (Devam)
1.- Hazine
Müsteşarlığı 2006 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçesi
2.- Hazine
Müsteşarlığı 2004 Malî Yılı Kesinhesabı
G) AVRUPA
BİRLİĞİ GENEL SEKRETERLİĞİ (Devam)
1.- Avrupa
Birliği Genel Sekreterliği 2006 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçesi
H)
BASIN-YAYIN VE ENFORMASYON GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam)
1.-
Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü
2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
İ) SOSYAL
YARDIMLAŞMA VE DAYANIŞMA GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam)
1.- Sosyal
Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü
2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
J) TÜRK
İŞBİRLİĞİ VE KALKINMA İDARESİ BAŞKANLIĞI (Devam)
1.- Türk
İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı
2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
K) TÜRKİYE
İSTATİSTİK KURUMU BAŞKANLIĞI (Devam)
1.- Türkiye
İstatistik Kurumu Başkanlığı 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Türkiye
İstatistik Kurumu Başkanlığı 2004 Malî Yılı Kesinhesabı
BAŞKAN - Komisyon ve
Hükümet yerinde.
Şimdi, söz sırası, şahsı
adına aleyhte söz isteyen Antalya Milletvekili Sayın Atila Emek'e aittir.
Buyurun (CHP sıralarından
alkışlar)
ATİLA EMEK (Antalya) -
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısının altıncı tur görüşmeleri hakkında kişisel görüşlerimi açıklamak
üzere söz almış bulunuyorum. Konuşmama başlarken, Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlarım.
Sayın milletvekilleri,
bütçeye girmeden önce, üç gün evvel Genel Kurulda tartışma konusu olan ve
tarafı olduğum bir olayı sizlerle paylaşmak istiyorum.
Değerli arkadaşlarım,
bütçenin tümü üzerindeki görüşmeler sürerken ve hükümet adına Sayın Başbakan
cevaplarını sunarken, sağlık konusunu işlediği sırada, sistemin gereği bütün
sosyal güvenlik kurumlarına tabi olan yurttaşlarımızın tüm hastanelerde ve
özellikle de özel hastanelerde sağlık konusunda hiçbir engelle karşılaşmadan
tedavilerinin yapıldığını ifade etmişti ve kendisi bir Bağ-Kurlunun ameliyatını
da örnek vermişti.
Ancak, değerli
arkadaşlarım, Antalya'da annesi babası SSK'lı olan bir yenidoğan çocuğun bir
özel hastanedeki durumu üç gündür takip ettiğim bir konuydu ve yerimden Sayın
Başbakana bunu iletmek durumundaydım; çünkü, Genel Kurula gelmezden önce en son
durum, 4,5 milyar olarak çıkan hesabın 1 milyarını SSK'nın karşıladığını
hastane başhekimi ifade etmişti ve 3,5 milyarı, çocuğun, hastanın sahiplerinden
talep ettiklerini, hasta sahibi baba Ahmet Atay bana bildirmişti; ödeme
güçlerinin olmadığını da ifadeyle, ne yapacağımızı bilemiyoruz demişti ve Sayın
Baştabiple görüştüğüm zaman "SSK ödemiyor, bizim de yapacak bir durumumuz
yok ve bu parayı almak zorundayız" diye ifade kullanmıştı.
Şimdi, değerli
arkadaşlarım, burada…
FİKRET BADAZLI (Antalya)
- Bitti ama o, kalktı!
ATİLA EMEK (Devamla) -
Bitmedi, bitmedi; şimdi onu söyleyeceğim ve burada, önemli olan şuydu. Bir
tarafta hastane mağdur, bir tarafta SSK'lı mağdur; yani sistem işlemiyor
değerli arkadaşlarım. Bunu dile getirdiğimiz zaman, tutanaklarda Sayın
Başbakanın tepkisi var ve "araştıralım" diye, Sayın Sağlık Bakanına
talimat verdi. Sayın Bakana, ben, nezaket kuralları içinde, notlarımı ilettim;
ama, ne acıdır ki, bunu, bu sistemi çalıştırmak zorunda olan Bakan, yanlış
bilgileri Sayın Başbakanın önüne getirdi ve Sayın Başbakan, bu Yüce
Parlamentoda, milletin kürsüsünden yanlış beyanda bulunmak durumunda kaldı;
zabıtlarda hepsi.
Şimdi, bunları düzeltmek
istiyorum. Bakınız, orada, yenidoğan, adı konmamış çocuğun, kız çocuğunun adı
"Ahmet Atay" oldu ve böyle bir şeyin olmadığı söylendi; ama, o gün
akşam, bütün haber ajansları gitti, aileyle görüştü, hastaneyle görüştü ve bir
gün sonra da… İşte, ibraname arkadaşlar, işte!.. Şimdi, bunun üzerine,
Türkiye'nin dört bir yanından telefonlar aldım ve herkes şu tepkiyi ileri
sürüyordu: "İşlemiyor sistem, itilip kakılıyoruz. Hele SSK'lıysan,
Bağ-Kurluysan, özel hastanede, hatta devlet hastanelerinde yüzünüze bakan
yok" diyorlar. Bunu, bir siyaset adına, muhalefet adına söylemiyorum, bu
ülkenin bir derdi ve bununla ilgili olarak, Parlamentoda, Meclis muhabirleri
"aylardır biz bu konuyu işliyoruz" dediler.
Şimdi, değerli
arkadaşlarım, çözüm konusunda, Sayın Bakan bunun gereğini yapması gerekirken,
Sayın Başbakanı yanlış bilgilendirip, yanlış beyanda bulundu. Bunu, ben, Sayın
Başbakana… Gerçekten, zabıtlara geçti. Sayın Başbakanın burada bir dahli yok;
kendisine o yanlış bilgileri verenlerindir. Bunu milletin huzurunda
düzeltiyorum ve benim söylediğim beyanların haklılığını, geçerliliğini
milletimin önünde de tescil ediyorum, zabıtlara da geçiriyorum.
Değerli arkadaşlarım,
sayın milletvekilleri; uzun yıllardan beri uygulanan ekonomik politikaların
sonucu, ülkemizde, ücretler baskı altına alınmış, çalışanların durumu olumsuz
hale gelmiştir. Bu dönemde fakirlik artmış, istihdam azalmıştır. 2002
seçimlerinde, halkımızın büyük umutlarla işbaşına getirdiği AKP İktidarı
döneminde de, ne acıdır ki, fakirlik ve işsizlik konusunda bir düzelme olmamış,
aksine, durum daha da ağırlaşmıştır.
FATMA ŞAHİN (Gaziantep) -
Bakanı dinlemediniz mi?
ATİLA EMEK (Devamla) -
Dinledim, dinledim, diyeceğim; sabırlı olun Fatma Hanım.
AKP İktidarı döneminde,
yoksulluk ve yolsuzluklar önlenememiştir. Birçok farklı araştırma merkezleri
tarafından yapılan açıklamalarda, açlık ve yoksulluk sınırıyla ilgili çarpıcı
rakamlar ortaya çıkmaktadır. Kasım 2005 hesaplarına göre, insan onuruna yaraşır
bir hayatı sürdürebilmek için yapılması gereken harcama 1 610 Yeni Türk
Lirasıdır. Oysa, bugün, insanlarımız, bırakınız bu rakama sahip olmayı, asgarî
ücretle çalışmak zorunda kalmakta ve o işi bulduğundan dolayı da mutlu
olmaktadır.
Değerli arkadaşlarım,
ülkemizde, insanımızın yaşam koşulları bu denli ağırlaşırken, enflasyon
konusunda sağlanan düşüş, dar ve sabit gelirli kesimlerin hayatına doğrudan
yansımamakta, cebine girmemekte, mutfağa girmemektedir. Yoksulluk ve açlık,
ülkenin temel sorunu olmaya devam etmektedir.
Değerli arkadaşlarım,
işsizlik ülkenin temel sorunu olmaya devam ediyor, çözüm konusunda da bir
gelişme yok. Şimdi, Sayın Bakanımı dinledim. Sayın Bakana göre, neredeyse,
işsizlik, AKP İktidarı döneminde durmuş. Sayın Atalay öyle diyor; ama, bakınız,
aynı iktidarın bir bakanı, Devlet Bakanı Sayın Kürşad Tüzmen, bir hafta önce
yaptığı bir açıklamada, her yıl 500 insanın işsizler ordusuna katıldığını ifade
etti ve durumun ne kadar endişe verici olduğunu söyledi.
OSMAN ÖZCAN (Antalya) -
500 olur mu, 500 000!..
ATİLA EMEK (Devamla) -
Şimdi, Sayın Bakanım, hükümet arasında, bu konuda bir uyum yok mu; yoksa,
farklı kaynaklardan farklı bilgiler mi -sizin bizi itham ettiğiniz gibi-
alıyorsunuz; bunu nasıl izah edeceğiz?!
Değerli arkadaşlarım, ne
acıdır ki, devri iktidarınızda, sosyal yardımlaşma ve dayanışma kaynakları da
kendi yandaşlarınıza kullandırılarak siyasî rant elde etme aracı haline
gelmiştir.
Sayın Bakan biraz önce
dedi ki "efendim, valiler, kaymakamlar…" Biz biliyoruz siyasal
iktidarın… Kaymakamları tenzih ediyorum. Çok kişilikli, çok onurlu valiler var
bu ülkede, kaymakamlar da var; ama, bunun yanında, iktidarın tutsağı olmuş
kaymakamlar da var, valiler de var.
Değerli arkadaşlarım, AKP
İktidarı döneminde sosyal devlet kavramının içi boşaltılmıştır.
Sayın milletvekilleri,
yine, devri iktidarınızda, yoksullar, kimsesizler, muhtaç çocuklar, yaşlılar
sahipsiz bırakılmış ve hatta istismar edilmiştir. Bunları korumakla görevli
kurumlar, partizanca atamalarla yozlaştırılmış ve yüz kızartıcı olaylara sahne
olmuştur. Malatya'da böyle…
Bayramı ben Şanlıurfa'da
geçirdim arkadaşlar. Bakınız, kız yurdunda, ihaleleri merkez ilçe başkanı
alabilmek için ve alarak... O zavallı, desteğe muhtaç çocukların ne hale
geldiğini bizzat gördüm.
Değerli arkadaşlarım,
bölgemle ilgili ve Sayın Başbakanın, yine, yanlış bilgilendirilmesi konusunda
bir düzeltmeyi yapmak görevim.
Değerli arkadaşlarım,
Sayın Başbakan, burada, bütçenin tümü üzerinde konuşurken "Antalya-Alanya
etabını; D-400'ü tamamlandı" dedi. Sayın Başbakanı bir yıl önce
helikopterle Alanya'ya götürdüler, açılışı yaptılar. Biz muhalefet milletvekilleri,
halka mahcup olmamak için, bitmemiş yolun açılışı yapıldığı için o gün
katılmamıştık; ama, bakın, Alanya'nın en büyük tirajlı gazetesi ne anlatıyor;
"Bitmedi Sayın Başbakan" diyor. Yurttaşların telefonlarına Sayın
Başbakan…(AK Parti sıralarından "bitti, bitti" sesleri)
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun.
ATİLA EMEK (Devamla) -
Daha bekleyin…
Bakınız arkadaşlarım,
yurttaşlarımızın, hemşerilerimizin, Sayın Başbakanımızın yanlış
bilgilendirilmesinden dolayı, Sayın Başbakana ifade ettiklerini ben ne Sayın
Başbakana yakıştırırım ne de kendim o ifadeleri kullanabilirim; ama, bakınız,
yol bitmediği için, bir anda tek yöne girdiği için değerli arkadaşlarım, şu
anda Alanya Doğru Yol Partisi İlçe Başkanı ve ilçe sekreteri bu yolda kaza
geçirdi. Biraz önce kendisine geçmiş olsun dedik; kolu kırılmış, omuzları kırılmış
vaziyette. Tüneller kapalı. İlçe başkanınızın beyanı bunlar.
Değerli arkadaşlarım,
samimi olalım. Sayın Başbakanı yanıltmaya kimsenin hakkı yok. O hepimizin
başbakanı ve Sayın Başbakan, milletin kürsüsünden beyanda bulunurken, onu zor
durumda bırakıp, sonra böylesi başlıklar attırmaya da kimsenin hakkı yok.
Bunları ifade ediyorum.
Değerli arkadaşlarım,
gerçekten, şimdi Sayın Devlet Bakanımız Ali Babacan'ı dinleyince, bir dünya
cenneti Türkiye; sanki Singapur'dayız, sanki Uzakdoğu'nun o şehir
devletlerinden birinde yaşıyoruz; ama, Sayın Bakanım, sizin söylediklerinizle
hayatın gerçekleri maalesef örtüşmüyor. Bakınız, ben, geçen hafta
Tomarza'daydım, Pınarbaşı'ndaydım Kayseri'nin, bırakın kendi ilimi; ama,
sokaklarda insanlarla görüştük, konuştuk; insanlar ağlıyor
"mahvolduk" diyor; perişan, arkadaşlar…
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elazığ) -
Seçmen, demek ki, sizi görünce ağlıyor!
ATİLA EMEK (Devamla) -
Şimdi, bakın, kendi bölgemde…
Sabredin, bakın…
Bugün aldığım fiyatları
söylüyorum değerli arkadaşlarım, üreticinin fiyatları, üreticinin fiyatları…
Bakın, salatalık 850 000 liraya gidiyor…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
ATİLA EMEK (Devamla) -
Sayın Başkanım…(AK Parti sıralarından gürültüler)
BAŞKAN - Sayın Emek,
lütfen konuşmanızı tamamlayın.
ATİLA EMEK (Devamla) -
Evet, evet, gerçek bunlar.
Bakın arkadaşlar, domates
150 liraya satılıyor arkadaşlar, maliyet fiyatının altında. Şimdi, bu insanlar,
Orta Anadolu'nun tahıl üreticisi perişan, hayvan üreticisi perişan.
Sayın Vekilim,
Pınarbaşı'nda insanlar, Van'dan giren kaçak hayvanları söylediler. İnanın,
abartmıyorum; Pınarbaşı'ndaki insan, bir emekli öğretmen ağladı karşımda.
Yapmayın etmeyin, etmeyin; manzara bu!
Değerli arkadaşlarım,
evet, Türkiye'nin içine düştüğü, düşürüldüğü durum bu maalesef, Pembe tablolar
çiziyorsunuz; ama...
BAŞKAN - Sayın Emek,
lütfen, son cümlelerinizi istiyorum.
ATİLA EMEK (Devamla) -
Bağlıyorum Sayın Başkanım.
...maalesef bu durumları
görmezden geliyorsunuz; halktan uzak, halkın gerçeklerinden uzak kalıyorsunuz.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bütçenin, bütün olumsuzluklarına karşın, ülkemize, milletimize
hayırlı olmasını temenni eder, bu bütçenin milletimizin önüne sandığı ve seçimi
getirmesini, AKP döneminin hesabının sandıkta sorulmasını diler, Yüce Meclise
saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Emek.
Sayın milletvekilleri, bu
turdaki konuşmalar tamamlanmıştır.
Soru ve cevap kısmına
geçiyoruz; 10 dakika soru, 10 dakika da cevap.
Şimdi, soru soran sayın
milletvekillerini, soru sırasına göre okuyorum: Sayın Haluk Koç, Sayın Osman
Kaptan, Sayın Hüseyin Ekmekcioğlu, Sayın Feridun Baloğlu…
Sayın Baloğlu, sırasını
Sayın Harun Akın'a devretmiştir. Sayın Atila Emek, Sayın Ramazan Özkan, Sayın
Musa Uzunkaya, Sayın Ahmet Yeni, Sayın Ensar Öğüt, Sayın Süleyman Sarıbaş.
Şimdi, ilk soru hakkı
Sayın Koç'a ait.
Buyurun Sayın Koç.
HALUK KOÇ (Samsun) -
Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Sayın Babacan'a benim iki
sorum var. Öncelikle, belki bir düzeltme yapar düşüncesiyle, Sayın Bakana,
söylediği bir sözü hatırlatacağım. Sayın Bakan, Türk parasının aşırı
değerlenmesinden kimsenin gocunduğu yok. Sadece, Türk parasının olduğundan
fazla değerli olmasının önümüze taşıdığı riskleri muhalefet sözcüleri dile
getiriyor. Yani, bir bakan düzeyinde, gocunmak gibi, şey gibi bir durumumuz
yok. Bunu ifade etmemeniz gerekirdi. Burada bizim söylediğimiz -bakın, Sayın
Hamzaçebi de vurguladı- Merkez Bankası verileri ortada. Aşırı değerli duruma
gelen paranın... Tüm muhalefet sözcüleriyle siz de aynı görüştesiniz ki, IMF'ye
verilen son niyet mektubunda bu durumu tespit edip altına imza atmışsınız Sayın
Bakan; yani, gocunanlar kervanına siz de katılmış gözüküyorsunuz. Şimdi, bakın,
bunun cari işlemler açığında ve dışticaret açığında etkisi, bütün bütçenin
başından itibaren burada değişik sözcüler tarafından dile getirildi ve bu açığın,
hem cari açığın hem dışticaret açığının, sıcakparayla finanse edildiğini ve
bunun büyük bir risk oluşturduğunu, artık, televizyonda yorum yapan
teleekonomistler, hatta TÜSİAD sözcüleri, yani, size destek veren önemli bir
kesim de dile getirmeye başladı. Sayın Bakan, bence, pembe değil de, biraz gri
yaklaşın bu konuya, biraz olumlu değerlendirmeye çalışın ve bunun dışında, bu
sorunun nasıl çözülebileceği konusunda, lütfen, biraz özeleştiri yapın. Bizim
demek istediğimiz bu. Burada, acaba neden bu uyarıları yapıyorlar bu
ekonomistler ve sizi destekleyen değişik medya, köşe yazarları, TÜSİAD
temsilcileri, hiç düşündünüz mü? Birinci soru bu.
İkincisi: İthalatın hızla
artması, birçok ara malda da -düşük kur dolayısıyla, dışarıdan getirmenin çok
daha ucuz olduğunu bilerek söylüyorum- artık, yurt içinde üretilen çeşitli
ürünlerin yerine ithal malların kullanılması. Artık, bunlar gıda maddelerine
kadar indi Sayın Bakan, bunlar bizim Mehmetlerin, bizim Ayşelerin ürettiği
önemli işkollarında sıkıntı yaratıyor. Acaba, işsizliğin artmasında, sizin bizi
gocunmakla suçladığınız bu durumun, bu artan ithalatın etkisi var mı
Türkiye'deki işsizliğin de yüksek boyutlarda seyretmesinde? Herhalde bir
düzeltme yaparsınız.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Koç.
Sayın Osman Kaptan,
buyurun.
OSMAN KAPTAN (Antalya) -
Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Babacan'a iki sorum var.
Sayın Bakanım,
Hükümetiniz, 2004 yılında başlattığı bir uygulamayla, denizcilik sektörünü
teşvik için taşımacılara ÖTV'siz mazot vermeye başlamıştır; ancak, bu
uygulamadan, ticarî olmadığı halde şirketlere kayıtlı olan yat ve kotralar da
yararlanmaktadır. Özel yatlara ÖTV'siz mazot verirken, çiftçinin 2004 yılı için
hâlâ ödenmemiş olan mazot desteği parasını ne zaman ödemeyi düşünüyorsunuz?
İkinci soru: Sayın Bakan,
"Türk Lirasının değerli olmasından niye gocunuyorsunuz" dediniz.
Sayın Bakan, siz ihracatçıların ve turizmcilerin içinde bulunduğu durumu
biliyor musunuz? Turizmde son iki yılda 50 otel el değiştirmiştir. Otelci turiste
satışını dövizle yapıyor, aldıklarını ise Türk parası ile alıyor. Yani,
turizmcinin geliri dövizle, gideri Türk Lirasıyla. Döviz kurunun düşük
olmasından, Türk Lirasının ise değerli olmasından turizmci zarar ediyor.
Ekonominin başındaki bir bakan olarak, turizmcilerin ve ihracatçıların zarar
etmemesi için ne türlü önlemler almayı düşünüyorsunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Kaptan.
Üçüncü soru sırası, Sayın
Ekmekcioğlu'na ait; buyurun.
HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU
(Antalya) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum. İlk iki sorum Sayın Bakan Beşir
Atalay'adır.
Toplumumuzda yaygın
olarak bilinen yeşilkartın gerçek ihtiyaç sahiplerine değil de iktidara yakın
olanlara verildiğine dair bir izlenim vardır. Bu izlenimi ortadan kaldırmak
için daha şeffaf, daha güvenilir bir sistem getirmeyi gerekli görüyor musunuz?
Bu konuda yapılan bir çalışma var mıdır?
İkinci sorum: Sokakta
yaşayan çocukların, kapkaç, hırsızlık gibi yasa dışı yollara karıştığı bilinen
bir gerçektir. Sokak çocuklarının sayısı da gün geçtikçe artmaktadır. Bu
artışta hükümetin uyguladığı ekonomik ve sosyal politikaların yanlışlığı
yatmakta mıdır? Bu çocukların aileleri tespit edilip Sosyal Yardımlaşma ve
Dayanışma Fonundan kaynak aktarılmış mıdır; aktarıldıysa kaç aile
yararlanmıştır?
Diğer sorularım Sayın Ali
Babacan'adır.
Bazı malların ihracatında
uygulanan teşvik primleri ya kaldırıldı ya sabit kaldı ya da azaltıldı. Öte
yandan, uygulanan kur politikası sonucu Türk Lirası aşırı değerli hale
geldiğinden, ihracatçı bu kurla ihracat yapmaya zorlanmaktadır. Zaten, bu
nedenle, ihracatın ithalatı karşılama oranı giderek düşmektedir. İhracatın
önünü açmak için hangi önlemleri almayı düşünüyorsunuz? İhracat yapılamazsa
seracılar, elma ve narenciye üreticilerinin zor durumda kalacağını hükümetin
dikkatine sunmak istiyorum.
Son sorum: Devlet
tahvillerinde ve borsadaki sıcakparanın dışarı çıkması halinde yaşanabilecek
sıkıntıları hangi önlemlerle almayı düşünüyorsunuz? Borsadaki yabancı
sermayenin payı nedir?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Ekmekcioğlu.
Buyurun Sayın Akın.
HARUN AKIN (Zonguldak) -
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakanım, iki sorum
var; biri TTK ile ilgili, biri TKİ ile ilgili. Öncelikle TKİ'yi sormak
istiyorum.
Bakanlar Kurulu kararıyla
fakir ailelere kömür yardımı kararı aldınız ve valilikler aracılığıyla ihtiyaç
sahibi ailelere dağıtıyorsunuz. TKİ'nin... 2005 yılında, dördüncü aylarda
TKİ'ye 135 trilyon borcunuz vardı; bu, kömür borcunuz, ödemeniz gereken. Biz,
onu, o zaman, soru önergesi olarak da sorduk; cevabında, 100 trilyon olduğunu
ve ödenmediğini söylediniz, 2005 yılında ödeneceğini söylediniz. Bu kömür
borcunun TKİ'ye ödenip ödenmediğini sormak istiyorum ve TKİ'nin, bu ödemeler
aksadığında, kurumun maaş almada çok büyük sıkıntıya girdiğini de belirtmek
istiyorum.
İkinci sorum, TTK'yla
ilgili. Zonguldak İlinin ve Türkiye'nin önemli bir kurumu, biliyorsunuz. Sayın
Bakan, Enerji Bakanımız, geçen seneki bütçe görüşmelerinde -yine, ben,
sormuştum- TTK'ya üretime yönelik 1 000
işçi alınacağını söylemişti. Yine, Zonguldak'ta, Sayın Bakan, geldiğinde, bunu
tekrarladı, ocak ayında, sene başında; ama, sene bitiyor, Zonguldaklı bu
sorunun cevabını çok merak ediyor. Sayın Enerji Bakanımız ve diğer bakanlar,
topun sizde olduğunu, IMF'nin bu konuda müsaade etmediğini... Haliyle, IMF'yle
bu hükümetin sorumlu bakanı siz olduğunuza göre, bu konuda Sayın Bakan,
gerçekten, açık, net, samimî bir şekilde... TTK'ya üretime yönelik işçi alma
konusunda ne düşünüyorsunuz; buna izin verecek misiniz, müsaade edecek misiniz?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Akın.
Sayın Emek, buyurun.
ATİLA EMEK (Antalya) -
Sayın Başkan, teşekkür ederim.
Şimdi, her iki Bakanımıza
da soruyorum. Bugün, Cumhuriyet Halk Partili milletvekili arkadaşlarımız,
Ankara içinde bir çalışma yaptılar, bütün bölgelerde; bir grup milletvekili
arkadaşımız da Modern Çarşı esnafıyla görüştüler. Şimdi, Modern Çarşı esnafı
arkadaşlarımız, yurttaşlarımız, kardeşlerimiz, sizin, o dönemde, yangından
sonra, her iki bakan olarak sorunların çözümüne yönelik söz verdiğinizi, bugün
arkadaşlarımıza ilettiler.
Şimdi, Sayın Bakanlar,
her ikinize de soruyorum: Modern Çarşı esnafına verdiğiniz söz ne oldu? Modern
Çarşı esnafının sıkıntısı ve yaşadığı bu acı durum ne zaman sona erecek?
Bir diğer sorum da, yine
Sayın Babacan'a: AB Genel Sekreterliğinin, tarama ve müzakere sürecindeki
işlevi nedir? Tarama süreciyle ilgili olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisine
bilgi vermeyi düşünüyor musunuz?
Tarama devam ediyor; ama,
Yüce Meclis hangi fasılların görüşüldüğünü ve tarama sonucunun ne olduğunu
bilmiyor. Bunun bir eksiklik olduğunu düşünüyor musunuz?
AB Genel
Sekreterliğindeki uzman personel, tarama sürecinde görev almakta mıdır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Emek.
Soru süresi
tamamlanmıştır.
RAMAZAN KERİM ÖZKAN
(Burdur) - Sayın Başkan, ismimi okudunuz, soruyu sormazsak millet ne
soracağımızı merak eder.
BAŞKAN - Efendim, bu tüm
müracaat edenler.
RAMAZAN KERİM ÖZKAN
(Burdur) - 1 dakika Sayın Başkan…
BAŞKAN - Buyurun Özkan;
hadi, sizin de sorunuzu alalım.
RAMAZAN KERİM ÖZKAN
(Burdur) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın Başkan,
aracılığınızla, Sayın Bakanlarımızdan muhtarlarımız adına bilgi almak
istiyorum. Avrupa Birliğine giriş sürecinde, en küçük birimlerde görev yapan
mülkî amir konumundaki muhtarlarımızın aylık zorunlu masrafları 1 milyarın
üzerindedir. Muhtarlarımızın maaşlarını asgarî ücret düzeyine çıkarmayı
düşünüyor musunuz?
Muhtarlarımızın görev
sürelerini, emeklilik sürelerine ilave hizmet olarak sayacak mısınız?
Mahalle ve köylerde,
hazine arazilerinden, yöre ve bölgesine göre muhtarlık binaları için ücretsiz
yer tahsis etmeyi düşünür müsün?
Kamu hizmeti yapan
muhtarlık binalarında kullanılan elektrik ve su paralarını, kamu harcamaları
kaleminde değerlendirecek misiniz?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Özkan.
Sayın Bakanlarımızdan
hanginiz önce cevap vermek isterseniz…
DEVLET BAKANI BEŞİR
ATALAY (Ankara) - Önce ben Sayın Başkan. Ali Beyin sorusu daha fazla.
BAŞKAN - Söz sizin Sayın
Bakanım; buyurun.
DEVLET BAKANI BEŞİR
ATALAY (Ankara) - Önce, Sayın Emek, tabiî, aleyhte, bütçe aleyhinde
konuşmasında soru da yöneltmiş oldu; oradan başlıyorum ben değerli
milletvekilleri.
Sayın Emek’in son
konuşmasında değindiği ve soru olarak da yönelttiği bir hususu önce
cevaplıyorum: Sayın Tüzmen'e atıfta bulunarak, "her yıl 500 000 civarında
işsizin katıldığını söyledi" dedi.
Şimdi, konu şöyle tabiî:
Burada, vakit olmadığı için, maalesef, geniş olmadığı için, bu kavramları
yeterince açıklayamıyoruz. Tabiî, bu işgücü alanında özel kavramlar vardır
sayın milletvekilleri; bir işgücüne katılma vardır, bir istihdama katılma, bir
işsiz, bir istihdam vardır. Burada, tabiî, Sayın Tüzmen'in o konuşmasını
bilmiyorum, sizden duyduğum için... Sanıyorum, her yıl işgücüne katılmayı ifade
ediyor.
ATİLA EMEK (Antalya) -
İşsizler ordusuna katılmayı…
DEVLET BAKANI BEŞİR
ATALAY (Ankara) - Hayır, şöyle: Şimdi, ben size buradan rakamları vereyim.
Bizim ülkemizde, her yıl, yaklaşık 500 000 kişi işgücüne katılır; yani, iş
bulmak üzere hazırdır, okulu bitmiş, askerliği bitmiş vesaire, iş arar
konumdadır. Biz, bunlara "işgücüne katılma" deriz. Ben, biraz önce
konuşmamda ifade ettim. AK Parti Hükümetleri döneminde, özellikle 2004'ten
itibaren, işgücüne katılan nüfus kadarını absorbe ediyoruz her yıl ve bu kamuda
değil, kamuda azdır, çoğu özel sektördedir. Dolayısıyla, bakın, ben size, bu
vesileyle şu üç veriyi okuyayım, sadece üç veri. Yine, tabiî, İstatistik
Kurumumuzun verisi: İşsiz sayısı 2002 yılında 2 464 000, 2003 yılında 2 493 000, 2004 yılında
2 498 000; 2005 yılında -henüz yıl tamamlanmadı; ama- şu ana
kadar ki veri, tahminen, 2 381 000 olacağını göstermektedir. Yani, dikkat
edilirse, hemen hemen 2002 yılındaki işsizlik sayısı aynen sürüyor.
ATİLA EMEK (Antalya) -
Keşke öyle olsa; ama, gerçek bu değil!
DEVLET BAKANI BEŞİR
ATALAY (Ankara) - Benim biraz önce ifade etmek istediğim, her yıl işgücüne
katılan ortalama 500 000 civarında insan işe giriyor, istihdama katılıyor. Bunu
böyle kısaca ifade etmek istedim. Sayın Tüzmen'le de görüşeceğim; ama, onun bu
ifadesiyle benim ifadem arasında bir çelişki yok.
Tabiî, burada, Sayın
Ekmekcioğlu'nun bir sorusu var. Yeşilkart, doğrusu, Sosyal Yardımlaşma ve
Dayanışma Genel Müdürlüğünün yürüttüğü bir konu değil, Maliye Bakanlığı ile
Sağlık Bakanlığının; ama, daha çok yerel yönetimler, kaymakamlıklar, valilikler
yürütüyor. Birazda acele ediyorum ki Ali Beye vakit kalsın; Başkanımız belki
bir iki dakika verirler. Ama, o, 2003 yılından itibaren bir yenilendi. Keşke
sizin dediğiniz gibi sayı daha az olsa! 13 000 000'du; şimdi, bu yeniden elden
geçirildi, yine de çok düşürülemedi; 10 000 000 civarı. Yani, bizim umudumuz,
bu sene, Yüce Meclisten -şu anda komisyondadır- genel sağlık sigortası geçsin,
yasalaşsın ve bütün bu yeşil kart veya farklı sağlık ödemeleri, sağlık sistemi
yardımları da kalkmış olsun. Bunun hepsi zaten tarihe karışacak. Burada bu
kadar sayı... Bir de bunun içinden, sadece iktidara yakın olanlar falan seçilse
ne kadar olurdu, bilmiyorum tabiî. Bu, biraz önce ifade ettiğim gibi, bu
yoksullukta, böyle siyasî şeyleri, suçlamaları, hemen partizanlık falan, olay
yapmamak lazım…
HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU
(Antalya) - Sayın Bakan, bu bir izlenim.
DEVLET BAKANI BEŞİR
ATALAY (Ankara) - …ama, örnek varsa... Örnek, (A) ilçesinde, şöyle bir
uygulama; biz, bunların üzerine gideriz. Tabiî, bu genel ifadelerle bir şey
yapmamız mümkün değil.
Sokak çocuklarıyla
ilgili, tabiî, sorunuzun birinci kısmı sizin yorumunuz; ama, ikinci kısmıyla
ilgili, sosyal yardımlarda, tabiî, genel manada, kanunun yaptığı bir tanım var.
Sosyal yardım almaya hak kazanmış veya o konumda olan ailelere yardım
yapılıyor. Bunu, ilçelerimizde, illerimizde vakıflar yapıyor, 931 merkezde;
ailelerin durumunu onlar tespit ediyor. Yalnız, şunu söyleyeyim: Son yıllarda,
özellikle küçük yörelerde, ihtiyaç sahiplerinin hemen hemen dosyası oluştu, bir
envanteri oluştu. Bizim dileğimiz, tabiî, gelip, yardım istemeden,
vatandaşların durumunu tespit edip, kendilerine, uygun yöntemlerle
ulaşılmasıdır. Özellikle de, yardım etmenin psikolojik boyutlarını da gözönüne
alarak... Onun için, o manada, özellikle sokak çocukları konusunda, sosyal
yardımlar açısından bir şey söylemiyorum; ama, Sosyal Hizmetler Genel
Müdürlüğümüzün, tabiî, çocuk yurtları falan oraya ait, bu konuda verileri
olabilir; o konuda, bende veri yok.
Bu, Modern Çarşıyla
ilgili, son olarak... Modern Çarşı, acı bir yangındı tabiî. Daha çok,
Büyükşehir Belediyesiyle ve Ankara Valiliğiyle, İl Özel İdaresiyle ilgili bir
olay. Bizler de, doğrusu, oradaki mağdur olan insanların mağduriyetini giderme
yönünde çaba sarf ettik; fakat, içinde, bir kısmına yer temin edilebildi,
ticaretlerine devam ettiler; fakat, orada, köklü çözüm şu: Biliyorsunuz,
Ankara'nın o merkezi, Hacı Bayram çevresi, Ulus merkezi kentsel yenileme
merkezi, şehir yenileme projesi içinde kabul edildi, Bakanlar Kurulu kararı da
çıktı. O binaların hepsi belki bu manada değerlendirilecek. Biz şu anda sorunu
ilettiğimizde, Büyükşehir Belediye Başkanı da o yorumu getiriyor; ama, ben de
biliyorum, küçük bir grubun orada sorunu devam ediyor.
Teşekkür ederim, saygılar
sunarım.
HALUK KOÇ (Samsun) - Söz
verilmişti…
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Bakan.
Buyurun Sayın Bakan.
DEVLET BAKANI ALİ BABACAN
(Ankara) - Şimdi, özellikle hızlı geçmeye çalışayım; ama, Türk Lirasının
değeriyle ilgili yine bir soru geldi, Sayın Koç yöneltti. Ben tekrar ediyorum
burada: Bakın, Türk Lirasının değerini geçmişe göre inceleyen, analizini yapan
herkes ne yapıyor; geçmişte bir tarihteki Türk Lirasının değerini baz alıyor, bugüne
bakıyor, geçmişe göre artmıştır diyor. Biz de buna katılıyoruz; ancak, geçmişte
hiçbir tarihte, baz alınan tarihteki kur, serbest piyasanın belirlediği kur
değildir, devlet tarafından şöyle ya da böyle belirlenmiş bir kurdur.
Dolayısıyla geçmişteki oluşan kurların rasyonalitesi konusunda elimizde hiçbir
somut örnek yoktur. Onun için, bugünkü kura değerli ya da değersiz demenin
yanlış olduğunu tekrar özellikle vurguluyorum, kelime oyunlarına da gelmeyelim
diyorum.
ÖMER ABUŞOĞLU (Gaziantep)
- O zaman bildiğiniz gibi yapın…
DEVLET BAKANI ALİ BABACAN
(Ankara) - Cari açıkla ilgili, biz konuları gayet yakından takip ediyoruz,
gerekli tedbirlerimizi de gerektiği zaman alıyoruz ve şu an için de herhangi
bir risk görmüyoruz, doğru bildiğimiz yolda da aynen devam ediyoruz. Üç yıl
boyunca sürekli gündeme getirildiği halde, hiçbir problem olmadığını... Ve
birkaç yıl daha yüksek cari açıkla Türkiye'nin devam edeceğine de herkesin
hazır olması lazım. Bu bizim ekonomik başarımızın, büyümemizin doğal bir sonucu.
Bir süre daha bu iş böyle devam edecek; ancak, tedbirleri alınmıştır,
kontroldedir.
Turizm konusuna gelince;
hem Türkiye'ye gelen toplam turist sayısı hem de turizm gelirlerinde zaten çok
ciddî bir artış söz konusu. Bu sene de ilk defa 20 000 000 rakamını geçeceğiz
gibi görünüyor toplam turist sayısında.
İhracat teşviklerini
önümüzdeki seneden itibaren ciddî şekilde artırıyoruz. DFİF'e olan kaynakları
350'den 500 trilyona çıkarıyoruz. Eximbanka yaklaşık 850 000 000 dolarlık ek
bir kaynak paketi oluşturduk. Serbest bölgelerdeki vergilerde düşüş var. Artı,
Dış Ticaret Müsteşarlığımızın yurtdışı temsilciliklerinde de artışa gideceğiz
sayıca.
Borsanın yüzde kaçında
yabancı var; şu anda son rakamlar elimde yok. Şu anda halka açık şirketlerin
sahipliğine baktığımızda, yüzde 60-65 oranında yabancıları görüyoruz; ama, tam
rakam önümde yok, gerekirse daha sonra size sağlayabiliriz.
Türkiye'ye sermaye girişi
ve çıkışı serbesttir. Devlet iç borçlanma senetlerine olsun, borsaya olsun her
an sermaye girebilir, çıkabilir. Sermaye hareketi serbesttir, bunun önünde de
hiçbir şekilde hiçbir kısıtlama olmayacaktır. Ama nedir; Türkiye'de de serbest
döviz piyasası vardır, serbest kur rejimi vardır, serbest kur rejimini dosdoğru
uyguladıktan sonra sermaye hareketlerinin ne girişinden korkarız ne de
çıkışından korkarız.
TTK ile ilgili konuda
bizim prensibimiz şu: Herhangi bir KİT zarar ediyorsa, Hazine o KİT için her ay
maaşları ödesin diye yüzlerce trilyon para gönderiyorsa, şimdiye kadar o
KİT'lere bir tek işçi alımına bile izin vermedik; ancak, bundan sonra gelecek
teklifler de yine yeni kararnameler çerçevesinde değerlendirilir, konulara
bakılır.
TKİ; 2003 yılında 89 000
000 YTL, 2004'te 163 000 000 YTL ödenmiştir. 2004'e ait bir borç yoktur. 2005
yılıyla ilgili tahakkuk edecek rakam henüz tahakkuk etmemiştir; ama, 210 000
000 YTL civarında beklenmektedir. Bu rakam 2006 bütçesine de konulmuştur; 2006
bütçesinde rakam kesinleşince ödenecektir.
Biliyorsunuz, bizim
dönemimizde muhtarların maaşlarına son zamanlarda hiç olmayan bir artış
yapıldı, yüzde 100 zam yapıldı. Bütçe imkânları elverdiği sürece ileride özlük
haklarıyla ilgili iyileştirmeler yapılmaya devam edecektir.
Bu arada, Antalya-Alanya
yoluyla ilgili, yol bitti mi bitmedi mi tartışmalarımız var. Biraz önce Antalya
milletvekillerimiz geldi ve yolun açık olduğunu, çalıştığını bana bir kere daha
tekrar ettiler.
ATİLA EMEK (Antalya) -
Sayın Bakanım, 4 tane köprü, tek yönlü çalışıyor.
DEVLET BAKANI ALİ BABACAN
(Ankara) - Siz artık kendi aranızda konuşacaksınız, Antalya'da yol var mı yok
mu, çalışıyor mu çalışmıyor mu; bunu bölgenizde zaten takip ediyorsunuz.
ATİLA EMEK (Antalya) -
İşte belge burada, yanıltıyorlar; yapmayın.
DEVLET BAKANI ALİ BABACAN
(Ankara) - Haa, nedir; bazı makyaj konuları vardır, bordür çalışması vardır, şu
vardır bu vardır, çiçek ekme…
ATİLA EMEK (Antalya) -
Başbakanı yanılttılar, sizi de yanıltıyorlar Sayın Bakanım.
DEVLET BAKANI ALİ BABACAN
(Ankara) - Milletvekillerimiz bölgede incelemelerinin sonucunda bana bunu
bildiriyor "yol açık, çalışıyor" diyorlar. Ben de onların bana
anlattığını size söylüyorum.
ATİLA EMEK (Antalya) -
Biz yaşıyoruz… Sayın Bakanım, bu ne?.. (AK Parti sıralarından gürültüler)
DEVLET BAKANI ALİ BABACAN
(Ankara) - Avrupa Birliği Genel Sekreterliğinin işlevini anlattım, temel
sekretarya görevini görmeye devam edecektir.
ATİLA EMEK (Antalya) -
Yapmayın!.. Bu ne?.. Bu ne?..
BURHAN KILIÇ (Antalya) -
Bırak allahaşkına!
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri… Sayın milletvekilleri, lütfen…
ATİLA EMEK (Antalya) - 4
tane köprü yapılmadı! Bırakın hadi ya! 28 kilometreyi bile yapamadınız!
BURHAN KILIÇ (Antalya) -
Yalan atıyorsun!
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri… Sayın Emek…
Sayın milletvekilleri,
Sayın Bakan burada açıklama yapıyor. Siz, aranızda eğer bir ihtilaf varsa,
dışarıda onu halledersiniz, burada tartışmaya girmeyelim.
Buyurun Sayın Bakan.
DEVLET BAKANI ALİ BABACAN
(Ankara) - Ben, tekrar ediyorum, Antalya-Alanya yolu Sayın Başbakanımız
tarafından açılmıştır ve şu anda da çalışmakta olduğunu Antalya
milletvekillerimiz bana söylüyor, yol açık.
Sayın Başkanım, bir konu
daha var. Mazot ÖTV'siyle ilgili bir soru soruldu. Bu, tamamen Maliye
Bakanlığımızın yürüttüğü bir konu; kendilerinden bilgi alıp, size, ayrıca,
edindiğimiz bilgiyi daha sonra iletebiliriz arzu ederseniz.
Ben tekrar teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Devlet Bakanımız Sayın
Atalay, bir cümleyle ekleme yapacaklar.
Buyurun Sayın Bakan.
DEVLET BAKANI BEŞİR
ATALAY (Ankara) - Sayın Başkan, teşekkür ederim.
Değerli milletvekilleri,
biraz önce, bir milletvekilimiz konuşmasında, Sayın Emek, Sayın Başbakanımızın,
burada, bir hastayla ilgili söylediğinin yanlış bilgi olduğunu ifade ettiler.
Sağlık Bakanımız tekrar bilgi veriyor.
Olay şudur: Hasta, önce
özel hastanede yatıyor, sonra oradan ayrılıyor, devlet hastanesine getiriliyor.
Bir yerde rehin alma diye bir olay yok.
ATİLA EMEK (Antalya)
- 3,5 milyarlık senet var Sayın Bakan!
DEVLET BAKANI BEŞİR
ATALAY (Ankara) - Şimdi, burada, rehin alma suçlaması oldu yahut olay rehin
alma olarak ifade edildi. Rehin alma, biliyorsunuz, bir hasta, tedavisi bittiği
halde, sırf ödemeyi yapamadığı için alıkonuluyorsa rehin alma olur.
ATİLA EMEK (Antalya)
- 3,5 milyarlık senet ne?..
DEVLET BAKANI BEŞİR
ATALAY (Ankara) - Burada, Sağlık Bakanımızın ifadesi, bir rehin alma olayı söz
konusu değil. Başbakanımızın o gün burada ifade ettiği olay da doğrudur. Tekrar
bilgilerinize sunuyorum.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Bakan.
ATİLA EMEK (Antalya) - Bu
belge ne Sayın Bakanım! İbra belgesi var 3,5 milyarlık senedin!
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, soru-cevap kısmı tamamlanmıştır.
Şimdi sırasıyla, altıncı
turda yer alan bütçelerin bölümlerine geçilmesi hususunu ve bölümlerini ayrı
ayrı okutup oylarınıza sunacağım.
Hazine Müsteşarlığı 2006
Yılı Merkezî Yönetim Bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
07.82 - HAZİNE MÜSTEŞARLIĞI
1.- Hazine
Müsteşarlığı 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
A - C E T V E L İ
Fonksiyonel Açıklama (YTL)
Kod
01 Genel Kamu Hizmetleri 47.618.661.600
BAŞKAN- Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
02 Savunma Hizmetleri 914.400
BAŞKAN- Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
04 Ekonomik İşler ve
Hizmetler 3.537.832.000
BAŞKAN- Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir
10 Sosyal Güvenlik ve
Sosyal Yardım Hizmetleri 600.000.000
BAŞKAN- Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 51.757.408.000
BAŞKAN- Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Hazine Müsteşarlığı 2006
Yılı Merkezî Yönetim Bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.
Hazine Müsteşarlığı 2004
Malî Yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
2.- Hazine Müsteşarlığı 2004 Malî Yılı Kesinhesabı
BAŞKAN- (A) cetvelinin
genel toplamını okutuyorum:
Hazine Müsteşarlığı 2004
Malî Yılı Kesinhesabı
A - C
E T V E L İ
Lira
- Genel Ödenek Toplamı : 74.288.692.530.350.000
- Toplam Harcama : 63.053.803.237.950.000
- Ödenek Dışı Harcama : 3.094.173.450.000
- İptal Edilen Ödenek : 11.237.983.465.850.000
BAŞKAN- (A) cetvelini
kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Hazine Müsteşarlığı 2004
Malî Yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir.
Avrupa Birliği Genel
Sekreterliği 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesinin bölümlerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
07.95 - AVRUPA BİRLİĞİ GENEL SEKRETERLİĞİ
1.- Avrupa Birliği Genel Sekreterliği 2006 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçesi
A - C E T V E L İ
Fonksiyonel Açıklama (YTL)
Kod
01 Genel Kamu Hizmetleri 9.362.000
BAŞKAN- Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 9.362.000
BAŞKAN- Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Avrupa Birliği Genel
Sekreterliği 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.
Basın-Yayın ve
Enformasyon Genel Müdürlüğü 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesinin bölümlerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
07.77 - BASIN YAYIN ENFORMASYON GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
1.- Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü 2006 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçesi
A - C E T V E L İ
Fonksiyonel Açıklama (YTL)
Kod
01 Genel Kamu Hizmetleri 2.498.000
BAŞKAN- Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
02 Savunma Hizmetleri 69.900
BAŞKAN- Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
08 Dinlenme, Kültür ve Din Hizmetler 40.704.100
BAŞKAN- Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir
TOPLAM 43.272.000
BAŞKAN- Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Basın-Yayın ve
Enformasyon Genel Müdürlüğü 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.
Sosyal Yardımlaşma ve
Dayanışma Genel Müdürlüğü 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesinin bölümlerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
07.90 - SOSYAL YARDIMLAŞMA VE DAYANIŞMA GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
1.- Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü 2006
Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
A - C E T V E L İ
Fonksiyonel Açıklama (YTL)
Kod
01 Genel Kamu Hizmetleri 183.530
BAŞKAN- Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
10 Sosyal Güvenlik ve Sosyal Yardım
Hizmetleri 1.763.470
BAŞKAN- Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 1.947.000
BAŞKAN- Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Sosyal Yardımlaşma ve
Dayanışma Genel Müdürlüğü 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesinin bölümleri kabul
edilmiştir.
Türk İşbirliği ve
Kalkınma İdaresi Başkanlığı 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesinin bölümlerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
40.32 - TÜRK İŞBİRLİĞİ VE KALKINMA İDARESİ BAŞKANLIĞI
1.- Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı 2006 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçesi
A - C E T V E L İ
Fonksiyonel Açıklama (YTL)
Kod
01 Genel Kamu Hizmetleri 43.325.000
BAŞKAN- Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 43.325.000
BAŞKAN- Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
(B) cetvelini okutuyorum:
B - C E T V E L İ
KOD Açıklama (YTL)
04 Alınan Bağış ve Yardımlar 43.025.000
BAŞKAN- Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 43.025.000
BAŞKAN- Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Türk İşbirliği ve
Kalkınma İdaresi Başkanlığı 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesinin bölümleri
kabul edilmiştir.
Türkiye İstatistik Kurumu
Başkanlığı 2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesinin bölümlerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
07.85 - TÜRKİYE İSTATİSTİK KURUMU BAŞKANLIĞI
1.- Türkiye İstatistik Kurumu 2006 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçesi
A - C E T V E L İ
Fonksiyonel Açıklama (YTL)
Kod
01 Genel Kamu Hizmetleri 55.354.240
BAŞKAN- Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
02 Savunma Hizmetleri 406.960
BAŞKAN- Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
07 Sağlık Hizmetler 173.800
BAŞKAN- Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir
TOPLAM 55.935.000
BAŞKAN- Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Türkiye İstatistik Kurumu
2006 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.
Devlet İstatistik
Enstitüsü Başkanlığı 2004 Malî Yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir
2.- Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı 2004 Malî Yılı
Kesinhesabı
BAŞKAN-.(A) cetvelinin
genel toplamını okutuyorum:
Devlet İstatistik
Enstitüsü Başkanlığı 2004 Malî Yılı Kesinhesabı
A - C
E T V E L İ
Lira
- Genel Ödenek Toplamı : 48.296.222.600.000
- Toplam Harcama : 44.507.608.350.000
- Ödenek Dışı Harcama : 18.285.050.000
- İptal Edilen Ödenek 3.806.899.300.000
BAŞKAN- (A) cetvelini
kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Devlet İstatistik
Enstitüsü Başkanlığı 2004 Malî Yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri,
Hazine Müsteşarlığı, Avrupa Birliği Genel Sekreterliği, Basın-Yayın ve
Enformasyon Genel Müdürlüğü, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü,
Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı ve Türkiye İstatistik Kurumu
Başkanlığının 2006 malî yılı bütçeleri ile Hazine Müsteşarlığı ve Türkiye
İstatistik Kurumu Başkanlığının 2004 malî yılı kesinhesapları kabul edilmiştir;
hayırlı olmasını temenni ediyorum.
Programa göre
kuruluşların bütçe ve kesinhesaplarını sırasıyla görüşmek için, 18 Aralık 2005
Pazar günü saat 11.00'de toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.
Hayırlı geceler
diliyorum.
Kapanma Saati 22.46