DÖNEM: 22 CİLT: 94 YASAMA YILI: 4
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
3 üncü Birleşim
5 Ekim 2005 Çarşamba
İ Ç İ N D E K İ L E R
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II.- GELEN KÂĞITLAR
III.-
YOKLAMA
IV.- BAŞKANLIĞIN
GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1.- Zonguldak Milletvekili Fazlı
Erdoğan'ın, Zonguldak İli Ereğli İlçesinde kurulu bulunan Erdemirin
özelleştirilmesi ve yerli ve yabancı sermayenin ihaleye yaklaşımına ilişkin
gündemdışı konuşması
2.- İstanbul Milletvekili Mehmet
Sevigen'in, İstanbul'un trafik sorununa ve alınması gereken önlemlere ilişkin
gündemdışı konuşması ve İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu'nun cevabı
3.- Siirt Milletvekili Öner Ergenç’in,
Dünya Öğretmenler Gününe ilişkin gündemdışı konuşması
4.- Dışişleri Bakanı
ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül'ün, Avrupa Birliği müzakere sürecine
ilişkin gündemdışı açıklaması ve CHP İstanbul Milletvekilleri Onur Öymen ve
Şükrü Mustafa Elekdağ, AK Parti Düzce Milletvekili Yaşar Yakış'ın grupları
adına, Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan'ın şahsı adına konuşmaları
V.-
ÖNERİLER
A) DANIŞMA
KURULU ÖNERİLERİ
1.- İçtüzüğün 59 uncu maddesi gereğince
hükümetin yapacağı gündemdışı konuşma nedeniyle konuşma sürelerine ilişkin
Danışma Kurulu önerisi
I.- GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak
üç oturum yaptı.
Düzce Milletvekili Yaşar Yakış, Türkiye
ile Avrupa Birliği arasında katılım müzakerelerinin başlamış olması
münasebetiyle,
Kocaeli Milletvekili Nevzat Doğan, Dünya Yaşlılar
Gününe ilişkin,
Gündemdışı birer konuşma yaptılar.
Denizli Milletvekili V. Haşim Oral'ın,
Türkiye ile Avrupa Birliği arasında katılım müzakerelerinin başlaması için
yapılan görüşmeler sırasında Türk Hükümetinin imzaladığı ek protokole ve sözde
Ermeni soykırımı iddialarıyla ilgili olarak Türkiye'de yaşanan son olaylara
ilişkin gündemdışı konuşmasına Devlet Bakanı Mehmet Aydın, cevap verdi.
Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü Teşkilat
ve Görevleri Hakkında 5372 sayılı Kanunun,
Hâkimler ve Savcılar
Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair 5375 sayılı Kanunun,
Bir maddesinin Anayasanın 89 uncu
maddesine göre bir kez daha görüşülmek üzere geri gönderildiğine ilişkin
Cumhurbaşkanlığı,
Litvanya Parlamento Başkanı Arturas
Paulauskas'ın davetlisi olarak Litvanya'ya resmî ziyarette bulunacak olan
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Bülent Arınç'ın beraberindeki parlamento
heyetini oluşturmak üzere gruplarınca isimleri bildirilen milletvekillerine
ilişkin Başkanlık,
Tezkereleri Genel Kurulun bilgisine
sunuldu.
Antalya Milletvekili Feridun Fikret
Baloğlu'nun (6/1553),
Mersin Milletvekili Ersoy Bulut'un
(6/1562),
Esas numaralı sözlü sorularını geri
aldıklarına ilişkin önergeleri okundu, soruların geri verildiği bildirildi.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı
Bülent Arınç'ın, Romanya Senato Başkanı Nicolae Vacaroiu'nun Romanya'ya resmî
davetine beraberinde parlamento heyetiyle icabetine ilişkin Başkanlık;
Devlet Bakanı Mehmet Aydın'ın İtalya'ya,
Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen'in Moldova'ya,
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın;
Azerbaycan'a,
Amerika Birleşik Devletlerine,
Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Müsteşarı Adem
Şahin'in Almanya'ya,
Yaptığı resmî ziyaretlere katılacak
milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkereleri;
Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 7 nci sırasından bu kısmın
sonuna kadar olan milletlerarası anlaşma ve sözleşmelerin, gündemdeki
sıralarını takip edecek şekilde, bu kısmın 3 üncü sırasından itibaren
sıralanmasına ve diğer tasarı ve tekliflerin sıralarının buna göre teselsül
ettirilmesine; Genel Kurulun 4 Ekim 2005 Salı, 5 Ekim 2005 Çarşamba ve 6 Ekim
2005 Perşembe günleri 15.00-18.00 saatleri arasında çalışmalarını sürdürmesine;
4 Ekim 2005 Salı ve 5 Ekim 2005 Çarşamba günkü birleşimlerde sadece sözlü
soruların görüşülmesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi;
Kabul edildi.
Gündemin "Sözlü Sorular"
kısmının:
1 inci sırasında bulunan (6/766),
79 uncu " " (6/994),
186 ncı " " (6/1232),
281 inci " " (6/1400),
303 üncü sırasında bulunan (6/1444),
312 nci " " (6/1460),
352 nci " " (6/1515),
Esas numaralı sorulara, Devlet Bakanı
Mehmet Aydın;
2 nci sırasında bulunan (6/767),
182 nci "
" (6/1226),
301 inci " " (6/1440),
Esas numaralı sorulara, Millî Savunma
Bakanı Mehmet Vecdi Gönül,
3 üncü sırasında bulunan (6/771),
5 inci " " (6/776),
22 nci " " (6/845),
28 inci " " (6/855),
35 inci " " (6/874),
82 nci " " (6/999),
84 üncü " " (6/1004),
85 inci " " (6/1006),
91 inci " " (6/1015),
110 uncu " " (6/1069),
118 inci " " (6/1094),
120 nci " " (6/1098),
Esas numaralı sorulara, Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi Güler;
Cevap verdi; (6/767), (6/1006), (6/1098),
(6/1226) esas numaralı soru sahipleri cevaba karşı görüşlerini açıkladılar.
5 Ekim 2005 Çarşamba günü saat 15.00'te
toplanmak üzere, birleşime 17.58'de son verildi.
|
|
Sadık Yakut |
|
|
|
Başkanvekili |
|
|
Ahmet Gökhan Sarıçam |
|
Ahmet Küçük |
|
Kırklareli |
|
Çanakkale |
|
Kâtip
Üye |
|
Kâtip
Üye |
|
|
Yaşar Tüzün |
|
|
|
Bilecik |
|
|
|
Kâtip Üye |
|
No.:
4
5 Ekim 2005 Çarşamba
Tasarı
1.-
190 Sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Eki
Cetvellerin Yargıtay Başkanlığına Ait Bölümünde Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı (1/1105) (Adalet ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa
geliş tarihi: 30.9.2005)
BİRİNCİ OTURUM
5 Ekim 2005
Çarşamba
Açılma
Saati: 15.00
BAŞKAN:
Başkanvekili Sadık YAKUT
KÂTİP
ÜYELER: Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale), Ahmet Gökhan SARIÇAM (Kırklareli)
BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 3
üncü Birleşimini açıyorum.
III.-
YOKLAMA
BAŞKAN - Elektronik cihazla yoklama
yapacağız.
Yoklama için 5 dakika süre vereceğim.
Sayın milletvekillerinin, oy düğmelerine
basarak salonda bulunduklarını bildirmelerini, bu süre içerisinde elektronik
sisteme giremeyen milletvekillerinin, salonda hazır bulunan teknik personelden
yardım istemelerini, buna rağmen sisteme giremeyen üyelerin ise, yoklama
pusulalarını görevli personel aracılığıyla, 5 dakikalık süre içerisinde
Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.
Yoklama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, toplantı
yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.
Şimdi, üç sayın milletvekiline gündemdışı
söz vereceğim.
Gündemdışı ilk söz, Zonguldak İli Ereğli
İlçesinde kurulu bulunan Erdemir'in özelleştirilmesi, yerli ve yabancı
sermayenin ihaleye yaklaşımı hakkında söz isteyen Zonguldak Milletvekili Fazlı
Erdoğan'a aittir.
Buyurun Sayın Erdoğan. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
IV.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1.-
Zonguldak Milletvekili Fazlı Erdoğan'ın, Zonguldak İli Ereğli İlçesinde kurulu
bulunan Erdemirin özelleştirilmesi ve yerli ve yabancı sermayenin ihaleye
yaklaşımına ilişkin gündemdışı konuşması
FAZLI ERDOĞAN (Zonguldak) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; sözlerime başlarken, hepinizi en kalbî duygularımla
selamlıyorum.
Bugün ramazanın birinci günü; sizlerin ve
bütün ülkemin insanlarının, bütün İslam âleminin ramazanını tebrik ediyorum. Bu
ramazanla birlikte, Avrupa Birliği yolculuğuna çıkan Türkiye'yi tebrik
ediyorum; Türkiye'de ekonominin, istikrarın, güvenin bir dönüm noktasıydı.
Avrupa Birliğine giden yolda hep birlikte, iktidarıyla muhalefetiyle, bu
güvenin devamına bu Meclis imza atmıştır, bu Meclisten çıkan Başbakan imza
atmıştır, Dışişleri Bakanı imza atmıştır, velhasıl 550 milletvekilinin her
birinin burada büyük katkısı vardır; hepsine teşekkür ediyorum.
Türkiye'de üç yıl önce kurulan AK Parti
Hükümeti, her sahada olduğu gibi özelleştirme sahasında da kendine düşen görevi
yapıyor; istikrarla, güvenle, geçmişte yapılamayanı adım adım gerçekleştirmeye
çalışıyor. Bunlardan bir tanesi Telekom, bir tanesi TÜPRAŞ, dün de Ereğli
Demir-Çelik Fabrikaları, Özelleştirme İdaresinin programına göre özelleşerek
sahibini buldu. Tabiî ki, yasal süreç devam ediyor. Üç büyüklerden bir tanesi
olan Ereğli Demir-Çelik Fabrikasının özelleştirilmesinde dünü iyi algılamak,
yorumlamak, görmek lazım. Bölgemizde olan bu hassasiyetlerde, bölge
milletvekillerimizle meseleyi iyi kontrol ettiğimizi düşünüyorum. Ayrıca,
Ereğli Demir-Çelik Fabrikası yönetiminin disiplinli çalışmasıyla Erdemiri çok
kârlı bir noktaya getirdiğini bütün kamuoyu biliyor, dışdünya biliyor; ondan
dolayı, Özelleştirme İdaresi de, bu konuyu son derece, en iyi şekilde
değerlendirip, iyi bir zamanlamayla, Türkiye'nin gündeminde ve Türkiyemizin
nadide bir kurumu konumunda olan bir firmanın önüne koymuştur.
Bundan öncesinde, Ereğli Demir-Çelik
Fabrikasıyla ilgili, başta Sayın Genel Başkanımız, Başbakanımızla ilgili,
bakanlarımızla ilgili, milletvekillerimizle ilgili, hükümetin ekonomiyi yönetme
noktasındaki özelleştirme duruşuyla ilgili çok çeşitli söylemler oldu; yerel
bazda söylemler oldu, ulusal bazda söylemler oldu, köşeyazarları yazdı,
milletvekilleri konuştu. Konuşulanların hepsi artıya yönelik olduğu zaman
onlara teşekkür ediyoruz; fakat, o konuşulanları... Fransızın bir firmasına,
Rusun başka bir firmasına pazarlıklar yapılarak satıldı diyenler, öyle bir
şeyin olmadığını... Türkiye'nin kendi bağrından çıkan yerli sermayeyle, kendi
konumunu denetleyen ve bugünkü noktada, Türkiye'de iyi bir konumda olan OYAK
firması, Ereğli Demir - Çelik Fabrikasının sahibi oldu.
ZEKERİYA AKINCI (Ankara) - Biz olmasaydık,
böyle olmayacaktı.
FAZLI ERDOĞAN (Devamla) - Demek ki, biz,
yabancı sermayeyle görüşürüz, konuşuruz; ama, yerli sermayeyi de vakti gelince
o güce taşır, onun da hakkını veririz. Bu böyle olmuştur, alıcıya hayırlı
olsun.
Değerli arkadaşlar, takdir edersiniz ki,
özelleştirme, dün, bu hükümetin öncesinde, gerçekten, kendine yük bir kurumdu.
Özelleştirmeyi idare eden Özelleştirme İdaresi, kendi kendini yönetemiyordu.
Bugün, Ereğli Demir-Çelik Fabrikası… 1998'de iki firma katılımda bulundu;
birisi Uzanlar, diğeri Bayındır Holding; ama, 355 milyon dolar gibi bir değer
biçilmişti. O gün, bu, tespit yapılan değerlendirmeler sonuç vermedi.
Geldiğimiz bugünkü noktada, 3 milyar dolar civarında... OYAK, Ereğli
Demir-Çelik Fabrikasının yüzde 49'unu aldı, kendi, Kalkınma Bankasının
portföyünde olan 3,17 hisseyle birlikte. Yani, bunun yüzde 100'ü 6 milyar
dolar, 2,8 milyar dolar da yatırım şartı var; yaklaşık 8,6 milyar dolar yapar.
Bu demektir ki -yani, tamamı 8,6 milyar dolar yapar- Ereğli Demir-Çelik
Fabrikasının bugüne kadar zarar eden beş yıl öncesindeki konumunu... Üç yılda,
biz, yaklaşık olarak 1,5 milyar dolar kâr yaptık. İşte, bu kârı, bundan sonra
alan firmayla da bekliyoruz.
Dünkü özelleştirmede -daha önce 13 firma
katılmıştı- yapılan birtakım "yabancı sermaye Erdemiri göremez, Erdemire
bakamaz, sınırlardan geçemez" beyanları ve birtakım barikatlar, Ereğli'yi
merak edenlere zaman zaman engellemeler olmuş, bu firmaların teklifleri 13'ten
6'ya düşmüştür. Bunların 3 tanesi yabancı, 3 tanesi yerli firmadır; ama, bu
yerlilerden bir tanesi, Türkiye'nin 51-52 tane firmasıyla birleşik girmiştir,
sonunda, OYAK firması almıştır. Yapılan açıklamada ikinci sırada gelen firma,
bir değerlendirme yapmıştır. Daha önce hazırlanmış, cebinde olan bir çalışmayı
Türkiye kamuoyuyla paylaşarak…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Erdoğan, toparlayabilir misiniz.
Buyurun.
FAZLI ERDOĞAN (Devamla) - …yabancı sermayeyi Türkiye'ye sokmadık,
yabancı sermayenin gelişini engelledik; bunları söyleyebilirler. Yalnız, alan
firma da diyor ki, ben yeni ortaklar arıyorum. O zaman, yeni ortaklar
arayacaktır, onun meselesidir. Daha iyi yönetmek adına bu özelleştirme
yapılmıştır. Geriye değil, daha ileri gitmek için, yatırımın devamı, istikrarın
devamı, altın hisseyle korunması, 2,8 milyarla, Erdemire yeni Erdemirler kazandırmak
adına yapılmıştır. Şuraya gelmek istiyorum: Özelleşen Ereğli Demir-Çelik
Fabrikasının hisse değeri yaklaşık olarak 3 223 000 000 dolardı. Ne zaman; 3
Ekim öncesinde. İşte, dünkü özelleştirmede yüzde 84, sermaye piyasasındaki
değerinin üzerinde, 6 milyar dolarlara gitmiştir. Bu, bir dik duruşun
neticesidir, özelleştirmede samimiyetin neticesidir. (AK Parti sıralarından
alkışlar, CHP sıralarından "Bravo!" sesleri) Bu noktadan dolayı,
katkısı olan, tekrar, herkese teşekkür ediyorum.
Yalnız, biz, söylemlerimizde hiç
yanılmadık. Kamuoyunda hiç de utanmadık.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Ofer ne
olacak?
FAZLI ERDOĞAN (Devamla) - Hiç de bu konuda
mustarip değiliz. Bizim için Erdemiri satanlar…
ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Size kalsaydı o
da gidecekti.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen…
FAZLI ERDOĞAN (Devamla) - Lütfen
dinlemesini bilin. Bitiriyorum...
Erdemiri satanlara "vatan haini"
diyenler, "Erdemiri satan vatanı sattı" diyenler, o söylemlerini,
dün, açsın, bütün gazetelerde, televizyonlarda yeniden bir check'ten geçirsin,
yeniden bir gözlemlesin. Onları ben vicdanlarıyla baş başa bırakıyor, yeni
özelleştirmelerde buluşmak üzere, hepinize saygılar sunuyorum.
Değerli Başkanım, teşekkür ediyorum. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Erdoğan.
Gündemdışı ikinci söz, İstanbul'un
sorunlarıyla ilgili söz isteyen İstanbul Milletvekili Mehmet Sevigen'e aittir.
Buyurun Sayın Sevigen. (CHP sıralarından
alkışlar)
2.-
İstanbul Milletvekili Mehmet Sevigen'in, İstanbul'un trafik sorununa ve
alınması gereken önlemlere ilişkin gündemdışı konuşması ve İçişleri Bakanı
Abdülkadir Aksu'nun cevabı
MEHMET SEVİGEN (İstanbul) - Sayın
Başkanım, değerli arkadaşlarım; hepinizi saygı, sevgiyle selamlıyorum.
Hepinizin bu mübarek ramazan ayınız kutlu
olsun. İnanıyorum ki, hiç olmazsa bu ayın hayrı şerifi için yoksulumuzu,
fakirimizi fukaramızı düşünürüz diye düşünüyorum.
5 Ekim Dünya Öğretmenler Gününü de
kutluyorum buradan. Bütün öğretmenlerimizin de Dünya Öğretmenler Günü kutlu olsun.
Sevgili arkadaşlarım, İstanbul deyince
akla çok şey geliyor. Bir Avrupa ülkesi kadar büyüğüz; İstanbul'un 70 tane milletvekiliyiz. 70
milletvekilinin 5 tanesi bakan, 6 tanesi bakan galiba, öyle zannediyorum.
Milletvekili arkadaşlarımızın birçoğu İstanbul'da belediye başkanlıkları
yapmış, İstanbul'un sorunlarını en çok bilen arkadaşlarım. Ama, maalesef, biz
İstanbullular -gerçekten söylüyorum, buna ben de dahilim- bir araya gelip, şu
İstanbul'u bir konuşalım, şu İstanbul'da neler oluyor diye düşünmüyoruz,
konuşmuyoruz. Hükümetten bir çağrı gelmiyor. Sağ olsun, Sayın Bakan, İçişleri
Bakanı ağabeylik yapıp hepimizi toplaması gerekir. Başbakan Yardımcımız aynı
bölgenin milletvekili; ama, İstanbul, kendi yağıyla... Ehliyetsiz insanların
elinde, ne olduğu belli olmayan yönetimlerin... Kimin eli kimin cebinde, kim
yetkili, kim yetkisiz... Bir kargaşa içerisinde almış başını gidiyor. İstanbul
sahipsiz kalmış. Son günlerde İstanbul'un trafiğini biliyorsunuz; tatilden
dönen insanlar ile okulların açılması ve kış aylarının gelmesiyle İstanbul
kilitlendi. Belediyemizin yapmış olduğu yanlış yönetimden dolayı, yanlış
ihalelerden dolayı, yanlış şantiye binalarının, yanlış inşaatların
kurulmasından dolayı İstanbul arapsaçına dönmüş. Milyonlarca lira zarar… Bütün
benzin kuyruklarında insanlar diyor ki: "Arkadaş, benzinimizi dolduruyoruz
Mehmet Bey, üç defa giderdim işimden evime; 20 000 liralık benzin koyuyorum;
ama, şimdi, ben benzine bir bakıyorum
ki, işe gittiğim zaman bitiyor; farkında değilim." Yani, insanlar sahipsiz
kalmış İstanbul'da, çaresiz kalmış sevgili arkadaşlarım. Ama, İstanbul'a çare
bulmamız mümkün değil.
Kentsel Dönüşüm Projesi adı altında
belediyemiz bir projeyi uygulamaya çalışıyor. Fakir fukaranın evini yıkıyoruz.
Bunu yıkarken bütün İstanbul'un yollarını, İstanbul'un altyapılarını tamamen
perişan etmişiz. Şantiyeler durmuş parasızlıktan. Hangi şantiye kimindir, hangi
şirket nereden nereye kadar yetkilidir; bu, bilinmiyor. Tamamen, İstanbul
kargaşa içerisinde. İstanbul'un sahibi yok diye düşünüyorum.
İstanbul Belediyemiz, maalesef, raylı
sistemden, İstanbul Belediyemiz toplutaşımacılıktan, İstanbul Belediyemiz
denizyollarından faydalanmayı hiç düşünmüyor; bunlar gündeminde yok. Varsa
yoksa karayolları; ama, karayollarını da beceremiyor, beceriksizlik içerisinde.
İnanın, Edirnekapı'dan -eski Edirne asfaltı var- Arnavutköy'e giden yol -Recep
buradaysa bilir; oranın eski belediye başkanı- beş yıldır, tamamen -samimî
olarak söylüyorum- kapalı. İki tane ray demir atmışlar, beş yıldır orası
kapalı. Oradaki insanlar feryat içinde, perişanlık içerisinde. İnsanlar
işlerine gidemiyor, çocuklar okula gidemiyorlar; ama, İstanbul'daki yönetici
arkadaşlarımıza telefon ettiğimiz zaman, hiç kimse bize doğru dürüst, tatmin
edici bir cevap veremiyor. Trafik sorunu felç olmuş. İstanbul'un diğer
sorunlarından, gasptı, hırsızlıktı, kapkaçtı, çeteydi, uyuşturucuydu okul
önlerinde, bunlardan bahsetmiyorum; ama, tamamen insanları canından bezdiren,
insanları perişan eden bu trafik sorunu İstanbul Belediyesinin... İstanbul'da yetki
kimdedir, valilikte midir, poliste midir hiç belli olmayan yöneticilerin elinde
perişan olmuş durumda. Bir trafik kazası oluyor, trafik polisleri gelmiyor,
telefon ediyoruz. Kadıköy'ün nüfusu 1
000 000 -biraz önce gelirken bir yetkiliyle konuştum- 30 tane trafik polisi
var. 30 tane trafik polisini üç vardiya çalıştırdığın zaman, her vardiyaya 12
tane trafik polisi... Kaza oluyor, gelmiyor, trafik kapanıyor. En küçük bir
yerde bir trafik kazası olsa, trafik polisini bekliyoruz, sigortayı bekliyoruz;
gelinceye kadar yollar kapanıyor, trafik kapanıyor, insanlar kavga ediyor,
günlerce kavga ediyor. Trafik kazası… En son araştırmaya göre, 13 000 insanımız
ölmüş bu son ayda trafik kazasından. 13 000 tane kaza yapılmış İstanbul'da.
Bunun önüne kim duracak? Bunun önüne ya İçişleri Bakanı geçecek ya Belediye
Başkanı geçecek. Belediye Başkanı kendi halinde. Tayyip Erdoğan, İstanbul
sevdalısı, İstanbul şiirleri okuyan Başbakanımız ortalarda yok; Arap ülkelerini
dolaşıyor, geziyor. İstanbul perişan…
İstanbul sevdalısı burada belli olur, burada… (CHP sıralarından alkışlar, AK
Parti sıralarından gürültüler)
AHMET YENİ (Samsun) - Brüksel'den geliyor,
Brüksel'den…
MEHMET SEVİGEN (Devamla) - Laf atarak
konuşmanın bir anlamı yok.
İstanbul'u sevmek, sözde olmuyor, sözde
olmuyor beyefendi. Belediye Başkanlığınız döneminde İstanbul'a ne yaptınız,
hangi çiviyi çaktınız?
AHMET YENİ (Samsun) - Brüksel… Brüksel…
MEHMET SEVİGEN (Devamla) - Aklınıza
geliyor mu?.. Bugün ramazan günü bir şey sormak istiyorum…
AHMET YENİ (Samsun) - Avrupa Birliği…
MEHMET SEVİGEN (Devamla) - Tayyip Erdoğan
deyince İstanbul Belediyesinden aklınıza gelen bir proje var mı? Bir tane
söyleyin, susuyorum… Bir tane söyleyin… (CHP sıralarından alkışlar, AK Parti
sıralarından gürültüler)
BAŞKAN - Lütfen, sayın milletvekilleri…
MEHMET SEVİGEN (Devamla) - Bir tane
söyleyin, aklınıza gelen bir tanesini söyleyin.
AHMET YENİ (Samsun) - İSKİ…
NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul) - Metro...
MEHMET SEVİGEN (Devamla) - Arkadaşlar,
bak, bir şey söylemiyorum.
Sayın başkanım, siz belediye başkanlığı
yaptınız. Samimî olarak söylüyorum... (AK Parti sıralarından gürültüler)
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen…
Sayın Sevigen…
Toparlar mısınız Sayın Sevigen.
MEHMET SEVİGEN (Devamla) - ... otobüs
alımı, kentiçi ray, doğalgaz, metro, bunların hepsi o belediye başkanı
döneminde yapıldı. (AK Parti sıralarından gürültüler)
BAŞKAN - Lütfen, sayın milletvekilleri…
MEHMET SEVİGEN (Devamla) - Bu üç dönemde
İstanbul'a tek bir çivi çakılmadı sevgili arkadaşlarım. Öyle, şiir okumak,
İstanbul'u sevmek, İstanbul'a gidip padişahlık gibi saltanat kurmak, İstanbul'u
koruma anlamına gelmiyor. (AK Parti sıralarından gürültüler) İstanbul'u sevmek,
İstanbul'a hizmet etmekle belli oluyor.
Bunun için, ben -bir tarafa bırakıyorum-
gerçekten söylüyorum, 70 milletvekili arkadaşımız, aklımızı başımıza alalım,
biz beraber toplanalım, bu hükümetten bize fayda yok. İstanbul'un sorunlarını
nasıl çözeriz, İstanbul'u bu kargaşadan nasıl kurtarırız, İstanbul insanına
nasıl bir fayda sağlarız, bu okullara gitmesini sağlarız, insanlarımızın işe
gitmesini nasıl sağlarız, milyonlarca lira devletimizi zarara uğratan bu
benzini, mazotu nasıl telafi ederiz; bunun yolunu bulmak zorundayız; yoksa, samimî
olarak söylüyorum, İstanbul perişan, İstanbul kan ağlıyor, İstanbul trafiği
hallaç olmuş, İstanbul trafiği felç olmuş durumda; ancak, İstanbul'un çilesi
ölünce bitecek, inanın insanlar böyle diyor. Bu bakımdan, bizim el ele verip,
bir an önce İstanbul'un sorununa el koymamız lazım, önce bu trafik sorununa.
Hele kış geldiği zaman, yağmur yağdığı zaman, inanın İstanbul'da sokağa
çıkamayacak insanlar.
Hiçbir zaman, bu son dönemdeki trafiğin
kapandığı kadar depremde kapanmadı. İstanbul milletvekili arkadaşlarım burada.
Allahaşkına, havaalanına kaç günde gidiyoruz başkanım, kaç saatte şehir
meydanına gidiyorsunuz? Kimin haberi var?! Sayın Bakanım burada işte. Ben bir
soru önergesi vermiştim. Mustafa sen de buradasın, allahaşkına konuşsanıza,
İstanbul milletvekillerisiniz; yalan mı söylüyorum?! Hepiniz bu konuyu bilmiyor
musunuz; biliyorsunuz.
BURHAN KILIÇ (Antalya) - Muhalefettesin
sen.
MEHMET SEVİGEN (Devamla) - Muhalefetle
alakası yok; ben İstanbulluyum, İstanbul'da yaşıyorum.
BURHAN KILIÇ (Antalya) - Sen getir, sen de
görevini yap.
MEHMET SEVİGEN (Devamla) - Getirdik
önerileri, gelin çözelim diyoruz; ama, maalesef, İstanbul'da iyi yönetici yok;
onu anlatmaya çalışıyorum. O 70 milletvekili arkadaşımla el koyacağız
İstanbul'un yönetimine. Bu konuda bizim arkadaşlarımız hazır, siz de hazırsanız
bir toplantı yapalım, İstanbul'un sorunlarını yatıralım ortaya, kim suçlu
ortaya çıksın.
NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul) - Yaptık daha
önce, yaptık…
MEHMET SEVİGEN (Devamla) - Var mısınız?!
BURHAN KILIÇ (Antalya) - Var…
MEHMET SEVİGEN (Devamla) - O zaman mesele
yok.
Sayın Bakanım çok teşekkür ediyorum.
Kusura bakmayın Sayın Başkanım, biraz
zamanımız geçti; çok teşekkür ediyorum, eksik olmayın. (CHP sıralarından
alkışlar)
AHMET YENİ (Samsun) - Başbakan Brüksel'den
geliyor.
MEHMET SEVİGEN (Devamla) - Öyle değil,
Başbakan... İstanbul'u sevmek şiirlerle olmuyor…
AHMET YENİ (Samsun) - Avrupa Birliğinden
geliyor.
BAŞKAN - Sayın Sevigen, teşekkür ediyorum.
MEHMET SEVİGEN (Devamla) - İstanbul'u
sevmek İstanbul'a hizmet etmekten geçiyor.
AHMET YENİ (Samsun) - Avrupa'dan geliyor.
MEHMET SEVİGEN (Devamla) - İstanbul'a
hizmet eden adamların kölesi oluruz, kölesi. (CHP sıralarından alkışlar, AK
Parti sıralarından gürültüler)
BAŞKAN - Lütfen, sayın milletvekilleri…
Sayın milletvekilleri, gündemdışı
konuşmaya Hükümet adına İçişleri Bakanı Sayın Abdülkadir Aksu cevap
vereceklerdir.
Buyurun Sayın Aksu. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
İÇİŞLERİ BAKANI ABDÜLKADİR AKSU (İstanbul)
- Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; İstanbul Milletvekili Sayın
Mehmet Sevigen'in İstanbul'la ilgili gündemdışı konuşması üzerine söz almış
bulunuyorum; bu vesileyle, konuşmama başlamadan önce hepinizi saygıyla
selamlıyorum ve bugün öğretmenler günü, bütün eli öpülesi öğretmenlerimizin de
öğretmenler gününü kutluyorum. Ayrıca, hepinizin -ramazanın ilk günü-
ramazanınızı tebrik ediyorum.
Değerli arkadaşlarım, tabiî, Sayın Sevigen
İstanbul Milletvekili, İstanbul'la ilgili görüşlerini dile getirdi; ama, bir
konuda gerçekten haksızlık yaptı. Sayın Başbakanımız İstanbul Büyükşehir
Belediye Başkanlığı döneminde büyük bir çığır açmış ve bugün, İstanbulumuzda
hemen hemen birçok sorunun halledilmesinde büyük katkıları olmuş.
MEHMET SEVİGEN (İstanbul) - Bir tane
söyle!
İSMET ATALAY (İstanbul) - Bir tane söyle,
öğrenelim; ne yapmış onu söyle!
İÇİŞLERİ BAKANI ABDÜLKADİR AKSU (Devamla)
- Büyük köprüler, kavşaklarla, ilk defa İstanbullu, Sayın Recep Tayyip
Erdoğan'ın Büyükşehir Belediye Başkanlığında tanışmıştır.
İSMET ATALAY (İstanbul) - Bir projesini
söyle!
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen
karşılıklı konuşmayalım.
İÇİŞLERİ BAKANI ABDÜLKADİR AKSU (Devamla)
- Şimdi, tabiî haklılar belki, Sayın Başbakanın çok yurtdışı gezilerinden
şikâyet ediyorlar; ama, değerli arkadaşlarım, işte bu gezilerin, işte bu
dışpolitikadaki performansın neticesini bugün hep birlikte aldık; bunu birlikte
yaşıyoruz. (AK Parti sıralarından alkışlar) Yeni bir sürece başladık; onu da
kutluyorum.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, izin
verirseniz ben konuya, İstanbul özelini de içine alacak şekilde ülkenin
geneline şamil bir bakış açısıyla başlamak istiyorum.
MEHMET SEVİGEN (İstanbul) - İstanbul'u
konuşuyoruz Sayın Bakan!
İÇİŞLERİ BAKANI ABDÜLKADİR AKSU (Devamla)
- Ülkemizin çeşitli bölgelerinde yaşayan insanlar, çeşitli nedenlerle
yaşadıkları yerleri terk ederek, bölge içinde veya dışında kentsel merkezlere
göç etmek zorunda kalmışlardır; ancak, kentlerin taşıma kapasitesinin
düşüklüğünden dolayı gecekondu mahallelerinde sağlıksız çevre şartlarında ve
konutlarda yeterli iş ve gelir imkânından yoksun olarak yaşamaya mecbur
kalmışlardır. Yaşanan bu göçün ani ve hızla gerçekleşmesi, göçün yaratabileceği
sorunları daha da artırmıştır. Bu durum yeni sosyal sorunların ve
istikrarsızlığın da ortaya çıkmasına zemin oluşturmuştur.
Nüfus hareketliliğinin neden olduğu
sorunları en şiddetli yaşayanlar göç etmek zorunda kalan insanlar olmakla
birlikte, göç hareketinin hedefi konumundaki kentler ve bu kentlerde yaşayan
insanlar da göç olaylarından olumsuz etkilenmiş ve her kesim için kentsel yaşam
sorunları artırmıştır.
İşte, Hükümetimiz bütün bunları düşünerek,
bu amaçla, acil eylem planımızda sosyal politikalarla ilgili, yapılacak
faaliyetlerle ilgili olarak özel bir bölüm açtık ve bu bölüm altında, gelir
dağılımında adaletin sağlanması, işsizliğin önlenmesi, nitelikli eğitim,
sağlıklı toplum, herkese sosyal güvenlik, kentleşme ve yerleşme ana başlıkları
altında tam 45 tedbir öngördük. Bu tedbirlerin realize edilmesi için de, yasal
altyapıyı uyumlaştırmak amacıyla geçtiğimiz ikibuçuk yıl boyunca pek çok
yasamız bu Yüce Meclisten sizlerin de katkısıyla çıkarılarak onaylandı ve
yürürlüğe girdi. Ayrıca, bu cümleden olarak, birçok idarî tedbir de alınmış
oldu.
Şimdi, özelde İstanbul'un trafik sorununa
gelince, hemen şunu ilave edeyim ki, öncelikle polislerin zamanında
gelmeyişiyle ilgili bir serzenişte bulunuldu, bu bize de intikal ediyor ve yine
bir şey ilave edeyim ki, biz, kendi Grubumuzdaki İstanbul milletvekilli
arkadaşlarımızla inanın bu konuları sık sık görüşüyoruz ve en son Kızılcahamam'da
da, yine bizim İstanbul Milletvekili arkadaşlarımızla bir araya geldik. Bir
gelişimizde sizleri de davet ederiz, sorunları birlikte görüşürüz. Bu sorunları
sık sık görüşüyoruz. Ben, dün İstanbul'daydım; yine Sayın Valiyle, öncelikle bu
trafik konusunu ele aldık, kısa bir görüşme yaptık.
Şimdi efendim, İstanbulumuzda, ben burada
asayişle ilgili bilgileri de verirken, polis sayımızdaki eksiklikten bahsetmiş,
bununla ilgili önlemler alındığından bahsetmiştik. Polis okullarının sayısını
artırdık. Biz iktidara geldiğimiz zaman 20 polis okulumuz vardı, 4 500 mezun
veriyordu; bu sayıyı bugün 26'ya çıkardık ve 7 000 mezun verir hale getirdik;
ama, bu da yetmiyor. Yine bildiğiniz gibi, ayrı bir yasayla, fakülte ve dört
yıllık yüksekokul mezunlarının polis olması imkânını getiren yasayı yine
birlikte geçirdik, gerçekleştirdik. Okullara aldığımız 2 000 öğrencimiz
öğrenimlerini tamamlamak üzere; önümüzdeki günlerde bunların da yine büyük
kısmını İstanbul'a vermek üzere Anadolumuzun diğer illerine göndereceğiz. Polis
sayısında artış oldukça, tabiî ki, her konudaki, güvenlik hizmetlerindeki,
asayiş hizmetlerindeki, devriye hizmetlerindeki sayıları da arttığı gibi,
trafik hizmetlerine ayrılan polis sayımız da artmış olacaktır.
Tabiî, önemli bir sorun. İstanbul'da
trafik altyapısında sorunlar var. Bakın, şöylece izah edebiliriz; İstanbulumuz,
özellikle 1980'li yıllardan sonra hızlı nüfus artışı ve beraberinde plansız
gelişim sonucunda sağlıksız ve kontrolsüz bir büyümeye maruz kalmış. Bu
durumda, düzensiz iskân alanları, tek merkezli yağ lekesi gibi büyüme, sosyal
ve donatı alanları eksikliği sonucu ulaşım ve trafik sorunları oluşmuştur.
Bugün, İstanbul Büyükşehir Belediyemiz, son çıkardığımız 5216 sayılı Yasayla,
tüm İstanbul İlini kapsayacak şekilde planlı bir gelişim stratejisi üzerinde
çalışmalar yapmaktadır. Bildiğiniz gibi, bütün İstanbul mülkî hududu belediye
hududu kabul edildi ve bütün köyler belediyelerimizin mahalleleri haline, bütün
belde ve ilçe belediyeleri de büyükşehir belediyesine dahil olabildi. Bu
çerçevede, İstanbul'da, belediyemiz tarafından, sürdürülebilir her ölçekte
çokmerkezli şehir planları oluşturulması çalışmaları yapılıyor; cazip ve
kullanım kapasitesi yüksek bir toplutaşıma sisteminin kurulması çalışmaları
yapılıyor, ulaşım altyapılarının, bilhassa yol, kavşak ve otopark
kapasitelerinin artırılması konusunda çalışmalar var, geçerli bir trafik
yönetim ve denetim sisteminin kurulması çalışmaları var, yine, kontrolsüz ve
düzensiz nüfus artışının önlenmesi çalışmaları da hızla devam ediyor.
Biliyorsunuz, yine, bu yasayla il trafik komisyonlarının bütün görev ve
yetkileri de büyükşehirde büyükşehirlere, ilde de il belediyelerine bırakılmış
oldu. Tabiî, bu görev büyükşehre yeni, ilave yüklendiği için, o konuyla da
ilgili çalışmalar yapılıyor.
Tabiî, yukarıda bahsedilen bu ananedenlere
yönelik çalışmaların yapılması İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından
başlatılmış; şehir planlama ve ulaşım master plan çalışmalarına da başlanmış ve
iki yıl içerisinde bitirilmesi hedeflenmiştir.
Yine, trafikteki taşımada büyük kolaylık
getirecek raylı toplutaşımacılığı artırmak amacıyla da, mevcut 47 kilometrelik
yola ilaveten 60 kilometrelik yol inşaatı çalışmalarına İstanbul Büyükşehir
Belediyesince devam edilmektedir. Yine, bildiğiniz gibi, Ulaştırma Bakanlığımızca
da, Marmaray Projesi kapsamında, bu yolların bağlantısı olarak 18 kilometrelik
bir raylı sistemin çalışması var. Ayrıca, 100 kilometrelik raylı sistemin
projeleri de nihaî noktaya gelmiştir. Tabiî, karayolu sistemleri olarak,
İstanbul'da karayolları kapasitesi de yeterli değil; bu nedenle, çeşitli
noktalarda, koridor ve noktasal olarak karayolu ulaşım sistem çözümleri
üzerinde de çalışmaktadır.
Değerli arkadaşlarım; takdir edersiniz ki,
dünyanın tüm büyük şehirlerinde kentiçi ulaşımda sorunlar vardır ve
yaşanmaktadır. Bugün, New York'a gidin, Londra'ya gidin, Berlin'e gidin, büyük
kentlerin hepsinde şehiriçi trafikte sorun var ve sorunlar yaşanmakta. Önemli
olan, bu trafik sorunlarını çözmek, daha doğrusu sorunu azaltmak için, hem
merkezî yönetimin -hükümet olarak bizlerin- hem de yerel yönetimlerin bu konuda
gayret göstermesidir. İşte, İstanbul trafiğini ele alırsak, sizin de
göreceğiniz gibi, yılların ihmaliyle durumun pek iç açıcı bir noktada olmadığı
gözükmektedir; ama, yılların ihmali.
Bakın, İstanbul'da her gün, şu anda, bugün
itibariyle, 625 araç tescil edilip trafiğe katılmaktadır; bu, yıllık 250 000
araç etmektedir. Her gün, 625 yeni araç tescilden çıkıp trafiğe giriyor. Tabiî,
motorlu araçların bu seviyede, hızla artmasına karşılık, yeni yolların,
kavşakların yapılması aynı hızla gerçekleşmemektedir; ancak, İstanbul
Büyükşehir Belediyemiz, son zamanlarda, bu bağlamda önemli bir hamle içine
girmiştir. İstanbul genelinde 30 civarında kavşak düzenlemesini gerçekleştirmek
üzere proje çalışmaları tamamlanmış, bunların bir kısmının yapımına başlanmış,
geri kalan kısımların yapımı için de ihale aşamasına gelinmiştir.
Yine, İstanbul trafik sorununu kökten
çözmek için, toplu taşımanın -biraz evvel de bahsettiğim- altyapısının da
geliştirilmesi gerekmektedir, bu da, raylı sistemin yaygınlaştırılmasıyla
mümkün olabilecektir.
Burada bir önemli noktaya daha temas etmek
istiyorum. Bakınız, Londra, 400 kilometre üzerindeki raylı sistemini 100 yıl
önce tamamlamış olmasına rağmen, bugün halen Londra Şehri trafik sorunuyla
boğuşmaktadır. İstanbul'da raylı sistemle ilgili 100 yıllık bir gecikme vardır
değerli arkadaşlarım. Zamanında gerekenler yapılmamıştır; onun için, ancak
1990'lı yılların başında raylı sistemle ilgili olarak İstanbul'da önemli çalışmalar
başlatılmıştır. Bakın, zamanımızda, belediye başkanlarımızın gayretiyle,
hükümetimizin verdiği destekle, süratle, işte Taksim-Levent tamamlanmış,
hizmete girmiş; Taksim-Şişhane-Yenikapı hattının yapımı devam etmektedir;
Kadıköy-Kartal raylı sisteminin ihalesi yapılmıştır; Yenikapı'dan otogar ve
havaalanıyla bağlantı sağlayan hafif raylı sistemin Güngören-Mahmutbey
bağlantısı inşaatı hızla devam etmektedir. Bütün bu raylı sistemlerin
omurgasını teşkil edecek olan Marmaray Tüpgeçiş Projesinin de, Ulaştırma
Bakanlığı tarafından, bildiğiniz gibi, 2004 yılında ihalesi yapılmış, inşaatına
başlanmıştır. Bu proje çalışması hızla devam etmektedir. İstanbul'a
gittiğinizde hemen gözünüze çarpar; Boğazda, çünkü, çalışmalar var. Geçtiğimiz
gün Değerli Ulaştırma Bakanımız Tuzla'da bununla ilgili, tüplerin yapımıyla
ilgili de bir hamle başlattı; ki, bu tamamlandığı takdirde Asya, Avrupa
yakasındaki trafiğin önemli ölçüde rahatlatılması sağlanacak ve böylece
köprülerin yükü de azaltılmış olacaktır.
Esasen, trafik sıkışıklığının önemli
nedenlerinden birisi de, yukarıda bahsedilen çalışmalar nedeniyle bazı ana
arter ve meydanlarda şantiyelerin kurulmuş olmasıdır.
Değerli arkadaşım da belirtti; bu
çalışmalar yapılıyor. İstanbul'un her tarafında yeni yollar, alternatif yollar,
kavşaklar; bunlar için şantiyeler kuruluyor; çalışmalar yapıldığı için de
trafik bu bakımdan da sıkıntıya giriyor; ama, bunlar, inşallah, tamamlandığı
zaman, bu sıkıntı biteceği gibi, İstanbul trafiği de, gerçekten, çok
rahatlayacaktır. Ancak, kalıcı rahatlama için geçici sıkıntılara İstanbullu
hemşerilerimizin biraz daha belki katlanması gerekecektir.
Diğer bir problem, İstanbul'da park
alanları fevkalade yetersizdir -bunu, hem İstanbul milletvekili arkadaşlarım
hem sizler biliyorsunuz- plansız yapılaşma nedeniyle, bugün, şehir merkezinde
park sahası oluşturmanın zorlukları da vardır; ama, bu yüzden, bununla ilgili
olarak İstanbul Valiliğimiz ve belediyelerin -büyükşehir ve diğer ilçe ve ilk
kademe belediyelerin- müştereken bu konudaki çalışmaları ve toplu taşımacılığı
teşvik edecek çalışmalarımız da vardır. Özellikle İstanbul'un trafik sorununun
günden güne ağırlaşmakta olduğunu söyledik; bu husus da göz önüne alınarak,
sorunun hafifletilmesi bakımından, yine İstanbulluların, belediyemizin, valiliğin
ve hükümetin birlikte konu üzerinde hassasiyetle durmakta olduklarını da
bilmelerini isterim.
Yine, hükümetimiz, İstanbul'da devam eden
projeler yanında, kent içi toplutaşımacılığın artırılması ve taşımacılığın
denize kaydırılması için de yakıt fiyatlarında, ki, mazotta yüzde 65 bir
indirim yapmıştır ve bu indirimden sonra, iki yılda, İstanbul'da deniz
taşımacılığında yüzde 30 artış olmuştur. Ayrıca, entegrasyonun iyi sağlanması,
yani, otobüs, minibüs, raylı sistem ve deniz taşımacılığının uyumlu olması için
Hükümetimiz, Türkiye Denizcilik İşletmelerini İstanbul Büyükşehir Belediyesi
İDO'ya devretmiş, böylece, deniz ulaşımında da bir bütünlük ve deniz
taşımacılığında da kısmen bir rahatlama meydana gelmiştir.
Değerli arkadaşlarım, bakın, İstanbul'da günde
ortalama 215 noktada asfalt çalışması yapılıyor şu anda.
MEHMET SEVİGEN (İstanbul) - Sayın Bakanım,
sizin o konuda bilginiz yok; 6 tane iskeleyi kapattılar.
İÇİŞLERİ BAKANI ABDÜLKADİR AKSU (Devamla)
- Yaya alanı düzenlemesi, yağmur suyu, korkuluk, yaya karayolu, aydınlatma,
muhtelif işler adı altında şu anda da 300'ün üzerinde çalışma sürdürülmektedir.
Yine, günde, ortalama, 5 noktada sinyal imalatı, 3 noktada sinyal bakımı, 16
noktada levha yapım-bakım, 18 noktada da çizgi uygulaması yapılmaktadır.
Sonuç olarak, İstanbul başta olmak üzere,
ülkemizin sorunlarının oluşmasında yılların ihmali de olsa, çözümü konusunda,
tüm gayretlerimizi, Hükümet olarak ve ilgili alanlarda Bakanlık olarak
sürdürüyoruz, sürdürmeye de devam etmekteyiz.
Şimdi, bakın, bir not geldi; mesela, Sayın
Ali Coşkun "İstanbul milletvekillerinin hepsini davet ettim, toplantı
yaptık" diyor.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - O, ticarî
konuları konuşmaya çağırmıştır Sayın Bakan.
AHMET YENİ (Samsun) - CHP gelmemiş…
İÇİŞLERİ BAKANI ABDÜLKADİR AKSU (Devamla)
- Bir kişi geldi…
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Ticarî konuları
konuşmuşsunuzdur.
İÇİŞLERİ BAKANI ABDÜLKADİR AKSU (Devamla)
- Hayır, hayır; İstanbul'un sorunlarıyla ilgili…
MEHMET SEVİGEN (İstanbul) - O, İstanbul'un
sorunlarıyla ilgili değildi.
İÇİŞLERİ BAKANI ABDÜLKADİR AKSU (Devamla)
- Yine, bizim AK Parti milletvekillerimizle kendi aramızda toplanıyoruz dedik.
İstanbul sorunlarıyla ilgili tam 11 komisyon kurmuşuz ve arkadaşlarımız, bu
komisyonlarda, bütün İstanbul sorunlarıyla ilgili çalışmalar yapıyorlar.
ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Demek ki,
komisyonlar başaramıyor bu işi.
İÇİŞLERİ BAKANI ABDÜLKADİR AKSU (Devamla)
- Ayrıca, yine, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız Kadir Topbaş da, bütün
İstanbul milletvekillerini çağırmıştı; herhalde, Cumhuriyet Halk Partisinden
sadece Bülent Tanla arkadaşımız vardı ve Mehmet Sevigen katılamamıştı o
toplantıya. Ben bunu da bilgilerinize arz ediyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
MEHMET SEVİGEN (İstanbul) - Sayın Bakan, o
sorunlarla ilgili değildi o toplantı.
İÇİŞLERİ BAKANI ABDÜLKADİR AKSU (Devamla)
- Tabiî, bu sıkıntılı, bu geçiş döneminde vatandaşlarımızın bazı sıkıntıları
olacaktır diyorum; ama…
MEHMET SEVİGEN (İstanbul) - Sayın Bakan,
İstanbul'un sorunlarıyla ilgili değil o.
BAŞKAN - Sayın Milletvekili, lütfen,
karşılıklı konuşmayalım.
İÇİŞLERİ BAKANI ABDÜLKADİR AKSU (Devamla)
- Bu sıkıntıları da minimize etmek için her türlü tedbiri alıyoruz ve bu
sorunların da en kısa sürede üstesinden geleceğiz.
Herkes şunu bilmelidir ki, gerçekten,
Sayın Başbakanımız İstanbul sevdalısıdır, İstanbul için elinden gelen her şeyi…
AHMET YENİ (Samsun) - Türkiye
sevdalısıdır.
İÇİŞLERİ BAKANI ABDÜLKADİR AKSU (Devamla)
- …Türkiye için elinden gelen her şeyi yapmaktadır; bundan da hiç kimsenin şüphesi
olmasın.
MEHMET SEVİGEN (İstanbul) - Siz inanıyor
musunuz?!
İÇİŞLERİ BAKANI ABDÜLKADİR AKSU (Devamla)
- Ben, bu vesileyle hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Gündemdışı üçüncü söz, Dünya Öğretmenler
Günü hakkında söz isteyen, Siirt Milletvekili Sayın Öner Ergenç'e aittir.
Buyurun Sayın Ergenç. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
3.- Siirt
Milletvekili Öner Ergenç’in, Dünya Öğretmenler Gününe ilişkin gündemdışı
konuşması
ÖNER ERGENÇ (Siirt) - Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; 5 Ekim Dünya Öğretmenler Günü vesilesiyle gündemdışı söz almış
bulunmaktayım; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi, aziz milletimizi ve aziz
öğretmenlerimizi, değerli meslektaşlarımı bu milletin kürsüsünden saygıyla, sevgiyle
selamlıyorum.
Yine, konuşmamın başında hepinizin ve aziz
milletimizin ramazanını tebrik ediyor, hayırlara vesile olmasını diliyorum.
Değerli milletvekilleri, bilgi toplumu
insanının modelini yetiştirecek olan eğitim sistemi, okulların ve öğretmenlerin
bugünkünden farklı özelliklere sahip olmasını gerektirmektedir. Esas itibariyle
öğrenmeye dayanan bilgi toplumunun oluşmasında, yeni dünya düzeninde yükselen
değerlerin kazanılması sürecinde, öğrencilerle kurulacak ilişki türlerinde
ileri teknoloji sonucu oluşmaya başlayan duvarsız sınıflar, öğrenci merkezli
eğitim, internet okulları ve benzerlerinde öğretmenin rolünün ne olacağı bütün
dünyada tartışılmaktadır. Bilgi çevrelerindeki yaygın görüş, öğretmenlerin
sürekli öğrenme alışkanlığı edinmiş birer bilge insan olarak yetişmelerini
sağlamak noktasındadır.
Bilgi toplumunun yükselen başlıca
değerleri, hızlı gelişme ve değişme, insanî değerlere dönüş, insan kaynağına
ilgi, yeni bilgi teknolojileri, bilgiye dayalı örgütlenmeler ve
organizasyonlar, bilgi insanı gibi değerler sayılabilir. Bu değerlerin
oluşmasının benimsenmesini sağlayacak olan, şüphesiz ki, eğitim sürecidir. Bu
sürecin baş aktörü ise öğretmendir.
İnsanlık, bilgi toplumunun hayata hâkim
kılmakta olduğu değerlerle oluşan yeni bir hayat biçimiyle karşı karşıyadır. 21
inci Yüzyılın yükselen yüksek teknolojisinin otomatikleştirdiği insan, ne yazık
ki, bütün dünyada, bugün mutlu değildir. Kalabalıklar içerisinde insan
yalnızlaşmıştır. İnsanlık bu handikaptan bir çıkış yolu bulmak zorundadır. Bunun
da yolu bilgi, hedefi ise insanî değerlerdir. Bu, insanın mutlu ve huzurlu
olabilmesi, fikrî zenginliğe erişmesi, zihinsel potansiyelini harekete
geçirmesi; yani, bilgi insanı olmasıyla mümkündür. Bilgi insanının duygusal
öğrenme kapasitesini harekete geçirmek, bu hedefe ulaşma noktasında vazgeçilmez
bir unsur olarak görülmelidir. Günümüzde yaşanmakta olan problemlerin başında
insanî değerlerin aşınması yer aldığına göre, duygusal öğrenme yoluyla insanî
değerlerin yeniden topluma kazandırılması, eğitim sürecinde, öğretmenin, hiç
şüphe yok ki, temel görevidir. Makinenin yardımıyla öğrenilemeyecek insanî
değerleri bireylere kazandırmak, okulların ve öğretmenlerin işlevleri arasında
daha önemli bir yer tutmaktadır. Günümüz öğretmeninin öncelikle kendi yeterliliğini
gözden geçirmesi lazımdır; çünkü, öğretmenin yetersizliğinin faturası millete
çok ağır olacaktır. Öğretmenin, öğrencilerinin ilerisinde olması, onlara yol
gösterebilmesi, danışmanlık rolünü iyi oynayabilmesi için, öncelikle öğretmenin
kendisini geliştirme sorumluluğuyla hareket etmesi ve devletlerin de
öğretmenlerini bu bağlamda yetiştirmekle yükümlü oldukları bir gerçekle karşı
karşıya bulunmaktayız.
Türkiye itibariyle ifade etmek gerekirse,
ne yazık ki, bugün, bugüne kadar uygulanan öğretmen yetiştirme biçimimizde
istikrarlı bir çizgi takip edilememiş ve öğretmen yetiştirme kaynağının çok
çeşitli olması sonucunda öğretmenliğin bir meslek olmaktan çıkarılması
suretiyle de...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Ergenç, toparlayabilir
misiniz.
Buyurun.
ÖNER ERGENÇ (Devamla) - Toparlıyorum Sayın
Başkanım; teşekkür ediyorum.
...öğretmen yetiştirmede birtakım
sıkıntılar yaşanmıştır ve bu ülke, ne yazık ki, kırkbeş günlük eğitimler
içerisinde öğretmenler yetiştirmiştir, hızlandırılmış eğitimlerle öğretmen
yetiştirmiştir ve yine bu ülke, ne yazık ki, başka meslekler alanında
yetiştirilen insanları öğretmen yapmak durumunda kalmıştır. Buna bir son
verilmesi gerekmektedir. Öğretmenlik mesleği, yeniden, vakarına, ehemmiyetine
ve ciddiyetine yakışan ve gereken tarzda yeniden ele alınmalıdır ve özellikle
Yüksek Öğretim Kurumu YÖK, öğretmen yetiştirme modelini yeniden gözden
geçirmeli, ülkenin ihtiyaçlarına ve dünyadaki gelişmelere paralel olarak, bunu
karşılayabilecek donanımda, gönül zenginliğinde, kafa zenginliğinde öğretmen
yetiştirebilmeli ve ülkenin bu ihtiyacı, bu yolla karşılanmalıdır.
Bu vesileyle, ben, Dünya Öğretmenler
Gününde, bütün dünya öğretmenlerini kutlarken, aziz öğretmenlerimizi,
evlatlarımızı, yarınımızın geleceğini yetiştiren değerli öğretmenlerimizi
buradan bir kez daha saygıyla anıyorum ve onlarla birlikte, Yüce Heyetinize,
yeniden saygılar, sevgiler sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Pazarlarda limon
satıyor öğretmenler!..
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Ergenç.
Birleşime 5 dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 15.53
İKİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 16.02
BAŞKAN:
Başkanvekili Sadık YAKUT
KÂTİP
ÜYELER: Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale), Ahmet Gökhan SARIÇAM (Kırklareli)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 3 üncü Birleşiminin İkinci
Oturumunu açıyorum.
Şimdi, Hükümet adına,
Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül'ün, Avrupa Birliği
müzakere süreci konusunda Genel Kurula bilgi vermek üzere, İçtüzüğün 59 uncu
maddesine göre söz talebi vardır; gündeme geçmeden önce, bu talebi yerine
getireceğim.
Sayın Bakanın
açıklamasından sonra, istemleri halinde, siyasî parti gruplarına ve grubu
bulunmayan milletvekillerinden birine söz vereceğim.
Bu konuda Danışma
Kurulunun bir önerisi vardır; şimdi, bu öneriyi, okutup, oylarınıza sunacağım.
Öneriyi okutuyorum:
V.- ÖNERİLER
A) DANIŞMA KURULU ÖNERİLERİ
1.- İçtüzüğün 59 uncu maddesi gereğince hükümetin yapacağı
gündemdışı konuşma nedeniyle konuşma sürelerine ilişkin Danışma Kurulu önerisi
Danışma Kurulu Önerisi
No.: 162 Tarihi:
5.10.2005
İçtüzüğün 59 uncu maddesi
gereğince hükümetin Avrupa Birliği müzakere süreci konusunda yapacağı
gündemdışı konuşmanın süresinin 45 dakika, grupların yapacağı konuşmaların
30'ar dakika, grubu bulunmayan milletvekillerinden birine verilecek sözün
süresinin 10 dakika olmasının, gruplar adına yapılacak konuşmaların birden
fazla üye tarafından yapılabilmesinin Genel Kurulun onayına sunulması Danışma
Kurulunca uygun görülmüştür.
Bülent
Arınç
Türkiye
Büyük Millet Meclisi
Başkanı
Faruk Çelik Ali
Topuz
AK Parti Grubu Başkanvekili CHP
Grubu Başkanvekili
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Buyurun Sayın Bakan. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
Konuşma süreniz, alınan
karar gereğince, 45 dakikadır.
IV.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR (Devam)
4.-
Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül'ün, Avrupa Birliği
müzakere sürecine ilişkin gündemdışı açıklaması ve CHP İstanbul Milletvekilleri
Onur Öymen ve Şükrü Mustafa Elekdağ, AK Parti Düzce Milletvekili Yaşar Yakış'ın
grupları adına, Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan'ın şahsı adına konuşmaları
DIŞİŞLERİ BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Kayseri) - Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; Avrupa Birliğiyle müzakerelerin başlamasıyla ilgili ve bu süreçle
ilgili Türkiye Büyük Millet Meclisine bilgi vermek için söz almış bulunuyorum;
hepinize saygılar sunuyorum ve bu vesileyle de, bugün, Ramazanın birinci günü
olması sebebiyle, bütün vatandaşlarımızın, hepinizin, sizin, Ramazanlarınızı
tebrik ediyorum; milletimiz için, bütün İslam âlemi için, bütün dünya için,
bütün insanlık için, hayırlara vesile olmasını Cenabı Allah'tan niyaz ediyorum.
Değerli arkadaşlar, 3
Ekimde, daha önce, alınan karar gereği, Türkiye ile Avrupa Birliği arasında
müzakereler başladı. Müzakerelerin başlaması kolay olmadı. Biraz sonra
detaylarına gireceğim; ama, 3 Ekim gecesi Avrupa Birliği ve Türkiye arasında,
hükümetlerarası konferans toplandı. Bu konferansla resmen müzakereler açılmış
oldu.
Bildiğiniz gibi,
müzakerelerin açılmasıyla ilgili karar, geçen sene, 17 Aralık 2004'te,
Brüksel'de alınmıştı. Avrupa Birliğinin devlet ve hükümet başkanları tarihî
kararı o zaman almışlardı ve 3 Ekimde de Türkiye'yle müzakerelere başlamak için
bazı şeylerin yerine getirilmesini şart koşmuşlardı. Bunlar, 6 tane kanun
çıkarılması demokratikleşme yolunda -bunları hep beraber, iktidar-muhalefet
çıkardık- daha sonra gümrük birliğinin bütün yeni üyelere şamil kılınmasıydı.
Bütün bunlar tamamlandıktan sonra geriye Avrupa Birliğinin müzakereler
sırasında takip edeceği yolu tayin edecek Müzakere Çerçeve Belgesinin
hazırlanması ve bizim kendi pozisyonumuzun belirlenmesi kalıyordu. Öncelikle
şunu açıklamak isterim: Avrupa Birliğinin kendi Müzakere Çerçeve Belgesi Avrupa
Birliğini bağlayan bir pozisyondur. Dolayısıyla, sonunda mutabakata varıp
altına müşterek imza attığımız bir kâğıt değildir. Kendilerinin mutabakatıdır,
kendi pozisyonlarıdır, kendilerinin yol haritasıdır. Türkiye'nin de tabiî kendi
bir pozisyonu olacaktır. O da bizim kendi yol haritamız olacaktır ve müzakere
neticesinde, müzakereler bittikten sonra kaç sene sürecek, onu Türkiye'nin performansı
gösterecektir. Ondan sonra bir katılım ortaklığı belgesi hazırlanacaktır ve bu
katılım ortaklığı belgesi her iki tarafı da bağlayan ve altına imza atılan
hukukî bir belge olacaktır. Şüphesiz ki, Avrupa Birliğinin kendi pozisyonu
onları bağlar; ama, biz Avrupa Birliğine girmek istediğimize göre, bizi de çok
yakından ilgilendirir. O açıdan, her ne kadar altına imza atmayacak bile olsak,
başlangıçta bizim için çok önemlidir. O açıdan, bu süre içerisinde, bizim
içinde bulunmadığımız 25 üye ülkenin bir araya gelip tartıştıkları konuların
içine girip onların Müzakere Çerçeve Belgesini düzeltmek için uğraştık.
Yalnız, detaylara
geçmeden önce 3 Ekimde neticede varılan uzlaşmayla ortaya çıkan olay gerçekten
tarihî bir olaydır, büyük bir dönüm noktasıdır. Çeşitli şekilde bunlar tenkit
edilebilir; iktidarın, muhalefetin, diğer arkadaşlarımın, herkesin şüphesiz ki
görüşleri olacaktır; ama, bizatihi olay, gerçekten tarihî bir olaydır. Çünkü,
bu sadece Türkiye'yi veyahut da Avrupa'yı ilgilendiren bir olay değildir, dünya
çapında bir etkisi vardır. Dünya çapında etkisi şundandır: Dünya, son yıllarda
büyük bir bunalımın içindedir, hep çatışmalar, kavgalar, gerginlikler,
karşılıklı etnik temizlikler, hep bunlarla geçmiştir. Özellikle, 11 Eylülden
sonra bu çok daha şiddetlenmiştir. İlk defa, global anlamda, küresel anlamda,
bütün dünyaya nefes aldıran, farklı kültürlerden, farklı dinlerden, farklı
tarihî geçmişlerden gelen bir buluşmanın gerçek adımı atılmış oldu. O bakımdan,
bunun muhakkak ki, dünya çapında bir etkisi vardır. Bundan dolayı da zaten, bu
işe Avrupa ve Türkiye'nin dışında birçok ülkenin, liderin de katkısı olmuştur.
Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinden Amerika Birleşik Devletlerine, Arap
Birliğinden diğer birçok dostumuza kadar herkes bu işi yakın ilgiyle takip
etmiştir.
Tabiî ki, Avrupa için de
çok önemlidir bu. Çünkü, Avrupa bir şeyi görmüştür: Türkiye'yle beraber olmayı,
olabileceğini de hazmetmeye başlamıştır. Yani, farklı kültürü, farklı dini, 73
000 000’a varmış nüfusu, büyük bir tarihî birikimi olan böyle bir ülkeyle çok
kültürlü ve çok farklı etnik yapılardan gelen insanlarla beraber olmayı da
Avrupa Birliği, Avrupa içine sindirebileceğini ve hazmedebileceğini de burada
göstermiştir. Dolayısıyla, Avrupa için de tarihî bir olay olmuştur. Avrupa için
de yeni bir statü söz konusudur. Çünkü, Türkiye'yle birlikte Avrupa, şüphesiz
ki, stratejik bir güç haline daha kuvvetli olarak gelmiştir. Küresel planda
Türkiye'yle, Asya'yla ilişki kurmuştur, Türkiye'yle güvenlik açısından, genç
nüfus açısından çok daha dinamik hale gelmiştir.
Bölgemiz için de çok
önemli olmuştur. Çünkü, Türkiye, zaten, bölgesine istikrar yayan bir ülkedir.
Kafkaslarda, Balkanlarda, Ortadoğu'da, Avrupa Birliğiyle beraber bu istikrar
çok daha pekişecektir.
Değerli arkadaşlar,
şüphesiz ki, bunların hepsinden çok, en önemli olan, Türkiye'yle ilgili
olandır. Dolayısıyla, bu, Türkiye'nin çıkarına, lehine olmuştur; çünkü, Türkiye
elli yıldır, yarım asra yakındır Avrupa Birliğine tam üye olmak için yönünü
çevirmiştir. Aslında Türkiye, bin yıldır Avrupa'nın içindedir; Türkler, bin
yıldır Avrupa'nın içindedir. Son ikiyüz yıldır kurumsal olarak içindedir, son
yarım asırdır da Avrupa Birliğiyle ilişki içerisindedir. 1950 yıllarının en
sonunda ilk müracaatlar yapılmıştır. 1963 yılında, o zaman, en tarihî
adımlardan biri olarak Ankara Anlaşması yapılmıştır ve Ortaklık Konseyi
kurulmuştur ve şu anda en önemli anlaşmalardan, referanslardan biridir. Daha
sonra 1987 yılında, Türkiye tam üyelik için başvurmuştur. 1996 Ocak ayında
resmen gümrük birliği başlamıştır, Türkiye ile Avrupa Birliği arasında tam
gümrük birliği uygulanmaya başlamıştır. 1999 yılında Helsinki'de Türkiye aday
olmuştur. Bizim dönemimize, bu Meclisin dönemine geldiğimizde, 6 Ekim 2004
tarihi önemlidir; çünkü, Avrupa Birliğinin Komisyonu, Türkiye'nin Avrupa
standartlarında bir demokrasiyi gerçekleştirdiğini gösteren raporunu
yayımlamıştır. İlk defa, tabiî, halkı Müslüman olan bir ülke de Avrupa
standartlarında, Avrupa tipi bir demokrasinin, insan haklarının
gerçekleştirildiğini -resmen raporuyla- ispatlamıştır ve 2004 yılı Aralık
ayında devlet ve hükümet başkanları Brüksel'de uzun müzakerelerden, kopma
noktasına gelen müzakerelerden sonra Türkiye ile 3 Ekim 2005 yılında
müzakerelere başlama kararını almıştır.
İşte değerli arkadaşlar,
bu süreç kolay olmamıştır. Birçok siyasetçi, birçok hükümet, Türkiye'de ve
Avrupa'da birçok lider bu işe öncülük etmiştir, katkı sağlamıştır ve hepsinin,
şüphesiz ki, meclisler başta olmak üzere, hizmetleri olmuştur.
Başında söylediğim
Müzakere Çerçeve Belgesi, 3 Ekimde müzakerenin başlaması için Avrupa açısından
gerekli olan bir belgeydi. Bizi niçin ilgilendirdiğini biraz önce sizlere
söyledim. Bunun ilk taslağı komisyon tarafından haziran ayında çıktı daha sonra
üye ülkelere dağıtıldı ve üye ülkeler bazı eklemelerle uzlaşmaya vardılar,
üstünde bazı eklemeler yaptılar. Bütün bunların işaretleri geçen iki hafta
içerisinde Birleşmiş Milletlerde genel kurul toplantısı yapılırken ortaya
çıktı. Ben ve Sayın Başbakanımız NewYork'tayken aslında Birleşmiş Milletler toplantısından
ziyade o platform Avrupa Birliği platformuna döndü, 23 Avrupa Birliği bakanıyla
görüşerek bu Müzakere Çerçeve Belgesinin iyileştirilmesi ve görmek istediğimiz
hususların pekiştirilmesiyle ilgili çok yoğun görüşmelere o zaman başladık;
ama, esas neticeye varıcı görüşmeler 2 Ekim günü başladı. 2 Ekim günü Avrupa
Birliğinin Dışişleri Bakanları Lüksemburg'ta bir araya geldiler, toplandılar
Türkiye'yle ilgili nihaî pozisyonlarını tespit etmek için.
Değerli arkadaşlar, 2
Ekimden 3 Ekim gecesinin son anına kadar inanılmaz yoğun bir diplomasi ve yoğun
bir müzakere yaşandı. Bu müzakereler tabiî sokak ortasında yapılmadı, bunlar,
şüphesiz ki, Dışişleri Bakanlığının, Başbakanlığın koridorlarında ve Avrupa
Birliğinin Dışişleri Bakanlarının, toplu bulunduğu Lüksemburg'ta yapıldı; ama,
bir şeye çok başından, kesin karar verdik. Türkiye'nin, muhakkak, olmazsa olmaz
şartlarını Avrupa Birliğinin pozisyonunda görmeden Ankara'dan gitmeyeceğimizi,
hareket etmeyeceğimizi, Brüksel'de yaşadığımızı bir daha yaşamak istemediğimizi
çok net bir şekilde söyledik. Ne yazık ki daha önceki uzun süre içerisinde
Türkiye'nin birçok uygulaması biraz bizim inandırıcılığımızı kırmıştır.
"Türkler hep böyle derler; ama, son anda, yine, büyük düşünürler; son
anda, yine, biz uzlaşmacı olalım derler ve sonunda her şeyi kabul ederler"
mantığı, algılaması en azından yerleşmiştir. Bunun örnekleri de vardır doğrusu;
biraz sonra da söyleyeceğim size bunlarla ilgili şeyleri.
O açıdan, bu tavrımızı
çok kesin koyduk. Bu, tabiî, ilk şaşırma oldu karşı taraf tarafından; çünkü, 3
Ekim saat 17.00'de 25 ülkenin bakanı ve benim heyet Başkanı olarak randevumuz
vardı; bir araya gelip, toplantı yapılacaktı. 2 Ekim gecesi sabaha kadar
müzakereler sürdü karşılıklı. Teknolojinin bütün imkânlarını kullandık. Sabaha
kadar herhangi bir mutabakata varamadık. Burada şu zorluğu arkadaşlarımın
unutmamasını isterim: 25 ülkenin kendi bir mekanizması var; zor. 25 ülke,
oybirliğiyle bir şey, bir kelime değişikliği bile olsa, 25 ülke mutabakata
varmak zorunda. Dönem Başkanı İngiltere, bu mutabakat neticesinde ancak bizimle
konuşabilir durumda. Dolayısıyla, her konuşmamızı, oradaki 25 ülkenin bakanı
onaylamak, vardığımız anlaşmayı onaylamak zorunda. Böyle bir zorluk var.
Sabahın erken saatlerine
kadar süren müzakere neticelenmedi, bitti. Ertesi gün sabah tekrar başladı; 3
Ekim günü. Bizim buradan hareket edeceğimizi beklerlerken, biz
"gelmeyeceğimizi, görmeden hareket etmeyeceğimizi" tekrar söyledik.
Son, bize, değişikliklerini getirdiler. Bizim, özellikle, tam üyelik perspektifini
kesinlikle gölgeleyecek ve onu yok edecek bir alternatif veyahut da ayrıcalıklı
ortaklık, bunları kesinlikle kabul etmeyeceğimizi söylememize rağmen, belki 30
kez o paragrafta değişiklikler yapıldı. Bunların hiçbiri bizi tatmin etmedi.
Sabah saat 10'lara doğru bize gelen son belgeleri reddettik ve reddettiğimizi
de kamuoyuna da açıkladık; bütün dünya kamuoyuna açıkladık. Ondan sonra işler
daha farklı gitmeye başladı ve neticede, bu paragrafla ilgili bizim kabul
edebileceğimiz duruma gelindi. Hepinize dağıttık, göreceksinizdir…(CHP
sıralarından "bize dağıtmadınız ki" sesleri)
Partinize gönderdik,
bütün partilere gönderdik.
ALİ RIZA BODUR (İzmir) -
Ne dağıttınız ki?!
MEHMET SEVİGEN (İstanbul)
- Kime gönderdiniz? Yok…
İSMET ATALAY (İstanbul) -
Hayır, gelmedi.
DENİZ BAYKAL (Antalya) -
Hayır…
CANAN ARITMAN (İzmir) -
Hiç birimize gelmedi. Genel Başkanımıza bile gelmedi!
DIŞİŞLERİ BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Kendi kartımla... Deniz Bey...
Bütün…(CHP sıralarından gürültüler)
İSMET ATALAY (İstanbul) -
Siz konuştuktan sonra mı gelecek?!
BAŞKAN - Lütfen, sayın
milletvekilleri…
DIŞİŞLERİ BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - O zaman, o zaman… Gidince, o
zaman, partilerinizi bir kontrol edin. Belki, partileriniz çok efficient
değildir size gelen belgeleri dağıtmakta. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlar…
Değerli arkadaşlar…
EMİN ŞİRİN (İstanbul) -
Peki, bağımsızlara ne yapıyorsunuz?
MEHMET SEVİGEN (İstanbul)
- Bağımsız milletvekilleri ne yapacak Sayın Bakan; onlar milletvekili değil
mi?!
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, lütfen, karşılıklı konuşmayalım.
DIŞİŞLERİ BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Değerli arkadaşlar, şunu
göreceksiniz, tam üyelik kesin ve net bir şekilde bu belgenin içine girdikten
sonra ayrıcalıklı bir ortaklık reddedilmiş, alternatif herhangi bir hedef
konmamış, bunların hepsi püskürtülmüştür, hepsi yok olmuştur.
Burada ucu açıklık… Tabiî
ki, otomatik olarak Avrupa Birliğine tam üyelik söz konusu değildir. Türkiye
bugün geldiği durumdan sonra, ben, tamam, artık yaptığım bu kanunları da
değiştiririm, demokraside de geriye giderim, hatta, zaman zaman, eski
alışkanlıklarda olduğu gibi askıya da alırım demokrasiyi gibi durumlar hangi
ülkede olursa olsun, tabiî ki otomatiklik söz konusu değildir.
O bakımdan, kriterler
geçerli olduğu süre içerisinde ve ilgili performanslar gerçekleştirildiği süre
içerisinde objektif, sonunda, Türkiye, inşallah tam üye olacaktır. Avrupa
Birliğiyle tam üyelik müzakerelerine başlayıp da Avrupa Birliğine üye olmayan
bir ülke varsa onu gösterin. O bakımdan, zaten, Avrupalılar, üye ülkeler çok
büyük sıkıntılar çektiler; nasıl olur da buraya bir alternatif koyarız diye.
Değerli arkadaşlar,
burada bir kelime var; bu kelimeyi, görüyorum arkadaşlarım çok konuşuyorlar:
"Özümseme kapasitesi." Bu, sanki, bu müzakere…
İSMET ATALAY (İstanbul) -
Hazım, hazım!
DIŞİŞLERİ BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Evet, hazmetme kapasitesi,
özümseme…
HÜSEYİN GÜLER (Mersin) -
Sindirim!..
DIŞİŞLERİ BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Hayrola?! Öz Türkçe'yi çok
seversiniz diye öyle söyledim ben. (AK Parti sıralarından alkışlar)
ALİ TOPUZ (İstanbul) -
"Hazım" başka, "sindirme" başka!
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Bazı arkadaşlar, bu, Çerçeve Belgesine yeni
girdi zannediyorlar; demek ki, Avrupa Birliğiyle ilgileri bu kadar satıhta.
1993 yılında Kopenhag Siyasî Kriterleri gerçekleştikten sonra, bundan sonraki
bütün üyeler için, herkes için Kopenhag Siyasî Kriterleri yayınlanmıştır,
sadece siyasî kriterler değil, sadece ekonomik kriterler değil, bu özümseme
veya hazmetme kapasiteleri taa o zamandan belgelere girmiştir ve bu
belgeler…(CHP sıralarından gürültüler)
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Sindirme, sindirme!
DIŞİŞLERİ BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Öyle diyelim, hay hay; tamam, öyle
diyelim, peki.
Tamam, sindirmesi lazım
Türkiye'yi. Türkiye gibi 73 000 000'luk bir ülkeyi sindirmek kolay değil, kimse
kolay kolay sindiremez; sindirecek ama! (AK Parti sıralarından alkışlar)
Sindirebileceğini de, bunun ilk işaretlerini de Hükümetlerarası Konferans
başladıktan sonra, bütün görüşmeler, konuşmalar bittikten sonra genişlemeden
sorumlu komiser bu itirafı yaparak zaten söylemiştir orada.
Değerli arkadaşlar,
şimdi, bu, yeni bir şey değildir, dediğim gibi, 1993 yılından bu yana gelen bir
kriterdir; ama, ben şuna inanıyorum ki, bu büyüme hızıyla, bu genç, dinamik
nüfusuyla, bu müteşebbis gücüyle, Türkiye, günü geldiğinde "ben sana
girmek istemiyorum" diye düşünebilir belki. Bunu yapan ülkeler vardır
biliyorsunuz, mesela Norveç bunu yapmıştır; Avrupa'nın kalbinde olan bazı
ülkeler, bütün ısrarlara rağmen, "hayır, ben girmiyorum" diyenler
vardır, İsviçre'de olduğu gibi. O açıdan, o gün gelecektir; tabiî ki o gün
bizim halkımız, o günkü Meclis, o günkü yöneticiler buna karar verecektir; ama,
5-10 sene sonraki Türkiye, eminim ki çok farklı bir Türkiye olacaktır, herkesin
arkasından koşacağı bir ülke haline gelecektir Türkiye; bunun işaretleri daha
bugünden vardır.
Değerli arkadaşlarım,
ikinci, çok önemli bir husus daha vardı; her an müzakereyi kopartacağımız, çok
önem verdiğimiz… Bu da, bugünkü metinlerde yedinci paragraf olarak geçen,
uluslararası kuruluşlara Avrupa Birliğinin üyesi bir ülke müracaat ettiğinde,
bunun, buna karşı bir engel çıkarmamayı, sözünü vermekle ilgili bir paragraf
idi bu da. Bu paragraf, aslında, halkımız tarafından, bazı köşe yazarları
tarafından çok yorumlandı ve Güney Kıbrıs Rum kesimi eğer NATO'ya müracaat
ederse, o zaman, her ne kadar bizim veto hakkımız her zaman duracaktır; ama,
biz, böyle bir şey olur ve veto edeceğiz dersek, o zaman, bize, siz, söz
vermiştiniz, niye veto ediyorsunuz diye sorabilirlerdi; o paragrafta herhangi
bir değişiklik bu konuda yapılmamış olsaydı. Bu konuya da, biz, doğrusu çok
önem verdik. Bu konuya önemimizi şu şekilde verdik: Bunu, çünkü, Avrupalıların
algılaması biraz zordu; çünkü "ben, bazı konularda sözümü yerine
getirmiyorum, sen de, işte, sözünü yerine getirmezsin, geçer; niye bu işe bu
kadar ısrar ediyorsunuz, kopartma noktasına getiriyorsunuz" diye, bunu çok
algılayamadılar; ama, bizim için bu çok önemliydi; çünkü, geçmişte, birçok
hükümetlerin düştüğü duruma düşmek istemedik de onun için.
Şimdi, değerli arkadaşlar,
öğlene kadar birinci paragraf halloldu; ama, ondan sonra, bu paragrafla ilgili
müzakere devam etti. Birçok teklifler geldi, bunların hiçbiri olmadı. Sayın
Başbakanımız birçok başbakanla konuştu, ben birçok bakanla; ama, son saniyeye
kadar, randevu saatimiz geçti, gün de bitme noktasına geldi; çünkü, 3,5 saatlik
yolu bitiremeyecektik; sonunda, birçok ülkenin, Amerika Birleşik Devletlerinin
rolünü, burada, olumlu rolünü zikretmek isterim, herkesin katkısıyla, sonunda,
bu paragraf şöyle bir çözüme ulaştı… Bunu, kendi kartımla size gönderdim Sayın
Genel Başkan; gelmiş olması lazım.
DENİZ BAYKAL (Antalya) -
Bakınız, ısrar ediyorsunuz, şu anda sekreterimle görüştüm; bize, ne sizin
kartınızla, ne başka türlü, müzakere çerçevesiyle ilgili hiçbir resmî belge gelmemiştir…
DIŞİŞLERİ BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Bakacağım…
DENİZ BAYKAL (Antalya) -
Partiye de gelmemiştir, milletvekili arkadaşlarımıza da gelmemiştir. Kamuoyunu
yanıltmayın lütfen!.. Yok böyle bir şey.
DIŞİŞLERİ BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Bunu…
ALİ RIZA BODUR (İzmir) -
Yalan mı söylüyor Sayın Genel Başkan?.. Bu kadar nezaketsizlik olur mu?!
DIŞİŞLERİ BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Şimdi bakın, biraz sonra çıkıp
söylersiniz. Peki, peki…
Şimdi, bunu ben diplomat
arkadaşlarımla gönderdim. Sizin de bakanlığını yaptığınız Dışişleri Bakanlığına
verdiğim talimatla gönderildi. O bakımdan… O bakımdan, bakarsınız, önemli
değil, elinizdedir, geçecektir.
DENİZ BAYKAL (Antalya) -
Bizde değil, elimizde değil beyefendi, inat etmeyiniz, ısrar etmeyiniz…
DIŞİŞLERİ BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Buyurun size bir tane vereyim…
DENİZ BAYKAL (Antalya) -
Şimdi elimizde olmasının bir önemi yok.
DIŞİŞLERİ BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Buyurun alın…(AK Parti
sıralarından alkışlar)
(Dışişleri Bakanı ve
Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül, elindeki metni CHP Genel Başkanı Deniz
Baykal'ın sırasına bıraktı)
DENİZ BAYKAL (Antalya) -
Niye alayım kardeşim?! Bu böyle mi götürülür, bu işler?!
DIŞİŞLERİ BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Peki…
(Dışişleri Bakanı ve
Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın sırasına
bıraktığı metni geri aldı)
BAŞKAN - Sayın Bakan…
Sayın Bakan… Lütfen…
ALİ RIZA BODUR (İzmir) -
Şov yapıyor...
DIŞİŞLERİ BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Bu işlerin nasıl götürüldüğünü
anlatırım ben biraz sonra…(AK Parti sıralarından alkışlar, CHP sıralarından
sıra kapaklarına vurmalar)
ALİ RIZA BODUR (İzmir) -
Avrupalı olduğunuzu gösterdiniz!..
DIŞİŞLERİ BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Arkadaşlar, müsaade edin…
BAŞKAN - Sayın Bakan, bir
saniye…
Sayın milletvekilleri…
DIŞİŞLERİ BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Bu iş nasıl çözülmüştür…Bu iş
nasıl çözülmüştür değerli arkadaşlar, bu iş nasıl çözülmüştür, onu anlatayım
size. Sonunda varılan mutabakatla şöyle bir noktaya gelinmiştir: Sonunda Avrupa
Birliği Konseyinin onayıyla Başkanlık açıklaması yapılmıştır. Bu Başkanlık
açıklaması, bu Müzakere Çerçevesi Belgesinin -şöyle bir belgedir- birinci
sayfasında, kapakta basılmıştır ve sonunda "Müzakere Çerçeve Belgesinin
ilgili tüm uluslararası örgütleri kapsayan 7 nci paragrafı, bu uluslararası
örgütler ya da üyelerinin ya da Avrupa Birliği üye ülkelerinin karar verme
özerkliğine ve haklarına halel getirecek şekilde yorumlanamaz" denilmiştir
ve bu Avrupa Birliğinin müktesebatı haline gelmiştir. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
Şimdi burada ne olmuştur?
Burada şunu söylemek isterim size: Burada Avrupa Birliği Konseyi, Avrupa
Birliğinin en üst yasama ve yürütme organıdır, bunun onayıyla bu karar
çıkmıştır ve bu buraya gelmiştir.
Şimdi, burada, biz,
beklentimizin -burada açık söyleyeyim- ötesine gitmişizdir; çünkü, herkes,
kamuoyu, konuşmalarda hep NATO denirken, bütün kuruluşlar, uluslararası
kuruluşlar, OECD'den tutun da, kültürle ilgili kuruluşlara kadar -16 kadar
kuruluş vardır- bütün bunlarla ilgili de bizim, günü geldiğinde nasıl hareket
edeceğimize karar verme hakkımız mahfuz tutulmuştur.
Şimdi, akşam
televizyonları dinlerken, tenkit edenler, bunu… 1999 yılında Türkiye'nin
adaylığı ilan edilirken, o zaman Kıbrıs meselesi büyük bir meseleydi,
çözülmemişti, o şöyle çözülmüştü o zaman. O zaman Dönem Başkanı Finlandiya idi.
Finlandiya'nın Başbakanı Sayın Lipponen o zaman bunu çözmek için kendi, şahsî
olarak bir mektup yazmıştı Türkiye'ye. O gün yazdığı mektupta demişti ki:
"Kıbrıs meselesi Avrupa Birliği işlerinin dışında olacak." Ama, bu
mektup, o zaman Dönem Başkanı olarak kendisinin şahsî yazdığı bir mektup idi.
Şimdi, bizim bugün
geldiğimiz nokta ise, Avrupa Birliğinin en üst karar organı, yasama ve yürütme
açısından en üst, en güçlü karar organının, Konseyin verdiği karar onayı ile
yayımlanan açıklama, bildiri ve bütün metinlere ve birinci sayfadan girecek
şekilde olmuştur. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Dolayısıyla bu konuda da,
açıkçası…
Değerli arkadaşlar, AB
Bakanlar Konseyi Kararlarının kapak ve eki, saat 12.00-12.45 arasında CHP, MHP,
ANAP, Saadet Partisi, Doğru Yol Partisi, DSP, Büyük Birlik Partisi genel merkez
evraklarına teslim edilmiştir. Dışişleri Bakanlığı memurunca teslim edilmiştir
ve alındı belgesi de vardır. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlar, bunlar,
şüphesiz ki, esas şeyleri gölgelememesi lazım; ama, daha önemli şeyler şudur:
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; şimdi, bütün bunlar hangi
şartlar altında oldu ona bakmamız lazım, yani, hangi yıllarda oldu. Bir yaz
mevsiminde iş yapmak var bir de kış mevsiminde iş yapmak var. Avrupa Birliğinin
Türkiye'ye "aman gelin, buraya girin" dediği yıllar değil, Avrupa
Birliğinin genişlerken eski Sovyet bloku ülkelerini bile içine alırken, böyle,
herkese, aman sen de gel dediği yıllar değil. Eski komünist ülkeler Avrupa
Birliğine girerken, bütün Balkan ülkeleri Avrupa Birliğine girerken, Türkiye
elli yıldır Avrupa Birliğine girmek için uğraşıyor da, niye girmedi o yıllarda,
niye? Şundan dolayı girmedi…
Şimdi, bakıyorum,
televizyonlarda, eski başbakanlar, bazı siyasîler konuşuyor; işte, bu, hiçbir
zaman gerçekleşmeyecek falan filan diye küçümsüyorlar. Onlara soruyorum,
herkese, bütün muhalefet partilerine soruyorum. Bu dönemlerde hep
iktidardaydınız, Doğru Yol Partisi, Cumhuriyet Halk Partisi, hep
iktidardaydınız. (AK Parti sıralarından alkışlar)
İSMET ATALAY (İstanbul) -
Sen de iktidardaydın, sen niye girmedin?!
DIŞİŞLERİ BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Soruyorum ben şimdi: Niye, o
zaman, bu kulübün... Niye o gün acele etmediniz? (AK Parti sıralarından
alkışlar) O gün sadece şunu yaptınız: Türkiye hazır, Türkiye girmek istiyor.
Kardeşim, Türkiye girmek istiyor tabiî; ama…
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
O günkü konuşmalarınızı okuyalım mı?
DIŞİŞLERİ BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Türkiye girmek istiyor; ama,
gireceğin kulübün şartları belli, demokratik standartları belli. Niye bu
demokratik standartları gerçekleştirmiyorsun, konuşana kadar burada?! (AK Parti
sıralarından alkışlar) Niye bunu yapmıyorsun?!
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Bu kürsüden o zaman tam tersini söylüyordun.
DIŞİŞLERİ BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Eğer bugün sıkıntılar varsa, yarın
yine birçok sıkıntılar olacaksa, bunlar, elalem girerken, herkes gibi bizim
oturup üstümüze düşeni yapmayışımızdandır.
Niye, bakın, söyleyeyim
size… (CHP sıralarından gürültüler)
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
O gün Batı kulübü diyordun!
DIŞİŞLERİ BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Dinleyin siz, boş verin.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Batı kulübü diyen sen değil miydin?!
DIŞİŞLERİ BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, üç sene
içerisinde bu Meclis, AK Partisiyle, Cumhuriyet Halk Partisiyle, hep beraber…
ALİ RIZA BODUR (İzmir) -
Refah Partili Abdullah Gül böyle mi konuşuyordu?!
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, lütfen hatibe müdahale etmeyelim.
DIŞİŞLERİ BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Hayır, hep beraber, değerli
arkadaşlarım…
BAŞKAN - Sayın Bakan,
Genel Kurula hitap eder misiniz.
DIŞİŞLERİ BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Hep beraber, üç sene içerisinde,
Cumhuriyet Halk Partisi de, AK Parti milletvekilleri de, bu Meclis ve bizim
Partimizden ayrılan veya bağımsız gelen arkadaşlarımız, hep beraber, bu
Mecliste, üç sene içerisinde, biz hangi kanunları çıkardık, düşünün. Biz, hep
beraber övünmedik mi, Türkiye'nin demokratik derinliğini genişlettik,
Türkiye'de sessiz devrim yapıldı derlerken, sadece bizim Grubumuza demediler;
hep beraber yaptık bunları biz. Bunları hep beraber yaptık. Bunu söylüyorum.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
- Şimdi, sadece sizin partinizde yapıyorsunuz toplantıları.
DIŞİŞLERİ BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Niçin bunları Türkiye o zaman
yapmadı?!
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
- Siz de devlet bakanıydınız.
DIŞİŞLERİ BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Kulübün şartları orada belli.
Kopenhag Siyasî Kriterleri 1993 yılında olmuş. Biz tamamız, Türkiye'de her şey
güzeldir, tamamdır, demokrasi Avrupa'dan da daha iyidir diyerek kendi kendimizi
oyaladık ve bu mevsimlere kaldık.
O bakımdan, aslında
istasyondan kalkan bir trene Türkiye koşarak binmiştir. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
O açıdan değerli
arkadaşlarım, ne kadar övünsek azdır; şu son üç sene içerisinde yaptıklarımızla
ne kadar övünsek azdır.
Bakın, bir şey daha var
değerli milletvekili arkadaşlarım. Ben, bu pazarlıkları yaparken, elinde gücü
olmayan bir temsilci olarak, bir bakan olarak gördüm kendimi. Elimizde bir güç
vardı; kapıyı kapatırdık, ben Avrupa Birliğiyle ilgilenmiyorum diyebilirdik.
Böyle bir... Bu kararı
almak… Kolay bir karar değil. Artısını eksisini koyarsınız; sonunda, çok uzun
düşünmeniz gerekir. Bunu hepimiz çok düşündük. Elimizde bir bu silah kalmıştı,
bir bu kalmıştı. Ama, elimizde, bizim, aslında çok şeyler vardı. Bakın, onları
ne kadar ucuza verdik biz daha önce. Önce, Yunanistan'ın NATO'ya girişi… Ne
aldı karşısında Türkiye?! Ne aldı Türkiye karşılığında, ne aldı?! (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BERHAN ŞİMŞEK (İstanbul)
- Kenan Evren'e sor onu.
DIŞİŞLERİ BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Ne aldı Türkiye karşılığında?! Bu
kadar ucuza…
Daha, geliyorum bak, bak
geliyorum. Yine, Avrupa Birliğine giren Doğu Avrupa ülkeleri... bunların hepsi
bir yere daha girdiler, NATO'ya girdiler. Bu ülkeler NATO'ya girerken, Türkiye,
Avrupa Birliği süreciyle senkronize edebilirdi bunu. En büyük kartı buydu
elinde; ama, geçen on sene içerisinde, ne yazık ki, Türkiye, bu kartını da iyi
oynayamamıştır. Açık konuşuyorum.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
- Evren'e soracaksınız Sayın Bakanım.
DIŞİŞLERİ BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Hayır, bu son söylediğim şey o
dönem değildir. İsimlerini saymamayım bu ülkelerin, 10'a yakın ülke vardır. Bu,
dünyayı ilgilendiren bir olaydır. Bu geçen on sene içerisinde kimler hükümette
oldu; bunları düşünün.
Daha başka bir şey daha
oldu; gümrük birliğine, tabiî, Türkiye girdi. Gümrük birliğine girdik, iyi
oldu; çünkü, Türk ekonomisi güçlü hale geldi, kuvvetli hale geldi. Bugün,
ticaretimizin çok büyük bir kısmı gümrük birliğiyle ilgili, ekonomimiz rekabet
kazandı; ama, bir şeyi hatırlatmak istiyorum: O günlerde, Türkiye gümrük
birliğine girerken, Avrupa Birliği, Türkiye'yi âdeta, böyle, çekerek gümrük birliği'ne
girmesini istedi; çünkü… (CHP sıralarından "siz karşıydınız o zaman"
sesleri)
Ben, doğru, karşıydım o
zaman. Şunu söylüyordum ben o zaman; bugün size geldikleri gibi, o gün bana da
geliyorlardı, ben şunu söylüyordum: Türkiye gümrük birliğine girerse… Tezim
şuydu: Türkiye gümrük birliğine girerse, Avrupa, Türkiye tamam, bizim
yörüngemize girmiştir, artık bununla kifayet etsin der ve tam üyelik çok zor
olur. Bu noktadan hareket ederek, ben buna karşı çıkmıştım.
İSMET ATALAY (İstanbul) -
Öyle demiyordun.
ALİ RIZA BODUR (İzmir) -
Tutanaklar öyle söylemiyor yalnız.
DIŞİŞLERİ BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Bu da haklı da çıktı.
Değerli arkadaşlar…
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Tutanaklar var, beyanlarınız var.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
lütfen…
DIŞİŞLERİ BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Değerli arkadaşlar…(CHP
sıralarından gürültüler)
BAŞKAN - Lütfen, sayın
milletvekilleri…
DIŞİŞLERİ BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Şimdi, Gümrük Birliğiyle ilgili,
bu metinlerle ilgili konuşan arkadaşlarım, o gün en iyi şartlarda, dediğim
gibi, Avrupa kapıları açmış, aman gel diye ısrar ede ede biz gümrük birliğine
girmişiz. O gün, keşke, çok daha titiz müzakereler yapılsaydı da, bugün
karşılaştığımız bazı engeller o zaman olmamış olsaydı. Bunların burada detayına
girmek istemiyorum; çünkü, bunlar hâlâ bizim meselelerimiz olduğu için.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
- Girin girin, yarım bırakmayın Sayın Bakan; girin, öğrenelim.
DIŞİŞLERİ BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Onları çok iyi biliyorsunuz.
Değerli arkadaşlarım,
şimdi, ne kazandık derseniz, şunu kazandık: Türkiye'de demokrasi pekişmiştir,
Türkiye'de demokrasi daha da çok derinlemiştir, reform süreci artık kurumsal
hale gelmiştir, reform süreci çok daha emin adımlarla devam edecektir. Halkın
özgürlüğü, bireylerin özgürlüğü, hukukun üstünlüğü; bunlar, bu dönemle birlikte
çok daha garanti altına alınmış ve çok daha pekişmiştir ve geri dönüşü olmayan
bir yola girmiştir Türkiye, olumlu... Türkiye, öngörülebilir bir ülke haline
gelmiştir; en önemli unsur budur. Türkiye'nin geleceğini, artık, Latin
Amerika'daki de, Afrika'daki de, herkes öngörebilir. Türkiye böyle bir hale
gelmiştir. Ekonomik göstergelere bakarsanız, zaten her şey ortada; faizlerden
bakın, özelleştirmeden bakın. Dün demir-çelik özelleştirildi. Acaba, bu olay
gerçekleşmemiş olsaydı demir-çelik kaça giderdi, şimdi kaça gitti; mukayese
ederseniz ortaya çıkacaktır.
HARUN AKIN (Zonguldak) -
Sizin anlaştıklarınız birinci turda kaçtı gitti.
DIŞİŞLERİ BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, 1 puanlık
faiz düşüşü Türkiye'ye 2 milyar dolar kazandırmaktadır. Bu süreç içerisinde
-yüzde 24 faizden, yüzde 15'ti, 14'e düştü; göreceksiniz, birkaç gün
içerisinde, çok kısa süre içerisinde, inşallah, daha da düşecektir- her 1
puanlık faiz yılda 2 milyar dolar, hatta onun üzerinde, Türkiye'ye tasarruf
sağlamaktadır. Sermaye akını başlayacaktır, başlamıştır. Eskiden bize hiç kimse
gelmez derken, şimdi herkes yarış içine girmiştir. Sadece özelleştirmede değil,
özel şirketlerimizin satılmasında da yine yarış vardır. Eskiden bankalar
satılırken müşteri çıkmazdı. Şimdi, bankaların sahipleri, müşteriler arasında
tercih yapar hale gelmişlerdir. Bütün bunlar halk tarafından görüldü. Olumlu
tepki, işte bundan dolayıdır değerli arkadaşlarım. İki gündür gördüğümüz olumlu
tepki, otomatik olarak ortaya çıkan bu olumlu tepki, bütün bunlar çok iyi
algılandığı içindir.
Değerli arkadaşlar,
sözlerimi bitirmeden önce, Sayın Genel Başkan -biraz sonra konuşacaklar- dün
grup toplantısında şunu söylediler: "Telefon konuşmasında, bana giderken
telefonla bilgi verdi" dediler. Doğrudur, gerçekten. Dün grup konuşmanızda
"giderken bana Sayın Gül telefon etti, ondan sonra arabasına bindi,
gitti" dediler. Değerli arkadaşlarım, bakın, böyle bir müzakere
içerisindeyiz, zaman bitmiş. Zaman bitmiş diyorum, şaka değil. Zamanı
dondurdular, saati durdurdular. Saat 4 Ekime geçti, bunlar 11.58'de durdurdular
saati. Böyle bir son saniyeye kadar, son kilometreye kadar müzakere etmişiz,
alacağımızı almak için. Bunları aldığımız anda tek işimiz koşarak havaalanına
gitmekti. Giderken Sayın Başbakan dedi ki: "Ben hemen Sayın
Cumhurbaşkanımızı arayayım, sen de hemen Sayın Baykal'ı ara." Şimdi, Sayın
Başbakanımız Sayın Cumhurbaşkanımızla konuşurken ben de Sayın Baykal'la
konuştum; kendilerine dedim ki: "Böyle böyle oldu…" İki önemli, demin
verdiğim bilgi çerçevesi içerisinde -bilgi diyorum, bakın, ben müzakere filan
değil, bilgi verdim kendilerine- 1 inci maddeyi, yani, tam üyelik meselesini
burada anlattığım çerçeve içerisinde anlattım. 7 nci maddeyle ilgili de, hatta,
bu size okuduğum metnin İngilizcesini -Türkçesi yanımda değildi- onu okudum
"bu şekilde bağladık" dedim. Sayın Baykal, haklı olarak "bu
kifayet etmez" dedi kendi açısından. Ben de dedim ki, muhakkak ki
muhalefet olarak sizin ayrı değerlendirmeleriniz olacaktır, titiz titiz
bakacaksınız bu konulara ve değerlendireceksiniz -bunları dedim, bu ayrı- sizin
tenkitlerinizi muhakkak ki biz olgunlukla karşılayacağız; ama, ben size siyasî
nezaket gereği bu bilgiyi veriyorum dedim. Hiç kimseye açıklamadan bunları, ben
arkadaşlarımla vedalaşmadan, koşarak havaalanına gittim.
Değerli arkadaşlar, biz
koalisyon hükümeti değiliz ki, yani, sizin mutabakatınızı alalım bu konuda! (AK
Parti sıralarından alkışlar) Siyasî sorumluluk bizim üstümüzdedir, siyasî
sorumluluk bizim üstümüzdedir...
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Bu
meclise karşı sorumlusunuz.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
- Bu, millî bir meseledir.
DIŞİŞLERİ BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Dolayısıyla, ben basına açıklarken
de, Sayın Baykal tebrik etti, "çok güzel" dedi demedim; bilgi verdim
dedim, kendilerine bilgi verdim dedim. Sayın Cumhurbaşkanımıza da Sayın
Başbakanımız bilgi verdi. Aynı anda oldu. Eğer vakit olsaydı belki çok daha
uzun olurdu, belki Sayın Başbakanımız daha sonra sizi arardı; ama, bu sürat
içerisinde… Ben oraya vardığımda, Lüksemburg'a vardığımda saat 01.30'du, 4
Ekimin 01.30'uydu; saat 11.58'de orada duruyordu biz vardığımızda ve böyle ilan
ettiler. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bu kadar zorladık. Her şeyi bu kadar
kopma noktasına bu kadar getirdik ve orada bıraktık işi.
Değerli arkadaşlar, bir
de şu tenkiti görüyorum. Partide toplanmışız filan…
Değerli arkadaşlar, biz,
bu reform sürecini niye yaptık, nedir? Reform süreci siyasî iradenin
güçlenmesidir. Demokratikleşmenin esasıdır bu da.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
- Siyasî irade Başbakanlıkta, bakanlıkta… Burada millî irade yok mu?!
DIŞİŞLERİ BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Biz, sabaha kadar çalışmışız, her
şeyi bağlamışız, Sayın Başbakan… Tabiî ki, sonunda bu gruptur, iradî
sorumluluğu da alan bu gruptur. Siz değil, siz tenkit ediyorsunuz. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
Bu, en iyi şekilde, çok
daha iyi bir şekilde çıksaydı bile, yine tenkit edecektiniz; bunu biliyorum.
Yine tenkit edilecekti. Onun için sorumluluk bize aittir, bu gruba aittir.
MEHMET SEVİGEN (İstanbul)
- Biraz önce "Meclis çıkardı" diyordunuz, şimdi "grup"
diyorsunuz; hangisi doğru Sayın Bakan?!
DIŞİŞLERİ BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Tabiî ki, ben, bu grubun
talimatını alacağım, en son onlara soracağım. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Onun için, Bakanlar Kurulu başta olmak üzere Partimin sorumlularıyla tabiî ki
bir araya gelip, tabiî ki, onlardan son durumu ve son arkamızda mısınız lafını
almışızdır. Dolayısıyla, bunlar, her demokratik ülkede… Buna alışacaksınız… (AK
Parti sıralarından alkışlar) Avrupa Birliğine giriyorsunuz, üç senedir yaptığımız
reform sürecini unutmayın. Bunları biz değiştireceğiz, hazmedeceğiz bütün
bunları, biz de hazmedeceğiz; yani, bu reformları hepimiz hazmedecek. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
Son olarak… Türk Halkının
her kesimi bu sürece çok güçlü destek vermiştir. Bu desteğin, Hükümetimizin
özellikle ekonomik ve siyasî reformlarla ilgili performansına büyük katkısı
olmuştur. Sivil toplum örgütlerimizden, diplomatlardan teknisyenlere, tüm kamu
çalışanlarına, işçilerimizden basın mensuplarına, gençlerimizden tüccar ve
işadamlarımıza kadar herkese şükran borçluyuz. Türkiye Büyük Millet Meclisinin
tamamı olarak, Mecliste bulunan bütün siyasî partilerimizin, bütün
milletvekillerimizin belirleyici rolüne ayrıca işaret etmek isterim. Sayın
Başkan, değerli üyeler ve siyasî partiler en büyük desteğimiz olmuşlardır.
Ayrıca, Türkiye ile
Avrupa'nın ortak geleceğine inanan Avrupalı devlet adamı, siyasetçi, düşünür,
işadamı, sendikacı, gazeteci, genç, yaşlı bütün Avrupa vatandaşlarına bu
yöndeki fedakâr çabaları için içten teşekkürlerimi sunuyorum. Avrupa Birliği
Komisyonu mensuplarına da teşekkür ediyorum. Ne zaman Avrupa'da bizim
aleyhimizde bir ses yükselse, hemen bunun karşıtı Avrupa'nın içinde çıkmıştır.
En muhalif gözüken Fransa'da, Fransa'nın en büyük dergileri Türkiye'yle ilgili
bu hafta içerisinde 13 sayfalık en güzel şekilde Türkiye'yi takdim etmişlerdir.
Her yerde bir muhalif çıktığında Türkiye'ye karşı, Avrupa'dan da bir olumlu ses
çıkmıştır. Bunları, tabiî, görmezlikten gelemeyiz.
Türkiye'nin Avrupa
Birliği projesinin küresel barış ve uyum için öneminin bilincinde olan Arap
dünyasından Amerika'ya kadar dünyanın çeşitli yerlerinden gelen desteğe de
teşekkür etmek istiyorum.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Bakan.
Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına söz isteyen İstanbul Milletvekili Onur Öymen.
Buyurun Sayın Öymen. (CHP
sıralarından alkışlar)
Sayın Öymen, süreniz 15
dakikadır.
CHP GRUBU ADINA ONUR
ÖYMEN (İstanbul) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; Sayın Dışişleri
Bakanının Müzakere Çerçeve Belgesiyle ilgili olarak Yüce Meclise ifade ettiği
görüşler hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Meclis Grubunun görüşlerini ifade
etmek üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi saygılarla selamlıyorum.
Açıkça ifade etmek
istiyorum ki, Sayın Bakanın biraz önce söylemiş olduğu hususları, verdiği
bilgileri, hükümetin bu konudaki çalışmalarını ve değerlendirmelerini, biz,
Müzakere Çerçeve Belgesi sonuçlandırılmadan önce bilmek isterdik; ülkemiz
açısından bu kadar önem taşıyan bir konuda, biz de, Cumhuriyet Halk Partisi
olarak, görüşlerimizi, katkılarımızı ifade etmek isterdik.
Bu hükümetin döneminden
çok daha önce başlamış olan ve bu hükümetin ömrünün yetişmeyeceği, bu
hükümetten sonra da yıllarca devam edecek olan ve ülkemizin bir millî dava
olarak kabul ettiği Avrupa Birliğine üyelik konusunda, biz, hükümetin, Yüce
Meclise ve muhalefete daha fazla önem veren, daha fazla saygı gösteren ve
Meclisin, muhalefetin görüşlerini öğrenmeye dikkat eden bir yaklaşım sergileyeceğini
bekliyorduk; ama, ne yazık ki, böyle olmadı. Sayın Bakan diyor ki: "Bu
bizim işimiz, biz koalisyon hükümeti değiliz ki, sizinle bu konuda iş bitmeden
bilgi paylaşmak zorunda değiliz ki." Biraz önce öyle dedi, yanlış
anlamadıysam. Çok güzel…
Değerli arkadaşlarım,
2004 yılının aralık ayında Türkiye bir koalisyon hükümetiyle mi yönetiliyordu?!
Nasıl oldu da, aralık ayında Brüksel'e gitmeden Sayın Başbakan, Sayın Genel
Başkanımızı ziyaret etti, bilgi verdi, onun görüşlerini aldı; o zaman koalisyon
muyduk biz?! (CHP sıralarından alkışlar) O zaman gösterdiğiniz dikkati niçin
şimdi göstermediniz?
FATMA ŞAHİN (Gaziantep) -
Zaman… Zaman…
ONUR ÖYMEN (Devamla) -
Gerekçe olarak zamanın eksikliğini dile getiriyorsanız onu söyleyin...
HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar)
- Zaman yoktu.
ONUR ÖYMEN (Devamla) -
…ama, "koalisyon olmadığımız için size bilgi vermek zorunda değiliz"
derseniz, sizin, biz, parlamenter demokratik rejimi biraz hafife aldığınızı
düşünürüz. Acaba diğer aday ülkeler de böyle mi yapmışlardı; o ülkelerde de,
efendim biz muhalefete bilgi vermek zorunda değiliz, meclise bilgi vermek
zorunda değiliz mi denilmişti?! Dışişleri Bakanlığındaki çok değerli
arkadaşlarım eminim ki biliyorlardır, belki fırsat bulup Sayın Bakana
anlatamamışlardır; ama, bu vesileyle ben hatırlatayım; Hırvatistan; 2004
yılının aralık ayında iktidar ve muhalefet partilerini bir araya getirmiştir ve
müzakere sürecini tartışmaya açmıştır ve sonucunda tüm siyasî partilerin ortak
açıklaması olarak isimlendirilen bir tutum belgesini kabul etmiştir. O ülkeler
muhalefete önem veriyor da siz niye vermiyorsunuz, siz niye vermiyorsunuz?
MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) -
Biz de veriyoruz.
ONUR ÖYMEN (Devamla) -
Önem veriyorsanız, niçin bize bilgi vermediniz, niçin bizim görüşümüzü
almadınız?
MEHMET SEVİGEN (İstanbul)
- O zaman Amerika'yla pazarlık yapıyorlardı...
ONUR ÖYMEN (Devamla) -
Ayrıca, mecliste de bu konu tartışılmıştır Hırvatistan'da ve Hırvatistan
Cumhuriyetinin Avrupa Birliğine tam üyeliği hakkında müzakerelerin temel
ilkeleri konusunda bir ortak meclis açıklaması yapılmıştır. O ülkelerde bu
işler böyle yürütülüyor. Meclise getiriyorsunuz, mecliste tartışıyorsunuz,
mecliste ortak karar alıyorsunuz, milletin görüşünü dünyaya yansıtıyorsunuz;
demokrasi bu. Ama siz ne diyorsunuz; biz iktidarız, biz çoğunluğuz,
istediğimizi yaparız, size hesap vermek zorunda değiliz, size bilgi vermek
zorunda değiliz.
Değerli arkadaşlarım, bu
yaklaşım, demokrasiye, rejime kuvvet kazandırmaz; zaaf getirir.
Peki, bir tek
Hırvatistan'da mı bu oluyor; hayır. Açınız, bakınız, Polonya'da ne olmuş; 8
Eylül 1999, 16 Şubat 2000, işte, bu tarihlerde Polonya Meclisi genel görüşme
yapmış. Genel görüşmede enine boyuna tartışmışlar Avrupa Birliği üyeliğini, biz
ne yapacağız, bunları görüşmüşler ve sonunda ortak açıklamalar yapmışlar.
Biz ne yapıyoruz;
Cumhuriyet Halk Partisi olarak Meclis tatile girmeden bu Avrupa Birliğiyle
ilişkilerimizin ulaştığı durum hakkında genel görüşme önergesi veriyoruz ve
İktidar Partisinin oylarıyla genel görüşme önerimiz reddediliyor. Üzülerek
söylüyorum ki, eğer bir noktada bugünkü hükümetin bu politikaları yüzünden
Türkiye Avrupa Birliğinin gerisindeyse, işte, bu noktada gerisindedir. Yani,
demokrasiye önem vereceksiniz, parlamentoya önem vereceksiniz. Burası milletin
sesidir. Bir konunun, bu kadar hayatî bir konunun parlamentoda görüşülmesinden
kaçınmak nasıl bir demokrasi anlayışının ürünüdür...
Değerli arkadaşlarım,
bizim Dışişleri Komisyonumuz var, haberi bile yok olup bitenden. Bizim Avrupa
Birliği Uyum Komisyonumuz var, haberi bile yok. Karma Parlamento Komisyonumuz
var, haberi bile yok. Böyle şey olur mu, bu komisyonların işi nedir?! Böyle bir
dönemde bu konuları biz o komisyonlarda görüşmeyeceksek, ne zaman, hangi konuyu
görüşeceğiz?! Parlamentoya hükümetin daha saygılı olmasını bekliyoruz ve
hükümeti bu gibi konularda Meclise karşı daha ciddî olmaya, daha saygılı olmaya
davet ediyoruz.
Değerli arkadaşlarım,
Meclise bilgi vermediniz; çok gizliydi; muhalefete bilgi vermediniz, bu kadar
gizli bilgileri paylaşamazdınız. Peki, kiminle paylaştınız bu bilgileri, kime
bilgi verdiniz? Gazetelere bakıyoruz, televizyonlardan öğreniyoruz ki, Amerika
Dışişleri Bakanıyla paylaşmışsınız, (CHP sıralarından alkışlar) Amerika
Dışişleri Bakanına bilgi vermişsiniz, ondan görüş almışsınız, yetmemiş, ondan
destek istemişsiniz ve Amerika Dışişleri Bakanlığı bizi desteklemek için Avrupa
ülkelerine telefon etmiş, nüfuzunu kullanmış. Mükemmel!.. Demek ki, siz,
Amerika'ya verdiğiniz bilgileri Türkiye'den, Meclisten, muhalefetten saklamakta
hiçbir sakınca görmüyorsunuz. (CHP sıralarından alkışlar)
Şimdi, değerli
arkadaşlarım, maalesef, hükümet, böyle cevap vermekte zorlandığı bir konu
olunca veya başarılı olmadığı anlaşılınca bazı konularda, geçmişe atıfta
bulunuyor. Geçmişte siz de böyle yapmıştınız… Geçmişte, bir kere anlattıkları
doğru değil; ama, diyelim ki, bir an için geçmişte bir konuda bir hata
yapılmış. Bu, sizin bu konuda hata yapmanızı haklı gösterir mi, mazur gösterir
mi?! (CHP sıralarından alkışlar)
Peki, biz geçmişe baksak,
sizin yaptığınızı biz yapsak, geçmişte acaba bunlar ne yapmıştı, ne düşünmüştü
diye bir araştırma yapsak, acaba ne görürüz?! Mesela, şöyle bir şey görürüz;
size iki satırla okuyorum Meclis zabıtlarından: "Türkiye'nin Avrupa
Birliğine giremeyeceği kesindir. Bunu, Avrupalılar söylemektedir, Avrupa'nın
önde gelen bütün politikacıları söylemektedir, Avrupalı filozofların hepsi
söylemektedir; çünkü, Avrupa Birliği bir Hıristiyan birliğidir. Bunu biz
söylemiyoruz…"
ALİ RIZA BODUR (İzmir) -
Kim demiş onu?!
ONUR ÖYMEN (Devamla) - "Bunu,
dünkü, Avrupa Birliğinin başındaki Delors söylüyor, dünkü İngiliz Başbakanı
söylüyor, bunu Avrupa'da herkes söylüyor, herkes biliyor."
Yüce Meclisin huzurunda,
bu sözleri acaba kim söylemiştir dersiniz; biraz önce Yüce Meclise hitap eden
Sayın Dışişleri Bakanımız Abdullah Gül söylemiştir. (CHP sıralarından alkışlar)
MEHMET SEVİGEN (İstanbul)
- Onur Bey, siz de o evrakı götürün verin Sayın Başbakan Yardımcısına!
ONUR ÖYMEN (Devamla) -
Doğrusu biz değiştik dedikleri zaman…
ZEKİ KARABAYIR (Kars) - Bari
kendi adamınızı dinleyin!
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, lütfen…
ONUR ÖYMEN (Devamla) -
Biz değiştik dedikleri zaman, bunu ciddîye almak istemiştik, gerçekten herhalde
biraz değiştiler demiştik; ama, bu kadar çabuk değişeceğinizi biz de tahmin
edemiyorduk.
Değerli arkadaşlarım,
hükümet, Cumhuriyet Halk Partisine bilgi ulaştırmamıştır; özü budur. Efendim,
biz size bilgi verdik de, evrakınıza teslim ettik de… Ne zaman; 5 Ekim günü.
Aynı şehirde oturuyoruz, Sayın Bakan yurt dışına gittiği zaman, Lüksemburg'a
gittiği zaman, acaba, kendisinin arkadaşları, yanındaki arkadaşları onun
talimatıyla bize bir faks gönderemezler miydi, bir metin gönderemezler miydi;
bu kadar zor mudur?!. İki gün mü, üç gün mü gerekiyor, Ankara'da hükümetten
muhalefete bilgi yollamak?! Eğer yollasaydı, aynen 17 Aralıkta yaptığımız gibi,
Sayın Genel Başkanımız, belki bir basın toplantısı düzenleyecekti, belki bu iş
sonuçlanmadan Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini açıklayacaktı, devlete
karşı, tarihe karşı görevini yapacaktı. Bizi bundan mahrum ettiniz. Buna
hakkınız var mıydı?! Bizi bilgisiz bırakmaya hakkınız var mıydı?! Bunu
yaptınız. Sizi çok ayıplıyoruz, sizi çok ayıplıyoruz. Bu kadar hayatî bir
konuda Anamuhalefet Partisini, Meclisi bilgisiz bırakmanızı gerçekten ayıplıyoruz.
Değerli arkadaşlarım, bir
şey daha söyleyeceğim. Yani, bunlar, gerçekten, bize üzüntü veren konular.
Şimdi, Sayın Bakanın sağlanan bu sonucu, elde edilen belgeyi büyük bir başarı
örneği olarak takdim etmek istediğini anlıyoruz; fakat, tavsiye ediyorum,
ölçüyü kaçırmayınız. Hükümetin başka konulardaki büyük başarısızlıklarından
sonra, belki bu konuda bir başarı kazanma ihtiyacı olduğunu anlayabiliriz; ama,
ölçüyü kaçırmayın. Kalkıp da, Sayın Bakan "bu, dünya için tarihtir"
derse, bizi ciddîye almazlar, Türkiye'nin ciddîyetine kimse inanmaz;
"bundan büyük bir olumlu hava olamaz, bu, dünyaya büyük bir
hediyedir" derse, bu bizi büyütmez, küçültür. Nedir dünyaya büyük bir
hediye olan; Türkiye'nin masaya oturması! Nasıl oturmuştur Türkiye masaya;
belli koşullar koymuşlar, Türkiye bu koşulları yerine getirmiş ve bizi masaya
oturtmuşlar. Yani, bu, dünyanın sonu gibi, dünya için büyük bir başarıymış gibi
takdim edilir mi?! Yani, koşulları yerine getirmiş bir ülkenin, Türkiye'nin
masaya oturması bir başarı olarak dünyaya takdim edilebilir mi?! Hangi ülke
masaya oturmayı bir zafer olarak ilan etti?!
Değerli arkadaşlarım,
biz, cumhuriyetin 82 yıllık döneminde çok büyük müzakerelere girdik; ama,
hiçbir yerde masaya oturmayı dünyaya bir zafer gibi takdim etmedik, ilan
etmedik, kendimizi küçültmedik. Biz, öyle bir ülkeyiz ki, değerli arkadaşlar,
masaya oturtulmamızı bile bir zafer olarak kabul edeceğiz! Böyle şey olur mu?!
Diplomaside marifet masaya oturmak değildir, masadan başarıyla kalkmaktır! (CHP
sıralarından alkışlar) Siz masadan başarıyla kalkın, önce biz sizi
kutlayacağız; ama, masaya oturduğumuz için, Türkiye'yi, böyle, olağanüstü bir
başarı kazanmış bir ülke gibi takdim etmek, bizi gerçekten rencide eder.
Şimdi, değerli
arkadaşlarım, bu sırada sevinenler yok mu; sevinenler var. Yani, çok sevinenler
var hatta, belki de haklı olarak sevinenler var. Kim onlar? Mesela, Avusturya
Başbakanı Schüssel. Son dakikaya kadar Türkiye'nin üyeliğini engellemek
isteyen, Türkiye'ye özel statü verilsin lafını metne koydurmak isteyen
Schüssel. Ne diyor Schüssel; "bu metnin kabulünden gurur duyuyorum"
diyor. Değerli arkadaşlarım, yani, burada bir tuhaflık yok mu?! Kıbrıslı Rumlar
ne diyorlar; "çok tatmin olduk" diyorlar, Yunanistan "çok tatmin
olduk" diyor. Yani, hem bizi engellemek isteyen hem bize özel statü vermek
isteyenler çok sevinecek hem de biz çok sevineceğiz; bu işte bir tuhaflık
görmüyor musunuz?! Yani, gerçekten, halkımızın, Meclisimizin, sağduyusunu kimse
hafife almasın, bu işte bir tuhaflık var.
Şimdi, değerli arkadaşlar,
size şunu hatırlatacağım. Bu noktaya nasıl geldik, nereden geldik; bu noktaya
şuradan geldik: 6 Ekim 2004 tarihinde Avrupa Birliği Komisyonu bir karar aldı
ve bu kararda, maalesef, bizim açımızdan son derece olumsuz unsurlar yer
alıyordu. Türkiye'yi tam üyeliğe değil, özel statüye götürecek hususlar yer
alıyordu. Ne oldu iki saat içinde; Sayın Başbakan kalktı ve dedi ki bu son
derece olumlu ve dengeli bir belgedir. Değerli arkadaşlarım, o anda siz
mücadeleyi kaybettiniz. Bu kadar olumsuz bir belgeye siz olumlu derseniz, bunu
düzeltmek için ne yapabilirsiniz!.. Hiçbir şey yapamadınız. Aralık ayında zirve
kararı çıktı, aynı şey var içinde, itiraz edemediniz. Dayattılar, zorladılar,
kabul ettirdiniz. Ondan sonra ne yaptınız; geldiniz Türkiye'ye, 17 Aralık
kararları bir zaferdir diye ilan ettiniz, gündüz vakti havaî fişek attınız.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum)
- Her zaman yaptıkları gibi!..
ONUR ÖYMEN (Devamla) -
Sonra ne oldu; üç gün sonra, tam üç gün sonra, Avrupa Birliğine nota verdiniz.
Bu metinde, zafer saydığınız metinde "çok büyük haksızlıklar var
Türkiye'ye, düzeltin bunları" diyorsunuz, "üyelik hakkımızı sürekli
olarak kısıtlayamazsınız" diyorsunuz, "düzeltin" diyorsunuz.
Sonra ne oldu; düzeltildi mi; hayır düzeltilmedi. Bugün, elimizdeki çerçeve belgesi
17 Aralık kararının daha mı ilerisindedir; değerli arkadaşlarım, çok
gerisindedir; huzurunuzda söylüyorum, bırakın ilerisinde olmayı, çok
gerisindedir. Biz, hükümetten alamadık; ama, internet sitelerinden okuduk ve
satır satır okuduk, kelime kelime okuduk, teker teker hepsini anlatacak
vaktimiz yok; ama, biliniz ki, birçok noktada gerisindedir. 17 Aralıkta
Kıbrıs'tan bahis yok, şimdi Kıbrıs'ta dayatma var. Kıbrıs konusunda -21 Eylül
tarihli karşı deklarasyonu okuyunuz- diyorlar ki: "Rum gemilerine limanlarınızı
açmazsanız, uçaklarına havaalanlarınızı açmazsanız sizinle müzakereleri
başlatmayacağız." Bu, bir müeyyidedir. Bu, ilerleme mi şimdi, bu ilerleme
mi?! Sonra ne diyorsunuz…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Öymen, buyurun.
ONUR ÖYMEN (Devamla) -
"Kıbrıs Rumlarını, Kıbrıs Rum yönetimini Kıbrıs hükümeti olarak
tanıyacaksınız" diyor -açınız bakınız, 5 inci madde- "bunu bir an
önce yapacaksınız" diyor, "bütün bunları 2006 yılında gözden
geçireceğim" diyor. Dediği bu.
Demin Sayın Bakan okuyor
burada metnini NATO'ya katılması, benzeri kuruluşlara katılması konusunda.
Değerli arkadaşlarım, birbirimizi aldatmayalım, metin çok açıktır, 7 nci madde
çok açık ve nettir, başka türlü anlaşılması da mümkün değildir. Dediği şu: "Mesela,
bir Avrupa Birliği üyesi bir uluslararası kuruluşa katılmak istediği zaman,
mesela, Kıbrıs NATO'ya katılmak istediği zaman, Türkiye, Avrupa Birliğinin
genel eğilimine zaman içinde uyacaktır" diyor; yani, itiraz
etmeyeceksiniz, sizden siyasî talep bu. Peki, açıklamada ne diyor: "Ama,
tabiî, bu kuruluşların iç mekanizmalarını filan biz etkileyemeyiz." Ya, ne
diyecekti; yani, Avrupa Birliği, alacağı bir kararla, NATO'yu kuran Washington
Anlaşmasını değiştirebilir miydi, veto hakkımı elimden alabilir miydi; gayet
tabiî ki alamazdı; ama, sizden siyasî talepte bulunuyor "sen, bunu
yaparsan, veto hakkını kullanırsan, benimle ters düşersin" diyor; mesaj
bu. Şimdi, bu, bir başarı mı arkadaşlar?!
Şimdi, buna benzer çok
şey, hazmetme kabiliyeti, sindirme kabiliyeti…
Değerli arkadaşlarım, iki
ayrı yerde söylüyor bunu, Kopenhag Kriterleri sırasında, 93 zirvesinde bunun
kullanıldığını biz de biliyoruz, bu tabirin ilk defa kullanılmadığını biz de
biliyoruz; ama, açınız bakınız, üye olan ülkelerin çerçeve anlaşmalarına,
çerçeve belgelerine bakınız; kaç tanesinde var bu hazmetme kabiliyeti? Niçin
bizim metinde var? Niçin 2 defa var? Niçin Avusturya bu kadar memnun bundan?
Bunun manası şu, hazmetme, sindirme kabiliyetinin manası şu; diyor ki: Siz,
üstünüze düşen her şeyi yapsanız, bütün koşulları yerine getirseniz ve sonunda
anlaşmayı imzalayacak duruma gelseniz bile, biz, Avrupa Birliği olarak veya bir
Avrupa Birliği ülkesi olarak, eğer sizi sindirecek durumda değilsek, siyasî
açıdan, ekonomik açıdan, dinî açıdan, kültürel açıdan, sizi üye yapmayız ve
bunu size izah etmek zorunda değiliz. Hangi koşullarda sindirilme kapasitesi
olmayacak, bu belli değil. Bir tek yerde, bir tek belgede şunu demiyor: Şu şu
şu koşullar olursa, Avrupa Birliği adayları sindiremeyebilir demiyor. Tamamen
keyfî. Sindiremiyorum dedi, bitti. Bitmiyor, yetmiyor.
Fransa, Anayasasını
değiştirdi; diyor ki yeni Anayasa metninde, Türkiye gibi ülkeler bütün
engelleri aşsa, her şeyi bitirse, üyelik anlaşmasını imzalasa yetmez diyor,
Fransız Halkının onayına sunacağım diyor, halkoyuna sunacağım diyor.
Değerli arkadaşlarım, 10
ülke girdi; hangisi için bunu yaptınız? Eğer, bu, demokratik bir yöntem idiyse,
niçin başka ülkeler için düşünmediniz de Türkiye'ye sıra gelince
düşünüyorsunuz? Biz, hükümeti uyardık, buna engel olun dedik. Bu bilgiler
çıkınca, ben, bizzat Sayın Başbakana bir seyahatte söyledim, aman dedim, derhal
bunu durdurmak için gayret sarf edin. Genel Başkanınız benden önce söyledi. Ne
oldu; hiçbir girişim yapılmadı, yapıldıysa hiçbir sonuç alınmadı.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Öymen, son
1 dakikanız.
Buyurun.
ONUR ÖYMEN (Devamla) -
Toparlıyorum efendim, toparlıyorum Sayın Başkan.
İSMET ATALAY (İstanbul) -
Sayın Başkan, Bakan 1 saatten fazla konuştu.
ONUR ÖYMEN (Devamla) -
Değerli arkadaşlarım, Avrupa Birliğinin ilginç bir belgesi var 6 Ekimde kabul
edilen; bu, Türkiye'nin üyeliğinin de etki belgesi. İşte, bu raporda ilk defa
buna atıfta bulunuluyor. Bu bizim iç belgemiz diyordu; hayır diyorlar, buna uymak
zorundasınız. Ne var içinde; Kürt azınlığı var, Alevî azınlığı var, Dicle ve
Fırat üzerindeki barajların ve sulama sistemlerinin uluslararası denetime
sokulması var. Şimdi bunlar metinde olanlar, bir de metinde olmayanlar var, onu
da bir cümleyle söyleyeyim arkadaşlar: Diğer bütün aday ülkeler müzakere
başlayınca vatandaşlarına vizesiz seyahat hakkı tanıdılar, biz tanıyabildik mi;
tanıyamadık. Bütün AB ülkeleri, çiftçilerine, Avrupa Birliği fonlarından
yararlanma hakkı tanıdılar. Bizim için durum nedir? Belgede diyor ki: Hayır,
tarımda Türkiye'ye sürekli kısıtlama yaparız. Bütün üye ülkeler, fakir
bölgelerin kalkındırılması fonlarından yararlanma hakkı elde ettiler. Biz ne
diyoruz; hayır diyoruz. Bizim için diyorlar ki: Hayır, Türkiye'ye bu konuda
sürekli kısıtlama getiririz.
Değerli arkadaşlarım,
bunlar, gerçekten bizim için…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Öymen,
lütfen…
ONUR ÖYMEN (Devamla) -
Bitiriyorum, 1 dakika müsaade edin Sayın Başkan.
BAŞKAN - Teşekkür eder misiniz
Sayın Öymen. (CHP sıralarından gürültüler)
İSMET ATALAY (İstanbul) -
Bakan 1 saat daha fazla konuştu.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU
(Antalya) - 1,5 saat konuştu Dışişleri Bakanı.
BAŞKAN - Lütfen, sayın
milletvekilleri... Başkanlık Divanı…
FERİDUN FİKRET BALOĞLU
(Antalya) - Bakanın söylemediklerini söylüyor Sayın Başkan; öğrenmiş oluyoruz.
ERDAL KARADEMİR (İzmir) -
Sayın Başkan, bilgilenmeye ihtiyacımız var.
ONUR ÖYMEN (Devamla) -
Sayın Başkan, müsaade edin, bir cümleyle, bitireceğim.
BAŞKAN - Sayın Öymen,
buyurun.
ONUR ÖYMEN (Devamla) -
Çok değerli arkadaşlarım, son sözlerimi söylüyorum: İktidardan ve onun
destekleyicisi olan çevrelerden rica ediyoruz; lütfen, devletimizin itibarını
ve haysiyetini ucuzlatmayınız; lütfen, ülkemiz için bu kadar haksızlıklar ve
çifte standartlarla dolu bir belgeyi başarı abidesi olarak göstermeye
kalkışmayınız. Şunu açıkça söyleyeyim ki, Atatürk'ün Türkiyesi bu Çerçeve
Belgesine sığmaz.
Biz, Cumhuriyet Halk
Partisi olarak, Türkiye'nin de Avrupa Birliğine tam ve şerefli bir üye olması
için her türlü çabayı göstermeye devam edeceğiz; ama, şunu biliniz ki, hiçbir
zaman, hiçbir koşul altında, ikinci sınıf, boynu bükük bir ülke olarak
Türkiye'yi Avrupa Birliğine sokturmayacağız. Biz, bu yolda başımız dik olarak
yürümeye devam edeceğiz.
Yüce Meclisi saygılarla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Öymen.
Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına ikinci söz, İstanbul Milletvekili Şükrü Elekdağ'da.
Buyurun Sayın Elekdağ.
(CHP sıralarından alkışlar)
Sayın Elekdağ, süreniz 15
dakikadır.
CHP
GRUBU ADINA ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; Lüksemburg'da kabul edilen Müzakere Çerçeve Belgesi hakkında
görüşlerimizi ortaya koymak üzere Cumhuriyet Halk Partisi adına söz almış
bulunuyorum.
TUNCAY ERCENK (Antalya) -
Sayın Başkan, Meclis TV görüşmeleri vermiyormuş, Meclis TV yayını kesilmiş.
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Elekdağ.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Meclis TV kesik…Meclis TV kesik…
FERİDUN FİKRET BALOĞLU
(Antalya) - Ne yapıyorlar; halktan gerçekleri mi saklamaya çalışıyorlar?!
BAŞKAN - Lütfen, sayın
milletvekilleri... Teknik arıza varsa giderilmeye çalışılıyor. (CHP
sıralarından gürültüler)
Sayın Elekdağ, buyurun.
ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ
(Devamla) - Sayın Başkan…
FERİDUN FİKRET BALOĞLU
(Antalya) - Teknik arıza sayın, ara verin efendim.
ZEKERİYA AKINCI (Ankara)
- Ara verelim.
BAŞKAN - Sayın Elekdağ,
buyurun.
ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ
(Devamla) - Sayın Başkan, zaman kaybettim, süremi baştan başlatır mısınız
efendim… Zaman kaybettim diyorum, 1 dakika kaybettim, baştan başlatır mısınız…
Teşekkür ediyorum.
Lüksemburg'da kabul
edilen Müzakere Çerçeve Belgesi hakkında görüşlerimizi ortaya koymak üzere,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla
selamlıyorum değerli arkadaşlarım.
Değerli arkadaşlarım, 3
Ekim tarihli Müzakere Çerçeve Belgesi, Avrupa hukukunda birincil hukukî statüye
sahiptir. Türkiye bu belgeye riayet etmekle mükelleftir. Türkiye, filhakika,
Sayın Bakanımızın söylediği gibi, bu belgenin altına imza atmamıştır; ama,
belge tümüyle Türkiye için bağlayıcıdır; bunun dışında Türkiye inhiraf edemez;
bunu bilelim.
Sayın Bakan, kabul edilen
Müzakere Çerçeve Belgesinin olumlu olduğunu, ortaya çıkan belgenin Türkiye'nin
başarısını yansıttığını…(CHP sıralarından "Yayın kesik" sesleri,
gürültüler)
MEVLÜT COŞKUNER (Isparta)
- Yayın kesik, ara verelim.
BAŞKAN - Sayın Elekdağ,
bir saniye…
Sayın
milletvekilleri……(CHP sıralarından gürültüler)
CANAN ARITMAN (İzmir) -
Ara verelim, ara…
BAŞKAN - Bir saniye,
sayın milletvekilleri… Lütfen... İzah edelim.
Sayın milletvekilleri,
konuyu araştırdım. TRT-3'ün yayın yapmaması Türkiye Büyük Millet Meclisinden
kaynaklanmıyor. TRT-1 yayına devam ediyor, yapabileceğimiz şu anda herhangi bir
şey de yok.
Buyurun Sayın Elekdağ.
(CHP sıralarından "Ara ver" sesleri, gürültüler)
ALİ DİNÇER (Bursa) -
Bakan konuşurken kesilmiyor, muhalefet konuşurken kesiliyor!
ALİ RIZA BODUR (İzmir) -
TRT özelleşti mi?!
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Sayın Bakan konuşurken niye bozulmuyor da, şimdi arıza yapıyor?!
BAŞKAN - Sayın
Milletvekili, Genel Kurul çalışmalarının televizyon yayınıyla herhangi bir
ilişkisi yoktur. Genel Kurul çalışmaları devam edecektir. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
Sayın Elekdağ, buyurun.
ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ
(Devamla) - Peki efendim.
Sayın Bakan, Müzakere
Çerçeve Belgesinin olumlu olduğunu, ortaya çıkan belgenin Türkiye'nin
başarısını yansıttığını belirttiler.
AHMET YENİ (Samsun) -
Doğru.
ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ
(Devamla) - Oysa, objektif bir inceleme, Müzakere Çerçeve Belgesinin
Türkiye'nin Avrupa Birliğine tam üyelik hedefine stratejik bir sapma
getirdiğini ortaya koyuyor. Bu belge nedeniyle, Türkiye'nin Avrupa Birliği
üyeliğine, artık, umutla bakması, arkadaşlarım, maalesef mümkün değildir.
Müzakere Çerçeve Belgesi 17 Aralık Brüksel zirvesi kararlarını daha da
ağırlaştırmıştır. Bu, Müzakere Çerçeve Belgesine "hazmetme
kapasitesi" gibi yeni keyfî bir ölçüt konulmasından ileri gelmiyor.
Mesele, 17 Aralık kararlarındaki ucu açıklık, üyeliğin garanti edilmemesi gibi
hususların yanı sıra, Müzakere Çerçeve Belgesinde, serbest dolaşım, yapısal
malî yardımlardan, tarım sektörünün Avrupa Birliği entegrasyonundan Türkiye'nin
daimî olarak feragat ettiğine dair birtakım hükümler vardır; yani, bu
konularda, Avrupa Birliği bu yolda daimî birtakım kısıtlamalara başvurabilir.
Şimdi, bütün bunları bir
arada ele alınca, Müzakere Çerçeve Belgesinde Türkiye için öngörülen statünün,
değerli arkadaşlarım, yarım üyelik olduğu yahut da imtiyazlı ortaklıktan başka
bir şey olmadığı ortaya çıkıyor. Sayın Dışişleri Bakanımız, imtiyazlı
ortaklığın, Türkiye'nin, hükümetin olmazsa olmazlarından biri olduğunu, onun
için bu konuda gayet kuvvetli bir direniş sergilediklerini söylediler. Fakat,
imtiyazlı ortaklık lafzının, sözcüklerinin esasen belgeye konulmasına ihtiyaç
yok; çünkü, değerli arkadaşlarım, bu belgede tarif edilmiş. İmtiyazlı ortaklık
sözünü nasıl olsa Avrupa Birliğindeki üye devletlerin birçoğu arzu etmeyecekler
ve koydurmayacaklardı; çünkü, oraya konulduğu takdirde, bu, Türkiye'den
istedikleri ödünleri elde etmelerine imkân bırakmıyordu. O bakımdan, işi muğlak
bırakmak ve imtiyazlı ortaklığın belki de tarifini yapmak; fakat, ismini oraya
derç ettirmemek en iyi bir yöntemdi.
Şimdi, esasa da
bakarsanız, Lüksemburg'da olan durum şöyleydi: Avusturya, Türkiye'ye karşı
cephenin bir piyonuydu, Türkiye'ye karşıt olan Avrupa Birliği ülkelerinin
taktiğini uygulamakla mükellefti. Tabiî, tutumunun arkasında, bazı diğer,
siyasî amaçlar da vardı; ama, esas itibariyle, Avusturya, bir piyonluk yaptı,
bir taktiği uyguladı, müzakereleri kilitledi imtiyazlı ortaklık konusu
etrafında; taa ki, Türkiye'ye bütün müzakere çerçevesindeki diğer ağır şartlar
kabul ettirilebilsin. Ondan sonra kilit açıldı.
Değerli arkadaşlarım, bu
hep böyle oluyor. Maalesef, karşılaştığımız durum budur.
Müzakere Çerçeve
Belgesinde Türkiye'ye "tam üyeliğe gider" diye gösterilen yol,
Türkiye'yi başka bir adrese götürüyor. Bu adres, her halükârda Avrupa Birliği
değil, bu ikinci sınıf bir üyelik.
Değerli arkadaşlarım,
Müzakere Çerçeve Belgesinin 10 uncu maddesine baktığımız zaman, tehlikeli
sonuçlar doğuracak bazı mayınlar görüyoruz.
Şimdi, bir kere şunu bir
saptayalım: Avrupa Birliğine katılım, Avrupa Birliği sisteminin müktesebat
olarak bilinen kurumsal hukukî çerçevesinin getirdiği hak ve yükümlülüklerin
kabulü anlamına geliyor. Türkiye, müzakere sürecinde müktesebatı kabul edecek
ve katılım kesinleştikten sonra bunu tümüyle uygulayacaktır. Ancak, sözünü
ettiğim 10 uncu maddeyle bu durum değiştiriliyor ve Türkiye için biraz daha
değişik bir yaklaşım sergileniyor. Anılan maddede, Avrupa Birliği ile mevzuat
uyumu sürecinde bulunan Türkiye için "hukukî bağlayıcılığı olsun ya da
olmasın, Avrupa Birliği çerçevesinde onaylanmış olan kurumlararası anlaşmalar,
açıklamalar, tavsiyeler, deklarasyonlar, müktesebat niteliğinde olacaktır"
deniliyor.
Değerli arkadaşlarım,
bunun anlamı, bugüne kadar tavsiye niteliğinde olan Avrupa Parlamentosu
kararlarının ve deklarasyonlarının bundan böyle hukukî bağlayıcılığa sahip
olacağıdır. Böyle olunca, Avrupa Parlamentosunun geçen hafta Ermeni soykırımı
konusunda almış olduğu kararın Türkiye açısından hukuken bağlayıcı olup
olmayacağı sorusu ister istemez hatıra geliyor. Kararda, hatırlayacaksınız,
Avrupa Parlamentosu, Türkiye'ye, soykırımını tanıması için çağrıda bulunuyor ve
tanımanın, Türkiye'nin Avrupa Birliğine üyeliği için bir önşart olmasını
öneriyordu. Avrupa Parlamentosunun soykırımı kararı, Müzakere Çerçeve
Belgesinin 10 uncu maddesi gereğince hukukî bağlayıcılık sağlamış bulunmuyor mu
bu durumda? Türk kamuoyu bunu kabul eder mi?!
Esasında, değerli
arkadaşlarım, Müzakere Çerçeve Belgesinin 10 uncu maddesi, Türkiye açısından,
son derece sıkıntılı ve tehlikeli durumlara yol açacak bir nitelik taşıyor;
çünkü, Avrupa Parlamentosunun üyelerinin çoğunluğu Türkiye aleyhinde oy veren
kişilerden oluşuyor. Ayrıca, Avrupa'daki Türkiye'ye karşıt lobiler Avrupa
Parlamentosuna tam anlamıyla hâkim durumdalar; Avrupa Parlamentosunu sınırlı
bir üye katılımıyla toplayıp, her zaman, Türkiye aleyhinde gayet kötü kararlar
geçirme imkânına sahipler; bunu, geçmişte çok defa gördük. Bu bakımdan, kısa
bir süre sonra, bir karar alıp, İmralı'daki terörbaşına af çıkarın
diyebilirler. İş burada bitmez, bunun ardından, güneydoğuda özerk yerel yönetim
kurun yolunda bir karar çıkarabilirler. Bunları Türk kamuoyuna nasıl
anlatacağız?!
Değerli arkadaşlarım, 10
uncu madde hakkında konuşuyorum. 10 uncu madde, uzun bir madde, 1 sayfalık bir
madde ve "Müzakerelerin Özü" başlığı altında yer alıyor. Bunları, o
maddeyi dikkatlice okuduktan, danıştıktan sonra konuşuyorum bu konuda. O
bakımdan, benim tavsiyem, bunu çok etraflı bir şekilde incelettirmemiz lazım.
Sadece kendi hukuk müşavirlerimize değil, yabancı hukuk müşavirlerine de. Evet…
Şimdi, Kıbrıs konusundaki
ikinci bir mayına geleyim. Hatırlayacaksınız, gümrük birliği anlaşması ek
protokolü imzalarken Türkiye bir deklarasyon yayınladı ve bununla, imza
işleminin, Güney Kıbrıs Rum Yönetimini tanıma anlamına gelmediğini belirtti.
Ancak, Türkiye'nin bu deklarasyonuna karşı Avrupa Birliği de bir deklarasyon
yayınladı ve şimdi bu bizim önümüzde.
Şimdi, arkadaşlarım,
Avrupa Birliği deklarasyonu, bu durum, Türkiye açısından gayet iç karartıcı
gelişmelere yol açıyor. Birincisi, Türkiye, ek protokolü, ayrım yapmadan tüm
Avrupa Birliği ülkelerine uygulamakla mükellef. Bu bağlamda, deniz ve
havalimanlarını da uçaklara ve deniz vasıtalarına açacak. Eğer açmazsa, bu
yükümlülük yerine getirilmezse, Türkiye'yle ilgili bölümler üzerinde müzakere
açılmayacak, müzakereler durdurulabilecek.
Ayrıca, bu deklarasyonda,
Avrupa Birliği deklarasyonunda "Türkiye, Güney Kıbrıs Rum Yönetimini
mümkün olan en kısa sürede tanımalıdır. Avrupa Birliği Konseyi 2006 yılında bu
konudaki ilerlemeyi inceleyecektir" deniliyor.
Görüleceği üzere, değerli
arkadaşlarım, Avrupa Birliği deklarasyonu, Türkiye'yi, Kıbrıs sorununa bir
çözüm bulunmadan Güney Kıbrıs Rum Yönetimini tanımaya zorluyor. Bu durumda,
önümüzde, son derece sakıncalı gelişmeler var; çünkü, Avrupa Birliği
deklarasyonu gereğince, Türkiye, deniz ve havalimanlarını Güney Kıbrıs Rum
Yönetimine -deniz ve hava araçlarına- açmakla mükellef. Açmazsa, müzakereler
başlamaz. Bu durumda, hükümet bir tercih yapma durumunda; ya müzakereleri
başlatmayacak yahut da ister istemez hava ve deniz limanlarını açacak. Ankara
çarnaçar buna razı olursa, hava ve deniz limanlarını açarsa, Rumlar bu sefer
diplomatik temsilcilik açma talebinde bulunacak ve veto şantajıyla bunu da elde
edeceklerdir. Bu gelişme de, Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin Türkiye'yle
ilişkilerini defacto ilişkilerin daha üzerinde bir düzeye çıkardığı anlamına
gelir. Bunu takiben, Kıbrıs Rumlarının yapacağı, bunu Avrupa Toplulukları
Adalet Divanına götürmek ve Türkiye'nin Güney Kıbrıs Rum Yönetimini tanıdığı hususunda
bir karar çıkartmak olacaktır. Bunu da kolayca elde edebilirler işleri bu
noktaya getirdikten sonra. Tabiatıyla, işte bundan sonrası Türkiye'yi son
derece vahim durumlarla karşı karşıya bırakıyor. Böyle bir durumda Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti kuzeyde egemenlik haklarını kaybedecektir, bölge Güney Kıbrıs
Rum Yönetiminin egemenliği altına girecektir. İkincisi, KKTC'nin hukukî
varlığının dayandığı uluslararası anlaşmalar, garanti anlaşması da dahil,
tamamen ortadan kalkacaktır ve KKTC ayrı bir siyasî varlık olma hakkını tamamen
kaybedecektir. Üçüncüsü de, bu durum, Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin artık Adada
konuşlanması için hiçbir hukukî zemin kalmamış olan Türk askerî kuvvetlerinin
Adadan çekilmesi talebinde bulunmasına yol açacaktır. Tabiî, dördüncüsü de,
çözüm olmadan tanıma olması, Kıbrıs Türklerinin korumaya alınmış azınlık
statüsünde Rum Cumhuriyeti içinde yok olmaya mahkûm edilmeleri sonucunu
doğuracaktır.
Değerli arkadaşlarım,
böyle bir durumla karşı karşıyayız. Bir an için farz edelim ki, Türkiye
Kıbrıs'ta istenecek ağır ödünleri verdi ve Kıbrıs'ı gözden çıkardı, bu durumda
Avrupa Birliği yolu açılacak mı; kesinlikle hayır değerli arkadaşlarım. Çünkü,
Yunanistan tetikte bekliyor. Vetosunu kullanarak Ege Denizini bir Yunan gölüne
çevirmeyi hayal ediyor. Bunu, Avrupa Birliğinin Lozan Anlaşmasını değiştirerek
bazı gruplara kolektif azınlık hakları verilmesi hususundaki talepleri
izleyecek. Ermenistan da, artık bir hukukî statü kazanmış olduğunu düşündüğü
iddiasını Türkiye'ye kabul ettirmek için sabırsızlanacak. Ve Türkiye'den
beklenti değerli arkadaşlarım, bütün bu ödünleri belirsiz ve garantisi olmayan
bir Avrupa Birliği üyeliği için vermesi.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN- Sayın Elekdağ,
buyurun.
ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (Devamla)-
Evet, maalesef, Türkiye'nin Avrupa Birliğinde ilerleyebilmesi, yaşamsal
nitelikteki güvenlik çıkarlarını şu anda hayalî görülen bir Avrupa Birliği
üyeliği için daha baştan elden çıkarmasına yol açıyor. Tam üye olup
olmayacağını ancak on onbeş yıl sonra bilecek bir Türkiye, daha yolun başında
bir kere elden çıktıktan sonra, telafisi mümkün olmayacak stratejik güvenlik
çıkarlarından vazgeçmek durumunda kalacak. Bu Avrupa'nın, Türkiye'ye onbeş yıl
sonra olumlu bir davranış içinde olacağı ne malum?! Evet, bu bildiğimiz
Avrupa'nın… Türkiye'nin Avrupa Birliğine üye olması düşüncesinin tüylerini
diken diken ettiği Fransa ve Avusturya kamuoylarının, onbeş yıl sonra yapılacak
referandumlarda Türkiye lehine oy kullanacaklarını kim garanti edebilir?!
Şimdi, değerli
arkadaşlarım, söylediklerim yanlış değerlendirilmesin. Avrupa Birliğinin,
Türkiye'ye karşı dürüstlükten yoksun, ikiyüzlü bir siyaset izlemesine öfkelenip
duygusal bir tepki göstermemiz yanlış olur. Durumu soğukkanlılık ve sükûnetle
değerlendirirsek, en isabetli hareket hattının Türkiye'nin Avrupa Birliği
hedefinin muhafazası olduğunu görürüz.
Türkiye, Avrupa
Birliğinin ülkemize karşı üstlendiği üyelik taahhüdünden vazgeçmemelidir.
Ancak, Avrupa Birliğinin güven vermeyen tutumu nedeniyle, Türkiye, ilkönce
Avrupa Birliğinden, Kopenhag Kriterlerini eksiksiz ve mükemmel şekilde yerine
getirdiği takdirde, diğer aday ülkelere yapıldığı gibi kendisine de tam üyelik
statüsünün verilip verilmeyeceğini sormalı ve bu hususta resmî bir yanıt
istemelidir.
Bu talebin Türkiye Büyük
Millet Meclisi tarafından alınan bir karara dayanması, bu girişime ağırlık
kazandıracaktır. Söz konusu yanıt verilip, Türkiye, önünü görünceye kadar
ülkemiz açısından en isabetli hareket hattı, değerli arkadaşlarım, Türkiye'nin,
Avrupa Birliğiyle ilişkilerindeki konuları iki gruba ayırması olacaktır.
Bunlardan birinci grup,
Avrupa Birliği müktesebatına ilişkin olanlardır. Bu çerçevede, Türkiye,
demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü ile ekonomik, sosyal ve çevreye
ilişkin olan alanlarda hem yasama hem uygulama açılarından üstüne düşeni en
mükemmel bir şekilde yerine getirmelidir. Reformlar gerçekleştirilmeli ve bu
alanlarda, Türkiye, en mükemmel bir performansı sergilemeyi bir ulusal gurur
meselesi saymalıdır.
İkinci grup ise,
müktesebat dışında olan ve bazıları diğer üyelerden talep edilmediği halde
Türkiye'ye önşart olarak dayatılan hususlardır. Kıbrıs, Ege sorunları, Lozan
Anlaşmasına ilişkin konular bu gruba dahildir. Bu konularda Türkiye azamî
ihtiyatla hareket etmeli, kendine net ve tartışmasız bir üyelik hedefi
verilmeden hiçbir adım atmamalıdır.
Tekrar ediyorum değerli
arkadaşlarım; izah ettiğim koşullar dolayısıyla halen Türkiye'nin Avrupa
Birliği yolu kalın bir sisle kaplıdır. Avrupa Birliğine giriyoruz diye bazı kesimlerce
sevinç çığlıklarının atıldığı şu an Türkiye'nin tam üyeliği her zamankine
oranla karanlıktadır değerli arkadaşlarım. Önündeki bu ağır sis açılıncaya
kadar Türkiye reform sürecini devam ettirmeli, müktesebat dışındaki alanlarda
ise adım atmalıdır.
Teşekkür ediyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Elekdağ.
ALİ TOPUZ (İstanbul)
-Sayın Başkan…
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Topuz.
ALİ TOPUZ (İstanbul) -
Sayın Başkan, yerimden bir açıklama yapmama izin verir misiniz?
BAŞKAN - Buyurun,
yerinizden.
ALİ TOPUZ (İstanbul) -
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, Müzakere
Çerçeve Belgesiyle ilgili yapılan bu müzakerenin, Cumhuriyet Halk Partisi
sözcülerinin konuşmalarına başlandığı aşamadan itibaren TRT-3'teki yayınının
kesilmiş olduğunu tespit etmiş bulunuyoruz. Bu kesintinin TBMM Televizyonundan
kaynaklanmadığı yolunda da bazı bilgiler bize ulaşmış bulunuyor. Halen TRT-3
dışındaki bütün TRT kanalları çalışmaktadır, TRT-3 de başka yayın yapmaktadır.
Şu açıkça anlaşılmaktadır ki, bir gizli el, Cumhuriyet Halk Partisi
sözcülerinin bütün Türkiye'ye yayınlanan konuşmalarını kesmiştir; Cumhuriyet
Halk Partisinin sesini kesmişlerdir. Bunu Meclis zabıtlarında tespit etmek
istiyorum; bir.
İkincisi, bütün
yetkililerden, bu işin sorumlularını bir an evvel bulup cezalandırmalarını ve
bize bilgi vermelerini istiyorum; iki.
Üçüncüsü, bu yayının, bu
görüşmelerin, Cumhuriyet Halk Partisi sözcülerinin konuşmalarının TRT-3'ten,
yani, Meclis Televizyonu aracılığıyla TRT-3'ten, banttan yayınlanmasını da
Meclis Başkanlığının sağlamasını diliyorum. Bu dileklerimin zapta geçmesini
istiyorum.
Teşekkür ediyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Topuz.
AK Parti Grubu adına söz
isteyen, Düzce Milletvekili Sayın Yaşar Yakış.
Buyurun Sayın Yakış. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
Sayın Yakış, süreniz 30
dakikadır.
TUNCAY ERCENK (Antalya) -
Ali Babacan'ın durumu ne olacak Sayın Başkan?!
AK PARTİ GRUBU ADINA
YAŞAR YAKIŞ (Düzce) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Avrupa Birliği sürecinde Türkiye'yle yapılacak müzakerelerin
çerçevesini belirlemek üzere ortaya çıkan belge konusunda, Sayın Dışişleri
Bakanımız ve Başbakan Yardımcımızın verdiği bilgiler konusunda AK Partinin
görüşlerini sizlerle paylaşmak için huzurunuzdayım; hepinize saygılar
sunuyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisinin değerli sözcülerinin burada ifade
ettikleri hususları dikkatle dinledim. Söyledikleri hususların hepsi, nitekim,
çerçeve belgesinde var. Bu doğru; fakat, doğru olmayan bir şey daha var orada;
o da, o tespitlerden sonra çıkardıkları sonuç doğru değil; katılmadığımız husus
budur ve bu eleştirileri dinledikten sonra Sayın Başkanım, ben, hükümet adına
Sayın Bakana dönmek istiyorum; eğer, bütün kusurlar bunlardan ibaretse,
hükümetin yaptıklarında sadece bu hususlar eksikse, o zaman, gayet iyi bir şey
yapmışız, yolumuza devam etmemiz lazımdır.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) - Daha ne olabilir?!
YAŞAR YAKIŞ (Devamla) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben, hem Cumhuriyet Halk Partisinin
değerli sözcülerinin dile getirdiği hususlar hem de kamuoyunda, medyada,
basında zaman zaman saptırılarak, amacından çıkarılarak dile getirilen
hususlarda bazı belirlemeler yapmak istiyorum ve bunları sizlerle paylaşmak
istiyorum.
Her şeyden önce, bir
kere, neden bahsettiğimizi doğru bir çerçeveye oturtmakta yarar var. Burada,
Avrupa Birliğinin Türkiye'nin bulunmadığı bir forumda, 25 ülkenin bir araya
getirerek ortaya çıkardığı bir belgeden bahsediyoruz. Bu belge başka türlü
olsaydı, pek tabiî ki, daha hoşumuza giderdi; fakat, böyle oldu diye, biz,
hükümet olarak vermemiz gereken karar, bu belge karşısında masaya oturalım mı,
oturmayalım mı, mesele bu olmuştur.
Ben, düşüncemi biraz daha
açıklığa kavuşturmak için şunu sormak istiyorum değerli Cumhuriyet Halk Partisi
mensubu arkadaşlarımıza: Bu belgeyi biz yazsaydık, Sayın Öymen ve Sayın
Elekdağ'ın söyledikleri bütün unsurları da bu belgeye derç etmiş olsaydık ve bu
belgenin içinde bizi rahatsız eden her şeyi de çıkarmış olsaydık, o zaman,
müzakereler başladığı zaman, Avrupa Birliğinin elinden bu hususları herhangi
bir aşamada, diledikleri zaman ortaya atmalarına engel bir şey var mıydı; yine
olacaktı.
ALİ TOPUZ (İstanbul) -
Var tabiî… Var tabiî…
DENİZ BAYKAL (Antalya) -
Var tabiî; sen kavramamışsın…
YAŞAR YAKIŞ (Devamla) -
Hayır efendim… Hayır…
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, lütfen hatibin sözünü kesmeyelim.
YAŞAR YAKIŞ (Devamla) -
Müzakerelerin her aşamasında, bu belgede yer alan hususlar, istendiği zaman,
istenen, isteyen ülke tarafından ortaya atılabilir. Dolayısıyla, bu belgeyi
iyileştirebilseydik iyi olurdu, pek tabiî ki, biz de memnun olurduk; fakat, tam
istediğimiz bir belge olsaydı, artık, böyle bir belge oldu, bizim önümüzü kimse
kesemez, Avrupa Birliğine girmemiz garanti olmuştur diye bundan bir sonuç
çıkaramayız.
Şimdi, teker teker
konulara girdiğim zaman, bundan ne kastettiğimi biraz daha açıklıkla
anlatacağım; sık sık eleştirilen ve burada bazı milletvekillerimizin de dile
getirdiği "açık uçluluk." Efendim, açık uçluluk iki yerde mevzubahis
ediliyormuş, öteki ülkelerinkinde ya hiç mevzubahis edilmiyormuş veya başka
türlü mevzubahis ediliyormuş.
DENİZ BAYKAL (Antalya) -
Hiç edilmiyor!
YAŞAR YAKIŞ (Devamla) -
Açık uçlu müzakere, hiç kimseyi şaşırtmaması gereken bir şeydir; her müzakere
açık uçludur, eğer açık uçlu değilse onun adı müzakere değildir. Müzakereye
oturduğunuz zaman, eğer neticesi belliyse, o zaman neden müzakereye
oturuyorsunuz?!
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Öbür ülkelerde var mı?!
YAŞAR YAKIŞ (Devamla) -
Başlangıçta nasıl olsa sonuç belli, o zaman o belli olan sonucu başından kabul
etmiş sayılırsınız. Daha somut bir örnek vereceğim: Bundan çok önce, belki
6'ların üzerine ilk üye olarak katılan İngiltere'yle müzakereler başlarken,
onun için yayınlanan çerçeve belgesinde, müzakerelerin çerçeve belgesinde
İngiltere'yle müzakereler açık uçludur lafı yoktu. Ne oldu; İngiltere'yle
müzakereler devam etti, bütün başlıklar kapandı, ondan sonra De Gaulle
"ben İngiltere'nin girmesini istemiyorum" dedi, işte açık uçlu hale
geldi; ama, İngiltere'yle ilgili çerçeve belgesinde açık uçludur lafı yoktu.
Öyleyse İngiltere'nin kalkıp "efendim, açık uçlu değildi ki bu; bu
müzakerelerin mutlaka İngiltere'nin üyeliğiyle bitmesi gerekir" demesi
gerekirdi. Böyle bir şey yok. Orada mı kaldı; hayır, İngiltere'yle tekrar
müzakereler başladı…
ALİ TOPUZ (İstanbul) -
Haa, biz de tekrar edeceğiz!
YAŞAR YAKIŞ (Devamla) -
İkinci müzakerelerde de açık uçludur veya değildir diye bir hüküm yoktu;
müzakereler yine sonuçlandı, De Gaulle yine "hayır" dedi, İngiltere
tekrar giremedi, ancak üçüncüsünde girebildi. Bütün bu belgelerde,
İngiltere'yle müzakereler başlarken yayınlanan çerçeve belgesinde açık uçludur
lafı yoktu; dolayısıyla, bu kelimeye takılıp, böyle bir kelime var, ben sizinle
müzakereye oturmuyorum demenin bir anlamı olmadığını izah etmek için bu
örnekleri veriyorum. Hazmetme kapasitesi; Sayın Dışişleri Bakanımız da
belirtti, 1993 yılından beri var, bundan sonra da olacaktır, hiçbir yerde bahsedilmese
dahi, değil mi ki, en sonunda, bu, Türkiye'yle yapılacak olan anlaşma, eğer,
müzakereler başarıyla sonuçlanırsa, o ülkelerin onay makamlarına gidecektir,
bazı ülkelerde onay makamı parlamentolar olacaktır, bazılarında referandum
olacaktır. Fransa referandum olacağını açıklamıştır.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Referandum yeni, sizin dönemizde oldu… Daha önce yoktu…
YAŞAR YAKIŞ (Devamla) -
Dolayısıyla, olsa da olmasa da, her ülkenin… Fransız Anayasasının 11 inci
maddesinde der ki; "hükümet, bu konuları dilerse referanduma
götürür." Şimdi, Fransa, gereksiz bir adım atarak, bunu anayasal bir
mecburiyet haline getirmiştir. Bunu yaparken de, Türkiye'ye sorarak değil,
Türkiye'yle pazarlık yaparak değil, Fransa hükümran bir devlettir, Anayasasını istediği
gibi değiştirir…
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Doğru…
YAŞAR YAKIŞ (Devamla) -
...ona, Türkiye'nin karışmasının hiçbir âlemi yoktur. Dolayısıyla, bazı ülkeler
referanduma gidecektir, bazıları kendi parlamentosunda onaylayacaktır. Kendi
parlamentosuna sunduğu zaman, Fransız Parlamentosu, Millet Meclisi, Assembly
National'e gitti, orada, milletvekilleri "ben, kabul etmiyorum Türkiye'nin
girmesini, istemiyorum." Neden?.. "Vallahi, Avrupa Birliği Türkiye'yi
hazmedemez, ondan…" "Ya, ama, belgede yok" deseniz, o Fransız
milletvekili, "aa, belgede yok mu, öyleyse, ben, Türkiye'nin girmesine
'evet' demek mecburiyetindeyim" diyecek mi; demeyecek. Öyleyse, bu husus,
her zaman var, mevcuttur, dilendiği zaman dile getirilebilir, karşımıza
çıkarılabilir. Bu çeşit ibarelerin metinde olmasına veya olmamasına takılarak,
çok daha büyük bir hedef olan Avrupa Birliğine üye olma hedefinden bizler
sapmayalım. Ormanı görelim; bu şekilde, küçük ağaçlara gözümüz takılı
kalmayalım.
Azınlık meselesinden
bahsetti -öyle zannediyorum- Sayın Öymen. Azınlık, evet, içinde geçiyor,
azınlık hakları da geçiyor. Yalnız, azınlık hakları, şu anda uluslararası
hukukta tanımı yapılmış bir kavram değil. Her ülke, azınlığı farklı şekilde
anlıyor. Avrupa Konseyinin bir sözleşmesi var, o sözleşmede de tanım yok.
Şimdiye kadar da, çeşitli ülkeler bu sözleşmeyi imzalarken, azınlığı kendisinin
nasıl anladığını, sözleşmeyi imzalarken koyduğu şerhte belirlemiştir. Almanya
azınlıkları saymıştır. Fransa'da, aynı şekilde Türkiye'de olduğu gibi orada da
çok güçlü azınlıklar var. Kimler var; Brotonlar var, Korsikalılar var; ama,
Fransa bu sözleşmeyi imzalarken bende azınlık yoktur diyor. Dolayısıyla,
azınlık olup olmadığını ülkeler kendisi belirliyor.
Türkiye'de durum nasıl;
Türkiye'de, biz, Lozan Antlaşmasında bazı gruplara azınlık statüsü tanımışız.
Lozan Antlaşması da mevzuatımızın bir parçası olduğu için, Lozan Antlaşmasında
mevcut olanların hakları mahfuzdur. Peki, öteki azınlıkların hakları ne olacak;
Türkiye'de, bunun dışında, yasalarımızla, bütün azınlıkların bireysel hakları
esasen korunmaktadır, yani, Türkiye'de, eğer herkes ifade hürriyetine sahipse,
anadiliyle konuşma hürriyetine sahipse, anadilini öğretme, anadilinde kitap
okuma, şarkı söyleme hürriyeti varsa, demektir ki, bu haklar esasen kullanılmaktadır.
Bunu kolektif hak haline dönüştürmek meselesi mevzubahis olduğu zaman bizim
karşımıza çıkacaktır. Biz de diyeceğiz ki o zaman: Ey Avrupa Birliği, sizin
üyeniz olan öteki ülkeler… Yunanistan buna dahildir. Yunanistan, örneğin, Türk
azınlığının bulunmadığını söylüyor, Müslüman azınlık var diyor. Makedonlar
orada bir azınlıktır, Makedon azınlık diye bir azınlık bende yok diyor; ama,
Makedonca konuşan insanlar var, ben onları tanımıyorum diyor. Dolayısıyla,
Avrupa Birliği üyesi olan ülkeler, kendi bünyelerindeki azınlıkların kim
olduğunu kendileri tayin ediyorlar. Dolayısıyla, Türkiye'nin karşısına, sayın
CHP sözcülerinin dile getirdiği gibi, azınlık bu şekilde karşımıza getirilirse,
bizim de söyleyeceğimiz aynı şeydir. Nasıl, öteki Avrupa ülkelerinde bu husus
ülkelerin ihtiyarına bırakılmışsa, Türkiye'de de ülkemizin ihtiyarına
bırakılmış olacaktır.
Bir başka husus, zaman
zaman kamuoyunda, medyada tartışılıyor: Efendim, Türkiye'de temel hak ve
hürriyetlerin ciddî ve ısrarlı şekilde ihlal edilmesi halinde müzakereler
kesilecektir. Nedir bunlar; askerî bir müdahale olur veya ısrarlı bir… Biz,
Türkiye'nin, hiçbir zaman bu duruma gelmeyeceğine inanıyoruz ve onun için böyle
bir maddenin yer almasından da hiç gocunmuyoruz, hiç çekinmiyoruz.
Şimdi, bir de "Müzakerelerin
İlerleme Koşulları" başlığı altında belirtilen bir iki husus var. Sayın
Elekdağ konuşmasında dile getirdi "Ege'yle ilgili sorunlar karşımıza
çıkabilir" dedi ve ona dayanak olarak da "Çerçeve Belgesinin 6 ncı
maddesindeki iyi komşuluk ve anlaşmazlıkların barışçı yollarla çözülmesi hususu
belgede yer alıyor, yarın bu husus karşımıza çıkacak" diyor. Evet,
karşımıza çıkacak. Peki, biz Ege adalarındaki haklarımızdan hemen vaz mı geçmiş
sayılacağız onun için?! Bu husus karşımıza çıkarıldığı zaman, biz de diyeceğiz
ki: Yunanistan'ın tutumu budur, bizim de tutumumuz budur. Biz, Ege'deki
iddialarımızda haklı olduğumuza inanıyoruz. Şu anda da bu çerçevenin doğru
belirlenmesi için iki ülke arasında istikşafi müzakereler, görüşmeler devam
ediyor, galiba 28 inci turuna da geldi, dolayısıyla o zaten bir mecrada
yürüyor.
Bu hususların bu belgede
yer alması, sanki bu belgede yer alan hususlar sayın CHP sözcülerinin dile
getirildiği şekilde müzakereler sırasında önümüze gelmiş de, biz de,
teslimiyetçi bir davranışla, aa, öyle mi söylüyorsunuz, öyleyse hakkımızdan
vazgeçtik demişiz gibi bir hava yaratılmasının yerinde olmadığı kanaatindeyim.
Limanların açılması
meselesini dile getirdiler, yine 6 ncı maddede yer alan hükümler çerçevesinde.
Sayın Başkanım, değerli
milletvekilleri; burada, bir hususun altını çizmek lazım. Türkiye'de
limanların, havalimanlarının ve deniz limanlarının, Güney Kıbrıslı gemilere ve
uçaklara açılması meselesi, Türkiye'nin Avrupa Birliğine katılım sürecinin bir
parçası değildir; ya neyin parçasıdır; Türkiye'nin, Avrupa Birliğiyle
imzaladığı gümrük birliğinin bir parçasıdır; yani, bu mükellefiyet gümrük
birliğinden doğuyor. Başka bir deyişle, eğer, Türkiye, Avrupa Birliğiyle gümrük
birliği imzalamamış olsaydı, pek tabiî ki, böyle bir mükellefiyeti olmayacaktı.
Neden imzaladı; Avrupa Birliği çok istedi de imzaladı. Biz de Avrupa Birliğine
daha yakın olmak için imzaladık.
Şimdi, Avrupa Birliğine
daha yakın olmak için imzaladığımız bir metin, belge, Avrupa Birliği yolunda
ilerlememize engel olarak çıkarılacak; bunu, Avrupa Birliğinin hiçbir makul
kimseye inandırması, izah etmesi mümkün değildir. Bu husus karşımıza çıktığı
zaman, kendilerine onu söyleyeceğiz; biz, başka bir anlaşmadan, Avrupa
Birliğiyle imzaladığımız Gümrük Birliği Anlaşmasından doğan vecibelerin, Avrupa
Birliğine katılım süreciyle, birbirleriyle karıştırılmaması gerektiğine
inanıyoruz. Onun yeri var.
Eğer, Gümrük Birliği
Anlaşmasının uygulanmasından doğan, mesela limanların açılmaması gibi bir sorun
ortaya çıkarsa, bunun nerede çözümleneceği de o anlaşmada belli. Orada bir
Ortaklık Konseyi var. Bunu, hükümetlerarası konferansa getiremezler. Neden
getiremezler; limanları açma mükellefiyetimizin uygulanmamasından doğan
anlaşmazlık, Avrupa Birliğiyle Ortaklık Konseyinde görüşülür, yoksa,
hükümetlerarası konferansta görüşülmez. Bunun, bir kere, açık olarak bilinmesi
lazım.
Çerçeve Belgesinin 7 nci
maddesinde "Türk dış politikasının, Avrupa Birliğine Türkiye'nin katılım
süreci boyunca, tedricen, Avrupa Birliği dış politikasına uygun hale
getirilmesi gerekir" diyor. Ne zaman getirilecek; katılım süreci devam
ederken. Katılım süreci ne zaman biter; Türkiye girdiği zaman biter. Kaç
seneyse bu süre, o senenin sonuna kadar vakit var, bir kere, en başında işin. O
tarihe kadar, biz, politikamızı, Türkiye olarak, Avrupa Birliğine uyumlu hale
getireceğiz. Getiririz; ama, müzakerelerin ilerlemesi için, bu, yarın, öbür
gün, önümüzdeki yıl, beş sene sonra, altı sene sonra önümüze getirildiği zaman,
şunu söyleme hakkımız her zaman var: "Biz, bunu, tedricen yapacağız,
Çerçeve Belgesine bu şekilde koymuşsunuz ve bunu da yerine getireceğiz."
Bunu, Kıbrıs'ın NATO'ya girmesine engel olup olamayacağımız meselesi halinde
takdim ediyor bazen medya ve sayın CHP sözcüleri de aynı şekilde takdim ettiler;
halbuki, Kıbrıs'ın ve Malta'nın, NATO'ya girmesinin başka koşullara bağlı
olduğu NATO bünyesinde karar verilmiş bir husus. NATO Konseyinde, NATO
zirvesinde alınan bir karara göre, Kıbrıs ve Malta ismen zikredilerek, bu iki
devletin NATO'ya girebilmeleri için Barış İçin Ortaklık diye, Partnership For
Peace diye bir müessese var, bir çerçeve var, önce ona girmeleri gerekir diyor.
Daha, ona müracaat dahi etmiş değiller. Dolayısıyla, bu, kapımızın önüne gelmiş
de, şimdi ne yapacağız, nasıl hareket edelim diye telaşa kapılacak bir konu
değil.
Sayın Bakan da söyledi,
16 tane başka anlaşma var, Vasenar düzenlemesi var, nükleer malzemelerin
hareketini takip etmek için, OECD var; oralarda daha önemli. Biz, dış
politikamızı Avrupa Birliğiyle uyumlu hale mutlaka getireceğiz, pek tabiî ki
getireceğiz, doğrusu da budur; ama, bu, şu demek değildir: Ulusal çıkarlarımız
başka türlüsünü gerektirdiği zaman, o istikamette hareket edemeyeceğimiz
anlamına gelmez. İş -o aşamaya geleceğini zannetmiyorum ama- o noktaya gelmiş,
çok önemli bir ulusal çıkarımız var; Avrupa Birliği de bu kararı kabul
etmezseniz müzakereler durur derse, müzakereler durur. Bu, dünyanın sonu değil;
müzakerelerin durmasını biz her zaman göze aldık. Dolayısıyla, bu hususlarda
taviz vermek suretiyle müzakerelerin önünü açma taraftarı değiliz. Biz, ulusal
çıkarlarımız mevzubahis olduğu zaman, nasıl, iki gün önce sonuna kadar
dayandıysak, ileride de böyle bir duruma geldiği zaman aynı şekilde
davranacağız. Burada her şey bitmiş ve Türkiye bütün opsiyonlarını elinden
kaçırmış gibi takdim etmenin doğru olmadığı kanaatindeyim.
Nitekim, bu, Türk dış
politikasının Avrupa Birliğinin politikasına uygun hale getirilmesi için, Sayın
Elekdağ bir başka örnek verdi, dedi ki; hangi maddedir, iyi hatırlamıyorum,
galiba 10 uncu madde; evet, 10 uncu madde: "Müktesebat sürekli evrim
içindedir ve aşağıdaki unsurları içerir" diyor, orada, müktesebatın
nelerden oluştuğunu sayıyor. Bunların arasında, Avrupa Birliği çerçevesindeki
bütün kurumların aldıkları bağlayıcı veya bağlayıcı olmayan bütün kararlar da
var diyor. NATO'ya girmek, bu çerçevede önümüze çıkarılabilir demeye getirdi.
Fakat, Sayın Başbakan Yardımcımız, Dışişleri Bakanımız bu metinde nasıl bir
iyileştirme sağladığımızı söyledi. Peki, bu, bir taviz midir?! Ne yaptık; biz,
NATO içindeki karar verme mekanizmasının muhtar olmasının bize sağladığı
avantajı sonuna kadar kullanmak durumunda olduğumuzu, kullanma hakkımız
olduğunu 25 ülkeyle istişare ettikten sonra yapılan bir Başkanlık açıklamasıyla
tescil ettirdik.
Bunu şuna benzetebiliriz
sayın milletvekilleri: Dış politikayı çoğu zaman satranç oyununa benzetirler.
Avrupa Birliğindeki gidişatımız da, Avrupa Birliğine üyelik süreci de satranç
oyununa benzer. Fakat, satranç oyunu başladığı zaman biz ortalıkta yoktuk.
Satrançta birçok hamleler yapılmış; Türkiye, en kuvvetli unsurlarından kaleyi
kaybetmiş, atı kaybetmiş, fillerden bir tanesini kaybetmiş ve veziri kaybetmek
üzere iken, masaya, satranç tahtasını bize teslim etmişler. Biz ne yaptık o
zaman; bir piyon vermek suretiyle veziri kurtardık. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
- Hangi piyonu?..
YAŞAR YAKIŞ (Devamla) -
Sayın Bakanımızın bahsettiği iyileştirme işte budur. Satrançta veziri kurtarmak
için, pek tabiî ki, piyonu verirsiniz. Orada, o açıklama karşı tarafı da tatmin
ediyordu. Bizim sadece NATO'yu öngörürken NATO dışındaki 16 başka uluslararası
kuruluşu da kapsayacak şekilde genişledi ve biz, şimdi, bu açıklıkla çok daha
rahat hareket edebileceğiz.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU
(Antalya) - Bence vezir gitti.
YAŞAR YAKIŞ (Devamla) -
Vezir gitse dahi, değerli milletvekillerimiz, oyun ancak şah-mat olduğu zaman
biter.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU
(Antalya) - Allah korusun.
YAŞAR YAKIŞ (Devamla) - O
noktaya geldiğimiz zaman, Türkiye, şimdiye kadar, nasıl, bu hükümet,
Türkiye'nin çıkarlarını en iyi şekilde korumayı başarmışsa o zaman da
başaracaktır. Aynı şekilde, Avrupa Parlamentosu kararlarını da… Geçen hafta
Strasbourg'daydık. Gözümüzün önünde, kalktılar, Türkiye'yi eleştirdiler “Ermeni
sözde soykırımını tanımak üyeliğin önşartıdır” dediler. Şimdi, önşartı mı oldu
bu?! Onlar öyle söylüyorlar. Peki, Çerçeve Belgede de Avrupa Parlamentosunu da
dahil ederek onların aldığı kararlar da müktesebatın parçasıdır diyorlar.
Müktesebatın parçası oldu şimdi.
Değerli milletvekilleri,
müktesebatın parçası demek, hemen vacibülicra, executary, executable bir karar
değildir. Vacibülicra hale gelebilmesi için Türkiye'nin de, evet, ben de bu
şekilde hareket ediyorum demesi lazımdır. Türkiye bunu söylemediği sürece,
Avrupa Parlamentosunda veya başka bir kuruluşta alınmış bir karar vacibülicra
değildir. O, onların aldığı bir karardır. Bu çeşit kararlar Türkiye'nin Avrupa
Birliğine uyum için Kıbrıs'ı tanıması, Kıbrıs'ı ben tanımıyorum, tanıyorum
demediğiniz sürece, tanıması gerekir dediği için, siz Kıbrıs'ı tanımış duruma
düşmezsiniz.
Ben, şimdi, müktesebat
bunları da içerir, bu çerçevede, Avrupa Birliği, yarın karşımıza, limanları
açmamızı gerektiği hususunu getirir; açmazsak Avrupa Mahkemesine götürür,
mahkeme karar verirse ne yaparız?..
Bir Temel fıkrasına
benzetmeme müsaade ederseniz efendim. Temel ile Osman gidiyorlarmış. Osman da
kendisine "Ördek Osman" denildiği için çok asabı bozulurmuş. Temel
"hava ne kadar bulutlu bugün" dediği zaman Osman kızmış; "niye kızıyorsun"
demiş. İşte, hava bulutlandığı zaman yağmur yağar, yağmur yağdığı zaman göl
olur, göllerde de ne yüzer; ördek yüzer; sen bana "Ördek Osman" demek
istedin diye kızıyor.
Şimdi, bu kadar dolaşıklı
mantıkla, değerli milletvekilleri uluslararası ilişkiler yürümez. Uluslararası
ilişkiler devletlerin serbest iradesiyle yapıyorum, yaptım, imza ediyorum,
yetkili kurullardan bunu tasdik ettiriyorum dedikten sonra ancak hüküm ifade
eder. Onun için, böyle şeylere takılarak çok büyük hedeflerden lütfen
sapmayalım.
Değerli milletvekilleri,
sık sık dile getirilen hususlardan bir başkası da uzun geçiş dönemleri ve
kalıcı koruma önlemleridir. Bu husus, şimdi ortaya çıkmış değildir, bundan önce
ortaya çıkmıştı; dolayısıyla, müktesebatın zaten parçasıydı. Yalnız,
Türkiye'nin ısrarlı girişimleri sonucunda, 17 Aralıktan önce "kalıcı
koruma önlemleri nedir" diye sorduğumuz zaman Avrupa Birliğine, dediler
ki: "Bunlar bir defa konulduğu zaman ilelebet yürürlükte kalacak olan
tedbirler değildir." Ya nedir dedik: Bunlar sürekli olarak elinizin
altında duracak; siz istediğiniz zaman, her zaman müracaat edilebilir.
Kalıcılık, elinizin altında durmasındaki kalıcılıktır" dediler. Peki niye
öyle yazmıyorsunuz dedik "öyle yazalım" dediler ve öyle yazdılar 17
Aralıkta. Şimdikinde de aynı ifadelerle söyleniyor. Okuyorum: Uzun geçiş
dönemleri, kalıcı koruma önlemleri… Yani, koruma önlemlerinin temelini
oluşturacak, daimî olarak kullanılabilecek maddeler. Daimîlik, istediğiniz
zaman kullanmaktadır. Dolayısıyla, burada kelime oyunu yaparak, sadece "koruma"
kelimesinin önündeki "kalıcı" sözüne takılarak saptırmamak lazım
amacını. Belgelerdeki hususları Avrupa Birliği neyi kastettiyse o şekilde
okumak lazım.
Peki, başka ülkelerde var
mı; niye Türkiye'nin önüne çıkarılıyor; var… Şimdiye kadar Danimarka'yla ilgili
müzakerelerde Danimarka'ya kalıcı önlemler alınabilir denilmediği halde veya
Danimarka kalıcı önlemler koyabilir denilmediği halde, Danimarka Avrupa
Birliğine katılırken, Schlezwig Hollstein bölgesinde Almanlar -Almanlar diyor
sadece- ikinci ev sahibi olamazlar kalıcı olarak, ilelebet, Avrupa Birliği
ayakta kaldığı sürece, kalıcı önlem; ama, onların çerçeve belgesinde yok. Şu
halde, çerçeve belgesinde olmadığı halde de kalıcı önlemler konulabiliyormuş.
Bunu bu şekilde bilmek lazım.
Değerli milletvekilleri,
şimdi, çok zor bir aşamayı aşarak Türkiye, aday ülke olma statüsünden müzakere
eden ülke statüsüne geçti iki gün önce hükümetimizin aldığı isabetli kararla.
Biz, bu aşamada en yapıcı şekilde müzakereleri sürdüreceğiz; kavga ederek
değil, karşımızdaki ülkeler ileride işbirliği yapacağımız ülkelerdir. Bu
aşamada, Türkiye'nin üyeliğine karşı çıkmış olan ülkelere de kırgın olarak
davranmayacağız, onları da yanımıza alarak bu yola devam edeceğiz.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
YAŞAR YAKIŞ (Devamla) -
Bitiriyorum Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Sayın Yakış,
buyurun.
YAŞAR YAKIŞ (Devamla) -
Peki, bütün bunları yaptık, en sonunda, yine, Fransa gibi çok büyük ülkeyi de
saymıyorum, nüfusu çok daha az, 350 000 nüfuslu bir ülkede, bir Avrupa Birliği
üyesinde referanduma gidilse ve Türkiye'ye hayır çıksa, Türkiye, yine, Avrupa
Birliğine giremeyecek. Peki, o zaman ne olacak; hiçbir şey olmayacak. O zamana
kadar gerçekleştirdiğimiz reformlar yanımıza kâr kalacak, yolumuza devam
edeceğiz. Bu işi böyle görmek lazım.
Onun için, ben müsterihim
ve Grubumuz olarak da, hükümetimizin aldığı müzakerelere başlama kararını
isabetli buluyoruz, bu yolda devam etmesini diliyoruz, Türkiye'nin emin ellerde
olduğunu görüyoruz. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Bütün bu çabalara katkıda
bulunan Cumhuriyet Halk Partisinin geçmişteki katkıları, muhalefetteyken
yaptığı katkılar, öteki siyasî partilerin katkıları, hepsine teşekkür ediyoruz.
Onlar bu katkıları yapmamış olsaydı bugüne kadar gelemezdik. Sivil toplum
kuruluşlarına, hariciyemizin güçlü kadrolarına hepinizin huzurunda teşekkür
ediyorum.
Bu kararın, milletimize,
Avrupa Birliğine ve bütün dünyaya hayırlı olmasını diliyorum.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Yakış.
Sayın milletvekilleri, şu
anda çalışma süremiz tamamlanmıştır; ancak, bu konuşmaların tamamlanmasına
kadar süremizin uzatılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri,
Dışişleri Bakanı Sayın Abdullah Gül bir açıklama yapılmasını talep etmişlerdir
ve talebi şu şekildedir: "Sayın Başkan, milletvekillerimize dışarıda
dağıtılan metinler bir hafta önceki metinlerdir; onların hiçbir hükmü
yoktur."
Biz de Başkanlık Divanı
olarak konuyu araştırdık, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda
dağıtılan metnin, Bakanlık tarafından dağıtılmadığı, Tekirdağ Milletvekili
Sayın Mehmet Nuri Saygun tarafından, sadece fotokopisinin alınması için
kavaslara verildiği; kavaslar tarafından da, diğer milletvekili
arkadaşlarımızın talebi üzerine kendilerine dağıtıldığı anlaşılmıştır.
HASAN ÖREN (Manisa) - AKP
sıralarından…
BAŞKAN - Şimdi, şahsı
adına söz isteyen, Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan; buyurun.
Süreniz 10 dakikadır.
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Sözlerime başlamadan önce, tüm milletimizin ve İslam âleminin mübarek ramazan
ayını da gönülden kutluyorum.
Değerli milletvekilleri,
31 Temmuz 1959 tarihinden beri Türkiye'nin gündeminde olan ve dönemin iktidarı
Demokrat Parti ve onun Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu tarafından ilk adımı
atılan Avrupa Birliğiyle ilgili çalışmaların bugünkü durumuna bir göz atmak
istiyorum.
Değerli milletvekilleri,
yalnız, bugüne kadar örneği görülmediği şekilde, muhalefet partilerinin, siyasî
partilerin, milletvekillerinin bilgilendirilmediği bir konuda, muhalefetin
haklı eleştirilerinin yapılacağı bir Meclis toplantısının naklen yayınının şu
anda yapılamıyor olmasından da son derece büyük bir üzüntü duymaktayım. Bugüne
kadar TRT-3 yayınlarının hiç aksamadan yapılmasına rağmen, bugün sadece,
milletimiz için son derece hayatî önemi haiz bir konunun görüşüldüğü bir anda
Sayın Dışişleri Bakanının konuşmasından sonra söz sırası muhalefet partilerine
geldiğinde bu televizyon yayınlarının izlenememesinin hesabının da mutlaka
birileri tarafından verilmesi gerekmektedir.
Belki bugün Meclisten
sesimizi kesebilirsiniz; ancak, biz Avrupa Birliğiyle ilgili çekincelerimizi,
eleştirilerimizi meydan meydan dolaşarak halkımızla paylaşmaya hazır olduğumuzu
Meclis kürsüsünden ifade etmek istiyorum.
Değerli milletvekilleri,
öyle bir müzakere süreci oldu ki, bu müzakere sürecinin her anında ve
neticesinde, müzakerede neler konuşulduğunun ve neticesinin ne olduğunun Adalet
ve Kalkınma Partisi milletvekilleri tarafından dahi bilinmediği çok açık bir
gerçektir.
HÜSEYİN KANSU (İstanbul)
- Bizim adımıza konuşma.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Sayın Dışişleri Bakanımız "biz tek başımıza iktidarız, koalisyon ortağı
değiliz" şeklinde ifadelerde bulundular; ama, Sayın Dışişleri Bakanı ve
hükümetin, kendi parti milletvekillerini dahi böyle çok önemli bir konuda
bilgilendirmediği de kamuoyu tarafından çok iyi bilinmektedir.
HALİL AYDOĞAN
(Afyonkarahisar) - Bilgilendirildik.
BAŞKAN - Lütfen, sayın
milletvekilleri, hatibin sözünü kesmeyelim.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Değerli milletvekilleri, bakınız, Sayın Dışişleri Bakanı Abdullah Gül 8 Mart
1995 tarihinde bu kürsüden neler söylemiş, muhalefetin bilgilendirilmemesi ve
halkın bilgilendirilmemesiyle ilgili bakınız Sayın Dışişleri Bakanı neler
söylemiş; tutanaktan okuyorum: "Şurada 'egemenlik kayıtsız şartsız
milletindir' yazıyor -Sayın Dışişleri Bakanı söylüyor- bunun anlamı nedir; bu
kadar önemli bir karar alınırken milletin bu konuda bilgisi olması ve milletin
bunu bilmesi gerekir. Bunun anlamı budur."
Şimdi, ben Sayın
Dışişleri Bakanımıza soruyorum: Geçmişte gümrük birliğiyle ilgili, muhalefet
partilerine, milletvekillerine yeterli bilgi, gerekli bilgi verilmediği için bu
sözleri söylüyorsunuz. Şimdi, Dışişleri Bakanı olarak bu son yapılan
görüşmelerle ilgili, muhalefet partisi milletvekillerini ve kamuoyunu
bilgilendirme…
MUZAFFER BAŞTOPÇU
(Kocaeli) - Genel Kurula hitap etsin.
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri…
Sayın Kandoğan, Genel
Kurula hitap eder misiniz.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Elbette, ben bunu Dışişleri Bakanına soracağım, kime soracağım; size mi
soracağım Sayın Başeğmez?!
MUZAFFER BAŞTOPÇU
(Kocaeli) - Baştopçu!..
BAŞKAN - Lütfen, sayın
milletvekilleri…
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Değerli milletvekilleri, bakınız, ne diyor daha sonra Dışişleri Bakanı:
"Bu tavır bilinendir; aslında, tek parti devrinin tavrıdır. Tek parti
devrinde de birçok önemli kararlar alınırken halka hiç sorulmamıştır. Halka
güvenilmediği için, halk doğru yolu, halk kendisi için çıkarlı olanı, faydalı
olanı bilemez, hatta şuurunda, hatta rüştünde değil anlayışı tek parti devrinin
anlayışıdır."
Şimdi ben size dönüp
soruyorum; siz de geçmişte bu kadar çok eleştirdiğiniz bu anlayışa bugün niçin
sahip çıktınız Sayın Dışişleri Bakanımız?!
DIŞİŞLERİ BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Kayseri) - Mecliste çok konuştuk, çok; herkes
konuştu burada.
MUZAFFER BAŞTOPÇU
(Kocaeli) - Anlamıyor, anlamıyor!
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Evet, şimdi, Avrupa Birliğiyle ilgili, Dışişleri Bakanımızın... Hemen onu da
hızlıca okuyacağım: "Avrupa Birliğine girilemeyeceği kesindir. Bunu,
Avrupalılar söylemektedir, Avrupa'nın önde gelen bütün politikacıları
söylemektedir, Avrupalı filozofların hepsi söylemektedir; çünkü, Avrupa Birliği
Hıristiyan birliğidir."
Bunu siz söylüyorsunuz
Sayın Bakan ve yine, Dışişleri Bakanı Sayın Gül'ün konuşmalarından okuyorum:
"Sayın Dışişleri Bakanı, Sayın Hükümet, nezaket icabı bile -altını
çiziyorum, nezaket icabı bile- bu anlaşmanın metnini Türkiye'deki siyasî
partilere, bu Parlamentodaki gruplara vermemişlerdir…"
DIŞİŞLERİ BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Kayseri) - Partinde o!
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- "Biz, başka yerlerden almışızdır bu İngilizce metinleri." Ne yazık
ki, biz de başka yerlerden aldık Sayın Dışişleri Bakanı bu metni.
MUZAFFER BAŞTOPÇU
(Kocaeli) - Partine gitti!
BAŞKAN - Sayın Baştopçu,
lütfen…
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Ne büyük zorluklarla, metnin daha bugün…
BAŞKAN - Hatibin sözünü
kimse kesemez Sayın Baştopçu.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- …siyasî partilere, öğle saatlerinde gönderildiği ifade ediliyor.
Biz isterdik ki, bununla
ilgili bilgileri, belgeleri daha önceden kamuoyuyla ve siyasî partilerle
paylaşsalardı.
DIŞİŞLERİ BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Kayseri) - Ama, zamanla yarıştık
görüyorsunuz; ne yapalım!
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Bu Mecliste bağımsız milletvekilleri de var Sayın Dışişleri Bakanım; onlara
nasıl gönderdiniz bu metinleri?! Bağımsız milletvekillerimiz de var; onlara
nasıl gönderdiniz; siyasî partilere, genel merkezlere gönderdiniz de. Buradaki
usul şudur Sayın Bakanım: Burada, milletvekili odaları vardır. Bu metinler,
milletvekilleri odalarına gönderilir.
"Biz, başka
yerlerden almışızdır bu İngilizce metinleri. Halbuki, halktan korkuluyor,
Parlamentodan korkuluyor. Gönderin, inceleyelim, okuyalım, size gelelim; şu
şöyle, bu böyledir diyelim. Bundan bile kaçınılmıştır, bu nezaket bile
gösterilmemiştir." Bunlar sizin ifadeleriniz Sayın Bakanım, aynen
tutanaklardan okuyorum.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
- Dün dündür, bugün bugündür!
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- "Gümrük birliğinden sonra Türkiye'ye zenginlik gelecek, mallar girecek;
bir pembe tablo -eleştiriyor bunu- tabiî ki, en çok çıkarı olan grup medya
olacaktır" diyor ve arkasından devam ediyor "siz nereye giriyorsunuz;
2 000 doların altındadır, Avrupa'nın fert başına geliri 20 000 dolar
civarındadır. Siz neyi alacaksınız, alım gücünüz mü var?! Tabiî ki medya, tabiî
ki gazeteler, tabiî ki televizyon kanalları bunu açıklayacak, halkın beynini
yıkayacak." Bu sözler sizin, Sayın Bakanım.
Değerli milletvekilleri,
bu gümrük birliğine niye karşı olduğunu Sayın Bakanım burada ifade ettiler;
ancak, burada söylediği gerekçelerle -bu metin çok uzun, 6 sayfalık bir metin-
bu metindeki yapmış olduğu konuşmalar hiç birbiriyle ilgili değil. Sayın
Dışişleri Bakanı burada dedi ki "Avrupa Birliğine girmeden gümrük
birliğine girersek, Türkiye olarak, biz, bununla yetiniriz, tam üyelik
hedefimizden vazgeçeriz düşüncesi hâkim olduğu için, ben, bu düşünceye bu
nedenle karşı çıktım" şeklinde bir ifade; fakat, bu metin burada. Burada,
bununla ilgili bir karşı çıkışınız, kesinlikle bir tek cümle dahi yer almıyor
Sayın Bakanım.
DIŞİŞLERİ BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Kayseri) - Tamamını okursan, görürsün…
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Değerli milletvekilleri, bakınız, Sayın Dışişleri Bakanı ne diyor:
"Avrupa Parlamentosunda, Türkiye'de bölücülüğün, otonom idarelerin nasıl
istendiğini, Türkiye'de Ermeni davasının nasıl savunulduğunu
göreceksiniz." Şimdi, ben de, buradan, Müzakere Çerçeve Belgesi olarak
elimizde bulunan metinde yer alan bazı ifadeler ile Sayın Dışişleri Bakanımızın
1995 yılındaki endişelerinin aynısının bu metin içerisinde de yer aldığını huzurlarınızda
ifade etmek istiyorum.
Bakınız, Türkiye, sadece
imtiyazlı ortaklık meselesine takıldı ve oraya yönlendi; ama, buna rağmen...
İmtiyazlı ortaklıkla ilgili olarak, bakınız,1 inci maddenin son paragrafını
okuyorum: "Kopenhag Kriterlerinin değerlendirmesi, Türkiye'nin tüm üyelik
yükümlülüklerini tamamen üstlenecek konumda olmadığını ortaya koyarsa,
Türkiye'nin, mümkün olan en güçlü bağ ile Avrupa yapılarına bağlanması
sağlanmalıdır." Bu nedir en güçlü bağ? "Tam üyelik olmazsa, mümkün
olan en güçlü bağ ile Avrupa yapılarına bağlanması sağlanmalıdır" ne
demek? En güçlü bağ ne demek?
MUZAFFER BAŞTOPÇU
(Kocaeli) - Haydi bir fal bak!..
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Sayın milletvekili, ne demek en güçlü bağ? Gelin, bunu buradan açıklayın.
"En güçlü bağ"
ne demek sayın milletvekillerim. En güçlü bağ, hepimizin söylemek istediği
imtiyazlı ortaklıktır, tam üyelik değildir. Bu, buraya, açık bir şekilde, net
bir şekilde kaydedilmiş.
Sayın Yakış geldiler,
dediler ki: "Her ülkenin azınlık tanımı farklıdır." 2 nci maddede
azınlık haklarıyla ilgili hükümler var. Şimdi, azınlık hakları…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Kandoğan,
toparlar mısınız.
Buyurun.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Şimdi, 6 Ekim ilerleme raporunda, 17 Aralıkta, azınlıklar nasıl tanımlandı
Sayın Yakış?
YAŞAR YAKIŞ (Düzce)
-Türkiye tanımladı…
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Hayır efendim; biz, kesinlikle içimizde, azınlık olmadıkları, yüzlerce yıldan
beri ispatlanmış kesimlerle, kardeşlerimizle ilgili olarak… 6 Ekim ilerleme raporunda,
17 Aralıkta azınlık tanımı yapılırken kimlerin kastedildiğini siz bilmiyor
musunuz Sayın Yakış?!
YAŞAR YAKIŞ (Düzce) -
Biliyorum.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Evet; o zaman, biliyorsanız, bu azınlık haklarının buraya derç edilmesi
karşısında söyleyecek hiçbir sözünüz yok mu?
YAŞAR YAKIŞ (Düzce) -
Var.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Bunu nasıl kabul edebilirsiniz?! Bunu nasıl benimseyebilirsiniz?!
Sayın Dışişleri Bakanımız
da diyor ki bütün bunlardan sonra: "Daha iyisi olabilirdi." Aynen,
deminki konuşmalarında… Demek ki, bu iyi olmadı Sayın Dışişleri Bakanım! Demek
ki iyi olmadı!.. "Daha iyi olabilirdi" derken, demek ki bu iyi
olmadı.
Yine, imzalanan ek
protokolle ilgili yükümlülüklerin yerine getirilmesi 4 üncü maddenin son
paragrafında çok açık bir şekilde yer alıyor. Ek protokoldeki yükümlülüklerimiz
nelerdi, bunu bütün kamuoyu biliyor. Buradaki ek yükümlülüklerin yerine
getirilme meselesi çok açık bir şekilde burada da yer almaktadır.
5 inci maddede... Bu da
çok önemli... "Katılıma kadar olan dönemde -bunun altını çiziyorum; yani,
onbeş yirmi yıl sonra değil, ne zaman katılım olacaksa, katılıma kadar olan
dönemde; yani, katılım öncesinde- Türkiye'nin üçüncü ülkelere yönelik
politikalarını ve uluslararası kuruluşlar bünyesindeki tutumlarını tedricen
birlik ve üye devletler tarafından benimsenen politika ve tutumlara göre
uyarlaması gerekecektir." Çok açık bir hüküm; yani, aday ülke olmanız tam
netleşmeden, kesin katılım olmadan bunu mutlaka halletmeniz gerektiği…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Kandoğan,
son 1 dakikanız, lütfen toparlar mısınız.
Buyurun.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- …4 üncü maddenin son paragrafında çok açık bir şekilde yer almıştır.
Değerli milletvekilleri,
ucu açıklık meselesi çok tartışıldı. İngiltere örneğinde "bu 'ucu açık'
yazılmamış; ama, niye yazılsın" dedi Sayın Yaşar Yakış, sayın
milletvekilimiz. Peki, İngiltere'de yazılmıyorsa, Türkiye'de niye bunu yazma
ihtiyacı hissediyorlar?
MUZAFFER BAŞTOPÇU
(Kocaeli) - İngiltere iki kere veto etti…
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Hazmetme, benimseme… Avusturya Başbakanı çok açık ve net bir şekilde dedi ki:
"Bu hazmetmeyle ilgili ifadenin bu çerçeve belgesinin içerisinde yer
almasını sağlamış olmamızdan dolayı çok büyük bir gurur içerisindeyim."
Bunu Avusturya Başbakanı söylüyor, bu ibarenin bu metnin içerisinde yer
almasından gurur duyduğunu çok açık bir şekilde ifade ediyor. Siz, bu çerçeve
belgesini hazmedebilirsiniz; ama, ne biz Doğru Yol Partisi olarak, ne de Türk
Milleti olarak, böyle bir belgeyi hazmedemeyeceğimizi ifade ediyor, Yüce
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
HALİL AYDOĞAN
(Afyonkarahisar) - Başarıyı hazmedemiyorsunuz.
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Kandoğan.
Çalışma süremiz
tamamlandığı için, kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 6 Ekim
2005 Perşembe günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati: 18.15