DÖNEM : 22 CİLT : 87 YASAMA
YILI : 3
T. B. M. M.
110 uncu Birleşim
İ
Ç İ N D E K İ L E R
I. -
GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III. -
YOKLAMALAR
IV. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1.- Bursa Milletvekili Ertuğrul
Yalçınbayır'ın, Kırgızistan Anayasa-sının yapımı sürecine katkıda bulunmak
amacıyla yaptıkları çalışmalara ilişkin gündemdışı konuşması
2.- Antalya Milletvekili Osman Kaptan'ın,
Rusya'nın Türkiye'den sebze ve meyve alımını durdurmasının ülke ekonomisine
olumsuz etkilerine ve bu konuda alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı
konuşması ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker'in cevabı
3.- İzmir Milletvekili Ali Rıza Bodur'un,
İzmir İli Kiraz İlçesi çevre köylerinde meydana gelen dolu afetinin yol açtığı
zarara ve bu konuda alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması ve
Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker'in cevabı
B)
TEZKERELER VE ÖNERGELER
1.- Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın
İsrail ve Filistin'e yaptığı resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin
Başbakanlık tezkeresi (3/842)
V.-
ÖNERİLER
A) SİYASÎ
PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ
1.- Gündemdeki sıralamanın yeniden
düzenlenmesine ilişkin CHP Grubu önerisi
2.- Gündemdeki sıralama ile çalışma
saatlerinin yeniden düzenlenmesine ilişkin AK Parti Grubu önerisi
VI.-
GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI
A)
ÖNGÖRÜŞMELER
1.- Samsun Milletvekili Cemal Yılmaz Demir
ve 40 milletvekilinin, Ondokuz Mayıs Üniversitesinde keyfî yönetim, kamu
kaynaklarının amaç dışı kullanımı ve kadrolaşma iddialarının araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/251)
VII.-
AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in,
Samsun Milletvekili Haluk Koç'un, konuşmasında, Genel Başkanlarına sataşması
nedeniyle konuşması
VIII.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
1.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş
ve İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici
Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde
Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S.
Sayısı: 305)
2.- Tarım Sigortaları Kanunu Tasarısı ve
Tarım, Orman ve Köyişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/865) (S.
Sayısı: 879)
IX.-
SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI
SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Iğdır Milletvekili Dursun AKDEMİR'in,
genç nüfusa ve işsizlere ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Beşir
ATALAY'ın cevabı (7/6133)
2.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in,
Bursa-Gürsu İlçesinin sebze-meyve hali için seçilen alana,
- Adana Milletvekili N.Gaye ERBATUR'un,
çift kabuklu yumuşakça üretiminin denetimine,
İlişkin soruları ve Tarım ve Köyişleri
Bakanı Mehmet Mehdi EKER'in cevabı (7/6153, 6154)
3.- İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in,
yerel ve özel televizyon kanallarının TRT istasyonlarından yararlandırılmasına
ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Beşir ATALAY'ın cevabı (7/6291)
I. - GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak
üç oturum yaptı.
Bingöl Milletvekili Abdurrahman Anik,
Bingöl İli Karlıova İlçesinde meydana gelen deprem olayı ile sonrasında yapılan
çalışmalara,
İzmir Milletvekili Yılmaz Kaya, kamu
avukatlarının sorunlarına ve alınması gereken önlemlere,
Adana Milletvekili Recep Garip, Türk
edebiyatının büyük şairlerinden Cahit Zarifoğlu'nun ölüm yıldönümüne,
İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar.
Antalya Milletvekili Osman Kaptan ve 24
milletvekilinin, yaş sebze-meyve ve kesme çiçek ihracatında karşılaşılan
sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/286) Genel Kurulun bilgisine
sunuldu; önergenin gündemdeki yerini alacağı ve öngörüşmesinin sırası
geldiğinde yapılacağı açıklandı.
Van Gölündeki Kirlenmenin Önlenmesi ve Van
İlinde Turizmin Geliştirilmesi konusundaki (10/68) esas numaralı Meclis
araştırması önergesinin öngörüşmesinin 8.6.2005 Çarşamba günkü birleşimde
yapılmasına ilişkin Cumhuriyet Halk Partisi Grubu önerisi üzerindeki görüşmeler
tamamlandı. Oylanması sırasında istem üzerine elektronik cihazla yapılan
yoklamalar sonucunda Genel
Kurulda toplantı yetersayısının bulunmadığı
anlaşıldığından;
9 Haziran 2005 Perşembe günü saat 15.00'te
toplanmak üzere, birleşime 17.02'de son verildi.
Sadık Yakut
Başkanvekili
Bayram
Özçelik Türkân Miçooğulları
Burdur İzmir
Kâtip Üye Kâtip
Üye
II. - GELEN
KÂĞITLAR
9 Haziran 2005 Perşembe
Teklif
1.- İzmir Milletvekili Erdal Karademir ile
18 Milletvekilinin; 13.10.1983 Tarihli ve 2918 Sayılı Karayolları Trafik
Kanununa Bir Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifi (2/507) (Sağlık, Aile,
Çalışma ve Sosyal İşler; Avrupa Birliği Uyum ile İçişleri Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 8.6.2005)
Açılma
Saati: 15.00
9 Haziran
2005 Perşembe
BAŞKAN:
Başkanvekili Sadık YAKUT
KÂTİP
ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir)
BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin
110 uncu Birleşimini açıyorum.
III. -
YOKLAMA
BAŞKAN - Elektronik cihazla yoklama
yapacağız.
Yoklama için 5 dakika süre vereceğim.
Sayın milletvekillerinin oy düğmelerine basarak salonda bulunduklarını
bildirmelerini, bu süre içerisinde elektronik sisteme giremeyen
milletvekillerinin, salonda hazır bulunan teknik personelden yardım
istemelerini, buna rağmen sisteme giremeyen üyelerin ise, yoklama pusulalarını,
görevli personel aracılığıyla, 5 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa
ulaştırmalarını rica ediyorum.
Yoklama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, toplantı yetersayısı vardır;
görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce, üç sayın
milletvekiline gündemdışı söz vereceğim.
Gündemdışı ilk söz, Kırgızistan
Anayasasının yapımı sürecine katkıda bulunmak amacıyla yaptıkları çalışmalarla
ilgili söz isteyen Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'a aittir.
Buyurun Sayın Yalçınbayır. (Alkışlar)
IV. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1.- Bursa
Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Kırgızistan Anayasasının yapımı sürecine
katkıda bulunmak amacıyla yaptıkları çalışmalara ilişkin gündemdışı konuşması
ERTUĞRUL YALÇINBAYIR (Bursa) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; hepinize sevgi, saygı, barış ve mutluluk
dileklerimi sunuyorum.
BAŞKAN - Sayın Yalçınbayır, bir saniye…
Sayın milletvekilleri, Genel Kurulda büyük
bir uğultu var; Sayın Hatibin konuşması anlaşılmamaktadır.
Buyurun Sayın Yalçınbayır.
ERTUĞRUL YALÇINBAYIR (Devamla) - Değerli
milletvekilleri, 5-6 Mayıs 2005 tarihlerinde, Dışişleri Bakanımız Sayın
Abdullah Gül'ün Kırgızistan'a gerçekleştirdikleri ziyaret sırasında, Kırgız
Parlamentosu Başkanı Ömürbek Tekebayev'le yaptıkları görüşmede, Kırgız
Parlamentosu tarafından, sivil toplum kuruluşları yetkililerinin de katılımıyla
sürdürülen anayasa değişikliği çalışmalarına, ülkemizden bir heyetin katkıda
bulunması konusu tartışılmış ve bir mutabakata varılmış idi. Bu heyette,
benimle birlikte 10'a yakın milletvekili de bulunuyordu.
Bu kapsamda, konu Dışişleri Bakanlığı
tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına iletildi. Sayın Başkanın
görevlendirmeleriyle, benim başkanlığımda, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel
Sekreter Yardımcısı Sayın Hasan Sönmez, Kanunlar ve Kararlar Müdür Yardımcımız
-anayasa ve siyasal kurumlar doçenti- Sayın Doç. Dr. Şeref İba, Anayasa
Komisyonu Uzmanı Dr. Nurel Uğural ve
Dış İlişkiler ve Protokol Müdürlüğü yetkilisi Almıla Hanımdan oluşan heyet, 1
ile 8 Haziran tarihleri arasında Kırgızistan'ı ziyaret etti.
Değerli milletvekilleri, kısaca arz etmek
istiyorum ki, Kırgızistan, 31 Ağustos 1991'de bağımsızlığını ilan etti, 11
Aralık 1991'de cumhuriyetin bağımsızlık beyannamesi kanunlaştırıldı ve 5 gün
sonra, Türkiye, 16 Aralık 1991'de Kırgızistan'ın bağımsızlığını tanıyan ilk
ülke oldu. Yeni bir devletin kurulmasından sonra, anayasa yazım çalışmaları
başlatıldı. 5 Mayıs 1993 tarihinde, anayasa parlamentoda oybirliğiyle kabul
edildi. Bu tarihten sonra, Kırgızistan Anayasası 6 defa değiştirildi.
Kendilerinin son görüşmelerimizdeki ifadeleriyle, bu değişiklikler hep geriye
gidişle ilgiliydi.
Bağımsızlıktan sonra, Türkiye Cumhuriyeti
Devleti, genç Kırgız demokrasisine katkıda bulunmak için çeşitli girişimlerde
bulundu. Türkiye ile Kırgızistan arasında 100'e yakın anlaşma ve protokol
imzalandı; devlet başkanları, hükümet başkanları, meclis başkanları, bakanlar
düzeyindeki çeşitli ilişkiler ticaret ve ekonomiye yansıdı, eğitim ve kültür
sahasında da önemli katkılarımız oldu.
Değerli milletvekilleri, son Kırgızistan
seçimleri iki turlu yapıldıktan sonra, seçim öncesi, seçim sırası ve seçim
sonrası yaşanan olaylar, Kırgızistan Cumhurbaşkanı Akayev'in istifasını ve
yönetimin el değiştirmesini doğurdu. Pembe Devrim, 24 Martta gerçekleşti.
Kansız biten Pembe Devrim sonrası, yeni bir anayasa yapımı süreci yaşandı. Biz
yaptığımız çalışmalarda, Kırgız Parlamentosu Başkanı Ömürbek Tekebayev'i
ziyaret ettik; uzun bir konuşmayla, kendileri anayasa değişikliklerini, biz
Türkiye'nin tecrübesini ve bilgi birikimini aktardık.
Bilahara, Anayasa Mevzuatı, Devlet Yapısı,
Hukuk Reformu ve İnsan Hakları Komitesi Başkanı ve Başkan Yardımcısıyla
görüşmelerde bulunduk, onların Anayasasını tek tek, madde madde birlikte
müzakere ettik. Bu çalışmalar sırasında, orada bir komisyon çalışması yapan,
değerli katkılarda bulunan Meclis personeline özellikle teşekkür etmek
istiyorum.
Daha sonra, demokrasi ve sivil toplum
koalisyonuyla toplantı oldu.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Yalçınbayır, buyurun.
ERTUĞRUL YALÇINBAYIR (Devamla) - Yine,
bire bir, somut, maddeler üzerinde görüşlerimizi kendilerine aktardık. Ayrıca,
Kırgızistan Parlamentosu hukuk bölümü yöneticileriyle üç saate yakın -madde
madde- görüşmelerimiz oldu.
Anayasa yapım sürecinin dördüncü büyük
toplantısında, biz, kendilerine görüşlerimizi ve tecrübelerimizi aktardık. Bu
toplantıyı yöneten Parlamento Başkanıydı, Başbakan Birinci Yardımcısı Feliks
Kulov -ki, kendisi, 10 Temmuzdan sonraki süreçte Başbakanlığa en büyük aday
kişidir- Dışişleri Bakanı, hükümet üyeleri, milletvekilleri, Cumhurbaşkanlığı
İdaresi Başkanı, sivil toplum kuruluşları, iş dünyası, basın yayın organları
temsilcileri, uluslararası örgüt ve misyon temsilcilerinin bulunduğu, yaklaşık
300 kişinin katılımıyla düzenlenen Anayasa Komisyonu toplantısında
görüşlerimizi arz ettik.
Değerli milletvekilleri, ayrıca, yeni
dönem sürecinde seçim kanunlarının önemini, Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğünün önemini ortaya koyduk, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünü
anlattık. Bu çerçevede, Meclis Genel Sekreter Yardımcısı Sayın Hasan Sönmez ve
Sayın Şeref İba, Kırgız Parlamentosu Genel Sekreteriyle görüşmelerde bulundu,
karşılıklı görüş alışverişinde bulunuldu. Bu süre içerisinde çok sayıda
televizyon ve basın yayın organıyla görüşmeler yapıldı, Kırgızistan'ın resmî
televizyonuna demeçler verildi. Parlamento Başkanı, bu çalışmalar sonrasında
Türk heyetine, bu süreçte sağladıkları destek nedeniyle, teşekkür etti.
Bu süreç, ülkemizin Kırgızistan'a
sağladığı desteğin somut bir örneğidir. Şüphesiz ki, anayasaların yapımı ülkelerin
içhukukuyla ilgilidir; ancak, bugün, dünyanın vardığı seviyeyi de dikkate
alırsak, modern dünyada vazgeçilmez değerler olarak görülen demokrasi, hukukun
üstünlüğü, insan hakları, kadın-erkek eşitliği, sosyal adalet, azınlık
haklarının korunması, serbest piyasa ekonomisi gibi hususların anayasalarda
bulunması ve genelde bu hakların güvence altına alınmasıyla ilgili kurumsal
yapının oluşturulması önem arz etmektedir.
Kırgızların, bu bağlamda, bizden
yararlanmaları, bize gösterdikleri ilgi, halkın ilgisi, yöneticilerin ilgisi
fevkalade olumluydu. Ben, onların, size samimî duygularını, samimî ve içten
gelen tepkilerini, olumlu tepkilerini iletiyorum. Aramızdaki ilişkilerin
düzelmesi, bundan sonra daha üst seviyeye
ulaşması, Kırgızistan'ın uluslararası düzeyde daha da etkili olabilmesi
ve onların ekonomik gelişmelerine katkıda bulunabilmek için çeşitli temaslar
olacaktır. Bir Kırgız parlamenterin dediği gibi, eğer, buralar, sizler
tarafından yeterince desteklenmez, yeterince güçlendirilmezse, çeşitli unsurların
bu boşluğu dolduracağını hissediyoruz.
Bize düşen bir göreve var; sadece orada
değil, tüm Türk dünyasında, tüm insanlık âleminde daha etkili olabilmektir.
Bunun altyapısı bizde mevcut, bunun çalışmaları hep birlikte yürüyor. Ben, bu
çalışmalara fırsat veren hükümet yetkililerine, Başbakana, Sayın Dışişleri
Bakanımıza ve bu projeyi hataya geçiren Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanına
özellikle teşekkür ediyorum ve komisyonda görev yapan, bu heyette görev yapan
değerli bürokratlarımızın varlığının da, bu Meclis için önemli olduğuna işaret
ediyor, hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın
Yalçınbayır.
Gündemdışı ikinci söz, Rusya'ya yapılan
yanlış sebze ve meyve ihracatının durdurulmasının olumsuz etkileri hakkında söz
isteyen Antalya Milletvekili Osman Kaptan'a aittir.
Buyurun Sayın Kaptan. (CHP sıralarından
alkışlar)
2.- Antalya
Milletvekili Osman Kaptan'ın, Rusya'nın Türkiye'den sebze ve meyve alımını
durdurmasının ülke ekonomisine olumsuz etkilerine ve bu konuda alınması gereken
tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet
Mehdi Eker'in cevabı
OSMAN KAPTAN (Antalya) - Sayın Başkan,
değerli milletvekili arkadaşlarım; Rusya'nın Türkiye'den sebze ve meyve alımını
durdurması konusunda gündemdışı söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Sayın arkadaşlarım, geçen hafta -30 Mayıs
2005 tarihinde- Rusya, Türkiye'den yaş sebze, meyve ve kesmeçiçek ithalatını
durdurmuştur. Bu durdurma kararı karşısında, Türkiye'de yer yerinden
oynamıştır. Fethiye'den Hatay'a kadar bütün üreticiler, halciler, ihracatçılar,
nakliyeciler perişan olmuşlardır, âdeta şok geçirmişlerdir, hâlâ bu şok da
devam etmektedir. Domates fiyatı dibe vurmuştur, domates fiyatı 10-15 Yeni
Kuruşa inmiştir. Şu anda, Demre halinde resmî fiyat 10 Yeni Kuruş, tüccarın
aldığı fiyat ise 5 Yeni Kuruştur. Biberde ve diğer sebzelerde, piyasa fiyatı
ile tüccarın alım fiyatı arasında yarı yarıya fark bulunmaktadır.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; bu
konuda Tarım Bakanı istifa ettirilerek sorun çözülmüş olmuyor. Rusya,
Türkiye'den sebze ve meyve alımına niye yasak koymuştur: Geçen yıl, 2004 yılı
mart ayında, Hatay'dan Rusya Federasyonuna yapılan bir limon ihracatında
-portakal ihracatı da var- Akdeniz meyve sineği bulunduğu yönünde, Rusya, uyarı
yazısı yazmıştır. Aradan beş ay geçmiş, geçen yılın sekizinci ayında, tekrar,
yine "Hatay'dan gelen narenciyede Akdeniz meyve sineği var"
uyarısında bulunmuştur Rusya. Üç ay sonra, 2004'ün kasım ayında, Rusya
Federasyonu Türkiye'yi daha ciddî bir yazıyla uyarmıştır "30 tane bitki
sağlığı sertifikanızda sorun vardır, bu sorunun nedeni nedir" diye bize
soru sormuştur. "Eğer, bu sorunun nedenini açıklamazsanız ve bu durum
böyle devam ederse, ihracatınızı durdururum" demiştir. Ama, sayın
arkadaşlarım, ne yazıktır ki, yedi aydır bu yazıya Türkiye'den cevap
verilmemiştir. En sonunda, 19 Mayıs ve 20 Mayıs 2005 tarihlerinde, Rusya'ya
gönderilen kesmeçiçekte Kaliforniya haşaratı bulunmuştur. Bunun üzerine, Rusya
Bitki Sağlığı ve Veterinerlik Karantina Servisi Başkanlığı Türkiye Tarım
Bakanlığına yazı yazarak "30 Mayıstan itibaren ithalatı durdurdum"
demiştir. Bu ithalatın içinde, Türkiye'den yaş sebze ve meyve almayacağını ve
kesmeçiçek almayacağını resmen bildirmiştir.
Sayın arkadaşlarım, Tarım eski Bakanı Sami
Güçlü Bey diyor ki: "Bu yazı benim elime geçmedi." Yani, Rusya'nın
yedi ay önce yazdığı yazdı benim elime geçmedi diyor.
Peki, bu konuda kim sorumlu?.. Dışişleri Bakanlığı mı sorumlu?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN- Sayın Kaptan, toparlayabilir
misiniz.
Buyurun.
OSMAN KAPTAN (Devamla)- Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Türkiye'nin Moskova Büyükelçisi mi
sorumlu? Türkiye'de, Dışişleri Bakanlığı mı sorumlu? Türkiye'de, Dış Ticaret
Müsteşarlığı mı sorumlu yoksa Tarım Bakanlığı mı sorumlu? Bu konuda ciddî bir
görev ihmali bulunmakta olduğunu herhalde hepimiz biliyoruz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
hükümet ne yapıyor? Sinek küçük; ama, mide bulandırır derler. Adı üstünde,
Akdeniz meyve sineği; narenciyede ve nar gibi meyvelerde bulunuyor. Peki, sebze
niye yasaklanıyor? Domateste, şimdiye kadar, Akdeniz meyve sineği görülmüş
müdür; hayır. Peki, domates üreticisinin, halcinin, nakliyecinin, ihracatçının
bunda suçu nedir?
Hükümet, Hatay'daki üç beş narenciye
üreticisinin ürününde bulunan ve bu ürüne "ihraç edilebilir" diye
bitki çıkış belgesi veren, sağlık belgesi veren devletin karantina bürosunun
hatasını tüm ülkeye, tüm üreticiye niye çektiriyor?
Rusya'nın 2 Kasım 2004'te yazdığı yazıya
hükümet yedi aydır niye cevap vermemiştir?
Akdeniz meyve sineğiyle mücadele çok basit
olduğu halde çiftçilerimiz niye uyarılmamıştır?
Sayın arkadaşlarımız, bu, Akdeniz meyve
sineğiyle mücadele için bütün bahçeyi, bütün ağaçları ilaçlamaya gerek yok.
Belli ağaçların, güney bölgesinde, pekmez veya şekerli suya ilaç karıştırılarak
ilaçlanması halinde etkili bir mücadele yapılmış oluyor.
Sayın arkadaşlarım, Rusya'nın, Bitki
Sağlığı ve Veterinerlik Karantina Servisinin koyduğu kuralların ve
standartların uygulanması konusunda ne kadar hassas olduğunu hükümet elbette,
herhalde biliyordur. Önceden Hollanda'yla, Belçika'yla ve diğer Avrupa
ülkeleriyle Rusya'nın bu türlü problemleri olmuştur; peki, bunu hükümet
bilmiyor mu? Bildiği halde niye önlem almamıştır? Sorumlu kimdir, suçlu kimdir;
Rusya'nın, Kaliforniya haşaratı var diye geri gönderdiği kesmeçiçeklere,
Türkiye'de bitki sağlık belgesi verip Rusya'ya gönderen devlet mi, domates
üreticisi mi, domates ihracatçısı mı, nakliyeci mi veya Anadolu'nun değişik
bölgelerinden üretim bölgelerine gelen, tuvaletsiz, susuz…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Kaptan, lütfen toparlar
mısınız.
Buyurun.
OSMAN KAPTAN (Devamla) - Toparlıyorum
Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Son 1 dakika, Sayın Kaptan.
OSMAN KAPTAN (Devamla) - İptidaî
koşullarda, bez çadırlarda, naylon çadırlarda, tuvaletsiz, susuz çadırlarda
yatıp, kalkarak amelelik yapan tarım işçilerinin mi bunda sorumluluğu var,
yoksa hükümetin mi?
Sayın arkadaşlarım, biz, bu konuyu ciddîye
alıyoruz; çünkü, bizim ihracatımızın üçte 1'i Rusya'ya yapılıyor. Yaş sebze ve
meyve ihracatımızın üçte 1'inin Rusya'ya yapılması, bu konunun önemini ve
ciddiyetini ortaya koymaktadır. O nedenle, biz, araştırma önergesi verdik; bu
araştırma önergesinin kısa zamanda Genel Kurulumuza indirilerek, burada
komisyonun kurulup, konunun, enine boyuna incelenmesi, araştırılması ve sebze,
meyve üreticimizin sorunlarının çözülmesi, ihracatımızın önünün açılması
gerekmektedir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
OSMAN KAPTAN (Devamla) - Son cümlem Sayın
Başkan.
BAŞKAN - Lütfen, Sayın Kaptan…
OSMAN KAPTAN (Devamla) - Sayın
arkadaşlarım, ihracatın durumu bu; ama, Türkiye'nin geleceği ihracat ve
turizmde. İhracatın durumu bu olunca... Akdedeniz çanağındaki turizmle ilgili
ülkelerin hepsinde KDV yüzde 6 ile yüzde 8 arasında değişiyor, bizde ise yüzde
18. Biz, yüzde 18'in yüzde 8'lere indirilmesini beklerken, hükümet şimdi de
konaklama vergisi diye yüzde 3 daha vergi getirmeyi düşünmektedir. Bu, yanlış
bir uygulamadır. Böyle bir uygulamanın önüne geçilmesi gerekir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Kaptan…
OSMAN KAPTAN (Devamla) - Türkiye'nin,
önümüzdeki dönemde ihracata önem vermesi gerekiyor.
Son söz olarak Sayın Başkanım, şunu
söylemek istiyorum…
BAŞKAN - Sayın Kaptan, teşekkür eder
misiniz lütfen.
OSMAN KAPTAN (Devamla) - Turizm
Bakanlığının bu konuya sahip çıkması gerekir, hükümetin bu konuya sahip çıkması
gerekir.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Kaptan.
Gündemdışı konuşmaya, Hükümet adına, Tarım
ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker cevap vereceklerdir.
Buyurun Sayın Bakanım. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ
EKER (Diyarbakır) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Antalya
Milletvekilimiz Osman Kaptan'ın gündemdışı yaptığı konuşmaya cevap vermek üzere
huzurlarınızdayım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, tabiî, bu, son
günlerde vuku bulan tatsız bir olay; Akdeniz meyve sineği vesilesiyle Rusya
tarafından ihracatımıza konulan engel, tatsız bir sorun. Ben, bu konuyla ilgili
olarak, tabiî, görevi devraldığım 3 Haziran gününden bu yana, çok yoğun bir
mesai harcıyorum. Biraz önce de, Akdeniz Bölgesindeki yaş meyve-sebze
ihracatçıları birliği yöneticileriyle, onların temsilcileriyle, ziraat
odalarıyla, bölge milletvekilleriyle bir toplantı daha yaptım. Biz, gerçekten,
çok hassas bir şekilde konuyu takip ediyoruz; belli bir mesafeye geldi, belli
bir noktaya geldi. Ben, izninizle, bu geçen zaman içerisinde vuku bulan bazı
olayları, hem Yüce Meclisi bilgilendirmek hem de kamuoyumuza bu konuda bilgi
sunmak için, kısa bir açıklama yapacağım.
Değerli dostlar, bu bitkisel ürünlerin
ticaretinde, ihracatçı ülke, bir sertifika düzenler; bunun yükümlülüğündedir.
Bizde de, Tarım ve Köyişleri Bakanlığında, il müdürlüklerimiz, yapılan
meyve-sebze ihracatında, sertifika düzenlerler; gerekli kontrolleri yaparlar ve
ürünlerin hastalıksız bulunduğuna dair bir sertifika düzenleyip, bunlara
verirler. Bu sertifikalara istinaden de ihracat yapılır.
Şimdi, biraz önce, Sayın Milletvekilimiz
Osman Kaptan Beyin de belirttiği gibi... Gerçi o 2005 yılı dedi; ama, işin
doğrusu 2003 ve 2004 yıllarında, benzeri bir olay Hatay'da vuku bulmuş, mesele
ilk bu şekilde ortaya çıkmış. 2003-2004 yıllarında Hatay'dan yapılan bir meyve
ihracatı sebebiyle komşumuz Rusya'dan bir ikaz geliyor. Burada, 30 partide, 30
belgeyle ilgili olarak bir yanlışlık bulunduğu, ürünlerde Akdeniz meyve sineği
bulunduğu orada duyurulmuş. Bu zaman diliminde Bakanlığımız, il müdürlüğümüz
vasıtasıyla gerekli incelemeleri yapıyor, uyarıları yapıyor ve süre içerisinde,
bu bitki sağlık sertifikalarında ihmali olduğu düşünülen, tespit edilen birkaç
tane de inspektörün görevine son veriyor, bu tedbir alınıyor.
Şimdi, daha sonra, bu yıla geldiğimiz
zaman, 28 Mayıs 2005 tarihinde Dışişleri Bakanlığından bir yazı geliyor.
Burada, Rusya Federasyonunun, Türkiye'den gelen bitkisel ürün ithalatını 30
Mayıs 2005 tarihi itibariyle geçici bir süre için durduracağı konusunu
bildiriyor.
Şimdi, burada, şu anda, biraz önce, Sayın
Milletvekilimizin de bildirdiği ve kamuoyunda, basında da sık sık yer alan bir
husus var, onun altını özellikle çizerek ifade etmek istiyorum: 2 Kasım 2004 tarihinde bir yazı
gönderildiği iddiası var. Yani, 2 Kasımda, Rusya Cumhuriyeti, Türkiye
Cumhuriyetine veya Tarım Bakanlığına bir yazı gönderiyor, ikazda bulunuyor ve
bunun dikkate alınmaması sebebiyle ihracata yasak konulduğu hususu, kamuoyunda,
bir haftadır sık sık konuşuluyor; Sayın Vekilimiz de biraz önce bunu söyledi.
Değerli arkadaşlar, biz, öncelikle şunu
söyleyelim: Ne Türkiye Cumhuriyeti Tarım Bakanlığının ne Moskova'daki
Büyükelçiliğimizin kayıtlarında böyle bir yazı bulunduğuna, geldiğine,
kayıtlara girdiğine dair hiçbir bilgi ve belge yok. Ben, oraya, Koruma Kontrol
Genel Müdürlüğümün başkanlığında bir heyet gönderdim; gerek Rus yetkilileri
gerek Türkiye Cumhuriyetinin Moskova'daki Büyükelçiliği nezdinde yaptıkları
bütün temaslarda bu yazının kayıtları yok; bu, bu şekilde ortaya çıktı.
Peki, nereden geliyor?.. Rus tarafı şunu
söylüyor: Biz, Türk Büyükelçiliğine bir kurye ile bu yazıyı gönderdik.
Şimdi, ben, sizin bilginize sunmak
isterim: Milletvekilisiniz, Ankara'da bulunuyorsunuz, hepiniz Ankara'daki
büyükelçiliklere değişik şekillerde mutlaka gidiyorsunuz; davetlere
gidiyorsunuz, resepsiyonlara gidiyorsunuz. Bir büyükelçiliğe gittiğinizde, bir
çay içmeye bile gitseniz, orada deftere mutlaka adınız yazılır. Bu, kaidedir;
ama, Rusya'nın gönderdik diye iddia ettiği Moskova'daki Büyükelçiliğimizde bu
yazı bu şekilde kayıtlı değil; yani, böyle bir kayıt yok.
Peki, bu durumda bizim yapmamız gereken
şey ne?.. Bizim yapmamız gereken şey şu: Biz, hemen, bu yazıyı, tekrar, Rus
tarafından temin edip…
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Yazı
var…
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ
EKER (Devamla) - Yazı temin edildi Beyefendi, daha sonra biz de temin ettik.
OSMAN KAPTAN (Antalya) - İşte elimde!
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ
EKER (Devamla) - Yazıyı biz de temin ettik; ama, daha sonra; yani, belirtilen
tarihte bu yazı kayıtlara girmemiş; ben, bunu arz etmeye çalışıyorum.
Şimdi, yazı geldikten sonra Rus tarafıyla
bu konular görüşüldü. Rus tarafı bize 77 tane sertifika verdi. Bu sertifikalar
geldi, bunlarla ilgili teyitler yapıldı ve 24 saat içerisinde, biz, bunların
teyidini verdik. Rus Büyükelçiliği vasıtasıyla, Ankara'daki Büyükelçilik
vasıtasıyla biz Rus tarafına bildirdik. Rus tarafı, bizden, dün, bunlardan
sadece 5 tanesiyle ilgili olarak bir ilave bilgi istedi ve onlar hazırlandı.
Bir de, 18 sayfalık bir not hazırlamışlar. O not da Rusya'daki
Büyükelçiliğimizde tercüme edilip -tabiî, dün öğleden sonra bunlar oluyor-
bitirilir bitirilmez bize intikal edecek ve biz burada bir uzlaşmaya, anlaşmaya
gidiyoruz.
Ben Yüce Meclisin bilgisine şunu da arz
etmek istiyorum: Bu konu sadece Türkiye Cumhuriyetiyle olmuş bir konu değildir.
Akdeniz meyve sineği, Akdeniz'in çevresindeki bütün ülkelerde bulunan bir
sinektir. Dolayısıyla, özellikle, şeker ihtiva eden, bünyesinde meyve şekeri
bulunan bütün meyvelerde görülen bir şeydir bu. Daha önce, Rusya, Avrupa
Birliğinin İspanya, İtalya, Hollanda ve diğer birçok ülkesiyle aynı sorunu
yaşadı ve karşılıklı birtakım mutabakatlar sonucunda, birtakım bilgi teyitleri
sonucunda da bu yasaklar kalktı. Bizim de beklentimiz bunun en kısa sürede
yapılması, gerçekleşmesidir. Biz bunun için de var gücümüzle çalışıyoruz. Daha
üst düzeyde temaslarımız da bu arada devam ediyor; çünkü, biz, meyve-sebze
ihracatımızın bizim toplam ihracatımızdaki önemini, payını biliyoruz, bunun
bilincindeyiz. Rusya'ya yapılan yaş meyve-sebze ihracatının toplam meyve-sebze
ihracatımız içerisinde önemli bir paya sahip olduğunu da, yüzde 25 civarında
bir paya sahip olduğunu da biliyoruz. Onun için, bizim açımızdan, millî
ekonomimiz açısından, tarım sektörümüz açısından son derecede önemlidir. Burada
biz gerekli temasları hassasiyetle, ciddiyetle sürdürüyoruz.
Ayrıca, bundan sonra benzeri sorunların
yaşanmaması için bir ikili anlaşma hazırlığı yaptık, bunu da Rus tarafına
sunduk. Bugün de, sebze-meyve ihracatçılarımızla birlikte, bundan sonra benzeri
olayların yaşanmaması için, Akdeniz meyve sineğiyle mücadelede entegre bir
mücadele yönteminin hem üreticiler hem ihracatçılar hem de Bakanlıkça birlikte,
bir arada, elbirliğiyle yapılması hususunu teyit ettik; bunun için Bakanlık
tedbirlerini aldı. Dileriz, bundan sonra, bu tür sorunlar yaşanmaz. Bu konu,
bizi, tabiî, son derecede rahatsız etti. Ben, bu bilgileri sizlerle paylaşmak
istiyorum.
Bu arada, bir hususu daha belirtmek
istiyorum: Burada, bazı hususların, bazı meselelerin psikolojik etkisi, fizikî
etkisinden daha büyüktür. Şimdi, bizim toplam meyve-sebze ihracatımızda, şu ana
kadar, ihracatçı birliklerinin bize verdiği bilgilere göre, toplamda bir
eksilme, bir azalma yok. Bu, bir şekilde, bir kanalla, yurt dışına, çevre
ülkelere gidiyor, bu ihracat devam ediyor. Ancak, bunun yan etkileri var -arz
ettiğim gibi- psikolojik etkileri var. Bu -biraz önce Sayın Kaptan'ın da
belirttiği gibi- diğer ürünlerimizin fiyatlarını etkiliyor. Bu nedenle de,
tabiî ki, biz, her türlü tedbiri, her türlü önlemi alacağız.
Ben, bu duygularla, Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Gündemdışı üçüncü söz, İzmir İli Kiraz
İlçesinde meydana gelen doğal afet hakkında söz isteyen İzmir Milletvekili Ali
Rıza Bodur'a aittir.
Buyurun Sayın Bodur. (CHP sıralarından
alkışlar)
3.- İzmir
Milletvekili Ali Rıza Bodur'un, İzmir İli Kiraz İlçesi çevre köylerinde meydana
gelen dolu afetinin yol açtığı zarara ve bu konuda alınması gereken tedbirlere
ilişkin gündemdışı konuşması ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker'in
cevabı
ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; geçen 30 Mayıs 2005 tarihinde, saat 17.30 sularında,
Kiraz'ın Haliller Köyünden gelen bir telefonla, felaketin haberini aldık.
Salı günü, Sayın Genel Başkanımız Deniz
Baykal'ın görevlendirmeleri sonucu, Sayın Anadol ve ben, Cumhuriyet Halk
Partisi heyeti olarak felaket bölgesine gittik. Gördüğümüz manzara gerçekten
çok hazindi, çok ürkütücüydü. Orada yurttaşlarımızla yaptığımız konuşmada, elma
büyüklüğünde, portakal büyüklüğünde dolularla bütün kiremitlerin kırıldığını ve
tarım alanlarının çok büyük çapta hasar gördüğünü… Hatta ve hatta -biz
hayretler içerisinde kaldık- bizim gittiğimiz tarihte felaketin üzerinden üç
gün geçmesine karşın, tarlalarda, hâlâ daha, o dolulardan kalan buzulcukları
görme olanağı vardı. İnsanlar perişandı ve Kiraz'ın 7 köyünde, köylülerin bütün
ürünleri, sıfır noktasında yok olmuştu.
Bu arada, bu köylerde tarım alanları
olarak kullanılan birtakım alanlar tarım alanı olma niteliğini kaybetti.
Örneğin, Haliller Köyünde 3 650 dekar, Yenişehir Köyünde 2 900 dekar, Avunduruk
Köyünde 850 dekar, Umurcalı Köyünde 1 600 dekar, Yeniköy'de 3 000 dekar,
Karaman'da 1 000 dekar, Kaleköy'de
600 dekar arazi tarım alanı olma niteliğini kaybetmiş ve selle gelen taşlardan
ve çamurlardan dolayı tarım yapılamaz hale gelmiş.
Sayın milletvekilleri, yurttaşlarımızın
durumu çok perişandı. Sadece, Tanrı'ya şükürler olsun ki, onca acının
içerisinde, Adem Göktaş adlı bir yurttaşımızın sel sularına kapılarak hayatını
kaybetmesiyle, can kaybının fazla bir sayıya ulaşmadığının buruk sevincini de
yaşadık. İnsanlar, borçlanmış oldukları krediden, yaptıkları üretimin
sıfırlanmasından dolayı âdeta isyan halindeydiler. Devletin sıcak elini
bekliyorlardı, devletin yardımını bekliyorlardı. Ne yazık ki, bugüne kadar
-oradaki muhtarlardan oluşan kriz masasından aldığımız bilgi çerçevesinde-
Kiraz'a devletin eli ulaşamamıştı. Çünkü, oradaki insanların talepleri çok
meşru ve haklı bir talepti. Onlar "biz, ülkemiz için, vatanımız için
canımızı veriyoruz, savaşmaya her zaman hazır olduğumuzu her fırsatta
söylüyoruz; devlet bize bugün lazım" diyorlardı. Onların istekleri şuydu:
Bizim, namuslu, onurlu yaşamamızı sağlayabilmek için, maalesef, 3 600 dekar
araziyi, kendi maddî olanaklarımızla yaptırmak mümkün değil. Onun için, Devlet
Su İşlerinin ve il özel idarelerine devredilen Köy Hizmetlerinin, bu arazilerin
ıslahı için bir an önce faaliyete geçmelerini istiyorlardı. Biz de onlara dedik
ki, biz, muhalefet partisi milletvekilleri olarak, sizin bu durumunuzun
üzerinden siyaset yapmayı asla kabul etmeyiz. Biz, devletin yetkililerine gayet
samimî bir biçimde, içten biçimde, sizin sorunlarınızı aktarırız ve onların
gösterdikleri ilgiye de sizler adına teşekkürü yapmak, bizim boynumuzu bükmez,
bizim onurumuzu zedelemez dedik.
Şimdi, bizden söylemesi; oradaki
üreticiler perişan, köylüler kan ağlıyor. Elektrik borçları nedeniyle TEDAŞ'la
sorunları var, kredi borçları nedeniyle Ziraat Bankasıyla sorunları var ve bu
durumda olan 8 köy halkının Ziraat Bankası borçlarının silinmesi bu devlete
hiçbir şey kaybettirmez. Bu durumda olan köylüler, sosyal yardım fonlarından,
acil ihtiyaçlarının giderilmesi konusunda valiliğin uyarılması devlete hiçbir
şey kaybettirmez. Ne yazık ki, bugüne kadar, bu konuda, tetiklenmiş hiçbir
hareketin olmadığını üzüntüyle belirtmek istiyorum. Bugüne kadar yapılan tek
yardım, AKP İlçe Örgütünün dağıttığı, un, şeker gibi malzemenin dışında hiçbir
şey değil. Un ve şeker malzemesi hatırlanmak bakımından iyidir; ama, çözüm
değildir; çünkü, onlar aç, onlar üretim yapmak istiyorlar, onlar onurlarıyla
kazanmak istiyorlar.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Bodur, toparlayabilir
misiniz.
Buyurun.
ALİ RIZA BODUR (Devamla) - Ben, bu konuda,
onların sözcüsü olarak, onların vekili olarak, devletimizin yetkili organlarına
onların halini arz ediyorum ve gördüğümüz ilgiyi veya ilgisizliği, yine onlar
adına burada gerekli mücadeleyi vererek sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bu arada, Manisa'da Ahmetli ve
Saruhanlı'da, İzmir'de Kemalpaşa'da sel felaketi nedeniyle ürünlerini
kaybetmiş, üretimlerini kaybetmiş üreticilerimiz de devletten ilgi ve yardım
bekliyorlar.
Bunları söylemesi bizden, çözüm iktidardan
diyor; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN- Teşekkür ediyorum Sayın Bodur.
Gündemdışı konuşmaya Hükümet adına Tarım
Bakanı Mehmet Mehdi Eker cevap vereceklerdir.
Buyurun Sayın Bakan. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ
EKER (Diyarbakır)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Ali Rıza
Bodur'un yaptığı gündemdışı konuşmayla ilgili cevap vermek üzere
huzurunuzdayım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle, İzmir İlimizin Kiraz İlçesinde
vuku bulan dolu ve sel afeti nedeniyle, bu konuda sıkıntı çekmiş, sıkıntıya
girmiş vatandaşlarımıza geçmiş olsun dileklerimi sunmak istiyorum.
Değerli milletvekilleri, tabiî, bizim
yaşadığımız coğrafya, işte, çeşitli vesilelerle söyleriz, stratejiktir,
güzeldir, caziptir vesairedir -elbette ki bütün bunlar doğrudur- ama, bizim
coğrafyamızın bazı belaları da vardır. Bunlar da, sık sık maruz kaldığımız
doğal afetlerdir ve doğal afetler de, maalesef, en çok bizim sektörümüzü, tarım
sektörümüzü, çiftçilerimizi mutazarrır etmektedir, zarara uğratmaktadır.
Kiraz İlçemizde meydana gelen doğal afet
nedeniyle... Bildiğiniz gibi, tabiî afetlerden zarar görenlere yapılan yardım
çerçevesinde 2090 sayılı Kanun var. Bu kanun çerçevesinde bazı tespitler
yapıldı ve 2090 sayılı Kanun çerçevesindeki tespitlerde ortaya çıkan husus şu.
Hasar tespit çalışmaları… 30 Mayıs 2005 tarihindeki dolu ve sel nedeniyle,
Haliller, Yenişehir, Umurcalı, Kaleköy, Karaman, Avunduruk, Yeniköy olmak
üzere, toplam 7 köyde 557 çiftçi ailesine ait 13 504 dekar alanda bir hasar söz
konusudur. Daha çok, patates, buğday, tütün ve zeytin alanında ve hasar oranı
da yüzde 50 ile -maalesef- yüzde 85 arasındadır.
Tabiî, bu, önemli bir hasar kuşkusuz ve
2090 sayılı Kanun çerçevesinde bu hasar tespit çalışmaları tamamlandıktan sonra
da, kanunun gerektirdiği çalışmalar yapılacak.
Ancak, tabiî, bildiğiniz gibi, 2090 sayılı
Kanunda, toplam mal varlığının yüzde 40'ının zarar görmesi halinde bütün zarar
miktarı tazmin ediliyor, böyle bir şey var ve burada da, tabiî, yeterli değil;
yani, esasen, bu mevzuat yeterli değil ve AK Parti Hükümeti de bu gerçekten
yola çıkarak, bunun, bu tür meselelerin kalıcı olarak çözümlenebilmesi için,
sorunun çözülebilmesi için, Tarım Ürünleri Sigorta Kanunu Tasarısını Yüce
Meclisimizin gündemine getirmiştir. Geçtiğimiz günlerde bu tasarının 10 maddesi Yüce Meclisin tasvibine
mazhar olmuş, kabul edilmiş ve bugün, 10 uncu maddeden itibaren gündemimizde
yer alıyor. Bu kanun tasarısını desteğinizle geçirdiğimiz zaman, Türkiye'de bu
ve buna benzer tabiî afetlerin yol açtığı zararların tazmin edilmesi daha da
kolay hale gelecektir.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Bugün ne olacak,
şimdi ne olacak?
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ
EKER (Devamla) - Biraz önce arz ettim Sayın Anadol; şimdi yapılacak olan,
mevcut kanun, meri olan 2090 sayılı Kanun çerçevesinde gerekli çalışmalar
yapılmış; bunun yetmediği durumda da, ilave yasaların elverdiği ne kadar çare
varsa hepsi vatandaşlarımız için kullanılacaktır.
ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Tarlaların ıslahı
için ne düşünüyorsunuz?
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Arazi vasfını
kaybetmiş... (AK Parti sıralarından "teker teker konuşun" sesleri,
gürültüler)
BAŞKAN - Lütfen, Sayın Bodur!
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ
EKER (Devamla) - Şimdi, bütün bu sorularınızın hepsini ben cevaplayacak
durumdayım, hiç endişe etmeyin; ama, yeri burası değildir, onu ayrıca sizlerle
şahsen görüşürüz.
Ben, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Gündeme geçiyoruz.
Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.
Kâtip Üyenin oturarak okumasını oylarınıza
sunuyorum...
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Karar
yetersayısı!..
ZEYİD ASLAN (Tokat) - Oturmasın...
BAŞKAN - Arayacağım Sayın Başkan.
Kabul edenler…
ZEYİD ASLAN (Tokat) - Oturmasın, ayakta
okusun.
BAŞKAN - Lütfen, Sayın Milletvekili!
Kabul etmeyenler…
Karar yetersayısı yoktur; birleşime 5
dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 15.53
İKİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 16.03
BAŞKAN:
Başkanvekili Sadık YAKUT
KÂTİP
ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 110 uncu Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
Kâtip Üyenin sunuşları oturarak okuması
için yapılan oylamada karar yetersayısı bulunamamıştı.
Şimdi, tekrar oylayacağım ve karar
yetersayısı arayacağım. Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yetersayısı
vardır ve kabul edilmiştir.
Başbakanlığın, Anayasanın 82 nci maddesine
göre verilmiş bir tezkeresi vardır; okutup, oylarınıza sunacağım.
IV. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA
SUNUŞLARI (Devam)
B)
TEZKERELER VE ÖNERGELER
1.-
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın İsrail ve Filistin'e yaptığı resmî ziyarete
katılacak milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/842)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşmelerde bulunmak üzere bir heyetle
birlikte 1-2 Mayıs 2005 tarihlerinde İsrail ve Filistin'e yaptığım resmî
ziyarete, ekli listede adları yazılı milletvekillerinin de iştirak etmesi uygun
görülmüş ve bu konudaki Bakanlar Kurulu kararının sureti ilişikte
gönderilmiştir.
Anayasanın 82 nci maddesine göre gereğini
arz ederim.
Recep Tayyip Erdoğan
Başbakan
LİSTE
Ömer Çelik Adana
Milletvekili
Vahit Kirişçi Adana
Milletvekili
Egemen Bağış İstanbul
Milletvekili
Cengiz Kaptanoğlu İstanbul
Milletvekili
Erdal Karademir İzmir
Milletvekili
Hüseyin Tanrıverdi Manisa
Milletvekili
Necati Uzdil Osmaniye
Milletvekili
Musa Uzunkaya Samsun
Milletvekili
Yekta Haydaroğlu Van Milletvekili
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun,
İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır; okutup,
oylarınıza sunacağım.
V.- ÖNERİLER
A) SİYASÎ
PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ
1.-
Gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin CHP Grubu önerisi
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulunun; 9.6.2005 Perşembe günü
(bugün) yapılan toplantısında siyasî parti grupları arasında oybirliği
sağlanamadığından, Grubumuzun aşağıdaki önerisini, İçtüzüğün 19 uncu maddesi
gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.
Saygılarımla.
Kemal Anadol
İzmir
Grup Başkanvekili
Öneri: Türkiye Büyük Millet Meclisi
gündeminin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer
İşler" kısmının 125 inci sırasında yer alan (3/311) 545'e 1 inci ek sıra
sayısının (Kayseri Milletvekili Adem Baştürk) bu kısmın 3 üncü sırasına
alınması önerilmiştir.
BAŞKAN - Cumhuriyet Halk Partisi grup
önerisi lehinde söz isteyen, Atilla Kart, Konya Milletvekili…
Buyurun Sayın Kart. (CHP sıralarından
alkışlar)
ATİLLA KART (Konya) - Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Danışma Kuruluna Cumhuriyet Halk Partisi Grubu tarafından
sunulmuş olan grup gündem önerisi hakkında lehte söz almış bulunmaktayım; Genel
Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, bugün gündeme
getirdiğimiz dosya, yine, İstanbul Büyükşehir Belediyesi merkezli bir dosya.
Dosya sanıklarından, Kayseri Milletvekili Sayın Adem Baştürk'le ilgili olan
dosyanın, Meclis İçtüzüğünün 131 ve müteakip maddeleri gözönüne alınarak Genel
Kurul tarafından değerlendirilmesini talep ediyoruz.
Kayseri Milletvekili Sayın Adem Baştürk,
1994 yılından itibaren, İstanbul Büyükşehir Belediyesinde, Sayın Recep Tayyip
Erdoğan döneminde Genel Sekreter olarak görev yapmıştır. Adı geçen
milletvekili, bilindiği gibi, 22 nci Yasama Döneminde de, halen, Bayındırlık,
İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Başkanı olarak görev yapmaktadır. (AK Parti
sıralarından "değişti" sesleri) Yani, Komisyon Başkanlığı sıfatı
devam ediyor.
AHMET IŞIK (Konya) - Değişti, Mustafa
Demir oldu.
ATİLLA KART (Devamla) - Peki… Yani, o
değişiklikten haberim yok; ama, ilk iki yıl içinde Komisyon Başkanı olarak
görev yaptığını gayet iyi biliyoruz.
AHMET YENİ (Samsun) - Ne kadar takip
ettiğin belli!..
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri…
ATİLLA KART (Devamla) - Değerli
arkadaşlarım, yine, bu arkadaşımızın, İstanbul Büyükşehir Belediyesinde Genel
Sekreter olarak görev yaparken, İGDAŞ ve İSTAÇ şirketlerinde de yönetim kurulu
üyesi olarak görev yaptığını gayet iyi biliyoruz. Bu görevleriyle ilgili olarak
Meclis Başkanlığına intikal eden dava dosyası sayısı 6 adet, bu arkadaşımızla
ilgili. Bu dosyalardaki suçlamalar, doğrudan kamu göreviyle bağlantılı olan,
görevi kötüye kullanma, ihaleye fesat karıştırma, dolandırıcılık ve benzeri
nitelikte olan suçlardır. İşbu dosyadaki suçlama ise, zimmet suçlamasıdır.
Mülkiye müfettişlerinin hazırlamış
oldukları rapora göre, İstanbul Büyükşehir Belediyesine 7 kalem işletim sistemi
alınması işi için açılan ihalenin teknik şartnamesinde yer alan bu programın
kullanılması ve uygulamasının yapılması işiyle ilgili olarak 8 görevli bir
hafta süreyle Amerika'ya gönderiliyor. Giden 7 kişinin bu seyahatle ilgili
olarak Büyükşehir Belediyesinin iştiraki durumunda bulunan şirketlerden usulsüz
olarak ve -dikkatinize sunuyorum- mükerrer olacak şekilde harcırah aldıkları, 1
kişinin de seyahate katılmadığı halde harcırah aldığı yolundaki iddialar,
bulgular ve tespitler söz konusu, bu tespitler ve deliller doğrultusunda açılan
bir kamu davası söz konusu.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
gelinen aşamada bazı şeylerin adını artık bütün çıplaklığıyla ifade etmemiz gerekiyor.
Ortada tamamen kişisel ve siyasî kaygılarla sayısal çoğunluğa dayanarak yapılan
bir İçtüzük ihlali ve görevi kötüye kullanma hali söz konusu. Kimin açısından
söylüyorum bunu; Türkiye Büyük Millet Meclisi açısından söylüyorum, Türkiye
Büyük Millet Meclisi üyeleri açısından söylüyorum.
Bakın, kürsü sorumsuzluğu, bir başka
ifadeyle yasama masuniyeti, fikir ve düşünce özgürlüğünü, Meclis
çalışmalarındaki oy ve görüşlerden sorumlu olmamayı amaçlar ve korur.
Muhalefeti, siyasî iktidarın haksız ve keyfî uygulamalarına karşı korur.
İktidara veya muhalefete mensup milletvekillerini adi nitelikteki, yüz
kızartıcı nitelikteki, zimmet, rüşvet, dolandırıcılık, ihale yasasına muhalefet
gibi suçlara karşı koruma amacı ve niteliği söz konusu değildir. Tarihî süreç
içinde ortaya çıkma gerekçesi ve fonksiyonu budur. Kralın, yani, siyasî
iktidarın keyfî ve despot tavırlarına karşı halkın ve muhalefetin sesinin
kısılmaması için getirilmiş olan bir kurumdan söz ediyoruz. Türkiye'de nasıl
bir tabloyla karşı karşıyayız; sorunun esası işte bu, değerli arkadaşlarım.
Bakın, muhalefeti ve halkı korumak
amacıyla getirilen bir kurumun siyasî iktidar tarafından sayısal çoğunluk
aracılığıyla adi nitelikteki, yüz kızartıcı suçlar için koruma zırhı olarak
kullanıldığını, kullanılmak istendiğini ibretle görüyoruz.
Sayın milletvekilleri, bu tespitlerimi, bu
değerlendirmelerimi somut örneklerle doğrulamak istiyorum. Bakın, burada,
anayasa değişikliğinden söz etmiyorum değerli arkadaşlarım; İçtüzüğün
uygulanması gereğinden söz ediyorum, İçtüzüğün 131 ve müteakip maddelerinin
uygulanmasından söz ediyorum. İçtüzüğü eylemli ve organize bir şekilde ihlal
etmemeniz gereğinden söz ediyorum.
Değerli arkadaşlarım, bakın, kamu
yönetimini vekâleten görevlendirmelerle yönetmek istiyorsanız, bunun anlamı
kurumları işlemez hale getiriyorsunuz demektir. Vekâleten görevlendirme, adı
üstünde, geçici süreyle ve sınırlı olarak uygulanması gereken bir kurumdur. Bu
süre, yargı içtihatlarına göre, hepimiz çok iyi biliyoruz ki, üç ay
civarındadır. Buna rağmen, binlerce üst düzey görevliyi iki yılı aşan bir süre
vekâleten görevlendiriyorsanız, orada hukuk devleti arayışından söz
edemezsiniz. Orada başka arayışlardan söz edilebilir. "Efendim, biz de
milletin vekiliyiz, asil adına görev yapıyoruz", "memurun vekili,
asili mi olur" gibi değerlendirmeler… Bu değerlendirmeler sözcüleriniz
tarafından yapılıyor. Bu değerlendirmeler basit ve hukukdışı kıyaslamalardan
öte bir anlam taşımaz. Kavram kargaşasına ve saptırmalara tenezzül ediyorsanız,
orada hukuk devleti anlayışından söz edemezsiniz. Milletvekilliği kavramı ile
vekâleten görev yapma kavramlarının birbiriyle ilgisi olamayacağını, birisinin
yasama işlevi, diğerinin ise yürütme işlevi olduğunu, bu sebeple hiçbir şekilde
böyle bir kıyaslamanın yapılamayacağını, hukuk fakültesi öğrencileri, birinci
sınıf öğrencileri anayasa hukuku derslerinde öğreniyor değerli arkadaşlarım. Bu
basit mantık ve şeklî değerlendirmelere itibar etmemeniz gerekiyor.
Efendim, Sayın Cumhurbaşkanı gerekçe
göstermiyor yolundaki değerlendirmenin de gerçekle bağdaşır hiçbir yönü yoktur.
Sayın Cumhurbaşkanı Anayasadan doğan takdir hakkını özenle ve yerinde
kullandığı gibi, bürokrasinin bir numarasındaki Başbakanlık Müsteşarının hukukî
ayıpları, 199 trilyonluk İGDAŞ dosyasındaki sanık sıfatı ve akademik
hırsızlığının idarî işlem olarak açıklık kazanmış olması karşısında, tekrar
ifade ediyorum, akademik hırsızlığının idarî işlem olarak açıklık kazanmış
olması karşısında halen hangi duyguyla savunma yapabiliyorsunuz; bunları
anlamak ve izah etmek mümkün değil değerli arkadaşlarım.
Bakın, Sayın Cumhurbaşkanının gerekçesi
son derece açık. "İlgili kamu kurumlarındaki kıdem ve liyakat, kayıt ve
bilgilerini neden gözönüne almıyorsunuz" diyor Sayın Cumhurbaşkanı.
"Neden, bu kişiler hakkında hiçbir olumsuz sicil ve kayıt olmamasına
rağmen, niteliksiz kadrolaşma yapmak istiyorsunuz" diyor. Sayın
Cumhurbaşkanı "o kamu görevlileri, hükümetin değil, devletin
görevlileri" diyor. "Sizler, orada kendi özel şirketinizi idare eder
gibi bir istihdam yaratamazsınız" diyor Sayın Cumhurbaşkanı.
AHMET YENİ (Samsun) - Devletin memuru
değil mi onlar?!
ATİLLA KART (Devamla) - Bakın, değerli
arkadaşlarım, devleti, hukuk ve Anayasaya göre idare edeceksiniz. Devleti,
keyfî bir şekilde idare edemezsiniz. Bunu söylüyor Sayın Cumhurbaşkanı.
AHMET YENİ (Samsun) - Devlet memuru onlar…
ATİLLA KART (Devamla) - Bir taraftan
"diğer kamu görevlilerinin de dokunulmazlığı var" deyip, esasında,
adı "soruşturma izni" olan bu yasal durumu değiştirmek konusunda
hiçbir girişimde bulunmuyor ve bu kavramı acımasızca ve adaletsiz bir şekilde
işinize geldiği gibi kullanmak üzere muhafaza ediyorsanız, yani, bazı dosyalar
yönünden soruşturma iznini kullanıp, bazıları yönünden kullanmamak noktasında
bir koz olarak kullanmak istiyorsanız, orada hukukun ihlalinden öte, kurum ve
kavramların içinin boşalmasından söz etmek gerekir.
Bakın, hep ifade ediyorum, bunu ısrarla
ifade etmeye devam edeceğim. Polatlı İlçesi Uzunbeyli Köyünden sade bir
vatandaşın olağanüstü sezgisiyle yaptığı tespit gibi, ne yapıyorsunuz biliyor
musunuz değerli arkadaşlarım; üzülerek ifade ediyorum ve endişeyle ifade
ediyorum, orada bir taraftan sistemden öç alıyorsunuz, diğer taraftan da
kurumların içini boşaltıyorsunuz.
Değerli arkadaşlarım, unutulmasın ki, bu
ihlallerin altında hepimiz kalırız, sadece siz değil, hepimiz kalırız. Bakın,
olayın ideolojik boyutunu bir tarafa bırakıyor ve her türlü ihtirazi kayıtla
ifade ediyorum, teknik yapıyı, kurumları ve kavramları yok eden bu tahribatları
gidermek bir iki nesli feda etmekle mümkün olabilir. Gelin bu yanlışlardan
dönün.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Kart, toparlayabilir
misiniz.
Buyurun.
ATİLLA KART (Devamla) - Teşekkür ederim
Sayın Başkanım.
Bakın, değerli arkadaşlarım, her dönemde
yolsuzluklar olabilir. Önemli olan nedir; önemli olan şudur: Yolsuzluklar ihbar
yoluyla, uyarı yoluyla size ulaştığı zaman, denetim mekanizmalarını devreye
sokuyor musunuz, sokmuyor musunuz; bunları anlatmaya çalışıyoruz size. Otorite
ne yapıyor, siyasî otorite ne yapıyor; idarî ve adlî denetim mekanizmalarını
devreye mi sokuyor, yoksa, suskun mu kalıyor?
Bakın, dört haftadır soruyorum size;
İstanbul Büyükşehirle bağlantılı 5 dosyadan söz ettim, 400 000 000 dolarlık
tazminattan, Hazine zararından söz ettim. Bu davaları neden açmıyorsunuz
diyorum. Yine soruyorum; bu davalar zamanaşımına uğramak üzere değerli
arkadaşlarım, yedibuçuk yıllık, on yıllık zamanaşımı süreleri dolmak üzere.
Neden ilgili bürokratlara talimat vermiyorsunuz? Bunları anlatmaya çalışıyoruz.
Bakın, bu işin esası ve özü şu, değerli
arkadaşlarım: Gelin, toplumu yanıltmaktan ve beklentileri istismar etmekten
vazgeçin.
Şunu, şu mesajlarımı üzülerek ifade
ediyorum: Yolsuzluğa bulaşanlar yolsuzlukla mücadele edemezler. 22 nci Dönemde
hortumların ucu falan kesilmemiştir, hortumların sadece yönü değişmiştir. Adi
nitelikteki yüzkızartıcı suçlardan dolayı yasama dokunulmazlığı zırhına bürünme
ihtiyacı duyanlar, belli bir aşamadan sonra, kürsü sorumsuzluğuna, yasama
sorumsuzluğuna, fikir ve düşünce hürriyetine müdahale etmeye başlarlar. Bu
süreç, tarihî ve sosyolojik bir süreçtir, kaçınılmaz bir süreçtir. Türkiye'de
maalesef bu süreç başlamış durumdadır. Yani, bir taraftan, adi suçlardan dolayı
yasama dokunulmazlığı zırhına bürünme ihtiyacını duyacaksınız, öbür taraftan,
kürsü sorumsuzluğuna müdahale etmeye başlayacaksınız; bu süreç Türkiye'de
yaşanmaya başlamıştır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Kart, lütfen, teşekkür eder
misiniz.
ATİLLA KART (Devamla) - Bir cümle, Sayın
Başkan…
BAŞKAN - Teşekkür etmek için, buyurun
Sayın Kart.
ATİLLA KART (Devamla) - Elbette, bu sürece
karşı, cumhuriyetin bütün kazanımları ve kurumları, gerekli mücadeleyi her
zeminde verecek güce ve inanca sahiptir.
Olaya bu boyutlarıyla bakmanın, sağduyulu
ve sorumlu bir anlayış olduğunu bir defa daha ifade ediyor, Genel Kurulu bu
duygularla, bu değerlendirmelerle, saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Kart.
Önerinin lehinde söz isteyen, İstanbul
Milletvekili Ali Kemal Kumkumoğlu; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (İstanbul) - Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım;
Danışma Kuruluna Cumhuriyet Halk Partisi Grubu tarafından verilen gündemle
ilgili önerinin lehinde söz aldım; bu vesileyle, hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, hemen hemen Meclis
açıldığı günden bu yana; ama, geçmişi, Meclisin açıldığı, yani 22 nci Dönem
milletvekillerinin seçildiği seçimin öncesine dayanan bir konuyu, burada,
Cumhuriyet Halk Partisi ısrarla takip etmeye çalışıyor. Adalet ve Kalkınma
Partisi, bugün, Türkiye'de Başbakanlık görevini yapan Sayın Genel Başkanının
yetmiş milyon yurttaş önünde, televizyonların önünde, açık açık, bütün topluma
vermiş olduğu bir sözü tutmama, Cumhuriyet Halk Partisinin bu takibine karşı
direnme noktasında, ısrarla, inatla bir davranışı sergilemeye devam ediyor.
Değerli arkadaşlarım, siyaset kurumumuzun
en temel sorunlarından bir tanesi, siyaset kurumunun -hepimizin kabul ettiği-
içerisine girmiş olduğu yıpranmayla ortaya çıkmış olan, karşı karşıya olduğumuz
problemleridir. Her birimiz, bu anlamda, Parlamento dışında bulunduğumuz her
ortamda "siyaset kurumu yıpranmıştır" ifadesi kullanıldığında, hiç
tereddütsüz bu ifadenin doğruluğunu kabul ediyoruz; evet, siyaset kurumu
yıpranmıştır. Hangi sebeple yıpranmıştır siyaset kurumu; 12 Eylülden başlayarak
anlatıyoruz. 12 Eylül süreci Türkiye'de birçok şeyi gerçekten tahrip etti; ama,
12 Eylül sürecinin Türkiye'de belki en fazla tahrip ettiği kurumlardan bir
tanesi, siyaset kurumunun kendisidir.
İnsan malzememizi de önemli ölçüde,
siyaset kurumuyla birlikte, içerisinden geçtiğimiz süreç tahrip etmiştir. Bir
küçük Anadolu kasabasında, zimmetine para geçirdiği için, o gece duyulduğunda,
bir arabanın arkasına eşyalarını, şoför mahalline ailesini yükleyerek o şehri
terk etmek durumunda kalan yurttaşlarımızın yerine, şimdi, elinde bulundurduğu
imkânları doğru değerlendirmediği için suçlanan, beceriksizlikle itham edilen
bir yurttaş profiline doğru hızla gidiyoruz değerli arkadaşlar. Şimdi, buradan,
biz kendimizi hiçbir şekilde sorumlu saymazsak, buna dönük, topluma verdiğimiz
sözleri biz tutmazsak, bu konuda ortaya konulan şikâyetleri kim, nasıl çözecek
değerli arkadaşlarım?!
Bakın, biz, göreve geldiğimiz gün,
ilkönce, bizden önceki dönemlerde bakanlık, başbakanlık yapmış olan ve bu
Mecliste görev yapmış olan kişileri bir taraftan Yüce Divana gönderirken; öbür
taraftan, bugün, dün onların yüklenmiş olduğu sorumlulukları yüklenen; ama,
daha önceki yaşamlarında birtakım yolsuzluklara bulaştığı iddia edilen,
hakkında dosya bulunan bir Maliye Bakanını affedebilmenin arayışları
içerisinde, defalarca yasa çıkarmaya çalıştık. Böyle bir anlayışla biz kimi
kendimize inandırabiliriz?! Resmî politikalarda söylediklerimizle kapı
arkasında söylediklerimizin her an farklı olduğu, bir ortamda söylediğimizle
başka bir ortamda söylediğimizin taban tabana birbiriyle zıt olduğu bir
ortamda, değerli arkadaşlarım, maalesef, özellikle İktidar Partisi
milletvekillerinin arkasına sığındığı tek önemli şey yurttaşımızın kutsalına
ilişkin değerlerdir.
Değerli arkadaşlarım, bu çok önemli bir
sorun. Şimdi şu anlayış çok yaygın: Bunu böyle yapıyoruz; ama, sor bakalım
kardeşim, niye böyle yapıyoruz... Bunu buradan böyle alıyoruz; ama, sor bakalım
kardeşim, bu nereye gidiyor. Bu sözleri söylediğimde, ben inanıyorum ki, şimdi
burada bulunan milletvekillerinin kendi içdünyalarından "evet, doğru
diyor" dediği gibi, bizi dinleyen yurttaşlarımızın içerisinde de, evet,
bunlar bu ifadeleri çok sık biçimde kullanıyorlar. Bunu böyle yapıyoruz; ama,
sor bakalım niye yapıyoruz. Bunu böyle alıyoruz; ama, sor bakalım niye alıyoruz
ifadeleri; yani, yurttaşımızın kutsalını istismar etmeye dönük yaklaşımlar, bu
ülkede siyasetin en tehlikeli, ama, en sık kullandığı argümanlardan,
malzemelerden birisi haline dönüşmüş. Sorun var diyoruz; ama, sorun bize gelip
dayandığında, sorunun muhatabı konusunda kendimize dönük bir yaklaşım
sergilendiğinde derhal bütün söylediklerimizden vazgeçiyoruz.
Şimdi, bakın, sadece yolsuzluklarla ilgili
değil, siyaset kurumunu, yurttaşı yanıltma noktasında bir araç olarak
kullanmak, siyasetin gerçekten önemli argümanlarından birisi haline getirilmiş.
Vatandaşın güvenini bir şekilde kazanmış olduktan sonra, vatandaşı, o güven
üzerinde yanıltmak, siyasette, âdeta, İktidar Partisinin ilkesi haline
dönüşmüş.
Değerli arkadaşlarım, mesela bugünlerde
tartışılıyor, Sayın Başbakan Amerika'da, Cumhuriyet Halk Partisini Amerikan
düşmanlığıyla, oradan, suçluyor. İktidar Partisi, 1 Mart Tezkeresinin yanında
mı olmuştur, karşısında mı? Sayın Başbakanın Amerika'da kullandığı ifadelerden
ne anlıyorsunuz? İktidar Partisi, 1 Mart Tezkeresinin yanında mı olmuştur,
karşısında mı? Amerika'da yanında olmuştur. Kim karşısındadır; Cumhuriyet Halk
Partisi. Türkiye'de nasıldır? "Sen ne söylüyorsun kardeşim, AKP
milletvekillerinin oyları olmasa, Cumhuriyet Halk Partisi o tezkereyi nasıl
reddettirebilir" anlayışıyla, kapı arkasında tezkereye sahip çıkan, kapı
önünde, açıkta, özellikle Amerika Birleşik Devletlerinde, tezkerenin
reddedilmesinin bütün sorumluluğunu Cumhuriyet Halk Partisine yüklemeye çalışan
bir ilkesiz, ölçüsüz tavır... Cumhuriyet Halk Partisi, 1 Mart tezkeresinin
reddedilmiş olmasının bütün sorumluluğunu, bütün onuruyla, şerefiyle, bütün
yaşam boyunca kabullenmeye, sahiplenmeye razıdır, taraftır (CHP sıralarından
alkışlar) ama, hakkını vereceğiz. Vatandaşın karşısına çıktığımızda "biz 1
Mart tezkeresi için olumlu şeyler söylemeseydik, Cumhuriyet Halk Partisi tek
başına bunu nasıl yapabilirdi" demeyeceğiz.
AHMET YENİ (Samsun) - Öyle değil mi?
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla) - Değerli
arkadaşlarım, onbeş gün önce buradan bir yasa çıkardık veya yirmi gün önce.
Vekil imamlara, 9 257 vekil imama, burada, kadro verdik. Gerekçemiz ne:
"Efendim, eğer bu kadroları imamlara vermezsek, camilere ne idüğü belirsiz
birtakım insanlar gelip imam oluyorlar, vatandaşı, biz, bu ne olduğu belli
olmayan, denetimini hiçbir şekilde yapamayacağımız, bu, kendiliğinden imam
olmuş kişilere nasıl teslim ederiz?" Gerekçeniz bu değil miydi değerli
arkadaşlarım, açın bakın, o maddeyle ilgili gerekçeniz… Aradan onbeş gün geçti,
Kur'an kurslarıyla ilgili bir madde geldi; yani, camide cemaati emanet
edemediğimiz, 70 yaşında, 80 yaşında insanları emanet edemediğimiz kişilere,
şimdi, 7 yaşında, 8 yaşında, 9 yaşındaki çocuklarımızı emanet edebiliyoruz;
gerekçemiz ne; "kardeşim, siz, vatandaşın, çocuklarına; yani, Kur'an
okutmasını, Kur'an öğrenmesini istemiyor musunuz, buna karşı mı çıkıyorsunuz.
Hem Kubbetüssahra'da namaz kılacaksınız, hem de çocuklarımızın Kur'an
öğrenmesine karşı çıkacaksınız, bu nasıl anlayış?!"
Değerli arkadaşlarım, bakın, bunların
hiçbirisi… Bunlar, doğru şeyler değil değerli arkadaşlarım; bunlar, doğru
şeyler değil değerli arkadaşlarım. Yani, her şeyi, sizin işinize gelen biçimi
neyse, sadece vatandaşın güvenini ve kutsalını istismar ederek, istediğiniz
gibi kullanırsanız, sizin, siyaset kurumunun yıpranmasına vereceğiniz tahribat,
bugüne kadar vermiş olanların açtığı tahribatın bin misli fazla olur.
Değerli arkadaşlar, bu konudaki örnekleri
çoğaltabiliriz; ama, zamanım sınırlı, o nedenle örnekleri son bir örnekle
sınırlıyorum: Şimdi, burada bir konu tartışıyoruz…
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Neyi konuşuyoruz?
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla) - …bir
arkadaşımız veya başka arkadaşlarla birlikte yargılanan bir arkadaşımız…
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Hayır, hayır...
Neyi konuşuyoruz?
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla) - Müsaade
eder misiniz.
…zimmetle ilgili bir suçlamayla karşı
karşıya. Deniliyor ki, bu milletvekili arkadaşımız…
AHMET YENİ (Samsun) - İstifa etsin.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla) - …hak
ettiği parayı devletten iki defa almıştır; yani, zimmetine para geçirmiştir.
Şimdi, biz, bu arkadaşımızın bu suçlamayla
yaşamasını arkadaşımızdan talep ediyoruz. Bu, aslında çok ağır bir suçlama,
arkadaşımızı rencide edecek bir suçlama; ama, diyoruz ki, siyaseten, biz, bunun
böyle olmasını istiyoruz; siz, bu suçlamayla, bu rencide edici suçlamayla
birlikte yaşayın; bunu kabul edin; sizin yargılanma hakkınızı size vermiyoruz.
Kim diyor; kendi arkadaşları diyor.
Değerli arkadaşlarım, ben, bir memur
ailesinin çocuğuyum, dedem de memurdu. Babam özel idare müdürü, dedem müftüydü.
Dedemin müftülük yaptığı dönemde ayrı bir müftülük binası yoktu, müftülük
binası evlerdi. Bizim evimizde iki ayrı kahve, iki ayrı şeker, iki ayrı kâğıt,
iki ayrı kalem, iki ayrı zarf -bunu, burada bilen milletvekili arkadaşlarım
vardır- birlikte bulunurdu. Birisi devletin şekeri, kahvesi, kâğıdı, zarfı…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Kumkumoğlu, toparlar
mısınız.
Buyurun.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla) -…öbürü
bizim evimizin şekeri, kahvesi, kâğıdı, kalemi. Dedem, devletle ilgili misafiri
geldiğinde bir yerden, şahsıyla ilgili misafiri geldiği zaman bir başka yerden;
yani, eve ait olandan bu harcamalarını yapardı; tatil olduğunda, devlete ait
olanların tamamı kilitlenir, kilit altına alınır, eve ait olanlar kullanımda
bulunurdu.
Şimdi, biz, böyle bir memur ailesinin,
böyle bir memur geleneğinin içerisinden geliyoruz. Bizim memurumuz, özel idare
memuruyla, müftüsüyle, öğretmeniyle, doktoruyla, imamıyla, polisiyle, subayıyla
bizim memurumuz bu gelenekten gelmiştir. Bizim memurumuz, kendisine emanet
edilen devletin bütün varlıklarını korumayı kendi namusunu korumak kadar önemli
saymıştır.
Şimdi, bu Parlamentonun hiçbir
milletvekili arkadaşıma "sen, böyle rencide edici bir suçlamayla, sırf
siyaseten biz uygun gördüğümüz için birlikte yaşa; sen, bu rencide edici tavrın
altında ezil" demeye hakkı yoktur. İktidar Partisine mensup
milletvekilleri kendi arkadaşları için bunu uygun görseler bile, ben, bu ülkeye
bir şekilde, belediyede de olsa memur olarak hizmet etmiş, bugün bu kutsal çatı
altında görev yapan bir milletvekili arkadaşıma bu uygulamayı, bu tavrı reva
görmüyorum ve bütün milletvekillerinden, arkadaşlarımdan, bir an önce, bu
dokunulmazlıklara ilişkin sorunun çözümü ve doğru olan tavrın, örnek tavrın
bütün Türkiye'ye gösterilmesi için gerekli çabanın hep birlikte konulmasını
talep ediyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ederim. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN- Teşekkür ediyorum Sayın
Kumkumoğlu.
Önerinin aleyhinde söz isteyen, Tokat
Milletvekili Zeyid Aslan.
Buyurun Sayın Aslan. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
ZEYİD ASLAN (Tokat)- Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri: Cumhuriyet Halk Partisinin, Danışma Kurulunda anlaşma olmaması
üzerine getirmiş olduğu, bir arkadaşımızın dokunulmazlığının kaldırılmasına
ilişkin önerisinin aleyhinde söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum.
Daha önce de, bu kürsüye çıktığımızda,
özellikle dokunulmazlıklarla ilgili bir şeyi ifade etmiştim. Her çarşamba günü
-bugün perşembeye sarktı- Cumhuriyet Halk Partisi, çarşamba günleri Meclisin
birinci gündem maddesi olarak bu önerilerini getirmeye devam ediyor.
Aslında, konuştuğumuz konu aynı konu,
farklı bir konu konuşmuyoruz. Sadece, konuştuğumuz konunun içerisindeki
aktörler ve şahıslar değişiyor. Biz, aynı konuyu aynı şekilde, yeniden, burada
hep birlikte dinliyoruz.
K. KEMAL ANADOL (izmir) - Var, var.
İddialar ayrı, dosyalar ayrı, kişiler ayrı.
ZEYİD ASLAN (Devamla)- Özellikle, dört beş
haftadan beridir, burada Sayın Atilla Kart'ı mümkün olduğunca dikkatle ve
ihtimamla dinlemeye çalışıyorum. Bugün de, Sayın Kart'ın daha önce yaptığı
-aynı, bu konuyla ilgili- konuşmalara şöyle bir baktım; inanın, bir teybi
buraya koysanız, cümlesi, virgülüne kadar, dört beş haftadır aynı cümlelerle,
aynı kelimelerle aynı şeyleri tekrar ediyor. Bu kürsüye çıktığımız zaman, gerek
bizi dinleyen halkımıza gerekse bu Yüce Meclisin çatısı altında bulunan sayın
milletvekillerimize saygı göstermek gerekir. Hiç olmazsa, her hafta birkaç
farklı cümle söyleyelim, her hafta birkaç farklı kelime söyleyelim ki, dinleyen
vatandaşlarımız da, evet, dün bugünden daha farklı, dünden bugüne farklı bir
söylem geliştirildi diyebilsin.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (İstanbul) - Hayır,
niye farklı?!
ZEYİD ASLAN (Devamla) - Değerli
arkadaşlar, yine, bu konular burada görüşülürken, somut olan olayın içerisine
hiçbir şekilde girmeden, tamamen soyut bir şekilde devam ediyoruz. Şükür, bu
hafta, diğer haftalardan farklı -evet- bir şey oldu, kiminle ilgili
konuşulduğunu nihayet Sayın Atilla Bey burada söyleyebildi, Kumkumoğlu o ismi
de veremedi. Ben eminim ki, kendisinin de, gelen önerge ya da bu dosyanın
içeriğiyle ilgili herhangi bir şey bildiğini zannetmiyorum. Eğer, gerek Atilla
Bey gerekse Sayın Kumkumoğlu, buraya gelen dosyanın içeriğiyle ilgili bilgi
sahibi olmuş olsalardı, çok daha farklı konuşurlardı.
ALİ CUMHUR YAKA (Muğla) - Sen biliyorsan
anlat.
ZEYİD ASLAN (Devamla) - Eğer, bu konuyla
ilgili açılmış olan davadan, 22 kişi hakkında açılmış olan davadan bugün
milletvekili olmayan 20'sinin beraat ettiğini ve bu davanın kesinleştiğini eğer
bilselerdi, eminim ki daha farklı konuşurlardı. (CHP sıralarından "bu da
etsin" sesleri)
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Bu da etsin, bu
da etsin.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri…
Bir saniye Sayın Aslan.
Sayın milletvekilleri, lütfen…
ATİLLA KART (Konya) - Yanlış bilgi
veriyorsun Sayın Aslan.
BAŞKAN - Sayın Kart…
ATİLLA KART (Konya) - Yanlış bilgi
veriyorsun.
BAŞKAN - Sayın Kart…
Buyurun Sayın Aslan.
ZEYİD ASLAN (Devamla) - Değerli
arkadaşlar…
ATİLLA KART (Konya) - Gerçekdışı
konuşuyorsun.
ZEYİD ASLAN (Devamla) - Gerçekdışı
konuştuğumuzu iddia ediyorsanız, o kararı, biraz sonra bu kürsüye çıkacak
arkadaşımız size gösterecek. İsterseniz, bu kararın bir suretini size de
verebiliriz.
ATİLLA KART (Konya) - Sanık sayısı 8'dir,
10'dur.
ZEYİD ASLAN (Devamla) - Size de
verebiliriz isterseniz.
ATİLLA KART (Konya) - Mahkeme delillerini
tartışmayın, bırakın onları mahkeme tartışsın.
ZEYİD ASLAN (Devamla) - Değerli
arkadaşlar, tabiî, yasama dokunulmazlığının özellikle felsefesiyle ilgili, daha
önce, burada, biz, tarihçesinin ne olduğu, bu yasama dokunulmazlığının neden
gündeme getirildiği, neden yasalar ve Anayasa güvencesi altına alındığı
hususlarını detaylı ve geniş bir şekilde izah etmiştik ve özellikle, biz, bir
şeyi söylüyoruz.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Hep aynı
cümleleri söylüyorsunuz!
ZEYİD ASLAN (Devamla) - Diyoruz ki:
Türkiye'de dokunulmazlık sahibi sadece milletvekilleri değildir, Türkiye'de
yaklaşık 5 000 000'a yakın dokunulmazlığı olan insan var.
SALİH GÜN (Kocaeli) - Hep fotokopi…
ZEYİD ASLAN (Devamla) - Bunların hepsi de,
ya Anayasadan ya da kanunlardan kaynaklanan dokunulmazlıklar.
SALİH GÜN (Kocaeli) - Hep fotokopi, hep
aynı şey!..
ZEYİD ASLAN (Devamla) - Birkaç tane örnek
vereceğim. Cumhurbaşkanı, Anayasanın 105 inci maddesine göre sorumsuz. Yargıtay
üyeleri, Yargıtay Kanununun 46 ncı maddesine göre, izin dahilinde
yargılanabiliyor. Hâkimler ve savcılar, Hâkimler ve Savcılar Kanununun 82 nci
maddesine göre, ancak Adalet Bakanının izniyle yargılanabiliyor. Valiler,
müsteşarlar, belediye başkanları, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri, Memurlar ve
Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanunun 3 üncü maddesi
gereğince, belirli izinler dahilinde yargılanabiliyor.
ATİLLA KART (Konya) - Soruşturma izni o.
ZEYİD ASLAN (Devamla) - Avukatlar,
Avukatlık Kanununun 58 inci maddesi gereğince, Adalet Bakanının izni dahilinde
yargılanabiliyor.
Yani, şu saydığım ve bununla birlikte,
daha, çok sayamadığımız birçok kamu görevlisi -aynen, bugün, milletvekillerinde
olduğu gibi- nasıl milletvekillerinin dokunulmazlığı ya da yargılanabilmesi
Meclisin iznine tabi kılınmışsa Anayasa gereği, gerek Anayasa gerekse kendi
kanunları dahilinde verilecek izinler dahilinde yargılanabiliyor.
YILMAZ KAYA (İzmir) - Milleti
yanıltıyorsunuz!
ZEYİD ASLAN (Devamla) - Bu nedenle,
diyorum ki, gelin, çifte standart yapmayalım; mutlaka dokunulmazlık konusunu
konuşalım, oturalım, tartışalım; bu konuyla ilgili Meclis çatısı altında
kurulması gereken komisyonlar varsa, bu komisyonları kuralım, birlikte
çalışalım ve bu birlikte çalışmanın sonucunda, sadece yasama dokunulmazlığını
değil, Türkiye'de, biraz önce saydığım birçok dokunulmazlık konularını da
yeniden ele alıp, yeni bir dokunulmazlık anlayışını hep birlikte getirelim;
ama, önce bunu tartışalım, önce bunu, burada, hep birlikte konuşalım.
Sonra, dokunulmazlık, yasama
dokunulmazlığı sadece Türkiye'de var olan bir şey değil. Ben, Avrupa
ülkelerinin birkaç tanesini sayacağım. Almanya, Avusturya, Belçika, Finlandiya,
Fransa, İspanya, İsveç, İsviçre, İtalya, İzlanda, Japonya, Portekiz ve
Yunanistan'da, cezaî sorumluluk anlamında -hukukî sorumlulukları saymıyorum;
daha birçok ülkede sadece hukukî sorumluluk anlamında veya kürsü sorumsuzluğu
anlamında var; ama, bu saydığım ülkelerin hepsinde- Türkiye'deki yasama
dokunulmazlığının bir benzeri aynı şekilde uygulanıyor. Yani, bu, sadece bizim
ülkemize has olan bir durum değil.
ATİLLA KART (Konya) - Yanlış bilgi
veriyorsun ve yanlış bilgi vermeye devam ediyorsun
ZEYİD ASLAN (Devamla) - Sonra, hep
söyledik; arkadaşlar, milletvekilliği dokunulmazlığı, bu dokunulmazlığın
kazanılmasıyla birlikte ömür boyu devam eden bir şey değil, milletvekilliğiyle
sınırlı, sürelerle sınırlı, seçimlerle sınırlı; yani, bir dahaki dönem, biraz
önce saydığınız veya sayamadığımız birçok arkadaşımız milletvekili seçilemediği
takdirde, yargının önüne gidecek, varsa bir hesabı, verecek.
Burada, özellikle Atilla Bey, sürekli
olarak bir şeye vurgu yapıyor. Bir yerden de, bu kürsüden, Meclisin
kürsüsünden, bürokratları tehdit ediyor; diyor ki: "Bürokratlar, bir an
önce dava açın; açmazsanız, bunun hesabını verirsiniz; zamanaşımı
geçiyor."
ATİLLA KART (Konya) - Tabiî... Söylemeye
devam edeceğim. Kanunsuz emir veriyorsunuz…
ZEYİD ASLAN (Devamla) - Sayın Atilla Bey,
siz de hukukçusunuz, bizler de hukukçuyuz, Anayasanın 83 üncü maddesinde, dokunulmazlık
sahibi insanlarla ilgili yargı sürecinde zamanaşımının işlemeyeceği çok açık ve
net ifade edilmiştir. Eğer, burada…
ATİLLA KART (Konya) - Hukuk... Tazminat
davasından söz ediyorum.
BAŞKAN - Sayın Kart, niye müdahale
ediyorsunuz?!
ZEYİD ASLAN (Devamla) - Bakın, eğer,
burada, ceza davasının sonucunda bir mahkûmiyet oluşmuş, bu mahkûmiyet kesin
hüküm halini almış ve buradan devletin uğradığı bir zarar varsa, ceza,
zamanaşımına tabi olarak, kararın kesinleşmesinden itibaren bir yıl içerisinde,
Borçlar Kanunu 62 nci madde gereğince, hukuk davası, tazminat davası her zaman
açılabilir.
ATİLLA KART (Konya) - Hukukî sorumluluk,
cezaî sorumluluk farklıdır Sayın Aslan.
ZEYİD ASLAN (Devamla) - Bunu, sizin iyi
bildiğinizden eminim.
ATİLLA KART (Konya) - Manevra yapmaya
devam ediyorsun.
ZEYİD ASLAN (Devamla) - Bu konuda, ne
Meclisi ne vatandaşlarımızı birtakım yanlış polemiklerle, yanlış cümlelerle
lütfen yanıltmayın.
ATİLLA KART (Konya) - Manevra yapıyorsun,
manevra!
AHMET YENİ (Samsun) - Dinleyelim…
ZEYİD ASLAN (Devamla) - Değerli
arkadaşlar, Sayın Adem Baştürk, sizin bildiğiniz gibi, Tayyip Bey döneminde
genel sekreter değil, genel sekreter yardımcısıydı; şu anda, zaten arkadaşlar
da ikaz ettiler, komisyon başkanı değil, sanıyorum -hangi komisyonda olduğunu
bilmiyorum- bir komisyonda, komisyon üyesi olarak devam ediyor.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Milletvekili,
yetmez mi?
ZEYİD ASLAN (Devamla) - Hayır, ben,
arkadaşımızın, en azından tutanaklara geçmiş, yanlış bilgisinin telafi edilmesi
anlamında söyledim.
SALİH GÜN (Kocaeli) - Hem bilmiyorum
diyorsun...
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Milletvekili...
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen…
ZEYİD ASLAN (Devamla) - Şimdi, İstanbul 4.
Ağır Ceza Mahkemesinde, benim bildiğim kadarıyla, Sayın Adem Baştürk'le ilgili
51 ayrı olaydan dava açıldı.
ATİLLA KART (Konya) -Albayraklar mahkûm
oldu orada.
ZEYİD ASLAN (Devamla) - Bu davada kamu
bürokratlarının hepsi beraat ettiler.
ATİLLA KART (Konya) - 4. Ağır Cezada
Albayraklar mahkûm oldu.
ZEYİD ASLAN (Devamla) - Sayın Kart,
Albayraklar kamu mensubu değildir.
ATİLLA KART (Konya) - Albayraklar 366 ncı
maddeden mahkûm oldu, ihaleye fesat karıştırmaktan.
ZEYİD ASLAN (Devamla) - Albayraklar özel
şirket sahibidir. Orada, 3 şahıs, sadece, belediyeye kiraladıkları araçların
içerisinde, kendi aralarında…
ATİLLA KART (Konya) - Siz onların avukatı
mısınız?
ZEYİD ASLAN (Devamla) - ...kiraladıkları
şahıslarla kendi aralarında mülkiyet ihtilafından kaynaklanan bir sorundan
dolayı iki ay yirmiyedi gün, bu da paraya çevrilip, sanıyorum 1 000 000 küsur
TL ceza almıştır. Bu şahıslar da -bakın, diyorum- İstanbul Büyükşehir
Belediyesinin bürokratı değildir.
ATİLLA KART (Konya) - İhaleye fesat
karıştırmaktan Albayraklar mahkûm oldular.
ZEYİD ASLAN (Devamla) - Özel şirket
sahibidir, özel şirket sahibi şahıslardır.
ATİLLA KART (Konya) - İhaleye fesat
karıştırmaktan mahkûm oldular.
ZEYİD ASLAN (Devamla) - Ben, daha önce, bu
kürsüde, bir tane belediye bürokratı gösteremezsiniz mahkûm olan dedim.
ATİLLA KART (Konya) - İhaleye fesat
karıştırmaktan mahkûm oldular.
ZEYİD ASLAN (Devamla) - Ben sizin sözünüzü
duymadım "Albayraklar" diye, sonra zabıtlardan gördüm, bunu da
buradan söylüyorum. İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesinde…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Aslan, toparlayabilir
misiniz.
Buyurun.
ATİLLA KART (Konya) - İhaleye fesat
karıştırmaktan mahkûm oldular, yanlış bilgi veriyorsunuz.
ZEYİD ASLAN (Devamla) - Değerli arkadaşım,
o kararı ben söylüyorum zaten, iki ay yirmiyedi gün ceza aldıklarını.
Albayraklarda çalışan sadece 3 kişi. Hangi konumda çalışırlar, görevleri,
mevkileri nedir…
ALİ CUMHUR YAKA (Muğla) - Sen
Albayrakların avukatı mısın?
ZEYİD ASLAN (Devamla) - Ama, biz şunu
söylüyoruz: Özellikle, Türkiye'de belli bir dönem yaşadık ki, bu dönemde,
İstanbul Büyükşehir merkezi olarak, yoğun bir şekilde, teftiş anlamında yoğun
sıkıntılar yaşatıldı. Her şeye rağmen -daha önce de söyledim- bütün evrakları,
defterleri, bütün hesapları, kitapları didik didik edilmesine rağmen hiçbir şey
bulunamadı; ama, o günün şartları içerisinde, Türkiye'de Tayyip Erdoğan'ın
merkezî iktidara doğru yürüdüğünü görenler, bu yolu kesme anlamında, bu teftiş
raporlarını yargıya taşımak suretiyle, bir şekilde bunun önüne geçmeye
çalıştılar.
YAŞAR TÜZÜN (Bilecik) - Ne alakası var!
ZEYİD ASLAN (Devamla) - Daha önce
söyledim, yine söyleyeceğim. Yargıya, elbette, hiçbirimizin güvensizliği olmaz,
hepimiz hukuk devletinin peşindeyiz; ama, yargı devletinin değil; fakat, bugün
bu kürsüye çıkıp "haydi yargıya gidin" diye bu tarafta oturan
insanlara seslenirken, sizin içinizden insanlarla ilgili fezleke
hazırlandığında, kalkıp "bu, şike fezlekesidir" diye yargıyı töhmet
altında bırakacak söylemlerin ve eylemlerin içinde de, lütfen, bulunmayın…(AK
Parti sıralarından alkışlar)
ALİ CUMHUR YAKA (Muğla) - Onu da
kaldıralım.
ZEYİD ASLAN (Devamla) - Çifte standart
içinde olmayın. Bunu da burada ifade etmek istiyorum.
ALİ CUMHUR YAKA (Muğla) - Onu da
kaldıralım, sizinkini de kaldıralım, hepsini kaldıralım; niye korkuyorsunuz!
ZEYİD ASLAN (Devamla) - Biz şunu
söylüyoruz: Biz, AK Parti olarak, adı üstünde ak bir iktidarın, ak bir
siyasetin temsilcileriyiz. Biz, çiğ et yemedik. (CHP sıralarından gürültüler)
GÜROL ERGİN (Muğla) - Hırsızlığı
savunuyorsun resmen! Konuştuğun lafa bak!
ZEYİD ASLAN (Devamla) - Hani derler ya,
çiğ et yiyen insanlar herkesin karnının ağrıdığını zannedermiş. Biz, çiğ et
yemedik diyorum, hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
GÜROL ERGİN (Muğla) - Haksızlığı,
hırsızlığı savunanlar yargı görürler.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Aslan.
Önerinin aleyhinde söz isteyen, Erzurum
Milletvekili Mustafa Nuri Akbulut; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Erzurum) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; dokunulmazlıklarla ilgili olarak Cumhuriyet
Halk Partisi Grubunun önerisi aleyhinde söz almış bulunuyorum; hepinize
saygılar sunuyorum.
Değerli milletvekilleri, dokunulmazlık
konusuna, gerçekten, Adalet ve Kalkınma Partisi olarak çok büyük önem veriyoruz
ve bu önem nedeniyle, 22 nci Dönem Parlamentonun başlamasından hemen sonra, bu
konuda bir Anayasa değişikliği hazırlanması noktasında uyum komisyonuna Adalet
ve Kalkınma Partisi adına üyeler belirlenmiştir.
YAŞAR TÜZÜN (Bilecik) - Öyle bir komisyon
yok!
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Devamla) - Ama, ne
yazık ki, bugüne kadar, Cumhuriyet Halk Partisi böyle bir çalışma yapılması
hususunda isim bildirmemiş ve gerçekten, ülkemiz için çok önemli olan ve
mutlaka düzenlemeler yapılması gereken böyle bir konu, ne yazık ki, yalnızca
siyaset malzemesi olarak yapılmak durumunda kalmıştır.
22 nci Dönem Parlamentonun başlangıcından
bu yana ikibuçuk yıldan fazla bir süre geçtiği halde, Cumhuriyet Halk
Partisinin dokunulmazlıklar konusunda nasıl bir düzenleme yapılmasını istediği,
bu konudaki düşüncesinin ne olduğu, yasama sorumsuzluğuyla, yasama
dokunulmazlığıyla ilgili olarak nasıl bir değişiklik yapmayı düşündüklerini
henüz öğrenebilmiş değiliz.
ATİLLA KART (Konya) - Sayın Akbulut,
teklifimizi hazırladık, biliyorsunuz.
YILMAZ KAYA (İzmir) - Teklif size
gönderildi; dünden haberin yok!
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Devamla) - Bu konu
ne Anayasa Komisyonunda -ki, ben Anayasa Komisyonu üyesiyim- ne de karma
komisyonda dile getirilmiş değil.
ATİLLA KART (Konya) - Teklif gönderildi,
araştırma komisyonunda konuşuldu.
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Devamla) - Bakın,
birkaç haftadan beri dokunulmazlık konuşuluyor. Ben bir hukukçuyum, dikkatle
dinliyorum; Cumhuriyet Halk Partisi dokunulmazlığı nasıl sınırlandırmak
istiyor, ne ben ne sizler ne de milletimiz henüz anlayabilmiş değil.
ATİLLA KART (Konya) - Teklifi verdik,
gönderdik size.
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Devamla) - Değerli
arkadaşlar, dokunulmazlıklarla ilgili olarak bu konuda söz söylemek için,
öncelikle, dokunulmazlığın ne olduğunu, tarihî gelişimini, dünyadaki durumunun
ne olduğunu bilmemiz ve ülkemizdeki tarihî gelişimini çok iyi bilmemiz,
rahatsızlıkları tespit etmemiz ve ona göre bir düzenleme yapmamız gerekir.
YAŞAR TÜZÜN (Bilecik) - Bunları Başbakana
da öğretmen gerekir.
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Devamla) - Değerli
arkadaşlar, dokunulmazlık konusu, tarihî gelişim olarak taa 14 üncü Yüzyıla
kadar uzanan; yani, kökü yüzyıllara kadar uzanan, başlangıçta kral ile
parlamentonun çekişmesinden kaynaklanan bir müessesedir.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Meydan Larousse,
sayfa 230. Meydan Larousse'tan mı okuyorsun?!
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Devamla) - 14 üncü
Yüzyılda, İngiltere'de, bir parlamento üyesinin, kralın masraflarının
kısılmasıyla ilgili olarak verdiği bir teklifin kanunlaşması üzerine, bu
milletvekili idama mahkûm edilmiş ve mallarına el konulmuştur.
SALİH GÜN (Kocaeli) - Kral mı kaldı,
padişah mı kaldı bu çağda. Bu çağdan mesaj ver.
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Devamla) - Ancak,
Avam Kamarasının karşı çıkması üzerine, daha sonra göreve gelen kral bu
milletvekilini affetmiştir ve o tarihten beri, İngiltere'de, parlamento
açılışlarında Avam Kamarası Başkanının konuşmasıyla bu haklar verilmektedir.
1689'da İngiltere'de Haklar Bildirisine,
1789 Fransız İhtilalinden sonra da Fransa'da verilen bir kanunla kanunlaşmıştır.
O tarihten bu yana, yasama sorumsuzluğu ve yasama dokunulmazlığı, bütün dünya
ülkelerinde, tabiî, ufak tefek değişikliklerle, uygulanmaktadır. Bizde, 1876
tarihli Kanunuesasîyle hukuk sistemimize girmiştir…
SALİH GÜN (Kocaeli) - Hâlâ kralla,
padişahla uğraşıyorsunuz!
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Devamla) - … ve o
günden bugüne uygulanan, yine dünya literatüründeki durumuna göre, bizde
"kürsü dokunulmazlığı" denilen yasama sorumsuzluğu -ki, parlamento
çalışmalarında milletvekilinin kullandığı oydan ve sözlerinden dolayı sonradan
sorumlu tutulamamasıdır- vardır. Yine, yasama dokunulmazlığı, 1876'da, sadece
parlamentonun çalıştığı süre içerisinde, milletvekillerinin parlamentoya
gelişlerinin engellenmemesi bakımından yasama dokunulmazlığı vardır; 1924
tarihli Anayasamızda, 1961 tarihli Anayasamızda ve 1982 tarihli Anayasamızda
vardır.
SALİH GÜN (Kocaeli) - Hangi çağdayız?!
Hâlâ milattan önceden bahsediyor!
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Devamla) -
Cumhuriyet Halk Partisi, zaman zaman, cumhuriyetle yaşıt olduğunu söylüyor.
1946 yılına kadar tekparti iktidarı vardı; 1950'de, 1954'te, 1957'de, 1961'de,
1965'te, 1969'da, 1973 ve 1977'de çok fazla milletvekili vardı, hatta, 1977'de,
213 milletvekili vardı; ama, ne yazık ki, dokunulmazlıklarla ilgili olarak bir
çalışması olmadı, kaldırılması yönünde bir çalışma yapılmadı.
Şimdi, bugün, demin de belirttiğim gibi,
son 22 nci Dönemin başlangıcından itibaren ikibuçuk yıl geçmiş, anayasa
değişikliği vermeye yeter milletvekili sayıları var; ancak, ne yazık ki, ortada
bir metin yok.
Değerli arkadaşlar, dokunulmazlıklarla
ilgili olarak, zaman zaman, Mecliste, sınırlamayla ilgili değişiklik teklifleri
gelmiş. Mesela, bununla ilgili olarak, 1997 Şubatında ve 2001 Ekiminde,
Parlamentoya gelen Anayasa değişiklik teklifleri, ne yazık ki, reddedilmiştir.
Şimdi, Değerli Cumhuriyet Halk Partisi
Milletvekili Atilla Kart Bey, bugün, dokunulmazlığının kaldırılması talebinin
dönem sonuna ertelenmesi kararına ilişkin olarak yapılan itirazında, Cumhuriyet
Halk Partisi adına yapılan itiraz sonunda, değerli bir milletvekilimizin
dokunulmazlığının kaldırılması yönünde itirazda bulunmuş. Kendisi, burada, dava
açılana kadarki safhayı özetledi.
Evet, zaman zaman, hepimiz için böyle bir
dava açılabilir; değerli arkadaşımız için de böyle bir dava açılmıştır. Ancak,
elimde, Eyüp 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 2003/224, 2004/20 karar sayılı kararı
var. Bu kararda, aynı davayla ilgili olarak, yargılanan 22 sanık var ve
22'sinin de beraatına karar verilmiş.
ATİLLA KART (Konya) - Yargıyı niye engelliyorsunuz?!
Yargı karar versin!
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Devamla) - Ancak,
sözü geçen arkadaşımız Parlamentoya girdiği için yargılamaya devam olunmamış ve
dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili bir talep var.
YILMAZ KAYA (İzmir) - Niye korkuyorsunuz o
zaman; niye?!.
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Devamla) - Değerli
milletvekilleri, şimdi, Cumhuriyet Halk Partisinin -demin de belirttiğim gibi-
yalnızca siyasî malzeme konusu olarak yaptığı, dokunulmazlığın kaldırılması
hususundaki, kanaatimce, samimî olmayan...
SALİH GÜN (Kocaeli) - Bunlara ihtiyacımız
yok bizim.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - İşte, elimizde
var.
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Devamla) - Hay hay,
tabiî ki alalım. Ben, onu da söylüyorum.
…samimî olmayan tavrı, demin bir
arkadaşımızın da söylediği gibi, Parlamentonun masuniyetine, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin itibarına gölge düşürüyor.
Değerli arkadaşlar, milletvekili seçilmek
için şartlar bellidir; yani, şu anda aramızda bulunan 550 pırıl pırıl
milletvekilini, halkın gözünde, sanki daha önceden suç işlemiş gibi mahkûm
etmeye, bu şekilde göstermeye kimsenin hakkı yoktur.
YILMAZ KAYA (İzmir) - Onu siz
yapıyorsunuz! Onu siz yapıyorsunuz!
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Devamla) - Kaldı ki,
geçen dönem Parlamentoda bulunan partilerden yalnızca bizim partimiz ilk defa
seçime girdi, biliyorsunuz. 50 kadar milletvekili vardı. 550 milletvekili
Parlamentoya girdi, bunların 500'ünün dokunulmazlığı yoktu. Ne oldu arkadaşlar;
bunların hepsi, milletvekili olabilmek için, sabıkasızlık kayıtlarını ibraz
ederek girdiler.
SALİH GÜN (Kocaeli) - Vicdanda sabıka…
Burada sabıka, burada; vicdanda…
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Devamla) -
Parlamentoda bulunan milletvekillerimizin hiçbirisi, halkın nazarında, suç
işleyebilecek potansiyel insanlar olarak gösterilmemelidir.
Yasama sorumsuzluğu, kürsü dokunulmazlığı
dediğimiz yasama sorumsuzluğu, milletvekilinin parlamentoda millet adına
rahatça konuşabilmesi ve yaptığı konuşmadan, kullandığı oydan ve açıkladığı
düşünceden dolayı daha sonradan bir tahkikata maruz kalma endişesi duymadan,
rahatlıkla milletin duygularını dile getirmesi için kendisine verilmiştir.
Yine, yasama dokunulmazlığı, milletvekilleri için, suç ayrıcalığı, kendilerine
ayrıcalık tanınan bir müessese değildir. Yasama dokunulmazlığı,
milletvekillerinin parlamento çalışmalarına gelmelerinin engellenmemesi için
düzenlenmiş bir yoldur ve demin de belirttiğim gibi, tarihî süreç içerisinde
aşamalar kaydederek bu hale gelmiştir.
Arkadaşlar, ne kürsü dokunulmazlığı
dediğimiz yasama sorumsuzluğu ve ne de yasama dokunulmazlığı dediğimiz
dokunulmazlık, milletvekili ayrıcalığı, yalnızca Türkiye'de uygulanan bir
müessese değildir. Demin de söylediğim gibi, tarihî süreç içerisinde son
şeklini, aşağı yukarı benzer olmak üzere, bu halini almıştır. Amerika Birleşik
Devletleri, Avustralya, Yeni Zelanda yalnızca yasama sorumsuzluğunu kabul eden
ülkelerdir; ancak, Almanya, Belçika, İsveç, Norveç, İspanya, Portekiz,
Yunanistan gibi ülkelerde de, yine, yasama dokunulmazlığı dediğimiz,
milletvekillerinin Parlamento çalışmalarına engel olunmamasını düzenleyen
müesseseler vardır.
Dokunulmazlık, Avrupa Parlamentosu üyeleri
için de vardır. Gerçekten, Avrupa Parlamentosu üyesi olan milletvekilleri,
Parlamentonun çalıştığı süre içerisinde, kendi ülkelerinde uygulanan
dokunulmazlıklardan yararlanırlar. Yine, Avrupa Parlamentosu üyeleri, başka
ülkelerde de, Avrupa Parlamentosunun koruması altındadır; işledikleri iddia
olunan bir suçtan dolayı, suçüstü halinde yakalanmamışlarsa, asla,
tutuklanamazlar.
Değerli arkadaşlar, dokunulmazlık
konusunda, gerçekten düzenleme yapılmasına ihtiyaç vardır. Bizim, Anayamızdaki
dokunulmazlık, ne yazık ki, milletvekili için amaçlanan korumayı tam olarak
sağlayamamakta, diğer yandan, bazı konularda da, olmaması gerektiği şekilde,
geniş olarak uygulanmaktadır.
Değerli arkadaşlar, milletvekilinin yasama
sorumsuzluğu vardır dediğimiz halde ve 1876 Kanunuesasîden itibaren ülkemizde
uygulandığı halde, ne yazık ki, zaman zaman, milletvekilleri kürsüde yaptığı
konuşmalardan dolayı suçlanmışlardır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Akbulut toparlayabilir
misiniz.
Buyurun.
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Devamla) - Yüksek
Adalet Divanında yargılanan ve Meclisteki çalışmalarından, sözlerinden,
oylarından dolayı sorumlu tutulan rahmetli Adnan Menderes ve arkadaşlarının
idama mahkûm edilmesi, Türk hukuk tarihinde kara bir lekedir. Daha sonra, yine,
milletvekillerinin kürsüde yaptıkları konuşmalardan dolayı, partileri
yargılanmış, konuşmaları parti kapatmalarına esas olmuş ve milletvekillerinin
bu çalışmalarından dolayı, milletvekilliğinden kısıtlanmasına karar
verilmiştir.
Diğer yandan, gerçekten, düzenleme
yapılması gereken birçok konu vardır, demin de söylediğim gibi. Mesela,
dokunulmazlığın kaldırılmasını kim isteyecektir? Dokunulmazlığın kaldırılması
talebi, Meclise geldikten sonra, ne kadar süre içerisinde karar verilecektir?
Mecliste bir milletvekilinin dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilirse,
bu kararın geçerlilik anı nedir; Meclis kürsüsünden okunması mıdır, Resmî
Gazetede yayımlanması mıdır, yedi günlük sürenin geçmesinin beklenmesi mi,
yoksa onbeş gün içerisinde Anayasa Mahkemesine itiraz konusunda bir karar
verilmesi anı mıdır, yoksa bu kararın Resmî Gazetede yayımlanması mıdır? Yine,
milletvekili dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili karara vaki itiraz
üzerine Anayasa Mahkemesinin yapacağı inceleme, sadece Anayasa ve İçtüzük
hükümlerindeki şekil şartlarına mı uymaktır, yoksa, dosyanın esası hakkında
Anayasa Mahkemesi inceleme yapıp delilleri değerlendirecek midir? Anayasa
Mahkemesi delilleri değerlendirir, itiraz reddedilirse, daha sonra yargılama
yapacak olan makam, mahkemeler, Anayasa Mahkemesinin bu kararından
etkilenmeyecekler midir?
Demin de bazı milletvekili arkadaşlarımız
söyledi. Bazı tür suçlar için, evet, dokunulmazlık ayrıcalığı tanınmalıdır ki,
bu, 97'de Meclise gelen anayasa değişiklik teklifinde gündeme alınmıştı.
Değişiklik şu yöndedir: 97'deki değişiklik, milletvekillerinin işlediği zimmet,
ihtilas, rüşvet, dolandırıcılık, kaçakçılık, ihaleye fesat karıştırma gibi
suçlar konusunda tahkikat yapılması, milletvekilinin sorgulanması ve
yargılanmasıyla ilgilidir; ancak, tutulması ve tutuklanması, yine Parlamentonun
kararına bırakılmıştır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN- Sayın Akbulut, teşekkür eder
misiniz lütfen.
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Devamla)- Anayasa
değişikliğiyle ilgili olarak 2001 yılında yapılan düzenleme ise, milletvekili
dokunulmazlığının kaldırılması talebinin Meclise intikalinden sonra üç ay
içerisinde karar verileceği, milletvekilleriyle ilgili olarak açılacak davanın
Yargıtayda görüleceği ve gizli oylama yapılacağıyla ilgilidir ki, bu konuda biz
de bir düzenleme yapılması gerektiğini düşünüyoruz ve Cumhuriyet Halk
Partisinin bu konudaki samimiyetini uyum komisyonuna üye vermek suretiyle
göstermesi gerektiğini belirtiyoruz.
Değerli arkadaşlar, ben, değerli bir
konuşmacının Meclisten geçen 1 Mart tezkeresiyle ilgili olarak değindiği bir
konuya da kısaca cevap vermek istiyorum. Biliyorsunuz, o tarihte, Mecliste,
Cumhuriyet Halk Partisinin 177 civarında milletvekili vardı; ama, Meclisten
kararın reddiyle ilgili milletvekili oy sayısı hepinizin malumu. Cumhuriyet
Halk Partisinin, bunu bu şekilde göstermesinin doğru olmadığını düşünüyorum ve
bu kadar… (CHP sıralarından gürültüler)
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Amerika'da
Başbakan ne diyor?
BAŞKAN - Lütfen, Sayın Anadol.
Sayın Akbulut, teşekkür eder misiniz
lütfen.
ATİLA EMEK (Antalya) - Kimi kime şikâyet
ediyorsun!
BAŞKAN - Teşekkür için Sayın Akbulut...
Buyurun.
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Devamla) - Teşekkür
ediyorum Sayın Başkanım.
Ben, bu vesileyle, hepinize saygılar
sunuyorum. Sağ olun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Akbulut.
Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Öneri kabul edilmemiştir.
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun
İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır; okutup oylarınıza
sunacağım.
2.- Gündemdeki sıralama ile çalışma
saatlerinin yeniden düzenlenmesine ilişkin AK Parti Grubu önerisi
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulunun 9.6.2005 Perşembe günü
(bugün) yapılan toplantısında, siyasî parti grupları arasında oybirliği
sağlanamadığından, Grubumuzun aşağıdaki önerisinin, İçtüzüğün 19 uncu maddesi
gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.
Eyüp Fatsa
Ordu
Grup Başkanvekili
Grup Önerisi:
9.6.2005 Perşembe günkü (bugün)
birleşimde, gündemin "Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair
Öngörüşmeler" kısmının 203 üncü sırasında yer alan (10/251) esas numaralı
Meclis araştırması önergesinin görüşmesinin bu birleşimde yapılması,
"Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler"
kısmının 259 uncu sırasında yer alan 891 sıra sayılı kanun tasarısının bu
kısmın 6 ncı sırasına, 248 inci sırasında yer alan 871 sıra sayılı kanun
tasarısının 8 inci sırasına alınması, 9.6.2005 Perşembe günü Genel Kurulun
çalışma süresinin 23.00'e kadar olması, 14.6.2005 Salı günü saat 15.00-23.00,
15.6.2005 Çarşamba ve 16.6.2005 Perşembe günkü birleşimlerde ise, 14.00-23.00
saatleri arasında çalışması, 14.6.2005 Salı günü ve 15.6.2005 Çarşamba günkü
birleşimlerde ise, sözlü sorular ile diğer denetim konularının görüşülmemesi
önerilmiştir.
BAŞKAN - AK Parti Grubu önerisinin
lehinde, Ordu Milletvekili Sayın Eyüp Fatsa; buyurun. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
EYÜP FATSA (Ordu) - Teşekkür ediyorum
Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; Grup önerimizin lehinde söz aldım; Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, biraz önce önergemiz
okunurken ve ifade edildiği gibi, biz aslında gündemle alakalı bir değişiklik
getirmedik, sadece, Meclisin bugün ve önümüzdeki haftaki çalışma saatleriyle
ilgili bir düzenleme yaptık. Ben bu düzenlemeyi bir kere daha sizlerle
paylaşmak istiyorum.
9.6.2005 Perşembe, yani bugün, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 15.00'te başlayan çalışma saatinin 23.00'te
tamamlanması; ayrıca, gündemin ilk sırasına, Samsun Milletvekilimiz Sayın Cemal
Yılmaz Demir ve arkadaşlarının birlikte vermiş oldukları, 19 Mayıs
Üniversitesiyle alakalı bir araştırma önergesinin gündeme alınması; yine, 891
sıra sayılı kanun tasarısının, Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanununun
gündemin 6 ncı sırasına, 871 sıra sayılı kanun tasarısı, Çevre Kanununun da
gündemin 8 inci sırasına alınmasıyla alakalı bir talepti. Yine, önümüzdeki
hafta, yani 14.6.2005 Salı günü Meclisin 15.00'te başlayıp 23.00'e kadar
çalışması, aynı gün sözlü sorular ve denetimin yapılmaması; 15.6.2005 Çarşamba
günü Meclisin 14.00'te başlayıp 23.00'te çalışmasını tamamlaması ve sözlü soruların
görüşülmemesi; yine, 16.6.2005 Perşembe günü de Meclisin çalışma saatlerinin
14.00'te başlayıp 23.00'te bitimiyle alakalıydı.
Görüldüğü gibi, biz sadece, çalışma
saatlerinin düzenlemesiyle alakalı bir Danışma Kurulu önerisi verdik. Zaten,
diğer saymış olduğum gündemle alakalı, kanun tasarısı, araştırma önergeleri,
gündemimizde var olanlardı, sadece bir takdim tehir yaptık, öncelik tanıdık
bazılarına.
Ben, Danışma Kurulu önerimizin Genel Kurul
tarafından tasvip edileceğine, kabul göreceğine olan inancımla, Genel Kurulu
saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Fatsa.
Önerinin lehinde söz isteyen, Samsun
Milletvekili Sayın Musa Uzunkaya; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; dün, esasen görüşülmesi beklenen, Ondokuz Mayıs
Üniversitesiyle ilgili…
BAŞKAN - Sayın Uzunkaya, bu, AK Parti
Grubu önerisiyle ilgili.
MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Ben, o öneriyle
ilgili konuşacağım Sayın Başkan.
BAŞKAN - Bir yanlışlık var galiba…
AHMET IŞIK (Konya) - Çalışma saatleriyle
ilgili…
YILMAZ KAYA (İzmir) - İşte, işler böyle
karışıyor. Ne çalışma saati belli ne görüşeceğimiz belli…
EYÜP FATSA (Ordu) - Grup önerisinin
içeriğiyle alakalı bir konuşma yapacak.
BAŞKAN - Buyurun Sayın Uzunkaya o zaman…
MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Evet, dün esasen
görüşülen… Yani, bugün gündemin niye böyle bir öneri haline getirildiğinin
gerekçesini, ben, Grup adına arz edeceğim.
Bugünkü Başkanlık Divanımızın AK Parti
Grubu olarak getirdiği önerinin temelinde, esasen, bugüne kadar Meclis
teamülünde olan salı ve çarşamba günleri denetim çalışmaları, dünkü bir
aksaklıktan dolayı bugüne intikal etmişti. Dolayısıyla, belki, muhalefet
partisindeki çok değerli arkadaşlarımız, şunu, haklı olarak söyleyebilirler:
Yıllardır Meclisin teamülünde araştırma önergeleri hep salı ve çarşamba günleri
-ki, Meclisin umumiyetle denetim günleridir- oysaki, perşembe günü ve ilave
günler de yasama günleri olarak ele alınır.
Bugün ise, değerli arkadaşlar, dünden
doğan bir aksaklık nedeniyle, hem Sayın Grup Başkanvekili arkadaşımız
tarafından bu hafta için gündemimizin yasamayla ilgili diğer maddeleri ve
önümüzdeki haftanın başına sirayet eden gündemi ifade edilmiş hem de bugün,
Genel Kurulumuzun tasvibi istikametinde dün görüşülmesi memul olan, beklenen
Ondokuz Mayıs Üniversitesiyle ilgili araştırma önergemizin görüşülmesi
istikametinde bir görüş birliği talep edilmiştir.
Değerli arkadaşlar, hemen gündemin başında
Cumhuriyet Halk Partisi sözcüsü çok değerli arkadaşlarımız hemen hemen her gün
olduğu gibi bugün de milletvekili dokunulmazlığını ısrarla gündeme
taşımaktadırlar.
GÖKHAN DURGUN (Hatay) - Taşımaya da devam
edeceğiz!
MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Şimdi, ben, bu
konuda samimî bir talebimi kendileriyle paylaşmak istiyorum. Değerli hukukçu
arkadaşlarımız, Anayasanın 83 üncü maddesine göre, dokunulmazlıklarla alakalı
yetkilerin bir sonraki döneme intikal etmesi halinde zamanaşımı olmadığını çok
iyi biliyorlar. Bendeniz de 3 dönemdir Parlamentoda bulunan bir arkadaşınızım;
şahsen Musa Uzunkaya olarak, bugüne kadar, on yıl içerisinde, hakkında en ufak
fezlekesi bulunmayan bir arkadaşınızım; ama, ne garip tecellidir ki değerli
arkadaşlar, Anayasa 83'ün birinci fıkrasında kürsü dokunulmazlığı çok bariz
ifade edildiği halde, benim, şu milletin Yüce Parlamentosunun kürsüsünden
geçmiş dönemde yaptığım bir konuşmam, bir partinin kapatılma gerekçesi olarak o
günün başsavcısı tarafından parti aleyhine kullanılabilmiş ve bir parti
kapatılmış, bir hukuk davası çok enteresan bir yapıya bürünmüştür. Bunu şunun
için söylüyorum…
K.KEMAL ANADOL (İzmir) - Yanlış olmuş,
yanlış!
MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Bakın, şu kürsü
dokunulmazlığı var…
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Yanlış olmuş!
MUSA UZUNKAYA (Devamla) - İşte, bakın, bu
yanlışın yarınlar için olmayacağının garantisi Cumhuriyet Halk Partisi mi?!
ATİLA EMEK (Antalya) - Ne alakası var?!
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - O başka, o
başka; ne alakası var?!
MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Bakın, değerli
arkadaşlar, böyle bir yanlış olmuş; yani, Sayın Başkan diyor ki "yanlış
olmuş"; yarın yanlış olmayacağını…
ATİLA EMEK (Antalya) - Doğru; yanlış
olmuş.
MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Bakınız, burada, elbette dokunulmazlıklarla
alakalı çeşitli değerlendirmeler yapılabilir; şimdi önünüze bir başka
dokunulmazlık teklifi getiriyoruz, araştırma önergesi.
Bakın, şimdi, biraz sonra, zannediyorum,
görüşmeye başlanınca, Cumhuriyet Halk Partisi sözcüsü arkadaşlarımız,
muhtemeldir ki, farklı düşünmesini umuyorum, ama, muhtemeldir ki, değerli
arkadaşlarımız, Ondokuz Mayıs Üniversitesinin; ki, ben, on yıldır oradayım,
haddizatında, Ondokuz Mayıs Üniversitesi gibi bir üniversitemizin, böyle bir
konuyla, o ilin bir milletvekili olarak, burada, gündemde olması, beni
fevkalade üzer; ben, başarılarıyla, burada, ondan bahsedilmesini temenni
ederdim. Ondokuz Mayıs Üniversitesinin, akademik dünyaya verdiği elemanlarla,
uluslararası arenada sağladığı başarılarla, Çin ve uluslararası birkısım
araştırma kurumlarının yaptığı incelemedeki dünyadaki ilk 500'e giren üniversiteden
birisinin Türkiye'deki herhangi bir üniversite olması, ama, hele hele, Ondokuz
Mayıs Üniversitesi olmasını, doğrusu, çok arzu ederdim; ama, maalesef, üzülerek
söylüyorum, o ilin bir milletvekili olarak, bugün, Ondokuz Mayıs Üniversitesinde
yaşanan, akademik kadrolarla, malî olaylarla alakalı, yolsuzluk, usulsüzlük
iddialarının Yüce Parlamentonun gündemine gelmiş olması, her şeyden önce, 19
Mayıs şehrinin bir milletvekili olarak, her şeyden önce beni fazlasıyla
üzmektedir.
Ayrıca, şunu söyleyeyim: Milletvekilleri
dokunulmazlığının tartışıldığı bir zeminde, muhtemeldir ki, basında, haklarında
yüzlerce yazı, haber yazılan bir üniversitenin, yahu, bu olay nedir...
İçtüzüğün 104 ve 105 inci, Anayasanın da 98 inci maddesi gereği, Meclisin temel
görevlerinden birisi olan araştırma, inceleme, denetim görevlerinin esasını
teşkil eden, haklarında bunca iddiaların bulunduğu... Ben iddia ediyorum…
BAŞKAN - Sayın Uzunkaya…
MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Toparlıyorum.
BAŞKAN - AK Parti Grup önerisiyle ilgili
konuşur musunuz lütfen…
MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Ben toparlıyorum
zaten Sayın Başkanım, o esasa dönüyorum.
Değerli arkadaşlar, elbette, bugün…
TUNCAY ERCENK (Antalya) - Nereden
toparlıyorsun; Samsun'a dayandın sen Musacığım…
BAŞKAN - Lütfen, Sayın Ercenk…
MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Efendim,
Samsun'a dayandım; çünkü, değerli arkadaşlar, Meclise Samsun'dan gelindi…
TUNCAY ERCENK (Antalya) - Samsun'a gittin
sen; bir de İstanbul'a git ve ondan sonra, öneriyi söyle öneriyi…
MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Değerli
Cumhuriyet Halk Partisi Milletvekili, Türkiye Büyük Millet Meclisine Samsun'dan
gelindi, haberiniz olsun…
Dolayısıyla, ben şunu söylüyorum: Bu kadar
ciddî bir konunun, elbette, bugünkü yasama zamanımız içerisinde araştırılıyor
olmasını, ele alınıyor olmasını, hiç kimsenin, teamülde olmamasına rağmen,
yadırgamaması gerektiğini; dolayısıyla, Grubumuzun önerisinin isabetli, bugün
bu araştırmanın yapılmasının, arkasından da, saat 23.00'e kadar ve önümüzdeki
hafta içerisinde yasamayla ilgili yapılacak yasama düzenlemelerinin isabetli
bir çalışma takvimi olduğunu burada ifade ediyorum. Umuyor ve temenni ediyorum
ki, Ondokuz Mayıs Üniversitesiyle alakalı, bugün, hem Cumhuriyet Halk Partisi
üyesi arkadaşlarımızın doğrudan katkıları ve konuşmacıların katkılarıyla hem de
AK Partinin değerli üyelerinin katkılarıyla, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, sadece
Ondokuz Mayısın şahsında, belki üniversitelerle, keşke geçtiğimiz yasama
döneminde -YÖK'le ilgili, bu Yüce Parlamentoda bir araştırma komisyonu
oluşturuldu geçtiğimiz dönemde- bu
komisyonun raporu keşke burada, Mecliste enine boyuna tartışılmış olsaydı.
Değerli arkadaşlar, üniversitelerimiz,
bizim elbette gözbebeğimiz, bizim güneşimiz, ayımız, ışığımız, geleceğimizi
aydınlatan yıldızlarımızın yetiştiği yerdir; ama, üzülerek söyleyeyim -belki
biraz sonra başlayacağı için, ilgili arkadaşlarım ifade edecekler
konuşmalarında- onlarca araştırmacının kapının önüne konduğu, haksızlığa maruz
kaldığı iddialarının ayyuka çıktığı, yerel ve ulusal medyanın bu kadar gündemi
işgal ettiği zeminde, Yüce Parlamentomuz bütün sorunları çözmesi gerektiği
gibi, inanıyorum ki, bu sorunu mutlaka çözecektir ve bu konuda kuracağı
araştırma komisyonu çalışmasıyla olaya bir açıklık getireceğini umuyor ve
temenni ediyorum.
Değerli arkadaşlar, bir diğer hususu da
burada…
TUNCAY ERCENK (Antalya) - Şu öneri
konusunda ne diyorsun Sayın Uzunkaya?!
MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Önerinin lehinde
konuştuğum… Herhalde bir intikal sorununuz yok değil mi Sayın Vekilim? Beni
anlamakta zorluk…
TUNCAY ERCENK (Antalya) - Bende yok; o
sende var, sende var. Sen öneriyi kabul edecek misin etmeyecek misin, bir şey
söyle!
MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Yani, ben,
önerinin lehinde olduğumu…
BAŞKAN - Sayın Uzunkaya, Genel Kurula
hitap eder misiniz lütfen.
MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Değerli
arkadaşlar, önerinin lehine, özellikle de bugünkü gündemde olan Ondokuz Mayıs
Üniversitesi için kurulması talep edilen araştırma komisyonuyla ilgili
sunulacak görüş ve raporların bugün burada tartışılmasının doğru olacağı,
dolayısıyla, önerideki bu teklifin, Genel Kurulumuzun da tasvibine sunulması ve
kabulüne mazhar olması temennimi, gerekçeleriyle ifade ediyorum.
GÖKHAN DURGUN (Hatay) - O sonraki madde,
hocam.
MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Önerinin bundan
daha lehine konuşulacak bir tespit hangi noktada olur, doğrusu bilemiyorum;
ama, bir başka şeyi, değerli arkadaşlar, sizlerle paylaşarak huzurunuzdan
ayrılmak istiyorum.
Tabiî, benim, önümde, haddizatında,
Samsun'la ilgili koca bir dosya var. Hiçbir üniversite, devletin 70 tane
üniversitesi içerisinde hiçbir üniversitenin, hele hele Samsun gibi 4 ilde
fakülte ve yüksekokulu bulunan üniversitenin hiçbirisinin böyle bir incelemeye
tabi olmasını, elbette hiçbir parlamenterin temenni etmediği gibi benim de
temenni etmem mümkün değil; ama, bugün Ondokuz Mayısı burada görüşmek zorunda
olacağız. Bu Ondokuz Mayısın değil, belki üniversitelerimizin sorununun
çözümünde önemli bir katkı sağlar temennisini sizlerle paylaşmak istiyorum.
Değerli arkadaşlar, ayrıca bir üzüntümü de
Yüce Parlamentoyla burada değerlendirip huzurunuzdan ayrılmak istiyorum; o da
şudur: Bugünkü basına yansıyan çok değerli Anamuhalefet Partimizin Genel
Başkanının bir açıklaması var; diyor ki Sayın Genel Başkan: "Sayın Erdoğan
bu memleketi satmaya hazır; bize…"
OSMAN ÖZCAN (Antalya) - Sen kendi Genel
Başkanına bak.
MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Hayır
arkadaşlar… Bu sözü…
ATİLA EMEK (Antalya) - Kimi kime şikâyet
ediyorsun Sayın Vekilim?!
MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Katiyen… Ben bu
milletin bir vekiliyim. Bu Parlamentoda ve bu hükümetin başındaki hiçbir kimse,
bu ülkeyi satmaya hazır olan… Bugün gazetelere bakın, basını izleyin;
Cumhuriyet Halk Partisinin Genel Başkanının…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Uzunkaya…
MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Toparlıyorum
Sayın Başkan.
BAŞKAN - Hayır, toparlama değil, teşekkür
eder misiniz Sayın Uzunkaya; zaten konuyla ilgili konuşmadınız.
Buyurun.
MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Sayın Başkanım,
eğer bu söz gerçekten basına intikal ettiği şekliyle ise…
BAŞKAN - Sayın Uzunkaya… Sayın Uzunkaya…
MUSA UZUNKAYA (Devamla) - …Sayın Deniz
Baykal'ın şahsında sözü Cumhuriyet Halk Partisine aynen iade ediyorum. Bu
vatanı satacak tek bir vatan haini olamaz ve Cumhuriyet Halk Partisinin Genel
Başkanı da böyle bir sözü söyleyemez.
Saygılar sunuyorum arkadaşlar. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
TUNCAY ERCENK (Antalya) - Sen geri
alacaksın o sözünü! Sözünü geri al!
ATİLA EMEK (Antalya) - Bir başbakan
Amerika'ya Anamuhalefeti, Cumhuriyet Halk Partisini şikâyet edemez.
GÖKHAN DURGUN (Hatay) - Bir başbakan
"ben laik değilim" diyemez.
BAŞKAN - Lütfen, sayın milletvekilleri…
TUNCAY ERCENK (Antalya) - Aferin sana,
aferin!..
ATİLA EMEK (Antalya) - Amerika'ya şikâyet
edemez bir başbakan Cumhuriyet Halk Partisini; gelir burada konuşur.
BAŞKAN - Lütfen, sayın milletvekilleri…
MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Bir siyasî parti
genel başkanı…
BAŞKAN - Sayın Uzunkaya, lütfen…
ATİLA EMEK (Antalya) - Bir başbakan
Amerika'ya şikâyet edemez Cumhuriyet Halk Partisini.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Sayın
Uzunkaya AK Parti Grup önerisinin lehinde konuşmak üzere kürsüye gelirken,
sanıyorum, hayretini ifade etmek üzere bir sayın milletvekilince ıslık
çalınmıştır. Sayın milletvekillerinin Genel Kurulda verecekleri tepkileri, bu
şekilde hoş olmayan ve alışılmamış usullerle değil, seviyeli bir şekilde,
İçtüzük hükümlerine göre dile getirmelerini rica ediyorum.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Buradan olmamış
Sayın Başkan.
ATİLA EMEK (Antalya) - Herkes kendine
baksın!
BAŞKAN - Grup önerisi aleyhinde söz
isteyen, Denizli Milletvekili Sayın Ümmet Kandoğan; buyurun.
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; AK Parti Grup önerisi aleyhinde söz almış bulunuyorum;
bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, bugün günlerden
perşembe. Salı günü AK Parti Grup önerisi, çarşamba günü AK Parti Grup önerisi,
perşembe günü AK Parti Grup önerisi. Türkiye Büyük Millet Meclisinin bugüne
kadarki çalışmalarında her günkü çalışma programıyla, gündemiyle ilgili olarak
ayrı ayrı grup önerisinin verildiği herhalde ilk defa oluyor. Aynı şekilde
Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun önerileri de.
Değerli milletvekilleri, bizler
milletvekilleri olarak, artık, hangi gün, Mecliste hangi konu görüşülecek, grup
önerileri ne olacak, bunlarla ilgili milletvekilleri nasıl hazırlık yapacak,
hep onun tartışması ve endişesi içerisindeyiz; ama, ne yazık ki dün, Meclis
için bir gün kayıp olmuştur; koca bir gün maalesef kaybedilmiştir. Niçin
kaybedilmiştir; daha dün, Meclis açıldığında, Kâtip Üyenin Başkanlık önerisiyle
ilgili, ayakta veya oturarak okuması noktası oylamaya sunulmuş; 139
milletvekili burada olmaması nedeniyle toplantıya ara verilmek mecburiyeti
hâsıl olmuştur ve daha sonra, Cumhuriyet Halk Partisi Grup önerisiyle ilgili
olarak, yine önce toplantı yetersayısı bulunamamış; ikinci kez de 164 sayı
burada İktidar Partisi tarafından hazır bulundurulamadığı için, maalesef,
Meclis dün kapanmak durumunda kalmıştır.
RECEP KORAL (İstanbul) - Sayılar doğru
değil.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Hayır, sayılar
doğru, sayılar doğru, Sayın Milletvekili. Siz, incelerseniz, 20 Sayın
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu milletvekili yoklama istediği için onları
düşüyorsunuz, 164 olması lazım AK Parti Grubunun.
RECEP KORAL (İstanbul) - 164 değil…
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Ben, hesabını
çok iyi biliyorum Sayın Milletvekilim.
AHMET YENİ (Samsun) - Bugün hangi
partidesiniz?!
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Yalnız, bugünkü
AK Parti Grup önerisinin altına şöyle bir ibare yazılması doğru olurdu…
AHMET YENİ (Samsun) - Ümmet Bey, bugün
hangi partidesiniz?!
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Biz, bu öneriyi
Meclise sunuyoruz; ama -altına da ilave yapılsaydı- toplantı yetersayısı veya
karar yetersayısı olduğu takdirde bu gündem gereği Mecliste çalışmalar yapalım
diye, o önerinin altında da bir şerh olması lazımdı.
Şimdi, değerli milletvekilleri, biz, hep
söylüyorduk burada, bu sıralar boş…
AHMET YENİ (Samsun) - DYP sıraları dolu
mu?!
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Sana da
geleceğim Samsun Milletvekilimiz, sana da geleceğim, sana da geleceğim…
Bak, cumhuriyet tarihi boyunca, Sayın
Ahmet Yeni, Parlamentoda hatibe en fazla söz atan milletvekillerinin başında
siz geliyorsunuz.
AHMET YENİ (Samsun) - Doğrudur…
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Samsunlular bir
görsünler şuraya bir gelin de, Samsunlular görsünler Ahmet Yeni nasıl bir
milletvekiliymiş. Bir çıkın allahaşkına, şu kürsüye gelin de, şu kürsüye bir
gelin de, bir nasıl konuştuğunuzu, bu Meclise nasıl katkı sağladığınızı
Samsunlular görsün…
AHMET YENİ (Samsun) - Görüyor, görüyor…
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Görsün… Hayır,
bir gün geldiniz, danışmanınız elinize yanlış metin vermiş, yanlış metin
okudunuz.
AHMET YENİ (Samsun) - Yanlış değil, doğru…
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Evet, evet…
FİKRET BADAZLI (Antalya) - Konuya gel,
konuya…
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Sayın
milletvekilleri, lütfen…
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, hatibe
niye müdahale ediyorsunuz?
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Benimle
demagojiye girmeyin Sayın Milletvekili, yapamazsınız, benimle demagojiye
giremezsiniz.
Değerli milletvekilleri, bugün, enteresan
bir şey, gelecek haftanın programı da önümüzde; yani, daha önce hiç olmuyordu.
Gelecek haftanın programı da önümüzde. Gelecek haftanın programına baktım;
gelecek haftanın programında salı ve çarşamba günleri her zaman yaptığımız
denetim görevi yok. Niye yok Sayın Fatsa?
EYÜP FATSA (Ordu) - Liste elinizde…
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Niçin denetim
görevinden bu Meclis kaçırılıyor? Bizim kararımız, yılların teamülüdür, salı ve
çarşamba günleri, Meclis, denetim görevi yapıyor. Perşembe denetim görevi yok;
ama, bugün, bakın, denetim görevi yapılıyor. Salı ve çarşamba yapılması gereken
denetim görevi gündemden çıkarılıyor ve bu öneri önümüze bu şekilde geliyor.
Değerli milletvekilleri, şimdi, dün,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun bir önerisi vardı. Bir Meclis araştırma
önerisi burada reddedildi aynı konuyla ilgili AK Parti tarafından da verilmiş
olan bir Meclis araştırma önergesi olmasına rağmen. Gerekçe: hiçbir gerekçe
yok. Van Gölü kirleniyor, Van Gölü elden çıkıyor. Sayın Millî Eğitim Bakanımız
da burada bir Van Milletvekili olarak. Bu konuyla ilgili bir Meclis araştırması
istendi. Sayın Fatsa geldi buraya dedi ki: "Bunu dört ay sonra gündeme
alacağız."
Sayın milletvekili, Van Gölü elden çıkıyor
diye bir araştırma önergesi Meclisin gündemine gelmiş, sizin milletvekilleriniz
de ayrı bir önerge vermiş, Van Gölü elden çıkıyor, araştırma komisyonu kuralım,
bu konuyu inceleyelim, bu konuyu kısa sürede çözüme kavuşturalım diye bir
teklif. O teklif, dört ay sonra bu konu gündeme gelecekmiş… Dört aya kadar Van
Gölü ne hale gelecek?!
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) -
Gereği yapılıyor.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Şimdi, yapılır;
ama, bir araştırma komisyonunun kurulmasında ne sakınca var Sayın Millî Eğitim
Bakanımız?! Van sizin şehriniz, Van Gölü sizin, hepimizin.
Değerli milletvekilleri, o bakımdan, ne
olur, gündemimize bu önerileri getirirken, bu önerileri sunarken, bu önerilerin
millet ve memleket menfaatında olması yönünde bir durum söz konusu olması
lazım.
Yine, biraz önce, Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu önerisi vardı; artık, ben, Sayın Anadol'dan da rica ediyorum. Sayın
Anadol, artık, bu dokunulmazlıklarla ilgili önergeleri getirmeyiniz Meclise;
yani, ikibuçuk yıldan beri bunlar geliyor, her hafta burada görüşülüyor; ama,
bir netice elde edilmeyeceği kanaati sizde hâsıl olmadı mı?
ATİLA EMEK (Antalya) - Edinceye kadar
getireceğiz.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Hayır; yani,
bakın, geçen hafta bu konuyla ilgili Adalet ve Kalkınma Partisi adına konuşan
arkadaşımızın konuşma tutanağı elimde. Sayın milletvekili diyor ki:
"Dokunulmazlığın kaldırılmasına şahsım itibariyle karşıyım." Yani AK
Parti Grubu adına burada gelip söz alan milletvekili "ben buna
karşıyım" dedikten sonra, siz daha neyin hesabını yapacaksınız Sayın
Anadol?!
ATİLA EMEK (Antalya)- Dosyanın hesabı
yapılıyor.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Ve biraz önce
AK Parti Grubu adına, yine, gelen arkadaşlarımız konuştular. Her zamanki gibi
milleti yanıltıyorlar arkadaşlar; diyor ki: "Türkiye'de herkes
yargılanamıyor." Yargılanıyor arkadaşlar. Türkiye'de, herkes yargılanıyor;
ama, yargılanmada belirli bir prosedür var. Bu prosedür nedir, birkaç kez
burada anlattım; en fazla kırkbeş gün süreyle bir önincelemeci tayin ediliyor,
o önincelemeci raporunu veriyor yargılanmasına izin verilmesi veya verilmemesi
yolunda bütün kamu görevlileri için, onu ilgili yetkili amir alıyor, izin
verilmesi noktasında bir karar verirse, buna izin verilen memurun itiraz hakkı
var, bölge idare mahkemesine itiraz edebiliyor; ayrıca, verilmemesi noktasında
bir karar çıkarsa, cumhuriyet başsavcılıklarına gidiyor bu dosya, cumhuriyet
başsavcılığı da bölge idare mahkemesine itiraz ediyor ve nihayetinde, bir yargı
kararıyla -bunun süresi de yaklaşık altmış gün içerisindedir- altmış gün
içerisinde, bir kamu görevlisinin yargılanıp yargılanmamasıyla ilgili yargı
kararı veriliyor.
Bununla ilgili şunu söylüyorum: Eğer, bu
usulün de kalkmasını istiyorsanız, ben de istiyorum, bununla ilgili getiriniz
kanun teklifinizi, getiriniz kanun tasarısını ve Mecliste hep beraber destek
olalım. Bütün kamu görevlilerinin, şu anda yargılanan kamu görevlilerinin,
sadece bir prosedürünü de kaldıralım, herkes yargı önüne gitsin. Niye bunu
yapmıyorsunuz sayın milletvekilim?! Niye yapmıyorsunuz bunu?! Sonra da, gelip
"Türkiye'de kamu görevlileri yargılanmıyor" diyorsunuz; yargılanıyor,
bunun altını çiziyorum. Türkiye'deki bütün kamu görevlileri yargılanıyor.
Şimdi, efendim, uyum komisyonu kuralım
diyorsunuz. Peki, uyum komisyonu, İçtüzüğün, Anayasanın neresinde var; yok,
öyle bir komisyon kurulmasına dair amir bir hüküm yok; ancak, anayasa
değişikliklerinde, işinize geldiği zaman… Geçenlerde, RTÜK'e üye seçmeyle
ilgili bir anayasa değişikliği yapıldı burada. Peki, o anayasa değişikliğini
yaparken, Cumhuriyet Halk Partisi Grubundan seçilen milletvekilleriyle bir uyum
komisyonu, bir uzlaşma komisyonu kurdunuz mu; hayır. İşinize geldiği yerde,
anayasa değişikliklerinde komisyondan bahsetmiyorsunuz, uyum komisyonundan,
uzlaşma komisyonundan bahsetmiyorsunuz; ancak, işinize gelmediği yerde,
dokunulmazlıklar gündeme geldiğinde "Cumhuriyet Halk Partisi Grubu uyum
komisyonuna üye vermiyor…" Bunu, millete anlatamazsınız. Bu
söylediklerinizin, millet tarafından ve bizler tarafından tasvip edilmesi
mümkün değil. Öyleyse, ben, Sayın Anadol'dan bir defa daha istirham ediyorum,
bunları lütfen gündeme getirmeyiniz.
Daha önce, bu konuyla ilgili,
dokunulmazlıklarla ilgili konuşan milletvekilleri 1920'ye kadar gidiyorlardı;
iki haftadır, baktık, geriye gidiş 1300'lü yıllara kadar uzandı.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Meydan
Larousse'tan bulmuşlar!..
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Yakında,
milattan önceye de, belki, o kaynakları bulabilir, milattan önceye de
gidebilir…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Kandoğan, toparlar mısınız.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Değerli
milletvekilleri, bakınız, dokunulmazlıklarla ilgili, burada hakkında dosya olan
milletvekillerimizle ilgili olarak, hiçbirimiz onların suçlu olduğuna dair bir
ifade kullanamayız, hiçbirimiz kullanamayız. Sadece yapılan iş nedir;
dokunulmazlıkların kaldırılması ve nihaî kararın yine yüce Türk adaleti
tarafından verilmesidir. Yoksa, onun dışında, dosyası olan milletvekillerimizle
ilgili, o arkadaşlarımızla ilgili, hiç kimse, burada, gelip, suçlu olduklarına
dair herhangi bir ifadede bulunmuyorlar, kullanmıyorlar. Zaten, bizim
yapacağımız işlem de, onların suçlu veya suçsuz olduklarına dair bir kanaat
ifade etmek veya Meclisin bir görüş ifade etmesi değildir. Bizim yapacağımız
iş, sadece, onların önündeki yargılanamama durumunun ortadan kaldırılmasıdır.
Ben, bu duygu ve düşüncelerle, Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubunun önerisi aleyhinde oy kullanacağımı ifade ediyor, Yüce
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Kandoğan.
Önerinin aleyhinde, İzmir Milletvekili
Kemal Anadol söz istemiştir.
Buyurun Sayın Anadol. (CHP sıralarından
alkışlar)
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Sayın Başkan,
Yüce Meclisin saygıdeğer üyeleri; Adalet ve Kalkınma Partisi Grup önerisinin
aleyhinde bulunmak üzere söz almış bulunuyorum; hepinizi içten saygılarımla
selamlıyorum. Ancak, Cumhuriyet Halk Partisi Grubumuzun önerisi biraz önce
reddedildiği için, bu ret keyfiyeti üzerinde benden önce, biraz önce konuşan
Sayın Kandoğan ve Adalet ve Kalkınma Partisinin değerli hatipleri
önerilerimizle ilgili çok söz söyledikleri için, birtakım iddialar ortaya
attıkları için, birkaç noktanın, kafa karıştıran birkaç noktanın netliğe
kavuşmasını istiyorum ve bu amaçla bir iki cümle söylemek istiyorum.
Birincisi, arkadaşlarım, Adalet ve Kalkınma
Partisinin, Cumhuriyet Halk Partisi Grup önerisinin aleyhinde konuşan değerli
iki hukukçu arkadaşım, meslektaşım gayet güzel avukatlık yaptılar bu kürsüde;
ama, sanıyorum, avukatlık işleviyle milletvekilliğini birbirine karıştırdılar.
Tavsiyem şudur: Cumhuriyet Halk Partisi önerisinin lehine oy kullansınlar, bu
arkadaşlarımızın dokunulmazlıkları kalksın, adil Türk yargısı önünde sanık
sıfatıyla bu arkadaşlarımız -inşallah aklanırlar- çıksınlar, bu değerli
arkadaşlar da -şimdi aramızda milletvekili olan bu arkadaşlar- avukat olarak bu
arkadaşlarını savunsunlar, aklanmalarını sağlasınlar; ama, Mecliste avukatlık
yapmasınlar. Evvela bu kürsü, milletvekilliği kürsüsüdür, avukat kürsüsü
değildir; bir yer şaşırma olayı var, mahkemede söyleyeceklerini Meclis
kürsüsünde söylüyorlar, burada söylediklerini mahkemede söylemeleri lazım; bu
bir.
ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - İki!..
K. KEMAL ANADOL (Devamla) - İkincisi,
Türkiye'de bugün uygulanan dokunulmazlık sisteminin, Anayasamızın 83 ve 100
üncü maddesinde yer alan dokunulmazlık sistemimizin Avrupa Birliği ölçülerine
uymadığı -Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından, çok kısa bir süre önce
karara bağlandı- eski Milletvekili Erol Güngör'ün, lojman davası nedeniyle,
açtığı davada, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, bugün uygulanan sistemin Avrupa
Birliği standartlarına uymadığını, ıslahı gerektiğini, çağdaş ve evrensel hukuk
kurallarına uyması gerektiğini karara bağladı. İsteyen Adalet ve Kalkınma
Partili milletvekili arkadaşlarıma bu kararı takdim edebilirim.
Üçüncüsü; bu konuda, yani, Meydan Larousse
bilgisiyle -ansiklopedik bilgiyle- dokunulmazlık tarihinden bahsederken,
Cumhuriyet Halk Partisini suçlamak yanlıştır -zabıtlara geçirdim, birkaç defa
söyledim- tek parti döneminde bile, Cumhuriyet Halk Partisinin ülkeyi yönettiği
tek parti döneminde bile, Yavuz-havuz davası olmuştur -hatırlatırım- Millî
Savunma Bakanı İhsan Beyin dokunulmazlığı kaldırılmış -bakan olduğu halde-
milletvekili sıfatı elinden alınmış, yargılanmış, hakkındaki hüküm kesinleşmiş
ve cezası infaz edilmiştir, hapiste yatmıştır Millî Savunma Bakanı; bu bir.
İkincisi; 1946-1950 arasında, Cumhuriyet Halk Partisinin Gümrük ve Tekel Bakanı
Suat Hayri Ürgüplü, kahve yolsuzluğu iddiasıyla bakanlığında tahkikat başlamış,
o zaman "benim bakanlık koltuğunda oturduğum bu Bakanlıkta, ben Bakan
olduğum sürece, tahkikat selametle yapılamaz, bu ahlakî değildir" diyerek,
bakanlıktan istifa etmiş ve tahkikat sonucunda Yüce Divanda yargılanmış ve
aklanmıştır. Şimdi, bütün dokunulmazlık tarihini anlatıp, Cumhuriyet Halk Partisini
suçlayıp, bunları unutmanız beni gerçekten üzmüştür. Lütfen, bir daha bu
tarihçeyi anlatırken, Yavuz-havuz davasını, Suat Hayri Ürgüplü davasını -kahve
yolsuzluğu davasını da- zikredin bundan sonra.
Tabiî, bu işten -Sayın Ümmet Kandoğan
söyledi "bir daha getirmeyin" diye. Şundan getiriyoruz; yani, biz
getirmekten bıktık, arkadaşlar aynı şeyleri tekrar tekrar yinelemekten
bıkmıyorlar- vazgeçtik; anlaşıldı ki, siz, bugünkü sistemin devamından
yanasınız; bunu, bu kürsüden ifade ettiniz; devam etsin diyorsunuz. Tamam;
yani, o uzlaşma komisyonları filan sadece bir masal.
Biz, Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın Meclise
gelip tekrar milletvekili seçilmesi için, 3 Kasımda seçilemedi, önünde engeller
vardı, bunu kaldırmak için beraber anayasa değişikliği yaptık; uzlaşma
komisyonunda mı toplandık, bu kararı öyle mi verdik arkadaşlar?! RTÜK'le ilgili
anayasa değişikliği yaptık; geçtiğimiz günlerde uzlaşma komisyonu toplanıp da
mı bu işi yaptık?! Avrupa Birliğine uyum yasaları çıkardık hep birlikte;
uzlaşma komisyonunda mı karar verdik?!
Anlaşıldı, siz, bu işten kaçıyorsunuz. Biz
vazgeçtik, bugünkü sistem sizin olsun; sırtında dokunulmazlık kamburu bulunan,
dosyası bulunan milletvekillerini ve onları koruyan diğer milletvekillerini
vicdanî, siyasî, ahlakî ve tarihî sorumluluklarıyla baş başa bırakıyoruz. (CHP
sıralarından alkışlar) Bir ricamız var
sizden; Anayasanın 36 ncı maddesi, her Türk vatandaşının adil bir yargılanma
hakkına sahip olduğunu söylüyor. Yahu, siz, ne yaparsanız yapın arkadaşlar,
bizi bırakın, bizim arkamıza geçip, kendinizin suçlarını affettirmeye, yargıdan
kaçmaya kalkmayın, CHP'li milletvekillerinin dokunulmazlığını kaldırın, rica
ediyorum, allahaşkına! (CHP sıralarından alkışlar)
Şimdi, burada, Cumhuriyet Halk Partisinin
Genel Saymanı Mahmut Yıldız'ı kastederek diyorsunuz ki, şike, iddianame,
vesaire... Yaptığınız…
EYÜP FATSA (Ordu) - Kendisi söyledi.
K. KEMAL ANADOL (Devamla) - Evet, kendisi
söyledi.
Çaresi nedir; hem adamın dokunulmazlığını
kaldırmıyorsunuz, buraya geldi, yalvardı bu kürsüden "benim
dokunulmazlığımı kaldırın, yargının önüne beni çıkarın" diye; hem
çıkarmıyorsunuz hem de suçluyorsunuz. Bu, kale direğine kaleciyi bağlayıp da
penaltı atmak değil de nedir arkadaşlar?! Kaldırın yahu, önce biz oy
kullanacağız Mahmut Yıldız'ın ve ne kadar dokunulmazlığı olan… Hakkı Ülkü,
burada kafasını tahtaya vurdu, kürsüye vurdu "dokunulmazlığımı
kaldırın" diye. Yani, Cumhuriyet Halk Partisinin milletvekillerinden bir
tanesinin dokunulmazlığını kaldırmıyorsunuz -Ümmet Bey, onun için getiriyoruz
bunları- bizimkileri kaldırın; yalvarıyoruz; hayır, hayır; kaldırmıyorsunuz.
Neden; bilmem, neden… Sizinkiler kalsın, siz devam edin. Sizi vicdanî, tarihî,
siyasî, ahlakî sorumluluğunuzla baş başa bırakıyoruz. Bıraktık, gitti; ama,
bizi bırakmayın; bu bir.
Şimdi, gelelim sizin önerinize; diyorsunuz
ki: "Vakit değerli, onun için, biz, gece 23.00'e kadar çalışalım, yasa
çıkaralım." Hem yasa çıkaralım diyorsunuz hem de denetim günüyle yasama
gününü birbirine karıştırıyorsunuz, çıkarıyorsunuz; demin Kandoğan söyledi.
Yani, Van Gölünden daha mı önemli Samsun Üniversitesi?!
CEMAL YILMAZ DEMİR (Samsun) - Tabiî,
önemli.
K. KEMAL ANADOL (Devamla) - Öyle mi, öyle
mi?! Yani, Van Gölü kirlensin, yirmibeş sene sonra ölsün diyeceksiniz…
FAHRİ KESKİN (Eskişehir)- Van Gölü yerinde
duruyor!.
K. KEMAL ANADOL (Devamla)- Haa, bir
dakika, bir dakika…
Samsun Üniversitesi bir hafta sonra tekrar
gündeme gelebilir, bir dahaki salı günü gelebilir, bir dahaki çarşamba günü
gelir; getirin; korkumuz yok, getirin. Ama, hayır, o kadar aceleniz var ki,
ondan sonra, yasa çıkaracağız diyorsunuz.
Benim bir önerim var size: Böyle saat
23.00'lere falan uzatıp işi, yanlış, hukuka aykırı, Anayasa Mahkemesinden,
Cumhurbaşkanından geri dönen yasalar çıkarmaktan vazgeçin. Bu ülkenin
insanlarının çok önemli bir bölümü açlık sınırında, çok önemli bir bölümü
yoksulluk sınırında, binbir türlü sorunu var. Niye tatile giriyoruz;
girmeyelim. (AK Parti sıralarından alkışlar) İçtüzüğü göre, 54 üncü maddeye
göre, adam gibi toplanalım saat 15.00'te ve saat 19.00'a kadar sağlıklı biçimde
kanunlarımızı çıkaralım, tatil de yapmayalım arkadaşlar. Ne aceleniz var?..
(CHP ve AK Parti sıralarından alkışlar) Var mısınız? Var mısınız? (CHP
sıralarından alkışlar)
EYÜP FATSA (Ordu) - Varız!..
K. KEMAL ANADOL (Devamla) - Varsanız,
tatile girerken hatırlatırım.
MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Sayın Anadol,
Grubunuzda sessizlik var!.
K. KEMAL ANADOL (Devamla) - Yok efendim,
yok!..
BAŞKAN- Sayın milletvekileri, lütfen…
Lütfen, sayın milletvekileri…
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Grubunuzdan dört
kişi alkışlıyor!..
K. KEMAL ANADOL (Devamla) - Şimdi, öyle
şey yok… Öyle şey yok!..
Ondan sonra….
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Anadol, toparlar mısınız
lütfen.
K. KEMAL ANADOL (Devamla) - ...yoklama
isteyince kızıyorsunuz. Hem bu tarihleri uzatıyorsunuz; iktidar grubu olarak da
Mecliste bulunacaksınız, bu sıraları boş bırakmayacaksınız. Öyle şey yok!..
Öyle şey yok!..
OSMAN KILIÇ (Sivas) - Sizden kaç kişi
var?!
K. KEMAL ANADOL (Devamla) - Biz
muhalefetiz; İçtüzük, bize ne olanak verdiyse hepsini kullanacağız, biraz sonra
yine kullanacağız. Öyle, dışarı çıkıp, oylama yapılırken elini kaldırıp,
içeride ne görüşüldüğünü bilmeden oy kullanan milletvekili profili bu Meclisin
saygınlığına gölge düşürüyor arkadaşlar; buna hakkınız yoktur. (AK Parti
sıralarından gürültüler)
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - CHP'liler nerede?!
BAŞKAN - Değerli milletvekilleri, lütfen…
K. KEMAL ANADOL (Devamla) - CHP'nin yasa
önerisi yok.
Cumhuriyet Halk Partisi yoklama isteyecek,
görevi o; siz de burada bulunacaksınız; bulunmuyorsanız tatil olacak; o kadar.
Yüce Meclise saygılar sunarım. (CHP
sıralarından alkışlar, AK Parti sıralarından alkışlar [!])
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Anadol.
Öneriyi oylarınıza sunuyorum…
III. - YOKLAMA
(CHP sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Sayın Başkan,
yoklama yapılmasını istiyoruz.
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Oylamaya geçtiniz
Sayın Başkan...
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubu önerisinin oylanmasından önce bir yoklama talebi vardır;
şimdi, yoklama isteyenleri tespit edip bu talebi yerine getireceğim.
Sayın Kılıç, Sayın Anadol, Sayın Gün,
Sayın Ercenk, Sayın Durgun, Sayın Ekmekcioğlu, Sayın Yücesan, Sayın Öğüt, Sayın
Emek, Sayın Ateş, Sayın Aslan, Sayın Yılmaz, Sayın Ören, Sayın Çilingir, Sayın
Boztaş, Sayın Özyurt, Sayın Türkmen, Sayın Kamacı, Sayın Araslı, Sayın
Küçükaşık.
Yoklama için 3 dakika süre vereceğim.
Adlarını okuduğum sayın üyelerin, yoklama
için elektronik cihaza girmemelerini rica ediyorum.
Yoklama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, toplantı
yetersayısı vardır.
V.- ÖNERİLER (Devam)
A) SİYASÎ
PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ (Devam)
2.-
Gündemdeki sıralama ile çalışma saatlerinin yeniden düzenlenmesine ilişkin AK
Parti Grubu önerisi (Devam)
BAŞKAN - Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Öneri kabul edilmiştir.
Birleşime 10 dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 17.43
ÜÇÜNCÜ
OTURUM
Açılma
Saati: 17.56
BAŞKAN:
Başkanvekili Sadık YAKUT
KÂTİP
ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir)
BAŞKAN - Sayın Milletvekilleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 110 uncu Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.
Alınan karar gereğince gündemin
"Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler"
kısmına geçiyoruz.
Alınan karar gereğince, bu kısmın 203 üncü
sırasında yer alan, Samsun Milletvekili Cemal Yılmaz Demir ve 40
milletvekilinin, Ondokuz Mayıs Üniversitesinde keyfî yönetim, kamu
kaynaklarının amaç dışı kullanımı ve kadrolaşma iddialarının araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla, Anayasanın 98 inci,
İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergenin öngörüşmesine başlıyoruz.
VI.- GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE
A)
ÖNGÖRÜŞMELER
1.- Samsun
Milletvekili Cemal Yılmaz Demir ve 40 milletvekilinin, Ondokuz Mayıs
Üniversitesinde keyfî yönetim, kamu kaynaklarının amaç dışı kullanımı ve
kadrolaşma iddialarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/251)
BAŞKAN - Hükümet?.. Yerinde.
Meclis araştırması önergesi Genel Kurulun
17.2.2005 tarihli 60 ıncı Birleşiminde okunduğundan, tekrar okutmuyorum.
İçtüzüğümüze göre, Meclis araştırması
açılıp açılmaması hususunda, sırasıyla, hükümete, siyasî parti gruplarına ve
önergedeki birinci imza sahibine veya onun göstereceği bir diğer imza sahibine
söz verilecektir.
Konuşma süreleri, hükümet ve gruplar için
20'şer dakika, önerge sahibi için 10 dakikadır.
Şimdi, söz alan sayın üyelerin isimlerini
okuyorum: AK Parti Grubu adına Trabzon Milletvekili Aydın Dumanoğlu, CHP Grubu
adına Samsun Milletvekili Haluk Koç.
İlk söz, Hükümet adına, Millî Eğitim
Bakanı Sayın Hüseyin Çelik'in…
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) -
Gerekirse daha sonra…
BAŞKAN - AK Parti Grubu adına Trabzon
Milletvekili Sayın Aydın Dumanoğlu; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA ALİ AYDIN DUMANOĞLU
(Trabzon) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; Ondokuz Mayıs
Üniversitesindeki, idarî, akademik ve malî konularda gelişen olaylarla ilgili
olarak araştırma komisyonu kurulmasına ilişkin önerge hakkında AK Parti Grubu
adına söz almış bulunuyorum; hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Üniversiteler hakkında fikir yürütmenin ve
sonuca varmanın hiç de öyle kolay bir olay olmadığını ifade ederek sözlerime
başlamak istiyorum.
Hepimizin bildiği gibi, günümüzdeki modern
üniversite yapılanmaları, bundan tam ikiyüz sene önce, 1809 ve 1810 yılları
arasında, Wilhelm von Humboldt başkanlığında Avrupa'da kurulmuş olan bir
komisyonun görüşlerine göre oluşturulmuştur. Bu görüşler ve ilkeleri şöyle
özetleyebiliriz:
Üniversitelerde bilimsel araştırma
olmaksızın eğitim ve öğretim yapılması mümkün değildir; yani, bu cümleyi
dikkatlice anlamak gerekiyor. Demek ki, eğitim ve öğretimin esası, o
üniversitelerde, araştırmadan geçiyor. Bir üniversite öğretim üyesinin eğitim
ve öğretime katkıda bulunabilmesi için, mutlaka ve mutlaka, başkalarının
yazdıklarını okumanın yanı sıra, kendi bağımsız araştırma yapma ve
değerlendirme gücünü de ona katması gerekiyor. Tıpkı, şoför olabilmek, bir
araba kullanabilmek için, arabayı kullanmadan ehliyetin alınmayacağı gibi.
İkincisi de, üniversiteler devletin değil
toplumun malıdır. Bu kelimeleri çok dar anlamda kullanmak istemiyorum.
Üçüncüsü ise, üniversite öğretim
üyelerinin sahip olması gereken bilimsel hürriyetlerin üniversiteye finansman
temin eden kurumların kontrol yetkisiyle zıtlaşmaması lazım. Öğretim üyeleri
araştırmalarında bağımsız olurken, ona malî finansman sağlayan toplumun da bu
finansmanı nasıl sağladığına müdahale etmesi söz konusu değildir ve bunun
kontrolünün de toplum tarafından yapılması lazımdır.
Bundan tam ikiyüz yıl önce, üniversite
oluşturulması hakkında ileri sürülmüş olan bu düşüncelerle, üniversitedeki
eğitim ve öğretim için araştırmanın esas olduğu, üniversitelerin siyasî
otoritenin değil, toplum kurumu olduğu; fakat, özerklik yanında topluma karşı
sorumluluk ve hesap verebilme niteliğinin ne denli önemli olduğu da bu üç ilke
içerisinde belirlenmiştir.
Bu ilkelerden esinlenerek, 1982
Anayasasının 130 uncu maddesinde, yükseköğretim kurumlarının, çağdaş
eğitim-öğretim esaslarına dayanan bir düzen içinde milletin ve ülkenin
ihtiyaçlarına uygun insangücü yetiştirmek -bunun altını çiziyorum- amacıyla
kurulduğu ifade edilmektedir. Burada, demek ki, üniversitelerden beklenen temel
esaslardan bir tanesi de, toplumun yücelmesi için gerekli olan insangücünün
yetiştirilmesidir.
İngilizlerin bir sözü vardır, hemen, bu
arada onu ifade etmek istiyorum; Churchill'e sormuşlar; Sizin en büyük gücünüz
nedir? O da şu cevabı vermiş: "İngiltere'nin en büyük gücü yetişmiş
insangücüdür."
Onun için, üniversitelerden temel olarak
beklenen, bu yetişmiş olan insangücünün oluşturulmasıdır; bundaki herhangi bir
zafiyet ve eksiklik, toplumu geri bırakan unsurlardan bir tanesi olur.
Böylece, Humboldt'ın ortaya attığı üç ilkeden
esinlenerek, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununda, üniversite, bilimsel
özerkliğe ve kamu tüzel kişiliğine sahip, yüksek düzeyde eğitim-öğretim,
bilimsel araştırma, yayım ve danışmanlık yapan fakülte, enstitü, yüksekokul,
benzeri kuruluş ve birimlerden oluşan bir yükseköğretim kurumu olarak
tanımlanmıştır.
Burada da açık olarak görüyoruz ki, bundan
ikiyüz sene önce ortaya konulmuş olan özerklik kavramı 2547 sayılı Yasada da
var; fakat, araştırma ve eğitim-öğretim de bunun içerisinde yer almıştır.
Böylece, Anayasada tanımlanmış olan
üniversite oluşumu, 2547 sayılı Yasada da kendi amacı olarak tanımlanmış
bulunuyor.
2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun
yükseköğretimin amaçlarını tanımlayan 4 üncü maddesinin beşinci fıkrasında da,
üniversitenin, hür ve bilimsel düşünce gücüne, geniş bir dünya görüşüne sahip,
insan haklarına saygılı -bunların altını çiziyorum- insan yetiştirmeyi
amaçladığını ifade eder.
Aynı yasanın 7 (b) fıkrasındaysa,
üniversitelerin amaçlarını "Türk Devletinin, ülkesi ve milletiyle bölünmez
bütün olarak, refah ve mutluluğunu artırmak amacıyla, ekonomik, sosyal ve
kültürel kalkınmasına katkıda bulunacak ve hızlandıracak programlar
uygulayarak, çağdaş uygarlığın yapıcı, yaratıcı ve etkin bir ortam haline
gelmesini sağlamaktır" diye ifade etmiştir.
Yine aynı yasanın 12 nci maddesinde
üniversitelerin, "çağdaş uygarlık ve eğitim-öğretim esaslarına dayanan bir
düzen içinde..."
Demek ki, üniversitelerin oluşturacak
olduğu yönetim ve araştırma birimlerinin, insangücü yetiştirme birimlerinin ve
esaslarının da çağdaş uygarlık düzeyine paralel olması gerekmektedir.
"Kalkınma planları ilke ve
hedeflerine uygun eğitim-öğretim, bilimsel yayım ve danışmanlık yapmak..."
Şimdi, burada altı çizilmesi gereken
ikinci bir konu da, üniversitelerin, hiçbir zaman, bir saniyelerini dahi boşa
geçirmeksizin, bilimsel yayım yapması ve bu konuda da -bu, araştırmanın da
esası olduğu için- eğitim öğretimin de esası olduğu için, bu ilkelerden
kesinlikle sapmaması gerekiyor. Biraz sonra bunları neden okuduğuma da
geleceğim.
Aynı maddenin (b) fıkrasında da
"kendi ihtisas gücü maddî kaynaklarını rasyonel, verimli ve ekonomik
şekilde kullanarak (...) ülkenin ihtiyacı olan dallarda ve sayıda insangücü
yetiştirmek…" "Ülkenin ihtiyacı olan dallarda ve sayıda insangücü
yetiştirmek…" Bunları da, altlarını çizerek ifade etmek istiyorum.
Burada görüyoruz ki, yukarıda sayılan
gerek tarihî perspektif gerek Anayasamız ve gerekse Türk Yükseköğretim Kanunu
açısından bir değerlendirme yapıldığında, üniversitelerin mutlaka araştırma
yapması gerektiği ve bu konuda da, hiçbir zaman, bir saniye bile kaybetmemesi
gerektiği, yapılan araştırmaların da gerek ülke ve gerekse insanlığın hizmetine
sunulmasının, bunun için gerekli insangücünün yetiştirilmesinin mutlaka gerekli
olduğu vurgulanmaktadır.
Ayrıca, toplumun hizmetinde olduğu,
toplumun ve onun temsilcilerine karşı sorumlu olduğu da apaçıktır. Ayrıca,
üniversitelerin, resmî ideolojilerden uzak, toplum yönetiminin en son bilimsel
bulgular ışığında olması gerektiği, araştırmanın ve bilimin meşalesini
oluşturan kurum olması gerektiği de vurgulanmıştır. Bilimsel özerkliğin, toplum
zararına değil, toplum çıkarlarına uygun olarak da kullanılması esas olarak
belirtilmektedir.
Sayılan bu niteliklerden dolayı,
üniversiteler, toplumun öncü, önder ve önder olması gereken kurumları
içerisinde yer almıştır. Yönetimde öncü, yapılanmada öncü, insan
değerlendirilmesinde öncü, insangücünün toplum ihtiyaçlarına göre
yetiştirilmesinde öncü kuruluşlar olmaları gerektiği apaçık ortada. Araştırma
yapısının değerlendirilmesiyle en iyisine ulaşacağı, özek yapısı,
üniversitelerin eğitim veren kurumlardaki öğretici ve eğiticiler yönetimi,
akademik adaletin öncülüğünü, toplum finansmanının kullanılmasındaki
sorumluluğunu hassasiyetle yerine getirmesini zorunlu hale getirmiştir.
Toplumun üniversitelere vermiş olduğu
ekonomik katkının, Gelir Vergisi veren insanlardan özümlenerek, seçilerek,
alınarak verildiğini ve dolayısıyla üniversitelerin toplumun her ferdine karşı,
ekonomik anlamda sorumluluk taşıdığını da apaçık bilmemiz lazım.
Böylece, üniversitenin, bilimsel
önderlerin himayesinde gelişirken, yeni bilimsel önderlerle destek bulup, yeni
önderlerin oluşmasına zemin hazırlaması gerekir. Böylece, daima gelişen ve
yeşeren üniversite yapısı ortaya çıkar.
Üniversiteler içinde önkoşul olan
yukarıdaki değerlendirmelerin ışığında, üniversitelerin başarısı
değerlendirilirken, mutlaka üç unsurun gözönünde bulundurulması lazım. Karışık
bir ortam içerisinde, binlerce öğrencisi olan, binlerce öğretim üyesi olan, binlerce
yapılanma biçimi olan üniversiteyi, seçkin, açık ve berrak bir biçimde
nitelendirmek için, üç hususiyetinin mutlaka gözönüne alınması gerekiyor.
Bunlardan bir tanesi, toplum ve insan
kaynaklarının verimli ve etkin bir şekilde kullanılıp, kullanılmadığının
incelenmesi -bu, üniversiteler için esas olan noktadır- akademik insangücü
yetiştirilmesindeki atılımları; araştırma, uygulama ve danışmanlık hizmetindeki
gelişmeleridir. İşte, bu üç tane konu, esas olarak üniversitelerin ölçülmesinde
ve değerlendirilmesinde esas mihenk noktalarını oluşturmaktadır.
Şimdi, bu değerlendirmeler içerisinde
düşüncelerimizi biraz daha konsantre edip, Ondokuz Mayıs Üniversitesini bu
ışıklar altında değerlendirmeye kalkalım.
Bir defa, 1975 yılında, Samsun'da kurulmuş
olan bu üniversite, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, geçen otuz yıl içerisinde, 17
tane fakülte, 20 tane meslek yüksekokulu, 4 tane enstitü, 12 tane uygulama
araştırma merkezi ve 28 477 öğrenci, 1 874 akademik personel ve 1 664 idarî
personele sahip.
Yine, toplum, bu üniversitenin gelişmesi
için bakın ne yapmıştır: 2005 yılında katma bütçeden, bu üniversiteye 108 000
000 Yeni Türk Lirası... Dönersermaye bütçesi 2004 yılı için 80 000 000 Yeni
Türk Lirasıyken, 2005 yılı içerisinde 138 000 000 Yeni Türk Lirası olduğu
düşünülüyor. Ayrıca, Öğrenci Sosyal Hizmetler Fonuna, 12 800 000 Yeni Türk
Lirası ayrılmıştır. Bu ne demektir; bu toplum içerisinde, Ondokuz Mayıs
Üniversitesine, bu toplumun Gelir Vergilerinden özümlenerek, bana bilgi,
araştırma, insangücü yetiştir diye tam 258 000 000 Yeni Türk Lirası
ödenmektedir. Bu ne demektir değerli arkadaşlar; bu, Gelir Vergisi verenlerin
her çalışma günü için Ondokuz Mayıs Üniversitesine ödediği para 1 000 000 Yeni
Türk Lirasıdır. Bu, küçümsenecek bir para değildir. Samsun'a hangi üniversite,
hangi fabrika ve kaç tane fabrika yapmanız lazım ki, bu kadar büyüklükte bir
finansmanı o noktaya sağlayalım. Onun için, üniversiteler Batı dilinde bazen
"eğitim endüstrileri" olarak da nitelendirilir.
Gelişme sürecinde bir değerlendirme yaparsak;
Ondokuz Mayıs Üniversitesine, geçen bu otuz sene zarfında toplum tarafından
fevkalade cömertçe davranılarak bütün altyapı yapıları için tahsisat ayrıldığı
apaçık ortadadır. Buna hiç kimsenin şüphesi yok. Geçen yönetimlerin de,
değerlendirildiği zaman... 17 fakülte, 20 meslek yüksekokulu ve Orta Karadeniz
Bölgesinde 4 ilde 30 000'e yakın bir öğretim birimi oluşturmak için devletin ve
toplumun fedakârlığı kaçınılmaz olarak ortadadır. Ancak, şunu da biliyoruz:
Kuruluşundan beri otuz yıl geçen bu üniversite için otuz yılın, yani bir neslin
çok uzun bir süre olmadığını da biliyoruz. Dünya üniversitelerine, gelişmiş,
köklü üniversitelere baktığımız zaman, bir üniversitenin köklenmesi için en az
2 neslin, daha doğrusu altmış yılın geçmesi gerektiği de apaçık ortadadır. Ama,
bu otuz yıla rağmen, Ondokuz Mayıs Üniversitesinin fiziksel olarak toplum
tarafından desteklenerek fiziksel imkân bakımından değerlendirmesini başarı
olarak nitelendirmek mümkün. Ancak, detaylara inildiğinde, kaynak kullanımı,
insangücü yetiştirme sahasında konuyu büyüteç altına alırsak, aynı başarının
burada olmadığını görmekteyiz.
Üniversite ve toplum kaynaklarının kamu
yararına en ekonomik, en şaibesiz ve de en rantabl bir şekilde kullanılıp
kullanmadığı şu anda açık olarak sorgulanmaktadır.
Öyle ki, üniversite yasasının, rektöre
tanıdığı çok geniş ve kapsamlı sorumluluk ve yetkiler mevcuttur. Bu yetki ve
sorumlulukların, hiçbir zaman, ama, hiçbir zaman kamu vicdanına yetecek
mahiyette kullanılmaması gerekir ve bazen yapılmış olan bir hata, genel bir
üniversite içerisinde değerlendirilebilir. Ondokuz Mayıs Üniversitesinde, gerek
satın alma, gerek ihale işlemlerinde hissedilen şüphe, kuşku ve gerekse malî
açıdan değerlendirmelerin, konunun, gerçek belgeler üzerinde yapılacak
incelemelerle açıklığa kavuşması mümkündür. Bu inceleme, hem toplum açısından
hem de üniversitenin tüm idarî ve akademik topluluğunun huzuru açısından
önemlidir.
Toplum içerisinde bu kadar şüphelerin
yayıldığı bir noktada, söz konusu olan üniversitenin bir büyüteç altına
alınmamasının, toplum açısından da, Türkiye Büyük Millet Meclisi açısından da
yanlış olduğu kanaatini taşımaktayım.
Öyle ki, üniversitelerin denetlenmesi, her
nokta içerisinde ilkönce Yükseköğretim Kurumuna, onun denetleme kuruluna ve
malî yönden denetlenmesi Maliye Bakanlığına ve toplum açısından denetlenmesi de
Türkiye Büyük Millet Meclisine bırakılmıştır. Bu kadar şaibelerin ve iddiaların
olduğu bir noktada Türkiye Büyük Millet Meclisinin devreye girmemesinin yanlış
olduğu kanaatindeyim. Demin de ifade etmiş olduğum gibi, eğer burada bir
yanlışlık varsa, bunun açıklığa çıkması; ama, iddiaların yanlış olduğu da iddia
edilebiliyorsa, yine bunun da açıklığa çıkarılabilmesi için, mutlaka ve
mutlaka, bir soruşturmanın, araştırmanın yapılması gerekmektedir.
Şimdi, idarî olarak değerlendirmeye
baktığımız zaman, üniversite içerisinde, iddia edilen o ki, son yıllarda
400'den fazla disiplin soruşturması yapılmıştır.
Değerli arkadaşlar, eğer, 400'den fazla
disiplin soruşturması yapılıyorsa ve bu, üniversite tarihindeki son otuz
senedeki rakamlardan birkaç misli daha fazla ise, burada bir sorun var
demektir, bunu incelemek gerekir. Eğer, 400 kişi hakkında soruşturma
yapılıyorsa, bunların kendi kişisel savunmaları, bunlar için yazılan raporlar
ve bunlar için alınacak son savunmaları da gözönüne alırsak, her birini, aşağı
yukarı 4 000 sayfayı geçen bir rakam demektir.
Bakın, bunu şöyle değerlendirebiliriz:
2005 yılında, acaba, Ondokuz Mayıs Üniversitesi başarılı bir bilimsel çalışma
yapmış mıdır? 28 477 öğrencisi olan bu üniversitede, 719'u öğretim üyesi olmak
üzere, 1 770 öğretim elemanı mevcuttur. Böylece, her öğretim üyesine 40 öğrenci
düşmektedir. Bu, takdir edilebilen bir nokta mıdır? Dünyada üniversitelerin
fonksiyonunu belirleyebilmek için, etkin bir fonksiyon yerine getirdiğini
anlayabilmemiz için, tek yapılacak, ilk kriterlerden bir tanesi öğretim üyesi
ve öğrenci oranıdır. Bu oran da 15 civarıdır. O halde, böyle bir
değerlendirmede, 40 öğrenci düştüğüne göre, demek ki, Ondokuz Mayıs
Üniversitesi var olan dünya normları açısından ancak yüzde 30'larda seyretmektedir.
Bu noktada da bir haksızlık yapmamak lazım. Türkiye geneline baktığımız zaman
acaba başka üniversiteler çok çok daha mı iyi; bu da ayrıca tartışılabilir bir
noktadır; ama, nokta olarak Ondokuz Mayıs Üniversitesini gözönüne aldığımız
zaman bu açık olarak şunu gösteriyor: Demek ki, Ondokuz Mayıs Üniversitesinde
719 öğretim üyesi değil, bunun tam 3 misli öğretim üyesi olması gerekiyor,
dünya normlarına ulaşabilmesi için.
NURİ ÇİLİNGİR (Manisa) - Ver kadroyu,
olsun!
ALİ AYDIN DUMANOĞLU (Devamla) - Halbuki,
biraz daha soruna derinlemesine inildiği zaman, Ondokuz Mayıs Üniversitesinde
753'ü yükseklisans, 308'i de doktora öğrencisi olmak üzere 1 041 kişi belli
konuda uzmanlaşmaktadır. Öğretim üyesi sayısı bakımından az olduğunu gördüğümüz
Ondokuz Mayıs Üniversitesinde acaba insan kaynakları doğru olarak
değerlendiriliyor mu? İddialar onu gösteriyor ki, pek çok, doktorasını yapmış
olan eleman, üniversitelere atanacak yerde, üniversiteye mal edilecek yerde,
uzaklaştırılmaktadır.
HALUK KOÇ (Samsun) - Kadro?!
ALİ AYDIN DUMANOĞLU (Devamla) - Şimdi, bu
noktada da mesela, insan kaynakları olarak, dediğimiz, doktora yapan elemanlar…
Üniversitede iki tane doktora yaptırma kaynağı vardır; bir tanesi 33/a
maddesi... Bununla, devamlı olarak, araştırma görevlileri istihdam edilir,
sınavla alınır; diğeri de 50/d maddesi... Bu da yükseklisans öğrencilerine
yükseklisans süresince verilen memuriyet kadrolarıdır.
İkincisi; yükseklisans sona erdiği zaman
bu memuriyet de biter. 33/a maddesi ise... Bunun sona ermesi yasada
belirlenmiştir; "bölümün görüşü, anabilim dalı başkanının görüşü,
dekanlığın, fakülte yönetim kurulunun görüşü alınarak rektör tarafından
tekrarlanabilir; üç sene sonunda bu tekrarlanmazsa sona erer" diyor;
ancak, devamlı olan... Bir öğrenci isterse üniversitelerde araştırma görevlisi
olarak ömür boyu çalışabilir. Bir mahkemelik olay şeklinde, Türk Milleti adına
karar verilen bir mahkeme kararında hâkimin verdiği karar şuydu...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Dumanoğlu, lütfen, toparlar
mısınız.
Buyurun.
ALİ AYDIN DUMANOĞLU (Devamla) -
Toparlıyorum Sayın Başkanım.
Süresi uzun olduğu halde üniversitede çok
uzun süre hiçbir akademik çalışma yapmamış olan bir araştırma görevlisinin
üniversiteden ayrılması durumunda mahkeme bu kararı bozarak, kendimin de rektör
olduğu bir sırada, şöyle demişti: "Üniversitede araştırmalar mı bitti de
siz bu elemanın görevine son veriyorsunuz?" Demek ki, araştırma
görevlisine üniversite görev verir, ister doktorasını yapsın ister yapmasın,
bunun araştırma görevlisi olarak istihdam edilmesi doğal olan bir gerçektir.
Kaldı ki, üç sene içerisinde otomatikman -Yükseköğretim Kanununda tanımlanmış
olan ifade- sürenin sona ermesi... Bizim, zannedersem iki ay önceki bir
kararımızda "aynı usulle tekrar geri atanabilir" şeklinde bir ifadeyle
YÖK, rektörlere ve üniversite yönetimine başka bir, daha geniş bir yetki de
verebilir... Bu şu demektir: Araştırma görevlilerini bol kullanın ve bu
araştırma görevlilerini araştırma yapmaya yöneltin eğer bunları atayamıyorsanız
anlamına gelmekteydi.
Şimdi, üniversitelerin, bu akademik
elemanların değerlendirilmesi bakımından, Ondokuz Mayıs Üniversitesinin gerekli
hassasiyeti gösterdiği kabul edilebilir mi, bu sayılar bakımından…
Ancak, şu var: Acaba, bu yerlerin
yeterince kadrosu var mı? Bu konuda da haksızlık yapmamak lazım üniversiteye
karşı; ama, kadroları olduğu halde, oraya kasten yapılmamış atamaların var
olduğu iddiaları da yaygın bir şekilde sürmektedir. Bu bakımdan incelenmesi de
mutlaka gerekli.
Neden akademik eleman yetiştirilmesi söz
konusu; bakın, ülkemizde sadece 72 tane üniversite var. Bu, şu demektir: 1 000
000 insana Türkiye'de 1 üniversite düşüyor. 2 000 000 insan her sene üniversite
için başvuruyor. Dünya normu 500 000 öğrenci.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın Dumanoğlu.
ALİ AYDIN DUMANOĞLU (Devamla) - Eğer, biz,
ortalama olarak dünya normlarına ulaşacaksak, 500 sayısına ulaşmak istiyorsak,
demek ki, üniversite sayısını 2 katına çıkarmamız lazım; demek ki, akademik
elemanların sayısını da Türkiye'de artırmamız lazım. Bunlar toplumun
üniversitelerden beklediğidir.
Aynı zamanda, araştırma olarak, Ondokuz
Mayıs Üniversitesini değerlendirdiğimiz zaman da şunu görüyoruz: Sahada 300
civarında bağımsız araştırma yapılmış. Bu da şu demektir: Demek ki, Ondokuz
Mayısta, her 2 öğretim üyesinden 1'i ancak bağımsız çalışma yapıyor. Bu da,
eğer, bu üniversitede yayımlar çıkmıyorsa, orada bir huzursuzluğun var
olduğunu… İmkânsızlıklar da olabilir; ama, bir de huzursuzluğun var olduğu da
apaçık ortadadır. O bakımdan da bir inceleme yapılmasının -Ondokuz Mayıs
Üniversitesinde- gerekli olduğuna inanıyorum.
Bunun, dediğim gibi, hem bölgemizin hem de
ülkemizin güzide bir kuruluşunun, içerisindeki, bunca insana mal edilmiş olan
birçok iddiadan arınması bakımından, varsa eksiklerinin giderilmesi bakımından
gerekli olduğu inancını taşıyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Dumanoğlu, teşekkür eder misiniz.
Buyurun.
ALİ AYDIN DUMANOĞLU (Devamla) - Teşekkür
ediyorum.
Sözlerimi tamamlarken, Ondokuz Mayıs
Üniversitesi için bir araştırma komisyonunun kurularak, Türkiye'nin YÖK yapısı
içerisinde ve bundan ikiyüz sene önce ortaya atılmış olan ilkelerin ışığında
bunun incelenerek, toplumun bütün noktalarına kazandırılması için böyle bir
komisyonun kurulup, YÖK Denetleme Kurulunun ve Maliyenin denetlemeleri ışığında
bunu değerlendirmenin faydalı olacağına inanıyor, hepinizi sevgi ve saygıyla
selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın
Dumanoğlu.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz
isteyen Samsun Milletvekili Haluk Koç; buyurun.
CHP GRUBU ADINA HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın
Başkan teşekkür ediyorum; Yüce Kurulu, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsım
adına selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, bugün görüşülmesi
istenen araştırma önergesiyle ilgili görüşlerimi özetlemek istiyorum.
Şimdi, değerli hocam bir tanım yaptı, bir
süreç belirtti; ama, her şeyden önce, üniversitenin misyonunu ve tanımını ben
de kendi cephemden yapmak istiyorum. Tüm dünyada bilimsel yapılar ve
üniversiteler yüzlerce yıllık bir mücadeleden sonra bugünkü yapılarına
ulaşabilmişlerdir. Neydi bu mücadele, kimle kim arasında yapılmıştı; isterseniz
kısaca ona değinelim. Şimdi bilimin tarihine bakacak olursak, bu mücadelenin
bilimsel düşünceyle bilimsel düşünce sistematiğiyle hemen hemen her döneme
damgasını vurmuş, kendi dönemine özgü dogmatik düşüncelerin arasında geçtiğini
söyleyebiliriz; üniversitenin gelişmesi, bu ikili mücadele arasında
olagelmiştir.
Türkiye ve mirasını taşıdığımız tarihsel
yapıları düşündüğümüzde, Anadolu uygarlıklarını düşündüğümüzde, bizdeki
süreçte, bilim üretme veya geçmiş dönemlerde dünyadaki bilimsel gelişmeleri
izleme ve ülkeye yansıtma durumunda olanlar, daha çok -kendi toplumumuzun
gerçeklerini söylüyorum; TÜBİTAK konusunda bu düşüncelerimi geniş bir şekilde
özetleyerek anlatmıştım, rasathanenin topa tutulmasından, birtakım başka
örneklere kadar, ilk tıp fakültesinde yapılan deneylerden sonra oranın
kapatılmasına kadar- bizdeki düşünce, karşısında fanatik bir dinsel dogmatizm
bulmuştur; çünkü, dinin iyiyi, güzeli yaşama geçirme öğretisi hepimizce
malumdur; bunu hiç tartışmıyorum; ama, yol göstermeyi bu şekilde değil de,
cahilliğin üzerinden, kendi ekonomik ve yönetsel çıkarlarını bu yolla kurtarmak
isteyen sahteciler, tarih boyunca, Anadolu'da, maalesef, egemen olmuşlardır.
Değerli arkadaşlarım, Osmanlı
İmparatorluğunun son dönemine bakalım: İçteki bu sahte mehdilerin mesajları,
dıştaki emperyalistlerle, Osmanlı İmparatorluğunun son döneminde, Anadolu'dan
isteyenlerle o kadar uyuşmuş ki, katı bir işbirliği gelişmiş ve bunu, Ulusal
Kurtuluş Savaşımızda kimlere karşı mücadele ettiğimizi -dıştakiler belli- içte
kimlere karşı mücadele ettiğimizi de çok net görüyoruz. Bu korkunç ittifak,
maalesef, Anadolu'yu bu şekilde sarmıştır.
Değerli arkadaşlarım, İmparatorluğun
çöküşü de, endüstrileşme sürecini ve onunla koşut gelişen, aydınlanma,
kentleşme, bireyselleşme, demokratikleşme süreçlerini, maalesef, Osmanlı
toplumunun kaçırmasıyla sonuçlanmıştır. Şimdi, dış emperyalist baskılar ve dayatmalar, içeride, her zaman, bu tutucu,
cahil, çıkarlarını, sadece toplumun böyle kalmasını isteyen, bu dünyanın
önderleriyle işbirliği yaparak büyütmüşlerdir.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye Cumhuriyeti,
kuruluşunda, Batı toplumlarının, demin bahsettiğim geçiş dönemlerini
yaşayamadan, bağımsızlık sonrası -buna, ben de katılıyorum, birçok düşünür de
söylüyor- yukarıdan aşağıya düzenlenen bir biçimde, bu tarihsel fark
kapatılmaya çalışılmıştır. Bakın, Osmanlı'da kaybettiğimiz süreç, Batılılaşma
anlamında, yukarıdan aşağıya kapatılmaya çalışılmıştır. Bu işin toplumsal,
ekonomik, kültürel ve siyasal zorlukları çok açıktır. 2005 yılındayız değerli
arkadaşlarım. Şimdi, 2005 yılında dahi, Türkiye Cumhuriyeti Devletinde, bu
yukarıdan aşağıya yapılan değişimlerin, yani, çağdaşlaşma yolundaki farkı bu
yolla kapatmanın siyasî tartışma sürecini, maalesef, hâlâ yaşıyoruz. Türkiye,
aydınlanma sürecini ve çağdaşlaşma yolunu kısaltmayı, bugün, hâlâ hazmetmeye
çalışıyor.
Değerli arkadaşlarım, bu kısa girişi neden
yaptım; çünkü, Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesiyle ilgili İktidar Partisi
milletvekillerinin verdikleri araştırma önergesinin temelindeki iddialar -çok
acıdır- bugün bile, siyaset düzleminde, başlangıçta belirttiğim bu rövanş alma
çabalarının bir dışa yansımasıdır diye düşünüyorum.
Şimdi, araştırma komisyonu kurulması
istemine neden olan iddialara, üniversite boyutuyla, akademisyen kökenimle,
Samsun ve bölgem ile Ondokuz Mayıs Üniversitesi ilişkilerine ise Samsun
Milletvekili sıfatımla açıklık getirmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, ben, Sayın
Dumanoğlu'na teşekkür ediyorum. Üniversitenin içinde bulunduğu kadro
sıkıntısını, belki bütün üniversitelere tercüman olacak şekilde ifade ettiler.
Burada Sayın Millî Eğitim Bakanı oturuyor; Sayın Maliye Bakanı bütçe
görüşmelerinde çok geldi bu sıralara, bunlar hep dile getirildi. Kadrolaşmadan
bahsediyorsunuz, kadro vermiyorsunuz! Bu nasıl iş, bu nasıl çelişki?!
Değerli arkadaşlarım...
MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - Kadrolaşmamak
için kadro verilmiyor!
HALUK KOÇ (Devamla) - Peki, bakın, kadro
vermeyeceklerini ifade ediyorlar. Bu da güzel bir tespit, tutanaklara geçti.
Şimdi, bakın, akademisyen kimliğimle şunu
belirtmek istiyorum…
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elazığ) - O da kadrolaşma
değil mi?!.
HALUK KOÇ (Devamla) - Zülfü Bey, siz
karışmayın allahaşkına! Bir dinleyin canım, bir dinleyin!.. Bir dinleyin!.. Ne
anlıyorsun sen?!
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elazığ) - AK Partinin
söylediği kadrolaşma, o kadrolaşma değil…
BAŞKAN - Sayın Milletvekili, lütfen…
HALUK KOÇ (Devamla) - Bir dinle!.. Bir dinle!.. Sus sen!..
BAŞKAN -
Niye müdahale ediyorsunuz hatibe!
HALUK KOÇ (Devamla) - Ne anlıyorsun?!
Dinle!
BAŞKAN - Sayın Koç, Genel Kurula hitap
eder misiniz...
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elazığ) - Niye
bağırıyorsun?! Bağırmayın!.. Bağırmayın!..
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Sen
Samsunlu musun?!
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elazığ) - Ne biçim
konuşuyorsun sen?! Doğru dürüst konuş!..
HALUK KOÇ (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bakın…
BAŞKAN - Sayın Demirbağ, lütfen…
HALUK KOÇ (Devamla) - Arkadaşlarımızın hepsi bugün üniversite
öğretim üyesi oldular. Bu da bir terakkidir, bir gelişmedir, kutluyorum!
Şimdi, tıpta uzmanlık sınavıyla tıp
fakültelerine uzmanlık öğrencisi olmaya hak kazanarak ihtisasa başlayanlar,
branşlarına göre dört-altı yıl uzmanlık yaparlar. Süre bittiğinde, eğer tezini
vermemişse -Ankara Üniversitesindeki uygulama- altı ay uzatma verilir. O
sürenin sonunda da o kadroyu boşaltmak zorundadır ki, yerine yeni uzmanlık
öğrencisi alınabilsin. Süreç böyle çalışır; yani, orada her uzmanlık
öğrencisinin, yoluna, sonradan kazanılmış, müktesep bir hak gibi devam etmesi
mümkün değildir. Bunu çok iyi bilmek gerekiyor.
İkincisi, herhangi bir enstitüde
yükseklisans ya da doktora öğrencisi olanlar arasından, o enstitünün araştırma
görevlisi kadrosuna atananlar -Sayın Hocam belirttiler; YÖK, madde 50/d-
bugünkü koşullarda, lisansüstü eğitim alanların sayısı ile enstitülere verilen
araştırma görevlisi kadrosu sayıları arasında önemli farklılıklar bulunduğu
için, tüm lisansüstü, yani yükseklisans ve doktora öğrencilerinin bu
kadrolardan yararlanabilmesi mümkün değildir. Ortada bir aritmetik gerçek
var. Anladınız mı Zülfü Bey?..
Umarım!..
Bu nedenle, belli kriterlere uyan
öğrencilerin atanabildikleri bir kadrodur bu son bahsettiğim. Yükseklisans ya
da doktora eğitimleri bittiği anda kadroları boşaltılır; bu da doğal bir
süreçtir. Sayın Hocam rektörlük yaptı, çok daha iyi değerlendirir.
Şimdi, 33/a'ya gelecek olursak; daha
doğrusu araştırma önergesinde suçlama şeklinde belirtilen, kıyım şeklinde
belirtilen sürece gelince: Bu kadro, öğretim yardımcılığı kadrosudur. Yüksek
lisans ya da doktora eğitimi almaları gerekmez. Öğretim üyelerine, sınav
gözetmenliği, laboratuvar yardımcılığı, öğrenci danışmanlığı gibi konularda
yardımcı olurlar. Bu görevlerini yapmaları için herhangi bir lisansüstü eğitime
ihtiyaçları yoktur. Bu kadro, bu zamana kadar yanlış bir şekilde kalıcı kadro
olarak ünlenmiştir. Maalesef, kalıcı kadro olarak telakki edilmiştir,
değerlendirilmiştir. Oysa, yasanın ilgili maddesinde çok açıktır "atanma
süresi sonunda görevleri kendiliğinden sona erer" denilmektedir.
Maddeye son olarak, 27 Nisan 2005 tarih ve
25798 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan 5335 sayılı Kanunla "bunlar aynı
usulle yeniden atanabilirler" hükmü eklenmiştir, "atanırlar"
değil "atanabilirler." Bu ek, hepsinin otomatik olarak atanacağını
değil, ihtiyaç duyulursa yeniden atanacağını vurgulamaktadır. Kaldı ki, bu
cümle eklenmeden önce de yeniden atamaları, aynı şekilde, hocanın belirttiği
usulle, akademik kurul, ilgili dekanlık, rektör, üniversite yönetim kurulu
tarafından yapılabilmekteydi.
Değerli arkadaşlarım, şimdi, bu konuda
Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı da bir açıklama yaptı dün. Burada da çok açık
bir şekilde belirtiliyor: "Yükseköğretim kurumlarının öğretim üyesi
gereksiniminin büyük kısmı yurt içinde ve bir bölümü de yurt dışında yürütülen
doktora programlarında eleman yetiştirerek karşılanır. Yurt içindeki doktora
programlarında eğitilen doktora adayları, çoğunlukla araştırma görevliliği
kadrolarında yer alırlar. Bu şekilde eğitilenlerin bulundukları kadrolarla
ilişkilerini keserek öğretim üyeliği mesleğinde ilerlemek üzere girişimde
bulunmaları beklenir…" Doğaldır, devam etmek isteyecektir. Devam ediyor:
"Böylelikle, boşalan bu kadrolarda yeni doktoralı elemanların
yetiştirilmesi ve öğretim üyesi kaynağının sürekliliği sağlanır. 2547 sayılı
Kanun, araştırma görevliliğini süreyle sınırlandıran bir görev olarak
öngörmektedir." Böyle olması da çok doğaldır; yoksa, başka türlü o
kadrolarda bir daha araştırma görevlisi yetiştiremezseniz, daha sonraki öğretim
üyesi ihtiyacınızı karşılayamazsınız; bunu bu şekilde bilmek gerekir.
Değerli arkadaşlarım, büyük çoğunluğu
öğretim üyesi yetiştirme hedefine yönelik olarak gerçekleştirilmiş araştırma
görevliliği sürelerinin, lisansüstü öğretimin tamamlanmasıyla sona ermesi
beklenmelidir. Bu beklenti, yasalara ve akademik gereklere uygundur.
Üniversitelerin öğretim üyesi yetiştirme
görevlerindeki başarılarını gözardı etmemek gerekir Türkiye'de. Bu konuda
gayretlerini artırmak isteyen üniversitelerin çabalarını baltalama girişimleri,
maalesef uygun değildir; bunu belirtmek istiyorum. Akademik yaşamın gereklerine
uygun olarak yasalarca belirlenen çerçevede yürütülmekte olan işlemler için,
üniversitelerimizi, sanki hukukdışı uygulamalar yapılıyormuş gibi bir çeşit
karalamaya dönük kampanya yürütmek, siyasîlerin görevi olmamalıdır; bunu da,
tüm samimiyetimle sizlerle paylaşmak istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, şimdi
"üniversite yönetiminde bulunanların -suçlamalara geliyorum- eş, dost,
akraba ve yakınları üniversite kadrolarına atanmışlar, kadrolar belirli bir
kesime tahsis edilmiş, rant aracına dönüştürülmüş" cümlesi üzerine,
kimseyi rencide etmeden bir açıklama yapmama müsaade etmenizi istiyorum.
Kim söylüyor bunu arkadaşlarım; imzası
olan AKP'li milletvekili arkadaşlarım. Sayın Cemal Yılmaz Demir'in kardeşi
Tevfik Demir, şu anda üniversitede görevli bir okutmandır. Sayın Musa
Uzunkaya'nın kayınbiraderi, İlahiyat fakültesinde, aynı şekilde görevli bir
akademik personeldir.
Değerli arkadaşlarım, bu konuda sayın
milletvekillerini yönlendiren arkadaşlardan Prof. Dr. Ferhat Odabaş'ın oğlu,
bir diğer oğlu ve bir de gelini, Diş Hekimliği Fakültesinde, Ziraat
Fakültesinde öğretim görevlisi olarak çalışmaktadır; yani, hısım akraba
atıyorlar diye suçlama getirenlerin, merak ederseniz, size fotokopisini
verebilirim.
Değerli arkadaşlarım, bu konuda kimseyi
rencide etmek istemiyorum; onu ifade ediyorum.
MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Sayın Koç…
HALUK KOÇ (Devamla) - Korkmayın,
korkmayın; şimdi, eşinizi, dostunuzu Türkiye boyutunda nerelere atadığınızı,
nerelere göreve getirdiğinizi isterseniz, çok kalın bir dosya var elimde,
onları da söylerim.
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Onları da söyle!
MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Hayır, hayır;
öyle bir şey yok!
HALUK KOÇ (Devamla) - Onun için, bu konu,
sizin için fazla konuşulmaması gereken bir konu.
Değerli arkadaşlarım, bir özel bahsi de,
Üniversite Genel Sekreteri Nazım Alkan'a açmak istiyorum; çünkü, adı geçen
kişi, geçtiğimiz seçimlerde Samsun, Cumhuriyet Halk Partisi 4 üncü sıra
milletvekili adayıydı. Onun için... Kuruluş aşamasında Sayıştay Başkanlığından
naklen bu göreve 1978 yılında başlayan bir arkadaştır. Bir süre daire
başkanlığı yaptıktan sonra, 1986 yılında Üniversite Genel Sekreteri olarak
göreve başlamıştır. Üniversitenin kurucu rektörlerinden Prof. Dr. Tahsin
Tuncalı, Aykut Erbengi Hoca, Muhsin Saraçlar, Ali Sümer, daha sonra, daire
başkanlığı düzeyinde, Mehmet Sağlam Hoca, Naci Gürses ve Osman Çakır döneminde
genel sekreter olarak da bu arkadaşımız hizmet vermiştir. Sadece bu döneme özgü
bir hizmet süresi yoktur Sayın Alkan'ın.
Nazım Alkan'la ilgili açılan ya da
iddiaların tümünün yargıyla sonuçlanmış kararları da burada mevcuttur.
İlgilenen arkadaşlarımıza… Zaten oylarınızla böyle bir komisyon kurulacak; ama,
bu komisyonun çalışmaları sonucunda bir özür dileme borcu çıkacak diye
düşünüyorum.
Değerli arkadaşlarım, bir başka iddia,
Ondokuz Mayıs Üniversitesinde kişi başına düşen yayın sayısı bakımından geriye
gitmektedir iddiası. Sayın Cemal Yılmaz Demir'in önergesinde var. Ben, bunu,
acı bir tebessümle karşılıyorum. Bakın, 2002 yılında 21 inci sırada, 2003'te 15
inci sırada, 2004'te ise 9 uncu sıradadır Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Türkiye
genelinde, yayın sıralamasında ve böyle bir suçlamayla…
CEMAL YILMAZ DEMİR (Samsun) - Hangi
kriterlere göre, söyler misiniz!
HALUK KOÇ (Devamla) - Birazdan
konuşacaksınız; cevap verirsiniz; lütfen…
Değerli arkadaşlarım, gerçeklerden tamamen
uzak, onlara iletilen bu iddiayı nasıl araştırmada resmî belgeye suçlama olarak
geçiriyorsunuz?! Üzüntüyle karşılıyorum Sayın Demir, bunu. Bunu da belirtmek
zorundayım.
Değerli arkadaşlarım, geneline gelecek
olursak: Türkiye'de, çoğu zaman, siyasî iktidarlar ile üniversiteler aynı
frekansta olmamıştır. Bu durum, üniversite mensuplarının akılcı, her türlü
dogmatizmden arınmış, çağdaş düşüncenin temsilcisi olma gayretlerinden
kaynaklanır. Türkiye, tarihî eğitim kurumlarını -demin vurguladım, konuşmamın
başında- top atışlarıyla yerle bir edenlerden, üniversite mensuplarını
"kara cüppeliler" olarak tanımlayanlardan tutun da, onların
edeplerini bile tartışmaya açanlara kadar birçok siyasetçiyle doludur; son
dönem örneği de bunu kanıtlamıştır.
Demokrasiyi sadece Parlamentodaki nicelik
olarak algılayan siyasetçiler de, egemenlik kavramından yola çıkarak, özerk
olması gereken üniversiteleri her zaman siyasî vesayet altına almaya
çalışmışlardır. Üniversiteler onların siyasî vesayetine girmeyi reddedince de,
önce söylemleriyle bunu hızlandırmışlar, sonra da eylemleriyle üniversiteleri
siyasî iktidara daha bağımlı kılmak için ellerinden geleni yapmışlardır.
Üniversitelerin akademik, idarî ve malî
özerkliğini baltalarlar…
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Ne yaptık
üniversitelere; yapılan bir şey yok ki.
HALUK KOÇ (Devamla) - Sayın Kapusuz da söz
istiyor herhalde Sayın Başkan, yerinde duramıyor orada veya Cemal Yılmaz Demir
arkadaşım Sayın Kapusuz'a söz hakkı verir, o da konuşur...
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Bugün iktidar bu
konuda ne yapmış ki böyle konuşuyorsunuz?! Keşke yapsaydı…
HALUK KOÇ (Devamla) - Üniversitelerin
akademik, idarî ve malî özerkliğinin baltalanmaması gereği çok açıktır.
Üniversiteler, aynı ilköğretim okulları gibi, Millî Eğitim Bakanlığının emrinde
çalışmak istemiyorlar değerli arkadaşım! Eğer amaç buysa, böyle bir şey
olmayacaktır Türkiye'de.
Şimdi, üç yıldır, üniversitelere, bilime
bakış açınızı burada değişik vesilelerle gördük, yaşadık. Türkiye'de bilime,
üniversitelere "parayı veren düdüğü çalar" gibi, son derece, olmaması
gereken bir üslupla -başka kelime bulmuyorum- yaklaşan bir zihniyet var. Bunu,
Sayın Başbakan ifade etti; parayı ben veriyorum, benim dediğim olacak!.. Nerede
olacak; üniversitelerde olacak. Bunu kabul etmek mümkün mü?! Bu süreci anlattım
size. Bu çatışmanın tarafı olmak, bir iktidar için yanıltıcı bir durumdur,
yıpratıcı bir durumdur, olmaması gereken bir durumdur; buradan da bir
özeleştiri payı çıkmasını dilerim.
Peki, değerli arkadaşlarım, şimdi, Sayın
Başbakan hep ifade ediyor; bazı şeyleri yapabilmek için toplumsal mutabakat
lazım, bunu aramak zorundayız diyor. Sayın Başbakanın toplumsal mutabakattan
anladığı, korkarım, kendisiyle aynı paralelde düşünmeyen tüm anayasal organları
yerle bir etmek; sonra, oralara yerleştirdiği, kendi vücut dilinden anlayan
kadrolarla bir mutabakat aramaktır şeklinde bir düşünceye, sonuçta, üzülerek
varma durumum ortaya çıkıyor. Bunu YÖK için denediniz; TÜBİTAK için denediniz;
süreç devam ediyor. Şimdi, onun… Yani, dert mutabakat mı, yoksa, partinizin
içindeki bir ideolojik çekirdeğin, merkez partisi olma iddiasındaki koskoca
Adalet ve Kalkınma Partisini başka yönlere çekme gayreti mi? Bu, sizin
sorununuz; ama, ben dışarıdan gözlemimi belirtmek istiyorum.
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elazığ) - Bizim öyle
problemimiz yok.
HALUK KOÇ (Devamla) - Değerli
arkadaşlarım, özerklik, sadece bazı meslek liselerine indirgenmeye çalışılan
bir kavram olmamalı; üniversitelere ideolojik dayatma yapılmamalı; bunlara
katılıyorum. Şimdi, üniversiteleri cendereye almak için araştırma fonlarına el
kondu. Bunları burada kürsüde dile getirdik, bütçe görüşmeleri sırasında.
Kadroların kullanılmasını Maliye Bakanlığı ve Devlet Personel Başkanlığının
onayına bıraktılar. Türkiye'de öğretim görevlisi açığı vardı; bu uygulamayla bu
açık katlandı. Sayın Hocam bunu belirttiler; ben kendisine, bir kere daha,
objektif değerlendirmeleri için teşekkür ediyorum. IMF'nin memur sayısını
kısıtlayan talimatına uyan siyasî iktidar üniversiteleri de aynı kategoride ele
alarak yeni kadro vermedi; işin gerçek, yalın tarafı bu. Kendi kentinizde
üniversiteler varsa, orada da aynı sorunlar var. Malatya Milletvekilimiz Sayın
Mevlüt Aslanoğlu bir yıldır uğraşıyor, bir yıldır çırpınıyor; kapı, duvar; İnönü Üniversitesi için. Üniversitelerin
kadroları 4 500'den 2 300'e düşürüldü. Sonunda "biz doğruyu gördük"
dediler, 2004 yılında çıkan yasayla kadroları serbest bıraktılar. Herkes iyi
niyetli davranıyorlar diye düşünmeye başlarken, Sayın Başbakanın genelgesiyle
kadro kullanımı Maliye Bakanlığı ve Devlet Personel Başkanlığının inisiyatifine
bırakıldı ve ondan sonra da bunlara müsaade edilmedi.
Şimdi, Sayın Hocam belirttiler. Ben
Ondokuz Mayıs Üniversitesinin içindeki sıkıntıları burada ifade etmek için…
Bakın, o kadar geniş bir üniversite; ne kadar çok hemşireye, ne kadar çok
geçici işçiye, ne kadar çok memura ihtiyacı olduğu, hizmetleri yürütebilmesi
için, burada rakamlarla ifade edilmiş durumda. Bunu da merak eden
arkadaşlarımıza kendi ellerimle takdim edebilirim. Yani, bu sıkıntıları
yaşayacak üniversite, bu sıkıntıların içinde boğulacak, hizmet üretmeye çalışacak,
4 ile yayılmış şekilde ve Samsun'un gözbebeği olacak; ondan sonra, sevgili
Samsun milletvekili arkadaşlarım, Samsun, Teşvik Yasasıyla cendereye alınırken
burada olmayacaklar; üniversitenin sorunlarını tartışmak için hep beraber, tam
kadro buraya gelecekler!.. Bu nasıl yaman bir çelişki; bunu da, takdirlerinize
bırakıyorum.
Değerli arkadaşlarım, Ondokuz Mayıs
Üniversitesi ve Rektörünün kimliğinde, aslında üniversite, siyasî iktidar tarafından,
bizzat Sayın Başbakanın talimatıyla çarmıha gerilmeye çalışılıyor. Bu, çok net
bir sonuçtur. Sayın Başbakanın tüm anayasal kurumlarla özel bir uğraşma gündemi
var. Bu, yanlış bir yol. Bu, yanlış bir yol. Gün geçmiyor ki, ya kendisi ya da
bir bakanı ya da bir yetkili, Sayın Cumhurbaşkanı hedefe oturtuluyor, bazen
Anayasa Mahkemesi, bazen diğer yüksek yargı organları, bazen YÖK, sık sık da
-dün ve bugün olduğu gibi- Cumhuriyet Halk Partisi oturtuluyor.
Değerli arkadaşlarım, şimdi, Sayın Musa
Uzunkaya'nın sözlerine, ben, Sayın Başbakan 1 Martın özrünü dilemek istiyor
Amerika'dan diye cevap vereyim. Hiç gerek yok; bu, Parlamentonun, Türk Ulusuna
yakışan…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Koç, toparlar mısınız
lütfen.
Buyurun.
HALUK KOÇ (Devamla) - Bu, Türkiye
Cumhuriyeti Parlamentosunun, bu gazi Meclisin,Türk insanının, Türk Milletinin
onurunu taşıyan bir kararıdır. Bunun için, değil Başbakanın, hiçbir kimsenin,
dünyanın hangi gücü olursa olsun, hiç kimseden özür dilemeye hakkı da yoktur,
böyle bir girişimde bulunmasına gerek de yoktur!
MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Başbakan öyle bir
şey söylemedi.
HALUK KOÇ (Devamla) - Bu, bizim onurlu bir
şeyimizdir. Ne demek ya!.. Ne demek, Amerika yolunda, Cumhuriyet Halk Partisi
bu, ben böyleyim, şudur, budur, bu anlama gelecek laflar?! Yani, Cumhuriyet
Halk Partisine dönük bir eleştiriyi, Cumhuriyet Halk Partisi Sayın Genel
Başkanına dönük bir eleştiriyi dile getirirken lütfen iğneyi biraz da Sayın
Başbakana batırın! Lütfen! Sayın Başbakanın sözleri de gündemi taşıran, gündemi
çarpıtan bir söylemdir. Bu konuda da bir eleştiri yapmanızı isterdim.
MUSA UZUNKAYA (Samsun) - O söze verilecek
cevap o değil.
HALUK KOÇ (Devamla) - Değerli
arkadaşlarım, ben, bu mutluluğumu sizlerle bir kere daha paylaşıyorum -Sayın
Uzunkaya değindiği için söylüyorum- bu karara, tüm Cumhuriyet Halk Partisi
milletvekilleriyle birlikte Sayın Başbakan gibi, o dönemde -veya AKP Genel
Başkanıydı o zaman- onun gibi düşünmeyen, bu ülkenin çıkarlarını büyük güç
odaklarının çıkarlarından üstün tutan 100 kadar Adalet ve Kalkınma Partili
arkadaşım da, ne mutluyum ki aramızda var. Onlara da bir kez daha teşekkür
ediyorum.
Değerli arkadaşlarım, şimdi, uygulamalar
kolsuz kanatsız, çeliksiz, alüminyumsuz, haberleşmesiz, mazlum ülkelere ve
insanlara saldırma üssü olarak kullanılacak bir Türkiye oluşturma baskılarına
ve Türkiye'nin bilimini, üniversitelerini siyasallaştırma gayretlerine karşı
koyacak güçlü bir Cumhuriyet Halk Partisi var burada. Hiç merak etmeyin; bu
konuda bütün görevimizi yapacağız ve sizin içinizden de, değişik konular
geldiğinde, bu doğrulara katılan insan sayısı, arkadaş sayısı artacaktır.
Bu komisyonun oylarınızla kurulması
gerçekleşecektir; bunu kabul ediyorum.
MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Siz vermeyecek
misiniz?..
HALUK KOÇ (Devamla) - Ancak, Ondokuz Mayıs
Üniversitesine bir özür dileme nezaketi göstermenizi gerektirecek bir sonuçla
karşılaşacaksınız, bu araştırma komisyonunun çalışmasının sonucunda.
Sayın Başkan, son 1 dakikamı kullanabilir
miyim?
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Kullandınız,
kullandınız da, bu üniversitede 400 kişiye soruşturma açılmış arkadaşlar.
BAŞKAN - Lütfen, Sayın Kapusuz…
HALUK KOÇ (Devamla) - Ben, Samsun
Milletvekiliyim, siz eski Kayseri Milletvekilisiniz; lütfen…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Koç, son 1 dakika.
Buyurun.
MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Kayserili olmak,
bunu bilmeye mâni mi Sayın Koç?!
HALUK KOÇ (Devamla) - Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Şimdi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi konu
ediliyor.
Değerli arkadaşlarım, bakın, eğer Samsun
boyutuna bakacak olursak, Samsun'da, şu anda, iktidar, kendisine yüksek oranda
oy veren bu kente bir şey yapamamanın ezikliği içinde. Samsun'da üretim yapan,
tüten bacaları kapattınız. İnsanlarımızın geleceğe dönük beklentilerini
körelttiniz. Köylüyü iç göçe zorluyorsunuz. Esnafı isyan noktasına getirdiniz…
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Seçimlerde
görürsünüz…
HALUK KOÇ (Devamla) - Ben, Samsun'la
ilgili konuşuyorum.
Teşvik kuşatmasıyla Samsun'u
yatırımsızlığa mahkûm ettiniz, kısırlaştırdınız, sahipsiz bir kent
oluşturdunuz. Şimdi, sıra üniversiteye geldi. Bence, Ondokuz Mayıs
Üniversitesinden elinizi çekin. Bilin ki, eğer planlarınızın arkasında başka
düşündükleriniz varsa, bunu Ondokuz Mayıs Üniversitesinde yaşama
geçiremeyeceksiniz ve bunu hiçbir zaman gerçekleştiremeyeceksiniz. Bu tür
yanlışlarla zaten iktidar olma sürecini de, bence, kütü kullanıyorsunuz.
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elazığ) - Bunu millet
değerlendirecek…
HALUK KOÇ (Devamla) - Bakın, sosyal
boyutta olan birçok yasa tasarısı varken, saat 15.00'te açılan Meclis, saat
19.00 oldu, tek madde üzerinde görüşüyor.
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Sayenizde...
Teşekkür ediyoruz.
HALUK KOÇ (Devamla) - Gündemi yanlış
kullanıyorsunuz…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Koç, teşekkür eder misiniz; lütfen…
Teşekkür için Sayın Koç; buyurun.
HALUK KOÇ (Devamla) - Bu düşüncelerle,
Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. Sağ olun. (CHP sıralarından alkışlar)
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) -
Sayın Başkan, söz istiyorum.
BAŞKAN - Ne için söz istiyorsunuz Sayın
Bakan?
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) -
Sayın Başkanım, Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili Sayın Haluk Koç
tarafından, Sayın Başbakanımıza, söylemediği bazı sözler izafe edilmiştir. Ben,
Hükümeti temsilen burada oturduğum için, buna cevap vermek istiyorum, bunu
düzeltmek istiyorum.
BAŞKAN - İçtüzüğün 69 uncu maddesi
gereğince, buyurun Sayın Bakan. Yalnız, 2 dakikalık süre, Sayın Bakan…
AHMET IŞIK (Konya) - Kürsüden, Sayın
Başkan...
BAŞKAN - Sataşma sebebiyle buyurun.
VII.- AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN
KONUŞMALAR
1.- Millî
Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in, Samsun Milletvekili Haluk Koç'un, konuşmasında,
Genel Başkanlarına sataşması nedeniyle konuşması
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) -
Şimdi, 2 dakikalık süre olduğu için…
Değerli Başkan, değerli milletvekilleri;
Sayın Koç, konuşmasında "zaman zaman onların edeplerini sorgulayanlar
çıktı" şeklinde, Sayın Başbakanın 2004 yılında Kastamonu'da yaptığı bir
konuşmaya atıfta bulundu. Sayın Başbakan bütün öğretim üyelerinin edeplerini
sorgulamayacak kadar edepli bir insandır (AK Parti sıralarından alkışlar) ve
Sayın Başbakan, o zaman bazı rektörlerin, gerçekten, Hükümete, Sayın Başbakana,
Millî Eğitim Bakanına hakaret içeren ifadelerine karşı "zaman zaman edep
sınırlarını aşacak şekilde bizi eleştirenler var" demiştir; cümle budur.
Sayın Başbakan hiçbir konuşmasında
"parayı veren düdüğü çalar" ifadesini kullanmamıştır. Sayın
Başbakanın söylediği şey şudur: "Bütçe yapma hakkı Türkiye Büyük Millet
Meclisine aittir ve yürütme organı hükümettir ve Türk Halkı adına, Türk Milleti
adına vergileri toplamak ve bu vergileri harcama yetkisi hükümete verilmiştir;
dolayısıyla, halkın parasını, milletin parasını kullanan herkes bunun hesabını
vermek zorundadır."
Sayın Başbakan…
K.KEMAL ANADOL (İzmir) - Tercüme
ediyorsunuz… Tercüme ediyorsunuz…
BAŞKAN - Lütfen, Sayın Anadol… Niye
sabretmiyorsunuz Sayın Anadol?!
K.KEMAL ANADOL (İzmir) - Tercüme ediyor
efendim.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) -
Sayın Başbakan "parayı veren düdüğü çalar" gibi argo bir ifade
kesinlikle kullanmamıştır. Bu, Başbakana yakışmaz.
K.KEMAL ANADOL (İzmir) - Kasımpaşalıdır.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) -
Sayın Haluk Koç kendisi ifade ediyor bunu.
Ayrıca, Sayın Koç "üniversitelere
kadro verilmemiştir" diyor. Bakın, 2003 yılında 3 200, 2004 yılında 6 600,
2005 yılında 5 000 kadro olmak üzere, üniversitelere 14 800 kadro verilmiştir
değerli arkadaşlar.
HALUK KOÇ (Samsun) - Yetersizdir
diyorum... Ben hepsini biliyorum.
NURİ ÇİLİNGİR (Manisa) - 3 katı
vereceksiniz.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) -
Ve "araştırma fonları kesilmiştir" ve sair… Bunları burada çok
dinledik. Sadece TÜBİTAK'ta kullanılması, üniversite öğretim üyelerinin
kullanması için, cumhuriyet tarihinde görülmemiş şekilde, 450 trilyon para
tahsis edilmiştir.
2005 yılı bütçesini bu Meclis çıkardı.
Üniversitelerin bütçe artış oranı, bakanlıkların yüzde 10-15 düzeyindeyken,
üniversitelerin ortalaması yüzde 41,5'tir. Bunu Sayın Koç'un bilmesini isterim
ben. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
HALUK KOÇ (Samsun) - Hepsini biliyorum.
Yetersiz olduğunu söylüyorum. Hiç ekşitmeyin suratınızı!
VI.- GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS
SORUŞTURMASI VE
MECLİS
ARAŞTIRMASI (Devam)
A)
ÖNGÖRÜŞMELER (Devam)
1.- Samsun
Milletvekili Cemal Yılmaz Demir ve 40 milletvekilinin, Ondokuz Mayıs
Üniversitesinde keyfî yönetim, kamu kaynaklarının amaç dışı kullanımı ve
kadrolaşma iddialarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/251) (Devam)
BAŞKAN - Önerge sahibi olarak söz isteyen,
Samsun Milletvekili Sayın Cemal Yılmaz Demir; buyurun. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
Sayın Demir, konuşma süreniz 10 dakikadır.
CEMAL YILMAZ DEMİR (Samsun) - Sayın
Başkan, çok değerli milletvekili arkadaşlarım; Anayasamızın 98, İçtüzüğümüzün
104 ve 105 inci maddeleri uyarınca, Ondokuz Mayıs Üniversitesinde yaşanan hukuk
ihlallerini araştırmak üzere 41 arkadaşımla birlikte vermiş olduğum araştırma
önergesi üzerinde söz almış bulunuyorum; bu vesileyle hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, üniversitelerimizi,
geleceğe açılan kapılarımız olarak görüyorum. Hep birlikte, üniversitelerimizin
bilimsel başarıları ve öncü rolleriyle gurur duymak arzusundayız. Bir
üniversiteyle ilgili haksızlıklar, yolsuzluklar ve çifte standartları konuşmak
üzere huzurunuzda bulunmaktan büyük üzüntü duyuyorum.
Değerli milletvekilleri, uzun zamandan
beri, Ondokuz Mayıs Üniversitesinde yaşanan hukuk ihlalleri ulusal basının
gündeminden düşmüyor. Gündemde olan konular, üniversite kavramıyla yan yana
getirmeye utanacağımız hukuk ihlalleridir, kanunsuzluklardır, Ondokuz Mayıs
Üniversitesindeki keyfî yönetim tarzının yarattığı dramatik hikâyedir, hakları
yok sayılan, hayalleri karartılan, gelecek beklentileriyle dalga geçilen genç
bilim insanlarının drama dönüşen hikâyesidir.
Değerli dostlar, bu dramatik hikâyenin
dayandığı sistematik hukuk ihlallerini ve arka planını araştırmak için,
gündemimizde bulunan araştırma önergesini verdik. Araştırma önergemizin gerekçe
kısmında, bazı hukuk ihlallerine kısaca değinmiştik. Bununla birlikte,
araştırma önergemiz üzerinde genel olarak düşüncelerini ifade eden Cumhuriyet
Halk Partisinin değerli konuşmacısı Sayın Haluk Koç, bu araştırma önergemizi,
bu yasal hakkımızı, hatta bir bakıma milletvekili görevimizi yerine
getirmemizi, maalesef, bir rövanş alma çabası, bir baltalama girişimi, hatta
bir çarmıha germe olarak sıfatlandırma durumunda olmuştur.
Bir diğer Cumhuriyet Halk Partili
milletvekili değerli konuşmacımızsa, dün burada Mecliste yapılan konuşmalardan
yola çıkarak "Ondokuz Mayıs Üniversitesi çok mu önemliydi, başka zaman da
görüşülebilirdi" gibi bir ifade kullanmıştı.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Bir hafta sonra…
CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) - Aynı şeyi
söylüyorum Sayın Anadol.
Şimdi, ben, asıl konuşmama kısa bir ara
vererek size bir belge göstermek istiyorum. 24.7.2003; Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına, Cumhuriyet Halk Partili bir grup milletvekili arkadaşımız
tarafından verilen, hemen hemen, bizim Ondokuz Mayıs Üniversitesiyle ilgili
iddialarımıza benzer iddialarla, Gazi Üniversitesi için araştırma komisyonu
talebini huzurlarınıza getirip sizlere göstermek istiyorum. Acaba, bir çarmıha
germe operasyonu, bir rövanş alma, üniversiteleri baltalama girişimi olarak
gösterilen bu araştırma önergesi talebimize karşılık, Cumhuriyet Halk Partili
değerli milletvekillerinin Gazi Üniversitesiyle ilgili verdiği 24.7.2003
tarihli müracaatın ne anlama geldiğini, hangi sıfatlarla, hangi ifadelerle
tavsif edilmesi gerektiğini, öncelikle değerli Haluk Koç'un takdirlerine
bırakıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
HALUK KOÇ (Samsun) - Benim imzam var mı
orada Sayın Demir?
CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) -
Konuştuğunuz ifade genel bir ifadeydi, Ondokuz Mayıs Üniversitesiyle ilgili bu
araştırma önergemizi değerlendirme sırasında kullandığınız cümlelerdi, ben de,
aynısını, Gazi Üniversitesi için verdiğiniz talebe ilişkin kullanıyorum.
Değerli arkadaşlar, yeni 15 üniversite
kurulacak; kim, nasıl engellemeye çalışırsa çalışsın, millî hâkimiyetin
tecelligâhında karar verilecek. (AK Parti sıralarından alkışlar) 15 üniversite
kurulacak; yaygara başlıyor: "Öğretim elemanı yetersiz." Diğer yandan
bakıyorsunuz, doktorasını tamamlamış 80 bilim insanı, adalet ölçüleriyle dalga
geçer gibi kapı önüne konuluyor. Üniversitenin toplam öğretim üyesi sayısından
daha fazla yetişmiş bir eleman kapı dışına konuluyor. Dr. Hanife Saraçoğlu, Fen
Edebiyat Fakültesi Fizik Bölümünde araştırma görevlisiyken, görevine son
verildi. Bu arkadaşın 7 yurtdışı yayını var. Bu arkadaşımızın görevine son
verme onayını düzenleyen Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Ahmet Rıfat Şahin profesör
atandığında yurtdışı yayını sıfır.
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elazığ) - Başarı ya bu!..
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Siz, sıfır puan
alanı Sağlık Bakanlığına atadınız!..
CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) - Bu Rektör
Vekilinin, üstelik kendi eşi de, hayatında hiç yayın yapmadan Eğitim
Fakültesine öğretim görevlisi yapılmış.
Dr. Yıldıray Topçu, Fen-Edebiyat Fakültesi
Kimya Bölümünde araştırma görevlisiyken görevine son verildi. Bu arkadaşımızın
1 161 bilimsel puanı olduğu söyleniyor. Halbuki, biz, biliyoruz ki, bir kişinin
profesör olabilmesi için kriter en az 125 puan.
HALUK KOÇ (Samsun) - Üniversiteden
üniversiteye değişir.
CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) - Yani, on
misli puanı olan arkadaşımızı, sıfır puanı olan bir Rektör Yardımcısı çağırıp
görevine son verebiliyor!.. İşte haksızlık, işte adaletsizlik.
Bence, bize veya bizlere, Sayın Başbakana
yanlış bilgi değil, Sayın Haluk Koç, bence size yanlış bilgi verildi, size
eksik bilgi verildi. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Akademik yükseltilmelerde durum daha da
vahimdir. Yardımcı doçent alımı için yapılan ilandaki şartlara bakın; adrese
teslim!.. Kadın pelvisi morfometrisi konusunda uzman -çünkü, böyle biri var,
alacaklar- patates konusunda doktoralı… Araştırın…
HALUK KOÇ (Samsun) - Çok normal; her
üniversiteye göre değişir.
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elazığ) - Başarı!..
CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) - Normal
değil; bununla ilgili bilirkişi raporu var, mahkeme kararı var. Ben, buradan
boşuna konuşmuyorum, ispat edeceğim şeyleri konuşuyorum, hepsini ispat
edebilirim; normal değil.
Nitrikasidin antibakteriyel etkisi
konusunda ihtisas almış, sütdişi dokularına bağlanma metotları konusunda uzman
-çünkü, adrese teslim biri var, almaları icap eden- atlarda kardiyoloji
konusunda uzman, domuzlarda döl verimi konusunda uzman veya biyoinformatik
konusunda uzman arayan bir üniversitenin, aradığının bilimsel yeterlilik
olmadığını anlatmak için başka bir örnek vermeye gerek yok.
HALUK KOÇ (Samsun) - Birsürü uzman aldım;
alt dallarda uzmanlık istedim.
CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) - Değerli
arkadaşlar, bir taraftan profesörlük payesi tepsi içinde sunulanlar, rekabet
ortamı kişiye özel şartlarla bozularak profesör yapılanlar; diğer yanda, başka
hiçbir üniversitede emsali görülmeyecek şekilde on yıldan fazla zamandan bu
yana doçent kadrosunda bekletilenler.
HALUK KOÇ (Samsun) - Emekli olan bile var.
CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) - Böyle bir
üniversitede barış olur mu?! Bu Mecliste profesör unvanı taşıyan birçok
arkadaşımız var; bunlardan hangisi acaba doçent unvanıyla on yıldan fazla
bekletilmiştir? Ülkemizde on yıl boyunca doçent kalan kaç kişi var; ama,
Ondokuz Mayıs Üniversitesinde bunlar oluyor. Bu ülkenin en yeteneksiz ve
birikimsiz doçentleri, Dr. Ömer Kuru, Dr. Celal Tuncer ve Dr. İbrahim Aydın mı?
Bu arkadaşlar on yıldan beri doçent kadrosunda bekletiliyorlar.
Değerli arkadaşlar, kamu kaynaklarının
kullanımında durum daha da vahimdir. Bakın, Çarşamba Ağır Ceza Mahkemesi,
17.8.2000 tarihinde, Üniversite Genel Sekreteri, yani Sayın Haluk Koç'un biraz
daha açarak belirttiği gibi, geçen dönem Cumhuriyet Halk Partisinden Samsun
milletvekili adayı olan Sayın Nazım Alkan, resmî ihalede rüşvet almak suçundan
kamu davası açılmasına karar veriliyor.
HALUK KOÇ (Samsun) - Sonuç burada.
CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) - Bu kişi,
mahkeme kararının dört gün sonrasında, dalga geçer gibi, üniversitenin tüm
ihale komisyonlarının başkanvekilliklerine ve üniversitenin neredeyse tamamının
tahakkuk memurluğuna, sicil amirliğine getiriliyor.
HALUK KOÇ (Samsun) - Davanın sonucu ne?
CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) - Değerli
arkadaşlar, hakkında bunca isnat olan bu kişinin yürüttüğü malî işler ne
durumda dersiniz; malî işlerin yönetimi yolsuzluk sanıklarına emanet edilen bir
üniversitede kaynakların verimli kullanılmasından söz edilebilir mi?!
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Mahkeme kararı
var mı?
CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) - Nitekim,
kamu kaynakları har vurup harman savruluyor.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Karar var mı?
CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) - Ben
örnekler veriyorum Sayın Anadol, bir dinler misiniz; burada konuşmacı benim,
bir dinler misiniz.
BAŞKAN - Sayın Demir, Genel Kurula hitap
eder misiniz.
Sayın Anadol, lütfen…
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Mahkeme kararı
var mı?
CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) - Bir örnek
veriyorum: Tıp Fakültesi Hastanesi acil servisinde, hastalar, yatak olmadığı
için günlerce sedyelerde bekletilerek ölüme terk ediliyor. Devletin
bütçesinden…
HALUK KOÇ (Samsun) - Yapmayın!.. Bunu
yapmayın!.. Ayıp!..
CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) - Lütfen,
sabır... Cümlenin devamını bir dinleyelim.
Devletin bütçesinden bu hastaneye ek bina,
250 yataklı lüks bir bina imkânı alınıyor, bir bina yapılıyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Demir, toparlayabilir
misiniz.
Buyurun.
HALUK KOÇ (Samsun) - Bütün hekimlere biraz
yakışık olmuyor Sayın Demir.
CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) - Bu bina,
daha sonra, üniversitenin kampusünde ikinci bir otel olacak şekilde otele
çevriliyor. Hemen tıp fakültesinin karşısında, çok iyi bilirsiniz.
Otel, öğrencilerin harçlarından oluşan
Öğrenci Sosyal Hizmetler Fonundan, yani, çocuğunu okutmak için ineğini satan
anne-babanın ödediği paralardan milyarlar harcanarak, lüks bir biçimde dizayn
ediliyor.
Devamı var; bu otel, daha sonra, hiçbir
özelliği bulunmayan üniversite vakfına bir ev kirası bedeliyle kiraya
veriliyor.
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elazığ) - Yakışır!..
CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) - Bir ev
kirasına kiraya verilen tesise -devamı var- kira bedelinin yüzlerce katı devlet
bütçesinden katkıda bulunuluyor. Özellikle, 2001 krizi henüz atlatılmışken,
buraya, bir kral dairesi ve lüks tefrişatla ilgili talebe, Sayın Rektör
"önemli ve ivedi" notunu düşerek talimat veriyor.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Ne
zaman yapılmış o?
MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Araştıracağız…
CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) - Belgeler
bende, isterseniz size gönderebilirim.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Hangi
rektör, ne zaman?..
CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) - Bu
rektörden bahsediyorum Sayın Milletvekilim, bu belge bende Sayın Milletvekilim.
BAŞKAN - Sayın Demir, lütfen, Genel Kurula
hitap eder misiniz.
CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) - Bir başka
şey: Kadrosuzluk iddiasıyla veya imkânsızlıkla, tasarruf gerekçeleriyle,
profesör olmak için yeterli kriteri 10 misli aşmış arkadaşımız kapı dışarı
ediliyor; boş kadrolara kimler alınıyor, size söyleyeyim: Yönetimin eş, dost ve
akrabaları alınıyor; akraba listeleri gazete manşetlerine sığmıyor Ondokuz
Mayıs Üniversitesinde.
Bakın bir örnek: Yaşar Doğu Beden Eğitimi
ve Spor Yüksek Okulunda, o branşla ilgili doçent, yardımcı doçent, profesör
olarak birçok öğretim üyesi var. Okul müdürü kim biliyor musunuz; bir Kulak
Burun Boğaz Uzmanı Prof. Dr. Atilla Tekat.
FARUK ANBARCIOĞLU (Bursa) - Kadrolaşma mı
var?!
CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) - Bu
kadrolaşma değil(!) Parantez içerisinde ünlem işareti var.
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elazığ) - Spor olsun diye…
CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) - Bakın
arkadaşlar, başka bir şey. Bilimden bahsediyoruz, bilimsel araştırmalardan
bahsediyoruz. Doç. Dr. Bünyamin Şahin, antiepileptik ilaçların hamileler
üzerinde etkisini araştıran bir bilimsel proje başlatıyor. Onlarca fareden
deney grupları oluşturuyor, bunların bazıları gebe bırakılıyor, bunlara belirli
ölçü ve periyotlarla, günlerce, aylarca, hatta, bir yıla yakın ilaç veriliyor,
birtakım işlemlere tabi tutuluyor. Bu araştırmaya başka bilim adamları da ilgi
duyuyor. Sonunda ne oluyor biliyor musunuz; bir pazartesi günü bu bilim adamı
çalışma yaptığı mekâna geliyor, bakıyor ki, dondurucunun şalteri indirilmiş ve
bütün materyaller imha ediliyor. İşte, dogmalar ile bilimsel çalışmanın
çatışmasından bahsediyordu ya Sayın Haluk Bey, işte bilimsel faaliyet ile
dogmanın çatışması için en güzel örnek. Biz, bu bilimsel çalışmaları savunmak
için huzurunuzdayız. Şalteri indirenlerden hesap sormak için huzurunuzdayız.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
Bir başka şey; değerli arkadaşlar,
disiplin soruşturmalarından bahsedildi. Her şey suç sayılıyor belli bir kesim
için. Örneğin, tıbbî biyoloji anabilim dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Gülsen
Ökten hakkında açılan disiplin soruşturmasının konusu ilginç: İsteksiz ders
vermek!.. Daha ilginç şeyler var… Daha ilginç şeyler var değerli arkadaşlar…
MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Haluk Bey de
karşılaşmıştır bunlarla.
CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) - Sayın
Başkanın toleransını istismar etmemek için hızla geçiyorum.
Bir başka şey; peki, bu, belli kesim için
yapılırken, Sayın Rektörün yandaşları için ne yapılıyor; Zekeriya Paşaoğlu… BMC
bölge müdürü imiş, satış elemanı olarak görev yaparken Merzifon Meslek
Yüksekokuluna öğretim görevlisi olarak atanıyor, kısa bir süre sonra da müdür
vekili oluyor…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Demir, lütfen, toparlar
mısınız, son 2 dakika.
Buyurun.
CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) - Bitiriyorum
Başkanım.
Zekeriya Paşaoğlu, bir müddet sonra meslek
yüksekokulunda müdür vekili oluyor. Okulda iki kız öğrenci, müdür vekilinin
kendilerine cinsel tacizde bulunduğunu gidip hocalarına anlatıyorlar. Hocaları,
ortam gergin olduğu için, tedirgin olduğu için öğrencilerine kendilerinin
yapacak bir şeyi olmadığını, şikâyetleri varsa rektörlüğe başvurmaları
gerektiğini söylüyor. Ne oluyor biliyor musunuz; bu şikâyet üzerine cinsel
tacizle suçlanan müdür vekili hakkında hiçbir işlem yapılmıyor. Ne oluyor;
iddiaların doğru olup olmadığı konusunda bir inceleme başlatılmadan, üç öğretim
görevlisi, kız öğrencileri şikâyete kışkırttıkları gerekçesiyle önce açığa,
sonra da kamu görevinden çıkarılıyorlar. Konu yerel ve ulusal basının gündemine
geliyor; bu sefer mecburen cinsel tacizle suçlanan müdür vekili hakkında bir
soruşturma açılıyor. Konu ne biliyor musunuz; kelime kelime söylüyorum:
"Bilgisayarın faresini yanlış kullanmak." Aynen, disiplin soruşturmalarında
geçen ifadeye ekleme yapmaksızın söylüyorum. Böyle bir üniversiteyle karşı
karşıyayız arkadaşlar.
Arkadaşlar, bir başka şey: Sayın Haluk
Koç'un, üniversitenin bilimsel yayın sıralamasıyla ilgili bilgilerinin yanlış
olduğunu söylemek istiyorum. TÜBİTAK'ın yayımladığı sıralamalarda çok büyük
farklılıklar var.
BAŞKAN - Sayın Demir, toparlar mısınız
lütfen.
CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) -
Üniversitemiz, Ondokuz Mayıs Üniversitesi bir patent alıyor arkadaşlar.
Patentte şunu söylüyor: Bir kere, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, OMÜ'nün... Adını
keşfediyor, ona bir patent alması lazım. Üniversitenin resmî aldığı patentte
tescil ettirdiği faaliyet alanını söylüyorum: Sanatçılara menejerlik,
kerestelere değer biçme, modellik hizmetleri, işe yerleştirme hizmetleri -bunu
çok güzel başarıyorlar- güzellik bakımı ve manikür hizmetleri, Türk hamamı
sağlama hizmetleri…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Demir, lütfen, teşekkür
için...
CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) - … hayvan
yetiştirme hizmetleri, hayvan terbiyesi hizmetleri, eğlendirme, tavan arası
temizliği, casino, kumarhane işletmek, fal bakmak. Üniversitemizin iştigal
alanlarından sadece bir bölümü. (AK Parti sıralarından "Bilimsel çalışma
bu!.." sesleri, alkışlar)
Değerli arkadaşlar, aslında konuşmak
istemezdim; ama, Sayın Rektör dün yaptığı basın toplantısında, işte,
akrabaların, dostların da, yakınlarının üniversitede olduğundan bahisle benim
de kardeşimin üniversitede olduğunu, isim vererek, bence etik olmayan bir
biçimde hatta Musa Beyin de bir akrabasından bahsederek, aslında şantaj kokan,
tehdit kokan bir ifadeyle söylediği için söylüyorum.
MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Benim akrabam…
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Siz de isim
söylüyorsunuz.
CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) - Bakın,
gayet açık bir şey söyleyeyim size. Aynen alıntı yapmışsınız
BAŞKAN - Sayın Demir, lütfen… Teşekkür
eder misiniz
Buyurun.
CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) - Alıntı
yapmışsınız kaynak göstermeden, intihal da sayılabilir, bilim adamısınız…
Değerli arkadaşlar, benim kardeşim oniki
yıldır okutman; Van Yüzüncü Yıl, Trabzon KTÜ, en sonunda, yedi yıldan beri de
Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesinde edebiyat derslerine giriyor ve üniversite
yönetiminde değilim, benim akrabam değil.
Sayın Koç bir yol açtı. Ben kendisine bir
teklifte bulunmak istiyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) - Gelin
isterseniz -bu yolu açtınız- siz, üniversitedeki akraba, eş dostun listelerini
ilan edin…
BAŞKAN - Sayın Demir, teşekkür ediyorum.
CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) - Ben de kapı önüne bugünlerde konulmak üzere
olan mağdur bilim adamlarının listesini ilan edeyim. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Lütfen, Sayın Demir… Teşekkür
ediyorum.
CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) - Sayın
Başkan, son cümlem…
BAŞKAN - Lütfen, Sayın Demir…
CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) - Sayın
Başkan…
BAŞKAN - Hayır… Lütfen, Sayın Demir;
süreniz çok fazlasıyla doldu.
Teşekkür ediyorum….
CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) - Son cümlem…
BAŞKAN - Teşekkür etmek için Sayın Demir;
buyurun.
K.KEMAL ANADOL (İzmir) - Bu kaçıncı
temdit?!
CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) - Hepimiz
için adaletin olduğu bir dünya diliyorum ve başta Ondokuz Mayıs Üniversitesi
mağdur bilim adamları olmak üzere, tüm bilim insanlarını ve hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Meclis araştırması önergesi
üzerindeki öngörüşme tamamlanmıştır.
Şimdi, Meclis araştırması açılıp
açılmaması hususunu oylarınıza sunacağım.
Meclis araştırması açılmasını kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Meclis araştırmasını yapacak komisyonun 12
üyeden kurulmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Komisyonun çalışma süresinin başkan,
başkanvekili, sözcü ve kâtip üyenin seçimi tarihinden başlamak üzere üç ay
olmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Komisyonun gerektiğinde Ankara dışında da
çalışabilmesi hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir.
Birleşime 19.45'e kadar ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 19.12
Açılma
Saati: 19.48
BAŞKAN:
Başkanvekili Sadık YAKUT
KÂTİP
ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 110 uncu Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.
Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.
VIII.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER
1.-
Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu
Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun
Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)
BAŞKAN - 1 inci sırada yer alan kanunu
teklifinin geri alınan maddeleriyle ilgili komisyon raporu gelmediğinden,
teklifin görüşmelerini erteliyoruz.
2 nci sırada yer alan, Tarım Sigortaları
Kanunu Tasarısı ve Tarım, Orman ve Köyişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonları
raporlarının görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
2.- Tarım
Sigortaları Kanunu Tasarısı ve Tarım, Orman ve Köyişleri ile Plan ve Bütçe
Komisyonları Raporları (1/865) (S. Sayısı: 879)
BAŞKAN - Komisyon?..
Birleşime 5 dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 19.49
Açılma
Saati: 19.56
BAŞKAN :
Başkanvekili Sadık YAKUT
KÂTİP
ÜYELER : Harun TÜFEKCİ (Konya), Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 110 uncu
Birleşimin Beşinci Oturumunu açıyorum.
879 sıra sayılı kanun tasarısının
görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.
VIII.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
2.- Tarım
Sigortaları Kanunu Tasarısı ve Tarım, Orman ve Köyişleri ile Plan ve Bütçe
Komisyonları Raporları (1/865) (S. Sayısı: 879) (X)
BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.
10 uncu madde üzerinde, şahsı adına bir
sayın milletvekili konuşmuştu. Şimdi, şahsı adına söz isteyen, Mücahit Daloğlu,
Erzurum Milletvekili?.. Yok.
Recep Garip, Adana Milletvekili?.. Yok.
İsmail Bilen, Manisa Milletvekili?.. Yok.
Mehmet Eraslan, Hatay Milletvekili;
buyurun.
MEHMET ERASLAN (Hatay) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Gerçekten, Türk çiftçisi adına çok önemli
bir kanunu görüşmekte bulunuyoruz. Geçen hafta 10 uncu maddesine gelmiştik; 10
uncu maddesiyle ilgili görüşmeler başlayacağı esnada, Sayın Tarım Bakanımızın
görevden alındığı haberi gelmişti ve dolayısıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi,
görüşmelerine ara verdi.
Bugün ise, gerçekten, tarım sektörünü çok
yakından ilgilendiren, tarım sektöründe meydana gelen afetlerin telafi
edilmesi, onların bedellerinin devlet tarafından ödenmesine ilişkin çok önemli
bir kanun tasarısını görüşüyoruz. Genel manada geç kalınmış bir yasa tasarısı,
genel manada olumlu olmakla beraber, çok daha önceden hazırlanıp Türkiye Büyük
Millet Meclisine getirilmesi gereken bir kanun tasarısı olduğunu öncelikle
ifade etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, tabiî ki, tarım
sektörümüzün, çiftçimizin, köylümüzün, tarım sektöründe iştigal eden
insanımızın yegâne ve tek sorunu afet sorunu değil. Bu kanun tasarısı, afetten
mütevellit oluşacak hasarların tazmin edilmesi noktasında doğru bir çalışma,
olumlu bir çalışma olmakla beraber, çiftçimizin en büyük sorunu, ürettiğini kâr
ederek satamamasıdır. Gerçekten, sulamaya ilişkin enerji fiyatlarının yüksek
oluşu, akaryakıt fiyatlarının, mazot fiyatlarının yüksek oluşu, gübre ve ziraî
ilaçlama fiyatlarının yüksek oluşu, hulâsa, girdi maliyetlerinin yüksek oluşu,
maliyetlerin yüksek oluşu ve çiftçimizin, köylümüzün ürününü kâr ederek değil,
bilakis zarar ederek satması, çiftçimizin, köylümüzün en büyük sorunlarından
biri. İlkönce, bunun mutlak surette… Yani, çiftçi deyip geçmeyelim; Türkiye'de
nüfusun yüzde 40'ını oluşturan kesim çiftçilikle iştigal ediyor, tarımla
iştigal ediyor, çok önemli ve çok büyük bir sektör. Bu sektör, Türkiye'yi
besleyen bir sektör, Türkiye'yi yediren, içiren bir sektör ve Türkiye'de
istihdam alanı oluşturan, istihdam noktasında büyük katkılar sağlayan,
ekonomiye büyük katkılar sağlayan bir sektör olması hasebiyle, gözardı
edilmemesi gereken bir sektör olduğunu ifade etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, tabiî ki, gerek
hükümetin programında gerekse acil eylem planında, Türk çiftçisine gerekli
desteğin verileceği ve üreticinin, çiftçinin alım gücünün artırılacağına
ilişkin birtakım vaatler, birtakım beyanlar vardı; fakat, bugün, bakıyoruz…
Bakın, şurada, Tarım Bakanımızın yazılı
soru önergesine verdiği cevaptan birkaç pasajı size aktarmak istiyorum; acaba,
üreticimizin, çiftçimizin alım gücü arttı mı, düştü mü?
"1997 yılında 2,86 kilogram buğdayla
1 litre mazot alabilen çiftçi, 2004 yılında ancak 5,27 kilogram buğdayla 1
litre mazot almaktadır. 1997'den 2004'e geldiğimizde, çiftçinin satın alma gücü
yüzde 35 azalmıştır." Bunu ben söylemiyorum, bunu, Sayın Tarım ve
Köyişleri Bakanımız, yazılı soru önergesine cevaben bizlere söylüyor, Tarım ve
Köyişleri Bakanımızın cevapları bunlar.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Eraslan, toparlar mısınız.
Buyurun.
MEHMET ERASLAN (Devamla) - "1997
yılında 34 kilogram buğdayla 12 kilogramlık bir tüpgaz alabilen çiftçi, 2004
yılında ancak 62 kilogram buğdayla 12 kilogramlık bir tüpgazı
alabilmektedir. Dolayısıyla, çiftçinin
satın alma gücü, bu üründe de yüzde 67 oranında azalmıştır.
1997 yılında 56 ton buğdayla 1 traktör
alabilen çiftçimiz, 2004 yılı sonu itibariyle, ancak 65 ton buğdayla 1 traktör
alabilmektedir. Çiftçinin satın alma gücü, yüzde 11 dolayında düşmüştür.
1997 yılında 3 kilogram buğdayla 1
kilogram ekmek alabilen çiftçi, 2004 yılı sonu itibariyle, 4 kilogram buğdayla
1 kilogram ekmek alabilmektedir. Bu noktada da, çiftçinin satın alma gücü yüzde
26 azalmıştır.
Yine, 1997 yılında 3,5 kilogram buğdayla 1
kilogram şeker alabilen çiftçi, 2004 yılında 5,5 kilogram buğdayla 1 kilogram
şeker alabilmektedir. Çiftçinin satın alma gücü, bu üründe de, yüzde 30
oranında azalmıştır."
Bu örnekleri çoğaltabiliriz.
Bunlar, resmî rakamlardır, resmî
söylemlerdir; Tarım ve Köyişleri Bakanımızın yazılı soru önergesine cevaben
bizlere ilettiği bilgilerdir.
Dolayısıyla, çiftçimizin alım gücünün
artması, çiftçimizin alım gücünün kuvvetlenmesi, çiftçimizin huzur ve
güvenliğidir. Çiftçimizin huzur ve güvenliği, mutluluğu, ülkemizin ulusal
huzur, ulusal güvenlik ve ulusal refahı anlamına gelmektedir.
Çiftçimizin sulamaya ilişkin, sulamayla
ilgili birçok sorunu vardır.
Türkiye'nin birçok yerinde olduğu gibi, Hatay'da da, koskoca Amik
Ovasında insanlar sondaj vuramamakta; DSİ tarafından sondaj vurma çalışmaları durdurulmuştur
ve bu yaz sezonunda insanlar ürününü neyle sulayacaktır, kara kara
düşünmektedir. Girdi maliyetlerinin…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Eraslan, teşekkür eder
misiniz lütfen.
MEHMET ERASLAN (Devamla) - Sayın Başkanım,
artık, çiftçimizin ithal eden, ekonomimizin ithal eden değil, ihraç eden,
tarımsal ürünleri ihraç eden bir noktaya gelmesi gerektiğini ve çiftçimizin
kalkındırılması, desteklenmesi ve ona el uzatılmak suretiyle, yaşayan bir hale
getirilmesi gerektiğini vurgulamak istiyorum ve hepinizi saygıyla selamlıyorum.
(DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Eraslan.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum…
HALUK KOÇ (Samsun) - Karar yetersayısı
aranmasını istiyorum.
BAŞKAN - Arayacağım Sayın Koç.
Kabul edenler…(AK Parti sıralarından
"Var var, geliyorlar" sesleri)
YILMAZ KAYA (İzmir) - Sayın Başkan,
dışarıdan oy beklenir mi; yapmayın allahaşkına ya! Oylama için 5 dakika süre
verin veya…
HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan,
gelsinler, öyle sayın… Sayın Başkan, 5 dakika sonra gelirler, şimdi
dışarıdalar.
BAŞKAN - Kabul etmeyenler…
Sayın milletvekilleri, karar yetersayısı
yoktur; birleşime 5 dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 20.07
ALTINCI
OTURUM
Açılma
Saati: 20.15
BAŞKAN :
Başkanvekili Sadık YAKUT
KÂTİP
ÜYELER : Harun TÜFEKCİ (Konya), Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 110 uncu
Birleşiminin Altıncı Oturumunu açıyorum.
879 sıra sayılı kanun tasarısının
görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.
VIII.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
2.- Tarım
Sigortaları Kanunu Tasarısı ve Tarım, Orman ve Köyişleri ile Plan ve Bütçe
Komisyonları Raporları (1/865) (S. Sayısı: 879) (Devam)
BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.
Tasarının 10 uncu maddesinin oylamasında
karar yetersayısı bulunamamıştı.
Şimdi, maddeyi tekrar oylarınıza sunacağım
ve karar yetersayısını arayacağım. Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar
yetersayısı vardır, madde kabul edilmiştir.
11 inci maddeyi okutuyorum:
Denetim
MADDE 11.- Havuzun ve Şirketin
sigortacılık uygulamaları yönüyle denetimi Müsteşarlık, diğer tüm işlemlerinin
denetimi Bakanlık tarafından yapılır.
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına ve şahsı adına söz isteyen Ardahan Milletvekili Sayın Ensar
Öğüt; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
Sayın Öğüt, süreniz 15 dakika.
CHP GRUBU ADINA ENSAR ÖĞÜT (Ardahan) -
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; Tarım Sigortaları Kanunu Tasarısının 11 inci
maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi adına ve şahsım adına söz almış
bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, öncelikle şunu
söyleyelim: Cumhuriyet Halk Partisi olarak, çiftçinin lehinde olan her şeyi
destekliyoruz, köylünün lehinde olan her şeyi destekliyoruz; tabiî ki,
emeklisi, işçisi, memuru, esnafı, sanayicisi de var. Ancak, Sayın Bakana da
buradan hayırlı uğurlu olsun diyorum, tebrik ediyorum, başarılar diliyorum.
İnşallah, Diyarbakır'dan çıkan Bakanımız, kaçak giren hayvanları öncelikle
önler, hayvancılığımızı da geliştirir, tarımı da geliştirmiş olur.
Biz, tarım sigortasını destekliyoruz; ama,
birincisi, devletin belli bir süre kesinlikle tarım sigorta primini
desteklemesi lazım, çiftçinin alışması için.
İkincisi; çiftçilerin tarım sigortasına ne
kadar yardım edecek; yani, bugün, Amerika'daki çiftçiler Türkiye'deki
çiftçilerden çok önde; ama, Amerika, çiftçisine yüzde 60 sigorta prim desteği
veriyor. Türkiye ne kadar verecek? Bu yasada, çiftçilere ne kadar sigorta primi
desteği verileceği belli değil. Şimdi, ben buradan söylüyorum: Cumhuriyet Halk
Partisi olarak diyoruz ki -önergemiz de var- çiftçilere Amerika yüzde 60,
İspanya yüzde 50 sigorta primi desteği verirken, Türkiye ne kadar verecekse bu
kanuna koysun. Kanuna koysun ki, belli olsun. Eğer kanuna koymuyorsa, o zaman
bu iş muallakta oluyor değerli arkadaşlar. Bu açıdan, mutlak surette,
kesinlikle bu kanun tasarısına, devlet, hükümet, çiftçiye ne kadar prim desteği
verecekse bunu koyması lazım.
Üçüncüsü; 2090 sayılı bir kanun var.
Biliyorsunuz, bu kanunda, çiftçinin tüm mal varlığının yüzde 40'ı hasar görürse
yardım ediyor. Bu, yanlıştır. Bunun da düzelmesi lazım. Çiftçinin hangi malı
-bire bir, tarlasının yüzde 40'ı veya çayırının yüzde 40'ı veya hayvanlarının
yüzde 40'ı- telef olmuşsa onun zararını vermesi lazım. Aksi takdirde, sadece
"tümünün" dediğiniz zaman -yani, o zaman adamın evi yıkılacak,
hayvanları telef olacak, tarlası gidecek, çayırı gidecek- zaten adama bir şey
kalmıyor; siz yüzde 40 verseniz ne olur, vermeseniz ne olur. Onun için bunun da
düzelmesi lazım.
Dördüncüsü; arkadaşlar, en önemlisi, bir
kere, bölgeler arasında büyük fark var, iklim şartları… Doğu ve güneydoğu
çiftçisi, yılda bir defa mahsul ya alabiliyor ya alamıyor; ancak, batıdaki
çiftçilerimiz yılda üç defa mahsul alıyor. Bu açıdan, sigorta priminin doğu ve
güneydoğudaki, yani, kalkınmada öncelikli illerden, yani, iklim şartları da
gözönünde tutularak, mutlak surette sigorta primi alınmaması lazım.
MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) - Özellikle
Ardahan'dan alınmaması lazım!..
ENSAR ÖĞÜT (Devamla) - Evet, Ardahan'dan
ve o bölgeden alınmaması lazım. Niye; bakın, arkadaşlar, şu anda Ardahan'da
soba yanıyor. Dağlarda kar var. Ben, geçen hafta Ardahan'daydım; yani, o kadar
zor şartlarda… Van'da da aynıdır, Erzurum'da da aynıdır, Kars'ta da aynıdır.
Kars çiftçisi de perişan, Artvin çiftçisi de perişan, Erzurum… Türkiye geneli,
Edirne'den Ardahan'a kadar; ama, şunu söyleyeyim: Ben, buradan, şu resmi Sayın
Bakana göstereceğim.
Sayın Bakanım, yeni bir olay. Sayın
Bakanım, şuna bakabilir misiniz, Mehdi Bey… Şu "şap hastalığı
başladı…" Bunu, bugün, gazeteci Fakir Yılmaz bana gönderdi. Şap hastalığı
Ardahan'da başladı ve bu da resmidir; hayvanın ayağını gösteriyor. Lütfen,
sizden istirham ediyorum, şap hastalığıyla ilgili gerekli talimatları verin,
tedbirleri alın; bu çok önemli.
Beşincisi, Ardahan'ın şu anda hasar gören
köyleri var; Tepesu Köyü, Kocaköyü, Yaylacık Köyü, Küçüksütlüce, Büyüksütlüce,
Alagöz Köyleri… Onun dışında, Gölgeli, Taşlıdere, Samanbeyli Köyü, Ölçek Köyü,
Hoçuvan, Hasköy, Tunçoluk, Otbiçen, Lehimli, Binbaşar, Bayramoğlu,
Yaylakarakolu, Hacıali, Beşiktaş, Dağcı Köyü, Çalabaş, Çobanlı Köylerinde her
evden 10'ar, 15'er tane hayvan telef olmuştur, tarlaları, çayırları zarar
görmüştür. Bunların da -lütfen not alın- araştırılması yapılarak, bu
vatandaşlarımıza yardım edin. En önemlisi, Hoçuvan, Samanbeyli Köyü, maalesef
ve maalesef, işte, burada "Züğürt Ağa filmi gerçek oldu…" Bakın, bunu
arkadaşlar size gösteriyorum, Sayın Bakanım siz de bakın. "Züğürt Ağa filmi
gerçek oldu…" Adamlar köyünü satıyorlar. Evet, satılık köy. Ardahan
merkeze bağlı Samanbeyli Köyü çiftçileri, borçlarını ödeyemedikleri için,
yolları olmadığı için, suları olmadığı için, okulları olmadığı için köyünü
satıyorlar.
CAVİT TORUN (Diyarbakır) - Ne kadar fiyat,
ne kadar?
ENSAR ÖĞÜT (Devamla) - Ne kadar verirsen o
kadar, sana vereceğim; yemin ediyorum.
İşte, burada. Ben geçen hafta oradaydım.
İnanın çok üzüldüm. O insanlar perişan. Çocuğunun ayakkabısını alamıyor
arkadaşlar; yani, çocuğunu okutamayan, ayakkabı alamayan, hayvanı para etmeyen
bir köylü, artık, yani, köyünü sattıktan sonra herhalde sıra kendisine gelecek,
organlarını satacak bu defa da. Türkiye'nin gerçeği bu, değerli arkadaşlar.
İşte, bu, basından...
Değerli arkadaşlar, burada, şunu
söyleyeyim: Çok fazla da uzatmak istemiyorum; ama, bir kere en üzücü konu,
Türkiye'de ilk defa, otuz yıldan sonra, cumhuriyet tarihinde ilk defa buğdaya
kota kondu. 30 tondan fazla buğday alınmıyor. Ofisler 30 tondan fazla almıyor.
Bu ne demek; çiftçinin…
ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Size yanlış bilgi
verilmiş.
ENSAR ÖĞÜT (Devamla) - Hayır efendim,
bendeki bilgiler bu, aynen.
ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Emanete
koyabiliyor.
ENSAR ÖĞÜT (Devamla) - Emanete ne olacak?!
Bakın, Ramazan Bey gülüyor. Yapmayın arkadaşlar.
Bakın, yani, ofise, adam 30 tondan fazla
veremiyor. Bu, çok acı bir gerçek değerli arkadaşlar. Ne demek yani; adam
üretiyor, buğday var, zaten binbir zorlukla üretiyor; onu da, "30 tondan
fazla veremeyeceksin kardeşim, 30 ton alırım, gerisini ne yaparsan yap…"
Değerli arkadaşlar, bakın, nüfusumuzun
yüzde 40'ını oluşturan çiftçi, köylü alınteriyle geçiniyor; onlar üretiyor, biz
yiyoruz, halk yiyor; yani, yüzde 40'ını oluşturan bir nüfusa, bir topluma,
yani, çiftçiye, mutlak surette prim desteği vermemiz lazım; yani, kota
konulmaması lazım.
Ben, inanıyorum, Sayın Bakanım çok iyi
niyetli, bu konuda profesyoneldir, güveniyorum, bir de televizyon programımız
olmuştu, hakikaten bilgili de; çiftçinin hak ettiği primi ve desteği
verecektir, hayvancılığa hak ettiği primi, desteği vereceğine inanıyorum ve iyi
niyetle buna inanıyorum; çünkü, başka yolumuz yok değerli arkadaşlar.
Demokraside, halk bizi seçmiş, buraya göndermiş, çare bulacağız. Yani, biz
muhalefetiz diye, ben muhalefetim çamur atayım şekli değil, yol gösterelim,
birbirimize yardımcı olalım. Yani, siyaset yapıp kötülemenin dışında, çareyi
bulmamız lazım, uzlaşmamız lazım. O uzlaşıyı da, Türkiye Büyük Millet
Meclisinde yapacağız değerli arkadaşlar. O bakımdan, ben, Sayın Bakanı
destekliyorum; ancak, istirham ediyorum, hayvancılık bölgesi olan Kars,
Ardahan, Erzurum, Ağrı İllerini, bu bölgeyi pilot bölge yaparak, damızlık
hayvan yetiştirilmesiyle ve süt hayvanı yetiştirilmesiyle ilgili bir çalışma
yaparsanız, o bölgedeki insanların yüzde 95'i hayvancılıkla geçiniyor Sayın
Bakanım; çünkü, tarım yok değerli arkadaşlar. Ben, bir hafta önce geldim, şu
anda, halen dağlarda kar var, sobalar yanıyor. İnanın, insanlar, orada, anadan
doğma askerlik yapıyor. Aslında, devletin, oradaki insanlara para vermesi
lazım. Yani, gidin görün, gelin benim misafirim olarak; yemin ediyorum, o
insanların orada durması, bizim için büyük bir avantajdır, Türkiye Cumhuriyeti
için büyük bir avantajdır. Yani, o bölge, kırküç yıl, 1878'den 1918'e, 1921'e
kadar işgal altında kaldı; ama, toplum, benliğini kaybetmedi, kültürünü
kaybetmedi, halen "vatanım, milletim" diyor ve cumhuriyet
kurulduğundan beri… Ardahan'ın 237 köyü var; 237 köyünün yüzde 60'ında su yok
arkadaşlar. İnanın, Hanak'ın Koyunpınar Köyü var; oradaki köylüler
"dedelerimiz su içmeden öldü, biz de su içmeden öleceğiz; ama, hiç
olmazsa, çocuklarımız su içmeden ölmesin, çocuklarımız su içsin" diyorlar.
Bir şey daha söyleyeyim değerli
arkadaşlar. Şu anda, devlet, Doğu Anadoluda yıpranıyor, güneydoğuda korkunç
yıpranıyor. Niye biliyor musunuz; Köy Hizmetleri, özel idarelere, valiliklere
devredildi, Köy Hizmetlerinin, dozerine, kamyonuna mazot koyacak parası yok,
mazot parası yok. Böyle bir devlet olabilir mi?! Arkadaşlar, devleti, biz,
Büyük Millet Meclisi temsil ediyor, buna çare bulacağız. Sayın Bakanım,
hakikaten çok önemli... Geçen gün üç köyün yolu açılacak, demişler ki:
"Mazotu koyun, dozeri verelim." Kaç lira mazot; 10 milyar lira. 4
kilometrelik bir yolun açılmasına 10 milyar liralık mazot gidiyor; köylü nasıl
versin. Bana telefon açtılar "siz gönderin veya başka bir yerden
bulun" diyorlar.
Değerli arkadaşlar, devleti bu kadar acze
düşürmenin bir anlamı yok, düşürmeyelim; istirham ediyorum… Tamam, Köy
Hizmetlerinin devredilmesi bize göre yanlıştı; ama, devredildiyse, artık, özel
idarelerdeki, valiliklerdeki genel sekreteri belirleyin; hatta, Köy Hizmetleri
müdürlerini genel sekreter yapalım; o Köy Hizmetleri müdürleri, valiliklerle,
özel idarelerle, alınan kararlara göre, köylere hizmet götürsünler. Tahmin
ediyorum, Türkiye'nin başka bölgelerinde de vardır; çünkü, Yozgatlılar da aynı
şeyi söyledi "bizde de aynı, mazot parasını verirsen yolunuzu açarız'
diyorlar." Yahu, böyle bir devlet olabilir mi arkadaşlar?! Mazot parasını
veremeyen Türkiye Cumhuriyeti Devleti olamaz.
Değerli arkadaşlar, fazla zamanınızı almak
istemiyorum; ama, devlet bizim, vatan bizim, millet bizimdir. Bu Büyük Millet
Meclisi de kolay kurulmamıştır. Burası da bizim olduğuna göre, uzlaşarak,
hükümetin, bu yoksul insanlara, köylülere destek verip, çiftçilerimize, tarımla
uğraşanlara, hayvancılıkla uğraşanlara
destek vermesi lazım. Özellikle doğu ve güneydoğuyu pilot bölge yaparak,
kalkınabilecek bir konuma getirmesi gerektiğine inanıyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum.
Teşekkür ederim. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Öğüt.
Şahsı adına söz isteyen, Giresun
Milletvekili Adem Tatlı?..
Adana Milletvekili Recep Garip?..
Manisa Milletvekili İsmail Bilen?..
Hatay Milletvekili Mehmet Eraslan.
Buyurun Sayın Eraslan.
MEHMET ERASLAN (Hatay) - Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Tabiî ki, az önce de ifade etmeye
çalıştığım gibi, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, Türkiye'nin, tarımsal ürünleri
ihraç eden; ama, minimum düzeyde tarımsal ürünleri ithal eden bir konumda
olması gerektiğini vurguladım, çiftçimiz adına, çiftçi sektörü adına,
üreticimiz adına; fakat, pamuk zamanı pamuk ithal ediyoruz, mısır zamanında
mısır ithal ediyoruz, buğday ithal ediyoruz ve her şeyi ithal eden bir konuma
gelerek, çiftçimizi de, bu noktada kendi sıkıntılarıyla, kendi dertleriyle,
kendi sorunlarıyla baş başa bırakıyoruz.
Şimdi, tabiî ki, ihraç eden bir ülke,
ihraç eden bir Türkiye olabilmek için mutlaka çiftçimizin desteklenmesi
gerektiğini, mutlaka çiftçimizin gözardı edilmemesi gerektiğini ve çiftçimizin
yanında olunması; devlet desteğinin, siyasî otoritenin, hükümetin destekleriyle
beraber çiftçinin yanında olması gerektiğini ifade etmek istiyorum.
Bakıyoruz, Avrupa Birliğinde yılda 50
milyar euro çiftçiye destek veriliyor, Amerika Birleşik Devletlerinde 70-75
milyar dolar çiftçiye destek veriliyor; ama, Türkiye'de, sadece, yılda 2,5
milyar gibi çok küçük bir oran olarak destek verilmeye çalışılıyor ve
çiftçimizden dünya piyasasıyla yarışmasını istiyoruz; yüksek girdi maliyetleriyle,
yüksek gübre fiyatlarıyla, yüksek mazot fiyatlarıyla ve yüksek primlerle dünya
piyasasında rekabet etmesini bekliyoruz; böyle bir rekabet olamaz. Böyle bir
rekabeti yüksek girdi maliyetleriyle, böyle bir rekabeti dünyayla, Avrupa'yla
yakalama şansımız yok; ülkenin de böyle bir şansı yok, Türk çiftçisinin de
böyle bir şansı, maalesef, yok.
Dolayısıyla, çiftçimizin birçok sorunu
var. Çiftçimizin sadece sorunu, para kazanamamak değil. O ürünü yetiştirirken,
yani, çay üreticisi de öyle, pancar üreticisi de öyle, pamuk üreticisi de öyle,
buğday üretici de öyle… Hulasa, tarımsal ürün üreten bu sektörün sıkıntısı,
sadece dünya piyasasıyla yarışmak değil, sıkıntısı sadece yüksek girdi
maliyetleriyle ürününü üretmek değil, aynı zamanda, bu ürettiği ürünü,
maalesef, kâr edemeyerek, zarar ederek satmakla karşı karşıya. Dolayısıyla,
tarlasını satmak durumunda kalıyor, traktörünü satmak durumunda kalıyor,
Bağ-Kur primini ödeyemiyor. Bağ-Kur primini ödeyemediği için, kendisi de,
ailesi de, çoluk çocuğu da, maalesef, devletin sunduğu sağlık hizmetlerinden istifade
edemiyor. Aynı zamanda, devletin sunduğu bu sağlık hizmetlerini alamamalarını,
devletin, maalesef, daha doğrusu, iktidarın, siyasî otoritenin büyük bir ayıbı
ve büyük bir yanlışıdır şeklinde değerlendiriyorum.
Şimdi, Avrupa'da bu kadar destek
verilirken, Avrupa Birliği sürecinde biz tarım sektörünü, yüzde 40 oranında
olan bu tarım sektörünü yüzde 20'ye düşürme taahhüdünde bulunuyoruz. IMF’yle
yapmış olduğumuz ikinci stand-by anlaşmasıyla, yine, tarımsal desteklerin
azaltılacağı, kısılacağı vaadini veriyoruz. IMF'yle vermiş olduğumuz niyet
mektubunda, yine, tarım sektörüne… Zaten, hiçbir sektöre gereken transferleri,
gereken sübvansiyonları yapamıyoruz; ama, tarım sektörü çok farklı. Esnaf,
sanatkârlara yeterli derecede veremiyoruz, diğer yatırımcılarımıza yeterli
derecede veremiyoruz; ama, tarım sektörü çok farklı…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Eraslan, lütfen, toparlar
mısınız; 1 dakika eksüre veriyorum.
Buyurun.
MEHMET ERASLAN (Devamla) - Toparlıyorum
Sayın Başkanım.
IMF'ye vermiş olduğumuz niyet mektubunda,
yine, tarım alanında faaliyet gösteren çiftçimize, köylümüze destek
vermeyeceğimizi, destek olmayacağımızı, maalesef, bildirmiş bulunuyoruz.
Dolayısıyla, IMF'ye dayalı bir tarımsal politika mümkün değil. IMF'ye dayalı,
sübvansiyonları kısarak, transferleri kısarak, primleri kısarak, destekleri
kısarak, IMF'ye dayalı bir malî politika gütmemiz mümkün değil, tarımsal bir
politika gütmemiz mümkün değil. Sıkı para politikalarıyla, sıkı maliye
politikalarıyla Türkiye'yi bir adım daha ileriye götürmek ve insanımıza
yaşayabilir, haysiyetine, onuruna yaraşır ve yakışır bir hayat standardı
sunmamız mümkün değil. Bunların tekrar gözden geçirilmesi gerektiğini
söylüyorum, Sayın Bakanımızdan da bunu tekrar istirham ederken, yeni
görevlerinde başarılar diliyorum. (Bağımsız sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Eraslan.
Madde üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır.
Maddeyi…
III. -
YOKLAMA
(CHP sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)
HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, yoklama
istiyoruz.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 11 inci
madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddenin oylamasından önce bir yoklama
talebi vardır; ancak, yoklama talebini işleme koyabilmem için yoklama talebinde
bulunan arkadaşlarımızı tespit edeceğim.
Sayın Koç, Sayın Emek, Sayın Ekmekcioğlu,
Sayın Öğüt, Sayın Hacaloğlu, Sayın Aslanoğlu, Sayın Ören, Sayın Kesimoğlu,
Sayın Baloğlu, Sayın Ercenk, Sayın Araslı, Sayın Yücesan, Sayın Sözen, Sayın
Eraslan, Sayın Kandoğan, Sayın Türkmen, Sayın Koç, Sayın Koçyiğit, Sayın Kaya,
Sayın Özcan.
Yoklama isteğini yerine getireceğim.
Elektronik cihazla yoklama yapacağız.
Adlarını okuduğum sayın milletvekillerinin
yoklama için elektronik cihaza girmemelerini rica ediyorum.
Yoklama için 3 dakika süre veriyorum ve
yoklama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, toplantı yetersayısı vardır.
VIII.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
2.- Tarım
Sigortaları Kanunu Tasarısı ve Tarım, Orman ve Köyişleri ile Plan ve Bütçe
Komisyonları Raporları (1/865) (S. Sayısı: 879) (Devam)
BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
12 nci maddeyi okutuyorum:
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Riskler, Sigorta Sözleşmeleri, Havuza Katılım,
Reasürans, Yardım ve Destekler
Havuz tarafından teminat altına alınacak
riskler
MADDE 12.- Kurul, Bakanlığın teklifi üzerine, Bakanlar Kurulunca kapsama
alınan bitkiler, bitkisel ürünler ve seralar, tarımsal yapılar, tarım alet ve
makineleri ile çiftlik hayvanları için kuraklık, dolu, don, sel, taban suyu
baskını, fırtına, hortum, deprem, heyelan, yangın, kaza ve zararlılar ile
hayvan hastalıklarının neden olacağı zararların ve/veya tarım sektörü
bakımından önemli görülecek diğer risklerin teminat altına alınması için
gerekli çalışmaları yürütür.
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına ve şahsı adına söz isteyen Antalya Milletvekili Nail
Kamacı; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz 15 dakika.
CHP GRUBU ADINA NAİL KAMACI (Antalya) -
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; görüşülmekte olan kanun tasarısının 12 nci
maddesi hakkında şahsım ve Grubum adına söz almış bulunuyorum; hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle, bu tasarının çok şanssız bir
tasarı olduğunu ifade etmek istiyorum; çünkü, geçen gün, 21 maddelik bu kanun
tasarısının 10 uncu maddesi görüşülürken eski Bakan görevinden alındı veya
istifa etti. Bu anlamda, gerçekten bu tasarı görüşülürken niye eski Bakan
sonuna kadar beklemedi, onu merak ediyorum; ama, bu merakım şu anlamda değil;
yani, AKP'nin içişlerine karışmak anlamında söylemiyorum; ama, geçtiğimiz
günlerde Sayın eski Bakanın bir açıklaması vardı; "ben bu görevden istifa
etmedim, ettirildim" dedi eski Bakan Sayın Zeki Ergezen. Şimdi, bu, şu
anlamı taşıyor: 1983 sonrasında oluşan siyasî ortamda, bakanlar göreve gelmeden
önce, maalesef, boş, imzalı kâğıt veriyorlardı; yoksa, buna benzer bir olay mı
yaşanıyor? Biz, hem AKP olarak hem Cumhuriyet Halk Partisi olarak, 2002 yılı
seçimlerinden sonra, siyasete bir değer getireceğiz, bir etik getireceğiz
diyorduk; yoksa, bunları unuttuk mu, bunlar mazide mi kaldı diye değerlendiriyorum.
Bu anlamda, bu tasarıyı konuşurken, sizin içişlerinize karışmak gibi bir amacım
değil; ama, bir siyasetçi olarak, burada, bulunan bir milletvekili olarak,
siyasetin değerlerini korumak amacıyla, böyle bir şeyi söylemeyi kendime görev
sayıyorum.
Yine, aynı şekilde, biraz önce, Sayın
Bakanım, gündemdışı konuşmaya cevap verirken, bölge milletvekilleriyle beraber,
Antalya'nın ve diğer bölgelerdeki oluşan, Rusya'nın ithalatına dayanan sistemin
durdurulmasıyla ilgili toplantı yaptığını söyledi. Ben, Antalya milletvekiliyim
ve bölge milletvekiliyim; Adana milletvekilleri var, Hatay milletvekilleri var,
Mersin milletvekilleri var, Muğla milletvekilleri var; sanıyorum, bizi o
değerlendirmenin içine almadı; hangi bölge anlamında, kapsamında düşündüyse
bunu, bizi çağırma gereği duymadı. Bu anlamda, ne yapıldığına dair bir bilgimiz
yok.
TUNCAY ERCENK (Antalya) - Yeni daha, yeni…
NAİL KAMACI (Devamla) - Ancak, Rusya'yla
ilgili gelişmelerle ilgili bir konuyu özellikle gündeme taşımak istiyorum.
Değerli arkadaşlar, bu ülkede, eski bakanımız da söylerdi, bu ülkenin ithal
etmeye hakkı yok derdi; ama, kaçak et girmeye devam ederdi, kaçak narenciye
ürünleri girmeye devam ederdi, kaçak domates ürünleri girmeye devam ederdi;
bugün de aynı şeyler olmaya devam ediyor.
Bunu nereden biliyorsun diyeceksiniz;
bakın, Kumluca Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Alaattin Aytekin'in gönderdiği
bir faks var; sorunun çözümü için acil tedbir alınmasını isteyen Aytekin,
Rusya'nın, bu konuda yedi aydır Türkiye'yi uyardığını, ancak, önlem alınmadığı
konusunda bilgiler geldiğini söylüyor. Yine, bu sezon, narenciye ürünlerinde,
Akdeniz beyazsineği konusunda sorunlar yaşandığına dikkati çeken Aytekin,
ancak, Türkiye'den Rusya'ya narenciye ihracı yapılmadığını söylüyor. Aytekin,
şöyle diyor: "Bu yıl narenciyede Akdeniz beyazsineğinden söz ediliyor; ancak,
Türkiye'den narenciye ihracatı yapılmadı. İhracatçılarımız, başta Mısır olmak
üzere, diğer Akdeniz ülkelerinden aldığı ürünü ihraç etti." Bakın, bu çok
önemli; bizim ülkemizdeki narenciye ürünlerimiz Hatay'da, Mersin'de, Antalya'da
ve Muğla'da duruyor; bizim ihracatçılarımız, daha fazla paralar kazanmak için
Türkiye'nin itibarını düşürüyorlar; yani, Mısır'dan, Cezayir'den ve başka
yerlerden narenciye ürünleri alıp, kalitesiz ürünleri, özellikle Akdeniz
beyazsineği olan ürünleri alıp, bizim ülkemizin ihracatını baltalıyorlar. Bu
konuda, acaba, Tarım Bakanlığı, dışticaretle uğraşan bakanlık ne yapıyor,
sormak gerekiyor değerli arkadaşlar. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlar, biraz önce de
söyledim, Sayın Bakana başarılar diliyorum; ancak, Türkiye'de, bakanların
değişmesiyle eğer bazı çözümler olmuş olsaydı, bu ülkede birçok sorun şimdiye
kadar çözülmüş olurdu; ancak, bu konu yapısal bir konudur, yapısal bir
sorundur, sadece bakanların değişmesiyle değişebilecek, gelişebilecek, tarım
ürünlerimizin kalitesini artırabilecek veya ihracatımız artırabilecek bir durum
değildir.
Bunun kökeni 24 Ocak 1980 tarihî
kararlarıyla atılmıştır. O zaman, Türkiye'de, ihracata dayalı bir sistem ve
ithalata dayalı bir sistem çıkarılmıştır ve özellikle tarım ürünlerine
uygulanan sübvansiyon kaldırılmıştır. Bunun kaldırılmasıyla beraber, öncelikle
Türkiye Ziraî Donatım Kurumu, arkasından Süt Endüstrisi Kurumu, arkasından Et
ve Balık Kurumu ve arkasından Ziraat Bankası…
Geçen gün Ziraat Bankası Sayın Genel
Müdürüyle konuşuyorum, verdiğiniz kredilere yüksek sigorta yapıyormuşsunuz,
bunu biraz düşürmek gerekir diyorum, çiftçinin adına diyorum. "Eğer bizde
uygun değilse, gitsin başka bir bankada yaptırsın. Biz, kimseye, muhakkak bize
gel de bizde sigorta yaptır demiyoruz ki" diyor.
Önemli olan, ülkedeki siyasete, yani,
tarıma bakış açısının değişmesidir. Bunu
değiştirmediğiniz zaman, kaç bakan değiştirirsek değiştirelim, hiç önemi
yok değerli arkadaşlar.
Bakın, daha geçen gün 49 tane teşvik
getirilen ilde, siz, sera ürünleriyle ilgili teşvik maddesi koydunuz. Yani,
bugün Antalya'nın, Muğla'nın, Mersin'in birçok yerinde hazır seralar varken,
siz, olmayacak yerlere teşvik vererek, o seraların durumunu kötüye doğru
götürüyorsunuz. Seracılık, eskisi gibi kâr getiren bir uğraş olmaktan çıktı.
Bunun sebebi, daha seracılık mevsimi başlamadan, dışarıdan, Lübnan'dan,
Suriye'den kalitesiz malların bu ülkeye girmesindendir. Hatta, İran'dan karpuz
giriyor, İran'dan patlıcan giriyor. Bunların önlemini almadığınız sürece,
Türkiye'deki çiftçiyi korumak mümkün değildir değerli arkadaşlar.
Şimdi, bunları söylüyorum; bakın, sadece
size de söylemiyorum, 24 Ocak kararlarının sonucudur bunlar; pazzılın
birleştirilmesidir bu; çiftçiyi öldürmenin son aşamasıdır bu; bunu yapmaya
çalışıyorsunuz şu anda. Bir gün, geleceksiniz, burada şunu diyeceksiniz: Keşke
onları yapmasaydık. Bakın, içinizden ayrılıp giden arkadaşlarımızın şu anda
konuştuklarını duyuyorsunuz. Ne söylüyorlar; "çiftçiye daha fazla destek
vermeliyiz" diyorlar; ama, burada otururken bunu söylemiyorlardı.
Bence, şöyle yapmak lazım: Gerçekleri
burada söylemek lazım, gerçekleri buradan bahsetmek lazım değerli arkadaşlar.
Yoksa, ileride, milletvekilliği bittikten sonra, herhangi bir yerde, bunları
niye yapmadım diye kendimize sormak çok doğru olmayacaktır değerli arkadaşlar;
çünkü, bu ülkede, şu anda tarımda uğraşan yüzde 35 kesim vardır. Bu kesim, şu
anda gayri safî millî hâsıladan yüzde 12 alıyor. Hep "Türkiye'de 1 kişinin
yıllık geliri 4 000 dolara çıktı" diyorsunuz ya, ben, bunun doğru dürüst
paylaşıldığına inanmıyorum, hakça paylaşıldığına inanmıyorum, adaletli şekilde
paylaşıldığına inanmıyorum. Tarım kesimi yoksulluğa mahkûm ediliyor değerli
arkadaşlar. Tabiî, onların bir İstanbul yaklaşımı yok, onların bir Ankara
yaklaşımı yok, onların bağlı bulunduğu ziraat odaları başkanlarının da yasal
yönden elleri kolları bağlı, hiçbir şey yapamıyorlar. Bu anlamda, arkadaşlar,
bu konuda ekonomik güçleri olmayan insanları ezmeyelim; bu haksızlıktır, bu
adaletsizliktir ve bu doğru değildir. Birçoklarınızın da böyle düşündüğünü
biliyorum.
Daha biraz önce Manavgat-Taşağıl'dan
söylediler, buğdayın kilosu 270 000 lira, 270 000 lira…
Diyordunuz ki geçen günlerde, evet, mazot
fiyatlarını düşürdük. Ben, doların artışını, düşüşünü söylemiyorum; düşürdünüz
de ne oldu; saat 18.46 itibariyle mazot fiyatlarına yüzde 3,7 koydunuz,
artırdınız. Saat 18.46'da, mazot fiyatlarını yüzde 3,7 artırdınız. Şimdi,
azalttık diyorsunuz; ama, arkasından artırıyorsunuz; yani, kaşıkla verdiğinizi
kepçeyle alıyorsunuz. Bu, doğru bir yaklaşım değil değerli arkadaşlar.
Şimdi, Tarım Sigortaları Kanunu elbette ki
önemli ve gerçekten, bu konuda çalışan herkese teşekkür ediyorum, özellikle
Komisyondaki arkadaşlara; ancak, bence, tarım sigortalarından önce,
küreselleşmeye karşı tarım ürünlerine bir sigorta getirilmesi lazım. Bunun
anlamı nedir?
Değerli arkadaşlar, 1995'te kurulan Dünya
Ticaret Örgütü, bu yılın sonunda Hong Kong'ta toplantı yapacak. Bu toplantının
sonucunda, daha önce 11 sektörde sınırları açtığımız, ticarî hizmetler,
haberleşme hizmetleri, inşaat ve mühendislik hizmetleri, dağıtım hizmetleri,
eğitim hizmetleri, çevreyle ilgili hizmetler, malî hizmetler, sağlık ve sosyal
hizmetler -bu kanun tasarılarının çoğu geçti buradan- turizm ve seyahat
hizmetleri, eğlence, kültür ve spor hizmetleri, ulaşım hizmetleri ve diğer
hizmetler, önümüzdeki yıldan itibaren Türkiye'nin ve diğer ülkelerin, gelişme
yolundaki ülkelerin, bu Dünya Ticaret Örgütüne tarım konusunda taahhütlerini
bildirmesini istiyorlar.
Ben, şimdi, Sayın Bakana soruyorum: Bunun
tarihi 31 Mayıs 2005'ti; yani, Türkiye, taahhütler listesini 31 Mayıs 2005
tarihinde verecekti. Verdi mi vermedi mi? Ben, bir milletvekili olarak bunu
soruyorum. Bunu, ilgili yerlerden, ilgili yerlerden öğrenemedim, ilgili
bakanlıklardan öğrenemedim; acaba, bunu biz verdik mi vermedik mi; tarım
konusunda taahhütleri verdik mi vermedik mi, sınırları açtık mı açmadık mı?
Eğer açarsak, öncelikle pancar konusunda veya et konusunda, sebze ve meyve
konusunda Türkiye cennet olacaktır.
Değerli arkadaşlar, Türkiye'nin
yarışabileceği iki sektör vardır; bir tekstil, bir de turizm. Diğerlerinde
bizim sektörlerimize destek vermeden o sektörlerin ayakta durması mümkün
değildir; hele tarım ülkesi olan Türkiye'de -AB ülkelerinin tarımı bu kadar
desteklediği bir yerde- bizim çiftçilerimize destek vermeden o çiftçilerin
ürünlerini kıymetlendirmek mümkün değildir. Bu anlamda, biz, dışarıdan gelen
ürünler karşısında çiftçimizin ayakta durmasını nasıl sağlayacağız?! Elimizi
vicdanımıza koyalım, nasıl sağlayacağız?! Çünkü, diyecek ki, ben istediğim anda
Türkiye'nin herhangi bir yerinde nohut satabilirim, herhangi bir yerinde
portakal satabilirim, herhangi bir yerinde başka bir şey satabilirim. Bunu
nasıl önleyeceksiniz?! İmza atmışsınız; 1995 yılında, on yıl sonra bütün
hizmetlerde gümrüklerin sıfırlanması konusunda imza atmışız.
Arkadaşlar, bizim ülkemizde zaten sosyal
konularda sıkıntılarımız var. İşte, bu Meclis bazı komisyonlar kurdu,
uyuşturucuyla ilgili, sokak çocuklarıyla ilgili. Bizim, zaten, yüzde 35'imiz,
yüzde 40'ımız kırsal kesimde yaşıyor. Kırsal kesimde yaşayanları, şehrin
varoşlarına getirip de, orada, gecekondularda esrarcı mı yapalım, tinerci mi
yapalım, kapkaççı mı yapalım?! Bakın, bu gidişat budur, bunun sonu budur. Başka
ülkelerin çocuklarına bir şey olmaz; çünkü, onlar, daha fazla kazandıkça, daha
iyi oluyorlar. Kimden kazanacaklar bunu; Türkiye gibi gelişme yolundaki
ülkelerden kazanacaklar veya Afrika ülkeleri gibi az gelişmiş ülkelerden
kazanacaklar.
Değerli arkadaşlar, şunu iyi biliyorum:
Geçmiş dönemlerde bu Parlamentoda bulunan arkadaşların birçoğunu izliyordum ve
bunların birçoğu da benimle aynı şeyleri konuşuyorlardı. Ne oldu bize, ne oldu
bize?! Yani, bu iktidar, Türk Halkının isteğiyle olmadı mı; bu muhalefet, Türk
Halkının isteğiyle olmadı mı?! O yüzden, bizim kime verecek hesabımız var?! Bu
memlekette sadece Türk Halkına verecek hesabımız var, başka kimseye yok. Bakın,
şurada birbirimizle konuşamıyoruz bile, konuşurken laf atıyoruz; laf atıyoruz
da, Brüksel'e laf atamıyoruz, Washington'a laf atamıyoruz. Böyle bir siyaset
anlayışı olmaz.
Biz, kendi gücümüzle ayaklarımızın üstünde
duracak kapasiteye sahibiz. Biz, bu dünyada hükmetmiş bir geleneğin
torunlarıyız. O anlamda, Sayın Çelik, sizin konuşmalarınızı daha önce de
dinledim ben, aynı şeyleri siz de söylüyordunuz burada, Refah Partisi
döneminde.
Bu anlamda, bu yasa tasarısı önemli;
ancak, desteği azdır. Bunun desteklerinin artırılması dileğiyle, hepinize
saygılar, sevgiler sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Kamacı.
Madde üzerinde, şahsı adına söz isteyen
Sayın Özkan Öksüz; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Sayın Başkan,
değerli milletvekili arkadaşlarım; 12 nci madde üzerinde şahsım adına söz almış
bulunuyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Buraya çıkan tüm Cumhuriyet Halk Partili
arkadaşlar, yasa ne getiriyor ne götürüyor, yasanın önemi nedir, bunun üzerinde
hiç duran olmadı ve burada, tarım üzerinde bir hayli politikalar ürettik.
Arkadaşlar, bu yasayı, bugüne kadar hiçbir
hükümet getirmemiştir, cesaret bile etmemiştir. Bu yasa, bir devrim niteliğinde
bir yasadır.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Devrim
diye ikidebir söylemeyin, ne devrimi ya! Siz devrim görmemişsiniz; devrim çok
başka bir şey.
ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Arkadaşlar,
sigorta yasasını hiçbir hükümet getirmemiş; sizin dahi dışarıdan desteklemiş
olduğunuz hükümetler bile getirmemiştir. Bunu biz getirdik. DYP'deki arkadaşlar
da konuşuyor, onlar da buraya iki üç defa hükümet oldular; hiçbiri getirmedi.
Arkadaşlar, bunu kabul edelim, bunun bir
devrim yasası olduğunu kabul edelim. Bugüne kadar, hiçbir sigorta şirketi, bir
dona, bir afete, bir sele ve diğer şeylere, hiçbir sigorta yanaşmadı ve sigorta
yapmadı. Şu anda, devletin güvencesi altına aldık bunları.
Şimdi, demin, Nail Bey, eskiden bizim
komisyondaydı…
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Evet,
çok güzel konuştu.
ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Şimdi, Nail Beye
ben bir şey soruyorum:
Arkadaşlar, şu anda Avrupa ülkeleri içinde
gayri safî millî hâsıladan tarıma en çok desteği veren -Avrupa dahil, Amerika
dahil- Türkiye'dir. (CHP sıralarından "Oo…" sesleri)
Arkadaşlar, o zaman ben size raporu
veriyorum. Bakın, bir şey söylüyorum...
BAŞKAN - Lütfen, sayın milletvekilleri…
ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - OECD ülkelerini...
OECD'nin yayınlamış olduğu rapordan okuyorum.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Bu
kadar olmaz, yapmayın yahu!..
YILMAZ KAYA (İzmir) - Bu da devrim!..
ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Lütfen…
Arkadaşlar, ben bir şeyi söylerken bir şeye dayanarak söylüyorum.
TUNCAY ERCENK (Antalya) - Kürsüye
dayanarak (!) söylüyorsun.
ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - OECD'nin
raporundan... Tarıma ayrılan pay, gayri safî millî hâsıla içindeki pay
Türkiye'de yüzde 4,41; Amerika'da yüzde 0,82; Avrupa Birliğinde yüzde 1,12'dir
arkadaşlar.
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Onun yılını da
söyleyin.
ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Yıl 2004…
ATİLA EMEK (Antalya) - Kelime oyunu
yapmayın.
ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Kelime oyunu filan
yapmıyorum. İsteyen arkadaşlara, raporun…
ATİLA EMEK (Antalya) - Yansıyan duruma
bakmayalım, somut duruma bakalım.
ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Arkadaşım, bir şey
söylüyorum; istiyorsanız, raporun bir fotokopisini verebilirim size.
ATİLA EMEK (Antalya) - Raporu bırak, somut
şeyler söyle.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen…
ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Bakın arkadaşlar,
ben size…
ATİLA EMEK (Antalya) - Yunanistan kaç lira
veriyor? Amerika kaç lira veriyor pamuk üreticisine? Yapmayın yahu! Böyle
yutturamazsınız.
ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Lütfen… Bakın, ben
sizi dinledim, siz de beni dinleyin.
BAŞKAN - Sayın Öksüz, lütfen, Genel Kurula
hitap eder misiniz.
ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Ben size raporun
bir fotokopisini verebilirim.
BAŞKAN - Sayın Emek, lütfen…
Buyurun Sayın Öksüz.
ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Bakın, doğrudan
gelir desteğini ben size vereyim: 2001 yılında 1,2 katrilyon, 2004 yılında 2,8
katrilyon olmuştur arkadaşlar; yani, biz hükümeti devraldığımızda 1,2
katrilyonken şu anda 2,8 katrilyon veriyoruz ve son olarak Başbakanın, gübre
desteği... Gübre desteğini de açıklayacağız inşallah yakında, mazot desteğiyle,
bu, 4,5 katrilyon olmuştur arkadaşlar.
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Önce mazotu
söyleyin.
ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Cumhuriyet
tarihinde çiftçilerimize verilen en büyük destektir. Çıksın, başka biri
söylesin. (AK Parti sıralarından alkışlar)
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Köylü
niye ağlıyor?!.
ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Çıkın... Başka
biriniz, burada, kalksın, konuşsun, desin, ben şu kadar verdim...
ATİLA EMEK (Antalya) - Köylere gidin,
cevabını alın. Çiftçi bitti, köylü bitti…
ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Arkadaşlar, biz
köylere gidiyoruz. Sizin kadar biz de köylere gidiyoruz.
ATİLA EMEK (Antalya) - Kan ağlıyor
insanlar, kan ağlıyor…
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Nereye
gidiyorsunuz?!
ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Hodri meydan…
Yakında herkes şeyini görecek.
BAŞKAN - Sayın Baloğlu… Lütfen, Sayın
Baloğlu, dinleyelim...
ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Bakın… Bakın… O
zaman, arkadaşlar, ben bir şey söyleyeyim…
ATİLA EMEK (Antalya) - Hiç bunların
gerçekle alakası yok.
ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Cumhuriyet Halk
Partili arkadaşlara ben bir şey söylemek istiyorum o zaman; dinleyin…
ATİLA EMEK (Antalya) - Pamuk çiftçisi
bitti, narenciye bitti, ağacında kaldı.
ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Eğer biz köylüden
destek alamıyorsak, bizim anketlerde düşmemiz gerekir, Cumhuriyet Halk
Partisinin yükselmesi gerekir. Yok böyle bir şey!
HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU (Antalya ) - Evet,
öyle oluyor.
ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Yok böyle bir şey!
Var mı sizde böyle bir şey?
HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU (Antalya ) - Var
tabiî.
ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Eğer böyle bir şey
varsa…
ATİLA EMEK (Antalya) - Ağacında kaldı
narenciye, Sayın Vekilim… Ağacında kaldı narenciye…
BAŞKAN - Lütfen, Sayın Emek…
ATİLA EMEK (Antalya) - Tamam, Sayın
Başkanım.
ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Böyle bir şey
varsa, herhalde gazetelerde ve şeylerde çıkar.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) -
Köylülerle konuşun.
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Barajın altında
kaldılar.
ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Arkadaşlar, siz şu
anda…
ATİLA EMEK (Antalya) - Hiç kelime oyunu
yapma!...
BAŞKAN - Sayın Emek, lütfen…
ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) Bakın, biz, şu anda…
BAŞKAN - Bir saniye Sayın Öksüz…
Sayın Emek, niye hatibin sözünü
kesiyorsunuz!.. Lütfen…
ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Arkadaşlar, bakın,
CHP'li tüm arkadaşlar çıktığında hiçbirimiz burada laf atmıyoruz. Bakın, biz de
size bazı gerçekleri rakamlarla veriyoruz. Gerçeği rakamla veriyoruz...
ATİLA EMEK (Antalya) - Gerçek, Anadolu'da
yaşıyor, çiftçi yaşıyor…
BAŞKAN - Lütfen, sayın milletvekilleri…
ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Bakın, OECD raporu
burada. Burada arkadaşlar. Ben isteyen arkadaşlara... Bakın…
ATİLA EMEK (Antalya) - Siz bırakın onu;
köylüye yansıyana bakın, çiftçiye yansıyana bakın!..
ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Bakın, bakın..
Arkadaş, OECD raporu… İnanmıyorsan, o zaman hiçbir şeye inanma!.. Buyur
arkadaş, burada… Burada…
ATİLA EMEK (Antalya) - OECD raporunu ben
biliyorum. Köylüye yansıyana bak Sayın Vekilim; perişan…
ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Köylü perişansa
size oy verir, şeyleriniz yükselir. Sizin için daha iyi. Daha ne istiyorsunuz
yani! Size oy verir, oy oranınız…
ATİLA EMEK (Antalya) - Göreceğiz…
Göreceğiz... O hesap sandıkta görülecek… Sandıkta görülecek…
BAŞKAN - Sayın Öksüz, toparlar mısınız.
Buyurun.
ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Arkadaşlar, bakın,
bu yasa, hakikaten Türkiye'nin çiftçisi için devrim niteliğinde bir yasadır.
Bunu, gelin, beraberce çıkaralım, hem siz köylüyü sevindirin hem biz köylüyü
sevindirelim.
Hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Öksüz.
ATİLA EMEK (Antalya) - Buğday üreticisi
kan ağlıyor ya!
BAŞKAN - Madde üzerinde 2 adet önerge
vardır.
Önergeleri önce geliş sırasına göre…
HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan… Sayın
Başkan…
BAŞKAN - Madde üzerinde, 10 dakika süreyle
soru-cevap işlemi yapılacaktır.
Sayın Koç, buyurun.
HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan,
teşekkür ediyorum.
Öncelikle Sayın Özkan Öksüz'ün bazı
sözleriyle Sayın Bakana bir soru yöneltmek istiyorum aracılığınızla. Başından
itibaren... Sayın Özkan Bey, herhalde, bu yasanın geçen hafta Sayın Sami
Güçlü'nün görevden alındığı sıradaki görüşmelerine katılmadı; çünkü, birtakım
şeyleri, enstantaneleri kaçırdı diye düşünüyorum. Cumhuriyet Halk Partisi
olarak, başından itibaren tarım ürünleri sigortası yasasını desteklediğimizi
ifade ediyoruz.
ÜNAL KACIR (İstanbul) -
Destekliyorsunuz!.. Engelliyorsunuz!..
HALUK KOÇ (Samsun) - Efendim, yoklama
istemek, desteklemek, desteklememek anlamında değildir; o, sizin içsorununuz.
360 kişilik bir grup, 135 kişiyi bulunduramıyorsa, bunun suçlusu Cumhuriyet
Halk Partisi değildir.
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Hadi canım sen
de!..
HALUK KOÇ (Samsun) - Hiç konuşmayın; orada
açığınız var.
Şimdi, burada, desteğimizi veriyoruz,
söylüyoruz. Sadece -küçük çiftçiyle ilgili önerge gelecek şimdi- küçük
çiftçinin ödeme gücünün olmadığını söyleyerek, burada, hükümetin, küçük
çiftçiyi tanımlayarak, bunun sigorta priminin belli bir süre -beş yıl kadar-
sübvanse edilmesi yönünde adım atmasını talep ediyoruz. Türkiye gerçekleri
yönünde birtakım yapıcı eleştiriler, katkılar getirmeye çalışıyoruz; yani,
burada, Sayın Bakanın bu konudaki görüşünü öğrenmek isterim; sorum bu.
Bir kere daha yineliyorum; Cumhuriyet Halk
Partisi sözcülerinin, bu vesileyle tarımda yaşanan sıkıntılar konusunda söz
alması ve bunları dile getirmesi sizi rahatsız etmemeli. Siz de böyle
olmadığını söylüyorsunuz. Vatandaş dinler, karar verir. Onun için, bu yönde bir
telaşınız olmasın. Hiç saptırmayalım da. Cumhuriyet Halk Partisi olarak, olumlu
olanları destekliyoruz; ama, 135 kişiyi bulundurmak da İktidar Grubunun
görevidir diyoruz.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Koç.
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Soru nerede Sayın
Başkanım, soru?!.
YILMAZ KAYA (İzmir) - Soru soruldu da
farkında değilsin.
HALUK KOÇ (Samsun) - Sen konuşmaktan
duymadın ki…
BAŞKAN - Sayın Işık, buyurun.
AHMET IŞIK (Konya) - Sayın Başkan,
teşekkür ediyorum.
Vasıtanızla, Sayın Bakana şu soruları
yöneltmek istiyorum:
Sayın Bakanım, 2003-2004 yıllarını içeren
iki yıllık süreçte, tarımsal kredi faiz oranları 2001'de ne kadardı, 2005'te ne
kadar? İki yıllık bu süreçte çiftçiye verilen destekleme miktarını net olarak
almak istiyorum.
Yine, aynı şekilde, çiftçiye verilmiş
olan, iki yıllık süreçteki mazot desteğini de sayısal olarak, rakamsal olarak
almak istiyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Işık.
Sayın Bakan, buyurun.
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ
EKER (Diyarbakır) - Teşekkür ederim.
Doğrusu, Sayın Koç'un sorusunu…
HALUK KOÇ (Samsun) - Şimdi önergede de
gelecek; küçük çiftçiye sigorta primini ödemede devletin katkısını, yardımını
talep ediyoruz; birçok milletvekili arkadaşımız için de geçerli bu.
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ
EKER (Diyarbakır) - Teşekkür ederim.
Şimdi, öncelikle bir hususu açıklayayım.
Bu sizin bahsettiğiniz husus, 13 üncü maddeyle sağlanıyor. Bizim şu anda
gündemimizde bulunan, üzerinde konuştuğumuz madde 12 nci madde. 12 nci maddede bu hususlarla ilgili
herhangi bir şey yok; ancak, biz, 13 üncü maddeyle, küçük çiftçilerimizi zaten
tarım sigortasında önemli bir şekilde destekliyoruz. Sorunuzun... Zannediyorum
bu yeterlidir.
Sayın Işık'ın sorusuna gelince. Teşekkür
ediyorum. 2001'de faiz oranları yüzde 94, 2005'te faiz oranları yüzde 24.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
HALUK KOÇ (Samsun) - Ben anlamadım.
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ
EKER (Diyarbakır) - Ben özür dilerim.
Bir ilave... Bu arada, söz almışken, Sayın
Kamacı'nın bir sorusu vardı, kürsüden, özellikle doğrudan yönelttiği için, izin
verirseniz... Aslında birçok şey konuştu, belki bazılarını söylemek, cevap
vermek gerekiyor. Yalnız bir hususu özellikle belirteyim.
HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Bakan,
isterseniz kürsüden açıklama yapın.
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ
EKER (Diyarbakır) - Buradan da duyuluyor Sayın Koç.
Şimdi, Sayın Kamacı "bize taahhütler
listesi 31 Mayısta verilecekti; ne oldu, verildi mi" diye ısrarla, biraz
da, celallenerek sordu. Ben şunu söyleyeyim: Öncelikle bunun adı
"taahhütler listesi" değil, bunun adı "tutum belgesi"dir.
Onu düzelteyim ve tutum belgesi, 25-30 Mayıs arasında, Cenevre'de, Dünya
Ticaret Örgütünün Tarım Komitesi çerçevesinde ileri tarım müzakerelerindeki
toplantıda sunuldu. Bu tutum belgesi bu şekilde verildi. Müzakere bitmedi.
Müzakere bir süreçtir ve burada, biz, gelişmekte olan ülkelerle birlikte bu
tutumumuzu ortaya koyuyoruz. Aralık ayında Hong Kong'ta yapılacak Dünya Ticaret
Örgütü Bakanlar Konferansına, üzerinde şu anda müzakere yapılan metin sunulacak
ve orada, eğer, bir anlaşma sağlanırsa, 2007 yılında da yürürlüğe girecek.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Madde üzerinde 2 adet önerge vardır;
önergeleri, önce geliş sıralarına göre okutacağım, sonra aykırılıklarına göre
işleme alacağım.
İlk önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 879 sıra sayılı
tasarının 12 nci maddesine aşağıdaki fıkranın eklenmesini arz ve teklif ederiz.
|
Mehmet Akif Hamzaçebi |
Gürol Ergin |
Haluk Koç |
|
Trabzon |
Muğla |
Samsun |
|
Birgen Keleş |
Necati Uzdil |
Yüksel Çorbacıoğlu |
|
İstanbul |
Osmaniye |
Artvin |
|
|
Nail Kamacı |
|
|
|
Antalya |
|
"Şu kadar ki bu kanunun yayımlandığı
tarihten başlamak üzere bu tarihi takip eden yıldan beşinci yılın sonuna kadar
küçük çiftçilerce ödenecek sigorta prim ve bedelleri Bakanlıkça karşılanır.
Küçük çiftçinin tanımı ile bu hükmün uygulanmasına ilişkin usul ve esasları
belirlemeye Bakanlık yetkilidir."
BAŞKAN - İkinci önergeyi okutup işleme
alıyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 879 sıra sayılı Tarım
Sigortaları Kanunu Tasarısının 12 nci maddesinin aşağıdaki şekilde
değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
|
Eyüp Fatsa |
Nevzat Pakdil |
Sedat Kızılcıklı |
|
Ordu |
Kahramanmaraş |
Bursa |
|
Mustafa Ataş |
Ramazan Toprak |
|
|
İstanbul |
Aksaray |
|
"Madde 12.- Kapsama alınacak
bitkiler, bitkisel ürünler ve seralar, tarımsal yapılar, tarım alet ve
makineleri ile çiftlik hayvanları için kuraklık, dolu, don, sel, taban suyu
baskını, fırtına, hortum, deprem, heyelan, yangın, kaza ve zararlılar ile
hayvan hastalıklarının neden olacağı zararların ve/veya tarım sektörü
bakımından önemli görülecek diğer risklere ilişkin teminatlar Kurulun teklifi
üzerine Bakanlar Kurulunca belirlenir."
BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ SABAHATTİN YILDIZ
(Muş) - Sayın Başkan, uygun görüşle takdire bırakıyoruz.
BAŞKAN - Hükümet katılıyor mu?
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ
EKER (Diyarbakır) - Evet, katılıyoruz.
EYÜP FATSA (Ordu) - Gerekçe okunsun
efendim.
BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe: Maddenin içeriğinde herhangi bir
değişiklik söz konusu olmayıp, maddenin kendi içerisinde yeniden düzenlenmesi
amaçlanmıştır.
BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, Ordu Milletvekili
Eyüp Fatsa ve arkadaşlarının12 nci maddeyi tümüyle değiştiren önergesi kabul
edildiğinden, Trabzon Milletvekili Akif Hamzaçebi ve arkadaşlarının maddeye bir
fıkra ekleyen önergesini işlemden kaldırıyorum.
Şimdi…
HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, karar yetersayısını
da arayın.
BAŞKAN - Arayacağım Sayın Koç.
Maddeyi kabul edilen önerge doğrultusunda
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yetersayısı
vardır, madde kabul edilmiştir.
Birleşime 5 dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 21.13
YEDİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 21.20
BAŞKAN :
Başkanvekili Sadık YAKUT
KÂTİP
ÜYELER : Harun TÜFEKCİ (Konya), Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 110 uncu
Birleşiminin Yedinci Oturumunu açıyorum.
879 sıra sayılı kanun tasarısının
görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.
VIII.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
2.- Tarım
Sigortaları Kanunu Tasarısı ve Tarım, Orman ve Köyişleri ile Plan ve Bütçe
Komisyonları Raporları (1/865) (S. Sayısı: 879) (Devam)
BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.
Tasarının 13 üncü maddesini okutuyorum:
Prim desteği
MADDE 13.- Ürünler, riskler ve bölgeler
itibariyle Devlet tarafından sağlanacak prim desteği miktarları, her yıl
Bakanlığın teklifi üzerine Bakanlar Kurulu tarafından belirlenir.
Prim desteğine ilişkin ödenek, her yıl
bütçe kanunu ile Bakanlık bütçesinde yer alır. Bakanlık, sigorta şirketleri
tarafından Havuza aktarılacak prim miktarlarını çiftçi kayıtları ile
karşılaştırarak prim desteğini hesaplar ve gecikmeksizin Havuza aktarır.
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına ve
şahsı adına söz isteyen, Ordu Milletvekili Kâzım Türkmen; buyurun. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA KÂZIM TÜRKMEN (Ordu) -
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Tarım Sigortaları Kanunu Tasarısıyla
ilgili şahsım ve Grubum adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Bu tasarının belli bir kısmı burada
görüşülürken, hepimizin bildiği gibi, bir görevc değişikliği oldu. Bu görev
değişikliği, zaman zaman doğrudur; ama, zaman zaman da, etik açıdan son derece
ilgilenilmesi, üzerinde durulması gerekir.
Bugün, burada, Sayın Koç'un sorusuna Sayın
Bakanın cevap verme biçiminden, Sami Güçlü'yü, bu Meclisin çok daha fazla
arayacağını üzülerek gördüm.
Değerli arkadaşlarım, bakanlar gidebilir,
bakanlar gelebilir; bu, doğal bir yapıdır; ama, asıl önemli olan, o hükümetin,
tarımla ilgili bakış açısı kişilere bağlanamaz; bu, bir koordinasyon biçiminde
bir hükümet programıyla beraber yürütülür. Eğer, tarımla ilgili çok ciddî
düşünceleriniz, çok ciddî önerileriniz, vermiş olduğunuz sözler, yerine
getirilmekten uzaksa, sadece bakanların değiştirilmiş olması yeterli
olmayabilir.
Bütün bunlara rağmen, ben, yine, yeni
gelen sayın bakanlara görevlerinde başarılar diliyorum.
Değerli arkadaşlarım, bunları niçin
söyledim; siz, hükümet olarak icranın başısınız. Bu sabah, Amerika'da bir
gazetecinin Sayın Başbakana sormuş olduğu bir sorunun cevabı olarak, ülkeyi
yöneten, bu milletin yedisinden yetmişine, muhalefetiyle iktidarıyla herkesten
sorumlu olan bir Başbakan "Türkiye özgür olmadığı için çocuklarımı
Amerika'da okutuyorum" diyebiliyorsa, bu köylünün, bu çiftçinin, daha nice
insanların, umut bekleyen insanların umutlarını yerine getirme şansı var
mıdır?!
Bu söz, aynı zamanda, Türkiye
Cumhuriyetinin bağımsızlığına, millî varlığına, onuruna hiç yakışmayan bir
sözdür. Umut ediyor ve diliyorum ki, televizyona yansıyan biçimiyle, bu söz
doğru değildir.
Biz, bu yasanın genel durumuna hiç karşı
değiliz. Çünkü, Cumhuriyet Halk Partisinin de seçim programında Tarım
Sigortaları Yasasının çıkması vardı. Bugün burada da… Bu yasanın çıkmış olması
vardı ve son derece destekliyoruz.
Ancak, desteklemek biçimi ile uygulama
biçimi farklıdır değerli arkadaşlarım. Bakınız, şimdi, burada, özellikle
Anadoluyu ve Karadenizi çok iyi bilmek lazım. Değerli milletvekilleri,
Karadenizde ortalama kişi başına düşen toprak 10 dönümdür. Yani, bugün 10
dönümlük bir araziye sahip olan çiftçinin asıl umudu, tabiî afetlerden dolayı
zarar görme endişesinin giderilmiş olmasıdır. Daha önce Sayın Başbakan ve siz
açıklarken "tarım sigortası çıkacak, artık, bundan sonra çiftçimizin yüzü
gülecek, afetin biçimi ne olursa olsun çiftçimiz bundan zarar görmeyecek"
diye kamuoyuna deklare verdiniz, biz de bunu mutlulukla karşıladık ve
destekliyoruz. Ancak, kanunun hemen 17 nci maddesinde bu desteklemenin... 2007
yılından sonra 2090 sayılı Yasanın tamamen yürürlükten kalkacağı söyleniyor.
Bunun ifade ettiği mana şudur: Bu yasa
çıkarken çok iyi niyetle çıkmış gibi görünmüş olmasına rağmen, sadece halka
verilen bir sözün gereğinin yerine getirilmesinden başka, ileride, bir mana
ifade etmeyecektir. Bizim burada istediğimiz, küçük çiftçi dediğimiz, zor
geçinen, evinde aş bulamayan, iş bulamayan insanların belli bir süre hükümet
tarafından, devlet tarafından desteklenmesidir. Bununla ifade ettiğimiz şudur:
Yani, çiftçilerin büyük bir bölümü buraya para ödemesin, bir katkıda bulunmasın
diye asla istemiyoruz; ama, bunun bir alıştırılması var. Şimdi, Karadeniz'de
özellikle çiftçinin yüzde 90'ı bu parayı ödeyemeyecektir. Peki, ödemediği zaman
ne olacak: 2007'den sonra olacak en küçük bir don olayında bile zarar
tazmininden yararlanamayacağı için, çok daha fazla perişan olacaktır.
Cumhuriyet Halk Partisinin söyleminde değil, Tarım Bakanlığının kendi raporlarında,
geçtiğimiz seneki bir don olayında sadece Karadeniz'de 700 trilyonluk bir zarar
olduğunu siz hükümet olarak söylüyorsunuz. Bunun karşılığında, her yerde örnek
olarak şunu söylüyorsunuz: Tüm ödenen paranın miktarı 42 trilyon civarında.
Ordu İlinin -Sayın Grup Başkanvekilinin de ili- Tarım Bakanlığının tespit etmiş
olduğu zararı 350 trilyon, buna karşılık ödenen para 24 trilyon. Peki, bu
çiftçinin, büyük bir bölümün bundan yararlandığını kabul edelim ve 2007'den
sonra böyle bir don olayı olsa, afet olayı olsa... Hele de, Karadeniz'i başka
bölgelerle asla karıştırmayın. Değerli arkadaşlarım, bizde en büyük tehlike don
değildir, sel değildir, bizde en büyük tehlike kuraklıktır. Dışarıdan bakan
insanlar Karadeniz'i bol yağmurlu, bol yağışlı bölge olarak biliyor; halbuki,
Karadeniz'de yeraltı suyu yoktur, hele temmuz, ağustos ayında onbeş günlük bir
kuraklık bile tüm mahsulün yok olmasına sebep olabilir. Öyleyse burada,
çiftçimizi alıştırmak bakımından da, çiftçimizi geleceğe hazırlamak bakından da
mutlaka küçük çiftçiye devlet tarafından belli ölçüde destek verilmesi
gerekmektedir.
Biraz önce, benden önce konuşan Konya
Milletvekili arkadaşımız OECD raporlarına dayanarak, burada, sanki Cumhuriyet
Halk Partililer buraya gelirken bu konuda hazırlık yapmıyormuş gibi o rapordan
Türk çiftçisinin çok büyük para aldığını söyledi.
Değerli arkadaşlarım, 2005 yılı bütçesi
elinizde, 2005 yılı bütçesi, çiftçiye en az pay ayrılan bütçelerden biridir.
Bugün, AB'ye giriş raporuna bakınız, Türk çiftçisine ödenen paranın miktarı,
Bugün OECD ülkelerinin, AB ülkelerinin onikide 1'i kadardır. Şimdi, böylesine
bir az kaynağın olduğu bir yerde, Türk köylüsünün, Türk çiftçisinin şartları
çok iyidir demiş olmak, en az, o insanlara karşı doğru şey yapmadığımızı
gösterir, iyiyi bulamadığımızın anlamını taşır.
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Gayri safî millî
hâsılaya oranını söyleyin; saptırmayın!
KÂZIM TÜRKMEN (Devamla) - Ben sizi
dinledim, siz de beni dinleyin şimdi.
Bunun önemi şudur: Türk çiftçisini, Türk
köylüsünü kalkındırmadan hiçbir yere varma olanağı yoktur.
Bu maddenin birçok bölümünde elbette ki
eksiklikler var, yanlışlıklar var; ama, asıl önemli olan iyi niyet gibi
görünebilir; ama, bu iyi niyeti hepimizin her kanun maddesinde söylediğimiz,
Plan ve Bütçe Komisyonunda, tüm arkadaşların, aslında, nitelik olarak kabul
ettiği, küçük çiftçinin, hiç olmazsa beş yıl süreyle desteklenmesi, buna
alıştırılması… Eğer, bu maddede vereceğimiz önerge doğrultusunda destek
verirseniz ve kabul edilirse, işte, o zaman, bu sigortanın ifade ettiği mana
yerini bulmuş olur ve bundan da gerçekten çiftçimiz umutlu olur.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye zengin,
olabildiğine zengin ve doğal zenginlikleri çok fazla bir ülke. Cumhuriyet Halk
Partisinin kurmuş olduğu GAP izleme gezisine -Güneydoğu Anadolu Projesiyle
ilgili- bir grup arkadaşla beraber Güneydoğu Anadoluya gittik. Burada,
Güneydoğu Anadolu Projesine bugüne kadar emek verenlere, emeği geçenlere şükran
duyuyorum, hepsine saygı duyuyorum; teşekkür ediyorum.
Ancak, orada bir şeyi gördük ki,
barajların büyük bir bölümü tamamlanmış; ama, sulama işlemi, hiç, ama hiç
yerine getirilememiş.
Şimdi, Güneydoğu Anadolu Bölgesinden
milletvekili arkadaşlarımız… Mardin'den ve başka yerdeki insanlarımızın büyük
bir bölümü, sefil, perişan bir halde, Karadenize fındık toplamak için
gelecekler. Yatmaya yerleri yok, çadırları yok… Yani, insanların içi sızlıyor.
Öbür tarafta, bakıyoruz, henüz, sulama işlemleri tamamlanmadığı için, o güzelim
ovalardaki verim boşu boşuna yatıyor.
Atatürk Barajına gittik. Değerli
milletvekilleri, 8 tane türbinden bir senedir 1 tanesinin çalıştığını
söylediler. Halbuki, orada kendi olanaklarıyla 650 metreye kadar yeraltına inen
çiftçilerimiz, artık elektrik paralarını ödeyemediği için topraklarını satacak
hale gelmişler; zaten satsalar da borçlarını karşılayamıyorlar. Orada şunu
düşündüm: Bu 8 tane türbinden 1 tanesi çalıştırılmış olsaydı, çiftçilerimize
ucuz elektrik verilmiş olsaydı -ki, onlar kendi olanaklarıyla bu işi yapmışlar-
acaba Türkiye'nin konumu ne olabilirdi; Türkiye'nin konumu çok daha farklı
olabilirdi; ama, bunlar yapılmıyor.
Bakınız, şimdi, her şey tutanaklara
geçtiği için söylüyorum; geçmiş dönemlerde, çok önemlidir değerli arkadaşlarım,
Devlet Su İşleri Genel Müdürlerinden bir tanesi aynen şu ifadeyi kullandı
burada; bu ifadeyi kullanırken birçok arkadaşım şu anda burada, görüyorum:
"Dışarıdan fazla doğalgaz alınabilmesi için Türkiye'de öylesine bir
kamuoyu oluşturuldu ki, barajların suyu boşaltıldı" dedi. Bunlar,
Türkiye'nin yaşamış olduğu gerçekler. Bunlardan sizler sorumlu değilsiniz; ama,
şimdi, ikibuçuk yıldır… Orada elektrik 0,6 sente elde edilirken, doğalgazda 8
sente, yani 10 kata elde ediliyor. Yani, oradaki türbinlerden 1 tanesi bile
çiftçinin emrine verilmiş olsa, ucuz elektrik verilmiş olsa, sizin ve
Türkiye'nin sorunlarının çok büyük bir bölümü kendiliğinden orta yerden kalkmış
olacak.
İşte, o bakımdan, biz, bu tarım
sigortasına destek veriyoruz; ama, bunun yarın hayata geçişinde yeni sıkıntılar
çekmeyelim. Nitekim, burada birçok yasa çıkarılıyor, altı ay geçmeden biz o
yasaları değiştirmek zorunda kalıyoruz; ama, burada bir şey görülüyor; burada
beklenen şeyin verilmesi mümkün değil. Belki Konya'nın ovaları geniştir, her
bir kişiye 1 000 dönüm arazi düşebilir; ama, Karadenizde, 10 dönümün üzerinde
arazisi olan insan parmakla gösterilecek kadar azdır. Türkiye'yi düşünürken,
parça parça değil, bir bütün olarak düşünmek zorundayız. İşte, onun gereği
olarak da, bu Mecliste, bugün, burada, hiç olmazsa, küçük çiftçilerin sigorta
bedellerinin belli bir süre devlet tarafından ödenmesini yasal hale
getirmeliyiz ki, Türkiye'de, gerçekten, hükümetin çiftçiye vermiş olduğu sözler
yerine gelsin.
Değerli arkadaşlarım, bunları yapmazsak ne
olacak?.. Doğu ve güneydoğudaki arkadaşlarımız, konuyu çok daha iyi biliyorlar;
650 metre derine inilmiş, derin kuyular açılmış, su olmadığı için; onlara, biz
burada şükran borçluyuz. Kendi olanaklarını
kullanmışlar; ama, orada barajlar boş duruyor, türbinler çalıştırılmıyor,
elektrik parası yüzünden tüm işlemler durmuş. Böyle bir ülkeyi düşünebilir
misiniz?! Yani, kendi olanaklarımızı kullanmıyoruz, varlıklarımızın farkında
değiliz. Bu varlıkları kullanmasını bilmeyen bir yapı Türkiye'yi yönetmeye
talip olabilir mi?.. Bu niyetimizi, bunu yaparken iyi niyetle yapıyoruz, iyi
niyetle söylüyoruz. Sadece türbinlerden 1 tanesini Türk çiftçisinin emrine verse bu hükümet,
şunların hiçbirine gerek yoktur. Ümit ediyor ve diliyorum ki, bu türbinlerden,
bırakın 6 tanesini, 1 tanesini dahi çalıştırır, Türk çiftçisinin emrine
verirseniz, oradan elde edilecek kaynakla, tüm bu sigortaların bedellerini
ödeme şansına sahip oluyoruz.
Ben, bu düşünceyle, hepinize saygılar
sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Türkmen.
Madde üzerinde, şahsı adına söz isteyen,
Afyonkarahisar Milletvekili Ahmet Koca; buyurun.
AHMET KOCA (Afyonkarahisar) - Değerli
Başkan, çok kıymetli milletvekili arkadaşlarım; Tarım Sigortaları Kanunu
Tasarısı hakkında şahsım adına söz almış bulunmaktayım; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, AK Parti İktidarının,
bundan önceki bakan arkadaşımızın ve bundan sonra da tarım konusunda büyük
hamleler beklediğimiz Değerli Bakanımızın çalışmalarını, elbette, bu kısa süre
içerisinde hemen mülahaza etmek mümkün değil. Bundan önceki Bakan arkadaşımızın
Türkiye tarımı için yapmış olduğu çalışmalardan dolayı, ben, kendilerine
teşekkür ediyorum; ama, takdir edersiniz ki, tarım politikaları, zor olan bir
hadise. Türkiye'nin seksen yıllık cumhuriyet tarihi içerisinde, tarım
politikalarını geliştirmekte ve bu tarım politikalarına cevap vermekte büyük
zorluklar yaşanmıştır.
Ben, bunu, kendi bölgem olan Afyonumuzdan
örnekle açıklamak istiyorum. Afyonumuzun içmesuyu problemi yüzde 90 çözülmüş;
ama, sulama konusunda size vereceğim bir rakam, hepimizi şaşırtacaktır. Afyon,
Anadolu'nun tam göbeğinde, tam ortasında olan bir ilimiz; ama, seksen yıllık
cumhuriyet tarihi içerisinde, Afyon tarım alanının sulanabilir oranı yüzde 30.
Bu ne demektir; ekim alanının ancak yüzde 30'u sulanabilir bir toprağı bu
hükümetimiz devralmış; ama, bu ikibuçuk yıl içerisinde, Devlet Su İşlerimiz,
Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğümüz nezdinde yapılan çalışmalar sayesinde,
Akdeğirmen Barajımız, pek çok sulama barajlarımız, göletlerimiz ve aynı zamanda
da, benim kendi ilçem olan, kasabam olan Özburun Göletinin de projesi ihale
edilmek suretiyle, sulamada bir atak yapmışız. Bu ne demektir; Türkiye çapında
pek çok sulama projelerinin, gölet projelerinin hayata geçirilmesi demektir.
İnşallah, bunların meyvelerini gelecek dönem içerisinde aldığımızda,
çiftçilerimiz biraz daha rahat nefes alacaktır. İşte, Enerji Bakanlığımız,
sulamada enerji borçlarını yeniden yapılandırmak suretiyle, yine çiftçilerimize
büyük destek vermiştir. Dolayısıyla, bu sorunları hemen bir çırpıda, iki üç yıl
gibi süre içerisinde çözmemizi bekleyenler elbette yanılabilir; ama
"sorunları halletmede bir mesafe katetmediniz" demek, izana ve insafa
sığmaz diye düşünüyorum.
Değerli arkadaşlar, çiftçiye destek
konusunda, burada benden önce konuşan milletvekili arkadaşlarım rakamları
verdiler. Dolayısıyla, sizin ekonomik göstergeleriniz içerisinde çiftçiye
vereceğiniz desteğin oranı önemlidir. Bu oranı gözden kaçırmak, yine de, takdir
edersiniz ki, köylümüzü, çiftçimizi yanıltmak demektir.
Görüştüğümüz tasarı nedir; tarımda
sigortadır, sigorta kanunu tasarısını görüşüyoruz. Don, sel, felaket noktasında
herhangi bir çiftçimiz bunlarla karşı karşıya geldiğinde, bakanlarımızın
insafına bırakılıyordu; ama, artık tarım sigortası getirilmek suretiyle hiçbir
çiftçimiz, hiçbir köylümüz Bakanlığımızın insafına bırakılmayacak, zararı hemen
ödenmek suretiyle köylümüz bundan yararlanacaktır. Dolayısıyla, bu reform
niteliğindeki kanun tasarısının hazırlanmasında emeği geçen hem bundan önceki
Bakanımıza hem de şimdiki Değerli Sayın Bakanımıza ve komisyon üyelerimize
buradan teşekkürlerimi arz ediyorum; buna katkıda bulunan siz değerli AK
Partili İktidar milletvekillerine ve siz değerli Cumhuriyet Halk Partili milletvekillerimize
teşekkürlerimi sunuyorum, hayırlı akşamlar diliyorum, saygılarımı sunuyorum.
(Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Koca.
Madde üzerinde soru-cevap işlemi
yapılacaktır.
Buyurun Sayın Koç.
HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan,
teşekkür ediyorum.
Sayın Bakana, aracılığınızla, geçen
maddede olan soruyu yöneltmek istiyorum tekrar, bir ufak açıklamayla.
Sayın Bakan, tarım sigortasında devlet
desteğini gerekli kılan en önemli nedenlerden bir tanesi, doğal risklerin prim
fiyatlarının çok yüksek olması ve özellikle küçük çiftçilerin ödeme güçlüğü
içerisinde bulunmasıdır. Bu, Türkiye'nin gerçeği.
Yapılan çeşitli hesaplamalara göre,
devletin prim desteği için ayırması gereken malî kaynağın miktarının 200 000
000-400 000 000 Yeni Türk Lirası arasında değişeceği tahmin edilmektedir.
Meclis gündemine alınmak üzere bekleyen
kanunun uygulanması amacıyla da, 2005 yılı için; yani, görüştüğümüz kanunda,
2005 yılı için 30 000 000 Yeni Türk Lirası kaynak, tarım destekleri için
ayrılan bütçeye konulmuştur.
Yine, 2006-2010 yılları arasını kapsayan
tarım strateji belgesinde, tarım sigortası ödemeleri için yapılacak destek
miktarının payı, yanılmıyorsam yüzde 5 olarak belirtilmiştir.
Şimdi, tarıma verilen genel destek
miktarına bağlı olarak -herhalde Sayın Öksüz'ü de biraz çelişkiye düşürüyor bu
söylediklerim- netleşecek bu destek, özellikle uygulamanın başlatılacağı ilk
yıl, üretici beklentilerine cevap verecek nitelikte, primlerin en az yüzde
50'sini karşılayacak düzeyde artırılmasını düşünüyor musunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Koç.
Sayın Işık, buyurun.
AHMET IŞIK (Konya) - Sayın Başkan,
teşekkür ediyorum.
Aslında, önceki maddede sorduğum soruyu
tekrarlamak istiyorum Sayın Bakanım; cevap alamadım.
Çiftçimize, 2003-2004 yılında toplam
desteklemeden ne kadar ödeme yapılmıştır?
Aynı şekilde, çiftçimize mazot desteği ne
kadar olmuştur?
İki yıllık toplam enflasyonun yüzde 27,72
olduğu süre için söylüyorum, emekli Bağ-Kurlu çiftçiye bu iki yıllık süreçte ne
kadar zam yapılmıştır?
Bu üç sorumun cevabını almak istiyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Işık.
Sayın Bakan, buyurun.
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ
EKER (Diyarbakır) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Şimdi, küçük çiftçi meselesini, ben, biraz
önce söyledim, bu küçük işletmelerle ilgili olarak.
Burada, biz, bir önergeyle, bu 13 üncü
maddede, önerdiğimiz husus, Bakanlar Kurulu, işletme ölçeğini de hesaba katmak
suretiyle, ürünler ve bölgeler itibariyle, bunu, her yıl Bakanlar Kurulu
düzenleyecek. Burada, bir sınır koyduğumuz takdirde, bu, aynı zamanda bir
kısıtlama da getirir. O yılda vuku bulan gelişmelere, ürüne, tabiî afetlere
göre, Bakanlar Kurulunun, bunu, küçük çiftçilerin, küçük ölçekli işletmelerin
lehine olmak üzere yüzde 100'e kadar artırma imkânı olacak.
Bu sene için, başlangıç için konulan 30
000 000 YTL, sadece 2005 yılı içindir. 2005 yılı için, bu, başlangıçta, şu
safhada yeterli görünüyor; yani, eldeki kaynak bu olduğu için. Bundan sonra,
önümüzdeki yıl için, yine, burada, belli bir oranda artış olacak. Mesela, bu
yüzde 5'se, yüzde 6 olduğu takdirde, bunun 220 trilyona kadar çıkma imkânı
olacak. Burada, imkânlar ölçüsünde…
Söylediğim gibi, bu tarım sigortası
sistemi, Türkiye'de ilk defa uygulanacak; bir ilktir. Burada, önümüzde örnekler
var. Dünyanın çeşitli ülkelerinde, bu alanda uygulanmış, başarılı olmuş
modeller var. Bu modellerden de istifade ettik Hükümet olarak bu tasarı
hazırlanırken. Mesela İspanya'da, diğer ülkelerde… Zaman içerisinde, bu konuda
herhangi bir aksama vesaire olursa -tabiî, bunu esnek bırakmak suretiyle-
Bakanlar Kurulu, bunları geliştirme imkânına sahip olacaktır.
Sayın Koç'un sorusunu bu şekilde
cevaplamış olduğumu düşünüyorum.
İkinci soru Sayın Ahmet Işık Beyin.
İzniniz olursa, onu, yazılı olarak cevaplandırmak istiyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Sayın Öğüt, buyurun.
ENSAR ÖĞÜT (Ardahan) - Sayın Bakanım, 6
Haziran 2003 tarihinde, çiftçi borçlarının iyileştirilmesi için bir kanun
çıkardık; ancak, bu kanunda, biliyorsunuz, yüzde 10 peşin, gerisini, her yılın
ekim ayında olmak üzere 3'e böldük. Bu kanundan yararlanamayan, müracaat
edemeyen çiftçilerimiz var; bir de, yararlanmış, müracaat etmiş, ödeyememiş
çiftçilerimiz var; bunlara da şu anda yüzde 39 civarında bir faiz uygulanıyor.
Yeni bir düzenleme yaparak, Ziraat Bankasına ve tarım kredi kooperatiflerine
borcu olanların, çiftçi ve besicilerimizin borçlarına bir iyileştirme getirmeyi
düşünüyor musunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Sayın Öğüt, teşekkür ediyorum.
Sayın Bakan, buyurun.
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ
EKER (Diyarbakır) - Şimdi, tabiî, bu 2003 yılında yapılan, gerek tarım kredi
borçlarına gerekse Ziraat Bankasına olan borçların yeniden
yapılandırılmasındaki aksaklıkları siz söylüyorsunuz. Tabiî, takdir edersiniz
ki, bu krediler bir şekilde kullanılmış kredilerdir. Yani, çiftçilerimiz
bunları zamanında almış, kullanmış; ama, özel durumu sebebiyle, o dönemde
Türkiye'de yaşanan ekonomik kriz sebebiyle, başka sebeplerle bu ödenememiş. Biz
şimdi bir kere bunu yaptık; ama, takdir edersiniz ki, bunun, böyle, her
seferinde, ödemeyenler için bir daha bir daha, yapılması, bütçe imkânlarıyla
çok mümkün görülmemektedir. Eğer bu konularda herhangi bir, yani, ülkede herhangi
bir sıkıntı boyutuna ulaşacak ciddî bir düzeyde olduğu anlaşılırsa, buna da
Hükümet, bu konuda gerekli çalışmayı yapacaktır.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Madde üzerinde 2 adet önerge vardır;
önergeleri önce geliş sırasına göre okutup, sonra, aykırılıklarına göre işleme
alacağım.
İlk önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
TBMM Genel Kurulunda görüşülmekte olan 879
sıra sayılı Tarım Sigortaları Kanun Tasarısının 13 üncü maddesinin birinci
fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
|
Eyüp Fatsa |
Nevzat Pakdil |
Sedat Kızılcıklı |
|
Ordu |
Kahramanmaraş |
Bursa |
|
Ramazan Toprak |
Ünal Kacır |
|
|
Aksaray |
İstanbul |
|
"Ürünler, riskler, bölgeler ve işletme ölçekleri itibariyle Devlet
tarafından sağlanacak prim desteği miktarları, her yıl Bakanlığın teklifi
üzerine Bakanlar Kurulu tarafından belirlenir."
BAŞKAN - İkinci ve aykırı önergeyi okutup işleme
alıyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan Tarım Sigortaları
Kanununun 13 üncü maddesinin birinci cümlesinden sonra gelmek üzere "söz
konusu prim desteği çiftçinin ödediği sigorta priminin yüzde 40'ından aşağı
olamaz" ifadesinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.
|
Necati Uzdil |
Haluk Koç |
V. Haşim Oral |
|
Osmaniye |
Samsun |
Denizli |
|
Mehmet Parlakyiğit |
M. Vedat Melik |
Hüseyin Ekmekcioğlu |
|
Kahramanmaraş |
Şanlıurfa |
Antalya |
BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ SABAHATTİN
YILDIZ (Muş) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN - Hükümet katılıyor mu?
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ
EKER (Diyarbakır) - Katılmıyoruz.
BAŞKAN - Sayın Koç, konuşacak mısınız?
HALUK KOÇ (Samsun) - Evet, Sayın Başkan.
BAŞKAN - Buyurun.
HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan,
teşekkür ediyorum.
Önergenin gerekçesini açıklamadan önce
kısaca bir noktaya değinmek istiyorum ki, birçok milletvekilimizin 2004
Nisanında, mart ayı sonu ve nisan başında yaşanan olaylar dolayısıyla kendi
bölgesini ilgilendiren bir gerçeği de bu şekilde dile getirmek istiyorum.
Bilindiği gibi, 2004 yılı mart ayının
başından itibaren, değişik tarihlerde, en sonunda 4-5 Nisan günü ülkemizde
meydana gelen doğal afetler ve bunların ülke ekonomisine ve çiftçisine verdiği
zararlar olağanüstü boyutlara ulaşmıştı. Yapılan tespitler sonucunda 2004
yılında doğal afetlerden kaynaklanan tarımsal zararın 2 milyar Yeni Türk Lirası
civarında olduğu tespit edilmişti. Ancak, üreticilerin karşılaştığı zararların
tespiti, hepimizin canını sıkan, kendi bölgelerinde değişik sorunlar
yaşadığımız 2090 sayılı Tabiî Afetlerden Zarar Gören Çiftçilere Yapılacak
Yardımlar Hakkındaki Kanuna göre yapıldığı için, Bakanlıkça, zarar toplamı 290
000 000 Yeni Türk Lirası olarak tespit edilmişti, bu kanunun hükümlerine göre.
Tespit edilen zararların karşılanması için ise, bütçeden 50 000 000 Yeni Türk
Lirası kaynak aktarılmıştı. Ayrılan kaynakla tespit edilen zararların sadece
yüzde 15'i ödenebilmişti. Bu, gerçek. Yani, çiftçi, 2004 yılında, değişik
bölgelerde, Karadeniz başta olmak üzere, Malatya, Manisa, Ege, çok değişik
bölgelerde bu söylediğim oranda büyük zarara uğramıştı.
Şimdi, bu önergeyle, tarım ürünleri
sigortasının gereğinin altını bir kere daha çiziyorum ve Sayın Bakana da -gerçi
Sayın Komisyon Başkanvekili çok peşinen reddetti, ama- ben sizlerin huzuruna da
bu konuyu getirmek istiyorum. Şimdi, burada söylemek istediğimiz şu: 1980
sonrasında IMF endeksli tarım politikaları, son dört yıldır da, son, Türkiye'yi
artık cendereye sokan uygulamaları sonucu üreticilerin en temel ihtiyaçlarını
bile karşılayamaz hale gelmiştir. Yani, OECD rakamlarını sakın üreticinin
yanında kullanmayın Sayın Öksüz; çünkü, onların yaşadıkları gerçeklerle o kadar
uzak ki, o kadar uzak ki… Yani, bir tepki oluşur. Bundan zarar görmenizi hiçbir
zaman istemem, bir dostunuz olarak.
Bu yasa, üreticiye prim ödeme yükümlülüğü
getirdiğinden, devletin katkı sağlamasının gereğinin altını çizdim; bilhassa
küçük üretici bakımından. Nitekim, bu gerçek, tasarıda kabul edilmektedir. Bu,
sevindirici bir husustur. Sayın Bakan da vurguladılar; ancak, tasarıda
verilecek prim desteğinin her yıl Bakanlar Kurulu tarafından belirlenmesi
öngörüldüğünden bir belirsizlik yarattığı ortadadır. Yani, yasa görüşülürken,
ben sizlerin sağduyusuna da seslenerek bunun bir netlik kazanması, küçük, düşük
gelire sahip üreticinin kendisini garantide hissetmesi için bu adımın atılmasının
zorunlu olduğuna inanıyorum ve arkadaşlarımla bu önergeyi onun için verdik. Bu
desteğin en alt sınırını belirleyerek çiftçilere güvence vermek ve onları,
tarım sigortası yaptırmalarını kolaylaştırmak ve teşvik etmek amacıyla
verilmiştir.
Ben, bu gerçeği sizlerle paylaşıyorum. Tabiî, Komisyon Başkanvekili
görüşünü belirtti. Keşke daha önce konuşma fırsatımız olsaydı. Bu gerçekler
çerçevesinde Yüce Meclisin, Genel Kurulun bu önergemizi değerlendirmesini
tensiplerinize sunuyorum.
Saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Koç.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Önerge reddedilmiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
TBMM Genel Kurulunda görüşülmekte olan 879
sıra sayılı Tarım Sigortaları Kanun Tasarısının 13 üncü maddesinin birinci
fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Eyüp Fatsa (Ordu) ve arkadaşları
"Ürünler, riskler, bölgeler ve
işletme ölçekleri itibariyle Devlet tarafından sağlanacak prim desteği
miktarları, her yıl Bakanlığın teklifi üzerine Bakanlar Kurulu tarafından
belirlenir. "
BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ SABAHATTİN
YILDIZ (Muş) - Sayın Başkan, takdire bırakıyoruz.
BAŞKAN - Hükümet katılıyor mu?
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ
EKER (Diyarbakır) - Katılıyoruz Sayın Başkan.
EYÜP FATSA (Ordu) - Gerekçe okunsun.
BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Bu önergeyle, küçük işletmelere daha fazla
prim desteği verilmesinin sağlanması için Bakanlar Kuruluna yetki verilmesi
amaçlanmıştır.
BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmiştir.
Kabul edilen önerge doğrultusunda maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
14 üncü maddeyi okutuyorum:
Sigorta sözleşmeleri ve Havuza katılım
MADDE 14.- Sigorta şirketleri, tarım
üreticileri ile tarım sigortaları sözleşmelerini kendi adlarına akdeder, prim
ile riskin tamamını Havuza devrederler. Sigorta sözleşmeleri, Havuz tarafından
belirlenen standart poliçeler üzerinden yapılır.
Havuz, devraldığı riskleri retrosesyon
yapmaya yetkilidir. Sigorta şirketleri bir sonraki yıla ilişkin retrosesyon
taleplerini içinde bulunulan yılın en geç 1 Kasım tarihine kadar Şirkete
bildirir. Havuz tarafından hesaplanacak tahmini hasar durumuna göre yeterli
retrosesyon teminatı sağlanamadığı takdirde, kalan kısma Devlet tarafından
iştirak edilir. Sigorta şirketlerinin payları toplamının yüzde yüzün üzerinde
gerçekleşmesi halinde, her bir sigorta şirketinin payı, toplam oran yüzde yüze
inene kadar garameten azaltılır.
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına ve şahsı adına söz isteyen, Manisa Milletvekili Sayın Hasan
Ören; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
Sayın Ören, süreniz 15 dakikadır.
CHP GRUBU ADINA HASAN ÖREN (Manisa) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tarım sigortasıyla ilgili, Grubum ve
şahsım adına, söz almış bulunuyorum.
Değerli arkadaşlarım, gerçekten,
çiftçinin, üreticinin beklediği bir tasarı, bir kanun. Tahmin ediyorum, üç
yıldan bu yana Adalet ve Kalkınma Partisinin getirdiği en iyi kanunlardan
birisi; ama, ne yazık ki, üç yıl içerisinde böylesine güzel bir kanun
geldiğinde, çiftçilerin lehine üç yıl içerisinde bir kanun çıkacağı an,
bakanımız değişti.
Şimdi, Sevgili Bakanımıza hayırlı uğurlu
olsun diyorum; ama, bundan sonra çiftçilerle ilgili, çiftçilerin lehine bir
kanun getirmeye kalkar ise, bir önceki bakana bakmasında yarar var diyorum.
Değerli arkadaşlarım, kanunu okuduğunuzda,
kanun, tarımsal kesimde çalışan insanların, doğacak doğal afetlerden dolayı
zarara uğradığında, zararının karşılanmasıyla ilgili bir sigorta sistemi;
fakat, kanunu iyi incelediğinizde, bütün her şey yönetmeliklere bırakılmış.
Kanunun içerisinde çiftçilerle ilgili hiçbir olay yok.
Bakınız, 2006'nın mahsulü şu an bu kanun
kapsamında değil, 2007'nin mahsulü şu an bu kanun kapsamında değil, çıkaracak
olduğumuz sigortayla ilgili değil. Niye diyecek olur iseniz; çünkü, kurum üç ay
sonra kurulacak, yönetmelikler ise- bir yıldı, komisyon altı aya çekmiş- altı
ay sonra kurulacak; yani, bugün itibariyle baktığınızda, yılbaşında ancak
poliçeler yapılmaya başlanacak. Yani, 2005'in ürünü bitti. Eğer, poliçelerin
yapılma usulü yönetmeliklerde doğru biçimde anlatılmaz ise veya şu an
açıklanmaz ise, 2006'da da, dua ediyoruz, kesinlikle afat olmasın, kesinlikle
doğal afetlerle bir daha tarım sektöründeki insanlar karşı karşıya kalmasın;
ama, AKP'nin iktidarından bu yana, Türkiye'de, üç yıldan beri müthiş afetler
oluyor.
FAHRİ KESKİN (Eskişehir) - Ne ilgisi var?!
HASAN ÖREN (Devamla) - Tabiî ki, bu
afetlerin olması, AKP'yle ilgili değil, AKP'nin bir şanssızlığı, AKP'nin
iktidar dönemine denk gelmesi; ama, eğer, bu konuda, gerçekten, yönetmelik
doğru hazırlanır ise, yönetmelikle ilgili esaslar belirlenir ise, ancak
2007'nin ürününe denk getirebiliriz. Yani, Adalet ve Kalkınma Partisinin acil
eylem planına baktığınızda, birinci yıl içerisinde, 2090 sayılı Kanun ile tarım
sigortasının çıkarılacağı söyleniyor. Evet, 68 inci sayfaya baktığınızda, tarım
sigortası ve 2090 sayılı Yasanın çıkarılacağı söyleniyor. Ne yazık ki, üç
yıldan bu yana, sadece Manisa bölgesinde, daha önceki Bakanımıza verdiğim soru
önergeleri doğrultusunda, 2003 yılında meydana gelen don ve dolu afetinden, 1
048 çiftçiye ait yaklaşık 20 796 dekar bağ alanının 9 trilyon zararı var. Sayın
Bakanın söylediklerini söylüyorum. Alaşehir ve Saruhanlı İlçelerinde haziran ve
temmuz aylarında meydana gelen dolu afetinden, 583 çiftçiye ait yaklaşık 10 870 dekar bağ, sebze, meyve 5,4
trilyon lira zarar görmüş. 2003 yılında
14,4 trilyon lira zarar eden çiftçilere, 2090 sayılı Kanuna göre, ödenek
imkânları çerçevesinde ödemeler yapılacaktır denilmesine rağmen, Manisa ve ilçelerinde,
çiftçilerimize hiçbir yardım yapılmamıştır. 2004 yılında, merkez, Salihli,
Kırkağaç, Akhisar, Alaşehir, Ahmetli, Sarıgöl, Saruhanlı ve Turgutlu
İlçelerinin 173 köyünde 18 643 çiftçi ailesinin 289 563 dekar bağ, kiraz ve
eriklerinde yüzde 90'a varan zarar oranları görüldüğü Bakanlık tarafından
tespit edilmiş. 2004 yılında, çiftçilere zararları karşısında ise, komik
sayılabilecek bir rakam, 13 milyar para verilmiş. Yapılan bu komik yardım,
zararın binde 1'ini bile karşılamamıştır.
MEHMET ÇERÇİ (Manisa) - Rekolte arttı ama.
HASAN ÖREN (Devamla) - 3-4 Nisan 2005
tarihlerinde, merkez, Salihli, Turgutlu, Sarıgöl, Alaşehir, Ahmetli İlçelerinde
meydan gelen don afeti nedeniyle, 4 766 çitfçiye ait 100 960 dekar bağ,
şeftali, erik ve kayısı bahçelerinin yüzde 80 oranında zarar gördüğüne dair
afet ihbarı Bakanlığa verilmiştir. 21 Mayıs 2005 tarihinde, Manisa, Turgutlu ve
Ahmetli'ye yağan dolu, geçen yıllarda olduğu gibi büyük zararlara yol açmış, en
fazla zarar gören Ahmetli'nin Gökkaya Beldesi Karaköy, Seydiköy üreticileri
ürününün tamamını kaybetmiştir. Son üç yılda Manisa çiftçilerinin afetten
gördüğü zarar 45 trilyonu bulmaktadır. Birinci yılında, Adalet ve Kalkınma
Partisinin vaat ettiği, 2090 sayılı Yasayla tarım sigortası çıkarılmış olsaydı,
bu vatandaşlarımızın hiçbirisi zarar görmeyecekti.
Beş yıllık Adalet ve Kalkınma Partisinin
İktidarı döneminde de bu yasadan yararlanan olmayacak. Eğer, gerçekten, bunu
bir deprem sigortası gibi, bir araç sigortası gibi zorunlu hale getiremezsek,
bilin ki, bundan beş yıllık iktidarınız boyunca hiç kimse yararlanamayacak.
Bakınız, önümüzde üç dört ay var; temmuz,
ağustos, eylül, ekim, hasadın yapılacağı aylar. Buğdayından pamuğuna, üzümüne,
bütün hasatlar yapılacak. Eğer bu altı aylık süre içerisinde, Tarım ve
Köyişleri Bakanlığı, bununla ilgili, tüccara malını teslim eden veyahut da
Ofise malını teslim eden arkadaşlarımızla ilgili, belirli oranlarda, belirli
şekilde poliçelerin yapılmasına uygun yönetmeliği çok acil bir şekilde
çıkarmazsa, olası, 2006'da ve 2005'in sonlarında yaşanacak afetlerle, yine,
çiftçi karşı karşıya kalacaktır.
Değerli arkadaşlarım, biraz evvel, Sayın
Bakanın da dediği gibi, İspanya örneği, ABD örneği, Japonya örneği -bunların
örneklerini çoğaltabilirsiniz- ama, havuz sistemiyle ilgili en iyi örnek de
İspanya'da yirmiiki yıldan beri uygulanıyor; ama, burada asıl olan şu: Eğer,
siz, bu sigorta primlerini çok yüksek tutarsanız ve bu sigorta primleriyle
ilgili, tarımsal alanda çalışan ve tarımsal alanda üretim yapan insanlara,
gelin, bağınızı, tarlanızı ve ürününüzü sigorta yaptırın derseniz, inanın, on
yıl içerisinde Türk çiftçisini sigorta etmek mümkün değildir. Burada zorunluluk
esas olması gerekli. Yani, deprem sigortası nasıl ki zorunlu hale getirildiyse,
eğer bir aracınız varsa, aracınızın trafik sigortası zorunlu hale geldiyse,
acilen bir iki ay içerisinde, bugünkü hasadın satılmasıyla ilgili, çıkacak olan
ürünün satılmasıyla ilgili, bunu, muhakkak, ofisler, kooperatifler, birlikler
veya tüccar bir şekilde sigorta kapsamına almalı. Almadığı an, kesinlikle yine
bu afetlerle karşı karşıya kalacağız.
Değerli arkadaşlarım, biraz evvel dediğim
gibi, yönetmelikler çok önemli, bu yönetmeliklerle ilgili hiçbir şey yok
kanunun içerisinde ve bakanlık, bunu altı ay içerisinde düzenleyeceğini ve
açıklayacağını söylüyor. Ben inanıyorum ki, bu çıkacak kanun, eğer gerçekten
yönetmelikleri de, diğer ülkelerde olduğu gibi, şu an sıkıntıda olan Türk
çiftçisinin ekonomik koşullarına göre poliçelere ve sigorta kapsamına alınması
sağlanırsa, Türk çiftçisi bir soluk alacak; ama, gerçekten, eğer, siz, bunu
zorunlu hale getirmezseniz, bizler bunu zorunlu hale getirmezsek, bilin ki,
yıllar boyu Türk çiftçisiyle ilgili hâlâ daha sıkıntılarımız devam edecek.
Biraz evvel arkadaşlarımız demişti,
efendim, geldiğimizden bu yana, tarımsal alanda çalışan arkadaşlarımıza,
tarımsal alanda çalışan üreticilerimize destek olduk. Nasıl bir destektir,
yani, mazot parasıyla ilgili… Bazen televizyonlarda çanak sorular vardır,
televizyona çıkarsınız, işte, karşılıklı sorular hazırlanır. Sevgili Konya
Milletvekilimiz de bakana soruyor buradan: "Efendim, mazot ne kadar
verdik?" Ben söyleyeyim ne kadar verdiğinizi; 600 trilyon verdiniz; ama,
doğrudan gelir desteğinden keserek verdiniz. (CHP sıralarından alkışlar)
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Doğrudan gelir
desteğinden kesinti olur mu?
HASAN ÖREN (Devamla) - Yani, Türk
çiftçisinin, sakın ola, bizim kadar düşünemediğini zannetmeyin. İnanın, bizden
daha iyi hesap yapıyor. Yani, 3 katrilyonluk doğrudan gelir desteğinin
içerisinden 600 trilyonunu kesip, bunu mazot desteği olarak vermeye
kalktığınızda, inanın, bizlere farklı şekilde bakıyor.
Bakınız, bir de şu var. Eğer 8 000 000, 10
000 000…
MEHMET ÇERÇİ (Manisa) - Doğrudan gelir
desteğini kaç paraya çıkardığımızı da söyle.
HASAN ÖREN (Devamla) - Sevgili Mehmet
Çerçi, sizinle televizyona çıktık, bunu bir hayli konuştuk, burada o
konuştuklarımı anlatmayayım.
MEHMET ÇERÇİ (Manisa) - Anlat, anlat…
HASAN ÖREN (Devamla) - Televizyona katılan
20 katılımcının 20'si de, Adalet ve Kalkınma Partisinin tarımsal alanda sıfır
olduğunu söyledi; hatta, siz de sinirlendiniz, sinirlenmekte de haklısınız;
çünkü, gerçekten, tarımsal alanla ilgili bir şey vermediniz. Tarımsal alanla
ilgili bir şeyleri vermiş olsaydınız, burada daha rahat olacaktınız.
Peki, gerçekten, siz tarımsal alanda bir
şeyler verdiyseniz -bunu verenin başında da Tarım Bakanı var. Yani, tarımsal
alanda bu kadar başarılısınız; Tarım
Bakanının- bildiğime göre geçmişiyle ilgili hiçbir şaibesi yok, yani, dosyası
falan da yok- bu kadar başarılı Tarım Bakanını niye değiştiriyorsunuz?!
MEHMET ÇERÇİ (Manisa) - Koltuklar baki
değil.
HASAN ÖREN (Devamla) - Haa, şunu
yapamazsınız: Bu kadar AKP'nin yanlışlığını, AKP'nin tarımsal kesimdeki
insanların ceplerinden aldığını, sadece bir bakana yükleyemezsiniz. Bu, Adalet
ve Kalkınma Partisinin anlayışıdır, görüşüdür, IMF'nin sizden istediğidir,
yapmak zorundasınız. Yani, dün söylediğiniz gibi, o hain olarak düşündüğünüz, o
kan emici olarak düşündüğünüz IMF'yle, bugün kol kola girmek, omuz omuza
yürümek durumundasınız. Bunu, açıklıkla söyleyemiyorsunuz; söyleyemediğinizden
dolayı da sıkıntı var içinizde.
MEHMET ÇERÇİ (Manisa) - Türkiye ekonomisi…
BAŞKAN - Sayın Çerçi, lütfen... Lütfen,
Sayın Çerçi…
HASAN ÖREN (Devamla) - Değerli arkadaşlar,
tarımsal alanda çalışan hiçbir insan şu an mutlu değil. Ben Manisa
Milletvekiliyim. Manisa'nın toprakları çok verimlidir, tarımsal alanda
Türkiye'nin birinci sınıf topraklarına sahip olan bir ildir. Sevgili Manisa
milletvekillerimizle de biz sık sık bir araya geliriz. Hatta, geçen dönem,
bundan bir ay önce kararlaştırmıştık. Köye gidecek, köylünün olduğu yerde
açıkoturum yapacaktık milletvekilleriyle. Ne yazık ki, köye gitme fırsatı
olmadı. Ben hazırdım, Manisa milletvekilleri hazırdı; ama, Adalet ve Kalkınma
Partisinin milletvekilleri, köye gitmeye hazır değildi. (AK Parti sıralarından
gürültüler)
İSMAİL BİLEN (Manisa) - Daha yeni geldik
köyden! Bakın, Alaşehir'deydim, Sarıgöl'deydim, Kırkağaç'taydım, Soma'daydım.
Doğru söylemiyorsun!
HASAN ÖREN (Devamla) - Değerli
arkadaşlarım…
BAŞKAN - Lütfen, Sayın Bilen…
HASAN ÖREN (Devamla) - Doğru söyleyip
söylemediğimi, Sayın Milletvekilim, bu kürsüye gelirsiniz, bu kürsüde
anlatırsınız. Biraz sonra telefonlarınız çalmaya başlar. Zaten, tahmin
ediyorum, tarımsal kesimden gelen şikâyetler telefonlarınızı bile kapatmaya
yetiyor. Gerçekten tarımsal alandaki müthiş şekildeki bu gelir düşüşünü,
sefaleti görmüyor iseniz, inanın siz oralara gitmiyorsunuz, ciddî söylüyorum,
gitmiyorsunuz.
MEHMET ÇERÇİ (Manisa) - Her hafta
oradayız.
HASAN ÖREN (Devamla) - Eğer gidiyorsanız,
orada bunları konuşmanız mümkün değil.
İSMAİL BİLEN (Manisa) - Her hafta
oradayız!
MEHMET ÇERÇİ (Manisa) - CHP…
HASAN ÖREN (Devamla) - Üzüm bir felaket,
pamuk bir felaket, buğday bir felaket, nasıl gidersiniz, ne söylersiniz; kusura
bakmayın, IMF bizden böyle istedi; ama, biz IMF'yle artık anlaşma yapmayacağız,
2007'yi bekleyin mi diyeceksiniz?!
İSMAİL BİLEN (Manisa) - Beraber gidelim,
bu hafta sonu da oradayım.
BAŞKAN - Sayın Bilen, niye müdahale
ediyorsunuz?!
HASAN ÖREN (Devamla) - Nereye isterseniz
gidelim.
Değerli arkadaşlarım, gerçekten, tarımsal
alanda şu an Adalet ve Kalkınma Partisi bir zafiyet yaşıyor. Peki, tarımsal
alanda yaşadığı zafiyet, başka kesimlerde yok mu? Her kesimde var; ama, ısrarla
bunu görmezlikten gelir iseniz…
MEHMET ÇERÇİ (Manisa) - Barajın
altındasınız!
HASAN ÖREN (Devamla) - Bunu görmezlikten
gelir ve sıraların arasından laf atmaya kalkar iseniz, tahmin ediyorum, bu,
sizin bir daha buraya gelmenizi sağlayamayacak.
MEHMET ÇERÇİ (Manisa) - Ekonomik verilere
bakın!
HASAN ÖREN (Devamla) - Tahmin ediyorum,
Mehmet Bey, o koltukta bir şey var; o koltuğa kim oturursa, kadrolu laf atıcı
oluyor!
BAŞKAN - Sayın Ören, lütfen, Genel Kurula
hitaben konuşur musunuz.
HASAN ÖREN (Devamla) - Yani, bu koltukta
kim oturursa, kadrolu laf atıcı... Yani, bu kadrolu laf atıcılıktan dolayı bir
daha milletvekili olunmaz; ben, bunu açıkça söyleyeyim. Çalışacaksınız, köylere
gideceksiniz, o köylerdeki üzümü, pamuğu, fındığı, tütünü göreceksiniz; o
gördüklerinizle kafanızda bir muhakeme yapacaksınız. Şu an tarımsal alanda bir
felaket yaşanmaktadır. Bu felaketin önlemini almak durumundasınız. Bu yasa
gerçekten doğru bir yasadır; bu yasaya Cumhuriyet Halk Partisi olarak sonuna
kadar destek veriyoruz; ama, bu yönetmelik hazırlanırken mümkün olduğunca
yönetmelik tarım kesiminde çalışan insanların gelirlerine koşullandırılmalı,
uyarlanmalı ve en önemlisi de bu yıl ürünlerini vatandaşımız sattığında nasıl
yapılacaksa, nasıl bir çözümü varsa bu ürünlerden sigorta poliçeleri
hazırlanmalı ve önümüzdeki yılın mahsulü sigortalı hale gelmeli.
Değerli arkadaşlarım, tarım kesiminde
gerçekten bu sıkıntı var; bu sıkıntıyı inşallah bu kanunla biraz daha iyi bir
hale getireceğiz.
Hepinize teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - AK Parti Grubu adına, Manisa
Milletvekili İsmail Bilen; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA İSMAİL BİLEN (Manisa)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gecenin bu ilerleyen saatinde hepinizi
hürmetle, saygıyla selamlıyorum.
Değerli Manisa Milletvekili arkadaşımızla
biz televizyon programı yaptık, doğrudur; ama, 20 kişinin aradığı yönündeki
iddiaları doğru değildir. O televizyon programının kayıtlarını alır inceleriz.
Arayanların da en az 100'e yakını da bize mesaj geçmişlerdir "size
ulaşamıyoruz, televizyona ulaşamıyoruz" diye. Belki de programlanmış bir
hadiseydi. Kaldı ki, Manisa'da yapılacak her toplantıda biz hazır olduk, her
toplantıya da hiçbir mazeret öne sürmeden gittik…
HASAN ÖREN (Manisa) - Sizin istediğiniz
köye, söz verin, gidelim.
BAŞKAN - Sayın Ören, lütfen...
İSMAİL BİLEN (Devamla) - Bakın, sizin
arkadaşınız, ismini vermeyeceğim; ama, o toplantıya sizin arkadaşınız
katılmamıştı.
BAŞKAN - Sayın Bilen, maddeyle ilgili
Genel Kurula hitap eder misiniz. Lütfen...
İSMAİL BİLEN (Devamla) - Ama, Sayın
Başkan, itham vardı, ithama cevap veriyorum.
ATİLA EMEK (Antalya) - Köyü söyle?
HASAN ÖREN (Manisa) - Hangi köyde? Köyü
söyle...
İSMAİL BİLEN (Devamla) - Değerli
arkadaşlar, biz, Mehmet Çerçi arkadaşımla birlikte bu hafta Manisa'daydık,
Manisa'da halkla birlikteydik.
Yine, Alaşehir'de Ticaret Borsası
Başkanımızın daveti üzerine oraya gitmiştik, gümrükle ilgili bir çalışma vardı.
Türkiye'nin de önünü açacak, o bölgenin de insanına hizmet edecek bir gümrük
açılması konusunda teşebbüsümüz, girişimimiz vardı, ondan da netice aldık.
Özellikle Kürşat Beye de huzurlarınızda teşekkür ediyorum. Türk tarımına da
büyük bir hizmetti.
Yine, bu kanunla, Türk üreticisine, Türk
tarımcısına, tarım sektörüne ciddî anlamda katkılar sağlanacak. Kırk yıllık,
elli yıllık birikmiş sorunları neden bugün çözmüyorsunuz veya bugüne kadar
neden çözmüyorsunuz derseniz, bunda da haksızlık yapmış olursunuz. Değerli
dostlar, bugüne kadar yapılmamış olanı yapıyoruz.
Manisa'dan geliyorum. Bakın, söylüyorum,
gittiğim bölgeleri de söylüyorum, katıldığım programları da söylüyorum.
Soma'dan saat 03.00'te döndüm, Kırkağaç'tan saat 24.00'te döndüm, Alaşehir'den
de saat 17.00- 18.00'de döndüm. Vatandaşla biz bir aradayız, üreticiyle iç
içeyiz ve bugün, ilk defa pamuk priminden dolayı bize teşekkür etmişlerdir
üreticiler.
Bugüne kadar pamuk üreticisine verilmeyen
228 000 liralık bir destekle tarım sektörünün sıkıntıları, pamuk sektörünün
sıkıntıları giderilmeye çalışılmıştır.
Yine, bölgemizin büyük birliklerinden olan
Tarişin her toplantısında, biz, bölge milletvekilleri, iktidar milletvekilleri
hep hazır olduk. İktidar milletvekilleri diyorum; ama, muhalefetten hiç kimse
yoktu o toplantılarda. Yine, partiliniz olan pamuk…
HASAN ÖREN (Manisa) - Hangi köye
gideceğiz, onu söyle... Hangisine istiyorsan, söz ver, gidelim.
BAŞKAN - Sayın Ören, lütfen… Lütfen, Sayın
Ören…
İSMAİL BİLEN (Devamla) - Bakın, bu hafta
sonu da ben oradayım, her hafta sonu oradayım, önümüzdeki hafta sonu da
oradayım.
HASAN ÖREN (Manisa) - Senin istediğin köye
gidelim, hangisiyse söyle…
BAŞKAN - Sayın Bilen…
İSMAİL BİLEN (Devamla) - Ne zaman
isterseniz, istediğiniz yerde…
BAŞKAN - Sayın Bilen…
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Yerini söyleme,
provakasyon olur.
İSMAİL BİLEN (Devamla) - Evet, değerli
dostlar, pamuk üreticisinin bize, hakikaten ciddî anlamda teşekkürü vardı. İlk
defa kendileriyle muhatap olan, kendilerinin sorunlarıyla, dertleriyle
ilgilenen bir iktidara sahip olduklarını… Bakın, dünya görüşü bizden farklı
olan, siyasî tercihi bizden farklı olan, yine, üretim birliği başkanının basın
huzurunda yaptığı bir teşekkürdür bu.
Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener'e,
yine, Sanayi Bakanımıza, yine, Tarım Bakanımıza bizatihi sorunlarını aktarma
imkânı ve fırsatı bulmuştur Manisa milletvekilleri aracılığıyla.
Evet, değerli vakitlerinizi aldığım için
özür diliyor, hepinize saygılar sunuyorum.(AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bilen.
Madde üzerinde, şahsı adına söz isteyen
Özkan Öksüz; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Sayın Başkan,
değerli milletvekili arkadaşlarım; tasarının 14 üncü maddesi üzerinde söz almış
bulunuyorum; hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Şimdi, bundan önce çıkan arkadaşımız, AK
Parti Hükümeti…
BAŞKAN - Sayın Öksüz, lütfen... Madde
üzerinde konuşacaksanız, buyurun.
ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Madde üzerinde
konuşuyorum Başkanım.
BAŞKAN - Sataşmayla ilgili söz almadınız
Sayın Öksüz.
ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Sataşma yapmayacağım
Başkanım.
Hükümet olarak çiftçiye hiçbir desteğin
verilmediğini ima etti.
Arkadaşlar, ben, buradan size birkaç tane
rakam okuyacağım; lütfen, CHP'li arkadaşlarımız yazsın.
YILMAZ KAYA (İzmir) - OECD raporu!..
ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Şimdi,
kooperatifler aracılığıyla AK Parti Hükümetinin yıllar itibariyle vermiş olduğu
küçük ve büyükbaş hayvan desteğini buradan sizlere zikredeceğim. Bakın, bundan
önceki hükümetlerde, 2000 yılından önce, yıllık 30-35 kooperatif aracılığıyla 2
000 ile 3 000 arası küçük ve büyükbaş hayvan desteği verilmekteydi. Bakın, bu
hükümet geldikten sonra neler olmuş, okuyorum: 2003 yılı, büyükbaş hayvan 5
600, küçükbaş hayvan 3 900. 2004 yılına gelelim…
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Dikkat edin; bakın
şimdi, bakın!
ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - …büyükbaş hayvan
28 852, küçükbaş hayvan 78 000 arkadaşlar. (CHP sıralarından gürültüler)
HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU (Antalya) -
Hayvancılığı yok ettiniz, hayvancılığı öldürdünüz!
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen…
ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - 2005 yılının ilk
beş ayını size hatırlatayım: Büyükbaş hayvan 6 130, küçükbaş hayvan 11 700.
Arkadaşlar, bunları bir alt alta toplayın;
133 000 adet ediyor. Hani hayvancılığı bu hükümet öldürmüştü?! Hayvancılığı bu
hükümet kalkındırıyor. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bu hükümet, bu hükümet…
HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU (Antalya) - Etin
kilosu kaç para?..
ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Bu hükümet, daha
önceki hükümetlerin tamamen yok etmiş olduğu hayvancılığa, şu anda vermiş
olduğu destekler… Eğer, siz, bu rakamlara da karşı geliyorsanız, o zaman,
size diyecek hiçbir şeyim yok.
YILMAZ KAYA (İzmir) - Yemden bahset biraz,
yemden…
ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) -Haa, onu da
söyleyeyim.
HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU (Antalya) - Yem
fiyatından bahset…
ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Bakın, arkadaşlar,
ben bir konuya daha geleceğim…
ENSAR ÖĞÜT (Ardahan) - Kaçak hayvanı da
çoğalttılar.
ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Bir konuya daha
geleceğim, dinleyin. Bakın, biz, aşağı yukarı 40 000 süt ineği dağıtmışız, 40
000. Bakın, Türkiye'de, daha önce, bu karasığır cinsinden olan ineklerimiz,
günde 2 ilâ 3 litre süt veriyordu…
TUNCAY ERCENK (Antalya) - Gel vatandaş,
gel!..
ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Şimdi, bizim
dağıttığımız inekler, 20 ilâ 25 kilogram süt veriyor arkadaşlar; bunu, 40
000'le çarptığınızda, günde 1 000 ton süt eder.
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Süt kaç lira?..
ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Günde 1 000 ton
süt ediyor…
Onun da rakamını vereyim ben size.
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Süt kaç lira
söyle bakayım… Süt kaç para?..
ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Geleceğim, geleceğim…
Şimdi, karasığırda, günde, aşağı yukarı,
bir karasığır 3 kilo yem tüketiyor, 3 kilo, 4 kilo yem tüketir ve verdiği süt 3
kilo, 4 kilo; yani, verdiği süt yediğini karşılamıyor; ama, bizim dağıttığımız
hayvanlar, 20 ilâ 25 kilo süt veriyor, yediği 5 kilogramdır. Artırdığı 15
kilogram süttür arkadaşlar; rakam bu, aradaki rakam bu. İşte, sütün fazlalığı
da arz ve talep meselesidir Türkiye'de; fazlalık da, buradan geliyor. Bizim
hükümetimiz, bu fazlalığı da, merak etmeyin, düşünüyor, bir şeyler yapacaktır.
Arkadaşlar, bakın, hayvancılık, biz
geldiğimizde… 2004 yılında yüzde 250 oranında, yani, yüzde 250 oranında desteği
yükselttik. Yüzde 250… Bak, bir rakam veriyorum, 247 trilyondan 662 trilyona
yükselttik arkadaşlar; yani, bu destek değilse el insaf derim yani… (AK Parti
sıralarından alkışlar) Eğer, 247'yi, 662'yi birbirinden ayırt edemiyorsak, o
zaman insafınıza bırakıyorum!
Bu hükümet…
YILMAZ KAYA (İzmir) - Yem fiyatlarını
söyleyecektiniz, yem fiyatlarını…
ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Arkadaşım, yem şu
anda 350 ile 400 lira arası. Sütün de o kadar. Eskiden karasığır 3 kilo süt
veriyordu, 4 kilo süt veriyordu; şu anda çiftçimiz, iki inekten 50 kilo süt
almakta, ne diyorsunuz siz!.. Bu 50 kilo sütten, şu anda…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU (Antalya) - Çok
atıyorsun Sayın Öksüz, hesaplı konuş!...
BAŞKAN - Sayın Öksüz, lütfen toparlar
mısınız.
Buyurun.
ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Arkadaşlar, tarım
sektörünün geliştirilmesi amacıyla, AB'yle uyum da gözetilmek suretiyle,
sektörün kalkınma hedef ve stratejileri doğrultusunda da, 2006 ile 2010
yıllarını kapsayan Tarım Stratejisi Belgesi de bu hükümet tarafından
hazırlanmıştır ve şunu iddia ediyorum, birkaç yıl içinde, Türkiyemiz, eski
hayvancılık ve eski hayvan gücüne ulaşacaktır ve elde edeceği süt de eskinin
5-6 katı olacaktır.
Hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Öksüz.
Madde üzerinde soru-cevap işlemi
yapılacaktır.
Buyurun Sayın Işık.
AHMET IŞIK (Konya) - Sayın Başkan,
teşekkür ediyorum. Vasıtanızla, Sayın Bakanımıza şu soruları tevdi etmek
istiyorum:
Sayın Bakanım, mazota verilen destek
bütçeden mi verilmektedir, yoksa doğrudan gelir desteğinden mi sağlanmaktadır?
Kooperatiflere sağlanan destek; 2002
yılında 50 kooperatife 22 trilyon TL, 2004 yılında ise 234 kooperatife 180
trilyon TL destekleme yapılmıştır. Prim ödemelerinde ise ağırlık pamuk ve yağlı
tohumluk bitkilerin üretimine verilmiştir. Zira, her yıl, petrolden sonra en
önemli döviz çıkışı bu gruptaki ürünlerde olmaktadır. Burada da 2003 yılındaki
prim tutarı 282 trilyon TL, 2004 yılındaki prim tutarı ise 600 trilyon TL
olmuştur. Hayvancılıktaki destekleme ise; 2001 yılında 48 trilyon, 2002 yılında
75 trilyon, 2003 yılında 130 trilyon ve 2004 yılında ise 540 trilyon olmuştur.
Sayın Bakanım, bu geçmiş yıllardaki
-özellikle bu iki yılı kastediyorum- artan orandaki destekleme 2005 ve 2006'da
devam edecek midir?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Işık.
Sayın Eraslan, buyurun.
MEHMET ERASLAN (Hatay) - Sayın Başkanım,
aracılığınızla Sayın Bakanıma bir soru yöneltmek istiyorum.
Türkiye'de 10 hektardan az araziye sahip
olan çiftçimizin sayısı çok fazla, oransal açıdan, toplam arazi miktarının
yüzde 42'si. Dolayısıyla bu kanun kapsamından istifade ettirmek üzere, küçük
çiftçimize, yoksul çiftçimize belirli bir süre sigorta priminin devlet
tarafından veya Bakanlığınızın bütçesi marifetiyle destek vermemiz mümkün mü?
Çünkü, küçük çiftçilerimizin, yani 10 hektardan az araziye sahip olan çiftçilerimizin
toplam araziler içerisindeki payına baktığımız zaman gerçekten yekûn tutuyor ve
bunlar geçimini zaten zor temin etmekle beraber, tarım sigorta primini ödeme
noktasında büyük güçlükler, zorluklar çekeceklerdir diye düşünüyorum. Bu konuda
bir tedbiriniz, bir önleminiz var mı?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Eraslan.
Sayın Melik, buyurun.
MEHMET VEDAT MELİK (Şanlıurfa) - Teşekkür
ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın Başkanım, aracılığınızla Sayın
Bakana bir soru yöneltmek istiyorum.
Tarım Sigortaları Kanunu Tasarısı
görüşülmeye başlandığı zaman, geçen hafta, ben Sayın Tarım Bakanına bir soru
yöneltmiştim "Urfa İlinde Toprak Mahsulleri Ofisi merkezleri ne zaman
alıma başlayacak" demiştim. Malumunuz, o bölgede arpa hasadı bitti, buğday
hasadı da son sürat ilerliyor. Şimdi, Sayın Bakanımıza, hem görevinde başarılar
diliyorum hem aynı soruyu bir hafta sonra kendisine yöneltiyorum; çünkü,
Urfa'da Ofis alım merkezleri alıma başlamadı, açılmadı. Akçakale'de ve
Şanlıurfa merkezde, acaba Toprak
Mahsulleri Ofisleri alım yapacak mı, yapmayacak mı? Yapacaksa, ne zaman
başlayacak?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Melik.
Sayın Öğüt, buyurun.
ENSAR ÖĞÜT (Ardahan) - Sayın Bakanım,
biraz önce Adalet ve Kalkınma Partisi sözcüsü, biz, inek dağıttık, hayvan
dağıttık, hayvancılık da çok gelişti dedi. Kimlere, ne kadar inek verildi?
Damızlık mı verildi, süt ineği mi verildi veya ne gibi hayvanlar verildi, onu
öğrenmek istiyorum.
Türkiye'ye kaçak gelen hayvan var mı?
Kaçak gelen hayvanın dışında, gemilerle kaçak gelen et var mı? Bunun bir
cevabını rica ediyorum ve bunu sözlü verebilirseniz, Sayın Bakanım…
Sayın Grup Başkanvekilim, ben, Bakana soru
soruyorum, eğer müsaade ederseniz.
Sayın Bakanım, tekrar edeyim; kaçak giren
hayvan sayısı var mı? Veya gemilerle gelen kaçak et var mı? Hayvan
dağıtıldıysa, damızlık ne kadar, kimlere dağıtıldı, hangi bölgelere, hangi
illere? Süt ineği hangi bölgelere, hangi illere dağıtıldı? Bunu, sözlü de
verebilirsiniz, yazılı da olabilir efendim.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Öğüt.
Soru sorma süresi tamamlanmıştır.
Buyurun Sayın Bakan.
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ
EKER (Diyarbakır) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Önce, Sayın Işık'ın sorusuyla başlamak
istiyorum. Şimdi, 2005 yılında, esasen, Manisa Milletvekilimizin biraz önce
kürsüde yaptığı açıklamayla da ilgili bu ve bu, doğru bir açıklama değildi;
çünkü, 2005 yılındaki tarımsal destekleme bütçesine ilaveten; yani, mazot
desteği, açıklanan buğday primi, kooperatiflere kullandırılan kredi ve diğer bu
tür desteklerin tamamı, doğrudan gelir desteği parasının dışındadır. Bütçeden
ayrıca verilen, ayrıca ödenecek olan bir paradır. Bunun, doğrudan gelir
desteğiyle bir ilişkisi yok. İşte, doğrudan gelir desteğinin 600 bilmem ne
kadarını ayırıp, mazot parası diye veriliyor denildi. Bu ifadeye açıklık
getirmek istiyorum.
Aynı zamanda bu, Sayın Işık'ın sorusudur.
Bunu da, bu şekilde cevaplamak istiyorum.
Bunun dışında, Sayın Eraslan'ın sorusu
var. Sayın Eraslan, sorusunda, küçük çiftçilerle ilgili olarak bir açıklama
yaptılar, 10 hektardan bahsettiler. Tabiî, onun kastettiği, esasen, işletme
büyüklüğü itibariyle 10 hektar değil 10 dekardır. Bu da, toplam tarımsal
işletmelerin neredeyse yüzde 80'ine tekabül etmektedir.
Değerli arkadaşlar, burada, biz, yeni bir
kanun ihdas etmeye, yeni bir sistem kurmaya çalışıyoruz. Bunun adı sigorta
kanunudur; tarım ürünlerini sigortalıyoruz. Bu işin tabiatı gereği, bu işin
tanımı gereği, eğer biz, bir yerde bir sistem işleteceksek, burada, sigortayla
ilgili olarak, bu gönüllülük esasına dayanmak zorundadır. Çünkü, mesele,
burada, sadece prim de değildir -yani, tut ki, primi, bir şekilde, bir yıl
aldınız, bir yerden bir kaynak buldunuz ve bunu karşıladınız- sigortacılıkta
mesele, sadece primi karşılamakla bitmiyor; bunun, bir de teminat kısmı vardır.
Sigorta kanununda, tarım sigortasında, mutlaka bu gönüllülük olmalı, dünyanın
her yerinde de tarım sigortaları bu şekilde yapılmakta ve mutlaka, herkes,
sigorta ettirdiği, çeşitli afetlere karşı sigorta ettirdiği ürünü için de bir
prim ödemektedir. Burada bizim yapacağımız şey şudur: Biz, elbette ki, bu
ülkedeki küçük çiftçilerin ödeme durumlarını, gelir durumlarını biliyoruz. Biz,
burada, biraz önceki maddede önergeyle koyduğumuz şeyi, küçük işletmelerin prim
yüzdelerini, onlar için ödenecek olan primleri
Bakanlar Kurulunun takdirine -işletme ölçeğine göre- bırakmak suretiyle,
bu esnekliği de zaten onlar lehine getirmiş oluyoruz.
Bunun dışında, dediğim gibi, yani, esnek
olacak, zaman içerisinde bununla ilgili herhangi bir sıkıntı olduğunda,
aktuaryel çalışma aşamasında eğer herhangi bir sorun varsa, hükümet, buna karşı
tedbir alacaktır.
Sayın Ensar Öğüt'ün sorusuna -çok geniş,
kapsamlı bir soru; hayvan kaçakçılığından et kaçakçılığına kadar, sigorta
dışında bütün konuları ihtiva ettiğinden dolayı- izniyle, ben yazılı olarak
cevap vermek istiyorum.
Şanlıurfa Milletvekilimiz Sayın Vedat
Melik'in sorusuna da şu anda cevap veriyorum; geçen hafta gerçi sorusunu
sormuş. Şanlıurfa'da Toprak Mahsulleri Ofisi alıma başladı ve işyerleri de
açıktır. Eğer buğdayı varsa veya yakınlarının, bildiklerinin buğdayları varsa,
oraya götürebilirler.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.
15 inci maddeyi okutuyorum:
Reasürans
MADDE 15.- Şirket, Havuz tarafından
üstlenmiş olunan risklerin transferi amacıyla ulusal ve uluslararası sigorta,
reasürans, sermaye ve benzeri piyasalardan sigortacılık tekniğinin gerektirdiği
şekilde ve yeterli düzeyde koruma temin etmek amacıyla yerli ve yabancı şirket
veya kuruluşlarla Havuz adına reasürans anlaşmaları yapabilir.
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına ve şahsı adına, Malatya Milletvekili Sayın Ferit Mevlüt
Aslanoğlu; buyurun.
CHP GRUBU ADINA FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Malatya) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin çok değerli üyeleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Öncelikle, Sayın Bakana yeni bakanlığın
hayırlı olmasını dileyerek, başarılar temenni ediyorum.
Değerli arkadaşlarım, Türk insanı bazı
alışkanlıkları zor edinir; görecek, inanacak; inanmadığı şeyi yapmaz. Tabiî,
burada, bu yasa, Türk çiftçisi için çok önemli bir yasa. Bunu herkes kabul
ediyor; ama, zorunlu olmadığı sürece, köylünün görüp, birtakım şeyleri görme
alışkanlığını ve -Allah afet
vermesin- bir şeyleri oturtmak zor. Yani, birtakım şeyleri yapıyoruz; ama, bu
bir reformdur veya bu bir devrimdir kelimesi değil, bunu öncelikle çiftçiye
benimsetmek lazım. Yani, bir şey faydalı olursa devrim olur. Devrim, o insana
hizmet ederse devrim olur. Yoksa, bir yasayı çıkarmışsın; işlemeyen bir yasa
çıkarmışsın. Ben, bu yasanın ilk yıllarda çok sağlıklı işleyeceğine
inanmıyorum. Neden?.. Getireceğim.
Değerli arkadaşlarım, yine söylüyorum,
eğer, Türkiye'de çiftçinin finansman sorununu çözmediğimiz sürece, elli tane de
yasa getirsek, çiftçinin ürününü, birileri, ister yurt içinden ister yurt
dışından birileri kapıp götürüyorsa veya satmakta çok güçlük çekiyorsa, ürününü
satamıyorsa, ekmek almak için, un almak için, eğer, ürününü satmak zorunda
kalıyorsa, inanın, elli tane de yasa çıkarsak, biz bu insanları
doyuramayız. Türkiye'de birtakım
gerçekleri bilelim. Her ürünün belli bir mevsimi var. Örneğin, kayısı temmuz
ayında çıkar. Köylü tüm alışverişini,
temmuza göre, veresiye alır. Uncudan, gider, çoluk çocuğuna yedireceği ununu
hep temmuz ayına alır, eylül ayına alır, ürünün çıkmasına, ürün sonuna alırlar;
kızını evlendirecek… Ama, eğer, biz, bu insanların, yine söylüyorum, finansman
sorununu çözmediğimiz takdirde, bunlara sistemli bir kredi politikası
getirmediğimiz sürece çiftçimizin, köylümüzün sorununu çözemeyiz.
Size bir örnek vereceğim. Bu hükümet (X)
hükümet, (Y) hükümet meselesi değil; bu, bir
çiftçiye bakış açısı. Ziraat Bankası… Ziraat Bankası çiftçinin bankası
değil mi? Çiftçi bu milletin efendisidir, köylü bu milletin efendisidir ve
köylü de bilir ki, Ziraat Bankası benim bankamdır. Hep yıllarca böyle
biliyorduk, böyle biliyoruz; ama, ne dün ne de bugün Ziraat Bankasının -rakam
vermeyeceğim- kaynak toplamı 100 ise çiftçiye verdiği para yüzde 2. Bak, bir
daha altını çiziyorum; kaynak
toplamının, topladığı paraların yüzde 2'sini çiftçiye veriyor. Peki, Türkiye'de
çiftçinin bankası diyoruz, çiftçinin tek bankası diyoruz; ama, topladığı
kaynakların yüzde 2'sini Türk çiftçisine veren bir Türkiye'de çiftçi kalkınır
mı? Önce, bu boyuttan bakalım. Onun için, biz çiftçinin finansman sorununu
çözmediğimiz takdirde bir yere varamayız.
Sayın Bakanım, buradaki ifadelerde,
objektif olmayacak birtakım ifadeler var. Örneğin, geçen 6 ncı maddede, ürün,
risk ve bölge bazında prim destek oranını belirlemek diyor kurulun görevi.
Sayın Bakanım, geçtiğimiz yıl Türkiye'de
önemli afetler oldu. Eğer burada bu kurul, risk ve bölge bazında prim
belirleyecek, belli bölgelerde belli ürünleri bu kurul belirleyecekse, yine
objektif kriterden uzak birtakım sonuçlar çıkacaktır. Örnek veriyorum -hâlâ
hakkımı istiyorum Sayın Bakanım- geçen yıl Türkiye'nin değişik yerlerinde don
olayı oldu; Karadeniz'de oldu, Malatya kayısısının yüzde 70'i gitti Sayın
Bakanım, kayısının yüzde 70'i gitti ve sonuçta, hükümet, don olayı olan
yörelere 50 trilyon bir yardım yaptı. Peki, Sayın Bakanım, fındığın ağacı mı
dondu? Hangi çiftçimiz bir tabiî afete uğramışsa -bu, Antalya'da, Ordu'da,
Giresun'da- kimsenin hakkını biz yemeyelim, herkesin hakkını verelim, kim tabiî
afete uğraşmışsa zararını karşılayalım, asla buna itirazım yok; ama, Sayın
Bakanım, Bakanlığınız, geçen yıl, Malatya'nın ve Malatya bölgesinin hakkını
yemiştir, gasbetmiştir; Malatya köylüsünün yüzde 70 ürünü donmuştur, bir kuruş
para verilmemiştir. Sebebi ne Sayın Bakanım, biliyor musunuz; Malatya'daki
çalışan Tarım İl Müdürlüğü ve hasar tespiti yapan arkadaşlarımın dürüstçe
davranması. Yine söylüyorum; orada, eğer raporlar yüzde 70 mal varlığını
kaybetmiş değil, yüzde 40 gelseydi Malatya'ya da verecektiniz; ama,
Malatya'daki bürokrat arkadaşlarım… Çünkü, ürünün yüzde 70'ini kaybettik Sayın
Bakanım, ürünümüzün yüzde 70'ini ve köylümüz aç kaldı, gübreciler icrayı
dayadılar, mahvolduk. Hâlâ daha çekiyoruz; ama, Malatya'nın, Malatya köylüsünün
hakkını gasbettik. Bir kuruş para vermediler. Halbuki, Malatya'da kayısı
üretiminin, yılda 200 000 000 dolarlık kayısı üretiminin yüzde 70'i gitti Sayın
Bakanım. Bu açıdan, bu yasanın uygulanmasında bölge tespitinde ve ürün
tespitinde çok objektif olunmayacağında endişeler duyuyorum.
Bir başka endişe duyduğum konu; Sayın
Bakanım, bir şirket kuruluyor. Burası bir AŞ. Hisseler belli sigorta
şirketlerine veriliyor. Yarın, burada, hisse devirlerine geçtiği için -hatta,
ben, bunu uyardım- bu tek bir sigorta şirketinin eline geçebilir; uyarıyorum
sizi. Anonim şirkette hisse devirleri Türk Ticaret Kanununa tabidir. Tek bir
şirketin eline geçebilir ve sonuçta, bu tarım sigorta sektörüne tek bir şirket
sahip olabilir. Onun için, Türkiye'de, bugün, tüm şirketlere bunu açıyorsunuz,
her şirketi eşit oranda ortak yapıyorsunuz; ama, yarın, AŞ olduğu için,
birtakım hisse devirleri Türk Ticaret Kanununa tabi olduğu için, bir şirketin
eline geçebilir. Şimdiden bu uyarımı da yapıyorum Sayın Bakanım; ikinci endişem
burada.
Sayın Bakanım, tabiî, burada, yine, eğer,
köylüden -açık değil- sigorta priminin hepsini alıp, sonra, ben size sigorta
primi iade edeceğim diye böyle bir uygulamaya gidersek, inan, kimse sigorta
yaptırmaz. Sadece bunun işleyişini... Diyelim, yüzde kaç destek yapacağız tüm
Türkiye'de... Sigorta şirketleri sigorta yaptığı zaman ürünü, köylüden alacağı
parayı önceden köylü bilmezse, köylü yaptırmaz. Ben ödeyeceğim diyeceksiniz;
tıpkı, teşvikte, elektrikte olduğu gibi. Elektriği harcıyor firmalar, parasının
tamamı TEDAŞ alıyor şirketlerden, altı ay sonra, bir sene sonra parayı iade
ediyor. Eğer bu uygulamada da, siz, sigorta yaptıran köylümden, primin hepsini
ver, ben sana sonra iade ederim diye, böyle bir -açık değil- uygulamaya
gidersek Sayın Bakanım, yine, bu yasada istediğimiz sonucu alamayız. Açık
değil…
Sayın Bakanım, tabiî, yine, hasar
tespitlerinde açık olmayan bölümler var burada. Tabiî, sigorta şirketleri elini
taşın altına koyuyor. Tabiî, burada bir şirket oluşuyor; ama, hasar, sigortayı
yapan şirket, yani, hangi sigorta şirketi ise -bu şirket değil- bu şirket, öbür
sigorta yapan şirketlerle birlikte mutlaka hasar tespitini yapmalı. Bu da açık
değil Sayın Bakanım.
Şimdi, tabiî, Türkiye, 1980'li yıllarda,
tüm Ortadoğu'nun sebzesini, meyvesini ve tüm Ortadoğu'nun canlı hayvan
ihracatçısıydı.
Sayın Bakanım, eğer, biz, tarımda…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Aslanoğlu, şahsınız adına
da söz istediğiniz için, buyurun.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Şimdi,
üretmek… Üretecek finansmanı sağlayamazsak -yine, söylüyorum- bulamazsak; iki,
ihracat pazarlarına…
Burada Antakya, Hatay milletvekili
arkadaşlarım var, Gaziantep milletvekili arkadaşlarım var. TIR'lardan
geçilmezdi. Antakya'da, İskenderun'da, Mersin'deki yolda sebze, meyve yüklü
TIR'lardan geçilmezdi ve tüm Ortadoğu'nun her şeyini ihraç ederdik; ama, bugün,
maalesef... Maalesef... Burada bir sorun var. Bu sorunu, eğer, Türkiye olarak
biz aşamazsak, Türk insanına, Türk ihracatçısına ve Türk üreticisine belli bir
vizyon veremezsek Sayın Bakanım, bu üretimimizle, biz, bu köylümüzü
doyuramayız. Gaziantep'te sadece yılda 500 000 000 dolarlık canlı hayvan ihraç
edilirdi. Bugün gidin bakın, Gaziantep'te, özellikle Suudi Arabistan ve Körfez
ülkelerine 10 000 000 dolar canlı hayvan ihraç ettiğimiz yok.
Tabiî, birtakım şeyleri başarmak, bu
sorunların önüne geçmemiz lazım Sayın Bakanım; çünkü, köylüye giden para… Sayın
Bakanım, köylü cömerttir, köylü harcar, köylünün cebinde bir kuruş kalmaz. Kime
veriyor; benzinciye, mazotçuya... Köylü, o şehirdeki, o ildeki her kesime iş
yaptırıyor. Köylü iş yaptırmadığı zaman, küçük sanayi sitesi duruyor,
traktörünü götüremiyor. Köylüye giden para, bir ark gibidir. Bizim köylümüz
cömerttir, bir kuruş tutmaz parasını, tasarruf yapmaz, hep bir şey alayım,
tekrar bir şey yaratayım… Köylü parasını hep bir şey yaratmak üzere bir şey
satın alır. O açıdan, bu aşamada, özellikle köye giden para büyük oranda
sekteye uğradığı için, o ilin, o şehrin ve ülkenin tüm sektörlerinde büyük
sorunlar doğuyor.
Bu yasada ben Sayın Müsteşarıma da
teşekkür ediyorum. Geçen gün bir önemli konu vardı; onu, daha önceki bir
maddede çözdük. Özellikle bu havuzun yatırım fonlarını, özellikle gayrimenkul
almaması yönünde ve hazine bonosu dışında hiçbir yatırım aracına yatırım
yapmaması konusunda çözdük; çünkü, bu fonun geleceğinde önemli bir konuydu.
Sayın Bakanım, ayrıca, Türkiye'de -yine
söylüyorum- Depoculuk Kanunu çıkardık, çıkardık kanunu. Eğer Depoculuk Kanununu
emtia senetleri, emtiayı temsil eden hisse senetleri, emtiayı temsil eden rehin
senetleri -biz eğer bunları piyasada alışverişini- piyasada dolaşmazsa, yine
köylünün finansman sorununu
halledemeyiz. Köylü eğer Toprak Mahsullerine ürününü verdiği zaman, siz,
bana ürününü verdi, emtia senedini götürüp, Ziraat Bankasını görevlendirip,
bunun yüzde 50'sini finanse et kardeşim demediğiniz sürece, yine onun, köylünün
sorununu çözemeyiz; yani, emtia senetleri Ziraat Bankasının görevi olmalı.
Hangi ürünün, teslim edilen ürünün belli oranında hesap sormamalı köylüye. Bir
kere, köylü Ziraat Bankasının içine rahat girmeli. Ben geçen gün KİT
Komisyonunda söyledim; Ziraat Bankasına bir ayda giren kişi sayısı, arkadaşlar,
5 000 000. 5 000 000 kişi giriyor Türkiye'deki Ziraat Bankasının içine; emeklisi, memuru... Sadece emekliler 5 000 000
kişi. Böyle bir kurumun, düşünün, o şubelerinde, benim köylüm gittiği zaman
verimli hizmet alabiliyor mu?! Çünkü, orada çalışan arkadaşlarım ona entegre
olamıyor, çok yoğun, insanlara dert anlatmaktan başka bir şey yapamıyor. Onun
için, bugün köylü finansmanını rahat yapamıyor. Yapamadığı sürece de,
dışarıdaki üç alıcı, Türkiye'deki ürünlerin fiyatını tespit ediyor. Kuru kayısı
fiyatları geçen yıl 5 000 000'du; ama, maalesef, dışarıdaki üç alıcı ve
kayısının donmasına rağmen, 2 000 000'a düştü arkadaşlar. Bu ne demektir;
Türkiye'nin 150 000 000 doları gitti, 150 000 000 dolar Türkiye'ye gelmedi.
Neden; yeterli ölçüde finansman sorunu çözülmediği için. Ülke kaybediyor. Aynı
şey fındıkta var. Tüm ürünlerde, ülkede yaratılan katmadeğer…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Aslanoğlu, buyurun.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) -
Bitiriyorum efendim.
Tüm ürünlerde, eğer, katmadeğer yaratmak
için, bu ülkedeki finansman sorununu, köylüye kredi değil, köye kredi
uygulamasına geçmediğimiz sürece, 50 tane kanun çıkarsak, bu kanunlar, köylünün
kendisine, ekmeğine bir şey kazandırmaz, hep kâğıtta kalır. Onun için, bir an
önce, bu yasalarla beraber, diğer, köylünün finansman sorununu çözmek bizim en
temel görevimizdir.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın
Aslanoğlu.
Madde üzerinde şahsı adına söz isteyen,
Manisa Milletvekili Mehmet Çerçi; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
MEHMET ÇERÇİ (Manisa) - Sayın Başkan,
değerli milletvekili arkadaşlarım; 879 sıra sayılı Tarım Sigortaları Kanunu
Tasarının 15 inci maddesi üzerinde şahsım adına söz aldım; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Her şeyden önce, göreve yeni başlayan
değerli arkadaşımız, Tarım Bakanımız Mehdi Beyi kutluyorum, çalışmalarında
başarılar diliyorum ve oradan hareketle, değerli arkadaşım, Manisa
Milletvekilimiz Hasan Ören Beyin bir iki sataşmasına hem cevap vermek istiyorum
hem de bazı noktalara değinmek istiyorum.
BAŞKAN - Sayın Çerçi, maddeyle ilgili
konuşur musunuz. Sataşmadan dolayı söz almadınız.
Buyurun Sayın Çerçi.
MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - Peki, Sayın
Başkan.
Değerli arkadaşlar, biz, Manisa
milletvekilleri olarak, AK Parti milletvekilleri olarak, elimde belli
istatistikler var, bütün istatistiklerde, ikibuçuk yıl boyunca, Manisa'da
geçirdiğimiz, Manisa'nın ilçelerinde, köylerinde, kasabalarında geçirdiğimiz
zaman dilimi, Ankara'da geçirdiğimiz zaman diliminden çok daha fazladır. Her
hafta, bakın, istisnasız her hafta, Ankara'da bir program yoksa, ciddî Meclis
çalışması yoksa, Meclisin çalışması yoksa, bunun dışında herhangi bir ciddî
toplantı vesaire yoksa, bizler Manisa'dayız, seçim bölgemizdeyiz, köylerdeyiz,
kasabalardayız.
HASAN ÖREN (Manisa) - Köyler hariç!
MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - Her hafta, her
türlü sivil toplum örgütlerinin aktivitesinde, tarımla ilgili veya tarımdışı…
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Et-Balık
özelleştirilirken?!.
MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - …televizyon
programlarında, basın programlarında hep oradayız.
HASAN ÖREN (Manisa) - Köyler hariç!
MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - Ama, maalesef,
Cumhuriyet Halk Partisinin Manisa milletvekillerini orada göremiyoruz.
HASAN ÖREN (Manisa) - Haksızlık
yapıyorsun!
MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - Değerli arkadaşlar,
şimdi, herkes tarım üzerinden siyaset yapıyor bu ülkede, kusura bakmayın.
Elbette, Türk tarımının sancıları var, Türk tarımının yapısal problemleri var,
ciddî sıkıntıları var. Bu, geçmişten bize tevarüs eden sıkıntılar ve herkes
bunun üzerinden bir şeyler söylüyor, siyaset yapıyor; Türk köylüsü üzerinden
siyaset yapılıyor.
Bakınız değerli arkadaşlar, biz neler
yaptık; hemen, birkaç cümleyle özetliyorum. İktidara geldiğimiz günden beri,
tarımın yapısal problemlerine çözüm bulmak amacıyla kolları sıvadık. Yapısal
problemlerin dışında, diğer problemlerine de, bütçe imkânları çerçevesinde,
hükümet, destekleme politikalarıyla, prim politikalarıyla, doğrudan gelir
desteği politikalarıyla, kırsal kalkınma politikalarıyla, bir taraftan bunlara
çözüm arıyor. Demin, bir arkadaşım, hayvancılık desteğinden bahsetti,
hayvancılığın öldüğünden bahsetti.
HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU (Antalya) - Evet,
öldü!
MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - Arkadaşlar,
burada söylenen sözler, lütfen, biraz, Türkiye'nin gerçekleriyle örtüşsün. Evet,
hayvancılık geçmiş dönemlerde öldü. İşte AK Parti Hükümeti, bu sene, bütçeden,
hayvancılığa 670 trilyon destek ayırdı. Bütün köylerde, kasabalarda
kooperatiflere "kırsal kalkınma" adı altında ve hayvancılık
projelerine hükümetin ayırdığı rakamlar ortada. Türkiye'de, son iki yıldır,
hayvancılık anlamında, çok ciddî gelişmeler var. Demin, Özkan Bey de söyledi.
ENSAR ÖĞÜT (Ardahan) - Sokaklara döküldü
insanlar…
MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - Lütfen, yani,
burada söylediğimiz şeyler, biraz, resmî rakamlarla, gerçeklerle örtüşsün.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Süt kaç lira?
MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - Bakınız, köylere
gidiyoruz, özellikle kırsal yörelere gidiyoruz.
HASAN ÖREN (Manisa) - Beraber gidelim…
Gel, beraber gidelim…
MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - O günkü programda
da bahsettik. Vatandaş diyor ki, yüzbinlerce zeytin fidanı dağıtıldı Ege
Bölgesinin dağlarında, köylerinde. Bakın, yüzbinlerce… İddia ediyorum,
İzmir'de, Aydın'da, Manisa'da, bizim Ege havzasında, yüzbinlerce, belki 500
000, belki 1 000 000 zeytin fidanı dağıtıldı. Sadece zeytin… Bunun dışında,
çileğinden, kirazından, bodur üzümünden, yüzbinlerce fidan dağıtılıyor.
HASAN ÖREN (Manisa) - Üzümü ne kadar? Üzüm
dahil mi?
BAŞKAN - Sayın Ören, lütfen…
MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - Elbette, tarımın
problemleri var. Bunlar, bugünün problemi değil. Ne yapmışız; Üretici
Birlikleri Yasasını çıkardık, Organik Tarım Yasasını çıkardık, Lisanslı
Depoculuk Yasasını çıkardık, tarım kredi kooperatiflerinin rehabilitasyonu
amacıyla yasa çıkardık, ziraat odalarının birlik yasasını çıkardık, ıslahçı
haklarını çıkardık, gıdaların denetimiyle ilgili yasaları çıkardık. Bakınız,
bunlar, tarımla ilgili temel kanunlardır. Neler var gündemde, sırada; işte,
tarım sigortaları. Hepiniz, bunun doğru bir yasa olduğunu biliyorsunuz. Haa,
biraz gecikmiş. Ne yapalım; yüzlerce yasa var sırada bekleyen, sırasını bugün
buldu.
Toprak kanunu çıkıyor… Bakınız,
Türkiye'de, bunlar devrimdir. Toprak kanunu çıkıyor bu ülkede, elli yıldır
çıkarılmamış.
HASAN ÖREN (Manisa) - Biz bu devrimden söz
ederken, siz bağırıyordunuz! İyi alıştınız "devrim" kelimesine!
MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - Tarım
stratejileri kanunu çıkıyor, tohumculuk kanunu çıkıyor. Bakınız, bunlar hep
gündemde. Bunu, bu iktidar çıkardı, çıkarıyor, bu Parlamento çıkarıyor.
Türkiye'nin tarımı için, Türkiye'nin endüstriyel tarımı için, tarımın yeniden
yapılanması için, bunlar birer reformdur. Bunları inşallah çıkaracağız.
Sadece yasa da yetmez. Bunların
uygulanması elbette önemlidir. Türkiye'de, tarımda gerçekten bir reform
yapılması, tarıma destek isteniyorsa, genel ekonomiden tarımı ayıramayız.
Bugün, Sayın Maliye Bakanımızın basın toplantısı vardı, izlemişsinizdir.
2005'in ilk beş aylık rakamları, fevkalade umut verici rakamlar.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Çerçi, buyurun.
MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - Toparlıyorum
Sayın Başkan.
Türkiye'de ekonomi gelişecek, Türkiye'de
sanayi gelişecek, hizmet sektörü, ihracat gelişecek, faizler, enflasyon
düşecek; Türkiye'de, tarımsal yeniden yapılanma hayata geçecek önümüzdeki orta
vadede, kısa vadede. Tarım yeniden yapılanıyor, tüm sektörler gibi tarım da
yeniden yapılanıyor, çiftçilerimiz buna alışmak durumunda. Elbette, hükümetin
verdiği destekler saymakla bitecek gibi değil. Elbette, bunlar yetmez; ama,
lütfen, bunlar üzerinden, köylünün karşısına çıkamıyorlar, siyaset
yapamıyorlar… Bunlar doğru politikalar değil.
Ben bu rakamı vereceğim.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Kaç
kere köye gittin?
MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - Ben her hafta
köylerdeyim, her hafta çiftçilerle beraberim.
HASAN ÖREN (Manisa) - Köyün ismini verin o
zaman… Hadi, beraber gidelim…
MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - Elbette
sıkıntılar var sayın Ören, bunları kabul ediyorum; ancak; Türkiye'de bu iktidar
görülmemiş işleri başarıyor, imza atıyor. Türkiye'de, lütfen, yangın edebiyatı
yapmayalım. Yandık, bittik, mahvolduk, perişan olduk… Bunlar doğru şeyler
değil.
Bakınız, prim destekleri, sadece pamukta
419 trilyon -cumhuriyet tarihinde- destek veriyor bu hükümet; keşke daha fazla
verebilse! Yaş üzümde 45 dolar destek veriyor. Narenciyede 70 dolar destek
veriyor. Hayvancılık destekleri öyle.
ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Sayın Başkan,
arkadaşlar karşılıklı konuşuyor, müdahale edin lütfen.
MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - Yağlı tohumlukta
toplam 618 trilyon destek veriliyor. Sadece Ziraat Bankasının ve tarım kredi
kooperatiflerinin 2005 yılı kredileri 2,2 katrilyondur. Elbette, bu rakamlar
yetmez.
MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) - Hatibi
anlamıyoruz, arkadaşlara müdahale edin.
BAŞKAN - Sayın Çerçi, bir saniye...
MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - Tamam,
toparlıyorum Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Sayın Çerçi, bir saniye.
Sayın Arslanoğlu, Sayın Ören, lütfen…
Buyurun Sayın Çerçi.
MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - Beni dinlediğiniz
için hepinize teşekkür ediyorum ve bu yasanın hayırlı olmasını diliyorum. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Çerçi.
Sayın Ören, Sayın Türkmen ve Sayın Öğüt,
soru sorma haklarınız baki kalmak şartıyla, çalışma süremiz tamamlanmıştır.
Alınan karar gereğince, kanun tasarı ve
tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 14 Haziran 2005 Salı günü saat 15.00'te
toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.
Kapanma
Saati: 23.00