BIM 2 5 2005-06-28T11:36:00Z 2005-06-28T11:36:00Z 73 46486 264974 TBMM 2208 529 325406 9.2812 0 6 nk 6 nk 0

DÖNEM : 22        CİLT : 87                                                                   YASAMA YILI : 3

 

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

 

110 uncu Birleşim

9 Haziran 2005 Perşembe

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

 

 

  I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. - GELEN KÂĞITLAR

III. - YOKLAMALAR

IV. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1.- Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Kırgızistan Anayasa-sının yapımı sürecine katkıda bulunmak amacıyla yaptıkları çalışmalara ilişkin gündemdışı konuşması

2.- Antalya Milletvekili Osman Kaptan'ın, Rusya'nın Türkiye'den sebze ve meyve alımını durdurmasının ülke ekonomisine olumsuz etkilerine ve bu konuda alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker'in cevabı

3.- İzmir Milletvekili Ali Rıza Bodur'un, İzmir İli Kiraz İlçesi çevre köylerinde meydana gelen dolu afetinin yol açtığı zarara ve bu konuda alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker'in cevabı

B) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1.- Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın İsrail ve Filistin'e yaptığı resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/842)

V.- ÖNERİLER

A) SİYASÎ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ

1.- Gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin CHP Grubu önerisi

2.- Gündemdeki sıralama ile çalışma saatlerinin yeniden düzenlenmesine ilişkin AK Parti Grubu önerisi

VI.- GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI

A) ÖNGÖRÜŞMELER

1.- Samsun Milletvekili Cemal Yılmaz Demir ve 40 milletvekilinin, Ondokuz Mayıs Üniversitesinde keyfî yönetim, kamu kaynaklarının amaç dışı kullanımı ve kadrolaşma iddialarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/251)

VII.- AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in, Samsun Milletvekili Haluk Koç'un, konuşmasında, Genel Başkanlarına sataşması nedeniyle konuşması

VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)

2.- Tarım Sigortaları Kanunu Tasarısı ve Tarım, Orman ve Köyişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/865) (S. Sayısı: 879)

IX.- SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Iğdır Milletvekili Dursun AKDEMİR'in, genç nüfusa ve işsizlere ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Beşir ATALAY'ın cevabı (7/6133)

2.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in, Bursa-Gürsu İlçesinin sebze-meyve hali için seçilen alana,

- Adana Milletvekili N.Gaye ERBATUR'un, çift kabuklu yumuşakça üretiminin denetimine,

İlişkin soruları ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi EKER'in cevabı (7/6153, 6154)

3.- İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in, yerel ve özel televizyon kanallarının TRT istasyonlarından yararlandırılmasına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Beşir ATALAY'ın cevabı (7/6291)

I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 

TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak üç oturum yaptı.

Bingöl Milletvekili Abdurrahman Anik, Bingöl İli Karlıova İlçesinde meydana gelen deprem olayı ile sonrasında yapılan çalışmalara,

İzmir Milletvekili Yılmaz Kaya, kamu avukatlarının sorunlarına ve alınması gereken önlemlere,

Adana Milletvekili Recep Garip, Türk edebiyatının büyük şairlerinden Cahit Zarifoğlu'nun ölüm yıldönümüne,

İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar.

Antalya Milletvekili Osman Kaptan ve 24 milletvekilinin, yaş sebze-meyve ve kesme çiçek ihracatında karşılaşılan sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/286) Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergenin gündemdeki yerini alacağı ve öngörüşmesinin sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

Van Gölündeki Kirlenmenin Önlenmesi ve Van İlinde Turizmin Geliştirilmesi konusundaki (10/68) esas numaralı Meclis araştırması önergesinin öngörüşmesinin 8.6.2005 Çarşamba günkü birleşimde yapılmasına ilişkin Cumhuriyet Halk Partisi Grubu önerisi üzerindeki görüşmeler tamamlandı. Oylanması sırasında istem üzerine elektronik cihazla yapılan yoklamalar   sonucunda   Genel  Kurulda  toplantı  yetersayısının   bulunmadığı  anlaşıldığından;

9 Haziran 2005 Perşembe günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşime 17.02'de son verildi.

 

Sadık Yakut

Başkanvekili

 

            Bayram Özçelik        Türkân Miçooğulları

             Burdur                        İzmir

Kâtip Üye                Kâtip Üye

 

 

 

No.: 152

 

II. - GELEN KÂĞITLAR

 9 Haziran 2005 Perşembe

 

Teklif

1.- İzmir Milletvekili Erdal Karademir ile 18 Milletvekilinin; 13.10.1983 Tarihli ve 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanununa Bir Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifi (2/507) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler; Avrupa Birliği Uyum ile İçişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 8.6.2005)

 

 

 

 

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 15.00

9 Haziran 2005 Perşembe

BAŞKAN: Başkanvekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir)

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 110 uncu Birleşimini açıyorum.

III. - YOKLAMA

BAŞKAN - Elektronik cihazla yoklama yapacağız.

Yoklama için 5 dakika süre vereceğim. Sayın milletvekillerinin oy düğmelerine basarak salonda bulunduklarını bildirmelerini, bu süre içerisinde elektronik sisteme giremeyen milletvekillerinin, salonda hazır bulunan teknik personelden yardım istemelerini, buna rağmen sisteme giremeyen üyelerin ise, yoklama pusulalarını, görevli personel aracılığıyla, 5 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Yoklama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

 BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce, üç sayın milletvekiline gündemdışı söz vereceğim.

Gündemdışı ilk söz, Kırgızistan Anayasasının yapımı sürecine katkıda bulunmak amacıyla yaptıkları çalışmalarla ilgili söz isteyen Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'a aittir.

Buyurun Sayın Yalçınbayır. (Alkışlar)

 IV. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1.- Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Kırgızistan Anayasasının yapımı sürecine katkıda bulunmak amacıyla yaptıkları çalışmalara ilişkin gündemdışı konuşması

ERTUĞRUL YALÇINBAYIR (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinize sevgi, saygı, barış ve mutluluk dileklerimi sunuyorum.

BAŞKAN - Sayın Yalçınbayır, bir saniye…

Sayın milletvekilleri, Genel Kurulda büyük bir uğultu var; Sayın Hatibin konuşması anlaşılmamaktadır.

Buyurun Sayın Yalçınbayır.

ERTUĞRUL YALÇINBAYIR (Devamla) - Değerli milletvekilleri, 5-6 Mayıs 2005 tarihlerinde, Dışişleri Bakanımız Sayın Abdullah Gül'ün Kırgızistan'a gerçekleştirdikleri ziyaret sırasında, Kırgız Parlamentosu Başkanı Ömürbek Tekebayev'le yaptıkları görüşmede, Kırgız Parlamentosu tarafından, sivil toplum kuruluşları yetkililerinin de katılımıyla sürdürülen anayasa değişikliği çalışmalarına, ülkemizden bir heyetin katkıda bulunması konusu tartışılmış ve bir mutabakata varılmış idi. Bu heyette, benimle birlikte 10'a yakın milletvekili de bulunuyordu.

Bu kapsamda, konu Dışişleri Bakanlığı tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına iletildi. Sayın Başkanın görevlendirmeleriyle, benim başkanlığımda, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Sekreter Yardımcısı Sayın Hasan Sönmez, Kanunlar ve Kararlar Müdür Yardımcımız -anayasa ve siyasal kurumlar doçenti- Sayın Doç. Dr. Şeref İba, Anayasa Komisyonu Uzmanı    Dr. Nurel Uğural ve Dış İlişkiler ve Protokol Müdürlüğü yetkilisi Almıla Hanımdan oluşan heyet, 1 ile 8 Haziran tarihleri arasında Kırgızistan'ı ziyaret etti.

Değerli milletvekilleri, kısaca arz etmek istiyorum ki, Kırgızistan, 31 Ağustos 1991'de bağımsızlığını ilan etti, 11 Aralık 1991'de cumhuriyetin bağımsızlık beyannamesi kanunlaştırıldı ve 5 gün sonra, Türkiye, 16 Aralık 1991'de Kırgızistan'ın bağımsızlığını tanıyan ilk ülke oldu. Yeni bir devletin kurulmasından sonra, anayasa yazım çalışmaları başlatıldı. 5 Mayıs 1993 tarihinde, anayasa parlamentoda oybirliğiyle kabul edildi. Bu tarihten sonra, Kırgızistan Anayasası 6 defa değiştirildi. Kendilerinin son görüşmelerimizdeki ifadeleriyle, bu değişiklikler hep geriye gidişle ilgiliydi.

Bağımsızlıktan sonra, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, genç Kırgız demokrasisine katkıda bulunmak için çeşitli girişimlerde bulundu. Türkiye ile Kırgızistan arasında 100'e yakın anlaşma ve protokol imzalandı; devlet başkanları, hükümet başkanları, meclis başkanları, bakanlar düzeyindeki çeşitli ilişkiler ticaret ve ekonomiye yansıdı, eğitim ve kültür sahasında da önemli katkılarımız oldu.

Değerli milletvekilleri, son Kırgızistan seçimleri iki turlu yapıldıktan sonra, seçim öncesi, seçim sırası ve seçim sonrası yaşanan olaylar, Kırgızistan Cumhurbaşkanı Akayev'in istifasını ve yönetimin el değiştirmesini doğurdu. Pembe Devrim, 24 Martta gerçekleşti. Kansız biten Pembe Devrim sonrası, yeni bir anayasa yapımı süreci yaşandı. Biz yaptığımız çalışmalarda, Kırgız Parlamentosu Başkanı Ömürbek Tekebayev'i ziyaret ettik; uzun bir konuşmayla, kendileri anayasa değişikliklerini, biz Türkiye'nin tecrübesini ve bilgi birikimini aktardık.

Bilahara, Anayasa Mevzuatı, Devlet Yapısı, Hukuk Reformu ve İnsan Hakları Komitesi Başkanı ve Başkan Yardımcısıyla görüşmelerde bulunduk, onların Anayasasını tek tek, madde madde birlikte müzakere ettik. Bu çalışmalar sırasında, orada bir komisyon çalışması yapan, değerli katkılarda bulunan Meclis personeline özellikle teşekkür etmek istiyorum.

Daha sonra, demokrasi ve sivil toplum koalisyonuyla toplantı oldu.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Yalçınbayır, buyurun.

ERTUĞRUL YALÇINBAYIR (Devamla) - Yine, bire bir, somut, maddeler üzerinde görüşlerimizi kendilerine aktardık. Ayrıca, Kırgızistan Parlamentosu hukuk bölümü yöneticileriyle üç saate yakın -madde madde- görüşmelerimiz oldu.

Anayasa yapım sürecinin dördüncü büyük toplantısında, biz, kendilerine görüşlerimizi ve tecrübelerimizi aktardık. Bu toplantıyı yöneten Parlamento Başkanıydı, Başbakan Birinci Yardımcısı Feliks Kulov -ki, kendisi, 10 Temmuzdan sonraki süreçte Başbakanlığa en büyük aday kişidir- Dışişleri Bakanı, hükümet üyeleri, milletvekilleri, Cumhurbaşkanlığı İdaresi Başkanı, sivil toplum kuruluşları, iş dünyası, basın yayın organları temsilcileri, uluslararası örgüt ve misyon temsilcilerinin bulunduğu, yaklaşık 300 kişinin katılımıyla düzenlenen Anayasa Komisyonu toplantısında görüşlerimizi arz ettik.

Değerli milletvekilleri, ayrıca, yeni dönem sürecinde seçim kanunlarının önemini, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün önemini ortaya koyduk, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünü anlattık. Bu çerçevede, Meclis Genel Sekreter Yardımcısı Sayın Hasan Sönmez ve Sayın Şeref İba, Kırgız Parlamentosu Genel Sekreteriyle görüşmelerde bulundu, karşılıklı görüş alışverişinde bulunuldu. Bu süre içerisinde çok sayıda televizyon ve basın yayın organıyla görüşmeler yapıldı, Kırgızistan'ın resmî televizyonuna demeçler verildi. Parlamento Başkanı, bu çalışmalar sonrasında Türk heyetine, bu süreçte sağladıkları destek nedeniyle, teşekkür etti.

Bu süreç, ülkemizin Kırgızistan'a sağladığı desteğin somut bir örneğidir. Şüphesiz ki, anayasaların yapımı ülkelerin içhukukuyla ilgilidir; ancak, bugün, dünyanın vardığı seviyeyi de dikkate alırsak, modern dünyada vazgeçilmez değerler olarak görülen demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları, kadın-erkek eşitliği, sosyal adalet, azınlık haklarının korunması, serbest piyasa ekonomisi gibi hususların anayasalarda bulunması ve genelde bu hakların güvence altına alınmasıyla ilgili kurumsal yapının oluşturulması önem arz etmektedir.

Kırgızların, bu bağlamda, bizden yararlanmaları, bize gösterdikleri ilgi, halkın ilgisi, yöneticilerin ilgisi fevkalade olumluydu. Ben, onların, size samimî duygularını, samimî ve içten gelen tepkilerini, olumlu tepkilerini iletiyorum. Aramızdaki ilişkilerin düzelmesi, bundan sonra daha üst seviyeye  ulaşması, Kırgızistan'ın uluslararası düzeyde daha da etkili olabilmesi ve onların ekonomik gelişmelerine katkıda bulunabilmek için çeşitli temaslar olacaktır. Bir Kırgız parlamenterin dediği gibi, eğer, buralar, sizler tarafından yeterince desteklenmez, yeterince güçlendirilmezse, çeşitli unsurların bu boşluğu dolduracağını hissediyoruz.

Bize düşen bir göreve var; sadece orada değil, tüm Türk dünyasında, tüm insanlık âleminde daha etkili olabilmektir. Bunun altyapısı bizde mevcut, bunun çalışmaları hep birlikte yürüyor. Ben, bu çalışmalara fırsat veren hükümet yetkililerine, Başbakana, Sayın Dışişleri Bakanımıza ve bu projeyi hataya geçiren Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanına özellikle teşekkür ediyorum ve komisyonda görev yapan, bu heyette görev yapan değerli bürokratlarımızın varlığının da, bu Meclis için önemli olduğuna işaret ediyor, hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Yalçınbayır.

Gündemdışı ikinci söz, Rusya'ya yapılan yanlış sebze ve meyve ihracatının durdurulmasının olumsuz etkileri hakkında söz isteyen Antalya Milletvekili Osman Kaptan'a aittir.

Buyurun Sayın Kaptan. (CHP sıralarından alkışlar)

2.- Antalya Milletvekili Osman Kaptan'ın, Rusya'nın Türkiye'den sebze ve meyve alımını durdurmasının ülke ekonomisine olumsuz etkilerine ve bu konuda alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker'in cevabı

OSMAN KAPTAN (Antalya) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Rusya'nın Türkiye'den sebze ve meyve alımını durdurması konusunda gündemdışı söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın arkadaşlarım, geçen hafta -30 Mayıs 2005 tarihinde- Rusya, Türkiye'den yaş sebze, meyve ve kesmeçiçek ithalatını durdurmuştur. Bu durdurma kararı karşısında, Türkiye'de yer yerinden oynamıştır. Fethiye'den Hatay'a kadar bütün üreticiler, halciler, ihracatçılar, nakliyeciler perişan olmuşlardır, âdeta şok geçirmişlerdir, hâlâ bu şok da devam etmektedir. Domates fiyatı dibe vurmuştur, domates fiyatı 10-15 Yeni Kuruşa inmiştir. Şu anda, Demre halinde resmî fiyat 10 Yeni Kuruş, tüccarın aldığı fiyat ise 5 Yeni Kuruştur. Biberde ve diğer sebzelerde, piyasa fiyatı ile tüccarın alım fiyatı arasında yarı yarıya fark bulunmaktadır.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; bu konuda Tarım Bakanı istifa ettirilerek sorun çözülmüş olmuyor. Rusya, Türkiye'den sebze ve meyve alımına niye yasak koymuştur: Geçen yıl, 2004 yılı mart ayında, Hatay'dan Rusya Federasyonuna yapılan bir limon ihracatında -portakal ihracatı da var- Akdeniz meyve sineği bulunduğu yönünde, Rusya, uyarı yazısı yazmıştır. Aradan beş ay geçmiş, geçen yılın sekizinci ayında, tekrar, yine "Hatay'dan gelen narenciyede Akdeniz meyve sineği var" uyarısında bulunmuştur Rusya. Üç ay sonra, 2004'ün kasım ayında, Rusya Federasyonu Türkiye'yi daha ciddî bir yazıyla uyarmıştır "30 tane bitki sağlığı sertifikanızda sorun vardır, bu sorunun nedeni nedir" diye bize soru sormuştur. "Eğer, bu sorunun nedenini açıklamazsanız ve bu durum böyle devam ederse, ihracatınızı durdururum" demiştir. Ama, sayın arkadaşlarım, ne yazıktır ki, yedi aydır bu yazıya Türkiye'den cevap verilmemiştir. En sonunda, 19 Mayıs ve 20 Mayıs 2005 tarihlerinde, Rusya'ya gönderilen kesmeçiçekte Kaliforniya haşaratı bulunmuştur. Bunun üzerine, Rusya Bitki Sağlığı ve Veterinerlik Karantina Servisi Başkanlığı Türkiye Tarım Bakanlığına yazı yazarak "30 Mayıstan itibaren ithalatı durdurdum" demiştir. Bu ithalatın içinde, Türkiye'den yaş sebze ve meyve almayacağını ve kesmeçiçek almayacağını resmen bildirmiştir.

Sayın arkadaşlarım, Tarım eski Bakanı Sami Güçlü Bey diyor ki: "Bu yazı benim elime geçmedi." Yani, Rusya'nın yedi ay önce yazdığı yazdı benim elime geçmedi diyor.

Peki, bu konuda kim sorumlu?..  Dışişleri Bakanlığı mı sorumlu?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN- Sayın Kaptan, toparlayabilir misiniz.

Buyurun.

OSMAN KAPTAN (Devamla)- Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Türkiye'nin Moskova Büyükelçisi mi sorumlu? Türkiye'de, Dışişleri Bakanlığı mı sorumlu? Türkiye'de, Dış Ticaret Müsteşarlığı mı sorumlu yoksa Tarım Bakanlığı mı sorumlu? Bu konuda ciddî bir görev ihmali bulunmakta olduğunu herhalde hepimiz biliyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hükümet ne yapıyor? Sinek küçük; ama, mide bulandırır derler. Adı üstünde, Akdeniz meyve sineği; narenciyede ve nar gibi meyvelerde bulunuyor. Peki, sebze niye yasaklanıyor? Domateste, şimdiye kadar, Akdeniz meyve sineği görülmüş müdür; hayır. Peki, domates üreticisinin, halcinin, nakliyecinin, ihracatçının bunda suçu nedir?

Hükümet, Hatay'daki üç beş narenciye üreticisinin ürününde bulunan ve bu ürüne "ihraç edilebilir" diye bitki çıkış belgesi veren, sağlık belgesi veren devletin karantina bürosunun hatasını tüm ülkeye, tüm üreticiye niye çektiriyor?

Rusya'nın 2 Kasım 2004'te yazdığı yazıya hükümet yedi aydır niye cevap vermemiştir?

Akdeniz meyve sineğiyle mücadele çok basit olduğu halde çiftçilerimiz niye uyarılmamıştır?

Sayın arkadaşlarımız, bu, Akdeniz meyve sineğiyle mücadele için bütün bahçeyi, bütün ağaçları ilaçlamaya gerek yok. Belli ağaçların, güney bölgesinde, pekmez veya şekerli suya ilaç karıştırılarak ilaçlanması halinde etkili bir mücadele yapılmış oluyor.

Sayın arkadaşlarım, Rusya'nın, Bitki Sağlığı ve Veterinerlik Karantina Servisinin koyduğu kuralların ve standartların uygulanması konusunda ne kadar hassas olduğunu hükümet elbette, herhalde biliyordur. Önceden Hollanda'yla, Belçika'yla ve diğer Avrupa ülkeleriyle Rusya'nın bu türlü problemleri olmuştur; peki, bunu hükümet bilmiyor mu? Bildiği halde niye önlem almamıştır? Sorumlu kimdir, suçlu kimdir; Rusya'nın, Kaliforniya haşaratı var diye geri gönderdiği kesmeçiçeklere, Türkiye'de bitki sağlık belgesi verip Rusya'ya gönderen devlet mi, domates üreticisi mi, domates ihracatçısı mı, nakliyeci mi veya Anadolu'nun değişik bölgelerinden üretim bölgelerine gelen, tuvaletsiz, susuz…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Kaptan, lütfen toparlar mısınız.

Buyurun.

OSMAN KAPTAN (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Son 1 dakika, Sayın Kaptan.

OSMAN KAPTAN (Devamla) - İptidaî koşullarda, bez çadırlarda, naylon çadırlarda, tuvaletsiz, susuz çadırlarda yatıp, kalkarak amelelik yapan tarım işçilerinin mi bunda sorumluluğu var, yoksa hükümetin mi?

Sayın arkadaşlarım, biz, bu konuyu ciddîye alıyoruz; çünkü, bizim ihracatımızın üçte 1'i Rusya'ya yapılıyor. Yaş sebze ve meyve ihracatımızın üçte 1'inin Rusya'ya yapılması, bu konunun önemini ve ciddiyetini ortaya koymaktadır. O nedenle, biz, araştırma önergesi verdik; bu araştırma önergesinin kısa zamanda Genel Kurulumuza indirilerek, burada komisyonun kurulup, konunun, enine boyuna incelenmesi, araştırılması ve sebze, meyve üreticimizin sorunlarının çözülmesi, ihracatımızın önünün açılması gerekmektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

OSMAN KAPTAN (Devamla) - Son cümlem Sayın Başkan.

BAŞKAN - Lütfen, Sayın Kaptan…

OSMAN KAPTAN (Devamla) - Sayın arkadaşlarım, ihracatın durumu bu; ama, Türkiye'nin geleceği ihracat ve turizmde. İhracatın durumu bu olunca... Akdedeniz çanağındaki turizmle ilgili ülkelerin hepsinde KDV yüzde 6 ile yüzde 8 arasında değişiyor, bizde ise yüzde 18. Biz, yüzde 18'in yüzde 8'lere indirilmesini beklerken, hükümet şimdi de konaklama vergisi diye yüzde 3 daha vergi getirmeyi düşünmektedir. Bu, yanlış bir uygulamadır. Böyle bir uygulamanın önüne geçilmesi gerekir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Kaptan…

OSMAN KAPTAN (Devamla) - Türkiye'nin, önümüzdeki dönemde ihracata önem vermesi gerekiyor.

Son söz olarak Sayın Başkanım, şunu söylemek istiyorum…

BAŞKAN - Sayın Kaptan, teşekkür eder misiniz lütfen.

OSMAN KAPTAN (Devamla) - Turizm Bakanlığının bu konuya sahip çıkması gerekir, hükümetin bu konuya sahip çıkması gerekir.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Kaptan.

Gündemdışı konuşmaya, Hükümet adına, Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker cevap vereceklerdir.

Buyurun Sayın Bakanım. (AK Parti sıralarından alkışlar)

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Antalya Milletvekilimiz Osman Kaptan'ın gündemdışı yaptığı konuşmaya cevap vermek üzere huzurlarınızdayım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, tabiî, bu, son günlerde vuku bulan tatsız bir olay; Akdeniz meyve sineği vesilesiyle Rusya tarafından ihracatımıza konulan engel, tatsız bir sorun. Ben, bu konuyla ilgili olarak, tabiî, görevi devraldığım 3 Haziran gününden bu yana, çok yoğun bir mesai harcıyorum. Biraz önce de, Akdeniz Bölgesindeki yaş meyve-sebze ihracatçıları birliği yöneticileriyle, onların temsilcileriyle, ziraat odalarıyla, bölge milletvekilleriyle bir toplantı daha yaptım. Biz, gerçekten, çok hassas bir şekilde konuyu takip ediyoruz; belli bir mesafeye geldi, belli bir noktaya geldi. Ben, izninizle, bu geçen zaman içerisinde vuku bulan bazı olayları, hem Yüce Meclisi bilgilendirmek hem de kamuoyumuza bu konuda bilgi sunmak için, kısa bir açıklama yapacağım.

Değerli dostlar, bu bitkisel ürünlerin ticaretinde, ihracatçı ülke, bir sertifika düzenler; bunun yükümlülüğündedir. Bizde de, Tarım ve Köyişleri Bakanlığında, il müdürlüklerimiz, yapılan meyve-sebze ihracatında, sertifika düzenlerler; gerekli kontrolleri yaparlar ve ürünlerin hastalıksız bulunduğuna dair bir sertifika düzenleyip, bunlara verirler. Bu sertifikalara istinaden de ihracat yapılır.

Şimdi, biraz önce, Sayın Milletvekilimiz Osman Kaptan Beyin de belirttiği gibi... Gerçi o 2005 yılı dedi; ama, işin doğrusu 2003 ve 2004 yıllarında, benzeri bir olay Hatay'da vuku bulmuş, mesele ilk bu şekilde ortaya çıkmış. 2003-2004 yıllarında Hatay'dan yapılan bir meyve ihracatı sebebiyle komşumuz Rusya'dan bir ikaz geliyor. Burada, 30 partide, 30 belgeyle ilgili olarak bir yanlışlık bulunduğu, ürünlerde Akdeniz meyve sineği bulunduğu orada duyurulmuş. Bu zaman diliminde Bakanlığımız, il müdürlüğümüz vasıtasıyla gerekli incelemeleri yapıyor, uyarıları yapıyor ve süre içerisinde, bu bitki sağlık sertifikalarında ihmali olduğu düşünülen, tespit edilen birkaç tane de inspektörün görevine son veriyor, bu tedbir alınıyor.

Şimdi, daha sonra, bu yıla geldiğimiz zaman, 28 Mayıs 2005 tarihinde Dışişleri Bakanlığından bir yazı geliyor. Burada, Rusya Federasyonunun, Türkiye'den gelen bitkisel ürün ithalatını 30 Mayıs 2005 tarihi itibariyle geçici bir süre için durduracağı konusunu bildiriyor.

Şimdi, burada, şu anda, biraz önce, Sayın Milletvekilimizin de bildirdiği ve kamuoyunda, basında da sık sık yer alan bir husus var, onun altını özellikle çizerek ifade etmek istiyorum:               2 Kasım 2004 tarihinde bir yazı gönderildiği iddiası var. Yani, 2 Kasımda, Rusya Cumhuriyeti, Türkiye Cumhuriyetine veya Tarım Bakanlığına bir yazı gönderiyor, ikazda bulunuyor ve bunun dikkate alınmaması sebebiyle ihracata yasak konulduğu hususu, kamuoyunda, bir haftadır sık sık konuşuluyor; Sayın Vekilimiz de biraz önce bunu söyledi.

Değerli arkadaşlar, biz, öncelikle şunu söyleyelim: Ne Türkiye Cumhuriyeti Tarım Bakanlığının ne Moskova'daki Büyükelçiliğimizin kayıtlarında böyle bir yazı bulunduğuna, geldiğine, kayıtlara girdiğine dair hiçbir bilgi ve belge yok. Ben, oraya, Koruma Kontrol Genel Müdürlüğümün başkanlığında bir heyet gönderdim; gerek Rus yetkilileri gerek Türkiye Cumhuriyetinin Moskova'daki Büyükelçiliği nezdinde yaptıkları bütün temaslarda bu yazının kayıtları yok; bu, bu şekilde ortaya çıktı.

Peki, nereden geliyor?.. Rus tarafı şunu söylüyor: Biz, Türk Büyükelçiliğine bir kurye ile bu yazıyı gönderdik.

Şimdi, ben, sizin bilginize sunmak isterim: Milletvekilisiniz, Ankara'da bulunuyorsunuz, hepiniz Ankara'daki büyükelçiliklere değişik şekillerde mutlaka gidiyorsunuz; davetlere gidiyorsunuz, resepsiyonlara gidiyorsunuz. Bir büyükelçiliğe gittiğinizde, bir çay içmeye bile gitseniz, orada deftere mutlaka adınız yazılır. Bu, kaidedir; ama, Rusya'nın gönderdik diye iddia ettiği Moskova'daki Büyükelçiliğimizde bu yazı bu şekilde kayıtlı değil; yani, böyle bir kayıt yok.

Peki, bu durumda bizim yapmamız gereken şey ne?.. Bizim yapmamız gereken şey şu: Biz, hemen, bu yazıyı, tekrar, Rus tarafından temin edip…

FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Yazı var…

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) - Yazı temin edildi Beyefendi, daha sonra biz de temin ettik.

OSMAN KAPTAN (Antalya) - İşte elimde!

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) - Yazıyı biz de temin ettik; ama, daha sonra; yani, belirtilen tarihte bu yazı kayıtlara girmemiş; ben, bunu arz etmeye çalışıyorum.

Şimdi, yazı geldikten sonra Rus tarafıyla bu konular görüşüldü. Rus tarafı bize 77 tane sertifika verdi. Bu sertifikalar geldi, bunlarla ilgili teyitler yapıldı ve 24 saat içerisinde, biz, bunların teyidini verdik. Rus Büyükelçiliği vasıtasıyla, Ankara'daki Büyükelçilik vasıtasıyla biz Rus tarafına bildirdik. Rus tarafı, bizden, dün, bunlardan sadece 5 tanesiyle ilgili olarak bir ilave bilgi istedi ve onlar hazırlandı. Bir de, 18 sayfalık bir not hazırlamışlar. O not da Rusya'daki Büyükelçiliğimizde tercüme edilip -tabiî, dün öğleden sonra bunlar oluyor- bitirilir bitirilmez bize intikal edecek ve biz burada bir uzlaşmaya, anlaşmaya gidiyoruz.

Ben Yüce Meclisin bilgisine şunu da arz etmek istiyorum: Bu konu sadece Türkiye Cumhuriyetiyle olmuş bir konu değildir. Akdeniz meyve sineği, Akdeniz'in çevresindeki bütün ülkelerde bulunan bir sinektir. Dolayısıyla, özellikle, şeker ihtiva eden, bünyesinde meyve şekeri bulunan bütün meyvelerde görülen bir şeydir bu. Daha önce, Rusya, Avrupa Birliğinin İspanya, İtalya, Hollanda ve diğer birçok ülkesiyle aynı sorunu yaşadı ve karşılıklı birtakım mutabakatlar sonucunda, birtakım bilgi teyitleri sonucunda da bu yasaklar kalktı. Bizim de beklentimiz bunun en kısa sürede yapılması, gerçekleşmesidir. Biz bunun için de var gücümüzle çalışıyoruz. Daha üst düzeyde temaslarımız da bu arada devam ediyor; çünkü, biz, meyve-sebze ihracatımızın bizim toplam ihracatımızdaki önemini, payını biliyoruz, bunun bilincindeyiz. Rusya'ya yapılan yaş meyve-sebze ihracatının toplam meyve-sebze ihracatımız içerisinde önemli bir paya sahip olduğunu da, yüzde 25 civarında bir paya sahip olduğunu da biliyoruz. Onun için, bizim açımızdan, millî ekonomimiz açısından, tarım sektörümüz açısından son derecede önemlidir. Burada biz gerekli temasları hassasiyetle, ciddiyetle sürdürüyoruz.

Ayrıca, bundan sonra benzeri sorunların yaşanmaması için bir ikili anlaşma hazırlığı yaptık, bunu da Rus tarafına sunduk. Bugün de, sebze-meyve ihracatçılarımızla birlikte, bundan sonra benzeri olayların yaşanmaması için, Akdeniz meyve sineğiyle mücadelede entegre bir mücadele yönteminin hem üreticiler hem ihracatçılar hem de Bakanlıkça birlikte, bir arada, elbirliğiyle yapılması hususunu teyit ettik; bunun için Bakanlık tedbirlerini aldı. Dileriz, bundan sonra, bu tür sorunlar yaşanmaz. Bu konu, bizi, tabiî, son derecede rahatsız etti. Ben, bu bilgileri sizlerle paylaşmak istiyorum.

Bu arada, bir hususu daha belirtmek istiyorum: Burada, bazı hususların, bazı meselelerin psikolojik etkisi, fizikî etkisinden daha büyüktür. Şimdi, bizim toplam meyve-sebze ihracatımızda, şu ana kadar, ihracatçı birliklerinin bize verdiği bilgilere göre, toplamda bir eksilme, bir azalma yok. Bu, bir şekilde, bir kanalla, yurt dışına, çevre ülkelere gidiyor, bu ihracat devam ediyor. Ancak, bunun yan etkileri var -arz ettiğim gibi- psikolojik etkileri var. Bu -biraz önce Sayın Kaptan'ın da belirttiği gibi- diğer ürünlerimizin fiyatlarını etkiliyor. Bu nedenle de, tabiî ki, biz, her türlü tedbiri, her türlü önlemi alacağız.

Ben, bu duygularla, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Gündemdışı üçüncü söz, İzmir İli Kiraz İlçesinde meydana gelen doğal afet hakkında söz isteyen İzmir Milletvekili Ali Rıza Bodur'a aittir.

Buyurun Sayın Bodur. (CHP sıralarından alkışlar)

3.- İzmir Milletvekili Ali Rıza Bodur'un, İzmir İli Kiraz İlçesi çevre köylerinde meydana gelen dolu afetinin yol açtığı zarara ve bu konuda alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker'in cevabı

ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; geçen 30 Mayıs 2005 tarihinde, saat 17.30 sularında, Kiraz'ın Haliller Köyünden gelen bir telefonla, felaketin haberini aldık.

Salı günü, Sayın Genel Başkanımız Deniz Baykal'ın görevlendirmeleri sonucu, Sayın Anadol ve ben, Cumhuriyet Halk Partisi heyeti olarak felaket bölgesine gittik. Gördüğümüz manzara gerçekten çok hazindi, çok ürkütücüydü. Orada yurttaşlarımızla yaptığımız konuşmada, elma büyüklüğünde, portakal büyüklüğünde dolularla bütün kiremitlerin kırıldığını ve tarım alanlarının çok büyük çapta hasar gördüğünü… Hatta ve hatta -biz hayretler içerisinde kaldık- bizim gittiğimiz tarihte felaketin üzerinden üç gün geçmesine karşın, tarlalarda, hâlâ daha, o dolulardan kalan buzulcukları görme olanağı vardı. İnsanlar perişandı ve Kiraz'ın 7 köyünde, köylülerin bütün ürünleri, sıfır noktasında yok olmuştu.

Bu arada, bu köylerde tarım alanları olarak kullanılan birtakım alanlar tarım alanı olma niteliğini kaybetti. Örneğin, Haliller Köyünde 3 650 dekar, Yenişehir Köyünde 2 900 dekar, Avunduruk Köyünde 850 dekar, Umurcalı Köyünde 1 600 dekar, Yeniköy'de 3 000 dekar, Karaman'da     1 000 dekar, Kaleköy'de 600 dekar arazi tarım alanı olma niteliğini kaybetmiş ve selle gelen taşlardan ve çamurlardan dolayı tarım yapılamaz hale gelmiş.

Sayın milletvekilleri, yurttaşlarımızın durumu çok perişandı. Sadece, Tanrı'ya şükürler olsun ki, onca acının içerisinde, Adem Göktaş adlı bir yurttaşımızın sel sularına kapılarak hayatını kaybetmesiyle, can kaybının fazla bir sayıya ulaşmadığının buruk sevincini de yaşadık. İnsanlar, borçlanmış oldukları krediden, yaptıkları üretimin sıfırlanmasından dolayı âdeta isyan halindeydiler. Devletin sıcak elini bekliyorlardı, devletin yardımını bekliyorlardı. Ne yazık ki, bugüne kadar -oradaki muhtarlardan oluşan kriz masasından aldığımız bilgi çerçevesinde- Kiraz'a devletin eli ulaşamamıştı. Çünkü, oradaki insanların talepleri çok meşru ve haklı bir talepti. Onlar "biz, ülkemiz için, vatanımız için canımızı veriyoruz, savaşmaya her zaman hazır olduğumuzu her fırsatta söylüyoruz; devlet bize bugün lazım" diyorlardı. Onların istekleri şuydu: Bizim, namuslu, onurlu yaşamamızı sağlayabilmek için, maalesef, 3 600 dekar araziyi, kendi maddî olanaklarımızla yaptırmak mümkün değil. Onun için, Devlet Su İşlerinin ve il özel idarelerine devredilen Köy Hizmetlerinin, bu arazilerin ıslahı için bir an önce faaliyete geçmelerini istiyorlardı. Biz de onlara dedik ki, biz, muhalefet partisi milletvekilleri olarak, sizin bu durumunuzun üzerinden siyaset yapmayı asla kabul etmeyiz. Biz, devletin yetkililerine gayet samimî bir biçimde, içten biçimde, sizin sorunlarınızı aktarırız ve onların gösterdikleri ilgiye de sizler adına teşekkürü yapmak, bizim boynumuzu bükmez, bizim onurumuzu zedelemez dedik.

Şimdi, bizden söylemesi; oradaki üreticiler perişan, köylüler kan ağlıyor. Elektrik borçları nedeniyle TEDAŞ'la sorunları var, kredi borçları nedeniyle Ziraat Bankasıyla sorunları var ve bu durumda olan 8 köy halkının Ziraat Bankası borçlarının silinmesi bu devlete hiçbir şey kaybettirmez. Bu durumda olan köylüler, sosyal yardım fonlarından, acil ihtiyaçlarının giderilmesi konusunda valiliğin uyarılması devlete hiçbir şey kaybettirmez. Ne yazık ki, bugüne kadar, bu konuda, tetiklenmiş hiçbir hareketin olmadığını üzüntüyle belirtmek istiyorum. Bugüne kadar yapılan tek yardım, AKP İlçe Örgütünün dağıttığı, un, şeker gibi malzemenin dışında hiçbir şey değil. Un ve şeker malzemesi hatırlanmak bakımından iyidir; ama, çözüm değildir; çünkü, onlar aç, onlar üretim yapmak istiyorlar, onlar onurlarıyla kazanmak istiyorlar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Bodur, toparlayabilir misiniz.

Buyurun.

ALİ RIZA BODUR (Devamla) - Ben, bu konuda, onların sözcüsü olarak, onların vekili olarak, devletimizin yetkili organlarına onların halini arz ediyorum ve gördüğümüz ilgiyi veya ilgisizliği, yine onlar adına burada gerekli mücadeleyi vererek sizlerle paylaşmak istiyorum.

Bu arada, Manisa'da Ahmetli ve Saruhanlı'da, İzmir'de Kemalpaşa'da sel felaketi nedeniyle ürünlerini kaybetmiş, üretimlerini kaybetmiş üreticilerimiz de devletten ilgi ve yardım bekliyorlar.

Bunları söylemesi bizden, çözüm iktidardan diyor; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN- Teşekkür ediyorum Sayın Bodur.

Gündemdışı konuşmaya Hükümet adına Tarım Bakanı Mehmet Mehdi Eker cevap vereceklerdir.

Buyurun Sayın Bakan. (AK Parti sıralarından alkışlar)

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Ali Rıza Bodur'un yaptığı gündemdışı konuşmayla ilgili cevap vermek üzere huzurunuzdayım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, İzmir İlimizin Kiraz İlçesinde vuku bulan dolu ve sel afeti nedeniyle, bu konuda sıkıntı çekmiş, sıkıntıya girmiş vatandaşlarımıza geçmiş olsun dileklerimi sunmak istiyorum.

Değerli milletvekilleri, tabiî, bizim yaşadığımız coğrafya, işte, çeşitli vesilelerle söyleriz, stratejiktir, güzeldir, caziptir vesairedir -elbette ki bütün bunlar doğrudur- ama, bizim coğrafyamızın bazı belaları da vardır. Bunlar da, sık sık maruz kaldığımız doğal afetlerdir ve doğal afetler de, maalesef, en çok bizim sektörümüzü, tarım sektörümüzü, çiftçilerimizi mutazarrır etmektedir, zarara uğratmaktadır.

Kiraz İlçemizde meydana gelen doğal afet nedeniyle... Bildiğiniz gibi, tabiî afetlerden zarar görenlere yapılan yardım çerçevesinde 2090 sayılı Kanun var. Bu kanun çerçevesinde bazı tespitler yapıldı ve 2090 sayılı Kanun çerçevesindeki tespitlerde ortaya çıkan husus şu. Hasar tespit çalışmaları… 30 Mayıs 2005 tarihindeki dolu ve sel nedeniyle, Haliller, Yenişehir, Umurcalı, Kaleköy, Karaman, Avunduruk, Yeniköy olmak üzere, toplam 7 köyde 557 çiftçi ailesine ait 13 504 dekar alanda bir hasar söz konusudur. Daha çok, patates, buğday, tütün ve zeytin alanında ve hasar oranı da yüzde 50 ile -maalesef- yüzde 85 arasındadır.

Tabiî, bu, önemli bir hasar kuşkusuz ve 2090 sayılı Kanun çerçevesinde bu hasar tespit çalışmaları tamamlandıktan sonra da, kanunun gerektirdiği çalışmalar yapılacak.

Ancak, tabiî, bildiğiniz gibi, 2090 sayılı Kanunda, toplam mal varlığının yüzde 40'ının zarar görmesi halinde bütün zarar miktarı tazmin ediliyor, böyle bir şey var ve burada da, tabiî, yeterli değil; yani, esasen, bu mevzuat yeterli değil ve AK Parti Hükümeti de bu gerçekten yola çıkarak, bunun, bu tür meselelerin kalıcı olarak çözümlenebilmesi için, sorunun çözülebilmesi için, Tarım Ürünleri Sigorta Kanunu Tasarısını Yüce Meclisimizin gündemine getirmiştir. Geçtiğimiz günlerde bu tasarının       10 maddesi Yüce Meclisin tasvibine mazhar olmuş, kabul edilmiş ve bugün, 10 uncu maddeden itibaren gündemimizde yer alıyor. Bu kanun tasarısını desteğinizle geçirdiğimiz zaman, Türkiye'de bu ve buna benzer tabiî afetlerin yol açtığı zararların tazmin edilmesi daha da kolay hale gelecektir.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Bugün ne olacak, şimdi ne olacak?

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) - Biraz önce arz ettim Sayın Anadol; şimdi yapılacak olan, mevcut kanun, meri olan 2090 sayılı Kanun çerçevesinde gerekli çalışmalar yapılmış; bunun yetmediği durumda da, ilave yasaların elverdiği ne kadar çare varsa hepsi vatandaşlarımız için kullanılacaktır.

ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Tarlaların ıslahı için ne düşünüyorsunuz?

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Arazi vasfını kaybetmiş... (AK Parti sıralarından "teker teker konuşun" sesleri, gürültüler)

BAŞKAN - Lütfen, Sayın Bodur!

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) - Şimdi, bütün bu sorularınızın hepsini ben cevaplayacak durumdayım, hiç endişe etmeyin; ama, yeri burası değildir, onu ayrıca sizlerle şahsen görüşürüz.

Ben, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Gündeme geçiyoruz.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Kâtip Üyenin oturarak okumasını oylarınıza sunuyorum...

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Karar yetersayısı!..

ZEYİD ASLAN (Tokat) - Oturmasın...

BAŞKAN - Arayacağım Sayın Başkan.

Kabul edenler…

ZEYİD ASLAN (Tokat) - Oturmasın, ayakta okusun.

BAŞKAN - Lütfen, Sayın Milletvekili!

Kabul etmeyenler…

Karar yetersayısı yoktur; birleşime 5 dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 15.53

 

 

 

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 16.03

BAŞKAN: Başkanvekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 110 uncu Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Kâtip Üyenin sunuşları oturarak okuması için yapılan oylamada karar yetersayısı bulunamamıştı.

Şimdi, tekrar oylayacağım ve karar yetersayısı arayacağım. Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yetersayısı vardır ve kabul edilmiştir.

Başbakanlığın, Anayasanın 82 nci maddesine göre verilmiş bir tezkeresi vardır; okutup, oylarınıza sunacağım.

 IV. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI  (Devam)

B) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1.- Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın İsrail ve Filistin'e yaptığı resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/842)

 Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşmelerde bulunmak üzere bir heyetle birlikte 1-2 Mayıs 2005 tarihlerinde İsrail ve Filistin'e yaptığım resmî ziyarete, ekli listede adları yazılı milletvekillerinin de iştirak etmesi uygun görülmüş ve bu konudaki Bakanlar Kurulu kararının sureti ilişikte gönderilmiştir.

Anayasanın 82 nci maddesine göre gereğini arz ederim.

Recep Tayyip Erdoğan

         Başbakan

                            LİSTE

Ömer Çelik                                 Adana Milletvekili

Vahit Kirişçi                                 Adana Milletvekili

Egemen Bağış                                 İstanbul Milletvekili

Cengiz Kaptanoğlu                                İstanbul Milletvekili

Erdal Karademir                                 İzmir Milletvekili

Hüseyin Tanrıverdi                                Manisa Milletvekili

Necati Uzdil                                 Osmaniye Milletvekili

Musa Uzunkaya                                 Samsun Milletvekili

Yekta Haydaroğlu                                 Van Milletvekili

BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun, İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır; okutup, oylarınıza sunacağım.

 V.- ÖNERİLER

A) SİYASÎ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ

1.- Gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin CHP Grubu önerisi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulunun; 9.6.2005 Perşembe günü (bugün) yapılan toplantısında siyasî parti grupları arasında oybirliği sağlanamadığından, Grubumuzun aşağıdaki önerisini, İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.

Saygılarımla.

Kemal Anadol

                İzmir

                Grup Başkanvekili

Öneri: Türkiye Büyük Millet Meclisi gündeminin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 125 inci sırasında yer alan (3/311) 545'e 1 inci ek sıra sayısının (Kayseri Milletvekili Adem Baştürk) bu kısmın 3 üncü sırasına alınması önerilmiştir.

BAŞKAN - Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisi lehinde söz isteyen, Atilla Kart, Konya Milletvekili…

Buyurun Sayın Kart. (CHP sıralarından alkışlar)

ATİLLA KART (Konya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Danışma Kuruluna Cumhuriyet Halk Partisi Grubu tarafından sunulmuş olan grup gündem önerisi hakkında lehte söz almış bulunmaktayım; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, bugün gündeme getirdiğimiz dosya, yine, İstanbul Büyükşehir Belediyesi merkezli bir dosya. Dosya sanıklarından, Kayseri Milletvekili Sayın Adem Baştürk'le ilgili olan dosyanın, Meclis İçtüzüğünün 131 ve müteakip maddeleri gözönüne alınarak Genel Kurul tarafından değerlendirilmesini talep ediyoruz.

Kayseri Milletvekili Sayın Adem Baştürk, 1994 yılından itibaren, İstanbul Büyükşehir Belediyesinde, Sayın Recep Tayyip Erdoğan döneminde Genel Sekreter olarak görev yapmıştır. Adı geçen milletvekili, bilindiği gibi, 22 nci Yasama Döneminde de, halen, Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Başkanı olarak görev yapmaktadır. (AK Parti sıralarından "değişti" sesleri) Yani, Komisyon Başkanlığı sıfatı devam ediyor.

AHMET IŞIK (Konya) - Değişti, Mustafa Demir oldu.

ATİLLA KART (Devamla) - Peki… Yani, o değişiklikten haberim yok; ama, ilk iki yıl içinde Komisyon Başkanı olarak görev yaptığını gayet iyi biliyoruz.

AHMET YENİ (Samsun) - Ne kadar takip ettiğin belli!..

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri…

ATİLLA KART (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, yine, bu arkadaşımızın, İstanbul Büyükşehir Belediyesinde Genel Sekreter olarak görev yaparken, İGDAŞ ve İSTAÇ şirketlerinde de yönetim kurulu üyesi olarak görev yaptığını gayet iyi biliyoruz. Bu görevleriyle ilgili olarak Meclis Başkanlığına intikal eden dava dosyası sayısı 6 adet, bu arkadaşımızla ilgili. Bu dosyalardaki suçlamalar, doğrudan kamu göreviyle bağlantılı olan, görevi kötüye kullanma, ihaleye fesat karıştırma, dolandırıcılık ve benzeri nitelikte olan suçlardır. İşbu dosyadaki suçlama ise, zimmet suçlamasıdır.

Mülkiye müfettişlerinin hazırlamış oldukları rapora göre, İstanbul Büyükşehir Belediyesine 7 kalem işletim sistemi alınması işi için açılan ihalenin teknik şartnamesinde yer alan bu programın kullanılması ve uygulamasının yapılması işiyle ilgili olarak 8 görevli bir hafta süreyle Amerika'ya gönderiliyor. Giden 7 kişinin bu seyahatle ilgili olarak Büyükşehir Belediyesinin iştiraki durumunda bulunan şirketlerden usulsüz olarak ve -dikkatinize sunuyorum- mükerrer olacak şekilde harcırah aldıkları, 1 kişinin de seyahate katılmadığı halde harcırah aldığı yolundaki iddialar, bulgular ve tespitler söz konusu, bu tespitler ve deliller doğrultusunda açılan bir kamu davası söz konusu.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; gelinen aşamada bazı şeylerin adını artık bütün çıplaklığıyla ifade etmemiz gerekiyor. Ortada tamamen kişisel ve siyasî kaygılarla sayısal çoğunluğa dayanarak yapılan bir İçtüzük ihlali ve görevi kötüye kullanma hali söz konusu. Kimin açısından söylüyorum bunu; Türkiye Büyük Millet Meclisi açısından söylüyorum, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri açısından söylüyorum.

Bakın, kürsü sorumsuzluğu, bir başka ifadeyle yasama masuniyeti, fikir ve düşünce özgürlüğünü, Meclis çalışmalarındaki oy ve görüşlerden sorumlu olmamayı amaçlar ve korur. Muhalefeti, siyasî iktidarın haksız ve keyfî uygulamalarına karşı korur. İktidara veya muhalefete mensup milletvekillerini adi nitelikteki, yüz kızartıcı nitelikteki, zimmet, rüşvet, dolandırıcılık, ihale yasasına muhalefet gibi suçlara karşı koruma amacı ve niteliği söz konusu değildir. Tarihî süreç içinde ortaya çıkma gerekçesi ve fonksiyonu budur. Kralın, yani, siyasî iktidarın keyfî ve despot tavırlarına karşı halkın ve muhalefetin sesinin kısılmaması için getirilmiş olan bir kurumdan söz ediyoruz. Türkiye'de nasıl bir tabloyla karşı karşıyayız; sorunun esası işte bu, değerli arkadaşlarım.

Bakın, muhalefeti ve halkı korumak amacıyla getirilen bir kurumun siyasî iktidar tarafından sayısal çoğunluk aracılığıyla adi nitelikteki, yüz kızartıcı suçlar için koruma zırhı olarak kullanıldığını, kullanılmak istendiğini ibretle görüyoruz.

Sayın milletvekilleri, bu tespitlerimi, bu değerlendirmelerimi somut örneklerle doğrulamak istiyorum. Bakın, burada, anayasa değişikliğinden söz etmiyorum değerli arkadaşlarım; İçtüzüğün uygulanması gereğinden söz ediyorum, İçtüzüğün 131 ve müteakip maddelerinin uygulanmasından söz ediyorum. İçtüzüğü eylemli ve organize bir şekilde ihlal etmemeniz gereğinden söz ediyorum.

Değerli arkadaşlarım, bakın, kamu yönetimini vekâleten görevlendirmelerle yönetmek istiyorsanız, bunun anlamı kurumları işlemez hale getiriyorsunuz demektir. Vekâleten görevlendirme, adı üstünde, geçici süreyle ve sınırlı olarak uygulanması gereken bir kurumdur. Bu süre, yargı içtihatlarına göre, hepimiz çok iyi biliyoruz ki, üç ay civarındadır. Buna rağmen, binlerce üst düzey görevliyi iki yılı aşan bir süre vekâleten görevlendiriyorsanız, orada hukuk devleti arayışından söz edemezsiniz. Orada başka arayışlardan söz edilebilir. "Efendim, biz de milletin vekiliyiz, asil adına görev yapıyoruz", "memurun vekili, asili mi olur" gibi değerlendirmeler… Bu değerlendirmeler sözcüleriniz tarafından yapılıyor. Bu değerlendirmeler basit ve hukukdışı kıyaslamalardan öte bir anlam taşımaz. Kavram kargaşasına ve saptırmalara tenezzül ediyorsanız, orada hukuk devleti anlayışından söz edemezsiniz. Milletvekilliği kavramı ile vekâleten görev yapma kavramlarının birbiriyle ilgisi olamayacağını, birisinin yasama işlevi, diğerinin ise yürütme işlevi olduğunu, bu sebeple hiçbir şekilde böyle bir kıyaslamanın yapılamayacağını, hukuk fakültesi öğrencileri, birinci sınıf öğrencileri anayasa hukuku derslerinde öğreniyor değerli arkadaşlarım. Bu basit mantık ve şeklî değerlendirmelere itibar etmemeniz gerekiyor.

Efendim, Sayın Cumhurbaşkanı gerekçe göstermiyor yolundaki değerlendirmenin de gerçekle bağdaşır hiçbir yönü yoktur. Sayın Cumhurbaşkanı Anayasadan doğan takdir hakkını özenle ve yerinde kullandığı gibi, bürokrasinin bir numarasındaki Başbakanlık Müsteşarının hukukî ayıpları, 199 trilyonluk İGDAŞ dosyasındaki sanık sıfatı ve akademik hırsızlığının idarî işlem olarak açıklık kazanmış olması karşısında, tekrar ifade ediyorum, akademik hırsızlığının idarî işlem olarak açıklık kazanmış olması karşısında halen hangi duyguyla savunma yapabiliyorsunuz; bunları anlamak ve izah etmek mümkün değil değerli arkadaşlarım.

Bakın, Sayın Cumhurbaşkanının gerekçesi son derece açık. "İlgili kamu kurumlarındaki kıdem ve liyakat, kayıt ve bilgilerini neden gözönüne almıyorsunuz" diyor Sayın Cumhurbaşkanı. "Neden, bu kişiler hakkında hiçbir olumsuz sicil ve kayıt olmamasına rağmen, niteliksiz kadrolaşma yapmak istiyorsunuz" diyor. Sayın Cumhurbaşkanı "o kamu görevlileri, hükümetin değil, devletin görevlileri" diyor. "Sizler, orada kendi özel şirketinizi idare eder gibi bir istihdam yaratamazsınız" diyor Sayın Cumhurbaşkanı.

AHMET YENİ (Samsun) - Devletin memuru değil mi onlar?!

ATİLLA KART (Devamla) - Bakın, değerli arkadaşlarım, devleti, hukuk ve Anayasaya göre idare edeceksiniz. Devleti, keyfî bir şekilde idare edemezsiniz. Bunu söylüyor Sayın Cumhurbaşkanı.

AHMET YENİ (Samsun) - Devlet memuru onlar…

ATİLLA KART (Devamla) - Bir taraftan "diğer kamu görevlilerinin de dokunulmazlığı var" deyip, esasında, adı "soruşturma izni" olan bu yasal durumu değiştirmek konusunda hiçbir girişimde bulunmuyor ve bu kavramı acımasızca ve adaletsiz bir şekilde işinize geldiği gibi kullanmak üzere muhafaza ediyorsanız, yani, bazı dosyalar yönünden soruşturma iznini kullanıp, bazıları yönünden kullanmamak noktasında bir koz olarak kullanmak istiyorsanız, orada hukukun ihlalinden öte, kurum ve kavramların içinin boşalmasından söz etmek gerekir.

Bakın, hep ifade ediyorum, bunu ısrarla ifade etmeye devam edeceğim. Polatlı İlçesi Uzunbeyli Köyünden sade bir vatandaşın olağanüstü sezgisiyle yaptığı tespit gibi, ne yapıyorsunuz biliyor musunuz değerli arkadaşlarım; üzülerek ifade ediyorum ve endişeyle ifade ediyorum, orada bir taraftan sistemden öç alıyorsunuz, diğer taraftan da kurumların içini boşaltıyorsunuz.

Değerli arkadaşlarım, unutulmasın ki, bu ihlallerin altında hepimiz kalırız, sadece siz değil, hepimiz kalırız. Bakın, olayın ideolojik boyutunu bir tarafa bırakıyor ve her türlü ihtirazi kayıtla ifade ediyorum, teknik yapıyı, kurumları ve kavramları yok eden bu tahribatları gidermek bir iki nesli feda etmekle mümkün olabilir. Gelin bu yanlışlardan dönün.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Kart, toparlayabilir misiniz.

Buyurun.

ATİLLA KART (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Bakın, değerli arkadaşlarım, her dönemde yolsuzluklar olabilir. Önemli olan nedir; önemli olan şudur: Yolsuzluklar ihbar yoluyla, uyarı yoluyla size ulaştığı zaman, denetim mekanizmalarını devreye sokuyor musunuz, sokmuyor musunuz; bunları anlatmaya çalışıyoruz size. Otorite ne yapıyor, siyasî otorite ne yapıyor; idarî ve adlî denetim mekanizmalarını devreye mi sokuyor, yoksa, suskun mu kalıyor?

Bakın, dört haftadır soruyorum size; İstanbul Büyükşehirle bağlantılı 5 dosyadan söz ettim, 400 000 000 dolarlık tazminattan, Hazine zararından söz ettim. Bu davaları neden açmıyorsunuz diyorum. Yine soruyorum; bu davalar zamanaşımına uğramak üzere değerli arkadaşlarım, yedibuçuk yıllık, on yıllık zamanaşımı süreleri dolmak üzere. Neden ilgili bürokratlara talimat vermiyorsunuz? Bunları anlatmaya çalışıyoruz.

Bakın, bu işin esası ve özü şu, değerli arkadaşlarım: Gelin, toplumu yanıltmaktan ve beklentileri istismar etmekten vazgeçin.

Şunu, şu mesajlarımı üzülerek ifade ediyorum: Yolsuzluğa bulaşanlar yolsuzlukla mücadele edemezler. 22 nci Dönemde hortumların ucu falan kesilmemiştir, hortumların sadece yönü değişmiştir. Adi nitelikteki yüzkızartıcı suçlardan dolayı yasama dokunulmazlığı zırhına bürünme ihtiyacı duyanlar, belli bir aşamadan sonra, kürsü sorumsuzluğuna, yasama sorumsuzluğuna, fikir ve düşünce hürriyetine müdahale etmeye başlarlar. Bu süreç, tarihî ve sosyolojik bir süreçtir, kaçınılmaz bir süreçtir. Türkiye'de maalesef bu süreç başlamış durumdadır. Yani, bir taraftan, adi suçlardan dolayı yasama dokunulmazlığı zırhına bürünme ihtiyacını duyacaksınız, öbür taraftan, kürsü sorumsuzluğuna müdahale etmeye başlayacaksınız; bu süreç Türkiye'de yaşanmaya başlamıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Kart, lütfen, teşekkür eder misiniz.

ATİLLA KART (Devamla) - Bir cümle, Sayın Başkan…

BAŞKAN - Teşekkür etmek için, buyurun Sayın Kart.

ATİLLA KART (Devamla) - Elbette, bu sürece karşı, cumhuriyetin bütün kazanımları ve kurumları, gerekli mücadeleyi her zeminde verecek güce ve inanca sahiptir.

Olaya bu boyutlarıyla bakmanın, sağduyulu ve sorumlu bir anlayış olduğunu bir defa daha ifade ediyor, Genel Kurulu bu duygularla, bu değerlendirmelerle, saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Kart.

Önerinin lehinde söz isteyen, İstanbul Milletvekili Ali Kemal Kumkumoğlu; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; Danışma Kuruluna Cumhuriyet Halk Partisi Grubu tarafından verilen gündemle ilgili önerinin lehinde söz aldım; bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, hemen hemen Meclis açıldığı günden bu yana; ama, geçmişi, Meclisin açıldığı, yani 22 nci Dönem milletvekillerinin seçildiği seçimin öncesine dayanan bir konuyu, burada, Cumhuriyet Halk Partisi ısrarla takip etmeye çalışıyor. Adalet ve Kalkınma Partisi, bugün, Türkiye'de Başbakanlık görevini yapan Sayın Genel Başkanının yetmiş milyon yurttaş önünde, televizyonların önünde, açık açık, bütün topluma vermiş olduğu bir sözü tutmama, Cumhuriyet Halk Partisinin bu takibine karşı direnme noktasında, ısrarla, inatla bir davranışı sergilemeye devam ediyor.

Değerli arkadaşlarım, siyaset kurumumuzun en temel sorunlarından bir tanesi, siyaset kurumunun -hepimizin kabul ettiği- içerisine girmiş olduğu yıpranmayla ortaya çıkmış olan, karşı karşıya olduğumuz problemleridir. Her birimiz, bu anlamda, Parlamento dışında bulunduğumuz her ortamda "siyaset kurumu yıpranmıştır" ifadesi kullanıldığında, hiç tereddütsüz bu ifadenin doğruluğunu kabul ediyoruz; evet, siyaset kurumu yıpranmıştır. Hangi sebeple yıpranmıştır siyaset kurumu; 12 Eylülden başlayarak anlatıyoruz. 12 Eylül süreci Türkiye'de birçok şeyi gerçekten tahrip etti; ama, 12 Eylül sürecinin Türkiye'de belki en fazla tahrip ettiği kurumlardan bir tanesi, siyaset kurumunun kendisidir.

İnsan malzememizi de önemli ölçüde, siyaset kurumuyla birlikte, içerisinden geçtiğimiz süreç tahrip etmiştir. Bir küçük Anadolu kasabasında, zimmetine para geçirdiği için, o gece duyulduğunda, bir arabanın arkasına eşyalarını, şoför mahalline ailesini yükleyerek o şehri terk etmek durumunda kalan yurttaşlarımızın yerine, şimdi, elinde bulundurduğu imkânları doğru değerlendirmediği için suçlanan, beceriksizlikle itham edilen bir yurttaş profiline doğru hızla gidiyoruz değerli arkadaşlar. Şimdi, buradan, biz kendimizi hiçbir şekilde sorumlu saymazsak, buna dönük, topluma verdiğimiz sözleri biz tutmazsak, bu konuda ortaya konulan şikâyetleri kim, nasıl çözecek değerli arkadaşlarım?!

Bakın, biz, göreve geldiğimiz gün, ilkönce, bizden önceki dönemlerde bakanlık, başbakanlık yapmış olan ve bu Mecliste görev yapmış olan kişileri bir taraftan Yüce Divana gönderirken; öbür taraftan, bugün, dün onların yüklenmiş olduğu sorumlulukları yüklenen; ama, daha önceki yaşamlarında birtakım yolsuzluklara bulaştığı iddia edilen, hakkında dosya bulunan bir Maliye Bakanını affedebilmenin arayışları içerisinde, defalarca yasa çıkarmaya çalıştık. Böyle bir anlayışla biz kimi kendimize inandırabiliriz?! Resmî politikalarda söylediklerimizle kapı arkasında söylediklerimizin her an farklı olduğu, bir ortamda söylediğimizle başka bir ortamda söylediğimizin taban tabana birbiriyle zıt olduğu bir ortamda, değerli arkadaşlarım, maalesef, özellikle İktidar Partisi milletvekillerinin arkasına sığındığı tek önemli şey yurttaşımızın kutsalına ilişkin değerlerdir.

Değerli arkadaşlarım, bu çok önemli bir sorun. Şimdi şu anlayış çok yaygın: Bunu böyle yapıyoruz; ama, sor bakalım kardeşim, niye böyle yapıyoruz... Bunu buradan böyle alıyoruz; ama, sor bakalım kardeşim, bu nereye gidiyor. Bu sözleri söylediğimde, ben inanıyorum ki, şimdi burada bulunan milletvekillerinin kendi içdünyalarından "evet, doğru diyor" dediği gibi, bizi dinleyen yurttaşlarımızın içerisinde de, evet, bunlar bu ifadeleri çok sık biçimde kullanıyorlar. Bunu böyle yapıyoruz; ama, sor bakalım niye yapıyoruz. Bunu böyle alıyoruz; ama, sor bakalım niye alıyoruz ifadeleri; yani, yurttaşımızın kutsalını istismar etmeye dönük yaklaşımlar, bu ülkede siyasetin en tehlikeli, ama, en sık kullandığı argümanlardan, malzemelerden birisi haline dönüşmüş. Sorun var diyoruz; ama, sorun bize gelip dayandığında, sorunun muhatabı konusunda kendimize dönük bir yaklaşım sergilendiğinde derhal bütün söylediklerimizden vazgeçiyoruz.

Şimdi, bakın, sadece yolsuzluklarla ilgili değil, siyaset kurumunu, yurttaşı yanıltma noktasında bir araç olarak kullanmak, siyasetin gerçekten önemli argümanlarından birisi haline getirilmiş. Vatandaşın güvenini bir şekilde kazanmış olduktan sonra, vatandaşı, o güven üzerinde yanıltmak, siyasette, âdeta, İktidar Partisinin ilkesi haline dönüşmüş.

Değerli arkadaşlarım, mesela bugünlerde tartışılıyor, Sayın Başbakan Amerika'da, Cumhuriyet Halk Partisini Amerikan düşmanlığıyla, oradan, suçluyor. İktidar Partisi, 1 Mart Tezkeresinin yanında mı olmuştur, karşısında mı? Sayın Başbakanın Amerika'da kullandığı ifadelerden ne anlıyorsunuz? İktidar Partisi, 1 Mart Tezkeresinin yanında mı olmuştur, karşısında mı? Amerika'da yanında olmuştur. Kim karşısındadır; Cumhuriyet Halk Partisi. Türkiye'de nasıldır? "Sen ne söylüyorsun kardeşim, AKP milletvekillerinin oyları olmasa, Cumhuriyet Halk Partisi o tezkereyi nasıl reddettirebilir" anlayışıyla, kapı arkasında tezkereye sahip çıkan, kapı önünde, açıkta, özellikle Amerika Birleşik Devletlerinde, tezkerenin reddedilmesinin bütün sorumluluğunu Cumhuriyet Halk Partisine yüklemeye çalışan bir ilkesiz, ölçüsüz tavır... Cumhuriyet Halk Partisi, 1 Mart tezkeresinin reddedilmiş olmasının bütün sorumluluğunu, bütün onuruyla, şerefiyle, bütün yaşam boyunca kabullenmeye, sahiplenmeye razıdır, taraftır (CHP sıralarından alkışlar) ama, hakkını vereceğiz. Vatandaşın karşısına çıktığımızda "biz 1 Mart tezkeresi için olumlu şeyler söylemeseydik, Cumhuriyet Halk Partisi tek başına bunu nasıl yapabilirdi" demeyeceğiz.

AHMET YENİ (Samsun) - Öyle değil mi?

ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, onbeş gün önce buradan bir yasa çıkardık veya yirmi gün önce. Vekil imamlara, 9 257 vekil imama, burada, kadro verdik. Gerekçemiz ne: "Efendim, eğer bu kadroları imamlara vermezsek, camilere ne idüğü belirsiz birtakım insanlar gelip imam oluyorlar, vatandaşı, biz, bu ne olduğu belli olmayan, denetimini hiçbir şekilde yapamayacağımız, bu, kendiliğinden imam olmuş kişilere nasıl teslim ederiz?" Gerekçeniz bu değil miydi değerli arkadaşlarım, açın bakın, o maddeyle ilgili gerekçeniz… Aradan onbeş gün geçti, Kur'an kurslarıyla ilgili bir madde geldi; yani, camide cemaati emanet edemediğimiz, 70 yaşında, 80 yaşında insanları emanet edemediğimiz kişilere, şimdi, 7 yaşında, 8 yaşında, 9 yaşındaki çocuklarımızı emanet edebiliyoruz; gerekçemiz ne; "kardeşim, siz, vatandaşın, çocuklarına; yani, Kur'an okutmasını, Kur'an öğrenmesini istemiyor musunuz, buna karşı mı çıkıyorsunuz. Hem Kubbetüssahra'da namaz kılacaksınız, hem de çocuklarımızın Kur'an öğrenmesine karşı çıkacaksınız, bu nasıl anlayış?!"

Değerli arkadaşlarım, bakın, bunların hiçbirisi… Bunlar, doğru şeyler değil değerli arkadaşlarım; bunlar, doğru şeyler değil değerli arkadaşlarım. Yani, her şeyi, sizin işinize gelen biçimi neyse, sadece vatandaşın güvenini ve kutsalını istismar ederek, istediğiniz gibi kullanırsanız, sizin, siyaset kurumunun yıpranmasına vereceğiniz tahribat, bugüne kadar vermiş olanların açtığı tahribatın bin misli fazla olur.

Değerli arkadaşlar, bu konudaki örnekleri çoğaltabiliriz; ama, zamanım sınırlı, o nedenle örnekleri son bir örnekle sınırlıyorum: Şimdi, burada bir konu tartışıyoruz…

SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Neyi konuşuyoruz?

ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla) - …bir arkadaşımız veya başka arkadaşlarla birlikte yargılanan bir arkadaşımız…

SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Hayır, hayır... Neyi konuşuyoruz?

ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla) - Müsaade eder misiniz.

…zimmetle ilgili bir suçlamayla karşı karşıya. Deniliyor ki, bu milletvekili arkadaşımız…

AHMET YENİ (Samsun) - İstifa etsin.

ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla) - …hak ettiği parayı devletten iki defa almıştır; yani, zimmetine para geçirmiştir.

Şimdi, biz, bu arkadaşımızın bu suçlamayla yaşamasını arkadaşımızdan talep ediyoruz. Bu, aslında çok ağır bir suçlama, arkadaşımızı rencide edecek bir suçlama; ama, diyoruz ki, siyaseten, biz, bunun böyle olmasını istiyoruz; siz, bu suçlamayla, bu rencide edici suçlamayla birlikte yaşayın; bunu kabul edin; sizin yargılanma hakkınızı size vermiyoruz. Kim diyor; kendi arkadaşları diyor.

Değerli arkadaşlarım, ben, bir memur ailesinin çocuğuyum, dedem de memurdu. Babam özel idare müdürü, dedem müftüydü. Dedemin müftülük yaptığı dönemde ayrı bir müftülük binası yoktu, müftülük binası evlerdi. Bizim evimizde iki ayrı kahve, iki ayrı şeker, iki ayrı kâğıt, iki ayrı kalem, iki ayrı zarf -bunu, burada bilen milletvekili arkadaşlarım vardır- birlikte bulunurdu. Birisi devletin şekeri, kahvesi, kâğıdı, zarfı…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Kumkumoğlu, toparlar mısınız.

Buyurun.

ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla) -…öbürü bizim evimizin şekeri, kahvesi, kâğıdı, kalemi. Dedem, devletle ilgili misafiri geldiğinde bir yerden, şahsıyla ilgili misafiri geldiği zaman bir başka yerden; yani, eve ait olandan bu harcamalarını yapardı; tatil olduğunda, devlete ait olanların tamamı kilitlenir, kilit altına alınır, eve ait olanlar kullanımda bulunurdu.

Şimdi, biz, böyle bir memur ailesinin, böyle bir memur geleneğinin içerisinden geliyoruz. Bizim memurumuz, özel idare memuruyla, müftüsüyle, öğretmeniyle, doktoruyla, imamıyla, polisiyle, subayıyla bizim memurumuz bu gelenekten gelmiştir. Bizim memurumuz, kendisine emanet edilen devletin bütün varlıklarını korumayı kendi namusunu korumak kadar önemli saymıştır.

Şimdi, bu Parlamentonun hiçbir milletvekili arkadaşıma "sen, böyle rencide edici bir suçlamayla, sırf siyaseten biz uygun gördüğümüz için birlikte yaşa; sen, bu rencide edici tavrın altında ezil" demeye hakkı yoktur. İktidar Partisine mensup milletvekilleri kendi arkadaşları için bunu uygun görseler bile, ben, bu ülkeye bir şekilde, belediyede de olsa memur olarak hizmet etmiş, bugün bu kutsal çatı altında görev yapan bir milletvekili arkadaşıma bu uygulamayı, bu tavrı reva görmüyorum ve bütün milletvekillerinden, arkadaşlarımdan, bir an önce, bu dokunulmazlıklara ilişkin sorunun çözümü ve doğru olan tavrın, örnek tavrın bütün Türkiye'ye gösterilmesi için gerekli çabanın hep birlikte konulmasını talep ediyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN- Teşekkür ediyorum Sayın Kumkumoğlu.

Önerinin aleyhinde söz isteyen, Tokat Milletvekili Zeyid Aslan.

Buyurun Sayın Aslan. (AK Parti sıralarından alkışlar)

ZEYİD ASLAN (Tokat)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri: Cumhuriyet Halk Partisinin, Danışma Kurulunda anlaşma olmaması üzerine getirmiş olduğu, bir arkadaşımızın dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin önerisinin aleyhinde söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Daha önce de, bu kürsüye çıktığımızda, özellikle dokunulmazlıklarla ilgili bir şeyi ifade etmiştim. Her çarşamba günü -bugün perşembeye sarktı- Cumhuriyet Halk Partisi, çarşamba günleri Meclisin birinci gündem maddesi olarak bu önerilerini getirmeye devam ediyor.

Aslında, konuştuğumuz konu aynı konu, farklı bir konu konuşmuyoruz. Sadece, konuştuğumuz konunun içerisindeki aktörler ve şahıslar değişiyor. Biz, aynı konuyu aynı şekilde, yeniden, burada hep birlikte dinliyoruz.

K. KEMAL ANADOL (izmir) - Var, var. İddialar ayrı, dosyalar ayrı, kişiler ayrı.

ZEYİD ASLAN (Devamla)- Özellikle, dört beş haftadan beridir, burada Sayın Atilla Kart'ı mümkün olduğunca dikkatle ve ihtimamla dinlemeye çalışıyorum. Bugün de, Sayın Kart'ın daha önce yaptığı -aynı, bu konuyla ilgili- konuşmalara şöyle bir baktım; inanın, bir teybi buraya koysanız, cümlesi, virgülüne kadar, dört beş haftadır aynı cümlelerle, aynı kelimelerle aynı şeyleri tekrar ediyor. Bu kürsüye çıktığımız zaman, gerek bizi dinleyen halkımıza gerekse bu Yüce Meclisin çatısı altında bulunan sayın milletvekillerimize saygı göstermek gerekir. Hiç olmazsa, her hafta birkaç farklı cümle söyleyelim, her hafta birkaç farklı kelime söyleyelim ki, dinleyen vatandaşlarımız da, evet, dün bugünden daha farklı, dünden bugüne farklı bir söylem geliştirildi diyebilsin.

ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (İstanbul) - Hayır, niye farklı?!

ZEYİD ASLAN (Devamla) - Değerli arkadaşlar, yine, bu konular burada görüşülürken, somut olan olayın içerisine hiçbir şekilde girmeden, tamamen soyut bir şekilde devam ediyoruz. Şükür, bu hafta, diğer haftalardan farklı -evet- bir şey oldu, kiminle ilgili konuşulduğunu nihayet Sayın Atilla Bey burada söyleyebildi, Kumkumoğlu o ismi de veremedi. Ben eminim ki, kendisinin de, gelen önerge ya da bu dosyanın içeriğiyle ilgili herhangi bir şey bildiğini zannetmiyorum. Eğer, gerek Atilla Bey gerekse Sayın Kumkumoğlu, buraya gelen dosyanın içeriğiyle ilgili bilgi sahibi olmuş olsalardı, çok daha farklı konuşurlardı.

ALİ CUMHUR YAKA (Muğla) - Sen biliyorsan anlat.

ZEYİD ASLAN (Devamla) - Eğer, bu konuyla ilgili açılmış olan davadan, 22 kişi hakkında açılmış olan davadan bugün milletvekili olmayan 20'sinin beraat ettiğini ve bu davanın kesinleştiğini eğer bilselerdi, eminim ki daha farklı konuşurlardı. (CHP sıralarından "bu da etsin" sesleri)

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Bu da etsin, bu da etsin.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri…

Bir saniye Sayın Aslan.

Sayın milletvekilleri, lütfen…

ATİLLA KART (Konya) - Yanlış bilgi veriyorsun Sayın Aslan.

BAŞKAN - Sayın Kart…

ATİLLA KART (Konya) - Yanlış bilgi veriyorsun.

BAŞKAN - Sayın Kart…

Buyurun Sayın Aslan.

ZEYİD ASLAN (Devamla) - Değerli arkadaşlar…

ATİLLA KART (Konya) - Gerçekdışı konuşuyorsun.

ZEYİD ASLAN (Devamla) - Gerçekdışı konuştuğumuzu iddia ediyorsanız, o kararı, biraz sonra bu kürsüye çıkacak arkadaşımız size gösterecek. İsterseniz, bu kararın bir suretini size de verebiliriz.

ATİLLA KART (Konya) - Sanık sayısı 8'dir, 10'dur.

ZEYİD ASLAN (Devamla) - Size de verebiliriz isterseniz.

ATİLLA KART (Konya) - Mahkeme delillerini tartışmayın, bırakın onları mahkeme tartışsın.

ZEYİD ASLAN (Devamla) - Değerli arkadaşlar, tabiî, yasama dokunulmazlığının özellikle felsefesiyle ilgili, daha önce, burada, biz, tarihçesinin ne olduğu, bu yasama dokunulmazlığının neden gündeme getirildiği, neden yasalar ve Anayasa güvencesi altına alındığı hususlarını detaylı ve geniş bir şekilde izah etmiştik ve özellikle, biz, bir şeyi söylüyoruz.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Hep aynı cümleleri söylüyorsunuz!

ZEYİD ASLAN (Devamla) - Diyoruz ki: Türkiye'de dokunulmazlık sahibi sadece milletvekilleri değildir, Türkiye'de yaklaşık 5 000 000'a yakın dokunulmazlığı olan insan var.

SALİH GÜN (Kocaeli) - Hep fotokopi…

ZEYİD ASLAN (Devamla) - Bunların hepsi de, ya Anayasadan ya da kanunlardan kaynaklanan dokunulmazlıklar.

SALİH GÜN (Kocaeli) - Hep fotokopi, hep aynı şey!..

ZEYİD ASLAN (Devamla) - Birkaç tane örnek vereceğim. Cumhurbaşkanı, Anayasanın 105 inci maddesine göre sorumsuz. Yargıtay üyeleri, Yargıtay Kanununun 46 ncı maddesine göre, izin dahilinde yargılanabiliyor. Hâkimler ve savcılar, Hâkimler ve Savcılar Kanununun 82 nci maddesine göre, ancak Adalet Bakanının izniyle yargılanabiliyor. Valiler, müsteşarlar, belediye başkanları, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri, Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanunun 3 üncü maddesi gereğince, belirli izinler dahilinde yargılanabiliyor.

ATİLLA KART (Konya) - Soruşturma izni o.

ZEYİD ASLAN (Devamla) - Avukatlar, Avukatlık Kanununun 58 inci maddesi gereğince, Adalet Bakanının izni dahilinde yargılanabiliyor.

Yani, şu saydığım ve bununla birlikte, daha, çok sayamadığımız birçok kamu görevlisi -aynen, bugün, milletvekillerinde olduğu gibi- nasıl milletvekillerinin dokunulmazlığı ya da yargılanabilmesi Meclisin iznine tabi kılınmışsa Anayasa gereği, gerek Anayasa gerekse kendi kanunları dahilinde verilecek izinler dahilinde yargılanabiliyor.

YILMAZ KAYA (İzmir) - Milleti yanıltıyorsunuz!

ZEYİD ASLAN (Devamla) - Bu nedenle, diyorum ki, gelin, çifte standart yapmayalım; mutlaka dokunulmazlık konusunu konuşalım, oturalım, tartışalım; bu konuyla ilgili Meclis çatısı altında kurulması gereken komisyonlar varsa, bu komisyonları kuralım, birlikte çalışalım ve bu birlikte çalışmanın sonucunda, sadece yasama dokunulmazlığını değil, Türkiye'de, biraz önce saydığım birçok dokunulmazlık konularını da yeniden ele alıp, yeni bir dokunulmazlık anlayışını hep birlikte getirelim; ama, önce bunu tartışalım, önce bunu, burada, hep birlikte konuşalım.

Sonra, dokunulmazlık, yasama dokunulmazlığı sadece Türkiye'de var olan bir şey değil. Ben, Avrupa ülkelerinin birkaç tanesini sayacağım. Almanya, Avusturya, Belçika, Finlandiya, Fransa, İspanya, İsveç, İsviçre, İtalya, İzlanda, Japonya, Portekiz ve Yunanistan'da, cezaî sorumluluk anlamında -hukukî sorumlulukları saymıyorum; daha birçok ülkede sadece hukukî sorumluluk anlamında veya kürsü sorumsuzluğu anlamında var; ama, bu saydığım ülkelerin hepsinde- Türkiye'deki yasama dokunulmazlığının bir benzeri aynı şekilde uygulanıyor. Yani, bu, sadece bizim ülkemize has olan bir durum değil.

ATİLLA KART (Konya) - Yanlış bilgi veriyorsun ve yanlış bilgi vermeye devam ediyorsun

ZEYİD ASLAN (Devamla) - Sonra, hep söyledik; arkadaşlar, milletvekilliği dokunulmazlığı, bu dokunulmazlığın kazanılmasıyla birlikte ömür boyu devam eden bir şey değil, milletvekilliğiyle sınırlı, sürelerle sınırlı, seçimlerle sınırlı; yani, bir dahaki dönem, biraz önce saydığınız veya sayamadığımız birçok arkadaşımız milletvekili seçilemediği takdirde, yargının önüne gidecek, varsa bir hesabı, verecek.

Burada, özellikle Atilla Bey, sürekli olarak bir şeye vurgu yapıyor. Bir yerden de, bu kürsüden, Meclisin kürsüsünden, bürokratları tehdit ediyor; diyor ki: "Bürokratlar, bir an önce dava açın; açmazsanız, bunun hesabını verirsiniz; zamanaşımı geçiyor."

ATİLLA KART (Konya) - Tabiî... Söylemeye devam edeceğim. Kanunsuz emir veriyorsunuz…

ZEYİD ASLAN (Devamla) - Sayın Atilla Bey, siz de hukukçusunuz, bizler de hukukçuyuz, Anayasanın 83 üncü maddesinde, dokunulmazlık sahibi insanlarla ilgili yargı sürecinde zamanaşımının işlemeyeceği çok açık ve net ifade edilmiştir. Eğer, burada…

ATİLLA KART (Konya) - Hukuk... Tazminat davasından söz ediyorum.

BAŞKAN - Sayın Kart, niye müdahale ediyorsunuz?!

ZEYİD ASLAN (Devamla) - Bakın, eğer, burada, ceza davasının sonucunda bir mahkûmiyet oluşmuş, bu mahkûmiyet kesin hüküm halini almış ve buradan devletin uğradığı bir zarar varsa, ceza, zamanaşımına tabi olarak, kararın kesinleşmesinden itibaren bir yıl içerisinde, Borçlar Kanunu 62 nci madde gereğince, hukuk davası, tazminat davası her zaman açılabilir.

ATİLLA KART (Konya) - Hukukî sorumluluk, cezaî sorumluluk farklıdır Sayın Aslan.

ZEYİD ASLAN (Devamla) - Bunu, sizin iyi bildiğinizden eminim.

ATİLLA KART (Konya) - Manevra yapmaya devam ediyorsun.

ZEYİD ASLAN (Devamla) - Bu konuda, ne Meclisi ne vatandaşlarımızı birtakım yanlış polemiklerle, yanlış cümlelerle lütfen yanıltmayın.

ATİLLA KART (Konya) - Manevra yapıyorsun, manevra!

AHMET YENİ (Samsun) - Dinleyelim…

ZEYİD ASLAN (Devamla) - Değerli arkadaşlar, Sayın Adem Baştürk, sizin bildiğiniz gibi, Tayyip Bey döneminde genel sekreter değil, genel sekreter yardımcısıydı; şu anda, zaten arkadaşlar da ikaz ettiler, komisyon başkanı değil, sanıyorum -hangi komisyonda olduğunu bilmiyorum- bir komisyonda, komisyon üyesi olarak devam ediyor.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Milletvekili, yetmez mi?

ZEYİD ASLAN (Devamla) - Hayır, ben, arkadaşımızın, en azından tutanaklara geçmiş, yanlış bilgisinin telafi edilmesi anlamında söyledim.

SALİH GÜN (Kocaeli) - Hem bilmiyorum diyorsun...

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Milletvekili...

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen…

ZEYİD ASLAN (Devamla) - Şimdi, İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesinde, benim bildiğim kadarıyla, Sayın Adem Baştürk'le ilgili 51 ayrı olaydan dava açıldı.

ATİLLA KART (Konya) -Albayraklar mahkûm oldu orada.

ZEYİD ASLAN (Devamla) - Bu davada kamu bürokratlarının hepsi beraat ettiler.

ATİLLA KART (Konya) - 4. Ağır Cezada Albayraklar mahkûm oldu.

ZEYİD ASLAN (Devamla) - Sayın Kart, Albayraklar kamu mensubu değildir.

ATİLLA KART (Konya) - Albayraklar 366 ncı maddeden mahkûm oldu, ihaleye fesat karıştırmaktan.

ZEYİD ASLAN (Devamla) - Albayraklar özel şirket sahibidir. Orada, 3 şahıs, sadece, belediyeye kiraladıkları araçların içerisinde, kendi aralarında…

ATİLLA KART (Konya) - Siz onların avukatı mısınız?

ZEYİD ASLAN (Devamla) - ...kiraladıkları şahıslarla kendi aralarında mülkiyet ihtilafından kaynaklanan bir sorundan dolayı iki ay yirmiyedi gün, bu da paraya çevrilip, sanıyorum 1 000 000 küsur TL ceza almıştır. Bu şahıslar da -bakın, diyorum- İstanbul Büyükşehir Belediyesinin bürokratı değildir.

ATİLLA KART (Konya) - İhaleye fesat karıştırmaktan Albayraklar mahkûm oldular.

ZEYİD ASLAN (Devamla) - Özel şirket sahibidir, özel şirket sahibi şahıslardır.

ATİLLA KART (Konya) - İhaleye fesat karıştırmaktan mahkûm oldular.

ZEYİD ASLAN (Devamla) - Ben, daha önce, bu kürsüde, bir tane belediye bürokratı gösteremezsiniz mahkûm olan dedim.

ATİLLA KART (Konya) - İhaleye fesat karıştırmaktan mahkûm oldular.

ZEYİD ASLAN (Devamla) - Ben sizin sözünüzü duymadım "Albayraklar" diye, sonra zabıtlardan gördüm, bunu da buradan söylüyorum. İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesinde…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Aslan, toparlayabilir misiniz.

Buyurun.

ATİLLA KART (Konya) - İhaleye fesat karıştırmaktan mahkûm oldular, yanlış bilgi veriyorsunuz.

ZEYİD ASLAN (Devamla) - Değerli arkadaşım, o kararı ben söylüyorum zaten, iki ay yirmiyedi gün ceza aldıklarını. Albayraklarda çalışan sadece 3 kişi. Hangi konumda çalışırlar, görevleri, mevkileri nedir…

ALİ CUMHUR YAKA (Muğla) - Sen Albayrakların avukatı mısın?

ZEYİD ASLAN (Devamla) - Ama, biz şunu söylüyoruz: Özellikle, Türkiye'de belli bir dönem yaşadık ki, bu dönemde, İstanbul Büyükşehir merkezi olarak, yoğun bir şekilde, teftiş anlamında yoğun sıkıntılar yaşatıldı. Her şeye rağmen -daha önce de söyledim- bütün evrakları, defterleri, bütün hesapları, kitapları didik didik edilmesine rağmen hiçbir şey bulunamadı; ama, o günün şartları içerisinde, Türkiye'de Tayyip Erdoğan'ın merkezî iktidara doğru yürüdüğünü görenler, bu yolu kesme anlamında, bu teftiş raporlarını yargıya taşımak suretiyle, bir şekilde bunun önüne geçmeye çalıştılar.

YAŞAR TÜZÜN (Bilecik) - Ne alakası var!

ZEYİD ASLAN (Devamla) - Daha önce söyledim, yine söyleyeceğim. Yargıya, elbette, hiçbirimizin güvensizliği olmaz, hepimiz hukuk devletinin peşindeyiz; ama, yargı devletinin değil; fakat, bugün bu kürsüye çıkıp "haydi yargıya gidin" diye bu tarafta oturan insanlara seslenirken, sizin içinizden insanlarla ilgili fezleke hazırlandığında, kalkıp "bu, şike fezlekesidir" diye yargıyı töhmet altında bırakacak söylemlerin ve eylemlerin içinde de, lütfen, bulunmayın…(AK Parti sıralarından alkışlar)

ALİ CUMHUR YAKA (Muğla) - Onu da kaldıralım.

ZEYİD ASLAN (Devamla) - Çifte standart içinde olmayın. Bunu da burada ifade etmek istiyorum.

ALİ CUMHUR YAKA (Muğla) - Onu da kaldıralım, sizinkini de kaldıralım, hepsini kaldıralım; niye korkuyorsunuz!

ZEYİD ASLAN (Devamla) - Biz şunu söylüyoruz: Biz, AK Parti olarak, adı üstünde ak bir iktidarın, ak bir siyasetin temsilcileriyiz. Biz, çiğ et yemedik. (CHP sıralarından gürültüler)

GÜROL ERGİN (Muğla) - Hırsızlığı savunuyorsun resmen! Konuştuğun lafa bak!

ZEYİD ASLAN (Devamla) - Hani derler ya, çiğ et yiyen insanlar herkesin karnının ağrıdığını zannedermiş. Biz, çiğ et yemedik diyorum, hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

GÜROL ERGİN (Muğla) - Haksızlığı, hırsızlığı savunanlar yargı görürler.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Aslan.

Önerinin aleyhinde söz isteyen, Erzurum Milletvekili Mustafa Nuri Akbulut; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

MUSTAFA NURİ AKBULUT (Erzurum) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dokunulmazlıklarla ilgili olarak Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun önerisi aleyhinde söz almış bulunuyorum; hepinize saygılar sunuyorum.

Değerli milletvekilleri, dokunulmazlık konusuna, gerçekten, Adalet ve Kalkınma Partisi olarak çok büyük önem veriyoruz ve bu önem nedeniyle, 22 nci Dönem Parlamentonun başlamasından hemen sonra, bu konuda bir Anayasa değişikliği hazırlanması noktasında uyum komisyonuna Adalet ve Kalkınma Partisi adına üyeler belirlenmiştir.

YAŞAR TÜZÜN (Bilecik) - Öyle bir komisyon yok!

MUSTAFA NURİ AKBULUT (Devamla) - Ama, ne yazık ki, bugüne kadar, Cumhuriyet Halk Partisi böyle bir çalışma yapılması hususunda isim bildirmemiş ve gerçekten, ülkemiz için çok önemli olan ve mutlaka düzenlemeler yapılması gereken böyle bir konu, ne yazık ki, yalnızca siyaset malzemesi olarak yapılmak durumunda kalmıştır.

22 nci Dönem Parlamentonun başlangıcından bu yana ikibuçuk yıldan fazla bir süre geçtiği halde, Cumhuriyet Halk Partisinin dokunulmazlıklar konusunda nasıl bir düzenleme yapılmasını istediği, bu konudaki düşüncesinin ne olduğu, yasama sorumsuzluğuyla, yasama dokunulmazlığıyla ilgili olarak nasıl bir değişiklik yapmayı düşündüklerini henüz öğrenebilmiş değiliz.

ATİLLA KART (Konya) - Sayın Akbulut, teklifimizi hazırladık, biliyorsunuz.

YILMAZ KAYA (İzmir) - Teklif size gönderildi; dünden haberin yok!

MUSTAFA NURİ AKBULUT (Devamla) - Bu konu ne Anayasa Komisyonunda -ki, ben Anayasa Komisyonu üyesiyim- ne de karma komisyonda dile getirilmiş değil.

ATİLLA KART (Konya) - Teklif gönderildi, araştırma komisyonunda konuşuldu.

MUSTAFA NURİ AKBULUT (Devamla) - Bakın, birkaç haftadan beri dokunulmazlık konuşuluyor. Ben bir hukukçuyum, dikkatle dinliyorum; Cumhuriyet Halk Partisi dokunulmazlığı nasıl sınırlandırmak istiyor, ne ben ne sizler ne de milletimiz henüz anlayabilmiş değil.

ATİLLA KART (Konya) - Teklifi verdik, gönderdik size.

MUSTAFA NURİ AKBULUT (Devamla) - Değerli arkadaşlar, dokunulmazlıklarla ilgili olarak bu konuda söz söylemek için, öncelikle, dokunulmazlığın ne olduğunu, tarihî gelişimini, dünyadaki durumunun ne olduğunu bilmemiz ve ülkemizdeki tarihî gelişimini çok iyi bilmemiz, rahatsızlıkları tespit etmemiz ve ona göre bir düzenleme yapmamız gerekir.

YAŞAR TÜZÜN (Bilecik) - Bunları Başbakana da öğretmen gerekir.

MUSTAFA NURİ AKBULUT (Devamla) - Değerli arkadaşlar, dokunulmazlık konusu, tarihî gelişim olarak taa 14 üncü Yüzyıla kadar uzanan; yani, kökü yüzyıllara kadar uzanan, başlangıçta kral ile parlamentonun çekişmesinden kaynaklanan bir müessesedir.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Meydan Larousse, sayfa 230. Meydan Larousse'tan mı okuyorsun?!

MUSTAFA NURİ AKBULUT (Devamla) - 14 üncü Yüzyılda, İngiltere'de, bir parlamento üyesinin, kralın masraflarının kısılmasıyla ilgili olarak verdiği bir teklifin kanunlaşması üzerine, bu milletvekili idama mahkûm edilmiş ve mallarına el konulmuştur.

SALİH GÜN (Kocaeli) - Kral mı kaldı, padişah mı kaldı bu çağda. Bu çağdan mesaj ver.

MUSTAFA NURİ AKBULUT (Devamla) - Ancak, Avam Kamarasının karşı çıkması üzerine, daha sonra göreve gelen kral bu milletvekilini affetmiştir ve o tarihten beri, İngiltere'de, parlamento açılışlarında Avam Kamarası Başkanının konuşmasıyla bu haklar verilmektedir.

1689'da İngiltere'de Haklar Bildirisine, 1789 Fransız İhtilalinden sonra da Fransa'da verilen bir kanunla kanunlaşmıştır. O tarihten bu yana, yasama sorumsuzluğu ve yasama dokunulmazlığı, bütün dünya ülkelerinde, tabiî, ufak tefek değişikliklerle, uygulanmaktadır. Bizde, 1876 tarihli Kanunuesasîyle hukuk sistemimize girmiştir…

SALİH GÜN (Kocaeli) - Hâlâ kralla, padişahla uğraşıyorsunuz!

MUSTAFA NURİ AKBULUT (Devamla) - … ve o günden bugüne uygulanan, yine dünya literatüründeki durumuna göre, bizde "kürsü dokunulmazlığı" denilen yasama sorumsuzluğu -ki, parlamento çalışmalarında milletvekilinin kullandığı oydan ve sözlerinden dolayı sonradan sorumlu tutulamamasıdır- vardır. Yine, yasama dokunulmazlığı, 1876'da, sadece parlamentonun çalıştığı süre içerisinde, milletvekillerinin parlamentoya gelişlerinin engellenmemesi bakımından yasama dokunulmazlığı vardır; 1924 tarihli Anayasamızda, 1961 tarihli Anayasamızda ve 1982 tarihli Anayasamızda vardır.

SALİH GÜN (Kocaeli) - Hangi çağdayız?!

Hâlâ milattan önceden bahsediyor!

MUSTAFA NURİ AKBULUT (Devamla) - Cumhuriyet Halk Partisi, zaman zaman, cumhuriyetle yaşıt olduğunu söylüyor. 1946 yılına kadar tekparti iktidarı vardı; 1950'de, 1954'te, 1957'de, 1961'de, 1965'te, 1969'da, 1973 ve 1977'de çok fazla milletvekili vardı, hatta, 1977'de, 213 milletvekili vardı; ama, ne yazık ki, dokunulmazlıklarla ilgili olarak bir çalışması olmadı, kaldırılması yönünde bir çalışma yapılmadı.

Şimdi, bugün, demin de belirttiğim gibi, son 22 nci Dönemin başlangıcından itibaren ikibuçuk yıl geçmiş, anayasa değişikliği vermeye yeter milletvekili sayıları var; ancak, ne yazık ki, ortada bir metin yok.

Değerli arkadaşlar, dokunulmazlıklarla ilgili olarak, zaman zaman, Mecliste, sınırlamayla ilgili değişiklik teklifleri gelmiş. Mesela, bununla ilgili olarak, 1997 Şubatında ve 2001 Ekiminde, Parlamentoya gelen Anayasa değişiklik teklifleri, ne yazık ki, reddedilmiştir.

Şimdi, Değerli Cumhuriyet Halk Partisi Milletvekili Atilla Kart Bey, bugün, dokunulmazlığının kaldırılması talebinin dönem sonuna ertelenmesi kararına ilişkin olarak yapılan itirazında, Cumhuriyet Halk Partisi adına yapılan itiraz sonunda, değerli bir milletvekilimizin dokunulmazlığının kaldırılması yönünde itirazda bulunmuş. Kendisi, burada, dava açılana kadarki safhayı özetledi.

Evet, zaman zaman, hepimiz için böyle bir dava açılabilir; değerli arkadaşımız için de böyle bir dava açılmıştır. Ancak, elimde, Eyüp 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 2003/224, 2004/20 karar sayılı kararı var. Bu kararda, aynı davayla ilgili olarak, yargılanan 22 sanık var ve 22'sinin de beraatına karar verilmiş.

ATİLLA KART (Konya) - Yargıyı niye engelliyorsunuz?! Yargı karar versin!

MUSTAFA NURİ AKBULUT (Devamla) - Ancak, sözü geçen arkadaşımız Parlamentoya girdiği için yargılamaya devam olunmamış ve dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili bir talep var.

YILMAZ KAYA (İzmir) - Niye korkuyorsunuz o zaman; niye?!.

MUSTAFA NURİ AKBULUT (Devamla) - Değerli milletvekilleri, şimdi, Cumhuriyet Halk Partisinin -demin de belirttiğim gibi- yalnızca siyasî malzeme konusu olarak yaptığı, dokunulmazlığın kaldırılması hususundaki, kanaatimce, samimî olmayan...

SALİH GÜN (Kocaeli) - Bunlara ihtiyacımız yok bizim.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - İşte, elimizde var.

MUSTAFA NURİ AKBULUT (Devamla) - Hay hay, tabiî ki alalım. Ben, onu da söylüyorum.

…samimî olmayan tavrı, demin bir arkadaşımızın da söylediği gibi, Parlamentonun masuniyetine, Türkiye Büyük Millet Meclisinin itibarına gölge düşürüyor.

Değerli arkadaşlar, milletvekili seçilmek için şartlar bellidir; yani, şu anda aramızda bulunan 550 pırıl pırıl milletvekilini, halkın gözünde, sanki daha önceden suç işlemiş gibi mahkûm etmeye, bu şekilde göstermeye kimsenin hakkı yoktur.

YILMAZ KAYA (İzmir) - Onu siz yapıyorsunuz! Onu siz yapıyorsunuz!

MUSTAFA NURİ AKBULUT (Devamla) - Kaldı ki, geçen dönem Parlamentoda bulunan partilerden yalnızca bizim partimiz ilk defa seçime girdi, biliyorsunuz. 50 kadar milletvekili vardı. 550 milletvekili Parlamentoya girdi, bunların 500'ünün dokunulmazlığı yoktu. Ne oldu arkadaşlar; bunların hepsi, milletvekili olabilmek için, sabıkasızlık kayıtlarını ibraz ederek girdiler.

SALİH GÜN (Kocaeli) - Vicdanda sabıka… Burada sabıka, burada; vicdanda…

MUSTAFA NURİ AKBULUT (Devamla) - Parlamentoda bulunan milletvekillerimizin hiçbirisi, halkın nazarında, suç işleyebilecek potansiyel insanlar olarak gösterilmemelidir.

Yasama sorumsuzluğu, kürsü dokunulmazlığı dediğimiz yasama sorumsuzluğu, milletvekilinin parlamentoda millet adına rahatça konuşabilmesi ve yaptığı konuşmadan, kullandığı oydan ve açıkladığı düşünceden dolayı daha sonradan bir tahkikata maruz kalma endişesi duymadan, rahatlıkla milletin duygularını dile getirmesi için kendisine verilmiştir. Yine, yasama dokunulmazlığı, milletvekilleri için, suç ayrıcalığı, kendilerine ayrıcalık tanınan bir müessese değildir. Yasama dokunulmazlığı, milletvekillerinin parlamento çalışmalarına gelmelerinin engellenmemesi için düzenlenmiş bir yoldur ve demin de belirttiğim gibi, tarihî süreç içerisinde aşamalar kaydederek bu hale gelmiştir.

Arkadaşlar, ne kürsü dokunulmazlığı dediğimiz yasama sorumsuzluğu ve ne de yasama dokunulmazlığı dediğimiz dokunulmazlık, milletvekili ayrıcalığı, yalnızca Türkiye'de uygulanan bir müessese değildir. Demin de söylediğim gibi, tarihî süreç içerisinde son şeklini, aşağı yukarı benzer olmak üzere, bu halini almıştır. Amerika Birleşik Devletleri, Avustralya, Yeni Zelanda yalnızca yasama sorumsuzluğunu kabul eden ülkelerdir; ancak, Almanya, Belçika, İsveç, Norveç, İspanya, Portekiz, Yunanistan gibi ülkelerde de, yine, yasama dokunulmazlığı dediğimiz, milletvekillerinin Parlamento çalışmalarına engel olunmamasını düzenleyen müesseseler vardır.

Dokunulmazlık, Avrupa Parlamentosu üyeleri için de vardır. Gerçekten, Avrupa Parlamentosu üyesi olan milletvekilleri, Parlamentonun çalıştığı süre içerisinde, kendi ülkelerinde uygulanan dokunulmazlıklardan yararlanırlar. Yine, Avrupa Parlamentosu üyeleri, başka ülkelerde de, Avrupa Parlamentosunun koruması altındadır; işledikleri iddia olunan bir suçtan dolayı, suçüstü halinde yakalanmamışlarsa, asla, tutuklanamazlar.

Değerli arkadaşlar, dokunulmazlık konusunda, gerçekten düzenleme yapılmasına ihtiyaç vardır. Bizim, Anayamızdaki dokunulmazlık, ne yazık ki, milletvekili için amaçlanan korumayı tam olarak sağlayamamakta, diğer yandan, bazı konularda da, olmaması gerektiği şekilde, geniş olarak uygulanmaktadır.

Değerli arkadaşlar, milletvekilinin yasama sorumsuzluğu vardır dediğimiz halde ve 1876 Kanunuesasîden itibaren ülkemizde uygulandığı halde, ne yazık ki, zaman zaman, milletvekilleri kürsüde yaptığı konuşmalardan dolayı suçlanmışlardır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Akbulut toparlayabilir misiniz.

Buyurun.

MUSTAFA NURİ AKBULUT (Devamla) - Yüksek Adalet Divanında yargılanan ve Meclisteki çalışmalarından, sözlerinden, oylarından dolayı sorumlu tutulan rahmetli Adnan Menderes ve arkadaşlarının idama mahkûm edilmesi, Türk hukuk tarihinde kara bir lekedir. Daha sonra, yine, milletvekillerinin kürsüde yaptıkları konuşmalardan dolayı, partileri yargılanmış, konuşmaları parti kapatmalarına esas olmuş ve milletvekillerinin bu çalışmalarından dolayı, milletvekilliğinden kısıtlanmasına karar verilmiştir.

Diğer yandan, gerçekten, düzenleme yapılması gereken birçok konu vardır, demin de söylediğim gibi. Mesela, dokunulmazlığın kaldırılmasını kim isteyecektir? Dokunulmazlığın kaldırılması talebi, Meclise geldikten sonra, ne kadar süre içerisinde karar verilecektir? Mecliste bir milletvekilinin dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilirse, bu kararın geçerlilik anı nedir; Meclis kürsüsünden okunması mıdır, Resmî Gazetede yayımlanması mıdır, yedi günlük sürenin geçmesinin beklenmesi mi, yoksa onbeş gün içerisinde Anayasa Mahkemesine itiraz konusunda bir karar verilmesi anı mıdır, yoksa bu kararın Resmî Gazetede yayımlanması mıdır? Yine, milletvekili dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili karara vaki itiraz üzerine Anayasa Mahkemesinin yapacağı inceleme, sadece Anayasa ve İçtüzük hükümlerindeki şekil şartlarına mı uymaktır, yoksa, dosyanın esası hakkında Anayasa Mahkemesi inceleme yapıp delilleri değerlendirecek midir? Anayasa Mahkemesi delilleri değerlendirir, itiraz reddedilirse, daha sonra yargılama yapacak olan makam, mahkemeler, Anayasa Mahkemesinin bu kararından etkilenmeyecekler midir?

Demin de bazı milletvekili arkadaşlarımız söyledi. Bazı tür suçlar için, evet, dokunulmazlık ayrıcalığı tanınmalıdır ki, bu, 97'de Meclise gelen anayasa değişiklik teklifinde gündeme alınmıştı. Değişiklik şu yöndedir: 97'deki değişiklik, milletvekillerinin işlediği zimmet, ihtilas, rüşvet, dolandırıcılık, kaçakçılık, ihaleye fesat karıştırma gibi suçlar konusunda tahkikat yapılması, milletvekilinin sorgulanması ve yargılanmasıyla ilgilidir; ancak, tutulması ve tutuklanması, yine Parlamentonun kararına bırakılmıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN- Sayın Akbulut, teşekkür eder misiniz lütfen.

MUSTAFA NURİ AKBULUT (Devamla)- Anayasa değişikliğiyle ilgili olarak 2001 yılında yapılan düzenleme ise, milletvekili dokunulmazlığının kaldırılması talebinin Meclise intikalinden sonra üç ay içerisinde karar verileceği, milletvekilleriyle ilgili olarak açılacak davanın Yargıtayda görüleceği ve gizli oylama yapılacağıyla ilgilidir ki, bu konuda biz de bir düzenleme yapılması gerektiğini düşünüyoruz ve Cumhuriyet Halk Partisinin bu konudaki samimiyetini uyum komisyonuna üye vermek suretiyle göstermesi gerektiğini belirtiyoruz.

Değerli arkadaşlar, ben, değerli bir konuşmacının Meclisten geçen 1 Mart tezkeresiyle ilgili olarak değindiği bir konuya da kısaca cevap vermek istiyorum. Biliyorsunuz, o tarihte, Mecliste, Cumhuriyet Halk Partisinin 177 civarında milletvekili vardı; ama, Meclisten kararın reddiyle ilgili milletvekili oy sayısı hepinizin malumu. Cumhuriyet Halk Partisinin, bunu bu şekilde göstermesinin doğru olmadığını düşünüyorum ve bu kadar… (CHP sıralarından gürültüler)

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Amerika'da Başbakan ne diyor?

BAŞKAN - Lütfen, Sayın Anadol.

Sayın Akbulut, teşekkür eder misiniz lütfen.

ATİLA EMEK (Antalya) - Kimi kime şikâyet ediyorsun!

BAŞKAN - Teşekkür için Sayın Akbulut...

Buyurun.

MUSTAFA NURİ AKBULUT (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Ben, bu vesileyle, hepinize saygılar sunuyorum. Sağ olun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Akbulut.

Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Öneri kabul edilmemiştir.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır; okutup oylarınıza sunacağım.

 2.- Gündemdeki sıralama ile çalışma saatlerinin yeniden düzenlenmesine ilişkin AK Parti Grubu önerisi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulunun 9.6.2005 Perşembe günü (bugün) yapılan toplantısında, siyasî parti grupları arasında oybirliği sağlanamadığından, Grubumuzun aşağıdaki önerisinin, İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.

      Eyüp Fatsa

                Ordu

                Grup Başkanvekili

Grup Önerisi:

9.6.2005 Perşembe günkü (bugün) birleşimde, gündemin "Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler" kısmının 203 üncü sırasında yer alan (10/251) esas numaralı Meclis araştırması önergesinin görüşmesinin bu birleşimde yapılması, "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 259 uncu sırasında yer alan 891 sıra sayılı kanun tasarısının bu kısmın 6 ncı sırasına, 248 inci sırasında yer alan 871 sıra sayılı kanun tasarısının 8 inci sırasına alınması, 9.6.2005 Perşembe günü Genel Kurulun çalışma süresinin 23.00'e kadar olması, 14.6.2005 Salı günü saat 15.00-23.00, 15.6.2005 Çarşamba ve 16.6.2005 Perşembe günkü birleşimlerde ise, 14.00-23.00 saatleri arasında çalışması, 14.6.2005 Salı günü ve 15.6.2005 Çarşamba günkü birleşimlerde ise, sözlü sorular ile diğer denetim konularının görüşülmemesi önerilmiştir.

BAŞKAN - AK Parti Grubu önerisinin lehinde, Ordu Milletvekili Sayın Eyüp Fatsa; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

EYÜP FATSA (Ordu) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Grup önerimizin lehinde söz aldım; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, biraz önce önergemiz okunurken ve ifade edildiği gibi, biz aslında gündemle alakalı bir değişiklik getirmedik, sadece, Meclisin bugün ve önümüzdeki haftaki çalışma saatleriyle ilgili bir düzenleme yaptık. Ben bu düzenlemeyi bir kere daha sizlerle paylaşmak istiyorum.

9.6.2005 Perşembe, yani bugün, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 15.00'te başlayan çalışma saatinin 23.00'te tamamlanması; ayrıca, gündemin ilk sırasına, Samsun Milletvekilimiz Sayın Cemal Yılmaz Demir ve arkadaşlarının birlikte vermiş oldukları, 19 Mayıs Üniversitesiyle alakalı bir araştırma önergesinin gündeme alınması; yine, 891 sıra sayılı kanun tasarısının, Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanununun gündemin 6 ncı sırasına, 871 sıra sayılı kanun tasarısı, Çevre Kanununun da gündemin 8 inci sırasına alınmasıyla alakalı bir talepti. Yine, önümüzdeki hafta, yani 14.6.2005 Salı günü Meclisin 15.00'te başlayıp 23.00'e kadar çalışması, aynı gün sözlü sorular ve denetimin yapılmaması; 15.6.2005 Çarşamba günü Meclisin 14.00'te başlayıp 23.00'te çalışmasını tamamlaması ve sözlü soruların görüşülmemesi; yine, 16.6.2005 Perşembe günü de Meclisin çalışma saatlerinin 14.00'te başlayıp 23.00'te bitimiyle alakalıydı.

Görüldüğü gibi, biz sadece, çalışma saatlerinin düzenlemesiyle alakalı bir Danışma Kurulu önerisi verdik. Zaten, diğer saymış olduğum gündemle alakalı, kanun tasarısı, araştırma önergeleri, gündemimizde var olanlardı, sadece bir takdim tehir yaptık, öncelik tanıdık bazılarına.

Ben, Danışma Kurulu önerimizin Genel Kurul tarafından tasvip edileceğine, kabul göreceğine olan inancımla, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Fatsa.

Önerinin lehinde söz isteyen, Samsun Milletvekili Sayın Musa Uzunkaya; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dün, esasen görüşülmesi beklenen, Ondokuz Mayıs Üniversitesiyle ilgili…

BAŞKAN - Sayın Uzunkaya, bu, AK Parti Grubu önerisiyle ilgili.

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Ben, o öneriyle ilgili konuşacağım Sayın Başkan.

BAŞKAN - Bir yanlışlık var galiba…

AHMET IŞIK (Konya) - Çalışma saatleriyle ilgili…

YILMAZ KAYA (İzmir) - İşte, işler böyle karışıyor. Ne çalışma saati belli ne görüşeceğimiz belli…

EYÜP FATSA (Ordu) - Grup önerisinin içeriğiyle alakalı bir konuşma yapacak.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Uzunkaya o zaman…

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Evet, dün esasen görüşülen… Yani, bugün gündemin niye böyle bir öneri haline getirildiğinin gerekçesini, ben, Grup adına arz edeceğim.

Bugünkü Başkanlık Divanımızın AK Parti Grubu olarak getirdiği önerinin temelinde, esasen, bugüne kadar Meclis teamülünde olan salı ve çarşamba günleri denetim çalışmaları, dünkü bir aksaklıktan dolayı bugüne intikal etmişti. Dolayısıyla, belki, muhalefet partisindeki çok değerli arkadaşlarımız, şunu, haklı olarak söyleyebilirler: Yıllardır Meclisin teamülünde araştırma önergeleri hep salı ve çarşamba günleri -ki, Meclisin umumiyetle denetim günleridir- oysaki, perşembe günü ve ilave günler de yasama günleri olarak ele alınır.

Bugün ise, değerli arkadaşlar, dünden doğan bir aksaklık nedeniyle, hem Sayın Grup Başkanvekili arkadaşımız tarafından bu hafta için gündemimizin yasamayla ilgili diğer maddeleri ve önümüzdeki haftanın başına sirayet eden gündemi ifade edilmiş hem de bugün, Genel Kurulumuzun tasvibi istikametinde dün görüşülmesi memul olan, beklenen Ondokuz Mayıs Üniversitesiyle ilgili araştırma önergemizin görüşülmesi istikametinde bir görüş birliği talep edilmiştir.

Değerli arkadaşlar, hemen gündemin başında Cumhuriyet Halk Partisi sözcüsü çok değerli arkadaşlarımız hemen hemen her gün olduğu gibi bugün de milletvekili dokunulmazlığını ısrarla gündeme taşımaktadırlar.

GÖKHAN DURGUN (Hatay) - Taşımaya da devam edeceğiz!

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Şimdi, ben, bu konuda samimî bir talebimi kendileriyle paylaşmak istiyorum. Değerli hukukçu arkadaşlarımız, Anayasanın 83 üncü maddesine göre, dokunulmazlıklarla alakalı yetkilerin bir sonraki döneme intikal etmesi halinde zamanaşımı olmadığını çok iyi biliyorlar. Bendeniz de 3 dönemdir Parlamentoda bulunan bir arkadaşınızım; şahsen Musa Uzunkaya olarak, bugüne kadar, on yıl içerisinde, hakkında en ufak fezlekesi bulunmayan bir arkadaşınızım; ama, ne garip tecellidir ki değerli arkadaşlar, Anayasa 83'ün birinci fıkrasında kürsü dokunulmazlığı çok bariz ifade edildiği halde, benim, şu milletin Yüce Parlamentosunun kürsüsünden geçmiş dönemde yaptığım bir konuşmam, bir partinin kapatılma gerekçesi olarak o günün başsavcısı tarafından parti aleyhine kullanılabilmiş ve bir parti kapatılmış, bir hukuk davası çok enteresan bir yapıya bürünmüştür. Bunu şunun için söylüyorum…

K.KEMAL ANADOL (İzmir) - Yanlış olmuş, yanlış!

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Bakın, şu kürsü dokunulmazlığı var…

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Yanlış olmuş!

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - İşte, bakın, bu yanlışın yarınlar için olmayacağının garantisi Cumhuriyet Halk Partisi mi?!

ATİLA EMEK (Antalya) - Ne alakası var?!

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - O başka, o başka; ne alakası var?!

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Bakın, değerli arkadaşlar, böyle bir yanlış olmuş; yani, Sayın Başkan diyor ki "yanlış olmuş"; yarın yanlış olmayacağını…

ATİLA EMEK (Antalya) - Doğru; yanlış olmuş.

MUSA UZUNKAYA (Devamla) -  Bakınız, burada, elbette dokunulmazlıklarla alakalı çeşitli değerlendirmeler yapılabilir; şimdi önünüze bir başka dokunulmazlık teklifi getiriyoruz, araştırma önergesi.

Bakın, şimdi, biraz sonra, zannediyorum, görüşmeye başlanınca, Cumhuriyet Halk Partisi sözcüsü arkadaşlarımız, muhtemeldir ki, farklı düşünmesini umuyorum, ama, muhtemeldir ki, değerli arkadaşlarımız, Ondokuz Mayıs Üniversitesinin; ki, ben, on yıldır oradayım, haddizatında, Ondokuz Mayıs Üniversitesi gibi bir üniversitemizin, böyle bir konuyla, o ilin bir milletvekili olarak, burada, gündemde olması, beni fevkalade üzer; ben, başarılarıyla, burada, ondan bahsedilmesini temenni ederdim. Ondokuz Mayıs Üniversitesinin, akademik dünyaya verdiği elemanlarla, uluslararası arenada sağladığı başarılarla, Çin ve uluslararası birkısım araştırma kurumlarının yaptığı incelemedeki dünyadaki ilk 500'e giren üniversiteden birisinin Türkiye'deki herhangi bir üniversite olması, ama, hele hele, Ondokuz Mayıs Üniversitesi olmasını, doğrusu, çok arzu ederdim; ama, maalesef, üzülerek söylüyorum, o ilin bir milletvekili olarak, bugün, Ondokuz Mayıs Üniversitesinde yaşanan, akademik kadrolarla, malî olaylarla alakalı, yolsuzluk, usulsüzlük iddialarının Yüce Parlamentonun gündemine gelmiş olması, her şeyden önce, 19 Mayıs şehrinin bir milletvekili olarak, her şeyden önce beni fazlasıyla üzmektedir.

Ayrıca, şunu söyleyeyim: Milletvekilleri dokunulmazlığının tartışıldığı bir zeminde, muhtemeldir ki, basında, haklarında yüzlerce yazı, haber yazılan bir üniversitenin, yahu, bu olay nedir... İçtüzüğün 104 ve 105 inci, Anayasanın da 98 inci maddesi gereği, Meclisin temel görevlerinden birisi olan araştırma, inceleme, denetim görevlerinin esasını teşkil eden, haklarında bunca iddiaların bulunduğu... Ben iddia ediyorum…

BAŞKAN - Sayın Uzunkaya…

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Toparlıyorum.

BAŞKAN - AK Parti Grup önerisiyle ilgili konuşur musunuz lütfen…

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Ben toparlıyorum zaten Sayın Başkanım, o esasa dönüyorum.

Değerli arkadaşlar, elbette, bugün…

TUNCAY ERCENK (Antalya) - Nereden toparlıyorsun; Samsun'a dayandın sen Musacığım…

BAŞKAN - Lütfen, Sayın Ercenk…

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Efendim, Samsun'a dayandım; çünkü, değerli arkadaşlar, Meclise Samsun'dan gelindi…

TUNCAY ERCENK (Antalya) - Samsun'a gittin sen; bir de İstanbul'a git ve ondan sonra, öneriyi söyle öneriyi…

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Değerli Cumhuriyet Halk Partisi Milletvekili, Türkiye Büyük Millet Meclisine Samsun'dan gelindi, haberiniz olsun…

Dolayısıyla, ben şunu söylüyorum: Bu kadar ciddî bir konunun, elbette, bugünkü yasama zamanımız içerisinde araştırılıyor olmasını, ele alınıyor olmasını, hiç kimsenin, teamülde olmamasına rağmen, yadırgamaması gerektiğini; dolayısıyla, Grubumuzun önerisinin isabetli, bugün bu araştırmanın yapılmasının, arkasından da, saat 23.00'e kadar ve önümüzdeki hafta içerisinde yasamayla ilgili yapılacak yasama düzenlemelerinin isabetli bir çalışma takvimi olduğunu burada ifade ediyorum. Umuyor ve temenni ediyorum ki, Ondokuz Mayıs Üniversitesiyle alakalı, bugün, hem Cumhuriyet Halk Partisi üyesi arkadaşlarımızın doğrudan katkıları ve konuşmacıların katkılarıyla hem de AK Partinin değerli üyelerinin katkılarıyla, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, sadece Ondokuz Mayısın şahsında, belki üniversitelerle, keşke geçtiğimiz yasama döneminde -YÖK'le ilgili, bu Yüce Parlamentoda bir araştırma komisyonu oluşturuldu geçtiğimiz dönemde-  bu komisyonun raporu keşke burada, Mecliste enine boyuna tartışılmış olsaydı.

Değerli arkadaşlar, üniversitelerimiz, bizim elbette gözbebeğimiz, bizim güneşimiz, ayımız, ışığımız, geleceğimizi aydınlatan yıldızlarımızın yetiştiği yerdir; ama, üzülerek söyleyeyim -belki biraz sonra başlayacağı için, ilgili arkadaşlarım ifade edecekler konuşmalarında- onlarca araştırmacının kapının önüne konduğu, haksızlığa maruz kaldığı iddialarının ayyuka çıktığı, yerel ve ulusal medyanın bu kadar gündemi işgal ettiği zeminde, Yüce Parlamentomuz bütün sorunları çözmesi gerektiği gibi, inanıyorum ki, bu sorunu mutlaka çözecektir ve bu konuda kuracağı araştırma komisyonu çalışmasıyla olaya bir açıklık getireceğini umuyor ve temenni ediyorum.

Değerli arkadaşlar, bir diğer hususu da burada…

TUNCAY ERCENK (Antalya) - Şu öneri konusunda ne diyorsun Sayın Uzunkaya?!

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Önerinin lehinde konuştuğum… Herhalde bir intikal sorununuz yok değil mi Sayın Vekilim? Beni anlamakta zorluk…

TUNCAY ERCENK (Antalya) - Bende yok; o sende var, sende var. Sen öneriyi kabul edecek misin etmeyecek misin, bir şey söyle!

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Yani, ben, önerinin lehinde olduğumu…

BAŞKAN - Sayın Uzunkaya, Genel Kurula hitap eder misiniz lütfen.

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Değerli arkadaşlar, önerinin lehine, özellikle de bugünkü gündemde olan Ondokuz Mayıs Üniversitesi için kurulması talep edilen araştırma komisyonuyla ilgili sunulacak görüş ve raporların bugün burada tartışılmasının doğru olacağı, dolayısıyla, önerideki bu teklifin, Genel Kurulumuzun da tasvibine sunulması ve kabulüne mazhar olması temennimi, gerekçeleriyle ifade ediyorum.

GÖKHAN DURGUN (Hatay) - O sonraki madde, hocam.

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Önerinin bundan daha lehine konuşulacak bir tespit hangi noktada olur, doğrusu bilemiyorum; ama, bir başka şeyi, değerli arkadaşlar, sizlerle paylaşarak huzurunuzdan ayrılmak istiyorum.

Tabiî, benim, önümde, haddizatında, Samsun'la ilgili koca bir dosya var. Hiçbir üniversite, devletin 70 tane üniversitesi içerisinde hiçbir üniversitenin, hele hele Samsun gibi 4 ilde fakülte ve yüksekokulu bulunan üniversitenin hiçbirisinin böyle bir incelemeye tabi olmasını, elbette hiçbir parlamenterin temenni etmediği gibi benim de temenni etmem mümkün değil; ama, bugün Ondokuz Mayısı burada görüşmek zorunda olacağız. Bu Ondokuz Mayısın değil, belki üniversitelerimizin sorununun çözümünde önemli bir katkı sağlar temennisini sizlerle paylaşmak istiyorum.

Değerli arkadaşlar, ayrıca bir üzüntümü de Yüce Parlamentoyla burada değerlendirip huzurunuzdan ayrılmak istiyorum; o da şudur: Bugünkü basına yansıyan çok değerli Anamuhalefet Partimizin Genel Başkanının bir açıklaması var; diyor ki Sayın Genel Başkan: "Sayın Erdoğan bu memleketi satmaya hazır; bize…"

OSMAN ÖZCAN (Antalya) - Sen kendi Genel Başkanına bak.

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Hayır arkadaşlar… Bu sözü…

ATİLA EMEK (Antalya) - Kimi kime şikâyet ediyorsun Sayın Vekilim?!

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Katiyen… Ben bu milletin bir vekiliyim. Bu Parlamentoda ve bu hükümetin başındaki hiçbir kimse, bu ülkeyi satmaya hazır olan… Bugün gazetelere bakın, basını izleyin; Cumhuriyet Halk Partisinin Genel Başkanının…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Uzunkaya…

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Hayır, toparlama değil, teşekkür eder misiniz Sayın Uzunkaya; zaten konuyla ilgili konuşmadınız.

Buyurun.

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Sayın Başkanım, eğer bu söz gerçekten basına intikal ettiği şekliyle ise…

BAŞKAN - Sayın Uzunkaya… Sayın Uzunkaya…

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - …Sayın Deniz Baykal'ın şahsında sözü Cumhuriyet Halk Partisine aynen iade ediyorum. Bu vatanı satacak tek bir vatan haini olamaz ve Cumhuriyet Halk Partisinin Genel Başkanı da böyle bir sözü söyleyemez.

Saygılar sunuyorum arkadaşlar. (AK Parti sıralarından alkışlar)

TUNCAY ERCENK (Antalya) - Sen geri alacaksın o sözünü! Sözünü geri al!

ATİLA EMEK (Antalya) - Bir başbakan Amerika'ya Anamuhalefeti, Cumhuriyet Halk Partisini şikâyet edemez.

GÖKHAN DURGUN (Hatay) - Bir başbakan "ben laik değilim" diyemez.

BAŞKAN - Lütfen, sayın milletvekilleri…

TUNCAY ERCENK (Antalya) - Aferin sana, aferin!..

ATİLA EMEK (Antalya) - Amerika'ya şikâyet edemez bir başbakan Cumhuriyet Halk Partisini; gelir burada konuşur.

BAŞKAN - Lütfen, sayın milletvekilleri…

MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Bir siyasî parti genel başkanı…

BAŞKAN - Sayın Uzunkaya, lütfen…

ATİLA EMEK (Antalya) - Bir başbakan Amerika'ya şikâyet edemez Cumhuriyet Halk Partisini.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Sayın Uzunkaya AK Parti Grup önerisinin lehinde konuşmak üzere kürsüye gelirken, sanıyorum, hayretini ifade etmek üzere bir sayın milletvekilince ıslık çalınmıştır. Sayın milletvekillerinin Genel Kurulda verecekleri tepkileri, bu şekilde hoş olmayan ve alışılmamış usullerle değil, seviyeli bir şekilde, İçtüzük hükümlerine göre dile getirmelerini rica ediyorum.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Buradan olmamış Sayın Başkan.

ATİLA EMEK (Antalya) - Herkes kendine baksın!

BAŞKAN - Grup önerisi aleyhinde söz isteyen, Denizli Milletvekili Sayın Ümmet Kandoğan; buyurun.

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AK Parti Grup önerisi aleyhinde söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, bugün günlerden perşembe. Salı günü AK Parti Grup önerisi, çarşamba günü AK Parti Grup önerisi, perşembe günü AK Parti Grup önerisi. Türkiye Büyük Millet Meclisinin bugüne kadarki çalışmalarında her günkü çalışma programıyla, gündemiyle ilgili olarak ayrı ayrı grup önerisinin verildiği herhalde ilk defa oluyor. Aynı şekilde Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun önerileri de.

Değerli milletvekilleri, bizler milletvekilleri olarak, artık, hangi gün, Mecliste hangi konu görüşülecek, grup önerileri ne olacak, bunlarla ilgili milletvekilleri nasıl hazırlık yapacak, hep onun tartışması ve endişesi içerisindeyiz; ama, ne yazık ki dün, Meclis için bir gün kayıp olmuştur; koca bir gün maalesef kaybedilmiştir. Niçin kaybedilmiştir; daha dün, Meclis açıldığında, Kâtip Üyenin Başkanlık önerisiyle ilgili, ayakta veya oturarak okuması noktası oylamaya sunulmuş; 139 milletvekili burada olmaması nedeniyle toplantıya ara verilmek mecburiyeti hâsıl olmuştur ve daha sonra, Cumhuriyet Halk Partisi Grup önerisiyle ilgili olarak, yine önce toplantı yetersayısı bulunamamış; ikinci kez de 164 sayı burada İktidar Partisi tarafından hazır bulundurulamadığı için, maalesef, Meclis dün kapanmak durumunda kalmıştır.

RECEP KORAL (İstanbul) - Sayılar doğru değil.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Hayır, sayılar doğru, sayılar doğru, Sayın Milletvekili. Siz, incelerseniz, 20 Sayın Cumhuriyet Halk Partisi Grubu milletvekili yoklama istediği için onları düşüyorsunuz, 164 olması lazım AK Parti Grubunun.

RECEP KORAL (İstanbul) - 164 değil…

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Ben, hesabını çok iyi biliyorum Sayın Milletvekilim.

AHMET YENİ (Samsun) - Bugün hangi partidesiniz?!

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Yalnız, bugünkü AK Parti Grup önerisinin altına şöyle bir ibare yazılması doğru olurdu…

AHMET YENİ (Samsun) - Ümmet Bey, bugün hangi partidesiniz?!

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Biz, bu öneriyi Meclise sunuyoruz; ama -altına da ilave yapılsaydı- toplantı yetersayısı veya karar yetersayısı olduğu takdirde bu gündem gereği Mecliste çalışmalar yapalım diye, o önerinin altında da bir şerh olması lazımdı.

Şimdi, değerli milletvekilleri, biz, hep söylüyorduk burada, bu sıralar boş…

AHMET YENİ (Samsun) - DYP sıraları dolu mu?!

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Sana da geleceğim Samsun Milletvekilimiz, sana da geleceğim, sana da geleceğim…

Bak, cumhuriyet tarihi boyunca, Sayın Ahmet Yeni, Parlamentoda hatibe en fazla söz atan milletvekillerinin başında siz geliyorsunuz.

AHMET YENİ (Samsun) - Doğrudur…

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Samsunlular bir görsünler şuraya bir gelin de, Samsunlular görsünler Ahmet Yeni nasıl bir milletvekiliymiş. Bir çıkın allahaşkına, şu kürsüye gelin de, şu kürsüye bir gelin de, bir nasıl konuştuğunuzu, bu Meclise nasıl katkı sağladığınızı Samsunlular görsün…

AHMET YENİ (Samsun) - Görüyor, görüyor…

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Görsün… Hayır, bir gün geldiniz, danışmanınız elinize yanlış metin vermiş, yanlış metin okudunuz.

AHMET YENİ (Samsun) - Yanlış değil, doğru…

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Evet, evet…

FİKRET BADAZLI (Antalya) - Konuya gel, konuya…

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Sayın milletvekilleri, lütfen…

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, hatibe niye müdahale ediyorsunuz?

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Benimle demagojiye girmeyin Sayın Milletvekili, yapamazsınız, benimle demagojiye giremezsiniz.

Değerli milletvekilleri, bugün, enteresan bir şey, gelecek haftanın programı da önümüzde; yani, daha önce hiç olmuyordu. Gelecek haftanın programı da önümüzde. Gelecek haftanın programına baktım; gelecek haftanın programında salı ve çarşamba günleri her zaman yaptığımız denetim görevi yok. Niye yok Sayın Fatsa?

EYÜP FATSA (Ordu) - Liste elinizde…

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Niçin denetim görevinden bu Meclis kaçırılıyor? Bizim kararımız, yılların teamülüdür, salı ve çarşamba günleri, Meclis, denetim görevi yapıyor. Perşembe denetim görevi yok; ama, bugün, bakın, denetim görevi yapılıyor. Salı ve çarşamba yapılması gereken denetim görevi gündemden çıkarılıyor ve bu öneri önümüze bu şekilde geliyor.

Değerli milletvekilleri, şimdi, dün, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun bir önerisi vardı. Bir Meclis araştırma önerisi burada reddedildi aynı konuyla ilgili AK Parti tarafından da verilmiş olan bir Meclis araştırma önergesi olmasına rağmen. Gerekçe: hiçbir gerekçe yok. Van Gölü kirleniyor, Van Gölü elden çıkıyor. Sayın Millî Eğitim Bakanımız da burada bir Van Milletvekili olarak. Bu konuyla ilgili bir Meclis araştırması istendi. Sayın Fatsa geldi buraya dedi ki: "Bunu dört ay sonra gündeme alacağız."

Sayın milletvekili, Van Gölü elden çıkıyor diye bir araştırma önergesi Meclisin gündemine gelmiş, sizin milletvekilleriniz de ayrı bir önerge vermiş, Van Gölü elden çıkıyor, araştırma komisyonu kuralım, bu konuyu inceleyelim, bu konuyu kısa sürede çözüme kavuşturalım diye bir teklif. O teklif, dört ay sonra bu konu gündeme gelecekmiş… Dört aya kadar Van Gölü ne hale gelecek?!

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Gereği yapılıyor.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Şimdi, yapılır; ama, bir araştırma komisyonunun kurulmasında ne sakınca var Sayın Millî Eğitim Bakanımız?! Van sizin şehriniz, Van Gölü sizin, hepimizin.

Değerli milletvekilleri, o bakımdan, ne olur, gündemimize bu önerileri getirirken, bu önerileri sunarken, bu önerilerin millet ve memleket menfaatında olması yönünde bir durum söz konusu olması lazım.

Yine, biraz önce, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu önerisi vardı; artık, ben, Sayın Anadol'dan da rica ediyorum. Sayın Anadol, artık, bu dokunulmazlıklarla ilgili önergeleri getirmeyiniz Meclise; yani, ikibuçuk yıldan beri bunlar geliyor, her hafta burada görüşülüyor; ama, bir netice elde edilmeyeceği kanaati sizde hâsıl olmadı mı?

ATİLA EMEK (Antalya) - Edinceye kadar getireceğiz.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Hayır; yani, bakın, geçen hafta bu konuyla ilgili Adalet ve Kalkınma Partisi adına konuşan arkadaşımızın konuşma tutanağı elimde. Sayın milletvekili diyor ki: "Dokunulmazlığın kaldırılmasına şahsım itibariyle karşıyım." Yani AK Parti Grubu adına burada gelip söz alan milletvekili "ben buna karşıyım" dedikten sonra, siz daha neyin hesabını yapacaksınız Sayın Anadol?!

ATİLA EMEK (Antalya)- Dosyanın hesabı yapılıyor.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Ve biraz önce AK Parti Grubu adına, yine, gelen arkadaşlarımız konuştular. Her zamanki gibi milleti yanıltıyorlar arkadaşlar; diyor ki: "Türkiye'de herkes yargılanamıyor." Yargılanıyor arkadaşlar. Türkiye'de, herkes yargılanıyor; ama, yargılanmada belirli bir prosedür var. Bu prosedür nedir, birkaç kez burada anlattım; en fazla kırkbeş gün süreyle bir önincelemeci tayin ediliyor, o önincelemeci raporunu veriyor yargılanmasına izin verilmesi veya verilmemesi yolunda bütün kamu görevlileri için, onu ilgili yetkili amir alıyor, izin verilmesi noktasında bir karar verirse, buna izin verilen memurun itiraz hakkı var, bölge idare mahkemesine itiraz edebiliyor; ayrıca, verilmemesi noktasında bir karar çıkarsa, cumhuriyet başsavcılıklarına gidiyor bu dosya, cumhuriyet başsavcılığı da bölge idare mahkemesine itiraz ediyor ve nihayetinde, bir yargı kararıyla -bunun süresi de yaklaşık altmış gün içerisindedir- altmış gün içerisinde, bir kamu görevlisinin yargılanıp yargılanmamasıyla ilgili yargı kararı veriliyor.

Bununla ilgili şunu söylüyorum: Eğer, bu usulün de kalkmasını istiyorsanız, ben de istiyorum, bununla ilgili getiriniz kanun teklifinizi, getiriniz kanun tasarısını ve Mecliste hep beraber destek olalım. Bütün kamu görevlilerinin, şu anda yargılanan kamu görevlilerinin, sadece bir prosedürünü de kaldıralım, herkes yargı önüne gitsin. Niye bunu yapmıyorsunuz sayın milletvekilim?! Niye yapmıyorsunuz bunu?! Sonra da, gelip "Türkiye'de kamu görevlileri yargılanmıyor" diyorsunuz; yargılanıyor, bunun altını çiziyorum. Türkiye'deki bütün kamu görevlileri yargılanıyor.

Şimdi, efendim, uyum komisyonu kuralım diyorsunuz. Peki, uyum komisyonu, İçtüzüğün, Anayasanın neresinde var; yok, öyle bir komisyon kurulmasına dair amir bir hüküm yok; ancak, anayasa değişikliklerinde, işinize geldiği zaman… Geçenlerde, RTÜK'e üye seçmeyle ilgili bir anayasa değişikliği yapıldı burada. Peki, o anayasa değişikliğini yaparken, Cumhuriyet Halk Partisi Grubundan seçilen milletvekilleriyle bir uyum komisyonu, bir uzlaşma komisyonu kurdunuz mu; hayır. İşinize geldiği yerde, anayasa değişikliklerinde komisyondan bahsetmiyorsunuz, uyum komisyonundan, uzlaşma komisyonundan bahsetmiyorsunuz; ancak, işinize gelmediği yerde, dokunulmazlıklar gündeme geldiğinde "Cumhuriyet Halk Partisi Grubu uyum komisyonuna üye vermiyor…" Bunu, millete anlatamazsınız. Bu söylediklerinizin, millet tarafından ve bizler tarafından tasvip edilmesi mümkün değil. Öyleyse, ben, Sayın Anadol'dan bir defa daha istirham ediyorum, bunları lütfen gündeme getirmeyiniz.

Daha önce, bu konuyla ilgili, dokunulmazlıklarla ilgili konuşan milletvekilleri 1920'ye kadar gidiyorlardı; iki haftadır, baktık, geriye gidiş 1300'lü yıllara kadar uzandı.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Meydan Larousse'tan bulmuşlar!..

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Yakında, milattan önceye de, belki, o kaynakları bulabilir, milattan önceye de gidebilir…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Kandoğan, toparlar mısınız.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Değerli milletvekilleri, bakınız, dokunulmazlıklarla ilgili, burada hakkında dosya olan milletvekillerimizle ilgili olarak, hiçbirimiz onların suçlu olduğuna dair bir ifade kullanamayız, hiçbirimiz kullanamayız. Sadece yapılan iş nedir; dokunulmazlıkların kaldırılması ve nihaî kararın yine yüce Türk adaleti tarafından verilmesidir. Yoksa, onun dışında, dosyası olan milletvekillerimizle ilgili, o arkadaşlarımızla ilgili, hiç kimse, burada, gelip, suçlu olduklarına dair herhangi bir ifadede bulunmuyorlar, kullanmıyorlar. Zaten, bizim yapacağımız işlem de, onların suçlu veya suçsuz olduklarına dair bir kanaat ifade etmek veya Meclisin bir görüş ifade etmesi değildir. Bizim yapacağımız iş, sadece, onların önündeki yargılanamama durumunun ortadan kaldırılmasıdır.

Ben, bu duygu ve düşüncelerle, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun önerisi aleyhinde oy kullanacağımı ifade ediyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Kandoğan.

Önerinin aleyhinde, İzmir Milletvekili Kemal Anadol söz istemiştir.

Buyurun Sayın Anadol. (CHP sıralarından alkışlar)

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin saygıdeğer üyeleri; Adalet ve Kalkınma Partisi Grup önerisinin aleyhinde bulunmak üzere söz almış bulunuyorum; hepinizi içten saygılarımla selamlıyorum. Ancak, Cumhuriyet Halk Partisi Grubumuzun önerisi biraz önce reddedildiği için, bu ret keyfiyeti üzerinde benden önce, biraz önce konuşan Sayın Kandoğan ve Adalet ve Kalkınma Partisinin değerli hatipleri önerilerimizle ilgili çok söz söyledikleri için, birtakım iddialar ortaya attıkları için, birkaç noktanın, kafa karıştıran birkaç noktanın netliğe kavuşmasını istiyorum ve bu amaçla bir iki cümle söylemek istiyorum.

Birincisi, arkadaşlarım, Adalet ve Kalkınma Partisinin, Cumhuriyet Halk Partisi Grup önerisinin aleyhinde konuşan değerli iki hukukçu arkadaşım, meslektaşım gayet güzel avukatlık yaptılar bu kürsüde; ama, sanıyorum, avukatlık işleviyle milletvekilliğini birbirine karıştırdılar. Tavsiyem şudur: Cumhuriyet Halk Partisi önerisinin lehine oy kullansınlar, bu arkadaşlarımızın dokunulmazlıkları kalksın, adil Türk yargısı önünde sanık sıfatıyla bu arkadaşlarımız -inşallah aklanırlar- çıksınlar, bu değerli arkadaşlar da -şimdi aramızda milletvekili olan bu arkadaşlar- avukat olarak bu arkadaşlarını savunsunlar, aklanmalarını sağlasınlar; ama, Mecliste avukatlık yapmasınlar. Evvela bu kürsü, milletvekilliği kürsüsüdür, avukat kürsüsü değildir; bir yer şaşırma olayı var, mahkemede söyleyeceklerini Meclis kürsüsünde söylüyorlar, burada söylediklerini mahkemede söylemeleri lazım; bu bir.

ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - İki!..

K. KEMAL ANADOL (Devamla) - İkincisi, Türkiye'de bugün uygulanan dokunulmazlık sisteminin, Anayasamızın 83 ve 100 üncü maddesinde yer alan dokunulmazlık sistemimizin Avrupa Birliği ölçülerine uymadığı -Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından, çok kısa bir süre önce karara bağlandı- eski Milletvekili Erol Güngör'ün, lojman davası nedeniyle, açtığı davada, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, bugün uygulanan sistemin Avrupa Birliği standartlarına uymadığını, ıslahı gerektiğini, çağdaş ve evrensel hukuk kurallarına uyması gerektiğini karara bağladı. İsteyen Adalet ve Kalkınma Partili milletvekili arkadaşlarıma bu kararı takdim edebilirim.

Üçüncüsü; bu konuda, yani, Meydan Larousse bilgisiyle -ansiklopedik bilgiyle- dokunulmazlık tarihinden bahsederken, Cumhuriyet Halk Partisini suçlamak yanlıştır -zabıtlara geçirdim, birkaç defa söyledim- tek parti döneminde bile, Cumhuriyet Halk Partisinin ülkeyi yönettiği tek parti döneminde bile, Yavuz-havuz davası olmuştur -hatırlatırım- Millî Savunma Bakanı İhsan Beyin dokunulmazlığı kaldırılmış -bakan olduğu halde- milletvekili sıfatı elinden alınmış, yargılanmış, hakkındaki hüküm kesinleşmiş ve cezası infaz edilmiştir, hapiste yatmıştır Millî Savunma Bakanı; bu bir. İkincisi; 1946-1950 arasında, Cumhuriyet Halk Partisinin Gümrük ve Tekel Bakanı Suat Hayri Ürgüplü, kahve yolsuzluğu iddiasıyla bakanlığında tahkikat başlamış, o zaman "benim bakanlık koltuğunda oturduğum bu Bakanlıkta, ben Bakan olduğum sürece, tahkikat selametle yapılamaz, bu ahlakî değildir" diyerek, bakanlıktan istifa etmiş ve tahkikat sonucunda Yüce Divanda yargılanmış ve aklanmıştır. Şimdi, bütün dokunulmazlık tarihini anlatıp, Cumhuriyet Halk Partisini suçlayıp, bunları unutmanız beni gerçekten üzmüştür. Lütfen, bir daha bu tarihçeyi anlatırken, Yavuz-havuz davasını, Suat Hayri Ürgüplü davasını -kahve yolsuzluğu davasını da- zikredin bundan sonra.

Tabiî, bu işten -Sayın Ümmet Kandoğan söyledi "bir daha getirmeyin" diye. Şundan getiriyoruz; yani, biz getirmekten bıktık, arkadaşlar aynı şeyleri tekrar tekrar yinelemekten bıkmıyorlar- vazgeçtik; anlaşıldı ki, siz, bugünkü sistemin devamından yanasınız; bunu, bu kürsüden ifade ettiniz; devam etsin diyorsunuz. Tamam; yani, o uzlaşma komisyonları filan sadece bir masal.

Biz, Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın Meclise gelip tekrar milletvekili seçilmesi için, 3 Kasımda seçilemedi, önünde engeller vardı, bunu kaldırmak için beraber anayasa değişikliği yaptık; uzlaşma komisyonunda mı toplandık, bu kararı öyle mi verdik arkadaşlar?! RTÜK'le ilgili anayasa değişikliği yaptık; geçtiğimiz günlerde uzlaşma komisyonu toplanıp da mı bu işi yaptık?! Avrupa Birliğine uyum yasaları çıkardık hep birlikte; uzlaşma komisyonunda mı karar verdik?!

Anlaşıldı, siz, bu işten kaçıyorsunuz. Biz vazgeçtik, bugünkü sistem sizin olsun; sırtında dokunulmazlık kamburu bulunan, dosyası bulunan milletvekillerini ve onları koruyan diğer milletvekillerini vicdanî, siyasî, ahlakî ve tarihî sorumluluklarıyla baş başa bırakıyoruz. (CHP sıralarından alkışlar)  Bir ricamız var sizden; Anayasanın 36 ncı maddesi, her Türk vatandaşının adil bir yargılanma hakkına sahip olduğunu söylüyor. Yahu, siz, ne yaparsanız yapın arkadaşlar, bizi bırakın, bizim arkamıza geçip, kendinizin suçlarını affettirmeye, yargıdan kaçmaya kalkmayın, CHP'li milletvekillerinin dokunulmazlığını kaldırın, rica ediyorum, allahaşkına! (CHP sıralarından alkışlar)

Şimdi, burada, Cumhuriyet Halk Partisinin Genel Saymanı Mahmut Yıldız'ı kastederek diyorsunuz ki, şike, iddianame, vesaire... Yaptığınız…

EYÜP FATSA (Ordu) - Kendisi söyledi.

K. KEMAL ANADOL (Devamla) - Evet, kendisi söyledi.

Çaresi nedir; hem adamın dokunulmazlığını kaldırmıyorsunuz, buraya geldi, yalvardı bu kürsüden "benim dokunulmazlığımı kaldırın, yargının önüne beni çıkarın" diye; hem çıkarmıyorsunuz hem de suçluyorsunuz. Bu, kale direğine kaleciyi bağlayıp da penaltı atmak değil de nedir arkadaşlar?! Kaldırın yahu, önce biz oy kullanacağız Mahmut Yıldız'ın ve ne kadar dokunulmazlığı olan… Hakkı Ülkü, burada kafasını tahtaya vurdu, kürsüye vurdu "dokunulmazlığımı kaldırın" diye. Yani, Cumhuriyet Halk Partisinin milletvekillerinden bir tanesinin dokunulmazlığını kaldırmıyorsunuz -Ümmet Bey, onun için getiriyoruz bunları- bizimkileri kaldırın; yalvarıyoruz; hayır, hayır; kaldırmıyorsunuz. Neden; bilmem, neden… Sizinkiler kalsın, siz devam edin. Sizi vicdanî, tarihî, siyasî, ahlakî sorumluluğunuzla baş başa bırakıyoruz. Bıraktık, gitti; ama, bizi bırakmayın; bu bir.

Şimdi, gelelim sizin önerinize; diyorsunuz ki: "Vakit değerli, onun için, biz, gece 23.00'e kadar çalışalım, yasa çıkaralım." Hem yasa çıkaralım diyorsunuz hem de denetim günüyle yasama gününü birbirine karıştırıyorsunuz, çıkarıyorsunuz; demin Kandoğan söyledi. Yani, Van Gölünden daha mı önemli Samsun Üniversitesi?!

CEMAL YILMAZ DEMİR (Samsun) - Tabiî, önemli.

K. KEMAL ANADOL (Devamla) - Öyle mi, öyle mi?! Yani, Van Gölü kirlensin, yirmibeş sene sonra ölsün diyeceksiniz…

FAHRİ KESKİN (Eskişehir)- Van Gölü yerinde duruyor!.

K. KEMAL ANADOL (Devamla)- Haa, bir dakika, bir dakika…

Samsun Üniversitesi bir hafta sonra tekrar gündeme gelebilir, bir dahaki salı günü gelebilir, bir dahaki çarşamba günü gelir; getirin; korkumuz yok, getirin. Ama, hayır, o kadar aceleniz var ki, ondan sonra, yasa çıkaracağız diyorsunuz.

Benim bir önerim var size: Böyle saat 23.00'lere falan uzatıp işi, yanlış, hukuka aykırı, Anayasa Mahkemesinden, Cumhurbaşkanından geri dönen yasalar çıkarmaktan vazgeçin. Bu ülkenin insanlarının çok önemli bir bölümü açlık sınırında, çok önemli bir bölümü yoksulluk sınırında, binbir türlü sorunu var. Niye tatile giriyoruz; girmeyelim. (AK Parti sıralarından alkışlar) İçtüzüğü göre, 54 üncü maddeye göre, adam gibi toplanalım saat 15.00'te ve saat 19.00'a kadar sağlıklı biçimde kanunlarımızı çıkaralım, tatil de yapmayalım arkadaşlar. Ne aceleniz var?.. (CHP ve AK Parti sıralarından alkışlar) Var mısınız? Var mısınız? (CHP sıralarından alkışlar)

EYÜP FATSA (Ordu) - Varız!..

K. KEMAL ANADOL (Devamla) - Varsanız, tatile girerken hatırlatırım.

MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Sayın Anadol, Grubunuzda sessizlik var!.

K. KEMAL ANADOL (Devamla) - Yok efendim, yok!..

BAŞKAN- Sayın milletvekileri, lütfen… Lütfen, sayın milletvekileri…

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Grubunuzdan dört kişi alkışlıyor!..

K. KEMAL ANADOL (Devamla) - Şimdi, öyle şey yok… Öyle şey yok!..

Ondan sonra….

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Anadol, toparlar mısınız lütfen.

K. KEMAL ANADOL (Devamla) - ...yoklama isteyince kızıyorsunuz. Hem bu tarihleri uzatıyorsunuz; iktidar grubu olarak da Mecliste bulunacaksınız, bu sıraları boş bırakmayacaksınız. Öyle şey yok!.. Öyle şey yok!..

OSMAN KILIÇ (Sivas) - Sizden kaç kişi var?!

K. KEMAL ANADOL (Devamla) - Biz muhalefetiz; İçtüzük, bize ne olanak verdiyse hepsini kullanacağız, biraz sonra yine kullanacağız. Öyle, dışarı çıkıp, oylama yapılırken elini kaldırıp, içeride ne görüşüldüğünü bilmeden oy kullanan milletvekili profili bu Meclisin saygınlığına gölge düşürüyor arkadaşlar; buna hakkınız yoktur. (AK Parti sıralarından gürültüler)

ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - CHP'liler nerede?!

BAŞKAN - Değerli milletvekilleri, lütfen…

K. KEMAL ANADOL (Devamla) - CHP'nin yasa önerisi yok.

Cumhuriyet Halk Partisi yoklama isteyecek, görevi o; siz de burada bulunacaksınız; bulunmuyorsanız tatil olacak; o kadar.

Yüce Meclise saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar, AK Parti sıralarından alkışlar [!])

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Anadol.

Öneriyi oylarınıza sunuyorum…

 III. - YOKLAMA

 (CHP sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Sayın Başkan, yoklama yapılmasını istiyoruz.

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Oylamaya geçtiniz Sayın Başkan...

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu önerisinin oylanmasından önce bir yoklama talebi vardır; şimdi, yoklama isteyenleri tespit edip bu talebi yerine getireceğim.

Sayın Kılıç, Sayın Anadol, Sayın Gün, Sayın Ercenk, Sayın Durgun, Sayın Ekmekcioğlu, Sayın Yücesan, Sayın Öğüt, Sayın Emek, Sayın Ateş, Sayın Aslan, Sayın Yılmaz, Sayın Ören, Sayın Çilingir, Sayın Boztaş, Sayın Özyurt, Sayın Türkmen, Sayın Kamacı, Sayın Araslı, Sayın Küçükaşık.

Yoklama için 3 dakika süre vereceğim.

Adlarını okuduğum sayın üyelerin, yoklama için elektronik cihaza girmemelerini rica ediyorum.

Yoklama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, toplantı yetersayısı vardır.

 V.- ÖNERİLER (Devam)

A) SİYASÎ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ (Devam)

2.- Gündemdeki sıralama ile çalışma saatlerinin yeniden düzenlenmesine ilişkin AK Parti Grubu önerisi  (Devam)

 BAŞKAN - Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Öneri kabul edilmiştir.

Birleşime 10 dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 17.43

 

 

 

 

 

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 17.56

BAŞKAN: Başkanvekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir)

BAŞKAN - Sayın Milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 110 uncu Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

Alınan karar gereğince gündemin "Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler" kısmına geçiyoruz.

Alınan karar gereğince, bu kısmın 203 üncü sırasında yer alan, Samsun Milletvekili Cemal Yılmaz Demir ve 40 milletvekilinin, Ondokuz Mayıs Üniversitesinde keyfî yönetim, kamu kaynaklarının amaç dışı kullanımı ve kadrolaşma iddialarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla, Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergenin öngörüşmesine başlıyoruz.

 

VI.- GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE

MECLİS ARAŞTIRMASI

A) ÖNGÖRÜŞMELER

1.- Samsun Milletvekili Cemal Yılmaz Demir ve 40 milletvekilinin, Ondokuz Mayıs Üniversitesinde keyfî yönetim, kamu kaynaklarının amaç dışı kullanımı ve kadrolaşma iddialarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/251)

BAŞKAN - Hükümet?.. Yerinde.

Meclis araştırması önergesi Genel Kurulun 17.2.2005 tarihli 60 ıncı Birleşiminde okunduğundan, tekrar okutmuyorum.

İçtüzüğümüze göre, Meclis araştırması açılıp açılmaması hususunda, sırasıyla, hükümete, siyasî parti gruplarına ve önergedeki birinci imza sahibine veya onun göstereceği bir diğer imza sahibine söz verilecektir.

Konuşma süreleri, hükümet ve gruplar için 20'şer dakika, önerge sahibi için 10 dakikadır.

Şimdi, söz alan sayın üyelerin isimlerini okuyorum: AK Parti Grubu adına Trabzon Milletvekili Aydın Dumanoğlu, CHP Grubu adına Samsun Milletvekili Haluk Koç.

İlk söz, Hükümet adına, Millî Eğitim Bakanı Sayın Hüseyin Çelik'in…

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Gerekirse daha sonra…

BAŞKAN - AK Parti Grubu adına Trabzon Milletvekili Sayın Aydın Dumanoğlu; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA ALİ AYDIN DUMANOĞLU (Trabzon) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; Ondokuz Mayıs Üniversitesindeki, idarî, akademik ve malî konularda gelişen olaylarla ilgili olarak araştırma komisyonu kurulmasına ilişkin önerge hakkında AK Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum; hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Üniversiteler hakkında fikir yürütmenin ve sonuca varmanın hiç de öyle kolay bir olay olmadığını ifade ederek sözlerime başlamak istiyorum.

Hepimizin bildiği gibi, günümüzdeki modern üniversite yapılanmaları, bundan tam ikiyüz sene önce, 1809 ve 1810 yılları arasında, Wilhelm von Humboldt başkanlığında Avrupa'da kurulmuş olan bir komisyonun görüşlerine göre oluşturulmuştur. Bu görüşler ve ilkeleri şöyle özetleyebiliriz:

Üniversitelerde bilimsel araştırma olmaksızın eğitim ve öğretim yapılması mümkün değildir; yani, bu cümleyi dikkatlice anlamak gerekiyor. Demek ki, eğitim ve öğretimin esası, o üniversitelerde, araştırmadan geçiyor. Bir üniversite öğretim üyesinin eğitim ve öğretime katkıda bulunabilmesi için, mutlaka ve mutlaka, başkalarının yazdıklarını okumanın yanı sıra, kendi bağımsız araştırma yapma ve değerlendirme gücünü de ona katması gerekiyor. Tıpkı, şoför olabilmek, bir araba kullanabilmek için, arabayı kullanmadan ehliyetin alınmayacağı gibi.

İkincisi de, üniversiteler devletin değil toplumun malıdır. Bu kelimeleri çok dar anlamda kullanmak istemiyorum.

Üçüncüsü ise, üniversite öğretim üyelerinin sahip olması gereken bilimsel hürriyetlerin üniversiteye finansman temin eden kurumların kontrol yetkisiyle zıtlaşmaması lazım. Öğretim üyeleri araştırmalarında bağımsız olurken, ona malî finansman sağlayan toplumun da bu finansmanı nasıl sağladığına müdahale etmesi söz konusu değildir ve bunun kontrolünün de toplum tarafından yapılması lazımdır.

Bundan tam ikiyüz yıl önce, üniversite oluşturulması hakkında ileri sürülmüş olan bu düşüncelerle, üniversitedeki eğitim ve öğretim için araştırmanın esas olduğu, üniversitelerin siyasî otoritenin değil, toplum kurumu olduğu; fakat, özerklik yanında topluma karşı sorumluluk ve hesap verebilme niteliğinin ne denli önemli olduğu da bu üç ilke içerisinde belirlenmiştir.

Bu ilkelerden esinlenerek, 1982 Anayasasının 130 uncu maddesinde, yükseköğretim kurumlarının, çağdaş eğitim-öğretim esaslarına dayanan bir düzen içinde milletin ve ülkenin ihtiyaçlarına uygun insangücü yetiştirmek -bunun altını çiziyorum- amacıyla kurulduğu ifade edilmektedir. Burada, demek ki, üniversitelerden beklenen temel esaslardan bir tanesi de, toplumun yücelmesi için gerekli olan insangücünün yetiştirilmesidir.

İngilizlerin bir sözü vardır, hemen, bu arada onu ifade etmek istiyorum; Churchill'e sormuşlar; Sizin en büyük gücünüz nedir? O da şu cevabı vermiş: "İngiltere'nin en büyük gücü yetişmiş insangücüdür."

Onun için, üniversitelerden temel olarak beklenen, bu yetişmiş olan insangücünün oluşturulmasıdır; bundaki herhangi bir zafiyet ve eksiklik, toplumu geri bırakan unsurlardan bir tanesi olur.

Böylece, Humboldt'ın ortaya attığı üç ilkeden esinlenerek, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununda, üniversite, bilimsel özerkliğe ve kamu tüzel kişiliğine sahip, yüksek düzeyde eğitim-öğretim, bilimsel araştırma, yayım ve danışmanlık yapan fakülte, enstitü, yüksekokul, benzeri kuruluş ve birimlerden oluşan bir yükseköğretim kurumu olarak tanımlanmıştır.

Burada da açık olarak görüyoruz ki, bundan ikiyüz sene önce ortaya konulmuş olan özerklik kavramı 2547 sayılı Yasada da var; fakat, araştırma ve eğitim-öğretim de bunun içerisinde yer almıştır.

Böylece, Anayasada tanımlanmış olan üniversite oluşumu, 2547 sayılı Yasada da kendi amacı olarak tanımlanmış bulunuyor.

2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun yükseköğretimin amaçlarını tanımlayan 4 üncü maddesinin beşinci fıkrasında da, üniversitenin, hür ve bilimsel düşünce gücüne, geniş bir dünya görüşüne sahip, insan haklarına saygılı -bunların altını çiziyorum- insan yetiştirmeyi amaçladığını ifade eder.

Aynı yasanın 7 (b) fıkrasındaysa, üniversitelerin amaçlarını "Türk Devletinin, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütün olarak, refah ve mutluluğunu artırmak amacıyla, ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmasına katkıda bulunacak ve hızlandıracak programlar uygulayarak, çağdaş uygarlığın yapıcı, yaratıcı ve etkin bir ortam haline gelmesini sağlamaktır" diye ifade etmiştir.

Yine aynı yasanın 12 nci maddesinde üniversitelerin, "çağdaş uygarlık ve eğitim-öğretim esaslarına dayanan bir düzen içinde..."

Demek ki, üniversitelerin oluşturacak olduğu yönetim ve araştırma birimlerinin, insangücü yetiştirme birimlerinin ve esaslarının da çağdaş uygarlık düzeyine paralel olması gerekmektedir.

"Kalkınma planları ilke ve hedeflerine uygun eğitim-öğretim, bilimsel yayım ve danışmanlık yapmak..."

Şimdi, burada altı çizilmesi gereken ikinci bir konu da, üniversitelerin, hiçbir zaman, bir saniyelerini dahi boşa geçirmeksizin, bilimsel yayım yapması ve bu konuda da -bu, araştırmanın da esası olduğu için- eğitim öğretimin de esası olduğu için, bu ilkelerden kesinlikle sapmaması gerekiyor. Biraz sonra bunları neden okuduğuma da geleceğim.

Aynı maddenin (b) fıkrasında da "kendi ihtisas gücü maddî kaynaklarını rasyonel, verimli ve ekonomik şekilde kullanarak (...) ülkenin ihtiyacı olan dallarda ve sayıda insangücü yetiştirmek…" "Ülkenin ihtiyacı olan dallarda ve sayıda insangücü yetiştirmek…" Bunları da, altlarını çizerek ifade etmek istiyorum.

Burada görüyoruz ki, yukarıda sayılan gerek tarihî perspektif gerek Anayasamız ve gerekse Türk Yükseköğretim Kanunu açısından bir değerlendirme yapıldığında, üniversitelerin mutlaka araştırma yapması gerektiği ve bu konuda da, hiçbir zaman, bir saniye bile kaybetmemesi gerektiği, yapılan araştırmaların da gerek ülke ve gerekse insanlığın hizmetine sunulmasının, bunun için gerekli insangücünün yetiştirilmesinin mutlaka gerekli olduğu vurgulanmaktadır.

Ayrıca, toplumun hizmetinde olduğu, toplumun ve onun temsilcilerine karşı sorumlu olduğu da apaçıktır. Ayrıca, üniversitelerin, resmî ideolojilerden uzak, toplum yönetiminin en son bilimsel bulgular ışığında olması gerektiği, araştırmanın ve bilimin meşalesini oluşturan kurum olması gerektiği de vurgulanmıştır. Bilimsel özerkliğin, toplum zararına değil, toplum çıkarlarına uygun olarak da kullanılması esas olarak belirtilmektedir.

Sayılan bu niteliklerden dolayı, üniversiteler, toplumun öncü, önder ve önder olması gereken kurumları içerisinde yer almıştır. Yönetimde öncü, yapılanmada öncü, insan değerlendirilmesinde öncü, insangücünün toplum ihtiyaçlarına göre yetiştirilmesinde öncü kuruluşlar olmaları gerektiği apaçık ortada. Araştırma yapısının değerlendirilmesiyle en iyisine ulaşacağı, özek yapısı, üniversitelerin eğitim veren kurumlardaki öğretici ve eğiticiler yönetimi, akademik adaletin öncülüğünü, toplum finansmanının kullanılmasındaki sorumluluğunu hassasiyetle yerine getirmesini zorunlu hale getirmiştir.

Toplumun üniversitelere vermiş olduğu ekonomik katkının, Gelir Vergisi veren insanlardan özümlenerek, seçilerek, alınarak verildiğini ve dolayısıyla üniversitelerin toplumun her ferdine karşı, ekonomik anlamda sorumluluk taşıdığını da apaçık bilmemiz lazım.

Böylece, üniversitenin, bilimsel önderlerin himayesinde gelişirken, yeni bilimsel önderlerle destek bulup, yeni önderlerin oluşmasına zemin hazırlaması gerekir. Böylece, daima gelişen ve yeşeren üniversite yapısı ortaya çıkar.

Üniversiteler içinde önkoşul olan yukarıdaki değerlendirmelerin ışığında, üniversitelerin başarısı değerlendirilirken, mutlaka üç unsurun gözönünde bulundurulması lazım. Karışık bir ortam içerisinde, binlerce öğrencisi olan, binlerce öğretim üyesi olan, binlerce yapılanma biçimi olan üniversiteyi, seçkin, açık ve berrak bir biçimde nitelendirmek için, üç hususiyetinin mutlaka gözönüne alınması gerekiyor.

Bunlardan bir tanesi, toplum ve insan kaynaklarının verimli ve etkin bir şekilde kullanılıp, kullanılmadığının incelenmesi -bu, üniversiteler için esas olan noktadır- akademik insangücü yetiştirilmesindeki atılımları; araştırma, uygulama ve danışmanlık hizmetindeki gelişmeleridir. İşte, bu üç tane konu, esas olarak üniversitelerin ölçülmesinde ve değerlendirilmesinde esas mihenk noktalarını oluşturmaktadır.

Şimdi, bu değerlendirmeler içerisinde düşüncelerimizi biraz daha konsantre edip, Ondokuz Mayıs Üniversitesini bu ışıklar altında değerlendirmeye kalkalım.

Bir defa, 1975 yılında, Samsun'da kurulmuş olan bu üniversite, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, geçen otuz yıl içerisinde, 17 tane fakülte, 20 tane meslek yüksekokulu, 4 tane enstitü, 12 tane uygulama araştırma merkezi ve 28 477 öğrenci, 1 874 akademik personel ve 1 664 idarî personele sahip.

Yine, toplum, bu üniversitenin gelişmesi için bakın ne yapmıştır: 2005 yılında katma bütçeden, bu üniversiteye 108 000 000 Yeni Türk Lirası... Dönersermaye bütçesi 2004 yılı için 80 000 000 Yeni Türk Lirasıyken, 2005 yılı içerisinde 138 000 000 Yeni Türk Lirası olduğu düşünülüyor. Ayrıca, Öğrenci Sosyal Hizmetler Fonuna, 12 800 000 Yeni Türk Lirası ayrılmıştır. Bu ne demektir; bu toplum içerisinde, Ondokuz Mayıs Üniversitesine, bu toplumun Gelir Vergilerinden özümlenerek, bana bilgi, araştırma, insangücü yetiştir diye tam 258 000 000 Yeni Türk Lirası ödenmektedir. Bu ne demektir değerli arkadaşlar; bu, Gelir Vergisi verenlerin her çalışma günü için Ondokuz Mayıs Üniversitesine ödediği para 1 000 000 Yeni Türk Lirasıdır. Bu, küçümsenecek bir para değildir. Samsun'a hangi üniversite, hangi fabrika ve kaç tane fabrika yapmanız lazım ki, bu kadar büyüklükte bir finansmanı o noktaya sağlayalım. Onun için, üniversiteler Batı dilinde bazen "eğitim endüstrileri" olarak da nitelendirilir.

Gelişme sürecinde bir değerlendirme yaparsak; Ondokuz Mayıs Üniversitesine, geçen bu otuz sene zarfında toplum tarafından fevkalade cömertçe davranılarak bütün altyapı yapıları için tahsisat ayrıldığı apaçık ortadadır. Buna hiç kimsenin şüphesi yok. Geçen yönetimlerin de, değerlendirildiği zaman... 17 fakülte, 20 meslek yüksekokulu ve Orta Karadeniz Bölgesinde 4 ilde 30 000'e yakın bir öğretim birimi oluşturmak için devletin ve toplumun fedakârlığı kaçınılmaz olarak ortadadır. Ancak, şunu da biliyoruz: Kuruluşundan beri otuz yıl geçen bu üniversite için otuz yılın, yani bir neslin çok uzun bir süre olmadığını da biliyoruz. Dünya üniversitelerine, gelişmiş, köklü üniversitelere baktığımız zaman, bir üniversitenin köklenmesi için en az 2 neslin, daha doğrusu altmış yılın geçmesi gerektiği de apaçık ortadadır. Ama, bu otuz yıla rağmen, Ondokuz Mayıs Üniversitesinin fiziksel olarak toplum tarafından desteklenerek fiziksel imkân bakımından değerlendirmesini başarı olarak nitelendirmek mümkün. Ancak, detaylara inildiğinde, kaynak kullanımı, insangücü yetiştirme sahasında konuyu büyüteç altına alırsak, aynı başarının burada olmadığını görmekteyiz.

Üniversite ve toplum kaynaklarının kamu yararına en ekonomik, en şaibesiz ve de en rantabl bir şekilde kullanılıp kullanmadığı şu anda açık olarak sorgulanmaktadır.

Öyle ki, üniversite yasasının, rektöre tanıdığı çok geniş ve kapsamlı sorumluluk ve yetkiler mevcuttur. Bu yetki ve sorumlulukların, hiçbir zaman, ama, hiçbir zaman kamu vicdanına yetecek mahiyette kullanılmaması gerekir ve bazen yapılmış olan bir hata, genel bir üniversite içerisinde değerlendirilebilir. Ondokuz Mayıs Üniversitesinde, gerek satın alma, gerek ihale işlemlerinde hissedilen şüphe, kuşku ve gerekse malî açıdan değerlendirmelerin, konunun, gerçek belgeler üzerinde yapılacak incelemelerle açıklığa kavuşması mümkündür. Bu inceleme, hem toplum açısından hem de üniversitenin tüm idarî ve akademik topluluğunun huzuru açısından önemlidir.

Toplum içerisinde bu kadar şüphelerin yayıldığı bir noktada, söz konusu olan üniversitenin bir büyüteç altına alınmamasının, toplum açısından da, Türkiye Büyük Millet Meclisi açısından da yanlış olduğu kanaatini taşımaktayım.

Öyle ki, üniversitelerin denetlenmesi, her nokta içerisinde ilkönce Yükseköğretim Kurumuna, onun denetleme kuruluna ve malî yönden denetlenmesi Maliye Bakanlığına ve toplum açısından denetlenmesi de Türkiye Büyük Millet Meclisine bırakılmıştır. Bu kadar şaibelerin ve iddiaların olduğu bir noktada Türkiye Büyük Millet Meclisinin devreye girmemesinin yanlış olduğu kanaatindeyim. Demin de ifade etmiş olduğum gibi, eğer burada bir yanlışlık varsa, bunun açıklığa çıkması; ama, iddiaların yanlış olduğu da iddia edilebiliyorsa, yine bunun da açıklığa çıkarılabilmesi için, mutlaka ve mutlaka, bir soruşturmanın, araştırmanın yapılması gerekmektedir.

Şimdi, idarî olarak değerlendirmeye baktığımız zaman, üniversite içerisinde, iddia edilen o ki, son yıllarda 400'den fazla disiplin soruşturması yapılmıştır.

Değerli arkadaşlar, eğer, 400'den fazla disiplin soruşturması yapılıyorsa ve bu, üniversite tarihindeki son otuz senedeki rakamlardan birkaç misli daha fazla ise, burada bir sorun var demektir, bunu incelemek gerekir. Eğer, 400 kişi hakkında soruşturma yapılıyorsa, bunların kendi kişisel savunmaları, bunlar için yazılan raporlar ve bunlar için alınacak son savunmaları da gözönüne alırsak, her birini, aşağı yukarı 4 000 sayfayı geçen bir rakam demektir.

Bakın, bunu şöyle değerlendirebiliriz: 2005 yılında, acaba, Ondokuz Mayıs Üniversitesi başarılı bir bilimsel çalışma yapmış mıdır? 28 477 öğrencisi olan bu üniversitede, 719'u öğretim üyesi olmak üzere, 1 770 öğretim elemanı mevcuttur. Böylece, her öğretim üyesine 40 öğrenci düşmektedir. Bu, takdir edilebilen bir nokta mıdır? Dünyada üniversitelerin fonksiyonunu belirleyebilmek için, etkin bir fonksiyon yerine getirdiğini anlayabilmemiz için, tek yapılacak, ilk kriterlerden bir tanesi öğretim üyesi ve öğrenci oranıdır. Bu oran da 15 civarıdır. O halde, böyle bir değerlendirmede, 40 öğrenci düştüğüne göre, demek ki, Ondokuz Mayıs Üniversitesi var olan dünya normları açısından ancak yüzde 30'larda seyretmektedir. Bu noktada da bir haksızlık yapmamak lazım. Türkiye geneline baktığımız zaman acaba başka üniversiteler çok çok daha mı iyi; bu da ayrıca tartışılabilir bir noktadır; ama, nokta olarak Ondokuz Mayıs Üniversitesini gözönüne aldığımız zaman bu açık olarak şunu gösteriyor: Demek ki, Ondokuz Mayıs Üniversitesinde 719 öğretim üyesi değil, bunun tam 3 misli öğretim üyesi olması gerekiyor, dünya normlarına ulaşabilmesi için.

NURİ ÇİLİNGİR (Manisa) - Ver kadroyu, olsun!

ALİ AYDIN DUMANOĞLU (Devamla) - Halbuki, biraz daha soruna derinlemesine inildiği zaman, Ondokuz Mayıs Üniversitesinde 753'ü yükseklisans, 308'i de doktora öğrencisi olmak üzere 1 041 kişi belli konuda uzmanlaşmaktadır. Öğretim üyesi sayısı bakımından az olduğunu gördüğümüz Ondokuz Mayıs Üniversitesinde acaba insan kaynakları doğru olarak değerlendiriliyor mu? İddialar onu gösteriyor ki, pek çok, doktorasını yapmış olan eleman, üniversitelere atanacak yerde, üniversiteye mal edilecek yerde, uzaklaştırılmaktadır.

HALUK KOÇ (Samsun) - Kadro?!

ALİ AYDIN DUMANOĞLU (Devamla) - Şimdi, bu noktada da mesela, insan kaynakları olarak, dediğimiz, doktora yapan elemanlar… Üniversitede iki tane doktora yaptırma kaynağı vardır; bir tanesi 33/a maddesi... Bununla, devamlı olarak, araştırma görevlileri istihdam edilir, sınavla alınır; diğeri de 50/d maddesi... Bu da yükseklisans öğrencilerine yükseklisans süresince verilen memuriyet kadrolarıdır.

İkincisi; yükseklisans sona erdiği zaman bu memuriyet de biter. 33/a maddesi ise... Bunun sona ermesi yasada belirlenmiştir; "bölümün görüşü, anabilim dalı başkanının görüşü, dekanlığın, fakülte yönetim kurulunun görüşü alınarak rektör tarafından tekrarlanabilir; üç sene sonunda bu tekrarlanmazsa sona erer" diyor; ancak, devamlı olan... Bir öğrenci isterse üniversitelerde araştırma görevlisi olarak ömür boyu çalışabilir. Bir mahkemelik olay şeklinde, Türk Milleti adına karar verilen bir mahkeme kararında hâkimin verdiği karar şuydu...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Dumanoğlu, lütfen, toparlar mısınız.

Buyurun.

ALİ AYDIN DUMANOĞLU (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkanım.

Süresi uzun olduğu halde üniversitede çok uzun süre hiçbir akademik çalışma yapmamış olan bir araştırma görevlisinin üniversiteden ayrılması durumunda mahkeme bu kararı bozarak, kendimin de rektör olduğu bir sırada, şöyle demişti: "Üniversitede araştırmalar mı bitti de siz bu elemanın görevine son veriyorsunuz?" Demek ki, araştırma görevlisine üniversite görev verir, ister doktorasını yapsın ister yapmasın, bunun araştırma görevlisi olarak istihdam edilmesi doğal olan bir gerçektir. Kaldı ki, üç sene içerisinde otomatikman -Yükseköğretim Kanununda tanımlanmış olan ifade- sürenin sona ermesi... Bizim, zannedersem iki ay önceki bir kararımızda "aynı usulle tekrar geri atanabilir" şeklinde bir ifadeyle YÖK, rektörlere ve üniversite yönetimine başka bir, daha geniş bir yetki de verebilir... Bu şu demektir: Araştırma görevlilerini bol kullanın ve bu araştırma görevlilerini araştırma yapmaya yöneltin eğer bunları atayamıyorsanız anlamına gelmekteydi.

Şimdi, üniversitelerin, bu akademik elemanların değerlendirilmesi bakımından, Ondokuz Mayıs Üniversitesinin gerekli hassasiyeti gösterdiği kabul edilebilir mi, bu sayılar bakımından…

Ancak, şu var: Acaba, bu yerlerin yeterince kadrosu var mı? Bu konuda da haksızlık yapmamak lazım üniversiteye karşı; ama, kadroları olduğu halde, oraya kasten yapılmamış atamaların var olduğu iddiaları da yaygın bir şekilde sürmektedir. Bu bakımdan incelenmesi de mutlaka gerekli.

Neden akademik eleman yetiştirilmesi söz konusu; bakın, ülkemizde sadece 72 tane üniversite var. Bu, şu demektir: 1 000 000 insana Türkiye'de 1 üniversite düşüyor. 2 000 000 insan her sene üniversite için başvuruyor. Dünya normu 500 000 öğrenci.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Dumanoğlu.

ALİ AYDIN DUMANOĞLU (Devamla) - Eğer, biz, ortalama olarak dünya normlarına ulaşacaksak, 500 sayısına ulaşmak istiyorsak, demek ki, üniversite sayısını 2 katına çıkarmamız lazım; demek ki, akademik elemanların sayısını da Türkiye'de artırmamız lazım. Bunlar toplumun üniversitelerden beklediğidir.

Aynı zamanda, araştırma olarak, Ondokuz Mayıs Üniversitesini değerlendirdiğimiz zaman da şunu görüyoruz: Sahada 300 civarında bağımsız araştırma yapılmış. Bu da şu demektir: Demek ki, Ondokuz Mayısta, her 2 öğretim üyesinden 1'i ancak bağımsız çalışma yapıyor. Bu da, eğer, bu üniversitede yayımlar çıkmıyorsa, orada bir huzursuzluğun var olduğunu… İmkânsızlıklar da olabilir; ama, bir de huzursuzluğun var olduğu da apaçık ortadadır. O bakımdan da bir inceleme yapılmasının -Ondokuz Mayıs Üniversitesinde- gerekli olduğuna inanıyorum.

Bunun, dediğim gibi, hem bölgemizin hem de ülkemizin güzide bir kuruluşunun, içerisindeki, bunca insana mal edilmiş olan birçok iddiadan arınması bakımından, varsa eksiklerinin giderilmesi bakımından gerekli olduğu inancını taşıyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Dumanoğlu, teşekkür eder misiniz.

Buyurun.

ALİ AYDIN DUMANOĞLU (Devamla) - Teşekkür ediyorum.

Sözlerimi tamamlarken, Ondokuz Mayıs Üniversitesi için bir araştırma komisyonunun kurularak, Türkiye'nin YÖK yapısı içerisinde ve bundan ikiyüz sene önce ortaya atılmış olan ilkelerin ışığında bunun incelenerek, toplumun bütün noktalarına kazandırılması için böyle bir komisyonun kurulup, YÖK Denetleme Kurulunun ve Maliyenin denetlemeleri ışığında bunu değerlendirmenin faydalı olacağına inanıyor, hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Dumanoğlu.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Samsun Milletvekili Haluk Koç; buyurun.

CHP GRUBU ADINA HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan teşekkür ediyorum; Yüce Kurulu, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsım adına selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, bugün görüşülmesi istenen araştırma önergesiyle ilgili görüşlerimi özetlemek istiyorum.

Şimdi, değerli hocam bir tanım yaptı, bir süreç belirtti; ama, her şeyden önce, üniversitenin misyonunu ve tanımını ben de kendi cephemden yapmak istiyorum. Tüm dünyada bilimsel yapılar ve üniversiteler yüzlerce yıllık bir mücadeleden sonra bugünkü yapılarına ulaşabilmişlerdir. Neydi bu mücadele, kimle kim arasında yapılmıştı; isterseniz kısaca ona değinelim. Şimdi bilimin tarihine bakacak olursak, bu mücadelenin bilimsel düşünceyle bilimsel düşünce sistematiğiyle hemen hemen her döneme damgasını vurmuş, kendi dönemine özgü dogmatik düşüncelerin arasında geçtiğini söyleyebiliriz; üniversitenin gelişmesi, bu ikili mücadele arasında olagelmiştir.

Türkiye ve mirasını taşıdığımız tarihsel yapıları düşündüğümüzde, Anadolu uygarlıklarını düşündüğümüzde, bizdeki süreçte, bilim üretme veya geçmiş dönemlerde dünyadaki bilimsel gelişmeleri izleme ve ülkeye yansıtma durumunda olanlar, daha çok -kendi toplumumuzun gerçeklerini söylüyorum; TÜBİTAK konusunda bu düşüncelerimi geniş bir şekilde özetleyerek anlatmıştım, rasathanenin topa tutulmasından, birtakım başka örneklere kadar, ilk tıp fakültesinde yapılan deneylerden sonra oranın kapatılmasına kadar- bizdeki düşünce, karşısında fanatik bir dinsel dogmatizm bulmuştur; çünkü, dinin iyiyi, güzeli yaşama geçirme öğretisi hepimizce malumdur; bunu hiç tartışmıyorum; ama, yol göstermeyi bu şekilde değil de, cahilliğin üzerinden, kendi ekonomik ve yönetsel çıkarlarını bu yolla kurtarmak isteyen sahteciler, tarih boyunca, Anadolu'da, maalesef, egemen olmuşlardır.

Değerli arkadaşlarım, Osmanlı İmparatorluğunun son dönemine bakalım: İçteki bu sahte mehdilerin mesajları, dıştaki emperyalistlerle, Osmanlı İmparatorluğunun son döneminde, Anadolu'dan isteyenlerle o kadar uyuşmuş ki, katı bir işbirliği gelişmiş ve bunu, Ulusal Kurtuluş Savaşımızda kimlere karşı mücadele ettiğimizi -dıştakiler belli- içte kimlere karşı mücadele ettiğimizi de çok net görüyoruz. Bu korkunç ittifak, maalesef, Anadolu'yu bu şekilde sarmıştır.

Değerli arkadaşlarım, İmparatorluğun çöküşü de, endüstrileşme sürecini ve onunla koşut gelişen, aydınlanma, kentleşme, bireyselleşme, demokratikleşme süreçlerini, maalesef, Osmanlı toplumunun kaçırmasıyla sonuçlanmıştır. Şimdi, dış emperyalist baskılar ve  dayatmalar, içeride, her zaman, bu tutucu, cahil, çıkarlarını, sadece toplumun böyle kalmasını isteyen, bu dünyanın önderleriyle işbirliği yaparak büyütmüşlerdir.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşunda, Batı toplumlarının, demin bahsettiğim geçiş dönemlerini yaşayamadan, bağımsızlık sonrası -buna, ben de katılıyorum, birçok düşünür de söylüyor- yukarıdan aşağıya düzenlenen bir biçimde, bu tarihsel fark kapatılmaya çalışılmıştır. Bakın, Osmanlı'da kaybettiğimiz süreç, Batılılaşma anlamında, yukarıdan aşağıya kapatılmaya çalışılmıştır. Bu işin toplumsal, ekonomik, kültürel ve siyasal zorlukları çok açıktır. 2005 yılındayız değerli arkadaşlarım. Şimdi, 2005 yılında dahi, Türkiye Cumhuriyeti Devletinde, bu yukarıdan aşağıya yapılan değişimlerin, yani, çağdaşlaşma yolundaki farkı bu yolla kapatmanın siyasî tartışma sürecini, maalesef, hâlâ yaşıyoruz. Türkiye, aydınlanma sürecini ve çağdaşlaşma yolunu kısaltmayı, bugün, hâlâ hazmetmeye çalışıyor.

Değerli arkadaşlarım, bu kısa girişi neden yaptım; çünkü, Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesiyle ilgili İktidar Partisi milletvekillerinin verdikleri araştırma önergesinin temelindeki iddialar -çok acıdır- bugün bile, siyaset düzleminde, başlangıçta belirttiğim bu rövanş alma çabalarının bir dışa yansımasıdır diye düşünüyorum.

Şimdi, araştırma komisyonu kurulması istemine neden olan iddialara, üniversite boyutuyla, akademisyen kökenimle, Samsun ve bölgem ile Ondokuz Mayıs Üniversitesi ilişkilerine ise Samsun Milletvekili sıfatımla açıklık getirmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, ben, Sayın Dumanoğlu'na teşekkür ediyorum. Üniversitenin içinde bulunduğu kadro sıkıntısını, belki bütün üniversitelere tercüman olacak şekilde ifade ettiler. Burada Sayın Millî Eğitim Bakanı oturuyor; Sayın Maliye Bakanı bütçe görüşmelerinde çok geldi bu sıralara, bunlar hep dile getirildi. Kadrolaşmadan bahsediyorsunuz, kadro vermiyorsunuz! Bu nasıl iş, bu nasıl çelişki?!

Değerli arkadaşlarım...

MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - Kadrolaşmamak için kadro verilmiyor!

HALUK KOÇ (Devamla) - Peki, bakın, kadro vermeyeceklerini ifade ediyorlar. Bu da güzel bir tespit, tutanaklara geçti.

Şimdi, bakın, akademisyen kimliğimle şunu belirtmek istiyorum…

ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elazığ) - O da kadrolaşma değil mi?!.

HALUK KOÇ (Devamla) - Zülfü Bey, siz karışmayın allahaşkına! Bir dinleyin canım, bir dinleyin!.. Bir dinleyin!.. Ne anlıyorsun sen?!

ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elazığ) - AK Partinin söylediği kadrolaşma, o kadrolaşma değil…

BAŞKAN - Sayın Milletvekili, lütfen…

HALUK KOÇ (Devamla) -  Bir dinle!.. Bir dinle!.. Sus sen!..

BAŞKAN -  Niye müdahale ediyorsunuz hatibe!

HALUK KOÇ (Devamla) - Ne anlıyorsun?! Dinle!

BAŞKAN - Sayın Koç, Genel Kurula hitap eder misiniz...

ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elazığ) - Niye bağırıyorsun?! Bağırmayın!.. Bağırmayın!..

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Sen Samsunlu musun?!

ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elazığ) - Ne biçim konuşuyorsun sen?! Doğru dürüst konuş!..

HALUK KOÇ (Devamla) -  Değerli arkadaşlarım, bakın…

BAŞKAN - Sayın Demirbağ, lütfen…

HALUK KOÇ (Devamla) -  Arkadaşlarımızın hepsi bugün üniversite öğretim üyesi oldular. Bu da bir terakkidir, bir gelişmedir, kutluyorum!

Şimdi, tıpta uzmanlık sınavıyla tıp fakültelerine uzmanlık öğrencisi olmaya hak kazanarak ihtisasa başlayanlar, branşlarına göre dört-altı yıl uzmanlık yaparlar. Süre bittiğinde, eğer tezini vermemişse -Ankara Üniversitesindeki uygulama- altı ay uzatma verilir. O sürenin sonunda da o kadroyu boşaltmak zorundadır ki, yerine yeni uzmanlık öğrencisi alınabilsin. Süreç böyle çalışır; yani, orada her uzmanlık öğrencisinin, yoluna, sonradan kazanılmış, müktesep bir hak gibi devam etmesi mümkün değildir. Bunu çok iyi bilmek gerekiyor.

İkincisi, herhangi bir enstitüde yükseklisans ya da doktora öğrencisi olanlar arasından, o enstitünün araştırma görevlisi kadrosuna atananlar -Sayın Hocam belirttiler; YÖK, madde 50/d- bugünkü koşullarda, lisansüstü eğitim alanların sayısı ile enstitülere verilen araştırma görevlisi kadrosu sayıları arasında önemli farklılıklar bulunduğu için, tüm lisansüstü, yani yükseklisans ve doktora öğrencilerinin bu kadrolardan yararlanabilmesi mümkün değildir. Ortada bir aritmetik gerçek var.  Anladınız mı Zülfü Bey?.. Umarım!..

Bu nedenle, belli kriterlere uyan öğrencilerin atanabildikleri bir kadrodur bu son bahsettiğim. Yükseklisans ya da doktora eğitimleri bittiği anda kadroları boşaltılır; bu da doğal bir süreçtir. Sayın Hocam rektörlük yaptı, çok daha iyi değerlendirir.

Şimdi, 33/a'ya gelecek olursak; daha doğrusu araştırma önergesinde suçlama şeklinde belirtilen, kıyım şeklinde belirtilen sürece gelince: Bu kadro, öğretim yardımcılığı kadrosudur. Yüksek lisans ya da doktora eğitimi almaları gerekmez. Öğretim üyelerine, sınav gözetmenliği, laboratuvar yardımcılığı, öğrenci danışmanlığı gibi konularda yardımcı olurlar. Bu görevlerini yapmaları için herhangi bir lisansüstü eğitime ihtiyaçları yoktur. Bu kadro, bu zamana kadar yanlış bir şekilde kalıcı kadro olarak ünlenmiştir. Maalesef, kalıcı kadro olarak telakki edilmiştir, değerlendirilmiştir. Oysa, yasanın ilgili maddesinde çok açıktır "atanma süresi sonunda görevleri kendiliğinden sona erer" denilmektedir.

Maddeye son olarak, 27 Nisan 2005 tarih ve 25798 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan 5335 sayılı Kanunla "bunlar aynı usulle yeniden atanabilirler" hükmü eklenmiştir, "atanırlar" değil "atanabilirler." Bu ek, hepsinin otomatik olarak atanacağını değil, ihtiyaç duyulursa yeniden atanacağını vurgulamaktadır. Kaldı ki, bu cümle eklenmeden önce de yeniden atamaları, aynı şekilde, hocanın belirttiği usulle, akademik kurul, ilgili dekanlık, rektör, üniversite yönetim kurulu tarafından yapılabilmekteydi.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, bu konuda Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı da bir açıklama yaptı dün. Burada da çok açık bir şekilde belirtiliyor: "Yükseköğretim kurumlarının öğretim üyesi gereksiniminin büyük kısmı yurt içinde ve bir bölümü de yurt dışında yürütülen doktora programlarında eleman yetiştirerek karşılanır. Yurt içindeki doktora programlarında eğitilen doktora adayları, çoğunlukla araştırma görevliliği kadrolarında yer alırlar. Bu şekilde eğitilenlerin bulundukları kadrolarla ilişkilerini keserek öğretim üyeliği mesleğinde ilerlemek üzere girişimde bulunmaları beklenir…" Doğaldır, devam etmek isteyecektir. Devam ediyor: "Böylelikle, boşalan bu kadrolarda yeni doktoralı elemanların yetiştirilmesi ve öğretim üyesi kaynağının sürekliliği sağlanır. 2547 sayılı Kanun, araştırma görevliliğini süreyle sınırlandıran bir görev olarak öngörmektedir." Böyle olması da çok doğaldır; yoksa, başka türlü o kadrolarda bir daha araştırma görevlisi yetiştiremezseniz, daha sonraki öğretim üyesi ihtiyacınızı karşılayamazsınız; bunu bu şekilde bilmek gerekir.

Değerli arkadaşlarım, büyük çoğunluğu öğretim üyesi yetiştirme hedefine yönelik olarak gerçekleştirilmiş araştırma görevliliği sürelerinin, lisansüstü öğretimin tamamlanmasıyla sona ermesi beklenmelidir. Bu beklenti, yasalara ve akademik gereklere uygundur.

Üniversitelerin öğretim üyesi yetiştirme görevlerindeki başarılarını gözardı etmemek gerekir Türkiye'de. Bu konuda gayretlerini artırmak isteyen üniversitelerin çabalarını baltalama girişimleri, maalesef uygun değildir; bunu belirtmek istiyorum. Akademik yaşamın gereklerine uygun olarak yasalarca belirlenen çerçevede yürütülmekte olan işlemler için, üniversitelerimizi, sanki hukukdışı uygulamalar yapılıyormuş gibi bir çeşit karalamaya dönük kampanya yürütmek, siyasîlerin görevi olmamalıdır; bunu da, tüm samimiyetimle sizlerle paylaşmak istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, şimdi "üniversite yönetiminde bulunanların -suçlamalara geliyorum- eş, dost, akraba ve yakınları üniversite kadrolarına atanmışlar, kadrolar belirli bir kesime tahsis edilmiş, rant aracına dönüştürülmüş" cümlesi üzerine, kimseyi rencide etmeden bir açıklama yapmama müsaade etmenizi istiyorum.

Kim söylüyor bunu arkadaşlarım; imzası olan AKP'li milletvekili arkadaşlarım. Sayın Cemal Yılmaz Demir'in kardeşi Tevfik Demir, şu anda üniversitede görevli bir okutmandır. Sayın Musa Uzunkaya'nın kayınbiraderi, İlahiyat fakültesinde, aynı şekilde görevli bir akademik personeldir.

Değerli arkadaşlarım, bu konuda sayın milletvekillerini yönlendiren arkadaşlardan Prof. Dr. Ferhat Odabaş'ın oğlu, bir diğer oğlu ve bir de gelini, Diş Hekimliği Fakültesinde, Ziraat Fakültesinde öğretim görevlisi olarak çalışmaktadır; yani, hısım akraba atıyorlar diye suçlama getirenlerin, merak ederseniz, size fotokopisini verebilirim.

Değerli arkadaşlarım, bu konuda kimseyi rencide etmek istemiyorum; onu ifade ediyorum.

MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Sayın Koç…

HALUK KOÇ (Devamla) - Korkmayın, korkmayın; şimdi, eşinizi, dostunuzu Türkiye boyutunda nerelere atadığınızı, nerelere göreve getirdiğinizi isterseniz, çok kalın bir dosya var elimde, onları da söylerim.

SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Onları da söyle!

MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Hayır, hayır; öyle bir şey yok!

HALUK KOÇ (Devamla) - Onun için, bu konu, sizin için fazla konuşulmaması gereken bir konu.

Değerli arkadaşlarım, bir özel bahsi de, Üniversite Genel Sekreteri Nazım Alkan'a açmak istiyorum; çünkü, adı geçen kişi, geçtiğimiz seçimlerde Samsun, Cumhuriyet Halk Partisi 4 üncü sıra milletvekili adayıydı. Onun için... Kuruluş aşamasında Sayıştay Başkanlığından naklen bu göreve 1978 yılında başlayan bir arkadaştır. Bir süre daire başkanlığı yaptıktan sonra, 1986 yılında Üniversite Genel Sekreteri olarak göreve başlamıştır. Üniversitenin kurucu rektörlerinden Prof. Dr. Tahsin Tuncalı, Aykut Erbengi Hoca, Muhsin Saraçlar, Ali Sümer, daha sonra, daire başkanlığı düzeyinde, Mehmet Sağlam Hoca, Naci Gürses ve Osman Çakır döneminde genel sekreter olarak da bu arkadaşımız hizmet vermiştir. Sadece bu döneme özgü bir hizmet süresi yoktur Sayın Alkan'ın.

Nazım Alkan'la ilgili açılan ya da iddiaların tümünün yargıyla sonuçlanmış kararları da burada mevcuttur. İlgilenen arkadaşlarımıza… Zaten oylarınızla böyle bir komisyon kurulacak; ama, bu komisyonun çalışmaları sonucunda bir özür dileme borcu çıkacak diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlarım, bir başka iddia, Ondokuz Mayıs Üniversitesinde kişi başına düşen yayın sayısı bakımından geriye gitmektedir iddiası. Sayın Cemal Yılmaz Demir'in önergesinde var. Ben, bunu, acı bir tebessümle karşılıyorum. Bakın, 2002 yılında 21 inci sırada, 2003'te 15 inci sırada, 2004'te ise 9 uncu sıradadır Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Türkiye genelinde, yayın sıralamasında ve böyle bir suçlamayla…

CEMAL YILMAZ DEMİR (Samsun) - Hangi kriterlere göre, söyler misiniz!

HALUK KOÇ (Devamla) - Birazdan konuşacaksınız; cevap verirsiniz; lütfen…

Değerli arkadaşlarım, gerçeklerden tamamen uzak, onlara iletilen bu iddiayı nasıl araştırmada resmî belgeye suçlama olarak geçiriyorsunuz?! Üzüntüyle karşılıyorum Sayın Demir, bunu. Bunu da belirtmek zorundayım.

Değerli arkadaşlarım, geneline gelecek olursak: Türkiye'de, çoğu zaman, siyasî iktidarlar ile üniversiteler aynı frekansta olmamıştır. Bu durum, üniversite mensuplarının akılcı, her türlü dogmatizmden arınmış, çağdaş düşüncenin temsilcisi olma gayretlerinden kaynaklanır. Türkiye, tarihî eğitim kurumlarını -demin vurguladım, konuşmamın başında- top atışlarıyla yerle bir edenlerden, üniversite mensuplarını "kara cüppeliler" olarak tanımlayanlardan tutun da, onların edeplerini bile tartışmaya açanlara kadar birçok siyasetçiyle doludur; son dönem örneği de bunu kanıtlamıştır.

Demokrasiyi sadece Parlamentodaki nicelik olarak algılayan siyasetçiler de, egemenlik kavramından yola çıkarak, özerk olması gereken üniversiteleri her zaman siyasî vesayet altına almaya çalışmışlardır. Üniversiteler onların siyasî vesayetine girmeyi reddedince de, önce söylemleriyle bunu hızlandırmışlar, sonra da eylemleriyle üniversiteleri siyasî iktidara daha bağımlı kılmak için ellerinden geleni yapmışlardır.

Üniversitelerin akademik, idarî ve malî özerkliğini baltalarlar…

SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Ne yaptık üniversitelere; yapılan bir şey yok ki.

HALUK KOÇ (Devamla) - Sayın Kapusuz da söz istiyor herhalde Sayın Başkan, yerinde duramıyor orada veya Cemal Yılmaz Demir arkadaşım Sayın Kapusuz'a söz hakkı verir, o da konuşur...

SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Bugün iktidar bu konuda ne yapmış ki böyle konuşuyorsunuz?! Keşke yapsaydı…

HALUK KOÇ (Devamla) - Üniversitelerin akademik, idarî ve malî özerkliğinin baltalanmaması gereği çok açıktır. Üniversiteler, aynı ilköğretim okulları gibi, Millî Eğitim Bakanlığının emrinde çalışmak istemiyorlar değerli arkadaşım! Eğer amaç buysa, böyle bir şey olmayacaktır Türkiye'de.

Şimdi, üç yıldır, üniversitelere, bilime bakış açınızı burada değişik vesilelerle gördük, yaşadık. Türkiye'de bilime, üniversitelere "parayı veren düdüğü çalar" gibi, son derece, olmaması gereken bir üslupla -başka kelime bulmuyorum- yaklaşan bir zihniyet var. Bunu, Sayın Başbakan ifade etti; parayı ben veriyorum, benim dediğim olacak!.. Nerede olacak; üniversitelerde olacak. Bunu kabul etmek mümkün mü?! Bu süreci anlattım size. Bu çatışmanın tarafı olmak, bir iktidar için yanıltıcı bir durumdur, yıpratıcı bir durumdur, olmaması gereken bir durumdur; buradan da bir özeleştiri payı çıkmasını dilerim.

Peki, değerli arkadaşlarım, şimdi, Sayın Başbakan hep ifade ediyor; bazı şeyleri yapabilmek için toplumsal mutabakat lazım, bunu aramak zorundayız diyor. Sayın Başbakanın toplumsal mutabakattan anladığı, korkarım, kendisiyle aynı paralelde düşünmeyen tüm anayasal organları yerle bir etmek; sonra, oralara yerleştirdiği, kendi vücut dilinden anlayan kadrolarla bir mutabakat aramaktır şeklinde bir düşünceye, sonuçta, üzülerek varma durumum ortaya çıkıyor. Bunu YÖK için denediniz; TÜBİTAK için denediniz; süreç devam ediyor. Şimdi, onun… Yani, dert mutabakat mı, yoksa, partinizin içindeki bir ideolojik çekirdeğin, merkez partisi olma iddiasındaki koskoca Adalet ve Kalkınma Partisini başka yönlere çekme gayreti mi? Bu, sizin sorununuz; ama, ben dışarıdan gözlemimi belirtmek istiyorum.

ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elazığ) - Bizim öyle problemimiz yok.

HALUK KOÇ (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, özerklik, sadece bazı meslek liselerine indirgenmeye çalışılan bir kavram olmamalı; üniversitelere ideolojik dayatma yapılmamalı; bunlara katılıyorum. Şimdi, üniversiteleri cendereye almak için araştırma fonlarına el kondu. Bunları burada kürsüde dile getirdik, bütçe görüşmeleri sırasında. Kadroların kullanılmasını Maliye Bakanlığı ve Devlet Personel Başkanlığının onayına bıraktılar. Türkiye'de öğretim görevlisi açığı vardı; bu uygulamayla bu açık katlandı. Sayın Hocam bunu belirttiler; ben kendisine, bir kere daha, objektif değerlendirmeleri için teşekkür ediyorum. IMF'nin memur sayısını kısıtlayan talimatına uyan siyasî iktidar üniversiteleri de aynı kategoride ele alarak yeni kadro vermedi; işin gerçek, yalın tarafı bu. Kendi kentinizde üniversiteler varsa, orada da aynı sorunlar var. Malatya Milletvekilimiz Sayın Mevlüt Aslanoğlu bir yıldır uğraşıyor, bir yıldır  çırpınıyor; kapı, duvar; İnönü Üniversitesi için. Üniversitelerin kadroları 4 500'den 2 300'e düşürüldü. Sonunda "biz doğruyu gördük" dediler, 2004 yılında çıkan yasayla kadroları serbest bıraktılar. Herkes iyi niyetli davranıyorlar diye düşünmeye başlarken, Sayın Başbakanın genelgesiyle kadro kullanımı Maliye Bakanlığı ve Devlet Personel Başkanlığının inisiyatifine bırakıldı ve ondan sonra da bunlara müsaade edilmedi.

Şimdi, Sayın Hocam belirttiler. Ben Ondokuz Mayıs Üniversitesinin içindeki sıkıntıları burada ifade etmek için… Bakın, o kadar geniş bir üniversite; ne kadar çok hemşireye, ne kadar çok geçici işçiye, ne kadar çok memura ihtiyacı olduğu, hizmetleri yürütebilmesi için, burada rakamlarla ifade edilmiş durumda. Bunu da merak eden arkadaşlarımıza kendi ellerimle takdim edebilirim. Yani, bu sıkıntıları yaşayacak üniversite, bu sıkıntıların içinde boğulacak, hizmet üretmeye çalışacak, 4 ile yayılmış şekilde ve Samsun'un gözbebeği olacak; ondan sonra, sevgili Samsun milletvekili arkadaşlarım, Samsun, Teşvik Yasasıyla cendereye alınırken burada olmayacaklar; üniversitenin sorunlarını tartışmak için hep beraber, tam kadro buraya gelecekler!.. Bu nasıl yaman bir çelişki; bunu da, takdirlerinize bırakıyorum.

Değerli arkadaşlarım, Ondokuz Mayıs Üniversitesi ve Rektörünün kimliğinde, aslında üniversite, siyasî iktidar tarafından, bizzat Sayın Başbakanın talimatıyla çarmıha gerilmeye çalışılıyor. Bu, çok net bir sonuçtur. Sayın Başbakanın tüm anayasal kurumlarla özel bir uğraşma gündemi var. Bu, yanlış bir yol. Bu, yanlış bir yol. Gün geçmiyor ki, ya kendisi ya da bir bakanı ya da bir yetkili, Sayın Cumhurbaşkanı hedefe oturtuluyor, bazen Anayasa Mahkemesi, bazen diğer yüksek yargı organları, bazen YÖK, sık sık da -dün ve bugün olduğu gibi- Cumhuriyet Halk Partisi oturtuluyor.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, Sayın Musa Uzunkaya'nın sözlerine, ben, Sayın Başbakan 1 Martın özrünü dilemek istiyor Amerika'dan diye cevap vereyim. Hiç gerek yok; bu, Parlamentonun, Türk Ulusuna yakışan…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Koç, toparlar mısınız lütfen.

Buyurun.

HALUK KOÇ (Devamla) - Bu, Türkiye Cumhuriyeti Parlamentosunun, bu gazi Meclisin,Türk insanının, Türk Milletinin onurunu taşıyan bir kararıdır. Bunun için, değil Başbakanın, hiçbir kimsenin, dünyanın hangi gücü olursa olsun, hiç kimseden özür dilemeye hakkı da yoktur, böyle bir girişimde bulunmasına gerek de yoktur!

MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Başbakan öyle bir şey söylemedi.

HALUK KOÇ (Devamla) - Bu, bizim onurlu bir şeyimizdir. Ne demek ya!.. Ne demek, Amerika yolunda, Cumhuriyet Halk Partisi bu, ben böyleyim, şudur, budur, bu anlama gelecek laflar?! Yani, Cumhuriyet Halk Partisine dönük bir eleştiriyi, Cumhuriyet Halk Partisi Sayın Genel Başkanına dönük bir eleştiriyi dile getirirken lütfen iğneyi biraz da Sayın Başbakana batırın! Lütfen! Sayın Başbakanın sözleri de gündemi taşıran, gündemi çarpıtan bir söylemdir. Bu konuda da bir eleştiri yapmanızı isterdim.

MUSA UZUNKAYA (Samsun) - O söze verilecek cevap o değil.

HALUK KOÇ (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, ben, bu mutluluğumu sizlerle bir kere daha paylaşıyorum -Sayın Uzunkaya değindiği için söylüyorum- bu karara, tüm Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilleriyle birlikte Sayın Başbakan gibi, o dönemde -veya AKP Genel Başkanıydı o zaman- onun gibi düşünmeyen, bu ülkenin çıkarlarını büyük güç odaklarının çıkarlarından üstün tutan 100 kadar Adalet ve Kalkınma Partili arkadaşım da, ne mutluyum ki aramızda var. Onlara da bir kez daha teşekkür ediyorum.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, uygulamalar kolsuz kanatsız, çeliksiz, alüminyumsuz, haberleşmesiz, mazlum ülkelere ve insanlara saldırma üssü olarak kullanılacak bir Türkiye oluşturma baskılarına ve Türkiye'nin bilimini, üniversitelerini siyasallaştırma gayretlerine karşı koyacak güçlü bir Cumhuriyet Halk Partisi var burada. Hiç merak etmeyin; bu konuda bütün görevimizi yapacağız ve sizin içinizden de, değişik konular geldiğinde, bu doğrulara katılan insan sayısı, arkadaş sayısı artacaktır.

Bu komisyonun oylarınızla kurulması gerçekleşecektir; bunu kabul ediyorum.

MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Siz vermeyecek misiniz?..

HALUK KOÇ (Devamla) - Ancak, Ondokuz Mayıs Üniversitesine bir özür dileme nezaketi göstermenizi gerektirecek bir sonuçla karşılaşacaksınız, bu araştırma komisyonunun çalışmasının sonucunda.

Sayın Başkan, son 1 dakikamı kullanabilir miyim?

SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Kullandınız, kullandınız da, bu üniversitede 400 kişiye soruşturma açılmış arkadaşlar.

BAŞKAN - Lütfen, Sayın Kapusuz…

HALUK KOÇ (Devamla) - Ben, Samsun Milletvekiliyim, siz eski Kayseri Milletvekilisiniz; lütfen…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Koç, son 1 dakika.

Buyurun.

MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Kayserili olmak, bunu bilmeye mâni mi Sayın Koç?!

HALUK KOÇ (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Şimdi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi konu ediliyor.

Değerli arkadaşlarım, bakın, eğer Samsun boyutuna bakacak olursak, Samsun'da, şu anda, iktidar, kendisine yüksek oranda oy veren bu kente bir şey yapamamanın ezikliği içinde. Samsun'da üretim yapan, tüten bacaları kapattınız. İnsanlarımızın geleceğe dönük beklentilerini körelttiniz. Köylüyü iç göçe zorluyorsunuz. Esnafı isyan noktasına getirdiniz…

SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Seçimlerde görürsünüz…

HALUK KOÇ (Devamla) - Ben, Samsun'la ilgili konuşuyorum.

Teşvik kuşatmasıyla Samsun'u yatırımsızlığa mahkûm ettiniz, kısırlaştırdınız, sahipsiz bir kent oluşturdunuz. Şimdi, sıra üniversiteye geldi. Bence, Ondokuz Mayıs Üniversitesinden elinizi çekin. Bilin ki, eğer planlarınızın arkasında başka düşündükleriniz varsa, bunu Ondokuz Mayıs Üniversitesinde yaşama geçiremeyeceksiniz ve bunu hiçbir zaman gerçekleştiremeyeceksiniz. Bu tür yanlışlarla zaten iktidar olma sürecini de, bence, kütü kullanıyorsunuz.

ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elazığ) - Bunu millet değerlendirecek…

HALUK KOÇ (Devamla) - Bakın, sosyal boyutta olan birçok yasa tasarısı varken, saat 15.00'te açılan Meclis, saat 19.00 oldu, tek madde üzerinde görüşüyor.

SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Sayenizde... Teşekkür ediyoruz.

HALUK KOÇ (Devamla) - Gündemi yanlış kullanıyorsunuz…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Koç, teşekkür  eder misiniz; lütfen…

Teşekkür için Sayın Koç; buyurun.

HALUK KOÇ (Devamla) - Bu düşüncelerle, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. Sağ olun. (CHP sıralarından alkışlar)

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Başkan, söz istiyorum.

BAŞKAN - Ne için söz istiyorsunuz Sayın Bakan?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Başkanım, Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili Sayın Haluk Koç tarafından, Sayın Başbakanımıza, söylemediği bazı sözler izafe edilmiştir. Ben, Hükümeti temsilen burada oturduğum için, buna cevap vermek istiyorum, bunu düzeltmek istiyorum.

BAŞKAN - İçtüzüğün 69 uncu maddesi gereğince, buyurun Sayın Bakan. Yalnız, 2 dakikalık süre, Sayın Bakan…

AHMET IŞIK (Konya) - Kürsüden, Sayın Başkan...

BAŞKAN - Sataşma sebebiyle buyurun.

 

  VII.- AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in, Samsun Milletvekili Haluk Koç'un, konuşmasında, Genel Başkanlarına sataşması nedeniyle konuşması

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Şimdi, 2 dakikalık süre olduğu için…

Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Koç, konuşmasında "zaman zaman onların edeplerini sorgulayanlar çıktı" şeklinde, Sayın Başbakanın 2004 yılında Kastamonu'da yaptığı bir konuşmaya atıfta bulundu. Sayın Başbakan bütün öğretim üyelerinin edeplerini sorgulamayacak kadar edepli bir insandır (AK Parti sıralarından alkışlar) ve Sayın Başbakan, o zaman bazı rektörlerin, gerçekten, Hükümete, Sayın Başbakana, Millî Eğitim Bakanına hakaret içeren ifadelerine karşı "zaman zaman edep sınırlarını aşacak şekilde bizi eleştirenler var" demiştir; cümle budur.

Sayın Başbakan hiçbir konuşmasında "parayı veren düdüğü çalar" ifadesini kullanmamıştır. Sayın Başbakanın söylediği şey şudur: "Bütçe yapma hakkı Türkiye Büyük Millet Meclisine aittir ve yürütme organı hükümettir ve Türk Halkı adına, Türk Milleti adına vergileri toplamak ve bu vergileri harcama yetkisi hükümete verilmiştir; dolayısıyla, halkın parasını, milletin parasını kullanan herkes bunun hesabını vermek zorundadır."

Sayın Başbakan…

K.KEMAL ANADOL (İzmir) - Tercüme ediyorsunuz… Tercüme ediyorsunuz…

BAŞKAN - Lütfen, Sayın Anadol… Niye sabretmiyorsunuz Sayın Anadol?!

K.KEMAL ANADOL (İzmir) - Tercüme ediyor efendim.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Başbakan "parayı veren düdüğü çalar" gibi argo bir ifade kesinlikle kullanmamıştır. Bu, Başbakana yakışmaz.

K.KEMAL ANADOL (İzmir) - Kasımpaşalıdır.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Haluk Koç kendisi ifade ediyor bunu.

Ayrıca, Sayın Koç "üniversitelere kadro verilmemiştir" diyor. Bakın, 2003 yılında 3 200, 2004 yılında 6 600, 2005 yılında 5 000 kadro olmak üzere, üniversitelere 14 800 kadro verilmiştir değerli arkadaşlar.

HALUK KOÇ (Samsun) - Yetersizdir diyorum... Ben hepsini biliyorum.

NURİ ÇİLİNGİR (Manisa) - 3 katı vereceksiniz.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Ve "araştırma fonları kesilmiştir" ve sair… Bunları burada çok dinledik. Sadece TÜBİTAK'ta kullanılması, üniversite öğretim üyelerinin kullanması için, cumhuriyet tarihinde görülmemiş şekilde, 450 trilyon para tahsis edilmiştir.

2005 yılı bütçesini bu Meclis çıkardı. Üniversitelerin bütçe artış oranı, bakanlıkların yüzde 10-15 düzeyindeyken, üniversitelerin ortalaması yüzde 41,5'tir. Bunu Sayın Koç'un bilmesini isterim ben. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

HALUK KOÇ (Samsun) - Hepsini biliyorum. Yetersiz olduğunu söylüyorum. Hiç ekşitmeyin suratınızı!

 

 VI.- GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE

MECLİS ARAŞTIRMASI (Devam)

A) ÖNGÖRÜŞMELER (Devam)

1.- Samsun Milletvekili Cemal Yılmaz Demir ve 40 milletvekilinin, Ondokuz Mayıs Üniversitesinde keyfî yönetim, kamu kaynaklarının amaç dışı kullanımı ve kadrolaşma iddialarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/251)  (Devam)

BAŞKAN - Önerge sahibi olarak söz isteyen, Samsun Milletvekili Sayın Cemal Yılmaz Demir; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Sayın Demir, konuşma süreniz 10 dakikadır.

CEMAL YILMAZ DEMİR (Samsun) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekili arkadaşlarım; Anayasamızın 98, İçtüzüğümüzün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca, Ondokuz Mayıs Üniversitesinde yaşanan hukuk ihlallerini araştırmak üzere 41 arkadaşımla birlikte vermiş olduğum araştırma önergesi üzerinde söz almış bulunuyorum; bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, üniversitelerimizi, geleceğe açılan kapılarımız olarak görüyorum. Hep birlikte, üniversitelerimizin bilimsel başarıları ve öncü rolleriyle gurur duymak arzusundayız. Bir üniversiteyle ilgili haksızlıklar, yolsuzluklar ve çifte standartları konuşmak üzere huzurunuzda bulunmaktan büyük üzüntü duyuyorum.

Değerli milletvekilleri, uzun zamandan beri, Ondokuz Mayıs Üniversitesinde yaşanan hukuk ihlalleri ulusal basının gündeminden düşmüyor. Gündemde olan konular, üniversite kavramıyla yan yana getirmeye utanacağımız hukuk ihlalleridir, kanunsuzluklardır, Ondokuz Mayıs Üniversitesindeki keyfî yönetim tarzının yarattığı dramatik hikâyedir, hakları yok sayılan, hayalleri karartılan, gelecek beklentileriyle dalga geçilen genç bilim insanlarının drama dönüşen hikâyesidir. 

Değerli dostlar, bu dramatik hikâyenin dayandığı sistematik hukuk ihlallerini ve arka planını araştırmak için, gündemimizde bulunan araştırma önergesini verdik. Araştırma önergemizin gerekçe kısmında, bazı hukuk ihlallerine kısaca değinmiştik. Bununla birlikte, araştırma önergemiz üzerinde genel olarak düşüncelerini ifade eden Cumhuriyet Halk Partisinin değerli konuşmacısı Sayın Haluk Koç, bu araştırma önergemizi, bu yasal hakkımızı, hatta bir bakıma milletvekili görevimizi yerine getirmemizi, maalesef, bir rövanş alma çabası, bir baltalama girişimi, hatta bir çarmıha germe olarak sıfatlandırma durumunda olmuştur.

Bir diğer Cumhuriyet Halk Partili milletvekili değerli konuşmacımızsa, dün burada Mecliste yapılan konuşmalardan yola çıkarak "Ondokuz Mayıs Üniversitesi çok mu önemliydi, başka zaman da görüşülebilirdi" gibi bir ifade kullanmıştı.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Bir hafta sonra…

CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) - Aynı şeyi söylüyorum Sayın Anadol.

Şimdi, ben, asıl konuşmama kısa bir ara vererek size bir belge göstermek istiyorum. 24.7.2003; Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına, Cumhuriyet Halk Partili bir grup milletvekili arkadaşımız tarafından verilen, hemen hemen, bizim Ondokuz Mayıs Üniversitesiyle ilgili iddialarımıza benzer iddialarla, Gazi Üniversitesi için araştırma komisyonu talebini huzurlarınıza getirip sizlere göstermek istiyorum. Acaba, bir çarmıha germe operasyonu, bir rövanş alma, üniversiteleri baltalama girişimi olarak gösterilen bu araştırma önergesi talebimize karşılık, Cumhuriyet Halk Partili değerli milletvekillerinin Gazi Üniversitesiyle ilgili verdiği 24.7.2003 tarihli müracaatın ne anlama geldiğini, hangi sıfatlarla, hangi ifadelerle tavsif edilmesi gerektiğini, öncelikle değerli Haluk Koç'un takdirlerine bırakıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

HALUK KOÇ (Samsun) - Benim imzam var mı orada Sayın Demir?

CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) - Konuştuğunuz ifade genel bir ifadeydi, Ondokuz Mayıs Üniversitesiyle ilgili bu araştırma önergemizi değerlendirme sırasında kullandığınız cümlelerdi, ben de, aynısını, Gazi Üniversitesi için verdiğiniz talebe ilişkin kullanıyorum.

Değerli arkadaşlar, yeni 15 üniversite kurulacak; kim, nasıl engellemeye çalışırsa çalışsın, millî hâkimiyetin tecelligâhında karar verilecek. (AK Parti sıralarından alkışlar) 15 üniversite kurulacak; yaygara başlıyor: "Öğretim elemanı yetersiz." Diğer yandan bakıyorsunuz, doktorasını tamamlamış 80 bilim insanı, adalet ölçüleriyle dalga geçer gibi kapı önüne konuluyor. Üniversitenin toplam öğretim üyesi sayısından daha fazla yetişmiş bir eleman kapı dışına konuluyor. Dr. Hanife Saraçoğlu, Fen Edebiyat Fakültesi Fizik Bölümünde araştırma görevlisiyken, görevine son verildi. Bu arkadaşın 7 yurtdışı yayını var. Bu arkadaşımızın görevine son verme onayını düzenleyen Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Ahmet Rıfat Şahin profesör atandığında yurtdışı yayını sıfır.

ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elazığ) - Başarı ya bu!..

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Siz, sıfır puan alanı Sağlık Bakanlığına atadınız!..

CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) - Bu Rektör Vekilinin, üstelik kendi eşi de, hayatında hiç yayın yapmadan Eğitim Fakültesine öğretim görevlisi yapılmış.

Dr. Yıldıray Topçu, Fen-Edebiyat Fakültesi Kimya Bölümünde araştırma görevlisiyken görevine son verildi. Bu arkadaşımızın 1 161 bilimsel puanı olduğu söyleniyor. Halbuki, biz, biliyoruz ki, bir kişinin profesör olabilmesi için kriter en az 125 puan.

HALUK KOÇ (Samsun) - Üniversiteden üniversiteye değişir.  

CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) - Yani, on misli puanı olan arkadaşımızı, sıfır puanı olan bir Rektör Yardımcısı çağırıp görevine son verebiliyor!.. İşte haksızlık, işte adaletsizlik. 

Bence, bize veya bizlere, Sayın Başbakana yanlış bilgi değil, Sayın Haluk Koç, bence size yanlış bilgi verildi, size eksik bilgi verildi. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Akademik yükseltilmelerde durum daha da vahimdir. Yardımcı doçent alımı için yapılan ilandaki şartlara bakın; adrese teslim!.. Kadın pelvisi morfometrisi konusunda uzman -çünkü, böyle biri var, alacaklar- patates konusunda doktoralı… Araştırın…

HALUK KOÇ (Samsun) - Çok normal; her üniversiteye göre değişir.

ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elazığ) - Başarı!..

CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) - Normal değil; bununla ilgili bilirkişi raporu var, mahkeme kararı var. Ben, buradan boşuna konuşmuyorum, ispat edeceğim şeyleri konuşuyorum, hepsini ispat edebilirim; normal değil.

Nitrikasidin antibakteriyel etkisi konusunda ihtisas almış, sütdişi dokularına bağlanma metotları konusunda uzman -çünkü, adrese teslim biri var, almaları icap eden- atlarda kardiyoloji konusunda uzman, domuzlarda döl verimi konusunda uzman veya biyoinformatik konusunda uzman arayan bir üniversitenin, aradığının bilimsel yeterlilik olmadığını anlatmak için başka bir örnek vermeye gerek yok.

HALUK KOÇ (Samsun) - Birsürü uzman aldım; alt dallarda uzmanlık istedim.

CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) - Değerli arkadaşlar, bir taraftan profesörlük payesi tepsi içinde sunulanlar, rekabet ortamı kişiye özel şartlarla bozularak profesör yapılanlar; diğer yanda, başka hiçbir üniversitede emsali görülmeyecek şekilde on yıldan fazla zamandan bu yana doçent kadrosunda bekletilenler.

HALUK KOÇ (Samsun) - Emekli olan bile var.

CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) - Böyle bir üniversitede barış olur mu?! Bu Mecliste profesör unvanı taşıyan birçok arkadaşımız var; bunlardan hangisi acaba doçent unvanıyla on yıldan fazla bekletilmiştir? Ülkemizde on yıl boyunca doçent kalan kaç kişi var; ama, Ondokuz Mayıs Üniversitesinde bunlar oluyor. Bu ülkenin en yeteneksiz ve birikimsiz doçentleri, Dr. Ömer Kuru, Dr. Celal Tuncer ve Dr. İbrahim Aydın mı? Bu arkadaşlar on yıldan beri doçent kadrosunda bekletiliyorlar.

Değerli arkadaşlar, kamu kaynaklarının kullanımında durum daha da vahimdir. Bakın, Çarşamba Ağır Ceza Mahkemesi, 17.8.2000 tarihinde, Üniversite Genel Sekreteri, yani Sayın Haluk Koç'un biraz daha açarak belirttiği gibi, geçen dönem Cumhuriyet Halk Partisinden Samsun milletvekili adayı olan Sayın Nazım Alkan, resmî ihalede rüşvet almak suçundan kamu davası açılmasına karar veriliyor.

HALUK KOÇ (Samsun) - Sonuç burada.

CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) - Bu kişi, mahkeme kararının dört gün sonrasında, dalga geçer gibi, üniversitenin tüm ihale komisyonlarının başkanvekilliklerine ve üniversitenin neredeyse tamamının tahakkuk memurluğuna, sicil amirliğine getiriliyor.

HALUK KOÇ (Samsun) - Davanın sonucu ne?

CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) - Değerli arkadaşlar, hakkında bunca isnat olan bu kişinin yürüttüğü malî işler ne durumda dersiniz; malî işlerin yönetimi yolsuzluk sanıklarına emanet edilen bir üniversitede kaynakların verimli kullanılmasından söz edilebilir mi?!

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Mahkeme kararı var mı?

CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) - Nitekim, kamu kaynakları har vurup harman savruluyor.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Karar var mı?

CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) - Ben örnekler veriyorum Sayın Anadol, bir dinler misiniz; burada konuşmacı benim, bir dinler misiniz.

BAŞKAN - Sayın Demir, Genel Kurula hitap eder misiniz.

Sayın Anadol, lütfen…

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Mahkeme kararı var mı?

CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) - Bir örnek veriyorum: Tıp Fakültesi Hastanesi acil servisinde, hastalar, yatak olmadığı için günlerce sedyelerde bekletilerek ölüme terk ediliyor. Devletin bütçesinden…

HALUK KOÇ (Samsun) - Yapmayın!.. Bunu yapmayın!.. Ayıp!..

CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) - Lütfen, sabır... Cümlenin devamını bir dinleyelim.

Devletin bütçesinden bu hastaneye ek bina, 250 yataklı lüks bir bina imkânı alınıyor, bir bina yapılıyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Demir, toparlayabilir misiniz.

Buyurun.

HALUK KOÇ (Samsun) - Bütün hekimlere biraz yakışık olmuyor Sayın Demir.

CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) - Bu bina, daha sonra, üniversitenin kampusünde ikinci bir otel olacak şekilde otele çevriliyor. Hemen tıp fakültesinin karşısında, çok iyi bilirsiniz.

Otel, öğrencilerin harçlarından oluşan Öğrenci Sosyal Hizmetler Fonundan, yani, çocuğunu okutmak için ineğini satan anne-babanın ödediği paralardan milyarlar harcanarak, lüks bir biçimde dizayn ediliyor.

Devamı var; bu otel, daha sonra, hiçbir özelliği bulunmayan üniversite vakfına bir ev kirası bedeliyle kiraya veriliyor.

ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elazığ) - Yakışır!..

CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) - Bir ev kirasına kiraya verilen tesise -devamı var- kira bedelinin yüzlerce katı devlet bütçesinden katkıda bulunuluyor. Özellikle, 2001 krizi henüz atlatılmışken, buraya, bir kral dairesi ve lüks tefrişatla ilgili talebe, Sayın Rektör "önemli ve ivedi" notunu düşerek talimat veriyor.

FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Ne zaman yapılmış o?

MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Araştıracağız…

CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) - Belgeler bende, isterseniz size gönderebilirim.

FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Hangi rektör, ne zaman?..

CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) - Bu rektörden bahsediyorum Sayın Milletvekilim, bu belge bende Sayın Milletvekilim.

BAŞKAN - Sayın Demir, lütfen, Genel Kurula hitap eder misiniz.

CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) - Bir başka şey: Kadrosuzluk iddiasıyla veya imkânsızlıkla, tasarruf gerekçeleriyle, profesör olmak için yeterli kriteri 10 misli aşmış arkadaşımız kapı dışarı ediliyor; boş kadrolara kimler alınıyor, size söyleyeyim: Yönetimin eş, dost ve akrabaları alınıyor; akraba listeleri gazete manşetlerine sığmıyor Ondokuz Mayıs Üniversitesinde.

Bakın bir örnek: Yaşar Doğu Beden Eğitimi ve Spor Yüksek Okulunda, o branşla ilgili doçent, yardımcı doçent, profesör olarak birçok öğretim üyesi var. Okul müdürü kim biliyor musunuz; bir Kulak Burun Boğaz Uzmanı Prof. Dr. Atilla Tekat.

FARUK ANBARCIOĞLU (Bursa) - Kadrolaşma mı var?!

CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) - Bu kadrolaşma değil(!) Parantez içerisinde ünlem işareti var.

ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elazığ) - Spor olsun diye…

CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) - Bakın arkadaşlar, başka bir şey. Bilimden bahsediyoruz, bilimsel araştırmalardan bahsediyoruz. Doç. Dr. Bünyamin Şahin, antiepileptik ilaçların hamileler üzerinde etkisini araştıran bir bilimsel proje başlatıyor. Onlarca fareden deney grupları oluşturuyor, bunların bazıları gebe bırakılıyor, bunlara belirli ölçü ve periyotlarla, günlerce, aylarca, hatta, bir yıla yakın ilaç veriliyor, birtakım işlemlere tabi tutuluyor. Bu araştırmaya başka bilim adamları da ilgi duyuyor. Sonunda ne oluyor biliyor musunuz; bir pazartesi günü bu bilim adamı çalışma yaptığı mekâna geliyor, bakıyor ki, dondurucunun şalteri indirilmiş ve bütün materyaller imha ediliyor. İşte, dogmalar ile bilimsel çalışmanın çatışmasından bahsediyordu ya Sayın Haluk Bey, işte bilimsel faaliyet ile dogmanın çatışması için en güzel örnek. Biz, bu bilimsel çalışmaları savunmak için huzurunuzdayız. Şalteri indirenlerden hesap sormak için huzurunuzdayız. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Bir başka şey; değerli arkadaşlar, disiplin soruşturmalarından bahsedildi. Her şey suç sayılıyor belli bir kesim için. Örneğin, tıbbî biyoloji anabilim dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Gülsen Ökten hakkında açılan disiplin soruşturmasının konusu ilginç: İsteksiz ders vermek!.. Daha ilginç şeyler var… Daha ilginç şeyler var değerli arkadaşlar…

MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Haluk Bey de karşılaşmıştır bunlarla.

CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) - Sayın Başkanın toleransını istismar etmemek için hızla geçiyorum.

Bir başka şey; peki, bu, belli kesim için yapılırken, Sayın Rektörün yandaşları için ne yapılıyor; Zekeriya Paşaoğlu… BMC bölge müdürü imiş, satış elemanı olarak görev yaparken Merzifon Meslek Yüksekokuluna öğretim görevlisi olarak atanıyor, kısa bir süre sonra da müdür vekili oluyor…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Demir, lütfen, toparlar mısınız, son 2 dakika.

Buyurun.

CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) - Bitiriyorum Başkanım.

Zekeriya Paşaoğlu, bir müddet sonra meslek yüksekokulunda müdür vekili oluyor. Okulda iki kız öğrenci, müdür vekilinin kendilerine cinsel tacizde bulunduğunu gidip hocalarına anlatıyorlar. Hocaları, ortam gergin olduğu için, tedirgin olduğu için öğrencilerine kendilerinin yapacak bir şeyi olmadığını, şikâyetleri varsa rektörlüğe başvurmaları gerektiğini söylüyor. Ne oluyor biliyor musunuz; bu şikâyet üzerine cinsel tacizle suçlanan müdür vekili hakkında hiçbir işlem yapılmıyor. Ne oluyor; iddiaların doğru olup olmadığı konusunda bir inceleme başlatılmadan, üç öğretim görevlisi, kız öğrencileri şikâyete kışkırttıkları gerekçesiyle önce açığa, sonra da kamu görevinden çıkarılıyorlar. Konu yerel ve ulusal basının gündemine geliyor; bu sefer mecburen cinsel tacizle suçlanan müdür vekili hakkında bir soruşturma açılıyor. Konu ne biliyor musunuz; kelime kelime söylüyorum: "Bilgisayarın faresini yanlış kullanmak." Aynen, disiplin soruşturmalarında geçen ifadeye ekleme yapmaksızın söylüyorum. Böyle bir üniversiteyle karşı karşıyayız arkadaşlar.

Arkadaşlar, bir başka şey: Sayın Haluk Koç'un, üniversitenin bilimsel yayın sıralamasıyla ilgili bilgilerinin yanlış olduğunu söylemek istiyorum. TÜBİTAK'ın yayımladığı sıralamalarda çok büyük farklılıklar var.

BAŞKAN - Sayın Demir, toparlar mısınız lütfen.

CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) - Üniversitemiz, Ondokuz Mayıs Üniversitesi bir patent alıyor arkadaşlar. Patentte şunu söylüyor: Bir kere, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, OMÜ'nün... Adını keşfediyor, ona bir patent alması lazım. Üniversitenin resmî aldığı patentte tescil ettirdiği faaliyet alanını söylüyorum: Sanatçılara menejerlik, kerestelere değer biçme, modellik hizmetleri, işe yerleştirme hizmetleri -bunu çok güzel başarıyorlar- güzellik bakımı ve manikür hizmetleri, Türk hamamı sağlama hizmetleri…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Demir, lütfen, teşekkür için...

CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) - … hayvan yetiştirme hizmetleri, hayvan terbiyesi hizmetleri, eğlendirme, tavan arası temizliği, casino, kumarhane işletmek, fal bakmak. Üniversitemizin iştigal alanlarından sadece bir bölümü. (AK Parti sıralarından "Bilimsel çalışma bu!.." sesleri, alkışlar)

Değerli arkadaşlar, aslında konuşmak istemezdim; ama, Sayın Rektör dün yaptığı basın toplantısında, işte, akrabaların, dostların da, yakınlarının üniversitede olduğundan bahisle benim de kardeşimin üniversitede olduğunu, isim vererek, bence etik olmayan bir biçimde hatta Musa Beyin de bir akrabasından bahsederek, aslında şantaj kokan, tehdit kokan bir ifadeyle söylediği için söylüyorum.

MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Benim akrabam…

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Siz de isim söylüyorsunuz.

CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) - Bakın, gayet açık bir şey söyleyeyim size. Aynen alıntı yapmışsınız

BAŞKAN - Sayın Demir, lütfen… Teşekkür eder misiniz

Buyurun.

CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) - Alıntı yapmışsınız kaynak göstermeden, intihal da sayılabilir, bilim adamısınız…

Değerli arkadaşlar, benim kardeşim oniki yıldır okutman; Van Yüzüncü Yıl, Trabzon KTÜ, en sonunda, yedi yıldan beri de Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesinde edebiyat derslerine giriyor ve üniversite yönetiminde değilim, benim akrabam değil.

Sayın Koç bir yol açtı. Ben kendisine bir teklifte bulunmak istiyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) - Gelin isterseniz -bu yolu açtınız- siz, üniversitedeki akraba, eş dostun listelerini ilan edin…

BAŞKAN - Sayın Demir, teşekkür ediyorum.

CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) -  Ben de kapı önüne bugünlerde konulmak üzere olan mağdur bilim adamlarının listesini ilan edeyim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Lütfen, Sayın Demir… Teşekkür ediyorum.

CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) - Sayın Başkan, son cümlem…

BAŞKAN - Lütfen, Sayın Demir…

CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) - Sayın Başkan…

BAŞKAN - Hayır… Lütfen, Sayın Demir; süreniz çok fazlasıyla doldu.

Teşekkür ediyorum….

CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) - Son cümlem…

BAŞKAN - Teşekkür etmek için Sayın Demir; buyurun.

K.KEMAL ANADOL (İzmir) - Bu kaçıncı temdit?!

CEMAL YILMAZ DEMİR (Devamla) - Hepimiz için adaletin olduğu bir dünya diliyorum ve başta Ondokuz Mayıs Üniversitesi mağdur bilim adamları olmak üzere, tüm bilim insanlarını ve hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Meclis araştırması önergesi üzerindeki öngörüşme tamamlanmıştır.

Şimdi, Meclis araştırması açılıp açılmaması hususunu oylarınıza sunacağım.

Meclis araştırması açılmasını kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Meclis araştırmasını yapacak komisyonun 12 üyeden kurulmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Komisyonun çalışma süresinin başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip üyenin seçimi tarihinden başlamak üzere üç ay olmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Komisyonun gerektiğinde Ankara dışında da çalışabilmesi hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Birleşime 19.45'e kadar ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 19.12

 

 

 

DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 19.48

BAŞKAN: Başkanvekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 110 uncu Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.

 

VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)

BAŞKAN - 1 inci sırada yer alan kanunu teklifinin geri alınan maddeleriyle ilgili komisyon raporu gelmediğinden, teklifin görüşmelerini erteliyoruz.

2 nci sırada yer alan, Tarım Sigortaları Kanunu Tasarısı ve Tarım, Orman ve Köyişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonları raporlarının görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

2.- Tarım Sigortaları Kanunu Tasarısı ve Tarım, Orman ve Köyişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/865) (S. Sayısı: 879)

BAŞKAN - Komisyon?..

Birleşime 5 dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 19.49

 

 

BEŞİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 19.56

BAŞKAN : Başkanvekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER : Harun TÜFEKCİ (Konya), Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin  110 uncu Birleşimin Beşinci Oturumunu açıyorum.

879 sıra sayılı kanun tasarısının görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

 

VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

2.- Tarım Sigortaları Kanunu Tasarısı ve Tarım, Orman ve Köyişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/865) (S. Sayısı: 879) (X)

 BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.

10 uncu madde üzerinde, şahsı adına bir sayın milletvekili konuşmuştu. Şimdi, şahsı adına söz isteyen, Mücahit Daloğlu, Erzurum Milletvekili?.. Yok.

Recep Garip, Adana Milletvekili?.. Yok.

İsmail Bilen, Manisa Milletvekili?.. Yok.

Mehmet Eraslan, Hatay Milletvekili; buyurun.

MEHMET ERASLAN (Hatay) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Gerçekten, Türk çiftçisi adına çok önemli bir kanunu görüşmekte bulunuyoruz. Geçen hafta 10 uncu maddesine gelmiştik; 10 uncu maddesiyle ilgili görüşmeler başlayacağı esnada, Sayın Tarım Bakanımızın görevden alındığı haberi gelmişti ve dolayısıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi, görüşmelerine ara verdi.

Bugün ise, gerçekten, tarım sektörünü çok yakından ilgilendiren, tarım sektöründe meydana gelen afetlerin telafi edilmesi, onların bedellerinin devlet tarafından ödenmesine ilişkin çok önemli bir kanun tasarısını görüşüyoruz. Genel manada geç kalınmış bir yasa tasarısı, genel manada olumlu olmakla beraber, çok daha önceden hazırlanıp Türkiye Büyük Millet Meclisine getirilmesi gereken bir kanun tasarısı olduğunu öncelikle ifade etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, tabiî ki, tarım sektörümüzün, çiftçimizin, köylümüzün, tarım sektöründe iştigal eden insanımızın yegâne ve tek sorunu afet sorunu değil. Bu kanun tasarısı, afetten mütevellit oluşacak hasarların tazmin edilmesi noktasında doğru bir çalışma, olumlu bir çalışma olmakla beraber, çiftçimizin en büyük sorunu, ürettiğini kâr ederek satamamasıdır. Gerçekten, sulamaya ilişkin enerji fiyatlarının yüksek oluşu, akaryakıt fiyatlarının, mazot fiyatlarının yüksek oluşu, gübre ve ziraî ilaçlama fiyatlarının yüksek oluşu, hulâsa, girdi maliyetlerinin yüksek oluşu, maliyetlerin yüksek oluşu ve çiftçimizin, köylümüzün ürününü kâr ederek değil, bilakis zarar ederek satması, çiftçimizin, köylümüzün en büyük sorunlarından biri. İlkönce, bunun mutlak surette… Yani, çiftçi deyip geçmeyelim; Türkiye'de nüfusun yüzde 40'ını oluşturan kesim çiftçilikle iştigal ediyor, tarımla iştigal ediyor, çok önemli ve çok büyük bir sektör. Bu sektör, Türkiye'yi besleyen bir sektör, Türkiye'yi yediren, içiren bir sektör ve Türkiye'de istihdam alanı oluşturan, istihdam noktasında büyük katkılar sağlayan, ekonomiye büyük katkılar sağlayan bir sektör olması hasebiyle, gözardı edilmemesi gereken bir sektör olduğunu ifade etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, tabiî ki, gerek hükümetin programında gerekse acil eylem planında, Türk çiftçisine gerekli desteğin verileceği ve üreticinin, çiftçinin alım gücünün artırılacağına ilişkin birtakım vaatler, birtakım beyanlar vardı; fakat, bugün, bakıyoruz…

Bakın, şurada, Tarım Bakanımızın yazılı soru önergesine verdiği cevaptan birkaç pasajı size aktarmak istiyorum; acaba, üreticimizin, çiftçimizin alım gücü arttı mı, düştü mü?

"1997 yılında 2,86 kilogram buğdayla 1 litre mazot alabilen çiftçi, 2004 yılında ancak 5,27 kilogram buğdayla 1 litre mazot almaktadır. 1997'den 2004'e geldiğimizde, çiftçinin satın alma gücü yüzde 35 azalmıştır." Bunu ben söylemiyorum, bunu, Sayın Tarım ve Köyişleri Bakanımız, yazılı soru önergesine cevaben bizlere söylüyor, Tarım ve Köyişleri Bakanımızın cevapları bunlar.

 (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Eraslan, toparlar mısınız.

Buyurun.

MEHMET ERASLAN (Devamla) - "1997 yılında 34 kilogram buğdayla 12 kilogramlık bir tüpgaz alabilen çiftçi, 2004 yılında ancak 62 kilogram buğdayla 12 kilogramlık bir tüpgazı alabilmektedir.  Dolayısıyla, çiftçinin satın alma gücü, bu üründe de yüzde 67 oranında azalmıştır.

1997 yılında 56 ton buğdayla 1 traktör alabilen çiftçimiz, 2004 yılı sonu itibariyle, ancak 65 ton buğdayla 1 traktör alabilmektedir. Çiftçinin satın alma gücü, yüzde 11 dolayında düşmüştür.

1997 yılında 3 kilogram buğdayla 1 kilogram ekmek alabilen çiftçi, 2004 yılı sonu itibariyle, 4 kilogram buğdayla 1 kilogram ekmek alabilmektedir. Bu noktada da, çiftçinin satın alma gücü yüzde 26 azalmıştır.

Yine, 1997 yılında 3,5 kilogram buğdayla 1 kilogram şeker alabilen çiftçi, 2004 yılında 5,5 kilogram buğdayla 1 kilogram şeker alabilmektedir. Çiftçinin satın alma gücü, bu üründe de, yüzde 30 oranında azalmıştır."

Bu örnekleri çoğaltabiliriz.

Bunlar, resmî rakamlardır, resmî söylemlerdir; Tarım ve Köyişleri Bakanımızın yazılı soru önergesine cevaben bizlere ilettiği bilgilerdir.

Dolayısıyla, çiftçimizin alım gücünün artması, çiftçimizin alım gücünün kuvvetlenmesi, çiftçimizin huzur ve güvenliğidir. Çiftçimizin huzur ve güvenliği, mutluluğu, ülkemizin ulusal huzur, ulusal güvenlik ve ulusal refahı anlamına gelmektedir.

Çiftçimizin sulamaya ilişkin, sulamayla ilgili birçok sorunu vardır.  Türkiye'nin birçok yerinde olduğu gibi, Hatay'da da, koskoca Amik Ovasında insanlar sondaj vuramamakta; DSİ tarafından sondaj vurma çalışmaları durdurulmuştur ve bu yaz sezonunda insanlar ürününü neyle sulayacaktır, kara kara düşünmektedir. Girdi maliyetlerinin…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Eraslan, teşekkür eder misiniz lütfen.

MEHMET ERASLAN (Devamla) - Sayın Başkanım, artık, çiftçimizin ithal eden, ekonomimizin ithal eden değil, ihraç eden, tarımsal ürünleri ihraç eden bir noktaya gelmesi gerektiğini ve çiftçimizin kalkındırılması, desteklenmesi ve ona el uzatılmak suretiyle, yaşayan bir hale getirilmesi gerektiğini vurgulamak istiyorum ve hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Eraslan.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum…

HALUK KOÇ (Samsun) - Karar yetersayısı aranmasını istiyorum.

BAŞKAN - Arayacağım Sayın Koç.

Kabul edenler…(AK Parti sıralarından "Var var, geliyorlar" sesleri)

YILMAZ KAYA (İzmir) - Sayın Başkan, dışarıdan oy beklenir mi; yapmayın allahaşkına ya! Oylama için 5 dakika süre verin veya…

HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, gelsinler, öyle sayın… Sayın Başkan, 5 dakika sonra gelirler, şimdi dışarıdalar.

BAŞKAN - Kabul etmeyenler…

Sayın milletvekilleri, karar yetersayısı yoktur; birleşime 5 dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 20.07

 

 

 

ALTINCI OTURUM

Açılma Saati: 20.15

BAŞKAN : Başkanvekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER : Harun TÜFEKCİ (Konya), Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin  110 uncu Birleşiminin Altıncı Oturumunu açıyorum.

879 sıra sayılı kanun tasarısının görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

2.- Tarım Sigortaları Kanunu Tasarısı ve Tarım, Orman ve Köyişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/865) (S. Sayısı: 879) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.

Tasarının 10 uncu maddesinin oylamasında karar yetersayısı bulunamamıştı.

Şimdi, maddeyi tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yetersayısını arayacağım. Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yetersayısı vardır, madde kabul edilmiştir.

11 inci maddeyi okutuyorum:

Denetim

MADDE 11.- Havuzun ve Şirketin sigortacılık uygulamaları yönüyle denetimi Müsteşarlık, diğer tüm işlemlerinin denetimi Bakanlık tarafından  yapılır.

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına ve şahsı adına söz isteyen Ardahan Milletvekili Sayın Ensar Öğüt; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Öğüt, süreniz 15 dakika.

CHP GRUBU ADINA ENSAR ÖĞÜT (Ardahan) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; Tarım Sigortaları Kanunu Tasarısının 11 inci maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi adına ve şahsım adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, öncelikle şunu söyleyelim: Cumhuriyet Halk Partisi olarak, çiftçinin lehinde olan her şeyi destekliyoruz, köylünün lehinde olan her şeyi destekliyoruz; tabiî ki, emeklisi, işçisi, memuru, esnafı, sanayicisi de var. Ancak, Sayın Bakana da buradan hayırlı uğurlu olsun diyorum, tebrik ediyorum, başarılar diliyorum. İnşallah, Diyarbakır'dan çıkan Bakanımız, kaçak giren hayvanları öncelikle önler, hayvancılığımızı da geliştirir, tarımı da geliştirmiş olur.

Biz, tarım sigortasını destekliyoruz; ama, birincisi, devletin belli bir süre kesinlikle tarım sigorta primini desteklemesi lazım, çiftçinin alışması için.

İkincisi; çiftçilerin tarım sigortasına ne kadar yardım edecek; yani, bugün, Amerika'daki çiftçiler Türkiye'deki çiftçilerden çok önde; ama, Amerika, çiftçisine yüzde 60 sigorta prim desteği veriyor. Türkiye ne kadar verecek? Bu yasada, çiftçilere ne kadar sigorta primi desteği verileceği belli değil. Şimdi, ben buradan söylüyorum: Cumhuriyet Halk Partisi olarak diyoruz ki -önergemiz de var- çiftçilere Amerika yüzde 60, İspanya yüzde 50 sigorta primi desteği verirken, Türkiye ne kadar verecekse bu kanuna koysun. Kanuna koysun ki, belli olsun. Eğer kanuna koymuyorsa, o zaman bu iş muallakta oluyor değerli arkadaşlar. Bu açıdan, mutlak surette, kesinlikle bu kanun tasarısına, devlet, hükümet, çiftçiye ne kadar prim desteği verecekse bunu koyması lazım.

Üçüncüsü; 2090 sayılı bir kanun var. Biliyorsunuz, bu kanunda, çiftçinin tüm mal varlığının yüzde 40'ı hasar görürse yardım ediyor. Bu, yanlıştır. Bunun da düzelmesi lazım. Çiftçinin hangi malı -bire bir, tarlasının yüzde 40'ı veya çayırının yüzde 40'ı veya hayvanlarının yüzde 40'ı- telef olmuşsa onun zararını vermesi lazım. Aksi takdirde, sadece "tümünün" dediğiniz zaman -yani, o zaman adamın evi yıkılacak, hayvanları telef olacak, tarlası gidecek, çayırı gidecek- zaten adama bir şey kalmıyor; siz yüzde 40 verseniz ne olur, vermeseniz ne olur. Onun için bunun da düzelmesi lazım.

Dördüncüsü; arkadaşlar, en önemlisi, bir kere, bölgeler arasında büyük fark var, iklim şartları… Doğu ve güneydoğu çiftçisi, yılda bir defa mahsul ya alabiliyor ya alamıyor; ancak, batıdaki çiftçilerimiz yılda üç defa mahsul alıyor. Bu açıdan, sigorta priminin doğu ve güneydoğudaki, yani, kalkınmada öncelikli illerden, yani, iklim şartları da gözönünde tutularak, mutlak surette sigorta primi alınmaması lazım.

MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) - Özellikle Ardahan'dan alınmaması lazım!..

ENSAR ÖĞÜT (Devamla) - Evet, Ardahan'dan ve o bölgeden alınmaması lazım. Niye; bakın, arkadaşlar, şu anda Ardahan'da soba yanıyor. Dağlarda kar var. Ben, geçen hafta Ardahan'daydım; yani, o kadar zor şartlarda… Van'da da aynıdır, Erzurum'da da aynıdır, Kars'ta da aynıdır. Kars çiftçisi de perişan, Artvin çiftçisi de perişan, Erzurum… Türkiye geneli, Edirne'den Ardahan'a kadar; ama, şunu söyleyeyim: Ben, buradan, şu resmi Sayın Bakana göstereceğim.

Sayın Bakanım, yeni bir olay. Sayın Bakanım, şuna bakabilir misiniz, Mehdi Bey… Şu "şap hastalığı başladı…" Bunu, bugün, gazeteci Fakir Yılmaz bana gönderdi. Şap hastalığı Ardahan'da başladı ve bu da resmidir; hayvanın ayağını gösteriyor. Lütfen, sizden istirham ediyorum, şap hastalığıyla ilgili gerekli talimatları verin, tedbirleri alın; bu çok önemli.

Beşincisi, Ardahan'ın şu anda hasar gören köyleri var; Tepesu Köyü, Kocaköyü, Yaylacık Köyü, Küçüksütlüce, Büyüksütlüce, Alagöz Köyleri… Onun dışında, Gölgeli, Taşlıdere, Samanbeyli Köyü, Ölçek Köyü, Hoçuvan, Hasköy, Tunçoluk, Otbiçen, Lehimli, Binbaşar, Bayramoğlu, Yaylakarakolu, Hacıali, Beşiktaş, Dağcı Köyü, Çalabaş, Çobanlı Köylerinde her evden 10'ar, 15'er tane hayvan telef olmuştur, tarlaları, çayırları zarar görmüştür. Bunların da -lütfen not alın- araştırılması yapılarak, bu vatandaşlarımıza yardım edin. En önemlisi, Hoçuvan, Samanbeyli Köyü, maalesef ve maalesef, işte, burada "Züğürt Ağa filmi gerçek oldu…" Bakın, bunu arkadaşlar size gösteriyorum, Sayın Bakanım siz de bakın. "Züğürt Ağa filmi gerçek oldu…" Adamlar köyünü satıyorlar. Evet, satılık köy. Ardahan merkeze bağlı Samanbeyli Köyü çiftçileri, borçlarını ödeyemedikleri için, yolları olmadığı için, suları olmadığı için, okulları olmadığı için köyünü satıyorlar.

CAVİT TORUN (Diyarbakır) - Ne kadar fiyat, ne kadar?

ENSAR ÖĞÜT (Devamla) - Ne kadar verirsen o kadar, sana vereceğim; yemin ediyorum.

İşte, burada. Ben geçen hafta oradaydım. İnanın çok üzüldüm. O insanlar perişan. Çocuğunun ayakkabısını alamıyor arkadaşlar; yani, çocuğunu okutamayan, ayakkabı alamayan, hayvanı para etmeyen bir köylü, artık, yani, köyünü sattıktan sonra herhalde sıra kendisine gelecek, organlarını satacak bu defa da. Türkiye'nin gerçeği bu, değerli arkadaşlar. İşte, bu, basından...

Değerli arkadaşlar, burada, şunu söyleyeyim: Çok fazla da uzatmak istemiyorum; ama, bir kere en üzücü konu, Türkiye'de ilk defa, otuz yıldan sonra, cumhuriyet tarihinde ilk defa buğdaya kota kondu. 30 tondan fazla buğday alınmıyor. Ofisler 30 tondan fazla almıyor. Bu ne demek; çiftçinin…

ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Size yanlış bilgi verilmiş.

ENSAR ÖĞÜT (Devamla) - Hayır efendim, bendeki bilgiler bu, aynen.

ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Emanete koyabiliyor.

ENSAR ÖĞÜT (Devamla) - Emanete ne olacak?! Bakın, Ramazan Bey gülüyor. Yapmayın arkadaşlar.

Bakın, yani, ofise, adam 30 tondan fazla veremiyor. Bu, çok acı bir gerçek değerli arkadaşlar. Ne demek yani; adam üretiyor, buğday var, zaten binbir zorlukla üretiyor; onu da, "30 tondan fazla veremeyeceksin kardeşim, 30 ton alırım, gerisini ne yaparsan yap…"

Değerli arkadaşlar, bakın, nüfusumuzun yüzde 40'ını oluşturan çiftçi, köylü alınteriyle geçiniyor; onlar üretiyor, biz yiyoruz, halk yiyor; yani, yüzde 40'ını oluşturan bir nüfusa, bir topluma, yani, çiftçiye, mutlak surette prim desteği vermemiz lazım; yani, kota konulmaması lazım.

Ben, inanıyorum, Sayın Bakanım çok iyi niyetli, bu konuda profesyoneldir, güveniyorum, bir de televizyon programımız olmuştu, hakikaten bilgili de; çiftçinin hak ettiği primi ve desteği verecektir, hayvancılığa hak ettiği primi, desteği vereceğine inanıyorum ve iyi niyetle buna inanıyorum; çünkü, başka yolumuz yok değerli arkadaşlar. Demokraside, halk bizi seçmiş, buraya göndermiş, çare bulacağız. Yani, biz muhalefetiz diye, ben muhalefetim çamur atayım şekli değil, yol gösterelim, birbirimize yardımcı olalım. Yani, siyaset yapıp kötülemenin dışında, çareyi bulmamız lazım, uzlaşmamız lazım. O uzlaşıyı da, Türkiye Büyük Millet Meclisinde yapacağız değerli arkadaşlar. O bakımdan, ben, Sayın Bakanı destekliyorum; ancak, istirham ediyorum, hayvancılık bölgesi olan Kars, Ardahan, Erzurum, Ağrı İllerini, bu bölgeyi pilot bölge yaparak, damızlık hayvan yetiştirilmesiyle ve süt hayvanı yetiştirilmesiyle ilgili bir çalışma yaparsanız, o bölgedeki insanların yüzde 95'i hayvancılıkla geçiniyor Sayın Bakanım; çünkü, tarım yok değerli arkadaşlar. Ben, bir hafta önce geldim, şu anda, halen dağlarda kar var, sobalar yanıyor. İnanın, insanlar, orada, anadan doğma askerlik yapıyor. Aslında, devletin, oradaki insanlara para vermesi lazım. Yani, gidin görün, gelin benim misafirim olarak; yemin ediyorum, o insanların orada durması, bizim için büyük bir avantajdır, Türkiye Cumhuriyeti için büyük bir avantajdır. Yani, o bölge, kırküç yıl, 1878'den 1918'e, 1921'e kadar işgal altında kaldı; ama, toplum, benliğini kaybetmedi, kültürünü kaybetmedi, halen "vatanım, milletim" diyor ve cumhuriyet kurulduğundan beri… Ardahan'ın 237 köyü var; 237 köyünün yüzde 60'ında su yok arkadaşlar. İnanın, Hanak'ın Koyunpınar Köyü var; oradaki köylüler "dedelerimiz su içmeden öldü, biz de su içmeden öleceğiz; ama, hiç olmazsa, çocuklarımız su içmeden ölmesin, çocuklarımız su içsin" diyorlar.

Bir şey daha söyleyeyim değerli arkadaşlar. Şu anda, devlet, Doğu Anadoluda yıpranıyor, güneydoğuda korkunç yıpranıyor. Niye biliyor musunuz; Köy Hizmetleri, özel idarelere, valiliklere devredildi, Köy Hizmetlerinin, dozerine, kamyonuna mazot koyacak parası yok, mazot parası yok. Böyle bir devlet olabilir mi?! Arkadaşlar, devleti, biz, Büyük Millet Meclisi temsil ediyor, buna çare bulacağız. Sayın Bakanım, hakikaten çok önemli... Geçen gün üç köyün yolu açılacak, demişler ki: "Mazotu koyun, dozeri verelim." Kaç lira mazot; 10 milyar lira. 4 kilometrelik bir yolun açılmasına 10 milyar liralık mazot gidiyor; köylü nasıl versin. Bana telefon açtılar "siz gönderin veya başka bir yerden bulun" diyorlar.

Değerli arkadaşlar, devleti bu kadar acze düşürmenin bir anlamı yok, düşürmeyelim; istirham ediyorum… Tamam, Köy Hizmetlerinin devredilmesi bize göre yanlıştı; ama, devredildiyse, artık, özel idarelerdeki, valiliklerdeki genel sekreteri belirleyin; hatta, Köy Hizmetleri müdürlerini genel sekreter yapalım; o Köy Hizmetleri müdürleri, valiliklerle, özel idarelerle, alınan kararlara göre, köylere hizmet götürsünler. Tahmin ediyorum, Türkiye'nin başka bölgelerinde de vardır; çünkü, Yozgatlılar da aynı şeyi söyledi "bizde de aynı, mazot parasını verirsen yolunuzu açarız' diyorlar." Yahu, böyle bir devlet olabilir mi arkadaşlar?! Mazot parasını veremeyen Türkiye Cumhuriyeti Devleti olamaz.

Değerli arkadaşlar, fazla zamanınızı almak istemiyorum; ama, devlet bizim, vatan bizim, millet bizimdir. Bu Büyük Millet Meclisi de kolay kurulmamıştır. Burası da bizim olduğuna göre, uzlaşarak, hükümetin, bu yoksul insanlara, köylülere destek verip, çiftçilerimize, tarımla uğraşanlara,  hayvancılıkla uğraşanlara destek vermesi lazım. Özellikle doğu ve güneydoğuyu pilot bölge yaparak, kalkınabilecek bir konuma getirmesi gerektiğine inanıyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Öğüt.

Şahsı adına söz isteyen, Giresun Milletvekili Adem Tatlı?..

Adana Milletvekili Recep Garip?..

Manisa Milletvekili İsmail Bilen?..

Hatay Milletvekili Mehmet Eraslan.

Buyurun Sayın Eraslan.

MEHMET ERASLAN (Hatay) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Tabiî ki, az önce de ifade etmeye çalıştığım gibi, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, Türkiye'nin, tarımsal ürünleri ihraç eden; ama, minimum düzeyde tarımsal ürünleri ithal eden bir konumda olması gerektiğini vurguladım, çiftçimiz adına, çiftçi sektörü adına, üreticimiz adına; fakat, pamuk zamanı pamuk ithal ediyoruz, mısır zamanında mısır ithal ediyoruz, buğday ithal ediyoruz ve her şeyi ithal eden bir konuma gelerek, çiftçimizi de, bu noktada kendi sıkıntılarıyla, kendi dertleriyle, kendi sorunlarıyla baş başa bırakıyoruz.

Şimdi, tabiî ki, ihraç eden bir ülke, ihraç eden bir Türkiye olabilmek için mutlaka çiftçimizin desteklenmesi gerektiğini, mutlaka çiftçimizin gözardı edilmemesi gerektiğini ve çiftçimizin yanında olunması; devlet desteğinin, siyasî otoritenin, hükümetin destekleriyle beraber çiftçinin yanında olması gerektiğini ifade etmek istiyorum.

Bakıyoruz, Avrupa Birliğinde yılda 50 milyar euro çiftçiye destek veriliyor, Amerika Birleşik Devletlerinde 70-75 milyar dolar çiftçiye destek veriliyor; ama, Türkiye'de, sadece, yılda 2,5 milyar gibi çok küçük bir oran olarak destek verilmeye çalışılıyor ve çiftçimizden dünya piyasasıyla yarışmasını istiyoruz; yüksek girdi maliyetleriyle, yüksek gübre fiyatlarıyla, yüksek mazot fiyatlarıyla ve yüksek primlerle dünya piyasasında rekabet etmesini bekliyoruz; böyle bir rekabet olamaz. Böyle bir rekabeti yüksek girdi maliyetleriyle, böyle bir rekabeti dünyayla, Avrupa'yla yakalama şansımız yok; ülkenin de böyle bir şansı yok, Türk çiftçisinin de böyle bir şansı, maalesef, yok.

Dolayısıyla, çiftçimizin birçok sorunu var. Çiftçimizin sadece sorunu, para kazanamamak değil. O ürünü yetiştirirken, yani, çay üreticisi de öyle, pancar üreticisi de öyle, pamuk üreticisi de öyle, buğday üretici de öyle… Hulasa, tarımsal ürün üreten bu sektörün sıkıntısı, sadece dünya piyasasıyla yarışmak değil, sıkıntısı sadece yüksek girdi maliyetleriyle ürününü üretmek değil, aynı zamanda, bu ürettiği ürünü, maalesef, kâr edemeyerek, zarar ederek satmakla karşı karşıya. Dolayısıyla, tarlasını satmak durumunda kalıyor, traktörünü satmak durumunda kalıyor, Bağ-Kur primini ödeyemiyor. Bağ-Kur primini ödeyemediği için, kendisi de, ailesi de, çoluk çocuğu da, maalesef, devletin sunduğu sağlık hizmetlerinden istifade edemiyor. Aynı zamanda, devletin sunduğu bu sağlık hizmetlerini alamamalarını, devletin, maalesef, daha doğrusu, iktidarın, siyasî otoritenin büyük bir ayıbı ve büyük bir yanlışıdır şeklinde değerlendiriyorum.

Şimdi, Avrupa'da bu kadar destek verilirken, Avrupa Birliği sürecinde biz tarım sektörünü, yüzde 40 oranında olan bu tarım sektörünü yüzde 20'ye düşürme taahhüdünde bulunuyoruz. IMF’yle yapmış olduğumuz ikinci stand-by anlaşmasıyla, yine, tarımsal desteklerin azaltılacağı, kısılacağı vaadini veriyoruz. IMF'yle vermiş olduğumuz niyet mektubunda, yine, tarım sektörüne… Zaten, hiçbir sektöre gereken transferleri, gereken sübvansiyonları yapamıyoruz; ama, tarım sektörü çok farklı. Esnaf, sanatkârlara yeterli derecede veremiyoruz, diğer yatırımcılarımıza yeterli derecede veremiyoruz; ama, tarım sektörü çok farklı…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Eraslan, lütfen, toparlar mısınız; 1 dakika eksüre veriyorum.

Buyurun.

MEHMET ERASLAN (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkanım.

IMF'ye vermiş olduğumuz niyet mektubunda, yine, tarım alanında faaliyet gösteren çiftçimize, köylümüze destek vermeyeceğimizi, destek olmayacağımızı, maalesef, bildirmiş bulunuyoruz. Dolayısıyla, IMF'ye dayalı bir tarımsal politika mümkün değil. IMF'ye dayalı, sübvansiyonları kısarak, transferleri kısarak, primleri kısarak, destekleri kısarak, IMF'ye dayalı bir malî politika gütmemiz mümkün değil, tarımsal bir politika gütmemiz mümkün değil. Sıkı para politikalarıyla, sıkı maliye politikalarıyla Türkiye'yi bir adım daha ileriye götürmek ve insanımıza yaşayabilir, haysiyetine, onuruna yaraşır ve yakışır bir hayat standardı sunmamız mümkün değil. Bunların tekrar gözden geçirilmesi gerektiğini söylüyorum, Sayın Bakanımızdan da bunu tekrar istirham ederken, yeni görevlerinde başarılar diliyorum. (Bağımsız sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Eraslan.

Madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddeyi…

III. - YOKLAMA

(CHP sıralarından bir grup  milletvekili ayağa kalktı)

HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, yoklama istiyoruz.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 11 inci madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddenin oylamasından önce bir yoklama talebi vardır; ancak, yoklama talebini işleme koyabilmem için yoklama talebinde bulunan arkadaşlarımızı tespit edeceğim.

Sayın Koç, Sayın Emek, Sayın Ekmekcioğlu, Sayın Öğüt, Sayın Hacaloğlu, Sayın Aslanoğlu, Sayın Ören, Sayın Kesimoğlu, Sayın Baloğlu, Sayın Ercenk, Sayın Araslı, Sayın Yücesan, Sayın Sözen, Sayın Eraslan, Sayın Kandoğan, Sayın Türkmen, Sayın Koç, Sayın Koçyiğit, Sayın Kaya, Sayın Özcan.

Yoklama isteğini yerine getireceğim.

Elektronik cihazla yoklama yapacağız.

Adlarını okuduğum sayın milletvekillerinin yoklama için elektronik cihaza girmemelerini rica ediyorum.

Yoklama için 3 dakika süre veriyorum ve yoklama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

 BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, toplantı yetersayısı vardır.

 

VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

2.- Tarım Sigortaları Kanunu Tasarısı ve Tarım, Orman ve Köyişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/865) (S. Sayısı: 879) (Devam)

BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

12 nci maddeyi okutuyorum:

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Riskler, Sigorta Sözleşmeleri, Havuza Katılım, Reasürans, Yardım ve Destekler

Havuz tarafından teminat altına alınacak riskler

MADDE 12.-  Kurul, Bakanlığın teklifi üzerine, Bakanlar Kurulunca kapsama alınan bitkiler, bitkisel ürünler ve seralar, tarımsal yapılar, tarım alet ve makineleri ile çiftlik hayvanları için kuraklık, dolu, don, sel, taban suyu baskını, fırtına, hortum, deprem, heyelan, yangın, kaza ve zararlılar ile hayvan hastalıklarının neden olacağı zararların ve/veya tarım sektörü bakımından önemli görülecek diğer risklerin teminat altına alınması için gerekli çalışmaları yürütür.

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına ve şahsı adına söz isteyen Antalya Milletvekili Nail Kamacı; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 15 dakika.

CHP GRUBU ADINA NAİL KAMACI (Antalya) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; görüşülmekte olan kanun tasarısının 12 nci maddesi hakkında şahsım ve Grubum adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, bu tasarının çok şanssız bir tasarı olduğunu ifade etmek istiyorum; çünkü, geçen gün, 21 maddelik bu kanun tasarısının 10 uncu maddesi görüşülürken eski Bakan görevinden alındı veya istifa etti. Bu anlamda, gerçekten bu tasarı görüşülürken niye eski Bakan sonuna kadar beklemedi, onu merak ediyorum; ama, bu merakım şu anlamda değil; yani, AKP'nin içişlerine karışmak anlamında söylemiyorum; ama, geçtiğimiz günlerde Sayın eski Bakanın bir açıklaması vardı; "ben bu görevden istifa etmedim, ettirildim" dedi eski Bakan Sayın Zeki Ergezen. Şimdi, bu, şu anlamı taşıyor: 1983 sonrasında oluşan siyasî ortamda, bakanlar göreve gelmeden önce, maalesef, boş, imzalı kâğıt veriyorlardı; yoksa, buna benzer bir olay mı yaşanıyor? Biz, hem AKP olarak hem Cumhuriyet Halk Partisi olarak, 2002 yılı seçimlerinden sonra, siyasete bir değer getireceğiz, bir etik getireceğiz diyorduk; yoksa, bunları unuttuk mu, bunlar mazide mi kaldı diye değerlendiriyorum. Bu anlamda, bu tasarıyı konuşurken, sizin içişlerinize karışmak gibi bir amacım değil; ama, bir siyasetçi olarak, burada, bulunan bir milletvekili olarak, siyasetin değerlerini korumak amacıyla, böyle bir şeyi söylemeyi kendime görev sayıyorum.

Yine, aynı şekilde, biraz önce, Sayın Bakanım, gündemdışı konuşmaya cevap verirken, bölge milletvekilleriyle beraber, Antalya'nın ve diğer bölgelerdeki oluşan, Rusya'nın ithalatına dayanan sistemin durdurulmasıyla ilgili toplantı yaptığını söyledi. Ben, Antalya milletvekiliyim ve bölge milletvekiliyim; Adana milletvekilleri var, Hatay milletvekilleri var, Mersin milletvekilleri var, Muğla milletvekilleri var; sanıyorum, bizi o değerlendirmenin içine almadı; hangi bölge anlamında, kapsamında düşündüyse bunu, bizi çağırma gereği duymadı. Bu anlamda, ne yapıldığına dair bir bilgimiz yok.

TUNCAY ERCENK (Antalya) - Yeni daha, yeni…

NAİL KAMACI (Devamla) - Ancak, Rusya'yla ilgili gelişmelerle ilgili bir konuyu özellikle gündeme taşımak istiyorum. Değerli arkadaşlar, bu ülkede, eski bakanımız da söylerdi, bu ülkenin ithal etmeye hakkı yok derdi; ama, kaçak et girmeye devam ederdi, kaçak narenciye ürünleri girmeye devam ederdi, kaçak domates ürünleri girmeye devam ederdi; bugün de aynı şeyler olmaya devam ediyor.

Bunu nereden biliyorsun diyeceksiniz; bakın, Kumluca Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Alaattin Aytekin'in gönderdiği bir faks var; sorunun çözümü için acil tedbir alınmasını isteyen Aytekin, Rusya'nın, bu konuda yedi aydır Türkiye'yi uyardığını, ancak, önlem alınmadığı konusunda bilgiler geldiğini söylüyor. Yine, bu sezon, narenciye ürünlerinde, Akdeniz beyazsineği konusunda sorunlar yaşandığına dikkati çeken Aytekin, ancak, Türkiye'den Rusya'ya narenciye ihracı yapılmadığını söylüyor. Aytekin, şöyle diyor: "Bu yıl narenciyede Akdeniz beyazsineğinden söz ediliyor; ancak, Türkiye'den narenciye ihracatı yapılmadı. İhracatçılarımız, başta Mısır olmak üzere, diğer Akdeniz ülkelerinden aldığı ürünü ihraç etti." Bakın, bu çok önemli; bizim ülkemizdeki narenciye ürünlerimiz Hatay'da, Mersin'de, Antalya'da ve Muğla'da duruyor; bizim ihracatçılarımız, daha fazla paralar kazanmak için Türkiye'nin itibarını düşürüyorlar; yani, Mısır'dan, Cezayir'den ve başka yerlerden narenciye ürünleri alıp, kalitesiz ürünleri, özellikle Akdeniz beyazsineği olan ürünleri alıp, bizim ülkemizin ihracatını baltalıyorlar. Bu konuda, acaba, Tarım Bakanlığı, dışticaretle uğraşan bakanlık ne yapıyor, sormak gerekiyor değerli arkadaşlar. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, biraz önce de söyledim, Sayın Bakana başarılar diliyorum; ancak, Türkiye'de, bakanların değişmesiyle eğer bazı çözümler olmuş olsaydı, bu ülkede birçok sorun şimdiye kadar çözülmüş olurdu; ancak, bu konu yapısal bir konudur, yapısal bir sorundur, sadece bakanların değişmesiyle değişebilecek, gelişebilecek, tarım ürünlerimizin kalitesini artırabilecek veya ihracatımız artırabilecek bir durum değildir.

Bunun kökeni 24 Ocak 1980 tarihî kararlarıyla atılmıştır. O zaman, Türkiye'de, ihracata dayalı bir sistem ve ithalata dayalı bir sistem çıkarılmıştır ve özellikle tarım ürünlerine uygulanan sübvansiyon kaldırılmıştır. Bunun kaldırılmasıyla beraber, öncelikle Türkiye Ziraî Donatım Kurumu, arkasından Süt Endüstrisi Kurumu, arkasından Et ve Balık Kurumu ve arkasından Ziraat Bankası…

Geçen gün Ziraat Bankası Sayın Genel Müdürüyle konuşuyorum, verdiğiniz kredilere yüksek sigorta yapıyormuşsunuz, bunu biraz düşürmek gerekir diyorum, çiftçinin adına diyorum. "Eğer bizde uygun değilse, gitsin başka bir bankada yaptırsın. Biz, kimseye, muhakkak bize gel de bizde sigorta yaptır demiyoruz ki" diyor.

Önemli olan, ülkedeki siyasete, yani, tarıma bakış açısının değişmesidir. Bunu  değiştirmediğiniz zaman, kaç bakan değiştirirsek değiştirelim, hiç önemi yok değerli arkadaşlar.

Bakın, daha geçen gün 49 tane teşvik getirilen ilde, siz, sera ürünleriyle ilgili teşvik maddesi koydunuz. Yani, bugün Antalya'nın, Muğla'nın, Mersin'in birçok yerinde hazır seralar varken, siz, olmayacak yerlere teşvik vererek, o seraların durumunu kötüye doğru götürüyorsunuz. Seracılık, eskisi gibi kâr getiren bir uğraş olmaktan çıktı. Bunun sebebi, daha seracılık mevsimi başlamadan, dışarıdan, Lübnan'dan, Suriye'den kalitesiz malların bu ülkeye girmesindendir. Hatta, İran'dan karpuz giriyor, İran'dan patlıcan giriyor. Bunların önlemini almadığınız sürece, Türkiye'deki çiftçiyi korumak mümkün değildir değerli arkadaşlar.

Şimdi, bunları söylüyorum; bakın, sadece size de söylemiyorum, 24 Ocak kararlarının sonucudur bunlar; pazzılın birleştirilmesidir bu; çiftçiyi öldürmenin son aşamasıdır bu; bunu yapmaya çalışıyorsunuz şu anda. Bir gün, geleceksiniz, burada şunu diyeceksiniz: Keşke onları yapmasaydık. Bakın, içinizden ayrılıp giden arkadaşlarımızın şu anda konuştuklarını duyuyorsunuz. Ne söylüyorlar; "çiftçiye daha fazla destek vermeliyiz" diyorlar; ama, burada otururken bunu söylemiyorlardı.

Bence, şöyle yapmak lazım: Gerçekleri burada söylemek lazım, gerçekleri buradan bahsetmek lazım değerli arkadaşlar. Yoksa, ileride, milletvekilliği bittikten sonra, herhangi bir yerde, bunları niye yapmadım diye kendimize sormak çok doğru olmayacaktır değerli arkadaşlar; çünkü, bu ülkede, şu anda tarımda uğraşan yüzde 35 kesim vardır. Bu kesim, şu anda gayri safî millî hâsıladan yüzde 12 alıyor. Hep "Türkiye'de 1 kişinin yıllık geliri 4 000 dolara çıktı" diyorsunuz ya, ben, bunun doğru dürüst paylaşıldığına inanmıyorum, hakça paylaşıldığına inanmıyorum, adaletli şekilde paylaşıldığına inanmıyorum. Tarım kesimi yoksulluğa mahkûm ediliyor değerli arkadaşlar. Tabiî, onların bir İstanbul yaklaşımı yok, onların bir Ankara yaklaşımı yok, onların bağlı bulunduğu ziraat odaları başkanlarının da yasal yönden elleri kolları bağlı, hiçbir şey yapamıyorlar. Bu anlamda, arkadaşlar, bu konuda ekonomik güçleri olmayan insanları ezmeyelim; bu haksızlıktır, bu adaletsizliktir ve bu doğru değildir. Birçoklarınızın da böyle düşündüğünü biliyorum.

Daha biraz önce Manavgat-Taşağıl'dan söylediler, buğdayın kilosu 270 000 lira, 270 000 lira…

Diyordunuz ki geçen günlerde, evet, mazot fiyatlarını düşürdük. Ben, doların artışını, düşüşünü söylemiyorum; düşürdünüz de ne oldu; saat 18.46 itibariyle mazot fiyatlarına yüzde 3,7 koydunuz, artırdınız. Saat 18.46'da, mazot fiyatlarını yüzde 3,7 artırdınız. Şimdi, azalttık diyorsunuz; ama, arkasından artırıyorsunuz; yani, kaşıkla verdiğinizi kepçeyle alıyorsunuz. Bu, doğru bir yaklaşım değil değerli arkadaşlar.

Şimdi, Tarım Sigortaları Kanunu elbette ki önemli ve gerçekten, bu konuda çalışan herkese teşekkür ediyorum, özellikle Komisyondaki arkadaşlara; ancak, bence, tarım sigortalarından önce, küreselleşmeye karşı tarım ürünlerine bir sigorta getirilmesi lazım. Bunun anlamı nedir?

Değerli arkadaşlar, 1995'te kurulan Dünya Ticaret Örgütü, bu yılın sonunda Hong Kong'ta toplantı yapacak. Bu toplantının sonucunda, daha önce 11 sektörde sınırları açtığımız, ticarî hizmetler, haberleşme hizmetleri, inşaat ve mühendislik hizmetleri, dağıtım hizmetleri, eğitim hizmetleri, çevreyle ilgili hizmetler, malî hizmetler, sağlık ve sosyal hizmetler -bu kanun tasarılarının çoğu geçti buradan- turizm ve seyahat hizmetleri, eğlence, kültür ve spor hizmetleri, ulaşım hizmetleri ve diğer hizmetler, önümüzdeki yıldan itibaren Türkiye'nin ve diğer ülkelerin, gelişme yolundaki ülkelerin, bu Dünya Ticaret Örgütüne tarım konusunda taahhütlerini bildirmesini istiyorlar.

Ben, şimdi, Sayın Bakana soruyorum: Bunun tarihi 31 Mayıs 2005'ti; yani, Türkiye, taahhütler listesini 31 Mayıs 2005 tarihinde verecekti. Verdi mi vermedi mi? Ben, bir milletvekili olarak bunu soruyorum. Bunu, ilgili yerlerden, ilgili yerlerden öğrenemedim, ilgili bakanlıklardan öğrenemedim; acaba, bunu biz verdik mi vermedik mi; tarım konusunda taahhütleri verdik mi vermedik mi, sınırları açtık mı açmadık mı? Eğer açarsak, öncelikle pancar konusunda veya et konusunda, sebze ve meyve konusunda Türkiye cennet olacaktır.

Değerli arkadaşlar, Türkiye'nin yarışabileceği iki sektör vardır; bir tekstil, bir de turizm. Diğerlerinde bizim sektörlerimize destek vermeden o sektörlerin ayakta durması mümkün değildir; hele tarım ülkesi olan Türkiye'de -AB ülkelerinin tarımı bu kadar desteklediği bir yerde- bizim çiftçilerimize destek vermeden o çiftçilerin ürünlerini kıymetlendirmek mümkün değildir. Bu anlamda, biz, dışarıdan gelen ürünler karşısında çiftçimizin ayakta durmasını nasıl sağlayacağız?! Elimizi vicdanımıza koyalım, nasıl sağlayacağız?! Çünkü, diyecek ki, ben istediğim anda Türkiye'nin herhangi bir yerinde nohut satabilirim, herhangi bir yerinde portakal satabilirim, herhangi bir yerinde başka bir şey satabilirim. Bunu nasıl önleyeceksiniz?! İmza atmışsınız; 1995 yılında, on yıl sonra bütün hizmetlerde gümrüklerin sıfırlanması konusunda imza atmışız.

Arkadaşlar, bizim ülkemizde zaten sosyal konularda sıkıntılarımız var. İşte, bu Meclis bazı komisyonlar kurdu, uyuşturucuyla ilgili, sokak çocuklarıyla ilgili. Bizim, zaten, yüzde 35'imiz, yüzde 40'ımız kırsal kesimde yaşıyor. Kırsal kesimde yaşayanları, şehrin varoşlarına getirip de, orada, gecekondularda esrarcı mı yapalım, tinerci mi yapalım, kapkaççı mı yapalım?! Bakın, bu gidişat budur, bunun sonu budur. Başka ülkelerin çocuklarına bir şey olmaz; çünkü, onlar, daha fazla kazandıkça, daha iyi oluyorlar. Kimden kazanacaklar bunu; Türkiye gibi gelişme yolundaki ülkelerden kazanacaklar veya Afrika ülkeleri gibi az gelişmiş ülkelerden kazanacaklar.

Değerli arkadaşlar, şunu iyi biliyorum: Geçmiş dönemlerde bu Parlamentoda bulunan arkadaşların birçoğunu izliyordum ve bunların birçoğu da benimle aynı şeyleri konuşuyorlardı. Ne oldu bize, ne oldu bize?! Yani, bu iktidar, Türk Halkının isteğiyle olmadı mı; bu muhalefet, Türk Halkının isteğiyle olmadı mı?! O yüzden, bizim kime verecek hesabımız var?! Bu memlekette sadece Türk Halkına verecek hesabımız var, başka kimseye yok. Bakın, şurada birbirimizle konuşamıyoruz bile, konuşurken laf atıyoruz; laf atıyoruz da, Brüksel'e laf atamıyoruz, Washington'a laf atamıyoruz. Böyle bir siyaset anlayışı olmaz.

Biz, kendi gücümüzle ayaklarımızın üstünde duracak kapasiteye sahibiz. Biz, bu dünyada hükmetmiş bir geleneğin torunlarıyız. O anlamda, Sayın Çelik, sizin konuşmalarınızı daha önce de dinledim ben, aynı şeyleri siz de söylüyordunuz burada, Refah Partisi döneminde.

Bu anlamda, bu yasa tasarısı önemli; ancak, desteği azdır. Bunun desteklerinin artırılması dileğiyle, hepinize saygılar, sevgiler sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Kamacı.

Madde üzerinde, şahsı adına söz isteyen Sayın Özkan Öksüz; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 12 nci madde üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Buraya çıkan tüm Cumhuriyet Halk Partili arkadaşlar, yasa ne getiriyor ne götürüyor, yasanın önemi nedir, bunun üzerinde hiç duran olmadı ve burada, tarım üzerinde bir hayli politikalar ürettik.

Arkadaşlar, bu yasayı, bugüne kadar hiçbir hükümet getirmemiştir, cesaret bile etmemiştir. Bu yasa, bir devrim niteliğinde bir yasadır.

FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Devrim diye ikidebir söylemeyin, ne devrimi ya! Siz devrim görmemişsiniz; devrim çok başka bir şey.

ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Arkadaşlar, sigorta yasasını hiçbir hükümet getirmemiş; sizin dahi dışarıdan desteklemiş olduğunuz hükümetler bile getirmemiştir. Bunu biz getirdik. DYP'deki arkadaşlar da konuşuyor, onlar da buraya iki üç defa hükümet oldular; hiçbiri getirmedi.

Arkadaşlar, bunu kabul edelim, bunun bir devrim yasası olduğunu kabul edelim. Bugüne kadar, hiçbir sigorta şirketi, bir dona, bir afete, bir sele ve diğer şeylere, hiçbir sigorta yanaşmadı ve sigorta yapmadı. Şu anda, devletin güvencesi altına aldık bunları.

Şimdi, demin, Nail Bey, eskiden bizim komisyondaydı…

FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Evet, çok güzel konuştu.

ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Şimdi, Nail Beye ben bir şey soruyorum:

Arkadaşlar, şu anda Avrupa ülkeleri içinde gayri safî millî hâsıladan tarıma en çok desteği veren -Avrupa dahil, Amerika dahil- Türkiye'dir. (CHP sıralarından "Oo…" sesleri)

Arkadaşlar, o zaman ben size raporu veriyorum. Bakın, bir şey söylüyorum...

BAŞKAN - Lütfen, sayın milletvekilleri…

ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - OECD ülkelerini... OECD'nin yayınlamış olduğu rapordan okuyorum.

FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Bu kadar olmaz, yapmayın yahu!..

YILMAZ KAYA (İzmir) - Bu da devrim!..

ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Lütfen… Arkadaşlar, ben bir şeyi söylerken bir şeye dayanarak söylüyorum.

TUNCAY ERCENK (Antalya) - Kürsüye dayanarak (!) söylüyorsun.

ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - OECD'nin raporundan... Tarıma ayrılan pay, gayri safî millî hâsıla içindeki pay Türkiye'de yüzde 4,41; Amerika'da yüzde 0,82; Avrupa Birliğinde yüzde 1,12'dir arkadaşlar.

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Onun yılını da söyleyin.

ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Yıl 2004…

ATİLA EMEK (Antalya) - Kelime oyunu yapmayın.

ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Kelime oyunu filan yapmıyorum. İsteyen arkadaşlara, raporun…

ATİLA EMEK (Antalya) - Yansıyan duruma bakmayalım, somut duruma bakalım.

ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Arkadaşım, bir şey söylüyorum; istiyorsanız, raporun bir fotokopisini verebilirim size.

ATİLA EMEK (Antalya) - Raporu bırak, somut şeyler söyle.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen…

ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Bakın arkadaşlar, ben size…

ATİLA EMEK (Antalya) - Yunanistan kaç lira veriyor? Amerika kaç lira veriyor pamuk üreticisine? Yapmayın yahu! Böyle yutturamazsınız.

ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Lütfen… Bakın, ben sizi dinledim, siz de beni dinleyin.

BAŞKAN - Sayın Öksüz, lütfen, Genel Kurula hitap eder misiniz.

ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Ben size raporun bir fotokopisini verebilirim.

BAŞKAN - Sayın Emek, lütfen…

Buyurun Sayın Öksüz.

ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Bakın, doğrudan gelir desteğini ben size vereyim: 2001 yılında 1,2 katrilyon, 2004 yılında 2,8 katrilyon olmuştur arkadaşlar; yani, biz hükümeti devraldığımızda 1,2 katrilyonken şu anda 2,8 katrilyon veriyoruz ve son olarak Başbakanın, gübre desteği... Gübre desteğini de açıklayacağız inşallah yakında, mazot desteğiyle, bu, 4,5 katrilyon olmuştur arkadaşlar.

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Önce mazotu söyleyin.

ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Cumhuriyet tarihinde çiftçilerimize verilen en büyük destektir. Çıksın, başka biri söylesin. (AK Parti sıralarından alkışlar)

FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Köylü niye ağlıyor?!.

ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Çıkın... Başka biriniz, burada, kalksın, konuşsun, desin, ben şu kadar verdim...

ATİLA EMEK (Antalya) - Köylere gidin, cevabını alın. Çiftçi bitti, köylü bitti…

ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Arkadaşlar, biz köylere gidiyoruz. Sizin kadar biz de köylere gidiyoruz.

ATİLA EMEK (Antalya) - Kan ağlıyor insanlar, kan ağlıyor…

FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Nereye gidiyorsunuz?!

ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Hodri meydan… Yakında herkes şeyini görecek.

BAŞKAN - Sayın Baloğlu… Lütfen, Sayın Baloğlu, dinleyelim...

ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Bakın… Bakın… O zaman, arkadaşlar, ben bir şey söyleyeyim…

ATİLA EMEK (Antalya) - Hiç bunların gerçekle alakası yok.

ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Cumhuriyet Halk Partili arkadaşlara ben bir şey söylemek istiyorum o zaman; dinleyin…

ATİLA EMEK (Antalya) - Pamuk çiftçisi bitti, narenciye bitti, ağacında kaldı.

ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Eğer biz köylüden destek alamıyorsak, bizim anketlerde düşmemiz gerekir, Cumhuriyet Halk Partisinin yükselmesi gerekir. Yok böyle bir şey!

HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU (Antalya ) - Evet, öyle oluyor.

ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Yok böyle bir şey! Var mı sizde böyle bir şey?

HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU (Antalya ) - Var tabiî.

ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Eğer böyle bir şey varsa…

ATİLA EMEK (Antalya) - Ağacında kaldı narenciye, Sayın Vekilim… Ağacında kaldı narenciye…

BAŞKAN - Lütfen, Sayın Emek…

ATİLA EMEK (Antalya) - Tamam, Sayın Başkanım.

ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Böyle bir şey varsa, herhalde gazetelerde ve şeylerde çıkar.

FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Köylülerle konuşun.

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Barajın altında kaldılar.

ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Arkadaşlar, siz şu anda…

ATİLA EMEK (Antalya) - Hiç kelime oyunu yapma!...

BAŞKAN - Sayın Emek, lütfen…

ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) Bakın, biz, şu anda…

BAŞKAN - Bir saniye Sayın Öksüz…

Sayın Emek, niye hatibin sözünü kesiyorsunuz!.. Lütfen…

ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Arkadaşlar, bakın, CHP'li tüm arkadaşlar çıktığında hiçbirimiz burada laf atmıyoruz. Bakın, biz de size bazı gerçekleri rakamlarla veriyoruz. Gerçeği rakamla veriyoruz...

ATİLA EMEK (Antalya) - Gerçek, Anadolu'da yaşıyor, çiftçi yaşıyor…

BAŞKAN - Lütfen, sayın milletvekilleri…

ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Bakın, OECD raporu burada. Burada arkadaşlar. Ben isteyen arkadaşlara... Bakın…

ATİLA EMEK (Antalya) - Siz bırakın onu; köylüye yansıyana bakın, çiftçiye yansıyana bakın!..

ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Bakın, bakın.. Arkadaş, OECD raporu… İnanmıyorsan, o zaman hiçbir şeye inanma!.. Buyur arkadaş, burada… Burada…

ATİLA EMEK (Antalya) - OECD raporunu ben biliyorum. Köylüye yansıyana bak Sayın Vekilim; perişan…

ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Köylü perişansa size oy verir, şeyleriniz yükselir. Sizin için daha iyi. Daha ne istiyorsunuz yani! Size oy verir, oy oranınız…

ATİLA EMEK (Antalya) - Göreceğiz… Göreceğiz... O hesap sandıkta görülecek… Sandıkta görülecek…

BAŞKAN - Sayın Öksüz, toparlar mısınız.

Buyurun.

ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Arkadaşlar, bakın, bu yasa, hakikaten Türkiye'nin çiftçisi için devrim niteliğinde bir yasadır. Bunu, gelin, beraberce çıkaralım, hem siz köylüyü sevindirin hem biz köylüyü sevindirelim.

Hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Öksüz.

ATİLA EMEK (Antalya) - Buğday üreticisi kan ağlıyor ya!

BAŞKAN - Madde üzerinde 2 adet önerge vardır.

Önergeleri önce geliş sırasına göre…

HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan… Sayın Başkan…

BAŞKAN - Madde üzerinde, 10 dakika süreyle soru-cevap işlemi yapılacaktır.

Sayın Koç, buyurun.

HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Öncelikle Sayın Özkan Öksüz'ün bazı sözleriyle Sayın Bakana bir soru yöneltmek istiyorum aracılığınızla. Başından itibaren... Sayın Özkan Bey, herhalde, bu yasanın geçen hafta Sayın Sami Güçlü'nün görevden alındığı sıradaki görüşmelerine katılmadı; çünkü, birtakım şeyleri, enstantaneleri kaçırdı diye düşünüyorum. Cumhuriyet Halk Partisi olarak, başından itibaren tarım ürünleri sigortası yasasını desteklediğimizi ifade ediyoruz.

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Destekliyorsunuz!.. Engelliyorsunuz!..

HALUK KOÇ (Samsun) - Efendim, yoklama istemek, desteklemek, desteklememek anlamında değildir; o, sizin içsorununuz. 360 kişilik bir grup, 135 kişiyi bulunduramıyorsa, bunun suçlusu Cumhuriyet Halk Partisi değildir. 

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Hadi canım sen de!..

HALUK KOÇ (Samsun) - Hiç konuşmayın; orada açığınız var.

Şimdi, burada, desteğimizi veriyoruz, söylüyoruz. Sadece -küçük çiftçiyle ilgili önerge gelecek şimdi- küçük çiftçinin ödeme gücünün olmadığını söyleyerek, burada, hükümetin, küçük çiftçiyi tanımlayarak, bunun sigorta priminin belli bir süre -beş yıl kadar- sübvanse edilmesi yönünde adım atmasını talep ediyoruz. Türkiye gerçekleri yönünde birtakım yapıcı eleştiriler, katkılar getirmeye çalışıyoruz; yani, burada, Sayın Bakanın bu konudaki görüşünü öğrenmek isterim; sorum bu.

Bir kere daha yineliyorum; Cumhuriyet Halk Partisi sözcülerinin, bu vesileyle tarımda yaşanan sıkıntılar konusunda söz alması ve bunları dile getirmesi sizi rahatsız etmemeli. Siz de böyle olmadığını söylüyorsunuz. Vatandaş dinler, karar verir. Onun için, bu yönde bir telaşınız olmasın. Hiç saptırmayalım da. Cumhuriyet Halk Partisi olarak, olumlu olanları destekliyoruz; ama, 135 kişiyi bulundurmak da İktidar Grubunun görevidir diyoruz.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Koç.

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Soru nerede Sayın Başkanım, soru?!.

YILMAZ KAYA (İzmir) - Soru soruldu da farkında değilsin.

HALUK KOÇ (Samsun) - Sen konuşmaktan duymadın ki…

BAŞKAN - Sayın Işık, buyurun.

AHMET IŞIK (Konya) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Vasıtanızla, Sayın Bakana şu soruları yöneltmek istiyorum:

Sayın Bakanım, 2003-2004 yıllarını içeren iki yıllık süreçte, tarımsal kredi faiz oranları 2001'de ne kadardı, 2005'te ne kadar? İki yıllık bu süreçte çiftçiye verilen destekleme miktarını net olarak almak istiyorum.

Yine, aynı şekilde, çiftçiye verilmiş olan, iki yıllık süreçteki mazot desteğini de sayısal olarak, rakamsal olarak almak istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Işık.

Sayın Bakan, buyurun.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) - Teşekkür ederim.

Doğrusu, Sayın Koç'un sorusunu…

HALUK KOÇ (Samsun) - Şimdi önergede de gelecek; küçük çiftçiye sigorta primini ödemede devletin katkısını, yardımını talep ediyoruz; birçok milletvekili arkadaşımız için de geçerli bu.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) - Teşekkür ederim.

Şimdi, öncelikle bir hususu açıklayayım. Bu sizin bahsettiğiniz husus, 13 üncü maddeyle sağlanıyor. Bizim şu anda gündemimizde bulunan, üzerinde konuştuğumuz madde 12 nci madde.         12 nci maddede bu hususlarla ilgili herhangi bir şey yok; ancak, biz, 13 üncü maddeyle, küçük çiftçilerimizi zaten tarım sigortasında önemli bir şekilde destekliyoruz. Sorunuzun... Zannediyorum bu yeterlidir.

Sayın Işık'ın sorusuna gelince. Teşekkür ediyorum. 2001'de faiz oranları yüzde 94, 2005'te faiz oranları yüzde 24.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

HALUK KOÇ (Samsun) - Ben anlamadım.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) - Ben özür dilerim.

Bir ilave... Bu arada, söz almışken, Sayın Kamacı'nın bir sorusu vardı, kürsüden, özellikle doğrudan yönelttiği için, izin verirseniz... Aslında birçok şey konuştu, belki bazılarını söylemek, cevap vermek gerekiyor. Yalnız bir hususu özellikle belirteyim.

HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Bakan, isterseniz kürsüden açıklama yapın.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) - Buradan da duyuluyor Sayın Koç.

Şimdi, Sayın Kamacı "bize taahhütler listesi 31 Mayısta verilecekti; ne oldu, verildi mi" diye ısrarla, biraz da, celallenerek sordu. Ben şunu söyleyeyim: Öncelikle bunun adı "taahhütler listesi" değil, bunun adı "tutum belgesi"dir. Onu düzelteyim ve tutum belgesi, 25-30 Mayıs arasında, Cenevre'de, Dünya Ticaret Örgütünün Tarım Komitesi çerçevesinde ileri tarım müzakerelerindeki toplantıda sunuldu. Bu tutum belgesi bu şekilde verildi. Müzakere bitmedi. Müzakere bir süreçtir ve burada, biz, gelişmekte olan ülkelerle birlikte bu tutumumuzu ortaya koyuyoruz. Aralık ayında Hong Kong'ta yapılacak Dünya Ticaret Örgütü Bakanlar Konferansına, üzerinde şu anda müzakere yapılan metin sunulacak ve orada, eğer, bir anlaşma sağlanırsa, 2007 yılında da yürürlüğe girecek.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Madde üzerinde 2 adet önerge vardır; önergeleri, önce geliş sıralarına göre okutacağım, sonra aykırılıklarına göre işleme alacağım.

İlk önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 879 sıra sayılı tasarının 12 nci maddesine aşağıdaki fıkranın eklenmesini arz ve teklif ederiz.

                  

 

Mehmet Akif Hamzaçebi

Gürol Ergin

Haluk Koç

 

Trabzon

Muğla

Samsun

 

Birgen Keleş

Necati Uzdil

Yüksel Çorbacıoğlu

 

İstanbul

Osmaniye

Artvin

 

 

Nail Kamacı

 

 

 

Antalya

 

 

"Şu kadar ki bu kanunun yayımlandığı tarihten başlamak üzere bu tarihi takip eden yıldan beşinci yılın sonuna kadar küçük çiftçilerce ödenecek sigorta prim ve bedelleri Bakanlıkça karşılanır. Küçük çiftçinin tanımı ile bu hükmün uygulanmasına ilişkin usul ve esasları belirlemeye Bakanlık yetkilidir."

BAŞKAN - İkinci önergeyi okutup işleme alıyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 879 sıra sayılı Tarım Sigortaları Kanunu Tasarısının 12 nci maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

 

Eyüp Fatsa

Nevzat Pakdil

Sedat Kızılcıklı

 

Ordu

Kahramanmaraş

Bursa

 

Mustafa Ataş

Ramazan Toprak

 

 

İstanbul

Aksaray

 

 

"Madde 12.- Kapsama alınacak bitkiler, bitkisel ürünler ve seralar, tarımsal yapılar, tarım alet ve makineleri ile çiftlik hayvanları için kuraklık, dolu, don, sel, taban suyu baskını, fırtına, hortum, deprem, heyelan, yangın, kaza ve zararlılar ile hayvan hastalıklarının neden olacağı zararların ve/veya tarım sektörü bakımından önemli görülecek diğer risklere ilişkin teminatlar Kurulun teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca belirlenir."

BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ SABAHATTİN YILDIZ (Muş) - Sayın Başkan, uygun görüşle takdire bırakıyoruz.

BAŞKAN - Hükümet katılıyor mu?

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) - Evet, katılıyoruz.

EYÜP FATSA (Ordu) - Gerekçe okunsun efendim.

BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe: Maddenin içeriğinde herhangi bir değişiklik söz konusu olmayıp, maddenin kendi içerisinde yeniden düzenlenmesi amaçlanmıştır.

BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa ve arkadaşlarının12 nci maddeyi tümüyle değiştiren önergesi kabul edildiğinden, Trabzon Milletvekili Akif Hamzaçebi ve arkadaşlarının maddeye bir fıkra ekleyen önergesini işlemden kaldırıyorum.

Şimdi…

HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, karar yetersayısını da arayın.

BAŞKAN - Arayacağım Sayın Koç.

Maddeyi kabul edilen önerge doğrultusunda oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yetersayısı vardır, madde kabul edilmiştir.

Birleşime 5 dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 21.13

 

 

YEDİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 21.20

BAŞKAN : Başkanvekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER : Harun TÜFEKCİ (Konya), Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin  110 uncu Birleşiminin Yedinci Oturumunu açıyorum.

879 sıra sayılı kanun tasarısının görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

 

VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

2.- Tarım Sigortaları Kanunu Tasarısı ve Tarım, Orman ve Köyişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/865) (S. Sayısı: 879) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.

Tasarının 13 üncü maddesini okutuyorum:

 Prim desteği

MADDE 13.- Ürünler, riskler ve bölgeler itibariyle Devlet tarafından sağlanacak prim desteği miktarları, her yıl Bakanlığın teklifi üzerine Bakanlar Kurulu tarafından belirlenir.

Prim desteğine ilişkin ödenek, her yıl bütçe kanunu ile Bakanlık bütçesinde yer alır. Bakanlık, sigorta şirketleri tarafından Havuza aktarılacak prim miktarlarını çiftçi kayıtları ile karşılaştırarak prim desteğini hesaplar ve gecikmeksizin Havuza aktarır.

 BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına ve şahsı adına söz isteyen, Ordu Milletvekili Kâzım Türkmen; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA KÂZIM TÜRKMEN (Ordu) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Tarım Sigortaları Kanunu Tasarısıyla ilgili şahsım ve Grubum adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bu tasarının belli bir kısmı burada görüşülürken, hepimizin bildiği gibi, bir görevc değişikliği oldu. Bu görev değişikliği, zaman zaman doğrudur; ama, zaman zaman da, etik açıdan son derece ilgilenilmesi, üzerinde durulması gerekir.

Bugün, burada, Sayın Koç'un sorusuna Sayın Bakanın cevap verme biçiminden, Sami Güçlü'yü, bu Meclisin çok daha fazla arayacağını üzülerek gördüm.

Değerli arkadaşlarım, bakanlar gidebilir, bakanlar gelebilir; bu, doğal bir yapıdır; ama, asıl önemli olan, o hükümetin, tarımla ilgili bakış açısı kişilere bağlanamaz; bu, bir koordinasyon biçiminde bir hükümet programıyla beraber yürütülür. Eğer, tarımla ilgili çok ciddî düşünceleriniz, çok ciddî önerileriniz, vermiş olduğunuz sözler, yerine getirilmekten uzaksa, sadece bakanların değiştirilmiş olması yeterli olmayabilir.

Bütün bunlara rağmen, ben, yine, yeni gelen sayın bakanlara görevlerinde başarılar diliyorum.

Değerli arkadaşlarım, bunları niçin söyledim; siz, hükümet olarak icranın başısınız. Bu sabah, Amerika'da bir gazetecinin Sayın Başbakana sormuş olduğu bir sorunun cevabı olarak, ülkeyi yöneten, bu milletin yedisinden yetmişine, muhalefetiyle iktidarıyla herkesten sorumlu olan bir Başbakan "Türkiye özgür olmadığı için çocuklarımı Amerika'da okutuyorum" diyebiliyorsa, bu köylünün, bu çiftçinin, daha nice insanların, umut bekleyen insanların umutlarını yerine getirme şansı var mıdır?!

Bu söz, aynı zamanda, Türkiye Cumhuriyetinin bağımsızlığına, millî varlığına, onuruna hiç yakışmayan bir sözdür. Umut ediyor ve diliyorum ki, televizyona yansıyan biçimiyle, bu söz doğru değildir.

Biz, bu yasanın genel durumuna hiç karşı değiliz. Çünkü, Cumhuriyet Halk Partisinin de seçim programında Tarım Sigortaları Yasasının çıkması vardı. Bugün burada da… Bu yasanın çıkmış olması vardı ve son derece destekliyoruz.

Ancak, desteklemek biçimi ile uygulama biçimi farklıdır değerli arkadaşlarım. Bakınız, şimdi, burada, özellikle Anadoluyu ve Karadenizi çok iyi bilmek lazım. Değerli milletvekilleri, Karadenizde ortalama kişi başına düşen toprak 10 dönümdür. Yani, bugün 10 dönümlük bir araziye sahip olan çiftçinin asıl umudu, tabiî afetlerden dolayı zarar görme endişesinin giderilmiş olmasıdır. Daha önce Sayın Başbakan ve siz açıklarken "tarım sigortası çıkacak, artık, bundan sonra çiftçimizin yüzü gülecek, afetin biçimi ne olursa olsun çiftçimiz bundan zarar görmeyecek" diye kamuoyuna deklare verdiniz, biz de bunu mutlulukla karşıladık ve destekliyoruz. Ancak, kanunun hemen 17 nci maddesinde bu desteklemenin... 2007 yılından sonra 2090 sayılı Yasanın tamamen yürürlükten kalkacağı söyleniyor. Bunun  ifade ettiği mana şudur: Bu yasa çıkarken çok iyi niyetle çıkmış gibi görünmüş olmasına rağmen, sadece halka verilen bir sözün gereğinin yerine getirilmesinden başka, ileride, bir mana ifade etmeyecektir. Bizim burada istediğimiz, küçük çiftçi dediğimiz, zor geçinen, evinde aş bulamayan, iş bulamayan insanların belli bir süre hükümet tarafından, devlet tarafından desteklenmesidir. Bununla ifade ettiğimiz şudur: Yani, çiftçilerin büyük bir bölümü buraya para ödemesin, bir katkıda bulunmasın diye asla istemiyoruz; ama, bunun bir alıştırılması var. Şimdi, Karadeniz'de özellikle çiftçinin yüzde 90'ı bu parayı ödeyemeyecektir. Peki, ödemediği zaman ne olacak: 2007'den sonra olacak en küçük bir don olayında bile zarar tazmininden yararlanamayacağı için, çok daha fazla perişan olacaktır. Cumhuriyet Halk Partisinin söyleminde değil, Tarım Bakanlığının kendi raporlarında, geçtiğimiz seneki bir don olayında sadece Karadeniz'de 700 trilyonluk bir zarar olduğunu siz hükümet olarak söylüyorsunuz. Bunun karşılığında, her yerde örnek olarak şunu söylüyorsunuz: Tüm ödenen paranın miktarı 42 trilyon civarında. Ordu İlinin -Sayın Grup Başkanvekilinin de ili- Tarım Bakanlığının tespit etmiş olduğu zararı 350 trilyon, buna karşılık ödenen para 24 trilyon. Peki, bu çiftçinin, büyük bir bölümün bundan yararlandığını kabul edelim ve 2007'den sonra böyle bir don olayı olsa, afet olayı olsa... Hele de, Karadeniz'i başka bölgelerle asla karıştırmayın. Değerli arkadaşlarım, bizde en büyük tehlike don değildir, sel değildir, bizde en büyük tehlike kuraklıktır. Dışarıdan bakan insanlar Karadeniz'i bol yağmurlu, bol yağışlı bölge olarak biliyor; halbuki, Karadeniz'de yeraltı suyu yoktur, hele temmuz, ağustos ayında onbeş günlük bir kuraklık bile tüm mahsulün yok olmasına sebep olabilir. Öyleyse burada, çiftçimizi alıştırmak bakımından da, çiftçimizi geleceğe hazırlamak bakından da mutlaka küçük çiftçiye devlet tarafından belli ölçüde destek verilmesi gerekmektedir.

Biraz önce, benden önce konuşan Konya Milletvekili arkadaşımız OECD raporlarına dayanarak, burada, sanki Cumhuriyet Halk Partililer buraya gelirken bu konuda hazırlık yapmıyormuş gibi o rapordan Türk çiftçisinin çok büyük para aldığını söyledi.

Değerli arkadaşlarım, 2005 yılı bütçesi elinizde, 2005 yılı bütçesi, çiftçiye en az pay ayrılan bütçelerden biridir. Bugün, AB'ye giriş raporuna bakınız, Türk çiftçisine ödenen paranın miktarı, Bugün OECD ülkelerinin, AB ülkelerinin onikide 1'i kadardır. Şimdi, böylesine bir az kaynağın olduğu bir yerde, Türk köylüsünün, Türk çiftçisinin şartları çok iyidir demiş olmak, en az, o insanlara karşı doğru şey yapmadığımızı gösterir, iyiyi bulamadığımızın anlamını taşır.

ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Gayri safî millî hâsılaya oranını söyleyin; saptırmayın!

KÂZIM TÜRKMEN (Devamla) - Ben sizi dinledim, siz de beni dinleyin şimdi.

Bunun önemi şudur: Türk çiftçisini, Türk köylüsünü kalkındırmadan hiçbir yere varma olanağı yoktur.

Bu maddenin birçok bölümünde elbette ki eksiklikler var, yanlışlıklar var; ama, asıl önemli olan iyi niyet gibi görünebilir; ama, bu iyi niyeti hepimizin her kanun maddesinde söylediğimiz, Plan ve Bütçe Komisyonunda, tüm arkadaşların, aslında, nitelik olarak kabul ettiği, küçük çiftçinin, hiç olmazsa beş yıl süreyle desteklenmesi, buna alıştırılması… Eğer, bu maddede vereceğimiz önerge doğrultusunda destek verirseniz ve kabul edilirse, işte, o zaman, bu sigortanın ifade ettiği mana yerini bulmuş olur ve bundan da gerçekten çiftçimiz umutlu olur.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye zengin, olabildiğine zengin ve doğal zenginlikleri çok fazla bir ülke. Cumhuriyet Halk Partisinin kurmuş olduğu GAP izleme gezisine -Güneydoğu Anadolu Projesiyle ilgili- bir grup arkadaşla beraber Güneydoğu Anadoluya gittik. Burada, Güneydoğu Anadolu Projesine bugüne kadar emek verenlere, emeği geçenlere şükran duyuyorum, hepsine saygı duyuyorum; teşekkür ediyorum.

Ancak, orada bir şeyi gördük ki, barajların büyük bir bölümü tamamlanmış; ama, sulama işlemi, hiç, ama hiç yerine getirilememiş.

Şimdi, Güneydoğu Anadolu Bölgesinden milletvekili arkadaşlarımız… Mardin'den ve başka yerdeki insanlarımızın büyük bir bölümü, sefil, perişan bir halde, Karadenize fındık toplamak için gelecekler. Yatmaya yerleri yok, çadırları yok… Yani, insanların içi sızlıyor. Öbür tarafta, bakıyoruz, henüz, sulama işlemleri tamamlanmadığı için, o güzelim ovalardaki verim boşu boşuna yatıyor.

Atatürk Barajına gittik. Değerli milletvekilleri, 8 tane türbinden bir senedir 1 tanesinin çalıştığını söylediler. Halbuki, orada kendi olanaklarıyla 650 metreye kadar yeraltına inen çiftçilerimiz, artık elektrik paralarını ödeyemediği için topraklarını satacak hale gelmişler; zaten satsalar da borçlarını karşılayamıyorlar. Orada şunu düşündüm: Bu 8 tane türbinden 1 tanesi çalıştırılmış olsaydı, çiftçilerimize ucuz elektrik verilmiş olsaydı -ki, onlar kendi olanaklarıyla bu işi yapmışlar- acaba Türkiye'nin konumu ne olabilirdi; Türkiye'nin konumu çok daha farklı olabilirdi; ama, bunlar yapılmıyor.

Bakınız, şimdi, her şey tutanaklara geçtiği için söylüyorum; geçmiş dönemlerde, çok önemlidir değerli arkadaşlarım, Devlet Su İşleri Genel Müdürlerinden bir tanesi aynen şu ifadeyi kullandı burada; bu ifadeyi kullanırken birçok arkadaşım şu anda burada, görüyorum: "Dışarıdan fazla doğalgaz alınabilmesi için Türkiye'de öylesine bir kamuoyu oluşturuldu ki, barajların suyu boşaltıldı" dedi. Bunlar, Türkiye'nin yaşamış olduğu gerçekler. Bunlardan sizler sorumlu değilsiniz; ama, şimdi, ikibuçuk yıldır… Orada elektrik 0,6 sente elde edilirken, doğalgazda 8 sente, yani 10 kata elde ediliyor. Yani, oradaki türbinlerden 1 tanesi bile çiftçinin emrine verilmiş olsa, ucuz elektrik verilmiş olsa, sizin ve Türkiye'nin sorunlarının çok büyük bir bölümü kendiliğinden orta yerden kalkmış olacak.

İşte, o bakımdan, biz, bu tarım sigortasına destek veriyoruz; ama, bunun yarın hayata geçişinde yeni sıkıntılar çekmeyelim. Nitekim, burada birçok yasa çıkarılıyor, altı ay geçmeden biz o yasaları değiştirmek zorunda kalıyoruz; ama, burada bir şey görülüyor; burada beklenen şeyin verilmesi mümkün değil. Belki Konya'nın ovaları geniştir, her bir kişiye 1 000 dönüm arazi düşebilir; ama, Karadenizde, 10 dönümün üzerinde arazisi olan insan parmakla gösterilecek kadar azdır. Türkiye'yi düşünürken, parça parça değil, bir bütün olarak düşünmek zorundayız. İşte, onun gereği olarak da, bu Mecliste, bugün, burada, hiç olmazsa, küçük çiftçilerin sigorta bedellerinin belli bir süre devlet tarafından ödenmesini yasal hale getirmeliyiz ki, Türkiye'de, gerçekten, hükümetin çiftçiye vermiş olduğu sözler yerine gelsin.

Değerli arkadaşlarım, bunları yapmazsak ne olacak?.. Doğu ve güneydoğudaki arkadaşlarımız, konuyu çok daha iyi biliyorlar; 650 metre derine inilmiş, derin kuyular açılmış, su olmadığı için; onlara, biz burada şükran borçluyuz.  Kendi olanaklarını kullanmışlar; ama, orada barajlar boş duruyor, türbinler çalıştırılmıyor, elektrik parası yüzünden tüm işlemler durmuş. Böyle bir ülkeyi düşünebilir misiniz?! Yani, kendi olanaklarımızı kullanmıyoruz, varlıklarımızın farkında değiliz. Bu varlıkları kullanmasını bilmeyen bir yapı Türkiye'yi yönetmeye talip olabilir mi?.. Bu niyetimizi, bunu yaparken iyi niyetle yapıyoruz, iyi niyetle söylüyoruz. Sadece türbinlerden               1 tanesini Türk çiftçisinin emrine verse bu hükümet, şunların hiçbirine gerek yoktur. Ümit ediyor ve diliyorum ki, bu türbinlerden, bırakın 6 tanesini, 1 tanesini dahi çalıştırır, Türk çiftçisinin emrine verirseniz, oradan elde edilecek kaynakla, tüm bu sigortaların bedellerini ödeme şansına sahip oluyoruz.

Ben, bu düşünceyle, hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Türkmen.

Madde üzerinde, şahsı adına söz isteyen, Afyonkarahisar Milletvekili Ahmet Koca; buyurun.

AHMET KOCA (Afyonkarahisar) - Değerli Başkan, çok kıymetli milletvekili arkadaşlarım; Tarım Sigortaları Kanunu Tasarısı hakkında şahsım adına söz almış bulunmaktayım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, AK Parti İktidarının, bundan önceki bakan arkadaşımızın ve bundan sonra da tarım konusunda büyük hamleler beklediğimiz Değerli Bakanımızın çalışmalarını, elbette, bu kısa süre içerisinde hemen mülahaza etmek mümkün değil. Bundan önceki Bakan arkadaşımızın Türkiye tarımı için yapmış olduğu çalışmalardan dolayı, ben, kendilerine teşekkür ediyorum; ama, takdir edersiniz ki, tarım politikaları, zor olan bir hadise. Türkiye'nin seksen yıllık cumhuriyet tarihi içerisinde, tarım politikalarını geliştirmekte ve bu tarım politikalarına cevap vermekte büyük zorluklar yaşanmıştır.

Ben, bunu, kendi bölgem olan Afyonumuzdan örnekle açıklamak istiyorum. Afyonumuzun içmesuyu problemi yüzde 90 çözülmüş; ama, sulama konusunda size vereceğim bir rakam, hepimizi şaşırtacaktır. Afyon, Anadolu'nun tam göbeğinde, tam ortasında olan bir ilimiz; ama, seksen yıllık cumhuriyet tarihi içerisinde, Afyon tarım alanının sulanabilir oranı yüzde 30. Bu ne demektir; ekim alanının ancak yüzde 30'u sulanabilir bir toprağı bu hükümetimiz devralmış; ama, bu ikibuçuk yıl içerisinde, Devlet Su İşlerimiz, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğümüz nezdinde yapılan çalışmalar sayesinde, Akdeğirmen Barajımız, pek çok sulama barajlarımız, göletlerimiz ve aynı zamanda da, benim kendi ilçem olan, kasabam olan Özburun Göletinin de projesi ihale edilmek suretiyle, sulamada bir atak yapmışız. Bu ne demektir; Türkiye çapında pek çok sulama projelerinin, gölet projelerinin hayata geçirilmesi demektir. İnşallah, bunların meyvelerini gelecek dönem içerisinde aldığımızda, çiftçilerimiz biraz daha rahat nefes alacaktır. İşte, Enerji Bakanlığımız, sulamada enerji borçlarını yeniden yapılandırmak suretiyle, yine çiftçilerimize büyük destek vermiştir. Dolayısıyla, bu sorunları hemen bir çırpıda, iki üç yıl gibi süre içerisinde çözmemizi bekleyenler elbette yanılabilir; ama "sorunları halletmede bir mesafe katetmediniz" demek, izana ve insafa sığmaz diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlar, çiftçiye destek konusunda, burada benden önce konuşan milletvekili arkadaşlarım rakamları verdiler. Dolayısıyla, sizin ekonomik göstergeleriniz içerisinde çiftçiye vereceğiniz desteğin oranı önemlidir. Bu oranı gözden kaçırmak, yine de, takdir edersiniz ki, köylümüzü, çiftçimizi yanıltmak demektir.

Görüştüğümüz tasarı nedir; tarımda sigortadır, sigorta kanunu tasarısını görüşüyoruz. Don, sel, felaket noktasında herhangi bir çiftçimiz bunlarla karşı karşıya geldiğinde, bakanlarımızın insafına bırakılıyordu; ama, artık tarım sigortası getirilmek suretiyle hiçbir çiftçimiz, hiçbir köylümüz Bakanlığımızın insafına bırakılmayacak, zararı hemen ödenmek suretiyle köylümüz bundan yararlanacaktır. Dolayısıyla, bu reform niteliğindeki kanun tasarısının hazırlanmasında emeği geçen hem bundan önceki Bakanımıza hem de şimdiki Değerli Sayın Bakanımıza ve komisyon üyelerimize buradan teşekkürlerimi arz ediyorum; buna katkıda bulunan siz değerli AK Partili İktidar milletvekillerine ve siz değerli Cumhuriyet Halk Partili milletvekillerimize teşekkürlerimi sunuyorum, hayırlı akşamlar diliyorum, saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Koca.

Madde üzerinde soru-cevap işlemi yapılacaktır.

Buyurun Sayın Koç.

HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Sayın Bakana, aracılığınızla, geçen maddede olan soruyu yöneltmek istiyorum tekrar, bir ufak açıklamayla.

Sayın Bakan, tarım sigortasında devlet desteğini gerekli kılan en önemli nedenlerden bir tanesi, doğal risklerin prim fiyatlarının çok yüksek olması ve özellikle küçük çiftçilerin ödeme güçlüğü içerisinde bulunmasıdır. Bu, Türkiye'nin gerçeği.

Yapılan çeşitli hesaplamalara göre, devletin prim desteği için ayırması gereken malî kaynağın miktarının 200 000 000-400 000 000 Yeni Türk Lirası arasında değişeceği tahmin edilmektedir.

Meclis gündemine alınmak üzere bekleyen kanunun uygulanması amacıyla da, 2005 yılı için; yani, görüştüğümüz kanunda, 2005 yılı için 30 000 000 Yeni Türk Lirası kaynak, tarım destekleri için ayrılan bütçeye konulmuştur.

Yine, 2006-2010 yılları arasını kapsayan tarım strateji belgesinde, tarım sigortası ödemeleri için yapılacak destek miktarının payı, yanılmıyorsam yüzde 5 olarak belirtilmiştir.

Şimdi, tarıma verilen genel destek miktarına bağlı olarak -herhalde Sayın Öksüz'ü de biraz çelişkiye düşürüyor bu söylediklerim- netleşecek bu destek, özellikle uygulamanın başlatılacağı ilk yıl, üretici beklentilerine cevap verecek nitelikte, primlerin en az yüzde 50'sini karşılayacak düzeyde artırılmasını düşünüyor musunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Koç.

Sayın Işık, buyurun.

AHMET IŞIK (Konya) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Aslında, önceki maddede sorduğum soruyu tekrarlamak istiyorum Sayın Bakanım; cevap alamadım.

Çiftçimize, 2003-2004 yılında toplam desteklemeden ne kadar ödeme yapılmıştır?

Aynı şekilde, çiftçimize mazot desteği ne kadar olmuştur?

İki yıllık toplam enflasyonun yüzde 27,72 olduğu süre için söylüyorum, emekli Bağ-Kurlu çiftçiye bu iki yıllık süreçte ne kadar zam yapılmıştır?

Bu üç sorumun cevabını almak istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Işık.

Sayın Bakan, buyurun.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Şimdi, küçük çiftçi meselesini, ben, biraz önce söyledim, bu küçük işletmelerle ilgili olarak.

Burada, biz, bir önergeyle, bu 13 üncü maddede, önerdiğimiz husus, Bakanlar Kurulu, işletme ölçeğini de hesaba katmak suretiyle, ürünler ve bölgeler itibariyle, bunu, her yıl Bakanlar Kurulu düzenleyecek. Burada, bir sınır koyduğumuz takdirde, bu, aynı zamanda bir kısıtlama da getirir. O yılda vuku bulan gelişmelere, ürüne, tabiî afetlere göre, Bakanlar Kurulunun, bunu, küçük çiftçilerin, küçük ölçekli işletmelerin lehine olmak üzere yüzde 100'e kadar artırma imkânı olacak.

Bu sene için, başlangıç için konulan 30 000 000 YTL, sadece 2005 yılı içindir. 2005 yılı için, bu, başlangıçta, şu safhada yeterli görünüyor; yani, eldeki kaynak bu olduğu için. Bundan sonra, önümüzdeki yıl için, yine, burada, belli bir oranda artış olacak. Mesela, bu yüzde 5'se, yüzde 6 olduğu takdirde, bunun 220 trilyona kadar çıkma imkânı olacak. Burada, imkânlar ölçüsünde…

Söylediğim gibi, bu tarım sigortası sistemi, Türkiye'de ilk defa uygulanacak; bir ilktir. Burada, önümüzde örnekler var. Dünyanın çeşitli ülkelerinde, bu alanda uygulanmış, başarılı olmuş modeller var. Bu modellerden de istifade ettik Hükümet olarak bu tasarı hazırlanırken. Mesela İspanya'da, diğer ülkelerde… Zaman içerisinde, bu konuda herhangi bir aksama vesaire olursa -tabiî, bunu esnek bırakmak suretiyle- Bakanlar Kurulu, bunları geliştirme imkânına sahip olacaktır.

Sayın Koç'un sorusunu bu şekilde cevaplamış olduğumu düşünüyorum.

İkinci soru Sayın Ahmet Işık Beyin. İzniniz olursa, onu, yazılı olarak cevaplandırmak istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Sayın Öğüt, buyurun.

ENSAR ÖĞÜT (Ardahan) - Sayın Bakanım, 6 Haziran 2003 tarihinde, çiftçi borçlarının iyileştirilmesi için bir kanun çıkardık; ancak, bu kanunda, biliyorsunuz, yüzde 10 peşin, gerisini, her yılın ekim ayında olmak üzere 3'e böldük. Bu kanundan yararlanamayan, müracaat edemeyen çiftçilerimiz var; bir de, yararlanmış, müracaat etmiş, ödeyememiş çiftçilerimiz var; bunlara da şu anda yüzde 39 civarında bir faiz uygulanıyor. Yeni bir düzenleme yaparak, Ziraat Bankasına ve tarım kredi kooperatiflerine borcu olanların, çiftçi ve besicilerimizin borçlarına bir iyileştirme getirmeyi düşünüyor musunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Sayın Öğüt, teşekkür ediyorum.

Sayın Bakan, buyurun.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) - Şimdi, tabiî, bu 2003 yılında yapılan, gerek tarım kredi borçlarına gerekse Ziraat Bankasına olan borçların yeniden yapılandırılmasındaki aksaklıkları siz söylüyorsunuz. Tabiî, takdir edersiniz ki, bu krediler bir şekilde kullanılmış kredilerdir. Yani, çiftçilerimiz bunları zamanında almış, kullanmış; ama, özel durumu sebebiyle, o dönemde Türkiye'de yaşanan ekonomik kriz sebebiyle, başka sebeplerle bu ödenememiş. Biz şimdi bir kere bunu yaptık; ama, takdir edersiniz ki, bunun, böyle, her seferinde, ödemeyenler için bir daha bir daha, yapılması, bütçe imkânlarıyla çok mümkün görülmemektedir. Eğer bu konularda herhangi bir, yani, ülkede herhangi bir sıkıntı boyutuna ulaşacak ciddî bir düzeyde olduğu anlaşılırsa, buna da Hükümet, bu konuda gerekli çalışmayı yapacaktır.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Madde üzerinde 2 adet önerge vardır; önergeleri önce geliş sırasına göre okutup, sonra, aykırılıklarına göre işleme alacağım.

İlk önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

TBMM Genel Kurulunda görüşülmekte olan 879 sıra sayılı Tarım Sigortaları Kanun Tasarısının 13 üncü maddesinin birinci fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

 

 

Eyüp Fatsa

Nevzat Pakdil

Sedat Kızılcıklı

 

Ordu

Kahramanmaraş

Bursa

 

Ramazan Toprak

Ünal Kacır

 

 

Aksaray

İstanbul

 

 

  "Ürünler, riskler, bölgeler ve işletme ölçekleri itibariyle Devlet tarafından sağlanacak prim desteği miktarları, her yıl Bakanlığın teklifi üzerine Bakanlar Kurulu tarafından belirlenir."

BAŞKAN - İkinci ve aykırı önergeyi okutup işleme alıyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Tarım Sigortaları Kanununun 13 üncü maddesinin birinci cümlesinden sonra gelmek üzere "söz konusu prim desteği çiftçinin ödediği sigorta priminin yüzde 40'ından aşağı olamaz" ifadesinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

 

 

Necati Uzdil

Haluk Koç

V. Haşim Oral

 

Osmaniye

Samsun

Denizli

 

Mehmet Parlakyiğit

M. Vedat Melik

Hüseyin Ekmekcioğlu

 

Kahramanmaraş

Şanlıurfa

Antalya

 

BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ SABAHATTİN YILDIZ (Muş) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Hükümet katılıyor mu?

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) - Katılmıyoruz.

BAŞKAN - Sayın Koç, konuşacak mısınız?

HALUK KOÇ (Samsun) - Evet, Sayın Başkan.

BAŞKAN - Buyurun.

HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Önergenin gerekçesini açıklamadan önce kısaca bir noktaya değinmek istiyorum ki, birçok milletvekilimizin 2004 Nisanında, mart ayı sonu ve nisan başında yaşanan olaylar dolayısıyla kendi bölgesini ilgilendiren bir gerçeği de bu şekilde dile getirmek istiyorum.

Bilindiği gibi, 2004 yılı mart ayının başından itibaren, değişik tarihlerde, en sonunda 4-5 Nisan günü ülkemizde meydana gelen doğal afetler ve bunların ülke ekonomisine ve çiftçisine verdiği zararlar olağanüstü boyutlara ulaşmıştı. Yapılan tespitler sonucunda 2004 yılında doğal afetlerden kaynaklanan tarımsal zararın 2 milyar Yeni Türk Lirası civarında olduğu tespit edilmişti. Ancak, üreticilerin karşılaştığı zararların tespiti, hepimizin canını sıkan, kendi bölgelerinde değişik sorunlar yaşadığımız 2090 sayılı Tabiî Afetlerden Zarar Gören Çiftçilere Yapılacak Yardımlar Hakkındaki Kanuna göre yapıldığı için, Bakanlıkça, zarar toplamı 290 000 000 Yeni Türk Lirası olarak tespit edilmişti, bu kanunun hükümlerine göre. Tespit edilen zararların karşılanması için ise, bütçeden 50 000 000 Yeni Türk Lirası kaynak aktarılmıştı. Ayrılan kaynakla tespit edilen zararların sadece yüzde 15'i ödenebilmişti. Bu, gerçek. Yani, çiftçi, 2004 yılında, değişik bölgelerde, Karadeniz başta olmak üzere, Malatya, Manisa, Ege, çok değişik bölgelerde bu söylediğim oranda büyük zarara uğramıştı.

Şimdi, bu önergeyle, tarım ürünleri sigortasının gereğinin altını bir kere daha çiziyorum ve Sayın Bakana da -gerçi Sayın Komisyon Başkanvekili çok peşinen reddetti, ama- ben sizlerin huzuruna da bu konuyu getirmek istiyorum. Şimdi, burada söylemek istediğimiz şu: 1980 sonrasında IMF endeksli tarım politikaları, son dört yıldır da, son, Türkiye'yi artık cendereye sokan uygulamaları sonucu üreticilerin en temel ihtiyaçlarını bile karşılayamaz hale gelmiştir. Yani, OECD rakamlarını sakın üreticinin yanında kullanmayın Sayın Öksüz; çünkü, onların yaşadıkları gerçeklerle o kadar uzak ki, o kadar uzak ki… Yani, bir tepki oluşur. Bundan zarar görmenizi hiçbir zaman istemem, bir dostunuz olarak.

Bu yasa, üreticiye prim ödeme yükümlülüğü getirdiğinden, devletin katkı sağlamasının gereğinin altını çizdim; bilhassa küçük üretici bakımından. Nitekim, bu gerçek, tasarıda kabul edilmektedir. Bu, sevindirici bir husustur. Sayın Bakan da vurguladılar; ancak, tasarıda verilecek prim desteğinin her yıl Bakanlar Kurulu tarafından belirlenmesi öngörüldüğünden bir belirsizlik yarattığı ortadadır. Yani, yasa görüşülürken, ben sizlerin sağduyusuna da seslenerek bunun bir netlik kazanması, küçük, düşük gelire sahip üreticinin kendisini garantide hissetmesi için bu adımın atılmasının zorunlu olduğuna inanıyorum ve arkadaşlarımla bu önergeyi onun için verdik. Bu desteğin en alt sınırını belirleyerek çiftçilere güvence vermek ve onları, tarım sigortası yaptırmalarını kolaylaştırmak ve teşvik etmek amacıyla verilmiştir.

Ben, bu gerçeği sizlerle  paylaşıyorum. Tabiî, Komisyon Başkanvekili görüşünü belirtti. Keşke daha önce konuşma fırsatımız olsaydı. Bu gerçekler çerçevesinde Yüce Meclisin, Genel Kurulun bu önergemizi değerlendirmesini tensiplerinize sunuyorum.

Saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Koç.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge reddedilmiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

TBMM Genel Kurulunda görüşülmekte olan 879 sıra sayılı Tarım Sigortaları Kanun Tasarısının 13 üncü maddesinin birinci fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Eyüp Fatsa (Ordu) ve arkadaşları

"Ürünler, riskler, bölgeler ve işletme ölçekleri itibariyle Devlet tarafından sağlanacak prim desteği miktarları, her yıl Bakanlığın teklifi üzerine Bakanlar Kurulu tarafından belirlenir. "

BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ SABAHATTİN YILDIZ (Muş) - Sayın Başkan, takdire bırakıyoruz.

BAŞKAN - Hükümet katılıyor mu?

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) - Katılıyoruz Sayın Başkan.

EYÜP FATSA (Ordu) - Gerekçe okunsun.

BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe: 

Bu önergeyle, küçük işletmelere daha fazla prim desteği verilmesinin sağlanması için Bakanlar Kuruluna yetki verilmesi amaçlanmıştır.

BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmiştir.

Kabul edilen önerge doğrultusunda maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

14 üncü maddeyi okutuyorum:

 Sigorta sözleşmeleri ve Havuza katılım

MADDE 14.- Sigorta şirketleri, tarım üreticileri ile tarım sigortaları sözleşmelerini kendi adlarına akdeder, prim ile riskin tamamını Havuza devrederler. Sigorta sözleşmeleri, Havuz tarafından belirlenen standart poliçeler üzerinden yapılır.

Havuz, devraldığı riskleri retrosesyon yapmaya yetkilidir. Sigorta şirketleri bir sonraki yıla ilişkin retrosesyon taleplerini içinde bulunulan yılın en geç 1 Kasım tarihine kadar Şirkete bildirir. Havuz tarafından hesaplanacak tahmini hasar durumuna göre yeterli retrosesyon teminatı sağlanamadığı takdirde, kalan kısma Devlet tarafından iştirak edilir. Sigorta şirketlerinin payları toplamının yüzde yüzün üzerinde gerçekleşmesi halinde, her bir sigorta şirketinin payı, toplam oran yüzde yüze inene kadar garameten azaltılır.

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına ve şahsı adına söz isteyen, Manisa Milletvekili Sayın Hasan Ören; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Ören, süreniz 15 dakikadır.

CHP GRUBU ADINA HASAN ÖREN (Manisa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tarım sigortasıyla ilgili, Grubum ve şahsım adına, söz almış bulunuyorum.

Değerli arkadaşlarım, gerçekten, çiftçinin, üreticinin beklediği bir tasarı, bir kanun. Tahmin ediyorum, üç yıldan bu yana Adalet ve Kalkınma Partisinin getirdiği en iyi kanunlardan birisi; ama, ne yazık ki, üç yıl içerisinde böylesine güzel bir kanun geldiğinde, çiftçilerin lehine üç yıl içerisinde bir kanun çıkacağı an, bakanımız değişti.

Şimdi, Sevgili Bakanımıza hayırlı uğurlu olsun diyorum; ama, bundan sonra çiftçilerle ilgili, çiftçilerin lehine bir kanun getirmeye kalkar ise, bir önceki bakana bakmasında yarar var diyorum.

Değerli arkadaşlarım, kanunu okuduğunuzda, kanun, tarımsal kesimde çalışan insanların, doğacak doğal afetlerden dolayı zarara uğradığında, zararının karşılanmasıyla ilgili bir sigorta sistemi; fakat, kanunu iyi incelediğinizde, bütün her şey yönetmeliklere bırakılmış. Kanunun içerisinde çiftçilerle ilgili hiçbir olay yok.

Bakınız, 2006'nın mahsulü şu an bu kanun kapsamında değil, 2007'nin mahsulü şu an bu kanun kapsamında değil, çıkaracak olduğumuz sigortayla ilgili değil. Niye diyecek olur iseniz; çünkü, kurum üç ay sonra kurulacak, yönetmelikler ise- bir yıldı, komisyon altı aya çekmiş- altı ay sonra kurulacak; yani, bugün itibariyle baktığınızda, yılbaşında ancak poliçeler yapılmaya başlanacak. Yani, 2005'in ürünü bitti. Eğer, poliçelerin yapılma usulü yönetmeliklerde doğru biçimde anlatılmaz ise veya şu an açıklanmaz ise, 2006'da da, dua ediyoruz, kesinlikle afat olmasın, kesinlikle doğal afetlerle bir daha tarım sektöründeki insanlar karşı karşıya kalmasın; ama, AKP'nin iktidarından bu yana, Türkiye'de, üç yıldan beri müthiş afetler oluyor.

FAHRİ KESKİN (Eskişehir) - Ne ilgisi var?!

HASAN ÖREN (Devamla) - Tabiî ki, bu afetlerin olması, AKP'yle ilgili değil, AKP'nin bir şanssızlığı, AKP'nin iktidar dönemine denk gelmesi; ama, eğer, bu konuda, gerçekten, yönetmelik doğru hazırlanır ise, yönetmelikle ilgili esaslar belirlenir ise, ancak 2007'nin ürününe denk getirebiliriz. Yani, Adalet ve Kalkınma Partisinin acil eylem planına baktığınızda, birinci yıl içerisinde, 2090 sayılı Kanun ile tarım sigortasının çıkarılacağı söyleniyor. Evet, 68 inci sayfaya baktığınızda, tarım sigortası ve 2090 sayılı Yasanın çıkarılacağı söyleniyor. Ne yazık ki, üç yıldan bu yana, sadece Manisa bölgesinde, daha önceki Bakanımıza verdiğim soru önergeleri doğrultusunda, 2003 yılında meydana gelen don ve dolu afetinden, 1 048 çiftçiye ait yaklaşık 20 796 dekar bağ alanının 9 trilyon zararı var. Sayın Bakanın söylediklerini söylüyorum. Alaşehir ve Saruhanlı İlçelerinde haziran ve temmuz aylarında meydana gelen dolu afetinden, 583 çiftçiye ait yaklaşık        10 870 dekar bağ, sebze, meyve 5,4 trilyon lira zarar görmüş.  2003 yılında 14,4 trilyon lira zarar eden çiftçilere, 2090 sayılı Kanuna göre, ödenek imkânları çerçevesinde ödemeler yapılacaktır denilmesine rağmen, Manisa ve ilçelerinde, çiftçilerimize hiçbir yardım yapılmamıştır. 2004 yılında, merkez, Salihli, Kırkağaç, Akhisar, Alaşehir, Ahmetli, Sarıgöl, Saruhanlı ve Turgutlu İlçelerinin 173 köyünde 18 643 çiftçi ailesinin 289 563 dekar bağ, kiraz ve eriklerinde yüzde 90'a varan zarar oranları görüldüğü Bakanlık tarafından tespit edilmiş. 2004 yılında, çiftçilere zararları karşısında ise, komik sayılabilecek bir rakam, 13 milyar para verilmiş. Yapılan bu komik yardım, zararın binde 1'ini bile karşılamamıştır.

MEHMET ÇERÇİ (Manisa) - Rekolte arttı ama.

HASAN ÖREN (Devamla) - 3-4 Nisan 2005 tarihlerinde, merkez, Salihli, Turgutlu, Sarıgöl, Alaşehir, Ahmetli İlçelerinde meydan gelen don afeti nedeniyle, 4 766 çitfçiye ait 100 960 dekar bağ, şeftali, erik ve kayısı bahçelerinin yüzde 80 oranında zarar gördüğüne dair afet ihbarı Bakanlığa verilmiştir. 21 Mayıs 2005 tarihinde, Manisa, Turgutlu ve Ahmetli'ye yağan dolu, geçen yıllarda olduğu gibi büyük zararlara yol açmış, en fazla zarar gören Ahmetli'nin Gökkaya Beldesi Karaköy, Seydiköy üreticileri ürününün tamamını kaybetmiştir. Son üç yılda Manisa çiftçilerinin afetten gördüğü zarar 45 trilyonu bulmaktadır. Birinci yılında, Adalet ve Kalkınma Partisinin vaat ettiği, 2090 sayılı Yasayla tarım sigortası çıkarılmış olsaydı, bu vatandaşlarımızın hiçbirisi zarar görmeyecekti.

Beş yıllık Adalet ve Kalkınma Partisinin İktidarı döneminde de bu yasadan yararlanan olmayacak. Eğer, gerçekten, bunu bir deprem sigortası gibi, bir araç sigortası gibi zorunlu hale getiremezsek, bilin ki, bundan beş yıllık iktidarınız boyunca hiç kimse yararlanamayacak.

Bakınız, önümüzde üç dört ay var; temmuz, ağustos, eylül, ekim, hasadın yapılacağı aylar. Buğdayından pamuğuna, üzümüne, bütün hasatlar yapılacak. Eğer bu altı aylık süre içerisinde, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, bununla ilgili, tüccara malını teslim eden veyahut da Ofise malını teslim eden arkadaşlarımızla ilgili, belirli oranlarda, belirli şekilde poliçelerin yapılmasına uygun yönetmeliği çok acil bir şekilde çıkarmazsa, olası, 2006'da ve 2005'in sonlarında yaşanacak afetlerle, yine, çiftçi karşı karşıya kalacaktır.

Değerli arkadaşlarım, biraz evvel, Sayın Bakanın da dediği gibi, İspanya örneği, ABD örneği, Japonya örneği -bunların örneklerini çoğaltabilirsiniz- ama, havuz sistemiyle ilgili en iyi örnek de İspanya'da yirmiiki yıldan beri uygulanıyor; ama, burada asıl olan şu: Eğer, siz, bu sigorta primlerini çok yüksek tutarsanız ve bu sigorta primleriyle ilgili, tarımsal alanda çalışan ve tarımsal alanda üretim yapan insanlara, gelin, bağınızı, tarlanızı ve ürününüzü sigorta yaptırın derseniz, inanın, on yıl içerisinde Türk çiftçisini sigorta etmek mümkün değildir. Burada zorunluluk esas olması gerekli. Yani, deprem sigortası nasıl ki zorunlu hale getirildiyse, eğer bir aracınız varsa, aracınızın trafik sigortası zorunlu hale geldiyse, acilen bir iki ay içerisinde, bugünkü hasadın satılmasıyla ilgili, çıkacak olan ürünün satılmasıyla ilgili, bunu, muhakkak, ofisler, kooperatifler, birlikler veya tüccar bir şekilde sigorta kapsamına almalı. Almadığı an, kesinlikle yine bu afetlerle karşı karşıya kalacağız.

Değerli arkadaşlarım, biraz evvel dediğim gibi, yönetmelikler çok önemli, bu yönetmeliklerle ilgili hiçbir şey yok kanunun içerisinde ve bakanlık, bunu altı ay içerisinde düzenleyeceğini ve açıklayacağını söylüyor. Ben inanıyorum ki, bu çıkacak kanun, eğer gerçekten yönetmelikleri de, diğer ülkelerde olduğu gibi, şu an sıkıntıda olan Türk çiftçisinin ekonomik koşullarına göre poliçelere ve sigorta kapsamına alınması sağlanırsa, Türk çiftçisi bir soluk alacak; ama, gerçekten, eğer, siz, bunu zorunlu hale getirmezseniz, bizler bunu zorunlu hale getirmezsek, bilin ki, yıllar boyu Türk çiftçisiyle ilgili hâlâ daha sıkıntılarımız devam edecek.

Biraz evvel arkadaşlarımız demişti, efendim, geldiğimizden bu yana, tarımsal alanda çalışan arkadaşlarımıza, tarımsal alanda çalışan üreticilerimize destek olduk. Nasıl bir destektir, yani, mazot parasıyla ilgili… Bazen televizyonlarda çanak sorular vardır, televizyona çıkarsınız, işte, karşılıklı sorular hazırlanır. Sevgili Konya Milletvekilimiz de bakana soruyor buradan: "Efendim, mazot ne kadar verdik?" Ben söyleyeyim ne kadar verdiğinizi; 600 trilyon verdiniz; ama, doğrudan gelir desteğinden keserek verdiniz. (CHP sıralarından alkışlar)

ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Doğrudan gelir desteğinden kesinti olur mu?

HASAN ÖREN (Devamla) - Yani, Türk çiftçisinin, sakın ola, bizim kadar düşünemediğini zannetmeyin. İnanın, bizden daha iyi hesap yapıyor. Yani, 3 katrilyonluk doğrudan gelir desteğinin içerisinden 600 trilyonunu kesip, bunu mazot desteği olarak vermeye kalktığınızda, inanın, bizlere farklı şekilde bakıyor.

Bakınız, bir de şu var. Eğer 8 000 000, 10 000 000…

MEHMET ÇERÇİ (Manisa) - Doğrudan gelir desteğini kaç paraya çıkardığımızı da söyle.

HASAN ÖREN (Devamla) - Sevgili Mehmet Çerçi, sizinle televizyona çıktık, bunu bir hayli konuştuk, burada o konuştuklarımı anlatmayayım.

MEHMET ÇERÇİ (Manisa) - Anlat, anlat…

HASAN ÖREN (Devamla) - Televizyona katılan 20 katılımcının 20'si de, Adalet ve Kalkınma Partisinin tarımsal alanda sıfır olduğunu söyledi; hatta, siz de sinirlendiniz, sinirlenmekte de haklısınız; çünkü, gerçekten, tarımsal alanla ilgili bir şey vermediniz. Tarımsal alanla ilgili bir şeyleri vermiş olsaydınız, burada daha rahat olacaktınız.

Peki, gerçekten, siz tarımsal alanda bir şeyler verdiyseniz -bunu verenin başında da Tarım Bakanı var. Yani, tarımsal alanda bu kadar başarılısınız;  Tarım Bakanının- bildiğime göre geçmişiyle ilgili hiçbir şaibesi yok, yani, dosyası falan da yok- bu kadar başarılı Tarım Bakanını niye değiştiriyorsunuz?!

MEHMET ÇERÇİ (Manisa) - Koltuklar baki değil.

HASAN ÖREN (Devamla) - Haa, şunu yapamazsınız: Bu kadar AKP'nin yanlışlığını, AKP'nin tarımsal kesimdeki insanların ceplerinden aldığını, sadece bir bakana yükleyemezsiniz. Bu, Adalet ve Kalkınma Partisinin anlayışıdır, görüşüdür, IMF'nin sizden istediğidir, yapmak zorundasınız. Yani, dün söylediğiniz gibi, o hain olarak düşündüğünüz, o kan emici olarak düşündüğünüz IMF'yle, bugün kol kola girmek, omuz omuza yürümek durumundasınız. Bunu, açıklıkla söyleyemiyorsunuz; söyleyemediğinizden dolayı da sıkıntı var içinizde.

MEHMET ÇERÇİ (Manisa) - Türkiye ekonomisi…

BAŞKAN - Sayın Çerçi, lütfen... Lütfen, Sayın Çerçi…

HASAN ÖREN (Devamla) - Değerli arkadaşlar, tarımsal alanda çalışan hiçbir insan şu an mutlu değil. Ben Manisa Milletvekiliyim. Manisa'nın toprakları çok verimlidir, tarımsal alanda Türkiye'nin birinci sınıf topraklarına sahip olan bir ildir. Sevgili Manisa milletvekillerimizle de biz sık sık bir araya geliriz. Hatta, geçen dönem, bundan bir ay önce kararlaştırmıştık. Köye gidecek, köylünün olduğu yerde açıkoturum yapacaktık milletvekilleriyle. Ne yazık ki, köye gitme fırsatı olmadı. Ben hazırdım, Manisa milletvekilleri hazırdı; ama, Adalet ve Kalkınma Partisinin milletvekilleri, köye gitmeye hazır değildi. (AK Parti sıralarından gürültüler)

İSMAİL BİLEN (Manisa) - Daha yeni geldik köyden! Bakın, Alaşehir'deydim, Sarıgöl'deydim, Kırkağaç'taydım, Soma'daydım. Doğru söylemiyorsun!

HASAN ÖREN (Devamla) - Değerli arkadaşlarım…

BAŞKAN - Lütfen, Sayın Bilen…

HASAN ÖREN (Devamla) - Doğru söyleyip söylemediğimi, Sayın Milletvekilim, bu kürsüye gelirsiniz, bu kürsüde anlatırsınız. Biraz sonra telefonlarınız çalmaya başlar. Zaten, tahmin ediyorum, tarımsal kesimden gelen şikâyetler telefonlarınızı bile kapatmaya yetiyor. Gerçekten tarımsal alandaki müthiş şekildeki bu gelir düşüşünü, sefaleti görmüyor iseniz, inanın siz oralara gitmiyorsunuz, ciddî söylüyorum, gitmiyorsunuz.

MEHMET ÇERÇİ (Manisa) - Her hafta oradayız.

HASAN ÖREN (Devamla) - Eğer gidiyorsanız, orada bunları konuşmanız mümkün değil.

İSMAİL BİLEN (Manisa) - Her hafta oradayız!

MEHMET ÇERÇİ (Manisa) - CHP…

HASAN ÖREN (Devamla) - Üzüm bir felaket, pamuk bir felaket, buğday bir felaket, nasıl gidersiniz, ne söylersiniz; kusura bakmayın, IMF bizden böyle istedi; ama, biz IMF'yle artık anlaşma yapmayacağız, 2007'yi bekleyin mi diyeceksiniz?!

İSMAİL BİLEN (Manisa) - Beraber gidelim, bu hafta sonu da oradayım.

BAŞKAN - Sayın Bilen, niye müdahale ediyorsunuz?!

HASAN ÖREN (Devamla) - Nereye isterseniz gidelim.

Değerli arkadaşlarım, gerçekten, tarımsal alanda şu an Adalet ve Kalkınma Partisi bir zafiyet yaşıyor. Peki, tarımsal alanda yaşadığı zafiyet, başka kesimlerde yok mu? Her kesimde var; ama, ısrarla bunu görmezlikten gelir iseniz…

MEHMET ÇERÇİ (Manisa) - Barajın altındasınız!

HASAN ÖREN (Devamla) - Bunu görmezlikten gelir ve sıraların arasından laf atmaya kalkar iseniz, tahmin ediyorum, bu, sizin bir daha buraya gelmenizi sağlayamayacak.

MEHMET ÇERÇİ (Manisa) - Ekonomik verilere bakın!

HASAN ÖREN (Devamla) - Tahmin ediyorum, Mehmet Bey, o koltukta bir şey var; o koltuğa kim oturursa, kadrolu laf atıcı oluyor!

BAŞKAN - Sayın Ören, lütfen, Genel Kurula hitaben konuşur musunuz.

HASAN ÖREN (Devamla) - Yani, bu koltukta kim oturursa, kadrolu laf atıcı... Yani, bu kadrolu laf atıcılıktan dolayı bir daha milletvekili olunmaz; ben, bunu açıkça söyleyeyim. Çalışacaksınız, köylere gideceksiniz, o köylerdeki üzümü, pamuğu, fındığı, tütünü göreceksiniz; o gördüklerinizle kafanızda bir muhakeme yapacaksınız. Şu an tarımsal alanda bir felaket yaşanmaktadır. Bu felaketin önlemini almak durumundasınız. Bu yasa gerçekten doğru bir yasadır; bu yasaya Cumhuriyet Halk Partisi olarak sonuna kadar destek veriyoruz; ama, bu yönetmelik hazırlanırken mümkün olduğunca yönetmelik tarım kesiminde çalışan insanların gelirlerine koşullandırılmalı, uyarlanmalı ve en önemlisi de bu yıl ürünlerini vatandaşımız sattığında nasıl yapılacaksa, nasıl bir çözümü varsa bu ürünlerden sigorta poliçeleri hazırlanmalı ve önümüzdeki yılın mahsulü sigortalı hale gelmeli.

Değerli arkadaşlarım, tarım kesiminde gerçekten bu sıkıntı var; bu sıkıntıyı inşallah bu kanunla biraz daha iyi bir hale getireceğiz.

Hepinize teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - AK Parti Grubu adına, Manisa Milletvekili İsmail Bilen; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA İSMAİL BİLEN (Manisa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gecenin bu ilerleyen saatinde hepinizi hürmetle, saygıyla selamlıyorum.

Değerli Manisa Milletvekili arkadaşımızla biz televizyon programı yaptık, doğrudur; ama, 20 kişinin aradığı yönündeki iddiaları doğru değildir. O televizyon programının kayıtlarını alır inceleriz. Arayanların da en az 100'e yakını da bize mesaj geçmişlerdir "size ulaşamıyoruz, televizyona ulaşamıyoruz" diye. Belki de programlanmış bir hadiseydi. Kaldı ki, Manisa'da yapılacak her toplantıda biz hazır olduk, her toplantıya da hiçbir mazeret öne sürmeden gittik…

HASAN ÖREN (Manisa) - Sizin istediğiniz köye, söz verin, gidelim.

BAŞKAN - Sayın Ören, lütfen...

İSMAİL BİLEN (Devamla) - Bakın, sizin arkadaşınız, ismini vermeyeceğim; ama, o toplantıya sizin arkadaşınız katılmamıştı.

BAŞKAN - Sayın Bilen, maddeyle ilgili Genel Kurula hitap eder misiniz. Lütfen...

İSMAİL BİLEN (Devamla) - Ama, Sayın Başkan, itham vardı, ithama cevap veriyorum.

ATİLA EMEK (Antalya) - Köyü söyle?

HASAN ÖREN (Manisa) - Hangi köyde? Köyü söyle...

İSMAİL BİLEN (Devamla) - Değerli arkadaşlar, biz, Mehmet Çerçi arkadaşımla birlikte bu hafta Manisa'daydık, Manisa'da halkla birlikteydik.

Yine, Alaşehir'de Ticaret Borsası Başkanımızın daveti üzerine oraya gitmiştik, gümrükle ilgili bir çalışma vardı. Türkiye'nin de önünü açacak, o bölgenin de insanına hizmet edecek bir gümrük açılması konusunda teşebbüsümüz, girişimimiz vardı, ondan da netice aldık. Özellikle Kürşat Beye de huzurlarınızda teşekkür ediyorum. Türk tarımına da büyük bir hizmetti.

Yine, bu kanunla, Türk üreticisine, Türk tarımcısına, tarım sektörüne ciddî anlamda katkılar sağlanacak. Kırk yıllık, elli yıllık birikmiş sorunları neden bugün çözmüyorsunuz veya bugüne kadar neden çözmüyorsunuz derseniz, bunda da haksızlık yapmış olursunuz. Değerli dostlar, bugüne kadar yapılmamış olanı yapıyoruz.

Manisa'dan geliyorum. Bakın, söylüyorum, gittiğim bölgeleri de söylüyorum, katıldığım programları da söylüyorum. Soma'dan saat 03.00'te döndüm, Kırkağaç'tan saat 24.00'te döndüm, Alaşehir'den de saat 17.00- 18.00'de döndüm. Vatandaşla biz bir aradayız, üreticiyle iç içeyiz ve bugün, ilk defa pamuk priminden dolayı bize teşekkür etmişlerdir üreticiler.

Bugüne kadar pamuk üreticisine verilmeyen 228 000 liralık bir destekle tarım sektörünün sıkıntıları, pamuk sektörünün sıkıntıları giderilmeye çalışılmıştır.

Yine, bölgemizin büyük birliklerinden olan Tarişin her toplantısında, biz, bölge milletvekilleri, iktidar milletvekilleri hep hazır olduk. İktidar milletvekilleri diyorum; ama, muhalefetten hiç kimse yoktu o toplantılarda. Yine, partiliniz olan pamuk…

HASAN ÖREN (Manisa) - Hangi köye gideceğiz, onu söyle... Hangisine istiyorsan, söz ver, gidelim.

BAŞKAN - Sayın Ören, lütfen… Lütfen, Sayın Ören…

İSMAİL BİLEN (Devamla) - Bakın, bu hafta sonu da ben oradayım, her hafta sonu oradayım, önümüzdeki hafta sonu da oradayım.

HASAN ÖREN (Manisa) - Senin istediğin köye gidelim, hangisiyse söyle…

BAŞKAN - Sayın Bilen…

İSMAİL BİLEN (Devamla) - Ne zaman isterseniz, istediğiniz yerde…

BAŞKAN - Sayın Bilen…

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Yerini söyleme, provakasyon olur.

İSMAİL BİLEN (Devamla) - Evet, değerli dostlar, pamuk üreticisinin bize, hakikaten ciddî anlamda teşekkürü vardı. İlk defa kendileriyle muhatap olan, kendilerinin sorunlarıyla, dertleriyle ilgilenen bir iktidara sahip olduklarını… Bakın, dünya görüşü bizden farklı olan, siyasî tercihi bizden farklı olan, yine, üretim birliği başkanının basın huzurunda yaptığı bir teşekkürdür bu.

Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener'e, yine, Sanayi Bakanımıza, yine, Tarım Bakanımıza bizatihi sorunlarını aktarma imkânı ve fırsatı bulmuştur Manisa milletvekilleri aracılığıyla.

Evet, değerli vakitlerinizi aldığım için özür diliyor, hepinize saygılar sunuyorum.(AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bilen.

Madde üzerinde, şahsı adına söz isteyen Özkan Öksüz; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; tasarının 14 üncü maddesi üzerinde söz almış bulunuyorum; hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Şimdi, bundan önce çıkan arkadaşımız, AK Parti Hükümeti…

BAŞKAN - Sayın Öksüz, lütfen... Madde üzerinde konuşacaksanız, buyurun.

ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Madde üzerinde konuşuyorum Başkanım.

BAŞKAN - Sataşmayla ilgili söz almadınız Sayın Öksüz.

ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Sataşma yapmayacağım Başkanım.

Hükümet olarak çiftçiye hiçbir desteğin verilmediğini ima etti.

Arkadaşlar, ben, buradan size birkaç tane rakam okuyacağım; lütfen, CHP'li arkadaşlarımız yazsın.

YILMAZ KAYA (İzmir) - OECD raporu!..

ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Şimdi, kooperatifler aracılığıyla AK Parti Hükümetinin yıllar itibariyle vermiş olduğu küçük ve büyükbaş hayvan desteğini buradan sizlere zikredeceğim. Bakın, bundan önceki hükümetlerde, 2000 yılından önce, yıllık 30-35 kooperatif aracılığıyla 2 000 ile 3 000 arası küçük ve büyükbaş hayvan desteği verilmekteydi. Bakın, bu hükümet geldikten sonra neler olmuş, okuyorum: 2003 yılı, büyükbaş hayvan 5 600, küçükbaş hayvan 3 900. 2004 yılına gelelim…

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Dikkat edin; bakın şimdi, bakın!

ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - …büyükbaş hayvan 28 852, küçükbaş hayvan 78 000 arkadaşlar. (CHP sıralarından gürültüler)

HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU (Antalya) - Hayvancılığı yok ettiniz, hayvancılığı öldürdünüz!

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen…

ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - 2005 yılının ilk beş ayını size hatırlatayım: Büyükbaş hayvan 6 130, küçükbaş hayvan 11 700.

Arkadaşlar, bunları bir alt alta toplayın; 133 000 adet ediyor. Hani hayvancılığı bu hükümet öldürmüştü?! Hayvancılığı bu hükümet kalkındırıyor. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bu hükümet, bu hükümet…

HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU (Antalya) - Etin kilosu kaç para?..

ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Bu hükümet, daha önceki hükümetlerin tamamen yok etmiş olduğu hayvancılığa, şu anda vermiş olduğu destekler… Eğer, siz, bu rakamlara da karşı geliyorsanız, o zaman, size  diyecek hiçbir şeyim yok.

YILMAZ KAYA (İzmir) - Yemden bahset biraz, yemden…

ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) -Haa, onu da söyleyeyim.

HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU (Antalya) - Yem fiyatından bahset…

ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Bakın, arkadaşlar, ben bir konuya daha geleceğim…

ENSAR ÖĞÜT (Ardahan) - Kaçak hayvanı da çoğalttılar.

ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Bir konuya daha geleceğim, dinleyin. Bakın, biz, aşağı yukarı 40 000 süt ineği dağıtmışız, 40 000. Bakın, Türkiye'de, daha önce, bu karasığır cinsinden olan ineklerimiz, günde 2 ilâ 3 litre süt veriyordu…

TUNCAY ERCENK (Antalya) - Gel vatandaş, gel!..

ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Şimdi, bizim dağıttığımız inekler, 20 ilâ 25 kilogram süt veriyor arkadaşlar; bunu, 40 000'le çarptığınızda, günde 1 000 ton süt eder.

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Süt kaç lira?..

ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Günde 1 000 ton süt ediyor…

Onun da rakamını vereyim ben size.

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Süt kaç lira söyle bakayım… Süt kaç para?..

ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Geleceğim, geleceğim…

Şimdi, karasığırda, günde, aşağı yukarı, bir karasığır 3 kilo yem tüketiyor, 3 kilo, 4 kilo yem tüketir ve verdiği süt 3 kilo, 4 kilo; yani, verdiği süt yediğini karşılamıyor; ama, bizim dağıttığımız hayvanlar, 20 ilâ 25 kilo süt veriyor, yediği 5 kilogramdır. Artırdığı 15 kilogram süttür arkadaşlar; rakam bu, aradaki rakam bu. İşte, sütün fazlalığı da arz ve talep meselesidir Türkiye'de; fazlalık da, buradan geliyor. Bizim hükümetimiz, bu fazlalığı da, merak etmeyin, düşünüyor, bir şeyler yapacaktır.

Arkadaşlar, bakın, hayvancılık, biz geldiğimizde… 2004 yılında yüzde 250 oranında, yani, yüzde 250 oranında desteği yükselttik. Yüzde 250… Bak, bir rakam veriyorum, 247 trilyondan 662 trilyona yükselttik arkadaşlar; yani, bu destek değilse el insaf derim yani… (AK Parti sıralarından alkışlar) Eğer, 247'yi, 662'yi birbirinden ayırt edemiyorsak, o zaman insafınıza bırakıyorum!

Bu hükümet…

YILMAZ KAYA (İzmir) - Yem fiyatlarını söyleyecektiniz, yem fiyatlarını…

ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Arkadaşım, yem şu anda 350 ile 400 lira arası. Sütün de o kadar. Eskiden karasığır 3 kilo süt veriyordu, 4 kilo süt veriyordu; şu anda çiftçimiz, iki inekten 50 kilo süt almakta, ne diyorsunuz siz!.. Bu 50 kilo sütten, şu anda…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU (Antalya) - Çok atıyorsun Sayın Öksüz, hesaplı konuş!...

BAŞKAN - Sayın Öksüz, lütfen toparlar mısınız.

Buyurun.

ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Arkadaşlar, tarım sektörünün geliştirilmesi amacıyla, AB'yle uyum da gözetilmek suretiyle, sektörün kalkınma hedef ve stratejileri doğrultusunda da, 2006 ile 2010 yıllarını kapsayan Tarım Stratejisi Belgesi de bu hükümet tarafından hazırlanmıştır ve şunu iddia ediyorum, birkaç yıl içinde, Türkiyemiz, eski hayvancılık ve eski hayvan gücüne ulaşacaktır ve elde edeceği süt de eskinin 5-6 katı olacaktır.

Hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Öksüz.

Madde üzerinde soru-cevap işlemi yapılacaktır.

Buyurun Sayın Işık.

AHMET IŞIK (Konya) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum. Vasıtanızla, Sayın Bakanımıza şu soruları tevdi etmek istiyorum:

Sayın Bakanım, mazota verilen destek bütçeden mi verilmektedir, yoksa doğrudan gelir desteğinden mi sağlanmaktadır?

Kooperatiflere sağlanan destek; 2002 yılında 50 kooperatife 22 trilyon TL, 2004 yılında ise 234 kooperatife 180 trilyon TL destekleme yapılmıştır. Prim ödemelerinde ise ağırlık pamuk ve yağlı tohumluk bitkilerin üretimine verilmiştir. Zira, her yıl, petrolden sonra en önemli döviz çıkışı bu gruptaki ürünlerde olmaktadır. Burada da 2003 yılındaki prim tutarı 282 trilyon TL, 2004 yılındaki prim tutarı ise 600 trilyon TL olmuştur. Hayvancılıktaki destekleme ise; 2001 yılında 48 trilyon, 2002 yılında 75 trilyon, 2003 yılında 130 trilyon ve 2004 yılında ise 540 trilyon olmuştur.

Sayın Bakanım, bu geçmiş yıllardaki -özellikle bu iki yılı kastediyorum- artan orandaki destekleme 2005 ve 2006'da devam edecek midir?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Işık.

Sayın Eraslan, buyurun.

MEHMET ERASLAN (Hatay) - Sayın Başkanım, aracılığınızla Sayın Bakanıma bir soru yöneltmek istiyorum.

Türkiye'de 10 hektardan az araziye sahip olan çiftçimizin sayısı çok fazla, oransal açıdan, toplam arazi miktarının yüzde 42'si. Dolayısıyla bu kanun kapsamından istifade ettirmek üzere, küçük çiftçimize, yoksul çiftçimize belirli bir süre sigorta priminin devlet tarafından veya Bakanlığınızın bütçesi marifetiyle destek vermemiz mümkün mü? Çünkü, küçük çiftçilerimizin, yani 10 hektardan az araziye sahip olan çiftçilerimizin toplam araziler içerisindeki payına baktığımız zaman gerçekten yekûn tutuyor ve bunlar geçimini zaten zor temin etmekle beraber, tarım sigorta primini ödeme noktasında büyük güçlükler, zorluklar çekeceklerdir diye düşünüyorum. Bu konuda bir tedbiriniz, bir önleminiz var mı?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Eraslan.

Sayın Melik, buyurun.

MEHMET VEDAT MELİK (Şanlıurfa) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Başkanım, aracılığınızla Sayın Bakana bir soru yöneltmek istiyorum.

Tarım Sigortaları Kanunu Tasarısı görüşülmeye başlandığı zaman, geçen hafta, ben Sayın Tarım Bakanına bir soru yöneltmiştim "Urfa İlinde Toprak Mahsulleri Ofisi merkezleri ne zaman alıma başlayacak" demiştim. Malumunuz, o bölgede arpa hasadı bitti, buğday hasadı da son sürat ilerliyor. Şimdi, Sayın Bakanımıza, hem görevinde başarılar diliyorum hem aynı soruyu bir hafta sonra kendisine yöneltiyorum; çünkü, Urfa'da Ofis alım merkezleri alıma başlamadı, açılmadı. Akçakale'de ve

Şanlıurfa merkezde, acaba Toprak Mahsulleri Ofisleri alım yapacak mı, yapmayacak mı? Yapacaksa, ne zaman başlayacak?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Melik.

Sayın Öğüt, buyurun.

ENSAR ÖĞÜT (Ardahan) - Sayın Bakanım, biraz önce Adalet ve Kalkınma Partisi sözcüsü, biz, inek dağıttık, hayvan dağıttık, hayvancılık da çok gelişti dedi. Kimlere, ne kadar inek verildi? Damızlık mı verildi, süt ineği mi verildi veya ne gibi hayvanlar verildi, onu öğrenmek istiyorum.

Türkiye'ye kaçak gelen hayvan var mı? Kaçak gelen hayvanın dışında, gemilerle kaçak gelen et var mı? Bunun bir cevabını rica ediyorum ve bunu sözlü verebilirseniz, Sayın Bakanım…

Sayın Grup Başkanvekilim, ben, Bakana soru soruyorum, eğer müsaade ederseniz.

Sayın Bakanım, tekrar edeyim; kaçak giren hayvan sayısı var mı? Veya gemilerle gelen kaçak et var mı? Hayvan dağıtıldıysa, damızlık ne kadar, kimlere dağıtıldı, hangi bölgelere, hangi illere? Süt ineği hangi bölgelere, hangi illere dağıtıldı? Bunu, sözlü de verebilirsiniz, yazılı da olabilir efendim.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Öğüt.

Soru sorma süresi tamamlanmıştır.

Buyurun Sayın Bakan.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Önce, Sayın Işık'ın sorusuyla başlamak istiyorum. Şimdi, 2005 yılında, esasen, Manisa Milletvekilimizin biraz önce kürsüde yaptığı açıklamayla da ilgili bu ve bu, doğru bir açıklama değildi; çünkü, 2005 yılındaki tarımsal destekleme bütçesine ilaveten; yani, mazot desteği, açıklanan buğday primi, kooperatiflere kullandırılan kredi ve diğer bu tür desteklerin tamamı, doğrudan gelir desteği parasının dışındadır. Bütçeden ayrıca verilen, ayrıca ödenecek olan bir paradır. Bunun, doğrudan gelir desteğiyle bir ilişkisi yok. İşte, doğrudan gelir desteğinin 600 bilmem ne kadarını ayırıp, mazot parası diye veriliyor denildi. Bu ifadeye açıklık getirmek istiyorum.

Aynı zamanda bu, Sayın Işık'ın sorusudur. Bunu da, bu şekilde cevaplamak istiyorum.

Bunun dışında, Sayın Eraslan'ın sorusu var. Sayın Eraslan, sorusunda, küçük çiftçilerle ilgili olarak bir açıklama yaptılar, 10 hektardan bahsettiler. Tabiî, onun kastettiği, esasen, işletme büyüklüğü itibariyle 10 hektar değil 10 dekardır. Bu da, toplam tarımsal işletmelerin neredeyse yüzde 80'ine tekabül etmektedir.

Değerli arkadaşlar, burada, biz, yeni bir kanun ihdas etmeye, yeni bir sistem kurmaya çalışıyoruz. Bunun adı sigorta kanunudur; tarım ürünlerini sigortalıyoruz. Bu işin tabiatı gereği, bu işin tanımı gereği, eğer biz, bir yerde bir sistem işleteceksek, burada, sigortayla ilgili olarak, bu gönüllülük esasına dayanmak zorundadır. Çünkü, mesele, burada, sadece prim de değildir -yani, tut ki, primi, bir şekilde, bir yıl aldınız, bir yerden bir kaynak buldunuz ve bunu karşıladınız- sigortacılıkta mesele, sadece primi karşılamakla bitmiyor; bunun, bir de teminat kısmı vardır. Sigorta kanununda, tarım sigortasında, mutlaka bu gönüllülük olmalı, dünyanın her yerinde de tarım sigortaları bu şekilde yapılmakta ve mutlaka, herkes, sigorta ettirdiği, çeşitli afetlere karşı sigorta ettirdiği ürünü için de bir prim ödemektedir. Burada bizim yapacağımız şey şudur: Biz, elbette ki, bu ülkedeki küçük çiftçilerin ödeme durumlarını, gelir durumlarını biliyoruz. Biz, burada, biraz önceki maddede önergeyle koyduğumuz şeyi, küçük işletmelerin prim yüzdelerini, onlar için ödenecek olan primleri  Bakanlar Kurulunun takdirine -işletme ölçeğine göre- bırakmak suretiyle, bu esnekliği de zaten onlar lehine getirmiş oluyoruz.

Bunun dışında, dediğim gibi, yani, esnek olacak, zaman içerisinde bununla ilgili herhangi bir sıkıntı olduğunda, aktuaryel çalışma aşamasında eğer herhangi bir sorun varsa, hükümet, buna karşı tedbir alacaktır.

Sayın Ensar Öğüt'ün sorusuna -çok geniş, kapsamlı bir soru; hayvan kaçakçılığından et kaçakçılığına kadar, sigorta dışında bütün konuları ihtiva ettiğinden dolayı- izniyle, ben yazılı olarak cevap vermek istiyorum.

Şanlıurfa Milletvekilimiz Sayın Vedat Melik'in sorusuna da şu anda cevap veriyorum; geçen hafta gerçi sorusunu sormuş. Şanlıurfa'da Toprak Mahsulleri Ofisi alıma başladı ve işyerleri de açıktır. Eğer buğdayı varsa veya yakınlarının, bildiklerinin buğdayları varsa, oraya götürebilirler.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

15 inci maddeyi okutuyorum:

 Reasürans

MADDE 15.- Şirket, Havuz tarafından üstlenmiş olunan risklerin transferi amacıyla ulusal ve uluslararası sigorta, reasürans, sermaye ve benzeri piyasalardan sigortacılık tekniğinin gerektirdiği şekilde ve yeterli düzeyde koruma temin etmek amacıyla yerli ve yabancı şirket veya kuruluşlarla Havuz adına reasürans anlaşmaları yapabilir.

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına ve şahsı adına, Malatya Milletvekili Sayın Ferit Mevlüt Aslanoğlu; buyurun.

CHP GRUBU ADINA FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin çok değerli üyeleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, Sayın Bakana yeni bakanlığın hayırlı olmasını dileyerek, başarılar temenni ediyorum.

Değerli arkadaşlarım, Türk insanı bazı alışkanlıkları zor edinir; görecek, inanacak; inanmadığı şeyi yapmaz. Tabiî, burada, bu yasa, Türk çiftçisi için çok önemli bir yasa. Bunu herkes kabul ediyor; ama, zorunlu olmadığı sürece, köylünün görüp, birtakım şeyleri görme alışkanlığını ve     -Allah afet vermesin- bir şeyleri oturtmak zor. Yani, birtakım şeyleri yapıyoruz; ama, bu bir reformdur veya bu bir devrimdir kelimesi değil, bunu öncelikle çiftçiye benimsetmek lazım. Yani, bir şey faydalı olursa devrim olur. Devrim, o insana hizmet ederse devrim olur. Yoksa, bir yasayı çıkarmışsın; işlemeyen bir yasa çıkarmışsın. Ben, bu yasanın ilk yıllarda çok sağlıklı işleyeceğine inanmıyorum. Neden?.. Getireceğim.

Değerli arkadaşlarım, yine söylüyorum, eğer, Türkiye'de çiftçinin finansman sorununu çözmediğimiz sürece, elli tane de yasa getirsek, çiftçinin ürününü, birileri, ister yurt içinden ister yurt dışından birileri kapıp götürüyorsa veya satmakta çok güçlük çekiyorsa, ürününü satamıyorsa, ekmek almak için, un almak için, eğer, ürününü satmak zorunda kalıyorsa, inanın, elli tane de yasa çıkarsak, biz bu insanları doyuramayız.  Türkiye'de birtakım gerçekleri bilelim. Her ürünün belli bir mevsimi var. Örneğin, kayısı temmuz ayında  çıkar. Köylü tüm alışverişini, temmuza göre, veresiye alır. Uncudan, gider, çoluk çocuğuna yedireceği ununu hep temmuz ayına alır, eylül ayına alır, ürünün çıkmasına, ürün sonuna alırlar; kızını evlendirecek… Ama, eğer, biz, bu insanların, yine söylüyorum, finansman sorununu çözmediğimiz takdirde, bunlara sistemli bir kredi politikası getirmediğimiz sürece çiftçimizin, köylümüzün sorununu çözemeyiz.

Size bir örnek vereceğim. Bu hükümet (X) hükümet, (Y) hükümet meselesi değil; bu, bir  çiftçiye bakış açısı. Ziraat Bankası… Ziraat Bankası çiftçinin bankası değil mi? Çiftçi bu milletin efendisidir, köylü bu milletin efendisidir ve köylü de bilir ki, Ziraat Bankası benim bankamdır. Hep yıllarca böyle biliyorduk, böyle biliyoruz; ama, ne dün ne de bugün Ziraat Bankasının -rakam vermeyeceğim- kaynak toplamı 100 ise çiftçiye verdiği para yüzde 2. Bak, bir daha altını  çiziyorum; kaynak toplamının, topladığı paraların yüzde 2'sini çiftçiye veriyor. Peki, Türkiye'de çiftçinin bankası diyoruz, çiftçinin tek bankası diyoruz; ama, topladığı kaynakların yüzde 2'sini Türk çiftçisine veren bir Türkiye'de çiftçi kalkınır mı? Önce, bu boyuttan bakalım. Onun için, biz çiftçinin finansman sorununu çözmediğimiz takdirde bir yere varamayız.

Sayın Bakanım, buradaki ifadelerde, objektif olmayacak birtakım ifadeler var. Örneğin, geçen 6 ncı maddede, ürün, risk ve bölge bazında prim destek oranını belirlemek diyor kurulun görevi.

Sayın Bakanım, geçtiğimiz yıl Türkiye'de önemli afetler oldu. Eğer burada bu kurul, risk ve bölge bazında prim belirleyecek, belli bölgelerde belli ürünleri bu kurul belirleyecekse, yine objektif kriterden uzak birtakım sonuçlar çıkacaktır. Örnek veriyorum -hâlâ hakkımı istiyorum Sayın Bakanım- geçen yıl Türkiye'nin değişik yerlerinde don olayı oldu; Karadeniz'de oldu, Malatya kayısısının yüzde 70'i gitti Sayın Bakanım, kayısının yüzde 70'i gitti ve sonuçta, hükümet, don olayı olan yörelere 50 trilyon bir yardım yaptı. Peki, Sayın Bakanım, fındığın ağacı mı dondu? Hangi çiftçimiz bir tabiî afete uğramışsa -bu, Antalya'da, Ordu'da, Giresun'da- kimsenin hakkını biz yemeyelim, herkesin hakkını verelim, kim tabiî afete uğraşmışsa zararını karşılayalım, asla buna itirazım yok; ama, Sayın Bakanım, Bakanlığınız, geçen yıl, Malatya'nın ve Malatya bölgesinin hakkını yemiştir, gasbetmiştir; Malatya köylüsünün yüzde 70 ürünü donmuştur, bir kuruş para verilmemiştir. Sebebi ne Sayın Bakanım, biliyor musunuz; Malatya'daki çalışan Tarım İl Müdürlüğü ve hasar tespiti yapan arkadaşlarımın dürüstçe davranması. Yine söylüyorum; orada, eğer raporlar yüzde 70 mal varlığını kaybetmiş değil, yüzde 40 gelseydi Malatya'ya da verecektiniz; ama, Malatya'daki bürokrat arkadaşlarım… Çünkü, ürünün yüzde 70'ini kaybettik Sayın Bakanım, ürünümüzün yüzde 70'ini ve köylümüz aç kaldı, gübreciler icrayı dayadılar, mahvolduk. Hâlâ daha çekiyoruz; ama, Malatya'nın, Malatya köylüsünün hakkını gasbettik. Bir kuruş para vermediler. Halbuki, Malatya'da kayısı üretiminin, yılda 200 000 000 dolarlık kayısı üretiminin yüzde 70'i gitti Sayın Bakanım. Bu açıdan, bu yasanın uygulanmasında bölge tespitinde ve ürün tespitinde çok objektif olunmayacağında endişeler duyuyorum.

Bir başka endişe duyduğum konu; Sayın Bakanım, bir şirket kuruluyor. Burası bir AŞ. Hisseler belli sigorta şirketlerine veriliyor. Yarın, burada, hisse devirlerine geçtiği için -hatta, ben, bunu uyardım- bu tek bir sigorta şirketinin eline geçebilir; uyarıyorum sizi. Anonim şirkette hisse devirleri Türk Ticaret Kanununa tabidir. Tek bir şirketin eline geçebilir ve sonuçta, bu tarım sigorta sektörüne tek bir şirket sahip olabilir. Onun için, Türkiye'de, bugün, tüm şirketlere bunu açıyorsunuz, her şirketi eşit oranda ortak yapıyorsunuz; ama, yarın, AŞ olduğu için, birtakım hisse devirleri Türk Ticaret Kanununa tabi olduğu için, bir şirketin eline geçebilir. Şimdiden bu uyarımı da yapıyorum Sayın Bakanım; ikinci endişem burada.

Sayın Bakanım, tabiî, burada, yine, eğer, köylüden -açık değil- sigorta priminin hepsini alıp, sonra, ben size sigorta primi iade edeceğim diye böyle bir uygulamaya gidersek, inan, kimse sigorta yaptırmaz. Sadece bunun işleyişini... Diyelim, yüzde kaç destek yapacağız tüm Türkiye'de... Sigorta şirketleri sigorta yaptığı zaman ürünü, köylüden alacağı parayı önceden köylü bilmezse, köylü yaptırmaz. Ben ödeyeceğim diyeceksiniz; tıpkı, teşvikte, elektrikte olduğu gibi. Elektriği harcıyor firmalar, parasının tamamı TEDAŞ alıyor şirketlerden, altı ay sonra, bir sene sonra parayı iade ediyor. Eğer bu uygulamada da, siz, sigorta yaptıran köylümden, primin hepsini ver, ben sana sonra iade ederim diye, böyle bir -açık değil- uygulamaya gidersek Sayın Bakanım, yine, bu yasada istediğimiz sonucu alamayız. Açık değil…

Sayın Bakanım, tabiî, yine, hasar tespitlerinde açık olmayan bölümler var burada. Tabiî, sigorta şirketleri elini taşın altına koyuyor. Tabiî, burada bir şirket oluşuyor; ama, hasar, sigortayı yapan şirket, yani, hangi sigorta şirketi ise -bu şirket değil- bu şirket, öbür sigorta yapan şirketlerle birlikte mutlaka hasar tespitini yapmalı. Bu da açık değil Sayın Bakanım.

Şimdi, tabiî, Türkiye, 1980'li yıllarda, tüm Ortadoğu'nun sebzesini, meyvesini ve tüm Ortadoğu'nun canlı hayvan ihracatçısıydı.

Sayın Bakanım, eğer, biz, tarımda…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Aslanoğlu, şahsınız adına da söz istediğiniz için, buyurun.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Şimdi, üretmek… Üretecek finansmanı sağlayamazsak -yine, söylüyorum- bulamazsak; iki, ihracat pazarlarına…

Burada Antakya, Hatay milletvekili arkadaşlarım var, Gaziantep milletvekili arkadaşlarım var. TIR'lardan geçilmezdi. Antakya'da, İskenderun'da, Mersin'deki yolda sebze, meyve yüklü TIR'lardan geçilmezdi ve tüm Ortadoğu'nun her şeyini ihraç ederdik; ama, bugün, maalesef... Maalesef... Burada bir sorun var. Bu sorunu, eğer, Türkiye olarak biz aşamazsak, Türk insanına, Türk ihracatçısına ve Türk üreticisine belli bir vizyon veremezsek Sayın Bakanım, bu üretimimizle, biz, bu köylümüzü doyuramayız. Gaziantep'te sadece yılda 500 000 000 dolarlık canlı hayvan ihraç edilirdi. Bugün gidin bakın, Gaziantep'te, özellikle Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerine 10 000 000 dolar canlı hayvan ihraç ettiğimiz yok.

Tabiî, birtakım şeyleri başarmak, bu sorunların önüne geçmemiz lazım Sayın Bakanım; çünkü, köylüye giden para… Sayın Bakanım, köylü cömerttir, köylü harcar, köylünün cebinde bir kuruş kalmaz. Kime veriyor; benzinciye, mazotçuya... Köylü, o şehirdeki, o ildeki her kesime iş yaptırıyor. Köylü iş yaptırmadığı zaman, küçük sanayi sitesi duruyor, traktörünü götüremiyor. Köylüye giden para, bir ark gibidir. Bizim köylümüz cömerttir, bir kuruş tutmaz parasını, tasarruf yapmaz, hep bir şey alayım, tekrar bir şey yaratayım… Köylü parasını hep bir şey yaratmak üzere bir şey satın alır. O açıdan, bu aşamada, özellikle köye giden para büyük oranda sekteye uğradığı için, o ilin, o şehrin ve ülkenin tüm sektörlerinde büyük sorunlar doğuyor.

Bu yasada ben Sayın Müsteşarıma da teşekkür ediyorum. Geçen gün bir önemli konu vardı; onu, daha önceki bir maddede çözdük. Özellikle bu havuzun yatırım fonlarını, özellikle gayrimenkul almaması yönünde ve hazine bonosu dışında hiçbir yatırım aracına yatırım yapmaması konusunda çözdük; çünkü, bu fonun geleceğinde önemli bir konuydu.

Sayın Bakanım, ayrıca, Türkiye'de -yine söylüyorum- Depoculuk Kanunu çıkardık, çıkardık kanunu. Eğer Depoculuk Kanununu emtia senetleri, emtiayı temsil eden hisse senetleri, emtiayı temsil eden rehin senetleri -biz eğer bunları piyasada alışverişini- piyasada dolaşmazsa, yine köylünün finansman sorununu  halledemeyiz. Köylü eğer Toprak Mahsullerine ürününü verdiği zaman, siz, bana ürününü verdi, emtia senedini götürüp, Ziraat Bankasını görevlendirip, bunun yüzde 50'sini finanse et kardeşim demediğiniz sürece, yine onun, köylünün sorununu çözemeyiz; yani, emtia senetleri Ziraat Bankasının görevi olmalı. Hangi ürünün, teslim edilen ürünün belli oranında hesap sormamalı köylüye. Bir kere, köylü Ziraat Bankasının içine rahat girmeli. Ben geçen gün KİT Komisyonunda söyledim; Ziraat Bankasına bir ayda giren kişi sayısı, arkadaşlar, 5 000 000. 5 000 000 kişi giriyor Türkiye'deki Ziraat  Bankasının içine; emeklisi, memuru... Sadece emekliler 5 000 000 kişi. Böyle bir kurumun, düşünün, o şubelerinde, benim köylüm gittiği zaman verimli hizmet alabiliyor mu?! Çünkü, orada çalışan arkadaşlarım ona entegre olamıyor, çok yoğun, insanlara dert anlatmaktan başka bir şey yapamıyor. Onun için, bugün köylü finansmanını rahat yapamıyor. Yapamadığı sürece de, dışarıdaki üç alıcı, Türkiye'deki ürünlerin fiyatını tespit ediyor. Kuru kayısı fiyatları geçen yıl 5 000 000'du; ama, maalesef, dışarıdaki üç alıcı ve kayısının donmasına rağmen, 2 000 000'a düştü arkadaşlar. Bu ne demektir; Türkiye'nin 150 000 000 doları gitti, 150 000 000 dolar Türkiye'ye gelmedi. Neden; yeterli ölçüde finansman sorunu çözülmediği için. Ülke kaybediyor. Aynı şey fındıkta var. Tüm ürünlerde, ülkede yaratılan katmadeğer…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Aslanoğlu, buyurun.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Bitiriyorum efendim.

Tüm ürünlerde, eğer, katmadeğer yaratmak için, bu ülkedeki finansman sorununu, köylüye kredi değil, köye kredi uygulamasına geçmediğimiz sürece, 50 tane kanun çıkarsak, bu kanunlar, köylünün kendisine, ekmeğine bir şey kazandırmaz, hep kâğıtta kalır. Onun için, bir an önce, bu yasalarla beraber, diğer, köylünün finansman sorununu çözmek bizim en temel görevimizdir.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Aslanoğlu.

Madde üzerinde şahsı adına söz isteyen, Manisa Milletvekili Mehmet Çerçi; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

MEHMET ÇERÇİ (Manisa) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 879 sıra sayılı Tarım Sigortaları Kanunu Tasarının 15 inci maddesi üzerinde şahsım adına söz aldım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Her şeyden önce, göreve yeni başlayan değerli arkadaşımız, Tarım Bakanımız Mehdi Beyi kutluyorum, çalışmalarında başarılar diliyorum ve oradan hareketle, değerli arkadaşım, Manisa Milletvekilimiz Hasan Ören Beyin bir iki sataşmasına hem cevap vermek istiyorum hem de bazı noktalara değinmek istiyorum.

BAŞKAN - Sayın Çerçi, maddeyle ilgili konuşur musunuz. Sataşmadan dolayı söz almadınız.

Buyurun Sayın Çerçi.

MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - Peki, Sayın Başkan.

Değerli arkadaşlar, biz, Manisa milletvekilleri olarak, AK Parti milletvekilleri olarak, elimde belli istatistikler var, bütün istatistiklerde, ikibuçuk yıl boyunca, Manisa'da geçirdiğimiz, Manisa'nın ilçelerinde, köylerinde, kasabalarında geçirdiğimiz zaman dilimi, Ankara'da geçirdiğimiz zaman diliminden çok daha fazladır. Her hafta, bakın, istisnasız her hafta, Ankara'da bir program yoksa, ciddî Meclis çalışması yoksa, Meclisin çalışması yoksa, bunun dışında herhangi bir ciddî toplantı vesaire yoksa, bizler Manisa'dayız, seçim bölgemizdeyiz, köylerdeyiz, kasabalardayız.

HASAN ÖREN (Manisa) - Köyler hariç!

MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - Her hafta, her türlü sivil toplum örgütlerinin aktivitesinde, tarımla ilgili veya tarımdışı…

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Et-Balık özelleştirilirken?!.

MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - …televizyon programlarında, basın programlarında hep oradayız.

HASAN ÖREN (Manisa) - Köyler hariç!

MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - Ama, maalesef, Cumhuriyet Halk Partisinin Manisa milletvekillerini orada göremiyoruz.

HASAN ÖREN (Manisa) - Haksızlık yapıyorsun!

MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - Değerli arkadaşlar, şimdi, herkes tarım üzerinden siyaset yapıyor bu ülkede, kusura bakmayın. Elbette, Türk tarımının sancıları var, Türk tarımının yapısal problemleri var, ciddî sıkıntıları var. Bu, geçmişten bize tevarüs eden sıkıntılar ve herkes bunun üzerinden bir şeyler söylüyor, siyaset yapıyor; Türk köylüsü üzerinden siyaset yapılıyor.

Bakınız değerli arkadaşlar, biz neler yaptık; hemen, birkaç cümleyle özetliyorum. İktidara geldiğimiz günden beri, tarımın yapısal problemlerine çözüm bulmak amacıyla kolları sıvadık. Yapısal problemlerin dışında, diğer problemlerine de, bütçe imkânları çerçevesinde, hükümet, destekleme politikalarıyla, prim politikalarıyla, doğrudan gelir desteği politikalarıyla, kırsal kalkınma politikalarıyla, bir taraftan bunlara çözüm arıyor. Demin, bir arkadaşım, hayvancılık desteğinden bahsetti, hayvancılığın öldüğünden bahsetti.

HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU (Antalya) - Evet, öldü!

MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - Arkadaşlar, burada söylenen sözler, lütfen, biraz, Türkiye'nin gerçekleriyle örtüşsün. Evet, hayvancılık geçmiş dönemlerde öldü. İşte AK Parti Hükümeti, bu sene, bütçeden, hayvancılığa 670 trilyon destek ayırdı. Bütün köylerde, kasabalarda kooperatiflere "kırsal kalkınma" adı altında ve hayvancılık projelerine hükümetin ayırdığı rakamlar ortada. Türkiye'de, son iki yıldır, hayvancılık anlamında, çok ciddî gelişmeler var. Demin, Özkan Bey de söyledi.

ENSAR ÖĞÜT (Ardahan) - Sokaklara döküldü insanlar…

MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - Lütfen, yani, burada söylediğimiz şeyler, biraz, resmî rakamlarla, gerçeklerle örtüşsün.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Süt kaç lira?

MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - Bakınız, köylere gidiyoruz, özellikle kırsal yörelere gidiyoruz.

HASAN ÖREN (Manisa) - Beraber gidelim… Gel, beraber gidelim…

MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - O günkü programda da bahsettik. Vatandaş diyor ki, yüzbinlerce zeytin fidanı dağıtıldı Ege Bölgesinin dağlarında, köylerinde. Bakın, yüzbinlerce… İddia ediyorum, İzmir'de, Aydın'da, Manisa'da, bizim Ege havzasında, yüzbinlerce, belki 500 000, belki 1 000 000 zeytin fidanı dağıtıldı. Sadece zeytin… Bunun dışında, çileğinden, kirazından, bodur üzümünden, yüzbinlerce fidan dağıtılıyor.

HASAN ÖREN (Manisa) - Üzümü ne kadar? Üzüm dahil mi?

BAŞKAN - Sayın Ören, lütfen…

MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - Elbette, tarımın problemleri var. Bunlar, bugünün problemi değil. Ne yapmışız; Üretici Birlikleri Yasasını çıkardık, Organik Tarım Yasasını çıkardık, Lisanslı Depoculuk Yasasını çıkardık, tarım kredi kooperatiflerinin rehabilitasyonu amacıyla yasa çıkardık, ziraat odalarının birlik yasasını çıkardık, ıslahçı haklarını çıkardık, gıdaların denetimiyle ilgili yasaları çıkardık. Bakınız, bunlar, tarımla ilgili temel kanunlardır. Neler var gündemde, sırada; işte, tarım sigortaları. Hepiniz, bunun doğru bir yasa olduğunu biliyorsunuz. Haa, biraz gecikmiş. Ne yapalım; yüzlerce yasa var sırada bekleyen, sırasını bugün buldu.

Toprak kanunu çıkıyor… Bakınız, Türkiye'de, bunlar devrimdir. Toprak kanunu çıkıyor bu ülkede, elli yıldır çıkarılmamış.

HASAN ÖREN (Manisa) - Biz bu devrimden söz ederken, siz bağırıyordunuz! İyi alıştınız "devrim" kelimesine!

MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - Tarım stratejileri kanunu çıkıyor, tohumculuk kanunu çıkıyor. Bakınız, bunlar hep gündemde. Bunu, bu iktidar çıkardı, çıkarıyor, bu Parlamento çıkarıyor. Türkiye'nin tarımı için, Türkiye'nin endüstriyel tarımı için, tarımın yeniden yapılanması için, bunlar birer reformdur. Bunları inşallah çıkaracağız.

Sadece yasa da yetmez. Bunların uygulanması elbette önemlidir. Türkiye'de, tarımda gerçekten bir reform yapılması, tarıma destek isteniyorsa, genel ekonomiden tarımı ayıramayız. Bugün, Sayın Maliye Bakanımızın basın toplantısı vardı, izlemişsinizdir. 2005'in ilk beş aylık rakamları, fevkalade umut verici rakamlar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Çerçi, buyurun.

MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkan.

Türkiye'de ekonomi gelişecek, Türkiye'de sanayi gelişecek, hizmet sektörü, ihracat gelişecek, faizler, enflasyon düşecek; Türkiye'de, tarımsal yeniden yapılanma hayata geçecek önümüzdeki orta vadede, kısa vadede. Tarım yeniden yapılanıyor, tüm sektörler gibi tarım da yeniden yapılanıyor, çiftçilerimiz buna alışmak durumunda. Elbette, hükümetin verdiği destekler saymakla bitecek gibi değil. Elbette, bunlar yetmez; ama, lütfen, bunlar üzerinden, köylünün karşısına çıkamıyorlar, siyaset yapamıyorlar… Bunlar doğru politikalar değil.

Ben bu rakamı vereceğim.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Kaç kere köye gittin?

MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - Ben her hafta köylerdeyim, her hafta çiftçilerle beraberim.

HASAN ÖREN (Manisa) - Köyün ismini verin o zaman… Hadi, beraber gidelim…

MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - Elbette sıkıntılar var sayın Ören, bunları kabul ediyorum; ancak; Türkiye'de bu iktidar görülmemiş işleri başarıyor, imza atıyor. Türkiye'de, lütfen, yangın edebiyatı yapmayalım. Yandık, bittik, mahvolduk, perişan olduk… Bunlar doğru şeyler değil.

Bakınız, prim destekleri, sadece pamukta 419 trilyon -cumhuriyet tarihinde- destek veriyor bu hükümet; keşke daha fazla verebilse! Yaş üzümde 45 dolar destek veriyor. Narenciyede 70 dolar destek veriyor. Hayvancılık destekleri öyle.

ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Sayın Başkan, arkadaşlar karşılıklı konuşuyor, müdahale edin lütfen.

MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - Yağlı tohumlukta toplam 618 trilyon destek veriliyor. Sadece Ziraat Bankasının ve tarım kredi kooperatiflerinin 2005 yılı kredileri 2,2 katrilyondur. Elbette, bu rakamlar yetmez.

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) - Hatibi anlamıyoruz, arkadaşlara müdahale edin.

BAŞKAN - Sayın Çerçi, bir saniye...

MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - Tamam, toparlıyorum Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Sayın Çerçi, bir saniye.

Sayın Arslanoğlu, Sayın Ören, lütfen…

Buyurun Sayın Çerçi.

MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - Beni dinlediğiniz için hepinize teşekkür ediyorum ve bu yasanın hayırlı olmasını diliyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Çerçi.

Sayın Ören, Sayın Türkmen ve Sayın Öğüt, soru sorma haklarınız baki kalmak şartıyla, çalışma süremiz tamamlanmıştır.

Alınan karar gereğince, kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 14 Haziran 2005 Salı günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

 

Kapanma Saati: 23.00