DÖNEM
: 22 YASAMA
YILI : 3
T. B. M. M.
TUTANAK DERGİSİ
CİLT : 90
121 inci Birleşim
29 Haziran 2005 Çarşamba
İ
Ç İ N D E K İ L E R
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II.- GELEN KÂĞITLAR
III.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) GündemdIşI Konuşmalar
1.- İstanbul Milletvekili Ali Rıza
Gülçiçek'in, Sivas olaylarının 12 nci yıldönümüne, Madımak Otelinin, barış ve
kardeşlik adına, kültür ve sanat müzesi yapılması gerektiğine ilişkin
gündemdışı konuşması ve İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu'nun cevabı
2.- Çankırı Milletvekili Hikmet
Özdemir'in, Yatırımların ve İstihdamın Teşviki Kanununun Çankırı ekonomisine
olumlu yansımalarına ilişkin gündemdışı konuşması ve İçişleri Bakanı Abdülkadir
Aksu'nun cevabı
3.- Tekirdağ Milletvekili Erdoğan
Kaplan’ın, Trakya halkının sosyal ve ekonomik sorunlarına ilişkin gündemdışı
konuşması
B) Tezkereler ve Önergeler
1.- Çevre eski Bakanı Fevzi Aytekin
hakkındaki dosyaya ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/862)
2.- İzmir Milletvekili Türkân
Miçooğulları'nın (10/148, 182, 187, 284, 285) esas numaralı Meclis Araştırması
Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi (4/311)
3.- (10/251) esas numaralı Meclis
Araştırması Komisyonu Geçici Başkanlığının, Komisyonun başkan, başkanvekili,
sözcü ve kâtip üye seçimini yaptığına ilişkin tezkeresi (3/863)
4.- Parlamentolararası Birlik Başkanının
TBMM Başkanı Bülent Arınç'ı Amerika Birleşik Devletlerine davetine icabet
etmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/864)
5.- Devlet Bakanı Nimet Çubukçu'nun Çin'e
yapacağı resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin Başkanlık tezkeresi
(3/865)
IV.-
ÖNERİLER
A) Sİyasî Partİ Grubu Önerİlerİ
1.- Gündemdeki sıralamanın yeniden
düzenlenmesine ilişkin CHP Grubu önerisi
2.- Gündemdeki sıralama ve çalışma
saatlerinin yeniden düzenlenmesi ile TBMM'nin 1 Temmuz 2005 tarihinde tatile
girmemesi ve çalışmalarına devam etmesine ilişkin AK Parti Grubu önerisi
V.-
SEÇİMLER
A) Komİsyonlarda AçIk Bulunan Üyelİklere Seçİm
1.- (10/148, 182, 187, 284, 285) esas
numaralı Meclis Araştırması Komisyonunda açık bulunan üyeliğe seçim
VI.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
1.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş
ve İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici
Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde
Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S.
Sayısı: 305)
2.- Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu
Raporu (1/1039) (S. Sayısı: 951)
3.- 4.5.2005 tarihli ve 5344 Sayılı
Türkiye Bilimsel ve Teknik araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanunda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ve Anayasanın 89 uncu ve 104 üncü Maddeleri
Gereğince Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ile Millî Eğitim,
Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/1032) (S. Sayısı: 918)
4.- 27.5.2005 Tarihli ve 5357 Sayılı Türk
Ceza Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ve Anayasanın 89 uncu ve 104
üncü Maddeleri Gereğince Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri
Gönderme Tezkeresi ve Adalet Komisyonu Raporu
(1/1042) (S. Sayısı: 958)
VII.-
SORULAR VE CEVAPLAR
A) YazIlI Sorular ve CevaplarI
1.- Adana Milletvekili Tacidar SEYHAN'ın, Manisa Mesir Macunu Şenliklerine
düzenlenen geziye ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanından sorusu ve
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanvekili İsmail ALPTEKİN'in cevabı (7/5524)
2.- Konya Milletvekili Atilla KART'ın,
kamuoyunda "Kayıp Trilyon Davası" olarak bilinen davaya ilişkin
Başbakandan sorusu ve Adalet Bakanı Cemil ÇİÇEK'in cevabı (7/6028)
3.- Hatay Milletvekili Gökhan DURGUN'un,
Haydar Baş hakkındaki bazı iddialara ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Cemil
ÇİÇEK'in cevabı (7/6109)
4.- Afyonkarahisar Milletvekili Reyhan
BALANDI'nın, basın mensuplarına yönelik davalara ilişkin Başbakandan sorusu ve
Adalet Bakanı Cemil ÇİÇEK'in cevabı (7/6126)
5.- İzmir Milletvekili Enver ÖKTEM'in,
Balçova Termal Tesisleri bünyesinde yapılan Aquapark ve güzellik merkezine
ilişkin Başbakandan sorusu ve İçişleri Bakanı Abdülkadir AKSU'nun cevabı
(7/6219)
6.- Bursa Milletvekili Ertuğrul
YALÇINBAYIR'ın, Kırgızistan'dan dadılık için gelen kadınlara zorla fuhuş
yaptırıldığı iddialarına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Abdülkadir AKSU'nun
cevabı (7/6224)
7.- İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in,
İstanbul Beyoğlu'ndaki polis karakollarına ve görev yapan personele ilişkin
sorusu ve İçişleri Bakanı Abdülkadir AKSU'nun cevabı (7/6225)
8.- Tekirdağ Milletvekili Mehmet Nuri
SAYGUN'un, Çorlu'da asayişin sağlanması için güvenlik görevlilerinin artırılıp
artırılmayacağına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Abdülkadir AKSU'nun cevabı (7/6370)
9.- Antalya Milletvekili Osman ÖZCAN'ın,
Manavgat Belediye Başkanıyla ilgili bazı iddialara ilişkin sorusu ve İçişleri
Bakanı Abdülkadir AKSU'nun cevabı (7/6373)
10.- Antalya Milletvekili Feridun Fikret
BALOĞLU'nun, Antalya-Serik'teki Devlet hastanesi inşaatına ilişkin sorusu ve
Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ'ın cevabı (7/6381)
11.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in,
Düzce İlinde 2005 yılı için planlanan yatırımlara ve ayrılan ödenek miktarına
ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ'ın cevabı (7/6422)
12.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in,
Bolu İlinde 2005 yılı için planlanan yatırımlara ve ayrılan ödenek miktarına
ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ'ın cevabı (7/6512)
13.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in,
Gümüşhane İlinde 2005 yılı için planlanan yatırımlara ve ayrılan ödenek
miktarına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ'ın cevabı (7/6513)
14.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in,
Kütahya İlinde 2005 yılı için planlanan yatırımlara ve ayrılan ödenek miktarına
ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ'ın cevabı (7/6514)
15.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in,
Sakarya İlinde 2005 yılı için planlanan yatırımlara ve ayrılan ödenek miktarına
ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ'ın cevabı (7/6515)
16.- Hatay Milletvekili Mehmet ERASLAN'ın,
SSK Hastanelerinin Sağlık Bakanlığına devriyle hastane depolarında kalan
ilaçlara ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ'ın cevabı (7/6596)
17.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in,
2005 yılında Nevşehir İline yapılacak yatırımlara ve ayrılan ödenek miktarına
ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ'ın cevabı (7/6597)
18.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in,
2005 yılında Aksaray İline yapılacak yatırımlara ve ayrılan ödenek miktarına
ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ'ın cevabı (7/6598)
19.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in,
2005 yılında Erzurum İline yapılacak yatırımlara ve ayrılan ödenek miktarına
ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ'ın cevabı (7/6599)
20.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in,
2005 yılında Bartın İline yapılacak yatırımlara ve ayrılan ödenek miktarına
ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ'ın cevabı (7/6600)
21.- Iğdır Milletvekili Yücel ARTANTAŞ'ın,
bazı kamu çalışanlarının maaş farklılıklarına ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı
Kemal UNAKITAN'ın cevabı (7/6687)
I.- GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak
üç oturum yaptı.
Kırıkkale Milletvekili Ramazan Can'ın, MKE
Kırıkkale Mühimmat Fabrikasında meydana gelen patlamanın yıldönümü ile Kurumun
Türkiye ve bölge için önemine ilişkin gündemdışı konuşmasına Millî Savunma
Bakanı Mehmet Vecdi Gönül, cevap verdi.
Ankara Milletvekilleri:
Bayram Ali Meral, işçiler, esnaf ve
sanatkârlar ile emeklilerinin ve yurt dışında çalışan işçilerimizin
sorunlarına,
Yakup Kepenek, üniversitelerde son
zamanlarda yaşanan öğrenci çatışmalarına, kadro sorunlarına, yeni açılacak
üniversitelere ve bu konularda yapılması gerekenlere,
İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar.
Van Milletvekili Cüneyit Karabıyık ve 44
milletvekilinin, Van kedisi neslinin korunması için (10/299),
Diyarbakır Milletvekili İrfan Riza
Yazıcıoğlu ve 20 milletvekilinin, uyuşturucu ve bağımlılık yapıcı madde
kullanımının araştırılarak (10/300),
Alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun
bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve
öngörüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.
İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu
Başkanlığının görev alanına giren gelişmelere ivedilikle müdahale
edilebilmesini sağlamak amacıyla, Komisyonun, Türkiye Büyük Millet Meclisi
Genel Kurulunun tatilde olduğu dönemde de çalışmalarına devam etmesine ilişkin
tezkeresi kabul edildi.
Töre ve namus cinayetleri ile kadınlara ve
çocuklara yönelik şiddetin sebeplerinin (10/148, 182, 187, 284, 285),
Ondokuz Mayıs Üniversitesinde keyfî
yönetim, kamu kaynaklarının amaç dışı kullanımı ve kadrolaşma iddialarının
(10/251),
Araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla kurulan Meclis Araştırması Komisyonu üyeliklerine, siyasî
parti gruplarınca gösterilen adaylar seçildiler.
Başkanlıkça, Komisyonların başkan,
başkanvekili, sözcü ve kâtip üye seçimini yapmak üzere toplanacağı gün, saat ve
yere ilişkin duyuruda bulunuldu.
Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:
1 inci sırasında bulunan, Kamu İhale
Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin (2/212) (S. Sayısı:
305) görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin komisyon raporu henüz
gelmediğinden, ertelendi.
2 nci sırasında bulunan, Hâkimler ve
Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısının (1/1039) (S. Sayısı: 951), görüşmelerine devam olunarak 52 nci
maddesine kadar kabul edildi.
29 Haziran 2005 Çarşamba günü, alınan
karar gereğince saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşime 23.00'te son verildi.
Nevzat
Pakdil
Başkanvekili
|
Bayram
Özçelik |
Ahmet
Küçük |
|
Burdur |
Çanakkale |
|
Kâtip Üye |
Kâtip Üye |
No.: 167
II.- GELEN KÂĞITLAR
29 Haziran 2005 Çarşamba
Raporlar
1.- Çocukları Koruma
Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/991) (S. Sayısı: 963) (Dağıtma
tarihi: 29.6.2005) (GÜNDEME)
2.- Ekonomik İşbirliği
Teşkilâtı Eğitim Enstitüsü Kurucu Belgesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Dışişleri
Komisyonları Raporları (1/1026) (S. Sayısı: 965) (Dağıtma tarihi: 29.6.2005)
(GÜNDEME)
3.- Karaman Milletvekili
Mevlüt Akgün ile 10 Milletvekilinin ve Samsun Milletvekili İlyas Sezai Önder
ile 6 Milletvekilinin; Avukatlık Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Teklifleri ile Adalet Komisyonu Raporu (2/480, 2/483) (S. Sayısı: 968) (Dağıtma
tarihi: 29.6.2005) (GÜNDEME)
4.- Özürlüler Hakkında ve
Bazı Kanunlar ile Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına İlişkin
Kanun Tasarısı; Tekirdağ Milletvekili Mehmet Nuri Saygun'un Özürlüler İdaresi
Başkanlığı Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi; İstanbul Milletvekili Lokman Ayva'nın Özürlüler
ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun Teklifi ile Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul
Milletvekili Ali Topuz, İzmir Milletvekili Kemal Anadol, Samsun Milletvekili
Haluk Koç ile 46 Milletvekilinin Özürlüler Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Sağlık,
Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ile Plan
ve Bütçe Komisyonları Raporları
(1/1029, 2/215, 2/424, 2/437) (S. Sayısı: 969) (Dağıtma tarihi:
29.6.2005) (GÜNDEME)
5.- Bursa Milletvekili
Şevket Orhan ile Balıkesir Milletvekili Ali Osman Sali'nin; 2863 Sayılı Kültür
ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi ve Geçici
Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifi ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve
Spor Komisyonu Raporu (2/461) (S. Sayısı: 970) (Dağıtma tarihi: 29.6.2005)
(GÜNDEME)
6.- Eskişehir
Milletvekilleri Mehmet Ali Arıkan, Cevdet Selvi ile Mehmet Yücesan ve Muharrem
Tozçöken ile Fahri Keskin'in; Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı Kanununda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ile Millî Eğitim, Kültür,
Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (2/543, 2/562) (S. Sayısı: 971) (Dağıtma
tarihi: 29.6.2005) (GÜNDEME)
Yazılı Soru Önergesi
1.- Adana Milletvekili
Tacidar SEYHAN'ın, Manisa Mesir Macunu Şenliklerine düzenlenen geziye ilişkin
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanından yazılı soru önergesi (7/5524)
(Başkanlığa geliş tarihi: 1.4.2005)
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 14.00
29 Haziran 2005 Çarşamba
BAŞKAN: Başkanvekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya) , Ahmet KÜÇÜK
(Çanakkale)
BAŞKAN- Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 121 inci Birleşimini açıyorum.
Toplantı yetersayısı
vardır; görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce 3
sayın milletvekiline gündemdışı söz vereceğim.
Konuşma süreleri 5'er
dakikadır. Hükümet, bu konuşmalara cevap verebilir. Hükümetin cevap süresi 20
dakikadır.
Gündemdışı ilk söz, Sivas
olaylarıyla ilgili söz isteyen İstanbul Milletvekili Ali Rıza Gülçiçek'e
aittir.
Milletvekili
arkadaşlarımızın, konuşmalarını kendileri için ayrılan konuşma süresini dikkate
alarak tamamlamalarını, sadece, konuşmalarını tamamlamak için her zaman olduğu
gibi ek 1 dakikalık süre vereceğimi, kendilerine de hatırlatıyor ve Genel
Kurula arz ediyorum.
Sayın Gülçiçek, buyurun
efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
III.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) GündemdIşI Konuşmalar
1.-
İstanbul Milletvekili Ali Rıza Gülçiçek'in, Sivas olaylarının 12 nci
yıldönümüne, Madımak Otelinin, barış ve kardeşlik adına, kültür ve sanat müzesi
yapılması gerektiğine ilişkin gündemdışı konuşması ve İçişleri Bakanı
Abdülkadir Aksu'nun cevabı
ALİ RIZA GÜLÇİÇEK
(İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sivas olaylarının 12 nci
yıldönümü nedeniyle gündemdışı söz almış bulunuyorum. Öncelikle, bana konuşma
olanağı sağlayan Sayın Başkana teşekkür ederek, Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum.
Sözlerime başlamadan
önce, 2004-2005 sezonunu başarıyla tamamlayarak, 2005-2006 sezonunda Sivas'ı
süper ligde temsil edecek Sivasspora başarılar diliyorum.
Sayın Başkan değerli
arkadaşlarım; insanların farklı düşünce, inanç ve kültürlerinden dolayı
yakılması, başka görülmesi, ayırımcılık yapılması, insanlık suçu ve ayıbıdır.
Bu suç, bundan oniki yıl önce 2 Temmuz 1993'te Sivas'ta işlendi. 2 Temmuz,
zihinlerimizde, gönüllerimizde kalıcı yaralar açmıştır. 2 Temmuz 1993'te
Sivas'a bir kültür şenliği için giden 35 aydınımız, yazarımız, sanatçımız,
barışa semah dönen gençlerimiz, her şeyden önemlisi insanlarımız, Sivas'ın
Madımak Otelinde yakıldı.
Bu insanlarımız, Sivas'a
barış ve kardeşlik içinde bağlamalarını çalmaya ve semahlarını dönmeye
gitmişlerdi. Bu katliam, sadece 35 insanımızın katledilmesi değildi, aynı
zamanda, cumhuriyete bir başkaldırıydı.
Değerli arkadaşlarım,
Sivas'ta bu vahşetin yaşanmasının suçlularının birçoğu halen yurt dışında
yaşamaktadır. Hükümet, yurt dışında yaşayan bu sanıkların en kısa zaman
içerisinde Türkiye'ye getirilmesi konusunda gerekli girişimlerde bulunmalı ve
sanıkların Türkiye'ye getirilmesi sağlanmalıdır.
Kısa bir süre önce Genel
Başkanımız Sayın Deniz Baykal'ın girişimiyle, güvenlik güçlerimizin titiz
çalışmasıyla, oniki yıldır aranan, idama mahkûm iki sanığın Sivas'ta
yakalanması sevindirici olmuştur. Sayın İçişleri Bakanımıza ve emniyet
güçlerimize teşekkürlerimi ifade etmek istiyorum.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; Sivas, cumhuriyetin temelinin atıldığı 4 Eylülüyle ünlüdür;
Sivas, Sivas Valisi Hızırpaşa tarafından, Osmanlıya başkaldırdığı için idam
edilen Pir Sultanıyla ünlüdür; Sivas, ozanlarıyla ünlüdür; ebette ki
"benim sadık yârim kara topraktır" diyen Âşık Veyseliyle ünlüdür;
Sivas, Madımakıyla ünlüdür; ancak, Sivas'ın üzerine kara leke düştü ve Madımak
kana bulandı.
Değerli arkadaşlarım,
Sivas'ta bin yıldır Alevîsiyle Sünnîsiyle birlikte uyum içerisinde ve dostça,
barış içerisinde yaşanmıştı; din adına bu katliamı gerçekleştirenler barışa,
dostluğa gölge düşürmüşlerdir. Elbette ki bu olaydan tüm Sivaslıları sorumlu
tutmak doğru değildir. Bütün acılara rağmen, Alevî inancına mensup
yurttaşlarımız, geçmişte olduğu gibi bu dönemde de provakasyonlara gelmedi ve
gelmeyecektir.
Herkesin, inancına,
kimliğine, etnik kökenine saygılı ve 72 millete aynı nazarda bakan Alevî
toplumu bu ülkede yaşamaktan, üzerlerine düşen her görevi yerine getirmekten...
Ülkesine, cumhuriyete, Atatürk'e, laikliğe bağlı, demokrasiye, hukuka ve insan
haklarına saygılı insanlardır. Elbette ki, aynı duyarlılık ve hoşgörüyü
başkalarından beklemek hele hele devletten beklemek Alevîlerin de hakkıdır diye
düşünüyorum.
Hepimiz bu olaylardan
ders çıkarmak zorundayız. Sivas'ı eski konumuna kavuşturmak, yaşanabilir,
çağdaş, demokrat bir kent yapmak için hepimize görev düşmektedir. İçbarışımızı
korumak için birbirimize tahammül etmek ve saygı göstermek zorundayız.
Değerli arkadaşlarım, 35
aydınımızın, yazarımızın, sanatçımızın, bütün dünyanın gözü önünde yakıldığı
Madımak Oteli ne yazık ki tekrar otel ve lokanta olarak faaliyete geçmiştir.
İnsanların yakıldığı Madımak Otelinin et lokantası olarak kullanılması utanç
verici bir tablodur. Bunu kabul etmem mümkün değildir. Soruyorum size, hangi
vicdan sahibi bir insan bu lokantada gönül rahatlığıyla yemek yiyerek,
kendisini rahat hisseder?
Değerli arkadaşlarım, 29
Mayıs 1993 tarihinde, Almanya'nın Solingen Kentinde yaşanan vahşet sonrası, bu
vahşetin yaşandığı yer müze haline getirildi. Solingen katliamı, bir daha
yaşanmaması için, okullarda ders olarak çocuklara anlatılıyor. 29 Mayıs 1993
Solingen katliamı ile 2 Temmuz Sivas katliamı arasında birkaç haftalık fark
vardır. Orası, bugün, müze haline getirildi, orası, cumhurbaşkanı düzeyinde,
her yıl anma programlarıyla anılmaktadır. 29 Mayıs 2005 tarihinde, Solingen'de
düzenlenen anma programına, Genel Başkanımız Sayın Deniz Baykal ve Devlet
Bakanımız Sayın Mehmet Aydın birlikte katılmışlardı. Genel Başkanımız Sayın
Deniz Baykal tarafından, bu müzenin oluşmasına katkı sağlayan Federal Almanya
eski Cumhurbaşkanı Rau'ya barış ve dostluk ödülü takdim edilmiştir.
Değerli arkadaşlarım,
Madımak Otelinin, Solingen'de olduğu gibi, bu utançtan bir an önce kurtulmak
için, barış ve kardeşlik adına, kültür
ve sanat müzesi yapılması çok yararlı olacaktır. Böyle bir girişim,
insanlarımızı, birbiriyle kucaklaştırır; Sivas'ı tekrar eski konumuna
kavuşturur; farklı kültürleri, inançları, farklı kimlikleri de birbirine daha
yaklaştırır.
Değerli arkadaşlarım,
devlet, Sivas olaylarında ne tarafta olduğunu açıklığa kavuşturmak
durumundadır.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Gülçiçek,
1 dakika içinde konuşmanızı tamamlar mısınız.
Buyurun.
ALİ RIZA GÜLÇİÇEK
(Devamla) - Tamamlıyorum Sayın Başkanım.
Hükümet veya hükümetler
neyin tarafı olduğunu açıklamalıdır; Sivas'ta yananların yanında mı yoksa
yakanların yanında mıyız? Teröre ve şiddete dayalı eylemler karşısında orta bir
yol yoktur; ya karşısındasınız ya tarafındasınız.
Değerli arkadaşlarım, bu
olayların bir daha yaşanmaması için, gerçekle yüzleşmek ve insanlık suçlarını
birlikte mahkûm etmek, farklı kültürleri, inançları, kimlikleri daha da
yakınlaştırmak için, Madımak Otelinin, barış ve kardeşlik adına kültür ve sanat
müzesi yapılması için, Sayın Başbakanı, sayın bakanları, Sayın AKP Grup
Başkanvekillerini, Grubunu, Sivaslı ve Sivas'ın değerli milletvekillerini, bu
kara lekeyi birlikte kaldırmak için göreve davet ediyorum.
Ayrıca, hükümet
tarafından, Alevî yurttaşlarımızın talebi olan cemevlerinin ibadet yeri olarak
kabul edilmesi ve din kültürü ve ahlak bilgisi derslerinin zorunlu ders olarak
okutulmasının müfredattan kaldırılmasının doğru olacağına inanıyorum.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; 2 Temmuz Sivas olaylarında can verip gelecek nesillere tarihî bir
mesaj iletmek görevi ve onurunu göstermiş olan sevgili şehitlerimizi, bir kez
daha rahmetle anıyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Lütfen
tamamlayın konuşmanızı.
Buyurun.
ALİ RIZA GÜLÇİÇEK
(Devamla) - Ülkemizde Sivas olaylarının ve benzerlerinin bir daha yaşanmaması
dileğiyle, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP Sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Gülçiçek.
Gündemdışı konuşmaya,
İçişleri Bakanı Sayın Abdülkadir Aksu cevap vereceklerdir.
Sayın Bakanım, buyurun.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
İÇİŞLERİ BAKANI
ABDÜLKADİR AKSU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İstanbul
Milletvekili Sayın Ali Rıza Gülçiçek'in Sivas olayları konulu gündemdışı
konuşması üzerine söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi
saygılarımla selamlıyorum.
Hepinizin bildiği gibi,
ülkemiz, 1970'li yıllarla başlayan terör eylemleriyle karşı karşıya kalmış; bu
süreç, ülkemizi uzun süre rahatsız etmişti. Bu süreç, ülkemiz insanlarını ciddî
manada etkilemiş, pek çok vatandaşımız terörün mağduru olmuştur; ama, terörün
en fazla hüzün verdiği olaylardan biri, Sivas'ta yaşadığımız ve hepimizi kedere
sevk eden olay olmuştur.
Terör, kimden gelirse
gelsin ve kime yönelirse yönelsin, bir arada yaşamaya kararlı bütün
vatandaşlarımızca kınanması gereken bir olgudur ve yine, terör, sosyal barışa,
toplumsal huzura ve ekonomik kalkınmaya karşı girişilen eylemlerin ortak
adıdır. Bu bakımdan, kararlı bir şekilde terör batağını kurutabileceğimizi
düşünüyorum; çünkü, sadece teröristle yapılan mücadele, hiçbir zaman toplumsal
dayanışmayla elde edilecek sonuç kadar etkin olmayacaktır. Bugün, Yüce Meclisimizin
çatısı altında bu kararlılığı görmenin mutluluğunu yaşıyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; malumunuz, oniki yıl önce 2 Temmuzda, Sivas'ta meydana gelen
olaylar, 37 vatandaşımızın hayatını kaybetmesiyle sonuçlandı. Amaç,
vatandaşlarımızın ayrılmaz beraberliğini bozmak, ayrılık duygularını
tırmandırmaktı. Akla gelmeyecek provokasyonlar tertip edildi. Yüzyıllar boyu
bir arada yaşamış kardeşleri birbirine düşürmek adına, ne yapılması lazım
geliyorsa, o yapıldı. Böylece, insanlar, kardeşler karşı karşıya getirilmeye
çalışıldı. Komşular, bir daha hiç bir araya gelmemek üzere ayrılmak istendi;
ama, provokatörler, amaçlarının tamamına ulaşamadılar. Bütün Türkiye ayağa
kalktı, hep bir ağızdan "biz kardeşiz" diye haykırdı. Bu bakımdan, 2
Temmuz, yalnızca üzücü olayların yaşandığı bir gün değil, aynı zamanda, birlik
ve kardeşliğin yeniden tesis edildiği tarih olarak da hatırlanacaktır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bildiğiniz gibi, Hükümetimiz, kurulduğu günden itibaren,
ülkemizin gündemine insan hak ve hürriyetlerini yeniden tanımlayan ve evrensel
normları bizim insanımıza da sağlayan çeşitli kanun düzenlemelerini art arda
Yüce Meclisimize getirmekte, sizlerin de yüksek tasvibiyle kanunlaşmaktadır. Herkesin,
hür olarak düşündüğünü ifade edebileceği, başkalarına rahatsızlık vermediği
ölçüde inancını yaşayabileceği, bir araya gelerek sorunlarına çözümler
üretebileceği örgütlü ve demokrat bir toplum için altyapı oluşturma gayretimiz
devam ediyor. Bu konuda önemli mesafeler aldığımızı zannediyorum.
Bu yasal değişmelerin
yanı sıra, Sayın Ali Rıza Gülçiçek'in de konuşmasında belirttiği gibi, toplum
olarak, Sivas'ta, oniki yıl önce meydana gelen bu olaylardan ders çıkarmamız da
gerekiyor. Bir arada yaşamanın ortak paydasını yediden yetmişe insanlarımızla
paylaşmamız lazım geliyor. Şunu herkesin bilmesi lazımdır ki, yüzyıllarca,
birlikte, uyum içerisinde, kardeşçe, hoşgörü ve barış içerisinde, yan yana
yaşayan insanlarımız arasında var olan dayanışma ve toplumsal uzlaşmayı kimse
bozamamıştır ve bundan sonra da inşallah kimse bozamayacaktır; çünkü,
vatandaşlarımız, aralarına nifak sokmak isteyenlerin oyununa gelmeyecek kadar
olgunluğa, erdeme ve basirete sahiptirler.
Türkiye Cumhuriyeti
Devletinin şerefli bir üyesi, bir vatandaşı olarak, bu al bayrağın altında
birbirini anlayan, hoş gören ve sayan vatandaşlarımız, bizim geleceğimizdir.
Atalarımız, Hacı Bektaş Veli, Yunus Emre ve Mevlana, bizlere yaşamlarıyla ve
sözleriyle ne güzel örnekler bırakmışlardır. Gelin, bu güzel insanların barış
ve sevgi seslenişine kulak verelim. Ayrılığı gayrılığı bırakalım, bir olalım,
iri olalım, diri olalım.
Sayın Başkan, değerli
milletvekillerimiz; güvenlik güçlerimiz, bu olayın bugüne kadar yakalanmayan,
diğer aranan faillerini yakalamak için de yoğun bir dikkat ve çaba
göstermektedir. Nitekim, bu olaylara karıştıkları için aranır durumda olan 2
şahıs 12.2.2005 tarihinde, yine, ayrıca 2 şahıs da 6.3.2005 tarihinde olmak
üzere, toplam 4 kişi daha yakalanarak, sevk edildikleri adlî mercilerce
tutuklanmışlardır.
Şunu da belirtmeliyim ki,
sayın konuşmacı arkadaşın da ifade ettiği gibi, biz, Sivas denildiği zaman,
sadece bu menfur olayı değil, Sivas İlinin gelişmişlik, kalkınmışlık düzeyini,
eğitimde aldığı mesafeyi, sosyal ve kültürel değerlerini ve çalışmalarını da
hatırlamak istiyoruz.
Değerli arkadaşlar,
bakınız, Sivas İlimiz, son zamanlarda Hükümetimizin çıkardığı yatırımların
hızlandırılmasına ilişkin Teşvik Kanunu ve aldığımız tedbirlerle, tüm alanlarda
kalkınma ve gelişme atağına geçmiştir. Kırsal alanda istihdam sağlamada,
eğitimde, sağlıkta, tüm ilçelerinde seferberlik başlamıştır âdeta. Elbette ki,
bu başarılı çalışmalarda, vatandaşlarımız arasındaki dostluk, kardeşlik ve
olumlu diyaloğun payı büyüktür.
Bu konuda somut bir örnek
de vermek istiyorum. Hükümetimizin çıkardığı Teşvik Kanununa kadar, Sivas
İlimizde organize sanayi bölgesinde 36 firma faaliyette bulunurken, Teşvik
Kanununun çıkmasından sonra 14 firma daha üretime geçmiştir; böylece, faal
firma sayısı 50'ye yükselmiştir. 2005 yılı sonuna kadar 23 firma daha üretim
faaliyetine başlayacak ve Sivas Organize Sanayi Bölgesinde faaliyet gösteren
toplam firma sayısı da böylece 73'e ulaşacaktır.
Şunu da belirtmeliyim ki,
Sivas İli, ilk düzenlemede 36 ili içine alan, Teşvik Kanununun yürürlüğe
girmesinden sonra, yatırım bakımından bu iller arasında ilk sıralarda yer almak
suretiyle önemli bir başarı sağlamış ve ülkemizde kargaşa ve kaos isteyenlere
en güzel cevabı vermiştir.
Ben, bu vesileyle, Sivas
İlimizde oniki yıl önce hayatını kaybetmiş vatandaşlarıma rahmet diliyorum;
Yüce Heyetinizi yeniden sevgi ve saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Bakanım.
Gündemdışı ikinci söz,
yatırımların ve istihdamın teşvikiyle ilgili kanun ve Çankırı'daki yansımaları
hakkında söz isteyen Çankırı Milletvekili Sayın Hikmet Özdemir'e aittir.
Sayın Özdemir, buyurun.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
2.- Çankırı
Milletvekili Hikmet Özdemir'in, Yatırımların ve İstihdamın Teşviki Kanununun
Çankırı ekonomisine olumlu yansımalarına ilişkin gündemdışı konuşması ve
İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu'nun cevabı
HİKMET ÖZDEMİR (Çankırı)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 5084 sayılı Yatırımların ve İstihdamın
Teşviki Kanunu ve bu kanunun Çankırı İlinde meydana getirdiği yansımalar
hakkında gündemdışı söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Herkes aza şükretmiyor;
aza şükretmeyen çoğu da bulamaz, şükredeceğiz ki artış olsun. Ben, Çankırı İli
olarak, tabiî ki hükümetimize, Yüce Meclisin bu heyetine teşekkürlerimi arz
ederek sözlerime başlıyorum.
Bu kanunun yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren, Çankırı'da güzel gelişme ve değişmelerin olduğunu,
hepinizin ve Yüce Milletimizin önünde söylemek isterim. Çankırı'ya yatırım
yapmak üzere pek çok yatırımcı ve sanayici, âdeta yarış halindedir. Sağlık,
gıda, tekstil, madencilik, makine, mobilya, metal, konfeksiyon, elektrik gibi
hemen hemen sanayiin her koluna ait işletmelerin, Çankırı genelinde, üretime,
istihdama yönelik çalışmalar içerisine girdiğini görmekteyiz. Bu durum,
hükümetimizin ve Yüce Meclisimizin, ne denli doğru bir karar aldığının
göstergesidir. Bu vesileyle, tekrar tekrar, siz değerli milletvekillerimize,
katkılarınızdan dolayı teşekkürlerimi arz ediyorum.
Sadece, Korgun İlçemizin
organize sanayi bölgesinde tahsisi yapılan 9 tesiste taahhüt edilen istihdam
sayısı 2 390'dır. İnşaatına başlanan yeni tesislerle birlikte, önümüzdeki yılda
5 000'in üzerinde, sonraki yıllarda ise 10 000'in üzerinde istihdam
gerçekleşeceği hesap edilmektedir.
Değerli arkadaşlar,
Çankırı için, yatırım, istihdam alanında faydalı olan bu tesislerden, örnek
olsun diye birkaçından bahsetmek isterim. Bunlardan biri, Çankırı - Eldivan
İlçemizde, önümüzdeki ay, 26 Temmuzda Sayın Başbakanımızın açılışını yapacağı,
Türk - Alman ortaklığında, kan ayırım kiti imalat fabrikasıdır. Türkiye'de ve
dünyada bir ilk gerçekleşecektir. Üretilecek olan sangofer adlı ürünün
bulunuşu, insanlık ve sağlık sektörü için son derece önemlidir. Türkiye'de ve
dünyada ilktir. Bu kan ayırım kiti, dünyada muadili olmayan, kanı, plazma ve
komponentlerine ayıran patentli bir sistemdir. Bu ürün sayesinde, ülke
genelinde toplanan kan yüzde 100 değerlendirilip, kıymetli kayıplar önlenecektir.
Sıkça yaşanan kan bulma sıkıntısı, bu sebeple ortadan kalkmış olacaktır.
Ayrıca, seramik ve
madencilik sektöründe dünya çapında üretim yapacak olan bir firma,
Çankırı-merkez, Kurşunlu, Çerkeş ve Ilgaz bölgelerinde yatırımı planlamış ve en
kısa zamanda çalışmaları bitirilmek üzere... 1 500 kişi istihdam edilecektir.
Biz, Çankırı
milletvekilleri ve halkı olarak, gelecek tüm yatırımcılara her türlü kolaylığı
ve desteği sağlayacağımızı ve sağladığımızı, buradan, bir kez daha ifade
ediyoruz.
Ülke kalkınmasında büyük
bir ağırlığa sahip olan organize sanayi bölgeleri ve halihazırda Çankırı'daki
organize sanayi bölgelerinden de bir nebze bahsetmek isterim. Çankırı'da halen faal durumda bulunan Korgun
Organize Sanayi Bölgesi, bu kanunla, hemen hemen dolmuş durumdadır. Çerkeş
Organize Sanayi Bölgesinin yer seçimi yapılmış, müteşebbis heyeti oluşturulmuş
ve yatırım programlarına alınmış, ihale aşamasındadır. Şabanözü Organize Sanayi
Bölgesinin yer seçimi yapılmış, yatırım programlarına alınması aşamasına
gelmiştir. Yakınkent Organize Sanayi Bölgesi için, Sanayi ve Ticaret
Bakanlığına, valilikçe, talep yazısı yazılmış, çalışmalar devam etmektedir.
Çavundur Organize Sanayi Bölgesi için kuruluş teklifi yapılmış olup, etüt
programı için Bakanlık uzmanları çalışmalarını sürdürüyor; 5 Temmuz günü
uzmanlar gelerek kararlarını vermiş olacaklardır.
Tabiî ki, bu tesisler
Çankırı'ya gelirken, bunlar için gerekli olan doğalgaz meselesi de gündeme
gelmiş ve Çankırı için, ilçeleri dahil, doğalgaz anlaşması yapılmış, ihale
anlaşması yapılmış; inşallah, 2006 yılında Çankırımıza gelecek ve bu alandaki
eksikliğimiz giderilmiş olacaktır. Çankırı'da sanayi alanında doğalgaz
kullanımıyla, ilimize yapılan ve yapılacak olan yatırımlar daha da artmış
olacaktır.
Değerli arkadaşlarım,
kıymetli arkadaşlarım, sanayideki bu hamleyi kucaklayacak, kalkındıracak olan
bir üniversite meselemiz var; bizim Çankırı üniversitesi meselesidir.
Çankırı'da, bütün kriterler hazırdır; hiçbir, kriterimizde, eksiklik yok. Tek
bir kriter eksikliği var; 2 fakülteydi kriter, 3 fakülteye çıkarılıyor
Bakanlıkça; 3 fakülte kriteri var...
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Özdemir,
konuşmanızı tamamlar mısınız.
HİKMET ÖZDEMİR (Devamla)
- Bizde 2 tane yüksekokul var, 4 000'in üzerinde öğrenci var. Yurtlarla
beraber, kütüphanesi, spor salonları, bütün tesisleriyle beraber üniversiteye
Çankırı hazırdır. Ayrıca, Çankırı, Ankara'nın hemen yakınındadır. Bir saat
içerisinde ulaşım sağlanmaktadır. Ankara Üniversitesi Senatosu karar almıştır;
teknikeğitim fakültesi ve eğitim fakültesi kararı. Maalesef, bu karar YÖK'te
beklemektedir. Bu karar, eğer, yazılı olarak YÖK'ten gelmiş olsaydı şu anda
Çankırı da 15 üniversitenin içerisine girmiş olacaktı kriter olarak. YÖK'te bu
yazı beklemektedir. İnşallah, kısa zamanda bu yazı gelir. Sayın Başbakanımız
bize söz verdiler, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcımız söz verdiler. Bu iki
fakültenin yazısı YÖK'ten geldiği takdirde, Çankırı, üniversitesine kavuşacak,
bu sanayi hamlesi de büyüyerek gidecektir. Bu vesileyle biz, istihdam olarak
Çankırı'nın tamamını kuşattığımız gibi, civar illerden de katkı alacağız inşallah.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Özdemir,
teşekkürünüzü alabilir miyim; buyurun, lütfen…
HİKMET ÖZDEMİR (Devamla)
- Dolayısıyla, 26 Temmuzda Sayın Başbakanımızın 10 açılış, 10 temel atma
merasimine bütün Çankırılı hemşerilerimizi, değerli milletvekili
arkadaşlarımızı bekliyor, hepinize saygı ve sevgilerimi sunuyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Özdemir,
teşekkür ederim.
Gündemdışı konuşmaya
İçişleri Bakanı Sayın Abdülkadir Aksu cevap vereceklerdir.
Sayın Bakanım, buyurun.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
İÇİŞLERİ BAKANI
ABDÜLKADİR AKSU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım;
öncelikle, burada bulunmayan Sayın Maliye Bakanımızın da sizlere sevgi ve
saygılarını sunuyorum. Bu gündemdışı konuşmaya, ben, onun adına cevap vermeye
çalışacağım. Çankırı Milletvekilimiz Sayın Hikmet Özdemir'in, Yatırımların ve
İstihdamın Teşviki Kanununun Çankırı İlindeki yansımalarıyla ilgili gündemdışı
konuşmasıyla ilgili söz aldım; bu vesileyle Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Bilindiği üzere, 5084
sayılı Yatırımların ve İstihdamın Teşviki Hakkında Kanun ile bu kanunda
değişiklik yapan 5350 sayılı Kanun Yüce Meclisimiz tarafından kabul edilmiştir.
Kabul edilen bu kanunlarla, bir yandan yatırım imkânlarının artırılması, bu
suretle ek istihdam yaratılması, diğer yandan da bu ek istihdamın, bölgesel
kalkınma açısından diğer yörelere nazaran daha geride kalmış bölgelerde
oluşturulması hedeflenmiştir. Bu kanunlarla yeni işe başlayan veya ek istihdam
yaratan yatırımcılar için Gelir Vergisi stopajı teşvikini, sigorta primi
işveren payı teşvikini, enerji desteğini, bedelsiz yatırım yeri tahsisini
öngören düzenlemeler yapılmıştır. İlk uygulamada, Devlet İstatistik Enstitüsü
verilerine göre, fert başına gayri safî yurtiçi hâsıla tutarı 1 500 ABD Doları
veya daha az olan 36 il kapsama alınmıştır. Çankırı İlimiz de bu iller
arasındadır. İlerleyen aşamada bölgesel kalkınmanın daha sağlıklı
gerçekleştirilmesi, sosyoekonomik yönden benzer özellikler gösteren iller
arasında denge sağlanması amacıyla Devlet Planlama Teşkilatınca 2003 yılı için
sosyoekonomik gelişmişlik değeri eksi olarak belirlenen toplam 13 il daha
kapsama dahil edilmesiyle vergi, sigorta primi teşvikleri ve enerji desteği
açısından teşviklerden yararlanan il sayısı 49'a çıkarılmıştır.
1 Nisan 2005 tarihinden
sonra yeni işe başlayan Gelir ve Kurumlar Vergisi mükellefleri en az 30 işçi
çalıştırmaları şartıyla, çalıştırmış oldukları tüm işçiler için kanunda yer
alan teşviklerden yararlanmaktadırlar.
Enerji desteği açısından
49 ilde hayvancılık, seracılık, sertifikalı tohumculuk ve soğukhava deposu
yatırımı yapanlarda asgarî 10 işçi çalıştırılması yeterlidir. Yine, 1 Nisan
2005 tarihinden önce işe başlayanlar, en az yüzde 20 oranında ilave işçi
almaları ve toplam işçi sayısını 30 işçiye çıkarmaları halinde, ek istihdam
için teşviklerden yararlanmaktadırlar. Bu durumda, artırılan işçi ile mevcut
işçilerden, artırılan işçi sayısının iki katı kadar işçi için vergi, sigorta
primi teşvikinden yararlanmış olmaktadırlar.
Gelir Vergisi stopajı
teşviki, işyerinin organize sanayi ve endüstri bölgesinde olması halinde,
kanuna göre hesaplanan tutarın tamamı, diğer yerlerde ise yüzde 80'i oranında
uygulanmakta ve tahakkuktan terkin edilmektedir.
Sigorta primi işveren
payı teşviki ise, Teşvik Kanununa göre hesaplanan tutarın hazine tarafından
karşılanması suretiyle uygulanmaktadır. Kanunla öngörülen şartları taşıyan
işletmeler, bu işyerinde sarf etmiş oldukları elektrik enerjisinin yüzde 20'si
oranında enerji desteğinden yararlanmaktadırlar.
Arsa ve arazi desteği
açısından ise, kanun kapsamında yapılan, en az 30 kişilik istihdam sağlayan
yatırımlar için kamu arazileri bedelsiz olarak yatırımcılara
devredilebilmektedir. 5084 sayılı Yatırımları ve İstihdamı Teşvik Kanunu ilk uygulamaya
1.3.2004 tarihinde konulmuştur. İlk aşamada yürürlüğe giren bu kanun
kapsamındaki illerde yatırım yapan ve teşviklerden yararlanmaya başlayan
mükelleflerin, eski hükümlere göre teşviklerden yararlanmaları sağlanarak mevcut
hakları korunmuştur. Bu mükellefler, ayrıca, şartları sağlamaları halinde, yeni
hükümlere göre de, teşviklerden yararlanmaktadırlar.
Görüldüğü gibi,
Hükümetimiz, bu kanunla, yatırımcılara bölgesel anlamda önemli malî destek
sağlayarak, yatırımların kanun kapsamındaki illere yönlendirilmesi ve bölgeler
arasındaki ekonomik dengesizliğin giderilmesi ve ülkemizin en önemli sorunu
olan işsizlik sorununa çare bulunmasını hedeflemiş olup, sonuçlarını da zaman
içinde almaktayız.
Nitekim, basın-yayın
organlarında da takip ettiğiniz üzere, bir önceki dönemde yüzde 11,7 olan
işsizlik oranı, yüzde 10,9'a inmiştir. Teşvik uygulaması kapsamında, genel
olarak, toplam 41 140 işyeri ve 142 493 çalışan SSK primi teşvikinden
yararlanmış olup, hazine tarafından karşılanan tutarı 91 394 000 YTL'dir.
Hazinece karşılanan toplam enerji desteği ise, 31 780 000 YTL civarındadır.
Kanun kapsamındaki illerde 4 000 000 915 YTL tutarında sabit yatırım ve 56 751
kişilik istihdam öngören 1 367 adet yatırım teşvik belgesi verilmiş
bulunmaktadır. Uygulama süresince kaydedilen bu gelişmeler, yapılan
düzenlemeyle amaçlanan hedeflere ulaşacağının bir göstergesidir.
Arz ediyor; hepinize,
tekrar, en derin sevgi ve saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Bakanım.
Gündemdışı üçüncü söz,
Trakya halkının sosyal ve ekonomik sorunları hakkında söz isteyen Tekirdağ
Milletvekili Erdoğan Kaplan'a aittir.
Sayın Kaplan, buyurun.
(CHP sıralarından alkışlar)
3.-
Tekirdağ Milletvekili Erdoğan Kaplan, Trakya halkının sosyal ve ekonomik
sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşması
ERDOĞAN KAPLAN (Tekirdağ)
- Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Trakya'nın sorunları hakkında gündemdışı
söz almış bulunmaktayım; Yüce Meclisi saygıyla selamlarım.
Hükümetin göreve
gelmesinin üzerinden otuz ayı aşkın bir süre geçti. Geriye doğru sayım başladı.
Göreve geldiği günlerde acil eylem planları hazırlayan, geleceğe ilişkin pembe
tablolar çizen, umut aşılayan hükümetin, geriye dönüp baktığımızda, Türkiye'nin
sorunlarını çözmek yerine artırdığını görüyoruz.
Türkiye, ağırlaşan,
kronikleşen sorunlarına bu dönemde de çözüm bulamamıştır. Borçları azaltacağız,
istihdamı artıracağız diyenler, borçları artırdılar, istihdamı azalttılar.
İşsizlik, yoksulluk, yolsuzluk bu dönemde de halkın çözülmesini beklediği
önemli sorunlar olarak duruyor.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Türkiye'nin birçok yerinde olduğu gibi, Trakya bölgemizde bu sorunlar daha ağır bir şekilde
hissedilmektedir. Bu hükümet döneminde, Trakyalı çiftçiler en zor günlerini
yaşıyor. Tekirdağ ve Trakya bölgemiz
verimli arazisiyle ülkemiz buğday üretiminin yüzde 20'sini, ayçiçeği üretiminin
ise yüzde 75'ini sağlamaktadır.
Şu anda, Trakya
bölgemizde hasat dönemi. Çiftçinin ürününü satıp yüzünün gülmesinin gerektiği
günlerdir; ama, durum öyle değil. Bütün çiftçilerimiz şikâyetçi. Hiç kimsenin
yüzü gülmüyor. Geçen yıl buğday fiyatı hasat başlangıcında 330 000 lira iken, şimdi 270-280 bin lira.
Geçen yıl buğdayın ofis fiyatı 350 000 lira iken, bu yıl 330 000 liradır. Bu
yıl buğday alımlarında kota uygulamasına başlanılmıştır. "Buğday
üreticisine fazla üretme; almam" diyorsunuz. "Fazla ürettiğin buğdayı
tüccara kaça satarsan sat" diyorsunuz. Sizin adalet ve kalkınma
anlayışınız bu mu?! Trakya bölgemizde köylünün ayçakız adını verdiği ayçiçeği
ve sarıkız adını verdiği kanola can çekişiyor;
bu ürünlerin ekim alanları daralıyor.
Trakya çiftçisinin prestij ürünü ayçiçeği üretimi 500 000 tonun altına
düşmüştür. Yine, pancara uygulanan kota
çiftçilerimizi zora sokmaktadır. Pancara kota uygulanırken, nişasta bazlı şeker
üretimi yapan Cargill gibi bazı firmalar özendirilmektedir. Tüm Trakya'nın
pancar kotası toplam 200 000 ton iken, sadece Adapazarı'nın pancar kotası 350
000 tondur. Trakya'ya yapılan bu haksızlık sona ermelidir.
Yani, çiftçimiz,
ürettiğini ucuza satın almak isteyen tüccarın insafına terk edilmektedir.
Çiftçinin ürün bedeli düşerken, maliyetler de gübrede yüzde 18, mazotta yüzde
32 artış yapmıştır. Çiftçinin ürün maliyeti artarken ürün bedelini düşüren tek
iktidar olarak tarihe geçen bir hükümetle karşı karşıyayız.
Sayın Başbakan akaryakıt
fiyatlarındaki artışa ilişkin yaptığı değerlendirmede "yirmi günde üç dört
kez akaryakıta zam olmaz; bunu yeniden rayına oturtmak lazım" demiştir. Bu
zamları kim yapıyor Sayın Başbakan?.. Zamları sizin hükümetiniz mi yapıyor,
yoksa Trakyalılar mı yapıyor?.. Akaryakıt zamlarını kimin yaptığını Sayın
Başbakan bilmiyor; ama, ben Trakya çiftçisinin o zamların altında ezildiğini
çok iyi biliyorum. Neyi rayına oturtacaksınız; uyguladığınız ekonomi programı
ve tarım politikasıyla çiftçiyi, üreticiyi, tarımı rayından çıkardınız.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; işsizlik bu dönemde, tüm Türkiye'de olduğu gibi, Trakya
bölgesinde de gençlerimizi umutsuzluğa sürüklemektedir. Hayrabolu İlçemizden
bir yurttaşımız, Hayrabolu Organize Sanayi Bölgesinin hükümetin teşvik
politikasıyla yatırımcı çekemediğini, bu nedenle, işsizliğin bu ilçemizde yoğun
bir şekilde yaşandığını belirtmektedir.
Eğitimli nüfusun
işsizliği, bir ülkenin kendi çocuklarına, onları eğitirken yaptığı yatırımın
heba olmasıdır. Bizim ülkemiz, maalesef, kendi yatırımını, kendi çocuklarına
istihdam olanakları açamayarak, heba etmektedir.
Çevre sorunlarının çözümü
için bir kanun tasarısı hazırlandı, komisyondan geçti, Genel Kurul gündeminde
bekliyor; ama, Trakya'nın çevre sorunları devam ediyor. Ergene Nehri zehir
saçıyor. Arıtma tesisi olmayan fabrikalar varlığına devam ediyor. Bu koşullar,
işçimizi, emeklimizi, memurumuzu, çiftçimizi, üreticimizi memnun etmiyor,
yüzünü güldürmüyor. Ekonominin büyüdüğü yönünde masallar anlatılıyor; ama,
Trakya'da benim gördüğüm, sorunlar büyüyor, işsizlik artıyor, umutsuzluk ve
mutsuzluk artıyor.
Değerli arkadaşlarım,
pembe tablo çizmekle, vatandaşı aldatmakla işler olmuyor. İşte, güncel
gazetelerimizden bir tanesinde "işte halkın sesi" deniliyor.
"Ben tarım emeklisiyim, çoktan öldüm; ben Bağ-Kur emeklisiyim, öldüm,
öldüm; ben işçi emeklisiyim, perişanım; ben memur emeklisiyim,
sürünüyorum."
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
ASIM AYKAN (Trabzon) -
Onun gözü kördür.
BAŞKAN - Sayın Kaplan,
buyurun, tamamlayınız efendim.
ERDOĞAN KAPLAN (Devamla)
- "Yoksul sayısı artıyor, büyüme ortadireğe yansımadı, IMF'ye en borçlu
ülke Türkiye; emekliler, paramızı ödeyin diyor; kadınlarımız, evde tencere
kaynamıyor, haberiniz var mı diyor."
Sayın milletvekillerim,
sizin de bundan inşallah haberiniz vardır; ama, haberinizin olmadığını
biliyorum. Yakında, halkımız sizi haberdar edecek!
Yüce Meclise, tüm Türkiye
halkına ve Trakya halkına saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Kaplan.
Gündeme geçiyoruz.
Başkanlığın Genel Kurula
sunuşları vardır.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır; okutup bilgilerinize sunacağım.
B) Tezkereler ve Önergeler
1.- Çevre
eski Bakanı Fevzi Aytekin hakkındaki dosyaya ilişkin Başkanlık tezkeresi
(3/862)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kuruluna
Çevre Bakanlığı Döner
Sermaye İşletmesi hesaplarına intikal etmesi gereken meblağların Türkiye Çevre
Koruma Vakfı hesaplarına aktarılarak Hazinenin gelir zıyaına sebebiyet verdiği
ve çevre koruma vakıflarının istihdam kapısı olarak kullanılması suretiyle bu
vakıflarla çıkar ilişkisine girdiği gerekçesiyle Çevre eski Bakanı Fevzi
Aytekin hakkında, Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü Teftiş Kurulunun
4.3.2005 tarihli ve 6 sayılı denetim raporu, Anayasanın 100 üncü maddesine göre
gereği yapılmak üzere Başbakanlıkça Başkanlığımıza intikal ettirilmiştir.
Bilindiği gibi,
Anayasanın 100 üncü maddesine göre, Meclis soruşturması açılması, Türkiye Büyük
Millet Meclisi üye tamsayısının en az onda 1'inin (55 üye) vereceği önergeyle
istenebilmektedir.
Böyle bir önerge olmadan,
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının söz konusu dosyayla ilgili olarak
Meclis soruşturmasına ilişkin bir işlemi resen yürütmesi mümkün
bulunmadığından, daha önce yapılan uygulamalar doğrultusunda konunun Genel
Kurulun bilgilerine sunulması ve anılan dosyanın milletvekillerinin tetkik ve
takdirlerine açılması, Başkanlığımızca uygun mütalaa edilmiştir.
Bu tezkerenin
okutulmasıyla, konu Genel Kurulun bilgisine sunulmuş olup, Başkanlığımızda
bulunan dosya, sayın milletvekillerinin tetkik ve değerlendirmelerine
açılmıştır.
Yüce Heyetin bilgilerine
sunulur.
Bülent Arınç
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı
BAŞKAN - Bilgilerinize
sunulmuştur.
Komisyondan istifa
tezkeresi vardır; okutuyorum:
2.- İzmir
Milletvekili Türkân Miçooğulları'nın (10/148, 182, 187, 284, 285) esas numaralı
Meclis Araştırması Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi (4/311)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Üyesi bulunduğum töre ve
namus cinayetleri ile kadınlara ve çocuklara yönelik şiddetin sebeplerinin
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan
(10/148, 10/182, 10/187, 10/284 ve 10/285) Meclis Araştırması Komisyonundan
istifa ediyorum.
Bilgilerinize arz ederim.
Türkân Miçooğulları
İzmir
BAŞKAN - Bilgilerinize
sunulmuştur.
Ondokuz Mayıs
Üniversitesinde keyfî yönetim, kamu kaynaklarının amaç dışı kullanımı ve
kadrolaşma iddialarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla kurulan (10/251) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonunun başkan,
başkanvekili, sözcü ve kâtip seçimine dair bir tezkeresi vardır; okutuyorum:
3.-
(10/251) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Geçici Başkanlığının,
Komisyonun başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip üye seçimini yaptığına ilişkin
tezkeresi (3/863)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Ondokuz Mayıs
Üniversitesinde keyfî yönetim, kamu kaynaklarının amaç dışı kullanımı ve
kadrolaşma iddialarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla kurulan Meclis Araştırması Komisyonu, komisyon başkanı, başkanvekili,
sözcü ve kâtip üyelerini seçmek üzere, 29.6.2005 Çarşamba günü saat 11.00'de
Halkla İlişkiler Binası B Blok 2 nci Kat 4 üncü Banko 7-8 No'lu Araştırma
Komisyonu Toplantı Salonunda 7 üyenin katılımıyla toplanmış, aşağıda isimleri
ve seçim bölgeleri yazılı sayın üyeler belirtilen görevlere seçilmişlerdir.
Komisyon Geçici Başkanı
Öner Ergenç
Siirt
|
|
|
|
|
Adı ve Soyadı |
Seçim Bölgesi |
Aldığı Oy |
Başkan |
Cemal Yılmaz Demir |
Samsun |
7 |
Başkanvekili |
Murat Yıldırım |
Çorum |
7 |
Sözcü |
Alim Tunç |
Uşak |
7 |
Kâtip |
Mehmet Yüksektepe |
Denizli |
7 |
BAŞKAN - Bilgilerinize
sunulmuştur.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığının 2 tezkeresi vardır; ayrı ayrı okutup, oylarınıza
sunacağım.
4.-
Parlamentolararası Birlik Başkanının TBMM Başkanı Bülent Arınç'ı Amerika
Birleşik Devletlerine davetine icabet etmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi
(3/864)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanı Bülent Arınç'ın, Parlamentolararası Birlik Başkanının davetine
icabetle, New York'ta, Birleşmiş Milletlerde düzenlenecek II. Dünya Parlamento
Başkanları Konferansına katılmak üzere Amerika Birleşik Devletlerine gidişi
hususu, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında
3620 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi uyarınca Genel Kurulun tasviplerine sunulur.
Bülent Arınç
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Diğer tezkereyi
okutuyorum:
5.- Devlet
Bakanı Nimet Çubukçu'nun Çin'e yapacağı resmî ziyarete katılacak
milletvekillerine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/865)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kuruluna
Çin'in Başkenti Pekin'de
28 Ağustos-4 Eylül 2005 tarihleri arasında yapılacak, Pekin-2005 Birleşmiş
Milletler Dördüncü Dünya Kadın Konferansı Onuncu Yıldönümü Anma Toplantısına,
Devlet Bakanı Nimet Çubukçu'nun başkanlığında, Adana Milletvekili Nevin Gaye
Erbatur, Aydın Milletvekili Semiha Öyüş ve Gaziantep Milletvekili Fatma
Şahin'in katılmaları, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin
Düzenlenmesi Hakkında 3620 sayılı Kanunun 8 inci maddesi gereğince Genel
Kurulun tasvibine sunulur.
Bülent Arınç
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre verilmiş bir
önerisi vardır; okutup oylarınıza sunacağım.
IV.-
ÖNERİLER
A) Sİyasî Partİ Grubu Önerİlerİ
1.-
Gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin CHP Grubu önerisi
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulunun
29.6.2005 Çarşamba günü (bugün) yapılan toplantısında siyasî parti grupları
arasında oybirliği sağlanamadığından, Grubumuzun aşağıdaki önerisinin,
İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını arz
ederim.
Saygılarımla.
Ali Topuz
İstanbul
Grup Başkanvekili
Öneri:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi gündeminin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen
Diğer İşler" kısmının 94 üncü sırasında yer alan 502'ye 1 inci ek sıra
sayısının bu kısmın 3 üncü sırasına, 29.6.2005 tarihli gelen kâğıtlarda
yayımlanan 969 sıra sayısının, 48 saati geçmeden, bu kısmın 4 üncü sırasına
alınması önerilmiştir.
BAŞKAN - Önerinin
aleyhinde, Adıyaman Milletvekili Hüsrev Kutlu.
Buyurun Sayın Kutlu. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
FEHMİ HÜSREV KUTLU
(Adıyaman) - Önerinin lehinde bir konuşma yok muydu Sayın Başkanım?
BAŞKAN - Bir aleyhte, bir
lehte olarak vereceğim.
Buyurun.
FEHMİ HÜSREV KUTLU
(Adıyaman) - Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; bu sefer, yine,
dokunulmazlıklarla huzurunuzdayız; ama, görüyorum ki, git gide, bu
dokunulmazlıkların reytingi düşmekte.
GÜROL ERGİN (Muğla) -
Millet hırsızlığa alışıyor galiba!
ATİLA EMEK (Antalya) -
Tabiî, kulaklarınızı tıkadınız halktan gelen sese.
FEHMİ HÜSREV KUTLU
(Devamla) - Şu anda, önergeyi veren CHP sıralarında 20 kişi kadar, AK Parti
sıralarında da bir o kadar vekil arkadaşımız var. Bu işi niye bu kadar, böyle,
ucuzlattık, onu bilemiyorum; ama, bugün değişik bir üslup izlendi ve Cumhuriyet
Halk Partisinden bir sayın milletvekilimizin dosyası getirildi.
Sayın Muharrem Kılıç
hakkında, memura yalan beyanda bulunmak suçundan dava açılmış. Ben, Sayın
Kılıç'ın, burada isnat edildiği gibi, cezaevine götürdüğü telefonu beyan
etmeyip, sonradan üzerinde yakalandığı iddiasının doğru olmadığını gayet iyi
biliyorum.
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara)
- Yanında mıydın?..
FEHMİ HÜSREV KUTLU
(Devamla) - Yanında değildim; ama, şu anda karşımda duruyor Muharrem Bey.
Sayın Meral, siz kürsüde
konuşurken sataşmalardan en çok mustarip olan bir milletvekilisiniz; ama,
sataşmak da zevkli oluyor değil mi? (Gülüşmeler)
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara)
- Teşekkür ederim; sen de bana laf atıyorsun.
FEHMİ HÜSREV KUTLU
(Devamla) - Yani, size sataşan arkadaşların da durumunu anlayasınız diye
söylüyorum.
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara)
- Ne kadar zor olduğunu bilesin.
FEHMİ HÜSREV KUTLU
(Devamla) - Sayın arkadaşlarım, bir gün bir kapıdan geçecektim, güvenlik
görevlisi "bölge müdürüne bir haber vereyim" dedi. Ben de, haberi
var, aç kapıyı dedim; adam açmadı. Camı açtım, kaşlarımı çattım, bana bak, ben,
hem siyasetçiyim hem avukatım, yalan mı söyleyeceğim dedim. Adam, hemen düğmeye
bastı "hâşâ, ikisi de yalan söylemez" dedi.
Şimdi, Sayın Muharrem
Kılıç da, hem siyasetçi hem avukat; yani, memura niye yalan beyanda bulunsun?..
(Alkışlar ve gülüşmeler)
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara)
- Yani, bir tek avukatlar mı yalan söyleyebilir?..
FEHMİ HÜSREV KUTLU
(Devamla) - Şimdi, sendikacıların konusunu ben bilmiyorum; yani, onlar ne kadar
söylerler; ama, avukat olduğum için bu konuyu daha iyi biliyorum.
Şimdi, böyle bir gayri
ciddî suçlamayla hakkında dava açılan çok kıymetli bir milletvekili
arkadaşımızı "git, Malatya'da yargılan" diye göndermemiz, hem
Meclisin çalışmalarını hem de Adalet Komisyonunun çalışmalarını aksatacak niteliktedir.
Bu bakımdan, bu arkadaşlar niye kendi milletvekillerini buradan uzaklaştırmaya
çalışıyorlar, onu ben anlamış değilim. Halbuki, daha dün bir vekiliniz, ne
sebeple olduğunu ben bilmiyorum; ama, istifa ediverdi. Daha önceden de bir
beyanda bulundu; işte "delege seçimlerinde usulsüzlük var, üye olmayanlar
delege yazılmış" diye hâkime başvuruda bulundu, arkasından istifa etti.
Arkadaşlar, allahaşkına,
siz de grubunuza sahip çıkın ya! Bak, böyle, iktidar ve muhalefetle ancak
götürüyoruz; böyle, arkadaşlarınıza sahip çıkmadığınız zaman, yeni gruplara
meydan verdiğiniz zaman, burada, daha büyük sıkıntıların olacağını hiç
düşünmüyor musunuz?..
GÜROL ERGİN (Muğla) -
Biraz ciddî şeyler söyleyin!
FEHMİ HÜSREV KUTLU
(Devamla) - Şimdi de kıymetli arkadaşımız Sayın Muharrem Kılıç'ı…
GÜROL ERGİN (Muğla) - Boş
boş konuşuyor orada!
FEHMİ HÜSREV KUTLU
(Devamla) - …hiç, böyle, alakası olmayan bir şeyden dolayı yargıya göndermek
istiyorsunuz. Ben, buna katılmıyorum. Ayrıca, bizim, milletvekilleri olarak
sorunlarımıza sahip çıkmamız lazım.
GÜROL ERGİN (Muğla) -
Onun suçlaması boş da, sizin suçlamanız nedir; onu söyleyin!
FEHMİ HÜSREV KUTLU
(Devamla) - Mesela, sorunlarımız nedir?.. Geçen gün üyeler lokantasına yemeğe
gidiyordum, koridorlar kapkaranlık. Karşıdan birileri geliyor, uzun boylu. Kim
diye merak ettim; yaklaştı yaklaştı İdare Amirimiz Feyzi Berdibek. Sayın
Amirim, bu koridorlar niye böyle karanlık dedim. "Başkanın talimatı;
tasarruf" dedi. Yine, mutat veçhile muhalefet kulisinde oturuyordum
-zaten, dışarıda mevsim baharmış, gezip dolaşanlar varmış; haberimiz olmuyor-
karanlık. Niye karanlık dedim. "Meclis Başkanının talimatı; 'Genel Kurulun
açılmasına onbeş dakika kalıncaya kadar ışıkları yakmayın' dedi." Daha
sonra, Meclis Başkanımız, yine, tasarrufla ilgili, bir yerlerde, bazı
vekillerin, işte, çok sayıda diş yaptırdıklarını, masraflarının çok olduğunu
falan gündeme getirdi.
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara)
- İlaç, ilaç...
FEHMİ HÜSREV KUTLU
(Devamla) - Ya, bak, biz, iktidarıyla muhalefetiyle bu milletvekillerinin sağda
solda tartışılmamasını, dedikodu yapılmamasını, bu şekildeki iddiaların, varsa,
içimizde görüşülüp sorumlularının cezalandırılmasını; ama, bunların dışarıda
konuşulmaması gerektiğini bu kürsüden tartışmalıyız ve birbirimize sahip
çıkmalıyız. Ama, ben, maalesef, bu anlayışı Cumhuriyet Halk Partili
arkadaşlarda göremiyorum. Her zaman, her hafta, dönüp dolaşıp, Meclisi yıpratmak
için, milletvekilinin birisini yıpratmak için bir önerge getiriyorlar ve bu
önergelerde de, maalesef, her zaman aynı konuşmalar yapılıyor; bazen çok küçük
değişiklikler oluyor. Onun için, biz, bu dokunulmazlıklara sarf ettiğimiz
zamanı, milletvekillerinin imkânları nasıl daha genişletilir, imkânsızlıklar
nasıl giderilir, ne yapabiliriz bu halkı temsil eden vekiller için; bunu
konuşup tartışmalıyız ve bunları kararı bağlamalıyız diye düşünüyorum.
İlgi fazla olmadığı için,
arkadaşlarımız bu dokunulmazlık konusuna iltifat etmedikleri için, ben de
süremi tam olarak kullanmıyorum ve hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN- Teşekkür ederim
Sayın Kutlu.
Önerinin lehinde, Malatya
Milletvekili Sayın Muharrem Kılıç.
Sayın Kılıç, buyurun.
(CHP sıralarından alkışlar)
FEHMİ HÜSREV KUTLU
(Adıyaman)- Muharrem Bey, işlediysen beni mahcup etme, söyle!
MUHARREM KILIÇ (Malatya)-
Söyleyeceğim.
Sayın Başkanım, değerli
arkadaşlar; öncelikle, Hüsrev Bey arkadaşımızın şahsıma yönelik beyanlarına
teşekkür ediyorum. Gerçekten de, ben, yaşamım boyunca yalan söylememeye çok
özen gösterdim ve bunu bir ilke olarak kabul ediyorum. Olayı da kısaca
arkadaşlarımıza izah etmek istiyorum. Yalnız, buna girmeden önce, tüm buna
rağmen, Türkiye Büyük Millet Meclisinde dokunulmazlıktan yararlanan
milletvekillerinin isimlerine, dosyalarına baktığımda, şu anda 117 sayın
milletvekili aleyhinde 209 tane, Türkiye Büyük Millet Meclisinde dokunulmazlık
dosyası bulunmakta. Bu milletvekillerinden birisi benim, dosyalardan bir tanesi
de yine benim dosyam.
Değerli arkadaşlar, biz,
bu dosyaları gündeme getirirken, bu sayın milletvekillerinin mutlaka suçlu
olduğu, mutlaka bu iddia edilen suçları işledikleri kanısında değiliz. Biz,
burada bir ilkeden söz ediyoruz. Benimle ilgili, dokunulmazlıktan yararlanan
milletvekilleriyle ilgili iddia basında yer aldığında, Malatya'dan, beni
tanıyan çok sayıda dostum, ahbabım, arkadaşım beni arayıp, sordular
"Muharrem Bey, hayırdır, nedir bu; sen de dokunulmazlıktan faydalanan
milletvekillerinin içindesin, olay nedir" dediler. Olayla ilgili, ben,
Malatya basınına ve o zamanki tüm basın ve televizyon kuruluşlarına açıklama
gönderdim.
Olay özetle şöyleydi:
Arkadaşım da demin belirtti. Gerçekten de, bir avukat olarak… Avukatlar, sadece
kendilerine iletilen konuları yargıca veya soruşturma makamına iletirler, yoksa
kendiliklerinden bir şey katmazlar. 2001 yılında Diyarbakır'a gitmiştim,
Türkiye Barolar Birliğinin toplantısı vardı, ben de Malatya delegesiydim. İki
gün Diyarbakır'da kaldık. Biraz da hava şartlarına uyum sağlayamadık, rahatsız
oldum. Geldiğimde, bir yakınım, bir dostum "bir arkadaşımız kavgadan
dolayı cezaevine girdi, bununla ilgilen" dedi. Rahatsız olmama rağmen,
sabahleyin apar topar cezaevine gittim. Bekleme odasında, infaz koruma
memurları "Muharrem Bey, üzerinde bir şey var mı" dediler. Zaten yaz
günü, üzerimde ceket de yok; dedim ki içeriye girecek herhangi bir şey yok,
ceketim bile yok üzerimde. Yanımda çantam var, Diyarbakır'dan getirdiğim çantam
öyle duruyor. O zaman, ben, cep telefonu da taşımıyorum. Sadece bir araç
telefonum var, mobil araç telefonu; onu da, gelirken, çantaya koymuştum. Üzerimde
bir şey yok deyince "tamam, geçebilirsin" dediler. Cezaevine
girerken, değerli arkadaşlar, avukatlar duyarlı kapıdan geçerler, çantaları da
x-ray cihazından geçer ve çantada, 25 kuruş dahil, her şey ayan beyan görünür.
Ben, yirmi yıllık avukatım. Avukatlığımın büyük bölümünü de ceza avukatlığında
geçirdim; yani, bunu bilebilecek durumdayım; çünkü, sürekli gidip geliyorum.
Orada, x-ray cihazında araç telefonu, mobil araç telefonu görününce, memurlar
ikaz ettiler; çıkardık, görevlilere teslim ettik; ondan sonra, gittik,
vatandaşla görüştük, ayrıldık. Arkasından, oradaki jandarma görevlileri bir
tutanak tutuyorlar "avukat, cezaevine girerken, cezaevine araç telefonunu
sokmaya teşebbüs etmiştir" denilerek…
FEHMİ HÜSREV KUTLU
(Adıyaman) - Telefonu araçla beraber mi sokmuştunuz; yoksa, tek mi?!
MUHARREM KILIÇ (Devamla)
- Hayır; mobil araç telefonunu, tek...
Değerli arkadaşlar, onun
üzerine, Malatya'da, Cumhuriyet Savcılığı soruşturma başlattı; ancak, oradaki
görevlileri dinlediler, beni dinlediler; bunu, ciddî bir iddia olarak
görmediler, bunda bir suç kastı görmediler; Malatya Cumhuriyet Savcılığı
takipsizlik kararı verdi. Ancak, Jandarma Alay Komutanı "nasıl buna
takipsizlik verirsiniz" dedi, Adalet Bakanlığına itirazda bulundu; Adalet
Bakanlığı "avukat hakkında dava açın" dedi. Ben, o zaman, Adalet
Bakanlığındaki ilgili genel müdürle görüştüğümde "avukat bey, biz, sadece
cep telefonu için değil, üzerinde hesap makinesi bulunan, hesap makinesiyle
cezaevine girmeye çalışan veyahut da girerken üzerinde hesap makinesi görülen
avukat hakkında bile dava açtırdık, bunda da açtırmamız gerekiyor; buradaki,
Adalet Bakanlığındaki yüksek hâkimlerimiz bunu böyle takdir buyurdular"
dediler. Mahkemede yargılanırken de, o ara, milletvekili seçildim. O da son
oturumdu, yani, bir ay sonra milletvekili seçilseydim, muhtemelen beraat
edecektim. Son oturumda, milletvekili mazbatasını alınca, otomatikman dava
durdu. Olay, bundan ibaret.
Değerli arkadaşlar, demin
de belirttim, biz, buradaki dosyası bulunan 117 arkadaşımızın suçlu olduğu
iddiasında hiçbir zaman bulunmadık; bunlar, iddiadır, isnattır. Ancak, bu
iddianın, bu isnadın da mutlaka ortadan kaldırılması gerekiyor. Kamuoyunda
milletvekilleriyle ilgili, siyasetçilerle ilgili hoş olmayan bir kanı oluşmuş:
"Ülkemiz yolsuzluk batağına bulaşmış, yolsuzluk batağının bir ayağında da
politikacı var" diyorlar. İşadamına, diğer kamu görevlilerine zabıta,
kolluk el uzatabiliyor, onlarla ilgili gerekli tahkikat yapılabiliyor,
soruşturma yapılabiliyor, haklarında dava açılabiliyor; ama, işin ucunda
milletvekili olunca, milletvekiline dokunulamıyor; biz, bunu söylüyoruz.
Meclisin üzerindeki, milletvekillerinin üzerindeki bu ağır iddianın, bu ağır
ithamın mutlaka kaldırılması gerekiyor.
Değerli arkadaşlar, ben,
bununla ilgili olarak karma komisyona dilekçe verdim ve dedim ki, benim
dokunulmazlığımı kaldırın. Karma komisyon dokunulmazlığımı kaldırmadı. Karma
Komisyon bu işi âdeta otomatiğe bağladı. Şu ana kadar karma komisyon 194 adet
karar vermiş, bu kararların tamamı dönem sonuna erteleme. Peki, değerli
arkadaşlar, madem tüm dosyalarla ilgili, dosyadaki sanıkların konumuna
bakmadan, dosyadaki iddiaların konumuna bakmadan, tüm dosyalar hakkında dönem
sonuna erteleme kararı vereceksek, o zaman, karma komisyonunun çalışmasının bir
anlamı kalıyor mu? Kaldı ki, ben, şahsen, dokunulmazlık zırhından faydalanan
milletvekillerinin arasında olmak istemiyorum; bu, beni lekeliyor, bu, beni,
toplum karşısında küçük düşürüyor. Herkese, bu şekilde, size anlattığım gibi
anlatmak durumunda mı kalacağım yani, herkese ayrı ayrı bunu izah mı edeceğim?
Bu mümkün mü değerli arkadaşlar? Bana yapılan insan haklarına aykırı bir uygulamadır.
Anayasanın 36 ncı maddesindeki hak arama özgürlüğüne aykırılıktır değerli
arkadaşlar.
FEHMİ HÜSREV KUTLU
(Adıyaman) - Siz de dava açın o zaman.
MUHARREM KILIÇ (Devamla)
- Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6 ncı maddesindeki adil yargılanma hakkına
aykırılıktır. Ben, yargılanmak istiyorum arkadaşlar. Ben yargılanmak istiyorum,
iki seneye kadar benim üzerimdeki bu
töhmet kalmasın istiyorum. Yani, bunda
gocunacak bir şey yok arkadaşlar. Biz, milletvekili olduk diye tüm
suçlardan , tüm olaylardan kendimizi hariç tutamayız. Türkiye'nin dışında
yaşamıyoruz, biz toplumun dışında birileri değiliz, toplumla iç içe olmalıyız.
Halktan ayrı, kendimize değişik zırhlar bulmamalıyız değerli arkadaşlar. Hem de
her iki partinin milletvekilleri olarak bu topluma söz verdik hep beraber,
dedik ki, dokunulmazlık zırhına sığınmayacağız. Bu sözümüzde durmamız
gerekiyor. Bunda, değerli arkadaşlar, gerçekten ben samimiyim.
Kaldı ki, bu Meclisteki
dosyaların tamamı, benim dosyam gibi, sadece bir yanlışlık eseri telefonla
gitmek veya seçim suçları filan değil, bu dosyaların içinde, gerçekten,
Anayasamızın 76 ncı maddesindeki milletvekili seçilmeyi engelleyecek suçlar da
var; zimmet suçu var, ihtilas suçu var, dolandırıcılık suçu var, sahtecilik
suçu var, dolanlı iflas var, otobüs biletinde kalpazanlık var…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Kılıç
konuşmanızı tamamlar mısınız.
MUHARREM KILIÇ (Devamla)-
Değerli arkadaşlar, bu suçlardan eğer yargılanıp ceza alırsa, milletvekilliği
düşecek. Kaldı ki, bu suçlardan, daha önce, milletvekili olmadan önce
yargılanıp da ceza almış olsaydı, zaten milletvekili olamayacaktı. Yani, iki
sanık var, bir tanesi önceden yargılanıp ceza almış, o olamıyor; ancak, siz
milletvekili olmuşsanız, o zırha bürünmüşseniz, milletvekili olabiliyorsunuz ve
bu dosyalarınız da dönem sonuna kadar ertelenebiliyor.
Değerli arkadaşlar, ben,
AKP'li milletvekilleri demiyorum; ancak, biz, Cumhuriyet Halk Partili tüm
milletvekilleri bu dokunulmazlık konusunda hassasız. Gelin, Cumhuriyet Halk
Partililerin, Cumhuriyet Halk Partisindeki tüm üyelerimizin dokunulmazlığını
kaldırın, kendi dokunulmazlıklarınızla baş başa kalın. Sanırım, kendiniz,
burada, sadece dokunulmazlıklardan faydalanan bir grup olarak kalmak
istemediğiniz için bizi de ortak etmek istiyorsunuz; ancak, lütfen, buna son
verelim. Hiç olmazsa bizim dokunulmazlığımızı kaldırın. Biz, bu ayıptan
kurtulmak istiyoruz.
Teşekkür ediyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
ÜNAL KACIR (İstanbul) -
Zaten, barajı geçemeyeceksiniz, yargılanırsınız.
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Kılıç.
Aleyhinde, Tokat
Milletvekili Sayın Zeyid Aslan; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
ZEYİD ASLAN (Tokat) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yine bir Çarşamba günü, mutat olduğu
üzere dokunulmazlık konusunu tekrar görüşmeye başladık.
Ben, samimiyetle bir şeyi
burada itiraf etmek istiyorum: Bu, dokunulmazlıkla ilgili yaklaşık 10 ya da 11
inci konuşmam oluyor; artık, yeni bir şeyler üretemiyorum, yeni bir şeyler
söylemekte ciddî anlamda zorlandığımı ifade etmek istiyorum.
Hatta, öyle ki, her
çarşamba günü burada dokunulmazlık konusunu TRT-3 ekranlarından seyreden
seçmenlerim bile beni arayarak "Atilla Kart'a alıştık, hep aynı şeyleri
söylüyor da, sen bari biraz değiştir" diyorlar; ama, ben artık yeni kelimeler,
yeni söylemler bulmakta zorlandığımı burada itiraf etmek istiyorum.
TUNCAY ERCENK (Antalya) -
Biraz sıkıştır kendini, çıkar!
ZEYİD ASLAN (Devamla) -
Değerli arkadaşlar, hep şunu ifade ettik ve burada, bir kez daha, aynı şeyi
ifade edeceğiz: Dokunulmazlık konusunda Cumhuriyet Halk Partisinin samimî
olmadığını, geçen hafta üzerine basarak söylemiştim, bu hafta, yine, bunu,
burada tekrar ediyorum…
GÜROL ERGİN (Muğla) -
Topyekûn kaçak durumundasınız, bir de konuşuyorsun.
ZEYİD ASLAN (Devamla)
-…çünkü, burada, biz, AK Parti adına çıkan tüm arkadaşlarımız olarak, ısrarla
ve üzerinde durarak, dokunulmazlık konusunun şahsî bir mesele değil, yasama
meclisini ilgilendiren genel bir olay olduğunu, dokunulmazlığın genelini
ilgilendirecek bir şekilde, ortak bir çalışma yürütmek suretiyle bir çalışma
yapalım diyoruz; ama, sizler, ısrarla, hayır, dokunulmazlığı genel anlamda ele
almak yerine, kişileri, o dokunulmazlıklarının kaldırılmasına ilişkin
fezlekedeki suça yönelik olmak üzere yargıya göndermek istiyorsunuz ve
söyleminizi de tamamen bunun üzerine kurmuşsunuz.
Geçen hafta söyledim,
burada, biraz önce, Sayın Muharrem Beyin bu işlediği iddia edilen -Hüsrev Beyin
de söylediği gibi, ben de uzun yıllar avukatlık yaptım, ceza avukatlığı yaptım,
cezaevlerine girdik- böyle bir suçu işlememiş olduğuna son derece kaniim; ama,
varsayalım ki, vardı; gönderdik Muharrem Beyi, beraat etti veya mahkûm oldu.
Peki, Muharrem Beyin dokunulmazlığı kalktı mı? Muharrem Beyin bunun dışındaki
her türlü hayatında dokunulmazlığı aynen devam edecek. Yani, diyorum ki...
GÜROL ERGİN (Muğla) - Bu
Muharrem Bey sevgisi size nereden geldi allahaşkına?!
ZEYİD ASLAN (Devamla) -
Biz insanları seviyoruz. O sizin probleminiz; biz insanları seviyoruz.
GÜROL ERGİN (Muğla) - Biz
de hırsız ve sahtekâr olmayanları seviyoruz, diğerlerini sevmiyoruz.
ZEYİD ASLAN (Devamla) -
Biz bütün insanları seviyoruz.
BAŞKAN - Sayın Ergin...
Saygıdeğer arkadaşlarım,
lütfen dinleyelim hatibi.
GÜROL ERGİN (Muğla) - Boş
konuşuyorlar ama.
ZEYİD ASLAN (Devamla) -
Burada fezlekesi gelmiş dosyayla ilgili olarak yargıya bir arkadaşımız gidip o
dosyayla ilgili yargılama faaliyetine katıldığı zaman dahi dokunulmazlık hakkı
aynen devam ediyor.
Burada -cumartesi
başladık, cumartesi, pazartesi, salı, bugün de sanıyorum devam edeceğiz-
Hâkimler ve Savcılar Kanununu görüşüyoruz. Özellikle, burada, her maddede çıkıp
onbeş dakika konuşan arkadaşlar bir konuya vurgu yapıyorlar; efendim, yargının
üzerinde siyasetin baskısı var, yargının üzerinde yürütmenin baskısı var, hâkim
adaylarının alınışındaki usuller siyasî anlamda etki edecektir gibi birçok
söylem söylüyorlar. Buradan şöyle bir sonuca hep beraber varabileceğimizi
düşünüyorum: Eğer yargının üzerinde siyaset baskısı varsa, milletvekili
sıfatıyla hâkim önüne çıktığınızda, o sizi yargılayacak olan hâkim, bundan
etkilenmeyecek mi?
Eğer samimîyseniz,
dokunulmazlığı genel anlamda ele alalım, dokunulmazlığı, geçen hafta da
söylediğim gibi, tarihsel süreci içerisinde… Bu bir demokrasi kültürüdür, bu
bir kültürdür. Uzun yıllara yayılan bir kültürü, bir anda "kaldırdım"
diyemezsiniz. Bunu tartışacaksınız, geçmiş deneyimleri, geçmişte yaşanan
tecrübeleri değerlendireceksiniz, bu süreç içerisinde yeni bir dokunulmazlık
anlayışı veya hiç dokunulmazlığın olmadığı bir siyaset anlayışı getireceksiniz;
ama, bu tartışılacak ve konuşulacak.
Biraz önce söylediğim
gibi, dokunulmazlığı hâlâ devam eden, milletvekilliği sıfatı hâlâ devam eden
bir insan yargının önüne çıktığında, hâkimin karşısına geçtiğinde -sizin
söyleminizle bunu söylüyorum- sizin söyleminizle, bu hâkim, o siyasetçiden
etkilenecektir. Bunun bir de iktidar partisi milletvekili olduğunu düşünün.
Hani, iktidarın yargı üzerinde baskısı var ya, eğer böyleyse, o zaman, iktidar
partisinden yargı önüne gidecek, hâkim önüne gidecek herhangi bir milletvekili,
doğal olarak, o milletvekilini yargılayan yargı mensubunu, hâkimini, savcısını
etkileyecek. Öyleyse, burada bir problem var, burada bir sorun var.
İşte, diyoruz ki, gelin,
bunu tartışalım. Yani, biz, dokunulmazlıkla ilgili görüşümüzü, dokunulmazlıkla
ilgili anlayışımızı, bu sorunu temelinden tartışmaya, temelinden çözmeye adapte
etmişiz ve size bir kez daha buradan davette bulunuyoruz; gelin, beraberce bir
çalışma grubu oluşturalım -ki, zaten, gerek AK Parti Grubundan gerek Cumhuriyet
Halk Partisi Grubundan artık bu dokunulmazlık konusunu söylem haline getiren,
konuşan arkadaşların sayısı da belli- oturalım, konuşalım, bu söylemi fiiliyata
geçirebilecek çalışmaları birlikte yapalım ve dokunulmazlık konusunu şu
Meclisin gündeminden artık çıkaralım. Millet bıktı. Samimî anlamda söylüyorum,
belki bu konuyla ilgili sık sık çıktığımız için, millet bizi de arıyor; diyor
ki, siz her hafta aynı konuyu, aynı konuyu, aynı konuyu konuşmaya devam
ediyorsunuz.
Meclisin yapması gereken
bu kadar yoğun işin arasında, şurada tatile üç gün kalmışken, milletin
beklediği biryığın yasa varken, bütün bunları bırakıp, Meclisi, iki üç saat
daha aynı konuda, bir yılı aşkın bir süreden beri devam eden, aynı konuda
meşgul etmeye de hiçbirimizin, hiçbir siyasî partinin hakkı olmadığını
düşünüyorum.
Sözlerimi, Cumhuriyet
Halk Partisinin dokunulmazlıklar konusunda samimî olmadığını söyleyerek
bitiriyor ve Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Aslan.
Önerinin lehinde Konya
Milletvekili Atilla Kart.
Sayın Kart, buyurun. (CHP
sıralarından alkışlar)
ATİLLA KART (Konya) -
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu tarafından
Danışma Kuruluna sunulan grup gündem önerisi hakkında görüşlerimi beyan etmek
üzere söz almış bulunmaktayım; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
bıksanız da, farklı bir tavır içine girseniz de, bu konuları anlatmaya devam
edeceğiz; çünkü, haksızsınız; çünkü, topluma verdiğiniz sözün arkasında
değilsiniz…
AHMET RIZA ACAR (Aydın) -
Ben vermedim.
ATİLLA KART (Devamla) -
Topluma verdiğiniz sözün arkasında değilsiniz; onun içindir ki, bu konuları
kararlılıkla anlatmaya devam edeceğiz…
FİKRET BADAZLI (Antalya)
- Bizim adımıza konuşma.
ATİLLA KART (Devamla) -
Ben neye hayret ediyorum, biliyor musunuz; tabiî, Sayın Aslan'a şu noktada
katılıyorum: Bizim anlatacak çok şeyimiz var. Dokunulmazlık konusunda da
anlatacağımız çok şey var, yolsuzluklar konusunda da anlatacağımız çok şey var;
ama, siz, siyasî iktidar olarak, verdiğiniz vaatlere rağmen, 24 saat evvel, 48
saat evvel verdiğiniz vaatlere rağmen, aradan geçen haftalar boyunca, hangi
duyguyla gelip burada savunma yapıyorsunuz? Ben buna şaşırıyorum. Buna hayret
ediyorum; yani, böylesine bir duyguyla gelip, o seçim öncesi verdiklerinizin,
söylediklerinizin tam aksini, hangi duyguyla savunabiliyorsunuz. Onun içindir
ki, söyleyecek lafınız kalmıyor, tıkanma noktasına geliyorsunuz.
"Efendim, genel bir
düzenleme yapalım." Nedir genel düzenleme; diğer kamu görevlilerine
soruşturma izni varmış. Yok böyle bir şey. Gerçeğe aykırı konuşuyorsunuz. Böyle
bir şey yok. Sayın Başbakan da gerçeğe aykırı konuşuyor, sözcüleriniz de
gerçeğe aykırı konuşuyor.
Bakın, daha iki gün
evvel, 400 civarındaki yargıç ve savcı hakkındaki uyarma, kınama, kademe
ilerlemesi durdurulması, yer değiştirme ve meslekten ihraç olaylarından söz
ettim.
FEHMİ HÜSREV KUTLU
(Adıyaman) - Onlar disiplin cezası; yoksa, bizde de disiplin cezası var.
ATİLLA KART (Devamla) -
Bakın, nedir... Bakın, güzel ifade ettiniz. Nedir; kamu görevlileri için, idarî
uygulamalar yapılır, disiplin uygulamaları yapılır, cezaî müeyyide uygulamaları
yapılır; ama, nedir; soruşturma mekanizması o kadar ağır sonuçlar yaratır ki,
meslekten ihraca ulaşan sonuçlar yaratır ve yargı süreci işler.
Anlatmak istediğimiz
nedir; diğer kamu görevlilerinin dokunulmazlığı diye bir kavram söz konusu
değil. Milletvekili için bu söz konusu. Milletvekili için, hadi, Anayasa
değişikliğine yanaşmıyorsunuz. Uzlaşma komisyonu… Uzlaşma komisyonu diye bir
kavram yok. Böyle bir kavram olmadığı halde, hangi duyguyla bu kavramı
kullanmaya tenezzül ediyorsunuz? Gerçeğe aykırı konuşuyorsunuz. İkili bir
parlamento yapısında, uzlaşma komisyonu diye bir kavram, teamül olarak da olsa,
söz konusu olmaz. Anayasada zaten yok, İçtüzükte zaten yok.
Kaldı ki, diğer kamu
görevlilerini soruşturma izni mekanizmasında dediğiniz anlamda bir engelleme
varsa, buyurun getirin yasal düzenlemeyi, gereğini yapalım diyoruz. Bunu da
yapmıyorsunuz. Niye yapmıyorsunuz; o soruşturma izni mekanizmasını elinizde
tutacaksınız, size yakın olan belediye başkanlarıyla -Ankara Büyükşehir
Belediye Başkanı gibi- ilgili dosya geldiği zaman soruşturma iznini
vermeyeceksiniz, size uzak olan, başka partilere mensup olan belediye başkanları
veya başka görevliler hakkında bir dosya geldiği zaman o mekanizmayı
kullanacaksınız. Yani, soruşturma izni konusunda da samimî değilsiniz, tutarlı
değilsiniz.
SONER AKSOY (Kütahya) -
Her konuda tutarlıyız.
ATİLLA KART (Devamla) -
Bakın, değerli arkadaşlarım…
FEHMİ HÜSREV KUTLU
(Adıyaman) - Muharrem Bey konusunda ne düşünüyorsunuz?
ATİLLA KART (Devamla) -
Muharrem Bey konusunda söylenecekler söylendi, ben, daha önemli şeyler
söyleyeceğim. Muharrem Bey konusu çok açık, tartışılacak bir yönü yok; ama,
nedir; bir sembolü anlatmaya çalışıyoruz. Nedir o sembol; dokunulmazlıkların
sınırlandırılması olayı, İçtüzüğün amacına uygun olarak işletilmesi olayı,
yolsuzluğu bir anda kesmez, elbette kesmez; ama, yolsuzlukla mücadele için bu
bir semboldür diyoruz, topluma vermemiz gereken bir semboldür diyoruz, bir
işarettir diyoruz. Bunları anlatmaya çalışıyoruz size; ama, siz, ısrarla ve
inatla üzerinize düşen yasal sorumlulukların gereğini yapmıyorsunuz.
FİKRET BADAZLI (Antalya)
- Türkiye'nin başka işi yok mu?..
ATİLLA KART (Devamla) -
Bakın, değerli arkadaşlarım, yolsuzluklarla mücadelede bir siyasî iktidarın
karakteristiğini ortaya koyan iki temel ölçü vardır. Bir…
AHMET RIZA ACAR (Aydın) -
Senin görüşün o!
ATİLLA KART (Devamla) -
…uzun vadede hukuk devleti yapılanmasında değişim sürecini başlatmak. Bu
değişimin temel ayaklarını Hâkimler ve Savcılar Kanunu Tasarısında üç gündür
anlatıyoruz. Onun için tekrara girmeyeceğim. Çünkü, bu yapısal değişimi
başlatmak konusunda hiçbir gayretinizin olmadığını bir defa daha gördük.
Peki, kısa ve orta vadede
yapılması gerekenleri yapıyor muyuz?..
AHMET RIZA ACAR (Aydın) -
Siz, iktidar olunca gerçekleştirirsiniz!
ATİLLA KART (Devamla) -
Değerli arkadaşım, o kadar boş konuşuyorsun ki, bu konuda söyleyecek lafın
varsa, gelip burada konuş!..
AHMET RIZA ACAR (Aydın) -
İktidar olunca yaparsın!
ATİLLA KART (Devamla) -
Yapabileceğin, sadece oradan laf atmak; bu da, senin aczini ve yetersizliğini
gösterir.
AHMET RIZA ACAR (Aydın) -
Hikâye okuyorsun!.. Hikâye anlatıyorsun, hikâye!.. Hikâye o!..
BAŞKAN - Sayın Acar,
lütfen… Sayın Acar, lütfen…
ATİLLA KART (Devamla) -
Bakın, mevcut yapı içindeki denetim mekanizmalarının işlerliğini neden harekete
geçirmiyorsunuz; bunu soruyoruz size. Neden, yapılan ciddî uyarıları, ihbarları
ve şikâyetleri değerlendirerek idarî ve adlî süreci başlatmıyorsunuz diyoruz.
Bakın, ilginç, üzücü ve düşündürücü olan konu şu: Siyasî iktidar, bu aşamada
da, olayların üzerine ciddî olarak yapılan uyarılara rağmen, ihbarlara rağmen
gitmiyor. Bunları yapmadığı içindir ki, İçtüzüğü amacına uygun olarak
işletmediği içindir ki, geçmiş siyasî iktidarlar döneminde olduğu gibi bu dönemde
de henüz 28-30 yaşında ticarî dehaların ortaya çıktığını görüyoruz. Bu ticarî
dehaların, geçmişte hiçbir ilgilerinin ve deneyimlerinin bulunmadığı alanlarda
ve sektörlerde ortaya çıktığını görüyoruz. Bunlar deniz ulaşımında çıkıyorlar,
mısır ithalatında çıkıyorlar, yedi yıldızlı otel yapımlarında ortaya
çıkıyorlar. Elbette, bu yurttaşlarımızın yasalar çerçevesinde ve haksız rekabet
yaratmayacak şekilde faaliyet göstermelerine bir diyeceğimiz olamaz. Ancak,
belli siyasî ilişkiler, bürokratik himayeler kapsamında özel ve günlük teşvik
uygulamalarıyla sürdürülen birtakım ilişkiler ağı söz konusuysa, orada bu
ticarî dehaların bu durumlarını vergi mahremiyetinin arkasına sığınarak
gizlemeye çalışıyorsanız, bunları sorgulamamız gerekir diyoruz. Bunları sormaya
devam edeceğiz. 5-6 haftadır İstanbul Büyükşehirle ilgili 400 000 000 dolarlık
olaylardan söz ediyorum, İçişleri ve Maliye Bakanını göreve davet ediyorum, üç
gündür Adalet Bakanını göreve davet ediyorum. Dosyalarla, isim vererek, adres
vererek uyarı yapıyoruz, buna rağmen denetim mekanizmaları devreye girmiyor.
Devam ediyoruz. Bakın,
yeni bir olaydan söz edeceğim. Biraz sağduyu sahibi olan, biraz sorumluluk
sahibi olan durup düşünür. Nedir; Türk Hava Yollarının 2002, 2003 yılları
hesaplarının Türkiye Büyük Millet Meclisi KİT Komisyonunda görüşülmesi
esnasında ortaya çıkan bir olay. Yönetim Kurulu Üyesi ve Başkanvekili Hamdi
Topçu, 21 Nisan 2004 tarihli elektronik posta yoluyla -21 Nisan 2004
dikkatinizi çekiyorum- isimleri belli olan bazı kişilere, 19 Nisan ile 25 Mayıs
arasındaki, yani iki gün geçmiş; ama, geride birbuçuk aylık bir süre var
geleceğe yönelik olarak, bu tarihlerler arasında yapılacak 13 ihalenin konusunu
ve istek ünitesini bildiren bir liste gönderiyor değerli arkadaşlarım. Bu
listenin gönderildiği kişiler arasında Abdurrahim Albayrak, Adnan Polat, Ahmet
Çalık, Eroğlu Şirketler Grubu, Mehmet Ali Yılmaz, Rona Yırcalı, Ahmet Ertürk,
Davut Dişli, Cihan Kamer, Zeynel Abidin Erdem, İlhan Albayrak, İsmet Yıldırım,
Kiptaş, Mustafa Karaalioğlu, Pro. Dr. Veysel Eroğlu gibi isimler de var.
MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU
(Tokat) - Hangi gazetelerde?..
Değerli arkadaşlarım,
yasalarımızda ihalelerin ne şekilde ilan edileceği açık bir şekilde
belirtilmiştir. Biraz evvel sözünü ettiğim şekilde ihale tarihlerinden önce…
MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU
(Tokat) - Gazete haberleri...
ATİLLA KART (Devamla) -
KİT Komisyonundaki görüşmelerden söz ediyorum değerli arkadaşım ve belgeden söz
ediyorum.
Bakın, hiçbir
mevzuatımızda, ihale tarihlerinden önce belli ve sınırlı sayıda kişilere
elektronik posta yoluyla ihale duyurusu yapılacağı yolunda düzenleme söz konusu
değildir değerli arkadaşlarım. Bu sebeple, yukarıda sözü edilen kişilere hangi
yasal gerekçeyle ihale tarihinden evvel böyle bir listenin gönderildiği
hususunun mutlaka ve hemen tahkiki gerekir. Yolsuzlukla mücadele konusunda
samimî olan bir siyasî iktidarın böylesine ciddî bir olayı, herhalde, idarî ve
adlî süreç aşamasına getirmesi gerekir. Bakıyoruz, bu konuda hiçbir hareketin
olmadığını görüyoruz. Ortada, ihaleye fesat karıştırma niteliğinde, son derece
ciddî bulgular içeren bir olay söz konusu. Hemen ve önemle ifade ediyorum:
Yukarıda isimlerini okuduğum kişilerin tümünün suç ilişkileri içinde olduğunu
ifade ve iddia etmiyorum elbette; ancak, bazı kişilerin karşılıklı mutabakatla
himaye altına alındığı ve bu durumun da hukuka aykırı olduğu yolundaki
bulgulardan söz ediyorum. Bakın, bu konu, KİT Komisyonundaki Adalet ve Kalkınma
Partisi Grubuna mensup Sayın Ayhan Zeynep Tekin Börü…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Kart,
konuşmanızı tamamlar mısınız.
Buyurun; 1 dakikalık
sürenizi başlatıyorum.
ATİLLA KART (Devamla) -
Bu konu o kadar ciddî bir konu olduğu içindir ki, komisyonda Adalet ve Kalkınma
Partisi Grubu adına görev yapan, Sayın Ayhan Zeynep Tekin Börü ve Sayın Hazma
Albayrak'ı da rahatsız ettiği içindir ki, gerekli tavrı koyuyorlar, gerekli
tepkiyi koyuyorlar. Ben, o arkadaşlarıma, huzurunuzda teşekkür ediyorum. Sayın
İlhan Albayrak da böyle bir elektronik posta yoluyla yapılan duyurunun mutat
olduğunu, olağan olduğunu ifade ediyor. Değerli arkadaşlarım, bunları bilmemiz
gerekiyor, bunları sorgulamamız gerekiyor.
Gelinen noktada şunun
adını çok net olarak koymak ve ifade etmek gerekiyor: Böyle bir süreç
karşısında siyasî iktidarın yolsuzluklarla mücadele konusunda samimî olduğunu
ifade etmek mümkün değildir. Bunu, bir defa daha, Genel Kurul aracılığıyla
kamuoyuyla paylaşmak gereğini duydum.
Bu düşüncelerle, Genel
Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Kart.
Öneri üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Öneriyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Öneri kabul edilmemiştir.
Adalet ve Kalkınma
Partisi Grubunun, İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır;
okutup, oylarınıza sunacağım.
2.-
Gündemdeki sıralama ve çalışma saatlerinin yeniden düzenlenmesi ile TBMM'nin 1
Temmuz 2005 tarihinde tatile girmemesi ve çalışmalarına devam etmesine ilişkin
AK Parti Grubu önerisi
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulunun
29.6.2005 Çarşamba günü (bugün) yapılan toplantısında, siyasî parti grupları
arasında oybirliği sağlanamadığından, Grubumuzun aşağıdaki önerisinin,
İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince, Genel Kurulun onayına sunulmasını arz
ederim.
Faruk Çelik
Bursa
AK Parti Grup Başkanvekili
Grup Önerisi:
Gündemin "Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 15
inci sırasında yer alan 918 sıra sayılı geri gönderme tezkeresinin 3 üncü
sırasına, 298 inci sırasında yer alan 958 sıra sayılı geri gönderme tezkeresinin
4 üncü sırasına, 203 üncü sırasında yer alan 822 sıra sayılı kanun tasarısının
9 uncu sırasına alınarak, gündemdeki diğer kanun tasarı ve tekliflerinin
sıralarının buna göre teselsül ettirilmesi ve gelen kağıtlar listesinde
yayımlanan ve bastırılarak dağıtılan 969 ve 962 sıra sayılı kanun tasarı ve
teklifinin, 48 saat geçmeden, bu kısmın 17 nci ve 18 inci sıralarına alınması,
Genel Kurulun 30.6.2005
Perşembe günü saat 11.00'de toplanması, İçtüzüğün 5 inci maddesine göre Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 1 Temmuz 2005 tarihinde tatile girmemesi ve çalışmalara
devam edilerek, Genel Kurulun 1 Temmuz 2005 Cuma günü saat 14.00-23.00, 2
Temmuz 2005 Cumartesi ve 3 Temmuz 2005 Pazar günleri saat 12.00-23.00 saatleri
arasında çalışması önerilmiştir.
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, biraz önceki uygulamamızda olduğu gibi, bir aleyhte bir lehte
söz vereceğim.
Aleyhte, Denizli
Milletvekili Ümmet Kandoğan; buyurun.
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Yine bir çarşamba günü,
yine Danışma Kurulu önerisi huzurlarımızda. Ancak, ben, Danışma Kurulu önerisi
üzerinde görüşlerimi ifade etmeden önce, bugün, daha bu konu Türkiye Büyük
Millet Meclisinde görüşülüp karara bağlanmamış olmasına rağmen, Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubunca bastırılıp dağıtılan ve bütün milletvekillerine
gönderilen Türkiye Büyük Millet Meclisi gündeminde, teklif ettikleri hususlar
aynen yer almış; sanki, Danışma Kurulu önerisi Türkiye Büyük Millet Meclisinde
kabul edilmiş ve bu kabul edilmiş hali, bu şekliyle milletvekillerine
gönderilmiş. Ben, her şeyden önce, bastırılıp dağıtılan ve milletvekillerine
gönderilen bu gündemin, Türkiye Büyük Millet Meclisinde görev yapan
milletvekillerinin oylarının üzerinde bir ipotek olarak durduğunu ifade etmek
istiyorum.
FEHMİ HÜSREV KUTLU
(Adıyaman) - Bu, iktidarın gücünü gösterir.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Sayın Hüsrev Kutlu "bu, iktidarın gücünü gösterir" diyor; ama,
iktidarlar, elbette, Parlamento çoğunluğuyla ortaya çıkıyor; ancak, Parlamento
iradesini gerektiren bir hususta, milletvekillerinin oylarıyla belirlenecek
olan bir hususta, milletvekili oylarını ve düşüncelerini bir kenara bırakarak
"biz iktidar partisiyiz, bunu, Meclisten aynen geçiririz" şeklindeki
bir düşüncenin yanlış olduğu inancındayım. O zaman, Danışma Kurulunu niye
toplantıya çağırıyorsunuz?! Danışma Kurulu niye toplantıya çağırılıyor?!
Danışma Kurulu toplantıya çağırılıyor, öneriler birlikte değerlendiriliyor; o
değerlendirilen öneriler, karşılıklı olarak birbiriyle mutabakat olup olmadığı
değerlendirildikten sonra bir karara varılıyor. O nedenle…
AHMET YENİ (Samsun) - Siz
burada otururken aynı şeyi yaptınız…
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- O nedenle, bunu, milletvekillerinin düşünceleri, oyları üzerinde, tekrar
ediyorum, bir ipotek olarak değerlendiriyorum.
Değerli milletvekilleri,
bakıyoruz gündeme, bugün, gündemde görüşülecek olan hususlar, çok acil, çok
önemli kanun tasarılarından bahsediliyor, bakıyoruz TÜBİTAK'la ilgili kanun
teklifi, Cumhurbaşkanından gelen kanun teklifi, yine, bugünkü gündemde. Ben,
şimdi, soruyorum: Türkiye'nin, hakikaten yetmiş milyon insanını bugünlerde
ilgilendiren, hele hele Meclisin kapanmasına çok az bir süre kaldığı bugünlerde
milleti ilgilendiren bir kanun teklifi midir TÜBİTAK?! Kaldı ki, TÜBİTAK'la
ilgili olarak, bir geçici madde, biliyorsunuz daha önce çıkarılmış, o geçici
madde Sayın Cumhurbaşkanı tarafından geri gönderilmiş, buradan tekrar
kanunlaştırılarak yürürlüğe girmiş; ancak, Anayasa Mahkemesi, onunla ilgili bir
yürütmeyi durdurma kararı vermiş. Yani, üzerinde o kadar çok tartışmalı olan
bir konu ki TÜBİTAK ve böyle bir dönemde -bugün 29 Haziran, Meclisin
kapanmasına iki gün var- yetmiş milyon insan, Meclisten, kendilerini çok
yakından ilgilendiren kanun teklif ve tasarılarını beklerken, bu kadar çok
tartışmalı olan TÜBİTAK gündeme geliyor.
FEHMİ HÜSREV KUTLU
(Adıyaman) - Mesela hangisi gelmeli?
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Şimdi ben, hangisi gelmeli, söylüyorum, bakınız: Bağ-Kur ve SSK prim
borçlarının yeniden yapılandırılmasıyla ilgili kanun tasarısının… Grup
başkanvekili de söyledi; tam birbuçuk ay önce buraya geldi, dedi ki: Bunu
getiriyoruz, önümüzdeki hafta bunu Meclise sevk ediyoruz.
AHMET RIZA ACAR (Aydın) -
Ekimde…
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Şimdi, yüzbinlerce Bağ-Kur ve SSK'ya prim borcu olan ve bunun yeniden
yapılandırılmasını bekleyen insanlarımızı biz bir kenarda unutacağız,
bırakacağız, TÜBİTAK gibi, hakikaten çok tartışmalı olan, iki kez Cumhurbaşkanından
geri dönmüş, bir kez de Anayasa Mahkemesi tarafından yürütmenin durdurulması
kararı verilmiş ve bir kez de idare mahkemesi tarafından, yapılan atamanın
-Anayasa Mahkemesi kararı gerekçe gösterilerek- iptaliyle ilgili idare
mahkemesi kararı çıkmışken, biz, bütün diğerlerini bir kenara bırakacağız Sayın
Kutlu, onu bugün getireceğiz Meclisin gündemine ve sonra da diyeceğiz ki,
Meclis son derece hızlı çalışıyor... Bakınız, bugün 14.00-23.00, cumartesi,
pazar 11.00-23.00 saatleri arasında çalışıyoruz. Ben de baktım, inceledim,
Meclisin çalışmalarıyla ilgili, 600 kanun çıkmış bugüne kadar. Bunun 225 tanesi
uluslararası sözleşmeler, 370 tane kanun bu Mecliste kabul edilmiş -teklif ve
tasarı olarak- bunlardan 36 tanesi Sayın Cumhurbaşkanından geri gelmiş. Her 10
kanundan 1'i Sayın Cumhurbaşkanı tarafından geri gönderilmiş. Geçmiş 20 nci
Dönem ve 21 inci Dönemlere bakıyoruz, toplam 6 tane kanun Sayın Cumhurbaşkanı
tarafından geri gönderiliyor. Bu dönemde, kabul edilen her 10 kanundan 1'i
Sayın Cumhurbaşkanı tarafından geri gönderiliyor.
DURDU MEHMET KASTAL
(Osmaniye) - Biz de geri gönderiyoruz…
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Değerli milletvekilleri, ama, Meclisin zamanı çok kıymetli.
Bakın, oradan şuraya
gelmek istiyorum -iyi hatırlattınız- ben şunu söylemek istiyorum: Bakınız,
onlarda ısrarcı olunmasaydı, bunların Anayasaya aykırı olduğu şeklindeki
düşüncelerimiz değerlendirilmiş olsaydı, bugün, 29 Haziran, 1 Temmuza kadar ve
daha sonraki günlerde, bu kadar yoğun bir çalışma temposuyla Meclis
çalışmayacaktı. Bakınız, o 36 kanunun Mecliste yeniden görüşülmesi,
tartışılması yüzlerce saate mal olmuştur değerli milletvekilleri. Biz, o yüzlerce
saati, buradaki haklı yol gösterici konuşmaları değerlendirmiş olsaydık, bugün
Meclis bu kadar yoğun bir tempoyla çalışma içerisine girmeyecekti.
Yine, bakınız, Meclis,
uzun zamandan beri, artık denetim görevini bir kenara bıraktı. İlk defa olan
bir hadise. İki aydır, Türkiye Büyük Millet Meclisi gündeminde Meclisin İçtüzük
emri gereğince yapılması gereken denetim yapılmıyor. Bakınız, 300 tane
araştırma önergesi verilmiş, bunlardan 250 tanesi sıra bekliyor arkadaşlar.
AHMET RIZA ACAR (Aydın) -
Niye?..
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Sayın Acar, geçmiş olsun, kalp ameliyatı oldunuz, Allah şifa versin. Tabiî,
siz hatiplere çok söz atıyordunuz, uzun zamandan beri Meclis çalışmalarına
katılmadınız, o aradaki açığı telafi etmeye çalışıyorsunuz! Allah acil şifalar
versin.
Bakınız, değerli
milletvekilleri, bu araştırma önergeleri önemsiz diyorsanız, Türkiye'nin önemli
meseleleriyle ilgili değil diyorsanız, sözlü soru önergeleri lüzumsuz
diyorsanız, yazılı soru önergeleri lüzumsuz diyorsanız, o ayrı bir tartışma
konusu; ama, ben biliyorum ki, o sözlü soru önergeleri, yazılı soru önergeleri
ve araştırma önergeleri, hakikaten Türkiye'nin gündeminde olan ve mutlaka
üzerinde tartışılması gereken, cevap verilmesi gereken, araştırılması gereken,
incelenmesi gereken konular. Şimdi, ben geçen sefer de söylemiştim, o yazılı ve
sözlü soru önergelerinin arasında çok hususlar var. Mesela, bakınız,
akaryakıtla ilgili hususlar var. Şimdi, Sayın Başbakan çıkıyor, diyor ki:
"Akaryakıta yirmi günde 3 sefer zam olmaz, bunu masaya yatırmamız
lazım." Peki, şimdi, akaryakıt zammını yapanlar hükümetle ilgili değil,
onları eleştiriyorsunuz; ama, enflasyon yüzde 8'e indi mi, onu hükümet elde
etti diyorsunuz. Peki, o zaman, enflasyonla ilgili hususta, IMF'nin
politikaları deyin, özerk olan Merkez Bankasının uyguladığı sıkı para
politikaları neticesinde enflasyon yüzde 8'e inmiştir deyin. İyi olan
meselelerde hükümet sahip çıkıyor; ama, yirmi günde 3 kez akaryakıta zam geldi
mi, bunu yapan TÜPRAŞ'tır. Böyle bir anlayış olabilir mi?
Değerli milletvekilleri,
bakınız, Türkiye'de ve dünyada, biliyorsunuz, petrol fiyatları, 1980'li
yıllarda 80 doların üzerine çıkmıştır; hatta, 90 doları görmüştür. Bırakınız
onu, ani zıplamaları, reel olarak, petrol fiyatlarının 2005'e yuvarlanması
halinde, rakamların, bugün, geçmişte 85-90 dolarlar civarında olduğunu
göreceksiniz; yani, bugün 60 dolara çıktı diye feryat etmenin, 85-90 dolarlar
karşısında hiçbir anlam ifade etmediği ortadadır.
Ayrıca, bir husus daha
var. Bakınız, petrol fiyatlarının artması, Türkiye'de, litrede sadece 100 000
lira etki yapıyor; ama, 700 000 liralık bir artış var; bunun, yaklaşık 587 000
lirası, sadece ÖTV artışlarından kaynaklanan fiyat artışları. O zaman, yirmi
günde 3 kez zam yapılmasından rahatsızsanız, ÖTV'yle ilgili kararınızı alınız,
uygulayınız. Petrol fiyatlarında, akaryakıt fiyatlarında yaklaşık yüzde 75
oranında ortaya çıkan rakam, sadece ÖTV'den kaynaklanmaktadır.
FEHMİ HÜSREV KUTLU
(Adıyaman) - Aklımıza gelmemişti!
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Ee, Sayın Kutlu, buradan, işte muhalefetin sesine kulak verirseniz,
muhalefetin sesini dinlerseniz, muhalefetin yol gösterici önerilerini
dinlerseniz, bunları rahatlıkla uygulayabilirsiniz.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Kandoğan,
lütfen konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurunuz.
AHMET YENİ (Samsun) -
Hangi muhalefet?
ÜNAL KACIR (İstanbul) -
Sen kendi yolunu buldun mu? Sen kendi yolunu şaşırmışsın, yol bulamıyorsun,
bize yol gösteriyorsun!
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Sayın Kacır, bakınız, ben hep söylüyorum; ben, o sıralarda otururken ne
söylemişsem, onun altına da imzamı atıyorum, bu sıralarda otururken ne
söylemişsem, onun da altına imza atıyorum. Benim 150 tane konuşmam var. Konuşma
tutanaklarım buradadır. Çıkarırsınız o konuşma tutanaklarım buradadır;
çıkarırsınız o konuşma tutanaklarını, oradayken ne söylemişsem, burada ne
söylemişsem, arada tezat varsa, yanlışlık varsa, geliniz, onu Meclis kürsüsünden
söyleyiniz, ben de yanlışımı, tezadımı bileyim. Ben, orada oturmakla, burada
oturmak…
ZEYİD ASLAN (Tokat) -
Arkadaşlarını niye sattın?!
ÜNAL KACIR (İstanbul) -
Arkadaşların orada…
BAŞKAN - Sayın Kacır,
lütfen…
Sayın Kandoğan, süreniz
dolmak üzere, 10 - 15 saniyeniz var.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Sayın Başkan, o zaman, siz de, lütfen, bana sataşmada bulunan
milletvekillerini uyarınız da, ben de normal konuşmamı tamamlayayım.
BAŞKAN - Onları da
uyarıyorum, sizi de uyarıyorum. Onları da uyardım.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Onun için, ben, dün ne söylemişsem onun arkasındayım, bugün ne söylemişsem
onun arkasındayım.
AHMET YENİ (Samsun) -
Sayın Kandoğan…
BAŞKAN - Sayın Yeni…
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- O konuda hiçbir endişem yok, hiçbir korkum da yok. O nedenle de, göğsüm ve
alnım açık.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Bunları Meclis kürsüsünden söylemeye devam edeceğim.
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Kandoğan.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Bu konuda hiç endişeniz olmasın.
BAŞKAN - Sayın Kandoğan,
teşekkür ediyorum.
Önerinin lehinde…
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Selam vereyim Sayın Başkan.
ÜNAL KACIR (İstanbul) -
Arkadaşlarını niye sattın?!
BAŞKAN - Sayın
Kacır, Sayın Kacır…
Sayın Kandoğan, lütfen…
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Sayın Başkan, müsaade edin…
BAŞKAN - Saygıdeğer
arkadaşlarım… Sayın Kandoğan, saygıdeğer arkadaşlarım; bakınız…
ÜNAL KACIR (İstanbul) -
Sayın Akdemir orada.
BAŞKAN - Sayın Kacır,
lütfen…
AHMET YENİ (Samsun) -
Sayın Akdemir bile…
BAŞKAN - Sayın Kacır…
Sayın Yeni…
Saygıdeğer arkadaşlarım,
kürsüye çıkan bütün arkadaşlarıma önceden tembih ediyorum; sadece
konuşmalarını, sözlerini tamamlamaları için ek 1 dakikalık süre vereceğimi ilan
ediyorum. Yani, konuyla ilgili konuşursanız, 10 dakika çok bir zamandır. Bütün
hatiplere duyuruyorum.
Sayın Kandoğan, size de
teşekkür ediyorum efendim.
Buyurun.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Selamlayayım Sayın Başkan.
BAŞKAN - Selamladınız
zaten, buyurun lütfen efendim; istirham ediyorum, buyurun.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN - Önerinin
lehinde, Adana Milletvekili Sayın Recep Garip. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Sayın Garip, lütfen
sürenizi itinalı kullanınız efendim.
Buyurun.
RECEP GARİP (Adana) -
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; tabiî ki, polemikçileri tarih
yazmaya devam ediyor, onun için kayıtlara düşmeye devam ediyoruz hep beraber.
Danışma Kurulu
toplantısında, bugün, gruplar toplanmışlar; ancak, oybirliği sağlanamamış. Bu,
her zaman da mümkün olmuyor bilindiği gibi. Dolayısıyla, ülkemiz,
insanlarımızın hayrına, toplumumuzun hayrına yapılması gereken bütün çalışmalar,
yasal düzenlemeler başından itibaren nasıl hızla devam ediyorsa, bugün de aynı
hızla, aynı kararlılıkla yol almaya devam ediyoruz. Onun için, hizmet eden ile
hizmet etmeyen bir olmaz. Bizler, millete, topluma hizmet etmek için buradayız
ve bu nedenle buraları işgal ediyoruz, buralarda oturuyoruz, buralarda bu yasal
düzenlemelerde bulunuyoruz. Dün bu problemleri çözmüş olsaydı eğer bizden
öncekiler, bugün bu problemleri konuşmayacak ve biz başka problemler, başka
meseleler, bu ülkenin problemlerini çözmek için, yoğun gece ve gündüzlerimizi
onlar için harcayacaktık. Eğer dün siz çözerseniz, bugün başka problemler
gelir, bugün biz çözmezsek, yarına, yeni problemlerle, bugünkü problemi aktarmış
oluruz ki, gelecekte bir Molla Kasım çıkıp, mutlak surette, bunların hesabını
her birimizden soracaktır.
O nedenle, bugün, AK
Parti Grubumuzun önerisi doğrultusunda, Danışma Kurulunun yapılan
toplantısında, oybirliği sağlanamayan, ancak, mutlak surette çalışmamız
gereken, yapılması gereken birsürü yasalar var ve bu yasal düzenlemelerin de
bir an evvel çıkarılması gerekiyor. Çıkarılmadan kesinlikle bir tatili hak
ettiğimizi ben düşünmüyorum. Dolayısıyla, elbette ki, biz bu toplumun önüne
çıkmışsak, bu toplum için birtakım sorumluluklar üstlenmişsek, bu
sorumluluklarımızı da sonuna kadar yerine getirebilecek durumda olmalıyız.
Realist insanlar,
problemler üretmez, problemler çözerler. O zaman, realist olmalıyız ve
realistçe, problemleri üst üste katlayarak gönderme, öteleme yerine, mutlaka
çözmenin yollarını bulmalıyız. Bizler, çağdaş insanlarız ve bu toplumun önünde,
toplumu, geleceğini şekillendiren, geleceğini hazırlayan insanlarız. O zaman,
bu yasaların bir an evvel çıkarılması gerektiği konusunda kuşku duymuyorum.
Hâkim ve Savcılar Kanunu
mutlak surette tamamlanacak; 951 inci sıra sayıyla devam eden bu yasanın bir an
evvel bitmesi gerekiyor. 918 sıra sayısıyla yerini alan TÜBİTAK'la ilgili
geriye dönmüş olan tezkerenin bir kez daha görüşülmesi ve bir an evvel
tamamlanması gerekiyor. Yine, Türk Ceza Kanununda değişiklik yapılacak ve bu
da, geri dönmüş olan, mutlak surette üzerinde görüşülmesi gereken bir yasadır
ve bunun da bir an evvel tamamlanması ve tatile girmeden düzeltilerek hayata
geçirilmesi gerekiyor. Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında
Kanun değişikliğimiz var. Mutlak surette bunun da bir an evvel düzeltilerek
tamamlanması ve topluma kazandırılması gerekiyor; yani, yediden yetmişe bütün Anadolu
insanının bunları beklediğini hep beraber biliyoruz. Dolayısıyla, özürlüler
hakkında bazı kanunlar var. Bu kanunları da, bildiğiniz üzere, mutlaka, özürlü
kardeşlerimiz bizlerden bekliyorlar. Bir an evvel bunların toplanması ve
derlenip toparlanması ve tamamlanması gerekiyor ki, bunlar toplanmadan,
toparlanmadan, kanunlar yasallaşmadan tatile girme hakkına da sahip
olmadığımızı bir kez daha belirtmek istiyorum. Toplumun bu birikmiş
problemleri, yasal düzenlemeleri onlarca yıldan bu yana beklemişse, biz, bugün,
bunları çözmek için buradayız. Bu nedenle lehinde konuştum.
Hepinize sevgiler,
saygılar sunuyorum, teşekkür ediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Garip.
Önerinin aleyhinde,
İstanbul Milletvekili Sayın Ali Topuz; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
ALİ TOPUZ (İstanbul) -
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; biraz evvel, Cumhuriyet Halk Partisi
Grubunun gündem konusunda yaptığı öneriyi Adalet ve Kalkınma Partili
arkadaşlarımız reddettiler. Reddedilen bu teklifimizin içinde özürlülerle
ilgili yasa da vardı; yani, hem dokunulmazlıklar hem özürlüler yasasının bugün
görüşülmesine dönüktü; çünkü, özürlülerle ilgili yasanın görüşülmesi konusunda
her iki grubun yöneticileri bir uzlaşmaya varmışlardı ve birlikte bu sonucu
almışlardı.
Şimdi görüşmekte
olduğumuz, Adalet ve Kalkınma Partisinin gündem önerisiyle ilgili tekliftir.
Bunun içinde de iki şey düzenlenmektedir. Bir, gündemle ilgili bazı sıralamalar
yapılıyor, bazı kanunlar gündemin ön sıralarına taşınıyor; bir de, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin çalışma saatleri ve günleriyle ilgili bir değişiklik
öngörüyor. Önce, gündeme konulan maddelerle ilgili, önerilen maddelerle ilgili
düşüncemi ifade edeceğim.
Hiç kuşku yok,
özürlülerle ilgili öneri, bizim de önerimizle örtüştüğü için, onun
görüşülmesiyle ilgili hiçbir itirazımız yok; ama, gündeme konulan diğer
maddelerle ilgili birkaç söz söylemek gereğini duyuyorum.
Biraz evvel, Adalet ve
Kalkınma Partili bir sayın milletvekili arkadaşım, bunlar mutlaka görüşülmeli
ve çıkarılmalı biçiminde genel bir değerlendirme yaparak, TÜBİTAK ve Türk Ceza
Kanunuyla ilgili Sayın Cumhurbaşkanı tarafından bir kez daha görüşülmek üzere
Meclise iade edilen iki yasanın çok önemli olduğunu vurguladı. Hiç kuşku yok,
her kanun önemlidir. Her kanunun getireceği bir yarar vardır. Bazen de
kanunların getireceği birtakım sorunlar vardır. Bu iki yasa, yani, Sayın
Cumhurbaşkanı tarafından bir kez daha Türkiye Büyük Millet Meclisine gönderilen
iki yasa, TÜBİTAK ve Türk Ceza Kanunuyla ilgili yasa, özü itibariyle, gerginlik
yaratan, tartışma yaratan ve özellikle, Adalet ve Kalkınma Partisi ile
Cumhuriyet Halk Partisinin uzlaşmaya dayanan bir Meclis çalışması yapmasını
engelleyen çok önemli iki faktör, iki unsur. Bu iki yasa, her iki parti
arasında uzlaşmayı engelleyen, baltalayan iki yasa. Bu iki yasa, toplumda
gerginlik yaratan iki yasa, Cumhuriyet Halk Partisinin çok duyarlı olduğu iki
yasa. Şimdi, tatile girmeye çok az bir zaman kalmış bir dönemde, bazı önemli
kanunları burada görüşme bahanesi altında bu iki yasayı bu gündeme bugün
taşımak, Cumhuriyet Halk Partisi ile Adalet ve Kalkınma Partisi arasında
sağlanabilme ihtimali olan uzlaşmayı dinamitlemekten başka hiçbir anlam
taşımaz. Siz, Mecliste gerginliği sürdürmek istiyorsunuz; çünkü, biz, bu
yasaların gündeme taşınmaması halinde, bazı konulardaki taleplerimizi de
dikkate almanız halinde, Meclis çalışmalarını daha verimli hale getirebilmek
için -süreleri uzatma, çalışma günlerini artırma dahil- birtakım özverileri
yapmaya hazır olduğumuzu ifade ettik. Siz, şimdi, bize diyorsunuz ki: Siz ne
derseniz deyin, bizim dediğimizi kabul ederek ancak aramızda bir uzlaşma
olabilir. Böyle bir uzlaşma söz konusu olamaz.
O nedenle, ben, Adalet ve
Kalkınma Partisinin sayın yöneticilerine, bu konuda çok ihtiyatsız bir tavır
izledikleri için, doğrusu, kendilerine kırgınlığımı ifade etmek istiyorum ve bu
Meclisin ahenk içinde çalışmasına engel teşkil eden yeni faktörler ortaya
çıkardıkları kanaatini taşıyorum.
Tabiî, bu kanunlarla
ilgili, eğer gündeme alınırsa, bugün bunlar konuşulacak olursa, o zaman
düşüncelerimizi ayrıntılı bir şekilde ortaya koyacağız ve burada, çerçeve
olarak söylediğim endişelerimizi, daha ayrıntılı bir şekilde, burada, hem
Türkiye Büyük Millet Meclisinin hem de bu vesileyle Türk toplumunun dikkatine
sunmuş olacağız.
Şimdi, çalışma günleri ve
saatleriyle ilgili düzenlemeyle ilgili de bir iki şey söylemek istiyorum.
Perşembe günü saat 11.00'den 23.00'e kadar, 12 saat bir çalışma öngörüyorsunuz.
Bu, uzatılmış vardiyadan bile daha uzun bir çalışma saati; 12 saat!.. Cuma günü
14.00-23.00; 9 saat. Herhalde bunun 9 saat olması, cuma namazı hürmetine
oluyor.
DURDU MEHMET KASTAL
(Osmaniye) - Aa, cuma namazı…
ALİ TOPUZ (Devamla) -
Evet, onun hürmetine oluyor. Bir şey söylemiyorum; gayet doğal. Keşke öbür
günler için de hürmet edeceğiniz bir şey olsaydı da, onları da 9 saat
yapsaydık.
Cumartesi, pazar günleri
ise 12.00-23.00 saatleri arasında; 11 saat.
Arkadaşlar, eğer
çalışmaya ihtiyacımız varsa, bırakın bu yapay yolları, tatile çıkmayalım -salı,
çarşamba, Perşembe- normal çalışma günlerinde mesaimize devam edelim; bekleyen,
biriken ne kadar yasa varsa getirelim, konuşalım, yapalım; ama, bunu medenî bir
şekilde yapalım, bunu sağlık koşullarına uygun bir şekilde yapalım,
milletvekillerinin en iyi şekilde hazırlanabilecekleri bir ortamda yapalım ve
bunu, olayları, kanunları aceleye getirip, sıkıştırıp, alelacele buradan
çıkarmayarak, üzerinde tartışarak, konuşarak yanlışlarını düzelterek, bir Meclise
yakışacak düzeyde bir mesai sarf ederek yapalım. Siz, bir mesaiyi sarf
etmiyorsunuz ve bunu gürültüye getiriyorsunuz. Neden?.. Bir başka düşünceniz
olduğu kanaatini de taşıyorum. Bu önümüzdeki birkaç günün Cumhuriyet Halk
Partisi açısından önemli olduğunu biliyorsunuz. Bu hafta sonu Cumhuriyet Halk
Partisinin Türkiye çapında yüzlerce ilçe kongresi yapılacak. Cumartesi, pazar
kongrelerimiz var bizim. Siz şöyle düşünüyorsunuz: "Cumartesi pazar bunlar
kongreye giderler, biz burada istediğimiz gibi bu kanunları geçiririz."
FİKRET BADAZLI (Antalya)
- Hiç alakası yok.
ALİ TOPUZ (Devamla) -
Size bu fırsatı vermeyeceğiz.
DURDU MEHMET KASTAL
(Osmaniye) - Çalışacağız, çalışacağız.
ALİ TOPUZ (Devamla) -
Burada, bu müzakereleri yapacak kadar milletvekilimiz hazır bulunacaktır ve
düşündüğünüz yasaların tamamıyla ilgili olarak, üzerinde anlaştıklarımız hariç,
üzerinde mutabık olmadığımız yasaların her maddesi üzerinde İçtüzüğün bize
verdiği yetkiyi sonuna kadar kullanacağımızı ve bu konuda hiçbir şekilde geri
adım atmayacağımızı, bu kürsüden, şu aşamada ifade etmek istiyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
AHMET YENİ (Samsun) -
Sayın Kapusuz geldi.
SALİH KAPUSUZ (Ankara) -
Geldim, geldim Ali Baba; buyur!
ALİ TOPUZ (Devamla) -
Belediye Kanunu var, 100 maddeye yakın bir büyüklük. Arkasından, biliyorum,
Bankalar Kanununu konuşmak istiyorsunuz, 200 maddeye yakın, 150'den fazla
maddesi var. Bu takvim içinde de bunları çıkaramazsınız.
DURDU MEHMET KASTAL
(Osmaniye) - 15 günde…
ALİ TOPUZ (Devamla) -
Şunu yapabilirsiniz…
DURDU MEHMET KASTAL
(Osmaniye) - Gitmeyiz tatile.
ALİ TOPUZ (Devamla) -
Evet, gitmeyelim; onu öneriyorum zaten. Yapmayalım tatili.
AHMET YENİ (Samsun) -
Çalışalım.
ALİ TOPUZ (Devamla) -
Yapmayalım, çalışalım burada gece gündüz, biz varız.
DURDU MEHMET KASTAL
(Osmaniye) - Biz de varız.
AHMET YENİ (Samsun) - Biz
varız; bizim ekip genç!
ALİ TOPUZ (Devamla) -
Yok, birtakım yapay yollar düşünüyorsanız…
AHMET YENİ (Samsun) - 20
kişiyle...
ALİ TOPUZ (Devamla) - O
sizi alakadar etmez. Ben 20 kişiyle görevimi yapıyorsam, yaparım. Benim 20
kişiyle yaptığım görevi, siz 180 kişiyle yapmak durumundasınız; o sizin
meseleniz, sizin sorununuz. Ben 20 kişiyle yaparım görevimi. Burada, Partimin
düşüncelerini ortaya koyuyoruz; hangi arkadaşımız olursa, onu yapar.
Siz, birtakım yapay
yollara da teşebbüs edebilirsiniz. Belki, İçtüzüğü değiştirip, bu kanunları
temel kanun diye bir kereye mahsus olmak üzere yapalım, İçtüzük değişikliği
iptal edilse bile, nasıl olsa, bu kanun yürürlüğe girer gibi düşünebilirsiniz,
bundan önce yaptığınız gibi. Bunu da, size hiç tavsiye etmem. Eğer bunu yapacak
olursanız, ona karşı da bizim yapacaklarımızın olduğunu, buradan bilgilerinize
sunuyorum.
Bir defa daha söylüyorum:
Yapmayın. Bu gayri ciddî çalışma ortamını normal bir çalışma ortamına
dönüştürelim. Bu öneriyi kabul etmeyin. Bu çalışma biçimi doğru bir çalışma
biçimi değildir. Bunları çıkarmak istiyorsanız, salı, çarşamba, perşembe
günleri devam etmek üzere, normal mesaimizi sürdürelim.
Beni dinlediğiniz için
hepinize teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Topuz,
teşekkür ediyorum.
Öneri üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Öneriyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Öneri kabul edilmiştir.
Gündemin
"Seçim" kısmına geçiyoruz.
V.- SEÇİMLER
A) Komİsyonlarda AçIk Bulunan Üyelİklere Seçİm
1.-
(10/148, 182, 187, 284, 285) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonunda açık
bulunan üyeliğe seçim
BAŞKAN - Töre ve namus
cinayetleri ile kadınlara ve çocuklara yönelik şiddetin sebeplerinin
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan
(10/148, 182, 187, 284 ve 285) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonunda
boşalan ve Cumhuriyet Halk Partisi Grubuna düşen 1 üyelik için, İstanbul
Milletvekili Sıdıka Sarıbekir aday gösterilmiştir.
Oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Alınan karar gereğince,
sözlü soru önergelerini görüşmüyor ve gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.
VI.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER
1.-
Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu
Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun
Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)
BAŞKAN - 1 inci sırada
yer alan kanun teklifinin geri alınan maddeleriyle ilgili komisyon raporu henüz
gelmediğinden, teklifin görüşmelerini erteliyoruz.
2 nci sırada yer alan
Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu raporunun görüşmelerine kaldığımız yerden
devam ediyoruz.
2.-
Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/1039) (S. Sayısı: 951) (x)
BAŞKAN - Komisyon?..
Yerinde
Hükümet?.. Yerinde.
Sayın milletvekilleri, 52
nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 52.- Adalet
Bakanlığı merkez kadrosunda kullanılmak üzere ekli listede yer alan kadro ihdas
edilerek, 13.12.1983 tarihli ve 190 sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun
Hükmünde Kararnameye ekli (II) sayılı cetvelin ilgili bölümüne eklenmiştir.
BAŞKAN - Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsı adına, İstanbul Milletvekili İsmet
Atalay.
Sayın Atalay, buyurun.
(CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA İSMET
ATALAY (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; Hâkimler ve Savcılar
Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet
Komisyonu raporu üzerindeki görüşmeler devam etmektedir. Burada, 52 nci
maddeyle ilgili, Grubum ve şahsım adına söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle,
Yüce Meclisi saygılarımla, sevgilerimle selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, bu
maddeye baktığımız zaman, bu maddeyle, 190 sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında
Kanun Hükmünde Kararnameye, iki kadro eklenmektedir. Bununla, Yüksek Hâkimler
ve Savcılar Kuruluyla ilgili olarak soruşturma görevi yapacak, merkezdeki
Teftiş Kurulu Başkanlığına birinci dereceye ayrılmış iki başkan yardımcısı
atanması öngörülmektedir.
Tabiî ki, Adalet
Bakanlığına bağlı teşkilatlara şöyle bir göz attığımız zaman, Adalet Bakanlığı,
Türkiye genelinde yaygın teşkilatı olan, adlî yargı ve idarî yargıdan
müteşekkildir. Bir tek Teftiş Kurulu Başkanının, bu kadar hâkim ve savcı
hakkında soruşturma yapması, işleri yürütmesi ilk anlamda zor görülebilir,
işlerin sürüncemede kalmasına neden olabilir. İki başkan yardımcısının atanmış
olmasını isabetli bir karar olarak düşünmek, değerlendirmek gerekir.
Kadro ihdaslarıyla
ilgili, bu tasarının görüşülmeye başlandığı ilk günden bugüne kadar, konuşmacı
arkadaşlarımız, kadroların ne şekilde kullanıldığı, nasıl kadrolaşma amacına
yönelik bir kadrolaşma yapıldığını açıkça belirtmişlerdir. Ben, meselenin bu
yönü üzerinde durmayacağım. Bu kadroların verilmesinde yarar olduğunu
düşünüyorum; çünkü, teftiş kurulunun yapacağı görevin aksamaması, süresinde
tamamlanması açısından zaruret olduğu inancını taşıyorum; ancak, bir başka yönü
üzerinde durmak istiyorum. Anayasamızda yargının bağımsız olduğu, hâkim
teminatının bulunduğu açıkça belirtilmektedir ve bugünkü sistemimize göre,
kuvvetler ayrılığını kabul etmişiz. Yargının, yürütmenin ve yasamanın birbirinden
ayrı ayrı kurumlar olduğunu, yargı denetiminin siyasî bir organ olan yürütme
tarafından denetlenemeyeceği açıkça belirtilmiş olmasına rağmen, bugün,
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun yapılanmasına baktığımız zaman, bu Kurul,
3 üyesi Yargıtaydan seçilen üyelerden, 2 üyesi Danıştaydan seçilmiş üyelerden
ve Adalet Bakanının başkanlığında ve Kurulun tabiî üyesi olan Müsteşardan
müteşekkildir. Yani, hâkimlerle birlikte yürütmeye dahil olan Adalet Bakanı
Kurulun Başkanı olmakta ve Müsteşar da bu Kurulun üyesi konumundadır.
Değerli arkadaşlarım,
yargının bağımsız olduğunu her dönemde herkes savunuyor. Tabiî, bu yasada
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun kökten değiştirilmesi mümkün olmayabilir;
ama, benim talebim, gelecekte, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun
değiştirilerek, gerçek anlamda, yargının bağımsızlaştırılması ve hâkim
teminatına kavuşturulması gerekir diye düşünüyorum; ama, bütün dünyayı
incelediğiniz zaman, Türkiye'de de, özellikle cumhuriyetin ilk yıllarında,
hatta, 1960'lara kadar yargı, Adalet Bakanlığına bağlı bir kurum olarak devam
etmiştir. Özlük işleri Adalet
(x) 951 S. Sayılı Basmayazı 25.6.2005 tarihli 118 inci
Birleşim Tutanağına eklidir.
Bakanlığında
yürütülmüştür; soruşturmaları, denetimleri, tamamen Adliye Bakanlığına bağlı olarak
yürütülmüştür. Ancak, 1950-1960 arasında yargıya siyasetin ve yürütmenin çok
büyük müdahaleleri olmuştur. Ondan sonra, yargının bu şekilde bağımlı hale
geldiği savunulduğu için, müstakil, bağımsız Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu
oluşturulmuştur. Orada, o Kurulda, Adalet Bakanının veyahut Müsteşarın görevi
hiç olmamıştır; ancak, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu daha sonra
değiştirilerek bugünkü hale getirilmiştir. Bugünkü haliyle, yargının bağımsız
olduğundan söz etmek, bence, mümkün değildir; çünkü, yargının başında Adalet
Bakanı vardır; Müsteşar, oranın tabiî üyesidir, yürütmenin de aynı zamanda
üyesidir.
Şimdi, Teftiş Kurulu
Başkanlığı kime bağlıdır; Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna bağlı bir kurum
değildir, Adalet Bakanına direkt bağlı olan bir kurumdur. Adalet Bakanının
emriyle, Adalet Bakanının izniyle hâkimler ve savcılar üzerinde denetim
yapmakta, soruşturma yapmaktadır. Soruşturma sonucunda hazırladığı raporu
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna takdim etmektedir.
Şimdi, bir tarafta,
Teftiş Kurulu, Adalet Bakanına bağlı bir kurum olarak çalışmakta ve raporunu
tanzim etmekte, bu raporu Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna sunmaktadır.
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun başındaki Adalet Bakanı ve Müsteşarın da
iştirakiyle bu rapora göre işlem yapılmaktadır. Şimdi, bu şekilde yürüyen bir
Teftiş Kurulunun veyahut da bu şekilde yürüyen bir Hâkimler ve Savcılar Yüksek
Kurulunun tam bağımsız olduğundan söz etmek, kanımca, mümkün değildir. Bu
nedenle, yani, önümüzdeki süreç içerisinde, hâkimler ve savcılarla ilgili yeni
bir düzenlemeye, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun bağımsız hale
getirilmesine ve hâkim teminatının tam anlamıyla uygulanmasına, yargının bağımsızlaştırılmasına
özellikle ihtiyaç olduğu kanaatini taşımaktayım.
Değerli arkadaşlar, bu
yasa çok tartışıldı. Yasanın her maddesinde konuşmacılar çeşitli görüşlerini
belirttiler. Bu yasanın, tabiî ki, yararlı olduğu kısımlar var. Bu kısımlara
hepimiz destek olduk, destek olmaya da devam ediyoruz; ama, yargının
bağımsızlığını savunmamız gerekiyor. Adalet Bakanlığına ve özellikle iktidar
partisine düşen en büyük görevlerden birisi, idarî ve adlî yargının tam
bağımsız hale getirilmesidir. Eğer, bunu gerçekleştiremezsek, adlî yargının
veyahut da idarî yargının bağımsızlığından söz etmek mümkün değildir; çünkü,
teftişi, özlük işleri tamamen Adalet Bakanlığına bağlıdır. Adalet Bakanının
izniyle soruşturma başlatılabilmektedir. Adalet Bakanının tayin edeceği teftiş
kurulu üyeleri, tetkik hâkimleri veya Adalet Bakanının yetki vereceği daha
kıdemli bir hâkimin veya savcının yapacağı soruşturma üzerine işlem yapılmakta
ve bu işlem üzerine, bu raporlar üzerine hâkimlere çeşitli disiplin cezaları,
hatta meslekten ihraç cezaları, yargılamayı gerektirecek suç işlemişlerse ceza
davalarının açılması öngörülmektedir.
Tabiî, böyle bir teftiş düzeninde, yargının, yargıda görev
yapan hâkimlerin, savcıların tam bağımsız olduğunu söylemek mümkün değildir.
Her ne kadar, teminatları olsa bile, hâkimler Anayasada belirlenen kurallar dahilinde
görevden usulsüz olarak alınamayacağı, görevlerinden uzaklaştırılamayacağı
belirtilmiş olsa bile, tatbikatta bunun tam tersini görmek mümkündür. Hâkimler,
savcılar soruşturmaya tabi tutulmaktadır ve idarenin veyahut da yürütmenin
baskısı her zaman üzerlerindedir ve bu baskıyı her dönemde hissetmektedirler.
Onun için, diyorum ki,
Sayın Adalet Bakanı, tabiî, hukukçudur, değerli bir hukukçu arkadaşımızdır, çok
önemli çalışmalar yapmıştır; belki, bu dönemde, yargıyla ilgili bazı yasaların
çıkmasında büyük yararlar sağlamıştır. Bütün dileğimiz, yargının tam bağımsız
olabilmesi için Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun yeniden ele alınmasıdır,
bunda yarar vardır. Tam bağımsız bir hale getirilmesinde yarar olduğunu
umuyorum ve Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.
Teşekkür ederim.
(Alkışlar)
BAŞKAN- Teşekkür ederim
Sayın Atalay.
Maddeyi ekli listeyle
birlikte oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Geçici madde 1'i
okutuyorum:
GEÇİCİ MADDE 1.- Bu
Kanunda öngörülen yönetmelikler, Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren en
geç altı ay içinde çıkarılır.
BAŞKAN- Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsı adına, Ankara Milletvekili Bayram Meral.
Sayın Meral, buyurun.
(CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA BAYRAM
ALİ MERAL (Ankara) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; sözlerime
başlarken, hepinizi, saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Geçici 1 inci madde
üzerinde söz almış bulunmaktayım.
Değerli arkadaşlarım,
sözlerime başlamadan önce bir konuyu özellikle ifade etmek istiyorum. Bugün
hükümeti temsil eden Sayın Bakanımızla, en az yirmi yıl birçok sahada
çalışmalarımız oldu. O, şahsımı çok iyi tanır, ben kendisini çok iyi tanırım.
Hatta, birçok kez, 400 000-500 000 kişi üzerinden toplusözleşmeler yaptık. O
zaman kendisinin çok yakın ilgisini gördüm. Bunlar, her zaman benim yaşadığım
konulardır.
Değerli arkadaşlarım,
burada, görüşmeler sırasında, elbette ki, işlerin daha iyi gitmesi için, çıkan
yasaların halkı kucaklaması için, yasaya muhatap insanların yaşam şartlarının
daha iyileştirilmesi için, daha rahat çalışabilmesi için, İktidar Partisi de,
muhalefet partisi de üzerine düşeni yapmaktadır.
Değerli arkadaşlarım,
elbette ki, muhalefet olarak biz, düşüncelerimizi daha rahat konuşma imkânına
sahibiz; çünkü, biz, muhalefet partisiyiz.
Değerli arkadaşlarım,
geçmişte de konuştum, önemli olan, yargıya iş düşmeden sorunun çözülmesidir.
Yani, suçun yapılmasından önce, suçun işlenmesinden önce olayı önlemek
önemlidir. Suç işlendikten sonra, elbette ki, yargıya iş düşecektir, siyasîlere
iş düşecektir, sorunlar artacaktır değerli arkadaşlarım.
Burada, geçici maddeler,
genelde tüzükleri kapsamaktadır. Sayın Bakanım da bilir, yalnız bugünkü
hükümetin yaptığı, yani eksik yaptığı işler değildir. Geçen hükümetler
döneminde de, yasa çıktıktan sonra, bazı maddelerin yönetmelikle veya tüzükle
düzenleneceği hükme bağlanmıştır; ama, ne yazık ki, Sayın Bakanım, değerli
arkadaşlarım; yasa çıktıktan sonra, seneler geçer, maalesef, tüzükler,
yönetmelikler çıkmaz, hem idareyi hem soruna muhatap insanları sıkıntıya sokar.
Ben demin dedim ki, elbette, önemli olan, hâkimlerimizin, savcılarımızın
işlerini kolaylaştırmaktır.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; bakınız, özelleştirme yapıldı. Bütün ülkelerde özelleştirmeler
yapılmadan önce, bunların tedbiri alınır; hükümetçe, işçilerin, işverenlerin,
özelleştirmeye muhatap çalışan insanların sorunları çözülür, güvenceleri
sağlanır; ama, maalesef, bizim Türkiye'de, bunlar yapılmadan, özelleştirmelere
başlanmıştır. Bu nedenle, işinden olan birçok insan mahkemeye müracaat
etmiştir. Karar veren, olumlu karar veren hâkim iyi olmuştur; olumlu karar
vermeyen hâkim de "efendim, işte, siyasîlerin baskısında kalmış, hükümetin
baskısında kalmış" gibi, birsürü ifadelere muhatap olmuştur.
Sayın Başkanım, değerli
arkadaşlarım; emekli arkadaşlarımızın TÜFE'den alacakları vardır. Sayın
Bakanımızın birçok kez, yani, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanımızın birçok kez
ödenmesini ifade etmesine rağmen, bugüne kadar bunlar ödenmemiştir. Binlerce
emekli arkadaşımız yargıya gitmiştir ve binlerce dosya oluşmuştur. Elbette ki,
bunlar, hâkimlerimizin, savcılarımızın daha önemle yapması gereken işlerin
önüne geçmiştir. Binlerce emekli, mahkeme kapılarında durmaktadır. Yine, bu da,
daha önceki hükümetlerimizin alması gereken tedbirlerin gecikmesinden
mütevellit karşılaştığımız sorunlardır.
Değerli arkadaşlarım,
üzerimizde ağırlıkla devam eden olaylardan biri de, biliyorsunuz, ben o zaman
Türk-İş Genel Başkanıydım, o dönemin hükümetlerine ısrar ettim, hiçbir zaman
özel bankaya güvence veremezsiniz dedim; ama, dönemin hükümeti güvence verdi,
ondan sonra 22 özel banka battı. Ne oldu orada insanlarımız; mağdur oldu.
Sonuç; yargıya gitti. İşte, değerli arkadaşlarım, eğer yargının işini
kolaylaştırmak istiyorsak, rahat çalışmak istiyorsak, güven içerisinde, huzur
içerisinde çalışmak istiyorsak, yargıya düşmemesi gereken kararları, yasaları
sağlıklı çıkarmamız lazım. Ne oluyor şimdi; bir bakıyoruz ki, bir mahkeme
gününde, yüzlerce, binlerce vatandaşımız mahkemenin önünde toplanmış. Ne oldu;
ya TÜFE alacağı olan emekli arkadaşlarımız ya da bankada parası batan
arkadaşlarımız. Ne yapacak şimdi hâkim? Karar verse bir türlü, baskı altında
kalıyor, karar vermese, vatandaş mağdur olmuş, kapısının önünde ağlıyor. İşte
bunlar, değerli arkadaşlarım, hepimizin üzerinde durması gereken sorunlardır.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; benim kafamı karıştıran bir konu daha oldu. Sayın Bakanımızla
konuşurken, dedi ki: "Burada, bana, bazı emekli olmuş üst düzey yargıçlar
geldi, bir bölüm arkadaşlarının bazı firmalarda danışmanlık almalarından
rahatsız olduklarını söylediler. Buna yasal bir düzenleme getirsek bir türlü,
getirmesek bir türlü."
Değerli arkadaşlarım,
bakınız, hâkim de savcı da liseden sonra dört sene yüksekokulda okuyor,
mühendis de dört sene yüksekokulda okuyor. İşin garip yönüne bakınız, ikisi de
okuldan çıkıyor, birisi kamuda işe giriyor, mühendistir, işin geleneğini
öğreniyor, müteahhit oluyor, holding sahibi oluyor, bazı yanlış işler yapıyor
ve idare müdahale ediyor, o holding sahibi veya o firma sahibi, savcının,
hâkimin karşısına çıkıyor. Zaman geliyor, değerli arkadaşlarım, o hâkim, o
savcı veya o yargıç emekli oluyor; ne yapacak, aldığı emekli aylığı kendisine
yetmiyor; yapacak hiçbir sosyal yönü yok; gidiyor, ister istemez, üzüle üzüle
belki de, belki de yargıladığı bir firmada, bir holdingde müşavirlik,
danışmanlık alıyor. Bu, üzücü Sayın Bakanım; bunu geçenlerde siz de söylediniz;
ama, mutlaka buna bir çözüm bulmak lazım. Bunlar, bizim sosyal yaralarımız,
sosyal sıkıntılarımız.
Değerli arkadaşlarım,
müsaade ederseniz, hiç yöntemi bozmadan, bu güzel gidişatın huzurunu kaçırmadan
bir konuya açıklık getirmek istiyorum; bu, benim içimde bir ukde; ben bunu
Sayın Başkanımın da müsaadesiyle açıklamak istiyorum.
Ben bazen buraya
çıktıktan sonra -hiçbir kasıt aramıyorum- arkadaşlarımızın bazıları "28
Şubat" diye bana laf atar. Burada bir arkadaşımızın da bir yazısı var,
Sayın Bakanımızı da biraz rahatsız etmiş; şahsımdan da bahsettiği için bundan
bahsediyorum. Bunu okumuşsunuzdur değerli arkadaşlarım.
Saygıdeğer arkadaşlarım,
ölünün arkasından laf söylenir; hayatta benim bu söylediklerim. Biraz önce,
keşke, burada Sayın Bakanımız otursaydı, Millî Savunma Bakanımız otursaydı. 12
Eylül olmuş değerli arkadaşlarım, genel kurul yapacağız. Valilikten müsaade
almam lazım. Valiliğe gittim, tek vali oturuyor, odacı bile yok değerli
arkadaşlarım. Dedi ki: "İyi ki geldin -keşke burada olsaydı da, anlatsaydı
da- iyi ki geldin yahu, benim de canım sıkılıyordu." Oturuyoruz; bir vali,
hiç kimse yok; valilikte kuş uçmuyor. O da, yolda gitmek için belli saatler
var; her saatte gidemiyorsunuz.
Bir 12 Eylül yaşadık
değerli arkadaşlarım. Geldik; ben bir gün... Sayın Tanrıverdi'nin de, belki
geçmişte konuşmuşumdur, bilemiyorum, kulağında kalmıştır. Bir gün, o dönemin
Sayın Başbakanını yönetim kurulumla ziyaret ettim; dedim ki: Saygıdeğer
Başbakanım -yanında Sayın Fehim Adak var, Çalışma Bakanı Sayın Necati Çelik
var, bir bakan daha var; yönetim kurulumla gittim- Sayın Başbakanım, senden bir
iki ricam var. Bu, hem benim düşündüğüm hem halktan gelen talep.
Bir; biz, geçmişte bir 12
Eylül yaşadık, haklarımızı kaybettik, geri alamadık; yani, 12 Eylül olmasaydı,
ben, hem Türk-İşin Başkanı olacaktım hem burada milletvekili olacaktım; demek
ki, bizden götürdü. Bakın, zatıâlileriniz gittiniz, geri geldiniz, Başbakan
oldunuz; ama, biz, haklarımızı kaybettik. Sizden rica ediyorum -dinliyorsa
orada, Allah şahittir- bu belediye başkanlarınıza biraz çekidüzen verin; bir.
İki; sizin ortağınız
sizin iki yıl Başbakanlığınıza sabretmez; buna göre tedbirinizi alın.
Üç; bu Susurluk olayından
vatandaş son derece tedirgin, bununla ilgili soruşturmayı biraz hızlandırın,
vatandaşın tansiyonunu düşürün.
Bir konu daha söyledim,
onu burada söylemiyorum. O da, onun başına büyük bir bela açtı. Burada söylemek
istemiyorum onu; çünkü, ondan sonra başıma belayı alacağım.
Değerli arkadaşlarım, bu
olaylar oldu, bir gün bu koridorda geziyorum, arkamdan birisi omzumdan tuttu;
geri döndüm, Sayın Fehim Adak, "Sayın Meral -o, kolay kolay adam öpmez-
seni öpmek istiyorum, senin söylediklerin bir bir çıktı" dedi.
Niye söyledim bunu
değerli arkadaşlarım, niye gittim; benim için siyasî parti önemlidir; ama, bu
parlamenter sistem daha önemlidir, demokrasi daha önemlidir. Farzımuhal ki, 12
Eylül gibi bir müdahale olmuş olsaydı, benim toplusözleşmelerim ortada
kalacaktı, bir; benim sendikal haklarım bir daha elimden alınacaktı, iki.
Bunu yanlış anlamayın
değerli arkadaşlarım, ben, oturmadığım sandalyenin mücadelesini vermem, beni
ilgilendirmez o gitmiş bu gelmiş.
Bir şeyi daha burada
özellikle ifade etmek istiyorum, gücenen gücensin: Ben, tarihimde iki
siyasetçinin şipşak telefonlara cevap verdiğine şahidim. Bunlardan bir tanesi
Sayın Demirel'dir, bir tanesi de Sayın Erbakan'dır.
Değerli arkadaşlarım,
şimdi, şöyle böyle, bizi bazen eleştiriyorsunuz. Demirel deyince aklıma yine
bir soru geliyor: Şimdi, Demirel 7 defa gitti, 8 defa geldi; hadi ki, biz
yanlış yaptık -size göre yanlış yaptığımızı düşünelim; öyle düşünelim, kafanız
rahat etsin- 7 defa gitti, 8 defa geldi, hiç yanındaki ekibinden kopan oldu mu;
beklediler orada. Peki, kusura bakmayın da, hadi biz yanlış yaptık, siz niye
yarı yolda, ortada bıraktınız, sayın, o muhterem insanları? Yani, kusuru biraz
da kendinizde arasanız ya. Biraz da kendinizde arayın.
Değerli arkadaşlarım,
onun için, şunu özellikle söylemek istiyorum: Hiç kastım, garezim... Hayatımda,
bir şeyi bilin ki, bir adamı üzmüşsem, bir adamı gücendirmişsem, haftalarca
üzülmüşümdür, haftalarca sıkıntı çekmişimdir. Ömrüm böyle geçmiştir; ama,
haksızlıklara tahammülüm yoktur, yanlışlıklara tahammülüm yoktur; çünkü, ömrüm
hep haksızlıklara uğramakla geçti. Buna karşı bir tepkim var inanın ki.
Bakınız, bir konuyu daha
arz etmek istiyorum; laf açılmış. Bir yerde, bir liste getirdiler. Efendim,
ifadenin biri; odasında -Türk İş Başkanıyım, sözüm geçecek bir iktidar var-
resim yokmuş, falan yokmuş...
Değerli arkadaşlarım,
ben, bunların hepsinin iftira olduğunu, bu insanların dürüst olduğunu...
İsterseniz adını da söyleyeyim size, ismini de verebilirim, o insanların kim
olduğunu. Ben kanat gerdim, ben, o arkadaşın hakkını, hukukunu savundum.
Mağdur kim ise,
haksızlığa uğrayan kim ise, kim olursa olsun, ben onun yanındayım.
Bakınız -laf lafı açıyor-
televizyonları izliyorsunuz; şimdi, Kuzey Irak'taki Türkmenlere, o evlerine
yapılan, o insanlara yapılan baskıya bakınız. Bundan da ben rahatsızlık
duyuyorum. Ben buradayım, onlar orada.
Yıllarca -Tanrıverdi
bilir- Filistin işçilerinin haklarını savunduk, İsrail'e karşı ulusal düzeyde
savaş verdik; ama, birileri de İsraillilerle kol kola geziyordu. Bunları
yaptık.
Değerli arkadaşlarım,
demek istiyorum ki, burada amacımızın altına yatan, kinden, nefretten, garezden
uzak, güven verici, karşılıklı saygı duyucu, halkımızın beklentilerine cevap
verici bir birliktelik sağlayalım burada, beklentileri olan vatandaşlarımız,
bizden, çalışmalarımızdan huzur bulsun.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Meral,
lütfen konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
BAYRAM ALİ MERAL
(Devamla) - Hemen toparlıyorum.
Ama, maalesef, bunları
yapamıyoruz değerli arkadaşlarım. Bazı konular oluyor, üzülüyorum. Umuyorum ki,
yanlışlıklara hep birlikte meydan vermeyelim.
Bu, 28 Şubat deyince
içime oturuyordu. Sayın Başkana çok teşekkür ederim; ben, bunu, bu şekilde
açıklamış oldum ve burada dinleyen o dönemin zatı muhteremleri varsa, umuyorum
ki, milimi milimine, noktasına kadar anlattığımı zannediyorum. Hiçbir Allah'ın
kuluna karşı kinim yok, bu ülkeye hizmet eden her insana saygım var, hürmetim
var.
Teşekkür ederim
arkadaşlar. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Meral.
Madde üzerinde 1 adet
önerge vardır; önergeyi okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısının geçici 1 inci maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini
arz ve teklif ederiz.
|
Sadullah Ergin |
İrfan Gündüz |
Cüneyit Karabıyık |
|
Hatay |
İstanbul |
Van |
|
Muharrem Karslı |
|
Ramazan Toprak |
|
İstanbul |
|
Aksaray |
"Geçici Madde 1.-
Yeni bir düzenleme yapılıncaya kadar, 23/1/1987 tarihli ve 270 sayılı Yüksek
Hâkimlik Tazminatı Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 1 inci maddesinde yer
alan yüksek hâkimlik tazminatı cetvelinin (3) ve (4) numaralı sırası aşağıdaki
şekilde uygulanır.
3 Yargıtay-Danıştay-Sayıştay üyeleri, birinci sınıf hâkim ve
savcılıkta üç yılını doldurup
Yargıtay ve Danıştay üyeliğine seçilme hakkını kaybetmemiş
olanlar, Sayıştay savcısı 7.000
4 Birinci sınıfa ayrılmış,
bu sınıfa ayrıldığı tarihten itibaren de meslekte üç yılını
doldurmuş, Yargıtay ve Danıştay üyeliğine seçilme hakkını
kazanmış birinci sınıf
hâkim ve savcılar 4.500
Bu Kanunun yürürlüğe
girmesinden önce birinci sınıf olan hâkim ve savcılar, daha önceden hak
kazandıkları ek gösterge ve yüksek hâkimlik tazminatı rakamlarına göre aylık
almaya devam ederler.
Bu Kanunda öngörülen
yönetmelikler, Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren en geç altı ay
içinde çıkarılır."
BAŞKAN - Komisyon
önergeye katılıyor mu?
ADALET KOMİSYONU
BAŞKANVEKİLİ RECEP ÖZEL (Isparta) - Takdire bırakıyoruz efendim.
BAŞKAN - Hükümet?..
ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK
(Ankara) - Katılıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN - Gerekçeyi
okutuyorum:
Gerekçe : Kanun
tasarısıyla, hâkim ve savcıların birinci sınıf olma süreleri Yargıtay ve
Danıştay üyeliklerine seçilme hakkını kazandıkları tarihe çekilmiş, yani
birinci sınıfa ayrıldıktan üç yıl sonra birinci sınıf olma imkânı sağlanmış,
ancak, personel reformu çalışmalarının son aşamaya gelmiş olduğu dikkate
alınarak, gösterge rakamlarının daha önceki yükselme süreçlerine paralel olarak
yukarıdaki şekilde uygulanması amaçlanmıştır.
Ayrıca, tasarının 43 üncü
maddesinde yapılan değişiklik nedeniyle, daha önceden birinci sınıf olanların
kazanılmış haklarını korumak amacıyla bu değişiklik önergesi verilmiştir.
BAŞKAN - Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Kabul edilen önerge
istikametinde maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri,
geçici madde 1'den sonra gelmek üzere yeni bir geçici madde 2 eklenmesine dair
bir önerge vardır; önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısının geçici 1 inci maddesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki
maddenin geçici madde 2 olarak eklenmesini arz ve teklif ederiz.
|
Muharrem Kılıç |
Atilla Kart |
Mehmet Nuri Saygun |
|
Malatya |
Konya |
Tekirdağ |
|
Oya Araslı |
Halil Ünlütepe |
Halil Tiryaki |
|
Ankara |
Afyonkarahisar |
Kırıkkale |
GEÇİCİ MADDE 2.- Bu
Kanunun 36 ncı maddesinin uygulanmasına ilişkin olarak, halen meslekte
olanların bu Kanunun 16 ncı maddesi uyarınca birinci sınıf olma tarihlerinden
itibaren yeniden değerlendirmeye tabi olmadan üç yıllık hizmet dilimlerine
göre, almakta oldukları yüksek hâkimlik tazminat (1000) gösterge rakamı ile
memur aylıklarına uygulanan katsayıyla çarpımı sonucu bulunacak rakam, tazminat
gösterge rakamına eklenir.
BAŞKAN - Komisyon önergeye
katılıyor mu?
ADALET KOMİSYONU
BAŞKANVEKİLİ RECEP ÖZEL (Isparta) - Çoğunluğumuz olmadığı için katılamıyoruz.
BAŞKAN - Hükümet?..
ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK
(Ankara) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN - Gerekçeyi
okutuyorum:
Gerekçe : Hâkimler ve
savcıların statüsü ve maaşlarının, görev onuru ve yüklendikleri sorumluluklara
uygun olması sağlanmalıdır. Meslekleri süresince, etik kuralları nedeniyle
sınırlı koşullarda yaşayan ve kazanç getirebilecek ya da rant sağlayabilecek
her türlü iş ve işlemlerden ve yatırımlardan uzak duran hâkim ve savcıların
kısıtlı maaşa tabi tutulmamaları gerektiği bir gerçektir. Hâkim ve savcıların,
görevde bulundukları kısa süre içerisinde, gelecek kaygısı içinde bulunmadan
mesleğin özelliğine uygun bir yaşam sürebilmelerinin sağlanmasındaki kamusal
yarar açık olduğundan, statülerine uygun olarak özlük haklarında bir
iyileştirme yapılması amaçlanmıştır.
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler.. Önerge kabul edilmemiştir.
54 üncü maddeyi 53 üncü
madde olarak okutuyorum:
MADDE 53.- Bu Kanun
yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN - Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsı adına, Çorum Milletvekili Feridun
Ayvazoğlu; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA FERİDUN
AYVAZOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dört gündür
görüşmekte olduğumuz Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik
adı altındaki kanun tasarısına dönük olmak üzere yaptığımız görüşmelerin bugün
sonuna gelmiş bulunuyoruz.
Elbette bir yasa, tasarı
şeklinde Meclisin huzurunda görüşüldükten sonra, yürürlüğe konulabilmesi
gündeme gelecektir. Yürürlüğe konulamayan hiçbir tasarının zaten kanun olma
şansı da olmayacağına göre, bu nedenle, biz de yürürlük maddesinde söz almış
bulunuyoruz ve dört günden beri konuşulan bu tasarı üzerindeki genel
değerlendirmenin de yapılması zorunluluğundan, ihtiyacından dolayı, gerek
Cumhuriyet Halk Partisi Grubumuz adına gerekse şahsım adına söz almış bulunuyorum;
bu nedenle, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Şimdi, değerli
arkadaşlarım, bir tasarı, günlerden beri konuşuluyor, görüşülüyor, aylardan
beri kamuoyunda tartışılıyor ve bu tasarının muhatabı olan, birinci derecede
ilgilisi olan hâkim ve savcılar ve bununla birlikte adlî personel, bu tasarıdan
beklentilerini, umutlarını, bugün ne olacak diye soruyla Yüce Meclisten
bekliyorlar ve ne olacağını görmek istiyorlar.
Elbette, beklenen ve
umulanın, bu tasarının görüşmelerinde olmadığını, gerçekleşmediğini bir kez
daha belirtmek istiyorum. Gerçekten, bu tasarıyla, beklentinin, öncelikle,
yargının mensupları olan, birinci derecede sorumlu bulunan hâkim ve savcıların
bu beklentilerinin hemen hemen hiçbirine cevap vermediğini, veremediğini
görmekteyiz. Öncelikle, şu bekleniyordu değerli milletvekilleri: Bu tasarı,
şimdiye kadar ele alınmamış ve gelişmekte olan ülkemizin çok önemli bir ayağı
olan yargı mensuplarına verebileceği özlük haklarının iyileştirilmesine dönük
olmak üzere yapılacak bu yasal düzenlemenin, bizlere acaba ne getireceği
noktasında büyük bir merak içerisinde, sayın hâkim ve savcılarımız, bunu bizlerden
bekliyorlardı. Bu amaçla, bütün hâkim ve savcıların gözü kulağı Yüce
Meclisteydi.
Peki, sadece hâkim ve
savcılara getirilmek istenen, ama, getirilemeyen, bugüne kadarki yaptığımız
konuşmalarda da belirttiğimiz gibi, getirilemeyiş sebeplerinde, hükümetin
içerisindeki bir bakanın, Sayın Maliye Bakanının, karşı çıkışı sonucu getirilemediğini
öğrenmiş olduğumuz iyileştirmelerin, acaba, devletimize ve hükümetimize, Maliye
hazinesine ne kadar zararı olacaktı da hâkim ve savcılara verilmesi gereken
iyileştirmeler, malî haklar bu şekilde önlendi, önlenebildi.
Değerli arkadaşlarım,
şöyle bir düşündüğümüzde Sayın Maliye Bakanımızın, devletin, Maliyenin,
hazinenin çıkarlarını korumak uğruna kendi yaptığı veya yapabileceği
iyileştirmelerin karşısında, yerine göre kendisi hakkındaki suç isnatlarıyla
devleti zarara uğratmış olduğu yoğun bir şekilde kamuoyu gündemindeyken eğer
bunlardan vazgeçip de devleti, hazineyi ve Maliyeyi korumak adına yargının
mensuplarının, bir çırpıda verilebilecek, belki, tabiri yerindeyse, devede kulak
kalabilecek miktardaki iyileştirmelerin bunlara verilmesinde hangisinin daha
mantıklı olduğu ve daha faydalı olabileceğini, elbette, gerek kamuoyu gerekse
bu muhataplar takdir edeceklerdir. Böyle bir uygulama sonucu hâkimlerle ilgili,
savcılarla ilgili bir 6 ncı maddeyi Yüce Meclis kabul etti. Bu tasarının 6 ncı
maddesiyle hâkimlik ve savcılıkta üç yılını geçirmiş yargıç ve savcıların
birinci sınıf olabilmelerine olanak sağlıyorsunuz, olanak sağladık; ama, hiç
kusura bakma sayın hâkim, sayın savcı, seni biz altı yıl beklemeden üç yıl
geriye çekmek suretiyle üç yıl sonra birinci sınıf hâkim, savcı yapıyoruz; ama,
biz, sana, birinci sınıf hâkim, savcının elde ettiği, elde edeceği, hak ettiği malî
hakkı veremiyoruz dedik. Ne zaman dedik bunu; dün dedik. Nasıl dedik; hiç
olmayan, nereden geldiğini tahmin edebildiğimiz; ama, birdenbire gelen bir
önergeyle bu malî haklardan, birinci sınıf yaptığımız hâkim ve savcıları mahrum
ettik. Burada biz iki konuyu, Yüce Meclisi çelişkide bırakmak suretiyle
kamuoyunun gözleri önüne sermiş olduk. Birincisi, 6 ncı maddeyle bu hakkı
veriyoruz; ama, 42 nci maddeyle getirilen bir önergeyle bu hakkı elinden
alıyoruz.
Birincisi; dün de
belirttik; bu hak verilirken, Anayasadaki angaryanın da hâkim ve savcılara
uygulanmış olduğunu bir kez daha vurgulamak istiyoruz; çünkü, değerli
arkadaşlarım, eğer, emek verdiği kabul ediliyorsa, insanların emeğine, Anayasada
yer alan ilkeler doğrultusunda emek verdiği kabul ediliyor ise, bu emeğinin
karşılığını da, yine, Anayasadaki haklarına göre alabilmesi gerekir. Eğer, biz,
bunu, adalet mensuplarına çok görüyorsak, bunlara esirgiyorsak, biz, burada,
adaletin tecellisi için bu tasarıyı çıkarmış olmuyoruz; aksine, adaleti
çelişkiye düşüren bir tasarıya imza atan Meclis olarak burada tarihe geçmiş
oluyoruz.
Diliyoruz ve umuyoruz ki,
yarın bir gün, belki, bu tasarı, dönmesi gereken hukuksal kurumlardan, kuruluşlardan
belki de dönecektir. Bu yapmış olduğumuz çalışmalar bir kez daha heba olup
gidecektir.
O zaman, acaba, Sayın
Maliye Bakanımız, gelip de burada "ne yapalım, bir kez daha görüşeceğiz.
Burada, sizlerin görüşmüş olduğu, vermiş olduğu emek boşa gitti; ama, ben
devleti kurtardım" mı diyecek? "Ben, hâkim ve savcılara, adliye
personeline bu olanakları vermemek suretiyle devleti çok büyük bir yükten
kurtardım" diyebilecekse, gelsin burada söylesin, kamuoyunda açıkça
söylesin. Bu arada, kendi hesabını da kamuoyuna versin.
Değerli arkadaşlar,
elbette, hâkim, savcılarla ilgili bu tasarı kabul edilirken -ki, şu andaki Yüce
Meclisin iradesi bunu göstermektedir, kabul edilecektir- bizim kabul etmiş
olduğumuz maddeler vardır, karşı çıktığımız maddeler vardır; bunu açıkça
söyledik.
Kabul ettiğimiz maddeler…
Evet, doğrudur, Türkiye'de hâkim ve savcı açığı vardır, Türkiye'deki hâkim ve
savcı sayısı 9 000'lerde iken, bugün,
çağdaş Avrupa ülkelerinde bu sayının 20 000'lere, 30
000'lere vardığını biliyoruz ve görüyoruz. Bunun karşısında bu açıklığı
giderebilmenin yollarını da bulacağız. Nasıl bulacağız; elbette, hukuk
fakültesi mezunlarından bulacağımız gibi, bu arada hukuk fakültesi mezunu olup
da avukatlık mesleğinde fiilen üç yılını tamamlamış olan avukatlar arasında
yapılacak sınav ve mülakat sonucu yapılacak alımlarla da bu açık
kapatılacaktır. Biz, bu maddenin amacına, temelde iyi niyetle, olumlu diye
baktık; karşı çıkış noktamızın sadece mülakatın şekli ve mülakatta yer alacak
kişilerin kimler olabileceği noktasında olduğunu da hep söyleyegeldik. O
açıdan, buradaki olumlu maddelerden birisinin 6 ncı madde ve onun devamındaki
madde olduğunu bir kez daha ifade ediyoruz.
Bu arada, eğer hâkimlere
ve savcılara birtakım iyileştirmeler, malî olanaklar getirilecek olsaydı,
bundan kimler faydalanacaktı?! Bir hâkim ve savcı, yaptığı soruşturmada,
yaptığı yargılamada, verdiği kararlarda sadece ve sadece kendi emeğinin
olmadığını herkes biliyor. Bunun devamında, bundan adlî personel
faydalanacaktı; bunun devamında, hukuk mahkemelerinde verilen kararları
uygulamak durumunda bulunan icra dairelerindeki görevliler faydalanacaktı ve
yine, aynı kararda katkısı olan zabıt kâtibinden mübaşirine, müstahdemine kadar
olanlar faydalanacaktır. Yine, devamında, ceza mahkemelerinde verilen ceza
kararları sonucu cezaevlerine giren bir mahkûmun ıslahı için veya tutuklunun
tedbirinin alınması için konulduğunda onlara hizmet veren cezaevindeki
görevliler faydalanacaktı. Yine, hâkim denetiminde yapılan seçimler sonucu,
demokratik seçimler sonucu hizmet vermek suretiyle, emek vermek suretiyle
bizleri buralara kadar gönderme durumunda olan ve emek veren o emekçi, seçim
kurulunda görev yapan personel faydalanacaktı. Yani, sıradan insanlarımız,
yoldan geçenlerimiz bundan faydalanmayacaktı; bu yolu açacaktık. Bakanlığımız
bu şekildeki çalışmaları böyle bir yolu açacakken, maalesef bu yol kapandı, bu
yol tıkandı. Bekleyenler de, umut edenler de umuduna ulaşamadı, umudunu
gerçekleştiremedi. Elbette, bunun sonucunda, bunların hesabının birileri tarafından
verilmesi olacaktır; ama, bu hesabı, hiçbir şekilde -bir kez daha vurgulamak
istiyorum- siyasî polemik yapmak suretiyle, yargıyla siyaseti bütünleştirmek
anlamında söylemiş değiliz bunları. Türkiye'nin gerçeklerini belirtmeye
çalışıyoruz. Türkiye'de, gerçekten, hâkimlik ve savcılık, yargı kurum ve
kuruluşlarının objektif bir şekilde, tarafsız bir şekilde görev yapılmaları
bekleniyorsa; onurlu bir şekilde, şerefli bir şekilde, borcu olan hâkim, savcı
"borcum var" diyemiyorsa, yine, borcu olan adlî personel, borcundan
dolayı bir yerlere gidip de borçla bir şeyler almaktan kendisinin rencide
olacağını düşünerek bu tür hareketlerde bulunuyorsa, burada, Türkiye'nin
gerçeklerini, toplumun gerçeklerini, hiçbir siyasî düşünce ayırımı
gözetmeksizin hepimizin kabul etmesi gerekir; çünkü, hep baştan beri
söylediğimiz gibi, yargı, bu ülkenin temelidir. Yargı olmadan, bağımsız
olmadan, yargının da ayakta kalabilmesi, güçlü olabilmesi, bizlere, yarın bir
gün karşılarına gittiğimizde -yetmiş milyon insan olarak kendimizi görelim-
verebilecekleri kararda objektifliğinden ve tarafsızlığından şüphe etmemek
için, dirençli bir şekilde hâkimlerimizin ve savcılarımızın, o adalet
terazisindeki gözü kapalı uygulamaları "kim olursa olsun benim için
aynıdır" diyerek, cesaretli bir şekilde karar verebilme olanağını
sağlayabilirdik; ama, bu fırsatı, maalesef, dört gün boyunca kaçırdık. Ne yazık
ki, bugüne kadar görüşme yaptığımız komisyonlardaki uygulamalar, gerek hâkim ve
savcılarla ilgili uygulamalar, iyiye dönük uygulamalar, gerekse adlî personele
dönük iyi uygulamaları, bugün, hiç de beklenmedik şekilde noktalayacağız.
Elbette, bunlardan, bizler, milletvekili olarak, kendimize göre hesabını
vermemiz gereken bu kesimlere hesabını vermeye hazırız; çünkü, vicdanımızın
sesi bunu emrediyor. Bu hesabı bizler vereceğiz; diliyor ve istiyoruz ki, bu
hesabın, iktidar tarafından da, bugün verilemese de, yarın, bir gün,
hazırlanacak ve tek bir hedef doğrultusunda, hâkim ve savcılarla ilgili, adliye
ve yargı mensuplarına verilebilecek olan iyileştirmelerde de, hesaplarını çok
iyi verirler diye düşünüyoruz. Bugün, bu yol kapandı. Bu yolla, beklenen
olmadı, umulan dağlara kar yağdı, gerçekleşmedi; bunun, daha da benzetmeleri
olabilir; ama, diliyoruz ki, bundan sonrası, bu tarihî süreç içerisinde, Meclis
tutanaklarına geçen bu dilek ve temenniler sonucu, önümüzdeki günlere ışık tutar
ve yol tutar.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Ayvazoğlu,
lütfen konuşmanızı…
FERİDUN AYVAZOĞLU
(Devamla) - Biz de, bu duygu ve düşüncelerimizle, bu tasarının, ne hal olursa
olsun, kabul edilmesi kuvvetle muhtemel olduğu için diyorum, yine de, onurlu,
şerefli ve bu uğurda, gecesini gündüzüne katarak görev yapan, tarafsız bir
şekilde görev yapmak için ant içen hâkim ve savcılarımıza, adlî personelimize
ve emeği geçen, yargıda tırnak kadar da emeği geçen insanlarımıza,
avukatlarımıza ve bütün hukukçularımıza hayırlı ve uğurlu olmasını diliyor; bu
duygu ve düşüncelerle, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Ayvazoğlu.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
55 inci maddeyi 54 üncü
madde olarak okutuyorum:
MADDE 54.- Bu Kanun
hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN - Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsı adına, Konya Milletvekili Atilla Kart;
buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ATİLLA
KART (Konya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan 951 sıra
sayılı tasarının 54 üncü maddesi üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve
şahsım adına söz almış bulunmaktayım; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
Avrupa Konseyinin tavsiye kararları var; bu tavsiye kararları, Türk yargı
sistemiyle ilgili olarak yapılmış olan kararlar. Hemen şunu önemle ifade etmek
istiyorum: Bu kararlar, bu tavsiye kararları, Avrupa Konseyi kararları olduğu
için değil, bizim Türk yargı sistemine yönelik olarak yaptığımız tespitler ve
bu yoldaki söylemlerimizi doğruladığı için, Avrupa Konseyi kararlarını bu
aşamada anlatmak, bu kararlara atıfta bulunmak istiyorum.
Bu kararlara göre,
uluslararası standartlar nazara alındığında, hâkim ve savcıların yetkileri,
sorumlulukları arasında, görevleri açısından, hâkim ve savcıların görevleri
açısından idarî ve fonksiyonel bir ayırım olmalıdır. Bu açıdan, cezaî
işlemlerde savcının rolüyle ilgili olarak 10 uncu ilkede "savcılık kesin
bir şekilde yargısal fonksiyonlardan ayrılmalıdır" düzenlemesi
getirilmiştir. Daha da ötesi, savcının konumu, hâkime bağlı hale getirilmelidir.
Hâkimlerin bağımsızlığı
konusundaki Avrupa Konseyinin 2 nolu prensibi ise "devlet kurumları veya
temsilcileri de dahil olmak üzere, bir davayla ilişkisi olan herkes, hâkimin
otoritesi altında bulunmalıdır" düzenlemesini getirmektedir.
Bu okuduğum ilke
kararlarının -tekrar ifade ediyorum- Türkiye şartları içindeki
uygulanırlılığını tartışmamız ve olgunlaştırmamız gerekiyor.
Hâkimlerin bağımsızlığı
hakkındaki Avrupa Konseyi tavsiyesinin, yine ilgili prensibine göre, Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasının 159 uncu maddesinin Hâkimler ve Savcılar Yüksek
Kurulundan, Adalet Bakanı ve Bakanlık Müsteşarını çıkaracak şekilde yeniden
düzenlenmesi.
Yargı bağımsızlığı
hakkında Birleşmiş Milletler temel prensiplerinin 10 uncu ilkesi ve hâkimlerin
bağımsızlığı hakkında Avrupa Konseyi tavsiyesinin ilgili ilkesine göre, hâkim
adaylarının seçilmesi usulünde Adalet Bakanının yetkisinin kaldırılması, halen
Adalet Bakanı tarafından yerine getirilen seçim usulünün bu boyutlarının
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu veya Adalet Akademisine aktarılması;
hâkimlerin yer değiştirme yetkisinin Adalet Bakanlığı ve Müsteşarlığından
alınması, bu yetkinin Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna verilmesi; yargı
bağımsızlığı hakkında Birleşmiş Milletler temel prensiplerinin 13 ve 17 nci
ilkeleri ile hâkimlerin bağımsızlığı hakkında Avrupa Konseyi tavsiyesinin
ilgili prensibine göre, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 144 üncü maddesi ve
2802 sayılı Kanunun "Adalet Bakanlığı merkez teşkilatından adalet
müfettişleri kaldırılacak" şeklinde yeniden düzenlenmesi; adalet
müfettişlerinin, doğrudan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun denetimi
altında çalışacak şekilde yeniden atanmaları, Yüksek Kurulun bir yargı mensubu
hakkında inceleme veya soruşturma izni vermek veya talep etmek yetkisine sahip
olması yolunda tavsiyelerde bulunulmaktadır. Yine, Türk hukukunun yorumlanması
hakkında, Adalet Bakanının cumhuriyet savcılarına genelge gönderme uygulamasına
son verilmesi de tavsiye edilmektedir.
Cumhurbaşkanının, Avrupa
Konseyinin, hâkimlerin bağımsızlığına ilişkin tavsiyelerinin ilgili maddesi
uyarınca, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyeliklerine atama yapma
yetkisinin kaldırılması ve söz konusu yetkinin hâkim ve savcıların bizzat
kendilerine verilmesi veya diğer bir alternatif, Cumhurbaşkanının bu yetkiye
sahip olmasına devam edilmekle birlikte, Cumhurbaşkanı, yalnızca hâkim ve
savcıların belirleyecekleri adaylar arasından Hâkimler ve Savcılar Yüksek
Kurulu üyeliklerine atama yapabilmelidir. Yani, bu durumda tartışılması, bu
çerçevede tartışılması ve olgunlaştırılması gereken bir tavsiye kararı.
Bunların devamında,
Yüksek Kurulun kendi bütçesine sahip olmasının yanı sıra, bu bütçenin
hazırlanması aşamasında üyelerine danışılması ve bütçenin tahsisi ve yönetimi
konularında Kurulun bizzat sorumlu tutulması.
Birleşmiş Milletler
Yargının Bağımsızlığı Temel İlkelerinden 9 uncu ilkeye ve Avrupa Konseyinin,
hâkimlerin bağımsızlığına dair tavsiyelerine uygun olarak, mümkün olan en kısa
sürede -bunun Türkiye şartlarında uygulanmasının zorluğunu bilerek, bu
ihtiyatla ifade ediyorum- hâkimlerin meslekî birliklerini kurabilmelerine imkân
tanınması. Ve nihayet, yargısal etik kanununun hazırlanması...
Bütün bunların devamında
da, bu tasarının tartışmaları esnasında önemle ifade ettiğimiz, başlangıç
aşamasından itibaren ifade ettiğimiz bir konuya geliyor Avrupa Konseyi tavsiye
kararları; yargı hatalarını azaltmanın ve yargının kalitesini geliştirmenin en
önemli ve temel şartının, kanunları doğru yorumlayacak ve doğru karar verecek
yetenekli ve iyi eğitilmiş hukukçuları istihdam etmekten geçtiğini tespit
ediyor ve tavsiye ediyor.
Devam ediyorum değerli
arkadaşlarım bu tavsiye kararlarına, çok önemli gördüğüm için anabaşlıklarıyla
ve bir anlamda, bu tasarının görüşmelerinin özet değerlendirmesi olarak sunmak
amacıyla, okumaya devam ediyorum.
Bakın, bu tavsiye
kararlarını doğrulayan, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 15 Aralık 1985
tarihli bir kararı var. Hâkimlik mesleğine seçim yönteminde, amaca aykırı
düşüncelerin rol oynamasını engelleyecek tedbirlerin alınmasını ve hâkimlerin
seçiminde, bir kişiye karşı ırk, renk, cinsiyet, din, siyasî veya diğer
fikirler, millî veya sosyal menşe ve mal varlığı gibi düşüncelerle hiçbir
ayırım yapılmaması gereğini ifade ediyor.
Avrupa Konseyinin 1994
tarihli tavsiye kararında ise, hâkimlerin meslekî kariyerlerine ilişkin tüm
kararların objektif kriterlere dayanması gerektiği, hâkimlerin seçimi ve
kariyerleri, eğitimsel özellikleri, dürüstlük, yetenek ve etkinliklerini
gözeten liyakat esasının gözönüne alınması gerektiği ifade ediliyor ve en
nihayet, mülakat esasına geliyor, Avrupa Birliği Konseyi tavsiye kararlarında
ve Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tavsiye kararlarında bu noktaya geliyor.
Burada, şu
değerlendirmeler yapılıyor değerli arkadaşlarım: Mülakatın objektif bir yöntem
olmaması sebebiyle, hâkim teminatıyla çeliştiği ifade ediliyor. Ayrıca,
sübjektif nitelikteki mülakatın yargısal denetime de elverişli olmadığı çok
açık bir şekilde ifade ediliyor. Yani, başka bir ifadeyle, mülakatın, yargısal
denetimin dışında kaldığını; içeriği itibariyle, yapılış şekli itibariyle,
mülakatın hukuka uygunluğunun denetilemeyeceğini, denetimimin yapılamayacağını
çok açık bir şekilde ifade ediyor.
Burada, bu
değerlendirmeyi yaparken ilgili tavsiye kararlarında sonuç olarak şuraya
geliniyor: Daha mesleğe girişte, mesleğe giriş aşamasında, yürütme organı
tarafından seçilen mülakat kurulu tarafından mülakata tabi tutulmanın, yargı bağımsızlığı
ve yargıç teminatıyla bağdaştırılamayacağını açık bir şekilde tespit ediyor.
Bakın, değerli
arkadaşlarım, bu tasarının özünün ve esasının, bu temel noktalarda ve özellikle
mülakat kurulunun oluşumu ve işleyişinde düğümlendiğini, üç günden bu yana,
ısrarla ve kararlılıkla anlatıyoruz. Bu anlatımlarımıza, Sayın Bakan, her
nedense, belirli aşamalardan geçtikten sonra, öncelikle Anayasanın 138 inci
maddesinden söz ettiler, görüşülmekte olan bir dava hakkında görüş beyan
etmekle bizi itham ettiler; ama, sonuçta, geldiler, ısrarlı sorularımız
üzerine, bunun -yani, 17 Ekim ve 24 Ekim tarihlerinde yapılan idarî yargı ve
adlî yargı hâkim adaylığı sınavlarının- idarî bir işlem olduğunu kabul etmek
durumunda kaldılar. Bu zaten açık olan bir şeydir. Biz de bunu anlatıyoruz.
Biz, orada, Danıştay aşamasına intikal eden, Anayasa Mahkemesi aşamasına
intikal eden bir yargı yetkisiyle ilgili soru sormuyoruz; 17 Ekim ve 24 Ekim
tarihinde yapılan idarî işlem niteliğindeki o sınavların sonucunu soruyoruz,
tam yeri geldiği için soruyoruz.
Sayın Bakan, en son
aşamada, nihayet şunu demeye başladılar: Efendim, bu işlemlere karşı,
ilgililer, idarî yargı yoluna ilgililer gidebilir. Elbette gidebilir; bu,
herkesin bildiği bir husus. Nitekim, bu işlemlere karşı idarî yargı yoluna da
gittiler; ama, ben, başka bir şeyi soruyorum Sayın Bakanım; yasama denetimi
adına ben soruyorum, yasama denetimi görevi adına soruyorum. Siz, bu yasama
denetimi görevi adına, bu soruma cevap vermek durumundasınız. Nedir o sorum;
tekrar soruyorum: Bunları, yazılı soru önergesiyle de sorduk, üç dört gündür
tekrarlıyoruz; bunlar, uzun boylu araştırma yapılmasını gerektiren bilgiler
değil; bu bilgiler, sizin kayıtlarınızda mevcut Sayın Bakanım. O sebeple, üç
dört günden bu yana, neden ısrarla bu sorumuza cevap vermiyorsunuz? Bunun
anlamı aslında şudur değerli arkadaşlarım, bunun anlamı gayet açık: Bu,
tasarının özünü ve felsefesini ortaya koyuyor. Yani, bu tasarıyla yapılmak
istenilen yargıdaki kadrolaşmayı, bunu ortaya koyuyor ve bu yargıdaki
kadrolaşmanın bir anlamda itirafıdır bu, değerli arkadaşlarım.
Ben, sorumu tekrar
soruyorum. Bakın, daha evvel sorduğum soru önergelerinde ne demişim; 17 Ekim ve 24 Ekim tarihlerinde yapılan bu
mülakatlarda, yazılı sınavlarda ilk 100'e girip de mülakat sonucunda elenen
kişileri sormuşum. Verilen cevaplarda, her ikisinde de aşağı yukarı, ilk 100
kişiden 45-46 kişinin, mülakat sonucu, 300-350 kişi arasına giremediğini
görüyoruz. Yani, öyle bir durum söz konusu ki, âdeta, sınava giren ve başarılı
olan kişilerden yarısının temsil yeteneği yok, fizikî özrü var, bariz bir
kusuru var. Bu, gerçekçi bir değerlendirme olamaz, bu doğru bir değerlendirme
olamaz. Ben, o sorumu, açarak tekrar soruyorum; çünkü, o soru, biraz eksik
sorulmuş bir soru: Bakın, mülakat sonucunda başarılı olan, yani, mülakat
sonucunda ilk 350 kişinin arasına giren, ilk 300 kişinin arasına giren bu
kişiler, yazılı sınavda kaçıncı sıraya girdiler; bunların, tek tek cevabını
istiyorum. Bunun cevabı verilmediği takdirde, bu cevap ısrarla verilmemek
istenildiği takdirde, tekrar ifade ediyorum, bu, yargıdaki kadrolaşmanın,
Türkiye'deki, Türkiye'nin yargı alanında yirmi yılını, yirmibeş yılını alacak
bir kadrolaşmanın bir itirafıdır değerli arkadaşlarım. Bunu tekrar ifade
ediyorum; yasama denetimi, görevi ve sorumluluğu adına soruyorum. Bunu,
elbette, ilgililer, yargı denetimi içinde ayrıca takip edebilirler; ama, biz,
milletvekili olarak aslî görevimiz olan yasama faaliyeti ve denetim faaliyeti
kapsamında bu soruyu bir defa daha sormak gereğini duyuyorum. Bu
değerlendirmelerle, umarım ki, temenni ederim ki, Sayın Bakan, hiç olmazsa,
gelinen bu son aşamada, bu noktadaki merakımıza, bu noktadaki ısrarlı
takibimize ve taleplerimize tatminkâr bir açıklama getirir ve böylece bu
tasarının inandırıcılığına bir nebze olsun katkı sağlar. Bu düşüncelerle, ben,
değerlendirmelerimi Genel Kurulla paylaşmak istedim.
Genel Kurulu bir defa
daha saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Hükümet adına, Adalet
Bakanı Sayın Cemil Çiçek; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK
(Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Hâkimler ve Savcılar
Kanunundaki değişiklikle ilgili olarak önemli bir çalışmayı bitirme noktasına
gelmiş bulunuyoruz. Üzerinde görüştüğümüz madde "bu Kanun hükümlerini
Bakanlar Kurulu yürütür." Dolayısıyla, Bakanlar Kurulu üyesi olarak,
burada dile getirilen hususların yürütülmesinden bir ölçüde sorumlu kişi
olarak, şu ana kadar yapılan değerlendirmeler, tespitler, tenkitlerle ilgili de
son bir değerlendirmeyi yapmak istiyorum.
Şüphesiz, dört günden
beri biz bu kanunu konuşuyoruz. Birkaç husus dışında genelde mutabakat üzerinde
olduğumuz bir yasa tasarısıdır. Dört günden beri müzakerelerin sürmüş olması bu
kanundaki ihtilaftan kaynaklanmıyor. İktidar-muhalefet ilişkileri sebebiyle bir
başka yasadan doğan anlaşmazlığın bir anlamda hesaplaşması bu kanun üzerinde
yapılmış oluyor; çünkü, bizi dinleyen hâkim ve savcılarımız vardır; bir yanlış
anlamaya meydan vermemek adına evvela bunu da ifade etmek istiyorum.
Hepimizin üzerinde
durduğu husus, bu, önemli bir adımdır; bazı eksiklikleri olabilir, dile
getirilen hususlar, bu anlamda, bu ihtirazi kayıtla söylüyorum ki, önemli bir
adımdır, çok önemli bir adım atılmıştır. Zaten bizim getirdiğimiz yasalar,
bugüne kadar, Bakanlık olarak, Türkiye'nin gündeminde çok evvel olması gereken;
ama, şu veya bu sebeple, çok da zor düzenlemeler olduğu için, hep kenara
itilen, işin kolay tarafı hangisiyse onlarla mesele geçiştirilmiştir; ama, biz,
böyle yapmıyoruz. Hiç olmazsa, günümüz şartları içerisinde mümkün olan neyse,
onu yapmaya çalışıyoruz.
Değerli arkadaşlarım,
hepimiz biliriz ki, siyaset, mümkün olan doğruları yapmaktır, ideal doğruları
değil; ama, ideal doğruları savunmaya devam edeceğiz, Türkiye şartları
içerisinde de mümkün olan doğruları yapacağız. Bu kanun hazırlanırken de, esas
itibariyle, mümkün olan doğrular neyse, onu gerçekleştirmenin çabası ve gayreti
içerisinde olduk ve insafla bir değerlendirme yapıldığında da, bu anlamda
önemli adımlar atılmıştır, önemli düzenlemeler yapılmıştır. Neden bunlar
yapıldı; bunların yapılmasının sebebi şu: Çünkü, yargının devlet ve millet
hayatı için çok önemli bir rolü var. Milletin geleceği, devletin geleceği;
huzurun, barışın tesisi, adaletin tesisi yargıyla kaimdir esas itibariyle. Dolayısıyla,
bu kadar önemli bir kurum, önemli bir görev alanıyla ilgili düzenlemelerin de
mümkün olduğu kadar kısa sürede yapılması, doğru yapılması, gerçekçi yapılması
gerekmektedir. Siyaset kurumu olarak yargıyla ilgili hizmetlerde geriye dönük
-nereye kadar götürürseniz- götürebilirsiniz, bazı eksikliklerimizin, bazı
kusurlarımızın olduğunu bilmemiz lazım. Gerçekten, yargının önemiyle mütenasip
iş yapılmamıştır, yargının önemiyle mütenasip çok laf yapılmıştır, lafın çoğu
işin azı yapılmıştır. Bu dönem bunu tersine çevirmeye çalışıyoruz, lafın azını
işin çoğunu yapmaya çalışıyoruz ve Türkiye'de elini vicdanına koyan herkes,
bizim çalışmalarımızı yakinen bilen herkes, özellikle bu mesleğin mensupları
bilmektedir ki, ikibuçuk yıldır, âdeta bir yargı holiganı gibi, yargının
sorunlarını çözmeye, yargıyı hak ettiği yere getirmeye gayret ediyoruz. Bundan
dolayı da Yüce Meclise teşekkür ederim; çünkü, bu çabalarımızın her zaman
arkasında olmuştur. Hükümetimize teşekkür ederim; bunca başka meseleler varken
dört temel meseleyi Türkiye'nin en öncelikli meselesi kabul etmiştir. Bunlardan
bir tanesi de yargıdır.
İkibuçuk yıldır, Bakanlık
yapmıyoruz, âdeta emlakçılık yapıyoruz. Türkiye'nin neresinde bina var
-yargının işine gelen- neresinde arsa var, hangi vilayet, hangi ilçeyi
sorarsanız, ben, size, buradan söylerim. Neden; çünkü, yargının hangi şartlar
altında çalıştığını biliyoruz. Adalet gibi yüce bir kavrama yakışmayan fizikî
mekânlarda meslektaşlarımızın nasıl bir özveriyle, nasıl bir vatanseverlikle
çalıştığını biliyoruz.
Bugün, Türkiye'nin bazı
yerleri var ki, orada yargı mensupları var, hâkim, savcı var, kaymakam var,
jandarma, polis var; ama, onun dışında başka meslek mensuplarının bazılarını
hiç göremezsiniz, bazılarını da yeteri kadar göremezsiniz. Bu mesleği icra
edenler, büyük bir vatanseverlikle, kurasını çeker, oraya gider, iki sene, üç
sene görevlerini yapar, daha sonraki hizmet bölgelerine usulüne uygun atamaları
yapılmak suretiyle, bu hizmetlerini yürütürler. Dolayısıyla, bu kadar büyük bir
özveriyle çalışan meslek mensuplarına, hepimizin, hiç şüphesiz, teşekkür borcu
var. Sizler adına, buradan, bunu ifade etmek isterim.
Şimdi, bir taraftan,
fizikî mekân problemini çözmeye çalışıyoruz. Bakınız, hepimiz, her birimiz, bir
vilayetin temsilcisiyiz. Buradan ayrıldıktan sonra, gidiniz, belediyelerin imar
planlarına bakınız. Hiçbir imar planında yargıyla ilgili tahsis edilmiş bir
parsel bulamazsınız. Birkısım enstitülere yer ayrılmıştır, devletin filanca
falanca kurumlarına yer ayrılmıştır; ama, yargıyla ilgili, filanca arazi,
filanca parsel, filanca arsa yargıya tahsislidir diye imar planlarında bir yer
göremezsiniz. Neden; şimdi dedim ya, yargı adına, adalet adına lafın
büyüklerini ettik; ama, bir parsel ayırmaya geldiğinde her nedense bunu gözardı
ettik.
Demek ki, aslında, biz
bir toplumsal talep haline yargıyı getirmedik, adaleti getirmedik. Siyasetçiler
olarak da yargıya yatırım bize seçim de kazandırmaz, bunu hep ifade ettim.
Şimdi, bir yere 20 trilyona adalet sarayı yapıyorsunuz, neticede bir binadan
ibarettir; ama, o 20 trilyonu özel idareye verseniz size çok büyük prim yapar.
Açıkça itiraf etmemiz lazım, seçim kazandırmadığı için, ve sair olmadığı için,
bundan dolayı yargıya gerekli imkân verilmemiştir.
İkincisi, toplumda bir
sorun çözme yöntemi olarak işimizi yargı yoluyla çözmek yerine, kestirmeden
çözme alışkanlığı bizde bir şey haline gelmiştir. Burada da en çok kullanılan
siyaset kesimidir. Kimin başına bir iş gelse, kim bir problemle karşı karşıya
kalsa, yargıda çözmek yerine siyaset kurumu üzerinden çözmeye veya başkaca,
burada telaffuz etmediğim çok çirkin yollara müracaat edilmek suretiyle çözüm
aranmaya çalışılmıştır. Tabiî, bunda da zaman zaman insanlar muvaffak olmuş
belki. Yargı süreci biraz yavaş işleyen süreçtir işin tabiatı gereği; kimsenin
o kadar uzun uzun bunu takip etmeye mecali de yok, dermanı da yok, sabrı da
yok, belki büyük kârlar da bu arada kaçıp gidiyordu, kim yargıya gidecek; o
zaman kestirmeden götürülmeye çalışılmıştır.
Şimdi, adalet hizmetleri
bir toplumsal talep haline gelmediği zaman da, yargı ikinci plana itilmiştir.
Bakınız, biz buradan hep bunları söylüyoruz; ama, neticede bir özeleştiri de
yapmaya gayret ediyoruz; ama, Türkiye'nin artık, bu hizmeti ikinci plana atmaya
tahammülü kalmamıştır. Böylesine önemli, böylesine yüce bir hizmeti ikinci
plana attığımız takdirde, artık, devlet ve millet hayatının ne kadar büyük
sıkıntılarla karşı karşıya olacağını, ne büyük kayıplarla karşı karşıya
olduğumuzu, yaşadığımız acı tecrübelerden sonra gördük ve aklımızın erdiği
kadar, samimî olarak söylüyorum, gücümüzün yettiği kadar, yargıya en büyük
hizmeti, desteği vermeye çaba gösteriyoruz. Bununla ilgili, fizikî mekânlar
olarak, bugün, Doğubeyazıt'tan Bodrum'a varıncaya kadar, Lüleburgaz'dan
Bismil'e, Kızıltepe'ye varıncaya kadar, Türkiye'nin her tarafı bir şantiye
haline gelmiştir. Devlet Su İşlerinden sonra, şu an, Türkiye'de en fazla
yatırım adalet hizmetlerine yapılmaktadır. Bunu herkesin bilmesi lazım.
İkinci husus şudur:
Sadece İstanbul için yargıya tahsis ettiğimiz para 400 000 000 dolardır; dünya
şehri, bir metropol, Türkiye'nin gözbebeği bir şehir, bugün, yabancı bir heyet
geldiğinde, önüne düşüp, burası da Türkiye Cumhuriyeti Devletinin adliyesidir,
hukuk devletinin en müşahhas sembolü budur diyebileceğimiz hiçbir bina
gösteremezsiniz bana. Herhalde, bütün bu sıkıntılar, bütün bu problemler, 3
Kasımdan sonra ortaya çıkan problemler değildir, kimseyi de suçlama adına
söylemiyorum. Bir özeleştiri anlamında, ikibuçuk yıldır, geceyi gündüze
katarak, bu hizmetleri belli bir noktaya getirmeye çalışıyoruz diyoruz. Şimdi,
içinizden herhangi birisi, kendi bölgesindeki ilgili bir yatırımı sorsa, size
yemin ederek söylüyorum, şantiye şefi onu benim kadar bilmez. Bir taraftan
emlakçilik, bir taraftan şantiye şefliği; acaba, şu önümüzdeki beş yıllık
iktidar döneminde, 2002 seçimlerinden itibaren söylüyorum, yargıyı bir noktaya
getirebilir miyiz ve iddialıyız, getireceğiz, getiriyoruz, bu heyecan bütün
yargıda var.
Bu yasa yargının tüm
problemlerini çözüyor mu; böyle bir iddiamız hiç olmadı. Mümkün olan doğruları
yapmaya çalıştık. Evvela, isterdim ki, bir tartışma… Çünkü, dört günden beri,
başka bir yasanın acısı da bu yasa üzerinden çıkarılmaya çalışılınca, lüzumsuz
bir tartışmayı açmak istemedim, özellikle, yargı gibi önemli bir görev alanını
siyasetin tartışması içerisine de çekmek istemedim. Dikkat ederseniz, son
maddeye gelinceye kadar da söz almadım,
yargıya ve adalete olan saygımın gereği olarak; ama, şunu
açıkyüreklilikle söylemem gerekir ki, yargının bir araştırma yapılması
zaruretini… Ben bunları biliyorum; ama, bunu herkesin bilmesi, Meclisin
tutanaklarına geçmesi adına istedim ve buna bir parti yaklaşımı olarak da
bakmadım. Şu an, yargının o kadar çok problemi var ki, bunlardan bazıları
burada dile getirildi, bazıları getirilmedi. Mesela, Türkiye'de bir yargı
birliği yok. Türkiye'deki adalet politikasından kim sorumlu? Söyler misiniz
bana, kim sorumlu? Anayasaya bakın, benim ne yetkim var?
Şimdi, yargı birliği yok;
askerî hâkimler ve savcılar ayrı bir kanuna tabi, mesleğe alınması ayrı,
meslekte tayinleri, terfileri ayrı, bir ölçüde özlük hakları farklı. Sivil
yargıdakiler 65 yaşına kadar çalışır, 25 yıldan daha evvel emekli olamaz; öbür
tarafta, fiilî hizmet zammı diye, itibar hizmeti diye bir kavram var; orada 20
yıl çalışır, 25 yıl… İkisi de hâkim ve savcıdır. Hani nerede yargı birliği?!
Öbür tarafta, yüksek
mahkemelerin durumu çok daha farklıdır. Yüksek mahkemeler, özlük hakları söz
konusu olduğunda, üçünün bir araya geldiğini gören olmamıştır, şahidi yoktur
bunun. Herkes kendi penceresinde, kendi karesinde düzenleme istiyor. Davul
Adalet Bakanında, tokmak birden fazla kişinin elinde.
Dört günden beri burada
konuşmalar yapıldı; ama, yargı birliği konusuna bir defa temas eden olmadı.
Yargı birliği olmadan, özlük haklarıyla ilgili düzenleme yapmakta ciddî
zorluğumuzun olduğunu çok açık bir şekilde ifade etmem lazım. Neden; çünkü… Ben
bunları afakî de konuşmuyorum. Özlük haklarıyla ilgili bir düzenlemeyi de acaba
burada kısmen yapabilir miyiz diye, sivil yargının dışındakiler ya da Adalet
Bakanlığı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun karar alanı içerisinde olanlar
dışındaki kısımları da dikkate alarak, en üst makamlara varıncaya kadar bu
konuyu götürmeye çalıştık; Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanvekili de
olayın şahididir; çünkü, bu konuşmaları yargıçlarımız, savcılarımız da
dinliyor. Neden bazı şeyler olmadı; Hükümet olarak yapmak istemediğimizden
değil, Adalet Bakanı olarak bu işi takip etmediğimizden değil. Kendi üslubum
içerisinde, yargının tüm sorunlarını, her makamda en açık şekilde söylemeye
çalıştım; ama, Anayasadan doğan zorluklarımız var, yargı birliği olmamasından
doğan zorluklarımız var. Hiç şüphesiz, bugüne kadar, Türkiye'deki uygulama
sebebiyle, Türkiye'de yargının önemi yeteri kadar kavranamadığı için, her
meslek mensubu kendisini yargıyla eşdeğer görüyor; dünyanın hiçbir yerinde,
hiçbir meslek, yargı kadar önemli değildir. Yargıyla mukayese yaparak, ücret
ayarlaması yapılamaz. Böyle düşünen kişilerin zihniyeti bu meseleyi yeteri
kadar kavramamış demektir. (Alkışlar) Ama, elli yıllık bürokratik dogmaları,
bürokratik labirentleri de, benim, iki gün içerisinde, iki sene içerisinde
kaldırma imkânım yok. Onun için, her defasında, yargının sorunlarını sizinle
beraber paylaşmak istedim.
Demek ki, evvela, işin bu
noktasında da birkısım zorluklarımız var. Bunu da herkesin iyi bilmesi lazım.
Yargının, özellikle yüksek yargı mensuplarının, yüksek yargının bize bu noktada
destek olması lazım gelir; ama, o noktada gerekli destek var mı; herkes kendi
yargısıyla ilgili olarak özlük hakları talep etmiştir, Anayasa değişikliği
talep etmiştir. Bunları, tespit olarak söylüyorum.
MUHARREM KILIÇ (Malatya)
- Sayın Bakan, komisyonda verilenleri de geri aldınız şu anda.
ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK
(Devamla) - Şimdi, böylesine zor, böylesine karmaşık, böylesine çetrefil bir konuda,
sadece, daha iyi hizmet verilebilmesi için…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Bakanım,
konuşmanızı, lütfen, tamamlar mısınız.
Buyurun.
ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK
(Devamla) - Sayın Başkan, tamamlayacağım.
Şimdi, bu noktada, demek
ki, bir çaba olmuştur, bundan sonra da olacaktır. Bu iş burada bitmiyor; çünkü,
ben, yargının ne kadar önemli olduğuna siyaset adamı olarak değil, bu ülkenin
vatandaşı olarak inanıyorum, bu mücadeleyi sonuna kadar sürdüreceğiz,
sürdürmeye de kararlıyız.
Değerli arkadaşlarım,
şimdi, tabiatıyla, bu düzenlemelerle ilgili bazı tenkitler yapılabilir; ama,
şunu, ne olur, açıklığıyla bir şeyi de kabul etmemiz lazım. Şimdi "Avrupa
Konseyi raporları" diyoruz "Avrupa Birliği raporları" diyoruz.
Şimdi, yeri geldiği zaman, Avrupa Birliğinden şu ya da bu geldiğinde, bu
kürsüden söylenenleri de biliyoruz. "Kim oluyor bu Avrupa Birliği de her
işimize karışıyor" diyoruz. Ben şimdi soruyorum; kim oluyor da
kendilerinin uygulamadıkları bir modeli Türkiye Cumhuriyeti Devletinin önüne
koymaya çalışıyorlar? Avrupa'da tek tip bir uygulama var mı? Ben burada
söyledim, bazı ülkelerde ilk derece mahkeme hâkimlerini tamamıyla Adalet Bakanı
atıyor, bazı ülkelerde yüksek mahkeme üyelerinin tamamını parlamento atıyor. Ne
orada, ne öbür tarafta, yargıya siyaset müdahale ediyor, yargıda şu oluyor, bu
oluyor diye bir şey yok.
Değerli arkadaşlarım, bu,
bir yasal düzenleme meselesi değil; bu, doğrudan doğruya bir mantalite
meselesidir; bu, doğrudan doğruya insan meselesidir, eğitim meselesidir. Bunu
gözardı ederek…
Şimdi, bize getirilen bu
neviden tenkitleri bize niye getiriyorsunuz diye Avrupa Birliğinden gelen
heyetlere sorduğumuzda onların çok açık söylediği bir şey var, ben de, bunu
Bakanlar Kurulu toplantısından sonra elli defa açıkladım; Türkiye'de, birkısım
çevreler, birkısım sivil toplum örgütleri -olumsuz anlamda söylemiyorum- kendi
taleplerini Avrupa Birliğine götürüyorlar, ondan sonra bizim önümüze geliyor,
ayna görevini görüyor.
Bakın, niye Fransa'da bu
böyle; orada Cumhurbaşkanı, Hâkimler ve Savcılar Kurulunun Başkanı; Adalet
Bakanı, Başkanvekili; orada yargı bağımsızlığına bir şey olmuyor, bir eksiklik,
bir nakısa olmuyor da… Şimdi, Fransız parlamenterin içinde bulunduğu bir heyet
gelip bu niye böyle oluyor denildiğinde söyledikleri şey şu: Sizinkiler talep
ediyor, biz onun için getiriyoruz. Körler sağırlar birbirini ağırlar; yani,
neticede meseleyi böyle çetrefil bir noktaya getiriyor, sonra, Avrupa Konseyi
şöyle diyor, Avrupa Konseyi böyle diyor… Avrupa Konseyi üyesi ülkelerin
hepsinde aynı uygulama yok. Bütün bunları hesaba kattığımızda Türkiye'deki
uygulamalar…
BAŞKAN - Sayın Bakanım,
konuşmanızı lütfen, tamamlar mısınız.
ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK
(Devamla) - Son cümlelerimi söylüyorum Sayın Başkan.
Demek istediğim şey şu:
Bu yasa, bir özlük hakları yasası değil, maaş artışıyla ilgili bir yasa değil,
bununla ilgili ayrı bir çalışmayı yapmamız gerekiyor, bunu da yaparız,
yapacağız da; zaten, personel rejimi gündemde.
İkincisi, bazı
arkadaşlarımız -bu önemli, çok vurgu yapıldığı için, Sayın Başkan, bir daha da
konuşmayacağım zaten- şu imtihan meselesine gelip, müteaddit defalar konuştu.
Şimdi, buradaki cümlelerin mefhumu muhalifinden anlam çıkarmak çok kolay.
Şimdi, şu an Türkiye'de uygulanan hâkim, savcı alımlarıyla ilgili sistem
1972'den beri uygulanıyor. 1972'den beri Cumhuriyet Halk Partisi de en az üç
defa iktidar oldu, Adalet Bakanları da Cumhuriyet Halk Partisinden oldu, başka
partilerden de oldu. Şimdi, acaba, o zaman bu alımlarda kadrolaşma mı yapıldı,
o zaman haksızlık etmiş olmaz mıyız; bu dönemlerde alınmış olan insanları,
Cumhuriyet Halk Partisinin hâkimleri ve savcıları, Adalet Partisinin hâkim ve
savcıları veya Demokratik Sol Partinin hâkim ve savcıları gibi kategorize etmek
ne kadar doğru olur?!. Şunu herkes biliyor, özellikle, kendi uygulamalarım
açısından söylüyorum; bizim yaptığımız işler gayet açık, yargı denetimine tabi.
BAŞKAN- Sayın Bakanım,
lütfen, konuşmanızı tamamlar mısınız.
ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK
(Devamla)- Buradaki sorulara da... 1.4.2005 tarihinde, Cumhuriyet Halk
Partisinden üç arkadaşımız bu konularla ilgili soru önergesi verdi ve biz de,
bunlara, 1.4.2005 tarihinde bu konuyla ilgili açıklama yaptık. Bundan sonra da,
bu açıklamaları açıkyüreklilikle yaparız. Bilgi Edinme Hakkı Yasasını çıkaran
benim. Biz, kimseden bilgi de kaçırmıyoruz, kapalı kapılar ardında yaptığımız
hiçbir şey yok. Ne olur, bu mülakatı yapanlar da bu ülkenin birinci sınıf
hâkimleridir; onlara da güvenin. Kimse hesabına kimsenin haksızlık yapmak gibi
bir huyu olamaz.
Yargıyı her türlü
şaibenin dışında tutmaya çalışan bir insan olarak, bunu bu şekilde ifade
ediyor; hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN- Teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri,
maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Tasarının tümünü
oylarınıza sunmadan önce, İçtüzüğün 86 ncı maddesine göre iki milletvekili
arkadaşımızın söz talebi vardır; aleyhte Konya Milletvekili Atilla Kart, lehte
Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan.
Sayın Kart, buyurun
efendim; çok kısa olarak görüşlerinizi lütfen, izah ediniz.
ATİLLA KART (Konya)-
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; İçtüzüğün 86 ncı maddesi gereğince,
tasarının tümünün oylanmasından evvel, tasarıyla ilgili kişisel görüşümü, ne
yönde oy kullanacağımı ifade etmek üzere söz almış bulunmaktayım; Genel Kurulu
saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
öncelikle, bir üzüntümü ve duygumu sizlerle paylaşmak istiyorum. Sayın Bakan
-bunu inanarak ifade ediyorum- yargıdaki statükocu yapıyı kıracak, yapısal
değişimi başlatacak bilgi ve birikime sahip olmasına rağmen, maalesef,
statükocu yapıyı korumaktan yana tavır almıştır. Bunun, Sayın Bakandan ve
hükümetten kaynaklanan sebepleri vardır, bürokratik yapıdan kaynaklanan
sebepleri vardır; bunları çok ayrıntılı olarak anlattık. Sayın Bakan da, biraz
evvelki konuşmasında, bir anlamda, o bürokratik yapıdaki zorlukları ifade
ettiler; ama, önemli olan nedir, önemli olan şu: Bu yapılanmayı yapacak olan
bizleriz, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve siyasî otorite. Yeter ki, Türkiye
Büyük Millet Meclisi olarak ve siyasî otorite olarak bu tavrımızı koyalım, bu
irademizi ortaya koyalım; bu iradeyi koyamıyoruz, sorun bu. Bu iradeyi
koyduktan sonra, inanıyorum ki, elli yıllık o dogmaların belirli ölçüde
kırılması mümkün olacak ve Sayın Bakanın ifadesiyle söylüyorum, mümkün olan
doğruların en yüksek oranda gerçekleşmesi mümkün olacak; ama, yeter ki, bu
siyasî iradeyi görelim; bunu göremiyoruz, sorun bu.
Yine, mülakat
yapılanmasına geliyoruz; bir iki cümleyle ifade edeceğim. Geçmiş dönemlerde, o
mülakat kurulunun işleyişinde, mülakat ile yazılı sınav arasında, 58 ve 59 uncu
hükümetler döneminde olduğu kadar büyük bir uçurum varsa, onu da elbette
eleştirelim, bunu açıklayın diyorum Sayın Bakanım. O mülakat kurulunun
işleyişinde de bu kadar fahiş aykırılıklar varsa, elbette, o zaman da sağlıklı
bir yapılanmanın olmadığını gösterir bu. Bütün bu süreç, sizin, 17 ve 24 Ekim
tarihlerindeki sonuçları açıklamamanız için bir gerekçe olamaz.
Değerli arkadaşlarım, bu
tasarıya neden karşıyım; getirilen tasarı, yargıda mevcut olan statükocu ve
bürokratik yapıyı kurumsallaştırdığından; Maliye bürokrasisi ile yargı
mensupları arasındaki, idarî yargı ile adlî yargı arasındaki, Yargıtay ile
Anayasa Mahkemesi arasındaki, idarî ve adlî yargı ile askerî yargı arasındaki
meslekî çekişmeleri ve statü kavgalarını görmezden gelen ve bu çekişmelerden
yararlanan bir anlayışla hazırlandığı için, yüksek hâkimlik tazminatı konusunda
ayırımcılık yarattığı için, mülakat kurulunun oluşumu ve işleyişindeki hukuka
aykırı yapılanmayı ısrarla sürdürdüğü için, adlî kolluk yapılanmasındaki
çarpıklığı ısrarla sürdürdüğü için, delil toplama sürecine müdahale etmenin
altyapısını hazırladığı için, idarî yargıdaki yüzde 80 oranındaki hukukçu
olmayan yargıç yapılanmasını değiştirmediği için, yargıya hukukdışı müdahalede
bulunulması sürecini hızlandırdığı için, özlük haklarına ve yargıç
güvencelerine hiçbir katkı sağlamadığı için, yargıdaki kadrolaşmayı
kurumsallaştırmaya yönelik bir hal aldığı ve bu ortamı yarattığı için, Sayın
Bakanın ifadeleriyle, yargı birliğini sağlamaya yönelik olarak hiçbir öneri
getirmediği için ve en nihayet, Emniyet ile adliye arasındaki çekişmeye son
vermediğinden ve hiyerarşik yapılanmayı sağlamadığı için bu tasarıya karşıyım
değerli arkadaşlarım.
Bu anlattıklarımın,
mümkün olan doğrular, en azından, çok büyük bölümünün mümkün olan…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
ATİLLA KART (Devamla) -
Bir cümle söyleyeceğim Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Sayın Kart,
lütfen, konuşmanızı tamamlar mısınız; meramınızı ifade ettiniz tahmin ediyorum.
Buyurun efendim.
ATİLLA KART (Devamla) -
Yeter ki, hukukun üstünlüğü adına, siyasî otorite olarak, bu tavrı koyabilelim.
Tüm bu sebeplerle,
tasarının verimli olamayacağı yolundaki kaygılarımı, endişelerimi bir defa daha
ifade ediyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Tasarının lehinde,
Denizli Milletvekili Sayın Ümmet Kandoğan; buyurun.
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Biraz önce Sayın
Bakanımızı dinleme imkânımız oldu. Keşke, Sayın Bakanımız, o konuşmayı,
tasarının tümü üzerinde, başlangıçta yapsaydı; söylemiş olduğu hukuk
sistemimizdeki o yargı birliği, yüksek yargı organlarıyla ilgili olan hususlar
Türkiye Büyük Millet Meclisinde, burada daha fazla tartışılabilseydi.
Sayın Bakanımız, bugüne
kadar -Bakanlık olarak- Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesi içerisinde
birçok kanun tasarısının Türkiye Büyük Millet Meclisine sevk edilmesinde en
büyük etkenlerinden birisidir. Şunu söylemek istiyorum: Evet, Avrupa
Birliğinden, gelişmiş ülkelerden, bize yarayan hususlar varsa, ülkemize faydalı
olan şeyler varsa, onları, tabiî ki, almak durumundayız.
Değerli milletvekilleri,
ben, ilk konuşmamda da söylemiştim, genel gerekçede, hakikaten, çeşitli
yerlerden alınan alıntılarla güzel bir genel gerekçe ortaya konulmuş; ancak, bu
kanun tasarısı görüşülürken ve bitinceye kadar bu genel gerekçede olması
gerekenlerle ilgili ciddî manada bir adım atılamadığını da ifade etmek
istiyorum.
Mesela, ne diyordu:
"Hâkimlerin görev süresi, bağımsızlığı, güvenliği, alacakları yeterli
ücret -bunun da altını çizmek istiyorum, alacakları yeterli ücret- hizmet
şartları, emekli aylıkları ve emeklilik yaşı kanunda yeterli biçimde güvence
altına alınır." Olması gereken bu; ancak, bu kanun tasarısında böyle bir
şeyi görmemiz mümkün olmadı.
Yine, hâkimlerin;
bağımsız olmaları ve her türlü çevreden, her türlü nedenle doğrudan veya
dolaylı olarak gelebilecek müdahalelerden, tehditlerden, baskılardan,
teşviklerden, uygunsuz etkilerden ve sınırlamalardan uzak biçimde olmaları
gerektiği ifade ediliyor.
Yine "hâkimlerin
statüsü ve maaşlarının, görev onuru ve yüklendikleri sorumluluklara uygun
olması sağlanmalıdır" deniyor; ancak, maalesef, bu konuda da, bu kanun
tasarısıyla yeterli bir adım atıldığını ifade etmemiz zordur.
Yine, hâkim açığı, siyasî
ortam, ulusal hukuktaki boşluklar, iş yükünün ağırlığı gibi…
SALİH KAPUSUZ (Ankara) -
Tasarının lehinde mi konuşuyor Sayın Başkan?
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Geleceğim, oraya geleceğim.
…makul sürenin aşılması
hâlinde, devletlerin sorumlu tutulacağı ifade ediliyor; ancak, bu konuda da
ciddî bir adım atılmamıştır.
Yine, Avrupa Birliği
Komisyonunun görevlendirdiği uzmanların raporunda, Türkiye'de adlî sistemin
verimliliğini ve işlevini artırımının zorunlu bir ihtiyaç olduğu vurgulanmasına
rağmen, yine, bu kanun tasarısı, bu konuda ciddî bir katkı sağlayamamıştır.
Son olarak şunu söylemek
istiyorum: Türkiye genelinde 2 458 yeni mahkemenin kurulmasına ihtiyaç olduğu
yine genel gerekçede ifade ediliyor. Yine, bu konularla ilgili, önümüzdeki
günlerde, mutlaka, ciddî adımlar atılması lazım.
Yine, ihtiyaç duyulan
hâkim sayısı 3 300. Bu açığın da en kısa zamanda giderilmesi lazım.
Değerli milletvekilleri,
tasarıyı genel olarak olumlu buluyorum; ancak, şu noktalarda da bazı eksikler
olduğunu da ifade etmek istiyorum: Örneğin, idarî yargıda, hukuk fakültesi
dışındaki okullardan mezun olanlar arasından alınmasıyla ilgili objektif bir
tespit yapılamamıştır. "Her dönemde ihtiyaç oranında" cümlesi
kullanılmıştır; bu, maalesef, ileride, yanlış anlaşılmalara ve tartışmalara
sebebiyet verecek bir ifadedir.
Yine, mülakatla ilgili
olarak bir yönetmelik çıkarılacağı ifade edilmiştir. Bu çıkarılacak olan
yönetmeliğin, mutlaka, objektif kriterlere, kıstaslara bağlanması ve artık, bir
daha Türkiye'de imtihanlardan sonra, imtihanlarla ilgili eleştirilerin önünü
kapatabilecek ölçüde kriterlerin getirilmesi gerektiği inancındayım.
Yurt dışında üç aydan
fazla eğitim görenlerin beş yıl mecburî hizmetle yükümlü tutulmasını da son
derece yanlış buluyorum. Önemli olan, mesleğe bunların bağlanmalarını sağlamak
için onları özendirecek sosyal ve malî hakların hâkim ve savcılarımıza
verilmesidir.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Kandoğan,
lütfen, konuşmanızı tamamlayınız; herhalde meramınızı ifade ettiğiniz.
Buyurun.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla )
- Bu beş yıllık süre maalesef, yargıçları bundan sonra yurt dışına gitmekten
vazgeçirecek olan bir süredir. Biz, hâkimlerimizin, savcılarımızın yurtdışı
tecrübeleri elde etmeleri gerektiğini ifade ederken, bu hususun ortadan
kaldırılması, beş yıl süreyle mecbur edilmesi yanlıştır.
Görevden uzaklaştırılan
hâkim ve savcıların özlük hakları ve maaşlarının yarısını almaları, bütün diğer
devlet memurlarına uygulanan üçte 2 uygulamasıyla farklı bir uygulama. Bu da,
adliye mensuplarımızı mağdur edecek olan bir uygulamadır. Bunu da, düzeltmek
istedik ama, maalesef yapamadık.
Nöbet zamlarıyla
ilgili... O da arzu edilen bir seviyeye ulaşmamıştır.
Son olarak... Çok
önemsediğim ve özellikle, lehinde konuşma talebinde bulunduğum iki husus vardı;
maalesef, bu iki hususta verilen önergelerle, 550 civarındaki, birinci sınıfa
ayrılmış olan hâkim ve savcımızın özlük haklarının, tasarıdaki ve komisyondan
geçen şeklinden daha geri bir duruma getirilmiş olmasının da haklı ve mantıklı
bir izahını yapmakta zorlanıyorum.
Bütün bunlara rağmen, bir
adımdır; olumlu oy kullanacağımı ifade ediyor, Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Kandoğan.
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, tasarı üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Tasarının tümü açık
oylamaya tabidir.
Açık oylamanın şekli
hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.
Açıkoylamanın elektronik
oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, oylama için 3 dakika süre vereceğim.
Oylama işlemini
başlatıyorum.
(Elektronik cihazla
oylama yapıldı)
BAŞKAN - Saygıdeğer
milletvekili arkadaşlarım, Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının açıkoylama sonucunu açıklıyorum:
Kullanılan oy
sayısı: 316
Kabul : 263
Ret :
53 (x)
Böylece, tasarı kabul
edilmiş ve kanunlaşmıştır; hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum.
Sayın milletvekilleri,
Adalet Bakanı Sayın Cemil Çiçek'in Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna
bir teşekkür konuşması olacaktır.
Buyurun Sayın Bakanım.
ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK
(Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; bu tasarının
yasalaşması noktasında, başta Sayın Başkan siz ve Başkanlık Divanı olmak üzere,
teker teker bütün milletvekillerimize, bütün komisyon üyelerimize, bütün parti
gruplarına huzurunuzda teşekkür ediyorum.
İnşallah, bu yasa,
ülkemiz için, yargı camiası için hayırlı ve uğurlu olur.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Bakanım.
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, 3 üncü sıraya alınan,
4.5.2005 tarihli ve 5344 Sayılı Türkiye Bilimsel ve Teknik araştırma
Kurumu Kurulması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ve
Anayasanın 89 uncu ve 104 üncü maddeleri gereğince bir daha görüşülmek üzere
geri gönderme tezkeresi ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu
Raporunun görüşmelerine başlıyoruz.
3.- 4.5.2005 tarihli ve 5344 Sayılı Türkiye Bilimsel ve
Teknik araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun ve Anayasanın 89 uncu ve 104 üncü Maddeleri Gereğince Bir Daha Görüşülmek
Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor
Komisyonu Raporu (1/1032) (S. Sayısı: 918) (x) (xx)
BAŞKAN - Komisyon?...
Yerinde.
Hükümet?... Yerinde.
Komisyon Raporu 918 sıra
sayısıyla bastırılıp, dağıtılmıştır.
Sayın milletvekilleri,
4.5.2005 Tarihli ve 5344 Sayılı Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu
Kurulması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, 3, 4 ve 9 uncu
maddeleri Cumhurbaşkanınca uygun bulunmayarak bir daha görüşülmek üzere bu
hususta gösterilen gerekçeyle birlikte Başkanlığımıza geri gönderilmiştir.
(x) Açıkoylama kesin sonuçlarını
gösteren tablo tutanağın sonuna eklidir.
(x)
Kanunun ilk görüşmeleri 29.4.2005 tarihli 92 nci ve 4.5.2005 tarihli 94 üncü
Birleşimlerde yapılmıştır.
(xx) 918 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Saygıdeğer arkadaşlarım,
biraz sonra görüşeceğimiz bir tasarıyla ilgili olarak sizlere açıklama
yapıyorum, lütfen Genel Kurulda sükunetle dinlerseniz uygun olur.
Saygıdeğer arkadaşlarım,
Bakanlar Kurulu sıralarında olan milletvekili arkadaşlarım -isimlerini
zikretmeyeyim- lütfen yerinize oturursanız ve sayın bakanları da meşgul
etmezseniz, bir hususu açıklayacağım.
Anayasanın 89 uncu
maddesinin ikinci fıkrasında "Cumhurbaşkanınca kısmen uygun bulunmama
durumunda, Türkiye Büyük Millet Meclisi sadece uygun bulunmayan maddeleri
görüşebilir", İçtüzüğün 81 inci maddesinin son fıkrasında ise "Cumhurbaşkanınca
yayımlanması kısmen uygun bulunmayan ve bir daha görüşülmek üzere Türkiye Büyük
Millet Meclisine geri gönderilen kanunların sadece uygun bulunmayan
maddelerinin görüşülmesine kanunun görüşmelerine başlamadan önce Genel Kurulca
görüşmesiz karar verilebilir. Bu durumda, sadece uygun bulunmayan maddelerle
ilgili görüşme açılır. Kanunun tümünün oylaması her halde yapılır"
hükümleri yer almaktadır.
Bu hükümlere göre, geri
gönderilen kanunun tümünün veya sadece Cumhurbaşkanınca uygun bulunmayan
maddelerinin görüşülmesi Genel Kurulun kararına bağlıdır.
Bu nedenlerle, söz konusu
kanunun, sadece Cumhurbaşkanınca uygun bulunmayan 3, 4 ve 9 uncu maddelerinin
görüşülmesini Genel Kurulun onayına sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir.
3 üncü maddeyi
okutuyorum:
TÜRKİYE BİLİMSEL VE TEKNİK ARAŞTIRMA KURUMU KURULMASI
HAKKINDA KANUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN
MADDE 3.- 278 sayılı
Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrası, ikinci fıkrasının birinci paragrafı
ile (a) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
Bilim Kurulu;
a) Bilimsel ve teknolojik
alanlarda eser, araştırma ve buluşlarıyla temayüz etmiş ve/veya araştırma ve
teknoloji yönetimi konusunda yetkinliği olan, bilimsel ve teknolojik sistem,
kurum ve birimleri başarı ile kurmuş ve/veya yönetmiş bulunan kişiler
arasından, Başbakan tarafından belirlenecek üç, Yükseköğretim Kurulu Genel
Kurulu tarafından belirlenecek bir, Bilim Kurulu tarafından belirlenecek üç,
b) Türkiye Bilimler
Akademisinin asli üyeleri arasından Başbakan tarafından belirlenecek fen ve
teknik bilimler alanlarından bir, sosyal ve beşeri bilimler alanlarından bir ve
sağlık bilimleri alanından bir olmak üzere toplam üç,
c) Lisans öğreniminden
sonra kamu kurum ve kuruluşlarında ve/veya özel sektörde en az on yıl deneyim
sahibi olmuş, mesleğinde temayüz etmiş ve üstün nitelikli hizmetleriyle
tanınmış kişiler arasından, Başbakan tarafından belirlenecek bir, Türkiye
Odalar ve Borsalar Birliği tarafından belirlenecek iki, Bilim Kurulu tarafından
belirlenecek bir,
Olmak üzere ondört üye
ile Başkandan oluşur. Başkanın Bilim Kurulu üyeleri arasından atanması halinde
aynı kontenjandan yeni bir üye atanır.Yükseköğretim Kurulunun Genel Kurulu ve
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği, Başbakanın talebi üzerine üye belirleyerek
en geç bir ay içinde Başbakanlığa bildirir. Başkan, hem Kurum hem de Bilim
Kurulunun Başkanıdır. Bilim Kurulu üyeliği seçimi Başbakanın onayı ile
kesinleşir. Bilim Kurulunun toplantı ve karar yeter sayısı sekizdir. Bilim
Kurulunun çalışma usul ve esasları Kurumca çıkarılacak bir yönetmelikle
belirlenir.
Bilim Kurulu üyelerinin
görev süresi ile görev ve yetkileri aşağıda gösterilmiştir:
a) Üyelik süresi: Bilim
Kurulu üyelerinin görev süresi dört yıldır. Üyeliği sona eren üye, ancak dört
yıllık ikinci bir dönem daha seçilebilir. İstifa veya ölüm gibi sebeplerle
boşalan üyelikler için yukarıdaki esaslara göre yeni üye seçilir. Bu suretle
seçilen üyenin görev süresi de dört yıldır. Bilim Kurulunun olağan
toplantılarına yıl içinde toplam altı kere veya üst üste üç kere kabul
edilebilir mazereti olmaksızın katılmayan üyelerin üyelikleri, Bilim Kurulu
kararıyla düşer. Bu üyelerden boşalan üyelikler bu maddede belirtilen usullere
göre yenilenir. Üyelerin görev süresinin dolmasına en geç iki ay kala veya
istifa, ölüm ve devamsızlık gibi sebeplerle üyeliğin boşalması halinde boşalma
tarihinden itibaren en geç iki ay içinde yeni üye belirlenerek Başbakanın
onayına sunulur. Bu süre içinde yeni üye bildirilmemesi halinde Başbakan
birinci fıkrada belirtilen şartları taşıyanlar arasından belirlediği kişileri
doğrudan Bilim Kurulu üyesi olarak atar.
BAŞKAN - Saygıdeğer
milletvekili arkadaşlarım, 3 üncü madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı; şahısları adına, Ordu Milletvekili
Cemal Uysal, Adana Milletvekili Recep Garip, Denizli Milletvekili Ümmet
Kandoğan ve Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı'nın söz talepleri vardır.
İlk söz, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı'ya aittir.
Buyurun efendim. (CHP
sıralarından alkışlar)
Sayın Gazalcı, diğer
milletvekili arkadaşların da söz talepleri olduğu için, şahsınızla ilgili söz
talebini şu aşamada değerlendiremedim; eğer, konuşmama durumu olursa
değerlendireceğim.
CHP GRUBU ADINA MUSTAFA
GAZALCI (Denizli) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlarım; Cumhurbaşkanının, bir kez daha görüşülmek üzere geri
gönderdiği Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) yasa
değişikliğini görüşüyoruz ve tatilin eşiğinde bu işi yapıyoruz. Aslında, yalnız
bugün değil, iki yılı geçkin bir süredir, biz, TÜBİTAK'ı görüşüyoruz, görüştük
ve belki de, daha görüşmeye devam edeceğiz. Bu, bir son nokta değil. Çünkü,
aynı tasarı üzerinde, TÜBİTAK üzerinde burada birçok kez konuşmalar yapıldı ve
uyarılarda bulunduk komisyonlarda, Genel Kurulda; dedik ki, bu,
Cumhurbaşkanından döner; bu, Anayasa Mahkemesinden döner. Görüştüğümüz
tasarıdan önce hükümet bir tasarı getirmişti, aynı şekilde Cumhurbaşkanı geri
gönderdi "hukuka aykırı, kamu yararına aykırı, hukuğun genel ilkelerine
aykırı" diye; ama, bir AKP klasiğiyle karşı karşıyayız. İnatla, ısrarla
TÜBİTAK gibi bir bilimsel kuruluşu ille de ben yöneteceğim, ben denetleyeceğim,
ele geçireceğim anlayışıyla bir ısrar var.
Değerli arkadaşlar, belki
bakanlıklardaki partizan kadrolaşmalara, bir ölçüde insan, eh, iktidardır, üst
düzey yöneticilerini atayabilirler denebilir ve bir ölçüde birlikte çalıştığı
insanları kendi iradesiyle atamak isteyebilir; ama, konuştuğumuz, sözü edilen,
bilimsel özerkliğe sahip bir kuruluştur. 1963 yılında kurulmuş, gelişmiş
ülkelerde 19 uncu ve 20 nci Yüzyılda başlayan ve yaşları çok daha ileri
bilimsel kuruluşlar varken, Türkiye'de daha yeni filizlenmekte olan bir
kuruluş, nedense AKP tarafından ısrarla siyasallaştırılmak istenmektedir, yok
edilmek istenmektedir.
Değerli arkadaşlar,
TÜBİTAK sorununu yaratan AKP İktidarıdır. Belki bundan önceki oturumları, bu
TÜBİTAK öyküsünü bilmeyenlere şöyle kısaca bir anımsatmak istiyorum.
TÜBİTAK, normal kuruluş
yasasına göre çalışmasını yaparken, başkanını kendi arasında seçmiş, hükümete
bildirmiştir; ama, hükümet bunu Cumhurbaşkanına sunacağı yerde sumenaltı
etmiştir, durdurmuştur ve süresi dolmuştur başkanın, ayrılmıştır bir sorun
çıkarmamak için. Aslında, Başbakanın, hükümetin, görevini kötüye kullanması
vardır. Daha sonra, bilim kurulu üyelerinin bir kısmının seçimi yapılmış, yine
kuruluş yasasına göre; onun da ataması yapılmamış, onayı verilmemiştir ve sonra
da, dönüp denilmiştir ki, "bu kuruluş yeterli üye sayısına sahip değil,
çalışamıyor; bir kereye özgü biz atama yapalım." Biliyorsunuz, daha önce
bunu konuştuk; ancak, buradaki bu keyfîlik, yani Başbakan tarafından atanma isteği,
hem Cumhurbaşkanımızdan dönmüş hem de -bizler eleştirmiştik- Anayasa
Mahkemesinden dönmüştü.
Şimdi ise, o tasarıyla da
yetinilmiyor. Yepyeni öneriyle, arkadaşların önerisiyle, TÜBİTAK'taki 12 olan
Bilim Kurulu üyesini 14'e çıkarıyor ve bunun 7'si doğrudan Başbakan tarafından
atanacak, öbür 7'si de dolaylı atanacak. Eğer, başkan içinden seçilirse, onun
yerine atanacak üyeyi de Başbakan atayacak; dolayısıyla, 14 üyenin 8'i Başbakan
tarafından atanan bir bilim kurulunda özerklik söz konusu değildir. İşte,
Cumhurbaşkanının geri gönderme yazısını, eğer, arkadaşlarımız okumuşlarsa,
burada çok açık bir şekilde Cumhurbaşkanı uyarmış bizleri ve hatta, 1990
tarihinde Anayasa Mahkemesinin özerklikle ilgili kararını bize anımsatmış.
Diyor ki orada: "Özerklik, belli sınırlar içinde serbestçe davranabilmeyi
anlatmakta, özerk olan bir kuruluşun yasayla çizilen sınırlar içinde kalmak
koşuluyla, kendi davranışlarına egemen olacak kuralları, yine, kendinin
düzenlemesini gerektirmektedir." Ve Cumhurbaşkanı "buna uyulmamıştır.
Başbakan, burada, bağlı bir kuruluş olmaktan çıkmış, orayı yöneten insanları
atayan, oranın yapısını belirleyen ve denetleyen bir konuma gelmiştir"
diyor. "Dolayısıyla, bu, hem Anayasadaki özerklik anlayışına aykırıdır hem
de TÜBİTAK'ın kendi kuruluş yasasına aykırıdır" diyor. Değerli arkadaşlar,
kıymayın bilimsel kuruluşa.
Bilim üretmek, bilim
adamlarının işidir. Bakın, TÜBİTAK, geçtiğimiz yıllarda -bu siyasal karmaşa
içerisinde çok fazla konuşulup tartışılamıyor- birçok hizmet etmiştir, bu
kısacık ömründe; birkaç tanesini saymak istiyorum size.
Yurt dışına ileri düzeyde
eğitim görmek için, araştırma için giden insanlara, gençlere burs vermiştir
TÜBİTAK, yıllar yılı. Popüler bilim kitapları adı altında çıkardığı kitaplar ve
bilimsel dergiler, Kimya Dergisi toplumda çok tutunmuştur ve binlerce baskı
yapmaktadır. Matematik toplantıları yapmaktadır ve dünya ölçeğinde bu
toplantılar ilgi görmektedir. Yıllar yılı, TÜBİTAK, sanayi kuruluşlarımız ve
üniversitelerle işbirliği yaparak onları özendirmiş ve desteklemiştir.
Üniversitelerin araştırma
makalesi konusunda, yurt dışında eskiden 40 ıncı sıradayken, bu TÜBİTAK'ın da
üniversiteleri desteklemesi sayesinde, onbeş yıl içinde 20 nci sıralara
yükselmiştir değerli arkadaşlar.
TÜBİTAK, hem sanayi
kuruluşuyla hem üniversitelerle, gerçekten, çok güzel işler başarmıştır; ama,
ne yaptı AKP İktidarı; burayı ben çalıştırmayacağım ve benim dediğim
insanlardan burası atanacak dendi. Üniversiteleri de, bir bakıma, TÜBİTAK
aracılığıyla denetlemeye kalktı.
Araştırma Fonuna önce
para vermezken, TÜBİTAK kendi yağıyla kavrulup, neredeyse yarı harcamaları
kendisi çıkarırken, AKP kendi atamasını yaptıktan sonra, "buraya
-övünüyorlar- 450 trilyon verdik" diyorlar. Şimdi, ben soruyorum... Daha
dün, TÜBİTAK'ın Başkan Yardımcısı Orta Doğu Teknik Üniversitesinde yapılan bir
paneldeki konuşmasında "maalesef, bugüne değin bu paradan harcama
yapılmamıştır" dedi.
Değerli arkadaşlar,
bakın, diyorsunuz ki, "onbeş yılda artırılan paradan, kısa sürede biz
buraya para aktardık." Bir kere, para, sizin paranız değil; para, devletin
parası ve para, araştırmak amacıyla devletin bütçesinden veriliyor; "onu ben
verdim" demek çok yanlış bir şey.
SONER AKSOY (Kütahya) -
Cebimizden verdik mi dedik?!
MUSTAFA GAZALCI (Devamla)
- Bir de, önce yönetimi düşürdükten sonra kendi atadığınız yönetime bu parayı
vermek ayrı bir ayıp. Üniversite özerkliğine, böyle, aba altından sopa gösterip
"bak, para orada, benim boyunduruğuma girer ya da benim dediğimi yaparsan
oradan para alabilirsin…" Peki, bütün bunlar tamam; Başbakan, yurt dışında
"2010 yılına kadar gayri safî millî hâsılanın yüzde 2'sini ar-ge
araştırmalarına vereceğiz; amacımız bu" diyor. Altıncı aydayız, bakın
altıncı ay bitmek üzere ve bu övündüğümüz 450 trilyondan hangi araştırmaya kaç
para verilmiştir?.. Bundan sonra, bu yıl içerisinde ne kadar araştırma
yapılabilecektir değerli arkadaşlar? Burada, bir güvensizlik söz konusu. Yani,
AKP, kendine göre, aynen bakanlıklardaki yaptığı kadrolaşma gibi, bu Bilim
Kurulunda da…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Gazalcı, 1
dakikalık süre içerisinde konuşmanızı tamamlayınız lütfen.
Buyurun.
MUSTAFA GAZALCI (Devamla)
- Peki, Sayın Başkanım; daha yeni giriş yapmaya çalışmıştık ama.
Burada, hukuk
çiğnenmiştir; burada, bilim katledilmiştir; burada, bilimsellik katledilmiştir.
AKP, kendine göre bir ılımlı İslamı, kendine göre bir bilimsel anlayışla
verecektir. (AK Parti sıralarından gürültüler)
Evet... Evet...
ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) -
İstismar etme!
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri…
MUSTAFA GAZALCI (Devamla)
- Çünkü, o dergilerde, o kitaplarda yazılan bilimsel kuruluşlardan rahatsızdır
AKP.
ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) -
Ne alakası var?!
SONER AKSOY (Kütahya) -
Saçmalama!
MUSTAFA GAZALCI (Devamla)
- Yoksa, TÜBİTAK gibi bir bilimsel kuruluşu, ısrarla, inatla "ben
yöneteceğim, ben denetleyeceğim" demesini ve Başbakana bağlı bir kuruluş
haline getirmesini anlamak olanağı yoktur, yanlıştır. Yol yakınken dönülmeli,
bu, Cumhurbaşkanının da uyarısı doğrultusunda, geri çekilmelidir değerli
arkadaşlar. Bilim adamları bizi izliyor, toplum bizi izliyor, gençler bizi
izliyor.
MUSTAFA ÜNALDI (Konya) -
İzliyor; doğru!..
MUSTAFA GAZALCI (Devamla)
- Sizin çoğunluğunuz bilime egemen olamaz, kitaba, hakka, hukuka egemen olamaz!
Tümünüzü saygıyla
selamlarım. (CHP sıralarından alkışlar, AK Parti sıralarından gürültüler)
MUSTAFA ÜNALDI (Konya) -
Toplum istiyor…
BAŞKAN - Sayın Ünaldı…
Sayın Gazalcı, teşekkür
ediyorum.
Saygıdeğer arkadaşlarım,
lütfen, sükûneti sağlayalım.
Şahsı adına, Ordu
Milletvekili Cemal Uysal?.. Yok.
Adana Milletvekili Sayın
Recep Garip, buyurun.
FARUK ÇELİK (Bursa) -
Konuşmayacaklar efendim.
BAŞKAN - Sayın Ümmet
Kandoğan…
RESUL TOSUN (Tokat) -
Cevap vermeye değmez… İçi boş bir konuşma yaptınız…
MUSTAFA GAZALCI (Denizli)
- Sen dolusunu yap da görelim!..
RESUL TOSUN (Tokat) -
Müşterek değerlerimiz üzerinden siyaset yapma!..
BAŞKAN - Sayın Tosun…
MUSTAFA GAZALCI (Denizli)
- 14 kişilik Kurulun 8 kişisini atamak…
RESUL TOSUN (Tokat) -
Müşterek değerlerimize saldırma bir
daha!..
MUSTAFA GAZALCI (Denizli)
- Oradan konuşun Sayın Tosun… Ben, değerlere saldırmıyorum.
BAŞKAN - Sayın Tosun,
lütfen…
Sayın Kandoğan, buyurun
efendim..
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli)
- Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
TÜBİTAK'la ilgili
olarak, daha önce kabul etmiş olduğumuz
bir kanun teklifinin, Sayın Cumhurbaşkanı tarafından, Türkiye Büyük Millet
Meclisine, bir kez daha görüşülmek üzere geri gönderilmesi nedeniyle, tekrar,
bu kanun teklifi huzurlarımıza geldi.
Değerli milletvekilleri,
bu kanun teklifiyle ilgili olarak, 2003 yılından itibaren, TÜBİTAK'ın Türkiye
gündemine, bir şekilde, oturduğunu görüyoruz. Tam iki yıldan beri, hatta, iki
yılı da aşkın bir süreden beri TÜBİTAK, Türkiye'nin gündemini işgal ediyor.
Daha önce ne olmuştu; Bilim Kurulu Başkanının görev süresi sona ermesi
nedeniyle yeni bir başkan seçimi yapılmış ve bu kişinin ataması yapılmak üzere
Başbakanlığa gönderilmesine rağmen, Sayın Başbakan tarafından, bu ismin, Bilim
Kurulu Başkanı olarak Cumhurbaşkanına sunulmaması söz konusu olmuştur. Bilim
Kurulunun seçmiş olduğu bir isim, Sayın Başbakan tarafından Cumhurbaşkanına
önerilmemiştir ve daha sonra, bu Bilim Kurulunun 6 üyesinin görev süresinin
dolması nedeniyle yeni bir seçim yapılmış; ancak, bu da, maalesef, işlerlik
kazanamamıştır.
Bütün bunları aşabilmek
için, hükümet, daha sonra, 5001 sayılı Kanuna bir geçici madde eklemiş, bir kez
atama yetkisi Sayın Başbakanda olmak üzere, bir isim Sayın Başbakan tarafından
Cumhurbaşkanına önerilmiştir; ancak, bu 5001 sayılı Yasa, Sayın Cumhurbaşkanı
tarafından -şimdi görüşmekte olduğumuz kanun teklifi gibi- bir kez daha
görüşülmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisine geri gönderilmiştir. Niye geri
gönderilmiş; gerekçesinde, boş bulunan üyeliklerin tümüne siyasal organca atama
yapılmasının Bilim Kurulunun ulusal ve uluslararası saygınlığına,
çalışmalarının ve yayınlarının yansızlığına gölge düşüreceği gerekçesiyle Sayın
Cumhurbaşkanı tarafından geri gönderilmiş ve bu arada, Bilim Kurulu tarafından
Sayın Başbakana iletilen isim, Sayın Başbakan tarafından Cumhurbaşkanına
önerilmemesi nedeniyle idarî yargıda bir dava açmış ve idarî yargıda açılan
davanın neticesinde de -Anayasa Mahkemesinin de bu konuyla ilgili yürütmeyi durdurma
kararı da gözönüne alınarak- idarî işlemin hukuka uygun olmadığı ifade
edilmiştir.
Şimdi, bakınız, 2003
yılından beri, bu kanun teklifi önümüze gelinceye kadarki geçen dönemde, giden bir kanun teklifi Sayın
Cumhurbaşkanı tarafından geri gönderiliyor, Anayasa Mahkemesi, bu kanun tekrar
Meclisten geçtiği için yürütmeyi durdurma kararı alıyor, idare mahkemesi yine
bu atamayla ilgili şahsın kararını uygun buluyor ve bütün prosedürler, bütün
idarî makamların, yargı makamlarının almış olduğu kararlar TÜBİTAK'la ilgili
bugün önümüze gelen kanun teklifine kadarki olan bölümü kapsıyor. Neresinden
bakarsanız bakın, Cumhurbaşkanından, idare mahkemesinden, Anayasa Mahkemesinden
geri dönen bir kanun tasarısı söz konusu.
Şimdi, Türkiye'nin bütün
yargı kurumlarından, denetim mekanizmalarından geri dönen bir kanun
tasarısının, daha sonra, bir başka versiyonu Türkiye Büyük Millet Meclisinin
önüne geliyor ve o Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine gelen bu teklif de
Sayın Cumhurbaşkanına gönderiliyor.
Şimdi, söylemek istediğim
şu: Bu kadar hukuk çevrelerinden, yargı mercilerinden, Anayasa Mahkemesinden,
Cumhurbaşkanından geri dönen -ben altını da çizerek okumaya çalıştığım ve
dünyanın hiçbir ülkesinde göremeyeceğimiz eleştiriler; onu biraz sonraki
konuşmamda da inşallah gündeme getirmeye çalışacağım- böyle bir uygulamanın
dünyada eşi ve benzeri yoktur.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Kandoğan,
konuşmanızı tamamlayınız lütfen.
Buyurun.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Elbette, iktidarların, hükümetlerin, Meclislerin tasarrufları olacaktır,
yetkileri olacaktır. Bunların içerisinde, biz, Meclis olarak seçtiğimiz değişik
isimler, değişik kurumlara bağlı isimler vardır. Yine, geçen gün burada RTÜK'le
ilgili anayasa değişikliği ve daha sonra kanun teklifi görüşüldü, kabul edildi;
ancak, hukukça bu kadar eleştirilen, bu kadar tenkite uğrayan ve oralardan
dönen bir kanun tasarısı ve teklifinin ısrarla ve yeniden, aynı şekilde,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin huzuruna getirilmesi ve bunun neticesinde de
-ne olur bilemeyiz ama- yeniden Anayasa Mahkemesinden geri dönmesini de gözardı
etmeden, bunun burada yeterince tartışılıp, değerlendirilip, üzerinde bir
uzlaşmaya varıldıktan sonra bu kanun teklifinin kanunlaşmasının uygun olduğunu
ifade ediyor; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Kandoğan.
Şahsı adına, Denizli
Milletvekili Mustafa Gazalcı.
Sayın Gazalcı, buyurun.
MUSTAFA GAZALCI (Denizli)
- Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; TÜBİTAK'la ilgili, 2003 yılından beri,
hükümet, kafasında bir plan tasarlamış, onu uygulamak için her şeyi yapmıştır.
Bakın, yerel, yönetsel
mahkemelerden, idarî mahkemelerden, TÜBİTAK'ın göreve getirilmeyen Başkanı
Profesör Namık Kemal Pak -ben kendisini hiç tanımam; ama, hukukunu savunurum-
üst üste mahkemelerden karar almıştır.
Daha önce -Sayın Mehmet
Ali Şahin yok, komisyona da, buraya da geliyordu- yazılı verdiğimiz soru
önergelerinde "hakkında soruşturma var, soruşturma son bulursa, biz atama
yapacağız" demiştir. Soruşturma sonuçlanmış ve aklanmıştır, mahkemeden de
karar almıştır; ama, atama yapılmamıştır.
Şimdi, yeni bir yasa
yaparak bir hile yapılmaktadır hukuka karşı. Eski TÜBİTAK gitti, biz
"cik" eki ekledik, bu yeni bir yasadır; sizin hak arama yollarınız,
mahkeme kararlarınız da durdu denmektedir.
Değerli arkadaşlar, bir
tek yasada, bakın, TÜBİTAK'ta, üstelik Bilim Kurulunda -kızıyorsunuz; ama,
lütfen sabırla dinleyin- Cumhurbaşkanı, iki kez geri gönderirse, Anayasa
Mahkemesi döndürürse, yerel mahkemelerden birçok karar varsa, muhalefet de
direniyor; hayır, bu yanlıştır diyorsa, dışarıdaki bütün bilim kurulları,
üniversiteler, bilim adamları açıklama yapıyor; bu yanlıştır diyorsa, bunda
direnmek, ısrar etmek neden? Bunu ben anlamıyorum.
O zaman aklıma şu
geliyor: Bakın, 1963'ten beri; yani, kurulduğundan beri TÜBİTAK,
üniversitelerle işbirliği yapıyor. Üniversite bir bilim kurulu, bu da bir bilim
kuruluşu, ikisi işbirliği yapıyor.
1996'dan bu yana da... Bu
yasa önerisini veren arkadaşlar diyor ki, işte, toplum gelişti, sanayi gelişti…
Sanki, şimdiye kadar TÜBİTAK kapalı bir kutuydu, hiçbir şey yapmıyordu; AKP
gelince kutu açıldı ve sanayi kuruluşlarıyla işbirliği yaptı! Bu, gerçeklere
aykırı. Ben, bunu söylemeye çalışıyorum.
Bakın, 1996'dan bu yana,
sanayiyle işbirliği yapmaktadır TÜBİTAK ve birçok katkıları olmuştur,
yapmıştır. Hatta, sizin hükümetinizden önce, yani Abdullah Gül'ün Başbakan
olduğu bir zamanda, Sayın Ertuğrul Yalçınbayır'ın bu işe baktığı dönemde,
sanayi kuruluşlarıyla işbirliği yapmıştır.
Değerli arkadaşlar,
burada, bir ille de siyasallaştırma var. "TÜBİTAK Başbakanın
çiftliği" deyince kızıyorsunuz. "Kolu değildir" diyorsunuz.
Bakın, bu bir bilimsel kuruluş. Sizin aklınız yatıyor mu; 14 kişilik bir bilim
kurulunda, 7'sini doğrudan, ötekiler de eğer zamanında seçilmezse yine kendisi
atayacak…
FARUK ÇELİK (Bursa) - 4'ü
doğrudan, yanlış söylüyorsun.
MUSTAFA GAZALCI (Devamla)
- Başkanı, eğer kurul içinden seçilirse, onu da Başbakan atayacak.
Cumhurbaşkanının geri gönderme yazısına bakın.
FARUK ÇELİK (Bursa) -
Sayın Gazalcı, doğru konuşun, yakışmıyor size.
MUSTAFA GAZALCI (Devamla)
- Bakın, Cumhurbaşkanının yazısını okuyorum: "Oysa, incelenen yasayla
yapılan düzenlemelerde, Bilim Kurulu üyelerinin yarısının, yani 7 üyenin
doğrudan Başbakanca atandığı…"
Ama, 1 üye... Yani, başkan içinden seçilirse, 1 üye de tekrar Başbakanca
atanacak. 8 üye oradan atanacak.
SONER AKSOY (Kütahya) -
Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı…
MUSTAFA GAZALCI (Devamla)
- Arkadaşlar, hesap mı bilmiyoruz?! Niçin, niçin?! Burası, AKP'nin bir kurulu
mu, bir il kongresi mi, ilçe kongresi mi?! Burası, bir bilim kurulu. Burada
bilimsel araştırmalar yapılır.
SONER AKSOY (Kütahya) -
Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı kardeşim, köy muhtarı değil!..
MUSTAFA GAZALCI (Devamla)
- Hukuk, Anayasa çiğnenmektedir burada. Burada sizin yapacağınız iş, buradan
elinizi çekmektir, bilimi, bilim adamlarına bırakmaktır; yani, bilim adamları
bilimsel üretim yapacak, siz ondan yararlanacaksınız.
Bakın, AKP gelinceye
kadar, TÜBİTAK, hükümetlere yön verirdi, onlara hizmet sunardı -yani bilimsel
anlamda- onlardan görüş toplardı; üniversitesi de toplar, sanayicileri de
toplar, hükümet de toplardı. Büyük ölçüde, ben, müsteşara kabahat buluyorum.
Müsteşar "efendim, şurayı kendimize göre bir düzenleyelim" dedi. Ne
yapalım, ne edelim…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Gazalcı,
lütfen konuşmanızı tamamlayınız. 1 dakika verdim şu anda.
Buyurun.
MUSTAFA GAZALCI (Devamla)
- Değerli arkadaşlar, burada, eğer, gerçekten incelenirse, TÜBİTAK'ta büyük bir
haksızlık yapılıyor. Diyorsunuz ki, orada paraları topladık, fonları topladık.
Bırakın... Daha önce de, TÜBİTAK, birçok kez hükümete başvurmuştur, bizim
araştırma fonumuz yetersizdir diye. Şimdi, bunda iyi niyet var mı?! Siz, önce
Yönetim Kurulunu, Bilim Kurulunu değiştiriyorsunuz, Başkanı değiştiriyorsunuz,
ondan sonra para veriyorsunuz. Peki, bu Bilim Kurulu, arkadaşlar, bunların
yarısı daha önce de öbür Bilim Kurulunda çalışmıştı. Şu andaki Başkan, o
TÜBİTAK'ta görevliydi. Peki, onlar niye parayı kullanmıyor, bu 450 trilyonu
niçin kullanmıyor?!
Değerli arkadaşlar,
gelin, yasalar içinde görevinizi yapın; araştırmayı ve bilimi, bilim adamlarına
bırakın. Bu güzel kuruluşu siyasallaştırmayalım, buralara kıymayalım. Yarın,
Anayasa Mahkemesinden bir kere daha dönecek bu, yeniden görüşeceğiz.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Gazalcı,
teşekkür ediyorum.
Madde üzerinde 1 adet
önerge vardır; önergeyi okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 918
sıra sayılı Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında
Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 3 üncü maddesinin metinden
çıkarılmasını arz ve teklif ederim.
Saygılarımla.
Mehmet Eraslan
Hatay
BAŞKAN - Komisyon
önergeye katılıyor mu?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR,
GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI TAYYAR ALTIKULAÇ (İstanbul) - Katılmıyoruz
Sayın Başkan.
BAŞKAN - Hükümet?..
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI
MEHMET VECDİ GÖNÜL (Kocaeli) - Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Gerekçeyi
okutuyorum:
Gerekçe: Getirilmek
istenen düzenlemeler, Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumunun bilimsel
özerkliği, kamu yararı ve hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşmadığından dolayı 3
üncü maddenin çıkarılması önerilmiştir.
BAŞKAN - Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
4 üncü maddeyi
okutuyorum:
MADDE 4.- 278 sayılı
Kanunun 5 inci maddesinin ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve bu
fıkradan sonra gelmek üzere maddeye aşağıdaki fıkralar eklenmiştir.
Bilim Kurulu, 4 üncü
maddenin birinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen nitelikleri taşıyan kişiler
arasından, biri Bilim Kurulu dışından olmak üzere iki başkan adayı belirleyerek
Başbakana sunar. Başbakan, bu adaylardan birini seçerek Başkan olarak atanmak
üzere Cumhurbaşkanına teklif eder.
Bilim Kurulunun aday
belirlemesi, Başkanın görev süresinin dolmasına en geç iki ay kala veya
herhangi bir sebeple bu görevin boşalma tarihinden itibaren en geç iki ay
içinde tamamlanır. Bilim Kurulunun herhangi bir nedenle süresinde aday belirlememesi
halinde Başbakan gerekli şartları taşıyanlar arasından belirlediği bir kişiyi
Başkan olarak atanmak üzere Cumhurbaşkanına teklif eder.
Başkanın geçici olarak
görevi başında bulunmadığı zamanlarda, görevlendireceği Bilim Kurulu
üyelerinden biri Başkanlığa vekalet eder. Başkanlık görevinde boşalma olması
halinde yeni başkan atanıncaya kadar, Bilim Kurulu kendi üyelerinden birini
Bilim Kurulu ve Kurum Başkan Vekili olarak görevlendirir.
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, söz alan konuşmacıları okuyorum: Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına, Bursa Milletvekili Mustafa Özyurt; şahısları adına, Adana Milletvekili
Recep Garip, Tokat Milletvekili Resul Tosun, Hatay Milletvekili Mehmet Eraslan
ve Bursa Milletvekili Mustafa Özyurt.
İlk konuşmacı, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına, Bursa Milletvekili Mustafa Özyurt; buyurun. (CHP
sıralarından alkışlar)
MUSTAFA ÖZYURT (Bursa) -
Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım; görüşmekte olduğumuz 918
sıra sayılı TÜBİTAK Yasasının 4 üncü maddesi hakkında Grubum adına görüşlerimi
sizlerle paylaşmak istiyorum. Eğer devam edersem, kişisel görüşlerimi de
sizlerle paylaşacağım. Sözlerime başlamadan önce hepinizi en içten saygılarımla
selamlarım.
Sayın Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlarım; ikinci kez görüşmekte olduğumuz TÜBİTAK Yasasının en
çok tartışılan yönü kurumun özerkliğinin zarar görmesinden kaynaklanmaktadır.
Sayın Cumhurbaşkanının gerekçesi de okunacak olursa, aynı noktalara Sayın
Cumhurbaşkanı da değinmektedir; kurumun özerkliği zarar görmektedir ve
Cumhurbaşkanı gerekçesinin bir yerinde şöyle söylemekte: Bu yasayla kurumun
bilimsel özerkliğinin siyasî iktidarların oyuncağı olacağından kuşkulandığını
vurgulamaktadır. Sizin için demiyor yalnız, onu söyleyeyim, AKP İktidarı için
demiyor. Siyasî iktidarların oyuncağı olacağından kuşku duyduğunu söylüyor
Cumhurbaşkanı ve bu da haklı bir gerekçedir. "Kuşkulanıyorum, siyasî
iktidarların elinde TÜBİTAK oyuncak olacaktır" diyor ve bu gerçek; çünkü
kurumun özerk niteliğine karşın aslî yönetim ve karar organı olan Bilim
Kuruluna doğrudan doğruya Başbakanca atama yapılmasının öngörülmesi, kurumu
siyasal karışmalara açık duruma getirmektedir. Bu durum ise, kurumun bilimsel
özerkliğiyle bağdaşmadığı gün gibi açıktır.
Arkadaşlar, bir kurumun
başına, özerksin, sen istediğin gibi hareket edersin demekle olmaz. O kurumun
eğer can alıcı noktası, daha doğrusu omurgası özerk değilse, istediğiniz kadar
başına "özerk" yazın, hiçbir şey fark etmez.
Türkiye Bilimsel ve
Teknik Araştırma Kurumu, üstlendiği görevler ve amaçlar nedeniyle tüm
çalışmalarında bilimsel ölçütleri gözönünde tutmak, başka bir deyişle, tüm
çalışmalarında nesnel ve yansız olmak zorundadır. Bunu sağlamanın önde gelen
koşulu ise kurumun organlarının ve özellikle karar organı olan Bilim Kurulunun
oluşumunda bilimdışı kişi ve kurulların etkinliğinin rol alması son derece
sakıncalıdır. Bilim Kurulunu oluşturacak üyelerin seçiminde siyasal otoritenin
yetkisinin sınırlandırılmaması, bu kurumda inisiyatifin ağırlıklı rolünün
siyasî erkin eline geçmesi, bilimsel saygınlığa son derece zarar verecektir.
Bilim Kurulunun 7
üyesinin seçimini doğrudan doğruya Başbakanın yapması, diğer 7 üyesinin
seçiminde ise Başbakana dolaylı yoldan yetki verilmesi, Türkiye Bilimsel ve
Teknik Araştırma Kurumunun işlevine, kamu yararına ve hizmet gereklerine de
uymamaktadır. Böylelikle, ülkenin bilim ve teknoloji geleceğini oluşturan ve bu
yıl yaklaşık olarak 450 trilyon lira araştırma ve geliştirme desteği verilecek
olan TÜBİTAK, Başbakanın iki dudağı arasına bırakılmıştır.
Şurasını teşekkürle
söylemek istiyorum: Gerçekten, bugüne kadar bu değerde yüksek bir para Türkiye
Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumuna verilmemişti. Bu yapılan güzel bir şey,
hiç söyleyecek bir şeyim yok; ama, Bilimsel Kurulun tümüyle Başbakanın
inisiyatifine bırakılması, bu 450 trilyon paranın da Başbakanın iki dudağının
arasına bırakılması demektir.
Aslında, bu kurumdaki
yıkım, bugünün veya iki gün öncesinin falan değil; yani, bu tasarı buraya
geldiğinden beri de olan bir olay değil; onu da söyleyeyim. AKP, iktidara
geldiğinden beri, bu kuruma karşı bir husumet beslemektedir. Enteresan bir şey;
yani, bir bilim kuruluna karşı bir siyasî iktidarın husumet beslemesi yahut kin
beslemesi nasıl anlatılır bilemiyorum.
ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) -
Haşa! Öyle bir şey yok.
MUSTAFA ÖZYURT (Devamla)
- İzin verirseniz, söyleyeyim efendim.
İktidara geldiği günden
itibaren, bilerek ve kasten, Başbakan, bu kurumda bir olumsuzluk yaratmıştır.
ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) -
Yok canım, olur mu?!
MUSTAFA ÖZYURT (Devamla)
- Bunu onarmak için çıkarılacak... Yani, aslında, kurumu çalışmıyor gibi
göstererek bir yasa çıkarmaya çalışmışsınız ve bu yasa, Anayasa Mahkemesi
tarafından iptal edildi.
SONER AKSOY (Kütahya) -
Hayal!..
MUSTAFA ÖZYURT (Devamla)
- Hayal değil efendim; niye hayal diyorsunuz?! Siz hayal görüyorsunuz.
SONER AKSOY (Kütahya) -
Kurguluyorsunuz efendim, öyle bir şey yok.
MUSTAFA ÖZYURT (Devamla)
- Efendim, buradan çıktı bu yasa, sizin oylarınızla çıktı ve Anayasa Mahkemesi
tarafından da iptal edildi.
BAŞKAN - Sayın Aksoy,
lütfen, hatibe müdahale etmeyelim.
Buyurun Sayın Özyurt.
MUSTAFA ÖZYURT (Devamla)
- Efendim, bu arada, yine, siyasî iktidar, 28 tane yöneticiyi yolsuzluk
yaptıkları gerekçesiyle mahkemeye verdi. Düşünebiliyor musunuz, Türkiye'nin en
kaliteli Bilim Kurulundaki 28 tane üyeyi mahkemeye veriyorsunuz, diyorsunuz ki,
siz yolsuzluk yapıyorsunuz.
İşte, AKP İktidarının,
dediğim gibi, içine sindiremediği bu; yani, bilimselliğe karşı, nedense, böyle
içinizde bir kin, husumet var.
AHMET YENİ (Samsun) -
Bilimin önünü açıyoruz...
MUSTAFA ÖZYURT (Devamla)
- Aman efendim…
AHMET YENİ (Samsun) -
Bugüne kadar atıl olanı canlandırıyoruz.
MUSTAFA ÖZYURT (Devamla)
- Buyurun, o zaman, gelir, burada, bu kürsüde konuşursunuz arkadaşım; yani, söz
sırası verildiği zaman, kalkıp nedense konuşmuyorsunuz.
ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) -
İftira ediyorsunuz…
BAŞKAN - Sayın Ünal,
Sayın Yeni, lütfen hatibe müdahale etmeyelim.
Buyurun Sayın Özyurt.
MUSTAFA ÖZYURT (Devamla)
- Söz sırası geldiği zaman… Arkadaşlar nedense, kendilerine söz hakkı veriyor
Sayın Başkan ama, kimse kalkıp konuşmuyor. Ondan sonra, oradan laf atıyorsunuz.
Gelin buyurun, işte
kürsü; konuşalım arkadaşlar.
ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) -
Konuşalım da, doğru konuşalım, eğri büğrü konuşmayalım.
MUSTAFA ÖZYURT (Devamla)
- Gelin doğrusunu konuşun o zaman.
Şunu da söyleyeyim:
Getirdiğiniz bu yasayla Bilim Kurulu üyelerinin bir güvencesi yoktur; çünkü,
Başbakanın atadığı Bilim Kurulu üyeleri, yine Başbakanın isteğiyle, istenildiği
zaman görevlerinden alınacaktır. Getirilen bu düzenleme, bu yönüyle Kurumun
bilimsel ve idarî özerkliğiyle de kesinlikle bağdaşmamaktadır arkadaşlar.
Sayın Başkan, saygıdeğer
milletvekili arkadaşlarım; Bilim Kurulu üyeliklerine ağırlıklı olarak siyasî
organlarca atamanın yapılması, Kurulun ulusal ve uluslararası saygınlığına da
zarar vermektedir. Başbakana doğrudan ya da dolaylı tek başına atama yetkisi
veren düzenleme, kamu yararı, hukuk devleti ilkesiyle de kesinlikle
bağdaşmamaktadır. Ayrıca, yasa ile gerekçede belirtilen amacı arasında da
uyumsuzluk vardır.
Kurum için öngörülen,
konum yönünden getirilen kurallar arasında çelişki bulunmaktadır. Tüm gelişmiş
ülkelerde bilimsel ve teknolojik gelişme bir devlet politikası olarak
tanınmaktadır; bilimsel ve teknolojik gelişmenin bir devlet politikası olduğu
kabul edilmektedir. Bilim ve teknolojide devlet politikası üretecek kurumların
özerk olmaları işin doğası gereğidir arkadaşlar; çünkü, ancak özerk ve bağımsız
kurum ve kuruluşlar etik ve siyasî baskı altında kalmadan bilimsel kararlar
üretirler. Bu nedenle, TÜBİTAK Yasasıyla bu organa verebileceğiniz en büyük
zararı vermiş oluyorsunuz, onu söyleyeyim.
Değerli arkadaşlarım,
konu özerklikten gelmişken, belki, bir katkım olur düşüncesiyle, şöyle, çağdaş
ülkelerdeki buna benzer kuruluşların nasıl olduklarını da dile getirmek
istedim.
İlk örneğimizi
Avustralya'dan vermek istiyorum: Avustralya Araştırma Konseyi, 2001 yılında
çıkarılan bir yasayla, tümüyle bağımsız bir kuruluştur.
İkinci ve üçüncü
örneklerimi Kanada'dan vermek istiyorum: Kanada'da, seksen yıllık geçmişi olan
bir kuruluş vardır; hizmet verdiği kesimden gelen, akademik kesim, araştırma
konseyi ve sanayi kuruluşlarından oluşan 22 kişilik bir bağımsız kurul
tarafından yönetilmektedir Kanada'da. İsterseniz, ismini de vereyim: National
Research Council Canada; seksen yıllık bir geçmişi vardır. Yine, Kanada'da,
doğa ve mühendislik birimleri araştırma konseyi de, 21 Kanadalıdan oluşan bağımsız
bir konsey tarafından yönetilmektedir.
Eğer, Başkanım, izin
verir de kişisel görüşmemi devam ettirmemi isterseniz, konuyu bitirmek
istiyorum veya arkadaşlarıma teşekkür edip ayrılacağım.
BAŞKAN - Sayın Özyurt,
memnuniyetle dileğinizi yerine getirirdim; ama, konuşma talepleri vardır,
arkadaşlar tahmin ediyorum konuşacaklar.
Buyurun efendim.
MUSTAFA ÖZYURT (Devamla)
- Peki efendim, sağ olun.
Dördüncü ve beşinci
örneğim Finlandiya'dan. Bu ülkede de, Ulusal Teknoloji Ajansı diye bir kurum
vardır; 10 kişilik bir kurul tarafından yönetilmektedir ve tümüyle bağımsızdır.
Yine, Finlandiya'da,
Araştırma Geliştirme Ulusal Fonu adında bir kuruluş vardır; 1967'de
kurulmuştur, Finlandiya Bankası finanse etmektedir ve tümüyle bağımsız bir kamu
kuruluşudur, 9 parlamento üyesi tarafından
kurulan bir yönetim kurulu vardır arkadaşlar.
Beni sabırla dinlediğiniz
için, şimdilik teşekkür ediyorum. Kişisel görüşümü de daha sonra
değerlendireceğiz.
Sağ olun.
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Özyurt; nezaketinize de teşekkür ediyorum.
Şahsı adına, Adana
Milletvekili Sayın Recep Garip; buyurun.
Süreniz 5 dakika Sayın
Garip.
RECEP GARİP (Adana) -
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 5344 sayılı Türkiye Bilimsel
ve Teknik Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanunla ilgili şahsım adına söz aldım; hepinizi, sevgiyle, saygıyla
selamlıyorum.
Türkiye Bilimsel ve
Teknik Araştırma Kurumunun, 278 sayılı Kanunda belirtilen görevlerinin
bazılarını hatırlatarak sözlerime girmek istiyorum.
Müspet bilimler alanında,
temel ve uygulamalı araştırma yapmak, yaptırmak, yapmayı özendirmek.
İkincisi; Türkiye'nin
bilim ve teknoloji politikalarının belirlenmesinde hükümete yardımcı olmak.
Üçüncüsü; bilimsel
araştırmaların teknolojik yeniliklere süratle dönüştürülebilmesi için yöntemler
geliştirmek. Yani -daha evrensel- Türkiye bilim insanlarını evrenselleştirmek.
Özel sektörün teknoloji
araştırma ve geliştirmeye etkin ve ağırlıklı olarak katılımını sağlayacak
programlar yapmak.
Türk sanayiinin,
üniversite ve araştırma kurum ve kuruluşlarıyla işbirliği yapmasını sağlayacak
programlar geliştirmek. Bu işbirliğinin somut hale dönüşebileceği fizikî
ortamlar oluşturmak, yaratmak.
Son madde, bilimadamı ve
araştırmacıların yetiştirilmeleri ve geliştirilmeleri için imkânlar sağlamak,
bu amaçlarla ödüller vermek. Öğrenim ve öğretim sonrasında üstün başarıyla
kendisini gösteren gençleri izleyerek, onların yetişme ve gelişmelerine yardım
etmek, bu amaçla burslar vermek, yarışmalar düzenlemek ve yayınlar yapmak,
onların projelerinin hayata geçirilmesi için imkânlar tanımak.
Değerli dostlar, eğer,
burada TÜBİTAK'la ilgili ifadelerimize dönecek olursak, yani, Türkiye'nin bilim
ve teknoloji alanındaki gelişme sürecinde, düne kadar siyasallaşmayan bilim
dünyası, bundan sonra, özellikle AK Parti İktidarı döneminde hiçbir şekilde
siyasallaşmaz. Dün daha çok siyasallaşmıştır kurumlar; ama, bugün, bu konudaki
istikrarlı gidiş, bunun önüne geçmiştir. Türkiye Bilim Kurulunun daha evrensel
olması amaçlanmaktadır. TÜBİTAK'ın, kamburlarından arındırılması için, aslında,
bu düzenlemeler yapılıyor.
Özellikle daha önceki
maddelerde konuşma yapan arkadaşlarımın ifadelerinde hayretle karşıladığım bir
ifade var. Özellikle daha önce de bu konuda ifadelerimi belirtmiştim. Ele
geçirmekten bahsedildiği özellikle vurgulanıyor. Özellikle Gazalcı bu konuyu
sık sık yapıyor ve esefle, hayretle kendisine bakıyorum. Oysa, kendisini
severim; birlikte oturduğumuz, konuştuğumuz... Komisyon çalışmalarında da son
derece verimli çalışmalar yaptık. Bir konunun ele geçirilmesi, bir şeyin ele
geçirilmesi benim hayretimi mucip ediyor. Cephe savaşı verilmiyor; cephede ele
geçirme vardır, işgal vardır. Buna, lügatlara baktığınız zaman da "ele
geçirme", iki nokta üst üste koyduğunuzda, "işgal etmek"
anlamına gelir. Ele geçirmek, gerçekten, bu ülkenin kendi öz değerleriyle
beslenmiş olan kurumların daha evrensel olmasını sağlamaktır; ele geçirmek bu
anlamda yorumlanmaz. Sayın Gazalcı, bu ifadelerin bundan sonra
kullanılmamasında yarar görmekteyim.
Yani, sahiplenmek, bir
kurumu sahiplenmek, bir kurumun daha evrensel, daha bilim yuvası haline
gelmesini, uluslararası nitelikte başarılara, ödüllere imza konulmasını,
Türkiye'nin yüzünü ak edebilecek bilim ve teknik dergilerinin, sadece, Türkiye'nin
içindeki bir dergi niteliğinin üstünde, uluslararası nitelik arz edebilecek bir
bilim ve teknik dergimiz söz konusu değil, yarışmalar söz konusu değil. Bu
konuda daha evrensel bakılmasının doğru olduğunu düşünüyorum.
Kimin malı kimden
kaçırılıyor? Bu ülkenin malını hep birlikte muhafaza etmekteyiz, daha evrensel
olması için de dokuları çok ciddî noktada gözden geçirmekteyiz.
Türkçemizi doğru
kullanalım, güzel Türkçemizi daha özgün kullanalım, daha anlaşılır kullanalım.
Türk insanının ciddî noktada anlayabileceği, onların beyinlerinde, gelecekteki
nesillerimizin bizleri iyi anlayabileceği, anabileceği nitelikte daha evrensel
imajları ortaya koyalım; yani, düne kadar siyasallaşmayan kurumları, bugün AK
Parti İktidarı mı siyasallaştırıyor; yoksa, bizden önceki dönemlerde çok daha
fazla mı siyasallaşmıştı; bunu, ciddî noktada araştırdığımız zaman görürüz.
Daha önceki oturumlarda konuştuğumuz şeyleri tekrar etmemek için, açıkçası, bu
kadarla yetiniyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Garip,
mikrofonunuzu açacağım, lütfen, teşekkürle konuşmanızı tamamlar mısınız.
Buyurun.
RECEP GARİP (Devamla) -
Sayın Başkanım, müsaade ederseniz devam etmek istiyorum; ama, bitirmeye gayret
edeceğim.
BAŞKAN - Mikrofon
otomatik kesildiğinde konuşmanızı uzatmayacağım, ona göre devam edebilirsiniz.
Buyurun.
RECEP GARİP (Devamla) -
Toplumsal uzlaşma yerine, ayrışmayı vurgulamaktan vazgeçmeliyiz, Anadolu
yüreğini inciten ifadelerden vazgeçmeliyiz; muhalefet etmenin de mutlak surette
bir ayrıcalık olduğunu, mutlaka çok ciddî bir ödev yaptığını, görev yaptığını
bilerek ifadelerimizi düzeltmeliyiz ve şöyle bir ifadeyle, mantıksızlık içinde
mantıksız ifadeler kullanmaktan vazgeçmeliyiz.
Bu duygularla,
siyasallaşmanın ötesinde, çok ciddî kalkınmanın, projelendirmenin, uluslararası
nitelik arz edebilecek bilim yuvasının daha evrensel olması noktasında
gayretler içerisinde olduğumuzu belirtiyor, hepinize sevgiler, saygılar
sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Garip.
Şahsı adına Tokat
Milletvekili Sayın Resul Tosun; buyurun.
RESUL TOSUN (Tokat) -
Teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; sadece siyaset yapmak uğruna birtakım kavramları birbirine
karıştırıp konuşma yaptığımızı zannetmek…
BAŞKAN - Sayın Tosun,
istirham edeyim, çok yoğun çalışmalarımız var, lütfen, herhangi bir sataşmaya
sebebiyet vermeyelim.
Buyurun.
V. HAŞİM ORAL (Denizli) -
Sayın Başkan, önce bir selamlasın Sayın Tosun.
RESUL TOSUN (Devamla) -
Bazı kavramları birbirine karıştırarak siyaset yapıyor olduğumuzu zannetmek son
derece yanlıştır değerli arkadaşlar. Akademik özgürlük ile idarî özerkliği
birbirine karıştırıp, Başbakanın atadığı herhangi bir bilim adamına, âdeta
sokaktan getirilmiş bir kömürcü gibi, hamal gibi bir misyon yükleyerek burada
konuşma yapmak son derece yanlış ve şık olmayan bir şeydir değerli arkadaşlar.
Değerli arkadaşlar,
Başbakanın atayacağı insan makine tamircisi mi olacak yahut da sokaktan
topladığı bir hamalı mı götürecek; onun da oraya atayacağı insan bir bilim
adamı olacak, Türkiye Cumhuriyeti üniversitelerinde titrini almış, unvanını
almış bir bilim adamı olacaktır.
V. HAŞİM ORAL (Denizli)-
Sistemden bahsediyoruz, sistemden!..
RESUL TOSUN (Devamla)-
Değerli arkadaşlar, sistemden bahsediyoruz; idarî özerklik başka bir şeydir,
akademik özgürlük başka bir şeydir.
Bakınız, Avrupa'nın
birçok ülkesinde üniversiteler bile doğrudan doğruya Millî Eğitim Bakanına
bağlıdır; ama, o üniversitedeki profesörler, araştırmacılar, doktorlar,
doçentler bireysel olarak sonuna kadar akademik özgürlüğe sahiptir, her türlü
bilimsel araştırmayı yaparlar. Üniversitenin bakanlığa bağlı olması oradaki
bilimsel özgürlüğe kesinlikle engel değildir. Dolayısıyla, başbakanın atayacağı
bir bilim adamının orada siyaset yapması değil, aynen Batı'da olduğu gibi,
özgürce akademik özgürlüğünü kullanması demektir.
Burada, kanun iade
edilirken serdedilen gerekçelere bakarak, bizi bilimselliğe karşı içimizde kin
ve husumet var diye itham eden arkadaşlar son derece yanlış düşünüyorlar.
Çünkü, bu Sayın Cumhurbaşkanımızdan önceki iki Cumhurbaşkanımız siyasî kimliği
olan cumhurbaşkanlarıydı; bunlar, Anayasa Mahkemesi Başkanı atadı, bunlar, YÖK
başkanları atadı. Bunlar, siyasallaştırdı mı üniversiteyi?! Siyasallaştırdı mı
Anayasa Mahkemesini?!. Bu nasıl mantıktır allahaşkına?!
Değerli arkadaşlar,
lütfen, akademik özgürlük ile idarî özerkliği birbirine karıştırmayınız. Biz,
burada, millet adına yasa yapıyoruz. Yargı, millet adına hüküm veriyor.
Üniversite, millet adına bilim yapıyor. TÜBİTAK, millet adına araştırma yapıyor
ve millet, iradesini Mecliste sergiliyor; devleti yönetsin diye seçtiği
hükümete veriyor o yetkiyi. Başbakan TÜBİTAK'ın başkanını atayabilir ve o da
akademik özgürlüğünü kullanarak, orada, gerekli bilimsel araştırmaları, incelemeleri
yapabilir.
Değerli arkadaşlar, bir
de, bizim kişisel kimliklerimize bakarak, genellikle CHP'li sözcüler, buraya
sık sık çıkıp, en son bir arkadaşımızın yaptığı gibi "siz, ılımlı İslamı
getirmeye çalışıyorsunuz" gibi bir tavır içine giriyorlar ve bu, hem
onların iddia ettikleri sosyal demokrasi anlayışıyla bağdaşmıyor hem akılla
bağdaşmıyor hem mantıkla bağdaşmıyor hem de bir tezgâha geldiklerinin farkında
değiller.
V. HAŞİM ORAL (Denizli) -
Estağfurullah…
RESUL TOSUN (Devamla) -
Çünkü "ılımlı İslam", "radikal İslam", "light
İslam", "İslamî terörizm" gibi ibareler, deyimler, 1990'dan
sonra, Müslümanları birbirine düşürmek, Müslümanları ve İslamı karalamak için
kullanılan, dışarıdan ithal edilmiş, Türkiye'ye ve diğer İslam ülkelerine ithal
edilmiş deyimlerdir. İslam, İslamdır; bunun ne ılımlısı vardır ne başka bir
şeyi. Eğer, bize, siz, hangi İslama sahip çıkıyorsunuz derseniz, ben, size
cevap vereyim.
Değerli arkadaşlar, 20
nci Asırda, dünyada…
BAŞKAN - Sayın Tosun,
maddeyle ilgili konuşur musunuz, istirham ediyorum.
V. HAŞİM ORAL (Denizli) -
Faydalanıyoruz kendisinden!
GÜROL ERGİN (Muğla) -
Olsun olsun, izliyoruz; yakışıyor kendisine!
MUSTAFA GAZALCI (Denizli)
- Bir şey söylemedi maddeyle ilgili.
RESUL TOSUN (Devamla) -
20 nci Asırda, dünyada, iki tane büyük tefsir yazılmıştır.
BAŞKAN - Sayın Tosun,
şimdi, cevap veriyorsunuz da, başka mecralara kayabilir; vakti verimli
kullanalım diye söylüyorum.
RESUL TOSUN (Devamla) -
Sayın Başkan, adam "ılımlı İslam" diye bize hakaret ederken
susturmadınız; benim verdiğim cevaba müdahale etmeyin lütfen.
GÜROL ERGİN (Muğla) -
"Adam" sözünü geri alsın, ayıptır!
RESUL TOSUN (Devamla) -
Evet, lütfen, sözümü bitireyim; öğreneceksiniz.
Değerli arkadaşlar, 20
nci Yüzyılda, iki tane büyük…
BAŞKAN - Sayın Tosun…
Sayın Tosun…
GÜROL ERGİN (Muğla) -
"Adam" sözünü geri alsın.
RESUL TOSUN (Devamla) -
Buyurun Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Sehven
ağzınızdan bir kelime çıktı galiba. Sayın Gazalcı'nın söylediği cümleyi
kastettiniz. Sayın Gazalcı'nın ifadesi olarak düzeltirseniz; yani, o
"adam" kelimesi yerine şık olur, herhangi bir sataşma olmamış olur.
Buyurun.
GÜROL ERGİN (Muğla) - Biz
de çok şeyleri niteleyecek sözcük buluruz, biz daha güzel niteleriz.
RESUL TOSUN (Devamla) -
Yanlışlıkla ağzımdan çıkmışsa, özür dilerim.
Değerli arkadaşlarım,
şimdi…
İki üç dakika verin Sayın
Başkan, aradaki müdahalelerle.
BAŞKAN - Sayın Tosun,
lütfen, konuşmanızı tamamlar mısınız. İstirham edeyim, lütfen, konuşmanızı
tamamlayın.
Buyurun.
RESUL TOSUN (Devamla) -
Değerli arkadaşlar, 20 nci Yüzyılda, iki tane büyük tefsir yazılmıştır. Biri,
Mısır'da yazılmıştır; Arapça olduğu için, bütün dünyada meşhur olmuştur. Biri
de Türkiye'de yazılmıştır ve bu tefsiri yazdıran, bizzat Reisicumhur Gazi
Mustafa Kemal Atatürk'tür.
V. HAŞİM ORAL (Denizli) -
Doğru.
RESUL TOSUN (Devamla) -
Elmalılı Hamdi Yazır'a "Hak Dini Kur'an Dili" isimli bir tefsir
yazdırmıştır.
V. HAŞİM ORAL (Denizli) -
Doğru.
RESUL TOSUN (Devamla) -
Daha sonra "Tecridi Sarih Muhtasarı" diye, hadis kitaplarının şerhini
yaptıran iki tane önemli kitap yazdırmıştır.
V. HAŞİM ORAL (Denizli) -
Doğru.
RESUL TOSUN (Devamla) -
Bu tefsir, 20 nci Yüzyılın en büyük tefsiridir. Eğer, bize, hangi İslama sahip
çıkıyorsunuz derseniz, okumanızı tavsiye ederim, Atatürk'ün yazdırdığı
"Hak Dini Kur'an Dili"ndeki İslama sahip çıkıyoruz biz. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
Ama, şunu söyleyeyim:
Siz, bu deyiminizle ve bu söyleminizle, o İslama da karşısınız...
GÜROL ERGİN (Muğla) -
Terbiyeli ol! Bu nasıl konuşma yahu!
BAŞKAN - Sayın Tosun…
RESUL TOSUN (Devamla) -
...çünkü, siz, Atatürkçülüğü de istismar ediyorsunuz.
Saygılar sunuyorum.(AK
Parti sıralarından alkışlar)
GÜROL ERGİN (Muğla) -
Nasıl izin verirsiniz...
İslama karşı olan sensin!
ALİ TOPUZ (İstanbul) -
Sözünü geri alsın!
V. HAŞİM ORAL (Denizli) -
Sözünü geri al!
GÜROL ERGİN (Muğla) -
Sözünü geri alsın! Nasıl söylersin?! Nasıl söylersin?!
Sayın Başkan, sözünü geri
alsın.
BAŞKAN - Saygıdeğer
milletvekilleri…(CHP sıralarından gürültüler)
GÜROL ERGİN (Muğla) - Kim
İslama karşı?! Kim İslama karşı?! Senin gibiler karşı, senin sülalen karşı!
ALİ TOPUZ (İstanbul) -
Sözünü geri alsın!
(CHP sıralarından bir
grup milletvekili AK Parti sıralarına yürüdü)
BAŞKAN - Sayın Topuz…
V. HAŞİM ORAL (Denizli) -
Ne demek İslama karşı ya?! Ne demek?!
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, birleşime 5 dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 18.34
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati :18.49
BAŞKAN: Başkanvekili
Nevzat PAKDİL
KATİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Ahmet KÜÇÜK
(Çanakkale)
BAŞKAN - Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 121 inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
918 sıra sayılı Kanunun
görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
3.- 4.5.2005 tarihli ve 5344 Sayılı Türkiye Bilimsel ve
Teknik Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun ve Anayasanın 89 uncu ve 104 üncü Maddeleri Gereğince Bir Daha Görüşülmek
Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor
Komisyonu Raporu (1/1032) (S. Sayısı: 918) (Devam)
BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet
yerinde.
MUSTAFA GAZALCI (Denizli)
- Sayın Başkan... Sayın Başkan...
ALİ TOPUZ (İstanbul) -
Sayın Başkan bir açıklama yapacağım.
BAŞKAN - Tamam Sayın
Başkanım, dileğinizi dikkate alacağım.
4 üncü madde üzerindeki
görüşmelerde kalmıştık.
Sayın Topuz, bir açıklama
yapacaksınız, buyurun.
SONER AKSOY(Kütahya) -
Buraya hücumu da açıklayın.
ALİ TOPUZ (İstanbul)
- Efendim?
SONER AKSOY (Kütahya) -
Buraya yapılan hücumu da açıklayın.
ALİ TOPUZ (İstanbul) -
Evet.
BAŞKAN - Sayın Topuz,
buyurun efendim.
ALİ TOPUZ (İstanbul) -
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; biraz önce, Türkiye Büyük Millet Meclisi
Genel Kurulunda konuşma yapan bir Adalet ve Kalkınma Partili milletvekili
arkadaşımız, konuşmasının sonunda Cumhuriyet Halk Partisi Grubuna dönerek
"siz İslama karşısınız" biçiminde…
RESUL TOSUN (Tokat) - Ben
öyle bir şey demedim Sayın Topuz…
BAŞKAN - Lütfen
arkadaşlar…
Buyurun Sayın Topuz.
RESUL TOSUN (Tokat) -
…Atatürk'ün yazdırdığı İslama karşısınız dedim.
BAŞKAN - Sayın Tosun,
lütfen müdahale etmeyelim.
Buyurun Sayın Topuz.
ALİ TOPUZ (Devamla) - Siz
ne kadar müdahale ederseniz edin, ben sinirlenmeyeceğim, burada
söyleyeceklerimi söyleyeceğim.
BAŞKAN - Sayın Topuz,
istirham ediyorum…
Buyurun efendim,
açıklamanızı yapınız.
ALİ TOPUZ (Devamla) -
Bizi rencide eden, gerçeklerle de hiç uyuşmayan çok yanlış bir suçlamada
bulundu.
Değerli milletvekilleri,
nüfusumuzun yüzde 99'u, belki daha fazlası İslam Dinini benimsemiş insanlardır.
Türkiye'de yaşayan Müslümanlar, Türkiye'de yaşayan insanlar, Türk vatandaşları,
bütün dünyaya örnek olacak bir şekilde çok önemli bir sentezi
gerçekleştirmişlerdir, toplum olarak Müslümanlığı benimsemişlerdir; ama,
yönetim biçimi olarak demokrasiyi benimseyerek, demokrasi ile Müslüman bir
toplumun çağdaş bir devlet oluşturabileceğini ve bunu, bütün dünyaya örnek
olarak gösterebileceğini kanıtlamıştır.
Türk modelinden
bahsedilirken asıl kastedilen konu, Türkiye'nin, nüfusu Müslüman olmasına
rağmen, Batılı demokratik ülkelerden geri kalmayacak kadar cumhuriyete, özgürlüklere,
demokrasiye, çağdaşlığa ve gelişmeye açık bir toplum olmasındandır. Türkiye
Cumhuriyetiyle ilgili olarak öne sürülen en önemli değerlendirme kriteri budur.
Son zamanlarda,
Türkiye'yle ilgili olarak dış kaynaklı bazı tanımlamalar yapılmıştır; sadece
Türkiye'yle ilgili değil, Ortadoğu'yla ilgili de yapılmıştır. "Büyük
Ortadoğu Projesi" adı altında, Amerika Birleşik Devletlerinin öncülüğünde
iddia olarak ortaya konulan proje, bir anlamda, bir bölümüyle de, İslam
ülkelerinin ılımlı İslam modeli çerçevesinde örgütlenmelerini öngörmektedir. Bu
ılımlı İslam iddiası, modeli, kavramı, bu şekilde ortaya çıkmıştır ve Washington'da
hem Amerika Birleşik Devletleri yöneticilerinin hem Türkiye'nin
yöneticilerinin, Sayın Başbakanın katıldığı toplantılarda da bunlar Başbakana
da ifade edilmiştir ve Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesinde de Türkiye'nin
önemli roller üstlenmesi gerektiği ifade edilmiştir. Bütün bunlar,
yabancıların, Türkiye'yi, ılımlı bir İslam devleti olarak tanımlamaya
çalışmalarından kaynaklanmaktadır.
İslamın ılımlısı,
ılımsızı var mıdır yok mudur; bu tartışma ayrı bir tartışmadır. İslam bir
inançtır. Özü itibariyle, İslam olan insanlar arasında bir farklılık yoktur;
ama, İslamı kullanarak, İslamı yanında tutarak, hiçbirimizin kabul edemeyeceği
çok büyük olumsuzluklar da yaşanmıştır. Bazı tarikatların, bazı din motifli
örgütlenmelerin, İslamı kullanarak, İslama sığınarak, İslamcıymış gibi
görünerek, İslamın özüyle bağdaşmayan çok yanlış işler yaptığını da hep beraber
gördük, bunlara tanıklık ettik. Mahkemelere intikal etti bunlar. Domuz
sapanıyla insanları İslam adına yargılayıp diri diri toprağa gömenler çıktı bu
memlekette.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
ALİ TOPUZ (Devamla) -
Müsaade eder misiniz efendim.
BAŞKAN - Sayın Topuz,
konuşmanızı tamamlayınız.
ALİ TOPUZ (Devamla) -
Bütün bunlar İslamı kullanmak amacıyla yapıldı.
Değerli arkadaşlarım,
şimdi, biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, Müslüman toplumla demokrasiyi ve
cumhuriyeti yaşatmaya karar vermiş, onun başlangıcında görev almış, onu
yaşatmaya devam eden bir siyasî parti olarak Türkiye'nin önündeyiz -kendi
adımıza söylüyorum- ama, bütün bunlara rağmen, İslamı kullananlar vardır
ülkemizde; İslamı kullananlar vardır ülkemizde, İslamdan geçinenler vardır.
Daha bir süre önce, hep beraber, yurt dışında insanlarımızın dinî duygularını
da istismar ederek paralarını toplayıp, onları dolandırıp Türkiye'ye gelenler
hakkında bir araştırma komisyonu kurduk. İslamdan geçinenler vardır, İslamı
ticarî amaçla kullananlar vardır, İslamı siyasete alet edenler vardır. Bu
söylediklerimi yapanlara destek olanlar, onları koruyanlar, onları savunanlar
vardır. Türkiye Büyük Millet Meclisinin önünde şunu ifade ediyorum: Bunların
tümü şerefsizdir, alçaktır! (CHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
Ama, bu şerefsizlerden ve alçaklardan bir tanesi Cumhuriyet Halk Partisinin
içinde yoktur, yoktur.
ALİ YÜKSEL KAVUŞTU
(Çorum) - Nerede var?!
ALİ TOPUZ (Devamla) -
Türkiye'de vardır. Nerede var olduğunu arayalım, bulalım.
İZZET ÇETİN (Kocaeli) -
Sizin içinizde var.
ABDULBAKİ TÜRKOĞLU
(Elazığ) - Ne biçim konuşuyorsun lan sen!
(AK Parti ve CHP
sıralarından ayağa kalkmalar; gürültüler)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri… Sayın milletvekilleri…
Sayın Türkoğlu…
Sayın Topuz, konuşmanızı
tamamlar mısınız. İstirham edeyim; lütfen... (CHP sıralarından "Bu
şartlarda nasıl tamamlayacak" sesleri)
Arkadaşlar, lütfen…
ALİ TOPUZ (Devamla) -
Bize karşı kızgınlığın, bize karşı mücadelenin, bize karşı suçlamaların
temelinde yatan nedenlerden bir tanesi de, İslamı kullananlara, onu
kullanmamalarını sağlayacak dayatmalarla önlerine çıkmış olmamızdır. İslamı…(AK
Parti sıralarından "Siz niye kullanıyorsunuz" sesleri)
ABDULBAKİ TÜRKOĞLU
(Elazığ) - Sus lan!
ALİ TOPUZ (Devamla) -
Otur yerine terbiyesiz! Sen kim oluyorsun bana böyle konuşmaya!
BAŞKAN - Sayın Topuz…
Sayın Topuz, lütfen…
ALİ TOPUZ (Devamla) -
Sayın Başkan, kimdir bu adam?! Lütfen kendisini cezalandırır mısınız. Bana
hakaret ediyor orada. (Gürültüler)
BAŞKAN - Sayın Topuz…
Saygıdeğer arkadaşlarım…
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) -
İzzet Çetin'i duydunuz mu?
BAŞKAN - Sayın Öksüz,
lütfen…
ALİ TOPUZ (Devamla) - Ben
bu kürsünün masuniyeti içerisinde konuşuyorum; kimse bana burada müdahale
edemez!
BAŞKAN - Sayın Topuz…
Sayın Topuz…
ALİ TOPUZ (Devamla) -
İçinizdekilerin pek çoğundan daha çok kendi dinini bilen ve gereklerini yapan
bir insan olarak, bize yapılan sataşmaların hepsini onu yapanlara iade ediyorum
ve bu insanlar bu şekilde devam ettikleri sürece, sonuna kadar da İslamı
kullananlara karşı mücadele edeceğimizi de herkesin bilmesini istiyorum.
BAŞKAN - Sayın Topuz,
teşekkür ederim.
ALİ TOPUZ (Devamla) -
Teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Saygıdeğer
milletvekili arkadaşlarım…
MUSTAFA ÜNALDI (Konya) -
Bütün istismarcılar kahrolsun!
BAŞKAN - Sayın Ünaldı…
Sayın Topuz, lütfen…
(AK Parti ve CHP
sıralarından ayağa kalkmalar, itişmeler)
AHMET YENİ (Samsun) - Geç
yerine be, geç yerine!..
BAŞKAN - Sayın Yeni…
Sayın Topuz… Evet…
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, ayaktaki arkadaşlarım lütfen oturur musunuz? (AK Parti
sıralarından "Devam Sayın Başkan, devam" sesleri, gürültüler)
Saygıdeğer arkadaşlarım,
konuşmasını yapmak üzere AK Parti Grup Başkanvekili Sayın Faruk
Çelik'e…(Gürültüler)
Sayın milletvekilleri,
birleşime 5 dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati:18.59
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 19.07
BAŞKAN: Başkanvekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur) , Ahmet KÜÇÜK
(Çanakkale)
BAŞKAN- Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 121 inci Birleşiminin Üçüncü
Oturumunu açıyorum.
918 sıra sayılı Kanunun
görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.
VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
3.- 4.5.2005 tarihli ve 5344 Sayılı Türkiye Bilimsel ve
Teknik Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun ve Anayasanın 89 uncu ve 104 üncü Maddeleri Gereğince Bir Daha Görüşülmek
Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor
Komisyonu Raporu (1/1032) (S. Sayısı: 918) (Devam)
BAŞKAN - Komisyon ve
Hükümet?.. Yerinde.
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, ayakta olan arkadaşlarım, lütfen, yerlerine otururlarsa…
Saygıdeğer arkadaşlarım,
iktidar ve muhalefetin farklı görüşlerde olması gayet doğaldır; ama, burada
birbirimize isnat edeceğimiz cümleler ve kelimelerle ilgili olarak çok duyarlı
hareket etmek mecburiyetinde olduğumuz da hepinizin malumudur.
Öncelikle, grup
başkanvekili arkadaşlarımdan istirham ediyorum; görüşmelerin sükûnetle devamı
noktasında birbirimize yardımcı olmamız gerekmektedir. Burada konuşan
arkadaşlarımızın, zaman zaman kastı aşan veya istemedikleri kelimeler
ağızlarından çıkmaktadır. Biraz önce -ben, bu kelimeleri tekrar etmek
istemiyorum- konuşan milletvekili arkadaşlarımızdan aynı şekilde kelimeler
çıktı. Bunlar gayri ihtiyarî olarak da çıkabilmektedir. Bizim görevimiz, yasama
organı üyeleri olarak, Meclisin çalışmasını temin etmektir. Meclisin
çalışmalarını şu veya bu şekilde geciktirmek veya engellemek gibi bir görevimiz
ve sorumluluğumuz yoktur. Buradaki iktidara ve muhalefete mensup bütün
milletvekili arkadaşlarımızın öncelikli görevi, milletin bize verdiği görev,
Meclis çalışmalarını, olduğunca, İçtüzük hükümleri gereğince çalıştırmaktır,
yerine getirmektir. Burada hem Meclis Başkanlık Divanına hem de grup
başkanvekili arkadaşlarımıza, öncelikle, büyük sorumluluklar düşmektedir ve
bizler, hepimiz, bu sorumluluğun bilincinde olduğumuzun idrakindeyiz.
O bakımdan, şu ana kadar
yapılmış olan görüşmeler içerisinde sert tartışmalar olabilir; ama, bunlar,
hiçbir zaman başka bir şekle, sözlü hareketlerin dışına kesinlikle
taşmamalıdır. Bunu bütün arkadaşlarımdan istirham ediyorum. Demokrasi bir
tahammül rejimidir. Yapılan konuşmalarda herhangi bir hakaret unsuru yoksa,
birbirimize tahammül etmek mecburiyetindeyiz. Çünkü, bütün arkadaşlarımız,
farklı siyasî parti gruplarına mensuplardır ve buraya, milletin önüne farklı
programlarla çıkmışlardır ve o şekilde bir oy istemişlerdir ve milletimiz de
onları seçmiştir. O bakımdan, burada kendi kişisel veya grup adına
düşüncelerimizi, görüşlerimizi gayet güzel bir şekilde açıklarız; ama,
nihayetinde, Meclis Genel Kurulu nasıl bir karar verirse bu çalışmalarda, ona
rıza gösteririz; sonrasında da, bu çalışmaların dışında yasal prosedürler
vardır, o prosedürler de yerine
getirilir, o hakları da gruplar kullanabilirler veya milletvekili
arkadaşlarımız kullanabilirler.
Biraz önce, bir önceki
konuşma nedeniyle, bazı ifadelerdeki sataşma nedeniyle, Cumhuriyet Halk
Partisinin Grup Başkanvekili Sayın Ali Topuz'a söz vermiştim; şimdi, aynı
şekilde, görüşlerini açıklamak üzere AK Parti Grup Başkanvekili Sayın Faruk
Çelik'e söz vereceğim ve Sayın Çelik'ten de istirhamım, herhangi bir sataşmaya
sebebiyet vermeyecek şekilde ve yerlerinde bu konuşmaları dinleyen ve izleyen
milletvekili arkadaşlarımdan da, en ufacık hareketlerin, el kol hareketlerinin
nasıl bir gerginliğe sebebiyet verdiğini görerek, gayet kendilerine yakışır bir
düzen içerisinde konuşmaları dinlemelerini tavsiye ediyorum ve Genel Kurulumuza
arz ediyorum.
Sayın Çelik, buyurun
efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)
FARUK ÇELİK (Bursa) -
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla
selamlıyorum. TÜBİTAK Yasasını görüşürken, arzulamadığımız sahneleri birlikte
yaşadık ve bundan duyduğumuz üzüntüyü belirterek sözlerime başlamak istiyorum.
Değerli arkadaşlar,
insanlık tarihinde birçok olumsuz olaylar ve yaşanmış olumsuz sahneler vardır.
Aynı şekilde devletlerin de geçmişlerinde, çeşitli, arzulanmayan olaylar ve
sahneler yaşanmış ve gerçekleşmiştir. Aslolan, sorumluluğu üstlenmiş olan
insanların, yönetimlerin veya aklıselimin görevi, bu olumsuzlukları, güne,
bugüne, yarına taşımak değil, bunları nasıl tamir ederim diye, nasıl bunları
örtbas ederim, nasıl hafızalardan çıkarırım ve yeni nesillere bu olumsuzlukları
nasıl taşımayız diye bir çaba içerisinde olması önem arz etmektedir, toplumsal
barışa ve huzura nasıl katkı sağlarız diye düşünmesi ve buna göre davranması
önem arz etmektedir. Hele hele, konu, din gibi hassas bir konu olunca, mezhep
gibi hassas bir konu olunca, bu konularda, herkesin değil, belki de kendisini
bu konuda çok yetkili gören, bu konuda
birikimi olan insanların çıkıp bu konuda söz söylemeleri en doğru olanıdır. Bu
konuda rasgele yapılacak, kullanılacak ifadeler, yalnız bir iki kişi değil,
şahısları değil, toplumsal olaylara gebe olduğunu, acı bir şekilde, yine,
tarihimizde görme imkânımız vardır. Dolayısıyla, iki gündür, üç gündür, hatta
bu hafta boyunca, maalesef, burada, bu gerginliklerin belki de temelini oluşturan
bazı ifadeler, hiç de o konularla ilgili ehliyetli olmayan insanlar tarafından
kullanıldı ve gerçekten, bazı anlarda gerilimlere doğru grupların gittiğini, bu
üç dört gün içerisinde yaşadık, gördük.
Şimdi, bir kere,
milletimiz bizleri seçmiş, 550 milletvekilini bu yüce çatının altına göndermiş.
Şunda hiç kimsenin şüphesi olmasın ki, Türkiye, Türk insanı, ne dininden vazgeçecek ne laikliğinden ne
demokrasisinden; vazgeçmeyecektir. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Bu, bizim, ana
ilkelerimiz, ana düsturlarımızdır. Bu konularda, sanki ufacık bir şüphe varmış
gibi -ister din açısından ister laiklik açısından ister demokrasi açısından
bakalım- sanki az da olsa bir şüphe varmış gibi bir düşünceye kapılmayı, ben,
çok anlamsız ve yersiz buluyorum. Böyle
bir anlayış, bu çatı altında, hiçbir arkadaşımızda mevcut değil. Bunu, bütün
samimiyetimle ifade ediyorum; çünkü, bahsettiğimiz bu önemli ve hassas
kavramları kaybettiğiniz zaman
bulacağınız bir şey yok; bunları yitirdiğiniz zaman, bunlar zedelendiği zaman,
bunlar örselendiği zaman, elde edeceğiniz veya tamir edeceğiniz başka bir
unsuru onun yerine ikame etme şansına sahip değilsiniz. Onun için, hassas
konulardır ve o hassasiyet içerisinde ele alınması, değerlendirilmesi gereken
konulardır diye ifade ediyorum.
Şu konuyu da üzerine basa
basa söylemek istiyorum: İslam ve İslam Dini, az önce Ali Beyin de ifade ettiği
gibi, yüzde 99'u veya yüzde 99'undan fazlası Müslüman olan bir ülkenin
milletvekilleri olarak, İslam kimsenin inhisarında değildir, kimsenin inhisarında
olamaz. Böyle bir şey, böyle bir yakıştırma, bence, İslama yapılabilecek en
büyük bühtandır.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Çelik,
lütfen, konuşmanızı tamamlar mısınız.
FARUK ÇELİK (Devamla) -
Ama, bir şeyi daha unutmayalım: Nerelerde yazıldığını çizildiğini bilmediğimiz
veya bilinen ve kaynağı bilinen yerlerde yazılıp çizilen ve İslama yüklenmek
istenen olumsuzluklar veya olumsuzlukları İslama yükleme hakkına da kimse sahip
değildir. Bunu da net bir şekilde bilmemizde fayda var diye ifade ediyorum.
Ve son olarak şunu ifade
ediyorum: Az önce burada konuşan değerli arkadaşımız, maksadını aşan, ben de
inanıyorum, hiç arzu etmediği; ama, "ılımlı İslam" diye, üç gün
boyunca, gerçekten, burada, hepimizi rencide eden de sahneler yaşandı, ifadeler
kullanıldı; belki, o birikimlerin de etkisiyle, maksadı aşan veya Cumhuriyet
Halk Partisi dine karşıymış gibi bir anlam yüklenen cümleler, gerçekten
hepimizi üzmüştür. Bunu, bütün açıkkalpliliğimle ifade ediyorum. (CHP sıralarından
alkışlar) Maksadın bu olmadığına inanıyorum. Cumhuriyet Halk Partisini,
Türkiye'nin, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan beri var olan bir siyasî
hareketi -ki, az önce Resul Bey burada net bir şekilde ifade ettiler, o
başlangıç sürecinde İslama, Kur'an'a yapılan hizmetleri örnekleriyle verdiler-
bu hizmetleri yapan bir siyasî hareketi, tabiî ki böyle bir sıfatla tavsif
etmek hiçbirimizin haddine değildir.
Şunu da ifade ediyorum;
din istismarı üzerinden birileri siyaset yapıyorsa, şunu herkes bilsin ki,
öncelikle, o anlayış sahipleri, karşılarında AK Parti kadrosunu bulacaklardır,
AK Parti Grubunu bulacaklardır. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Ben, bundan dolayı,
Cumhuriyet Halk Partisi sözcülerinden istirham ediyorum; ikide bir, klasik
anlamda ezberlenen bazı cümleleri burada tekrar ederek, böyle bir büyük Grubu
rencide etme hakkı da, takdir edersiniz ki, sizde değildir.
Bu bize neyi getiriyor:
Hepimizin daha ölçülü, daha dengeli ve hassas konularda işi ehline bırakarak
buradaki yasama faaliyetlerini yürütmemizin çok daha doğru ve isabetli bir yol
olduğu düşüncesiyle, bundan sonraki çalışmalarda başarılar diliyorum, hepinize
saygılar sunuyorum efendim. (Alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Çelik,
teşekkür ediyorum.
Bundan sonra yapacağımız
çalışmalarımızda bütün arkadaşlarımıza başarılar diliyorum.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Malatya) - Sayın Başkan, sinkaf edenler özür dilesin. (AK Parti sıralarından
gürültüler)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, 4 üncü madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştı.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler…
MUSTAFA ÖZYURT (Bursa) -
Sayın Başkan, söz talebim vardı.
BAŞKAN - Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
MUSTAFA ÖZYURT (Bursa) -
Sayın Başkanım, kişisel söz talebim vardı.
BAŞKAN - Sayın Özyurt,
şahsı adına iki kişi konuştuğu için size söz veremedim, başta da belirtmiştim;
inşallah başka bir defasında.
9 uncu maddeyi
okutuyorum:
MADDE 9.- 278 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici maddeler
eklenmiştir.
GEÇİCİ MADDE 4.- Bilim
Kurulu üyeleri ve Başkanın görevleri bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte
kendiliğinden sona erer. Ancak bunlar, yeni Bilim Kurulu üyeleri göreve
başlayıncaya kadar görevlerine devam ederler.
Bu Kanunun yayımı
tarihinden itibaren onbeş gün içinde Yükseköğretim Kurulu Genel Kurulu ve
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği 4 üncü maddenin birinci fıkrasına göre
belirleyecekleri üyeleri seçerek Başbakana sunar. Bu süre içinde ilgili
kurumlarca gerekli teklifin yapılmaması halinde Başbakan bunların kontenjanları
için öngörülen şartları taşıyanlar arasından doğrudan Bilim Kurulu üyeliklerine
atama yapar.
Bilim Kurulunun ilk
toplantısına en yaşlı üyesi başkanlık eder.
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, 9 uncu maddeye bağlı geçici 4 üncü madde üzerinde, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Berhan Şimşek; şahısları adına,
Ordu Milletvekili Cemal Uysal, Adana Milletvekili Recep Garip, Denizli
Milletvekili Ümmet Kandoğan, İstanbul Milletvekili Berhan Şimşek ve Konya
Milletvekili Remzi Çetin söz istemişlerdir.
Sayın Berhan Şimşek,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına; buyurun efendim.
Sayın Şimşek, süreniz 10
dakika; eğer, konuşma talep eden diğer arkadaşlar konuşmazsa, size, şahsınız
adına ayrıca söz vereceğim; ama, şu anda, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
konuşuyorsunuz.
BERHAN ŞİMŞEK (İstanbul)
- Sayın Başkanım, affedersiniz, sıralamada yok mu?..
BAŞKAN - Konuşmacılar
var; 10 dakikalık grup adına konuşmanızı veriyorum; sizin talebiniz daha sonra;
şahıslar adına konuşmazsa arkadaşlar, size tekrar dönüp söz vereceğim efendim.
SALİH KAPUSUZ (Ankara) -
Konuşacaklar var Sayın Başkan.
BERHAN ŞİMŞEK (İstanbul)
- Bizim partiden başka kimse yok Sayın Başkan.
BAŞKAN - Sıra gelirse…
Şu anda, 10 dakikalık
konuşma yapacaksınız; buyurun.
CHP GRUBU ADINA BERHAN
ŞİMŞEK (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz
TÜBİTAK kanununun geçici 4 üncü maddesi üzerinde Grubum adına söz almış
bulunuyorum; Yüce Meclisi saygıyla selamlarım.
Demokrasi sayıdan ibaret
değildir, çoğunluktan ibaret görmek de yanlıştır. Sayıyla demokrasi olmaz değerli
arkadaşlar.
BAŞKAN - Sayın Şimşek,
sürenizi ilave edeceğim size.
Arkadaşlar, ayakta
bulunan milletvekili arkadaşlarımız, lütfen yerlerinize oturur musunuz,
istirham ediyorum. Hatibin konuşmasını da dinleyelim, uğultu var salonda.
Saygıdeğer arkadaşlarım,
ayakta bulunan milletvekili arkadaşlarım, lütfen yerlerinize oturur musunuz,
istirham ediyorum.
Sayın Şimşek, buyurun.
BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) -
Teşekkür ederim.
Kanun teklifinin
hazırlayıcılarından değerli arkadaşım Reha Denemeç, katıldığı televizyon
programlarında ve bu teklifin Genel Kurulda ve komisyonda görüşülmesi
esnasında, TÜBİTAK'taki kapalı sistemden yakındı ve açık bir sistem önerdiklerini,
Bilim Kurulunu demokratikleştirmek istediklerini ifade etti. Bu açıklık,
Başbakanın müdahalelerine açık olma anlamına geliyor sanırım ki! Güya, kapalı
sistem terk ediliyor; ama, sistem Başbakana açılıyor! Başbakanın, istediğini
Bilim Kurulu üyesi… Sonra da, bunun adı açık sistem ve demokratikleşme oluyor!
Türkiye'nin,
bilim-teknoloji alanında ciddî bir atılımı gerçekleştirmesi gerekiyor, bu
doğru. Bilim ve teknolojide sıçrama yapmanın koşulu, Bilim Kurulu üyelerinin
çoğunluğunu, acaba, Başbakanın ataması mı oluyor?!
Ülkemizde kurumların
yönetimine ilişkin sorunların temelinde, liyakat ilkesine dayanmayan atamalar
yatmaktadır; bunu hepimiz biliyoruz. Bütün dünya en iyi bilim adamlarını
TÜBİTAK gibi kurumların yönetimlerine getirirken, hükümet, iki yıldan beri,
Bilim Kuruluna kendisine bağımlı üyeler atamak için Meclisin zamanını ve
gündemini işgal ederken, atadığı değerli bilim adamı arkadaşlarımıza çok yazık
ediliyor.
Biraz önce, dokunulmazlık
konusunda görüşlerini arkadaşlarım açıkladı. Dokunulmazlık dosyalarını sürekli
gündeme getirdiği için CHP'yi suçladılar. Oysa, Sayın Milletvekilinin,
katıldığı televizyon programında, dokunulmazlıkları kaldıracağına dair söz
veren Sayın Başbakanımızı suçlaması gerekir. Sayın Milletvekilinin, Bilim
Kuruluna kendisine yakın bilim adamlarını atamak için Genel Kurulu 4 defa aynı
kanunla meşgul eden, sanırım ki, kendi parti yöneticilerini suçlaması gerekir.
Bakın, burada,
birbirimizin ayağına basa basa, tatile çıkmadan yasaları çıkarmaya çalışıyoruz.
Bu yasa 4 kez bu Genel Kurula geldi; yani, zamana, harcanan emeklere yazık
değil mi arkadaşlar?! Bir inatla bu çalışmayı, böyle olacaktır, diye devam
ettiriyoruz.
Değerli arkadaşlarım,
burada temel soru, bilim ve devrimin hızıyla sürdürdüğü bilişim çağını nasıl
yakalayacağız olmalıdır, kendimize göre yapılanmamız değil. TÜBİTAK Bilim
Kurulunda daha önce görev yapan bilim insanlarımızı suçlayarak onlara yazık
ediyoruz. Bu ülkede bilim insanları kolay yetişmiyor.
Bakınız, değerli
arkadaşlarım, TÜBİTAK bugüne kadar Türkiye'nin en seçkin kurumları arasında yer
aldı; bilim üreten, akıl yükselten, teknoloji getiren, KOBİ'lere, sanayi
kuruluşlarına teşvik veren bir kuruluş. Özellikle yayımladığı kitap ve
dergilerde, ülkemizde fen bilimine olan ilginin yükselmesine katkı sağlamış. 2
200 kişi çalışmış; bunların 1 500'ü araştırma görevlisi. 127 000 000 dolar
akademik, endüstriyel anlamda ar-ge teşviki veren bir kuruluştur; bu yeni başlamadı,
payı, yüzde 14'lerden yüzde 40'lara çıkarmıştır.
Değerli arkadaşlarım, bu
arkadaşların çalışmalarını yok sayıp, kendimize göre bir yapılanma yapma
haksızlığını dayatırsak, 4 de görüşülür, 5 de görüşülür, Anayasa Mahkemesinden
döner yine gelir, 5 inci kez burada yine bunları konuşuruz.
Bakın değerli arkadaşlar,
İstanbul Teknik Üniversitesi eski Rektörü ve Avrupa Üniversiteler Birliği
Yönetim Kurulu Üyesi Gülsüm Sağlamer, TÜBİTAK Yasasına ilişkin yaptığı
değerlendirmede, "Avrupa'da bilim ve teknolojiyle ilgili kurulların
belirlenmesi sürecinde siyasî otoritenin yeri yoktur, başbakanlar, bakanlar
yoktur. Adaylar, kimsenin iki dudağı arasında değildir. Süreç, doğruyu arama,
gelişmeyi garantileme sürecidir. Yoksa, sonuçlarını düşünmeden, ülkeye neye mal
olacağı hesaplanmadan, bilimsel kurullara adam yerleştirme süreci
değildir" demiş ve özerk olmayan bir TÜBİTAK'ın AB'ye aday bir Türkiye'ye
yakışmayacağını söylüyor. Biz de, bunu AB'ye ve Türkiye'ye yakıştırmaya
çalışıyoruz. Bilim insanlarının bu değerlendirmelerini görmezden gelerek
bilimsel ilerlemeyi savunmak, hayaldir değerli arkadaşlarım.
AKP, Türkiye'de, âdeta,
hepimiz de biliyoruz ki, bir Başbakanlık sistemi getirmek istemektedir. Tek
adamın bütün kurumlara hâkim olduğu ülkelerin demokratik ülkeler olarak
değerlendirilemeyeceğini sizler de biliyorsunuz. Başkanlık sisteminin temelinde
bile denge ve denetim varken, bu hükümet, maalesef, âdeta dengeyi ve denetimi
kendisi için istemektedir.
Değerli arkadaşlarım, bu
yasanın Genel Kurulda aynen kabul edilmesi durumunda -biraz önce de ifade
ettiğim gibi, görünen köy kılavuz istemez- bu, mutlaka Anayasa Mahkemesinden
dönecek ve maalesef, 5 inci kez, burada, bu yasayı görüşeceğiz.
Değerli arkadaşlarım, 21
Hazirandaki Millî Güvenlik Kurulu toplantısından sonra yapılan açıklamada,
bilim ve teknolojinin, ülkenin güçlenmesi ve halkın yaşam kalitesi açısından
önemine değinilerek, ulusal bilim ve teknoloji stratejisinin yaşama geçirilmesi
sürecinde, tüm kurum ve kuruluşların eşgüdüm içerisinde etkin çalışmasının
gerekliliğinin vurgulandığı kamuoyuna açıklanmıştır.
Millî Güvenlik Kurulunun
o toplantısında bulunan ve bu açıklamanın altına imza atan sayın hükümet
üyelerinin, o attığı imzaların gereğini, sanırım ki burada yerine getirmeleri
gerekir.
Değerli arkadaşlarım,
açıklamada, kurum ve kuruluşların eşgüdümünden bahsediliyor. Bu kanunla yapılan
ise, kurum ve kuruluşlar arasındaki eşgüdümü, maalesef ortadan kaldırmaktır.
Değerli arkadaşlarım,
biraz önce ifade edildi, değerli grup başkanvekillerimizin ağızlarına sağlık,
dile getirdiler; bu ülkede, minarede ezanı, direkte bayrağı ve vatan dediğimiz
toprağı, dedelerimizle beraber Cumhuriyet Halk Partisi ve Mustafa Kemal
Atatürk, devrimleriyle korumuş, muhafaza etmiş, buraya kadar getirmiştir. Bu
değerleri kimsenin yok sayma hakkı, sözü ve anlayışı olamaz; fakat, biraz önce
-değerli, sevgili dostumdur, arkadaşımdır- Resul Tosun arkadaşım, Sayın
Gazalcı'ya bu lafı edeceğine, Colin Powel'a bu lafı etmesi gerek. Ilımlı İslam,
numaralı İslam anlayışını bu ülkede…
BAŞKAN - Sayın Şimşek,
lütfen, mümkün olduğunca şahısların isimlerinden falan bahsetmeyelim.
BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) -
Toparlıyorum… Toparlıyorum.
Yok, ben kimseyle
-dostlar bilir- vicdana ve insana politika yapmak adına değil...
…İslam'ı
numaralandıranlar, Colin Powel'lardır; İslam demokrasisinden, İslam
cumhuriyetinden bahsedenler onlardır. Bizim derdimiz, inancımızla, inancımızı
numaralandırmak isteyenlere karşı çıkmak ve onların yanında olmaktır. Onların
yanında İslamı numaralanmak isteyenlerin, reddedenlerin yanında olmaktır. Bunu
yapabilmek önemlidir. Yoksa, ABD vizesini almak için bir zamanlar
"şeytan" dediğimiz İsrail'den vize alıp ABD'ye giderek bu ülkeye
sahip çıkamayız.
Yüce Meclisi saygıyla,
sevgiyle selamlıyorum efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Şimşek.
Şahsı adına, Ordu
Milletvekili Cemal Uysal?.. Yok.
Sayın Recep Garip...
Buyurun.
RECEP GARİP (Adana) -
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; daha sakin anlayışlarla yola
devam etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bu arada, İslam Dini, evrenseldir ve
bütün insanları kardeş kılmak için gönderilmiştir; ülkemizin birlik ve
beraberliğini sağlayan en önemli unsurlardandır.
Siyaseti tanımlarlarken
şöyle bir tanım yapmıştım: "Değişmesi gerekenleri, kendimiz değişmeden,
geleneklerimize, inançlarımıza, medeniyet anlayışımıza, coğrafya bakışımıza
hiçbir şekilde zarar vermeden değiştirme sanatıdır" diye. A'dan Z'ye her
alana müdahale eden siyaset, elbette ki, bütünüyle hayatımıza hâkim olmaktadır.
Ülkemizin, her zamankinden daha fazla, gelişen yüzyılda birlik ve beraberlik
içerisinde olmaya, toplumun ve milletin refahı için büyük bir özveriyle
çalışmaya ve büyük Türkiye idealini gerçekleştirmeye mutlak surette ihtiyacımız
var. TÜBİTAK'la ilgili yapmış olduğumuz bu düzenleme de bundan başka bir şey
değildir.
Ancak, Sayın Şimşek'in
biraz önceki ifadesini de, sevgili dostumun, altını çizerek söylemek istiyorum,
Anayasa Mahkemesi adına karar verir gibi bir ifadeyle geriye döneceğini
söylemesini de, açıkçası, çok fazla doğru bulmuyorum.
Ancak, her türlü bilgi,
her türlü teknik o ulusun anlayışıyla şekillenerek kendisini ifade bulmaktadır.
Fıtratına, anlayışına, tarihine aykırı olan bilgiler dün yok olduğu gibi bugün
de yok olacak, gelecekte de yok olacak. Büyük bir coğrafyaya sahibiz, büyük bir
anlayışın insanlarıyız. Üzerinde durduğumuz konu, evrensel yarışı
hızlandıracak, ulusumuzun yüzünü ak edecek Bilim Kurulunun işleyişini
hızlandırmak, performansını artırmak içindir.
Elbette ki, insanların
farklı düşünmeleri, olaylara farklı bakmamız çok doğal; çünkü, bu bir
zenginliktir, bu anlamda, Türkiye'nin bütün renkleriyle kardeş olduğumuzu,
anlayışımızla birlikte ve beraberlikte yol aldığımızı, bu ülkenin dünya
devletleri arasındaki duruşunu daha yükseklere taşıyabilecek anlayışlarla
birlikte olduğumuzu belirtiyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Garip.
Şahsı adına, Denizli
Milletvekili Sayın Ümmet Kandoğan; buyurun.
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri saygıyla selamlıyorum.
Bu konuşmamda, Sayın
Cumhurbaşkanı tarafından geri gönderilme gerekçelerinden bazı alıntılar yapmak
istiyorum.
Meclisçe kabul edilen ve
yasalaşan kanun teklifinde Sayın Başbakanın 7 üyeyi atayacağı ve Başkanın Bilim
Kurulu üyeleri arasından seçilmesi halinde 1 kişi daha atama yetkisi olduğu ve
dolayısıyla, Sayın Başbakanın, 15 kişiden oluşan bir kurulun 8 üyesini doğrudan
seçmesi şeklinde bir uygulamanın, Bilim Kurulunun 8 kişiyle toplanıp ve 8
kişiyle karar alması karşısında, bunun, kamu yararına ve hizmet gereklerine
uygun düşmeyeceği ifadesi var Sayın Cumhurbaşkanının. Hatta, Sayın Başbakanın
bu atamaları yaptıktan sonra, herhangi bir nedenle boşalma olması durumunda ve
belirli süreler içerisinde atama yapılmadığı takdirde, Sayın Başbakanın bizzat
atama yapacağı hükmünün karar içerisinde yazılmış olmasından dolayı, Sayın
Cumhurbaşkanı, Sayın Başbakanda olması gereken vesayet yetkisinin çok daha
ileri safhalara taşındığını ve dolayısıyla, bu düzenlemelerle, idarî ve
bilimsel özerkliğin zedeleneceği hükmü Sayın Cumhurbaşkanının geri gönderme
gerekçeleri içerisinde yer almaktadır.
Yine, Sayın
Cumhurbaşkanının, bu şekildeki atamaların, Kurumun bilimsel özerkliğiyle
bağdaşmayacağı yolunda ifadeleri de bulunmaktadır.
Yine, Sayın
Cumhurbaşkanı, Bilim Kuruluna atananların görev güvencesi içerisinde
olmadıklarını ifade ediyor. Bunu nereden çıkarıyor; biliyorsunuz, en temel bir
hukuk kuralı, kanunlarda atamayla ilgili olarak açık hükümler bulunmasını emrediyor;
ancak, tersi bir uygulamanın, eğer, kanunda açık bir hüküm mevcut değilse,
atamadaki usule uygun olarak tersine işlemin tesis edeceği en basit temel hukuk
kuralıdır. Şimdi, Sayın Cumhurbaşkanı, bu şekilde atamaların karşılığı olarak,
eğer, bunların görevden alınmalarını gerektirecek olan bir hüküm söz konusu
olacak olursa, bunları, atamalardaki usule göre, Sayın Cumhurbaşkanının
görevden alacağını ileri sürerek, Bilim Kuruluna atananların bir görev
güvencesi içerisinde olmadıklarını ifade ediyor. O ifadelere ben de aynen
katılıyorum, bunların görevden alınmalarıyla ilgili olarak kanunda açıkça bir
hükmün yer almaması nedeniyle, atamalarındaki usule göre görevden alınmalarının
söz konusu olabileceğini ifade etmek istiyorum.
Yine, Sayın
Cumhurbaşkanı, bu şekildeki atamaların ulusal ve uluslararası saygınlığa,
çalışmaların ve yayımların yansızlığına gölge düşüreceğini ifade ederek,
Başbakana doğrudan ya da dolaylı tek başına atama yetkisi veren düzenlemenin kamu
yararı ve hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmadığını ifade ediyor.
Öyleyse, bugün, burada,
milletvekilleri olarak bizlerin, geri gönderme gerekçesinde açıkça yer alan bu
hükümler üzerinde tartışma yapmamız gerekiyor. Bu bahsedilen düşüncelere
katılıyor muyuz; katılmıyor muyuz; katılmıyorsak, hangi nedenlerle,
gerekçelerle katılmadığımızı, buradan, Meclis kürsüsünden açıkça ifade etmemiz
gerekiyor.
Yine, Sayın
Cumhurbaşkanı, son olarak, Başbakanlığın daha önce bağlı kuruluşuyken, ilgili
kuruluşu haline getirilen TÜBİTAK'ın, getirilen bu yasayla…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Kandoğan,
konuşmanızı tamamlayın lütfen.
Buyurun.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- …tam tersine bir uygulamanın söz konusu olduğunu ifade ediyor.
İlgili kuruluşların bağlı
kuruluşlara göre daha özerk bir statüye sahip olması gerekiyor. Bunu nereden
çıkarıyoruz; bakanlıkların kuruluş, görev ve esaslarını düzenleyen 27.9.1984
günlü, 3046 sayılı Yasa, ilgili kuruluşların bağlı kuruluşlara göre daha özerk
bir yapıya sahip olması gerektiğini ifade ediyor. Bu kanunun gerekçesinde de,
bilim ve teknolojinin bir devlet politikası olduğu ifade edilerek -ilgili
kuruluş olma özelliği çok açık bir şekilde vurgulanan TÜBİTAK'ın- son getirilen
düzenlemeyle de buna aykırı bir uygulama getirildiği ifade ediliyor.
Ben, sayın
konuşmacılardan, sayın milletvekillerinden, bu konularla ilgili, geri
göndermedeki bu eleştirilerle ilgili…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Kandoğan,
teşekkür ediyorum.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Ben de teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, geçici madde 4'ü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Geçici madde 5'i
okutuyorum:
GEÇİCİ MADDE 5.- Bilim
Kurulunun ilk oluşumundan sonraki ikinci yılın sonunda, bir defaya mahsus olmak
üzere, Başkan hariç ad çekme usulü ile ayrılacak yedi üyenin yerine, 4 üncü
maddeye göre üye seçilir.
BAŞKAN - Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Muğla Milletvekili Gürol Ergin; şahısları
adına, Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ, Ankara Milletvekili Recep Garip, Muğla
Milletvekili Gürol Ergin, Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan ve İstanbul
Milletvekili Ünal Kacır söz istemişlerdir.
Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına, Muğla Milletvekili Sayın Gürol Ergin; buyurun.
Süreniz 10 dakika.
Eğer diğer istekli olan
konuşmacılar konuşma yapmazlarsa, size, ayrıca şahsınız adına da söz vereceğim.
CHP GRUBU ADINA GÜROL
ERGİN (Muğla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Bilimsel ve
Teknik Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanunun 9 uncu maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve kendi adıma
söz almış bulunuyorum; sözlerime başlarken sizleri ve Yüce Ulusumu saygı ve
sevgiyle selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
bildiğiniz gibi, 4.5.2005 tarihinde kabul edilen ve bugün yeniden görüştüğümüz
yasa, Sayın Cumhurbaşkanı tarafından, TÜBİTAK'ın bilimsel özerkliği yanında,
kamu yararı ve hukuk devleti ilkesiyle de bağdaşmadığı gerekçesiyle Türkiye
Büyük Millet Meclisine geri gönderilmişti. Şimdi, görüyoruz ki, Millî Eğitim,
Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonundaki Adalet ve Kalkınma Partili sayın
milletvekilleri, Cumhurbaşkanının uyarılarına itibar etmeyerek, yasanın kabul
edilen şeklinde direnmişlerdir. Biz bu tavrı doğru bulmuyoruz.
Adalet ve Kalkınma
Partisi Hükümeti iktidara geldiğinden beri, Türkiye'de bilim kurumlarını etkisi
altına alma konusunda elinden gelen her türlü çabayı gösteriyor. Biliyorsunuz,
uzun süre, Yükseköğretim Kanunu, YÖK ve üniversiteler, gündemin baş sırasına
oturtuldu. Yükseköğretim Kuruluna ve üniversitelere müdahale edebilmek ve
iktidarın güdümünde bir üniversite yaratabilmek için ciddî çabalar harcandı;
ama, gerek Cumhuriyet Halk Partisinin haklı ve etkin muhalefeti ve gerekse
üniversitelerimizin ve duyarlı bilim çevrelerinin etkin ve yoğun çabaları
sonucu, iktidar, bu olumsuz girişiminde başarılı olamadı.
Son zamanlarda, yapay
gerekçeler kullanılarak, birkısım üniversitelerin manevî baskı altına alınması
girişimleri de ilgili kamuoyunun dikkatinden kaçmıyor.
İktidar, aynı haksız
çabayı, TÜBİTAK için gösterme inadını sürdürüyor. TÜBİTAK Yasasıyla getirilen
düzenlemelerin hiçbir haklı gerekçesi yoktur; getirilen düzenlemenin gerekçede
belirtilenleri yerine getirmeyle ilgili hiçbir bağlantısı yoktur. Gerekçe,
TÜBİTAK'ın bugüne kadar yaptığı çalışmalarla beklenen gelişmeleri sağlayamadığı
temeline oturmaktadır. Eğer bu gerekçeyle TÜBİTAK yönetimi değiştirilecekse,
aynı gerekçeyle, bugünkü hükümetin çoktan değişmesi gerekirdi; çünkü, hükümet,
halkın hiçbir beklentisini karşılayamamış, halkı üç yıl öncekinden daha da
perişan etmiştir.
Biliyorsunuz, iktidarın
Kurum üzerinde etkinlik kurma çabaları, ilk olarak, Kurumun süresi dolan
Başkanının ve Bilim Kurulu üyelerinin yeniden atanması sürecinde ortaya konmuş,
iktidar, bu çabalarıyla, TÜBİTAK'ta de facto bir durum yaratmıştır.
Bu konuda yaşanan
olayları özetle açıklamak istiyorum. 278 sayılı Kanunun 498 sayılı Kanun
Hükmünde Kararnameyle Değişik 5 inci maddesinin ikinci fıkrasına göre, Kurum
Başkanının söz konusu fıkrada dile getirilen nitelikleri taşıyanlar arasından
Bilim Kurulunca seçilmesi ve Başbakanın önerisi üzerine Cumhurbaşkanınca
atanması gerekmektedir.
Aynı yolla, 30 Mayıs 2003
tarihinde süresi dolacak olan Sayın Prof. Dr. Namık Kemal Pak, Bilim Kurulu
tarafından 1 Şubat 2003 tarihinde oybirliğiyle yeniden Başkanlığa seçilmiş ve
bu karar 6 Mayıs 2003 tarihinde Başbakanlığa bildirilmiş; ancak, Başbakan, bu
bildirimden sonra atama için Cumhurbaşkanına atama için herhangi bir öneride
bulunmamıştır. Başlamış olan bir idarî sürecin, hukuken geçerli bir neden
olmadan durdurulması mümkün ve hukukî değilken, bu süreç, Başbakanın
Cumhurbaşkanına öneride bulunmaması nedeniyle durdurulmuştur. TÜBİTAK'ı
istediği şekle sokma amacını bu hukuksuz tutumuyla da tam gerçekleştiremediği
anlayışında olan iktidar, TÜBİTAK üzerinde istediği gibi bir etkinlik kurma
çabalarına, süresi biten Bilim Kurulu üyelerinin yerine seçilen yeni üyeleri
atamayarak devam etmiştir. Seçilen üyeler onaylanmak üzere Başbakanlığa
bildirilmiş; ancak, Başbakan, 30 Ekim 2003 tarihli yazısıyla, toplantının
Başkan Yardımcısının başkanlığında yapıldığını, Başkan Yardımcısının, Kurul
üyesi olmaması nedeniyle toplantıya başkanlık edemeyeceğini; bu nedenle,
toplantıda karar yetersayısı olmadığını, Başkanlık ile Bilim Kurulu
üyeliklerine seçimin, Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulmuş olan yasa
tasarısı yasalaştığında, bu yasa hükümleri doğrultusunda yapılacağını
bildirmiştir. Bahsedilen yasa tasarısı 12.11.2003 tarihinde Türkiye Büyük
Millet Meclisinde kabul edilerek kanunlaşmış; ancak, Anayasaya ve hukukun genel
ilkelerine aykırılığı nedeniyle Cumhurbaşkanı tarafından iade edilmiş, Anayasa
Mahkemesi tarafından da Anayasaya aykırı bulunarak yürürlüğü durdurulmuştur.
Bir hukuk devletinde hiç
kimsenin, keyfî bir biçimde, başlamış olan bir idarî işlem sürecini durdurmaya
hakkı yoktur, olmamalıdır. Sadece yargı organları bir hukuka aykırılık olduğu
zaman süreci, kararlarıyla keserler; ama, burada Başbakanlık, süreci, sanki
yargı organıymış gibi kesmiştir. Başbakanın ortaya çıkardığı bu sorun, yasada
seçime ilişkin yöntemin bir kerelik değiştirilmesi ve Başbakanın boşalan Kurul
üyeleri için bu üyeleri doğrudan seçme ve göreve atama, Başkan için ise
Cumhurbaşkanına isim önerme yetkisiyle donatılması suretiyle çözülmeye
çalışılmıştır. Burada bir kamu yararı söz konusu değildir. Burada gözetilen
yarar, sadece, iktidarın kafasındaki siyasî yarardır. Hiç kimsenin, Türkiye
Cumhuriyetinde, devlet erkini, kendisinin ya da mensubu olduğu siyasî yapının
siyasal, öznel çıkarları için kullanma hakkı yoktur. Bütün devlet işlemlerinin
yönelmesi gereken son amaç, kamu yararı olmalıdır. Bu yaşanan olaylar dizisinde
bir kamu yararı olmadığı açıkça ortadadır.
Şimdi, bugünkü duruma
gelelim. Sayın Cumhurbaşkanı tarafından ciddî gerekçelerle Türkiye Büyük Millet
Meclisine bir kez daha görüşülmek üzere gönderilen ve ilgili komisyonda
yasadaki şekli aynen korunan düzenlemeler, Kurumun özerkliğini ortadan kaldıracak
son derece tehlikeli düzenlemelerdir. Halbuki, bilim kurullarının özerkliğinin
korunması, özenle dikkat edilmesi gereken, öncelikle gerçekleştirilmesi gereken
bir husustur.
Bütün bu düzenlemeler,
Adalet ve Kalkınma Partisi İktidarının, hukuk devleti ilkesini gözardı etmeye
ne kadar hevesli olduğunu, bu ilkeyi gerçekleştirme konusunda ne kadar özensiz
bulunduğunu, kadrosuzlaşma konusunda ne kadar istekli olduğunu gözler önüne
sermektedir. Bu özensizliğin, TÜBİTAK gibi çok önemli bir bilim kurumuyla ilgili
bir düzenleme yapılırken gösterilmesi, bizi, ayrıca ve özellikle üzen bir
husustur. Gözümüz gibi sakınmamız gereken bir kurum olan TÜBİTAK, bugün tamamen
siyasallaştırılıp bilimsellik dışına çıkarılmaktadır.
Siyasallaştırılmaktadır;
çünkü, Bilim Kurulunun 14 üyesinin 7'sini Başbakan doğrudan atamakta, diğer 7
üyenin seçiminde de Başbakana dolaylı yoldan etkinlik tanınmaktadır.
Bilimsellik dışına
çıkılmaktadır; çünkü, Bilim Kurulu için Yükseköğretim Kuruluna, yalnızca 1 üye
önerme hakkı tanınırken, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğine 2 üye önerme
hakkı tanınmakta, 300 000'in üzerinde mühendis ve yüksek mühendisi barındıran
Türk Mimar ve Mühendis Odaları Birliğine hiç üye önerme hakkı tanınmamaktadır.
Ayrıca, görüştüğümüz 9 uncu maddeyle getirilen geçici 4 üncü maddeye göre, YÖK
Genel Kurulu, yasanın yayımlanmasını izleyen 15 gün içerisinde aday
belirleyemezse, YÖK'e ayrılan 1 üyelik kontenjanı da yine Başbakan
kullanacaktır. Böylece, Başbakanın doğrudan atayacağı sayı 8'e çıkmaktadır ki,
8 üye çoğunluk demektir. Böylece, Başbakanın Kurumun üzerindeki vesayet yetkisi,
kendisine sunulan seçimi onaylamaktan ileriye giderek, yasada öngörülen koşulun
oluşması durumunda, bu atamayı doğrudan yapacak biçimde genişlemektedir.
Bakınız, yasanın Bilim
Kurulunun oluşumuna ilişkin 4 üncü maddesinin gerekçesinde ne söyleniyor:
"278 sayılı Kanunun 4 üncü maddesine göre, Bilim Kurulunun boşalan
üyeliklerinin seçimi, yine Bilim Kurulu tarafından yapılmaktadır. Ancak, bu yöntem,
zaman içinde kapalı bir döngüye yol açmakta, Bilim Kurulu ve Kurumun
etkinliklerinin dar bir çevre içinde kalmasına neden olabilmektedir."
Gerekçeye dikkatinizi
çekmek istiyorum: Bilim Kuruluna yeni üye seçimine bilime uygun bulmayarak
Bilim Kuruluna bırakmayan zihniyet, bu yetkiyi, siyasal bir kimlik olan
Başbakana veriyor. Böylece de bilimselliği sağlamış oluyor! Bu anlayışa bravo
demekten başka bir şey gelmiyor elimden!
Sayın Bakan, yasanın ilk
görüşmelerinde, bugüne kadar yaşanan gelişmeyi yeterli görmediklerini, bilimde
çok daha ileri gelişmeler için bu yasa değişikliğini yapmak istediklerini
söyledi. Ne kadar boş bir hayal! Ne kadar gerçekçilikten uzak bir yaklaşım!
TÜBİTAK Bilim Kurulunun, bilim insanlarının önerileri doğrultusunda değil de,
doğrudan Başbakan tarafından atanmasıyla birden bir sihirli değnek ortaya
çıkacak ve Türkiye'ye bilimde çağlar atlatacak!.. Bilime bilimdışı yaklaşım
ancak bu kadar olurdu.
Sayın milletvekilleri, bu
yasa, Kurumun özerkliğine son veren, Başbakana bağlı bir kurum yaratan,
bilimsel bir kuruluşu siyasallaştıran bir yasadır. Bu yasa, TÜBİTAK'ı bitiren,
bilimi sırtını dönen, bilimi katleden bir yasadır. Sayın Bakan "bırakın
da, Başbakanın seçme hakkı olsun, kurulun tamamı…"
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Ergin, 1
dakikalık sürenizi başlatıyorum; lütfen, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun efendim.
GÜROL ERGİN (Devamla) -
Efendim, eğer, kişisel söz hakkım gelirse, tamamlayacağım, yalnız bir iki
cümleyle sözlerimi tamamlıyorum.
Şimdi, burada,
Milletvekili Bay Tosun, bizim için kem sözler sarf etti. O sözleri kendisine
aynen ve misliyle iade ediyorum.
ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) -
Aferin!..
GÜROL ERGİN (Devamla) -
Ayrıca, Sayın Recep Garip de, Sayın Berhan Şimşek'in konuşması üzerine
"Anayasa Mahkemesi adına mı konuşuyorsunuz" dedi; hayır, biz,
haklılık, doğruluk, dürüstlük adına ve görünen köyün kılavuz istemediği
düşüncesiyle bunları konuşuyoruz.
Sözlerimi şu cümleyle
tamamlıyorum: Yine de ve her şeye karşın, Sayın Başkan, Adalet ve Kalkınma
Partisi olarak bilimden söz ettiği için Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna
teşekkür ediyor, mutlu olduğumu söylüyorum.
Büyük bir bilim yuvasının
içerisine düşürülmek istendiği durumun hüznü içerisinde, sizi, sayın
milletvekillerini ve Yüce Türk Ulusunu, tekrar, saygıyla selamlıyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Ergin.
Şahsı adına, Yozgat
Milletvekili Sayın Bekir Bozdağ; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 918 sıra sayılı Kanunun 9 uncu madde kapsamında
yer alan geçici madde 5 üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum; bu
vesileyle Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Geçici madde 5 Anayasaya
uygun bir düzenlemedir; hayırlı olmasını diliyor, hepinize, tekrar, saygılar
sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Garip,
buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
RECEP GARİP (Adana) -
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; bu konuda çok fazla söylenecek
bir şey yok, daha önceleri de söyledik; ancak, burada yapmak istediğimiz şey
bozulanı düzeltmektir, olumsuz olanı da olumluya çevirmektir. İstiyoruz ki,
uluslararası dahilerimiz, dünkü tarihimizde nasıl dehalarımız, dahilerimiz
dünya bilimine ilim öncülüğü yapmışlarsa bugün de onlar yetişsinler; Farabiler,
İbni Sinalar, İbni Haldunlar, Mevlanalar, Hacı Bektaş Veliler, Yunus Emreler
gibi bunlar da bugün ve yarınki yüzyıllara devam etsinler. Arzu ettiğimiz
budur.
"Kurulmuş saat
zembereği gibi dönüp durup aynı şeyleri söyleme yerine yeni şeyler söylemek
lazım" diyor şair. Biz yeni şeyler söylemeye devam ediyoruz.
Bu kanunun hayırlı
olacağını düşünüyor, saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Garip.
Geçici 5 inci maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Geçici madde 6'yı
okutuyorum:
GEÇİCİ MADDE 6.- Bu
Kanunun öngördüğü yönetmelikler çıkarılıncaya kadar mevcut yönetmelik ve
esasların bu Kanuna aykırı olmayan hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Antalya
Milletvekili Hüseyin Ekmekcioğlu, AK Parti Grubu adına, Ankara Milletvekili
Reha Denemeç; şahısları adına Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ, Adana
Milletvekili Recep Garip, Uşak Milletvekili Osman Coşkunoğlu ve İstanbul
Milletvekili Ünal Kacır söz istemişlerdir.
İlk konuşmacı, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına, Antalya Milletvekili Sayın Hüseyin Ekmekcioğlu.
Sayın Ekmekcioğlu,
buyurun.
Süreniz 10 dakika.
CHP GRUBU ADINA HÜSEYİN
EKMEKCİOĞLU (Antalya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın
Cumhurbaşkanı tarafından geri gönderilen Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma
Kurumu Kurulması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 9 uncu
maddesinin geçici 6 ncı maddesi üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
söz almış bulunmaktayım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
TÜBİTAK, 1963 yılında,
ülkede bilim ve teknoloji alanında araştırma, geliştirme çalışmalarını
desteklemek, geliştirmek, düzenlemek ve koordine etmek amacıyla kurulmuştur. Başlangıçta,
bilimi topluma yaymak ve özendirmek, bunun yanında, bilgi ve dokümantasyon
desteği sağlamak, görevleri arasındaydı. Zaman içinde büyüyen sorumluluklarıyla
birlikte, Kurumumuz da gelişmiştir. Ülkede bilim ve teknolojiyle ilgili her
kesimi ilgilendirecek şekilde büyümüştür. Bugün de, ülkenin, bilim ve
teknolojisinde saygın yeri olan bir kurum haline gelmiştir; ama, bu yasa
teklifiyle, bu anlayış gölgelenmek istemektedir.
TÜBİTAK'ın bir görevi de,
ülkemizin rekabet gücünü ve refahını artırmak ve sürekli kılmak için gösterilen
ulusal çabada ülkemizdeki gelişmeleri ve dünyada bilim ve teknoloji alanındaki
politikaları yakından izlemek ve değerlendirmektir. Çeşitli politika oluşturma
yöntemleriyle ilgili araştırmaları yaparak, ulusal bilim ve teknoloji
politikaları önerileri oluşturmakta ve mevcut politikaların
gerçekleştirilmesine yönelik araçları belirleme ve önerme çalışmalarını yürütmektedir.
TÜBİTAK, ulusal bilim ve
teknoloji politikalarını belirleyen en üst kuruluş olan Bilim ve Teknoloji
Yüksek Kurulunun sekreterya görevini de yapmaktadır.
Bir ülkenin bilim ve
teknoloji politikasının bir başka boyutu da, bilimsel araştırma ve teknoloji
geliştirme için öncelikli alanların belirlenmesidir. TÜBİTAK, Türkiye'nin
kaynaklarını ve ihtiyaçlarını bilen, bilim ve teknoloji alanında uluslararası
gelişmeleri izleyen merkezî bir kuruluş olarak bilimsel araştırma ve teknoloji
geliştirme için öncelikli alan önerilerini belirlemekte ve bunu, Bilim ve
Teknoloji Yüksek Kuruluna sunmaktadır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bu yasa teklifinde yapılan değişiklikler temel bir
gereksinimden değil, aksine, bu Kurumun özerkliğine son vermek, yargı
kararlarını uygulamamak ve Başbakana bağlı bir kurum yaratmak anlayışından
doğduğunu düşündüğümüzü o zaman da söylemiştik. Bu teklif, olduğu gibi kabul
edilirse, TÜBİTAK'ın özerkliği fiilen ortadan kaldırılacaktır.
2003 yılının sonlarına
doğru, süresi içinde atamalar yapılmayınca, kurum çalışmaz duruma sokulmuş,
sonra da bir kereye özgü atama yetkisi almak için yasa değişikliğine
gidilmiştir.
Daha önce de bu 1
maddelik yasa değişikliği önce Sayın Cumhurbaşkanı tarafında veto edilmiş,
sonra da Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir.
Değerli milletvekilleri,
siyasî kadrolaşma yoluyla bilimsel çalışma ortamının yok edilmesi ya da siyasal
amaçlara hizmet eden bir bilim anlayışı halkımızın çıkarlarıyla bağdaşamaz.
Kamu kurumlarındaki
kadrolaşmaları kaygıyla izlemekteyiz. Olması gereken, bilimin topluma
yayılarak, bilimsel düşüncenin egemen kılınmasıdır. Ülkenin gelişmesi ortak
amacımız ise, bu kadrolaşma düşüncesinden hemen vazgeçilmelidir.
Bu teklifte "Bilim
Kurulu 14 üye ile Başkandan oluşur" denilmektedir. Şu anda uygulanmakta
olan kanunda yapılan veya görev süresi biten üye yerine yeni Bilim Kurulu yeni
üye seçimini yapmaktadır. Ancak, bu teklifte, bu 14 üyenin 7'sini Başbakanın
seçmesi öngörülüyor. Bu, az önce anlattığım siyasî kadrolaşmanın bire bir
örneğidir. Bari, teknoloji ve bilimi bu işe karıştırmayalım, ülkenin
ilerlemesinin ve teknolojik olarak gelişmesinin önünü tıkamayalım.
Sayın Cumhurbaşkanı da,
geri gönderme tezkeresinde bunları açıkça beyan etmiştir; Bilim Kurulu
üyeliklerine ağırlıklı olarak siyasal organ tarafından atama yapılmasının,
Bilim Kurulunun ulusal ve uluslararası saygınlığına, çalışmalarının ve
yayımlarının yansızlığına gölge düşüreceği açıktır denilmiştir. Bu nedenle,
Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumununda bilim üyelikleri için
Başbakana doğrudan veya dolaylı olarak tek başına atama yetkisi veren düzenlemenin,
kamu yararı ve hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmayacağı açıkça belirtilmiştir.
TÜBİTAK Bilim Kurulu
üyeleri ile Başkanın görevi teklif yasalaştığında sona erecek, yapı
yenilenecek, YÖK ile TOBB onbeş gün içinde belirleyecekleri üyeleri Başbakana
sunmazsa, bu seçimi de Başbakan doğrudan yapacak. Yürürlükteki kanunda istifa
veya ölüm halinde boşalan üyeliklere atama yetkisi Kurulda olmasına karşın,
teklifte bu yetki Başbakana verilmektedir. Bunun da yanlış olduğunu ve bilimsel
yapının bozulabileceğini önceki konuşmalarımızda belirtmiştik; yine Sayın
Cumhurbaşkanının tezkeresinde de bundan açıkça söz edilmektedir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; TÜBİTAK Kanununun değişen dünyanın koşullarına göre
düzenlenmesi mutlaka gerekmektedir; ancak, bu düzenlemenin yapılması için,
başta bilim adamları olmak üzere, muhalefet partisi milletvekillerinin de
görüşlerinin alınması uygun olacaktır. Yoksa, kimseyi dinlemeden, yaptım, oldu
mantığıyla bu işin içinden çıkmak mümkün değildir.
Bu kanun teklifine
komisyon toplantısında katkı yapmaya çalıştık, çeşitli önergeler vererek
eksikleri belirtip orta bir yol bulmaya gayret gösterdik; fakat, bir sonuca
ulaşamadık. Daha sonra, Meclisteki görüşmelerde, bu teklifin, hukuk kurallarına
ve bilimselliğe aykırı olduğunu belirttik; bu haliyle yasalaşmasının büyük
sıkıntılar doğuracağını dile getirmeye çalıştık; bunun Sayın Cumhurbaşkanı
tarafından geri gönderileceğini defalarca söyledik. Bizleri o zaman da
dinlemediniz, şimdi de dinlemiyorsunuz; biz söylemekten usandık, siz yanlış
yapmaktan usanmadınız değerli arkadaşlar.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; TÜBİTAK kapalı bir düzenle çalışmaktadır. Özerkliğin doğal
sonucu olarak, Bilim Kurulu, kendi kendisini yeniler. Bu tip bilim
kuruluşlarında buna benzer yöntemler uygulanır. Bilim Kurulunun yarısı, dört
yılda bir yenilenir; bu, sürekliliği sağlamak için getirilmiş bir yöntemdir.
Yeni gelecek üyeleri Bilim Kurulu seçer ve Başbakanın onayıyla bu tazeleme
sağlanır. Böyle özerk bir kurumun üstünde politik baskı olması, misyonunu çok
derinden etkiler. TÜBİTAK, yasası gereği, özerk bir kamu kuruluşudur. Özerkliği
de, Bilim Kurulunun kendisini yenilemesi ve başkanını kendisinin seçmesidir.
Bugün, bu kuruma yapılan işlemler, hukuka, etiğe ciddî boyutta aykırıdır.
TÜBİTAK'a siyaset sokulmuştur, siyasî etki altına alınmıştır. Bilim ve
teknolojide devlet politikası üretecek kurumların özerk olması işin doğası
gereğidir; çünkü, özerk ve bağımsız kurum ve kuruluşlar, etki ve baskı altında
kalmadan, doğru politikalar üretebilirler. Bu nedenle, TÜBİTAK, kurulduğundan
beri, tüzelkişiliğe, maddî, idarî ve dolayısıyla, bilimsel özerkliğe sahip bir
kuruluştur. Siyasal etki ve karışmalardan uzak olduğu için görevini başarıyla
sürdürmüştür. Sayın Cumhurbaşkanımız da, bizim daha önce, bu kürsüde defalarca
söylediğimiz şeyleri, gerekçesinde açıkça ifade etmiştir. Yaşanan olaylar,
Türkiye'nin, eğitim, bilim ve teknoloji
sistemini yeniden yönlendirme çabalarının belli bir perdesidir. Bu olay, YÖK
Yasası, eğitim problemleri, meslek okulları konularıyla çok farklı şeyler
değildir; bunlar, bir bütün oluşturmaktadır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; ülkemiz, son zamanlarda, bilim ve teknoloji alanında büyük
atılımlar yapamamıştır. Bu, bir devlet politikası meselesidir. Atılımı
TÜBİTAK'tan bekleyemezsiniz. AKP'nin bu teklife bakışı ile bilim ve teknoloji
konusundaki bakışı arasında bir paralellik vardır. Türkiye'nin bilimsel
teknolojiye ulusal gelirden ayırdığı oran yüzde 0,6'dır, AB ortalaması bunun 3
katıdır, Amerika, Japonya, İsveç'te bunun 6 katıdır.
Burada yapmamız gereken
şey, bu uçurumu kapatmanın yollarını tartışmak olmalıydı; ancak, yapılan, nasıl
kadrolaşma yapılabilir mantığının bu teklife hâkim kılınmasıdır. Benim asıl
çekincem, bunun sonucunda, aydınlıktan korkan, klasik ve çağdışı bir
uygulamanın bu Kurumda görülebilme olasılığıdır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2003 yılının kasım ayında, TÜBİTAK Kanununda yapılan
değişiklikte sizleri uyarmıştık; o zaman da bizi dinlemediniz. Sonuçta ne oldu;
o tasarı, önce Sayın Cumhurbaşkanından döndü, daha sonra da Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi. Cumhuriyet
Halk Partisi, her yasa tasarısında ve teklifinde olduğu gibi, çekincelerini,
Anayasaya aykırılıklarını, bu yasada da ciddî olarak ortaya koymuştur…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın
Ekmekcioğlu, konuşmanızı tamamlar mısınız.
HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU
(Devamla) - …ama, maalesef, iktidar
partisi AKP, bu çekincelerimizi dikkate almamış, benim çoğunluğum var, her
istediğimi yaparım mantığıyla hareket etmiştir. Bunun ne kadar yanlış ve sakat
bir mantık olduğu, geri gönderme tezkeresiyle bir kez daha doğrulanmış oldu.
Cumhuriyet Halk Partisi yine haklı çıktı. Gelin, inat etmeyin, Sayın
Cumhurbaşkanının geri gönderme gerekçelerini dikkate alıp, yasayı yeniden
düzenleyelim, tekrar, yanlışa evet demeyelim. Bütün uyarılarımıza rağmen yasayı
aynen geçirirseniz, hata yapmış olursunuz. Bu hatayı da, kimseye
anlatamazsınız. Gelin, bu hatayı düzeltelim. Yanlıştan dönmenin de bir fazilet
olduğunu unutmayalım.
Cumhuriyet Halk Partisinin bu haklı
uyarılarını dikkate alacağınızı ümit eder, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlarım.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Ekmekcioğlu.
Madde üzerinde, AK Parti
Grubu adına, Ankara Milletvekili Reha Denemeç.
Sayın Denemeç, buyurun.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA REHA
DENEMEÇ (Ankara) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; TÜBİTAK Kanunuyla ilgili
son maddeye geldik, geçici madde. Cumhuriyet Halk Partisinden ve AK Parti
Grubundan birçok arkadaşımız görüşlerini belirtti. Birçok şey tekrar edildi,
ben bu tekrarlara kaçmak istemiyorum; ama, bir iki noktaya açıklık getirmek
istiyorum.
Birincisi, TÜBİTAK'ın,
Bilim Kurulunun atama metodu; bu kanunda en önemli değişiklik budur. Bunu niye
yaptığımızı izah ettik; fakat, bu, yanlış anlaşılacak bir şekilde ifade
ediliyor. Şöyle ki, sanki 14 üyenin 8'ini Başbakan atıyor ve tamamen kurumu
kendi inhisarı altına almış gibi görünüyor; bu gösterilmek isteniyor.
Şimdi, 4 üyeyi Sayın
Başbakan atıyor, doğrudur; 3'ü akademik çevrelerden, 1'i de sanayi çevresinden.
Bu adaylar bu kriterlere sahip olduğu müddetçe, Sayın Başbakan bunları 72 000
000'un içerisinden seçerek yapabilme hakkına sahip; fakat, 3 üyeyi nereden
seçiyor arkadaşlar -bakın, burada kafalar karıştırılmak isteniyor- 3 üyeyi
TÜBA'dan seçiyor, Türkiye Bilimler Akademisinden. Türkiye Bilimler Akademisinin
yapısını eğer bilmiyorsanız ben ifade edeyim, anlatayım size. Türkiye Bilimler
Akademisi 1993 yılında kurulmuştur, Sayın Erdal İnönü kurmuştur. İlk nüvesi,
aynen TÜBİTAK'ın yapısındaki gibi, atama şekliyle getirilmiştir ve TÜBA'nın
üyeleri, ancak kendileri aday göstermek şartıyla yeni üye kaydetmektedirler ve
TÜBA üyelerinin seçiminde siyasî bir kriter yoktur; ama, sizlerin ifadesiyle,
bir şekilde, TÜBA üyeleri sanki AK Partinin yandaşlarıymış gibi gösterilmek
isteniyor.
ENGİN ALTAY (Sinop) -
Öyle bir şey yapmıyoruz.
REHA DENEMEÇ (Devamla) -
Oraya geliyor; yani, sonuçta "8 üyeyi Başbakan seçer" denildiği
zaman, o şekle geliyor. Bunu, 70 000 000'un içerisinden seçmiyor, seçilmiş bir
sistem içerisinden, 80 üyenin içerisinden Sayın Başbakan seçiyor. 1'ini tıp
alanından, 1'ini fen alanından, 1'ini de sosyal bilimlerden; ki, bu bile
kafaları karıştırmak için -bazı kişiler sosyal bilimleri görünce- ilahiyatçı
atayacak diye Sayın Başbakana suçlamalarda bulundular. Evet, TÜBA'nın
içerisinde ilahiyatçı varsa, Başbakanın onu da atama yetkisi vardır; ama, böyle
bir şey yok; fakat, kafalar karıştırılsın diye bu yapılıyor.
Şimdi, arkadaşlar, bu 4
kişi, artı 3 de TÜBA'nın içerisinden seçilen aday... Eğer, siyasî iktidar
TÜBİTAK'ı etkisi altına alıyor deniliyorsa, bu, tamamen TÜBA'ya hakarettir.
1'ini YÖK seçiyor; 8 kişi, 2'sini de Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği atıyor.
10 kişi oturuyorlar; bu TÜBA'nın içerisinden seçilen 3 kişi de dahil olmak
üzere, asgarî 8 kişi ortak olmak üzere, aynı adaya evet demek şartıyla, 4 aday
seçiyorlar; 3'ü akademik çevrelerden, 1'i sanayiden. Bu 14 kişi, seçilmiş olan
bu 14 kişi, 1'ini Bilim Kurulu içerisinden, 1'ini de dışarıdan olmak üzere 2
aday seçiyor ve Sayın Başbakanın önüne koyuyor.
Evet, şu yapılıyor; o
Bilim Kurulunun seçtiği 2 adayı da sanki Başbakan seçiyormuş gibi gösterilmek
isteniyor, sanki TÜBA'yı da siyasî iktidar, AK Parti atadı, o oluşumu sağladı,
onun için kendi inhisarı altına almak istiyor gibi gösterilmek isteniyor.
Bunlar yanlış arkadaşlar.
Bakın, TÜBA gibi bir
bilimler akademisi içerisinden 3 kişi seçiliyor; eğer onların siyasî şeyi var
deniliyorsa, oraya bir hakaret olarak ben telakki ediyorum -ki, TÜBA üyeleri de
böyle telakki ederler- böyle bir yapı içerisinde oluşuyor TÜBİTAK'ın yapısı ve
buna "siyaseten vesayet artıyor" deniliyor.
Bakın, eski yapıda, 12
kişi atama yoluyla geliyordu, ona kimse bir şey demiyordu ve onlar birbirlerini
seçiyordu ve dünyada bunun bir örneği de yoktur başka yerde, böyle bir kapalı
sistemin; seçiyorsunuz, oraya koyuyorsunuz ve onlar kendilerini seçiyor; böyle
bir şey yoktur, bu değişiyor.
Şimdi, bu yapı, gerçekten
daha demokratik bir yapı, dünyada birçok örneklerini veriyorsunuz. Yanlış bilgi
veriyorlar herhalde.
MUSTAFA GAZALCI (Denizli)
- Cumhurbaşkanı da yanlış anlıyor o zaman.
REHA DENEMEÇ (Devamla) -
Finlandiya'da, evet, Başbakan seçmiyor; ama, Bakanlar Kurulu atıyor arkadaşlar.
Finlandiya örneği verildi diye söylüyorum.
Amerika Birleşik
Devletlerinde, bakın, National Science Foundation'ı Başkan atıyor; ama, Senato
onaylıyor; fakat, 5 milyar dolar harcatıyor. Çok büyük bir rakam; fakat, 100
milyar dolar harcayan başka fonlar var. Enerji Bakanlığı, Savunma Bakanlığı,
direkt Başkanın atadığı insanların atadığı kişiler bu araştırma geliştirme
paralarını dağıtıyorlar.
Şimdi, bizde böyle bir
yapı var. Arkadaşlar, 450 trilyonu getirdik. Sağ olsun, Cumhuriyet Halk
Partisinden arkadaşlarımız teşekkür ettiler. Doğru, ilk defa oluyor. Bunu
yapmamız lazım, başka da çaremiz yok; aradaki açığı kapatmak için yapmamız
lazım bunu.
Bir başka konu daha var,
kurumun özerkliğiyle ilgili. Atama yapısını sizlere anlattım. Evet, kurum
kilitlenmesin diye, yetki verilen YÖK veya Türkiye Odalar Birliği gibi
kurumlardan eğer zamanında aday gelmezse, Başbakanın seçme yetkisi var. Bu,
vesayeti artırıyor deniliyor; ama, aynı yetki YÖK'te de var; gönderilmediği
zaman Cumhurbaşkanı seçiyor. O zaman Cumhurbaşkanının vesayet yetkisi artmıyor
YÖK'ün üzerinde... Şimdi, burada bir çifte standart var, bunu iyi değerlendirmemiz
lazım.
Başka; atandığı şekilde
görevden alma yetkisi var deniliyor. Bu pek kullanılmaz; ama, YÖK için kullandı
Sayın Cumhurbaşkanı. Sayın Cumhurbaşkanının YÖK üzerindeki vesayeti mi arttı?
YÖK özerk değil mi? Karışabiliyor muyuz?
Şimdi, arkadaşlar, bazı
kavramları, lütfen, böyle, siyaseten kullanmayalım; yerinde kullanalım ve
doğruyu gösterelim, insanları yanıltmayalım. Onun için burada bunları izah
etmeye çalışıyoruz.
Şimdi, Berhan Bey, 21
Haziran 2005 tarihinde yapılan Millî Güvenlik Kurulu toplantısından bahsetti,
orada bilim ve teknolojiden söz edildiğini, ona hükümetin uyması gerektiğini
söyledi. Soruyorum, bugüne kadar yapılan Millî Güvenlik Kurulu toplantılarında
hiç bilim ve teknoloji gündeme gelmiş miydi? İlk defa geliyor. Bakın, ilk defa
geliyor. Bunu biz getirdik ve bilim ve teknoloji, gerçekten, bu ülkenin
güvenliği için çok önemli bir kavramdır. Onun için gündeme getirdik ve orada
çok başarıyla ifade edildi, değerlendirildi konular. Biz, bunları yapıyoruz, bu
değişimi sağlamaya çalışıyoruz Türkiye'de.
Başka; ar-ge için ayrılan
450 trilyon para... Bunun harcanması için metotlar bellidir arkadaşlar. Bunu,
kimse, yandaşlarına, şuna buna veya siyaseten istismar edecek şekilde kullandırma
durumunda değildir, mümkün değil bu. Kriterler çok net olarak… Bakın,
www.tubitak.gov.tr adresine girerseniz, o kriterlerin neler olduğunu çok
rahatlıkla görebilirsiniz, o projeleri kimlerin seçtiğini… 800'e yakın
profesörümüz, 64 üniversiteden seçilmiş profesörlerdir, onlardan oluşan
kurullar bu projeleri değerlendirmektedir ve uygun olanlara bu kaynak
aktarılmaktadır.
Baktığımız zaman,
rakamlar, gerçekten, eski ile bugünü kıyasladığımızda, büyük bir aşama
kaydettiğini gösteriyor TÜBİTAK'ın. 2003'te harcanan, projelere ayrılan para
ile 2004'teki birbirinden çok farklı. 2003'te gelen proje sayısı ile 2004'te
gelen proje sayısı… 5-6 katına çıkmış durumda; yani, sonuçta, baktığımızda,
üniversitelerimizde bir sıkıntı yok. Belki, bir iki tane ses şuradan buradan
gelmiş olabilir, çatlak ses; hiç önemli değil, üniversitelerimizden gelen proje
sayısı 6 katına çıkmıştır ve TÜBİTAK'ın bu projeleri destekleyecek parası
mevcuttur. İlk defa Türkiye Cumhuriyeti tarihinde böyle bir şey söz konusudur.
Bunu, niye böyle
yapıyoruz; bunu, şunun için yapıyoruz arkadaşlar: Bugün, kendimiz için
yapmıyoruz; çünkü, aldığımız bu tedbirler yarın öbür gün ülkeyi bir yere
götürecek değildir, Türkiye'nin geleceğini, beş on yıl sonrasını aslında kurtarmak
için yapıyoruz; yani, bir yerde, çocuklarımız, torunlarımız için yapıyoruz.
Aslında, keşke, bizden evvelkiler bunu düşünüp eskiden yapsalardı ve beş on yıl
sonra bizler iktidara geldiğimizde, daha rahat bir şekilde -ülkenin refahı daha
artmış- daha fazla ar-ge harcaması yapan, daha fazla teknoloji üreten bir
ülkeyi yönetir konumda olsaydık; ama, o konumda değiliz; fakat, biz, Türkiye'yi
o konuma getirme mecburiyetinde hissediyoruz
kendimizi, Türkiye'yi o konuma getireceğiz. İnşallah, beş sene sonra, on
sene sonra, iktidarda kim varsa -biz varsak biz, başkası varsa, siz varsanız
sizler- bizlere o zaman teşekkür edecek arkadaşlar.
İşin aslı budur. Kafalar
karıştırılmak istenmektedir. Burada, ben -siyaset değil- gerçekten, ne
yapılması gerektiğini ve neler yaptığımızı ifade etmek için bulunuyorum.
Hepinize çok teşekkür
ediyorum; inşallah, bu kanun ülkemize hayırlı ve uğurlu olur. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Denemeç.
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, saat 20.50'de toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.
Kapanma Saati: 20.18
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 20.53
BAŞKAN: Başkanvekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP ÜYELER: Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale), Bayram ÖZÇELİK
(Burdur)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 121 inci Birleşiminin
Dördüncü Oturumunu açıyorum.
918 sıra sayılı kanun
tasarısının görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.
VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
3.- 4.5.2005 tarihli ve 5344 Sayılı Türkiye Bilimsel ve
Teknik Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun ve Anayasanın 89 uncu ve 104 üncü Maddeleri Gereğince Bir Daha Görüşülmek
Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor
Komisyonu Raporu (1/1032) (S. Sayısı: 918) (Devam)
BAŞKAN - Komisyon ve
Hükümet yerinde.
Kanunun çerçeve 9 uncu
maddesiyle düzenlenen geçici 6 ncı maddesi üzerinde, şahsı adına, Adana
Milletvekili Sayın Recep Garip; buyurun efendim.
RECEP GARİP (Adana) -
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; TÜBİTAK'la ilgili bu maddede…
Kurumlarda devamlılık esastır. Bu nedenle, yönetmelikler çıkıncaya değin kanuna
aykırı olmayan hükümler aynen uygulanır. Zaten, doğru olan da budur.
Özellikle, biraz önce,
benden önce konuşan Reha Denemeç Bey, TÜBİTAK'la ilgili, çok ciddî, güzel bir
değerlendirme yaparak toparladı; kendisine teşekkürlerimi sunuyorum.
Burada, 1963 yılından bu
yana, TÜBİTAK'ın geçmişine şöyle bir dönüldüğü zaman, kırkiki yıllık geçmişini
bilenler, kurumun nasıl bir geçmişe sahip olduğunu, gerçekten, çok ciddî
noktada, iyi bilirler, nasıl siyasallaştırıldığını çok iyi bilirler. Aynı
soyada sahip olan dört insanın, iki insanın, başkan ve eşinin de birlikte
çalıştığı kurumları, bugün, siyasallaştırmaktan çok daha soyutlayarak, çok daha
özgürce bir konuma getirmek için gayret içerisindeyiz.
Türkiye Cumhuriyeti,
rüzgârlardan, fırtınalardan etkilenecek bir cumhuriyet değildir. Türkiye
Cumhuriyeti, kökünü, mazisini tarihî dokulardan almış, derinlikleri yüzyıllara
dayanan, ilhamını teknolojiden ve bilimden alan bir cumhuriyettir. Bu nedenle,
birtakım ifadelerin kullanılmasından ziyade, böyle bir değerlendirmenin daha
ciddî olduğunu düşünüyorum.
Sonra, 450 trilyona
ulaştırılmış olan bir bütçeye bakıldığı zaman, bu bütçenin de teknolojiye,
projelere, ilim araştırmalarına yönelik ciddî yatırımların yapılması
gerektiğini ve bundan önceki dönemlerde böyle bir bütçeye sahip olmayan
TÜBİTAK'ın, şimdi, bütçesinin en az yüzde 50'sini teknolojiye yatırım yapması
gereken bir döneme doğru girildiğini görmekte fayda var. Sürecin böyle bir
sürece girdiğini bilmemiz gerektiğini düşünüyorum.
Yine, biraz önce
ifadelendirilen bir ifade vardı bir arkadaşımızın, aklıma şöyle bir soru
gelmişti o bunları ifadelendirirken; göndermeler yapıyorlar; Cumhurbaşkanına,
Anayasa Mahkemesinden geri döneceğine, görünen köyün kılavuz istemediğine dair
ifadeler kullanırlarken, ben, şöyle bir soru sormak istedim: Cumhurbaşkanı ya
da Anayasa Mahkemesi, siz geri gönderin dediğiniz için mi acaba gönderiyorlar?
Yoksa, başka başka sorular mı sormamız gerekiyor diye düşünüyorum.
Ben, bu duygularla, bu
yasanın çok hayırlı olacağını düşünüyor, hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN- Teşekkür ederim
Sayın Garip.
Madde üzerinde, şahsı
adına, Uşak Milletvekili Osman Coşkunoğlu.
Sayın Coşkunoğlu,
buyurun.
OSMAN COŞKUNOĞLU (Uşak)-
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri,
sözlerime Sayın Garip'in bitirdiği noktadan başlayayım. Bu yasayı Cumhurbaşkanı
ve Anayasa Mahkemesinin uygun görmeyeceği şeklindeki bizim kehanetimizle ilgili
bir sorgulama yaptı. Görünen köy kılavuz istemiyor. Konuştuğumuz yasa,
konuştuğumuz, TÜBİTAK'la ilgili çıkarılan yasalar, geçen sene çıkarılan yasa
önce Cumhuriyet Halk Partisi muhalefetiyle karşılaştı. Ondan sonra gitti
Anayasa Mahkemesinde bozuldu. Ondan sonra gitti idare mahkemesinde bozuldu.
Şimdi yeni bir yasa teklifi getirildi. Bu yasa teklifine biz muhalefet
ediyoruz, hiç umursandığı yok; Cumhurbaşkanı veto etti, hiç umursandığı yok.
TÜBA (Türkiye Bilimler Akademisi) üyelerinden milletvekillerine çarşaf çarşaf
mektuplar var, bu yasanın yanlış olduğuna dair. Değerli arkadaşlar, TÜBA karşı,
Cumhurbaşkanı hukukî sakıncalar görüyor, muhalefet milletvekilleri karşı,
Anayasa Mahkemesi uygun görmüyor, idare mahkemesi bozuyor. Bütün bunlarla
uğraşarak bir yasa çıkarma heyecanı neden?.. Bu, neden sorusuna, neden böyle
bir yasada ısrarlı olunduğu sorusuna, Sayın Denemeç'in aradan önce yapmış
olduğu konuşmadan aynen not aldım. Neden bu yasa?.. Sayın Denemeç'in cümlesi
aynen şöyle. "Daha fazla ar-ge (araştırma-geliştirme) yapan, daha fazla
teknoloji üreten bir ülke olmak için." Yani, şimdi daha fazla ar-ge
yapmamamız, daha fazla teknoloji üretmememizin bütün suçunu TÜBİTAK'a mı
yüklüyoruz?! Bu haklı bir iddia olabilir mi, bu haklı bir suçlama olabilir mi?!
Bütün suçu geçmiş TÜBİTAK yönetimine yüklemek haklı bir iddia olabilir mi?!
Ayrıca, bir teknolojiyi
üretmek, sunmak, sadece, yeterli değildir, bunun talep edilmesi gerekli. Bizim
sanayimizin rekabet gücünü, yeni teknolojiyi talep eden bir sanayi yapımız
olduğunu iddia etmek mümkün mü? Yine, teknoloji için hükümetten veya sanayiden
böyle bir talep gelmiş de, TÜBİTAK bunu karşılamamış mı? Bu soruların
hiçbirinin cevabı yok.
Gelmiş mi bir talep,
soruyorum. Tam tersine, TÜBİTAK'ın sunduğu teknolojiler hükümet tarafından
kullanılmamıştır. Örnek veriyorum, Pardus; bir işletim sistemi olan Microsoftun
her gün bilgisayarlarımızda kullandığımız Windows sistemine rakip bir sistemi
vardır, Pardus. Bunun özelliği, açık kodlu bir platform üzerine kurulmuş
olması, yani, satın aldığınız zaman, hatta satın alma bile değil, bedava
aldığınız zaman, onu aldığınız tekele elinizin mahkûm olmamasını sağlayan bir
sistem geliştirdi TÜBİTAK; ama, gördüğüm kadarıyla, bildiğim kadarıyla, gerek
Millî Eğitim Bakanlığı gerek Adalet Bakanlığı gerek hükümetin çeşitli
kuruluşları, e-devlet uygulamalarının hiçbirinde, değil Pardusa öncelik vermek,
Pardusa eşit bir rekabet hakkı tanıyan Microsoft ürünleri yanında, TÜBİTAK'ın
geliştirmiş olduğu bir teknolojiye eşit bir rekabet hakkı bile tanımamıştır.
Şimdi, bir yandan,
teknoloji üretmiyor diyorsunuz, bir yandan da, üretilen teknolojiye, hükümet,
değil bir öncelik vermek, eşit bir rekabet hakkı bile tanımıyor. Şimdi, bu
inandırıcı olabiliyor mu?! "Teknoloji üretmiyor" demeyi, üretilen bir
teknolojiyi kullanmadan, haklı bir iddia, samimî bir iddia olarak görebilmek
mümkün mü?!
Bir örnek daha vereyim
size. Hükümetin şimdi ihaleye çıktığı, Türkiye'nin, bilgi toplumu stratejisini
belirleyecek, yabancı şirketin almış olduğu bir ihale vardır. Nedir;
Türkiye'nin bilgi toplumu stratejisini belirleyecek bu şirket. TÜBİTAK bunun
araştırmasını yaptı, çok değerli bilim adamlarının, toplumsal katılımla, TUENA
denilen Türkiye Ulusal Enformasyon Altyapısı araştırmasını yaptı, sundu.
Zannedersem, 2001'deydi ve devrin Cumhurbaşkanı Demirel yaptı bunun sunumunu,
onun himayesinde yapıldı. O bir tarafa itildi, şimdi, yeniden ihaleye çıkıldı.
Türkiye bilgi toplumu stratejisi için yabancı bir şirkete ihale verildi.
TÜBİTAK'ın yarattığı şeyi, TUENA'yı, iyi demiyorum ben, kötü de demiyorum; ama,
iyi mi kötü mü diye bile tartışmadan elinin tersiyle itmiş bir hükümetin, ondan
sonra, TÜBİTAK'ı hiçbir şey geliştirmemekle, yararlı ürünler üretmemekle suçlamasını
samimî bulmuyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın
Coşkunoğlu, konuşmanızı tamamlar mısınız.
Buyurun.
OSMAN COŞKUNOĞLU
(Devamla) - Dolayısıyla hele hele şu günlerde, Avrupa Birliğiyle konuşuyoruz
değil mi... Avrupa Birliğinde değil farklı siyasî görüşler, değil siyasî bir
parti ile devlet kurumları, fakat, farklı ülkeler, farklı siyasî görüşler belli
bir uzlaşma yöntemi ararken, Türkiye'de bir dayatmayla karşımıza yasa
getirilmesini samimî ve doğru bulmuyorum ve özellikle, şimdi, tanıklar
buradadır, benim bir önerim olmuştu bu yasa getirilmeden önce, bundan önceki
yasa bozulduğu zaman, Anayasa Mahkemesi bozup, idare mahkemesi yürütmeyi
durdurduğu zaman demiştim ki, ortak bir komisyon kuralım, 2-3 Cumhuriyet Halk
Partisi milletvekili, 2-3 AKP milletvekili bir tasarı hazırlayalım, bunu
sunalım, beğenmezseniz, elinizin tersiyle itersiniz, böyle bir uzlaşmayı demek
ki CHP'yle yapamıyoruz dersiniz, vazgeçersiniz; ama, şu uzlaşmayı bilim ve
teknoloji adına hiç olmazsa bir deneyelim dedik, onu da kabul ettiremedik. Onun
karşısında böyle bir dayatma yasayla hiçbir iddiayı, savunma iddiasını samimî
bulmamız mümkün değildir. Bir dayatma yasasıyla karşı karşıyayız…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
OSMAN COŞKUNOĞLU
(Devamla) - Bunu hepinizin bilmesini dilerim.
Böyle bir yasayı bütün
kurumlara karşı, Türkiye Bilimler Akademisine karşı, muhalefete karşı,
Cumhurbaşkanına karşı, Anayasa Mahkemesine karşı, idare mahkemesine karşı,
bilim dünyasına karşı uygulamakta kararlı olan bir hükümet… Çok zor günler
bekliyor demektir.
Bunu da bilginize sunar,
sevgiler, saygılarla sözlerimi bitiririm. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Coşkunoğlu.
Buyurun Sayın Denemeç.
REHA DENEMEÇ (Ankara) -
Sayın Başkanım, bir dakika, bir düzeltme yapmak istiyorum. İsmim geçti, bir
konuda bilgi vermek istiyorum.
HALUK KOÇ (Samsun) -
Sayın Başkan, normal, Tüzüğü uygulamanız lazım.
BAŞKAN - Komisyon Başkanı
olarak bir açıklama yapacak mısınız?..
MİLLÎ EĞİTİM KOMİSYONU BAŞKANI
TAYYAR ALTIKULAÇ (İstanbul) - Hayır, bir açıklama yapmayacağım.
BAŞKAN - O zaman, daha
sonra yapın Sayın Denemeç.
REHA DENEMEÇ (Ankara) -
Sayın Başkan…
BAŞKAN - Sayın Denemeç,
rica edeyim, bir usul tartışması İçtüzük noktasında yapmayalım.
REHA DENEMEÇ (Ankara)-
Hayır, Sayın Başkan…
BAŞKAN - Sizin şahsınıza
bir sataşma mı var efendim?
REHA DENEMEÇ (Ankara) -
Hayır efendim, bir yanlış bilgilendirme var; bilgilendirme adına açıklama
yapmak istiyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - Bilgilendirme
şöyle... Söz isteme hakkı, diğer şeyler belli; onun için ben istirham edeyim
sizden.
REHA DENEMEÇ (Ankara) -
Tamam efendim.
BAŞKAN - Sayın Grup
Başkanvekili İçtüzükten bahsetti; onun için ben Sayın Denemeç'ten istirham
ediyorum, sonra yapar gerekirse.
Madde üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Geçici…
HALUK KOÇ (Samsun) -
Sayın Başkan, karar yetersayısı…
BAŞKAN - Arayacağım.
Sayın milletvekilleri,
geçici madde 6 üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Geçici madde 6'yı
oylarınıza sunup karar yetersayısını arayacağım.
Geçici madde 6'yı
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Karar yetersayısı yoktur;
birleşime 5 dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 21.07
BEŞİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 21.14
BAŞKAN: Başkanvekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP ÜYELER: Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale), Bayram ÖZÇELİK
(Burdur)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 121 inci Birleşiminin
Beşinci Oturumunu açıyorum.
918 sıra sayılı kanunun
görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.
VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
3.- 4.5.2005 tarihli ve 5344 Sayılı Türkiye Bilimsel ve
Teknik Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun ve Anayasanın 89 uncu ve 104 üncü Maddeleri Gereğince Bir Daha Görüşülmek
Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor
Komisyonu Raporu (1/1032) (S. Sayısı: 918) (Devam)
BAŞKAN - Komisyon ve
Hükümet yerinde.
Geçici 6 ncı maddenin
oylamasında karar yetersayısı bulunamamıştı.
Şimdi, maddeyi yeniden
oylarınıza sunacağım ve karar yetersayısını arayacağım.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler…Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri,
çerçeve 9 uncu maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri,
tasarının tümünü oylarınıza sunmadan önce, İçtüzüğün 86 ncı maddesine göre
birer kişiye lehte ve aleyhte söz vereceğim. Aleyhte, Denizli Milletvekili
Ümmet Kandoğan, Uşak Milletvekili Osman Coşkunoğlu söz istemişlerdir; fakat,
bir kişiye söz vereceğim.
Lehte, Ankara
Milletvekili Reha Denemeç.
İlk söz, Denizli
Milletvekili Sayın Ümmet Kandoğan'ındır.
Sayın Kandoğan, buyurun.
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Yaklaşık iki yılı aşkın
bir süreden beri Türkiye'nin gündeminde olan bir kanunu görüşüyoruz. İki yıl
öncesinden itibaren Türkiye Büyük Millet Meclisini, Sayın Cumhurbaşkanını,
Anayasa Mahkemesini, idare mahkemesini ve bilim çevrelerini meşgul eden ve iki
yıldan beri üzerinde çok tartışmaların yapılmış olduğu bir kanunu görüşüyoruz.
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, lütfen, sükûnetle dinleyelim.
Buyurun.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Ben, bu kanunun, geçmişten bugüne kadar hangi safhalardan geçtiğini kısaca
özetlemek istiyorum.
Bu konu, ilk defa
gündeme, görev süresi dolan Bilim Kurulu başkanının, Bilim Kurulunca
seçilmesine rağmen, Sayın Başbakanca ataması yapılmak üzere Sayın
Cumhurbaşkanına önerilmemesiyle ilk defa Türkiye'nin gündemine geldi. Bilim
Kurulunun seçmiş olduğu başkan, Sayın Başbakanca Cumhurbaşkanına önerilmedi.
Yine, bu arada, Bilim
Kurulu üyelikleri sona eren Bilim Kurulu üyeleriyle ilgili yapılan seçimde,
maalesef, Sayın Başbakanca, bunların onaylanması yapılmadığı için, Bilim
Kurulu, toplantı yeter ve karar sayısını alamayacak bir duruma geldi. Bu durumu
gidermek üzere, 2003 yılının sonlarında 5001 sayılı bir Kanunla, mevcut 278
sayılı Kanuna bir ek geçici madde eklendi. Bu maddede, bir keze mahsus olmak
üzere, bir kez yapılmak üzere, boş bulunan Bilim Kurulu üyeliklerine Sayın Başbakanca
atama yapılmış ve yine, bir keze mahsus olmak üzere, Bilim Kurulu Başkanlığına
da Sayın Başbakan tarafından bir atama yapılıp Sayın Cumhurbaşkanına önerilmiş.
Ancak, bu kanun tasarısı,
Sayın Cumhurbaşkanı tarafından -teferruatına girmek istemiyorum- Türkiye Büyük
Millet Meclisine bir kez daha görüşülmek üzere geri gönderilmiş. Bunun üzerine,
Türkiye Büyük Millet Meclisi, yeni bir Kanunla, 5016 sayılı Kanunla bunu tekrar
kanunlaştırmış ve bu konu, 143 milletvekili tarafından Anayasa Mahkemesine
götürülmüş. Anayasa Mahkemesi, Anayasaya aykırılığı konusunda güçlü belirtiler
bulunduğu için, maddenin yürürlüğünü durdurmuş; fakat, Bilim Kuruluna yapılan
atamalar, Anayasa Mahkemesi kararları geriye yürümediği için, geçerli olmuş;
ancak, bu arada, Bilim Kurulu Başkanlığına Sayın Başbakan tarafından
Cumhurbaşkanına önerilen isim, Sayın Cumhurbaşkanınca ataması imzalanmadan geri
gönderilmiştir. Bu arada, Bilim Kurulu Başkanlığına daha önce Bilim Kurulunca
seçilen Başkan, bu durumun mevzuata aykırı olduğunu öne sürerek, Sayın
Başbakanın yapmış olduğu tasarrufa karşı Ankara 1. İdare Mahkemesine itirazda
bulunmuş ve Ankara 1. İdare Mahkemesi de Bilim Kurulunca seçilen Başkanın
itirazını haklı bularak, onun yerine atanan Başkanın atamasını durdurmuş ve
bunun da haklı olduğu kararını vermiş.
Bunlarla şunu anlatmaya
çalışıyorum değerli milletvekilleri: Bakınız, bir kanun, Sayın
Cumhurbaşkanından iki kez geri dönüyor, Anayasa Mahkemesi bir maddenin
yürürlüğünü durduruyor, Ankara İdare Mahkemesi Bilim Kurulu Başkanının yapmış
olduğu itirazı haklı buluyor, bütün yargı çevreleri ve Sayın Cumhurbaşkanı bu
Kanunla ilgili görüşlerini çok açık ve net bir şekilde ortaya koyuyor ve en
sonunda, biraz önce de bahsetmiş olduğum gerekçelerle, Sayın Cumhurbaşkanı bu
Kanunu bir kez daha geri gönderiyor. Şimdi, belki, biraz sonra oylarınızla
buradan geçecek; ancak, bu Kanunun akıbetinin ne olacağı yine meçhul sayın
milletvekilleri; bundan sonra, Anayasa Mahkemesinin bu Kanunla ilgili ne tür
bir karar alacağını hiç kimse bilmiyor; ama, korkarım, benim endişem şudur ki,
iki yıldan beri…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Kandoğan,
konuşmanızı tamamlar mısınız.
Buyurun.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- İki yıldan beri Türkiye'nin gündemini işgal eden, hukuk çevrelerini işgal
eden, Türkiye Büyük Millet Meclisinin onlarca saatine mal olan bir kanun burada
kanunlaştıktan sonra, bunun akıbetinin ne olacağı konusunda hiç kimsenin kesin
bir fikri yok. Benim endişem -biraz önce de belirtmiş olduğum gibi- bunun,
tekrar, dönüp dolaşıp Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine tekrar
gelmesinden endişe ediyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisinin çok kıymetli
saatlerinin, bu şekilde, tekrar, zayi olmasından korkuyorum. Bakınız, bugün 29
Haziran, saat 21.30, cumartesi pazar da çalışılacak; keşke, çalışılan, bu kadar
emek sarf edilen kanunların, herhangi bir makamdan, merciden geri dönmeden
yürürlüğe girmesi hepimizin arzusu; ancak, bu endişemi tekrar ifade ediyor, bu
kanun tasarısıyla ilgili olarak, oyumun olumsuz olduğunu belirtiyor, Yüce
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, şu anda, kendiniz de konuşmadan dinlerseniz, salondaki uğultuyu
gayet iyi fark edeceksiniz. İstirham ediyorum… Yani, konuşan arkadaşların
konuşmaları dinlenmiyor. Arkadaşların, sohbetlerini, konuşacaklarsa bile, daha
hafif bir sesle yapmalarını istirham ediyorum.
HALUK KOÇ (Samsun) -
Dinlemiyorlar Sayın Başkan.
BAŞKAN - Siz sükûneti
sağlayıncaya kadar, ben de, konuşmacı arkadaşı bekleteceğim. Lütfen, sükûneti
sağlayın, arkadaşa söz vereceğim.
Sayın Denemeç, buyurun.
REHA DENEMEÇ (Ankara) -
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Değerli arkadaşlar,
TÜBİTAK Kanununun geneli hakkında, olumlu oy kullanmayla ilgili fikrimi beyan
edeceğim burada. Bir de, bir iki söylemek istediğim konu var. Sayın Başkanım
söz verememişti; onları, burada, ifade etmek istiyorum.
Öncelikli olarak, 1963
yılında kurulan, gerçekten güzide bir kurumumuz olan TÜBİTAK'ın, geçmişten
bugüne kadar Türkiye'ye birçok hizmeti olmuştur. Bizim gayretimiz, TÜBİTAK'ın
bugüne kadar yaptığı hizmetleri karalamak değil, onu, bugüne kadar
yaptıklarından daha öteye taşıyabilmek, daha fazla potansiyelini ortaya
çıkarmak ve o potansiyeli ülke menfaatına daha iyi kullanabilmek. Bu gayretle
bu kanunu gündeme getirdik. Onun için, bu kuruma hizmeti geçen ve ülkeye tabiî
hizmeti olan tüm kurum çalışanlarına, geçmişte ve şu andaki çalışanlarına, ben,
burada teşekkür ediyorum.
Arkadaşlar, Osman Beyin
konuşmasında ifade ettiği iki konu vardı. Bir bilgi olarak size sunmak
istiyorum, akıllarda yanlış kalmasın diye. 2003 yılında, Sayın Gül Hükümeti
döneminde TÜBİTAK'a görev verildi, bu Pardus Projesiyle ilgili ve TÜBİTAK bunun
gereğini yerine getirdi ve hayata geçirdi bu projeyi. Belki, Osman Beyin bu
konu hakkında bilgisi yoktu, onun için öyle dedi ve bu kullanılmaktadır, Millî
Eğitim Bakanlığının çıkacağı ihalelerde de, bu, önşart olarak yazılmıştır, bu
Pardusla ilgili, yazılımın da olmasıyla ilgili.
İkincisi, TÜBA üyelerinin
imzası olduğu söylenilen şöyle bir evrak gösterdi. Bana, Mustafa Bey vermişti
bunu, Osman Beye de gösterdi. Bu, TÜBA üyelerinin değil arkadaşlar. Bu,
Cumhuriyet Gazetesinin 18 Haziran tarihli Bilim ve Teknik ekinde çıkan bir
yazı. Başlığı "TÜBA üyelerinden milletvekillerine" fakat, altındaki
imzalara baktığımız zaman, TÜBA üyesi sadece 13 üyenin, TÜBA title'ını kullanamadan, kendi şahsî fikirlerini beyan
eden bir evraktır bu; çünkü, sorarsanız Mustafa Bey, Türkiye Bilimler
Akademisi, bu arkadaşların, TÜBA unvanlarını kullanarak bunun altına imza
atmasına izin vermemiştir. Sorarsanız öğrenebilirsiniz bunu. O anlamda, bizim
TÜBA'yla herhangi bir problemimiz yok. Bu, oradaki birkaç arkadaşın kendi şahsî
görüşleridir. Dediğim gibi, TÜBA gibi bir kurumun içerisinden de Sayın
Başbakanımız 3 üyeyi seçmektedir ve onlar Bilim Kurulu üyesi olmaktadır.
Arkadaşlar, bu yaptığımız
çalışma biraz uzun sürdü; ama, ben, sonuçlarının ülkenin geleceği anlamında,
geleceğimiz anlamında gerçekten, TÜBİTAK'ın bizlere, ülkemize çok şeyler
katacağına inanıyorum; çünkü, biz geçmiştekilerden daha farklı olarak,
söylediğimizi yerine getirecek, icraat yapacak bir unsuru kullandık. Bu iş için
bütçeden 450 trilyon lira parayı
koyduk, ayırdık; bu miktar her sene de artacaktır. İnşallah, hep beraber
göreceğiz, 2010 yılına geldiğimiz zaman, Türkiye'nin bilim teknoloji için
ayırdığı, ar-geye ayırdığı kaynak, gayri safî millî hâsılasının yüzde 2'lerine,
belki biraz daha yukarılarına gelmiş olacak. Bunu, önümüzdeki yıl itibariyle
test etme imkânımız da var. İnşallah o zaman yüzde 1'leri geçmiş olacağız.
Bunlar ufak rakamlar; ama, bir yerden başlamamız gerekiyordu. Bu yasa da,
aslında onun temel unsurudur, onun yolunu açacak bir yasadır. Onun için,
birazdan oylanacak olan bu yasanın lehinde oy vereceğim ve tahmin ediyorum bu
yasa Meclisimizden geçecektir.
Bu yasanın ülkemiz için
hayırlı olmasını diliyorum, çok teşekkür ediyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Denemeç.
Sayın milletvekilleri,
kanunun tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Hayırlı ve uğurlu
olmasını dilerim.
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, 4 üncü sıraya alınan, 27.5.2005 tarihli ve 5357 sayılı Türk Ceza
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ve Anayasanın 89 ve 104 üncü
maddeleri gereğince Cumhurbaşkanınca bir daha görüşülmek üzere geri gönderme
tezkeresi ve Adalet Komisyonu raporunun görüşmelerine başlıyoruz.
4.- 27.5.2005 Tarihli ve 5357 Sayılı Türk Ceza Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ve Anayasanın 89 uncu ve 104 üncü Maddeleri
Gereğince Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ve
Adalet Komisyonu Raporu (1/1042) (S. Sayısı: 958) (x) (xx)
BAŞKAN - Komisyon ve
Hükümet yerinde.
Sayın milletvekilleri,
27.5.2005 tarihli ve 5357 sayılı Türk Ceza Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun, 3 ve 29 uncu maddeleri Cumhurbaşkanınca uygun bulunmayarak bir daha
görüşülmek üzere, bu hususta gösterilen gerekçeyle birlikte Başkanlığımıza geri
gönderilmiştir.
Anayasanın 89 uncu
maddesinin ikinci fıkrasında "Cumhurbaşkanınca kısmen uygun bulunmama
durumunda, Türkiye Büyük Millet Meclisi sadece uygun bulunmayan maddeleri
görüşebilir" İçtüzüğün 81 inci maddesinin son fıkrasında ise "Cumhurbaşkanınca
yayımlanması kısmen uygun bulunmayan ve bir daha görüşülmek üzere Türkiye Büyük
Millet Meclisine geri gönderilen kanunların sadece uygun bulunmayan
maddelerinin görüşülmesine, kanunun görüşmelerine başlamadan önce Genel Kurulca
görüşmesiz karar verilebilir. Bu durumda, sadece uygun bulunmayan maddelerle
ilgili görüşme açılır. Kanunun tümünün oylaması her halde yapılır"
hükümleri yer almaktadır.
Bu hükümlere göre, geri
gönderilen kanunun tümünün veya sadece Cumhurbaşkanınca uygun bulunmayan
maddelerinin görüşülmesi, Genel Kurul kararına bağlıdır.
Bu nedenlerle, söz konusu
kanunun sadece Cumhurbaşkanınca uygun bulunmayan 3 ve 29 uncu maddelerinin
görüşülmesini Genel Kurulun onayına sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir.
3 üncü maddeyi
okutuyorum:
TÜRK CEZA KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN
MADDE 3.- Türk Ceza
Kanununun 13 üncü maddesine birinci fıkradan sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkra
eklenmiş ve diğer fıkra numaraları buna göre teselsül ettirilmiştir.
(2) İkinci Kitap,
Dördüncü Kısım altındaki Üçüncü, Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci
Bölümlerde yer alanlar hariç; birinci fıkra kapsamına giren suçlardan dolayı
Türkiye'de yargılama yapılması, Adalet Bakanının talebine bağlıdır.
BAŞKAN - Madde üzerinde,
AK Parti Grubu adına, Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ.
Sayın Bozdağ, buyurun.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
Sayın Bozdağ, şahsınız
adına da söz talebiniz vardır; şahsınız adına ve Grup adına olan
konuşmalarınızı birleştireceğim.
Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu ve şahsı adına Afyonkarahisar
Milletvekili Halil Ünlütepe söz istemişlerdir; Sayın Ünlütepe'nin de
konuşmalarını birleştireceğim.
Buyurun.
AK PARTİ GRUBU ADINA
BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Ceza
Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanunun 3 ve 29 uncu
maddelerinin bir kez daha görüşülmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisine Sayın
Cumhurbaşkanınca
(x)
Kanunun ilk görüşmeleri 26.5.2005 tarihli 103 üncü, 27.5.2005 tarihli 104 üncü
Birleşimlerde yapılmıştır.
(xx) 958 S. Sayılı Basmayazı Tutanağa eklidir.
gönderilen geri gönderme
tezkeresi ve Adalet Komisyonu raporunun 3 üncü maddesi üzerinde AK Parti Grubu
ve şahsım adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Sayın Cumhurbaşkanımızın geri gönderme gerekçelerini
okuduğumuz zaman şöyle bir düşünceye kapılıyor insan: Türk Ceza Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 3 ve 29 uncu maddelerinde yapılan
değişiklikle, sanki, Anayasanın 2 nci maddesinde bulunan hukuk devleti ve
laiklik ilkesi, Anayasanın 24 üncü maddesinde bulunan ve laiklik esasını…
BAŞKAN - Sayın Bozdağ,
5-10 saniye rica edeceğim.
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, eğer kabul ederseniz, sizden de özür dileyerek şunu ifade etmek
istiyorum: Sayın Cumhurbaşkanınca geri gönderilmiş olan bu Kanunu tekrar
görüyoruz. Şu anda hatibin konuşmaları hiç anlaşılmıyor, biz de Başkanlı Divanı
olarak duyamıyoruz. İstirham ediyorum, sükunetle dinleyelim efendim.
Buyurun.
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) -
Anayasanın 24 üncü maddesi, 42 nci ve 174 üncü maddesinde yer alan hükümleri
tamamen ortadan kaldırıcı, Türkiye'nin laik yapısını, hukuk bütünlüğünü, devletin
birlik ve düzenini ortadan kaldırıcı çok önemli düzenlemeler yapıldığı
kanaatine kapılıyor. Halbuki, işin esasına baktığımız zaman, öyle değil; 2
madde geri gönderiliyor. Maddelerden bir tanesi, Adalet Bakanının talebiyle,
yurt dışında bazı konularda işlenen suçların Türkiye'de yargılanmasıyla ilgili
3 üncü madde; ama, esas olan madde 29 uncu madde. 3 üncü madde, bir nevi, 29
uncu maddenin eşi ve kardeşi olarak geri gönderilmiş gibidir; zira, 3 üncü
maddenin kapsamında olan şeylerin daha önce de hukukumuzda mevcut olduğu açık
ve tartışmasız bir husustur. Ancak, 29 uncu madde üzerinde bir iki hususa bu
vesileyle değinmek istiyorum. O da şu: Sayın Cumhurbaşkanımız, geri gönderme
gerekçesinde, özellikle cezanın azlığı ve kanuna aykırı eğitim kurumlarında
öğretmenlik yapanların ceza kapsamının dışına çıkarılması ve eğitim kurumu
olarak nitelendirilen yerlerin kapatılmasına dair düzenlemenin kanun metninde
yer almamasının, izinsiz birtakım eğitim anlayışlarını özendireceği gerekçesiyle
geri göndermiştir.
Şimdi, buna baktığımızda,
Türk Ceza Kanununun ilgili maddesi kanuna aykırı eğitim kurumunu suç olmaktan
çıkarmıyor, suç olarak tanımlıyor ve ona üç aydan bir yıla kadar hapis veya
adlî para cezası olarak bir müeyyide öngörüyor. Biliyorsunuz, daha önce de
buradan arz edildi. 1926 yılında yapılan düzenlemede, bu konuda 50 liradan 100
liraya kadar bir ceza öngörülüyor, buralarda öğretmenlik yapan ve burayı
çalıştıranlara 30 liradan 50 liraya kadar bir ceza öngörülüyor. 1938 yılında
yapılan düzenlemede ise, cezaların üst sınırları yükseltiliyor, para
cezasının... Ancak, mükerrirler hakkında cezanın bir aydan üç aya kadar hapis
cezası olduğu öngörülüyor. 1971 yılında yapılan düzenlemeyle bunun kapsamı ceza
olarak genişletiliyor, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası bir müeyyide
olarak düzenleniyor.
Burada, benim dikkatinizi
çekmek istediğim husus şu: Maddeler birlikte değerlendirildiği takdirde, 1971
yılında yapılan değişikliğe kadar, 1926 düzenlemesine göre, öğretilmesi yasak
kitabı okutan müdür veya öğretmen ile 1938 düzenlemesine göre de mükerrirlere
bir aydan üç aya kadar hapis cezası öngörülmesi dışında bir hapis cezası
öngörülmüyor; ama, burada, önemli olan şey şu: Bu hapis cezası, ön ödeme
kapsamında olan bir cezadır. Ön ödeme, bizim hukukumuzda, bazı koşulların
varlığı halinde, yasada belirlenmiş suçlar hakkında zanlılara belli bir ön
ödeme davetiyesinin çıkarılması, bu ödemenin gerçekleşmesi halinde, davanın
açılmaması halidir. Dikkat edin, 1926-1971, yaklaşık altmışbeş yıllık süre zarfında,
yapılan bu konudaki eylemlere karşılık Türk Ceza Yasasında öngörülen müeyyide
para cezasıdır, hapis cezası ancak tekerrürü halinde öngörülmüş veyahut da
konusu yasaklanmış kitabı okutma halinde öngörülmüş; ancak, öngörülen bu hapis
cezaları da, ön ödeme kapsamında kalmış, davanın açılması dahi belli bir
paranın ödenmesi karşılığında engellenen bir müessese hukukumuza girmiştir,
1971'de ararejim döneminde yapılan düzenlemeden sonra ise hapis cezası
öngörülmüştür. Hapis cezasının alt sınırı altı ay, üst sınırı iki yıl; ama, bu
da çok önemli; bu alt sınır da, üst sınır da, hem paraya çevrilebilme
kapsamında hem de tecil edilme kapsamında.
Şimdi, bakın, Sayın
Cumhurbaşkanımızın geri gönderme gerekçesinden, 4 üncü sayfadaki ikinci
paragrafı okuyorum: "647 ve 5237 sayılı Yasalardaki infaz kurallarına
göre, bir yıldan uzun süreli hapis cezalarının paraya çevrilmesi olanaklı
değilken ve kimi koşullara bağlanmışken, getirilen düzenlemeyle, yasaya aykırı
eğitim kurumunu açan ya da işletenlere hapis cezası yerine adlî para cezası
verilmesi öngörülüyor." Bu, kanunun okunmadan veto edildiğini gösteriyor
bir nevi. (CHP sıralarından "Aa" sesleri)
ENGİN ALTAY (Sinop) - Aa…
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) -
Belki bürokratlar bunu yeteri kadar okumamış olabilirler.
ATİLA EMEK (Antalya) -
Çok ayıp, çok ayıp!..
YÜKSEL ÇORBACIOĞLU
(Artvin) - Siz de okumadan buraya getirdiniz.
GÜROL ERGİN (Muğla) -
Önündeki metni okuyamıyorsun, tutup başkalarına laf ediyorsun.
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) -
Zira, bakın, Türk Ceza Kanununda kısa süreli hapis cezaları bir yıla kadardır,
seçenek yaptırım olarak, burada, hapis cezası yerine para cezası
öngörülebiliyor; ancak, onun dışında, yine, Türk Ceza Kanununun ilgili maddelerine
göre, 50 nci maddesine göre, yine, Türk Ceza Kanununun 51 inci maddesine göre,
burada iki yıla kadar olan hapis cezasının ertelenebilirliği söz konusu; ancak,
değerli arkadaşlar, 647 sayılı Yasaya göre de bir yıla kadar olan ağır hapis cezaları
ertelenebilirken, iki yıla kadar olan hapis cezaları da erteleme kapsamındadır.
Dolayısıyla, bir farklılık söz konusudur. O zaman da erteleme kapsamında, şimdi
de erteleme kapsamında. Erteleme de, paraya çevirme de tamamen hâkimin
takdirinde olan bir konudur, zorunlu değildir.
Yargıtayın uygulamalarına
baktığımız zaman, şimdiye kadar Türk Yargıtayı cezaları alt sınırdan tayin
ediyor ve gerekçesini oluşturmak kaydıyla, çok nadir üst sınırdan cezalar
verdiğini görüyoruz.
Onun için, buradaki
cezaların bu tip eğitim kurumlarını özendireceği şeklindeki değerlendirme
yerinde değildir; zira, altmışbeş sene özendirmemiş, ondan sonra yaklaşık
otuzdört sene de ertelenebilme kapsamında olarak uygulanmış ve özendirmemiş
olan bir konunun, 2005'te özendirme şeklinde değerlendirilmesinin, objektif ve
hukuka uygun bir değerlendirme olmadığı kanaatindeyim.
Öte yandan, Anayasanın 2
nci maddesinde yer alan "hukuk devleti" ilkesiyle de ve laiklik
ilkesiyle de bu düzenlemelerin bağdaştırılmadığı yolunda bir değerlendirme
yapılmıştır.
Değerli arkadaşlar, hukuk
devleti, suçların ne olduğunun ayan beyan, açık seçik belirli olmasını öngörür,
suç ve cezalar arasında da belirli bir orantıyı esas alır. Eğer, siz, suçun ne
olduğunu açık ve net bir biçimde ortaya koymazsanız, cezaları da suçla orantılı
hale getirmezseniz, orada hukuk devletinden bahsetmenin imkânı yoktur.
Bakın, kanuna aykırı
eğitim kurumu nedir, nerede başlar nerede biter belli değil. Kimilerine göre
kanunların öngördüğü usullere göre izin almadan eğitim-öğretime başlayan kanuna
aykırı eğitim kurumu, kimisine göre değil; kimisine göre içeriği suç olan
şeyleri böyle yerlerde okutmak suç, kimisine göre bunu yapmak değil. Öyleyse,
bunu belirli bir hale getirmek lazım. İşte, 29 uncu maddenin gerekçesinde,
kanuna aykırı eğitim kurumundan ne anlaşılması gerektiği ile içeriği bakımından
suç oluşturmayan şeylerin öğretilmesinin bu madde kapsamında
değerlendirilmeyeceği açıkça ifade edilmiştir.
Bakın, Sayın
Başbakanımızın konuşmaları ortadadır; yüzde 99'u Müslüman olan ülkede kimsenin
Kur'an okumaya bir şey diyemeyeceğini ifade etti. Sayın Baykal da Grup
konuşmasında aynı yönde beyanda bulundu ve o da dedi ki: "Bu memlekette kimse
Kur'an okumaya bir şey diyemez." Burada bir ittifak var. O da nedir;
içeriği suç olmayan şeylerin okutulması, öğretilmesi suç olmaz. Velev ki, orada
farklı bir şekilde de olsa, buna bakmak lazım. Zira, 1926 yılındaki
düzenlemenin ikinci fıkrasında da benzer şeyi görmek mümkündür.
Öte yandan, cezada da
orantılılığa riayet etmek lazımdır. Bakın, burada, siz kanuna aykırı eğitim
yapıyorsunuz diye, birisine, o suçla orantılı olmayan bir ceza tayin ve takdir
ettiğiniz zaman, orada adaletten, hukuktan bahsetmenin imkânı olmaz. Zira, bu,
yanlış bir şeydir. Şimdi, bu maddeden hareketle, eğer bu cezalar artırılmaz
ise, terör örgütleri, ayrılıkçı birtakım terör, misyoner vesaire faaliyetleri
bundan güç alır, birtakım şeyler yapar gibi değerlendirmek bu maddeyi farklı
yönlere çekmek olur ki, bu da maddenin ruhuna ve konuluş amacına uygun
değildir.
Değerli arkadaşlar, bu
maddenin münderecatına ve uygulamasına baktığınız zaman, bugüne kadar, terör
örgütleriyle ilgili bu maddenin uygulanmadığını çok açık bir biçimde görüyoruz.
Eğer terör örgütlerine bu madde uygulanacak olsaydı, o zaman esas yanlışlığı
biz yapmış olurduk, esas yanlışlığı bu Meclis yapmış olurdu. Zira, ülkenin
birliğine, dirliğine, bütünlüğüne kastedenleri üç aydan bir yıla kadar hapis
cezasıyla cezalandırmak gibi bir gaflete düşmüş olurduk. Onun için, bu doğru
değildir. Onları cezalandıran Terörle Mücadele Kanunu vardır, onları
cezalandıran Türk Ceza Kanununun 299'dan sonra gelen maddeleri vardır, 220 nci
maddesi vardır ve başka düzenlemeler vardır; buraya bunun girmesi ve
girdirilmesi mümkün değildir.
Değerli arkadaşlar, öte
yandan, bir fiili suç olarak tanımlamak ve ona birtakım cezaî müeyyideler
bağlamak, tamamen yasama meclisinin görevindedir; Anayasanın 87 nci maddesi çok
açıktır. Öte yandan, yine, Anayasamızın 7 nci maddesine göre de, yasama yetkisi
Türkiye Büyük Millet Meclisine aittir, bu yetki devredilemez. Öyleyse, Türkiye
Büyük Millet Meclisi, Anayasamızın açık hükümlerine göre, açık ve net bir
biçimde bir fiili suç olarak tanımlamak ve o suça uygun gördüğü bir cezayı
tayin, takdir edip yasalaştırmak hak ve yetkisine sahiptir. Bu, tamamen Türkiye
Büyük Millet Meclisinin takdirinde olan
bir konudur. Yasamanın takdirinde olan bir konuyu, denetim yoluyla da olsa,
Sayın Cumhurbaşkanının, sen buna niye bu kadar az ceza tayin ettin veya niye
böyle ceza tayin ettin diye veto etmesi, açık bir biçimde, Anayasanın saydığım
maddelerinde ortaya konan ilkeyi ihlaldir.
Öte yandan, yine,
Anayasanın 6 ncı maddesi çok açık: "Hiçbir kimse veya organ kaynağını
Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz." Sayın
Cumhurbaşkanımızın bu yöndeki mütalaası, bir nevi, kaynağını Anayasadan
almayan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin takdir yetkisine müdahale olarak
değerlendirilebilecek niteliktedir. Bu nedenle de, bu yönüyle de yerinde ve
Anayasanın arz ettiğim ilkelerine uygun değildir.
Son olarak, bir şeyi arz
edip huzurlarınızdan ayrılıyorum; o da şu: Yine, gerekçede kapatmadan
bahsediliyor; deniliyor ki: Efendim, bu eğitim kurumları kapatılmayacak,
insanlar cezalandırılacak; ama, kurumlar eğitimlerini sürdürmeye devam edecek;
kapatmanın öngörülmemesi yanlıştır. Bu da, bizim, yine, Türk Ceza Kanununda
öngörülen sistemle bağdaşmayan bir düzenlemedir; çünkü, Türk Ceza Kanununun 45
inci maddesi, yaptırımları, cezalar ve güvenlik tedbirleri olarak ikiye
ayırıyor ve güvenlik tedbirleri içerisinde, cezalar içerisinde de kapatma
cezası diye bir ceza söz konusu değildir.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BEKİR BOZDAĞ (Devamla)-
Bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN- Teşekkür ederim
Sayın Bozdağ.
Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu ve şahsı adına, Afyonkarahisar Milletvekili Halil Ünlütepe.
Sayın Ünlütepe, buyurun.
(CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA HALİL
ÜNLÜTEPE (Afyonkarahisar)- Sayın Başkan, değerli üyeler; 5237 sayılı Yasanın 13
üncü maddesine ikinci fıkra olarak eklenen maddenin Anayasanın 89 ve 104 üncü
maddeleri gereğince Sayın Cumhurbaşkanınca bir daha görüşülmek üzere Türkiye
Büyük Millet Meclisine gönderilmesi ve 958 sıra sayılı tasarının 3 üncü maddesi
üzerinde Grubum adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, bu
yasanın 13 üncü maddesine eklenen ikinci fıkra, Sayın Cumhurbaşkanı tarafından,
yabancı ülkede işlenmiş olsa da, kimi suçlardan dolayı kişiler için Adalet
Bakanının takdirine dayalı olarak getirilen sorumsuzluk durumunun hukuka
aykırı, ayrıcılık olduğu, eşitsizliği yarattığı, hukuk devletinde bu tür
ayrıcılıklara ve eşitsizliklere yer verilemeyeceği görüşüyle, Türkiye Büyük
Millet Meclisince bir daha görüşülmesi için geri gönderilmiştir. Geri gönderme
gerekçeleri hukuka uygundur. Sayın Cumhurbaşkanı, biraz önce değerli
arkadaşımın da belirttiği gibi, bu yasayı incelemeden değil, aksine -bu yasa 40
maddeden oluşan bir yasaydı- 40 maddeyi Sayın Cumhurbaşkanı yeterince
incelemiş, Anayasadan aldığı yetkiyi kullanarak, hukukî gerekçelere dayanarak 2
maddeden veto etmiştir.
Değerli arkadaşımız bu
veto gerekçesini yeterince okumamış. Zaten, 3 üncü madde üzerinde söz aldığı
halde, maalesef, burada, 3 üncü madde üzerinde değil, 263 üncü madde üzerinde
düşüncelerini aktardı. Halbuki, biz, 3 üncü madde, yani, 13 üncü maddede
yapılan değişiklik üzerinde düşüncelerimizi aktarmak için söz almıştık.
Demek ki, birilerini
eleştirirken, birileri hakkında bir şeyler söylerken, peşin hükümden
uzaklaşmalıyız. O hatayı, o anda biz kendimiz işliyoruz. Ayrıca,
Cumhurbaşkanlığı makamı, anayasal bir kurumdur. Anayasal bir kurumu hafife
alacak "incelemeden veto etti" gibi sözler, o anayasal kurumu
zedeler. O kişiye puan kazandırmaz; aksine, o kişinin hukuk nosyonunu
zayıflatır.
Şimdi, görüştüğümüz madde
3 üncü madde, yani, 13 üncü madde. Adalet Bakanına verilen yetki üzerine
değerli arkadaşım konuştuğu, o konuda görüşecekti. Halbuki, 263 üncü madde
üzerinde düşüncelerini aktardı. Demek ki, kendisi de yeterince incelemeden
gelmiş.
O nedenle, değerli
arkadaşım, bundan sonraki konuşmalarında, önce hangi madde üzerinde görüşeceğini
düşünsün, ondan sonra eleştiri yapması gerekiyorsa, ona göre eleştiri yapsın.
Kendi hazırlanmadan başka birisinin hatalarını burada söylemeye kalkmak… Ki,
onlar hata değil, hukukun temel kurallarıdır, temel ilkeleridir. Onun, zamanla,
sıkıntılarını hep beraber göreceğiz; ama, ben burada, bu vetodaki gerekçelerin
hukuksal dayanaklarını sizlerle birlikte paylaşmak istiyorum.
Nedir değerli arkadaşlar
5237 sayılı Yasa, Türk Ceza Kanunu. Geçen gün bir komisyonda da söylediğim
gibi, bu Türk Ceza Kanunu denilince Türkiye'de iki şey akla gelmiştir. Bir,
zina; iki, 263… Temel bir kanun, toplumda başka hiçbir çağrışım yapmıyor.
İki... Bir konuya bu kanunu dayandırdık ve o tartışmanın içine sokmaya
çalıştık. Zaten, AK Parti adına konuşan değerli arkadaşım da, o iki maddenin
girdabına düşmüş ki, 3 üncü madde yerine 29 uncu maddede düşüncelerini açıklama
ihtiyacını duydu. Önce, bu yasayı, o iki ana kulvarın dışında eleştirmemiz
gerekir diyorum. Nedir bu: Bu yasa, biliyorsunuz, 26 Eylül 2004 tarihinde
Türkiye Büyük Millet Meclisince kabul edilmişti ve yürürlük tarihi 1 Nisan
2005'ti. O 1 Nisan 2005 tarihine kadar, ilk çıkan yasaya baktığımızda, 13 üncü
maddenin ikinci fıkrası yoktu. Bu kanun, Adalet Bakanlığından tasarı olarak
gelmiştir. Gelen ilk tasarıda 13 üncü maddeye ilave etmiş olduğumuz
"birinci fıkra kapsamına giren suçlardan dolayı Türkiye'de yargılama
yapılması, Adalet Bakanının talebine bağlıdır" fıkrası, Bakanlıktan gelen
tasarıda yok. Uzun dönem komisyonlarda tartışılmış. Hiçbir kimse böyle bir teklifi
vermemiş. Genel Kurulda tartışılmış ve söylediğim gibi, 26 Eylül 2004 tarihinde
Genel Kurulda kabul edilirken, böyle bir ihtiyaç duyulmamış. Yasa 1 Nisanda
yürürlüğe girecekken -o son 31 Mart günü akşamı yaşadığımız sendromu hepimiz
biliyoruz- o gün çıkarılan ek bir yasayla, bunun yürürlük süresi 1 Hazirana
aktarıldı ve o süre içinde, hepinizin de bildiği gibi, 27 Mayıs, yani, 1
Hazirana üç gün kala yasalarda değişiklikler geldi. Kaçarken, tam, artık, yasa
yürürlüğe girecekken, yasalarda değişiklikler…İşte, 13 üncü maddedeki
değişiklik o anda bizim aklımıza geldi ve o anda teklif getiriyoruz. Ne
getiriyor bu yasayla ilgili teklif; birinci fıkra kapsamına giren suçlardan
dolayı Türkiye'de yargılama yapılması Adalet Bakanının iznine bağlanıyor. Nedir
birinci fıkra; 13 üncü madde şu: "Aşağıdaki suçların vatandaş veya yabancı
tarafından yabancı ülkede işlenmesi halinde Türk kanunları uygulanır." Bu,
birinci fıkrada olan suçlardan dolayı da yargılama Adalet Bakanının iznine
bağlı. Tabiî, suçun ana özelliği yurt dışında işlenmiş olması. Nedir bunlar, bu
suçlar nedir; bu suçlardan birincisi, göçmen kaçakçılığı. Artık Türkiye'de
bugün büyük bir sektör olan ve Emniyet Genel Müdürlüğünün verilerine göre
yıllık cirosunun 10 000 000 doların üzerinde olduğu söylenen göçmen
kaçakçılığı. Bu suçtan yargılanma yurt dışında olmuşsa, Sayın Adalet Bakanının
iznine bağlanıyor. Nedir; insan ticareti, devletin egemenlik alametlerine ve
organlarının saygınlığına karşı suçlar. Örneğin, Türk Bayrağını yırtmak,
yakmak. Devletin güvenliğine karşı suçlar, anayasal düzene ve bu düzenin
işleyişine karşı suçlar, millî savunmaya karşı suçlar, casusluk, devlet
sırlarına karşı suçlar, yabancı devletlerle olan ilişkilere karşı suçlar. Bu
suçlarda yurt dışında yapmışsa, Sayın Adalet Bakanının izniyle
yargılanabilecek. Bir suçu 3 kişi işleyecek, birisinin hakkında Adalet Bakanı
izin verirse, diğer 2 yurttaşımız elini kolunu sallayabilecek. Anayasanın
eşitlik kuralı. Demek ki, Sayın Cumhurbaşkanı incelemiş bunu. Eşitlik kuralı;
yargı önünde herkes eşittir. Anayasanın 10 uncu maddesi, Anayasamızın 2 nci
maddesi. Anayasamızın 2 nci maddesi ne diyor? Cumhuriyetin niteliklerinden
bahsediyor Anayasanın 2 nci maddesi "bir hukuk devletidir" diyor.
Anayasanın 10 uncu maddesinde eşitlikten bahsediyor. Peki, başka hangileri;
ikinci kitap -onu okudum- işkence suçu -bugün işkence suçundan, işkence yapıp
yurt dışına gitmiş pek çok insanımız var- çevrenin kasten kirletilmesi,
uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti- toplumun çok fazla yakındığı,
önüne geçemediğimiz, bugün, liselerin önünde artık bunun satışının yapıldığının
yakınıldığı bir dönemde, gençlerimizi uyuşturucudan kurtaramadığımız bir suçta,
Sayın Bakanın iznine bağlayacaksınız- parada sahtecilik…
Değerli arkadaşlar, işte,
bu, fuhuş, rüşvet, deniz ve demiryolu, havayolu ulaşım araçlarının kaçırılması
ve alıkonulması suçları. İşte, bu tür suçlarda, Türkiye'de yargılama
yapılmasını, Sayın Adalet Bakanının talebine bağlıyoruz. Bu maddenin konuluş
gerekçesi nedir? Sayılan bu suçlarda, cumhuriyet savcılığı, genellikle zorunlu
olarak bir soruşturma yapılacağı, kimi durumlarda politik bir sorun
yaratabilecek nitelikte olması... Nedir bu? Yani, ben... Bunda niye ısrar edildi?
Hükümet, Ceza Kanunu Tasarısını Türkiye Büyük Millet Meclisine getirirken,
niçin bu maddeyi teklif etmedi? Böyle bir madde hükümetin tasarısında yok; son
anda böyle bir madde konuluyor. Acaba, bu yasanın, bu maddenin yürürlüğe girmesiyle
kimler faydalanacak? Bunu merak ediyorum ve bunu merakla da izleyeceğim ve
hepimiz izleyeceğiz bunu.
Sayın Cumhurbaşkanı,
Anayasadan aldığı bir yetkiyi kullandı. Bu veto gerekçesindeki hukuksal yorumu
ilgilendirir bizi, bu Meclisi ve zaten, gerekçesi de, demin sözlerimin başında
da belirttiğim gibi, eşitlik ve hukuk devletiyle bağdaşmaması.
Şimdi, daha eskisine
gitmek istiyorum. 765 sayılı Türk Ceza Kanunu. 765 sayılı Türk Ceza Kanununda
böyle bir yetki talebi yok, böyle bir şey verilmemiş. Demin de söyledim, 5237
sayılı Yasada da verilmemiş. Son andaki o değişiklikte böyle bir yetkiyi verme
ihtiyacı duymuşuz.
Değerli arkadaşlar,
yasanın 3 üncü maddesiyle getirilen bu düzenlemede, Türk-yabancı ayırımı
yapılmaksızın, bu suçlar nedeniyle Türkiye'de yargılama yapılması, Adalet
Bakanının tamamen istemine bağlanmıştır. Kapsama giren suçları işleyen
kişilerin Türkiye'de yargılanmaları bakanın istemine bağlı tutulurken, suçun
önemi gözönünde bulundurulmamıştır. Demin, hangi suçların olduğunu
belirtmiştim. Yani, açıkçası, bu suç türleri, bizim kafamızda ciddî soru
işaretleri bırakıyor. Bu suç türleri, özellikleri, kamu düzenini bozucu ve
toplumda infial uyandıran suçlardan olması nedeniyle, yargılamanın
yapılabilmesini sayın bakanın talebine bırakmanın hukuk devleti ilkesiyle
bağdaşabildiğini söylemek olanaklı değildir.
Uygulamada, siyasetin
yargıya müdahalesini zaman zaman hissedebiliriz. İşte, önemli maddelerden
birisi de budur. Siyasî niteliği olan bir kişiye bu olanağın tanınması,
getireceği yarardan çok zarar getirir. Ben, Sayın Bakanın yerinde olsam, böyle
bir talebin çıkması için çaba harcarım; o, onu rahatlatır.
Doğrudur, kamusal alanda
cumhuriyet savcılıkları bu tür soruşturmaları yapacaktır; ama, geçen dönemde
pek çok siyasînin kirlendiği, pek çok siyasînin yargılandığı, pek çok kişinin
Türkiye'yi terk ederek yurt dışında kaldığı, yurt dışında da Türkiye'nin
aleyhinde birtakım eylemlerde bulunduğu bilinen bir gerçek. Böyle bir
sorumluluğu Sayın Bakanın üzerine almasında ben yarar görmediğimi de belirtmek
istiyorum.
Değerli arkadaşlar, bu
nedenle, demin de belirttiğim gibi, Anayasanın 2 nci maddesindeki cumhuriyetin
niteliklerinde belirtilen hukuk devleti ilkesine ve Anayasanın 10 uncu
maddesinde belirtilen yasa önünde fertlerin, yurttaşların eşitliği ilkesine bu
bent aykırıdır. Biz, bu nedenle, Sayın Cumhurbaşkanının tekrar Türkiye Büyük
Millet Meclisinde görüşülmesi gerekçesine dayalı hukuksal gerekçelerine
katılıyoruz…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Ünlütepe,
konuşmanızı tamamlar mısınız.
Buyurun.
HALİL ÜNLÜTEPE (Devamla)
- Bağlıyorum Sayın Başkan.
Hukuk devleti ve eşitlik
ilkeleri, hiç kimsenin hukukun üstünde tutulmamasını, ceza yönünden sorumsuzluk
durumlarının belli bir amacın gerçekleşmesini sağlamaya yönelik olarak suç
failleri arasında farklılık yaratmayacak, sınırlı biçimde getirilmesini
gerektirmektedir. Kimi suçlardan dolayı, yabancı ülkede işlemiş olsa da,
kişiler için Adalet Bakanının takdirine dayalı olarak getirilen sorumsuzluk
durumunun hukuka aykırı ayrıcalık olduğu, eşitsizlik yarattığı ve hukuk
devletinde bu tür ayrıcalıklara yer verilmemesi gerektiği kanaatiyle, Sayın
Cumhurbaşkanının geri gönderme gerekçelerine aynen katıldığımızı ve bu maddenin
oylamasında olumsuz oy vereceğimizi belirtir, hepinize saygılar sunarım. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Ünlütepe.
Sayın milletvekilleri,
kanunun 3 üncü maddesinin oylamasının açıkoylama şeklinde yapılmasına dair bir
önerge vardır.
Önergeyi okutup, imza
sahiplerini arayacağım; yeterli sayıda imza sahibi varsa, o zaman oylamanın
şekli hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.
Önergeyi okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşmekte olduğumuz 958
sıra sayılı Kanunun 3 üncü maddesinin, İçtüzüğün 81 inci maddesi uyarınca,
açıkoylamaya sunulmasını arz ve teklif ederiz.
BAŞKAN - Nusret
Bayraktar?.. Burada.
Ahmet Rıza Acar?..
Burada.
Resul Tosun?.. Burada.
Yahya Baş?.. Burada.
Ayhan Zeynep Tekin
Börü?.. Burada.
Mehmet Dülger?.. Faruk
Çelik tekabbül ediyor.
Fikret Badazlı?.. Burada.
Ali İbiş?.. Burada.
Hamit Taşçı?.. Burada.
Mustafa Tuna?.. Burada.
Hacı Biner?..
MEHMET ÖZYOL (Adıyaman) -
Tekabbül ediyorum.
BAŞKAN - Mehmet Özyol
tekabbül ediyor.
Adem Baştürk?..
AHMET IŞIK (Konya) -
Tekabbül ediyorum.
BAŞKAN - Ahmet Işık
tekabbül ediyor.
Ünal Kacır?.. Burada.
Nur Doğan Topaloğlu?..
Burada.
Mehmet Denizolgun?..
Burada.
Mehmet Yılmazcan?..
RAMAZAN TOPRAK (Aksaray)
- Tekabbül ediyorum.
BAŞKAN - Sayın Ramazan
Toprak tekabbül ediyor.
Hüseyin Tanrıverdi?..
Burada.
Osman Kılıç?.. Burada.
Ahmet Kambur?.. Burada.
İrfan Gündüz?.. Burada.
Sayın milletvekilleri,
açıkoylamanın şekli hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.
Açıkoylamanın elektronik
oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri,
aldığımız karar gereğince, açıkoylama elektronik cihazla yapılacaktır.
Oylama için 5 dakika süre
vereceğim. Bu süre içerisinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden
yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin, oy
pusulalarını, oylama için öngörülen 5 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa
ulaştırmalarını rica ediyorum.
Ayrıca, vekâleten oy
kullanacak sayın bakanlar var ise, hangi bakana vekâleten oy kullandığını,
oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy
pusulasını, yine, oylama için öngörülen 5 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa
ulaştırmalarını rica ediyorum.
Ayrıca, oylarını pusula
şeklinde Başkanlığa gönderen arkadaşlar lütfen Genel Kuruldan ayrılmasınlar.
Oylama işlemini
başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama
yapıldı)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, oylarını pusulayla Başkanlığa ulaştıran arkadaşlarımın
isimlerini okuyorum:
Sayın Musa Uzunkaya?..
MUSA UZUNKAYA (Samsun) -
Ben sisteme girememiştim, sonradan girdim efendim.
BAŞKAN - Sayın Uzunkaya
sisteme girmiş, pusulasını iptal ediyoruz.
Sayın İlyas Çakır?..
Burada.
Sayın Şükrü Önder?..
Burada.
Saygıdeğer arkadaşlarım,
zaten, burada, bu madde için nitelikli çoğunluk istenmiyor. Dolayısıyla, ben,
pusula sahibi olan arkadaşları tespit edeceğim; sonra kontrol ederiz onları,
görüşmelerimize devam edeceğiz.
Sayın İlyas Çakır, Sayın
Şükrü Önder buradaydı.
Sayın Şükrü Ayalan?..
Burada.
Sayın Süleyman Gündüz?..
Sayın Süleyman Gündüz
kulisteyse çağıralım efendim.
KÂTİP ÜYE AHMET KÜÇÜK
(Çanakkale) - Ayrı koy Başkanım.
BAŞKAN - Ayırdım.
Sayın Gürsoy Erol?..
Burada.
Sayın Lokman Ayva?..
Burada.
Sayın Maliki Ejder
Arvas?.. Burada.
Sayın Zekeriya Akçam?..
Burada.
Sayın Gündüz kuliste mi
efendim?
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, 27.5.2005 Tarihli ve 5357 Sayılı Türk Ceza Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanunun 3 üncü maddesinin açıkoylama sonucunu açıklıyorum:
Kullanılan oy
sayısı: 389
Kabul : 330
Ret :
59 (x)
Sayın milletvekilleri,
madde kabul edilmiştir ve bundan sonraki oylamalar için de açıkoylama talebi
Başkanlığa intikal etmiştir. Onun için, açıkoylama yapacağız hem tasarının
tümünde hem diğer maddede; bilgilerinize sunarım.
29 uncu maddeyi
okutuyorum:
MADDE 29.- Türk Ceza
Kanununun 263 üncü maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
Madde 263.- (1) Kanuna
aykırı olarak eğitim kurumu açan veya işleten kişi, üç aydan bir yıla kadar
hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.
BAŞKAN - Saygıdeğer
milletvekili arkadaşlarım, madde üzerinde ilk söz, Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına Niğde Milletvekili Orhan Eraslan'a aittir.
Sayın Eraslan, buyurun
efendim.
Süreniz 10 dakika.
ORHAN ERASLAN (Niğde) -
Sükûneti sağlayın da ondan sonra başlayalım.
BAŞKAN - O zaman, ben
sürenizi çalıştırmadım, onu sağlayayım.
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, konuşmasına başlamadan önce Sayın Hatibin de Başkanlık Divanından
böyle bir talebi olmuştur; sükûnetle dinleyelim.
Sayın Eraslan, şu anda
sükûnet salonda vardır, konuşmanıza devam edebilirsiniz.
Buyurun.
CHP GRUBU ADINA ORHAN
ERASLAN (Niğde) - Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin saygıdeğer
üyeleri; Türk Ceza Kanununun 263 üncü maddesinde değişiklik yapılmasına dair
çerçeve 29 uncu madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış
bulunuyorum; hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlarım.
Değerli arkadaşlarım, bu
madde nedir arkadaşlar, bu maddeyle yapılmak istenen değişiklik nedir; yasaya
aykırı eğitim; yani, kanuna aykırı eğitim suçunu işleyenlere, bir bölüm suçu
madde kapsamı dışında tutuyoruz, kurs ve benzerlerini madde kapsamı dışına
alıyoruz, dershane ve…
BAŞKAN - Sayın Eraslan,
sürenizi ilave edeceğim.
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili tarafından Başkanlık
Divanına verilmiş olan bir dilekçe vardır; okutup, bilgilerinize sunacağım.
(x) Açıkoylama
kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağın sonuna eklidir.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan Kanun,
Türkiye Büyük Millet Meclisinde, başından itibaren konuşmacıların
anlaşılamamasına neden olan bir uğultu içerisinde tartışılmaktadır.
İçtüzüğün
"Görüşmelerde genel düzen" başlıklı 65 inci maddesi uyarınca,
Başkanlığın "çalışma düzenini bozucu hareketlerde bulunmak yasaktır"
ibaresinin gereğini bir kez daha yerine getirmesini saygılarımla arz ederim.
Ali Topuz
Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu Başkanvekili
BAŞKAN - Başkanlık Divanı
ve Başkanvekili olarak şahsım, baştan itibaren konuşmaların sükûnetle yapılması
için bütün çabalarını sarf etmektedir ve bu hususta da bir başarıya ulaşmıştır.
Tekrar, Heyetinize, Genel
Kurulunuza arz ediyorum.
Buyurun Sayın Eraslan.
ORHAN ERASLAN (Devamla) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kaldığım yerden devam ediyorum. Süremizi
Sayın Başkan yenilerse sevineceğim.
BAŞKAN - Sayın Eraslan,
bir dakika...
Buyurun, sürenizi
sıfırdan başlattım.
ORHAN ERASLAN (Devamla) -
Değerli arkadaşlarım, bu maddeyle yapılmak istenen düzenleme nedir; bu maddeyle
yapılmak istenen düzenleme, kanuna aykırı eğitimi cezalandırmayı öngören
maddede birtakım indirimler ve kapsam daraltmaları yapıyor.
Öncelikle, verilen
değişiklik teklifinin gerekçesinde de açıkça görüleceği gibi, kurs, yurt,
pansiyon, etüt ve çalışma merkezi gibi yerler bunun kapsamının dışına alınıyor,
kanuna aykırı eğitim yeri olarak sadece dershane ve okullar tanımlanıyor;
dershane ve okullar için de öngörülen cezalar indiriliyor.
Değerli arkadaşlarım,
kanuna aykırı eğitim ne demek; Anayasa başta olmak üzere, Türkiye Cumhuriyeti
yasalarına aykırı olarak yapılan eğitim demektir.
Değerli arkadaşlarım,
bizler Yasama Meclisinin üyeleriyiz, işimiz yasa yapmak, biz, yasayı savunuruz.
Burada, bu göreve başlamadan önce, Türk Milleti huzurunda, Anayasanın 81 inci
maddesine göre, hepimiz, Anayasaya sadakat yemini yaptık, Anayasaya bağlı
kalacağımızın yeminini yaptık.
Değerli arkadaşlarım, çok
trajik bir durumdur ki, nedeni anlaşılmaz, nedeni kabul görmez bir nedenden
dolayı, kanuna aykırı eğitim bir biçimde himaye edilmeye çalışılıyor.
Değerli arkadaşlarım, tüm
dünyada ve Türkiye'de de eğitim önemlidir. Bir ülkenin geleceği eğitime
bağlıdır. Onun içindir ki, iki bakanlığın adı "millî" ile başlar
bizde; biri Millî Eğitim Bakanlığı, biri de yurt savunması anlamına gelen Millî
Savunma Bakanlığı; yani, biz, eğitimi, yurt savunmasıyla eşit düzeyde görmüşüz,
geleceğimizi görmüşüz; böyle bir anlamı var. Şimdi, değerli arkadaşlar, bunda
kapsam daraltması ve indirime gidiliyor.
Şimdi, zannediliyor ki,
kimileri zannediyor ki, bu düzenlemeyle, biz, işte, birtakım radikal grupların,
radikal dinci grupların istemi doğrultusunda düzenleme yapıyoruz; halbuki, iş
bunu aşan boyutlardadır.
Değerli arkadaşlarım,
göremediğiniz bir şey var. Millî Eğitim Bakanlığından izin alınarak yapılan eğitim
türleri 300'ün üzerindedir. Mahalle arasında açılan tekvando kursundan tutun,
şoför kursuna kadar hepsinin yasası vardır, hepsi de yasaya uygun olarak
yapılmak durumundadır. Burada bunları kapsam dışına çıkardığınız zaman, vahim
neticeler elde edebilecek bir düzenlemeyi de gündeme getiriyorsunuz.
Değerli arkadaşlar,
eğitim-öğretim hakkı Anayasamızın 42 nci maddesinde düzenlenmiştir ve Tevhidi
Tedrisat Kanunu diye, devrim kanunları arasında saydığımız, Anayasanın 176 ncı
maddesinde saydığımız bir kanun var. Burada, eğitimin nasıl ve hangi esaslara
bağlı olacağı yazılıdır. Bu düzenlemeyle, Anayasanın 42 nci maddesini de ihlal
ediyorsunuz, 176 ncı maddesini de ihlal ediyorsunuz. Bu maddede yaptığınız
düzenleme, zannedildiği gibi, tek başına, din eğitimini düzenleyen ya da
bilinen şekliyle, radikal grupların açmış olduğu Kur'an kurslarını düzenleyen
bir madde değildir. Öncelikle, arkadaşlarım bunu kafalarına soksunlar.
Şimdi, yasaya aykırı
eğitimi savunduğunuz zaman, bu kursları serbest bıraktığınız zaman, terör
örgütlerinin de -terör anlamında değil ama- insan yetiştirme, ideolojik eğitim
yapma anlamında kurs açmalarının önünü alamazsınız, misyoner çalışmalarının da
önünü alamazsınız, sapkın birtakım ideolojilerin de önünü alamazsınız.
Değerli arkadaşlarım,
ülkemizde din eğitimi Anayasamızın emri gereğidir, 24 üncü maddenin gereğidir.
Bunun için Diyanet İşleri Teşkilatı diye de bir teşkilatımız var, kurumumuz
var; bu görev yapar. Bunun denetiminde ülkemizde 7 341 Kur'an kursu var. Bunun
sadece 4 300'ü çalışabiliyor değerli arkadaşlarım, diğerleri öğrenci bulamıyor.
7 341 Kur'an kursu yetmezse 17 000 açalım, varsa ihtiyaç. Bu ülkede, Kur'an
okuyacağım deyip de okunmasının önünde hiçbir engel yoktur, kimse de böyle bir
engel koymamaktadır; ama, yapılan düzenlemeyle, kimi sapkın, kimi radikal
açılımların, örgütlerin ya da radikal dinci eğilimlerin önü açılıyor, bunların
baskılarına koskoca İktidar Partisi boyun eğiyor; yanlış olan budur.
Değerli arkadaşlarım,
içinizde -ben de biliyorum, siz de biliyorsunuz, burada isim zikretmek doğru
olmaz- kimi arkadaşlarımız var; "Diyanetin dini-İslamiyet dini" diye
ayıran arkadaşlarımız var. Bunları siz de duyuyorsunuz -önemli bir bölümünüzün
katılmadığını biliyorum, ben de katılmıyorum- bunlara boyun eğmemek gerekir.
Değerli arkadaşlar, İslam
coğrafyasında en yaşanılabilir ülke Türkiye'dir; dinin de en iyi ifade
edildiği, en iyi yerine getirildiği ülke yine Türkiye'dir. Bunun nedeni nedir
biliyor musunuz; bunun nedeni, laik cumhuriyetin yaptığı katkıdır.
Değerli arkadaşlarım,
eğer, laik cumhuriyet olmasa, o cumhuriyetin Anayasayla ifade edilen ve
yasalarla kurulan Diyanet İşleri Teşkilatı olmasaydı, bugün, din adına neler
yutturulacaktı aziz milletimize, neler yutturulacaktı insanlara düşünebiliyor
musunuz?
Din istismarı var; nerede
var; Avrupa'da var. Orada devletin denetimi yok; yurttaşlarımız camilerde
soyuluyor kendine dinci diyen kimi holdingler tarafından; kimi mukaddesat
tacirleri tarafından soyuluyor, emekleri soyuluyor. Görüyorsunuz
televizyonlarda, kendilerine bilmem neyin şeyhi, bilmem neyin ileri geleni
diyenlerin, edep yerlerini, mürit dediği insanlara öptürdüğünü kendiniz
görüyorsunuz.
Değerli arkadaşlarım,
bunu hepimiz üzüntüyle izliyoruz.
AGÂH KAFKAS (Çorum) -
Ayıp ya, ayıp!
ORHAN ERASLAN (Devamla) -
Niye rahatsız oluyorsunuz?! Niye rahatsız oluyorsun?! Bundan rahatsız olacak ne
var?! Niye rahatsız oluyorsun?!
BAŞKAN - Sayın Kafkas...
Sayın Kafkas...
ORHAN ERASLAN (Devamla) -
Değerli arkadaşlarım, bunların hiçbiri dinden değildir; hiçbiri dinden değildir;
bakınız, hiçbiri dinden değildir. Bunu yapmakla, bu düzenlemeyle, siz, dini
savunmuyorsunuz; dini savunduğunuzu zannediyorsunuz; ama, aslında, dine kötülük
yapıyorsunuz, dinin kötü emellere alet edilmesine kapı aralıyorsunuz, kötü
niyetli insanların elinde oyuncak edilmesine, istismar konusu edilmesine kapı
aralıyorsunuz. Bu doğru değildir arkadaşlar; bu doğru değildir. Ulusal eğitimin
bir tek yolu vardır; o da yasayla olur. Yasasız eğitimi savunmak, Millet
Meclisi üyelerine, Yasama Meclisi
üyelerine yakışmayan bir durumdur.
Bunun için, değerli
arkadaşlarım, sizleri uyarıyorum son kez. Dikkat edin. İçinizde kıymetli
arkadaşlar da var, bu işleri bilen arkadaşlar da var.
AGÂH KAFKAS (Çorum)-
Diğerleri neyi biliyor?!
BAŞKAN- Sayın Kafkas,
konuşmasını tamamlamak üzere hatip. Lütfen…
ORHAN ERASLAN (Devamla)-
Bunlar da var. Sorun onlara. Bunun eğitimi, bu denildiği gibi olmaz. Devletin
denetimi olmadan, eğitimin denetimi olmadan…
AGÂH KAFKAS (Çorum)- Bu
Mecliste kıymetsiz olanlar da mı var?!
ORHAN ERASLAN (Devamla)-
Çok biliyorsan gel konuş canım! Ne bağırıyorsun?!
AGÂH KAFKAS (Çorum)- Ne
kıymeti?!
BAŞKAN- Sayın Kafkas…
ORHAN ERASLAN (Devamla)-
Çok biliyorsan gel konuş!
BAŞKAN- Sayın Eraslan,
karşılıklı konuşmayalım. Lütfen…
ORHAN ERASLAN (Devamla)-
Şimdi, bu istismara yol vermeyin değerli arkadaşlarım, radikal gruplara teslim
olmayın.
Şimdi, Türkiye'de bazı
şeyleri iyi yerine getiremediniz; işsizliğe çözüm bulamadınız, yolsuzluğa çözüm
bulamadınız, Türkiye'de kalkınmayı sağlayamadınız, Türkiye'de işçiye çözüm
bulamadınız, çiftçi perişan durumda, esnaf kan ağlıyor, memur kan ağlıyor.
Bütün bunları yerine getiremedikçe, dönüp dönüp din istismarına yönlenmeyin.
ALİM TUNÇ (Uşak)- Sizin
söylediğiniz başka bir şey yok ki.
ORHAN ERASLAN (Devamla)-
Bunun sonu iyi değildir. Bunun sonu size de iyilik getirmez. Size de doğruyu
göstermek gerekir.
Doğrusu, değerli
arkadaşlarım, yasayla yapılmasıdır eğitimin. Yasaya aykırı eğitimi, ne eğitimi
olursa olsun, himaye etmek doğru değildir; kabul edilemez, Yasama Meclisine
yakışmaz. Üstelik, yaptığınız bu düzenlemeyle, sadece din eğitimini değil,
bütün eğitim alanlarını büyük bir sıkıntıya sokuyorsunuz. Yasasızlık at başı
gidecektir.
Kapatmanın kaldırılması
da, denildiği gibi, Ceza Kanunu düzenlemesinde değildir, birçok maddede vardır.
Yeni Bankalar Yasasında da kapatma cezası konuluyor; bu da gelecek, önümüzde
göreceğiz.
Ayrıca, burada
çalışanların cezalandırılmaması, kapsam dışında tutulması da yanlıştır. Yapılan
iş tümüyle Anayasaya aykırıdır.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN- Sayın Eraslan,
lütfen konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
ORHAN ERASLAN (Devamla)-
Anayasanın birçok maddesini ihlal eden bir düzenlemeye evet demeyin değerli
arkadaşlarım. Çok açık şekilde Anayasaya aykırılığı biline biline ve Anayasanın
81 inci maddesinde ettiğiniz yemine aykırı davranarak buna evet derseniz, bu
mesele, sadece yalan yere yemin etmenin ötesinde noktalara gider.
Hepinize saygılar,
sevgiler sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Eraslan.
Sayın milletvekilleri,
madde üzerinde, AK Parti Grubu ve şahsı adına, Adıyaman Milletvekili Sayın
Hüsrev Kutlu; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Sayın Kutlu, herhangi bir
sataşmaya sebebiyet verecek cümlelerden kaçınalım.
AK PARTİ GRUBU ADINA
FEHMİ HÜSREV KUTLU (Adıyaman) - Sayın Başkanım, çok kıymetli milletvekilleri;
hepinizin bildiği gibi, ben, kürsüde sataşmaya karşı olan bir vekilim ve bugüne
kadar da, mümkün olduğu kadar sataşmaya meydan vermedim; onun için, bu konuda
kimsenin bir endişesi olmasın.
Şimdi, arkadaşlar uzun
uzadıya izahlarda bulundular. Sayın Cumhurbaşkanımız kanunu geri gönderme
gerekçesini uzun uzadıya izah etmiş. Ben, Sayın Bozdağ'a bu konuda
katılmıyorum; çok iyi incelemiş; ama, biraz değişik bir yoruma girmiş bence.
Şimdi, Adıyaman'da Mehmet
Amca komşusuyla kavga etmiş; gitmiş Dilekçeci Hasan Efendiye "bana bir
dilekçe yaz" demiş. Dilekçeci, fazla para tutsun diye uzun uzadıya yazmış
yazmış, sonra da "dinle bakalım bir, neler yazdım, okuyayım da sen
dinle" demiş, okumaya başlamış. Komşusunun kendisini öldürmeye teşebbüs
ettiğini, evini, ailesini, huzurunu, her şeyini bozacağını, işte, çok, böyle
vahim sonuçlar doğuracağını falan anlatınca, adam "devamını okuma, kalsın;
ben gidiyorum" demiş. "Yahu, nereye gidiyorsun, dilekçeni al"
deyince "lazım değil; adam bana bu kadar şey yapmışsa, daha niye orada
duruyor ki ya, gider vururum onu" demiş.
Şimdi, Sayın
Cumhurbaşkanının gerekçesini okudum: "Buradaki düzenlemeler -kâğıttan
okumaya alışkın değilim de, burada metne bağlı kalmak zorundayım- hukuk
devleti, eşitlik, laiklik, ülke ve ulus birliği, öğretim birliği ilkeleriyle, cumhuriyetin
kuruluş felsefesiyle, çağdaş ve bilimsel eğitim anlayışıyla bağdaşmamakta,
toplumun adalet duygularını incitecek nitelikte bulunmaktadır."
Arkadaşlar, geriye ne kaldı ki?! Anayasamızın bütün temel kurallarını, biz,
bilmeden ihlal etmişiz! Ne yapmışız: Seksen yıldır uygulanan 765 sayılı bir
Ceza Kanunumuz var -hani geri devrim yaptık geri değiştirdik ya- şimdi, bu Ceza
Kanunumuzda bu suça verilen ceza tanımlanmış, kanuna aykırı mektep ve dershane
açanlar, altı aydan iki yıla kadar cezalandırılır demiş ve bu kurumlar da
kapatılır demiş. Biz ne yapmışız; son düzenlemeyle, öncekini bir tarafa
bırakalım; bu ihlal ettiğimiz düzenlemeyle kanuna aykırı eğitim kurumu açanlar
demişiz, üç aydan bir yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.
ALİ CUMHUR YAKA (Muğla) -
Kapatmamışsınız!
FEHMİ HÜSREV KUTLU
(Devamla) - Kapatmamışız, çünkü, siz de, bilmiyorum, herhalde, hukukçu değilsiniz;
ama, aramızda 98 tane hukukçu arkadaşımız var, Türk Ceza Kanunundaki yeni
sistemle, kapatma kararları veya hükümleri Ceza Kanununda yer almayıp, bunlar
idareye bırakılmaktadır ve…
HALUK KOÇ (Samsun) -
Sayın Başkan…
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Sayın Kacır, oradaki arkadaşlarımız, lütfen, efendim,
yerlerimize oturur muyuz.
Sayın Kutlu…
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
- Sayın Başkan, kendi milletvekillerini dinlesinler bari, bizimkileri
dinlemiyorlar da…
FEHMİ HÜSREV KUTLU
(Devamla) - Arkadaşlar, benim için önemli değil, ben konuşurum da, arkadaşlar,
beni dinlemekte zorlanıyorlar, bunun da tekrarı yok, onun için önem arz ediyor.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
Şimdi, yine, yeni Ceza
Kanunumuzdaki sistemde hâkim, alt sınırdan karar vermek zorunda olmayıp,
limitler içerisinde takdir hakkını kullanabilecek; ama, eski ceza hukuku
sistemimizde, hâkimin, teşdidi uygulaması için çok ağır şartlar öngörmesi
gerekiyordu, bunda öyle bir şart yok. Yani, eski kanuna göre altı ay ceza
verebilecekken, yeni kanuna göre "üç aydan bir yıla kadar" denmiş;
yine altı ay ceza verebilir. Kapatmasına gerek yok, zaten bu idarî bir
işlemdir; kanuna aykırı bir eğitim kurumu kolluk kuvvetleri tarafından
kapatılır. Bunun için yeni bir düzenlemeye gerek yoktur. Biz ne yapmışız da bu
kadar Anayasayı ihlal etmişiz? Hiçbir şey yapmamışız arkadaşlar. Önceki, bir
aydır, hatta bir ay dahi olmayan, kanunda "altı aydan üç yıla kadar
ceza" demişiz.
Arkadaşlar, burada ne bir
terör örgütü ne de başka yasadışı bir yer mevzubahistir. Çünkü, terör
örgütleri... Sayın Eraslan dedi ki: "İşte, şu kadar, 300'ün üzerinde kurs
izni var, işte böyle bir şey yapılırsa, terör örgütleri, insan yetiştirmek için
başka isim altında bu kursları açabilir." Doğru; ama, bilmem
serenofilciler derneği diye açıp da yapabilir veya kuaför kursu deyip de
yapabilir. Bunu denetlemezsek olur.
Şimdi, netice olarak,
burada Anayasayı ihlal edecek herhangi bir değişiklik söz konusu değildir.
Adam, okul açmak için her türlü çalışmayı yapmış, binasını yapmış, sıralarını
koymuş, izin için müracaat etmiş, evraklarında bir eksiklikten dolayı izin
geciktiği takdirde o nasıl olsa gelir diye eğitime başlamış; bu maddeye girer
veya Adıyaman'da yaşıyoruz, kurs açmış, meğerse kurs açtığı binanın dördüncü
katı fazladan atılmış; oturma izni verilmiyor; bu adamın ruhsatı çıkmıyor ve o
adamın açtığı dershane de işte bu maddeye giriyor. Onun dışında, eğer terör
örgütü, bir kurs açmışsa bunun yeri Terörle Mücadele Kanunundadır. Türk Ceza
Kanununda ağırlaştırılmış müebbete kadar varan hükümleri vardır. Arkadaşlar, bu
mesele, basında, maalesef, yanlış olarak başka bir yere çekildi. Nedir bu
yanlışlık; kaçak Kur'an kursu… Arkadaşlar, Kur'an kursunun kaçağı olmaz.
MEVLÜT COŞKUNER (Isparta)
- Kaçak kurs… Kaçak kurs…
FEHMİ HÜSREV KUTLU
(Devamla) - Kaçak Kur'an kursu olmaz arkadaşlar.
FERİDUN AYVAZOĞLU (Çorum)
- Neyi olur?!
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
- İzinsiz kurs…
FEHMİ HÜSREV KUTLU
(Devamla) - Türkiye'de, Kur'an öğrenimine, ne Cumhuriyet Halk Partisi karşıdır,
ne AK Parti karşıdır, ne de diğer partiler karşıdır. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Hiç kimse bu konuda engel olmaz. Kimse de bu işin suiistimalini
yapmasın. Yani, dışarıdan bakınca, arkadaşlar, Cumhuriyet Halk Partili
arkadaşlar değişik yorumlayabilir. Arkadaşlar, biz, beraber çalışıyoruz.
Kaçınızın kardeşi hafız ya?.. (AK Parti sıralarından alkışlar)
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
- Nasıl yorumlanır?..
FEHMİ HÜSREV KUTLU
(Devamla) - Ama, Sayın Orhan Eraslan'ın ağabeyi hafız. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Arkadaşlar, yani, ölçüye tartıya vurursak, bizden fazla yanları
çıkar.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
- Sayın Kutlu, ne demek istiyorsunuz? Nasıl yorumlarlarmış…
FEHMİ HÜSREV KUTLU
(Devamla) - Adıyaman'ın 5 milletvekili var, 5 milletvekilinden minare yaptıran
ve "bu minare falan tarafından yapılmıştır" diye ibaresi bulunan tek
arkadaşınız Sayın Şevket Gürsoy'dur. Dini imanı…(AK Parti sıralarından
alkışlar) Sayın Mehmet Yıldırım'ın babası Kur'an kursu derneği başkanıdır.
Yani, böyle, bu şekilde, iman konusunda, Kur'an konusunda birbirimizle
yarışacak şeyimiz yok. Vallahi, CHP'liler bu konuda bizi aratmazlar, yani, daha
ileride de sayılabilirler; onun için, Kur'an kursları konusunda…Kur'an kursları
konusunda…
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
- Sayın Kutlu, bir grupla alay edemezsiniz; alay ediyorsunuz, alay ediyorsunuz…
FEHMİ HÜSREV KUTLU
(Devamla) - Alay etmiyorum.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
- Hayır; alay ediyorsunuz… Alay ediyorsunuz.
FEHMİ HÜSREV KUTLU
(Devamla) - Benim söylediklerim…
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
- Alay ediyorsunuz…
FEHMİ HÜSREV KUTLU
(Devamla) - Alay etmiyorum. Benim söylediklerimin hepsi, arkadaşlar buradadır,
tescillidir.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
- Alay ediyorsunuz… Alay ediyorsunuz…
FEHMİ HÜSREV KUTLU
(Devamla) - İnanmıyorsanız sorun.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
- Alay ediyorsunuz. Biz, burada, iman yarışında değiliz, biz burada din
yarışında değiliz. Lütfen sataşmayın!
ATİLA EMEK (Antalya) -
Bir yerlere mesaj veriyorsunuz.
BAŞKAN - Sayın Hatip,
sayın milletvekilleri, karşılıklı konuşmayalım. Sayın Kutlu, Genel Kurula hitap ediniz.
FEHMİ HÜSREV KUTLU
(Devamla) - Sayın arkadaşlarım, bir yeri tartışmaya açmamız lazım; Kur'an
kurslarında, öğrenci bulunamıyor veya birileri denetimsiz Kur'an kursu veriyor.
Buradaki sıkıntı nereden kaynaklanıyor; 1999 yılında Diyanet İşleri Teşkilat
Kanuna bir geçici madde konulmuş; demişler ki, işte, ilkokulun 5 inci sınıfını
bitirmeyenler yaz kursuna alınmaz, 8 inci sınıfını bitirenler de Kur'an kursuna
gitmez.
Arkadaşlar, kâinat boşluk
kabul etmez, boşluk bırakırsanız birileri doldurur.
Biz, bir kimse 7
yaşındaki çocuğuna -ki, ben çocuklarıma 7 yaşından önce Kur'an öğrettim, ben de
o yaşlarda öğrenmiştim- 12 yaşına kadar bekleyeceksin derlerse, ben, başka
formüller ararım. Biz, devletin denetiminde, Diyanetin kontrolünde, gerçekten
disiplinli bir şekilde, dinini en güzel şekilde öğrenecek bir nesil yetiştirmek
istiyorsak, bu konuyu bir aramızda tartışalım.
ATİLLA KART (Konya) -
Ceza Kanununda ne işi var?!
FEHMİ HÜSREV KUTLU
(Devamla) - Yani, bunları, tekrar aşağıya çekmemiz ve devletin kontrolünde bu
kursları açmamızın ne derece faydalı olacağını tartışalım.
ATİLLA KART (Konya) - Ne
yeri var?!
FEHMİ HÜSREV KUTLU (Devamla) - Tam yeri
burası; çünkü, arkadaşlar da bu konudan bahsettiler.
ATİLLA KART (Konya) -
Ceza Kanunuyla ne ilgisi var?!
FEHMİ HÜSREV KUTLU
(Devamla) - Çok kıymetli arkadaşlarım, zamanımız daralıyor. Bu arada,
Türkiye-Yunanistan millî maçı var, Millî Takımımıza başarılar diliyoruz.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU
(Antalya) - Maç bitti!
FEHMİ HÜSREV KUTLU
(Devamla) - Maç bitti mi… Özür diliyorum arkadaşlar. Bir kabahat işledim, Genel
Kurulda oturdum, maçı seyretmemişim; kusura bakmayın; tamam!..
Şimdi, arkadaşlar, son
bir şey anlatayım: Adıyaman'da insanlar, böyle, bilhassa dağ köylerinde,
cömerttir. Misafir gelmiş ünlü bir siyasetçi. Evinde bir petek balı varmış,
önüne koymuş "buyurun" demiş. Adam bir yemeğe başlamış, durmuyor -ben
değilim- durmuyor; adam, bal bitecek diye endişeleniyor. "Beyefendi, bir
su içseniz, ciğeriniz yanar" demiş. "Yok yok" demiş; devam
ediyor; çünkü, su içse kesilecek; yemeye devam ediyor, bal bitecek; adam
endişeleniyor. "Bir su içseniz, ciğeriniz yanar" demiş. Adam en son
dönmüş, demiş ki: "Kimin ciğerinin yanacağını Allah bilir."
Şimdi, bu geri gönderme
gerekçesinde de, toplumun adalet duygularını incitecek nitelikte bulunmuş; ama,
toplumun adalet duygularını kimin incittiğini Allah da, sizler de biliyorsunuz.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Kutlu.
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, Kanunun görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin
uzatılmasını Genel Kurulun onayına arz ediyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Şahsı adına, Artvin
Milletvekili Sayın Yüksel Çorbacıoğlu; buyurun.
Süreniz 5 dakika.
YÜKSEL ÇORBACIOĞLU
(Artvin) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri,
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle, Sayın
Kutlu'nun verdiği bilgilerin eksik taraflarını tamamlamak istiyorum. Sayın
Mehmet Yıldırım'ın babası Kur'an kursunun başkanı olabilir, doğrudur; ama,
Diyanetin izniyle açılan kursun başkanıdır; kaçak, kanuna aykırı olan kursun
değil; öncelikle, bu düzeltmeyi yapayım. (CHP sıralarından alkışlar)
MEHMET YILDIRIM
(Kastamonu) - Aynen öyle; doğru.
YÜKSEL ÇORBACIOĞLU
(Devamla) - İkincisi, yaş olarak 12 ve 15 yaşa kadar -ayrıntıya girmiyorum-
Kur'an eğitimi alamayan insanların o sıkıntılarından dolayı doğan boşluğu, siz,
bu yasayla dolduramazsınız. Bu yasa, kanuna aykırı eğitim kurumlarına -ki, her
türlü eğitim içine girer- bunların rahatlıkla yapılmasına fırsat veren, bunlara
ön açan bu yasayla, siz, o amacınızı gerçekleştirmemiş olursunuz.
Şimdi, değerli
arkadaşlar, tabiî, ülkenin büyük sorunları var, sıkıntıları var. Ülke batmış
durumda, iflas etmiş durumdayız, borç bini aşmış, işsizlik, üretim, yatırım,
eğitim... Yani, hep beraber, hepimiz sorumluyuz bu işte, öncelikle iktidar.
Tabiî ki, bu konuyu tartışmak istemezdik; yani, bu önemli sorunlar varken,
gelip de, din konusunda, insanların, toplumun hassas olduğu bu konuyu tartışmak
istemezdik; ama, neden tartışıyoruz, bu soruyu bir kendimize soralım. 1926
yılından itibaren Türkiye'de yürürlükte olan yasamızda, Ceza Yasamızda, 1926'da
yürürlüğe girmiştir, 1938'de küçük bir değişiklik, 1971'de değişiklik yapılmış,
o şekilde gelen bu maddeyi, bu yasadan, kısmen bazı bölümlerini çıkarmak, bazı
bölümleri açısından da sakat bırakan, eksik bırakan bu girişim kimden mi geldi;
Cumhuriyet Halk Partisinden mi geldi; hayır, sizden geldi, sizin
milletvekillerinizin önergesiyle, Genel Kurulda bu kabul edildi ve Cumhurbaşkanı
veto etti; yani, bu sorunu, bu tartışmayı Cumhuriyet Halk Partisi başlatmıyor.
Cumhuriyet Halk Partisinin dinle ilgili görüşü, cumhuriyetin kuruluşunda
belirlenmiştir. Biz, bu defteri seksenbeş yıl önce kapattık. Bu defterin seksenbeş
yıl sonra açılmasının, ne size ne ülkeye ne insanlarımıza ne inanana ne
inanmayana faydası vardır; ama, ısrarla bunu açmaya çalışıyorsunuz. Peki,
açıyorsunuz da ne oluyor, açıyorsunuz da ne oluyor değerli arkadaşlar?.. Tabiî,
söz süresi 5 dakika olduğu için her şeyi anlatamayacağım; ama, bir şeyi
bilmenizde büyük fayda var. Ben, bu notları çıkardım, isterseniz siz de
bulabilirsiniz; internete girin, Millî Güvenlik Kurulunun basın açıklamalarına
bakın, orada neler göreceksiniz biliyor musunuz; ben size söyleyeyim: Mesela,
Millî Güvenlik Kurulu, 2004 Haziran ayındaki basın açıklamasında, irtica ve
bölücülüğü gündeme getiriyor; 2003 Nisan ayı basın açıklamasında, özellikle
irticaî faaliyetlerle ilgili görüşmeler yapıldığını, İstanbul'da yapılan
eylemlerden dolayı terör faaliyetlerinin irticaî örgütlerle ilişkisinin
olduğunu… Sonuçta, bunları teker teker tararsanız, Millî Güvenlik Kurulu gibi
bir kurulun, Türkiye Cumhuriyetinin içtehditleri sıralamasında terör ile
irticaı yan yana saydığını görürsünüz. Bu, o kadar basit bir düzenleme değil;
yani, yine Sayın Kutlu'nun dediği gibi, efendim, bir okul, bir kurs açmak
istemiş, ruhsatı yokmuş da ceza alacakmış!.. Hukukçular bilir, ona ceza
vermezler; çünkü, suç işleme kastı yoktur. Bu, o kadar kolay değil; ama, bu
yapılan yanlışlar, bu verilen açıklar, sonuçta, 22 Mayıs 2005 tarihinde,
Cumhuriyetin Başkentinde, Sıhhiye Meydanında… O sloganları da ben size buradan
okuyayım, gazetelerden belki de okumuşsunuzdur, gazetelerde yazılıydı:
"Dört bir yanda kan, gözyaşı, zillet; tek kurtuluş hilafet",
"hilafet elbet kurulacak, zalimlerden hesap sorulacak" gibi sloganlar
ve dövizler Sıhhiye Meydanında dile getirildi.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın
Çorbacıoğlu, sürenizi 1 dakika uzattım; lütfen konuşmanızı tamamlar mısınız.
Buyurun.
YÜKSEL ÇORBACIOĞLU
(Devamla) - Teşekkür edip, bitiriyorum.
Değerli milletvekilleri,
yani, bizim amacımız, din eğitimiyle, Kur'an öğretimiyle ilgili bir engel
yaratmak değil; ama, bu amaçla denetimsiz olarak faaliyet gösteren irtica
yuvalarının, gericilik, yobazlık yuvalarının bu fırsatı ellerine almamasıdır,
bu fırsatı onlara vermeyin. Burada Sayın Bekir Bozdağ söyledi "efendim,
terörist ise onun cezası var", "efendim 220 nci maddemiz var, şu var,
bu var…" Siz, bu suçları işleyen kişilerin nereden geldiğini düşündünüz
mü?! Biz, tutuyoruz, terörist… Sivrisinekle uğraşmak gibi; bataklıkla uğraşalım
ve bu bataklık, denetimsiz bu kurumlardır. Bunu, sakın, masum din anlayışıyla,
din eğitimiyle bir araya getirmeyin, onunla savunmaya çalışmayın. Sayın
Başbakan bunu söylemiş, vakit olmadığı için ve sizi de fazla sıkmak
istemediğimden söylemek istemiyorum, vaktimiz yok; ama, bu konuyu lütfen
ayırın.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın
Çorbacıoğlu, lütfen son cümlenizi alayım.
YÜKSEL ÇORBACIOĞLU
(Devamla) - Türkiye'de bugün, eğer en üst mercilerde bile irtica en önemli
sorun olarak, içtehdit olarak görülüyor ise, bunun sebebi, bu tür kurumların,
bu denetimsiz kurumların istedikleri gibi hareket etmek ve Türkiye'nin,
cumhuriyetin temel nitelikleriyle ilgili kötü amaçlarını gerçekleştirmek için
temiz beyinleri kirletmeleridir.
Sanıyorum bu maddeyi
geçireceksiniz, öyle görünüyor. Umarım, ülkenin başına büyük bir bela açmamış
olursunuz.
Beni dinlediğiniz için
hepinize teşekkür ediyor, saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Çorbacıoğlu.
Sayın milletvekilleri,
kanunun 29 uncu maddesinin oylamasının açıkoylama şeklinde yapılmasına dair
önerge vardır; önergeyi okutup, imza sahiplerini arayacağım. Yeterli imza
sahibi Genel Kurul salonunda ise, daha sonra açıkoylamanın şekli hakkında Genel
Kurulun kararını alacağım.
Önergeyi okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşmekte olduğumuz 958
sıra sayılı kanunun 29 uncu maddesinin, İçtüzüğün 81 inci maddesi uyarınca
açıkoylamaya sunulmasını arz ve talep ederiz.
BAŞKAN - Muharrem
Candan?.. Burada.
Özkan Öksüz?.. Burada.
Hasan Kara?..
KERİM ÖZKUL (Konya) -
Tekabbül ediyorum.
BAŞKAN - Mehmet Sarı?..
Burada.
Ahmet Işık?.. Burada.
Sinan Özkan?..
MEHMET MELİK ÖZMEN (Ağrı)
- Tekabbül ediyorum.
BAŞKAN - Veli Seyda?..
Burada.
Mahfuz Güler?.. Burada.
Tevhit Karakaya?..
Burada.
Mustafa Ilıcalı?..
Burada.
Öner Ergenç?.. Burada.
Zülfü Demirbağ?..
FAHRETTİN POYRAZ
(Bilecik) - Tekabbül ediyorum.
BAŞKAN - Ziyaeddin
Akbulut?.. Burada.
Medeni Yılmaz?.. Burada.
Sabri Varan?.. Burada.
Mehmet Ali Bulut?..
ALİM TUNÇ (Uşak) -
Tekabbül ediyorum.
BAŞKAN - Mustafa
Ünaldı?.. Burada.
Halil Ürün?.. Burada.
Egemen Bağış?.. Burada.
Erol Cebeci?.. Burada.
Sayın milletvekilleri,
açıkoylamanın şekli hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.
Açıkoylamanın elektronik
oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Alınan karar gereğince,
açıkoylama elektronik cihazla yapılacaktır.
Oylama için 5 dakika süre
vereceğim. Bu süre içerisinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden
yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin, oy
pusulalarını, oylama için öngörülen 5 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa
ulaştırmalarını rica ediyorum.
Ayrıca, vekâleten oy
kullanacak sayın bakanlar var ise, hangi bakana vekâleten oy kullandığını,
oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy
pusulasını, yine, oylama için öngörülen 5 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa
ulaştırmalarını rica ediyorum.
Oylama işlemini
başlatıyorum.
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, oylarını pusulayla Başkanlığa ileten arkadaşlarımız, lütfen,
Genel Kuruldan ayrılmasınlar efendim.
(Elektronik cihazla
yoklama yapıldı)
BAŞKAN - Kanunun tamamı
üzerinde bir açık oylama daha yapılacaktır, lütfen, Genel Kurulu terk
etmeyelim.
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, pusula gönderen milletvekili arkadaşlarımın isimlerini
okuyacağım.
Ayrıca, bir hususu daha
hatırlatmak istiyorum; kavaslara pusulasını verip de okumadığım arkadaşlarım
varsa, onlar da Genel Kurulda olduklarını hatırlatsınlar lütfen, bir hata
olmasın.
Sayın Şaban Dişli?..
Burada.
Sayın Gürsoy Erol?..
Burada.
Sayın Maliki Ejder
Arvas?.. Burada.
Sayın Ali Er?.. Burada.
Sayın Fuat Ölmeztoprak?..
Burada.
Sayın Hakan Taşcı?..
Burada.
Sayın İrfan Rıza
Yazıcıoğlu?.. Burada.
Sayın Murat Yılmazer?..
Burada.
Sayın Lokman Ayva?..
Burada.
Sayın Mahmut Göksu?..
Burada.
Sayın Mustafa Nuri
Akbulut?.. Burada.
Bu milletvekili
arkadaşlarımızın içinde, sonradan elektronik oylama cihazına giren
arkadaşlarımız varsa, lütfen, ikaz etsinler.
Pusula gönderip de ismi
okunmayan arkadaşımız var mı?.. Yok.
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, 27.5.2005 Tarihli ve 5357 Sayılı Türk Ceza Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanunun -sıra sayısı 958- 29 uncu maddesinin açıkoylama
sonucunu açıklıyorum:
Kullanılan oy sayısı: 399
Kabul : 338
Ret : 61 (x)
Madde kabul edilmiştir.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, kanunun tümünün oylanmasından önce, İçtüzüğün 86 ncı maddesine
göre, bir lehte, bir aleyhte, milletvekilli arkadaşlarımızın söz talebi vardır.
İlk söz, oyunun rengini
belirtmek üzere, lehte, Isparta Milletvekili Sayın Recep Özel'in.
Sayın Özel, buyurun. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
RECEP ÖZEL (Isparta) -
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; görüşmekte olduğumuz yasanın ülkemize,
milletimize hayırlı olmasını diliyorum. Olumlu oy kullanacağımı bildiriyorum.
Hepinize hayırlı günler,
hayırlı akşamlar efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Oyunun rengini
belirtmek üzere, aleyhte, Çorum Milletvekili Sayın Feridun Ayvazoğlu; buyurun.
FERİDUN AYVAZOĞLU (Çorum)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gecenin bu saatinde, bu kadar yoğun
bir milletvekili arkadaşımızı ve çok
değerli hükümet üyelerini, saygıdeğer bakanlarımızın çoğunluğunu burada
görmekten dolayı, gerçekten, Türkiye adına mutluluğumuzu ifade etmek istiyorum.
(AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
Fakat, bunun anlamının,
gecenin bu saatinde, ne olduğunu, ne olabileceğini kamuoyuyla paylaşmanın da
bizlere düşen ayrı bir görev olduğunu belirtmek istiyorum.
Görüştüğümüz, Sayın
Cumhurbaşkanı tarafından gönderilen, iki maddesine ilişkin olmak üzere geri
gönderme tezkeresi; Türk Ceza Kanununda belirtilen maddelerden biri 13 üncü
maddeyle ilgili olmak üzere, bir diğeri de 263 üncü maddeyle ilgili olmak
üzere.
Sanıyoruz ve bütün
buradaki arkadaşlarımız da şunu biliyor ki, gönderilen maddelerden 13 üncü
maddeyle ilgili olarak, bu topluluğun, bu saatte toplanması mümkün değil. O
zaman, toplanılması gerektiğine inanan değerli AKP'li milletvekili
arkadaşlarımızın, Türk Ceza Kanununun 263 üncü maddesiyle ilgili olarak
toplandığını, buradaki gösterge, kendini gösteriyor; çünkü, 263 üncü madde,
hepimizin de bildiği gibi, bir süreç yaşadı. Bu sürecin altında, birbuçuk
yıldan, iki yıldan beri uğraşmış olduğumuz, Türk Ceza Kanununda hep birlikte
görev yaptığımız Sayın Adalet Bakanımızın bilgisi dahilinde, Sayın Adalet
Komisyonu Başkanımız ve Adalet Komisyonu üyesi arkadaşlarımızın bilgileri ve
oybirliğiyle vermiş oldukları imzalar kapsamında kaleme aldığımız 263 üncü
madde. Maalesef, bakıyoruz, görüyoruz ki, 263 üncü madde, daha önceki Türk Ceza
Kanununun 261 inci maddesi olarak yer alan hükümle aynı mahiyeti taşıyan,
sadece ve sadece üst sınırı üç yıla kadar varan bir cezayı kapsayan ve bu
uğurda altkomisyonda imza veren Yozgat Milletvekili Sayın Bekir Bozdağ'ın ve
yine Kastamonu Milletvekilimiz Sayın Hakkı Köylü'nün, 263 üncü maddenin bu
şekilde geçmesiyle ilgili olarak vermiş olduğu altkomisyondaki imzanın ve bu
doğrultuda olmak üzere Adalet Komisyonunda bütün Adalet Komisyonu üyesi
arkadaşlarımızın ve
(x) Açıkoylama
kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağın sonuna eklidir.
Adalet Bakanımızın,
Adalet Komisyonu Başkanımızın hep birlikte vermiş olduğu olumlu oyla geçen 263
üncü maddeye ne oldu da, birdenbire, bir teklifle, Sayın Kara'nın teklifiyle
263 üncü maddenin cezası "hapis ve/veya" şeklinde adlî para cezasına
dönüştürüldü? Bu ceza... Sayın Cumhurbaşkanı tarafından ilgili madde veto
edildikten sonra da aynı arkadaşlarımız ne yazık ki, ne hazindir ki, daha önce
atmış oldukları imzayı inkâr edecek şekilde, milletvekilliğinin tavrına,
milletvekilliğinin duruşuna yakışmayacak bir şekilde, atmış oldukları imzayı
inkâr edecek bir şekilde, burada, geldiler, görüşlerini beyan ettiler ve şu
anda da sayın milletvekillerimizle birlikte buna imza vermeye hazır hale
geldiler.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN- Sayın Ayvazoğlu,
lütfen, konuşmanızı tamamlayınız.
FERİDUN AYVAZOĞLU
(Devamla)- Sayın Başkanım, burada bir şeylerin mücadelesi veriliyor. Biz,
Cumhuriyet Halk Partisi olarak laiklik ile İslamiyeti bir arada yaşamanın
mücadelesini veriyoruz. Hiç kimse İslamiyeti tekelinde olduğunu sanarak siyasette
rant elde edeceğini sanmasın. Çünkü, biz bunların komşumuz Irak'tan, acı
tecrübelerini görüyoruz, İran'dan, acı tecrübelerini görüyoruz, Filistin'den,
Bosna-Hersek'ten, acı tecrübelerini görüyoruz. Onun için de, biz diyoruz ki,
Türkiye Cumhuriyetinin demokratik, laik yapısında Cumhuriyet Halk Partisinin o
yıllarda, devrim yıllarında elde etmiş olduğu ve bu ulusla birlikte misakımillî
sınırları içerisinde yaşamaya çalıştığı demokratik, laik cumhuriyet içerisinde
İslamiyetle beraber, İslamiyetin kurallarıyla; ama, demokratik, laik bir
şekilde yaşamak isteyen Cumhuriyet Halk Partisinin, bu ilkelerine…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Ayvazoğlu,
teşekkür ediyorum.
FERİDUN AYVAZOĞLU
(Devamla) - …ve felsefesine uygun bir şekilde beraber yaşamak istiyoruz. Eğer
bunu kamuoyundan saklayarak siyasî rant elde edecekseniz, kamuoyu yarın bir gün
bunun hesabını soracaktır.
Bu duygu ve düşüncelerle,
hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar; AK Parti
sıralarından alkışlar[!])
BAŞKAN - Sayın Ayvazoğlu,
teşekkür ediyorum.
ENGİN ALTAY (Sinop) -
Çoğunluğumuz var diye fazla havalanmayın!
BAŞKAN - Saygıdeğer
milletvekili arkadaşlarım, kanunun tümünün oylamasının açıkoylama şeklinde
yapılmasına dair önerge vardır. Önergeyi okutup, imza sahiplerini arayacağım.
(Gürültüler)
Saygıdeğer arkadaşlar,
lütfen, dinleyin.
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşmekte olduğumuz 958
sıra sayılı kanunun tümünün, İçtüzüğün 81 inci maddesi uyarınca açıkoylamaya
sunulmasını arz ve teklif ederiz.
BAŞKAN - Faruk Çelik?..
Burada.
Ahmet Işık?.. Burada.
Muzaffer Gülyurt?..
Burada.
Abdullah Veli Seyda?..
Burada.
Mustafa Demir?.. Burada.
Temel Yılmaz?.. Burada.
Alim Tunç?.. Burada.
Mehmet Beşir Hamidi?..
Burada.
Selahattin Dağ?.. Burada.
Mahfuz Güler?.. Burada.
Recep Yıldırım?.. Burada.
Mustafa Çakır?.. Burada.
Abdullah Erdem
Cantimur?.. Burada.
Ali Temür?.. Burada.
Faruk Anbarcıoğlu?..
Burada.
Mehmet Emin Tutan?..
Burada.
Ahmet Yaşar?.. Burada.
Musa Sıvacıoğlu?..
Burada.
Ayhan Sefer Üstün?..
Burada.
Öner Ergenç?.. Burada.
Sayın milletvekilleri,
açıkoylamanın şekli hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.
Açıkoylamanın elektronik
oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Alınan karar gereğince,
açıkoylama elektronik cihazla yapılacaktır.
Oylama için 5 dakika süre
vereceğim. Bu süre içinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden yardım
istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin, oy pusulalarını,
oylama için öngörülen 5 dakikalık süre içinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica
ediyorum.
Ayrıca, vekâleten oy
kullanacak sayın bakanlar var ise, hangi bakana vekâleten oy kullandığını,
oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy
pusulasını, yine, oylama için öngörülen 5 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa
ulaştırmalarını rica ediyorum.
Saygıdeğer arkadaşlarım,
bu, tümünün oylanması olduğu için, pusula gönderen arkadaşların, pusulalarını
okutacağımızdan, lütfen, Genel Kurulu terk etmemelerini istirham ediyorum.
Oylama işlemini
başlatıyorum
(Elektronik cihazla
oylama yapıldı)
BAŞKAN - Saygıdeğer
milletvekili arkadaşlarım, pusula gönderen milletvekili arkadaşlarımı okuyorum:
Sayın Maliki Ejder
Arvas?.. Burada.
Sayın Murat Yılmazer?..
Burada.
Sayın Lokman Ayva?..
Burada.
Sayın Gürsoy Erol?..
Burada.
Genel Kurulda hazır
bulunan milletvekili arkadaşlarıma bir hususu tekrar hatırlatmak istiyorum;
yarın Genel Kurul çalışmaları saat 11.00'de başlayacaktır.
Sayın milletvekilleri,
27.5.2005 Tarihli ve 5357 Sayılı Türk Ceza Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanunun tümünün açıkoylama sonucunu açıklıyorum:
Kullanılan oy
sayısı: 394
Kabul : 340
Ret : 54 (x)
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, böylece, kanun kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır.
Çalışma süremiz
dolmuştur.
Kanun tasarı ve
tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 30 Haziran 2005 Perşembe günü, alınan
karar gereğince saat 11 00'de toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati: 23.27
(x) Açıkoylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağın sonuna eklidir.