BIM 2 3 2005-07-12T12:19:00Z 2005-07-12T12:19:00Z 72 51338 292627 TBMM 2438 585 359366 9.3821 0 6 nk 6 nk 0

DÖNEM: 22         CİLT: 89       YASAMA YILI: 3

 

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

 

119 uncu Birleşim

27 Haziran 2005 Pazartesi

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

                                                      Sayfa    

  I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II.- GELEN KÂĞITLAR

III.- YOKLAMALAR

IV.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1.- Uşak Milletvekili Osman Coşkunoğlu'nun, Fransa ve Hollanda'da yapılan referandumlarda Avrupa Birliği Anayasasının reddedilmesinin yarattığı krize ve bu sonucun Türkiye'ye etkilerine ilişkin gündemdışı konuşması

2.- Kütahya Milletvekili Alaettin Güven'in, Kütahya İlinin tarihine ilişkin gündemdışı konuşması

3.- Hatay Milletvekili İsmail Soylu'nun, Rusya'ya yapılan yaş sebze ve meyve ihracatında yaşanan sorunlara ilişkin gündemdışı konuşması ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker'in cevabı

B) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1.- İzmir Milletvekili Hakkı Ülkü ve 27 milletvekilinin, seracılık sektörünün  sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/297)

2.- Adıyaman Milletvekili Şevket Gürsoy ve 21 milletvekilinin, Adıyaman ve Bingöl İllerinde yaşanabilecek depremden doğabilecek kayıpları asgarîye indirmek için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/298)

C) ÇEŞİTLİ İŞLER

1.- Genel Kurulu ziyaret eden İsveç Parlamento Başkanı Biyörn Von Siydov ve beraberindeki heyete Başkanlıkça "Hoşgeldiniz" denilmesi

V.- ÖNERİLER

A) DANIŞMA KURULU ÖNERİLERİ

1.- Gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi

VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)

2.- Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/1039) (S. Sayısı: 951)

 

VII.- SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Balıkesir Milletvekili Turhan ÇÖMEZ'in, tek doz kızamık aşısı uygulamasına ve SSPE hastalığına neden olup olmadığına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ'ın cevabı (7/6251)

2.- Ordu Milletvekili İdris Sami TANDOĞDU'nun, Ordu-Kumru-Yukarı Damlalı Beldesi ilköğretim okulu duvarının DSİ tarafından yaptırılmamasına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi GÜLER'in cevabı (7/6311)

3.- Antalya Milletvekili Osman ÖZCAN'ın, Siirt-Eruh-Akmeşe Köyünün Çizmeli Köyü korucuları tarafından kiraya verildiği iddialarına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Abdülkadir AKSU'nun cevabı (7/6316)

4.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in, göreve başladığı tarihten itibaren bakanlığa alınan personel sayısına ilişkin sorusu ve Ulaştırma Bakanı Binali YILDIRIM'ın cevabı (7/6535)

I.-GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 14.00'te açılarak yedi oturum yaptı.

Tokat Milletvekili Feramus Şahin'in (6/1475) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi okundu; sorunun geri verildiği bildirildi.

Bursa Milletvekili Mehmet Altan Karapaşaoğlu ve 19 milletvekilinin, zeytincilik sektörünün sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi (10/295),

Ankara Milletvekili Yakup Kepenek ve 27 milletvekilinin, kamu kurum ve kuruluşlarına verilen danışmanlık hizmetlerinin araştırılarak çözüm önerileri oluşturulması (10/296),

Amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu, önergelerin gündemdeki yerini alacağı ve öngörüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Bülent Arınç'ın Estonya Parlamento Başkanı Ene Ergma ve Litvanya Parlamento Başkanı Arturas Paulauskas'ın davetlerine beraberinde bir Parlamento heyetiyle icabet etmek üzere Estonya ve Litvanya'ya resmî ziyarette bulunmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi, kabul edildi.

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:

1 inci sırasında bulunan, Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin (2/212) (S. Sayısı: 305) görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin komisyon raporu henüz gelmediğinden;

3 üncü sırasında bulunan, Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının (1/1036) (S. Sayısı: 930),

4 üncü sırasında bulunan, Kalkınma Ajanslarının Kuruluşu, Koordinasyonu ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısının (1/950) (S. Sayısı: 920),

Müzakereleri, ilgili Komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından;

Ertelendi.

2 nci sırasında bulunan, Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının (1/1039) (S. Sayısı: 951), tümü üzerindeki görüşmeleri tamamlanarak 15 inci maddesine kadar kabul edildi; birleşime verilen aradan sonra, ilgili Komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından; alınan karar gereğince, 27 Haziran 2005 Pazartesi günü saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşime 21.20'de son verildi.

 

 

 

İsmail Alptekin

 

 

 

Başkanvekili

 

 

Bayram Özçelik

 

Harun Tüfekci

 

Burdur

 

Konya

 

Kâtip Üye

 

Kâtip Üye

 

 

Mehmet Daniş

 

 

 

Çanakkale

 

 

 

Kâtip Üye

 


                 No.:                           165

II.- GELEN KÂĞITLAR

27 Haziran 2005 Pazartesi

Tasarılar

1.- Güneydoğu Avrupa Sivil-Asker Acil Durum Planlama Konseyi Kurulması Hakkında Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/1058) (Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm; Millî Savunma ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.6.2005)

2.-      Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Mısır Arap Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Uluslararası Karayolu Taşımacılığı Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/1059) (Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.6.2005)

3.-      Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Afganistan İslam Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Gümrük Konularında İşbirliği ve Karşılıklı Yardımlaşma Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/1060) (Plan ve Bütçe ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.6.2005)

4.-           Millî Eğitim Bakanlığına Bağlı Yüksek ve Orta Dereceli Okullar Öğretmenleri ile İlkokul Öğretmenlerinin Haftalık Ders Saatleri ile Ek Ders Ücretleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/1061) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.6.2005)

Teklifler

1.-      Erzurum Milletvekili Muzaffer Gülyurt'un; Büyükşehir Belediyesi Kanunu'nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/563) (Tarım, Orman ve Köyişleri ile İçişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.6.2005)

2.-   Osmaniye Milletvekili Durdu Mehmet Kastal ile 11 Milletvekilinin; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile 78 ve 190 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/564) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.6.2005)

3.-         Adana Milletvekili Atilla Başoğlu'nun; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılması Hakkında İçtüzük Teklifi (2/565) (Anayasa Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.6.2005)

4.-           İzmir Milletvekili Nükhet Hotar Göksel ile Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in; Serbest Bölgeler Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/566) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 24.6.2005)

5.-        Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan ile Hatay Milletvekili Mehmet Eraslan'ın; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Hakkında 41 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair 2809 Sayılı Kanuna Ek ve Geçici Maddeler Eklenmesi ve 78 ve 190 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi (2/567) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 24.6.2005)

Sözlü Soru Önergesi

1.- Balıkesir Milletvekili Sedat PEKEL'in, kira artışlarına ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/1565) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2005)

Yazılı Soru Önergeleri

1.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/6994) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

2.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/6995) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

3.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/6996) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

4.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/6997) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

5.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/6998) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

6.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/6999) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

7.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/7000) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

8.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/7001) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

9.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/7002) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

10.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/7003) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

11.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/7004) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

12.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/7005) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

13.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/7006) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

14.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/7007) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

15.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/7008) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

16.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy yoluna ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7009) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

17.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy yoluna ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7010) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

18.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy yoluna ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7011) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

19.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy yoluna ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7012) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

20.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy yoluna ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7013) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

21.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy yoluna ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7014) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

22.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy yoluna ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7015) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

23.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy yoluna ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7016) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

24.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy yoluna ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7017) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

25.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy yoluna ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7018) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

26.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy yoluna ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7019) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

27.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy yoluna ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7020) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

28.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy yoluna ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7021) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

29.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy yoluna ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7022) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

30.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy yoluna ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7023) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

31.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy yoluna ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7024) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

32.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy yoluna ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7025) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

33.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy yoluna ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7026) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

34.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy yoluna ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7027) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

35.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy yoluna ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7028) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

36.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy yoluna ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7029) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

37.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy yoluna ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7030) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

38.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy yoluna ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7031) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

39.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/7032) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

40.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/7033) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

41.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/7034) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

42.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/7035) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

43.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/7036) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

44.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/7037) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

45.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/7038) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

46.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/7039) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

47.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/7040) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

48.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/7041) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

49.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/7042) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

50.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/7043) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

51.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/7044) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

52.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/7045) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

53.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/7046) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

54.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/7047) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

55.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/7048) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

56.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/7049) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

57.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/7050) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

58.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/7051) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

59.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/7052) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

60.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir sağlık ocağına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/7053) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

61.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir sağlık ocağına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/7054) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

62.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir sağlık ocağına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/7055) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

63.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir sağlık ocağına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/7056) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

64.- Mardin Milletvekili Muharrem DOĞAN'ın, Hasankeyf'e yapılması planlanan Ilısu Barajının yol açacağı sorunlara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7057) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2005)

65.- Mersin Milletvekili Mustafa ÖZYÜREK'in, Türkiye'nin Büyük Ortadoğu Projesindeki rolüne ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7058) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2005)

66.- Antalya Milletvekili Hüseyin EKMEKÇİOĞLU'nun, Akdeniz Üniversitesi Sağlık Yüksek Okulunun bina sorununa ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7059) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2005)

67.- İzmir Milletvekili Enver ÖKTEM'in, İzmir'in bazı köylerinde yaşanan sel felaketine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7060) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2005)

68.- Diyarbakır Milletvekili Muhsin KOÇYİĞİT'in, THY Yönetim Kurulu Başkan ve üyelerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7061) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2005)

69.- Hatay Milletvekili Züheyir AMBER'in, özel kalem müdürünün havalimanında VİP salonunu kullandığı iddiasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7062) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2005)

70.- İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in, Anamur-Girne arasındaki yolcu taşıma seferlerinin kaldırılma nedenine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7063) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2005)

71.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in, Bursa SSK İl Müdürlüğüne ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/7064) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2005)

72.- İstanbul Milletvekili Mehmet Ali ÖZPOLAT'ın, SSK'ya ait gayrimenkullere ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/7065) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2005)

73.- Niğde Milletvekili Orhan ERASLAN'ın, işçi emekli maaşlarına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/7066) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2005)

74.- Adana Milletvekili Atilla BAŞOĞLU'nun, TÜPRAŞ'ın, aldığı ve işlediği petrol ürünlerine ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/7067) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

75.- Niğde Milletvekili Orhan ERASLAN'ın, TEDAŞ tarafından Niğde İlindeki elektrik sayaçlarının değiştirilmesine ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/7068) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2005)

76.- Niğde Milletvekili Orhan ERASLAN'ın, Niğde İlindeki Cemil Meriç Görme Engelliler Okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/7069) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2005)

77.- Niğde Milletvekili Orhan ERASLAN'ın, Niğde Millî Eğitim İl Müdürlüğünde Atatürk resmi ve bayrak olmadığı iddialarına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/7070) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2005)

78.- Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Vedat MELİK'in, Ceylanpınar'da hayvancılıkla uğraşan, göçer vatandaşların sorunlarına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7071) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2005)

79.- Adana Milletvekili Atilla BAŞOĞLU'nun, sahte bal ve gıda üretimi yapanlara ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7072) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)

80.- Muğla Milletvekili Ali ARSLAN'ın, süt üreticilerinin sorunlarına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7073) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2005)

81.- Niğde Milletvekili Orhan ERASLAN'ın, süt üreticilerinin sorunlarına ve alınacak önlemlere ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7074) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2005)

82.- Niğde Milletvekili Orhan ERASLAN'ın, yem fiyatlarına ve hayvancılık sektörünün desteklenmesine yönelik çalışmalara ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7075) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2005)

83.- Niğde Milletvekili Orhan ERASLAN'ın, Niğde İlindeki süt üreticilerinin sorunlarına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7076) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2005)

84.- Niğde Milletvekili Orhan ERASLAN'ın, Niğde'de çiftçilerin Tarım Kredi Kooperatiflerine olan borçlarına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7077) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2005)

85.- Mersin Milletvekili Vahit ÇEKMEZ'in, Mersin-Mut İlçesine bağlı bazı köylerde dolu afetinden zarar gören kayısı üreticilerine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7078) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2005)

86.- Tekirdağ Milletvekili Erdoğan KAPLAN'ın, Tekirdağ ve civarında elektrik tahsilatındaki sorunlara ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/7079) (Başkanlığa geliş tarihi:  16.6.2005)

87.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in, Bursa İline düzenleyeceği ziyarete ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/7080) (Başkanlığa geliş tarihi:  16.6.2005)

88.- Niğde Milletvekili Orhan ERASLAN'ın, yetiştirme yurdundan ayrılan çocukların sorunlarına ilişkin Devlet Bakanından (Nimet ÇUBUKÇU) yazılı soru önergesi (7/7081) (Başkanlığa geliş tarihi:  16.6.2005)

89.- Hatay Milletvekili Abdulaziz YAZAR'ın, İskenderun-Arsuz karayolu projesine ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/7082) (Başkanlığa geliş tarihi:  16.6.2005)

90.- İzmir Milletvekili Enver ÖKTEM'in, İzmir Körfezindeki kirliliğin nedenlerine ve alınacak önlemlere ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/7083) (Başkanlığa geliş tarihi:  16.6.2005)

91.- Mersin Milletvekili Vahit ÇEKMEZ'in, PTT Enis Öksüz Eğitim Tesislerine ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/7084) (Başkanlığa geliş tarihi:  16.6.2005)

92.- Hatay Milletvekili Züheyir AMBER'in, havaalanlarındaki VİP salonlarının kullanımına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/7085) (Başkanlığa geliş tarihi:  16.6.2005)

93.- İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in, bazı spor tesislerine ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Mehmet Ali ŞAHİN) yazılı soru önergesi (7/7086) (Başkanlığa geliş tarihi:  16.6.2005)

94.- İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in, solvent ithal eden şirketlere ilişkin Devlet Bakanından (Kürşad TÜZMEN) yazılı soru önergesi (7/7087) (Başkanlığa geliş tarihi:  16.6.2005)

Meclis Araştırması Önergeleri

1.- İzmir Milletvekili Hakkı ÜLKÜ ve 27 Milletvekilinin, seracılık sektörünün sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/297) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.6.2005)

2.- Adıyaman Milletvekili Şevket GÜRSOY ve 21 Milletvekilinin, Adıyaman ve Bingöl illerinde yaşanabilecek depremden doğabilecek kayıpları asgariye indirmek için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/298) (Başkanlığa geliş tarihi: 24.6.2005)


BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.05

27 Haziran 2005 Pazartesi

BAŞKAN: Başkanvekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)

BAŞKAN - Saygıdeğer milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 119 uncu Birleşimini açıyorum.

Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündemdışı söz vereceğim.

Konuşma süreleri 5'er dakikadır. Hükümet konuşmalara cevap verebilir. Hükümetin konuşma süresi 20 dakikadır.

Gündemdışı ilk söz, Avrupa Birliği Anayasası için yapılan referandumların yarattığı kriz ve Türkiye için anlamı hakkında söz isteyen Uşak Milletvekili Osman Coşkunoğlu'na aittir.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım; söz alacak olan hatip arkadaşlarımızın, şahısları adına veya grupları adına konuşacak olan arkadaşlarımızın, lütfen, konuşma sürelerine titizlikli riayet etmelerini rica ediyorum. Kendilerine konuşma süreleri dışında konuşmalarını tamamlamaları için 1 dakikalık eksüre vereceğim.

Sayın Coşkunoğlu, buyurun efendim.

IV.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1.- Uşak Milletvekili Osman Coşkunoğlu'nun, Fransa ve Hollanda'da yapılan referandumlarda Avrupa Birliği Anayasasının reddedilmesinin yarattığı krize ve bu sonucun Türkiye'ye etkilerine ilişkin gündemdışı konuşması

OSMAN COŞKUNOĞLU (Uşak) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; geçtiğimiz iki hafta boyunca, gerek Batı Avrupa Birliği Asamblesi Üyesi olarak gerek Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Üyesi olarak, Avrupa'da çeşitli yerlerde çeşitli toplantılarda bulunan delegasyonun bir üyesi olarak, şu anda Avrupa'da birinci gündem maddesi olarak önemle tartışılan bir konuyu, yani, Avrupa Birliği Anayasasıyla ilgili gelişmeleri sizlerle paylaşmak istedim.

Avrupa Birliği Anayasası, bazı ülkelerde parlamentonun onayına başvurma kararıyla, bazı ülkelerde ise, referanduma başvurma kararıyla, Avrupa'da bir süreç içerisine girmişti. Girmişti diyorum; çünkü, şu anda Fransa'da ve Hollanda'da son yapılan referandumlarda önemli bir çoğunlukla Avrupa Birliği Anayasasının reddedilmesi bu süreci durdurdu. "Hiçbir şey olmamış gibi davranamayız" diyen Avrupa, tekrar kendisine bir bakmak, gözden geçirmek için bir duraklama dönemine girdi.

Birçok Avrupalının üstünde birleştiği konu, bu Anayasanın Fransa'da ve Hollanda'da reddedilmesi, Avrupa Birliği için ve Avrupa için bir krizdir. Bu konuda bir tartışma yok; hemen hemen herkes şu anda Avrupa Birliğinin bir kriz içerisinde olduğunu kabul ediyor.

Bunun nedenleri geniş ve çeşitli araştırmalarda açıklanacak; fakat, iki önemli nedenini, iki en önde gelen nedenini, Türkiye'yi de yakından ilgilendirmesi bakımından sizlerle paylaşmak istiyorum.

Bir tanesi, bir iddia şudur: Avrupa'da oy verenler, Fransa'da, Hollanda'da oy verenler ve diğer ülkelerde Anayasaya karşı görüş belirtenler; ki, bunlar, hükümetin ve siyasî partilerin "olumlu oy" verin telkinine rağmen, halk, referandumlarda "hayır" oyu vermiştir. Bunun önemli bir nedeni "yabancılaşma" olarak ifade edebileceğimiz bir durumdur. Genişlemenin de ortaya çıkardığı yabancılaşma; yani, Avrupa Birliğinde olan biten konusunda, Avrupalı yurttaş yeterince kontrol sahibi olmadığı kaygısı içerisinde. Yoksa, somut bir şekilde, Anayasanın şurasını beğenmiyorum veya Avrupa Birliğinin burasını beğenmiyorum diye somut bir sorun, çeşitli somut sorunlar söyleniyor; ama, onlar azınlıkta kalıyordu. Önemli olan yabancılaşmadır. Avrupa'daki Avrupalı, eğer, Avrupa Birliğindeki gelişmelere karşı kendisini yabancılaşmış ve dışlanmış hissediyorsa, Türkiye'de böyle bir duygunun daha da fazla olmuş olmasını doğal karşılamamız gerekir. Bunun önemli bir nedeni de, Avrupa Birliği süreci içerisinde her ne kadar ekonomik entegrasyon sağlandıysa da, bir küreselleşme akımına teslimiyet Avrupa'da da gerçekleştiyse de, Türkiye'de olduğu gibi, bu teslimiyet yurttaşları rahatsız etmeye başlamıştır. Toplumu bir pazar gibi gören, tüketiciyi bir müşteri gibi gören anlayış içerisindeki ekonomik entegrasyona Avrupalı yurttaşların bir tepkisidir bu "hayır" oyları. Dolayısıyla, bunları, sadece Türkiye'yle ilgili veya genişlemeyle ilgili olarak ilişkilendirmek, bunu, küreselleşmenin sorunlarından soyutlamaya  çalışmak yanlış olabilir ve bu, Türkiye'yi de çok yakından ilgilendiriyor. Bu bağlamda, olayı bu kısa yorumlamasıyla, yani, Avrupalının kendisini yabancılaşmış hissettiğini, kendi Avrupa Birliğinden bile yabancılaşmış hissettiği ortamda Türkiye'nin yapabileceği konuları kısaca özetlemek istiyorum.

Birincisi, ekonomik entegrasyon konusunda Türkiye'de şu ana kadar yaşadığımız tarımda olsun, arazilerimizde olsun, bankalarımızda olsun, bu aşırı heyecanı, ekonomik entegrasyonda, küreselleşmede, Türkiye'nin…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Coşkunoğlu, konuşmanızı tamamlar mısınız.

Buyurun.

OSMAN COŞKUNOĞLU (Devamla) - Tamamlayacağım Başkanım.

...bu aşırı heyecanının biraz dizginlenmesi, önemli ölçüde dizginlenmesi gerekiyor.

İkincisi, kültürel, bilimsel ve teknolojik gücümüze ağırlık verilmesi; toplumu ve Avrupa Birliğini sadece bir ekonomik olgu olarak görmek değil, kültürel, bilimsel ve teknolojik gücümüzü artırarak, varlığımızı göstermek bakımından bu konulara daha fazla önem verilmesi gerektiğini düşünüyorum; ikinci önerim.

Üçüncüsü, bir olgu olarak reddedemeyeceğimiz; fakat, teslimiyetçi olmayı da kabul etmememiz gereken küreselleşme konusundaki politikalarımızı tekrar gözden geçirmemiz gerektiğini düşünüyorum.

Son olarak da, dördüncü olarak da, özellikle 3 Ekimde müzakereler başlamadan, Türkiye Büyük Millet Meclisinde bu konuların enine boyuna tartışıldığı bir oturum yapılmasını diliyorum.

Hepinize saygılar sunarım.

BAŞKAN - Sayın Coşkunoğlu, sürenizi de en uygun şekilde kullandığınız için ayrıca teşekkür ediyorum; sağ olun.

Gündemdışı ikinci söz, Kütahya İli ve tarihi hakkında söz isteyen Kütahya Milletvekili Alaettin Güven'e aittir.

Sayın Güven, buyurun.

2.- Kütahya Milletvekili Alaettin Güven'in, Kütahya İlinin tarihine ilişkin gündemdışı konuşması

ALAETTİN GÜVEN (Kütahya) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; yaşadığımız topraklar kutlu, tarihimiz şanlı, aralarındaki ilişki çok anlamlı. Bu ilişkiyi anlamlı kılan ise aziz milletimizin varlığını sürdürmede kararlı sevdası.

Biz, bu sevdayı, kentlerimiz ile tarihimiz arasında da görür dururuz. Milletimizin varlığını sürdürme sevdasına tanıklık eden, önemli olayların yaşandığı Kütahya'yı bu yönüyle dikkatlerinize arz etmek üzere gündemdışı söz almış bulunuyorum; bana bu fırsatı veren Sayın Başkanımıza teşekkür ederken, sizleri sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

 Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; tarih, kültür ve sanat şehri Kütahya, Osmanlı Devletinin ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluşunun en yakın tanığı olmuştur. Domaniç İlçemizde Osman Bey'in salıncağının sallandığı Mızık Çamı, bize, Osmanlının kuruluş öyküsünü anlatmaktadır sürekli.

Kütahya, Hitit, Frig, Roma, Bizans, Selçuklular, beylikler, Osmanlı ve millî mücadeleye ait birçok bilgi ve belgenin harmanlandığı bir ilimiz.

Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; yolunuz Kütahya'ya düşerse ve Altıntaş-Zafertepe-Çalköy-Dumlupınar güzergâhında yolculuğunuzu sürdürürseniz, Dumlupınar Şehitliğine mutlaka uğrarsınız. İnanıyorum, milletimizin her ferdi, burada, kendinden bir parça bulacak. Hele, Şehit Baba ve Oğul Anıtını gördükten sonra ve "oğlu Mehmet 8 yaşında iken, 1912 yılında, Balkan Savaşına katılan, Galiçya, Hicaz, Yemen ve Kafkas savaşlarında onbir yıl çarpışan, doğu cephesinde, Başkomutanlık Meydan Muharebesinde, 19 yaşındaki alay sancaktarı oğlu Mehmet Onbaşıyla karşılaşan ve 31 Ağustos 1922 günü şehit düşen Çetmeli Kara Ali Çavuşun muhteşem destanıdır. Oğul kahraman Onbaşı Mehmet, 9 Eylülde İzmir'e giren birliğin başında şehit düşmüştür. Yüce kahramanları, minnetle, şükranla anıyoruz" diyen kitabede, Türkiye Cumhuriyetinin temelinin atıldığı bu topraklarda ne serüvenlerin geçtiğini, ne hayatların yaşandığını, nelere "evet" derken nelere "hayır" dendiğini, ne yüreklerin nasıl yandığını nasıl söndürüldüğünü, ne gönüllerin bu topraklar aşkına ne sevgileri feda ettiğini, ne canların vatan aşkıyla canlandığını, derinden ve yürekten, bir kere daha anlama ve kavrama fırsatı bulacağız ve biraz Şehitliği dolaştığımızda, buranın, Türkiye olduğunu göreceğiz. "Zonguldak-Merkez; Kömürcüoğlu Nihat 13 yaşında", "Adıyaman-Kahta; Mustan Oğlu Veli 26 yaşında", "Ağrı-Eleşkirt; Yusuf Oğlu Hüseyin 36 yaşında", "Afyon-Sandıklı; İbrahim Oğlu Tevfik 25 yaşında" ve Türkiye'nin her bölgesinden 137 000 şehit. Yüce Allah'ın, kendilerine "onlar diridirler" dediği, Peygamberin, ağuşunu açıp beklediği şehitlerimiz ve Çetmeli baba ile oğlunun buluştuğu bu topraklar, hep bir ağızdan  sunu haykırmakta, dillendirmektedir: Bu aziz millet, vatansız, devletsiz olamaz. Bu kutlu topraklara da en yakışan millet Türk Milletidir. Osmanlı Devletinin kurulduğu topraklarda tekrar dirilmesi ve şahlanmasıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Başkomutan Atatürk, 30 Ağustos 1924'te, Zafertepe-Çalköy'de yakılan evlerin dumanlarını işaret ederek "bu alevler içinde yanan Çalköy'de, bir gün gelecek fabrika bacaları tütecektir" demiştir. Şimdi, o yörelerde tüten fabrika bacaları yok, işsizi çok.

Kuruluşun toprağı Domaniç'te Ertuğrul Gazinin annesi Hayme Anamız, kuruluşun toprağı Dumlupınar, Aizanoi Kenti, Frig Vadisi, Kütahya'nın Germiyan Sokağı evlerimiz…

BAŞKAN - Sayın Güven, lütfen konuşmanızı tamamlayınız; 1 dakikalık eksürenizi başlattım.

Buyurun.

ALAETTİN GÜVEN (Devamla) - … çinilerimiz, elsanatlarımız, 36 adet sıcak suyumuz ve sayamadığımız nice değerler, Evliya Çelebi ve Şeyhimiz... Hepsi, bilinmeyi, tanınmayı, görülmeyi, gezilmeyi, değerlendirilmeyi bekliyor.

Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; acilen, yörenin tarihî ve termal zenginliğinin turizme kazandırılmasını, bu zengin tarihî birikimin insanımızın hizmetine sunulmasını ve sizleri 30 Ağustos günü Zafer Bayramı kutlamalarına ve her zaman Kütahya'ya bekliyor, saygılar sunuyor, teşekkür ediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Güven.

Gündemdışı üçüncü söz, yaş sebze ve meyve ihracatı hakkında söz isteyen Hatay Milletvekili İsmail Soylu'ya aittir.

Sayın Soylu, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

3.- Hatay Milletvekili İsmail Soylu'nun, Rusya'ya yapılan yaş sebze ve meyve ihracatında yaşanan sorunlara ilişkin gündemdışı konuşması ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker'in cevabı

İSMAİL SOYLU (Hatay) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Rusya ihracatıyla ilgili gündemdışı söz almış bulunmaktayım; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Bildiğiniz gibi, bundan yirmiyedi gün önce Rusya, Türkiye'den ithal edilen bütün yaş sebze ve diğer bazı tarım ürünlerine ambargo uygulamıştı ve kapılarını kapatmıştı. Biz bu konuyu kendi Grubumuzda gündeme getirdik, Sayın Başbakanımız ve bakanlarımız, bununla ilgilendiler. Sayın Başbakanımız, Rusya Devlet Başkanı Putin'le görüştü. Putin'le görüşmesinde, Putin, iki Tarım Bakanının -Rusya'nın Tarım Bakanı ile Türkiye'nin Tarım Bakanının- bir araya gelip bunu çözeceğini söylemiş, kendisi -Putin- Rusya Tarım Bakanını görevlendirmiş, Başbakanımız da bizim Tarım Bakanımız Mehdi Eker Beyi görevlendirmiş ve geçen hafta perşembe günü, beraberinde bir grup genel müdür ve daire başkanlarıyla Sayın Bakanımız Rusya'ya gitmiştir. Rusya'nın Tarım Bakanıyla bu konu hakkında görüşme yaptılar. Bizim, Rusya'ya, Türkiye'den ihracatı yapılan 136 çeşit tarım ürününden 109 tanesine hemen izin verdi ve bugün 109 çeşit tarım ürününün ihracatına başlandı.

Geri kalan 27 çeşit tarım ürünümüze de, önümüzdeki perşembe günü bir heyet gelecek, bizim Tarım Bakanlığındaki görevli arkadaşlarla, daire başkanlarıyla, Türkiye'deki Akdeniz sineği olduğu iddia edilen ürünlerin, bölgesinde görülmek üzere gidip bir inceleme yapacaklar. İnşallah, perşembe günü, tarım sektöründeki geri kalan sıkıntıları da yerinde görüp aşmış olacaklar ve Rusya'nın ihracatla ilgili kapatmış olduğu kapılar sonuna kadar açılmış olacaktır.

Bu arada, ben, Sayın Başbakanımıza, Tarım Bakanımıza, çiftçiler adına, ihracatçılar adına ve nakliyatçılar adına, göstermiş olduğu başarılardan dolayı çok çok teşekkür ediyorum. Bu da, belli ki, şu anda Rusya, Hollanda'ya kapısını kapattı, Hollanda altı ayda zor açtı; Danimarka'ya kapısını kapattı, Danimarka üç ayda zor açtı; bizimle beraber Estonya'ya kapısını kapattı, Estonya'nınki hâlâ kapalı.

Bundan da anlaşılıyor ki, Rusya, Türkiye'yi ne kadar önemsediğini, Türkiye'nin ne kadar büyük devlet olduğunu gördü ki, tam yirmiyedi günde ihracatı tekrardan açtı. İnşallah, bundan sonra ihracatçılarımızın, çiftçilerimizin yüzü gülecek ve Türkiye'deki tarım ürünlerinin yüzde 25'ini çeken Rusya'yla olan bu ihracatta yeniden bir patlama olacak, sıkıntılı olan tarım sektörü de, Rusya'nın kapısının açılmasıyla bütün sıkıntılarını atlatacak, ekonomiye büyük bir canlılık gelecek; böyle ümit ediyorum.

Başbakanımıza, bu arada, Tarım Bakanlığındaki değerli bürokratlarımıza da, gece gündüz demediler; çünkü, Rusya'nın istemiş olduğu bazı evraklar vardı; cumartesi pazar günü dahil olmak üzere, ilçe tarım müdürlükleri, il tarım müdürlükleri, bunların istediği evrakları hazırladılar, önce Türkçe, sonra Rusça'ya çevirerek, tercüme ederek Rusya Hükümetine teslim ettiler; Rusya da baktı ki evrakların tamamı hazır ve yirmiyedinci günde kapıyı açtı.

Ben, çiftçilerimize Cenabı Allah'tan bol ürün, ihracatçılarımıza bol kazanç ve hükümetimizin de başarılarının devamını diliyor; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Soylu.

Gündemdışı konuşmaya, Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker cevap verecektir.

Sayın Bakan, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; Hatay Milletvekilimiz İsmail Soylu Beyin gündemdışı yaptığı konuşmaya cevap vermek üzere huzurlarınızdayım; sözlerimin başında hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bildiğiniz gibi, 30 Mayıs tarihi itibariyle, Rusya Federasyonu, Türkiye'den ithal ettiği 136 ürün grubunu ihtiva eden çok geniş bir tarım ürünleri listesine ithalat yasağı koymuştur.

Bu, tabiî, kamuoyunda, sadece yaş meyve sebze olarak; hatta, bazen bir tek ürün olarak, bazen narenciye, bazen domates gibi algılandı, o şekilde anlatıldı. Esasen, maalesef, yasağın kapsamı çok daha büyüktü. 136 ürün, ambalaj malzemeleri dahil olmak üzere, orman ürünleri dahil olmak üzere, toprak, çakıl da dahil olmak üzere çok değişik ürün grubunu ihtiva ediyordu.

Bu süreç içerisinde, biz, öncelikle oraya bir heyet gönderdik. Arkasından da yaptığımız temaslar sonunda, tabiî, iş bir noktaya geldi; ancak, Sayın Başbakanımız, Sayın Putin'le, bu konunun bir an önce çözüme bağlanmasıyla ilgili bir telefon görüşmesi yaptı. Bu görüşmede, Tarım ve Köyişleri Bakanı olarak benim ve Rus Tarım Bakanının bu konuyu müzakere etmeleri ve bu konuyu, bu şekilde çözmeleri kararlaştırıldı. Bunun üzerine, ben, 23 Haziran günü, geçtiğimiz hafta, bir heyetle birlikte Rusya Federasyonuna, Moskova'ya gittim, Rus Tarım Bakanının başkanlığında bir heyetle bu konuyu tezekkür ettik.

Tabiî, sadece üreticilerimizi ilgilendiren bir husus değil, bütün Türk Milletini, bütün ihracat sistemimizi etkileyen önemli bir sorundu bu. Biz biliyorduk ki, Rusya Federasyonu, daha önce, bu sorunu birçok Avrupa ülkesiyle yaşadı; 25 Avrupa ülkesinin birçoğuyla aynı sorun yaşandı, hatta eski Sovyet cumhuriyetleriyle de yaşandı. Biz, onların, bu sorunu, bu süreçte nasıl çözdüğünü inceledik ve onlara, olabilecek en makul tekliflerle gittik.

Görüşmelerimiz neticesinde, bu ürünlerden 109 ürün grubunun yasağının, bugün itibariyle -yani pazartesi günü itibariyle- kalktığını ifade ettiler, buna dair yasağı kaldıracaklarını söylediler. Geri kalan 27 ürün grubu için de, biz şöyle bir teklifte bulunduk, dedik ki: Biz, sistemimize güveniyoruz; çünkü, biz, aynı sertifikasyon sistemiyle, bütün Avrupa Birliği ülkelerine, standartları çok daha bu alanda rijit olan, daha katı olan ülkelere, biz, bu ürünleri, bu sertifikasyon sistemiyle ihraç ediyoruz ve herhangi bir sorun yaşamıyoruz. Dolayısıyla, biz, sistemimize güveniyoruz; buyurun gelin, yerinde, sizin uzmanlarınız, bizim uzmanlarımızla birlikte gelsin, bunu görsün ve bir önkontrollü uygulama yapalım. Sizin uzmanlarınız, evet, şu ürün tamam, sertifika işlemi de şu şekilde tamam desin ve o şekilde aşılsın. Böyle bir öneri yaptık. Ayrıca, daha önce Avrupa Birliği ile Rusya Federasyonunun imzalamış bulunduğu mutabakat zaptı vardı; onun aynısını biz de imzalamaya hazır olduğumuzu kendilerine ifade ettik, böyle bir teklif götürdük. İlave olarak, kendilerine, Türkiye ile Rusya Federasyonu arasında, bitki koruma alanında bir anlaşmanın imzalanmasını teklif ettik. Bu söylediğim, hem mutabakat zaptını hem de bitki koruma anlaşmasını da yanımızda teklif olarak hazır götürdük, masanın üstüne koyduk. Bir de ayrıca dedik ki, biz komşu iki ülkeyiz ve Rusya'daki tüketicilerin memnuniyeti bizim için önemlidir. Biz, gelecekte bu işbirliğimizi çok daha detaylandıralım, tarımsal ticaretimizi geliştirelim; birçok alanda işbirliği yapalım. Bu konuda da bir tarım teknik işbirliği anlaşması imzalamaya hazır olduğumuzu, bunun müzakerelerine hemen başlamak istediğimizi kendilerine teklif ettik. Bizim tekliflerimizin hepsini olumlu karşıladılar ve biraz önce arz ettiğim gibi, Çarşamba perşembe günü, yani bu hafta içerisinde uzmanların buraya geleceğini ve bu önkontrollü gümrük uygulamasıyla, kalan 27 ürün grubu için de ithalat yasağının kaldırılacağını bize deklare ettiler Rus makamları, Rus tarafı. Diğer hususlardaki tekliflerimizi de olumlu karşıladılar. Kendilerini, ayrıca, ben davet ettim, Rus Tarım Bakanını. Tabiî, işin buraya kadar olan kısmı memnuniyet verici. Bu hafta sonu itibariyle, ümit ediyoruz ki, bu gelişmeler çok daha olumlu noktaya gelir ve yasak bütünüyle kalkar; üreticilerimiz, ihracatçılarımız Rusya'ya, Rusya pazarına tekrar mal ihraç eder noktaya gelirler.

Şimdi, burada, tabiî, bir hususu ifade etmek istiyorum. Tarım ürünleri ihracatı, diğer ürünlerde de kuşkusuz bu böyledir... Bozulabilir, çabuk bozulabilir, dayanıksız ürünler oldukları için istismarı, suiistimali mümkün, açık. Buna dönük, tabiî, tedbirlerin alınması lazım. Biz, kuşkusuz, Tarım Bakanlığı olarak bu konudaki denetim faaliyetlerine önem vereceğiz, hızlandıracağız; ama, takdir edilir ki, sadece bizim tek başımıza yapabileceğimiz bir şey değildir. Üreticilerimizin bu konuda eğitilmesi, bilinçlendirilmesi, ilave olarak ihracatçılarımızın da bu konuda çok hassasiyet göstermesi gerekiyor. Biz, hem üreticilerimizle, üreticilerimizin birlikleriyle hem de ihracatçı birlikleriyle, bu konuyla ilgili olarak temas halindeyiz.

Burada bir bilgiyi de, izninizle, kamuoyuyla paylaşmak istiyorum; çünkü, söylenen husus, bizde Akdeniz meyve sineği bulunduğu gerekçesiydi, bundan dolayı bizim sebze ve meyvelerimize ihracat yasağı konulduğu hususuydu; ama, Rus makamlarının bize orada belirttikleri hususların başında, bu hastalıklar konusu değil, birtakım evraklarda sahtecilik işlerinin yapıldığı hususu; yani, uluslararası boyutu da olabilecek olan bazı sertifikaların, bazı evrakların içerisinde sahtecilik işleri olduğu yönünde ve bunları da, biz, gördük, inceledik.

Şimdi, tabiî, biz, Bakanlık olarak, Hükümet olarak, bu konuyla ilgili olarak gerekli incelemeyi, soruşturmayı başlatmış bulunuyoruz. Kimsenin, Türk Milletinin emeğinin karşılığını bu şekilde riske etmeye, ihracatını baltalamaya hakkı yoktur. Bu, sadece, bir kesime, bir gruba verilecek bir zarar değildir; yetmiş milyonu bulan tüm milletimizi, tüm ülkemizin insanlarını ilgilendiren bir husustur. Bu konuda ilgili diğer kuruluşlarla, diğer bakanlıklarla birlikte koordinasyon halinde bunu önleme yönünde, bu sahtecilik ve yasadışı ilişkilerle, evraklarla ilgili gerekli çalışmayı da biz başlatmış bulunuyoruz.

Geçenlerde, ben, yine bir vesileyle Yüce Meclise arz etmiştim. Bazı konuların psikolojik etkisi, fizikî etkisinden daha büyüktür. Kamuoyunda bir bilgi noksanlığı veya bir yanlış enformasyon, dezenformasyon olduğu zaman, bu, boyutlarını çok aşabilen, başka sektörleri de ilgilendiren bir yanlış anlamaya ve sonucunda, zarara, ziyana sebep olabilmektedir. Bu nedenle, bilgileri yerli yerine koymamız, yanlışımızın nerede olduğunu bilmemiz ve bu yanlışımızı samimiyetle, içtenlikle, dürüstlükle gidermemiz gerekiyor.

Biz, Tarım Bakanlığı olarak, kendimize düşeni, bu alanda, yapacağız. Hükümet olarak da, tüm bu alandaki kuruluşlar üzerlerine düşeni yapacaklar ve bu, Türk üreticisine, Türk ihracatçısına, Türk insanına verilen bu zararı... Mutlak surette, zarar verenleri, bizim, bulup, çıkarıp, bunlara gerekli cezayı vermemiz gerekiyor.

Ben, bu konuda Yüce Meclisi bilgilendirmek istedim. Dilerim, bir daha böyle bir şey yaşanmaz. Burada şunu da ifade edeyim; Avrupa Birliğiyle yaşanan bu sıkıntılar sonucunda bu süreç bazı ülkeler için altı ay, bazıları için sekiz ay, bazıları için ondört ayı buldu ve Rus makamları da bize, tarafımıza şunu söylediler: "Biz ilk defa, ilk görüşmede bu şekilde bir meseleyi çözüyoruz." Bu da bize duyulan güveni gösteriyor, Türk Hükümetine duyulan güveni gösteriyor ve bu, Türk Hükümetinin Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'a duyulan güveni ve verilen değeri göstermesi bakımından anlamlıdır.

Ben bu kararın milletimiz için, üreticilerimiz için hayırlı uğurlu olmasını diliyorum. Bir daha böyle şeylerle karşılaşmamayı diliyorum. Başta, Türk çiftçisi ve üreticileri olmak üzere Yüce Meclisin değerli üyelerine, Türk Milletine selam ve saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakanım.

Hükümetimizin bu konuda gösterdiği hassasiyete ve sorunun çözümündeki çalışmalarından dolayı hükümetimize teşekkürlerimizi sunuyoruz.

 Başkanlığın Genel Kurula diğer sunuşları vardır.

Meclis araştırması önergeleri vardır 2 adet; ayrı ayrı okutuyorum:

B) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1.- İzmir Milletvekili Hakkı Ülkü ve 27 milletvekilinin, seracılık sektörünün  sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/297)

ÊTürkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Türk seracılığı, Avrupa ve dünya ölçeğinde büyük bir potansiyele sahiptir. Ülkemiz, rakip olabilecek ülkelere göre, sıcaklık değerlerinin uygunluğu, ışık miktarının çokluğu, nakliye yönünden göreceli avantajları, işgücü sorunu olmaması gibi üstünlükleri nedenleriyle büyük fırsatlara sahiptir. Ülkemiz, Akdeniz Havzası sera varlığının yüzde 25'ine sahiptir. Ekonomik önemi hızla artan ve tıpkı turizm gibi mevcut büyüklüğünün 8-10 katına çıkarılabilecek seracılık sektörü, ülkemizin, öncelikli ele alması gereken sektörlerden biridir.

İhracat potansiyeli çok yüksek olan ülkemizde mevcut sera miktarının, bugünkü miktarının çok üzerine çıkarılması mümkündür. Bugün, yılda 3 000 000 ton sera üretimi yapılırken, bunun sadece yüzde 5'i ihraç edilebilmektedir. Geçtiğimiz yıldaki artışa rağmen, sadece 150 000 000 dolara ulaşan ihracat miktarı, ne üreticiyi ne de ihracatçıyı mutlu etmeye yetmektedir.

Diğer yandan, seralarda ısı gereksiniminin karşılanmasında ucuz kaynaklardan en önemlisi jeotermal kaynaklardır, ülkemiz bu konuda da çok büyük olanaklara sahiptir. Termal kaynakların yer aldığı iç bölgelerdeki seralarda gereksinilen ısının sıcak sularla karşılanması durumunda, yazın soğutma yapmadan, kışın ise sıcak termal sulardan yararlanılarak 52 hafta üretim yapılabilmektedir; fakat, ne yazık ki, jeotermal kaynakların seracılıkta kullanılması konusunda yeterince çalışma yapılmamaktadır.

Bununla birlikte, hükümetin, kimi düzenlemelerinde serada üretimi ve seracılığı tarımsal bir faaliyet olarak görmediğini ve tarımsal desteklemelerden bu nedenle yararlandırılmadığını görmekteyiz.

Öncelikle, tarımsal sulamada kullanılan elektrik için önemli indirimler ve borç faizlerinin affedilmesi söz konusu olmaktayken, seracılar bunlardan yararlandırılmamakta ve daha önemlisi, seracıların tarımsal sulamada kullandığı elektrik, ticarethane ve yazıhaneler kapsamında değerlendirilmekte ve seracılıkla geçinen üreticilerimiz çok büyük bir ekonomik kayıpla karşılaşmaktadır.

Son olarak, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan 25766 sayılı 25.3.2005 tarihinde yayımlanan Tarımsal Arazilerin Korunması ve Kullanılmasına Dair Yönetmelikte "tarımdışı amaçlarla kullanılabilecek sulu tarım arazileri ve diğer araziler" başlığı altında, karayolu, demiryolu, havaalanı ve benzeri yerler yanında, sera ve sera organize sanayi bölgeleri de sayılmaktadır. Ayrıca, yönetmelikte, kümes, ahır, depo, soğuk hava deposu, mandıra, balık üretim ve benzeri tesisler tarım amaçlı kabul edilirken, serada üretim tarımdışı bir faaliyet olarak sayılmıştır.

Bu nedenlerle, seracılıkla geçimini sağlayan üreticilerin içinde bulunduğu sorunların nedenlerinin araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi ile seracılıkta jeotermal kaynakların kullanımının yaygınlaştırılması amacıyla Anayasanın 98 inci ve İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılması hususunda gereğinin yapılmasını saygılarımızla arz ederiz.

      16.06.2005

1- Hakkı Ülkü                                (İzmir)

2- Tacidar Seyhan                                (Adana)

3- Hüseyin Özcan                                (Mersin)

4- Hüseyin Ekmekcioğlu                                (Antalya)

5- Oya Araslı                                (Ankara)

6- Feridun Fikret Baloğlu                                (Antalya)

7- Kemal Sağ                                (Adana)

8- Ramazan Kerim Özkan                                (Burdur)

9- Halil Ünlütepe                                (Afyonkarahisar)

10- Türkân Miçooğlulları                                (İzmir)

11- Nail Kamacı                                (Antalya)

12- Tuncay Ercenk                                (Antalya)

13- Erol Tınastepe                                (Erzincan)

14- Şevket Gürsoy                                (Adıyaman)

15- İzzet Çetin                                (Kocaeli)

16- Ali Arslan                                (Muğla)

17- Ahmet Küçük                                (Çanakkale)

18- Erdal Karademir                                (İzmir)

19- Feramus Şahin                                (Tokat)

20- Mehmet Sefa Sirmen                                (Kocaeli)

21- Muharrem Kılıç                                (Malatya)

22- Ahmet Yılmazkaya                                (Gaziantep)

23- Mehmet Vedat Melik                                (Şanlıurfa)

24- Mustafa Yılmaz                                (Gaziantep)

25- Harun Akın                                (Zonguldak)

26- Mehmet S. Kesimoğlu                                (Kırklareli)

27- Yüksel Çorbacıoğlu                                (Artvin)

28- Ali Kemal Deveciler                                (Balıkesir)

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Önerge gündeme yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşmeler, sırası geldiğinde yapılacaktır.

Diğer önergeyi okutuyorum:

2.- Adıyaman Milletvekili Şevket Gürsoy ve 21 milletvekilinin, Adıyaman ve Bingöl İllerinde yaşanabilecek depremden doğabilecek kayıpları asgarîye indirmek için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/298)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Bayındırlık ve İskân Bakanı, Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonunda, depremzedelerin hasarlarını giderilmesine ilişkin tasarının görüşmeleri sırasında yaptığı konuşmada "deprem olan bölgelerdeki deprem konutlarında en ufak bir şey yok, çizik bile yok. Deprem konutları değil, vatandaşların yaptığı konutlar yıkılıyor. Değil deprem, bunlar tank geçse yıkılır. Kırsal kesimdeki bir ilimizde 5,9-6,3 şiddetinde olabilecek bir depremde binaların yüzde 72'sinin yıkılabileceğini belirledik. Panik olmasın diye ilin ismini açıklamıyorum" dedi.

MTA Marmara Bölge Müdür Yardımcısı Erdal Herece ise "Doğu Anadolu Fayı ve Depremselliği" konulu toplantıda, 17 Ağustos 1999'da Marmara  Bölgesinde meydana gelen bir depremin aynısının Doğu Anadolu Bölgesinde de olabileceğini belirttikten sonra "elimizdeki veriler, Doğu Anadolu fayı (DAF) zonunda yüzyılı aşkın süredir büyük ve yıkıcı deprem olmadığını gösteriyor. Dolayısıyla, DAF zonunda her an büyük ve yıkıcı depremler olabilir. Bu bölgede 1513 yılından bu yana büyük bir deprem olmaması, Gölbaşı-Türkoğlu segmanının, olası deprem beklentisine yol açan potansiyel bir sismik boşluk olarak ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu nedenle, yakın planda büyük depremler yolda diyebiliriz" tespitini dile getirmiştir.

Jeotermal Mühendisleri Odasının hazırladığı bir raporda da "DAF boyunca bu segmentlerde büyüklüğü 6,7 ile 7,8 arasında değişen birçok deprem ağır hasarlara neden olmuştur. Tarihsel deprem kayıtları, DAF'ın farklı bölümleri üzerinde son yüzyıldır büyük yıkıcı depremlerin gelişmediğini, dolayısıyla fay zonunun gelecekte olacak yıkıcı depremlerin riski altında olduğunu göstermektedir. DAF'ın Gölbaşı-Türkoğlu fayı boyunca 1513 yılından bu yana büyük ve yıkıcı deprem olmamıştır. Bu verilerin doğru olduğu kabul edildiğinde, Gölbaşı-Türkoğlu fayı ve Palu-Bingöl arasındaki alan ve kuzeyinin yakın gelecekte büyük ve yıkıcı deprem riski altında olduğu sonucuna varılmaktadır. Adıyaman, alüvyon zemin üzerine kurulmuş bir kenttir. Bu özelliği nedeniyle imara esas jeolojik-jeoteknik etüt ve parsel bazında zemin etütleri güvenli kentleşme ve yapılaşma açısından önem kazanmaktadır. Adıyaman'ın birinci derece deprem bölgesinde yer alan ilçeleri Çelikhan, Gerger, Gölbaşı, Sincik ve Tut İlçeleri güvenli kentleşme açısından acilen önlem alınması gereken yerleşim merkezleridir. Örneğin, diri fayların oluşturduğu bir ova üzerine kurulmuş olan Gölbaşı İlçesi bu anlamda özel önem taşıyor" görüşüne yer verilmiştir.

4-25 kilometre genişlikteki deformasyon kuşağına sahip Doğu Anadolu fay zonundan ikisinin (50 km uzunluğundaki Çelikhan-Gölbaşı ve 90 km uzunluğundaki Gölbaşı-Türkoğlu fayı) kesiştiği nokta Adıyaman'ın Gölbaşı İlçesidir. 40 000 nüfuslu ilçe ile 8 köy ve nüfusları 3'er bin olan 3 kasaba bu kuşak üzerindedir.

Uzmanlara ait bu bilimsel tespitler resmî makamların sözleriyle birleştirildiğinde, işaret edilen yerin Çelikhan-Gölbaşı, Gölbaşı-Türkoğlu fayı olduğu ortaya çıkmaktadır.

Bölgede veya bölgeyi etkileyebilecek bir depremde oluşabilecek yıkımların çok büyük can ve mal kaybına neden olacağı nasıl ki tahminlerin ötesinde bilimsel bir gerçekse, depremin etkilerinin azaltılabileceği de o kadar bilinen bir gerçektir.

Bu bilgiler ışığında, deprem riski altındaki Adıyaman, Gölbaşı, Çelikhan, Tut, Sincik, Türkoğlu, Bingöl ve Palu yerleşim yerlerinde, olası bir depremde can ve mal kaybını asgariye indirmek amacıyla alınacak önlemleri belirlemek amacıyla, Anayasanın 98 inci, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 104 üncü 105 inci maddeleri uyarınca Meclis araştırması açılmasını saygılarımızla arz ederiz.

1- Şevket Gürsoy                                (Adıyaman)

2- Erol Tınastepe                                (Erzincan)

3- Türkân Miçooğulları                                (İzmir)

4- Mehmet Kartal                                (Van)

5- İsmail Değerli                                (Ankara)

6- Feridun Ayvazoğlu                                (Çorum)

7- Mustafa Erdoğan Yetenç                                (Manisa)

8- Yaşar Tüzün                                (Bilecik)

9- Fahrettin Üstün                                (Muğla)

10- Ahmet Ersin                                (İzmir)

11- Ali Arslan                                (Muğla)

12- Engin Altay                                (Sinop)

13- Gürol Ergin                                (Muğla)

14- Mehmet Vedat Melik                                (Şanlıurfa)

15- Mehmet Nuri Saygun                                (Tekirdağ)

16- Naci Aslan                                (Ağrı)

17- Tacidar Seyhan                                (Adana)

18- İlyas Sezai Önder                                (Samsun)

19- Abdulaziz Yazar                                (Hatay)

20- Hasan Ören                                (Manisa)

21- Mehmet Ali Arıkan                                (Eskişehir)

22- Muzaffer R. Kurtulmuşoğlu                                (Ankara)

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Önerge gündemde yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması hususundaki öngörüşmeler, sırası geldiğinde yapılacaktır.

Danışma Kurulunun bir önerisi vardır; okutup oylarınıza sunacağım.

V.- ÖNERİLER

A) DANIŞMA KURULU ÖNERİLERİ

1.- Gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi

Danışma Kurulu Önerisi

           No.:159    Tarihi: 27.6.2005

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 8 inci sırasında yer alan 944 sıra sayılı Belediye Kanunu Tasarısının bu kısmın 7 nci sırasına, 292 nci sırasında yer alan 948 sıra sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin 8 inci sırasına, 273 üncü sırasında yer alan 921 sıra sayılı İl Özel İdaresi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 9 uncu sırasına, 288 inci sırasında yer alan 942 sıra sayılı 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine Dair Kanun Teklifinin 10 uncu sırasına, 290 ıncı sırasında yer alan 946 sıra sayılı Sendikalar Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine Dair Kanun Teklifinin 11 inci sırasına, 280 inci sırasında yer alan 929 sıra sayılı Telsiz Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifinin 12 nci sırasına, 291 inci sırasında yer alan 945 sıra sayılı Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 13 üncü sırasına alınmasının, Genel Kurulun onayına sunulması Danışma Kurulunca uygun görülmüştür.

 

 

 

Bülent Arınç

 

 

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi

 

 

 

Başkanı

 

Faruk Çelik

 

Ali Topuz

 

AK Parti Grubu Başkanvekili

 

CHP Grubu Başkanvekili

BAŞKAN - Danışma Kurulu önerisinin lehinde, Bursa Milletvekili Faruk Çelik?..

FARUK ÇELİK (Bursa) - Konuşmayacağım.

BAŞKAN - Konuşmuyorsunuz.

Adana Milletvekili Recep Garip?.. Yok.

Aleyhte söz talebi?.. Yok.

Danışma Kurulu önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Alınan karar gereğince, gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.

VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)

BAŞKAN - 1 inci sırada yer alan kanun teklifinin geri alınan maddeleriyle ilgili komisyon raporu henüz gelmediğinden, teklifin görüşmelerini erteliyoruz.

2 nci sırada yer alan, Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu raporunun görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

2.- Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/1039) (S. Sayısı: 951) (x)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yerinde

Hükümet?.. Yerinde.

15 inci maddeyi okutuyorum:

MADDE 15.- 2802 sayılı Kanunun İkinci Kısmının Dördüncü Bölümünün başlığı "Birinci Sınıfa Ayrılma Koşul ve Yöntemleri ile Birinci Sınıf Hâkim ve Savcıların Çalışmalarının Değerlendirilmesi" şeklinde, 32 nci maddesinin ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve maddeye aşağıdaki fıkra eklenmiştir.

                        

(x) 951 S. Sayılı Basmayazı 25.6.2005 tarihli 118 inci Birleşim Tutanağına eklidir.

"Meslekleriyle ilgili yüksek lisans öğrenimi yapmış olanlarla Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsünün yüksek lisans programını ve Türkiye Adalet Akademisinde bir akademik yıldan az olmamak üzere düzenlenen uzmanlık eğitim programını başarıyla bitirenler için dokuz, meslekleriyle ilgili öğrenim dallarında doktora yapanlar için sekiz yıllık meslek kıdemi, birinci sınıfa ayrılmada yeterli sayılır. Ayrıca fiilen avukatlıkta geçen sürenin üçte ikisi, hâkim ve savcı adaylarının 4954 sayılı Kanunda belirtilen staj dönemlerini aşan adaylık süreleri, avukatlık stajının üçte ikisi ve askerlik hizmetinde geçen sürenin yarısı, birinci sınıfa ayrılmaya esas sürenin hesabında dikkate alınır. Ancak birinci sınıfa ayrılabilmek için her halde meslekte fiilen üç terfi dönemi çalışmak zorunludur."

"Birinci sınıfa ayrılma koşul ve yöntemlerine dair ilkeler, Kanunda belirtilen esaslar doğrultusunda Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca tespit edilerek, Resmî Gazetede yayımlanır."

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsı adına, Artvin Milletvekili Yüksel Çorbacıoğlu; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

Sürenizi birleştirerek kullandıracağım Sayın Çorbacıoğlu.

CHP GRUBU ADINA YÜKSEL ÇORBACIOĞLU (Artvin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu raporu üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsım adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, konu, hâkimlik ve savcılık mesleğinin, yaklaşık on oniki yılda, hâkimler ve savcıların ve şimdi yeni yaptığımız düzenlemelerle, hukuk mesleğinde olan diğer ilgililerin de birinci sınıfa ayrılmasıyla ilgili maddedir.

Birinci sınıfa ayrılmak, öncelikle, bu Meclisin çıkardığı yargılama sistemindeki yeni bir kurumun, istinaf mahkemeleri kurumunun yasayla kurulması nedeniyle -ki, önümüzdeki yıllarda yürürlüğe girecektir- bu mahkemelerin ihtiyacını karşılamak için, öncelikle ve özellikle bu mahkemelerin ihtiyacını karşılamak için, birinci sınıfa ayrılmış hâkim sayısının yeterli sayıya ulaştırılması içindir.

Mevcut halinde, birinci sınıfa ayrılmak için aranan belli şartlar vardır. Bir kere, birinci dereceye yükselme şartı vardır; meslekte on yılını doldurmak, emsalleri arasında temayüz etmek, meslekte yer değiştirme cezası almış olmamak, daha alt ceza olan kınama, kademe ve derece ilerlemesi cezasını birden fazla almamış olmak, mesleğin vakarına aykırı hareket etmemek ve herhangi bir suçtan, görevle ilgili herhangi bir suçtan -affa uğramış olsa bile- ceza almamış, hüküm giymemiş olmak; bunlar, temel kurallar, temel maddeler.

Ancak, ikinci fıkrası var. İkinci fıkrada, birinci sınıfa ayrılmak için geçerli olan kurallardan, mastır dediğimiz, yüksek lisans eğitimini yapanlar ve Orta Doğu Amme İdaresinde yüksek lisans eğitimini yapanlar ve ayrıca, akademik olarak doktora eğitimini yapmış olanlarla ilgili bu on yıllık süreyi kısaltan düzenleme vardı. Mastır ve TODAİE için dokuz yıl, doktora için de sekiz yıl şartı var idi. Biz, bu koşulları biraz daha genişlettik, buna ek olarak; onu teker teker sizlere söylemek isterim; çok önemli bir kurum olarak saydığımız Adalet Bakanlığının kuruluşuyla ilgili, çalışmalarıyla ilgili, Türkiye Adalet Akademisinin bir uzmanlık dalında bir yıl eğitim almış olmak da, yine, birinci sınıfa ayrılmak için kişilere hak tanıyor süre açısından. Ben teker teker okuyorum:

"Türkiye Adalet Akademisinde bir akademik yıldan az olmamak üzere düzenlenen uzmanlık eğitimi programını başarıyla bitirenler için yine dokuz yıl... "bir yıl hak tanınmış "...meslekleriyle ilgili öğrenim dallarındaki..." vardı. Doktora yapanlar için sekiz yılda bu hak elde ediliyor.

Ayrıca, avukatlık mesleğini yapmakta olup da, bu meslekte geçen sürenin üçte 2'si, hâkim ve savcı adaylarının 4954 sayılı Kanunda belirtilen staj dönemlerini aşan -ki, bu staj süresi hâkim ve savcılar için iki yıldır- sürelerin ve avukatlık stajının üçte 2'si ve askerlik hizmetinde geçen sürenin yarısı, birinci sınıfa ayrılmak için hesaplanan süreye katılmıştır.

Yani, temel olarak verilen on yıllık süreye, bu çalışma programları içerisinde geçen sürelerin bazen tamamı, bazen üçte 2'si bazen yarısı -bu sürenin hesabında- katılmıştır.

Şimdi, zaten bu çalışmalar, avukatlık stajıyla ilgili veya hâkimlik stajıyla ilgili çalışma süreleri, 2802 sayılı Yasada, göreve ilişkin... Emeklililiğe ilişkin hizmet süresi açısından zaten sayılıyordu, bu yasada var; ama, burada bunun birinci sınıfa ayrılmak için, burada geçen sürelerin bir kısmının birinci sınıfa ayrılmak için -bu sürelerin de- hesaba katılması bu maddeyle önerilmektedir. Bu, doğru bir önermedir. Buna, Cumhuriyet Halk Partisi olarak bizler katılıyoruz. Ancak, tabiî, bu konuda, her zaman olduğu gibi, Maliye Bakanlığı yetkilileri komisyonda da bu öneriye kısmen karşı çıkmaya çalıştılar; yani, orada, baktık, iktidar-muhalefet tartışmasının ötesinde, Maliye Bakanı, komisyon ve Bakanlık arasında çelişkiler ve tartışmalar oldu. Sonuçta, bence herkesin kabul edebileceği bir düzenleme olarak, birinci sınıfa ayrılmakla ilgili, bana göre de hukuka uygun bir düzenleme yapılmış oldu.

Değerli arkadaşlar, tabiî ki, bu kanunlar ve bu Hâkim ve Savcılar Kanunu, çok önemli, ihtiyaca cevap vermesi gereken bir kanun. Ancak, ne yazık ki, eleştirilmesi gereken yönleri de var, eksik olan tarafları da var. Biz, Adalet Komisyonunun Cumhuriyet Halk Partili üyeleri olarak, komisyon raporunda, karşı oy yazımızda bunları maddeler halinde belirttik, yazdık. Bunlara bakarsanız, genel olarak, bir kere, hâkim ve savcılığa kabulde mülakat usulünün… Ki, bundan sonra yapılacak çok ciddî bir alım söz konusu; yeni yargılamalarla ilgili, düzenlemelerle ilgili ihtiyaç olduğu için yaklaşık 4 000 civarında hâkim, savcı ihtiyacımız var, onlar alınacak. Bunların alımına şaibe karışması anlamında demiyorum; ama, hukukun zorlanmaması için, yargının temel kuralı olan ve herkesin saygı göstermesi gereken bağımsızlık özelliğinin korunması için, biz, bu mülakatın yargı unsurları tarafından, ağırlıklı olarak yargının belirleyeceği diğer ilgili kurumların da üye vereceği bir komisyon tarafından yapılmasını istemiştik. Ancak, ne yazık ki, şu anda bu önerimiz kabul edilmedi. Mevcut yönetmelikte belirtildiği gibi, hâkim ve savcılar, yine Adalet Bakanlığı bürokratlarının mülakatıyla göreve alınacak. Ben, bunun, yine, yargının bağımsızlığıyla ilgili bir risk taşıdığını Yüce Meclisin önünde söylemek istiyorum.

Yine, Teftiş Kurulunun, Bakanlığın değil, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun bünyesinde görev yapması ve hâkim ve savcıların görevlerini ekonomik açıdan bağımsız bir şekilde yapabilmeleri için birtakım düzenlemeler, önermeler yaptık. Bunlar yerine gelmedi; gelmediği gibi, benim biraz önce Başkanlık Divanından aldığım bilgiye göre, 25 inci maddeyle ilgili bir önerge verilmiş veya sanıyorum, 25 inci maddede verilecek.

Değerli milletvekilleri, 25 inci maddede, her devlet memurunun veya işçilerimizin, hakkı olduğu üzere, fazla mesaisi nasıl ücretlendiriliyorsa, hâkimlerimiz için de, böylesine, görev esnasında nöbete kalmaları veya mesailerini geçen sürelerle ilgili maddî bir kaynak yaratılması gerektiğini söylemiştik. Kanun tasarısının içerisinde var ve 25 inci maddede bu düzenlenmiş; ancak, 25 inci maddeyle ilgili bir önerge var. Acaba nöbetle ilgili bu maddî destek geri mi alınıyor, bunu bilemiyorum, okumadım, zamanla göreceğiz; fakat, hâkim ve savcılarımızın parasıyla puluyla… Yani, milletvekillerinin parasıyla uğraşsınlar, başımızın üstüne, her türlü eleştiriye de açığız; ama, hâkim ve savcıların maaşlarıyla, haklarıyla, özlük haklarıyla bu kadar uğraşılmasını çok doğru bulmuyorum. Bir Yargıtay Başkanımız, Yargıtayın adlî yıl açılışı sırasında, hâkimlerimizin ve savcılarımızın -ki, aslında, o ifadeyi de doğru bulmamakla beraber; Başkanın ifadesidir- vicdan ile cüzdan arasında hâkim ve savcılarımızın sıkıştırıldığını söylemişti.

Değerli arkadaşlar, bu iyi bir şey değil. Bilinen bir hikâyedir. İngiltere'de bir yargıç -ki, biliyorsunuz, İngiltere'de yargıçların sınırsız ödenekleri var, kullanacağı parayı, özel veya şahsına veya bilemiyorum artık ne şekilde yapıyorlar, bunlarla ilgili kendi takdirlerinde istedikleri çekleri yazıyorlar- hikâye o ya; çok ciddî bir rakamı, 10 000 000 paund gibi, çeke bir rakam yazıyor. Tabiî ki, ilgili banka yetkilileri bu kadar büyük rakamı görünce şaşırıyorlar. Hâkim gelmiş, çeki kesmiş veya bir çalışanı aracılığıyla göndermiş "bu parayı ödeyeceksiniz" diye, "böyle bir şey olmaz" diyorlar. Sanıyorum, ilgili bakanı ya da hükümet yetkilisini arıyorlar ve bakan veya hükümet yetkilisi, kim ise, iyi bilemiyorum "çekte yazılan miktarı kayıtsız şartsız ödeyin" diyor. Şimdi, buradaki anlayış şu: O hükümet veya o adalet bakanı "benim hâkimim, o rakamı eğer oraya yazdıysa, buna ihtiyacı vardır veya bu doğrudur, onun takdirini tartışmam" diyor.

Şimdi, bu kadar hassas bir terazi, hâkimlik ve savcılık görevi. Yargı bu kadar hassas. Şimdi, gelip, biz, hâkim ve savcıların, işte, biraz maddî haklarını koruyalım, kollayalım derken, yani, küçük bir nöbetle ilgili bir kaynağı bile kesmeye çalışıyoruz. Elimde bir sulh ceza yargıcımızın açtığı bir dava var -gerçi davayı kaybetmiş- temeli şu: Diyor ki: Anayasanın 140 ıncı maddesinin üçüncü fıkrasına göre, hâkim ve savcıların maddî ve manevî her türlü özlük hakları kanunla düzenlenir. Bunu derken, bunu bütçe kanunuyla düzenlemeyi, bunu 657 sayılı Devlet Memurları Yasasının hükümlerinden hareketle düzenlemeyi, yargının bağımsızlığı açısından çok doğru bulmadığından bir dava açmış; davayı kaybetmiş. Ama, biraz önce anlattığım İngiltere'deki yargı örneğinde olduğu gibi, bence burada da hâkimlerimizin yetkilerini, sorumluluklarını özel yasayla düzenlerken, haklarını, özlük haklarını, maddî haklarını Devlet Memurları Yasasıyla veya Bütçe Yasasıyla -yani, ona da sonuçta yasa diyor isek de- yine böyle yasal düzenlemelerle yapmayı ben de doğru bulmuyorum. Sayın Yargıç da -ki, benim sınıf arkadaşım, okul arkadaşım- doğru bulmadığı için dava açmış; ama, bugünün yargısı, yine hâkimleri, bu talebi, mevcut koşullara göre uygun görmemiş. Bana göre, tabiî ki, yargı kararını tartışmak doğru değil; ama, yargı kararı aynı zamanda içtihat yaratmaktır, aynı zamanda demokrasinin önünü açmaktır, aynı zamanda yargının bağımsızlığını da savunmaktır. Bence, biraz daha cesaretli olup da böyle bir karar verilmiş olsaydı, yani, davanın kabulü yönünde bir karar verilmiş olsaydı, tüm ülkemizde yargıya karşı, yargı üyelerine karşı saygı daha da artmış olurdu diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlar, genel olarak yasayı Cumhuriyet Halk Partisi Grubu destekliyor. Elimizden geldiğince katkı sağlamaya çalıştık. O nedenle, bu maddeye de o anlamda olumlu oy vereceğiz.

Yalnız, bu arada, ben bölgemle ilgili, Artvin'le ilgili kısa bir şey söylemek istiyorum. Sayın Başbakan, ilgili bakanlar ve yetkililerimiz, üst düzey bürokratlarımız birkaç gün önce Rize, Trabzon ve Artvin bölgesinde inceleme ve araştırmalar yapmışlardı; bölge sorunlarıyla ilgili yapılan araştırmalar. Bu konuda Artvin'de önemli bir yatırım var, baraj yatırımları var. Bu baraj yatırımlarının toplum üzerinde yarattığı çok olumsuz etkiler var. Özellikle Yusufeli İlçemiz ortadan kalkıyor. Yusufeli ismi ortadan kalkacak. İnsanlar karamsarlık içerisinde, belirsizlik içerisinde, büyük sıkıntı içerisinde. Tabiî ki, bu sıkıntıyı çözme görevi, sorumluluğu hükümetin. Ben gidemedim, orada bulunamadım; ancak, aldığım bilgiye göre, Sayın Başbakanımız çok da  net, kesin bir açıklama yapmamış. Yine, arkadaşlarım, Yusufeli bölgesinden seçmenlerimiz, insanlarımız beni arıyor, ben onları arıyorum. Halkımızın tatmin olmadığını, buradan, Yüce Meclis aracılığıyla hükümet yetkililerine ve Sayın Başbakana iletmek istiyorum. Rica ediyorum, istirham ediyorum, Yusufeli'nin sorununu çözün. Yusufeli'nde binlerce insan, bir ilçe, 17 köy bu sıkıntıyı yaşıyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Çorbacıoğlu, lütfen, konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun.

YÜKSEL ÇORBACIOĞLU (Devamla) - Biraz önce, Grup Başkanvekilimiz Sayın Faruk Çelik'le beraber de bu konuyu değerlendirdik; kendisi de Artvin Yusufeli kökenlidir. Ancak, bu sorun çözülmedi. Umarım, bir çalışma yapılıyor. Eğer bu sorunu çözerseniz hükümet olarak -ki, yetki onda- o insanların ne olacağına kısa sürede karar verirseniz, Artvin için ben de sizlere müteşekkir olacağım.

Beni dinlediğiniz için hepinize teşekkür ediyor, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Çorbacıoğlu.

Sayın Mustafa Ataş?.. Yok.

Sayın İnci Özdemir?.. Yok.

Madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

16 ncı maddeyi okutuyorum:

MADDE 16.- 2802 sayılı Kanunun 33 üncü maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"Birinci sınıf hâkim ve savcıların çalışmalarının değerlendirilmesi

Madde 33.- Birinci sınıf olan hâkim ve savcıların başarılı olup olmadıkları; müfettiş hâl kâğıtları, iş cetvelleri, not oranları ile varsa meslekî ve akademik konulardaki faaliyetlerine ilişkin diğer bilgi ve belgeler dikkate alınarak, üç yılda bir Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca değerlendirilmesi suretiyle tespit edilir.

Birinci sınıf olan hâkim ve savcıların çalışmalarının değerlendirilmesine dair ilkeler, Kanunda belirtilen esaslar doğrultusunda Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca tespit edilerek Resmî Gazetede yayımlanır."

BAŞKAN - Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsı adına Çorum Milletvekili Sayın Feridun Ayvazoğlu; buyurun.

CHP GRUBU ADINA FERİDUN AYVAZOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Cumartesi gününden başlayıp bugüne kadar devam eden hâkimler ve savcılarla ilgili ve bu arada bazı kanunlarda yapılması düşünülen değişikliklere ilişkin olmak üzere yapmış olduğumuz görüşmelere devam ediyoruz. Şu ana kadar görüşülen 15 maddeye bir göz attığımızda, gerçekten, hâkimler ve savcılarımızın olsun adlî personelin olsun, beklentilerine ne derece cevap verebildi; elbette, buna "çok olumlu bir cevap verildi" şeklinde bir şey diyemiyoruz.

Şimdi, görüşmekte olduğumuz 16 ncı madde var. 16 ncı maddeyle 2802 sayılı Kanunun 33 üncü maddesinde bir değişiklik yapılıyor. Buraya baktığımızda, değerli arkadaşlar, öncelikle şunu ifade edeyim ki, 16 ncı maddenin değişikliğine, biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak karşı değiliz. Nedenine bakıldığında, 16 ncı maddenin düzenlenmesi, şekilsel açıdan olsun ve hizmet etmek istediği amaç yönünden olsun, hâkim ve savcılık mesleğinin, gerçekten, çalışmalarına ilişkin birtakım değerlendirilmesine yönelik bir madde olması sebebiyle, böyle bir maddenin muhalefetinde olmadığımızı belirtmek istiyoruz.

Şimdi, sayın milletvekilleri, gerçekten, 9 000'e yakın mensubu olan, hâkim ve savcılık mesleğinin bugüne kadar çekmiş olduğu sıkıntıların, gerek özlük hakları yönünden gerekse hizmet vermekteki zorlukları ve taşımış oldukları ağır sorumlulukları karşısında, bizler, daha doğrusu, şu ana kadar gelip geçen yöneticiler, yasama meclisi, hükümetler, ne derece yeterince bu ihtiyaçlara cevap verebildi, gerçekten, bunun karşılığında, hemen hemen çok az şeyler söylenebilecektir, olumlu bir biçimde.

Elbette, gelip geçen hükümetler olsun, yasama meclisleri olsun, hâkim ve savcıların, toplumun çok önemli bir kesimini teşkil ettiği, yaptıkları görev nedeniyle çok ağır bir sorumluluk altında bulundukları gerçeğini hiçbir kimse reddedemez. Her şeyden önce…

BAŞKAN - Sayın Ayvazoğlu, on saniyenizi rica edeyim.

IV.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

C) ÇEŞİTLİ İŞLER

1.- Genel Kurulu ziyaret eden İsveç Parlamento Başkanı Biyörn Von Siydov ve beraberindeki heyete Başkanlıkça "Hoşgeldiniz" denilmesi

BAŞKAN - Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Sayın Bülent Arınç'ın konuğu olarak ülkemizi ziyarete gelen İsveç Parlamento Başkanı Sayın Biyörn Von Siydov ve beraberindeki Parlamento Heyeti Meclisimizi teşrif etmiş bulunuyorlar.

Kendilerine, Yüce Meclisimiz adına "hoş geldiniz" diyorum. (Alkışlar)

VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

2.- Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/1039) (S. Sayısı: 951) (Devam)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Ayvazoğlu.

FERİDUN AYVAZOĞLU (Devamla) - Biz de kendilerine "hoşgeldin" diyoruz.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; şimdi, elbette, bu gerçeği, Anayasamızın kuvvetler ayrılığı prensibinden hareketle baktığımızda, bizlerin kabul edip etmemesi hiç de önemli değildir; çünkü, Anayasamız bunu kabul etmiş ve kuvvetler ayrılığı prensibine uygun olarak da yargı bölümünü, Anayasanın "Üçüncü Bölüm"ü adı altında, 138 inci maddesinden 160 ıncı maddesine kadar düzenleme altına almıştır.

Kuvvetler ayrılığı dediğimiz sistemde, elbette, hukuk devletinde, demokraside, yargı, yürütme ve yasama şeklinde üç ayak üzerinde duran bir sistem olduğunu hepimiz bilmekteyiz. Eğer, bu, üç ayak dediğimiz ve sacayağı şeklinde tabir ettiğimiz bu ayaklardan birisi çok güçlü veya çok zayıf olduğu takdirde veya iki kuvvet kendisiyle bir arada bulunmaya çalıştığı sürece, mutlaka, bu sacayağının ayakta kalabilmesi, ayakta kalabilmesi, ayakta durabilmesinin de mümkün olmadığını, demokrasilerde ve hukuk devletinde, hepimiz kabul etmeliyiz; bunun altını çiziyoruz. Bu nedenle, bu mensuplarımızı, yani, yargının vazgeçilemez, kuvvetler ayrılığı ayağından birisi olan yargının mensuplarının, hâkim ve savcıların, adlî personelin de, böyle bir sorumluluğu yürütmekte olan mensuplar olduğunu da hepimiz kabul etmek zorundayız.

Peki, biz, bunları kabul ediyoruz, çıkıyoruz, burada, kürsülerde konuşuyoruz, basına beyan veriyoruz, beyanatlarda bulunuyoruz ve gereken yerlerde, toplumun bütün meslek mensuplarına karşı üzerimize düşen görevleri yerine getirmek için çok büyük uğraşlar verdiğimizi söylüyoruz, dile getiriyoruz; ama, işin gerçeğine ve aslına somut bir şekilde döndüğümüzde, acaba, gerçekten, bu söylemlerimizi eylemlere geçirebiliyor muyuz; elbette, buna, olumlu bir şekilde cevap verebilmenin de çok zor olduğunu düşünmekteyiz. Bunu belirtirken, iyi niyetli bir şekilde, bugüne kadar yapılan çalışmalara da, elbette, bizler de inkârcı olmamak suretiyle, çok da "hayır" demeyelim, çok da kendi kendimize haksızlık etmeyelim, bu uğurda hizmet veren, emek veren arkadaşlarımızı da hiçe saymayalım; bunun da altını çizmek zorundayız.

Elbette, değerli arkadaşlarım, bu maddelere kadar, bu değişikliğe ilişkin tasarının görüşülen maddelerine kadar, sıkıntıları, arkadaşlarımız dile getirdiler. Bu sıkıntıları, hâkim ve savcılarımızın sıkıntılarını, adlî personelin sıkıntılarını, gerçekten, tam manasıyla, Yüce Meclisin huzurunda ve kamuoyuna paylaşma imkânını verebildi mi, veremedi mi?.. Elbette, bunu, hem kamuoyu değerlendirecektir hem Yüce Meclisin değerli milletvekilleri değerlendirecektir hem de bu işin birinci derecedeki muhatabı olan yargının mensupları, hâkim ve savcılarımız değerlendirecektir. Tabiî, bu uğurda yapılan çalışmaların ve şu andaki hâkim ve savcı açığının da gerçekten üst boyutlarda olduğunu biliyoruz. 4 000'e yakın bir hâkim, ve savcı açığının giderilebilmesi için nasıl bir yol ve yöntem bulalım; bunun uğraşı içerisinde, gerek Adalet Bakanlığı gerekse bizler -komisyonda olsun, milletvekili arkadaşlarımız olsun- teklif ve tasarılarla bu ihtiyacı gidermeye çalışıyoruz; ama, nereye kadar giderebiliyoruz, bu uğurda gerçekten samimî bir çalışma içerisine girebiliyor muyuz; orası şüpheli kalıyor; çünkü, bir bakıyoruz, Adalet Komisyonuna, komisyonlara gelen teklif ve tasarıların birdenbire değişikliğe uğradığını, değişikliğe uğratmak için uğraşlar verildiğini veya verileceğini duyuyoruz. Bu da, elbette bizleri rahatsız ediyor. Örneğin, hâkim ve savcılarla ilgili çok büyük beklentiler içerisinde beklenilen bu tasarıda, taslak halinde hükümet tarafından getirilmekteyken, Sayın Maliye Bakanının karşı çıkışları doğrultusunda, hâkim ve savcılarımıza getirilmek istenilen özlük haklarına ilişkin iyileştirmelerin geri çekildiğini duyuyoruz. Diliyoruz ve umuyoruz ki, inşallah, bu, dedikodu şeklindedir; ama, yaptığımız inceleme ve araştırma, bunun doğru olduğu ve doğru bilgilerin bize bu şekilde verildiği noktasında, elbette, sayın hâkim ve savcılarımızı da üzme noktasında birleştirmiştir.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, önümüze, devam eden maddelerden bir 25 inci madde gelecek. Elbette, orada, yeri geldiğinde konuşulacaktır. Biz, komisyonda, bu tasarılara, hâkim ve savcıların ve adlî personelin çekmekte olduğu sıkıntıları bir nebze olsun rahatlatmak açısından getirmeye çalıştığımız nöbet tazminatına ilişkin bir hükmün de, sanıyorum, tabiri yerindeyse, birtakım tırpanlamalara uğrayacağı şeklinde duyumlar alıyoruz. Diliyoruz ve umuyoruz ki, inşallah böyle bir şey de yoktur. Bakacağız, göreceğiz.

Tabiî ki, hükümetin kendisine özgü programları var, kendisine özgü hedefleri var. Bu uğurda, bu hedefleri politik olarak tutturabilmek ve amaçlarına ulaşabilmek için de iyi niyetli bir şekilde çalışmalarda bulunduğunu bizlere her platformda söylüyorlar, kamuoyuna bunu iletip paylaşmak istiyorlar; ama, bakıyoruz ki, ilerleyen günlerde önümüze gelen teklif ve tasarılarda, bu iyi niyetin, gerçekten iyi niyetli bir şekilde sonuçla karşılaşmadığını görmekteyiz ve böyle bir sonucu görünce de, elbette muhatap olacak kişiler ve bizler, Yasama Meclisinin sorumlu milletvekilleri olarak da, üzülüyoruz ve gerçekten de kırılıyoruz.

Değerli milletvekilleri, bu bağlamda olmak üzere, şimdiye kadar görüşülen maddelerde arkadaşlarımızın da belirttiği sıkıntıları ve endişeleri biz dile getirirken, kesinlikle ve kesinlikle, hiçbir kimsenin, hükümetin bütün yetkililerinin olsun, özellikle Sayın Adalet Bakanımızın ve Komisyon Başkanımızın, Komisyon üyelerimizin iyi niyetlerinden bir an için şüphe duymadığımızı belirtmek isteyelim; ancak, Sayın Bakanımıza, Sayın Komisyon Başkanımıza ve değerli Komisyon üyesi arkadaşlarımıza söylemeye çalıştığımız husus şudur: Eğer yargıda siyasetin, öyle veya böyle, gölgesi olmasını istemiyorsak, gölge edilmesini istemiyorsak, uygulanmakta olan sistemlerin de gerçekten siyasetten uzak bir şekilde uygulanabilmesinin yasal olanaklarını biz bulalım. Biz bulamazsak, bizden sonrakiler bulmaz, bulamaz. Eğer hepimiz iyi niyet noktasında uzlaşıyorsak, uzlaşabiliyorsak, bunları giderelim. Bizim endişemiz, sizlerin, Sayın Bakanın ve Sayın Komisyon Başkanının, komisyon üyelerinin iyi niyetinden dolayı değildir; iyi niyetinden endişe etmediğimizi söyleyelim; ama, bundan sonra gelebilecek siyasî iktidarların acaba bu konuya nasıl yaklaşacağı hususunda sizde yarın öbür gün kuşkular oluşmayacak mıdır?! O zaman, böyle bir kuşku oluşabilmesinin yolunu, hep birlikte, Cumhuriyet Halk Partisiyle birlikte uzlaşalım diyorsanız ve bu kuşkunun önünü keselim diyorsanız, biz bu uzlaşıya her zaman açığız. Nedir bunların başında gelen -şimdiye kadar görüşüldü, konuşuldu- elbette, 4 000 hâkim ve savcı açığını dışarıdan almak suretiyle, daha doğrusu hukuk fakültesi mezunu olarak alacağımız, üç yılını bitiren avukat arkadaşlardan bunları alalım, alınsın, bu noktada biriz, iyi niyetliyiz; fakat, bunun yönteminde endişelerimizi dile getiriyoruz.

Diyoruz ki, elbette, belirli şartlarda, yazılı olarak yarışmanın adaletli bir şekilde yapılacağından hiçbir kimsenin kuşkusu olmaz, olamaz; ancak, gel gelelim, yazılı yarışmadan sonra yapılacak olan mülakatın, sözlü sınavın, şu andaki Adaylığa Atama Yönetmeliğinin 27 nci maddesine göre, hangi kişilerden, hangi yetkililerden oluştuğuna baktığımızda, hepsinin de, Adalet Bakanlığının birinci sınıf -altını çiziyorum, birinci sınıf- hâkim niteliğini taşıyan genel müdürlüklerden oluştuğunu biliyoruz. Personel Genel Müdürü, Ceza İşleri Genel Müdürü, Teftiş Kurulu Başkanı; ama, bunların başında, Sayın Adalet Bakanlığının emrinde olması gereken -elbette olması gereken, gerekecektir de- Müsteşar Yardımcısının veya Müsteşarın başkanlığındaki bir heyet tarafından sözlü sınav yapılacaktır.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, biz, o sözlü sınavın, mülakatın kadrosunda yer alan arkadaşlarımızın hiçbirinin niteliklerinin, vasıflarının tartışılması noktasında bu endişemizi dile getirmiş değiliz. Bizim dile getirmeye çalıştığımız endişe, yarın öbür gün, bunların, elbette, geçen gün neydi, bugün neydi, yarın ne olacak noktasındaki endişeleri dile getirip, bunların yolunu, biz, yönetmeliklere değil, kanunlara yerleştirmek suretiyle, özellikle de bu kanuna, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununa yerleştirmek suretiyle, kalıcı bir şekilde ve siyasetten uzak bir şekilde bir kadroyla ve yargı mensuplarının daha ağırlıklı olmuş olduğu bir kadroyla bu mülakatın yapılmasının, adalete ve bağımsız yargıya daha gerçekçi bir şekilde hizmet vereceği noktasında endişemiz vardır.

Biz, Sayın Bakanımızın dediği veya Sayın Adalet Komisyonumuzun ve bazı milletvekili arkadaşlarımızın dediği gibi, kendi kendimize haksızlık etme noktasında bunları söylemiyoruz. Elbette, biz, milletvekilleri olarak, siyasetçiler olarak, bu topluma yön vereceğiz, bu topluma yol göstereceğiz, doğruları söyleyeceğiz; yani, niye biz kendi kendimize haksızlık ederek, siyasetçiye güvenmiyoruz mantığını Mecliste dile getiriyoruz değil; aslolan şüphe ve endişelerimiz, belli noktalarda, belli kriterlerde, Anayasanın kuvvetler ayrılığı prensibindeki bağımsız yargıyı gerçekten bağımsız yargı olarak uygulanabilmesi noktasında…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Ayvazoğlu, 1 dakikalık eksüreniz başladı.

Buyurun.

FERİDUN AYVAZOĞLU (Devamla) - Bu noktada, elbette, endişelerimizi bir yerde toplamalıyız diye düşünüyorum; yoksa, kesinlikle, bu… Elbette, demokrasilerde, siyasetçiler, toplumun yaşamı için yol gösterecektir, yön verecektir, yönlendirecektir insanlarımızı, yetkililerimiz de bu şekilde olacaktır. Yarın öbür gün, her an için değişmesi kuvvetle muhtemel siyasetçilerimizin iki dudağının arasında kalmayacak bir yöntemde, bir yönetmelikle olmasın, geçici bir şekilde değil kalıcı bir şekilde, Meclisten çıkan yasayla bu mülakatların -öyle bir kurulla- yapılması gerektiği noktasındaki endişelerimizi dile getirdik ve önerilerimizi o şekilde sunmuştuk; ama, Adalet Komisyonunda önerilerimiz reddedildi.

Hükümet olsun, Sayın Adalet Bakanlığımız olsun, Adalet Komisyonumuz olsun, üyelerimiz ve sayın milletvekillerimiz olsun, bu endişelerimizi gerçekten haklı görürler ve gereğini yaparlar diye düşünüyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Ayvazoğlu, süreniz doldu efendim.

Teşekkür ederim.

FERİDUN AYVAZOĞLU (Devamla) - Söylediğim gibi Sayın Başkanım, 16 ncı maddede Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşünün olumlu olduğunu, destek vereceğimizi bildiriyor, hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Maddeyi oylarınıza…

BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Karar yetersayısının aranılmasını istiyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, 16 ncı madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

16 ncı maddenin oylamasından önce karar yetersayısı istenilmiştir.

Şu anda maddeyi oylarınıza sunacağım ve karar yetersayısını arayacağım.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…

Karar yetersayısı yoktur; birleşime 5 dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 15.24


İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 15.35

BAŞKAN: Başkanvekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 119 uncu Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

951 sıra sayılı kanun tasarısının görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

2.- Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/1039) (S. Sayısı: 951) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.

Tasarının 16 ncı maddesinin oylamasında karar yetersayısı bulunamamıştı. Şimdi, maddeyi tekrar oylarınıza sunup karar yetersayısı arayacağım.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir; karar yetersayısı vardır.

17 nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 17.- 2802 sayılı Kanunun 35 inci maddesinin üçüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"Adlî yargıda aynı bölgedeki yerlerden bölge adliye mahkemesinin bulunduğu yer; asliye hukuk mahkemesinin bulunduğu yerlerden de ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yer hizmet yeri bakımından üstün sayılır."

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsı adına, Konya Milletvekili Sayın Atilla Kart; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA ATİLLA KART (Konya) - Sayın Başkanım, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan 951 sıra sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu Tasarısının 17 nci maddesiyle ilgili olarak Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun ve şahsımın görüşlerini ifade etmek üzere söz almış bulunmaktayım; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, Hâkimler ve Savcılar Kanunundaki değişiklikleri tartıştığımız bu tasarıda, hukukî yapılanmadaki, hukuk devleti yapılanmasındaki yapısal değişimin iki temel ayağını; yani, kolluk yapılanmasının çarpıklığını ve bunun yanında, yargı ve yargıcın bürokratlaşması vakıasını, daha evvel 7 ve 8 inci maddelerde ayrıntılı olarak anlatmış, arz etmiştim, bu konudaki görüşlerimi ifade etmiştim. Yine, bu maddeyle ve tasarıyla bağlantılı olarak 17 nci madde görüşmelerinde de bu görüşlerimi daha somut örneklerle anlatmaya çalışacağım. Bu kapsamda da değerli arkadaşlarım, mülakat esaslarını düzenleyen hükümler ve uygulamadan söz etmek istiyorum.

Bakın değerli arkadaşlarım, 2802 sayılı Yasanın 7 ve müteakip maddeleri, adaylık, adaylığa atama esaslarını düzenliyor; buna göre, yazılı sınav ve mülakat uygulamasının yapılması esasını getiriyor. Getirilen bu tasarıda da 2802 sayılı Yasanın 8 inci maddesindeki esasların uygulanacağı ve bu hususun yönetmelikle düzenleneceği ifade ediliyor.

Yine, bakıyoruz, 2802 sayılı Yasanın 13 üncü maddesi, mesleğe kabule, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca karar verileceğini düzenliyor. Bu maddeyle, bu yasayla paralel olarak da biliyoruz ki, Anayasanın 159 uncu maddesinde benzer bir düzenleme söz konusu. Daha doğrusu, 2802 sayılı yasanın 13 üncü maddesindeki bu düzenleme, dayanağını, Anayasanın 159 uncu maddesinden alıyor.

Değerli arkadaşlarım, adaylık süresi, kabul etmek gerekir ki stajın ayrılmaz bir parçasıdır, bir unsurudur, mesleğe kabulün ilk aşamasıdır. Tekrar ifade ediyorum, adaylık süresi mesleğe kabulün ilk aşamasıdır. Bu sebeple, staj sonundaki atamaya ilişkin esasların burada da geçerli olması gerekir. Burada hep ifade ediyorum, herhangi bir memur alımından veya adaylığından söz edemeyiz; bu sebeple, aday alımının, aday tespitinin 657 sayılı Yasaya tabi olduğu ifade edilmekte  ise de, bu değerlendirmenin hukuka uygun olmadığı yolundaki görüşümüzü bir defa daha ifade etmek istiyorum.

Esasen, ortada yönetmelikle düzenlenemeyecek bir husus söz konusu değerli arkadaşlarım. Anayasanın 159 uncu maddesi çok açık bir şekilde bu alım esaslarının yasayla düzenleneceğini ifade ediyor; yani, bu konudaki yetkiyi Türkiye Büyük Millet Meclisine bırakıyor; ama, biz,  fiilen bu uygulamayı tamamen  bakanlık bünyesindeki bir yönetmelikle düzenleme sürecini başlatıyoruz ki, bunun hukuka uygun olmadığı, Anayasanın 159 uncu maddesine açıkça aykırı olduğu ortada. Yine, şunu da hatırlatmak istiyorum, bu gerekçelerle yönetmeliğin iptali talebiyle Barolar Birliği tarafından da idarî yargı nezdinde dava açıldığını; bunu da hatırlatmak istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, yanlış değerlendirilmemesi ve istismar edilmemesi için ifade ediyorum, meslekler arasında ayırım anlamında söylemiyorum, her meslek ve bürokratik yapı meslek kurallarına uygun olarak yapılmak kaydıyla saygındır; ancak, yargıçlığın özel konumu  ve işlevinden söz ediyorum, yargıç adaylarının alınması esasından söz ediyorum. Asgarî ölçülerde objektif bir yapılanmayı sağlamak adına, adaylık aşamasında da, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun bu aşamada olması gereğini önemle ifade ediyorum. Bu kurulun yapısına yönelik eleştiri haklarımızı saklı tutarak ifade ediyorum, adaylık alımını, tamamen Bakanlık bürokrasisinden oluşan bir kadroya bırakmak, hep daha evvel anlattığımız kadrolaşmayı beraberinde getireceği gibi, bunun yanında, yargının işlevini kaybetmesi sonucunu da doğal olarak yaratacaktır. Kolluk yapılanmasında yaşadığımız niteliksiz ve hukuka aykırı yapılaşmanın bir örneğini, yargı sürecinde de yaşadığımızı, yaşamaya başladığımızı üzülerek ifade ediyorum. Bu süreç, tekrar ifade ediyorum, yani, yargıdaki bu yapılanma, niteliksiz ve hukuka aykırı yapılanma, maalesef, ülkemizde çoktan başlamış durumdadır. Emniyetteki ölçüde olmasa da, yargıda da bu tür bir kadrolaşmanın başladığını, yine tekrar ifade ediyorum, kaygıyla ifade ediyorum.

Bunları soyut söylemlerde bırakmak istemiyorum değerli arkadaşlarım. Bu anlattıklarımı, somut belgeleriyle sizlerin takdirine, sizlerin bilgisine sunmak istiyorum.

Bakın, Sayın Adalet Bakanına Şubat 2005'te verdiğimiz önergeye, Sayın Bakanın 1 Nisan 2005 tarihinde verdiği önerge cevabından söz edeceğim değerli arkadaşlarım. Bu cevapta, açık bir şekilde, adaylığa atama işlemlerinin Bakanlık ile ÖSYM arasında, 1998 yılında imzalanan protokol çerçevesinde, yazılı sınavların kuruma yaptırıldığı; bu çerçevede, yönetmeliğin 12 nci maddesi gereğince, adlî yargı yazılı test sınavında, genel kültür, kompozisyon, idare hukuku, anayasa hukuku, inkılap tarihi, medenî hukuk, borçlar hukuku, hukuk yargılama usulü hukuku, ticaret hukuku, icra ve iflas hukuku, ceza hukuku, ceza yargılaması usulü hukuku; 13 üncü madde gereğince de, idarî yargı adaylığı yazılı sınavında ise, genel kültür, kompozisyon, idare hukuku, idarî yargılama usulü hukuku, anayasa hukuku, inkılap tarihi, borçlar hukuku, medenî hukuk, maliye, ekonomi, vergi hukuku ve vergi usul hukuku konularından yazılı sınav yapıldığı ifade ediliyor.

Değerli arkadaşlarım, işte, anlatmaya çalıştığımız objektif ve teknik yapılanma budur. Bu yapılanma sebebiyledir ki, yargıç ve savcı sınavlarının yazılı bölümüne ilişkin olarak, son derece sınırlı olayların dışında, herhangi bir şikâyet veya sızlanma söz konusu değil. Bu düzenleme için; yani, yargıç ve savcı alımına ilişkin prosedürün birinci aşaması için, yazılı sınava ilişkin bölüm için hükümeti ben kutluyorum, huzurunuzda kutluyorum, uygulaması için kutluyorum; aradığımız bu, bunu anlatmaya çalışıyoruz. Teknik ve objektif yapılanma derken, bunu anlatmaya çalışıyoruz. Bunu, mülakat aşamasında da yapmanın gereğini sizlere anlatmaya çalışıyoruz, bunu ifade etmeye çalışıyoruz.

Bakın, böylesine kapsamlı, teknik ve objektif esaslara dayalı olarak yapılan bir yazılı sınavdan sonra, mülakatın da, aslında, fazla bir işlevi kalmıyor. Mülakatta sözü edilen "kavrayış ve değerlendirme yeteneği" yazılı sınavda büyük ölçüde ortaya çıkmış olmaktadır. Bu kadar ayrıntılı, bu kadar teknik ve objektif bir şekilde yapılan yazılı sınavda, aslında, mülakatta ulaşmak istediğiniz amaçların çoğuna, zaten, ulaşmış oluyorsunuz. Yapılması gereken sadece ve sadece, mülakat aşamasında, genel ve fizikî durumu gözlemleyerek, temsil yeteneği ve fizikî özür anlamında bariz bir hususun, bariz bir engelin olup olmadığını tespit etmektir değerli arkadaşlarım. Bu tespiti biz kime ve nasıl yaptırıyoruz, bunu açmak gerekiyor. Bu dediğim anlamdaki tespiti, kime ve hangi şartlarla, hangi sınırlarla yaptırıyoruz mülakat aşamasında, bunu, somut olarak ifade etmek istiyorum. Bu tespiti, tamamen, Bakanlık bürokrasisinden oluşan Müsteşar Yardımcısı, Teftiş Kurulu Başkanı, Ceza İşleri, Hukuk İşleri ve Personel Genel Müdürlerinden oluşan mülakat kuruluna yaptırıyoruz.

Yine, yanlış anlaşılmaması için ifade ediyorum; sözü edilen bürokratların kıdem ve liyakatlerine yönelik eleştirel bir değerlendirme elbette yapmıyorum; ancak, Türkiye gerçeğinden söz ediyorum. Bürokratik yapı ve hiyerarşik ilişkiler içinde bu kurul tarafından yapılacak incelemenin sağlıklı olmadığını, olamayacağını, yine, biraz sonra örnekleriyle anlatacağım değerli arkadaşlarım.

Bakın, biraz evvel sözünü ettiğim soru önergesine Nisan 2005 tarihinde verilen cevaptan söz ettim; yani, iki ay evvelki bir uygulamadan söz ediyorum arkadaşlarım, 57 nci, 58 inci hükümet dönemindeki uygulamalardan söz etmiyorum, 59 uncu hükümet döneminde iki ay evvel yapılan yargıç, savcı mülakatı sonuçlarına ilişkin değerlendirmeden söz ediyorum.

Ne diyor burada Sayın Adalet Bakanı, önergeye verdiği cevapta; aynen ifadenin meali şu değerli arkadaşlarım: Ekim 2004 tarihinde yapılan idarî yargı ve adlî yargı adaylığı sınavında -birisi 17 Ekim tarihinde yapılmış, birisi 24 Ekimde yapılmış- idarî yargı hâkimliği yazılı sınavında başarılı olan ve yazılıda ilk 100'e giren 46 kişi, mülakat sonucu 150 kişinin arasına giremiyor değerli arkadaşlarım. Tekrar ifade ediyorum, yazılı sınavda ilk 100'ün arasına giriyor -bu arkadaşlarımız 46 kişi- ama, mülakat sonucunda ilk 150'nin arasına giremiyor, 300 üncü sıraya, 400 üncü sıraya düşüyor.

Adlî yargı hâkim adaylığı sınavına geliyoruz, orada da benzer tabloyu görüyoruz, enteresan, oranlar yine birbirine çok yakın. Adlî yargı hâkim adaylığı yazılı sınavında başarılı olan ve yazılı sınavda ilk 100'e giren 41 kişi, mülakat sonucunda değerli arkadaşlarım, 300 kişinin arasına giremiyor, ilk 300'ün arasına giremiyor. Biraz daha açarak ifade ediyorum: 100 kişi içinde sayıları 40'a, 45'e ulaşan ölçüde fizikî özürlü aday söz konusu. Bakanlığın bu mülakat değerlendirmesine göre, öyle anlıyoruz ki, yazılı sınavda ilk 100'e giren adayların 40 veya 45'inin fizikî özrü, bariz bir özrü söz konusu, öyle anlaşılıyor, bunun başka bir açıklamasını yapmak, başka türlü izahını yapmak mümkün değil.

Yine, geliyoruz, bu sonucun doğru ve hakkaniyete uygun olmadığı, mülakat aşamasında hukukdışı ölçülerin uygulandığı burada açıkça görülüyor değerli arkadaşlarım ve bunun devamında soruyorum, bağlantılı olarak soruyorum:

Bu kişilerin temsil yeteneğinin yetersizliğini bir iki dakikalık gözlem süresi içerisinde nasıl anlayabilirsiniz, nasıl anlaşılabiliyor? Bunun inandırıcı bir tarafı olabilir mi değerli arkadaşlarım?!

Bakın, bu sonuçlar ve uygulamalar, mülakat uygulamasının tutarsızlığını ve inandırıcı olmaktan uzak yapısını açık bir şekilde gösteriyor değerli arkadaşlarım. Çok açık bir şekilde ifade ediyorum, Türkiye'de, sadece, hâkim ve savcılık mülakatı için söz etmiyorum, diğer mülakat uygulamaları için de söz ediyorum, ifade ediyorum: Mülakat ilişkilerinde, mülakat uygulamalarında  siyasî ve kişisel referansların ne kadar etkili olduğu Türkiye'nin inkâr edilemez bir gerçeğidir. Birbirimizi kandırmayalım, bunun adını doğru koyalım, bunun adını doğru ifade edelim.

Aslında, yukarıda sözünü ettiğim soru önergesindeki konuyu eksik sorduğumu şimdi daha iyi anlıyorum, daha iyi değerlendiriyorum. O soru önergesini burada, biraz daha açarak, Genel Kurulun huzurunda Sayın Bakana bir defa daha soruyorum. Çok açık bir şekilde soruyorum ve Sayın Bakandan talebim şu, istirhamım şu: Lütfen, bu maddede olmasa da, bu tasarının görüşmeleri esnasında bu soruma cevap vermesini talep ediyorum, istirham ediyorum.

17 ve 24 Ekim 2004 tarihlerinde yapılan idarî ve adlî yargı hâkim adaylığı sınavına kaç kişi katılmıştır? Kaç kişi başarılı sayılmış ve mesleğe alınmıştır? Sınav sonucunda başarılı olanlar yazılı sınavda kaçıncı sıradadır? Tekrar ifade ediyorum: Sınav sonucunda, mülakat sonucunda başarılı sayılanlar yazılı sınavda -tek tek ama bunun cevabını istiyorum- kaçıncı sıraya girmişlerdir?

İnanıyor ve biliyorum ki, çok yakından biliyorum ki, bu soruya verilecek cevaplar yazılı sınavlarda 150 nci, 200 üncü sıralarda yer alanlar mülakat sonucunda ilk 50'nin, ilk 70'in içine girmişlerdir.

HİKMET ÖZDEMİR (Çankırı) - Olabilir…

ATİLLA KART (Devamla) - Bu, inandırıcı olmaz Değerli Arkadaşım. Bu, inandırıcı olmaz. Bu, tutarlı olmaz. Bu, ciddî olmaz. "Olabilir" demekle geçiştirebileceğimiz bir konu değil bu. Olabilirse, bunu anlatmanız gerekir. Bunu, inandırmanız gerekir.

Yani, bakın, o zaman ne olur biliyor musunuz, sizin yaptığınız…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Kart, 1 dakika içinde konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun.

ATİLLA KART (Devamla) - Bir cümle ifade edeceğim Sayın Başkanım.

O zaman, Değerli Arkadaşım, yaptığınız yazılı sınavın demek ki ciddîyeti yok. Yaptığınız yazılı sınavın hiçbir anlamı yok. Mülakat sonucunda yazılı sınavla yüzde 60-70 oranında bağdaşmayacak bir sonuca ulaşıyorsanız, o yazılı sınavın bir anlamı yok. O zaman ne yapalım; ikisinden birini düzeltelim veya bu işin doğrusu, her ikisini birbirini tamamlayacak şekilde uygulayalım, her ikisini amacına uygun bir şekilde uygulayalım.

Bunları anlatmaya çalışıyoruz değerli arkadaşlarım, bunları anlatmaya devam edeceğiz.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kart.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

18 inci maddeyi okutuyorum:

MADDE 18.- 2802 sayılı Kanunun 37 nci maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"Adalet Bakanlığı merkez kuruluşuna atama şartları ve şekli

Madde 37.- Adalet  Bakanlığı merkez kuruluşunda:

a) Bakanlık tetkik hâkimliğine, hâkimlik ve savcılık mesleğinde fiilen en az beş yıl görev yapmış ve üstün başarısı ile Bakanlık hizmetlerinde yararlı olacağı anlaşılmış bulunanlar arasından muvafakatları ile Adalet Bakanı tarafından atama yapılır.

b) 1. Adalet müfettişliğine, hâkimlik ve savcılık mesleğinde fiilen en az sekiz yıl görev yapmış ve üstün başarısı ile adalet müfettişliği hizmetinde yararlı olacağı anlaşılmış bulunanlar arasından muvafakatları alınarak,

2. Adalet Bakanlığı Müsteşarlığına, yüksek müşavirliklerine, müsteşar yardımcılıklarına, Teftiş Kurulu Başkanlığına, genel müdürlüklerine, Araştırma, Plânlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığına, Teftiş Kurulu başkan yardımcılıklarına, Yargıtay ve Danıştay üyeliğine seçilme hakkını kaybetmemiş bulunan birinci sınıf; müstakil daire başkanlıklarına, genel müdür yardımcılıklarına ve İşyurtları Kurumu Daire Başkanlığına ise birinci sınıfa ayrılmış hâkim ve savcılar arasından,

Bakan, Başbakan ve Cumhurbaşkanının imzasını taşıyan müşterek karar ile atama yapılır.

Genel müdürlük daire başkanlıkları ile  Araştırma, Plânlama ve Koordinasyon Kurulu üyeliklerine ise meslekte fiilen en az sekiz yıl çalışmış ve ikinci dereceye yükselmiş bulunan hâkim ve savcılar arasından Bakan onayı ile atama yapılır.

Bakanlık müşavirliklerine yapılacak atamalar Bakan onayı ile gerçekleştirilir.

Bakanlık merkez teşkilâtında olmayıp, yargı görevinden bu görevlere atanacakların muvafakati alınır."

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsı adına, Çorum Milletvekili Sayın Feridun Ayvazoğlu; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA FERİDUN AYVAZOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair 951 sıra sayılı Kanun Tasarısının 18 inci maddesi üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubum ve şahsım adına söz almış bulunuyorum; bu nedenle, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, öncelikle, görüşmekte olduğumuz 18 inci maddeye ilişkin -daha önce yapmış olduğumuz konuşma çerçevesinde olduğu gibi- gerçekten, bir muhalefetimizin olmadığını belirtmek istiyorum. Biz, muhalefet şerhimizi, gerek komisyonda gerekse altkomisyonda kaleme aldık ve Yüce Meclise sunduk. Onun dışında, bu madde, muhalefetimize ilişkin değil.

Şimdi, 18 inci maddeyle, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununun 37 nci maddesinde bir değişiklik söz konusu. Bu değişiklik, öncelikle, bir şekil olarak, kelime olarak şu şekilde: Daha önce "Adalet Bakanlığı merkez kuruluşunda" şeklinde devam ediyor, şimdi "şartları ve şekli" olarak bir değişiklik var.

Yine, 37 nci maddenin (b) bendindeki "sekiz yıl görev yapmış ve üstün başarısı ile adalet müfettişliği hizmetinde yararlı olacağı anlaşılmış bulunanlar arasından muvafakatları da alınarak" diye bir şart getiriliyor.

Yine, ikinci fıkrasında ise, sadece şu değişiklik söz konusu: "Adalet Bakanlığı Müsteşarlığına, yüksek müşavirliklerine, müsteşar yardımcılıklarına, Teftiş Kurulu Başkanlığına, genel müdürlüklerine" dedikten sonra "Araştırma, Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığına, Teftiş Kurulu başkan yardımcılıklarına" şeklinde bir cümle eklenmek suretiyle yeni bir hüküm getirilmiş oluyor.

Yine, devamında "İşyurtları Kurumu…" Biliyorsunuz, cezaevinde belirli bir şekilde işyurtları bulunmakta. Bu işyurtlarının, kanunu çerçevesinde hangi hizmetleri vermiş olduğunu çoğumuz bilmekteyiz. İşte "İşyurtları Kurumu Daire Başkanlığına ise birinci sınıfa ayrılmış hâkim ve savcılar arasından" şeklinde bir cümle eklenmek suretiyle yeni bir hüküm getiriliyor.

Yine, ikinci fıkranın ikinci cümlesinde "Bakan, Başbakan ve Cumhurbaşkanının imzasını taşıyan müşterek karar ile atama yapılır" diyor. Daha önce "kararname" vardı; bu, müşterek karar ile atama yapılır diyor. Yalnız, Sayın Bakan, Sayın Komisyon Başkanımızdan, buradaki ifadenin "imzasını taşıyan" dedikten sonra "müşterek karar ile atama yapılır" bir cümle düşüklüğünü getiriyor gibi. Müşterek karar değil de, müşterek kararnameyle olmasında daha uygunluk var diye düşünüyoruz.

Sayın Bakanım, burada karardan ziyade kararname şeklinde yer almasının doğru olacağı inancını taşıyoruz.

Yine devamında "Genel müdürlük daire başkanlıkları ile Araştırma, Planlama ve Koordinasyon Kurulu üyeliklerine ise meslekte fiilen en az sekiz yıl çalışmış ve ikinci dereceye yükselmiş bulunan hâkim ve savcılar arasından Bakan onayı ile atama yapılır" şeklinde de yeni bir cümleyle yeni hüküm getirilmiş oluyor. Bunun dışında, 37 nci maddede, başkaca bir değişiklik söz konusu değil.

Şimdi, elbette, Adalet Bakanlığının, diğer bakanlıklarda olduğu gibi, ki, gerçekten Adalet Bakanlığının ne derece önemli bir bakanlık olduğunu ve yargının, bu ülkede Anayasada yer alan kuvvetler ayrılığı ilkesinde bulunan en önemli bir ayak olduğunu ve bu yargının da unsurları içerisinde hâkim ve savcılarla ilgili, adlî personelle ilgili bütün atamaların, hemen hemen verilecek olan hizmetlerin Adalet Bakanlığı eliyle yürütülmekte olduğu gerçeği karşısında bu bakanlığın önemini bir kez daha vurgulamak istiyoruz. Elbette, bütün bakanlıkların önemi ayrıdır; fakat, şöyle bir baktığımızda, bir Ulaştırma Bakanlığının veya bir Tarım Bakanlığının veya aklımıza gelen diğer bakanlıkların Anayasada yer alan ve demokrasilerin vazgeçilmez, yine hukuk devletinin vazgeçilmez kuvvetler ayrılığı prensibinden birisini teşkil etmediğini görüyoruz. Burada, işte, Adalet Bakanlığının önemini vurgulamak noktasında birleşmemiz gerekir diye düşünüyorum.

Bu nedenle, buradaki yapılacak olan değişiklikte, elbette... Az önce de belirttik, Yüce Meclise birtakım bilgileri sunduk. Gerçekten, değerli arkadaşlar, böyle önemli bir bakanlığı yakından ilgilendiren ve bu bakanlıkta bulunan, hizmet veren ve sorumlulukları birinci derecede bulunan hâkim ve savcılarımızın bugüne kadar bizlerden taleplerini, şimdiye kadar gelip geçen bütün cumhuriyet hükümetlerinden neler beklediğini, hizmet olarak kendilerine neler verilmesini, kendilerinin onurunu incitmeden bu hizmeti almak istediklerini, çok çeşitli bir biçimde, demokratik bir biçimde bizlere ilettiler, Yüce Meclise ilettiler, sizlere illettiler; hepimize, bu noktalarda, gerçekten, kendi görevlerine yakışır ve yaraşır bir şekilde bu taleplerde bulundular; ama, geldik, gördük ki, bu taleplerini yerine getirirken bile, hâkim ve savcılarımızın, gerçekten, onurlarının, acaba, kendilerine göre incinip incinmedikleri yönünde çok hassas davrandıklarını da bizler yakinen biliyoruz, elbette sizler de biliyorsunuz. İşte, böyle bir mesleğe mensup kişilerin bizlerden ve cumhuriyet hükümetlerinden beklentilerinin, demokratik bir hak arama özgürlüğü içerisinde bu taleplerini yerine getirdikleri konusunda, hiçbir şekilde, hiçbirimizin endişeye düşmemesi gerekir, tereddüte düşmemesi gerekir, bu taleplerini elbette haklı görmemiz gerekir; fakat, bu konuları, bu talep etme noktasına kadar dahi, hâkim ve savcıları getirmemek gerekir diye düşünüyorum. Esas temel sorun buradadır. Neden, biz, hâkim ve savcıları, bağımsız yargının birinci derecedeki muhataplarını, gelip geçen siyasî iktidarlardan özlük haklarıyla ilgili birtakım taleplerde bulunmak zorunda bırakıyoruz? Bunları, biz, yasama meclisi olarak, Bakanlık olarak ve burada adalete hizmet vermiş olan bütün kurum ve kuruluşlar olarak, böyle bir durumu kendiliğimizden gündeme getirip, bu taleplerin dışında değil, olabilecek taleplerle ilgili bu işlemleri kendimiz neden yapmıyoruz, neden yapamıyoruz? Hâkim ve savcıların, o derece ağır sorumluluk altında bulunan bu görevlilerin, sadece kendi özlük haklarıyla ilgili uğraş vermelerine neden sebebiyet veriyoruz? Düşünülmesi gereken nokta budur. Bir hâkim, bir savcı, eğer, özlük haklarıyla ilgili problemleri düşünmek suretiyle kürsüye çıkıp da kürsüde yargılama yapacaksa veyahut çok ciddî soruşturmaları yaparken aklından özlük haklarına ilişkin sorunlar geçecekse, geçiyorsa, o soruşturmayı yaparken ne derece sağlıklı bir şekilde yapıp yapamayacağının takdirini, biz, yasama meclisi olarak, milletin vekilleri olarak, burada kendi kendimize takdir etmeliyiz, edebilmeliyiz; hiçbir talebe bakmaksızın, hiçbir talebi beklemeksizin biz kendiliğimizden bunu yapabilmeliyiz. Kürsüye çıkan bir yargıcın, çok ciddî bir davada, o yargılamayı yaparken, kafasında, hiçbir şekilde, özlük haklarına ilişkin sorun, ekonomik sorun olmamalı, olamamalı; ama, bakıyoruz ve görüyoruz ki, bugüne kadar kamuoyunda yapılan tartışmalar, bizlere gelen istekler, bizlere gelen bu yoğun talepler karşısında, birinci derecede hâkim ve savcıların sorunlarının, elbette, kürsüye de çıktığında, yanlarında giden ekonomik sorunlar olduğunu biliyoruz, özlük haklarına ilişkin sorunlar olduğunu biliyoruz ve çok ciddî bir şekilde soruşturma yaparken, savcının hemen yanı başında, yüreğinin yanında, vicdanının yanında çok ciddî bir boyutta özlük haklarına ilişin sorunlarının olduğunu biliyoruz, ekonomik sorunlarının olduğunu biliyoruz. Böyle bir tabloda, böyle bir ortamda, o savcının, cesaretlice, özgürce, bağımsızca soruşturma yapıp yapamayacağını, yine, kürsüde bulunan yargıcın, bağımsız bir şekilde, özlük haklarını çözmeksizin, acaba yarın bir gün nerelere atama yapılıp yapılamayacağı hususunda teminatı olmadığını bilmek suretiyle yargılama yapmasının ne derece bağımsız olup olamayacağını da, yine, sizler, bizler, Yüce Meclis burada takdir etmeliyiz, edebilmeliyiz.

İşte, buna ilişkin temel sorunları, biz, Yüce Meclis olarak çözmeliyiz, çözmemiz gerekir. Elbette, biz, kendiliğimizden, bunlara herhangi bir talep gelmeden, herhangi bir istek iletilmeden, sorunlar masaya yatırılmadan, kendi kendimize her şeyi de bilme noktasında olamayabiliriz. Burada, 550 milletvekilimizden, elbette, hukukla ilgili, adaletle ilgili, yargıyla ilgili çoğu arkadaşlarımız olmasına rağmen, tabiî ki, yüzde 100'ümüz de bu şekilde yakın, hukukla ilgili görevde bulunmayan arkadaşlarız. Her bir arkadaşımızın kendisine göre bir uzmanlık dalı, kendisine göre bir meslekî hayatı, yaşantısı mutlaka vardır; ama, bizler, eğer, az önce belirttiğimiz Anayasamızda yer alan o kuvvetler ayrılığındaki bir temel ayağı düşüneceksek -ki, düşünmek zorundayız, yine, bizler düşüneceğiz. Demokrasilerde ve hukuk devletinde bunun gereği budur, bizlerin düşünmesi zorunludur- o noktada, bu sorunları da, bizler, Meclis olarak, hiçbir talebe, hiçbir isteğe, hiçbir şikayete maruz kalmadan, kendiliğimizden çözebilmeliyiz diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlarım, elbette, bunları söylerken, bu maddelere kadar yapılan görüşmelerde, çoğu milletvekili arkadaşlarımız gerek hâkim ve savcılar gerekse adlî personelle ilgili sorunları dile getirdiler. Elbette, o sorunların çözülebilirlik noktası var, çözülemeyecek noktaları var; ama, biz, çözülebilirlik noktasını belirtmiş olduğumuz hukuk devleti kuralları içerisinde, demokratik kurallar içerisinde, biz, yasama meclisi olarak çözebilirsek, çözebildiğimiz ölçüde, o ayağın, bağımsız yargı ayağının o derece güçlü olduğunu ve olacağını hepimiz bilmeliyiz; çünkü, bir gün olacak, burada bulunan bütün arkadaşlarımız, şimdiye kadar olduğu gibi, yasama meclisinde görev yapıp, yarın bir gün dışarıda kalabilecek arkadaşlarımız -elbette doğaldır, gereği de budur- hukukun onlara da lazım olacağını, hukukun vazgeçilemeyecek olacağını ve hukukun her zaman için herkese gerekli bir -ekmek, su gibi- ihtiyaç olduğunu, yaşamda ayakta kalabilmek için insanlara öncelikle hukukun lazım olduğunu hepimiz bileceğiz, göreceğiz. Onun için, böyle önemli bir ayağın sorunlarını görüşürken, sorunlarını konuşurken, beklentilerin çok büyük olmasına karşın, bir tabir vardır "dağ ne doğurdu, dağ fare doğurdu" misali olmaması gerekir. Bu sorunları çok ciddî bir biçimde, sadece ve sadece yılın son günlerine, son haftasına sıkıştırmak suretiyle değil, gerçekten, hükümet programlarının yer aldığı noktadan başlayıp, hükümetin görev yaptığı süre içerisinde yasama meclisinin sonuna kadar ciddî bir şekilde ele alıp bilimsel şekilde çözmek, hukuk devleti çerçevesi ilkesinde, demokratik kurallar içerisinde kalıcı bir şekilde çözüm bulmak, bizlere düşen birinci görevdir değerli arkadaşlarım.

Elbette, bizlerin duygu ve düşüncelerinin, hepimizin duygu ve düşüncelerinin, inanıyoruz ki, buradan verebileceğimiz mesajların, toplumun bütün kesimlerine olması gerektiği gibi, yargı kesimine de aynı şekilde iyi dileklerle, iyi niyetlerle olduğunu hiçbir kimse inkâr etmez, edemez. Hepimiz, biz iyi niyetle bütün toplum kesimlerine hizmet vermekle mükellefiz, hizmet vermek zorunda olan kişileriz diyoruz; ama, bunun gereğini yerine getirebilmenin yollarını somut bir şekilde, nasıl yapacağız noktasında eğer bizler uzlaşıp da doğruyu bildiğimiz noktalarda birleşemezsek, buluşamazsak, kamuoyu da…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN ? Sayın Ayvazoğlu, buyurun.

FERİDUN AYVAZOĞLU (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; bu noktada toplum da bizim iyi niyetli olup olmadığımıza elbette karar verecektir. Bu karar, diliyoruz ve istiyoruz ki Cumhuriyet Halk Partisi olarak, her zaman ve her yerde, hep birlikte yapılabilsin, bu ölçüde toplumumuzda huzur sağlanır, toplumumuz huzura kavuşur, barışı sağlar ve barışa kavuşur diye düşünüyorum.

Bu duygu ve düşüncelerle, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN- Teşekkür ederim Sayın Ayvazoğlu.

Saygıdeğer milletvekilleri, 18 inci madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

III.- YOKLAMA

BAŞKAN- Maddenin oylamasından önce bir yoklama talebi vardır. Şimdi bu talebi yerine getireceğim.

Önce, yoklama talebinde bulunan sayın üyelerin isimlerini okutup, salonda bulunup bulunmadıklarını tespit edeceğim. Yeterli sayıda sayın üye salonda hazırsa elektronik cihazla yoklama yapacağım. Geçen günkü gibi herhangi bir itiraza sebebiyet vermemek için, arkadaşlarımızın burada olduklarını açık bir şekilde belirtmelerini istirham ediyorum.

Yoklama talebinde bulunan arkadaşlarımızın isimlerini okutuyorum:

Bayram Meral?.. Burada.

Halil Tiryaki?.. Burada.

Mehmet Parlakyiğit?.. Burada.

Osman Özcan?.. Burada.

Yılmaz Ateş?.. Burada.

Zekeriya Akıncı?.. Burada.

Tacidar Seyhan?.. Burada.

Sezai Önder?.. Burada.

Mehmet Neşşar?.. Burada.

Nuri Çilingir?.. Burada.

Mehmet Küçükaşık?... Burada.

Halil Ünlütepe?.. Burada.

Ali Arslan?.. Burada.

Atilla Kart?.. Burada.

Ahmet Ersin?.. Burada.

Mevlüt Coşkuner?.. Burada.

Berhan Şimşek?.. Burada.

Muharrem Toprak?..

V. HAŞİM ORAL (Denizli) - Tekabbül ediyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Sayın Haşim Oral kabul ediyor.

İzzet Çetin?.. Burada.

Erol Tınastepe?.. Burada.

Feridun Ayvazoğlu?.. Burada.

Oya Araslı?.. Burada.

BAŞKAN - Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, yoklama için yeterli üye sayısı tespit edilmiştir.

Yoklama için 5 dakika süre veriyorum.

Adlarını okuttuğum sayın üyelerin yoklama için elektronik cihaza girmemelerini rica ediyorum.

Yoklama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, toplantı yetersayısı vardır.

VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

2.- Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/1039) (S. Sayısı: 951) (Devam)

BAŞKAN - 18 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

19 uncu maddeyi okutuyorum:

MADDE 19.- 2802 sayılı Kanunun 39 uncu maddesinin dördüncü fıkrasında geçen  "Yukarıdaki fıkralarda" ibaresi, "Birinci fıkrada" şeklinde değiştirilmiştir.

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsı adına, Konya Milletvekili Atilla Kart.

Sayın Kart, buyurun.

CHP GRUBU ADINA ATİLLA KART (Konya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan 951 sıra sayılı tasarının 19 uncu maddesi üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsım adına söz almış bulunmaktayım; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, 951 sıra sayılı tasarının atıfta bulunduğu 2802 sayılı Yasanın 39 uncu maddesini de gözönüne alarak değerlendirmelerimi sürdüreceğim. Biraz evvel, 17 nci maddede yaptığım değerlendirmelerde, sonuç olarak, şunu ifade etmiştim değerli arkadaşlarım: Mülakat uygulamasının, tamamen, kişisel ve sübjektif uygulamalarla yapıldığını ve amacı dışında kullanıldığını, bu şekilde sürdürülmesinin yanlış olduğunu, belgeleriyle, örnekleriyle anlatmaya çalıştım. Bütün bunlara rağmen, değerli arkadaşlarım, bu mülakat uygulamasının sürdürülmek istenilmesinin tek bir anlamı var; bunun adını çok açık bir şekilde koymak gerekiyor. Bunun anlamı şudur: Bu uygulamada ısrar edilmesi, biz, siyasî iktidar olarak, yargıda da kadrolaşma uygulamasını sürdüreceğiz demektir. Bunun başka bir anlamı yok; fiilî durum bunu gösteriyor değerli arkadaşlarım.

Bakın,  dönüp dönüp ifade ediyoruz; bu işin sağlıklı yapılabilmesinin yolu, aslında, yazılı sınav uygulamasındaki objektif yapılanmayı mülakata da taşımak. Mülakat aşamasında da bu objektif yapılanmayı gerçekleştirmek durumundayız. Bunun yolu ve yöntemi çok açıktır. Barolar Birliği, YÖK, Yargıtay, Danıştay, Anayasa Mahkemesi, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulundan seçilecek üyelerin yanında, elbette, Adalet Bakanlığından da iştirak edecek 1 üyeden oluşacak heyetin bu mülakatı yapması herhalde çok daha uygun ve amaca uygun olacaktır. Sözünü ettiğimiz bu kurumlar, hem işin doktrin hem de uygulama yönünü bilen kurumlardır. Peki, bu kadar bariz bulgulara rağmen, bu kadar açık bulgulara rağmen, neden böyle bir yapılanmaya gidilmiyor? Yukarıdaki anlatım çerçevesinde bütün bunları sorgulamamız gerekiyor. Sorun, hukuk devleti yapılanmasında gerçekten değişim isteyip istememek noktasında yoğunlaşıyor değerli arkadaşlarım.

Bakın, değerli arkadaşlarım, geçmiş iktidarların bu mülakat uygulamasını sürdürmüş olmaları ve zaman zaman amacı dışında kullanmaları, mevcut iktidarın, bu sübjektif yapılanmayı ısrarla ve kararlılıkla sürdürmek istemesinin gerekçesi olarak sunulamaz. Böyle bir yaklaşım, son derece yanlış bir yaklaşım olur. Bunu sürdürdüğümüz zaman ne oluyor değerli arkadaşlarım; bakın, o zaman, bunu sürdürdüğümüz içindir ki, yargıdaki vahim tabloyla karşı karşıya kalıyoruz, tıkanma noktasına gelen bir tabloyla karşı karşıya kalıyoruz. Bu tablonun çerçevesi nedir, bu çerçeveyi de, değerli arkadaşlarım, yine, biraz evvel Sayın Bakanın verdiği, benzer bir soru önergesine verdiği başka bir cevaptan sizlere aktarmak, sizlere sunmak istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, 2003 ve 2004 yıllarında, Ceza İşleri Genel Müdürlüğüne, hâkim ve savcılar hakkında 6 691 adet şikâyet evrakı intikal ediyor. 2002 yılı ve önceki yıllardan devreden 1 294 dosyayla birlikte, toplam 7 985 şikâyet evrakı, 1 Nisan 2005 tarihi itibariyle söz konusu. Dikkatinizi çekiyorum ve 2003 ile 2004 yıllarındaki bu olağanüstü artışı da yorumlamanızı istiyorum değerli arkadaşlarım. Tekrar ifade ediyorum; 2003 ve 2004 yıllarında, Ceza İşleri Genel Müdürlüğüne, hâkim ve savcılar hakkında, aşağı yukarı 7 000 adet dosya intikal ediyor. Daha evvelki yıllarla kıyaslanmayacak ölçüde anormal bir artış söz konusu. Bunu yorumlamanızı istediğimi, tekrar, önemle ifade ediyorum. Ben, kendi yorumumu biraz sonra yapacağım.

Bakın, intikal eden evraklardan 6 801 adet soruşturma evrakı inceleniyor. İdarî yargı hâkimleri hakkında, 2003 yılı için 11 adet disiplin dosyası hakkında, Kurul tarafından uyarma, kademe ilerlemesinin durdurulması, kınama ve meslekten çıkarma cezası. 2004 yılında intikal eden 7 adet disiplin dosyasında ise, yine muhtelif cezalar uygulanıyor.

Asıl ağır tablo ise değerli arkadaşlarım, idarî yargıdan ziyade, adlî yargıda söz konusu. 2003 yılında 222 adet disiplin dosyasında, 2004 yılında ise 188 adet disiplin dosyasında; yani, toplam 410 hâkim ve savcıyla ilgili dosyalarda 22 kişi hakkında aylıktan kesme, 89 kişi hakkında uyarma, 77 kişi hakkında kınama, 18 kişi hakkında kademe ilerlemesinin durdurulması, 5 kişi hakkında derece yükselmesinin durdurulması, 29 kişi hakkında yer değiştirme cezası uygulaması, 15 kişi hakkında ise ihraç cezası uygulamasının yapıldığını görüyoruz. Hemen ifade ediyorum, bunu, hukukçu olan, meslekten gelen arkadaşlarım çok daha iyi değerlendireceklerdir. Yargıç ve hâkimlere uygulanan bu cezaların en alt kademesindeki uyarma ve kınama cezalarının bile, diğer meslek gruplarından farklı olarak, ne kadar ağır sonuçları olduğunu arkadaşlarım gayet iyi bilir. Hele, kademe ilerlemesi ve yer değiştirme niteliğindeki cezalar, daha da ağır sonuçlar yaratmaktadır. Bu cezalar, özlük haklarını ve meslekî kıdemi doğrudan etkileyen cezalardır. Yani, bu kadar ağır sonuçları vardır.

Peki, burada 8 000 kişiye ulaşan bir camiada, yani sayıları 8 100 civarında olan hâkim ve savcı camiasında, iki yıl içinde 400 disiplin dosyasının ortaya çıkmasının anlamı nedir, bunu çok iyi yorumlamamız gerekmektedir. Yüzde 5 seviyesindeki bu rakam, diğer meslek gruplarına göre çok fazla olmayabilir, bir yaklaşıma göre, böyle de değerlendirilebilir; ancak, yargıçlık mesleğinin niteliği ve işlevi karşısında bu rakamı ciddî bir rakam olarak görmek gerektiğini önemle ifade ediyorum.

Tabiî, burada, şunu da, hemen, yeri gelmişken ifade etmek gerekiyor: Bu olayın bir de olumlu yönü var. Hangi anlamda olumlu yönü var; hâkimlik mesleğinde, yargıçlık mesleğinde, demek ki, bir içdenetimi sağlayan, bir otodenetimi sağlayan bir mekanizma var; yani, siyasî iktidar sözcülerince hep ifade edildiği gibi, diğer meslek gruplarının, özellikle yargıçlık mesleğinin bu anlamda bir dokunulmazlığı söz konusu değil değerli arkadaşlarım. Bu anlamda, yargıçlık mesleğinin bir imtiyazı söz konusu değil; orada, soruşturma izni mekanizması içinde, Hâkimler Savcılar Kurulu mekanizması içinde, uyarmadan başlayan, kınamadan başlayan, yer değiştirme ve meslekten ihraca kadar uzanan bir cezalar silsilesi uygulanabiliyor. Onun için, diğer meslek gruplarının da dokunulmazlığı var, efendim, ayrıcalıkları var derken, siyasî iktidarı insaflı olmaya, bu vesileyle bir defa daha davet ediyorum; bunun gerçekle bağdaşır bir yönü olmadığını, bu vesileyle bir defa daha ifade ediyorum.

Bu tablonun bir diğer boyutu da şu, değerli arkadaşlarım: Bu görünen tablonun dışında, acaba denetim dışı kalan bir tablo da var mı, bir çerçeve de var mı; bunu da yine sorgulamamız gerekiyor. İki yıl içindeki bu olağanüstü artış nereden kaynaklanmıştır, bunu sağduyulu bir şekilde değerlendirmek gerekiyor.

Değerli arkadaşlarım, aslında ortaya çıkan bu tablo, yani, yargıda tıkanma noktasına gelen, iflas noktasına gelen bu vahim tablo -adını çok iyi koymak gerekiyor- bir sonuçtur değerli arkadaşlarım, bu bir sonuçtur. Bu sonucu yaratan sebepler nedir; bunları biz burada tartışıyoruz. Onun içindir ki, sayın hükümetin, siyasî iktidarın bu tasarıyı getirirken, hâkimlik ve savcılık mesleğine ilişkin iyileştirmeler amacıyla bu tasarıyı getirirken, bu biraz evvel anlattığım o vahim tabloyu yaratan sonuçları, yaratan sebepleri sorgulaması gerektiği gayet açık; bunu anlatmaya çalışıyoruz, bunu ifade etmeye çalışıyoruz. Bunu yaratan sebeplerin iki temel ayağını yukarıda hep anlattım değerli arkadaşlarım. Kolluk yapılanmasından başlayan, niteliksiz ve vasıfsız kadrolaşma ve yargıçlık aşamasında, 1982 Anayasasıyla doğmuş olan o tahribat, yani, yargı ve yargıcın bürokratlaşması sürecinden söz ediyoruz. Bu süreci kıramadığımız takdirde, bu süreci değiştiremediğimiz takdirde, bu yaptığımız çalışmaların hiçbir anlamının olamayacağını, tekrar, bir defa daha ifade etmek istiyorum.

Bakın, öylesine bir bürokratik yapıyla karşı karşıyayız ki değerli arkadaşlarım, diğer meslek gruplarında, bürokrasinin diğer kademelerindeki meslek gruplarında, çok iyi biliyoruz ki, nöbet tazminatı uygulaması vardır, fazla mesai uygulaması vardır. Bu uygulamanın olması da doğaldır, yerindedir. Bu, emeğe gösterilen saygının, sosyal devlet olmanın bir gereğidir, bir sonucudur.

Ama, şunu, yeri gelmişken ifade ediyorum: Yargıçlık mesleğinde, savcılık mesleğinde nöbet tazminatı uygulamasının olmadığını, fazla mesai tazminatı uygulamasının olmadığını hepimiz çok iyi biliyoruz. Bunun bir gerekçesi olabilir mi değerli arkadaşlarım; bunun, haklı ve yasal bir gerekçesi olabilir mi; bunun, meşru bir gerekçesi olabilir mi; bunun, insanî bir gerekçesi olabilir mi?! Bunun, hiçbir haklı gerekçesi olamaz; ama, o mesleği icra eden insanlar, bu kadar olağanüstü sınırlı şartlara rağmen, bu kadar zor bir mesleği, büyük bir özveriyle icra etmeye devam eden o insanlar, o meslek mensupları, bakıyoruz, o mesleklerinin vakarlığının, vakur olmanın getirdiği bir sorumlulukla, mesleklerinin hassasiyetinin getirdiği bir sorumlulukla, özlük haklarına ilişkin olarak, fazla mesaiye ilişkin olarak, nöbet tazminatına ilişkin olarak, bugüne kadar hiçbir ciddî teşebbüste bulunmadılar, bunu dile getirmek gereğini dahi duymadılar. Niye duymadılar; siyasî otoriteye, Türkiye Büyük Millet Meclisine duydukları saygının gereği olarak duymadılar, mesleklerinin gereği olarak duymadılar.

Ama, olay, öyle bir tıkanma noktasına gelmiş durumda ki, bunu arkadaşlarım hep ifade ettiler; artık olay, o insanların, o meslek mensuplarının yoksulluk sınırında yaşamaları boyutuna geldiği için, o limite geldiği içindir ki, bu meslek mensupları da artık, bu yoldaki taleplerini fakslarla veya medenî yollarla, hiçbir illegal olmayan arayışın içine girmeyerek, tamamen meşru zeminlerde bu taleplerini dile getirmeye başladılar. O zaman, durup düşünmek gerekiyor, olayın ulaştığı vahim tabloyu görmek gerekiyor; bu anlamda, 25 inci maddede ve müteakip maddelerde getirilecek olan düzenlemede, artık, geri adım atmamak gerekiyor değerli arkadaşlarım.

Yargının bürokratlaşmasının burada, yine, maalesef, son derece üzücü bir sonucunu yaşıyoruz. Bir taraftan diyoruz ki, Anayasada, yargı bölümünde, hâkimlerin özlük haklarının, atamalarının, yer değiştirmelerinin yasayla düzenleneceğini ifade ediyoruz; öbür taraftan da kalkıyoruz, özlük haklarına ilişkin düzenlemeyi, kalkıyoruz, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununda o düzenleme içinde götürmeye çalışıyoruz. Burada da yine tutarsızlığımız ortaya çıkıyor, burada da yine, ikili bir yapı ortaya çıkıyor değerli arkadaşlarım. Mademki, hâkimlik ve savcılık mesleğini 159 uncu madde anlamında ayrı bir statüye oturtuyoruz, bunların özlük haklarının ayrıca yasayla düzenlenmesi gereğini, yani, 657 sayılı Devlet Memurları Yasası dışında, özel yasasında düzenlenmesi gereğini dile getiriyoruz, o zaman, gelin, bu özlük haklarıyla ilgili olarak, fazla mesaiyle ilgili olarak, nöbet tazminatıyla ilgili olarak, bu anlamda da düzenleme yapma gayreti içine girelim, bu arayışın içine girelim. Bu arayışın içine girmediğimiz zaman, yargıdaki bu vahim tabloyu sona erdirmemiz mümkün olamaz değerli arkadaşlarım. Bu anlamda da kamuoyunu yanıltmamamız gerekiyor, gerçeğe uygun düzenlemeler yapmamız gerekiyor. Yargının gerçekten bağımsızlığını, yargıcın teminatını sağlayacak düzenlemeleri yapmamız gerekiyor. Yargıcın memur olmadığını kabul etmemiz gerekiyor. Bunu devletin diğer bürokratik kademelerine de anlatmamız gerekiyor. Bunu anlatmadığımız takdirde, burada, yine, yanlışları sürdürmeye devam edeceğiz değerli arkadaşlarım. O bürokratik yapıyı daha da tırmandırmaya devam edeceğiz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Kart, konuşmanızı tamamlar mısınız.

ATİLLA KART (Devamla) - Bu değerlendirmelerle, değerli arkadaşlarım, bu maddeyi de yine takdirlerinize sunuyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kart.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

20 nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 20.- 2802 sayılı Kanunun 47 nci maddesinin üçüncü fıkrasının birinci cümlesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki cümle eklenmiştir.

"Ayrıca; Adalet Bakanı, adlî ara verme süresinde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun onayına sunmadan verdiği geçici yetkileri kaldırabilir."

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsı adına, Samsun Milletvekili Sayın İlyas Sezai Önder; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA İLYAS SEZAİ ÖNDER (Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 951 sıra sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 20 nci maddesiyle ilgili olarak söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlarım.

Değerli arkadaşlarım, burada görüşmekte olduğumuz tasarı, Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan tüm bireyler için olduğu kadar, Türkiye Cumhuriyetinin bugünü ve geleceği için de hayatî önemdeki bir tasarıdır. Bu nedenle, her madde görüşülürken konu üzerinde titizlikle durmak ve geleceği şekillendirmek açısından çok düşünmek gerekir kanaatindeyim. Tasarı, hâkimlerimizi ve savcılarımızı ilgilendiriyor. Hâkimlerimiz ve savcılarımız Türk yargı sisteminin omurgası, adalet adına görev yapan onurlu insanlar. Bu tasarı görüşülürken böyle önemli görevler ifa eden kişilerin sorunlarını da tartışacağız, çare bulmaya çalışacağız.

Sorunu irdelerken, öncelikle, 1982 Anayasasının konuyla ilgili düzenleme içeren 159 uncu maddesinden başlamak gerekir diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlarım, Anayasamıza göre kuvvetler ayrılığı prensibi kabul edilmiştir. Hepimizin bildiği gibi, bunlar, yasama, yürütme ve yargıdır. Bugün için görünen gerçek odur ki, yürütme, yasaya hâkimdir. Sadece bugün için söylemiyorum, geçmiş dönemlerde de Türkiye Büyük Millet Meclisinde çoğunluğu bulunduran siyasî partiler yasamayı yönlendirmekte ve çoğu kez yasalar yürütmenin arzu ettiği istikamette çıkmaktadır. Yargı da bağımsız bir erktir. Ancak, bu bağımsızlık bugünkü sistemimizde mevcut yasal düzenlemeler karşısında yara almakta ve bu durum bir türlü düzeltilememektedir. Yargının bağımsızlığını sağlayabilmek için, önce, işe, Anayasanın 159 uncu maddesinden başlamak gerekiyor. Bu maddeyle şekillenen Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun yapısını değiştirmek ve bundan sonra Hâkimler ve Savcılar Kanununun tümünü yeniden düzenlemekle konuyu düzenlemek gerekiyor. Türk hukukçuları yıllardır bunun mücadelesini yapıyorlar; ancak, ne yazıktır ki, geçmişteki iktidarlar ve bugünün siyasî iktidarı, yürütmenin yargı üzerindeki dolaylı denetim yetkisinden bir türlü vazgeçmek istemiyorlar.

AB sürecinde uyum yasaları altında birsürü yasa çıkardık. Belki diye düşündük, bu uyum süreci içinde, AB'nin 2004 yılı ilerleme raporunda belirtildiği gibi, yargı sisteminin bağımsızlığını teminen Adalet Bakanı ve Bakanlık Müsteşarı Yüksek Hâkimler ve Savcılar Kurulundan ayrılır, hâkim ve savcıların teftişi, atamaları, özlük hakları, sicilleri, siyasetle ilgisi olmayan kurumlar marifetiyle yapılır diye düşünülüyordu.

Uyum sürecindeki tasarıların çoğunu Adalet Bakanlığı hazırlamıştır; ancak, üzülerek ifade edilmesi gerekiyor ki, Adalet Bakanlığının bugünü değil, geleceği düşünerek, işe, öncelikle, hâkim ve savcılarımızın tam bağımsızlığını sağlayacak, yürütmenin yargı üzerindeki denetim yetkisini kaldıracak tasarılarla işe başlaması gerekirken, bu konuya hiç el atılmadığını sözcülerimiz Meclis kürsüsünden defeatle dile getirmelerine rağmen bir sonuç alınamadığını üzülerek görüyoruz.

Yetersiz olsa da kabul etmek gerekir ki, Anayasamızın 138 ile 160 ıncı maddeleri arasında hükme bağlanan, yargı ve yargı mensuplarını ilgilendiren maddelerle ilgili olarak iyileştirici birtakım düzenlemeler yapılmaktadır. Bu arada tatbikattan doğan birtakım eksiklikler de düzeltilmeye çalışılmaktadır.

Yukarıda belirttiğim gibi, konu hâkim ve savcıları ilgilendirdiği gibi, dolaylı olarak tüm vatandaşların, hâkim ve savcılarla çalışmalarında onlara destek veren, fedakârca çalışan zabıt kâtiplerinin, mübaşirlerin ve diğer çalışanların da ilgisini çekmektedir. Bu nedenle tasarıyla ilgili olarak birçok talepler ileri sürülmekte ve talepler, genellikle, yargının tam bağımsızlığı, hâkim ve savcılarımızın özlük haklarıyla ilgili olmaktadır. Görüşmekte olduğumuz tasarının 20 nci maddesiyle 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununun 47 nci maddesinin üçüncü fıkrasından sonra gelmek üzere bir cümle eklenmekte ve "Adalet Bakanı, adlî ara verme süresinde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun onayına sunmadan verdiği geçici yetkileri kaldırabilir" hükmünü getirmektedir.

Komisyon görüşmelerinde de dikkat çekildiği gibi, burada "adlî ara verme" olarak geçen kelime, Danıştay Kanunu, İdarî Yargılama Usulü ve Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda sadece "ara vermek" olarak geçmektedir. Sayın Bakanın komisyonda ifade ettiği gibi, yasalar arasındaki kavram birliğini sağlamak yönünden o yasalarda da gerekli düzeltmeleri yaparak kavram birliğini sağlamak gerekir diye düşünüyoruz.

Değerli arkadaşlarım, bu yasayla birtakım düzenlemeler yapılsa da, hâkim ve savcılarımızın sorunlarının tam manasıyla çözüldüğünü söylemek mümkün değildir. Her şeylerini örnek almaya çalıştığımız Avrupa ülkelerinde nüfusa göre düşen hâkim ve savcı sayısıyla kıyaslandığında, ülkemizin nüfusuna göre bizde mevcut hâkim ve savcı sayısının çok az olduğunu görmekteyiz.

Hâkimlerimiz ve savcılarımız iş yükü altında ezilmektedirler. Ben, eski bir meslek mensubu olduğum için o ıstırabı yakından biliyorum. Hâkim ve savcı da olsa, bir insanın belli bir fizikî dayanma gücü vardır. Bir hâkimin bakabileceği dosya konusunda belli standartlar vardır; bir ağır ceza mahkemesi 200-250, asliye mahkemeleri 600, sulh mahkemeleri 1 000 davaya bakabilir gibi; ancak, uygulamada bu sayının 2'ye, 3'e katlandığı çok görülmektedir. Bu sayıda dosya karşısında, hâkimlerimiz ve savcılarımız iş yükü altında ezilmekte, tatil günlerinde adliyeye gelip çalışmak zorunda kaldıkları gibi, vakti yine yetmemekte, akşam evine dosya götürerek, ailesine ayırması gereken zamanı da, evinde dosya okuyarak geçirmektedirler.

Yargıtayımızın iş yükü ise, insanın tahammül sınırlarını zorlamaktadır. Yargıtayda şu andaki iş sayısı, bildiğim kadarıyla, 900 000 dolaylarındadır. 30 civarındaki dairenin bu iş yükünün altından kalkması mümkün değildir. Ülkesini, mesleğini seven bu onurlu ve fedakâr insanları, zulüm sayılabilecek bu iş yükü altında ezmeye hakkımız olmadığını düşünüyorum. Bir an önce, Yargıtaydaki daire sayısını çoğaltmalı, onların personel eksiklikleri süratle giderilerek, rahat çalışma koşulları sağlanmalıdır. İstinaf mahkemelerinin bir an önce faaliyete geçirilmesi, bu yönde atılmış ciddî bir adım olacaktır.

Bölge istinaf mahkemelerinin kurularak, Yargıtayımızın iş yükünün azaltılması, adlî ve idarî yargıdaki iş sayısının normal seviyelere indirilebilmesi için de, süratle, hâkim açığının giderilmesi gerekmektedir. Şu anda, Adalet Bakanlığının elinde 4 000 hâkim adayı kadrosu vardır. Bu kadronun yeterli olmadığı bir gerçektir, buna, en az 3-4 bin seviyelerinde bir kadro eklenmesi gerekmektedir. Tabiî, burada ihdas edilmiş veya edilecek kadroların nasıl kullanılacağı, ayrı ve çok önemli bir sorun arz etmektedir.

Değerli arkadaşlarım, gerek adlî yargıda gerekse idarî yargıda görev yapan hâkim ve savcılarımız, toplumun en önemli ihtiyacı olan adalet ihtiyacına cevap vermekte, bir anlamda, topluma yön vermektedirler. Bunların görevlendirilmelerinde, tarafsızlıklarına gölge düşürecek en ufak bir şüphenin olmaması gerekmektedir.

Bu tasarıya göre, üç yıl avukatlık yapmış olanlar ve adlî yargı için hukuk fakültelerinden mezun olanlar, idarî yargı için de müfredatlarında hukuk derslerine yeterince yer veren fakültelerden hâkim ve savcı alınması öngörülmekte, yarışma sınavı ve mülakatın şeklinin yönetmelikle tespit edileceği belirtilmektedir.

Değerli arkadaşlarım, öncelikle, bu konunun yönetmelikle değil, yasayla düzenlenmesi gerekmektedir. Ayrıca, mesleğe kabul edilecekler için objektif kriterler konulmalı, sınavın haricinde, mülakatı yapacak kurul da, tarafsızlığından kimsenin kuşku duyamayacağı bir kurul olmalıdır.

Siyasî iktidarların zaman içinde değişmesi, değişik siyasî iktidarların gelmesiyle hâkim ve savcıların etki altında kalmaları söz konusu olacaktır. Hâkim ve savcılar bağımsız ve herhangi bir etki ve baskıya maruz kalmadan görev ifa etmeliler. Hemen her platformda yargının bağımlılığından yakınılmakta iken, yönetmelik çıkarımı ve uygulama yetkisi Adalet Bakanlığında olmamalıdır. Yargının bağımsızlığını daraltacak uygulama ve düzenlemelerden kaçınmalıyız. Ne yazıktır ki, bugün için hâkim ve savcılarımızın atama ve terfi işlemlerinde idarenin vesayetinin bulunduğu, toplumun tüm kesimleri tarafından bilinmekte veya böyle bir vesayetin varlığı düşünülmektedir. Öncelikle, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulundaki Adalet Bakanı ve Müsteşarın bulunmasıyla varsayılan veya olduğu düşünülen vesayetin kaldırılması ivedilikle ele alınmalıdır.

Bunun yanında, idarî yargı için alınacak hâkim ve savcıların mülakatlarında, mülakatlarının kim tarafından ve nasıl yapılacağı, hangi kriterlerle hâkim ve savcıların belirleneceği, onların seçiminde siyasallaşma ve tarafgirliğin etkin olup olmayacağı çeşitli tartışmalara neden olmaktadır. Halbuki, mülakatın şekil ve şartlarının yönetmelikle değil, yasayla düzenlenmesi ve bu yönde oluşacak tartışmaların önlenmesi Yüce Meclisimizin görevi olmalıdır.

Yine, mülakatın kanunla yapılması yanında, oluşturulacak kurulda Adalet Bakanlığı personeli olmamalıdır. Görev alacak kişilerin yüksek yargı hâkimleri ve Türkiye Barolar Birliği temsilcilerinden oluşacak yüksek katılımlı bir kurul tarafından yapılması bu tartışmaları önler.

Diğer yandan, idarî yargıda görev alacak hâkim ve savcılarımızın tamamı hukuk fakültesi mezunu olmalıdır. İdare ve bölge idare mahkemelerinin kurulması sırasında ortaya çıkan hâkim açığının giderilmesi açısından, hukuk dersleri okutulan okullardan mezun olanlar arasından hâkimler alınmıştır. Aralarında yetişmiş çok değerli hâkimlerimiz vardır; ancak, şu anda, Türkiye'de, 40'a yakın hukuk fakültesi mevcut olup, buralardan mezun olan binlerce hukukçu vardır. Çoğu, eğitimini tamamladıktan sonra hâkim ve savcı olabilmek için uğraş vermekte; ancak, hâkim ve savcılık için açılan kadroların azlığı veya başka nedenlerle hâkim ve savcı olamamaktadırlar. Hâkim ve savcı olamayan hukuk fakültesi mezunları, özel ve kamu kesiminde iş aramakta, birçoğu da hayatının idamesi için bir masa ve bir daktiloyla avukatlığa yönelmektedirler. Avukatlık yapan yeni mezun hukukçuların çoğunluğu ise, çeşitli güçlüklere maruz kalarak icra takibi yapmaktadırlar. Burada, diğer okullardan mezun olanların küçümsendiğini çıkarmayalım. Diğer okullardan mezun olanlara da elbette sahip çıkmalıyız, onlara iş ve aş kapısını aralayacak imkânlar yaratmalıyız, onlara ve mesleklerine saygı göstermeliyiz; fakat, bugün için Avrupa Birliği kapısında çeşitli uyum yasaları çıkarmaya çalışırken, çocuk ve gençlerimizi çeşitli meslek dallarına yönlendirme arayışları içinde olduğumuzu düşündüğümüzde, herkesin, eğitim ve öğrenimini gördüğü mesleğe yönelmesini de sağlamalıyız.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, adlî ve idarî hâkim ve savcılığa alınacak avukatların üç yıllık avukat olmalarının aranmasında, her şeyden önce, avukat ile hâkim ve savcılar arasında Anayasanın ve yasaların yargılama erki içinde eşit gördüğü sav, savunma ve yargı mensupları arasında biz yasa koyucular eşitsizliği önplana çıkarmaya çalışmaktayız. Hâkim ve savcılar avukatlık mesleğine geçtiklerinde, beş yıl hâkimlik ve savcılık yapmış olmaları yeterli görülmekte ve herhangi bir sınav, mülakat gibi şart ileri sürülmemektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Önder, konuşmanızı tamamlar mısınız.

Buyurun.

İLYAS SEZAİ ÖNDER (Devamla) - Anayasa ve yasaların eşitliğini öngördüğü hâkim, savcı ve avukat arasındaki olabilecek görev ve kariyerleriyle ilgili muhtemel olumsuz bakış açıları ortadan kaldırılmalıdır.

Saygıdeğer arkadaşlarım, hâkim ve savcılarımızın, bunun yanında, yargı erkinin bir diğer yanı olan avukatların ve adliye personelinin sorunlarıyla ilgili söylenecek çok şeyler bulunmaktadır; ancak, süremin sonuna geldiğimi düşünerek, tüm yargı mensuplarının özlük haklarından, çalışma koşullarından, yaşam standartlarına kadar, iyileşme yapılması, yapılan tüm iyileştirme ve düzenlemelerde tarafsızlığa ve eşitliğe gölge düşürecek uygulamalardan kaçınılması gerektiği düşüncesiyle, şahsım ve Grubum adına Yüce Heyetinizi saygıyla selamlarım. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Önder.

Sayın milletvekilleri, İçtüzüğün 72 nci maddesine göre verilmiş bir önerge vardır; önergeyi okutup, oylarınıza sunacağım.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 951 sıra sayılı Yasanın ve 20 nci maddesinin önemi nedeniyle konunun daha çok aydınlığa ve açıklığa kavuşması bakımından İçtüzüğün 72 nci maddesi uyarınca bu maddeyle ilgili görüşmelerin devam etmesine karar verilmesini arz ederiz.

 

Muharrem Kılıç

Feridun Ayvazoğlu

Halil Ünlütepe

 

Malatya

Çorum

Afyonkarahisar

 

Ziya Yergök

Atilla Kart

Haluk Koç

 

Adana

Konya

Samsun

 

Gerekçe:

Görüşmekte olduğumuz Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının genel gerekçesinde de ifade edildiği gibi, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 140 ncı maddesinde "Hâkimler ve savcılar, adlî ve idarî yargı hâkim ve savcıları olarak görev yaparlar. Bu görevler meslekten hâkim ve savcılar eliyle yürütülür. Hâkimler, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre görev ifa ederler" hükmüne yer verilmiştir.

Yargılama faaliyetinin etkin bir biçimde sürdürülerek sonuçlandırılması için de çalışma koşullarının iyileştirilmesi, iş yükünün azaltılması ve yargı bağımsızlığının tam olarak sağlanması, nitelikli ve yetkin kişilerin hâkimlik ve savcılık mesleğine özendirilmesi gerekir.

Hâkim ve savcılarla ilgili olarak Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi kaynaklarına bakıldığında da "hâkimlerin görev süresi, bağımsızlığı, güvenliği, alacakları yeterli ücret, hizmet şartları, emekli aylıkları ve emeklilik yaşı kanunda yeterli biçimde güvence altına alınır. Hâkimlerin yükselmeleri yeterlilik, dürüstlük ve deneyim gibi objektif nedenlere dayanır. Yasama ve yürütme organı, hâkimlerin bağımsızlığını sağlamalı ve hâkimlerin bağımsızlığını tehlikeye sokan hiçbir adımı atmamalıdır" şeklinde ifadelere ve ilkelere yer verildiği görülmektedir.

Avrupa Birliğinin ülkemiz hakkında açıkladığı 2003 yılı ilerleme raporunun yargı sistemine ilişkin bölümünde, yargının ağır iş yükünün olumsuz bulunan hususlar arasında saydığı görülmektedir.

Ancak, bugün Anayasamıza baktığımızda, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun mevcut yapısıyla yargı bağımsızlığının ve yargıç güvencesinin tam olarak sağlanmasına olanak bulunmadığı açıktır. Öncelikle bu alanda bir düzenleme yapılarak Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun yapısı değiştirilmeli, Adalet Bakanı ve Bakana hiyerarşik bağla bağlı olan müsteşar kurulda yer almamalıdır.

Hükümet tasarısı olarak Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan, altkomisyonda ve Adalet Komisyonunda görüşülerek Genel Kurula gelen 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin söz konusu Kanun Tasarısı, içerdiği kimi olumlu değişikliklere karşın, toplumumuzun bağımsız, etkin, hızlı ve adil yargı beklentilerine, yargıç ve savcılarımızın haklı istemlerine yeterince karşılık vermemektedir.

Özellikle tasarıda yer alan mülakatın biçiminin ve kimler tarafından yapılacağı hususunun açıklığa kavuşturulması, düzenlemenin yönetmeliklere bırakılmaması gerekir. Mülakat kurulunun yapısı, yaşamsal önem taşımaktadır. Şimdi uygulanmakta olan yönetmeliğe göre, mülakat kurulu, Bakanlık bürokratlarından oluşmaktadır. Bu, yanlış bir yöntemdir. Mülakat kurulunda görev alacak kişilerin yüksek yargı organlarından ve Türkiye Barolar Birliği gibi bağımsız organlardan seçilerek oluşturulması daha uygun olacaktır.

Şimdiki halde Adalet Bakanlığının bünyesinde Bakana bağlı olarak çalışan Teftiş Kurulunun buradan alınarak Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna bağlanması daha doğru olacaktır.

Diğer taraftan, çalışma koşullarının olumsuzluğu, iş yükünün ağırlığı ve aynı zamanda hâkim ve savcılık mesleğinin özelliği de gözönüne alınarak, özlük hakları bakımından yeterli kalıcı ve tatmin edici iyileştirmelerin de yapılması gerekir. Bir önemli nokta da, adlî yargıda olduğu gibi, idarî yargıda da görev yapacak olan tüm hâkim ve savcıların mutlaka hukuk fakültesi mezunu olmaları sağlanmalıdır.

Yukarıda açıkladığımız nedenlerle konunun daha iyi anlaşılması bakımından, maddeyle ilgili görüşmelerin devam etmesine karar verilmesini talep etmek zorunlu olmuştur.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Madde üzerinde, soru-cevap işlemini gerçekleştireceğiz.

Sayın Gazalcı, buyurun.

MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Bir sorum var Sayın Bakana. Konuşmacılar da sık sık dile getirdiler, bu karşılıklı görüşme, yani, mülakatla yargıçların alınması, kamuoyunda da kuşku yaratıyor -basın da yazdı, Sayın Bakan da biliyor- ön sırada kazanan arkadaşlar, bu görüşmelerde eleniyor.

Sayın Bakanım, Danıştay Dava Daireleri Genel Kurulunun, bu görüşmenin, yani, mülakatın dayandığı konuyu, Anayasaya aykırı diye, Anayasa Mahkemesine götürdüğü söyleniyor. Böyle, Anayasaya aykırı olduğunu bile bile, yeni bir yasa yapılırken, neden yeniden görüşme yöntemi kabul ediliyor, raporda varken?

Çok teşekkür ederim.

BAŞKAN -Sayın Bakanım, buyurun.

ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) - Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; Sayın Gazalcı'nın sorduğu bu soru, başlangıçta, bu tasarının 1 inci, 2 nci maddeleri görüşülürken de soruldu; dolayısıyla, orada bu cevabı verdim, tekrar vaktinizi almak istemem. Kaldı ki, soru önergeleri de tevcih edildi; onlara da cevap verdiğimiz için, tekrarda fayda görmüyorum; ben, o cevabı daha önce verdim.

Teşekkür ederim.

MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Anayasa Mahkemesi söylenmedi Sayın Bakan.

BAŞKAN - Soru-cevap işlemi tamamlanmıştır.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum…

ERDOĞAN KAPLAN (Tekirdağ) - Karar yetersayısının aranılmasını istiyorum.

BAŞKAN - Tamam.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, 20 nci madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddenin oylaması sırasında karar yetersayısının aranılması talep edilmiştir; maddeyi oylarınıza sunacağım ve karar yetersayısını arayacağım.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir, karar yetersayısı vardır.

21 inci maddeyi okutuyorum:

MADDE 21.-  2802 sayılı Kanunun 48 inci maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"Hâkim ve savcılar, bilimsel araştırma ve yayınlarda bulunabilirler. Davet edildikleri veya yetkili makamlarınca görevlendirildikleri, ulusal ve uluslararası kurul, kongre, konferans ve benzeri bilimsel toplantılarla meslekleri ile ilgili diğer toplantılara, görevlerini aksatmamak koşulu ile katılabilirler. Mesai gün ve saatlerinde bu tür toplantılara katılmak izne tâbidir."

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsı adına, Hatay Milletvekili Gökhan Durgun.

Sayın Durgun, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA GÖKHAN DURGUN (Hatay) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 21 inci maddesi üzerinde, şahsım ve Grubum adına söz almış bulunuyorum; hepinizi, saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, yıllarca değinilen ve giderilmesi istenilen yargıya ait sorunlar, ne yazık ki, bugün de giderek daha da ağırlaşan bir biçimde devam etmektedir. Geçen yıl yapılan bu konuşmalara rağmen, yargıyı iyileştirme, hızlandırma ve etkiliğini artırma yolunda gerekli tedbirlerin alınmaması ve özellikle, yargıda görev yapan hâkim, savcı ve yardımcı personelin fizikî çalışma koşullarının iyileştirilerek, yaptıkları görevin önem ve kutsiyetine yaraşır biçimde malî  ve sosyal haklara kavuşturulmaması, yargıyı ve yargısal faaliyetleri giderek daha da sorunlu hale getirmiştir.

Anayasanın başlangıcında belirtildiği gibi, her Türk vatandaşının, Anayasada belirtilen temel hak ve özgürlüklerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanarak, millî kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürebilmesi, maddî ve manevî varlığını bu yönde geliştirebilmesi, cumhuriyetin temel niteliklerinin başında gelen ve Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti ilkesinin tüm kurallarıyla gerçekleşebilmesi için, yargının, hızlı, adil ve kaliteli biçimde hizmet vermesi gerekir.

Nitekim, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6 ncı maddesinin 1 nolu bendinde, herkesin müstakil ve tarafsız bir mahkeme tarafından yargılanma ve davasını makul bir süre içinde aleniyet esaslarına göre ve hakkaniyete uygun biçimde sonuçlandırma hakkı olduğu kuralına yer verilmiştir.

Yargı hizmetinin gereği gibi yerine getirilememesinin en önemli nedeni, genel bütçeden yargıya ayrılan payın yıllar itibariyle giderek azalmasıdır. Oysa, çağdaş bir yargı ve infaz sisteminin oluşturulabilmesi için genel bütçeden yargıya yeterli ödeneğin verilmesi gerekir. Ne yazık ki, yargısal faaliyetlerin büyük bir çoğunluğu, yapı, mefruşat ve teknik donanım bakımından son derece yetersiz binalarda yerine getirilmeye çalışılmakta, bu ise, yargının saygınlığıyla bağdaşmamaktadır.

Bugün itibariyle adalet hizmetleri, mesken ya da iş hanı olarak yapılan kiralık adliye binalarında yerine getirilmeye çalışılmakta ve birçok hâkim ve savcı odası bulunamamakta, mevcut olanların tefrişinde de büyük sıkıntılar çekilmektedir.

Girmeye çalıştığımız Avrupa Birliği ülkelerinde mahkemelere ne denli önem verildiği ve yargı mensuplarının, saray veya saray benzeri binalarda, her türlü teknik donanım içinde hizmet gördükleri herkesin malumudur. Bu nedenledir ki, sadece adını aldığımız ve adından başka Avrupa'dakilere hiç benzemeyen binalara bizde de "adliye sarayı" adı verilmektedir. Türkiye'deki en iyi adliye saraylarından biri ve belki de birincisi olan Ankara Adliye Sarayıdır; ama, inşaatı onüç yıl önce bitmiş olmasına rağmen, yapıldığı tarihten bugüne kadar hâkimlere direkt telefon hattı verilmemiş, santraldan telefon bağlattıkları zaman da şehirlerarası görüşme yapmaları mümkün olmamaktadır. Hizmet gördükleri çalışma odaları ise iki koltuğun yan yana konulamayacağı kadar da dardır. Oysa, hâkim, cumhuriyet savcısı ve diğer yargı personeli için, çağın gelişmelerine ve hizmetin gereklerine uygun bir şekilde, münhasıran yargı hizmet binası olarak inşa edilmiş ve modern araç ve gereçlerle donatılmış hizmet binalarına gereksinim bulunmaktadır.

Kuşkusuz ki, yargılamanın süratli bir şekilde sürdürülerek sonuçlandırılabilmesi için, ayrıca, yapılacak harcamalara ait cari bütçe ödeneklerinin de zamanında ve yeteri kadar olması zorunludur. Oysa, genellikle, yargı için ayrılan ödenekler yetersiz kaldığından, cari harcamaların karşılanmasında çok büyük sıkıntılarla karşılaşılmaktadır. Yeterli ödenek ayrılmaması bir yana, konulan ödeneklerin de zamanında serbest bırakılmaması, adlî hizmetlerin çok yavaş işlemesine sebep olmakta, bu durum da adalete olan güven duygusunu sarstığı gibi, adil yargılama hakkını da zedelemektedir.

Bilindiği gibi, sadece yargılama sürecinin çok uzun sürmesi hali, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince, Sözleşmenin 6 ncı maddesinde belirtilen adil yargılama hakkının ihlali olarak değerlendirilmekte ve devletimiz aleyhine pek çok ihlal kararı verilmesi sonucu önemli miktarlara varan maddî ve manevî tazminat ödenmektedir.

Öte yandan, yeni bir hukuk düzeni kurulması ve yargıda yeni bir yapılanmaya gidilmesi, hâkim, savcı ve yardımcı personelin eğitimlerinin günün ihtiyaçlarını karşılayabilecek düzeye yükseltilmesiyle olanaklıdır. Ayrıca, mahkemelerin baktıkları dava sayılarının giderek çok büyük artışlar göstermesi nedeniyle mevcut kadrolar yetersiz kaldığından, yargı hizmetinde çalışanların sayıları artırılmalı; ama, bu artırma, mülakat sistemiyle değil, gerçekten bir seçme sistemiyle olmalı, bu personelin gerekli nitelikleri taşıyabilmesi için de, yetiştirilmelerinde büyük titizlik gösterilmelidir.

Mustafa Kemal Atatürk, 5 Kasım 1925 tarihinde Ankara Hukuk Fakültesini açış konuşmasında, adalet ve hukukun her şeyin temeli olduğunu, cumhuriyetin kollayıcısı olan bu büyük kuruluşun açılışından duyduğu mutluluğu hiçbir girişimde duymadığını belirtmek suretiyle, hukuka saygı ve hukukçuya güven düşüncesinin en belirgin örneğini vermiştir ve Mustafa Kemal Atatürk "bir hükümet ancak adalete dayanabilir. Bağımsızlık, özgürlük ve her şey adaletle var olur. Bir ülkede adalet olmazsa, o ülkede anarşi var demektir, orada özgürlük yok demektir" diyerek yargıya verdiği önemi göstermiştir. Kuşkusuz ki, Atatürk'ün gerçekleştirdiği hukuk devrimi cumhuriyetin en güçlü eserlerinden birisidir.

Yine, Mustafa Kemal Atatürk'ün büyük önem verdiği adaletin gereği gibi dağıtılabilmesi için, mahkemelerin tarafsız olması; yani, hâkimin, hüküm verirken, dosyadaki deliller ile hukuk anlayışı ve vicdanının sesinden başka bir şeyin etkisinde kalmaması gerekir. Eğer, bir yargıç, karar verirken, hukuk esasları ve vicdanı yerine, idarenin, bakanlığın, bakanın, müfettişin, tayin beklentisi içinde olarak, kendisinin tayinini yapma noktasında olan makamların etkisinde, davayla ilgili olanlardan herhangi birisinin etkisinde kalırsa, bu takdirde vereceği karar, özde adaletle ilgisi olmayan bir belgeden ibaret olur.

Bu durumda, halkın adalete ve devlete olan güven duygusu sarsılır. Sürekli kaygılar altında ezilen ve yarınının ne olacağını bilemeyen kimselerin oluşturduğu toplum, önce çalışma gücünü, sonra yaşama sevincini yitirir. Gittikçe artan bu güvensizlik ve kaygılar, hak aramada, yargıya başvuru dışında başka yollara yönelmeye de yol açar.

Hâkimin görevini başarmasında, onun vicdanı ve seciyesi önemli bir teminattır. Hâkimlerin adalet hizmetini yerine getirirken işledikleri haksızlık, adalet hizmetlerinde görevli olmayan herhangi bir devlet adamı veya kimsenin işlediği haksızlıktan çok daha korkunç ve bu yolla açılan yara da diğerlerinden çok daha derindir. Bu nedenle, hâkimlerin seçilmesine ve yetiştirilmesine büyük önem vermek gerekir. Hâkimler devlet işlerinde kendilerine en ağır işler ve ödevler yüklenilen kimseler olduğuna göre, onların bu sorumluluğuna karşılık olarak, kişisel hakları belirlenirken, bu özel durumları, yani, görevlerinin ağırlığı, yasa koyucu tarafından gözönünde tutulmalıdır. Görevin önem ve ağırlıyla orantılı olarak çalışma koşulları yanında, malî ve sosyal haklar sağlanmalıdır.

Adalet kapısı, yönetim yerlerinin haksızlığını düzeltecek son kapıdır. Durum böyle olunca, adalet işleri sosyal bakımdan, yönetim işlerinden daha önemli bir işlev niteliği kazanır. Son kapı olan mahkeme, gayet sağlam bir kapı olmalıdır ki, haksızlık oradan içeri sızmasın. Bu kapının sağlamlığı, sadece konulan kanun hükümleriyle, hâkimin, yönetimin erkinin veya işle ilgili bir yurttaşın etkisi dışında, kanun ve vicdanıyla baş başa bırakılması yoluyla sağlanmış olmaz.

Kanunun gereği gibi uygulanabilmesi ve hatta hâkimin okuduğunu ve söyleneni gereği gibi dinleyebilmesi ve anlayabilmesi, kendisinin herhangi bir sıkıntı ve üzüntü içinde bulunmamasına, yani iç rahatlığına sahip olmasına bağlıdır. Şayet, hâkim, maddî ihtiyaçlarını karşılamaya yetecek güce sahip değilse, ne kadar iyi niyetli olursa olsun, ruhî bakımdan kendisini işe veremez ve böyle bir hâkimin kararı büyük ihtimalle de doğru olmaz.

Hâkimlerin büyük çoğunluğu pek çok akşamlarını evlerinde dinlenerek geçiremedikleri gibi hafta tatilinden de hemen hemen faydalanamazlar. Bu yaşam şartları diğer meslektekilerden daha çok yıpranıp, hastalanmaları veyahut mesleğe tam manasıyla yararlı olabilecekleri olgun bir çağda, meslekten çekilip, serbest hayata atılmaları ve bu durumu yakından bilen yeni hukukçuların da, hâkimliğe rağbet etmemeleri sonucunu doğurmaktadır.

Geçen bu uzun süreç içinde yargı faaliyetlerinin etkin ve hızlı yürümesini sağlayacak hiçbir ciddî önlem alınmamış, yargıçların çalışma koşulları ve özlük hakları iyileştirilmemiştir. Bakın, şu anda birinci sınıf bir hâkim 3 milyar lira civarında bir maaş almaktadır. Yine aynı yerde çalışan, aynı kurulda görev yapan ikinci sınıf, yani, birinci sınıflığa terfi edememiş bir hâkim de 1 650 000 000 lira civarında maaş almaktadır. Aralarında hemen hemen iki katına yakın bir maaş dengesizliği farkı vardır. Birinci sınıf hâkim, yani, 3 milyar lira maaş alarak bugün geçinen bir hâkim emekli olduğunda bundan birkaç yüz milyon lira eksik olarak emekli yaşamını devam ettirme noktasındadır. Ancak, ikinci sınıf bir hâkim, yani, 1 650 000 000 lira alan bir hâkim emekli olduğunda 900 000 000 lira bir maaş alma noktasındadır. Emekli maaşında da yaklaşık üç kat fark oluşmaktadır. Böyle bir adaletsizlik içerisinde, aynı kurulda, aynı şartlarda hâkimlerin karar vermesi çok sağlıklı olmayacaktır diye düşünüyorum.

Yargıç ve savcıların yaptıkları hizmeti bağımsız idarî kurumların uzmanlarının gördüğü işten daha az önemli gören, bu nedenle, Avrupa Birliğine üye ülkeler bir yana, diğer başka küçük ülkelerin hâkimlerinin bile sahip olduğu olanaklardan dahi yoksun kılınan bir zihniyetle hukuk devleti gerçekleştirilemez, adalet sağlanamaz.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum, teşekkür ediyorum.

BAŞKAN- Teşekkür ederim Sayın Durgun.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

22 nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 22.- 2802 sayılı Kanunun 49 uncu maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"Madde 49.- Bilgi ve görgülerini artırmak, meslekleriyle ilgili araştırma yapmak, kurs ve öğrenim görmek üzere seçilen ya da iç veya dış burstan yararlanan hâkim ve savcılar iki yılı; uluslararası kuruluşlarda ya da yargı organlarında çalışmak üzere görevlendirilenler ise üç yılı aşmamak üzere Adalet Bakanlığınca yurt dışına gönderilebilirler. Bu süreler, gerekirse en çok bir katına kadar uzatılabilir.

Bakanlık merkez, bağlı ve ilgili kuruluşlarında görevli olanlar dışındaki hâkim ve savcılar için Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun görüşü alınır.

Bu surette yurt dışına gidip üç aydan fazla yurt dışında kalanlar, yurda dönüp mesleğe başladıktan sonra beş yıl süre ile mecburî hizmet yapmak zorundadırlar. Mecburî hizmet yapmadan görevden ayrılmak isteyenler, yurt dışında kaldıkları sürede kendilerine ödenen aylık, ödenek, tazminatlar ile her türlü ödemelerin, mecburî hizmetin eksik kalan kısmı ile orantılı miktarını iki kat olarak ödemekle yükümlüdürler.  

Yurt dışına gönderilme usûl ve esasları çıkarılacak yönetmelikle belirlenir."

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsı adına, Afyonkarahisar Milletvekili Sayın Halil Ünlütepe; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA HALİL ÜNLÜTEPE (Afyonkarahisar) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; 951 sıra sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 22 nci maddesi üzerinde Grubumuz ve şahsım adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununda kapsamlı, geniş değişiklikler yapıyoruz. Yaptığımız bu değişikliklerle, hem aksayan yönlerini değiştirmeye hem de Avrupa Birliğine giriş sürecinde yeni yenilikleri de getirmeye çalışıyoruz. Ben, daha ziyade, tekrarlardan kaçınarak, madde üzerindeki düşüncelerimi açıklamak istiyorum.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; görüştüğümüz bu 22 nci maddeyle, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununun 49 uncu maddesini tamamen değiştiriyoruz. Sadece burada değiştirmediğimiz şey "yabancı ülkelere gönderilme" madde başlığını değiştirmiyoruz, bunun dışında, yasanın maddesi tamamen değiştirilmektedir. Burada, yabancı ülkelere hâkim ve savcılarımızın gönderilmesinde aranan koşullar nedir ve ne için gönderiyoruz; birincisi, bilgi ve görgülerini artırmak; ikincisi, meslekleriyle ilgili araştırma yapmak, kurs ve öğrenim görmek üzere hâkim ve savcılar arasından seçilenler ya da iç ve dış burstan yararlananlar iki yıl süreyle yurt dışında görevlendiriliyorlar. Eğer, yurt dışında yargı organlarında çalışmak üzere görevlendirilenler veyahut da uluslararası kuruluşlarda görev yapacak olan yargıç ve savcılarda ise bu görev süresi üç yılı aşmamak üzere Bakanlıkça yurt dışına gönderilebiliyorlar. Bu süreler, eğer gerekli görülürse, 1 katına kadar da uzatılabiliyor. Yani, yurtdışına gitmede ikili bir sistem bu yasayla kabul edilmiş durumdadır.

Burada eski yasadan farklı bir uygulamaya gidiyoruz. İki gündür Hâkimler ve Savcılar Kanunu üzerinde görüşürken, hukukun üstünlüğü, yargıçların bağımsızlığı, yargıçlarla ilgili olan işlemlerde objektif kriterlere bağlı kalınması gerektiğini, zaman zaman, gerekirse bu objektif kriterlerin yönetmeliklerle değil, yasayla belirtilmesi gerektiği üzerinde arkadaşlarımız düşüncelerini açıkladılar. Bu konudaki endişelerimizi zaman zaman komisyonda bizler de tekrarladık.

Değerli arkadaşlar, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununun 49 uncu maddesinde yurtdışına gönderilecek olan yargıçlarda aranan unsurlar neydi; aranan unsurlar; birincisi, meslekte fiilen beş yıl görev yapmak; ikincisi, bu görevi başarıyla yapmak; üçüncüsü, sicillerinin olumlu bulunması. Açıkçası, bu, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununda hüküm altına alınmış, yasayla hüküm altına alınmış. Bu yasa ne zaman çıkmış; 12 Eylülden sonra çıkmış. 12 Eylülün sıkıntılarının, baskıcı ortamının yaşandığı bir ortamda çıkan bir yasa 2802 sayılı Yasa. Şimdi ne yapıyoruz; şimdi, kanunda aranan bu kriterleri, düzenlediğimiz bu yasayla kaldırıyoruz. Açıkçası, objektiflik kriterini yönetmeliğe bağlıyoruz; olumlu beş yıl çalışma koşulunu ortadan kaldırıyoruz, olumlu sicil almasını yargıcın ortadan kaldırıyoruz, yönetmelikteki yargıçlığa girdiği günün ertesi günü dahi, bu, yurtdışına gönderilebilecektir. Burada, göndermedeki kıstas ne olacaktır?! Demokrasinin temel işlevlerinden birisi hukukun üstünlüğünü savunmaktır, yargıçlara güven duygusunu sağlamaktır. Şimdi, eğer, bu şekilde bunu çıkaracak olursak, artık, yargıçların, yurtdışına gidebilmek için Bakanlıkta sıraya geçeceklerinden hiç kimsenin endişesi olmasın. Biraz önce Bakanlık ilgilileriyle de görüştüğümde, niçin bu yasada bu tür bir değişikliğe gidildiğini öğrenmek istediğimde, yabancı dil ihtiyacından dolayı böyle bir yönteme gidildiğini söylüyorlar.

Arkadaşlar, Türkiye, Avrupa Birliğine girmek üzere. Kopenhag Kriterlerinin getirdiği yasal yükümlülükleri yerine getirmeye çalışıyoruz ve getiriyoruz da. Böyle bir ortamda, Bakanlık, Avrupa Birliğine hazır değil mi?! 21 inci Asra girdiğimiz bir dönemde, hâlâ yabancı dil bilmeyen, yabancı dilde ciddî sıkıntılar çeken bir bakanlık mı var?! Şimdi, o zaman, yabancı dili bilme koşulunu kim biliyorsa, bunlar yurtdışına gider. Bu, bilmeyen bir insanın, mesleğe yeni başlayan bir insanın yabancı dili biliyorum diyerek yurtdışına gönderilmesinden de, bu kanunda, yurtdışına göndermenin amacını yakalamazsınız. Açıkçası, bu genç yaşta yurtdışına giden yargıç ve savcılar, ülkeye döndüğünde, onlardan beklenen hizmeti yerine getirmez ve meslekten ayrılırlar.

İkincisi, bilmeyen, az bilen bir hukukçunun yurtdışına gitmesinde ne fayda var Bakanlık için?! Bakanlık, bunu, nerede kullanacak, mesleğe yeni başlayan değerli bir hukukçu arkadaşımızı?! Bu madde, bugünkü konumuyla, objektif kriterlerden uzaklaşır; açıkçası, partizanlık, adam kayırmaya yönelik eylemlere yol açabilir.

Sayın Bakan, bu, sizin döneminizde olmayabilir. Hele hele değerli arkadaşlarımızın da bizi uyardıkları gibi, gerekli,   yeterince yabancı dil bilen yargıç ve savcının olmaması koşulu da, bunun, belki uygulanmasını azaltabilir; ama, yasalar bugün için değil, yasalar geleceği yakalamak için yapılır. Yirmi yıl, otuz yıl sonrasının yasasını yapmak zorundayız. İşte, 1983'te çıkan bir yasayı, otuz yıl sonra bugün değiştiriyoruz. Otuz yıl önce bu koşullar aranırken, şimdi, bu koşullardan daha geriye düşmenin anlamını anlatmakta, ben, zorlandığımı açıklıkla söylemek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, bu yurtdışına gönderilecek olan yargıç ve savcılarımızın tespitindeki kıstas nedir? Bakanlıkta çalışan ve Bakanlık personeliyle ilgili konularda Bakanlık karar veriyor. İkincisi, bunun dışında görevli olanlar hakkında ise Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun düşüncesi alınıyor. Yani, bu her iki kıstasa uyarak, bu şekilde yurtdışına gönderme işlemini, yabancı ülkelere gönderilmeyi düzenliyor.

Peki, yabancı ülkelere giden yargıç ve savcıların yükümlülükleri nedir; o da bu kanunun üçüncü bendinde düzenlenmiş. Şunu söylüyor, birinci koşul: "Üç aydan fazla yurt dışında kalanlar, yurtiçine döndüğünde, beş yıl süreyle mecburî hizmet yapma yükümlülüğünde. Eğer, bu yükümlülüğe uymazlarsa, bu yükümlülüğe uymayan yargıç ve savcılar, bunlara ödenen aylık, ödenek ve tazminatlar gibi her türlü ödemelerin, orantılı miktarını iki katı olarak ödemekle yükümlü hale getirilmektedirler.

Değerli arkadaşlar, burada, bana göre en fazla dikkat etmemiz gereken konu -demin de açmaya çalıştığım gibi- objektiflik kriterini yasanın içine çekebilmektir. 2802 sayılı Yasanın 49 uncu maddesinde yer alan kıstasların bugün de korunması gerektiği kanaatindeyim. Dünyanın hiçbir ülkesinde, bilimin ilerlediği, eğitimin geliştiği bir ülkede, otuz yıl sonrasına doğru giden bir yasal düzenlemeye gidemezsiniz. Otuz yıl önce birtakım koşullar getirilmiş, bugün, biz, bu koşulları,  Türkiye'ye ağır geliyor diyerek yeniden bir düzenleme içine giriyoruz. Bu, objektiflik kriterinden uzaklaşmadır; açıkçası, hele hele Avrupa Birliğine giriş sürecinde, bu konuya daha duyarlı davranmanın önemini açıklamaya herhalde gerek olmadığı kanaatindeyim.

Değerli arkadaşlar, benim bu madde üzerinde sizlerle paylaşmak istediğim düşünceler bunlardır. Dilerim, 2802 sayılı Yasanın 49 uncu maddesinin ikinci bendinde oluşan, meslekte fiilen beş yıl başarılı hizmet koşulu ve ayrıca, olumlu sicil almış olan yargıçların gönderilme koşulu tekrar getirilsin. Bu getirilmezse, Bakanlık olarak, yurtdışına giden yargıç ve savcıların tespitinden sonra, başınız ağrır, bunun sıkıntısını çekersiniz. O nedenle, tekrar, bu tür bir düzenlemenin madde metninde yer almasında yarar olduğu kanaatindeyim.

 Bir cümleyle, sözlerimi bağlamak istiyorum. Bu, maddeyle ilgili değil; ama, hâkim ve cumhuriyet savcıları ile adliyede görevli personelin ücretleri ve özlük hakları bugün çok düşüktür. İnsan onuruna yaraşır şekilde yaşamayı mümkün kılacak düzeyde bir yenileştirme yapmak bizim görevimizdir; yapamazsak, bunun sıkıntısını hep birlikte çekeriz diye düşünüyorum.

Bu duygularla, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ünlütepe.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

23 üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 23.- 2802 sayılı Kanunun 50 nci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"Madde 50.- Yabancı ülkelere gönderilenlerin veya uluslararası kuruluşlarda çalışmak üzere görevlendirilenlerin mali hakları, yükümlülükleri, giderlerinin karşılanması, aylık ve ödeneklerinin transferi konularında Devlet memurlarına ilişkin hükümler uygulanır. Şu kadar ki, uluslararası kuruluşlarda çalışmak üzere görevlendirilenlere ödenecek yurt dışı aylığı, Dışişleri Bakanlığında görev yapan aynı derece ve kademedeki meslek memuruna ödenen yurt dışı aylığının 2/3'ünden az olamaz.

Bu Kanun hükümlerine göre yabancı ülkelere gönderilenlerin derece yükselmeleri, kademe ilerlemeleri, emeklilik, aylık, ödenek ve diğer bütün özlük hakları ile yükümlülükleri devam eder."

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsı adına, İzmir Milletvekili Ahmet Ersin.

Sayın Ersin, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA AHMET ERSİN (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, bir haftadan beri yaklaşık, gece yarılarına kadar çalıştık. Gündeme baktım bugün; yani, haziran ayı sonuna kadar, yani Meclis tatile girinceye kadar önümüzdeki dört günlük gündeme baktım -teklifleri bir yana bırakıyorum- sadece tasarıları söylüyorum: Hâkimler ve savcılarla ilgili yasa tasarısı, Millî Eğitim Bakanlığının teşkilat ve görevleriyle ilgili bir tasarı, kalkınma ajanslarının kuruluşuyla ilgili bir tasarı, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Moğolistan Hükümeti arasındaki bir anlaşmanın onaylanmasıyla ilgili tasarı, Avrupa İmar ve Kalkınma Bankasının kuruluşuyla ilgili bir tasarı, Türkiye İstatistik Kanunuyla ilgili kanun hükmünde kararnamenin görüşülmesi, Belediye Kanunu Tasarısı, TÜBİTAK'la ilgili yasa ve il özel idareleriyle ilgili yasa tasarısı; yani, toplam, yaklaşık 300 maddelik bir gündem.

Şimdi, bu yasama döneminde, kuşkusuz, çok ciddî çalışmalar yaptık, hatta sabahlara kadar süren çalışmalar yaptık; ama, yaklaşık 300 maddeden oluşan bu tasarıları görüşmek için, tatile dört gün kala, Meclisi gece gündüz çalıştırarak bu tasarıları görüştürmek yerine, bu yasama döneminin başlangıcından bu yana, acaba, neden bunlar gündeme getirilmedi, niçin görüşülmedi de, bu son dört gün içinde büyük bir yoğunlukla, gece yarılarına kadar çalışarak bunları görüşüp tatilden önce çıkarmaya çalışıyoruz. Gerçi, bu on günlük sürede sizlere de çok büyük yardımımız oldu, size spor yaptırdık; koşa koşa odalarınıza gidiyorsunuz, sonra biz bir yoklama istiyoruz ya da karar yetersayısının aranılmasını istiyoruz, bu sefer tekrar koşa koşa geliyorsunuz. Dolayısıyla çok güzel spor yaptınız. Herhalde ciddî bir oranda kilo vermişsinizdir, sağlıklı bir çalışma yapmışsınızdır. O açıdan Cumhuriyet Halk Partisine teşekkür etmeniz gerekiyor.

RECEP KORAL (İstanbul) - Şakanın bile bir adabı var!

AHMET ERSİN (Devamla) - Sizi neden rahatsız etti?

RECEP KORAL (İstanbul) - Şakanın bile bir adabı var!

AHMET ERSİN (Devamla) - Hayır, ne var; söylediğimde sizi rahatsız eden bir şey mi var?

RECEP KORAL (İstanbul) - Elbette var.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen karşılıklı konuşmayalım.

Sayın Ersin, buyurun.

RECEP KORAL (İstanbul) - Komisyonda çalışmayalım mı yani? Çalışmayalım mı?

AHMET ERSİN (Devamla) - Yahu, uzatma şimdi, bırak; ben, senin şahsına bir şey söylemedim, sen otur dinle; bir şey söyleyeceksen, gelirsin burada konuşursun.

RECEP KORAL (İstanbul) - Hayır, tahrik ediyorsun...

AHMET ERSİN (Devamla) - Çok çabuk tahrik oluyorsun.

Değerli arkadaşlarım, işte, bu gece yarısına kadar çalışmalar sürecinde, tabiî ki aklın ve mantığın ciddî oranda erozyona uğradığı saatlerde, bazı yanlış konuşmalar da yapılabiliyor.

Örneğin, geçtiğimiz günlerde, bir arkadaşımız, geç saatlerde kürsüye çıktı ve o dimağ yorgunluğu, o akıl yorgunluğu sırasında, Cumhuriyet Halk Partisine karşı olumsuz bir konuşma yaptı, hedefini şaşırdı. Oysa, biraz da kendilerine bakmış olsalardı... Örneğin, Cumhuriyet Halk Partisi, herkes biliyor ki, Susurluk'tan değil, Kuvayı Milliyeden ilham alıyor, Kuvayı Milliyeye dayanıyor. İşte, kendilerine bakmadan, böyle lüzumsuz konuşmalar yaparak, kendilerini de üzüyorlar, bizleri de üzüyorlar.

Değerli arkadaşlarım, adalet denince, akla, hak, hukuk; yani, tek kelimeyle devlet gelir. Adaletin de güvencesi, hukukun üstünlüğü, yargıç ve savcıların teminatıdır. Bir devlette yargıç ve savcı teminatı yoksa; yani, yargı bağımsız değilse ve hele yargı siyasallaşmışsa, haksızlığa ve zulme uğrayan kişilerin başvuracağı yer adalet değildir, ihkak yoludur ya da mafyadır.

Ne yazık ki, son süreçte, son dönemlerde, gerek yargı içinde yaşanan bazı olumsuzluklar gerekse yargının siyasallaşması yönünde bazı adımların atılması, yargıyı kuşkusuz çok derinden yaralamıştır. Nitekim, benden önceki arkadaşlarım da söylediler, bu mülakat sorunu, sanıyorum, yargıda ciddî rahatsızlıklara neden olacak.

Sadece Sayın Bakanın dönemini söylemiyorum. Kuşkusuz, şimdiki Sayın Bakanın son derece iyi niyetli olduğunu düşünüyorum, öyle olduğunu biliyorum; ama, daha sonra, bundan sonra gelecek olan iktidarlar ya da bakanlar, acaba bu imkânı nasıl kullanacaklar, bunu şimdiden bilemeyiz. Yani yozlaştırılmaya ve yargı teminatını ortadan kaldırmaya, yani yargıyı siyasallaştırmaya açık bir hüküm olarak görülüyor.

Değerli arkadaşlarım, mevcut hâkim ve savcı kadroları karşısında yargı hizmetlerinin aksatılmaması için, emniyet müdürlükleri içinde -ister İçişleri Bakanlığına bağlı ya da ister Adalet Bakanlığına bağlı- bir adlî polis hizmeti, adlî kolluk gücünün kurulması lazım. Daha doğrusu, bu gücün teknik donanıma kavuşturulması ve yargının hızlı sonuçlanması bakımından, bu kurulun sağlıklı ve doğru biçimde çalışması şart.

Keza, yargıç ve savcılarımızın, Avrupa Birliği yargısına uyumu önemli; çünkü, önümüzdeki ondört  onbeş yıllık AB sürecinde, görüşme sürecinde, sık sık bu tür sorunlarla, yargı çatışması sorunuyla karşı karşıya kalabiliriz. Bu açıdan, yargıçlarımızın ve savcılarımızın, yurt dışında ve Avrupa Birliği ülkelerinde, Avrupa Birliği müktesebatı üzerinde adaletin işlemesi bakımından çalışma yapmaları ve Avrupa Birliği adalet mekanizması hakkında bilgi sahibi olmaları gerekiyor. Bu nedenle, yargıç ve savcılarımızın, Avrupa Birliği yargısına uyumu bakımından, yurt dışında görevlendirilmelerine, inceleme yapmalarına, araştırma yapmalarına olanak verilmesi gerekiyor.

Keza, büyük ve metropol ilçelerimiz, illerimiz, kentlerimizde yargı tıkanması var; yani, büyük kentlerimiz ve özellikle de metropol kentlerimizde yargı tıkanma noktasına geldi. Gerek iş yoğunluğu nedeniyle ve gerekse adliyelerin fizikî yetersizliği nedeniyle, maalesef, yargı hizmetleri çok sağlıklı biçimde yürümüyor ve yargının ağır işlemesinin önemli nedenlerinden birisi de bu. Sadece yargıç ya da savcı yetersizliği değil, bunun yanında, personel, adalet personeli, yargı personelinin eksikliği de kuşkusuz, yargının işlemesinde, sağlıklı işlemesinde, çabuk işlemesinde önemli bir engel olarak duruyor.

Adliye hizmet binaları yetersiz. Örneğin, İzmir'de yeni bir adalet sarayı yapıldı. Sayın Bakanımız sık sık İzmir'e geliyor ve adliye sarayımıza da gidiyor, orada incelemeler yapıyor, bunu biliyorum. Geçtiğimiz günlerde, Sayın Bakana, oturduğum yerden, İzmir Adliyesiyle ilgili, oranın eksikleriyle ilgili soru sordum ve Sayın Bakan, bu eksikliklerin kısa zamanda giderileceğini söylediler. Umuyorum, bu eksiklikler, personel eksikliği özellikle ve yargıç, savcı eksikliği kısa zamanda giderilir, fizikî yapı da kısa zamanda, 21 inci Yüzyıl Türkiyesine, dünyasına yakışır bir konuma gelir.

Yargıç ve savcıların lojman sorunu var, değerli milletvekilleri ve birçok yerde, örneğin İstanbul'da ciddî bir lojman sorunu yaşıyor yargıçlarımız, savcılarımız. Lojmanı olmayan, lojmanda yer bulamayan yargıç ve savcılar, yüksek kira bedeliyle konut kiralamak zorunda kalıyorlar. Tabiî, yargıçlarımız ve savcılarımız her yerde de oturamazlar. Yani, kendi konumlarına ve mesleklerine uygun bölgelerde, semtlerde oturmaları, konut edinmeleri gerekiyor. O zaman da kira paraları bir hayli yüksek. Dolayısıyla, aldıkları zaten düşük olan maaşların önemli bir bölümü de eğer kiraya giderse, yargıçlarımızın ve savcılarımızın yaşadıkları ekonomik sorunu herhalde tahmin edersiniz. Keza, doğuda ve güneydoğuda lojman olmadığı gibi, yargıç ve savcılarımızın konut bulabilmeleri de büyük sorun. Konut sayısı itibariyle zaten yetersiz olan bu bölgelerde görev yapan yargıçlarımız ve savcılarımız, genellikle, nerede bir konut bulabiliyorlarsa orada barınmaya çalışıyorlar. Dolayısıyla, bölge itibariyle, bölgedeki koşullar itibariyle hem can güvenliği sorunuyla karşı karşıyalar ve hem de işlerini çok rahat biçimde, huzur içinde yapabilmelerine olanak sağlanamamış oluyor. Dolayısıyla, lojman sorununun... Ya da lojman edinilemiyorsa, yapılamıyorsa, hiç olmazsa, yargıçlarımızın kendilerine, konumlarına uygun konutlarda yaşayabilmeleri için kira yardımının yapılması hem de yüksek miktarda yapılması gerekir; çünkü, yargıçlarımız ve savcılarımızın kendi konumlarına yakışan konutlarda oturabilmeleri için yüksek bedelli kira ödemeleri gerekiyor.

Değerli arkadaşlarım, aslında, bu yasayı birkaç günden beri çok ciddî biçimde inceledim. Bu tasarının belki birkaç maddesi hariç, Cumhuriyet Halk Partisinin de, kendi adıma söyleyeyim, itiraz edemeyeceğim maddeleri var; yani, bu tasarı uzlaşmayla da çıkarılabilirdi. Ama, daha önce Adalet ve Kalkınma Partisi ile Cumhuriyet Halk Partisi arasında, tasarılarla ilgili yapılan uzlaşmaları, biliyorsunuz, Adalet ve Kalkınma Partisi son anda verilen önergelerle bozdu. Örneğin,Türk Ceza Yasasının 263 üncü maddesinde, kaçak Kur'an kurslarını neredeyse yasallaştıran, onları cezadan kurtaran değişiklik önergesi bugün hâlâ tartışılıyor; yani, buna neden gerek duyuldu, anlamak mümkün değil. Her şey gayet güzel gidiyorken, birden bire böyle bir korsan öneriyle bütün çalışmalar, bütün uzlaşma boşa çıkarıldı. Keza, esnaf ve sanatkârlarla ilgili tasarıyı görüştük, uzlaşmayla görüştük; her şey gayet iyi giderken, birden bire, yine bir korsan önergeyle, Cumhuriyet Halk Partisinin hiç de tasvip etmeyeceği bir değişiklik yapıldı.

Şimdi, bunlar olursa değerli arkadaşlarım, bu tasarının birkaç günden beri görüşülüyor olması, görüşülüyor olmasına karşın birtürlü yasalaşmamış olması, Meclisten geçmemiş olmasının nedeni, Cumhuriyet Halk Partisine -yapılan uzlaşmalara karşın- son anda atılan kazıklar; tek nedeni bu. Neden böyle bir davranışa gerek duyuluyor ve bu davranışın faydası ne? İşte, onun zararı burada görülüyor; hem siz koşa koşa gelip gidiyorsunuz kan ter içinde hem biz büyük oranda içimize sinen yasalarla ilgili konuşmalar yapmak durumunda kalıyoruz, engellemek durumunda kalıyoruz; dolayısıyla, bu durumdan, hem bizler hem muhtemelen Adalet ve Kalkınma Partisindeki iyi niyetli arkadaşlar ve hem de yasanın bir an önce çıkmasını bekleyen taraflar büyük sıkıntı yaşıyorlar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Ersin, konuşmanızı tamamlayamadınız.

AHMET ERSİN (Devamla) - Sayın Başkan, 1 dakika yeter.

BAŞKAN - Buyurun efendim, 1 dakika…

AHMET ERSİN (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Değerli arkadaşlar, umarım, artık, Adalet ve Kalkınma Partisi de iktidar sorumluluğu içinde ve Anamuhalefet Partisiyle anlaşarak... Çünkü, çıkan kanunlar, sadece Adalet ve Kalkınma Partisini ya da sadece Cumhuriyet Halk Partisini ilgilendirmiyor; bütün Türkiye'yi ilgilendiriyor.

Örneğin Türk Ceza Yasası, belki de elli sene, belki de yüz sene yürürlükte kalacak olan bir yasa; ama, ufak bir korsan önerge o yasanın tamamını kuşkulu ve tartışılır konuma getirdi.

AHMET BÜYÜKAKKAŞLAR (Konya) - Önerge…

AHMET ERSİN (Devamla) - İzin verin bitireyim…

Değerli arkadaşlarım, beni dinlediğiniz için hepinize teşekkür ediyorum. Sayın Başkana, sabrından ötürü teşekkür ediyorum.

Saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ersin.

Madde üzerinde 1 adet önerge vardır; önergeyi okutup, işleme alacağım.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 23 üncü maddesinin tasarıdan çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

 

Faruk Çelik

Mehmet Kurt

Mustafa Çakır

 

Bursa

Samsun

Samsun

 

Tayyar Altıkulaç

Nusret Bayraktar

 

 

İstanbul

İstanbul

 

BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?

ADALET KOMİSYONU BAŞKANVEKİLİ RECEP ÖZEL (Isparta) - Takdire bırakıyoruz efendim.

BAŞKAN - Hükümet?..

ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) - Katılıyoruz Sayın Bakan.

SADULLAH ERGİN (Hatay) - Gerekçe okunsun.

BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe: 2802 sayılı Kanunun 50 nci maddesinde, yabancı ülkelere gönderilenlerin malî hakları, yükümlülükleri, giderlerin karşılanması, aylık ve ödeneklerinin transferi konularında devlet memurlarına ilişkin hükümlerin uygulanacağı belirtildiğinden ve buna göre uluslararası kuruluşlarda çalışacak hâkim ve savcılar, uluslararası kuruluşlarda çalışan devlet memurlarının yararlandığı her türlü ödeme ve haktan yararlanabildiğinden, madde tasarıdan çıkarılmıştır.

BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, Sayın Bayram Meral birinci sırada olmak üzere, Cumhuriyet Halk Partisine mensup 22 milletvekili arkadaşımızın bir yoklama talebi vardır maddenin oylamasından önce; ama, şu anda kabul ettiğiniz önergeyle madde düşmüştür. Dolayısıyla, bir sonraki maddede, isteğiniz devam ediyorsa, talebinizi işleme alacağım.

BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Sayın Başkan, neden düşüyor madde oylanırken?

BAŞKAN - Madde yok efendim. Madde düştü şu anda.

İZZET ÇETİN (Kocaeli) - Önerge kabul edildi.

BAŞKAN - Maddeyi oya sunmuyorum ben, önergeyi oya sundum; madde düştü.

BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Sayın Başkan, biz önergeden önce onu verdik. Madde, önergenin yerine geçti.

BAŞKAN - Sayın Bayram Meral, madde önergenin yerine geçmez.

İZZET ÇETİN (Kocaeli) - Sayın Başkan, önergede yapabilirdiniz.

BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Önergede yapsaydınız.

BAŞKAN - Saygıdeğer arkadaşlarım, bakınız, ben, size, İçtüzüğün maddelerini izah ediyorum, önerge kabul edildiği anda madde düşmüştür; dolayısıyla, ne diyorum size iyi niyetle…

BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Verilen önerge ne oldu o zaman Sayın Başkan?

BAŞKAN - Sayın Meral, istirham ediyorum, lütfen… Eğer isteğiniz devam ediyorsa… 

BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Öyle şey mi olur?!

BAŞKAN - …bundan sonraki, 23 madde olarak okutacağım 24 üncü maddede işleme alacağım diyorum.

Yaptığımız işlem, gayet, İçtüzüğe uygun, her şeye uygun. Teşekkür ederim.

BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Bu kadar taraflı mı olunur ya!

BAŞKAN - 24 üncü maddeyi 23 üncü madde olarak okutuyorum:

MADDE 23.- 2802 sayılı Kanunun 53 üncü maddesinin (c) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"c) Görevdeyken, 8 inci maddenin (a), (d) ve (g) bentlerinde yazılı niteliklerden herhangi birini kaybetmeleri,"

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsı adına, Antalya Milletvekili Tuncay Ercenk; buyurun.

CHP GRUBU ADINA TUNCAY ERCENK (Antalya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 951 sıra sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarı ve Adalet Komisyonu raporunun -24 üncü maddeydi, 23 oldu şimdi- 23 üncü maddesi hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına ve kişisel görüşlerimi açıklamak üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi, saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Meclisimize gelen kanun tasarıları veya teklifleri, tabiî, o konunun maddeleriyle ilgili yazım tarzına baktığınız zaman, şu maddeden şu kelimenin çıkarılması, şu fıkranın eklenmesi, ne nereye konulacak nereye konulmayacak şeklinde, gerçekten anlaşılması zor; inceleme olanağı bulamadığımız için de tarafımızca hangi maddede ne değiştiriliyor, ne nereye konuluyor, ne çıkarılıyor,  milletvekili olarak çok ciddî güçlükler çektiğimizi biliyoruz. Tabiî, bu, sadece bu dönemdeki milletvekilleri ve Yüce Meclis için değil, önceden de buna benzer uygulamalar yapılıyordu, çok ayrıntılı öğrenme olanağı bulamadan yasaları kabul ediyoruz veya reddediyoruz.

Şimdi, 23 üncü madde, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununun, hâkimlik ve savcılık görevlerinin sona ermesini düzenleyen 53 üncü maddesinde değişiklik meydana getiriyor. Tabiî, bu tasarıya baktığımız zaman "2802 sayılı Kanunun 53 üncü maddesinin (c) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. Görevdeyken 8 inci maddenin (a), (d) ve (g) bentlerinde yazılı niteliklerden herhangi birini kaybetmeleri" deniliyor. Şimdi, ben bunu okuduğum zaman, öyle sanıyorum ki, bu Mecliste bunun ne olduğunu bilen yok. Ben, o nedenle, eğer izin verirseniz, izah etmeye çalışacağım.

Hâkimlik ve savcılık görevlerinin sona ermesini düzenleyen bir madde 53 üncü madde. Bu 23 üncü madde de, 53 üncü maddenin (c) fıkrasında bir değişiklik meydana getiriyor. Şimdi, hâkimlik ve savcılık görevlerinin sona ermesi derken "hâkim ve savcıların bu kanun hükümlerine göre meslekten çıkarılmaları veya meslekte kalmalarının uygun olmadığına karar verilmesi, haklarında soruşturma ve kovuşturma bulunması halleri hariç olmak üzere mesleğe alınma koşullarından herhangi birini taşımadıklarının sonradan anlaşılması."

Şimdi, maddenin değiştirdiği fıkrayı okuyorum:

"c) Görevdeyken 8 inci maddenin (a), (d) ve (e) bentlerinde yazılı niteliklerden herhangi birini kaybetmeleri,

d) Meslekten çekilmeleri veya çekilmiş sayılmaları,

e) İstek, yaş haddi veya malullük nedenlerinden biriyle emekliye ayrılmaları,

f) Ölümleri hallerinde" -Allah gecinden versin- hâkim ve savcıların görevleri sona eriyor.

951 sıra sayılı tasarıda getirilen değişiklik, (c) fıkrasıyla ilgili. (c) fıkrasına göre "görevdeyken, 8 inci maddenin (a), (d) ve (e) bentlerinde yazılı niteliklerinden herhangi birini kaybetmeleri" durumunda görevleri sona eriyor.

Şimdi, 8 inci maddeyi incelememiz gerekecek; yani, 2802 sayılı Yasanın 8 inci maddesinin (e) bendi, (c) fıkrasının içinden çıkarılıyor ve yerine, 8 inci maddenin (g) fıkrası ekleniyor. Peki, çıkarılan (e) fıkrası ne; hâkim ve savcıların adaylığa atanabilmeleri için, aday olabilmeleri için yabancıyla evli olmamaları gerekiyordu. Şimdi, son dönemdeki gelişmelere uygun olarak bu şart çıkarılıyor -(a) ve (e) bentleri çıkarılıyor- yerine 8 inci maddenin (g) bendi getiriliyor. (g) bendi, hâkimlik ve savcılık görevlerini sürekli olarak yurdun her yerinde yapmasına engel olabilecek vücut ve akıl hastalığı veya sakatlığı, alışılmışın dışında çevrenin yadırgayacağı şekilde konuşma ve organlarının hareketini kontrol zorluğu çekmek gibi özürlü durumları bulunması durumunda, görevde bulunan hâkim ve savcının görevine son verilmesini öngörüyor.

Tabiî, adaylığa atanabilmek için sadece bu şart değil, Türk vatandaşı olmak ilk şart.

"Giriş sınavının yapıldığı yılın ocak ayının son günü itibariyle lisans ve lisansüstü öğrenimini yapmış olanlar için 30, doktora öğrenimini tamamlamış olanlar için 35 yaşını bitirmemiş olmak.

Adlî yargı adayları için hukuk fakültesinden mezun olmak veya yabancı bir hukuk fakültesini bitirip de Türkiye'deki hukuk fakülteleri programlarına göre eksik kalan derslerden sınava girip başarı belgesi almış bulunmak.

İdarî yargı adayları için, hukuk veya hukuk bilgisine programlarında yeterince yer veren siyasal bilimler, idarî bilimler, iktisat ve maliye alanlarında en az dört yıllık yükseköğrenim yapmış veya bunlara denkliği Millî Eğitim Bakanlığınca kabul edilmiş yabancı öğretim kurumlarından mezun olmak.

Kamu haklarından yasaklı olmamak."

Bunlar, hâkim ve savcıların adaylıklara atanabilmesi için gerekli adaylık nitelikleri.

“Askerlik durumu itibariyle, askerlikle ilgisi bulunmamak veya muvazzaflık hizmetini yapmış yahut ertelenmiş veya yedeğe geçirilmiş olmak.

Hâkimlik ve savcılık görevlerini sürekli olarak yurdun her yerinde -biraz önce söylediğim gibi- yapmasına engel olabilecek vücut ve akıl hastalığı veya sakatlığı, alışılmışın dışında çevrenin yadırgayacağı şekilde konuşma ve organlarının hareketini kontrol zorluğu çekmek gibi özürlü durumlar" ve diğerlerini de saymaya devam etmiş. Şimdi, (e) bendi çıkarıldıktan sonra, tasarıda bu (g) bendi, hâkim ve savcıların görevde iken görevlerine son verme şartı olarak da belirlenmiş.

Tasarıdaki bu madde, elbette, hâkimlik ve savcılık mesleğinin önemiyle, imajıyla, hâkim ve savcının konumuyla yakından ilgili bir madde. Gerçekten, hâkim ve savcılarımız, verdikleri kararlar nedeniyle, yaptıkları görev nedeniyle, her zaman, toplumun önemli kesimini oluşturan bir grup olmuştur. Bu denli önemli bir kesimi oluşturan hâkim ve savcılarımızın da, elbette, bu önemlerine, bu görevlerinin önemine uygun şekilde davranışlarda bulunması, konuşma konusunda sorunları varsa, organlarını hareket ettirme konusunda sorunları varsa, elbette ki, hâkim ve savcılık mesleğini yaparken veya atanırken, bu hususların önemle dikkate alınması doğal bir sonuçtur diye düşünüyoruz.

Tabiî, bu düzenlemeleri yapıyoruz da, hâkim ve savcılarımızın bağlı olduğu Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun yapısını da çok dikkatli incelemek durumundayız. Elbette, onların özlük haklarıyla ilgili, onların çalışma sistemleriyle ilgili, çalışma yöntemleriyle ilgili değişiklikleri yapacağız, onların sıfatlarını, elbette, belirleyeceğiz; ama, görev sırasında iken, onların, gerek malî durumlarını gerek yaşam tarzlarını, yaptıkları göreve uygun yaşam tarzlarını, gerçekten, sağlamak, yürütmenin -bizlerin- önemli görevlerinden birisidir.

Hâkim ve savcının, elbette, yaşam tarzı önemli de, tabiî, bağımsızlığı da çok önemli. Hâkim ve savcının kararlarını verirken bağımsız olması ve gerçekten, o önemli kararların altına imza atarken, vicdanıyla cüzdanı arasında sıkışmaması, temel anlayışlarımızdan, temel görevlerimizden biri olmalıdır. Bu vicdan ve cüzdan arasına sıkıştırmayı önlemek bizlerin görevidir. O nedenle, onların yaşam tarzlarına uygun bir malî düzenleme yapmak bizlerin üstüne düşen temel görevlerden biridir. Ben, yıllarca avukatlık yaptım, gerçekten, hâkim ve savcılarımızın, gerek görev yaptıkları yerlerin fizikî koşulları ve gerekse malî açıdan çok ciddî sıkıntılar içinde olduklarını yaşayarak gördüm ve elbette ki, bu görevi de üstlendiğim zaman milletvekili olarak da, bağımsız olması gereken ve çok önemli kararlara imza atan hâkim ve savcılarımızın bu sorununun halledilmesi konusunda da üstüme düşeni yapacağıma söz veriyorum ve bu Meclisin de, inanıyorum ki, bu biçimsel tarzların dışında, biçimsel düzenlemelerin dışında onların özlük haklarında, özelikle malî açıdan da gerekli düzenlemeleri yapacağından en ufak bir kuşku duymuyorum.

Şimdi, hâkim ve savcılarımızın, özellikle adliye binalarında -gerçi, son dönemlerde bu binalarla ilgili çalışmalar ciddî olarak yapılıyor ve devam ediyor- ben, hep merak ederim… Mesela, bir, maki geliştirme, ağaçlandırma genel müdürlüğü veya şube müdürlüğünün çok güzel binaları vardır, onların önlerinde arabalar vardır. Elbette, olacaktır. Tabiî, o da önemli bir olay, önemli bir görev, önemli bir kurum ormancılık, ormanı geliştirme; ama, adalet dağıtan, peygamber postunda oturan hâkim ve savcının da, en azından, çalışma ortamı açısından fizikî koşullarının çok daha etkili, çok daha güzel fizikî mekânlarda çalışmasında ve önemli kararlara imza atmasında yarar vardır. Mesela, hâkim ve savcılarımızın bir makam aracının olması, bilemiyorum nasıl düşünülür; uygun mudur değil midir; bence uygundur; nasıl sağlanabilir... Bunların, hâkim ve savcının yaptığı görev nedeniyle toplumdaki o yerinin de önemine uygun biçimde değerlendirilmesinde ve onların bu yaşam tarzlarının bu şekilde düzeltilmesinde ve yaptıkları görevin saygınlığı ölçüsünde... Hâkim ve savcı, insanın özgürlüğünü kısıtlayabiliyor veya özgürlüğünü verebiliyor. Trilyonluk davalara, milyar dolarlık davalara bakıyor ve imza atıyor. Böylesine önemli bir görevi yapan, özgürlükle ilgili karar veren bir hâkim ve savcının, elbette, yaşam tarzının da aynı ölçüde, aynı değerde olması ve bunun sağlanması konusunda da bizim üstümüze düşeni yapmamız gerektiğine yürekten inanıyorum.

Umarım, bu yasa, biçimsel özelliğinin dışında, söylediğimiz konulara da açıklık getirecek düzenlemeleri arkasından getirir ve hâkim ve savcılarımızın hak ettiği imaja ulaşmaları, hak ettiği düzeye ulaşmaları, gerek malî açıdan gerek yaşam tarzı açısından hak ettikleri noktaya ulaşmaları sağlanır. İnanıyorum ki, Adalet Bakanlığı, hükümet, bu konuda gerekli çalışmaları en kısa zamanda yapacaktır. Biz de, bu çalışmalar şayet başlatıldığı takdirde, görüşlerimize eğer başvurulursa, başvurulacaksa, birlikte, ortak bir tasarı hazırlama noktasında olursak eğer, ona katkı yapmak isteriz. Bu da, bizim, hâkim ve savcılarımıza, yargıya -özellikle yargıya- kuvvetler ayrılığı prensibimizin temel unsurlarından olan yargıya saygımızın da bir gereğidir. Kısa zamanda da bu tür değişikliklerin yapılması konusunda Bakanlıktan gerekli çalışmaların yapılmasını bekliyor ve Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ercenk.

III.- Y O K L A M A

BAŞKAN - Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, maddenin oylanmasından önce verilmiş olan bir yoklama talebi vardır.

Şimdi, yoklama talebinde bulunan milletvekili arkadaşlarımızın salonda bulunup bulunmadıklarını tespit edeceğim. En az 20 milletvekili arkadaşımız salondaysa, maddenin oylanmasından önce elektronik cihazla yoklama yapacağım.

Bayram Meral?.. Burada.

Yüksel Çorbacıoğlu?.. Burada.

Ali Cumhur Yaka?.. Burada.

Tuncay Ercenk?.. Burada.

Mehmet Kartal?.. Burada.

Ali Arslan?.. Burada.

İzzet Çetin?.. Burada.

Halil Tiryaki?.. Burada.

Muharrem Kılıç?..

V. HAŞİM ORAL (Denizli) - Tekabbül ediyorum.

BAŞKAN - Tekabbül ediyorsunuz, tamam.

Hüseyin Ekmekcioğlu?.. Burada.

Mevlüt Coşkuner?.. Burada.

Osman Özcan?.. Burada.

Abdulkadir Ateş?.. Burada.

Halil Ünlütepe?.. Burada.

Mahmut Duyan?.. Burada.

Mesut Değer?.. Burada.

Erdoğan Yetenç?.. Burada.

Nezir Büyükcengiz?.. Burada.

Mehmet Işık?.. Burada.

Kâzım Türkmen?.. Burada.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, yoklama için 5 dakika süre veriyorum.

Adlarını okuduğum sayın üyelerin yoklama için elektronik cihaza girmemelerini rica ediyorum.

Yoklama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, toplantı yetersayısı vardır.

VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

2.- Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/1039) (S. Sayısı: 951) (Devam)

BAŞKAN - Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

25 inci maddeyi, 24 üncü madde olarak okutuyorum:

MADDE 24.- 2802 sayılı Kanunun 54 üncü maddesinin ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve maddeye aşağıdaki fıkralar eklenmiştir.

"Ancak, hizmetin gerekleri ile görevin özelliklerinden doğan hâllerde mesai saatleri dışında ve tatil günlerinde nöbet tutarlar."

"Nöbet gün ve saatleri ile nöbet tutanların dinlenme hakları, iş ve kadro durumlarına göre Cumhuriyet savcıları için Cumhuriyet başsavcıları, hâkimler için adlî yargı adalet komisyonu başkanları tarafından, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca belirlenecek esaslara göre tespit edilir.

Özel kanunlardaki hükümler saklıdır.

Adlî yargı hâkim ve Cumhuriyet savcıları ile Cumhuriyet başsavcı vekillerinden, bu madde kapsamında nöbet tutanlara, fiilen nöbet tuttukları her ay için yılı bütçe kanunu ile belirlenen memur maaş katsayısının yedibinbeşyüz rakamı ile çarpımı sonucu bulunacak miktar kadar nöbet tazminatı ödenir.

Adlî yargıda nöbet tutan adlî personele, birinci fıkrada yazılı miktarın 2/3'ü oranında nöbet tazminatı ödenir.

Bu tazminat, damga vergisi hariç herhangi bir vergiye tâbi tutulmaz ve ödemelerde aylıklara ilişkin hükümler uygulanır."

BAŞKAN- Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsı adına, Ankara Milletvekili Yakup Kepenek.

Sayın Kepenek, buyurun.

CHP GRUBU ADINA YAKUP KEPENEK (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, sevgili izleyenler; tabiî, milletvekilleri deyince, konuşanlar konuşmayanlar, dinleyenler dinlemeyenler, ayakta olanlar olmayanlar, tümünüz için söylüyorum ve tümünüzü selamlıyorum.

Yeni 24 üncü, eski 25 inci madde, esas olarak, mesai saatleri dışındaki çalışmaları düzenliyor ve bu çerçevede belli bir eködeme yapılmasını öngörüyor ve bu ödeme yapılırken, yalnız yargı mensupları değil, yargı personeli de, daha doğrusu, hâkim ve savcılarla birlikte diğer personelin de bu haktan, 2/3 oranında yararlanmasını düzenliyor.

Baştan şunu söyleyeyim sayın milletvekilleri; bu düzenleme, esas olarak doğrudur, hakçadır

BAŞKAN - Sayın Kepenek, beş saniyenizi rica edeyim...

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, Genel Kurulda bulunan arkadaşların lütfen sessiz olmalarını rica ediyorum.

Buyurun.

YAKUP KEPENEK (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sınıflarda öğrenciye söz dinletmek kolay oluyor da, arkadaşlarımıza burada söz dinletmek gerçekten çok güç oluyor. Ben, şimdi onun güçlüğünü yaşıyorum.

Şimdi, tekrar edeyim; bu maddeyle ilgili olarak yapılan düzenleme doğrudur ve esas olarak, doğru olmakla birlikte, gecikmiş bir düzenlemedir. Buradan geçmişte çok sözü edilen, vicdan ile cüzdan arasında sıkışmış bir yargı sürecinden kurtulmanın yolu da, herhalde bu noktadan geçmektedir.

Şimdi, bu çok doğru yaklaşımı vurguladıktan ve bu doğru yaklaşımın sürdürülmesini, yani, bu maddenin kabulünü istedikten sonra birkaç noktaya daha değinmek istiyorum.

Birincisi şudur: Ülkemizde kamu çalışanlarının maaşları genel olarak çok yetersizdir. Eğitimden sağlığa, genel hizmetlerden güvenlik hizmetlerine dek, tüm kamu çalışanları çok az bir maaşla yetinmek zorunda kalmaktadırlar. Bu olgu, maalesef, bir zamanlar, bir başbakanın "benim memurum işini bilir" demesi noktasına taşınmış ve ülkede, hepimizin yıllarca birlikte yaşamakta olduğumuz bir ahlak aşınmasına, erozyonuna neden olmuştur. Sonra, kamu çalışanları arasında çok önemli maaş farkları vardır. "Eşit işe eşit ücret" anlayışı, yine üzülerek belirtmek gerekir ki, kamuda geçerli değildir ve bu durum, yani, eşit işe eşit ücret, çağımızın en yerleşik, en hakça, en adil, adalete yaklaşmanın temel ilkesi olmasına karşın ülkemizde uygulanamamaktadır. Bu nedenle, hükümetten, bu madde çerçevesinde, özellikle kamu personeli reformunu bir an evvel gerçekleştirmesini ve bu çoklu yapının, bu dağınık yapının bir an önce düzeltilmesi yönünde başarılı, yapıcı, uygun, yeterli adımlar atmasını talep ediyorum ve istiyorum.

Hak ve adalet anlayışı, bilindiği gibi, insanların toplumsallaşmasıyla birlikte başlar ve gelinen noktada, tüm insan hakları belgeleri bu noktayı vurgular. Bizde de, mahkemelerde "adalet mülkün temelidir" sözleri bunun ayrı bir göstergesidir. Bu arada bir parantez açarak şunu söyleyeyim: Kimi mahkemelerde "adalet mülkün temelidir" yerine "adalet devletin temelidir" türü sözler yer almaktadır ve ben bunun çok da doğru olmadığını, bu konuda uyumlu, her yerde geçerli tek bir ilkenin yer almasını istediğimi belirtmek isterim.

Şimdi, hukuk devleti anlayışının egemen olması, çok büyük uğraşılardan, çok büyük kavgalardan, savaşlardan, verilen büyük mücadelelerden sonra kazanılmış bir durumdur ve bu uğraş, çok saygın bir uğraştır. Bu nedenle, hukuk devletini üstte tutmak, onu her zaman korumak, kollamak, toplumsal yapının, hepimizin en temel görevi olmalıdır.

Burada, izin verirseniz, bir anıyı anlatmak istiyorum. Hak ve hukuku savunduğu için, düşünceleri nedeniyle öldürülen Uğur Mumcu, Ankara Hukuk Fakültesinde asistanlığı sırasında başından geçen bir olayı şöyle anlatıyor: Prof. Tahsin Bekir Balta -idare hukuku profesörü- her sınavda -yazılı, sözlü; ama, daha çok yazılı sınavda- öğrencilerine "hukuk devleti nedir" sorusunu soruyor. Bir, iki, üç, beş… Uğur diyor ki: "Hocam, her sınavda aynı soruyu soruyoruz. Bu öğrenciler bunun cevabını da ezberlediler. Kolaycılığa kaçarlar. Doğru değil; bu soruyu değiştirelim." Buna karşı rahmetli Tahsin Bekir Balta'nın verdiği yanıt çok ilginçtir: "Uğur, hukuk öğrencileri bir tek bu kavramı, yani 'hukuk devleti' kavramını tam olarak öğrenirlerse, bu, bu ülke için en büyük kazanımdır."

Şimdi, bu kavrama ne kadar yakınız, bu kavramdan ne kadar uzağız, bunun kamuoyunda ve kendi aramızdaki sağlıklı tartışmasını yapmak ve bu çerçevedeki gelişmeleri görmek durumundayız. Kimi verilerden yola çıkarak şu saptamaları yapmak mümkün: Yargıda yolsuzluk olduğu bilimsel araştırmalarla da kanıtlanmaktadır. İstanbul'da 670 dolayında avukatla birlikte yapılan bir kamuoyu araştırmasında, avukatların yüzde 95'i yargıda yolsuzluk olduğunu vurguluyorlar. Bu araştırma bir yıl evvel yapılmıştır. Şimdi, bu konuda ne tür adımlar atıldı, nasıl bir düzenleme oldu, ne oldu; bu konuyu bir tarafa bırakalım; ama, yargıyı her gün uygulayanların en önemli birimi olan savunmanlar, yani avukatlar, yani savunucular, eğer, burada yolsuzluk var diyorlarsa; bizim, halka dönüp, kamuoyuna dönüp, bu yargıya güvenin demeye hakkımız olabilir mi?! O zaman, yapılması gereken; önce, o kanıyı, avukatlarda ve toplumda yerleşen, yargıda yolsuzluk var kanaatini, düşüncesini ortadan kaldıracak somut girişimlerde bulunmaktadır. Bu çok önemli bir sorundur, çok önemli bir konudur ve toplumda adalet duygusunun yerleşmesi, adalete güvenin güçlenmesi, hak arama yollarının açık olması, bu noktada büyük önem taşımaktadır.

Burada, bir başka noktanın, konunun altını çizeyim izin verirseniz değerli milletvekilleri; yargı, adalet, hak ve hukuk, yalnız ve ancak para babalarının, zenginlerin, varsılların elde edebildiği, yoksul halkın parasızlığı nedeniyle, yoksulluğu nedeniyle yararlanamadığı bir kamu hizmeti, bir toplumsal büyük hizmet, bir ulvî hizmet olma durumunda olmamalıdır. Yani, eğer, biz, hakça bir adalet sistemi oluşturmak istiyorsak; bunun, özellikle, yoksul kesimlere yaygın, etkin ve doğru dürüst ulaştırılmasını da sağlamak zorundayız. Devletin birincil görevi, yargıya güveni sağlamaktır; ama, asıl, esas görevlerinden bir tanesi de, yargının toplumun tüm katmanlarına eşit, hakça ve düzgün gitmesini sağlamaktır. Yargı, bu nedenle, çıkar çevrelerinin, para babalarının, kapalı-açık zengin kesimlerin oyuncağı olmamalıdır. Bu konuda hükümetin duyarlılığı büyük önem taşıyor. Kısaca "Ankara'da hâkimler var" güveni halkın zihninde egemen olmalıdır.

Bu konuda da bir olay anlatayım izin verirseniz. Burada anlatmadım sanıyorum. Prusya Kralı Frederik, Postdam'da bir değirmenciden değirmen bölgesini kendisine satmasını ister. Değirmenci "benim geçim kaynağım burasıdır. Şifalı sular da olsa, başka şey de olsa ben değirmenimi satmam" der. Kral Frederik, bunun üzerine "ama, ben kralım, istersem bunu zorla alırım, parasını da ödemem" deyince, Prusyalı değirmencinin krala verdiği yanıt hukuk ders kitaplarına geçmiştir. Der ki değirmenci: "Ben de Berlin'e giderim, sizi hâkime şikâyet ederim."

Değerli arkadaşlar, biz, böyle bir adalet sisteminin, anlayışının, böyle bir hak arayışı yollarının açıklığının özlemini çeken bir toplum olmaktan bunu yaşayan bir topluma dönüşmek, bunu yaşayan insanlar olmak durumundayız ve ikiyüz sene evvel olan bir olayı, biz bugün, 21 inci Yüzyılın başında Ankara için söyletebilmeliyiz. Ülkenin dört bir yanında bulunan insanlar başları derde girdiği vakit, haksızlığa uğradıkları vakit "Ankara'da hâkimler var" diyebilmeliler; toprak ağasına da diyebilmeliler, siyaset ağasına da diyebilmeliler, tüccara da diyebilmeliler, başkalarına da diyebilmeliler. Bunu sağlamak zorundayız.

Yargının diğer sorunları da var, önemli sorunları var. meslekiçi yükselmelerde,  hâkimlerin, savcıların yükselmelerinde her zaman nesnel, geçerli ölçülerin kullanıldığı, hakça bir yükselme sürecinin yaşandığı pek söylenemez. Bu çerçevede alınacak çok önlem var, yapılacak çok iş var. Bakanlığımıza bu noktada da büyük görevler düşmektedir.

Yine, bu bağlamda belirtilmesi gereken bir başka şey var: Hizmetin kalitesini yükseltmek, personelin kalitesinin yüksekliğiyle olur. Gerek yargıyı dağıtanlar, gerek savcılar, hâkimler, personel ve bunlarla birlikte avukatlar; yani, yargının savunma öğesi, çok büyük önem taşımaktadır. Ülkemizde avukatların çalışma koşulları, iş koşulları, koşturmaları ve durumları, üzülerek belirtmek gerekir ki, çok da iyi değildir. Bu iyi olmamanın, bu düzgün işleyememenin arkasında adlî sistemin, adalet yapısının niteliksel, insangücü niteliğinin yetersizliği kadar ya da onunla birlikte, diğer fiziksel konum, oda, bina, yapı, ulaşım ve benzeri gereksinmelerinin, araç-gereç gereksinmelerinin yetersizliği de çok büyük rol oynamaktadır. Şimdi, o çerçevede -kuşkusuz, Adalet Bakanlığına ayrılan bütçe ortada- hükümetin elini kolunu bağlayan bir para sorunu olduğu ortada. Ancak, adalet hizmetlerine ayrılacak her kuruş, her tür harcama, hakkı ve adaleti dağıtmaya yardım edeceği için, o alanda toplumsal gelişmeyi güçlendireceği için, toplumda hakkın, hukukun yerini bulduğu düşüncesini yaratacağı için, harcamanın kendisinden çok daha büyük toplumsal kazanım, güven duygusu ve birliktelik ve dayanışmayı yaratacaktır. Dolayısıyla, adalete harcanacak her kuruş, birkaç katıyla toplumsal getiri, toplumsal kâr, toplumsal verim olarak geriye dönecektir. Bu nedenle, adaletin yerine getirilmesinde parasal harcamalardan hiçbir biçimde çekinmemek gerekir; çünkü, bu hem toplumsal güveni ve dayanışmayı güçlendirecek hem insanlar arasındaki dostluğu, kardeşliği güçlendirecek hem de aynı zamanda dönerek adaletin kendi yükünü hafifletecektir. Neden hafifletecektir, daha az suçlunun, daha az, işte, kötü yola düşenin diyelim, kötü işler yapanın; daha çok yargıya başvurmak zorunda kalanların sayısının, toplumdaki hak anlayışının genişlemesi, gelişmesi, yaygınlaşması ve güçlenmesi, yargının da toplumun da yükünü hafifletecektir. Bu çerçevede, Sayın Bakanla Kalecik İlçesinin adalet sarayının açılışında birlikte bulunma onurunu taşıdım. O doğrultudaki çabaları yerinde ve doğru buluyorum, bunun devamını diliyorum. Bu arada, dokunulmazlıkların kaldırılmasına bunun katkı yapmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Kepenek, teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, madde üzerinde 2 adet önerge vardır; önergeleri önce geliş sıralarına göre okutup sonra aykırılıklarına göre işleme alacağım.

İlk önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 951 sıra sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 24 üncü maddesine aşağıdaki fıkranın eklenmesini arz ve teklif ederim.

Saygılarımla.

           Mehmet Eraslan

              Hatay

"Adlî ve idarî hâkim ve savcıların emekliliklerinde, hizmette geçirdikleri her yıl için ¼ oranında fiilî hizmet sürelerine ilave yapılır."

BAŞKAN - İkinci önergeyi okutup, işleme alacağım.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 24 üncü maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve talep ederiz.

 

İrfan Gündüz

Sabri Varan

Mehmet Kurt

 

İstanbul

Gümüşhane

Samsun

 

Mustafa Çakır

Mehmet Emin Tutan

 

 

Samsun

Bursa

 

"Madde 24 - 2802 sayılı Kanunun 54 üncü maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

Madde 54 - Hâkim ve savcılar, haftalık çalışma süresi ve günlük çalışma saatleri yönünden Devlet Memurları Kanunundaki hükümlere tabidirler. Ancak, hizmetin gerekleri ile görevin özelliklerinden doğan hallerde mesai saatleri dışında ve tatil günlerinde nöbet tutarlar.

Nöbet gün ve saatleri ile nöbet tutanların dinlenme hakları, iş ve kadro durumlarına göre Cumhuriyet savcıları için Cumhuriyet başsavcıları, hâkimler için adlî yargı adalet komisyonu başkanları tarafından, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca belirlenecek esaslara göre tespit edilir.

Özel kanunlardaki hükümler saklıdır.

Mesai saatleri dışında, genel tatil günlerinde veya hafta sonu tatillerinde bu madde kapsamında nöbet tutan adlî yargı hâkim, Cumhuriyet başsavcısı, Cumhuriyet başsavcıvekili ve Cumhuriyet savcılarına, karşılığında izin kullanılmasına müsaade edilmeyen ve kesintisiz sekiz saatten az olmamak üzere tutulan her nöbet günü için, il merkezleri ile en son yapılan resmî nüfus sayımına göre nüfusu yüzbinden fazla olan ilçe merkezlerinde 1000, diğer yerlerde 500 gösterge rakamının, adlî yargıda bunlarla birlikte nöbet tutan adlî personele ise bu gösterge rakamlarının yarısının, memur aylıklarına uygulanan katsayıyla çarpımı sonucu bulunacak tutarda nöbet ücreti ödenir. Bir kişiye bu şekilde ücret ödenebilecek nöbet sayısı ayda yedi günü geçemez. Nöbet ücreti ödenen günler için adlî personele ayrıca fazla çalışma ücreti ödenmez. Bu ücret damga vergisi hariç herhangi bir vergi ve kesintiye tabi tutulmaz."

BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?

ADALET KOMİSYONU BAŞKANVEKİLİ RECEP ÖZEL (Isparta) - Takdire bırakıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Hükümet?..

ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) - Katılıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Nöbet tutulan yerlerin iş yoğunluğu dikkate alınarak, nöbet ücreti kademelendirilmiş ve ücret dengesinin korunması için nöbet tutulan gün sayılarıyla ilgilendirilmiş ve sınırlama getirilmiştir.

BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, ilk okuttuğum önergeyi işleme alamıyorum; çünkü, ikinci verilen önergeyle madde muhtevası tamamen değiştiğinden, diğer önergeyi işlemden kaldırıyorum.

Kabul edilen önerge doğrultusunda maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

26 ncı maddeyi 25 inci madde olarak okutuyorum:

MADDE 25.- 2802 sayılı Kanunun 58 inci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"Madde 58.- Hâkimlere ve savcılara sicil numarası verilir, haklarındaki belgeler gizli ve açık sicil dosyalarıyla özlük dosyasında saklanır. Ayrıca bu bilgiler elektronik ortamda da tutulabilir."

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsı adına, Çorum Milletvekili Sayın Feridun Ayvazoğlu; buyurun.

CHP GRUBU ADINA FERİDUN AYVAZOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz 951 sıra sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununda yapılacak olan değişiklikler ile bazı kanunlarda yapılacak olan değişikliklere ilişkin kanun tasarısıyla ilgili görüşmekte olduğumuz ve değişen 25 inci maddeye ilişkin olmak üzere, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına ve şahsım adına söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, 2802 sayılı Kanunun 58 inci maddesi değiştiriliyor, bu tasarı maddesiyle; daha doğrusu, bir cümle ekleniyor.

Halihazırdaki yürürlükte bulunan madde, 58 inci madde, "hâkimlere ve savcılara sicil numarası verilir, haklarındaki belgeler, gizli ve açık sicil dosyalarıyla özlük dosyasında saklanır" idi. Bu, zaten var; şimdi var olmaya devam edecek; şu cümle ekleniyor:"Ayrıca bu bilgiler elektronik ortamda da tutulabilir." Yani, burada "hâkim ve savcılara ilişkin sicil numarası verildikten sonra, ilgili belgeler, gizli ve açık sicil dosyalarında ve özlük dosyasında saklanır" şeklindeki ibareden sonra, bunların elektronik ortamda da tutulabilmesine, elbette, bu yöndeki sicil dosyalarını tutmakta bulunan, gerek Adalet Bakanlığındaki büro gerekse Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulundaki ilgili birim yetkili olacaktır; bundan daha doğal bir şey olamaz. Bu bilgi ve belgelerin, artık, çağımız teknolojisi gereğince, her ortamda bulunan, elektronik bir şekilde bunların tutulması da, elbette, çağın ve teknolojinin gereğidir diye düşünüyoruz. Bu, tutulabilmesi, zorunlu olmaktan çıkarılmış, daha doğrusu zorunluluktan ibaret olmayıp takdire bağlı bir duruma getirilmiş oluyor.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, elbette, bizler, buraya çıkıyoruz ve belirli alanlarda gelen tasarılarla ilgili konuşmalar yapıyoruz. Birbirimizi yeterince tanıyoruz, tanımıyoruz; ama, hepimiz, elbette, bu kürsüye çıktığımızda, değerli milletvekili arkadaşlarımıza, kısaca da olsa, birbirimizin bilgisini verme şansımız, alma şansımız olabilir; ama, ben de huzurunuzda, bu mesleği, cumhuriyet savcılığı mesleğini on yıl süresince yapan bir arkadaşınız olarak konuşmada bulunuyorum; bunu da bilgilerinize sunayım ve sicillerden bahsedilince, sicil numaramız da 21 550 idi. Şu anda, sanıyorum, hâkim ve savcılarımıza verilen sicil numarası 40 000'leri aştı diye  biliyoruz; bilmiyorum, kesin bir rakam ve sayı vermek istemiyorum; ama, 40 000'leri aştı bu sayı. Elbette, bu sicil numaraları, hâkim ve savcıların, emekliliğinin sonuna kadar, görevinin devamınca ve emekliliğin sonuna kadar giden bir sicil numarasıdır. Yalnız, en son, adlî personelin -hâkim, savcı, icra müdürleri ve diğer personel dahil olmak üzere- tümüne aynı sicil numarası verilecek diye bir duyum aldık. Ne derece doğrudur bilmiyorum; ama, eğer böyle bir uygulama yapılır ise -yapılır demiyoruz veya yapılacak demiyoruz- bunun, hâkimlik ve savcılık mesleğine pek uygun olmadığını burada, huzurunuzda, Yüce Meclisin huzurunda sizlere bilgi olarak vermek istiyorum. Diliyoruz, böyle bir uygulamaya geçilmez; çünkü, gerçekten yargı denildiğinde, Anayasamızdaki yargı bağımsızlığı dediğimizde, bağımsız yargı denildiğinde, elbette bunun birinci derecede sorumlusu ve muhatabının hâkimler ve savcılar olduğunu bir kez daha burada vurgulamak istiyorum ve bu nedenle de hâkimler ve savcıların kendilerine özgü sicil numarasının verilmesinin doğru bir uygulama olduğunu, bunun diğer personelle birlikte verilmesinin uygun olmayacağını, uygulamalarda bunun birtakım sakıncalar yaratabileceğini belirtmek istiyorum. O nedenle burada, maddede yeri gelmişken bilgi olarak sunmak istedim.

Şu ana kadar 24 maddeyi görüştük ve ben, şimdi söz almadan önce görüşülen madde 24 üncü madde idi. Bu maddede, biz, gerek altkomisyonda gerekse Adalet Komisyonunda yapmış olduğumuz çalışmalarda belirli bir şekilde hâkim ve savcılar ile adlî personele ilişkin iyileştirmelerden yana olduğumuzu ve bu niyetimizin aynı şekilde İktidar Partisi tarafından da paylaşıldığını bilerek ve düşünerek, bu saate kadar, bugüne kadar bu tasarıyla ilgili değişikliklere olumlu yönde baktığımızı ve olumlu yönde oy kullandığımızı, oy kullanacağımızı söylemiştik. Bu doğrultuda olmak üzere, vermiş olduğumuz önerge istikametinde, Adalet Komisyonunda gerçekten uygun bir değişiklikle, bizim belirtmiş olduğumuz ve bu kanunla değiştirilen ve bu kanuna temel teşkil eden, gerek Türk Ceza Kanunundaki yeni sistemle gerekse Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunundaki yeni sistemle getirilen nöbet sistemine, nöbet tutan hâkim ve savcılar ile adlî personele nöbet hakkının dinlenme hakkı şeklinde de verilmesi gerektiğinin, nöbet görevinin ve sorumluluğunun sonunda dinlenme hakkının da verilmesi şeklindeydi, buna ek olarak nöbet tazminatı eklendi.

Tabiî, bu nöbet tazminatı, daha sonra, şu anda verilen önergeyle nöbet ücreti şekline dönüştürüldü; ama, biz, o gün verilen önergenin kabul edildiği haliyle, sanıyorum bir miktar olarak belirtmek gerekirse, oradaki hesap sonucu bir hâkim ve savcıya ödenecek olan nöbet tazminatı ortalama 400 000 000 liraya yakın bir tutarda bulunuyor idi, bunun üçte 2'si nöbet tutan adlî personele verilmek üzere idi; ancak, verilen ve kabul edilen teklifle, önergeyle, bu, biraz daha kısıtlandı ve bu hakkın, miktar olarak, tazminat olarak, ücret olarak biraz daha az verilmesine sebep oldu diye düşünüyoruz.

Bunu, Yüce Meclisin huzurunda, değerli milletvekillerinin bilgisine ve bu konuyla ilgilenen, gerek hâkim ve savcılarımıza gerekse adlî personele ve kamuoyuyla paylaşmak için verdiğimi belirtmek istiyorum.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, gerçekten çok önemli bir kesimin, çok önemli bir alanın mensuplarıyla ilgili, mensuplarını yakından ilgilendiren bir yasa değişikliği olunca, ister istemez, bunu, siz değerli milletvekillerimizle, cumartesi gününden beri, bugün dahil iki gündür paylaşmak durumunda kaldık.

Elbette denilebilir ki, uzlaşılacak maddelerimiz çoğunlukta, eleştirilecek ve eleştirilen maddeler çok azınlıktaydı, muhalefet ettiğiniz maddeler de azdı, neden bu kadar uzatılıyor denilebilir; ama, ne olursa olsun, şunun altını bir kez daha çizmek istiyorum değerli arkadaşlarım: Bu Meclisin çatısı altında, yasama görevi yaparken, Anayasamızda yer alan çok önemli ve temel ayaklar tartışılırken, temel prensipler konuşulurken, bunların muhataplarıyla ilgili yasa değişiklikleri konuşulurken, mutlaka ve mutlaka, siz değerli milletvekilleriyle, burada, zaman önem taşımaz noktasından hareketle, sizlerle ve kamuoyuyla ve ilgili muhataplarıyla bunu paylaşmamız zorunludur noktasından hareket ettiğimiz içindir. Bu noktadan hareketle bunları paylaşıyoruz, iki gündür bu yasa değişikliğini tartışıyoruz.

Baktığımızda, gerçekten, değerli arkadaşlarım, hâkim ve savcılarla ilgili olarak, Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi kaynaklarına bakıldığında, çok önemli kurum ve kuruluşların -bunları, yani hâkim ve savcılık mesleğini- yargıyı ne derece önemli bir şekilde ele aldığını ve olmazsa olmaz kurallarının içerisinde, demokrasinin bu kurallarından mutlaka ve mutlaka vazgeçilemeyecek şekilde yer alan bir unsur olduğunu, bir kez daha gözlemliyoruz. Örneğin, 1985 tarihli Birleşmiş Milletler yargı bağımsızlığına dair temel prensiplerde, yine hâkimlerin görev süresi, bağımsızlığı, güvenliği, alacakları yeterli ücret, hizmet şartları, emekli aylıkları, emeklilik yaşı kanunda yeterli biçimde güvence altına alınır. Yine, hâkimlerin yükselmelerinden tutalım, dürüstlük ve deneyimlerinden, objektif nedenlere dayanması gereğinden, meslekî sıfatları nedeniyle bir hâkim hakkında yapılan suç isnatları, şikâyetler, uygun bir usule göre, hızla ve adil biçimde takip edilir şeklindeki hükümlerine bakıldığında, gerçekten, hâkim ve savcılık mesleğinin, bir kez daha ne kadar önem taşıdığını gözlemlemek durumunda kalıyoruz.

Yine, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin 13 Ekim 1994 tarihli tavsiye kararında, buna benzer, bu noktada,buna paralel ilkeleri kalem altına aldığını görmekteyiz.

Yine "hüküm verme süreci içerisinde bulunan hâkimler bağımsız olmalı ve her türlü çevreden, her türlü nedenle doğrudan veya dolaylı olarak gelebilecek müdahalelerden, tehditlerden, baskılardan, teşviklerden, uygunsuz etkilerden ve sınırlamalardan uzak biçimde hareket edebilmelidir" şeklindeki vazgeçilmez ilkeleri, kalem altına almışlardır.

Yine "hâkimlerin görevlerini etkin ve eksiksiz bir şekilde yerine getirmemesi veya disiplin cezasını gerektiren bir suçun varlığı halinde, adlî bağımsızlığı zedelemeyecek şekilde, gerekli tüm önlemler alınmalıdır" şeklinde  de hüküm getirerek, bir hâkim ve savcı hakkında yapılacak olan belirli şikâyetlerin ve suç isnatlarındaki haklarında yapılacak soruşturmaların da çok ciddî bir biçimde ele alınması gerektiği noktasında, bunlar da hüküm altına alınmıştır.

Yine aynı çerçevede, devamla, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetlerini Korumaya Dair Avrupa Sözleşmesinin de Adil Yargılama kenar başlıklı 6 ncı maddesi şeklinde devam eden hükümlerinde de bu paralelliğe destek veren hükümler yer almaktadır.

Yine, elbette hepimiz biliyoruz ve bu iddiadayız ki, Avrupa Birliğinin ülkemiz hakkında açıkladığı 2003 Yılı İlerleme Raporunda da, yine, yargı sistemine ilişkin bölümlerinde, yargının ağır iş yükünün, olumsuz bulunan hususlar arasında sayıldığı açıkça görülmektedir. Yine söz konusu bu bölümde, yargının işleyişi, ilgili olarak hâkim ve savcıların gerçekten büyük bir iş yükü altında olduğu, buna paralel olarak, adlî personelin bu iş yükünü birlikte taşımak zorunda oldukları hüküm altına alınmıştır.

Elbette, adlî personel derken, burada, Sayın Bakanımızın da bu çalışmaların içerisinde olacağını bizler biliyoruz. Önümüzdeki süreçte bu çalışmalar yapılacaktır; gerek personel düzenindeki komple çalışmalarda gerekse adliyeye ilişkin özel olarak yapılacak çalışmalarda, adliyeyi bir bütün olarak ele almakta büyük fayda olacaktır. Hâkim ve savcılar zabıt kâtibi olmadan, zabıt kâtipleri, mübaşirler olmadan, müstahdemler olmadan, yine, icra dairelerinden tutalım, icra müdürlerine ve icra personeline kadar, cezaevi personeline kadar ve bu arada adliyenin yine bütünü olarak kabul etmek zorunda kaldığımız seçim kurulundaki bütün görevli arkadaşlarımızın, personelin de, aynı çerçevede, birbiriyle ayrımcılığı giderecek şekilde, bunların özlük haklarının, malî haklarının tek elde toplanarak, bu adaletsizliğin adalet süreci içerisinde giderilmesi gerektiğini ve bu noktada da gerçekten ciddî çalışmaların yapılmasını, bu Mecliste, diliyoruz ve istiyoruz ki, bizler görelim, bizlere kısmet olsun diyorum.

Elbette, değerli arkadaşlarım, yeri geldikçe konuşmak durumunda kaldığımız bu maddelerle ilgili olarak hepimizin amacı adalet içerisinde adaletsizlik olmasın. Hepimizin duygu ve düşüncesi, iyi niyeti bu çerçevede. Demokrasinin ayakta kalabilmesi hukuk devletiyle mümkündür.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Ayvazoğlu, lütfen, konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun.

FERİDUN AYVAZOĞLU (Devamla) - Hukuk devletinin ayakta kalabilmesi de, yine, bu adaletsizliklerin adalet teşkilatı içerisinde giderilmesiyle mümkün olacaktır ve bir gün olacaktır, yarın bir gün, belki bizler, belki bizim dışımızdaki yakınlarımızın ve yetmiş milyon insanlarımızdan birilerinin mutlaka adalete ve hukuka ihtiyacı olacaktır. Bu, milletvekili olabilir, bakan olabilir, başbakan olabilir; ama, hepimizin ihtiyacı hukuktan ve adaletten geçecektir. Bir gün olacak bunlar da görülecektir, görülebilecektir diye düşünelim.

Bu duygu ve düşüncelerle, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ayvazoğlu.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

27 nci maddeyi 26 ncı madde olarak okutuyorum:

MADDE 26.- 2802 sayılı Kanunun 69 uncu maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde geçen "ağır hapis veya" ibaresi metinden çıkarılmış; aynı fıkranın ikinci cümlesinde geçen "ağır hapis" ibaresi "hapis" şeklinde değiştirilmiş; ikinci fıkrasında geçen "647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkında Kanunun 4 üncü maddesindeki" ibaresi ile üçüncü fıkrasında geçen "647 sayılı Kanunun 4 üncü maddesindeki" ibaresi "5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 50 nci maddesindeki" şeklinde değiştirilmiştir.

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsı adına, Antalya Milletvekili Sayın Tuncay Ercenk; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA TUNCAY ERCENK (Antalya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 951 sıra sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu raporunun 26 ncı maddesi hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına ve kişisel görüşlerimi açıklamak üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, tasarının 26 ncı maddesiyle ilgili gerekçeye baktığımız zaman "2802 sayılı Kanunun 69 uncu maddesinin ikinci ve üçüncü fıkralarında yapılan değişiklikle, madde metni 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu ile uyumlu hale getirilmiştir" deniyor. Gerçekten, bu uyumun sağlanması doğal bir gelişmedir, doğal bir sonuçtur.

Şimdi, bundan önceki konuşmamda belirttiğim gibi; tamam, bu değişiklik uyumlu hale getiriliyor da, ne ne oluyor, ne yapılıyor da uyumlu hale getiriliyor, nereden ne çıkarılıyor, nerede ne, hangi madde ekleniyor; onu da açıklamakta yarar var diye düşünüyorum.

Şimdi, 2802 sayılı Kanunun 69 uncu maddesini önce okumak gerekiyor, bilmek gerekiyor ki, bu maddeyle ilgili düşüncelerimizi açıklayabilelim.

Yine, 2802 sayılı Yasanın 69 uncu maddesi hâkim ve savcıların meslekten çıkarılmasını düzenliyor. Meslekten çıkarma ise, bir daha mesleğe alınmamak üzere göreve son verilme olarak belirtilmiş 69 uncu maddede.

"68 inci maddenin (e) bendinde yazılı hallerden dolayı hangi sınıf ve derecede olursa olsun -69 uncu maddeyi inceliyoruz- iki defa diğer hallerden dolayı bir derecede iki veya derece ve sınıf kaydı aranmaksızın üç defa yer değiştirme veya derece yükselmesinin durdurulması cezası almış olmak veya taksirli suçlar hariç olmak üzere, ağır hapis veya üç aydan fazla hapis veya affa uğramış olsa bile 8 inci maddenin (h) bendinde yazılı suçlardan biri ile kesin hüküm giymek meslekten çıkarılmayı gerektirir" diyor 69 uncu maddenin birinci cümlesi; "Ancak, hürriyeti bağlayıcı cezanın ağır hapis veya yukarıda belirtilen suçlardan dolayı verilmemiş olması şartıyla, ertelenmiş veya 647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkında Kanunun 4 üncü maddesindeki ceza ve tedbirlerden birine çevrilmiş olması halinde meslekten çıkarma cezası yerine yer değiştirme cezası verilir" diyor.

Yine, önümüzdeki tasarının 26 ncı maddesiyle uyumlu hale getirilen, 26.9.2004'te çıkarılan yasayla uyumlu hale getirilmesi gereken 69 uncu maddenin üçüncü fıkrasında da "Hükümlülüğü gerektiren suç, mesleğin şeref ve onurunu bozan veya mesleğe olan genel saygı ve güveni gideren nitelikte görülürse, cezanın miktarına ve ertelenmiş veya 647 sayılı Kanunun 4 üncü maddesindeki ceza veya tedbirlerden birine çevrilmiş olup olmadığına bakılmaksızın, meslekten çıkarma cezası verilir" denmektedir.

Şimdi, bu eski metni ben size arz ettim. Yeni metinde, yani, bu tasarıyla uyumlu hale getirilen; yani, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunuyla uyumlu hale getirilme gerekçesinde belirtildiği gibi, 69 uncu maddenin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde geçen "ağır hapis veya" ibaresi metinden çıkarılmış; aynı fıkranın ikinci cümlesinde geçen "ağır hapis" ibaresi, "hapis" şeklinde değiştirilmiş; ikinci fıkrasında geçen "647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkında Kanunun 4 üncü maddesindeki" ibaresi ile üçüncü fıkrasında yer alan "647 sayılı Kanunun 4 üncü maddesindeki" ibaresi de, yine, yeni ceza yasasıyla uyumlu hale getirilmesi için "5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 50 nci maddesindeki" -tırnak içinde bunlar- şeklinde değiştirilmiştir.

Şimdi, bu değişiklikle doğal bir uyum gerçekten sağlanmış. Bu şekilde değiştirilen maddeye baktığımız zaman, meslekten çıkarma cezası, yine, tarifi aynı kalıyor değişiklikle; ancak, değiştirilen şekliyle size sunmak istiyorum: "68 inci maddenin (e) bendinde yazılı hallerden dolayı hangi sınıf ve derecede olursa olsun iki defa diğer hallerden dolayı bir derecede iki veya derece ve sınıf kaydı aranmaksızın üç defa yer değiştirme veya derece yükselmesinin durdurulması cezası almış olmak veya taksirli suçlar hariç olmak üzere…" ibaresinden  sonra,  "ağır hapis veya" ibaresi çıkarılmış -devam ediyor- "üç aydan fazla hapis veya affa uğramış olsa bile 8 inci maddenin (h) bendinde yazılı suçlardan biri ile kesin hüküm giymek meslekten çıkarılmayı gerektirir. Ancak -yeni metni okuyorum- hürriyeti bağlayıcı cezanın hapis veya yukarıda belirtilen suçlardan dolayı verilmemiş olması şartıyla, ertelenmiş veya 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 50 nci  maddesindeki ceza ve tedbirlerden birine çevrilmiş olması halinde meslekten çıkarma cezası yerine yer değiştirme cezası verilir."

Yine, değiştirilen 69 uncu maddenin üçüncü fıkrasını yeni haliyle Yüce Meclise sunmak istiyorum: "Hükümlülüğü gerektiren suç, mesleğin şeref ve onurunu bozan veya mesleğe olan genel saygı ve güveni gideren nitelikte görülürse, cezanın miktarına ve ertelenmiş veya 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 50 nci maddesindeki ceza veya tedbirlerden birine çevrilmiş olup olmadığına bakılmaksızın, meslekten çıkarma cezası verilir."

Şimdi, bu incelemeyi yaptıktan sonra teknik olarak bir eksikliği Yüce Meclise sunmak istiyorum. Tabiî, daha sonra çıkarılan tasarıda, yetkililerle görüşmemde böyle bir düzenleme yapıldığı bana iletildi; ancak, bu maddeye de el değmişken, buradaki "ağır hapis" tabirinin de çıkarılmasında yarar vardı diye düşünüyoruz.

Şimdi, 8 inci maddenin (h) bendinde yazılı suçlardan biriyle kesin hüküm giymek eski maddede de vardı, yeni maddede var o. Ancak, orada (h) maddesine atıf yapıldığı için (h) maddesine bakmak gerekiyor, yani, (h) fıkrasına. Hangi maddenin; 8 inci maddenin (h) fıkrasına bakmak gerekiyor. Taksirli suçlar hariç olmak üzere, ağır hapis veya üç aydan fazla hapis veya affa uğramış olsa bile devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlar ile zimmet, ihtilas, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı veya şeref ve haysiyet kırıcı bir suçtan veya kaçakçılık, resmî ihale ve alım satımlara fesat karıştırma, devlet sırlarını açığa vurma suçlarından dolayı hükümlü bulunmamak veya bu suçlardan veya taksirli suçlar hariç olmak üzere üç aydan fazla hürriyeti bağlayıcı cezayı gerektiren bir fiilden dolayı soruşturma veya kovuşturma altında olmamak hâkim adaylarının ve savcı adaylarının niteliklerinden birisi.

Şimdi, yeni maddede de, bu (h) fıkrasına atıf yapılıyor; ancak…

BAŞKAN - Sayın Ercenk, affınıza sığınarak bir şeyi söyleyeyim. "H" harfini "haş" olarak söylüyorsunuz. Bizim alfabede "haş" ifadesi yok, herhalde, bunun "he" veya "ha" olması lazım. Bunu düzeltirseniz memnun olurum. Yani, milletin kürsüsünden böyle bir şey olmasın.

TUNCAY ERCENK (Devamla) - Anlaşılıyor o.

Şimdi "ağır hapis cezası" veya "ağır hapis" tabiri, 2802 sayılı Kanunun 69 uncu maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde "ağır hapis veya" ibaresi bu tasarının 26 ncı maddesiyle çıkarılmış vaziyette; ama, atıf yapıldığı 8 inci maddenin (h) -Sayın Başkanın uyarısını dikkate alalım o zaman, "haş" demeyeyim "he" diyeyim- fıkrasında "ağır hapis" tabiri aynen kalmış. Burada bir eksiklik olduğunu hissediyorum; yani, bu maddeye, 8 inci maddeye, (h) fıkrasına bir el değmişken, bu "ağır hapis" kelimelerinin de oradan çıkarılması gerekirdi diye düşünüyorum. Teknik bir düzenleme belki; ama, bu şekilde de herhangi bir mahzuru biz görmüyoruz. Gerçi, yetkililerle görüşmemde 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun (kabul tarihi 4.11.2004) 6 ncı maddesinde "özel ceza kanunları ile ceza içeren kanunlarda öngörülen 'ağır hapis' cezaları, 'hapis' cezasına çevrilmiştir" deniliyor. Doğru, bütün hepsini mutlaka kapsamaktadır, ona bir diyeceğimiz yok; ama, herhalde bir teknik eksiklik olmuş. (h) fıkrasına yapılan atıfta, bu ağır hapis cezası da doğrudan doğruya çıkarılsaydı, öyle sanıyorum ki, daha uygun bir iş yapılmış olurdu.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu tasarı, tabiî, biraz önceki konuşmamda da söylediğim gibi, hâkim ve savcılarımızın özlük işlerine ne derece katkı sağlayacaktır, ne derece onların malî güçlerini iyileştirecektir, bunun bir tartışma noktasında yarar vardır. Yine özellikle kuvvetler ayrılığı prensibinin önemli unsurlarından biri olan yargıya verilecek önem, sadece yargı önünde, hâkimin önünde durup ifade vermekle olmaz veya savcıya ifade vermekle olmaz. O önünde durduğunuz hâkim ve savcının da, yaptığı görevin değeriyle, imajıyla, ağırlığıyla etkili biçimde görevlendirilmesi ve yetkilendirilmesi gerekiyor, onun yaşam tarzının diğer kesimlerden çok farklı olması gerekiyor; çünkü, yapılan iş, ciddî bir iştir; karar veriyorsunuz, hâkim kararı, Türk Milleti adına karar veriyorsunuz. Hiçbir kuruluşta yoktur "Türk Milleti adına karar veren bağımsız mahkeme" diye yazar; numarasını söyler, asliye hukuk der, ağır ceza der ve Türk Milleti adına karar veren bir kurum. Bu denli millet adına karar veren bir kurumun da, öyle sanıyorum ki, her yönüyle önemli, ağırlığıyla toplumda yer ettiğini ve önemli kararlara imza atan bir kesim olduğunu her fırsatta anlatmamız ve onu hissettirmemiz gerekiyor ki, yargıya olan saygı, bağımsız yargıya olan saygı, hâkimlere ve savcılarımıza olan saygı biraz daha, giderek artsın, hâkim ve savcılardan korkarak yargı önüne gitmemezlik olmasın, onlara güvenmek lazım. Hâkim ve savcılarımıza güvenmek durumundayız. Onun için, vatandaş, nasıl, yargı önüne suçlu veya suçsuz olduğunu ispatlamaya gidiyorsa, bütün siyasîlerimizin de, aynı anlayışla, aynı cesaretle, aynı duyarlılıkla -suç işlediği iddia edilen siyasîlerimizi kastediyorum tabiî- çıkıp, hâkim ve savcı önünde, alınları ak, yürekli pak, ifadelerini vermeleri gerekir. Hâkim ve savcının önünden kaçmamak, tam aksine, kendilerini ona teslim etmeleri gerekiyor. Bunların başında da, bu görevi üstleneceklerin başında da siyasetçilerimiz geliyor ve bir an evvel, siyasetçilerimizin de, suç işlediği iddia edilen siyasetçilerimizin de, dokunulmazlıklarının kaldırılarak yargı önüne çıkmasında, ifade vermesinde ve eğer, gerçekten aklanacaklarına inanıyorlarsa, gerçekten suçsuz olduklarına inanıyorlarsa, aklanmalarına fırsat verilmesi gerekiyor. Adaletten kaçılmaz, adalete sığınılır; çünkü, adalet, gerçekten önemli bir kurumdur. Adaletten kaçmak insana bir şey getirmez; tam aksine, adalete gidip aklanırsanız çok şey kazanırsınız. Mahkûm olacaksanız, o dosyaların içindeki delillerdir, ona da rıza göstereceksiniz.

Bir an evvel, hâkim ve savcılarımıza vatandaşlarımızın teslim olduğu gibi, siyasîlerimizin de, suç işlediği iddia edilen siyasîlerimizin de, bakan olsun, milletvekili olsun, gidip onların önünde aklanmaya çalışmalarını talep ediyorum ve Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ercenk.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…

HALİL TİRYAKİ (Kırıkkale) - Karar yetersayısının aranılmasını istiyoruz.

BAŞKAN - Geçti…

Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

HALİL TİRYAKİ (Kırıkkale) - Nereye kabul edildi?! Başkan, valla olmadı!.. 

BAŞKAN - 28 inci maddeyi 27 nci madde olarak okutuyorum:

MADDE 27.- 2802 sayılı Kanunun 72 nci maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"Ceza soruşturması veya kovuşturması ile disiplin soruşturmasının bir arada yürütülmesi ve zamanaşımı

Madde 72.- Hâkim ve savcılar hakkında ceza soruşturması veya kovuşturmasına başlanmış olması, aynı olaydan dolayı disiplin soruşturmasını gerektirmeyeceği gibi, ilgilinin mahkûm olması veya olmaması ayrıca disiplin cezası verilmesine engel teşkil etmez.

Meslekten çıkarma ve yer değiştirme cezalarını gerektiren eylemler hariç olmak üzere, bu Kanuna göre disiplin soruşturmasını gerektiren eylemlerin işlenmesinden itibaren üç yıl geçmiş ise disiplin soruşturması açılamaz. Disiplin cezasını gerektiren eylemin işlendiği tarihten itibaren beş yıl geçmiş ise disiplin cezası verilemez.

Disiplin cezasını gerektiren eylem, aynı zamanda bir suç teşkil eder ve bu suç için kanunda daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörülmüş olur ve ceza soruşturması veya kovuşturması da açılır ise, ikinci fıkrada belirtilen süre yerine bu süreler uygulanır. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca kovuşturma sonucunun beklenmesine karar verilenler hakkında ise, mahkeme kararının kesinleşmesinden itibaren iki yıl geçmekle ceza verme yetkisi zamanaşımına uğrar."

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsı adına, Antalya Milletvekili Feridun Fikret Baloğlu.

Sayın Baloğlu, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına. Hâkimlerimize ve savcılarımıza gösterdiğimiz büyük ilginin, onlara duyduğumuz güvenin bir yansıması olarak, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu, bu kanunun üzerinde hassasiyetle duruyor. Gördüğünüz gibi, bütün maddelerde, düşüncelerimizi ayrıntılı bir biçimde ifade ediyoruz.

Ben sözlerime başlamadan önce, Karadenizin güçlü sesi Kâzım Koyuncu'nun kaybı nedeniyle, sevenlerine başsağlığı diliyorum. Kâzım Koyuncu, özgün bir sesti, Karadenizin sesiydi, Karadenizin hırçınlığının, kararlılığının sesiydi ve adil bir dünya için mücadele eden bir insandı, bir sanatçıydı. Dostlara başsağlığı diliyorum, bir değeri yitirdik ve onun kurmaya çalıştığı adil düzen mücadelesini sürdüren dostlarını da selamlıyorum.

Aslında, adil bir düzen için, sağlıklı bir yargının oluşmuş olması gerekir. Biz de, bunu, bugün yapmaya çalışıyoruz, bunu tartışıyoruz; ama, hangi şartlarda tartıştığımıza bir bakmak gerekiyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi, inanılmayacak biçimde, ağır şartlar altında çalışıyor. Şimdi, kameralar, pek adil davranmıyor, salonu göstermiyorlar. Aslında, salonun şu andaki durumu, bizim hangi çalışma şartları içinde birtakım şeyleri ifade etmek istediğimizi tarihe geçiriyor.

HÜSEYİN TANRIVERDİ (Manisa) - Halkımız, salondan ziyade sizin ne demek istediğinizi dinliyor; halkımız sizi dinliyor.

FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Devamla) - Halkımız benim ne demek istediğimi anlıyor, teşekkür ediyorum; ama, bu konuya daha fazla ilgi göstermek gerektiğini düşünüyorum; ama, kimseyi de suçlayamıyorum; çünkü, milletvekilleri de insan, onların da çalışma şartlarını daha insanî koşullara uydurmak gerekiyor. Ne ki, iktidar grubu ve hükümet, Meclisin tatile girmesine çok kısa bir süre kala çok hızlı bir çalışma temposunu gündeme getirdi. Aslında, zaman diye bir kavram var, zamanın iyi kullanılması diye bir kavram var. Zamanlama konusunda ciddî bir hata yapıldığı anlaşılıyor. O hatanın bedelini de buradaki milletvekilleri ödüyorlar. Demin, bir milletvekili arkadaşım çok ilginç bir benzetme yaptı. Piramitleri yapanlar bizden daha iyi şartlar altında çalışıyorlarmış; çünkü, Mısır kayıtlarını okuyan uzmanlar, orada piramitleri yapan işçilerin -ki, onlar köleydiler aslında- günde 10 saatten fazla çalıştırılmadığını söylüyorlar. Biz de ona yakın sürede çalışıyoruz, hatta daha çok fazla çalışıyoruz; ama, ne ki, biz, bunu severek yapıyoruz -değil mi arkadaşlar- iyi bir kanun çıkarmak için yapıyoruz; ama, bunu anlatmakta zorluk çekiyoruz; çünkü, insanlar -halkımız- şunu anlayamıyorlar; diyorlar ki: "Siz bu Türk Ceza Kanununu da böyle çıkardınız, koşar adım çıkardınız, arkadan 35 yerinden deldiniz. Bu yasayı 35 yerinden delecektiniz de, niye başta böyle yaptınız." Yarın, Hâkimler ve Savcılar Kanunu için de benzeri bir düzenleme gelirse, bunu nasıl anlatacağımızı merak ediyorum.

Sonra ne oluyor; yoruluyoruz, bazen ölçüyü kaçırıyoruz, bazı arkadaşlarımız, yorgunluktan, buraya çıktıkları zaman öylesine sözler söylüyorlar ki, daha sonra kürsüye gelip özür diliyorlar; ama, o sözler zabıtlarda kalıyor. Yarın, cumhuriyet tarihini, Türkiye Büyük Millet Meclisi zabıtlarını izleyecek olanlar, çok çirkin sözler de görecekler. Kimi kastettiğimi biliyorsunuz. Geçen gün, bir arkadaşımız, burada, iktidarı ve muhalefeti hedef alan, inanılmaz çirkinlikte bir söz sarf etti; özür diledi, ağzından kaçtığını söyledi; ama, o, zabıtlarda kaldı. Onun için, daha insanî şartlarda çalışmamız gerektiğini söylüyorum, bunun önlemlerinin alınması gerektiğini söylüyorum.

Şimdi, madde, tabiî, doğru bir düzenlemedir. Bu düzenlemeyle, yasayı, ceza yargılamasına paralel hale getiriyoruz, daha doğru bir hale getiriyoruz. Biz, aslında, Cumhuriyet Halk Partisi olarak bu yasayı olumlu buluyoruz. Zaten, başta da söyledim, ilgimizi, her maddede söz alarak, ayrıntılı biçimde konuşarak dile getirmeye çalışıyoruz.

Şimdi, şu soruya da bir yanıt aramak gerekiyor: Hâkimler konuşmalı mı, hâkimler düşüncelerini ifade etmeli mi? Bu yasanın görüşülmesi aşamasında, Adalet Komisyonu üyelerine, ilk kez, yargı örgütünden, hâkimlerden, savcılardan yüzlerce faks geldi; düşüncelerini telefonla da ifade ettiler. Oysa ki, bu, pek görülmemiş bir şey. İlk kez, hâkim ve savcılar, sadece özlük haklarıyla ilgili olarak değil, birçok konuda da eleştirilerini, özlemlerini bize ilettiler. Bunu yadırgamamak gerekiyor, hâkimlerin, savcıların da toplumun bir parçası olduğunu -yargının bir parçası olduğu kesin; ama, toplumun da bir parçası olduğunu- unutmamak gerekiyor; ama, hâkimler adına kimin konuşacağı konusunda ciddî şüpheler var. Bakanlık, sadece özlük işleriyle sorumlu, onu düzenliyor, onların haklarını düzenliyor; ama, Adalet Bakanı, bütün hâkimler ve savcılar adına konuşma yetkisine sahip değil. Tabiî, onları savunuyor, onların haklarını, özellikle kahraman Maliye Bakanımıza karşı, Maliye Bakanımızın adalet teşkilatına dönük çok hassas tavrına karşı savunuyor; bu yetmiyor, Adalet Bakanı bu barikatı aşamıyor. Oysa ki, hâkimler ve savcılar daha özgür konuşabilseler, bir meslek örgütleri, bir meslek birlikleri olsa, düşüncelerini daha iyi ifade edebilecekler. Tabiî, sokaklara da dökülemiyorlar, sayıları az, 8 000 hâkim, savcı var; ama, onların adına konuşacak bir örgütlenmeye ihtiyaç var. Bu, pek erken bir fikir gibi olabilir; ama, biz, onlara, toplusözleşmeli grev hakkı falan istemiyoruz. Sadece, istediğimiz, düşüncelerini sağlıklı bir ortamda ifade etmeleri imkânının verilmesi.

Yargıçlar ve savcılar istemlerini iletiyorlar, bunların satır başlıkları çok açık; teftiş kurulunun Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna bağlı olmasını istiyorlar, özlük haklarının daha sağlıklı biçimde düzenlenmesini istiyorlar -demin söyledim- meslek birliğinin kurulmasını istiyorlar. İdarî mahkemelerde yalnızca hukukçu üyelerin görev almasını, hiç olmazsa bundan sonra böyle olmasını savunuyorlar. Sayıştay meslek mensupları, birçok aşamada düşüncelerini söylediler, biz de bu düşünceleri aktardık. Onlar da, birinci sınıfa ayrılma sürelerinin Hâkimler ve Savcılar Yasasıyla düzenlenmesini istiyorlar.  Bu konuda bir önerge verdik, komisyonda reddedildi.

Değerli arkadaşlarım, bu çerçeve içerisinde baktığımız zaman, bu yasa tasarımızın, sadece belirli bir şekli düzenlediğini, belirli bir noktaya kadar olumluluklar getirdiğini görüyoruz. Oysa ki, genel gerekçeye baktığımız zaman, insan unsurunu öne çıkaran bir gerekçe görüyoruz. Sayın Bakan ve Bakanlar Kurulu, insan unsurunun büyük önem taşıdığını söylüyor. İnsan unsuru bu kadar önem taşıyorsa ve yargıçlarımız bu kadar önemli ise, onları yoğun ve sürekli bir mesaiye zorluyorsak, yargıçların içinde bulunduğu zor şartları da dikkate almak zorundayız. Oysa ki, yargıçlarımızın lojman gibi ihtiyaçları kısmen karşılansa bile, çok masum bir istek gibi gündeme gelen kütüphane isteği kitap isteği... Çok basit gibi gözüküyor; ama, yeni bir yargıcın bir kütüphaneyi oluşturacak gücü olmadığını hepimiz biliyoruz. Bir yargıcı sağdan soldan kitap arar, kitap ister duruma düşürmemek gerekiyor; çok masum bir istek bu.

Onun dışında, yargının siyasallaşması karşısında ortak bir tavır almak gerektiğini söylüyor yargıçlar. Buna kesinlikle katılıyoruz. Yargı, siyasallaşmamalıdır, özgür olmalıdır; ama, özgürlük, yargıçların istediği gibi, kurallara uygun olmayan kararlar vermesi anlamına gelmez. Yargıçlarımıza güvenmeliyiz. Doğal ki, birkaç kötü örnek olabilir; bu örnekler gündeme gelebilir. Yani, kalkar, hiç ummadığınız bir ülkede bir yargıç bir siyasî partinin içişlerine karışabilir. Bunu gördük diye biz bütün yargıçları suçlamayız. Sadece o yargıcın kararına endişeyle bakarız, onu eleştiririz; ama, bir yargıç böyle karar verdi diye, bütün yargıçları "adil karar vermiyor" diye suçlayabilir misiniz?! Bir yargıç kalkar, bütün toplumun gözü önünde mahkum edilmiş bir anlayışı cezalandıran partiiçi hukuku çiğner. Ee, buna tabiî karşı çıkarız, bunu doğru bulmayız, sen partiiçi hukuka müdahale etme; partiiçi hukuk, partinin iç hukukudur, kurallara uygundur, sen buna müdahale etme deriz; ama, bütün yargıçları suçlamayız, diğer yargıçlar belki daha adil kararlar verirler. Hele bir hâkim kesin bir karar verecekse, çok daha dikkatli olmalıdır, çok daha farklı davranmalıdır, çok daha adil olmalıdır, kaos yaratacak, adlî yargıyı şüphe altında bırakacak tavırlardan kaçınmalıdır; ama, bütün bunlara rağmen, yargıçlarımızın daha iyi koşullarda çalışması için elimizden geleni yapmak zorundayız. Birkaç kötü örneği genelleştirmekten kaçınmalıyız.

O nedenle, genel gerekçede yer alan "yoğun ve sürekli bir mesaiyi gerektiren görevlerin kesintiye uğramaması asıldır" cümlesinin nasıl yerine getirileceği konusunda Bakanlığa büyük görevler düşmektedir. Bakanlık, fizikî şartların dışında, daha objektif bir ortamda hâkimlerimizin görev yapmalarını sağlayacak imkânları yaratmalıdır.

Doğal ki, buraya geldiğimiz zaman, mülakat konusuyla ilgili tartışmalara kısaca değinmemek mümkün değil. Bugünkü Adalet Bakanına, bugünkü Adalet Bakanlığı bürokrasisine güvenmek, onlara şüpheyle bakmamak ayrı bir şeydir; ama, bir kuralın konulmasında objektif ölçülerden uzaklaşmak başka bir şeydir. Bugün de mülakat yapılıyor demek, kolaycılık olur.

Mülakat, her zaman şüpheyi çeken bir eleme yöntemidir. Mülakat, imamlar için de yapılsa, hâkimler için de yapılsa, aynı sonucu veriyor. Zaman müsait değil... Ben, size, bu hafta içinde imam alınmasında objektif davranılmadığına ilişkin bana ulaşan en az 10 tane ismi verebilirim.

MUSA SIVACIOĞLU (Kastamonu) - Kazanamayanlardır onlar.

FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Devamla) - Kazanamayanlar; ama, nasıl kazanamadıkları  konusunda çok ciddî şeyler söylüyorlar. Yani, bunlar, bir önergeyle gündeme gelecek -şu anda isimleri burada saymak istemiyorum- getireceğim, göreceksiniz. Yani şimdi…

MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - Bize de geliyorlar onlar, kazanamadıkları için…

FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Devamla) - Neyse; imamlar farklıdır; ama, yardımcı olun onlara. Yani, size daha yakınlar; ama, bana geldiler.

MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - Bize daha yakınlar...

FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Devamla) - Hayır, bana daha yakınlar belki de… Öyle diyorsanız öyle olsun.

Şimdi, hâkimler daha şey... Yani, imam, kuralları yerine getirmekte daha farklı ölçülere tabi; ama, hâkim, çok kalıcı bir karar veriyor bugünkü dünyayla ilgili.

MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - İkisi de kutsal görev.

FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Devamla) - Tabiî, ikisi de kutsal görev.

Şimdi, bu hâkimlerin alınmasında daha objektif kurallar koymak gerekmiyor mu, daha doğru kurallar koymak gerekmiyor mu? Mülakat sağlıklı bir kural değil. Yani mülakatı kimin yapacağı, o sağlıksızlığı iyice belirgin hale getiriyor. Ne olur yani mülakat kurulunda Adalet Bakanlığı bürokrasisi dışında insanlar yer alsa, ne olur Danıştaydan, Yargıtaydan, Anayasa Mahkemesinden, Türkiye Barolar Birliğinden insanlar yer alsa; dünya mı yıkılır, ne olur? Bence çok sağlıklı olur. Yani, bu cesareti göstermek gerekir. Üstelik, benim karşımda devrimci bir iktidar grubu var. Siz, her zaman devrimci olduğunuzu söylüyorsunuz, her zaman devrimciliğinizi temel tavrınız olarak söylüyorsunuz. Yani, ben sizin devrimciliğinizle iftihar ediyorum. Tarih sizin devrimciliğinizi yazıyor. Yani, şu devrimciliğinizi biraz daha geliştirin diyorum ben. Yani, devrimciliğinizi geliştirme konusunda size fırsatlar vermek istiyorum. Nedir o?..

HÜSEYİN TANRIVERDİ (Manisa) - Devrim değil, gelişim var.

FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Devamla) - İşte, bu mülakat konusunda kendinizi biraz daha geliştirmeniz gerekir, güvenmeniz gerekir yargı organlarına. Yani, yalnız Adalet Bakanlığı bürokrasisine bunu bırakmak doğru olmaz diye düşünüyorum. Bu fırsatı değerlendirecek bir imkân önünüze geliyor, bunu kullanabilirsiniz.

Şimdi, toplumumuzda yargıçlarımıza ve savcılarımıza bakışın olumlu biçimde gelişmesini sağlamak da gerekiyor. Demin bir olayla ilgili olarak düşüncelerimi söyledim; ama, onun dışında da var. Birçok meslek mensubu Türkiye'de toplum tarafından haksız biçimde yargılanabilir, oranları fazla da olabilir; ama, hâkimlerin içinde çok az sayıdaki olumsuzluk, nedense hep genelleştirilir. Yani, bir tek kötü örnek bütün hâkimlere yaygınlaştırılır. Tabiî, bunun nedenlerinden birisi de şu: Hâkim, toplumdan koparılmış bir insandır, bir ilçeye gönderdiğiniz zaman yapayalnızdır, çalışabileceği bir alan yoktur, evinin dışında gidebileceği bir sosyal alan yoktur, küçük bir ilçede yapayalnızdır. Onun o sosyal hayatını zenginleştirecek, onu daha rahat hale getirecek imkânları sağlayacak olan Bakanlıktır. Bakanlığın şu anda yapabildiği tek şey, onları burada kursa tabi tutmak oluyor. Gerçekten yararlı oluyor, hâkim ve savcılarımız, değişen yasalar nedeniyle bilgilendiriliyorlar; ama, şöyle bir sahne de ortaya çıkıyor: Hâkim ve savcılarımız geliyorlar, Ankara'da bu kurslara başlıyorlar, kurslar bitinceye kadar kanunu bir daha değiştiriyoruz biz. Yani, hâkimlerimiz geliyor, Türk Ceza Kanununu burada öğrenmeye başlıyorlar, tartışmaya başlıyorlar; tam son maddeye geldikleri sırada, biz burada yeniden değiştiriyoruz. O da, onların sosyal hayatını iyice yaşanmaz hale getiriyor; ikidebir buraya geliyorlar. Yani, Başkenti görmek artık onlar için çok olağan bir hale geldi. Şimdi bir daha gelmeleri gerekecek, bir daha gelecekler. Böyle bir fasit daire içinde hâkimlerimizi ve savcılarımızı zorluyoruz. Tabiî, biz, burada, Montesguieu'nün fikirlerini tekrar edip, yargıçlar halk tarafından seçilmeli diyemiyoruz. Türkiye şartlarında Montesguieu'nün fikirleri, mümkün değil, geçerli olmaz, olmamalıdır da ayrıca; ama, tüm Türkiye'deki hâkim ve savcıların katılacağı bir seçimle Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu belirlenebilir mi? Bir tartışma açarsanız, bu tartışılır. Başka öneriler getirilebilir; ama, yargı bağımsızlığının tarihsel sürecine kısaca bir baktığımız zaman, çok açıkça görüyoruz ki, bu, bir günde oluşmuyor, birkaç saatte oluşmuyor; uzun bir süreçte bu noktaya geldik; Türkiye de bu noktaya uzun bir süreçte geldi. 1960 öncesi tartışmalara bakın, inanılmazdır. Yargı tartışılır, bağımsız yargı tartışılır; bugün öyle bir noktaya geldik ki,  farklı şeyleri söylüyoruz, bir adım öteyi söylüyoruz, daha ileriyi söylüyoruz. Bu, doğal bir gelişme ve bunu gerçekleştirmek konusunda hepimize ciddî görevler düşüyor. Bu, sadece iktidar grubunun değil, muhalefet grubunun değil, bütün Türkiye'nin görevidir. Düşünce adamlarının tartışması gereken alanlardır bunlar; ama, ne ki, çok aceleye getirilmiş tartışmalar, düşüncelerimizi daha sağlıklı biçimde ifade etmek imkânını bize bırakmıyor.

Sayın milletvekilleri, bakın, çok çarpıcı bir noktaya bir arkadaşım değindi, ben de iki cümleyle değinerek sözlerimi bitireceğim. Türkiye'de, her köşede bir hukuk fakültesi açıldı. Binlerce yeni hukuk fakültesi mezunu topluma karışıyor ve işsizler. Avukatlık durumuna gelenler çok zor şartlarda yaşıyorlar ve biz bu şartlarda hâkim bulmakta zorlanıyoruz. Bu, üzerinde durulması gereken ciddî bir olaydır. Bunu da kısaca not ettikten sonra, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Karar yetersayısının aranılmasını istiyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, 27 inci madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

27 nci maddeyi oylarken karar yetersayısı istenmiştir. 27 nci maddeyi oylarınıza sunacağım ve karar yetersayısını arayacağım.

27 maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir, karar yetersayısı vardır.

29 uncu maddeyi 28 inci madde olarak okutuyorum:

MADDE 28.- 2802 sayılı Kanunun 74 üncü maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir.

"Ancak meslekten çıkarma cezası verilenler hakkında, cezanın kesinleşmesine kadar görevden uzaklaştırma tedbiri uygulanır. Görevden uzaklaştırılan hâkim ve savcılara bu süre içinde aylık ve ödeneklerinin yarısı ödenir. Görevden uzaklaştırma tedbiri kaldırılan hâkim ve savcılar hakkında 78 inci maddenin ikinci fıkrasındaki hükümler uygulanır."

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsı adına, Malatya Milletvekili Muharrem Kılıç; buyurun.

CHP GRUBU ADINA MUHARREM KILIÇ (Malatya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan Hâkim ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 28 inci maddesi üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına ve şahsım adına söz almış bulunmaktayım; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, dün, çok özür dilerim, bir önceki gün bu kanunun geneli üzerinde yaptığım konuşmada ve 5 inci maddesi üzerinde yaptığım konuşmada birtakım hususlara değinmiştim. Onunla ilgili birkaç hususu daha belirtmek istiyorum; çünkü, bir zaruret doğdu. Bugün, Danıştayın bir kararı elime geçti yapılan mülakatlarla ilgili.

Biz, dün yaptığımız konuşmalarda, hâkim ve savcı alımlarındaki mülakatın Anayasaya uygun olmadığını, hukukun genel ilkelerine uygun olmadığını belirtmiştik. Şu anda, elimde olan Danıştay İdarî Dava Dairelerinin bir kararını, itiraz yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurma kararının birkaç bölümünü okumak istiyorum izninizle: "2004 yılı adlî yargı hâkim adaylığı mülakat sınavının sonuçlarının tamamının ve bu mülakat sınavının dayanağı olan Adlî ve İdarî Yargıda Hâkim ve Savcı Adaylığı Yazılı Sınav, Mülakat ve Atama Yönetmeliğinin 8 inci maddesindeki 've mülakat şeklindeki iki kademede' ibaresinin, mülakat kurulunun oluşumunu düzenleyen 27 nci maddesinin, 28 inci maddesindeki "mülakat (...) Adalet Bakanlığınca yapılır" ibaresinin ve mülakatın değerlendirilmesini düzenleyen 31 inci maddesinin birinci fıkrasının iptali; ayrıca Hâkimler ve Savcılar Kanununun 8 inci maddesinin (ı) bendindeki 'mülakatta başarı göstermek' ibaresi ile 9 uncu maddenin son fıkrasında yer alan düzenlemenin Anayasaya aykırı olduğunun saptanarak iptaline karar verilmesi için, dosyanın Anayasa Mahkemesine gönderilmesi istemiyle açılan davaya ait dosya incelendi." Yani, burada, mülakatı düzenleyen Adalet Bakanlığınca çıkarılmış olan yönetmelik ve Hâkimler ve Savcılar Kanununun 8 inci ve 9 uncu maddeleri Anayasaya aykırıdır deniliyor.

Değerli arkadaşlar, niçin aykırı? Bu Anayasaya aykırılık hususuna değinirsek, yazılı yarışma sınavını kazandıktan sonra davalı idarece yapılan mülakatta başarısız bulunan davacının açmış olduğu bu davada "öncelikle, Adalet Bakanlığınca mülakatla hâkim adayı atama uygulamasının Anayasaya uygunluğunun irdelenmesi gerekmektedir" deniliyor. Niye böyle deniliyor; çünkü, Adalet Bakanlığı yürütmenin bir parçası, yürütmenin içindedir Adalet Bakanlığı. Oysa, hâkim ve savcı adaylığında, bu adaylığın sonunda, stajın sonunda bu insanlar hâkim ve savcı olarak atanacaklar. Bunlar hangi bölüme girecekler; yargı bölümüne girecekler. Uygulama ne yapıyor; uygulama, yürütmenin içindeki bakanlardan biri, yargının ana unsurunu oluşturan hâkim ve savcıların alımında kesin söz sahibi oluyor. Bu, apaçık, yürütmenin yargı üzerindeki hegemonyasını oluşturur.

Değerli arkadaşlar, bizde bir söz vardır; "mahkeme kadıya mülk değildir" denir. İnanıyorum ki, geçmiş dönemde, sizin aranızda bulunan arkadaşlarımız da, daha önceki iktidarların yapmış olduğu uygulamaları şu anda benim eleştirdiğim gibi eleştiriyorlardı "efendim, yürütme siyasî davranıyor, yürütme yanlı davranıyor, yürütme kendi düşüncesindeki hâkim ve savcı adaylarını almaya çalışıyor" diye şikâyetlerde bulunuyorlardı.

Değerli arkadaşlar, iktidar, sonsuza kadar baki değil; şu anda iktidarsınız, bir dönem sonra, bakarsınız ki, muhalefete geçmişsiniz. Biz, burada, yasaları çıkarırken, içinde bulunduğumuz koşullara göre değil, hukukun genel ilkelerine göre, hukukun evrensel ilkelerine göre davranmak durumundayız.

Şimdi, Hâkimler ve Savcılar Kanununun mülakatla ilgili maddelerinin iptali için dava açıldı. Peki, bu  davayı Anayasa Mahkemesi kabul ederse, Danıştay İdarî Dava Daireleri Kurulunun vermiş olduğu bu başvuruyu Anayasa Mahkemesi yerinde görür de bu maddeleri iptal ederse ne olacak arkadaşlar?! Biz, şu anda, aynen eski kanunda olduğu gibi, yine, adaylık sürecinde, bu adayların alımının Adalet Bakanlığınca yapılacağına dair bir düzenleme getiriyoruz. Oysa, bu Danıştayın İdarî Dava Dairelerinin başvurusunu incelediğimizde, gerçekten de, çok ciddî iddialar var. Çok muhtemeldir ki, bu maddeler, Anayasa Mahkemesince de iptal edilecektir. Yine, Adalet Bakanlığınca hâkim savcı adayı alımlarını düzenleyen mülakatın iptali için de, yine Danıştaya, yönetmeliğin iptali için -bildiğim kadarıyla- İstanbul Barosunca dava açıldı. Şu anda iptali muhtemel olan yönetmelikle, iptali muhtemel olan kanun maddeleriyle biz hâkim ve savcı almaya devam edeceğiz; hem de bu hâkim ve savcı alımı öyle az bir sayı da değil. Şu anda mevcut hâkim ve savcı sayımız 9 000 civarında. Biz, bu hâkim ve savcılarımızın sayısının yarısına yakın bir miktar kadar alım yapacağız; yani, 4 000 hâkim ve savcı alınacak. Biz, 4 000 hâkim ve savcı alınmasın demiyoruz, daha fazlası alınsın; çünkü, Türkiye'nin mevcut nüfusuna göre, Türkiye'deki dava sayısına göre, bu hâkim ve savcıların 4 000 değil, belki 14 000 daha alsak, yine hâkim ve savcı ihtiyacını tam olarak karşılayamayız; ancak, bu hâkim ve savcıların alımına mutlaka objektif kriterler getirmemiz gerekiyor.

Bir önceki günkü yaptığımız konuşmada, bazı arkadaşlar "niçin geçmişteki uygulamalara karşı çıkılmadı" dediler. Değerli arkadaşlar, biz doğrusunu yapmak durumundayız. Bazı uygulamalar, geçmişteki birtakım iktidarların yapmış olduğu yanlış uygulamaların, yanlış değerlendirmelerin bizi bağlamaması gerekir. Biz, şu anda yeni bir Meclisiz, önümüze de bu tasarı gelmiş, bu tasarıyı görüşüyoruz. Bu tasarıyı görüşürken, geçmişte nasıl yapılmış, yanlış mı yapılmış doğru mu yapılmış; bunları gözönünde bulundurmamız yanlış olur diye düşünüyoruz. Bu nedenle, yanlışın neresinden dönülürse, bu toplumun, bu ülkenin o kadar menfaatına olur. Gelin, hep beraber, Yüce Meclis olarak, bu yanlıştan bir an önce dönelim ve yargı üzerindeki yürütmenin egemenliğini ortadan kaldıralım.

Değerli arkadaşlar, yine, genelinde yaptığım konuşmada, 25 inci maddede, hâkim ve savcılarımıza verilen birtakım imkânların ellerinden alınmak istendiğinin duyumunu aldığımızı söylemiştik, bu duyumlarımızın doğru olduğu ortaya çıktı. 24 üncü maddenin görüşülmesi sırasında, hâkim ve savcılarımıza nöbet tazminatı olarak getirilen düzenlemeden dönüldü. Oysa, bu düzenlemeyle, hâkim ve savcılarımıza çok fazla bir şey de verilmiyordu.

Dün, savcı ve hâkimlerin maaş durumlarını, burada arkadaşlarımın bilgisine sunmuştum. Hâkim ve savcılarımız, 1 000 YTL civarında; yani, eski parayla 1 000 000 000 ile 1 700 000 000 lira arasında bir maaş alıyorlar. Getirilen düzenlemeyle, bunlara nöbet tazminatı olarak en fazla 350 000 000 lira civarında bir getirisi oluyordu; bunu bile hâkim ve savcılarımıza çok gördük.

Yine, adlî personelimiz, mübaşirler, zabıt kâtipleri ve diğer adlî personelin almış olduğu maaşların da çok cüzi olduğunu belirtmiştik ve bunlara da, tazminat olarak, tuttukları nöbet karşılığında, fazla mesai karşılığında, hâkim ve savcıların aldığı tazminatın üçte 2'si civarında bir miktar ödeneceği belirtilmişti; şimdi, bundan da dönülüyor. Bundan da dönülürken ne deniliyor; efendim, hâkim ve savcılara, tuttukları nöbet karşılığında günlük olarak ücret ödenecek. Nüfusu 100 000'in üzerinde olan illerde, ilçelerde, bu günlük olarak 40 000 000 TL, daha az nüfuslu olan yerlerde de 20 000 000 TL hâkim ve savcılara nöbet karşılığı ücret ödenecek, personele de bunun yarısı ödenecek. Değerli arkadaşlar, küçük ilçelerimizde özellikle, hâkim ve savcılarımız ayın yarısını nöbetle geçiriyorlar. Oysa, bu getirilen düzenlemede bu nöbet karşılığı ücret miktarı da 7 günü geçemeyecek diyoruz.

Değerli arkadaşlar, bu getirilen düzenleme, hâkim ve savcılarımızın özlük haklarındaki çok cüzî iyileştirmeleri de geri alıcı bir mahiyettedir. Yine, 7 gün için ücret vereceğiz, 15 gün için hâkime, savcıya nöbet tutturacağız. Peki, bu 7 günü geçen nöbetler ne olacak, bunların karşılığında bir ücret ödenecek mi; ödenmeyecek. Oysa, Anayasamızın 18 inci maddesi açık; "angarya yasaktır" diyor; yani, biz, bunları angarya karşılığında, hiçbir ücret ödemeden, hâkim ve savcılarımıza nöbet tutturmuş olacağız.

Değerli arkadaşlar, hâkim ve savcılarımıza ne versek azdır. Onlar ülkemizde çok önemli görevler icra ediyorlar. Her hâkimin arkasında "adalet mülkün temelidir" yazar; yani, mülkteki (ülkedeki) tüm sorunların güvencesi adalettir. Kaldı ki, hâkim ve savcılarımızın vermiş olduğu kararlarla, bütçenin önemli bir kısmı da bu kararlar sonucu verilen tazminatlarla, cezalarla karşılanıyor; yani, buralardan, hâkim ve savcıların vermiş olduğu kararlardan sağlanan kaynaklardan bile bu kesimin özlük hakları iyileştirilse, hiçbir sorun ortaya çıkmaz; çünkü, ne kadar maddî imkânları iyi olursa, verecekleri kararları da o denli gönül rahatlığı içinde, vicdan rahatlığı içinde vereceklerdir; çünkü, kendi ekonomik sorunlarını düşünmeyecektir. Hâkim ve savcı, ev kirasını düşünüyorsa, aldığı eşyaların taksitini düşünüyorsa, bu sorunlarla iç içe olan bir hâkimin çok sağlıklı bir karar vermesi zor olur diye düşünüyoruz.

Bu düşüncelerle, Yüce Heyete saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) - Sayın Başkan…

BAŞKAN - Buyurun Sayın Bakanım.

ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; bizzarur bir kısa açıklama yapmak mecburiyetini duyuyorum.

Hiç şüphesiz, burada dile getirilen her görüş, hürmete ve saygıya değerdir ve üzerinde görüşmekte olduğumuz tasarıyla ilgili olarak da her konuşma bir katkı sağlamak maksadına matuftur; bunu anlayışla karşılıyorum; ancak, burada konuşma yaparken, hele hele bir yasanın Anayasaya aykırılığı söz konusu olurken, konuşmamızın da Anayasaya aykırı olmaması lazım gelir.

Şimdi, Anayasanın "Yargı" bölümüyle ilgili maddesinde, 138 inci maddenin üçüncü fıkrasında deniliyor ki: "Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz." Bu, Anayasa hükmüdür.

Şimdi, değerli arkadaşımız daha evvelki konuşmalarında da birkaç defa beyanda bulundu, diğer arkadaşlarımız da söyledi; eğer bunlar bir mesaj ise, yeteri kadar bu mesaj anlaşıldı; ama, bilelim ki, bu kürsüde dile getirilen husus, 138 inci maddenin üçüncü fıkrasına aykırıdır. Görülmekte olan bir dava söz konusudur anladığım kadarıyla; eğer yarın mahkeme şu veya bu şekilde karar verdiği takdirde, mahkemeyi zan altında bırakmış oluruz. Buna özellikle dikkatinizi çekmek istiyorum. O zaman, koskoca Anayasa Mahkemesi, Cumhuriyet Halk Partisinin görüşleri doğrultusunda karar veriyor gibi bir imaj hâsıl olur; bu da çok doğru olmaz. Onun için, benim sizden ricam, bunlar bir mesaj ise, ben bu mesajı bilirim ve anlarım, anladım da; ama, bunun ötesinde konuştuğunuz takdirde, yargı yetkisinin kullanılmasına müdahale ediyorsunuz anlamına gelir, Anayasa Mahkemesinin vereceği kararı daha şimdiden ipotek altına almış gibi olursunuz; bu da, Türkiye'de demokratik hukuk düzenine zarar verir. Bunu bilmecbur burada ifade etmek istedim.

Teşekkür ederim Sayın Başkan.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakanım.

Sayın milletvekilleri, maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Birleşime, 20.35'te toplanmak üzere, ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 19.36


ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati:20.43

BAŞKAN: Başkanvekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER: Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale), Bayram ÖZÇELİK (Burdur)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 119 uncu Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

951 sıra sayılı kanun tasarısı üzerindeki görüşmelere devam ediyoruz.

VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

2.- Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/1039) (S. Sayısı: 951) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.

Tasarının 30 uncu maddesini 29 uncu madde olarak okutuyorum:

MADDE 29.- 2802 sayılı Kanunun 75 inci maddesinin birinci fıkrasında geçen "uygulanmasından" ibareleri "kesinleşmesinden" şeklinde değiştirilmiştir.

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsı adına, Çorum Milletvekili Sayın Feridun Ayvazoğlu; buyurun.

CHP GRUBU ADINA FERİDUN AYVAZOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; yine, görüşmeye devam ettiğimiz 951 sıra sayılı yasa tasarısı üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsım adına söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, şu ana kadar, bu tasarıyla ilgili 28 madde görüşülmüş oldu. 28 madde görüşülürken, buraya çıkıp konuşma yapan tüm arkadaşlarımızın hepsinde, gerçekten her bir arkadaşımın hukuk nosyonunun olduğunu; bunlar arasında, bugüne kadar çok çeşitli hukuk kademelerinden gelen arkadaşlarımızın bulunduğunu gerek kendileri söylediler gerekse bizler ve sizler bilmekteyiz.

Bu madde, Adalet Komisyonunca kabul edilen tasarıda 30 uncu madde olarak yer aldı; ancak, Genel Kurulumuzda bir maddenin çıkarılmasıyla, 30 uncu madde 29 uncu madde olarak gündemimizde yer almış oldu. Bu maddeye bakıldığında şu husus gözümüze çarpmaktadır: "2802 sayılı Kanunun 75 inci maddesinin birinci fıkrasında geçen 'uygulanmasından' ibareleri 'kesinleşmesinden' şeklinde değiştirilmiştir" deniliyor. Bu ne demek; 2802 sayılı Kanunun 75 inci maddesi, disiplin cezalarının sicilden silinmesiyle ilgili. Elbette, ceza alan, mahkûm veya memurdur. Mahkûmsa hapis cezası, memursa disiplin cezası şeklinde; nasıl ceza aldı ise, o cezanın, cezaların niteliğine göre belirli bir süre geçtikten sonra silinmesi de… Bunun, mahkûmiyette adlî sicilden silinmesi, memuriyette de, kamu görevinde de dosyasından disiplin cezasının silinmesi şeklinde hükümler altına alınmış durumdadır. İşte, 2802 sayılı Yasa da, hâkim ve savcılarla ilgili olması nedeniyle, bu disiplin cezalarının sicilden silinmesine dönük bir maddedir 75 inci maddesi.

Şimdi, kısaca belirtirsek, meslekten çıkarma ve yer değiştirme cezalarından başka bir disiplin cezası verilen hâkim ve savcılar; yani, buradaki cezaları bir defa sınırlıyor; meslekten çıkarma ve yer değiştirme cezalarından başka bir disiplin cezası olacak. Eğer, meslekten çıkarma ve yer değiştirme cezaları varsa, bunların sicilden çıkarılması mümkün değil demektir bu. İşte, bunun dışında "bu cezaları alan hâkim ve savcılara uyarma, aylıktan kesme ve kınama cezalarının uygulanmasından itibaren dört yıl, kademe ilerlemesi ve derece yükselmesini durdurma cezalarının uygulanmasından itibaren altı yıl geçtikten sonra Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna başvurarak, bu disiplin cezalarının sicillerinden silinmesini isteyebilirler" deniliyor; ikinci fıkrada da, bunun devamına ilişkin bir hüküm öngörülüyor.

Şimdi, burada "uygulanmasından" ibaresinin "kesinleşmesinden" şekline dönüştürülmesi, maddenin akışına gayet uygun, anlamına uygun olması nedeniyle, kabul edilebilir bir değişikliktir; çünkü, kelimenin anlamı, gerçekten, uygulanmasından ibaresiyle kesinleşmesinden ibaresi arasında, hem anlam bakımından bir fark var hem de esaslı bir nüans var.

Şimdi uygulanması... Ne tarihinde ne uygulanacak; elbette, uygulama, hiçbir şekilde kesinleşmeyle eşdeğer değildir. Şimdi, bir disiplin cezası kesinleşmiş olabilir, ama, henüz uygulanmasına başlanmamış olabilir. O nedenle, bu uygulanma tabirinden kesinleşme tabirinin burada bu şekle dönüştürülmesi, hâkim ve savcıların, daha doğrusu az önce sayılan disiplin cezalarını almış olan hâkim ve savcıların lehine olan bir düzenlemedir, bunun altını çiziyorum.

Bir diğer konu da, burada, elbette, düşünülmesi gereken konu "dört yıl..." Ve devam ediyor "belirli kademe ve derece ilerlemesini durdurma cezalarında altı yıl geçtikten sonra" gibi... Belirtilen bu sürelerin tartışılması gerekir diye düşünüyorum. Neden tartışılması gerekir dört yıl ve altı yıllık sürelerin; şu nedenle tartışılması gerekir:

Değerli arkadaşlarım, şimdi, biliyorsunuz, hâkim ve savcılar olarak, Hâkimler ve Savcılar Kanununun ilgili maddeleri -ki, buna ilişkin maddeler bu tasarının 6 ncı maddesinde görüşüldü, karara bağlandı- biliyorsunuz, üçüncü sınıf hâkim, ikinci sınıf hâkim, birinci sınıfa ayrılmış olan hâkim ve birinci sınıf hâkim şeklinde dört sınıfa ayrılıyor. Yapılan değişiklikle, birinci sınıfa ayrılmış olan hâkimlerin birinci sınıf olabilmeleri için, şu andaki uygulama altı yıllık bekleme süresini gerektiriyordu; ama, şimdi, şu andaysa, bu altı yıllık bekleme süresi üç yıla indirilmiş oldu. Bu da, hâkim ve savcıların, özellikle terfi bekleyen hâkim ve savcıların, sınıf değişikliğine uğrayacak hâkim ve savcıların lehine olan hükümdü; ki, Yüce Meclisin kararıyla, Genel Kurul kararıyla bu hüküm bu tasarıyla değiştirilmiş oldu. Yani, gerçekten, bu, bir hayli sıkıntı yaratıyordu.

Bir diğer gerekçe ve faydası da, hepimiz biliyoruz ki, çıkarmış olduğumuz yasalarla bölge adliye mahkemeleri kurulmuş olacak belirli bir süre sonra, istinaf mahkemesi adı altında dediğimiz bölge mahkemeleri kurulacak ve buralarda görev yapacak hâkimlerin de, gerçekten, birinci sınıf hâkim olabilme şartlarını taşıyan hâkimlerimizden, görevli olmaları gerekecek. O nedenle, bu sürenin üç yıla indirilmiş olmasını mantıklı ve daha faydalı bulduğumuzu ifade etmek istiyorum. Bu konuda zaten, gerek AKP Grubu gerekse Cumhuriyet Halk Partisi Grubu herhangi bir ayrı düşüncede olmadı.

Şimdi, bu nedenle, buradaki paralellik olması açısından da, madem, biz, birinci sınıfa ayrılmışların birinci sınıf olabilmeleri için bekleme sürelerini altı yıldan üç yıla indirdiysek, buradaki disiplin cezalarının sicilden silinmesine dönük olmak üzere bekleme süresi olan dört yıl ve altı yıl gibi bir sürenin de tartışılmak suretiyle, ama üç yıl, ama iki yıl gibi bir süreye indirilmesinin pratik olarak faydası olacağını ve aynı zamanda da, az önce belirttiğimiz değişikliğe paralellik olması ve uygulanmasının kolaylığı açısından isabetli olacağı noktasında bunları ifade etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, bunu bu şekilde ifade ettikten sonra, şimdi Anayasamızda, idarenin hiçbir eylem ve işlemi yargı denetimi dışında olmaz, olamaz şeklinde bir hüküm var. Anayasamızdaki bu hüküm değiştirilemeyecek ve şimdiye kadar da değiştirilmemiş bir hükümdür. Yıllardan beri gerek savcı gerekse hâkimlerimizden, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun yeni oluşumuyla birlikte, özellikle, 1980 sonrası oluşumuyla ilgili birtakım şikâyetler bugünümüze kadar hep gelmiştir. Bununla ilgili şikâyetlerin başında da, elbette, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun oluşması gerektiği noktasındaki eleştirilerimiz bugüne kadar hep yapıldı, o eleştirileri hep söyledik, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun oluşması ve Anayasamızın 159 uncu maddesine göre, kimlerden oluştuğu sayılı ise de, bu sayılan kişiler arasında bulunan yetkililerimizin çoğunun seçimle geldiği; ama, bir kısmının da, kanundan kaynaklanan, Anayasanın 159 uncu maddesinden kaynaklanan hükümle, bu başkanın Adalet Bakanı olması ve Müsteşarın da tabiî üyesi olması noktasında da eleştirilerimizi bugüne kadar hep devam ettiregeldik.

Şimdi işte, böyle bir sakıncanın, hâkimler ve savcılar tarafından bugüne kadar da hep dile getirilmeye çalışılan bir sakıncanın karşısında bulunuyoruz şu anda. Nasıl karşısında bulunuyoruz; böyle bir yapıda olan Hâkimler ve Savcılar Kurulunun, herhangi bir savcı, herhangi bir hâkim hakkında vermiş olduğu hiçbir ceza, kesinlikle yargı denetimine tabi değildir ve burada, Anayasamızın "idarenin hiçbir işlem ve eylemi yargı denetimi dışında tutulamaz" şeklindeki o hükmüyle, çelişik bir durumla karşı karşıya kalıyoruz.

Şimdi, herhangi bir savcı, herhangi bir hâkim bir ceza alacak, kınama cezası -yer değiştirmeyi demiyoruz, meslekten çıkarmayı demiyoruz- veya diğer cezaları alacak. Bununla ilgili itiraz hakkı, tekrar Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunda görüşülmeye tabidir ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun vermiş olduğu kararlar kesindir, yargıya gidilemez.

Şimdi, burada oturup hep birlikte düşünelim; hepimizin bu anda, bu noktada hukukçu olmasını da gerektirmez. Şimdi, Anayasanın idarenin işlem ve eylemleri yargı denetimi dışında tutulamaz şeklindeki hükmü yanıbaşımızda. Bunun karşısında da, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun yapısını, bugüne kadar yapmış olduğumuz eleştirilerin karşısında görüyoruz ve bunu bir kez daha söylüyorum: Bunun, kesinlikle, şu anda bulunan Adalet Bakanının veya diğer yetkililerimizin kişisel niteliklerinden dolayı yapmış olduğumuz bir eleştiri olmadığını belirtmek istiyorum; ama, bunun, işte, bu tür sakıncaların, yıllar önce başka siyasî partilerin iktidar dönemindeki eleştirilere benzer bir eleştirinin de şimdi karşısında buluyoruz kendimizi. O zaman ne yapalım: Geliniz, kalıcı bir şekilde Anayasanın birbiriyle çelişen nitelikteki bu hükümlerine ilişkin maddelerini, oturalım, hep birlikte, gerek AKP Grubu gerekse Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak bunları Anayasada değiştirelim; buna varız, birlikte değiştirelim; kalıcı bir şey olsun, bizlerin eseri olsun. 22 nci Dönemin, 22 nci Dönemde görev yapmış bizleri buraya gönderen milletimizin vekilleri olarak, hiç olmazsa, bu şekilde yargı bağımsızlığına 22 nci Dönem damgasını bastı, olumlu bir karar vererek Anayasadaki bu hükmü değiştirdi diye tarihe geçirsin değerli arkadaşlarım. O noktadan bunları diyoruz ve burada belirtilen yargı yolunun açılmasının da, gerçekten, hakkaniyete uygun olacağı kanısını bir kez daha sizlere ifade etmek istiyorum. Yani, bunu söylerken, şu andaki Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun üyeleri olsun, Sayın Başkanı olsun, onların nitelikleriyle, onların kişilikleriyle ilgili bir endişeden kaynaklanan bir şeyi belirtmek istemiyoruz. Olayı kişiselliğe dönüştürmek istemiyoruz. Kim olursa olsun; ama, kalıcı bir şey olabilmesi için, herkesin rahatlıkla içinin alabildiği ölçüde, vicdanının rahatlayabileceği bir şekilde yargının bağımsızlığını her kurum ve kuruluşta görebilmesinin yolunun buradan geçtiğini belirtmek için bunları söylüyorum. Anayasanın 159 uncu maddesi bu şekilde değiştirildiği sürece, ne biz, bunları, çıkacağız, bir daha eleştiri haline getireceğiz, ne Sayın Bakanımız rahatsız olacak, ne sayın Bakanlığımızın bünyesindeki değerli bürokrat arkadaşlarımız, birinci sınıf hâkim niteliğini taşıyan, o seviyeye gelen, o mertebeye gelen arkadaşlarımız da kendilerini sanki rencide edilmiş gibi görmekten ve görülmekten uzak kalacaklardır. İşte, bunları vurgulamak istiyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Ayvazoğlu, 1 dakikalık süre içinde konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun.

FERİDUN AYVAZOĞLU (Devamla) - Değerli milletvekilleri, bunları belirttikten sonra, belirtmiş olduğumuz hususta "uygulanmasından itibaren" ibaresinin "kesinleşmesinden itibaren" şeklinde değiştirilmesinin hâkim ve savcıların lehinde olduğunu bir kez daha ifade ediyorum ve diğer hususlardaki eleştirilerimizi objektif bir gözle, tarafsız bir gözle sizlerle paylaşmayı, komuoyuyla paylaşmayı ve bu mesleğe mensup hâkim ve savcılarımızla paylaşmayı da kendimize bir görev addediyoruz.

Bu duygu ve düşüncelerle, Yüce Meclisi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ayvazoğlu.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

AHMET ERSİN (İzmir) - Sayın Başkan, o kadar hızlı söylüyorsunuz ki, karar yetersayısı istemeye vakit bulamıyoruz.

BAŞKAN - Kendinizi ayarlayacaksınız.

31 inci maddeyi 30 uncu madde olarak okutuyorum.

MADDE 30.- 2802 sayılı Kanunun 76 ncı maddesinin ikinci fıkrasında geçen "Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 411 inci maddesinin birinci fıkrası" ibaresi "5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 329 uncu maddesi" şeklinde; üçüncü fıkrasında geçen "Türk Ceza Kanununun 285 inci" ibaresi "5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 267 nci" şeklinde değiştirilmiştir.

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsı adına, Hatay Milletvekili Sayın Gökhan Durgun; buyurun.

CHP GRUBU ADINA GÖKHAN DURGUN (Hatay) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 31 inci maddesi üzerinde şahsım ve Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Türkiye Cumhuriyetinin oluşumu sırasında hukuksal düzenlemeye özel bir önem verilmiştir. Çünkü, bir devletin hukuk sistemi, niteliği ve niceliği itibariyle o devletin rejiminin karakterini, yargılama düzeni de o devletin sosyal ve toplumsal yapısını belirler. Bu nedenle, hukuk sistemi, devlet ve rejimle doğrudan ilişkilidir. O dönemin cumhuriyet hükümeti bu konuda yüzünü çağdaş dünyaya dönerek, çağdaş hukuk ve onun gerektirdiği yargı sistemini ve düzenini seçmiştir; bu tercih çok da doğru bir tercih olmuştur. Gerçekleşen hukuk devrimiyle birlikte, Türk toplumu, akla, bilime, çağdaş bir dünya görüşüne ve uygarlık anlayışına geçiyor demektir. Bu doğru tercih, aslında, sonraki aşamalarda ve uygulamalarda yargının yapılanmasıyla ilgili bütün sorunları çözmek anlamına da gelmemiştir. Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar, yargının yapısı, işleyişi, yargı bağımsızlığı, yargı üzerindeki idarî ve siyasî  baskılar konusu hep sorun olmuştur ve en çok tartışılan konu olmuştur.

Sayın milletvekilleri, adalet duygusu, insanların insanca yaşaması, toplum içerisinde huzur, güven ortamında bulunması, devletine ve milletine sahip çıkması için yüce ve manevî bir olgudur. Adalet deyince, akla, hak, hukuk, tek kelimeyle devlet gelir. Adaletin güvencesi, hukukun üstünlüğü, hâkim ve savcı teminatıdır; eğer, bir hukuk devletinde hâkim ve savcı teminatı yoksa, yargı bağımsız değilse, o ülkede haksızlığa ve zulme uğramış kişilerin başvuracağı yer adalet kapısı değil mafya kapısı olur. Eğer, bir ülkede yargı bağımsızlığı, savcı, hâkim ve savunma teminatı yoksa, bu haklar kısıtlıysa, hırsızlığı, rüşveti, köşedönücülüğü, başka bir deyimle hortumculuğu önlemeniz mümkün değildir. Yargı, bağımsız, güçlü, adil ve süratli değilse, yargısız infazları, toplum içerisindeki karışıklığı, adalete olan güvensizliği asla önleyemezsiniz. Ülkemizde yargının sorunları hiçbir dönemde bir bütün olarak makro düzeyde ele alınmamıştır; kısa, orta ve uzun vadeli çözümler planlanmamış ve programlanmamıştır. Bu nedenle, kurumlar ve kurallar eskimiş, yapı hantallaşmış ve gereksinimlere yanıt vermede güçlük çeker hale gelmiştir.

70 000 000 olan nüfusumuz ve bunun sonucu yıldan yıla artan sorunlar karşısında gerek mahkemenin nitelik ve niceliği gerekse hâkim, savcı ve yardımcı personel gereksinimleri yönünden acil ve objektif çözümlere gidilmemiş, mevcut düzen korunmaya çalışılmış, ülkeyi yöneten hükümetler, maalesef, bu düşüncede davranmışlardır.

Adalette gecikme, hak almada güçlük, infazda zorluk, yaşanan ekonomik krizler yargıya güveni azaltmış, yargı, âdeta, zenginlerin ve güçlülerin başvuracağı, hak alacağı bir kurum haline gelmiştir. En son, bu hükümet döneminde, sık sık hükümet yetkilileri tarafından, yargı konusunda, yargıyı güvensizlikle suçlayan mesajların da olması çok ilgi çekici ve dikkat çekicidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anayasamızın 141 inci maddesi, ayrıca, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 5 inci ve 6 ncı maddeleri, yargının makul sürede neticeye ulaşmasını öngörmüştür. Bugün, örneğin, Amerika'da ceza davalarının yüzde 90'ının işlem ve bitirme sürecini, tutuklamadan itibaren yüzyirmi gün olarak saptamıştır. Ama, Türkiye'de, ne yazık ki, davalar yüzyirmi günde değil, dört sene, beş sene, hatta daha uzun süre de devam edebilmektedir. Bu da "geciken adalet adalet değildir" anlayışıyla bağdaşmamaktadır.

Bütün bunlarla, Türk adaletini, hâkimini ve savcısını eleştirmek istemiyorum, sistemin bozukluğundan bahsediyorum. Adaletin yürümesi için gerekli ortamı hazırlayamayanları, sorumluları eleştirmeye çalışıyorum.

Büyük bir gayretle çalışan, yüzlerce dosyayla duruşmalara çıkan, gece evinde, gündüz adalet dairesinde, çok farklı şartlarda, çok sıkıntılı koşullarda davalarla uğraşan hâkim ve savcılarımızı da buradan yürekten kutluyorum.

Türkiye'de bütün eleştirilere, siyasetin ve iradenin müdahalesine rağmen ayakta dimdik duran kurumların başında adaletin ve hukukun geldiğini de belirtmek istiyorum.

Anayasamızın 138 inci ve 139 uncu maddeleri mahkeme ve yargıç bağımsızlığından, hâkim ve savcı teminatından bahseder; ama, uygulamada, bağımsızlık ve teminatı görmek mümkün değildir. Bunun en ilginç örneği de, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruludur. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun Başkanı Adalet Bakanıdır, başkan yardımcısı müsteşardır, sekreteryası personel genel müdürüdür. Bu durumda, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulundan bahsederken bir bağımsız kuruldan bahsetmek mümkün değildir. Anayasamızın yasama, yürütme ve yargıyı birbirinden ayırması önemli bir tespittir. Bunların birbirine müdahalesi, hukuk düzeninde kopukluk, toplumda sorun yaratır. Anayasamızda olmasına rağmen, uygulamada Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunu tam bağımsız saymak da mümkün değildir.

Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun Bakanlık hiyerarşisinden oluşması da son derece yanlıştır. Ülkenin her köşesinde görev yapan, adalet dağıtan hâkimlerin ve savcıların kendilerini idare edecek Kurulun oluşumuna katılmaması da son derece sakıncalıdır, yanlıştır, antidemokratiktir. Yargıda hiyerarşi olmaz; bu nedenle, gereken değişiklik yapılmalıdır, hâkimler ve savcılar kendilerini idare edecek kadroyu, kendi aralarından, siyasî görüşlerine göre değil, tam bir tarafsızlık içinde, bilgi, görgü ve çalışma kapasitesine göre seçmeli, hâkimliğe alma, hâkim ve savcıların tayin, terfi, özlük işleri, tahkikat ve denetimi bu Kurula bırakılmalıdır. Her iktidar değişikliğinde, bakıyorsunuz, bakan değiştikçe sübjektif ölçülerle, birtakım suçlamalarla, alelacele, yıllardır kamu görevi yapan müsteşar, genel müdür, bürokrat kadro, hâkim ve savcıların sicilinde önemli bir faktör olan müfettişler değişmekte ve böylece, bu insanlara da büyük haksızlık yapılmaktadır. Günümüzün koşullarının ve gereksinimlerinin değişmesine ve gelişmesine karşın, adalet mekanizması yeni olanaklar ve çözümlerle desteklenmemiştir.

Değerli arkadaşlarım, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun dışında Adalet Komisyonu konusunda da yine demokratik olmayan, bağımsız yargıya zarar veren birkaç tespiti de ifade etmek istiyorum: Eskiden, Adalet Komisyonu Başkanı, oradaki en kıdemli hâkim oluyordu; ancak, şu andaki uygulamada ise, Bakanın uygun gördüğü kişi ya da hâkim Adalet Komisyonu Başkanı olmaktadır. Sayın Bakan siyasî iradeden gelen birisidir, siyasetin içinden gelen birisidir. Onun tercihine göre tespit edilecek ve atanacak bir Adalet Komisyonu Başkanı da, kuşkulara, kaygılara yer verecek bir biçimde, insanların kafasında, soru işareti olarak kalacaktır; bu da, siyasî bir karar olmaktadır. Bunun sonucunda da, kıdemli bir hâkim, kendisinden daha az kıdemli bir hâkimden izin alma, görev alma noktasıyla karşı karşıya gelecektir.

Yine, hâkim ve savcıların terfileri de çok farklı bir şekilde yapılmaktadır. Bunun da düzeltilmesinde büyük yarar olduğunu ifade etmek istiyorum. Terfiler, üç kritere göre yapılıyor: Yargıtay notu, müfettiş raporu, bilgi ve belge. Yargıtay notu, hâkimin rahat çalışmasının önündeki en büyük engellerden biridir. Müfettiş raporu, biraz önce anlattığım nedenlerle, çok sık değişen ve siyasî iradeye bağımlı olarak görev yaptığı kaygısı duyulan müfettişlerin raporu. Bilgi ve belge dediğimiz de, Emniyetin, jandarmanın elde ettiği bilgi ve belgelerdir. İşin kötüsü, bu tür kararlar, yargı denetimine de kapalıdır, bunlar gizlidir; ancak, bir hâkim, adalet dağıtan bir hâkim, kendisiyle ilgili bir terfi konusunda, bu bilgi ve belgelere ulaşma, öğrenme, gerekirse bu kararları da yargıya açma hakkına sahip olmalıdır.

Ben, bu duygu ve düşüncelerle, hepinizi, tekrar saygıyla selamlıyorum. Eksikleri olmasına rağmen, kanunun, hayırlı, uğurlu olmasını diliyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Durgun.

AHMET ERSİN (İzmir) - Karar yetersayısının aranılmasını istiyoruz.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 30 uncu madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddenin oylanmasında karar yetersayısı istenmiştir; maddeyi oylarınıza sunacağım ve karar yetersayısını arayacağım.

30 uncu maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…

Karar yetersayısı yoktur; birleşime 5 dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 21.12


DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 21.22

BAŞKAN: Başkanvekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER: Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale), Bayram ÖZÇELİK (Burdur)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 119 uncu Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

951 sıra sayılı kanun tasarısının görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

2.- Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/1039) (S. Sayısı: 951) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.

Tasarının 30 uncu maddesinin oylanmasında karar yetersayısı bulunamamıştı. Şimdi, maddeyi tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yetersayısını arayacağım.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir; karar yetersayısı vardır.

32 nci maddeyi 31 inci madde olarak okutuyorum:

MADDE 31.- 2802 sayılı Kanunun 81 inci maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesinden sonra gelmek üzere "İşin niteliğinin gerektirmesi hâlinde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca bu süre iki ay daha uzatılabilir." cümlesi ile ikinci fıkrasında geçen "ceza" kelimesinden sonra gelmek üzere "soruşturması veya" ibaresi  eklenmiştir.

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsı adına, Malatya Milletvekili Muharrem Kılıç; buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA MUHARREM KILIÇ (Malatya) - Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar; görüşmekte olduğumuz kanun tasarısıyla ilgili olarak, Partimin ve şahsımın görüşlerini açıklamak üzere kürsüye gelmiş bulunuyorum; Yüce Heyete en derin saygılarımı sunuyorum.

Değerli arkadaşlar, bu maddeye girmeden önce yargı bağımsızlığıyla ilgili görüşlerimi açıklamıştım; ancak, bizim buradaki açıklamalarımız ne yazık ki yeteri kadar dikkate alınmıyor. Bununla ilgili, yargı bağımsızlığıyla ilgili görüşlerimizi sadece bu kanun tasarısı görüşülürken değil, Meclis açıldığından bu yana, ikibuçuk yıl içinde birkaç kez gündeme getirdik; ancak, yeteri kadar dikkate alınmıyor. Acaba, bizim görüşlerimiz bizim tarafımızdan değil de AB tarafından dile getirilince dikkate alınır mı diyoruz.

Ancak, gördüğüm kadarıyla, bu konudaki AB'nin görüşleri de çok dikkate alınıyor değil. Örneğin, 2004 AB İlerleme Raporu var ülkemizle ilgili. 2004 AB İlerleme Raporunun yargıyla ilgili bölümünde "yargının bağımsızlığı ilkesi Anayasayla güvence altına alınmakla birlikte, yargı bağımsızlığı, Anayasada yer alan bazı hükümler nedeniyle belli ölçüde zedelenmektedir. Anayasa uyarınca, hâkim ve savcılar, idarî görevler bakımından Adalet Bakanına bağlıdırlar. Ayrıca, atanmaları, terfileri, denetimleri ve geniş anlamda tüm hâkim ve savcıların kariyerleri, Adalet Bakanının başkanlığını yaptığı ve Adalet Bakanlığı Müsteşarının da üye olduğu Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından belirlenir. Yüksek Kurul tarafından taşra teşkilatlarına tayin edilme olasılıkları, hâkim ve savcıların tavır ve kararlarını etkileyebilmektedir. Ayrıca, Yüksek Kurulun kendi personeli ve bütçesi yoktur, Adalet Bakanlığının binası içinde çalışmaktadır. Kurul, kendi idarî görevleri bakımından tamamen Adalet Bakanlığının personel dairesine ve teftiş kuruluna bağlıdır" denilmektedir.

Değerli arkadaşlar, ben, seçildiğimden bu yana, sürekli, Adalet Komisyonunda çalışıyorum ve Sayın Bakanımız uyumla ilgili yasaları gündeme getirdiğinde, gerçekten, ona çok özel önem veriyoruz; çünkü, ülkemizin AB sürecini, Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz de çok önemsiyoruz ve uyumla ilgili yasalarda hiçbir engelleme yapmadan, gerek komisyon çalışmalarında gerekse Meclis çalışmalarında -bu konuda- elimizden gelen tüm desteği, tüm çabayı gösteriyoruz; ancak, Sayın Bakanlık, 2004 AB İlerleme Raporunda olduğu halde, yargının bağımsızlığıyla ilgili, yargının bağımsızlığının sağlanmasına yönelik düzenlemelere ne yazık ki girmiyor.

Değerli arkadaşlar, AB sürecinde, bu, sadece 2004 İlerleme Raporunda yer almıyor; Avrupa Birliği Komisyonunun 2003 yılı İstişarî Ziyaret Raporu var; yine, yargı bağımsızlığıyla ilgili. Burada ne diyor: "Hukuk devleti ilkesiyle yönetilen demokratik bir toplumun temeli bağımsız yargıdır. Demokratik toplumun temelini oluşturan yargı bağımsızlığı, yargı görevinin yerine getirilmesinde hem yasamanın hem de yürütmenin yargıya müdahale etmemesini içerir. Bu bağımsızlık, hâkimlerin kaprisleri ve devlet organları da dahil olmak üzere başkalarının arzularını dikkate almayarak, hukuka göre karar vermelerini garanti edecek kurumların oluşturulmasını gerektirir. Siyasal erkin etkisine maruz kalmış bir yargı, objektifliğini, saygınlığını ve insan hakları ve temel özgürlükleri etkin bir şekilde koruyabilme kapasitesini kaybeder."

İşin özü burada değerli arkadaşlar; siyasal erkin etkisine maruz kalmış bir yargı... Şu anda, yargının mevcut yapısıyla, yargının kendi içindeki en üst organı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu. Bu kurulun başındaki kişi, kurulun başkanı, yani, yargının işleyişinin başındaki kişi, yürütmenin de içinde olan Adalet Bakanı.

Değerli arkadaşlar, ne demiştik; bizim ülkemiz kuvvetler ayrılığı sistemiyle yönetilmekte. Kuvvetler ayrılığında yasama, yürütme, yargı ayrı ayrı bağımsız kurumlardır. Bu kuvvetlerin birbirini etkilememesi gerekir. Bu kuvvetlerin, kuvvet sıralamasında, birbirine üstünlüğü yoktur. Aynı mantıkla gidecek olursak, o zaman yürütmenin başına da yargı organlarının en üst biriminin başkanını getirtip oturtursak, burada, gerçek anlamda bağımsız bir yürütmeden bahsedebilir miyiz?! Yürütme kendi içinde bağımsız olacak, yasama kendi içinde bağımsız olacak, yargı da kendi içinde bağımsız olacak.

Yargının yapısına baktığımızda, hâkimlerin, savcıların yükselmesinde sicil çok önemli; sicillerindeki en küçük bozukluk, onların yükselmelerini, birinci sınıfa ayrılmalarını engelliyor. Bu sicilde kim önemli; bu sicilde, hâkimlerin, savcıların teftişlerinin yapılması çok büyük önem arz ediyor. Peki, teftişi yapan Adalet müfettişleri, teftiş kurulu kime bağlı değerli arkadaşlar; teftiş kurulu, Adalet müfettişleri doğrudan Bakana bağlı. Yani, hâkim ve savcıların yükselmelerinin kaderi Sayın Bakanın, Sayın Bakanlığın elinde. Ben, Sayın Bakanımı tenzih ederim, şahsında hiçbir kuşkum yok; yani, bir tarafgir davranacağına veya hâkimlerin, savcıların siciliyle oynayacağına, öyle bir iddiam yok; ancak, biz, burada, sistemi tartışıyoruz değerli arkadaşlar. Şu anki Bakanımız gider başka bakan gelir veya bu iktidar gider, başka iktidar gelir. Biz burada şahısları konuşmuyoruz, burada sistemi konuşuyoruz.

Yine, Adalet Bakanlığında çalışan birimlerdeki tüm yetkililer hâkim veya savcıdır değerli arkadaşlar. Peki, burada çalışan hâkimlerin, savcıların sicillerini kim doldurur; üst amirleri. Hangi birimde çalışıyorlarsa, hangi genel müdürlükte çalışıyorlarsa oradaki üst amirleri onların sicillerini doldurur. Peki, o şekilde hiyerarşik bir yapı içinde üstlerine bağlı olan kişilerden, bağımsız yargıç olarak bahsetmek mümkün müdür; tabiî ki mümkün olmayacaktır. Değerli arkadaşlar, bu sistemde bağımsız yargı maalesef kayboluyor.

Yine, atamada Bakanlık çok büyük ölçüde yetkili. Nasıl yetkili; hâkimlerin, savcıların atanmasıyla ilgili tüm çalışmalar, tüm mutfak çalışmaları, hazırlıklar Bakanlıkta yapılır. Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğü, tüm hâkim ve savcıların, icra müdürlerinin, yani adliyede çalışan birimlerin atanmasında yetkilidir. Nasıl yetkilidir; onların atanmalarının taslağı Bakanlıkta hazırlanır; çünkü, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun kendine ait bir sekreteryası yoktur, kendine ait bir binası yoktur, arşivi yoktur. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun eli kolu bağlıdır.  Mutfaktan ne gelirse, kendilerine taslakta ne gelirse, o taslak üzerinde sadece çalışma yaparak, kendilerine göre düzenleme yapabilirler; ancak, tüm arşiv bilgileri, dosya bilgileri, her şey bakanlığın elindedir.

Yine, bir kurumun kendine ait bütçesi yoksa, o kurumun özerkliğinden bahsetmek de mümkün değil. Kurum bütçe olarak da Bakanlığa bağlı. Binası yok demiştik; tüm işlemler, Adalet Bakanlığının binası içinde yürütülüyor. Personel, Adalet Bakanlığının personeli. Bu yapı içinde, yani, yargının tüm birimleri yürütmenin evinde misafir. Yürütmenin denetimine, yürütmenin teftişine, yürütmenin yerlerini ayarlamasına, belirlemesine bağlı bir şekilde kalıyorlar; onun adına da, biz, bağımsız yargı diyoruz!

Bu yapıdaki hâkim ve savcıların Adalet Bakanlığına karşı, yürütmeye karşı bağımsız davranması, dik durması mümkün müdür; mümkün değildir. Bu, sadece bu iktidara yönelik değil, tüm iktidarlar döneminde yargının yürütmenin karşısında bu koşullarda dik durmasının mümkünü yoktur.

Değerli arkadaşlar, bu yapıyı şurada da görüyoruz: Çoğu yerlerde yargı, hükümet binalarının içinde. Hükümet binaları, adı üstünde, hükümetin binaları. Oysa, yargı ne yapıyor, hükümet binalarının bir katında sığıntı gibi duruyor. Oysa, yargının kendine özgü bir binasının olması gerekir. Yargı başlı başına bir güç. Bu nedenle, yargı binalarını… Gerçi son zamanlarda bağımsız yargı binaları yapılıyor, bu güzel bir gelişme, bu konuda katkı sağlayanlara da teşekkür ediyorum; ancak, yargıyı mutlaka yürütmeden ayrı bir duruma getirmemiz gerekiyor.

Değerli arkadaşlar, Ceza Muhakemeleri Kanunuyla cumhuriyet savcılarımıza çok büyük görevler verdik. Cumhuriyet savcılarımız, soruşturmanın patronu konumundalar; ancak, cumhuriyet savcılarımızın, her cumhuriyetin savcısının altında kovuşturmaları takip edecek birer makam arabası yok; bu nasıl patronluk?! Adlî polisin amiri konumunda soruşturmayı takip edecek; ancak, cumhuriyet savcılarımıza yeteri kadar imkân tanımıyoruz, yeteri kadar olanak vermiyoruz. Oysa, gerçek anlamda, yargıya anladığımız ölçüde bağımsızlık verirsek, olanaklarını verirsek, Türkiye'de bu boyutta yolsuzlukların olması da önlenmiş olur; çünkü, ben, Türkiye'de en sağlam duran, en dik duran kurumlardan bir tanesinin yargı olduğuna inanıyorum. Hâkimlerimize, savcılarımıza güvenirsek, onlara yeterli imkânları verirsek, mutlaka, ülkemizde gerçek anlamda adaleti sağlarız.

Değerli arkadaşlar, hükümet olarak tasarruf yapabilirsiniz; ancak, adaletten tasarruf olmaz. Eğer adaletten tasarruf yapmaya kalkışırsanız, o zaman yargıda boşluk doğar. Yargıda doğacak boşluk da, ülkede çok büyük sorunlara neden olur; çünkü, o boşluklar başka güçler tarafından doldurulur. O zaman, mafya söz sahibi olur; yargının güçlenmediği, yargının etkin olmadığı bir ortamda mafya güçlenir. Bu nedenle, yargının sorunlarına iktidar olarak, muhalefet olarak hepimizin elbirliğiyle el atmamız gerekiyor, bu sorunları gidermemiz gerekiyor.

Bu duygu ve düşüncelerle, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, İçtüzüğün 72 nci maddesine göre verilmiş bir önerge vardır; önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 951 sıra sayılı tasarının ve 31 inci maddesinin önemi nedeniyle, konunun daha çok aydınlığa ve açıklığa kavuşması bakımından İçtüzüğün 72 nci maddesi uyarınca bu maddeyle ilgili görüşmelerin devam etmesine karar verilmesini saygılarımızla arz ederiz.

 

Muharrem Kılıç

Feridun Ayvazoğlu

Halil Ünlütepe

 

Malatya

Çorum

Afyonkarahisar

 

Ziya Yergök

Atilla Kart

Haluk Koç

 

Adana

Konya

Samsun

 

 

Bayram Meral

 

 

 

Ankara

 

Gerekçe:

Görüşmekte olduğumuz Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının genel gerekçesinde de ifade edildiği gibi, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 140 ıncı maddesinde "Hâkimler ve savcılar, adlî ve idarî yargı hâkim ve savcıları olarak görev yaparlar. Bu görevler meslekten hâkim ve savcılar eliyle yürütülür. Hâkimler, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre görev ifa ederler" hükmüne yer verilmiştir.

Yargılama faaliyetinin etkin bir biçimde sürdürülerek sonuçlandırılması için de, çalışma koşullarının iyileştirilmesi, iş yükünün azaltılması ve yargı bağımsızlığının tam olarak sağlanması, nitelikli ve yetkin kişilerin hâkimlik ve savcılık mesleğine özendirilmesi gerekir.

Hâkim ve savcılarla ilgili olarak Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi kaynaklarına bakıldığında da ''hâkimlerin görev süresi, bağımsızlığı, güvenliği, alacakları yeterli ücret, hizmet şartları, emekli aylıkları ve emeklilik yaşı, kanunda yeterli biçimde güvence altına alınır. Hâkimlerin yükselmeleri yeterlilik, dürüstlük ve deneyim gibi objektif nedenlere dayanır. Yasama ve yürütme organı, hâkimlerin bağımsızlığını sağlamalı ve hâkimlerin bağımsızlığını tehlikeye sokan hiçbir adımı atmamalıdır'' şeklinde ifadelere ve ilkelere yer verdiği görülmektedir.

Avrupa Birliğinin ülkemiz hakkında açıkladığı 2003 Yılı İlerleme Raporunun yargı sistemine ilişkin bölümünde, yargının ağır iş yükünün olumsuz bulunan hususlar arasında sayıldığı görülmektedir; ancak, bugün, Anayasamıza baktığımızda, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun mevcut yapısıyla, yargı bağımsızlığının ve yargıç güvencesinin tam olarak sağlanmasına olanak bulunmadığı açıktır. Öncelikle, bu alanda bir düzenleme yapılarak Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun yapısı değiştirilmeli, Adalet Bakanı ve Bakana hiyerarşik bağla bağlı olan müsteşar kurulda yer almamalıdır.

Hükümet tasarısı olarak Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan, altkomisyonda ve Adalet Komisyonunda görüşülerek Genel Kurula gelen 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin söz konusu Kanun Tasarısı, içerdiği kimi olumlu değişikliklere karşın, toplumumuzun bağımsız, etkin, hızlı ve adil yargı beklentilerine, yargıç ve savcılarımızın haklı istemlerine yeterince karşılık vermemektedir.

Özellikle, tasarıda yer alan mülakatın biçiminin ve kimler tarafından yapılacağı hususunun açıklığa kavuşturulması, düzenlemenin yönetmeliklere bırakılmaması gerekir. Mülakat kurulunun yapısı yaşamsal önem taşımaktadır. Şimdi uygulanmakta olan yönetmeliğe göre, mülakat kurulu Bakanlık bürokratlarından oluşmaktadır. Bu, yanlış bir yöntemdir. Mülakat kurulunda görev alacak kişilerin yüksek yargı organlarından ve Türkiye Barolar Birliği gibi bağımsız organlardan seçilerek oluşturulması daha uygun olacaktır.

Şimdiki halde, Adalet Bakanlığının bünyesinde Bakana bağlı olarak çalışan teftiş kurulunun, buradan alınarak Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna bağlanması daha doğru olacaktır .

Diğer taraftan, çalışma koşullarının olumsuzluğu, iş yükünün ağırlığı ve aynı zamanda, hâkim ve savcılık mesleğinin özelliği de gözönüne alınarak, özlük hakları bakımından yeterli, kalıcı ve tatmin edici iyileştirmelerin de yapılması gerekir. Bir önemli nokta da, adlî yargıda olduğu gibi idarî yargıda da görev yapacak olan tüm hâkim ve savcıların mutlaka hukuk fakültesi mezunu olmaları sağlanmalıdır.

Yukarıda açıkladığımız nedenlerle, konunun daha iyi anlaşılması bakımından, maddeyle ilgili görüşmelerin devam etmesine karar verilmesini talep etmek zorunlu olmuştur.

BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

33 üncü maddeyi 32 nci madde olarak okutuyorum:

MADDE 32.- 2802 sayılı Kanunun 93 üncü maddesinin birinci fıkrasında geçen "Cumhuriyet savcısı ile sorgu hakimine" ibaresi "Cumhuriyet başsavcısına"; ikinci fıkrasında geçen "Cumhuriyet Savcısı, sorgu hâkimi" ibaresi "Cumhuriyet Başsavcısı" şeklinde değiştirilmiştir.

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsı adına, Bursa Milletvekili Mehmet Küçükaşık.

Sayın Küçükaşık, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA MEHMET KÜÇÜKAŞIK (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 951 sıra sayılı yasa tasarısının 32 nci maddesi hakkında, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsım adına söz almış bulunmaktayım.

32 nci maddeyle, 2802 sayılı Yasanın 93 üncü maddesinde değişiklik yapılmaktadır. (AK Parti sıralarından "çok yerinde" sesleri)

Elbette, yerinde bir değişiklik; yirmi yıldan beri unutulan, yirmi yıldan beri yapılamayan ve unutulan bir değişiklik şimdi, bu yasayla yerine getirilmeye çalışılıyor. 93 üncü madde de kişisel suçlar ve kişisel suçlarda soruşturma ve kovuşturmayı düzenleyen bir hüküm. Burada, birinci fıkrada "hâkim ve savcıların kişisel suçları hakkında soruşturma, ilgilinin yargı çevresinde bulunduğu, ağır ceza mahkemesine en yakın ağır ceza mahkemesi cumhuriyet savcısı ile sorgu hâkimliğine ve son soruşturma o yer ağır ceza mahkemesine aittir" hükmü var.

Şimdi, biz, birinci fıkrada yaptığımız değişiklikle, sorgu hâkimliği 1985 yılında yapılan değişiklikle kalkmış bulunduğundan, yirmi yıldan beri unutulan bu değişikliği şimdi yerine getiriyoruz ve mevcut uygulamadaki sistem haline getiriyoruz. İkinci fıkrasında ise "Adalet Bakanlığı merkez kuruluşundaki hâkim ve savcıların kişisel suçları hakkında soruşturma ve kovuşturma Ankara Cumhuriyet Savcısı, sorgu hâkimi ve ağır ceza mahkemelerine aittir" hükmü var. Şimdi, buradaki sorgu hâkimliği de -yine, demin de belirttiğim gibi- 1985 yılında kalkmış bulunduğundan, onun yerine "Ankara Cumhuriyet Başsavcısı" hükmünü getiriyoruz.

Şimdi, baktığımızda, burada, benden önce konuşan tüm arkadaşlarımız, Hakimler ve Savcılar Kuruluyla ilgili eksiklikleri dile getirmeye çalıştılar ve yine, hâkimlerimizin ve savcılarımızın karşılaştıkları sorunları detaylı bir şekilde anlatmaya çalıştılar.

Şimdi, bakınız, demin de belirttim; 21.5.1985 tarihli ve 3206 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununda yapılan değişiklikle sorgu hâkimliği kaldırılmıştı. Yirmi yıldan beri kaldırılan bir hüküm var. Biz, yirmi yıldan beri hâkimlere o kadar ilgi gösteriyoruz ki, Türkiye Cumhuriyeti olarak, her şeyi emanet ediyoruz, her şeyimizi söylüyoruz; ama, yirmi yıldan beri bir kanundaki bir boşluğu doldurma fırsatını daha henüz buluyoruz... Şimdi, bunları biz konuşmaya çalıştık; ben, başka bir şey söyleyeceğim.

Şimdi, yine, değişiklik yapıyoruz. Tüm bu süreç, bir aylık süreç boyunca, Türkiye'deki tüm hâkim ve savcılarımızdan hukukçu olan milletvekillerimizin hemen hemen tümüne, Hâkimler ve Savcılar Kanununda yapılacak değişiklikle ilgili talepler geldi. Hep biz konuştuk, dışarıdan insanlar olarak onların görüşlerini dile getirmeye çalıştık. Şimdi, ben, onların taleplerini bizzat onların gönderdiği fakslardan e-meillerden okumak istiyorum; çünkü, onların özlük haklarıyla ilgili, onların çalışma koşullarıyla ilgili, onların yükselme ve terfileriyle ilgili, onların sosyal yaşamlarıyla ilgili ne kadar değişiklik yapabildik ve o insanların, gerçekten, hâkim ve savcıların bizden talebi nedir; bunları, hepimizin ve herkesin de bir kere daha anlamasını istiyorum.

Gelen fakslardan bir tanesi şu:

"Yüce Meclisimiz, son dönemde, hukukumuzda reform olarak nitelendirilen yasal düzenlemelerin altına imza atmış, yıllardır gündeme getirilen; ancak, bir türlü yapılamayan değişiklikler Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından büyük özveri ve çabalarla yasalaştırılarak, daha çağdaş nitelikte düzenlemeler ülkemiz insanına hediye edilmiştir. Aşağıda sıralı öneri ve düzenlemelerin, 2802 sayılı Yasada yapılacak değişiklik sırasında dikkate alınması amacıyla, bu şekilde devam eden reformların bir halkasının daha tamamlanacağı ve yapılacakların, çağdaş hukuk devleti olma yolunda çok büyük bir adım olacağı inancı içerisindeyiz.

Yargı müessesesinin sorunları ve yargı alanında yapılması gereken reforma ilişkin öneriler:

1- 2802 sayılı Yasanın idarî ve malî hükümleri, sadece bu kanunda belirtilen niteliklere sahip hâkim, savcı sınıfından olanlara uygulanır hükmü getirilmelidir. Böylece, diğer meslek sınıflarının bu yasaya bağlanarak, malî, idarî ve yargılanmayla ilgili bağışıklıklara sahip olması önlenebilir.

2- Hizmetimin ayrılmaz parçası olan iki yıllık stajımız, birçok kurumda olduğu gibi fiilî hizmetten sayılmalıdır." Evet, bu hüküm yerine getirildi.

"3- Tayin dönemi içerisinde hazırlanan atama taslağı öncesi boşalacak yerler önceden ilan edilmelidir.

4- Ayrıca, en önemli hususlardan bir diğeri, hâkimler, cumhuriyet savcıları ile adlî personelin, çalışma koşulları itibariyle, yıpranma tazminatı düzenlenmesi getirilmelidir.

5- Hâkim ve cumhuriyet savcılarının maaş düzenlenmesi konusunda Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna yasal yetki verilmelidir.

6- Cumhuriyet savcıları ile sulh ceza mahkemesi hâkimlerinin mesai ve nöbet usulleri 2802 sayılı Yasa kapsamında düzenlenmeli, nöbet, istirahat saatleri açıkça belirlenmeli, ayrıca nöbet tazminatı ödenmelidir." Biliyorsunuz, bugün çektiğimiz bir teklifle, bu konudaki getirilecek düzenlemeden geri adım atıldı. Onlara, hiç olmazsa, 400 000 000 liraya yakın ek bir gelir temin edebilecektik. Ne yazık ki, o geliri 150 -200 milyon liraya indirdik bugün.

"7- Sadece bilimsel eserleri satın alabilmek amacıyla, her adlî yılın başında olmak üzere kitap tazminatı ödenmesi uygulaması getirilmelidir."

Bakınız, biz, yasalarda birsürü değişiklikler yapıyoruz. İşte, en son Ceza Kanunu, Ceza Usulde, Ceza İnfazda yaptık; şimdi çocuk mahkemeleri  kuruluyor, tüm bu yasalarda değişiklik yapacağız ve hâkimlerimiz ve savcılarımız bu yasaları takip edecekler.

Şimdi, ekonomik zorluk içerisinde olan bir insan ve gerçekten de kadro sayısı nedeniyle çok yoğun bir çalışma ortamında bulunan hâkim ve savcılarımızın kendi maişet dertlerinden vazgeçerek bilimsel araştırma ve inceleme yapabilmesi -özellikle, Adalet Bakanlığı Eğitim Akademisinde o incelemeyi yapacağız da- ne kadar olabilecek, onlara bu konuda neler verebildik ve görüyorum ki, burada,  7 madde halinde okuduğum taleplerden biz ancak 2'sine  karşılık verebildik, birine tam verdik, birine de ne yazık ki yarım verebildik.

Yine, aynı şekilde henüz 12 Haziranda gelen bir yazı var:

"Hakim ve savcıların idarî görevleri, ilgili mahkemede ya da cumhuriyet başsavcısı  bünyesinde kurulu yazı işler müdürlüklerine devredilmelidir.

Terfi sisteminde esas alınan kriterlerden, Yargıtaydan  20, 30, 40 iş geçirmek şartı kaldırılmalı, yerine, daha adil, olan Yargıtayın da yükünü hafifletecek, geçen iş sayısı üzerinden belirli oranda iyi not alma şartı getirilmelidir.

TRT fotoğrafçısına bile verilen yıpranma tazminatı -keşif, duruşma, hafta sonu, gece yarısı, otopsi, olay yeri inceleme gibi hem fizikî işlerle hem de beynen yapılan- bu ülkenin hâkim ve savcılarından esirgenmemelidir.

Zaman zaman milletvekilleri tarafından da sorun olarak dile getirildiği üzere, 2802 sayılı Yasanın malî hükümlerinden sadece adlî ve idarî hâkim ve cumhuriyet savcıları yararlanmalı, 2802 sayılı Yasaya atıf yapılarak elde edilen -ilgili yasalardaki- malî ayrıcalıklar sona erdirilmelidir.

Ceza Muhakemeleri Kanunu ile cumhuriyet savcılarına ve sulh ceza hâkimlerine ve diğer hâkimlere getirilen nöbet sisteminin esasları 2802 sayılı Yasada belirlenmeli; nöbet, istirahat ve ödenekleri düzenlemelidir.

Atamalarda esas alınan 5 bölge sisteminden vazgeçilerek bölge sayısı düşürülmeli ve daha hakkaniyetli bir sistem uygulanmalıdır.

Meslekî ihtisaslaşmaya gidilmeli, hukuk hâkimi, ceza hâkimi, cumhuriyet savcısı ayırımı belirlenmeli, birbirine geçiş ve atama için ilgilinin yazılı izni aranmalıdır.

Yüksek Kurulun bizatihi kendisine bağlı teftiş kurulu, sekreteryası, personeli, bütçesi ve ayrı binası olmalıdır.

Hâkimler ve cumhuriyet savcıları hakkındaki adlî ve idarî soruşturmalarda kesin süre belirlenmeli, idarî soruşturmaya ilişkin zamanaşımı süresi, hukuk devleti ilkelerine uygun, makul, kabul edilebilir bir süre olmalıdır.

Emekli olan hâkim ve savcıların -diğer birçok memura göre- emekli ikramiyesinin, hâkimlik tazminatı maaşı esas bağlanmadığından, komik düzeyde olmasının önlenmesi gerekir.

Hâkim ve savcılar ile yanında çalışan personelin aylıkları, insan onuruna yaraşır şekilde yaşamayı mümkün kılacak düzeye getirilmelidir.

Yargıdaki yoğun iş yükü de dikkate alınarak, her adliyede toplanan harç ve benzeri paraların uygun görülecek bir yüzdelik dilimi bir havuz hesabında toplanarak, hastanelerin döner sermayeleri sisteminde olduğu gibi, çalışanlara aktarılmalıdır.

İki yıllık adaylık stajında geçen süre meslekî kıdemden sayılmalıdır.

2802 sayılı Kanunun 24 üncü maddesi gereğince, hâkim ve cumhuriyet savcıları hakkında hâl kâğıdı düzenlemeleri uygulaması sona erdirilmelidir.

Kişisel çıkar ya da kin ve garezle, hâkim ve cumhuriyet savcıları hakkında şikâyette bulunduğu anlaşılan kimseler hakkında, iftira ya da suç uydurma suçlarından yasal işlem yapılabilmelidir. Böylece, keyfî şikâyetlerle, hâkim ve cumhuriyet savcılarının huzursuz edilmesinin önüne geçilmelidir.

Tayin dönemi öncesinde hazırlanan atama taslağı hâkim ve cumhuriyet savcılarına duyurulmalı, kararnamenin tarihi, kapsamı belirli bir takvime ve sisteme bağlanmalıdır.

Hâkim ve savcıların bakmakla sorumlu tutulacakları iş sayısı, görevin niteliğine göre 2802 sayılı Yasada açıkça belirlenmelidir."

En son, bugün gelen bir yazı daha var; şöyle söylüyorlar:

"Sayın Meclis Başkanlığına.

Mecliste görüşülmekte olan 2802 sayılı Kanunun değişmesi gereken ve meslektaşlar açısından hayatî önem arz eden maddeleri hakkında birkaç istirhamımız olacaktır. Unutmayalım ki, bu kanun görünürde yargıçları ilgilendirse de, esasında, ülkemizin demokrasi yolunda güçlü bir ilerleyişinin kilometre taşı olacaktır.

Yargının zafiyet içerisinde olmasının sakıncalarını geçmiş dönemlerde yaşadık. Bunun en yakın örneği 2001 kriziydi; ki, yargının uzanamadığı noktalardaki yolsuzlukların ülke ekonomisini çökertecek noktaya gelmesi ve neredeyse ülkemizin bağımsızlığının tartışılmaya başlandığı bir dönemleri hep beraber yaşadık. Hırsızların, yolsuzların ve mafya babalarının umursamadığı ve çekinmediği bir yargının hüküm sürdüğü düzende, ülkelerin istikrara kavuşmaları mümkün değildir. Bu nedenle, şayet, demokrasinin üç sacayağından biri olan yargının aslî fonksiyonuna döndürülmesi ve mesleği düşünen yetenekli arkadaşlar açısından cazip hale getirilmesi ve meslektaşların rahat ve iç huzuruyla bu mesleği icra edebilmeleri için taleplerinin hayata geçirilmesi gerekmektedir. Öncelikle, özlük haklarındaki eksikliklerin giderilmesi, özellikle, yeni Türk Ceza Kanununun yargının iş yükünü olabildiğince artırdığı bu dönemde meslektaşlara bir moral kaynağı olacaktır.

Ülkemizde davaların yıllar boyu sürmesinin tek müsebbibi olarak yargıçlar gösterildi. Ancak, sistemden kaynaklanan sorunlar gözardı edildi. Yeni Ceza Muhakemesi Kanunu uygulamaya başlandığı andan itibaren yargının ne kadar hızlı olacağını hep beraber göreceğiz. Bu konuda meslektaşlarımıza olan güvenimiz tamdır; üstelik 30 000 hâkim, savcının yapması gereken işi 10 000 kişiyle yaparak. Bu nedenle, yargıya gereken morali, maddî ve manevî desteği esirgemeyeceğinizi umuyor, meslektaşlar adına saygı ve selamlarımızı iletiyoruz."

Bakınız, okuduğum üç metinde de, mektupta da, hâkim ve savcılarımız insan onuruna yakışır bir şekilde yaşamak istiyor. Ben cumartesi günkü konuşmamda  da son söz olarak onu söylemiştim; tüm hâkimler ve savcılarımız, Yargıtay Başkanımızın dediği gibi, vicdanı ile cüzdanı arasına sıkışmak istemiyor. Bu düzenlemeyi yaptık, özlük haklarının iyileştirileceği umudunu verdik insanlara; ama, insanlar, özlük haklarının iyileştirilmediğini, ayrıcalıklarının ve özelliklerinin sadece yargılamada tanınan haklar olmadığını onlar da biliyorlar. Anadolu'nun her yerinde hâkimlik ve savcılık mesleğini sürdüren bu insanlarımız, meslek onuruna yakışır bir şekilde yaşamak istiyorlar. Onlar her tarafa gidemezler, onlar her toplum içerisine giremezler, elbette, toplumdan uzaklaşmak zorundalar. Belirli bir derecede kendilerini korumak zorundalar. Onlara her türlü taleplerin iletilmesi onları en fazla rencide edecektir. Onlar, toplumda yaşayan diğer  serbest meslek mensupları gibi, diğer insanlar gibi, kamu görevlileri gibi, mahalle kahvesine, her türlü lokantaya gidebilmeleri çok zor. Çünkü, insanların hangi taleplerle karşılaşacağını, bizler, hukukçular olarak  biliyoruz. Biz, sınıf arkadaşımız bir hukukçunun, bir hâkimin dahi evine, sırf yanlış anlaşılır diye ben avukat olarak gidemedim. Çünkü, küçük yerlerde insanlar "bu bunun arkadaşıdır, bu bunun dostudur, bu bunun sınıf arkadaşıdır" diyorlar. Biz kendimizi korumak zorunda olduğumuz gibi bizzat hâkimleri ve savcıları da o nedenle korumak zorundayız. Şimdi, insanlar bu kadar, toplumdan izole bir yaşam sürdürmeye çalışıyorlar; ancak, o insanlar o görevlerini yaparken, ne yazık ki, ekonomik sorunlar nedeniyle çok zor şartlarda yaşıyorlar. Lütfen, bu yasa görüşülürken, bizlerin dediklerini hep dinlediniz, bizler aynı şeyi söylemeye çalışıyoruz; ama, ne olur, hâkimlerin ve savcıların duygularına da, artık onların taleplerine de dikkat edin, onlara da gerekli ilgi ve kolaylığı gösterin diyor, hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Küçükaşık.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

34 üncü maddeyi 33 üncü madde olarak okutuyorum:

MADDE 33.- 2802 sayılı Kanunun 95 inci maddesine aşağıdaki cümle eklenmiştir.

"Bu tür davaların kanun yolu incelemesi de öncelikli olarak yapılır."

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsı adına, Konya Milletvekili Sayın Atilla Kart; buyurun.

CHP GRUBU ADINA ATİLLA KART (Konya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan 951 sıra sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunuyla ilgili tasarının 33 üncü maddesi hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsım adına söz almış bulunmaktayım; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, getirilen 33 üncü madde, 2802 sayılı Yasadaki, yani hâkimler ve savcılarla ilgili temel düzenlemeleri getiren 2802 sayılı Yasadaki 95 inci maddeye tekabül ediyor, o maddenin karşılığı olarak düzenlenmiş bir madde. Burada, cumartesi gününden bu yana hep şunu anlatmaya çalışıyoruz: Bu tasarının amacına ulaşması için, burada Hâkimler ve Savcılar Kanununda sözü edilen bu iyileştirmelerin yapılabilmesi için, yapılması gereken birtakım yapısal değişimlerden söz ediyoruz. Bu yapısal değişimler nedir;  onları ısrarla anlatmaya devam edeceğiz.

Bakın, getirilen tasarıda, temel gerekçe olarak, öncelikli gerekçe olarak, yargıda hâkim ve savcı eksikliğinin ve ağır bir iş hacminin bulunduğundan söz edilerek, buna göre, bir an evvel, 4 000 hâkim ve savcının alınması zorunluluğundan söz edilerek, bu tasarının genel gerekçesi ifade ediliyor, anlatılıyor.

Sorun nedir değerli arkadaşlarım; bunları konuşmamız, bunları değerlendirmemiz gerekiyor. Sorun -hep ifade ediyoruz- yapısal değişimi, yapısal değişim sürecini gerçekten başlatmak istiyor muyuz; yoksa, birtakım güncel ve yüzeysel sunuşlarla gündem mi saptırıyoruz? Asıl sorunları, temel sorunları geride mi bırakıyoruz? Bunları, açık bir şekilde konuşmamız gerekiyor. Sorunun esası, neden statükocu yapıyı sürdürmek istiyoruz, korumak istiyoruz? Nedir bu statükocu yapı; bunları anlatmak istiyorum.

Bakın, siyasî iktidar olarak yargının sorunlarını tartışırken, hukuka egemen olma, hukuku kontrol altında tutma iradesinden neden vazgeçmiyoruz? Neden, hukuk devleti yapılanmasındaki temel sorunları tartışmak yerine, birtakım yüzeysel sonuçlarla bu olayı geçiştirmeye çalışıyoruz?

Değerli arkadaşlarım, bir siyasî iktidarın, hukuk devletinin gerçekleşmesine -daha evvel de ifade ettim, tekrar ifade ediyorum; yargıç devletini kastetmiyorum, yargıçlar devletinden söz etmiyorum; yargıç devleti, yargıçlar devletinin de devletin temel yapısını bürokratik bir yapıya dönüştürdüğünün elbette farkındayız; bu ayırımı ifade ederek söylüyorum- bir siyasî iktidarın hukuk devletinin gerçekleşmesini, bu değişimi gerçekten isteyip istemediğinin temel ölçüleri nedir, gelin bunları tartışalım, bunların adını koyalım diyoruz.

Hayalci ve ayakları yere basmayan değerlendirmeler yapmayacağım. Demokrat olmak kaygısına girmeden, demokrat olmak kompleksine girmeden, bu soruna nasıl çözüm getiririz, bunları anlatmaya çalışıyorum, bunları izah etmeye çalışıyorum.

Bakın, Türkiye neyi yaşıyor biliyor musunuz yargıda, değerli arkadaşlarım, hangi sıkıntıyı yaşıyor; Türkiye, 1982 Anayasasının yarattığı tahribatları halen aşamadı. Yargıda yaratmış olduğu o bürokratik yapıyı, yargı ve yargıcın bürokratlaşması vakıasını halen aşamadı değerli arkadaşlarım; bunları aşmamız gerekiyor.

Yargıcın bir memur olmadığını, bunları bilmemiz gerekiyor. Yargıcı bir memur olarak kabul etmeyip, buna göre, siyasî irade olarak, siyasî otorite olarak tavır koymamız gerekiyor. Bunu da, en başta, diğer bürokratik kademelere, kimlere, askerî kademeye, sivil kademeye bunları anlatmamız gerekiyor değerli arkadaşlarım. Asker bürokrasisinden başlayarak sivil bürokrasisine, maliye bürokrasisine bunları anlatmamız gerekiyor. Yargıcın farkını, yargıcın işlevini, bunları anlatmamız gerekiyor.

Bunları kim anlatacak; yasama organı olarak bizler anlatacağız, bunları, siyasî irade olarak hükümet anlatacak. Acaba, hükümet bunları anlatıyor mu, acaba, bizler, yasama organı olarak bu noktada irademizi ortaya koyuyor muyuz; yoksa, birilerinin bize dikte ettirdiklerini, burada, gereğince muhakeme etmeden geçip gidiyor muyuz; bunları konuşalım. Bunları konuşmak bizim görevimizdir, bizim sorumluluğumuzdur.

Bakın, değerli arkadaşlarım, yargıda bürokratlaşma zincirini kıramadığımız zaman ne oluyor biliyor musunuz; yargıya müdahalenin altyapısını sağlamış oluyoruz, yargıya müdahalenin zeminini yaratmış oluyoruz. Bunları size anlatmak istiyorum. Yargıya müdahale ortamını yarattığımız zaman, orada kuvvetler ayrılığı falan kalmıyor. Biz, yargıya öylesine bir müdahale zemini yaratıyoruz ki, yargının içinde odaklanarak, yargıya müdahale zeminini o kurumun içinden hallediyoruz. Bunları somut örneklerle anlatmak istiyorum.

Bakın, şu bir gerçek: Yargıya müdahale zemini ve şartlarının yaratılması geçmiş siyasî iktidarlar döneminde de söz konusu oldu; ama, maalesef, 58 ve 59 uncu hükümetler döneminde bu, kıyas kabul etmeyecek ölçülere ulaştı.

Değerli arkadaşlarım, bu zinciri kırmadan hukuk devletini inşa etmemiz mümkün değil. Güncel olduğu için anlatıyorum, cumartesi günü anlattım, bugün de anlatıyorum; önemine binaen anlatıyorum. Bakın, bu müdahale sürecinin, bugün diğer bütün özelleştirme işlemlerinde, siyasî iktidarın tesis etmiş olduğu özelleştirme işlemlerinde karşımıza çıktığını görüyoruz. Bunun Seydişehir Eti Alüminyum tesislerinin özelleştirilmesi sürecinde de yaşandığını görüyoruz değerli arkadaşlarım. Bakın, geldiğimiz aşamada, bu müdahale süreci, elbette doğrudan yapılmıyor; bunun yol ve yöntemleri daha farklı bir şekilde yapılıyor, değişik yol ve yöntemlerle bu müdahaleler yapılıyor. Hukukdışı ilişkiler iddiasıyla gelişen ve yasama denetiminin ihlali ve engellenmesi pahasına gelişen bir süreçten sonra gelişen bir özelleştirme işleminden söz ediyorum değerli arkadaşlarım. Olay yargıya intikal ediyor -Seydişehir Eti Alüminyumdan söz ediyorum- Sayın Başbakan ve Sayın Maliye Bakanı, bakıyoruz, gerek Grup konuşmalarında gerek basına verdikleri demeçlerde bu özelleştirme işleminin kendilerince haklılığını ve zorunluluğunu anlatıyorlar; bunu anlatırken de, kendilerince, bir tarafa, birtakım odaklara, birtakım karar mekanizmalarına mesaj veriyorlar. Bu anlatımı yaparken, aslında ne yapıyorlar biliyor musunuz; hem Anayasanın 138 inci maddesini ihlal ediyorlar hem de kamuoyunu gerçeğe aykırı bir şekilde bilgilendiriyorlar. Onun için, diyorum ki, hukuk devletini inşa etmek istiyorsak, siyasî irade olarak, siyasî otorite olarak, bu noktada, irademizi, samimî bir şekilde, dürüst bir şekilde ortaya koymamız gerekiyor. Bakın değerli arkadaşlarım, bu süreç, bu anlattığım süreç, tipik anlamda, yargıya müdahale unsurlarını içeren bir süreçtir. Her yargıç ve mahkeme bu söylemlerden etkilenir demek istemiyorum; ama, şunu, çok açık olarak ifade ediyorum ki, bu söylemlerden ve gerçeği yansıtmayan değerlendirmelerden etkilenecek olan yargıç ve mahkemeler de, bu bürokratik yapı içinde, maalesef, olacaktır; bu, kaçınılmazdır. Neden olacaktır, niye olacaktır; bunları anlatmaya devam edeceğiz.

Bu bürokratik yapı hangi sonuçlara yol açıyor biliyor musunuz?.. Bunları, dokunulmazlık dosyalarında, örnekleriyle anlattık. 5 adet dosya  değerli arkadaşlarım, 5 adet dokunulmazlık dosyayı, 3 tanesi İstanbul Büyükşehir Belediyesiyle ilgili; BELBİM'le ilgili, Akbil'le ilgili, İGDAŞ'la ilgili.

FARUK ÇELİK (Bursa) - Sayın Başkan…

ATİLLA KART (Devamla) - Dördüncü dosya kayıp trilyon; beşinci dosya, Sayın Maliye Bakanının 150 000 000 dolarlık dosyası, hayalî ihracat dosyası. Toplamının değeri nedir biliyor musunuz değerli arkadaşlarım, toplamının değeri…

AHMET YENİ (Samsun) - Ne ilgisi var?! Her gün aynı şeyi anlatıyorsun, usandık yani…

FARUK ÇELİK (Bursa) - Sayın Başkan, maddeyle ilgili…

ATİLLA KART (Devamla) - Onları, değerli arkadaşlarım, ben anlatmaya devam edeceğim, taa ki, bunların yasal gereğini yapıncaya kadar anlatmaya devam edeceğim.

BAŞKAN - Sayın Kart…

ATİLLA KART (Devamla) - Onun için, diyorum ki, bakın, yargının bürokratlaşmasından söz ediyorum değerli arkadaşlarım, yargının bürokratlaşmasından söz ediyorum. Yargı bürokratlaştığı zaman kurumlar ve kavramlar neden işlemiyor, bunları anlatıyorum; müsaade buyurun da, bunları anlatayım. (AK Parti sıralarından "Allah Allah!.." sesleri) Müsaade buyurun da bunları anlatayım… Rahatsız da olsanız, bunları anlatmaya devam edeceğim değerli arkadaşlarım. Müsaade buyurun… Bu, benim, bu dosyayı, bu olayı sunuş şeklimdir. Burada, Hâkimler ve Savcılar Kanununu tartışıyoruz. Burada, yargıyı tartışıyoruz. burada yargının nasıl bürokratik hale getirildiğini tartışıyoruz. Müsaade buyurun da bu örnekleri anlatayım.

Bakın değerli arkadaşlarım, özelleştirme değil, yargı ve yargıç bürokratlaştığı içindir ki, 400 000 000 dolarlık o 5 adet dosyadaki tazminat davalarının açılamadığından söz ediyorum size. İçişleri Bakanı ve Maliye Bakanını göreve davet ediyoruz; en ufak bir ses yok, en ufak bir tepki yok. Sayın Adalet Bakanını da, cumartesi gününden bu yana, bu anlamda, göreve davet ediyorum; çünkü, mekanizmalar işlemiyor, yargı ve yargıcın bürokratlaşması sebebiyledir ki, o mekanizmalar, o teftiş mekanizmaları, o teftiş kurulları devreye girmiyor. Bunları anlatacağız. Bunları, izninizle, Hâkimler ve Savcılar Kanununun tartışıldığı bir ortamda herhalde anlatacağız arkadaşlarım. Üzülseniz de, rahatsız da olsanız bunları anlatacağız, değerli arkadaşlarım, bunları anlatmaya devam edeceğiz.

Bakın, bu sunuştan sonra, bu değerlendirmeden sonra, kolluk güçlerinin o yapılanmasındaki kıdem ve liyakate aykırı olan yapılanmayı hep anlattım. İkinci ayak olarak neyi anlattık; ikinci ayak olarak, yargı ve yargıcın bürokratlaşmasını anlattım, bunun sonuçlarını anlattım. Bunun, bugün, o daha evvel anlattığım sonuçlarından bir başka boyutunu sizlere anlatacağım.

Bakın değerli arkadaşlarım, idarî yargıda hukukçu olmayan yargıç yapılanması. Bunu, inanıyorum ki, çok iyi biliyorum ki, çoğu arkadaşımız idarî yargıda yüzde 80'lere ulaşan hukukçu olmayan yargıç yapılanmasını bilmiyor, daha doğrusu, böyle bir yapılanmaya ihtimal vermiyor. Yani, idarî yargı bünyesinde yüzde 80'e ulaşan; ama, hukukçu olmayan yargıç yapılanması. Böyle bir şey olabilir mi değerli arkadaşlarım?! Böyle bir şey olabilir mi?! İşte, yargının bürokratlaşması derken, bunları kastediyoruz değerli arkadaşlarım. Bu yapıyı kırmak noktasında, niye hiçbir müdahale, niye hiçbir gayret içine girmiyoruz?! Bunları anlatıyoruz değerli arkadaşlarım ve Sayın Adalet Bakanına burada, huzurunuzda soruyorum: Bakın, getirilen tasarıda, bu noktada bir adım atılıyor. Nasıl atılıyor; idarî yargıdaki bu hukukçu olmayan yargıç yapılanmasını yüzde 20'ye çekme noktasında bir adım atılıyor. Aslında, bu yeterli değil; ama, bir gelişme olduğu, önemli bir gelişme olduğu, olumlu bir gelişme olduğu açık; ama, neyi görüyoruz değerli arkadaşlarım; bakıyoruz, komisyon görüşmelerinde, komisyon tartışmalarında, hemen bir önerge verildiğini ve orada nasıl bir düzenleme getirildiğini, efendim, ihtiyaç halinde, ihtiyaca göre, idarî yargıda hukukçu olmayan yargıç alımına devam edilebilir anlamında bir düzenleme getiriyoruz. O zaman, değişen bir şey var mı değerli arkadaşlarım; değişen hiçbir şey yok. Değişen hiçbir şey olmadığı içindir ki, burada, hukuk devleti yapılanmasında yapısal bir değişimi getirmiyorsunuz diyoruz. Bunları anlatıyoruz değerli arkadaşlarım, bunları örnekleriyle anlatıyoruz. Bunları, Grup olarak sorgulamanızı istiyoruz, Grup olarak bunları muhakeme etmenizi istiyoruz değerli arkadaşlarım.

Bakın, Anayasanın 140 ıncı maddesi düzenleme getirmiş. Yargıç, meslekten hukukçu olacak; meslekten olacak, hukukçu olacak.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Kart, konuşmanızı tamamlayınız lütfen.

Buyurun.

ATİLLA KART (Devamla) - Biz ne yapıyoruz; adlî yargıda bunu uyguluyoruz, idarî yargıda, biraz evvel anlattığım tabloyu ısrarla korumaya devam ediyoruz.

O zaman ne oluyor biliyor musunuz değerli arkadaşlarım; hukuk devleti yapılanmasında, aslında, adlî yargıdan ziyade -bir anlamda söylüyorum tabiî, genel olarak söylemiyorum- idarî yargıdaki yapılanma daha önemlidir; çünkü, idarî yargıda, kamu otoritesi ile kişi arasındaki ihtilafları çözüyorsunuz.

O sebeple, idarî yargıdaki hukukçu misyonu, adlî yargıdan daha da önem kazanıyor, daha da öne çıkıyor; çünkü, çok iyi biliyoruz ki, uygulamadan çok iyi biliyoruz ki, kişiler ile mülkî idare arasındaki, kişiler ile yerel yönetimler arasındaki kişiler ile rektörlükler arasındaki ihtilaflarda, idarî yargıda, hep, kamu otoritesini korumaya yönelik bir anlayışın hâkim olduğunu görüyoruz. Bu, neden dolayı oluyor biliyor musunuz; işte, biraz evvel hep anlatmaya çalıştığımız o bürokratik yapıdan dolayı oluyor. O kararı veren, o yargılamayı yapan yargıç, böyle bir olaydan dolayı acaba ben rahatsız olur muyum…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Kart, teşekkür eder misiniz Genel Kurula, lütfen…

ATİLLA KART (Devamla) - Bu yapıyı kırmamız gerekiyor. Değerli arkadaşlar, bu yapıyı kırmadığımız takdirde, getirmiş olduğumuz tasarının amaca hizmet etmesi mümkün değil; bunu anlatmaya çalışıyoruz.

Genel Kurulu saygılarımla selamlıyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Madde üzerinde, İçtüzüğün 72 nci maddesine göre verilmiş bir önerge vardır; önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 951 sıra sayılı yasanın yeni 33 üncü maddesinin önemi nedeniyle konunun daha çok aydınlığa ve açıklığa kavuşması bakımından, İçtüzüğün 72 nci maddesi uyarınca bu maddeyle ilgili görüşmelerin devam etmesine karar verilmesini saygılarımızla arz ederiz.

 

Muharrem Kılıç

Feridun Ayvazoğlu

Halil Ünlütepe

 

Malatya

Çorum

Afyonkarahisar

 

Ziya Yergök

Atilla Kart

 

 

Adana

Konya

 

BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe: Görüşmekte olduğumuz Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının genel gerekçesinde de ifade edildiği gibi, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 140 ıncı maddesinde "Hâkimler ve savcılar, adlî ve idarî yargı hâkim ve savcıları olarak görev yaparlar. Bu görevler meslekten hâkim ve savcılar eliyle yürütülür. Hâkimler, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre görev ifa ederler" hükmüne yer verilmiştir.

Yargılama faaliyetinin etkin bir biçimde sürdürülerek sonuçlandırılması için de çalışma koşullarının iyileştirilmesi, iş yükünün azaltılması ve yargı bağımsızlığının tam olarak sağlanması, nitelikli ve yetkin kişilerin hâkimlik ve savcılık mesleğine özendirilmesi gerekir.

Hâkim ve savcılarla ilgili olarak Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi kaynaklarına bakıldığında da "hâkimlerin görev süresi, bağımsızlığı, güvenliği, alacakları yeterli ücret, hizmet şartları, emekli aylıkları ve emeklilik yaşı kanunda yeterli biçimde güvence altına alınır. Hâkimlerin yükselmeleri yeterlilik, dürüstlük ve deneyim gibi objektif nedenlere dayanır. Yasama ve yürütme organı, hâkimlerin bağımsızlığını sağlamalı ve hâkimlerin bağımsızlığını tehlikeye sokan hiçbir adımı atmamalıdır" şeklinde ifadelere ve ilkelere yer verildiği görülmektedir.

Avrupa Birliğinin ülkemiz hakkında açıkladığı 2003 yılı ilerleme raporunun yargı sistemine ilişkin bölümünde, yargının ağır işyükünün olumsuz bulunan hususlar arasında sayıldığı görülmektedir; ancak, bugün Anayasamıza baktığımızda, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun mevcut yapısıyla yargı bağımsızlığının ve yargıç güvencesinin tam olarak sağlanmasına olanak bulunmadığı açıktır. Öncelikle bu alanda bir düzenleme yapılarak Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun yapısı değiştirilmeli, Adalet Bakanı ve Bakana hiyerarşik bağla bağlı olan müsteşar, Kurulda yer almamalıdır.

Hükümet tasarısı olarak Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan, altkomisyonda ve Adalet Komisyonunda görüşülerek Genel Kurula gelen 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin söz konusu Kanun Tasarısı, içerdiği kimi olumlu değişikliklere karşın, toplumumuzun bağımsız, etkin, hızlı ve adil yargı beklentilerine, yargıç ve savcılarımızın haklı istemlerine yeterince karşılık vermemektedir.

Özellikle tasarıda yer alan mülakatın biçiminin ve kimler tarafından yapılacağı hususunun açıklığa kavuşturulması, düzenlemenin yönetmeliklere bırakılmaması gerekir. Mülakat kurulunun yapısı, yaşamsal önem taşımaktadır. Şimdi uygulanmakta olan yönetmeliğe göre, mülakat kurulu, Bakanlık bürokratlarından oluşmaktadır. Bu, yanlış bir yöntemdir. Mülakat kurulunda görev alacak kişilerin yüksek yargı organlarından ve Türkiye Barolar Birliği gibi bağımsız organlardan seçilerek oluşturulması daha uygun olacaktır.

Şimdiki halde Adalet Bakanlığının bünyesinde Bakana bağlı olarak çalışan Teftiş Kurulunun buradan alınarak Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna bağlanması daha doğru olacaktır.

Diğer taraftan, çalışma koşullarının olumsuzluğu, iş yükünün ağırlığı ve aynı zamanda hâkim ve savcılık mesleğinin özelliği de gözönüne alınarak, özlük hakları bakımından yeterli, kalıcı ve tatmin edici iyileştirmelerin de yapılması gerekir. Bir önemli nokta da, adlî yargıda olduğu gibi, idarî yargıda da görev yapacak olan tüm hâkim ve savcıların mutlaka hukuk fakültesi mezunu olmaları sağlanmalıdır.

Yukarıda açıkladığımız nedenlerle, konunun daha iyi anlaşılması bakımından maddeyle ilgili görüşmelerin devam etmesine karar verilmesini talep etmek zorunlu olmuştur.

BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

35 inci maddeyi 34 üncü madde olarak okutuyorum:

MADDE 34.- 2802 sayılı Kanunun 97 nci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"Madde 97.- Hâkim ve savcılar hakkında;

a) Belli bir konuyu içermeyen veya somut delile dayanmayan,

b) Başvuru sahibinin adı, soyadı, imzası ile iş veya yerleşim yeri adresi ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları için Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası bulunmayan,

c) Daha önceden şikâyet konusu yapılıp sonuçlanan hususlarda yeni delil içermeyen,

d) Kanun yollarına başvuru sebebi olarak ileri sürülebilecek veya hâkimlerin yargı yetkisi ve takdiri kapsamında kalan hususlara ilişkin bulunan,

e) Akıl hastalığı sebebiyle vesayet altına alınanlar ile henüz vesayet altına alınmamış olmakla birlikte bu hastalığa duçar oldukları sağlık kurulu raporu ile belirlenenlerce verilmiş olan,

İhbar ve şikâyetler işleme konulmaz. Ancak (b) bendinde yazılı şartları taşımayan ihbar ve şikâyetlerin somut delillere dayanması durumunda, konu hakkında gerekli araştırma ve inceleme yapılır."

BAŞKAN - Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsı adına, Ankara Milletvekili Bayram Meral.

Sayın Meral, buyurun.

CHP GRUBU ADINA BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; 951 sayılı hâkimler ve savcılar hakkındaki yasanın 34 üncü maddesi üzerinde, şahsım ve Grubum adına, söz almış bulunmaktayım; Yüce Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Söz alırken bazı milletvekili arkadaşlarım laf attılar, acaba bu avukat mıydı diye. Dertleri anlatmak için, gerçekleri söylemek için, yapılan hizmetleri görüp anlatmak için avukat olmak mı lazım; hasta isen, derdini birine anlatmak için, çare aramak için doktor olmak  mı lazım?!

Değerli arkadaşlarım, olayı isterseniz böyle düşünmeyelim; ama, aslında çok güzel şeyler yapabiliriz. Ah bir birbirimize inansak, güvensek, verdiğimiz sözlerde dursak, halkımızın dertlerini dile getirirken ortaklaşa parmak basabilsek. O sorunlara, o sıkıntılara ortaklaşa çözüm  bulabilsek. Benim çoğunluğum var, benim gücüm var, istediğimi yaparım demeden, birliktelik sağlasak daha güzel olmaz mı değerli milletvekilleri?

Şimdi, hâkimleri, savcıları konuşuyoruz. Tabiî ki, bizim içimizde -ben çok teşekkür ediyorum- avukatlık yapmış, savcılık yapmış, hâkimlik yapmış arkadaşlarım o dertleri dile getirdi. Sizin içinizde hiç avukatlık, hâkimlik yapmış, savcılık yapmış kimse yok mu; neden onların dertlerini dile getirmiyorsunuz?! Aa biz hükümetiz, talimat veririz, yargı bağımsızlığı bize vız gelir, istediğimizi yaparsa yapar, yapmazsa onu bir yere tayin ederiz diye düşünüyorsanız, o hâkimin ve savcının arkasında bir yazı yazılı: "adalet mülkün temelidir." Nereye tayin ederseniz, nereye sürgün ederseniz edin, o "adalet mülkün temelidir"in altında oturur. O hâkim ve o savcı yine gereğini yapar.

Değerli arkadaşlarım, benim birçok kez hâkime de, savcıya da işlerim düştü. Benim gibi, burada oturan meslektaş arkalarımın da işleri düştü; onların hangi şartlar altında çalıştığını, mutlaka, o meslekten gelen arkadaşlarım çok iyi bilir. Dosya dahi bulamazlar, kalem bulamazlar, daktilonun şeridini bulamazlar. Ne olacak şimdi bu: Efendim, birisi bunu götürdüğü zaman suç işledi, birisi dosya götürdüğü zaman suç işledi. Ne yapması lazım; altında, oturacağı koltuğu yok!..

Hayatımda iki müessesenin mağduriyetini bilirim. Biri hâkimlerdir, savcılardır; biri de nüfus daireleridir değerli arkadaşlarım. Bunların sıkıntıları elbete ki var.

Efendim, şimdi, hâkim, savcı şikâyet konusu. Ben bir konuyu anladım da, birini çözemedim. Bu aklî dengesi yerinde olmayanların tespiti nasıl yapılacak; yani, şikâyet ettiyse hâkimi, savcıyı? Değerli arkadaşlarım, bunların o kadar şikâyet yolu vardır ki, çıkan yasanın hâkimi ve savcıyı zora sokmayacak şekilde olması lazım. Şimdi, bir yasa çıkardınız, geleceğim ona biraz sonra.

Şimdi, geçen hafta da Almanya'ya gittim. Değerli arkadaşlarım, Almanya'da din adına, iman adına, birileri Allah'ın evinde, oradaki namuslu, haysiyetli insanları dolandırmış. Ne yapmış biliyor musun; 5,5 milyar doların üzerinde vurgun vurmuş. Bunu biliyorsunuz.

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Komisyon kurduk...

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Bugün Mecliste bulunmayan, grup başkanvekillerinin bile bulamadığı zatın da çok iyi, samimî arkadaşı. Gelsin de burada hesabını versin. Gelsin, hesabını versin burada.

MUSA SIVACIOĞLU (Kastamonu) - Kim yapmış?

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Çok iyi bilirsiniz kim olduğunu.

Şimdi, yarın bu zat, hâkimle karşı karşıya çıktı, savcıyla karşı karşıya çıktı; bu vurguncunun, talancının arkasında büyük bir güç var, hâkim de adil davranıyor, tehditler geldiği zaman, o hâkim ne yapacak? Ne yapacak, soruyorum size? Olmadı mı bunlar, yaşanmadı mı; tehdit edilmedi mi hâkimler; sürülmedi mi bu hâkimler?!

RAMAZAN TOPRAK (Aksaray) - Arkasında duran namerttir!

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Kim yaptıysa Allah belasını versin!

RAMAZAN TOPRAK (Aksaray) - Kim?!

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Kim yaptıysa…

RAMAZAN TOPRAK (Aksaray) - Versin, amin!

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) -Bana ne, ben yapmadım ya, rahat konuşuyorum burada.

RAMAZAN TOPRAK (Aksaray) - Yapanın Allah belasını versin!

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Haa, kim yaptıysa yaptı.

Efendim, işverenlerin uçaklarıyla gezenlerin de burada suçu var. Seçim bölgelerinde işverenlerin uçaklarıyla dolaşanların da suçu var. Yapmadınız mı siz, dolaşmadınız mı siz işverenlerin uçaklarıyla?! Ne konuşuyorsunuz o zaman?! (AK Parti sıralarından "dolaşmadık" sesleri)

Bir şey daha var; birisi yine gitmiş, Almanya'da, güzel süpermarketler açmış. Bir Allah'ın saf kulunu…

RAMAZAN TOPRAK (Aksaray) - Tüm dolandırıcıların Allah belasını versin!

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Bakınız beyler, arkadaşlar beni götürdü, bir yerde yemek yiyorum; bir zatımuhterem geldi... Hâkimden bahsediyoruz, bunlar hâkimin sorunları.

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Biz Mecliste çalışalım, sen Almanya'da gez!

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) -Geldi, beni aldı, evine götürdü, rica etti benden. Bu, hacca gitmiş, mukaddes topraklara yüz sürmüş bir adam. Kaybettiği para da 500 000 000 dolar, çarptırdığı para…

FAZLI ERDOĞAN (Zonguldak) - 500 milyardı, milyon mu oldu?!

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - 500 neyse işte… Sayenizde milyarı da milyonu da karıştırdık; TL çıktı, Yeni TL çıktı, hepsini karıştırdık.

Muhterem arkadaşlarım, bu dedi ki bana: "Sayın Başkan, ben, gemide çalışıyordum, geminin altında çalışıyordum limanda, çıktığım zaman arkadaşlarım yüzümü yıkayıncaya kadar beni tanımıyordu; ben, bu parayı böyle kazandım; beni, Allah'ın evinde soydular."

Şimdi size soruyorum değerli arkadaşlarım, o şimdi Türkiye'de dolaşıyor; hükümetsiniz, yakalayın onu, adaletin karşısına çıkarın, çıkarın onu!

TEVFİK AKBAK (Çankırı) - Bağımsız yargı var!

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, muhterem arkadaşlarım, saygıdeğer arkadaşlarım, yani, demiş, halktan utanmıyorsak, Allah'tan korkalım, etmeyin bunu!

AHMET YENİ (Samsun) - Ne ilgisi var Sayın Meral?!

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Yani, bir adamın imanı birkaç şeye bağlıdır; ya Allah'tan korkar ya kuldan utanır. Bir adam Allah'tan korkmuyorsa, kuldan da utanmıyorsa, onda iman yoktur; öyledir değil mi?! (AK Parti sıralarından "doğrudur" sesleri, alkışlar)

Şimdi, elinize sağlık, öyle güzel şeyler yapıyorsunuz ki! Uyum yasaları!..

Arkadaşlar, kusura bakmayın da, uyum yasaları, uyum yasaları, gele gele, sonunda at etini meşru kıldınız; sizi tebrik ederim! (AK Parti sıralarından gülüşmeler) Yarın, domuzu da meşru kılarsınız!

FAHRİ KESKİN (Eskişehir) - Ne alakası var?!

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Onun arkasından…

FAHRİ KESKİN (Eskişehir) - Eşeği de…

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Eşeği atladık… Onun arkasından domuz geliyor. Uyum yasası!..

MUSA SIVACIOĞLU (Kastamonu) - Onu da siz yaparsınız.

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Değerli arkadaşlarım…

Yaptınız, yaptınız… Bakın, burada ne oluyor, biliyor musunuz; Türkiye'de ne oluyor?.. Dikkatinizi çekiyorum… (AK Parti sıralarından gürültüler) Dinle… Dinle… Dinle…

Ne olur, biliyor musun; birçok kasap, dükkânını kapatır yarın. Nasıl kapatır, biliyor musun; müşteri ile kasap arasında bir savaş açacaksınız yarın ve kavgalar çıkacak, bu insanlar, hâkimin, savcının karşısına çıkacak. Hâkime, savcıya…

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Maddeyle ne alakası var?! Maddeye gel!

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Güzel bir madde… Madde, madde, maddenin ta anası! Maddenin anası, anası! Hayatta senin bunlara kafan çalışmaz. (Gülüşmeler)

Ne oldu şimdi, hâkimin karşısına çıktı? Yok at eti sattın, yok bizim eti şey yaptın…

Değerli arkadaşlarım, siz, ne yaptığınızın farkında mısınız?!

ÜNAL KACIR (İstanbul)- Biz, Mecliste çalışıyoruz…

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Siz, ne yaptığınızı, böyle, bir oturun düşünün. Ne yaptığınızın farkında mısınız?! Marmara depremi oldunuz siz Türkiye'nin başına, Marmara depremi! Yani, düşünebiliyor musunuz, uyum yasası… Uyum yasasının arkasından domuz geliyor ha! Bunun ötesi var mı?! İnkâr edebilir misiniz?! Domuz geliyor... Bunu da mı meşru kılacaksınız?! Helal olsun size!

MEHMET ÇERÇİ (Manisa) - Sana da helal olsun!

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Helal olsun size! Sizi tebrik ederim. Bu memlekette, domuz eti yedirecekseniz, at eti yedirecekseniz, başörtüsünden, imam-hatipten niye bahsediyorsunuz?! Ne gereği var buna ya?! Bu nerede kaldı?! Bu mantık nerede kaldı?! Size soruyorum. Bu mantığa gerek var mı artık?!

RAMAZAN TOPRAK (Aksaray) - Yanlış söylüyorsun.

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Yanlış söylüyorum, değil mi?! Doğru; imanın gibi inanıyorsun doğru söylediğime de, ne yapacaksın, öyle söylüyorsun.

Değerli arkadaşlarım, ben, hâkimden, hâkimin ve savcının gelecekte karşılaşacağı olaylardan bahsediyorum ve bu hâkimin, savcının siyasî baskı altında ne yapacağından bahsediyorum değerli arkadaşlarım.

Şimdi, muhterem arkadaşlarım, hâkime savcıya destek olmak istiyorsak eğer, şikâyetten arınmasını istiyorsak… Bir hâkim düşünün, bir savcı düşünün, Erzurum'un ücra bir kazasında hâkimlik yapıyor.

MUSA SIVACIOĞLU (Kastamonu) - Hangi kazasında?

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Bir kazasında.

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Hangi kazasında?

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Efendim, Şenkaya, Şenkaya (Gülüşmeler) En tepe kazalardan birisidir, öyle değil mi Sayın Başkan?

Kar, kış... Oranın adliyesi de uzaktır. Hâkim yolun kenarında bekliyor; araba yok, herhangi bir şey yok, orada servis de yok. Bir zat geldi "savcım, hâkimim, niye bu karda kışta bekliyorsun, ben arabamla seni bırakayım" dedi, o da bindi arabaya, orada donacak hali yok ya. O arabanın sahibi de, yargıda sorunu olan bir adamın yakını. (AK Parti sıralarından "Allah Allah" sesleri) Karşı taraf da gitti, hâkimi şikâyet etti, savcı şikâyet etti. Ne olacak bu?!

MUSA SIVACIOĞLU (Kastamonu) - Niye şikâyet etti?!

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Bakınız, eğer, hâkimin ve savcının daha adil bir görev yapmasını istiyorsanız… Vurguncularda trilyonlar yatıyor; trilyonlar! Onun için iktidar oldunuz… Onlara bir tane reno alın, reno!... Reno alın da, hâkim ile savcı aynı arabaya binsin, olmaz mı?! Trilyonlar yatıyor vurguncuda, talancıda. Onları tahsil edeceğiz diye geldiniz, onlardan hesap soracağız diye geldiniz.

MURAT YILDIRIM (Çorum) - Soruyoruz…

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Başta kavak yelleri estiği günler hani, nerede onlar şimdi?! O meydanlarda attığınız nutuklar nerede?! Oturuyorsunuz, koltuklara gömülmüşsünüz, çıkamıyorsunuz içerisinden. Nerede onlar?!

ALAETTİN GÜVEN (Kütahya) - Beraber oturuyoruz.

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Gelelim yine bir konuya. Adil yasa çıkaracaksanız, adil! Bir yasa çıkardınız esnafla ilgili. Odalar Borsalar Birliğine çıkardınız, aynı; ziraatçılarla ilgili çıkardınız, aynı; esnafa geldiniz, farklı ve buradan, bir deneyimli milletvekili kalktı, dedi ki "biz kişiye yasa çıkarıyoruz."

MUSA SIVACIOĞLU (Kastamonu) - Kime?

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Kişiye, kişiye "bir kişiye yasa çıkarıyoruz" dedi. Sanki bilmiyorsun da, bana soruyorsun. (Gülüşmeler) Sanki bilmiyorsun da bana soruyorsun, öyle mi?

Nedir bu, değerli arkadaşlarım?.. Bakınız, muhterem arkadaşlarım, bu halk 80 öncesi -burada valiler oturuyor- çok ciddî olaylar yaşadı. Bir nesil yok oldu, bir nesil arkadaşlarım, bir nesil yok oldu, bir nesil! Gitti bir nesil o olaylarda.

Şimdi, siz öyle bir yasa getirdiniz ki, samimî söylüyorum, 12 Eylülün o "faşist" dediğiniz generallerin yasasından daha ötede. Tebrik ediyorum sizi! Sizin bundan sonra askerî yönetimden şikâyet etmeye hakkınız var mı? Rütbesiz generallersiniz bazılarınız; hepinizi kastetmiyorum, hepinizi kastetmiyorum, bir bölümünüz. Ne olur bu değerli arkadaşlarım, bunun altından ne çıkar biliyor musun, nedir bu mantık biliyor musun? Hepinizi, yine kastetmiyorum. Bu mantık, Peygamber Efendimizin torunları İmam Hasan'ı, İmam Hüseyin'i Kerbela'da zehirleyen, kasteden Mervan'ın, Muaviye'nin zihniyetidir o zihniyet; o adamlara söylüyorum size söylemiyorum, kim ise onlara söylüyorum. Onları siz de tanıyorsunuz.

ABDULLAH ERDEM CANTİMUR (Kütahya) - Askere hakaret etme.

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Efendim, tekrar ediyorum anlamadınsa. Bakınız, beyler, hâşâ, hâşâ, bir Hazreti Muhammed olsanız, torunlarınızı katledenlere…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Meral…

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - …okumaz da ne yaparsınız? Soruyorum sizlere.

BAŞKAN - Sayın Meral, bir dakika içinde konuşmanızı tamamlayınız lütfen.

ALAETTİN GÜVEN (Kütahya) - Ne biçim anlayış!

ZEYİD ASLAN (Tokat) - İnanç sömürüsü yapma!

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Şimdi, gelmişsiniz, efendim, bu yasa… Bu yasaya yarın bir hâkim farklı karar verse… Böyledir beyler, böyle. Yine, tekrar ediyorum, bakınız, tekrar ediyorum; hepinizi kastetmiyorum. Parmak kadardır burada. O Sivas'ta Madımak Otelini yakanların zihniyetinde burada insanlar var, size onu ispat edeyim isterseniz, ispat edeyim burada size. (AK Parti sıralarından gürültüler)

HAYATİ YAZICI (İstanbul) - Ayırımcılık yapma!

ZEYİD ASLAN (Tokat) - İspat et, ispat!

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - İspat ederim size, ispat, ispat! İspat ederek konuşuyorum. (AK Parti sıralarından "kim var burada" sesleri) Onları siz de tanırsınız. Tanımıyorsanız yasayı değiştirin, yasayı, yasayı değiştirin. Odalar Birliğine aynı, ziraat odalarına aynı, neden esnaflara farklı, neden?.. Çıkın burada hesabını verin, hesabını; neden aynı? Nedir bu, bu nedir yani; bu, Madımak Otelini yakanların zihniyeti değil de nedir, nedir bu? (AK Parti sıralarından gürültüler)

EYÜP FATSA (Ordu) - Lütfen, Sayın Başkan…

ZEYİD ASLAN (Tokat) - İspat et, ispat!

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bu yasayı düzeltmediğiniz sürece…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Meral, konuşma süreniz tamamlanmıştır, lütfen, yerinize oturur musunuz.

Teşekkür ederim.

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Bu adamların adı olur.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

ZEYİD ASLAN (Tokat) - Kaçma lan! Kaçma da Partinizin görüşünü anlat.

EYÜP FATSA (Ordu) - Sayın Başkan, söz istiyorum.

BAŞKAN - Şahsı adına, Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa; buyurun.

BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Efendim, tekrar söz verilmesini istiyor grubunuz.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Meral?..

Buyurun Sayın Fatsa.

EYÜP FATSA (Ordu) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; görüşülmekte olan Hâkimler ve Savcılar Kanununun 34 üncü maddesinde şahsım adına söz almış bulunuyorum; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, hâkimler ve savcılarla ilgili yeni bir yasal düzenleme yapılıyor. Elbette ki, bu düzenleme, belki her birimizin gönlünden geçirdiği, mutlak manada hâkimlerimizin bütün özlük haklarından bütün güvencelerine kadar her alanda gönlümüzden geçirdiği kadar mükemmel olmayabilir, eksikleri olabilir, tenkit edilen tarafları olabilir, eleştirilebilecek tarafları olabilir; ancak, bu kanun tasarısının ilgili maddesi gerekçesi üzerinde söz alıp, burada, maddeyle hiç alakası olmayan, görüşülmekte olan kanun tasarısıyla ve o kanun tasarısının ilgili maddesinin hiçbir yerinde kendini ifade etmeyen, bulmayan konularla Genel Kurulun gündemini provoke etmeye de kimsenin hakkı yoktur. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, Sayın Meral'i dikkatle ve ibretle dinledim. Özellikle, yurt dışında, birtakım gerekçelerle vatandaşlarımızdan para toplayan insanları, burada Allah'ı, peygamberi, dini, camii, cemaati istismar ederek  bunları yaptıklarını; dolayısıyla, bunların faillerinin de ortalıkta dolaştıklarını ifade etti.

Değerli arkadaşlar, ben, o dönemin tamamını, Sayın Ali Rıza Gülçiçek'le beraber, Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul Milletvekili Sayın Ali Rıza Gülçiçek'le beraber Avrupa'da o süreci baştan sonuna yaşamış bir insanım, arkadaşınızım. Doğru; bunların içerisinde istismar edenler olmuştur; ama, dürüstçe çalışanlar, dürüstçe bu işi yapanlar da olmuştur. Hiç kimse bunu, camiin duvarları arasına sıkıştıramaz. O dönemde bunlar, barlarda, gasthaus'larda, meyhanelerde, oyun, eğlence yerlerinde, her yerde bu faaliyetler yapıldı. Her yerde bu faaliyetler…

Ben, kimsenin avukatı falan değilim. Sayın Meral diyor ki: "Niye bunları yakalamıyorsunuz?"

Sayın Meral, ortalıkta dolaşan sadece bu insanlar değil. Kaldı ki, bununla ilgili de Meclisimiz, her iki grubun ortak önergesiyle, bir  araştırma komisyonu kurmuştur; bunlar araştırılıyor, araştırmaya da devam ediliyor. Bunlarla ilgili hukukî yapılabilecek ne varsa yapılıyor; ancak…

BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Konya'da... Konya'da...  Gel, bilmiyorsan göstereyim. Hepsi İçişleri Bakanlığında var. Adreslerini biliyorum.

EYÜP FATSA (Devamla) - Sayın Meral, yahu öyle diyorsun da, onların avukatlığını yapan arkadaş da sizin içinizde yani, onları savunanlar da sizin içinizde.

BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) -   İçişleri Bakanı da orada, iyi tanır onu. Konya'da 7 nci katta oturuyor. Adresi bilmiyorsan, söyleyeyim sana.

EYÜP FATSA (Devamla) - Sayın Meral... Sayın Meral... Lütfen...

BAŞKAN - Sayın Meral, lütfen müdahale etmeyin.

Sayın Fatsa, Genel Kurula hitap edin.

EYÜP FATSA (Devamla) - Bitiriyorum.

Değerli arkadaşlar, sonra, arkasından, grubumuzu da hedef alarak veya grubumuzdan bazı arkadaşlarımızı da isim vermeden, ama "içlerinizde" diye, Kerbela'daki Hazreti Hüseyin ve Peygamber evlatlarına, torunlarına zalimlerin yapmış olduğu muameleyi, bizim Grubumuz içerisinden bazı arkadaşlarımızı -her ne kadar ismini vermediyse de- kastederek, bizi onlarla beraber zikretmenizi, doğrusu…

BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Zihniyet... Zihniyet beyefendi, zihniyet...

EYÜP FATSA (Devamla) - Müsaade et, müsaade et…

BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Zihniyet… (AK Parti sıralarından "Dinle" sesleri)

EYÜP FATSA (Devamla) - Müsaade et Sayın Meral.

Bakın, Sayın Meral...

BAŞKAN - Sayın Fatsa…

EYÜP FATSA (Devamla) - Bu, bu kürsüde yapılabilecek bir konuşma değildir. Şu Meclisin çatısı altında -ve kendi Grubumu kastederek söylüyorum özellikle de- Kerbela için yüreği yanmayan bir tane fert yoktur (AK Parti sıralarından alkışlar) bir tane fert yoktur. Lütfen…

BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Madımak'ı da söyle, Madımak Otelini de söyle.

EYÜP FATSA (Devamla) - Burada, Sivas'taki olaylara karışmış, Sivas'taki olayları tahrik etmiş, Sivas'taki Madımak olaylarında herhangi bir gerekçeyle…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Fatsa, 1 dakika içerisinde konuşmanızı tamamlayınız lütfen.

Buyurun.

EYÜP FATSA (Devamla) - … taraf olmuş, yanında yakınında olmuş bir tane insan gösteremezsiniz. Müsaade et!..

BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Senin eski Adalet Bakanın cüppeyi giydi cüppeyi; onları kurtarmaya gitti! (AK Parti sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Sayın Bayram, lütfen…

BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Adalet Bakanın, eski Adalet Bakanın cüppeyi giydi, gitti oraya! Nasıl söylersin bunu?!

EYÜP FATSA (Devamla) - Müsaade et… Lütfen…

Bu ifadeler…

BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - İçişleri Bakanı oturuyor orada… Cüppeyi giydi gitti… (AK Parti sıralarından "Otur" sesleri)

BAŞKAN - Sayın Fatsa…

EYÜP FATSA (Devamla) - Müsaade edin... Müsaade edin… Sayın Meral, lütfen…

BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Nasıl konuşuyorsun orada…

BAŞKAN - Sayın Fatsa, konuşmanızı tamamlayın lütfen.

BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Cüppeyi giydi gitti. Yalan mı?! (AK Parti sıralarından gürültüler) Yalan mı?!

EYÜP FATSA (Devamla) - Müsaade edin…

Değerli arkadaşlar, lütfen…

ZAFER HIDIROĞLU (Balıkesir) - Çıkıp özür dilemen lazım!

BAŞKAN - Sayın Hıdıroğlu…

BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Senin halktan özür dilemen lazım.

EYÜP FATSA (Devamla) - Sayın Başkan, bitiriyorum.

Değerli arkadaşlar, herkes şu kürsüye çıktığı zaman, ekranın karşısına çıktığı zaman, yargının bağımsızlığından bahsediyor. Öyledir de, öyle de olmalıdır; ama, Sayın Meral, buradaki konuşmasında, anladığım kadarıyla…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Fatsa, lütfen, konuşmanızı tamamlayınız efendim.

Buyurun.

EYÜP FATSA (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.

…neden siz siyasî iktidar olarak yargıya müdahale etmiyorsunuz manasına gelecek ifadelerde bulunuyor. Dolayısıyla, bu, tutarlı ve ilkeli bir düşünce değildir.

Son olarak şunu söylüyorum: Sayın Meral, bakın, buradaki arkadaşlarımızı herkes tanıyor, sizler de tanıyorsunuz, kamuoyu da tanıyor…

MEHMET ÇERÇİ (Manisa) - 28 Şubatta…

BAŞKAN - Sayın Fatsa, son cümlelerinizi alayım; uzatmayacağım çünkü… Lütfen…

EYÜP FATSA (Devamla) - Son cümlem.

Herkes tanıyor; ama, Türkiye sizi de tanıyor. Emek Platformuna yapmış olduğunuz ihanetle sizi tanıyor Türkiye! Emekçiler, sizi öyle tanıyor. Lütfen, çıkın burada bunu söyleyin!

Hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Sayın Başkan, şahsıma hakaret söz konusu… Ben olay yaratmayacağım.

BAŞKAN - Sayın Meral… Sayın Meral, oturur musunuz yerinize,.Lütfen, yürümeyin bir defa, yerinize bir oturun da!..

BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Şahsıma hakaret var. (AK Parti sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Efendim, yerinize bir oturun...

HASAN KARA (Kilis) - Otur yerine!

BAŞKAN - Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım…(AK Parti sıralarından gürültüler)

Arkadaşlar, lütfen, dinler misiniz.

Buraya çıkıp herkes, bakınız, maddeyle ilgili olarak görüşmesi lazım; ama, milletvekili arkadaşlarımıza saygımızdan dolayı bunları kesmedik. Ama, herkes çıkıp birileriyle ilgili birkısım şeyleri konuşup, ondan sonra birileri çıkıp tekrar buna cevap verdiğinde böyle karşılıklı olarak konuşmaya başlarsak, biz, Mecliste hiçbir çalışmayı falan yürütemeyiz. Onun için…

BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Hakaret oldu…

 BAŞKAN - Müsaade edin efendim… Müsaade edin efendim, müsaade edin.

Şimdi, bu şekildeki bir üslupla Meclis çalışmalarını bir yere vardıramayız. Onun içindir ki, hiç ilgisi olmayan, tarihin bundan bindörtyüz sene öncesinde kalmış olan birkısım konuları buraya getirmek, birkısım insanlara isnat etmenin insafla bağdaşır tarafı yoktur.

BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Sayın Başkan, sorun yaratmayacağım, şahsıma hakaret oldu.

BAŞKAN - Müsaade eder misin… Müsaade eder misiniz.

Şimdi, sizler, Sayın Meral, bu şekildeki hitapla karşılık verirseniz, karşıdaki insanların, töhmet altında bırakılan insanların cevap hakkı doğar.

BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Hayır efendim, müsaade ederseniz, "emeğe ihanet etti dedi" etmediğimi  ispat edeceğim. Başka bir şey yok. Söz istiyorum. (AK Parti sıralarından gürültüler)

ZÜLFÜKAR İZOL (Şanlıurfa) - Sayın Başkan, ne yapıyorsun!.. Maddeye geçin! Yeter yahu!.. Allah Allah!..

BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Sayın Başkan, ihanet ayrı bir şeydir.

Rica ederim... Ben ihanet etmedim. Açıklama yapmak istiyorum. (AK Parti sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Saygıdeğer milletvekilleri, birleşime 5 dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 22.48
BEŞİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 22.57

BAŞKAN: Başkanvekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER: Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale), Bayram ÖZÇELİK (Burdur)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 119 uncu Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.

BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) -  Sayın Başkan, bir müracaatım vardı.

BAŞKAN - Sayın Meral, şu anda konuşuyorum. Lütfen efendim oturur musunuz, istirham edeyim yani… Ben açıyorum…

BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Peki Sayın Başkanım, özür dilerim, oturuyorum.

BAŞKAN - 951 sıra sayılı kanun tasarısının görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

2.- Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/1039) (S. Sayısı: 951) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.

Tasarının 34 üncü maddesi üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştı.

Şimdi, maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, Sayın Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Sayın Meral'in şöyle bir ifadesi var:

"Sayın Eyüp Fatsa, konuşmasında, emek cephesine ihanet suçlamasında bulunmuştur. Bu suçlamaya ilişkin olarak, Tüzüğün 69 uncu maddesine göre, açıklama yapmak üzere söz istiyorum. Saygılarımla." (AK Parti sıralarından "oyla, oyla" sesleri)

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, bu ifadeye, ben, tutanakları incelettireceğim ve bakacağım. Bu ifadeye, benim, aynı oturum içinde ara vermeden söz vermem lazımdı. Bunu değerlendireceğim, tutanakları getirteceğim. Şu anda çalışma süremiz dolmuş bulunuyor.

Onun için, kanun tasarı ve tekliflerini görüşmek üzere, yarın saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

 

Kapanma Saati:22.59