BIM 2 4 2005-07-18T12:13:00Z 2005-07-18T12:13:00Z 82 55809 318116 TBMM 2650 636 390668 9.3821 0 6 nk 6 nk 0

DÖNEM : 22        YASAMA YILI : 3

 

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

CİLT : 90

 

121 inci Birleşim

29 Haziran 2005 Çarşamba

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

  I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II.- GELEN KÂĞITLAR

III.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GündemdIşI Konuşmalar

1.- İstanbul Milletvekili Ali Rıza Gülçiçek'in, Sivas olaylarının 12 nci yıldönümüne, Madımak Otelinin, barış ve kardeşlik adına, kültür ve sanat müzesi yapılması gerektiğine ilişkin gündemdışı konuşması ve İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu'nun cevabı

2.- Çankırı Milletvekili Hikmet Özdemir'in, Yatırımların ve İstihdamın Teşviki Kanununun Çankırı ekonomisine olumlu yansımalarına ilişkin gündemdışı konuşması ve İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu'nun cevabı

3.- Tekirdağ Milletvekili Erdoğan Kaplan’ın, Trakya halkının sosyal ve ekonomik sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşması

B) Tezkereler ve Önergeler

1.- Çevre eski Bakanı Fevzi Aytekin hakkındaki dosyaya ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/862)

2.- İzmir Milletvekili Türkân Miçooğulları'nın (10/148, 182, 187, 284, 285) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi (4/311)

3.- (10/251) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Geçici Başkanlığının, Komisyonun başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip üye seçimini yaptığına ilişkin tezkeresi (3/863)

4.- Parlamentolararası Birlik Başkanının TBMM Başkanı Bülent Arınç'ı Amerika Birleşik Devletlerine davetine icabet etmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/864)

5.- Devlet Bakanı Nimet Çubukçu'nun Çin'e yapacağı resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/865)

IV.- ÖNERİLER

A) Sİyasî Partİ Grubu Önerİlerİ

1.- Gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin CHP Grubu önerisi

2.- Gündemdeki sıralama ve çalışma saatlerinin yeniden düzenlenmesi ile TBMM'nin 1 Temmuz 2005 tarihinde tatile girmemesi ve çalışmalarına devam etmesine ilişkin AK Parti Grubu önerisi

V.- SEÇİMLER

A) Komİsyonlarda AçIk Bulunan Üyelİklere Seçİm

1.- (10/148, 182, 187, 284, 285) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonunda açık bulunan üyeliğe seçim

VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)

2.- Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/1039) (S. Sayısı: 951)

3.- 4.5.2005 tarihli ve 5344 Sayılı Türkiye Bilimsel ve Teknik araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ve Anayasanın 89 uncu ve 104 üncü Maddeleri Gereğince Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/1032) (S. Sayısı: 918)

4.- 27.5.2005 Tarihli ve 5357 Sayılı Türk Ceza Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ve Anayasanın 89 uncu ve 104 üncü Maddeleri Gereğince Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ve Adalet Komisyonu Raporu  (1/1042) (S. Sayısı: 958)

VII.- SORULAR VE CEVAPLAR

A) YazIlI Sorular ve CevaplarI

1.- Adana Milletvekili Tacidar  SEYHAN'ın, Manisa Mesir Macunu Şenliklerine düzenlenen geziye ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanından sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanvekili İsmail ALPTEKİN'in cevabı (7/5524)

2.- Konya Milletvekili Atilla KART'ın, kamuoyunda "Kayıp Trilyon Davası" olarak bilinen davaya ilişkin Başbakandan sorusu ve Adalet Bakanı Cemil ÇİÇEK'in cevabı (7/6028)

3.- Hatay Milletvekili Gökhan DURGUN'un, Haydar Baş hakkındaki bazı iddialara ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Cemil ÇİÇEK'in cevabı (7/6109)

4.- Afyonkarahisar Milletvekili Reyhan BALANDI'nın, basın mensuplarına yönelik davalara ilişkin Başbakandan sorusu ve Adalet Bakanı Cemil ÇİÇEK'in cevabı (7/6126)

5.- İzmir Milletvekili Enver ÖKTEM'in, Balçova Termal Tesisleri bünyesinde yapılan Aquapark ve güzellik merkezine ilişkin Başbakandan sorusu ve İçişleri Bakanı Abdülkadir AKSU'nun cevabı (7/6219)

6.- Bursa Milletvekili Ertuğrul YALÇINBAYIR'ın, Kırgızistan'dan dadılık için gelen kadınlara zorla fuhuş yaptırıldığı iddialarına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Abdülkadir AKSU'nun cevabı (7/6224)

7.- İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in, İstanbul Beyoğlu'ndaki polis karakollarına ve görev yapan personele ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Abdülkadir AKSU'nun cevabı (7/6225)

8.- Tekirdağ Milletvekili Mehmet Nuri SAYGUN'un, Çorlu'da asayişin sağlanması için güvenlik görevlilerinin artırılıp artırılmayacağına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Abdülkadir AKSU'nun cevabı (7/6370)

9.- Antalya Milletvekili Osman ÖZCAN'ın, Manavgat Belediye Başkanıyla ilgili bazı iddialara ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Abdülkadir AKSU'nun cevabı (7/6373)

10.- Antalya Milletvekili Feridun Fikret BALOĞLU'nun, Antalya-Serik'teki Devlet hastanesi inşaatına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ'ın cevabı (7/6381)

11.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in, Düzce İlinde 2005 yılı için planlanan yatırımlara ve ayrılan ödenek miktarına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ'ın cevabı (7/6422)

12.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in, Bolu İlinde 2005 yılı için planlanan yatırımlara ve ayrılan ödenek miktarına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ'ın cevabı (7/6512)

13.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in, Gümüşhane İlinde 2005 yılı için planlanan yatırımlara ve ayrılan ödenek miktarına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ'ın cevabı (7/6513)

14.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in, Kütahya İlinde 2005 yılı için planlanan yatırımlara ve ayrılan ödenek miktarına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ'ın cevabı (7/6514)

15.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in, Sakarya İlinde 2005 yılı için planlanan yatırımlara ve ayrılan ödenek miktarına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ'ın cevabı (7/6515)

16.- Hatay Milletvekili Mehmet ERASLAN'ın, SSK Hastanelerinin Sağlık Bakanlığına devriyle hastane depolarında kalan ilaçlara ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ'ın cevabı (7/6596)

17.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in, 2005 yılında Nevşehir İline yapılacak yatırımlara ve ayrılan ödenek miktarına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ'ın cevabı (7/6597)

18.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in, 2005 yılında Aksaray İline yapılacak yatırımlara ve ayrılan ödenek miktarına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ'ın cevabı (7/6598)

19.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in, 2005 yılında Erzurum İline yapılacak yatırımlara ve ayrılan ödenek miktarına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ'ın cevabı (7/6599)

20.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in, 2005 yılında Bartın İline yapılacak yatırımlara ve ayrılan ödenek miktarına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ'ın cevabı (7/6600)

21.- Iğdır Milletvekili Yücel ARTANTAŞ'ın, bazı kamu çalışanlarının maaş farklılıklarına ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Kemal UNAKITAN'ın cevabı (7/6687)


I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak üç oturum yaptı.

Kırıkkale Milletvekili Ramazan Can'ın, MKE Kırıkkale Mühimmat Fabrikasında meydana gelen patlamanın yıldönümü ile Kurumun Türkiye ve bölge için önemine ilişkin gündemdışı konuşmasına Millî Savunma Bakanı Mehmet Vecdi Gönül, cevap verdi.

Ankara Milletvekilleri:

Bayram Ali Meral, işçiler, esnaf ve sanatkârlar ile emeklilerinin ve yurt dışında çalışan işçilerimizin sorunlarına,

Yakup Kepenek, üniversitelerde son zamanlarda yaşanan öğrenci çatışmalarına, kadro sorunlarına, yeni açılacak üniversitelere ve bu konularda yapılması gerekenlere,

İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar.

Van Milletvekili Cüneyit Karabıyık ve 44 milletvekilinin, Van kedisi neslinin korunması için (10/299),

Diyarbakır Milletvekili İrfan Riza Yazıcıoğlu ve 20 milletvekilinin, uyuşturucu ve bağımlılık yapıcı madde kullanımının araştırılarak (10/300),

Alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve öngörüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanlığının görev alanına giren gelişmelere ivedilikle müdahale edilebilmesini sağlamak amacıyla, Komisyonun, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunun tatilde olduğu dönemde de çalışmalarına devam etmesine ilişkin tezkeresi kabul edildi.

Töre ve namus cinayetleri ile kadınlara ve çocuklara yönelik şiddetin sebeplerinin (10/148, 182, 187, 284, 285),

Ondokuz Mayıs Üniversitesinde keyfî yönetim, kamu kaynaklarının amaç dışı kullanımı ve kadrolaşma iddialarının (10/251),

Araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan Meclis Araştırması Komisyonu üyeliklerine, siyasî parti gruplarınca gösterilen adaylar seçildiler.

Başkanlıkça, Komisyonların başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip üye seçimini yapmak üzere toplanacağı gün, saat ve yere ilişkin duyuruda bulunuldu.

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:

1 inci sırasında bulunan, Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin (2/212) (S. Sayısı: 305) görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin komisyon raporu henüz gelmediğinden, ertelendi.

2 nci sırasında bulunan, Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının (1/1039) (S. Sayısı: 951), görüşmelerine devam olunarak 52 nci maddesine kadar kabul edildi.

29 Haziran 2005 Çarşamba günü, alınan karar gereğince saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşime 23.00'te son verildi.

Nevzat Pakdil

Başkanvekili

 

Bayram Özçelik

Ahmet Küçük

 

Burdur

Çanakkale

 

Kâtip Üye

Kâtip Üye

 

          No.: 167

II.- GELEN KÂĞITLAR

29 Haziran 2005 Çarşamba

Raporlar

1.- Çocukları Koruma Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/991) (S. Sayısı: 963) (Dağıtma tarihi: 29.6.2005) (GÜNDEME)

2.- Ekonomik İşbirliği Teşkilâtı Eğitim Enstitüsü Kurucu Belgesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Dışişleri Komisyonları Raporları (1/1026) (S. Sayısı: 965) (Dağıtma tarihi: 29.6.2005) (GÜNDEME)

3.- Karaman Milletvekili Mevlüt Akgün ile 10 Milletvekilinin ve Samsun Milletvekili İlyas Sezai Önder ile 6 Milletvekilinin; Avukatlık Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ile Adalet Komisyonu Raporu (2/480, 2/483) (S. Sayısı: 968) (Dağıtma tarihi: 29.6.2005) (GÜNDEME)

4.- Özürlüler Hakkında ve Bazı Kanunlar ile Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı; Tekirdağ Milletvekili Mehmet Nuri Saygun'un Özürlüler İdaresi Başkanlığı Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi; İstanbul Milletvekili Lokman Ayva'nın Özürlüler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ali Topuz, İzmir Milletvekili Kemal Anadol, Samsun Milletvekili Haluk Koç ile 46 Milletvekilinin Özürlüler Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler  ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları  (1/1029, 2/215, 2/424, 2/437) (S. Sayısı: 969) (Dağıtma tarihi: 29.6.2005) (GÜNDEME)

5.- Bursa Milletvekili Şevket Orhan ile Balıkesir Milletvekili Ali Osman Sali'nin; 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi ve Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifi ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (2/461) (S. Sayısı: 970) (Dağıtma tarihi: 29.6.2005) (GÜNDEME)

6.- Eskişehir Milletvekilleri Mehmet Ali Arıkan, Cevdet Selvi ile Mehmet Yücesan ve Muharrem Tozçöken ile Fahri Keskin'in; Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (2/543, 2/562) (S. Sayısı: 971) (Dağıtma tarihi: 29.6.2005) (GÜNDEME)

Yazılı Soru Önergesi

1.- Adana Milletvekili Tacidar SEYHAN'ın, Manisa Mesir Macunu Şenliklerine düzenlenen geziye ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanından yazılı soru önergesi (7/5524) (Başkanlığa geliş tarihi: 1.4.2005)


BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.00

29 Haziran 2005 Çarşamba

BAŞKAN: Başkanvekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya) , Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)

BAŞKAN- Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 121 inci Birleşimini açıyorum.

Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce 3 sayın milletvekiline gündemdışı söz vereceğim.

Konuşma süreleri 5'er dakikadır. Hükümet, bu konuşmalara cevap verebilir. Hükümetin cevap süresi 20 dakikadır.

Gündemdışı ilk söz, Sivas olaylarıyla ilgili söz isteyen İstanbul Milletvekili Ali Rıza Gülçiçek'e aittir.

Milletvekili arkadaşlarımızın, konuşmalarını kendileri için ayrılan konuşma süresini dikkate alarak tamamlamalarını, sadece, konuşmalarını tamamlamak için her zaman olduğu gibi ek 1 dakikalık süre vereceğimi, kendilerine de hatırlatıyor ve Genel Kurula arz ediyorum.

Sayın Gülçiçek, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

III.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GündemdIşI Konuşmalar

1.- İstanbul Milletvekili Ali Rıza Gülçiçek'in, Sivas olaylarının 12 nci yıldönümüne, Madımak Otelinin, barış ve kardeşlik adına, kültür ve sanat müzesi yapılması gerektiğine ilişkin gündemdışı konuşması ve İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu'nun cevabı

ALİ RIZA GÜLÇİÇEK (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sivas olaylarının 12 nci yıldönümü nedeniyle gündemdışı söz almış bulunuyorum. Öncelikle, bana konuşma olanağı sağlayan Sayın Başkana teşekkür ederek, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Sözlerime başlamadan önce, 2004-2005 sezonunu başarıyla tamamlayarak, 2005-2006 sezonunda Sivas'ı süper ligde temsil edecek Sivasspora başarılar diliyorum.

Sayın Başkan değerli arkadaşlarım; insanların farklı düşünce, inanç ve kültürlerinden dolayı yakılması, başka görülmesi, ayırımcılık yapılması, insanlık suçu ve ayıbıdır. Bu suç, bundan oniki yıl önce 2 Temmuz 1993'te Sivas'ta işlendi. 2 Temmuz, zihinlerimizde, gönüllerimizde kalıcı yaralar açmıştır. 2 Temmuz 1993'te Sivas'a bir kültür şenliği için giden 35 aydınımız, yazarımız, sanatçımız, barışa semah dönen gençlerimiz, her şeyden önemlisi insanlarımız, Sivas'ın Madımak Otelinde yakıldı.

Bu insanlarımız, Sivas'a barış ve kardeşlik içinde bağlamalarını çalmaya ve semahlarını dönmeye gitmişlerdi. Bu katliam, sadece 35 insanımızın katledilmesi değildi, aynı zamanda, cumhuriyete bir başkaldırıydı.

Değerli arkadaşlarım, Sivas'ta bu vahşetin yaşanmasının suçlularının birçoğu halen yurt dışında yaşamaktadır. Hükümet, yurt dışında yaşayan bu sanıkların en kısa zaman içerisinde Türkiye'ye getirilmesi konusunda gerekli girişimlerde bulunmalı ve sanıkların Türkiye'ye getirilmesi sağlanmalıdır.

Kısa bir süre önce Genel Başkanımız Sayın Deniz Baykal'ın girişimiyle, güvenlik güçlerimizin titiz çalışmasıyla, oniki yıldır aranan, idama mahkûm iki sanığın Sivas'ta yakalanması sevindirici olmuştur. Sayın İçişleri Bakanımıza ve emniyet güçlerimize teşekkürlerimi ifade etmek istiyorum.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; Sivas, cumhuriyetin temelinin atıldığı 4 Eylülüyle ünlüdür; Sivas, Sivas Valisi Hızırpaşa tarafından, Osmanlıya başkaldırdığı için idam edilen Pir Sultanıyla ünlüdür; Sivas, ozanlarıyla ünlüdür; ebette ki "benim sadık yârim kara topraktır" diyen Âşık Veyseliyle ünlüdür; Sivas, Madımakıyla ünlüdür; ancak, Sivas'ın üzerine kara leke düştü ve Madımak kana bulandı.

Değerli arkadaşlarım, Sivas'ta bin yıldır Alevîsiyle Sünnîsiyle birlikte uyum içerisinde ve dostça, barış içerisinde yaşanmıştı; din adına bu katliamı gerçekleştirenler barışa, dostluğa gölge düşürmüşlerdir. Elbette ki bu olaydan tüm Sivaslıları sorumlu tutmak doğru değildir. Bütün acılara rağmen, Alevî inancına mensup yurttaşlarımız, geçmişte olduğu gibi bu dönemde de provakasyonlara gelmedi ve gelmeyecektir.

Herkesin, inancına, kimliğine, etnik kökenine saygılı ve 72 millete aynı nazarda bakan Alevî toplumu bu ülkede yaşamaktan, üzerlerine düşen her görevi yerine getirmekten... Ülkesine, cumhuriyete, Atatürk'e, laikliğe bağlı, demokrasiye, hukuka ve insan haklarına saygılı insanlardır. Elbette ki, aynı duyarlılık ve hoşgörüyü başkalarından beklemek hele hele devletten beklemek Alevîlerin de hakkıdır diye düşünüyorum.

Hepimiz bu olaylardan ders çıkarmak zorundayız. Sivas'ı eski konumuna kavuşturmak, yaşanabilir, çağdaş, demokrat bir kent yapmak için hepimize görev düşmektedir. İçbarışımızı korumak için birbirimize tahammül etmek ve saygı göstermek zorundayız.

Değerli arkadaşlarım, 35 aydınımızın, yazarımızın, sanatçımızın, bütün dünyanın gözü önünde yakıldığı Madımak Oteli ne yazık ki tekrar otel ve lokanta olarak faaliyete geçmiştir. İnsanların yakıldığı Madımak Otelinin et lokantası olarak kullanılması utanç verici bir tablodur. Bunu kabul etmem mümkün değildir. Soruyorum size, hangi vicdan sahibi bir insan bu lokantada gönül rahatlığıyla yemek yiyerek, kendisini rahat hisseder?

Değerli arkadaşlarım, 29 Mayıs 1993 tarihinde, Almanya'nın Solingen Kentinde yaşanan vahşet sonrası, bu vahşetin yaşandığı yer müze haline getirildi. Solingen katliamı, bir daha yaşanmaması için, okullarda ders olarak çocuklara anlatılıyor. 29 Mayıs 1993 Solingen katliamı ile 2 Temmuz Sivas katliamı arasında birkaç haftalık fark vardır. Orası, bugün, müze haline getirildi, orası, cumhurbaşkanı düzeyinde, her yıl anma programlarıyla anılmaktadır. 29 Mayıs 2005 tarihinde, Solingen'de düzenlenen anma programına, Genel Başkanımız Sayın Deniz Baykal ve Devlet Bakanımız Sayın Mehmet Aydın birlikte katılmışlardı. Genel Başkanımız Sayın Deniz Baykal tarafından, bu müzenin oluşmasına katkı sağlayan Federal Almanya eski Cumhurbaşkanı Rau'ya barış ve dostluk ödülü takdim edilmiştir.

Değerli arkadaşlarım, Madımak Otelinin, Solingen'de olduğu gibi, bu utançtan bir an önce kurtulmak için, barış ve  kardeşlik adına, kültür ve sanat müzesi yapılması çok yararlı olacaktır. Böyle bir girişim, insanlarımızı, birbiriyle kucaklaştırır; Sivas'ı tekrar eski konumuna kavuşturur; farklı kültürleri, inançları, farklı kimlikleri de birbirine daha yaklaştırır.

Değerli arkadaşlarım, devlet, Sivas olaylarında ne tarafta olduğunu açıklığa kavuşturmak durumundadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Gülçiçek, 1 dakika içinde konuşmanızı tamamlar mısınız.

Buyurun.

ALİ RIZA GÜLÇİÇEK (Devamla) - Tamamlıyorum Sayın Başkanım.

Hükümet veya hükümetler neyin tarafı olduğunu açıklamalıdır; Sivas'ta yananların yanında mı yoksa yakanların yanında mıyız? Teröre ve şiddete dayalı eylemler karşısında orta bir yol yoktur; ya karşısındasınız ya tarafındasınız.

Değerli arkadaşlarım, bu olayların bir daha yaşanmaması için, gerçekle yüzleşmek ve insanlık suçlarını birlikte mahkûm etmek, farklı kültürleri, inançları, kimlikleri daha da yakınlaştırmak için, Madımak Otelinin, barış ve kardeşlik adına kültür ve sanat müzesi yapılması için, Sayın Başbakanı, sayın bakanları, Sayın AKP Grup Başkanvekillerini, Grubunu, Sivaslı ve Sivas'ın değerli milletvekillerini, bu kara lekeyi birlikte kaldırmak için göreve davet ediyorum.

Ayrıca, hükümet tarafından, Alevî yurttaşlarımızın talebi olan cemevlerinin ibadet yeri olarak kabul edilmesi ve din kültürü ve ahlak bilgisi derslerinin zorunlu ders olarak okutulmasının müfredattan kaldırılmasının doğru olacağına inanıyorum.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; 2 Temmuz Sivas olaylarında can verip gelecek nesillere tarihî bir mesaj iletmek görevi ve onurunu göstermiş olan sevgili şehitlerimizi, bir kez daha rahmetle anıyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Lütfen tamamlayın konuşmanızı.

Buyurun.

ALİ RIZA GÜLÇİÇEK (Devamla) - Ülkemizde Sivas olaylarının ve benzerlerinin bir daha yaşanmaması dileğiyle, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP Sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Gülçiçek.

Gündemdışı konuşmaya, İçişleri Bakanı Sayın Abdülkadir Aksu cevap vereceklerdir.

Sayın Bakanım, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

İÇİŞLERİ BAKANI ABDÜLKADİR AKSU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İstanbul Milletvekili Sayın Ali Rıza Gülçiçek'in Sivas olayları konulu gündemdışı konuşması üzerine söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.

Hepinizin bildiği gibi, ülkemiz, 1970'li yıllarla başlayan terör eylemleriyle karşı karşıya kalmış; bu süreç, ülkemizi uzun süre rahatsız etmişti. Bu süreç, ülkemiz insanlarını ciddî manada etkilemiş, pek çok vatandaşımız terörün mağduru olmuştur; ama, terörün en fazla hüzün verdiği olaylardan biri, Sivas'ta yaşadığımız ve hepimizi kedere sevk eden olay olmuştur.

Terör, kimden gelirse gelsin ve kime yönelirse yönelsin, bir arada yaşamaya kararlı bütün vatandaşlarımızca kınanması gereken bir olgudur ve yine, terör, sosyal barışa, toplumsal huzura ve ekonomik kalkınmaya karşı girişilen eylemlerin ortak adıdır. Bu bakımdan, kararlı bir şekilde terör batağını kurutabileceğimizi düşünüyorum; çünkü, sadece teröristle yapılan mücadele, hiçbir zaman toplumsal dayanışmayla elde edilecek sonuç kadar etkin olmayacaktır. Bugün, Yüce Meclisimizin çatısı altında bu kararlılığı görmenin mutluluğunu yaşıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; malumunuz, oniki yıl önce 2 Temmuzda, Sivas'ta meydana gelen olaylar, 37 vatandaşımızın hayatını kaybetmesiyle sonuçlandı. Amaç, vatandaşlarımızın ayrılmaz beraberliğini bozmak, ayrılık duygularını tırmandırmaktı. Akla gelmeyecek provokasyonlar tertip edildi. Yüzyıllar boyu bir arada yaşamış kardeşleri birbirine düşürmek adına, ne yapılması lazım geliyorsa, o yapıldı. Böylece, insanlar, kardeşler karşı karşıya getirilmeye çalışıldı. Komşular, bir daha hiç bir araya gelmemek üzere ayrılmak istendi; ama, provokatörler, amaçlarının tamamına ulaşamadılar. Bütün Türkiye ayağa kalktı, hep bir ağızdan "biz kardeşiz" diye haykırdı. Bu bakımdan, 2 Temmuz, yalnızca üzücü olayların yaşandığı bir gün değil, aynı zamanda, birlik ve kardeşliğin yeniden tesis edildiği tarih olarak da hatırlanacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bildiğiniz gibi, Hükümetimiz, kurulduğu günden itibaren, ülkemizin gündemine insan hak ve hürriyetlerini yeniden tanımlayan ve evrensel normları bizim insanımıza da sağlayan çeşitli kanun düzenlemelerini art arda Yüce Meclisimize getirmekte, sizlerin de yüksek tasvibiyle kanunlaşmaktadır. Herkesin, hür olarak düşündüğünü ifade edebileceği, başkalarına rahatsızlık vermediği ölçüde inancını yaşayabileceği, bir araya gelerek sorunlarına çözümler üretebileceği örgütlü ve demokrat bir toplum için altyapı oluşturma gayretimiz devam ediyor. Bu konuda önemli mesafeler aldığımızı zannediyorum.

Bu yasal değişmelerin yanı sıra, Sayın Ali Rıza Gülçiçek'in de konuşmasında belirttiği gibi, toplum olarak, Sivas'ta, oniki yıl önce meydana gelen bu olaylardan ders çıkarmamız da gerekiyor. Bir arada yaşamanın ortak paydasını yediden yetmişe insanlarımızla paylaşmamız lazım geliyor. Şunu herkesin bilmesi lazımdır ki, yüzyıllarca, birlikte, uyum içerisinde, kardeşçe, hoşgörü ve barış içerisinde, yan yana yaşayan insanlarımız arasında var olan dayanışma ve toplumsal uzlaşmayı kimse bozamamıştır ve bundan sonra da inşallah kimse bozamayacaktır; çünkü, vatandaşlarımız, aralarına nifak sokmak isteyenlerin oyununa gelmeyecek kadar olgunluğa, erdeme ve basirete sahiptirler.

Türkiye Cumhuriyeti Devletinin şerefli bir üyesi, bir vatandaşı olarak, bu al bayrağın altında birbirini anlayan, hoş gören ve sayan vatandaşlarımız, bizim geleceğimizdir. Atalarımız, Hacı Bektaş Veli, Yunus Emre ve Mevlana, bizlere yaşamlarıyla ve sözleriyle ne güzel örnekler bırakmışlardır. Gelin, bu güzel insanların barış ve sevgi seslenişine kulak verelim. Ayrılığı gayrılığı bırakalım, bir olalım, iri olalım, diri olalım.

Sayın Başkan, değerli milletvekillerimiz; güvenlik güçlerimiz, bu olayın bugüne kadar yakalanmayan, diğer aranan faillerini yakalamak için de yoğun bir dikkat ve çaba göstermektedir. Nitekim, bu olaylara karıştıkları için aranır durumda olan 2 şahıs 12.2.2005 tarihinde, yine, ayrıca 2 şahıs da 6.3.2005 tarihinde olmak üzere, toplam 4 kişi daha yakalanarak, sevk edildikleri adlî mercilerce tutuklanmışlardır.

Şunu da belirtmeliyim ki, sayın konuşmacı arkadaşın da ifade ettiği gibi, biz, Sivas denildiği zaman, sadece bu menfur olayı değil, Sivas İlinin gelişmişlik, kalkınmışlık düzeyini, eğitimde aldığı mesafeyi, sosyal ve kültürel değerlerini ve çalışmalarını da hatırlamak istiyoruz.

Değerli arkadaşlar, bakınız, Sivas İlimiz, son zamanlarda Hükümetimizin çıkardığı yatırımların hızlandırılmasına ilişkin Teşvik Kanunu ve aldığımız tedbirlerle, tüm alanlarda kalkınma ve gelişme atağına geçmiştir. Kırsal alanda istihdam sağlamada, eğitimde, sağlıkta, tüm ilçelerinde seferberlik başlamıştır âdeta. Elbette ki, bu başarılı çalışmalarda, vatandaşlarımız arasındaki dostluk, kardeşlik ve olumlu diyaloğun payı büyüktür.

Bu konuda somut bir örnek de vermek istiyorum. Hükümetimizin çıkardığı Teşvik Kanununa kadar, Sivas İlimizde organize sanayi bölgesinde 36 firma faaliyette bulunurken, Teşvik Kanununun çıkmasından sonra 14 firma daha üretime geçmiştir; böylece, faal firma sayısı 50'ye yükselmiştir. 2005 yılı sonuna kadar 23 firma daha üretim faaliyetine başlayacak ve Sivas Organize Sanayi Bölgesinde faaliyet gösteren toplam firma sayısı da böylece 73'e ulaşacaktır.

Şunu da belirtmeliyim ki, Sivas İli, ilk düzenlemede 36 ili içine alan, Teşvik Kanununun yürürlüğe girmesinden sonra, yatırım bakımından bu iller arasında ilk sıralarda yer almak suretiyle önemli bir başarı sağlamış ve ülkemizde kargaşa ve kaos isteyenlere en güzel cevabı vermiştir.

Ben, bu vesileyle, Sivas İlimizde oniki yıl önce hayatını kaybetmiş vatandaşlarıma rahmet diliyorum; Yüce Heyetinizi yeniden sevgi ve saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakanım.

Gündemdışı ikinci söz, yatırımların ve istihdamın teşvikiyle ilgili kanun ve Çankırı'daki yansımaları hakkında söz isteyen Çankırı Milletvekili Sayın Hikmet Özdemir'e aittir.

Sayın Özdemir, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

2.- Çankırı Milletvekili Hikmet Özdemir'in, Yatırımların ve İstihdamın Teşviki Kanununun Çankırı ekonomisine olumlu yansımalarına ilişkin gündemdışı konuşması ve İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu'nun cevabı

HİKMET ÖZDEMİR (Çankırı) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 5084 sayılı Yatırımların ve İstihdamın Teşviki Kanunu ve bu kanunun Çankırı İlinde meydana getirdiği yansımalar hakkında gündemdışı söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Herkes aza şükretmiyor; aza şükretmeyen çoğu da bulamaz, şükredeceğiz ki artış olsun. Ben, Çankırı İli olarak, tabiî ki hükümetimize, Yüce Meclisin bu heyetine teşekkürlerimi arz ederek sözlerime başlıyorum.

Bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren, Çankırı'da güzel gelişme ve değişmelerin olduğunu, hepinizin ve Yüce Milletimizin önünde söylemek isterim. Çankırı'ya yatırım yapmak üzere pek çok yatırımcı ve sanayici, âdeta yarış halindedir. Sağlık, gıda, tekstil, madencilik, makine, mobilya, metal, konfeksiyon, elektrik gibi hemen hemen sanayiin her koluna ait işletmelerin, Çankırı genelinde, üretime, istihdama yönelik çalışmalar içerisine girdiğini görmekteyiz. Bu durum, hükümetimizin ve Yüce Meclisimizin, ne denli doğru bir karar aldığının göstergesidir. Bu vesileyle, tekrar tekrar, siz değerli milletvekillerimize, katkılarınızdan dolayı teşekkürlerimi arz ediyorum.

Sadece, Korgun İlçemizin organize sanayi bölgesinde tahsisi yapılan 9 tesiste taahhüt edilen istihdam sayısı 2 390'dır. İnşaatına başlanan yeni tesislerle birlikte, önümüzdeki yılda 5 000'in üzerinde, sonraki yıllarda ise 10 000'in üzerinde istihdam gerçekleşeceği hesap edilmektedir.

Değerli arkadaşlar, Çankırı için, yatırım, istihdam alanında faydalı olan bu tesislerden, örnek olsun diye birkaçından bahsetmek isterim. Bunlardan biri, Çankırı - Eldivan İlçemizde, önümüzdeki ay, 26 Temmuzda Sayın Başbakanımızın açılışını yapacağı, Türk - Alman ortaklığında, kan ayırım kiti imalat fabrikasıdır. Türkiye'de ve dünyada bir ilk gerçekleşecektir. Üretilecek olan sangofer adlı ürünün bulunuşu, insanlık ve sağlık sektörü için son derece önemlidir. Türkiye'de ve dünyada ilktir. Bu kan ayırım kiti, dünyada muadili olmayan, kanı, plazma ve komponentlerine ayıran patentli bir sistemdir. Bu ürün sayesinde, ülke genelinde toplanan kan yüzde 100 değerlendirilip, kıymetli kayıplar önlenecektir. Sıkça yaşanan kan bulma sıkıntısı, bu sebeple ortadan kalkmış olacaktır.

Ayrıca, seramik ve madencilik sektöründe dünya çapında üretim yapacak olan bir firma, Çankırı-merkez, Kurşunlu, Çerkeş ve Ilgaz bölgelerinde yatırımı planlamış ve en kısa zamanda çalışmaları bitirilmek üzere... 1 500 kişi istihdam edilecektir.

Biz, Çankırı milletvekilleri ve halkı olarak, gelecek tüm yatırımcılara her türlü kolaylığı ve desteği sağlayacağımızı ve sağladığımızı, buradan, bir kez daha ifade ediyoruz.

Ülke kalkınmasında büyük bir ağırlığa sahip olan organize sanayi bölgeleri ve halihazırda Çankırı'daki organize sanayi bölgelerinden de bir nebze bahsetmek isterim.  Çankırı'da halen faal durumda bulunan Korgun Organize Sanayi Bölgesi, bu kanunla, hemen hemen dolmuş durumdadır. Çerkeş Organize Sanayi Bölgesinin yer seçimi yapılmış, müteşebbis heyeti oluşturulmuş ve yatırım programlarına alınmış, ihale aşamasındadır. Şabanözü Organize Sanayi Bölgesinin yer seçimi yapılmış, yatırım programlarına alınması aşamasına gelmiştir. Yakınkent Organize Sanayi Bölgesi için, Sanayi ve Ticaret Bakanlığına, valilikçe, talep yazısı yazılmış, çalışmalar devam etmektedir. Çavundur Organize Sanayi Bölgesi için kuruluş teklifi yapılmış olup, etüt programı için Bakanlık uzmanları çalışmalarını sürdürüyor; 5 Temmuz günü uzmanlar gelerek kararlarını vermiş olacaklardır.

Tabiî ki, bu tesisler Çankırı'ya gelirken, bunlar için gerekli olan doğalgaz meselesi de gündeme gelmiş ve Çankırı için, ilçeleri dahil, doğalgaz anlaşması yapılmış, ihale anlaşması yapılmış; inşallah, 2006 yılında Çankırımıza gelecek ve bu alandaki eksikliğimiz giderilmiş olacaktır. Çankırı'da sanayi alanında doğalgaz kullanımıyla, ilimize yapılan ve yapılacak olan yatırımlar daha da artmış olacaktır.

Değerli arkadaşlarım, kıymetli arkadaşlarım, sanayideki bu hamleyi kucaklayacak, kalkındıracak olan bir üniversite meselemiz var; bizim Çankırı üniversitesi meselesidir. Çankırı'da, bütün kriterler hazırdır; hiçbir, kriterimizde, eksiklik yok. Tek bir kriter eksikliği var; 2 fakülteydi kriter, 3 fakülteye çıkarılıyor Bakanlıkça; 3 fakülte kriteri var...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Özdemir, konuşmanızı tamamlar mısınız.

HİKMET ÖZDEMİR (Devamla) - Bizde 2 tane yüksekokul var, 4 000'in üzerinde öğrenci var. Yurtlarla beraber, kütüphanesi, spor salonları, bütün tesisleriyle beraber üniversiteye Çankırı hazırdır. Ayrıca, Çankırı, Ankara'nın hemen yakınındadır. Bir saat içerisinde ulaşım sağlanmaktadır. Ankara Üniversitesi Senatosu karar almıştır; teknikeğitim fakültesi ve eğitim fakültesi kararı. Maalesef, bu karar YÖK'te beklemektedir. Bu karar, eğer, yazılı olarak YÖK'ten gelmiş olsaydı şu anda Çankırı da 15 üniversitenin içerisine girmiş olacaktı kriter olarak. YÖK'te bu yazı beklemektedir. İnşallah, kısa zamanda bu yazı gelir. Sayın Başbakanımız bize söz verdiler, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcımız söz verdiler. Bu iki fakültenin yazısı YÖK'ten geldiği takdirde, Çankırı, üniversitesine kavuşacak, bu sanayi hamlesi de büyüyerek gidecektir. Bu vesileyle biz, istihdam olarak Çankırı'nın tamamını kuşattığımız gibi, civar illerden de katkı alacağız inşallah.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Özdemir, teşekkürünüzü alabilir miyim; buyurun, lütfen…

HİKMET ÖZDEMİR (Devamla) - Dolayısıyla, 26 Temmuzda Sayın Başbakanımızın 10 açılış, 10 temel atma merasimine bütün Çankırılı hemşerilerimizi, değerli milletvekili arkadaşlarımızı bekliyor, hepinize saygı ve sevgilerimi sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Özdemir, teşekkür ederim.

Gündemdışı konuşmaya İçişleri Bakanı Sayın Abdülkadir Aksu cevap vereceklerdir.

Sayın Bakanım, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

İÇİŞLERİ BAKANI ABDÜLKADİR AKSU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; öncelikle, burada bulunmayan Sayın Maliye Bakanımızın da sizlere sevgi ve saygılarını sunuyorum. Bu gündemdışı konuşmaya, ben, onun adına cevap vermeye çalışacağım. Çankırı Milletvekilimiz Sayın Hikmet Özdemir'in, Yatırımların ve İstihdamın Teşviki Kanununun Çankırı İlindeki yansımalarıyla ilgili gündemdışı konuşmasıyla ilgili söz aldım; bu vesileyle Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Bilindiği üzere, 5084 sayılı Yatırımların ve İstihdamın Teşviki Hakkında Kanun ile bu kanunda değişiklik yapan 5350 sayılı Kanun Yüce Meclisimiz tarafından kabul edilmiştir. Kabul edilen bu kanunlarla, bir yandan yatırım imkânlarının artırılması, bu suretle ek istihdam yaratılması, diğer yandan da bu ek istihdamın, bölgesel kalkınma açısından diğer yörelere nazaran daha geride kalmış bölgelerde oluşturulması hedeflenmiştir. Bu kanunlarla yeni işe başlayan veya ek istihdam yaratan yatırımcılar için Gelir Vergisi stopajı teşvikini, sigorta primi işveren payı teşvikini, enerji desteğini, bedelsiz yatırım yeri tahsisini öngören düzenlemeler yapılmıştır. İlk uygulamada, Devlet İstatistik Enstitüsü verilerine göre, fert başına gayri safî yurtiçi hâsıla tutarı 1 500 ABD Doları veya daha az olan 36 il kapsama alınmıştır. Çankırı İlimiz de bu iller arasındadır. İlerleyen aşamada bölgesel kalkınmanın daha sağlıklı gerçekleştirilmesi, sosyoekonomik yönden benzer özellikler gösteren iller arasında denge sağlanması amacıyla Devlet Planlama Teşkilatınca 2003 yılı için sosyoekonomik gelişmişlik değeri eksi olarak belirlenen toplam 13 il daha kapsama dahil edilmesiyle vergi, sigorta primi teşvikleri ve enerji desteği açısından teşviklerden yararlanan il sayısı 49'a çıkarılmıştır.

1 Nisan 2005 tarihinden sonra yeni işe başlayan Gelir ve Kurumlar Vergisi mükellefleri en az 30 işçi çalıştırmaları şartıyla, çalıştırmış oldukları tüm işçiler için kanunda yer alan teşviklerden yararlanmaktadırlar.

Enerji desteği açısından 49 ilde hayvancılık, seracılık, sertifikalı tohumculuk ve soğukhava deposu yatırımı yapanlarda asgarî 10 işçi çalıştırılması yeterlidir. Yine, 1 Nisan 2005 tarihinden önce işe başlayanlar, en az yüzde 20 oranında ilave işçi almaları ve toplam işçi sayısını 30 işçiye çıkarmaları halinde, ek istihdam için teşviklerden yararlanmaktadırlar. Bu durumda, artırılan işçi ile mevcut işçilerden, artırılan işçi sayısının iki katı kadar işçi için vergi, sigorta primi teşvikinden yararlanmış olmaktadırlar.

Gelir Vergisi stopajı teşviki, işyerinin organize sanayi ve endüstri bölgesinde olması halinde, kanuna göre hesaplanan tutarın tamamı, diğer yerlerde ise yüzde 80'i oranında uygulanmakta ve tahakkuktan terkin edilmektedir.

Sigorta primi işveren payı teşviki ise, Teşvik Kanununa göre hesaplanan tutarın hazine tarafından karşılanması suretiyle uygulanmaktadır. Kanunla öngörülen şartları taşıyan işletmeler, bu işyerinde sarf etmiş oldukları elektrik enerjisinin yüzde 20'si oranında enerji desteğinden yararlanmaktadırlar.

Arsa ve arazi desteği açısından ise, kanun kapsamında yapılan, en az 30 kişilik istihdam sağlayan yatırımlar için kamu arazileri bedelsiz olarak yatırımcılara devredilebilmektedir. 5084 sayılı Yatırımları ve İstihdamı Teşvik Kanunu ilk uygulamaya 1.3.2004 tarihinde konulmuştur. İlk aşamada yürürlüğe giren bu kanun kapsamındaki illerde yatırım yapan ve teşviklerden yararlanmaya başlayan mükelleflerin, eski hükümlere göre teşviklerden yararlanmaları sağlanarak mevcut hakları korunmuştur. Bu mükellefler, ayrıca, şartları sağlamaları halinde, yeni hükümlere göre de, teşviklerden yararlanmaktadırlar.

Görüldüğü gibi, Hükümetimiz, bu kanunla, yatırımcılara bölgesel anlamda önemli malî destek sağlayarak, yatırımların kanun kapsamındaki illere yönlendirilmesi ve bölgeler arasındaki ekonomik dengesizliğin giderilmesi ve ülkemizin en önemli sorunu olan işsizlik sorununa çare bulunmasını hedeflemiş olup, sonuçlarını da zaman içinde almaktayız.

Nitekim, basın-yayın organlarında da takip ettiğiniz üzere, bir önceki dönemde yüzde 11,7 olan işsizlik oranı, yüzde 10,9'a inmiştir. Teşvik uygulaması kapsamında, genel olarak, toplam 41 140 işyeri ve 142 493 çalışan SSK primi teşvikinden yararlanmış olup, hazine tarafından karşılanan tutarı 91 394 000 YTL'dir. Hazinece karşılanan toplam enerji desteği ise, 31 780 000 YTL civarındadır. Kanun kapsamındaki illerde 4 000 000 915 YTL tutarında sabit yatırım ve 56 751 kişilik istihdam öngören 1 367 adet yatırım teşvik belgesi verilmiş bulunmaktadır. Uygulama süresince kaydedilen bu gelişmeler, yapılan düzenlemeyle amaçlanan hedeflere ulaşacağının bir göstergesidir.

Arz ediyor; hepinize, tekrar, en derin sevgi ve saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakanım.

Gündemdışı üçüncü söz, Trakya halkının sosyal ve ekonomik sorunları hakkında söz isteyen Tekirdağ Milletvekili Erdoğan Kaplan'a aittir.

Sayın Kaplan, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

3.- Tekirdağ Milletvekili Erdoğan Kaplan, Trakya halkının sosyal ve ekonomik sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşması

ERDOĞAN KAPLAN (Tekirdağ) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Trakya'nın sorunları hakkında gündemdışı söz almış bulunmaktayım; Yüce Meclisi saygıyla selamlarım.

Hükümetin göreve gelmesinin üzerinden otuz ayı aşkın bir süre geçti. Geriye doğru sayım başladı. Göreve geldiği günlerde acil eylem planları hazırlayan, geleceğe ilişkin pembe tablolar çizen, umut aşılayan hükümetin, geriye dönüp baktığımızda, Türkiye'nin sorunlarını çözmek yerine artırdığını görüyoruz.

Türkiye, ağırlaşan, kronikleşen sorunlarına bu dönemde de çözüm bulamamıştır. Borçları azaltacağız, istihdamı artıracağız diyenler, borçları artırdılar, istihdamı azalttılar. İşsizlik, yoksulluk, yolsuzluk bu dönemde de halkın çözülmesini beklediği önemli sorunlar olarak duruyor.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye'nin birçok yerinde olduğu gibi, Trakya  bölgemizde bu sorunlar daha ağır bir şekilde hissedilmektedir. Bu hükümet döneminde, Trakyalı çiftçiler en zor günlerini yaşıyor. Tekirdağ ve Trakya  bölgemiz verimli arazisiyle ülkemiz buğday üretiminin yüzde 20'sini, ayçiçeği üretiminin ise yüzde 75'ini sağlamaktadır.

Şu anda, Trakya bölgemizde hasat dönemi. Çiftçinin ürününü satıp yüzünün gülmesinin gerektiği günlerdir; ama, durum öyle değil. Bütün çiftçilerimiz şikâyetçi. Hiç kimsenin yüzü gülmüyor. Geçen yıl buğday fiyatı hasat başlangıcında  330 000 lira iken, şimdi 270-280 bin lira. Geçen yıl buğdayın ofis fiyatı 350 000 lira iken, bu yıl 330 000 liradır. Bu yıl buğday alımlarında kota uygulamasına başlanılmıştır. "Buğday üreticisine fazla üretme; almam" diyorsunuz. "Fazla ürettiğin buğdayı tüccara kaça satarsan sat" diyorsunuz. Sizin adalet ve kalkınma anlayışınız bu mu?! Trakya bölgemizde köylünün ayçakız adını verdiği ayçiçeği ve sarıkız adını verdiği kanola can çekişiyor;  bu ürünlerin ekim alanları daralıyor.  Trakya çiftçisinin prestij ürünü ayçiçeği üretimi 500 000 tonun altına düşmüştür. Yine, pancara  uygulanan kota çiftçilerimizi zora sokmaktadır. Pancara kota uygulanırken, nişasta bazlı şeker üretimi yapan Cargill gibi bazı firmalar özendirilmektedir. Tüm Trakya'nın pancar kotası toplam 200 000 ton iken, sadece Adapazarı'nın pancar kotası 350 000 tondur. Trakya'ya yapılan bu haksızlık sona ermelidir.

Yani, çiftçimiz, ürettiğini ucuza satın almak isteyen tüccarın insafına terk edilmektedir. Çiftçinin ürün bedeli düşerken, maliyetler de gübrede yüzde 18, mazotta yüzde 32 artış yapmıştır. Çiftçinin ürün maliyeti artarken ürün bedelini düşüren tek iktidar olarak tarihe geçen bir hükümetle karşı karşıyayız.

Sayın Başbakan akaryakıt fiyatlarındaki artışa ilişkin yaptığı değerlendirmede "yirmi günde üç dört kez akaryakıta zam olmaz; bunu yeniden rayına oturtmak lazım" demiştir. Bu zamları kim yapıyor Sayın Başbakan?.. Zamları sizin hükümetiniz mi yapıyor, yoksa Trakyalılar mı yapıyor?.. Akaryakıt zamlarını kimin yaptığını Sayın Başbakan bilmiyor; ama, ben Trakya çiftçisinin o zamların altında ezildiğini çok iyi biliyorum. Neyi rayına oturtacaksınız; uyguladığınız ekonomi programı ve tarım politikasıyla çiftçiyi, üreticiyi, tarımı rayından çıkardınız.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; işsizlik bu dönemde, tüm Türkiye'de olduğu gibi, Trakya bölgesinde de gençlerimizi umutsuzluğa sürüklemektedir. Hayrabolu İlçemizden bir yurttaşımız, Hayrabolu Organize Sanayi Bölgesinin hükümetin teşvik politikasıyla yatırımcı çekemediğini, bu nedenle, işsizliğin bu ilçemizde yoğun bir şekilde yaşandığını belirtmektedir.

Eğitimli nüfusun işsizliği, bir ülkenin kendi çocuklarına, onları eğitirken yaptığı yatırımın heba olmasıdır. Bizim ülkemiz, maalesef, kendi yatırımını, kendi çocuklarına istihdam olanakları açamayarak, heba etmektedir.

Çevre sorunlarının çözümü için bir kanun tasarısı hazırlandı, komisyondan geçti, Genel Kurul gündeminde bekliyor; ama, Trakya'nın çevre sorunları devam ediyor. Ergene Nehri zehir saçıyor. Arıtma tesisi olmayan fabrikalar varlığına devam ediyor. Bu koşullar, işçimizi, emeklimizi, memurumuzu, çiftçimizi, üreticimizi memnun etmiyor, yüzünü güldürmüyor. Ekonominin büyüdüğü yönünde masallar anlatılıyor; ama, Trakya'da benim gördüğüm, sorunlar büyüyor, işsizlik artıyor, umutsuzluk ve mutsuzluk artıyor.

Değerli arkadaşlarım, pembe tablo çizmekle, vatandaşı aldatmakla işler olmuyor. İşte, güncel gazetelerimizden bir tanesinde "işte halkın sesi" deniliyor. "Ben tarım emeklisiyim, çoktan öldüm; ben Bağ-Kur emeklisiyim, öldüm, öldüm; ben işçi emeklisiyim, perişanım; ben memur emeklisiyim, sürünüyorum."

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ASIM AYKAN (Trabzon) - Onun gözü kördür.

BAŞKAN - Sayın Kaplan, buyurun, tamamlayınız efendim.

ERDOĞAN KAPLAN (Devamla) - "Yoksul sayısı artıyor, büyüme ortadireğe yansımadı, IMF'ye en borçlu ülke Türkiye; emekliler, paramızı ödeyin diyor; kadınlarımız, evde tencere kaynamıyor, haberiniz var mı diyor."

Sayın milletvekillerim, sizin de bundan inşallah haberiniz vardır; ama, haberinizin olmadığını biliyorum. Yakında, halkımız sizi haberdar edecek!

Yüce Meclise, tüm Türkiye halkına ve Trakya halkına saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kaplan.

Gündeme geçiyoruz.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır; okutup bilgilerinize sunacağım.

B) Tezkereler ve Önergeler

1.- Çevre eski Bakanı Fevzi Aytekin hakkındaki dosyaya ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/862)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Çevre Bakanlığı Döner Sermaye İşletmesi hesaplarına intikal etmesi gereken meblağların Türkiye Çevre Koruma Vakfı hesaplarına aktarılarak Hazinenin gelir zıyaına sebebiyet verdiği ve çevre koruma vakıflarının istihdam kapısı olarak kullanılması suretiyle bu vakıflarla çıkar ilişkisine girdiği gerekçesiyle Çevre eski Bakanı Fevzi Aytekin hakkında, Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü Teftiş Kurulunun 4.3.2005 tarihli ve 6 sayılı denetim raporu, Anayasanın 100 üncü maddesine göre gereği yapılmak üzere Başbakanlıkça Başkanlığımıza intikal ettirilmiştir.

Bilindiği gibi, Anayasanın 100 üncü maddesine göre, Meclis soruşturması açılması, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının en az onda 1'inin (55 üye) vereceği önergeyle istenebilmektedir.

Böyle bir önerge olmadan, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının söz konusu dosyayla ilgili olarak Meclis soruşturmasına ilişkin bir işlemi resen yürütmesi mümkün bulunmadığından, daha önce yapılan uygulamalar doğrultusunda konunun Genel Kurulun bilgilerine sunulması ve anılan dosyanın milletvekillerinin tetkik ve takdirlerine açılması, Başkanlığımızca uygun mütalaa edilmiştir.

Bu tezkerenin okutulmasıyla, konu Genel Kurulun bilgisine sunulmuş olup, Başkanlığımızda bulunan dosya, sayın milletvekillerinin tetkik ve değerlendirmelerine açılmıştır.

Yüce Heyetin bilgilerine sunulur.

                                                                   Bülent Arınç

                                                        Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                           Başkanı

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Komisyondan istifa tezkeresi vardır; okutuyorum:

2.- İzmir Milletvekili Türkân Miçooğulları'nın (10/148, 182, 187, 284, 285) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi (4/311)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Üyesi bulunduğum töre ve namus cinayetleri ile kadınlara ve çocuklara yönelik şiddetin sebeplerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan (10/148, 10/182, 10/187, 10/284 ve 10/285) Meclis Araştırması Komisyonundan istifa ediyorum.

Bilgilerinize arz ederim.

                                                                            Türkân Miçooğulları

                                                                               İzmir

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Ondokuz Mayıs Üniversitesinde keyfî yönetim, kamu kaynaklarının amaç dışı kullanımı ve kadrolaşma iddialarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan (10/251) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonunun başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip seçimine dair bir tezkeresi vardır; okutuyorum:

3.- (10/251) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Geçici Başkanlığının, Komisyonun başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip üye seçimini yaptığına ilişkin tezkeresi (3/863)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Ondokuz Mayıs Üniversitesinde keyfî yönetim, kamu kaynaklarının amaç dışı kullanımı ve kadrolaşma iddialarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan Meclis Araştırması Komisyonu, komisyon başkanı, başkanvekili, sözcü ve kâtip üyelerini seçmek üzere, 29.6.2005 Çarşamba günü saat 11.00'de Halkla İlişkiler Binası B Blok 2 nci Kat 4 üncü Banko 7-8 No'lu Araştırma Komisyonu Toplantı Salonunda 7 üyenin katılımıyla toplanmış, aşağıda isimleri ve seçim bölgeleri yazılı sayın üyeler belirtilen görevlere seçilmişlerdir.

                                                        Komisyon Geçici Başkanı

                                                                    Öner Ergenç

                                                                                 Siirt

 

 

 

 

 

Adı ve Soyadı

Seçim Bölgesi

Aldığı Oy

Başkan

Cemal Yılmaz Demir

Samsun

       7

Başkanvekili

Murat Yıldırım

Çorum

       7

Sözcü

Alim Tunç

Uşak

       7

Kâtip

Mehmet Yüksektepe

Denizli

       7

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının 2 tezkeresi vardır; ayrı ayrı okutup, oylarınıza sunacağım.

4.- Parlamentolararası Birlik Başkanının TBMM Başkanı Bülent Arınç'ı Amerika Birleşik Devletlerine davetine icabet etmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/864)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Bülent Arınç'ın, Parlamentolararası Birlik Başkanının davetine icabetle, New York'ta, Birleşmiş Milletlerde düzenlenecek II. Dünya Parlamento Başkanları Konferansına katılmak üzere Amerika Birleşik Devletlerine gidişi hususu, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi uyarınca Genel Kurulun tasviplerine sunulur.

                                                                   Bülent Arınç

                                                        Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                           Başkanı

BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Diğer tezkereyi okutuyorum:

 

5.- Devlet Bakanı Nimet Çubukçu'nun Çin'e yapacağı resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/865)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Çin'in Başkenti Pekin'de 28 Ağustos-4 Eylül 2005 tarihleri arasında yapılacak, Pekin-2005 Birleşmiş Milletler Dördüncü Dünya Kadın Konferansı Onuncu Yıldönümü Anma Toplantısına, Devlet Bakanı Nimet Çubukçu'nun başkanlığında, Adana Milletvekili Nevin Gaye Erbatur, Aydın Milletvekili Semiha Öyüş ve Gaziantep Milletvekili Fatma Şahin'in katılmaları, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620 sayılı Kanunun 8 inci maddesi gereğince Genel Kurulun tasvibine sunulur.

                                                                   Bülent Arınç

                                                        Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                           Başkanı

BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır; okutup oylarınıza sunacağım.

IV.- ÖNERİLER

A) Sİyasî Partİ Grubu Önerİlerİ

1.- Gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin CHP Grubu önerisi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulunun 29.6.2005 Çarşamba günü (bugün) yapılan toplantısında siyasî parti grupları arasında oybirliği sağlanamadığından, Grubumuzun aşağıdaki önerisinin, İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.

Saygılarımla.

                                                                       Ali Topuz

                                                                           İstanbul

                                                          Grup Başkanvekili

Öneri:

Türkiye Büyük Millet Meclisi gündeminin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 94 üncü sırasında yer alan 502'ye 1 inci ek sıra sayısının bu kısmın 3 üncü sırasına, 29.6.2005 tarihli gelen kâğıtlarda yayımlanan 969 sıra sayısının, 48 saati geçmeden, bu kısmın 4 üncü sırasına alınması önerilmiştir.

BAŞKAN - Önerinin aleyhinde, Adıyaman Milletvekili Hüsrev Kutlu.

Buyurun Sayın Kutlu. (AK Parti sıralarından alkışlar)

FEHMİ HÜSREV KUTLU (Adıyaman) - Önerinin lehinde bir konuşma yok muydu Sayın Başkanım?

BAŞKAN - Bir aleyhte, bir lehte olarak vereceğim.

Buyurun.

FEHMİ HÜSREV KUTLU (Adıyaman) - Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; bu sefer, yine, dokunulmazlıklarla huzurunuzdayız; ama, görüyorum ki, git gide, bu dokunulmazlıkların reytingi düşmekte.

GÜROL ERGİN (Muğla) - Millet hırsızlığa alışıyor galiba!

ATİLA EMEK (Antalya) - Tabiî, kulaklarınızı tıkadınız halktan gelen sese.

FEHMİ HÜSREV KUTLU (Devamla) - Şu anda, önergeyi veren CHP sıralarında 20 kişi kadar, AK Parti sıralarında da bir o kadar vekil arkadaşımız var. Bu işi niye bu kadar, böyle, ucuzlattık, onu bilemiyorum; ama, bugün değişik bir üslup izlendi ve Cumhuriyet Halk Partisinden bir sayın milletvekilimizin dosyası getirildi.

Sayın Muharrem Kılıç hakkında, memura yalan beyanda bulunmak suçundan dava açılmış. Ben, Sayın Kılıç'ın, burada isnat edildiği gibi, cezaevine götürdüğü telefonu beyan etmeyip, sonradan üzerinde yakalandığı iddiasının doğru olmadığını gayet iyi biliyorum.

BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Yanında mıydın?..

FEHMİ HÜSREV KUTLU (Devamla) - Yanında değildim; ama, şu anda karşımda duruyor Muharrem Bey.

Sayın Meral, siz kürsüde konuşurken sataşmalardan en çok mustarip olan bir milletvekilisiniz; ama, sataşmak da zevkli oluyor değil mi? (Gülüşmeler)

BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Teşekkür ederim; sen de bana laf atıyorsun.

FEHMİ HÜSREV KUTLU (Devamla) - Yani, size sataşan arkadaşların da durumunu anlayasınız diye söylüyorum.

BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Ne kadar zor olduğunu bilesin.

FEHMİ HÜSREV KUTLU (Devamla) - Sayın arkadaşlarım, bir gün bir kapıdan geçecektim, güvenlik görevlisi "bölge müdürüne bir haber vereyim" dedi. Ben de, haberi var, aç kapıyı dedim; adam açmadı. Camı açtım, kaşlarımı çattım, bana bak, ben, hem siyasetçiyim hem avukatım, yalan mı söyleyeceğim dedim. Adam, hemen düğmeye bastı "hâşâ, ikisi de yalan söylemez" dedi.

Şimdi, Sayın Muharrem Kılıç da, hem siyasetçi hem avukat; yani, memura niye yalan beyanda bulunsun?.. (Alkışlar ve gülüşmeler)

BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Yani, bir tek avukatlar mı yalan söyleyebilir?..

FEHMİ HÜSREV KUTLU (Devamla) - Şimdi, sendikacıların konusunu ben bilmiyorum; yani, onlar ne kadar söylerler; ama, avukat olduğum için bu konuyu daha iyi biliyorum.

Şimdi, böyle bir gayri ciddî suçlamayla hakkında dava açılan çok kıymetli bir milletvekili arkadaşımızı "git, Malatya'da yargılan" diye göndermemiz, hem Meclisin çalışmalarını hem de Adalet Komisyonunun çalışmalarını aksatacak niteliktedir. Bu bakımdan, bu arkadaşlar niye kendi milletvekillerini buradan uzaklaştırmaya çalışıyorlar, onu ben anlamış değilim. Halbuki, daha dün bir vekiliniz, ne sebeple olduğunu ben bilmiyorum; ama, istifa ediverdi. Daha önceden de bir beyanda bulundu; işte "delege seçimlerinde usulsüzlük var, üye olmayanlar delege yazılmış" diye hâkime başvuruda bulundu, arkasından istifa etti.

Arkadaşlar, allahaşkına, siz de grubunuza sahip çıkın ya! Bak, böyle, iktidar ve muhalefetle ancak götürüyoruz; böyle, arkadaşlarınıza sahip çıkmadığınız zaman, yeni gruplara meydan verdiğiniz zaman, burada, daha büyük sıkıntıların olacağını hiç düşünmüyor musunuz?..

GÜROL ERGİN (Muğla) - Biraz ciddî şeyler söyleyin!

FEHMİ HÜSREV KUTLU (Devamla) - Şimdi de kıymetli arkadaşımız Sayın Muharrem Kılıç'ı…

GÜROL ERGİN (Muğla) - Boş boş konuşuyor orada!

FEHMİ HÜSREV KUTLU (Devamla) - …hiç, böyle, alakası olmayan bir şeyden dolayı yargıya göndermek istiyorsunuz. Ben, buna katılmıyorum. Ayrıca, bizim, milletvekilleri olarak sorunlarımıza sahip çıkmamız lazım.

GÜROL ERGİN (Muğla) - Onun suçlaması boş da, sizin suçlamanız nedir; onu söyleyin!

FEHMİ HÜSREV KUTLU (Devamla) - Mesela, sorunlarımız nedir?.. Geçen gün üyeler lokantasına yemeğe gidiyordum, koridorlar kapkaranlık. Karşıdan birileri geliyor, uzun boylu. Kim diye merak ettim; yaklaştı yaklaştı İdare Amirimiz Feyzi Berdibek. Sayın Amirim, bu koridorlar niye böyle karanlık dedim. "Başkanın talimatı; tasarruf" dedi. Yine, mutat veçhile muhalefet kulisinde oturuyordum -zaten, dışarıda mevsim baharmış, gezip dolaşanlar varmış; haberimiz olmuyor- karanlık. Niye karanlık dedim. "Meclis Başkanının talimatı; 'Genel Kurulun açılmasına onbeş dakika kalıncaya kadar ışıkları yakmayın' dedi." Daha sonra, Meclis Başkanımız, yine, tasarrufla ilgili, bir yerlerde, bazı vekillerin, işte, çok sayıda diş yaptırdıklarını, masraflarının çok olduğunu falan gündeme getirdi.

BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - İlaç, ilaç...

FEHMİ HÜSREV KUTLU (Devamla) - Ya, bak, biz, iktidarıyla muhalefetiyle bu milletvekillerinin sağda solda tartışılmamasını, dedikodu yapılmamasını, bu şekildeki iddiaların, varsa, içimizde görüşülüp sorumlularının cezalandırılmasını; ama, bunların dışarıda konuşulmaması gerektiğini bu kürsüden tartışmalıyız ve birbirimize sahip çıkmalıyız. Ama, ben, maalesef, bu anlayışı Cumhuriyet Halk Partili arkadaşlarda göremiyorum. Her zaman, her hafta, dönüp dolaşıp, Meclisi yıpratmak için, milletvekilinin birisini yıpratmak için bir önerge getiriyorlar ve bu önergelerde de, maalesef, her zaman aynı konuşmalar yapılıyor; bazen çok küçük değişiklikler oluyor. Onun için, biz, bu dokunulmazlıklara sarf ettiğimiz zamanı, milletvekillerinin imkânları nasıl daha genişletilir, imkânsızlıklar nasıl giderilir, ne yapabiliriz bu halkı temsil eden vekiller için; bunu konuşup tartışmalıyız ve bunları kararı bağlamalıyız diye düşünüyorum.

İlgi fazla olmadığı için, arkadaşlarımız bu dokunulmazlık konusuna iltifat etmedikleri için, ben de süremi tam olarak kullanmıyorum ve hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN- Teşekkür ederim Sayın Kutlu.

Önerinin lehinde, Malatya Milletvekili Sayın Muharrem Kılıç.

Sayın Kılıç, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

FEHMİ HÜSREV KUTLU (Adıyaman)- Muharrem Bey, işlediysen beni mahcup etme, söyle!

MUHARREM KILIÇ (Malatya)- Söyleyeceğim.

Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar; öncelikle, Hüsrev Bey arkadaşımızın şahsıma yönelik beyanlarına teşekkür ediyorum. Gerçekten de, ben, yaşamım boyunca yalan söylememeye çok özen gösterdim ve bunu bir ilke olarak kabul ediyorum. Olayı da kısaca arkadaşlarımıza izah etmek istiyorum. Yalnız, buna girmeden önce, tüm buna rağmen, Türkiye Büyük Millet Meclisinde dokunulmazlıktan yararlanan milletvekillerinin isimlerine, dosyalarına baktığımda, şu anda 117 sayın milletvekili aleyhinde 209 tane, Türkiye Büyük Millet Meclisinde dokunulmazlık dosyası bulunmakta. Bu milletvekillerinden birisi benim, dosyalardan bir tanesi de yine benim dosyam.

Değerli arkadaşlar, biz, bu dosyaları gündeme getirirken, bu sayın milletvekillerinin mutlaka suçlu olduğu, mutlaka bu iddia edilen suçları işledikleri kanısında değiliz. Biz, burada bir ilkeden söz ediyoruz. Benimle ilgili, dokunulmazlıktan yararlanan milletvekilleriyle ilgili iddia basında yer aldığında, Malatya'dan, beni tanıyan çok sayıda dostum, ahbabım, arkadaşım beni arayıp, sordular "Muharrem Bey, hayırdır, nedir bu; sen de dokunulmazlıktan faydalanan milletvekillerinin içindesin, olay nedir" dediler. Olayla ilgili, ben, Malatya basınına ve o zamanki tüm basın ve televizyon kuruluşlarına açıklama gönderdim.

Olay özetle şöyleydi: Arkadaşım da demin belirtti. Gerçekten de, bir avukat olarak… Avukatlar, sadece kendilerine iletilen konuları yargıca veya soruşturma makamına iletirler, yoksa kendiliklerinden bir şey katmazlar. 2001 yılında Diyarbakır'a gitmiştim, Türkiye Barolar Birliğinin toplantısı vardı, ben de Malatya delegesiydim. İki gün Diyarbakır'da kaldık. Biraz da hava şartlarına uyum sağlayamadık, rahatsız oldum. Geldiğimde, bir yakınım, bir dostum "bir arkadaşımız kavgadan dolayı cezaevine girdi, bununla ilgilen" dedi. Rahatsız olmama rağmen, sabahleyin apar topar cezaevine gittim. Bekleme odasında, infaz koruma memurları "Muharrem Bey, üzerinde bir şey var mı" dediler. Zaten yaz günü, üzerimde ceket de yok; dedim ki içeriye girecek herhangi bir şey yok, ceketim bile yok üzerimde. Yanımda çantam var, Diyarbakır'dan getirdiğim çantam öyle duruyor. O zaman, ben, cep telefonu da taşımıyorum. Sadece bir araç telefonum var, mobil araç telefonu; onu da, gelirken, çantaya koymuştum. Üzerimde bir şey yok deyince "tamam, geçebilirsin" dediler. Cezaevine girerken, değerli arkadaşlar, avukatlar duyarlı kapıdan geçerler, çantaları da x-ray cihazından geçer ve çantada, 25 kuruş dahil, her şey ayan beyan görünür. Ben, yirmi yıllık avukatım. Avukatlığımın büyük bölümünü de ceza avukatlığında geçirdim; yani, bunu bilebilecek durumdayım; çünkü, sürekli gidip geliyorum. Orada, x-ray cihazında araç telefonu, mobil araç telefonu görününce, memurlar ikaz ettiler; çıkardık, görevlilere teslim ettik; ondan sonra, gittik, vatandaşla görüştük, ayrıldık. Arkasından, oradaki jandarma görevlileri bir tutanak tutuyorlar "avukat, cezaevine girerken, cezaevine araç telefonunu sokmaya teşebbüs etmiştir" denilerek…

FEHMİ HÜSREV KUTLU (Adıyaman) - Telefonu araçla beraber mi sokmuştunuz; yoksa, tek mi?!

MUHARREM KILIÇ (Devamla) - Hayır; mobil araç telefonunu, tek...

Değerli arkadaşlar, onun üzerine, Malatya'da, Cumhuriyet Savcılığı soruşturma başlattı; ancak, oradaki görevlileri dinlediler, beni dinlediler; bunu, ciddî bir iddia olarak görmediler, bunda bir suç kastı görmediler; Malatya Cumhuriyet Savcılığı takipsizlik kararı verdi. Ancak, Jandarma Alay Komutanı "nasıl buna takipsizlik verirsiniz" dedi, Adalet Bakanlığına itirazda bulundu; Adalet Bakanlığı "avukat hakkında dava açın" dedi. Ben, o zaman, Adalet Bakanlığındaki ilgili genel müdürle görüştüğümde "avukat bey, biz, sadece cep telefonu için değil, üzerinde hesap makinesi bulunan, hesap makinesiyle cezaevine girmeye çalışan veyahut da girerken üzerinde hesap makinesi görülen avukat hakkında bile dava açtırdık, bunda da açtırmamız gerekiyor; buradaki, Adalet Bakanlığındaki yüksek hâkimlerimiz bunu böyle takdir buyurdular" dediler. Mahkemede yargılanırken de, o ara, milletvekili seçildim. O da son oturumdu, yani, bir ay sonra milletvekili seçilseydim, muhtemelen beraat edecektim. Son oturumda, milletvekili mazbatasını alınca, otomatikman dava durdu. Olay, bundan ibaret.

Değerli arkadaşlar, demin de belirttim, biz, buradaki dosyası bulunan 117 arkadaşımızın suçlu olduğu iddiasında hiçbir zaman bulunmadık; bunlar, iddiadır, isnattır. Ancak, bu iddianın, bu isnadın da mutlaka ortadan kaldırılması gerekiyor. Kamuoyunda milletvekilleriyle ilgili, siyasetçilerle ilgili hoş olmayan bir kanı oluşmuş: "Ülkemiz yolsuzluk batağına bulaşmış, yolsuzluk batağının bir ayağında da politikacı var" diyorlar. İşadamına, diğer kamu görevlilerine zabıta, kolluk el uzatabiliyor, onlarla ilgili gerekli tahkikat yapılabiliyor, soruşturma yapılabiliyor, haklarında dava açılabiliyor; ama, işin ucunda milletvekili olunca, milletvekiline dokunulamıyor; biz, bunu söylüyoruz. Meclisin üzerindeki, milletvekillerinin üzerindeki bu ağır iddianın, bu ağır ithamın mutlaka kaldırılması gerekiyor.

Değerli arkadaşlar, ben, bununla ilgili olarak karma komisyona dilekçe verdim ve dedim ki, benim dokunulmazlığımı kaldırın. Karma komisyon dokunulmazlığımı kaldırmadı. Karma Komisyon bu işi âdeta otomatiğe bağladı. Şu ana kadar karma komisyon 194 adet karar vermiş, bu kararların tamamı dönem sonuna erteleme. Peki, değerli arkadaşlar, madem tüm dosyalarla ilgili, dosyadaki sanıkların konumuna bakmadan, dosyadaki iddiaların konumuna bakmadan, tüm dosyalar hakkında dönem sonuna erteleme kararı vereceksek, o zaman, karma komisyonunun çalışmasının bir anlamı kalıyor mu? Kaldı ki, ben, şahsen, dokunulmazlık zırhından faydalanan milletvekillerinin arasında olmak istemiyorum; bu, beni lekeliyor, bu, beni, toplum karşısında küçük düşürüyor. Herkese, bu şekilde, size anlattığım gibi anlatmak durumunda mı kalacağım yani, herkese ayrı ayrı bunu izah mı edeceğim? Bu mümkün mü değerli arkadaşlar? Bana yapılan insan haklarına aykırı bir uygulamadır. Anayasanın 36 ncı maddesindeki hak arama özgürlüğüne aykırılıktır değerli arkadaşlar.

FEHMİ HÜSREV KUTLU (Adıyaman) - Siz de dava açın o zaman.

MUHARREM KILIÇ (Devamla) - Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6 ncı maddesindeki adil yargılanma hakkına aykırılıktır. Ben, yargılanmak istiyorum arkadaşlar. Ben yargılanmak istiyorum, iki seneye kadar benim  üzerimdeki bu töhmet kalmasın istiyorum. Yani, bunda  gocunacak bir şey yok arkadaşlar. Biz, milletvekili olduk diye tüm suçlardan , tüm olaylardan kendimizi hariç tutamayız. Türkiye'nin dışında yaşamıyoruz, biz toplumun dışında birileri değiliz, toplumla iç içe olmalıyız. Halktan ayrı, kendimize değişik zırhlar bulmamalıyız değerli arkadaşlar. Hem de her iki partinin milletvekilleri olarak bu topluma söz verdik hep beraber, dedik ki, dokunulmazlık zırhına sığınmayacağız. Bu sözümüzde durmamız gerekiyor. Bunda, değerli arkadaşlar, gerçekten ben samimiyim.

Kaldı ki, bu Meclisteki dosyaların tamamı, benim dosyam gibi, sadece bir yanlışlık eseri telefonla gitmek veya seçim suçları filan değil, bu dosyaların içinde, gerçekten, Anayasamızın 76 ncı maddesindeki milletvekili seçilmeyi engelleyecek suçlar da var; zimmet suçu var, ihtilas suçu var, dolandırıcılık suçu var, sahtecilik suçu var, dolanlı iflas var, otobüs biletinde kalpazanlık var…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Kılıç konuşmanızı tamamlar mısınız.

MUHARREM KILIÇ (Devamla)- Değerli arkadaşlar, bu suçlardan eğer yargılanıp ceza alırsa, milletvekilliği düşecek. Kaldı ki, bu suçlardan, daha önce, milletvekili olmadan önce yargılanıp da ceza almış olsaydı, zaten milletvekili olamayacaktı. Yani, iki sanık var, bir tanesi önceden yargılanıp ceza almış, o olamıyor; ancak, siz milletvekili olmuşsanız, o zırha bürünmüşseniz, milletvekili olabiliyorsunuz ve bu dosyalarınız da dönem sonuna kadar ertelenebiliyor.

Değerli arkadaşlar, ben, AKP'li milletvekilleri demiyorum; ancak, biz, Cumhuriyet Halk Partili tüm milletvekilleri bu dokunulmazlık konusunda hassasız. Gelin, Cumhuriyet Halk Partililerin, Cumhuriyet Halk Partisindeki tüm üyelerimizin dokunulmazlığını kaldırın, kendi dokunulmazlıklarınızla baş başa kalın. Sanırım, kendiniz, burada, sadece dokunulmazlıklardan faydalanan bir grup olarak kalmak istemediğiniz için bizi de ortak etmek istiyorsunuz; ancak, lütfen, buna son verelim. Hiç olmazsa bizim dokunulmazlığımızı kaldırın. Biz, bu ayıptan kurtulmak istiyoruz.

Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Zaten, barajı geçemeyeceksiniz, yargılanırsınız.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kılıç.

Aleyhinde, Tokat Milletvekili Sayın Zeyid Aslan; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

ZEYİD ASLAN (Tokat) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yine bir Çarşamba günü, mutat olduğu üzere dokunulmazlık konusunu tekrar görüşmeye başladık.

Ben, samimiyetle bir şeyi burada itiraf etmek istiyorum: Bu, dokunulmazlıkla ilgili yaklaşık 10 ya da 11 inci konuşmam oluyor; artık, yeni bir şeyler üretemiyorum, yeni bir şeyler söylemekte ciddî anlamda zorlandığımı ifade etmek istiyorum.

Hatta, öyle ki, her çarşamba günü burada dokunulmazlık konusunu TRT-3 ekranlarından seyreden seçmenlerim bile beni arayarak "Atilla Kart'a alıştık, hep aynı şeyleri söylüyor da, sen bari biraz değiştir" diyorlar; ama, ben artık yeni kelimeler, yeni söylemler bulmakta zorlandığımı burada itiraf etmek istiyorum.

TUNCAY ERCENK (Antalya) - Biraz sıkıştır kendini, çıkar!

ZEYİD ASLAN (Devamla) - Değerli arkadaşlar, hep şunu ifade ettik ve burada, bir kez daha, aynı şeyi ifade edeceğiz: Dokunulmazlık konusunda Cumhuriyet Halk Partisinin samimî olmadığını, geçen hafta üzerine basarak söylemiştim, bu hafta, yine, bunu, burada tekrar ediyorum…

GÜROL ERGİN (Muğla) - Topyekûn kaçak durumundasınız, bir de konuşuyorsun.

ZEYİD ASLAN (Devamla) -…çünkü, burada, biz, AK Parti adına çıkan tüm arkadaşlarımız olarak, ısrarla ve üzerinde durarak, dokunulmazlık konusunun şahsî bir mesele değil, yasama meclisini ilgilendiren genel bir olay olduğunu, dokunulmazlığın genelini ilgilendirecek bir şekilde, ortak bir çalışma yürütmek suretiyle bir çalışma yapalım diyoruz; ama, sizler, ısrarla, hayır, dokunulmazlığı genel anlamda ele almak yerine, kişileri, o dokunulmazlıklarının kaldırılmasına ilişkin fezlekedeki suça yönelik olmak üzere yargıya göndermek istiyorsunuz ve söyleminizi de tamamen bunun üzerine kurmuşsunuz.

Geçen hafta söyledim, burada, biraz önce, Sayın Muharrem Beyin bu işlediği iddia edilen -Hüsrev Beyin de söylediği gibi, ben de uzun yıllar avukatlık yaptım, ceza avukatlığı yaptım, cezaevlerine girdik- böyle bir suçu işlememiş olduğuna son derece kaniim; ama, varsayalım ki, vardı; gönderdik Muharrem Beyi, beraat etti veya mahkûm oldu. Peki, Muharrem Beyin dokunulmazlığı kalktı mı? Muharrem Beyin bunun dışındaki her türlü hayatında dokunulmazlığı aynen devam edecek. Yani, diyorum ki...

GÜROL ERGİN (Muğla) - Bu Muharrem Bey sevgisi size nereden geldi allahaşkına?!

ZEYİD ASLAN (Devamla) - Biz insanları seviyoruz. O sizin probleminiz; biz insanları seviyoruz.

GÜROL ERGİN (Muğla) - Biz de hırsız ve sahtekâr olmayanları seviyoruz, diğerlerini sevmiyoruz.

ZEYİD ASLAN (Devamla) - Biz bütün insanları seviyoruz.

BAŞKAN - Sayın Ergin...

Saygıdeğer arkadaşlarım, lütfen dinleyelim hatibi.

GÜROL ERGİN (Muğla) - Boş konuşuyorlar ama.

ZEYİD ASLAN (Devamla) - Burada fezlekesi gelmiş dosyayla ilgili olarak yargıya bir arkadaşımız gidip o dosyayla ilgili yargılama faaliyetine katıldığı zaman dahi dokunulmazlık hakkı aynen devam ediyor.

Burada -cumartesi başladık, cumartesi, pazartesi, salı, bugün de sanıyorum devam edeceğiz- Hâkimler ve Savcılar Kanununu görüşüyoruz. Özellikle, burada, her maddede çıkıp onbeş dakika konuşan arkadaşlar bir konuya vurgu yapıyorlar; efendim, yargının üzerinde siyasetin baskısı var, yargının üzerinde yürütmenin baskısı var, hâkim adaylarının alınışındaki usuller siyasî anlamda etki edecektir gibi birçok söylem söylüyorlar. Buradan şöyle bir sonuca hep beraber varabileceğimizi düşünüyorum: Eğer yargının üzerinde siyaset baskısı varsa, milletvekili sıfatıyla hâkim önüne çıktığınızda, o sizi yargılayacak olan hâkim, bundan etkilenmeyecek mi?

Eğer samimîyseniz, dokunulmazlığı genel anlamda ele alalım, dokunulmazlığı, geçen hafta da söylediğim gibi, tarihsel süreci içerisinde… Bu bir demokrasi kültürüdür, bu bir kültürdür. Uzun yıllara yayılan bir kültürü, bir anda "kaldırdım" diyemezsiniz. Bunu tartışacaksınız, geçmiş deneyimleri, geçmişte yaşanan tecrübeleri değerlendireceksiniz, bu süreç içerisinde yeni bir dokunulmazlık anlayışı veya hiç dokunulmazlığın olmadığı bir siyaset anlayışı getireceksiniz; ama, bu tartışılacak ve konuşulacak.

Biraz önce söylediğim gibi, dokunulmazlığı hâlâ devam eden, milletvekilliği sıfatı hâlâ devam eden bir insan yargının önüne çıktığında, hâkimin karşısına geçtiğinde -sizin söyleminizle bunu söylüyorum- sizin söyleminizle, bu hâkim, o siyasetçiden etkilenecektir. Bunun bir de iktidar partisi milletvekili olduğunu düşünün. Hani, iktidarın yargı üzerinde baskısı var ya, eğer böyleyse, o zaman, iktidar partisinden yargı önüne gidecek, hâkim önüne gidecek herhangi bir milletvekili, doğal olarak, o milletvekilini yargılayan yargı mensubunu, hâkimini, savcısını etkileyecek. Öyleyse, burada bir problem var, burada bir sorun var.

İşte, diyoruz ki, gelin, bunu tartışalım. Yani, biz, dokunulmazlıkla ilgili görüşümüzü, dokunulmazlıkla ilgili anlayışımızı, bu sorunu temelinden tartışmaya, temelinden çözmeye adapte etmişiz ve size bir kez daha buradan davette bulunuyoruz; gelin, beraberce bir çalışma grubu oluşturalım -ki, zaten, gerek AK Parti Grubundan gerek Cumhuriyet Halk Partisi Grubundan artık bu dokunulmazlık konusunu söylem haline getiren, konuşan arkadaşların sayısı da belli- oturalım, konuşalım, bu söylemi fiiliyata geçirebilecek çalışmaları birlikte yapalım ve dokunulmazlık konusunu şu Meclisin gündeminden artık çıkaralım. Millet bıktı. Samimî anlamda söylüyorum, belki bu konuyla ilgili sık sık çıktığımız için, millet bizi de arıyor; diyor ki, siz her hafta aynı konuyu, aynı konuyu, aynı konuyu konuşmaya devam ediyorsunuz.

Meclisin yapması gereken bu kadar yoğun işin arasında, şurada tatile üç gün kalmışken, milletin beklediği biryığın yasa varken, bütün bunları bırakıp, Meclisi, iki üç saat daha aynı konuda, bir yılı aşkın bir süreden beri devam eden, aynı konuda meşgul etmeye de hiçbirimizin, hiçbir siyasî partinin hakkı olmadığını düşünüyorum.

Sözlerimi, Cumhuriyet Halk Partisinin dokunulmazlıklar konusunda samimî olmadığını söyleyerek bitiriyor ve Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Aslan.

Önerinin lehinde Konya Milletvekili Atilla Kart.

Sayın Kart, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

ATİLLA KART (Konya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu tarafından Danışma Kuruluna sunulan grup gündem önerisi hakkında görüşlerimi beyan etmek üzere söz almış bulunmaktayım; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, bıksanız da, farklı bir tavır içine girseniz de, bu konuları anlatmaya devam edeceğiz; çünkü, haksızsınız; çünkü, topluma verdiğiniz sözün arkasında değilsiniz…

AHMET RIZA ACAR (Aydın) - Ben vermedim.

ATİLLA KART (Devamla) - Topluma verdiğiniz sözün arkasında değilsiniz; onun içindir ki, bu konuları kararlılıkla anlatmaya devam edeceğiz…

FİKRET BADAZLI (Antalya) - Bizim adımıza konuşma.

ATİLLA KART (Devamla) - Ben neye hayret ediyorum, biliyor musunuz; tabiî, Sayın Aslan'a şu noktada katılıyorum: Bizim anlatacak çok şeyimiz var. Dokunulmazlık konusunda da anlatacağımız çok şey var, yolsuzluklar konusunda da anlatacağımız çok şey var; ama, siz, siyasî iktidar olarak, verdiğiniz vaatlere rağmen, 24 saat evvel, 48 saat evvel verdiğiniz vaatlere rağmen, aradan geçen haftalar boyunca, hangi duyguyla gelip burada savunma yapıyorsunuz? Ben buna şaşırıyorum. Buna hayret ediyorum; yani, böylesine bir duyguyla gelip, o seçim öncesi verdiklerinizin, söylediklerinizin tam aksini, hangi duyguyla savunabiliyorsunuz. Onun içindir ki, söyleyecek lafınız kalmıyor, tıkanma noktasına geliyorsunuz.

"Efendim, genel bir düzenleme yapalım." Nedir genel düzenleme; diğer kamu görevlilerine soruşturma izni varmış. Yok böyle bir şey. Gerçeğe aykırı konuşuyorsunuz. Böyle bir şey yok. Sayın Başbakan da gerçeğe aykırı konuşuyor, sözcüleriniz de gerçeğe aykırı konuşuyor.

Bakın, daha iki gün evvel, 400 civarındaki yargıç ve savcı hakkındaki uyarma, kınama, kademe ilerlemesi durdurulması, yer değiştirme ve meslekten ihraç olaylarından söz ettim.

FEHMİ HÜSREV KUTLU (Adıyaman) - Onlar disiplin cezası; yoksa, bizde de disiplin cezası var.

ATİLLA KART (Devamla) - Bakın, nedir... Bakın, güzel ifade ettiniz. Nedir; kamu görevlileri için, idarî uygulamalar yapılır, disiplin uygulamaları yapılır, cezaî müeyyide uygulamaları yapılır; ama, nedir; soruşturma mekanizması o kadar ağır sonuçlar yaratır ki, meslekten ihraca ulaşan sonuçlar yaratır ve yargı süreci işler.

Anlatmak istediğimiz nedir; diğer kamu görevlilerinin dokunulmazlığı diye bir kavram söz konusu değil. Milletvekili için bu söz konusu. Milletvekili için, hadi, Anayasa değişikliğine yanaşmıyorsunuz. Uzlaşma komisyonu… Uzlaşma komisyonu diye bir kavram yok. Böyle bir kavram olmadığı halde, hangi duyguyla bu kavramı kullanmaya tenezzül ediyorsunuz? Gerçeğe aykırı konuşuyorsunuz. İkili bir parlamento yapısında, uzlaşma komisyonu diye bir kavram, teamül olarak da olsa, söz konusu olmaz. Anayasada zaten yok, İçtüzükte zaten yok.

Kaldı ki, diğer kamu görevlilerini soruşturma izni mekanizmasında dediğiniz anlamda bir engelleme varsa, buyurun getirin yasal düzenlemeyi, gereğini yapalım diyoruz. Bunu da yapmıyorsunuz. Niye yapmıyorsunuz; o soruşturma izni mekanizmasını elinizde tutacaksınız, size yakın olan belediye başkanlarıyla -Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı gibi- ilgili dosya geldiği zaman soruşturma iznini vermeyeceksiniz, size uzak olan, başka partilere mensup olan belediye başkanları veya başka görevliler hakkında bir dosya geldiği zaman o mekanizmayı kullanacaksınız. Yani, soruşturma izni konusunda da samimî değilsiniz, tutarlı değilsiniz.

SONER AKSOY (Kütahya) - Her konuda tutarlıyız.

ATİLLA KART (Devamla) - Bakın, değerli arkadaşlarım…

FEHMİ HÜSREV KUTLU (Adıyaman) - Muharrem Bey konusunda ne düşünüyorsunuz?

ATİLLA KART (Devamla) - Muharrem Bey konusunda söylenecekler söylendi, ben, daha önemli şeyler söyleyeceğim. Muharrem Bey konusu çok açık, tartışılacak bir yönü yok; ama, nedir; bir sembolü anlatmaya çalışıyoruz. Nedir o sembol; dokunulmazlıkların sınırlandırılması olayı, İçtüzüğün amacına uygun olarak işletilmesi olayı, yolsuzluğu bir anda kesmez, elbette kesmez; ama, yolsuzlukla mücadele için bu bir semboldür diyoruz, topluma vermemiz gereken bir semboldür diyoruz, bir işarettir diyoruz. Bunları anlatmaya çalışıyoruz size; ama, siz, ısrarla ve inatla üzerinize düşen yasal sorumlulukların gereğini yapmıyorsunuz.

FİKRET BADAZLI (Antalya) - Türkiye'nin başka işi yok mu?..

ATİLLA KART (Devamla) - Bakın, değerli arkadaşlarım, yolsuzluklarla mücadelede bir siyasî iktidarın karakteristiğini ortaya koyan iki temel ölçü vardır. Bir…

AHMET RIZA ACAR (Aydın) - Senin görüşün o!

ATİLLA KART (Devamla) - …uzun vadede hukuk devleti yapılanmasında değişim sürecini başlatmak. Bu değişimin temel ayaklarını Hâkimler ve Savcılar Kanunu Tasarısında üç gündür anlatıyoruz. Onun için tekrara girmeyeceğim. Çünkü, bu yapısal değişimi başlatmak konusunda hiçbir gayretinizin olmadığını bir defa daha gördük.

Peki, kısa ve orta vadede yapılması gerekenleri yapıyor muyuz?..

AHMET RIZA ACAR (Aydın) - Siz, iktidar olunca gerçekleştirirsiniz!

ATİLLA KART (Devamla) - Değerli arkadaşım, o kadar boş konuşuyorsun ki, bu konuda söyleyecek lafın varsa, gelip burada konuş!..

AHMET RIZA ACAR (Aydın) - İktidar olunca yaparsın!

ATİLLA KART (Devamla) - Yapabileceğin, sadece oradan laf atmak; bu da, senin aczini ve yetersizliğini gösterir.

AHMET RIZA ACAR (Aydın) - Hikâye okuyorsun!.. Hikâye anlatıyorsun, hikâye!.. Hikâye o!..

BAŞKAN - Sayın Acar, lütfen… Sayın Acar, lütfen…

ATİLLA KART (Devamla) - Bakın, mevcut yapı içindeki denetim mekanizmalarının işlerliğini neden harekete geçirmiyorsunuz; bunu soruyoruz size. Neden, yapılan ciddî uyarıları, ihbarları ve şikâyetleri değerlendirerek idarî ve adlî süreci başlatmıyorsunuz diyoruz. Bakın, ilginç, üzücü ve düşündürücü olan konu şu: Siyasî iktidar, bu aşamada da, olayların üzerine ciddî olarak yapılan uyarılara rağmen, ihbarlara rağmen gitmiyor. Bunları yapmadığı içindir ki, İçtüzüğü amacına uygun olarak işletmediği içindir ki, geçmiş siyasî iktidarlar döneminde olduğu gibi bu dönemde de henüz 28-30 yaşında ticarî dehaların ortaya çıktığını görüyoruz. Bu ticarî dehaların, geçmişte hiçbir ilgilerinin ve deneyimlerinin bulunmadığı alanlarda ve sektörlerde ortaya çıktığını görüyoruz. Bunlar deniz ulaşımında çıkıyorlar, mısır ithalatında çıkıyorlar, yedi yıldızlı otel yapımlarında ortaya çıkıyorlar. Elbette, bu yurttaşlarımızın yasalar çerçevesinde ve haksız rekabet yaratmayacak şekilde faaliyet göstermelerine bir diyeceğimiz olamaz. Ancak, belli siyasî ilişkiler, bürokratik himayeler kapsamında özel ve günlük teşvik uygulamalarıyla sürdürülen birtakım ilişkiler ağı söz konusuysa, orada bu ticarî dehaların bu durumlarını vergi mahremiyetinin arkasına sığınarak gizlemeye çalışıyorsanız, bunları sorgulamamız gerekir diyoruz. Bunları sormaya devam edeceğiz. 5-6 haftadır İstanbul Büyükşehirle ilgili 400 000 000 dolarlık olaylardan söz ediyorum, İçişleri ve Maliye Bakanını göreve davet ediyorum, üç gündür Adalet Bakanını göreve davet ediyorum. Dosyalarla, isim vererek, adres vererek uyarı yapıyoruz, buna rağmen denetim mekanizmaları devreye girmiyor.

Devam ediyoruz. Bakın, yeni bir olaydan söz edeceğim. Biraz sağduyu sahibi olan, biraz sorumluluk sahibi olan durup düşünür. Nedir; Türk Hava Yollarının 2002, 2003 yılları hesaplarının Türkiye Büyük Millet Meclisi KİT Komisyonunda görüşülmesi esnasında ortaya çıkan bir olay. Yönetim Kurulu Üyesi ve Başkanvekili Hamdi Topçu, 21 Nisan 2004 tarihli elektronik posta yoluyla -21 Nisan 2004 dikkatinizi çekiyorum- isimleri belli olan bazı kişilere, 19 Nisan ile 25 Mayıs arasındaki, yani iki gün geçmiş; ama, geride birbuçuk aylık bir süre var geleceğe yönelik olarak, bu tarihlerler arasında yapılacak 13 ihalenin konusunu ve istek ünitesini bildiren bir liste gönderiyor değerli arkadaşlarım. Bu listenin gönderildiği kişiler arasında Abdurrahim Albayrak, Adnan Polat, Ahmet Çalık, Eroğlu Şirketler Grubu, Mehmet Ali Yılmaz, Rona Yırcalı, Ahmet Ertürk, Davut Dişli, Cihan Kamer, Zeynel Abidin Erdem, İlhan Albayrak, İsmet Yıldırım, Kiptaş, Mustafa Karaalioğlu, Pro. Dr. Veysel Eroğlu gibi isimler de var.

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) - Hangi gazetelerde?..

Değerli arkadaşlarım, yasalarımızda ihalelerin ne şekilde ilan edileceği açık bir şekilde belirtilmiştir. Biraz evvel sözünü ettiğim şekilde ihale tarihlerinden önce…

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) - Gazete haberleri...

ATİLLA KART (Devamla) - KİT Komisyonundaki görüşmelerden söz ediyorum değerli arkadaşım ve belgeden söz ediyorum.

Bakın, hiçbir mevzuatımızda, ihale tarihlerinden önce belli ve sınırlı sayıda kişilere elektronik posta yoluyla ihale duyurusu yapılacağı yolunda düzenleme söz konusu değildir değerli arkadaşlarım. Bu sebeple, yukarıda sözü edilen kişilere hangi yasal gerekçeyle ihale tarihinden evvel böyle bir listenin gönderildiği hususunun mutlaka ve hemen tahkiki gerekir. Yolsuzlukla mücadele konusunda samimî olan bir siyasî iktidarın böylesine ciddî bir olayı, herhalde, idarî ve adlî süreç aşamasına getirmesi gerekir. Bakıyoruz, bu konuda hiçbir hareketin olmadığını görüyoruz. Ortada, ihaleye fesat karıştırma niteliğinde, son derece ciddî bulgular içeren bir olay söz konusu. Hemen ve önemle ifade ediyorum: Yukarıda isimlerini okuduğum kişilerin tümünün suç ilişkileri içinde olduğunu ifade ve iddia etmiyorum elbette; ancak, bazı kişilerin karşılıklı mutabakatla himaye altına alındığı ve bu durumun da hukuka aykırı olduğu yolundaki bulgulardan söz ediyorum. Bakın, bu konu, KİT Komisyonundaki Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna mensup Sayın Ayhan Zeynep Tekin Börü…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Kart, konuşmanızı tamamlar mısınız.

Buyurun; 1 dakikalık sürenizi başlatıyorum.

ATİLLA KART (Devamla) - Bu konu o kadar ciddî bir konu olduğu içindir ki, komisyonda Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına görev yapan, Sayın Ayhan Zeynep Tekin Börü ve Sayın Hazma Albayrak'ı da rahatsız ettiği içindir ki, gerekli tavrı koyuyorlar, gerekli tepkiyi koyuyorlar. Ben, o arkadaşlarıma, huzurunuzda teşekkür ediyorum. Sayın İlhan Albayrak da böyle bir elektronik posta yoluyla yapılan duyurunun mutat olduğunu, olağan olduğunu ifade ediyor. Değerli arkadaşlarım, bunları bilmemiz gerekiyor, bunları sorgulamamız gerekiyor.

Gelinen noktada şunun adını çok net olarak koymak ve ifade etmek gerekiyor: Böyle bir süreç karşısında siyasî iktidarın yolsuzluklarla mücadele konusunda samimî olduğunu ifade etmek mümkün değildir. Bunu, bir defa daha, Genel Kurul aracılığıyla kamuoyuyla paylaşmak gereğini duydum.

Bu düşüncelerle, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kart.

Öneri üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Öneri kabul edilmemiştir.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun, İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır; okutup, oylarınıza sunacağım.

2.- Gündemdeki sıralama ve çalışma saatlerinin yeniden düzenlenmesi ile TBMM'nin 1 Temmuz 2005 tarihinde tatile girmemesi ve çalışmalarına devam etmesine ilişkin AK Parti Grubu önerisi

Türkiye Büyük Millet  Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulunun 29.6.2005 Çarşamba günü (bugün) yapılan toplantısında, siyasî parti grupları arasında oybirliği sağlanamadığından, Grubumuzun aşağıdaki önerisinin, İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince, Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.

                                                                     Faruk Çelik

                                                                               Bursa

                                                        AK Parti Grup Başkanvekili

Grup Önerisi:

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 15 inci sırasında yer alan 918 sıra sayılı geri gönderme tezkeresinin 3 üncü sırasına, 298 inci sırasında yer alan 958 sıra sayılı geri gönderme tezkeresinin 4 üncü sırasına, 203 üncü sırasında yer alan 822 sıra sayılı kanun tasarısının 9 uncu sırasına alınarak, gündemdeki diğer kanun tasarı ve tekliflerinin sıralarının buna göre teselsül ettirilmesi ve gelen kağıtlar listesinde yayımlanan ve bastırılarak dağıtılan 969 ve 962 sıra sayılı kanun tasarı ve teklifinin, 48 saat geçmeden, bu kısmın 17 nci ve 18 inci sıralarına alınması,

Genel Kurulun 30.6.2005 Perşembe günü saat 11.00'de toplanması, İçtüzüğün 5 inci maddesine göre Türkiye Büyük Millet Meclisinin 1 Temmuz 2005 tarihinde tatile girmemesi ve çalışmalara devam edilerek, Genel Kurulun 1 Temmuz 2005 Cuma günü saat 14.00-23.00, 2 Temmuz 2005 Cumartesi ve 3 Temmuz 2005 Pazar günleri saat 12.00-23.00 saatleri arasında çalışması önerilmiştir.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, biraz önceki uygulamamızda olduğu gibi, bir aleyhte bir lehte söz vereceğim.

Aleyhte, Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan; buyurun.

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Yine bir çarşamba günü, yine Danışma Kurulu önerisi huzurlarımızda. Ancak, ben, Danışma Kurulu önerisi üzerinde görüşlerimi ifade etmeden önce, bugün, daha bu konu Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülüp karara bağlanmamış olmasına rağmen, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunca bastırılıp dağıtılan ve bütün milletvekillerine gönderilen Türkiye Büyük Millet Meclisi gündeminde, teklif ettikleri hususlar aynen yer almış; sanki, Danışma Kurulu önerisi Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edilmiş ve bu kabul edilmiş hali, bu şekliyle milletvekillerine gönderilmiş. Ben, her şeyden önce, bastırılıp dağıtılan ve milletvekillerine gönderilen bu gündemin, Türkiye Büyük Millet Meclisinde görev yapan milletvekillerinin oylarının üzerinde bir ipotek olarak durduğunu ifade etmek istiyorum.

FEHMİ HÜSREV KUTLU (Adıyaman) - Bu, iktidarın gücünü gösterir.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Sayın Hüsrev Kutlu "bu, iktidarın gücünü gösterir" diyor; ama, iktidarlar, elbette, Parlamento çoğunluğuyla ortaya çıkıyor; ancak, Parlamento iradesini gerektiren bir hususta, milletvekillerinin oylarıyla belirlenecek olan bir hususta, milletvekili oylarını ve düşüncelerini bir kenara bırakarak "biz iktidar partisiyiz, bunu, Meclisten aynen geçiririz" şeklindeki bir düşüncenin yanlış olduğu inancındayım. O zaman, Danışma Kurulunu niye toplantıya çağırıyorsunuz?! Danışma Kurulu niye toplantıya çağırılıyor?! Danışma Kurulu toplantıya çağırılıyor, öneriler birlikte değerlendiriliyor; o değerlendirilen öneriler, karşılıklı olarak birbiriyle mutabakat olup olmadığı değerlendirildikten sonra bir karara varılıyor. O nedenle…

AHMET YENİ (Samsun) - Siz burada otururken aynı şeyi yaptınız…

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - O nedenle, bunu, milletvekillerinin düşünceleri, oyları üzerinde, tekrar ediyorum, bir ipotek olarak değerlendiriyorum.

Değerli milletvekilleri, bakıyoruz gündeme, bugün, gündemde görüşülecek olan hususlar, çok acil, çok önemli kanun tasarılarından bahsediliyor, bakıyoruz TÜBİTAK'la ilgili kanun teklifi, Cumhurbaşkanından gelen kanun teklifi, yine, bugünkü gündemde. Ben, şimdi, soruyorum: Türkiye'nin, hakikaten yetmiş milyon insanını bugünlerde ilgilendiren, hele hele Meclisin kapanmasına çok az bir süre kaldığı bugünlerde milleti ilgilendiren bir kanun teklifi midir TÜBİTAK?! Kaldı ki, TÜBİTAK'la ilgili olarak, bir geçici madde, biliyorsunuz daha önce çıkarılmış, o geçici madde Sayın Cumhurbaşkanı tarafından geri gönderilmiş, buradan tekrar kanunlaştırılarak yürürlüğe girmiş; ancak, Anayasa Mahkemesi, onunla ilgili bir yürütmeyi durdurma kararı vermiş. Yani, üzerinde o kadar çok tartışmalı olan bir konu ki TÜBİTAK ve böyle bir dönemde -bugün 29 Haziran, Meclisin kapanmasına iki gün var- yetmiş milyon insan, Meclisten, kendilerini çok yakından ilgilendiren kanun teklif ve tasarılarını beklerken, bu kadar çok tartışmalı olan TÜBİTAK gündeme geliyor.

FEHMİ HÜSREV KUTLU (Adıyaman) - Mesela hangisi gelmeli?

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Şimdi ben, hangisi gelmeli, söylüyorum, bakınız: Bağ-Kur ve SSK prim borçlarının yeniden yapılandırılmasıyla ilgili kanun tasarısının… Grup başkanvekili de söyledi; tam birbuçuk ay önce buraya geldi, dedi ki: Bunu getiriyoruz, önümüzdeki hafta bunu Meclise sevk ediyoruz.

AHMET RIZA ACAR (Aydın) - Ekimde…

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Şimdi, yüzbinlerce Bağ-Kur ve SSK'ya prim borcu olan ve bunun yeniden yapılandırılmasını bekleyen insanlarımızı biz bir kenarda unutacağız, bırakacağız, TÜBİTAK gibi, hakikaten çok tartışmalı olan, iki kez Cumhurbaşkanından geri dönmüş, bir kez de Anayasa Mahkemesi tarafından yürütmenin durdurulması kararı verilmiş ve bir kez de idare mahkemesi tarafından, yapılan atamanın -Anayasa Mahkemesi kararı gerekçe gösterilerek- iptaliyle ilgili idare mahkemesi kararı çıkmışken, biz, bütün diğerlerini bir kenara bırakacağız Sayın Kutlu, onu bugün getireceğiz Meclisin gündemine ve sonra da diyeceğiz ki, Meclis son derece hızlı çalışıyor... Bakınız, bugün 14.00-23.00, cumartesi, pazar 11.00-23.00 saatleri arasında çalışıyoruz. Ben de baktım, inceledim, Meclisin çalışmalarıyla ilgili, 600 kanun çıkmış bugüne kadar. Bunun 225 tanesi uluslararası sözleşmeler, 370 tane kanun bu Mecliste kabul edilmiş -teklif ve tasarı olarak- bunlardan 36 tanesi Sayın Cumhurbaşkanından geri gelmiş. Her 10 kanundan 1'i Sayın Cumhurbaşkanı tarafından geri gönderilmiş. Geçmiş 20 nci Dönem ve 21 inci Dönemlere bakıyoruz, toplam 6 tane kanun Sayın Cumhurbaşkanı tarafından geri gönderiliyor. Bu dönemde, kabul edilen her 10 kanundan 1'i Sayın Cumhurbaşkanı tarafından geri gönderiliyor.

DURDU MEHMET KASTAL (Osmaniye) - Biz de geri gönderiyoruz…

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Değerli milletvekilleri, ama, Meclisin zamanı çok kıymetli.

Bakın, oradan şuraya gelmek istiyorum -iyi hatırlattınız- ben şunu söylemek istiyorum: Bakınız, onlarda ısrarcı olunmasaydı, bunların Anayasaya aykırı olduğu şeklindeki düşüncelerimiz değerlendirilmiş olsaydı, bugün, 29 Haziran, 1 Temmuza kadar ve daha sonraki günlerde, bu kadar yoğun bir çalışma temposuyla Meclis çalışmayacaktı. Bakınız, o 36 kanunun Mecliste yeniden görüşülmesi, tartışılması yüzlerce saate mal olmuştur değerli milletvekilleri. Biz, o yüzlerce saati, buradaki haklı yol gösterici konuşmaları değerlendirmiş olsaydık, bugün Meclis bu kadar yoğun bir tempoyla çalışma içerisine girmeyecekti.

Yine, bakınız, Meclis, uzun zamandan beri, artık denetim görevini bir kenara bıraktı. İlk defa olan bir hadise. İki aydır, Türkiye Büyük Millet Meclisi gündeminde Meclisin İçtüzük emri gereğince yapılması gereken denetim yapılmıyor. Bakınız, 300 tane araştırma önergesi verilmiş, bunlardan 250 tanesi sıra bekliyor arkadaşlar.

AHMET RIZA ACAR (Aydın) - Niye?..

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Sayın Acar, geçmiş olsun, kalp ameliyatı oldunuz, Allah şifa versin. Tabiî, siz hatiplere çok söz atıyordunuz, uzun zamandan beri Meclis çalışmalarına katılmadınız, o aradaki açığı telafi etmeye çalışıyorsunuz! Allah acil şifalar versin.

Bakınız, değerli milletvekilleri, bu araştırma önergeleri önemsiz diyorsanız, Türkiye'nin önemli meseleleriyle ilgili değil diyorsanız, sözlü soru önergeleri lüzumsuz diyorsanız, yazılı soru önergeleri lüzumsuz diyorsanız, o ayrı bir tartışma konusu; ama, ben biliyorum ki, o sözlü soru önergeleri, yazılı soru önergeleri ve araştırma önergeleri, hakikaten Türkiye'nin gündeminde olan ve mutlaka üzerinde tartışılması gereken, cevap verilmesi gereken, araştırılması gereken, incelenmesi gereken konular. Şimdi, ben geçen sefer de söylemiştim, o yazılı ve sözlü soru önergelerinin arasında çok hususlar var. Mesela, bakınız, akaryakıtla ilgili hususlar var. Şimdi, Sayın Başbakan çıkıyor, diyor ki: "Akaryakıta yirmi günde 3 sefer zam olmaz, bunu masaya yatırmamız lazım." Peki, şimdi, akaryakıt zammını yapanlar hükümetle ilgili değil, onları eleştiriyorsunuz; ama, enflasyon yüzde 8'e indi mi, onu hükümet elde etti diyorsunuz. Peki, o zaman, enflasyonla ilgili hususta, IMF'nin politikaları deyin, özerk olan Merkez Bankasının uyguladığı sıkı para politikaları neticesinde enflasyon yüzde 8'e inmiştir deyin. İyi olan meselelerde hükümet sahip çıkıyor; ama, yirmi günde 3 kez akaryakıta zam geldi mi, bunu yapan TÜPRAŞ'tır. Böyle bir anlayış olabilir mi?

Değerli milletvekilleri, bakınız, Türkiye'de ve dünyada, biliyorsunuz, petrol fiyatları, 1980'li yıllarda 80 doların üzerine çıkmıştır; hatta, 90 doları görmüştür. Bırakınız onu, ani zıplamaları, reel olarak, petrol fiyatlarının 2005'e yuvarlanması halinde, rakamların, bugün, geçmişte 85-90 dolarlar civarında olduğunu göreceksiniz; yani, bugün 60 dolara çıktı diye feryat etmenin, 85-90 dolarlar karşısında hiçbir anlam ifade etmediği ortadadır.

Ayrıca, bir husus daha var. Bakınız, petrol fiyatlarının artması, Türkiye'de, litrede sadece 100 000 lira etki yapıyor; ama, 700 000 liralık bir artış var; bunun, yaklaşık 587 000 lirası, sadece ÖTV artışlarından kaynaklanan fiyat artışları. O zaman, yirmi günde 3 kez zam yapılmasından rahatsızsanız, ÖTV'yle ilgili kararınızı alınız, uygulayınız. Petrol fiyatlarında, akaryakıt fiyatlarında yaklaşık yüzde 75 oranında ortaya çıkan rakam, sadece ÖTV'den kaynaklanmaktadır.

FEHMİ HÜSREV KUTLU (Adıyaman) - Aklımıza gelmemişti!

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Ee, Sayın Kutlu, buradan, işte muhalefetin sesine kulak verirseniz, muhalefetin sesini dinlerseniz, muhalefetin yol gösterici önerilerini dinlerseniz, bunları rahatlıkla uygulayabilirsiniz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Kandoğan, lütfen konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurunuz.

AHMET YENİ (Samsun) - Hangi muhalefet?

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Sen kendi yolunu buldun mu? Sen kendi yolunu şaşırmışsın, yol bulamıyorsun, bize yol gösteriyorsun!

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Sayın Kacır, bakınız, ben hep söylüyorum; ben, o sıralarda otururken ne söylemişsem, onun altına da imzamı atıyorum, bu sıralarda otururken ne söylemişsem, onun da altına imza atıyorum. Benim 150 tane konuşmam var. Konuşma tutanaklarım buradadır. Çıkarırsınız o konuşma tutanaklarım buradadır; çıkarırsınız o konuşma tutanaklarını, oradayken ne söylemişsem, burada ne söylemişsem, arada tezat varsa, yanlışlık varsa, geliniz, onu Meclis kürsüsünden söyleyiniz, ben de yanlışımı, tezadımı bileyim. Ben, orada oturmakla, burada oturmak…

ZEYİD ASLAN (Tokat) - Arkadaşlarını niye sattın?!

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Arkadaşların orada…

BAŞKAN - Sayın Kacır, lütfen…

Sayın Kandoğan, süreniz dolmak üzere, 10 - 15 saniyeniz var.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Sayın Başkan, o zaman, siz de, lütfen, bana sataşmada bulunan milletvekillerini uyarınız da, ben de normal konuşmamı tamamlayayım.

BAŞKAN - Onları da uyarıyorum, sizi de uyarıyorum. Onları da uyardım.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Onun için, ben, dün ne söylemişsem onun arkasındayım, bugün ne söylemişsem onun arkasındayım.

AHMET YENİ (Samsun) - Sayın Kandoğan…

BAŞKAN - Sayın Yeni…

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - O konuda hiçbir endişem yok, hiçbir korkum da yok. O nedenle de, göğsüm ve alnım açık.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Bunları Meclis kürsüsünden söylemeye devam edeceğim.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Kandoğan.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Bu konuda hiç endişeniz olmasın.

BAŞKAN - Sayın Kandoğan, teşekkür ediyorum.

Önerinin lehinde…

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Selam vereyim Sayın Başkan.

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Arkadaşlarını niye sattın?!

BAŞKAN - Sayın Kacır,  Sayın Kacır…

Sayın Kandoğan, lütfen…

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Sayın Başkan, müsaade edin…

BAŞKAN - Saygıdeğer arkadaşlarım… Sayın Kandoğan, saygıdeğer arkadaşlarım; bakınız…

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Sayın Akdemir orada.

BAŞKAN - Sayın Kacır, lütfen…

AHMET YENİ (Samsun) - Sayın Akdemir bile…

BAŞKAN - Sayın Kacır… Sayın Yeni…

Saygıdeğer arkadaşlarım, kürsüye çıkan bütün arkadaşlarıma önceden tembih ediyorum; sadece konuşmalarını, sözlerini tamamlamaları için ek 1 dakikalık süre vereceğimi ilan ediyorum. Yani, konuyla ilgili konuşursanız, 10 dakika çok bir zamandır. Bütün hatiplere duyuruyorum.

Sayın Kandoğan, size de teşekkür ediyorum efendim.

Buyurun.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Selamlayayım Sayın Başkan.

BAŞKAN - Selamladınız zaten, buyurun lütfen efendim; istirham ediyorum, buyurun.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN - Önerinin lehinde, Adana Milletvekili Sayın Recep Garip. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Sayın Garip, lütfen sürenizi itinalı kullanınız efendim.

Buyurun.

RECEP GARİP (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; tabiî ki, polemikçileri tarih yazmaya devam ediyor, onun için kayıtlara düşmeye devam ediyoruz hep beraber.

Danışma Kurulu toplantısında, bugün, gruplar toplanmışlar; ancak, oybirliği sağlanamamış. Bu, her zaman da mümkün olmuyor bilindiği gibi. Dolayısıyla, ülkemiz, insanlarımızın hayrına, toplumumuzun hayrına yapılması gereken bütün çalışmalar, yasal düzenlemeler başından itibaren nasıl hızla devam ediyorsa, bugün de aynı hızla, aynı kararlılıkla yol almaya devam ediyoruz. Onun için, hizmet eden ile hizmet etmeyen bir olmaz. Bizler, millete, topluma hizmet etmek için buradayız ve bu nedenle buraları işgal ediyoruz, buralarda oturuyoruz, buralarda bu yasal düzenlemelerde bulunuyoruz. Dün bu problemleri çözmüş olsaydı eğer bizden öncekiler, bugün bu problemleri konuşmayacak ve biz başka problemler, başka meseleler, bu ülkenin problemlerini çözmek için, yoğun gece ve gündüzlerimizi onlar için harcayacaktık. Eğer dün siz çözerseniz, bugün başka problemler gelir, bugün biz çözmezsek, yarına, yeni problemlerle, bugünkü problemi aktarmış oluruz ki, gelecekte bir Molla Kasım çıkıp, mutlak surette, bunların hesabını her birimizden soracaktır.

O nedenle, bugün, AK Parti Grubumuzun önerisi doğrultusunda, Danışma Kurulunun yapılan toplantısında, oybirliği sağlanamayan, ancak, mutlak surette çalışmamız gereken, yapılması gereken birsürü yasalar var ve bu yasal düzenlemelerin de bir an evvel çıkarılması gerekiyor. Çıkarılmadan kesinlikle bir tatili hak ettiğimizi ben düşünmüyorum. Dolayısıyla, elbette ki, biz bu toplumun önüne çıkmışsak, bu toplum için birtakım sorumluluklar üstlenmişsek, bu sorumluluklarımızı da sonuna kadar yerine getirebilecek durumda olmalıyız.

Realist insanlar, problemler üretmez, problemler çözerler. O zaman, realist olmalıyız ve realistçe, problemleri üst üste katlayarak gönderme, öteleme yerine, mutlaka çözmenin yollarını bulmalıyız. Bizler, çağdaş insanlarız ve bu toplumun önünde, toplumu, geleceğini şekillendiren, geleceğini hazırlayan insanlarız. O zaman, bu yasaların bir an evvel çıkarılması gerektiği konusunda kuşku duymuyorum.

Hâkim ve Savcılar Kanunu mutlak surette tamamlanacak; 951 inci sıra sayıyla devam eden bu yasanın bir an evvel bitmesi gerekiyor. 918 sıra sayısıyla yerini alan TÜBİTAK'la ilgili geriye dönmüş olan tezkerenin bir kez daha görüşülmesi ve bir an evvel tamamlanması gerekiyor. Yine, Türk Ceza Kanununda değişiklik yapılacak ve bu da, geri dönmüş olan, mutlak surette üzerinde görüşülmesi gereken bir yasadır ve bunun da bir an evvel tamamlanması ve tatile girmeden düzeltilerek hayata geçirilmesi gerekiyor. Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun değişikliğimiz var. Mutlak surette bunun da bir an evvel düzeltilerek tamamlanması ve topluma kazandırılması gerekiyor; yani, yediden yetmişe bütün Anadolu insanının bunları beklediğini hep beraber biliyoruz. Dolayısıyla, özürlüler hakkında bazı kanunlar var. Bu kanunları da, bildiğiniz üzere, mutlaka, özürlü kardeşlerimiz bizlerden bekliyorlar. Bir an evvel bunların toplanması ve derlenip toparlanması ve tamamlanması gerekiyor ki, bunlar toplanmadan, toparlanmadan, kanunlar yasallaşmadan tatile girme hakkına da sahip olmadığımızı bir kez daha belirtmek istiyorum. Toplumun bu birikmiş problemleri, yasal düzenlemeleri onlarca yıldan bu yana beklemişse, biz, bugün, bunları çözmek için buradayız. Bu nedenle lehinde konuştum.

Hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum, teşekkür ediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Garip.

Önerinin aleyhinde, İstanbul Milletvekili Sayın Ali Topuz; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; biraz evvel, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun gündem konusunda yaptığı öneriyi Adalet ve Kalkınma Partili arkadaşlarımız reddettiler. Reddedilen bu teklifimizin içinde özürlülerle ilgili yasa da vardı; yani, hem dokunulmazlıklar hem özürlüler yasasının bugün görüşülmesine dönüktü; çünkü, özürlülerle ilgili yasanın görüşülmesi konusunda her iki grubun yöneticileri bir uzlaşmaya varmışlardı ve birlikte bu sonucu almışlardı.

Şimdi görüşmekte olduğumuz, Adalet ve Kalkınma Partisinin gündem önerisiyle ilgili tekliftir. Bunun içinde de iki şey düzenlenmektedir. Bir, gündemle ilgili bazı sıralamalar yapılıyor, bazı kanunlar gündemin ön sıralarına taşınıyor; bir de, Türkiye Büyük Millet Meclisinin çalışma saatleri ve günleriyle ilgili bir değişiklik öngörüyor. Önce, gündeme konulan maddelerle ilgili, önerilen maddelerle ilgili düşüncemi ifade edeceğim.

Hiç kuşku yok, özürlülerle ilgili öneri, bizim de önerimizle örtüştüğü için, onun görüşülmesiyle ilgili hiçbir itirazımız yok; ama, gündeme konulan diğer maddelerle ilgili birkaç söz söylemek gereğini duyuyorum.

Biraz evvel, Adalet ve Kalkınma Partili bir sayın milletvekili arkadaşım, bunlar mutlaka görüşülmeli ve çıkarılmalı biçiminde genel bir değerlendirme yaparak, TÜBİTAK ve Türk Ceza Kanunuyla ilgili Sayın Cumhurbaşkanı tarafından bir kez daha görüşülmek üzere Meclise iade edilen iki yasanın çok önemli olduğunu vurguladı. Hiç kuşku yok, her kanun önemlidir. Her kanunun getireceği bir yarar vardır. Bazen de kanunların getireceği birtakım sorunlar vardır. Bu iki yasa, yani, Sayın Cumhurbaşkanı tarafından bir kez daha Türkiye Büyük Millet Meclisine gönderilen iki yasa, TÜBİTAK ve Türk Ceza Kanunuyla ilgili yasa, özü itibariyle, gerginlik yaratan, tartışma yaratan ve özellikle, Adalet ve Kalkınma Partisi ile Cumhuriyet Halk Partisinin uzlaşmaya dayanan bir Meclis çalışması yapmasını engelleyen çok önemli iki faktör, iki unsur. Bu iki yasa, her iki parti arasında uzlaşmayı engelleyen, baltalayan iki yasa. Bu iki yasa, toplumda gerginlik yaratan iki yasa, Cumhuriyet Halk Partisinin çok duyarlı olduğu iki yasa. Şimdi, tatile girmeye çok az bir zaman kalmış bir dönemde, bazı önemli kanunları burada görüşme bahanesi altında bu iki yasayı bu gündeme bugün taşımak, Cumhuriyet Halk Partisi ile Adalet ve Kalkınma Partisi arasında sağlanabilme ihtimali olan uzlaşmayı dinamitlemekten başka hiçbir anlam taşımaz. Siz, Mecliste gerginliği sürdürmek istiyorsunuz; çünkü, biz, bu yasaların gündeme taşınmaması halinde, bazı konulardaki taleplerimizi de dikkate almanız halinde, Meclis çalışmalarını daha verimli hale getirebilmek için -süreleri uzatma, çalışma günlerini artırma dahil- birtakım özverileri yapmaya hazır olduğumuzu ifade ettik. Siz, şimdi, bize diyorsunuz ki: Siz ne derseniz deyin, bizim dediğimizi kabul ederek ancak aramızda bir uzlaşma olabilir. Böyle bir uzlaşma söz konusu olamaz.

O nedenle, ben, Adalet ve Kalkınma Partisinin sayın yöneticilerine, bu konuda çok ihtiyatsız bir tavır izledikleri için, doğrusu, kendilerine kırgınlığımı ifade etmek istiyorum ve bu Meclisin ahenk içinde çalışmasına engel teşkil eden yeni faktörler ortaya çıkardıkları kanaatini taşıyorum.

Tabiî, bu kanunlarla ilgili, eğer gündeme alınırsa, bugün bunlar konuşulacak olursa, o zaman düşüncelerimizi ayrıntılı bir şekilde ortaya koyacağız ve burada, çerçeve olarak söylediğim endişelerimizi, daha ayrıntılı bir şekilde, burada, hem Türkiye Büyük Millet Meclisinin hem de bu vesileyle Türk toplumunun dikkatine sunmuş olacağız.

Şimdi, çalışma günleri ve saatleriyle ilgili düzenlemeyle ilgili de bir iki şey söylemek istiyorum. Perşembe günü saat 11.00'den 23.00'e kadar, 12 saat bir çalışma öngörüyorsunuz. Bu, uzatılmış vardiyadan bile daha uzun bir çalışma saati; 12 saat!.. Cuma günü 14.00-23.00; 9 saat. Herhalde bunun 9 saat olması, cuma namazı hürmetine oluyor.

DURDU MEHMET KASTAL (Osmaniye) - Aa, cuma namazı…

ALİ TOPUZ (Devamla) - Evet, onun hürmetine oluyor. Bir şey söylemiyorum; gayet doğal. Keşke öbür günler için de hürmet edeceğiniz bir şey olsaydı da, onları da 9 saat yapsaydık.

Cumartesi, pazar günleri ise 12.00-23.00 saatleri arasında; 11 saat.

Arkadaşlar, eğer çalışmaya ihtiyacımız varsa, bırakın bu yapay yolları, tatile çıkmayalım -salı, çarşamba, Perşembe- normal çalışma günlerinde mesaimize devam edelim; bekleyen, biriken ne kadar yasa varsa getirelim, konuşalım, yapalım; ama, bunu medenî bir şekilde yapalım, bunu sağlık koşullarına uygun bir şekilde yapalım, milletvekillerinin en iyi şekilde hazırlanabilecekleri bir ortamda yapalım ve bunu, olayları, kanunları aceleye getirip, sıkıştırıp, alelacele buradan çıkarmayarak, üzerinde tartışarak, konuşarak yanlışlarını düzelterek, bir Meclise yakışacak düzeyde bir mesai sarf ederek yapalım. Siz, bir mesaiyi sarf etmiyorsunuz ve bunu gürültüye getiriyorsunuz. Neden?.. Bir başka düşünceniz olduğu kanaatini de taşıyorum. Bu önümüzdeki birkaç günün Cumhuriyet Halk Partisi açısından önemli olduğunu biliyorsunuz. Bu hafta sonu Cumhuriyet Halk Partisinin Türkiye çapında yüzlerce ilçe kongresi yapılacak. Cumartesi, pazar kongrelerimiz var bizim. Siz şöyle düşünüyorsunuz: "Cumartesi pazar bunlar kongreye giderler, biz burada istediğimiz gibi bu kanunları geçiririz."

FİKRET BADAZLI (Antalya) - Hiç alakası yok.

ALİ TOPUZ (Devamla) - Size bu fırsatı vermeyeceğiz.

DURDU MEHMET KASTAL (Osmaniye) - Çalışacağız, çalışacağız.

ALİ TOPUZ (Devamla) - Burada, bu müzakereleri yapacak kadar milletvekilimiz hazır bulunacaktır ve düşündüğünüz yasaların tamamıyla ilgili olarak, üzerinde anlaştıklarımız hariç, üzerinde mutabık olmadığımız yasaların her maddesi üzerinde İçtüzüğün bize verdiği yetkiyi sonuna kadar kullanacağımızı ve bu konuda hiçbir şekilde geri adım atmayacağımızı, bu kürsüden, şu aşamada ifade etmek istiyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

AHMET YENİ (Samsun) - Sayın Kapusuz geldi.

SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Geldim, geldim Ali Baba; buyur!

ALİ TOPUZ (Devamla) - Belediye Kanunu var, 100 maddeye yakın bir büyüklük. Arkasından, biliyorum, Bankalar Kanununu konuşmak istiyorsunuz, 200 maddeye yakın, 150'den fazla maddesi var. Bu takvim içinde de bunları çıkaramazsınız.

DURDU MEHMET KASTAL (Osmaniye) - 15 günde…

ALİ TOPUZ (Devamla) - Şunu yapabilirsiniz…

DURDU MEHMET KASTAL (Osmaniye) - Gitmeyiz tatile.

ALİ TOPUZ (Devamla) - Evet, gitmeyelim; onu öneriyorum zaten. Yapmayalım tatili.

AHMET YENİ (Samsun) - Çalışalım.

ALİ TOPUZ (Devamla) - Yapmayalım, çalışalım burada gece gündüz, biz varız.

DURDU MEHMET KASTAL (Osmaniye) - Biz de varız.

AHMET YENİ (Samsun) - Biz varız; bizim ekip genç!

ALİ TOPUZ (Devamla) - Yok, birtakım yapay yollar düşünüyorsanız…

AHMET YENİ (Samsun) - 20 kişiyle...

ALİ TOPUZ (Devamla) - O sizi alakadar etmez. Ben 20 kişiyle görevimi yapıyorsam, yaparım. Benim 20 kişiyle yaptığım görevi, siz 180 kişiyle yapmak durumundasınız; o sizin meseleniz, sizin sorununuz. Ben 20 kişiyle yaparım görevimi. Burada, Partimin düşüncelerini ortaya koyuyoruz; hangi arkadaşımız olursa, onu yapar.

Siz, birtakım yapay yollara da teşebbüs edebilirsiniz. Belki, İçtüzüğü değiştirip, bu kanunları temel kanun diye bir kereye mahsus olmak üzere yapalım, İçtüzük değişikliği iptal edilse bile, nasıl olsa, bu kanun yürürlüğe girer gibi düşünebilirsiniz, bundan önce yaptığınız gibi. Bunu da, size hiç tavsiye etmem. Eğer bunu yapacak olursanız, ona karşı da bizim yapacaklarımızın olduğunu, buradan bilgilerinize sunuyorum.

Bir defa daha söylüyorum: Yapmayın. Bu gayri ciddî çalışma ortamını normal bir çalışma ortamına dönüştürelim. Bu öneriyi kabul etmeyin. Bu çalışma biçimi doğru bir çalışma biçimi değildir. Bunları çıkarmak istiyorsanız, salı, çarşamba, perşembe günleri devam etmek üzere, normal mesaimizi sürdürelim.

Beni dinlediğiniz için hepinize teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Topuz, teşekkür ediyorum.

Öneri üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Öneri kabul edilmiştir.

Gündemin "Seçim" kısmına geçiyoruz.

V.- SEÇİMLER

A) Komİsyonlarda AçIk Bulunan Üyelİklere Seçİm

1.- (10/148, 182, 187, 284, 285) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonunda açık bulunan üyeliğe seçim

BAŞKAN - Töre ve namus cinayetleri ile kadınlara ve çocuklara yönelik şiddetin sebeplerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan (10/148, 182, 187, 284 ve 285) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonunda boşalan ve Cumhuriyet Halk Partisi Grubuna düşen 1 üyelik için, İstanbul Milletvekili Sıdıka Sarıbekir aday gösterilmiştir.

Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Alınan karar gereğince, sözlü soru önergelerini görüşmüyor ve gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.

VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)

BAŞKAN - 1 inci sırada yer alan kanun teklifinin geri alınan maddeleriyle ilgili komisyon raporu henüz gelmediğinden, teklifin görüşmelerini erteliyoruz.

2 nci sırada yer alan Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu raporunun görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

2.- Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/1039) (S. Sayısı: 951) (x)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yerinde

Hükümet?.. Yerinde.

Sayın milletvekilleri, 52 nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 52.- Adalet Bakanlığı merkez kadrosunda kullanılmak üzere ekli listede yer alan kadro ihdas edilerek, 13.12.1983 tarihli ve 190 sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye ekli (II) sayılı cetvelin ilgili bölümüne eklenmiştir.

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsı adına, İstanbul Milletvekili İsmet Atalay.

Sayın Atalay, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA İSMET ATALAY (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu raporu üzerindeki görüşmeler devam etmektedir. Burada, 52 nci maddeyle ilgili, Grubum ve şahsım adına söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, Yüce Meclisi saygılarımla, sevgilerimle selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, bu maddeye baktığımız zaman, bu maddeyle, 190 sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye, iki kadro eklenmektedir. Bununla, Yüksek Hâkimler ve Savcılar Kuruluyla ilgili olarak soruşturma görevi yapacak, merkezdeki Teftiş Kurulu Başkanlığına birinci dereceye ayrılmış iki başkan yardımcısı atanması öngörülmektedir.

Tabiî ki, Adalet Bakanlığına bağlı teşkilatlara şöyle bir göz attığımız zaman, Adalet Bakanlığı, Türkiye genelinde yaygın teşkilatı olan, adlî yargı ve idarî yargıdan müteşekkildir. Bir tek Teftiş Kurulu Başkanının, bu kadar hâkim ve savcı hakkında soruşturma yapması, işleri yürütmesi ilk anlamda zor görülebilir, işlerin sürüncemede kalmasına neden olabilir. İki başkan yardımcısının atanmış olmasını isabetli bir karar olarak düşünmek, değerlendirmek gerekir.

Kadro ihdaslarıyla ilgili, bu tasarının görüşülmeye başlandığı ilk günden bugüne kadar, konuşmacı arkadaşlarımız, kadroların ne şekilde kullanıldığı, nasıl kadrolaşma amacına yönelik bir kadrolaşma yapıldığını açıkça belirtmişlerdir. Ben, meselenin bu yönü üzerinde durmayacağım. Bu kadroların verilmesinde yarar olduğunu düşünüyorum; çünkü, teftiş kurulunun yapacağı görevin aksamaması, süresinde tamamlanması açısından zaruret olduğu inancını taşıyorum; ancak, bir başka yönü üzerinde durmak istiyorum. Anayasamızda yargının bağımsız olduğu, hâkim teminatının bulunduğu açıkça belirtilmektedir ve bugünkü sistemimize göre, kuvvetler ayrılığını kabul etmişiz. Yargının, yürütmenin ve yasamanın birbirinden ayrı ayrı kurumlar olduğunu, yargı denetiminin siyasî bir organ olan yürütme tarafından denetlenemeyeceği açıkça belirtilmiş olmasına rağmen, bugün, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun yapılanmasına baktığımız zaman, bu Kurul, 3 üyesi Yargıtaydan seçilen üyelerden, 2 üyesi Danıştaydan seçilmiş üyelerden ve Adalet Bakanının başkanlığında ve Kurulun tabiî üyesi olan Müsteşardan müteşekkildir. Yani, hâkimlerle birlikte yürütmeye dahil olan Adalet Bakanı Kurulun Başkanı olmakta ve Müsteşar da bu Kurulun üyesi konumundadır.

Değerli arkadaşlarım, yargının bağımsız olduğunu her dönemde herkes savunuyor. Tabiî, bu yasada Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun kökten değiştirilmesi mümkün olmayabilir; ama, benim talebim, gelecekte, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun değiştirilerek, gerçek anlamda, yargının bağımsızlaştırılması ve hâkim teminatına kavuşturulması gerekir diye düşünüyorum; ama, bütün dünyayı incelediğiniz zaman, Türkiye'de de, özellikle cumhuriyetin ilk yıllarında, hatta, 1960'lara kadar yargı, Adalet Bakanlığına bağlı bir kurum olarak devam etmiştir. Özlük işleri Adalet

                             

(x) 951 S. Sayılı Basmayazı 25.6.2005 tarihli 118 inci Birleşim Tutanağına eklidir.

Bakanlığında yürütülmüştür; soruşturmaları, denetimleri, tamamen Adliye Bakanlığına bağlı olarak yürütülmüştür. Ancak, 1950-1960 arasında yargıya siyasetin ve yürütmenin çok büyük müdahaleleri olmuştur. Ondan sonra, yargının bu şekilde bağımlı hale geldiği savunulduğu için, müstakil, bağımsız Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu oluşturulmuştur. Orada, o Kurulda, Adalet Bakanının veyahut Müsteşarın görevi hiç olmamıştır; ancak, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu daha sonra değiştirilerek bugünkü hale getirilmiştir. Bugünkü haliyle, yargının bağımsız olduğundan söz etmek, bence, mümkün değildir; çünkü, yargının başında Adalet Bakanı vardır; Müsteşar, oranın tabiî üyesidir, yürütmenin de aynı zamanda üyesidir.

Şimdi, Teftiş Kurulu Başkanlığı kime bağlıdır; Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna bağlı bir kurum değildir, Adalet Bakanına direkt bağlı olan bir kurumdur. Adalet Bakanının emriyle, Adalet Bakanının izniyle hâkimler ve savcılar üzerinde denetim yapmakta, soruşturma yapmaktadır. Soruşturma sonucunda hazırladığı raporu Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna takdim etmektedir.

Şimdi, bir tarafta, Teftiş Kurulu, Adalet Bakanına bağlı bir kurum olarak çalışmakta ve raporunu tanzim etmekte, bu raporu Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna sunmaktadır. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun başındaki Adalet Bakanı ve Müsteşarın da iştirakiyle bu rapora göre işlem yapılmaktadır. Şimdi, bu şekilde yürüyen bir Teftiş Kurulunun veyahut da bu şekilde yürüyen bir Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun tam bağımsız olduğundan söz etmek, kanımca, mümkün değildir. Bu nedenle, yani, önümüzdeki süreç içerisinde, hâkimler ve savcılarla ilgili yeni bir düzenlemeye, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun bağımsız hale getirilmesine ve hâkim teminatının tam anlamıyla uygulanmasına, yargının bağımsızlaştırılmasına özellikle ihtiyaç olduğu kanaatini taşımaktayım.

Değerli arkadaşlar, bu yasa çok tartışıldı. Yasanın her maddesinde konuşmacılar çeşitli görüşlerini belirttiler. Bu yasanın, tabiî ki, yararlı olduğu kısımlar var. Bu kısımlara hepimiz destek olduk, destek olmaya da devam ediyoruz; ama, yargının bağımsızlığını savunmamız gerekiyor. Adalet Bakanlığına ve özellikle iktidar partisine düşen en büyük görevlerden birisi, idarî ve adlî yargının tam bağımsız hale getirilmesidir. Eğer, bunu gerçekleştiremezsek, adlî yargının veyahut da idarî yargının bağımsızlığından söz etmek mümkün değildir; çünkü, teftişi, özlük işleri tamamen Adalet Bakanlığına bağlıdır. Adalet Bakanının izniyle soruşturma başlatılabilmektedir. Adalet Bakanının tayin edeceği teftiş kurulu üyeleri, tetkik hâkimleri veya Adalet Bakanının yetki vereceği daha kıdemli bir hâkimin veya savcının yapacağı soruşturma üzerine işlem yapılmakta ve bu işlem üzerine, bu raporlar üzerine hâkimlere çeşitli disiplin cezaları, hatta meslekten ihraç cezaları, yargılamayı gerektirecek suç işlemişlerse ceza davalarının açılması öngörülmektedir.

Tabiî, böyle bir  teftiş düzeninde, yargının, yargıda görev yapan hâkimlerin, savcıların tam bağımsız olduğunu söylemek mümkün değildir. Her ne kadar, teminatları olsa bile, hâkimler Anayasada belirlenen kurallar dahilinde görevden usulsüz olarak alınamayacağı, görevlerinden uzaklaştırılamayacağı belirtilmiş olsa bile, tatbikatta bunun tam tersini görmek mümkündür. Hâkimler, savcılar soruşturmaya tabi tutulmaktadır ve idarenin veyahut da yürütmenin baskısı her zaman üzerlerindedir ve bu baskıyı her dönemde hissetmektedirler.

Onun için, diyorum ki, Sayın Adalet Bakanı, tabiî, hukukçudur, değerli bir hukukçu arkadaşımızdır, çok önemli çalışmalar yapmıştır; belki, bu dönemde, yargıyla ilgili bazı yasaların çıkmasında büyük yararlar sağlamıştır. Bütün dileğimiz, yargının tam bağımsız olabilmesi için Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun yeniden ele alınmasıdır, bunda yarar vardır. Tam bağımsız bir hale getirilmesinde yarar olduğunu umuyorum ve Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.

Teşekkür ederim. (Alkışlar)

BAŞKAN- Teşekkür ederim Sayın Atalay.

Maddeyi ekli listeyle birlikte oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Geçici madde 1'i okutuyorum:

GEÇİCİ MADDE 1.- Bu Kanunda öngörülen yönetmelikler, Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren en geç altı ay içinde çıkarılır.

BAŞKAN- Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsı adına, Ankara Milletvekili Bayram Meral.

Sayın Meral, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; sözlerime başlarken, hepinizi, saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Geçici 1 inci madde üzerinde söz almış bulunmaktayım.

Değerli arkadaşlarım, sözlerime başlamadan önce bir konuyu özellikle ifade etmek istiyorum. Bugün hükümeti temsil eden Sayın Bakanımızla, en az yirmi yıl birçok sahada çalışmalarımız oldu. O, şahsımı çok iyi tanır, ben kendisini çok iyi tanırım. Hatta, birçok kez, 400 000-500 000 kişi üzerinden toplusözleşmeler yaptık. O zaman kendisinin çok yakın ilgisini gördüm. Bunlar, her zaman benim yaşadığım konulardır.

Değerli arkadaşlarım, burada, görüşmeler sırasında, elbette ki, işlerin daha iyi gitmesi için, çıkan yasaların halkı kucaklaması için, yasaya muhatap insanların yaşam şartlarının daha iyileştirilmesi için, daha rahat çalışabilmesi için, İktidar Partisi de, muhalefet partisi de üzerine düşeni yapmaktadır.

Değerli arkadaşlarım, elbette ki, muhalefet olarak biz, düşüncelerimizi daha rahat konuşma imkânına sahibiz; çünkü, biz, muhalefet partisiyiz.

Değerli arkadaşlarım, geçmişte de konuştum, önemli olan, yargıya iş düşmeden sorunun çözülmesidir. Yani, suçun yapılmasından önce, suçun işlenmesinden önce olayı önlemek önemlidir. Suç işlendikten sonra, elbette ki, yargıya iş düşecektir, siyasîlere iş düşecektir, sorunlar artacaktır değerli arkadaşlarım.

Burada, geçici maddeler, genelde tüzükleri kapsamaktadır. Sayın Bakanım da bilir, yalnız bugünkü hükümetin yaptığı, yani eksik yaptığı işler değildir. Geçen hükümetler döneminde de, yasa çıktıktan sonra, bazı maddelerin yönetmelikle veya tüzükle düzenleneceği hükme bağlanmıştır; ama, ne yazık ki, Sayın Bakanım, değerli arkadaşlarım; yasa çıktıktan sonra, seneler geçer, maalesef, tüzükler, yönetmelikler çıkmaz, hem idareyi hem soruna muhatap insanları sıkıntıya sokar. Ben demin dedim ki, elbette, önemli olan, hâkimlerimizin, savcılarımızın işlerini kolaylaştırmaktır.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; bakınız, özelleştirme yapıldı. Bütün ülkelerde özelleştirmeler yapılmadan önce, bunların tedbiri alınır; hükümetçe, işçilerin, işverenlerin, özelleştirmeye muhatap çalışan insanların sorunları çözülür, güvenceleri sağlanır; ama, maalesef, bizim Türkiye'de, bunlar yapılmadan, özelleştirmelere başlanmıştır. Bu nedenle, işinden olan birçok insan mahkemeye müracaat etmiştir. Karar veren, olumlu karar veren hâkim iyi olmuştur; olumlu karar vermeyen hâkim de "efendim, işte, siyasîlerin baskısında kalmış, hükümetin baskısında kalmış" gibi, birsürü ifadelere muhatap olmuştur.

Sayın Başkanım, değerli arkadaşlarım; emekli arkadaşlarımızın TÜFE'den alacakları vardır. Sayın Bakanımızın birçok kez, yani, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanımızın birçok kez ödenmesini ifade etmesine rağmen, bugüne kadar bunlar ödenmemiştir. Binlerce emekli arkadaşımız yargıya gitmiştir ve binlerce dosya oluşmuştur. Elbette ki, bunlar, hâkimlerimizin, savcılarımızın daha önemle yapması gereken işlerin önüne geçmiştir. Binlerce emekli, mahkeme kapılarında durmaktadır. Yine, bu da, daha önceki hükümetlerimizin alması gereken tedbirlerin gecikmesinden mütevellit karşılaştığımız sorunlardır.

Değerli arkadaşlarım, üzerimizde ağırlıkla devam eden olaylardan biri de, biliyorsunuz, ben o zaman Türk-İş Genel Başkanıydım, o dönemin hükümetlerine ısrar ettim, hiçbir zaman özel bankaya güvence veremezsiniz dedim; ama, dönemin hükümeti güvence verdi, ondan sonra 22 özel banka battı. Ne oldu orada insanlarımız; mağdur oldu. Sonuç; yargıya gitti. İşte, değerli arkadaşlarım, eğer yargının işini kolaylaştırmak istiyorsak, rahat çalışmak istiyorsak, güven içerisinde, huzur içerisinde çalışmak istiyorsak, yargıya düşmemesi gereken kararları, yasaları sağlıklı çıkarmamız lazım. Ne oluyor şimdi; bir bakıyoruz ki, bir mahkeme gününde, yüzlerce, binlerce vatandaşımız mahkemenin önünde toplanmış. Ne oldu; ya TÜFE alacağı olan emekli arkadaşlarımız ya da bankada parası batan arkadaşlarımız. Ne yapacak şimdi hâkim? Karar verse bir türlü, baskı altında kalıyor, karar vermese, vatandaş mağdur olmuş, kapısının önünde ağlıyor. İşte bunlar, değerli arkadaşlarım, hepimizin üzerinde durması gereken sorunlardır.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; benim kafamı karıştıran bir konu daha oldu. Sayın Bakanımızla konuşurken, dedi ki: "Burada, bana, bazı emekli olmuş üst düzey yargıçlar geldi, bir bölüm arkadaşlarının bazı firmalarda danışmanlık almalarından rahatsız olduklarını söylediler. Buna yasal bir düzenleme getirsek bir türlü, getirmesek bir türlü."

Değerli arkadaşlarım, bakınız, hâkim de savcı da liseden sonra dört sene yüksekokulda okuyor, mühendis de dört sene yüksekokulda okuyor. İşin garip yönüne bakınız, ikisi de okuldan çıkıyor, birisi kamuda işe giriyor, mühendistir, işin geleneğini öğreniyor, müteahhit oluyor, holding sahibi oluyor, bazı yanlış işler yapıyor ve idare müdahale ediyor, o holding sahibi veya o firma sahibi, savcının, hâkimin karşısına çıkıyor. Zaman geliyor, değerli arkadaşlarım, o hâkim, o savcı veya o yargıç emekli oluyor; ne yapacak, aldığı emekli aylığı kendisine yetmiyor; yapacak hiçbir sosyal yönü yok; gidiyor, ister istemez, üzüle üzüle belki de, belki de yargıladığı bir firmada, bir holdingde müşavirlik, danışmanlık alıyor. Bu, üzücü Sayın Bakanım; bunu geçenlerde siz de söylediniz; ama, mutlaka buna bir çözüm bulmak lazım. Bunlar, bizim sosyal yaralarımız, sosyal sıkıntılarımız.

Değerli arkadaşlarım, müsaade ederseniz, hiç yöntemi bozmadan, bu güzel gidişatın huzurunu kaçırmadan bir konuya açıklık getirmek istiyorum; bu, benim içimde bir ukde; ben bunu Sayın Başkanımın da müsaadesiyle açıklamak istiyorum.

Ben bazen buraya çıktıktan sonra -hiçbir kasıt aramıyorum- arkadaşlarımızın bazıları "28 Şubat" diye bana laf atar. Burada bir arkadaşımızın da bir yazısı var, Sayın Bakanımızı da biraz rahatsız etmiş; şahsımdan da bahsettiği için bundan bahsediyorum. Bunu okumuşsunuzdur değerli arkadaşlarım.

Saygıdeğer arkadaşlarım, ölünün arkasından laf söylenir; hayatta benim bu söylediklerim. Biraz önce, keşke, burada Sayın Bakanımız otursaydı, Millî Savunma Bakanımız otursaydı. 12 Eylül olmuş değerli arkadaşlarım, genel kurul yapacağız. Valilikten müsaade almam lazım. Valiliğe gittim, tek vali oturuyor, odacı bile yok değerli arkadaşlarım. Dedi ki: "İyi ki geldin -keşke burada olsaydı da, anlatsaydı da- iyi ki geldin yahu, benim de canım sıkılıyordu." Oturuyoruz; bir vali, hiç kimse yok; valilikte kuş uçmuyor. O da, yolda gitmek için belli saatler var; her saatte gidemiyorsunuz.

Bir 12 Eylül yaşadık değerli arkadaşlarım. Geldik; ben bir gün... Sayın Tanrıverdi'nin de, belki geçmişte konuşmuşumdur, bilemiyorum, kulağında kalmıştır. Bir gün, o dönemin Sayın Başbakanını yönetim kurulumla ziyaret ettim; dedim ki: Saygıdeğer Başbakanım -yanında Sayın Fehim Adak var, Çalışma Bakanı Sayın Necati Çelik var, bir bakan daha var; yönetim kurulumla gittim- Sayın Başbakanım, senden bir iki ricam var. Bu, hem benim düşündüğüm hem halktan gelen talep.

Bir; biz, geçmişte bir 12 Eylül yaşadık, haklarımızı kaybettik, geri alamadık; yani, 12 Eylül olmasaydı, ben, hem Türk-İşin Başkanı olacaktım hem burada milletvekili olacaktım; demek ki, bizden götürdü. Bakın, zatıâlileriniz gittiniz, geri geldiniz, Başbakan oldunuz; ama, biz, haklarımızı kaybettik. Sizden rica ediyorum -dinliyorsa orada, Allah şahittir- bu belediye başkanlarınıza biraz çekidüzen verin; bir.

İki; sizin ortağınız sizin iki yıl Başbakanlığınıza sabretmez; buna göre tedbirinizi alın.

Üç; bu Susurluk olayından vatandaş son derece tedirgin, bununla ilgili soruşturmayı biraz hızlandırın, vatandaşın tansiyonunu düşürün.

Bir konu daha söyledim, onu burada söylemiyorum. O da, onun başına büyük bir bela açtı. Burada söylemek istemiyorum onu; çünkü, ondan sonra başıma belayı alacağım.

Değerli arkadaşlarım, bu olaylar oldu, bir gün bu koridorda geziyorum, arkamdan birisi omzumdan tuttu; geri döndüm, Sayın Fehim Adak, "Sayın Meral -o, kolay kolay adam öpmez- seni öpmek istiyorum, senin söylediklerin bir bir çıktı" dedi.

Niye söyledim bunu değerli arkadaşlarım, niye gittim; benim için siyasî parti önemlidir; ama, bu parlamenter sistem daha önemlidir, demokrasi daha önemlidir. Farzımuhal ki, 12 Eylül gibi bir müdahale olmuş olsaydı, benim toplusözleşmelerim ortada kalacaktı, bir; benim sendikal haklarım bir daha elimden alınacaktı, iki.

Bunu yanlış anlamayın değerli arkadaşlarım, ben, oturmadığım sandalyenin mücadelesini vermem, beni ilgilendirmez o gitmiş bu gelmiş.

Bir şeyi daha burada özellikle ifade etmek istiyorum, gücenen gücensin: Ben, tarihimde iki siyasetçinin şipşak telefonlara cevap verdiğine şahidim. Bunlardan bir tanesi Sayın Demirel'dir, bir tanesi de Sayın Erbakan'dır.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, şöyle böyle, bizi bazen eleştiriyorsunuz. Demirel deyince aklıma yine bir soru geliyor: Şimdi, Demirel 7 defa gitti, 8 defa geldi; hadi ki, biz yanlış yaptık -size göre yanlış yaptığımızı düşünelim; öyle düşünelim, kafanız rahat etsin- 7 defa gitti, 8 defa geldi, hiç yanındaki ekibinden kopan oldu mu; beklediler orada. Peki, kusura bakmayın da, hadi biz yanlış yaptık, siz niye yarı yolda, ortada bıraktınız, sayın, o muhterem insanları? Yani, kusuru biraz da kendinizde arasanız ya. Biraz da kendinizde arayın.

Değerli arkadaşlarım, onun için, şunu özellikle söylemek istiyorum: Hiç kastım, garezim... Hayatımda, bir şeyi bilin ki, bir adamı üzmüşsem, bir adamı gücendirmişsem, haftalarca üzülmüşümdür, haftalarca sıkıntı çekmişimdir. Ömrüm böyle geçmiştir; ama, haksızlıklara tahammülüm yoktur, yanlışlıklara tahammülüm yoktur; çünkü, ömrüm hep haksızlıklara uğramakla geçti. Buna karşı bir tepkim var inanın ki.

Bakınız, bir konuyu daha arz etmek istiyorum; laf açılmış. Bir yerde, bir liste getirdiler. Efendim, ifadenin biri; odasında -Türk İş Başkanıyım, sözüm geçecek bir iktidar var- resim yokmuş, falan yokmuş...

Değerli arkadaşlarım, ben, bunların hepsinin iftira olduğunu, bu insanların dürüst olduğunu... İsterseniz adını da söyleyeyim size, ismini de verebilirim, o insanların kim olduğunu. Ben kanat gerdim, ben, o arkadaşın hakkını, hukukunu savundum.

Mağdur kim ise, haksızlığa uğrayan kim ise, kim olursa olsun, ben onun yanındayım.

Bakınız -laf lafı açıyor- televizyonları izliyorsunuz; şimdi, Kuzey Irak'taki Türkmenlere, o evlerine yapılan, o insanlara yapılan baskıya bakınız. Bundan da ben rahatsızlık duyuyorum. Ben buradayım, onlar orada.

Yıllarca -Tanrıverdi bilir- Filistin işçilerinin haklarını savunduk, İsrail'e karşı ulusal düzeyde savaş verdik; ama, birileri de İsraillilerle kol kola geziyordu. Bunları yaptık.

Değerli arkadaşlarım, demek istiyorum ki, burada amacımızın altına yatan, kinden, nefretten, garezden uzak, güven verici, karşılıklı saygı duyucu, halkımızın beklentilerine cevap verici bir birliktelik sağlayalım burada, beklentileri olan vatandaşlarımız, bizden, çalışmalarımızdan huzur bulsun.

 (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Meral, lütfen konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun.

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Hemen toparlıyorum.

Ama, maalesef, bunları yapamıyoruz değerli arkadaşlarım. Bazı konular oluyor, üzülüyorum. Umuyorum ki, yanlışlıklara hep birlikte meydan vermeyelim.

Bu, 28 Şubat deyince içime oturuyordu. Sayın Başkana çok teşekkür ederim; ben, bunu, bu şekilde açıklamış oldum ve burada dinleyen o dönemin zatı muhteremleri varsa, umuyorum ki, milimi milimine, noktasına kadar anlattığımı zannediyorum. Hiçbir Allah'ın kuluna karşı kinim yok, bu ülkeye hizmet eden her insana saygım var, hürmetim var.

Teşekkür ederim arkadaşlar. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Meral.

Madde üzerinde 1 adet önerge vardır; önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının geçici 1 inci maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

 

Sadullah Ergin

İrfan Gündüz

Cüneyit Karabıyık

 

Hatay

İstanbul

Van

 

Muharrem Karslı

 

Ramazan Toprak

 

İstanbul

 

Aksaray

"Geçici Madde 1.- Yeni bir düzenleme yapılıncaya kadar, 23/1/1987 tarihli ve 270 sayılı Yüksek Hâkimlik Tazminatı Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 1 inci maddesinde yer alan yüksek hâkimlik tazminatı cetvelinin (3) ve (4) numaralı sırası aşağıdaki şekilde uygulanır.

3    Yargıtay-Danıştay-Sayıştay üyeleri, birinci sınıf hâkim ve savcılıkta üç yılını doldurup

      Yargıtay ve Danıştay üyeliğine seçilme hakkını kaybetmemiş olanlar, Sayıştay savcısı   7.000

4    Birinci  sınıfa  ayrılmış,  bu sınıfa ayrıldığı tarihten itibaren de meslekte  üç yılını

      doldurmuş, Yargıtay ve Danıştay üyeliğine seçilme hakkını kazanmış birinci sınıf

      hâkim ve savcılar  4.500

Bu Kanunun yürürlüğe girmesinden önce birinci sınıf olan hâkim ve savcılar, daha önceden hak kazandıkları ek gösterge ve yüksek hâkimlik tazminatı rakamlarına göre aylık almaya devam ederler.

Bu Kanunda öngörülen yönetmelikler, Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren en geç altı ay içinde çıkarılır."

BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?

ADALET KOMİSYONU BAŞKANVEKİLİ RECEP ÖZEL (Isparta) - Takdire bırakıyoruz efendim.

BAŞKAN - Hükümet?..

ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) - Katılıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe : Kanun tasarısıyla, hâkim ve savcıların birinci sınıf olma süreleri Yargıtay ve Danıştay üyeliklerine seçilme hakkını kazandıkları tarihe çekilmiş, yani birinci sınıfa ayrıldıktan üç yıl sonra birinci sınıf olma imkânı sağlanmış, ancak, personel reformu çalışmalarının son aşamaya gelmiş olduğu dikkate alınarak, gösterge rakamlarının daha önceki yükselme süreçlerine paralel olarak yukarıdaki şekilde uygulanması amaçlanmıştır.

Ayrıca, tasarının 43 üncü maddesinde yapılan değişiklik nedeniyle, daha önceden birinci sınıf olanların kazanılmış haklarını korumak amacıyla bu değişiklik önergesi verilmiştir.

BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Kabul edilen önerge istikametinde maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, geçici madde 1'den sonra gelmek üzere yeni bir geçici madde 2 eklenmesine dair bir önerge vardır; önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının geçici 1 inci maddesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki maddenin geçici madde 2 olarak eklenmesini arz ve teklif ederiz.

 

Muharrem Kılıç

Atilla Kart

Mehmet Nuri Saygun

 

Malatya

Konya

Tekirdağ

 

Oya Araslı

Halil Ünlütepe

Halil Tiryaki

 

Ankara

Afyonkarahisar

Kırıkkale

GEÇİCİ MADDE 2.- Bu Kanunun 36 ncı maddesinin uygulanmasına ilişkin olarak, halen meslekte olanların bu Kanunun 16 ncı maddesi uyarınca birinci sınıf olma tarihlerinden itibaren yeniden değerlendirmeye tabi olmadan üç yıllık hizmet dilimlerine göre, almakta oldukları yüksek hâkimlik tazminat (1000) gösterge rakamı ile memur aylıklarına uygulanan katsayıyla çarpımı sonucu bulunacak rakam, tazminat gösterge rakamına eklenir.

BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?

ADALET KOMİSYONU BAŞKANVEKİLİ RECEP ÖZEL (Isparta) - Çoğunluğumuz olmadığı için katılamıyoruz.

BAŞKAN - Hükümet?..

ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe : Hâkimler ve savcıların statüsü ve maaşlarının, görev onuru ve yüklendikleri sorumluluklara uygun olması sağlanmalıdır. Meslekleri süresince, etik kuralları nedeniyle sınırlı koşullarda yaşayan ve kazanç getirebilecek ya da rant sağlayabilecek her türlü iş ve işlemlerden ve yatırımlardan uzak duran hâkim ve savcıların kısıtlı maaşa tabi tutulmamaları gerektiği bir gerçektir. Hâkim ve savcıların, görevde bulundukları kısa süre içerisinde, gelecek kaygısı içinde bulunmadan mesleğin özelliğine uygun bir yaşam sürebilmelerinin sağlanmasındaki kamusal yarar açık olduğundan, statülerine uygun olarak özlük haklarında bir iyileştirme yapılması amaçlanmıştır.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler.. Önerge kabul edilmemiştir.

54 üncü maddeyi 53 üncü madde olarak okutuyorum:

MADDE 53.- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsı adına, Çorum Milletvekili Feridun Ayvazoğlu; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA FERİDUN AYVAZOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dört gündür görüşmekte olduğumuz Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik adı altındaki kanun tasarısına dönük olmak üzere yaptığımız görüşmelerin bugün sonuna gelmiş bulunuyoruz.

Elbette bir yasa, tasarı şeklinde Meclisin huzurunda görüşüldükten sonra, yürürlüğe konulabilmesi gündeme gelecektir. Yürürlüğe konulamayan hiçbir tasarının zaten kanun olma şansı da olmayacağına göre, bu nedenle, biz de yürürlük maddesinde söz almış bulunuyoruz ve dört günden beri konuşulan bu tasarı üzerindeki genel değerlendirmenin de yapılması zorunluluğundan, ihtiyacından dolayı, gerek Cumhuriyet Halk Partisi Grubumuz adına gerekse şahsım adına söz almış bulunuyorum; bu nedenle, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, bir tasarı, günlerden beri konuşuluyor, görüşülüyor, aylardan beri kamuoyunda tartışılıyor ve bu tasarının muhatabı olan, birinci derecede ilgilisi olan hâkim ve savcılar ve bununla birlikte adlî personel, bu tasarıdan beklentilerini, umutlarını, bugün ne olacak diye soruyla Yüce Meclisten bekliyorlar ve ne olacağını görmek istiyorlar.

Elbette, beklenen ve umulanın, bu tasarının görüşmelerinde olmadığını, gerçekleşmediğini bir kez daha belirtmek istiyorum. Gerçekten, bu tasarıyla, beklentinin, öncelikle, yargının mensupları olan, birinci derecede sorumlu bulunan hâkim ve savcıların bu beklentilerinin hemen hemen hiçbirine cevap vermediğini, veremediğini görmekteyiz. Öncelikle, şu bekleniyordu değerli milletvekilleri: Bu tasarı, şimdiye kadar ele alınmamış ve gelişmekte olan ülkemizin çok önemli bir ayağı olan yargı mensuplarına verebileceği özlük haklarının iyileştirilmesine dönük olmak üzere yapılacak bu yasal düzenlemenin, bizlere acaba ne getireceği noktasında büyük bir merak içerisinde, sayın hâkim ve savcılarımız, bunu bizlerden bekliyorlardı. Bu amaçla, bütün hâkim ve savcıların gözü kulağı Yüce Meclisteydi.

Peki, sadece hâkim ve savcılara getirilmek istenen, ama, getirilemeyen, bugüne kadarki yaptığımız konuşmalarda da belirttiğimiz gibi, getirilemeyiş sebeplerinde, hükümetin içerisindeki bir bakanın, Sayın Maliye Bakanının, karşı çıkışı sonucu getirilemediğini öğrenmiş olduğumuz iyileştirmelerin, acaba, devletimize ve hükümetimize, Maliye hazinesine ne kadar zararı olacaktı da hâkim ve savcılara verilmesi gereken iyileştirmeler, malî haklar bu şekilde önlendi, önlenebildi.

Değerli arkadaşlarım, şöyle bir düşündüğümüzde Sayın Maliye Bakanımızın, devletin, Maliyenin, hazinenin çıkarlarını korumak uğruna kendi yaptığı veya yapabileceği iyileştirmelerin karşısında, yerine göre kendisi hakkındaki suç isnatlarıyla devleti zarara uğratmış olduğu yoğun bir şekilde kamuoyu gündemindeyken eğer bunlardan vazgeçip de devleti, hazineyi ve Maliyeyi korumak adına yargının mensuplarının, bir çırpıda verilebilecek, belki, tabiri yerindeyse, devede kulak kalabilecek miktardaki iyileştirmelerin bunlara verilmesinde hangisinin daha mantıklı olduğu ve daha faydalı olabileceğini, elbette, gerek kamuoyu gerekse bu muhataplar takdir edeceklerdir. Böyle bir uygulama sonucu hâkimlerle ilgili, savcılarla ilgili bir 6 ncı maddeyi Yüce Meclis kabul etti. Bu tasarının 6 ncı maddesiyle hâkimlik ve savcılıkta üç yılını geçirmiş yargıç ve savcıların birinci sınıf olabilmelerine olanak sağlıyorsunuz, olanak sağladık; ama, hiç kusura bakma sayın hâkim, sayın savcı, seni biz altı yıl beklemeden üç yıl geriye çekmek suretiyle üç yıl sonra birinci sınıf hâkim, savcı yapıyoruz; ama, biz, sana, birinci sınıf hâkim, savcının elde ettiği, elde edeceği, hak ettiği malî hakkı veremiyoruz dedik. Ne zaman dedik bunu; dün dedik. Nasıl dedik; hiç olmayan, nereden geldiğini tahmin edebildiğimiz; ama, birdenbire gelen bir önergeyle bu malî haklardan, birinci sınıf yaptığımız hâkim ve savcıları mahrum ettik. Burada biz iki konuyu, Yüce Meclisi çelişkide bırakmak suretiyle kamuoyunun gözleri önüne sermiş olduk. Birincisi, 6 ncı maddeyle bu hakkı veriyoruz; ama, 42 nci maddeyle getirilen bir önergeyle bu hakkı elinden alıyoruz.

Birincisi; dün de belirttik; bu hak verilirken, Anayasadaki angaryanın da hâkim ve savcılara uygulanmış olduğunu bir kez daha vurgulamak istiyoruz; çünkü, değerli arkadaşlarım, eğer, emek verdiği kabul ediliyorsa, insanların emeğine, Anayasada yer alan ilkeler doğrultusunda emek verdiği kabul ediliyor ise, bu emeğinin karşılığını da, yine, Anayasadaki haklarına göre alabilmesi gerekir. Eğer, biz, bunu, adalet mensuplarına çok görüyorsak, bunlara esirgiyorsak, biz, burada, adaletin tecellisi için bu tasarıyı çıkarmış olmuyoruz; aksine, adaleti çelişkiye düşüren bir tasarıya imza atan Meclis olarak burada tarihe geçmiş oluyoruz.

Diliyoruz ve umuyoruz ki, yarın bir gün, belki, bu tasarı, dönmesi gereken hukuksal kurumlardan, kuruluşlardan belki de dönecektir. Bu yapmış olduğumuz çalışmalar bir kez daha heba olup gidecektir.

O zaman, acaba, Sayın Maliye Bakanımız, gelip de burada "ne yapalım, bir kez daha görüşeceğiz. Burada, sizlerin görüşmüş olduğu, vermiş olduğu emek boşa gitti; ama, ben devleti kurtardım" mı diyecek? "Ben, hâkim ve savcılara, adliye personeline bu olanakları vermemek suretiyle devleti çok büyük bir yükten kurtardım" diyebilecekse, gelsin burada söylesin, kamuoyunda açıkça söylesin. Bu arada, kendi hesabını da kamuoyuna versin.

Değerli arkadaşlar, elbette, hâkim, savcılarla ilgili bu tasarı kabul edilirken -ki, şu andaki Yüce Meclisin iradesi bunu göstermektedir, kabul edilecektir- bizim kabul etmiş olduğumuz maddeler vardır, karşı çıktığımız maddeler vardır; bunu açıkça söyledik.

Kabul ettiğimiz maddeler… Evet, doğrudur, Türkiye'de hâkim ve savcı açığı vardır, Türkiye'deki hâkim ve savcı sayısı  9 000'lerde iken,  bugün,  çağdaş  Avrupa  ülkelerinde bu sayının 20 000'lere, 30 000'lere vardığını biliyoruz ve görüyoruz. Bunun karşısında bu açıklığı giderebilmenin yollarını da bulacağız. Nasıl bulacağız; elbette, hukuk fakültesi mezunlarından bulacağımız gibi, bu arada hukuk fakültesi mezunu olup da avukatlık mesleğinde fiilen üç yılını tamamlamış olan avukatlar arasında yapılacak sınav ve mülakat sonucu yapılacak alımlarla da bu açık kapatılacaktır. Biz, bu maddenin amacına, temelde iyi niyetle, olumlu diye baktık; karşı çıkış noktamızın sadece mülakatın şekli ve mülakatta yer alacak kişilerin kimler olabileceği noktasında olduğunu da hep söyleyegeldik. O açıdan, buradaki olumlu maddelerden birisinin 6 ncı madde ve onun devamındaki madde olduğunu bir kez daha ifade ediyoruz.

Bu arada, eğer hâkimlere ve savcılara birtakım iyileştirmeler, malî olanaklar getirilecek olsaydı, bundan kimler faydalanacaktı?! Bir hâkim ve savcı, yaptığı soruşturmada, yaptığı yargılamada, verdiği kararlarda sadece ve sadece kendi emeğinin olmadığını herkes biliyor. Bunun devamında, bundan adlî personel faydalanacaktı; bunun devamında, hukuk mahkemelerinde verilen kararları uygulamak durumunda bulunan icra dairelerindeki görevliler faydalanacaktı ve yine, aynı kararda katkısı olan zabıt kâtibinden mübaşirine, müstahdemine kadar olanlar faydalanacaktır. Yine, devamında, ceza mahkemelerinde verilen ceza kararları sonucu cezaevlerine giren bir mahkûmun ıslahı için veya tutuklunun tedbirinin alınması için konulduğunda onlara hizmet veren cezaevindeki görevliler faydalanacaktı. Yine, hâkim denetiminde yapılan seçimler sonucu, demokratik seçimler sonucu hizmet vermek suretiyle, emek vermek suretiyle bizleri buralara kadar gönderme durumunda olan ve emek veren o emekçi, seçim kurulunda görev yapan personel faydalanacaktı. Yani, sıradan insanlarımız, yoldan geçenlerimiz bundan faydalanmayacaktı; bu yolu açacaktık. Bakanlığımız bu şekildeki çalışmaları böyle bir yolu açacakken, maalesef bu yol kapandı, bu yol tıkandı. Bekleyenler de, umut edenler de umuduna ulaşamadı, umudunu gerçekleştiremedi. Elbette, bunun sonucunda, bunların hesabının birileri tarafından verilmesi olacaktır; ama, bu hesabı, hiçbir şekilde -bir kez daha vurgulamak istiyorum- siyasî polemik yapmak suretiyle, yargıyla siyaseti bütünleştirmek anlamında söylemiş değiliz bunları. Türkiye'nin gerçeklerini belirtmeye çalışıyoruz. Türkiye'de, gerçekten, hâkimlik ve savcılık, yargı kurum ve kuruluşlarının objektif bir şekilde, tarafsız bir şekilde görev yapılmaları bekleniyorsa; onurlu bir şekilde, şerefli bir şekilde, borcu olan hâkim, savcı "borcum var" diyemiyorsa, yine, borcu olan adlî personel, borcundan dolayı bir yerlere gidip de borçla bir şeyler almaktan kendisinin rencide olacağını düşünerek bu tür hareketlerde bulunuyorsa, burada, Türkiye'nin gerçeklerini, toplumun gerçeklerini, hiçbir siyasî düşünce ayırımı gözetmeksizin hepimizin kabul etmesi gerekir; çünkü, hep baştan beri söylediğimiz gibi, yargı, bu ülkenin temelidir. Yargı olmadan, bağımsız olmadan, yargının da ayakta kalabilmesi, güçlü olabilmesi, bizlere, yarın bir gün karşılarına gittiğimizde -yetmiş milyon insan olarak kendimizi görelim- verebilecekleri kararda objektifliğinden ve tarafsızlığından şüphe etmemek için, dirençli bir şekilde hâkimlerimizin ve savcılarımızın, o adalet terazisindeki gözü kapalı uygulamaları "kim olursa olsun benim için aynıdır" diyerek, cesaretli bir şekilde karar verebilme olanağını sağlayabilirdik; ama, bu fırsatı, maalesef, dört gün boyunca kaçırdık. Ne yazık ki, bugüne kadar görüşme yaptığımız komisyonlardaki uygulamalar, gerek hâkim ve savcılarla ilgili uygulamalar, iyiye dönük uygulamalar, gerekse adlî personele dönük iyi uygulamaları, bugün, hiç de beklenmedik şekilde noktalayacağız. Elbette, bunlardan, bizler, milletvekili olarak, kendimize göre hesabını vermemiz gereken bu kesimlere hesabını vermeye hazırız; çünkü, vicdanımızın sesi bunu emrediyor. Bu hesabı bizler vereceğiz; diliyor ve istiyoruz ki, bu hesabın, iktidar tarafından da, bugün verilemese de, yarın, bir gün, hazırlanacak ve tek bir hedef doğrultusunda, hâkim ve savcılarla ilgili, adliye ve yargı mensuplarına verilebilecek olan iyileştirmelerde de, hesaplarını çok iyi verirler diye düşünüyoruz. Bugün, bu yol kapandı. Bu yolla, beklenen olmadı, umulan dağlara kar yağdı, gerçekleşmedi; bunun, daha da benzetmeleri olabilir; ama, diliyoruz ki, bundan sonrası, bu tarihî süreç içerisinde, Meclis tutanaklarına geçen bu dilek ve temenniler sonucu, önümüzdeki günlere ışık tutar ve yol tutar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Ayvazoğlu, lütfen konuşmanızı…

FERİDUN AYVAZOĞLU (Devamla) - Biz de, bu duygu ve düşüncelerimizle, bu tasarının, ne hal olursa olsun, kabul edilmesi kuvvetle muhtemel olduğu için diyorum, yine de, onurlu, şerefli ve bu uğurda, gecesini gündüzüne katarak görev yapan, tarafsız bir şekilde görev yapmak için ant içen hâkim ve savcılarımıza, adlî personelimize ve emeği geçen, yargıda tırnak kadar da emeği geçen insanlarımıza, avukatlarımıza ve bütün hukukçularımıza hayırlı ve uğurlu olmasını diliyor; bu duygu ve düşüncelerle, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ayvazoğlu.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

55 inci maddeyi 54 üncü madde olarak okutuyorum:

MADDE 54.- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsı adına, Konya Milletvekili Atilla Kart; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA ATİLLA KART (Konya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan 951 sıra sayılı tasarının 54 üncü maddesi üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsım adına söz almış bulunmaktayım; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, Avrupa Konseyinin tavsiye kararları var; bu tavsiye kararları, Türk yargı sistemiyle ilgili olarak yapılmış olan kararlar. Hemen şunu önemle ifade etmek istiyorum: Bu kararlar, bu tavsiye kararları, Avrupa Konseyi kararları olduğu için değil, bizim Türk yargı sistemine yönelik olarak yaptığımız tespitler ve bu yoldaki söylemlerimizi doğruladığı için, Avrupa Konseyi kararlarını bu aşamada anlatmak, bu kararlara atıfta bulunmak istiyorum.

Bu kararlara göre, uluslararası standartlar nazara alındığında, hâkim ve savcıların yetkileri, sorumlulukları arasında, görevleri açısından, hâkim ve savcıların görevleri açısından idarî ve fonksiyonel bir ayırım olmalıdır. Bu açıdan, cezaî işlemlerde savcının rolüyle ilgili olarak 10 uncu ilkede "savcılık kesin bir şekilde yargısal fonksiyonlardan ayrılmalıdır" düzenlemesi getirilmiştir. Daha da ötesi, savcının konumu, hâkime bağlı hale getirilmelidir.

Hâkimlerin bağımsızlığı konusundaki Avrupa Konseyinin 2 nolu prensibi ise "devlet kurumları veya temsilcileri de dahil olmak üzere, bir davayla ilişkisi olan herkes, hâkimin otoritesi altında bulunmalıdır" düzenlemesini getirmektedir.

Bu okuduğum ilke kararlarının -tekrar ifade ediyorum- Türkiye şartları içindeki uygulanırlılığını tartışmamız ve olgunlaştırmamız gerekiyor.

Hâkimlerin bağımsızlığı hakkındaki Avrupa Konseyi tavsiyesinin, yine ilgili prensibine göre, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 159 uncu maddesinin Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulundan, Adalet Bakanı ve Bakanlık Müsteşarını çıkaracak şekilde yeniden düzenlenmesi.

Yargı bağımsızlığı hakkında Birleşmiş Milletler temel prensiplerinin 10 uncu ilkesi ve hâkimlerin bağımsızlığı hakkında Avrupa Konseyi tavsiyesinin ilgili ilkesine göre, hâkim adaylarının seçilmesi usulünde Adalet Bakanının yetkisinin kaldırılması, halen Adalet Bakanı tarafından yerine getirilen seçim usulünün bu boyutlarının Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu veya Adalet Akademisine aktarılması; hâkimlerin yer değiştirme yetkisinin Adalet Bakanlığı ve Müsteşarlığından alınması, bu yetkinin Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna verilmesi; yargı bağımsızlığı hakkında Birleşmiş Milletler temel prensiplerinin 13 ve 17 nci ilkeleri ile hâkimlerin bağımsızlığı hakkında Avrupa Konseyi tavsiyesinin ilgili prensibine göre, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 144 üncü maddesi ve 2802 sayılı Kanunun "Adalet Bakanlığı merkez teşkilatından adalet müfettişleri kaldırılacak" şeklinde yeniden düzenlenmesi; adalet müfettişlerinin, doğrudan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun denetimi altında çalışacak şekilde yeniden atanmaları, Yüksek Kurulun bir yargı mensubu hakkında inceleme veya soruşturma izni vermek veya talep etmek yetkisine sahip olması yolunda tavsiyelerde bulunulmaktadır. Yine, Türk hukukunun yorumlanması hakkında, Adalet Bakanının cumhuriyet savcılarına genelge gönderme uygulamasına son verilmesi de tavsiye edilmektedir.

Cumhurbaşkanının, Avrupa Konseyinin, hâkimlerin bağımsızlığına ilişkin tavsiyelerinin ilgili maddesi uyarınca, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyeliklerine atama yapma yetkisinin kaldırılması ve söz konusu yetkinin hâkim ve savcıların bizzat kendilerine verilmesi veya diğer bir alternatif, Cumhurbaşkanının bu yetkiye sahip olmasına devam edilmekle birlikte, Cumhurbaşkanı, yalnızca hâkim ve savcıların belirleyecekleri adaylar arasından Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyeliklerine atama yapabilmelidir. Yani, bu durumda tartışılması, bu çerçevede tartışılması ve olgunlaştırılması gereken bir tavsiye kararı.

Bunların devamında, Yüksek Kurulun kendi bütçesine sahip olmasının yanı sıra, bu bütçenin hazırlanması aşamasında üyelerine danışılması ve bütçenin tahsisi ve yönetimi konularında Kurulun bizzat sorumlu tutulması.

Birleşmiş Milletler Yargının Bağımsızlığı Temel İlkelerinden 9 uncu ilkeye ve Avrupa Konseyinin, hâkimlerin bağımsızlığına dair tavsiyelerine uygun olarak, mümkün olan en kısa sürede -bunun Türkiye şartlarında uygulanmasının zorluğunu bilerek, bu ihtiyatla ifade ediyorum- hâkimlerin meslekî birliklerini kurabilmelerine imkân tanınması. Ve nihayet, yargısal etik kanununun hazırlanması...

Bütün bunların devamında da, bu tasarının tartışmaları esnasında önemle ifade ettiğimiz, başlangıç aşamasından itibaren ifade ettiğimiz bir konuya geliyor Avrupa Konseyi tavsiye kararları; yargı hatalarını azaltmanın ve yargının kalitesini geliştirmenin en önemli ve temel şartının, kanunları doğru yorumlayacak ve doğru karar verecek yetenekli ve iyi eğitilmiş hukukçuları istihdam etmekten geçtiğini tespit ediyor ve tavsiye ediyor.

Devam ediyorum değerli arkadaşlarım bu tavsiye kararlarına, çok önemli gördüğüm için anabaşlıklarıyla ve bir anlamda, bu tasarının görüşmelerinin özet değerlendirmesi olarak sunmak amacıyla, okumaya devam ediyorum.

Bakın, bu tavsiye kararlarını doğrulayan, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 15 Aralık 1985 tarihli bir kararı var. Hâkimlik mesleğine seçim yönteminde, amaca aykırı düşüncelerin rol oynamasını engelleyecek tedbirlerin alınmasını ve hâkimlerin seçiminde, bir kişiye karşı ırk, renk, cinsiyet, din, siyasî veya diğer fikirler, millî veya sosyal menşe ve mal varlığı gibi düşüncelerle hiçbir ayırım yapılmaması gereğini ifade ediyor.

Avrupa Konseyinin 1994 tarihli tavsiye kararında ise, hâkimlerin meslekî kariyerlerine ilişkin tüm kararların objektif kriterlere dayanması gerektiği, hâkimlerin seçimi ve kariyerleri, eğitimsel özellikleri, dürüstlük, yetenek ve etkinliklerini gözeten liyakat esasının gözönüne alınması gerektiği ifade ediliyor ve en nihayet, mülakat esasına geliyor, Avrupa Birliği Konseyi tavsiye kararlarında ve Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tavsiye kararlarında bu noktaya geliyor.

Burada, şu değerlendirmeler yapılıyor değerli arkadaşlarım: Mülakatın objektif bir yöntem olmaması sebebiyle, hâkim teminatıyla çeliştiği ifade ediliyor. Ayrıca, sübjektif nitelikteki mülakatın yargısal denetime de elverişli olmadığı çok açık bir şekilde ifade ediliyor. Yani, başka bir ifadeyle, mülakatın, yargısal denetimin dışında kaldığını; içeriği itibariyle, yapılış şekli itibariyle, mülakatın hukuka uygunluğunun denetilemeyeceğini, denetimimin yapılamayacağını çok açık bir şekilde ifade ediyor.

Burada, bu değerlendirmeyi yaparken ilgili tavsiye kararlarında sonuç olarak şuraya geliniyor: Daha mesleğe girişte, mesleğe giriş aşamasında, yürütme organı tarafından seçilen mülakat kurulu tarafından mülakata tabi tutulmanın, yargı bağımsızlığı ve yargıç teminatıyla bağdaştırılamayacağını açık bir şekilde tespit ediyor.

Bakın, değerli arkadaşlarım, bu tasarının özünün ve esasının, bu temel noktalarda ve özellikle mülakat kurulunun oluşumu ve işleyişinde düğümlendiğini, üç günden bu yana, ısrarla ve kararlılıkla anlatıyoruz. Bu anlatımlarımıza, Sayın Bakan, her nedense, belirli aşamalardan geçtikten sonra, öncelikle Anayasanın 138 inci maddesinden söz ettiler, görüşülmekte olan bir dava hakkında görüş beyan etmekle bizi itham ettiler; ama, sonuçta, geldiler, ısrarlı sorularımız üzerine, bunun -yani, 17 Ekim ve 24 Ekim tarihlerinde yapılan idarî yargı ve adlî yargı hâkim adaylığı sınavlarının- idarî bir işlem olduğunu kabul etmek durumunda kaldılar. Bu zaten açık olan bir şeydir. Biz de bunu anlatıyoruz. Biz, orada, Danıştay aşamasına intikal eden, Anayasa Mahkemesi aşamasına intikal eden bir yargı yetkisiyle ilgili soru sormuyoruz; 17 Ekim ve 24 Ekim tarihinde yapılan idarî işlem niteliğindeki o sınavların sonucunu soruyoruz, tam yeri geldiği için soruyoruz.

Sayın Bakan, en son aşamada, nihayet şunu demeye başladılar: Efendim, bu işlemlere karşı, ilgililer, idarî yargı yoluna ilgililer gidebilir. Elbette gidebilir; bu, herkesin bildiği bir husus. Nitekim, bu işlemlere karşı idarî yargı yoluna da gittiler; ama, ben, başka bir şeyi soruyorum Sayın Bakanım; yasama denetimi adına ben soruyorum, yasama denetimi görevi adına soruyorum. Siz, bu yasama denetimi görevi adına, bu soruma cevap vermek durumundasınız. Nedir o sorum; tekrar soruyorum: Bunları, yazılı soru önergesiyle de sorduk, üç dört gündür tekrarlıyoruz; bunlar, uzun boylu araştırma yapılmasını gerektiren bilgiler değil; bu bilgiler, sizin kayıtlarınızda mevcut Sayın Bakanım. O sebeple, üç dört günden bu yana, neden ısrarla bu sorumuza cevap vermiyorsunuz? Bunun anlamı aslında şudur değerli arkadaşlarım, bunun anlamı gayet açık: Bu, tasarının özünü ve felsefesini ortaya koyuyor. Yani, bu tasarıyla yapılmak istenilen yargıdaki kadrolaşmayı, bunu ortaya koyuyor ve bu yargıdaki kadrolaşmanın bir anlamda itirafıdır bu, değerli arkadaşlarım.

Ben, sorumu tekrar soruyorum. Bakın, daha evvel sorduğum soru önergelerinde ne demişim;  17 Ekim ve 24 Ekim tarihlerinde yapılan bu mülakatlarda, yazılı sınavlarda ilk 100'e girip de mülakat sonucunda elenen kişileri sormuşum. Verilen cevaplarda, her ikisinde de aşağı yukarı, ilk 100 kişiden 45-46 kişinin, mülakat sonucu, 300-350 kişi arasına giremediğini görüyoruz. Yani, öyle bir durum söz konusu ki, âdeta, sınava giren ve başarılı olan kişilerden yarısının temsil yeteneği yok, fizikî özrü var, bariz bir kusuru var. Bu, gerçekçi bir değerlendirme olamaz, bu doğru bir değerlendirme olamaz. Ben, o sorumu, açarak tekrar soruyorum; çünkü, o soru, biraz eksik sorulmuş bir soru: Bakın, mülakat sonucunda başarılı olan, yani, mülakat sonucunda ilk 350 kişinin arasına giren, ilk 300 kişinin arasına giren bu kişiler, yazılı sınavda kaçıncı sıraya girdiler; bunların, tek tek cevabını istiyorum. Bunun cevabı verilmediği takdirde, bu cevap ısrarla verilmemek istenildiği takdirde, tekrar ifade ediyorum, bu, yargıdaki kadrolaşmanın, Türkiye'deki, Türkiye'nin yargı alanında yirmi yılını, yirmibeş yılını alacak bir kadrolaşmanın bir itirafıdır değerli arkadaşlarım. Bunu tekrar ifade ediyorum; yasama denetimi, görevi ve sorumluluğu adına soruyorum. Bunu, elbette, ilgililer, yargı denetimi içinde ayrıca takip edebilirler; ama, biz, milletvekili olarak aslî görevimiz olan yasama faaliyeti ve denetim faaliyeti kapsamında bu soruyu bir defa daha sormak gereğini duyuyorum. Bu değerlendirmelerle, umarım ki, temenni ederim ki, Sayın Bakan, hiç olmazsa, gelinen bu son aşamada, bu noktadaki merakımıza, bu noktadaki ısrarlı takibimize ve taleplerimize tatminkâr bir açıklama getirir ve böylece bu tasarının inandırıcılığına bir nebze olsun katkı sağlar. Bu düşüncelerle, ben, değerlendirmelerimi Genel Kurulla paylaşmak istedim.

Genel Kurulu bir defa daha saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Hükümet adına, Adalet Bakanı Sayın Cemil Çiçek; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Hâkimler ve Savcılar Kanunundaki değişiklikle ilgili olarak önemli bir çalışmayı bitirme noktasına gelmiş bulunuyoruz. Üzerinde görüştüğümüz madde "bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür." Dolayısıyla, Bakanlar Kurulu üyesi olarak, burada dile getirilen hususların yürütülmesinden bir ölçüde sorumlu kişi olarak, şu ana kadar yapılan değerlendirmeler, tespitler, tenkitlerle ilgili de son bir değerlendirmeyi yapmak istiyorum.

Şüphesiz, dört günden beri biz bu kanunu konuşuyoruz. Birkaç husus dışında genelde mutabakat üzerinde olduğumuz bir yasa tasarısıdır. Dört günden beri müzakerelerin sürmüş olması bu kanundaki ihtilaftan kaynaklanmıyor. İktidar-muhalefet ilişkileri sebebiyle bir başka yasadan doğan anlaşmazlığın bir anlamda hesaplaşması bu kanun üzerinde yapılmış oluyor; çünkü, bizi dinleyen hâkim ve savcılarımız vardır; bir yanlış anlamaya meydan vermemek adına evvela bunu da ifade etmek istiyorum.

Hepimizin üzerinde durduğu husus, bu, önemli bir adımdır; bazı eksiklikleri olabilir, dile getirilen hususlar, bu anlamda, bu ihtirazi kayıtla söylüyorum ki, önemli bir adımdır, çok önemli bir adım atılmıştır. Zaten bizim getirdiğimiz yasalar, bugüne kadar, Bakanlık olarak, Türkiye'nin gündeminde çok evvel olması gereken; ama, şu veya bu sebeple, çok da zor düzenlemeler olduğu için, hep kenara itilen, işin kolay tarafı hangisiyse onlarla mesele geçiştirilmiştir; ama, biz, böyle yapmıyoruz. Hiç olmazsa, günümüz şartları içerisinde mümkün olan neyse, onu yapmaya çalışıyoruz.

Değerli arkadaşlarım, hepimiz biliriz ki, siyaset, mümkün olan doğruları yapmaktır, ideal doğruları değil; ama, ideal doğruları savunmaya devam edeceğiz, Türkiye şartları içerisinde de mümkün olan doğruları yapacağız. Bu kanun hazırlanırken de, esas itibariyle, mümkün olan doğrular neyse, onu gerçekleştirmenin çabası ve gayreti içerisinde olduk ve insafla bir değerlendirme yapıldığında da, bu anlamda önemli adımlar atılmıştır, önemli düzenlemeler yapılmıştır. Neden bunlar yapıldı; bunların yapılmasının sebebi şu: Çünkü, yargının devlet ve millet hayatı için çok önemli bir rolü var. Milletin geleceği, devletin geleceği; huzurun, barışın tesisi, adaletin tesisi yargıyla kaimdir esas itibariyle. Dolayısıyla, bu kadar önemli bir kurum, önemli bir görev alanıyla ilgili düzenlemelerin de mümkün olduğu kadar kısa sürede yapılması, doğru yapılması, gerçekçi yapılması gerekmektedir. Siyaset kurumu olarak yargıyla ilgili hizmetlerde geriye dönük -nereye kadar götürürseniz- götürebilirsiniz, bazı eksikliklerimizin, bazı kusurlarımızın olduğunu bilmemiz lazım. Gerçekten, yargının önemiyle mütenasip iş yapılmamıştır, yargının önemiyle mütenasip çok laf yapılmıştır, lafın çoğu işin azı yapılmıştır. Bu dönem bunu tersine çevirmeye çalışıyoruz, lafın azını işin çoğunu yapmaya çalışıyoruz ve Türkiye'de elini vicdanına koyan herkes, bizim çalışmalarımızı yakinen bilen herkes, özellikle bu mesleğin mensupları bilmektedir ki, ikibuçuk yıldır, âdeta bir yargı holiganı gibi, yargının sorunlarını çözmeye, yargıyı hak ettiği yere getirmeye gayret ediyoruz. Bundan dolayı da Yüce Meclise teşekkür ederim; çünkü, bu çabalarımızın her zaman arkasında olmuştur. Hükümetimize teşekkür ederim; bunca başka meseleler varken dört temel meseleyi Türkiye'nin en öncelikli meselesi kabul etmiştir. Bunlardan bir tanesi de yargıdır.

İkibuçuk yıldır, Bakanlık yapmıyoruz, âdeta emlakçılık yapıyoruz. Türkiye'nin neresinde bina var -yargının işine gelen- neresinde arsa var, hangi vilayet, hangi ilçeyi sorarsanız, ben, size, buradan söylerim. Neden; çünkü, yargının hangi şartlar altında çalıştığını biliyoruz. Adalet gibi yüce bir kavrama yakışmayan fizikî mekânlarda meslektaşlarımızın nasıl bir özveriyle, nasıl bir vatanseverlikle çalıştığını biliyoruz.

Bugün, Türkiye'nin bazı yerleri var ki, orada yargı mensupları var, hâkim, savcı var, kaymakam var, jandarma, polis var; ama, onun dışında başka meslek mensuplarının bazılarını hiç göremezsiniz, bazılarını da yeteri kadar göremezsiniz. Bu mesleği icra edenler, büyük bir vatanseverlikle, kurasını çeker, oraya gider, iki sene, üç sene görevlerini yapar, daha sonraki hizmet bölgelerine usulüne uygun atamaları yapılmak suretiyle, bu hizmetlerini yürütürler. Dolayısıyla, bu kadar büyük bir özveriyle çalışan meslek mensuplarına, hepimizin, hiç şüphesiz, teşekkür borcu var. Sizler adına, buradan, bunu ifade etmek isterim.

Şimdi, bir taraftan, fizikî mekân problemini çözmeye çalışıyoruz. Bakınız, hepimiz, her birimiz, bir vilayetin temsilcisiyiz. Buradan ayrıldıktan sonra, gidiniz, belediyelerin imar planlarına bakınız. Hiçbir imar planında yargıyla ilgili tahsis edilmiş bir parsel bulamazsınız. Birkısım enstitülere yer ayrılmıştır, devletin filanca falanca kurumlarına yer ayrılmıştır; ama, yargıyla ilgili, filanca arazi, filanca parsel, filanca arsa yargıya tahsislidir diye imar planlarında bir yer göremezsiniz. Neden; şimdi dedim ya, yargı adına, adalet adına lafın büyüklerini ettik; ama, bir parsel ayırmaya geldiğinde her nedense bunu gözardı ettik.

Demek ki, aslında, biz bir toplumsal talep haline yargıyı getirmedik, adaleti getirmedik. Siyasetçiler olarak da yargıya yatırım bize seçim de kazandırmaz, bunu hep ifade ettim. Şimdi, bir yere 20 trilyona adalet sarayı yapıyorsunuz, neticede bir binadan ibarettir; ama, o 20 trilyonu özel idareye verseniz size çok büyük prim yapar. Açıkça itiraf etmemiz lazım, seçim kazandırmadığı için, ve sair olmadığı için, bundan dolayı yargıya gerekli imkân verilmemiştir.

İkincisi, toplumda bir sorun çözme yöntemi olarak işimizi yargı yoluyla çözmek yerine, kestirmeden çözme alışkanlığı bizde bir şey haline gelmiştir. Burada da en çok kullanılan siyaset kesimidir. Kimin başına bir iş gelse, kim bir problemle karşı karşıya kalsa, yargıda çözmek yerine siyaset kurumu üzerinden çözmeye veya başkaca, burada telaffuz etmediğim çok çirkin yollara müracaat edilmek suretiyle çözüm aranmaya çalışılmıştır. Tabiî, bunda da zaman zaman insanlar muvaffak olmuş belki. Yargı süreci biraz yavaş işleyen süreçtir işin tabiatı gereği; kimsenin o kadar uzun uzun bunu takip etmeye mecali de yok, dermanı da yok, sabrı da yok, belki büyük kârlar da bu arada kaçıp gidiyordu, kim yargıya gidecek; o zaman kestirmeden götürülmeye çalışılmıştır.

Şimdi, adalet hizmetleri bir toplumsal talep haline gelmediği zaman da, yargı ikinci plana itilmiştir. Bakınız, biz buradan hep bunları söylüyoruz; ama, neticede bir özeleştiri de yapmaya gayret ediyoruz; ama, Türkiye'nin artık, bu hizmeti ikinci plana atmaya tahammülü kalmamıştır. Böylesine önemli, böylesine yüce bir hizmeti ikinci plana attığımız takdirde, artık, devlet ve millet hayatının ne kadar büyük sıkıntılarla karşı karşıya olacağını, ne büyük kayıplarla karşı karşıya olduğumuzu, yaşadığımız acı tecrübelerden sonra gördük ve aklımızın erdiği kadar, samimî olarak söylüyorum, gücümüzün yettiği kadar, yargıya en büyük hizmeti, desteği vermeye çaba gösteriyoruz. Bununla ilgili, fizikî mekânlar olarak, bugün, Doğubeyazıt'tan Bodrum'a varıncaya kadar, Lüleburgaz'dan Bismil'e, Kızıltepe'ye varıncaya kadar, Türkiye'nin her tarafı bir şantiye haline gelmiştir. Devlet Su İşlerinden sonra, şu an, Türkiye'de en fazla yatırım adalet hizmetlerine yapılmaktadır. Bunu herkesin bilmesi lazım.

İkinci husus şudur: Sadece İstanbul için yargıya tahsis ettiğimiz para 400 000 000 dolardır; dünya şehri, bir metropol, Türkiye'nin gözbebeği bir şehir, bugün, yabancı bir heyet geldiğinde, önüne düşüp, burası da Türkiye Cumhuriyeti Devletinin adliyesidir, hukuk devletinin en müşahhas sembolü budur diyebileceğimiz hiçbir bina gösteremezsiniz bana. Herhalde, bütün bu sıkıntılar, bütün bu problemler, 3 Kasımdan sonra ortaya çıkan problemler değildir, kimseyi de suçlama adına söylemiyorum. Bir özeleştiri anlamında, ikibuçuk yıldır, geceyi gündüze katarak, bu hizmetleri belli bir noktaya getirmeye çalışıyoruz diyoruz. Şimdi, içinizden herhangi birisi, kendi bölgesindeki ilgili bir yatırımı sorsa, size yemin ederek söylüyorum, şantiye şefi onu benim kadar bilmez. Bir taraftan emlakçilik, bir taraftan şantiye şefliği; acaba, şu önümüzdeki beş yıllık iktidar döneminde, 2002 seçimlerinden itibaren söylüyorum, yargıyı bir noktaya getirebilir miyiz ve iddialıyız, getireceğiz, getiriyoruz, bu heyecan bütün yargıda var.

Bu yasa yargının tüm problemlerini çözüyor mu; böyle bir iddiamız hiç olmadı. Mümkün olan doğruları yapmaya çalıştık. Evvela, isterdim ki, bir tartışma… Çünkü, dört günden beri, başka bir yasanın acısı da bu yasa üzerinden çıkarılmaya çalışılınca, lüzumsuz bir tartışmayı açmak istemedim, özellikle, yargı gibi önemli bir görev alanını siyasetin tartışması içerisine de çekmek istemedim. Dikkat ederseniz, son maddeye gelinceye kadar da söz almadım,  yargıya ve adalete olan saygımın gereği olarak; ama, şunu açıkyüreklilikle söylemem gerekir ki, yargının bir araştırma yapılması zaruretini… Ben bunları biliyorum; ama, bunu herkesin bilmesi, Meclisin tutanaklarına geçmesi adına istedim ve buna bir parti yaklaşımı olarak da bakmadım. Şu an, yargının o kadar çok problemi var ki, bunlardan bazıları burada dile getirildi, bazıları getirilmedi. Mesela, Türkiye'de bir yargı birliği yok. Türkiye'deki adalet politikasından kim sorumlu? Söyler misiniz bana, kim sorumlu? Anayasaya bakın, benim ne yetkim var?

Şimdi, yargı birliği yok; askerî hâkimler ve savcılar ayrı bir kanuna tabi, mesleğe alınması ayrı, meslekte tayinleri, terfileri ayrı, bir ölçüde özlük hakları farklı. Sivil yargıdakiler 65 yaşına kadar çalışır, 25 yıldan daha evvel emekli olamaz; öbür tarafta, fiilî hizmet zammı diye, itibar hizmeti diye bir kavram var; orada 20 yıl çalışır, 25 yıl… İkisi de hâkim ve savcıdır. Hani nerede yargı birliği?!

Öbür tarafta, yüksek mahkemelerin durumu çok daha farklıdır. Yüksek mahkemeler, özlük hakları söz konusu olduğunda, üçünün bir araya geldiğini gören olmamıştır, şahidi yoktur bunun. Herkes kendi penceresinde, kendi karesinde düzenleme istiyor. Davul Adalet Bakanında, tokmak birden fazla kişinin elinde.

Dört günden beri burada konuşmalar yapıldı; ama, yargı birliği konusuna bir defa temas eden olmadı. Yargı birliği olmadan, özlük haklarıyla ilgili düzenleme yapmakta ciddî zorluğumuzun olduğunu çok açık bir şekilde ifade etmem lazım. Neden; çünkü… Ben bunları afakî de konuşmuyorum. Özlük haklarıyla ilgili bir düzenlemeyi de acaba burada kısmen yapabilir miyiz diye, sivil yargının dışındakiler ya da Adalet Bakanlığı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun karar alanı içerisinde olanlar dışındaki kısımları da dikkate alarak, en üst makamlara varıncaya kadar bu konuyu götürmeye çalıştık; Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanvekili de olayın şahididir; çünkü, bu konuşmaları yargıçlarımız, savcılarımız da dinliyor. Neden bazı şeyler olmadı; Hükümet olarak yapmak istemediğimizden değil, Adalet Bakanı olarak bu işi takip etmediğimizden değil. Kendi üslubum içerisinde, yargının tüm sorunlarını, her makamda en açık şekilde söylemeye çalıştım; ama, Anayasadan doğan zorluklarımız var, yargı birliği olmamasından doğan zorluklarımız var. Hiç şüphesiz, bugüne kadar, Türkiye'deki uygulama sebebiyle, Türkiye'de yargının önemi yeteri kadar kavranamadığı için, her meslek mensubu kendisini yargıyla eşdeğer görüyor; dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir meslek, yargı kadar önemli değildir. Yargıyla mukayese yaparak, ücret ayarlaması yapılamaz. Böyle düşünen kişilerin zihniyeti bu meseleyi yeteri kadar kavramamış demektir. (Alkışlar) Ama, elli yıllık bürokratik dogmaları, bürokratik labirentleri de, benim, iki gün içerisinde, iki sene içerisinde kaldırma imkânım yok. Onun için, her defasında, yargının sorunlarını sizinle beraber paylaşmak istedim.

Demek ki, evvela, işin bu noktasında da birkısım zorluklarımız var. Bunu da herkesin iyi bilmesi lazım. Yargının, özellikle yüksek yargı mensuplarının, yüksek yargının bize bu noktada destek olması lazım gelir; ama, o noktada gerekli destek var mı; herkes kendi yargısıyla ilgili olarak özlük hakları talep etmiştir, Anayasa değişikliği talep etmiştir. Bunları, tespit olarak söylüyorum.

MUHARREM KILIÇ (Malatya) - Sayın Bakan, komisyonda verilenleri de geri aldınız şu anda.

ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) - Şimdi, böylesine zor, böylesine karmaşık, böylesine çetrefil bir konuda, sadece, daha iyi hizmet verilebilmesi için…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Bakanım, konuşmanızı, lütfen, tamamlar mısınız.

Buyurun.

ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) - Sayın Başkan, tamamlayacağım.

Şimdi, bu noktada, demek ki, bir çaba olmuştur, bundan sonra da olacaktır. Bu iş burada bitmiyor; çünkü, ben, yargının ne kadar önemli olduğuna siyaset adamı olarak değil, bu ülkenin vatandaşı olarak inanıyorum, bu mücadeleyi sonuna kadar sürdüreceğiz, sürdürmeye de kararlıyız.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, tabiatıyla, bu düzenlemelerle ilgili bazı tenkitler yapılabilir; ama, şunu, ne olur, açıklığıyla bir şeyi de kabul etmemiz lazım. Şimdi "Avrupa Konseyi raporları" diyoruz "Avrupa Birliği raporları" diyoruz. Şimdi, yeri geldiği zaman, Avrupa Birliğinden şu ya da bu geldiğinde, bu kürsüden söylenenleri de biliyoruz. "Kim oluyor bu Avrupa Birliği de her işimize karışıyor" diyoruz. Ben şimdi soruyorum; kim oluyor da kendilerinin uygulamadıkları bir modeli Türkiye Cumhuriyeti Devletinin önüne koymaya çalışıyorlar? Avrupa'da tek tip bir uygulama var mı? Ben burada söyledim, bazı ülkelerde ilk derece mahkeme hâkimlerini tamamıyla Adalet Bakanı atıyor, bazı ülkelerde yüksek mahkeme üyelerinin tamamını parlamento atıyor. Ne orada, ne öbür tarafta, yargıya siyaset müdahale ediyor, yargıda şu oluyor, bu oluyor diye bir şey yok.

Değerli arkadaşlarım, bu, bir yasal düzenleme meselesi değil; bu, doğrudan doğruya bir mantalite meselesidir; bu, doğrudan doğruya insan meselesidir, eğitim meselesidir. Bunu gözardı ederek…

Şimdi, bize getirilen bu neviden tenkitleri bize niye getiriyorsunuz diye Avrupa Birliğinden gelen heyetlere sorduğumuzda onların çok açık söylediği bir şey var, ben de, bunu Bakanlar Kurulu toplantısından sonra elli defa açıkladım; Türkiye'de, birkısım çevreler, birkısım sivil toplum örgütleri -olumsuz anlamda söylemiyorum- kendi taleplerini Avrupa Birliğine götürüyorlar, ondan sonra bizim önümüze geliyor, ayna görevini görüyor.

Bakın, niye Fransa'da bu böyle; orada Cumhurbaşkanı, Hâkimler ve Savcılar Kurulunun Başkanı; Adalet Bakanı, Başkanvekili; orada yargı bağımsızlığına bir şey olmuyor, bir eksiklik, bir nakısa olmuyor da… Şimdi, Fransız parlamenterin içinde bulunduğu bir heyet gelip bu niye böyle oluyor denildiğinde söyledikleri şey şu: Sizinkiler talep ediyor, biz onun için getiriyoruz. Körler sağırlar birbirini ağırlar; yani, neticede meseleyi böyle çetrefil bir noktaya getiriyor, sonra, Avrupa Konseyi şöyle diyor, Avrupa Konseyi böyle diyor… Avrupa Konseyi üyesi ülkelerin hepsinde aynı uygulama yok. Bütün bunları hesaba kattığımızda Türkiye'deki uygulamalar…

BAŞKAN - Sayın Bakanım, konuşmanızı lütfen, tamamlar mısınız.

ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) - Son cümlelerimi söylüyorum Sayın Başkan.

Demek istediğim şey şu: Bu yasa, bir özlük hakları yasası değil, maaş artışıyla ilgili bir yasa değil, bununla ilgili ayrı bir çalışmayı yapmamız gerekiyor, bunu da yaparız, yapacağız da; zaten, personel rejimi gündemde.

İkincisi, bazı arkadaşlarımız -bu önemli, çok vurgu yapıldığı için, Sayın Başkan, bir daha da konuşmayacağım zaten- şu imtihan meselesine gelip, müteaddit defalar konuştu. Şimdi, buradaki cümlelerin mefhumu muhalifinden anlam çıkarmak çok kolay. Şimdi, şu an Türkiye'de uygulanan hâkim, savcı alımlarıyla ilgili sistem 1972'den beri uygulanıyor. 1972'den beri Cumhuriyet Halk Partisi de en az üç defa iktidar oldu, Adalet Bakanları da Cumhuriyet Halk Partisinden oldu, başka partilerden de oldu. Şimdi, acaba, o zaman bu alımlarda kadrolaşma mı yapıldı, o zaman haksızlık etmiş olmaz mıyız; bu dönemlerde alınmış olan insanları, Cumhuriyet Halk Partisinin hâkimleri ve savcıları, Adalet Partisinin hâkim ve savcıları veya Demokratik Sol Partinin hâkim ve savcıları gibi kategorize etmek ne kadar doğru olur?!. Şunu herkes biliyor, özellikle, kendi uygulamalarım açısından söylüyorum; bizim yaptığımız işler gayet açık, yargı denetimine tabi.

BAŞKAN- Sayın Bakanım, lütfen, konuşmanızı tamamlar mısınız.

ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Devamla)- Buradaki sorulara da... 1.4.2005 tarihinde, Cumhuriyet Halk Partisinden üç arkadaşımız bu konularla ilgili soru önergesi verdi ve biz de, bunlara, 1.4.2005 tarihinde bu konuyla ilgili açıklama yaptık. Bundan sonra da, bu açıklamaları açıkyüreklilikle yaparız. Bilgi Edinme Hakkı Yasasını çıkaran benim. Biz, kimseden bilgi de kaçırmıyoruz, kapalı kapılar ardında yaptığımız hiçbir şey yok. Ne olur, bu mülakatı yapanlar da bu ülkenin birinci sınıf hâkimleridir; onlara da güvenin. Kimse hesabına kimsenin haksızlık yapmak gibi bir huyu olamaz.

Yargıyı her türlü şaibenin dışında tutmaya çalışan bir insan olarak, bunu bu şekilde ifade ediyor; hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN- Teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Tasarının tümünü oylarınıza sunmadan önce, İçtüzüğün 86 ncı maddesine göre iki milletvekili arkadaşımızın söz talebi vardır; aleyhte Konya Milletvekili Atilla Kart, lehte Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan.

Sayın Kart, buyurun efendim; çok kısa olarak görüşlerinizi lütfen, izah ediniz.

ATİLLA KART (Konya)- Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; İçtüzüğün 86 ncı maddesi gereğince, tasarının tümünün oylanmasından evvel, tasarıyla ilgili kişisel görüşümü, ne yönde oy kullanacağımı ifade etmek üzere söz almış bulunmaktayım; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, öncelikle, bir üzüntümü ve duygumu sizlerle paylaşmak istiyorum. Sayın Bakan -bunu inanarak ifade ediyorum- yargıdaki statükocu yapıyı kıracak, yapısal değişimi başlatacak bilgi ve birikime sahip olmasına rağmen, maalesef, statükocu yapıyı korumaktan yana tavır almıştır. Bunun, Sayın Bakandan ve hükümetten kaynaklanan sebepleri vardır, bürokratik yapıdan kaynaklanan sebepleri vardır; bunları çok ayrıntılı olarak anlattık. Sayın Bakan da, biraz evvelki konuşmasında, bir anlamda, o bürokratik yapıdaki zorlukları ifade ettiler; ama, önemli olan nedir, önemli olan şu: Bu yapılanmayı yapacak olan bizleriz, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve siyasî otorite. Yeter ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak ve siyasî otorite olarak bu tavrımızı koyalım, bu irademizi ortaya koyalım; bu iradeyi koyamıyoruz, sorun bu. Bu iradeyi koyduktan sonra, inanıyorum ki, elli yıllık o dogmaların belirli ölçüde kırılması mümkün olacak ve Sayın Bakanın ifadesiyle söylüyorum, mümkün olan doğruların en yüksek oranda gerçekleşmesi mümkün olacak; ama, yeter ki, bu siyasî iradeyi görelim; bunu göremiyoruz, sorun bu.

Yine, mülakat yapılanmasına geliyoruz; bir iki cümleyle ifade edeceğim. Geçmiş dönemlerde, o mülakat kurulunun işleyişinde, mülakat ile yazılı sınav arasında, 58 ve 59 uncu hükümetler döneminde olduğu kadar büyük bir uçurum varsa, onu da elbette eleştirelim, bunu açıklayın diyorum Sayın Bakanım. O mülakat kurulunun işleyişinde de bu kadar fahiş aykırılıklar varsa, elbette, o zaman da sağlıklı bir yapılanmanın olmadığını gösterir bu. Bütün bu süreç, sizin, 17 ve 24 Ekim tarihlerindeki sonuçları açıklamamanız için bir gerekçe olamaz.

Değerli arkadaşlarım, bu tasarıya neden karşıyım; getirilen tasarı, yargıda mevcut olan statükocu ve bürokratik yapıyı kurumsallaştırdığından; Maliye bürokrasisi ile yargı mensupları arasındaki, idarî yargı ile adlî yargı arasındaki, Yargıtay ile Anayasa Mahkemesi arasındaki, idarî ve adlî yargı ile askerî yargı arasındaki meslekî çekişmeleri ve statü kavgalarını görmezden gelen ve bu çekişmelerden yararlanan bir anlayışla hazırlandığı için, yüksek hâkimlik tazminatı konusunda ayırımcılık yarattığı için, mülakat kurulunun oluşumu ve işleyişindeki hukuka aykırı yapılanmayı ısrarla sürdürdüğü için, adlî kolluk yapılanmasındaki çarpıklığı ısrarla sürdürdüğü için, delil toplama sürecine müdahale etmenin altyapısını hazırladığı için, idarî yargıdaki yüzde 80 oranındaki hukukçu olmayan yargıç yapılanmasını değiştirmediği için, yargıya hukukdışı müdahalede bulunulması sürecini hızlandırdığı için, özlük haklarına ve yargıç güvencelerine hiçbir katkı sağlamadığı için, yargıdaki kadrolaşmayı kurumsallaştırmaya yönelik bir hal aldığı ve bu ortamı yarattığı için, Sayın Bakanın ifadeleriyle, yargı birliğini sağlamaya yönelik olarak hiçbir öneri getirmediği için ve en nihayet, Emniyet ile adliye arasındaki çekişmeye son vermediğinden ve hiyerarşik yapılanmayı sağlamadığı için bu tasarıya karşıyım değerli arkadaşlarım.

Bu anlattıklarımın, mümkün olan doğrular, en azından, çok büyük bölümünün mümkün olan…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ATİLLA KART (Devamla) - Bir cümle söyleyeceğim Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Sayın Kart, lütfen, konuşmanızı tamamlar mısınız; meramınızı ifade ettiniz tahmin ediyorum.

Buyurun efendim.

ATİLLA KART (Devamla) - Yeter ki, hukukun üstünlüğü adına, siyasî otorite olarak, bu tavrı koyabilelim.

Tüm bu sebeplerle, tasarının verimli olamayacağı yolundaki kaygılarımı, endişelerimi bir defa daha ifade ediyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Tasarının lehinde, Denizli Milletvekili Sayın Ümmet Kandoğan; buyurun.

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Biraz önce Sayın Bakanımızı dinleme imkânımız oldu. Keşke, Sayın Bakanımız, o konuşmayı, tasarının tümü üzerinde, başlangıçta yapsaydı; söylemiş olduğu hukuk sistemimizdeki o yargı birliği, yüksek yargı organlarıyla ilgili olan hususlar Türkiye Büyük Millet Meclisinde, burada daha fazla tartışılabilseydi.

Sayın Bakanımız, bugüne kadar -Bakanlık olarak- Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesi içerisinde birçok kanun tasarısının Türkiye Büyük Millet Meclisine sevk edilmesinde en büyük etkenlerinden birisidir. Şunu söylemek istiyorum: Evet, Avrupa Birliğinden, gelişmiş ülkelerden, bize yarayan hususlar varsa, ülkemize faydalı olan şeyler varsa, onları, tabiî ki, almak durumundayız.

Değerli milletvekilleri, ben, ilk konuşmamda da söylemiştim, genel gerekçede, hakikaten, çeşitli yerlerden alınan alıntılarla güzel bir genel gerekçe ortaya konulmuş; ancak, bu kanun tasarısı görüşülürken ve bitinceye kadar bu genel gerekçede olması gerekenlerle ilgili ciddî manada bir adım atılamadığını da ifade etmek istiyorum.

Mesela, ne diyordu: "Hâkimlerin görev süresi, bağımsızlığı, güvenliği, alacakları yeterli ücret -bunun da altını çizmek istiyorum, alacakları yeterli ücret- hizmet şartları, emekli aylıkları ve emeklilik yaşı kanunda yeterli biçimde güvence altına alınır." Olması gereken bu; ancak, bu kanun tasarısında böyle bir şeyi görmemiz mümkün olmadı.

Yine, hâkimlerin; bağımsız olmaları ve her türlü çevreden, her türlü nedenle doğrudan veya dolaylı olarak gelebilecek müdahalelerden, tehditlerden, baskılardan, teşviklerden, uygunsuz etkilerden ve sınırlamalardan uzak biçimde olmaları gerektiği ifade ediliyor.

Yine "hâkimlerin statüsü ve maaşlarının, görev onuru ve yüklendikleri sorumluluklara uygun olması sağlanmalıdır" deniyor; ancak, maalesef, bu konuda da, bu kanun tasarısıyla yeterli bir adım atıldığını ifade etmemiz zordur.

Yine, hâkim açığı, siyasî ortam, ulusal hukuktaki boşluklar, iş yükünün ağırlığı gibi…

SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Tasarının lehinde mi konuşuyor Sayın Başkan?

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Geleceğim, oraya geleceğim.

…makul sürenin aşılması hâlinde, devletlerin sorumlu tutulacağı ifade ediliyor; ancak, bu konuda da ciddî bir adım atılmamıştır.

Yine, Avrupa Birliği Komisyonunun görevlendirdiği uzmanların raporunda, Türkiye'de adlî sistemin verimliliğini ve işlevini artırımının zorunlu bir ihtiyaç olduğu vurgulanmasına rağmen, yine, bu kanun tasarısı, bu konuda ciddî bir katkı sağlayamamıştır.

Son olarak şunu söylemek istiyorum: Türkiye genelinde 2 458 yeni mahkemenin kurulmasına ihtiyaç olduğu yine genel gerekçede ifade ediliyor. Yine, bu konularla ilgili, önümüzdeki günlerde, mutlaka, ciddî adımlar atılması lazım.

Yine, ihtiyaç duyulan hâkim sayısı 3 300. Bu açığın da en kısa zamanda giderilmesi lazım.

Değerli milletvekilleri, tasarıyı genel olarak olumlu buluyorum; ancak, şu noktalarda da bazı eksikler olduğunu da ifade etmek istiyorum: Örneğin, idarî yargıda, hukuk fakültesi dışındaki okullardan mezun olanlar arasından alınmasıyla ilgili objektif bir tespit yapılamamıştır. "Her dönemde ihtiyaç oranında" cümlesi kullanılmıştır; bu, maalesef, ileride, yanlış anlaşılmalara ve tartışmalara sebebiyet verecek bir ifadedir.

Yine, mülakatla ilgili olarak bir yönetmelik çıkarılacağı ifade edilmiştir. Bu çıkarılacak olan yönetmeliğin, mutlaka, objektif kriterlere, kıstaslara bağlanması ve artık, bir daha Türkiye'de imtihanlardan sonra, imtihanlarla ilgili eleştirilerin önünü kapatabilecek ölçüde kriterlerin getirilmesi gerektiği inancındayım.

Yurt dışında üç aydan fazla eğitim görenlerin beş yıl mecburî hizmetle yükümlü tutulmasını da son derece yanlış buluyorum. Önemli olan, mesleğe bunların bağlanmalarını sağlamak için onları özendirecek sosyal ve malî hakların hâkim ve savcılarımıza verilmesidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Kandoğan, lütfen, konuşmanızı tamamlayınız; herhalde meramınızı ifade ettiğiniz.

Buyurun.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla ) - Bu beş yıllık süre maalesef, yargıçları bundan sonra yurt dışına gitmekten vazgeçirecek olan bir süredir. Biz, hâkimlerimizin, savcılarımızın yurtdışı tecrübeleri elde etmeleri gerektiğini ifade ederken, bu hususun ortadan kaldırılması, beş yıl süreyle mecbur edilmesi yanlıştır.

Görevden uzaklaştırılan hâkim ve savcıların özlük hakları ve maaşlarının yarısını almaları, bütün diğer devlet memurlarına uygulanan üçte 2 uygulamasıyla farklı bir uygulama. Bu da, adliye mensuplarımızı mağdur edecek olan bir uygulamadır. Bunu da, düzeltmek istedik ama, maalesef yapamadık.

Nöbet zamlarıyla ilgili... O da arzu edilen bir seviyeye ulaşmamıştır.

Son olarak... Çok önemsediğim ve özellikle, lehinde konuşma talebinde bulunduğum iki husus vardı; maalesef, bu iki hususta verilen önergelerle, 550 civarındaki, birinci sınıfa ayrılmış olan hâkim ve savcımızın özlük haklarının, tasarıdaki ve komisyondan geçen şeklinden daha geri bir duruma getirilmiş olmasının da haklı ve mantıklı bir izahını yapmakta  zorlanıyorum.

Bütün bunlara rağmen, bir adımdır; olumlu oy kullanacağımı ifade ediyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kandoğan.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, tasarı üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Tasarının tümü açık oylamaya tabidir.

Açık oylamanın şekli hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.

Açıkoylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, oylama için 3 dakika süre vereceğim.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN - Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının açıkoylama sonucunu açıklıyorum:

Kullanılan oy sayısı:  316

Kabul                                  :  263

Ret                                          :    53 (x)

Böylece, tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır; hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum.

Sayın milletvekilleri, Adalet Bakanı Sayın Cemil Çiçek'in Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna bir teşekkür konuşması olacaktır.

Buyurun Sayın Bakanım.

ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; bu tasarının yasalaşması noktasında, başta Sayın Başkan siz ve Başkanlık Divanı olmak üzere, teker teker bütün milletvekillerimize, bütün komisyon üyelerimize, bütün parti gruplarına huzurunuzda teşekkür ediyorum.

İnşallah, bu yasa, ülkemiz için, yargı camiası için hayırlı ve uğurlu olur.

Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakanım.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, 3 üncü sıraya alınan,  4.5.2005 tarihli ve 5344 Sayılı Türkiye Bilimsel ve Teknik araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ve Anayasanın 89 uncu ve 104 üncü maddeleri gereğince bir daha görüşülmek üzere geri gönderme tezkeresi ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporunun görüşmelerine başlıyoruz.

3.- 4.5.2005 tarihli ve 5344 Sayılı Türkiye Bilimsel ve Teknik araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ve Anayasanın 89 uncu ve 104 üncü Maddeleri Gereğince Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/1032) (S. Sayısı: 918) (x) (xx)

BAŞKAN - Komisyon?... Yerinde.

Hükümet?... Yerinde.

Komisyon Raporu 918 sıra sayısıyla bastırılıp, dağıtılmıştır.

Sayın milletvekilleri, 4.5.2005 Tarihli ve 5344 Sayılı Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, 3, 4 ve 9 uncu maddeleri Cumhurbaşkanınca uygun bulunmayarak bir daha görüşülmek üzere bu hususta gösterilen gerekçeyle birlikte Başkanlığımıza geri gönderilmiştir.

                             

  (x) Açıkoylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağın sonuna eklidir.

  (x) Kanunun ilk görüşmeleri 29.4.2005 tarihli 92 nci ve 4.5.2005 tarihli 94 üncü Birleşimlerde yapılmıştır.

(xx) 918 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

Saygıdeğer arkadaşlarım, biraz sonra görüşeceğimiz bir tasarıyla ilgili olarak sizlere açıklama yapıyorum, lütfen Genel Kurulda sükunetle dinlerseniz uygun olur.

Saygıdeğer arkadaşlarım, Bakanlar Kurulu sıralarında olan milletvekili arkadaşlarım -isimlerini zikretmeyeyim- lütfen yerinize oturursanız ve sayın bakanları da meşgul etmezseniz, bir hususu açıklayacağım.

Anayasanın 89 uncu maddesinin ikinci fıkrasında "Cumhurbaşkanınca kısmen uygun bulunmama durumunda, Türkiye Büyük Millet Meclisi sadece uygun bulunmayan maddeleri görüşebilir", İçtüzüğün 81 inci maddesinin son fıkrasında ise "Cumhurbaşkanınca yayımlanması kısmen uygun bulunmayan ve bir daha görüşülmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisine geri gönderilen kanunların sadece uygun bulunmayan maddelerinin görüşülmesine kanunun görüşmelerine başlamadan önce Genel Kurulca görüşmesiz karar verilebilir. Bu durumda, sadece uygun bulunmayan maddelerle ilgili görüşme açılır. Kanunun tümünün oylaması her halde yapılır" hükümleri yer almaktadır.

Bu hükümlere göre, geri gönderilen kanunun tümünün veya sadece Cumhurbaşkanınca uygun bulunmayan maddelerinin görüşülmesi Genel Kurulun kararına bağlıdır.

Bu nedenlerle, söz konusu kanunun, sadece Cumhurbaşkanınca uygun bulunmayan 3, 4 ve 9 uncu maddelerinin görüşülmesini Genel Kurulun onayına sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

3 üncü maddeyi okutuyorum:

TÜRKİYE BİLİMSEL VE TEKNİK ARAŞTIRMA KURUMU KURULMASI HAKKINDA KANUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN

MADDE 3.- 278 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrası, ikinci fıkrasının birinci paragrafı ile (a) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

Bilim Kurulu;

a) Bilimsel ve teknolojik alanlarda eser, araştırma ve buluşlarıyla temayüz etmiş ve/veya araştırma ve teknoloji yönetimi konusunda yetkinliği olan, bilimsel ve teknolojik sistem, kurum ve birimleri başarı ile kurmuş ve/veya yönetmiş bulunan kişiler arasından, Başbakan tarafından belirlenecek üç, Yükseköğretim Kurulu Genel Kurulu tarafından belirlenecek bir, Bilim Kurulu tarafından belirlenecek üç,

b) Türkiye Bilimler Akademisinin asli üyeleri arasından Başbakan tarafından belirlenecek fen ve teknik bilimler alanlarından bir, sosyal ve beşeri bilimler alanlarından bir ve sağlık bilimleri alanından bir olmak üzere toplam üç,

c) Lisans öğreniminden sonra kamu kurum ve kuruluşlarında ve/veya özel sektörde en az on yıl deneyim sahibi olmuş, mesleğinde temayüz etmiş ve üstün nitelikli hizmetleriyle tanınmış kişiler arasından, Başbakan tarafından belirlenecek bir, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği tarafından belirlenecek iki, Bilim Kurulu tarafından belirlenecek bir,

Olmak üzere ondört üye ile Başkandan oluşur. Başkanın Bilim Kurulu üyeleri arasından atanması halinde aynı kontenjandan yeni bir üye atanır.Yükseköğretim Kurulunun Genel Kurulu ve Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği, Başbakanın talebi üzerine üye belirleyerek en geç bir ay içinde Başbakanlığa bildirir. Başkan, hem Kurum hem de Bilim Kurulunun Başkanıdır. Bilim Kurulu üyeliği seçimi Başbakanın onayı ile kesinleşir. Bilim Kurulunun toplantı ve karar yeter sayısı sekizdir. Bilim Kurulunun çalışma usul ve esasları Kurumca çıkarılacak bir yönetmelikle belirlenir.

Bilim Kurulu üyelerinin görev süresi ile görev ve yetkileri aşağıda gösterilmiştir:

a) Üyelik süresi: Bilim Kurulu üyelerinin görev süresi dört yıldır. Üyeliği sona eren üye, ancak dört yıllık ikinci bir dönem daha seçilebilir. İstifa veya ölüm gibi sebeplerle boşalan üyelikler için yukarıdaki esaslara göre yeni üye seçilir. Bu suretle seçilen üyenin görev süresi de dört yıldır. Bilim Kurulunun olağan toplantılarına yıl içinde toplam altı kere veya üst üste üç kere kabul edilebilir mazereti olmaksızın katılmayan üyelerin üyelikleri, Bilim Kurulu kararıyla düşer. Bu üyelerden boşalan üyelikler bu maddede belirtilen usullere göre yenilenir. Üyelerin görev süresinin dolmasına en geç iki ay kala veya istifa, ölüm ve devamsızlık gibi sebeplerle üyeliğin boşalması halinde boşalma tarihinden itibaren en geç iki ay içinde yeni üye belirlenerek Başbakanın onayına sunulur. Bu süre içinde yeni üye bildirilmemesi halinde Başbakan birinci fıkrada belirtilen şartları taşıyanlar arasından belirlediği kişileri doğrudan Bilim Kurulu üyesi olarak atar.

BAŞKAN - Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, 3 üncü madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı; şahısları adına, Ordu Milletvekili Cemal Uysal, Adana Milletvekili Recep Garip, Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan ve Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı'nın söz talepleri vardır.

İlk söz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı'ya aittir.

Buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Gazalcı, diğer milletvekili arkadaşların da söz talepleri olduğu için, şahsınızla ilgili söz talebini şu aşamada değerlendiremedim; eğer, konuşmama durumu olursa değerlendireceğim.

CHP GRUBU ADINA MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Cumhurbaşkanının, bir kez daha görüşülmek üzere geri gönderdiği Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) yasa değişikliğini görüşüyoruz ve tatilin eşiğinde bu işi yapıyoruz. Aslında, yalnız bugün değil, iki yılı geçkin bir süredir, biz, TÜBİTAK'ı görüşüyoruz, görüştük ve belki de, daha görüşmeye devam edeceğiz. Bu, bir son nokta değil. Çünkü, aynı tasarı üzerinde, TÜBİTAK üzerinde burada birçok kez konuşmalar yapıldı ve uyarılarda bulunduk komisyonlarda, Genel Kurulda; dedik ki, bu, Cumhurbaşkanından döner; bu, Anayasa Mahkemesinden döner. Görüştüğümüz tasarıdan önce hükümet bir tasarı getirmişti, aynı şekilde Cumhurbaşkanı geri gönderdi "hukuka aykırı, kamu yararına aykırı, hukuğun genel ilkelerine aykırı" diye; ama, bir AKP klasiğiyle karşı karşıyayız. İnatla, ısrarla TÜBİTAK gibi bir bilimsel kuruluşu ille de ben yöneteceğim, ben denetleyeceğim, ele geçireceğim anlayışıyla bir ısrar var.

Değerli arkadaşlar, belki bakanlıklardaki partizan kadrolaşmalara, bir ölçüde insan, eh, iktidardır, üst düzey yöneticilerini atayabilirler denebilir ve bir ölçüde birlikte çalıştığı insanları kendi iradesiyle atamak isteyebilir; ama, konuştuğumuz, sözü edilen, bilimsel özerkliğe sahip bir kuruluştur. 1963 yılında kurulmuş, gelişmiş ülkelerde 19 uncu ve 20 nci Yüzyılda başlayan ve yaşları çok daha ileri bilimsel kuruluşlar varken, Türkiye'de daha yeni filizlenmekte olan bir kuruluş, nedense AKP tarafından ısrarla siyasallaştırılmak istenmektedir, yok edilmek istenmektedir.

Değerli arkadaşlar, TÜBİTAK sorununu yaratan AKP İktidarıdır. Belki bundan önceki oturumları, bu TÜBİTAK öyküsünü bilmeyenlere şöyle kısaca bir anımsatmak istiyorum.

TÜBİTAK, normal kuruluş yasasına göre çalışmasını yaparken, başkanını kendi arasında seçmiş, hükümete bildirmiştir; ama, hükümet bunu Cumhurbaşkanına sunacağı yerde sumenaltı etmiştir, durdurmuştur ve süresi dolmuştur başkanın, ayrılmıştır bir sorun çıkarmamak için. Aslında, Başbakanın, hükümetin, görevini kötüye kullanması vardır. Daha sonra, bilim kurulu üyelerinin bir kısmının seçimi yapılmış, yine kuruluş yasasına göre; onun da ataması yapılmamış, onayı verilmemiştir ve sonra da, dönüp denilmiştir ki, "bu kuruluş yeterli üye sayısına sahip değil, çalışamıyor; bir kereye özgü biz atama yapalım." Biliyorsunuz, daha önce bunu konuştuk; ancak, buradaki bu keyfîlik, yani Başbakan tarafından atanma isteği, hem Cumhurbaşkanımızdan dönmüş hem de -bizler eleştirmiştik- Anayasa Mahkemesinden dönmüştü.

Şimdi ise, o tasarıyla da yetinilmiyor. Yepyeni öneriyle, arkadaşların önerisiyle, TÜBİTAK'taki 12 olan Bilim Kurulu üyesini 14'e çıkarıyor ve bunun 7'si doğrudan Başbakan tarafından atanacak, öbür 7'si de dolaylı atanacak. Eğer, başkan içinden seçilirse, onun yerine atanacak üyeyi de Başbakan atayacak; dolayısıyla, 14 üyenin 8'i Başbakan tarafından atanan bir bilim kurulunda özerklik söz konusu değildir. İşte, Cumhurbaşkanının geri gönderme yazısını, eğer, arkadaşlarımız okumuşlarsa, burada çok açık bir şekilde Cumhurbaşkanı uyarmış bizleri ve hatta, 1990 tarihinde Anayasa Mahkemesinin özerklikle ilgili kararını bize anımsatmış. Diyor ki orada: "Özerklik, belli sınırlar içinde serbestçe davranabilmeyi anlatmakta, özerk olan bir kuruluşun yasayla çizilen sınırlar içinde kalmak koşuluyla, kendi davranışlarına egemen olacak kuralları, yine, kendinin düzenlemesini gerektirmektedir." Ve Cumhurbaşkanı "buna uyulmamıştır. Başbakan, burada, bağlı bir kuruluş olmaktan çıkmış, orayı yöneten insanları atayan, oranın yapısını belirleyen ve denetleyen bir konuma gelmiştir" diyor. "Dolayısıyla, bu, hem Anayasadaki özerklik anlayışına aykırıdır hem de TÜBİTAK'ın kendi kuruluş yasasına aykırıdır" diyor. Değerli arkadaşlar, kıymayın bilimsel kuruluşa.

Bilim üretmek, bilim adamlarının işidir. Bakın, TÜBİTAK, geçtiğimiz yıllarda -bu siyasal karmaşa içerisinde çok fazla konuşulup tartışılamıyor- birçok hizmet etmiştir, bu kısacık ömründe; birkaç tanesini saymak istiyorum size.

Yurt dışına ileri düzeyde eğitim görmek için, araştırma için giden insanlara, gençlere burs vermiştir TÜBİTAK, yıllar yılı. Popüler bilim kitapları adı altında çıkardığı kitaplar ve bilimsel dergiler, Kimya Dergisi toplumda çok tutunmuştur ve binlerce baskı yapmaktadır. Matematik toplantıları yapmaktadır ve dünya ölçeğinde bu toplantılar ilgi görmektedir. Yıllar yılı, TÜBİTAK, sanayi kuruluşlarımız ve üniversitelerle işbirliği yaparak onları özendirmiş ve desteklemiştir.

Üniversitelerin araştırma makalesi konusunda, yurt dışında eskiden 40 ıncı sıradayken, bu TÜBİTAK'ın da üniversiteleri desteklemesi sayesinde, onbeş yıl içinde 20 nci sıralara yükselmiştir değerli arkadaşlar.

TÜBİTAK, hem sanayi kuruluşuyla hem üniversitelerle, gerçekten, çok güzel işler başarmıştır; ama, ne yaptı AKP İktidarı; burayı ben çalıştırmayacağım ve benim dediğim insanlardan burası atanacak dendi. Üniversiteleri de, bir bakıma, TÜBİTAK aracılığıyla denetlemeye kalktı.

Araştırma Fonuna önce para vermezken, TÜBİTAK kendi yağıyla kavrulup, neredeyse yarı harcamaları kendisi çıkarırken, AKP kendi atamasını yaptıktan sonra, "buraya -övünüyorlar- 450 trilyon verdik" diyorlar. Şimdi, ben soruyorum... Daha dün, TÜBİTAK'ın Başkan Yardımcısı Orta Doğu Teknik Üniversitesinde yapılan bir paneldeki konuşmasında "maalesef, bugüne değin bu paradan harcama yapılmamıştır" dedi.

Değerli arkadaşlar, bakın, diyorsunuz ki, "onbeş yılda artırılan paradan, kısa sürede biz buraya para aktardık." Bir kere, para, sizin paranız değil; para, devletin parası ve para, araştırmak amacıyla devletin bütçesinden veriliyor; "onu ben verdim" demek çok yanlış bir şey.

SONER AKSOY (Kütahya) - Cebimizden verdik mi dedik?!

MUSTAFA GAZALCI (Devamla) - Bir de, önce yönetimi düşürdükten sonra kendi atadığınız yönetime bu parayı vermek ayrı bir ayıp. Üniversite özerkliğine, böyle, aba altından sopa gösterip "bak, para orada, benim boyunduruğuma girer ya da benim dediğimi yaparsan oradan para alabilirsin…" Peki, bütün bunlar tamam; Başbakan, yurt dışında "2010 yılına kadar gayri safî millî hâsılanın yüzde 2'sini ar-ge araştırmalarına vereceğiz; amacımız bu" diyor. Altıncı aydayız, bakın altıncı ay bitmek üzere ve bu övündüğümüz 450 trilyondan hangi araştırmaya kaç para verilmiştir?.. Bundan sonra, bu yıl içerisinde ne kadar araştırma yapılabilecektir değerli arkadaşlar? Burada, bir güvensizlik söz konusu. Yani, AKP, kendine göre, aynen bakanlıklardaki yaptığı kadrolaşma gibi, bu Bilim Kurulunda da…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Gazalcı, 1 dakikalık süre içerisinde konuşmanızı tamamlayınız lütfen.

Buyurun.

MUSTAFA GAZALCI (Devamla) - Peki, Sayın Başkanım; daha yeni giriş yapmaya çalışmıştık ama.

Burada, hukuk çiğnenmiştir; burada, bilim katledilmiştir; burada, bilimsellik katledilmiştir. AKP, kendine göre bir ılımlı İslamı, kendine göre bir bilimsel anlayışla verecektir. (AK Parti sıralarından gürültüler)

Evet... Evet...

ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - İstismar etme!

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri…

MUSTAFA GAZALCI (Devamla) - Çünkü, o dergilerde, o kitaplarda yazılan bilimsel kuruluşlardan rahatsızdır AKP.

ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Ne alakası var?!

SONER AKSOY (Kütahya) - Saçmalama!

MUSTAFA GAZALCI (Devamla) - Yoksa, TÜBİTAK gibi bir bilimsel kuruluşu, ısrarla, inatla "ben yöneteceğim, ben denetleyeceğim" demesini ve Başbakana bağlı bir kuruluş haline getirmesini anlamak olanağı yoktur, yanlıştır. Yol yakınken dönülmeli, bu, Cumhurbaşkanının da uyarısı doğrultusunda, geri çekilmelidir değerli arkadaşlar. Bilim adamları bizi izliyor, toplum bizi izliyor, gençler bizi izliyor.

MUSTAFA ÜNALDI (Konya) - İzliyor; doğru!..

MUSTAFA GAZALCI (Devamla) - Sizin çoğunluğunuz bilime egemen olamaz, kitaba, hakka, hukuka egemen olamaz!

Tümünüzü saygıyla selamlarım. (CHP sıralarından alkışlar, AK Parti sıralarından gürültüler)

MUSTAFA ÜNALDI (Konya) - Toplum istiyor…

BAŞKAN - Sayın Ünaldı…

Sayın Gazalcı, teşekkür ediyorum.

Saygıdeğer arkadaşlarım, lütfen, sükûneti sağlayalım.

Şahsı adına, Ordu Milletvekili Cemal Uysal?.. Yok.

Adana Milletvekili Sayın Recep Garip, buyurun.

FARUK ÇELİK (Bursa) - Konuşmayacaklar efendim.

BAŞKAN - Sayın Ümmet Kandoğan…

RESUL TOSUN (Tokat) - Cevap vermeye değmez… İçi boş bir konuşma yaptınız…

MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Sen dolusunu yap da görelim!..

RESUL TOSUN (Tokat) - Müşterek değerlerimiz üzerinden siyaset yapma!..

BAŞKAN - Sayın Tosun…

MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - 14 kişilik Kurulun 8 kişisini atamak…

RESUL TOSUN (Tokat) - Müşterek  değerlerimize saldırma bir daha!..

MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Oradan konuşun Sayın Tosun… Ben, değerlere saldırmıyorum.

BAŞKAN - Sayın Tosun, lütfen…

Sayın Kandoğan, buyurun efendim..

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Sayın Başkan, değerli  milletvekilleri; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

TÜBİTAK'la ilgili olarak,  daha önce kabul etmiş olduğumuz bir kanun teklifinin, Sayın Cumhurbaşkanı tarafından, Türkiye Büyük Millet Meclisine, bir kez daha görüşülmek üzere geri gönderilmesi nedeniyle, tekrar, bu kanun teklifi huzurlarımıza geldi.

Değerli milletvekilleri, bu kanun teklifiyle ilgili olarak, 2003 yılından itibaren, TÜBİTAK'ın Türkiye gündemine, bir şekilde, oturduğunu görüyoruz. Tam iki yıldan beri, hatta, iki yılı da aşkın bir süreden beri TÜBİTAK, Türkiye'nin gündemini işgal ediyor. Daha önce ne olmuştu; Bilim Kurulu Başkanının görev süresi sona ermesi nedeniyle yeni bir başkan seçimi yapılmış ve bu kişinin ataması yapılmak üzere Başbakanlığa gönderilmesine rağmen, Sayın Başbakan tarafından, bu ismin, Bilim Kurulu Başkanı olarak Cumhurbaşkanına sunulmaması söz konusu olmuştur. Bilim Kurulunun seçmiş olduğu bir isim, Sayın Başbakan tarafından Cumhurbaşkanına önerilmemiştir ve daha sonra, bu Bilim Kurulunun 6 üyesinin görev süresinin dolması nedeniyle yeni bir seçim yapılmış; ancak, bu da, maalesef, işlerlik kazanamamıştır.

Bütün bunları aşabilmek için, hükümet, daha sonra, 5001 sayılı Kanuna bir geçici madde eklemiş, bir kez atama yetkisi Sayın Başbakanda olmak üzere, bir isim Sayın Başbakan tarafından Cumhurbaşkanına önerilmiştir; ancak, bu 5001 sayılı Yasa, Sayın Cumhurbaşkanı tarafından -şimdi görüşmekte olduğumuz kanun teklifi gibi- bir kez daha görüşülmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisine geri gönderilmiştir. Niye geri gönderilmiş; gerekçesinde, boş bulunan üyeliklerin tümüne siyasal organca atama yapılmasının Bilim Kurulunun ulusal ve uluslararası saygınlığına, çalışmalarının ve yayınlarının yansızlığına gölge düşüreceği gerekçesiyle Sayın Cumhurbaşkanı tarafından geri gönderilmiş ve bu arada, Bilim Kurulu tarafından Sayın Başbakana iletilen isim, Sayın Başbakan tarafından Cumhurbaşkanına önerilmemesi nedeniyle idarî yargıda bir dava açmış ve idarî yargıda açılan davanın neticesinde de -Anayasa Mahkemesinin de bu konuyla ilgili yürütmeyi durdurma kararı da gözönüne alınarak- idarî işlemin hukuka uygun olmadığı ifade edilmiştir.

Şimdi, bakınız, 2003 yılından beri, bu kanun teklifi önümüze gelinceye kadarki  geçen dönemde, giden bir kanun teklifi Sayın Cumhurbaşkanı tarafından geri gönderiliyor, Anayasa Mahkemesi, bu kanun tekrar Meclisten geçtiği için yürütmeyi durdurma kararı alıyor, idare mahkemesi yine bu atamayla ilgili şahsın kararını uygun buluyor ve bütün prosedürler, bütün idarî makamların, yargı makamlarının almış olduğu kararlar TÜBİTAK'la ilgili bugün önümüze gelen kanun teklifine kadarki olan bölümü kapsıyor. Neresinden bakarsanız bakın, Cumhurbaşkanından, idare mahkemesinden, Anayasa Mahkemesinden geri dönen bir kanun tasarısı söz konusu.

Şimdi, Türkiye'nin bütün yargı kurumlarından, denetim mekanizmalarından geri dönen bir kanun tasarısının, daha sonra, bir başka versiyonu Türkiye Büyük Millet Meclisinin önüne geliyor ve o Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine gelen bu teklif de Sayın Cumhurbaşkanına gönderiliyor.

Şimdi, söylemek istediğim şu: Bu kadar hukuk çevrelerinden, yargı mercilerinden, Anayasa Mahkemesinden, Cumhurbaşkanından geri dönen -ben altını da çizerek okumaya çalıştığım ve dünyanın hiçbir ülkesinde göremeyeceğimiz eleştiriler; onu biraz sonraki konuşmamda da inşallah gündeme getirmeye çalışacağım- böyle bir uygulamanın dünyada eşi ve benzeri yoktur.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Kandoğan, konuşmanızı tamamlayınız lütfen.

Buyurun.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Elbette, iktidarların, hükümetlerin, Meclislerin tasarrufları olacaktır, yetkileri olacaktır. Bunların içerisinde, biz, Meclis olarak seçtiğimiz değişik isimler, değişik kurumlara bağlı isimler vardır. Yine, geçen gün burada RTÜK'le ilgili anayasa değişikliği ve daha sonra kanun teklifi görüşüldü, kabul edildi; ancak, hukukça bu kadar eleştirilen, bu kadar tenkite uğrayan ve oralardan dönen bir kanun tasarısı ve teklifinin ısrarla ve yeniden, aynı şekilde, Türkiye Büyük Millet Meclisinin huzuruna getirilmesi ve bunun neticesinde de -ne olur bilemeyiz ama- yeniden Anayasa Mahkemesinden geri dönmesini de gözardı etmeden, bunun burada yeterince tartışılıp, değerlendirilip, üzerinde bir uzlaşmaya varıldıktan sonra bu kanun teklifinin kanunlaşmasının uygun olduğunu ifade ediyor; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kandoğan.

Şahsı adına, Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı.

Sayın Gazalcı, buyurun.

MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; TÜBİTAK'la ilgili, 2003 yılından beri, hükümet, kafasında bir plan tasarlamış, onu uygulamak için her şeyi yapmıştır.

Bakın, yerel, yönetsel mahkemelerden, idarî mahkemelerden, TÜBİTAK'ın göreve getirilmeyen Başkanı Profesör Namık Kemal Pak -ben kendisini hiç tanımam; ama, hukukunu savunurum- üst üste mahkemelerden karar almıştır.

Daha önce -Sayın Mehmet Ali Şahin yok, komisyona da, buraya da geliyordu- yazılı verdiğimiz soru önergelerinde "hakkında soruşturma var, soruşturma son bulursa, biz atama yapacağız" demiştir. Soruşturma sonuçlanmış ve aklanmıştır, mahkemeden de karar almıştır; ama, atama yapılmamıştır.

Şimdi, yeni bir yasa yaparak bir hile yapılmaktadır hukuka karşı. Eski TÜBİTAK gitti, biz "cik" eki ekledik, bu yeni bir yasadır; sizin hak arama yollarınız, mahkeme kararlarınız da durdu denmektedir.

Değerli arkadaşlar, bir tek yasada, bakın, TÜBİTAK'ta, üstelik Bilim Kurulunda -kızıyorsunuz; ama, lütfen sabırla dinleyin- Cumhurbaşkanı, iki kez geri gönderirse, Anayasa Mahkemesi döndürürse, yerel mahkemelerden birçok karar varsa, muhalefet de direniyor; hayır, bu yanlıştır diyorsa, dışarıdaki bütün bilim kurulları, üniversiteler, bilim adamları açıklama yapıyor; bu yanlıştır diyorsa, bunda direnmek, ısrar etmek neden? Bunu ben anlamıyorum.

O zaman aklıma şu geliyor: Bakın, 1963'ten beri; yani, kurulduğundan beri TÜBİTAK, üniversitelerle işbirliği yapıyor. Üniversite bir bilim kurulu, bu da bir bilim kuruluşu, ikisi işbirliği yapıyor.

1996'dan bu yana da... Bu yasa önerisini veren arkadaşlar diyor ki, işte, toplum gelişti, sanayi gelişti… Sanki, şimdiye kadar TÜBİTAK kapalı bir kutuydu, hiçbir şey yapmıyordu; AKP gelince kutu açıldı ve sanayi kuruluşlarıyla işbirliği yaptı! Bu, gerçeklere aykırı. Ben, bunu söylemeye çalışıyorum.

Bakın, 1996'dan bu yana, sanayiyle işbirliği yapmaktadır TÜBİTAK ve birçok katkıları olmuştur, yapmıştır. Hatta, sizin hükümetinizden önce, yani Abdullah Gül'ün Başbakan olduğu bir zamanda, Sayın Ertuğrul Yalçınbayır'ın bu işe baktığı dönemde, sanayi kuruluşlarıyla işbirliği yapmıştır.

Değerli arkadaşlar, burada, bir ille de siyasallaştırma var. "TÜBİTAK Başbakanın çiftliği" deyince kızıyorsunuz. "Kolu değildir" diyorsunuz. Bakın, bu bir bilimsel kuruluş. Sizin aklınız yatıyor mu; 14 kişilik bir bilim kurulunda, 7'sini doğrudan, ötekiler de eğer zamanında seçilmezse yine kendisi atayacak…

FARUK ÇELİK (Bursa) - 4'ü doğrudan, yanlış söylüyorsun.

MUSTAFA GAZALCI (Devamla) - Başkanı, eğer kurul içinden seçilirse, onu da Başbakan atayacak. Cumhurbaşkanının geri gönderme yazısına bakın.

FARUK ÇELİK (Bursa) - Sayın Gazalcı, doğru konuşun, yakışmıyor size.

MUSTAFA GAZALCI (Devamla) - Bakın, Cumhurbaşkanının yazısını okuyorum: "Oysa, incelenen yasayla yapılan düzenlemelerde, Bilim Kurulu üyelerinin yarısının, yani 7 üyenin doğrudan Başbakanca atandığı…"  Ama, 1 üye... Yani, başkan içinden seçilirse, 1 üye de tekrar Başbakanca atanacak. 8 üye oradan atanacak.

SONER AKSOY (Kütahya) - Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı…

MUSTAFA GAZALCI (Devamla) - Arkadaşlar, hesap mı bilmiyoruz?! Niçin, niçin?! Burası, AKP'nin bir kurulu mu, bir il kongresi mi, ilçe kongresi mi?! Burası, bir bilim kurulu. Burada bilimsel araştırmalar yapılır.

SONER AKSOY (Kütahya) - Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı kardeşim, köy muhtarı değil!..

MUSTAFA GAZALCI (Devamla) - Hukuk, Anayasa çiğnenmektedir burada. Burada sizin yapacağınız iş, buradan elinizi çekmektir, bilimi, bilim adamlarına bırakmaktır; yani, bilim adamları bilimsel üretim yapacak, siz ondan yararlanacaksınız.

Bakın, AKP gelinceye kadar, TÜBİTAK, hükümetlere yön verirdi, onlara hizmet sunardı -yani bilimsel anlamda- onlardan görüş toplardı; üniversitesi de toplar, sanayicileri de toplar, hükümet de toplardı. Büyük ölçüde, ben, müsteşara kabahat buluyorum. Müsteşar "efendim, şurayı kendimize göre bir düzenleyelim" dedi. Ne yapalım, ne edelim…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Gazalcı, lütfen konuşmanızı tamamlayınız. 1 dakika verdim şu anda.

Buyurun.

MUSTAFA GAZALCI (Devamla) - Değerli arkadaşlar, burada, eğer, gerçekten incelenirse, TÜBİTAK'ta büyük bir haksızlık yapılıyor. Diyorsunuz ki, orada paraları topladık, fonları topladık. Bırakın... Daha önce de, TÜBİTAK, birçok kez hükümete başvurmuştur, bizim araştırma fonumuz yetersizdir diye. Şimdi, bunda iyi niyet var mı?! Siz, önce Yönetim Kurulunu, Bilim Kurulunu değiştiriyorsunuz, Başkanı değiştiriyorsunuz, ondan sonra para veriyorsunuz. Peki, bu Bilim Kurulu, arkadaşlar, bunların yarısı daha önce de öbür Bilim Kurulunda çalışmıştı. Şu andaki Başkan, o TÜBİTAK'ta görevliydi. Peki, onlar niye parayı kullanmıyor, bu 450 trilyonu niçin kullanmıyor?!

Değerli arkadaşlar, gelin, yasalar içinde görevinizi yapın; araştırmayı ve bilimi, bilim adamlarına bırakın. Bu güzel kuruluşu siyasallaştırmayalım, buralara kıymayalım. Yarın, Anayasa Mahkemesinden bir kere daha dönecek bu, yeniden görüşeceğiz.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Gazalcı, teşekkür ediyorum.

Madde üzerinde 1 adet önerge vardır; önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 918 sıra sayılı Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 3 üncü maddesinin metinden çıkarılmasını arz ve teklif ederim.

Saygılarımla.

                                                              Mehmet Eraslan

                                                                              Hatay

BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI TAYYAR ALTIKULAÇ (İstanbul) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Hükümet?..

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI MEHMET VECDİ GÖNÜL (Kocaeli) - Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe: Getirilmek istenen düzenlemeler, Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumunun bilimsel özerkliği, kamu yararı ve hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşmadığından dolayı 3 üncü maddenin çıkarılması önerilmiştir.

BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

4 üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 4.- 278 sayılı Kanunun 5 inci maddesinin ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve bu fıkradan sonra gelmek üzere maddeye aşağıdaki fıkralar eklenmiştir.

Bilim Kurulu, 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen nitelikleri taşıyan kişiler arasından, biri Bilim Kurulu dışından olmak üzere iki başkan adayı belirleyerek Başbakana sunar. Başbakan, bu adaylardan birini seçerek Başkan olarak atanmak üzere Cumhurbaşkanına teklif eder.

Bilim Kurulunun aday belirlemesi, Başkanın görev süresinin dolmasına en geç iki ay kala veya herhangi bir sebeple bu görevin boşalma tarihinden itibaren en geç iki ay içinde tamamlanır. Bilim Kurulunun herhangi bir nedenle süresinde aday belirlememesi halinde Başbakan gerekli şartları taşıyanlar arasından belirlediği bir kişiyi Başkan olarak atanmak üzere Cumhurbaşkanına teklif eder.

Başkanın geçici olarak görevi başında bulunmadığı zamanlarda, görevlendireceği Bilim Kurulu üyelerinden biri Başkanlığa vekalet eder. Başkanlık görevinde boşalma olması halinde yeni başkan atanıncaya kadar, Bilim Kurulu kendi üyelerinden birini Bilim Kurulu ve Kurum Başkan Vekili olarak görevlendirir.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, söz alan konuşmacıları okuyorum: Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Bursa Milletvekili Mustafa Özyurt; şahısları adına, Adana Milletvekili Recep Garip, Tokat Milletvekili Resul Tosun, Hatay Milletvekili Mehmet Eraslan ve Bursa Milletvekili Mustafa Özyurt.

İlk konuşmacı, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Bursa Milletvekili Mustafa Özyurt; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

MUSTAFA ÖZYURT (Bursa) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım; görüşmekte olduğumuz 918 sıra sayılı TÜBİTAK Yasasının 4 üncü maddesi hakkında Grubum adına görüşlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Eğer devam edersem, kişisel görüşlerimi de sizlerle paylaşacağım. Sözlerime başlamadan önce hepinizi en içten saygılarımla selamlarım.

Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; ikinci kez görüşmekte olduğumuz TÜBİTAK Yasasının en çok tartışılan yönü kurumun özerkliğinin zarar görmesinden kaynaklanmaktadır. Sayın Cumhurbaşkanının gerekçesi de okunacak olursa, aynı noktalara Sayın Cumhurbaşkanı da değinmektedir; kurumun özerkliği zarar görmektedir ve Cumhurbaşkanı gerekçesinin bir yerinde şöyle söylemekte: Bu yasayla kurumun bilimsel özerkliğinin siyasî iktidarların oyuncağı olacağından kuşkulandığını vurgulamaktadır. Sizin için demiyor yalnız, onu söyleyeyim, AKP İktidarı için demiyor. Siyasî iktidarların oyuncağı olacağından kuşku duyduğunu söylüyor Cumhurbaşkanı ve bu da haklı bir gerekçedir. "Kuşkulanıyorum, siyasî iktidarların elinde TÜBİTAK oyuncak olacaktır" diyor ve bu gerçek; çünkü kurumun özerk niteliğine karşın aslî yönetim ve karar organı olan Bilim Kuruluna doğrudan doğruya Başbakanca atama yapılmasının öngörülmesi, kurumu siyasal karışmalara açık duruma getirmektedir. Bu durum ise, kurumun bilimsel özerkliğiyle bağdaşmadığı gün gibi açıktır.

Arkadaşlar, bir kurumun başına, özerksin, sen istediğin gibi hareket edersin demekle olmaz. O kurumun eğer can alıcı noktası, daha doğrusu omurgası özerk değilse, istediğiniz kadar başına "özerk" yazın, hiçbir şey fark etmez.

Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu, üstlendiği görevler ve amaçlar nedeniyle tüm çalışmalarında bilimsel ölçütleri gözönünde tutmak, başka bir deyişle, tüm çalışmalarında nesnel ve yansız olmak zorundadır. Bunu sağlamanın önde gelen koşulu ise kurumun organlarının ve özellikle karar organı olan Bilim Kurulunun oluşumunda bilimdışı kişi ve kurulların etkinliğinin rol alması son derece sakıncalıdır. Bilim Kurulunu oluşturacak üyelerin seçiminde siyasal otoritenin yetkisinin sınırlandırılmaması, bu kurumda inisiyatifin ağırlıklı rolünün siyasî erkin eline geçmesi, bilimsel saygınlığa son derece zarar verecektir.

Bilim Kurulunun 7 üyesinin seçimini doğrudan doğruya Başbakanın yapması, diğer 7 üyesinin seçiminde ise Başbakana dolaylı yoldan yetki verilmesi, Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumunun işlevine, kamu yararına ve hizmet gereklerine de uymamaktadır. Böylelikle, ülkenin bilim ve teknoloji geleceğini oluşturan ve bu yıl yaklaşık olarak 450 trilyon lira araştırma ve geliştirme desteği verilecek olan TÜBİTAK, Başbakanın iki dudağı arasına bırakılmıştır.

Şurasını teşekkürle söylemek istiyorum: Gerçekten, bugüne kadar bu değerde yüksek bir para Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumuna verilmemişti. Bu yapılan güzel bir şey, hiç söyleyecek bir şeyim yok; ama, Bilimsel Kurulun tümüyle Başbakanın inisiyatifine bırakılması, bu 450 trilyon paranın da Başbakanın iki dudağının arasına bırakılması demektir.

Aslında, bu kurumdaki yıkım, bugünün veya iki gün öncesinin falan değil; yani, bu tasarı buraya geldiğinden beri de olan bir olay değil; onu da söyleyeyim. AKP, iktidara geldiğinden beri, bu kuruma karşı bir husumet beslemektedir. Enteresan bir şey; yani, bir bilim kuruluna karşı bir siyasî iktidarın husumet beslemesi yahut kin beslemesi nasıl anlatılır bilemiyorum.

ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Haşa! Öyle bir şey yok.

MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - İzin verirseniz, söyleyeyim efendim.

İktidara geldiği günden itibaren, bilerek ve kasten, Başbakan, bu kurumda bir olumsuzluk yaratmıştır.

ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Yok canım, olur mu?!

MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Bunu onarmak için çıkarılacak... Yani, aslında, kurumu çalışmıyor gibi göstererek bir yasa çıkarmaya çalışmışsınız ve bu yasa, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi.

SONER AKSOY (Kütahya) - Hayal!..

MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Hayal değil efendim; niye hayal diyorsunuz?! Siz hayal görüyorsunuz.

SONER AKSOY (Kütahya) - Kurguluyorsunuz efendim, öyle bir şey yok.

MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Efendim, buradan çıktı bu yasa, sizin oylarınızla çıktı ve Anayasa Mahkemesi tarafından da iptal edildi.

BAŞKAN - Sayın Aksoy, lütfen, hatibe müdahale etmeyelim.

Buyurun Sayın Özyurt.

MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Efendim, bu arada, yine, siyasî iktidar, 28 tane yöneticiyi yolsuzluk yaptıkları gerekçesiyle mahkemeye verdi. Düşünebiliyor musunuz, Türkiye'nin en kaliteli Bilim Kurulundaki 28 tane üyeyi mahkemeye veriyorsunuz, diyorsunuz ki, siz yolsuzluk yapıyorsunuz.

İşte, AKP İktidarının, dediğim gibi, içine sindiremediği bu; yani, bilimselliğe karşı, nedense, böyle içinizde bir kin, husumet var.

AHMET YENİ (Samsun) - Bilimin önünü açıyoruz...

MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Aman efendim…

AHMET YENİ (Samsun) - Bugüne kadar atıl olanı canlandırıyoruz.

MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Buyurun, o zaman, gelir, burada, bu kürsüde konuşursunuz arkadaşım; yani, söz sırası verildiği zaman, kalkıp nedense konuşmuyorsunuz.

ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - İftira ediyorsunuz…

BAŞKAN - Sayın Ünal, Sayın Yeni, lütfen hatibe müdahale etmeyelim.

Buyurun Sayın Özyurt.

MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Söz sırası geldiği zaman… Arkadaşlar nedense, kendilerine söz hakkı veriyor Sayın Başkan ama, kimse kalkıp konuşmuyor. Ondan sonra, oradan laf atıyorsunuz.

Gelin buyurun, işte kürsü; konuşalım arkadaşlar.

ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Konuşalım da, doğru konuşalım, eğri büğrü konuşmayalım.

MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Gelin doğrusunu konuşun o zaman.

Şunu da söyleyeyim: Getirdiğiniz bu yasayla Bilim Kurulu üyelerinin bir güvencesi yoktur; çünkü, Başbakanın atadığı Bilim Kurulu üyeleri, yine Başbakanın isteğiyle, istenildiği zaman görevlerinden alınacaktır. Getirilen bu düzenleme, bu yönüyle Kurumun bilimsel ve idarî özerkliğiyle de kesinlikle bağdaşmamaktadır arkadaşlar.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım; Bilim Kurulu üyeliklerine ağırlıklı olarak siyasî organlarca atamanın yapılması, Kurulun ulusal ve uluslararası saygınlığına da zarar vermektedir. Başbakana doğrudan ya da dolaylı tek başına atama yetkisi veren düzenleme, kamu yararı, hukuk devleti ilkesiyle de kesinlikle bağdaşmamaktadır. Ayrıca, yasa ile gerekçede belirtilen amacı arasında da uyumsuzluk vardır.

Kurum için öngörülen, konum yönünden getirilen kurallar arasında çelişki bulunmaktadır. Tüm gelişmiş ülkelerde bilimsel ve teknolojik gelişme bir devlet politikası olarak tanınmaktadır; bilimsel ve teknolojik gelişmenin bir devlet politikası olduğu kabul edilmektedir. Bilim ve teknolojide devlet politikası üretecek kurumların özerk olmaları işin doğası gereğidir arkadaşlar; çünkü, ancak özerk ve bağımsız kurum ve kuruluşlar etik ve siyasî baskı altında kalmadan bilimsel kararlar üretirler. Bu nedenle, TÜBİTAK Yasasıyla bu organa verebileceğiniz en büyük zararı vermiş oluyorsunuz, onu söyleyeyim.

Değerli arkadaşlarım, konu özerklikten gelmişken, belki, bir katkım olur düşüncesiyle, şöyle, çağdaş ülkelerdeki buna benzer kuruluşların nasıl olduklarını da dile getirmek istedim. 

İlk örneğimizi Avustralya'dan vermek istiyorum: Avustralya Araştırma Konseyi, 2001 yılında çıkarılan bir yasayla, tümüyle bağımsız bir kuruluştur.

İkinci ve üçüncü örneklerimi Kanada'dan vermek istiyorum: Kanada'da, seksen yıllık geçmişi olan bir kuruluş vardır; hizmet verdiği kesimden gelen, akademik kesim, araştırma konseyi ve sanayi kuruluşlarından oluşan 22 kişilik bir bağımsız kurul tarafından yönetilmektedir Kanada'da. İsterseniz, ismini de vereyim: National Research Council Canada; seksen yıllık bir geçmişi vardır. Yine, Kanada'da, doğa ve mühendislik birimleri araştırma konseyi de, 21 Kanadalıdan oluşan bağımsız bir konsey tarafından yönetilmektedir.

Eğer, Başkanım, izin verir de kişisel görüşmemi devam ettirmemi isterseniz, konuyu bitirmek istiyorum veya arkadaşlarıma teşekkür edip ayrılacağım.

BAŞKAN - Sayın Özyurt, memnuniyetle dileğinizi yerine getirirdim; ama, konuşma talepleri vardır, arkadaşlar tahmin ediyorum konuşacaklar.

Buyurun efendim.

MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Peki efendim, sağ olun.

Dördüncü ve beşinci örneğim Finlandiya'dan. Bu ülkede de, Ulusal Teknoloji Ajansı diye bir kurum vardır; 10 kişilik bir kurul tarafından yönetilmektedir ve tümüyle bağımsızdır.

Yine, Finlandiya'da, Araştırma Geliştirme Ulusal Fonu adında bir kuruluş vardır; 1967'de kurulmuştur, Finlandiya Bankası finanse etmektedir ve tümüyle bağımsız bir kamu kuruluşudur, 9 parlamento üyesi tarafından  kurulan bir yönetim kurulu vardır arkadaşlar.

Beni sabırla dinlediğiniz için, şimdilik teşekkür ediyorum. Kişisel görüşümü de daha sonra değerlendireceğiz.

Sağ olun.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Özyurt; nezaketinize de teşekkür ediyorum.

Şahsı adına, Adana Milletvekili Sayın Recep Garip; buyurun.

Süreniz 5 dakika Sayın Garip.

RECEP GARİP (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 5344 sayılı Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunla ilgili şahsım adına söz aldım; hepinizi, sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.

Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumunun, 278 sayılı Kanunda belirtilen görevlerinin bazılarını hatırlatarak sözlerime girmek istiyorum.

Müspet bilimler alanında, temel ve uygulamalı araştırma yapmak, yaptırmak, yapmayı özendirmek.

İkincisi; Türkiye'nin bilim ve teknoloji politikalarının belirlenmesinde hükümete yardımcı olmak.

Üçüncüsü; bilimsel araştırmaların teknolojik yeniliklere süratle dönüştürülebilmesi için yöntemler geliştirmek. Yani -daha evrensel- Türkiye bilim insanlarını evrenselleştirmek.

Özel sektörün teknoloji araştırma ve geliştirmeye etkin ve ağırlıklı olarak katılımını sağlayacak programlar yapmak.

Türk sanayiinin, üniversite ve araştırma kurum ve kuruluşlarıyla işbirliği yapmasını sağlayacak programlar geliştirmek. Bu işbirliğinin somut hale dönüşebileceği fizikî ortamlar oluşturmak, yaratmak.

Son madde, bilimadamı ve araştırmacıların yetiştirilmeleri ve geliştirilmeleri için imkânlar sağlamak, bu amaçlarla ödüller vermek. Öğrenim ve öğretim sonrasında üstün başarıyla kendisini gösteren gençleri izleyerek, onların yetişme ve gelişmelerine yardım etmek, bu amaçla burslar vermek, yarışmalar düzenlemek ve yayınlar yapmak, onların projelerinin hayata geçirilmesi için imkânlar tanımak.

Değerli dostlar, eğer, burada TÜBİTAK'la ilgili ifadelerimize dönecek olursak, yani, Türkiye'nin bilim ve teknoloji alanındaki gelişme sürecinde, düne kadar siyasallaşmayan bilim dünyası, bundan sonra, özellikle AK Parti İktidarı döneminde hiçbir şekilde siyasallaşmaz. Dün daha çok siyasallaşmıştır kurumlar; ama, bugün, bu konudaki istikrarlı gidiş, bunun önüne geçmiştir. Türkiye Bilim Kurulunun daha evrensel olması amaçlanmaktadır. TÜBİTAK'ın, kamburlarından arındırılması için, aslında, bu düzenlemeler yapılıyor.

Özellikle daha önceki maddelerde konuşma yapan arkadaşlarımın ifadelerinde hayretle karşıladığım bir ifade var. Özellikle daha önce de bu konuda ifadelerimi belirtmiştim. Ele geçirmekten bahsedildiği özellikle vurgulanıyor. Özellikle Gazalcı bu konuyu sık sık yapıyor ve esefle, hayretle kendisine bakıyorum. Oysa, kendisini severim; birlikte oturduğumuz, konuştuğumuz... Komisyon çalışmalarında da son derece verimli çalışmalar yaptık. Bir konunun ele geçirilmesi, bir şeyin ele geçirilmesi benim hayretimi mucip ediyor. Cephe savaşı verilmiyor; cephede ele geçirme vardır, işgal vardır. Buna, lügatlara baktığınız zaman da "ele geçirme", iki nokta üst üste koyduğunuzda, "işgal etmek" anlamına gelir. Ele geçirmek, gerçekten, bu ülkenin kendi öz değerleriyle beslenmiş olan kurumların daha evrensel olmasını sağlamaktır; ele geçirmek bu anlamda yorumlanmaz. Sayın Gazalcı, bu ifadelerin bundan sonra kullanılmamasında yarar görmekteyim. 

Yani, sahiplenmek, bir kurumu sahiplenmek, bir kurumun daha evrensel, daha bilim yuvası haline gelmesini, uluslararası nitelikte başarılara, ödüllere imza konulmasını, Türkiye'nin yüzünü ak edebilecek bilim ve teknik dergilerinin, sadece, Türkiye'nin içindeki bir dergi niteliğinin üstünde, uluslararası nitelik arz edebilecek bir bilim ve teknik dergimiz söz konusu değil, yarışmalar söz konusu değil. Bu konuda daha evrensel bakılmasının doğru olduğunu düşünüyorum.

Kimin malı kimden kaçırılıyor? Bu ülkenin malını hep birlikte muhafaza etmekteyiz, daha evrensel olması için de dokuları çok ciddî noktada gözden geçirmekteyiz.

Türkçemizi doğru kullanalım, güzel Türkçemizi daha özgün kullanalım, daha anlaşılır kullanalım. Türk insanının ciddî noktada anlayabileceği, onların beyinlerinde, gelecekteki nesillerimizin bizleri iyi anlayabileceği, anabileceği nitelikte daha evrensel imajları ortaya koyalım; yani, düne kadar siyasallaşmayan kurumları, bugün AK Parti İktidarı mı siyasallaştırıyor; yoksa, bizden önceki dönemlerde çok daha fazla mı siyasallaşmıştı; bunu, ciddî noktada araştırdığımız zaman görürüz. Daha önceki oturumlarda konuştuğumuz şeyleri tekrar etmemek için, açıkçası, bu kadarla yetiniyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Garip, mikrofonunuzu açacağım, lütfen, teşekkürle konuşmanızı tamamlar mısınız.

Buyurun.

RECEP GARİP (Devamla) - Sayın Başkanım, müsaade ederseniz devam etmek istiyorum; ama, bitirmeye gayret edeceğim.

BAŞKAN - Mikrofon otomatik kesildiğinde konuşmanızı uzatmayacağım, ona göre devam edebilirsiniz.

Buyurun.

RECEP GARİP (Devamla) - Toplumsal uzlaşma yerine, ayrışmayı vurgulamaktan vazgeçmeliyiz, Anadolu yüreğini inciten ifadelerden vazgeçmeliyiz; muhalefet etmenin de mutlak surette bir ayrıcalık olduğunu, mutlaka çok ciddî bir ödev yaptığını, görev yaptığını bilerek ifadelerimizi düzeltmeliyiz ve şöyle bir ifadeyle, mantıksızlık içinde mantıksız ifadeler kullanmaktan vazgeçmeliyiz.

Bu duygularla, siyasallaşmanın ötesinde, çok ciddî kalkınmanın, projelendirmenin, uluslararası nitelik arz edebilecek bilim yuvasının daha evrensel olması noktasında gayretler içerisinde olduğumuzu belirtiyor, hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Garip.

Şahsı adına Tokat Milletvekili Sayın Resul Tosun; buyurun.

RESUL TOSUN (Tokat) - Teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sadece siyaset yapmak uğruna birtakım kavramları birbirine karıştırıp konuşma yaptığımızı zannetmek…

BAŞKAN - Sayın Tosun, istirham edeyim, çok yoğun çalışmalarımız var, lütfen, herhangi bir sataşmaya sebebiyet vermeyelim.

Buyurun.

V. HAŞİM ORAL (Denizli) - Sayın Başkan, önce bir selamlasın Sayın Tosun.

RESUL TOSUN (Devamla) - Bazı kavramları birbirine karıştırarak siyaset yapıyor olduğumuzu zannetmek son derece yanlıştır değerli arkadaşlar. Akademik özgürlük ile idarî özerkliği birbirine karıştırıp, Başbakanın atadığı herhangi bir bilim adamına, âdeta sokaktan getirilmiş bir kömürcü gibi, hamal gibi bir misyon yükleyerek burada konuşma yapmak son derece yanlış ve şık olmayan bir şeydir değerli arkadaşlar.

Değerli arkadaşlar, Başbakanın atayacağı insan makine tamircisi mi olacak yahut da sokaktan topladığı bir hamalı mı götürecek; onun da oraya atayacağı insan bir bilim adamı olacak, Türkiye Cumhuriyeti üniversitelerinde titrini almış, unvanını almış bir bilim adamı olacaktır.

V. HAŞİM ORAL (Denizli)- Sistemden bahsediyoruz, sistemden!..

RESUL TOSUN (Devamla)- Değerli arkadaşlar, sistemden bahsediyoruz; idarî özerklik başka bir şeydir, akademik özgürlük başka bir şeydir.

Bakınız, Avrupa'nın birçok ülkesinde üniversiteler bile doğrudan doğruya Millî Eğitim Bakanına bağlıdır; ama, o üniversitedeki profesörler, araştırmacılar, doktorlar, doçentler bireysel olarak sonuna kadar akademik özgürlüğe sahiptir, her türlü bilimsel araştırmayı yaparlar. Üniversitenin bakanlığa bağlı olması oradaki bilimsel özgürlüğe kesinlikle engel değildir. Dolayısıyla, başbakanın atayacağı bir bilim adamının orada siyaset yapması değil, aynen Batı'da olduğu gibi, özgürce akademik özgürlüğünü kullanması demektir.

Burada, kanun iade edilirken serdedilen gerekçelere bakarak, bizi bilimselliğe karşı içimizde kin ve husumet var diye itham eden arkadaşlar son derece yanlış düşünüyorlar. Çünkü, bu Sayın Cumhurbaşkanımızdan önceki iki Cumhurbaşkanımız siyasî kimliği olan cumhurbaşkanlarıydı; bunlar, Anayasa Mahkemesi Başkanı atadı, bunlar, YÖK başkanları atadı. Bunlar, siyasallaştırdı mı üniversiteyi?! Siyasallaştırdı mı Anayasa Mahkemesini?!. Bu nasıl mantıktır allahaşkına?!

Değerli arkadaşlar, lütfen, akademik özgürlük ile idarî özerkliği birbirine karıştırmayınız. Biz, burada, millet adına yasa yapıyoruz. Yargı, millet adına hüküm veriyor. Üniversite, millet adına bilim yapıyor. TÜBİTAK, millet adına araştırma yapıyor ve millet, iradesini Mecliste sergiliyor; devleti yönetsin diye seçtiği hükümete veriyor o yetkiyi. Başbakan TÜBİTAK'ın başkanını atayabilir ve o da akademik özgürlüğünü kullanarak, orada, gerekli bilimsel araştırmaları, incelemeleri yapabilir.

Değerli arkadaşlar, bir de, bizim kişisel kimliklerimize bakarak, genellikle CHP'li sözcüler, buraya sık sık çıkıp, en son bir arkadaşımızın yaptığı gibi "siz, ılımlı İslamı getirmeye çalışıyorsunuz" gibi bir tavır içine giriyorlar ve bu, hem onların iddia ettikleri sosyal demokrasi anlayışıyla bağdaşmıyor hem akılla bağdaşmıyor hem mantıkla bağdaşmıyor hem de bir tezgâha geldiklerinin farkında değiller.

V. HAŞİM ORAL (Denizli) - Estağfurullah…

RESUL TOSUN (Devamla) - Çünkü "ılımlı İslam", "radikal İslam", "light İslam", "İslamî terörizm" gibi ibareler, deyimler, 1990'dan sonra, Müslümanları birbirine düşürmek, Müslümanları ve İslamı karalamak için kullanılan, dışarıdan ithal edilmiş, Türkiye'ye ve diğer İslam ülkelerine ithal edilmiş deyimlerdir. İslam, İslamdır; bunun ne ılımlısı vardır ne başka bir şeyi. Eğer, bize, siz, hangi İslama sahip çıkıyorsunuz derseniz, ben, size cevap vereyim.

Değerli arkadaşlar, 20 nci Asırda, dünyada…

BAŞKAN - Sayın Tosun, maddeyle ilgili konuşur musunuz, istirham ediyorum.

V. HAŞİM ORAL (Denizli) - Faydalanıyoruz kendisinden!

GÜROL ERGİN (Muğla) - Olsun olsun, izliyoruz; yakışıyor kendisine!

MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Bir şey söylemedi maddeyle ilgili.

RESUL TOSUN (Devamla) - 20 nci Asırda, dünyada, iki tane büyük tefsir yazılmıştır.

BAŞKAN - Sayın Tosun, şimdi, cevap veriyorsunuz da, başka mecralara kayabilir; vakti verimli kullanalım diye söylüyorum.

RESUL TOSUN (Devamla) - Sayın Başkan, adam "ılımlı İslam" diye bize hakaret ederken susturmadınız; benim verdiğim cevaba müdahale etmeyin lütfen.

GÜROL ERGİN (Muğla) - "Adam" sözünü geri alsın, ayıptır!

RESUL TOSUN (Devamla) - Evet, lütfen, sözümü bitireyim; öğreneceksiniz.

Değerli arkadaşlar, 20 nci Yüzyılda, iki tane büyük…

BAŞKAN - Sayın Tosun… Sayın Tosun…

GÜROL ERGİN (Muğla) - "Adam" sözünü geri alsın.

RESUL TOSUN (Devamla) - Buyurun Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Sehven ağzınızdan bir kelime çıktı galiba. Sayın Gazalcı'nın söylediği cümleyi kastettiniz. Sayın Gazalcı'nın ifadesi olarak düzeltirseniz; yani, o "adam" kelimesi yerine şık olur, herhangi bir sataşma olmamış olur.

Buyurun.

GÜROL ERGİN (Muğla) - Biz de çok şeyleri niteleyecek sözcük buluruz, biz daha güzel niteleriz.

RESUL TOSUN (Devamla) - Yanlışlıkla ağzımdan çıkmışsa, özür dilerim.

Değerli arkadaşlarım, şimdi…

İki üç dakika verin Sayın Başkan, aradaki müdahalelerle.

BAŞKAN - Sayın Tosun, lütfen, konuşmanızı tamamlar mısınız. İstirham edeyim, lütfen, konuşmanızı tamamlayın.

Buyurun.

RESUL TOSUN (Devamla) - Değerli arkadaşlar, 20 nci Yüzyılda, iki tane büyük tefsir yazılmıştır. Biri, Mısır'da yazılmıştır; Arapça olduğu için, bütün dünyada meşhur olmuştur. Biri de Türkiye'de yazılmıştır ve bu tefsiri yazdıran, bizzat Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Atatürk'tür.

V. HAŞİM ORAL (Denizli) - Doğru.

RESUL TOSUN (Devamla) - Elmalılı Hamdi Yazır'a "Hak Dini Kur'an Dili" isimli bir tefsir yazdırmıştır.

V. HAŞİM ORAL (Denizli) - Doğru.

RESUL TOSUN (Devamla) - Daha sonra "Tecridi Sarih Muhtasarı" diye, hadis kitaplarının şerhini yaptıran iki tane önemli kitap yazdırmıştır.

V. HAŞİM ORAL (Denizli) - Doğru.

RESUL TOSUN (Devamla) - Bu tefsir, 20 nci Yüzyılın en büyük tefsiridir. Eğer, bize, hangi İslama sahip çıkıyorsunuz derseniz, okumanızı tavsiye ederim, Atatürk'ün yazdırdığı "Hak Dini Kur'an Dili"ndeki İslama sahip çıkıyoruz biz. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Ama, şunu söyleyeyim: Siz, bu deyiminizle ve bu söyleminizle, o İslama da karşısınız...

GÜROL ERGİN (Muğla) - Terbiyeli ol! Bu nasıl konuşma yahu!

BAŞKAN - Sayın Tosun…

RESUL TOSUN (Devamla) - ...çünkü, siz, Atatürkçülüğü de istismar ediyorsunuz.

Saygılar sunuyorum.(AK Parti sıralarından alkışlar)

GÜROL ERGİN (Muğla) - Nasıl izin verirsiniz...

İslama karşı olan sensin!

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Sözünü geri alsın!

V. HAŞİM ORAL (Denizli) - Sözünü geri al!

GÜROL ERGİN (Muğla) - Sözünü geri alsın! Nasıl söylersin?! Nasıl söylersin?!

Sayın Başkan, sözünü geri alsın.

BAŞKAN - Saygıdeğer milletvekilleri…(CHP sıralarından gürültüler)

GÜROL ERGİN (Muğla) - Kim İslama karşı?! Kim İslama karşı?! Senin gibiler karşı, senin sülalen karşı!

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Sözünü geri alsın!

(CHP sıralarından bir grup milletvekili AK Parti sıralarına yürüdü)

BAŞKAN - Sayın Topuz…

V. HAŞİM ORAL (Denizli) - Ne demek İslama karşı ya?! Ne demek?!

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, birleşime 5 dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 18.34

 


İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati :18.49

BAŞKAN: Başkanvekili  Nevzat PAKDİL

KATİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 121 inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

918 sıra sayılı Kanunun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

3.- 4.5.2005 tarihli ve 5344 Sayılı Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ve Anayasanın 89 uncu ve 104 üncü Maddeleri Gereğince Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/1032) (S. Sayısı: 918) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.

MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Sayın Başkan... Sayın Başkan...

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Sayın Başkan bir açıklama yapacağım.

BAŞKAN - Tamam Sayın Başkanım, dileğinizi dikkate alacağım.

4 üncü madde üzerindeki görüşmelerde kalmıştık.

Sayın Topuz, bir açıklama yapacaksınız, buyurun.

SONER AKSOY(Kütahya) - Buraya hücumu da açıklayın.

ALİ TOPUZ (İstanbul) -  Efendim?

SONER AKSOY (Kütahya) - Buraya yapılan hücumu da açıklayın.

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Evet.

BAŞKAN - Sayın Topuz, buyurun efendim.

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; biraz önce, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda konuşma yapan bir Adalet ve Kalkınma Partili milletvekili arkadaşımız, konuşmasının sonunda Cumhuriyet Halk Partisi Grubuna dönerek "siz İslama karşısınız" biçiminde…

RESUL TOSUN (Tokat) - Ben öyle bir şey demedim Sayın Topuz…

BAŞKAN - Lütfen arkadaşlar…

Buyurun Sayın Topuz.

RESUL TOSUN (Tokat) - …Atatürk'ün yazdırdığı İslama karşısınız dedim.

BAŞKAN - Sayın Tosun, lütfen müdahale etmeyelim.

Buyurun Sayın Topuz.

ALİ TOPUZ (Devamla) - Siz ne kadar müdahale ederseniz edin, ben sinirlenmeyeceğim, burada söyleyeceklerimi söyleyeceğim.

BAŞKAN - Sayın Topuz, istirham ediyorum…

Buyurun efendim, açıklamanızı yapınız.

ALİ TOPUZ (Devamla) - Bizi rencide eden, gerçeklerle de hiç uyuşmayan çok yanlış bir suçlamada bulundu.

Değerli milletvekilleri, nüfusumuzun yüzde 99'u, belki daha fazlası İslam Dinini benimsemiş insanlardır. Türkiye'de yaşayan Müslümanlar, Türkiye'de yaşayan insanlar, Türk vatandaşları, bütün dünyaya örnek olacak bir şekilde çok önemli bir sentezi gerçekleştirmişlerdir, toplum olarak Müslümanlığı benimsemişlerdir; ama, yönetim biçimi olarak demokrasiyi benimseyerek, demokrasi ile Müslüman bir toplumun çağdaş bir devlet oluşturabileceğini ve bunu, bütün dünyaya örnek olarak gösterebileceğini kanıtlamıştır.

Türk modelinden bahsedilirken asıl kastedilen konu, Türkiye'nin, nüfusu Müslüman olmasına rağmen, Batılı demokratik ülkelerden geri kalmayacak kadar cumhuriyete, özgürlüklere, demokrasiye, çağdaşlığa ve gelişmeye açık bir toplum olmasındandır. Türkiye Cumhuriyetiyle ilgili olarak öne sürülen en önemli değerlendirme kriteri budur.

Son zamanlarda, Türkiye'yle ilgili olarak dış kaynaklı bazı tanımlamalar yapılmıştır; sadece Türkiye'yle ilgili değil, Ortadoğu'yla ilgili de yapılmıştır. "Büyük Ortadoğu Projesi" adı altında, Amerika Birleşik Devletlerinin öncülüğünde iddia olarak ortaya konulan proje, bir anlamda, bir bölümüyle de, İslam ülkelerinin ılımlı İslam modeli çerçevesinde örgütlenmelerini öngörmektedir. Bu ılımlı İslam iddiası, modeli, kavramı, bu şekilde ortaya çıkmıştır ve Washington'da hem Amerika Birleşik Devletleri yöneticilerinin hem Türkiye'nin yöneticilerinin, Sayın Başbakanın katıldığı toplantılarda da bunlar Başbakana da ifade edilmiştir ve Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesinde de Türkiye'nin önemli roller üstlenmesi gerektiği ifade edilmiştir. Bütün bunlar, yabancıların, Türkiye'yi, ılımlı bir İslam devleti olarak tanımlamaya çalışmalarından kaynaklanmaktadır.

İslamın ılımlısı, ılımsızı var mıdır yok mudur; bu tartışma ayrı bir tartışmadır. İslam bir inançtır. Özü itibariyle, İslam olan insanlar arasında bir farklılık yoktur; ama, İslamı kullanarak, İslamı yanında tutarak, hiçbirimizin kabul edemeyeceği çok büyük olumsuzluklar da yaşanmıştır. Bazı tarikatların, bazı din motifli örgütlenmelerin, İslamı kullanarak, İslama sığınarak, İslamcıymış gibi görünerek, İslamın özüyle bağdaşmayan çok yanlış işler yaptığını da hep beraber gördük, bunlara tanıklık ettik. Mahkemelere intikal etti bunlar. Domuz sapanıyla insanları İslam adına yargılayıp diri diri toprağa gömenler çıktı bu memlekette.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ALİ TOPUZ (Devamla) - Müsaade eder misiniz efendim.

BAŞKAN - Sayın Topuz, konuşmanızı tamamlayınız.

ALİ TOPUZ (Devamla) - Bütün bunlar İslamı kullanmak amacıyla yapıldı.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, Müslüman toplumla demokrasiyi ve cumhuriyeti yaşatmaya karar vermiş, onun başlangıcında görev almış, onu yaşatmaya devam eden bir siyasî parti olarak Türkiye'nin önündeyiz -kendi adımıza söylüyorum- ama, bütün bunlara rağmen, İslamı kullananlar vardır ülkemizde; İslamı kullananlar vardır ülkemizde, İslamdan geçinenler vardır. Daha bir süre önce, hep beraber, yurt dışında insanlarımızın dinî duygularını da istismar ederek paralarını toplayıp, onları dolandırıp Türkiye'ye gelenler hakkında bir araştırma komisyonu kurduk. İslamdan geçinenler vardır, İslamı ticarî amaçla kullananlar vardır, İslamı siyasete alet edenler vardır. Bu söylediklerimi yapanlara destek olanlar, onları koruyanlar, onları savunanlar vardır. Türkiye Büyük Millet Meclisinin önünde şunu ifade ediyorum: Bunların tümü şerefsizdir, alçaktır! (CHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Ama, bu şerefsizlerden ve alçaklardan bir tanesi Cumhuriyet Halk Partisinin içinde yoktur, yoktur.

ALİ YÜKSEL KAVUŞTU (Çorum) - Nerede var?!

ALİ TOPUZ (Devamla) - Türkiye'de vardır. Nerede var olduğunu arayalım, bulalım.

İZZET ÇETİN (Kocaeli) - Sizin içinizde var.

ABDULBAKİ TÜRKOĞLU (Elazığ) - Ne biçim konuşuyorsun lan sen!

(AK Parti ve CHP sıralarından ayağa kalkmalar; gürültüler)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri… Sayın milletvekilleri…

Sayın Türkoğlu…

Sayın Topuz, konuşmanızı tamamlar mısınız. İstirham edeyim; lütfen... (CHP sıralarından "Bu şartlarda nasıl tamamlayacak" sesleri)

Arkadaşlar, lütfen…

ALİ TOPUZ (Devamla) - Bize karşı kızgınlığın, bize karşı mücadelenin, bize karşı suçlamaların temelinde yatan nedenlerden bir tanesi de, İslamı kullananlara, onu kullanmamalarını sağlayacak dayatmalarla önlerine çıkmış olmamızdır. İslamı…(AK Parti sıralarından "Siz niye kullanıyorsunuz" sesleri)

ABDULBAKİ TÜRKOĞLU (Elazığ) - Sus lan!

ALİ TOPUZ (Devamla) - Otur yerine terbiyesiz! Sen kim oluyorsun bana böyle konuşmaya!

BAŞKAN - Sayın Topuz… Sayın Topuz, lütfen…

ALİ TOPUZ (Devamla) - Sayın Başkan, kimdir bu adam?! Lütfen kendisini cezalandırır mısınız. Bana hakaret ediyor orada. (Gürültüler)

BAŞKAN - Sayın Topuz…

Saygıdeğer arkadaşlarım…

ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - İzzet Çetin'i duydunuz mu?

BAŞKAN - Sayın Öksüz, lütfen…

ALİ TOPUZ (Devamla) - Ben bu kürsünün masuniyeti içerisinde konuşuyorum; kimse bana burada müdahale edemez!

BAŞKAN - Sayın Topuz… Sayın Topuz…

ALİ TOPUZ (Devamla) - İçinizdekilerin pek çoğundan daha çok kendi dinini bilen ve gereklerini yapan bir insan olarak, bize yapılan sataşmaların hepsini onu yapanlara iade ediyorum ve bu insanlar bu şekilde devam ettikleri sürece, sonuna kadar da İslamı kullananlara karşı mücadele edeceğimizi de herkesin bilmesini istiyorum.

BAŞKAN - Sayın Topuz, teşekkür ederim.

ALİ TOPUZ (Devamla) - Teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım…

MUSTAFA ÜNALDI (Konya) - Bütün istismarcılar kahrolsun!

BAŞKAN - Sayın Ünaldı…

Sayın Topuz, lütfen…

(AK Parti ve CHP sıralarından ayağa kalkmalar, itişmeler)

AHMET YENİ (Samsun) - Geç yerine be, geç yerine!..

BAŞKAN - Sayın Yeni… Sayın Topuz… Evet…

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, ayaktaki arkadaşlarım lütfen oturur musunuz? (AK Parti sıralarından "Devam Sayın Başkan, devam" sesleri, gürültüler)

Saygıdeğer arkadaşlarım, konuşmasını yapmak üzere AK Parti Grup Başkanvekili Sayın Faruk Çelik'e…(Gürültüler)

Sayın milletvekilleri, birleşime 5 dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati:18.59

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 19.07

BAŞKAN: Başkanvekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur) , Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)

BAŞKAN- Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 121 inci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

918 sıra sayılı Kanunun görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

3.- 4.5.2005 tarihli ve 5344 Sayılı Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ve Anayasanın 89 uncu ve 104 üncü Maddeleri Gereğince Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/1032) (S. Sayısı: 918) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet?.. Yerinde.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, ayakta olan arkadaşlarım, lütfen, yerlerine otururlarsa…

Saygıdeğer arkadaşlarım, iktidar ve muhalefetin farklı görüşlerde olması gayet doğaldır; ama, burada birbirimize isnat edeceğimiz cümleler ve kelimelerle ilgili olarak çok duyarlı hareket etmek mecburiyetinde olduğumuz da hepinizin malumudur.

Öncelikle, grup başkanvekili arkadaşlarımdan istirham ediyorum; görüşmelerin sükûnetle devamı noktasında birbirimize yardımcı olmamız gerekmektedir. Burada konuşan arkadaşlarımızın, zaman zaman kastı aşan veya istemedikleri kelimeler ağızlarından çıkmaktadır. Biraz önce -ben, bu kelimeleri tekrar etmek istemiyorum- konuşan milletvekili arkadaşlarımızdan aynı şekilde kelimeler çıktı. Bunlar gayri ihtiyarî olarak da çıkabilmektedir. Bizim görevimiz, yasama organı üyeleri olarak, Meclisin çalışmasını temin etmektir. Meclisin çalışmalarını şu veya bu şekilde geciktirmek veya engellemek gibi bir görevimiz ve sorumluluğumuz yoktur. Buradaki iktidara ve muhalefete mensup bütün milletvekili arkadaşlarımızın öncelikli görevi, milletin bize verdiği görev, Meclis çalışmalarını, olduğunca, İçtüzük hükümleri gereğince çalıştırmaktır, yerine getirmektir. Burada hem Meclis Başkanlık Divanına hem de grup başkanvekili arkadaşlarımıza, öncelikle, büyük sorumluluklar düşmektedir ve bizler, hepimiz, bu sorumluluğun bilincinde olduğumuzun idrakindeyiz.

O bakımdan, şu ana kadar yapılmış olan görüşmeler içerisinde sert tartışmalar olabilir; ama, bunlar, hiçbir zaman başka bir şekle, sözlü hareketlerin dışına kesinlikle taşmamalıdır. Bunu bütün arkadaşlarımdan istirham ediyorum. Demokrasi bir tahammül rejimidir. Yapılan konuşmalarda herhangi bir hakaret unsuru yoksa, birbirimize tahammül etmek mecburiyetindeyiz. Çünkü, bütün arkadaşlarımız, farklı siyasî parti gruplarına mensuplardır ve buraya, milletin önüne farklı programlarla çıkmışlardır ve o şekilde bir oy istemişlerdir ve milletimiz de onları seçmiştir. O bakımdan, burada kendi kişisel veya grup adına düşüncelerimizi, görüşlerimizi gayet güzel bir şekilde açıklarız; ama, nihayetinde, Meclis Genel Kurulu nasıl bir karar verirse bu çalışmalarda, ona rıza gösteririz; sonrasında da, bu çalışmaların dışında yasal prosedürler vardır, o  prosedürler de yerine getirilir, o hakları da gruplar kullanabilirler veya milletvekili arkadaşlarımız kullanabilirler.

Biraz önce, bir önceki konuşma nedeniyle, bazı ifadelerdeki sataşma nedeniyle, Cumhuriyet Halk Partisinin Grup Başkanvekili Sayın Ali Topuz'a söz vermiştim; şimdi, aynı şekilde, görüşlerini açıklamak üzere AK Parti Grup Başkanvekili Sayın Faruk Çelik'e söz vereceğim ve Sayın Çelik'ten de istirhamım, herhangi bir sataşmaya sebebiyet vermeyecek şekilde ve yerlerinde bu konuşmaları dinleyen ve izleyen milletvekili arkadaşlarımdan da, en ufacık hareketlerin, el kol hareketlerinin nasıl bir gerginliğe sebebiyet verdiğini görerek, gayet kendilerine yakışır bir düzen içerisinde konuşmaları dinlemelerini tavsiye ediyorum ve Genel Kurulumuza arz ediyorum.

Sayın Çelik, buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

FARUK ÇELİK (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum. TÜBİTAK Yasasını görüşürken, arzulamadığımız sahneleri birlikte yaşadık ve bundan duyduğumuz üzüntüyü belirterek sözlerime başlamak istiyorum.

Değerli arkadaşlar, insanlık tarihinde birçok olumsuz olaylar ve yaşanmış olumsuz sahneler vardır. Aynı şekilde devletlerin de geçmişlerinde, çeşitli, arzulanmayan olaylar ve sahneler yaşanmış ve gerçekleşmiştir. Aslolan, sorumluluğu üstlenmiş olan insanların, yönetimlerin veya aklıselimin görevi, bu olumsuzlukları, güne, bugüne, yarına taşımak değil, bunları nasıl tamir ederim diye, nasıl bunları örtbas ederim, nasıl hafızalardan çıkarırım ve yeni nesillere bu olumsuzlukları nasıl taşımayız diye bir çaba içerisinde olması önem arz etmektedir, toplumsal barışa ve huzura nasıl katkı sağlarız diye düşünmesi ve buna göre davranması önem arz etmektedir. Hele hele, konu, din gibi hassas bir konu olunca, mezhep gibi hassas bir konu olunca, bu konularda, herkesin değil, belki de kendisini bu konuda çok yetkili gören,  bu konuda birikimi olan insanların çıkıp bu konuda söz söylemeleri en doğru olanıdır. Bu konuda rasgele yapılacak, kullanılacak ifadeler, yalnız bir iki kişi değil, şahısları değil, toplumsal olaylara gebe olduğunu, acı bir şekilde, yine, tarihimizde görme imkânımız vardır. Dolayısıyla, iki gündür, üç gündür, hatta bu hafta boyunca, maalesef, burada, bu gerginliklerin belki de temelini oluşturan bazı ifadeler, hiç de o konularla ilgili ehliyetli olmayan insanlar tarafından kullanıldı ve gerçekten, bazı anlarda gerilimlere doğru grupların gittiğini, bu üç dört gün içerisinde yaşadık, gördük.

Şimdi, bir kere, milletimiz bizleri seçmiş, 550 milletvekilini bu yüce çatının altına göndermiş. Şunda hiç kimsenin şüphesi olmasın ki, Türkiye, Türk insanı,  ne dininden vazgeçecek ne laikliğinden ne demokrasisinden; vazgeçmeyecektir. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Bu, bizim, ana ilkelerimiz, ana düsturlarımızdır. Bu konularda, sanki ufacık bir şüphe varmış gibi -ister din açısından ister laiklik açısından ister demokrasi açısından bakalım- sanki az da olsa bir şüphe varmış gibi bir düşünceye kapılmayı, ben, çok anlamsız  ve yersiz buluyorum. Böyle bir anlayış, bu çatı altında, hiçbir arkadaşımızda mevcut değil. Bunu, bütün samimiyetimle ifade ediyorum; çünkü, bahsettiğimiz bu önemli ve hassas kavramları  kaybettiğiniz zaman bulacağınız bir şey yok; bunları yitirdiğiniz zaman, bunlar zedelendiği zaman, bunlar örselendiği zaman, elde edeceğiniz veya tamir edeceğiniz başka bir unsuru onun yerine ikame etme şansına sahip değilsiniz. Onun için, hassas konulardır ve o hassasiyet içerisinde ele alınması, değerlendirilmesi gereken konulardır diye ifade ediyorum.

Şu konuyu da üzerine basa basa söylemek istiyorum: İslam ve İslam Dini, az önce Ali Beyin de ifade ettiği gibi, yüzde 99'u veya yüzde 99'undan fazlası Müslüman olan bir ülkenin milletvekilleri olarak, İslam kimsenin inhisarında değildir, kimsenin inhisarında olamaz. Böyle bir şey, böyle bir yakıştırma, bence, İslama yapılabilecek en büyük bühtandır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Çelik, lütfen, konuşmanızı tamamlar mısınız.

FARUK ÇELİK (Devamla) - Ama, bir şeyi daha unutmayalım: Nerelerde yazıldığını çizildiğini bilmediğimiz veya bilinen ve kaynağı bilinen yerlerde yazılıp çizilen ve İslama yüklenmek istenen olumsuzluklar veya olumsuzlukları İslama yükleme hakkına da kimse sahip değildir. Bunu da net bir şekilde bilmemizde fayda var diye ifade ediyorum.

Ve son olarak şunu ifade ediyorum: Az önce burada konuşan değerli arkadaşımız, maksadını aşan, ben de inanıyorum, hiç arzu etmediği; ama, "ılımlı İslam" diye, üç gün boyunca, gerçekten, burada, hepimizi rencide eden de sahneler yaşandı, ifadeler kullanıldı; belki, o birikimlerin de etkisiyle, maksadı aşan veya Cumhuriyet Halk Partisi dine karşıymış gibi bir anlam yüklenen cümleler, gerçekten hepimizi üzmüştür. Bunu, bütün açıkkalpliliğimle ifade ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar) Maksadın bu olmadığına inanıyorum. Cumhuriyet Halk Partisini, Türkiye'nin, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan beri var olan bir siyasî hareketi -ki, az önce Resul Bey burada net bir şekilde ifade ettiler, o başlangıç sürecinde İslama, Kur'an'a yapılan hizmetleri örnekleriyle verdiler- bu hizmetleri yapan bir siyasî hareketi, tabiî ki böyle bir sıfatla tavsif etmek hiçbirimizin haddine değildir.

Şunu da ifade ediyorum; din istismarı üzerinden birileri siyaset yapıyorsa, şunu herkes bilsin ki, öncelikle, o anlayış sahipleri, karşılarında AK Parti kadrosunu bulacaklardır, AK Parti Grubunu bulacaklardır. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Ben, bundan dolayı, Cumhuriyet Halk Partisi sözcülerinden istirham ediyorum; ikide bir, klasik anlamda ezberlenen bazı cümleleri burada tekrar ederek, böyle bir büyük Grubu rencide etme hakkı da, takdir edersiniz ki, sizde değildir.

Bu bize neyi getiriyor: Hepimizin daha ölçülü, daha dengeli ve hassas konularda işi ehline bırakarak buradaki yasama faaliyetlerini yürütmemizin çok daha doğru ve isabetli bir yol olduğu düşüncesiyle, bundan sonraki çalışmalarda başarılar diliyorum, hepinize saygılar sunuyorum efendim. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Çelik, teşekkür ediyorum.

Bundan sonra yapacağımız çalışmalarımızda bütün arkadaşlarımıza başarılar diliyorum.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Sayın Başkan, sinkaf edenler özür dilesin. (AK Parti sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 4 üncü madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştı.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…

MUSTAFA ÖZYURT (Bursa) - Sayın Başkan, söz talebim vardı.

BAŞKAN - Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

MUSTAFA ÖZYURT (Bursa) - Sayın Başkanım, kişisel söz talebim vardı.

BAŞKAN - Sayın Özyurt, şahsı adına iki kişi konuştuğu için size söz veremedim, başta da belirtmiştim; inşallah başka bir defasında.

9 uncu maddeyi okutuyorum:

MADDE 9.-  278 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici maddeler eklenmiştir.

GEÇİCİ MADDE 4.- Bilim Kurulu üyeleri ve Başkanın görevleri bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte kendiliğinden sona erer. Ancak bunlar, yeni Bilim Kurulu üyeleri göreve başlayıncaya kadar görevlerine devam ederler.

Bu Kanunun yayımı tarihinden itibaren onbeş gün içinde Yükseköğretim Kurulu Genel Kurulu ve Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği 4 üncü maddenin birinci fıkrasına göre belirleyecekleri üyeleri seçerek Başbakana sunar. Bu süre içinde ilgili kurumlarca gerekli teklifin yapılmaması halinde Başbakan bunların kontenjanları için öngörülen şartları taşıyanlar arasından doğrudan Bilim Kurulu üyeliklerine atama yapar.

Bilim Kurulunun ilk toplantısına en yaşlı üyesi başkanlık eder.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 9 uncu maddeye bağlı geçici 4 üncü madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Berhan Şimşek; şahısları adına, Ordu Milletvekili Cemal Uysal, Adana Milletvekili Recep Garip, Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan, İstanbul Milletvekili Berhan Şimşek ve Konya Milletvekili Remzi Çetin söz istemişlerdir.

Sayın Berhan Şimşek, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına; buyurun efendim.

Sayın Şimşek, süreniz 10 dakika; eğer, konuşma talep eden diğer arkadaşlar konuşmazsa, size, şahsınız adına ayrıca söz vereceğim; ama, şu anda, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına konuşuyorsunuz.

BERHAN ŞİMŞEK (İstanbul) - Sayın Başkanım, affedersiniz, sıralamada yok mu?..

BAŞKAN - Konuşmacılar var; 10 dakikalık grup adına konuşmanızı veriyorum; sizin talebiniz daha sonra; şahıslar adına konuşmazsa arkadaşlar, size tekrar dönüp söz vereceğim efendim.

SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Konuşacaklar var Sayın Başkan.

BERHAN ŞİMŞEK (İstanbul) - Bizim partiden başka kimse yok Sayın Başkan.

BAŞKAN - Sıra gelirse…

Şu anda, 10 dakikalık konuşma yapacaksınız; buyurun.

CHP GRUBU ADINA BERHAN ŞİMŞEK (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz TÜBİTAK kanununun geçici 4 üncü maddesi üzerinde Grubum adına söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi saygıyla selamlarım.

Demokrasi sayıdan ibaret değildir, çoğunluktan ibaret görmek de yanlıştır. Sayıyla demokrasi olmaz değerli arkadaşlar.

BAŞKAN - Sayın Şimşek, sürenizi ilave edeceğim size.

Arkadaşlar, ayakta bulunan milletvekili arkadaşlarımız, lütfen yerlerinize oturur musunuz, istirham ediyorum. Hatibin konuşmasını da dinleyelim, uğultu var salonda.

Saygıdeğer arkadaşlarım, ayakta bulunan milletvekili arkadaşlarım, lütfen yerlerinize oturur musunuz, istirham ediyorum.

Sayın Şimşek, buyurun.

BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) - Teşekkür ederim.

Kanun teklifinin hazırlayıcılarından değerli arkadaşım Reha Denemeç, katıldığı televizyon programlarında ve bu teklifin Genel Kurulda ve komisyonda görüşülmesi esnasında, TÜBİTAK'taki kapalı sistemden yakındı ve açık bir sistem önerdiklerini, Bilim Kurulunu demokratikleştirmek istediklerini ifade etti. Bu açıklık, Başbakanın müdahalelerine açık olma anlamına geliyor sanırım ki! Güya, kapalı sistem terk ediliyor; ama, sistem Başbakana açılıyor! Başbakanın, istediğini Bilim Kurulu üyesi… Sonra da, bunun adı açık sistem ve demokratikleşme oluyor!

Türkiye'nin, bilim-teknoloji alanında ciddî bir atılımı gerçekleştirmesi gerekiyor, bu doğru. Bilim ve teknolojide sıçrama yapmanın koşulu, Bilim Kurulu üyelerinin çoğunluğunu, acaba, Başbakanın ataması mı oluyor?!

Ülkemizde kurumların yönetimine ilişkin sorunların temelinde, liyakat ilkesine dayanmayan atamalar yatmaktadır; bunu hepimiz biliyoruz. Bütün dünya en iyi bilim adamlarını TÜBİTAK gibi kurumların yönetimlerine getirirken, hükümet, iki yıldan beri, Bilim Kuruluna kendisine bağımlı üyeler atamak için Meclisin zamanını ve gündemini işgal ederken, atadığı değerli bilim adamı arkadaşlarımıza çok yazık ediliyor.

Biraz önce, dokunulmazlık konusunda görüşlerini arkadaşlarım açıkladı. Dokunulmazlık dosyalarını sürekli gündeme getirdiği için CHP'yi suçladılar. Oysa, Sayın Milletvekilinin, katıldığı televizyon programında, dokunulmazlıkları kaldıracağına dair söz veren Sayın Başbakanımızı suçlaması gerekir. Sayın Milletvekilinin, Bilim Kuruluna kendisine yakın bilim adamlarını atamak için Genel Kurulu 4 defa aynı kanunla meşgul eden, sanırım ki, kendi parti yöneticilerini suçlaması gerekir.

Bakın, burada, birbirimizin ayağına basa basa, tatile çıkmadan yasaları çıkarmaya çalışıyoruz. Bu yasa 4 kez bu Genel Kurula geldi; yani, zamana, harcanan emeklere yazık değil mi arkadaşlar?! Bir inatla bu çalışmayı, böyle olacaktır, diye devam ettiriyoruz.

Değerli arkadaşlarım, burada temel soru, bilim ve devrimin hızıyla sürdürdüğü bilişim çağını nasıl yakalayacağız olmalıdır, kendimize göre yapılanmamız değil. TÜBİTAK Bilim Kurulunda daha önce görev yapan bilim insanlarımızı suçlayarak onlara yazık ediyoruz. Bu ülkede bilim insanları kolay yetişmiyor.

Bakınız, değerli arkadaşlarım, TÜBİTAK bugüne kadar Türkiye'nin en seçkin kurumları arasında yer aldı; bilim üreten, akıl yükselten, teknoloji getiren, KOBİ'lere, sanayi kuruluşlarına teşvik veren bir kuruluş. Özellikle yayımladığı kitap ve dergilerde, ülkemizde fen bilimine olan ilginin yükselmesine katkı sağlamış. 2 200 kişi çalışmış; bunların 1 500'ü araştırma görevlisi. 127 000 000 dolar akademik, endüstriyel anlamda ar-ge teşviki veren bir kuruluştur; bu yeni başlamadı, payı, yüzde 14'lerden yüzde 40'lara çıkarmıştır.

Değerli arkadaşlarım, bu arkadaşların çalışmalarını yok sayıp, kendimize göre bir yapılanma yapma haksızlığını dayatırsak, 4 de görüşülür, 5 de görüşülür, Anayasa Mahkemesinden döner yine gelir, 5 inci kez burada yine bunları konuşuruz.

Bakın değerli arkadaşlar, İstanbul Teknik Üniversitesi eski Rektörü ve Avrupa Üniversiteler Birliği Yönetim Kurulu Üyesi Gülsüm Sağlamer, TÜBİTAK Yasasına ilişkin yaptığı değerlendirmede, "Avrupa'da bilim ve teknolojiyle ilgili kurulların belirlenmesi sürecinde siyasî otoritenin yeri yoktur, başbakanlar, bakanlar yoktur. Adaylar, kimsenin iki dudağı arasında değildir. Süreç, doğruyu arama, gelişmeyi garantileme sürecidir. Yoksa, sonuçlarını düşünmeden, ülkeye neye mal olacağı hesaplanmadan, bilimsel kurullara adam yerleştirme süreci değildir" demiş ve özerk olmayan bir TÜBİTAK'ın AB'ye aday bir Türkiye'ye yakışmayacağını söylüyor. Biz de, bunu AB'ye ve Türkiye'ye yakıştırmaya çalışıyoruz. Bilim insanlarının bu değerlendirmelerini görmezden gelerek bilimsel ilerlemeyi savunmak, hayaldir değerli arkadaşlarım.

AKP, Türkiye'de, âdeta, hepimiz de biliyoruz ki, bir Başbakanlık sistemi getirmek istemektedir. Tek adamın bütün kurumlara hâkim olduğu ülkelerin demokratik ülkeler olarak değerlendirilemeyeceğini sizler de biliyorsunuz. Başkanlık sisteminin temelinde bile denge ve denetim varken, bu hükümet, maalesef, âdeta dengeyi ve denetimi kendisi için istemektedir.

Değerli arkadaşlarım, bu yasanın Genel Kurulda aynen kabul edilmesi durumunda -biraz önce de ifade ettiğim gibi, görünen köy kılavuz istemez- bu, mutlaka Anayasa Mahkemesinden dönecek ve maalesef, 5 inci kez, burada, bu yasayı görüşeceğiz.

Değerli arkadaşlarım, 21 Hazirandaki Millî Güvenlik Kurulu toplantısından sonra yapılan açıklamada, bilim ve teknolojinin, ülkenin güçlenmesi ve halkın yaşam kalitesi açısından önemine değinilerek, ulusal bilim ve teknoloji stratejisinin yaşama geçirilmesi sürecinde, tüm kurum ve kuruluşların eşgüdüm içerisinde etkin çalışmasının gerekliliğinin vurgulandığı kamuoyuna açıklanmıştır.

Millî Güvenlik Kurulunun o toplantısında bulunan ve bu açıklamanın altına imza atan sayın hükümet üyelerinin, o attığı imzaların gereğini, sanırım ki burada yerine getirmeleri gerekir.

Değerli arkadaşlarım, açıklamada, kurum ve kuruluşların eşgüdümünden bahsediliyor. Bu kanunla yapılan ise, kurum ve kuruluşlar arasındaki eşgüdümü, maalesef ortadan kaldırmaktır.

Değerli arkadaşlarım, biraz önce ifade edildi, değerli grup başkanvekillerimizin ağızlarına sağlık, dile getirdiler; bu ülkede, minarede ezanı, direkte bayrağı ve vatan dediğimiz toprağı, dedelerimizle beraber Cumhuriyet Halk Partisi ve Mustafa Kemal Atatürk, devrimleriyle korumuş, muhafaza etmiş, buraya kadar getirmiştir. Bu değerleri kimsenin yok sayma hakkı, sözü ve anlayışı olamaz; fakat, biraz önce -değerli, sevgili dostumdur, arkadaşımdır- Resul Tosun arkadaşım, Sayın Gazalcı'ya bu lafı edeceğine, Colin Powel'a bu lafı etmesi gerek. Ilımlı İslam, numaralı İslam anlayışını bu ülkede…

BAŞKAN - Sayın Şimşek, lütfen, mümkün olduğunca şahısların isimlerinden falan bahsetmeyelim.

BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) - Toparlıyorum… Toparlıyorum.

Yok, ben kimseyle -dostlar bilir- vicdana ve insana politika yapmak adına değil...

…İslam'ı numaralandıranlar, Colin Powel'lardır; İslam demokrasisinden, İslam cumhuriyetinden bahsedenler onlardır. Bizim derdimiz, inancımızla, inancımızı numaralandırmak isteyenlere karşı çıkmak ve onların yanında olmaktır. Onların yanında İslamı numaralanmak isteyenlerin, reddedenlerin yanında olmaktır. Bunu yapabilmek önemlidir. Yoksa, ABD vizesini almak için bir zamanlar "şeytan" dediğimiz İsrail'den vize alıp ABD'ye giderek bu ülkeye sahip çıkamayız.

Yüce Meclisi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Şimşek.

Şahsı adına, Ordu Milletvekili Cemal Uysal?.. Yok.

Sayın Recep Garip...

Buyurun.

RECEP GARİP (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; daha sakin anlayışlarla yola devam etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bu arada, İslam Dini, evrenseldir ve bütün insanları kardeş kılmak için gönderilmiştir; ülkemizin birlik ve beraberliğini sağlayan en önemli unsurlardandır.

Siyaseti tanımlarlarken şöyle bir tanım yapmıştım: "Değişmesi gerekenleri, kendimiz değişmeden, geleneklerimize, inançlarımıza, medeniyet anlayışımıza, coğrafya bakışımıza hiçbir şekilde zarar vermeden değiştirme sanatıdır" diye. A'dan Z'ye her alana müdahale eden siyaset, elbette ki, bütünüyle hayatımıza hâkim olmaktadır. Ülkemizin, her zamankinden daha fazla, gelişen yüzyılda birlik ve beraberlik içerisinde olmaya, toplumun ve milletin refahı için büyük bir özveriyle çalışmaya ve büyük Türkiye idealini gerçekleştirmeye mutlak surette ihtiyacımız var. TÜBİTAK'la ilgili yapmış olduğumuz bu düzenleme de bundan başka bir şey değildir.

Ancak, Sayın Şimşek'in biraz önceki ifadesini de, sevgili dostumun, altını çizerek söylemek istiyorum, Anayasa Mahkemesi adına karar verir gibi bir ifadeyle geriye döneceğini söylemesini de, açıkçası, çok fazla doğru bulmuyorum.

Ancak, her türlü bilgi, her türlü teknik o ulusun anlayışıyla şekillenerek kendisini ifade bulmaktadır. Fıtratına, anlayışına, tarihine aykırı olan bilgiler dün yok olduğu gibi bugün de yok olacak, gelecekte de yok olacak. Büyük bir coğrafyaya sahibiz, büyük bir anlayışın insanlarıyız. Üzerinde durduğumuz konu, evrensel yarışı hızlandıracak, ulusumuzun yüzünü ak edecek Bilim Kurulunun işleyişini hızlandırmak, performansını artırmak içindir.

Elbette ki, insanların farklı düşünmeleri, olaylara farklı bakmamız çok doğal; çünkü, bu bir zenginliktir, bu anlamda, Türkiye'nin bütün renkleriyle kardeş olduğumuzu, anlayışımızla birlikte ve beraberlikte yol aldığımızı, bu ülkenin dünya devletleri arasındaki duruşunu daha yükseklere taşıyabilecek anlayışlarla birlikte olduğumuzu belirtiyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Garip.

Şahsı adına, Denizli Milletvekili Sayın Ümmet Kandoğan; buyurun.

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri saygıyla selamlıyorum.

Bu konuşmamda, Sayın Cumhurbaşkanı tarafından geri gönderilme gerekçelerinden bazı alıntılar yapmak istiyorum.

Meclisçe kabul edilen ve yasalaşan kanun teklifinde Sayın Başbakanın 7 üyeyi atayacağı ve Başkanın Bilim Kurulu üyeleri arasından seçilmesi halinde 1 kişi daha atama yetkisi olduğu ve dolayısıyla, Sayın Başbakanın, 15 kişiden oluşan bir kurulun 8 üyesini doğrudan seçmesi şeklinde bir uygulamanın, Bilim Kurulunun 8 kişiyle toplanıp ve 8 kişiyle karar alması karşısında, bunun, kamu yararına ve hizmet gereklerine uygun düşmeyeceği ifadesi var Sayın Cumhurbaşkanının. Hatta, Sayın Başbakanın bu atamaları yaptıktan sonra, herhangi bir nedenle boşalma olması durumunda ve belirli süreler içerisinde atama yapılmadığı takdirde, Sayın Başbakanın bizzat atama yapacağı hükmünün karar içerisinde yazılmış olmasından dolayı, Sayın Cumhurbaşkanı, Sayın Başbakanda olması gereken vesayet yetkisinin çok daha ileri safhalara taşındığını ve dolayısıyla, bu düzenlemelerle, idarî ve bilimsel özerkliğin zedeleneceği hükmü Sayın Cumhurbaşkanının geri gönderme gerekçeleri içerisinde yer almaktadır.

Yine, Sayın Cumhurbaşkanının, bu şekildeki atamaların, Kurumun bilimsel özerkliğiyle bağdaşmayacağı yolunda ifadeleri de bulunmaktadır.

Yine, Sayın Cumhurbaşkanı, Bilim Kuruluna atananların görev güvencesi içerisinde olmadıklarını ifade ediyor. Bunu nereden çıkarıyor; biliyorsunuz, en temel bir hukuk kuralı, kanunlarda atamayla ilgili olarak açık hükümler bulunmasını emrediyor; ancak, tersi bir uygulamanın, eğer, kanunda açık bir hüküm mevcut değilse, atamadaki usule uygun olarak tersine işlemin tesis edeceği en basit temel hukuk kuralıdır. Şimdi, Sayın Cumhurbaşkanı, bu şekilde atamaların karşılığı olarak, eğer, bunların görevden alınmalarını gerektirecek olan bir hüküm söz konusu olacak olursa, bunları, atamalardaki usule göre, Sayın Cumhurbaşkanının görevden alacağını ileri sürerek, Bilim Kuruluna atananların bir görev güvencesi içerisinde olmadıklarını ifade ediyor. O ifadelere ben de aynen katılıyorum, bunların görevden alınmalarıyla ilgili olarak kanunda açıkça bir hükmün yer almaması nedeniyle, atamalarındaki usule göre görevden alınmalarının söz konusu olabileceğini ifade etmek istiyorum.

Yine, Sayın Cumhurbaşkanı, bu şekildeki atamaların ulusal ve uluslararası saygınlığa, çalışmaların ve yayımların yansızlığına gölge düşüreceğini ifade ederek, Başbakana doğrudan ya da dolaylı tek başına atama yetkisi veren düzenlemenin kamu yararı ve hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmadığını ifade ediyor.

Öyleyse, bugün, burada, milletvekilleri olarak bizlerin, geri gönderme gerekçesinde açıkça yer alan bu hükümler üzerinde tartışma yapmamız gerekiyor. Bu bahsedilen düşüncelere katılıyor muyuz; katılmıyor muyuz; katılmıyorsak, hangi nedenlerle, gerekçelerle katılmadığımızı, buradan, Meclis kürsüsünden açıkça ifade etmemiz gerekiyor.

Yine, Sayın Cumhurbaşkanı, son olarak, Başbakanlığın daha önce bağlı kuruluşuyken, ilgili kuruluşu haline getirilen TÜBİTAK'ın, getirilen bu yasayla…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Kandoğan, konuşmanızı tamamlayın lütfen.

Buyurun.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - …tam tersine bir uygulamanın söz konusu olduğunu ifade ediyor.

İlgili kuruluşların bağlı kuruluşlara göre daha özerk bir statüye sahip olması gerekiyor. Bunu nereden çıkarıyoruz; bakanlıkların kuruluş, görev ve esaslarını düzenleyen 27.9.1984 günlü, 3046 sayılı Yasa, ilgili kuruluşların bağlı kuruluşlara göre daha özerk bir yapıya sahip olması gerektiğini ifade ediyor. Bu kanunun gerekçesinde de, bilim ve teknolojinin bir devlet politikası olduğu ifade edilerek -ilgili kuruluş olma özelliği çok açık bir şekilde vurgulanan TÜBİTAK'ın- son getirilen düzenlemeyle de buna aykırı bir uygulama getirildiği ifade ediliyor.

Ben, sayın konuşmacılardan, sayın milletvekillerinden, bu konularla ilgili, geri göndermedeki bu eleştirilerle ilgili…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Kandoğan, teşekkür ediyorum.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Ben de teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, geçici madde 4'ü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Geçici madde 5'i okutuyorum:

GEÇİCİ MADDE 5.- Bilim Kurulunun ilk oluşumundan sonraki ikinci yılın sonunda, bir defaya mahsus olmak üzere, Başkan hariç ad çekme usulü ile ayrılacak yedi üyenin yerine, 4 üncü maddeye göre üye seçilir.

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Muğla Milletvekili Gürol Ergin; şahısları adına, Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ, Ankara Milletvekili Recep Garip, Muğla Milletvekili Gürol Ergin, Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan ve İstanbul Milletvekili Ünal Kacır söz istemişlerdir.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Muğla Milletvekili Sayın Gürol Ergin; buyurun.

Süreniz 10 dakika.

Eğer diğer istekli olan konuşmacılar konuşma yapmazlarsa, size, ayrıca şahsınız adına da söz vereceğim.

CHP GRUBU ADINA GÜROL ERGİN (Muğla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 9 uncu maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve kendi adıma söz almış bulunuyorum; sözlerime başlarken sizleri ve Yüce Ulusumu saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, bildiğiniz gibi, 4.5.2005 tarihinde kabul edilen ve bugün yeniden görüştüğümüz yasa, Sayın Cumhurbaşkanı tarafından, TÜBİTAK'ın bilimsel özerkliği yanında, kamu yararı ve hukuk devleti ilkesiyle de bağdaşmadığı gerekçesiyle Türkiye Büyük Millet Meclisine geri gönderilmişti. Şimdi, görüyoruz ki, Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonundaki Adalet ve Kalkınma Partili sayın milletvekilleri, Cumhurbaşkanının uyarılarına itibar etmeyerek, yasanın kabul edilen şeklinde direnmişlerdir. Biz bu tavrı doğru bulmuyoruz.

Adalet ve Kalkınma Partisi Hükümeti iktidara geldiğinden beri, Türkiye'de bilim kurumlarını etkisi altına alma konusunda elinden gelen her türlü çabayı gösteriyor. Biliyorsunuz, uzun süre, Yükseköğretim Kanunu, YÖK ve üniversiteler, gündemin baş sırasına oturtuldu. Yükseköğretim Kuruluna ve üniversitelere müdahale edebilmek ve iktidarın güdümünde bir üniversite yaratabilmek için ciddî çabalar harcandı; ama, gerek Cumhuriyet Halk Partisinin haklı ve etkin muhalefeti ve gerekse üniversitelerimizin ve duyarlı bilim çevrelerinin etkin ve yoğun çabaları sonucu, iktidar, bu olumsuz girişiminde başarılı olamadı.

Son zamanlarda, yapay gerekçeler kullanılarak, birkısım üniversitelerin manevî baskı altına alınması girişimleri de ilgili kamuoyunun dikkatinden kaçmıyor.

İktidar, aynı haksız çabayı, TÜBİTAK için gösterme inadını sürdürüyor. TÜBİTAK Yasasıyla getirilen düzenlemelerin hiçbir haklı gerekçesi yoktur; getirilen düzenlemenin gerekçede belirtilenleri yerine getirmeyle ilgili hiçbir bağlantısı yoktur. Gerekçe, TÜBİTAK'ın bugüne kadar yaptığı çalışmalarla beklenen gelişmeleri sağlayamadığı temeline oturmaktadır. Eğer bu gerekçeyle TÜBİTAK yönetimi değiştirilecekse, aynı gerekçeyle, bugünkü hükümetin çoktan değişmesi gerekirdi; çünkü, hükümet, halkın hiçbir beklentisini karşılayamamış, halkı üç yıl öncekinden daha da perişan etmiştir.

Biliyorsunuz, iktidarın Kurum üzerinde etkinlik kurma çabaları, ilk olarak, Kurumun süresi dolan Başkanının ve Bilim Kurulu üyelerinin yeniden atanması sürecinde ortaya konmuş, iktidar, bu çabalarıyla, TÜBİTAK'ta de facto bir durum yaratmıştır.

Bu konuda yaşanan olayları özetle açıklamak istiyorum. 278 sayılı Kanunun 498 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle Değişik 5 inci maddesinin ikinci fıkrasına göre, Kurum Başkanının söz konusu fıkrada dile getirilen nitelikleri taşıyanlar arasından Bilim Kurulunca seçilmesi ve Başbakanın önerisi üzerine Cumhurbaşkanınca atanması gerekmektedir.

Aynı yolla, 30 Mayıs 2003 tarihinde süresi dolacak olan Sayın Prof. Dr. Namık Kemal Pak, Bilim Kurulu tarafından 1 Şubat 2003 tarihinde oybirliğiyle yeniden Başkanlığa seçilmiş ve bu karar 6 Mayıs 2003 tarihinde Başbakanlığa bildirilmiş; ancak, Başbakan, bu bildirimden sonra atama için Cumhurbaşkanına atama için herhangi bir öneride bulunmamıştır. Başlamış olan bir idarî sürecin, hukuken geçerli bir neden olmadan durdurulması mümkün ve hukukî değilken, bu süreç, Başbakanın Cumhurbaşkanına öneride bulunmaması nedeniyle durdurulmuştur. TÜBİTAK'ı istediği şekle sokma amacını bu hukuksuz tutumuyla da tam gerçekleştiremediği anlayışında olan iktidar, TÜBİTAK üzerinde istediği gibi bir etkinlik kurma çabalarına, süresi biten Bilim Kurulu üyelerinin yerine seçilen yeni üyeleri atamayarak devam etmiştir. Seçilen üyeler onaylanmak üzere Başbakanlığa bildirilmiş; ancak, Başbakan, 30 Ekim 2003 tarihli yazısıyla, toplantının Başkan Yardımcısının başkanlığında yapıldığını, Başkan Yardımcısının, Kurul üyesi olmaması nedeniyle toplantıya başkanlık edemeyeceğini; bu nedenle, toplantıda karar yetersayısı olmadığını, Başkanlık ile Bilim Kurulu üyeliklerine seçimin, Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulmuş olan yasa tasarısı yasalaştığında, bu yasa hükümleri doğrultusunda yapılacağını bildirmiştir. Bahsedilen yasa tasarısı 12.11.2003 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edilerek kanunlaşmış; ancak, Anayasaya ve hukukun genel ilkelerine aykırılığı nedeniyle Cumhurbaşkanı tarafından iade edilmiş, Anayasa Mahkemesi tarafından da Anayasaya aykırı bulunarak yürürlüğü durdurulmuştur.

Bir hukuk devletinde hiç kimsenin, keyfî bir biçimde, başlamış olan bir idarî işlem sürecini durdurmaya hakkı yoktur, olmamalıdır. Sadece yargı organları bir hukuka aykırılık olduğu zaman süreci, kararlarıyla keserler; ama, burada Başbakanlık, süreci, sanki yargı organıymış gibi kesmiştir. Başbakanın ortaya çıkardığı bu sorun, yasada seçime ilişkin yöntemin bir kerelik değiştirilmesi ve Başbakanın boşalan Kurul üyeleri için bu üyeleri doğrudan seçme ve göreve atama, Başkan için ise Cumhurbaşkanına isim önerme yetkisiyle donatılması suretiyle çözülmeye çalışılmıştır. Burada bir kamu yararı söz konusu değildir. Burada gözetilen yarar, sadece, iktidarın kafasındaki siyasî yarardır. Hiç kimsenin, Türkiye Cumhuriyetinde, devlet erkini, kendisinin ya da mensubu olduğu siyasî yapının siyasal, öznel çıkarları için kullanma hakkı yoktur. Bütün devlet işlemlerinin yönelmesi gereken son amaç, kamu yararı olmalıdır. Bu yaşanan olaylar dizisinde bir kamu yararı olmadığı açıkça ortadadır.

Şimdi, bugünkü duruma gelelim. Sayın Cumhurbaşkanı tarafından ciddî gerekçelerle Türkiye Büyük Millet Meclisine bir kez daha görüşülmek üzere gönderilen ve ilgili komisyonda yasadaki şekli aynen korunan düzenlemeler, Kurumun özerkliğini ortadan kaldıracak son derece tehlikeli düzenlemelerdir. Halbuki, bilim kurullarının özerkliğinin korunması, özenle dikkat edilmesi gereken, öncelikle gerçekleştirilmesi gereken bir husustur.

Bütün bu düzenlemeler, Adalet ve Kalkınma Partisi İktidarının, hukuk devleti ilkesini gözardı etmeye ne kadar hevesli olduğunu, bu ilkeyi gerçekleştirme konusunda ne kadar özensiz bulunduğunu, kadrosuzlaşma konusunda ne kadar istekli olduğunu gözler önüne sermektedir. Bu özensizliğin, TÜBİTAK gibi çok önemli bir bilim kurumuyla ilgili bir düzenleme yapılırken gösterilmesi, bizi, ayrıca ve özellikle üzen bir husustur. Gözümüz gibi sakınmamız gereken bir kurum olan TÜBİTAK, bugün tamamen siyasallaştırılıp bilimsellik dışına çıkarılmaktadır.

Siyasallaştırılmaktadır; çünkü, Bilim Kurulunun 14 üyesinin 7'sini Başbakan doğrudan atamakta, diğer 7 üyenin seçiminde de Başbakana dolaylı yoldan etkinlik tanınmaktadır.

Bilimsellik dışına çıkılmaktadır; çünkü, Bilim Kurulu için Yükseköğretim Kuruluna, yalnızca 1 üye önerme hakkı tanınırken, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğine 2 üye önerme hakkı tanınmakta, 300 000'in üzerinde mühendis ve yüksek mühendisi barındıran Türk Mimar ve Mühendis Odaları Birliğine hiç üye önerme hakkı tanınmamaktadır. Ayrıca, görüştüğümüz 9 uncu maddeyle getirilen geçici 4 üncü maddeye göre, YÖK Genel Kurulu, yasanın yayımlanmasını izleyen 15 gün içerisinde aday belirleyemezse, YÖK'e ayrılan 1 üyelik kontenjanı da yine Başbakan kullanacaktır. Böylece, Başbakanın doğrudan atayacağı sayı 8'e çıkmaktadır ki, 8 üye çoğunluk demektir. Böylece, Başbakanın Kurumun üzerindeki vesayet yetkisi, kendisine sunulan seçimi onaylamaktan ileriye giderek, yasada öngörülen koşulun oluşması durumunda, bu atamayı doğrudan yapacak biçimde genişlemektedir.

Bakınız, yasanın Bilim Kurulunun oluşumuna ilişkin 4 üncü maddesinin gerekçesinde ne söyleniyor: "278 sayılı Kanunun 4 üncü maddesine göre, Bilim Kurulunun boşalan üyeliklerinin seçimi, yine Bilim Kurulu tarafından yapılmaktadır. Ancak, bu yöntem, zaman içinde kapalı bir döngüye yol açmakta, Bilim Kurulu ve Kurumun etkinliklerinin dar bir çevre içinde kalmasına neden olabilmektedir."

Gerekçeye dikkatinizi çekmek istiyorum: Bilim Kuruluna yeni üye seçimine bilime uygun bulmayarak Bilim Kuruluna bırakmayan zihniyet, bu yetkiyi, siyasal bir kimlik olan Başbakana veriyor. Böylece de bilimselliği sağlamış oluyor! Bu anlayışa bravo demekten başka bir şey gelmiyor elimden!

Sayın Bakan, yasanın ilk görüşmelerinde, bugüne kadar yaşanan gelişmeyi yeterli görmediklerini, bilimde çok daha ileri gelişmeler için bu yasa değişikliğini yapmak istediklerini söyledi. Ne kadar boş bir hayal! Ne kadar gerçekçilikten uzak bir yaklaşım! TÜBİTAK Bilim Kurulunun, bilim insanlarının önerileri doğrultusunda değil de, doğrudan Başbakan tarafından atanmasıyla birden bir sihirli değnek ortaya çıkacak ve Türkiye'ye bilimde çağlar atlatacak!.. Bilime bilimdışı yaklaşım ancak bu kadar olurdu.

Sayın milletvekilleri, bu yasa, Kurumun özerkliğine son veren, Başbakana bağlı bir kurum yaratan, bilimsel bir kuruluşu siyasallaştıran bir yasadır. Bu yasa, TÜBİTAK'ı bitiren, bilimi sırtını dönen, bilimi katleden bir yasadır. Sayın Bakan "bırakın da, Başbakanın seçme hakkı olsun, kurulun tamamı…"

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Ergin, 1 dakikalık sürenizi başlatıyorum; lütfen, konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun efendim.

GÜROL ERGİN (Devamla) - Efendim, eğer, kişisel söz hakkım gelirse, tamamlayacağım, yalnız bir iki cümleyle sözlerimi tamamlıyorum.

Şimdi, burada, Milletvekili Bay Tosun, bizim için kem sözler sarf etti. O sözleri kendisine aynen ve misliyle iade ediyorum.

ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Aferin!..

GÜROL ERGİN (Devamla) - Ayrıca, Sayın Recep Garip de, Sayın Berhan Şimşek'in konuşması üzerine "Anayasa Mahkemesi adına mı konuşuyorsunuz" dedi; hayır, biz, haklılık, doğruluk, dürüstlük adına ve görünen köyün kılavuz istemediği düşüncesiyle bunları konuşuyoruz.

Sözlerimi şu cümleyle tamamlıyorum: Yine de ve her şeye karşın, Sayın Başkan, Adalet ve Kalkınma Partisi olarak bilimden söz ettiği için Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna teşekkür ediyor, mutlu olduğumu söylüyorum.

Büyük bir bilim yuvasının içerisine düşürülmek istendiği durumun hüznü içerisinde, sizi, sayın milletvekillerini ve Yüce Türk Ulusunu, tekrar, saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ergin.

Şahsı adına, Yozgat Milletvekili Sayın Bekir Bozdağ; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 918 sıra sayılı Kanunun 9 uncu madde kapsamında yer alan geçici madde 5 üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Geçici madde 5 Anayasaya uygun bir düzenlemedir; hayırlı olmasını diliyor, hepinize, tekrar, saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Garip, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

RECEP GARİP (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; bu konuda çok fazla söylenecek bir şey yok, daha önceleri de söyledik; ancak, burada yapmak istediğimiz şey bozulanı düzeltmektir, olumsuz olanı da olumluya çevirmektir. İstiyoruz ki, uluslararası dahilerimiz, dünkü tarihimizde nasıl dehalarımız, dahilerimiz dünya bilimine ilim öncülüğü yapmışlarsa bugün de onlar yetişsinler; Farabiler, İbni Sinalar, İbni Haldunlar, Mevlanalar, Hacı Bektaş Veliler, Yunus Emreler gibi bunlar da bugün ve yarınki yüzyıllara devam etsinler. Arzu ettiğimiz budur.

"Kurulmuş saat zembereği gibi dönüp durup aynı şeyleri söyleme yerine yeni şeyler söylemek lazım" diyor şair. Biz yeni şeyler söylemeye devam ediyoruz.

Bu kanunun hayırlı olacağını düşünüyor, saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Garip.

Geçici 5 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Geçici madde 6'yı okutuyorum:

GEÇİCİ MADDE 6.- Bu Kanunun öngördüğü yönetmelikler çıkarılıncaya kadar mevcut yönetmelik ve esasların bu Kanuna aykırı olmayan hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Antalya Milletvekili Hüseyin Ekmekcioğlu, AK Parti Grubu adına, Ankara Milletvekili Reha Denemeç; şahısları adına Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ, Adana Milletvekili Recep Garip, Uşak Milletvekili Osman Coşkunoğlu ve İstanbul Milletvekili Ünal Kacır söz istemişlerdir.

İlk konuşmacı, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Antalya Milletvekili Sayın Hüseyin Ekmekcioğlu.

Sayın Ekmekcioğlu, buyurun.

Süreniz 10 dakika.

CHP GRUBU ADINA HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU (Antalya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Cumhurbaşkanı tarafından geri gönderilen Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 9 uncu maddesinin geçici 6 ncı maddesi üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

TÜBİTAK, 1963 yılında, ülkede bilim ve teknoloji alanında araştırma, geliştirme çalışmalarını desteklemek, geliştirmek, düzenlemek ve koordine etmek amacıyla kurulmuştur. Başlangıçta, bilimi topluma yaymak ve özendirmek, bunun yanında, bilgi ve dokümantasyon desteği sağlamak, görevleri arasındaydı. Zaman içinde büyüyen sorumluluklarıyla birlikte, Kurumumuz da gelişmiştir. Ülkede bilim ve teknolojiyle ilgili her kesimi ilgilendirecek şekilde büyümüştür. Bugün de, ülkenin, bilim ve teknolojisinde saygın yeri olan bir kurum haline gelmiştir; ama, bu yasa teklifiyle, bu anlayış gölgelenmek istemektedir.

TÜBİTAK'ın bir görevi de, ülkemizin rekabet gücünü ve refahını artırmak ve sürekli kılmak için gösterilen ulusal çabada ülkemizdeki gelişmeleri ve dünyada bilim ve teknoloji alanındaki politikaları yakından izlemek ve değerlendirmektir. Çeşitli politika oluşturma yöntemleriyle ilgili araştırmaları yaparak, ulusal bilim ve teknoloji politikaları önerileri oluşturmakta ve mevcut politikaların gerçekleştirilmesine yönelik araçları belirleme ve önerme çalışmalarını yürütmektedir.

TÜBİTAK, ulusal bilim ve teknoloji politikalarını belirleyen en üst kuruluş olan Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulunun sekreterya görevini de yapmaktadır.

Bir ülkenin bilim ve teknoloji politikasının bir başka boyutu da, bilimsel araştırma ve teknoloji geliştirme için öncelikli alanların belirlenmesidir. TÜBİTAK, Türkiye'nin kaynaklarını ve ihtiyaçlarını bilen, bilim ve teknoloji alanında uluslararası gelişmeleri izleyen merkezî bir kuruluş olarak bilimsel araştırma ve teknoloji geliştirme için öncelikli alan önerilerini belirlemekte ve bunu, Bilim ve Teknoloji Yüksek Kuruluna sunmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu yasa teklifinde yapılan değişiklikler temel bir gereksinimden değil, aksine, bu Kurumun özerkliğine son vermek, yargı kararlarını uygulamamak ve Başbakana bağlı bir kurum yaratmak anlayışından doğduğunu düşündüğümüzü o zaman da söylemiştik. Bu teklif, olduğu gibi kabul edilirse, TÜBİTAK'ın özerkliği fiilen ortadan kaldırılacaktır.

2003 yılının sonlarına doğru, süresi içinde atamalar yapılmayınca, kurum çalışmaz duruma sokulmuş, sonra da bir kereye özgü atama yetkisi almak için yasa değişikliğine gidilmiştir.

Daha önce de bu 1 maddelik yasa değişikliği önce Sayın Cumhurbaşkanı tarafında veto edilmiş, sonra da Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir.

Değerli milletvekilleri, siyasî kadrolaşma yoluyla bilimsel çalışma ortamının yok edilmesi ya da siyasal amaçlara hizmet eden bir bilim anlayışı halkımızın çıkarlarıyla bağdaşamaz.

Kamu kurumlarındaki kadrolaşmaları kaygıyla izlemekteyiz. Olması gereken, bilimin topluma yayılarak, bilimsel düşüncenin egemen kılınmasıdır. Ülkenin gelişmesi ortak amacımız ise, bu kadrolaşma düşüncesinden hemen vazgeçilmelidir.

Bu teklifte "Bilim Kurulu 14 üye ile Başkandan oluşur" denilmektedir. Şu anda uygulanmakta olan kanunda yapılan veya görev süresi biten üye yerine yeni Bilim Kurulu yeni üye seçimini yapmaktadır. Ancak, bu teklifte, bu 14 üyenin 7'sini Başbakanın seçmesi öngörülüyor. Bu, az önce anlattığım siyasî kadrolaşmanın bire bir örneğidir. Bari, teknoloji ve bilimi bu işe karıştırmayalım, ülkenin ilerlemesinin ve teknolojik olarak gelişmesinin önünü tıkamayalım.

Sayın Cumhurbaşkanı da, geri gönderme tezkeresinde bunları açıkça beyan etmiştir; Bilim Kurulu üyeliklerine ağırlıklı olarak siyasal organ tarafından atama yapılmasının, Bilim Kurulunun ulusal ve uluslararası saygınlığına, çalışmalarının ve yayımlarının yansızlığına gölge düşüreceği açıktır denilmiştir. Bu nedenle, Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumununda bilim üyelikleri için Başbakana doğrudan veya dolaylı olarak tek başına atama yetkisi veren düzenlemenin, kamu yararı ve hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmayacağı açıkça belirtilmiştir.

TÜBİTAK Bilim Kurulu üyeleri ile Başkanın görevi teklif yasalaştığında sona erecek, yapı yenilenecek, YÖK ile TOBB onbeş gün içinde belirleyecekleri üyeleri Başbakana sunmazsa, bu seçimi de Başbakan doğrudan yapacak. Yürürlükteki kanunda istifa veya ölüm halinde boşalan üyeliklere atama yetkisi Kurulda olmasına karşın, teklifte bu yetki Başbakana verilmektedir. Bunun da yanlış olduğunu ve bilimsel yapının bozulabileceğini önceki konuşmalarımızda belirtmiştik; yine Sayın Cumhurbaşkanının tezkeresinde de bundan açıkça söz edilmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; TÜBİTAK Kanununun değişen dünyanın koşullarına göre düzenlenmesi mutlaka gerekmektedir; ancak, bu düzenlemenin yapılması için, başta bilim adamları olmak üzere, muhalefet partisi milletvekillerinin de görüşlerinin alınması uygun olacaktır. Yoksa, kimseyi dinlemeden, yaptım, oldu mantığıyla bu işin içinden çıkmak mümkün değildir.

Bu kanun teklifine komisyon toplantısında katkı yapmaya çalıştık, çeşitli önergeler vererek eksikleri belirtip orta bir yol bulmaya gayret gösterdik; fakat, bir sonuca ulaşamadık. Daha sonra, Meclisteki görüşmelerde, bu teklifin, hukuk kurallarına ve bilimselliğe aykırı olduğunu belirttik; bu haliyle yasalaşmasının büyük sıkıntılar doğuracağını dile getirmeye çalıştık; bunun Sayın Cumhurbaşkanı tarafından geri gönderileceğini defalarca söyledik. Bizleri o zaman da dinlemediniz, şimdi de dinlemiyorsunuz; biz söylemekten usandık, siz yanlış yapmaktan usanmadınız değerli arkadaşlar.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; TÜBİTAK kapalı bir düzenle çalışmaktadır. Özerkliğin doğal sonucu olarak, Bilim Kurulu, kendi kendisini yeniler. Bu tip bilim kuruluşlarında buna benzer yöntemler uygulanır. Bilim Kurulunun yarısı, dört yılda bir yenilenir; bu, sürekliliği sağlamak için getirilmiş bir yöntemdir. Yeni gelecek üyeleri Bilim Kurulu seçer ve Başbakanın onayıyla bu tazeleme sağlanır. Böyle özerk bir kurumun üstünde politik baskı olması, misyonunu çok derinden etkiler. TÜBİTAK, yasası gereği, özerk bir kamu kuruluşudur. Özerkliği de, Bilim Kurulunun kendisini yenilemesi ve başkanını kendisinin seçmesidir. Bugün, bu kuruma yapılan işlemler, hukuka, etiğe ciddî boyutta aykırıdır. TÜBİTAK'a siyaset sokulmuştur, siyasî etki altına alınmıştır. Bilim ve teknolojide devlet politikası üretecek kurumların özerk olması işin doğası gereğidir; çünkü, özerk ve bağımsız kurum ve kuruluşlar, etki ve baskı altında kalmadan, doğru politikalar üretebilirler. Bu nedenle, TÜBİTAK, kurulduğundan beri, tüzelkişiliğe, maddî, idarî ve dolayısıyla, bilimsel özerkliğe sahip bir kuruluştur. Siyasal etki ve karışmalardan uzak olduğu için görevini başarıyla sürdürmüştür. Sayın Cumhurbaşkanımız da, bizim daha önce, bu kürsüde defalarca söylediğimiz şeyleri, gerekçesinde açıkça ifade etmiştir. Yaşanan olaylar, Türkiye'nin, eğitim,  bilim ve teknoloji sistemini yeniden yönlendirme çabalarının belli bir perdesidir. Bu olay, YÖK Yasası, eğitim problemleri, meslek okulları konularıyla çok farklı şeyler değildir; bunlar, bir bütün oluşturmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemiz, son zamanlarda, bilim ve teknoloji alanında büyük atılımlar yapamamıştır. Bu, bir devlet politikası meselesidir. Atılımı TÜBİTAK'tan bekleyemezsiniz. AKP'nin bu teklife bakışı ile bilim ve teknoloji konusundaki bakışı arasında bir paralellik vardır. Türkiye'nin bilimsel teknolojiye ulusal gelirden ayırdığı oran yüzde 0,6'dır, AB ortalaması bunun 3 katıdır, Amerika, Japonya, İsveç'te bunun 6 katıdır.

Burada yapmamız gereken şey, bu uçurumu kapatmanın yollarını tartışmak olmalıydı; ancak, yapılan, nasıl kadrolaşma yapılabilir mantığının bu teklife hâkim kılınmasıdır. Benim asıl çekincem, bunun sonucunda, aydınlıktan korkan, klasik ve çağdışı bir uygulamanın bu Kurumda görülebilme olasılığıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2003 yılının kasım ayında, TÜBİTAK Kanununda yapılan değişiklikte sizleri uyarmıştık; o zaman da bizi dinlemediniz. Sonuçta ne oldu; o tasarı, önce Sayın Cumhurbaşkanından döndü, daha  sonra da Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi. Cumhuriyet Halk Partisi, her yasa tasarısında ve teklifinde olduğu gibi, çekincelerini, Anayasaya aykırılıklarını, bu yasada da ciddî olarak ortaya koymuştur…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Ekmekcioğlu, konuşmanızı tamamlar mısınız.

HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU (Devamla)  - …ama, maalesef, iktidar partisi AKP, bu çekincelerimizi dikkate almamış, benim çoğunluğum var, her istediğimi yaparım mantığıyla hareket etmiştir. Bunun ne kadar yanlış ve sakat bir mantık olduğu, geri gönderme tezkeresiyle bir kez daha doğrulanmış oldu. Cumhuriyet Halk Partisi yine haklı çıktı. Gelin, inat etmeyin, Sayın Cumhurbaşkanının geri gönderme gerekçelerini dikkate alıp, yasayı yeniden düzenleyelim, tekrar, yanlışa evet demeyelim. Bütün uyarılarımıza rağmen yasayı aynen geçirirseniz, hata yapmış olursunuz. Bu hatayı da, kimseye anlatamazsınız. Gelin, bu hatayı düzeltelim. Yanlıştan dönmenin de bir fazilet olduğunu unutmayalım.

 Cumhuriyet Halk Partisinin bu haklı uyarılarını dikkate alacağınızı ümit eder, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlarım. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ekmekcioğlu.

Madde üzerinde, AK Parti Grubu adına, Ankara Milletvekili Reha Denemeç.

Sayın Denemeç, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA REHA DENEMEÇ (Ankara) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; TÜBİTAK Kanunuyla ilgili son maddeye geldik, geçici madde. Cumhuriyet Halk Partisinden ve AK Parti Grubundan birçok arkadaşımız görüşlerini belirtti. Birçok şey tekrar edildi, ben bu tekrarlara kaçmak istemiyorum; ama, bir iki noktaya açıklık getirmek istiyorum.

Birincisi, TÜBİTAK'ın, Bilim Kurulunun atama metodu; bu kanunda en önemli değişiklik budur. Bunu niye yaptığımızı izah ettik; fakat, bu, yanlış anlaşılacak bir şekilde ifade ediliyor. Şöyle ki, sanki 14 üyenin 8'ini Başbakan atıyor ve tamamen kurumu kendi inhisarı altına almış gibi görünüyor; bu gösterilmek isteniyor.

Şimdi, 4 üyeyi Sayın Başbakan atıyor, doğrudur; 3'ü akademik çevrelerden, 1'i de sanayi çevresinden. Bu adaylar bu kriterlere sahip olduğu müddetçe, Sayın Başbakan bunları 72 000 000'un içerisinden seçerek yapabilme hakkına sahip; fakat, 3 üyeyi nereden seçiyor arkadaşlar -bakın, burada kafalar karıştırılmak isteniyor- 3 üyeyi TÜBA'dan seçiyor, Türkiye Bilimler Akademisinden. Türkiye Bilimler Akademisinin yapısını eğer bilmiyorsanız ben ifade edeyim, anlatayım size. Türkiye Bilimler Akademisi 1993 yılında kurulmuştur, Sayın Erdal İnönü kurmuştur. İlk nüvesi, aynen TÜBİTAK'ın yapısındaki gibi, atama şekliyle getirilmiştir ve TÜBA'nın üyeleri, ancak kendileri aday göstermek şartıyla yeni üye kaydetmektedirler ve TÜBA üyelerinin seçiminde siyasî bir kriter yoktur; ama, sizlerin ifadesiyle, bir şekilde, TÜBA üyeleri sanki AK Partinin yandaşlarıymış gibi gösterilmek isteniyor.

ENGİN ALTAY (Sinop) - Öyle bir şey yapmıyoruz.

REHA DENEMEÇ (Devamla) - Oraya geliyor; yani, sonuçta "8 üyeyi Başbakan seçer" denildiği zaman, o şekle geliyor. Bunu, 70 000 000'un içerisinden seçmiyor, seçilmiş bir sistem içerisinden, 80 üyenin içerisinden Sayın Başbakan seçiyor. 1'ini tıp alanından, 1'ini fen alanından, 1'ini de sosyal bilimlerden; ki, bu bile kafaları karıştırmak için -bazı kişiler sosyal bilimleri görünce- ilahiyatçı atayacak diye Sayın Başbakana suçlamalarda bulundular. Evet, TÜBA'nın içerisinde ilahiyatçı varsa, Başbakanın onu da atama yetkisi vardır; ama, böyle bir şey yok; fakat, kafalar karıştırılsın diye bu yapılıyor.

Şimdi, arkadaşlar, bu 4 kişi, artı 3 de TÜBA'nın içerisinden seçilen aday... Eğer, siyasî iktidar TÜBİTAK'ı etkisi altına alıyor deniliyorsa, bu, tamamen TÜBA'ya hakarettir. 1'ini YÖK seçiyor; 8 kişi, 2'sini de Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği atıyor. 10 kişi oturuyorlar; bu TÜBA'nın içerisinden seçilen 3 kişi de dahil olmak üzere, asgarî 8 kişi ortak olmak üzere, aynı adaya evet demek şartıyla, 4 aday seçiyorlar; 3'ü akademik çevrelerden, 1'i sanayiden. Bu 14 kişi, seçilmiş olan bu 14 kişi, 1'ini Bilim Kurulu içerisinden, 1'ini de dışarıdan olmak üzere 2 aday seçiyor ve Sayın Başbakanın önüne koyuyor.

Evet, şu yapılıyor; o Bilim Kurulunun seçtiği 2 adayı da sanki Başbakan seçiyormuş gibi gösterilmek isteniyor, sanki TÜBA'yı da siyasî iktidar, AK Parti atadı, o oluşumu sağladı, onun için kendi inhisarı altına almak istiyor gibi gösterilmek isteniyor. Bunlar yanlış arkadaşlar.

Bakın, TÜBA gibi bir bilimler akademisi içerisinden 3 kişi seçiliyor; eğer onların siyasî şeyi var deniliyorsa, oraya bir hakaret olarak ben telakki ediyorum -ki, TÜBA üyeleri de böyle telakki ederler- böyle bir yapı içerisinde oluşuyor TÜBİTAK'ın yapısı ve buna "siyaseten vesayet artıyor" deniliyor.

Bakın, eski yapıda, 12 kişi atama yoluyla geliyordu, ona kimse bir şey demiyordu ve onlar birbirlerini seçiyordu ve dünyada bunun bir örneği de yoktur başka yerde, böyle bir kapalı sistemin; seçiyorsunuz, oraya koyuyorsunuz ve onlar kendilerini seçiyor; böyle bir şey yoktur, bu değişiyor.

Şimdi, bu yapı, gerçekten daha demokratik bir yapı, dünyada birçok örneklerini veriyorsunuz. Yanlış bilgi veriyorlar herhalde.

MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Cumhurbaşkanı da yanlış anlıyor o zaman.

REHA DENEMEÇ (Devamla) - Finlandiya'da, evet, Başbakan seçmiyor; ama, Bakanlar Kurulu atıyor arkadaşlar. Finlandiya örneği verildi diye söylüyorum.

Amerika Birleşik Devletlerinde, bakın, National Science Foundation'ı Başkan atıyor; ama, Senato onaylıyor; fakat, 5 milyar dolar harcatıyor. Çok büyük bir rakam; fakat, 100 milyar dolar harcayan başka fonlar var. Enerji Bakanlığı, Savunma Bakanlığı, direkt Başkanın atadığı insanların atadığı kişiler bu araştırma geliştirme paralarını dağıtıyorlar.

Şimdi, bizde böyle bir yapı var. Arkadaşlar, 450 trilyonu getirdik. Sağ olsun, Cumhuriyet Halk Partisinden arkadaşlarımız teşekkür ettiler. Doğru, ilk defa oluyor. Bunu yapmamız lazım, başka da çaremiz yok; aradaki açığı kapatmak için yapmamız lazım bunu.

Bir başka konu daha var, kurumun özerkliğiyle ilgili. Atama yapısını sizlere anlattım. Evet, kurum kilitlenmesin diye, yetki verilen YÖK veya Türkiye Odalar Birliği gibi kurumlardan eğer zamanında aday gelmezse, Başbakanın seçme yetkisi var. Bu, vesayeti artırıyor deniliyor; ama, aynı yetki YÖK'te de var; gönderilmediği zaman Cumhurbaşkanı seçiyor. O zaman Cumhurbaşkanının vesayet yetkisi artmıyor YÖK'ün üzerinde... Şimdi, burada bir çifte standart var, bunu iyi değerlendirmemiz lazım.

Başka; atandığı şekilde görevden alma yetkisi var deniliyor. Bu pek kullanılmaz; ama, YÖK için kullandı Sayın Cumhurbaşkanı. Sayın Cumhurbaşkanının YÖK üzerindeki vesayeti mi arttı? YÖK özerk değil mi? Karışabiliyor muyuz?

Şimdi, arkadaşlar, bazı kavramları, lütfen, böyle, siyaseten kullanmayalım; yerinde kullanalım ve doğruyu gösterelim, insanları yanıltmayalım. Onun için burada bunları izah etmeye çalışıyoruz.

Şimdi, Berhan Bey, 21 Haziran 2005 tarihinde yapılan Millî Güvenlik Kurulu toplantısından bahsetti, orada bilim ve teknolojiden söz edildiğini, ona hükümetin uyması gerektiğini söyledi. Soruyorum, bugüne kadar yapılan Millî Güvenlik Kurulu toplantılarında hiç bilim ve teknoloji gündeme gelmiş miydi? İlk defa geliyor. Bakın, ilk defa geliyor. Bunu biz getirdik ve bilim ve teknoloji, gerçekten, bu ülkenin güvenliği için çok önemli bir kavramdır. Onun için gündeme getirdik ve orada çok başarıyla ifade edildi, değerlendirildi konular. Biz, bunları yapıyoruz, bu değişimi sağlamaya çalışıyoruz Türkiye'de.

Başka; ar-ge için ayrılan 450 trilyon para... Bunun harcanması için metotlar bellidir arkadaşlar. Bunu, kimse, yandaşlarına, şuna buna veya siyaseten istismar edecek şekilde kullandırma durumunda değildir, mümkün değil bu. Kriterler çok net olarak… Bakın, www.tubitak.gov.tr adresine girerseniz, o kriterlerin neler olduğunu çok rahatlıkla görebilirsiniz, o projeleri kimlerin seçtiğini… 800'e yakın profesörümüz, 64 üniversiteden seçilmiş profesörlerdir, onlardan oluşan kurullar bu projeleri değerlendirmektedir ve uygun olanlara bu kaynak aktarılmaktadır.

Baktığımız zaman, rakamlar, gerçekten, eski ile bugünü kıyasladığımızda, büyük bir aşama kaydettiğini gösteriyor TÜBİTAK'ın. 2003'te harcanan, projelere ayrılan para ile 2004'teki birbirinden çok farklı. 2003'te gelen proje sayısı ile 2004'te gelen proje sayısı… 5-6 katına çıkmış durumda; yani, sonuçta, baktığımızda, üniversitelerimizde bir sıkıntı yok. Belki, bir iki tane ses şuradan buradan gelmiş olabilir, çatlak ses; hiç önemli değil, üniversitelerimizden gelen proje sayısı 6 katına çıkmıştır ve TÜBİTAK'ın bu projeleri destekleyecek parası mevcuttur. İlk defa Türkiye Cumhuriyeti tarihinde böyle bir şey söz konusudur.

Bunu, niye böyle yapıyoruz; bunu, şunun için yapıyoruz arkadaşlar: Bugün, kendimiz için yapmıyoruz; çünkü, aldığımız bu tedbirler yarın öbür gün ülkeyi bir yere götürecek değildir, Türkiye'nin geleceğini, beş on yıl sonrasını aslında kurtarmak için yapıyoruz; yani, bir yerde, çocuklarımız, torunlarımız için yapıyoruz. Aslında, keşke, bizden evvelkiler bunu düşünüp eskiden yapsalardı ve beş on yıl sonra bizler iktidara geldiğimizde, daha rahat bir şekilde -ülkenin refahı daha artmış- daha fazla ar-ge harcaması yapan, daha fazla teknoloji üreten bir ülkeyi yönetir konumda olsaydık; ama, o konumda değiliz; fakat, biz, Türkiye'yi o konuma getirme mecburiyetinde hissediyoruz  kendimizi, Türkiye'yi o konuma getireceğiz. İnşallah, beş sene sonra, on sene sonra, iktidarda kim varsa -biz varsak biz, başkası varsa, siz varsanız sizler- bizlere o zaman teşekkür edecek arkadaşlar.

İşin aslı budur. Kafalar karıştırılmak istenmektedir. Burada, ben -siyaset değil- gerçekten, ne yapılması gerektiğini ve neler yaptığımızı ifade etmek için bulunuyorum.

Hepinize çok teşekkür ediyorum; inşallah, bu kanun ülkemize hayırlı ve uğurlu olur. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Denemeç.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, saat 20.50'de toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.

Kapanma Saati: 20.18

DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 20.53

BAŞKAN: Başkanvekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER: Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale), Bayram ÖZÇELİK (Burdur)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye  Büyük  Millet  Meclisinin  121 inci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

918 sıra sayılı kanun tasarısının görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

3.- 4.5.2005 tarihli ve 5344 Sayılı Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ve Anayasanın 89 uncu ve 104 üncü Maddeleri Gereğince Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/1032) (S. Sayısı: 918) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.

Kanunun çerçeve 9 uncu maddesiyle düzenlenen geçici 6 ncı maddesi üzerinde, şahsı adına, Adana Milletvekili Sayın Recep Garip; buyurun efendim.

RECEP GARİP (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; TÜBİTAK'la ilgili bu maddede… Kurumlarda devamlılık esastır. Bu nedenle, yönetmelikler çıkıncaya değin kanuna aykırı olmayan hükümler aynen uygulanır. Zaten, doğru olan da budur.

Özellikle, biraz önce, benden önce konuşan Reha Denemeç Bey, TÜBİTAK'la ilgili, çok ciddî, güzel bir değerlendirme yaparak toparladı; kendisine teşekkürlerimi sunuyorum.

Burada, 1963 yılından bu yana, TÜBİTAK'ın geçmişine şöyle bir dönüldüğü zaman, kırkiki yıllık geçmişini bilenler, kurumun nasıl bir geçmişe sahip olduğunu, gerçekten, çok ciddî noktada, iyi bilirler, nasıl siyasallaştırıldığını çok iyi bilirler. Aynı soyada sahip olan dört insanın, iki insanın, başkan ve eşinin de birlikte çalıştığı kurumları, bugün, siyasallaştırmaktan çok daha soyutlayarak, çok daha özgürce bir konuma getirmek için gayret içerisindeyiz.

Türkiye Cumhuriyeti, rüzgârlardan, fırtınalardan etkilenecek bir cumhuriyet değildir. Türkiye Cumhuriyeti, kökünü, mazisini tarihî dokulardan almış, derinlikleri yüzyıllara dayanan, ilhamını teknolojiden ve bilimden alan bir cumhuriyettir. Bu nedenle, birtakım ifadelerin kullanılmasından ziyade, böyle bir değerlendirmenin daha ciddî olduğunu düşünüyorum.

Sonra, 450 trilyona ulaştırılmış olan bir bütçeye bakıldığı zaman, bu bütçenin de teknolojiye, projelere, ilim araştırmalarına yönelik ciddî yatırımların yapılması gerektiğini ve bundan önceki dönemlerde böyle bir bütçeye sahip olmayan TÜBİTAK'ın, şimdi, bütçesinin en az yüzde 50'sini teknolojiye yatırım yapması gereken bir döneme doğru girildiğini görmekte fayda var. Sürecin böyle bir sürece girdiğini bilmemiz gerektiğini düşünüyorum.

Yine, biraz önce ifadelendirilen bir ifade vardı bir arkadaşımızın, aklıma şöyle bir soru gelmişti o bunları ifadelendirirken; göndermeler yapıyorlar; Cumhurbaşkanına, Anayasa Mahkemesinden geri döneceğine, görünen köyün kılavuz istemediğine dair ifadeler kullanırlarken, ben, şöyle bir soru sormak istedim: Cumhurbaşkanı ya da Anayasa Mahkemesi, siz geri gönderin dediğiniz için mi acaba gönderiyorlar? Yoksa, başka başka sorular mı sormamız gerekiyor diye düşünüyorum.

Ben, bu duygularla, bu yasanın çok hayırlı olacağını düşünüyor, hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN- Teşekkür ederim Sayın Garip.

Madde üzerinde, şahsı adına, Uşak Milletvekili Osman Coşkunoğlu.

Sayın Coşkunoğlu, buyurun.

OSMAN COŞKUNOĞLU (Uşak)- Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, sözlerime Sayın Garip'in bitirdiği noktadan başlayayım. Bu yasayı Cumhurbaşkanı ve Anayasa Mahkemesinin uygun görmeyeceği şeklindeki bizim kehanetimizle ilgili bir sorgulama yaptı. Görünen köy kılavuz istemiyor. Konuştuğumuz yasa, konuştuğumuz, TÜBİTAK'la ilgili çıkarılan yasalar, geçen sene çıkarılan yasa önce Cumhuriyet Halk Partisi muhalefetiyle karşılaştı. Ondan sonra gitti Anayasa Mahkemesinde bozuldu. Ondan sonra gitti idare mahkemesinde bozuldu. Şimdi yeni bir yasa teklifi getirildi. Bu yasa teklifine biz muhalefet ediyoruz, hiç umursandığı yok; Cumhurbaşkanı veto etti, hiç umursandığı yok. TÜBA (Türkiye Bilimler Akademisi) üyelerinden milletvekillerine çarşaf çarşaf mektuplar var, bu yasanın yanlış olduğuna dair. Değerli arkadaşlar, TÜBA karşı, Cumhurbaşkanı hukukî sakıncalar görüyor, muhalefet milletvekilleri karşı, Anayasa Mahkemesi uygun görmüyor, idare mahkemesi bozuyor. Bütün bunlarla uğraşarak bir yasa çıkarma heyecanı neden?.. Bu, neden sorusuna, neden böyle bir yasada ısrarlı olunduğu sorusuna, Sayın Denemeç'in aradan önce yapmış olduğu konuşmadan aynen not aldım. Neden bu yasa?.. Sayın Denemeç'in cümlesi aynen şöyle. "Daha fazla ar-ge (araştırma-geliştirme) yapan, daha fazla teknoloji üreten bir ülke olmak için." Yani, şimdi daha fazla ar-ge yapmamamız, daha fazla teknoloji üretmememizin bütün suçunu TÜBİTAK'a mı yüklüyoruz?! Bu haklı bir iddia olabilir mi, bu haklı bir suçlama olabilir mi?! Bütün suçu geçmiş TÜBİTAK yönetimine yüklemek haklı bir iddia olabilir mi?!

Ayrıca, bir teknolojiyi üretmek, sunmak, sadece, yeterli değildir, bunun talep edilmesi gerekli. Bizim sanayimizin rekabet gücünü, yeni teknolojiyi talep eden bir sanayi yapımız olduğunu iddia etmek mümkün mü? Yine, teknoloji için hükümetten veya sanayiden böyle bir talep gelmiş de, TÜBİTAK bunu karşılamamış mı? Bu soruların hiçbirinin cevabı yok.

Gelmiş mi bir talep, soruyorum. Tam tersine, TÜBİTAK'ın sunduğu teknolojiler hükümet tarafından kullanılmamıştır. Örnek veriyorum, Pardus; bir işletim sistemi olan Microsoftun her gün bilgisayarlarımızda kullandığımız Windows sistemine rakip bir sistemi vardır, Pardus. Bunun özelliği, açık kodlu bir platform üzerine kurulmuş olması, yani, satın aldığınız zaman, hatta satın alma bile değil, bedava aldığınız zaman, onu aldığınız tekele elinizin mahkûm olmamasını sağlayan bir sistem geliştirdi TÜBİTAK; ama, gördüğüm kadarıyla, bildiğim kadarıyla, gerek Millî Eğitim Bakanlığı gerek Adalet Bakanlığı gerek hükümetin çeşitli kuruluşları, e-devlet uygulamalarının hiçbirinde, değil Pardusa öncelik vermek, Pardusa eşit bir rekabet hakkı tanıyan Microsoft ürünleri yanında, TÜBİTAK'ın geliştirmiş olduğu bir teknolojiye eşit bir rekabet hakkı bile tanımamıştır.

Şimdi, bir yandan, teknoloji üretmiyor diyorsunuz, bir yandan da, üretilen teknolojiye, hükümet, değil bir öncelik vermek, eşit bir rekabet hakkı bile tanımıyor. Şimdi, bu inandırıcı olabiliyor mu?! "Teknoloji üretmiyor" demeyi, üretilen bir teknolojiyi kullanmadan, haklı bir iddia, samimî bir iddia olarak görebilmek mümkün mü?!

Bir örnek daha vereyim size. Hükümetin şimdi ihaleye çıktığı, Türkiye'nin, bilgi toplumu stratejisini belirleyecek, yabancı şirketin almış olduğu bir ihale vardır. Nedir; Türkiye'nin bilgi toplumu stratejisini belirleyecek bu şirket. TÜBİTAK bunun araştırmasını yaptı, çok değerli bilim adamlarının, toplumsal katılımla, TUENA denilen Türkiye Ulusal Enformasyon Altyapısı araştırmasını yaptı, sundu. Zannedersem, 2001'deydi ve devrin Cumhurbaşkanı Demirel yaptı bunun sunumunu, onun himayesinde yapıldı. O bir tarafa itildi, şimdi, yeniden ihaleye çıkıldı. Türkiye bilgi toplumu stratejisi için yabancı bir şirkete ihale verildi. TÜBİTAK'ın yarattığı şeyi, TUENA'yı, iyi demiyorum ben, kötü de demiyorum; ama, iyi mi kötü mü diye bile tartışmadan elinin tersiyle itmiş bir hükümetin, ondan sonra, TÜBİTAK'ı hiçbir şey geliştirmemekle, yararlı ürünler üretmemekle suçlamasını samimî bulmuyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Coşkunoğlu, konuşmanızı tamamlar mısınız.

Buyurun.

OSMAN COŞKUNOĞLU (Devamla) - Dolayısıyla hele hele şu günlerde, Avrupa Birliğiyle konuşuyoruz değil mi... Avrupa Birliğinde değil farklı siyasî görüşler, değil siyasî bir parti ile devlet kurumları, fakat, farklı ülkeler, farklı siyasî görüşler belli bir uzlaşma yöntemi ararken, Türkiye'de bir dayatmayla karşımıza yasa getirilmesini samimî ve doğru bulmuyorum ve özellikle, şimdi, tanıklar buradadır, benim bir önerim olmuştu bu yasa getirilmeden önce, bundan önceki yasa bozulduğu zaman, Anayasa Mahkemesi bozup, idare mahkemesi yürütmeyi durdurduğu zaman demiştim ki, ortak bir komisyon kuralım, 2-3 Cumhuriyet Halk Partisi milletvekili, 2-3 AKP milletvekili bir tasarı hazırlayalım, bunu sunalım, beğenmezseniz, elinizin tersiyle itersiniz, böyle bir uzlaşmayı demek ki CHP'yle yapamıyoruz dersiniz, vazgeçersiniz; ama, şu uzlaşmayı bilim ve teknoloji adına hiç olmazsa bir deneyelim dedik, onu da kabul ettiremedik. Onun karşısında böyle bir dayatma yasayla hiçbir iddiayı, savunma iddiasını samimî bulmamız mümkün değildir. Bir dayatma yasasıyla karşı karşıyayız…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

OSMAN COŞKUNOĞLU (Devamla) - Bunu hepinizin bilmesini dilerim.

Böyle bir yasayı bütün kurumlara karşı, Türkiye Bilimler Akademisine karşı, muhalefete karşı, Cumhurbaşkanına karşı, Anayasa Mahkemesine karşı, idare mahkemesine karşı, bilim dünyasına karşı uygulamakta kararlı olan bir hükümet… Çok zor günler bekliyor demektir.

Bunu da bilginize sunar, sevgiler, saygılarla sözlerimi bitiririm. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Coşkunoğlu.

Buyurun Sayın Denemeç.

REHA DENEMEÇ (Ankara) - Sayın Başkanım, bir dakika, bir düzeltme yapmak istiyorum. İsmim geçti, bir konuda bilgi vermek istiyorum.

HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, normal, Tüzüğü uygulamanız lazım.

BAŞKAN - Komisyon Başkanı olarak bir açıklama yapacak mısınız?..

MİLLÎ EĞİTİM KOMİSYONU BAŞKANI TAYYAR ALTIKULAÇ (İstanbul) - Hayır, bir açıklama yapmayacağım.

BAŞKAN - O zaman, daha sonra yapın Sayın Denemeç.

REHA DENEMEÇ (Ankara) - Sayın Başkan…

BAŞKAN - Sayın Denemeç, rica edeyim, bir usul tartışması İçtüzük noktasında yapmayalım.

REHA DENEMEÇ (Ankara)- Hayır, Sayın Başkan…

BAŞKAN - Sizin şahsınıza bir sataşma mı var efendim?

REHA DENEMEÇ (Ankara) - Hayır efendim, bir yanlış bilgilendirme var; bilgilendirme adına açıklama yapmak istiyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Bilgilendirme şöyle... Söz isteme hakkı, diğer şeyler belli; onun için ben istirham edeyim sizden.

REHA DENEMEÇ (Ankara) - Tamam efendim.

BAŞKAN - Sayın Grup Başkanvekili İçtüzükten bahsetti; onun için ben Sayın Denemeç'ten istirham ediyorum, sonra yapar gerekirse.

Madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Geçici…

HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, karar yetersayısı…

BAŞKAN - Arayacağım.

Sayın milletvekilleri, geçici madde 6 üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Geçici madde 6'yı oylarınıza sunup karar yetersayısını arayacağım.

Geçici madde 6'yı oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…

Karar yetersayısı yoktur; birleşime 5 dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 21.07

BEŞİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 21.14

BAŞKAN: Başkanvekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER: Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale), Bayram ÖZÇELİK (Burdur)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye  Büyük  Millet  Meclisinin  121 inci Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.

918 sıra sayılı kanunun görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

3.- 4.5.2005 tarihli ve 5344 Sayılı Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ve Anayasanın 89 uncu ve 104 üncü Maddeleri Gereğince Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/1032) (S. Sayısı: 918) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.

Geçici 6 ncı maddenin oylamasında karar yetersayısı bulunamamıştı.

Şimdi, maddeyi yeniden oylarınıza sunacağım ve karar yetersayısını arayacağım.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, çerçeve 9 uncu maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, tasarının tümünü oylarınıza sunmadan önce, İçtüzüğün 86 ncı maddesine göre birer kişiye lehte ve aleyhte söz vereceğim. Aleyhte, Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan, Uşak Milletvekili Osman Coşkunoğlu söz istemişlerdir; fakat, bir kişiye söz vereceğim.

Lehte, Ankara Milletvekili Reha Denemeç.

İlk söz, Denizli Milletvekili Sayın Ümmet Kandoğan'ındır.

Sayın Kandoğan, buyurun.

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Yaklaşık iki yılı aşkın bir süreden beri Türkiye'nin gündeminde olan bir kanunu görüşüyoruz. İki yıl öncesinden itibaren Türkiye Büyük Millet Meclisini, Sayın Cumhurbaşkanını, Anayasa Mahkemesini, idare mahkemesini ve bilim çevrelerini meşgul eden ve iki yıldan beri üzerinde çok tartışmaların yapılmış olduğu bir kanunu görüşüyoruz.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen, sükûnetle dinleyelim.

Buyurun.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Ben, bu kanunun, geçmişten bugüne kadar hangi safhalardan geçtiğini kısaca özetlemek istiyorum.

Bu konu, ilk defa gündeme, görev süresi dolan Bilim Kurulu başkanının, Bilim Kurulunca seçilmesine rağmen, Sayın Başbakanca ataması yapılmak üzere Sayın Cumhurbaşkanına önerilmemesiyle ilk defa Türkiye'nin gündemine geldi. Bilim Kurulunun seçmiş olduğu başkan, Sayın Başbakanca Cumhurbaşkanına önerilmedi.

Yine, bu arada, Bilim Kurulu üyelikleri sona eren Bilim Kurulu üyeleriyle ilgili yapılan seçimde, maalesef, Sayın Başbakanca, bunların onaylanması yapılmadığı için, Bilim Kurulu, toplantı yeter ve karar sayısını alamayacak bir duruma geldi. Bu durumu gidermek üzere, 2003 yılının sonlarında 5001 sayılı bir Kanunla, mevcut 278 sayılı Kanuna bir ek geçici madde eklendi. Bu maddede, bir keze mahsus olmak üzere, bir kez yapılmak üzere, boş bulunan Bilim Kurulu üyeliklerine Sayın Başbakanca atama yapılmış ve yine, bir keze mahsus olmak üzere, Bilim Kurulu Başkanlığına da Sayın Başbakan tarafından bir atama yapılıp Sayın Cumhurbaşkanına önerilmiş.

Ancak, bu kanun tasarısı, Sayın Cumhurbaşkanı tarafından -teferruatına girmek istemiyorum- Türkiye Büyük Millet Meclisine bir kez daha görüşülmek üzere geri gönderilmiş. Bunun üzerine, Türkiye Büyük Millet Meclisi, yeni bir Kanunla, 5016 sayılı Kanunla bunu tekrar kanunlaştırmış ve bu konu, 143 milletvekili tarafından Anayasa Mahkemesine götürülmüş. Anayasa Mahkemesi, Anayasaya aykırılığı konusunda güçlü belirtiler bulunduğu için, maddenin yürürlüğünü durdurmuş; fakat, Bilim Kuruluna yapılan atamalar, Anayasa Mahkemesi kararları geriye yürümediği için, geçerli olmuş; ancak, bu arada, Bilim Kurulu Başkanlığına Sayın Başbakan tarafından Cumhurbaşkanına önerilen isim, Sayın Cumhurbaşkanınca ataması imzalanmadan geri gönderilmiştir. Bu arada, Bilim Kurulu Başkanlığına daha önce Bilim Kurulunca seçilen Başkan, bu durumun mevzuata aykırı olduğunu öne sürerek, Sayın Başbakanın yapmış olduğu tasarrufa karşı Ankara 1. İdare Mahkemesine itirazda bulunmuş ve Ankara 1. İdare Mahkemesi de Bilim Kurulunca seçilen Başkanın itirazını haklı bularak, onun yerine atanan Başkanın atamasını durdurmuş ve bunun da haklı olduğu kararını vermiş.

Bunlarla şunu anlatmaya çalışıyorum değerli milletvekilleri: Bakınız, bir kanun, Sayın Cumhurbaşkanından iki kez geri dönüyor, Anayasa Mahkemesi bir maddenin yürürlüğünü durduruyor, Ankara İdare Mahkemesi Bilim Kurulu Başkanının yapmış olduğu itirazı haklı buluyor, bütün yargı çevreleri ve Sayın Cumhurbaşkanı bu Kanunla ilgili görüşlerini çok açık ve net bir şekilde ortaya koyuyor ve en sonunda, biraz önce de bahsetmiş olduğum gerekçelerle, Sayın Cumhurbaşkanı bu Kanunu bir kez daha geri gönderiyor. Şimdi, belki, biraz sonra oylarınızla buradan geçecek; ancak, bu Kanunun akıbetinin ne olacağı yine meçhul sayın milletvekilleri; bundan sonra, Anayasa Mahkemesinin bu Kanunla ilgili ne tür bir karar alacağını hiç kimse bilmiyor; ama, korkarım, benim endişem şudur ki, iki yıldan beri…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Kandoğan, konuşmanızı tamamlar mısınız.

Buyurun.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - İki yıldan beri Türkiye'nin gündemini işgal eden, hukuk çevrelerini işgal eden, Türkiye Büyük Millet Meclisinin onlarca saatine mal olan bir kanun burada kanunlaştıktan sonra, bunun akıbetinin ne olacağı konusunda hiç kimsenin kesin bir fikri yok. Benim endişem -biraz önce de belirtmiş olduğum gibi- bunun, tekrar, dönüp dolaşıp Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine tekrar gelmesinden endişe ediyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisinin çok kıymetli saatlerinin, bu şekilde, tekrar, zayi olmasından korkuyorum. Bakınız, bugün 29 Haziran, saat 21.30, cumartesi pazar da çalışılacak; keşke, çalışılan, bu kadar emek sarf edilen kanunların, herhangi bir makamdan, merciden geri dönmeden yürürlüğe girmesi hepimizin arzusu; ancak, bu endişemi tekrar ifade ediyor, bu kanun tasarısıyla ilgili olarak, oyumun olumsuz olduğunu belirtiyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, şu anda, kendiniz de konuşmadan dinlerseniz, salondaki uğultuyu gayet iyi fark edeceksiniz. İstirham ediyorum… Yani, konuşan arkadaşların konuşmaları dinlenmiyor. Arkadaşların, sohbetlerini, konuşacaklarsa bile, daha hafif bir sesle yapmalarını istirham ediyorum.

HALUK KOÇ (Samsun) - Dinlemiyorlar Sayın Başkan.

BAŞKAN - Siz sükûneti sağlayıncaya kadar, ben de, konuşmacı arkadaşı bekleteceğim. Lütfen, sükûneti sağlayın, arkadaşa söz vereceğim.

Sayın Denemeç, buyurun.

REHA DENEMEÇ (Ankara) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Değerli arkadaşlar, TÜBİTAK Kanununun geneli hakkında, olumlu oy kullanmayla ilgili fikrimi beyan edeceğim burada. Bir de, bir iki söylemek istediğim konu var. Sayın Başkanım söz verememişti; onları, burada, ifade etmek istiyorum.

Öncelikli olarak, 1963 yılında kurulan, gerçekten güzide bir kurumumuz olan TÜBİTAK'ın, geçmişten bugüne kadar Türkiye'ye birçok hizmeti olmuştur. Bizim gayretimiz, TÜBİTAK'ın bugüne kadar yaptığı hizmetleri karalamak değil, onu, bugüne kadar yaptıklarından daha öteye taşıyabilmek, daha fazla potansiyelini ortaya çıkarmak ve o potansiyeli ülke menfaatına daha iyi kullanabilmek. Bu gayretle bu kanunu gündeme getirdik. Onun için, bu kuruma hizmeti geçen ve ülkeye tabiî hizmeti olan tüm kurum çalışanlarına, geçmişte ve şu andaki çalışanlarına, ben, burada teşekkür ediyorum.

Arkadaşlar, Osman Beyin konuşmasında ifade ettiği iki konu vardı. Bir bilgi olarak size sunmak istiyorum, akıllarda yanlış kalmasın diye. 2003 yılında, Sayın Gül Hükümeti döneminde TÜBİTAK'a görev verildi, bu Pardus Projesiyle ilgili ve TÜBİTAK bunun gereğini yerine getirdi ve hayata geçirdi bu projeyi. Belki, Osman Beyin bu konu hakkında bilgisi yoktu, onun için öyle dedi ve bu kullanılmaktadır, Millî Eğitim Bakanlığının çıkacağı ihalelerde de, bu, önşart olarak yazılmıştır, bu Pardusla ilgili, yazılımın da olmasıyla ilgili.

İkincisi, TÜBA üyelerinin imzası olduğu söylenilen şöyle bir evrak gösterdi. Bana, Mustafa Bey vermişti bunu, Osman Beye de gösterdi. Bu, TÜBA üyelerinin değil arkadaşlar. Bu, Cumhuriyet Gazetesinin 18 Haziran tarihli Bilim ve Teknik ekinde çıkan bir yazı. Başlığı "TÜBA üyelerinden milletvekillerine" fakat, altındaki imzalara baktığımız zaman, TÜBA üyesi sadece 13 üyenin, TÜBA title'ını  kullanamadan, kendi şahsî fikirlerini beyan eden bir evraktır bu; çünkü, sorarsanız Mustafa Bey, Türkiye Bilimler Akademisi, bu arkadaşların, TÜBA unvanlarını kullanarak bunun altına imza atmasına izin vermemiştir. Sorarsanız öğrenebilirsiniz bunu. O anlamda, bizim TÜBA'yla herhangi bir problemimiz yok. Bu, oradaki birkaç arkadaşın kendi şahsî görüşleridir. Dediğim gibi, TÜBA gibi bir kurumun içerisinden de Sayın Başbakanımız 3 üyeyi seçmektedir ve onlar Bilim Kurulu üyesi olmaktadır.

Arkadaşlar, bu yaptığımız çalışma biraz uzun sürdü; ama, ben, sonuçlarının ülkenin geleceği anlamında, geleceğimiz anlamında gerçekten, TÜBİTAK'ın bizlere, ülkemize çok şeyler katacağına inanıyorum; çünkü, biz geçmiştekilerden daha farklı olarak, söylediğimizi yerine getirecek, icraat yapacak bir unsuru kullandık. Bu iş için bütçeden 450  trilyon lira parayı koyduk, ayırdık; bu miktar her sene de artacaktır. İnşallah, hep beraber göreceğiz, 2010 yılına geldiğimiz zaman, Türkiye'nin bilim teknoloji için ayırdığı, ar-geye ayırdığı kaynak, gayri safî millî hâsılasının yüzde 2'lerine, belki biraz daha yukarılarına gelmiş olacak. Bunu, önümüzdeki yıl itibariyle test etme imkânımız da var. İnşallah o zaman yüzde 1'leri geçmiş olacağız. Bunlar ufak rakamlar; ama, bir yerden başlamamız gerekiyordu. Bu yasa da, aslında onun temel unsurudur, onun yolunu açacak bir yasadır. Onun için, birazdan oylanacak olan bu yasanın lehinde oy vereceğim ve tahmin ediyorum bu yasa Meclisimizden geçecektir.

Bu yasanın ülkemiz için hayırlı olmasını diliyorum, çok teşekkür ediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Denemeç.

Sayın milletvekilleri, kanunun tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Hayırlı ve uğurlu olmasını dilerim.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, 4 üncü sıraya alınan, 27.5.2005 tarihli ve 5357 sayılı Türk Ceza Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ve Anayasanın 89 ve 104 üncü maddeleri gereğince Cumhurbaşkanınca bir daha görüşülmek üzere geri gönderme tezkeresi ve Adalet Komisyonu raporunun görüşmelerine başlıyoruz.

4.- 27.5.2005 Tarihli ve 5357 Sayılı Türk Ceza Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ve Anayasanın 89 uncu ve 104 üncü Maddeleri Gereğince Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ve Adalet Komisyonu Raporu (1/1042) (S. Sayısı: 958) (x) (xx)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.

Sayın milletvekilleri, 27.5.2005 tarihli ve 5357 sayılı Türk Ceza Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, 3 ve 29 uncu maddeleri Cumhurbaşkanınca uygun bulunmayarak bir daha görüşülmek üzere, bu hususta gösterilen gerekçeyle birlikte Başkanlığımıza geri gönderilmiştir.

Anayasanın 89 uncu maddesinin ikinci fıkrasında "Cumhurbaşkanınca kısmen uygun bulunmama durumunda, Türkiye Büyük Millet Meclisi sadece uygun bulunmayan maddeleri görüşebilir" İçtüzüğün 81 inci maddesinin son fıkrasında ise "Cumhurbaşkanınca yayımlanması kısmen uygun bulunmayan ve bir daha görüşülmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisine geri gönderilen kanunların sadece uygun bulunmayan maddelerinin görüşülmesine, kanunun görüşmelerine başlamadan önce Genel Kurulca görüşmesiz karar verilebilir. Bu durumda, sadece uygun bulunmayan maddelerle ilgili görüşme açılır. Kanunun tümünün oylaması her halde yapılır" hükümleri yer almaktadır.

Bu hükümlere göre, geri gönderilen kanunun tümünün veya sadece Cumhurbaşkanınca uygun bulunmayan maddelerinin görüşülmesi, Genel Kurul kararına bağlıdır.

Bu nedenlerle, söz konusu kanunun sadece Cumhurbaşkanınca uygun bulunmayan 3 ve 29 uncu maddelerinin görüşülmesini Genel Kurulun onayına sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

3 üncü maddeyi okutuyorum:

TÜRK CEZA KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN

MADDE 3.- Türk Ceza Kanununun 13 üncü maddesine birinci fıkradan sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkra eklenmiş ve diğer fıkra numaraları buna göre teselsül ettirilmiştir.

(2) İkinci Kitap, Dördüncü Kısım altındaki Üçüncü, Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümlerde yer alanlar hariç; birinci fıkra kapsamına giren suçlardan dolayı Türkiye'de yargılama yapılması, Adalet Bakanının talebine bağlıdır.

BAŞKAN - Madde üzerinde, AK Parti Grubu adına, Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ.

Sayın Bozdağ, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Sayın Bozdağ, şahsınız adına da söz talebiniz vardır; şahsınız adına ve Grup adına olan konuşmalarınızı birleştireceğim.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsı adına  Afyonkarahisar Milletvekili Halil Ünlütepe söz istemişlerdir; Sayın Ünlütepe'nin de konuşmalarını birleştireceğim.

Buyurun.

AK PARTİ GRUBU ADINA BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Ceza Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanunun 3 ve 29 uncu maddelerinin bir kez daha görüşülmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisine Sayın Cumhurbaşkanınca

                             

  (x) Kanunun ilk görüşmeleri 26.5.2005 tarihli 103 üncü, 27.5.2005 tarihli 104 üncü Birleşimlerde yapılmıştır.

(xx) 958 S. Sayılı Basmayazı Tutanağa eklidir.

gönderilen geri gönderme tezkeresi ve Adalet Komisyonu raporunun 3 üncü maddesi üzerinde AK Parti Grubu ve şahsım adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Cumhurbaşkanımızın geri gönderme gerekçelerini okuduğumuz zaman şöyle bir düşünceye kapılıyor insan: Türk Ceza Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 3 ve 29 uncu maddelerinde yapılan değişiklikle, sanki, Anayasanın 2 nci maddesinde bulunan hukuk devleti ve laiklik ilkesi, Anayasanın 24 üncü maddesinde bulunan ve laiklik esasını…

BAŞKAN - Sayın Bozdağ, 5-10 saniye rica edeceğim.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, eğer kabul ederseniz, sizden de özür dileyerek şunu ifade etmek istiyorum: Sayın Cumhurbaşkanınca geri gönderilmiş olan bu Kanunu tekrar görüyoruz. Şu anda hatibin konuşmaları hiç anlaşılmıyor, biz de Başkanlı Divanı olarak duyamıyoruz. İstirham ediyorum, sükunetle dinleyelim efendim.

Buyurun.

BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Anayasanın 24 üncü maddesi, 42 nci ve 174 üncü maddesinde yer alan hükümleri tamamen ortadan kaldırıcı, Türkiye'nin laik yapısını, hukuk bütünlüğünü, devletin birlik ve düzenini ortadan kaldırıcı çok önemli düzenlemeler yapıldığı kanaatine kapılıyor. Halbuki, işin esasına baktığımız zaman, öyle değil; 2 madde geri gönderiliyor. Maddelerden bir tanesi, Adalet Bakanının talebiyle, yurt dışında bazı konularda işlenen suçların Türkiye'de yargılanmasıyla ilgili 3 üncü madde; ama, esas olan madde 29 uncu madde. 3 üncü madde, bir nevi, 29 uncu maddenin eşi ve kardeşi olarak geri gönderilmiş gibidir; zira, 3 üncü maddenin kapsamında olan şeylerin daha önce de hukukumuzda mevcut olduğu açık ve tartışmasız bir husustur. Ancak, 29 uncu madde üzerinde bir iki hususa bu vesileyle değinmek istiyorum. O da şu: Sayın Cumhurbaşkanımız, geri gönderme gerekçesinde, özellikle cezanın azlığı ve kanuna aykırı eğitim kurumlarında öğretmenlik yapanların ceza kapsamının dışına çıkarılması ve eğitim kurumu olarak nitelendirilen yerlerin kapatılmasına dair düzenlemenin kanun metninde yer almamasının, izinsiz birtakım eğitim anlayışlarını özendireceği gerekçesiyle geri göndermiştir.

Şimdi, buna baktığımızda, Türk Ceza Kanununun ilgili maddesi kanuna aykırı eğitim kurumunu suç olmaktan çıkarmıyor, suç olarak tanımlıyor ve ona üç aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezası olarak bir müeyyide öngörüyor. Biliyorsunuz, daha önce de buradan arz edildi. 1926 yılında yapılan düzenlemede, bu konuda 50 liradan 100 liraya kadar bir ceza öngörülüyor, buralarda öğretmenlik yapan ve burayı çalıştıranlara 30 liradan 50 liraya kadar bir ceza öngörülüyor. 1938 yılında yapılan düzenlemede ise, cezaların üst sınırları yükseltiliyor, para cezasının... Ancak, mükerrirler hakkında cezanın bir aydan üç aya kadar hapis cezası olduğu öngörülüyor. 1971 yılında yapılan düzenlemeyle bunun kapsamı ceza olarak genişletiliyor, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası bir müeyyide olarak düzenleniyor.

Burada, benim dikkatinizi çekmek istediğim husus şu: Maddeler birlikte değerlendirildiği takdirde, 1971 yılında yapılan değişikliğe kadar, 1926 düzenlemesine göre, öğretilmesi yasak kitabı okutan müdür veya öğretmen ile 1938 düzenlemesine göre de mükerrirlere bir aydan üç aya kadar hapis cezası öngörülmesi dışında bir hapis cezası öngörülmüyor; ama, burada, önemli olan şey şu: Bu hapis cezası, ön ödeme kapsamında olan bir cezadır. Ön ödeme, bizim hukukumuzda, bazı koşulların varlığı halinde, yasada belirlenmiş suçlar hakkında zanlılara belli bir ön ödeme davetiyesinin çıkarılması, bu ödemenin gerçekleşmesi halinde, davanın açılmaması halidir. Dikkat edin, 1926-1971, yaklaşık altmışbeş yıllık süre zarfında, yapılan bu konudaki eylemlere karşılık Türk Ceza Yasasında öngörülen müeyyide para cezasıdır, hapis cezası ancak tekerrürü halinde öngörülmüş veyahut da konusu yasaklanmış kitabı okutma halinde öngörülmüş; ancak, öngörülen bu hapis cezaları da, ön ödeme kapsamında kalmış, davanın açılması dahi belli bir paranın ödenmesi karşılığında engellenen bir müessese hukukumuza girmiştir, 1971'de ararejim döneminde yapılan düzenlemeden sonra ise hapis cezası öngörülmüştür. Hapis cezasının alt sınırı altı ay, üst sınırı iki yıl; ama, bu da çok önemli; bu alt sınır da, üst sınır da, hem paraya çevrilebilme kapsamında hem de tecil edilme kapsamında.

Şimdi, bakın, Sayın Cumhurbaşkanımızın geri gönderme gerekçesinden, 4 üncü sayfadaki ikinci paragrafı okuyorum: "647 ve 5237 sayılı Yasalardaki infaz kurallarına göre, bir yıldan uzun süreli hapis cezalarının paraya çevrilmesi olanaklı değilken ve kimi koşullara bağlanmışken, getirilen düzenlemeyle, yasaya aykırı eğitim kurumunu açan ya da işletenlere hapis cezası yerine adlî para cezası verilmesi öngörülüyor." Bu, kanunun okunmadan veto edildiğini gösteriyor bir nevi. (CHP sıralarından "Aa" sesleri)

ENGİN ALTAY (Sinop) - Aa…

BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Belki bürokratlar bunu yeteri kadar okumamış olabilirler.

ATİLA EMEK (Antalya) - Çok ayıp, çok ayıp!..

YÜKSEL ÇORBACIOĞLU (Artvin) - Siz de okumadan buraya getirdiniz.

GÜROL ERGİN (Muğla) - Önündeki metni okuyamıyorsun, tutup başkalarına laf ediyorsun.

BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Zira, bakın, Türk Ceza Kanununda kısa süreli hapis cezaları bir yıla kadardır, seçenek yaptırım olarak, burada, hapis cezası yerine para cezası öngörülebiliyor; ancak, onun dışında, yine, Türk Ceza Kanununun ilgili maddelerine göre, 50 nci maddesine göre, yine, Türk Ceza Kanununun 51 inci maddesine göre, burada iki yıla kadar olan hapis cezasının ertelenebilirliği söz konusu; ancak, değerli arkadaşlar, 647 sayılı Yasaya göre de bir yıla kadar olan ağır hapis cezaları ertelenebilirken, iki yıla kadar olan hapis cezaları da erteleme kapsamındadır. Dolayısıyla, bir farklılık söz konusudur. O zaman da erteleme kapsamında, şimdi de erteleme kapsamında. Erteleme de, paraya çevirme de tamamen hâkimin takdirinde olan bir konudur, zorunlu değildir.

Yargıtayın uygulamalarına baktığımız zaman, şimdiye kadar Türk Yargıtayı cezaları alt sınırdan tayin ediyor ve gerekçesini oluşturmak kaydıyla, çok nadir üst sınırdan cezalar verdiğini görüyoruz.

Onun için, buradaki cezaların bu tip eğitim kurumlarını özendireceği şeklindeki değerlendirme yerinde değildir; zira, altmışbeş sene özendirmemiş, ondan sonra yaklaşık otuzdört sene de ertelenebilme kapsamında olarak uygulanmış ve özendirmemiş olan bir konunun, 2005'te özendirme şeklinde değerlendirilmesinin, objektif ve hukuka uygun bir değerlendirme olmadığı kanaatindeyim.

Öte yandan, Anayasanın 2 nci maddesinde yer alan "hukuk devleti" ilkesiyle de ve laiklik ilkesiyle de bu düzenlemelerin bağdaştırılmadığı yolunda bir değerlendirme yapılmıştır.

Değerli arkadaşlar, hukuk devleti, suçların ne olduğunun ayan beyan, açık seçik belirli olmasını öngörür, suç ve cezalar arasında da belirli bir orantıyı esas alır. Eğer, siz, suçun ne olduğunu açık ve net bir biçimde ortaya koymazsanız, cezaları da suçla orantılı hale getirmezseniz, orada hukuk devletinden bahsetmenin imkânı yoktur.

Bakın, kanuna aykırı eğitim kurumu nedir, nerede başlar nerede biter belli değil. Kimilerine göre kanunların öngördüğü usullere göre izin almadan eğitim-öğretime başlayan kanuna aykırı eğitim kurumu, kimisine göre değil; kimisine göre içeriği suç olan şeyleri böyle yerlerde okutmak suç, kimisine göre bunu yapmak değil. Öyleyse, bunu belirli bir hale getirmek lazım. İşte, 29 uncu maddenin gerekçesinde, kanuna aykırı eğitim kurumundan ne anlaşılması gerektiği ile içeriği bakımından suç oluşturmayan şeylerin öğretilmesinin bu madde kapsamında değerlendirilmeyeceği açıkça ifade edilmiştir.

Bakın, Sayın Başbakanımızın konuşmaları ortadadır; yüzde 99'u Müslüman olan ülkede kimsenin Kur'an okumaya bir şey diyemeyeceğini ifade etti. Sayın Baykal da Grup konuşmasında aynı yönde beyanda bulundu ve o da dedi ki: "Bu memlekette kimse Kur'an okumaya bir şey diyemez." Burada bir ittifak var. O da nedir; içeriği suç olmayan şeylerin okutulması, öğretilmesi suç olmaz. Velev ki, orada farklı bir şekilde de olsa, buna bakmak lazım. Zira, 1926 yılındaki düzenlemenin ikinci fıkrasında da benzer şeyi görmek mümkündür.

Öte yandan, cezada da orantılılığa riayet etmek lazımdır. Bakın, burada, siz kanuna aykırı eğitim yapıyorsunuz diye, birisine, o suçla orantılı olmayan bir ceza tayin ve takdir ettiğiniz zaman, orada adaletten, hukuktan bahsetmenin imkânı olmaz. Zira, bu, yanlış bir şeydir. Şimdi, bu maddeden hareketle, eğer bu cezalar artırılmaz ise, terör örgütleri, ayrılıkçı birtakım terör, misyoner vesaire faaliyetleri bundan güç alır, birtakım şeyler yapar gibi değerlendirmek bu maddeyi farklı yönlere çekmek olur ki, bu da maddenin ruhuna ve konuluş amacına uygun değildir.

Değerli arkadaşlar, bu maddenin münderecatına ve uygulamasına baktığınız zaman, bugüne kadar, terör örgütleriyle ilgili bu maddenin uygulanmadığını çok açık bir biçimde görüyoruz. Eğer terör örgütlerine bu madde uygulanacak olsaydı, o zaman esas yanlışlığı biz yapmış olurduk, esas yanlışlığı bu Meclis yapmış olurdu. Zira, ülkenin birliğine, dirliğine, bütünlüğüne kastedenleri üç aydan bir yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırmak gibi bir gaflete düşmüş olurduk. Onun için, bu doğru değildir. Onları cezalandıran Terörle Mücadele Kanunu vardır, onları cezalandıran Türk Ceza Kanununun 299'dan sonra gelen maddeleri vardır, 220 nci maddesi vardır ve başka düzenlemeler vardır; buraya bunun girmesi ve girdirilmesi mümkün değildir.

Değerli arkadaşlar, öte yandan, bir fiili suç olarak tanımlamak ve ona birtakım cezaî müeyyideler bağlamak, tamamen yasama meclisinin görevindedir; Anayasanın 87 nci maddesi çok açıktır. Öte yandan, yine, Anayasamızın 7 nci maddesine göre de, yasama yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisine aittir, bu yetki devredilemez. Öyleyse, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Anayasamızın açık hükümlerine göre, açık ve net bir biçimde bir fiili suç olarak tanımlamak ve o suça uygun gördüğü bir cezayı tayin, takdir edip yasalaştırmak hak ve yetkisine sahiptir. Bu, tamamen Türkiye Büyük  Millet Meclisinin takdirinde olan bir konudur. Yasamanın takdirinde olan bir konuyu, denetim yoluyla da olsa, Sayın Cumhurbaşkanının, sen buna niye bu kadar az ceza tayin ettin veya niye böyle ceza tayin ettin diye veto etmesi, açık bir biçimde, Anayasanın saydığım maddelerinde ortaya konan ilkeyi ihlaldir.

Öte yandan, yine, Anayasanın 6 ncı maddesi çok açık: "Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz." Sayın Cumhurbaşkanımızın bu yöndeki mütalaası, bir nevi, kaynağını Anayasadan almayan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin takdir yetkisine müdahale olarak değerlendirilebilecek niteliktedir. Bu nedenle de, bu yönüyle de yerinde ve Anayasanın arz ettiğim ilkelerine uygun değildir.

Son olarak, bir şeyi arz edip huzurlarınızdan ayrılıyorum; o da şu: Yine, gerekçede kapatmadan bahsediliyor; deniliyor ki: Efendim, bu eğitim kurumları kapatılmayacak, insanlar cezalandırılacak; ama, kurumlar eğitimlerini sürdürmeye devam edecek; kapatmanın öngörülmemesi yanlıştır. Bu da, bizim, yine, Türk Ceza Kanununda öngörülen sistemle bağdaşmayan bir düzenlemedir; çünkü, Türk Ceza Kanununun 45 inci maddesi, yaptırımları, cezalar ve güvenlik tedbirleri olarak ikiye ayırıyor ve güvenlik tedbirleri içerisinde, cezalar içerisinde de kapatma cezası diye bir ceza söz konusu değildir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BEKİR BOZDAĞ (Devamla)- Bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN- Teşekkür ederim Sayın Bozdağ.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsı adına, Afyonkarahisar Milletvekili Halil Ünlütepe.

Sayın Ünlütepe, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA HALİL ÜNLÜTEPE (Afyonkarahisar)- Sayın Başkan, değerli üyeler; 5237 sayılı Yasanın 13 üncü maddesine ikinci fıkra olarak eklenen maddenin Anayasanın 89 ve 104 üncü maddeleri gereğince Sayın Cumhurbaşkanınca bir daha görüşülmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisine gönderilmesi ve 958 sıra sayılı tasarının 3 üncü maddesi üzerinde Grubum adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, bu yasanın 13 üncü maddesine eklenen ikinci fıkra, Sayın Cumhurbaşkanı tarafından, yabancı ülkede işlenmiş olsa da, kimi suçlardan dolayı kişiler için Adalet Bakanının takdirine dayalı olarak getirilen sorumsuzluk durumunun hukuka aykırı, ayrıcılık olduğu, eşitsizliği yarattığı, hukuk devletinde bu tür ayrıcılıklara ve eşitsizliklere yer verilemeyeceği görüşüyle, Türkiye Büyük Millet Meclisince bir daha görüşülmesi için geri gönderilmiştir. Geri gönderme gerekçeleri hukuka uygundur. Sayın Cumhurbaşkanı, biraz önce değerli arkadaşımın da belirttiği gibi, bu yasayı incelemeden değil, aksine -bu yasa 40 maddeden oluşan bir yasaydı- 40 maddeyi Sayın Cumhurbaşkanı yeterince incelemiş, Anayasadan aldığı yetkiyi kullanarak, hukukî gerekçelere dayanarak 2 maddeden veto etmiştir.

Değerli arkadaşımız bu veto gerekçesini yeterince okumamış. Zaten, 3 üncü madde üzerinde söz aldığı halde, maalesef, burada, 3 üncü madde üzerinde değil, 263 üncü madde üzerinde düşüncelerini aktardı. Halbuki, biz, 3 üncü madde, yani, 13 üncü maddede yapılan değişiklik üzerinde düşüncelerimizi aktarmak için söz almıştık.

Demek ki, birilerini eleştirirken, birileri hakkında bir şeyler söylerken, peşin hükümden uzaklaşmalıyız. O hatayı, o anda biz kendimiz işliyoruz. Ayrıca, Cumhurbaşkanlığı makamı, anayasal bir kurumdur. Anayasal bir kurumu hafife alacak "incelemeden veto etti" gibi sözler, o anayasal kurumu zedeler. O kişiye puan kazandırmaz; aksine, o kişinin hukuk nosyonunu zayıflatır.

Şimdi, görüştüğümüz madde 3 üncü madde, yani, 13 üncü madde. Adalet Bakanına verilen yetki üzerine değerli arkadaşım konuştuğu, o konuda görüşecekti. Halbuki, 263 üncü madde üzerinde düşüncelerini aktardı. Demek ki, kendisi de yeterince incelemeden gelmiş.

O nedenle, değerli arkadaşım, bundan sonraki konuşmalarında, önce hangi madde üzerinde görüşeceğini düşünsün, ondan sonra eleştiri yapması gerekiyorsa, ona göre eleştiri yapsın. Kendi hazırlanmadan başka birisinin hatalarını burada söylemeye kalkmak… Ki, onlar hata değil, hukukun temel kurallarıdır, temel ilkeleridir. Onun, zamanla, sıkıntılarını hep beraber göreceğiz; ama, ben burada, bu vetodaki gerekçelerin hukuksal dayanaklarını sizlerle birlikte paylaşmak istiyorum.

Nedir değerli arkadaşlar 5237 sayılı Yasa, Türk Ceza Kanunu. Geçen gün bir komisyonda da söylediğim gibi, bu Türk Ceza Kanunu denilince Türkiye'de iki şey akla gelmiştir. Bir, zina; iki, 263… Temel bir kanun, toplumda başka hiçbir çağrışım yapmıyor. İki... Bir konuya bu kanunu dayandırdık ve o tartışmanın içine sokmaya çalıştık. Zaten, AK Parti adına konuşan değerli arkadaşım da, o iki maddenin girdabına düşmüş ki, 3 üncü madde yerine 29 uncu maddede düşüncelerini açıklama ihtiyacını duydu. Önce, bu yasayı, o iki ana kulvarın dışında eleştirmemiz gerekir diyorum. Nedir bu: Bu yasa, biliyorsunuz, 26 Eylül 2004 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisince kabul edilmişti ve yürürlük tarihi 1 Nisan 2005'ti. O 1 Nisan 2005 tarihine kadar, ilk çıkan yasaya baktığımızda, 13 üncü maddenin ikinci fıkrası yoktu. Bu kanun, Adalet Bakanlığından tasarı olarak gelmiştir. Gelen ilk tasarıda 13 üncü maddeye ilave etmiş olduğumuz "birinci fıkra kapsamına giren suçlardan dolayı Türkiye'de yargılama yapılması, Adalet Bakanının talebine bağlıdır" fıkrası, Bakanlıktan gelen tasarıda yok. Uzun dönem komisyonlarda tartışılmış. Hiçbir kimse böyle bir teklifi vermemiş. Genel Kurulda tartışılmış ve söylediğim gibi, 26 Eylül 2004 tarihinde Genel Kurulda kabul edilirken, böyle bir ihtiyaç duyulmamış. Yasa 1 Nisanda yürürlüğe girecekken -o son 31 Mart günü akşamı yaşadığımız sendromu hepimiz biliyoruz- o gün çıkarılan ek bir yasayla, bunun yürürlük süresi 1 Hazirana aktarıldı ve o süre içinde, hepinizin de bildiği gibi, 27 Mayıs, yani, 1 Hazirana üç gün kala yasalarda değişiklikler geldi. Kaçarken, tam, artık, yasa yürürlüğe girecekken, yasalarda değişiklikler…İşte, 13 üncü maddedeki değişiklik o anda bizim aklımıza geldi ve o anda teklif getiriyoruz. Ne getiriyor bu yasayla ilgili teklif; birinci fıkra kapsamına giren suçlardan dolayı Türkiye'de yargılama yapılması Adalet Bakanının iznine bağlanıyor. Nedir birinci fıkra; 13 üncü madde şu: "Aşağıdaki suçların vatandaş veya yabancı tarafından yabancı ülkede işlenmesi halinde Türk kanunları uygulanır." Bu, birinci fıkrada olan suçlardan dolayı da yargılama Adalet Bakanının iznine bağlı. Tabiî, suçun ana özelliği yurt dışında işlenmiş olması. Nedir bunlar, bu suçlar nedir; bu suçlardan birincisi, göçmen kaçakçılığı. Artık Türkiye'de bugün büyük bir sektör olan ve Emniyet Genel Müdürlüğünün verilerine göre yıllık cirosunun 10 000 000 doların üzerinde olduğu söylenen göçmen kaçakçılığı. Bu suçtan yargılanma yurt dışında olmuşsa, Sayın Adalet Bakanının iznine bağlanıyor. Nedir; insan ticareti, devletin egemenlik alametlerine ve organlarının saygınlığına karşı suçlar. Örneğin, Türk Bayrağını yırtmak, yakmak. Devletin güvenliğine karşı suçlar, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, millî savunmaya karşı suçlar, casusluk, devlet sırlarına karşı suçlar, yabancı devletlerle olan ilişkilere karşı suçlar. Bu suçlarda yurt dışında yapmışsa, Sayın Adalet Bakanının izniyle yargılanabilecek. Bir suçu 3 kişi işleyecek, birisinin hakkında Adalet Bakanı izin verirse, diğer 2 yurttaşımız elini kolunu sallayabilecek. Anayasanın eşitlik kuralı. Demek ki, Sayın Cumhurbaşkanı incelemiş bunu. Eşitlik kuralı; yargı önünde herkes eşittir. Anayasanın 10 uncu maddesi, Anayasamızın 2 nci maddesi. Anayasamızın 2 nci maddesi ne diyor? Cumhuriyetin niteliklerinden bahsediyor Anayasanın 2 nci maddesi "bir hukuk devletidir" diyor. Anayasanın 10 uncu maddesinde eşitlikten bahsediyor. Peki, başka hangileri; ikinci kitap -onu okudum- işkence suçu -bugün işkence suçundan, işkence yapıp yurt dışına gitmiş pek çok insanımız var- çevrenin kasten kirletilmesi, uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti- toplumun çok fazla yakındığı, önüne geçemediğimiz, bugün, liselerin önünde artık bunun satışının yapıldığının yakınıldığı bir dönemde, gençlerimizi uyuşturucudan kurtaramadığımız bir suçta, Sayın Bakanın iznine bağlayacaksınız- parada sahtecilik…

Değerli arkadaşlar, işte, bu, fuhuş, rüşvet, deniz ve demiryolu, havayolu ulaşım araçlarının kaçırılması ve alıkonulması suçları. İşte, bu tür suçlarda, Türkiye'de yargılama yapılmasını, Sayın Adalet Bakanının talebine bağlıyoruz. Bu maddenin konuluş gerekçesi nedir? Sayılan bu suçlarda, cumhuriyet savcılığı, genellikle zorunlu olarak bir soruşturma yapılacağı, kimi durumlarda politik bir sorun yaratabilecek nitelikte olması... Nedir bu? Yani, ben... Bunda niye ısrar edildi? Hükümet, Ceza Kanunu Tasarısını Türkiye Büyük Millet Meclisine getirirken, niçin bu maddeyi teklif etmedi? Böyle bir madde hükümetin tasarısında yok; son anda böyle bir madde konuluyor. Acaba, bu yasanın, bu maddenin yürürlüğe girmesiyle kimler faydalanacak? Bunu merak ediyorum ve bunu merakla da izleyeceğim ve hepimiz izleyeceğiz bunu.

Sayın Cumhurbaşkanı, Anayasadan aldığı bir yetkiyi kullandı. Bu veto gerekçesindeki hukuksal yorumu ilgilendirir bizi, bu Meclisi ve zaten, gerekçesi de, demin sözlerimin başında da belirttiğim gibi, eşitlik ve hukuk devletiyle bağdaşmaması.

Şimdi, daha eskisine gitmek istiyorum. 765 sayılı Türk Ceza Kanunu. 765 sayılı Türk Ceza Kanununda böyle bir yetki talebi yok, böyle bir şey verilmemiş. Demin de söyledim, 5237 sayılı Yasada da verilmemiş. Son andaki o değişiklikte böyle bir yetkiyi verme ihtiyacı duymuşuz.

Değerli arkadaşlar, yasanın 3 üncü maddesiyle getirilen bu düzenlemede, Türk-yabancı ayırımı yapılmaksızın, bu suçlar nedeniyle Türkiye'de yargılama yapılması, Adalet Bakanının tamamen istemine bağlanmıştır. Kapsama giren suçları işleyen kişilerin Türkiye'de yargılanmaları bakanın istemine bağlı tutulurken, suçun önemi gözönünde bulundurulmamıştır. Demin, hangi suçların olduğunu belirtmiştim. Yani, açıkçası, bu suç türleri, bizim kafamızda ciddî soru işaretleri bırakıyor. Bu suç türleri, özellikleri, kamu düzenini bozucu ve toplumda infial uyandıran suçlardan olması nedeniyle, yargılamanın yapılabilmesini sayın bakanın talebine bırakmanın hukuk devleti ilkesiyle bağdaşabildiğini söylemek olanaklı değildir.

Uygulamada, siyasetin yargıya müdahalesini zaman zaman hissedebiliriz. İşte, önemli maddelerden birisi de budur. Siyasî niteliği olan bir kişiye bu olanağın tanınması, getireceği yarardan çok zarar getirir. Ben, Sayın Bakanın yerinde olsam, böyle bir talebin çıkması için çaba harcarım; o, onu rahatlatır.

Doğrudur, kamusal alanda cumhuriyet savcılıkları bu tür soruşturmaları yapacaktır; ama, geçen dönemde pek çok siyasînin kirlendiği, pek çok siyasînin yargılandığı, pek çok kişinin Türkiye'yi terk ederek yurt dışında kaldığı, yurt dışında da Türkiye'nin aleyhinde birtakım eylemlerde bulunduğu bilinen bir gerçek. Böyle bir sorumluluğu Sayın Bakanın üzerine almasında ben yarar görmediğimi de belirtmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, bu nedenle, demin de belirttiğim gibi, Anayasanın 2 nci maddesindeki cumhuriyetin niteliklerinde belirtilen hukuk devleti ilkesine ve Anayasanın 10 uncu maddesinde belirtilen yasa önünde fertlerin, yurttaşların eşitliği ilkesine bu bent aykırıdır. Biz, bu nedenle, Sayın Cumhurbaşkanının tekrar Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülmesi gerekçesine dayalı hukuksal gerekçelerine katılıyoruz…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Ünlütepe, konuşmanızı tamamlar mısınız.

Buyurun.

HALİL ÜNLÜTEPE (Devamla) - Bağlıyorum Sayın Başkan.

Hukuk devleti ve eşitlik ilkeleri, hiç kimsenin hukukun üstünde tutulmamasını, ceza yönünden sorumsuzluk durumlarının belli bir amacın gerçekleşmesini sağlamaya yönelik olarak suç failleri arasında farklılık yaratmayacak, sınırlı biçimde getirilmesini gerektirmektedir. Kimi suçlardan dolayı, yabancı ülkede işlemiş olsa da, kişiler için Adalet Bakanının takdirine dayalı olarak getirilen sorumsuzluk durumunun hukuka aykırı ayrıcalık olduğu, eşitsizlik yarattığı ve hukuk devletinde bu tür ayrıcalıklara yer verilmemesi gerektiği kanaatiyle, Sayın Cumhurbaşkanının geri gönderme gerekçelerine aynen katıldığımızı ve bu maddenin oylamasında olumsuz oy vereceğimizi belirtir, hepinize saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Ünlütepe.

Sayın milletvekilleri, kanunun 3 üncü maddesinin oylamasının açıkoylama şeklinde yapılmasına dair bir önerge vardır.

Önergeyi okutup, imza sahiplerini arayacağım; yeterli sayıda imza sahibi varsa, o zaman oylamanın şekli hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.

Önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşmekte olduğumuz 958 sıra sayılı Kanunun 3 üncü maddesinin, İçtüzüğün 81 inci maddesi uyarınca, açıkoylamaya sunulmasını arz ve teklif ederiz.

BAŞKAN - Nusret Bayraktar?.. Burada.

Ahmet Rıza Acar?.. Burada.

Resul Tosun?.. Burada.

Yahya Baş?.. Burada.

Ayhan Zeynep Tekin Börü?.. Burada.

Mehmet Dülger?.. Faruk Çelik tekabbül ediyor.

Fikret Badazlı?.. Burada.

Ali İbiş?.. Burada.

Hamit Taşçı?.. Burada.

Mustafa Tuna?.. Burada.

Hacı Biner?..

MEHMET ÖZYOL (Adıyaman) - Tekabbül ediyorum.

BAŞKAN - Mehmet Özyol tekabbül ediyor.

Adem Baştürk?..

AHMET IŞIK (Konya) - Tekabbül ediyorum.

BAŞKAN - Ahmet Işık tekabbül ediyor.

Ünal Kacır?.. Burada.

Nur Doğan Topaloğlu?.. Burada.

Mehmet Denizolgun?.. Burada.

Mehmet Yılmazcan?..

RAMAZAN TOPRAK (Aksaray) - Tekabbül ediyorum.

BAŞKAN - Sayın Ramazan Toprak tekabbül ediyor.

Hüseyin Tanrıverdi?.. Burada.

Osman Kılıç?.. Burada.

Ahmet Kambur?.. Burada.

İrfan Gündüz?.. Burada.

Sayın milletvekilleri, açıkoylamanın şekli hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.

Açıkoylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, aldığımız karar gereğince, açıkoylama elektronik cihazla yapılacaktır.

Oylama için 5 dakika süre vereceğim. Bu süre içerisinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin, oy pusulalarını, oylama için öngörülen 5 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Ayrıca, vekâleten oy kullanacak sayın bakanlar var ise, hangi bakana vekâleten oy kullandığını, oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy pusulasını, yine, oylama için öngörülen 5 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Ayrıca, oylarını pusula şeklinde Başkanlığa gönderen arkadaşlar lütfen Genel Kuruldan ayrılmasınlar.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, oylarını pusulayla Başkanlığa ulaştıran arkadaşlarımın isimlerini okuyorum:

Sayın Musa Uzunkaya?..

MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Ben sisteme girememiştim, sonradan girdim efendim.

BAŞKAN - Sayın Uzunkaya sisteme girmiş, pusulasını iptal ediyoruz.

Sayın İlyas Çakır?.. Burada.

Sayın Şükrü Önder?.. Burada.

Saygıdeğer arkadaşlarım, zaten, burada, bu madde için nitelikli çoğunluk istenmiyor. Dolayısıyla, ben, pusula sahibi olan arkadaşları tespit edeceğim; sonra kontrol ederiz onları, görüşmelerimize devam edeceğiz.

Sayın İlyas Çakır, Sayın Şükrü Önder buradaydı.

Sayın Şükrü Ayalan?.. Burada.

Sayın Süleyman Gündüz?..

Sayın Süleyman Gündüz kulisteyse çağıralım efendim.

KÂTİP ÜYE AHMET KÜÇÜK (Çanakkale) - Ayrı koy Başkanım.

BAŞKAN - Ayırdım.

Sayın Gürsoy Erol?.. Burada.

Sayın Lokman Ayva?.. Burada.

Sayın Maliki Ejder Arvas?.. Burada.

Sayın Zekeriya Akçam?.. Burada.

Sayın Gündüz kuliste mi efendim?

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, 27.5.2005 Tarihli ve 5357 Sayılı Türk Ceza Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 3 üncü maddesinin açıkoylama sonucunu açıklıyorum:

Kullanılan oy sayısı:  389

Kabul                                 :  330

Ret                                         :    59 (x)

Sayın milletvekilleri, madde kabul edilmiştir ve bundan sonraki oylamalar için de açıkoylama talebi Başkanlığa intikal etmiştir. Onun için, açıkoylama yapacağız hem tasarının tümünde hem diğer maddede; bilgilerinize sunarım.

29 uncu maddeyi okutuyorum:

MADDE 29.- Türk Ceza Kanununun 263 üncü maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

Madde 263.- (1) Kanuna aykırı olarak eğitim kurumu açan veya işleten kişi, üç aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.

BAŞKAN - Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, madde üzerinde ilk söz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Niğde Milletvekili Orhan Eraslan'a aittir.

Sayın Eraslan, buyurun efendim.

Süreniz 10 dakika.

ORHAN ERASLAN (Niğde) - Sükûneti sağlayın da ondan sonra başlayalım.

BAŞKAN - O zaman, ben sürenizi çalıştırmadım, onu sağlayayım.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, konuşmasına başlamadan önce Sayın Hatibin de Başkanlık Divanından böyle bir talebi olmuştur; sükûnetle dinleyelim.

Sayın Eraslan, şu anda sükûnet salonda vardır, konuşmanıza devam edebilirsiniz.

Buyurun.

CHP GRUBU ADINA ORHAN ERASLAN (Niğde) - Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin saygıdeğer üyeleri; Türk Ceza Kanununun 263 üncü maddesinde değişiklik yapılmasına dair çerçeve 29 uncu madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlarım.

Değerli arkadaşlarım, bu madde nedir arkadaşlar, bu maddeyle yapılmak istenen değişiklik nedir; yasaya aykırı eğitim; yani, kanuna aykırı eğitim suçunu işleyenlere, bir bölüm suçu madde kapsamı dışında tutuyoruz, kurs ve benzerlerini madde kapsamı dışına alıyoruz, dershane ve…

BAŞKAN - Sayın Eraslan, sürenizi ilave edeceğim.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili tarafından Başkanlık Divanına verilmiş olan bir dilekçe vardır; okutup, bilgilerinize sunacağım.

                             

   (x) Açıkoylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağın sonuna eklidir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Kanun, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, başından itibaren konuşmacıların anlaşılamamasına neden olan bir uğultu içerisinde tartışılmaktadır.

İçtüzüğün "Görüşmelerde genel düzen" başlıklı 65 inci maddesi uyarınca, Başkanlığın "çalışma düzenini bozucu hareketlerde bulunmak yasaktır" ibaresinin gereğini bir kez daha yerine getirmesini saygılarımla arz ederim.

                                                                       Ali Topuz

                                                        Cumhuriyet Halk Partisi

                                                        Grubu Başkanvekili

BAŞKAN - Başkanlık Divanı ve Başkanvekili olarak şahsım, baştan itibaren konuşmaların sükûnetle yapılması için bütün çabalarını sarf etmektedir ve bu hususta da bir başarıya ulaşmıştır.

Tekrar, Heyetinize, Genel Kurulunuza arz ediyorum.

Buyurun Sayın Eraslan.

ORHAN ERASLAN (Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kaldığım yerden devam ediyorum. Süremizi Sayın Başkan yenilerse sevineceğim.

BAŞKAN - Sayın Eraslan, bir dakika...

Buyurun, sürenizi sıfırdan başlattım.

ORHAN ERASLAN (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bu maddeyle yapılmak istenen düzenleme nedir; bu maddeyle yapılmak istenen düzenleme, kanuna aykırı eğitimi cezalandırmayı öngören maddede birtakım indirimler ve kapsam daraltmaları yapıyor.

Öncelikle, verilen değişiklik teklifinin gerekçesinde de açıkça görüleceği gibi, kurs, yurt, pansiyon, etüt ve çalışma merkezi gibi yerler bunun kapsamının dışına alınıyor, kanuna aykırı eğitim yeri olarak sadece dershane ve okullar tanımlanıyor; dershane ve okullar için de öngörülen cezalar indiriliyor.

Değerli arkadaşlarım, kanuna aykırı eğitim ne demek; Anayasa başta olmak üzere, Türkiye Cumhuriyeti yasalarına aykırı olarak yapılan eğitim demektir.

Değerli arkadaşlarım, bizler Yasama Meclisinin üyeleriyiz, işimiz yasa yapmak, biz, yasayı savunuruz. Burada, bu göreve başlamadan önce, Türk Milleti huzurunda, Anayasanın 81 inci maddesine göre, hepimiz, Anayasaya sadakat yemini yaptık, Anayasaya bağlı kalacağımızın yeminini yaptık.

Değerli arkadaşlarım, çok trajik bir durumdur ki, nedeni anlaşılmaz, nedeni kabul görmez bir nedenden dolayı, kanuna aykırı eğitim bir biçimde himaye edilmeye çalışılıyor.

Değerli arkadaşlarım, tüm dünyada ve Türkiye'de de eğitim önemlidir. Bir ülkenin geleceği eğitime bağlıdır. Onun içindir ki, iki bakanlığın adı "millî" ile başlar bizde; biri Millî Eğitim Bakanlığı, biri de yurt savunması anlamına gelen Millî Savunma Bakanlığı; yani, biz, eğitimi, yurt savunmasıyla eşit düzeyde görmüşüz, geleceğimizi görmüşüz; böyle bir anlamı var. Şimdi, değerli arkadaşlar, bunda kapsam daraltması ve indirime gidiliyor.

Şimdi, zannediliyor ki, kimileri zannediyor ki, bu düzenlemeyle, biz, işte, birtakım radikal grupların, radikal dinci grupların istemi doğrultusunda düzenleme yapıyoruz; halbuki, iş bunu aşan boyutlardadır.

Değerli arkadaşlarım, göremediğiniz bir şey var. Millî Eğitim Bakanlığından izin alınarak yapılan eğitim türleri 300'ün üzerindedir. Mahalle arasında açılan tekvando kursundan tutun, şoför kursuna kadar hepsinin yasası vardır, hepsi de yasaya uygun olarak yapılmak durumundadır. Burada bunları kapsam dışına çıkardığınız zaman, vahim neticeler elde edebilecek bir düzenlemeyi de gündeme getiriyorsunuz.

Değerli arkadaşlar, eğitim-öğretim hakkı Anayasamızın 42 nci maddesinde düzenlenmiştir ve Tevhidi Tedrisat Kanunu diye, devrim kanunları arasında saydığımız, Anayasanın 176 ncı maddesinde saydığımız bir kanun var. Burada, eğitimin nasıl ve hangi esaslara bağlı olacağı yazılıdır. Bu düzenlemeyle, Anayasanın 42 nci maddesini de ihlal ediyorsunuz, 176 ncı maddesini de ihlal ediyorsunuz. Bu maddede yaptığınız düzenleme, zannedildiği gibi, tek başına, din eğitimini düzenleyen ya da bilinen şekliyle, radikal grupların açmış olduğu Kur'an kurslarını düzenleyen bir madde değildir. Öncelikle, arkadaşlarım bunu kafalarına soksunlar.

Şimdi, yasaya aykırı eğitimi savunduğunuz zaman, bu kursları serbest bıraktığınız zaman, terör örgütlerinin de -terör anlamında değil ama- insan yetiştirme, ideolojik eğitim yapma anlamında kurs açmalarının önünü alamazsınız, misyoner çalışmalarının da önünü alamazsınız, sapkın birtakım ideolojilerin de önünü alamazsınız.

Değerli arkadaşlarım, ülkemizde din eğitimi Anayasamızın emri gereğidir, 24 üncü maddenin gereğidir. Bunun için Diyanet İşleri Teşkilatı diye de bir teşkilatımız var, kurumumuz var; bu görev yapar. Bunun denetiminde ülkemizde 7 341 Kur'an kursu var. Bunun sadece 4 300'ü çalışabiliyor değerli arkadaşlarım, diğerleri öğrenci bulamıyor. 7 341 Kur'an kursu yetmezse 17 000 açalım, varsa ihtiyaç. Bu ülkede, Kur'an okuyacağım deyip de okunmasının önünde hiçbir engel yoktur, kimse de böyle bir engel koymamaktadır; ama, yapılan düzenlemeyle, kimi sapkın, kimi radikal açılımların, örgütlerin ya da radikal dinci eğilimlerin önü açılıyor, bunların baskılarına koskoca İktidar Partisi boyun eğiyor; yanlış olan budur.

Değerli arkadaşlarım, içinizde -ben de biliyorum, siz de biliyorsunuz, burada isim zikretmek doğru olmaz- kimi arkadaşlarımız var; "Diyanetin dini-İslamiyet dini" diye ayıran arkadaşlarımız var. Bunları siz de duyuyorsunuz -önemli bir bölümünüzün katılmadığını biliyorum, ben de katılmıyorum- bunlara boyun eğmemek gerekir.

Değerli arkadaşlar, İslam coğrafyasında en yaşanılabilir ülke Türkiye'dir; dinin de en iyi ifade edildiği, en iyi yerine getirildiği ülke yine Türkiye'dir. Bunun nedeni nedir biliyor musunuz; bunun nedeni, laik cumhuriyetin yaptığı katkıdır.

Değerli arkadaşlarım, eğer, laik cumhuriyet olmasa, o cumhuriyetin Anayasayla ifade edilen ve yasalarla kurulan Diyanet İşleri Teşkilatı olmasaydı, bugün, din adına neler yutturulacaktı aziz milletimize, neler yutturulacaktı insanlara düşünebiliyor musunuz?

Din istismarı var; nerede var; Avrupa'da var. Orada devletin denetimi yok; yurttaşlarımız camilerde soyuluyor kendine dinci diyen kimi holdingler tarafından; kimi mukaddesat tacirleri tarafından soyuluyor, emekleri soyuluyor. Görüyorsunuz televizyonlarda, kendilerine bilmem neyin şeyhi, bilmem neyin ileri geleni diyenlerin, edep yerlerini, mürit dediği insanlara öptürdüğünü kendiniz görüyorsunuz.

Değerli arkadaşlarım, bunu hepimiz üzüntüyle izliyoruz.

AGÂH KAFKAS (Çorum) - Ayıp ya, ayıp!

ORHAN ERASLAN (Devamla) - Niye rahatsız oluyorsunuz?! Niye rahatsız oluyorsun?! Bundan rahatsız olacak ne var?! Niye rahatsız oluyorsun?!

BAŞKAN - Sayın Kafkas... Sayın Kafkas...

ORHAN ERASLAN (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bunların hiçbiri dinden değildir; hiçbiri dinden değildir; bakınız, hiçbiri dinden değildir. Bunu yapmakla, bu düzenlemeyle, siz, dini savunmuyorsunuz; dini savunduğunuzu zannediyorsunuz; ama, aslında, dine kötülük yapıyorsunuz, dinin kötü emellere alet edilmesine kapı aralıyorsunuz, kötü niyetli insanların elinde oyuncak edilmesine, istismar konusu edilmesine kapı aralıyorsunuz. Bu doğru değildir arkadaşlar; bu doğru değildir. Ulusal eğitimin bir tek yolu vardır; o da yasayla olur. Yasasız eğitimi savunmak, Millet Meclisi üyelerine, Yasama Meclisi  üyelerine yakışmayan bir durumdur.

Bunun için, değerli arkadaşlarım, sizleri uyarıyorum son kez. Dikkat edin. İçinizde kıymetli arkadaşlar da var, bu işleri bilen arkadaşlar da var.

AGÂH KAFKAS (Çorum)- Diğerleri neyi biliyor?!

BAŞKAN- Sayın Kafkas, konuşmasını tamamlamak üzere hatip. Lütfen…

ORHAN ERASLAN (Devamla)- Bunlar da var. Sorun onlara. Bunun eğitimi, bu denildiği gibi olmaz. Devletin denetimi olmadan, eğitimin denetimi olmadan…

AGÂH KAFKAS (Çorum)- Bu Mecliste kıymetsiz olanlar da mı var?!

ORHAN ERASLAN (Devamla)- Çok biliyorsan gel konuş canım! Ne bağırıyorsun?!

AGÂH KAFKAS (Çorum)- Ne kıymeti?!

BAŞKAN- Sayın Kafkas…

ORHAN ERASLAN (Devamla)- Çok biliyorsan gel konuş!

BAŞKAN- Sayın Eraslan, karşılıklı konuşmayalım. Lütfen…

ORHAN ERASLAN (Devamla)- Şimdi, bu istismara yol vermeyin değerli arkadaşlarım, radikal gruplara teslim olmayın.

Şimdi, Türkiye'de bazı şeyleri iyi yerine getiremediniz; işsizliğe çözüm bulamadınız, yolsuzluğa çözüm bulamadınız, Türkiye'de kalkınmayı sağlayamadınız, Türkiye'de işçiye çözüm bulamadınız, çiftçi perişan durumda, esnaf kan ağlıyor, memur kan ağlıyor. Bütün bunları yerine getiremedikçe, dönüp dönüp din istismarına yönlenmeyin.

ALİM TUNÇ (Uşak)- Sizin söylediğiniz başka bir şey yok ki.

ORHAN ERASLAN (Devamla)- Bunun sonu iyi değildir. Bunun sonu size de iyilik getirmez. Size de doğruyu göstermek gerekir.

Doğrusu, değerli arkadaşlarım, yasayla yapılmasıdır eğitimin. Yasaya aykırı eğitimi, ne eğitimi olursa olsun, himaye etmek doğru değildir; kabul edilemez, Yasama Meclisine yakışmaz. Üstelik, yaptığınız bu düzenlemeyle, sadece din eğitimini değil, bütün eğitim alanlarını büyük bir sıkıntıya sokuyorsunuz. Yasasızlık at başı gidecektir.

Kapatmanın kaldırılması da, denildiği gibi, Ceza Kanunu düzenlemesinde değildir, birçok maddede vardır. Yeni Bankalar Yasasında da kapatma cezası konuluyor; bu da gelecek, önümüzde göreceğiz.

Ayrıca, burada çalışanların cezalandırılmaması, kapsam dışında tutulması da yanlıştır. Yapılan iş tümüyle Anayasaya aykırıdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN- Sayın Eraslan, lütfen konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun.

ORHAN ERASLAN (Devamla)- Anayasanın birçok maddesini ihlal eden bir düzenlemeye evet demeyin değerli arkadaşlarım. Çok açık şekilde Anayasaya aykırılığı biline biline ve Anayasanın 81 inci maddesinde ettiğiniz yemine aykırı davranarak buna evet derseniz, bu mesele, sadece yalan yere yemin etmenin ötesinde noktalara gider.

Hepinize saygılar, sevgiler sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Eraslan.

Sayın milletvekilleri, madde üzerinde, AK Parti Grubu ve şahsı adına, Adıyaman Milletvekili Sayın Hüsrev Kutlu; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Sayın Kutlu, herhangi bir sataşmaya sebebiyet verecek cümlelerden kaçınalım.

AK PARTİ GRUBU ADINA FEHMİ HÜSREV KUTLU (Adıyaman) - Sayın Başkanım, çok kıymetli milletvekilleri; hepinizin bildiği gibi, ben, kürsüde sataşmaya karşı olan bir vekilim ve bugüne kadar da, mümkün olduğu kadar sataşmaya meydan vermedim; onun için, bu konuda kimsenin bir endişesi olmasın.

Şimdi, arkadaşlar uzun uzadıya izahlarda bulundular. Sayın Cumhurbaşkanımız kanunu geri gönderme gerekçesini uzun uzadıya izah etmiş. Ben, Sayın Bozdağ'a bu konuda katılmıyorum; çok iyi incelemiş; ama, biraz değişik bir yoruma girmiş bence.

Şimdi, Adıyaman'da Mehmet Amca komşusuyla kavga etmiş; gitmiş Dilekçeci Hasan Efendiye "bana bir dilekçe yaz" demiş. Dilekçeci, fazla para tutsun diye uzun uzadıya yazmış yazmış, sonra da "dinle bakalım bir, neler yazdım, okuyayım da sen dinle" demiş, okumaya başlamış. Komşusunun kendisini öldürmeye teşebbüs ettiğini, evini, ailesini, huzurunu, her şeyini bozacağını, işte, çok, böyle vahim sonuçlar doğuracağını falan anlatınca, adam "devamını okuma, kalsın; ben gidiyorum" demiş. "Yahu, nereye gidiyorsun, dilekçeni al" deyince "lazım değil; adam bana bu kadar şey yapmışsa, daha niye orada duruyor ki ya, gider vururum onu" demiş.

Şimdi, Sayın Cumhurbaşkanının gerekçesini okudum: "Buradaki düzenlemeler -kâğıttan okumaya alışkın değilim de, burada metne bağlı kalmak zorundayım- hukuk devleti, eşitlik, laiklik, ülke ve ulus birliği, öğretim birliği ilkeleriyle, cumhuriyetin kuruluş felsefesiyle, çağdaş ve bilimsel eğitim anlayışıyla bağdaşmamakta, toplumun adalet duygularını incitecek nitelikte bulunmaktadır." Arkadaşlar, geriye ne kaldı ki?! Anayasamızın bütün temel kurallarını, biz, bilmeden ihlal etmişiz! Ne yapmışız: Seksen yıldır uygulanan 765 sayılı bir Ceza Kanunumuz var -hani geri devrim yaptık geri değiştirdik ya- şimdi, bu Ceza Kanunumuzda bu suça verilen ceza tanımlanmış, kanuna aykırı mektep ve dershane açanlar, altı aydan iki yıla kadar cezalandırılır demiş ve bu kurumlar da kapatılır demiş. Biz ne yapmışız; son düzenlemeyle, öncekini bir tarafa bırakalım; bu ihlal ettiğimiz düzenlemeyle kanuna aykırı eğitim kurumu açanlar demişiz, üç aydan bir yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.

ALİ CUMHUR YAKA (Muğla) - Kapatmamışsınız!

FEHMİ HÜSREV KUTLU (Devamla) - Kapatmamışız, çünkü, siz de, bilmiyorum, herhalde, hukukçu değilsiniz; ama, aramızda 98 tane hukukçu arkadaşımız var, Türk Ceza Kanunundaki yeni sistemle, kapatma kararları veya hükümleri Ceza Kanununda yer almayıp, bunlar idareye bırakılmaktadır ve…

HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan…

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Sayın Kacır, oradaki arkadaşlarımız, lütfen, efendim, yerlerimize oturur muyuz.

Sayın Kutlu…

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Sayın Başkan, kendi milletvekillerini dinlesinler bari, bizimkileri dinlemiyorlar da…

FEHMİ HÜSREV KUTLU (Devamla) - Arkadaşlar, benim için önemli değil, ben konuşurum da, arkadaşlar, beni dinlemekte zorlanıyorlar, bunun da tekrarı yok, onun için önem arz ediyor. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Şimdi, yine, yeni Ceza Kanunumuzdaki sistemde hâkim, alt sınırdan karar vermek zorunda olmayıp, limitler içerisinde takdir hakkını kullanabilecek; ama, eski ceza hukuku sistemimizde, hâkimin, teşdidi uygulaması için çok ağır şartlar öngörmesi gerekiyordu, bunda öyle bir şart yok. Yani, eski kanuna göre altı ay ceza verebilecekken, yeni kanuna göre "üç aydan bir yıla kadar" denmiş; yine altı ay ceza verebilir. Kapatmasına gerek yok, zaten bu idarî bir işlemdir; kanuna aykırı bir eğitim kurumu kolluk kuvvetleri tarafından kapatılır. Bunun için yeni bir düzenlemeye gerek yoktur. Biz ne yapmışız da bu kadar Anayasayı ihlal etmişiz? Hiçbir şey yapmamışız arkadaşlar. Önceki, bir aydır, hatta bir ay dahi olmayan, kanunda "altı aydan üç yıla kadar ceza" demişiz.

Arkadaşlar, burada ne bir terör örgütü ne de başka yasadışı bir yer mevzubahistir. Çünkü, terör örgütleri... Sayın Eraslan dedi ki: "İşte, şu kadar, 300'ün üzerinde kurs izni var, işte böyle bir şey yapılırsa, terör örgütleri, insan yetiştirmek için başka isim altında bu kursları açabilir." Doğru; ama, bilmem serenofilciler derneği diye açıp da yapabilir veya kuaför kursu deyip de yapabilir. Bunu denetlemezsek olur.

Şimdi, netice olarak, burada Anayasayı ihlal edecek herhangi bir değişiklik söz konusu değildir. Adam, okul açmak için her türlü çalışmayı yapmış, binasını yapmış, sıralarını koymuş, izin için müracaat etmiş, evraklarında bir eksiklikten dolayı izin geciktiği takdirde o nasıl olsa gelir diye eğitime başlamış; bu maddeye girer veya Adıyaman'da yaşıyoruz, kurs açmış, meğerse kurs açtığı binanın dördüncü katı fazladan atılmış; oturma izni verilmiyor; bu adamın ruhsatı çıkmıyor ve o adamın açtığı dershane de işte bu maddeye giriyor. Onun dışında, eğer terör örgütü, bir kurs açmışsa bunun yeri Terörle Mücadele Kanunundadır. Türk Ceza Kanununda ağırlaştırılmış müebbete kadar varan hükümleri vardır. Arkadaşlar, bu mesele, basında, maalesef, yanlış olarak başka bir yere çekildi. Nedir bu yanlışlık; kaçak Kur'an kursu… Arkadaşlar, Kur'an kursunun kaçağı olmaz.

MEVLÜT COŞKUNER (Isparta) - Kaçak kurs… Kaçak kurs…

FEHMİ HÜSREV KUTLU (Devamla) - Kaçak Kur'an kursu olmaz arkadaşlar.

FERİDUN AYVAZOĞLU (Çorum) - Neyi olur?!

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - İzinsiz kurs…

FEHMİ HÜSREV KUTLU (Devamla) - Türkiye'de, Kur'an öğrenimine, ne Cumhuriyet Halk Partisi karşıdır, ne AK Parti karşıdır, ne de diğer partiler karşıdır. (AK Parti sıralarından alkışlar) Hiç kimse bu konuda engel olmaz. Kimse de bu işin suiistimalini yapmasın. Yani, dışarıdan bakınca, arkadaşlar, Cumhuriyet Halk Partili arkadaşlar değişik yorumlayabilir. Arkadaşlar, biz, beraber çalışıyoruz. Kaçınızın kardeşi hafız ya?.. (AK Parti sıralarından alkışlar)

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Nasıl yorumlanır?..

FEHMİ HÜSREV KUTLU (Devamla) - Ama, Sayın Orhan Eraslan'ın ağabeyi hafız. (AK Parti sıralarından alkışlar) Arkadaşlar, yani, ölçüye tartıya vurursak, bizden fazla yanları çıkar.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Sayın Kutlu, ne demek istiyorsunuz? Nasıl yorumlarlarmış…

FEHMİ HÜSREV KUTLU (Devamla) - Adıyaman'ın 5 milletvekili var, 5 milletvekilinden minare yaptıran ve "bu minare falan tarafından yapılmıştır" diye ibaresi bulunan tek arkadaşınız Sayın Şevket Gürsoy'dur. Dini imanı…(AK Parti sıralarından alkışlar) Sayın Mehmet Yıldırım'ın babası Kur'an kursu derneği başkanıdır. Yani, böyle, bu şekilde, iman konusunda, Kur'an konusunda birbirimizle yarışacak şeyimiz yok. Vallahi, CHP'liler bu konuda bizi aratmazlar, yani, daha ileride de sayılabilirler; onun için, Kur'an kursları konusunda…Kur'an kursları konusunda…

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Sayın Kutlu, bir grupla alay edemezsiniz; alay ediyorsunuz, alay ediyorsunuz…

FEHMİ HÜSREV KUTLU (Devamla) - Alay etmiyorum.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Hayır; alay ediyorsunuz… Alay ediyorsunuz.

FEHMİ HÜSREV KUTLU (Devamla) - Benim söylediklerim…

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Alay ediyorsunuz…

FEHMİ HÜSREV KUTLU (Devamla) - Alay etmiyorum. Benim söylediklerimin hepsi, arkadaşlar buradadır, tescillidir.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Alay ediyorsunuz… Alay ediyorsunuz…

FEHMİ HÜSREV KUTLU (Devamla) - İnanmıyorsanız sorun.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Alay ediyorsunuz. Biz, burada, iman yarışında değiliz, biz burada din yarışında değiliz. Lütfen sataşmayın!

ATİLA EMEK (Antalya) - Bir yerlere mesaj veriyorsunuz.

BAŞKAN - Sayın Hatip, sayın milletvekilleri, karşılıklı konuşmayalım.  Sayın Kutlu, Genel Kurula hitap ediniz.

FEHMİ HÜSREV KUTLU (Devamla) - Sayın arkadaşlarım, bir yeri tartışmaya açmamız lazım; Kur'an kurslarında, öğrenci bulunamıyor veya birileri denetimsiz Kur'an kursu veriyor. Buradaki sıkıntı nereden kaynaklanıyor; 1999 yılında Diyanet İşleri Teşkilat Kanuna bir geçici madde konulmuş; demişler ki, işte, ilkokulun 5 inci sınıfını bitirmeyenler yaz kursuna alınmaz, 8 inci sınıfını bitirenler de Kur'an kursuna gitmez.

Arkadaşlar, kâinat boşluk kabul etmez, boşluk bırakırsanız birileri doldurur.

Biz, bir kimse 7 yaşındaki çocuğuna -ki, ben çocuklarıma 7 yaşından önce Kur'an öğrettim, ben de o yaşlarda öğrenmiştim- 12 yaşına kadar bekleyeceksin derlerse, ben, başka formüller ararım. Biz, devletin denetiminde, Diyanetin kontrolünde, gerçekten disiplinli bir şekilde, dinini en güzel şekilde öğrenecek bir nesil yetiştirmek istiyorsak, bu konuyu bir aramızda tartışalım.

ATİLLA KART (Konya) - Ceza Kanununda ne işi var?!

FEHMİ HÜSREV KUTLU (Devamla) - Yani, bunları, tekrar aşağıya çekmemiz ve devletin kontrolünde bu kursları açmamızın ne derece faydalı olacağını tartışalım.

ATİLLA KART (Konya) - Ne yeri var?!

 FEHMİ HÜSREV KUTLU (Devamla) - Tam yeri burası; çünkü, arkadaşlar da bu konudan bahsettiler.

ATİLLA KART (Konya) - Ceza Kanunuyla ne ilgisi var?!

FEHMİ HÜSREV KUTLU (Devamla) - Çok kıymetli arkadaşlarım, zamanımız daralıyor. Bu arada, Türkiye-Yunanistan millî maçı var, Millî Takımımıza başarılar diliyoruz.

FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Maç bitti!

FEHMİ HÜSREV KUTLU (Devamla) - Maç bitti mi… Özür diliyorum arkadaşlar. Bir kabahat işledim, Genel Kurulda oturdum, maçı seyretmemişim; kusura bakmayın; tamam!..

Şimdi, arkadaşlar, son bir şey anlatayım: Adıyaman'da insanlar, böyle, bilhassa dağ köylerinde, cömerttir. Misafir gelmiş ünlü bir siyasetçi. Evinde bir petek balı varmış, önüne koymuş "buyurun" demiş. Adam bir yemeğe başlamış, durmuyor -ben değilim- durmuyor; adam, bal bitecek diye endişeleniyor. "Beyefendi, bir su içseniz, ciğeriniz yanar" demiş. "Yok yok" demiş; devam ediyor; çünkü, su içse kesilecek; yemeye devam ediyor, bal bitecek; adam endişeleniyor. "Bir su içseniz, ciğeriniz yanar" demiş. Adam en son dönmüş, demiş ki: "Kimin ciğerinin yanacağını Allah bilir."

Şimdi, bu geri gönderme gerekçesinde de, toplumun adalet duygularını incitecek nitelikte bulunmuş; ama, toplumun adalet duygularını kimin incittiğini Allah da, sizler de biliyorsunuz.

Hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kutlu.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, Kanunun görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılmasını Genel Kurulun onayına arz ediyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Şahsı adına, Artvin Milletvekili Sayın Yüksel Çorbacıoğlu; buyurun.

Süreniz 5 dakika.

YÜKSEL ÇORBACIOĞLU (Artvin) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, Sayın Kutlu'nun verdiği bilgilerin eksik taraflarını tamamlamak istiyorum. Sayın Mehmet Yıldırım'ın babası Kur'an kursunun başkanı olabilir, doğrudur; ama, Diyanetin izniyle açılan kursun başkanıdır; kaçak, kanuna aykırı olan kursun değil; öncelikle, bu düzeltmeyi yapayım. (CHP sıralarından alkışlar)

MEHMET YILDIRIM (Kastamonu) - Aynen öyle; doğru.

YÜKSEL ÇORBACIOĞLU (Devamla) - İkincisi, yaş olarak 12 ve 15 yaşa kadar -ayrıntıya girmiyorum- Kur'an eğitimi alamayan insanların o sıkıntılarından dolayı doğan boşluğu, siz, bu yasayla dolduramazsınız. Bu yasa, kanuna aykırı eğitim kurumlarına -ki, her türlü eğitim içine girer- bunların rahatlıkla yapılmasına fırsat veren, bunlara ön açan bu yasayla, siz, o amacınızı gerçekleştirmemiş olursunuz.

Şimdi, değerli arkadaşlar, tabiî, ülkenin büyük sorunları var, sıkıntıları var. Ülke batmış durumda, iflas etmiş durumdayız, borç bini aşmış, işsizlik, üretim, yatırım, eğitim... Yani, hep beraber, hepimiz sorumluyuz bu işte, öncelikle iktidar. Tabiî ki, bu konuyu tartışmak istemezdik; yani, bu önemli sorunlar varken, gelip de, din konusunda, insanların, toplumun hassas olduğu bu konuyu tartışmak istemezdik; ama, neden tartışıyoruz, bu soruyu bir kendimize soralım. 1926 yılından itibaren Türkiye'de yürürlükte olan yasamızda, Ceza Yasamızda, 1926'da yürürlüğe girmiştir, 1938'de küçük bir değişiklik, 1971'de değişiklik yapılmış, o şekilde gelen bu maddeyi, bu yasadan, kısmen bazı bölümlerini çıkarmak, bazı bölümleri açısından da sakat bırakan, eksik bırakan bu girişim kimden mi geldi; Cumhuriyet Halk Partisinden mi geldi; hayır, sizden geldi, sizin milletvekillerinizin önergesiyle, Genel Kurulda bu kabul edildi ve Cumhurbaşkanı veto etti; yani, bu sorunu, bu tartışmayı Cumhuriyet Halk Partisi başlatmıyor. Cumhuriyet Halk Partisinin dinle ilgili görüşü, cumhuriyetin kuruluşunda belirlenmiştir. Biz, bu defteri seksenbeş yıl önce kapattık. Bu defterin seksenbeş yıl sonra açılmasının, ne size ne ülkeye ne insanlarımıza ne inanana ne inanmayana faydası vardır; ama, ısrarla bunu açmaya çalışıyorsunuz. Peki, açıyorsunuz da ne oluyor, açıyorsunuz da ne oluyor değerli arkadaşlar?.. Tabiî, söz süresi 5 dakika olduğu için her şeyi anlatamayacağım; ama, bir şeyi bilmenizde büyük fayda var. Ben, bu notları çıkardım, isterseniz siz de bulabilirsiniz; internete girin, Millî Güvenlik Kurulunun basın açıklamalarına bakın, orada neler göreceksiniz biliyor musunuz; ben size söyleyeyim: Mesela, Millî Güvenlik Kurulu, 2004 Haziran ayındaki basın açıklamasında, irtica ve bölücülüğü gündeme getiriyor; 2003 Nisan ayı basın açıklamasında, özellikle irticaî faaliyetlerle ilgili görüşmeler yapıldığını, İstanbul'da yapılan eylemlerden dolayı terör faaliyetlerinin irticaî örgütlerle ilişkisinin olduğunu… Sonuçta, bunları teker teker tararsanız, Millî Güvenlik Kurulu gibi bir kurulun, Türkiye Cumhuriyetinin içtehditleri sıralamasında terör ile irticaı yan yana saydığını görürsünüz. Bu, o kadar basit bir düzenleme değil; yani, yine Sayın Kutlu'nun dediği gibi, efendim, bir okul, bir kurs açmak istemiş, ruhsatı yokmuş da ceza alacakmış!.. Hukukçular bilir, ona ceza vermezler; çünkü, suç işleme kastı yoktur. Bu, o kadar kolay değil; ama, bu yapılan yanlışlar, bu verilen açıklar, sonuçta, 22 Mayıs 2005 tarihinde, Cumhuriyetin Başkentinde, Sıhhiye Meydanında… O sloganları da ben size buradan okuyayım, gazetelerden belki de okumuşsunuzdur, gazetelerde yazılıydı: "Dört bir yanda kan, gözyaşı, zillet; tek kurtuluş hilafet", "hilafet elbet kurulacak, zalimlerden hesap sorulacak" gibi sloganlar ve dövizler Sıhhiye Meydanında dile getirildi.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Çorbacıoğlu, sürenizi 1 dakika uzattım; lütfen konuşmanızı tamamlar mısınız.

Buyurun.

YÜKSEL ÇORBACIOĞLU (Devamla) - Teşekkür edip, bitiriyorum.

Değerli milletvekilleri, yani, bizim amacımız, din eğitimiyle, Kur'an öğretimiyle ilgili bir engel yaratmak değil; ama, bu amaçla denetimsiz olarak faaliyet gösteren irtica yuvalarının, gericilik, yobazlık yuvalarının bu fırsatı ellerine almamasıdır, bu fırsatı onlara vermeyin. Burada Sayın Bekir Bozdağ söyledi "efendim, terörist ise onun cezası var", "efendim 220 nci maddemiz var, şu var, bu var…" Siz, bu suçları işleyen kişilerin nereden geldiğini düşündünüz mü?! Biz, tutuyoruz, terörist… Sivrisinekle uğraşmak gibi; bataklıkla uğraşalım ve bu bataklık, denetimsiz bu kurumlardır. Bunu, sakın, masum din anlayışıyla, din eğitimiyle bir araya getirmeyin, onunla savunmaya çalışmayın. Sayın Başbakan bunu söylemiş, vakit olmadığı için ve sizi de fazla sıkmak istemediğimden söylemek istemiyorum, vaktimiz yok; ama, bu konuyu lütfen ayırın.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Çorbacıoğlu, lütfen son cümlenizi alayım.

YÜKSEL ÇORBACIOĞLU (Devamla) - Türkiye'de bugün, eğer en üst mercilerde bile irtica en önemli sorun olarak, içtehdit olarak görülüyor ise, bunun sebebi, bu tür kurumların, bu denetimsiz kurumların istedikleri gibi hareket etmek ve Türkiye'nin, cumhuriyetin temel nitelikleriyle ilgili kötü amaçlarını gerçekleştirmek için temiz beyinleri kirletmeleridir.

Sanıyorum bu maddeyi geçireceksiniz, öyle görünüyor. Umarım, ülkenin başına büyük bir bela açmamış olursunuz.

Beni dinlediğiniz için hepinize teşekkür ediyor, saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Çorbacıoğlu.

Sayın milletvekilleri, kanunun 29 uncu maddesinin oylamasının açıkoylama şeklinde yapılmasına dair önerge vardır; önergeyi okutup, imza sahiplerini arayacağım. Yeterli imza sahibi Genel Kurul salonunda ise, daha sonra açıkoylamanın şekli hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.

Önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşmekte olduğumuz 958 sıra sayılı kanunun 29 uncu maddesinin, İçtüzüğün 81 inci maddesi uyarınca açıkoylamaya sunulmasını arz ve talep ederiz.

BAŞKAN - Muharrem Candan?.. Burada.

Özkan Öksüz?.. Burada.

Hasan Kara?..

KERİM ÖZKUL (Konya) - Tekabbül ediyorum.

BAŞKAN - Mehmet Sarı?.. Burada.

Ahmet Işık?.. Burada.

Sinan Özkan?..

MEHMET MELİK ÖZMEN (Ağrı) - Tekabbül ediyorum.

BAŞKAN - Veli Seyda?.. Burada.

Mahfuz Güler?.. Burada.

Tevhit Karakaya?.. Burada.

Mustafa Ilıcalı?.. Burada.

Öner Ergenç?.. Burada.

Zülfü Demirbağ?..

FAHRETTİN POYRAZ (Bilecik) - Tekabbül ediyorum.

BAŞKAN - Ziyaeddin Akbulut?.. Burada.

Medeni Yılmaz?.. Burada.

Sabri Varan?.. Burada.

Mehmet Ali Bulut?..

ALİM TUNÇ (Uşak) - Tekabbül ediyorum.

BAŞKAN - Mustafa Ünaldı?.. Burada.

Halil Ürün?.. Burada.

Egemen Bağış?.. Burada.

Erol Cebeci?.. Burada.

Sayın milletvekilleri, açıkoylamanın şekli hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.

Açıkoylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Alınan karar gereğince, açıkoylama elektronik cihazla yapılacaktır.

Oylama için 5 dakika süre vereceğim. Bu süre içerisinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin, oy pusulalarını, oylama için öngörülen 5 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Ayrıca, vekâleten oy kullanacak sayın bakanlar var ise, hangi bakana vekâleten oy kullandığını, oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy pusulasını, yine, oylama için öngörülen 5 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Oylama işlemini başlatıyorum.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, oylarını pusulayla Başkanlığa ileten arkadaşlarımız, lütfen, Genel Kuruldan ayrılmasınlar efendim.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN - Kanunun tamamı üzerinde bir açık oylama daha yapılacaktır, lütfen, Genel Kurulu terk etmeyelim.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, pusula gönderen milletvekili arkadaşlarımın isimlerini okuyacağım.

Ayrıca, bir hususu daha hatırlatmak istiyorum; kavaslara pusulasını verip de okumadığım arkadaşlarım varsa, onlar da Genel Kurulda olduklarını hatırlatsınlar lütfen, bir hata olmasın.

Sayın Şaban Dişli?.. Burada.

Sayın Gürsoy Erol?.. Burada.

Sayın Maliki Ejder Arvas?.. Burada.

Sayın Ali Er?.. Burada.

Sayın Fuat Ölmeztoprak?.. Burada.

Sayın Hakan Taşcı?.. Burada.

Sayın İrfan Rıza Yazıcıoğlu?.. Burada.

Sayın Murat Yılmazer?.. Burada.

Sayın Lokman Ayva?.. Burada.

Sayın Mahmut Göksu?.. Burada.

Sayın Mustafa Nuri Akbulut?.. Burada.

Bu milletvekili arkadaşlarımızın içinde, sonradan elektronik oylama cihazına giren arkadaşlarımız varsa, lütfen, ikaz etsinler.

Pusula gönderip de ismi okunmayan arkadaşımız var mı?.. Yok.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, 27.5.2005 Tarihli ve 5357 Sayılı Türk Ceza Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun -sıra sayısı 958- 29 uncu maddesinin açıkoylama sonucunu açıklıyorum:

Kullanılan oy sayısı:  399

Kabul                                 :  338

Ret                        :    61 (x)

Madde kabul edilmiştir. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, kanunun tümünün oylanmasından önce, İçtüzüğün 86 ncı maddesine göre, bir lehte, bir aleyhte, milletvekilli arkadaşlarımızın söz talebi vardır.

İlk söz, oyunun rengini belirtmek üzere, lehte, Isparta Milletvekili Sayın Recep Özel'in.

Sayın Özel, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

RECEP ÖZEL (Isparta) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; görüşmekte olduğumuz yasanın ülkemize, milletimize hayırlı olmasını diliyorum. Olumlu oy kullanacağımı bildiriyorum.

Hepinize hayırlı günler, hayırlı akşamlar efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Oyunun rengini belirtmek üzere, aleyhte, Çorum Milletvekili Sayın Feridun Ayvazoğlu; buyurun.

FERİDUN AYVAZOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gecenin bu saatinde, bu kadar yoğun bir milletvekili arkadaşımızı ve çok  değerli hükümet üyelerini, saygıdeğer bakanlarımızın çoğunluğunu burada görmekten dolayı, gerçekten, Türkiye adına mutluluğumuzu ifade etmek istiyorum. (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Fakat, bunun anlamının, gecenin bu saatinde, ne olduğunu, ne olabileceğini kamuoyuyla paylaşmanın da bizlere düşen ayrı bir görev olduğunu belirtmek istiyorum.

Görüştüğümüz, Sayın Cumhurbaşkanı tarafından gönderilen, iki maddesine ilişkin olmak üzere geri gönderme tezkeresi; Türk Ceza Kanununda belirtilen maddelerden biri 13 üncü maddeyle ilgili olmak üzere, bir diğeri de 263 üncü maddeyle ilgili olmak üzere.

Sanıyoruz ve bütün buradaki arkadaşlarımız da şunu biliyor ki, gönderilen maddelerden 13 üncü maddeyle ilgili olarak, bu topluluğun, bu saatte toplanması mümkün değil. O zaman, toplanılması gerektiğine inanan değerli AKP'li milletvekili arkadaşlarımızın, Türk Ceza Kanununun 263 üncü maddesiyle ilgili olarak toplandığını, buradaki gösterge, kendini gösteriyor; çünkü, 263 üncü madde, hepimizin de bildiği gibi, bir süreç yaşadı. Bu sürecin altında, birbuçuk yıldan, iki yıldan beri uğraşmış olduğumuz, Türk Ceza Kanununda hep birlikte görev yaptığımız Sayın Adalet Bakanımızın bilgisi dahilinde, Sayın Adalet Komisyonu Başkanımız ve Adalet Komisyonu üyesi arkadaşlarımızın bilgileri ve oybirliğiyle vermiş oldukları imzalar kapsamında kaleme aldığımız 263 üncü madde. Maalesef, bakıyoruz, görüyoruz ki, 263 üncü madde, daha önceki Türk Ceza Kanununun 261 inci maddesi olarak yer alan hükümle aynı mahiyeti taşıyan, sadece ve sadece üst sınırı üç yıla kadar varan bir cezayı kapsayan ve bu uğurda altkomisyonda imza veren Yozgat Milletvekili Sayın Bekir Bozdağ'ın ve yine Kastamonu Milletvekilimiz Sayın Hakkı Köylü'nün, 263 üncü maddenin bu şekilde geçmesiyle ilgili olarak vermiş olduğu altkomisyondaki imzanın ve bu doğrultuda olmak üzere Adalet Komisyonunda bütün Adalet Komisyonu üyesi arkadaşlarımızın ve

                             

   (x) Açıkoylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağın sonuna eklidir.

Adalet Bakanımızın, Adalet Komisyonu Başkanımızın hep birlikte vermiş olduğu olumlu oyla geçen 263 üncü maddeye ne oldu da, birdenbire, bir teklifle, Sayın Kara'nın teklifiyle 263 üncü maddenin cezası "hapis ve/veya" şeklinde adlî para cezasına dönüştürüldü? Bu ceza... Sayın Cumhurbaşkanı tarafından ilgili madde veto edildikten sonra da aynı arkadaşlarımız ne yazık ki, ne hazindir ki, daha önce atmış oldukları imzayı inkâr edecek şekilde, milletvekilliğinin tavrına, milletvekilliğinin duruşuna yakışmayacak bir şekilde, atmış oldukları imzayı inkâr edecek bir şekilde, burada, geldiler, görüşlerini beyan ettiler ve şu anda da sayın milletvekillerimizle birlikte buna imza vermeye hazır hale geldiler.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN- Sayın Ayvazoğlu, lütfen, konuşmanızı tamamlayınız.

FERİDUN AYVAZOĞLU (Devamla)- Sayın Başkanım, burada bir şeylerin mücadelesi veriliyor. Biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak laiklik ile İslamiyeti bir arada yaşamanın mücadelesini veriyoruz. Hiç kimse İslamiyeti tekelinde olduğunu sanarak siyasette rant elde edeceğini sanmasın. Çünkü, biz bunların komşumuz Irak'tan, acı tecrübelerini görüyoruz, İran'dan, acı tecrübelerini görüyoruz, Filistin'den, Bosna-Hersek'ten, acı tecrübelerini görüyoruz. Onun için de, biz diyoruz ki, Türkiye Cumhuriyetinin demokratik, laik yapısında Cumhuriyet Halk Partisinin o yıllarda, devrim yıllarında elde etmiş olduğu ve bu ulusla birlikte misakımillî sınırları içerisinde yaşamaya çalıştığı demokratik, laik cumhuriyet içerisinde İslamiyetle beraber, İslamiyetin kurallarıyla; ama, demokratik, laik bir şekilde yaşamak isteyen Cumhuriyet Halk Partisinin, bu ilkelerine…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Ayvazoğlu, teşekkür ediyorum.

FERİDUN AYVAZOĞLU (Devamla) - …ve felsefesine uygun bir şekilde beraber yaşamak istiyoruz. Eğer bunu kamuoyundan saklayarak siyasî rant elde edecekseniz, kamuoyu yarın bir gün bunun hesabını soracaktır.

Bu duygu ve düşüncelerle, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar; AK Parti sıralarından alkışlar[!])

BAŞKAN - Sayın Ayvazoğlu, teşekkür ediyorum.

ENGİN ALTAY (Sinop) - Çoğunluğumuz var diye fazla havalanmayın!

BAŞKAN - Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, kanunun tümünün oylamasının açıkoylama şeklinde yapılmasına dair önerge vardır. Önergeyi okutup, imza sahiplerini arayacağım. (Gürültüler)

Saygıdeğer arkadaşlar, lütfen, dinleyin.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşmekte olduğumuz 958 sıra sayılı kanunun tümünün, İçtüzüğün 81 inci maddesi uyarınca açıkoylamaya sunulmasını arz ve teklif ederiz.

BAŞKAN - Faruk Çelik?.. Burada.

Ahmet Işık?.. Burada.

Muzaffer Gülyurt?.. Burada.

Abdullah Veli Seyda?.. Burada.

Mustafa Demir?.. Burada.

Temel Yılmaz?.. Burada.

Alim Tunç?.. Burada.

Mehmet Beşir Hamidi?.. Burada.

Selahattin Dağ?.. Burada.

Mahfuz Güler?.. Burada.

Recep Yıldırım?.. Burada.

Mustafa Çakır?.. Burada.

Abdullah Erdem Cantimur?.. Burada.

Ali Temür?.. Burada.

Faruk Anbarcıoğlu?.. Burada.

Mehmet Emin Tutan?.. Burada.

Ahmet Yaşar?.. Burada.

Musa Sıvacıoğlu?.. Burada.

Ayhan Sefer Üstün?.. Burada.

Öner Ergenç?.. Burada.

Sayın milletvekilleri, açıkoylamanın şekli hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.

Açıkoylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Alınan karar gereğince, açıkoylama elektronik cihazla yapılacaktır.

Oylama için 5 dakika süre vereceğim. Bu süre içinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin, oy pusulalarını, oylama için öngörülen 5 dakikalık süre içinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Ayrıca, vekâleten oy kullanacak sayın bakanlar var ise, hangi bakana vekâleten oy kullandığını, oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy pusulasını, yine, oylama için öngörülen 5 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Saygıdeğer arkadaşlarım, bu, tümünün oylanması olduğu için, pusula gönderen arkadaşların, pusulalarını okutacağımızdan, lütfen, Genel Kurulu terk etmemelerini istirham ediyorum.

Oylama işlemini başlatıyorum

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN - Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, pusula gönderen milletvekili arkadaşlarımı okuyorum:

Sayın Maliki Ejder Arvas?.. Burada.

Sayın Murat Yılmazer?.. Burada.

Sayın Lokman Ayva?.. Burada.

Sayın Gürsoy Erol?.. Burada.

Genel Kurulda hazır bulunan milletvekili arkadaşlarıma bir hususu tekrar hatırlatmak istiyorum; yarın Genel Kurul çalışmaları saat 11.00'de başlayacaktır.

Sayın milletvekilleri, 27.5.2005 Tarihli ve 5357 Sayılı Türk Ceza Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun tümünün açıkoylama sonucunu açıklıyorum:

Kullanılan oy sayısı:  394

Kabul                                 :  340

Ret                        :    54 (x)

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, böylece, kanun kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır.

Çalışma süremiz dolmuştur.

Kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 30 Haziran 2005 Perşembe günü, alınan karar gereğince saat 11 00'de toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati: 23.27

                             

   (x) Açıkoylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağın sonuna eklidir.