DÖNEM:
22 CİLT: 89 YASAMA YILI: 3
T. B. M. M.
TUTANAK DERGİSİ
119 uncu Birleşim
27 Haziran 2005
Pazartesi
İ
Ç İ N D E K İ L E R
Sayfa
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II.- GELEN KÂĞITLAR
III.-
YOKLAMALAR
IV.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1.- Uşak Milletvekili Osman
Coşkunoğlu'nun, Fransa ve Hollanda'da yapılan referandumlarda Avrupa Birliği
Anayasasının reddedilmesinin yarattığı krize ve bu sonucun Türkiye'ye
etkilerine ilişkin gündemdışı konuşması
2.- Kütahya Milletvekili Alaettin
Güven'in, Kütahya İlinin tarihine ilişkin gündemdışı konuşması
3.- Hatay Milletvekili İsmail Soylu'nun,
Rusya'ya yapılan yaş sebze ve meyve ihracatında yaşanan sorunlara ilişkin
gündemdışı konuşması ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker'in cevabı
B) GENSORU,
GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ
1.- İzmir Milletvekili Hakkı Ülkü ve 27
milletvekilinin, seracılık sektörünün
sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/297)
2.- Adıyaman Milletvekili Şevket Gürsoy ve
21 milletvekilinin, Adıyaman ve Bingöl İllerinde yaşanabilecek depremden
doğabilecek kayıpları asgarîye indirmek için alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/298)
C) ÇEŞİTLİ
İŞLER
1.- Genel Kurulu ziyaret eden İsveç
Parlamento Başkanı Biyörn Von Siydov ve beraberindeki heyete Başkanlıkça
"Hoşgeldiniz" denilmesi
V.-
ÖNERİLER
A) DANIŞMA
KURULU ÖNERİLERİ
1.- Gündemdeki sıralamanın yeniden
düzenlenmesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi
VI.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
1.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş
ve İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici
Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde
Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S.
Sayısı: 305)
2.- Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu
Raporu (1/1039) (S. Sayısı: 951)
VII.-
SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI
SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Balıkesir Milletvekili Turhan
ÇÖMEZ'in, tek doz kızamık aşısı uygulamasına ve SSPE hastalığına neden olup
olmadığına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ'ın cevabı (7/6251)
2.- Ordu Milletvekili İdris Sami
TANDOĞDU'nun, Ordu-Kumru-Yukarı Damlalı Beldesi ilköğretim okulu duvarının DSİ
tarafından yaptırılmamasına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı
Mehmet Hilmi GÜLER'in cevabı (7/6311)
3.- Antalya Milletvekili Osman ÖZCAN'ın,
Siirt-Eruh-Akmeşe Köyünün Çizmeli Köyü korucuları tarafından kiraya verildiği
iddialarına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Abdülkadir AKSU'nun cevabı
(7/6316)
4.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in,
göreve başladığı tarihten itibaren bakanlığa alınan personel sayısına ilişkin
sorusu ve Ulaştırma Bakanı Binali YILDIRIM'ın cevabı (7/6535)
I.-GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 14.00'te açılarak
yedi oturum yaptı.
Tokat Milletvekili Feramus Şahin'in
(6/1475) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi okundu;
sorunun geri verildiği bildirildi.
Bursa Milletvekili Mehmet Altan
Karapaşaoğlu ve 19 milletvekilinin, zeytincilik sektörünün sorunlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi (10/295),
Ankara Milletvekili Yakup Kepenek ve 27
milletvekilinin, kamu kurum ve kuruluşlarına verilen danışmanlık hizmetlerinin
araştırılarak çözüm önerileri oluşturulması (10/296),
Amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu, önergelerin gündemdeki yerini
alacağı ve öngörüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı
Bülent Arınç'ın Estonya Parlamento Başkanı Ene Ergma ve Litvanya Parlamento
Başkanı Arturas Paulauskas'ın davetlerine beraberinde bir Parlamento heyetiyle
icabet etmek üzere Estonya ve Litvanya'ya resmî ziyarette bulunmasına ilişkin
Başkanlık tezkeresi, kabul edildi.
Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:
1 inci sırasında bulunan, Kamu İhale
Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin (2/212) (S. Sayısı:
305) görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin komisyon raporu henüz
gelmediğinden;
3 üncü sırasında bulunan, Millî Eğitim
Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısının (1/1036) (S. Sayısı: 930),
4 üncü sırasında bulunan, Kalkınma
Ajanslarının Kuruluşu, Koordinasyonu ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısının
(1/950) (S. Sayısı: 920),
Müzakereleri, ilgili Komisyon yetkilileri
Genel Kurulda hazır bulunmadığından;
Ertelendi.
2 nci sırasında bulunan, Hâkimler ve
Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısının (1/1039) (S. Sayısı: 951), tümü üzerindeki görüşmeleri tamamlanarak
15 inci maddesine kadar kabul edildi; birleşime verilen aradan sonra, ilgili
Komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından; alınan karar
gereğince, 27 Haziran 2005 Pazartesi günü saat 14.00'te toplanmak üzere,
birleşime 21.20'de son verildi.
|
|
İsmail Alptekin |
|
|
|
Başkanvekili |
|
|
Bayram Özçelik |
|
Harun Tüfekci |
|
Burdur |
|
Konya |
|
Kâtip Üye |
|
Kâtip Üye |
|
|
Mehmet Daniş |
|
|
|
Çanakkale |
|
|
|
Kâtip Üye |
|
No.: 165
II.- GELEN KÂĞITLAR
27 Haziran 2005 Pazartesi
Tasarılar
1.- Güneydoğu Avrupa Sivil-Asker Acil Durum
Planlama Konseyi Kurulması Hakkında Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı (1/1058) (Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm; Millî
Savunma ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.6.2005)
2.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Mısır
Arap Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Uluslararası Karayolu Taşımacılığı
Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/1059)
(Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ile Dışişleri Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 23.6.2005)
3.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile
Afganistan İslam Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Gümrük Konularında İşbirliği ve
Karşılıklı Yardımlaşma Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı (1/1060) (Plan ve Bütçe ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa
geliş tarihi: 23.6.2005)
4.- Millî Eğitim Bakanlığına Bağlı
Yüksek ve Orta Dereceli Okullar Öğretmenleri ile İlkokul Öğretmenlerinin
Haftalık Ders Saatleri ile Ek Ders Ücretleri Hakkında Kanunda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/1061) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor
Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.6.2005)
Teklifler
1.- Erzurum Milletvekili Muzaffer Gülyurt'un;
Büyükşehir Belediyesi Kanunu'nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi
(2/563) (Tarım, Orman ve Köyişleri ile İçişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa
geliş tarihi: 22.6.2005)
2.- Osmaniye Milletvekili Durdu Mehmet Kastal
ile 11 Milletvekilinin; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile 78 ve 190
Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Teklifi (2/564) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Plan ve Bütçe
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.6.2005)
3.- Adana Milletvekili Atilla Başoğlu'nun;
Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılması Hakkında İçtüzük
Teklifi (2/565) (Anayasa Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.6.2005)
4.- İzmir Milletvekili Nükhet Hotar Göksel
ile Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in; Serbest Bölgeler Kanununda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/566) (Plan ve Bütçe Komisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi: 24.6.2005)
5.- Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan ile
Hatay Milletvekili Mehmet Eraslan'ın; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı
Hakkında 41 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair
2809 Sayılı Kanuna Ek ve Geçici Maddeler Eklenmesi ve 78 ve 190 Sayılı Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi (2/567)
(Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 24.6.2005)
Sözlü Soru Önergesi
1.- Balıkesir
Milletvekili Sedat PEKEL'in, kira artışlarına ilişkin Başbakandan sözlü soru
önergesi (6/1565) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2005)
Yazılı Soru Önergeleri
1.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/6994) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)
2.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/6995) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)
3.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/6996) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)
4.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/6997) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)
5.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/6998) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)
6.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/6999) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)
7.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7000) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)
8.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7001) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)
9.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7002) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)
10.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7003) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)
11.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7004) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)
12.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7005) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)
13.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7006) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)
14.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7007) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)
15.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7008) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)
16.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy yoluna ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7009) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)
17.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy yoluna ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7010) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)
18.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy yoluna ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7011) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)
19.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy yoluna ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7012) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)
20.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy yoluna ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7013) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)
21.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy yoluna ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7014) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)
22.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy yoluna ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7015) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)
23.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy yoluna ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7016) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)
24.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy yoluna ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7017) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)
25.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy yoluna ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7018) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)
26.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy yoluna ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7019) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)
27.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy yoluna ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7020) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)
28.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy yoluna ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7021) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)
29.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy yoluna ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7022) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)
30.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy yoluna ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7023) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)
31.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy yoluna ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7024) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)
32.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy yoluna ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7025) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)
33.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy yoluna ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7026) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)
34.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy yoluna ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7027) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)
35.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy yoluna ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7028) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)
36.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy yoluna ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7029) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)
37.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy yoluna ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7030) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)
38.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy yoluna ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7031) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)
39.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7032) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)
40.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7033) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)
41.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7034) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)
42.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7035) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)
43.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7036) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)
44.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7037) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)
45.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7038) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)
46.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7039) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)
47.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7040) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)
48.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7041) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)
49.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7042) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)
50.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7043) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)
51.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7044) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)
52.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7045) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)
53.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7046) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)
54.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7047) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)
55.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7048) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)
56.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7049) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)
57.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7050) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)
58.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7051) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)
59.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir köy okuluna ilişkin Millî Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7052) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)
60.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir sağlık ocağına ilişkin Sağlık Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7053) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)
61.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir sağlık ocağına ilişkin Sağlık Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7054) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)
62.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir sağlık ocağına ilişkin Sağlık Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7055) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)
63.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan İlindeki bir sağlık ocağına ilişkin Sağlık Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7056) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2005)
64.- Mardin Milletvekili
Muharrem DOĞAN'ın, Hasankeyf'e yapılması planlanan Ilısu Barajının yol açacağı
sorunlara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7057) (Başkanlığa geliş
tarihi: 16.6.2005)
65.- Mersin Milletvekili
Mustafa ÖZYÜREK'in, Türkiye'nin Büyük Ortadoğu Projesindeki rolüne ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7058) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2005)
66.- Antalya Milletvekili
Hüseyin EKMEKÇİOĞLU'nun, Akdeniz Üniversitesi Sağlık Yüksek Okulunun bina sorununa
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7059) (Başkanlığa geliş tarihi:
16.6.2005)
67.- İzmir Milletvekili
Enver ÖKTEM'in, İzmir'in bazı köylerinde yaşanan sel felaketine ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7060) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2005)
68.- Diyarbakır
Milletvekili Muhsin KOÇYİĞİT'in, THY Yönetim Kurulu Başkan ve üyelerine ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7061) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2005)
69.- Hatay Milletvekili
Züheyir AMBER'in, özel kalem müdürünün havalimanında VİP salonunu kullandığı
iddiasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7062) (Başkanlığa geliş
tarihi: 16.6.2005)
70.- İstanbul
Milletvekili Emin ŞİRİN'in, Anamur-Girne arasındaki yolcu taşıma seferlerinin
kaldırılma nedenine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7063)
(Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2005)
71.- Bursa Milletvekili
Kemal DEMİREL'in, Bursa SSK İl Müdürlüğüne ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanından yazılı soru önergesi (7/7064) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2005)
72.- İstanbul
Milletvekili Mehmet Ali ÖZPOLAT'ın, SSK'ya ait gayrimenkullere ilişkin Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/7065) (Başkanlığa geliş
tarihi: 16.6.2005)
73.- Niğde Milletvekili
Orhan ERASLAN'ın, işçi emekli maaşlarına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanından yazılı soru önergesi (7/7066) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2005)
74.- Adana Milletvekili
Atilla BAŞOĞLU'nun, TÜPRAŞ'ın, aldığı ve işlediği petrol ürünlerine ilişkin
Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/7067) (Başkanlığa geliş tarihi:
17.6.2005)
75.- Niğde Milletvekili
Orhan ERASLAN'ın, TEDAŞ tarafından Niğde İlindeki elektrik sayaçlarının
değiştirilmesine ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/7068)
(Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2005)
76.- Niğde Milletvekili
Orhan ERASLAN'ın, Niğde İlindeki Cemil Meriç Görme Engelliler Okuluna ilişkin
Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/7069) (Başkanlığa geliş tarihi:
16.6.2005)
77.- Niğde Milletvekili
Orhan ERASLAN'ın, Niğde Millî Eğitim İl Müdürlüğünde Atatürk resmi ve bayrak
olmadığı iddialarına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi
(7/7070) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2005)
78.- Şanlıurfa
Milletvekili Mehmet Vedat MELİK'in, Ceylanpınar'da hayvancılıkla uğraşan, göçer
vatandaşların sorunlarına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/7071) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2005)
79.- Adana Milletvekili
Atilla BAŞOĞLU'nun, sahte bal ve gıda üretimi yapanlara ilişkin Tarım ve
Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7072) (Başkanlığa geliş tarihi:
17.6.2005)
80.- Muğla Milletvekili
Ali ARSLAN'ın, süt üreticilerinin sorunlarına ilişkin Tarım ve Köyişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/7073) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2005)
81.- Niğde Milletvekili
Orhan ERASLAN'ın, süt üreticilerinin sorunlarına ve alınacak önlemlere ilişkin
Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7074) (Başkanlığa geliş
tarihi: 16.6.2005)
82.- Niğde Milletvekili
Orhan ERASLAN'ın, yem fiyatlarına ve hayvancılık sektörünün desteklenmesine
yönelik çalışmalara ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/7075) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2005)
83.- Niğde Milletvekili
Orhan ERASLAN'ın, Niğde İlindeki süt üreticilerinin sorunlarına ilişkin Tarım
ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7076) (Başkanlığa geliş tarihi:
16.6.2005)
84.- Niğde Milletvekili
Orhan ERASLAN'ın, Niğde'de çiftçilerin Tarım Kredi Kooperatiflerine olan
borçlarına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7077)
(Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2005)
85.- Mersin Milletvekili
Vahit ÇEKMEZ'in, Mersin-Mut İlçesine bağlı bazı köylerde dolu afetinden zarar
gören kayısı üreticilerine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/7078) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2005)
86.- Tekirdağ
Milletvekili Erdoğan KAPLAN'ın, Tekirdağ ve civarında elektrik tahsilatındaki
sorunlara ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/7079) (Başkanlığa
geliş tarihi: 16.6.2005)
87.- Bursa Milletvekili
Kemal DEMİREL'in, Bursa İline düzenleyeceği ziyarete ilişkin Kültür ve Turizm
Bakanından yazılı soru önergesi (7/7080) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2005)
88.- Niğde Milletvekili
Orhan ERASLAN'ın, yetiştirme yurdundan ayrılan çocukların sorunlarına ilişkin
Devlet Bakanından (Nimet ÇUBUKÇU) yazılı soru önergesi (7/7081) (Başkanlığa
geliş tarihi: 16.6.2005)
89.- Hatay Milletvekili
Abdulaziz YAZAR'ın, İskenderun-Arsuz karayolu projesine ilişkin Bayındırlık ve
İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/7082) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2005)
90.- İzmir Milletvekili
Enver ÖKTEM'in, İzmir Körfezindeki kirliliğin nedenlerine ve alınacak önlemlere
ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/7083) (Başkanlığa
geliş tarihi: 16.6.2005)
91.- Mersin Milletvekili
Vahit ÇEKMEZ'in, PTT Enis Öksüz Eğitim Tesislerine ilişkin Ulaştırma Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7084) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2005)
92.- Hatay Milletvekili
Züheyir AMBER'in, havaalanlarındaki VİP salonlarının kullanımına ilişkin Ulaştırma
Bakanından yazılı soru önergesi (7/7085) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2005)
93.- İstanbul
Milletvekili Emin ŞİRİN'in, bazı spor tesislerine ilişkin Devlet Bakanı ve
Başbakan Yardımcısından (Mehmet Ali ŞAHİN) yazılı soru önergesi (7/7086)
(Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2005)
94.- İstanbul
Milletvekili Emin ŞİRİN'in, solvent ithal eden şirketlere ilişkin Devlet
Bakanından (Kürşad TÜZMEN) yazılı soru önergesi (7/7087) (Başkanlığa geliş
tarihi: 16.6.2005)
Meclis Araştırması Önergeleri
1.- İzmir Milletvekili
Hakkı ÜLKÜ ve 27 Milletvekilinin, seracılık sektörünün sorunlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98
inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/297) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.6.2005)
2.- Adıyaman Milletvekili
Şevket GÜRSOY ve 21 Milletvekilinin, Adıyaman ve Bingöl illerinde yaşanabilecek
depremden doğabilecek kayıpları asgariye indirmek için alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci
maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/298)
(Başkanlığa geliş tarihi: 24.6.2005)
BİRİNCİ OTURUM
Açılma
Saati: 14.05
27 Haziran
2005 Pazartesi
BAŞKAN:
Başkanvekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP
ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)
BAŞKAN - Saygıdeğer milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 119 uncu Birleşimini açıyorum.
Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere
başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce üç sayın
milletvekiline gündemdışı söz vereceğim.
Konuşma süreleri 5'er dakikadır. Hükümet
konuşmalara cevap verebilir. Hükümetin konuşma süresi 20 dakikadır.
Gündemdışı ilk söz, Avrupa Birliği
Anayasası için yapılan referandumların yarattığı kriz ve Türkiye için anlamı
hakkında söz isteyen Uşak Milletvekili Osman Coşkunoğlu'na aittir.
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım; söz
alacak olan hatip arkadaşlarımızın, şahısları adına veya grupları adına
konuşacak olan arkadaşlarımızın, lütfen, konuşma sürelerine titizlikli riayet
etmelerini rica ediyorum. Kendilerine konuşma süreleri dışında konuşmalarını
tamamlamaları için 1 dakikalık eksüre vereceğim.
Sayın Coşkunoğlu, buyurun efendim.
IV.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1.- Uşak
Milletvekili Osman Coşkunoğlu'nun, Fransa ve Hollanda'da yapılan
referandumlarda Avrupa Birliği Anayasasının reddedilmesinin yarattığı krize ve
bu sonucun Türkiye'ye etkilerine ilişkin gündemdışı konuşması
OSMAN COŞKUNOĞLU (Uşak) - Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
geçtiğimiz iki hafta boyunca, gerek Batı Avrupa Birliği Asamblesi Üyesi olarak
gerek Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Üyesi olarak, Avrupa'da çeşitli
yerlerde çeşitli toplantılarda bulunan delegasyonun bir üyesi olarak, şu anda
Avrupa'da birinci gündem maddesi olarak önemle tartışılan bir konuyu, yani,
Avrupa Birliği Anayasasıyla ilgili gelişmeleri sizlerle paylaşmak istedim.
Avrupa Birliği Anayasası, bazı ülkelerde
parlamentonun onayına başvurma kararıyla, bazı ülkelerde ise, referanduma
başvurma kararıyla, Avrupa'da bir süreç içerisine girmişti. Girmişti diyorum;
çünkü, şu anda Fransa'da ve Hollanda'da son yapılan referandumlarda önemli bir
çoğunlukla Avrupa Birliği Anayasasının reddedilmesi bu süreci durdurdu.
"Hiçbir şey olmamış gibi davranamayız" diyen Avrupa, tekrar kendisine
bir bakmak, gözden geçirmek için bir duraklama dönemine girdi.
Birçok Avrupalının üstünde birleştiği
konu, bu Anayasanın Fransa'da ve Hollanda'da reddedilmesi, Avrupa Birliği için
ve Avrupa için bir krizdir. Bu konuda bir tartışma yok; hemen hemen herkes şu
anda Avrupa Birliğinin bir kriz içerisinde olduğunu kabul ediyor.
Bunun nedenleri geniş ve çeşitli
araştırmalarda açıklanacak; fakat, iki önemli nedenini, iki en önde gelen
nedenini, Türkiye'yi de yakından ilgilendirmesi bakımından sizlerle paylaşmak
istiyorum.
Bir tanesi, bir iddia şudur: Avrupa'da oy
verenler, Fransa'da, Hollanda'da oy verenler ve diğer ülkelerde Anayasaya karşı
görüş belirtenler; ki, bunlar, hükümetin ve siyasî partilerin "olumlu
oy" verin telkinine rağmen, halk, referandumlarda "hayır" oyu
vermiştir. Bunun önemli bir nedeni "yabancılaşma" olarak ifade
edebileceğimiz bir durumdur. Genişlemenin de ortaya çıkardığı yabancılaşma;
yani, Avrupa Birliğinde olan biten konusunda, Avrupalı yurttaş yeterince kontrol
sahibi olmadığı kaygısı içerisinde. Yoksa, somut bir şekilde, Anayasanın
şurasını beğenmiyorum veya Avrupa Birliğinin burasını beğenmiyorum diye somut
bir sorun, çeşitli somut sorunlar söyleniyor; ama, onlar azınlıkta kalıyordu.
Önemli olan yabancılaşmadır. Avrupa'daki Avrupalı, eğer, Avrupa Birliğindeki
gelişmelere karşı kendisini yabancılaşmış ve dışlanmış hissediyorsa, Türkiye'de
böyle bir duygunun daha da fazla olmuş olmasını doğal karşılamamız gerekir. Bunun
önemli bir nedeni de, Avrupa Birliği süreci içerisinde her ne kadar ekonomik
entegrasyon sağlandıysa da, bir küreselleşme akımına teslimiyet Avrupa'da da
gerçekleştiyse de, Türkiye'de olduğu gibi, bu teslimiyet yurttaşları rahatsız
etmeye başlamıştır. Toplumu bir pazar gibi gören, tüketiciyi bir müşteri gibi
gören anlayış içerisindeki ekonomik entegrasyona Avrupalı yurttaşların bir
tepkisidir bu "hayır" oyları. Dolayısıyla, bunları, sadece
Türkiye'yle ilgili veya genişlemeyle ilgili olarak ilişkilendirmek, bunu,
küreselleşmenin sorunlarından soyutlamaya
çalışmak yanlış olabilir ve bu, Türkiye'yi de çok yakından
ilgilendiriyor. Bu bağlamda, olayı bu kısa yorumlamasıyla, yani, Avrupalının
kendisini yabancılaşmış hissettiğini, kendi Avrupa Birliğinden bile
yabancılaşmış hissettiği ortamda Türkiye'nin yapabileceği konuları kısaca
özetlemek istiyorum.
Birincisi, ekonomik entegrasyon konusunda
Türkiye'de şu ana kadar yaşadığımız tarımda olsun, arazilerimizde olsun,
bankalarımızda olsun, bu aşırı heyecanı, ekonomik entegrasyonda,
küreselleşmede, Türkiye'nin…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Coşkunoğlu, konuşmanızı
tamamlar mısınız.
Buyurun.
OSMAN COŞKUNOĞLU (Devamla) -
Tamamlayacağım Başkanım.
...bu aşırı heyecanının biraz
dizginlenmesi, önemli ölçüde dizginlenmesi gerekiyor.
İkincisi, kültürel, bilimsel ve teknolojik
gücümüze ağırlık verilmesi; toplumu ve Avrupa Birliğini sadece bir ekonomik
olgu olarak görmek değil, kültürel, bilimsel ve teknolojik gücümüzü artırarak,
varlığımızı göstermek bakımından bu konulara daha fazla önem verilmesi
gerektiğini düşünüyorum; ikinci önerim.
Üçüncüsü, bir olgu olarak
reddedemeyeceğimiz; fakat, teslimiyetçi olmayı da kabul etmememiz gereken
küreselleşme konusundaki politikalarımızı tekrar gözden geçirmemiz gerektiğini
düşünüyorum.
Son olarak da, dördüncü olarak da,
özellikle 3 Ekimde müzakereler başlamadan, Türkiye Büyük Millet Meclisinde bu
konuların enine boyuna tartışıldığı bir oturum yapılmasını diliyorum.
Hepinize saygılar sunarım.
BAŞKAN - Sayın Coşkunoğlu, sürenizi de en
uygun şekilde kullandığınız için ayrıca teşekkür ediyorum; sağ olun.
Gündemdışı ikinci söz, Kütahya İli ve
tarihi hakkında söz isteyen Kütahya Milletvekili Alaettin Güven'e aittir.
Sayın Güven, buyurun.
2.- Kütahya
Milletvekili Alaettin Güven'in, Kütahya İlinin tarihine ilişkin gündemdışı
konuşması
ALAETTİN GÜVEN (Kütahya) - Sayın Başkan,
değerli milletvekili arkadaşlarım; yaşadığımız topraklar kutlu, tarihimiz
şanlı, aralarındaki ilişki çok anlamlı. Bu ilişkiyi anlamlı kılan ise aziz
milletimizin varlığını sürdürmede kararlı sevdası.
Biz, bu sevdayı, kentlerimiz ile tarihimiz
arasında da görür dururuz. Milletimizin varlığını sürdürme sevdasına tanıklık
eden, önemli olayların yaşandığı Kütahya'yı bu yönüyle dikkatlerinize arz etmek
üzere gündemdışı söz almış bulunuyorum; bana bu fırsatı veren Sayın Başkanımıza
teşekkür ederken, sizleri sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; tarih, kültür ve
sanat şehri Kütahya, Osmanlı Devletinin ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin
kuruluşunun en yakın tanığı olmuştur. Domaniç İlçemizde Osman Bey'in salıncağının
sallandığı Mızık Çamı, bize, Osmanlının kuruluş öyküsünü anlatmaktadır sürekli.
Kütahya, Hitit, Frig, Roma, Bizans,
Selçuklular, beylikler, Osmanlı ve millî mücadeleye ait birçok bilgi ve
belgenin harmanlandığı bir ilimiz.
Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; yolunuz Kütahya'ya düşerse ve
Altıntaş-Zafertepe-Çalköy-Dumlupınar güzergâhında yolculuğunuzu sürdürürseniz,
Dumlupınar Şehitliğine mutlaka uğrarsınız. İnanıyorum, milletimizin her ferdi,
burada, kendinden bir parça bulacak. Hele, Şehit Baba ve Oğul Anıtını gördükten
sonra ve "oğlu Mehmet 8 yaşında iken, 1912 yılında, Balkan Savaşına
katılan, Galiçya, Hicaz, Yemen ve Kafkas savaşlarında onbir yıl çarpışan, doğu
cephesinde, Başkomutanlık Meydan Muharebesinde, 19 yaşındaki alay sancaktarı
oğlu Mehmet Onbaşıyla karşılaşan ve 31 Ağustos 1922 günü şehit düşen Çetmeli
Kara Ali Çavuşun muhteşem destanıdır. Oğul kahraman Onbaşı Mehmet, 9 Eylülde İzmir'e
giren birliğin başında şehit düşmüştür. Yüce kahramanları, minnetle, şükranla
anıyoruz" diyen kitabede, Türkiye Cumhuriyetinin temelinin atıldığı bu
topraklarda ne serüvenlerin geçtiğini, ne hayatların yaşandığını, nelere
"evet" derken nelere "hayır" dendiğini, ne yüreklerin nasıl
yandığını nasıl söndürüldüğünü, ne gönüllerin bu topraklar aşkına ne sevgileri
feda ettiğini, ne canların vatan aşkıyla canlandığını, derinden ve yürekten,
bir kere daha anlama ve kavrama fırsatı bulacağız ve biraz Şehitliği
dolaştığımızda, buranın, Türkiye olduğunu göreceğiz. "Zonguldak-Merkez;
Kömürcüoğlu Nihat 13 yaşında", "Adıyaman-Kahta; Mustan Oğlu Veli 26
yaşında", "Ağrı-Eleşkirt; Yusuf Oğlu Hüseyin 36 yaşında",
"Afyon-Sandıklı; İbrahim Oğlu Tevfik 25 yaşında" ve Türkiye'nin her
bölgesinden 137 000 şehit. Yüce Allah'ın, kendilerine "onlar
diridirler" dediği, Peygamberin, ağuşunu açıp beklediği şehitlerimiz ve
Çetmeli baba ile oğlunun buluştuğu bu topraklar, hep bir ağızdan sunu haykırmakta, dillendirmektedir: Bu aziz
millet, vatansız, devletsiz olamaz. Bu kutlu topraklara da en yakışan millet
Türk Milletidir. Osmanlı Devletinin kurulduğu topraklarda tekrar dirilmesi ve
şahlanmasıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım;
Başkomutan Atatürk, 30 Ağustos 1924'te, Zafertepe-Çalköy'de yakılan evlerin
dumanlarını işaret ederek "bu alevler içinde yanan Çalköy'de, bir gün
gelecek fabrika bacaları tütecektir" demiştir. Şimdi, o yörelerde tüten
fabrika bacaları yok, işsizi çok.
Kuruluşun toprağı Domaniç'te Ertuğrul
Gazinin annesi Hayme Anamız, kuruluşun toprağı Dumlupınar, Aizanoi Kenti, Frig
Vadisi, Kütahya'nın Germiyan Sokağı evlerimiz…
BAŞKAN - Sayın Güven, lütfen konuşmanızı
tamamlayınız; 1 dakikalık eksürenizi başlattım.
Buyurun.
ALAETTİN GÜVEN (Devamla) - … çinilerimiz,
elsanatlarımız, 36 adet sıcak suyumuz ve sayamadığımız nice değerler, Evliya
Çelebi ve Şeyhimiz... Hepsi, bilinmeyi, tanınmayı, görülmeyi, gezilmeyi,
değerlendirilmeyi bekliyor.
Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; acilen, yörenin tarihî ve termal zenginliğinin turizme
kazandırılmasını, bu zengin tarihî birikimin insanımızın hizmetine sunulmasını
ve sizleri 30 Ağustos günü Zafer Bayramı kutlamalarına ve her zaman Kütahya'ya
bekliyor, saygılar sunuyor, teşekkür ediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Güven.
Gündemdışı üçüncü söz, yaş sebze ve meyve
ihracatı hakkında söz isteyen Hatay Milletvekili İsmail Soylu'ya aittir.
Sayın Soylu, buyurun. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
3.- Hatay
Milletvekili İsmail Soylu'nun, Rusya'ya yapılan yaş sebze ve meyve ihracatında
yaşanan sorunlara ilişkin gündemdışı konuşması ve Tarım ve Köyişleri Bakanı
Mehmet Mehdi Eker'in cevabı
İSMAİL SOYLU (Hatay) - Sayın Başkan,
değerli milletvekili arkadaşlarım; Rusya ihracatıyla ilgili gündemdışı söz
almış bulunmaktayım; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Bildiğiniz gibi, bundan yirmiyedi gün önce
Rusya, Türkiye'den ithal edilen bütün yaş sebze ve diğer bazı tarım ürünlerine
ambargo uygulamıştı ve kapılarını kapatmıştı. Biz bu konuyu kendi Grubumuzda
gündeme getirdik, Sayın Başbakanımız ve bakanlarımız, bununla ilgilendiler.
Sayın Başbakanımız, Rusya Devlet Başkanı Putin'le görüştü. Putin'le
görüşmesinde, Putin, iki Tarım Bakanının -Rusya'nın Tarım Bakanı ile
Türkiye'nin Tarım Bakanının- bir araya gelip bunu çözeceğini söylemiş, kendisi
-Putin- Rusya Tarım Bakanını görevlendirmiş, Başbakanımız da bizim Tarım
Bakanımız Mehdi Eker Beyi görevlendirmiş ve geçen hafta perşembe günü,
beraberinde bir grup genel müdür ve daire başkanlarıyla Sayın Bakanımız Rusya'ya
gitmiştir. Rusya'nın Tarım Bakanıyla bu konu hakkında görüşme yaptılar. Bizim,
Rusya'ya, Türkiye'den ihracatı yapılan 136 çeşit tarım ürününden 109 tanesine
hemen izin verdi ve bugün 109 çeşit tarım ürününün ihracatına başlandı.
Geri kalan 27 çeşit tarım ürünümüze de,
önümüzdeki perşembe günü bir heyet gelecek, bizim Tarım Bakanlığındaki görevli
arkadaşlarla, daire başkanlarıyla, Türkiye'deki Akdeniz sineği olduğu iddia
edilen ürünlerin, bölgesinde görülmek üzere gidip bir inceleme yapacaklar.
İnşallah, perşembe günü, tarım sektöründeki geri kalan sıkıntıları da yerinde
görüp aşmış olacaklar ve Rusya'nın ihracatla ilgili kapatmış olduğu kapılar
sonuna kadar açılmış olacaktır.
Bu arada, ben, Sayın Başbakanımıza, Tarım
Bakanımıza, çiftçiler adına, ihracatçılar adına ve nakliyatçılar adına,
göstermiş olduğu başarılardan dolayı çok çok teşekkür ediyorum. Bu da, belli
ki, şu anda Rusya, Hollanda'ya kapısını kapattı, Hollanda altı ayda zor açtı;
Danimarka'ya kapısını kapattı, Danimarka üç ayda zor açtı; bizimle beraber
Estonya'ya kapısını kapattı, Estonya'nınki hâlâ kapalı.
Bundan da anlaşılıyor ki, Rusya,
Türkiye'yi ne kadar önemsediğini, Türkiye'nin ne kadar büyük devlet olduğunu
gördü ki, tam yirmiyedi günde ihracatı tekrardan açtı. İnşallah, bundan sonra
ihracatçılarımızın, çiftçilerimizin yüzü gülecek ve Türkiye'deki tarım
ürünlerinin yüzde 25'ini çeken Rusya'yla olan bu ihracatta yeniden bir patlama
olacak, sıkıntılı olan tarım sektörü de, Rusya'nın kapısının açılmasıyla bütün
sıkıntılarını atlatacak, ekonomiye büyük bir canlılık gelecek; böyle ümit
ediyorum.
Başbakanımıza, bu arada, Tarım
Bakanlığındaki değerli bürokratlarımıza da, gece gündüz demediler; çünkü,
Rusya'nın istemiş olduğu bazı evraklar vardı; cumartesi pazar günü dahil olmak
üzere, ilçe tarım müdürlükleri, il tarım müdürlükleri, bunların istediği
evrakları hazırladılar, önce Türkçe, sonra Rusça'ya çevirerek, tercüme ederek
Rusya Hükümetine teslim ettiler; Rusya da baktı ki evrakların tamamı hazır ve
yirmiyedinci günde kapıyı açtı.
Ben, çiftçilerimize Cenabı Allah'tan bol
ürün, ihracatçılarımıza bol kazanç ve hükümetimizin de başarılarının devamını
diliyor; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Soylu.
Gündemdışı konuşmaya, Tarım ve Köyişleri
Bakanı Mehmet Mehdi Eker cevap verecektir.
Sayın Bakan, buyurun. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ
EKER (Diyarbakır) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; Hatay
Milletvekilimiz İsmail Soylu Beyin gündemdışı yaptığı konuşmaya cevap vermek
üzere huzurlarınızdayım; sözlerimin başında hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bildiğiniz gibi, 30 Mayıs tarihi
itibariyle, Rusya Federasyonu, Türkiye'den ithal ettiği 136 ürün grubunu ihtiva
eden çok geniş bir tarım ürünleri listesine ithalat yasağı koymuştur.
Bu, tabiî, kamuoyunda, sadece yaş meyve
sebze olarak; hatta, bazen bir tek ürün olarak, bazen narenciye, bazen domates
gibi algılandı, o şekilde anlatıldı. Esasen, maalesef, yasağın kapsamı çok daha
büyüktü. 136 ürün, ambalaj malzemeleri dahil olmak üzere, orman ürünleri dahil
olmak üzere, toprak, çakıl da dahil olmak üzere çok değişik ürün grubunu ihtiva
ediyordu.
Bu süreç içerisinde, biz, öncelikle oraya
bir heyet gönderdik. Arkasından da yaptığımız temaslar sonunda, tabiî, iş bir
noktaya geldi; ancak, Sayın Başbakanımız, Sayın Putin'le, bu konunun bir an
önce çözüme bağlanmasıyla ilgili bir telefon görüşmesi yaptı. Bu görüşmede,
Tarım ve Köyişleri Bakanı olarak benim ve Rus Tarım Bakanının bu konuyu
müzakere etmeleri ve bu konuyu, bu şekilde çözmeleri kararlaştırıldı. Bunun
üzerine, ben, 23 Haziran günü, geçtiğimiz hafta, bir heyetle birlikte Rusya
Federasyonuna, Moskova'ya gittim, Rus Tarım Bakanının başkanlığında bir heyetle
bu konuyu tezekkür ettik.
Tabiî, sadece üreticilerimizi ilgilendiren
bir husus değil, bütün Türk Milletini, bütün ihracat sistemimizi etkileyen
önemli bir sorundu bu. Biz biliyorduk ki, Rusya Federasyonu, daha önce, bu
sorunu birçok Avrupa ülkesiyle yaşadı; 25 Avrupa ülkesinin birçoğuyla aynı
sorun yaşandı, hatta eski Sovyet cumhuriyetleriyle de yaşandı. Biz, onların, bu
sorunu, bu süreçte nasıl çözdüğünü inceledik ve onlara, olabilecek en makul
tekliflerle gittik.
Görüşmelerimiz neticesinde, bu ürünlerden
109 ürün grubunun yasağının, bugün itibariyle -yani pazartesi günü itibariyle-
kalktığını ifade ettiler, buna dair yasağı kaldıracaklarını söylediler. Geri
kalan 27 ürün grubu için de, biz şöyle bir teklifte bulunduk, dedik ki: Biz,
sistemimize güveniyoruz; çünkü, biz, aynı sertifikasyon sistemiyle, bütün
Avrupa Birliği ülkelerine, standartları çok daha bu alanda rijit olan, daha
katı olan ülkelere, biz, bu ürünleri, bu sertifikasyon sistemiyle ihraç
ediyoruz ve herhangi bir sorun yaşamıyoruz. Dolayısıyla, biz, sistemimize
güveniyoruz; buyurun gelin, yerinde, sizin uzmanlarınız, bizim uzmanlarımızla
birlikte gelsin, bunu görsün ve bir önkontrollü uygulama yapalım. Sizin
uzmanlarınız, evet, şu ürün tamam, sertifika işlemi de şu şekilde tamam desin
ve o şekilde aşılsın. Böyle bir öneri yaptık. Ayrıca, daha önce Avrupa Birliği
ile Rusya Federasyonunun imzalamış bulunduğu mutabakat zaptı vardı; onun
aynısını biz de imzalamaya hazır olduğumuzu kendilerine ifade ettik, böyle bir
teklif götürdük. İlave olarak, kendilerine, Türkiye ile Rusya Federasyonu
arasında, bitki koruma alanında bir anlaşmanın imzalanmasını teklif ettik. Bu
söylediğim, hem mutabakat zaptını hem de bitki koruma anlaşmasını da yanımızda
teklif olarak hazır götürdük, masanın üstüne koyduk. Bir de ayrıca dedik ki,
biz komşu iki ülkeyiz ve Rusya'daki tüketicilerin memnuniyeti bizim için önemlidir.
Biz, gelecekte bu işbirliğimizi çok daha detaylandıralım, tarımsal ticaretimizi
geliştirelim; birçok alanda işbirliği yapalım. Bu konuda da bir tarım teknik
işbirliği anlaşması imzalamaya hazır olduğumuzu, bunun müzakerelerine hemen
başlamak istediğimizi kendilerine teklif ettik. Bizim tekliflerimizin hepsini
olumlu karşıladılar ve biraz önce arz ettiğim gibi, Çarşamba perşembe günü,
yani bu hafta içerisinde uzmanların buraya geleceğini ve bu önkontrollü gümrük
uygulamasıyla, kalan 27 ürün grubu için de ithalat yasağının kaldırılacağını
bize deklare ettiler Rus makamları, Rus tarafı. Diğer hususlardaki
tekliflerimizi de olumlu karşıladılar. Kendilerini, ayrıca, ben davet ettim,
Rus Tarım Bakanını. Tabiî, işin buraya kadar olan kısmı memnuniyet verici. Bu
hafta sonu itibariyle, ümit ediyoruz ki, bu gelişmeler çok daha olumlu noktaya
gelir ve yasak bütünüyle kalkar; üreticilerimiz, ihracatçılarımız Rusya'ya,
Rusya pazarına tekrar mal ihraç eder noktaya gelirler.
Şimdi, burada, tabiî, bir hususu ifade
etmek istiyorum. Tarım ürünleri ihracatı, diğer ürünlerde de kuşkusuz bu
böyledir... Bozulabilir, çabuk bozulabilir, dayanıksız ürünler oldukları için
istismarı, suiistimali mümkün, açık. Buna dönük, tabiî, tedbirlerin alınması
lazım. Biz, kuşkusuz, Tarım Bakanlığı olarak bu konudaki denetim faaliyetlerine
önem vereceğiz, hızlandıracağız; ama, takdir edilir ki, sadece bizim tek
başımıza yapabileceğimiz bir şey değildir. Üreticilerimizin bu konuda
eğitilmesi, bilinçlendirilmesi, ilave olarak ihracatçılarımızın da bu konuda
çok hassasiyet göstermesi gerekiyor. Biz, hem üreticilerimizle,
üreticilerimizin birlikleriyle hem de ihracatçı birlikleriyle, bu konuyla
ilgili olarak temas halindeyiz.
Burada bir bilgiyi de, izninizle,
kamuoyuyla paylaşmak istiyorum; çünkü, söylenen husus, bizde Akdeniz meyve
sineği bulunduğu gerekçesiydi, bundan dolayı bizim sebze ve meyvelerimize
ihracat yasağı konulduğu hususuydu; ama, Rus makamlarının bize orada
belirttikleri hususların başında, bu hastalıklar konusu değil, birtakım
evraklarda sahtecilik işlerinin yapıldığı hususu; yani, uluslararası boyutu da
olabilecek olan bazı sertifikaların, bazı evrakların içerisinde sahtecilik
işleri olduğu yönünde ve bunları da, biz, gördük, inceledik.
Şimdi, tabiî, biz, Bakanlık olarak,
Hükümet olarak, bu konuyla ilgili olarak gerekli incelemeyi, soruşturmayı
başlatmış bulunuyoruz. Kimsenin, Türk Milletinin emeğinin karşılığını bu
şekilde riske etmeye, ihracatını baltalamaya hakkı yoktur. Bu, sadece, bir
kesime, bir gruba verilecek bir zarar değildir; yetmiş milyonu bulan tüm
milletimizi, tüm ülkemizin insanlarını ilgilendiren bir husustur. Bu konuda
ilgili diğer kuruluşlarla, diğer bakanlıklarla birlikte koordinasyon halinde
bunu önleme yönünde, bu sahtecilik ve yasadışı ilişkilerle, evraklarla ilgili
gerekli çalışmayı da biz başlatmış bulunuyoruz.
Geçenlerde, ben, yine bir vesileyle Yüce
Meclise arz etmiştim. Bazı konuların psikolojik etkisi, fizikî etkisinden daha
büyüktür. Kamuoyunda bir bilgi noksanlığı veya bir yanlış enformasyon,
dezenformasyon olduğu zaman, bu, boyutlarını çok aşabilen, başka sektörleri de
ilgilendiren bir yanlış anlamaya ve sonucunda, zarara, ziyana sebep
olabilmektedir. Bu nedenle, bilgileri yerli yerine koymamız, yanlışımızın
nerede olduğunu bilmemiz ve bu yanlışımızı samimiyetle, içtenlikle, dürüstlükle
gidermemiz gerekiyor.
Biz, Tarım Bakanlığı olarak, kendimize
düşeni, bu alanda, yapacağız. Hükümet olarak da, tüm bu alandaki kuruluşlar
üzerlerine düşeni yapacaklar ve bu, Türk üreticisine, Türk ihracatçısına, Türk
insanına verilen bu zararı... Mutlak surette, zarar verenleri, bizim, bulup,
çıkarıp, bunlara gerekli cezayı vermemiz gerekiyor.
Ben, bu konuda Yüce Meclisi bilgilendirmek
istedim. Dilerim, bir daha böyle bir şey yaşanmaz. Burada şunu da ifade edeyim;
Avrupa Birliğiyle yaşanan bu sıkıntılar sonucunda bu süreç bazı ülkeler için
altı ay, bazıları için sekiz ay, bazıları için ondört ayı buldu ve Rus
makamları da bize, tarafımıza şunu söylediler: "Biz ilk defa, ilk
görüşmede bu şekilde bir meseleyi çözüyoruz." Bu da bize duyulan güveni
gösteriyor, Türk Hükümetine duyulan güveni gösteriyor ve bu, Türk Hükümetinin
Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'a duyulan güveni ve verilen değeri
göstermesi bakımından anlamlıdır.
Ben bu kararın milletimiz için,
üreticilerimiz için hayırlı uğurlu olmasını diliyorum. Bir daha böyle şeylerle
karşılaşmamayı diliyorum. Başta, Türk çiftçisi ve üreticileri olmak üzere Yüce
Meclisin değerli üyelerine, Türk Milletine selam ve saygılar sunuyorum. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakanım.
Hükümetimizin bu konuda gösterdiği
hassasiyete ve sorunun çözümündeki çalışmalarından dolayı hükümetimize
teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Başkanlığın Genel Kurula diğer sunuşları vardır.
Meclis araştırması önergeleri vardır 2
adet; ayrı ayrı okutuyorum:
B) GENSORU,
GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ
1.- İzmir
Milletvekili Hakkı Ülkü ve 27 milletvekilinin, seracılık sektörünün sorunlarının araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/297)
ÊTürkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Türk seracılığı, Avrupa ve dünya ölçeğinde
büyük bir potansiyele sahiptir. Ülkemiz, rakip olabilecek ülkelere göre,
sıcaklık değerlerinin uygunluğu, ışık miktarının çokluğu, nakliye yönünden
göreceli avantajları, işgücü sorunu olmaması gibi üstünlükleri nedenleriyle
büyük fırsatlara sahiptir. Ülkemiz, Akdeniz Havzası sera varlığının yüzde
25'ine sahiptir. Ekonomik önemi hızla artan ve tıpkı turizm gibi mevcut
büyüklüğünün 8-10 katına çıkarılabilecek seracılık sektörü, ülkemizin, öncelikli
ele alması gereken sektörlerden biridir.
İhracat potansiyeli çok yüksek olan
ülkemizde mevcut sera miktarının, bugünkü miktarının çok üzerine çıkarılması
mümkündür. Bugün, yılda 3 000 000 ton sera üretimi yapılırken, bunun sadece
yüzde 5'i ihraç edilebilmektedir. Geçtiğimiz yıldaki artışa rağmen, sadece 150
000 000 dolara ulaşan ihracat miktarı, ne üreticiyi ne de ihracatçıyı mutlu
etmeye yetmektedir.
Diğer yandan, seralarda ısı gereksiniminin
karşılanmasında ucuz kaynaklardan en önemlisi jeotermal kaynaklardır, ülkemiz
bu konuda da çok büyük olanaklara sahiptir. Termal kaynakların yer aldığı iç
bölgelerdeki seralarda gereksinilen ısının sıcak sularla karşılanması
durumunda, yazın soğutma yapmadan, kışın ise sıcak termal sulardan
yararlanılarak 52 hafta üretim yapılabilmektedir; fakat, ne yazık ki, jeotermal
kaynakların seracılıkta kullanılması konusunda yeterince çalışma
yapılmamaktadır.
Bununla birlikte, hükümetin, kimi
düzenlemelerinde serada üretimi ve seracılığı tarımsal bir faaliyet olarak görmediğini
ve tarımsal desteklemelerden bu nedenle yararlandırılmadığını görmekteyiz.
Öncelikle, tarımsal sulamada kullanılan
elektrik için önemli indirimler ve borç faizlerinin affedilmesi söz konusu
olmaktayken, seracılar bunlardan yararlandırılmamakta ve daha önemlisi,
seracıların tarımsal sulamada kullandığı elektrik, ticarethane ve yazıhaneler
kapsamında değerlendirilmekte ve seracılıkla geçinen üreticilerimiz çok büyük
bir ekonomik kayıpla karşılaşmaktadır.
Son olarak, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı
tarafından hazırlanan 25766 sayılı 25.3.2005 tarihinde yayımlanan Tarımsal
Arazilerin Korunması ve Kullanılmasına Dair Yönetmelikte "tarımdışı
amaçlarla kullanılabilecek sulu tarım arazileri ve diğer araziler" başlığı
altında, karayolu, demiryolu, havaalanı ve benzeri yerler yanında, sera ve sera
organize sanayi bölgeleri de sayılmaktadır. Ayrıca, yönetmelikte, kümes, ahır,
depo, soğuk hava deposu, mandıra, balık üretim ve benzeri tesisler tarım amaçlı
kabul edilirken, serada üretim tarımdışı bir faaliyet olarak sayılmıştır.
Bu nedenlerle,
seracılıkla geçimini sağlayan üreticilerin içinde bulunduğu sorunların
nedenlerinin araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi ile
seracılıkta jeotermal kaynakların kullanımının yaygınlaştırılması amacıyla
Anayasanın 98 inci ve İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis
araştırması açılması hususunda gereğinin yapılmasını saygılarımızla arz ederiz.
16.06.2005
1- Hakkı Ülkü (İzmir)
2- Tacidar Seyhan (Adana)
3- Hüseyin Özcan (Mersin)
4- Hüseyin Ekmekcioğlu (Antalya)
5- Oya Araslı (Ankara)
6- Feridun Fikret Baloğlu (Antalya)
7- Kemal Sağ (Adana)
8- Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
9- Halil Ünlütepe (Afyonkarahisar)
10- Türkân Miçooğlulları (İzmir)
11- Nail Kamacı (Antalya)
12- Tuncay Ercenk (Antalya)
13- Erol Tınastepe (Erzincan)
14- Şevket Gürsoy (Adıyaman)
15- İzzet Çetin (Kocaeli)
16- Ali Arslan (Muğla)
17- Ahmet Küçük (Çanakkale)
18- Erdal Karademir (İzmir)
19- Feramus Şahin (Tokat)
20- Mehmet Sefa Sirmen (Kocaeli)
21- Muharrem Kılıç (Malatya)
22- Ahmet Yılmazkaya (Gaziantep)
23- Mehmet Vedat Melik (Şanlıurfa)
24- Mustafa Yılmaz (Gaziantep)
25- Harun Akın (Zonguldak)
26- Mehmet S. Kesimoğlu (Kırklareli)
27- Yüksel Çorbacıoğlu (Artvin)
28- Ali Kemal Deveciler (Balıkesir)
BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.
Önerge gündeme yerini alacak ve Meclis
araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşmeler, sırası geldiğinde
yapılacaktır.
Diğer önergeyi okutuyorum:
2.-
Adıyaman Milletvekili Şevket Gürsoy ve 21 milletvekilinin, Adıyaman ve Bingöl
İllerinde yaşanabilecek depremden doğabilecek kayıpları asgarîye indirmek için
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/298)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Bayındırlık ve İskân Bakanı, Bayındırlık,
İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonunda, depremzedelerin hasarlarını
giderilmesine ilişkin tasarının görüşmeleri sırasında yaptığı konuşmada
"deprem olan bölgelerdeki deprem konutlarında en ufak bir şey yok, çizik
bile yok. Deprem konutları değil, vatandaşların yaptığı konutlar yıkılıyor.
Değil deprem, bunlar tank geçse yıkılır. Kırsal kesimdeki bir ilimizde 5,9-6,3
şiddetinde olabilecek bir depremde binaların yüzde 72'sinin yıkılabileceğini
belirledik. Panik olmasın diye ilin ismini açıklamıyorum" dedi.
MTA Marmara Bölge Müdür Yardımcısı Erdal
Herece ise "Doğu Anadolu Fayı ve Depremselliği" konulu toplantıda, 17
Ağustos 1999'da Marmara Bölgesinde
meydana gelen bir depremin aynısının Doğu Anadolu Bölgesinde de olabileceğini
belirttikten sonra "elimizdeki veriler, Doğu Anadolu fayı (DAF) zonunda
yüzyılı aşkın süredir büyük ve yıkıcı deprem olmadığını gösteriyor.
Dolayısıyla, DAF zonunda her an büyük ve yıkıcı depremler olabilir. Bu bölgede
1513 yılından bu yana büyük bir deprem olmaması, Gölbaşı-Türkoğlu segmanının,
olası deprem beklentisine yol açan potansiyel bir sismik boşluk olarak ortaya
çıkmasına neden olmaktadır. Bu nedenle, yakın planda büyük depremler yolda
diyebiliriz" tespitini dile getirmiştir.
Jeotermal Mühendisleri Odasının
hazırladığı bir raporda da "DAF boyunca bu segmentlerde büyüklüğü 6,7 ile
7,8 arasında değişen birçok deprem ağır hasarlara neden olmuştur. Tarihsel
deprem kayıtları, DAF'ın farklı bölümleri üzerinde son yüzyıldır büyük yıkıcı
depremlerin gelişmediğini, dolayısıyla fay zonunun gelecekte olacak yıkıcı
depremlerin riski altında olduğunu göstermektedir. DAF'ın Gölbaşı-Türkoğlu fayı
boyunca 1513 yılından bu yana büyük ve yıkıcı deprem olmamıştır. Bu verilerin
doğru olduğu kabul edildiğinde, Gölbaşı-Türkoğlu fayı ve Palu-Bingöl arasındaki
alan ve kuzeyinin yakın gelecekte büyük ve yıkıcı deprem riski altında olduğu
sonucuna varılmaktadır. Adıyaman, alüvyon zemin üzerine kurulmuş bir kenttir.
Bu özelliği nedeniyle imara esas jeolojik-jeoteknik etüt ve parsel bazında
zemin etütleri güvenli kentleşme ve yapılaşma açısından önem kazanmaktadır.
Adıyaman'ın birinci derece deprem bölgesinde yer alan ilçeleri Çelikhan,
Gerger, Gölbaşı, Sincik ve Tut İlçeleri güvenli kentleşme açısından acilen
önlem alınması gereken yerleşim merkezleridir. Örneğin, diri fayların
oluşturduğu bir ova üzerine kurulmuş olan Gölbaşı İlçesi bu anlamda özel önem
taşıyor" görüşüne yer verilmiştir.
4-25 kilometre genişlikteki deformasyon
kuşağına sahip Doğu Anadolu fay zonundan ikisinin (50 km uzunluğundaki
Çelikhan-Gölbaşı ve 90 km uzunluğundaki Gölbaşı-Türkoğlu fayı) kesiştiği nokta
Adıyaman'ın Gölbaşı İlçesidir. 40 000 nüfuslu ilçe ile 8 köy ve nüfusları 3'er
bin olan 3 kasaba bu kuşak üzerindedir.
Uzmanlara ait bu bilimsel tespitler resmî
makamların sözleriyle birleştirildiğinde, işaret edilen yerin Çelikhan-Gölbaşı,
Gölbaşı-Türkoğlu fayı olduğu ortaya çıkmaktadır.
Bölgede veya bölgeyi etkileyebilecek bir
depremde oluşabilecek yıkımların çok büyük can ve mal kaybına neden olacağı
nasıl ki tahminlerin ötesinde bilimsel bir gerçekse, depremin etkilerinin
azaltılabileceği de o kadar bilinen bir gerçektir.
Bu bilgiler ışığında, deprem riski
altındaki Adıyaman, Gölbaşı, Çelikhan, Tut, Sincik, Türkoğlu, Bingöl ve Palu
yerleşim yerlerinde, olası bir depremde can ve mal kaybını asgariye indirmek
amacıyla alınacak önlemleri belirlemek amacıyla, Anayasanın 98 inci, Türkiye
Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 104 üncü 105 inci maddeleri uyarınca Meclis
araştırması açılmasını saygılarımızla arz ederiz.
1- Şevket Gürsoy (Adıyaman)
2- Erol Tınastepe (Erzincan)
3- Türkân Miçooğulları (İzmir)
4- Mehmet Kartal (Van)
5- İsmail Değerli (Ankara)
6- Feridun Ayvazoğlu (Çorum)
7- Mustafa Erdoğan Yetenç (Manisa)
8- Yaşar Tüzün (Bilecik)
9- Fahrettin Üstün (Muğla)
10- Ahmet Ersin (İzmir)
11- Ali Arslan (Muğla)
12- Engin Altay (Sinop)
13- Gürol Ergin (Muğla)
14- Mehmet Vedat Melik (Şanlıurfa)
15- Mehmet Nuri Saygun (Tekirdağ)
16- Naci Aslan (Ağrı)
17- Tacidar Seyhan (Adana)
18- İlyas Sezai Önder (Samsun)
19- Abdulaziz Yazar (Hatay)
20- Hasan Ören (Manisa)
21- Mehmet Ali Arıkan (Eskişehir)
22- Muzaffer R. Kurtulmuşoğlu (Ankara)
BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.
Önerge gündemde yerini alacak ve Meclis
araştırması açılıp açılmaması hususundaki öngörüşmeler, sırası geldiğinde
yapılacaktır.
Danışma Kurulunun bir önerisi vardır;
okutup oylarınıza sunacağım.
V.-
ÖNERİLER
A) DANIŞMA
KURULU ÖNERİLERİ
1.-
Gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi
Danışma Kurulu Önerisi
No.:159 Tarihi:
27.6.2005
Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 8 inci sırasında yer alan
944 sıra sayılı Belediye Kanunu Tasarısının bu kısmın 7 nci sırasına, 292 nci
sırasında yer alan 948 sıra sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin 8 inci sırasına, 273 üncü sırasında yer alan
921 sıra sayılı İl Özel İdaresi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısının 9 uncu sırasına, 288 inci sırasında yer alan 942 sıra sayılı 506
sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine Dair
Kanun Teklifinin 10 uncu sırasına, 290 ıncı sırasında yer alan 946 sıra sayılı
Sendikalar Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine Dair Kanun Teklifinin
11 inci sırasına, 280 inci sırasında yer alan 929 sıra sayılı Telsiz Kanununda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifinin 12 nci sırasına, 291 inci
sırasında yer alan 945 sıra sayılı Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 13 üncü sırasına
alınmasının, Genel Kurulun onayına sunulması Danışma Kurulunca uygun
görülmüştür.
|
|
|
Bülent Arınç |
|
|
|
Türkiye Büyük Millet Meclisi |
|
|
|
Başkanı |
|
Faruk Çelik |
|
Ali Topuz |
|
AK Parti Grubu Başkanvekili |
|
CHP Grubu Başkanvekili |
BAŞKAN - Danışma Kurulu önerisinin
lehinde, Bursa Milletvekili Faruk Çelik?..
FARUK ÇELİK (Bursa) - Konuşmayacağım.
BAŞKAN - Konuşmuyorsunuz.
Adana Milletvekili Recep Garip?.. Yok.
Aleyhte söz talebi?.. Yok.
Danışma Kurulu önerisini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Alınan karar gereğince, gündemin
"Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler"
kısmına geçiyoruz.
VI.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER
1.-
Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu
Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun
Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)
BAŞKAN - 1 inci sırada yer alan kanun
teklifinin geri alınan maddeleriyle ilgili komisyon raporu henüz gelmediğinden,
teklifin görüşmelerini erteliyoruz.
2 nci sırada yer alan, Hâkimler ve
Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı
ve Adalet Komisyonu raporunun görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.
2.-
Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/1039) (S. Sayısı: 951) (x)
BAŞKAN - Komisyon?.. Yerinde
Hükümet?.. Yerinde.
15 inci maddeyi okutuyorum:
MADDE 15.- 2802 sayılı Kanunun İkinci
Kısmının Dördüncü Bölümünün başlığı "Birinci Sınıfa Ayrılma Koşul ve
Yöntemleri ile Birinci Sınıf Hâkim ve Savcıların Çalışmalarının
Değerlendirilmesi" şeklinde, 32 nci maddesinin ikinci fıkrası aşağıdaki
şekilde değiştirilmiş ve maddeye aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
(x) 951 S. Sayılı
Basmayazı 25.6.2005 tarihli 118 inci Birleşim Tutanağına eklidir.
"Meslekleriyle ilgili yüksek lisans
öğrenimi yapmış olanlarla Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsünün yüksek
lisans programını ve Türkiye Adalet Akademisinde bir akademik yıldan az olmamak
üzere düzenlenen uzmanlık eğitim programını başarıyla bitirenler için dokuz,
meslekleriyle ilgili öğrenim dallarında doktora yapanlar için sekiz yıllık
meslek kıdemi, birinci sınıfa ayrılmada yeterli sayılır. Ayrıca fiilen
avukatlıkta geçen sürenin üçte ikisi, hâkim ve savcı adaylarının 4954 sayılı
Kanunda belirtilen staj dönemlerini aşan adaylık süreleri, avukatlık stajının
üçte ikisi ve askerlik hizmetinde geçen sürenin yarısı, birinci sınıfa
ayrılmaya esas sürenin hesabında dikkate alınır. Ancak birinci sınıfa
ayrılabilmek için her halde meslekte fiilen üç terfi dönemi çalışmak
zorunludur."
"Birinci sınıfa ayrılma koşul ve
yöntemlerine dair ilkeler, Kanunda belirtilen esaslar doğrultusunda Hâkimler ve
Savcılar Yüksek Kurulunca tespit edilerek, Resmî Gazetede yayımlanır."
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu ve şahsı adına, Artvin Milletvekili Yüksel Çorbacıoğlu; buyurun.
(CHP sıralarından alkışlar)
Sürenizi birleştirerek kullandıracağım
Sayın Çorbacıoğlu.
CHP GRUBU ADINA YÜKSEL ÇORBACIOĞLU
(Artvin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hâkimler ve Savcılar Kanunu
ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet
Komisyonu raporu üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsım adına söz
almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, konu, hâkimlik ve
savcılık mesleğinin, yaklaşık on oniki yılda, hâkimler ve savcıların ve şimdi
yeni yaptığımız düzenlemelerle, hukuk mesleğinde olan diğer ilgililerin de
birinci sınıfa ayrılmasıyla ilgili maddedir.
Birinci sınıfa ayrılmak, öncelikle, bu
Meclisin çıkardığı yargılama sistemindeki yeni bir kurumun, istinaf mahkemeleri
kurumunun yasayla kurulması nedeniyle -ki, önümüzdeki yıllarda yürürlüğe
girecektir- bu mahkemelerin ihtiyacını karşılamak için, öncelikle ve özellikle
bu mahkemelerin ihtiyacını karşılamak için, birinci sınıfa ayrılmış hâkim
sayısının yeterli sayıya ulaştırılması içindir.
Mevcut halinde, birinci sınıfa ayrılmak
için aranan belli şartlar vardır. Bir kere, birinci dereceye yükselme şartı
vardır; meslekte on yılını doldurmak, emsalleri arasında temayüz etmek,
meslekte yer değiştirme cezası almış olmamak, daha alt ceza olan kınama, kademe
ve derece ilerlemesi cezasını birden fazla almamış olmak, mesleğin vakarına
aykırı hareket etmemek ve herhangi bir suçtan, görevle ilgili herhangi bir
suçtan -affa uğramış olsa bile- ceza almamış, hüküm giymemiş olmak; bunlar,
temel kurallar, temel maddeler.
Ancak, ikinci fıkrası var. İkinci fıkrada,
birinci sınıfa ayrılmak için geçerli olan kurallardan, mastır dediğimiz, yüksek
lisans eğitimini yapanlar ve Orta Doğu Amme İdaresinde yüksek lisans eğitimini
yapanlar ve ayrıca, akademik olarak doktora eğitimini yapmış olanlarla ilgili
bu on yıllık süreyi kısaltan düzenleme vardı. Mastır ve TODAİE için dokuz yıl,
doktora için de sekiz yıl şartı var idi. Biz, bu koşulları biraz daha
genişlettik, buna ek olarak; onu teker teker sizlere söylemek isterim; çok
önemli bir kurum olarak saydığımız Adalet Bakanlığının kuruluşuyla ilgili,
çalışmalarıyla ilgili, Türkiye Adalet Akademisinin bir uzmanlık dalında bir yıl
eğitim almış olmak da, yine, birinci sınıfa ayrılmak için kişilere hak tanıyor
süre açısından. Ben teker teker okuyorum:
"Türkiye Adalet Akademisinde bir
akademik yıldan az olmamak üzere düzenlenen uzmanlık eğitimi programını
başarıyla bitirenler için yine dokuz yıl... "bir yıl hak tanınmış
"...meslekleriyle ilgili öğrenim dallarındaki..." vardı. Doktora
yapanlar için sekiz yılda bu hak elde ediliyor.
Ayrıca, avukatlık mesleğini yapmakta olup
da, bu meslekte geçen sürenin üçte 2'si, hâkim ve savcı adaylarının 4954 sayılı
Kanunda belirtilen staj dönemlerini aşan -ki, bu staj süresi hâkim ve savcılar
için iki yıldır- sürelerin ve avukatlık stajının üçte 2'si ve askerlik
hizmetinde geçen sürenin yarısı, birinci sınıfa ayrılmak için hesaplanan süreye
katılmıştır.
Yani, temel olarak verilen on yıllık
süreye, bu çalışma programları içerisinde geçen sürelerin bazen tamamı, bazen
üçte 2'si bazen yarısı -bu sürenin hesabında- katılmıştır.
Şimdi, zaten bu çalışmalar, avukatlık
stajıyla ilgili veya hâkimlik stajıyla ilgili çalışma süreleri, 2802 sayılı
Yasada, göreve ilişkin... Emeklililiğe ilişkin hizmet süresi açısından zaten
sayılıyordu, bu yasada var; ama, burada bunun birinci sınıfa ayrılmak için,
burada geçen sürelerin bir kısmının birinci sınıfa ayrılmak için -bu sürelerin
de- hesaba katılması bu maddeyle önerilmektedir. Bu, doğru bir önermedir. Buna,
Cumhuriyet Halk Partisi olarak bizler katılıyoruz. Ancak, tabiî, bu konuda, her
zaman olduğu gibi, Maliye Bakanlığı yetkilileri komisyonda da bu öneriye kısmen
karşı çıkmaya çalıştılar; yani, orada, baktık, iktidar-muhalefet tartışmasının
ötesinde, Maliye Bakanı, komisyon ve Bakanlık arasında çelişkiler ve
tartışmalar oldu. Sonuçta, bence herkesin kabul edebileceği bir düzenleme
olarak, birinci sınıfa ayrılmakla ilgili, bana göre de hukuka uygun bir
düzenleme yapılmış oldu.
Değerli arkadaşlar, tabiî ki, bu kanunlar
ve bu Hâkim ve Savcılar Kanunu, çok önemli, ihtiyaca cevap vermesi gereken bir
kanun. Ancak, ne yazık ki, eleştirilmesi gereken yönleri de var, eksik olan
tarafları da var. Biz, Adalet Komisyonunun Cumhuriyet Halk Partili üyeleri
olarak, komisyon raporunda, karşı oy yazımızda bunları maddeler halinde
belirttik, yazdık. Bunlara bakarsanız, genel olarak, bir kere, hâkim ve
savcılığa kabulde mülakat usulünün… Ki, bundan sonra yapılacak çok ciddî bir
alım söz konusu; yeni yargılamalarla ilgili, düzenlemelerle ilgili ihtiyaç
olduğu için yaklaşık 4 000 civarında hâkim, savcı ihtiyacımız var, onlar
alınacak. Bunların alımına şaibe karışması anlamında demiyorum; ama, hukukun
zorlanmaması için, yargının temel kuralı olan ve herkesin saygı göstermesi
gereken bağımsızlık özelliğinin korunması için, biz, bu mülakatın yargı
unsurları tarafından, ağırlıklı olarak yargının belirleyeceği diğer ilgili
kurumların da üye vereceği bir komisyon tarafından yapılmasını istemiştik.
Ancak, ne yazık ki, şu anda bu önerimiz kabul edilmedi. Mevcut yönetmelikte
belirtildiği gibi, hâkim ve savcılar, yine Adalet Bakanlığı bürokratlarının
mülakatıyla göreve alınacak. Ben, bunun, yine, yargının bağımsızlığıyla ilgili
bir risk taşıdığını Yüce Meclisin önünde söylemek istiyorum.
Yine, Teftiş Kurulunun, Bakanlığın değil,
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun bünyesinde görev yapması ve hâkim ve
savcıların görevlerini ekonomik açıdan bağımsız bir şekilde yapabilmeleri için
birtakım düzenlemeler, önermeler yaptık. Bunlar yerine gelmedi; gelmediği gibi,
benim biraz önce Başkanlık Divanından aldığım bilgiye göre, 25 inci maddeyle
ilgili bir önerge verilmiş veya sanıyorum, 25 inci maddede verilecek.
Değerli milletvekilleri, 25 inci maddede,
her devlet memurunun veya işçilerimizin, hakkı olduğu üzere, fazla mesaisi
nasıl ücretlendiriliyorsa, hâkimlerimiz için de, böylesine, görev esnasında
nöbete kalmaları veya mesailerini geçen sürelerle ilgili maddî bir kaynak
yaratılması gerektiğini söylemiştik. Kanun tasarısının içerisinde var ve 25
inci maddede bu düzenlenmiş; ancak, 25 inci maddeyle ilgili bir önerge var.
Acaba nöbetle ilgili bu maddî destek geri mi alınıyor, bunu bilemiyorum,
okumadım, zamanla göreceğiz; fakat, hâkim ve savcılarımızın parasıyla puluyla…
Yani, milletvekillerinin parasıyla uğraşsınlar, başımızın üstüne, her türlü
eleştiriye de açığız; ama, hâkim ve savcıların maaşlarıyla, haklarıyla, özlük
haklarıyla bu kadar uğraşılmasını çok doğru bulmuyorum. Bir Yargıtay
Başkanımız, Yargıtayın adlî yıl açılışı sırasında, hâkimlerimizin ve
savcılarımızın -ki, aslında, o ifadeyi de doğru bulmamakla beraber; Başkanın
ifadesidir- vicdan ile cüzdan arasında hâkim ve savcılarımızın sıkıştırıldığını
söylemişti.
Değerli arkadaşlar, bu iyi bir şey değil.
Bilinen bir hikâyedir. İngiltere'de bir yargıç -ki, biliyorsunuz, İngiltere'de
yargıçların sınırsız ödenekleri var, kullanacağı parayı, özel veya şahsına veya
bilemiyorum artık ne şekilde yapıyorlar, bunlarla ilgili kendi takdirlerinde
istedikleri çekleri yazıyorlar- hikâye o ya; çok ciddî bir rakamı, 10 000 000
paund gibi, çeke bir rakam yazıyor. Tabiî ki, ilgili banka yetkilileri bu kadar
büyük rakamı görünce şaşırıyorlar. Hâkim gelmiş, çeki kesmiş veya bir çalışanı
aracılığıyla göndermiş "bu parayı ödeyeceksiniz" diye, "böyle
bir şey olmaz" diyorlar. Sanıyorum, ilgili bakanı ya da hükümet
yetkilisini arıyorlar ve bakan veya hükümet yetkilisi, kim ise, iyi bilemiyorum
"çekte yazılan miktarı kayıtsız şartsız ödeyin" diyor. Şimdi,
buradaki anlayış şu: O hükümet veya o adalet bakanı "benim hâkimim, o
rakamı eğer oraya yazdıysa, buna ihtiyacı vardır veya bu doğrudur, onun
takdirini tartışmam" diyor.
Şimdi, bu kadar hassas bir terazi,
hâkimlik ve savcılık görevi. Yargı bu kadar hassas. Şimdi, gelip, biz, hâkim ve
savcıların, işte, biraz maddî haklarını koruyalım, kollayalım derken, yani,
küçük bir nöbetle ilgili bir kaynağı bile kesmeye çalışıyoruz. Elimde bir sulh
ceza yargıcımızın açtığı bir dava var -gerçi davayı kaybetmiş- temeli şu: Diyor
ki: Anayasanın 140 ıncı maddesinin üçüncü fıkrasına göre, hâkim ve savcıların
maddî ve manevî her türlü özlük hakları kanunla düzenlenir. Bunu derken, bunu
bütçe kanunuyla düzenlemeyi, bunu 657 sayılı Devlet Memurları Yasasının
hükümlerinden hareketle düzenlemeyi, yargının bağımsızlığı açısından çok doğru
bulmadığından bir dava açmış; davayı kaybetmiş. Ama, biraz önce anlattığım
İngiltere'deki yargı örneğinde olduğu gibi, bence burada da hâkimlerimizin
yetkilerini, sorumluluklarını özel yasayla düzenlerken, haklarını, özlük
haklarını, maddî haklarını Devlet Memurları Yasasıyla veya Bütçe Yasasıyla
-yani, ona da sonuçta yasa diyor isek de- yine böyle yasal düzenlemelerle
yapmayı ben de doğru bulmuyorum. Sayın Yargıç da -ki, benim sınıf arkadaşım,
okul arkadaşım- doğru bulmadığı için dava açmış; ama, bugünün yargısı, yine
hâkimleri, bu talebi, mevcut koşullara göre uygun görmemiş. Bana göre, tabiî
ki, yargı kararını tartışmak doğru değil; ama, yargı kararı aynı zamanda
içtihat yaratmaktır, aynı zamanda demokrasinin önünü açmaktır, aynı zamanda
yargının bağımsızlığını da savunmaktır. Bence, biraz daha cesaretli olup da
böyle bir karar verilmiş olsaydı, yani, davanın kabulü yönünde bir karar
verilmiş olsaydı, tüm ülkemizde yargıya karşı, yargı üyelerine karşı saygı daha
da artmış olurdu diye düşünüyorum.
Değerli arkadaşlar, genel olarak yasayı
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu destekliyor. Elimizden geldiğince katkı sağlamaya
çalıştık. O nedenle, bu maddeye de o anlamda olumlu oy vereceğiz.
Yalnız, bu arada, ben bölgemle ilgili,
Artvin'le ilgili kısa bir şey söylemek istiyorum. Sayın Başbakan, ilgili
bakanlar ve yetkililerimiz, üst düzey bürokratlarımız birkaç gün önce Rize,
Trabzon ve Artvin bölgesinde inceleme ve araştırmalar yapmışlardı; bölge
sorunlarıyla ilgili yapılan araştırmalar. Bu konuda Artvin'de önemli bir
yatırım var, baraj yatırımları var. Bu baraj yatırımlarının toplum üzerinde
yarattığı çok olumsuz etkiler var. Özellikle Yusufeli İlçemiz ortadan kalkıyor.
Yusufeli ismi ortadan kalkacak. İnsanlar karamsarlık içerisinde, belirsizlik
içerisinde, büyük sıkıntı içerisinde. Tabiî ki, bu sıkıntıyı çözme görevi,
sorumluluğu hükümetin. Ben gidemedim, orada bulunamadım; ancak, aldığım bilgiye
göre, Sayın Başbakanımız çok da net,
kesin bir açıklama yapmamış. Yine, arkadaşlarım, Yusufeli bölgesinden
seçmenlerimiz, insanlarımız beni arıyor, ben onları arıyorum. Halkımızın tatmin
olmadığını, buradan, Yüce Meclis aracılığıyla hükümet yetkililerine ve Sayın
Başbakana iletmek istiyorum. Rica ediyorum, istirham ediyorum, Yusufeli'nin
sorununu çözün. Yusufeli'nde binlerce insan, bir ilçe, 17 köy bu sıkıntıyı
yaşıyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Çorbacıoğlu, lütfen,
konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
YÜKSEL ÇORBACIOĞLU (Devamla) - Biraz önce,
Grup Başkanvekilimiz Sayın Faruk Çelik'le beraber de bu konuyu değerlendirdik;
kendisi de Artvin Yusufeli kökenlidir. Ancak, bu sorun çözülmedi. Umarım, bir
çalışma yapılıyor. Eğer bu sorunu çözerseniz hükümet olarak -ki, yetki onda- o
insanların ne olacağına kısa sürede karar verirseniz, Artvin için ben de
sizlere müteşekkir olacağım.
Beni dinlediğiniz için hepinize teşekkür
ediyor, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın
Çorbacıoğlu.
Sayın Mustafa Ataş?.. Yok.
Sayın İnci Özdemir?.. Yok.
Madde üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
16 ncı maddeyi okutuyorum:
MADDE 16.- 2802 sayılı Kanunun 33 üncü
maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Birinci sınıf hâkim ve savcıların
çalışmalarının değerlendirilmesi
Madde 33.- Birinci sınıf olan hâkim ve
savcıların başarılı olup olmadıkları; müfettiş hâl kâğıtları, iş cetvelleri,
not oranları ile varsa meslekî ve akademik konulardaki faaliyetlerine ilişkin
diğer bilgi ve belgeler dikkate alınarak, üç yılda bir Hâkimler ve Savcılar
Yüksek Kurulunca değerlendirilmesi suretiyle tespit edilir.
Birinci sınıf olan hâkim ve savcıların
çalışmalarının değerlendirilmesine dair ilkeler, Kanunda belirtilen esaslar
doğrultusunda Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca tespit edilerek Resmî
Gazetede yayımlanır."
BAŞKAN - Madde üzerinde Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu ve şahsı adına Çorum Milletvekili Sayın Feridun Ayvazoğlu;
buyurun.
CHP GRUBU ADINA FERİDUN AYVAZOĞLU (Çorum)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Cumartesi gününden başlayıp bugüne kadar
devam eden hâkimler ve savcılarla ilgili ve bu arada bazı kanunlarda yapılması
düşünülen değişikliklere ilişkin olmak üzere yapmış olduğumuz görüşmelere devam
ediyoruz. Şu ana kadar görüşülen 15 maddeye bir göz attığımızda, gerçekten,
hâkimler ve savcılarımızın olsun adlî personelin olsun, beklentilerine ne
derece cevap verebildi; elbette, buna "çok olumlu bir cevap verildi"
şeklinde bir şey diyemiyoruz.
Şimdi, görüşmekte olduğumuz 16 ncı madde
var. 16 ncı maddeyle 2802 sayılı Kanunun 33 üncü maddesinde bir değişiklik
yapılıyor. Buraya baktığımızda, değerli arkadaşlar, öncelikle şunu ifade edeyim
ki, 16 ncı maddenin değişikliğine, biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak karşı
değiliz. Nedenine bakıldığında, 16 ncı maddenin düzenlenmesi, şekilsel açıdan
olsun ve hizmet etmek istediği amaç yönünden olsun, hâkim ve savcılık
mesleğinin, gerçekten, çalışmalarına ilişkin birtakım değerlendirilmesine
yönelik bir madde olması sebebiyle, böyle bir maddenin muhalefetinde
olmadığımızı belirtmek istiyoruz.
Şimdi, sayın milletvekilleri, gerçekten, 9
000'e yakın mensubu olan, hâkim ve savcılık mesleğinin bugüne kadar çekmiş
olduğu sıkıntıların, gerek özlük hakları yönünden gerekse hizmet vermekteki
zorlukları ve taşımış oldukları ağır sorumlulukları karşısında, bizler, daha
doğrusu, şu ana kadar gelip geçen yöneticiler, yasama meclisi, hükümetler, ne
derece yeterince bu ihtiyaçlara cevap verebildi, gerçekten, bunun karşılığında,
hemen hemen çok az şeyler söylenebilecektir, olumlu bir biçimde.
Elbette, gelip geçen hükümetler olsun,
yasama meclisleri olsun, hâkim ve savcıların, toplumun çok önemli bir kesimini
teşkil ettiği, yaptıkları görev nedeniyle çok ağır bir sorumluluk altında
bulundukları gerçeğini hiçbir kimse reddedemez. Her şeyden önce…
BAŞKAN - Sayın Ayvazoğlu, on saniyenizi
rica edeyim.
IV.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)
C) ÇEŞİTLİ
İŞLER
1.- Genel
Kurulu ziyaret eden İsveç Parlamento Başkanı Biyörn Von Siydov ve beraberindeki
heyete Başkanlıkça "Hoşgeldiniz" denilmesi
BAŞKAN - Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Sayın Bülent Arınç'ın konuğu
olarak ülkemizi ziyarete gelen İsveç Parlamento Başkanı Sayın Biyörn Von Siydov
ve beraberindeki Parlamento Heyeti Meclisimizi teşrif etmiş bulunuyorlar.
Kendilerine, Yüce Meclisimiz adına
"hoş geldiniz" diyorum. (Alkışlar)
VI.- KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
2.-
Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/1039) (S. Sayısı: 951) (Devam)
BAŞKAN - Buyurun Sayın Ayvazoğlu.
FERİDUN AYVAZOĞLU (Devamla) - Biz de
kendilerine "hoşgeldin" diyoruz.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; şimdi,
elbette, bu gerçeği, Anayasamızın kuvvetler ayrılığı prensibinden hareketle
baktığımızda, bizlerin kabul edip etmemesi hiç de önemli değildir; çünkü,
Anayasamız bunu kabul etmiş ve kuvvetler ayrılığı prensibine uygun olarak da
yargı bölümünü, Anayasanın "Üçüncü Bölüm"ü adı altında, 138 inci
maddesinden 160 ıncı maddesine kadar düzenleme altına almıştır.
Kuvvetler ayrılığı dediğimiz sistemde,
elbette, hukuk devletinde, demokraside, yargı, yürütme ve yasama şeklinde üç
ayak üzerinde duran bir sistem olduğunu hepimiz bilmekteyiz. Eğer, bu, üç ayak
dediğimiz ve sacayağı şeklinde tabir ettiğimiz bu ayaklardan birisi çok güçlü
veya çok zayıf olduğu takdirde veya iki kuvvet kendisiyle bir arada bulunmaya
çalıştığı sürece, mutlaka, bu sacayağının ayakta kalabilmesi, ayakta
kalabilmesi, ayakta durabilmesinin de mümkün olmadığını, demokrasilerde ve
hukuk devletinde, hepimiz kabul etmeliyiz; bunun altını çiziyoruz. Bu nedenle,
bu mensuplarımızı, yani, yargının vazgeçilemez, kuvvetler ayrılığı ayağından
birisi olan yargının mensuplarının, hâkim ve savcıların, adlî personelin de,
böyle bir sorumluluğu yürütmekte olan mensuplar olduğunu da hepimiz kabul etmek
zorundayız.
Peki, biz, bunları kabul ediyoruz,
çıkıyoruz, burada, kürsülerde konuşuyoruz, basına beyan veriyoruz, beyanatlarda
bulunuyoruz ve gereken yerlerde, toplumun bütün meslek mensuplarına karşı
üzerimize düşen görevleri yerine getirmek için çok büyük uğraşlar verdiğimizi
söylüyoruz, dile getiriyoruz; ama, işin gerçeğine ve aslına somut bir şekilde
döndüğümüzde, acaba, gerçekten, bu söylemlerimizi eylemlere geçirebiliyor
muyuz; elbette, buna, olumlu bir şekilde cevap verebilmenin de çok zor olduğunu
düşünmekteyiz. Bunu belirtirken, iyi niyetli bir şekilde, bugüne kadar yapılan
çalışmalara da, elbette, bizler de inkârcı olmamak suretiyle, çok da
"hayır" demeyelim, çok da kendi kendimize haksızlık etmeyelim, bu
uğurda hizmet veren, emek veren arkadaşlarımızı da hiçe saymayalım; bunun da
altını çizmek zorundayız.
Elbette, değerli arkadaşlarım, bu
maddelere kadar, bu değişikliğe ilişkin tasarının görüşülen maddelerine kadar,
sıkıntıları, arkadaşlarımız dile getirdiler. Bu sıkıntıları, hâkim ve
savcılarımızın sıkıntılarını, adlî personelin sıkıntılarını, gerçekten, tam
manasıyla, Yüce Meclisin huzurunda ve kamuoyuna paylaşma imkânını verebildi mi,
veremedi mi?.. Elbette, bunu, hem kamuoyu değerlendirecektir hem Yüce Meclisin
değerli milletvekilleri değerlendirecektir hem de bu işin birinci derecedeki
muhatabı olan yargının mensupları, hâkim ve savcılarımız değerlendirecektir.
Tabiî, bu uğurda yapılan çalışmaların ve şu andaki hâkim ve savcı açığının da
gerçekten üst boyutlarda olduğunu biliyoruz. 4 000'e yakın bir hâkim, ve savcı
açığının giderilebilmesi için nasıl bir yol ve yöntem bulalım; bunun uğraşı
içerisinde, gerek Adalet Bakanlığı gerekse bizler -komisyonda olsun,
milletvekili arkadaşlarımız olsun- teklif ve tasarılarla bu ihtiyacı gidermeye
çalışıyoruz; ama, nereye kadar giderebiliyoruz, bu uğurda gerçekten samimî bir
çalışma içerisine girebiliyor muyuz; orası şüpheli kalıyor; çünkü, bir
bakıyoruz, Adalet Komisyonuna, komisyonlara gelen teklif ve tasarıların birdenbire
değişikliğe uğradığını, değişikliğe uğratmak için uğraşlar verildiğini veya
verileceğini duyuyoruz. Bu da, elbette bizleri rahatsız ediyor. Örneğin, hâkim
ve savcılarla ilgili çok büyük beklentiler içerisinde beklenilen bu tasarıda,
taslak halinde hükümet tarafından getirilmekteyken, Sayın Maliye Bakanının
karşı çıkışları doğrultusunda, hâkim ve savcılarımıza getirilmek istenilen
özlük haklarına ilişkin iyileştirmelerin geri çekildiğini duyuyoruz. Diliyoruz ve
umuyoruz ki, inşallah, bu, dedikodu şeklindedir; ama, yaptığımız inceleme ve
araştırma, bunun doğru olduğu ve doğru bilgilerin bize bu şekilde verildiği
noktasında, elbette, sayın hâkim ve savcılarımızı da üzme noktasında birleştirmiştir.
Değerli arkadaşlarım, şimdi, önümüze,
devam eden maddelerden bir 25 inci madde gelecek. Elbette, orada, yeri
geldiğinde konuşulacaktır. Biz, komisyonda, bu tasarılara, hâkim ve savcıların
ve adlî personelin çekmekte olduğu sıkıntıları bir nebze olsun rahatlatmak
açısından getirmeye çalıştığımız nöbet tazminatına ilişkin bir hükmün de,
sanıyorum, tabiri yerindeyse, birtakım tırpanlamalara uğrayacağı şeklinde
duyumlar alıyoruz. Diliyoruz ve umuyoruz ki, inşallah böyle bir şey de yoktur.
Bakacağız, göreceğiz.
Tabiî ki, hükümetin kendisine özgü
programları var, kendisine özgü hedefleri var. Bu uğurda, bu hedefleri politik
olarak tutturabilmek ve amaçlarına ulaşabilmek için de iyi niyetli bir şekilde
çalışmalarda bulunduğunu bizlere her platformda söylüyorlar, kamuoyuna bunu
iletip paylaşmak istiyorlar; ama, bakıyoruz ki, ilerleyen günlerde önümüze
gelen teklif ve tasarılarda, bu iyi niyetin, gerçekten iyi niyetli bir şekilde
sonuçla karşılaşmadığını görmekteyiz ve böyle bir sonucu görünce de, elbette
muhatap olacak kişiler ve bizler, Yasama Meclisinin sorumlu milletvekilleri
olarak da, üzülüyoruz ve gerçekten de kırılıyoruz.
Değerli milletvekilleri, bu bağlamda olmak
üzere, şimdiye kadar görüşülen maddelerde arkadaşlarımızın da belirttiği
sıkıntıları ve endişeleri biz dile getirirken, kesinlikle ve kesinlikle, hiçbir
kimsenin, hükümetin bütün yetkililerinin olsun, özellikle Sayın Adalet
Bakanımızın ve Komisyon Başkanımızın, Komisyon üyelerimizin iyi niyetlerinden
bir an için şüphe duymadığımızı belirtmek isteyelim; ancak, Sayın Bakanımıza,
Sayın Komisyon Başkanımıza ve değerli Komisyon üyesi arkadaşlarımıza söylemeye
çalıştığımız husus şudur: Eğer yargıda siyasetin, öyle veya böyle, gölgesi
olmasını istemiyorsak, gölge edilmesini istemiyorsak, uygulanmakta olan
sistemlerin de gerçekten siyasetten uzak bir şekilde uygulanabilmesinin yasal
olanaklarını biz bulalım. Biz bulamazsak, bizden sonrakiler bulmaz, bulamaz.
Eğer hepimiz iyi niyet noktasında uzlaşıyorsak, uzlaşabiliyorsak, bunları
giderelim. Bizim endişemiz, sizlerin, Sayın Bakanın ve Sayın Komisyon
Başkanının, komisyon üyelerinin iyi niyetinden dolayı değildir; iyi niyetinden
endişe etmediğimizi söyleyelim; ama, bundan sonra gelebilecek siyasî
iktidarların acaba bu konuya nasıl yaklaşacağı hususunda sizde yarın öbür gün
kuşkular oluşmayacak mıdır?! O zaman, böyle bir kuşku oluşabilmesinin yolunu,
hep birlikte, Cumhuriyet Halk Partisiyle birlikte uzlaşalım diyorsanız ve bu
kuşkunun önünü keselim diyorsanız, biz bu uzlaşıya her zaman açığız. Nedir
bunların başında gelen -şimdiye kadar görüşüldü, konuşuldu- elbette, 4 000
hâkim ve savcı açığını dışarıdan almak suretiyle, daha doğrusu hukuk fakültesi
mezunu olarak alacağımız, üç yılını bitiren avukat arkadaşlardan bunları
alalım, alınsın, bu noktada biriz, iyi niyetliyiz; fakat, bunun yönteminde
endişelerimizi dile getiriyoruz.
Diyoruz ki, elbette, belirli şartlarda,
yazılı olarak yarışmanın adaletli bir şekilde yapılacağından hiçbir kimsenin
kuşkusu olmaz, olamaz; ancak, gel gelelim, yazılı yarışmadan sonra yapılacak
olan mülakatın, sözlü sınavın, şu andaki Adaylığa Atama Yönetmeliğinin 27 nci
maddesine göre, hangi kişilerden, hangi yetkililerden oluştuğuna baktığımızda,
hepsinin de, Adalet Bakanlığının birinci sınıf -altını çiziyorum, birinci
sınıf- hâkim niteliğini taşıyan genel müdürlüklerden oluştuğunu biliyoruz.
Personel Genel Müdürü, Ceza İşleri Genel Müdürü, Teftiş Kurulu Başkanı; ama,
bunların başında, Sayın Adalet Bakanlığının emrinde olması gereken -elbette
olması gereken, gerekecektir de- Müsteşar Yardımcısının veya Müsteşarın
başkanlığındaki bir heyet tarafından sözlü sınav yapılacaktır.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, biz, o sözlü
sınavın, mülakatın kadrosunda yer alan arkadaşlarımızın hiçbirinin
niteliklerinin, vasıflarının tartışılması noktasında bu endişemizi dile getirmiş
değiliz. Bizim dile getirmeye çalıştığımız endişe, yarın öbür gün, bunların,
elbette, geçen gün neydi, bugün neydi, yarın ne olacak noktasındaki endişeleri
dile getirip, bunların yolunu, biz, yönetmeliklere değil, kanunlara
yerleştirmek suretiyle, özellikle de bu kanuna, 2802 sayılı Hâkimler ve
Savcılar Kanununa yerleştirmek suretiyle, kalıcı bir şekilde ve siyasetten uzak
bir şekilde bir kadroyla ve yargı mensuplarının daha ağırlıklı olmuş olduğu bir
kadroyla bu mülakatın yapılmasının, adalete ve bağımsız yargıya daha gerçekçi
bir şekilde hizmet vereceği noktasında endişemiz vardır.
Biz, Sayın Bakanımızın dediği veya Sayın
Adalet Komisyonumuzun ve bazı milletvekili arkadaşlarımızın dediği gibi, kendi
kendimize haksızlık etme noktasında bunları söylemiyoruz. Elbette, biz,
milletvekilleri olarak, siyasetçiler olarak, bu topluma yön vereceğiz, bu
topluma yol göstereceğiz, doğruları söyleyeceğiz; yani, niye biz kendi
kendimize haksızlık ederek, siyasetçiye güvenmiyoruz mantığını Mecliste dile
getiriyoruz değil; aslolan şüphe ve endişelerimiz, belli noktalarda, belli
kriterlerde, Anayasanın kuvvetler ayrılığı prensibindeki bağımsız yargıyı
gerçekten bağımsız yargı olarak uygulanabilmesi noktasında…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Ayvazoğlu, 1 dakikalık
eksüreniz başladı.
Buyurun.
FERİDUN AYVAZOĞLU (Devamla) - Bu noktada,
elbette, endişelerimizi bir yerde toplamalıyız diye düşünüyorum; yoksa,
kesinlikle, bu… Elbette, demokrasilerde, siyasetçiler, toplumun yaşamı için yol
gösterecektir, yön verecektir, yönlendirecektir insanlarımızı, yetkililerimiz
de bu şekilde olacaktır. Yarın öbür gün, her an için değişmesi kuvvetle
muhtemel siyasetçilerimizin iki dudağının arasında kalmayacak bir yöntemde, bir
yönetmelikle olmasın, geçici bir şekilde değil kalıcı bir şekilde, Meclisten
çıkan yasayla bu mülakatların -öyle bir kurulla- yapılması gerektiği
noktasındaki endişelerimizi dile getirdik ve önerilerimizi o şekilde sunmuştuk;
ama, Adalet Komisyonunda önerilerimiz reddedildi.
Hükümet olsun, Sayın Adalet Bakanlığımız
olsun, Adalet Komisyonumuz olsun, üyelerimiz ve sayın milletvekillerimiz olsun,
bu endişelerimizi gerçekten haklı görürler ve gereğini yaparlar diye
düşünüyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Ayvazoğlu, süreniz doldu
efendim.
Teşekkür ederim.
FERİDUN AYVAZOĞLU (Devamla) - Söylediğim
gibi Sayın Başkanım, 16 ncı maddede Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşünün
olumlu olduğunu, destek vereceğimizi bildiriyor, hepinize saygılar sunuyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Maddeyi oylarınıza…
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Karar
yetersayısının aranılmasını istiyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, 16 ncı madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
16 ncı maddenin oylamasından önce karar
yetersayısı istenilmiştir.
Şu anda maddeyi oylarınıza sunacağım ve
karar yetersayısını arayacağım.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler…
Karar yetersayısı yoktur; birleşime 5
dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 15.24
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 15.35
BAŞKAN: Başkanvekili
Nevzat PAKDİL
KÂTİP ÜYELER: Bayram
ÖZÇELİK (Burdur), Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 119 uncu Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
951 sıra sayılı kanun tasarısının
görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.
VI.- KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
2.-
Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/1039) (S. Sayısı: 951) (Devam)
BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.
Tasarının 16 ncı maddesinin oylamasında
karar yetersayısı bulunamamıştı. Şimdi, maddeyi tekrar oylarınıza sunup karar
yetersayısı arayacağım.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir; karar yetersayısı vardır.
17 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 17.- 2802 sayılı Kanunun 35 inci
maddesinin üçüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Adlî yargıda aynı bölgedeki
yerlerden bölge adliye mahkemesinin bulunduğu yer; asliye hukuk mahkemesinin
bulunduğu yerlerden de ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yer hizmet yeri
bakımından üstün sayılır."
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu ve şahsı adına, Konya Milletvekili Sayın Atilla Kart; buyurun.
(CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ATİLLA KART (Konya) -
Sayın Başkanım, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan 951 sıra sayılı
Hâkimler ve Savcılar Kanunu Tasarısının 17 nci maddesiyle ilgili olarak
Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun ve şahsımın görüşlerini ifade etmek üzere söz
almış bulunmaktayım; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, Hâkimler ve Savcılar
Kanunundaki değişiklikleri tartıştığımız bu tasarıda, hukukî yapılanmadaki,
hukuk devleti yapılanmasındaki yapısal değişimin iki temel ayağını; yani,
kolluk yapılanmasının çarpıklığını ve bunun yanında, yargı ve yargıcın
bürokratlaşması vakıasını, daha evvel 7 ve 8 inci maddelerde ayrıntılı olarak
anlatmış, arz etmiştim, bu konudaki görüşlerimi ifade etmiştim. Yine, bu
maddeyle ve tasarıyla bağlantılı olarak 17 nci madde görüşmelerinde de bu
görüşlerimi daha somut örneklerle anlatmaya çalışacağım. Bu kapsamda da değerli
arkadaşlarım, mülakat esaslarını düzenleyen hükümler ve uygulamadan söz etmek
istiyorum.
Bakın değerli arkadaşlarım, 2802 sayılı
Yasanın 7 ve müteakip maddeleri, adaylık, adaylığa atama esaslarını düzenliyor;
buna göre, yazılı sınav ve mülakat uygulamasının yapılması esasını getiriyor.
Getirilen bu tasarıda da 2802 sayılı Yasanın 8 inci maddesindeki esasların
uygulanacağı ve bu hususun yönetmelikle düzenleneceği ifade ediliyor.
Yine, bakıyoruz, 2802 sayılı Yasanın 13
üncü maddesi, mesleğe kabule, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca karar
verileceğini düzenliyor. Bu maddeyle, bu yasayla paralel olarak da biliyoruz
ki, Anayasanın 159 uncu maddesinde benzer bir düzenleme söz konusu. Daha
doğrusu, 2802 sayılı yasanın 13 üncü maddesindeki bu düzenleme, dayanağını,
Anayasanın 159 uncu maddesinden alıyor.
Değerli arkadaşlarım, adaylık süresi,
kabul etmek gerekir ki stajın ayrılmaz bir parçasıdır, bir unsurudur, mesleğe
kabulün ilk aşamasıdır. Tekrar ifade ediyorum, adaylık süresi mesleğe kabulün
ilk aşamasıdır. Bu sebeple, staj sonundaki atamaya ilişkin esasların burada da
geçerli olması gerekir. Burada hep ifade ediyorum, herhangi bir memur alımından
veya adaylığından söz edemeyiz; bu sebeple, aday alımının, aday tespitinin 657
sayılı Yasaya tabi olduğu ifade edilmekte
ise de, bu değerlendirmenin hukuka uygun olmadığı yolundaki görüşümüzü
bir defa daha ifade etmek istiyorum.
Esasen, ortada yönetmelikle
düzenlenemeyecek bir husus söz konusu değerli arkadaşlarım. Anayasanın 159 uncu
maddesi çok açık bir şekilde bu alım esaslarının yasayla düzenleneceğini ifade
ediyor; yani, bu konudaki yetkiyi Türkiye Büyük Millet Meclisine bırakıyor;
ama, biz, fiilen bu uygulamayı
tamamen bakanlık bünyesindeki bir
yönetmelikle düzenleme sürecini başlatıyoruz ki, bunun hukuka uygun olmadığı,
Anayasanın 159 uncu maddesine açıkça aykırı olduğu ortada. Yine, şunu da
hatırlatmak istiyorum, bu gerekçelerle yönetmeliğin iptali talebiyle Barolar
Birliği tarafından da idarî yargı nezdinde dava açıldığını; bunu da hatırlatmak
istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, yanlış
değerlendirilmemesi ve istismar edilmemesi için ifade ediyorum, meslekler
arasında ayırım anlamında söylemiyorum, her meslek ve bürokratik yapı meslek
kurallarına uygun olarak yapılmak kaydıyla saygındır; ancak, yargıçlığın özel
konumu ve işlevinden söz ediyorum,
yargıç adaylarının alınması esasından söz ediyorum. Asgarî ölçülerde objektif
bir yapılanmayı sağlamak adına, adaylık aşamasında da, Hâkimler ve Savcılar
Yüksek Kurulunun bu aşamada olması gereğini önemle ifade ediyorum. Bu kurulun
yapısına yönelik eleştiri haklarımızı saklı tutarak ifade ediyorum, adaylık
alımını, tamamen Bakanlık bürokrasisinden oluşan bir kadroya bırakmak, hep daha
evvel anlattığımız kadrolaşmayı beraberinde getireceği gibi, bunun yanında,
yargının işlevini kaybetmesi sonucunu da doğal olarak yaratacaktır. Kolluk
yapılanmasında yaşadığımız niteliksiz ve hukuka aykırı yapılaşmanın bir
örneğini, yargı sürecinde de yaşadığımızı, yaşamaya başladığımızı üzülerek
ifade ediyorum. Bu süreç, tekrar ifade ediyorum, yani, yargıdaki bu yapılanma,
niteliksiz ve hukuka aykırı yapılanma, maalesef, ülkemizde çoktan başlamış
durumdadır. Emniyetteki ölçüde olmasa da, yargıda da bu tür bir kadrolaşmanın
başladığını, yine tekrar ifade ediyorum, kaygıyla ifade ediyorum.
Bunları soyut söylemlerde bırakmak
istemiyorum değerli arkadaşlarım. Bu anlattıklarımı, somut belgeleriyle
sizlerin takdirine, sizlerin bilgisine sunmak istiyorum.
Bakın, Sayın Adalet Bakanına Şubat 2005'te
verdiğimiz önergeye, Sayın Bakanın 1 Nisan 2005 tarihinde verdiği önerge
cevabından söz edeceğim değerli arkadaşlarım. Bu cevapta, açık bir şekilde,
adaylığa atama işlemlerinin Bakanlık ile ÖSYM arasında, 1998 yılında imzalanan
protokol çerçevesinde, yazılı sınavların kuruma yaptırıldığı; bu çerçevede,
yönetmeliğin 12 nci maddesi gereğince, adlî yargı yazılı test sınavında, genel
kültür, kompozisyon, idare hukuku, anayasa hukuku, inkılap tarihi, medenî
hukuk, borçlar hukuku, hukuk yargılama usulü hukuku, ticaret hukuku, icra ve
iflas hukuku, ceza hukuku, ceza yargılaması usulü hukuku; 13 üncü madde
gereğince de, idarî yargı adaylığı yazılı sınavında ise, genel kültür,
kompozisyon, idare hukuku, idarî yargılama usulü hukuku, anayasa hukuku,
inkılap tarihi, borçlar hukuku, medenî hukuk, maliye, ekonomi, vergi hukuku ve
vergi usul hukuku konularından yazılı sınav yapıldığı ifade ediliyor.
Değerli arkadaşlarım, işte, anlatmaya
çalıştığımız objektif ve teknik yapılanma budur. Bu yapılanma sebebiyledir ki,
yargıç ve savcı sınavlarının yazılı bölümüne ilişkin olarak, son derece sınırlı
olayların dışında, herhangi bir şikâyet veya sızlanma söz konusu değil. Bu
düzenleme için; yani, yargıç ve savcı alımına ilişkin prosedürün birinci
aşaması için, yazılı sınava ilişkin bölüm için hükümeti ben kutluyorum,
huzurunuzda kutluyorum, uygulaması için kutluyorum; aradığımız bu, bunu
anlatmaya çalışıyoruz. Teknik ve objektif yapılanma derken, bunu anlatmaya
çalışıyoruz. Bunu, mülakat aşamasında da yapmanın gereğini sizlere anlatmaya
çalışıyoruz, bunu ifade etmeye çalışıyoruz.
Bakın, böylesine kapsamlı, teknik ve
objektif esaslara dayalı olarak yapılan bir yazılı sınavdan sonra, mülakatın
da, aslında, fazla bir işlevi kalmıyor. Mülakatta sözü edilen "kavrayış ve
değerlendirme yeteneği" yazılı sınavda büyük ölçüde ortaya çıkmış
olmaktadır. Bu kadar ayrıntılı, bu kadar teknik ve objektif bir şekilde yapılan
yazılı sınavda, aslında, mülakatta ulaşmak istediğiniz amaçların çoğuna, zaten,
ulaşmış oluyorsunuz. Yapılması gereken sadece ve sadece, mülakat aşamasında,
genel ve fizikî durumu gözlemleyerek, temsil yeteneği ve fizikî özür anlamında
bariz bir hususun, bariz bir engelin olup olmadığını tespit etmektir değerli
arkadaşlarım. Bu tespiti biz kime ve nasıl yaptırıyoruz, bunu açmak gerekiyor.
Bu dediğim anlamdaki tespiti, kime ve hangi şartlarla, hangi sınırlarla
yaptırıyoruz mülakat aşamasında, bunu, somut olarak ifade etmek istiyorum. Bu
tespiti, tamamen, Bakanlık bürokrasisinden oluşan Müsteşar Yardımcısı, Teftiş
Kurulu Başkanı, Ceza İşleri, Hukuk İşleri ve Personel Genel Müdürlerinden
oluşan mülakat kuruluna yaptırıyoruz.
Yine, yanlış anlaşılmaması için ifade
ediyorum; sözü edilen bürokratların kıdem ve liyakatlerine yönelik eleştirel
bir değerlendirme elbette yapmıyorum; ancak, Türkiye gerçeğinden söz ediyorum.
Bürokratik yapı ve hiyerarşik ilişkiler içinde bu kurul tarafından yapılacak
incelemenin sağlıklı olmadığını, olamayacağını, yine, biraz sonra örnekleriyle
anlatacağım değerli arkadaşlarım.
Bakın, biraz evvel sözünü ettiğim soru
önergesine Nisan 2005 tarihinde verilen cevaptan söz ettim; yani, iki ay
evvelki bir uygulamadan söz ediyorum arkadaşlarım, 57 nci, 58 inci hükümet
dönemindeki uygulamalardan söz etmiyorum, 59 uncu hükümet döneminde iki ay
evvel yapılan yargıç, savcı mülakatı sonuçlarına ilişkin değerlendirmeden söz
ediyorum.
Ne diyor burada Sayın Adalet Bakanı,
önergeye verdiği cevapta; aynen ifadenin meali şu değerli arkadaşlarım: Ekim
2004 tarihinde yapılan idarî yargı ve adlî yargı adaylığı sınavında -birisi 17
Ekim tarihinde yapılmış, birisi 24 Ekimde yapılmış- idarî yargı hâkimliği
yazılı sınavında başarılı olan ve yazılıda ilk 100'e giren 46 kişi, mülakat
sonucu 150 kişinin arasına giremiyor değerli arkadaşlarım. Tekrar ifade
ediyorum, yazılı sınavda ilk 100'ün arasına giriyor -bu arkadaşlarımız 46 kişi-
ama, mülakat sonucunda ilk 150'nin arasına giremiyor, 300 üncü sıraya, 400 üncü
sıraya düşüyor.
Adlî yargı hâkim adaylığı sınavına
geliyoruz, orada da benzer tabloyu görüyoruz, enteresan, oranlar yine birbirine
çok yakın. Adlî yargı hâkim adaylığı yazılı sınavında başarılı olan ve yazılı
sınavda ilk 100'e giren 41 kişi, mülakat sonucunda değerli arkadaşlarım, 300
kişinin arasına giremiyor, ilk 300'ün arasına giremiyor. Biraz daha açarak
ifade ediyorum: 100 kişi içinde sayıları 40'a, 45'e ulaşan ölçüde fizikî özürlü
aday söz konusu. Bakanlığın bu mülakat değerlendirmesine göre, öyle anlıyoruz
ki, yazılı sınavda ilk 100'e giren adayların 40 veya 45'inin fizikî özrü, bariz
bir özrü söz konusu, öyle anlaşılıyor, bunun başka bir açıklamasını yapmak,
başka türlü izahını yapmak mümkün değil.
Yine, geliyoruz, bu sonucun doğru ve
hakkaniyete uygun olmadığı, mülakat aşamasında hukukdışı ölçülerin uygulandığı
burada açıkça görülüyor değerli arkadaşlarım ve bunun devamında soruyorum,
bağlantılı olarak soruyorum:
Bu kişilerin temsil yeteneğinin yetersizliğini
bir iki dakikalık gözlem süresi içerisinde nasıl anlayabilirsiniz, nasıl
anlaşılabiliyor? Bunun inandırıcı bir tarafı olabilir mi değerli arkadaşlarım?!
Bakın, bu sonuçlar ve uygulamalar, mülakat
uygulamasının tutarsızlığını ve inandırıcı olmaktan uzak yapısını açık bir
şekilde gösteriyor değerli arkadaşlarım. Çok açık bir şekilde ifade ediyorum,
Türkiye'de, sadece, hâkim ve savcılık mülakatı için söz etmiyorum, diğer
mülakat uygulamaları için de söz ediyorum, ifade ediyorum: Mülakat ilişkilerinde,
mülakat uygulamalarında siyasî ve
kişisel referansların ne kadar etkili olduğu Türkiye'nin inkâr edilemez bir
gerçeğidir. Birbirimizi kandırmayalım, bunun adını doğru koyalım, bunun adını
doğru ifade edelim.
Aslında, yukarıda sözünü ettiğim soru
önergesindeki konuyu eksik sorduğumu şimdi daha iyi anlıyorum, daha iyi
değerlendiriyorum. O soru önergesini burada, biraz daha açarak, Genel Kurulun
huzurunda Sayın Bakana bir defa daha soruyorum. Çok açık bir şekilde soruyorum
ve Sayın Bakandan talebim şu, istirhamım şu: Lütfen, bu maddede olmasa da, bu
tasarının görüşmeleri esnasında bu soruma cevap vermesini talep ediyorum,
istirham ediyorum.
17 ve 24 Ekim 2004 tarihlerinde yapılan
idarî ve adlî yargı hâkim adaylığı sınavına kaç kişi katılmıştır? Kaç kişi
başarılı sayılmış ve mesleğe alınmıştır? Sınav sonucunda başarılı olanlar
yazılı sınavda kaçıncı sıradadır? Tekrar ifade ediyorum: Sınav sonucunda,
mülakat sonucunda başarılı sayılanlar yazılı sınavda -tek tek ama bunun
cevabını istiyorum- kaçıncı sıraya girmişlerdir?
İnanıyor ve biliyorum ki, çok yakından
biliyorum ki, bu soruya verilecek cevaplar yazılı sınavlarda 150 nci, 200 üncü
sıralarda yer alanlar mülakat sonucunda ilk 50'nin, ilk 70'in içine
girmişlerdir.
HİKMET ÖZDEMİR (Çankırı) - Olabilir…
ATİLLA KART (Devamla) - Bu, inandırıcı
olmaz Değerli Arkadaşım. Bu, inandırıcı olmaz. Bu, tutarlı olmaz. Bu, ciddî
olmaz. "Olabilir" demekle geçiştirebileceğimiz bir konu değil bu.
Olabilirse, bunu anlatmanız gerekir. Bunu, inandırmanız gerekir.
Yani, bakın, o zaman ne olur biliyor
musunuz, sizin yaptığınız…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Kart, 1 dakika içinde
konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
ATİLLA KART (Devamla) - Bir cümle ifade
edeceğim Sayın Başkanım.
O zaman, Değerli Arkadaşım, yaptığınız
yazılı sınavın demek ki ciddîyeti yok. Yaptığınız yazılı sınavın hiçbir anlamı
yok. Mülakat sonucunda yazılı sınavla yüzde 60-70 oranında bağdaşmayacak bir
sonuca ulaşıyorsanız, o yazılı sınavın bir anlamı yok. O zaman ne yapalım;
ikisinden birini düzeltelim veya bu işin doğrusu, her ikisini birbirini
tamamlayacak şekilde uygulayalım, her ikisini amacına uygun bir şekilde
uygulayalım.
Bunları anlatmaya çalışıyoruz değerli
arkadaşlarım, bunları anlatmaya devam edeceğiz.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kart.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
18 inci maddeyi okutuyorum:
MADDE 18.- 2802
sayılı Kanunun 37 nci maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir.
"Adalet Bakanlığı merkez kuruluşuna
atama şartları ve şekli
Madde 37.- Adalet Bakanlığı merkez kuruluşunda:
a) Bakanlık tetkik hâkimliğine, hâkimlik
ve savcılık mesleğinde fiilen en az beş yıl görev yapmış ve üstün başarısı ile
Bakanlık hizmetlerinde yararlı olacağı anlaşılmış bulunanlar arasından
muvafakatları ile Adalet Bakanı tarafından atama yapılır.
b) 1. Adalet müfettişliğine, hâkimlik ve
savcılık mesleğinde fiilen en az sekiz yıl görev yapmış ve üstün başarısı ile
adalet müfettişliği hizmetinde yararlı olacağı anlaşılmış bulunanlar arasından
muvafakatları alınarak,
2. Adalet Bakanlığı Müsteşarlığına, yüksek
müşavirliklerine, müsteşar yardımcılıklarına, Teftiş Kurulu Başkanlığına, genel
müdürlüklerine, Araştırma, Plânlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığına, Teftiş
Kurulu başkan yardımcılıklarına, Yargıtay ve Danıştay üyeliğine seçilme hakkını
kaybetmemiş bulunan birinci sınıf; müstakil daire başkanlıklarına, genel müdür
yardımcılıklarına ve İşyurtları Kurumu Daire Başkanlığına ise birinci sınıfa
ayrılmış hâkim ve savcılar arasından,
Bakan, Başbakan ve Cumhurbaşkanının
imzasını taşıyan müşterek karar ile atama yapılır.
Genel müdürlük daire başkanlıkları
ile Araştırma, Plânlama ve Koordinasyon
Kurulu üyeliklerine ise meslekte fiilen en az sekiz yıl çalışmış ve ikinci
dereceye yükselmiş bulunan hâkim ve savcılar arasından Bakan onayı ile atama
yapılır.
Bakanlık müşavirliklerine yapılacak
atamalar Bakan onayı ile gerçekleştirilir.
Bakanlık merkez
teşkilâtında olmayıp, yargı görevinden bu görevlere atanacakların muvafakati
alınır."
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu ve şahsı adına, Çorum Milletvekili Sayın Feridun Ayvazoğlu;
buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA FERİDUN AYVAZOĞLU (Çorum)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz 2802 sayılı
Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair 951
sıra sayılı Kanun Tasarısının 18 inci maddesi üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi
Grubum ve şahsım adına söz almış bulunuyorum; bu nedenle, Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, öncelikle,
görüşmekte olduğumuz 18 inci maddeye ilişkin -daha önce yapmış olduğumuz
konuşma çerçevesinde olduğu gibi- gerçekten, bir muhalefetimizin olmadığını
belirtmek istiyorum. Biz, muhalefet şerhimizi, gerek komisyonda gerekse
altkomisyonda kaleme aldık ve Yüce Meclise sunduk. Onun dışında, bu madde,
muhalefetimize ilişkin değil.
Şimdi, 18 inci
maddeyle, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununun 37 nci maddesinde bir
değişiklik söz konusu. Bu değişiklik, öncelikle, bir şekil olarak, kelime
olarak şu şekilde: Daha önce "Adalet Bakanlığı merkez kuruluşunda"
şeklinde devam ediyor, şimdi "şartları ve şekli" olarak bir
değişiklik var.
Yine, 37 nci maddenin (b) bendindeki
"sekiz yıl görev yapmış ve üstün başarısı ile adalet müfettişliği
hizmetinde yararlı olacağı anlaşılmış bulunanlar arasından muvafakatları da
alınarak" diye bir şart getiriliyor.
Yine, ikinci fıkrasında ise, sadece şu
değişiklik söz konusu: "Adalet Bakanlığı Müsteşarlığına, yüksek
müşavirliklerine, müsteşar yardımcılıklarına, Teftiş Kurulu Başkanlığına, genel
müdürlüklerine" dedikten sonra "Araştırma, Planlama ve Koordinasyon
Kurulu Başkanlığına, Teftiş Kurulu başkan yardımcılıklarına" şeklinde bir
cümle eklenmek suretiyle yeni bir hüküm getirilmiş oluyor.
Yine, devamında "İşyurtları
Kurumu…" Biliyorsunuz, cezaevinde belirli bir şekilde işyurtları
bulunmakta. Bu işyurtlarının, kanunu çerçevesinde hangi hizmetleri vermiş
olduğunu çoğumuz bilmekteyiz. İşte "İşyurtları Kurumu Daire Başkanlığına
ise birinci sınıfa ayrılmış hâkim ve savcılar arasından" şeklinde bir
cümle eklenmek suretiyle yeni bir hüküm getiriliyor.
Yine, ikinci fıkranın ikinci cümlesinde
"Bakan, Başbakan ve Cumhurbaşkanının imzasını taşıyan müşterek karar ile
atama yapılır" diyor. Daha önce "kararname" vardı; bu, müşterek
karar ile atama yapılır diyor. Yalnız, Sayın Bakan, Sayın Komisyon
Başkanımızdan, buradaki ifadenin "imzasını taşıyan" dedikten sonra
"müşterek karar ile atama yapılır" bir cümle düşüklüğünü getiriyor
gibi. Müşterek karar değil de, müşterek kararnameyle olmasında daha uygunluk
var diye düşünüyoruz.
Sayın Bakanım, burada karardan ziyade
kararname şeklinde yer almasının doğru olacağı inancını taşıyoruz.
Yine devamında "Genel müdürlük daire
başkanlıkları ile Araştırma, Planlama ve Koordinasyon Kurulu üyeliklerine ise
meslekte fiilen en az sekiz yıl çalışmış ve ikinci dereceye yükselmiş bulunan
hâkim ve savcılar arasından Bakan onayı ile atama yapılır" şeklinde de
yeni bir cümleyle yeni hüküm getirilmiş oluyor. Bunun dışında, 37 nci maddede,
başkaca bir değişiklik söz konusu değil.
Şimdi, elbette, Adalet Bakanlığının, diğer
bakanlıklarda olduğu gibi, ki, gerçekten Adalet Bakanlığının ne derece önemli
bir bakanlık olduğunu ve yargının, bu ülkede Anayasada yer alan kuvvetler
ayrılığı ilkesinde bulunan en önemli bir ayak olduğunu ve bu yargının da
unsurları içerisinde hâkim ve savcılarla ilgili, adlî personelle ilgili bütün
atamaların, hemen hemen verilecek olan hizmetlerin Adalet Bakanlığı eliyle
yürütülmekte olduğu gerçeği karşısında bu bakanlığın önemini bir kez daha
vurgulamak istiyoruz. Elbette, bütün bakanlıkların önemi ayrıdır; fakat, şöyle
bir baktığımızda, bir Ulaştırma Bakanlığının veya bir Tarım Bakanlığının veya
aklımıza gelen diğer bakanlıkların Anayasada yer alan ve demokrasilerin
vazgeçilmez, yine hukuk devletinin vazgeçilmez kuvvetler ayrılığı prensibinden
birisini teşkil etmediğini görüyoruz. Burada, işte, Adalet Bakanlığının önemini
vurgulamak noktasında birleşmemiz gerekir diye düşünüyorum.
Bu nedenle, buradaki yapılacak olan
değişiklikte, elbette... Az önce de belirttik, Yüce Meclise birtakım bilgileri
sunduk. Gerçekten, değerli arkadaşlar, böyle önemli bir bakanlığı yakından
ilgilendiren ve bu bakanlıkta bulunan, hizmet veren ve sorumlulukları birinci
derecede bulunan hâkim ve savcılarımızın bugüne kadar bizlerden taleplerini,
şimdiye kadar gelip geçen bütün cumhuriyet hükümetlerinden neler beklediğini,
hizmet olarak kendilerine neler verilmesini, kendilerinin onurunu incitmeden bu
hizmeti almak istediklerini, çok çeşitli bir biçimde, demokratik bir biçimde
bizlere ilettiler, Yüce Meclise ilettiler, sizlere illettiler; hepimize, bu
noktalarda, gerçekten, kendi görevlerine yakışır ve yaraşır bir şekilde bu
taleplerde bulundular; ama, geldik, gördük ki, bu taleplerini yerine getirirken
bile, hâkim ve savcılarımızın, gerçekten, onurlarının, acaba, kendilerine göre
incinip incinmedikleri yönünde çok hassas davrandıklarını da bizler yakinen
biliyoruz, elbette sizler de biliyorsunuz. İşte, böyle bir mesleğe mensup
kişilerin bizlerden ve cumhuriyet hükümetlerinden beklentilerinin, demokratik
bir hak arama özgürlüğü içerisinde bu taleplerini yerine getirdikleri
konusunda, hiçbir şekilde, hiçbirimizin endişeye düşmemesi gerekir, tereddüte
düşmemesi gerekir, bu taleplerini elbette haklı görmemiz gerekir; fakat, bu
konuları, bu talep etme noktasına kadar dahi, hâkim ve savcıları getirmemek
gerekir diye düşünüyorum. Esas temel sorun buradadır. Neden, biz, hâkim ve
savcıları, bağımsız yargının birinci derecedeki muhataplarını, gelip geçen
siyasî iktidarlardan özlük haklarıyla ilgili birtakım taleplerde bulunmak
zorunda bırakıyoruz? Bunları, biz, yasama meclisi olarak, Bakanlık olarak ve
burada adalete hizmet vermiş olan bütün kurum ve kuruluşlar olarak, böyle bir
durumu kendiliğimizden gündeme getirip, bu taleplerin dışında değil, olabilecek
taleplerle ilgili bu işlemleri kendimiz neden yapmıyoruz, neden yapamıyoruz?
Hâkim ve savcıların, o derece ağır sorumluluk altında bulunan bu görevlilerin,
sadece kendi özlük haklarıyla ilgili uğraş vermelerine neden sebebiyet veriyoruz?
Düşünülmesi gereken nokta budur. Bir hâkim, bir savcı, eğer, özlük haklarıyla
ilgili problemleri düşünmek suretiyle kürsüye çıkıp da kürsüde yargılama
yapacaksa veyahut çok ciddî soruşturmaları yaparken aklından özlük haklarına ilişkin
sorunlar geçecekse, geçiyorsa, o soruşturmayı yaparken ne derece sağlıklı bir
şekilde yapıp yapamayacağının takdirini, biz, yasama meclisi olarak, milletin
vekilleri olarak, burada kendi kendimize takdir etmeliyiz, edebilmeliyiz;
hiçbir talebe bakmaksızın, hiçbir talebi beklemeksizin biz kendiliğimizden bunu
yapabilmeliyiz. Kürsüye çıkan bir yargıcın, çok ciddî bir davada, o yargılamayı
yaparken, kafasında, hiçbir şekilde, özlük haklarına ilişkin sorun, ekonomik
sorun olmamalı, olamamalı; ama, bakıyoruz ve görüyoruz ki, bugüne kadar
kamuoyunda yapılan tartışmalar, bizlere gelen istekler, bizlere gelen bu yoğun
talepler karşısında, birinci derecede hâkim ve savcıların sorunlarının,
elbette, kürsüye de çıktığında, yanlarında giden ekonomik sorunlar olduğunu
biliyoruz, özlük haklarına ilişkin sorunlar olduğunu biliyoruz ve çok ciddî bir
şekilde soruşturma yaparken, savcının hemen yanı başında, yüreğinin yanında,
vicdanının yanında çok ciddî bir boyutta özlük haklarına ilişin sorunlarının
olduğunu biliyoruz, ekonomik sorunlarının olduğunu biliyoruz. Böyle bir
tabloda, böyle bir ortamda, o savcının, cesaretlice, özgürce, bağımsızca
soruşturma yapıp yapamayacağını, yine, kürsüde bulunan yargıcın, bağımsız bir
şekilde, özlük haklarını çözmeksizin, acaba yarın bir gün nerelere atama
yapılıp yapılamayacağı hususunda teminatı olmadığını bilmek suretiyle yargılama
yapmasının ne derece bağımsız olup olamayacağını da, yine, sizler, bizler, Yüce
Meclis burada takdir etmeliyiz, edebilmeliyiz.
İşte, buna ilişkin temel sorunları, biz,
Yüce Meclis olarak çözmeliyiz, çözmemiz gerekir. Elbette, biz, kendiliğimizden,
bunlara herhangi bir talep gelmeden, herhangi bir istek iletilmeden, sorunlar
masaya yatırılmadan, kendi kendimize her şeyi de bilme noktasında
olamayabiliriz. Burada, 550 milletvekilimizden, elbette, hukukla ilgili,
adaletle ilgili, yargıyla ilgili çoğu arkadaşlarımız olmasına rağmen, tabiî ki,
yüzde 100'ümüz de bu şekilde yakın, hukukla ilgili görevde bulunmayan
arkadaşlarız. Her bir arkadaşımızın kendisine göre bir uzmanlık dalı, kendisine
göre bir meslekî hayatı, yaşantısı mutlaka vardır; ama, bizler, eğer, az önce
belirttiğimiz Anayasamızda yer alan o kuvvetler ayrılığındaki bir temel ayağı
düşüneceksek -ki, düşünmek zorundayız, yine, bizler düşüneceğiz. Demokrasilerde
ve hukuk devletinde bunun gereği budur, bizlerin düşünmesi zorunludur- o
noktada, bu sorunları da, bizler, Meclis olarak, hiçbir talebe, hiçbir isteğe,
hiçbir şikayete maruz kalmadan, kendiliğimizden çözebilmeliyiz diye
düşünüyorum.
Değerli arkadaşlarım, elbette, bunları
söylerken, bu maddelere kadar yapılan görüşmelerde, çoğu milletvekili
arkadaşlarımız gerek hâkim ve savcılar gerekse adlî personelle ilgili sorunları
dile getirdiler. Elbette, o sorunların çözülebilirlik noktası var,
çözülemeyecek noktaları var; ama, biz, çözülebilirlik noktasını belirtmiş
olduğumuz hukuk devleti kuralları içerisinde, demokratik kurallar içerisinde,
biz, yasama meclisi olarak çözebilirsek, çözebildiğimiz ölçüde, o ayağın,
bağımsız yargı ayağının o derece güçlü olduğunu ve olacağını hepimiz
bilmeliyiz; çünkü, bir gün olacak, burada bulunan bütün arkadaşlarımız, şimdiye
kadar olduğu gibi, yasama meclisinde görev yapıp, yarın bir gün dışarıda kalabilecek
arkadaşlarımız -elbette doğaldır, gereği de budur- hukukun onlara da lazım
olacağını, hukukun vazgeçilemeyecek olacağını ve hukukun her zaman için herkese
gerekli bir -ekmek, su gibi- ihtiyaç olduğunu, yaşamda ayakta kalabilmek için
insanlara öncelikle hukukun lazım olduğunu hepimiz bileceğiz, göreceğiz. Onun
için, böyle önemli bir ayağın sorunlarını görüşürken, sorunlarını konuşurken,
beklentilerin çok büyük olmasına karşın, bir tabir vardır "dağ ne doğurdu,
dağ fare doğurdu" misali olmaması gerekir. Bu sorunları çok ciddî bir
biçimde, sadece ve sadece yılın son günlerine, son haftasına sıkıştırmak
suretiyle değil, gerçekten, hükümet programlarının yer aldığı noktadan
başlayıp, hükümetin görev yaptığı süre içerisinde yasama meclisinin sonuna
kadar ciddî bir şekilde ele alıp bilimsel şekilde çözmek, hukuk devleti
çerçevesi ilkesinde, demokratik kurallar içerisinde kalıcı bir şekilde çözüm
bulmak, bizlere düşen birinci görevdir değerli arkadaşlarım.
Elbette, bizlerin duygu ve düşüncelerinin,
hepimizin duygu ve düşüncelerinin, inanıyoruz ki, buradan verebileceğimiz
mesajların, toplumun bütün kesimlerine olması gerektiği gibi, yargı kesimine de
aynı şekilde iyi dileklerle, iyi niyetlerle olduğunu hiçbir kimse inkâr etmez,
edemez. Hepimiz, biz iyi niyetle bütün toplum kesimlerine hizmet vermekle
mükellefiz, hizmet vermek zorunda olan kişileriz diyoruz; ama, bunun gereğini
yerine getirebilmenin yollarını somut bir şekilde, nasıl yapacağız noktasında
eğer bizler uzlaşıp da doğruyu bildiğimiz noktalarda birleşemezsek,
buluşamazsak, kamuoyu da…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN ? Sayın Ayvazoğlu, buyurun.
FERİDUN AYVAZOĞLU (Devamla) - Bitiriyorum
Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; bu
noktada toplum da bizim iyi niyetli olup olmadığımıza elbette karar verecektir.
Bu karar, diliyoruz ve istiyoruz ki Cumhuriyet Halk Partisi olarak, her zaman
ve her yerde, hep birlikte yapılabilsin, bu ölçüde toplumumuzda huzur sağlanır,
toplumumuz huzura kavuşur, barışı sağlar ve barışa kavuşur diye düşünüyorum.
Bu duygu ve düşüncelerle, Yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN- Teşekkür ederim Sayın Ayvazoğlu.
Saygıdeğer milletvekilleri, 18 inci madde
üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
III.-
YOKLAMA
BAŞKAN- Maddenin oylamasından önce bir
yoklama talebi vardır. Şimdi bu talebi yerine getireceğim.
Önce, yoklama talebinde bulunan sayın
üyelerin isimlerini okutup, salonda bulunup bulunmadıklarını tespit edeceğim.
Yeterli sayıda sayın üye salonda hazırsa elektronik cihazla yoklama yapacağım.
Geçen günkü gibi herhangi bir itiraza sebebiyet vermemek için, arkadaşlarımızın
burada olduklarını açık bir şekilde belirtmelerini istirham ediyorum.
Yoklama talebinde bulunan arkadaşlarımızın
isimlerini okutuyorum:
Bayram Meral?.. Burada.
Halil Tiryaki?.. Burada.
Mehmet Parlakyiğit?.. Burada.
Osman Özcan?.. Burada.
Yılmaz Ateş?.. Burada.
Zekeriya Akıncı?.. Burada.
Tacidar Seyhan?.. Burada.
Sezai Önder?.. Burada.
Mehmet Neşşar?.. Burada.
Nuri Çilingir?.. Burada.
Mehmet Küçükaşık?... Burada.
Halil Ünlütepe?.. Burada.
Ali Arslan?.. Burada.
Atilla Kart?.. Burada.
Ahmet Ersin?.. Burada.
Mevlüt Coşkuner?.. Burada.
Berhan Şimşek?.. Burada.
Muharrem Toprak?..
V. HAŞİM ORAL (Denizli) - Tekabbül
ediyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - Sayın Haşim Oral kabul ediyor.
İzzet Çetin?.. Burada.
Erol Tınastepe?.. Burada.
Feridun Ayvazoğlu?.. Burada.
Oya Araslı?.. Burada.
BAŞKAN - Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım,
yoklama için yeterli üye sayısı tespit edilmiştir.
Yoklama için 5 dakika süre veriyorum.
Adlarını okuttuğum sayın üyelerin yoklama
için elektronik cihaza girmemelerini rica ediyorum.
Yoklama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, toplantı
yetersayısı vardır.
VI.- KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
2.-
Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/1039) (S. Sayısı: 951) (Devam)
BAŞKAN - 18 inci maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
19 uncu maddeyi okutuyorum:
MADDE 19.- 2802 sayılı Kanunun 39 uncu
maddesinin dördüncü fıkrasında geçen
"Yukarıdaki fıkralarda" ibaresi, "Birinci fıkrada"
şeklinde değiştirilmiştir.
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu ve şahsı adına, Konya Milletvekili Atilla Kart.
Sayın Kart, buyurun.
CHP GRUBU ADINA ATİLLA KART (Konya) -
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan 951 sıra sayılı
tasarının 19 uncu maddesi üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsım
adına söz almış bulunmaktayım; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, 951 sıra sayılı
tasarının atıfta bulunduğu 2802 sayılı Yasanın 39 uncu maddesini de gözönüne
alarak değerlendirmelerimi sürdüreceğim. Biraz evvel, 17 nci maddede yaptığım
değerlendirmelerde, sonuç olarak, şunu ifade etmiştim değerli arkadaşlarım:
Mülakat uygulamasının, tamamen, kişisel ve sübjektif uygulamalarla yapıldığını
ve amacı dışında kullanıldığını, bu şekilde sürdürülmesinin yanlış olduğunu,
belgeleriyle, örnekleriyle anlatmaya çalıştım. Bütün bunlara rağmen, değerli
arkadaşlarım, bu mülakat uygulamasının sürdürülmek istenilmesinin tek bir
anlamı var; bunun adını çok açık bir şekilde koymak gerekiyor. Bunun anlamı
şudur: Bu uygulamada ısrar edilmesi, biz, siyasî iktidar olarak, yargıda da
kadrolaşma uygulamasını sürdüreceğiz demektir. Bunun başka bir anlamı yok;
fiilî durum bunu gösteriyor değerli arkadaşlarım.
Bakın,
dönüp dönüp ifade ediyoruz; bu işin sağlıklı yapılabilmesinin yolu,
aslında, yazılı sınav uygulamasındaki objektif yapılanmayı mülakata da taşımak.
Mülakat aşamasında da bu objektif yapılanmayı gerçekleştirmek durumundayız. Bunun
yolu ve yöntemi çok açıktır. Barolar Birliği, YÖK, Yargıtay, Danıştay, Anayasa
Mahkemesi, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulundan seçilecek üyelerin yanında,
elbette, Adalet Bakanlığından da iştirak edecek 1 üyeden oluşacak heyetin bu
mülakatı yapması herhalde çok daha uygun ve amaca uygun olacaktır. Sözünü
ettiğimiz bu kurumlar, hem işin doktrin hem de uygulama yönünü bilen
kurumlardır. Peki, bu kadar bariz bulgulara rağmen, bu kadar açık bulgulara
rağmen, neden böyle bir yapılanmaya gidilmiyor? Yukarıdaki anlatım çerçevesinde
bütün bunları sorgulamamız gerekiyor. Sorun, hukuk devleti yapılanmasında
gerçekten değişim isteyip istememek noktasında yoğunlaşıyor değerli
arkadaşlarım.
Bakın, değerli arkadaşlarım, geçmiş
iktidarların bu mülakat uygulamasını sürdürmüş olmaları ve zaman zaman amacı
dışında kullanmaları, mevcut iktidarın, bu sübjektif yapılanmayı ısrarla ve
kararlılıkla sürdürmek istemesinin gerekçesi olarak sunulamaz. Böyle bir
yaklaşım, son derece yanlış bir yaklaşım olur. Bunu sürdürdüğümüz zaman ne
oluyor değerli arkadaşlarım; bakın, o zaman, bunu sürdürdüğümüz içindir ki,
yargıdaki vahim tabloyla karşı karşıya kalıyoruz, tıkanma noktasına gelen bir
tabloyla karşı karşıya kalıyoruz. Bu tablonun çerçevesi nedir, bu çerçeveyi de,
değerli arkadaşlarım, yine, biraz evvel Sayın Bakanın verdiği, benzer bir soru
önergesine verdiği başka bir cevaptan sizlere aktarmak, sizlere sunmak
istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, 2003 ve 2004
yıllarında, Ceza İşleri Genel Müdürlüğüne, hâkim ve savcılar hakkında 6 691
adet şikâyet evrakı intikal ediyor. 2002 yılı ve önceki yıllardan devreden 1
294 dosyayla birlikte, toplam 7 985 şikâyet evrakı, 1 Nisan 2005 tarihi
itibariyle söz konusu. Dikkatinizi çekiyorum ve 2003 ile 2004 yıllarındaki bu
olağanüstü artışı da yorumlamanızı istiyorum değerli arkadaşlarım. Tekrar ifade
ediyorum; 2003 ve 2004 yıllarında, Ceza İşleri Genel Müdürlüğüne, hâkim ve
savcılar hakkında, aşağı yukarı 7 000 adet dosya intikal ediyor. Daha evvelki
yıllarla kıyaslanmayacak ölçüde anormal bir artış söz konusu. Bunu
yorumlamanızı istediğimi, tekrar, önemle ifade ediyorum. Ben, kendi yorumumu
biraz sonra yapacağım.
Bakın, intikal eden evraklardan 6 801 adet
soruşturma evrakı inceleniyor. İdarî yargı hâkimleri hakkında, 2003 yılı için
11 adet disiplin dosyası hakkında, Kurul tarafından uyarma, kademe
ilerlemesinin durdurulması, kınama ve meslekten çıkarma cezası. 2004 yılında
intikal eden 7 adet disiplin dosyasında ise, yine muhtelif cezalar uygulanıyor.
Asıl ağır tablo ise değerli arkadaşlarım,
idarî yargıdan ziyade, adlî yargıda söz konusu. 2003 yılında 222 adet disiplin
dosyasında, 2004 yılında ise 188 adet disiplin dosyasında; yani, toplam 410
hâkim ve savcıyla ilgili dosyalarda 22 kişi hakkında aylıktan kesme, 89 kişi
hakkında uyarma, 77 kişi hakkında kınama, 18 kişi hakkında kademe ilerlemesinin
durdurulması, 5 kişi hakkında derece yükselmesinin durdurulması, 29 kişi
hakkında yer değiştirme cezası uygulaması, 15 kişi hakkında ise ihraç cezası
uygulamasının yapıldığını görüyoruz. Hemen ifade ediyorum, bunu, hukukçu olan,
meslekten gelen arkadaşlarım çok daha iyi değerlendireceklerdir. Yargıç ve
hâkimlere uygulanan bu cezaların en alt kademesindeki uyarma ve kınama
cezalarının bile, diğer meslek gruplarından farklı olarak, ne kadar ağır sonuçları
olduğunu arkadaşlarım gayet iyi bilir. Hele, kademe ilerlemesi ve yer
değiştirme niteliğindeki cezalar, daha da ağır sonuçlar yaratmaktadır. Bu
cezalar, özlük haklarını ve meslekî kıdemi doğrudan etkileyen cezalardır. Yani,
bu kadar ağır sonuçları vardır.
Peki, burada 8 000 kişiye ulaşan bir
camiada, yani sayıları 8 100 civarında olan hâkim ve savcı camiasında, iki yıl
içinde 400 disiplin dosyasının ortaya çıkmasının anlamı nedir, bunu çok iyi
yorumlamamız gerekmektedir. Yüzde 5 seviyesindeki bu rakam, diğer meslek
gruplarına göre çok fazla olmayabilir, bir yaklaşıma göre, böyle de
değerlendirilebilir; ancak, yargıçlık mesleğinin niteliği ve işlevi karşısında
bu rakamı ciddî bir rakam olarak görmek gerektiğini önemle ifade ediyorum.
Tabiî, burada, şunu da, hemen, yeri
gelmişken ifade etmek gerekiyor: Bu olayın bir de olumlu yönü var. Hangi
anlamda olumlu yönü var; hâkimlik mesleğinde, yargıçlık mesleğinde, demek ki,
bir içdenetimi sağlayan, bir otodenetimi sağlayan bir mekanizma var; yani,
siyasî iktidar sözcülerince hep ifade edildiği gibi, diğer meslek gruplarının,
özellikle yargıçlık mesleğinin bu anlamda bir dokunulmazlığı söz konusu değil
değerli arkadaşlarım. Bu anlamda, yargıçlık mesleğinin bir imtiyazı söz konusu
değil; orada, soruşturma izni mekanizması içinde, Hâkimler Savcılar Kurulu
mekanizması içinde, uyarmadan başlayan, kınamadan başlayan, yer değiştirme ve
meslekten ihraca kadar uzanan bir cezalar silsilesi uygulanabiliyor. Onun için,
diğer meslek gruplarının da dokunulmazlığı var, efendim, ayrıcalıkları var
derken, siyasî iktidarı insaflı olmaya, bu vesileyle bir defa daha davet
ediyorum; bunun gerçekle bağdaşır bir yönü olmadığını, bu vesileyle bir defa
daha ifade ediyorum.
Bu tablonun bir diğer boyutu da şu,
değerli arkadaşlarım: Bu görünen tablonun dışında, acaba denetim dışı kalan bir
tablo da var mı, bir çerçeve de var mı; bunu da yine sorgulamamız gerekiyor.
İki yıl içindeki bu olağanüstü artış nereden kaynaklanmıştır, bunu sağduyulu
bir şekilde değerlendirmek gerekiyor.
Değerli arkadaşlarım, aslında ortaya çıkan
bu tablo, yani, yargıda tıkanma noktasına gelen, iflas noktasına gelen bu vahim
tablo -adını çok iyi koymak gerekiyor- bir sonuçtur değerli arkadaşlarım, bu
bir sonuçtur. Bu sonucu yaratan sebepler nedir; bunları biz burada
tartışıyoruz. Onun içindir ki, sayın hükümetin, siyasî iktidarın bu tasarıyı
getirirken, hâkimlik ve savcılık mesleğine ilişkin iyileştirmeler amacıyla bu
tasarıyı getirirken, bu biraz evvel anlattığım o vahim tabloyu yaratan
sonuçları, yaratan sebepleri sorgulaması gerektiği gayet açık; bunu anlatmaya
çalışıyoruz, bunu ifade etmeye çalışıyoruz. Bunu yaratan sebeplerin iki temel
ayağını yukarıda hep anlattım değerli arkadaşlarım. Kolluk yapılanmasından
başlayan, niteliksiz ve vasıfsız kadrolaşma ve yargıçlık aşamasında, 1982
Anayasasıyla doğmuş olan o tahribat, yani, yargı ve yargıcın bürokratlaşması
sürecinden söz ediyoruz. Bu süreci kıramadığımız takdirde, bu süreci değiştiremediğimiz
takdirde, bu yaptığımız çalışmaların hiçbir anlamının olamayacağını, tekrar,
bir defa daha ifade etmek istiyorum.
Bakın, öylesine bir bürokratik yapıyla
karşı karşıyayız ki değerli arkadaşlarım, diğer meslek gruplarında,
bürokrasinin diğer kademelerindeki meslek gruplarında, çok iyi biliyoruz ki,
nöbet tazminatı uygulaması vardır, fazla mesai uygulaması vardır. Bu
uygulamanın olması da doğaldır, yerindedir. Bu, emeğe gösterilen saygının,
sosyal devlet olmanın bir gereğidir, bir sonucudur.
Ama, şunu, yeri gelmişken ifade ediyorum:
Yargıçlık mesleğinde, savcılık mesleğinde nöbet tazminatı uygulamasının
olmadığını, fazla mesai tazminatı uygulamasının olmadığını hepimiz çok iyi
biliyoruz. Bunun bir gerekçesi olabilir mi değerli arkadaşlarım; bunun, haklı
ve yasal bir gerekçesi olabilir mi; bunun, meşru bir gerekçesi olabilir mi;
bunun, insanî bir gerekçesi olabilir mi?! Bunun, hiçbir haklı gerekçesi olamaz;
ama, o mesleği icra eden insanlar, bu kadar olağanüstü sınırlı şartlara rağmen,
bu kadar zor bir mesleği, büyük bir özveriyle icra etmeye devam eden o
insanlar, o meslek mensupları, bakıyoruz, o mesleklerinin vakarlığının, vakur
olmanın getirdiği bir sorumlulukla, mesleklerinin hassasiyetinin getirdiği bir
sorumlulukla, özlük haklarına ilişkin olarak, fazla mesaiye ilişkin olarak,
nöbet tazminatına ilişkin olarak, bugüne kadar hiçbir ciddî teşebbüste
bulunmadılar, bunu dile getirmek gereğini dahi duymadılar. Niye duymadılar;
siyasî otoriteye, Türkiye Büyük Millet Meclisine duydukları saygının gereği
olarak duymadılar, mesleklerinin gereği olarak duymadılar.
Ama, olay, öyle bir tıkanma noktasına
gelmiş durumda ki, bunu arkadaşlarım hep ifade ettiler; artık olay, o
insanların, o meslek mensuplarının yoksulluk sınırında yaşamaları boyutuna
geldiği için, o limite geldiği içindir ki, bu meslek mensupları da artık, bu
yoldaki taleplerini fakslarla veya medenî yollarla, hiçbir illegal olmayan
arayışın içine girmeyerek, tamamen meşru zeminlerde bu taleplerini dile
getirmeye başladılar. O zaman, durup düşünmek gerekiyor, olayın ulaştığı vahim
tabloyu görmek gerekiyor; bu anlamda, 25 inci maddede ve müteakip maddelerde
getirilecek olan düzenlemede, artık, geri adım atmamak gerekiyor değerli
arkadaşlarım.
Yargının bürokratlaşmasının burada, yine,
maalesef, son derece üzücü bir sonucunu yaşıyoruz. Bir taraftan diyoruz ki,
Anayasada, yargı bölümünde, hâkimlerin özlük haklarının, atamalarının, yer
değiştirmelerinin yasayla düzenleneceğini ifade ediyoruz; öbür taraftan da
kalkıyoruz, özlük haklarına ilişkin düzenlemeyi, kalkıyoruz, 657 sayılı Devlet
Memurları Kanununda o düzenleme içinde götürmeye çalışıyoruz. Burada da yine
tutarsızlığımız ortaya çıkıyor, burada da yine, ikili bir yapı ortaya çıkıyor
değerli arkadaşlarım. Mademki, hâkimlik ve savcılık mesleğini 159 uncu madde
anlamında ayrı bir statüye oturtuyoruz, bunların özlük haklarının ayrıca
yasayla düzenlenmesi gereğini, yani, 657 sayılı Devlet Memurları Yasası
dışında, özel yasasında düzenlenmesi gereğini dile getiriyoruz, o zaman, gelin,
bu özlük haklarıyla ilgili olarak, fazla mesaiyle ilgili olarak, nöbet
tazminatıyla ilgili olarak, bu anlamda da düzenleme yapma gayreti içine
girelim, bu arayışın içine girelim. Bu arayışın içine girmediğimiz zaman,
yargıdaki bu vahim tabloyu sona erdirmemiz mümkün olamaz değerli arkadaşlarım.
Bu anlamda da kamuoyunu yanıltmamamız gerekiyor, gerçeğe uygun düzenlemeler
yapmamız gerekiyor. Yargının gerçekten bağımsızlığını, yargıcın teminatını
sağlayacak düzenlemeleri yapmamız gerekiyor. Yargıcın memur olmadığını kabul
etmemiz gerekiyor. Bunu devletin diğer bürokratik kademelerine de anlatmamız
gerekiyor. Bunu anlatmadığımız takdirde, burada, yine, yanlışları sürdürmeye
devam edeceğiz değerli arkadaşlarım. O bürokratik yapıyı daha da tırmandırmaya
devam edeceğiz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Kart, konuşmanızı tamamlar
mısınız.
ATİLLA KART (Devamla) - Bu
değerlendirmelerle, değerli arkadaşlarım, bu maddeyi de yine takdirlerinize
sunuyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kart.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
20 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 20.- 2802 sayılı Kanunun 47 nci
maddesinin üçüncü fıkrasının birinci cümlesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki
cümle eklenmiştir.
"Ayrıca; Adalet Bakanı, adlî ara
verme süresinde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun onayına sunmadan verdiği
geçici yetkileri kaldırabilir."
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu ve şahsı adına, Samsun Milletvekili Sayın İlyas Sezai Önder;
buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA İLYAS SEZAİ ÖNDER (Samsun)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 951 sıra sayılı Hâkimler ve Savcılar
Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 20 nci
maddesiyle ilgili olarak söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlarım.
Değerli arkadaşlarım, burada görüşmekte
olduğumuz tasarı, Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan tüm bireyler için olduğu
kadar, Türkiye Cumhuriyetinin bugünü ve geleceği için de hayatî önemdeki bir
tasarıdır. Bu nedenle, her madde görüşülürken konu üzerinde titizlikle durmak
ve geleceği şekillendirmek açısından çok düşünmek gerekir kanaatindeyim.
Tasarı, hâkimlerimizi ve savcılarımızı ilgilendiriyor. Hâkimlerimiz ve
savcılarımız Türk yargı sisteminin omurgası, adalet adına görev yapan onurlu
insanlar. Bu tasarı görüşülürken böyle önemli görevler ifa eden kişilerin
sorunlarını da tartışacağız, çare bulmaya çalışacağız.
Sorunu irdelerken, öncelikle, 1982
Anayasasının konuyla ilgili düzenleme içeren 159 uncu maddesinden başlamak
gerekir diye düşünüyorum.
Değerli arkadaşlarım, Anayasamıza göre
kuvvetler ayrılığı prensibi kabul edilmiştir. Hepimizin bildiği gibi, bunlar,
yasama, yürütme ve yargıdır. Bugün için görünen gerçek odur ki, yürütme, yasaya
hâkimdir. Sadece bugün için söylemiyorum, geçmiş dönemlerde de Türkiye Büyük
Millet Meclisinde çoğunluğu bulunduran siyasî partiler yasamayı yönlendirmekte
ve çoğu kez yasalar yürütmenin arzu ettiği istikamette çıkmaktadır. Yargı da
bağımsız bir erktir. Ancak, bu bağımsızlık bugünkü sistemimizde mevcut yasal
düzenlemeler karşısında yara almakta ve bu durum bir türlü düzeltilememektedir.
Yargının bağımsızlığını sağlayabilmek için, önce, işe, Anayasanın 159 uncu
maddesinden başlamak gerekiyor. Bu maddeyle şekillenen Hâkimler ve Savcılar
Yüksek Kurulunun yapısını değiştirmek ve bundan sonra Hâkimler ve Savcılar
Kanununun tümünü yeniden düzenlemekle konuyu düzenlemek gerekiyor. Türk
hukukçuları yıllardır bunun mücadelesini yapıyorlar; ancak, ne yazıktır ki,
geçmişteki iktidarlar ve bugünün siyasî iktidarı, yürütmenin yargı üzerindeki
dolaylı denetim yetkisinden bir türlü vazgeçmek istemiyorlar.
AB sürecinde uyum yasaları altında birsürü
yasa çıkardık. Belki diye düşündük, bu uyum süreci içinde, AB'nin 2004 yılı
ilerleme raporunda belirtildiği gibi, yargı sisteminin bağımsızlığını teminen
Adalet Bakanı ve Bakanlık Müsteşarı Yüksek Hâkimler ve Savcılar Kurulundan
ayrılır, hâkim ve savcıların teftişi, atamaları, özlük hakları, sicilleri,
siyasetle ilgisi olmayan kurumlar marifetiyle yapılır diye düşünülüyordu.
Uyum sürecindeki tasarıların çoğunu Adalet
Bakanlığı hazırlamıştır; ancak, üzülerek ifade edilmesi gerekiyor ki, Adalet
Bakanlığının bugünü değil, geleceği düşünerek, işe, öncelikle, hâkim ve
savcılarımızın tam bağımsızlığını sağlayacak, yürütmenin yargı üzerindeki
denetim yetkisini kaldıracak tasarılarla işe başlaması gerekirken, bu konuya
hiç el atılmadığını sözcülerimiz Meclis kürsüsünden defeatle dile getirmelerine
rağmen bir sonuç alınamadığını üzülerek görüyoruz.
Yetersiz olsa da kabul etmek gerekir ki,
Anayasamızın 138 ile 160 ıncı maddeleri arasında hükme bağlanan, yargı ve yargı
mensuplarını ilgilendiren maddelerle ilgili olarak iyileştirici birtakım
düzenlemeler yapılmaktadır. Bu arada tatbikattan doğan birtakım eksiklikler de
düzeltilmeye çalışılmaktadır.
Yukarıda belirttiğim gibi, konu hâkim ve
savcıları ilgilendirdiği gibi, dolaylı olarak tüm vatandaşların, hâkim ve
savcılarla çalışmalarında onlara destek veren, fedakârca çalışan zabıt
kâtiplerinin, mübaşirlerin ve diğer çalışanların da ilgisini çekmektedir. Bu
nedenle tasarıyla ilgili olarak birçok talepler ileri sürülmekte ve talepler,
genellikle, yargının tam bağımsızlığı, hâkim ve savcılarımızın özlük haklarıyla
ilgili olmaktadır. Görüşmekte olduğumuz tasarının 20 nci maddesiyle 2802 sayılı
Hâkimler ve Savcılar Kanununun 47 nci maddesinin üçüncü fıkrasından sonra
gelmek üzere bir cümle eklenmekte ve "Adalet Bakanı, adlî ara verme
süresinde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun onayına sunmadan verdiği geçici
yetkileri kaldırabilir" hükmünü getirmektedir.
Komisyon görüşmelerinde de dikkat
çekildiği gibi, burada "adlî ara verme" olarak geçen kelime, Danıştay
Kanunu, İdarî Yargılama Usulü ve Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda sadece
"ara vermek" olarak geçmektedir. Sayın Bakanın komisyonda ifade
ettiği gibi, yasalar arasındaki kavram birliğini sağlamak yönünden o yasalarda
da gerekli düzeltmeleri yaparak kavram birliğini sağlamak gerekir diye
düşünüyoruz.
Değerli arkadaşlarım, bu yasayla birtakım
düzenlemeler yapılsa da, hâkim ve savcılarımızın sorunlarının tam manasıyla
çözüldüğünü söylemek mümkün değildir. Her şeylerini örnek almaya çalıştığımız
Avrupa ülkelerinde nüfusa göre düşen hâkim ve savcı sayısıyla kıyaslandığında,
ülkemizin nüfusuna göre bizde mevcut hâkim ve savcı sayısının çok az olduğunu
görmekteyiz.
Hâkimlerimiz ve savcılarımız iş yükü
altında ezilmektedirler. Ben, eski bir meslek mensubu olduğum için o ıstırabı
yakından biliyorum. Hâkim ve savcı da olsa, bir insanın belli bir fizikî
dayanma gücü vardır. Bir hâkimin bakabileceği dosya konusunda belli standartlar
vardır; bir ağır ceza mahkemesi 200-250, asliye mahkemeleri 600, sulh
mahkemeleri 1 000 davaya bakabilir gibi; ancak, uygulamada bu sayının 2'ye, 3'e
katlandığı çok görülmektedir. Bu sayıda dosya karşısında, hâkimlerimiz ve
savcılarımız iş yükü altında ezilmekte, tatil günlerinde adliyeye gelip
çalışmak zorunda kaldıkları gibi, vakti yine yetmemekte, akşam evine dosya
götürerek, ailesine ayırması gereken zamanı da, evinde dosya okuyarak
geçirmektedirler.
Yargıtayımızın iş yükü ise, insanın
tahammül sınırlarını zorlamaktadır. Yargıtayda şu andaki iş sayısı, bildiğim
kadarıyla, 900 000 dolaylarındadır. 30 civarındaki dairenin bu iş yükünün
altından kalkması mümkün değildir. Ülkesini, mesleğini seven bu onurlu ve
fedakâr insanları, zulüm sayılabilecek bu iş yükü altında ezmeye hakkımız
olmadığını düşünüyorum. Bir an önce, Yargıtaydaki daire sayısını çoğaltmalı,
onların personel eksiklikleri süratle giderilerek, rahat çalışma koşulları
sağlanmalıdır. İstinaf mahkemelerinin bir an önce faaliyete geçirilmesi, bu
yönde atılmış ciddî bir adım olacaktır.
Bölge istinaf mahkemelerinin kurularak,
Yargıtayımızın iş yükünün azaltılması, adlî ve idarî yargıdaki iş sayısının
normal seviyelere indirilebilmesi için de, süratle, hâkim açığının giderilmesi
gerekmektedir. Şu anda, Adalet Bakanlığının elinde 4 000 hâkim adayı kadrosu
vardır. Bu kadronun yeterli olmadığı bir gerçektir, buna, en az 3-4 bin
seviyelerinde bir kadro eklenmesi gerekmektedir. Tabiî, burada ihdas edilmiş
veya edilecek kadroların nasıl kullanılacağı, ayrı ve çok önemli bir sorun arz
etmektedir.
Değerli arkadaşlarım, gerek adlî yargıda
gerekse idarî yargıda görev yapan hâkim ve savcılarımız, toplumun en önemli
ihtiyacı olan adalet ihtiyacına cevap vermekte, bir anlamda, topluma yön
vermektedirler. Bunların görevlendirilmelerinde, tarafsızlıklarına gölge
düşürecek en ufak bir şüphenin olmaması gerekmektedir.
Bu tasarıya göre, üç yıl avukatlık yapmış
olanlar ve adlî yargı için hukuk fakültelerinden mezun olanlar, idarî yargı
için de müfredatlarında hukuk derslerine yeterince yer veren fakültelerden
hâkim ve savcı alınması öngörülmekte, yarışma sınavı ve mülakatın şeklinin
yönetmelikle tespit edileceği belirtilmektedir.
Değerli arkadaşlarım, öncelikle, bu
konunun yönetmelikle değil, yasayla düzenlenmesi gerekmektedir. Ayrıca, mesleğe
kabul edilecekler için objektif kriterler konulmalı, sınavın haricinde,
mülakatı yapacak kurul da, tarafsızlığından kimsenin kuşku duyamayacağı bir
kurul olmalıdır.
Siyasî iktidarların zaman içinde değişmesi,
değişik siyasî iktidarların gelmesiyle hâkim ve savcıların etki altında
kalmaları söz konusu olacaktır. Hâkim ve savcılar bağımsız ve herhangi bir etki
ve baskıya maruz kalmadan görev ifa etmeliler. Hemen her platformda yargının
bağımlılığından yakınılmakta iken, yönetmelik çıkarımı ve uygulama yetkisi
Adalet Bakanlığında olmamalıdır. Yargının bağımsızlığını daraltacak uygulama ve
düzenlemelerden kaçınmalıyız. Ne yazıktır ki, bugün için hâkim ve
savcılarımızın atama ve terfi işlemlerinde idarenin vesayetinin bulunduğu,
toplumun tüm kesimleri tarafından bilinmekte veya böyle bir vesayetin varlığı
düşünülmektedir. Öncelikle, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulundaki Adalet
Bakanı ve Müsteşarın bulunmasıyla varsayılan veya olduğu düşünülen vesayetin
kaldırılması ivedilikle ele alınmalıdır.
Bunun yanında, idarî yargı için alınacak
hâkim ve savcıların mülakatlarında, mülakatlarının kim tarafından ve nasıl
yapılacağı, hangi kriterlerle hâkim ve savcıların belirleneceği, onların
seçiminde siyasallaşma ve tarafgirliğin etkin olup olmayacağı çeşitli
tartışmalara neden olmaktadır. Halbuki, mülakatın şekil ve şartlarının
yönetmelikle değil, yasayla düzenlenmesi ve bu yönde oluşacak tartışmaların
önlenmesi Yüce Meclisimizin görevi olmalıdır.
Yine, mülakatın kanunla yapılması yanında,
oluşturulacak kurulda Adalet Bakanlığı personeli olmamalıdır. Görev alacak
kişilerin yüksek yargı hâkimleri ve Türkiye Barolar Birliği temsilcilerinden
oluşacak yüksek katılımlı bir kurul tarafından yapılması bu tartışmaları önler.
Diğer yandan, idarî yargıda görev alacak
hâkim ve savcılarımızın tamamı hukuk fakültesi mezunu olmalıdır. İdare ve bölge
idare mahkemelerinin kurulması sırasında ortaya çıkan hâkim açığının
giderilmesi açısından, hukuk dersleri okutulan okullardan mezun olanlar
arasından hâkimler alınmıştır. Aralarında yetişmiş çok değerli hâkimlerimiz
vardır; ancak, şu anda, Türkiye'de, 40'a yakın hukuk fakültesi mevcut olup,
buralardan mezun olan binlerce hukukçu vardır. Çoğu, eğitimini tamamladıktan
sonra hâkim ve savcı olabilmek için uğraş vermekte; ancak, hâkim ve savcılık
için açılan kadroların azlığı veya başka nedenlerle hâkim ve savcı
olamamaktadırlar. Hâkim ve savcı olamayan hukuk fakültesi mezunları, özel ve
kamu kesiminde iş aramakta, birçoğu da hayatının idamesi için bir masa ve bir
daktiloyla avukatlığa yönelmektedirler. Avukatlık yapan yeni mezun hukukçuların
çoğunluğu ise, çeşitli güçlüklere maruz kalarak icra takibi yapmaktadırlar.
Burada, diğer okullardan mezun olanların küçümsendiğini çıkarmayalım. Diğer
okullardan mezun olanlara da elbette sahip çıkmalıyız, onlara iş ve aş kapısını
aralayacak imkânlar yaratmalıyız, onlara ve mesleklerine saygı göstermeliyiz;
fakat, bugün için Avrupa Birliği kapısında çeşitli uyum yasaları çıkarmaya
çalışırken, çocuk ve gençlerimizi çeşitli meslek dallarına yönlendirme
arayışları içinde olduğumuzu düşündüğümüzde, herkesin, eğitim ve öğrenimini
gördüğü mesleğe yönelmesini de sağlamalıyız.
Değerli milletvekili arkadaşlarım, adlî ve
idarî hâkim ve savcılığa alınacak avukatların üç yıllık avukat olmalarının
aranmasında, her şeyden önce, avukat ile hâkim ve savcılar arasında Anayasanın
ve yasaların yargılama erki içinde eşit gördüğü sav, savunma ve yargı
mensupları arasında biz yasa koyucular eşitsizliği önplana çıkarmaya
çalışmaktayız. Hâkim ve savcılar avukatlık mesleğine geçtiklerinde, beş yıl
hâkimlik ve savcılık yapmış olmaları yeterli görülmekte ve herhangi bir sınav,
mülakat gibi şart ileri sürülmemektedir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Önder, konuşmanızı tamamlar
mısınız.
Buyurun.
İLYAS SEZAİ ÖNDER (Devamla) - Anayasa ve
yasaların eşitliğini öngördüğü hâkim, savcı ve avukat arasındaki olabilecek
görev ve kariyerleriyle ilgili muhtemel olumsuz bakış açıları ortadan
kaldırılmalıdır.
Saygıdeğer arkadaşlarım, hâkim ve
savcılarımızın, bunun yanında, yargı erkinin bir diğer yanı olan avukatların ve
adliye personelinin sorunlarıyla ilgili söylenecek çok şeyler bulunmaktadır;
ancak, süremin sonuna geldiğimi düşünerek, tüm yargı mensuplarının özlük
haklarından, çalışma koşullarından, yaşam standartlarına kadar, iyileşme
yapılması, yapılan tüm iyileştirme ve düzenlemelerde tarafsızlığa ve eşitliğe
gölge düşürecek uygulamalardan kaçınılması gerektiği düşüncesiyle, şahsım ve
Grubum adına Yüce Heyetinizi saygıyla selamlarım. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Önder.
Sayın milletvekilleri, İçtüzüğün 72 nci
maddesine göre verilmiş bir önerge vardır; önergeyi okutup, oylarınıza
sunacağım.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 951 sıra sayılı Yasanın
ve 20 nci maddesinin önemi nedeniyle konunun daha çok aydınlığa ve açıklığa
kavuşması bakımından İçtüzüğün 72 nci maddesi uyarınca bu maddeyle ilgili
görüşmelerin devam etmesine karar verilmesini arz ederiz.
|
Muharrem Kılıç |
Feridun Ayvazoğlu |
Halil Ünlütepe |
|
Malatya |
Çorum |
Afyonkarahisar |
|
Ziya Yergök |
Atilla Kart |
Haluk Koç |
|
Adana |
Konya |
Samsun |
Gerekçe:
Görüşmekte olduğumuz Hâkimler ve Savcılar
Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının genel
gerekçesinde de ifade edildiği gibi, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 140 ncı
maddesinde "Hâkimler ve savcılar, adlî ve idarî yargı hâkim ve savcıları
olarak görev yaparlar. Bu görevler meslekten hâkim ve savcılar eliyle
yürütülür. Hâkimler, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına
göre görev ifa ederler" hükmüne yer verilmiştir.
Yargılama faaliyetinin etkin bir biçimde
sürdürülerek sonuçlandırılması için de çalışma koşullarının iyileştirilmesi, iş
yükünün azaltılması ve yargı bağımsızlığının tam olarak sağlanması, nitelikli
ve yetkin kişilerin hâkimlik ve savcılık mesleğine özendirilmesi gerekir.
Hâkim ve savcılarla ilgili olarak Avrupa
Birliği ve Avrupa Konseyi kaynaklarına bakıldığında da "hâkimlerin görev
süresi, bağımsızlığı, güvenliği, alacakları yeterli ücret, hizmet şartları,
emekli aylıkları ve emeklilik yaşı kanunda yeterli biçimde güvence altına
alınır. Hâkimlerin yükselmeleri yeterlilik, dürüstlük ve deneyim gibi objektif
nedenlere dayanır. Yasama ve yürütme organı, hâkimlerin bağımsızlığını
sağlamalı ve hâkimlerin bağımsızlığını tehlikeye sokan hiçbir adımı
atmamalıdır" şeklinde ifadelere ve ilkelere yer verildiği görülmektedir.
Avrupa Birliğinin ülkemiz hakkında
açıkladığı 2003 yılı ilerleme raporunun yargı sistemine ilişkin bölümünde,
yargının ağır iş yükünün olumsuz bulunan hususlar arasında saydığı
görülmektedir.
Ancak, bugün Anayasamıza baktığımızda,
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun mevcut yapısıyla yargı bağımsızlığının ve
yargıç güvencesinin tam olarak sağlanmasına olanak bulunmadığı açıktır.
Öncelikle bu alanda bir düzenleme yapılarak Hâkimler ve Savcılar Yüksek
Kurulunun yapısı değiştirilmeli, Adalet Bakanı ve Bakana hiyerarşik bağla bağlı
olan müsteşar kurulda yer almamalıdır.
Hükümet tasarısı olarak Türkiye Büyük
Millet Meclisine sunulan, altkomisyonda ve Adalet Komisyonunda görüşülerek
Genel Kurula gelen 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına İlişkin söz konusu Kanun Tasarısı, içerdiği kimi olumlu değişikliklere
karşın, toplumumuzun bağımsız, etkin, hızlı ve adil yargı beklentilerine,
yargıç ve savcılarımızın haklı istemlerine yeterince karşılık vermemektedir.
Özellikle tasarıda yer alan mülakatın
biçiminin ve kimler tarafından yapılacağı hususunun açıklığa kavuşturulması,
düzenlemenin yönetmeliklere bırakılmaması gerekir. Mülakat kurulunun yapısı,
yaşamsal önem taşımaktadır. Şimdi uygulanmakta olan yönetmeliğe göre, mülakat
kurulu, Bakanlık bürokratlarından oluşmaktadır. Bu, yanlış bir yöntemdir. Mülakat
kurulunda görev alacak kişilerin yüksek yargı organlarından ve Türkiye Barolar
Birliği gibi bağımsız organlardan seçilerek oluşturulması daha uygun olacaktır.
Şimdiki halde Adalet Bakanlığının
bünyesinde Bakana bağlı olarak çalışan Teftiş Kurulunun buradan alınarak
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna bağlanması daha doğru olacaktır.
Diğer taraftan, çalışma koşullarının
olumsuzluğu, iş yükünün ağırlığı ve aynı zamanda hâkim ve savcılık mesleğinin
özelliği de gözönüne alınarak, özlük hakları bakımından yeterli kalıcı ve
tatmin edici iyileştirmelerin de yapılması gerekir. Bir önemli nokta da, adlî
yargıda olduğu gibi, idarî yargıda da görev yapacak olan tüm hâkim ve
savcıların mutlaka hukuk fakültesi mezunu olmaları sağlanmalıdır.
Yukarıda açıkladığımız nedenlerle konunun
daha iyi anlaşılması bakımından, maddeyle ilgili görüşmelerin devam etmesine
karar verilmesini talep etmek zorunlu olmuştur.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Madde üzerinde, soru-cevap işlemini
gerçekleştireceğiz.
Sayın Gazalcı, buyurun.
MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Teşekkür
ederim Sayın Başkanım.
Bir sorum var Sayın Bakana. Konuşmacılar
da sık sık dile getirdiler, bu karşılıklı görüşme, yani, mülakatla yargıçların
alınması, kamuoyunda da kuşku yaratıyor -basın da yazdı, Sayın Bakan da
biliyor- ön sırada kazanan arkadaşlar, bu görüşmelerde eleniyor.
Sayın Bakanım, Danıştay Dava Daireleri
Genel Kurulunun, bu görüşmenin, yani, mülakatın dayandığı konuyu, Anayasaya
aykırı diye, Anayasa Mahkemesine götürdüğü söyleniyor. Böyle, Anayasaya aykırı
olduğunu bile bile, yeni bir yasa yapılırken, neden yeniden görüşme yöntemi
kabul ediliyor, raporda varken?
Çok teşekkür ederim.
BAŞKAN -Sayın Bakanım, buyurun.
ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) -
Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; Sayın
Gazalcı'nın sorduğu bu soru, başlangıçta, bu tasarının 1 inci, 2 nci maddeleri
görüşülürken de soruldu; dolayısıyla, orada bu cevabı verdim, tekrar vaktinizi
almak istemem. Kaldı ki, soru önergeleri de tevcih edildi; onlara da cevap
verdiğimiz için, tekrarda fayda görmüyorum; ben, o cevabı daha önce verdim.
Teşekkür ederim.
MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Anayasa
Mahkemesi söylenmedi Sayın Bakan.
BAŞKAN - Soru-cevap işlemi tamamlanmıştır.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum…
ERDOĞAN KAPLAN (Tekirdağ) - Karar
yetersayısının aranılmasını istiyorum.
BAŞKAN - Tamam.
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, 20
nci madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddenin oylaması sırasında karar
yetersayısının aranılması talep edilmiştir; maddeyi oylarınıza sunacağım ve
karar yetersayısını arayacağım.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir, karar yetersayısı vardır.
21 inci maddeyi okutuyorum:
MADDE 21.- 2802 sayılı Kanunun 48 inci maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki
şekilde değiştirilmiştir.
"Hâkim ve savcılar, bilimsel
araştırma ve yayınlarda bulunabilirler. Davet edildikleri veya yetkili
makamlarınca görevlendirildikleri, ulusal ve uluslararası kurul, kongre,
konferans ve benzeri bilimsel toplantılarla meslekleri ile ilgili diğer
toplantılara, görevlerini aksatmamak koşulu ile katılabilirler. Mesai gün ve
saatlerinde bu tür toplantılara katılmak izne tâbidir."
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu ve şahsı adına, Hatay Milletvekili Gökhan Durgun.
Sayın Durgun, buyurun. (CHP sıralarından
alkışlar)
CHP GRUBU ADINA GÖKHAN DURGUN (Hatay) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan Hâkimler ve Savcılar
Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 21
inci maddesi üzerinde, şahsım ve Grubum adına söz almış bulunuyorum; hepinizi,
saygıyla selamlıyorum.
Sayın milletvekilleri, yıllarca değinilen
ve giderilmesi istenilen yargıya ait sorunlar, ne yazık ki, bugün de giderek
daha da ağırlaşan bir biçimde devam etmektedir. Geçen yıl yapılan bu
konuşmalara rağmen, yargıyı iyileştirme, hızlandırma ve etkiliğini artırma
yolunda gerekli tedbirlerin alınmaması ve özellikle, yargıda görev yapan hâkim,
savcı ve yardımcı personelin fizikî çalışma koşullarının iyileştirilerek,
yaptıkları görevin önem ve kutsiyetine yaraşır biçimde malî ve sosyal haklara kavuşturulmaması, yargıyı
ve yargısal faaliyetleri giderek daha da sorunlu hale getirmiştir.
Anayasanın başlangıcında belirtildiği
gibi, her Türk vatandaşının, Anayasada belirtilen temel hak ve özgürlüklerden
eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanarak, millî kültür, medeniyet ve
hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürebilmesi, maddî ve manevî varlığını
bu yönde geliştirebilmesi, cumhuriyetin temel niteliklerinin başında gelen ve
Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti ilkesinin tüm kurallarıyla
gerçekleşebilmesi için, yargının, hızlı, adil ve kaliteli biçimde hizmet
vermesi gerekir.
Nitekim, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesinin 6 ncı maddesinin 1 nolu bendinde, herkesin müstakil ve tarafsız
bir mahkeme tarafından yargılanma ve davasını makul bir süre içinde aleniyet
esaslarına göre ve hakkaniyete uygun biçimde sonuçlandırma hakkı olduğu
kuralına yer verilmiştir.
Yargı hizmetinin gereği gibi yerine
getirilememesinin en önemli nedeni, genel bütçeden yargıya ayrılan payın yıllar
itibariyle giderek azalmasıdır. Oysa, çağdaş bir yargı ve infaz sisteminin
oluşturulabilmesi için genel bütçeden yargıya yeterli ödeneğin verilmesi
gerekir. Ne yazık ki, yargısal faaliyetlerin büyük bir çoğunluğu, yapı,
mefruşat ve teknik donanım bakımından son derece yetersiz binalarda yerine
getirilmeye çalışılmakta, bu ise, yargının saygınlığıyla bağdaşmamaktadır.
Bugün itibariyle adalet hizmetleri, mesken
ya da iş hanı olarak yapılan kiralık adliye binalarında yerine getirilmeye
çalışılmakta ve birçok hâkim ve savcı odası bulunamamakta, mevcut olanların
tefrişinde de büyük sıkıntılar çekilmektedir.
Girmeye çalıştığımız Avrupa Birliği
ülkelerinde mahkemelere ne denli önem verildiği ve yargı mensuplarının, saray
veya saray benzeri binalarda, her türlü teknik donanım içinde hizmet gördükleri
herkesin malumudur. Bu nedenledir ki, sadece adını aldığımız ve adından başka
Avrupa'dakilere hiç benzemeyen binalara bizde de "adliye sarayı" adı
verilmektedir. Türkiye'deki en iyi adliye saraylarından biri ve belki de
birincisi olan Ankara Adliye Sarayıdır; ama, inşaatı onüç yıl önce bitmiş
olmasına rağmen, yapıldığı tarihten bugüne kadar hâkimlere direkt telefon hattı
verilmemiş, santraldan telefon bağlattıkları zaman da şehirlerarası görüşme
yapmaları mümkün olmamaktadır. Hizmet gördükleri çalışma odaları ise iki
koltuğun yan yana konulamayacağı kadar da dardır. Oysa, hâkim, cumhuriyet
savcısı ve diğer yargı personeli için, çağın gelişmelerine ve hizmetin
gereklerine uygun bir şekilde, münhasıran yargı hizmet binası olarak inşa edilmiş
ve modern araç ve gereçlerle donatılmış hizmet binalarına gereksinim
bulunmaktadır.
Kuşkusuz ki, yargılamanın süratli bir
şekilde sürdürülerek sonuçlandırılabilmesi için, ayrıca, yapılacak harcamalara
ait cari bütçe ödeneklerinin de zamanında ve yeteri kadar olması zorunludur.
Oysa, genellikle, yargı için ayrılan ödenekler yetersiz kaldığından, cari
harcamaların karşılanmasında çok büyük sıkıntılarla karşılaşılmaktadır. Yeterli
ödenek ayrılmaması bir yana, konulan ödeneklerin de zamanında serbest
bırakılmaması, adlî hizmetlerin çok yavaş işlemesine sebep olmakta, bu durum da
adalete olan güven duygusunu sarstığı gibi, adil yargılama hakkını da
zedelemektedir.
Bilindiği gibi, sadece yargılama sürecinin
çok uzun sürmesi hali, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince, Sözleşmenin 6 ncı
maddesinde belirtilen adil yargılama hakkının ihlali olarak değerlendirilmekte
ve devletimiz aleyhine pek çok ihlal kararı verilmesi sonucu önemli miktarlara
varan maddî ve manevî tazminat ödenmektedir.
Öte yandan, yeni bir hukuk düzeni
kurulması ve yargıda yeni bir yapılanmaya gidilmesi, hâkim, savcı ve yardımcı
personelin eğitimlerinin günün ihtiyaçlarını karşılayabilecek düzeye
yükseltilmesiyle olanaklıdır. Ayrıca, mahkemelerin baktıkları dava sayılarının
giderek çok büyük artışlar göstermesi nedeniyle mevcut kadrolar yetersiz
kaldığından, yargı hizmetinde çalışanların sayıları artırılmalı; ama, bu
artırma, mülakat sistemiyle değil, gerçekten bir seçme sistemiyle olmalı, bu
personelin gerekli nitelikleri taşıyabilmesi için de, yetiştirilmelerinde büyük
titizlik gösterilmelidir.
Mustafa Kemal Atatürk, 5 Kasım 1925
tarihinde Ankara Hukuk Fakültesini açış konuşmasında, adalet ve hukukun her
şeyin temeli olduğunu, cumhuriyetin kollayıcısı olan bu büyük kuruluşun
açılışından duyduğu mutluluğu hiçbir girişimde duymadığını belirtmek suretiyle,
hukuka saygı ve hukukçuya güven düşüncesinin en belirgin örneğini vermiştir ve
Mustafa Kemal Atatürk "bir hükümet ancak adalete dayanabilir. Bağımsızlık,
özgürlük ve her şey adaletle var olur. Bir ülkede adalet olmazsa, o ülkede
anarşi var demektir, orada özgürlük yok demektir" diyerek yargıya verdiği
önemi göstermiştir. Kuşkusuz ki, Atatürk'ün gerçekleştirdiği hukuk devrimi
cumhuriyetin en güçlü eserlerinden birisidir.
Yine, Mustafa Kemal Atatürk'ün büyük önem
verdiği adaletin gereği gibi dağıtılabilmesi için, mahkemelerin tarafsız
olması; yani, hâkimin, hüküm verirken, dosyadaki deliller ile hukuk anlayışı ve
vicdanının sesinden başka bir şeyin etkisinde kalmaması gerekir. Eğer, bir
yargıç, karar verirken, hukuk esasları ve vicdanı yerine, idarenin, bakanlığın,
bakanın, müfettişin, tayin beklentisi içinde olarak, kendisinin tayinini yapma
noktasında olan makamların etkisinde, davayla ilgili olanlardan herhangi
birisinin etkisinde kalırsa, bu takdirde vereceği karar, özde adaletle ilgisi
olmayan bir belgeden ibaret olur.
Bu durumda, halkın adalete ve devlete olan
güven duygusu sarsılır. Sürekli kaygılar altında ezilen ve yarınının ne
olacağını bilemeyen kimselerin oluşturduğu toplum, önce çalışma gücünü, sonra
yaşama sevincini yitirir. Gittikçe artan bu güvensizlik ve kaygılar, hak
aramada, yargıya başvuru dışında başka yollara yönelmeye de yol açar.
Hâkimin görevini başarmasında, onun
vicdanı ve seciyesi önemli bir teminattır. Hâkimlerin adalet hizmetini yerine
getirirken işledikleri haksızlık, adalet hizmetlerinde görevli olmayan herhangi
bir devlet adamı veya kimsenin işlediği haksızlıktan çok daha korkunç ve bu
yolla açılan yara da diğerlerinden çok daha derindir. Bu nedenle, hâkimlerin
seçilmesine ve yetiştirilmesine büyük önem vermek gerekir. Hâkimler devlet
işlerinde kendilerine en ağır işler ve ödevler yüklenilen kimseler olduğuna
göre, onların bu sorumluluğuna karşılık olarak, kişisel hakları belirlenirken,
bu özel durumları, yani, görevlerinin ağırlığı, yasa koyucu tarafından gözönünde
tutulmalıdır. Görevin önem ve ağırlıyla orantılı olarak çalışma koşulları
yanında, malî ve sosyal haklar sağlanmalıdır.
Adalet kapısı, yönetim yerlerinin
haksızlığını düzeltecek son kapıdır. Durum böyle olunca, adalet işleri sosyal
bakımdan, yönetim işlerinden daha önemli bir işlev niteliği kazanır. Son kapı
olan mahkeme, gayet sağlam bir kapı olmalıdır ki, haksızlık oradan içeri
sızmasın. Bu kapının sağlamlığı, sadece konulan kanun hükümleriyle, hâkimin,
yönetimin erkinin veya işle ilgili bir yurttaşın etkisi dışında, kanun ve
vicdanıyla baş başa bırakılması yoluyla sağlanmış olmaz.
Kanunun gereği gibi uygulanabilmesi ve
hatta hâkimin okuduğunu ve söyleneni gereği gibi dinleyebilmesi ve
anlayabilmesi, kendisinin herhangi bir sıkıntı ve üzüntü içinde bulunmamasına,
yani iç rahatlığına sahip olmasına bağlıdır. Şayet, hâkim, maddî ihtiyaçlarını
karşılamaya yetecek güce sahip değilse, ne kadar iyi niyetli olursa olsun, ruhî
bakımdan kendisini işe veremez ve böyle bir hâkimin kararı büyük ihtimalle de
doğru olmaz.
Hâkimlerin büyük çoğunluğu pek çok
akşamlarını evlerinde dinlenerek geçiremedikleri gibi hafta tatilinden de hemen
hemen faydalanamazlar. Bu yaşam şartları diğer meslektekilerden daha çok
yıpranıp, hastalanmaları veyahut mesleğe tam manasıyla yararlı olabilecekleri
olgun bir çağda, meslekten çekilip, serbest hayata atılmaları ve bu durumu
yakından bilen yeni hukukçuların da, hâkimliğe rağbet etmemeleri sonucunu
doğurmaktadır.
Geçen bu uzun süreç içinde yargı
faaliyetlerinin etkin ve hızlı yürümesini sağlayacak hiçbir ciddî önlem
alınmamış, yargıçların çalışma koşulları ve özlük hakları iyileştirilmemiştir.
Bakın, şu anda birinci sınıf bir hâkim 3 milyar lira civarında bir maaş
almaktadır. Yine aynı yerde çalışan, aynı kurulda görev yapan ikinci sınıf,
yani, birinci sınıflığa terfi edememiş bir hâkim de 1 650 000 000 lira
civarında maaş almaktadır. Aralarında hemen hemen iki katına yakın bir maaş
dengesizliği farkı vardır. Birinci sınıf hâkim, yani, 3 milyar lira maaş alarak
bugün geçinen bir hâkim emekli olduğunda bundan birkaç yüz milyon lira eksik
olarak emekli yaşamını devam ettirme noktasındadır. Ancak, ikinci sınıf bir
hâkim, yani, 1 650 000 000 lira alan bir hâkim emekli olduğunda 900 000 000
lira bir maaş alma noktasındadır. Emekli maaşında da yaklaşık üç kat fark
oluşmaktadır. Böyle bir adaletsizlik içerisinde, aynı kurulda, aynı şartlarda
hâkimlerin karar vermesi çok sağlıklı olmayacaktır diye düşünüyorum.
Yargıç ve savcıların yaptıkları hizmeti
bağımsız idarî kurumların uzmanlarının gördüğü işten daha az önemli gören, bu
nedenle, Avrupa Birliğine üye ülkeler bir yana, diğer başka küçük ülkelerin
hâkimlerinin bile sahip olduğu olanaklardan dahi yoksun kılınan bir zihniyetle
hukuk devleti gerçekleştirilemez, adalet sağlanamaz.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum, teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN- Teşekkür ederim Sayın Durgun.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
22 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 22.- 2802 sayılı Kanunun 49 uncu
maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Madde 49.- Bilgi ve görgülerini
artırmak, meslekleriyle ilgili araştırma yapmak, kurs ve öğrenim görmek üzere
seçilen ya da iç veya dış burstan yararlanan hâkim ve savcılar iki yılı;
uluslararası kuruluşlarda ya da yargı organlarında çalışmak üzere
görevlendirilenler ise üç yılı aşmamak üzere Adalet Bakanlığınca yurt dışına
gönderilebilirler. Bu süreler, gerekirse en çok bir katına kadar uzatılabilir.
Bakanlık merkez, bağlı ve ilgili
kuruluşlarında görevli olanlar dışındaki hâkim ve savcılar için Hâkimler ve
Savcılar Yüksek Kurulunun görüşü alınır.
Bu surette yurt dışına gidip üç aydan
fazla yurt dışında kalanlar, yurda dönüp mesleğe başladıktan sonra beş yıl süre
ile mecburî hizmet yapmak zorundadırlar. Mecburî hizmet yapmadan görevden
ayrılmak isteyenler, yurt dışında kaldıkları sürede kendilerine ödenen aylık,
ödenek, tazminatlar ile her türlü ödemelerin, mecburî hizmetin eksik kalan
kısmı ile orantılı miktarını iki kat olarak ödemekle yükümlüdürler.
Yurt dışına gönderilme usûl ve esasları
çıkarılacak yönetmelikle belirlenir."
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu ve şahsı adına, Afyonkarahisar Milletvekili Sayın Halil Ünlütepe;
buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA HALİL ÜNLÜTEPE
(Afyonkarahisar) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; 951 sıra sayılı Hâkimler
ve Savcılar Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısının 22 nci maddesi üzerinde Grubumuz ve şahsım adına söz almış
bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununda
kapsamlı, geniş değişiklikler yapıyoruz. Yaptığımız bu değişikliklerle, hem
aksayan yönlerini değiştirmeye hem de Avrupa Birliğine giriş sürecinde yeni
yenilikleri de getirmeye çalışıyoruz. Ben, daha ziyade, tekrarlardan kaçınarak,
madde üzerindeki düşüncelerimi açıklamak istiyorum.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar;
görüştüğümüz bu 22 nci maddeyle, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununun 49
uncu maddesini tamamen değiştiriyoruz. Sadece burada değiştirmediğimiz şey
"yabancı ülkelere gönderilme" madde başlığını değiştirmiyoruz, bunun
dışında, yasanın maddesi tamamen değiştirilmektedir. Burada, yabancı ülkelere
hâkim ve savcılarımızın gönderilmesinde aranan koşullar nedir ve ne için
gönderiyoruz; birincisi, bilgi ve görgülerini artırmak; ikincisi, meslekleriyle
ilgili araştırma yapmak, kurs ve öğrenim görmek üzere hâkim ve savcılar
arasından seçilenler ya da iç ve dış burstan yararlananlar iki yıl süreyle yurt
dışında görevlendiriliyorlar. Eğer, yurt dışında yargı organlarında çalışmak
üzere görevlendirilenler veyahut da uluslararası kuruluşlarda görev yapacak
olan yargıç ve savcılarda ise bu görev süresi üç yılı aşmamak üzere Bakanlıkça
yurt dışına gönderilebiliyorlar. Bu süreler, eğer gerekli görülürse, 1 katına
kadar da uzatılabiliyor. Yani, yurtdışına gitmede ikili bir sistem bu yasayla
kabul edilmiş durumdadır.
Burada eski yasadan farklı bir uygulamaya
gidiyoruz. İki gündür Hâkimler ve Savcılar Kanunu üzerinde görüşürken, hukukun
üstünlüğü, yargıçların bağımsızlığı, yargıçlarla ilgili olan işlemlerde
objektif kriterlere bağlı kalınması gerektiğini, zaman zaman, gerekirse bu
objektif kriterlerin yönetmeliklerle değil, yasayla belirtilmesi gerektiği
üzerinde arkadaşlarımız düşüncelerini açıkladılar. Bu konudaki endişelerimizi
zaman zaman komisyonda bizler de tekrarladık.
Değerli arkadaşlar, 2802 sayılı Hâkimler
ve Savcılar Kanununun 49 uncu maddesinde yurtdışına gönderilecek olan
yargıçlarda aranan unsurlar neydi; aranan unsurlar; birincisi, meslekte fiilen
beş yıl görev yapmak; ikincisi, bu görevi başarıyla yapmak; üçüncüsü,
sicillerinin olumlu bulunması. Açıkçası, bu, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar
Kanununda hüküm altına alınmış, yasayla hüküm altına alınmış. Bu yasa ne zaman
çıkmış; 12 Eylülden sonra çıkmış. 12 Eylülün sıkıntılarının, baskıcı ortamının
yaşandığı bir ortamda çıkan bir yasa 2802 sayılı Yasa. Şimdi ne yapıyoruz;
şimdi, kanunda aranan bu kriterleri, düzenlediğimiz bu yasayla kaldırıyoruz.
Açıkçası, objektiflik kriterini yönetmeliğe bağlıyoruz; olumlu beş yıl çalışma
koşulunu ortadan kaldırıyoruz, olumlu sicil almasını yargıcın ortadan
kaldırıyoruz, yönetmelikteki yargıçlığa girdiği günün ertesi günü dahi, bu,
yurtdışına gönderilebilecektir. Burada, göndermedeki kıstas ne olacaktır?!
Demokrasinin temel işlevlerinden birisi hukukun üstünlüğünü savunmaktır,
yargıçlara güven duygusunu sağlamaktır. Şimdi, eğer, bu şekilde bunu çıkaracak
olursak, artık, yargıçların, yurtdışına gidebilmek için Bakanlıkta sıraya
geçeceklerinden hiç kimsenin endişesi olmasın. Biraz önce Bakanlık
ilgilileriyle de görüştüğümde, niçin bu yasada bu tür bir değişikliğe
gidildiğini öğrenmek istediğimde, yabancı dil ihtiyacından dolayı böyle bir
yönteme gidildiğini söylüyorlar.
Arkadaşlar, Türkiye, Avrupa Birliğine
girmek üzere. Kopenhag Kriterlerinin getirdiği yasal yükümlülükleri yerine
getirmeye çalışıyoruz ve getiriyoruz da. Böyle bir ortamda, Bakanlık, Avrupa
Birliğine hazır değil mi?! 21 inci Asra girdiğimiz bir dönemde, hâlâ yabancı
dil bilmeyen, yabancı dilde ciddî sıkıntılar çeken bir bakanlık mı var?! Şimdi,
o zaman, yabancı dili bilme koşulunu kim biliyorsa, bunlar yurtdışına gider.
Bu, bilmeyen bir insanın, mesleğe yeni başlayan bir insanın yabancı dili
biliyorum diyerek yurtdışına gönderilmesinden de, bu kanunda, yurtdışına
göndermenin amacını yakalamazsınız. Açıkçası, bu genç yaşta yurtdışına giden
yargıç ve savcılar, ülkeye döndüğünde, onlardan beklenen hizmeti yerine
getirmez ve meslekten ayrılırlar.
İkincisi, bilmeyen, az bilen bir
hukukçunun yurtdışına gitmesinde ne fayda var Bakanlık için?! Bakanlık, bunu,
nerede kullanacak, mesleğe yeni başlayan değerli bir hukukçu arkadaşımızı?! Bu
madde, bugünkü konumuyla, objektif kriterlerden uzaklaşır; açıkçası,
partizanlık, adam kayırmaya yönelik eylemlere yol açabilir.
Sayın Bakan, bu, sizin döneminizde
olmayabilir. Hele hele değerli arkadaşlarımızın da bizi uyardıkları gibi,
gerekli, yeterince yabancı dil bilen
yargıç ve savcının olmaması koşulu da, bunun, belki uygulanmasını azaltabilir;
ama, yasalar bugün için değil, yasalar geleceği yakalamak için yapılır. Yirmi
yıl, otuz yıl sonrasının yasasını yapmak zorundayız. İşte, 1983'te çıkan bir
yasayı, otuz yıl sonra bugün değiştiriyoruz. Otuz yıl önce bu koşullar
aranırken, şimdi, bu koşullardan daha geriye düşmenin anlamını anlatmakta, ben,
zorlandığımı açıklıkla söylemek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, bu yurtdışına
gönderilecek olan yargıç ve savcılarımızın tespitindeki kıstas nedir?
Bakanlıkta çalışan ve Bakanlık personeliyle ilgili konularda Bakanlık karar
veriyor. İkincisi, bunun dışında görevli olanlar hakkında ise Hâkimler ve
Savcılar Yüksek Kurulunun düşüncesi alınıyor. Yani, bu her iki kıstasa uyarak,
bu şekilde yurtdışına gönderme işlemini, yabancı ülkelere gönderilmeyi
düzenliyor.
Peki, yabancı ülkelere giden yargıç ve
savcıların yükümlülükleri nedir; o da bu kanunun üçüncü bendinde düzenlenmiş.
Şunu söylüyor, birinci koşul: "Üç aydan fazla yurt dışında kalanlar,
yurtiçine döndüğünde, beş yıl süreyle mecburî hizmet yapma yükümlülüğünde.
Eğer, bu yükümlülüğe uymazlarsa, bu yükümlülüğe uymayan yargıç ve savcılar,
bunlara ödenen aylık, ödenek ve tazminatlar gibi her türlü ödemelerin, orantılı
miktarını iki katı olarak ödemekle yükümlü hale getirilmektedirler.
Değerli arkadaşlar, burada, bana göre en
fazla dikkat etmemiz gereken konu -demin de açmaya çalıştığım gibi- objektiflik
kriterini yasanın içine çekebilmektir. 2802 sayılı Yasanın 49 uncu maddesinde
yer alan kıstasların bugün de korunması gerektiği kanaatindeyim. Dünyanın
hiçbir ülkesinde, bilimin ilerlediği, eğitimin geliştiği bir ülkede, otuz yıl
sonrasına doğru giden bir yasal düzenlemeye gidemezsiniz. Otuz yıl önce
birtakım koşullar getirilmiş, bugün, biz, bu koşulları, Türkiye'ye ağır geliyor diyerek yeniden bir
düzenleme içine giriyoruz. Bu, objektiflik kriterinden uzaklaşmadır; açıkçası,
hele hele Avrupa Birliğine giriş sürecinde, bu konuya daha duyarlı davranmanın
önemini açıklamaya herhalde gerek olmadığı kanaatindeyim.
Değerli arkadaşlar, benim bu madde
üzerinde sizlerle paylaşmak istediğim düşünceler bunlardır. Dilerim, 2802
sayılı Yasanın 49 uncu maddesinin ikinci bendinde oluşan, meslekte fiilen beş
yıl başarılı hizmet koşulu ve ayrıca, olumlu sicil almış olan yargıçların
gönderilme koşulu tekrar getirilsin. Bu getirilmezse, Bakanlık olarak,
yurtdışına giden yargıç ve savcıların tespitinden sonra, başınız ağrır, bunun
sıkıntısını çekersiniz. O nedenle, tekrar, bu tür bir düzenlemenin madde
metninde yer almasında yarar olduğu kanaatindeyim.
Bir cümleyle, sözlerimi bağlamak istiyorum. Bu, maddeyle ilgili
değil; ama, hâkim ve cumhuriyet savcıları ile adliyede görevli personelin
ücretleri ve özlük hakları bugün çok düşüktür. İnsan onuruna yaraşır şekilde
yaşamayı mümkün kılacak düzeyde bir yenileştirme yapmak bizim görevimizdir;
yapamazsak, bunun sıkıntısını hep birlikte çekeriz diye düşünüyorum.
Bu duygularla, Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ünlütepe.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
23 üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 23.- 2802 sayılı Kanunun 50 nci
maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Madde 50.- Yabancı ülkelere
gönderilenlerin veya uluslararası kuruluşlarda çalışmak üzere
görevlendirilenlerin mali hakları, yükümlülükleri, giderlerinin karşılanması,
aylık ve ödeneklerinin transferi konularında Devlet memurlarına ilişkin
hükümler uygulanır. Şu kadar ki, uluslararası kuruluşlarda çalışmak üzere
görevlendirilenlere ödenecek yurt dışı aylığı, Dışişleri Bakanlığında görev
yapan aynı derece ve kademedeki meslek memuruna ödenen yurt dışı aylığının 2/3'ünden
az olamaz.
Bu Kanun hükümlerine göre yabancı ülkelere
gönderilenlerin derece yükselmeleri, kademe ilerlemeleri, emeklilik, aylık,
ödenek ve diğer bütün özlük hakları ile yükümlülükleri devam eder."
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu ve şahsı adına, İzmir Milletvekili Ahmet Ersin.
Sayın Ersin, buyurun. (CHP sıralarından
alkışlar)
CHP GRUBU ADINA AHMET ERSİN (İzmir) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, bir haftadan beri
yaklaşık, gece yarılarına kadar çalıştık. Gündeme baktım bugün; yani, haziran
ayı sonuna kadar, yani Meclis tatile girinceye kadar önümüzdeki dört günlük
gündeme baktım -teklifleri bir yana bırakıyorum- sadece tasarıları söylüyorum:
Hâkimler ve savcılarla ilgili yasa tasarısı, Millî Eğitim Bakanlığının teşkilat
ve görevleriyle ilgili bir tasarı, kalkınma ajanslarının kuruluşuyla ilgili bir
tasarı, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Moğolistan Hükümeti arasındaki bir
anlaşmanın onaylanmasıyla ilgili tasarı, Avrupa İmar ve Kalkınma Bankasının
kuruluşuyla ilgili bir tasarı, Türkiye İstatistik Kanunuyla ilgili kanun
hükmünde kararnamenin görüşülmesi, Belediye Kanunu Tasarısı, TÜBİTAK'la ilgili
yasa ve il özel idareleriyle ilgili yasa tasarısı; yani, toplam, yaklaşık 300
maddelik bir gündem.
Şimdi, bu yasama döneminde, kuşkusuz, çok
ciddî çalışmalar yaptık, hatta sabahlara kadar süren çalışmalar yaptık; ama,
yaklaşık 300 maddeden oluşan bu tasarıları görüşmek için, tatile dört gün kala,
Meclisi gece gündüz çalıştırarak bu tasarıları görüştürmek yerine, bu yasama
döneminin başlangıcından bu yana, acaba, neden bunlar gündeme getirilmedi,
niçin görüşülmedi de, bu son dört gün içinde büyük bir yoğunlukla, gece
yarılarına kadar çalışarak bunları görüşüp tatilden önce çıkarmaya çalışıyoruz.
Gerçi, bu on günlük sürede sizlere de çok büyük yardımımız oldu, size spor
yaptırdık; koşa koşa odalarınıza gidiyorsunuz, sonra biz bir yoklama istiyoruz
ya da karar yetersayısının aranılmasını istiyoruz, bu sefer tekrar koşa koşa
geliyorsunuz. Dolayısıyla çok güzel spor yaptınız. Herhalde ciddî bir oranda
kilo vermişsinizdir, sağlıklı bir çalışma yapmışsınızdır. O açıdan Cumhuriyet
Halk Partisine teşekkür etmeniz gerekiyor.
RECEP KORAL (İstanbul) - Şakanın bile bir
adabı var!
AHMET ERSİN (Devamla) - Sizi neden
rahatsız etti?
RECEP KORAL (İstanbul) - Şakanın bile bir
adabı var!
AHMET ERSİN (Devamla) - Hayır, ne var;
söylediğimde sizi rahatsız eden bir şey mi var?
RECEP KORAL (İstanbul) - Elbette var.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen
karşılıklı konuşmayalım.
Sayın Ersin, buyurun.
RECEP KORAL (İstanbul) - Komisyonda
çalışmayalım mı yani? Çalışmayalım mı?
AHMET ERSİN (Devamla) - Yahu, uzatma
şimdi, bırak; ben, senin şahsına bir şey söylemedim, sen otur dinle; bir şey
söyleyeceksen, gelirsin burada konuşursun.
RECEP KORAL (İstanbul) - Hayır, tahrik
ediyorsun...
AHMET ERSİN (Devamla) - Çok çabuk tahrik
oluyorsun.
Değerli arkadaşlarım, işte, bu gece yarısına
kadar çalışmalar sürecinde, tabiî ki aklın ve mantığın ciddî oranda erozyona
uğradığı saatlerde, bazı yanlış konuşmalar da yapılabiliyor.
Örneğin, geçtiğimiz günlerde, bir
arkadaşımız, geç saatlerde kürsüye çıktı ve o dimağ yorgunluğu, o akıl
yorgunluğu sırasında, Cumhuriyet Halk Partisine karşı olumsuz bir konuşma
yaptı, hedefini şaşırdı. Oysa, biraz da kendilerine bakmış olsalardı...
Örneğin, Cumhuriyet Halk Partisi, herkes biliyor ki, Susurluk'tan değil, Kuvayı
Milliyeden ilham alıyor, Kuvayı Milliyeye dayanıyor. İşte, kendilerine
bakmadan, böyle lüzumsuz konuşmalar yaparak, kendilerini de üzüyorlar, bizleri
de üzüyorlar.
Değerli arkadaşlarım, adalet denince,
akla, hak, hukuk; yani, tek kelimeyle devlet gelir. Adaletin de güvencesi,
hukukun üstünlüğü, yargıç ve savcıların teminatıdır. Bir devlette yargıç ve
savcı teminatı yoksa; yani, yargı bağımsız değilse ve hele yargı
siyasallaşmışsa, haksızlığa ve zulme uğrayan kişilerin başvuracağı yer adalet
değildir, ihkak yoludur ya da mafyadır.
Ne yazık ki, son süreçte, son dönemlerde,
gerek yargı içinde yaşanan bazı olumsuzluklar gerekse yargının siyasallaşması
yönünde bazı adımların atılması, yargıyı kuşkusuz çok derinden yaralamıştır.
Nitekim, benden önceki arkadaşlarım da söylediler, bu mülakat sorunu,
sanıyorum, yargıda ciddî rahatsızlıklara neden olacak.
Sadece Sayın Bakanın dönemini
söylemiyorum. Kuşkusuz, şimdiki Sayın Bakanın son derece iyi niyetli olduğunu
düşünüyorum, öyle olduğunu biliyorum; ama, daha sonra, bundan sonra gelecek
olan iktidarlar ya da bakanlar, acaba bu imkânı nasıl kullanacaklar, bunu
şimdiden bilemeyiz. Yani yozlaştırılmaya ve yargı teminatını ortadan
kaldırmaya, yani yargıyı siyasallaştırmaya açık bir hüküm olarak görülüyor.
Değerli arkadaşlarım, mevcut hâkim ve
savcı kadroları karşısında yargı hizmetlerinin aksatılmaması için, emniyet
müdürlükleri içinde -ister İçişleri Bakanlığına bağlı ya da ister Adalet
Bakanlığına bağlı- bir adlî polis hizmeti, adlî kolluk gücünün kurulması lazım.
Daha doğrusu, bu gücün teknik donanıma kavuşturulması ve yargının hızlı
sonuçlanması bakımından, bu kurulun sağlıklı ve doğru biçimde çalışması şart.
Keza, yargıç ve savcılarımızın, Avrupa
Birliği yargısına uyumu önemli; çünkü, önümüzdeki ondört onbeş yıllık AB sürecinde, görüşme
sürecinde, sık sık bu tür sorunlarla, yargı çatışması sorunuyla karşı karşıya
kalabiliriz. Bu açıdan, yargıçlarımızın ve savcılarımızın, yurt dışında ve
Avrupa Birliği ülkelerinde, Avrupa Birliği müktesebatı üzerinde adaletin
işlemesi bakımından çalışma yapmaları ve Avrupa Birliği adalet mekanizması
hakkında bilgi sahibi olmaları gerekiyor. Bu nedenle, yargıç ve savcılarımızın,
Avrupa Birliği yargısına uyumu bakımından, yurt dışında görevlendirilmelerine,
inceleme yapmalarına, araştırma yapmalarına olanak verilmesi gerekiyor.
Keza, büyük ve metropol ilçelerimiz,
illerimiz, kentlerimizde yargı tıkanması var; yani, büyük kentlerimiz ve
özellikle de metropol kentlerimizde yargı tıkanma noktasına geldi. Gerek iş
yoğunluğu nedeniyle ve gerekse adliyelerin fizikî yetersizliği nedeniyle,
maalesef, yargı hizmetleri çok sağlıklı biçimde yürümüyor ve yargının ağır
işlemesinin önemli nedenlerinden birisi de bu. Sadece yargıç ya da savcı
yetersizliği değil, bunun yanında, personel, adalet personeli, yargı
personelinin eksikliği de kuşkusuz, yargının işlemesinde, sağlıklı işlemesinde,
çabuk işlemesinde önemli bir engel olarak duruyor.
Adliye hizmet binaları yetersiz. Örneğin,
İzmir'de yeni bir adalet sarayı yapıldı. Sayın Bakanımız sık sık İzmir'e
geliyor ve adliye sarayımıza da gidiyor, orada incelemeler yapıyor, bunu
biliyorum. Geçtiğimiz günlerde, Sayın Bakana, oturduğum yerden, İzmir
Adliyesiyle ilgili, oranın eksikleriyle ilgili soru sordum ve Sayın Bakan, bu
eksikliklerin kısa zamanda giderileceğini söylediler. Umuyorum, bu eksiklikler,
personel eksikliği özellikle ve yargıç, savcı eksikliği kısa zamanda giderilir,
fizikî yapı da kısa zamanda, 21 inci Yüzyıl Türkiyesine, dünyasına yakışır bir
konuma gelir.
Yargıç ve savcıların lojman sorunu var,
değerli milletvekilleri ve birçok yerde, örneğin İstanbul'da ciddî bir lojman
sorunu yaşıyor yargıçlarımız, savcılarımız. Lojmanı olmayan, lojmanda yer
bulamayan yargıç ve savcılar, yüksek kira bedeliyle konut kiralamak zorunda
kalıyorlar. Tabiî, yargıçlarımız ve savcılarımız her yerde de oturamazlar.
Yani, kendi konumlarına ve mesleklerine uygun bölgelerde, semtlerde oturmaları,
konut edinmeleri gerekiyor. O zaman da kira paraları bir hayli yüksek.
Dolayısıyla, aldıkları zaten düşük olan maaşların önemli bir bölümü de eğer
kiraya giderse, yargıçlarımızın ve savcılarımızın yaşadıkları ekonomik sorunu
herhalde tahmin edersiniz. Keza, doğuda ve güneydoğuda lojman olmadığı gibi,
yargıç ve savcılarımızın konut bulabilmeleri de büyük sorun. Konut sayısı
itibariyle zaten yetersiz olan bu bölgelerde görev yapan yargıçlarımız ve
savcılarımız, genellikle, nerede bir konut bulabiliyorlarsa orada barınmaya
çalışıyorlar. Dolayısıyla, bölge itibariyle, bölgedeki koşullar itibariyle hem
can güvenliği sorunuyla karşı karşıyalar ve hem de işlerini çok rahat biçimde,
huzur içinde yapabilmelerine olanak sağlanamamış oluyor. Dolayısıyla, lojman
sorununun... Ya da lojman edinilemiyorsa, yapılamıyorsa, hiç olmazsa,
yargıçlarımızın kendilerine, konumlarına uygun konutlarda yaşayabilmeleri için
kira yardımının yapılması hem de yüksek miktarda yapılması gerekir; çünkü, yargıçlarımız
ve savcılarımızın kendi konumlarına yakışan konutlarda oturabilmeleri için
yüksek bedelli kira ödemeleri gerekiyor.
Değerli arkadaşlarım, aslında, bu yasayı
birkaç günden beri çok ciddî biçimde inceledim. Bu tasarının belki birkaç
maddesi hariç, Cumhuriyet Halk Partisinin de, kendi adıma söyleyeyim, itiraz
edemeyeceğim maddeleri var; yani, bu tasarı uzlaşmayla da çıkarılabilirdi. Ama,
daha önce Adalet ve Kalkınma Partisi ile Cumhuriyet Halk Partisi arasında,
tasarılarla ilgili yapılan uzlaşmaları, biliyorsunuz, Adalet ve Kalkınma
Partisi son anda verilen önergelerle bozdu. Örneğin,Türk Ceza Yasasının 263
üncü maddesinde, kaçak Kur'an kurslarını neredeyse yasallaştıran, onları
cezadan kurtaran değişiklik önergesi bugün hâlâ tartışılıyor; yani, buna neden
gerek duyuldu, anlamak mümkün değil. Her şey gayet güzel gidiyorken, birden
bire böyle bir korsan öneriyle bütün çalışmalar, bütün uzlaşma boşa çıkarıldı.
Keza, esnaf ve sanatkârlarla ilgili tasarıyı görüştük, uzlaşmayla görüştük; her
şey gayet iyi giderken, birden bire, yine bir korsan önergeyle, Cumhuriyet Halk
Partisinin hiç de tasvip etmeyeceği bir değişiklik yapıldı.
Şimdi, bunlar olursa değerli arkadaşlarım,
bu tasarının birkaç günden beri görüşülüyor olması, görüşülüyor olmasına karşın
birtürlü yasalaşmamış olması, Meclisten geçmemiş olmasının nedeni, Cumhuriyet
Halk Partisine -yapılan uzlaşmalara karşın- son anda atılan kazıklar; tek
nedeni bu. Neden böyle bir davranışa gerek duyuluyor ve bu davranışın faydası
ne? İşte, onun zararı burada görülüyor; hem siz koşa koşa gelip gidiyorsunuz
kan ter içinde hem biz büyük oranda içimize sinen yasalarla ilgili konuşmalar
yapmak durumunda kalıyoruz, engellemek durumunda kalıyoruz; dolayısıyla, bu
durumdan, hem bizler hem muhtemelen Adalet ve Kalkınma Partisindeki iyi niyetli
arkadaşlar ve hem de yasanın bir an önce çıkmasını bekleyen taraflar büyük
sıkıntı yaşıyorlar.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Ersin, konuşmanızı
tamamlayamadınız.
AHMET ERSİN (Devamla) - Sayın Başkan, 1
dakika yeter.
BAŞKAN - Buyurun efendim, 1 dakika…
AHMET ERSİN (Devamla) - Teşekkür ederim
Sayın Başkanım.
Değerli arkadaşlar, umarım, artık, Adalet
ve Kalkınma Partisi de iktidar sorumluluğu içinde ve Anamuhalefet Partisiyle
anlaşarak... Çünkü, çıkan kanunlar, sadece Adalet ve Kalkınma Partisini ya da
sadece Cumhuriyet Halk Partisini ilgilendirmiyor; bütün Türkiye'yi
ilgilendiriyor.
Örneğin Türk Ceza Yasası, belki de elli
sene, belki de yüz sene yürürlükte kalacak olan bir yasa; ama, ufak bir korsan
önerge o yasanın tamamını kuşkulu ve tartışılır konuma getirdi.
AHMET BÜYÜKAKKAŞLAR (Konya) - Önerge…
AHMET ERSİN (Devamla) - İzin verin
bitireyim…
Değerli arkadaşlarım, beni dinlediğiniz
için hepinize teşekkür ediyorum. Sayın Başkana, sabrından ötürü teşekkür
ediyorum.
Saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ersin.
Madde üzerinde 1 adet önerge vardır;
önergeyi okutup, işleme alacağım.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan Hâkimler ve Savcılar
Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 23
üncü maddesinin tasarıdan çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
|
Faruk
Çelik |
Mehmet
Kurt |
Mustafa
Çakır |
|
Bursa |
Samsun |
Samsun |
|
Tayyar
Altıkulaç |
Nusret
Bayraktar |
|
|
İstanbul |
İstanbul |
|
BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?
ADALET KOMİSYONU BAŞKANVEKİLİ RECEP ÖZEL
(Isparta) - Takdire bırakıyoruz efendim.
BAŞKAN - Hükümet?..
ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) -
Katılıyoruz Sayın Bakan.
SADULLAH ERGİN (Hatay) - Gerekçe okunsun.
BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe: 2802 sayılı Kanunun 50 nci
maddesinde, yabancı ülkelere gönderilenlerin malî hakları, yükümlülükleri,
giderlerin karşılanması, aylık ve ödeneklerinin transferi konularında devlet
memurlarına ilişkin hükümlerin uygulanacağı belirtildiğinden ve buna göre
uluslararası kuruluşlarda çalışacak hâkim ve savcılar, uluslararası
kuruluşlarda çalışan devlet memurlarının yararlandığı her türlü ödeme ve haktan
yararlanabildiğinden, madde tasarıdan çıkarılmıştır.
BAŞKAN - Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım,
Sayın Bayram Meral birinci sırada olmak üzere, Cumhuriyet Halk Partisine mensup
22 milletvekili arkadaşımızın bir yoklama talebi vardır maddenin oylamasından
önce; ama, şu anda kabul ettiğiniz önergeyle madde düşmüştür. Dolayısıyla, bir
sonraki maddede, isteğiniz devam ediyorsa, talebinizi işleme alacağım.
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Sayın Başkan,
neden düşüyor madde oylanırken?
BAŞKAN - Madde yok efendim. Madde düştü şu
anda.
İZZET ÇETİN (Kocaeli) - Önerge kabul
edildi.
BAŞKAN - Maddeyi oya sunmuyorum ben,
önergeyi oya sundum; madde düştü.
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Sayın Başkan,
biz önergeden önce onu verdik. Madde, önergenin yerine geçti.
BAŞKAN - Sayın Bayram Meral, madde
önergenin yerine geçmez.
İZZET ÇETİN (Kocaeli) - Sayın Başkan,
önergede yapabilirdiniz.
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Önergede
yapsaydınız.
BAŞKAN - Saygıdeğer arkadaşlarım, bakınız,
ben, size, İçtüzüğün maddelerini izah ediyorum, önerge kabul edildiği anda
madde düşmüştür; dolayısıyla, ne diyorum size iyi niyetle…
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Verilen önerge
ne oldu o zaman Sayın Başkan?
BAŞKAN - Sayın Meral, istirham ediyorum,
lütfen… Eğer isteğiniz devam ediyorsa…
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Öyle şey mi
olur?!
BAŞKAN - …bundan sonraki, 23 madde olarak
okutacağım 24 üncü maddede işleme alacağım diyorum.
Yaptığımız işlem, gayet, İçtüzüğe uygun,
her şeye uygun. Teşekkür ederim.
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Bu kadar
taraflı mı olunur ya!
BAŞKAN - 24 üncü maddeyi 23 üncü madde
olarak okutuyorum:
MADDE 23.- 2802 sayılı Kanunun 53 üncü
maddesinin (c) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"c) Görevdeyken, 8 inci maddenin (a),
(d) ve (g) bentlerinde yazılı niteliklerden herhangi birini kaybetmeleri,"
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu ve şahsı adına, Antalya Milletvekili Tuncay Ercenk; buyurun.
CHP GRUBU ADINA TUNCAY ERCENK (Antalya) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 951 sıra sayılı Hâkimler ve Savcılar
Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarı ve Adalet
Komisyonu raporunun -24 üncü maddeydi, 23 oldu şimdi- 23 üncü maddesi hakkında
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına ve kişisel görüşlerimi açıklamak üzere söz
almış bulunuyorum; Yüce Meclisi, saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Meclisimize gelen kanun tasarıları veya teklifleri, tabiî, o konunun
maddeleriyle ilgili yazım tarzına baktığınız zaman, şu maddeden şu kelimenin
çıkarılması, şu fıkranın eklenmesi, ne nereye konulacak nereye konulmayacak
şeklinde, gerçekten anlaşılması zor; inceleme olanağı bulamadığımız için de
tarafımızca hangi maddede ne değiştiriliyor, ne nereye konuluyor, ne
çıkarılıyor, milletvekili olarak çok
ciddî güçlükler çektiğimizi biliyoruz. Tabiî, bu, sadece bu dönemdeki
milletvekilleri ve Yüce Meclis için değil, önceden de buna benzer uygulamalar
yapılıyordu, çok ayrıntılı öğrenme olanağı bulamadan yasaları kabul ediyoruz
veya reddediyoruz.
Şimdi, 23 üncü madde, 2802 sayılı Hâkimler
ve Savcılar Kanununun, hâkimlik ve savcılık görevlerinin sona ermesini
düzenleyen 53 üncü maddesinde değişiklik meydana getiriyor. Tabiî, bu tasarıya
baktığımız zaman "2802 sayılı Kanunun 53 üncü maddesinin (c) bendi
aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. Görevdeyken 8 inci maddenin (a), (d) ve (g)
bentlerinde yazılı niteliklerden herhangi birini kaybetmeleri" deniliyor.
Şimdi, ben bunu okuduğum zaman, öyle sanıyorum ki, bu Mecliste bunun ne
olduğunu bilen yok. Ben, o nedenle, eğer izin verirseniz, izah etmeye
çalışacağım.
Hâkimlik ve savcılık görevlerinin sona
ermesini düzenleyen bir madde 53 üncü madde. Bu 23 üncü madde de, 53 üncü
maddenin (c) fıkrasında bir değişiklik meydana getiriyor. Şimdi, hâkimlik ve
savcılık görevlerinin sona ermesi derken "hâkim ve savcıların bu kanun
hükümlerine göre meslekten çıkarılmaları veya meslekte kalmalarının uygun
olmadığına karar verilmesi, haklarında soruşturma ve kovuşturma bulunması
halleri hariç olmak üzere mesleğe alınma koşullarından herhangi birini
taşımadıklarının sonradan anlaşılması."
Şimdi, maddenin değiştirdiği fıkrayı
okuyorum:
"c) Görevdeyken 8 inci maddenin (a),
(d) ve (e) bentlerinde yazılı niteliklerden herhangi birini kaybetmeleri,
d) Meslekten çekilmeleri veya çekilmiş
sayılmaları,
e) İstek, yaş haddi veya malullük
nedenlerinden biriyle emekliye ayrılmaları,
f) Ölümleri hallerinde" -Allah
gecinden versin- hâkim ve savcıların görevleri sona eriyor.
951 sıra sayılı tasarıda getirilen
değişiklik, (c) fıkrasıyla ilgili. (c) fıkrasına göre "görevdeyken, 8 inci
maddenin (a), (d) ve (e) bentlerinde yazılı niteliklerinden herhangi birini
kaybetmeleri" durumunda görevleri sona eriyor.
Şimdi, 8 inci maddeyi incelememiz
gerekecek; yani, 2802 sayılı Yasanın 8 inci maddesinin (e) bendi, (c)
fıkrasının içinden çıkarılıyor ve yerine, 8 inci maddenin (g) fıkrası
ekleniyor. Peki, çıkarılan (e) fıkrası ne; hâkim ve savcıların adaylığa
atanabilmeleri için, aday olabilmeleri için yabancıyla evli olmamaları
gerekiyordu. Şimdi, son dönemdeki gelişmelere uygun olarak bu şart çıkarılıyor
-(a) ve (e) bentleri çıkarılıyor- yerine 8 inci maddenin (g) bendi getiriliyor.
(g) bendi, hâkimlik ve savcılık görevlerini sürekli olarak yurdun her yerinde
yapmasına engel olabilecek vücut ve akıl hastalığı veya sakatlığı, alışılmışın
dışında çevrenin yadırgayacağı şekilde konuşma ve organlarının hareketini kontrol
zorluğu çekmek gibi özürlü durumları bulunması durumunda, görevde bulunan hâkim
ve savcının görevine son verilmesini öngörüyor.
Tabiî, adaylığa atanabilmek için sadece bu
şart değil, Türk vatandaşı olmak ilk şart.
"Giriş sınavının yapıldığı yılın ocak
ayının son günü itibariyle lisans ve lisansüstü öğrenimini yapmış olanlar için
30, doktora öğrenimini tamamlamış olanlar için 35 yaşını bitirmemiş olmak.
Adlî yargı adayları için hukuk
fakültesinden mezun olmak veya yabancı bir hukuk fakültesini bitirip de
Türkiye'deki hukuk fakülteleri programlarına göre eksik kalan derslerden sınava
girip başarı belgesi almış bulunmak.
İdarî yargı adayları için, hukuk veya
hukuk bilgisine programlarında yeterince yer veren siyasal bilimler, idarî
bilimler, iktisat ve maliye alanlarında en az dört yıllık yükseköğrenim yapmış
veya bunlara denkliği Millî Eğitim Bakanlığınca kabul edilmiş yabancı öğretim
kurumlarından mezun olmak.
Kamu haklarından yasaklı olmamak."
Bunlar, hâkim ve savcıların adaylıklara
atanabilmesi için gerekli adaylık nitelikleri.
“Askerlik durumu itibariyle, askerlikle
ilgisi bulunmamak veya muvazzaflık hizmetini yapmış yahut ertelenmiş veya
yedeğe geçirilmiş olmak.
Hâkimlik ve savcılık görevlerini sürekli
olarak yurdun her yerinde -biraz önce söylediğim gibi- yapmasına engel
olabilecek vücut ve akıl hastalığı veya sakatlığı, alışılmışın dışında çevrenin
yadırgayacağı şekilde konuşma ve organlarının hareketini kontrol zorluğu çekmek
gibi özürlü durumlar" ve diğerlerini de saymaya devam etmiş. Şimdi, (e)
bendi çıkarıldıktan sonra, tasarıda bu (g) bendi, hâkim ve savcıların görevde
iken görevlerine son verme şartı olarak da belirlenmiş.
Tasarıdaki bu madde, elbette, hâkimlik ve
savcılık mesleğinin önemiyle, imajıyla, hâkim ve savcının konumuyla yakından
ilgili bir madde. Gerçekten, hâkim ve savcılarımız, verdikleri kararlar
nedeniyle, yaptıkları görev nedeniyle, her zaman, toplumun önemli kesimini
oluşturan bir grup olmuştur. Bu denli önemli bir kesimi oluşturan hâkim ve
savcılarımızın da, elbette, bu önemlerine, bu görevlerinin önemine uygun
şekilde davranışlarda bulunması, konuşma konusunda sorunları varsa, organlarını
hareket ettirme konusunda sorunları varsa, elbette ki, hâkim ve savcılık
mesleğini yaparken veya atanırken, bu hususların önemle dikkate alınması doğal
bir sonuçtur diye düşünüyoruz.
Tabiî, bu düzenlemeleri yapıyoruz da,
hâkim ve savcılarımızın bağlı olduğu Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun
yapısını da çok dikkatli incelemek durumundayız. Elbette, onların özlük
haklarıyla ilgili, onların çalışma sistemleriyle ilgili, çalışma yöntemleriyle
ilgili değişiklikleri yapacağız, onların sıfatlarını, elbette, belirleyeceğiz;
ama, görev sırasında iken, onların, gerek malî durumlarını gerek yaşam
tarzlarını, yaptıkları göreve uygun yaşam tarzlarını, gerçekten, sağlamak,
yürütmenin -bizlerin- önemli görevlerinden birisidir.
Hâkim ve savcının, elbette, yaşam tarzı
önemli de, tabiî, bağımsızlığı da çok önemli. Hâkim ve savcının kararlarını
verirken bağımsız olması ve gerçekten, o önemli kararların altına imza atarken,
vicdanıyla cüzdanı arasında sıkışmaması, temel anlayışlarımızdan, temel
görevlerimizden biri olmalıdır. Bu vicdan ve cüzdan arasına sıkıştırmayı
önlemek bizlerin görevidir. O nedenle, onların yaşam tarzlarına uygun bir malî
düzenleme yapmak bizlerin üstüne düşen temel görevlerden biridir. Ben, yıllarca
avukatlık yaptım, gerçekten, hâkim ve savcılarımızın, gerek görev yaptıkları
yerlerin fizikî koşulları ve gerekse malî açıdan çok ciddî sıkıntılar içinde
olduklarını yaşayarak gördüm ve elbette ki, bu görevi de üstlendiğim zaman
milletvekili olarak da, bağımsız olması gereken ve çok önemli kararlara imza
atan hâkim ve savcılarımızın bu sorununun halledilmesi konusunda da üstüme
düşeni yapacağıma söz veriyorum ve bu Meclisin de, inanıyorum ki, bu biçimsel
tarzların dışında, biçimsel düzenlemelerin dışında onların özlük haklarında,
özelikle malî açıdan da gerekli düzenlemeleri yapacağından en ufak bir kuşku
duymuyorum.
Şimdi, hâkim ve savcılarımızın, özellikle
adliye binalarında -gerçi, son dönemlerde bu binalarla ilgili çalışmalar ciddî
olarak yapılıyor ve devam ediyor- ben, hep merak ederim… Mesela, bir, maki
geliştirme, ağaçlandırma genel müdürlüğü veya şube müdürlüğünün çok güzel
binaları vardır, onların önlerinde arabalar vardır. Elbette, olacaktır. Tabiî,
o da önemli bir olay, önemli bir görev, önemli bir kurum ormancılık, ormanı
geliştirme; ama, adalet dağıtan, peygamber postunda oturan hâkim ve savcının
da, en azından, çalışma ortamı açısından fizikî koşullarının çok daha etkili,
çok daha güzel fizikî mekânlarda çalışmasında ve önemli kararlara imza
atmasında yarar vardır. Mesela, hâkim ve savcılarımızın bir makam aracının
olması, bilemiyorum nasıl düşünülür; uygun mudur değil midir; bence uygundur;
nasıl sağlanabilir... Bunların, hâkim ve savcının yaptığı görev nedeniyle
toplumdaki o yerinin de önemine uygun biçimde değerlendirilmesinde ve onların
bu yaşam tarzlarının bu şekilde düzeltilmesinde ve yaptıkları görevin
saygınlığı ölçüsünde... Hâkim ve savcı, insanın özgürlüğünü kısıtlayabiliyor
veya özgürlüğünü verebiliyor. Trilyonluk davalara, milyar dolarlık davalara
bakıyor ve imza atıyor. Böylesine önemli bir görevi yapan, özgürlükle ilgili
karar veren bir hâkim ve savcının, elbette, yaşam tarzının da aynı ölçüde, aynı
değerde olması ve bunun sağlanması konusunda da bizim üstümüze düşeni yapmamız
gerektiğine yürekten inanıyorum.
Umarım, bu yasa, biçimsel özelliğinin
dışında, söylediğimiz konulara da açıklık getirecek düzenlemeleri arkasından
getirir ve hâkim ve savcılarımızın hak ettiği imaja ulaşmaları, hak ettiği
düzeye ulaşmaları, gerek malî açıdan gerek yaşam tarzı açısından hak ettikleri
noktaya ulaşmaları sağlanır. İnanıyorum ki, Adalet Bakanlığı, hükümet, bu
konuda gerekli çalışmaları en kısa zamanda yapacaktır. Biz de, bu çalışmalar
şayet başlatıldığı takdirde, görüşlerimize eğer başvurulursa, başvurulacaksa,
birlikte, ortak bir tasarı hazırlama noktasında olursak eğer, ona katkı yapmak
isteriz. Bu da, bizim, hâkim ve savcılarımıza, yargıya -özellikle yargıya-
kuvvetler ayrılığı prensibimizin temel unsurlarından olan yargıya saygımızın da
bir gereğidir. Kısa zamanda da bu tür değişikliklerin yapılması konusunda
Bakanlıktan gerekli çalışmaların yapılmasını bekliyor ve Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ercenk.
III.- Y O K
L A M A
BAŞKAN - Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, maddenin oylanmasından önce verilmiş olan bir yoklama talebi
vardır.
Şimdi, yoklama talebinde bulunan
milletvekili arkadaşlarımızın salonda bulunup bulunmadıklarını tespit edeceğim.
En az 20 milletvekili arkadaşımız salondaysa, maddenin oylanmasından önce
elektronik cihazla yoklama yapacağım.
Bayram Meral?.. Burada.
Yüksel Çorbacıoğlu?.. Burada.
Ali Cumhur Yaka?.. Burada.
Tuncay Ercenk?.. Burada.
Mehmet Kartal?.. Burada.
Ali Arslan?.. Burada.
İzzet Çetin?.. Burada.
Halil Tiryaki?.. Burada.
Muharrem Kılıç?..
V. HAŞİM ORAL (Denizli) - Tekabbül
ediyorum.
BAŞKAN - Tekabbül ediyorsunuz, tamam.
Hüseyin Ekmekcioğlu?.. Burada.
Mevlüt Coşkuner?.. Burada.
Osman Özcan?.. Burada.
Abdulkadir Ateş?.. Burada.
Halil Ünlütepe?.. Burada.
Mahmut Duyan?.. Burada.
Mesut Değer?.. Burada.
Erdoğan Yetenç?.. Burada.
Nezir Büyükcengiz?.. Burada.
Mehmet Işık?.. Burada.
Kâzım Türkmen?.. Burada.
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım,
yoklama için 5 dakika süre veriyorum.
Adlarını okuduğum sayın üyelerin yoklama
için elektronik cihaza girmemelerini rica ediyorum.
Yoklama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, toplantı
yetersayısı vardır.
VI.- KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
2.-
Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/1039) (S. Sayısı: 951) (Devam)
BAŞKAN - Maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
25 inci maddeyi, 24 üncü madde olarak
okutuyorum:
MADDE 24.- 2802 sayılı Kanunun 54 üncü
maddesinin ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve maddeye aşağıdaki
fıkralar eklenmiştir.
"Ancak, hizmetin gerekleri ile
görevin özelliklerinden doğan hâllerde mesai saatleri dışında ve tatil
günlerinde nöbet tutarlar."
"Nöbet gün ve saatleri ile nöbet
tutanların dinlenme hakları, iş ve kadro durumlarına göre Cumhuriyet savcıları
için Cumhuriyet başsavcıları, hâkimler için adlî yargı adalet komisyonu
başkanları tarafından, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca belirlenecek
esaslara göre tespit edilir.
Özel kanunlardaki hükümler saklıdır.
Adlî yargı hâkim ve Cumhuriyet savcıları
ile Cumhuriyet başsavcı vekillerinden, bu madde kapsamında nöbet tutanlara,
fiilen nöbet tuttukları her ay için yılı bütçe kanunu ile belirlenen memur maaş
katsayısının yedibinbeşyüz rakamı ile çarpımı sonucu bulunacak miktar kadar
nöbet tazminatı ödenir.
Adlî yargıda nöbet tutan adlî personele,
birinci fıkrada yazılı miktarın 2/3'ü oranında nöbet tazminatı ödenir.
Bu tazminat, damga vergisi hariç herhangi
bir vergiye tâbi tutulmaz ve ödemelerde aylıklara ilişkin hükümler
uygulanır."
BAŞKAN- Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu ve şahsı adına, Ankara Milletvekili Yakup Kepenek.
Sayın Kepenek, buyurun.
CHP GRUBU ADINA YAKUP KEPENEK (Ankara) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, sevgili izleyenler; tabiî,
milletvekilleri deyince, konuşanlar konuşmayanlar, dinleyenler dinlemeyenler,
ayakta olanlar olmayanlar, tümünüz için söylüyorum ve tümünüzü selamlıyorum.
Yeni 24 üncü, eski 25 inci madde, esas
olarak, mesai saatleri dışındaki çalışmaları düzenliyor ve bu çerçevede belli
bir eködeme yapılmasını öngörüyor ve bu ödeme yapılırken, yalnız yargı
mensupları değil, yargı personeli de, daha doğrusu, hâkim ve savcılarla
birlikte diğer personelin de bu haktan, 2/3 oranında yararlanmasını düzenliyor.
Baştan şunu söyleyeyim sayın
milletvekilleri; bu düzenleme, esas olarak doğrudur, hakçadır
BAŞKAN - Sayın Kepenek, beş saniyenizi
rica edeyim...
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım,
Genel Kurulda bulunan arkadaşların lütfen sessiz olmalarını rica ediyorum.
Buyurun.
YAKUP KEPENEK (Devamla) - Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Sınıflarda öğrenciye söz dinletmek kolay
oluyor da, arkadaşlarımıza burada söz dinletmek gerçekten çok güç oluyor. Ben,
şimdi onun güçlüğünü yaşıyorum.
Şimdi, tekrar edeyim; bu maddeyle ilgili
olarak yapılan düzenleme doğrudur ve esas olarak, doğru olmakla birlikte,
gecikmiş bir düzenlemedir. Buradan geçmişte çok sözü edilen, vicdan ile cüzdan
arasında sıkışmış bir yargı sürecinden kurtulmanın yolu da, herhalde bu
noktadan geçmektedir.
Şimdi, bu çok doğru yaklaşımı
vurguladıktan ve bu doğru yaklaşımın sürdürülmesini, yani, bu maddenin kabulünü
istedikten sonra birkaç noktaya daha değinmek istiyorum.
Birincisi şudur: Ülkemizde kamu
çalışanlarının maaşları genel olarak çok yetersizdir. Eğitimden sağlığa, genel
hizmetlerden güvenlik hizmetlerine dek, tüm kamu çalışanları çok az bir maaşla
yetinmek zorunda kalmaktadırlar. Bu olgu, maalesef, bir zamanlar, bir
başbakanın "benim memurum işini bilir" demesi noktasına taşınmış ve
ülkede, hepimizin yıllarca birlikte yaşamakta olduğumuz bir ahlak aşınmasına,
erozyonuna neden olmuştur. Sonra, kamu çalışanları arasında çok önemli maaş
farkları vardır. "Eşit işe eşit ücret" anlayışı, yine üzülerek
belirtmek gerekir ki, kamuda geçerli değildir ve bu durum, yani, eşit işe eşit
ücret, çağımızın en yerleşik, en hakça, en adil, adalete yaklaşmanın temel
ilkesi olmasına karşın ülkemizde uygulanamamaktadır. Bu nedenle, hükümetten, bu
madde çerçevesinde, özellikle kamu personeli reformunu bir an evvel
gerçekleştirmesini ve bu çoklu yapının, bu dağınık yapının bir an önce
düzeltilmesi yönünde başarılı, yapıcı, uygun, yeterli adımlar atmasını talep
ediyorum ve istiyorum.
Hak ve adalet anlayışı, bilindiği gibi,
insanların toplumsallaşmasıyla birlikte başlar ve gelinen noktada, tüm insan
hakları belgeleri bu noktayı vurgular. Bizde de, mahkemelerde "adalet
mülkün temelidir" sözleri bunun ayrı bir göstergesidir. Bu arada bir
parantez açarak şunu söyleyeyim: Kimi mahkemelerde "adalet mülkün
temelidir" yerine "adalet devletin temelidir" türü sözler yer
almaktadır ve ben bunun çok da doğru olmadığını, bu konuda uyumlu, her yerde
geçerli tek bir ilkenin yer almasını istediğimi belirtmek isterim.
Şimdi, hukuk devleti anlayışının egemen
olması, çok büyük uğraşılardan, çok büyük kavgalardan, savaşlardan, verilen
büyük mücadelelerden sonra kazanılmış bir durumdur ve bu uğraş, çok saygın bir
uğraştır. Bu nedenle, hukuk devletini üstte tutmak, onu her zaman korumak,
kollamak, toplumsal yapının, hepimizin en temel görevi olmalıdır.
Burada, izin verirseniz, bir anıyı
anlatmak istiyorum. Hak ve hukuku savunduğu için, düşünceleri nedeniyle
öldürülen Uğur Mumcu, Ankara Hukuk Fakültesinde asistanlığı sırasında başından
geçen bir olayı şöyle anlatıyor: Prof. Tahsin Bekir Balta -idare hukuku
profesörü- her sınavda -yazılı, sözlü; ama, daha çok yazılı sınavda-
öğrencilerine "hukuk devleti nedir" sorusunu soruyor. Bir, iki, üç,
beş… Uğur diyor ki: "Hocam, her sınavda aynı soruyu soruyoruz. Bu
öğrenciler bunun cevabını da ezberlediler. Kolaycılığa kaçarlar. Doğru değil;
bu soruyu değiştirelim." Buna karşı rahmetli Tahsin Bekir Balta'nın
verdiği yanıt çok ilginçtir: "Uğur, hukuk öğrencileri bir tek bu kavramı,
yani 'hukuk devleti' kavramını tam olarak öğrenirlerse, bu, bu ülke için en
büyük kazanımdır."
Şimdi, bu kavrama ne kadar yakınız, bu
kavramdan ne kadar uzağız, bunun kamuoyunda ve kendi aramızdaki sağlıklı
tartışmasını yapmak ve bu çerçevedeki gelişmeleri görmek durumundayız. Kimi
verilerden yola çıkarak şu saptamaları yapmak mümkün: Yargıda yolsuzluk olduğu
bilimsel araştırmalarla da kanıtlanmaktadır. İstanbul'da 670 dolayında avukatla
birlikte yapılan bir kamuoyu araştırmasında, avukatların yüzde 95'i yargıda
yolsuzluk olduğunu vurguluyorlar. Bu araştırma bir yıl evvel yapılmıştır.
Şimdi, bu konuda ne tür adımlar atıldı, nasıl bir düzenleme oldu, ne oldu; bu
konuyu bir tarafa bırakalım; ama, yargıyı her gün uygulayanların en önemli
birimi olan savunmanlar, yani avukatlar, yani savunucular, eğer, burada
yolsuzluk var diyorlarsa; bizim, halka dönüp, kamuoyuna dönüp, bu yargıya
güvenin demeye hakkımız olabilir mi?! O zaman, yapılması gereken; önce, o
kanıyı, avukatlarda ve toplumda yerleşen, yargıda yolsuzluk var kanaatini,
düşüncesini ortadan kaldıracak somut girişimlerde bulunmaktadır. Bu çok önemli
bir sorundur, çok önemli bir konudur ve toplumda adalet duygusunun yerleşmesi,
adalete güvenin güçlenmesi, hak arama yollarının açık olması, bu noktada büyük
önem taşımaktadır.
Burada, bir başka noktanın, konunun altını
çizeyim izin verirseniz değerli milletvekilleri; yargı, adalet, hak ve hukuk,
yalnız ve ancak para babalarının, zenginlerin, varsılların elde edebildiği,
yoksul halkın parasızlığı nedeniyle, yoksulluğu nedeniyle yararlanamadığı bir
kamu hizmeti, bir toplumsal büyük hizmet, bir ulvî hizmet olma durumunda
olmamalıdır. Yani, eğer, biz, hakça bir adalet sistemi oluşturmak istiyorsak;
bunun, özellikle, yoksul kesimlere yaygın, etkin ve doğru dürüst
ulaştırılmasını da sağlamak zorundayız. Devletin birincil görevi, yargıya
güveni sağlamaktır; ama, asıl, esas görevlerinden bir tanesi de, yargının
toplumun tüm katmanlarına eşit, hakça ve düzgün gitmesini sağlamaktır. Yargı,
bu nedenle, çıkar çevrelerinin, para babalarının, kapalı-açık zengin kesimlerin
oyuncağı olmamalıdır. Bu konuda hükümetin duyarlılığı büyük önem taşıyor.
Kısaca "Ankara'da hâkimler var" güveni halkın zihninde egemen olmalıdır.
Bu konuda da bir olay anlatayım izin
verirseniz. Burada anlatmadım sanıyorum. Prusya Kralı Frederik, Postdam'da bir
değirmenciden değirmen bölgesini kendisine satmasını ister. Değirmenci
"benim geçim kaynağım burasıdır. Şifalı sular da olsa, başka şey de olsa
ben değirmenimi satmam" der. Kral Frederik, bunun üzerine "ama, ben
kralım, istersem bunu zorla alırım, parasını da ödemem" deyince, Prusyalı
değirmencinin krala verdiği yanıt hukuk ders kitaplarına geçmiştir. Der ki
değirmenci: "Ben de Berlin'e giderim, sizi hâkime şikâyet ederim."
Değerli arkadaşlar, biz, böyle bir adalet
sisteminin, anlayışının, böyle bir hak arayışı yollarının açıklığının özlemini
çeken bir toplum olmaktan bunu yaşayan bir topluma dönüşmek, bunu yaşayan
insanlar olmak durumundayız ve ikiyüz sene evvel olan bir olayı, biz bugün, 21
inci Yüzyılın başında Ankara için söyletebilmeliyiz. Ülkenin dört bir yanında
bulunan insanlar başları derde girdiği vakit, haksızlığa uğradıkları vakit
"Ankara'da hâkimler var" diyebilmeliler; toprak ağasına da
diyebilmeliler, siyaset ağasına da diyebilmeliler, tüccara da diyebilmeliler,
başkalarına da diyebilmeliler. Bunu sağlamak zorundayız.
Yargının diğer sorunları da var, önemli
sorunları var. meslekiçi yükselmelerde,
hâkimlerin, savcıların yükselmelerinde her zaman nesnel, geçerli
ölçülerin kullanıldığı, hakça bir yükselme sürecinin yaşandığı pek söylenemez.
Bu çerçevede alınacak çok önlem var, yapılacak çok iş var. Bakanlığımıza bu
noktada da büyük görevler düşmektedir.
Yine, bu bağlamda belirtilmesi gereken bir
başka şey var: Hizmetin kalitesini yükseltmek, personelin kalitesinin
yüksekliğiyle olur. Gerek yargıyı dağıtanlar, gerek savcılar, hâkimler,
personel ve bunlarla birlikte avukatlar; yani, yargının savunma öğesi, çok
büyük önem taşımaktadır. Ülkemizde avukatların çalışma koşulları, iş koşulları,
koşturmaları ve durumları, üzülerek belirtmek gerekir ki, çok da iyi değildir.
Bu iyi olmamanın, bu düzgün işleyememenin arkasında adlî sistemin, adalet yapısının
niteliksel, insangücü niteliğinin yetersizliği kadar ya da onunla birlikte,
diğer fiziksel konum, oda, bina, yapı, ulaşım ve benzeri gereksinmelerinin,
araç-gereç gereksinmelerinin yetersizliği de çok büyük rol oynamaktadır. Şimdi,
o çerçevede -kuşkusuz, Adalet Bakanlığına ayrılan bütçe ortada- hükümetin elini
kolunu bağlayan bir para sorunu olduğu ortada. Ancak, adalet hizmetlerine
ayrılacak her kuruş, her tür harcama, hakkı ve adaleti dağıtmaya yardım edeceği
için, o alanda toplumsal gelişmeyi güçlendireceği için, toplumda hakkın,
hukukun yerini bulduğu düşüncesini yaratacağı için, harcamanın kendisinden çok
daha büyük toplumsal kazanım, güven duygusu ve birliktelik ve dayanışmayı
yaratacaktır. Dolayısıyla, adalete harcanacak her kuruş, birkaç katıyla toplumsal
getiri, toplumsal kâr, toplumsal verim olarak geriye dönecektir. Bu nedenle,
adaletin yerine getirilmesinde parasal harcamalardan hiçbir biçimde çekinmemek
gerekir; çünkü, bu hem toplumsal güveni ve dayanışmayı güçlendirecek hem
insanlar arasındaki dostluğu, kardeşliği güçlendirecek hem de aynı zamanda
dönerek adaletin kendi yükünü hafifletecektir. Neden hafifletecektir, daha az
suçlunun, daha az, işte, kötü yola düşenin diyelim, kötü işler yapanın; daha
çok yargıya başvurmak zorunda kalanların sayısının, toplumdaki hak anlayışının
genişlemesi, gelişmesi, yaygınlaşması ve güçlenmesi, yargının da toplumun da
yükünü hafifletecektir. Bu çerçevede, Sayın Bakanla Kalecik İlçesinin adalet
sarayının açılışında birlikte bulunma onurunu taşıdım. O doğrultudaki çabaları
yerinde ve doğru buluyorum, bunun devamını diliyorum. Bu arada,
dokunulmazlıkların kaldırılmasına bunun katkı yapmasını diliyor, hepinize
saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Kepenek, teşekkür ediyorum.
Sayın milletvekilleri, madde üzerinde 2
adet önerge vardır; önergeleri önce geliş sıralarına göre okutup sonra
aykırılıklarına göre işleme alacağım.
İlk önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 951 sıra sayılı Hâkimler
ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısının 24 üncü maddesine aşağıdaki fıkranın eklenmesini arz ve teklif
ederim.
Saygılarımla.
Mehmet Eraslan
Hatay
"Adlî ve idarî hâkim ve savcıların
emekliliklerinde, hizmette geçirdikleri her yıl için ¼ oranında fiilî hizmet
sürelerine ilave yapılır."
BAŞKAN - İkinci önergeyi okutup, işleme
alacağım.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan Hâkimler ve Savcılar
Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 24
üncü maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve talep ederiz.
|
İrfan
Gündüz |
Sabri
Varan |
Mehmet
Kurt |
|
İstanbul |
Gümüşhane |
Samsun |
|
Mustafa
Çakır |
Mehmet
Emin Tutan |
|
|
Samsun |
Bursa |
|
"Madde 24 - 2802 sayılı Kanunun 54
üncü maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
Madde 54 - Hâkim ve savcılar, haftalık
çalışma süresi ve günlük çalışma saatleri yönünden Devlet Memurları Kanunundaki
hükümlere tabidirler. Ancak, hizmetin gerekleri ile görevin özelliklerinden
doğan hallerde mesai saatleri dışında ve tatil günlerinde nöbet tutarlar.
Nöbet gün ve saatleri ile nöbet tutanların
dinlenme hakları, iş ve kadro durumlarına göre Cumhuriyet savcıları için
Cumhuriyet başsavcıları, hâkimler için adlî yargı adalet komisyonu başkanları
tarafından, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca belirlenecek esaslara göre
tespit edilir.
Özel kanunlardaki hükümler saklıdır.
Mesai saatleri dışında, genel tatil
günlerinde veya hafta sonu tatillerinde bu madde kapsamında nöbet tutan adlî
yargı hâkim, Cumhuriyet başsavcısı, Cumhuriyet başsavcıvekili ve Cumhuriyet
savcılarına, karşılığında izin kullanılmasına müsaade edilmeyen ve kesintisiz
sekiz saatten az olmamak üzere tutulan her nöbet günü için, il merkezleri ile
en son yapılan resmî nüfus sayımına göre nüfusu yüzbinden fazla olan ilçe
merkezlerinde 1000, diğer yerlerde 500 gösterge rakamının, adlî yargıda
bunlarla birlikte nöbet tutan adlî personele ise bu gösterge rakamlarının
yarısının, memur aylıklarına uygulanan katsayıyla çarpımı sonucu bulunacak
tutarda nöbet ücreti ödenir. Bir kişiye bu şekilde ücret ödenebilecek nöbet
sayısı ayda yedi günü geçemez. Nöbet ücreti ödenen günler için adlî personele
ayrıca fazla çalışma ücreti ödenmez. Bu ücret damga vergisi hariç herhangi bir
vergi ve kesintiye tabi tutulmaz."
BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?
ADALET KOMİSYONU BAŞKANVEKİLİ RECEP ÖZEL
(Isparta) - Takdire bırakıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN - Hükümet?..
ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) -
Katılıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Nöbet tutulan yerlerin iş yoğunluğu
dikkate alınarak, nöbet ücreti kademelendirilmiş ve ücret dengesinin korunması
için nöbet tutulan gün sayılarıyla ilgilendirilmiş ve sınırlama getirilmiştir.
BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, ilk okuttuğum
önergeyi işleme alamıyorum; çünkü, ikinci verilen önergeyle madde muhtevası
tamamen değiştiğinden, diğer önergeyi işlemden kaldırıyorum.
Kabul edilen önerge doğrultusunda maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
26 ncı maddeyi 25 inci madde olarak
okutuyorum:
MADDE 25.- 2802 sayılı Kanunun 58 inci
maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Madde 58.- Hâkimlere ve savcılara
sicil numarası verilir, haklarındaki belgeler gizli ve açık sicil dosyalarıyla
özlük dosyasında saklanır. Ayrıca bu bilgiler elektronik ortamda da
tutulabilir."
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu ve şahsı adına, Çorum Milletvekili Sayın Feridun Ayvazoğlu;
buyurun.
CHP GRUBU ADINA FERİDUN AYVAZOĞLU (Çorum)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz 951 sıra sayılı
Hâkimler ve Savcılar Kanununda yapılacak olan değişiklikler ile bazı kanunlarda
yapılacak olan değişikliklere ilişkin kanun tasarısıyla ilgili görüşmekte
olduğumuz ve değişen 25 inci maddeye ilişkin olmak üzere, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına ve şahsım adına söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, 2802 sayılı
Kanunun 58 inci maddesi değiştiriliyor, bu tasarı maddesiyle; daha doğrusu, bir
cümle ekleniyor.
Halihazırdaki yürürlükte bulunan madde, 58
inci madde, "hâkimlere ve savcılara sicil numarası verilir, haklarındaki
belgeler, gizli ve açık sicil dosyalarıyla özlük dosyasında saklanır" idi.
Bu, zaten var; şimdi var olmaya devam edecek; şu cümle ekleniyor:"Ayrıca
bu bilgiler elektronik ortamda da tutulabilir." Yani, burada "hâkim
ve savcılara ilişkin sicil numarası verildikten sonra, ilgili belgeler, gizli
ve açık sicil dosyalarında ve özlük dosyasında saklanır" şeklindeki
ibareden sonra, bunların elektronik ortamda da tutulabilmesine, elbette, bu
yöndeki sicil dosyalarını tutmakta bulunan, gerek Adalet Bakanlığındaki büro
gerekse Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulundaki ilgili birim yetkili olacaktır;
bundan daha doğal bir şey olamaz. Bu bilgi ve belgelerin, artık, çağımız
teknolojisi gereğince, her ortamda bulunan, elektronik bir şekilde bunların
tutulması da, elbette, çağın ve teknolojinin gereğidir diye düşünüyoruz. Bu,
tutulabilmesi, zorunlu olmaktan çıkarılmış, daha doğrusu zorunluluktan ibaret
olmayıp takdire bağlı bir duruma getirilmiş oluyor.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, elbette,
bizler, buraya çıkıyoruz ve belirli alanlarda gelen tasarılarla ilgili
konuşmalar yapıyoruz. Birbirimizi yeterince tanıyoruz, tanımıyoruz; ama,
hepimiz, elbette, bu kürsüye çıktığımızda, değerli milletvekili
arkadaşlarımıza, kısaca da olsa, birbirimizin bilgisini verme şansımız, alma
şansımız olabilir; ama, ben de huzurunuzda, bu mesleği, cumhuriyet savcılığı
mesleğini on yıl süresince yapan bir arkadaşınız olarak konuşmada bulunuyorum;
bunu da bilgilerinize sunayım ve sicillerden bahsedilince, sicil numaramız da
21 550 idi. Şu anda, sanıyorum, hâkim ve savcılarımıza verilen sicil numarası
40 000'leri aştı diye biliyoruz;
bilmiyorum, kesin bir rakam ve sayı vermek istemiyorum; ama, 40 000'leri aştı
bu sayı. Elbette, bu sicil numaraları, hâkim ve savcıların, emekliliğinin
sonuna kadar, görevinin devamınca ve emekliliğin sonuna kadar giden bir sicil
numarasıdır. Yalnız, en son, adlî personelin -hâkim, savcı, icra müdürleri ve
diğer personel dahil olmak üzere- tümüne aynı sicil numarası verilecek diye bir
duyum aldık. Ne derece doğrudur bilmiyorum; ama, eğer böyle bir uygulama
yapılır ise -yapılır demiyoruz veya yapılacak demiyoruz- bunun, hâkimlik ve
savcılık mesleğine pek uygun olmadığını burada, huzurunuzda, Yüce Meclisin
huzurunda sizlere bilgi olarak vermek istiyorum. Diliyoruz, böyle bir
uygulamaya geçilmez; çünkü, gerçekten yargı denildiğinde, Anayasamızdaki yargı
bağımsızlığı dediğimizde, bağımsız yargı denildiğinde, elbette bunun birinci
derecede sorumlusu ve muhatabının hâkimler ve savcılar olduğunu bir kez daha
burada vurgulamak istiyorum ve bu nedenle de hâkimler ve savcıların kendilerine
özgü sicil numarasının verilmesinin doğru bir uygulama olduğunu, bunun diğer
personelle birlikte verilmesinin uygun olmayacağını, uygulamalarda bunun
birtakım sakıncalar yaratabileceğini belirtmek istiyorum. O nedenle burada, maddede
yeri gelmişken bilgi olarak sunmak istedim.
Şu ana kadar 24 maddeyi görüştük ve ben,
şimdi söz almadan önce görüşülen madde 24 üncü madde idi. Bu maddede, biz,
gerek altkomisyonda gerekse Adalet Komisyonunda yapmış olduğumuz çalışmalarda
belirli bir şekilde hâkim ve savcılar ile adlî personele ilişkin
iyileştirmelerden yana olduğumuzu ve bu niyetimizin aynı şekilde İktidar
Partisi tarafından da paylaşıldığını bilerek ve düşünerek, bu saate kadar,
bugüne kadar bu tasarıyla ilgili değişikliklere olumlu yönde baktığımızı ve
olumlu yönde oy kullandığımızı, oy kullanacağımızı söylemiştik. Bu doğrultuda
olmak üzere, vermiş olduğumuz önerge istikametinde, Adalet Komisyonunda
gerçekten uygun bir değişiklikle, bizim belirtmiş olduğumuz ve bu kanunla
değiştirilen ve bu kanuna temel teşkil eden, gerek Türk Ceza Kanunundaki yeni
sistemle gerekse Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunundaki yeni sistemle getirilen
nöbet sistemine, nöbet tutan hâkim ve savcılar ile adlî personele nöbet hakkının
dinlenme hakkı şeklinde de verilmesi gerektiğinin, nöbet görevinin ve
sorumluluğunun sonunda dinlenme hakkının da verilmesi şeklindeydi, buna ek
olarak nöbet tazminatı eklendi.
Tabiî, bu nöbet tazminatı, daha sonra, şu
anda verilen önergeyle nöbet ücreti şekline dönüştürüldü; ama, biz, o gün
verilen önergenin kabul edildiği haliyle, sanıyorum bir miktar olarak belirtmek
gerekirse, oradaki hesap sonucu bir hâkim ve savcıya ödenecek olan nöbet
tazminatı ortalama 400 000 000 liraya yakın bir tutarda bulunuyor idi, bunun
üçte 2'si nöbet tutan adlî personele verilmek üzere idi; ancak, verilen ve
kabul edilen teklifle, önergeyle, bu, biraz daha kısıtlandı ve bu hakkın,
miktar olarak, tazminat olarak, ücret olarak biraz daha az verilmesine sebep
oldu diye düşünüyoruz.
Bunu, Yüce Meclisin
huzurunda, değerli milletvekillerinin bilgisine ve bu konuyla ilgilenen, gerek
hâkim ve savcılarımıza gerekse adlî personele ve kamuoyuyla paylaşmak için
verdiğimi belirtmek istiyorum.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, gerçekten çok
önemli bir kesimin, çok önemli bir alanın mensuplarıyla ilgili, mensuplarını
yakından ilgilendiren bir yasa değişikliği olunca, ister istemez, bunu, siz
değerli milletvekillerimizle, cumartesi gününden beri, bugün dahil iki gündür
paylaşmak durumunda kaldık.
Elbette denilebilir ki, uzlaşılacak
maddelerimiz çoğunlukta, eleştirilecek ve eleştirilen maddeler çok
azınlıktaydı, muhalefet ettiğiniz maddeler de azdı, neden bu kadar uzatılıyor
denilebilir; ama, ne olursa olsun, şunun altını bir kez daha çizmek istiyorum
değerli arkadaşlarım: Bu Meclisin çatısı altında, yasama görevi yaparken,
Anayasamızda yer alan çok önemli ve temel ayaklar tartışılırken, temel
prensipler konuşulurken, bunların muhataplarıyla ilgili yasa değişiklikleri
konuşulurken, mutlaka ve mutlaka, siz değerli milletvekilleriyle, burada, zaman
önem taşımaz noktasından hareketle, sizlerle ve kamuoyuyla ve ilgili
muhataplarıyla bunu paylaşmamız zorunludur noktasından hareket ettiğimiz
içindir. Bu noktadan hareketle bunları paylaşıyoruz, iki gündür bu yasa
değişikliğini tartışıyoruz.
Baktığımızda, gerçekten, değerli
arkadaşlarım, hâkim ve savcılarla ilgili olarak, Avrupa Birliği ve Avrupa
Konseyi kaynaklarına bakıldığında, çok önemli kurum ve kuruluşların -bunları,
yani hâkim ve savcılık mesleğini- yargıyı ne derece önemli bir şekilde ele
aldığını ve olmazsa olmaz kurallarının içerisinde, demokrasinin bu
kurallarından mutlaka ve mutlaka vazgeçilemeyecek şekilde yer alan bir unsur
olduğunu, bir kez daha gözlemliyoruz. Örneğin, 1985 tarihli Birleşmiş Milletler
yargı bağımsızlığına dair temel prensiplerde, yine hâkimlerin görev süresi,
bağımsızlığı, güvenliği, alacakları yeterli ücret, hizmet şartları, emekli
aylıkları, emeklilik yaşı kanunda yeterli biçimde güvence altına alınır. Yine,
hâkimlerin yükselmelerinden tutalım, dürüstlük ve deneyimlerinden, objektif
nedenlere dayanması gereğinden, meslekî sıfatları nedeniyle bir hâkim hakkında
yapılan suç isnatları, şikâyetler, uygun bir usule göre, hızla ve adil biçimde
takip edilir şeklindeki hükümlerine bakıldığında, gerçekten, hâkim ve savcılık
mesleğinin, bir kez daha ne kadar önem taşıdığını gözlemlemek durumunda
kalıyoruz.
Yine, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin
13 Ekim 1994 tarihli tavsiye kararında, buna benzer, bu noktada,buna paralel
ilkeleri kalem altına aldığını görmekteyiz.
Yine "hüküm verme süreci içerisinde
bulunan hâkimler bağımsız olmalı ve her türlü çevreden, her türlü nedenle
doğrudan veya dolaylı olarak gelebilecek müdahalelerden, tehditlerden,
baskılardan, teşviklerden, uygunsuz etkilerden ve sınırlamalardan uzak biçimde
hareket edebilmelidir" şeklindeki vazgeçilmez ilkeleri, kalem altına
almışlardır.
Yine "hâkimlerin görevlerini etkin ve
eksiksiz bir şekilde yerine getirmemesi veya disiplin cezasını gerektiren bir
suçun varlığı halinde, adlî bağımsızlığı zedelemeyecek şekilde, gerekli tüm
önlemler alınmalıdır" şeklinde de
hüküm getirerek, bir hâkim ve savcı hakkında yapılacak olan belirli
şikâyetlerin ve suç isnatlarındaki haklarında yapılacak soruşturmaların da çok
ciddî bir biçimde ele alınması gerektiği noktasında, bunlar da hüküm altına
alınmıştır.
Yine aynı çerçevede, devamla, İnsan
Haklarını ve Ana Hürriyetlerini Korumaya Dair Avrupa Sözleşmesinin de Adil
Yargılama kenar başlıklı 6 ncı maddesi şeklinde devam eden hükümlerinde de bu
paralelliğe destek veren hükümler yer almaktadır.
Yine, elbette hepimiz biliyoruz ve bu
iddiadayız ki, Avrupa Birliğinin ülkemiz hakkında açıkladığı 2003 Yılı İlerleme
Raporunda da, yine, yargı sistemine ilişkin bölümlerinde, yargının ağır iş
yükünün, olumsuz bulunan hususlar arasında sayıldığı açıkça görülmektedir. Yine
söz konusu bu bölümde, yargının işleyişi, ilgili olarak hâkim ve savcıların
gerçekten büyük bir iş yükü altında olduğu, buna paralel olarak, adlî
personelin bu iş yükünü birlikte taşımak zorunda oldukları hüküm altına
alınmıştır.
Elbette, adlî personel derken, burada,
Sayın Bakanımızın da bu çalışmaların içerisinde olacağını bizler biliyoruz.
Önümüzdeki süreçte bu çalışmalar yapılacaktır; gerek personel düzenindeki
komple çalışmalarda gerekse adliyeye ilişkin özel olarak yapılacak
çalışmalarda, adliyeyi bir bütün olarak ele almakta büyük fayda olacaktır.
Hâkim ve savcılar zabıt kâtibi olmadan, zabıt kâtipleri, mübaşirler olmadan,
müstahdemler olmadan, yine, icra dairelerinden tutalım, icra müdürlerine ve
icra personeline kadar, cezaevi personeline kadar ve bu arada adliyenin yine
bütünü olarak kabul etmek zorunda kaldığımız seçim kurulundaki bütün görevli
arkadaşlarımızın, personelin de, aynı çerçevede, birbiriyle ayrımcılığı
giderecek şekilde, bunların özlük haklarının, malî haklarının tek elde
toplanarak, bu adaletsizliğin adalet süreci içerisinde giderilmesi gerektiğini
ve bu noktada da gerçekten ciddî çalışmaların yapılmasını, bu Mecliste, diliyoruz
ve istiyoruz ki, bizler görelim, bizlere kısmet olsun diyorum.
Elbette, değerli arkadaşlarım, yeri
geldikçe konuşmak durumunda kaldığımız bu maddelerle ilgili olarak hepimizin
amacı adalet içerisinde adaletsizlik olmasın. Hepimizin duygu ve düşüncesi, iyi
niyeti bu çerçevede. Demokrasinin ayakta kalabilmesi hukuk devletiyle
mümkündür.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Ayvazoğlu, lütfen,
konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
FERİDUN AYVAZOĞLU (Devamla) - Hukuk
devletinin ayakta kalabilmesi de, yine, bu adaletsizliklerin adalet teşkilatı
içerisinde giderilmesiyle mümkün olacaktır ve bir gün olacaktır, yarın bir gün,
belki bizler, belki bizim dışımızdaki yakınlarımızın ve yetmiş milyon
insanlarımızdan birilerinin mutlaka adalete ve hukuka ihtiyacı olacaktır. Bu,
milletvekili olabilir, bakan olabilir, başbakan olabilir; ama, hepimizin
ihtiyacı hukuktan ve adaletten geçecektir. Bir gün olacak bunlar da
görülecektir, görülebilecektir diye düşünelim.
Bu duygu ve düşüncelerle, Yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ayvazoğlu.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
27 nci maddeyi 26 ncı madde olarak
okutuyorum:
MADDE 26.- 2802 sayılı Kanunun 69 uncu
maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde geçen "ağır hapis
veya" ibaresi metinden çıkarılmış; aynı fıkranın ikinci cümlesinde geçen
"ağır hapis" ibaresi "hapis" şeklinde değiştirilmiş; ikinci
fıkrasında geçen "647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkında Kanunun 4 üncü
maddesindeki" ibaresi ile üçüncü fıkrasında geçen "647 sayılı Kanunun
4 üncü maddesindeki" ibaresi "5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 50 nci
maddesindeki" şeklinde değiştirilmiştir.
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu ve şahsı adına, Antalya Milletvekili Sayın Tuncay Ercenk;
buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA TUNCAY ERCENK (Antalya) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 951 sıra sayılı Hâkimler ve Savcılar
Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet
Komisyonu raporunun 26 ncı maddesi hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
ve kişisel görüşlerimi açıklamak üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum.
Sayın milletvekilleri, tasarının 26 ncı
maddesiyle ilgili gerekçeye baktığımız zaman "2802 sayılı Kanunun 69 uncu
maddesinin ikinci ve üçüncü fıkralarında yapılan değişiklikle, madde metni
26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu ile uyumlu hale
getirilmiştir" deniyor. Gerçekten, bu uyumun sağlanması doğal bir
gelişmedir, doğal bir sonuçtur.
Şimdi, bundan önceki konuşmamda
belirttiğim gibi; tamam, bu değişiklik uyumlu hale getiriliyor da, ne ne
oluyor, ne yapılıyor da uyumlu hale getiriliyor, nereden ne çıkarılıyor, nerede
ne, hangi madde ekleniyor; onu da açıklamakta yarar var diye düşünüyorum.
Şimdi, 2802 sayılı Kanunun 69 uncu
maddesini önce okumak gerekiyor, bilmek gerekiyor ki, bu maddeyle ilgili
düşüncelerimizi açıklayabilelim.
Yine, 2802 sayılı Yasanın 69 uncu maddesi
hâkim ve savcıların meslekten çıkarılmasını düzenliyor. Meslekten çıkarma ise,
bir daha mesleğe alınmamak üzere göreve son verilme olarak belirtilmiş 69 uncu
maddede.
"68 inci maddenin (e) bendinde yazılı
hallerden dolayı hangi sınıf ve derecede olursa olsun -69 uncu maddeyi
inceliyoruz- iki defa diğer hallerden dolayı bir derecede iki veya derece ve
sınıf kaydı aranmaksızın üç defa yer değiştirme veya derece yükselmesinin
durdurulması cezası almış olmak veya taksirli suçlar hariç olmak üzere, ağır
hapis veya üç aydan fazla hapis veya affa uğramış olsa bile 8 inci maddenin (h)
bendinde yazılı suçlardan biri ile kesin hüküm giymek meslekten çıkarılmayı
gerektirir" diyor 69 uncu maddenin birinci cümlesi; "Ancak, hürriyeti
bağlayıcı cezanın ağır hapis veya yukarıda belirtilen suçlardan dolayı
verilmemiş olması şartıyla, ertelenmiş veya 647 sayılı Cezaların İnfazı
Hakkında Kanunun 4 üncü maddesindeki ceza ve tedbirlerden birine çevrilmiş
olması halinde meslekten çıkarma cezası yerine yer değiştirme cezası
verilir" diyor.
Yine, önümüzdeki tasarının 26 ncı
maddesiyle uyumlu hale getirilen, 26.9.2004'te çıkarılan yasayla uyumlu hale
getirilmesi gereken 69 uncu maddenin üçüncü fıkrasında da "Hükümlülüğü
gerektiren suç, mesleğin şeref ve onurunu bozan veya mesleğe olan genel saygı
ve güveni gideren nitelikte görülürse, cezanın miktarına ve ertelenmiş veya 647
sayılı Kanunun 4 üncü maddesindeki ceza veya tedbirlerden birine çevrilmiş olup
olmadığına bakılmaksızın, meslekten çıkarma cezası verilir" denmektedir.
Şimdi, bu eski metni ben size arz ettim.
Yeni metinde, yani, bu tasarıyla uyumlu hale getirilen; yani, 5237 sayılı Türk
Ceza Kanunuyla uyumlu hale getirilme gerekçesinde belirtildiği gibi, 69 uncu
maddenin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde geçen "ağır hapis veya"
ibaresi metinden çıkarılmış; aynı fıkranın ikinci cümlesinde geçen "ağır
hapis" ibaresi, "hapis" şeklinde değiştirilmiş; ikinci
fıkrasında geçen "647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkında Kanunun 4 üncü maddesindeki"
ibaresi ile üçüncü fıkrasında yer alan "647 sayılı Kanunun 4 üncü
maddesindeki" ibaresi de, yine, yeni ceza yasasıyla uyumlu hale
getirilmesi için "5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 50 nci
maddesindeki" -tırnak içinde bunlar- şeklinde değiştirilmiştir.
Şimdi, bu değişiklikle doğal bir uyum
gerçekten sağlanmış. Bu şekilde değiştirilen maddeye baktığımız zaman,
meslekten çıkarma cezası, yine, tarifi aynı kalıyor değişiklikle; ancak,
değiştirilen şekliyle size sunmak istiyorum: "68 inci maddenin (e)
bendinde yazılı hallerden dolayı hangi sınıf ve derecede olursa olsun iki defa
diğer hallerden dolayı bir derecede iki veya derece ve sınıf kaydı aranmaksızın
üç defa yer değiştirme veya derece yükselmesinin durdurulması cezası almış
olmak veya taksirli suçlar hariç olmak üzere…" ibaresinden sonra,
"ağır hapis veya" ibaresi çıkarılmış -devam ediyor- "üç
aydan fazla hapis veya affa uğramış olsa bile 8 inci maddenin (h) bendinde
yazılı suçlardan biri ile kesin hüküm giymek meslekten çıkarılmayı gerektirir.
Ancak -yeni metni okuyorum- hürriyeti bağlayıcı cezanın hapis veya yukarıda
belirtilen suçlardan dolayı verilmemiş olması şartıyla, ertelenmiş veya 5237
sayılı Türk Ceza Kanununun 50 nci
maddesindeki ceza ve tedbirlerden birine çevrilmiş olması halinde
meslekten çıkarma cezası yerine yer değiştirme cezası verilir."
Yine, değiştirilen 69 uncu maddenin üçüncü
fıkrasını yeni haliyle Yüce Meclise sunmak istiyorum: "Hükümlülüğü
gerektiren suç, mesleğin şeref ve onurunu bozan veya mesleğe olan genel saygı
ve güveni gideren nitelikte görülürse, cezanın miktarına ve ertelenmiş veya
5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 50 nci maddesindeki ceza veya tedbirlerden
birine çevrilmiş olup olmadığına bakılmaksızın, meslekten çıkarma cezası
verilir."
Şimdi, bu incelemeyi yaptıktan sonra
teknik olarak bir eksikliği Yüce Meclise sunmak istiyorum. Tabiî, daha sonra
çıkarılan tasarıda, yetkililerle görüşmemde böyle bir düzenleme yapıldığı bana
iletildi; ancak, bu maddeye de el değmişken, buradaki "ağır hapis"
tabirinin de çıkarılmasında yarar vardı diye düşünüyoruz.
Şimdi, 8 inci maddenin (h) bendinde yazılı
suçlardan biriyle kesin hüküm giymek eski maddede de vardı, yeni maddede var o.
Ancak, orada (h) maddesine atıf yapıldığı için (h) maddesine bakmak gerekiyor,
yani, (h) fıkrasına. Hangi maddenin; 8 inci maddenin (h) fıkrasına bakmak
gerekiyor. Taksirli suçlar hariç olmak üzere, ağır hapis veya üç aydan fazla hapis
veya affa uğramış olsa bile devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlar ile
zimmet, ihtilas, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı
kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı veya şeref ve haysiyet kırıcı
bir suçtan veya kaçakçılık, resmî ihale ve alım satımlara fesat karıştırma,
devlet sırlarını açığa vurma suçlarından dolayı hükümlü bulunmamak veya bu
suçlardan veya taksirli suçlar hariç olmak üzere üç aydan fazla hürriyeti
bağlayıcı cezayı gerektiren bir fiilden dolayı soruşturma veya kovuşturma
altında olmamak hâkim adaylarının ve savcı adaylarının niteliklerinden birisi.
Şimdi, yeni maddede de, bu (h) fıkrasına
atıf yapılıyor; ancak…
BAŞKAN - Sayın Ercenk, affınıza sığınarak
bir şeyi söyleyeyim. "H" harfini "haş" olarak
söylüyorsunuz. Bizim alfabede "haş" ifadesi yok, herhalde, bunun
"he" veya "ha" olması lazım. Bunu düzeltirseniz memnun
olurum. Yani, milletin kürsüsünden böyle bir şey olmasın.
TUNCAY ERCENK (Devamla) - Anlaşılıyor o.
Şimdi "ağır hapis cezası" veya
"ağır hapis" tabiri, 2802 sayılı Kanunun 69 uncu maddesinin ikinci
fıkrasının birinci cümlesinde "ağır hapis veya" ibaresi bu tasarının
26 ncı maddesiyle çıkarılmış vaziyette; ama, atıf yapıldığı 8 inci maddenin (h)
-Sayın Başkanın uyarısını dikkate alalım o zaman, "haş" demeyeyim
"he" diyeyim- fıkrasında "ağır hapis" tabiri aynen kalmış.
Burada bir eksiklik olduğunu hissediyorum; yani, bu maddeye, 8 inci maddeye,
(h) fıkrasına bir el değmişken, bu "ağır hapis" kelimelerinin de
oradan çıkarılması gerekirdi diye düşünüyorum. Teknik bir düzenleme belki; ama,
bu şekilde de herhangi bir mahzuru biz görmüyoruz. Gerçi, yetkililerle
görüşmemde 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında
Kanunun (kabul tarihi 4.11.2004) 6 ncı maddesinde "özel ceza kanunları ile
ceza içeren kanunlarda öngörülen 'ağır hapis' cezaları, 'hapis' cezasına
çevrilmiştir" deniliyor. Doğru, bütün hepsini mutlaka kapsamaktadır, ona
bir diyeceğimiz yok; ama, herhalde bir teknik eksiklik olmuş. (h) fıkrasına
yapılan atıfta, bu ağır hapis cezası da doğrudan doğruya çıkarılsaydı, öyle
sanıyorum ki, daha uygun bir iş yapılmış olurdu.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu
tasarı, tabiî, biraz önceki konuşmamda da söylediğim gibi, hâkim ve
savcılarımızın özlük işlerine ne derece katkı sağlayacaktır, ne derece onların
malî güçlerini iyileştirecektir, bunun bir tartışma noktasında yarar vardır.
Yine özellikle kuvvetler ayrılığı prensibinin önemli unsurlarından biri olan
yargıya verilecek önem, sadece yargı önünde, hâkimin önünde durup ifade
vermekle olmaz veya savcıya ifade vermekle olmaz. O önünde durduğunuz hâkim ve
savcının da, yaptığı görevin değeriyle, imajıyla, ağırlığıyla etkili biçimde
görevlendirilmesi ve yetkilendirilmesi gerekiyor, onun yaşam tarzının diğer
kesimlerden çok farklı olması gerekiyor; çünkü, yapılan iş, ciddî bir iştir;
karar veriyorsunuz, hâkim kararı, Türk Milleti adına karar veriyorsunuz. Hiçbir
kuruluşta yoktur "Türk Milleti adına karar veren bağımsız mahkeme"
diye yazar; numarasını söyler, asliye hukuk der, ağır ceza der ve Türk Milleti
adına karar veren bir kurum. Bu denli millet adına karar veren bir kurumun da,
öyle sanıyorum ki, her yönüyle önemli, ağırlığıyla toplumda yer ettiğini ve
önemli kararlara imza atan bir kesim olduğunu her fırsatta anlatmamız ve onu
hissettirmemiz gerekiyor ki, yargıya olan saygı, bağımsız yargıya olan saygı,
hâkimlere ve savcılarımıza olan saygı biraz daha, giderek artsın, hâkim ve
savcılardan korkarak yargı önüne gitmemezlik olmasın, onlara güvenmek lazım.
Hâkim ve savcılarımıza güvenmek durumundayız. Onun için, vatandaş, nasıl, yargı
önüne suçlu veya suçsuz olduğunu ispatlamaya gidiyorsa, bütün siyasîlerimizin
de, aynı anlayışla, aynı cesaretle, aynı duyarlılıkla -suç işlediği iddia
edilen siyasîlerimizi kastediyorum tabiî- çıkıp, hâkim ve savcı önünde,
alınları ak, yürekli pak, ifadelerini vermeleri gerekir. Hâkim ve savcının
önünden kaçmamak, tam aksine, kendilerini ona teslim etmeleri gerekiyor.
Bunların başında da, bu görevi üstleneceklerin başında da siyasetçilerimiz
geliyor ve bir an evvel, siyasetçilerimizin de, suç işlediği iddia edilen
siyasetçilerimizin de, dokunulmazlıklarının kaldırılarak yargı önüne
çıkmasında, ifade vermesinde ve eğer, gerçekten aklanacaklarına inanıyorlarsa,
gerçekten suçsuz olduklarına inanıyorlarsa, aklanmalarına fırsat verilmesi
gerekiyor. Adaletten kaçılmaz, adalete sığınılır; çünkü, adalet, gerçekten
önemli bir kurumdur. Adaletten kaçmak insana bir şey getirmez; tam aksine,
adalete gidip aklanırsanız çok şey kazanırsınız. Mahkûm olacaksanız, o
dosyaların içindeki delillerdir, ona da rıza göstereceksiniz.
Bir an evvel, hâkim ve savcılarımıza
vatandaşlarımızın teslim olduğu gibi, siyasîlerimizin de, suç işlediği iddia
edilen siyasîlerimizin de, bakan olsun, milletvekili olsun, gidip onların
önünde aklanmaya çalışmalarını talep ediyorum ve Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ercenk.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler…
HALİL TİRYAKİ (Kırıkkale) - Karar
yetersayısının aranılmasını istiyoruz.
BAŞKAN - Geçti…
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
HALİL TİRYAKİ (Kırıkkale) - Nereye kabul
edildi?! Başkan, valla olmadı!..
BAŞKAN - 28 inci maddeyi 27 nci madde
olarak okutuyorum:
MADDE 27.- 2802
sayılı Kanunun 72 nci maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir.
"Ceza soruşturması veya kovuşturması
ile disiplin soruşturmasının bir arada yürütülmesi ve zamanaşımı
Madde 72.- Hâkim ve savcılar hakkında ceza
soruşturması veya kovuşturmasına başlanmış olması, aynı olaydan dolayı disiplin
soruşturmasını gerektirmeyeceği gibi, ilgilinin mahkûm olması veya olmaması
ayrıca disiplin cezası verilmesine engel teşkil etmez.
Meslekten çıkarma ve yer değiştirme
cezalarını gerektiren eylemler hariç olmak üzere, bu Kanuna göre disiplin
soruşturmasını gerektiren eylemlerin işlenmesinden itibaren üç yıl geçmiş ise
disiplin soruşturması açılamaz. Disiplin cezasını gerektiren eylemin işlendiği
tarihten itibaren beş yıl geçmiş ise disiplin cezası verilemez.
Disiplin cezasını gerektiren eylem, aynı
zamanda bir suç teşkil eder ve bu suç için kanunda daha uzun bir zamanaşımı
süresi öngörülmüş olur ve ceza soruşturması veya kovuşturması da açılır ise,
ikinci fıkrada belirtilen süre yerine bu süreler uygulanır. Hâkimler ve
Savcılar Yüksek Kurulunca kovuşturma sonucunun beklenmesine karar verilenler
hakkında ise, mahkeme kararının kesinleşmesinden itibaren iki yıl geçmekle ceza
verme yetkisi zamanaşımına uğrar."
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu ve şahsı adına, Antalya Milletvekili Feridun Fikret Baloğlu.
Sayın Baloğlu, buyurun. (CHP sıralarından
alkışlar)
CHP GRUBU ADINA FERİDUN FİKRET BALOĞLU
(Antalya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına. Hâkimlerimize ve savcılarımıza
gösterdiğimiz büyük ilginin, onlara duyduğumuz güvenin bir yansıması olarak,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu, bu kanunun üzerinde hassasiyetle duruyor.
Gördüğünüz gibi, bütün maddelerde, düşüncelerimizi ayrıntılı bir biçimde ifade
ediyoruz.
Ben sözlerime başlamadan önce, Karadenizin
güçlü sesi Kâzım Koyuncu'nun kaybı nedeniyle, sevenlerine başsağlığı diliyorum.
Kâzım Koyuncu, özgün bir sesti, Karadenizin sesiydi, Karadenizin hırçınlığının,
kararlılığının sesiydi ve adil bir dünya için mücadele eden bir insandı, bir
sanatçıydı. Dostlara başsağlığı diliyorum, bir değeri yitirdik ve onun kurmaya
çalıştığı adil düzen mücadelesini sürdüren dostlarını da selamlıyorum.
Aslında, adil bir düzen için, sağlıklı bir
yargının oluşmuş olması gerekir. Biz de, bunu, bugün yapmaya çalışıyoruz, bunu
tartışıyoruz; ama, hangi şartlarda tartıştığımıza bir bakmak gerekiyor. Türkiye
Büyük Millet Meclisi, inanılmayacak biçimde, ağır şartlar altında çalışıyor.
Şimdi, kameralar, pek adil davranmıyor, salonu göstermiyorlar. Aslında, salonun
şu andaki durumu, bizim hangi çalışma şartları içinde birtakım şeyleri ifade
etmek istediğimizi tarihe geçiriyor.
HÜSEYİN TANRIVERDİ (Manisa) - Halkımız,
salondan ziyade sizin ne demek istediğinizi dinliyor; halkımız sizi dinliyor.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Devamla) -
Halkımız benim ne demek istediğimi anlıyor, teşekkür ediyorum; ama, bu konuya
daha fazla ilgi göstermek gerektiğini düşünüyorum; ama, kimseyi de
suçlayamıyorum; çünkü, milletvekilleri de insan, onların da çalışma şartlarını
daha insanî koşullara uydurmak gerekiyor. Ne ki, iktidar grubu ve hükümet,
Meclisin tatile girmesine çok kısa bir süre kala çok hızlı bir çalışma
temposunu gündeme getirdi. Aslında, zaman diye bir kavram var, zamanın iyi kullanılması
diye bir kavram var. Zamanlama konusunda ciddî bir hata yapıldığı anlaşılıyor.
O hatanın bedelini de buradaki milletvekilleri ödüyorlar. Demin, bir
milletvekili arkadaşım çok ilginç bir benzetme yaptı. Piramitleri yapanlar
bizden daha iyi şartlar altında çalışıyorlarmış; çünkü, Mısır kayıtlarını
okuyan uzmanlar, orada piramitleri yapan işçilerin -ki, onlar köleydiler
aslında- günde 10 saatten fazla çalıştırılmadığını söylüyorlar. Biz de ona
yakın sürede çalışıyoruz, hatta daha çok fazla çalışıyoruz; ama, ne ki, biz,
bunu severek yapıyoruz -değil mi arkadaşlar- iyi bir kanun çıkarmak için
yapıyoruz; ama, bunu anlatmakta zorluk çekiyoruz; çünkü, insanlar -halkımız-
şunu anlayamıyorlar; diyorlar ki: "Siz bu Türk Ceza Kanununu da böyle
çıkardınız, koşar adım çıkardınız, arkadan 35 yerinden deldiniz. Bu yasayı 35
yerinden delecektiniz de, niye başta böyle yaptınız." Yarın, Hâkimler ve
Savcılar Kanunu için de benzeri bir düzenleme gelirse, bunu nasıl
anlatacağımızı merak ediyorum.
Sonra ne oluyor; yoruluyoruz, bazen ölçüyü
kaçırıyoruz, bazı arkadaşlarımız, yorgunluktan, buraya çıktıkları zaman
öylesine sözler söylüyorlar ki, daha sonra kürsüye gelip özür diliyorlar; ama,
o sözler zabıtlarda kalıyor. Yarın, cumhuriyet tarihini, Türkiye Büyük Millet
Meclisi zabıtlarını izleyecek olanlar, çok çirkin sözler de görecekler. Kimi
kastettiğimi biliyorsunuz. Geçen gün, bir arkadaşımız, burada, iktidarı ve
muhalefeti hedef alan, inanılmaz çirkinlikte bir söz sarf etti; özür diledi,
ağzından kaçtığını söyledi; ama, o, zabıtlarda kaldı. Onun için, daha insanî
şartlarda çalışmamız gerektiğini söylüyorum, bunun önlemlerinin alınması
gerektiğini söylüyorum.
Şimdi, madde, tabiî, doğru bir
düzenlemedir. Bu düzenlemeyle, yasayı, ceza yargılamasına paralel hale
getiriyoruz, daha doğru bir hale getiriyoruz. Biz, aslında, Cumhuriyet Halk
Partisi olarak bu yasayı olumlu buluyoruz. Zaten, başta da söyledim, ilgimizi,
her maddede söz alarak, ayrıntılı biçimde konuşarak dile getirmeye çalışıyoruz.
Şimdi, şu soruya da bir yanıt aramak
gerekiyor: Hâkimler konuşmalı mı, hâkimler düşüncelerini ifade etmeli mi? Bu
yasanın görüşülmesi aşamasında, Adalet Komisyonu üyelerine, ilk kez, yargı
örgütünden, hâkimlerden, savcılardan yüzlerce faks geldi; düşüncelerini
telefonla da ifade ettiler. Oysa ki, bu, pek görülmemiş bir şey. İlk kez, hâkim
ve savcılar, sadece özlük haklarıyla ilgili olarak değil, birçok konuda da
eleştirilerini, özlemlerini bize ilettiler. Bunu yadırgamamak gerekiyor,
hâkimlerin, savcıların da toplumun bir parçası olduğunu -yargının bir parçası
olduğu kesin; ama, toplumun da bir parçası olduğunu- unutmamak gerekiyor; ama,
hâkimler adına kimin konuşacağı konusunda ciddî şüpheler var. Bakanlık, sadece
özlük işleriyle sorumlu, onu düzenliyor, onların haklarını düzenliyor; ama,
Adalet Bakanı, bütün hâkimler ve savcılar adına konuşma yetkisine sahip değil.
Tabiî, onları savunuyor, onların haklarını, özellikle kahraman Maliye
Bakanımıza karşı, Maliye Bakanımızın adalet teşkilatına dönük çok hassas
tavrına karşı savunuyor; bu yetmiyor, Adalet Bakanı bu barikatı aşamıyor. Oysa
ki, hâkimler ve savcılar daha özgür konuşabilseler, bir meslek örgütleri, bir
meslek birlikleri olsa, düşüncelerini daha iyi ifade edebilecekler. Tabiî,
sokaklara da dökülemiyorlar, sayıları az, 8 000 hâkim, savcı var; ama, onların
adına konuşacak bir örgütlenmeye ihtiyaç var. Bu, pek erken bir fikir gibi
olabilir; ama, biz, onlara, toplusözleşmeli grev hakkı falan istemiyoruz.
Sadece, istediğimiz, düşüncelerini sağlıklı bir ortamda ifade etmeleri
imkânının verilmesi.
Yargıçlar ve savcılar istemlerini
iletiyorlar, bunların satır başlıkları çok açık; teftiş kurulunun Hâkimler ve
Savcılar Yüksek Kuruluna bağlı olmasını istiyorlar, özlük haklarının daha
sağlıklı biçimde düzenlenmesini istiyorlar -demin söyledim- meslek birliğinin
kurulmasını istiyorlar. İdarî mahkemelerde yalnızca hukukçu üyelerin görev
almasını, hiç olmazsa bundan sonra böyle olmasını savunuyorlar. Sayıştay meslek
mensupları, birçok aşamada düşüncelerini söylediler, biz de bu düşünceleri
aktardık. Onlar da, birinci sınıfa ayrılma sürelerinin Hâkimler ve Savcılar
Yasasıyla düzenlenmesini istiyorlar. Bu
konuda bir önerge verdik, komisyonda reddedildi.
Değerli arkadaşlarım, bu çerçeve
içerisinde baktığımız zaman, bu yasa tasarımızın, sadece belirli bir şekli
düzenlediğini, belirli bir noktaya kadar olumluluklar getirdiğini görüyoruz.
Oysa ki, genel gerekçeye baktığımız zaman, insan unsurunu öne çıkaran bir
gerekçe görüyoruz. Sayın Bakan ve Bakanlar Kurulu, insan unsurunun büyük önem
taşıdığını söylüyor. İnsan unsuru bu kadar önem taşıyorsa ve yargıçlarımız bu
kadar önemli ise, onları yoğun ve sürekli bir mesaiye zorluyorsak, yargıçların
içinde bulunduğu zor şartları da dikkate almak zorundayız. Oysa ki,
yargıçlarımızın lojman gibi ihtiyaçları kısmen karşılansa bile, çok masum bir
istek gibi gündeme gelen kütüphane isteği kitap isteği... Çok basit gibi
gözüküyor; ama, yeni bir yargıcın bir kütüphaneyi oluşturacak gücü olmadığını
hepimiz biliyoruz. Bir yargıcı sağdan soldan kitap arar, kitap ister duruma
düşürmemek gerekiyor; çok masum bir istek bu.
Onun dışında, yargının siyasallaşması
karşısında ortak bir tavır almak gerektiğini söylüyor yargıçlar. Buna
kesinlikle katılıyoruz. Yargı, siyasallaşmamalıdır, özgür olmalıdır; ama,
özgürlük, yargıçların istediği gibi, kurallara uygun olmayan kararlar vermesi
anlamına gelmez. Yargıçlarımıza güvenmeliyiz. Doğal ki, birkaç kötü örnek
olabilir; bu örnekler gündeme gelebilir. Yani, kalkar, hiç ummadığınız bir
ülkede bir yargıç bir siyasî partinin içişlerine karışabilir. Bunu gördük diye
biz bütün yargıçları suçlamayız. Sadece o yargıcın kararına endişeyle bakarız,
onu eleştiririz; ama, bir yargıç böyle karar verdi diye, bütün yargıçları
"adil karar vermiyor" diye suçlayabilir misiniz?! Bir yargıç kalkar,
bütün toplumun gözü önünde mahkum edilmiş bir anlayışı cezalandıran partiiçi
hukuku çiğner. Ee, buna tabiî karşı çıkarız, bunu doğru bulmayız, sen partiiçi
hukuka müdahale etme; partiiçi hukuk, partinin iç hukukudur, kurallara uygundur,
sen buna müdahale etme deriz; ama, bütün yargıçları suçlamayız, diğer yargıçlar
belki daha adil kararlar verirler. Hele bir hâkim kesin bir karar verecekse,
çok daha dikkatli olmalıdır, çok daha farklı davranmalıdır, çok daha adil
olmalıdır, kaos yaratacak, adlî yargıyı şüphe altında bırakacak tavırlardan
kaçınmalıdır; ama, bütün bunlara rağmen, yargıçlarımızın daha iyi koşullarda
çalışması için elimizden geleni yapmak zorundayız. Birkaç kötü örneği
genelleştirmekten kaçınmalıyız.
O nedenle, genel gerekçede yer alan
"yoğun ve sürekli bir mesaiyi gerektiren görevlerin kesintiye uğramaması
asıldır" cümlesinin nasıl yerine getirileceği konusunda Bakanlığa büyük
görevler düşmektedir. Bakanlık, fizikî şartların dışında, daha objektif bir
ortamda hâkimlerimizin görev yapmalarını sağlayacak imkânları yaratmalıdır.
Doğal ki, buraya geldiğimiz zaman, mülakat
konusuyla ilgili tartışmalara kısaca değinmemek mümkün değil. Bugünkü Adalet
Bakanına, bugünkü Adalet Bakanlığı bürokrasisine güvenmek, onlara şüpheyle
bakmamak ayrı bir şeydir; ama, bir kuralın konulmasında objektif ölçülerden
uzaklaşmak başka bir şeydir. Bugün de mülakat yapılıyor demek, kolaycılık olur.
Mülakat, her zaman şüpheyi çeken bir eleme
yöntemidir. Mülakat, imamlar için de yapılsa, hâkimler için de yapılsa, aynı
sonucu veriyor. Zaman müsait değil... Ben, size, bu hafta içinde imam
alınmasında objektif davranılmadığına ilişkin bana ulaşan en az 10 tane ismi
verebilirim.
MUSA SIVACIOĞLU (Kastamonu) -
Kazanamayanlardır onlar.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Devamla) -
Kazanamayanlar; ama, nasıl kazanamadıkları
konusunda çok ciddî şeyler söylüyorlar. Yani, bunlar, bir önergeyle
gündeme gelecek -şu anda isimleri burada saymak istemiyorum- getireceğim,
göreceksiniz. Yani şimdi…
MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - Bize de
geliyorlar onlar, kazanamadıkları için…
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Devamla) - Neyse;
imamlar farklıdır; ama, yardımcı olun onlara. Yani, size daha yakınlar; ama,
bana geldiler.
MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - Bize daha
yakınlar...
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Devamla) - Hayır,
bana daha yakınlar belki de… Öyle diyorsanız öyle olsun.
Şimdi, hâkimler daha şey... Yani, imam,
kuralları yerine getirmekte daha farklı ölçülere tabi; ama, hâkim, çok kalıcı
bir karar veriyor bugünkü dünyayla ilgili.
MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - İkisi de kutsal
görev.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Devamla) - Tabiî,
ikisi de kutsal görev.
Şimdi, bu hâkimlerin alınmasında daha
objektif kurallar koymak gerekmiyor mu, daha doğru kurallar koymak gerekmiyor
mu? Mülakat sağlıklı bir kural değil. Yani mülakatı kimin yapacağı, o sağlıksızlığı
iyice belirgin hale getiriyor. Ne olur yani mülakat kurulunda Adalet Bakanlığı
bürokrasisi dışında insanlar yer alsa, ne olur Danıştaydan, Yargıtaydan,
Anayasa Mahkemesinden, Türkiye Barolar Birliğinden insanlar yer alsa; dünya mı
yıkılır, ne olur? Bence çok sağlıklı olur. Yani, bu cesareti göstermek gerekir.
Üstelik, benim karşımda devrimci bir iktidar grubu var. Siz, her zaman devrimci
olduğunuzu söylüyorsunuz, her zaman devrimciliğinizi temel tavrınız olarak
söylüyorsunuz. Yani, ben sizin devrimciliğinizle iftihar ediyorum. Tarih sizin
devrimciliğinizi yazıyor. Yani, şu devrimciliğinizi biraz daha geliştirin
diyorum ben. Yani, devrimciliğinizi geliştirme konusunda size fırsatlar vermek
istiyorum. Nedir o?..
HÜSEYİN TANRIVERDİ (Manisa) - Devrim
değil, gelişim var.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Devamla) - İşte,
bu mülakat konusunda kendinizi biraz daha geliştirmeniz gerekir, güvenmeniz
gerekir yargı organlarına. Yani, yalnız Adalet Bakanlığı bürokrasisine bunu
bırakmak doğru olmaz diye düşünüyorum. Bu fırsatı değerlendirecek bir imkân
önünüze geliyor, bunu kullanabilirsiniz.
Şimdi, toplumumuzda yargıçlarımıza ve
savcılarımıza bakışın olumlu biçimde gelişmesini sağlamak da gerekiyor. Demin
bir olayla ilgili olarak düşüncelerimi söyledim; ama, onun dışında da var.
Birçok meslek mensubu Türkiye'de toplum tarafından haksız biçimde
yargılanabilir, oranları fazla da olabilir; ama, hâkimlerin içinde çok az
sayıdaki olumsuzluk, nedense hep genelleştirilir. Yani, bir tek kötü örnek
bütün hâkimlere yaygınlaştırılır. Tabiî, bunun nedenlerinden birisi de şu:
Hâkim, toplumdan koparılmış bir insandır, bir ilçeye gönderdiğiniz zaman
yapayalnızdır, çalışabileceği bir alan yoktur, evinin dışında gidebileceği bir
sosyal alan yoktur, küçük bir ilçede yapayalnızdır. Onun o sosyal hayatını
zenginleştirecek, onu daha rahat hale getirecek imkânları sağlayacak olan
Bakanlıktır. Bakanlığın şu anda yapabildiği tek şey, onları burada kursa tabi
tutmak oluyor. Gerçekten yararlı oluyor, hâkim ve savcılarımız, değişen yasalar
nedeniyle bilgilendiriliyorlar; ama, şöyle bir sahne de ortaya çıkıyor: Hâkim
ve savcılarımız geliyorlar, Ankara'da bu kurslara başlıyorlar, kurslar
bitinceye kadar kanunu bir daha değiştiriyoruz biz. Yani, hâkimlerimiz geliyor,
Türk Ceza Kanununu burada öğrenmeye başlıyorlar, tartışmaya başlıyorlar; tam
son maddeye geldikleri sırada, biz burada yeniden değiştiriyoruz. O da, onların
sosyal hayatını iyice yaşanmaz hale getiriyor; ikidebir buraya geliyorlar.
Yani, Başkenti görmek artık onlar için çok olağan bir hale geldi. Şimdi bir
daha gelmeleri gerekecek, bir daha gelecekler. Böyle bir fasit daire içinde
hâkimlerimizi ve savcılarımızı zorluyoruz. Tabiî, biz, burada, Montesguieu'nün
fikirlerini tekrar edip, yargıçlar halk tarafından seçilmeli diyemiyoruz.
Türkiye şartlarında Montesguieu'nün fikirleri, mümkün değil, geçerli olmaz,
olmamalıdır da ayrıca; ama, tüm Türkiye'deki hâkim ve savcıların katılacağı bir
seçimle Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu belirlenebilir mi? Bir tartışma
açarsanız, bu tartışılır. Başka öneriler getirilebilir; ama, yargı
bağımsızlığının tarihsel sürecine kısaca bir baktığımız zaman, çok açıkça
görüyoruz ki, bu, bir günde oluşmuyor, birkaç saatte oluşmuyor; uzun bir
süreçte bu noktaya geldik; Türkiye de bu noktaya uzun bir süreçte geldi. 1960
öncesi tartışmalara bakın, inanılmazdır. Yargı tartışılır, bağımsız yargı
tartışılır; bugün öyle bir noktaya geldik ki,
farklı şeyleri söylüyoruz, bir adım öteyi söylüyoruz, daha ileriyi
söylüyoruz. Bu, doğal bir gelişme ve bunu gerçekleştirmek konusunda hepimize
ciddî görevler düşüyor. Bu, sadece iktidar grubunun değil, muhalefet grubunun
değil, bütün Türkiye'nin görevidir. Düşünce adamlarının tartışması gereken
alanlardır bunlar; ama, ne ki, çok aceleye getirilmiş tartışmalar,
düşüncelerimizi daha sağlıklı biçimde ifade etmek imkânını bize bırakmıyor.
Sayın milletvekilleri, bakın, çok çarpıcı
bir noktaya bir arkadaşım değindi, ben de iki cümleyle değinerek sözlerimi
bitireceğim. Türkiye'de, her köşede bir hukuk fakültesi açıldı. Binlerce yeni
hukuk fakültesi mezunu topluma karışıyor ve işsizler. Avukatlık durumuna
gelenler çok zor şartlarda yaşıyorlar ve biz bu şartlarda hâkim bulmakta
zorlanıyoruz. Bu, üzerinde durulması gereken ciddî bir olaydır. Bunu da kısaca
not ettikten sonra, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Karar
yetersayısının aranılmasını istiyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, 27 inci madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
27 nci maddeyi oylarken karar yetersayısı
istenmiştir. 27 nci maddeyi oylarınıza sunacağım ve karar yetersayısını
arayacağım.
27 maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir, karar yetersayısı vardır.
29 uncu maddeyi 28 inci madde olarak
okutuyorum:
MADDE 28.- 2802 sayılı Kanunun 74 üncü
maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
"Ancak meslekten çıkarma cezası
verilenler hakkında, cezanın kesinleşmesine kadar görevden uzaklaştırma tedbiri
uygulanır. Görevden uzaklaştırılan hâkim ve savcılara bu süre içinde aylık ve
ödeneklerinin yarısı ödenir. Görevden uzaklaştırma tedbiri kaldırılan hâkim ve
savcılar hakkında 78 inci maddenin ikinci fıkrasındaki hükümler
uygulanır."
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu ve şahsı adına, Malatya Milletvekili Muharrem Kılıç; buyurun.
CHP GRUBU ADINA MUHARREM KILIÇ (Malatya) -
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan Hâkim ve Savcılar Kanunu
ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 28 inci maddesi
üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına ve şahsım adına söz almış
bulunmaktayım; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, dün, çok özür dilerim,
bir önceki gün bu kanunun geneli üzerinde yaptığım konuşmada ve 5 inci maddesi
üzerinde yaptığım konuşmada birtakım hususlara değinmiştim. Onunla ilgili
birkaç hususu daha belirtmek istiyorum; çünkü, bir zaruret doğdu. Bugün,
Danıştayın bir kararı elime geçti yapılan mülakatlarla ilgili.
Biz, dün yaptığımız konuşmalarda, hâkim ve
savcı alımlarındaki mülakatın Anayasaya uygun olmadığını, hukukun genel
ilkelerine uygun olmadığını belirtmiştik. Şu anda, elimde olan Danıştay İdarî
Dava Dairelerinin bir kararını, itiraz yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurma
kararının birkaç bölümünü okumak istiyorum izninizle: "2004 yılı adlî
yargı hâkim adaylığı mülakat sınavının sonuçlarının tamamının ve bu mülakat
sınavının dayanağı olan Adlî ve İdarî Yargıda Hâkim ve Savcı Adaylığı Yazılı
Sınav, Mülakat ve Atama Yönetmeliğinin 8 inci maddesindeki 've mülakat şeklindeki
iki kademede' ibaresinin, mülakat kurulunun oluşumunu düzenleyen 27 nci
maddesinin, 28 inci maddesindeki "mülakat (...) Adalet Bakanlığınca yapılır"
ibaresinin ve mülakatın değerlendirilmesini düzenleyen 31 inci maddesinin
birinci fıkrasının iptali; ayrıca Hâkimler ve Savcılar Kanununun 8 inci
maddesinin (ı) bendindeki 'mülakatta başarı göstermek' ibaresi ile 9 uncu
maddenin son fıkrasında yer alan düzenlemenin Anayasaya aykırı olduğunun
saptanarak iptaline karar verilmesi için, dosyanın Anayasa Mahkemesine
gönderilmesi istemiyle açılan davaya ait dosya incelendi." Yani, burada,
mülakatı düzenleyen Adalet Bakanlığınca çıkarılmış olan yönetmelik ve Hâkimler
ve Savcılar Kanununun 8 inci ve 9 uncu maddeleri Anayasaya aykırıdır deniliyor.
Değerli arkadaşlar, niçin aykırı? Bu
Anayasaya aykırılık hususuna değinirsek, yazılı yarışma sınavını kazandıktan
sonra davalı idarece yapılan mülakatta başarısız bulunan davacının açmış olduğu
bu davada "öncelikle, Adalet Bakanlığınca mülakatla hâkim adayı atama uygulamasının
Anayasaya uygunluğunun irdelenmesi gerekmektedir" deniliyor. Niye böyle
deniliyor; çünkü, Adalet Bakanlığı yürütmenin bir parçası, yürütmenin içindedir
Adalet Bakanlığı. Oysa, hâkim ve savcı adaylığında, bu adaylığın sonunda,
stajın sonunda bu insanlar hâkim ve savcı olarak atanacaklar. Bunlar hangi
bölüme girecekler; yargı bölümüne girecekler. Uygulama ne yapıyor; uygulama,
yürütmenin içindeki bakanlardan biri, yargının ana unsurunu oluşturan hâkim ve
savcıların alımında kesin söz sahibi oluyor. Bu, apaçık, yürütmenin yargı
üzerindeki hegemonyasını oluşturur.
Değerli arkadaşlar,
bizde bir söz vardır; "mahkeme kadıya mülk değildir" denir.
İnanıyorum ki, geçmiş dönemde, sizin aranızda bulunan arkadaşlarımız da, daha
önceki iktidarların yapmış olduğu uygulamaları şu anda benim eleştirdiğim gibi
eleştiriyorlardı "efendim, yürütme siyasî davranıyor, yürütme yanlı
davranıyor, yürütme kendi düşüncesindeki hâkim ve savcı adaylarını almaya
çalışıyor" diye şikâyetlerde bulunuyorlardı.
Değerli arkadaşlar,
iktidar, sonsuza kadar baki değil; şu anda iktidarsınız, bir dönem sonra,
bakarsınız ki, muhalefete geçmişsiniz. Biz, burada, yasaları çıkarırken, içinde
bulunduğumuz koşullara göre değil, hukukun genel ilkelerine göre, hukukun
evrensel ilkelerine göre davranmak durumundayız.
Şimdi, Hâkimler ve Savcılar Kanununun
mülakatla ilgili maddelerinin iptali için dava açıldı. Peki, bu davayı Anayasa Mahkemesi kabul ederse,
Danıştay İdarî Dava Daireleri Kurulunun vermiş olduğu bu başvuruyu Anayasa
Mahkemesi yerinde görür de bu maddeleri iptal ederse ne olacak arkadaşlar?!
Biz, şu anda, aynen eski kanunda olduğu gibi, yine, adaylık sürecinde, bu
adayların alımının Adalet Bakanlığınca yapılacağına dair bir düzenleme
getiriyoruz. Oysa, bu Danıştayın İdarî Dava Dairelerinin başvurusunu
incelediğimizde, gerçekten de, çok ciddî iddialar var. Çok muhtemeldir ki, bu
maddeler, Anayasa Mahkemesince de iptal edilecektir. Yine, Adalet Bakanlığınca
hâkim savcı adayı alımlarını düzenleyen mülakatın iptali için de, yine Danıştaya,
yönetmeliğin iptali için -bildiğim kadarıyla- İstanbul Barosunca dava açıldı.
Şu anda iptali muhtemel olan yönetmelikle, iptali muhtemel olan kanun
maddeleriyle biz hâkim ve savcı almaya devam edeceğiz; hem de bu hâkim ve savcı
alımı öyle az bir sayı da değil. Şu anda mevcut hâkim ve savcı sayımız 9 000
civarında. Biz, bu hâkim ve savcılarımızın sayısının yarısına yakın bir miktar
kadar alım yapacağız; yani, 4 000 hâkim ve savcı alınacak. Biz, 4 000 hâkim ve
savcı alınmasın demiyoruz, daha fazlası alınsın; çünkü, Türkiye'nin mevcut
nüfusuna göre, Türkiye'deki dava sayısına göre, bu hâkim ve savcıların 4 000
değil, belki 14 000 daha alsak, yine hâkim ve savcı ihtiyacını tam olarak
karşılayamayız; ancak, bu hâkim ve savcıların alımına mutlaka objektif
kriterler getirmemiz gerekiyor.
Bir önceki günkü yaptığımız konuşmada,
bazı arkadaşlar "niçin geçmişteki uygulamalara karşı çıkılmadı"
dediler. Değerli arkadaşlar, biz doğrusunu yapmak durumundayız. Bazı
uygulamalar, geçmişteki birtakım iktidarların yapmış olduğu yanlış
uygulamaların, yanlış değerlendirmelerin bizi bağlamaması gerekir. Biz, şu anda
yeni bir Meclisiz, önümüze de bu tasarı gelmiş, bu tasarıyı görüşüyoruz. Bu
tasarıyı görüşürken, geçmişte nasıl yapılmış, yanlış mı yapılmış doğru mu
yapılmış; bunları gözönünde bulundurmamız yanlış olur diye düşünüyoruz. Bu
nedenle, yanlışın neresinden dönülürse, bu toplumun, bu ülkenin o kadar
menfaatına olur. Gelin, hep beraber, Yüce Meclis olarak, bu yanlıştan bir an
önce dönelim ve yargı üzerindeki yürütmenin egemenliğini ortadan kaldıralım.
Değerli arkadaşlar, yine, genelinde
yaptığım konuşmada, 25 inci maddede, hâkim ve savcılarımıza verilen birtakım
imkânların ellerinden alınmak istendiğinin duyumunu aldığımızı söylemiştik, bu
duyumlarımızın doğru olduğu ortaya çıktı. 24 üncü maddenin görüşülmesi
sırasında, hâkim ve savcılarımıza nöbet tazminatı olarak getirilen düzenlemeden
dönüldü. Oysa, bu düzenlemeyle, hâkim ve savcılarımıza çok fazla bir şey de
verilmiyordu.
Dün, savcı ve hâkimlerin maaş durumlarını,
burada arkadaşlarımın bilgisine sunmuştum. Hâkim ve savcılarımız, 1 000 YTL
civarında; yani, eski parayla 1 000 000 000 ile 1 700 000 000 lira arasında bir
maaş alıyorlar. Getirilen düzenlemeyle, bunlara nöbet tazminatı olarak en fazla
350 000 000 lira civarında bir getirisi oluyordu; bunu bile hâkim ve
savcılarımıza çok gördük.
Yine, adlî personelimiz, mübaşirler, zabıt
kâtipleri ve diğer adlî personelin almış olduğu maaşların da çok cüzi olduğunu
belirtmiştik ve bunlara da, tazminat olarak, tuttukları nöbet karşılığında,
fazla mesai karşılığında, hâkim ve savcıların aldığı tazminatın üçte 2'si
civarında bir miktar ödeneceği belirtilmişti; şimdi, bundan da dönülüyor.
Bundan da dönülürken ne deniliyor; efendim, hâkim ve savcılara, tuttukları
nöbet karşılığında günlük olarak ücret ödenecek. Nüfusu 100 000'in üzerinde
olan illerde, ilçelerde, bu günlük olarak 40 000 000 TL, daha az nüfuslu olan
yerlerde de 20 000 000 TL hâkim ve savcılara nöbet karşılığı ücret ödenecek,
personele de bunun yarısı ödenecek. Değerli arkadaşlar, küçük ilçelerimizde
özellikle, hâkim ve savcılarımız ayın yarısını nöbetle geçiriyorlar. Oysa, bu
getirilen düzenlemede bu nöbet karşılığı ücret miktarı da 7 günü geçemeyecek
diyoruz.
Değerli arkadaşlar, bu getirilen
düzenleme, hâkim ve savcılarımızın özlük haklarındaki çok cüzî iyileştirmeleri
de geri alıcı bir mahiyettedir. Yine, 7 gün için ücret vereceğiz, 15 gün için
hâkime, savcıya nöbet tutturacağız. Peki, bu 7 günü geçen nöbetler ne olacak,
bunların karşılığında bir ücret ödenecek mi; ödenmeyecek. Oysa, Anayasamızın 18
inci maddesi açık; "angarya yasaktır" diyor; yani, biz, bunları
angarya karşılığında, hiçbir ücret ödemeden, hâkim ve savcılarımıza nöbet
tutturmuş olacağız.
Değerli arkadaşlar, hâkim ve savcılarımıza
ne versek azdır. Onlar ülkemizde çok önemli görevler icra ediyorlar. Her
hâkimin arkasında "adalet mülkün temelidir" yazar; yani, mülkteki
(ülkedeki) tüm sorunların güvencesi adalettir. Kaldı ki, hâkim ve
savcılarımızın vermiş olduğu kararlarla, bütçenin önemli bir kısmı da bu
kararlar sonucu verilen tazminatlarla, cezalarla karşılanıyor; yani,
buralardan, hâkim ve savcıların vermiş olduğu kararlardan sağlanan kaynaklardan
bile bu kesimin özlük hakları iyileştirilse, hiçbir sorun ortaya çıkmaz; çünkü,
ne kadar maddî imkânları iyi olursa, verecekleri kararları da o denli gönül
rahatlığı içinde, vicdan rahatlığı içinde vereceklerdir; çünkü, kendi ekonomik
sorunlarını düşünmeyecektir. Hâkim ve savcı, ev kirasını düşünüyorsa, aldığı
eşyaların taksitini düşünüyorsa, bu sorunlarla iç içe olan bir hâkimin çok
sağlıklı bir karar vermesi zor olur diye düşünüyoruz.
Bu düşüncelerle, Yüce Heyete saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) - Sayın
Başkan…
BAŞKAN - Buyurun Sayın Bakanım.
ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) - Sayın
Başkan, değerli arkadaşlarım; bizzarur bir kısa açıklama yapmak mecburiyetini
duyuyorum.
Hiç şüphesiz, burada dile getirilen her
görüş, hürmete ve saygıya değerdir ve üzerinde görüşmekte olduğumuz tasarıyla
ilgili olarak da her konuşma bir katkı sağlamak maksadına matuftur; bunu
anlayışla karşılıyorum; ancak, burada konuşma yaparken, hele hele bir yasanın
Anayasaya aykırılığı söz konusu olurken, konuşmamızın da Anayasaya aykırı
olmaması lazım gelir.
Şimdi, Anayasanın "Yargı"
bölümüyle ilgili maddesinde, 138 inci maddenin üçüncü fıkrasında deniliyor ki:
"Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin
kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir
beyanda bulunulamaz." Bu, Anayasa hükmüdür.
Şimdi, değerli arkadaşımız daha evvelki
konuşmalarında da birkaç defa beyanda bulundu, diğer arkadaşlarımız da söyledi;
eğer bunlar bir mesaj ise, yeteri kadar bu mesaj anlaşıldı; ama, bilelim ki, bu
kürsüde dile getirilen husus, 138 inci maddenin üçüncü fıkrasına aykırıdır.
Görülmekte olan bir dava söz konusudur anladığım kadarıyla; eğer yarın mahkeme
şu veya bu şekilde karar verdiği takdirde, mahkemeyi zan altında bırakmış
oluruz. Buna özellikle dikkatinizi çekmek istiyorum. O zaman, koskoca Anayasa
Mahkemesi, Cumhuriyet Halk Partisinin görüşleri doğrultusunda karar veriyor
gibi bir imaj hâsıl olur; bu da çok doğru olmaz. Onun için, benim sizden ricam,
bunlar bir mesaj ise, ben bu mesajı bilirim ve anlarım, anladım da; ama, bunun
ötesinde konuştuğunuz takdirde, yargı yetkisinin kullanılmasına müdahale
ediyorsunuz anlamına gelir, Anayasa Mahkemesinin vereceği kararı daha şimdiden
ipotek altına almış gibi olursunuz; bu da, Türkiye'de demokratik hukuk düzenine
zarar verir. Bunu bilmecbur burada ifade etmek istedim.
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakanım.
Sayın milletvekilleri, maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Birleşime, 20.35'te toplanmak üzere, ara
veriyorum.
Kapanma
Saati: 19.36
Açılma
Saati:20.43
BAŞKAN:
Başkanvekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP
ÜYELER: Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale), Bayram ÖZÇELİK (Burdur)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 119 uncu Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.
951 sıra sayılı kanun tasarısı üzerindeki
görüşmelere devam ediyoruz.
VI.- KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
2.-
Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/1039) (S. Sayısı: 951) (Devam)
BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.
Tasarının 30 uncu maddesini 29 uncu madde
olarak okutuyorum:
MADDE 29.- 2802 sayılı Kanunun 75 inci
maddesinin birinci fıkrasında geçen "uygulanmasından" ibareleri
"kesinleşmesinden" şeklinde değiştirilmiştir.
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu ve şahsı adına, Çorum Milletvekili Sayın Feridun Ayvazoğlu;
buyurun.
CHP GRUBU ADINA FERİDUN AYVAZOĞLU (Çorum)
- Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; yine, görüşmeye devam
ettiğimiz 951 sıra sayılı yasa tasarısı üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
ve şahsım adına söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, şu ana kadar, bu
tasarıyla ilgili 28 madde görüşülmüş oldu. 28 madde görüşülürken, buraya çıkıp
konuşma yapan tüm arkadaşlarımızın hepsinde, gerçekten her bir arkadaşımın
hukuk nosyonunun olduğunu; bunlar arasında, bugüne kadar çok çeşitli hukuk
kademelerinden gelen arkadaşlarımızın bulunduğunu gerek kendileri söylediler
gerekse bizler ve sizler bilmekteyiz.
Bu madde, Adalet Komisyonunca kabul edilen
tasarıda 30 uncu madde olarak yer aldı; ancak, Genel Kurulumuzda bir maddenin
çıkarılmasıyla, 30 uncu madde 29 uncu madde olarak gündemimizde yer almış oldu.
Bu maddeye bakıldığında şu husus gözümüze çarpmaktadır: "2802 sayılı
Kanunun 75 inci maddesinin birinci fıkrasında geçen 'uygulanmasından' ibareleri
'kesinleşmesinden' şeklinde değiştirilmiştir" deniliyor. Bu ne demek; 2802
sayılı Kanunun 75 inci maddesi, disiplin cezalarının sicilden silinmesiyle
ilgili. Elbette, ceza alan, mahkûm veya memurdur. Mahkûmsa hapis cezası,
memursa disiplin cezası şeklinde; nasıl ceza aldı ise, o cezanın, cezaların
niteliğine göre belirli bir süre geçtikten sonra silinmesi de… Bunun,
mahkûmiyette adlî sicilden silinmesi, memuriyette de, kamu görevinde de
dosyasından disiplin cezasının silinmesi şeklinde hükümler altına alınmış
durumdadır. İşte, 2802 sayılı Yasa da, hâkim ve savcılarla ilgili olması
nedeniyle, bu disiplin cezalarının sicilden silinmesine dönük bir maddedir 75
inci maddesi.
Şimdi, kısaca belirtirsek, meslekten
çıkarma ve yer değiştirme cezalarından başka bir disiplin cezası verilen hâkim
ve savcılar; yani, buradaki cezaları bir defa sınırlıyor; meslekten çıkarma ve
yer değiştirme cezalarından başka bir disiplin cezası olacak. Eğer, meslekten
çıkarma ve yer değiştirme cezaları varsa, bunların sicilden çıkarılması mümkün
değil demektir bu. İşte, bunun dışında "bu cezaları alan hâkim ve
savcılara uyarma, aylıktan kesme ve kınama cezalarının uygulanmasından itibaren
dört yıl, kademe ilerlemesi ve derece yükselmesini durdurma cezalarının
uygulanmasından itibaren altı yıl geçtikten sonra Hâkimler ve Savcılar Yüksek
Kuruluna başvurarak, bu disiplin cezalarının sicillerinden silinmesini
isteyebilirler" deniliyor; ikinci fıkrada da, bunun devamına ilişkin bir
hüküm öngörülüyor.
Şimdi, burada "uygulanmasından"
ibaresinin "kesinleşmesinden" şekline dönüştürülmesi, maddenin
akışına gayet uygun, anlamına uygun olması nedeniyle, kabul edilebilir bir
değişikliktir; çünkü, kelimenin anlamı, gerçekten, uygulanmasından ibaresiyle
kesinleşmesinden ibaresi arasında, hem anlam bakımından bir fark var hem de
esaslı bir nüans var.
Şimdi uygulanması... Ne tarihinde ne
uygulanacak; elbette, uygulama, hiçbir şekilde kesinleşmeyle eşdeğer değildir.
Şimdi, bir disiplin cezası kesinleşmiş olabilir, ama, henüz uygulanmasına
başlanmamış olabilir. O nedenle, bu uygulanma tabirinden kesinleşme tabirinin
burada bu şekle dönüştürülmesi, hâkim ve savcıların, daha doğrusu az önce
sayılan disiplin cezalarını almış olan hâkim ve savcıların lehine olan bir
düzenlemedir, bunun altını çiziyorum.
Bir diğer konu da, burada, elbette,
düşünülmesi gereken konu "dört yıl..." Ve devam ediyor "belirli
kademe ve derece ilerlemesini durdurma cezalarında altı yıl geçtikten
sonra" gibi... Belirtilen bu sürelerin tartışılması gerekir diye düşünüyorum.
Neden tartışılması gerekir dört yıl ve altı yıllık sürelerin; şu nedenle
tartışılması gerekir:
Değerli arkadaşlarım, şimdi, biliyorsunuz,
hâkim ve savcılar olarak, Hâkimler ve Savcılar Kanununun ilgili maddeleri -ki,
buna ilişkin maddeler bu tasarının 6 ncı maddesinde görüşüldü, karara bağlandı-
biliyorsunuz, üçüncü sınıf hâkim, ikinci sınıf hâkim, birinci sınıfa ayrılmış
olan hâkim ve birinci sınıf hâkim şeklinde dört sınıfa ayrılıyor. Yapılan
değişiklikle, birinci sınıfa ayrılmış olan hâkimlerin birinci sınıf
olabilmeleri için, şu andaki uygulama altı yıllık bekleme süresini
gerektiriyordu; ama, şimdi, şu andaysa, bu altı yıllık bekleme süresi üç yıla
indirilmiş oldu. Bu da, hâkim ve savcıların, özellikle terfi bekleyen hâkim ve
savcıların, sınıf değişikliğine uğrayacak hâkim ve savcıların lehine olan
hükümdü; ki, Yüce Meclisin kararıyla, Genel Kurul kararıyla bu hüküm bu
tasarıyla değiştirilmiş oldu. Yani, gerçekten, bu, bir hayli sıkıntı
yaratıyordu.
Bir diğer gerekçe ve faydası da, hepimiz
biliyoruz ki, çıkarmış olduğumuz yasalarla bölge adliye mahkemeleri kurulmuş
olacak belirli bir süre sonra, istinaf mahkemesi adı altında dediğimiz bölge
mahkemeleri kurulacak ve buralarda görev yapacak hâkimlerin de, gerçekten,
birinci sınıf hâkim olabilme şartlarını taşıyan hâkimlerimizden, görevli
olmaları gerekecek. O nedenle, bu sürenin üç yıla indirilmiş olmasını mantıklı
ve daha faydalı bulduğumuzu ifade etmek istiyorum. Bu konuda zaten, gerek AKP
Grubu gerekse Cumhuriyet Halk Partisi Grubu herhangi bir ayrı düşüncede olmadı.
Şimdi, bu nedenle, buradaki paralellik
olması açısından da, madem, biz, birinci sınıfa ayrılmışların birinci sınıf
olabilmeleri için bekleme sürelerini altı yıldan üç yıla indirdiysek, buradaki
disiplin cezalarının sicilden silinmesine dönük olmak üzere bekleme süresi olan
dört yıl ve altı yıl gibi bir sürenin de tartışılmak suretiyle, ama üç yıl, ama
iki yıl gibi bir süreye indirilmesinin pratik olarak faydası olacağını ve aynı
zamanda da, az önce belirttiğimiz değişikliğe paralellik olması ve
uygulanmasının kolaylığı açısından isabetli olacağı noktasında bunları ifade
etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, bunu bu şekilde
ifade ettikten sonra, şimdi Anayasamızda, idarenin hiçbir eylem ve işlemi yargı
denetimi dışında olmaz, olamaz şeklinde bir hüküm var. Anayasamızdaki bu hüküm
değiştirilemeyecek ve şimdiye kadar da değiştirilmemiş bir hükümdür. Yıllardan
beri gerek savcı gerekse hâkimlerimizden, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun
yeni oluşumuyla birlikte, özellikle, 1980 sonrası oluşumuyla ilgili birtakım
şikâyetler bugünümüze kadar hep gelmiştir. Bununla ilgili şikâyetlerin başında
da, elbette, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun oluşması gerektiği
noktasındaki eleştirilerimiz bugüne kadar hep yapıldı, o eleştirileri hep
söyledik, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun oluşması ve Anayasamızın 159
uncu maddesine göre, kimlerden oluştuğu sayılı ise de, bu sayılan kişiler
arasında bulunan yetkililerimizin çoğunun seçimle geldiği; ama, bir kısmının
da, kanundan kaynaklanan, Anayasanın 159 uncu maddesinden kaynaklanan hükümle,
bu başkanın Adalet Bakanı olması ve Müsteşarın da tabiî üyesi olması noktasında
da eleştirilerimizi bugüne kadar hep devam ettiregeldik.
Şimdi işte, böyle bir sakıncanın, hâkimler
ve savcılar tarafından bugüne kadar da hep dile getirilmeye çalışılan bir
sakıncanın karşısında bulunuyoruz şu anda. Nasıl karşısında bulunuyoruz; böyle
bir yapıda olan Hâkimler ve Savcılar Kurulunun, herhangi bir savcı, herhangi
bir hâkim hakkında vermiş olduğu hiçbir ceza, kesinlikle yargı denetimine tabi
değildir ve burada, Anayasamızın "idarenin hiçbir işlem ve eylemi yargı
denetimi dışında tutulamaz" şeklindeki o hükmüyle, çelişik bir durumla
karşı karşıya kalıyoruz.
Şimdi, herhangi bir savcı, herhangi bir
hâkim bir ceza alacak, kınama cezası -yer değiştirmeyi demiyoruz, meslekten
çıkarmayı demiyoruz- veya diğer cezaları alacak. Bununla ilgili itiraz hakkı,
tekrar Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunda görüşülmeye tabidir ve Hâkimler ve
Savcılar Yüksek Kurulunun vermiş olduğu kararlar kesindir, yargıya gidilemez.
Şimdi, burada oturup hep birlikte
düşünelim; hepimizin bu anda, bu noktada hukukçu olmasını da gerektirmez.
Şimdi, Anayasanın idarenin işlem ve eylemleri yargı denetimi dışında tutulamaz
şeklindeki hükmü yanıbaşımızda. Bunun karşısında da, Hâkimler ve Savcılar
Yüksek Kurulunun yapısını, bugüne kadar yapmış olduğumuz eleştirilerin
karşısında görüyoruz ve bunu bir kez daha söylüyorum: Bunun, kesinlikle, şu
anda bulunan Adalet Bakanının veya diğer yetkililerimizin kişisel niteliklerinden
dolayı yapmış olduğumuz bir eleştiri olmadığını belirtmek istiyorum; ama,
bunun, işte, bu tür sakıncaların, yıllar önce başka siyasî partilerin iktidar
dönemindeki eleştirilere benzer bir eleştirinin de şimdi karşısında buluyoruz
kendimizi. O zaman ne yapalım: Geliniz, kalıcı bir şekilde Anayasanın
birbiriyle çelişen nitelikteki bu hükümlerine ilişkin maddelerini, oturalım,
hep birlikte, gerek AKP Grubu gerekse Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak bunları
Anayasada değiştirelim; buna varız, birlikte değiştirelim; kalıcı bir şey
olsun, bizlerin eseri olsun. 22 nci Dönemin, 22 nci Dönemde görev yapmış
bizleri buraya gönderen milletimizin vekilleri olarak, hiç olmazsa, bu şekilde
yargı bağımsızlığına 22 nci Dönem damgasını bastı, olumlu bir karar vererek
Anayasadaki bu hükmü değiştirdi diye tarihe geçirsin değerli arkadaşlarım. O
noktadan bunları diyoruz ve burada belirtilen yargı yolunun açılmasının da,
gerçekten, hakkaniyete uygun olacağı kanısını bir kez daha sizlere ifade etmek
istiyorum. Yani, bunu söylerken, şu andaki Hâkimler ve Savcılar Yüksek
Kurulunun üyeleri olsun, Sayın Başkanı olsun, onların nitelikleriyle, onların
kişilikleriyle ilgili bir endişeden kaynaklanan bir şeyi belirtmek istemiyoruz.
Olayı kişiselliğe dönüştürmek istemiyoruz. Kim olursa olsun; ama, kalıcı bir
şey olabilmesi için, herkesin rahatlıkla içinin alabildiği ölçüde, vicdanının
rahatlayabileceği bir şekilde yargının bağımsızlığını her kurum ve kuruluşta
görebilmesinin yolunun buradan geçtiğini belirtmek için bunları söylüyorum.
Anayasanın 159 uncu maddesi bu şekilde değiştirildiği sürece, ne biz, bunları,
çıkacağız, bir daha eleştiri haline getireceğiz, ne Sayın Bakanımız rahatsız
olacak, ne sayın Bakanlığımızın bünyesindeki değerli bürokrat arkadaşlarımız,
birinci sınıf hâkim niteliğini taşıyan, o seviyeye gelen, o mertebeye gelen
arkadaşlarımız da kendilerini sanki rencide edilmiş gibi görmekten ve
görülmekten uzak kalacaklardır. İşte, bunları vurgulamak istiyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Ayvazoğlu, 1 dakikalık süre
içinde konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
FERİDUN AYVAZOĞLU (Devamla) - Değerli
milletvekilleri, bunları belirttikten sonra, belirtmiş olduğumuz hususta
"uygulanmasından itibaren" ibaresinin "kesinleşmesinden
itibaren" şeklinde değiştirilmesinin hâkim ve savcıların lehinde olduğunu
bir kez daha ifade ediyorum ve diğer hususlardaki eleştirilerimizi objektif bir
gözle, tarafsız bir gözle sizlerle paylaşmayı, komuoyuyla paylaşmayı ve bu
mesleğe mensup hâkim ve savcılarımızla paylaşmayı da kendimize bir görev
addediyoruz.
Bu duygu ve düşüncelerle, Yüce Meclisi
saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ayvazoğlu.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
AHMET ERSİN (İzmir) - Sayın Başkan, o
kadar hızlı söylüyorsunuz ki, karar yetersayısı istemeye vakit bulamıyoruz.
BAŞKAN - Kendinizi ayarlayacaksınız.
31 inci maddeyi 30 uncu madde olarak
okutuyorum.
MADDE 30.- 2802 sayılı Kanunun 76 ncı
maddesinin ikinci fıkrasında geçen "Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 411
inci maddesinin birinci fıkrası" ibaresi "5271 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanununun 329 uncu maddesi" şeklinde; üçüncü fıkrasında geçen "Türk
Ceza Kanununun 285 inci" ibaresi "5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 267
nci" şeklinde değiştirilmiştir.
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu ve şahsı adına, Hatay Milletvekili Sayın Gökhan Durgun; buyurun.
CHP GRUBU ADINA GÖKHAN DURGUN (Hatay) -
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan Hâkimler ve Savcılar
Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 31
inci maddesi üzerinde şahsım ve Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış
bulunuyorum; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Türkiye Cumhuriyetinin oluşumu sırasında
hukuksal düzenlemeye özel bir önem verilmiştir. Çünkü, bir devletin hukuk
sistemi, niteliği ve niceliği itibariyle o devletin rejiminin karakterini,
yargılama düzeni de o devletin sosyal ve toplumsal yapısını belirler. Bu
nedenle, hukuk sistemi, devlet ve rejimle doğrudan ilişkilidir. O dönemin
cumhuriyet hükümeti bu konuda yüzünü çağdaş dünyaya dönerek, çağdaş hukuk ve
onun gerektirdiği yargı sistemini ve düzenini seçmiştir; bu tercih çok da doğru
bir tercih olmuştur. Gerçekleşen hukuk devrimiyle birlikte, Türk toplumu, akla,
bilime, çağdaş bir dünya görüşüne ve uygarlık anlayışına geçiyor demektir. Bu
doğru tercih, aslında, sonraki aşamalarda ve uygulamalarda yargının
yapılanmasıyla ilgili bütün sorunları çözmek anlamına da gelmemiştir.
Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar, yargının yapısı, işleyişi, yargı
bağımsızlığı, yargı üzerindeki idarî ve siyasî
baskılar konusu hep sorun olmuştur ve en çok tartışılan konu olmuştur.
Sayın milletvekilleri, adalet duygusu,
insanların insanca yaşaması, toplum içerisinde huzur, güven ortamında
bulunması, devletine ve milletine sahip çıkması için yüce ve manevî bir
olgudur. Adalet deyince, akla, hak, hukuk, tek kelimeyle devlet gelir. Adaletin
güvencesi, hukukun üstünlüğü, hâkim ve savcı teminatıdır; eğer, bir hukuk
devletinde hâkim ve savcı teminatı yoksa, yargı bağımsız değilse, o ülkede
haksızlığa ve zulme uğramış kişilerin başvuracağı yer adalet kapısı değil mafya
kapısı olur. Eğer, bir ülkede yargı bağımsızlığı, savcı, hâkim ve savunma
teminatı yoksa, bu haklar kısıtlıysa, hırsızlığı, rüşveti, köşedönücülüğü,
başka bir deyimle hortumculuğu önlemeniz mümkün değildir. Yargı, bağımsız,
güçlü, adil ve süratli değilse, yargısız infazları, toplum içerisindeki
karışıklığı, adalete olan güvensizliği asla önleyemezsiniz. Ülkemizde yargının
sorunları hiçbir dönemde bir bütün olarak makro düzeyde ele alınmamıştır; kısa,
orta ve uzun vadeli çözümler planlanmamış ve programlanmamıştır. Bu nedenle,
kurumlar ve kurallar eskimiş, yapı hantallaşmış ve gereksinimlere yanıt vermede
güçlük çeker hale gelmiştir.
70 000 000 olan nüfusumuz ve bunun sonucu
yıldan yıla artan sorunlar karşısında gerek mahkemenin nitelik ve niceliği
gerekse hâkim, savcı ve yardımcı personel gereksinimleri yönünden acil ve
objektif çözümlere gidilmemiş, mevcut düzen korunmaya çalışılmış, ülkeyi
yöneten hükümetler, maalesef, bu düşüncede davranmışlardır.
Adalette gecikme, hak almada güçlük,
infazda zorluk, yaşanan ekonomik krizler yargıya güveni azaltmış, yargı, âdeta,
zenginlerin ve güçlülerin başvuracağı, hak alacağı bir kurum haline gelmiştir.
En son, bu hükümet döneminde, sık sık hükümet yetkilileri tarafından, yargı
konusunda, yargıyı güvensizlikle suçlayan mesajların da olması çok ilgi çekici
ve dikkat çekicidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Anayasamızın 141 inci maddesi, ayrıca, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 5
inci ve 6 ncı maddeleri, yargının makul sürede neticeye ulaşmasını öngörmüştür.
Bugün, örneğin, Amerika'da ceza davalarının yüzde 90'ının işlem ve bitirme
sürecini, tutuklamadan itibaren yüzyirmi gün olarak saptamıştır. Ama,
Türkiye'de, ne yazık ki, davalar yüzyirmi günde değil, dört sene, beş sene,
hatta daha uzun süre de devam edebilmektedir. Bu da "geciken adalet adalet
değildir" anlayışıyla bağdaşmamaktadır.
Bütün bunlarla, Türk adaletini, hâkimini
ve savcısını eleştirmek istemiyorum, sistemin bozukluğundan bahsediyorum.
Adaletin yürümesi için gerekli ortamı hazırlayamayanları, sorumluları
eleştirmeye çalışıyorum.
Büyük bir gayretle çalışan, yüzlerce
dosyayla duruşmalara çıkan, gece evinde, gündüz adalet dairesinde, çok farklı
şartlarda, çok sıkıntılı koşullarda davalarla uğraşan hâkim ve savcılarımızı da
buradan yürekten kutluyorum.
Türkiye'de bütün eleştirilere, siyasetin
ve iradenin müdahalesine rağmen ayakta dimdik duran kurumların başında adaletin
ve hukukun geldiğini de belirtmek istiyorum.
Anayasamızın 138 inci ve 139 uncu
maddeleri mahkeme ve yargıç bağımsızlığından, hâkim ve savcı teminatından
bahseder; ama, uygulamada, bağımsızlık ve teminatı görmek mümkün değildir.
Bunun en ilginç örneği de, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruludur. Hâkimler ve
Savcılar Yüksek Kurulunun Başkanı Adalet Bakanıdır, başkan yardımcısı
müsteşardır, sekreteryası personel genel müdürüdür. Bu durumda, Hâkimler ve
Savcılar Yüksek Kurulundan bahsederken bir bağımsız kuruldan bahsetmek mümkün
değildir. Anayasamızın yasama, yürütme ve yargıyı birbirinden ayırması önemli
bir tespittir. Bunların birbirine müdahalesi, hukuk düzeninde kopukluk,
toplumda sorun yaratır. Anayasamızda olmasına rağmen, uygulamada Hâkimler ve
Savcılar Yüksek Kurulunu tam bağımsız saymak da mümkün değildir.
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun
Bakanlık hiyerarşisinden oluşması da son derece yanlıştır. Ülkenin her
köşesinde görev yapan, adalet dağıtan hâkimlerin ve savcıların kendilerini
idare edecek Kurulun oluşumuna katılmaması da son derece sakıncalıdır,
yanlıştır, antidemokratiktir. Yargıda hiyerarşi olmaz; bu nedenle, gereken
değişiklik yapılmalıdır, hâkimler ve savcılar kendilerini idare edecek kadroyu,
kendi aralarından, siyasî görüşlerine göre değil, tam bir tarafsızlık içinde,
bilgi, görgü ve çalışma kapasitesine göre seçmeli, hâkimliğe alma, hâkim ve
savcıların tayin, terfi, özlük işleri, tahkikat ve denetimi bu Kurula
bırakılmalıdır. Her iktidar değişikliğinde, bakıyorsunuz, bakan değiştikçe
sübjektif ölçülerle, birtakım suçlamalarla, alelacele, yıllardır kamu görevi
yapan müsteşar, genel müdür, bürokrat kadro, hâkim ve savcıların sicilinde
önemli bir faktör olan müfettişler değişmekte ve böylece, bu insanlara da büyük
haksızlık yapılmaktadır. Günümüzün koşullarının ve gereksinimlerinin
değişmesine ve gelişmesine karşın, adalet mekanizması yeni olanaklar ve
çözümlerle desteklenmemiştir.
Değerli arkadaşlarım, Hâkimler ve Savcılar
Yüksek Kurulunun dışında Adalet Komisyonu konusunda da yine demokratik olmayan,
bağımsız yargıya zarar veren birkaç tespiti de ifade etmek istiyorum: Eskiden,
Adalet Komisyonu Başkanı, oradaki en kıdemli hâkim oluyordu; ancak, şu andaki
uygulamada ise, Bakanın uygun gördüğü kişi ya da hâkim Adalet Komisyonu Başkanı
olmaktadır. Sayın Bakan siyasî iradeden gelen birisidir, siyasetin içinden
gelen birisidir. Onun tercihine göre tespit edilecek ve atanacak bir Adalet
Komisyonu Başkanı da, kuşkulara, kaygılara yer verecek bir biçimde, insanların
kafasında, soru işareti olarak kalacaktır; bu da, siyasî bir karar olmaktadır.
Bunun sonucunda da, kıdemli bir hâkim, kendisinden daha az kıdemli bir hâkimden
izin alma, görev alma noktasıyla karşı karşıya gelecektir.
Yine, hâkim ve savcıların terfileri de çok
farklı bir şekilde yapılmaktadır. Bunun da düzeltilmesinde büyük yarar olduğunu
ifade etmek istiyorum. Terfiler, üç kritere göre yapılıyor: Yargıtay notu,
müfettiş raporu, bilgi ve belge. Yargıtay notu, hâkimin rahat çalışmasının
önündeki en büyük engellerden biridir. Müfettiş raporu, biraz önce anlattığım
nedenlerle, çok sık değişen ve siyasî iradeye bağımlı olarak görev yaptığı
kaygısı duyulan müfettişlerin raporu. Bilgi ve belge dediğimiz de, Emniyetin,
jandarmanın elde ettiği bilgi ve belgelerdir. İşin kötüsü, bu tür kararlar,
yargı denetimine de kapalıdır, bunlar gizlidir; ancak, bir hâkim, adalet
dağıtan bir hâkim, kendisiyle ilgili bir terfi konusunda, bu bilgi ve belgelere
ulaşma, öğrenme, gerekirse bu kararları da yargıya açma hakkına sahip
olmalıdır.
Ben, bu duygu ve düşüncelerle, hepinizi,
tekrar saygıyla selamlıyorum. Eksikleri olmasına rağmen, kanunun, hayırlı,
uğurlu olmasını diliyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Durgun.
AHMET ERSİN (İzmir) - Karar yetersayısının
aranılmasını istiyoruz.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 30 uncu
madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddenin oylanmasında karar yetersayısı
istenmiştir; maddeyi oylarınıza sunacağım ve karar yetersayısını arayacağım.
30 uncu maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Karar yetersayısı yoktur; birleşime 5
dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 21.12
Açılma
Saati: 21.22
BAŞKAN:
Başkanvekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP
ÜYELER: Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale), Bayram ÖZÇELİK (Burdur)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 119 uncu Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.
951 sıra sayılı kanun tasarısının
görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.
VI.- KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
2.-
Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/1039) (S. Sayısı: 951) (Devam)
BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.
Tasarının 30 uncu maddesinin oylanmasında
karar yetersayısı bulunamamıştı. Şimdi, maddeyi tekrar oylarınıza sunacağım ve
karar yetersayısını arayacağım.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir; karar yetersayısı vardır.
32 nci maddeyi 31 inci madde olarak
okutuyorum:
MADDE 31.- 2802 sayılı Kanunun 81 inci
maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesinden sonra gelmek üzere "İşin
niteliğinin gerektirmesi hâlinde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca bu süre
iki ay daha uzatılabilir." cümlesi ile ikinci fıkrasında geçen
"ceza" kelimesinden sonra gelmek üzere "soruşturması veya"
ibaresi eklenmiştir.
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu ve şahsı adına, Malatya Milletvekili Muharrem Kılıç; buyurun
efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA MUHARREM KILIÇ (Malatya) -
Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar; görüşmekte olduğumuz kanun tasarısıyla
ilgili olarak, Partimin ve şahsımın görüşlerini açıklamak üzere kürsüye gelmiş
bulunuyorum; Yüce Heyete en derin saygılarımı sunuyorum.
Değerli arkadaşlar, bu maddeye girmeden
önce yargı bağımsızlığıyla ilgili görüşlerimi açıklamıştım; ancak, bizim
buradaki açıklamalarımız ne yazık ki yeteri kadar dikkate alınmıyor. Bununla
ilgili, yargı bağımsızlığıyla ilgili görüşlerimizi sadece bu kanun tasarısı
görüşülürken değil, Meclis açıldığından bu yana, ikibuçuk yıl içinde birkaç kez
gündeme getirdik; ancak, yeteri kadar dikkate alınmıyor. Acaba, bizim
görüşlerimiz bizim tarafımızdan değil de AB tarafından dile getirilince dikkate
alınır mı diyoruz.
Ancak, gördüğüm kadarıyla, bu konudaki
AB'nin görüşleri de çok dikkate alınıyor değil. Örneğin, 2004 AB İlerleme
Raporu var ülkemizle ilgili. 2004 AB İlerleme Raporunun yargıyla ilgili
bölümünde "yargının bağımsızlığı ilkesi Anayasayla güvence altına
alınmakla birlikte, yargı bağımsızlığı, Anayasada yer alan bazı hükümler
nedeniyle belli ölçüde zedelenmektedir. Anayasa uyarınca, hâkim ve savcılar,
idarî görevler bakımından Adalet Bakanına bağlıdırlar. Ayrıca, atanmaları,
terfileri, denetimleri ve geniş anlamda tüm hâkim ve savcıların kariyerleri,
Adalet Bakanının başkanlığını yaptığı ve Adalet Bakanlığı Müsteşarının da üye
olduğu Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından belirlenir. Yüksek Kurul
tarafından taşra teşkilatlarına tayin edilme olasılıkları, hâkim ve savcıların
tavır ve kararlarını etkileyebilmektedir. Ayrıca, Yüksek Kurulun kendi
personeli ve bütçesi yoktur, Adalet Bakanlığının binası içinde çalışmaktadır.
Kurul, kendi idarî görevleri bakımından tamamen Adalet Bakanlığının personel
dairesine ve teftiş kuruluna bağlıdır" denilmektedir.
Değerli arkadaşlar, ben, seçildiğimden bu
yana, sürekli, Adalet Komisyonunda çalışıyorum ve Sayın Bakanımız uyumla ilgili
yasaları gündeme getirdiğinde, gerçekten, ona çok özel önem veriyoruz; çünkü,
ülkemizin AB sürecini, Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz de çok önemsiyoruz ve
uyumla ilgili yasalarda hiçbir engelleme yapmadan, gerek komisyon
çalışmalarında gerekse Meclis çalışmalarında -bu konuda- elimizden gelen tüm
desteği, tüm çabayı gösteriyoruz; ancak, Sayın Bakanlık, 2004 AB İlerleme
Raporunda olduğu halde, yargının bağımsızlığıyla ilgili, yargının
bağımsızlığının sağlanmasına yönelik düzenlemelere ne yazık ki girmiyor.
Değerli arkadaşlar, AB sürecinde, bu,
sadece 2004 İlerleme Raporunda yer almıyor; Avrupa Birliği Komisyonunun 2003
yılı İstişarî Ziyaret Raporu var; yine, yargı bağımsızlığıyla ilgili. Burada ne
diyor: "Hukuk devleti ilkesiyle yönetilen demokratik bir toplumun temeli
bağımsız yargıdır. Demokratik toplumun temelini oluşturan yargı bağımsızlığı,
yargı görevinin yerine getirilmesinde hem yasamanın hem de yürütmenin yargıya
müdahale etmemesini içerir. Bu bağımsızlık, hâkimlerin kaprisleri ve devlet
organları da dahil olmak üzere başkalarının arzularını dikkate almayarak,
hukuka göre karar vermelerini garanti edecek kurumların oluşturulmasını
gerektirir. Siyasal erkin etkisine maruz kalmış bir yargı, objektifliğini,
saygınlığını ve insan hakları ve temel özgürlükleri etkin bir şekilde
koruyabilme kapasitesini kaybeder."
İşin özü burada
değerli arkadaşlar; siyasal erkin etkisine maruz kalmış bir yargı... Şu anda,
yargının mevcut yapısıyla, yargının kendi içindeki en üst organı Hâkimler ve
Savcılar Yüksek Kurulu. Bu kurulun başındaki kişi, kurulun başkanı, yani,
yargının işleyişinin başındaki kişi, yürütmenin de içinde olan Adalet Bakanı.
Değerli arkadaşlar, ne demiştik; bizim
ülkemiz kuvvetler ayrılığı sistemiyle yönetilmekte. Kuvvetler ayrılığında
yasama, yürütme, yargı ayrı ayrı bağımsız kurumlardır. Bu kuvvetlerin birbirini
etkilememesi gerekir. Bu kuvvetlerin, kuvvet sıralamasında, birbirine üstünlüğü
yoktur. Aynı mantıkla gidecek olursak, o zaman yürütmenin başına da yargı
organlarının en üst biriminin başkanını getirtip oturtursak, burada, gerçek
anlamda bağımsız bir yürütmeden bahsedebilir miyiz?! Yürütme kendi içinde
bağımsız olacak, yasama kendi içinde bağımsız olacak, yargı da kendi içinde
bağımsız olacak.
Yargının yapısına baktığımızda,
hâkimlerin, savcıların yükselmesinde sicil çok önemli; sicillerindeki en küçük
bozukluk, onların yükselmelerini, birinci sınıfa ayrılmalarını engelliyor. Bu
sicilde kim önemli; bu sicilde, hâkimlerin, savcıların teftişlerinin yapılması
çok büyük önem arz ediyor. Peki, teftişi yapan Adalet müfettişleri, teftiş
kurulu kime bağlı değerli arkadaşlar; teftiş kurulu, Adalet müfettişleri
doğrudan Bakana bağlı. Yani, hâkim ve savcıların yükselmelerinin kaderi Sayın
Bakanın, Sayın Bakanlığın elinde. Ben, Sayın Bakanımı tenzih ederim, şahsında
hiçbir kuşkum yok; yani, bir tarafgir davranacağına veya hâkimlerin, savcıların
siciliyle oynayacağına, öyle bir iddiam yok; ancak, biz, burada, sistemi
tartışıyoruz değerli arkadaşlar. Şu anki Bakanımız gider başka bakan gelir veya
bu iktidar gider, başka iktidar gelir. Biz burada şahısları konuşmuyoruz,
burada sistemi konuşuyoruz.
Yine, Adalet Bakanlığında çalışan
birimlerdeki tüm yetkililer hâkim veya savcıdır değerli arkadaşlar. Peki,
burada çalışan hâkimlerin, savcıların sicillerini kim doldurur; üst amirleri.
Hangi birimde çalışıyorlarsa, hangi genel müdürlükte çalışıyorlarsa oradaki üst
amirleri onların sicillerini doldurur. Peki, o şekilde hiyerarşik bir yapı
içinde üstlerine bağlı olan kişilerden, bağımsız yargıç olarak bahsetmek mümkün
müdür; tabiî ki mümkün olmayacaktır. Değerli arkadaşlar, bu sistemde bağımsız
yargı maalesef kayboluyor.
Yine, atamada Bakanlık çok büyük ölçüde
yetkili. Nasıl yetkili; hâkimlerin, savcıların atanmasıyla ilgili tüm
çalışmalar, tüm mutfak çalışmaları, hazırlıklar Bakanlıkta yapılır. Adalet
Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğü, tüm hâkim ve savcıların, icra müdürlerinin,
yani adliyede çalışan birimlerin atanmasında yetkilidir. Nasıl yetkilidir;
onların atanmalarının taslağı Bakanlıkta hazırlanır; çünkü, Hâkimler ve
Savcılar Yüksek Kurulunun kendine ait bir sekreteryası yoktur, kendine ait bir
binası yoktur, arşivi yoktur. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun eli kolu
bağlıdır. Mutfaktan ne gelirse,
kendilerine taslakta ne gelirse, o taslak üzerinde sadece çalışma yaparak,
kendilerine göre düzenleme yapabilirler; ancak, tüm arşiv bilgileri, dosya
bilgileri, her şey bakanlığın elindedir.
Yine, bir kurumun kendine ait bütçesi
yoksa, o kurumun özerkliğinden bahsetmek de mümkün değil. Kurum bütçe olarak da
Bakanlığa bağlı. Binası yok demiştik; tüm işlemler, Adalet Bakanlığının binası
içinde yürütülüyor. Personel, Adalet Bakanlığının personeli. Bu yapı içinde,
yani, yargının tüm birimleri yürütmenin evinde misafir. Yürütmenin denetimine,
yürütmenin teftişine, yürütmenin yerlerini ayarlamasına, belirlemesine bağlı
bir şekilde kalıyorlar; onun adına da, biz, bağımsız yargı diyoruz!
Bu yapıdaki hâkim ve savcıların Adalet
Bakanlığına karşı, yürütmeye karşı bağımsız davranması, dik durması mümkün
müdür; mümkün değildir. Bu, sadece bu iktidara yönelik değil, tüm iktidarlar
döneminde yargının yürütmenin karşısında bu koşullarda dik durmasının mümkünü
yoktur.
Değerli arkadaşlar, bu yapıyı şurada da
görüyoruz: Çoğu yerlerde yargı, hükümet binalarının içinde. Hükümet binaları,
adı üstünde, hükümetin binaları. Oysa, yargı ne yapıyor, hükümet binalarının
bir katında sığıntı gibi duruyor. Oysa, yargının kendine özgü bir binasının
olması gerekir. Yargı başlı başına bir güç. Bu nedenle, yargı binalarını… Gerçi
son zamanlarda bağımsız yargı binaları yapılıyor, bu güzel bir gelişme, bu
konuda katkı sağlayanlara da teşekkür ediyorum; ancak, yargıyı mutlaka
yürütmeden ayrı bir duruma getirmemiz gerekiyor.
Değerli arkadaşlar, Ceza Muhakemeleri
Kanunuyla cumhuriyet savcılarımıza çok büyük görevler verdik. Cumhuriyet
savcılarımız, soruşturmanın patronu konumundalar; ancak, cumhuriyet
savcılarımızın, her cumhuriyetin savcısının altında kovuşturmaları takip edecek
birer makam arabası yok; bu nasıl patronluk?! Adlî polisin amiri konumunda
soruşturmayı takip edecek; ancak, cumhuriyet savcılarımıza yeteri kadar imkân
tanımıyoruz, yeteri kadar olanak vermiyoruz. Oysa, gerçek anlamda, yargıya
anladığımız ölçüde bağımsızlık verirsek, olanaklarını verirsek, Türkiye'de bu
boyutta yolsuzlukların olması da önlenmiş olur; çünkü, ben, Türkiye'de en
sağlam duran, en dik duran kurumlardan bir tanesinin yargı olduğuna inanıyorum.
Hâkimlerimize, savcılarımıza güvenirsek, onlara yeterli imkânları verirsek,
mutlaka, ülkemizde gerçek anlamda adaleti sağlarız.
Değerli arkadaşlar, hükümet olarak
tasarruf yapabilirsiniz; ancak, adaletten tasarruf olmaz. Eğer adaletten
tasarruf yapmaya kalkışırsanız, o zaman yargıda boşluk doğar. Yargıda doğacak
boşluk da, ülkede çok büyük sorunlara neden olur; çünkü, o boşluklar başka
güçler tarafından doldurulur. O zaman, mafya söz sahibi olur; yargının
güçlenmediği, yargının etkin olmadığı bir ortamda mafya güçlenir. Bu nedenle,
yargının sorunlarına iktidar olarak, muhalefet olarak hepimizin elbirliğiyle el
atmamız gerekiyor, bu sorunları gidermemiz gerekiyor.
Bu duygu ve düşüncelerle, Yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri, İçtüzüğün 72 nci
maddesine göre verilmiş bir önerge vardır; önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 951 sıra sayılı
tasarının ve 31 inci maddesinin önemi nedeniyle, konunun daha çok aydınlığa ve
açıklığa kavuşması bakımından İçtüzüğün 72 nci maddesi uyarınca bu maddeyle
ilgili görüşmelerin devam etmesine karar verilmesini saygılarımızla arz ederiz.
|
Muharrem Kılıç |
Feridun Ayvazoğlu |
Halil Ünlütepe |
|
Malatya |
Çorum |
Afyonkarahisar |
|
Ziya Yergök |
Atilla Kart |
Haluk Koç |
|
Adana |
Konya |
Samsun |
|
|
Bayram Meral |
|
|
|
Ankara |
|
Gerekçe:
Görüşmekte olduğumuz Hâkimler ve Savcılar
Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının genel
gerekçesinde de ifade edildiği gibi, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 140 ıncı
maddesinde "Hâkimler ve savcılar, adlî ve idarî yargı hâkim ve savcıları
olarak görev yaparlar. Bu görevler meslekten hâkim ve savcılar eliyle
yürütülür. Hâkimler, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına
göre görev ifa ederler" hükmüne yer verilmiştir.
Yargılama faaliyetinin etkin bir biçimde
sürdürülerek sonuçlandırılması için de, çalışma koşullarının iyileştirilmesi,
iş yükünün azaltılması ve yargı bağımsızlığının tam olarak sağlanması,
nitelikli ve yetkin kişilerin hâkimlik ve savcılık mesleğine özendirilmesi
gerekir.
Hâkim ve savcılarla ilgili olarak Avrupa
Birliği ve Avrupa Konseyi kaynaklarına bakıldığında da ''hâkimlerin görev
süresi, bağımsızlığı, güvenliği, alacakları yeterli ücret, hizmet şartları,
emekli aylıkları ve emeklilik yaşı, kanunda yeterli biçimde güvence altına
alınır. Hâkimlerin yükselmeleri yeterlilik, dürüstlük ve deneyim gibi objektif
nedenlere dayanır. Yasama ve yürütme organı, hâkimlerin bağımsızlığını
sağlamalı ve hâkimlerin bağımsızlığını tehlikeye sokan hiçbir adımı
atmamalıdır'' şeklinde ifadelere ve ilkelere yer verdiği görülmektedir.
Avrupa Birliğinin ülkemiz hakkında
açıkladığı 2003 Yılı İlerleme Raporunun yargı sistemine ilişkin bölümünde,
yargının ağır iş yükünün olumsuz bulunan hususlar arasında sayıldığı
görülmektedir; ancak, bugün, Anayasamıza baktığımızda, Hâkimler ve Savcılar
Yüksek Kurulunun mevcut yapısıyla, yargı bağımsızlığının ve yargıç güvencesinin
tam olarak sağlanmasına olanak bulunmadığı açıktır. Öncelikle, bu alanda bir
düzenleme yapılarak Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun yapısı
değiştirilmeli, Adalet Bakanı ve Bakana hiyerarşik bağla bağlı olan müsteşar
kurulda yer almamalıdır.
Hükümet tasarısı olarak Türkiye Büyük
Millet Meclisine sunulan, altkomisyonda ve Adalet Komisyonunda görüşülerek
Genel Kurula gelen 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına İlişkin söz konusu Kanun Tasarısı, içerdiği kimi olumlu
değişikliklere karşın, toplumumuzun bağımsız, etkin, hızlı ve adil yargı
beklentilerine, yargıç ve savcılarımızın haklı istemlerine yeterince karşılık
vermemektedir.
Özellikle, tasarıda yer alan mülakatın
biçiminin ve kimler tarafından yapılacağı hususunun açıklığa kavuşturulması,
düzenlemenin yönetmeliklere bırakılmaması gerekir. Mülakat kurulunun yapısı
yaşamsal önem taşımaktadır. Şimdi uygulanmakta olan yönetmeliğe göre, mülakat
kurulu Bakanlık bürokratlarından oluşmaktadır. Bu, yanlış bir yöntemdir.
Mülakat kurulunda görev alacak kişilerin yüksek yargı organlarından ve Türkiye
Barolar Birliği gibi bağımsız organlardan seçilerek oluşturulması daha uygun
olacaktır.
Şimdiki halde, Adalet Bakanlığının
bünyesinde Bakana bağlı olarak çalışan teftiş kurulunun, buradan alınarak
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna bağlanması daha doğru olacaktır .
Diğer taraftan, çalışma koşullarının
olumsuzluğu, iş yükünün ağırlığı ve aynı zamanda, hâkim ve savcılık mesleğinin
özelliği de gözönüne alınarak, özlük hakları bakımından yeterli, kalıcı ve
tatmin edici iyileştirmelerin de yapılması gerekir. Bir önemli nokta da, adlî
yargıda olduğu gibi idarî yargıda da görev yapacak olan tüm hâkim ve savcıların
mutlaka hukuk fakültesi mezunu olmaları sağlanmalıdır.
Yukarıda açıkladığımız nedenlerle, konunun
daha iyi anlaşılması bakımından, maddeyle ilgili görüşmelerin devam etmesine
karar verilmesini talep etmek zorunlu olmuştur.
BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
33 üncü maddeyi 32 nci madde olarak
okutuyorum:
MADDE 32.- 2802 sayılı Kanunun 93 üncü
maddesinin birinci fıkrasında geçen "Cumhuriyet savcısı ile sorgu
hakimine" ibaresi "Cumhuriyet başsavcısına"; ikinci fıkrasında
geçen "Cumhuriyet Savcısı, sorgu hâkimi" ibaresi "Cumhuriyet
Başsavcısı" şeklinde değiştirilmiştir.
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu ve şahsı adına, Bursa Milletvekili Mehmet Küçükaşık.
Sayın Küçükaşık, buyurun. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA MEHMET KÜÇÜKAŞIK (Bursa) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 951 sıra sayılı yasa
tasarısının 32 nci maddesi hakkında, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsım
adına söz almış bulunmaktayım.
32 nci maddeyle, 2802 sayılı Yasanın 93
üncü maddesinde değişiklik yapılmaktadır. (AK Parti sıralarından "çok
yerinde" sesleri)
Elbette, yerinde bir değişiklik; yirmi
yıldan beri unutulan, yirmi yıldan beri yapılamayan ve unutulan bir değişiklik
şimdi, bu yasayla yerine getirilmeye çalışılıyor. 93 üncü madde de kişisel
suçlar ve kişisel suçlarda soruşturma ve kovuşturmayı düzenleyen bir hüküm.
Burada, birinci fıkrada "hâkim ve savcıların kişisel suçları hakkında
soruşturma, ilgilinin yargı çevresinde bulunduğu, ağır ceza mahkemesine en
yakın ağır ceza mahkemesi cumhuriyet savcısı ile sorgu hâkimliğine ve son
soruşturma o yer ağır ceza mahkemesine aittir" hükmü var.
Şimdi, biz, birinci fıkrada yaptığımız
değişiklikle, sorgu hâkimliği 1985 yılında yapılan değişiklikle kalkmış
bulunduğundan, yirmi yıldan beri unutulan bu değişikliği şimdi yerine
getiriyoruz ve mevcut uygulamadaki sistem haline getiriyoruz. İkinci fıkrasında
ise "Adalet Bakanlığı merkez kuruluşundaki hâkim ve savcıların kişisel
suçları hakkında soruşturma ve kovuşturma Ankara Cumhuriyet Savcısı, sorgu
hâkimi ve ağır ceza mahkemelerine aittir" hükmü var. Şimdi, buradaki sorgu
hâkimliği de -yine, demin de belirttiğim gibi- 1985 yılında kalkmış
bulunduğundan, onun yerine "Ankara Cumhuriyet Başsavcısı" hükmünü
getiriyoruz.
Şimdi, baktığımızda, burada, benden önce
konuşan tüm arkadaşlarımız, Hakimler ve Savcılar Kuruluyla ilgili eksiklikleri
dile getirmeye çalıştılar ve yine, hâkimlerimizin ve savcılarımızın
karşılaştıkları sorunları detaylı bir şekilde anlatmaya çalıştılar.
Şimdi, bakınız, demin de belirttim;
21.5.1985 tarihli ve 3206 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununda yapılan
değişiklikle sorgu hâkimliği kaldırılmıştı. Yirmi yıldan beri kaldırılan bir
hüküm var. Biz, yirmi yıldan beri hâkimlere o kadar ilgi gösteriyoruz ki, Türkiye
Cumhuriyeti olarak, her şeyi emanet ediyoruz, her şeyimizi söylüyoruz; ama,
yirmi yıldan beri bir kanundaki bir boşluğu doldurma fırsatını daha henüz
buluyoruz... Şimdi, bunları biz konuşmaya çalıştık; ben, başka bir şey
söyleyeceğim.
Şimdi, yine, değişiklik yapıyoruz. Tüm bu
süreç, bir aylık süreç boyunca, Türkiye'deki tüm hâkim ve savcılarımızdan
hukukçu olan milletvekillerimizin hemen hemen tümüne, Hâkimler ve Savcılar
Kanununda yapılacak değişiklikle ilgili talepler geldi. Hep biz konuştuk, dışarıdan
insanlar olarak onların görüşlerini dile getirmeye çalıştık. Şimdi, ben,
onların taleplerini bizzat onların gönderdiği fakslardan e-meillerden okumak
istiyorum; çünkü, onların özlük haklarıyla ilgili, onların çalışma koşullarıyla
ilgili, onların yükselme ve terfileriyle ilgili, onların sosyal yaşamlarıyla
ilgili ne kadar değişiklik yapabildik ve o insanların, gerçekten, hâkim ve
savcıların bizden talebi nedir; bunları, hepimizin ve herkesin de bir kere daha
anlamasını istiyorum.
Gelen fakslardan bir tanesi şu:
"Yüce Meclisimiz, son dönemde,
hukukumuzda reform olarak nitelendirilen yasal düzenlemelerin altına imza
atmış, yıllardır gündeme getirilen; ancak, bir türlü yapılamayan değişiklikler
Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından büyük özveri ve çabalarla
yasalaştırılarak, daha çağdaş nitelikte düzenlemeler ülkemiz insanına hediye
edilmiştir. Aşağıda sıralı öneri ve düzenlemelerin, 2802 sayılı Yasada
yapılacak değişiklik sırasında dikkate alınması amacıyla, bu şekilde devam eden
reformların bir halkasının daha tamamlanacağı ve yapılacakların, çağdaş hukuk
devleti olma yolunda çok büyük bir adım olacağı inancı içerisindeyiz.
Yargı müessesesinin sorunları ve yargı
alanında yapılması gereken reforma ilişkin öneriler:
1- 2802 sayılı Yasanın idarî ve malî
hükümleri, sadece bu kanunda belirtilen niteliklere sahip hâkim, savcı
sınıfından olanlara uygulanır hükmü getirilmelidir. Böylece, diğer meslek
sınıflarının bu yasaya bağlanarak, malî, idarî ve yargılanmayla ilgili
bağışıklıklara sahip olması önlenebilir.
2- Hizmetimin ayrılmaz parçası olan iki
yıllık stajımız, birçok kurumda olduğu gibi fiilî hizmetten sayılmalıdır."
Evet, bu hüküm yerine getirildi.
"3- Tayin
dönemi içerisinde hazırlanan atama taslağı öncesi boşalacak yerler önceden ilan
edilmelidir.
4- Ayrıca, en önemli hususlardan bir
diğeri, hâkimler, cumhuriyet savcıları ile adlî personelin, çalışma koşulları
itibariyle, yıpranma tazminatı düzenlenmesi getirilmelidir.
5- Hâkim ve cumhuriyet savcılarının maaş
düzenlenmesi konusunda Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna yasal yetki
verilmelidir.
6- Cumhuriyet savcıları ile sulh ceza
mahkemesi hâkimlerinin mesai ve nöbet usulleri 2802 sayılı Yasa kapsamında
düzenlenmeli, nöbet, istirahat saatleri açıkça belirlenmeli, ayrıca nöbet
tazminatı ödenmelidir." Biliyorsunuz, bugün çektiğimiz bir teklifle, bu
konudaki getirilecek düzenlemeden geri adım atıldı. Onlara, hiç olmazsa, 400
000 000 liraya yakın ek bir gelir temin edebilecektik. Ne yazık ki, o geliri
150 -200 milyon liraya indirdik bugün.
"7- Sadece bilimsel eserleri satın
alabilmek amacıyla, her adlî yılın başında olmak üzere kitap tazminatı ödenmesi
uygulaması getirilmelidir."
Bakınız, biz, yasalarda birsürü
değişiklikler yapıyoruz. İşte, en son Ceza Kanunu, Ceza Usulde, Ceza İnfazda
yaptık; şimdi çocuk mahkemeleri
kuruluyor, tüm bu yasalarda değişiklik yapacağız ve hâkimlerimiz ve
savcılarımız bu yasaları takip edecekler.
Şimdi, ekonomik zorluk içerisinde olan bir
insan ve gerçekten de kadro sayısı nedeniyle çok yoğun bir çalışma ortamında
bulunan hâkim ve savcılarımızın kendi maişet dertlerinden vazgeçerek bilimsel
araştırma ve inceleme yapabilmesi -özellikle, Adalet Bakanlığı Eğitim
Akademisinde o incelemeyi yapacağız da- ne kadar olabilecek, onlara bu konuda
neler verebildik ve görüyorum ki, burada,
7 madde halinde okuduğum taleplerden biz ancak 2'sine karşılık verebildik, birine tam verdik,
birine de ne yazık ki yarım verebildik.
Yine, aynı şekilde henüz 12 Haziranda
gelen bir yazı var:
"Hakim ve savcıların idarî görevleri,
ilgili mahkemede ya da cumhuriyet başsavcısı
bünyesinde kurulu yazı işler müdürlüklerine devredilmelidir.
Terfi sisteminde esas alınan kriterlerden,
Yargıtaydan 20, 30, 40 iş geçirmek
şartı kaldırılmalı, yerine, daha adil, olan Yargıtayın da yükünü hafifletecek,
geçen iş sayısı üzerinden belirli oranda iyi not alma şartı getirilmelidir.
TRT fotoğrafçısına bile verilen yıpranma
tazminatı -keşif, duruşma, hafta sonu, gece yarısı, otopsi, olay yeri inceleme
gibi hem fizikî işlerle hem de beynen yapılan- bu ülkenin hâkim ve
savcılarından esirgenmemelidir.
Zaman zaman milletvekilleri tarafından da
sorun olarak dile getirildiği üzere, 2802 sayılı Yasanın malî hükümlerinden
sadece adlî ve idarî hâkim ve cumhuriyet savcıları yararlanmalı, 2802 sayılı
Yasaya atıf yapılarak elde edilen -ilgili yasalardaki- malî ayrıcalıklar sona
erdirilmelidir.
Ceza Muhakemeleri Kanunu ile cumhuriyet
savcılarına ve sulh ceza hâkimlerine ve diğer hâkimlere getirilen nöbet
sisteminin esasları 2802 sayılı Yasada belirlenmeli; nöbet, istirahat ve
ödenekleri düzenlemelidir.
Atamalarda esas alınan 5 bölge sisteminden
vazgeçilerek bölge sayısı düşürülmeli ve daha hakkaniyetli bir sistem
uygulanmalıdır.
Meslekî ihtisaslaşmaya gidilmeli, hukuk
hâkimi, ceza hâkimi, cumhuriyet savcısı ayırımı belirlenmeli, birbirine geçiş
ve atama için ilgilinin yazılı izni aranmalıdır.
Yüksek Kurulun bizatihi kendisine bağlı
teftiş kurulu, sekreteryası, personeli, bütçesi ve ayrı binası olmalıdır.
Hâkimler ve cumhuriyet savcıları
hakkındaki adlî ve idarî soruşturmalarda kesin süre belirlenmeli, idarî
soruşturmaya ilişkin zamanaşımı süresi, hukuk devleti ilkelerine uygun, makul,
kabul edilebilir bir süre olmalıdır.
Emekli olan hâkim ve savcıların -diğer
birçok memura göre- emekli ikramiyesinin, hâkimlik tazminatı maaşı esas
bağlanmadığından, komik düzeyde olmasının önlenmesi gerekir.
Hâkim ve savcılar ile yanında çalışan
personelin aylıkları, insan onuruna yaraşır şekilde yaşamayı mümkün kılacak
düzeye getirilmelidir.
Yargıdaki yoğun iş yükü de dikkate
alınarak, her adliyede toplanan harç ve benzeri paraların uygun görülecek bir
yüzdelik dilimi bir havuz hesabında toplanarak, hastanelerin döner sermayeleri
sisteminde olduğu gibi, çalışanlara aktarılmalıdır.
İki yıllık adaylık stajında geçen süre
meslekî kıdemden sayılmalıdır.
2802 sayılı Kanunun 24 üncü maddesi
gereğince, hâkim ve cumhuriyet savcıları hakkında hâl kâğıdı düzenlemeleri
uygulaması sona erdirilmelidir.
Kişisel çıkar ya da kin ve garezle, hâkim
ve cumhuriyet savcıları hakkında şikâyette bulunduğu anlaşılan kimseler
hakkında, iftira ya da suç uydurma suçlarından yasal işlem yapılabilmelidir.
Böylece, keyfî şikâyetlerle, hâkim ve cumhuriyet savcılarının huzursuz
edilmesinin önüne geçilmelidir.
Tayin dönemi öncesinde hazırlanan atama
taslağı hâkim ve cumhuriyet savcılarına duyurulmalı, kararnamenin tarihi,
kapsamı belirli bir takvime ve sisteme bağlanmalıdır.
Hâkim ve savcıların bakmakla sorumlu
tutulacakları iş sayısı, görevin niteliğine göre 2802 sayılı Yasada açıkça
belirlenmelidir."
En son, bugün gelen bir yazı daha var;
şöyle söylüyorlar:
"Sayın Meclis Başkanlığına.
Mecliste görüşülmekte olan 2802 sayılı
Kanunun değişmesi gereken ve meslektaşlar açısından hayatî önem arz eden
maddeleri hakkında birkaç istirhamımız olacaktır. Unutmayalım ki, bu kanun
görünürde yargıçları ilgilendirse de, esasında, ülkemizin demokrasi yolunda
güçlü bir ilerleyişinin kilometre taşı olacaktır.
Yargının zafiyet içerisinde olmasının
sakıncalarını geçmiş dönemlerde yaşadık. Bunun en yakın örneği 2001 kriziydi;
ki, yargının uzanamadığı noktalardaki yolsuzlukların ülke ekonomisini
çökertecek noktaya gelmesi ve neredeyse ülkemizin bağımsızlığının tartışılmaya
başlandığı bir dönemleri hep beraber yaşadık. Hırsızların, yolsuzların ve mafya
babalarının umursamadığı ve çekinmediği bir yargının hüküm sürdüğü düzende,
ülkelerin istikrara kavuşmaları mümkün değildir. Bu nedenle, şayet,
demokrasinin üç sacayağından biri olan yargının aslî fonksiyonuna döndürülmesi
ve mesleği düşünen yetenekli arkadaşlar açısından cazip hale getirilmesi ve
meslektaşların rahat ve iç huzuruyla bu mesleği icra edebilmeleri için
taleplerinin hayata geçirilmesi gerekmektedir. Öncelikle, özlük haklarındaki
eksikliklerin giderilmesi, özellikle, yeni Türk Ceza Kanununun yargının iş
yükünü olabildiğince artırdığı bu dönemde meslektaşlara bir moral kaynağı
olacaktır.
Ülkemizde davaların yıllar boyu sürmesinin
tek müsebbibi olarak yargıçlar gösterildi. Ancak, sistemden kaynaklanan
sorunlar gözardı edildi. Yeni Ceza Muhakemesi Kanunu uygulamaya başlandığı
andan itibaren yargının ne kadar hızlı olacağını hep beraber göreceğiz. Bu
konuda meslektaşlarımıza olan güvenimiz tamdır; üstelik 30 000 hâkim, savcının
yapması gereken işi 10 000 kişiyle yaparak. Bu nedenle, yargıya gereken morali,
maddî ve manevî desteği esirgemeyeceğinizi umuyor, meslektaşlar adına saygı ve
selamlarımızı iletiyoruz."
Bakınız, okuduğum üç metinde de, mektupta
da, hâkim ve savcılarımız insan onuruna yakışır bir şekilde yaşamak istiyor.
Ben cumartesi günkü konuşmamda da son
söz olarak onu söylemiştim; tüm hâkimler ve savcılarımız, Yargıtay Başkanımızın
dediği gibi, vicdanı ile cüzdanı arasına sıkışmak istemiyor. Bu düzenlemeyi
yaptık, özlük haklarının iyileştirileceği umudunu verdik insanlara; ama,
insanlar, özlük haklarının iyileştirilmediğini, ayrıcalıklarının ve
özelliklerinin sadece yargılamada tanınan haklar olmadığını onlar da
biliyorlar. Anadolu'nun her yerinde hâkimlik ve savcılık mesleğini sürdüren bu
insanlarımız, meslek onuruna yakışır bir şekilde yaşamak istiyorlar. Onlar her
tarafa gidemezler, onlar her toplum içerisine giremezler, elbette, toplumdan
uzaklaşmak zorundalar. Belirli bir derecede kendilerini korumak zorundalar.
Onlara her türlü taleplerin iletilmesi onları en fazla rencide edecektir.
Onlar, toplumda yaşayan diğer serbest
meslek mensupları gibi, diğer insanlar gibi, kamu görevlileri gibi, mahalle
kahvesine, her türlü lokantaya gidebilmeleri çok zor. Çünkü, insanların hangi
taleplerle karşılaşacağını, bizler, hukukçular olarak biliyoruz. Biz, sınıf arkadaşımız bir hukukçunun, bir hâkimin
dahi evine, sırf yanlış anlaşılır diye ben avukat olarak gidemedim. Çünkü,
küçük yerlerde insanlar "bu bunun arkadaşıdır, bu bunun dostudur, bu bunun
sınıf arkadaşıdır" diyorlar. Biz kendimizi korumak zorunda olduğumuz gibi
bizzat hâkimleri ve savcıları da o nedenle korumak zorundayız. Şimdi, insanlar
bu kadar, toplumdan izole bir yaşam sürdürmeye çalışıyorlar; ancak, o insanlar
o görevlerini yaparken, ne yazık ki, ekonomik sorunlar nedeniyle çok zor
şartlarda yaşıyorlar. Lütfen, bu yasa görüşülürken, bizlerin dediklerini hep
dinlediniz, bizler aynı şeyi söylemeye çalışıyoruz; ama, ne olur, hâkimlerin ve
savcıların duygularına da, artık onların taleplerine de dikkat edin, onlara da
gerekli ilgi ve kolaylığı gösterin diyor, hepinizi sevgi ve saygılarımla
selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Küçükaşık.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
34 üncü maddeyi 33 üncü madde olarak
okutuyorum:
MADDE 33.- 2802 sayılı Kanunun 95 inci
maddesine aşağıdaki cümle eklenmiştir.
"Bu tür davaların kanun yolu
incelemesi de öncelikli olarak yapılır."
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu ve şahsı adına, Konya Milletvekili Sayın Atilla Kart; buyurun.
CHP GRUBU ADINA ATİLLA KART (Konya) -
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan 951 sıra sayılı Hâkimler
ve Savcılar Kanunuyla ilgili tasarının 33 üncü maddesi hakkında Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu ve şahsım adına söz almış bulunmaktayım; Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, getirilen 33 üncü
madde, 2802 sayılı Yasadaki, yani hâkimler ve savcılarla ilgili temel
düzenlemeleri getiren 2802 sayılı Yasadaki 95 inci maddeye tekabül ediyor, o
maddenin karşılığı olarak düzenlenmiş bir madde. Burada, cumartesi gününden bu
yana hep şunu anlatmaya çalışıyoruz: Bu tasarının amacına ulaşması için, burada
Hâkimler ve Savcılar Kanununda sözü edilen bu iyileştirmelerin yapılabilmesi
için, yapılması gereken birtakım yapısal değişimlerden söz ediyoruz. Bu yapısal
değişimler nedir; onları ısrarla
anlatmaya devam edeceğiz.
Bakın, getirilen tasarıda, temel gerekçe
olarak, öncelikli gerekçe olarak, yargıda hâkim ve savcı eksikliğinin ve ağır
bir iş hacminin bulunduğundan söz edilerek, buna göre, bir an evvel, 4 000
hâkim ve savcının alınması zorunluluğundan söz edilerek, bu tasarının genel
gerekçesi ifade ediliyor, anlatılıyor.
Sorun nedir değerli arkadaşlarım; bunları
konuşmamız, bunları değerlendirmemiz gerekiyor. Sorun -hep ifade ediyoruz- yapısal
değişimi, yapısal değişim sürecini gerçekten başlatmak istiyor muyuz; yoksa,
birtakım güncel ve yüzeysel sunuşlarla gündem mi saptırıyoruz? Asıl sorunları,
temel sorunları geride mi bırakıyoruz? Bunları, açık bir şekilde konuşmamız
gerekiyor. Sorunun esası, neden statükocu yapıyı sürdürmek istiyoruz, korumak
istiyoruz? Nedir bu statükocu yapı; bunları anlatmak istiyorum.
Bakın, siyasî iktidar olarak yargının
sorunlarını tartışırken, hukuka egemen olma, hukuku kontrol altında tutma
iradesinden neden vazgeçmiyoruz? Neden, hukuk devleti yapılanmasındaki temel
sorunları tartışmak yerine, birtakım yüzeysel sonuçlarla bu olayı geçiştirmeye
çalışıyoruz?
Değerli arkadaşlarım, bir siyasî
iktidarın, hukuk devletinin gerçekleşmesine -daha evvel de ifade ettim, tekrar
ifade ediyorum; yargıç devletini kastetmiyorum, yargıçlar devletinden söz
etmiyorum; yargıç devleti, yargıçlar devletinin de devletin temel yapısını
bürokratik bir yapıya dönüştürdüğünün elbette farkındayız; bu ayırımı ifade
ederek söylüyorum- bir siyasî iktidarın hukuk devletinin gerçekleşmesini, bu
değişimi gerçekten isteyip istemediğinin temel ölçüleri nedir, gelin bunları
tartışalım, bunların adını koyalım diyoruz.
Hayalci ve ayakları yere basmayan
değerlendirmeler yapmayacağım. Demokrat olmak kaygısına girmeden, demokrat
olmak kompleksine girmeden, bu soruna nasıl çözüm getiririz, bunları anlatmaya
çalışıyorum, bunları izah etmeye çalışıyorum.
Bakın, Türkiye neyi yaşıyor biliyor
musunuz yargıda, değerli arkadaşlarım, hangi sıkıntıyı yaşıyor; Türkiye, 1982
Anayasasının yarattığı tahribatları halen aşamadı. Yargıda yaratmış olduğu o
bürokratik yapıyı, yargı ve yargıcın bürokratlaşması vakıasını halen aşamadı
değerli arkadaşlarım; bunları aşmamız gerekiyor.
Yargıcın bir memur olmadığını, bunları
bilmemiz gerekiyor. Yargıcı bir memur olarak kabul etmeyip, buna göre, siyasî
irade olarak, siyasî otorite olarak tavır koymamız gerekiyor. Bunu da, en
başta, diğer bürokratik kademelere, kimlere, askerî kademeye, sivil kademeye
bunları anlatmamız gerekiyor değerli arkadaşlarım. Asker bürokrasisinden
başlayarak sivil bürokrasisine, maliye bürokrasisine bunları anlatmamız
gerekiyor. Yargıcın farkını, yargıcın işlevini, bunları anlatmamız gerekiyor.
Bunları kim anlatacak; yasama organı
olarak bizler anlatacağız, bunları, siyasî irade olarak hükümet anlatacak.
Acaba, hükümet bunları anlatıyor mu, acaba, bizler, yasama organı olarak bu
noktada irademizi ortaya koyuyor muyuz; yoksa, birilerinin bize dikte
ettirdiklerini, burada, gereğince muhakeme etmeden geçip gidiyor muyuz; bunları
konuşalım. Bunları konuşmak bizim görevimizdir, bizim sorumluluğumuzdur.
Bakın, değerli arkadaşlarım, yargıda
bürokratlaşma zincirini kıramadığımız zaman ne oluyor biliyor musunuz; yargıya
müdahalenin altyapısını sağlamış oluyoruz, yargıya müdahalenin zeminini
yaratmış oluyoruz. Bunları size anlatmak istiyorum. Yargıya müdahale ortamını
yarattığımız zaman, orada kuvvetler ayrılığı falan kalmıyor. Biz, yargıya
öylesine bir müdahale zemini yaratıyoruz ki, yargının içinde odaklanarak,
yargıya müdahale zeminini o kurumun içinden hallediyoruz. Bunları somut
örneklerle anlatmak istiyorum.
Bakın, şu bir gerçek: Yargıya müdahale
zemini ve şartlarının yaratılması geçmiş siyasî iktidarlar döneminde de söz
konusu oldu; ama, maalesef, 58 ve 59 uncu hükümetler döneminde bu, kıyas kabul
etmeyecek ölçülere ulaştı.
Değerli arkadaşlarım, bu zinciri kırmadan
hukuk devletini inşa etmemiz mümkün değil. Güncel olduğu için anlatıyorum,
cumartesi günü anlattım, bugün de anlatıyorum; önemine binaen anlatıyorum.
Bakın, bu müdahale sürecinin, bugün diğer bütün özelleştirme işlemlerinde,
siyasî iktidarın tesis etmiş olduğu özelleştirme işlemlerinde karşımıza
çıktığını görüyoruz. Bunun Seydişehir Eti Alüminyum tesislerinin
özelleştirilmesi sürecinde de yaşandığını görüyoruz değerli arkadaşlarım.
Bakın, geldiğimiz aşamada, bu müdahale süreci, elbette doğrudan yapılmıyor;
bunun yol ve yöntemleri daha farklı bir şekilde yapılıyor, değişik yol ve
yöntemlerle bu müdahaleler yapılıyor. Hukukdışı ilişkiler iddiasıyla gelişen ve
yasama denetiminin ihlali ve engellenmesi pahasına gelişen bir süreçten sonra
gelişen bir özelleştirme işleminden söz ediyorum değerli arkadaşlarım. Olay
yargıya intikal ediyor -Seydişehir Eti Alüminyumdan söz ediyorum- Sayın Başbakan
ve Sayın Maliye Bakanı, bakıyoruz, gerek Grup konuşmalarında gerek basına
verdikleri demeçlerde bu özelleştirme işleminin kendilerince haklılığını ve
zorunluluğunu anlatıyorlar; bunu anlatırken de, kendilerince, bir tarafa, birtakım
odaklara, birtakım karar mekanizmalarına mesaj veriyorlar. Bu anlatımı
yaparken, aslında ne yapıyorlar biliyor musunuz; hem Anayasanın 138 inci
maddesini ihlal ediyorlar hem de kamuoyunu gerçeğe aykırı bir şekilde
bilgilendiriyorlar. Onun için, diyorum ki, hukuk devletini inşa etmek
istiyorsak, siyasî irade olarak, siyasî otorite olarak, bu noktada, irademizi,
samimî bir şekilde, dürüst bir şekilde ortaya koymamız gerekiyor. Bakın değerli
arkadaşlarım, bu süreç, bu anlattığım süreç, tipik anlamda, yargıya müdahale
unsurlarını içeren bir süreçtir. Her yargıç ve mahkeme bu söylemlerden
etkilenir demek istemiyorum; ama, şunu, çok açık olarak ifade ediyorum ki, bu
söylemlerden ve gerçeği yansıtmayan değerlendirmelerden etkilenecek olan yargıç
ve mahkemeler de, bu bürokratik yapı içinde, maalesef, olacaktır; bu,
kaçınılmazdır. Neden olacaktır, niye olacaktır; bunları anlatmaya devam
edeceğiz.
Bu bürokratik yapı hangi sonuçlara yol
açıyor biliyor musunuz?.. Bunları, dokunulmazlık dosyalarında, örnekleriyle
anlattık. 5 adet dosya değerli arkadaşlarım,
5 adet dokunulmazlık dosyayı, 3 tanesi İstanbul Büyükşehir Belediyesiyle
ilgili; BELBİM'le ilgili, Akbil'le ilgili, İGDAŞ'la ilgili.
FARUK ÇELİK (Bursa) - Sayın Başkan…
ATİLLA KART (Devamla) - Dördüncü dosya
kayıp trilyon; beşinci dosya, Sayın Maliye Bakanının 150 000 000 dolarlık
dosyası, hayalî ihracat dosyası. Toplamının değeri nedir biliyor musunuz
değerli arkadaşlarım, toplamının değeri…
AHMET YENİ (Samsun) - Ne ilgisi var?! Her
gün aynı şeyi anlatıyorsun, usandık yani…
FARUK ÇELİK (Bursa) - Sayın Başkan,
maddeyle ilgili…
ATİLLA KART (Devamla) - Onları, değerli
arkadaşlarım, ben anlatmaya devam edeceğim, taa ki, bunların yasal gereğini
yapıncaya kadar anlatmaya devam edeceğim.
BAŞKAN - Sayın Kart…
ATİLLA KART (Devamla) - Onun için, diyorum
ki, bakın, yargının bürokratlaşmasından söz ediyorum değerli arkadaşlarım,
yargının bürokratlaşmasından söz ediyorum. Yargı bürokratlaştığı zaman kurumlar
ve kavramlar neden işlemiyor, bunları anlatıyorum; müsaade buyurun da, bunları
anlatayım. (AK Parti sıralarından "Allah Allah!.." sesleri) Müsaade
buyurun da bunları anlatayım… Rahatsız da olsanız, bunları anlatmaya devam
edeceğim değerli arkadaşlarım. Müsaade buyurun… Bu, benim, bu dosyayı, bu olayı
sunuş şeklimdir. Burada, Hâkimler ve Savcılar Kanununu tartışıyoruz. Burada,
yargıyı tartışıyoruz. burada yargının nasıl bürokratik hale getirildiğini
tartışıyoruz. Müsaade buyurun da bu örnekleri anlatayım.
Bakın değerli arkadaşlarım, özelleştirme
değil, yargı ve yargıç bürokratlaştığı içindir ki, 400 000 000 dolarlık o 5
adet dosyadaki tazminat davalarının açılamadığından söz ediyorum size. İçişleri
Bakanı ve Maliye Bakanını göreve davet ediyoruz; en ufak bir ses yok, en ufak
bir tepki yok. Sayın Adalet Bakanını da, cumartesi gününden bu yana, bu
anlamda, göreve davet ediyorum; çünkü, mekanizmalar işlemiyor, yargı ve
yargıcın bürokratlaşması sebebiyledir ki, o mekanizmalar, o teftiş
mekanizmaları, o teftiş kurulları devreye girmiyor. Bunları anlatacağız.
Bunları, izninizle, Hâkimler ve Savcılar Kanununun tartışıldığı bir ortamda
herhalde anlatacağız arkadaşlarım. Üzülseniz de, rahatsız da olsanız bunları
anlatacağız, değerli arkadaşlarım, bunları anlatmaya devam edeceğiz.
Bakın, bu sunuştan sonra, bu
değerlendirmeden sonra, kolluk güçlerinin o yapılanmasındaki kıdem ve liyakate
aykırı olan yapılanmayı hep anlattım. İkinci ayak olarak neyi anlattık; ikinci
ayak olarak, yargı ve yargıcın bürokratlaşmasını anlattım, bunun sonuçlarını
anlattım. Bunun, bugün, o daha evvel anlattığım sonuçlarından bir başka
boyutunu sizlere anlatacağım.
Bakın değerli arkadaşlarım, idarî yargıda
hukukçu olmayan yargıç yapılanması. Bunu, inanıyorum ki, çok iyi biliyorum ki,
çoğu arkadaşımız idarî yargıda yüzde 80'lere ulaşan hukukçu olmayan yargıç
yapılanmasını bilmiyor, daha doğrusu, böyle bir yapılanmaya ihtimal vermiyor.
Yani, idarî yargı bünyesinde yüzde 80'e ulaşan; ama, hukukçu olmayan yargıç
yapılanması. Böyle bir şey olabilir mi değerli arkadaşlarım?! Böyle bir şey
olabilir mi?! İşte, yargının bürokratlaşması derken, bunları kastediyoruz
değerli arkadaşlarım. Bu yapıyı kırmak noktasında, niye hiçbir müdahale, niye
hiçbir gayret içine girmiyoruz?! Bunları anlatıyoruz değerli arkadaşlarım ve
Sayın Adalet Bakanına burada, huzurunuzda soruyorum: Bakın, getirilen tasarıda,
bu noktada bir adım atılıyor. Nasıl atılıyor; idarî yargıdaki bu hukukçu
olmayan yargıç yapılanmasını yüzde 20'ye çekme noktasında bir adım atılıyor.
Aslında, bu yeterli değil; ama, bir gelişme olduğu, önemli bir gelişme olduğu,
olumlu bir gelişme olduğu açık; ama, neyi görüyoruz değerli arkadaşlarım;
bakıyoruz, komisyon görüşmelerinde, komisyon tartışmalarında, hemen bir önerge
verildiğini ve orada nasıl bir düzenleme getirildiğini, efendim, ihtiyaç
halinde, ihtiyaca göre, idarî yargıda hukukçu olmayan yargıç alımına devam
edilebilir anlamında bir düzenleme getiriyoruz. O zaman, değişen bir şey var mı
değerli arkadaşlarım; değişen hiçbir şey yok. Değişen hiçbir şey olmadığı
içindir ki, burada, hukuk devleti yapılanmasında yapısal bir değişimi
getirmiyorsunuz diyoruz. Bunları anlatıyoruz değerli arkadaşlarım, bunları
örnekleriyle anlatıyoruz. Bunları, Grup olarak sorgulamanızı istiyoruz, Grup
olarak bunları muhakeme etmenizi istiyoruz değerli arkadaşlarım.
Bakın, Anayasanın 140 ıncı maddesi
düzenleme getirmiş. Yargıç, meslekten hukukçu olacak; meslekten olacak, hukukçu
olacak.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Kart, konuşmanızı
tamamlayınız lütfen.
Buyurun.
ATİLLA KART (Devamla) - Biz ne yapıyoruz;
adlî yargıda bunu uyguluyoruz, idarî yargıda, biraz evvel anlattığım tabloyu
ısrarla korumaya devam ediyoruz.
O zaman ne oluyor biliyor musunuz değerli
arkadaşlarım; hukuk devleti yapılanmasında, aslında, adlî yargıdan ziyade -bir
anlamda söylüyorum tabiî, genel olarak söylemiyorum- idarî yargıdaki yapılanma
daha önemlidir; çünkü, idarî yargıda, kamu otoritesi ile kişi arasındaki
ihtilafları çözüyorsunuz.
O sebeple, idarî yargıdaki hukukçu
misyonu, adlî yargıdan daha da önem kazanıyor, daha da öne çıkıyor; çünkü, çok
iyi biliyoruz ki, uygulamadan çok iyi biliyoruz ki, kişiler ile mülkî idare
arasındaki, kişiler ile yerel yönetimler arasındaki kişiler ile rektörlükler
arasındaki ihtilaflarda, idarî yargıda, hep, kamu otoritesini korumaya yönelik
bir anlayışın hâkim olduğunu görüyoruz. Bu, neden dolayı oluyor biliyor
musunuz; işte, biraz evvel hep anlatmaya çalıştığımız o bürokratik yapıdan
dolayı oluyor. O kararı veren, o yargılamayı yapan yargıç, böyle bir olaydan
dolayı acaba ben rahatsız olur muyum…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Kart, teşekkür eder misiniz
Genel Kurula, lütfen…
ATİLLA KART (Devamla) - Bu yapıyı kırmamız
gerekiyor. Değerli arkadaşlar, bu yapıyı kırmadığımız takdirde, getirmiş
olduğumuz tasarının amaca hizmet etmesi mümkün değil; bunu anlatmaya
çalışıyoruz.
Genel Kurulu saygılarımla selamlıyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Madde üzerinde, İçtüzüğün 72 nci maddesine
göre verilmiş bir önerge vardır; önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 951 sıra sayılı yasanın
yeni 33 üncü maddesinin önemi nedeniyle konunun daha çok aydınlığa ve açıklığa
kavuşması bakımından, İçtüzüğün 72 nci maddesi uyarınca bu maddeyle ilgili
görüşmelerin devam etmesine karar verilmesini saygılarımızla arz ederiz.
|
Muharrem Kılıç |
Feridun Ayvazoğlu |
Halil Ünlütepe |
|
Malatya |
Çorum |
Afyonkarahisar |
|
Ziya Yergök |
Atilla Kart |
|
|
Adana |
Konya |
|
BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe: Görüşmekte olduğumuz Hâkimler ve
Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısının genel gerekçesinde de ifade edildiği gibi, Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının 140 ıncı maddesinde "Hâkimler ve savcılar, adlî ve idarî
yargı hâkim ve savcıları olarak görev yaparlar. Bu görevler meslekten hâkim ve
savcılar eliyle yürütülür. Hâkimler, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik
teminatı esaslarına göre görev ifa ederler" hükmüne yer verilmiştir.
Yargılama faaliyetinin etkin bir biçimde
sürdürülerek sonuçlandırılması için de çalışma koşullarının iyileştirilmesi, iş
yükünün azaltılması ve yargı bağımsızlığının tam olarak sağlanması, nitelikli
ve yetkin kişilerin hâkimlik ve savcılık mesleğine özendirilmesi gerekir.
Hâkim ve savcılarla ilgili olarak Avrupa
Birliği ve Avrupa Konseyi kaynaklarına bakıldığında da "hâkimlerin görev
süresi, bağımsızlığı, güvenliği, alacakları yeterli ücret, hizmet şartları,
emekli aylıkları ve emeklilik yaşı kanunda yeterli biçimde güvence altına
alınır. Hâkimlerin yükselmeleri yeterlilik, dürüstlük ve deneyim gibi objektif
nedenlere dayanır. Yasama ve yürütme organı, hâkimlerin bağımsızlığını
sağlamalı ve hâkimlerin bağımsızlığını tehlikeye sokan hiçbir adımı
atmamalıdır" şeklinde ifadelere ve ilkelere yer verildiği görülmektedir.
Avrupa Birliğinin ülkemiz hakkında
açıkladığı 2003 yılı ilerleme raporunun yargı sistemine ilişkin bölümünde,
yargının ağır işyükünün olumsuz bulunan hususlar arasında sayıldığı
görülmektedir; ancak, bugün Anayasamıza baktığımızda, Hâkimler ve Savcılar
Yüksek Kurulunun mevcut yapısıyla yargı bağımsızlığının ve yargıç güvencesinin
tam olarak sağlanmasına olanak bulunmadığı açıktır. Öncelikle bu alanda bir
düzenleme yapılarak Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun yapısı
değiştirilmeli, Adalet Bakanı ve Bakana hiyerarşik bağla bağlı olan müsteşar,
Kurulda yer almamalıdır.
Hükümet tasarısı olarak Türkiye Büyük
Millet Meclisine sunulan, altkomisyonda ve Adalet Komisyonunda görüşülerek
Genel Kurula gelen 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına İlişkin söz konusu Kanun Tasarısı, içerdiği kimi olumlu
değişikliklere karşın, toplumumuzun bağımsız, etkin, hızlı ve adil yargı
beklentilerine, yargıç ve savcılarımızın haklı istemlerine yeterince karşılık
vermemektedir.
Özellikle tasarıda yer alan mülakatın
biçiminin ve kimler tarafından yapılacağı hususunun açıklığa kavuşturulması,
düzenlemenin yönetmeliklere bırakılmaması gerekir. Mülakat kurulunun yapısı,
yaşamsal önem taşımaktadır. Şimdi uygulanmakta olan yönetmeliğe göre, mülakat
kurulu, Bakanlık bürokratlarından oluşmaktadır. Bu, yanlış bir yöntemdir.
Mülakat kurulunda görev alacak kişilerin yüksek yargı organlarından ve Türkiye
Barolar Birliği gibi bağımsız organlardan seçilerek oluşturulması daha uygun
olacaktır.
Şimdiki halde Adalet Bakanlığının
bünyesinde Bakana bağlı olarak çalışan Teftiş Kurulunun buradan alınarak
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna bağlanması daha doğru olacaktır.
Diğer taraftan, çalışma koşullarının
olumsuzluğu, iş yükünün ağırlığı ve aynı zamanda hâkim ve savcılık mesleğinin
özelliği de gözönüne alınarak, özlük hakları bakımından yeterli, kalıcı ve
tatmin edici iyileştirmelerin de yapılması gerekir. Bir önemli nokta da, adlî
yargıda olduğu gibi, idarî yargıda da görev yapacak olan tüm hâkim ve
savcıların mutlaka hukuk fakültesi mezunu olmaları sağlanmalıdır.
Yukarıda açıkladığımız nedenlerle, konunun
daha iyi anlaşılması bakımından maddeyle ilgili görüşmelerin devam etmesine
karar verilmesini talep etmek zorunlu olmuştur.
BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
35 inci maddeyi 34 üncü madde olarak
okutuyorum:
MADDE 34.- 2802 sayılı Kanunun 97 nci
maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Madde 97.- Hâkim ve savcılar
hakkında;
a) Belli bir konuyu içermeyen veya somut
delile dayanmayan,
b) Başvuru sahibinin adı, soyadı, imzası
ile iş veya yerleşim yeri adresi ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları için
Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası bulunmayan,
c) Daha önceden şikâyet konusu yapılıp
sonuçlanan hususlarda yeni delil içermeyen,
d) Kanun yollarına başvuru sebebi olarak
ileri sürülebilecek veya hâkimlerin yargı yetkisi ve takdiri kapsamında kalan
hususlara ilişkin bulunan,
e) Akıl hastalığı sebebiyle vesayet altına
alınanlar ile henüz vesayet altına alınmamış olmakla birlikte bu hastalığa
duçar oldukları sağlık kurulu raporu ile belirlenenlerce verilmiş olan,
İhbar ve şikâyetler işleme konulmaz. Ancak
(b) bendinde yazılı şartları taşımayan ihbar ve şikâyetlerin somut delillere
dayanması durumunda, konu hakkında gerekli araştırma ve inceleme yapılır."
BAŞKAN - Madde üzerinde Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu ve şahsı adına, Ankara Milletvekili Bayram Meral.
Sayın Meral, buyurun.
CHP GRUBU ADINA BAYRAM ALİ MERAL (Ankara)
- Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; 951 sayılı hâkimler ve savcılar
hakkındaki yasanın 34 üncü maddesi üzerinde, şahsım ve Grubum adına, söz almış
bulunmaktayım; Yüce Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Söz alırken bazı milletvekili arkadaşlarım
laf attılar, acaba bu avukat mıydı diye. Dertleri anlatmak için, gerçekleri
söylemek için, yapılan hizmetleri görüp anlatmak için avukat olmak mı lazım;
hasta isen, derdini birine anlatmak için, çare aramak için doktor olmak mı lazım?!
Değerli arkadaşlarım, olayı isterseniz
böyle düşünmeyelim; ama, aslında çok güzel şeyler yapabiliriz. Ah bir
birbirimize inansak, güvensek, verdiğimiz sözlerde dursak, halkımızın
dertlerini dile getirirken ortaklaşa parmak basabilsek. O sorunlara, o
sıkıntılara ortaklaşa çözüm bulabilsek.
Benim çoğunluğum var, benim gücüm var, istediğimi yaparım demeden, birliktelik
sağlasak daha güzel olmaz mı değerli milletvekilleri?
Şimdi, hâkimleri, savcıları konuşuyoruz.
Tabiî ki, bizim içimizde -ben çok teşekkür ediyorum- avukatlık yapmış, savcılık
yapmış, hâkimlik yapmış arkadaşlarım o dertleri dile getirdi. Sizin içinizde
hiç avukatlık, hâkimlik yapmış, savcılık yapmış kimse yok mu; neden onların
dertlerini dile getirmiyorsunuz?! Aa biz hükümetiz, talimat veririz, yargı
bağımsızlığı bize vız gelir, istediğimizi yaparsa yapar, yapmazsa onu bir yere
tayin ederiz diye düşünüyorsanız, o hâkimin ve savcının arkasında bir yazı
yazılı: "adalet mülkün temelidir." Nereye tayin ederseniz, nereye
sürgün ederseniz edin, o "adalet mülkün temelidir"in altında oturur.
O hâkim ve o savcı yine gereğini yapar.
Değerli arkadaşlarım, benim birçok kez
hâkime de, savcıya da işlerim düştü. Benim gibi, burada oturan meslektaş
arkalarımın da işleri düştü; onların hangi şartlar altında çalıştığını, mutlaka,
o meslekten gelen arkadaşlarım çok iyi bilir. Dosya dahi bulamazlar, kalem
bulamazlar, daktilonun şeridini bulamazlar. Ne olacak şimdi bu: Efendim, birisi
bunu götürdüğü zaman suç işledi, birisi dosya götürdüğü zaman suç işledi. Ne
yapması lazım; altında, oturacağı koltuğu yok!..
Hayatımda iki müessesenin mağduriyetini
bilirim. Biri hâkimlerdir, savcılardır; biri de nüfus daireleridir değerli
arkadaşlarım. Bunların sıkıntıları elbete ki var.
Efendim, şimdi, hâkim, savcı şikâyet
konusu. Ben bir konuyu anladım da, birini çözemedim. Bu aklî dengesi yerinde
olmayanların tespiti nasıl yapılacak; yani, şikâyet ettiyse hâkimi, savcıyı?
Değerli arkadaşlarım, bunların o kadar şikâyet yolu vardır ki, çıkan yasanın
hâkimi ve savcıyı zora sokmayacak şekilde olması lazım. Şimdi, bir yasa
çıkardınız, geleceğim ona biraz sonra.
Şimdi, geçen hafta da Almanya'ya gittim.
Değerli arkadaşlarım, Almanya'da din adına, iman adına, birileri Allah'ın
evinde, oradaki namuslu, haysiyetli insanları dolandırmış. Ne yapmış biliyor
musun; 5,5 milyar doların üzerinde vurgun vurmuş. Bunu biliyorsunuz.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Komisyon kurduk...
BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Bugün
Mecliste bulunmayan, grup başkanvekillerinin bile bulamadığı zatın da çok iyi,
samimî arkadaşı. Gelsin de burada hesabını versin. Gelsin, hesabını versin
burada.
MUSA SIVACIOĞLU (Kastamonu) - Kim yapmış?
BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Çok iyi
bilirsiniz kim olduğunu.
Şimdi, yarın bu zat, hâkimle karşı karşıya
çıktı, savcıyla karşı karşıya çıktı; bu vurguncunun, talancının arkasında büyük
bir güç var, hâkim de adil davranıyor, tehditler geldiği zaman, o hâkim ne
yapacak? Ne yapacak, soruyorum size? Olmadı mı bunlar, yaşanmadı mı; tehdit
edilmedi mi hâkimler; sürülmedi mi bu hâkimler?!
RAMAZAN TOPRAK (Aksaray) - Arkasında duran
namerttir!
BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Kim yaptıysa
Allah belasını versin!
RAMAZAN TOPRAK (Aksaray) - Kim?!
BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Kim yaptıysa…
RAMAZAN TOPRAK (Aksaray) - Versin, amin!
BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) -Bana ne, ben
yapmadım ya, rahat konuşuyorum burada.
RAMAZAN TOPRAK (Aksaray) - Yapanın Allah
belasını versin!
BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Haa, kim
yaptıysa yaptı.
Efendim, işverenlerin uçaklarıyla
gezenlerin de burada suçu var. Seçim bölgelerinde işverenlerin uçaklarıyla
dolaşanların da suçu var. Yapmadınız mı siz, dolaşmadınız mı siz işverenlerin
uçaklarıyla?! Ne konuşuyorsunuz o zaman?! (AK Parti sıralarından
"dolaşmadık" sesleri)
Bir şey daha var; birisi yine gitmiş,
Almanya'da, güzel süpermarketler açmış. Bir Allah'ın saf kulunu…
RAMAZAN TOPRAK (Aksaray) - Tüm
dolandırıcıların Allah belasını versin!
BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Bakınız
beyler, arkadaşlar beni götürdü, bir yerde yemek yiyorum; bir zatımuhterem
geldi... Hâkimden bahsediyoruz, bunlar hâkimin sorunları.
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Biz Mecliste
çalışalım, sen Almanya'da gez!
BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) -Geldi, beni
aldı, evine götürdü, rica etti benden. Bu, hacca gitmiş, mukaddes topraklara
yüz sürmüş bir adam. Kaybettiği para da 500 000 000 dolar, çarptırdığı para…
FAZLI ERDOĞAN (Zonguldak) - 500 milyardı,
milyon mu oldu?!
BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - 500 neyse
işte… Sayenizde milyarı da milyonu da karıştırdık; TL çıktı, Yeni TL çıktı,
hepsini karıştırdık.
Muhterem arkadaşlarım, bu dedi ki bana:
"Sayın Başkan, ben, gemide çalışıyordum, geminin altında çalışıyordum
limanda, çıktığım zaman arkadaşlarım yüzümü yıkayıncaya kadar beni tanımıyordu;
ben, bu parayı böyle kazandım; beni, Allah'ın evinde soydular."
Şimdi size soruyorum değerli arkadaşlarım,
o şimdi Türkiye'de dolaşıyor; hükümetsiniz, yakalayın onu, adaletin karşısına
çıkarın, çıkarın onu!
TEVFİK AKBAK (Çankırı) - Bağımsız yargı
var!
BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Değerli
arkadaşlarım, muhterem arkadaşlarım, saygıdeğer arkadaşlarım, yani, demiş,
halktan utanmıyorsak, Allah'tan korkalım, etmeyin bunu!
AHMET YENİ (Samsun) - Ne ilgisi var Sayın
Meral?!
BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Yani, bir
adamın imanı birkaç şeye bağlıdır; ya Allah'tan korkar ya kuldan utanır. Bir
adam Allah'tan korkmuyorsa, kuldan da utanmıyorsa, onda iman yoktur; öyledir
değil mi?! (AK Parti sıralarından "doğrudur" sesleri, alkışlar)
Şimdi, elinize sağlık, öyle güzel şeyler
yapıyorsunuz ki! Uyum yasaları!..
Arkadaşlar, kusura bakmayın da, uyum
yasaları, uyum yasaları, gele gele, sonunda at etini meşru kıldınız; sizi
tebrik ederim! (AK Parti sıralarından gülüşmeler) Yarın, domuzu da meşru
kılarsınız!
FAHRİ KESKİN (Eskişehir) - Ne alakası
var?!
BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Onun
arkasından…
FAHRİ KESKİN (Eskişehir) - Eşeği de…
BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Eşeği
atladık… Onun arkasından domuz geliyor. Uyum yasası!..
MUSA SIVACIOĞLU (Kastamonu) - Onu da siz
yaparsınız.
BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Değerli
arkadaşlarım…
Yaptınız, yaptınız… Bakın, burada ne
oluyor, biliyor musunuz; Türkiye'de ne oluyor?.. Dikkatinizi çekiyorum… (AK
Parti sıralarından gürültüler) Dinle… Dinle… Dinle…
Ne olur, biliyor musun; birçok kasap,
dükkânını kapatır yarın. Nasıl kapatır, biliyor musun; müşteri ile kasap
arasında bir savaş açacaksınız yarın ve kavgalar çıkacak, bu insanlar, hâkimin,
savcının karşısına çıkacak. Hâkime, savcıya…
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Maddeyle ne
alakası var?! Maddeye gel!
BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Güzel bir
madde… Madde, madde, maddenin ta anası! Maddenin anası, anası! Hayatta senin
bunlara kafan çalışmaz. (Gülüşmeler)
Ne oldu şimdi, hâkimin karşısına çıktı?
Yok at eti sattın, yok bizim eti şey yaptın…
Değerli arkadaşlarım, siz, ne yaptığınızın
farkında mısınız?!
ÜNAL KACIR (İstanbul)- Biz, Mecliste
çalışıyoruz…
BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Siz, ne
yaptığınızı, böyle, bir oturun düşünün. Ne yaptığınızın farkında mısınız?!
Marmara depremi oldunuz siz Türkiye'nin başına, Marmara depremi! Yani,
düşünebiliyor musunuz, uyum yasası… Uyum yasasının arkasından domuz geliyor ha!
Bunun ötesi var mı?! İnkâr edebilir misiniz?! Domuz geliyor... Bunu da mı meşru
kılacaksınız?! Helal olsun size!
MEHMET ÇERÇİ (Manisa) - Sana da helal
olsun!
BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Helal olsun
size! Sizi tebrik ederim. Bu memlekette, domuz eti yedirecekseniz, at eti
yedirecekseniz, başörtüsünden, imam-hatipten niye bahsediyorsunuz?! Ne gereği
var buna ya?! Bu nerede kaldı?! Bu mantık nerede kaldı?! Size soruyorum. Bu
mantığa gerek var mı artık?!
RAMAZAN TOPRAK (Aksaray) - Yanlış
söylüyorsun.
BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Yanlış
söylüyorum, değil mi?! Doğru; imanın gibi inanıyorsun doğru söylediğime de, ne
yapacaksın, öyle söylüyorsun.
Değerli arkadaşlarım, ben, hâkimden,
hâkimin ve savcının gelecekte karşılaşacağı olaylardan bahsediyorum ve bu
hâkimin, savcının siyasî baskı altında ne yapacağından bahsediyorum değerli
arkadaşlarım.
Şimdi, muhterem arkadaşlarım, hâkime
savcıya destek olmak istiyorsak eğer, şikâyetten arınmasını istiyorsak… Bir
hâkim düşünün, bir savcı düşünün, Erzurum'un ücra bir kazasında hâkimlik
yapıyor.
MUSA SIVACIOĞLU (Kastamonu) - Hangi
kazasında?
BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Bir
kazasında.
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Hangi kazasında?
BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Efendim,
Şenkaya, Şenkaya (Gülüşmeler) En tepe kazalardan birisidir, öyle değil mi Sayın
Başkan?
Kar, kış... Oranın adliyesi de uzaktır.
Hâkim yolun kenarında bekliyor; araba yok, herhangi bir şey yok, orada servis
de yok. Bir zat geldi "savcım, hâkimim, niye bu karda kışta bekliyorsun,
ben arabamla seni bırakayım" dedi, o da bindi arabaya, orada donacak hali
yok ya. O arabanın sahibi de, yargıda sorunu olan bir adamın yakını. (AK Parti
sıralarından "Allah Allah" sesleri) Karşı taraf da gitti, hâkimi
şikâyet etti, savcı şikâyet etti. Ne olacak bu?!
MUSA SIVACIOĞLU (Kastamonu) - Niye şikâyet
etti?!
BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Bakınız,
eğer, hâkimin ve savcının daha adil bir görev yapmasını istiyorsanız…
Vurguncularda trilyonlar yatıyor; trilyonlar! Onun için iktidar oldunuz… Onlara
bir tane reno alın, reno!... Reno alın da, hâkim ile savcı aynı arabaya binsin,
olmaz mı?! Trilyonlar yatıyor vurguncuda, talancıda. Onları tahsil edeceğiz
diye geldiniz, onlardan hesap soracağız diye geldiniz.
MURAT YILDIRIM (Çorum) - Soruyoruz…
BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Başta kavak
yelleri estiği günler hani, nerede onlar şimdi?! O meydanlarda attığınız
nutuklar nerede?! Oturuyorsunuz, koltuklara gömülmüşsünüz, çıkamıyorsunuz
içerisinden. Nerede onlar?!
ALAETTİN GÜVEN (Kütahya) - Beraber
oturuyoruz.
BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Gelelim yine
bir konuya. Adil yasa çıkaracaksanız, adil! Bir yasa çıkardınız esnafla ilgili.
Odalar Borsalar Birliğine çıkardınız, aynı; ziraatçılarla ilgili çıkardınız,
aynı; esnafa geldiniz, farklı ve buradan, bir deneyimli milletvekili kalktı,
dedi ki "biz kişiye yasa çıkarıyoruz."
MUSA SIVACIOĞLU (Kastamonu) - Kime?
BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Kişiye,
kişiye "bir kişiye yasa çıkarıyoruz" dedi. Sanki bilmiyorsun da, bana
soruyorsun. (Gülüşmeler) Sanki bilmiyorsun da bana soruyorsun, öyle mi?
Nedir bu, değerli arkadaşlarım?.. Bakınız,
muhterem arkadaşlarım, bu halk 80 öncesi -burada valiler oturuyor- çok ciddî
olaylar yaşadı. Bir nesil yok oldu, bir nesil arkadaşlarım, bir nesil yok oldu,
bir nesil! Gitti bir nesil o olaylarda.
Şimdi, siz öyle bir yasa getirdiniz ki,
samimî söylüyorum, 12 Eylülün o "faşist" dediğiniz generallerin
yasasından daha ötede. Tebrik ediyorum sizi! Sizin bundan sonra askerî
yönetimden şikâyet etmeye hakkınız var mı? Rütbesiz generallersiniz
bazılarınız; hepinizi kastetmiyorum, hepinizi kastetmiyorum, bir bölümünüz. Ne
olur bu değerli arkadaşlarım, bunun altından ne çıkar biliyor musun, nedir bu
mantık biliyor musun? Hepinizi, yine kastetmiyorum. Bu mantık, Peygamber Efendimizin
torunları İmam Hasan'ı, İmam Hüseyin'i Kerbela'da zehirleyen, kasteden
Mervan'ın, Muaviye'nin zihniyetidir o zihniyet; o adamlara söylüyorum size
söylemiyorum, kim ise onlara söylüyorum. Onları siz de tanıyorsunuz.
ABDULLAH ERDEM CANTİMUR (Kütahya) - Askere
hakaret etme.
BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Efendim,
tekrar ediyorum anlamadınsa. Bakınız, beyler, hâşâ, hâşâ, bir Hazreti Muhammed
olsanız, torunlarınızı katledenlere…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Meral…
BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - …okumaz da ne
yaparsınız? Soruyorum sizlere.
BAŞKAN - Sayın Meral, bir dakika içinde
konuşmanızı tamamlayınız lütfen.
ALAETTİN GÜVEN (Kütahya) - Ne biçim
anlayış!
ZEYİD ASLAN (Tokat) - İnanç sömürüsü
yapma!
BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Şimdi,
gelmişsiniz, efendim, bu yasa… Bu yasaya yarın bir hâkim farklı karar verse…
Böyledir beyler, böyle. Yine, tekrar ediyorum, bakınız, tekrar ediyorum;
hepinizi kastetmiyorum. Parmak kadardır burada. O Sivas'ta Madımak Otelini
yakanların zihniyetinde burada insanlar var, size onu ispat edeyim isterseniz,
ispat edeyim burada size. (AK Parti sıralarından gürültüler)
HAYATİ YAZICI (İstanbul) - Ayırımcılık
yapma!
ZEYİD ASLAN (Tokat) - İspat et, ispat!
BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - İspat ederim
size, ispat, ispat! İspat ederek konuşuyorum. (AK Parti sıralarından "kim
var burada" sesleri) Onları siz de tanırsınız. Tanımıyorsanız yasayı
değiştirin, yasayı, yasayı değiştirin. Odalar Birliğine aynı, ziraat odalarına
aynı, neden esnaflara farklı, neden?.. Çıkın burada hesabını verin, hesabını;
neden aynı? Nedir bu, bu nedir yani; bu, Madımak Otelini yakanların zihniyeti
değil de nedir, nedir bu? (AK Parti sıralarından gürültüler)
EYÜP FATSA (Ordu) - Lütfen, Sayın Başkan…
ZEYİD ASLAN (Tokat) - İspat et, ispat!
BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Değerli
arkadaşlarım, bu yasayı düzeltmediğiniz sürece…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Meral, konuşma süreniz
tamamlanmıştır, lütfen, yerinize oturur musunuz.
Teşekkür ederim.
BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Bu adamların
adı olur.
Teşekkür ederim. (CHP sıralarından
alkışlar)
ZEYİD ASLAN (Tokat) - Kaçma lan! Kaçma da
Partinizin görüşünü anlat.
EYÜP FATSA (Ordu) - Sayın Başkan, söz
istiyorum.
BAŞKAN - Şahsı adına, Ordu Milletvekili
Eyüp Fatsa; buyurun.
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Efendim,
tekrar söz verilmesini istiyor grubunuz.
BAŞKAN - Buyurun Sayın Meral?..
Buyurun Sayın Fatsa.
EYÜP FATSA (Ordu) - Teşekkür ediyorum
Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; görüşülmekte olan Hâkimler ve Savcılar Kanununun 34 üncü
maddesinde şahsım adına söz almış bulunuyorum; Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, hâkimler ve savcılarla
ilgili yeni bir yasal düzenleme yapılıyor. Elbette ki, bu düzenleme, belki her
birimizin gönlünden geçirdiği, mutlak manada hâkimlerimizin bütün özlük
haklarından bütün güvencelerine kadar her alanda gönlümüzden geçirdiği kadar
mükemmel olmayabilir, eksikleri olabilir, tenkit edilen tarafları olabilir,
eleştirilebilecek tarafları olabilir; ancak, bu kanun tasarısının ilgili
maddesi gerekçesi üzerinde söz alıp, burada, maddeyle hiç alakası olmayan,
görüşülmekte olan kanun tasarısıyla ve o kanun tasarısının ilgili maddesinin
hiçbir yerinde kendini ifade etmeyen, bulmayan konularla Genel Kurulun
gündemini provoke etmeye de kimsenin hakkı yoktur. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
Değerli arkadaşlar, Sayın Meral'i dikkatle
ve ibretle dinledim. Özellikle, yurt dışında, birtakım gerekçelerle
vatandaşlarımızdan para toplayan insanları, burada Allah'ı, peygamberi, dini,
camii, cemaati istismar ederek bunları
yaptıklarını; dolayısıyla, bunların faillerinin de ortalıkta dolaştıklarını
ifade etti.
Değerli arkadaşlar, ben, o dönemin
tamamını, Sayın Ali Rıza Gülçiçek'le beraber, Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul
Milletvekili Sayın Ali Rıza Gülçiçek'le beraber Avrupa'da o süreci baştan
sonuna yaşamış bir insanım, arkadaşınızım. Doğru; bunların içerisinde istismar
edenler olmuştur; ama, dürüstçe çalışanlar, dürüstçe bu işi yapanlar da olmuştur.
Hiç kimse bunu, camiin duvarları arasına sıkıştıramaz. O dönemde bunlar,
barlarda, gasthaus'larda, meyhanelerde, oyun, eğlence yerlerinde, her yerde bu
faaliyetler yapıldı. Her yerde bu faaliyetler…
Ben, kimsenin avukatı falan değilim. Sayın
Meral diyor ki: "Niye bunları yakalamıyorsunuz?"
Sayın Meral, ortalıkta dolaşan sadece bu
insanlar değil. Kaldı ki, bununla ilgili de Meclisimiz, her iki grubun ortak
önergesiyle, bir araştırma komisyonu
kurmuştur; bunlar araştırılıyor, araştırmaya da devam ediliyor. Bunlarla ilgili
hukukî yapılabilecek ne varsa yapılıyor; ancak…
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Konya'da...
Konya'da... Gel, bilmiyorsan
göstereyim. Hepsi İçişleri Bakanlığında var. Adreslerini biliyorum.
EYÜP FATSA (Devamla) - Sayın Meral, yahu
öyle diyorsun da, onların avukatlığını yapan arkadaş da sizin içinizde yani,
onları savunanlar da sizin içinizde.
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - İçişleri Bakanı da orada, iyi tanır onu.
Konya'da 7 nci katta oturuyor. Adresi bilmiyorsan, söyleyeyim sana.
EYÜP FATSA (Devamla) - Sayın Meral...
Sayın Meral... Lütfen...
BAŞKAN - Sayın Meral, lütfen müdahale
etmeyin.
Sayın Fatsa, Genel Kurula hitap edin.
EYÜP FATSA (Devamla) - Bitiriyorum.
Değerli arkadaşlar, sonra, arkasından,
grubumuzu da hedef alarak veya grubumuzdan bazı arkadaşlarımızı da isim
vermeden, ama "içlerinizde" diye, Kerbela'daki Hazreti Hüseyin ve
Peygamber evlatlarına, torunlarına zalimlerin yapmış olduğu muameleyi, bizim
Grubumuz içerisinden bazı arkadaşlarımızı -her ne kadar ismini vermediyse de-
kastederek, bizi onlarla beraber zikretmenizi, doğrusu…
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Zihniyet...
Zihniyet beyefendi, zihniyet...
EYÜP FATSA (Devamla) - Müsaade et, müsaade
et…
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Zihniyet… (AK
Parti sıralarından "Dinle" sesleri)
EYÜP FATSA (Devamla) - Müsaade et Sayın
Meral.
Bakın, Sayın Meral...
BAŞKAN - Sayın Fatsa…
EYÜP FATSA (Devamla) - Bu, bu kürsüde
yapılabilecek bir konuşma değildir. Şu Meclisin çatısı altında -ve kendi
Grubumu kastederek söylüyorum özellikle de- Kerbela için yüreği yanmayan bir
tane fert yoktur (AK Parti sıralarından alkışlar) bir tane fert yoktur. Lütfen…
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Madımak'ı da
söyle, Madımak Otelini de söyle.
EYÜP FATSA (Devamla) - Burada, Sivas'taki
olaylara karışmış, Sivas'taki olayları tahrik etmiş, Sivas'taki Madımak
olaylarında herhangi bir gerekçeyle…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Fatsa, 1 dakika içerisinde
konuşmanızı tamamlayınız lütfen.
Buyurun.
EYÜP FATSA (Devamla) - … taraf olmuş,
yanında yakınında olmuş bir tane insan gösteremezsiniz. Müsaade et!..
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Senin eski
Adalet Bakanın cüppeyi giydi cüppeyi; onları kurtarmaya gitti! (AK Parti
sıralarından gürültüler)
BAŞKAN - Sayın Bayram, lütfen…
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Adalet
Bakanın, eski Adalet Bakanın cüppeyi giydi, gitti oraya! Nasıl söylersin bunu?!
EYÜP FATSA (Devamla) - Müsaade et… Lütfen…
Bu ifadeler…
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - İçişleri
Bakanı oturuyor orada… Cüppeyi giydi gitti… (AK Parti sıralarından
"Otur" sesleri)
BAŞKAN - Sayın Fatsa…
EYÜP FATSA (Devamla) - Müsaade edin...
Müsaade edin… Sayın Meral, lütfen…
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Nasıl
konuşuyorsun orada…
BAŞKAN - Sayın Fatsa, konuşmanızı
tamamlayın lütfen.
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Cüppeyi giydi
gitti. Yalan mı?! (AK Parti sıralarından gürültüler) Yalan mı?!
EYÜP FATSA (Devamla) - Müsaade edin…
Değerli arkadaşlar, lütfen…
ZAFER HIDIROĞLU (Balıkesir) - Çıkıp özür
dilemen lazım!
BAŞKAN - Sayın Hıdıroğlu…
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Senin halktan
özür dilemen lazım.
EYÜP FATSA (Devamla) - Sayın Başkan,
bitiriyorum.
Değerli arkadaşlar, herkes şu kürsüye
çıktığı zaman, ekranın karşısına çıktığı zaman, yargının bağımsızlığından
bahsediyor. Öyledir de, öyle de olmalıdır; ama, Sayın Meral, buradaki
konuşmasında, anladığım kadarıyla…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Fatsa, lütfen, konuşmanızı
tamamlayınız efendim.
Buyurun.
EYÜP FATSA (Devamla) - Bitiriyorum Sayın
Başkan.
…neden siz siyasî iktidar olarak yargıya
müdahale etmiyorsunuz manasına gelecek ifadelerde bulunuyor. Dolayısıyla, bu,
tutarlı ve ilkeli bir düşünce değildir.
Son olarak şunu söylüyorum: Sayın Meral,
bakın, buradaki arkadaşlarımızı herkes tanıyor, sizler de tanıyorsunuz, kamuoyu
da tanıyor…
MEHMET ÇERÇİ (Manisa) - 28 Şubatta…
BAŞKAN - Sayın Fatsa, son cümlelerinizi
alayım; uzatmayacağım çünkü… Lütfen…
EYÜP FATSA (Devamla) - Son cümlem.
Herkes tanıyor; ama, Türkiye sizi de
tanıyor. Emek Platformuna yapmış olduğunuz ihanetle sizi tanıyor Türkiye!
Emekçiler, sizi öyle tanıyor. Lütfen, çıkın burada bunu söyleyin!
Hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti
sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Sayın Başkan,
şahsıma hakaret söz konusu… Ben olay yaratmayacağım.
BAŞKAN - Sayın Meral… Sayın Meral, oturur
musunuz yerinize,.Lütfen, yürümeyin bir defa, yerinize bir oturun da!..
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Şahsıma
hakaret var. (AK Parti sıralarından gürültüler)
BAŞKAN - Efendim, yerinize bir oturun...
HASAN KARA (Kilis) - Otur yerine!
BAŞKAN - Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım…(AK Parti sıralarından gürültüler)
Arkadaşlar, lütfen, dinler misiniz.
Buraya çıkıp herkes, bakınız, maddeyle
ilgili olarak görüşmesi lazım; ama, milletvekili arkadaşlarımıza saygımızdan
dolayı bunları kesmedik. Ama, herkes çıkıp birileriyle ilgili birkısım şeyleri
konuşup, ondan sonra birileri çıkıp tekrar buna cevap verdiğinde böyle
karşılıklı olarak konuşmaya başlarsak, biz, Mecliste hiçbir çalışmayı falan
yürütemeyiz. Onun için…
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Hakaret oldu…
BAŞKAN - Müsaade edin efendim… Müsaade edin efendim, müsaade edin.
Şimdi, bu şekildeki bir üslupla Meclis
çalışmalarını bir yere vardıramayız. Onun içindir ki, hiç ilgisi olmayan,
tarihin bundan bindörtyüz sene öncesinde kalmış olan birkısım konuları buraya
getirmek, birkısım insanlara isnat etmenin insafla bağdaşır tarafı yoktur.
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Sayın Başkan,
sorun yaratmayacağım, şahsıma hakaret oldu.
BAŞKAN - Müsaade eder misin… Müsaade eder
misiniz.
Şimdi, sizler, Sayın Meral, bu şekildeki
hitapla karşılık verirseniz, karşıdaki insanların, töhmet altında bırakılan
insanların cevap hakkı doğar.
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Hayır efendim,
müsaade ederseniz, "emeğe ihanet etti dedi" etmediğimi ispat edeceğim. Başka bir şey yok. Söz
istiyorum. (AK Parti sıralarından gürültüler)
ZÜLFÜKAR İZOL (Şanlıurfa) - Sayın Başkan,
ne yapıyorsun!.. Maddeye geçin! Yeter yahu!.. Allah Allah!..
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Sayın Başkan,
ihanet ayrı bir şeydir.
Rica ederim... Ben ihanet etmedim.
Açıklama yapmak istiyorum. (AK Parti sıralarından gürültüler)
BAŞKAN - Saygıdeğer milletvekilleri,
birleşime 5 dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 22.48
BEŞİNCİ OTURUM
Açılma
Saati: 22.57
BAŞKAN:
Başkanvekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP
ÜYELER: Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale), Bayram ÖZÇELİK (Burdur)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 119 uncu Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Sayın Başkan, bir müracaatım vardı.
BAŞKAN - Sayın Meral, şu anda konuşuyorum.
Lütfen efendim oturur musunuz, istirham edeyim yani… Ben açıyorum…
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Peki Sayın
Başkanım, özür dilerim, oturuyorum.
BAŞKAN - 951 sıra sayılı kanun tasarısının
görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.
VI.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
2.-
Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/1039) (S. Sayısı: 951) (Devam)
BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.
Tasarının 34 üncü maddesi üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştı.
Şimdi, maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, Sayın Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına Sayın Meral'in şöyle bir ifadesi var:
"Sayın Eyüp Fatsa, konuşmasında, emek
cephesine ihanet suçlamasında bulunmuştur. Bu suçlamaya ilişkin olarak, Tüzüğün
69 uncu maddesine göre, açıklama yapmak üzere söz istiyorum.
Saygılarımla." (AK Parti sıralarından "oyla, oyla" sesleri)
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, bu
ifadeye, ben, tutanakları incelettireceğim ve bakacağım. Bu ifadeye, benim,
aynı oturum içinde ara vermeden söz vermem lazımdı. Bunu değerlendireceğim,
tutanakları getirteceğim. Şu anda çalışma süremiz dolmuş bulunuyor.
Onun için, kanun tasarı ve tekliflerini
görüşmek üzere, yarın saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.
Kapanma
Saati:22.59