BIM 2 4 2005-06-23T14:29:00Z 2005-06-23T14:29:00Z 69 47930 273202 TBMM 2276 546 335511 9.3821 0 6 nk 6 nk 0

DÖNEM : 22        CİLT : 86       YASAMA YILI : 3

 

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

 

106 ncı Birleşim

1 Haziran 2005 Çarşamba

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

  I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II.- GELEN KÂĞITLAR

III.- YOKLAMA

IV.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Gündemdişi Konuşmalar

1.- Manisa Milletvekili Hasan Ören'in, Bağ-Kur ve Sosyal Sigortalar Kurumu sigortalıları prim borçlarının yeniden yapılandırılmasının önemine ilişkin gündemdışı konuşması

2.- Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Vedat Melik'in, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan çeşitli illere çalışmak için giden geçici tarım işçilerinin sorunlarına ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması

3.- İstanbul Milletvekili Ekrem Erdem'in, İstanbul'un fethinin 552 nci yıldönümüne ilişkin gündemdışı konuşması

B) Tezkereler ve Önergeler

1.- Antalya Milletvekili Feridun Fikret Baloğlu'nun (6/1522) esas numaralı sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/302)

2.- (10/128) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Başkanlığının süre uzatımına ilişkin tezkeresi (3/834)

3.- Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun'un Endonezya'ya yaptığı resmî ziyarete İstanbul Milletvekili Nevzat Yalçıntaş'ın da katılmasının uygun görüldüğüne ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/835)

4.- Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Polonya'ya yaptığı resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/836)

V.- ÖNERİLER

A) Sıyasî Partı Grubu Önerılerı

1.- Gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin CHP Grubu önerisi

VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)

2.- Esnaf ve Sanatkârlar Meslek Kuruluşları Kanunu Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu (1/969) (S. Sayısı: 851)

3.- Askerî Hakimler Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/1033) (S. Sayısı: 916)

4.- TC Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Kosova Geçici Özerk Yönetim Kurumlarını (Kosova Kültür, Gençlik ve Spor Bakanlığı) Temsil Eden Kosova'daki BM Geçici Yönetimi (UNMIK) Arasında Yapılan Kültürel İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/929) (S. Sayısı: 741)

5.- Trabzon Milletvekili Cevdet Erdöl ile 6 milletvekilinin, Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu ile Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (2/409) (S. Sayısı: 858)

6.- Tarım Sigortaları Kanunu Tasarısı ve Tarım, Orman ve Köyişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/865) (S. Sayısı: 879)

VII.- AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa'nın, Muğla Milletvekili Gürol Ergin'in, konuşmasında, partisine sataşması nedeniyle konuşması

VIII.- SORULAR VE CEVAPLAR

A) Yazili Sorular ve Cevaplari

1.- Karaman Milletvekili Mevlüt AKGÜN'ün, organize sanayi bölgelerinde imar affı uygulamasına ilişkin sorusu ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Zeki ERGEZEN'in cevabı (7/5915)

2.- Artvin Milletvekili Yüksel ÇORBACIOĞLU'nun, Samsun-Sarp Karadeniz Sahil Yoluna ilişkin sorusu ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Zeki ERGEZEN'in cevabı (7/5922)

3.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in, Düzce İline ayrılan yatırımlara ve ödenek miktarlarına ilişkin sorusu ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Zeki ERGEZEN'in cevabı (7/5923)

4.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in, Düzce İline ayrılan yatırımlara ve ödenek miktarına ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Kemal UNAKITAN'ın cevabı (7/5936)

5.- Iğdır Milletvekili Dursun AKDEMİR'in, kapatılan tapu sicil müdürlüklerine ilişkin sorusu Bayındırlık ve İskân Bakanı Zeki ERGEZEN'in cevabı (7/5975)

6.- Ordu Milletvekili İdris Sami TANDOĞDU'nun, SSK'nın bazı ilaçlarla ilgili uygulamasına ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat BAŞESGİOĞLU'nun cevabı (7/5978)

7.- Ordu Milletvekili İdris Sami TANDOĞDU'nun, SSK'nın bazı ilaçlarla ilgili uygulamasına ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat BAŞESGİOĞLU'nun cevabı (7/5979)

8.- Ordu Milletvekili İdris Sami TANDOĞDU'nun, majezik isimli ilacın kısıtlamasının kaldırılmasına ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat BAŞESGİOĞLU'nun cevabı (7/5981)

9.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in, 2003-2004 yıllarında Nevşehir İline yapılan yatırımlara ve ayrılan ödenek miktarına,

- Adana Milletvekili Atilla BAŞOĞLU'nun, satın alınıp depolanan ürünlerin giriş-çıkışı arasında farklar olup olmadığına,

İlişkin soruları ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami GÜÇLÜ'nün cevabı (7/6048, 6051)

10.- İzmir Milletvekili Enver ÖKTEM'in, Emekli Sandığına ait huzurevlerini işleten firmaya ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Kemal UNAKITAN'ın cevabı (7/6078)

11.- İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in, Gümrük Birliğinin tekstil sektörü ve diğer sanayi kollarına etkisine,

- Denizli Milletvekili Ümmet KANDOĞAN'ın, mermer ihracatına,

İlişkin soruları ve Devlet Bakanı Kürşad TÜZMEN'in cevabı (7/6121, 6122)

12.- Adana Milletvekili Atilla BAŞOĞLU'nun, Bolu tüneli projesine ilişkin sorusu ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Zeki ERGEZEN'in cevabı (7/6134)

13.- Antalya Milletvekili Feridun Fikret BALOĞLU'nun, Antalya-Alanya-Güzelbağ beldesi ve çevre köylerinin Alanya ile bağlantısını sağlayacak yeni bir karayolu yapılıp yapılmayacağına ilişkin sorusu ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Zeki ERGEZEN'in cevabı (7/6137)

14.- Antalya Milletvekili Feridun Fikret BALOĞLU'nun, köylerdeki kadastro çalışmalarına ilişkin sorusu ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Zeki ERGEZEN'in cevabı (7/6138)

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 

TBMM Genel Kurulu saat 14.00'te açılarak yedi oturum yaptı.

İzmir Milletvekili Ahmet Ersin, Ege Bölgesinin turizm zenginlikleri ile İzmir'in ithalat ve ihracat potansiyeline ve taksici esnafının can güvenliği sorunlarına,

Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya, ülkemizde Mercedes marka otobüslerde meydana gelen yangınlara ve alınması gereken önlemlere,

Bursa Milletvekili Faruk Anbarcıoğlu, İstanbul'un fethinin 552 nci yıldönümüne,

İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Afganistan'a yaptığı resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi,

31.5.2005 Salı günkü birleşimde sözlü sorular ve diğer denetim konularının görüşülmeyerek, bu birleşimde de kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine; 1.6.2005 Çarşamba günü sözlü soruların görüşülmemesine; gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 274 üncü sırasında yer alan 915 sıra sayılı kanun tasarısının bu kısmın 3 üncü sırasına, 30.5.2005 tarihli gelen kâğıtlarda yayımlanan 916 sıra sayılı Askerî Hâkimler Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının, 48 saat geçmeden, 4 üncü sırasına, 5 inci sırada yer alan 741 sıra sayılı kanun tasarısının 5 inci sırasına, 209 uncu sırasında yer alan 858 sıra sayılı kanun teklifinin 6 ncı sırasına, 250 nci sırasında yer alan 879 sıra sayılı kanun tasarısının 7 nci sırasına,  270 inci sırasında yer alan 911 sıra sayılı kanun tasarısının 8 inci sırasına, 199 uncu sırasında yer alan 839 sıra sayılı kanun tasarısının 9 uncu sırasına, 249 uncu sırasında yer alan 878 sıra sayılı kanun tasarısının 10 uncu sırasına alınmasına; sıranın buna göre teselsül ettirilmesine; Genel Kurulun 31.5.2005 Salı günü 14.00-23.00, 1.6.2005 Çarşamba günü 14.00-23.00, 2.6.2005 Perşembe günü ise 14.00-20.00 saatleri arasında çalışmalarını sürdürmesine ve Genel Kurulun 7.6.2005 Salı günü saat 14.00'te toplanmasına ilişkin AK Parti Grup önerisi, yapılan görüşmelerden sonra,

Kabul edildi.

Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa, Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan'ın, konuşmasında ileri sürmüş olduğu görüşler nedeniyle, bir açıklamada bulundu.

Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan'ın, 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında (2/327),

Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt'ün, Üreticilerin TC Ziraat Bankası AŞ ve Tarım Kredi Kooperatiflerine Olan ve Yeniden Yapılandırılan Borçlarının Faizsiz Ödenmesine İlişkin (2/404),

Kanun Tekliflerinin doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergelerinin, yapılan görüşmelerden sonra, kabul edilmediği açıklandı.

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:

1 inci sırasında bulunan, Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin (2/212) (S. Sayısı: 305) görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin komisyon raporu henüz gelmediğinden,

2 nci sırasında bulunan,  Esnaf  ve  Sanatkârlar Meslek Kuruluşları Kanunu Tasarısı  (1/969) (S. Sayısı: 851), ilgili komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından,

Ertelendi.

3 üncü sırasına alınan, Hatay Milletvekili Sadullah Ergin'in; İcra ve İflas Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin (2/460) (S. Sayısı: 915) yapılan görüşmelerden sonra, kabul edilip kanunlaştığı açıklandı

Genel Kurulu ziyaret eden Amerika Birleşik Devletleri Kongresi Türkiye Çalışma Grubu Eşbaşkanı Edward Whitfield ve beraberindeki kongre üyelerine Başkanlıkça "Hoşgeldiniz" denildi.

1 Haziran 2005 Çarşamba günü, alınan karar gereğince saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşime 22.44'te son verildi.

Nevzat Pakdil

Başkanvekili

 

Ahmet Küçük

Harun Tüfekci

 

Çanakkale

Konya

 

Kâtip Üye

Kâtip Üye

Türkân Miçooğulları

İzmir

Kâtip Üye

 

 

 

No.: 146

II.- GELEN KÂĞITLAR

1 Haziran 2005 Çarşamba

Tasarılar

1.- Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/1039) (Anayasa; Plan ve Bütçe ile Adalet Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 30.5.2005)

2.- Eleman Temininde Güçlük Çekilen Yerlerde Sözleşmeli Sağlık Personeli Çalıştırılması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun, Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu ve Sağlık Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı (1/1040) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 30.5.2005)

3.- Doğal Gaz Piyasası Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı (1/1041) (Adalet ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 30.5.2005)

Teklif

1.- Hatay Milletvekili Züheyir Amber ile 4 Milletvekilinin; 2820 Sayılı Siyasî Partiler Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifi (2/497) (Anayasa Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 25.5.2005)


BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.00

1 Haziran 2005 Çarşamba

BAŞKAN: Başkanvekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 106 ncı Birleşimini açıyorum.

III.- Y O K L A M A

BAŞKAN - Elektronik cihazla yoklama yapacağız.

Yoklama için 5 dakika süre vereceğim.

Sayın milletvekillerinin oy düğmelerine basarak salonda bulunduklarını bildirmelerini, bu süre içerisinde elektronik sisteme giremeyen milletvekillerinin, salonda hazır bulunan teknik personelden yardım istemelerini, buna rağmen sisteme giremeyen üyelerin ise, yoklama pusulalarını, teknik personel aracılığıyla, 5 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Yoklama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündemdışı söz vereceğim.

Konuşma süreleri 5'er dakikadır. Hükümet bu konuşmalara cevap verebilir. Hükümetin konuşma süresi 20 dakikadır.

Gündemdışı ilk söz, Bağ-Kur ve Sosyal Sigortalar Kurumu sigortalılarının prim borçlarının yeniden yapılandırılması hakkında söz isteyen Manisa Milletvekili Hasan Ören'e aittir.

Sayın Ören, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

IV.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Gündemdişi Konuşmalar

1.- Manisa Milletvekili Hasan Ören'in, Bağ-Kur ve Sosyal Sigortalar Kurumu sigortalıları prim borçlarının yeniden yapılandırılmasının önemine ilişkin gündemdışı konuşması

HASAN ÖREN (Manisa) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; esnaf ve sanatkârların en önemli sorunlarından birisi olan Bağ-Kur ve SSK prim borçlarının yeniden yapılandırılmasıyla ilgili söz almış bulunuyorum.

Değerli arkadaşlarım, gerçekten, belki de şu an ülkenin en önemli sorunlarından birisi esnaf ve sanatkârlarımızın, tarım alanında çalışanlarımızın ve işçilerimizin bu ekonomik sıkıntılar içerisinde ödenmeyen prim borçları. Ne zaman ilçemize gitsek, ne zaman ilçemizde dolaşmaya başlasak, bize ilk sorulanlardan biri, bugüne kadar ödenmemiş, esnaf ve sanatkârların veya Bağ-Kura kayıtlı olanların prim borçlarıdır. Biz de, her defasında, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanımızın "muhakkak bununla ilgili bir çözüm bulunacak ve Bakanlık bu konuda çalışma yapıyor" demesinden dolayı, bu arkadaşlarımıza, mümkün olduğunca, evet, bu sorunla ilgili çözüm gelecek diye söylüyorduk. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, bu konuda bir çalışmayla, Meclisin gündemine Bağ-Kur ve SSK borçlarıyla ilgili yeniden yapılandırmayı getirmeye çalıştı; ama, ne yazık ki, geçen hafta gündeme gelmesi gerekli olan Bağ-Kur ve SSK borçlarıyla ilgili tasarı, Ali Babacan'ın açıklamasıyla, bir anda, Meclisin gündeminin dışına taşındı.

IMF'ye, biliyoruz ki, bizden fazla sizler karşısınız. Seçim beyannamelerinizde, her tarafta, bunu defalarca söylediniz; ama, ikibuçuk yıllık icraat içerisinde gördüğümüz, IMF'yle kol kola giren bir AKP, anlaşmaları yapan bir AKP, evine misafir eden, salonunu açan bir AKP!.. Ama, ne olursunuz, yatak odamıza girmesine müsaade etmeyin. IMF, Kemal Beyin her türlü borçlarına karşı çıkmıyor; IMF, diğer yerlerde, diğer konularda affedilen borçlara karşı çıkmıyor; ama, bu ülkenin ezilen, emeğiyle geçinen insanlarının lehine bir şey çıkacağı zaman, direktifler veriliyor ve bunlar çıkmıyor.

Değerli arkadaşlarım, sosyal güvenlik sisteminin çöktüğü söyleniyor; evet, çöküyor. Eğer, siz, her 3 Bağ-Kurlunun 2'sinden prim alamıyorsanız, 3 kişinin 2'si sosyal güvenlik sistemi içerisine para yatırmıyorsa bu sistem gerçekten çökmüş demektir. Şimdi, 3 368 000 Bağ-Kurlu var. 2 300 000 insanımız, geçmiş dönemdeki yüksek faizlerden dolayı sisteme para ödemiyor. Eğer, bu yapılanma gerçekten çıkarsa, çıkmasıyla ilgili, faizlerin silimi, anaparanın üzerine bugünkü TEFE veya TÜFE üzerinden... Yeniden yapılandırma yapılırsa, bilin ki, sosyal sigorta sistemi yeniden harekete geçmiş olacaktır.

Mesele bu borçlar değildir. Mesele, bu borçları -nasıl olursa olsun, 10 ay, 20 ay, 30 ay, 50 ay, faizleri silinerek- yapılandırmamız lazım. En önemli konu ise, borçların yapılandırılmasından sonra, 3 300 000 insanın prim öder hale getirilmesidir.

Tahakkukta 21 katrilyon lira para gözüküyor; ama, aslına bakarsanız, 10 katrilyon lirası tahakkukta gözüken ve tahsil edilmesi mümkün olmayan para. Gerçek rakam 11 katrilyon lira. 11 katrilyon liralık paranın 5 katrilyon lirası anapara. Eğer, böyle bir çözüme bu Meclis yanaşmazsa, Sayın Ali Babacan, IMF doğrultusunda "bu  bir aftır" görüşüyle buna yaklaşırsa, bilin ki, gideceğimiz yerlerde sizler çok sıkıntı çekeceksiniz.

Ne olursa olsun, 1 Temmuzda tatile girmeden önce, milyonlarca insanın beklediği Bağ-Kur yapılandırması ile sigorta yapılandırmasının acilen yapılması gerekli.

Değerli arkadaşlarım, sistemin işlemesi buna bağlıdır. Yine söylüyorum, bu paraların yapılandırılması veya sistemin içine taşınmasından önemli olan, her 3 kişinin 2 kişisi sistemin içerisine para getirmiyorsa, sistemin içerisine para getirebilecek 3 kişinin prim ödemesini sağlamamız gerekli.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Ören, konuşmanızı tamamlar mısınız.

Buyurun.

HASAN ÖREN (Devamla) - Eğer, gerçekten bu yapılandırma yapılır, faizleri silinir ise, ben inanıyorum ki, sistem çalışmaya başlayacaktır. Bu Meclis de, tahmin ediyorum, kapanmadan, Bağ-Kur ve SSK primleriyle ilgili yapılandırmayı gerçekleştirecektir.

Hepinize saygı ve sevgiler sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ören.

Gündemdışı ikinci söz, Güneydoğu ve Doğu Anadolu Bölgelerinden çeşitli illerimize çalışmak için giden geçici tarım işçilerinin sorunları hakkında söz isteyen, Şanlıurfa Milletvekili Sayın Mehmet Vedat Melik'e aittir.

Sayın Melik, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

2.- Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Vedat Melik'in, Doğu ve Güneydoğu Anadoludan çeşitli illere çalışmak için giden geçici tarım işçilerinin sorunlarına ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması

MEHMET VEDAT MELİK (Şanlıurfa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; geçici tarım işçilerinin sorunlarını anlatmak üzere gündemdışı söz almış bulunuyorum; öncelikle hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, Türkiye gerçekten ilginç bir ülke. Bir yandan Avrupa Birliğine girmek için çok yoğun çaba sarf ediyoruz, Avrupalılara uyum sağlamak için yasalarımızda çoğu kez bize uygun olmayan değişiklikleri dahi yapmaya çalışıyoruz; diğer yandan, Türkiye Avrupa Birliğine giremez, girebilmesi için daha çok çalışması gerekir, birçok temel sorununu çözmelidir diyenlere de ateş püskürüyor, bunları ülkemize karşı önyargılı olmakla suçluyoruz. Peki, arkadaşlar, acaba içimizden kaçımız, bu adamlar ne diyor, sözlerinde gerçek payı var mıdır yok mudur diye kendimizi sorguluyoruz?

Televizyonlarımızda milyonlarca dolar vererek transfer ettiğimiz yabancı oyuncuların oynadığı futbol takımlarımızın karşılaşmalarıyla ilgili günlerce süren konuşmaları, bu maçlardan sonra magandaların sıktıkları silahlarla ölen insanları gören veya mankenlerin ve şarkıcıların ne yiyip içtiğini saatlerce anlatan programları izleyen; ama, bunun yanında, ülkemizde yüzbinlerce insanın 19 uncu Yüzyıl kırsal yaşam şartlarını sürdürdüğü gerçeklerini az çok bilen bir yabancı, bu ülkenin değil Avrupa Birliğine girmek, çağdaş dünyanın hiçbir kuruluşunun yanından geçemeyeceği kanaatine varmaz mı?

Değerli milletvekilleri, başta Güneydoğu Anadolu Bölgemiz olmak üzere, Türkiye'nin gelir düzeyi düşük bütün bölgelerinden ve birçok şeyde birinci olduğu gibi işsizlikte de Türkiye birincisi olan seçim bölgem Şanlıurfa'dan da, her yıl, yüzlerce aile, ülkemizin değişik yerlerinde geçici tarım işçisi olarak çalışmak amacıyla, yerlerinden yurtlarından ayrılmaktadır. Birçok kadın tarlada, çadırda doğum yapmaktadır. Bunlar, ilköğretim çağındaki çocuklarını da mecburen yanlarına almakta, dolayısıyla, bu çocuklar, her yıl yaklaşık üç ay okullarından uzak kalmaktadırlar. 21 inci Yüzyılda, bir ülkede, binlerce insan, yılın büyük bir bölümünü, mart ayı ortalarından başlamak üzere kasım ayına kadar; yani, yılda en az altı ay, tarlalarda, evlerinden yüzlerce kilometre uzakta, ilkel çadırlarda, tuvaletsiz, elektriksiz, susuz ve sağlık hizmetlerinden yoksun olarak geçiriyorsa, çocuklarına ilköğretimi dahi verdiremiyorsa, o ülkenin başta milletvekilleri olmak üzere bütün yöneticilerinin sorumluluğu ve vebali vardır.

İşte bu binlerce aileden biri, Şanlıurfa'dan Eskişehir'in Bahçecik Köyüne şekerpancarı çapalama işinde çalışmak üzere gelen, geçici tarım işçisi 6 kişilik Bilbay ailesinin tüm fertleri, geçtiğimiz cuma günü, gece saat 11.00 sularında, mide bulantısı ve  karın ağrısı şikâyetiyle, Alpu İlçesindeki Eskişehir Devlet Hastanesinin bir ünitesine, yakınları ve köyde, tarlalarında çalıştıkları insanlar tarafından götürülüyorlar. Burada iki-üç saat gözlem altında tutulduktan sonra, oradaki sağlık görevlileri tarafından herhangi bir tedaviye tabi tutulmadan veya 35 kilometre uzaklıktaki Eskişehir Devlet Hastanesine de sevk edilmeden, kalmakta oldukları tarladaki çadırlarına gönderiliyorlar. Sabaha karşı, saat 4 civarında, uyumak üzere çadırlarına giriyorlar ve bir daha uyanmamak üzere uykuya dalıyorlar. Sabahleyin, 23 yaşındaki Hasan ve karısı Fatma Bilbay ile çocukları 5 yaşındaki Sibel, 3 yaşındaki Ahmet, 2 yaşındaki Sara ve 1 yaşındaki Emine'nin cesetleri, önce, otopsi yapılmak üzere Eskişehir Devlet Hastanesine, ardından da valiliğin temin ettiği araçla, toprağa verilmek üzere, 1 000 kilometre uzaklıktaki Şanlıurfa'nın Şeyhhatap Köyüne gönderiliyorlar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET VEDAT MELİK (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Buyurun.

MEHMET VEDAT MELİK (Devamla) - Pazartesi günü, Eskişehir Milletvekilimiz Sayın Vedat Yücesan'la birlikte Eskişehir'e giderek, ilgililerden, görgü şahitlerinden, vefat edenlerin yakınlarından bilgi aldık. Adlî soruşturmanın derhal başlatıldığını, idarî soruşturmanın başlatılmak üzere olduğunu ve valilikçe olayın tıbbî yönünün incelenmesi için Sağlık Bakanlığından müfettiş istendiğini öğrendik.

Değerli arkadaşlar, Hasan Bilbay ve ailesini geri getiremeyiz; bunu hepimiz biliyoruz; ancak, bir ocak, bütün fertleriyle birlikte sönmüştür. Dolayısıyla, bu işte sorumluluğu veya ihmali olanlar varsa, derhal bulunmalıdır. Bu olayın takipçisi, bizimle birlikte, bütün Türkiye Büyük Millet Meclisi olmalıdır.

Ben, aslında, hepinizin bildiği ve yine hepinizin katıldığı şeyleri anlatmaya, bir kez daha hatırlatmaya çalışıyorum. Hatırlatmaya çalışıyorum; çünkü, burasının, Türkiye Büyük Millet Meclisinin tek çözüm mercii olduğunu; ancak, çözmek için de fazla gayret sarf etmediğimizi üzülerek görmekteyim.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET VEDAT MELİK (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Sayın Melik, lütfen konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurunuz.

MEHMET VEDAT MELİK (Devamla) - Değerli arkadaşlar, bu tür felaketlerin bir daha tekrar etmeyeceğini ve geçici tarım işçilerinin, en azından kendi bölgelerinde iş bularak, masum çocuklarının en güzel çağlarını okullarda geçirecekleri yönünde gerekli tedbirlerin alınması için derhal çalışmalara başlanacağını umuyorum.

Bilbay ailesine Allah'tan rahmet dilerken, onlardan gerekli yardımı esirgemeyen, onlar için ağlayan Eskişehir'in Alpu İlçesinin Bahçecik Köyü halkına teşekkürlerimi sunuyor; Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Melik.

Konuyla ilgili olarak, Şanlıurfa Milletvekili Sayın Yahya Akman'a yerinden söz vereceğim.

Buyurun Sayın Akman.

YAHYA AKMAN (Şanlıurfa) - Teşekkür ediyorum.

Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; gündemdışı söz alarak Urfalı bir ailenin dramını dile getiren ve Urfa'daki mevsimlik işçilerin yaşadığı, her yıl -ne yazık ki- yaşamış olduğu dramı dile getiren Şanlıurfa Milletvekilimiz Sayın Vedat Melik'e teşekkür ederek, konuşmasının bütün içeriğine katıldığımı öncelikle ifade etmek istiyorum.

Hakikaten, geçtiğimiz cuma günü, Eskişehir'de çok üzücü bir olay meydana gelmiştir. Olayı ikinci defa üzücü kılan nedenlerden bir tanesi de, henüz ortada kesin bilgi ve veriler olmamakla beraber, bazı yetkililerin ve görevlilerin ihmalleri olduğu noktasında kimi işaretler mevcuttur.

Ben de, Sayın Milletvekilimiz gibi, konuya duyarlılık gösteren arkadaşlarınızdan bir tanesiyim. Urfa'daki kederli aileyi bizzat yerinde ziyaret ederek… Hatta, onlara verilmiş reçete örneği de şu anda cebimde, yanımda taşıyorum. Geçtiğimiz pazartesi günü, Sayın Sağlık Bakanımızla bizzat temas kurarak, ifade edildiği gibi, valilik tarafından açılmış olan idarî tahkikatın yanı sıra, Bakanlık tarafından, bizzat müfettişlerin, yerine gitmek suretiyle olayı tetkik etmesi noktasında talepte bulunduk; sağ olsun, Sayın Bakanımız bizi kırmadılar. Yani, şu anda, iki idarî, bir de adlî olmak üzere, konuyla ilgili üç tahkikat devam etmektedir. Bu, tabiî, ifade edildiği gibi, belki, ölen hemşerilerimizi geri getirmeyecektir; ama, bir daha, bu türden hadiselerin, eğer ihmal neticesi oluyorsa, meydana gelmemesini sağlayacaktır.

Ben, vefat eden bütün hemşerilerime Allah'tan rahmet diliyorum, yakınlarına başsağlığı diliyorum.

Bana yerimden de olsa söz verdiğiniz için teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Biz de, ölenlere Allah'tan rahmet, kalan yakınlarına ve tüm Şanlıurfalılara başsağlığı diliyoruz.

Gündemdışı üçüncü söz, İstanbul'un fethinin 552 nci yıldönümü münasebetiyle söz isteyen, İstanbul Milletvekili Ekrem Erdem'e aittir.

Sayın Erdem, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

3.- İstanbul Milletvekili Ekrem Erdem'in, İstanbul'un fethinin 552 nci yıldönümüne ilişkin gündemdışı konuşması

EKREM ERDEM (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İstanbul'un fethinin 552 nci yıldönümü münasebetiyle gündemdışı söz almış bulunuyorum; sözlerime başlamadan önce, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Yedi tepe üzerinde kurulu, dünya incisi Boğazıyla iki kıtayı birbirine bağlayan İstanbul, tarih boyunca, stratejik ve coğrafî konumu nedeniyle birçok milletin dikkatini üzerine çekmiş, Makedonyalılar, Persler, Emeviler, Abbasiler, Cenevizliler ve Osmanlılar tarafından defeatle kuşatma altına alınmıştır. Ancak, İstanbul'u fethetmek, 21 yaşındaki genç Sultan II. Mehmet'e nasip olmuştur.

İstanbul'un fethi hayalleriyle büyüyen Sultan Mehmet, Boğazdaki geçişleri kontrol altına almak amacıyla Rumeli Hisarını süratle yaptırmak, köhne Bizans'ın surlarını yerle bir edecek toplar döktürmek gibi gereken bütün tedbirleri aldıktan sonra, Bizans İmparatoruna elçiler göndererek, kan dökülmeden İstanbul'u teslim etmesini istemiştir. Kan dökülmemesi taleplerine olumlu cevap alamayan genç Sultan, bir gecede, toplarla donatılmış gemileri karadan yürütüp Haliç'e indirerek kararlılığını ortaya koyarken, son ana kadar, kan dökülmemesine yönelik mesajlar vermeye devam etmiştir. Nihayet, 29 Mayıs 1453'te, Topkapı surlarından içeriye giren ordu, Ulubatlı Hasan'ın burca bayrağı dikmesiyle İstanbul'u fethetmiştir.

Sağında Akşemseddin, solunda Molla Gürani olmak özere şehre giren Fatih, kendisini çiçeklerle karşılayan şehir halkına, dünya tarihinde fatihlerin ağzından çok ender çıkacak şu cümleyi sarf etmiştir: "Bundan sonra malınız, canınız, inancınız, her şeyiniz benim teminatım altındadır."

Fatih, İstanbul'da yaşayan, çeşitli dinlere mensup bütün insanların mal ve can güvenliğini teminat altına alarak, dünyanın, bugün bile erişemediği özgürlük ortamını İstanbul'da tesis etmiştir.

Genç yaşta İstanbul'u fetheden Fatih, bir taraftan şehri imar ederken, diğer yandan, Batlamyus'un Coğrafyası, Homeros'un İlyadası ve İncil gibi birçok kitabı tercüme ettirmiş; matematikçi-astronom Ali Kuşçu, haritacı Frencesco Berlingheir, İtalyan ressam Bellini gibi dünyanın her tarafından sanatkâr ve ilim adamlarını İstanbul'a çağırarak, İstanbul'un bir ilim ve kültür merkezi olmasının köklü adımlarını atmıştır. Bunun üzerine, birçok ülkenin yetişmiş sanatkârları, âlimleri İstanbul'a akın etmişlerdir.

İstanbul'u fethettikten sonra Fatih unvanını alan II. Mehmet, dava adamı, devlet adamı ve ilim adamı olmayı başararak, her üçünü de insanlık âleminin hizmetine sunmuş bir dahi sıfatıyla tarihte yerini almıştır. İnsanı insan yapan yüce İslamın ulvî coşkusundan sapmadan, zamanın ilmine, ilim adamına, sanatına ve sanat adamına sahip çıkarak Ortaçağ taassubunu yıkmıştır. Yüksek karakteri, üstün zekâsı ve kabına sığmayan hırs ve azmiyle tüm zamanların devlet ve siyaset adamlarına örnek teşkil edecek muhteşem bir şahsiyet olarak Türk Milletinin ve hatta insanlık âleminin medarı iftiharı haline gelmiştir.

Ulu Önder Atatürk de "Yeryüzünde, askerî maharetlerle devlet yönetme dirayetinin mükemmel terkibinde temessül eden iki isim vardır; biri Büyük İskender, diğeri Fatih" diyerek, Fatih Sultan Mehmet'i üçbin yıllık Türk tarihinin en büyük kumandanı olarak ilan etmiştir.

İstanbul'un fethi, sıradan bir şehrin alınışı, sıradan bir askerî başarı, sıradan ulaşılmış bir zafer değildir. İstanbul'un fethi, dünya medeniyet tarihi açısından müstesna bir yere sahip onlarca asrın olayıdır.

Hiç kuşku yok ki, İstanbul'un Türkler tarafından fethiyle birlikte, ilk defa doğu ve batı uygarlıkları uzun ömürlü bir köprü üzerinde buluşabilmiş, ilk defa, çokkültürlü büyük kent hayatı, daha önce ve daha sonra ulaşılamamış bir hoşgörü ve anlayış ikliminde şekillenebilmiştir. Başka bir deyişle, Türklerin eline geçtikten sonraki İstanbul, hem kendisi bir barış merkezi olmuş hem de en belalı huzursuzluk alanlarına barış taşıyan kaynak özelliğini taşımıştır.

İstanbul'un fethi, çağlar açıp çağlar kapatmakla kalmamış, Avrupa'da Rönesans ve reform hareketlerinin de başlamasına neden olmuştur.

Ayrıca, 1071 yılında Malazgirt Zaferiyle Anadolu'ya yerleşen Türkler, bu fetihle, Anadolu'yu sonsuza kadar bir Türk yurdu haline getirmişlerdir.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; 552 nci fetih yıldönümünü kutlarken, dünyanın büyük metropollerinden olan İstanbulumuzun yapısal sorunlarını tespit etmek ve bunların ortaya çıkardığı tüm sorunlarla yakinen ilgilenerek çözüm üretilmesine katkıda bulunmak, Fatih'e ve fethe bir vefa borcumuzdur.

Sözlerimi tamamlarken, bu fetih yıldönümünde, özellikle Sevgili Peygamberimizin "İstanbul mutlaka fetholunacak; onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, onu fetheden asker ne güzel asker" methiyesine mazhar olmuş, başta Fatih Sultan Mehmet olmak üzere bütün komutan ve askerlerini, bir kere daha, minnet ve şükranla anıyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Erdem.

Bu vesileyle, Fatih Sultan Mehmet Hanı, mesai ve silah arkadaşlarını bir kere daha minnet, şükran ve rahmetle anıyoruz.

Başkanlığın Genel Kurula diğer sunuşları vardır.

Sözlü soru önergesinin geri alınmasına dair bir önerge vardır; okutuyorum:

B) Tezkereler ve Önergeler

1.- Antalya Milletvekili Feridun Fikret Baloğlu'nun (6/1522) esas numaralı sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/302)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Gündemin "Sözlü Sorular" kısmının 364 üncü sırasında yer alan (6/1522) esas numaralı sözlü soru önergemi geri alıyorum.

Gereğini saygılarımla arz ederim.

                        Feridun Fikret Baloğlu

                                           Antalya

BAŞKAN - Sözlü soru önergesi geri verilmiştir.

Geleneksel Türk el sanatları üretici ve sanatkârlarının sorunlarının araştırılarak, el sanatlarının geliştirilmesi, korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan (10/128) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Başkanlığının, komisyonun görev süresinin uzatılmasına dair bir tezkeresi vardır; okutuyorum:

2.- (10/128) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Başkanlığının süre uzatımına ilişkin tezkeresi (3/834)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Geleneksel Türk el sanatları üretici ve sanatkârlarının sorunlarının araştırılarak, el sanatlarının geliştirilmesi, korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan (10/128) esas numaralı Meclis Araştırma Komisyonu;

9.3.2005 tarihinde göreve başlamıştır. Anayasa ve İçtüzük gereği kendisine verilen üç aylık süre içerisinde çalışmalarını tamamlayamayan Komisyonumuz, 9 Haziran 2005 tarihinden itibaren bir aylık ek süre istenmesine karar vermiştir.

Gereğini bilgilerinize arz ederim.

Saygılarımla.

                                     Recep Özel

                                             Isparta

                        Komisyon Başkanı

BAŞKAN - İçtüzüğün 105 inci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan "araştırmasını üç ay içinde bitiremeyen komisyona bir aylık kesin süre verilir" hükmü gereğince, komisyona bir aylık eksüre verilmiştir.

Başbakanlığın, Anayasanın 82 nci maddesine göre verilmiş 2 adet tezkeresi vardır; ayrı ayrı okutup, oylarınıza sunacağım.

3.- Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun'un Endonezya'ya yaptığı resmî ziyarete İstanbul Milletvekili Nevzat Yalçıntaş'ın da katılmasının uygun görüldüğüne ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/835)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun'un, Asya-Afrika Dışişleri Bakanları Toplantısı, 2005 Asya-Afrika Zirvesi ve 1955 Asya-Afrika Konferansını Anma Törenine katılmak üzere, bir heyetle birlikte, 18-26 Nisan 2005 tarihlerinde Endonezya'ya yaptığı resmî ziyarete İstanbul Milletvekili Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş'ın da iştirak etmesi uygun görülmüş ve bu konudaki Bakanlar Kurulu kararının sureti ilişikte gönderilmiştir.

Anayasanın 82 nci maddesine göre gereğini arz ederim.

                        Recep Tayyip Erdoğan

                                         Başbakan

BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Diğer tezkereyi okutuyorum:

 

4.- Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Polonya'ya yaptığı resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/836)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

16-17 Mayıs 2005 tarihlerinde Varşova'da yapılan Avrupa Konseyi 3 üncü Zirve Toplantısına katılmak üzere, bir heyetle birlikte, 15-17 Mayıs 2005 tarihlerinde Polonya'ya yaptığım resmî ziyarete ekli listede adları yazılı milletvekillerinin de iştirak etmesi uygun görülmüş ve bu konudaki Bakanlar Kurulu kararının sureti ilişikte gönderilmiştir.

Anayasanın 82 nci maddesine göre gereğini arz ederim.

                        Recep Tayyip Erdoğan

                                         Başbakan

 

Liste:

Ömer Çelik (Adana)

Murat Mercan (Eskişehir)

Egemen Bağış (İstanbul)

BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır; okutup, oylarınıza sunacağım.

 

V.- ÖNERİLER

A) Sıyasî Partı Grubu Önerılerı

1.- Gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin CHP Grubu önerisi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulu 1.6.2005 Çarşamba günü (bugün) toplanamadığından, Grubumuzun aşağıdaki önerisinin, İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.

Saygılarımla.

                                       Haluk Koç

                                            Samsun

                        CHP Grubu Başkanvekili

Öneri:

Türkiye Büyük Millet Meclisi gündeminin, "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 65 inci sırasında yer alan 471'e 1 inci Ek Sıra Sayısının, bu kısmın 3 üncü sırasına alınması önerilmiştir.

BAŞKAN - Grup önerisi üzerinde, lehinde, Konya Milletvekili Atilla Kart.

Buyurun Sayın Kart. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Kart, 5 saniyenizi rica edeyim...

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, bugünkü görüşmeler sırasında da, grup adına veya şahısları adına konuşma yapan milletvekilleri arkadaşlarıma, konuşmaları bittikten sonra sadece 1 dakika eksüre vereceğim. Konuşma bittiğinde mikrofon kendiliğinden kapanacaktır.

Bilgilerinize arz ederim.

Buyurun Sayın Kart.

ATİLLA KART (Konya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu tarafından Danışma Kuruluna sunulan Grup gündem önerisi hakkında lehte söz almış bulunmaktayım; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, aylardan bu yana her çarşamba günü bir dokunulmazlık dosyasını, gündeme alınıp alınmamasını tartışıyoruz. Her defasında da iktidara mensup milletvekillerinin oylarıyla bu yoldaki önerilerimiz reddediliyor.

Bu dosyaları gündeme getirirken, ilgili milletvekilinin ismini, zorunlu haller dışında açıklamadan, kişileri öne çıkarmadan, dosyadaki delillerin tartışmasına girmeden, dokunulmazlık konusundaki Anayasa hükümleri, İçtüzük düzenlemeleri ve yapılmakta olan ihlalleri anlatıyoruz; bu süreci Genel Kurulun ve kamuoyunun takdirlerine sunuyoruz. Bu süreci bundan böyle de kararlı bir şekilde anlatmaya devam edeceğiz.

Siyasî kadroların yapıları ve uygulamaları hakkında kamuoyunu bilgilendirmek, milletvekilinin görev ve sorumlulukları arasındadır. Bu düşünceyle bunları anlatmaya devam edeceğiz.

Değerli arkadaşlarım, bu dosyalar hakkında bilgi verirken, iktidar grubu sözcüleri, o dosyalardaki bazı kişilerden söz ederek, bu kişilerin bu suçları işleyemeyecekleri yolunda değerlendirme yapıyorlar. Bizim de anlatmak istediğimiz bu, değerli arkadaşlarım. İşte, bu düşünceyledir ki, biz... Bakın, burada denk geldiği için ifade ediyorum; Sayın Başkanvekilimden özür dileyerek ifade ediyorum; Sayın Nevzat Pakdil'in İGDAŞ dosyasında yasal ve teknik anlamda iştiraki olmadığı yolundaki değerlendirmeye ben de şahsen katılıyorum, bunu yürekten ifade ediyorum. Nitekim, Sayın Pakdil de, Genel Kurul görüşmeleri esnasında açık bir şekilde dokunulmazlığının kaldırılması yolunda oy kullandı. O halde, siyasî iktidar ve Grup olarak neden bu engellemeyi yapıyorsunuz, ısrarla neden bunu sürdürüyorsunuz; sorgulamamız gereken husus bu. Sayın Pakdil'in sonuçta beraat etmesini ben de şahsen temenni ediyorum.

HACI BİNER (Van) - Kaç defadır söylüyorsunuz! Hep aynı şeyleri söylüyorsunuz!

ATİLLA KART (Devamla) - Müsaade buyurun; rahatsız olmayın.

HACI BİNER (Van) - Ne var ortada; ayıp yahu!

ATİLLA KART (Devamla) - Değerli arkadaşım, bakın, ortada, 199…

HACI BİNER (Van) -Ayıp yahu!

ATİLLA KART (Devamla) - Sayın Başkanım, lütfen!..

HACI BİNER (Van) - Her defasında aynı şeyleri söylüyorsunuz; ayıp kardeşim! (CHP sıralarından "Otur oturduğun yerde" sesleri, gürültüler)

GÜROL ERGİN (Muğla) - Oturduğun yerden boş boş konuşma; çık kürsüden konuş!

BAŞKAN - Sayın Biner, lütfen!..

Buyurun Sayın Kart.

ATİLLA KART (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, ortada olan 199 trilyonluk bir kamu zararı var. Bu kamu zararına yol açan gerçek faillerin tespitini istiyoruz. Orada suçsuz olan insanlar da zan altında kalmasın istiyoruz. Bunu anlatmaya çalışıyoruz size.

HACI BİNER (Van) - Kimse zan altında değil kardeşim! (CHP sıralarından gürültüler)

ATİLLA KART (Devamla) - Lütfen dinler misiniz!

BAŞKAN - Sayın Biner, lütfen!..

Sayın Kart, Genel Kurula hitap edin.

Buyurun efendim.

ATİLLA KART (Devamla) - Bunları engellediğiniz zaman nasıl sonuçlar doğuyor; bunları değerlendirmemiz gerekiyor.

Bakın, değerli arkadaşlarım, bugün gündeme getirdiğimiz dosya, kamuoyunun yakından bildiği kayıp trilyon dosyası. Bu dosya sanıklarından birisi de Sayın İçişleri Bakanı. Türkiye Cumhuriyetinin sade bir vatandaşı olarak ülkemin İçişleri Bakanının sahtecilik suçlamasıyla zan altında kalmasını kabul edemiyorum. Bu isnadın açıklık kazanması gerektiğine inanıyorum. Bu sebepledir ki, bu konuları anlatmaya devam edeceğiz.

Bakın, değerli arkadaşlarım, dokunulmazlık kurumunu ihlal ettiğiniz zaman nasıl sonuçlar doğuyor. Beş dosyadan söz edeceğim; kayıp trilyon dosyası, Maliye Bakanının 150 000 000 dolarlık sahtecilik  dosyası, hayalî ihracat dosyası, İstanbul Büyükşehir Belediyesinin BELBİM, Akbil ve İGDAŞ dosyaları. Bakın, bu beş dosyadaki Hazine zararı nedir biliyor musunuz; 400 000 000 dolar değerli arkadaşlarım. Beş dosyadaki kamu zararı 400 000 000 dolar!

Dokunulmazlık dosyalarının cezaî boyutunu, adlî yargılamayı kendinizce birtakım gerekçelerle engelliyorsunuz. Olayın tazmin boyutunu neden engelliyorsunuz; bunu size soruyorum. Bu dosyalardaki hazine zararları, bilirkişi raporları, müfettiş raporları ve yargı kararlarıyla sabit, değerli arkadaşlarım.

Olayın cezaî boyutu dışında tazmin boyutunun yargısal olarak takip edilmesi gerekir. Bu anlamda, ceza davaları, hukuk davaları için, tazmin davaları için bekletici bir dava niteliğinde de değildir. Başka bir ifadeyle, hukuk davalarının açılması için ceza davalarının sonuçlanmasını beklemek gerekmez. Üstelik, bu dosyalarda bazı sanıklar yönünden mahkûmiyet kararları da var.

İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 2002/77, 2003/7 sayılı ve Akbille bağlantılı olan, aralarında Sayın Başbakana yakınlığı çok iyi bilinen Albayrakların da mahkûm olduğu dosyalar olmasına rağmen -dosya ismi veriyorum, numara veriyorum değerli arkadaşlarım- bu tazminat davaları neden açılmıyor, neden engelleniyor?! Birileri çıkıp, buna, lütfen, cevap versin; demagoji yapmadan, saptırma yapmadan buna cevap versin.

Zira, bu davalar yönünden zamanaşımı dolmak üzere değerli arkadaşlarım, hukuk dosyalarına ilişkin zamanaşımı dolmak üzere.

İçişleri Bakanı ve Maliye Bakanı bu yoldaki soru önergelerimize tatminkâr bir cevap veremiyor. İçişleri Bakanı ve Maliye Bakanının bu davaların açılmaması için ilgili mercilere, hukuk birimlerine doğrudan veya dolaylı olarak talimat verdikleri anlaşılıyor. Bu süreç, başka bir sonuca bizi götürmez; bu süreç, ancak bu sonuca götürür.

Önemle ifade ediyorum; bu talimatlar kanunsuz emir niteliğindedir değerli arkadaşlarım. Bu talimatlara uyulmaması gerekir. Bu talimatlara uyarak tazminat davalarını açmayan İçişleri Bakanlığı ve Maliye Bakanlığı bürokratlarını, buradan, bir defa daha uyarıyorum; bu davaları açmaz iseniz, kişisel sorumluluğunuz doğar; hem görevi kötüye kullanmaktan hem de tazmin sorumluluğundan dolayı, haklarınızda, günü geldiğinde, mutlaka dava açılacaktır; bunu, bilmeniz gerekiyor. Anayasanın 137 nci maddesi anlamında bir kanunsuz emir söz konusudur.

İçişleri ve Maliye Bakanlığının bürokratlarını ve ilgili hukuk birimlerini bu şekilde uyardıktan sonra, ilgili Bakanlara da ve hükümete de şu uyarıyı yapıyorum: Gelin, bürokratlarınızı, kanunsuz emir ile hukuk arasında bir tercih noktasında bırakmayın, hukuku uygulamalarını sağlayın.

Değerli arkadaşlarım, tekrar ifade ediyorum; bu anlattıklarımıza, demagoji yapmadan, birilerinin, çıkıp, dürüstçe ve tutarlı bir şekilde cevap vermesini kamuoyu bekliyor.

Sayın milletvekilleri, sınırlı bir siyasî kadronun yanlışlarına daha fazla ortak olmayalım. Bu sorumluluğu, gelin, artık, üstlenmeyin. Bu dosya kapsamlarındaki iddiaların ciddiyeti nedir, gerçeklik payı nedir, inandırıcı mıdır; gelin, bunları araştıralım. Gelinen süreçte, maalesef, yolsuzlukların araştırılması ve hesap sorulması, kurumsal olarak engelleniyor değerli arkadaşlarım. İdarî, adlî ve yasama aşamasındaki denetim mekanizmaları, ustalıkla ve maharetle, etkisiz hale getiriliyor. Denetimi engelleyecek hukukî altyapı çalışmaları, kararlılıkla sürdürülüyor.

Bütün bunların anlamı nedir biliyor musunuz değerli arkadaşlarım; bunların anlamı, Polatlı İlçesi Uzunbeyli Köyünden sade bir vatandaşımızın deyimiyle şudur: "Sayın vekilim, bu arkadaşlarımız, sistemden öç alıyor, sistemden öç alıyor" diyor bu vatandaşımız. Bunun devamı nedir biliyor musunuz değerli arkadaşlarım; kurum ve kavramların içinin boşalması ve işlevini kaybetmesi sürecinden söz ediyorum. Lütfen, sağduyulu olarak, sorumluluk anlayışıyla bu dediklerimi değerlendirin. Niteliksiz kadrolaşma, bu süreci tamamlıyor. Devletin kurumları içinde, özel ve kişisel ilişki gruplarından oluşan yapılanmalar doğmaya başlıyor.

Bakın, birkaç örnek vereyim: Türk Hava Yollarında, ihalelerle ilgili olarak, e-mail yoluyla ve her türlü ihale süreci dışında, gizlilik kaydıyla belli kişilere ihaleler aktarılıyor değerli arkadaşlarım! Kanunsuz eğitim kurumlarıyla ilgili olarak, son anda, kendinizce, Ceza Kanununun 263 üncü maddesini değiştirmenin, o kurumun, o kavramın içini boşaltmaktan başka ne anlamı olabilir?! İmar kirliliğine cezaî müeyyide getiren 184 üncü maddeyi bir hafta evvel delmenin ne anlamı olabilir değerli arkadaşlarım?! Emniyet yapılanmasında kıdem ve liyakati bir tarafa bırakarak, cemaat yapılanması içine girmenin başka bir açıklaması olabilir mi?!

Bakın, bugün ulusal bir gazete başlık attı, Vatan Gazetesi; yurt sathındaki telefon dinlemelerinden söz etti değerli arkadaşlarım. Bakın, ortada bir yargısal karar olsa bile, bunun siyasî sorumluluğu yine bu hükümete aittir. Niye; gerekli denetimi yapmadığı için. Nasıl yapmıyor; bakın, Yargıtay-MİT-Çakıcı ilişkileri içinde, MİT, 15 Ağustos tarihli bir rapor hazırladı. Orada ne dedi biliyor musunuz; efendim, o müteahhide şu telefon numarasından ulaşamıyorum dedi ve takipsizlik kararı verdi ve Sayın Başbakan da buna olur verdi!

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Kart, konuşmanızı tamamlar mısınız.

Buyurun.

ATİLLA KART (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, lütfen sağduyulu olun. Bakın, kurumların ve kavramların içinin boşaltılması derken bunları anlatıyorum. Bir taraftan, yurt sathında dinleme yapıyorsunuz, kanunsuz olarak, hukuka aykırı olarak, öbür taraftan da, sizinle ilgili bir idarî soruşturmada, falan numaralı müteahhide ben ulaşamadım diyorsunuz!.. Bunu yapan MİT, değerli arkadaşlarım ve siz hükümet olarak bunları seyrediyorsunuz. Bunun bir açıklaması olabilir mi?! Bunun devlet yönetimi ve ciddiyetiyle ilgili bir açıklaması olabilir mi değerli arkadaşlarım?!

İşte, dokunulmazlık ve bağlı kavram ve kurumları ihlal ettiğiniz zaman, ayaklar altına aldığınız zaman, bunun nasıl sonuçları doğuyor!.. Tekrar ifade ediyorum, gelin, bu 400 000 000 dolarlık zararın tazmini için, bürokratlara baskı yapmaktan vazgeçin, hukuk davalarını açın.

Değerli arkadaşlarım, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kart.

Önerinin lehinde, Adana Milletvekili Sayın Ziya Yergök; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

MEHMET ZİYA YERGÖK (Adana) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi Grup gündem önerisinin lehinde söz almış bulunmaktayım; Yüce Meclisimizi ve yüce milletimizi saygıyla selamlayarak sözlerime başlıyorum.

Bu haftanın ve geçtiğimiz haftanın gündeme damgasını vuran başlıca tartışma konusu, Türk Ceza Yasasının 263 üncü maddesinde yapılan değişiklik nedeniyle "iktidar ve muhalefet arasında mutabakat bozuldu, uzlaşma bozuldu" söylemleriydi.

Aslında, AKP ve Cumhuriyet Halk Partisi arasında, seçim öncesinde en büyük mutabakat, dokunulmazlıkların sınırlandırılması konusunda, yani Anayasanın 83 üncü madde değişikliği konusundaydı. Ayrıca, bu konu, sadece iki parti arasındaki bir mutabakat değil, büyük bir toplumsal mutabakata da dayanıyordu; ancak, AKP, iktidara gelir gelmez, sözlerinin ve parti programındaki taahhütlerinin arkasında durmayarak bu büyük mutabakatı o zaman bozmuştur.

Toplumdaki büyük ve ısrarlı beklentiye rağmen, ne Anayasanın 83 üncü madde değişikliği ne de iktidarın çok diline doladığı kamu görevlilerinin soruşturulmasıyla ilgili yasalarda düzenleme yapılması konusunda en küçük adım atılmamış; aksine, engelleyici olunmuştur. Üstelik, 83 üncü maddenin, mevcut haliyle bile işletilmesi engellenmiş, Meclise gelen tüm dokunulmazlık dosyaları otomatiğe bağlanmışcasına dönem sonuna ertelenmiştir. İşin asıl ilginç yanı ise, AKP, bu konuda pişkinliğini sürdürmüş, sanki dokunulmazlığın sınırlandırılmasını çok istiyormuş havasını sürekli basmaktan geri kalmamış, hatta, zaman zaman Partimizi de suçlamıştır.

Dokunulmazlığın sınırlandırılmasıyla ilgili seçim öncesine ait bu mutabakatı gözünü kırpmadan bozan AKP, iş Türk Ceza Yasasına, Ceza Muhakemesi Yasasına, İcra ve İflas Yasasına geldiğinde, Avrupa Birliğine söz verdik, yetiştirmemiz lazım; dün İcra İflas Yasası görüşmelerinde olduğu gibi, saat 24.00'ten önce Cumhurbaşkanına yetiştirmemiz lazım, Resmî Gazeteye yetiştirmemiz lazım diyerek CHP Grubuna sarılmış; bu da yetmemiş, Cumhuriyet Halk Partisi Sayın Genel Başkanına ulaşmıştır. İşi bitip, istediği yasaları geçirdiğinde de Cumhuriyet Halk Partisinin geçmişine de, Genel Başkanına da, muhalefetine de, seviyesine de en ağır ve en haksız saldırılarda bulunmaktan geri kalmamışlardır. Bu yaklaşımın demokrasi kültürüyle de, demokratik olgunlukla da ilgisi yoktur. Tamamen günü kurtarmaya, o anı kurtarmaya yönelik fırsatçı bir işbirliği anlayışıdır; ancak, şu çok iyi bilinmelidir ki, bu politikayı Cumhuriyet Halk Partisinin aldatılması olarak görüyorlarsa da, Cumhuriyet Halk Partisinin anlayışı ve iyi niyeti olarak kabul ediyorlarsa da, bunun bir limiti vardır ve bu limitin sonuna gelinmiştir.

Aslında, siz, dokunulmazlıkların  sınırlandırılması konusunda hep karşı oldunuz; Refah Partili geçmişinizde de, Fazilet Partili geçmişinizde de, bugün AKP olarak da karşısınız. Parti programınıza ve Başbakanın sözüne rağmen hükümet programlarında bile yer vermediniz ve bu tarafınızla eleştirildiğinde de, dokunulmazlık konusunu bir yıl sonra gündeme alacağız dediniz; üçüncü yıldayız; ama, hâlâ gündeminizde böyle bir konu yoktur. Ne var ki, AKP Grup Başkanvekili Sayın Eyüp Fatsa, kendi hükümetlerinin programlarından haberi yokmuş gibi, dokunulmazlık tartışmalarında kürsüye çıkıp, dokunulmazlık konusu 58 inci ve 59 uncu hükümet programlarımızda yer almıştır diyebiliyor! İki hükümet programı da yanımda, burada, dokunulmazlıkla ilgili en küçük bir ibare bulunmamaktadır. Dokunulmazlıkların sınırlandırılmasıyla ilgili tek bir satır ne 58 inci hükümet programında ne de 59 uncu hükümet programında bulunmamaktadır. Hiç olmazsa bu konuda topluma doğruları söyleyelim, kamuoyunu yanıltmayalım. Ayrıca, 20 nci Dönemde dokunulmazlıkların sınırlandırılmasıyla ilgili kanun teklifine kimlerin, ne şekilde karşı çıktığını da tutanaklardan açıklamak istiyorum.

Değerli milletvekillerim, 20 nci Dönemde, İkinci Yasama Yılında Türkiye Büyük Millet Meclisine Anayasanın 83 üncü maddesiyle ilgili bir değişiklik teklifi, yani, dokunulmazlıkların sınırlandırılmasıyla ilgili bir değişiklik teklifi verilmiştir. Kütahya Milletvekili Mustafa Kalemli, Anavatan Partisi Genel Başkanı Rize Milletvekili Mesut Yılmaz, Doğru Yol Partisi Genel Başkanı İstanbul Milletvekili Tansu Çiller, Demokratik Sol Parti Genel Başkanı İstanbul Milletvekili Bülent Ecevit, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Antalya Milletvekili Deniz Baykal ile 292 milletvekilinin Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 83 üncü Maddesinin Değiştirilmesine Dair Kanun Teklifi Anayasa Komisyonunda görüşülmüş ve oy çokluğuyla kabul edilmiştir.

Şimdi, o zaman kimlerin karşı çıktığını tutanaktan okuyorum, karşı oy yazısından okuyorum, muhalefet şerhinden; muhalefet şerhinin son bölümünde deniyor ki: "Teklif, dokunulmazlık kaldırılmadan, savcı ve hâkim şu fiillerden dolayı milletvekilleri yargılansın anlamına geliyor?.. Niye bir savcıya güveniyoruz da Meclise güvenmiyoruz? Meclisimiz şimdiye kadar bütün ciddî işlerde kaldırma müessesesini çalıştırmadı mı?.." 22 nci Dönemde bir tek kez çalıştırdı mı değerli arkadaşlar?! Devam ediyor: "Bir savcının ve yargıcın güvenirliliği niçin Meclisin güvenirliliğinin önünde olsun?! Hayır, bunu kabul etmemiz mümkün değildir. Meclisimiz şimdiye kadar bu hakkını ve görevini suiistimal etmemiştir. Bundan sonra da edebilir kuşkusuna yer yoktur. Mühim olan istikrardır ve Anayasadaki dengeleri korumaktır. Bu nedenle, dokunulmazlığın sınırlandırılmasına karşıyız" diyor. İmzaları okuyorum: "Mehmet Ali Şahin, İstanbul Milletvekili; Süleyman Arif Emre, İstanbul Milletvekili; Abdülkadir Aksu, Diyarbakır Milletvekili; Ali Oğuz, İstanbul Milletvekili." Yani, bugün nasıl davranıyorsanız dün de öyle davranmışsınız. Dün de dokunulmazlığın sınırlandırılmasını istemiyordunuz, bugün de istemiyorsunuz.

Şimdi, bir başka üzücü nokta da -ki, bu gerekçe bir hukuk devleti anlayışıyla bağdaşamaz- hukukun üstünlüğü anlayışıyla bağdaşamaz. Anayasa Komisyonu Başkanımız Sayın Burhan Kuzu'yla, 12 Kasım 2003 tarihinde, Milliyet Gazetesinde Melih Aşık görüşüyor. Melih Aşık, Sayın Hocamız Burhan Kuzu'ya soruyor: "AKP dokunulmazlıkların sınırlandırılmasından korkuyor gibi bir görüntü var, ne dersiniz?" Hocamız cevap veriyor: "Vallahi, milletvekillerinin çoğuna bakıyorsunuz, yargıya güveni yok, yargı siyasallaştı diye olsa gerek." Melih Aşık soruyor: "Aynı yargı CHP'liler için de söz konusu; ama, onlar korkmuyor." "Ne diyeyim, herhalde çok cesur insanlar." Aslında bu cesaret değil, bir özgüven meselesi, yargıya güven meselesi, hukuk devletine inanç meselesi, kendine güven meselesi.

Değerli arkadaşlar, biz, hakkında dokunulmazlık dosyası olan milletvekili arkadaşlarımız yargıya gitsinler derken, yargıya gitsinler de ceza alsınlar anlamında demiyoruz; temel bir insan hakkı olan yargılanma hakkını kullansınlar ve aklansınlar diye diyoruz. Elbette ki, korku da insanî bir duygudur. İnsan korkar. Yani, bakan koltuğundan, şu turuncu renkli milletvekili koltuğundan kalkıp, insanın kendini bir an için Sincan F tipinde, Ulucanlar'da düşünmesi insanda gerçekten korku yaratır; ama, biz, böyle bir sonuç olsun diye değil, böyle bir sonucu arzuladığımız için değil, arkadaşlar yargılanabilsinler, aklansınlar, toplumun içinde bu şekilde gezebilsinler diye söylüyoruz; ama, benim, şu konuda kesin inancım şudur ki: Adalet ve Kalkınma Partisi, yüksek yargıdaki, yargıdaki kadrolaşmayı tamamlamadan dokunulmazlık konusuna "evet" demeyecektir. Kadrolaşma çalışmaları her alanda, yargı dahil, sürmektedir. Bu kadrolaşmayı tamamladıktan sonra, kendilerine göre bir yargı düzeni kurduktan sonra, zannediyorum, ancak ondan sonra yargılanmaya veya dokunulmazlığın sınırlandırılmasına razı olacaktır. Milletimiz, bunu büyük bir ibretle izliyor, zannediyorum, günü geldiğinde de bunun hesabını AKP'den soracaktır ve göreceklerdir ki, korkunun ecele faydası yoktur.

Yüce Meclisi, tekrar, saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Yergök.

Önerinin aleyhinde Adıyaman Milletvekili Hüsrev Kutlu.

Sayın Kutlu, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

FEHMİ HÜSREV KUTLU (Adıyaman) - Sayın Başkanım, sayın milletvekilleri; sözlerime başlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum; çarşamba dokunulmazlık günlerine hepiniz hoş geldiniz diyoruz...

Arkadaşlar, geçen konuşmamda da söyledim, zamanımızın çok kısıtlı olduğu bir dönemde, çok yoğun çalıştığımız bir dönemde her hafta aynı konuşmaları yapmak biraz sıkıcı oluyor; ama, arkadaşlarımız ısrarla gündeme getirdiği için ve ısrarla aynı sözleri tekrar ettikleri için...

GÜROL ERGİN (Muğla) - Siz de ısrarla kaçtığınız için...

FEHMİ HÜSREV KUTLU (Devamla) - ...biz de cevap vermek durumunda kalıyoruz. Yalnız, Sayın Ziya Yergök, bugün, son cümlesinde değişik bir üslupla tamamladı "arkadaşlarımız kendilerine göre bir yargı düzeni oluşturduktan sonra, herhalde, yargılanmak istiyorlar" gibi bir ifade kullandı. Ben, bu ifadenin maksadını aşan bir ifade olduğu kanaatindeyim. Yargıdan gelen bir kimseyim, hukukçuyum; hiç kimsenin Türkiye'de kendine göre bir yargı sistemi oluşturma lüksü de yoktur, gücü de yoktur. O konuda arkadaşlarımızın bir endişesi olduğu kanaatinde değilim.

Yargı, siyasal iktidarların dışında olan bir sistemle kurulmuştur ve bu sistemi devam edecektir. Bundan en emin olanlar da mutlaka Cumhuriyet Halk Partili milletvekili arkadaşlardır. Onun için, böyle bir ithamda bulunmak şık bir davranış, doğru bir davranış biçimi değildir. Kaldı ki, arkadaşlarımız yine bilmiyor, kamuoyu da bilmiyor, gerçi Atilla Bey çok kısa bir şekilde geçti; ama, bugün, Sayın İçişleri Bakanımız hakkındaki dosyayı görüşüyoruz. Bir kimsenin Türkiye'de en güçlü olduğu zaman İçişleri Bakanı olduğu zamandır; yani "bir an önce dosyam kalksın da, hazır İçişleri Bakanıyken, zaten emsali olan diğer arkadaşlar beraat etmişken, kaza bela olmadan ben de beraat edeyim" denilebilir. Yargı önü açılsa ve yargılansa, bu sefer de, arkadaşlarımız "yargı etki altında kaldı; İçişleri Bakanı olduğu için bu şekilde beraat kararı verdiler" gibi, yine, yargıyı töhmet altında bırakacak bir tutum içerisine girebilirler.

HALUK KOÇ (Samsun)- Mantık yanlış!

ATİLLA KART (Konya)- İnandırıcı olmuyorsunuz!..

FEHMİ HÜSREV KUTLU (Devamla)- Arkadaşlar, bugün saat 12.00'de hangi dosyanın inceleneceği belli oldu. O süre zarfında dosyayı süratle inceleme, daha doğrusu özetlerini inceleme imkânı bulabildim. Sayın muhalefet milletvekillerinin de gayet iyi bildiği gibi, bu davada Sayın İçişleri Bakanımız Abdülkadir Aksu'yla aynı konumda olan hatta daha kritik konumda olan bütün arkadaşlar hakkında, dokunulmazlığı olmayan kimseler hakkında beraat kararı verilmiştir. Muhasebeden sorumlu Genel Başkan Yardımcısı hakkında da, diğer genel başkan yardımcıları hakkında da beraat kararı verilmiştir ki, dosyayı incelediğimizde, burada, Partinin parasının illere dağıtılmasında birtakım yolsuzluklardan bahsedilmektedir. Bu paranın Hazineden çekilmesinde de, muhafazasında da, illere ödenmesinde de Sayın Aksu'nun imzası, beyanı veya en küçük bir katkısı yoktur.

Arkadaşlarımız, madem böyle, niye yargıdan kaçıyorlar veya gitmiyorlar tarzında bir tavır içerisine giriyorlar.

ATİLLA KART (Konya)- Yargılansın efendim, bırakınız.

FEHMİ HÜSREV KUTLU (Devamla)- Tabiî, muhalefet oldukları için, zannediyorlar ki, herkesin zamanı kendilerininki gibi boş. Herkes, her gün Oran ormanlarında yürüyüş yapabilir, güzellik uykusuna yatabilir, istediği zaman istediği yerde, keyfinin istediği gibi davranabilir.

HÜSEYİN BAYINDIR (Kırşehir)- İnanmadığın şeyleri söyleme!.

FEHMİ HÜSREV KUTLU (Devamla)- Arkadaşlar, bakanlarımızın programına baktığımız zaman, ailesine, yakınlarına, çoluk çocuğuna ayıracak zamanlarının da olmadığını görüyoruz.

HÜSEYİN BAYINDIR (Kırşehir)- İhale ihale koşuyorlar değil mi?!.

FEHMİ HÜSREV KUTLU (Devamla) - "İnanmadığın şeyleri konuşma" diyorlar…

HÜSEYİN BAYINDIR (Kırşehir) - İhale ihale koşuyorlar değil mi?! Cılkı çıktı bu işin!..

FEHMİ HÜSREV KUTLU (Devamla) - Arkadaşlar, ben, dokunulmazlık komisyonu başkanlığını yaptım ve orada, inandıklarımı da yazdım. Ben, dokunulmazlığın kaldırılmasına şahsım itibariyle karşıyım.

NECATİ UZDİL (Osmaniye) - O zaman karşıyım de de, bizim de zamanımızı alma.

FEHMİ HÜSREV KUTLU (Devamla) - Ben, bugün…

HÜSEYİN BAYINDIR (Kırşehir) - İşiniz gücünüz ihale oldu!..

FEHMİ HÜSREV KUTLU (Devamla) -Arkadaşlar, benim geçmişime bakarsanız, hiçbir ihale için telefon ya da ne oldu diye sormadığımı görürsünüz, malvarlığım da bunun ispatıdır.

Geçenlerde bir toplantıya katıldım, Adıyamanlılar için yardım istediler; ben, yurtiçi ve yurt dışındaki bütün mevduatlarımı, bütün taşınmazlarımı derneğe bağışlıyorum dedim. Başkan, döndü; yani, bize bir şey vermeyecek misiniz dedi. Vallaha, varsa salonda bunun gibi babayiğit, çıksın söylesin dedim. Yani, onun için, benim sırtımda bir şey yok, rahat olabilirsiniz.

Arkadaşlar, ben, burada, her zaman söylüyorum, milletvekilinin itibarını nasıl kazandırırız, nasıl yükseltiriz, bunun mücadelesinin verilmesi gerektiği kanaatindeyim. Bugün, isterdim ki, Sayın İçişleri Bakanımıza "Sayın Bakanım, gönderdiğiniz genelgede hâkim ve savcılara ceza tutanağı düzenlenmemesi yazıyor da; milletvekilleriyle dalaşmayın, ceza tutanağı yazın, Meclise gönderin, Sayın Başkanımız onu söke söke tahsil eder" -parantez içerisinde o kısım- gibi bir ibareyi tartışalım. Geçen gün gazetelere baktım, bir hâkim hakkında ceza tutanağı düzenlenmiş...

ATİLLA KART (Konya) - 400 000 000 hazine zararından da söz eder misiniz.

FEHMİ HÜSREV KUTLU (Devamla) - ...bunun için çeşitli görüşler alınmış. Yargı, bürokrasi kilitlenmiş, ne yapacağımızı kararlaştırıyorlar. Ceza tutanağı düzenlenmemiş, tespit tutanağı düzenlenmiş, ilgili yargı çevresine gönderilmiş; onlar iade etmiş, hâkim hakkında böyle bir şey düzenleyemezsiniz demiş, güzel bir hareket. Yargının ve yasamanın polisle karşı karşıya gelmemesi lazım. Bu konudaki yanlışlığın da düzeltilmesini, buradaki bir oylamaya yetişmek için veya bir toplantıya yetişmek için giden bir arkadaşımızın trafik polisleriyle oyalanmaması gerektiğini biliyorum.

ATİLLA KART (Konya) - 400 000 000'dan söz eder misiniz?

FEHMİ HÜSREV KUTLU (Devamla) - 400 000 000 hazine zararından siz çok bahsettiniz sanki. Efendim, oradaki zararın… Oradaki davanın siyasî olup olmadığı elbette ki tartışılır, bunu ileride tarih tartışacaktır, hukukçular tartışacaktır.

ATİLLA KART (Konya) - Yargı tartışsın işte!

FEHMİ HÜSREV KUTLU (Devamla) - Ama, orada bahsettiğim bir şey var, bu zarar velev ki oluşmuş olsa dahi, Sayın Aksu'nun ne başında ne sonunda ne ortasında hiçbir yetki ve alakası yoktur.

ATİLLA KART (Konya) - Siz, yargılama mercii misiniz?

FEHMİ HÜSREV KUTLU (Devamla) - Biz yargı mercii değiliz, takdir merciiyiz, karar merciiyiz.

ATİLLA KART (Konya) - Allah allah!..

FEHMİ HÜSREV KUTLU (Devamla) - O zaman, dokunulmazlığın kaldırılıp kaldırılmaması konusu bu Meclise gelmezdi. Bu Meclisin yetkisindeyse, Anayasa, kişinin dokunulmazlığının kaldırılıp kaldırılmaması yetkisini bu Yüce Meclise vermişse, konuları konuşmak, görüşmek de bu Meclisin hakkıdır.

ATİLLA KART (Konya) - Yetkinizi kötüye kullanmayın; onu anlatıyoruz.

FEHMİ HÜSREV KUTLU (Devamla) - Siz "400 milyar ne oldu" diye seslenirken yargı mercii olmuyorsunuz da, ben, bunda arkadaşımızın bir katkısı yok, Sayın Bakanımızın veya Sayın Aksu'nun burada hiçbir imzası yok, hiçbir sorumluluğu yok dediğimde "yargı mercii misiniz" diyorsunuz.

ATİLLA KART (Konya) - Biz, katkısı var demiyoruz, bu konuda yargı değerlendirsin diyoruz.

FEHMİ HÜSREV KUTLU (Devamla) - Takdir merciiyiz. Bu konuda takdirde bulunacak olan da bu Yüce Meclis, siz sayın milletvekillerisiniz…

OYA ARASLI (Ankara) - Meclis, esası hakkında karar vermeyecek.

FEHMİ HÜSREV KUTLU (Devamla) - …ama, bu dosyada, Sayın Aksu hakkında ciddî bir suçlama, bir delil, bir kanıt yoktur. Bunu, sizler de gayet iyi biliyorsunuz.

TUNCAY ERCENK (Antalya) - Hocaya geçmiş olsun dediniz mi Hüsrev Bey?!

FEHMİ HÜSREV KUTLU (Devamla) - Efendim, isterseniz, başka bir yerde bir mülakat yapalım, açıkoturum yapalım, bütün sorularınıza cevap vereyim. Hepsini tam olarak dinleyemeyince, sonra, cevaplarım da eksik kalabilir.

NECATİ UZDİL (Osmaniye) - Karşıyım de çık, dolaşmaya ne gerek var?!

FEHMİ HÜSREV KUTLU (Devamla) - Arkadaşlar, Türkiye'de, şu anda 58 inci ve 59 uncu hükümetlerde İçişleri Bakanı olarak görev yapan Sayın Abdülkadir Aksu'nun başarılı çalışmalarından dolayı şahsım adına ve benim gibi düşünen arkadaşlarım adına kendilerini tebrik ediyorum…

HÜSEYİN BAYINDIR (Kırşehir) - Benden de selam söyle!..

NECATİ UZDİL (Osmaniye) - Biz de tebrik ediyoruz; duacıyız!..

FEHMİ HÜSREV KUTLU (Devamla) - …ve bu Yüce Meclisin, Sayın Bakanımızı, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin menfaatlarını ve bizlerin huzur ve sükûnunu sağlamak için olağanüstü gayretlerinden ve zamanlarından, şahsî meselesine zaman ayırıp, yargıyla uğraşmaması için, kendisinin daha zayıf olduğu, bakan olmadığı bir zamanda yargı önüne çıkıp, daha rahat şekilde yargılanması gerektiğini bildiriyorum.

MEHMET ZİYA YERGÖK (Adana) - Asayiş bozuk!

HÜSEYİN BAYINDIR (Kırşehir) - İstanbul'da, gündüz çık bir dolaşsana! İstanbul'da asayiş mi var?! Kapkaç terörüne teslim ettiniz ülkeyi!

FEHMİ HÜSREV KUTLU (Devamla) - Verilecek kararın hayırlı olmasını...

HÜSEYİN BAYINDIR (Kırşehir) - Hayırlara vesile olsun!..

FEHMİ HÜSREV KUTLU (Devamla) - .. ve önerinin reddedilmesini arz ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

HÜSEYİN BAYINDIR (Kırşehir) - İstanbul'da, sokaklarda gündüz gezemiyorsunuz, dışarı çıkamıyorsunuz.

BAŞKAN - Cumhuriyet Halk Partisinin Grup önerisi üzerinde, aleyhinde, Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

HÜSEYİN BAYINDIR (Kırşehir) - Kapkaça teslim ettiniz sokakları!..

MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Bursa) - Ne diyorsun oradan?!

HÜSEYİN BAYINDIR (Kırşehir) - Anlaşılmıyor mu; gel burada söyleyeyim!

MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Bursa) - Git, oradan söyle!

HÜSEYİN BAYINDIR (Kırşehir) - Ben, istediğim yerden söylerim.

MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Bursa) - Git, oradan konuş!

HÜSEYİN BAYINDIR (Kırşehir) - Hadi oradan… Ben, istediğim yerden söylerim.

BAŞKAN - Sayın Bayındır… Sayın Bayındır…

MEHMET ÇERÇİ (Manisa) - Sen İstanbul milletvekili misin?!

HÜSEYİN BAYINDIR (Kırşehir) - Dolaşsana İstanbul'da… Huzur varmış!..

MEHMET ÇERÇİ (Manisa) - Sen İstanbul milletvekili misin?!

HÜSEYİN BAYINDIR (Kırşehir) - Ne huzuru var; huzur muzur kalmadı!

BAŞKAN - Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım…

HÜSEYİN BAYINDIR (Kırşehir) - Açlık var, yoksulluk var, perişanlık var…

BAŞKAN - Sayın Bayındır… Sayın Bayındır…

Saygıdeğer arkadaşlarım, lütfen…

Sayın Bayındır, bir müddet yoktunuz; hoş geldiniz!

Buyurunuz Sayın Bozdağ.

BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisinin Grup önerisi aleyhinde söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Saygıdeğer arkadaşlar, uzunca bir zamandır, Türkiye Büyük Millet Meclisi, çarşamba günleri, dokunulmazlıklarla ilgili görüşmelere sahne oluyor ve zaman kaybına da neden oluyor.

Şimdi, ben, müsaadenizle, benden önce konuşan arkadaşlarımın değindikleri konulara kısmen cevap mahiyetinde, kısmen de bilgi arzı mahiyetinde birkaç hususu söylemek istiyorum. Özellikle Sayın Kart burada konuşurken, Sayın Yergök de konuşurken, esasında, gündeme alınmasını istedikleri konuyla alakadar bir tane cümle söylemediler. Konunun özüne de girmediler. Sayın İçişleri Bakanı ve İstanbul Milletvekilimiz hakkındaki dosyada ne vardır, ne yoktur, buradaki iddialar nedir, ne değildir, Sayın Bakan, burada, geçmişte ne yapmıştır, ne yapmamıştır şeklinde herhangi bir arzda bulunmadılar. Ben isterdim ki, bunları böyle açıklasınlar da, Türk Milleti de duysun, ne menem şeyler varmış, bir görsün, onu beklerdim; ama, böyle bir açıklamada ve izahatta bulunmadılar. Sebebi nedir derseniz; bulunamayacaklardı da onun için izahatta bulunmadılar. Zira, bu dosyada, Sayın Bakanın suçlanıp, müeyyidelendirilmesini gerektirecek somut nitelikte ne bir belge ne de bir delil söz konusu değildir. Ayrıca da, aynı dönemde, ilgili partinin genel başkan yardımcılığı görevlerinde bulunan Sayın Ahmet Tekdal ile Sayın Şevket Kazan yargılanmışlar ve yargılama neticesinde beraat etmişlerdir.

MEHMET ZİYA YERGÖK (Adana) - Mahkûm olanlar da var...

BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Beraat etmişlerdir, iyice bakın.

ATİLLA KART (Konya) - 70 kişi mahkûm oldu.

BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Sayın Bakan eğer bugün milletvekili veya bakan olmasaydı, ben eminim, o da beraat edecekti; zira, ilgili davanın hiçbir aşamasında, Sayın Bakanın ne bir denetim, gözetim görevi ne de herhangi bir evrakın üzerinde davaya konu şeyde imzası, çizgisi dahi yok. Bunu bile bile, yılların hukukçusu bir arkadaşımızın, Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanını sahtecilikle itham etmesini anlamakta zorluk çekiyorum.

ATİLLA KART (Konya) - Mahkemeler itham ediyor, mahkemeler, ben değil…

BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Ben, iyi bir hukukçu olduğunuza inanıyorum. İmzası, çiziği dahi olmayan bir devlet adamını bu Yüce Meclisin çatısı altında böyle lekelemenin doğru olmadığı kanaatindeyim.

TUNCAY ERCENK (Antalya) - Savcı söylüyor, savcı…

BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - İkincisi, konunun diğer kısmına gelmek istiyorum; zira, konuyla ilgili konuşulmadığı için, ben de dosyanın detayına girmek istemiyorum.

Dokunulmazlıklarla ilgili Anayasamızın 83 üncü maddesi çok net, çok açıktır. Anayasanın 83 üncü maddesinin birinci cümlesi çok önemli. Ben orada bir hususa dikkatinizi çekmek istiyorum. Diyor ki: "Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerden, o oturumdaki Başkanlık Divanının teklifi üzerine Meclisce başka bir karar alınmadıkça bunları Meclis dışında tekrarlamak ve açığa vurmaktan sorumlu tutulamazlar."

Bu nedir; bu şudur: Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerine tanınan hür alan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin çatısı altındaki alandır; yani, Türkiye Büyük Millet Meclisinde üye olan milletvekilleri, milletin temsilcileri, burada konuşulması gereken ve Başkanlık Divanınca dışarıda bunu konuşamazsız diye karar alınan bir konuyu seçim bölgesinde konuşamazlar; konuşabilirler mi; konuşamazlar. Öyleyse, bizim burada, milletin sesinin temsilcisidir milletvekilleri.

Burada arkadaşlarım konuşurken, ben, yargılanmak istiyorum, benim dokunulmazlığımı kaldırın diyenlerin sesine niye kulak vermiyorsunuz diye söyleniyor. Ben bu işin felsefesi üzerinde kafa yorarken, bu dokunulmazlık ne menem şeydir, niye gelmiş diye baktığımda; taa bilmem 1200'lere kadar geçmişi var, kral karşısında, padişah karşısında, sultan karşısında, otoriter yapı karşısında, kuvvetli yapı karşısında zayıf olan milletin sesini seslendirenlere güç katsın diye, onlara kuvvet olsun diye dokunulmazlıklar getirilmiş, o günden bugüne doğru da devam edegelmiştir. Neden; millet, devamlı güçsüz ve zayıf durumdadır.

Onun için, ben diyorum ki, herhalde, buradaki felsefe şu…

TUNCAY ERCENK (Antalya) - Onlar yolsuzluk yapmıyordu, sen saklanma bunun arkasına!

BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Bu dokunulmazlık, vekilin dokunulmazlığı değildir; bu dokunulmazlık, milletin sesinin sedasının dokunulmazlığıdır (AK Parti sıralarından alkışlar) milletlin sesinin devlet katında yüksek ve daha gür bir şekilde ifade edilmesinin dokunulmazlığıdır; onun için de bizim Anayasamızda yer almıştır.

ATİLLA KART (Konya) - Dolandırıcılığın ne ilgisi var bu söylediğinizle, zimmetin ne ilgisi var?!

BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Şimdi, oraya da geleceğim. Anayasamızda onun için yeri var; milletin sesi, vekilleri aracılığıyla, hür bir ortamda gür bir şekilde çıksın diye buraya konulmuştur.

TUNCAY ERCENK (Antalya) - Yolsuzluğu savun diye değil?!

BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Türkiye'nin cumhuriyet döneminde yaşadığı demokrasi mücadelesine baktığınız zaman, milletin gür sesinin nasıl demokrasi adına demokrasiyi katlederek, nasıl hukuk adına hukuk çiğnenerek, nasıl başka şeyler adına kesildiğini bu millet yakından görmüş ve müşahede etmiştir.

TUNCAY ERCENK (Antalya) - Anlat anlat!..

BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Onun için, milletin vekilinin, onun şahsında da milletin itibarını yükselten bir düzenlemedir. Bu düzenlemeyi, bahis açarak, daha doğrusu, kürsü dokunulmazlığının dışındaki diğer dokunulmazlıkları gündeme getirerek Türkiye Büyük Millet Meclisinde yapılan her bir konuşma millete vurulan şamar gibidir ve bu milletin itibarını azaltmaktan başka bir şeye yaramıyor. (AK Parti sıralarından alkışlar)

MEHMET ZİYA YERGÖK (Adana) - Millet istiyor… Millet istiyor...

BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bakın, Sayın Bakan da burada söyledi, daha önceki konuşmacılar da burada söyledi; Türkiye Büyük Millet Meclisinde dokunulabilen tek görevli, tek yetkili, Türkiye Büyük Millet Meclisinin vekilleridir. Onun dışında, dokunulamayanlarla dolu bu memleket. Sadece vekiller mi kaldı dokunulmayan?!

ATİLLA KART (Konya) - Görevinizi başarıyla yapıyorsunuz Sayın Bozdağ.

BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Şimdi, bakın, trafikten bahsetti. Bir tane kamu görevlisi geçerken selam durup geçiyor, vekil geçerken halini bir görün. Sizin başka yerlerdeki halinize bir bakın; en kolay dokunulan, alanına en kolay müdahale edilen, itibarı üzerine en kolay söz söylenen, milletvekilleridir.

TUNCAY ERCENK (Antalya) - Yolsuzluk yapanlar yüzünden; onun için söylüyorlar.

BEKİR BOZDAĞ (Devamla) -  Milletvekillerinin ve onun şahsında bu milletin itibarını yükseltmek hem Türkiye Büyük Millet Meclisinin hem de CHP'siyle, AK Partisiyle hepimizin görevidir.

Bakın, yolsuzluklarla ilgili de konuşuldu, onunla ilgili de bir iki tane şey söyleyeceğim.

MEHMET ZİYA YERGÖK (Adana) - Niye getirmiyorsunuz onu?

BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Birileri şöyle düşünüyor: Yahu, bu AK Partinin gücü bende olsa, millet bu kadar vekil bana verse, ben de iktidar olsam, şu kaynakların başında otursam malı nasıl götürürdüm Allah bilir!..

TUNCAY ERCENK (Antalya) - Gidiyor zaten…

BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Ya, bunlar da insan… Ee, bizim gibi bunların düşünmemesi anormal değil. Herhalde bunlar da götürüyordur diye ikibuçuk senedir çırpınıyorlar; ama, daha bir tane numunesini bulamadılar. Bulamazsınız… (AK Parti sıralarından alkışlar)

TUNCAY ERCENK (Antalya) - Allah allah!..

BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - AK Partinin diğerlerine benzer bir yönü, yöntemi yoktur. Esas yanlışlık burada, "bunlar da bizim gibi" anlayışında. Biz sizin gibi değiliz, olmadığımız için 360 kişiyiz. (AK Parti sıralarından alkışlar)

GÜROL ERGİN (Muğla) - O zaman, bırakın kaçmayı…

BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Bu millet onun için AK Partiyi tek başına iktidar yaptı.

Bakın…

GÜROL ERGİN (Muğla) - Mahkemeye çıkmayın, konuşun burada!..

BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Değerli arkadaşlar, yolsuzluklar konusunda hem CHP'nin hem AK Partinin; yani, bu Meclisin yaptıklarına hiç kimse laf söyleyemez.

GÜROL ERGİN (Muğla) - Adaletten kaçanlar sizi!..

BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Bakın, Meclis toplandı, biz buraya geldik, daha yol, yöntem bilmiyoruz…

GÜROL ERGİN (Muğla) - Hayatınız kaçmakla geçiyor…

BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - … Türkiye Büyük Millet Meclisinin yaptığı ilk iş, yolsuzlukları araştırma komisyonunu kurmak oldu

GÜROL ERGİN (Muğla) - Hayret ya! Yazıklar olsun!

BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Kurdu mu; kurdu. Pek çok konu incelendi mi; incelendi. Arkasından, 6 tane soruşturma komisyonu kurdu mu bu Meclis?

MEHMET ZİYA YERGÖK (Adana) - Başkaları için kuruyor!

BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Komisyonlar çalıştı mı; çalıştı. Başbakan dahil, devrin bakanlarının Yüce Divana sevkine karar verdi mi; verdi.

Peki, ben soruyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisinin hangi döneminde -böylesine, bir devre damgasını vuranlar- üzerlerinde şaibe olanları bu Meclis Yüce Divana gönderdi?

MUHARREM KILIÇ (Malatya) - Başka partiler için...

BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Ben hatırlıyorum daha önceki dönemleri; 1995 seçimleri olmuştu, iki tane parti, Ana-Yol bir araya gelmişti, birbirlerini akladılar; sonra, Refah-Yol bir araya geldi, birbirlerini akladılar, pakladılar; bundan önceki dönemde de Koray Aydın soruşturmasında ve başka dosyalarda birbirlerini akladılar, pakladılar. Aklamayan, paklamayan tek yasama dönemi, bu dönemdir. Onun için, bu Meclisin, yolsuzlukla mücadele konusundaki karnesi yıldızlı pekiyidir; bununla iftihar etmesi lazım. (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

V.HAŞİM ORAL (Denizli) - Söylediğine kendin inanıyor musun?!

BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Peki, daha ne oldu -bir başka şey daha söyleyeceğim- yolsuzlukla mücadele adına, Bankalar Kanununda değişiklik yapıldı.

Ben, buradan, CHP adına konuşan değerli arkadaşlarımın sözlerini hatırlıyorum: "Bu kanun hukuka aykırı; ama, biz, bunun amacına oy vereceğiz; Anayasaya aykırı; ama, amacına oy vereceğiz." Neden; yolsuzlukla mücadeleyi öngörüyordu, bu memleketin, yetimin malına göz dikenlerin kendilerinin ve belli düzeydeki akrabalarının malvarlığına, hem de geçmişe dönük olarak elkoymayı öngörüyordu. Bu Meclisten, sizin ve bizim oylarımızla, alkışlarla geçmedi mi; geçti.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Bozdağ, lütfen konuşmanızı tamamlayınız.

BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Bitiriyorum.

Onun için, bakın, 21 Şubat krizinin arkasından batan batanaydı, kimse ödemiyordu; kuyruğa girdiler. Onlar keyfinden girmedi.

ATİLLA KART (Konya) - Neyi tahsil ettiniz?

BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Pahalılığı gördüler; yani, astarın yüzünden pahalı olduğunu gördüler, onun için sıraya girdiler.

ATİLLA KART (Konya) - Kaç para tahsil ettiniz; kaç para?!

BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Ayrıca, Ceza Muhakemesi Kanununda önemli değişiklikler yapıldı; değerli arkadaşlarım biliyorlar; 135 inci maddeyi, 139 ve 140 ıncı madde ve 138'de rüşvet ve ihaleye fesat karıştırmanın bundan sonra belgesi olacaktır. Devletin onları izlemesi, gözlemesi için ilk defa düzenlemeyi, yine CHP ile AK Parti beraber koymuştur; bundan sonra, yiğit olan çalsın!

V. HAŞİM ORAL (Denizli) - Bir de yapamadıklarımızı söylesene; sayenizde yapamadıklarımızı!..

BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bozdağ.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu önerisi üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, öneriyi oylarınıza sunacağım…

HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, karar yetersayısının aranılmasını istiyorum.

BAŞKAN - Karar yetersayısını arayacağım Sayın Koç.

Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yetersayısı vardır; öneri kabul edilmemiştir.

Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince, sözlü soru önergelerini görüşmüyor ve gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.

VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)

BAŞKAN - 1 inci sırada yer alan kanun teklifinin geri alınan maddeleriyle ilgili komisyon raporu gelmediğinden, teklifin görüşmelerini erteliyoruz.

2 nci sırada yer alan, Esnaf ve Sanatkârlar Meslek Kuruluşları Kanunu Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu raporunun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

2.- Esnaf ve Sanatkârlar Meslek Kuruluşları Kanunu Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu (1/969) (S. Sayısı: 851)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Tasarının görüşülmesi ertelenmiştir.

3 üncü sırada yer alan, Askerî Hâkimler Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu raporunun görüşmelerine başlıyoruz.

3.- Askerî Hâkimler Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/1033) (S. Sayısı: 916) (x)

BAŞKAN - Komisyon?... Burada.

Hükümet?.. Burada.

Komisyon raporu 916 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Malatya Milletvekili Sayın Muharrem Kılıç; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakika.

CHP GRUBU ADINA MUHARREM KILIÇ (Malatya) - Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; Askerî Hâkimler Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısıyla ilgili olarak Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım; Yüce Heyeti saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, bu tasarıya girmeden önce, bugün, 1 Haziran 2005, Yeni Türk Ceza Kanunu bugünden itibaren yürürlüğe girdi, tüm ulusumuza hayırlı olsun.

Değerli arkadaşlar, yeni Türk Ceza Kanununun çıkış tarihi 26.9.2004 tarihi idi; o tarihten itibaren altı aylık bir geçiş süreci için yürürlük, 1 Nisan 2005'e ertelenmişti. Ancak, 1 Nisan 2005'ten bir gün önce, Sayın Başbakanın yurt dışından vermiş olduğu talimatla, Meclis, o gün, yasanın uygulanmasını 1 Haziran 2005 tarihine erteledi. Peki, bu süre içinde ne oldu; bu süre içinde, 40'a yakın, yeni Türk Ceza Kanununun 40'a yakın maddesi yürürlükten kaldırıldı, iptal edildi.

                        

(x) 916 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

Değerli arkadaşlar, yeni Türk Ceza Kanununu çok önemsemiştik, çok önemli değişiklikler getirdiğini söylemiştik; ancak, dediğim gibi, yeteri kadar, olgunlaşmadan çıkarıldığı için, henüz, daha yürürlüğe girmeden, bu kanun uygulanamaz duruma geldi.

Değerli arkadaşlar, bu getirilen hükümet tasarısı, askerî hâkimlerin kaynağını büyük ölçüde genişleten olumlu bir tasarı. Görüşülen tasarının gerekçesinde 357 sayılı Askerî Hâkimler Kanununda askerî hâkimlerin kaynakları sıralanmış; ancak, bu kaynakların yeterli olmaması sebebiyle "kendi nam ve hesabına hukuk fakültesini bitiren ve henüz askerlik hizmetini yapmamış erkek vatandaşlar ile en az 4 yıllık fakülte veya yüksekokulu Türk Silahlı Kuvvetleri nam ve hesabına okuyarak muvazzaf subay nasbedilenlerden veya 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu hükümlerine göre dış kaynaktan muvazzaf subay nasbedilenlerden hukuk fakültesi mezunu muvazzaf subaylara askerî hâkimlik sınavına başvuru hakkının tanınması öngörülmekte, bu suretle başvurudaki eşitsizliklerin ortadan kaldırılmasıyla daha çok ve daha çeşitli adaylar arasından askerî hâkim seçimine ve dolayısıyla, Türk Silahlı Kuvvetlerinde daha nitelikli personel istihdamına imkân sağlanması amaçlanmaktadır" denilmektedir. Bu amaca ve eşitsizlikleri ortadan kaldırmaya yönelik bu düzenlemeye Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz de katılıyoruz; çünkü, askerî hâkimliğin kaynakları genişliyor, daha nitelikli hukukçuların askerî hâkim olma imkânları getiriliyor. Bu nedenle, bu düzenlemeye diyecek bir şey yok.

Yalnız, değerli arkadaşlar, konu askerî hâkimlerden açılmışken, askerî yargı sistemine de kısmen değinmek istiyorum.

Askerî yargı sistemi, Anayasamızın 145 inci maddesinde özel olarak düzenlenmiştir. Anayasamızın 145 inci maddesi "askerî yargı, askerî mahkemeler ve disiplin mahkemeleri tarafından yürütülür" diyerek, asker kişilerin veya bir şekilde askerlerle karşı karşıya gelen kişilerin askerî mahkemelerde yargılanmasını getiriyor.

Yalnız, değerli arkadaşlar, bu düzenlemenin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6 ncı maddesinde yer alan adil yargılanma hakkıyla ilgili düzenlemeyle kısmen uyuşmayan taraflarının olduğunu da görüyoruz. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6 ncı maddesinde "her kişi, gerek yurttaşlık hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar gerek ceza alanında kendisine karşı yapılan bir suçlama konusunda karar verecek olan yasal, bağımsız ve yansız bir mahkeme tarafından davasının akla uygun bir süre içerisinde, hak gözetilirliğe uygun ve açık biçimde dinlenmesini istemek hakkına sahiptir" deniliyor.

Şimdi, burada, adil yargılanma hakkında ne diyordu; "bağımsız ve yansız bir mahkeme" diyordu. Oysa, askerî yargılamaya baktığımızda, acaba, bağımsızlık ve yansızlık yönünden adil yargılanma ilkelerine askerî mahkemeler ne derece uyum sağlıyorlar?

Bağımsızlığın oluşması için, atanmada, görevden almada, askerî hâkimliğin süresinde, emir alma durumunda, sicilin verilmesinde yürütmenin etkisinin olmaması gerekiyor; ancak, şu anki sistemde, askerî hâkimlerin atanmasında, görevden alınmasında, süresinde, emir ve komuta zincirinde, sicillerinin doldurulmasında, yürütmenin, yani, askerî hiyerarşinin kesin ve net biçimde belirleyici olduğu açıktır. En basitinden, sicillerini irdelediğimizde, askerî hâkimlerin sicillerinin, kısmen askerî yargıtayca, kısmen de komuta silsilesi içerisinde doldurulduğunu görüyoruz. Tabii, sicilleri de uygun olmazsa, askerî hâkimlerin yükselme şansları da olmuyor. Böyle bir sistemde askerî hâkimlerin bağımsızlığından bahsetmek ne kadar doğrudur?! Kaldı ki, askerî mahkemelerde iki askerî hâkim, bir tane de hukukçu olmayan subay görev yapıyor. Subay, askerî hâkimlerin statüsüne de tabi değil; bir yıllığına ataması yapılıyor. Tümüyle emir komuta zinciri içinde çalışan bir sistem. Adil yargılanma hakkındaki yansızlık ilkesine baktığımızda, yürütmeye, idareye bu kadar bağlı olan hâkimlerin yansız ve tarafsız davranması, yansız bir şekilde kararlarını oluşturması çok kolay bir iş olmasa gerek.

Bir de, askerî disiplin mahkemeleri var. Askerî disiplin mahkemelerinin üyelerine baktığımızda, bunların adı mahkeme; ancak, hâkimleri hukukçu değil. Üç tane subaydan oluşan; ancak, mahkemede hâkimlik görevi yapan üç tane hukukçu… Bunların, disiplin hâkimlerinin, yani, hâkimlik görevi yapan, hukukçu olmayan bu subayların ataması, birlik komutanı tarafından yapılıyor. Disiplin soruşturması birlik komutanının emriyle başlıyor, davanın açılması birlik komutanının emriyle yapılıyor, mahkemeler birlik komutanının talimatıyla toplanıyor. Mahkeme, aynı zamanda birlik komutanının gözetimine tabi. Sicil amirleri, komutanlar.

Böyle bir yapı içinde bağımsızlıktan bahsedebilir miyiz? Bunlara, adı üstünde, mahkeme diyoruz, disiplin mahkemesi. Disiplin mahkemesindeki hukukçu olmayan 3 subayın yapmış olduğu yargılamaya biz yargı diyebilir miyiz? Disiplin mahkemesi yine olsun. Şu anda askerî hâkimlerin kaynaklarını genişletiyoruz. Bol miktarda askerî hâkim alınsın. Eğer disiplin mahkemeleri mutlaka gerekiyorsa -askerî disiplin için gerekiyordur- buralarda da yine askerî hâkimler görev alsınlar.

Hukukçu olmayan bir kişinin hukuk mantığının oluşması, hukuksal kavramları karşılaması, evrensel hukuk ilkelerine göre davranması, karar vermesi mümkün müdür? Bağımsız değil bu konumda. Peki, bu disiplin mahkemelerinin tarafsızlığından, yansızlığından bahsetmek mümkün mü? Emir-komuta zinciri içindeki bir subayın, kendinin üstü konumundaki komutanlarından aldığı emirlerinin dışına çıkma şansı var mı?

Öyleyse, mademki demokratikleşiyoruz, mademki ülkemizde hukukun üstünlüğünü egemen kılmaya çalışıyoruz, bu sorunlara da el atılması gerekir diye düşünüyoruz. Çünkü, değerli arkadaşlar, Anayasamızın 2 nci maddesi "Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir" diyor. Yine, Anayasamızın 9 uncu maddesi "Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır" diyor. Mahkemelerin bağımsız olması temel ilkedir. "Kanun önünde eşitlik" diyor Anayasamızın 10 uncu maddesi. Aynı fiilleri işleyen, orduda subaylık yapan bir subay ile kamuda görev yapan bir daire başkanı, kendi amiriyle tartışması konumunda, bunların yargılanmasında Anayasamızın eşitlik ilkesinin uygulanması gerekmez mi? Yine, Anayasamızın 138 inci maddesinde mahkemelerin bağımsızlığından bahsediliyor, 139 uncu maddesinde hâkim ve savcıların teminatından bahsediliyor, 140 ıncı maddesinde de hâkim ve savcı mesleğinin özelliklerinden bahsediliyor. Biz ne yapıyoruz; yaptığımız düzenlemelerle, olayın özüne girmeden, sadece birtakım yüzeysel sorunları, burada, getirerek tartışmaya açıyoruz. Gerçi, bugün görüştüğümüz tasarı, önemli bir tasarı. Eğer bunun arkası gelirse, bununla eğer askerî hâkimlerin sayısında çoğaltmaya gidilerek, oradaki, yine Askerî Hâkimler Kanununda, askerî yargılama hukukunda değişiklikler yapılarak askerî yargılamayı diğer yargılamalarla eşdeğer duruma getirirsek, ülkemizin hukuk alanındaki anlayışı daha da gelişecektir diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlar, artık ülkemiz kapalı devre yaşamıyor; dünya küçüldü, Türkiye'de olan olaylar anında dünyanın her tarafında öğrenilebiliyor, tartışılabiliyor, değerlendirilebiliyor. Bu nedenle, hukuk sistemimizi mutlaka yeni baştan gözden geçirmemiz gerekmektedir.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi artık bizim bir içhukukumuz şeklindedir; çünkü, Türkiye Cumhuriyeti olarak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini imzalamış bulunmaktayız. Anayasamızın 90 ıncı maddesiyle de artık, imzalamış olduğumuz uluslararası sözleşmeler bizim bir içhukukumuz şekline gelmiştir.

Değerli arkadaşlar, bu alanlarda, belki, köklü bir düzenleme yapmak zaman alabilir. Ancak, askerî mahkemelerdeki subay üyenin yerine bir askerî hâkim üyenin getirilmesi için, mutlaka bir çalışma yapılması gerekir. Yine, disiplin mahkemelerindeki 3 subay üye yerine de 3 askerî hâkimin görevlendirilmesi konusunda, mutlaka, acil düzenleme gerekmektedir.

Yine, askerî hâkimlerimizin haklarının teminat altına alınması, sicillerinin ve diğer özlük haklarının güvence altına alınması da bir zorunluluk.

Değerli arkadaşlar, askerî yargıyı biryığın eleştirdik. Ancak, sivil yargı çok mu bağımsız?! Bu kürsüden defalarca söyledik. Adalet Bakanlığımız, sürekli, AB sürecinde şu yasaları mutlaka çıkarmamız gerekir diyor, birtakım uyum yasaları getiriyor. Biz de diyoruz ki, AB sürecinde, gerekiyorsa, biz de destek vereceğiz; çünkü, biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak AB sürecini önemsiyoruz. Ancak, AB sürecinde, yargı bağımsızlığıyla ilgili eleştiriler de var. Örneğin, 2004 AB ilerleme raporunda ne diyor: "Yargının bağımsızlığı ilkesi Anayasayla güvence altına alınmakla birlikte, yargı bağımsızlığı Anayasada yer alan bazı hükümler nedeniyle belli ölçüde zedelenmektedir. Anayasa uyarınca, hâkim ve savcılar, idarî görevleri bakımından Adalet Bakanlığına bağlıdır. Ayrıca, atanmaları, terfileri, denetimleri ve geniş anlamda tüm hâkim ve savcıların kariyerleri, Adalet Bakanının başkanlığını yaptığı ve Adalet Bakanlığı müsteşarının da üye olduğu Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından belirlenir. Yüksek Kurul tarafından taşra teşkilatına tayin edilme olasılıkları, hâkim ve savcıların, tavır ve kararlarını etkileyebilmektedir. Ayrıca, Yüksek Kurulun kendi personeli ve bütçesi yoktur; Adalet Bakanlığı binasının içinde çalışmaktadır. Kurul, kendi idarî görevleri bakımından, tamamen, Adalet Bakanlığının Personel Dairesine ve Teftiş Kuruluna bağlıdır.

Değerli arkadaşlar, böylesi bir ortamda, yürütmenin yargı üzerinde vesayetinin olduğu bir ortamda, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun başkanının yürütmenin bir üyesi olan Sayın Adalet Bakanının olduğu bir yargı sisteminde, Sayın Adalet Bakanının müsteşarının kurulun ikinci adamı olduğu bir sistemde, yargı bağımsızlığından bahsetmek mümkün müdür?! Gerçi, bu sistem yeni gelmedi, bu sistem geçmişten beri böyle uygulanıyor; ancak, artık, bu sistemin hukukî olmadığı, yargı bağımsızlığını ortadan kaldırdığı apaçık ortaya çıkmıştır. Bu nedenle, Adalet Bakanlığı olarak, bu sistemde mutlaka bir değişiklik yapmak zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Gelin, hep beraber, iktidarıyla muhalefetiyle, bu konuda bir hazırlık yapalım; çünkü, yargı, kuvvetler sisteminde önemli bir ayaktır. Yargı bağımsızlığı, herkes için teminattır; hem iktidarıyla hem muhalefetiyle...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Kılıç, konuşmanızı tamamlar mısınız.

Buyurun.

MUHARREM KILIÇ (Devamla) - Bu nedenle, yargı bağımsızlığını sağlamak, Yüce Meclise düşen çok önemli bir görevdir. Ümit ediyorum ve istiyorum ki, bu dönemde yargı bağımsızlığını sağlayacak düzenlemeler yapmak, bu Heyete nasip olsun.

Yüce Meclis tarafından çıkarılacak bu kanunun ülkemize hayırlı olmasını diliyor, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kılıç.

Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

1 inci maddeyi okutuyorum:

ASKERÎ HÂKİMLER KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR

KANUN TASARISI

MADDE 1.- 26.10.1963 tarihli ve 357 sayılı Askerî Hâkimler Kanununun 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (D) ve (E) bentleri aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"D) Harp okulu mezunu ya da en az dört yıllık fakülte veya yüksekokulu Türk Silâhlı Kuvvetleri nam ve hesabına okuyarak muvazzaf subay nasbedilenlerden veya 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu hükümlerine göre dış kaynaktan muvazzaf subay nasbedilenlerden hukuk fakültesi mezunu üsteğmen rütbesinde veya yüzbaşı rütbesinin ilk üç yılında bulunanlar. Bu subayların taşımaları gereken diğer özel şartlar yönetmelikle belirlenir.

E) Kendi hesabına hukuk fakültesini bitiren bayanlar ile aynı durumda olan ve henüz askerliğini yapmamış erkek vatandaşlardan istemde bulunanlar."

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Çorum Milletvekili Feridun Ayvazoğlu.

Buyurun Sayın Ayvazoğlu.(CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA FERİDUN AYVAZOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; görüşülmekte olan 916 sıra sayılı Askeri Hâkimler Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, kaç günden beri görüştüğümüzün çok değişik bir manzarasıyla karşılaştık. Şimdiye kadar öyle alıştık ki, sayın milletvekillerimiz tarafından hazırlanıp getirilen teklifler üzerindeki konuşmalardan sonra, bugün, gerçekten bir tasarıyla karşı karşıyayız; hükümet tarafından imzalanan, Sayın Millî Savunma Bakanlığı tarafından sunulan bir tasarıyla karşı karşıyayız. Bundan dolayı da, Yüce Meclise, bir değişiklik olduğunu hatırlatmak istedim.

Askerî yargı dediğimiz konunun, Anayasamızın Üçüncü Bölümünde "Yargı" başlığı altında yer almış bulunan 138 inci maddesinde ve bu bölümün devamında da, yine "Askerî yargı" başlığı altında 145 inci maddede yer aldığını hepimiz bilmekteyiz. Onun devamında, 156 ncı maddede "Askerî Yargıtay" ve 157 nci maddesinde de "Askerî Yüksek İdare Mahkemesi" başlığı altında, askerî yargının çerçevesinin çizildiğini ve askerî yargıyla ilgili işlevlerin kanunlarla düzenlendiğini, Anayasamızda bu şekilde yer aldığını bildirmek, bizlere düşen bir görevdir.

Bu doğrultuda olmak üzere, elbette, askerî yargının da, yargıçlar tarafından yürütüldüğünü ve bunun temelinde de, bağımsız yargıçların, Anayasamızın 138 inci maddesinde yer alan yargıç bağımsızlığıyla eşdeğer olduğunu da vurgulamak istiyorum. Daha doğrusu, bu söylediğimiz, elbette, yargıç bağımsızlığı ve giderek yargıç bağımsızlığıyla beraber mahkemelerin bağımsızlığı da birbirinden kopmaz, ayrılmaz bir bütündür, hukukun bütünü içerisinde değerlendirilmesi gereken bir kuraldır.

Bu çerçevede, askerî mahkemelerde ve az önce saymış olduğumuz diğer askerî kuruluşlarda görev yapacak olan askerî hâkimlerin de, kaynaklarının ne şekilde yaratılacağına dair bu kanunun değiştirilmesi ihtiyacından dolayı 2 nci maddesinde bir değişikliğe gidilmek zarureti hissedilmiştir. Böyle bir değişiklik tasarısıyla biz şu anda görüşmede bulunuyoruz. 357 sayılı Askerî Hâkimler Kanununun 2 nci maddesindeki birinci fıkranın (d) ve (e) bentleri gerçekten ihtiyaç doğrultusunda değiştirilmesi gereken bir tasarıyı gündeme getirmektedir.

Şimdi, öncelikle, bunun temeline bakıldığında, yerine göre hepimizin, herkesin söylemiş olduğu kanun önündeki eşitsizliğin burada giderildiğini görmekteyiz bir nebze. Nedir o eşitsizliğin giderildiği  husus? Gerçekten, şöyle düşünülürse, hukuk fakültelerine kadınıyla erkeğiyle alınan ve okutulan öğrencilerin hiçbir ayırımı yapılmaz, yapılamaz. Bu, Anayasanın 10 uncu maddesindeki eşitlik ilkesinin gereğidir. Tüm üniversitelerde olduğu gibi hukuk fakültelerinde de okuyan öğrencilerin, elbette, erkeklerin askerliğinin yerine getirilmesindeki kural, geçerli bir kural ve devam eden bir kuraldır. Bu doğrultuda, bayan olarak öğrenim gören öğrencilerin ise, böyle bir kurala tabi olmadıklarını hepimiz biliyoruz; hukuk ve kanun sistemimizde bu kural bu şekilde. İşte burada doğan eşitsizlik, hukuk fakültelerini bitiren erkekler, mezun olan öğrenciler, askerî hâkimlik sınavına giremeyecekler; ama, aynı şekilde, kendi nam ve hesaplarına aynı hukuk fakültesini bitiren bayanlar askerlik yapma zorunluluğu olmadığı için o sınava girebilecekler. İşte burada, her ne kadar kadınlarımız, gerçekten, yeri geldiğinde "eşitlik istiyoruz, eşitlik nerede" diye haykırışlarını belli platformlarda söylüyorlar ise de, burada da erkek vatandaşlarımız "eşitlik istiyoruz" deme hakkına sahip bir noktada kalmış durumda.  O nedenle, bu eşitsizliği gidermek için bu kanunun ilgili maddesinin değiştirilmesi kadar doğal bir şey olamaz. O doğrultuda olmak üzere, üniversitede okuyan, kendi nam ve hesabına okuyup bitiren erkek öğrenciler de hâkimlik sınavına, askerî hâkimlik sınavına girebilsinler, bayanlar da girebilsinler; zaten giriyorlar idi.

Bunun devamında, yine, dış kaynaklardan gelen, mezun olan öğrencilerin ve muvazzaf subayların da hukuk fakültelerini bitirmeleri şartıyla ve belli şartları yerine getirmeleri suretiyle aynı sınava girebilmelerinin de bu şekilde önü açılmış oluyor.

Tabiî, ben, (d) fıkrasında, Sayın Bakanımıza veya Komisyon Başkanımıza da buradan bir uyarıda bulunmak istiyorum. Ben mi yanlış anlıyorum diye de söylüyorum. Şimdi, (d) fıkrasının son cümlesine doğru "bu subayların" ibaresinden önce… Şimdi, şu şekilde devam ediyor: "muvazzaf subay nasbedilenlerden hukuk fakültesi mezunu üsteğmen rütbesinde veya yüzbaşı rütbesinin ilk üç yılında bulunanlar. Bu subayların taşımaları gereken diğer özel şartlar yönetmelikle belirlenir" derken bir cümle düşüklüğü olduğunu görür gibi oldum. Bunun şu şekilde olması gerekmez mi diye düşünüyorum: "Bulunan subayların" şeklinde değiştirilmesi gerekir diye düşünüyorum. Burada bir cümle düşüklüğü olduğunu, eğer böyle bir husus var ise, bir redaksiyon yapılmasında, burada tavsiyede bulunmak istiyorum. Yani, bu anlamsız ve cümle düşüklüğü gerçekten kendisini gösteriyor. "Yüzbaşı rütbesinin ilk üç yılında bulunanlar -nokta; büyük harfle başlıyor- Bu subayların taşımaları gereken diğer özel şartlar yönetmelikle belirlenir" değil de "bulunan subayların" olması gerekir diye düşünüyoruz. Bunun, gerekirse komisyon tarafından düzeltilmesinin uygun olacağını belirtmek istiyorum.

Şimdi, değerli milletvekilleri, bir haftadan beri, gerçekten Meclis ortamında ve gündeminde çok gergin günler, gergin anlar, gergin saatler yaşadık. Bunun temeline bakıldığında, geçen haftadan bugüne kadar, dün akşam 11'e kadar devam eden bir süreçte, bu manzarayı hep birlikte gördük ve bu manzarayı görmekten dolayı, burada bulunan bütün milletvekilleri üzüntü içerisine girdi. Sadece milletvekillerinin kendi aralarında üzüntü içerisinde olması veya üzüntüye girmesi önemli değil, önemli olan, bu manzarayı gören, bizleri seçen milletimizin üzüntü içerisine girip girmemesidir, ki, inanıyoruz, bu manzarayı gören ve bizleri buraya gönderen milletimiz de bu üzüntüyü yaşadı, bu üzüntüyü gözleriyle gördü. Bu üzüntünün kaynağına bakıldığında, kim ne derse desin, bugüne kadar, yerine göre, Avrupa Birliği adı altında veya toplumsal barış, huzur adı altında belli yasaların çıkarılmasında Anamuhalefet Partisiyle uzlaşmaya girildiğini, girilmesi gerektiğini ve bu yönde çalışmaların bugüne kadar devam ettiğini her yerde söyleyegeldik. Bunu, yerine göre, gittiğimiz seçim bölgelerinde söyledik, AKP'lisiyle Cumhuriyet Halk Partilisiyle, hep birlikte söyledik, anlattık; ama, iki haftaya yakın süredir bu uzlaşmanın koparıldığını, bu mutabakatın ihlal edildiğini ve bu ihlalin müsebbibinin de -bir kez daha söylüyoruz ki- hiçbir zaman için Cumhuriyet Halk Partisi olmayıp, siyasî iktidarı temsil eden Adalet ve Kalkınma Partisi olduğunu gördük ve bundan dolayı da, gerçekten, dün akşama kadar, nasıl bir gerginlik yaşandığını sizler burada yaşadınız. Buna sebebiyet vermek, bizlere düşen, sizlere düşen, özellikle siyasî iktidara düşen bir hak değildir.

Az önce konuşma yapan Sayın Bozdağ'ın belirttiği, dokunulmazlıklarla ilgili söylediği gibi bir mantık geliştirilirse, korkarım, çok kötü sonuçlar doğurur. Bu kötü sonuçların sonunda da, millet…

       (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

FERİDUN AYVAZOĞLU (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkanım. Gerekirse, şahsım adına da konuşmak istiyorum.

BAŞKAN - Buyurun; 1 dakikalık süreniz çalışıyor.

FERİDUN AYVAZOĞLU (Devamla) - Şu şekilde beyanda bulunuyor Sayın Bozdağ: Bizi buraya millet gönderdi. Biz burada sahtekârlıktır, yolsuzluktur, hırsızlıktır, neyle suçlanırsak suçlanalım; ama, bizim özgür bir şekilde burada görev yapmamız hiçbir şekilde engellenmesin, hiçbir şekilde dokunulmazlığımıza dokunulmasın mantığıyla hareket ederek böyle bir cevap vermesi, gerçekten, talihsizlik olmuştur. Bu mantıkla gidersek, her birimiz, burada sahtekârlık yapalım, hırsızlık yapalım, yolsuzluk yapalım; ama, milletimizin gözünden düşmeyelim diye dokunulmasın, dokunulmazlığımıza kimse karışmasın mantığı, bize, kesinlikle ve kesinlikle, itibar kazandırmaz, itibar kaybettirir.

Sayın Bozdağ'ın, sanıyorum, Adalet ve Kalkınma Partisi adına konuştuğu gerçeğinden de hareketle, bu şekildeki bir mantığın, sizleri, AKP'yi çok iyi yerlere götürmeyeceğini ve milletin gözü önünde, milletin nazarında kesinlikle…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Ayvazoğlu…

FERİDUN AYVAZOĞLU (Devamla) - Sayın Başkan, 5 dakika daha konuşmak istiyorum.

BAŞKAN - 5 dakika nasıl ilave ediyorsunuz?

FERİDUN AYVAZOĞLU (Devamla) - Mümkünse…

HALUK KOÇ (Samsun) - Mümkün…Şahsı adına da, 5 dakika konuşması mümkün değil mi Sayın Başkan?

BAŞKAN - Yalnız, Sayın Ayvazoğlu, konuşmalarınız sırasında, sayın milletvekiline, söylemediği sözleri isnat ediyorsunuz. Bunu bütün arkadaşlarımız da dinliyor; yani, sizin bahsettiğiniz gerginlik ortamının, sizin tarafınızdan meydana getirilmesini de arzu etmeyiz.

Buyurun.

FERİDUN AYVAZOĞLU (Devamla) - Sayın Başkanım, ben, Sayın Bekir Bozdağ'ın mantığından bahsettim.

BAŞKAN - Olmaz; söylemediği sözü, siz, yorumla isnat edemezsiniz ki; olmaz öyle şey! Söylediğini konuşacaksınız efendim.

FERİDUN AYVAZOĞLU (Devamla) - Sayın Başkanım, söylediğini söylemiyorum, mantığından bahsediyorum, örnek veriyorum. Eğer, Sayın Bozdağ'ın mantığından hareket edersek, Sayın Bozdağ'ın mantığını kabul edersek -mantığını diyorum, söylediği sözleri kelime kelime demiyorum, şunu söyledi bunu söyledi demiyorum- eğer, o mantığı kabul edersek, Sayın Bozdağ'ın milletvekillerinin dokunulmazlığıyla ilgili bu kurala dokunulmasın mantığını kabul edersek, bu milletvekilliği süresi sonuna kadar milletvekillerimiz özgürce çalışsın, özgürce hareket etsin mantığını o şekilde, o zihniyetle kabul edersek, o zaman şunu diyeceğiz: Milletvekillerimiz milletvekili kaldıkları süre içerisinde hırsızlıkla, yolsuzlukla, sahtekârlıkla da suçlanırsa suçlansın, ne olursa olsun kardeşim, dokunmayalım; dokunulmasın mantığı devam eder, bunu anlatmaya çalışıyorum; yoksa, Sayın Bozdağ bunları söyledi demiyorum; onun mantığından hareketle örnek veriyorum. Bunu söylüyorum Sayın Başkan; bu şekilde açıklamak zorunda kaldım.

Evet, bu mantığı kabul ettiğimiz takdirde, inanıyorum ki, kazanmak istediğimiz, Meclis olarak kazanmak istediğimiz, milletvekilleri olarak kazanmak istediğimiz itibarı kazanamayız, aksine, bu mantık, bizi, kazanmak istediğimiz bu itibarları, kazandırmak istediğimiz bu itibarları daha da zafiyete uğratır ve halkın gözünde, milletin gözünde, bizleri ve Parlamentoyu, daha da değişik gözlerle görmeye mahkûm eder. Bunun hesabını da yarın öbür gün seçim yerlerine gittiğimizde, sandıklara gittiğimizde, elbette, veririz, vereceğiz.

Bizler Cumhuriyet Halk Partisi olarak, bunları, iddia ettiğimiz ve savunduğumuz süre içerisinde şimdiye kadar nasıl savunduysak, bu hesabı, her zaman, sonuna kadar da vermeye hazırız; ama, korkarım, Adalet ve Kalkınma Partisi aynı mantıkla devam ederse, yarın öbür gün milletin huzurunda bu hesabı veremeyecektir; çünkü, vaat ettiklerinin başında dokunulmazlıkların kaldırılması var idi; acaba bunun hesabını milletimize nasıl vereceklerdir; o da, kendi sorunlarıdır.

Bu duygu ve düşüncelerimle, şu anda görüşmekte olduğumuz askerî hâkimlerle ilgili tasarımızın hayırlı ve uğurlu olmasını diliyor, Yüce Meclisi saygıyla sevgiyle selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ayvazoğlu.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum...

HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, karar yetersayısının aranılmasını istiyoruz.

BAŞKAN - Karar yetesayısını arayacağım.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…

Karar yetersayısı yoktur; birleşime 5 dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 16.04

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 16.16

BAŞKAN: Başkanvekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)

BAŞKAN - Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 106 ncı Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

916 sıra sayılı kanun tasarısının görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

3.- Askerî Hakimler Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/1033) (S. Sayısı: 916) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yerinde.

Hükümet?.. Yerinde.

Tasarının 1 inci maddesinin oylamasında karar yetersayısı bulunamamıştı. Şimdi, maddeyi yeniden oylarınıza sunacağım ve karar yetersayısını arayacağım.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir ve karar yetersayısı vardır.

2 nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2.- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN - Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

3 üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3.- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN - Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Tasarı, kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır; hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ediyorum.

Saygıdeğer milletvekilleri arkadaşlarım, 4 üncü sırada yer alan, TC Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Kosova Geçici Özerk Yönetim Kurumlarını (Kosova Kültür, Gençlik ve Spor Bakanlığı) Temsil Eden Kosova'daki BM Geçici Yönetimi (UNMIK) Arasında Yapılan Kültürel İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu raporunun görüşmelerine başlıyoruz.

4.- TC Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Kosova Geçici Özerk Yönetim Kurumlarını (Kosova Kültür, Gençlik ve Spor Bakanlığı) Temsil Eden Kosova'daki BM Geçici Yönetimi (UNMIK) Arasında Yapılan Kültürel İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/929) (S. Sayısı: 741) (x)

BAŞKAN- Komisyon?.. Yerinde.

Hükümet?.. Yerinde.

Komisyon raporu 741 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

                        

(x) 741 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

Tasarının tümü üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsı adına İstanbul Milletvekili Onur Öymen.

Sayın Öymen, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Öymen, sürenizi birleştirerek kullandıracağım; buyurun.

CHP GRUBU ADINA ONUR ÖYMEN (İstanbul)- Çok teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, çok  değerli milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Kosova Geçici Özerk Yönetim Kurumlarını Temsil Eden Kosova'daki BM Geçici Yönetimi (UNMIK) Arasında Yapılan Kültürel İşbirliği Anlaşması hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum.

Değerli arkadaşlar, bu anlaşma, bizim açımızdan çok özel bir anlam taşıyor. Bu, herhangi bir ülkeyle yapılan herhangi bir kültür anlaşmasına benzemiyor. Karşımızda bir hükümet yok, karşımızda, bir ülke yok; karşımızda, Kosova Özerk Yönetimi adına hareket eden bir Birleşmiş Milletler temsilciliği var. Bu, Kosova'nın özel durumundan kaynaklanıyor. Bildiğiniz gibi, Yugoslavya'nın dağılma süreci içinde çeşitli bağımsız ülkeler ortaya çıktı ve çok acı savaşlar yaşandı. Bu savaşlardan bir tanesi Bosna'da oldu, Bosna'da 200 000'i aşkın insan hayatını kaybetti. Bunun sebeplerinden biri de, batı ülkelerinin zamanında müdahale etmemesiydi Bosna'ya. Türkiye'nin o sırada önerileri olmuştu, bir an önce bir NATO operasyonu yaparak bu saldırıları durduralım demiştik ve bu saldırılar durdurulamadığı için gerçekten bu kadar çok insan hayatını kaybetmişti. Şimdi Kosova'da aynı durumun ortaya çıkmaması için Sırpların Kosovalılara saldırısından kısa bir süre sonra NATO müdahale etti. NATO öncülüğünde KFOR denilen bir güç oluşturuldu ve Türkiye de bu güce katılarak Kosova'ya yönelik operasyonda görev aldı.

Şimdi, bu konuyu kısaca bir iki yönüyle değerlendirmemiz gerekiyor; çünkü, bu kültür anlaşmasının hangi siyasî zemine oturduğunu görmezsek, bu anlaşmayı değerlendirmekte çok zorluk çekeriz.

Değerli arkadaşlar, bu operasyonun bir askerî boyutu vardı, bir de insanî boyutu vardı; Türkiye, her iki boyutunda da çok aktif rol aldı. Askerî boyutunda, Türkiye, Türk uçakları, İtalya'daki Avialo üssünden kalkarak NATO görevini yerine getirdiler. Yalnız, burada, son derece ilginç bir durum ortaya çıktı, o da şudur: Yunanistan, Türk uçaklarının kendi hava sahasından geçmesine izin vermedi. Böyle bir olay ilk defa oluyor ve biz, Kosova'daki görevimizi yapabilmek için, Yunanistan'ın güneyinden, Akdeniz'deki açık hava sahasından geçmek zorunda kaldık. Savaş bittikten sonra, NATO ülkeleri askerî birliklerini Kosova'ya göndermek için Selanik Limanını kullandılar; bütün NATO ülkelerine izin verildi, Türkiye hariç. Biz, Selanik Limanından geçerek Kosova'ya gidemedik ve Türk Silahlı Kuvvetleri Bulgaristan'dan geçmek zorunda kaldılar.

Bu olaylar, Kosova işinin ne kadar kapsamlı, ne kadar karmaşık ve NATO ülkeleri arasındaki ilişkilere etkisinin de ne kadar büyük olduğunu gösteriyor, özellikle Türk-Yunan ilişkileri üzerindeki etkisinin önemini ortaya koyuyor.

Değerli arkadaşlar, biz, bu savaş sırasında, bütün Avrupa ülkelerine nazaran en çok yardım yapan ülke olduk. Onbinlerce mülteciyi Kosova'dan aldık, Türkiye'deki kamplara yerleştirdik ve aynı zamanda, Makedonya'da ve Arnavutluk'ta açtığımız kamplarda da bu mültecilere yardımda bulunduk. Bizden çok daha zengin olan Avrupa ülkeleri Türkiye kadar yardım yapmamışlardır bu mültecilere. Fakat, sonra ne olmuştur -bütün bunları niçin anlatıyorum; daha sonra olanları daha iyi anlayabilmek için- bu olaylardan sonra ortaya şöyle bir tablo çıkmıştır: Biz, hem insanî açıdan hem askerî açıdan büyük bir görev yapmışızdır; fakat, savaştan sonra ortaya çıkan tablo, Kosova'da yaşayan Türkler açısından hiç de iç açıcı bir tablo olmamıştır. İşte, bu kültür anlaşmasını değerlendirirken, bu unsuru mutlaka dikkate almamız gerekiyor.

Yugoslavya'nın 1974 tarihli Anayasasında mesela, Türkçe, Kosova'nın, Arnavutça ve Sırpçayla birlikte üç resmî dilinden biriydi. 1989 yılında Yugoslavya aldığı tek taraflı bir kararla, Sırpçanın dışındaki dillerin resmî dil olması özelliğine son verdi. Peki, Kosova harekâtından sonra ne oldu? Kosova harekâtı bittikten sonra, orada görev yapan Birleşmiş Milletler Temsilciliği, Türkçeyi tekrar, 1974 Anayasasındaki gibi resmî dil haline getirdi mi; getirmedi. Resmî belgelerde Türkçenin kullanılmasına izin verdi mi; vermedi. İşte, bunlar, bizim açımızdan son derece önemli gelişmeler olmuştur.

Birleşmiş Milletler Temsilciliğine, oradaki bazı çevreler, Kosova'da yaşayan Türklerin, Sırplarla birlik olarak, Arnavutlara karşı tavır aldığı yolunda bilgiler vermişlerdir ve bu bilgilere, maalesef, o zamanki Birleşmiş Milletler Temsilciliği inanmıştır ve bu nedenle, Kosovalı Türklere ikinci sınıf muamele yapılmıştır. Yugoslavya zamanında, Yugoslav televizyonlarından Türkçe yayın yapma hakları vardı; bu hakları uzun süre kullanamamışlardır. Gazete çıkarma hakları vardı; bu hakkı uzun süre kullanamamışlardır. Bu kültürel sıkıntılar, bu sorunlar, çok ciddî problemler yaratmıştır.

Neticede, savaştan sonra, başka bir tablo karşımıza çıkmıştır, o da şudur: Kosova'daki kültürel mirasın büyük bir bölümü tahrip edilmiştir, hem savaş sırasında tahrip edilmiştir hem de savaştan sonra tahrip edilmiştir. 2004 yılında meydana gelen çatışmalar sırasında da bazı kültür eserleri, maalesef, tahrip edilmiştir. Değerli arkadaşlarım, bu, bizim için son derece önemli konudur; çünkü, Kosova'da, Osmanlı döneminden kalma 218 cami, 4 medrese, 3 tekke ve 3 hamam bulunmaktadır.

BAŞKAN - Sayın Öymen, 5 saniyenizi rica ediyorum.

Saygıdeğer arkadaşlarım, hatibin, Kosova'daki kültürel varlıklarla ilgili olarak önemli açıklamaları oluyor. Salondaki uğultu, gerektiği şekilde dinlenilmesine izin vermiyor. İstirham ediyorum, lütfen, sükûnetle dinleyelim.

Buyurun efendim.

ONUR ÖYMEN (Devamla) - Çok teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Şimdi, bu değerli eserlerin bir bölümü tahrip edilmiştir maalesef savaş sırasında; ama, daha da ilginç olanı şudur: Uluslararası toplum, bu kültür mirasına yeterince sahip çıkmadığı için, Suudî Vahabî Yardım Ajansı adı altında ortaya çıkan bir ajans, bu eserlerin büyük bir bölümünün restorasyonunu üstlenmiştir ve çok büyük paralar harcamıştır. Fakat, yapılan araştırmalar gösteriyor ki, bu çalışmalar sırasında, bu tarihî eserlerin, Osmanlı eserlerinin orijinal hallerine göre restore edilmesi düşüncesi bir tarafa bırakılmış ve bunlar, Vahabî kültürünün gerektirdiği şekilde yeniden inşa edilmiştir ve bazı Osmanlı eserleri düpedüz tahrip edilmiştir, mezarlıkları tahrip edilmiştir, camiler tahrip edilmiştir. Şimdi, bu olay, ne yazık ki, Türkiye'de yeterince dikkati çekmemiştir, Türk kamuoyuna yeterince mal olmamıştır; ama, mesela, Mısır kamuoyuna mal olmuştur. Mısır basını bunu şiddetle eleştirmiştir; fakat, Türkiye'de yeterince yankı yapmamıştır bu.

Sırbistan haber ajansının verdiği bir bilgiye göre, Kosova'da 18 inci Yüzyıla ait bir kütüphane ile 16 ncı Yüzyıla ait bir medrese, Suudi Arabistan'ın bu Vehabi örgütü tarafından tahrip edilmiştir. Bu bilgileri çok iyi araştırmak lazım, çok iyi incelemek lazım, oradaki eserlerin bir envanterini çıkarmak lazım. Nitekim, Avrupa Konseyi 2001 yılının ocak ayında bu meseleyi ele almıştır ve Kosova'daki kültürel mirasın durumu hakkında bir çalışma raporu hazırlamıştır. Bu raporda Avrupa Konseyi diyor ki: Bu eserlerin restorasyonunda çok acele edilmiştir, çok erken bir tarihte bu işe kalkışılmıştır ve yapılması gereken ilk iş, bu kültürel varlığın bir envanterinin çıkarılmasıydı -ki, restorasyon ona göre yapılsın- bu yapılmamıştır, bu büyük bir eksikliktir. Avrupa Konseyi, maalesef, bu konulara yeterince para ayıramamıştır. Daha sonra, Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesi 23 Nisan 2001 tarihinde bu konuda bir rapor hazırlamıştır ve bu raporda Kosova'nın kültürel durumu ele alınmıştır ve kültürel mirasın savaş kadar kontrolsüz bir şekilde ve düzensiz bir şekilde restorasyonuna kalkışılması sonucunda bu eserlerin zarar gördüğünü ifade etmektedir. Suudîlerin bölgede 30 yeni cami inşa ettiğini söylüyorlar ve bunların inşaatı sırasında 17 nci Yüzyıldan kalan bir cami ve Cakoviça'daki Müslüman Mezarlığı tahrip edilmiştir diyorlar.

Değerli arkadaşlarım, zannediyorum ki, bu konu, İktidar Partisini de çok yakından ilgilendiriyor. Biz, bu meselenin, gerçekten, Türklerin, Türkiye'nin kültürel mirasına sahip çıkma meselesi olarak ele alınmasını çok arzu ediyoruz.

Şimdi, önümüzdeki anlaşmaya bakıyoruz. Bu anlaşmada ne var; bu anlaşmada Kosova'yla yapacağımız işbirliği var. Nasıl işbirliği; müzik, şarkı, dans, halk oyunları, film, tiyatro festivalleri, çeşitli edebiyat günleri, kitap günleri, belediyeler arasında değişim vesaire… Çok güzel; ama, ilişkinin en önemli boyutu olan demin söylediğim kültürel mirasa sahip çıkılması, bu mirasın özellikle envanterinin yapılması konusunda bir ifade göremedik bu anlaşmada; sadece şu var: Türkiye 5 tane eserin restorasyonunu üstleniyor; Prizren'deki Sinan Paşa Camii, Priştine'deki Fatih Sultan Mehmet Camii, Priştine'deki Sultan Murat Türbesi, Prizren Kalesi ve İpek'teki Kızıl Camii; bundan ibaret. Başka eserlere de bakarız ileride diyorlar; ama, ortada tahrip edilen mirasımız çok büyük bir mirastır ve bizim, buna sahip çıkıp, gelecek kuşaklara, bizden önceki kuşakların devrettiği bu mirası devretmemiz lazımdır.

Şimdi, değerli arkadaşlar, bu konuya, mutlaka, Türkiye'nin kaynak ayırması gerekiyor ve bu konuyu, tarihî özelliklerini düşünerek, çok önemli bir mesele olarak ele almamız gerekiyor.

Şimdi, bunun dışında bir de orada yaşayan soydaşlarımız meselesi var. Dikkatinizi çekerim, Kosova Savaşı bittikten sonra, biz, NATO öncülüğündeki kuvvete, KFOR denilen kuvvete askerî birliklerimizi gönderdik; ama, bu askerî birliklerimizin, başlangıçta, Türklerin bulunduğu yerde görev almasına izin vermediler. Biz, çok büyük mücadelelerden sonra, Türk askerinin orada yaşayan soydaşlarımızın bulunduğu bölgelerde görev almasını sağlayabildik; ama, bakınız, Afganistan'da, Türkiye'ye bütün NATO birliklerinin komutası veriliyor, Kosova'da bir bölge komutanlığı bile Türkiye'ye verilmemiştir. Buna dikkatinizi çekmek istiyorum.

Kosova'da, Prizren'de, Mamuşa'da, daha pek çok yerleşim bölgesinde binlerce soydaşımız yaşamaktadır. Bu insanlarımızın haklarını ve çıkarlarını korumak bizim görevimizdir. Ne yazık ki, Türkçenin seçimlerde resmî dil olarak kullanılmaması, seçim belgelerinin Türkçe yapılmaması, Türkçe hazırlanmasına izin verilmemesi gibi nedenlerle, orada yaşayan Türkler seçimleri boykot etmek zorunda kalmışlardır, seçimlere katılmamışlardır. Bu, son derece ciddî bir durumdur ve buna, mutlaka, bizim yakından ilgi göstermemiz gerekiyor. Bizim ölçümüz, oradaki Türklerin kendi temsilcilerini seçmeleridir. Biz, orada yaşayan Arnavutlara da büyük saygı gösteriyoruz ve Kosova Savaşı sırasında Arnavut asıllı insanlara da çok büyük yardım yaptık, bugün de yaparız, yarın da yaparız; ama, oradaki soydaşlarımızı kaderlerine terk edemeyiz. O bakımdan, bizim, hükümete tavsiyemiz, bu anlaşma çerçevesinde yürütülecek faaliyetlerde oradaki soydaşlarımıza da sahip çıkmasıdır. Ne yazık ki, orada, şu anda, Türkçe eğitim veren alt düzeyde okullar var; ama, sadece Priştine Üniversitesinin Eğitim Fakültesinde Türk Dili Eğitim Bölümünden ibarettir üst düzeydeki, yüksek düzeydeki Türkçe eğitim. Bunları sağlamak zorundayız. Orada yaşayan soydaşlarımızın Türk kültürüne, Türk diline rahatlıkla sahip olabilmeleri için gerekli koşulları yaratmak zorundayız.

Değerli arkadaşlar, Kosova'daki durum, genel olarak, Balkanlarda ve yurt dışında yaşayan soydaşlarımızın durumundan ayrı düşünülemez. Buna benzer, hatta daha da ağır koşullar, Batı Trakya'daki Türk toplumu açısından mevcuttur. Orada yaşayan insanlarımızın, 120 000 soydaşımızın eğitim hakları, dinî hakları ve özgürlükleri sürekli olarak kısıtlanmaktadır ve hükümetten, bu konuda, yakın ilgi istedik. Sayın Başbakanın Yunanistan'a yaptığı seyahatten sonra, kendisine soru önergesi verdik "orada, Batı Trakya'da yaşayan Türklerin haklarını korumak için ne yaptınız" diye; yeterli cevap alamadık Sayın Başbakandan.

Değerli arkadaşlarım, kısa bir süre önce, Yunanistan'ın yüksek mahkemesi, bir derneğin ismindeki Türk isminin mevcudiyeti dolayısıyla, o derneğin kapatılmasına karar vermiştir. İskeçe'de ve Gümülcine'de, Türk isimli dernekler şu anda çalışamıyor. Orada, halkın seçtiği müftüler, uluslararası anlaşmalara aykırı biçimde, görev yapamaz haldedirler.

Biz, İstanbul'daki Rumların, vakıflarla ilgili haklarını, çıkarlarını koruyoruz. Peki, acaba, onlar da Batı Trakya'daki Türklere ait vakıflardaki haklarımızı koruyorlar mı; tam tersine, 1970'li yıllardan itibaren, hatta 1967 yılından itibaren, Yunan Cuntasının o zaman tayin ettiği kayyımlar eliyle bizim vakıflar idare ediliyor. Vakıflara, hiç hesapta yokken, 5 000 000 euro civarında vergi çıkarılmıştır. Vakıflar, hiçbir mallarını değerlendiremeyecek durumdadırlar; vakıflarını yönetemiyorlar bile; camilerinin tamir edilmesinde çok ciddî sıkıntılarla karşılaşıyorlar.

Yunanistan'ın, haksız yere, şimdi de yürürlükten kalkan vatandaşlık yasasının 19 uncu maddesine göre, vatandaşlıktan ihraç edilen 60 000 civarındaki soydaşımızı tekrar Yunan vatandaşlığına almıyorlar.

İşte, bu örnekler gösteriyor ki, bizim, sadece Kosova'da değil, diğer ülkelerde de, özellikle Balkan ülkelerinde de yaşayan soydaşlarımızın haklarına, çıkarlarına, kültürel varlığına, eğitimine sahip çıkmamız gerekiyor.

Çok değerli arkadaşlarım, dikkatle dinlediğinizden hiç kuşku duymuyorum bu sözlerimi; ama, emin olunuz ki, bunlar millî meselelerdir. Bugün siz iktidardasınız, yarın başka bir hükümet iktidarda olacak; ama, bütün hükümetlerimizin ortak görevi, bunlara sahip çıkmaktır.

Bizim Irak'ta da soydaşlarımız var, İran'da da soydaşlarımız var, Bulgaristan'da da var, Romanya'da da var, başka yerlerde de var. Başka ülkeler, Türkiye'de, kendileriyle hiçbir soy bağı olmayan insanların haklarını, kültürel haklarını, insan haklarını korumak için olağanüstü çaba gösteriyorlar. Haklı veya haksız, şu niyetle veya bu niyetle; ama, artık, uluslararası ilişkilerin tabiatı, bu gibi konuları, kültürel konuları, insanî konuları bir iç mesele olarak saymamayı gerektiriyor. Artık, hiçbir ülke, benim iç meselemdir, şu veya bu grubun insan haklarını tanımam, kültürel haklarını tanımam, eğitim haklarını tanımam diyemiyor. O nedenle, yabancılar, gelip de, Türkiye'de, bazı grupların, bazı etnik grupların insan haklarıyla ilgili eleştirilerde bulundukları zaman, biz, onlara, siz ne karışıyorsunuz diyemiyoruz. Peki, biz niye başka ülkelerdeki insanların insan haklarıyla, kültürel haklarıyla, eğitim haklarıyla yeterince ilgilenmiyoruz? Bu bizim görevimiz değil mi? Soydaşımız olmayanların bile, eğer, insan haklarına, kültürel haklarına bir engelleme gelmişse, onlara müdahale etmek, o konuyla ilgilenmek, bizim hem hakkımız hem görevimiz.

Bu bölgedeki tek demokratik ülke Türkiye'dir; bu bölgedeki, gerçekten, demokrasinin kökleştiği tek ülke Türkiye'dir ve bize, burada çok büyük görevler düşüyor. Balkanların gerçek anlamda demokratikleşmesinde Türkiye bir seyirci değildir, Türkiye aktif bir oyuncu olmak zorundadır; ama, dikkatinizi bir kere daha çekiyorum -demin de söyledim- 218 camimiz var yalnız Kosova'da, bunların büyük bir bölümü tahrip edilmiştir, medreselerimiz, tekkelerimiz, hamamlarımız, kütüphanelerimiz tahrip edilmiştir; bir kısmı, savaştan sonra, bilinçli olarak tahrip edilmiştir. Bu konuda herhangi bir siyasî beyan duydunuz mu? Herhangi bir tavır duydunuz mu? Herhangi bir tepki duydunuz mu? Avrupa Konseyinin bu konuda aldığı kararı destekleyen resmî bir açıklama duydunuz mu? İşte, biz, hükümeti, bu konularda, daha aktif olmaya davet ediyoruz. Lütfen bu işe sahip çıkınız.

Bu imzalanan anlaşma olumludur. Biz bunu destekliyoruz. Bu, müspet yönde atılmış bir ilk adımdır; ama, biliniz ki, yeterli değildir. Sadece, bu anlaşmanın sınırları içinde kalarak bu meseleyi biz halledemeyiz. Elimizde bu konuda çok bilgi var, çok belge var. Eğer, hükümet isterse, elimizdeki belgeleri, bilgileri hükümete memnuniyetle veririz.

Özellikle, bir başka ülkenin, demin de söylediğim gibi, Suudi Arabistan'ın bir vahabi yardım ajansının, oradaki kültür varlığını şu veya bu şekilde tahrip etmesine izin vermemeliyiz. Onlar kendi kültür varlıklarını oraya yerleştirmek için çok para harcıyor olabilirler; ama, Türkiye fakir bir ülke değildir. Türkiye, kendi kültür mirasını korumak için parayı esirgeyecek bir ülke değildir. Bakınız, Mostar'da, tarihî bir köprümüz yıkılmıştı. O köprünün tamirine Türkiye para verdi, katkı sağladı. Sadece, Bosna'ya, biz, 80 000 000 dolarlık yardım vaadinde bulunduk. Orada, Bosna'da, çok değerli bir kütüphanemiz tahrip edildi, yerine konulamayacak kitaplarımız tahrip edildi; ama, ne yazık ki, bu konular bir türlü Türkiye'nin gündemine giremiyor. Kültür meselesi, aslında, siyasî konulardan da, ekonomik konulardan da, değerli arkadaşlarım, daha az önemli bir mesele değildir.

İşte, bu konuda, sizinle el ele vermeliyiz. Meclisimiz, Türkiye Büyük Millet Meclisi de bu konuya el atmalıdır. Hatta, belki, Türkiye Büyük Millet Meclisinden, Kosova'ya, Batı Trakya'ya, Bulgaristan'a, soydaşlarımızın yaşadığı diğer ülkelere heyetler göndermeliyiz. Nasıl yabancılar gelip, Türkiye'deki durumu, Parlamento heyetleriyle yerinde inceliyorsa, biz de, gidip, bu gerçekleri yerinde görmeliyiz.

Ben, daha önceki görevlerim nedeniyle, birkaç defa oralara gittim. Bu bahsedilen tarihî eserleri gözlerimle gördüm, türbenin durumunu gözümle gördüm.

Değerli arkadaşlarım, size şu kadarını söyleyebilirim ki, bu eserlerin durumu utanç vericidir. Gerçekten, tarihine sahip bir ülke olarak, biz, bu eserlere Meclis olarak da sahip çıkmak zorundayız. Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu halkı, halkımızı temsilen bu işlere el atmak zorundadır.

Değerli arkadaşlarım, ümit ediyorum ki, bu anlaşmanın uygulanması sırasında, hükümetimiz, bu söylediğimiz hususları önemle dikkate alacaktır, önemle dikkate alacaktır ve Kosova'yla ilgili olarak önümüzdeki dönemde yapılacak anlaşmalarda, varılacak çözümlerde bu meselelerin de gündeme gelmesi, anlaşma metinlerinde yer alması için çaba gösterecektir. Bakınız, şimdi Belgrad ile Kosova geçici yönetimi arasında sürekli temas yapılmaktadır. Bir ara, 2004 yılındaki çatışmalar nedeniyle ara verilmişti, şimdi yeniden başlandı. Bir önceki Amerika Dışişleri Bakan Yardımcısı Marc Grosman Kosova'ya gitti ve bu anlaşmaların süratlendirilmesi için çaba sarf etmeyi vaat etti ve bu yıl içinde bu anlaşmaların sonuçlandırılması öngörülüyor. Nasıl bir anlaşma olacak? Belgrat Hükümeti diyor ki: "Otonomiden daha fazla; fakat, bağımsızlıktan daha az bir anlaşma yapacağız." Belli ki, oradaki yönetime yeni yetkiler verilecek, tam bağımsızlık verilmese bile. Ama, varılacak çözüm ne olursa olsun, bu çözüm içinde Türklerin de bir yerinin olması lazım, Türklerin de haklarının korunması lazım. 1974 Anlaşmasıyla Türklerin sahip oldukları kültürel hakların yeni varılacak anlaşmada mutlaka korunması lazım, Türkçenin yeniden orada resmî dil haline getirilmesi lazım, Türklerin seçtiği resmî temsilcilerin yeni yönetimde ağırlık sahibi olmaları lazım. İşte, biz, hükümetimizden, bütün bu konularda aktif bir gayret içine girmesini bekliyoruz. Kosova, Batı Trakya, Rumeli'deki Türkler, Irak'taki Türkler, İran'daki soydaşlarımız, Türkçe konuşan insanlar, başka ülkelerdeki insanlarımız, bizim, bizden önceki atalarımızdan devraldığımız mirasımızdır. Bunlara sahip çıkmakla tarihimize sahip çıkmış olacağız.

Ben, bu konularda, hükümetin, yeterli ilgiyi, özeni göstereceği inancını ifade etmek istiyorum ve gündemimizdeki anlaşmayı, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak desteklediğimizi bu vesileyle belirtmek istiyorum.

Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Öymen.

Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, bu anlaşma açıkoylamaya tabidir; 184 aranacaktır.

Bilgilerinize arz ederim.

1 inci maddeyi okutuyorum:

TÜRKİYE CUMHURİYETİ KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI İLE KOSOVA GEÇİCİ ÖZERK YÖNETİM KURUMLARINI (KOSOVA KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR BAKANLIĞI) TEMSİL EDEN KOSOVA’DAKİ BM GEÇİCİ YÖNETİMİ (UNMIK) ARASINDA YAPILAN KÜLTÜREL İŞBİRLİĞİ ANLAŞMASININ ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA

DAİR KANUN TASARISI

MADDE 1. - 26 Ağustos 2004 tarihinde Priştine'de imzalanan "Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Kosova Geçici Özerk Yönetim Kurumlarını (Kosova Kültür, Gençlik ve Spor Bakanlığı) Temsil Eden Kosova'daki BM Geçici Yönetimi (UNMIK) Arasında Yapılan Kültürel İşbirliği Anlaşması"nın onaylanması uygun bulunmuştur.

BAŞKAN - Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

2 nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2.- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN - Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

3 üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3.- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN - Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, tasarının tümü açıkoylamaya tabidir.

Açıkoylamanın şekli hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.

Açıkoylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, oylama için 3 dakika süre vereceğim. Bu süre içerisinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin, oy pusulalarını, oylama için öngörülen 3 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Ayrıca, vekâleten oy kullanacak sayın bakanlar var ise, hangi bakana vekâleten oy kullandığını, oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy pusulasını, belirtilen 3 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Kosova Geçici Özerk Yönetim Kurumlarını Temsil Eden Kosova'daki Birleşmiş Milletler Geçici Yönetimi Arasında Yapılan Kültürel İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının (S. Sayısı: 741) açıkoylama sonucunu açıklıyorum:

Kullanılan oy sayısı               : 250

Kabul       : 249

Ret                         :     1 (x)

Böylece, tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır; hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum.

                        

(x) Açıkoylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağın sonuna eklidir.

Trabzon Milletvekili Cevdat Erdöl ile 6 Milletvekilinin; Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu ile Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu raporunun görüşmelerine başlıyoruz.

5.- Trabzon Milletvekili Cevdet Erdöl ile 6 Milletvekilinin; Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu ile Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (2/409) (S. Sayısı: 858) (x)

BAŞKAN - Komisyon yerinde.

Hükümet yerinde.

Komisyon raporu 858 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Teklifin tümü üzerinde, AK Parti Grubu adına Uşak Milletvekili Alim Tunç, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Kocaeli Milletvekili İzzet Çetin ve şahsı adına Kocaeli Milletvekili İzzet Çetin söz istemişlerdir.

AK Parti Grubu adına, Uşak Milletvekili Sayın Alim Tunç; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Sayın Tunç, süreniz 20 dakika.

AK PARTİ GRUBU ADINA ALİM TUNÇ (Uşak) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu ile Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi hakkında Grubum adına söz almış bulunmaktayım; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, bugüne kadar diğer kurumlarda, Emekli Sandığında, Sosyal Sigortalarda, yurt içinde tedavisi mümkün olmayan hastaların yurt dışına gönderilmesi çeşitli düzenlemelerle mümkün hale geldi; ancak, Bağ-Kur ve kendi hesabına çalışanlar için -ki, eş ve çocukları ve kendileri için- böyle bir düzenlemeye ihtiyaç duyulduğu için ve geçmişte, sizler de hatırlarsınız, basında da çok çıktı, bu ihtiyaç sahibi kişilerin yurt dışında tedavileri mümkün olabilmesi için 6 milletvekili arkadaşımız, Trabzon Milletvekili Cevdet Erdöl, Çorum Milletvekili Agâh Kafkas, Kocaeli Milletvekili Nevzat Doğan, Diyarbakır Milletvekili İrfan Rıza Yazıcıoğlu, Ağrı Milletvekili Kerim Yıldız, Konya Milletvekili Mehmet Kılıç ve ben, bu teklifin hazırlanmasıyla ilgili kanun teklifini verdik ve Sağlık Komisyonunda bu kanun teklifi görüşüldü ve sonuç itibariyle böyle bir düzenlemeye gidildi.

Öncelikle, ülkemizin bir kesiminin önemli bir mağduriyetini ortadan kaldırdığı için -bu teklifi, her ne kadar, 6 arkadaş olarak vermiş olsak da, komisyondaki CHP'li ve AK Partili bütün arkadaşların emeği vardır- özellikle, hem CHP'li arkadaşlarımıza hem de AK Partili arkadaşlarımıza teşekkür etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, bu kanunla, 1479 sayılı Kanuna eklenen maddeyle, Bağ-Kur sigortalı ve hak sahiplerinin, yurt içinde tedavisi mümkün olmayan hastalıkları nedeniyle yurt dışına gönderilmelerine ve tedavi edilmelerine hak sağlanmıştır.

Buna paralel olarak, devlet memurlarında ve SSK'lılarda olan bir durum, AK Parti İktidarının, hükümetimizin bugüne kadar yaptığı icraatlarında da, ortak olarak yaptığı icraatlarda da, vatandaşımızın, bütün kesimlerin, tüm vatandaşlarımızın aynı hizmeti aynı ölçüde almasını prensip edindiğimiz için, bugün, bu kanunu burada görüşülmek üzere Yüce Meclise sunduk. Bu kanun çıktığı takdirde de, ülkemizde tedavisi mümkün olmayan hastalıkların yurt dışında tedavisi bütün kurumlarca karşılanmış olacaktır.

                        

(x) 858 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

Bugüne kadar bunun neden çıkarılamadığını sormak gerekirse, genellikle, hükümetimiz kurulmadan önce, SSK, Bağ-Kur, İŞKUR, bunlarla ilgili düzenlemeler Anayasa Mahkemesince iptal edilmiş ve bir boşluk  içindeydi. Bu boşlukları... Hükümete geldiğimiz günden itibaren büyük bir çalışma, muhalefetiyle iktidarıyla büyük bir çalışma sonucunda bunları birer birer düzeltmeye çalıştık ve düzelttik. Bugün de bunun son örneğini yerine getirmiş olacağız.

Değerli arkadaşlar, yurt dışındaki tedavilerin çok pahalı olması ve sigorta prim borçlarının bunları karşılamaması nedeniyle, bugüne kadar bunlar çıkarılamamıştır. Örnek verilecek olursa, sağlık sigortası için alınan primlerin sağlık sigortası giderlerini karşılama oranı, 2000 yılında yüzde 39, 2001 yılında yüzde 42,2; 2002 yılında yüzde 43,9 ve 2003 yılında da yüzde 44,3'tür; 2004 yılında da bütçe tahmini olarak yüzde 52'dir; yani, bu, çok düşük olması nedeniyle de, tedavi süresi, şu anda getirdiğimiz kanun teklifiyle altı ayla sınırlandırılmış; ama, zorunluluk halleri gözönünde tutularak, iki yıla kadar bu sürenin uzatılabilmesine imkân sağlanmıştır. Değerli arkadaşlar, bu durumun Sağlık Bakanlığı hastanelerindeki bir kurul tarafından heyet raporu alındıktan sonra, hastalığa ilişkin giderlerin kurumca ödenmesi ve yanında giden refakatçilerin de yolluk ve yevmiyelerinin ödenmesi bu kanunla birlikte sağlanmış olacaktır.

Değerli arkadaşlar, tabiî ki, ülkemizde, yurt içinde tedavisi olmayan hastalıklar, aslında, sanıldığının aksine çok azdır. Bazı hastalıklarda, mesela, gazete kupürlerinde, gazetede çıkan bir Esin Köse olayı olmuştu. Aslında, o hastamızın, Türkiye'de tedavisi mümkündü; ancak, donörün bulunamayışı, kök hücreyi verecek donörün bulunamayışı ve bulunan donörün de, Alman vatandaşı ve Almanya'da oturuyor olması, o nedenle de, bunun, Almanya'da tedavisi mümkün kılınmıştır ve bu konuda da, hükümetimiz, hemen İçişleri Bakanlığımız ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığımız gerekli izinleri alarak, bu hastamızın da tedavisi şu anda yapılmaktadır. İnşallah, sağ salim yurdumuza geri döner.

Değerli arkadaşlar, ben, bir başka konuya da değinmek istiyorum: Ülkemizde 200 000'e yakın, yurt dışından hasta tedavi edilmekte. Özellikle, ülkemizdeki sağlık kurumlarının ve hekimlerimizin gayretli çalışmaları neticesinde, özellikle ortodonti ve protez, göz ve plastik cerrahî konusunda ve sağlık turizmi dediğimiz, sıcak sularımızın kullanılması sayesinde, ülkemize yaklaşık 200 000 hasta gelmektedir.

Ülkemiz, sağlık turizminde, kaplıcalarıyla, sıcak suyuyla dünyada 7 ülke içinde yer almaktadır. Bunu, belirli merkezlerde değerlendirmek mümkün. Şu anda da bu merkezlerimiz çalışmaktadır. Örnek verecek olursak, İzmir'de Balçova, Balıkesir'de Gönen. Bu merkezler genellikle Ege Bölgesi ve Marmara Bölgesinde yer almaktadır. Buradaki tesislerimizin hızla geliştirilmesi ve yurt dışında çok pahalı olan bu tedaviler için, o ülkelerdeki vatandaşları ülkemize çekip, bu konuda, bundan fayda sağlamak zorundayız. Bu konuda Sayın Kültür ve Turizm Bakanımıza teşekkür etmek istiyorum; çünkü, belirli bölgeler turizm alanı ilan edilerek, buralarda, özellikle de sağlık turizmi geliştirilerek, tedavi açısından... Ülkemizde kaplıcalarımız, genellikle, sadece tedavi amaçlı değil, daha çok kısa sürelerle, banyo türü dediğimiz şekilde kullanılmaktadır; ancak, yurt dışında, özellikle yaşlanan nüfus, fizik tedavi ve rehabilitasyon için bu sıcak su kaynaklarını kullanmak üzere çeşitli ülkelere gitmekte ve oraların emekli sandıkları ya da sosyal sigorta sandıklarına çok yüklü meblağlar ödemektedir. Bunu, biz, ülke olarak çok rahatlıkla sağlayabiliriz. Dünyanın hiçbir yerinde olmayan hem doğal güzellikler hem de yeraltı zenginliklerimiz nedeniyle, biz, sağlık turizmini önplanda tutarak, yurt dışından hasta transferi... Daha ucuz olması nedeniyle de hem bize döviz kazandırmış olacak hem de ülkemizin tanıtımı açısından çok önemli bir fonksiyon görecektir.

Değerli arkadaşlar, çıkaracağımız bu kanunla birlikte, artık -açık olan- Bağ-Kur ve kendi hesabına çalışan sigortalıların sıkıntıları belki ortadan kalkacaktır. Ancak, ben şunu belirtmek isterim ki, hükümetimizin göreve geldiği günden itibaren söylediğimiz bir şey vardı; bütün sağlık tek elden yönetilecek ve tek çatı altında, Bağ-Kurluya farklı muamele, SSK'lıya farklı muamele, Emekli Sandığı mensubuna farklı muamele olmayacak demiştik. Şu ana kadar yaptığımız icraatlarla, bunları, en asgarî seviyeye indirdik. Ancak, bunun kesin olarak ortadan kaldırılması, genel sağlık sigortasıyla mümkündür. İnşallah, en kısa sürede, genel sağlık sigortası tasarısını da Yüce Meclisten geçirerek, bütün insanlarımızın gelecek endişesi, sağlık endişesi kalmayacağı bir ortam hazırlayacağız.

Değerli arkadaşlar, çıkaracağımız bu kanun yürürlüğe girdikten sonra, Bağ-Kurlularımız, SSK'lılarımız, Emekli Sandığı mensubu bütün hastalarımız, gerek yurt içinde, gerek yurt dışında rahatlıkla tedavi olabileceklerdir; ancak, bunun belirli şartlar içinde... En az on ay sigorta primi yatırma ve borcu olmama şartını da bu tasarının maddelerine koyduk. Sonuç itibariyle, on ay prim yatırmış ve borcu olmayanların, herhangi bir sıkıntıya uğramadan, yurt dışında tedavisi mümkün olacaktır.

Kalan aksaklıkların giderilmesi… Biraz önce de söylediğim gibi, genel sağlık sigortasıyla ilgili yasanın bu Meclisten çıkıp yürürlüğe girmesiyle bütün sıkıntılar ortadan kalkacaktır.

Ben, çıkaracağımız bu kanunun, ülkemize, Bağ-Kurlulara ve kendi hesabına çalışanlara hayırlı olmasını diliyorum.

Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Tunç.

Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsı adına, Kocaeli Milletvekili İzzet Çetin; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA İZZET ÇETİN (Kocaeli) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu ile Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi üzerinde Grubum adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, gerçekten, sosyal güvenlik kurumları arasında, hizmette eşitlik ilkesini yaşama geçirmek adına yapılan bu düzenleme, yapılmış gibi gözüken bu düzenleme, ne AKP Grubunun ne de Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun karşı çıkmasına olanak vermeyecek bir düzenleme. Gerçekten, hastalanan yurttaşlarımızın yurt içinde tedavileri mümkün olmuyorsa, yurt dışında tedavi görebilmeleri amacıyla, bir eksikliği giderme adına yapılmış bir düzenleme.

Bilindiği gibi, 2 Aralık 2004 tarihinde, Sosyal Sigortalar Kurumu Kanununda bir değişiklik yapılırken -ki, o günkü koşullarda, hatırlarsanız, biraz evvel Sayın Tunç da belirttiler, küçük Esin'in, Esin Köse'nin ilik nakli konusunda, Sosyal Sigortalar Kurumunca tedavi edilememesi ve yurt dışına da, yasanın engel olması nedeniyle yapılan bir değişiklik sırasında- bunun eksik olduğunu, sadece Sosyal Sigortalıların, Emekli Sandığı çalışanlarının ya da mensuplarının bakmakla mükellef olduğu kişiler değil, tüm yurttaşlarımız açısından bir hizmet anlayışı içerisinde yerine getirilmesini dile getirmiş ve Bağ-Kur sigortalılarının, hatta işsizlerin, yoksulların da bu haktan yararlanabileceği bir düzenlemenin bir an önce yapılması gerektiğine, o günkü konuşmamda işaret etmiştim. Şimdi, aradan altı ay geçtikten sonra böyle bir düzenlemenin Meclisin önüne gelmesi gerçekten güzel bir olay; bir eksikliği giderme adına yapılmış bir düzenleme gibi gözüküyor; ancak, değerli arkadaşlarım, yarından sonra biz, Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonunda emeklilik sigortaları kanunu tasarısını ve onunla birlikte genel sağlık sigortası kanunu tasarısını görüşmeye başlayacağız.

Biraz evvel Sayın Tunç belirttiler, dediler ki: "Biz, bütün sigorta dallarında hizmetlerin tek elden yürütülmesi için çaba göstereceğiz; yani, Emekli Sandığı, SSK ve Bağ-Kurluların eşit koşullarda hizmet alması için her türlü düzenlemeyi yapacağız." Gerçekten, zaman zaman, bu Meclisin çatısı altında konuşma yapan arkadaşlarımızca, konuşmalarında, bu tür mükerrer görüşmelerin, pek çok konunun tekrar tekrar Meclise gelmesi, hukuka, Anayasaya aykırı düzenlemeler nedeniyle Cumhurbaşkanlığından geri gelmesi veya Anayasa Mahkemesinin iptal etmesi sonucunda yeni düzenlemeyle aynı konunun tekrar görüşülmesinin Meclise maliyeti hesap edilmişti. Şimdi, burada da gerçekten bir düzenleme yapacağız; ama, bu düzenleme üç günlük bir düzenleme; yani, eğer, haziran ayı sonu itibariyle emeklilik sigortaları ve genel sağlık sigortası kanunu tasarıları eğer Mecliste görüşülüp geçecek ise, belki, bu kanun, Resmî Gazetede yayımlanmadan ilga olacak bir kanun konumuna da gelecek. O nedenle, yapılması gereken iş... Öncelikle, genel sağlık sigortasına ilişkin ya da emeklilik sigortaları kanunu tasarısının 91 inci maddesi yurtdışında tedaviye ilişkin hükümleri içeriyor; bugün şu anda konuştuğumuz kanun tasarısı tam anlamıyla orada da yeniden tartışılacak, yeniden konuşulacak. Yani, bir konuda bir hafta önce ya da bir hafta sonra iki ayrı kanun tasarısı maddelerinin görüşülmesinin Meclise maliyetinin de böyle bir dönemde çok iyi hesap edilmesi gerekir diye düşünüyorum; çünkü -orada, tabiî, onu hem komisyonlarda hem Meclisimizde tartışıcağız- hangi koşullarda gidecek, tedavi giderleri nasıl karşılanacak, Emekli Sandığı koşullarında bir hizmet mi sunulacak; yoksa, Emekli Sandığı ve SSK mensupları Bağ-Kurlular seviyesine mi indirilecek; onları o zaman konuşacağız.

Tabiî, değerli arkadaşlar, özü itibariyle teklife baktığımız zaman, kanun teklifiyle tarım Bağ-Kurlularına da diğer sosyal güvenlik kurumlarında olduğu gibi yurtiçinde tedavisi mümkün olmayan hastalıklarla ilgili olarak yurtdışında tedavi olanağı sağlıyor. Ancak, teklifin genel gerekçesine bakıldığı zaman, düzenleme sanki sadece 1479 sayılı Kanuna tabi Bağ-Kurlular için yapılmış bir düzenleme gibi gözüküyor; oysa, bir yazım tekniği aksaması var; 2 nci maddede 2926 sayılı tarım Bağ-Kurlularına da aynı hizmetin getirilmeye çalışıldığını, 2926 sayılı Kanuna tabi olanların da bu haktan yararlanacaklarını görüyoruz.

Değerli arkadaşlar, gerçekten, Sosyal Sigortalar Kurumu hastalarının ve Bağ-Kurluların yurtdışı tedavilerine ilişkin olarak yapılan bu düzenlemeye bakıldığı zaman, koşula bağlı bir hizmet anlayışına tanık oluyoruz; yani, diyoruz ki, en az on ay sağlık sigortası primi ödeyen ve prim borcu bulunmayan sigortalılar ve bakmakla mükellef olduğu kişiler yurtdışında tedavi olabilir.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, böyle bir düzenleme nasıl hak olarak görülebilir, nasıl yapılabilir; anlayabilmenin  olanağı yok.  Şimdi, sayısal verilere  baktığımız  zaman  Bağ-Kura kayıtlı toplam 3 368 776 sigortalı var. Bunun 2 373 652'si 1479 sayılı Kanuna tabi; yani, esnaf dediğimiz Bağ-Kurlular. 995 124'ü ise 2926 sayılı Yasaya tabi; yani, tarım Bağ-Kurluları.

Bağ-Kura kayıtlı sigortalılardan 2 149 664'ünün prim borcu var; yani, bu Bağ-Kurluların yüzde 64'ünün Bağ-Kura prim borcu var. Kanun bu biçimiyle geçerse, kanun yaptık diyeceğiz; ama, Bağ-Kur sigortalılarının, esnaf ve sanatkârlarımız ile çiftçilerimizin yüzde 64'ü bu hizmetten, bu haktan yararlanamayacak. Niçin; çünkü, koşul getirmişiz, diyoruz ki prim borcu olanlar bu haktan yararlanamayacak.

Şimdi, öncelikle Bağ-Kurluların neden prim borcu var, bunun nedeni araştırıldı mı; esnaf niçin borçlu, tarım sigortalıları niçin borçlu; hangi durumdalar, buna bir baktık mı?

Değerli arkadaşlarım, içinde bulunduğumuz günlerde, geçtiğimiz haftadan bu yana, hem Sayın Başbakan hem de ziraat odaları, meslek odaları çiftçilerimizin durumuna ilişkin geniş açıklamalar yaptılar. Özellikle Sayın Başbakan, geçtiğimiz hafta AKP Grup Toplantısında yaptığı konuşmada ve hafta sonunda "Ulusa Sesleniş" adı altında yaptığı konuşmada birtakım açıklamalarda bulundu. Bu açıklamalarına bakıldığı zaman, zannederiz ki çiftçilerimiz son derece mutlu. 350 000 lira, buğdaya sanki fiyat açıklanıyormuş gibi telaffuz edildi; ama, bir fiyat açıklaması yapılmadı, 30 000 lira primden söz edildi. Oysa, bugün Doğu ve Güneydoğu Anadoluda hasat mevsimi başladı; oralarda buğdayı, üreticilerimiz, çiftçilerimiz 300 000-310 000 liradan teslim etmeye başladılar; piyasa koşullarına terk edildi. Gübre, mazot, girdi fiyatları bugün bir gazetenin bir köşeyazarının da konusu haline gelmiş, size aktarmak istiyorum. Türkiye genelinde yani… Ayrıca, Başbakan, bugün yine çiftçiye mazot desteğinin 300 000 lira olarak verileceğini, uygulamaya başlanacağını öngördü.

Değerli  arkadaşlarım,  Türkiye  genelinde, bugün, rafineriye uzaklığına göre, mazot fiyatları  1 900 000 ile 2 000 000 arasında; 300 000 lirayı düştüğünüz zaman 1 600 000-1 700 000 lira mazotun litre fiyatı. Aynı mazot, Yunanistan'da 56 sent; Türkiye'de ise, destek indirimiyle birlikte 1,2 dolar. Mazotun maliyetteki payı yüzde 20 civarında. Yani, bu sübvansiyonun, mazot desteğinin ne anlama geldiğini çok net okumak mümkün.

Değerli arkadaşlar, 1975 yılında, çiftçi 1 kilogram buğdayla 1,07 litre mazot alabiliyordu; 1980'de bu  0,41 litreye indi;  bugün, mazot  sübvansiyonuna  rağmen  0,20 litre mazot  alabiliyor 1 kilogram buğdayla. Değerli arkadaşlar, bu, bir gerçeği açıkça ortaya koyuyor; o da, çiftçinin giderek yoksullaştığı.

Esnafımızın durumu çiftçimizden farklı değil; o da, girdi maliyetlerinin yüksekliği, prim oranlarının yüksekliği, finansman zorlukları ve de Türkiye'nin içinde bulunduğu yoksullaşma sürecinde halkın satın alma gücünün giderek daralması nedeniyle büyük sıkıntı içerisinde. Çiftçi de, maliyeti 404 000 lira olan buğdayını 300-310 liraya, maliyetinin bile çok altında teslim etmek zorunda kalıyor. Topraktan aldığını toprağa yatırıyor, yetmiyor; varsa cebinden koyuyor, yoksa traktörünü ya da tarlalarının belirli bir miktarını satılığa çıkarıp borcunu ödemeye çalışıyor. Böyle bir durumda, esnafın Sosyal Sigortalar Kurumuna prim borcu var diye, hastalanınca ona ve çiftçiye tedavi olanağı vermeyeceğiz!

Değerli arkadaşlarım, tabiî, tarımda sadece buğday ölçüt alınmamalı, pamukta durum bundan farklı değil, narenciye hepinizin malumu, çay tabanfiyat açıklaması hâlâ yapılabilmiş değil.

Değerli arkadaşlar, tüm bunlar gösteriyor ki, devlet; yani, hükümetiniz, çiftçiyi ve esnafı perişan etmiş; şimdi, onlara, yüzde 64'ü bu haktan yararlanamayacak yasa tasarısı getiriyorsunuz ve ona  şirin gözükmeye çalışıyorsunuz. Değerli arkadaşlarım, artık, köylümüz de, çiftçimiz de, esnafımız da gerçeği görmeye başladı.

Değerli arkadaşlar, borcu tahsil edemeyen kim; devlet. Hangi bakanlık sorumlu; Maliye Bakanlığı; yani, vergi gelirlerini toplayacak, toplayamıyor; sigorta primleri ödenmiyor, toplanacak, toplanamıyor; Bağ-Kur primleri toplanamıyor, köylünün durumu perişan… Hastaya diyoruz ki "sen git, prim borcunu öde, ödersen, bu sağlık hizmetinden yararlanırsın, aksi takdirde seni yararlandırmam."

Değerli arkadaşlar, prim borcu ile sağlık hizmetinden yararlanmayı karşı karşıya getirmek, onunla onu takas etmek anlayışı sosyal devlet anlayışında olabilir mi?! Böyle bir anlayış, Anayasanın eşitlik ilkesine uygun düşer mi?! Ölümcül bir hastalığa yakalanmış yurttaş -parası yok belki- devletin kapısını çalmış, hastanesinin kapısını ya da kurumun kapısını çalmış "beni yurt dışına gönder" diye yalvarıyor; sen borcunu ödersen, seni kurtarırım; ödemezsen, eh, benim sorunum değil, yasa böyle, diyeceksiniz.

Değerli arkadaşlar, böyle yasa tasarısı olmaz. Bunu komisyonda da söyledik; ama, düzeltilmedi. Şimdi, böyle bir yaklaşım, sosyal devlet anlayışıyla örtüşmez, Anayasanın eşitlik ilkesiyle örtüşmez; yani, git borcunu öde, sana öyle sağlık hizmeti vereyim... Kim diyebilir bunu, ancak ve ancak AKP gibi sosyal devlet anlayışında olan bir siyasal partinin, bir hükümetin hazırladığı tasarıda rastlanabilir. Bir ibret vesikası.

Evet, arkadaşlar, Avrupa Birliği, IMF, Dünya Bankası ne söylerse "evet efendim" mantığı içerisinde yasal taslaklarını hazırlayıp getireceğiz; ama, esnafımızın, çiftçimizin, yoksul kesimlerin prim borcu var diye onlara tedavi hizmetlerini sunmayacağız!

Değerli arkadaşlarım, böyle bir düzenlemede eşitlik ilkesine uygunluk ancak şu şekilde sağlanabilir: Bağ-Kurlulara ve esnafa prim borçlarını ödemeyi ihtiyarî kılarsın "ben, prim oranlarını saptadım. Bu oranlar dahilinde siz de, primlerinizi Bağ-Kura yatırırsanız, size yurtdışı sağlık hizmetlerini sunarım" dersiniz; yani, prim ödemeyi ihtiyarî kılarsınız, isteyen öder isteyen ödemez; o zaman da, isteyen yurt dışında tedaviyi kabul eder isteyen etmez. Böyle bir uygulamayla, ancak, belli bir noktaya gelinebilir diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlar, tabiî, prim konusunun, gerçekten, düzenlenmeye, düzeltilmeye ihtiyacı var. Şimdi, geçtiğimiz günlerde, esnafımızın ve çiftçilerimizin prim borçlarının taksitlendirilmesine, ödeme kolaylığı sağlanmasına ilişkin, Bütçe ve Plan Komisyonunda eklenen bir maddeyle bir tasarı Meclis gündemine geldi; ama, daha sonra, bu, herhalde, AKP'nin kendi içindeki ihtilafları nedeniyle geri çekildi. O tasarı; Bağ-Kur ve SSK prim borçlarının taksite bağlanmasını, zannediyorum, 27 nci maddesinde düzenliyor idi; ama, aynı kanun tasarısının içerisinde, yine, Maliye Bakanının affedilmesi vardı; yani, siz, esnafın, sanatkârın ve çiftçinin borçlarından kurtulabilmesi için taksitlendirmeyi bile, Maliye Bakanına af koşuluyla, bir tehdit unsuru olarak Meclisin gündemine getireceksiniz, ondan sonra da, esnafa diyeceksiniz ki: "Biz sizi affedecektik; ama, CHP'liler karşı çıkıyor." Bizim böyle bir karşı çıkışımız yok değerli arkadaşlar. O, esnafımızı ve çiftçimizi ilgilendiren, onların borçlarından bir an evvel kurtarılması için gerekli olan kanun tasarısını Meclise düzgün bir biçimde getirmenizi rica ediyoruz; çünkü, çok zor durumdalar, birtakım işleri aksıyor; kredi alamıyorlar, yurt dışına çıkamıyorlar, hastalarını tedavi ettiremiyorlar. Bunun bir an evvel çözülmesi lazım; ama, her kanun tasarısının içerisine Maliye Bakanının bir suçtan affedilmesini koyarak, bir şantaj, bir tehdit unsuru olarak onu kabul ederseniz, esnaf ve çiftçinin sorunlarını çözmeyi istiyorsanız Maliye Bakanının sorununu da çözün ya da ilgili herhangi bir bakanın, bir milletvekilinin yolsuzlukla ilgili, sahte evrakla ilgili sorununu da çözün deyip bununla birlikte getirirseniz böyle bir düzenlemenin kabul edilebilmesine olanak yoktur değerli arkadaşlar.

Şimdi, değerli arkadaşlar, gerçekten, bu kanun tasarısıyla ilgili olarak... Biraz evvel gündemdışı söz alan arkadaşlarımız -Sayın Melik ve AKP'den yerinden konuşan arkadaşımız- çok önemli bir konuya parmak bastılar, ben de o konuya yeri gelmişken değinmek istiyorum. Geçtiğimiz hafta başında Eskişehir'in Alpu İlçesinde, 6 kişilik Bilbay ailesinin tüm fertleri yaşamını yitirdi. Kimdi bunlar; geçici tarım işçileri. Ne yapıyor geçici tarım işçileri; mevsime göre pamuk tarlalarına, mevsime göre fındık bahçelerine, hasat mevsimine göre narenciye toplamaya, yerine göre buğday tarlalarına çalışmaya gidiyorlar. Bunların hiçbir güvenceleri yok; yani, bunlar gezici tarım işçisi; ne sigortaları var ne Bağ-Kur sigortası kapsamındalar ne Sosyal Sigortalar Kurumu kapsamındalar ne de asgarî ücretin güvencesi altındalar, hiçbir korumaları yok, korumadan yoksunlar. Onlar da insan, onların da… O Bilbay ailesinin başına gelen feci olay, umarım, bundan sonra, dileğimiz odur ki, hiçbir yurttaşımızın, hiçbir insanın başına gelmesin; ama, yeri gelmişken o tür güvencesiz çalışanların da bu haktan yararlanabilecekleri bir düzenleme yapılmalı diye, taa aralık ayında, küçük Esin olayında söylemiştim. Şimdi, altı ay geçtikten sonraki Bilbay ailesi olayı, belki ders alınmasına katkı yapar.

Şimdi, denilebilir ki, genel sağlık sigortası geldiği zaman onlar da bu haktan yararlanacak. Orada da biz, onlardan katkı alacağız  diyoruz. Tüm aile fertleriyle, çadır bile bulamadan belki de yaz aylarında açıkta yatan insanlardan, yarın, katkı payı alarak, tedavi, sağlık hizmeti sunacak bir düzenlemeyi Meclisin önüne getireceğiz. Bu tasarı daha Meclise gelmeden evvel, bu tarz, gelirden yoksun, güvenceden yoksun yurttaşlarımızın... Yeşilkartlılara birkaç ay evvel ilaç bedellerine yüzde 20 katılma payı getirdiniz. Yeşilkartlı kim; toplumun en yoksul kesimi, muhtaç kesimi. Kanser hastası olan bir yeşilkartlı, 7, 8, 10 milyar lira tutan ilaç bedelinin yüzde 20'si 2-3 milyar lira tutuyorsa, nereden karşılayacak; yok parası. Efendim, Fak-Fuk-Fon dediğimiz o fona müracaat edecek. Hastanın mecali yok ayakta durmaya, falanca belgeyi yap, filanca belgeyi yap, oradan bunu alalım!..

Değerli arkadaşlar, gerçekten, sosyal devlet anlayışınızı gözden geçirmenize şiddetle ihtiyaç var. Bu ülkede, bir avuç köşe dönücü, rant piyasalarından para kazanan, geçimini sağlayan insan ve de bu ülkeye dışarıdan birtakım yasal düzenlemeleri bazı hedefler göstererek bize dikte ettirmeye çalışan güçler değil, yetmiş milyon yurttaşın büyük bir bölümü yoksulluk içerisinde, fakrüzaruret içerisinde. Onların sorunlarına, onların ihtiyaçlarına ciddî bir şekilde eğilmenizde büyük yarar var diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlar, tabiî, bu gezici tarım işçileri konusunda bugüne kadar ülkemizde ciddî bir çalışma hükümetlerce yapılmadı. Bu konuda TÜBİTAK ve Tarım-İş Sendikasının desteğiyle Ankara Üniversitesi Tarım Ekonomisi bölümünde bir grup akademisyen bir çalışma yaptılar; ama, bu araştırma sonuçlarından ne hükümetin ne milletvekillerinin, AKP milletvekillerinin bir haberinin olduğunu zannetmiyorum. Tarım İş Kanununda yer alan ayrı bir konu, tarım aracılığı dediğimiz, elçiler konusunda şiddetle yeni bir düzenlemeye ihtiyaç var; bunlar yapılmıyor.

Tabiî, bu yasalar yapılırken konunun bağları, birbiriyle olan ilişkileri iyi düşünülmeden, iyi hazırlanmadan getirilip, burada, biz, sağlık finansmanı konusunda tedbirler alıyoruz, sağlığı tek elden yöneteceğiz, o doğrultuda da çalışmalar yapıyoruz diyerek süslü laflar etmek mümkün, ahkâm kesmek mümkün. Sağlık hizmetlerini tek elde topladınız; ama, hedefiniz... Anayasanın 56 ncı maddesini gerekçe göstererek yaptınız o düzenlemeyi. Nedir asıl amaçları; ikinci faz kredi anlaşmasında Sayın Çalışma Bakanımız da Başbakana yazdığı mektupta dile getirdi. Sağlık Bakanlığı, sağlık hizmetlerinden, hastane işletmeciliğinden çekilecek; koşullarından birisi. Eğitim ve üniversite hastaneleri dışında hastaneler birer işletmeye dönüştürülüyor. Giderek sağlık hizmetleri özelleştiriliyor. Sizin, sağlık hizmetlerine yaklaşımınız da, hasta-müşteri gibi, hastane-işletme gibi. Kamu güvencesi sözleşmeli statüye geçiriliyor, eh, sağlıkocakları da... Aile hekimliği işletmesine dönüştürülecek bir tarzda yapılacak düzenlemelerden sonra, birkaç yıl içerisinde, o, Sağlık Bakanlığına aldığınız Sosyal Sigortalar Kurumu hastanelerini de piyasaya satacaksınız ya da kiraya vereceksiniz. Yine, eş dost zengin etmeyi, siyasal kayırımcılık yapmayı, elinizde kalan hastanelerde kadrolaşmayı, sizden olmayan doktorları da mecburî hizmet diye sağa sola sürmeyi sağlık hizmeti zannedeceksiniz. Böyle düzenlemeyi, hasta sorunlarına, sağlık sorunlarına böyle yaklaşımı tasvip etmenin, onaylamanın olanağı yok değerli arkadaşlar.

Değerli arkadaşlarım, gerçekten, bu kanun teklifi, üzerinde çok konuşulacak bir kanun teklifi değil. Demin de söyledim, yüzde 64'ü borçlu Bağ-Kurluların. Yani, yüzde 64'ü borçluysa, borçlu olan çiftçilerin borçlarının nedenini, niçinini araştırmak, o borçlarından bir an evvel kurtulabilmeleri için onlara kolaylık sağlamak başta hükümetin görevi.

Değerli arkadaşlar, bunun da çok zor olmadığını düşünüyorum. Birkaç banka mensubuna devlet 40 milyar doları, hükümetiniz, bir celsede yok sayabiliyor; ama, sıra esnafa, Bağ-Kurluya, işçiye, yoksula geldiği zaman "borcun var, sana sağlık hizmeti sunmayız" diyebiliyor. Bu anlayışı tasvip etmenin olanağı yok.

Değerli arkadaşlar, tabiî, yasanın, demin söyledim, bütününe bakıldığı zaman, 1479 Sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanununda değişiklik yapılıyor gibi gözüküyor; ama, 2926 sayılı Yasada da benzer düzenleme 2 nci maddede gerçekleştiriliyor.

Ben, bu sağlık hizmetinden tüm Bağ-Kur sigortalılarının, tüm yurttaşlarımızın yararlanabileceği bir konuma getirilmesini ve prim borcuna bağlanmamasını, yani, madde 1'deki, ek madde 22'deki "en az on ay sağlık sigortası primi ödeyen ve prim borcu bulunmayan" ibaresinin buradan çıkarılması halinde bir işlerlik kazanacağını düşünüyorum ve bu duygularla, yasaya olumlu oy vereceğimizi belirtiyor, Yüce Meclisin değerli üyelerini saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Çetin.

Hükümet adına, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Sayın Murat Başesgioğlu; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI MURAT BAŞESGİOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Trabzon Milletvekili Cevdet Erdöl ve 6 milletvekili arkadaşımızın vermiş olduğu kanun teklifi üzerinde, Hükümetimiz adına görüşleri arz etmek üzere huzurunuzdayım; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, bu teklifi veren değerli milletvekili arkadaşlarıma çok teşekkür ediyorum. Gerçekten, sosyal güvenlik kuruluşlarımıza mensup vatandaşlarımız arasında bir farklı uygulamayı kaldırmayı amaçlayan önemli bir kanun teklifinde bulunmuşlardır. İnşallah, sizin de onayınızla, bu teklifin kabulüyle birlikte, sosyal güvenlik kuruluşlarına mensup vatandaşlarımızın sağlık hizmeti alma konusundaki bir farklılığı da ortadan kaldırmış olacağız.

Hükümet olarak, statüsü ne olursa olsun, ister Bağ-Kurlu ister SSK'lı ister Emekli Sandığı mensubu; bütün vatandaşlarımızın, sigortalıların ve hak sahiplerinin sağlık hizmetine eşit bir şekilde erişmelerini sağlamayı amaçlıyoruz. Bu amaçla da hazırlamış olduğumuz Sosyal Güvenlik Reformu Tasarısı içerisinde yer alan genel sağlık sigortası, bu saymış olduğumuz standart farklılıklarını ortadan kaldıran, bütün nüfusumuzu kapsayan çağdaş bir düzenleme olacaktır. İnşallah, o tasarı geldiğinde, sizlere daha geniş bilgi aktarma imkânını bulacağım.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, bu teklif, Bağ-Kur sigortalı ve hak sahibi vatandaşlarımıza yurt dışında tedavi imkânı tanıyan bir düzenlemedir. Bugüne kadar Bağ-Kurlu vatandaşlarımız bu imkândan yoksundu, ne sigortalılar ne hak sahipleri yurt dışında tedavi imkânına kavuşamamışlardı.

Yine, hatırlayacağınız üzere, bundan bir müddet evvel, yine, Yüce Meclisimizin kabul ettiği bir kanunla, Sosyal Sigortalar Kurumuna mensup vatandaşlarımızın, aktif sigortalıların bakmakla yükümlü oldukları yakınlarına da bu imkânı tanıdık. Şu anda bu imkândan yararlanarak yurt dışında tedavi gören vatandaşlarımız mevcuttur. Bu uygulama nasıl olacak; birkaç satırbaşlarıyla onu size izah etmeye çalışacağım.

Türkiye'de tedavi imkânı bulunmadığının tespiti, Emekli Sandığı mensuplarında olduğu gibi, yine, Sağlık Bakanlığınca yetkili kılınan hastanelerce, sağlık kurullarınca verilen raporlarla teyit edilecek. Yurt dışında tedavi süresi altı ayla sınırlandırılmış, prensip olarak; ancak, zorunluluk hallerinde, rapora dayalı olmak üzere, bu süre, iki yıla kadar uzatılmaktadır.

Yine, yurt dışında yapılan tedavide, hastane sağlık kurulu raporunda belirlenen hastalığın ve bu hastalığa bağlı komplikasyonların ve acil müdahaleyi gerektiren hastalıkların tedavisine ilişkin giderler kurumca ödenecektir. Yani, rapor muhteviyatı içerisinde olmayan bir hastalığın kurum tarafından karşılanması burada söz konusu değildir.

Yine, hastanın ve refakatçinin yurt dışına gidiş-dönüş yol giderleri ile refakatçinin yurt dışında kaldığı günlere ve hastanın tedavisine başlamasına kadar geçen süreler içerisinde, Harcırah Kanunu hükümlerine uygun olarak, hastaya ve refakatçisine harcırah ödenmiş olacaktır.

Kanun teklifinin özü bunları içermektedir. Bağ-Kurun gerekli hazırlığı yapabilmesi için yürürlük tarihine bir ay opsiyon tanınmıştır, bir yönetmeliğin çıkması gerekmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu düzenlemenin, sizlerin de katkısıyla olgunlaşacak bu düzenlemenin Bağ-Kurlu vatandaşlarımıza ve yakınlarına hayırlı olmasını diliyorum. Bu vesileyle, Hükümet olarak sağlık alanında atmış olduğumuz önemli adımlara birini daha ilave ettiğimizi ifade ediyor, hepiniz saygı ve sevgiyle selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakanım.

Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

1 inci maddeyi okutuyorum:

ESNAF VE SANATKARLAR VE DİĞER BAĞIMSIZ ÇALIŞANLAR SOSYAL SİGORTALAR KURUMU KANUNU İLE TARIMDA KENDİ ADINA VE HESABINA ÇALIŞANLAR SOSYAL SİGORTALAR KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASI HAKKINDA

KANUN TEKLİFİ

MADDE 1.- 2.9.1971 tarihli ve 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanununa aşağıdaki ek madde eklenmiştir.

EK MADDE 22.- Bu Kanunun ek 11 inci maddesinin birinci fıkrası kapsamında bulunan, en az on ay sağlık sigortası primi ödeyen ve prim borcu bulunmayan sigortalı ve bunların hak sahipleri, Sağlık Bakanlığınca yetkili kılınan hastanelerin sağlık kurullarınca düzenlenen raporlara göre yurt içinde tedavisi mümkün olmayan hastalıklarının tedavisi için, yine bu raporda gerekli görülmesi halinde bir refakatçi ile birlikte ve Kurum Yönetim Kurulu kararı ile yurt dışına gönderilebilir. Yurt dışında tedaviyi yapacak sağlık kuruluşu aynı raporda belirlenebileceği gibi Kurumca da belirlenebilir.

Yurt dışındaki tedavi süresi altı ayı geçmemek kaydı ile yetkili hastanece düzenlenen raporda belirtilir. Ancak bu süre yurt dışında tedaviyi yapan sağlık kuruluşunun önerisi ve bu önerinin raporu düzenleyen hastane sağlık kurulunca uygun bulunması halinde altı ayı geçmeyen dönemler halinde en çok iki yıla kadar uzatılabilir. Bu sürenin sonunda tedaviye yurt içinde devam edilir.

Yurt dışında yapılan tedaviye ilişkin giderler ile 6245 sayılı Harcırah Kanunu hükümlerine göre hesaplanacak yol giderleri ve gündelikler Kurumca ödenir. Ancak acil müdahaleyi gerektiren veya hastalığın komplikasyonuna bağlı olarak yapılan tedavi giderleri hariç, raporda belirtilmeyen hastalıklara ait tedavi giderleri ödenmez.

BAŞKAN - Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

2 nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2.- 17.10.1983 tarihli ve 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanununun ek 3 üncü maddesinde yer alan  "ek 19 uncu"  ibaresi  "ek 19 ve ek 22 nci" olarak değiştirilmiştir.

BAŞKAN - Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Geçici 1 inci maddeyi okutuyorum:

GEÇİCİ MADDE 1.- 1479 sayılı Kanunun ek 22 nci maddesinin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar, bu Kanunun yayımı tarihinden itibaren bir ay içinde ek 18 inci madde hükümleri çerçevesinde hazırlanacak bir yönetmelikle düzenlenir.

BAŞKAN - Geçici 1 inci madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsı adına, Muğla Milletvekili Ali Arslan.

Sayın Aslan, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA ALİ ARSLAN (Muğla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan, Komisyon Başkanımız Sevgili Cevdet Erdöl ve arkadaşlarının verdiği, Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu ile Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi üzerinde söz almış bulunuyorum.

Değerli arkadaşlarım, bu kanun, gerçekten, sanıyorum, çalışmalarımız içinde bir fantastik kanun olarak yerini alacaktır. Bu kanunun gündeme gelmesinin asıl gerekçesi şudur: Bildiğiniz gibi, geçtiğimiz günlerde, geçtiğimiz aylarda bir düzenleme yaptık; SSK'lı olan lösemili bir küçük kardeşimizin yurt dışında tedavisinin yapılamamasıyla ilgili bir sıkıntı vardı ve bir kamuoyu oluşmuştu; o yasa düzeltilirken, küçük Esin'e bu olanak sağlanırken fark edildi ki, aynı sıkıntı Bağ-Kur çalışanlarında da var ve arkadaşlarımız böyle bir yasa önerisini hazırlamışlar. Ne zaman; işte, bu küçük Esin'in yurt dışında tedavisini sağlayacak yasal düzenleme yapıldıktan sonra. Sanıyorum, altı ya da yedi ay kadar oldu bu yasa teklifi hazırlanalı, 1.4.2005 tarihinde de komisyonda görüşüldü.

Değerli arkadaşlarım, gelen teklif, iki ay içinde yönetmelik hazırlandıktan sonra bu yasanın yürürlüğe gireceği şeklindeydi. Komisyonda itirazlarımızı söyledik. Ne zaman geleceği bilinmeyen bir genel sağlık sigortası vardı. Hatta, korkumuzu da söyledik, korkarız ki, Bağ-Kurlulara, eş ve çocuklarına  yurt dışında tedavi olma hakkı  tanıyan bu yasadan önce genel sağlık sigortası çıkar ve bu yasayı, biz boşu boşuna, anlamsız bir şekilde çıkarmış oluruz dedik.

Değerli arkadaşlarım, neyse, itirazlarımız üzerine, o iki aylık yönetmelik çıkarma süresi bir aya düşürüldü. Ancak, yasa, komisyonda görüşüldükten iki ay sonra Genel Kurula iniyor! İki aylık bir süreyi zaten öyle kaybettik. Çok acil bir ihtiyacı, kamuya yansıyan, kamuoyunda genel olarak tartışılan böyle bir ihtiyaç var mı yok mu bilmiyorum; ancak, bu yasa çıktığında da, sanıyorum, çok büyük bir ihtiyacı karşılamayacak; ama, sonuçta, bir kişi de olsa yararlanan, hiç de olmasa, böyle bir yasanın çıkması gerekli, yararlı olabilir diye düşünülebilir; buna bir itirazımız da yok.

Ancak, yarın, yine, Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonunda, genel sağlık sigortası görüşülmeye başlanıyor. Umuyorum, önümüzdeki günlerde, genel sağlık sigortası gündeme gelecek, bu Meclisten çıkacak. Genel sağlık sigortasının bu yurt dışındaki tedavilerle ilgili, genel sağlık sigortasını kullanmaya hak kazanmış yurttaşlarımızın yurt dışındaki tedavilerini düzenleyen 90 ıncı maddesi, Ocak 2006'da yürürlüğe girecek; yani, altı ay sonra.

Şimdi, bu yasa, bugün çıkacak, yayımlanacak, yayımlandıktan bir ay sonra, yönetmelik hazırlandıktan sonra bundan yararlanılmaya başlanacak. Kaç kişinin ihtiyacı var, kaç kişi yararlanır, bilmiyorum; dilerim hiç yoktur. Son yıllarda, biliyorsunuz, Türkiye, tıp alanında da büyük ilerlemeler kaydetti; çok nadir hastalıklarda ancak yurt dışında tedavi ihtiyacı duyuyor yurttaşlarımız; inşallah, hiç duymazlar. Hiç kimsenin böyle bir yasadan yararlanıp yurt dışında tedavi olma ihtiyacı hiç olmaz; dileğim odur.

Ancak, ayları üst üste koyduğumuzda, işte, ocak ayında genel sağlık sigortası yürürlüğe girecek, bu yasa bir ay sonra yürürlüğe girecek -ki, CHP'nin itirazları üzerine bir ay da geri çekilmişti- dört beş aylık bir yasa çıkarıyoruz. Yurttaşlarımıza hayırlı olsun.

Yani, olması gereken bir yasa; kötü bir şey söylemek, aleyhinde konuşmak mümkün değil; ancak, benden önceki konuşmacı arkadaşlarım da söyledi; biraz önce, buraya gelirken, bir ziraat odası başkanını aradım, dedim ki, tarımla ilgili böyle bir yasal düzenleme geliyor, ne diyorsun? "İyi olmuş; ama, tarımda çalışan yok, çiftçi bitti" dedi. Yani, biz, biten çiftçiye, bitirdiğimiz çiftçiye yasa çıkarmaya çalışıyoruz.

Değerli arkadaşlarım, bu yasaları çıkaralım; ancak, buğday üreticilerinin büyük sorunları var. İlk defa, bir hükümet, tabanfiyat açıklamama kararı aldı. Bu, sanıyorum, tarımda bir devrim!

Değerli arkadaşlarım, bu ülkenin yüzde 40'ı, yüzde 41'i tarımla uğraşıyor. Hepimiz içinde yaşıyoruz, çoğumuz köylerden geldik; büyük sıkıntı çekiyorlar. Bu insanların dertlerine mutlaka çare bulmamız gerekiyor. Elbette, hastalanan çocuklarının, eğer yurt dışında tedavi ihtiyacı varsa, gönderelim; ama, bu insanlar aç; bu insanlara destek verelim. Dünyanın her yerinde, bütün ülkeler, bütün çağdaş ülkeler tarımı destekliyor. Biz de, şimdi, buğday üreticisini kaderiyle başbaşa bıraktık, tüccarla başbaşa bıraktık.

Tabanfiyatı neden açıklar hükümetler; tüccar karşısında üreticiyi ezdirmemek için açıklar. İlk defa, açıklamıyoruz tabanfiyatını. Bu açıklamama kararı da, tam tersine -işte, sanıyorum, buğdaya 30 000 lira civarında prim verilecek- verilecek primi aldı götürdü; zaten, fiyatları birdenbire düşürdü. Tüccar rahatladı; oh, ne güzel, hükümet buğday alımlarıyla ilgilenmiyor, biz de bildiğimiz gibi at oynatırız… Ee, hükümet 30 000 lira verecekken, belki de, 50 000 lira fiyat kaybı oldu buğdayda.

Sadece buğday değil; bakın, sera üreticileri… Bu ülkenin önemli ihraç ürünlerinden sera ürünleri. Rusya'nın sınırında ihracat tıkandı ve bugün seracılar da perişan. Muğla'nın Ortacasında, kasası 2 000 000 liradan domatesi alan yok. 

Çay üreticisinin sorunlarını, sanıyorum, hepimizden çok daha iyi, Rizeli Başbakanımız biliyor; ama, sorunlarını çözme konusunda bir girişim yok, yapılan bir eylem yok.

Süt üreticilerine bakıyorsunuz, büyük sıkıntı çekiyor. Besicilikle uğraşanlara bakıyorsunuz; hepsinin, ayrı ayrı, inanılmaz dertleri var. Patatesçi öyle, pamukçu öyle… Kime bakarsanız, hangi üreticiye bakarsanız, çok büyük sıkıntı içindeler.

Değerli arkadaşlarım, Sanayi Bakanlığının yaptığı son çalışmaya göre, 6 000 000 civarında esnafımız var. Aileleriyle beraber neredeyse 20 000 000 ediyor. Biraz önce çiftçilerin durumundan bahsettik; 30 000 000 civarında çiftçimiz var. Neredeyse, 40-50 milyon civarındaki yurttaşımız büyük sıkıntı çekiyor.

AKP'li konuşmacı arkadaşlarımız diyor ki, esnafların kredi faizleri düştü. Doğrudur; enflasyon düştü. Enflasyonun düşmesi biraz da kader. Seçim öncesi de, biliyorsunuz, Cumhuriyet Halk Partisi, tek başına bir iktidarla ancak enflasyonla mücadele edilebileceğini söylüyordu ve gerçekten de oldu. Tabiî, alınan önlemlerin mutlaka katkısı var; ancak, esnaflara verilen kredi faizlerinin reel faizleri çok yüksek, hâlâ yüksek. Bunu, Sanayi Bakanı, kendi konuşmasında da söyledi, bir yıl önce. Yüzde 10'dan fazlasını... Düşünün, enflasyon oranının iki katı kadar faizle para alacaksınız, parayı çalıştırıp borç ödeyeceksiniz!..

Değerli arkadaşlarım, zaten, esnaf aldığı krediyi iş yapmak için almıyor. Esnaf, aldığı krediyi, ancak borçlarını çevirebilmek için alıyor. O da, aynı, Türkiye Cumhuriyetinin içine düştüğü batak gibi, esnafı başka bir batağın içine sürüklüyor ve büyük sıkıntı içinde esnaflarımız. Açılan dükkân kadar, açılan işyeri kadar kapatılan işyeri var neredeyse. Her yıl açılan işyerlerinin yüzde 60-70'i kapanıyor.

Grossmarketler, sadece, bakkal esnafımızın değil, diğer tüm esnaflarımızın üstüne bir kâbus gibi çökmüş. Bu büyük sorunu halletmeden, siz, esnaf arkadaşımızın, Allah göstermesin, yurt içinde tedavisi mümkün olmayan çocuğunun yurt dışına gönderilmesiyle ilgili yasayı çıkarsanız ne olur, çıkarmasanız ne olur!.. Adam, öldü, gitti, bitti!..

Ziraat Odası Başkanı diyor ki: "Kardeşim bana çiftçiyi sorma, bitti çiftçi." Esnaf derneklerine soruyorsunuz, hepimiz esnafların içerisinde yaşıyoruz, esnaflara soruyorsunuz, bittik diyor. Umut da bitti, kendileri de bitti. Bu yasa güzel, gerçekten, insan hiçbir şey söyleyemiyor; ama, asıl yapmanız gereken, bu insanların geçim sıkıntılarına çözüm bulmak, bu insanların kapanma tehlikesiyle karşı karşıya olan işyerlerinin kapanmamasıyla ilgili yasaları düzenlemek. Bence Meclisin asıl önemli görevi o olmalı. Çiftçilerimizin nasıl borç sarmalından kurtulacağı… Üretimden çekiliyor çiftçiler. Çiftçisi üretimden çekilmiş, esnafının işyeri kapanmış bir Türkiye'de, bunca yüksek dışborcumuzu, üretmeden nasıl ödeyeceğimizin sihirli formülünü nereden buluruz! Yok böyle bir şey. Yapılan tek şey var; aynı, esnafın yaptığı gibi, yurttaşlarımız da borcunu ancak bankalardan aldığı kredilerle ödemeye çalışıyor. Halk arasında bir deyim vardır; şeytan pabucu dikiyorlar. Al takke ver külah, günlük ihtiyaçlarını gidermek için türlü cambazlıklarla yaşamlarını idame ettirmeye çalışıyorlar.

Değerli arkadaşlarım, ben bu yasayı gündeme getiren değerli arkadaşlarıma iyi niyetlerinden ötürü teşekkür ediyorum.

Bakın, şu anda Sağlık Komisyonunda Özürlüler Yasası görüşülüyor. Özürlüler Yasasında maddî hükümler içeren maddeler var. İşte, özürlülerin sosyal güvenlikleriyle ilgili olan maddeler var. Orada, AKP sözcülerinin bize söylediği şu: "Kardeşim, bunları gündeme getirmeyelim." Ne yapalım?.. "Genel sağlık sigortası içinde çözeceğiz bunları." Peki, onları genel sağlık sigortası içinde çözeceksek, bunu da çözerdik genel sağlık sigortası içinde.

Yine de ben bu arkadaşlarıma iyi niyetlerinden ötürü teşekkür ediyorum. Ancak, AKP Hükümetinin ve Yüce Meclisin, esnaf ve sanatkârlarımızın ve Yüce Atatürk tarafından bu milletin efendileri olarak adlandırılan çiftçilerimizin, tarımda çalışanlarımızın, ekmeğimizi aşımızı sağlayan insanların sorunlarının çözümü konusunda çok daha büyük görevleri olduğunu düşünüyorum. İnanıyorum ki, bu Meclis bu çalışmaları yapacak yetenektedir, bu çalışmaları yapacak güçtedir. Bunca duyarsız olamayız, bunca duyarsız kalamayız. Bakın, grossmarketlerle ilgili feryat yıllardan beri devam ediyor. Hâlâ yapılan, yapılabilen yasal bir düzenleme yok. Dünya örneklerini inceliyormuşuz!.. Yani, dünya örneklerini incelemeye gerek yok. Kardeşim, en yakın dostumuz, cebimizde para olmadığı zaman ihtiyacımızı karşılayan bakkal feryat ediyor, diyor ki, kurtarın beni. Değil mi, cebimizde para olmadığı zaman, önemli bir sosyal kurumdur, bakkal kardeşim, bugün param yok, yarın vereyim dersiniz; ama, grossmarketlerde bunu yapamıyorsunuz. Feryat ediyor bakkallarımız "kardeşim, kurtar beni" diye; ama, yok, yani, tık yok, Meclisten bir ses yok. Sanıyorum…

CAVİT TORUN (Diyarbakır) - Alışverişi nereden yapıyorsunuz?

ALİ ARSLAN (Devamla) - Çalışıyorsunuz...

CAVİT TORUN (Diyarbakır) - Siz nereden alışveriş yapıyorsunuz?

ALİ ARSLAN (Devamla) - Bakkaldan, bakkaldan yapıyorum.

CAVİT TORUN (Diyarbakır) - Tebrik ederim.

MEHMET ALP (Burdur) - Bakkalın ismi ne?

ALİ ARSLAN (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, lütfen, biraz daha ciddî olalım; yani, nereden alışveriş yapıyorsunuz!.. Türkiye'nin neredeyse çoğu grosmarketten alışveriş yapıyor. Bu, bakkalı kurtarmıyor ki! Tek başına ben, bakkaldan, sabahtan akşama kadar alışveriş yapsam, ne kadar kurtarırım?! Önemli olan… Bütün dünya ülkelerinde olduğu gibi, bu insanların sorunlarının çözümü çok basit; araştırmaya, incelemeye gerek yok. Siz, evinizin dibinde dev grossmarketleri açarsanız, süpermarketleri açarsanız, bu ağa, adamın batacağı, yok olacağı ortada.

Değerli arkadaşlarım, aslında, sorunun var olduğunu hepiniz biliyorsunuz, yaşıyorsunuz, görüyorsunuz; bindiğiniz takside, alışveriş yaptığınız bakkalda, berberde, kime giderseniz gidin, sorunlarınız büyük.

Bakın, geçtiğimiz günlerde, Esnaf Yasasının görüşülmesi sırasında AKP milletvekillerinden bir arkadaşımız, Türkiye Fırıncılar ve Pastacılar Federasyonunun Başkanlığını yapmış bir arkadaşımız, esnaflarla ilgili bir yasanın çıkmadığı konusunda kendi kendine itirafta bulundu burada. Görüşülen Esnaf Yasasında, pastacılarla, fırıncılarla, berberlerle, terzilerle ilgili bir tek maddenin olmadığını AKP'li arkadaşımız söyledi.

Değerli arkadaşlarım, sıkıntı büyük. Benim dileğim şu: Dilerim, yurt dışında tedavi ihtiyacı olan yurttaşlarımız olmaz. Olursa da, bu yasadan yararlanıp hayırlı bir iş yaptığımızı, güzel bir iş yaptığımızı biz de anlarız, onun mutluluğunu yaşarız.

Hayırlı uğurlu olsun diyorum; ancak, tekrar tekrar söylüyorum; bitmek üzere olan çiftçimizi, büyük sıkıntı çeken esnafımızı bu tür yasalarla değil, dertlerine kökten çözümler getiren, yarın, bu Meclisten bahsederken, hayırlarla bahsetmesini dilediğimiz kararlar aldığımız Meclis olması dileğiyle, hepinizi, konuşmamın sonunda yeniden saygıyla, sevgiyle selamlıyorum; bu yasanın hayırlı olmasını diliyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Arslan.

Geçici madde 1'i oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

3 üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3.- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN - Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

4 üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 4.- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN - Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Saygıdeğer milletvekilleri, teklifin tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Teklif, kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır; hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum.

Birleşime 10 dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 17.56


ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 18.18

BAŞKAN : Başkanvekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER :Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale), Bayram ÖZÇELİK (Burdur)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 106 ncı Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

Çalışmalarımıza kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Şimdi, Tarım Sigortaları Kanunu Tasarısı ve Tarım, Orman ve Köyişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonları raporlarının görüşmelerine başlıyoruz.

6.- Tarım Sigortaları Kanunu Tasarısı ve Tarım, Orman ve Köyişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/865) (S. Sayısı: 879) (x)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yerinde.

Hükümet?.. Yerinde.

Komisyon raporu 879 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Gürol Ergin, AK Parti Grubu adına Alaattin Büyükkaya; şahısları adına; Gürol Ergin, Adem Tatlı, Abdullah Çetinkaya, Recep Garip ve İsmail Bilen söz istemişlerdir.

Buyurun Sayın Ergin.

CHP GRUBU ADINA GÜROL ERGİN (Muğla) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri ve Yüce Türk Ulusu, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Tarım Sigortaları Kanunu Tasarısı üzerinde Grubumun, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun ve kendimin görüşlerini açıklayacağım.

Değerli milletvekilleri, tarım, diğer tüm sektörlerden ayrı bir özelliğe sahiptir. Bu özellik, tarımsal üretimin, üreticinin kontrolünde olmayan birçok doğa koşullarına bağlı oluşudur. Teknolojisi ne kadar ileri gitmiş olursa olsun, herhangi bir ülkede tarımı doğa koşullarının kontrolünden tam olarak çıkarmak mümkün olmamaktadır. Bu nedenden ötürü de tarımsal üretimin -bitkisel olsun, hayvansal olsun- karşılaşabileceği riskleri önleyici birçok önlemler tüm ülkelerde alınmaktadır; bizim ülkemizde de 5254 sayılı Muhtaç Çiftçilere Ödünç Tohumluk Verilmesi Hakkında Kanun vardı; ancak, Uluslararası Para Fonunun direktifleri doğrultusunda 20 Haziran 2001 tarihinde bu kanun yürürlükten kaldırıldı, bunun yerine 2090 sayılı Tabiî Afetlerden Zarar Gören Çiftçilere Yapılacak Yardımlar Hakkında Kanun getirildi; ancak, hepinizin de benim kadar bildiğiniz gibi, bu kanun da çiftçilerimizin uğradıkları zararları karşılamada yeterli olamadı. Bu nedenlerden ötürü, tarım sigortaları son derece önemli olarak ortaya çıkmış bulunmaktadır.

Ben, sözlerimin başında, Cumhuriyet Halk Partisi olarak bizim, öteden beri ülkemizde gerçekleştirilmesini dilediğimizi ifade ettiğimiz bu tarım sigortaları yasasını hazırlayıp bugün Meclisimizin onamasına sunduğu için Sayın Bakana ve ekibine teşekkür ediyorum.

Değerli arkadaşlarım, bu yasada bize göre birkısım düzeltilmesi gereken noktalar vardı; bunun komisyonlarda görüşülmesi sırasında ifadesinde bulunduk; ancak, başarılı olamadık. Bu neydi;  onu özellikle söylemek isterim. Biliyorsunuz hiçbir ülkede tarımsal sigortalar tamamen sigortalı olacak kişilerin primlerine bağlı olarak yürütülmüyor; hemen her ülkede bu primlerin ciddîye alınacak bir kısmı o devletler tarafından katkı olarak veriliyor. Bu katkı yüzde 50'lerle yüzde 80'ler arasında değişiyor.

                        

(x) 879 S. Sayılı Basmayazı tutanağın sonuna eklidir.

O bakımdan, bizde de böylesi bir katkının olması; ama, bu katkının özellikle ödeme yeteneğinde olmayan küçük çiftçileri kapsayacak biçimde olması gerekirdi. Biz bunun yasaya girmesini sağlayamadık; ancak, bugün burada vereceğimiz bir önergeyle de yasaya böylesi bir maddenin alınmasını sizlerden talep edeceğiz.

Bunu, şunun için söylüyorum: Değerli arkadaşlarım, Türk çiftçisi, hepinizin bildiği, hepinizin köylerinize, ilçelerinize gittiğiniz zaman gördüğünüz gibi, son yılların en sıkıntılı dönemini yaşıyor, çiftçi bunalmış durumda. Şimdi, bu kadar bunalmış durumdaki bir çiftçiye "priminin şu kadarını sen öde" dediğiniz zaman bunu ödetemezsiniz.

O kadar ilginç ki, yasanın 17 nci maddesinde diyor ki, tarım sigortası yaptırmayan üreticiye, biz, Afet Yasasını, 2090 sayılı Yasayı da uygulamayacağız. Değerli arkadaşlarım, küçük çiftçinin bu primi ödeyemeyeceğini baştan biliyoruz. Şimdi, bu şekilde bir ifadeyi bu yasaya koymakla büyük yanlış yapılmıştır.

Bu bakımdan, küçük çiftçilerin primlerinin, hiç olmazsa, beş yıllık bir süre için devlet tarafından karşılanması zorunluluğu bulunmaktadır.

İkincisi, değerli arkadaşlarım, tarım sigortaları için ayrılan kaynak miktarını da biz son derece yetersiz buluyoruz. Bakınız, 2006-2010 yılları arasını kapsayan Tarım Strateji Belgesinde, tarımsal desteklerin gayri safî millî hâsılanın yüzde 1'i kadar olacağı ve sigorta desteğinin de bu yüzde 1'in yüzde 5'i olacağı ifade ediliyor ki, bu, son derece düşük bir rakamı ifade ediyor; yaklaşık olarak söylersem, yaklaşık 125 000 000 dolara karşılık geliyor. Oysa, yapılan çalışmalar, bu konuda uğraş verenlerin yaptığı çalışmalar, devlete düşecek prim miktarının 400 trilyon lira dolayında olmasını kesin zorunluluk olarak ortaya koyuyor.

Değerli arkadaşlarım, tarım sigortalarından söz ederken, tarımımızın genel durumundan, çiftçimizin genel durumundan söz etmek hepimizin boynunun borcu.

Şimdi, bakınız, biraz önce, Türk çiftçisinin tarihin en sıkıntılı dönemini yaşadığını ifade ettim. Devlet İstatistik Enstitüsü 2003 rakamlarını açıkladı. Değerli arkadaşlarım, buna göre, Türkiye'de, 894 000 kişi aç, resmen aç; 19 400 000 kişi de yoksul. Bu açlara ve yoksullara baktığınız zaman, kırsal kesimde oranın kentsel kesimlerden daha yüksek olduğunu görüyorsunuz. Şöyle söyleyeyim: Kırsal kesimde aç sayısı 2002'de 550 000'ken, ekonominin düzeldiği tarafınızdan ifade edilen 2003 yılında 584 000'e yükselmiş. Kırsal kesimde aynı dönemdeki yoksul sayısı 9 429 000'den 10 081 000'e yükselmiştir. Bir başka deyişle, Türkiye'deki hanelerin, yani evlerin yüzde 23'ü yoksulluk düzeyindedir. Dilerim, bu açıklamaları yaptığı için Devlet İstatistik Enstitüsüne herhangi bir şekilde sıkıştırıcı bir tavırla baskıda bulunulmaz.

Değerli arkadaşlarım, durum niye böyle; bu durumun en başta gelen nedeni, kırsal kesime yapılan desteklerin azaltılmasıdır. Türkiye'nin 9 Aralık 1999'dan bu yana IMF ne istiyorsa kelimesi kelimesine, virgülü virgülüne yapmak durumunda kalması, 57 nci, 58 inci, 59 uncu hükümetler için IMF'nin söylemlerinin buyruk anlamına gelmesi, bu sonucu doğurmuştur. Doğurmuştur; ama, bakın, IMF son raporunda ne söylüyor; bize her şeyi yaptıran, her şey iyi olacak, bunları yapın diyen IMF, altı yılın sonunda neler söylüyor, diyor ki: "Dikkatli olun, kamunun borç stoku çok yüksek, cari işlemler açığınız çok büyük, faiz oranları aşağı iniyor; ama, birden tırmanışa geçerek özel kesimde de, kamu kesiminde de şok yaratabilir. Türk ekonomisinde kırılganlık hâlâ sürüyor." Bunu söyleyen, bize her istediğini yaptırtan; ama, altı yılın sonunda, bir arpa boyu gelişmişlik yolu almadığımızı ortaya koyan, Uluslararası Para Fonu. Haa, ne yapacaksınız  diyor; bu kırılganlıktan çıkmak için de şunu yapmanız gerekir diyor: "Memura, emekliye, işçiye, esnafa, çiftçiye para vermeyeceksiniz" diyor. Buğday tabanfiyatı niye açıklanmadı diye soruyor bazıları; buğday tabanfiyatının açıklanmamasının en büyük nedeni, işte, IMF'nin bu ortaya koyduğu sakıncalar ve o sakıncalara karşı gösterdiği çaredir.

Değerli arkadaşlarım, burada, benden önce, başka yasalar çerçevesinde konuşan arkadaşlarım da bu buğday konusuna girdiler; elbette ki, ben de gireceğim; çünkü, buğday, bizim halkımızın çok büyük kısmını ilgilendiriyor. Türkiye'deki tarlaların yüzde 70'i hububata ayrılıyor; bu kadar önemli. Bunun üzerinde, ciddî olarak durmamız gerekiyor.

Şimdi, bakınız, bu kürsüden, 15 Mayıs 2003 tarihinde yaptığım bir konuşmadan gelerek, bugünkü vahim durumu ortaya koyacağım. Ben, bu kürsüde, 15 Mayıs 2003'te şöyle söylemişim: Önümüzdeki günlerde Çukurova'da buğday hasadı başlayacakken, 400 000 ton Alman ve Kazak buğdayı dışalımında bulunmak bir tek etkide bulunur; buğdayın fiyatını düşürmek. Nitekim, piyasada 400 000 liraya kadar çıkan buğdayın fiyatı, bugünlerde, Çukurova'da 340 000'e, Şanlıurfa'da 280 000 liraya düşmüştür.

Değerli arkadaşlarım, iki yıl önce, buğdayın fiyatını 340 000 liraya düşürdünüz diye ben burada feryat etmişim. Hani, nerede, 340 000 lira fiyatı bulamıyor bugün Türk çiftçisi... Aradan iki yıl geçmiş... İki yıl sonra, bu fiyat yok; hiçbirinizin bölgesinde yok bugün bu fiyat. Fiyatlar, Türkiye'de, bugün, 270 000 lira ile 320-325 lira arasında değişmektedir.

Sayın Başbakan, çok büyük bir müjde olarak, mazota 300 000 lira destek vereceğini söyledi.

Değerli arkadaşlarım, eğer buğdayın fiyatı iki yıl önce 400 000 lira, bugün 270 000 liraysa, sizin mazotta vereceğiniz destek ne anlam ifade ediyor?! Sizin buğdaya kiloda 30 000 lira olarak vereceğiniz destek ne anlam ifade ediyor?! Hangi fiyatın üzerine o desteği vereceğiniz de belli değil.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, prim verilirken, bunun bir anlamı vardır, bilimsel bir tanımı vardır; niçin, ne kadar verilir... Siz bir hedef fiyat belirlersiniz; buğdayın hedef fiyatı 400 000 lira, müdahale fiyatım da 300 000 lira, eğer buğday piyasada 400 000 lirayı bulmazsa aradaki farkı ben veririm dersiniz; ama, 300 000'e düştüğü zaman da doğrudan müdahalede bulunursunuz. Bunu hangi ortamda yaparsınız; tam anlamıyla gelişmiş bir borsa ortamında yaparsınız. Şimdi, Türkiye'de borsa olan yerlerde buğday 320 000-330 000'i buluyor, borsa olmayan yerlerde 260 000-270 000 lira. Hangisine 30 000 lira veriyorsunuz; hepsine. Şimdi bu hak mı, doğru mu?!

Değerli arkadaşlarım, gelelim şimdi, mazota. Mazota 300 000 lira destek veriyorsunuz. Mayıs 2004 mazot fiyatı 1 476 000 lira, Mayıs 2005 fiyatı 1 900 000 lira. Aradaki fark yaklaşık 450 000 lira. Siz ne vermişsiniz; 300 000 lira. Buğdayın fiyatı düşmüş, mazotun fiyatı 450 000 lira çıkmış, mazot artışı yüzde 35 olmuş; siz, mazotta, çiftçi için yalnızca yüzde 15 bir indirim yaparak, bir anlamda, sanki, o çiftçinin gözünü boyamaya çalışıyorsunuz! Bunun, çiftçi için hiçbir anlam ifade etmediğini, gittiğinizde köylerinizde göreceksiniz. Mutlaka da yaşıyorsunuz; çünkü, biz de görüyoruz, yaşıyoruz. Mazot desteği verdim diyebilmesi için hükümetin, kesinlikle mazottan ÖTV almaması gerekir. Bunun doğru yolu budur. Özel Tüketim Vergisini senden almıyorum kardeşim dediğiniz zaman, çiftçiye mazot desteğinde bulunmuş olursunuz.

Değerli arkadaşlarım, sonra, mazota hadi bu desteği verdiniz, sağ olun diyelim; nereden veriyoruz?  Bu çiftçinin  16 000 000 lira dönüm başına olan doğrudan gelir desteği, nasıl oldu da 10 000 000 liraya düştü?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Teknik bir arıza oldu.

GÜROL ERGİN (Devamla) - Ne teknik arıza ne de siz, benim burada sözümü kesemezsiniz, konuşma süremi tamamlayacağım.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Ergin.

GÜROL ERGİN (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli arkadaşlarım, bakın, dönüm başına çiftçinin 6 000 000 lirasını gasbettiniz. Çok kesin ve açık; gasbettiniz. Nereye gitti bu 6 000 000 lira? Nerede? Ne zaman gelecek? Kim verecek? İşte Sayın Bakan, söylesin vereceğini, söylesin; ben de, bunu halkıma müjde olarak kavuşturayım, Bakanıma da teşekkür edeyim. Yok kardeşim, yok; 6 000 000 gitti, gitti!..

BAYRAM ÖZÇELİK (Burdur) - 2006'da!

GÜROL ERGİN (Devamla) - Niye 2006'daymış?

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI SAMİ GÜÇLÜ (Konya) - Efendim, ben size cevap vereceğim.

BAŞKAN - Sayın Ergin, Genel Kurula hitap edin lütfen.

GÜROL ERGİN (Devamla) - 6 000 000 lirası gasbedilmiştir çiftçinin.

Haa, şimdi, bu ne anlama geliyor. Bakın, Türkiye'de, bir çiftçinin ortalama arazisi 60 dönümdür arkadaşlar, yaklaşık 60 dönüm. Siz, bunun dönümünden 6 000 000'unu kestiğiniz zaman, bu adamdan 360 000 000 lirayı daha baştan kesmiş oldunuz.

Şimdi, siz, buna, ne olduğu belli olmayan bir buğday fiyatına 30 000 lira vererek, yılın yarısı geçtikten sonra mazot desteği adı altında 300 000 lira vererek, bu adamın durumunu düzelteceğinizi mi sanıyorsunuz?! İşte, buradan kesilen destek, tıpkı iki yıl önce, 2003'te yaptığınız gibi, mazot desteği diye verilecek. Olay budur; işin gerçeği budur. Buradan kestiğinizi vereceksiniz; yani, çiftçinin kendi parasını, kendisine "sana mazot desteği veriyoruz" diye vereceksiniz.

Değerli arkadaşlarım, buğday çiftçisi gerçekten çok perişan, gerçekten bitik. Haa, buğday çiftçisi böyle de… Bakın, size narenciyeden bir örnek vereyim isim vererek. Adana merkez Gerdan Köyü; üretici, bir ziraat mühendisi; adı, Özden Güngör. Portakalını satamamış. Bir meyvesuyu üretim tesisine portakalını satacak. Fabrikaya teslim koşuluyla -yani, fabrikada vermek üzere, bütün nakliyeyi de üstlenerek- kaç liradan istiyor biliyor musunuz fabrika portakalı; 70 000 lira arkadaşlar, 70 000 lira! İsim veriyorum; Minola Mandalini -Adanalılar bilir- 100 000 liradan gidiyor. Yazık günah değil mi değerli arkadaşlarım! Niye böyle; ihraç primlerini kıstığınız için böyle; yani, hükümetin yanlış politikasından ötürü böyle. Burada Sayın Bakanım üzülmesin; bu, onun değil, hükümetin yanlış politikasıdır. Onu özellikle vurgulamak isterim.

Değerli arkadaşlarım, bu arada, tabiî, Rusya, kalıntı var diye, önce çiçekten başlayarak, şimdi meyve sebzeyi almıyor. Çok büyük bir sıkıntı var. Domates başta olmak üzere, meyve sebze, şimdi TIR'larda bekliyor. Bunun çözümünü de hükümetten, çok acil olarak bekliyoruz.

Sanıyorum, önümüzdeki günlerde Şeker Kanununda bir değişiklik gelecek buraya. Anımsarsanız, ben, burada, Şeker Kurumu niye kapatıldı diye bir konuşma yapmıştım. Şimdi, oraya da gelmek istiyorum değerli arkadaşlarım. Şeker Kurumunu kapattınız; yasaya aykırı, illegal kurulan ve çalışan bütün fabrikalara yasallık kazandırdınız bu sürede, sağ olun. Yanlış yapılan işlemleri mahkemelerde sahipsiz bıraktınız. Çok sıkıntı yarattınız, şimdi yasayı değiştireceksiniz; bu arada olan olmuş olacak, benim şekerpancarı üreticim, geçen yıldan daha az şekerpancarı üretmek durumunda kalacak.

Şimdi, buğday kotalarına gelince, bir de kota koydunuz 30 tondan fazla almam diye. Tütünde kotayı kaldıracaktınız, pancarda kotayı kaldıracaktınız; yetmedi, geldiniz, buğdaya kota koydunuz. Cumhuriyet tarihi görmedi böyle bir olayı; buğdaya kota olur mu arkadaşlar?! 30 tondan fazla almam; böyle bir şey olabilir mi?! Bu şuna benziyor: Geçenlerde, hani, yine buralarda konuştuk; günde 500 ton süt fazla üretiliyormuş -bu mevsimde her yıl fazla süt üretilir- bunun için, fiyatlar 70-80 lira düşürüldü. Yani, fazla da üretsen başın derde girecek ey çiftçi, üretme diyorsunuz. Üretme; fazla ürettiğin buğdayı almam, fazla ürettiğin süte para verilmez; zaten tütünü, şekerpancarını fazla ürettirmeyiz… Ne olacak, nereye gidecek bu memleket, nereye gidecek arkadaşlar?! Değerli arkadaşlarım, nereye gideceksiniz?! Tütünü ürettirmeyin, şekerpancarını ürettirmeyin; şimdi, artık, buğdayı da ürettirmiyorsunuz. Süt üreticisini büyük sıkıntı içinde bıraktınız, besiciye 1 000 000 lira verilen destek primini önce 500 000 liraya eylül sonunda düşürdünüz, şimdi onu da tamamen kaldırdınız. Bu tarım nereye gidecek değerli arkadaşlarım?!

Bakınız, Avrupa Birliğine gireceğiz diyorsunuz, Avrupa Birliğine gireceğiz… Avrupa Birliğinde verilen destekleri bilmiyor muyuz?! Hükümetimizin bir konuda çok özel olarak dikkatini çekmek istiyorum. Eğer siz, Avrupa Birliği bugün şu destekleri veriyor, biz de aynı destekleri verelim derseniz, Türk tarımını iyice öldürürsünüz. Niçin öldürürsünüz; çünkü, onlar, elli sene boyunca, tarımlarını bulunduğu noktadan bugünkü noktaya getirecek özel destekler uyguladılar. Şimdi uyguladıkları destek, üretimi artırma desteği değil; şimdi uyguladıkları destek, çevreyi koruma desteği; şimdi uyguladıkları destek, çiftçinin gelirini sabit tutabilme desteği. Oysa, bizim, üretimi artırmaya ihtiyacımız var. Bizim ilk konumuz, ilk sorunumuz bu. Onun için, aynı yöntemleri uygularız, işte, önümüzde Avrupa örneği var diye aynı destek yöntemleriyle gitmeye kalkarsanız felaketle karşılaşırız.

Değerli arkadaşlarım, Avrupa Birliğinin ortak tarım politikasının bugün gerektirdiği -Türkiye için söylüyorum- yılda yaklaşık 11 milyar euro. Bu kadar destek verirseniz, Türkiye, ancak ortak tarım politikasına girebilecek duruma gelir. Aksi takdirde, önümüzdeki süreçte, Türkiye, yalnızca Avrupa'da yetişmeyen meyve ve sebzenin dışında her alanda yokluğa mahkûm olur. Üretemezsiniz, hayvancılığı bitirirsiniz; bugün bitirmeye çalıştığınız buğday zaten bitmiş olur. Tütünü, şekerpancarını -artık, söylemenin gereği kalmadı- zaten bitirdiniz. Ama, bu ülke ne üretecek değerli arkadaşlarım, bu ülke neyle yatırım yapacak? Yatırıma nereden kaynak bulacaksınız? Borç, borç, borç... Sonu nereye gidecek? Sana üretme diyenler, işte, bugün raporlarında, durumun şöyle vahim, borcun şu kadar yüksek; eyvah, tekrar kırılganlık durumu ortaya çıkıyor demeye başladılar.

Sevgili arkadaşlarım, bu arada, tabiî, Köy Hizmetlerini kapattınız. Ne kârınız oldu, ülkenin ne kârı oldu? Hani nerede tarlaiçi hizmetler? Arazi toplulaştırması çalışmalarını kim yapacak? Tarımın en başta gelen koşulu sulama, arazi birleştirilmesi, arazi toplulaştırılması; bunları kim yapacak değerli arkadaşlarım? İl özel idareleri yalnızca içmesuyuyla ilgilenir, köprüyle ilgilenir, köy yoluyla ilgilenir; ama, tarlanın içi hiçbir şekilde çekici bir çalışma alanı değildir il özel idareleri için. Onun için, bu hizmetler hep geride kaldı, daha fazla da geride kalacak. Sonra -soruyorum- Köy Hizmetlerini kapatmakla ne tasarruf yaptınız bugüne kadar? Lütfen, bunu da açıklayın. Ne gibi bir tasarrufunuz oldu?

Sütteki durum vahim, ette durum vahim.  Ee, balda durum nedir;  geçen sene  120 000 000- 130 000 000 liraya satılan bir teneke bal eğer bu yıl 60 000 000'a satılamıyorsa, bugün, yalnızca Muğla'da 10 000 tonun üzerinde bal eğer üreticinin elinde kalmışsa, durum vahim değil mi değerli arkadaşlarım?! Millet çözüm bekliyor, Türk Ulusu bizlerden çözüm bekliyor. Türk Ulusu bizlerden kaçak göçek, kurs murs olayını beklemiyor; Türk Ulusu geçimi için çare bekliyor değerli arkadaşlarım.

Şimdi "çiftçinin elektrik borçlarının faizini sildik" dediniz. Getirdiniz gene, tarımsal ürünlerin toptan eşya fiyatı kadar faiz getirdiniz.

Değerli arkadaşlarım, sera, ahır; bunlar tarımsal faaliyet değil mi ki, bunlara tarıma uygulananın daha üstünde bir elektrik fiyatı uygulanıyor. Tarımsal faaliyet bu ülke için reel bir üretim değil mi ki, siz, sanayie uyguladığınızdan çok daha yüksek elektrik fiyatını tarıma uyguluyorsunuz?! Bunlar çözüm bekliyor değerli arkadaşlarım, çok ciddî olarak çözümler bekliyor.

Şimdi, geleyim vatanımın topraklarına, yabancılara mülk satışına. Anayasa Mahkemesi yasayı iptal etti. Siz, yeniden bir düzenleme getireceksiniz. Çok dilerim, getireceğiniz düzenlemede bu ülkenin kutsal topraklarına sahip olduğunuzun iradesini ortaya koyarsınız burada.

Değerli arkadaşlarım, o gün de söyledim, bugün de söylüyorum; hepimiz için, askerlik yapan erkek arkadaşlarıma özellikle söylüyorum: "Vatan namustur" demiyor muyduk? Sattınız…

MUZAFFER BAŞTOPÇU (Kocaeli) - Aaa!.. Aaa!.. Ayıp oluyor!..

GÜROL ERGİN (Devamla) - Satmadınız mı?!

MUZAFFER BAŞTOPÇU (Kocaeli) - Ayıp oluyor!..

GÜROL ERGİN (Devamla) - Satılığa çıkarmadınız mı?!

MUZAFFER BAŞTOPÇU (Kocaeli) - Ayıp oluyor.

GÜROL ERGİN (Devamla) - Anayasa Mahkemesinden niye döndü?!

MUZAFFER BAŞTOPÇU (Kocaeli) - Hoca, yakışmıyor!..

GÜROL ERGİN (Devamla) - Efendim, yakışanı benim söylediğim. Yakışmayan, o toprakları satılır hale getirmek; yanlış mı?!

Değerli arkadaşlarım, sözlerimi bir iki cümleyle tamamlıyorum. Sayın Başbakan çiftçilere "bu millet hep sizi mi besleyecek" diye söylemde bulunuyordu. Bugün o söylemini -dünkü grup toplantınızdan öğrendiğimiz şekliyle- "tarım bizim için olmazsa olmaz bir alan" deme noktasına getirmiştir. Bu değişim, olumlu bir gelişmedir. Biz bunu olumlu bir gelişme olarak değerlendiriyoruz; ama, Sayın Başbakanın bu konudaki söyleminin, dokunulmazlıklarla ilgili olarak verdiği söz gibi havada kalmasından da endişe duyduğumu özellikle söylemek istiyorum.

Yüce Ulusumu ve sizleri saygıyla tekrar selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ergin.

EYÜP FATSA (Ordu) - Sayın Başkan…

BAŞKAN - AK Parti Grubu adına İstanbul Milletvekili Alaattin Büyükkaya…

EYÜP FATSA (Ordu) - Sayın Başkan, söz talebim var.

BAŞKAN - Efendim… Neyle ilgili Sayın Fatsa?

Alaattin Bey, siz buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Sayın Büyükkaya konuşsun, sonra söz vereyim.

EYÜP FATSA (Ordu) - Sayın Başkan, sayın sözcü, kutsal vatan topraklarını sattığımız gibi bir ifadede bulundu. Ben bunun üzerine söz talep ediyorum İçtüzüğün ilgili maddesine göre.

BAŞKAN - Grup sözcüsünün konuşmasından sonra değerlendirelim.

Buyurun Sayın Büyükkaya.

AK PARTİ GRUBU ADINA ALAATTİN BÜYÜKKAYA (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Tarım Sigortaları Kanunu Tasarısı hakkında AK Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum; konuşmama başlamadan önce, Yüce Heyetinizi en kalbî sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gerçekten bugün çok mutluyum. Ben bir çiftçi çocuğuyum ve sigortacılık mesleğini yapıyorum. Ben iktisat fakültesine girdiğim zaman, 1970'lerde, "tarım sigortaları olmalı" deniliyordu. O yıllar geçti ve çok şükür, bizim iktidarımızda Tarım Sigortaları Tasarısını bu Yüce Meclise getirip, burada konuşmayı nasip etti. Onun için, 30 000 000 çiftçi adına, şahsım adına, Partim adına, ülkem adına çok mutluyum.

Değerli milletvekilleri, tarım sektörü, insan hayatı için vazgeçilmez sektörlerin başında gelmektedir. Ayrıca, ekonomik, sosyal, siyasal, teknolojik ve kişisel risklerden en çok etkilenen bir sektör de tarım sektörüdür. Bu nedenle, tarımın ülke nüfusunun sağlıklı biçimde beslenmesindeki rolü, etkili bir şekilde rolünü başarması, tarımsal üretimi tehdit eden risklerin ortadan kaldırılmasına veya bunların doğru yönetilmesine bağlı olduğu bir gerçektir.

Bu nedenle, gelişmiş ülkelerde ne pahasına olursa olsun korunacak sektör olarak kabul edilen tarım, korumacılık politikaları, risk yönetim programları ve bu programlar içerisinde önemli bir yer alan tarım sigortaları uygulamalarıyla risk paylaşımı ve transferlerinin de gerçekleştirilmesi sağlanmaktadır. Devlet, bir yandan artan meteorolojik karakterli doğal risklere karşı çiftçilerini ve üretimini korumakta, diğer taraftan kendisinin bile ödeyemeyeceği bir felaketle karşılaştığında bunu ödeyecek bir sigorta güvencesi sağlamak ihtiyacını duymaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dünyada tarım ürünlerinin sigortası, dolu sigortalarıyla başlamıştır ve böyle yaygınlaşmıştır. Dolu, daha çok yöresel bazda etkili bir risk olduğu için, sigorta şirketleri tek başına bu riski üstlenebilmekte ve çiftçiler de küçük primler ödeyerek dolu sigortası yaptırabilmektedirler. Ülkemizde de bu böyle olmuştur; ancak, kadostrofik, yani, büyük felaketlerin söz konusu olduğu don, sel, kuraklık gibi riskler için, geniş alanlarda büyük hasarlara neden olduğu için, hem primler yüksektir hem de sigorta şirketleri ile onları sigorta eden reasürans şirketleri, yanlarında devlet olmadan bu riskleri tek başına üstlenememektedir. Bu nedenle, birden çok riskin sigortalandığı ülkelerde, çiftçinin sigorta yaptırabilmesi için, devlet, ürün sigortası priminin belli bir kısmını üstlenerek çiftçisini desteklemektedir. Örneğin Amerika Birleşik Devletlerinde, tarım sigortaları prim tutarı yaklaşık 3 milyar dolar olup, bu primin 1,2 milyar dolarını çiftçi ödemekte, 1,8 milyar doları ise devlet tarafından karşılanmaktadır. Yani, devlet, primin yüzde 60'ını sübvanse etmektedir. AB ve diğer gelişmiş ülkelerde, örnek gösterilen İspanya'da da aşağı yukarı aynı uygulamalar söz konusudur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; son yıllarda ülkemiz genelinde meydana gelen doğal afetler, tarımda çok ciddî hasarlar meydana getirmiştir. Ülkemizde, sadece geçen yıl nisan ayında meydana gelen don olayının bitkisel ürünler üzerindeki etkisi, verdiği hasar hepinizin malumudur. Ülkemizde çiftçilerimizin bu riskler karşısında uğrayacağı zararları telafi etmek için ve çiftçilerimize yardımcı olmak üzere, 1948 yılında, 5254 sayılı Muhtaç Çiftçilere Ödünç Tohumluk Verilmesi Hakkında Kanun ve 1977 yılında, 2090 sayılı Tabiî Afetlerden Zarar Gören Çiftçilere Yapılacak Yardımlar Hakkında Kanun yürürlüğe konulmuş; ancak, yetersiz doğal afet yardımları sorunu çözemediği gibi, afetler sonucu ertelenen çiftçi borçları, her yıl, devlete de, büyük görev zararları halinde geri dönmüştür. Bu sebeple, tarım sigortası sistemine hep ihtiyaç var olmuştur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'de de tarım sigortalarıyla ilgili çalışmalar, ilk defa 1930 yılında Atatürk zamanında başlatılmış, sonra 1957 yılında Demokratik Parti döneminde tekrar gündeme getirilmiş, bütün kalkınma planlarında yer almış olmasına rağmen, bu kanununun uygulamaya geçirilmesinde muvaffak olunamamıştır. Uzun süredir ihmal edilen tarım sektörü ve gelir seviyesi düşen çiftçilerimizce, AK Parti İktidarında, tarım sektörünün bütün sorunlarının çözülmesi için yoğun bir çaba içine girilmiştir. Bu cümleden olmak üzere hükümetimiz, tarım sektörü için aciliyet arz eden ihtiyaçları gidermek için, destekleme programlarını derhal uygulamaya koymuştur. Öncelikle çiftçi borçlarını yapılandırarak, borçları ödenebilir hale getirmiş ve çiftçilerimizi rahatlatmıştır. Mazot desteği başta olmak üzere, hayvancılık desteği, enerji borçlarının yeniden yapılandırılması gibi çiftçilerimiz için birçok doğrudan desteği de hayata geçirmiştir. İşte, son olarak, tarım sektörü için hayatî önem taşıyan, yıllardır konuşulup bir türlü hayata geçirilemeyen, hükümetimizin acil eylem planında da yer alan Tarım Sigortaları Kanunu Tasarısını hazırlayarak komisyonlardan geçirmiş; bugün, huzurunuza getirmenin mutluluğunu da taşımaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Tarım Sigortaları Kanunu Tasarısının kapsamını size anlatmadan önce, tarım sigortalarındaki Türkiye'deki mevcut uygulamaya da kısaca değinmek istiyorum. Bugün, ülkemizde, 13 sigorta şirketi tarım sigortaları dalında faaliyet göstermekte olup, ekili alanların sadece 1,8'i dolu risklerine karşı sigortalanmaktadır. Çiftlik hayvanları için ölüm teminatını içeren hayat sigortası yapılmakta ve mevcut hayvan varlığının ise, sadece yüzde 0,3'ünün sigortalı olduğu bilinmektedir. Geçen yıl sigorta yaptıran çiftçi sayısı ise, yaklaşık 150 000 civarındadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; diğer taraftan Tarım Sigortaları Kanunu Tasarısıyla çiftçimize ve ülkemize getirilmek istenen hizmetler ise şunlardır:

1- Tarım sigortalarıyla, çiftçimize, öncelikle kendi geleceğini kendi yapacağı sigorta programıyla garanti altına alma kültürünün önü açılmaktadır; ilk yapılan şey budur. Sadece devlete muhtaç, sadece ondan bekleyen değil, kendi ayakları üzerinde duran bir çiftçi; yeni bir anlayış ortaya çıkmaktadır.

İkinci olarak, bugüne kadar, sadece, dolu, hayvan, hayat gibi sınırlı dallarda verilen sigorta teminatı, kuraklık, don, sel, deprem gibi, hiç sigorta edilmeyen alanlarda da devlet desteğiyle teminat altına alınarak, çiftçimizin tüm ihtiyaçlarını karşılayacak bir sigorta teminatı oluşturulmaktadır.

Bu sigortanın yapılmasında, sigorta şirketlerinin satış kanalları devrede tutularak, hem sigortacılığın geliştirilmesi yönünde önemli bir avantaj sağlanıyor hem de sigorta şirketlerinin karşılamakta güçlük çekeceği risklere devlet desteği verilmektedir. Ayrıca, tarım sigortaları bir teşvik tedbiri olarak tarım sektöründe kullanılacağından, belirli ürünlerin özendirilmesi ve teşviki sağlanarak, ülkemizde daha dengeli bir üretimin yapılmasının yolu da açılmaktadır; ayrıca, tarım sektöründe yaşanacak büyük felaketlerde millî ekonominin zarar görmesi, tarım sigortalarındaki reasürans sistemi sayesinde en aza indirilmektedir. Böylece, ekonomideki dalgalanmaların da önüne geçilmesi hedeflenmektedir.

Tarım sigortaları sayesinde, ayrıca, tarımın kayıt altına alınması yönünde de önemli bir adım atılmış olacaktır. Ayrıca, şunu da belirtmeliyim ki, tarım sektöründeki desteklemeler de, bundan böyle daha adil, gerçekçi bir temele oturtulmuş olmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Tarım Sigortaları Kanunu Tasarısıyla, hükümetimiz, çiftçimize üç temel noktada destek olmakta ve sübvanse etmektedir.

Birincisi, sigorta prim desteği. Bu destek, her yıl -Sayın Gürol Beyin belirttiğinin… O biliyor prim desteği sağlanacağını; ancak, istiyor ki, tam, yüzde 100, hiç ödemeden yapılsın gibi... Böyle bir mantık, tabiî ki, çok pratik değil- Tarım Bakanlığının belirleyeceği esaslar çerçevesinde Bakanlar Kurulunda belirlenecek. Böylece, herkes hangi bölgede, hangi ürün için devletin sigorta ücretinin ne kadarını karşılayacağını önceden bilecek ve buna göre de üretimini planlayacaktır. Her yıl bu belirlenecek. Böylece, her dönemde, bazen yüzde 90, bazen yüzde 50, bazı yörede belki yüzde 100'e varacak destek, bazı yörede daha farklı; böylece, adil, dengeli ve neyin yapıldığını bilen bir anlayışla prim desteği sağlanacaktır.

Diğer bir destek, reasürans desteğidir. Sigorta şirketlerinin -bu kadar- kuraklık, don gibi risklerin tamamını karşılayabilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla, devletimiz, sigorta şirketlerinin yurt dışına, havuzun sağlayacağı teminatın açıkta kalan kısmına doğrudan doğruya reasürans desteği vererek, çiftçimizin tam teminat almasının yolunu açmaktadır. Böylece, çiftçilerimizin risklerinin tamamı sigorta edilebilecektir.

Tabiî ki, reasürans desteğinin bir sonucu olarak da, hasar desteği verilmektedir. Burada da, sigorta şirketlerinin teminatlarının üzerinde kalan -ki, devlet tarafından reasürans desteği sağlanacak- kısım da, bir hasar halinde, yine, devletimiz tarafından çiftçimize ödenecektir. Böylece, sistem bir bütün halinde, çiftçimizin tam ihtiyacını karşılayacak şekilde düzenlenmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hazırlanan tasarıya göre, sigorta şirketleri kendi poliçelerini düzenleyeceklerdir. Havuz bünyesindeki teknik hizmetler, sigorta şirketleri tarafından kurulacak bir işletici şirket tarafından yürütülecektir. Burada da, bu şirkete iştirak, katılacak her şirket eşit oranda olacaktır; böylece, hiçbir şirketin kayrılması yoluna da gidilmeyecektir. Buna ek olarak, prim toplama, reasürans sağlama hizmetleri de, havuz adına işletici şirketin üstleneceği diğer görevlerdir.

Havuz, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Hazine Müsteşarlığı, Türkiye Ziraat Odaları Birliği, Türkiye Sigorta ve Reasürans Şirketleri Birliği ile havuz işleticisi şirketin temsilcilerinden oluşan bir kurul  tarafından yönetilecektir.

Çiftçinin sigorta şirketlerine ödediği primlerle, devletin ödeyeceği destek primlerinin toplanması, hasar tespitlerinin bugünkü gibi bağımsız bir sistemle yürütülmesi, hasar ödemelerinin ise havuz tarafından doğrudan çiftçiye yapılması öngörülmektedir.

Diğer gelişmiş ülkeler örneklerinde olduğu gibi, sorumlu kuruluşun Tarım ve Köyişleri Bakanlığı olacağı bu sistemde, sigorta hizmetleri havuza üye sigorta şirketleri tarafından aynı esaslarla yürütülecek ve Hazine Müsteşarlığı tarafından da denetlenecektir.

Devlet destekleriyle sürekli bir kaynağın oluşturulması için, Avrupa Birliği direktifleri doğrultusunda, Dünya Ticaret Örgütü kararlarına uygun olarak hazırlanan Türkiye 2006-2010 tarım stratejilerinde belirtildiği gibi, her yıl tarım desteklerine ayrılan payın yüzde 5'inin tarım sigortalarının desteklenmesi için bundan böyle ayrılmasına başlanılacaktır.

Bununla birlikte, öncelikle, tarım sigortalarının ülke genelinde yaygınlaştırılması, hedeflenen çalışmaların da hızla yürütülmesi amaçlanmaktadır.

Bu arada, bitkisel ürün sigortalarının yanı sıra, çiftlik hayvanlarının sigortalarının da geliştirilmesi aynı bütünlükte sağlanacaktır. Orta vadede, tarımda risk yönetiminin tüm kesimlerce bilinip uygulandığı, risk transferlerine ilişkin bitkisel ürün ve çiftlik hayvanları sigortaları sisteminin kurulduğu, çiftçinin neden sigortaya ihtiyacı olduğu yönünde bilinçlendiği, bu nedenle, sadece ürün, hayvan, makine ve tesislerden oluşan malların değil, hayat, ferdî kaza, emeklilik sigortalarını da kapsayan can sigortalarının da yer aldığı, tek bir paket poliçeyle yaşam garantisinin sağlandığı bir sigorta dönemi hedeflenmektedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; maalesef, bugüne kadar, devletimiz, sigorta sektörünün gelişmesine yönelik önemli hiçbir destek sağlamamıştır. Halen de, sigorta sektörü, maalesef, yasal bir boşluk içerisindedir. Hükümetimizin, bu tasarıyla getirdiği teşvikler, ürün ve hayvan sigortalarının taleplerinde önemli artışlar da sağlayacaktır. Bütün bunlar düşünüldüğünde, kanunun uygulanmaya başlanmasıyla, çiftçilerimizin, doğal riskler karşısında güvenceye alınmasının yanı sıra, daha önce de belirttiğim gibi, sigorta bilincinin oluşması sonucu diğer mal ve can sigortalarının geliştirilmesinin ve ülke genelinde yaygınlaştırılmasının da önü açılacaktır. Bunun ekonomimiz açısından sağlayacağı avantajlar ise, izahtan varestedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Tarım Sigortaları Kanunu Tasarısının uygulamaya geçmesiyle birlikte, en az 60 000'i bulan ziraat mühendisi ve veteriner hekim potansiyeline yeni iş imkânı sağlanacağı da gözardı edilmemelidir. Ayrıca, doğrudan tarım sigortaları konusunda görev alacak ziraat mühendisi, veteriner hekimlerle birlikte, yaklaşık 10 000 kişiye yeni istihdam alanı yaratılacağı da tahmin edilmektedir. Ayrıca, tarım sigortalarının uygulamaya geçmesiyle birlikte, yine, sigortacılık açısından, yaklaşık 500 000 000 dolarlık prim hacminin ortaya çıkacağı da hesaplanmaktadır. Bunun da, ekonomimiz ve tarım sektörü için ayrı bir fon oluşturacağı unutulmamalıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmamı tamamlarken, bu tasarının hazırlanmasında ve hayata geçirilmesinde çok büyük gayretler sarf eden, Tarım ve Köyişleri Bakanımız başta olmak üzere, Bakanlık mensuplarına, Hazine Müsteşarlığına, sigorta sektörü temsilcilerine, ziraat birlikleri ve meslek odalarına, Tarım Sigortaları Vakfına, Tarım, Orman ve Köyişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonlarında görev yapan komisyon üyelerine, özellikle komisyonda görev alan CHP milletvekillerine, verdikleri destek ve katkılar için sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Elbette ki, Hükümetimize ve Grubumuza da, Türk çiftçisine sağladıkları bu imkân için en derin şükranlarımı arz ederim.

Tarım Sigortaları Kanunu Tasarısının, tarım sektörüne ve Türk çiftçisine hayırlı olmasını diliyor, Yüce Heyetinize ve televizyonları başında bizi izleyen halkımıza en derin sevgi ve saygılarımı bir kez daha sunuyorum.

Teşekkür ederim efendim. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Büyükkaya.

Sayın Fatsa'ya, İçtüzüğün 69 uncu maddesine göre söz veriyorum. Sayın Fatsa, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

VII.- AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa'nın, Muğla Milletvekili Gürol Ergin'in, konuşmasında, partisine sataşması nedeniyle konuşması

EYÜP FATSA (Ordu) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Değerli arkadaşlar, Tarım Sigortaları Yasa Tasarısını görüşüyoruz. Ben, Türkiye'nin ve Türk çiftçisinin dört gözle beklediği bu kanun tasarısının Türkiye'ye ve Türk çiftçisine hayırlı olmasını temenni ediyorum.

Tabiî, Tarım Sigortaları Yasa Tasarısını görüşüyoruz; ama, biraz önce Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına burada söz alan Muğla Milletvekili Sayın Gürol Ergin, bizim, kutsal vatan topraklarını sattığımız, âdeta, bir büyük ihanet içerisinde olduğumuz gibi, hiçbir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının aklından geçirmeyeceği, hatta, bırakın geçirmeyi, geçirmeye bile cesaret edemeyeceği böyle bir ithamı kabul etmemiz söz konusu olamaz.

Değerli arkadaşlar, sayın milletvekilleri; hükümetle veya birtakım uygulamalarla ilgili gerek muhalefetin gerek birtakım sivil toplum örgütlerinin farklı düşünceler ortaya koyması, muhalefet etmesi, kabul etmemesi, reddetmesi, demokratik bir olgunluk içerisinde, elbette ki, anlayışla karşılanabilir; ama, hiçbir hak, hiçbir şekilde, ama hiçbir kimseye, hiçbir kurum ve kişiye, bir insanın hak etmediği, biraz önce de ifade ettiğim gerekçelerle de, yani, aklından bile geçirmeye cesaret edemeyeceği bir konuda, bu ülkenin her karışının şehitlerimizin kanıyla sulandığı bu vatan topraklarını satma gibi bir ithamın, doğrusunu isterseniz, çok hoş görülebilecek, çok mazur görülebilecek bir itham olmadığını, olamayacağını sizlerle ve kamuoyuyla paylaşmak istiyorum.

Değerli arkadaşlar, nedir bu vatan toprağını satmak? Tabiî, bunun, ülkelerde başka ülke vatandaşlarının mülk edinmesiyle ilgili uygulamaların tarihî bir derinliği vardır; yani, geçen, burada, yine, Grup Başkanvekilimiz Salih Kapusuz Bey bunun tarihî arka planını uzun uzun anlattı; bilinen şeyleri tekrar etmek istemiyorum.

Bakın, Sayın Ali Rıza Gülçiçek ömrünün otuz yılını Federal Almanya'da geçirmiş; ben de, bir otuz yıl olmasa bile, uzun bir dönemini, önemli bir bölümünü Federal Almanya'da geçirmiş, hatta, Avrupa Birliği ülkelerinin, yine, bu meyanda başka ülkelerin de uygulamalarını görmüş ve şahit olmuş birisiyim.

Bakın, bilinen resmî kayıtlara göre, Avrupa Birliği ülkelerinde yaklaşık 4 000 000 Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı yaşamaktadır ve biz, ülke olarak -büyükelçilerimiz, konsolosluklarımız, hükümetlerimiz, bakanlarımız- yaşadıkları ülkede, kendi vatandaşlarımıza, mülk edinmelerini, hatta, bulundukları ülkelerin vatandaşları olmalarını, orada gayrimenkul edinmelerini, âdeta, bir devlet politikası gibi, uzun yıllardan beri icra eden, teşvik eden uygulamaları hepimiz biliyoruz ve şahit oluyoruz.

Zannediliyor ki, efendim, biri gelir, bir ülkeden gerek konut gerek işyeri açma, kurma gerekçeleriyle toprak alırsa, hemen oraya kendi ait olduğu ülkenin bayrağını dikecek, orada ayrı bir özerklik gibi, orada farklı bir uygulama gibi, bir statü kazanacak gibi bir yanlış anlayış var.

Değerli arkadaşlar, bunun böyle olması mümkün değildir. Buna, ne siz ne biz ne de 72 000 000 Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının hiçbirisi müsaade etmez, hiç kimse buna müsaade etmez. (AK Parti sıralarından alkışlar)

NURİ ÇİLİNGİR (Manisa) - Sayın Fatsa, tarım arazilerinden bahsediliyor…

EYÜP FATSA (Devamla) - Müsaade edin…

BAŞKAN - Sayın Fatsa, toparlar mısınız.

GÜROL ERGİN (Muğla) - O yasa herhalde başka bir mecliste çıktı!..

EYÜF FATSA (Devamla) - Müsaade edin…

Değerli arkadaşlar, bakın, bu, uyum yasası çerçevesinde daha önce Genel Kurulda kabul edilmiş, sonra da Anayasa Mahkemesinde açılan iptal davası gerekçesiyle de iptal edilmiş bir uygulamadır. Evet, Gürol Bey de ifade etti, bununla ilgili yeni bir yasal düzenleme vardır; ama, bu yasal düzenleme yapılırken, Anayasa Mahkemesinin de iptal gerekçeleri dikkate alınarak ve her isteyenin, istediği yerde, istediği kadar mülk edinme gibi bir hakka sahip olmadığını, bunun belli ölçü ve kriterlere bağlandığını, dolayısıyla, en başta birtakım stratejik gerekçelerle, en başta da Türk Silahlı Kuvvetlerinin bu konularda olurunun da olması dikkate alınarak, yeni bir düzenleme yapılmıştır; ama, henüz Genel Kurula gelmemiştir.

BAŞKAN - Sayın Fatsa, konuşmanızı tamamlar mısınız.

EYÜP FATSA (Devamla) - Bitiriyorum.

BAŞKAN - Lütfen…

Buyurun.

EYÜP FATSA (Devamla) - Değerli arkadaşlar…

GÜROL ERGİN (Muğla) - Doğruluyorsunuz; yani, yanlış yaptığınızı doğruluyorsunuz. Şimdi, yanlış yaptığınızı, sözlerinizle doğruluyorsunuz.

BAŞKAN - Sayın Ergin, lütfen…

EYÜP FATSA (Devamla) - Değerli arkadaşlar, ben, prosedürü söylüyorum; ben, süreci söylüyorum; olup bitenleri söylüyorum.

NECATİ UZDİL (Osmaniye) - Eskisi iyi oldu da, yenisini niye getiriyorsunuz?!

EYÜP FATSA (Devamla) - Yani, Türkiye Cumhuriyetinde, Türkiye Cumhuriyeti devleti sınırları içerisinde, hiç kimsenin, ama, hiç kimsenin, bu ülkenin birliğine, bu ülkenin toprak bütünlüğüne kastedebilecek bir uygulama içerisinde olmak, böyle bir davranış içerisine girmek, hiç kimsenin hakkı da değildir, yetkisi de değildir.

BAŞKAN - Sayın Fatsa, Genel Kurula teşekkür eder misiniz efendim. Lütfen…

NECATİ UZDİL (Osmaniye) - Konuşsun, eğitsin bizi; ihtiyacımız var eğitilmeye!..

EYÜP FATSA (Devamla) - Bunu kabul etmemiz, böyle bir ithamı kabul etmemiz söz konusu değildir.

BAŞKAN - Sayın Fatsa… Sayın Fatsa…

EYÜP FATSA (Devamla) - Herkes bu konuda hassastır, herkes bu konuda duyarlıdır. Biz, ülke olarak, başka ülkelerde yaşayan vatandaşlarımıza…

BAŞKAN - Sayın Fatsa, şu anda 8 dakikanız oldu efendim; lütfen…

EYÜP FATSA (Devamla) - …mülk edinmeyi teşvik ederken, başka ülkelere mensup olan insanların gelip bizim ülkemizden mülk edinmesinde, yani, vatana ihanet, ülkenin kutsal topraklarını satma gibi bir amacı nasıl çıkarıyorsunuz; nasıl böyle bir yere koyuyorsunuz; bunu anlamamız mümkün değildir.

BAŞKAN - Sayın Fatsa, lütfen, istirham ediyorum efendim... Konuşmanızı tamamlar mısınız Sayın Fatsa.

EYÜP FATSA (Devamla) - Bunun doğru olmadığını ifade ediyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından "Bravo sesleri, alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

NECATİ UZDİL (Osmaniye) - Sağ ol Başkan, teşekkür ediyoruz; bizi eğittin!..

HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, söz istiyorum.

BAŞKAN - Sayın Koç, gerekçeniz?..

HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, Sayın Fatsa ilgili maddeye göre kısa bir ifadede bulunmak üzere söz aldı, 8 dakika 10 saniye oldu.

BAŞKAN - Şu anda, siz…

HALUK KOÇ (Samsun) - Ben de kısa bir açıklama yapmak istiyorum.

BAŞKAN - Ne konuda yapacaksınız?.. O, sataşma gerekçesiyle söz aldı; siz?..

HALUK KOÇ (Samsun) - Yanlış anlatma var, yanlış anlama var. Bu konuda...

BAŞKAN - Hayır, yok yanlış…

HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, 8 dakika 10 saniye söz verdiniz. Kısa bir açıklamadır İçtüzükteki.

NECATİ UZDİL (Osmaniye) - Grup başkanvekillerinin konuşması serbest!

HALUK KOÇ (Samsun) - Yani, kısa… Bir sataşmaya mahal vermeyeceğim.

BAŞKAN - Sayın Koç, bakınız, ben, bir sataşma gerekçesiyle söz verdim.

Evet, Sayın Bakanım, buyurun…

HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, bir, yerinden açıklama hakkını istiyorum. Ben de Grup Başkanvekiliyim Sayın Başkan!..

BAŞKAN - Ama, bir şey yok ki bu konuyla ilgili… Neyle ilgili?..

HALUK KOÇ (Samsun) - Ama, bu kadar… Yani, birtakım çarpıtmalar oldu. Ben, arkadaşımın yanlış düşündüğü noktaları kısaca ifade edeceğim.

BAŞKAN - Ama, herkes diğerinin yanlış düşündüğü konuları tavzih etmeye gelirse, biz bu işi bitiremeyiz.

HALUK KOÇ (Samsun) - Efendim, herkes değil… Sayın Başkan, iki grup var, iki tane grup başkanvekili… Belli bir ahenkte gidiyor. Kısa bir açıklama yapmama niye müsaade etmiyorsunuz!

V. HAŞİM ORAL (Denizli) - Yerinden, efendim…

HALUK KOÇ (Samsun) - Kısa bir açıklama yapayım; lütfen, müsaade edin.

BAŞKAN - Sayın Koç…

Bakınız, muhterem arkadaşlarım, belli bir olgunlukla, dün akşam da burada bir şey yaptınız. Ben, sizin de nezaketinize teşekkür ediyorum; bir yasayı geçirdik, yaptık; ama, bu şekilde, birbirimizin, yanlış gördüğümüz, bizce yanlış anlaşılan hususları tavzih etmeye kalkarsak, hiçbir yasa maddesini buradan geçiremeyiz.

HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkanım, bakın…

BAŞKAN - Mikrofonunuzu açtım Sayın Koç; buyurun efendim.

HALUK KOÇ (Samsun) - Efendim, aynı koşullarda, kısa bir süre cevap vereceğim; o kadar süre kullanmayacağım.

AHMET IŞIK (Konya) - Öyle bir hak yok, Sayın Başkan.

BAŞKAN - Sayın Koç, bakınız, ben, bir sataşma gerekçesiyle söz verdim; ama, siz, bir düzeltme yapayım diyorsunuz.

Mikrofonunuzu açtım; buyurun.

HALUK KOÇ (Samsun) - Peki; teşekkür ederim Sayın Başkan.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, önce, Sayın Fatsa'nın Grubu adına gösterdiği duyarlılık için teşekkür ediyorum; yani, Sayın Gürol Ergin'in verdiği mesaj yerini bulmuş oluyor. Bu duyarlılığı paylaştığınızı zaten biliyoruz; ama, bundan sonraki uygulamalarda da bu duyarlılığın paylaşılmasını aynı şekilde talep ediyoruz.

Değerli arkadaşlarım "aklından bile geçiremez" demişti Sayın Fatsa; aklınızdan bile geçirmediniz; ama, kanun geçirdiniz.

EYÜP FATSA (Ordu) - Ne alakası var!

HALUK KOÇ (Samsun) - Kanun geçirdiniz…

EYÜP FATSA (Ordu) - Sayın Koç, ne alakası var!

HALUK KOÇ (Samsun) - Şimdi, bakın, Sayın Salih Kapusuz, daha önceki konuşmada "1934'te  başladı yabancılara toprak satışı" dedi. Ankara başkent olduğunda, 1934 yılında yabancı elçiliklere verilen topraktan bahsediyor, Ankara'daki arsalardan bahsediyor; bildiğiniz, protokol yolundaki yabancı elçilikler. Bir defa, buna bir açıklık getirmek lazım.

İptal edilen kanunun önemli bir özelliği… Türkiye'de, bilhassa, ben, Bodrum'da, Milas'ta, Didim'de, Alanya'da 60 metrekarelik bir yazlık daire alan bir İngiliz emeklisinden, bir Alman emeklisinden bahsetmiyorum, Türkiye'deki tarım arazilerinin satışından bahsediyorum ve Türkiye'de yaşamayan insanların, Türkiye'de faaliyet göstermeyen yabancı şirketlerin ya doğrudan ya da tapuda Türkler gösterilerek aldıkları arazilerden bahsediyorum. Sayın Fatsa, Almanya'da yaşayanlar, Batı Avrupa'da yaşayanlar, tabiî ki, orada mülk alacaklar; çünkü, orada yaşıyorlar, oranın vatandaşları. Bu birinci çelişki.

İkincisi; Türkiye'deki durum son derece farklı; yani, Türkiye için bahsettiğiniz duyarlılıkları, o zaman, yasa getirirken de, Anayasa Mahkemesinin iptal kararı üzerine, tekrar bir düzenleme yapacaksınız; umarım, TMSF'de yabancılara televizyon satışı müsaadesini verdiğiniz gibi -geri dönüşünde, bundan caydınız; doğru bir girişimdir, kutluyorum- bu yanlıştan da dönersiniz. O zaman, ilk konuşmanızın başında belirttiğiniz o ulusal duyarlılıklarınızın kanıtlandığını hep beraber görürüz.

Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Koç.

Ümit ediyoruz ki, Meclisimiz, Anayasa Mahkemesinin de işaret ettiği gerekçeler doğrultusunda, bu yasal düzenlemeyi yapar ve hep beraber, Meclisten oybirliğiyle geçiririz, bu müzakereler de, böylece, tatlıya bağlanmış olur. Ben her iki Grup Başkanvekiline de teşekkür ediyorum.

Sayın Bakanım, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

6.- Tarım Sigortaları Kanunu Tasarısı ve Tarım, Orman ve Köyişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/865) (S. Sayısı: 879) (Devam)

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI SAMİ GÜÇLÜ (Konya) - Sayın Başkan, saygıdeğer arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün, sektörümüz bakımından çok önemli bir gün. Ben, yasanın, bu dönem içerisinde, Meclisimizden geçerken... Tarım Komisyonunda ve oradan altkomisyona, sonra Plan ve Bütçe Komisyonuna geçtiği zaman, yine, altkomisyonda görüşülerek, asıl komisyonda tekrar müzakere edilerek Genel Kurulumuza geldi.

2005 yılında, bu Yüce Meclis faaliyetlerini değerlendirirken, bu yasal çalışmalar içerisinde tarım sektörüne yönelik olarak ne yaptığı sorulduğunda; ilk sırada ifade edilecek bir yasa tasarısını, bugün, Genel Kurulumuzda görüşüyoruz. Dolayısıyla, sektörümüzü bu derece ilgilendiren bir konunun, ruhunu incitmeden konuşmalıyız. Yani, bunu, çok fazla, bunu, alanın dışına çıkarak, bu önemli kanunun kamuoyunun gündeminden çıkmasını, daha az konuşulmasını, Meclisimizin böyle bir temel sorunu çözmek için gayret göstermesini göz önünden çekmemeliyiz. Dolayısıyla, ben her iki grubun saygıdeğer üyelerine bu hususta biraz hassasiyet göstermelerini önemle rica ediyorum, istirham ediyorum. Çünkü, bu bahsettiğim komisyon safhasında, gerçekten, işin özü itibariyle her iki grup da bu kanuna çok sahip çıktı ve bu Meclisin çatısı altında Cumhuriyet Halk Partisine mensup arkadaşlarımız bize belki yüz defa "nerede bu kanun" diye sordu ve ben de onların her soruşunda biraz daha enerji toplayarak, bakın, muhalefet de bizi böyle eleştiriyor, biz bu kanunu bu dönem çıkarmayacaksak ne zaman çıkaracağız diye kendi grubuma ve hükümette bu konuda ilgili arkadaşlarıma ilettim ve geçen hafta bu Meclisimizin çalışması sırasında gerek AK Parti gerekse Cumhuriyet Halk Partisi grup başkanvekilleriyle görüşerek, bu kanunu getirebileceğimizi, ama, biraz desteğe ihtiyacımız olduğunu söyledim ve kendileri kabul ettiler. Dolayısıyla, bugün biz, Meclisimizi izleyen kırsal kesimin insanlarına, yani, çiftçilerimize yönelik konularda, bu kanun hakkında, bu kanunun özünü kaybetmeden lütfen değerlendirmelerimizi yapalım. Çünkü, sadece bu kanuna değil… Yarın bir başka kanunumuz gelecek bizim, en az bu kadar önemli, Toprak Koruma ve Arazi Kullanma Kanunu. Bizim, bu ülkede, sadece, bugün tarım ürünleri sigortası yasasını getirerek Türk tarımının sorunlarını çözdük dememize imkân yok. Bir önemli konuya çözüm getirmeye çalışıyoruz.

Nedir getirmeye çalıştığımız çözüm: Biz, son yıllarda tabiî afetlere maruz kalan çiftçilerimize destek yapamıyoruz. Bu, 1980'den beri devam eden bir olay; ama, özellikle 2001'den sonra, biz, çiftçilerimizin mağduriyetlerini gidermekte çok düşük bir seviyede bunu gerçekleştirebiliyoruz. Hatırlarsanız, 2004 yılı bu bakımdan çok olumsuz bir yıldı. 74 ilimizde tabiî afet yaşandı; toplam zararı 600 trilyonun üzerinde hesaplandı. Biz, ancak 50 trilyonluk bir ödeme yapabildik. Dolayısıyla, çiftçilerimizin mağduriyeti ortada.

Peki, 2005 yılında ne oldu; küçüklü büyüklü 52 ilimizde, bu illerin 122 ilçesinde 36 000'in üzerinde çiftçi ailesi zarar gördü tabiî afetlerden. Biz, bu soruna çözüm getirmeye çalışıyoruz. Bu, hepimizin birlikte el ele vererek çıkaracağımız ve onurunu paylaşacağımız bir yasa. Dolayısıyla, 1980'lerden beri konuşulan, hükümet programlarına, kalkınma planlarına giren bir yasayı gerçekleştiriyoruz. Dolayısıyla, bunu keyifle yapmamız lazım. Bunun elbette bugün birkısım eksiklikleri olabilir; ama, asıl ruhu itibariyle artık bünyemize katılıyor.

Efendim, ben, bugünkü yasa görüşmesi sırasında arkadaşlarımın bu konudaki istirhamımızı, talebimizi dikkate almalarına, özellikle, dikkatinizi çekmek istiyorum.

Onun dışında söyleyeceğim bir iki husus daha var; bunları birkaç cümleyle şöyle söyleyebiliriz: Efendim, bizim önümüzde onüç ondört yıllık bir zaman var. Bu zaman içerisinde, biz, bu sektörü çok teknik, bilimsel ve tecrübeye dayalı olarak tabiatına uygun bir şekilde geliştirmek zorundayız. Üzerinde siyaset yaparak, çok fazla bu işe alet ederek, bu sektörü biz bu süre içerisinde geliştiremeyiz ve erteleyemeyiz. Yapısal dönüşümler, uzun vadeli planlama, rekabet gücü kazandırma; ama, elbette kısa vadeli sorunlarla uğraşma, didinme. Şimdi, kısa vadeli sorunlar bizim her gün karşımızda. Bir an düşünün, 2004 yılı aralık ayında biz bir tarım şûrası yaptık. Bu tarım şûrasında beş konu gündeme geldi. Bu beş önemli konu, tarımsal girdiler içerisinde gübre ve mazot fiyatlarının yüksekliği, tarımsal sulamada elektrik enerjisi, hayvancılık sektörünün az desteklenmesi ve bunun artırılması ihtiyacı ve pamuk primleriydi. Kıymetli arkadaşlarım, bugün saydığımız zaman bunları saymıyoruz, başka şeyler geldi; süt geldi, buğday geldi, tarım ürünleri sigortasını saydılar Dünya Çiftçiler Gününde ve buna ilaveten gübre ve mazotu da o gün saydılar.

Biz, yüzde 16 civarında, bugünden itibaren uygulanacak bir indirimi, bu sektörde uygulamaya başlıyoruz. Elbette daha yüksek yapılması lazım. Artışlar, tabiî ki yüzde 35 civarında; ama, yüzde 16 civarındaki bir indirim için de bir kaynak ihtiyacı olduğunu ve bugün için ancak bu kadar yapılabildiğini, başka imkânların zorlandığını, gübre için arayışımızın sürdüğünü ifade etmek istiyorum.

Sayın Gürol Hocamın bir sözüne derin üzüntümü ifade ediyorum. "Tarihinin en zor dönemini yaşıyor." Arkadaşlarım, tarihinin en zor dönemini yaşayan bu çiftçi… Tahılda, meyvede, zeytinde ve birçok üründe dünyada ilk 10'a giren bir ülke. Dünyada ilk 10'a giren tarımsal üretim faaliyetleri içerisinde olan bir ülkeye, bu ülkenin çiftçilerine, siz tarihinin en zor dönemini yaşıyor derseniz, bu inandırıcı olur mu?! Bu olmaz! Ama, tarım sektörünün sorunu var. Bugün, Tarım ve Köyişleri Bakanlığının önünde, Ankara'nın bir köyünden gelen çiftçilerimiz sütlerini dökerek protestoda bulundular ve ben onların yanına vardım…

GÜROL ERGİN (Muğla) - Demek ki çok iyi durumdalar(!..)

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) - Sorun var.

GÜROL ERGİN (Muğla) - Döktüklerine göre, çok iyi durumdalar(!..)

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) - Hayır… Sorun var; ama, siz "tarihinin en olumsuz dönemini yaşıyor" derseniz, bu inandırıcı olmaz ki ve sizin bilgi birikiminize de uygun olmaz. Türkiye'de, sorun var tabiî tarım sektörüyle ilgili.  Arpada, dünyada 7 nci, buğdayda 9 uncu, domateste 3 üncü, karpuzda 2 nci, soğanda 4 üncü, tütünde 6 ncı, antepfıstığında 3 üncü, çayda 6 ncı, elmada 6 ncı sırada; zeytinde 4, fındık, incir,  kayısı, kirazda 1 inci sırada bir ülkeyiz biz; ama, sorunlarımız var, çok sorunlarımız var. Bunlarla uğraşmak elbette görevimiz.

Tarım ürünleri sigortası, Türkiye'de, çiftçilerin sorunlarının en başında gelen bir konuya çözüm getiriyor. Yarın gündeme gelecek tasarı ise tarım sektöründe yapısal birkısım iyileşmeleri sağlayacak bir yasal zemini oluşturuyor.

Evet, sektörü eleştirelim, sektöre yönelik olarak hatalarımızı söyleyin. Zaten, o söylediğiniz hususlar, bizi, bu konuda, dikkatimizi o noktalara yöneltmeye elbette sevk ediyor; ama, yaşayan bir hayatı, ölü diye tanımlarsanız, bu mensuplarını da siz incitirsiniz. Evet, dertlerine derman olmaya çalışalım, siz de bize bu konuda cesaret verin, hızlandırın, eleştirin; ama, öldürmeyin. Biz yaşatmak zorundayız.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Bakanım, teşekkür ediyorum.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, saat 20.30'da toplanmak üzere birleşime ara veriyorum.

Kapanma Saati: 19.30

 


DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 20.36

BAŞKAN: Başkanvekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER: Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale), Bayram ÖZÇELİK (Burdur)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 106 ncı Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

879 sıra sayılı tasarı üzerindeki görüşmelerimize devam ediyoruz.

VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

6.- Tarım Sigortaları Kanunu Tasarısı ve Tarım, Orman ve Köyişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/865) (S. Sayısı: 879) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.

Tasarının tümü üzerinde, şahsı adına, Konya Milletvekili Sayın Abdullah Çetinkaya; buyurun.

Süreniz 10 dakika.

ABDULLAH ÇETİNKAYA (Konya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemiz tarım sektörünün gelişmesi ve sürdürülebilir bir üretimin gerçekleştirilmesi yolunda önemli katkılar sağlayacak ve kamuoyunun uzun yıllar süren beklentisine cevap verecek olan Tarım Sigortaları Kanunu Tasarısı hakkında şahsım adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Tarım, insan ve hayvan beslenmesindeki öneminin yanı sıra, diğer sektörler içerisinde doğal, ekonomik, sosyal, siyasal, teknolojik ve kişisel risklerden çok fazla etkilenmektedir. Bu nedenle, gelişmiş ülkeler, tarımda risk yönetim programlarını uygulamaya koyarak, tarım sektörünü sayılan riskler karşısında sürekli ve çok yönlü desteklemektedirler. Bir diğer ifadeyle, tarımda kuraklık, don, sel, dolu gibi risklerin doğal afete dönüşmemesi için, gelişmiş ülkeler, bu riskleri, devletin, tarımın ve çiftçinin üzerinden alacak şekilde risk transfer sistemlerini kurmuşlardır. Kısaca tarım sigortası olarak tanımlanan bu risk transfer sistemleri, tarımdaki malların güvence altına alınmasını hedeflemektedir.

Yıllardır her türlü toplantı sonuç belgesinde ve programlarında yer alan tarım sigortası hep sözde kalmış, AK Parti İktidarına kadar havanda su dövmekten öteye gidememiştir. Hükümetimiz tarafından hazırlanan acil eylem planında da yer alan Tarım Sigortaları Kanun Tasarısının Genel Kurula getirilmiş olması, bizlere haklı bir gurur yaşatmaktadır. Parlamentomuzun ortak iradesiyle, tarımımızın önemli sorunlarından biri daha, bu tasarının kanunlaşmasıyla çözüme kavuşacaktır.

Ülkemizde, devletin, tarımda risk yönetiminde görev alması ve çiftçi sigorta primlerini desteklemesi hiçbir zaman ele alınmamış, doğal afetler sonucunda karşılıksız devlet yardımları tercih edilmiş; bu da sorunları çözemediği gibi, afetler sonucu ertelenen çiftçi borçları her yıl devlete büyük görev zararları olarak dönmüştür. Oysa, diğer ülkelerdeki risk yönetim sistemleri sayesinde, devlet, aynı parayla çiftçinin ürünün sigorta primine yüzde 50'ye varan oranlarda destek vererek, bunun karşılığında çiftçilerinin ürünlerinin güvence altına alınmasına destek olmakta, ekonominin üzerindeki risk yükünü de transfer etmektedir.

Dünya genelinde birden çok riske karşı ürün sigortalarının en yaygını Amerika Birleşik Devletlerinde olmasına rağmen, İspanya bu sistemde en başarılı ülkedir; çünkü, Amerika Birleşik Devletlerinde uygulanan sigorta sisteminde, devlet, bir taraftan çiftçinin primlerine destek verirken, diğer taraftan sigorta yaptırmayan çiftçilere de, devlet bütçesinden, afet yardımı yapmaya devam etmektedir. Bu da sigortanın başarı oranını düşürmektedir. İspanya'da ise devlet, sigorta primine destek verirken, sigorta yaptırmayan çiftçilere hiçbir şekilde doğal afet yardımı yapılmasına izin vermemektedir; bu sayede  sistemde, başarıyla birlikte işlevsellik sağlanmıştır.

Ülkemize uygun tarım sigortaları sisteminin kurulması yönündeki çalışmalarda, dünya ve Avrupa Birliği uygulamalarına yönelik araştırmalar sonucunda geleneksel ürün sigortaları ve Avrupa Birliğinde en başarılı uygulama olan havuz modeli örnek alınarak görüşmekte olduğumuz tasarı hazırlanmıştır. Ülkemizde, devlet, çiftçi birlikleri ve sigorta şirketlerinin ortak katılımıyla, önce dolu sigortaları altyapısının sağlanması daha sonra da tarım sigortaları havuzunu kurarak devlet desteğinin sağlanmasıyla bitkisel ürünler, çiftlik hayvanları, kuraklık, dolu, don, sel, fırtına, deprem, heyelan, yangın ve kaza ile zararlıların ve hastalıkların neden olacağı kayıpların teminat altına alınması hedeflenmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; devlet, üretici ve sigorta şirketlerinin birlikte hareket etmesi esasına dayanan bu tasarı yasalaşması halinde, çiftçilerimizi içinde bulundukları güvensiz ortamdan kurtaracaktır. Doğal afetlerin meydana geldiği yıllarda bile çiftçimiz emek ve sermayesinin karşılığını sigortadan alacağı için gelir dengesi bozulmayacaktır. Artık, çiftçilerimiz ürününü ekerken, bir yıl boyunca vereceği emeğinin karşılığını alıp alamayacağı endişesi içinde olmayacak; ertesi gün uyandığında acaba ürünüm hâlâ yerinde olacak mı sıkıntısıyla uykusuz, kâbus dolu geceler geçirmeyecektir.

Yine, yatırımcılarımız, tarım kesiminde riskleri paylaşabileceği güvenli bir ortam bulamamaları nedeniyle birçok yatırımdan vazgeçtiklerini belirtmektedirler. Çıkarılacak kanunla böyle bir güven ortamının sağlanması onları hızla tarım sektörümüze çekecektir. Artan yatırımlar ve üretim sonrasında tarım sektörümüz giderek artan bir ivme kazanarak, özlediği istikrar ve refaha kavuşacaktır. Ayrıca, yasayla oluşturulacak yeni sistemde katılım ve sigortanın yaygınlaşmasıyla yüzlerce ziraat mühendisi ve veteriner hekime yeni istihdam alanı açılmış olacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizde günlük politik çıkarlardan uzak, ülke menfaatlarını uzun vadeli koruyan politikalara ihtiyaç vardır. Tarım sigortasının öncelikle bu bilinçle ele alınması, üreticimizin olduğu kadar ülkemizin gıda güvenliği için de şarttır.

Desteklemenin boyut değiştirdiği günümüzde Türk tarımında sigorta sistemlerinin geliştirilmesi ve desteklenmesi bir zorunluluk haline gelmiştir. Bugün, inşallah, çiftçi kesimimizin dört gözle beklediği bu yasa tasarısının kanunlaşmasıyla çiftçilerimizin önemli bir sorunu çözülmüş olacaktır. Bunun yanı sıra, hükümetimizin sorunları kökten çözme konusundaki irade ve kararlılığının sonucu olarak tarım kesiminde çözülmesi gereken diğer iki önemli konu olan, tarım kanunu ve tohumculuk kanunu da yakında gündeme gelecek ve bu yasaların da çıkmasıyla çiftçimiz kendi ayakları üzerinde durabilecek güce kavuşacaktır; üretim artışı ve ürün kalitesiyle dünyayla rekabet edecek koşulları yakalayacaktır.

Bu dileklerle, görüşmekte olduğumuz bu yasa tasarısının, şimdiden, ülkemize ve çiftçilerimize hayırlı olmasını temenni eder, Yüce Meclisi saygıyla selamlarım. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Çetinkaya.

Tasarının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

1 inci maddeyi okutuyorum:

TARIM SİGORTALARI KANUNU TASARISI

BİRİNCİ BÖLÜM

Amaç, Kapsam ve Tanımlar

Amaç

MADDE 1.- Bu Kanunun amacı; üreticilerin bu Kanunda belirtilen riskler nedeniyle uğrayacağı zararların tazmin edilmesini temin etmek üzere, tarım sigortaları uygulamasına ilişkin usûl ve esasların belirlenmesidir.

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsı adına, İstanbul Milletvekili Sayın Birgen Keleş; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA BİRGEN KELEŞ (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bugün, konuşmakta olduğumuz Tarım Sigortaları Kanunu Tasarısının 1 inci maddesiyle ilgili olarak Cumhuriyet Halk Partisi ve kendi adıma söz almış bulunuyorum ve Yüce Meclise saygılar sunuyorum.

Aslında, tarım sigortaları, Türkiye'de, özellikle planlı dönemde çok sık gündeme getirilmiş olan bir konudur; ama, ne var ki, bu konuda ciddî adımlar atılmamıştır. Tasarının genel gerekçesinde de belirtildiği gibi, 1948 yılında kabul edilen 5254 sayılı Muhtaç Çiftçilere Ödünç Tohumluk Verilmesi Hakkında Kanun 2001 yılında yürürlükten kaldırılmıştır. 1977 yılında kabul edilen 2090 sayılı Tabiî Afetlerden Zarar Gören Çiftçilere Yapılacak Yardımlar Hakkında Kanun da, bunun dayanağı olan fon kaldırıldığı için işlemez hale getirilmiştir. Bu konuda ayrılan kaynakların yetersizliği, bir yandan sorunların çözümünü önlerken, öte yandan da çiftçi borçlarının büyük miktarlara ulaşmasına ve büyük görev zararlarına neden olmuştur.

Değerli arkadaşlarım, aslında, özellikle 1980'den sonra tarım sektöründe gerekli adımların atıldığını söyleyemeyiz, ekonominin rekabet gücünü artıracak politikalar uygulandığını söylemek mümkün değildir ne yazık ki. Oysa, 1963 yılında Ankara Anlaşması yürürlüğe girdiği için, Türkiye'nin hem tarım hem sanayi sektörlerini çok iyi bir şekilde güçlendirmesi gerekirdi; ama, ne tarımda ne sanayide bu yönde bir anlayış hâkim olmamıştır. Yapılan en önemli hazırlık, dışticarette ve sermaye hareketlerinde, sanayide ve tarımda gereğinden fazla serbestleştirmenin kabul edilmesidir; bir de, yerli-yabancı ayırımı yapılmadan ve sektörler arasında fark gözetilmeden özelleştirmenin kabul edilmiş olmasıdır; ama, her ikisi de -takdir edersiniz ki- ekonomi hazır olmadan ve kontrolsüz bir şekilde yapıldığı zaman, yarardan çok zarar getirecek olan politikalardır; nitekim, Türkiye'de de böyle olmuştur. Özellikle 1980'den sonra, tarım sektörü açısından, ileride tam üyelikte Türkiye'yi güçlendirecek bir politika uygulandığını söylememiz mümkün değildir. Türkiye, bugün, bu nedenledir ki, büyük sorunlar yaşayan, tarım sektöründe geçimini sağlayacak kadar bir gelir temin edemeyen, Avrupa Birliğinin kırk yıldır fevkalade etkin yöntemlerle korunan tarım sektörü karşında, kendi üreticilerini korumasız bırakan, tarım sektörünü güçlendirecek olan kuruluşları ve yapılanmaları teker teker ortadan kaldıran ve uyguladığı politikalarla, eskiden verdiği destekten bile tarım sektörünü mahrum kılan ve bir üretim planlaması, ciddî bir üretim planlaması ve tarım politikası olmayan bir ülke durumundadır ve en vahim olanı da budur değerli arkadaşlarım; çünkü, bir üretim planlaması ve ciddî bir tarım politikasının olmaması sadece tam üyelikte değil, ama müzakereler aşamasında da fevkalade önem taşımaktadır. İçinde bulunduğumuz bu koşullarda, bizim, Avrupa'yla müzakere heyetinde bulunan siyasetçilerimizin ve bürokratlarımızın, bilinçli ve tutarlı bir savunma yapmaları, neyi nasıl savunacaklarını tasarlamaları ve önemli konularda direnmeleri, ne yazık ki, mümkün değildir. Bu eksiklik giderilmediği takdirde, tarım sektörüyle ilgili müzakereler, Avrupalıların kendi isteklerini ve taleplerini ileri sürdükleri ve Türkiye'nin de boyun eğdiği bir sürece dönüşebilir.

Tasarının 1 inci maddesinde, kanunun amacı, üreticilerin bu kanunda belirlenen riskler nedeniyle uğrayacağı zararların tazmin edilmesi olarak tanımlanmaktadır. Madde gerekçesinde ise, buna ilave olarak, devlet üzerindeki risklerin paylaşılmasından, devletin yükünü hafifletecek şekilde riskin başka hedeflere yönlendirilmesinden söz edilmektedir. Aslında, madde gerekçesinde yer alan devletin yükünün hafifletilmesi, tarım sigortaları için öngörülen havuz dikkate alındığında geçerli değildir; çünkü, bu havuzun kaynaklarından iki tanesi devletin prim ödemelerinden ve bütçeden yapılan aktarmalardan oluşmaktadır. Ancak, madde 18'e baktığımız zaman, bu ifade anlam kazanmaktadır; çünkü, madde 17'de, eğer sigorta yapılmamışsa, o zaman o çiftçilerin, sigorta yaptırmayan çiftçilerin 2090 sayılı Yasadan yararlanamayacağını öngörmektedir. Bu durumda, hükümetin, bu tasarıyla, doğal afetlere ilişkin yükümlülüklerinden sıyrılmak istediği söylenebilir. Aslında, 2004 yılında doğal afetlerden kaynaklanan çiftçi zararları 2 milyar Yeni Türk Lirası olduğu  halde, hükümetin ayırdığı kaynak sadece 30 000 000 Yeni Türk Lirasıdır. Tasarının söz konusu 17 nci maddesi, esasen, kaynak yetersizliği gerekçesiyle kâğıt üzerinde bırakılan devletin doğal afetler karşısındaki güvencesini tamamen ortadan kaldırmaktadır. Getirilen tasarıyla, 80 sonrasındaki uygulanan politikalarda zaten çok güçsüz duruma sokulan küçük çiftçiler, bu kez sigorta primi yükümlüğüyle karşı karşıya bırakılmaktadır.

Şimdi, burada, sigorta primi yüküne hükümetin katkı yapacağı belirtilmektedir; ancak, söz konusu katkının ne olacağı belli değildir ve bu, Bakanlar Kurulu tarafından yıllık olarak belirlenecektir, dolayısıyla büyük bir belirsizlik söz konusudur burada. Aslında, sistem malî olanakları güçlü  olan şirketler için çok iyi olabilir; ama, en temel ihtiyaçlarını karşılayamaz halde olan çiftçiler için kısa dönemde bir çözüm getirmeyeceği açıktır. Üstelik de, prim olmadığı takdirde doğal afetlerden korunmak için kullanılan 2090 sayılı Yasadan da yararlanılamayacağı açıkça belirtilmiştir.

Değerli arkadaşlarım, bu nokta fevkalade önemlidir ve bu nokta, bir soysal devlet anlayışından geriye gidiştir; bu nokta, sosyal devlet anlayışıyla bağdaşmayan bir hükümdür ve bu nokta, bir hakkın geri alınmasıdır, çiftçilerin 2090'la elde etmiş olduğu -her ne kadar uygulamada kâğıt üstünde bırakılmışsa da- bir hakkının geri alınmasıdır.

Sayın milletvekilleri, AB'nin Türkiye'ye çifte standart uyguladığı alanların başında tarım sektörü gelmektedir. Gümrük birliğinin dışında olduğu için, Türkiye, ortak tarım politikasını uygulamamaktadır; ama, ortak tarım politikasının kaynaklarından da yararlanamamaktadır. Avrupa Birliği ise, kırk yıldır kendi üreticisini desteklemektedir ve dış rekabete karşı özenle korumaktadır, sadece desteklemekle kalmamaktadır; ama, bir yandan bunu yaparken bir yandan da Türkiye'ye, IMF'nin ve Dünya Bankasının önerdiği ve uygulamalar sonucunda Türk çiftçisini Avrupa Birliğinin çiftçileri karşısında korumasız bırakan politikaları uygulamasını önermektedir.

Türkiye'de millî gelire yüzde 11,2 oranında katkı yapmaktadır tarım sektörü, buna karşılık millî gelirden aldığı pay binde 7'dir; oysa, Türkiye'nin ortak tarım politikasına, bırakınız onu rahatça uygulamak, yaklaşmak için veyahut da onun gereklerine kendisini hazırlamak için ayırması gereken pay ise yüzde 3'tür.

17 Aralık kararında, Avrupa Birliği, açıkça, Avrupa Birliği bütçesinin harcama hedeflerinin 2013 yılına kadar belli olduğunu, 2013 yılına kadar Türkiye'ye tarım sektörü için gereken 11,5 milyar euroluk bir katkının söz konusu olamayacağını açıkça bildirmiştir; ama, ne var ki, Avrupa Birliği, bu tarihten sonra da tarım sektörünü desteklemekten vazgeçme hazırlığı içerisindedir. Söylemler ve aldıkları önlemler bu doğrultudadır.

Değerli arkadaşlarım, tarım sektörü, Türkiye'de, herhangi  bir sektör gibi algılanamaz, algılanmamalıdır. Nitekim, istihdama yüzde 34, gayri safî millî hâsılaya yüzde 11,2 oranında katkı yapan bir sektördür bu. Avrupa Birliğinde bu oranlar, sırasıyla yüzde 6 ve yüzde 1,8'dir. Tarım sektörünün sorunlarını çözmüş olan, altyapısını tamamlamış olan, kendi çiftçisini güçlendirmiş olan ve ürün fazlası olan -birçok üründe- Avrupa Birliği, bu destekleme kaynaklarını azaltmayı düşünebilir; ama, Türkiye için kesinlikle böyle bir şey söz konusu olmamalıdır; çünkü, Türkiye'nin, sorunları çözmek, altyapısını tamamlamak, üretimin miktarını ve kalitesini yükseltmek ve belli nitelikte ve maliyette üretim yaparak yeni pazarlara açılmak gibi çok önemli sorunları vardır.

Türkiye koşullarında, ayrıca, tarım sektörünün çok ihmal ettiğimiz bir işlevi daha vardır. Değerli arkadaşlarım, inanıyorum ki, tarım sektörü, Türkiye'de sosyal patlamaları önleyen bir sektördür ve yaşamsal önemdedir. Bu nedenle, Türkiye, en kısa sürede, tarım sektöründe kendi ulusal politikalarını belirlemeli ve Avrupa Birliğiyle olan ilişkiler, tarım sektöründeki mevcut sorunları aşmak ve üretimi ve rekabet gücünü artırmak için uygulanması gereken politikaların uygulanmasını engellememelidir.

Sayın milletvekilleri, tarım ürünlerini ve üreticilerini doğal afetlerin zararlarından ve çeşitli risklerden korumak kuşkusuz önemlidir; ama, en az onun kadar önemli olan, tarım sektörünü ve üreticileri yanlış politikaların zararlarından korumaktır. Oysa, hükümet, 80 sonrasında uygulanan politikaları aynı şekilde devam ettirmektedir. Örneğin, tarım alanındaki özelleştirmeler, bir yandan, kırsal kesimin gelirini azaltırken, öte yandan da tarım sektörüne büyük darbe vurmuştur. Süt Endüstrisi Kurumu, Et ve Balık Kurumu, Yem Sanayiinin özelleştirilmeleri, Türkiye Ziraî Donatım Kurumunun işlevsiz bir hale getirilmesi, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünün kaldırılması... Tarım sektörü yararına bunların sonuç verdiğini söyleyebilir misiniz?!.

Toprak Mahsulleri Ofisinin işlevinin daraltılması, TİGEM'e bağlı olan büyük çiftliklerin ve Tekelin özelleştirme kapsamına alınması, tarım sektörüne vurulan darbeyi daha da yaygın bir hale getirecektir.

Özelleştirmeler, bir yandan üretimi, öte yandan, ürünler sonucunda elde edilen geliri azaltmaktadır. Burada çok garip bir şey olmaktadır; sadece bu tarımdaki özelleştirmelerle ilgili değil.

Değerli arkadaşlarım, bu vesileyle dikkatinizi çekmek istiyorum: Özelleştirmede devlet tekelinin yerini çoğunlukla yerli veya yabancı özel tekeller almaktadır; üretici tarım kesimine karşı sorumluluk ve sosyal kaygı taşımayan ve sosyal hukuk devletini yaşama geçirmek sorumluluğunda olmayan yerli ve yabancı tekellerin eline teslim edilmektedir. Bazen de, tabiî, devlet tekellerini sakıncalı gören devlet, hükümet daha doğrusu, o nedenle de özelleştirmeyi savunduğunu ileri süren hükümet, ne pahasına olursa olsun gerçekleştirilmesi gerekli bir amaç olarak gördüğü için özelleştirmeyi, bir de bakmışsınız ki, devlet tekelini bir yabancı kamu tekeline devretmiş.

Değerli arkadaşlarım, devlet tekelinin yerine, yabancı bir özel tekelin veyahut da yabancı bir kamu tekelinin daha yararlı olacağını, Türk Halkının ve Türkiye'nin çeşitli kesimlerinin yararlarını daha iyi bir şekilde koruyacağını söyleyebilmeniz mümkün müdür?

Doğrudan gelir desteği de Türkiye koşullarında yanlış atılmış olan bir adımdır. Tarımsal sorunlarını çözmüş, altyapısını tamamlamış, tarım sektörünü geliştirme hedefi olmayan, tam tersine, ihtiyacının üzerinde bir üretim yaptığı için bunun kısıtlanmasını isteyen bir ülkede, Avrupa Birliği ülkelerinde gelir desteği eğer üretime bağlı olmadan uygulanıyorsa çok büyük sakıncalar taşımayabilir; ama, Türkiye'nin koşulları farklıdır, Türkiye, bunun tam tersini yapmalıdır, maliyeti düşürmelidir, yabancı pazarlara açılmalıdır, ürününü artırmalıdır, ürününü çeşitlendirmelidir. Türkiye'de uygulanan gelir desteği sorunları çözmemektedir bu nedenle, tam tersine, tapu sahibine verilen bir yardım niteliğindedir.

Tarımsal kredilerin çok yüksek teminatlarla verilmesi ve çok az sayıda çiftçi tarafından kullanılması da yanlış politikalardan bir kısmını oluşturmaktadır.

Tarım satış kooperatiflerinin, tarım ürünlerini işleme tesislerini özelleştirme girişimleri, üretilen ürünün önceden belirlenmiş düşük fiyatlarla sözleşmeli üreticilik adına üreticinin elinden alınması ve bu sözleşmeli üreticiliğin üretim tekniklerinin gelişmesine hiçbir katkıda bulunmaması, ayrıca, karşılıklı hak ve yükümlülükleri belirten sözleşmeler yerine sömürüye yol açan taahhütnamelerle yürütülmesi, sözleşmeli üreticilikte pazar olanaklarından koparılmış olan üreticilerin firmalara bağımlı hale getirilmesi ve firmalar tarafından, eğer, tohum, gübre ve ilaç verilmediği takdirde, üretimi sürdüremez hale gelmeleri, tarım sektöründeki diğer yanlış politikalardan bazılarıdır.

Değerli arkadaşlarım, uygulanan politikaların yanlışlığından kaynaklanan pek çok sorun vardır. Sorunları gidermek için de ne yapılması gerektiği açıktır. Eksik olan, sorunları gören, üreticilerin, meslek odalarının, sivil toplum örgütlerinin önerilerini dikkate alan ve gerekli adımları atan siyasî iradedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Keleş, 1 dakikalık eksürenizi başlatıyorum. Lütfen, konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun.

BİRGEN KELEŞ (Devamla) - 1980 sonrasında uygulanan politikaların tarım sektörüne verdiği zarar, doğal afetlerin verdiği zarardan daha fazladır. O nedenle, tarım sigortaları gündeme getirilirken, söz konusu politikalar da irdelenmeli, yeni, çağdaş, ulusal politikalar ivedi olarak benimsenmelidir diyoruz ve onun için de, bazı önergeler getiriyoruz.

Çok teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Keleş, teşekkür ederim.

1 inci madde üzerinde, şahsı adına, Giresun Milletvekili Adem Tatlı; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

ADEM TATLI (Giresun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Tarım Sigortaları Kanunu Tasarısının 1 inci maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün, gelişmiş ülkeler, tarım sigortasıyla, hem verim kayıplarını hem de gelir kayıplarını büyük ölçüde gidermişlerdir. Türkiye'de, tarımın gayri safî millî hâsılaya oranının yüzde 12 olduğu, tarımda çalışan işgücünün toplam işgücüne oranının yüzde 35 olduğu ve 4 000 000 işletmenin bu alanda faaliyette bulunduğu gözönüne alınırsa, tarımın, ülkemiz açısından fevkalade önem arz ettiği anlaşılır.

Ülkemizde, son yıllara kadar doğal afetlerden zarar gören çiftçilerin zararları, 5254 sayılı Muhtaç Çiftçilere Ödünç Tohumluk Verilmesi Hakkında Kanun ve çok nadir de olsa, 2090 sayılı Tabiî Afetlerden Zarar Gören Çiftçilere Yapılacak Yardımlar Hakkında Kanun çerçevesinde çözümlenmeye çalışılmıştır; ancak, bu yardımlar oldukça yetersiz ve ihtiyacı karşılamaktan uzak kalmıştır.

Ülkemizin doğal afetlerle çok karşılaştığı bilinmektedir. Bundan önceki son üç yılın istatistiklerine baktığımızda, 2002 yılında 37, 2003 yılında 38, 2004'te ise yaklaşık 70 ilimizde doğal afet yaşanmıştır.

Bir örnek verecek olursak, 2004 yılında doğal afetlerden zarar gören illere, 2090 sayılı Kanun çerçevesinde, 50 trilyon kaynak aktarılmıştır. Bu kaynağın 42 trilyonu fındığı zarar gören üreticilerimize aktarılmıştır. Bununla beraber, Giresun İlimizdeki doğal afetin yaklaşık maliyeti 250 trilyon olarak belirtilmiştir. 2090 sayılı Kanun çerçevesinde Giresun'a 12 trilyon aktarılmıştır. 2090 sayılı Kanunun çiftçilerimizin zararını ne kadar karşıladığını bu örnekten gayet rahat anlayabiliriz.

Tarım Sigortaları Kanunuyla öncelikle tarımımızın geliştirilmesi, çiftçilerimizin korunması, devletin üzerindeki risklerin paylaşılması, devletin yükünü hafifletecek şekilde riskin başka hedeflere yönlendirilmesi imkânı sağlanacaktır.

Tüm bu olumlu yönleri itibariyle, kanunun çiftçilerimize ve de ilgili tüm sektörlere hayırlı olmasını diliyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Tatlı.

Madde üzerinde soru-cevap işlemi gerçekleştireceğiz.

Sayın Koç, buyurun.

HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Ben, Sayın Bakana, yalın, kısa bir soru soracağım, bir ufak da yorum yapacağım.

Sorum şu: Şimdi, Tarım Sigortaları Kanunu Tasarısında oluşacak sistemin, şirket kârını hedefleyen bir kazanç alanı değil, stratejik önemi olan tarımsal üretimin sürdürülmesine yönelik, kamu yararı ilkesine uyarlı olarak kurgulanması gerekiyordu. Böyle bir süreç doğabilecek mi? Ben doğacağına inanmıyorum ve bu değerlendirmeler sonucunda sizin yorumunuzu almak istiyorum.

Tarım Sigortaları Yasasının "çıkacak doğal afetlerden göreceğiniz zararlar tazmin edilecektir" şeklindeki bir söylemle, çiftçiye, üreticiye yansıtılmasının yanlış olduğunu düşünüyorum.

İkinci uyarım da, lütfen, sizin aracığınızla… Siz, bu yasanın, tıpkı Cumhuriyet Halk Partisi gibi, çabucak çıkmasını istiyorsunuz; grup başkanvekillerinizi uyarır mısınız. Birazdan madde oylanacak; asgarî 139 iktidar milletvekilinin salonda bulunması gerekiyor.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Sayın Koç, teşekkür ediyorum.

Buyurun, Sayın Bakanım.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI SAMİ GÜÇLÜ (Konya) - Efendim, ben, Haluk Beyin bu önemli sorusuna yazılı olarak cevap vereceğim.

BAŞKAN - Peki, teşekkür ederim.

Madde üzerinde 1 adet önerge vardır; önergeyi okutup, işleme alacağım.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 879 sıra sayılı Tarım Sigortaları Kanunu Tasarısının 1 inci maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

 

Mehmet Eraslan

Serpil Yıldız

Mehmet Ali Arıkan

 

Hatay

İzmir

Eskişehir

 

Ülkü Güney

Osman Özcan

 

 

Bayburt

Antalya

 

"Madde 1.- Bu Kanunun amacı; üreticilerin bu Kanunda belirtilen riskler ile tarım sektörü bakımından önemli görülecek diğer riskler nedeniyle uğrayacağı zararların tazmin edilmesini temin etmek üzere, tarım sigortaları uygulamasına ilişkin usul ve esasların belirlenmesidir."

BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ SABAHATTİN YILDIZ (Muş) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Hükümet?..

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI SAMİ GÜÇLÜ (Konya) - Biz de katılmıyoruz efendim.

BAŞKAN - Sayın Eraslan, buyurun.

Süreniz 5 dakika.

MEHMET ERASLAN (Hatay) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; öncelikle, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Tabiî ki, gerçekten, Türk çiftçisini yakından ilgilendiren bir kanun tasarısını görüşüyoruz. Aslında, geç kalınmış bir çalışma, bir hazırlık olmakla beraber, Türk çiftçisinin yarasını sarma noktasında, onun çektiği sıkıntı ve ıstırapları az da olsa telafi etme noktasında, olumlu bir çalışma olmuştur, yararlı bir çalışma olmuştur; öncelikle bunu ifade etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, son üç yılda, Türkiye'nin çeşitli yerlerinde, benim seçim bölgem olan Hatay dahil olmak üzere, sel afetleri, don afetleri ve çeşitli doğal afetlerden dolayı, gerçekten, çiftçi, büyük sıkıntılar çekti.

Bir keresinde, Hatay'da oluşan sel afetinden dolayı, su baskınından dolayı, Bayındırlık ve İskân Bakanımız Sayın Zeki Ergezen'le beraber ve birtakım milletvekili arkadaşlarımızla beraber, seçim bölgemize gitmiştik; Hatay'a gitmiştik. Türkiye'de meşhur olan ve bilinen bir Amik Ovamız var -Amik Ovası, çiftçiliğin ve tarım sektörünün yoğun bulunduğu bir alan- komple su altında, sel altında kalmıştı. Oraları, gittik, gezdik, gördük. Bakanlığın talimatıyla, orada bir çalışma yapıldı; tarım il müdürlüğü zarar ve ziyan tespiti yaptı. Bu afet her yıl tekrarlandı, aradan üç yıl geçti; ama, bir tek kuruş dahi o çiftçiye ödenmedi; hiçbir ödeme yapılmadı. Sadece gezildi, sadece görüldü, sadece tespit edildi.

Tabiî ki, çiftçimiz, zaten, binbir güçlükle, binbir zorlukla, binbir sıkıntıyla ve binbir fedakârlıkla ürününü yetiştirirken, yüksek girdi maliyetleriyle, yüksek harcamalarla, yüksek masraflarla ürününü yetiştirmeye çalışırken, afetler de onun cefası oluyordu; ama, afetlerin zarar ve ziyanlarının tazmini noktasında, maalesef, bugüne kadar, hiçbir çalışma, hiçbir ödeme yapılamadı.

Ben, Türk çiftçisini buradan minnetle anıyorum. Alınterini toprağa karmak suretiyle, büyük bir özveriyle, Türkiye'yi besleyen, Türkiye'yi yediren, Türkiye'ye rızk veren, rızkın temin edilmesi noktasında gayretler sarf eden Türk çiftçisini, buradan, minnetle, saygıyla anıyorum ve Sayın Bakanın da, kırsal kesimde yaşayan ve -kırsal kesimde yaşayan nüfusun yüzde 66'sı oranındaki- çiftçilikle iştigal eden bu kesimin sıkıntılarına, bu yasa tasarısının dışında, ehemmiyet vermesini ve o sorunlara değinmesini talep ediyorum. Sulama sorunu, enerji borçları ve yüksek enerji maliyetleriyle üretim yapan, yüksek girdi maliyetleriyle -2 000 000 liraya mazot, 550 000 liraya taban gübresi almak suretiyle- üretim yapan; ama, maalesef, enflasyon oranının da çok çok altında ürününü satmaya mahkûm edilen çiftçiye bir yardım, bir destek, el uzatma ve yaralarını sarma noktasında, Sayın Bakanımızın, ciddî bir gayret sarf etmesini ve o sorunlara, gerçekten samimî bir şekilde değinmesini temenni ediyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Eraslan, konuşmanızı tamamlar mısınız.

Buyurun.

MEHMET ERASLAN (Devamla) - Tabiî, burada, 1 inci madde, belirli riskleri içeriyor, mevcut tasarıda. O belirli riskler nedir; tasarının 1 inci maddesinde, kuraklık, sel, dolu, don gibi riskler sayılarak, kanunda risklerin tarifi yapılarak ifade ediliyor ve bunların tazmininin söz konusu olabileceği söyleniyor; ama, bizim verdiğimiz önergede, ayrıca, ürün hastalıkları gibi, bilinmeyen hastalıklar gibi, şimdiden tahmin edemeyeceğimiz, şimdiden bilinmeyen birtakım risklerin de maddeye alınması gerektiğini ifade ediyoruz. Ayrıca, kanunun 12 nci maddesiyle uyum sağlanması da amaçlanmaktadır; çünkü, birtakım riskleri de…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Eraslan, teşekkür ediyorum.

Daha önceden aldığımız ve ilan ettiğimiz karar gereğince, 1 dakikalık eksüreyi uzatmıyorum, kusura bakmayın.

Teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı…

HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, karar yetersayısının aranılmasını istiyorum.

BAŞKAN - Tamam efendim.

...önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…

Sayın milletvekilleri, karar yetersayısı yoktur; birleşime 5 dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 21.16

 

BEŞİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 21.33

BAŞKAN: Başkanvekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER: Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale), Bayram ÖZÇELİK (Burdur)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 106 ncı Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.

879 sıra sayılı tasarı üzerindeki görüşmelerimize devam ediyoruz.

VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

6.- Tarım Sigortaları Kanun Tasarısı ve Tarım, Orman ve Köyişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/865) (S. Sayısı: 879) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.

Önceki oturumda 1 inci madde üzerinde verilmiş olan önergede karar yetersayısı bulunamamıştı. Şimdi önergeyi yeniden oylayacağım ve karar yetersayısını arayacağım.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yetersayısı vardır; önerge reddedilmiştir.

1 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

2 nci maddeyi okutuyorum:

Kapsam

MADDE 2.- Bu Kanun; Havuzun kuruluşu, Havuz tarafından teminat altına alınacak riskler, Havuzun gelir ve giderleri, prim ve hasar fazlası desteği, sigorta sözleşmeleri, reasürans sağlanması ve  sigorta şirketlerinin görev, yetki ve sorumlulukları ile  katkı ve katılımlarının esas ve usûllerini kapsar.

BAŞKAN- Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsı adına, Osmaniye Milletvekili Sayın Necati Uzdil; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA NECATİ UZDİL (Osmaniye)- Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; Tarım Sigortası Yasası Tasarısının 2 nci maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsım adına söz aldım; sizleri, Grubum ve şahsım adına sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, çok çalışıyoruz, Meclis çok çalışıyor ve bugün, 58 inci hükümetin çıkarmış olduğu, hazırlamış olduğu acil eylem planında var olan bir yasayı Genel Kurula getirdik ve görüştüğümüz yasa, bu. İkibuçuk sene sonra! Güzel, ikibuçuk sene sonra da olsa Genel Kurula böyle bir yasanın gelmesinden dolayı mutluyuz.

Bu arada, hemen, AKP Grup Sözcüsü ve Tarım Bakanımızın iki cümlesiyle lafa başlamak istiyorum: "Tarım sektörü açısından çok önemli bir gün. Övünülecek bir yasa nedeniyle övünelim." Evet, aynen, aynen kaleme aldığım sözler, değerli arkadaşlarım. "Çok çok önemli bir gün." Evet, ayrıca arkadaşımın, sigortacı, çiftçi kökenli, ancak, sigortacı olan arkadaşımın cümlesini de okumak istiyorum. Sigortacı olduğu için çok mutlu olabilir; bu benim ifadem. "Sigorta primini ödeyerek üretim planlamasını sağlayacağız." Evet, sigortacı arkadaşım da -içimizde tarımcılar var, çiftçiler var- sigorta primleri sayesinde -sayın hocam orada, tarım profesörümüz, belki o daha iyi bilir, benden de- tarım sigortası primleriyle üretim planlaması yapmaya kalkıyoruz sevgili arkadaşlarım.

ALAATTİN BÜYÜKKAYA (İstanbul) - Yardımcı olacak dedim; yanlış anlamışsın.

NECATİ UZDİL (Devamla) - Evet, yanlış anlamadım; tutanaklar orada.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Bakanım "gübre ve mazot fiyatları gündemden düştü" dedi. Tarım Şûrasında, tarımla ilgili var olan dört sorunu söyledi; hayvancılığın desteklenmesi gündemden düştü, elektrik fiyatlarının fazlalığı gündemden düştü, pamuk primleri gündemden düştü. Evet, arkadaşlarım, bu dört konu gündemden düştüyse, bugün tarım sigortası konusu da gündemden düşmüştür; doğrudur!.. Çıkacaksınız buraya, hem de İktidar Partisinin sözcüleri olarak, diyeceksiniz ki: "Amerika Birleşik Devletlerinde tarım sigortasının prim toplamı -havuza giren para- 3 milyar dolar. Bunun 1,8 milyar dolarını devlet bütçeden karşılıyor, 1,2 milyar dolarını çiftçi ödüyor." Arkasından patlatacağız: Avrupa Birliğinin bu konudaki en başarılı ülkesi İspanya... İspanya'da da, havuza giren paranın yüzde 50'si devlet tarafından karşılanıyor, yüzde 50'si çiftçi tarafından karşılanıyor. Biz de, açık ve net söylüyoruz: Eğer çiftçiden yana tavır koyacaksanız... Öyle, sigorta poliçelerinin yüzde 5'ini ödeyerek tarımda afet zararlarını ortadan kaldıracağınızı, çiftçiyi bu şekilde koruyacağınızı iddia etmeyin. Burada, kendi cümlelerinizle açığa düşüyorsunuz.

İşte öneriyoruz -deminden beri Genel Kurulda tartışıyorum, Plan ve Bütçe Komisyonu üyesi arkadaşlarımla tartışıyorum, Sayın Tarım ve Köyişleri Bakanımızla tartışıyorum- gelin "sigorta poliçesi primlerinin yüzde 40'ını devlet öder" diye o maddeye geçelim, bu Tarım Sigortası Yasasıyla çiftçilerimize müjde verelim. Yoksa, oturup, belirsiz rakamlarla sorunlar çözülmez sevgili arkadaşlarım.

İşte, tekrar başa dönüyorum: Gübre ve mazot tartışılmıyor!.. Niye tartışılmıyor sevgili arkadaşlarım?!

AHMET YENİ (Samsun) - Mazot veriyoruz, mazot…

NECATİ UZDİL (Devamla) - Mazota vereceğimiz litrede 300 lira fiyat nereden veriliyor?.. Gelin, kendi fiyatından, mazotun fiyatından düşelim; hayır. KDV'sinden düşelim; ÖTV'sinden düşelim; hayır. Nereden düşeceğiz; yüzde 0,7 bütçeden verilen destekten mazota litrede 300 lira para vereceğiz!.. Çiftçinin o cebinden alacaksın, o cebine koyacaksın, Maliye Bakanımızın kurnazlığıyla çiftçinin mazotunun sorununu çözeceksin! Yalansa, gelsin, buradan, arkadaşlarım söylesin. Niye mazotun KDV'sinden düşmüyoruz, ÖTV'sinden niye düşmüyoruz?

Sayın Hocam, orada, çiftçilerle de bunu konuşacağız. Çiftçinin doğrudan gelir desteğinden verilecek para haline getiriliyor. Ben istiyorum ki, tarıma, çiftçiye verilecek para, bütçenin diğer kaynaklarından alınsın; zaten çiftçiye destek için ayrılmış kısımlardan verilmesin.

Gübre sorununu nasıl çözdük allahaşkına?! Henüz gübrede KDV'de falan düşme oldu mu; öyle bir şeyden haberimiz var mı?.. Peki, Tarım Bakanımız, gübre ve mazot sorununu nasıl çözdü?.. Evet çözdü; doğru!.. O zaman, şimdi, tarım sigortası sorununu da çözecektir!

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI SAMİ GÜÇLÜ (Konya) - Gübre'den bahsetmedin Necati Bey.

NECATİ UZDİL (Devamla) - Peki, gelelim hayvancılığın desteklenmesine. Değerli arkadaşlarım, net söylüyorum, açık söylüyorum -Kars Milletvekili çıksın ortaya- Kars'ta, marketlerde ithal kavurma satılıyor! Evet, süt üretimi arttı; süt, sokaklara dökülüyor. Nasıl hayvancılığın sorununu çözdük allahaşkına?! Çözdük mü?!

Elektrik fiyatlarında sorunu çözdük! Neyi çözdük; yeniden düzenleme yaptık. Sevgili arkadaşlarım, bugün, seracının, çiftçinin sulama için kullandığı elektriğin fiyatı, sanayicinin kullandığı fiyatlardan daha fazla. Bu şekilde mi çözdük?! Bir yeniden yapılandırma yapmakla bu sorunu çözmüş mü sayılıyoruz?!

Pamukta da primle sorunu çözdük!.. Sevgili arkadaşlarım, sizin zorunuza gitmiyor mu; Yunanistan'dan bu ülkenin pamuk ithal etmesi sizin zorunuza gitmiyor mu allahaşkına?! Yani, Yunanistan'daki topraklar, pamuk yetiştirmek için, benim topraklarımdan daha mı iyi?! Peki, Yunanistan çiftçisi, benim çiftçimden daha mı becerikli?! Yunanistan'ın Tarım Bakanlığı elemanları, yayım elemanları, eğitmenleri, benim elemanlarımdan daha mı becerikli?! Niye o zaman, bende durmadan pamuk üretimi düşerken, ekim alanı düşerken, ben, Yunanistan'dan pamuk almaktayım?! Bu mu pamuk sorununun çözülmesi?!

Evet; şimdi de diyoruz ki, tarım sigortasıyla, çiftçilerimizin tabiî afetlerden korunmasını sağlayacağız; çiftçilerimiz için çok önemli bir gün!.. Evet; sorunlarının çözümüne bu şekilde bakarsak, doğrudur, tarım sigortası yasası buradan çıkacaktır ve çiftçilerimiz için çok çok önemli bir gün daha geride kalacaktır.

Değerli arkadaşlarım, reklamla bir yere varamayız. Reklamın yararlı olabilmesi için, önce bir ürün olacak, ürün ve bu ürünü alabilecek insanlar da olacak; ondan sonra reklam işe yarar sevgili arkadaşlarım. Bir zamanlar çıktık, dedik ki, 1 000 köye 1 000 tarımcı… Oh!.. Dünyanın reklamını yaptık; sanki, kırsal alanın yayım sorununu, eğitim sorununu çözdük. İşte, onu nasıl çözdüğünüzü iddia ediyorsanız, şu anda da, tarım sigortasıyla, çiftçinin afetlerden korunmasını bu şekilde çözmüş olursunuz.

Değerli arkadaşlarım, unutmayın, bu toplumun bu ekonomisinin temelinde tarım var. Bugün, tarım sektörü ihmal edilmiştir. 1960'larda, ikinci yarısından itibaren, Avrupa Birliği ülkelerinde olduğu gibi, tarım desteklenmiştir. Süt fabrikaları, SEK o zaman kurulmuştur. Et balık kurumları, kombinalar o zaman kurulmuştur. Yem fabrikaları o zaman kurulmuştur. Tarım satış kooperatifleri o zaman büyümüştür, güçlenmiştir. Değerli arkadaşlarım, köy kalkınma kooperatifleri o zaman örgütlenmiştir. Ziraat odaları ve Ziraat Odaları Birliği 1960'lı yılların sonundan itibaren kurulmuş ve gelişmiş; çiftçinin, kırsal alanın örgütlenmesi sağlanmıştır. Bu yapılan işler tarımda kalkınmayı, gelişmeyi ortaya koymuştur. Arkasından ne gelmiştir; arkasından, o yıllarda Türkiye'nin genel ekonomisinde gelişmeler olmuştur. Ama, siz... 1980'den sonra bizim ekonomimizi getirip IMF'ye teslim ettiler. Sizin için demiyorum. 1980'den sonra başladı bu. O günden bugüne, siz, 3 Kasım 2002'de iktidara gelmek için "IMF'ye hayır, IMF'ye tavır koyacağız, IMF'den bu ülkeyi kurtaracağız" dedik. Peki, ne yaptık; 3 Kasım 2002 seçiminden sonra, 58 inci hükümette, şu anki 59 uncu hükümette, IMF'nin buyrukları nedeniyle en ufak bir gelişmeyi sağlayamadık. Tarım kesiminde neyi sağladık arkadaşlar?.. Süt dökülüyor; bu, bir başarı mı?! Çok affedersiniz, bunu bir başarı olarak gösteriyorsanız benim diyeceğim bir şey yok. Senin marketinde ithal kavurma satılacak; bunu hayvancılıkta başarı olarak göreceksin! Yazıktır arkadaşlarım, günahtır! Bu ülkenin yüzde 40'ı, nüfusunun yüzde 40'ı tarımdan geçinmektedir. Devlet niye vardır sevgili arkadaşlarım, niye devlet kurulmuştur geçmişte; beni dış güçlerden, beni tabiî afetlerden korumak için, devlet, özünde, kurulmuştur. Devletin kuruluş amacı odur. Peki, benim kara günümde kim dostum olacak? Çiftçinin kara günündeki dostunu ortadan kaldırmadık mı?! Biz istiyoruz ki, benim devletim,  benim  Tarım  Bakanlığımın  önderliğinde  -benim Tarım Bakanlığımın önderliğinde diyorum, yeniden sesleniyorum- benim çiftçimin zor gününde, kara gününde yanında olsun, ona önderlik yapsın, onun liderliğini Tarım Bakanlığı yapsın; yoksa, diğer sektörler ile Tarım Bakanlığı arasında, ben, hakemlik yapan bir Tarım Bakanlığı, hakemlik yapan bir Toprak Mahsulleri Ofisi kesinlikle istemiyorum. Ben, çiftçimin yanında bir Tarım Bakanlığı, çiftçimin kara gün dostu Toprak Mahsulleri Ofisini istiyorum.

Bugün Adana'dan haber aldım; Osmaniye'den, Kadirli'den haber aldım Durdu Mehmet; kaç lira buğday fiyatı Kadirli'de, çık, söyle!.. Söyle, AKP milletvekili olarak söyle!..

DURDU MEHMET KASTAL (Osmaniye) - Yarın sabah…

NECATİ UZDİL (Devamla) - Ben, burada, CHP-AKP tartışması yapmıyorum sevgili arkadaşlarım; yapmak istiyorsanız, gelin, çiftçiden yana tavır koyuyoruz diyorsanız, hep birlikte koyalım. AKP'yi de şöyle bir tarafa koyalım, CHP'yi de bir tarafa koyalım; ama, öncelikle, çiftçiden yana izleyelim. Çiftçi bu ülkenin yüzde 40'ı diyelim. Bunu düzeltmezsek ülkeyi düzeltemeyiz diyelim sevgili arkadaşlarım. Çıkıp da her şeyi güllük gülistanlık göstermenin, her şeyin reklamla düzeleceğini söylemenin bir âlemi mi var?! Çıktı buradan Sayın Hocam, dedi ki: "Çiftçi zor günler geçiriyor." Evet, sevgili arkadaşlarım, buyurun; siz de köylerden geliyorsunuz, en azından köylerden haber alıyorsunuz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Uzdil, konuşmanızı tamamlar mısınız.

Buyurun efendim.

NECATİ UZDİL (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, peki, gerçekten çiftçi rahat mı, çiftçi mutlu mu?.. Yapmayalım… Ben sözlerimi şöyle bağlamak istiyorum: Evet, sevgili arkadaşlarım, çiftçiye yardım etmeliyiz. Çiftçiye, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri yardım etmeli, omuz vermeli diyorum.

Bu duygu ve düşüncelerle, tümünüzü tekrar selamlıyor, saygılar sunuyorum.

Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Buyurun Sayın Bakan.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI SAMİ GÜÇLÜ (Konya) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; evet, Necati Abi başardı! Evet, teşekkür ediyorum!

NECATİ UZDİL (Osmaniye) - Ben de teşekkür ediyorum.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) - Efendim, ben, size bir davette bulunmadım mı?.. Bak, tarım ürünleri sigortasını konuşuyoruz. Bu önemli bir konu. Bu önemli konuyu, tarımın bütün alanlarını ve sorunlarını çekerek ve yüksek sesle konuşarak çözebilir miyiz bu Yüce Meclisin çatısı altında?.. Ben size ne söyledim?.. Söylediğim şeylerin hangisini... Şimdi tekrar edemeyecek durumdayım ve ben, tarım sektörünün sorunlarının kısa vadede bitmeyeceğini de söylemedim mi?.. Dolayısıyla, Necati Bey, buradan, kalktı… Ben, 2004 yılının sonunda, Türkiye'de tarımla ilgili birkısım sorunlar var... Ve bunların içerisinde ben gübreyi saydım mı?! Zabıtları getirdim; önümde zabıtlar... "Gübre" diye bir ifadenin çözüldüğünü söylemedim. Niçin söyleyeyim çözmediğim işi! Mazotla ilgili konuda yüzde 16 bir indirim yapılıyor; bunu da telaffuz etmeyelim mi?! Sulama suyunda, elektrik ücretleriyle ilgili borçların ödenmemesi konusunda yapılanmaya bugün niçin hafife alarak böyle yaklaşıyorsunuz?.. Biz, tarımsal kredilerle ilgili aynı mantıkla yapılandırmaya gittik ve yüzde 90 oranında çiftçiler katıldı. Beğenmeseydi çiftçiler katılır mıydı?! Aynı şeyi sulamada yapacağız. Sulamada bir görelim bakalım bu katılma oranını. Gördükten sonra, eksikse tamamlanır.

NECATİ UZDİL (Osmaniye) - Sulamada kullanılan elektrikle sanayide kullanılan elektriğin fiyatı!..

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) - Sonra, Necati Bey şunu da çok iyi biliyor, Necati Bey bir şey daha biliyor; tarımsal destekler içerisinde, borcu olmayan, sulama suyu elektriğinin de yüzde 15'ini, ilk defa, Tarım Bakanlığı, o kesimi ödüllendirmek için bir destek koydu. Onu da bildiği halde, bu sorun çözüldü mü diye soruyor. Bir sorunun çözülmesinden ne anlayacağız arkadaşım? Bir sorunun çözülmesinden devletin o borcu affetmesini mi anlayacağız? Bu doğru mudur? Bu ülkede kurallara uygun bir işleyişi, biz, ne zaman gerçekleştireceğiz?

NECATİ UZDİL (Osmaniye) - Çiftçiden yana tavır almak, Sayın Bakanım.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) - Onun dışında, hayvancılık sektörünü söylüyor.

Arkadaşlar, ben, burada, hiç söz almak niyetinde değildim. Arkadaşlar, hayvancılık sektörünün gelişmediğiyle ilgili, süt dökülmesi arasında kim ilgi kurabilir?! Sütün dökülmesi ile hayvancılık sektörünün öldüğü arasında bir ilgiyi hangi mantıkla kurabiliriz, nasıl kurabiliriz?!

NECATİ UZDİL (Osmaniye) - Süt fabrikalarını kapatırsanız, süt dökülür…

BAŞKAN - Sayın Uzdil…

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) - Efendim, bakın, süt arz ve talebiyle ilgili hadisede meydana gelen gelişme başka, hayvancılık sektörünün gelişmesi başka. Elbette, bunun paralel gitmesi lazım. Elbette, bunun paralel gitmesi lazım.

Şu anda, ben, size, sadece bir bilgi olarak şunu söyleyeyim: 2004 yılında doğuda hayvan ıslahı konusunda yapmış olduğumuz, 2003-2004 ve önceki yıllarda yapılan, doğuda yapılan sunî tohumlamayla hayvan ıslahı konusunda yapılan rakamlar 45 000'in altındadır; bu sene çıkacağımız rakam 300 000! Oradaki, bu amaçla faaliyet gösterecek olan toplam veteriner sayısında çok büyük bir artış oldu. Sözleşmeli veterinerler istihdam ediyoruz ve Türkiye'de, özellikle doğu bölgesinde ihtiyaç; çünkü, orada, hayvan ıslahı konusunda yüzde 50'yi hedefliyoruz.

Yem bitkisi ekimiyle ilgili verdiğimiz destek 135 trilyon, 2005 yılında. 2004 yılında hayvancılık sektörüne verilen destek toplamı 200 trilyon.

Şimdi, hayvancılık sektörüne bu dönemde, AK Parti İktidarı döneminde destek verilmiyor deyince, lütfen, düşünmek lazım. Yani, sadece yem bitkisine 135 trilyon veriyoruz. Şimdi, doğuda, şu anda doğu bölgesinde olan arkadaşlarımız, yem bitkisi ekim alanındaki gelişme hakkında size çok net şeyler söyleyecekler. Maliyeti düşürmekten başka çaremiz yok. Çok doğru yoldayız.

Sütle ilgili konuda; bakın, bu sektöre bu kadar önem verirken, hayvan kaçakçılığı dahil, süt fiyatlarındaki düşme dahil, kesinlikle önlemek zorundayız; çünkü, bu sektörü geliştirmek için bu problemlerin çözülmesi lazım.

Süt konusunda, gerek ihracatı gerek süttozu üretimini, KDV'yi, çiftçi örgütlenmesini, sanayicilere başka destekler vererek bunun tüketiciye ucuz satılması dahil her yolu deneyeceğiz ve bu sektörü geliştireceğiz. Bu sektörü geliştirmekten başka çaremiz yok; ama, lütfen, hadiseleri, gelişmeyi görmeyebilirsiniz; ama, yaşayana öldü demeyin, yaşatmaya çalıştığımıza öldü demeyin.

NECATİ UZDİL (Osmaniye) - Ben görmezsem kimse görmez.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) - Onun dışında, pamukla ilgili konu... Arkadaşlar, bir tek cümle söyledim; pamuk primleri daha önce ne kadardı, bir sene önce; 90 000 lira. 200 000 lira prim veriliyor, yüzde 120 artış veriliyor.

NECATİ UZDİL (Osmaniye) - Yani, sorunu çözüyor mu?!

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) - 600 trilyonluk prim desteğinin 432 trilyonu pamuk üreticisine veriliyor. Arkadaşım…

MEHMET YILDIRIM (Kastamonu) - Sarımsakçıya nerede Bakanım?

NECATİ UZDİL (Osmaniye) - Yunanistan'dan pamuk ithalini önle.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) - Nerede; sarımsakçı bu ülkenin vatandaşı değil mi, hep pamuğa mı vereceğiz diyorsunuz, değil mi?..

MEHMET YILDIRIM (Kastamonu) - Tabiî… Sarımsakçı ne olacak?

NECATİ UZDİL (Osmaniye) - Yunanistan'dan pamuk ithalini önleyelim.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) - O zaman, arkadaşınıza bir şey söyleyin.

MEHMET YILDIRIM (Kastamonu) - Adaletli davranacaksınız.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) - Yunanistan…

Bak, Necati Bey, bu ülkenin ihracatı 64 milyar, ithalatı 90 milyar dolar. Siz neden bahsediyorsunuz! Biz bir gerçekten bahsediyoruz. Türkiye kurulduğu günden beri, belli yıllar hariç, 1940'lı yıllar, ithalat fazlası veren bir ülke. Genel karakteri, gelişmekte olan ülke.

V.HAŞİM ORAL (Denizli) - O makas gittikçe açılıyor ama.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) - Siz biliyor musunuz, yeryüzünde gelişmekte olan bir ülke olup da ihracat fazlası veren bir ülke; verir misiniz bir örnek!

BAŞKAN - Sayın Bakanım, Genel Kurula hitap eder misiniz.

NECATİ UZDİL (Osmaniye) - İthalat ile ihracat arasındaki fark açılıyor.

BAŞKAN - Lütfen, Sayın Uzdil… Lütfen efendim…

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) - Efendim, Toprak Mahsulleri Ofisiyle ilgili birkaç cümle söyleyeceğim. Toprak Mahsulleri Ofisinin bu yılki uyguladığı politikaya birçok insan karşı çıkabilir; ama, çok açık söylüyorum, sosyal demokratların karşı çıkmaması lazım. Bu yıl Toprak Mahsulleri Ofisinin uyguladığı tahıl politikasına sosyal demokratların kesinlikle karşı çıkmaması lazım. Niçin; arkadaşlar, 10 tona garanti veriyoruz.  Alım ve peşin ne demektir biliyor musunuz; Türkiye'de 50 dekarı olan bütün çiftçilerin ürününü almayı garanti ediyoruz. 30 dekar diyoruz, Türkiye'deki çiftçilerin yüzde 70'ine hitap ediyoruz. Arkadaşlar, fakir, dargelirli, küçük çiftçiye, korumak için daha başka ben ne yapabilirim?! (AK Parti sıralarından alkışlar) Yani, bunu niçin desteklemiyorsunuz, eleştiriyorsunuz?! İlk defa kota getirdi diyorsunuz…

NECATİ UZDİL (Osmaniye) - 370 yapılacak fiyat, sözünüz var.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) - Bu ülkede tahılla ilgili konuda 30 ton, yüzde 70'e hitap ediyorsa ve bunun üzerinde bir üretime sahip olan çiftçi, bu gelirinin, bu servetinin maliyetine de biraz katlansın, pazara hemen arz etmesin, biraz beklesin; pazarlık gücü yapsın, pazarlık gücünü kullansın.

V. HAŞİM ORAL (Denizli) - Bekleyecek neyi kaldı Sayın Bakan?!

NECATİ UZDİL (Osmaniye) - İkinci ürün ekecek! Borcu var, borcu! Tefeciden faizle almış.

BAŞKAN - Sayın Uzdil, lütfen efendim…

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI SAMİ GÜÇLÜ (Devamla)  - Yüzde 70'inin ürününü rahatlıkla satabileceği bir sistemi oluşturduk. Bu sistem, o insanları memnun edecektir.

NECATİ UZDİL (Osmaniye) - Bir sorun babanıza, borcu var mı yok mu?!

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI SAMİ GÜÇLÜ (Devamla)  - Buradaki hedefimiz şu: Geçen yıl ortalama fiyatlar 325 000 liradır. Bu sene, prim dahil, 370 000 lira ortalama fiyat hedefine ulaştığımız anda…

NECATİ UZDİL (Osmaniye) - Teşekkür edeceğiz…

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) - …Türk çiftçisinin bu yıl mutlu olacağını, memnun olacağını ve kabul edilebilir bir ortalama fiyat olduğunu düşünüyoruz ve politikalarımızı da bu yönde kurduk. Bu konuda, zaman, inşallah bizi bu hedefe ulaşmaya götürür.

Hepinize saygılar sunuyorum, teşekkür ediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Madde üzerinde 1 adet önerge vardır; önergeyi okutup, işleme alacağım.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 879 sıra sayılı Tarım Sigortaları Kanunu Tasarısının 2 nci maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

           Mehmet Eraslan Serpil Yıldız Mehmet Ali Arıkan

              Hatay                       İzmir                 Eskişehir

Ülkü Güney         Osman Özcan

           Bayburt                   Antalya

Madde 2.- Bu Kanun; Havuzun kuruluşu, Havuz tarafından teminat altına alınacak riskler, Havuzun ve şirketin denetimi, Havuzun gelir ve giderleri, prim ve hasar fazlası desteği, sigorta sözleşmeleri, reasürans sağlanması ve sigorta şirketlerinin görev, yetki ve sorumlulukları ile katkı katılımlarının esas ve usullerini kapsar.

BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ SABAHATTİN YILDIZ (Muş) - Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Hükümet?..

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI SAMİ GÜÇLÜ (Konya) - Hayır efendim.

BAŞKAN - Sayın Eraslan, buyurun.

Süreniz 5 dakika.

MEHMET ERASLAN (Hatay) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Tabiî, Sayın Tarım Bakanımızın yapmış olduğu konuşmadan birkaç not aldım. "Tarım sorunlarının kısa vadede çözüme kavuşturulamayacağını söylemedim mi?" Yani, aradan ikibuçuk yıl geçti ve Tarım ve Köyişleri Bakanı olarak, o bakanlık koltuğunda oturuyorsunuz. Peki, ikibuçuk yıldan beri, çiftçi eğer ağlıyor ise, eğer feryat ediyor ise kâr edemediğinden... Fiyatları bırakın bir yana, buğday şu an  280 000 liraya satılıyor,  geçen sene  300 000 liranın üzerinde satıldı. Geçen sene mazot 1 400 000 liraydı, bugün 2 000 000 lira. Gübre geçen sene 300 000 liraydı, şimdi, gübre, taban gübresi 550 000 lira 560 000 lira. Peki, şimdi, Sayın Bakanım, yani, bu insanlar sizi ne kadar bekleyecek?! Yüksek girdi maliyetleriyle ezilen bu çiftçi nasıl kurtulacak?! Yani, bu nasıl olacak?! Yani, kaç yıl daha beklemeli bu çiftçi kâr edebilmek için, ayakta durabilmek için, yaşayabilmek için?!

"Bunlara öldü demeyin. Diriltmeye çalıştığımız bu kesime öldü demeyin" diyorsunuz. Yani, mecazî anlamda kullanılmış bir kelime o; ama, yani, çok, böyle, aşkla, şevkle, çok mutlu bir şekilde yaşadıkları da ifade edilemez. Sorunun çözülmesinden, borçların affını mı anlayacağız diyorsunuz. Yani, bu ülkenin vatan evladı, devlete olan borcunun, sadakatinin bilincindedir, çiftçi de borcunun bilincindedir; ama, bu borçlar niye birikti?! Yani, bu borçlar durup durduğu yerde birikmedi. Çiftçi kâr etti, kazandı da, bu borcunu ödemezlik yapmadı ki! Yani, çiftçi…

ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Doğru Yol zamanından gelen borçlar onlar!

MEHMET ERASLAN (Devamla) - Şimdi, bakın, Sayın Milletvekili, ben burada, onu bunu konuşmuyorum.

BAŞKAN - Lütfen, karşılıklı konuşmayalım.

Buyurun.

MEHMET ERASLAN (Devamla) - Ben burada, sadece çiftçiyi konuşuyorum, başka hiçbir şeyi konuşmuyorum.

ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Doğru Yol zamanından gelen borçlar onlar!

MEHMET ERASLAN (Devamla) - Şimdi, bakın, kitabı ortasından okutmayın bana!.. Yani, kitabı ortasından okutmayın!..

Değerli arkadaşlar, çiftçinin borçları affedilirse, bu güzel bir şey olur; ama, yani, en azından, girdi maliyetlerinin düşürülmesi ve çiftçiyi bu noktada kâra geçirme çalışmaları ve gayreti içerisinde olmalısınız. Bunu söylüyorum.

Bakın, tarım sektörü istihdamın yüzde 34'ünü oluşturuyor. İşsizlik had safhada diyoruz, işsizlik sorununa, istihdam sorununa çözüm bulamadık diyoruz; ama, tarım kesimi, aynı zamanda, böyle bir günde, istihdamın yüzde 34'ünü oluşturmakla beraber, yine, çiftçi sektörü, millî gelirden en az payı alan sektör konumundadır.

MEHMET ÇERÇİ (Manisa) - Niçin öyle?..

MEHMET ERASLAN (Devamla) - Bakın, 1920'den bir örnek veriyorum, araştırdım, inceledim, çıkardım. 1920 yılında, 85 yıl önce, tarımın gayri safî millî hâsıladan aldığı pay yüzde 45; bugün ise yüzde 10'lar düzeyinde. Yani, oturup bir düşünmek lazım. Ülkemizde, kırsalda yaşayan nüfusun yüzde 66'sı tarımla iştigal etmektedir ve geçimini tarımsal faaliyetlerden temin etmektedir. 1999 yılı verilerine göre, kadınlarımızın yüzde 72'si tarımda çalışıyor. Bunlar, devlet rakamlarıdır. Kadınların yüzde 72'si tarımda çalışıyor. Bakmayın Ankara'ya; ama…

ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Nereden buldun bu istatistikleri? Kafadan atıyorsun!

MEHMET ERASLAN (Devamla) - … ama, niye çalıştırılıyor; ucuz emek olması dolayısıyla çalıştırılıyor. Erkekler, artık kâr edemedikleri için, tarım sektöründen kaçarak, gençler köylerde yaşayamadıkları için, kahvede zaman geçirmek zorunda kaldıkları için kentlere göç etmek zorunda kalmışlardır.

Şimdi, bütün bu sorunları tabiî ki burada konuşacağız. Ben konuşmamın başında dedim ki, bu tasarı, doğru bir tasarıdır. Bu tasarı, daha önceden hazırlanmalıydı, yirmi yıl önce, otuz yıl önce veya iki yıl önce hazırlanmalıydı.

MEHMET ÇERÇİ (Manisa) - Geç kalmış…

MEHMET ERASLAN (Devamla) - Geç kalmış… Doğru buluyoruz, güzel bir çalışma, düzgün bir çalışma, çiftçinin geleceğine yönelik, çiftçinin zarar ve ziyanının tazminine yönelik bir çalışma olduğunu zaten başta ifade ettik; fakat, şurada çok önemli bir hususu arz etmek istiyorum.

       (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Eraslan, 1 dakika içinde konuşmanızı tamamlar mısınız.

Buyurun.

MEHMET ERASLAN (Devamla) - Değerli arkadaşlar, 2 nci maddede, havuz sistemi kurulacak deniliyor. Şirket ve havuzun denetimi maddede yoktu; o yüzden, önergemizde, denetimi de bu maddenin içerisine koyalım, havuzun ve şirketin denetimini sağlayalım, havuzun ve şirketin denetimi olsun. Bunların mutlaka bir denetime tabi tutulması gerekir. Yanlış uygulamalar olur, haksız uygulamalar olur, gayrimeşru uygulamalar olur; ama, kanun maddesinde, havuzun ve sigorta şirketinin mutlaka denetimi olmalıdır, denetimi olsun dedik. Aynı zamanda, bu önergeyle, tasarının "Denetim" başlıklı 11 inci maddesiyle uyum sağlaması da amaçlanmaktadır. Biz, eksikleri tespit edip, bunları sizlere aktarmaya, Sayın Bakana bunları göstermeye çalışıyoruz, bütün gayretimiz bu.

       (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Eraslan, teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

3 üncü  maddeyi okutuyorum:

Tanımlar

MADDE 3.- Bu Kanunda geçen;

a) Bakanlık: Tarım ve Köyişleri Bakanlığını,

b) Müsteşarlık: Hazine Müsteşarlığını,

c) Sigorta şirketleri: 7397 sayılı Sigorta Murakabe Kanunu çerçevesinde kurulmuş olan ve tarım sigortaları alanında ruhsatı bulunan sigorta şirketlerini,

d) Üretici: Bitkisel ve hayvansal üretim ile uğraşan gerçek ve tüzel kişileri,

e) Tarım sigortaları: 6762 sayılı Türk Ticaret Kanununun 1316 ilâ 1319 uncu maddelerinde belirtilen sigortalar ile bu Kanun kapsamına alınan sigortaları,

f) Havuz: Tarım Sigortaları Havuzunu,

g) Şirket: Havuzun işletilmesini üstlenen şirketi,

h) Kurul: Tarım Sigortaları Havuzu Yönetim Kurulunu, 

ı) Çiftlik hayvanları: Büyükbaş hayvanlar, küçükbaş hayvanlar, kümes hayvanları  ve kültür balıkçılığı ürünlerini,

İfade eder.

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Antalya Milletvekili Sayın Osman Özcan; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Özcan, süreniz 10 dakika.

CHP GRUBU ADINA OSMAN ÖZCAN (Antalya) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; Tarım Sigortaları Kanunu Tasarısının 3 üncü maddesi üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım; hepinizi saygı, sevgiyle selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, bu kanunun gerekçesinde, tarımda kuraklık, don, sel, dolu gibi risklerin afete dönüşmemesi için, gelişmiş ülkelerin yaptığı gibi, bitkisel ürünlerin, hayvanların, makinelerin sigortalanması ve böylece çiftçilerimizin bir yerde güvence altına alınması sağlanmış olmaktadır. Dolu, bölgesel etkili bir iş olduğu için çiftçilerimiz küçük birimler ödeyerek dolu sigortası yaptırabilirler; ancak, kuraklık, don, sel gibi hasarların primleri çok yüksektir. Onun için, bunlara devlet desteği gerektiğinden buna "tarımda devlet ürün sigortası" adı verilmektedir. Ülkemizde, ilk olarak 1948 yılında çıkarılan bir kanunla çiftçilerimize ödünç tohumluk verilmeye başlanmıştır.

Değerli arkadaşlarım, ülke tarımının bu bunalımlı döneminde bu kanunun Meclisimize getirilmesi gerçekten yerinde olmuştur, destekliyoruz; fakat, geneli incelendiği zaman, çiftçilerimize uygulamada birsürü zorluklar çıkacağı da bir gerçektir, hele hele küçük çiftçilerimizin sigorta primlerini nasıl yatıracağı da düşünülmelidir. Bağ-Kur primlerini ödeyemeyen çiftçilerimizin bu sigorta primlerini nasıl ödeyeceğini de bilmek istiyoruz. Zaten, bütçe gerçekleşmeleri dikkate alındığında, AKP Hükümetinin, tarım sigortalarına devlet desteği olarak 125 000 000 dolar civarında bir destek vereceği gözönüne alınırsa, çiftçilerimizin umduklarını bulamayacakları görülecektir. Yalnızca Nisan 2004'te don ve sel zararının 1,6 milyar dolar; yani, 2 katrilyon lira olduğu görülürse, devletin ayırdığı sigorta desteğinin gülünçlüğü de açıkça ortaya çıkar. Zaten, tasarının 12 nci maddesinde "Bakanlığın teklifi ve Bakanlar Kurulunun kararı ile kapsama alınacaklar" ifadesi getirilerek sınırlamayı yasal hale getirmiş bulunmaktadır.

Tarımda öngörülen sigortayı yatırmayanların 2090 sayılı Tabiî Afetlerden Zarar Gören Çiftçilere Yapılacak Yardımlar Hakkında Kanundan yararlanamayacakları belirtilmektedir. Ülke çiftçisini gözönüne getirirsek, bana göre, kanun çıkmadan canı çıkmış gibi bir durum almış görünmektedir.

Değerli arkadaşlarım, Türk  çiftçisinin Avrupa Birliği ülkeleriyle yarış yapabilmesi gerekir. Bunun için de Avrupa Birliği ülkelerine yapılan yardımları da gözönüne almamız gerekmektedir. Biliyorsunuz, tek Yunanistan'ı misal vereyim, 1977 yılından 1982 yılına kadar Avrupa Birliği Yunanistan'a 90 milyar avro yardım yapmış bulunmaktadır. Bunun da 50 milyar avrosu çiftçilere verilmiştir Yunanistan'da ve nüfusu 12-13 milyondur. Türkiye'ye vereceği 2013 yılına kadar 5,5 milyar avrodur ve bu da, çiftçilerimize merhem olur mu olmaz mı bilmiyorum.

Değerli arkadaşlarım, bu durumda, Türk çiftçisini Avrupa çiftçisi seviyesine çıkarmak mümkün olmayacaktır. İlgililerin Türk çiftçisine bakış açısını mutlaka değiştirmesi gerekmektedir.

Bu tasarıyla, şirketi yönetecek havuzun şirket şeklinde kurulması öngörülüyor değerli arkadaşlarım. O zaman, hasarsız yıllarda toplanan primlerin önemli bir bölümü şirket kârı olarak kaydedilecektir. Halbuki, primler bir sonraki yıla devredilmeli, böylece, hasar ödeme yeteneği artırılmalıdır diye düşünüyorum.

Ülkemiz engebelidir; uydudan yararlanarak, diğer ülkelerin yaptığı gibi tespit yapmak doğru değildir. Farklı iklime, engebeli bir coğrafyaya sahip olan ülkemizde, yerinde ve uzmanlar tarafından tespitler yapılmalıdır; yani, ülkemizde endeks sigorta şirketi sistemi uygulaması gerçekçi bir uygulama olamaz.

Değerli arkadaşlarım, teknoloji çok gelişti biliyorsunuz. Sonbaharda uydudan ne kadar buğday ektiğimiz tespit ediliyor. Türkiye'nin yıllık ortalama buğday tüketimi 18 000 000 ton; dolayısıyla, asgarî veya azamî ortalama olarak, dönümden ne kadar buğday alınacağı da belli. O zaman, 25 000 000 ton buğdayımız olacaksa, 6-7 milyon ton satış anlaşması yapıyoruz. Eğer, eksik olursa, alma anlaşması yapıyoruz.

Şimdi, geçen gün, Manavgat'tan bir telefon aldım. Dediler ki: "Hocam, müsait misin?" Dedim ki, müsaidim. "Biliyor musunuz, Mısır firavunlarının kemikleri çıkarılmış, laboratuvarlarda incelenmiş ve Mısır firavunlarının kaç yıl yaşadıkları tespit edilmiş" dedi. Bundan neden bahsediyorsun bana dedim ve şunu söyledi: -Ben, arkadaşların söylediklerinden bahsetmiyorum- "Yahu, bu kadar teknoloji ilerledi de, uydu var da, bu kaçakçılığı neden önleyemiyorsunuz? Bulgaristan'dan et geliyor tırlarla, et… Devlet, niçin bu kaçakçılığı önleyemiyor? Bizim sığırlarımız, sıpalarımız evde kaldı" dedi. Benim diyecek bir sözüm yok buna. (AK Parti sıralarından gülüşmeler) Değerli arkadaşlarım, buradan kaçıncı defadır söylüyoruz... Lütfen… Lütfen…Gülersiniz, ama, kaçakçılığın doğru olduğunu da… Bir komisyon kurarak, akaryakıt kaçakçılığını önleme tespitine başladınız. Bunu şimdiye kadar neden yapmadınız? Yılda 5 milyar dolar kaçakçılık yapılıyor etten, akaryakıttan da 7 milyar dolar yapılıyor arkadaşlar; bunu önleyemezsek, konuşmaya hakkımız yok. Hükümet niçin vardır; bunları önlemek için vardır. Sınırlarına hâkim olamayan bir devlet düşünebiliyor musunuz? Bunlar çok acıdır, çok acı!..

Değerli arkadaşlarım, Türk çiftçisi, cumhuriyet tarihimizin bunalımlı dönemlerinden geçiyor. Avrupa Birliğinin yaptırımlarını Türk çiftçisine dayatarak bir yere varamayız. Avrupa Birliğinin dayatmalarını eğer bilemezsek, netice almamız mümkün değildir. Eğer, Avrupa Birliği, gerçekten, Türkiye'nin kalkınmasını istiyorsa, Türk çiftçisinin kalkınmasını istiyorsa, kendi ülkesine, çiftçisine yaptığı paraları bize de versin. Yaptırımlara gelince bol, fakat, tatbikata gelince yok. Onun için, hükümetimiz de, artık, Avrupa Birliği ülkelerinin sözlerine güvenerek yola çıkacağına, biraz da Türk Milletinin, Türk çiftçisinin sözlerine güvenerek yola çıkarsa çok iyi olur.

Biliyorum, biliyorum, yani, sıkıntınızı anlamıyor değilim, ben Antalya köylerini en çok gezen milletvekillerinden biriyim, köylere giremediğinizi de biliyorum, çiftçilerin yanına gidemediğinizi de biliyorum. Haklısınız, yani, Türk çiftçisi de haklı. Onun için, birazcık, dikkatinizi Türk çiftçisi üzerine yöneltmenizi diliyorum, Türk çiftçisinin yanında yer almanızı diliyorum ve bu duygularla, hepinizi saygı, sevgiyle selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Özcan.

Madde üzerinde, AK Parti Grubu adına, Edirne Milletvekili Necdet Budak.

Sayın Budak, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

(CHP milletvekilleri Genel Kurul Salonunu terk ettiler)

AHMET YENİ (Samsun) - CHP niye gidiyor?

BAŞKAN - Buyurun Sayın Budak.

AHMET YENİ (Samsun) - CHP dinlesin!

ATİLLA EMEK (Antalya) - Emaneti iade et, emaneti!..

BAŞKAN - Buyurun Sayın Budak.

AK PARTİ GRUBU ADINA NECDET BUDAK (Edirne) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 3 üncü maddeyle ilgili olarak AK Parti Grubu adına söz almış bulunmaktayım.

Tarım, zor bir konu; iktidar ve muhalefet tarım davasına Avrupa Birliği davası gibi bakarsak ancak bir yere varırız ve geçmişte olduğu gibi popülist politikalar yapmadan ve bilimsel davranarak bunu anlatabiliriz.

Eğer, AK Parti Hükümeti tarım konusunda başarılı mı değil mi diye bir tanımlama yapmak isterseniz, burada OECD 2004 raporuna bakarak, Türkiye'de AK Parti Hükümetinin tarıma vermiş olduğu destekleme rakamlarını ortaya koyarsak birçok şeyi ortaya koymuş oluruz. Bakın, buradaki muhalefet partisi milletvekili arkadaşlarımız, doğal olarak, demokrasi gereği bazı rakamlar veriyorlar. Avrupa Birliği, Amerika ve Türkiye'nin tarıma vermiş olduğu destekleri, gelin, OECD 2004 rakamlarına göre bir kıyaslayalım.

AHMET YENİ (Samsun) - Bilim adamı konuşuyor, CHP terk edip gitti!

NECDET BUDAK (Devamla) - Buradaki arkadaşlar, ben, bir tarım bilimcisi olarak, Mecliste bulunan bir tarım profesörü olarak, ülkemizdeki çiftçilerin bu kürsüden kandırılmadan, bu olayı nasıl gerçekleştireceğimizi, önümüzdeki on yıl içerisinde -geniş bir olay- nasıl yapacağımızı ortaya koymamız lazım, bunun üzerinden politika yapmamız lazım.

Bakın, Avrupa Birliğinde, 2004 yılında -OECD raporu- tüketiciler üzerinden çiftçilere aktarılan destek 60 milyar euro, bütçeden 60 milyar dolar…

NECATİ UZDİL (Osmaniye) - Dilimin yüzde kaçı?

NECDET BUDAK (Devamla) - OECD raporu, size fotokopisini verebilirim.

…ve gayri safî millî hâsıla içerisinde toplam desteğin payı yüzde 1,32; bakın, yüzde 1,32.

Amerika'ya bakalım. Amerika'da çiftçilere tüketiciler üzerinden transfer edilen miktar 16 milyar dolar, bütçeden ayrılan pay 79 milyar dolar ve toplamının gayri safî millî hâsıla içindeki payı yüzde 1 civarında.

Türkiye'ye bakalım. Avrupa Birliği yüzde 1, Amerika yüzde 1, AK Parti Hükümetinin, 2004 yılında -OECD raporuna göre- çiftçiye vermiş olduğu destek…

NECATİ UZDİL (Osmaniye) - AK Parti tarımı düzeltti!..

NECDET BUDAK (Devamla) - Arkadaşlar, siyaset yapmadan, kandırmadan… Bu, bizim rakamımız değil, OECD raporu.

Bakın, tüketiciler üzerinden yapmış olduğumuz transfer 12 katrilyon, bütçeden ayırmış olduğumuz pay yaklaşık 4 katrilyon ve toplam destekleme miktarının gayri safî millî hâsıla içindeki payı ise -Amerika'dan ve Avrupa'dan yüksek olarak- yüzde 4,41. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bu rakamlar OECD raporu. Bunu algıladıktan sonra, bardağın dolu ve boş tarafını birlikte tartışarak tarımla ilgili politikalar geliştirebiliriz.

Bakın, bir başka konu; diyorsunuz ki… Buradaki arkadaşlara, lütfen, ben rica ediyorum, iktidar olsun, muhalefet olsun... Arkadaşımız diyor ki: "Köylere giremiyorsunuz." Bakın, son kırk yılda, bu ülkede, bahar döneminde, çiftçi çocukları bilir, paraya nakit ihtiyacımız olduğu dönem, çiftçinin cebinde para olmadığı dönem bahar dönemidir; ama bu baharda doğrudan gelir destekleri ödendi ve bu hafta, ayçiçeği yağlı tohum prim destekleri ödeniyor ve ilk defa, tarihsel olarak, en kritik dönemde çiftçimizin cebine para girdi. Biz demiyoruz ki, her şeyi hallettik; ama, bir nebze olsun cebine direkt para girdi ve ilk defa bu yıl bu oldu. (AK Parti sıralarından alkışlar)

NECATİ UZDİL (Osmaniye) - AK Parti tarım politikasını düzeltti!

NECDET BUDAK (Devamla) - Bir başka olay; arkadaşlar, buğdayı devamlı tartışıyorsunuz. Ben Edirne için söyleyeyim; 2003 yılında Edirne'nin buğday verim ortalaması 300 kilogram, 2004 yılındaki verim ortalaması 475 kilogram. Muhalefet partisi olarak, doğal olarak neyi eleştiriyorsunuz; 2003'te de 300 000 liraydı, 2004'te de 300 000 lira.

ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Osmaniye'de 700 kilo; daha yeni aldık.

NECDET BUDAK (Devamla) - Evet.

Şimdi, burada bu rakamları dikkatle irdeleyelim, bu rakamlar gerçek rakamlar.

Hükümetin görevi ne? İthalatı durdurdu, duvarları kapattı; bir. İkincisi, süne mücadelesini -geçen sene için söylüyorum- iyi yaptı.

NECATİ UZDİL (Osmaniye) - 1974'teki ithalat ne kadardı?

NECDET BUDAK (Devamla) - Yağış çok iyi oldu. Enflasyonu düşürdü, yüzde 12 enflasyon ve yüzde 20 kâr payını koyarak hesaplarsınız; 175 kilogramlık yüzde 50'lik verim artışını da hesaplarsınız; göreceksiniz, bakacaksınız ki, eleştirecek hiçbir şey yok, bir miktar olsun telafi var.

Ayrıca, buraya çıkan arkadaşlar, mazot-gübre olayını dile getiriyorlar ve ben, burada, üzüldüğüm bir şeyi söyleyeyim bir bilim adamı olarak: Biz, köylülerimizi, çiftçilerimizi, üreticilerimizi kandırmamalıyız ve bunun üzerinden siyaset yapmamalıyız. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bu insanlar, buradaki kürsüden bakılanlara, duyduklarına inanarak bir şeyler yapmaya çalışıyorlar.

O zaman, bakın, Amerika ile Türkiye'yi kıyaslıyorsunuz; Amerika'daki mazotun fiyatı ile Türkiye'deki mazotun fiyatını kıyaslayabilirsiniz. Artı…

NECATİ UZDİL (Osmaniye) - Yüzde söyle!..

NECDET BUDAK (Devamla) - Yüzde söyleyeyim.

Bakın, Amerika'da mazot fiyatı…

NECATİ UZDİL (Osmaniye) - Yüzde söyle!..

NECDET BUDAK (Devamla) - Bakın, söylüyorum Necati Bey, söylüyorum; dinleyin de bakın.

Mazot fiyatı, Amerika'da 750 000 lira, bizde 2 katından fazla.

Gübre farkı Amerika'da 250 dolar, Türkiye'de 350 dolar…

V. HAŞİM ORAL (Denizli) - Necati Bey, kalk, gidelim; biz bu arkadaşı dinlemek zorunda değiliz.

NECDET BUDAK (Devamla) - Eğer böyle yaparsak…

Yani, ben, burada, inanın ki, siyaset yapmıyorum, üreticileri düzgün aydınlatmak için yapıyorum. Dinleyin, öğrenin. (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

V. HAŞİM ORAL (Denizli) - Senin öğreneceğin çok şey var.

NECDET BUDAK (Devamla) - Eğer 250 dolarsa…

V. HAŞİM ORAL (Denizli) - AKP'den gidip milletvekili olsaydın sen! Önce git, iade et aldığın şeyi!

NECDET BUDAK (Devamla) - Dinle arkadaşım, öğren; dinle, öğren. Ben siyaset yapmıyorum, bilimsel rakamları konuşuyorum.

V. HAŞİM ORAL (Denizli) - Sen siyasetin hem en kalitesizini yapıyorsun!.. En kalitesizini yapıyorsun!..

NECDET BUDAK (Devamla) - Dinle bak, OECD raporu.

BAŞKAN - Sayın Oral, lütfen…

ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elazığ) - Necdet Bey… Necdet Bey... İhtiyacı olan dinler; sen boş ver; devam et.

BAŞKAN - Sayın Budak, Genel Kurula hitap ediniz.

Buyurun.

NECDET BUDAK (Devamla) - Mazot fiyatı…

Arkadaşlar, biz, siyasî parti ismi koymuyoruz. Burada, köylüleri, üreticileri aydınlatmamız lazım; başka bir şey değil. (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Mazot fiyatı Amerika'da 750 000 lira, bizde 1 800 000; gübre fiyatı 250 dolar, bizde 350 dolar. Birim alandaki maliyet ile bizim maliyetimizi kıyasladığınız zaman, gübre ve petrolde dışarı bağımlı olan Türkiye'de doğal olarak maliyet yüksek ve buna rağmen ithalatı durduruyoruz ve buna rağmen, biz, dışarıdaki buğday fiyatının 2 katı fiyat vererek, çiftçimizi korumaya çalışıyoruz. Yani, dışarıda, şu anda 150 dolar civarında buğdayın tonu, bizde bunun yaklaşık 2 katı. Biz, buğday fiyatını yaklaşık 2 kat vererek, çiftçimizi korumaya çalışıyoruz.

Burada, tabiî, söylenecek çok olumlu şeyler de var, eksilerimiz de var. Yani, şöyle bir şey de var: Arkadaşımız, çıkıyor, burada "çiftçi Bağ-Kur emeklileri ödeyemiyor" diyor. Şunu unutmamak gerekir ki, 2002 başında Bağ-Kur çiftçi emeklilerine yüzde 100 zam yapıldı. Bunların söylenmesi lazım. Artıları da söyleyelim, eksileri de; ama, tabiî, şu da bir gerçek, Türkiye'de, şimdiye kadar, tarım politikaları, devamlı, tek yıllık ve günü kurtarıcı yapılmış; ama, şimdiden sonra beş yıllık plan yapılıyor. Avrupa Birliği sürecinde olsun, buradaki iki partili dönemde olsun, bu beş yıllık süreçte, bizim, üretim planlamasına geçmemiz lazım. Bu konuda eksikliklerimiz var. Belki, bölgesel anlamda destekleme politikaları geliştirmemiz lazım. Bunların başında da arazi kullanım planları geliyor. İşte, Toprak Kanunu, yine, Tarım Sigortası geliyor ve bunlara hiç kimsenin bir itirazı yok. Ben anlamıyorum; Tarım Sigortası Yasası tartışılırken burada başka konuların gündeme gelmesini anlamıyorum. O zaman, biz, tarım sigortasını istemiyor muyuz? Toprak Kanununu tarihte ilk defa bu Meclise getiriyoruz iktidar-muhalefet; istemiyor muyuz ki, çarpıtıyoruz?!

O bakımdan, bardağın dolu tarafında birçok şey var, bu OECD raporu bütün bunları açıklıyor; ama, yapacağımız çok şey de var. Süt politikasında, et politikasında, bitkisel üretim ve hayvansal üretimde geliştirmemiz gereken politikalar var; ama, bunları hep birlikte başarabiliriz diyorum.

Saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum. (AK Parti sıralarından "geliyorlar" sesleri)

AHMET YENİ (Samsun) - Necdet Bey, geliyorlar; kürsüye bir daha çıkın.

BAŞKAN - Madde üzerinde, şahsı adına, İzmir Milletvekili Sayın Bülent Baratalı; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika.

BÜLENT BARATALI (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri… (AK Parti sıralarından "Necdet Hoca geliyor" sesleri)

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) - Geliyor, Necdet Hoca geliyor.

FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Edirne'ye giremiyorsun Necdet,  yazıklar olsun!..

BAŞKAN - Saygıdeğer arkadaşlarım, lütfen hatibi dinleyelim.

Buyurun Sayın Baratalı, Genel Kurula hitap ediniz.

BÜLENT BARATALI (Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Tarım Sigortaları Kanunu Tasarısı hakkında şahsım adına görüşlerimi ifade etmek için söz almış bulunmaktayım; Değerli Başkanı ve Sayın Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Tarım Sigortaları Kanunu Tasarısı hakkında Plan ve Bütçe Komisyonu üyesi olmam sıfatıyla düşüncelerimi, ayrışık oyda belirtmiştim, bu düşüncelerimi burada da ifade ettikten sonra, izin verirseniz, bir tabiî afetten bahsetmek istiyorum.

30.5.2005 günü İzmir'in Kiraz İlçesinde çok önemli bir doğal afet meydana gelmiştir. Erik büyüklüğünde yağan, uzun süre devam eden bir doludan sonra, bu, sel baskınına dönmüş ve Kiraz'ın Yeniköy, Avunduruk, Haliller, Umurcalı, Karaman, Kaleköy ve Yenişehir Köylerinde çok önemli zararlar meydana gelmiştir. Ayrıca, Kiraz İlçesinin Yeniköyünde doğal afet nedeniyle de bir yurttaşımız, maalesef, yaşamını yitirmiştir. Ben, buradan, yaşamını yitiren yurttaşımız Adem Göktaş'a Tanrıdan rahmet diliyorum ve ailesine başsağlığı diliyorum. Ayrıca, 7 tane köyümüzde meydana gelen bu doğal afet nedeniyle, 20 yurttaşımızın evi yıkılmıştır, oturulamayacak hale gelmiştir. Yine, İzmir'in Kiraz İlçesi, zaten 28 ilçe içinde, toprak yönünden olsun, gelişme yönünden olsun, en gerilerde kalan bir ilçesidir, o nedenle, Karaburun, Kınık'la beraber 3K olarak anılır ve buralarda devlet, vilayet, özel kalkınma girişimlerinde bulunur. Maalesef, ekonomik olarak en geri kalmış bu ilçemizde bu afet de yaşanmıştır.

Şimdi, Cumhuriyet Halk Partisinin bir heyeti bölgede inceleme yapmaktadır. Bu sabahtan itibaren incelemeler yapılmıştır. Sayın Kemal Anadol başkanlığındaki, Ali Rıza Bodur ve bölge milletvekillerinden oluşan arkadaşlarımız, şu anda hâlâ daha köylerde bulunmaktadır.

Değerli arkadaşlar, onlardan aldığım bilgiye göre, arazi tamamen vasfını kaybetmiştir. Bütün yelpaze içindeki mahsul tamamen yok olmuştur; salatalık, tütün ve karpuz gibi yelpazeden oluşan ürünler tamamen kaybolmuştur. Atılan bütün gübreler tamamen sele karışıp gitmiştir. Yollar ve tarlalar, tamamen dere haline gelmiş bulunmaktadır ve geri dönüşü de pek mümkün olamayacaktır.

Anlattıklarına göre, yağan dolulardan meydana gelen bu yıkımda, bu köylerde bulunan bütün evlerin çatılarındaki marsilya kiremitlerin tamamı kırılmıştır. Yani, insanlarımız evsiz kalmıştır, tarla kaybına uğramışlardır ve yapılan bütün masraflar şu anda yok olmuş bulunmaktadır.

Hasar tespiti çalışmalarına henüz yeni başlanmıştır. Sadece, bu köylere, İzmir'in Sayın Valisi gitmiştir; Sayın Validen başka giden kimse bulunmamaktadır. Yani, sonuç olarak, burada meydana gelen doğal afet nedeniyle, şu ana kadar, hükümetimizden herhangi bir sayın bakan veya sayın bakanı temsilen herhangi bir yetkili buraya gitmemiştir, köylülerle konuşmamıştır. Ben buradan, şimdi, Sayın Bakana bunları bildirmeyi kendimde bir görev hissediyorum ve Sayın Bakanı, buradan, göreve çağırıyorum; daha doğrusu, devleti göreve çağırıyorum. Bir an önce, Kiraz'ın köylerindeki bu doğal afet yıkımını karşılamak için, devlet, görevini yapmalıdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Baratalı, konuşmanızı tamamlar mısınız, lütfen.

Buyurun.

BÜLENT BARATALI (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.

Bunun için ille bir tarım sigortasına gerek yoktur. Sosyal devletin, dayanışmacı devletin bu görevi bulunmaktadır. Sayın Bakandan tekrar rica ediyorum; yarından tezi yok, bu konuya eğilirlerse, köylüler adına da minnettar olacağım.

Yalnız, hasar tespiti yapılırken değerli milletvekilleri, bu hasar tespiti heyetinin pratikte yetişmiş arkadaşlardan olması gerekmektedir. Yani, kitaplardan okuyarak, bu işi kitaplardan bilerek, kafasındaki yeni dünya ile Türkiye'yi karıştırarak bu işi yapan arkadaşları oraya göndermeyelim. O nedenle, tatbikatçı, küçük ziraat memurlarından oluşan bir heyet gönderirsek, daha doğru şeyler yapmış oluruz. Kafası karışık olan profesör arkadaşlarımızı oraya göndermememiz gerekmektedir. Bu nedenle, ben, tekrar, konuyu bu yöne çeviriyorum ve devletin, devlet olarak görevini yapması gerektiğini düşünüyorum ve devleti göreve çağırıyorum.

Bu nedenle, değerli arkadaşlarıma saygılar sunuyorum.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Baratalı.

Sayın milletvekilleri, madde üzerinde soru-cevap işlemi gerçekleştireceğiz.

Sayın Koç, buyurun.

HALUK KOÇ (Samsun) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Aracılığınızla, Sayın Bakana tek bir soru yönelteceğim, bir de ufak yorum yapacağım. Şimdi, sistemde stratejik önemi olan, tarımsal üretimin sürdürülmesine yönelik, kamu yararı ilkesine uyarlı olmayan birtakım yapılar mevcut gibi gözüküyor; ama, geneline baktığımız zaman, tarım sigortalarının ülkemiz için ne denli önemli olduğunu bütün konuşmacılar vurguluyor.

Şimdi, ben sorumu yöneltiyorum. Bu sistemi yönetecek havuzun şirket şeklinde kurulması, bir bağlamda, doğal olarak, hasarsız yıllarda toplanacak primlerin önemli bölümünün şirket kârı olarak kaydedilmesi sonucunu doğuracak. Oysa, aynı yapı, mesela bir kooperatif, finans kurumu şeklinde kurulduğunda, hasarsız yılların primleri bir sonraki yıla devredecek; Böylelikle, sistemin hasar ödeme yeteneği artacak, sistemin. Bu konuda acaba Sayın Bakan ne düşünüyorlar?

Yorumum da şu: Demin konuşmasını dışarıdan televizyonda izlediğim ve tarımda bilim adamı olduğunu söyleyen arkadaşımız, Amerika'da değil, Türkiye'deki gerçeklerle konuşmak zorunda. Her şeyden önce, bir bilim adamının 40 yaşında bir doğrultu tutarlılığını sergilemiş olması lazım. Onun için, konuşmalarının tümü tutarsızdır.

Teşekkür ediyorum.

FARUK ÇELİK (Bursa) - Ayıp, ayıp!

BAŞKAN - Sayın Bakanım, buyurun.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI SAMİ GÜÇLÜ (Konya) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili Sayın Koç'un, bundan önceki görüştüğümüz gündem maddesinde de dile getirdiği hususa çok kısa olarak cevap vermek istiyorum.

Burada, havuzu işletecek olan şirketin amacı kâr değildir. Belki, şirket statüsünün bu yönüyle, izahı gerektirecek bir yönü olduğu akla gelebilir; ama, burada esas, sisteme katılacak şirketlerin ortak olarak, katılarak kurdukları bir şirkettir ve esas sigorta şirketlerinin kârı, satmış oldukları poliçe karşılığı elde edecekleri komisyondan doğmaktadır. Yani, ortak kurulacak şirketin amacı kâr etmek değildir. Eğer, bu şirket faaliyetleri sonucunda bir pozitif bakiye kalıyorsa, bu, müteakip yılın havuzuna intikal edecektir ve dolayısıyla, hadisenin gelişmesine katkı sağlayacak bir yönü vardır. Yani, şirketin burada kârlılığı söz konusu değildir.

Ben, bugün görüşülmekte olan Tarım Sigortaları Yasa Tasarısına yönelik dikkatlerin bu noktaya toplanmasını tekrar sizlerin takdirlerinize arz ediyorum.

Saygılar sunuyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakanım.

Madde üzerinde 1 adet önerge vardır; önergeyi okutup işleme alacağım.

31.5.2005

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 879 sıra sayılı Tarım Sigortaları Kanunu Tasarısının 3 üncü maddesinin (ı) bendinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederim.

Saygılarımla.

ı) Çiftlik hayvanları: Büyükbaş hayvanlar, küçükbaş hayvanlar, kümes hayvanları ve su ürünleri yetiştiriciliği ürünlerini,

                              Mehmet Eraslan

                                              Hatay

BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ SABAHATTİN YILDIZ (Muş) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Hükümet?..

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI SAMİ GÜÇLÜ (Konya) - Katılmıyoruz efendim.

BAŞKAN - Sayın Eraslan, konuşacak mısınız?

MEHMET ERASLAN (Hatay) - Evet Sayın Başkan.

BAŞKAN - Buyurun.

MEHMET ERASLAN (Hatay) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Az önce, Edirne Milletvekili Necdet Budak Bey, birkaç rakam verdi. Ben de, müsaade ederseniz, birkaç rakam vermek istiyorum.

Amerika Birleşik Devletlerinde, 1 kilogram buğdayla 1 litre mazot alınıyor. Bu çok önemli. Ülkemizde, 6 - 7 kilogram buğdayla ancak 1 litre mazot alabiliyoruz. Avrupa ülkelerinde 1 kilovat elektrik enerjisi, çiftçinin sulamada kullandığı elektrik enerjisi 3 - 4 sent iken, ülkemizde 8 - 9 senttir. Avrupa desteklerini 20 misli artırırken, bize, desteklerinizi kısın, sübvansiyonlarınızı kısın, transfer harcamalarınızı kısın diye -aynı zamanda IMF kanalıyla- öğüt veriyor. Amerika Birleşik Devletlerinde, 25 milyar dolar çiftçiye destek vardır.

MEHMET SARI (Osmaniye) - Amerika'nın bütçesi ile Türkiye'nin bütçesi bir mi?

MEHMET ERASLAN (Devamla) - Avrupa Birliği ülkelerinde, 50 milyar euro çiftçiye destek yapılmaktadır; fakat, Türkiye'de, sadece 2,5 milyar dolar destek tahakkuk etmektedir. Kendileri 20 kat fazla destek verirken, biz IMF'ye, tarım sektörünü yüzde 20'lere indireceğimizi ve sübvansiyonları kısacağımızı ifade ediyoruz. Bu da ayrı bir çelişki; Türk çiftçisine farklı yansıtılan politikaların içyüzü.

Değerli arkadaşlar, 10 hektardan az -bunlar resmî rakamlardır- toprağa sahip yoksul ve küçük çiftçilerimizin toplam arazi içindeki payı yüzde 42. Yani, Türkiye'de tarım arazilerinin yarısını küçük çiftçilerimiz oluşturuyor; 10 hektarın altında olan, yoksul ve küçük çiftçilerimiz oluşturuyor. Dolayısıyla, bu bize neyi gösteriyor; her geçen yıl, her geçen gün tarım sektörünün küçüldüğünü, arazilerin bölündüğünü ve verimsiz bir hale geldiğini, ekonomik ve rantabl olmaktan çıktığını aynı zamanda gösteriyor; ama, kanunun 17 nci maddesinde de ne deniliyor; sigorta primlerini ödemeyenler bu kanundan yararlanamaz.

Şimdi, yani, 10 hektarın altında olan çiftçilerimizin toplam arazilerin içindeki payı yüzde 42 olacak, hemen hemen yarısı olacak… Yani, bunlara biraz destek olalım. 10 hektar arazisi olan insan, zaten, ailesinin, çoluk çocuğunun geçimini temin edemez, edemeyecek. Dolayısıyla, arkadaşlar, bence -Sayın Bakanıma da rica ediyorum- biz bir ölçü koyalım ve onun altındaki güce sahip, 10 hektarın altındaki mal varlığına sahip çiftçilerimizin sigorta primleri, belli bir süre için -sürekli değil; ama, belli bir süre için- devlet tarafından karşılansın dersek, daha uygun bir kanun tasarısı çıkarmış oluruz diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlar, sıkı para politikaları ve sıkı maliye politikaları devam etmektedir. Transfer harcamaları, yine sıkı para politikaları kapsamında devam etmektedir ve maalesef, sulama sorunu… Ben kendi bölgemden biliyorum. Bakın, Amik Ovasında çiftçiler sulayacak suyu bulamıyor. Bu yaz, çok, böyle, dehşet şeyler de olabilir; çok, böyle, zarar ziyan noktasında gelişmeler de olabilir. Türkiye'nin muhtelif yerlerindeki sulama sorununu bir an önce çözmek durumundayız; bir an önce, sulama sorunu ve sulamaya ilişkin girdi maliyetlerini düşürmek zorundayız. Bu, elzemdir, lazımdır.

Diğer bir konu da, Toprak Mahsulleri Ofisi henüz buğday alımlarına başlamadı; ama, bakın, Hatay'da, şu an, Ofisin önünde, kilometrelerce uzunlukta, böyle, kuyruklar oluşmuş durumda; fakat, Sayın Bakanımız da burada oturuyorlar. Talimat buyururlarsa, talimat verirlerse bir an önce, bu kuyrukların daha fazla uzamaması açısından... Hava da yağışlı, yağmur da yağıyor, zarar gören ürünler de var. Bir an önce... Yani, arazilerden toplandı, ofisin önüne geldi; bunları bir an önce almaya çalışalım.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Eraslan, lütfen konuşmanızı tamamlar mısınız.

Buyurun.

MEHMET ERASLAN (Devamla) - Biz, buradaki, değerli arkadaşlar, bu 3 üncü maddedeki vermiş olduğumuz önergeyle şunu kastettik, şunu amaçladık: Burada çiftlik hayvanları ifade edilirken, büyükbaş hayvanlar, küçükbaş hayvanlar, kümes hayvanları ve su ürünleri yetiştiriciliği ürünleri olsun dedik. Neden; kanunda bu ibareler açıklanırken, kanunda kültür balıkçılığı ürünleri var sadece, sadece kültür ürünleri balıkçılığı. Bu, dar bir kapsam; fakat, benim sunmak istediğim, benim söylemek istediğim, su ürünleri yetiştiriciliği dersek daha geniş bir kapsama, daha geniş bir kesime biz bu kanunu uygulama şansını yakalamış oluruz, geniş bir kesimle bu kanun uygulamaya konulmuş olur diyorum ve bunun değerlendirilmesini görüşlerinize, Yüce Heyetinize tekrar arz ediyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Eraslan.

Sayın milletvekilleri, Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

4 üncü maddeyi okutuyorum:

İKİNCİ BÖLÜM

Kuruluş, Görev, Yetki ve Sorumluluklar

Havuz

MADDE 4.- Bu Kanun kapsamındaki risklerin teminat altına alınması, standart sigorta poliçelerinin belirlenmesi, hasar organizasyonları, aktüerya çalışmaları, tazminat ödemelerinin yapılması, reasürans teminatının sağlanması, tarım sigortalarının geliştirilmesi, yaygınlaştırılması ve izlenmesi ile diğer teknik hizmetlerin yürütülmesi amacıyla Havuz kurulmuştur.

Havuz; kapsama alınan riskler için sigorta, reasürans ve retrosesyon yapmaya yetkilidir. Sigorta şirketleri, bu Kanun kapsamında tarım sigortaları alanında elde ettikleri primin tamamını Havuza devretmekle yükümlüdür. Sigorta şirketlerine Havuza devrettikleri primler için Havuz tarafından tahsil edilen kısmı üzerinden komisyon ödenir. Sigorta şirketleri tarafından Havuza zamanında devredilmeyen primler 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil edilir.

Havuz, Bakanlık ve Müsteşarlıkça müştereken çıkarılacak yönetmelikle belirlenecek esaslar çerçevesinde 9 uncu maddede belirtilen Şirket tarafından yönetilir.

Havuzun  merkezi İstanbul'dur. Havuz, bu Kanun kapsamındaki faaliyetleri bakımından 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile 4734 sayılı Kamu İhale Kanununa tâbi değildir.

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsı adına, Giresun Milletvekili Sayın Mehmet Işık; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA MEHMET IŞIK (Giresun) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 879 sıra sayılı Tarım Sigortaları Kanunu Tasarısının 4 üncü maddesi üzerinde şahsım ve Grubum adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Yakın zamanda çok acısını çektiğimiz tarımda doğal afetlerin verdiği zararı giderecek bir yasayı görüşmek üzere buradayız. Hepimizin bildiği gibi, 2004 Nisan ayında ülkemiz büyük bir don zararına uğramış, başta fındık olmak üzere, zeytin, kayısı, üzüm bahçeleri dondan büyük zararlar görmüş; fakat, çiftçimizin bu zararları, maalesef, bugüne kadar karşılanamamıştır. Bu konuyu konuşmamın sonuna bırakarak kanunla ilgili görüşlerimi belirtmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, ileri ülkelerde sigorta uygulaması don zararlarına karşı başlamış; bilahara, devlet desteği de sağlanarak, diğer doğal afetlere karşı sigorta sistemi geliştirilmiştir. Dünyada bu sistemi en başarılı uygulayan ülkenin İspanya olduğu söylenmektedir, bilinmektedir. İspanya'da uygulanan sistem, havuz sistemidir. Bu yasayla da, yine ona paralel bir sistem Türkiye tarım sigortasında getirilmek istenmektedir. Yasanın getirdiği sistemde, çiftçilerin sigorta şirketlerine ödediği primler ve devlet katkısı havuzda toplanmakta; hasarlar, bu havuzdan, doğrudan çiftçiye ödenmektedir. Bu yasayla, sigorta şirketlerinin havuza ortak olması sağlanmaya çalışılmaktadır. Havuzun işletilmesine ilişkin iş ve işlemler, havuza katılan sigorta şirketlerinin eşit oranda pay sahibi olacağı anonim şirket statüsündeki bir şirket tarafından yönetilecek ve geliştirilecektir.

Havuz sistemiyle, kanun kapsamındaki risklerin teminat altına alınması için tip sözleşmelerin belirlenmesi, hasar organizasyonları, aktüerya çalışmaları, tazminat ödemelerinin yapılması, reasürans teminatının sağlanması, sigortanın geliştirilmesi, yaygınlaştırılmasının sağlanması öngörülmektedir. Havuz kapsamına alınan riskler için, sigorta, reasürans ve retrosesyon yapmaya yetkili kılınmaktadır.

Bu sistemde, sigorta şirketleri, elde ettikleri gelirlerin tamamını havuza devredecekler ve devrettikleri primler üzerinden komisyon alacaklardır. Havuzun kaynakları, sigorta şirketleri tarafından tahsis edilen primlerden, devlet tarafından verilen desteklerden ve bunların çeşitli şekillerde değerlendirilmesinden meydana gelmektedir ve ayrıca da, kredi alma olanağı sağlanmaktadır. Bu gelirler, tarımsal ürünlerde doğal afetlerden meydana gelen zararları ödemekte kullanılacaktır.

Değerli arkadaşlarım, bugüne kadar, ülkemizde, tarımın doğal afetlerden gördüğü zararlarla ilgili olarak çeşitli uygulamalar yapılmıştır. Bunlardan birisi, 1948 yılında 5254 sayılı Muhtaç Çiftçilere Ödünç Tohumluk Verilmesi Yasası -bilahara kaldırılmıştır- 2090 sayılı Tabiî Afetlerden Zarar Gören Çiftçilere Yapılacak Yardımlar Hakkında kanundur; ancak, bu yasalar, çiftçimizin sorunlarının çözümüne herhangi bir katkı sağlayamamıştır.

Bugüne kadar çiftçi zararlarının sigorta edilmesi sigorta şirketleri tarafından yapılmakta ise de, devletin bu risklere karşı herhangi prim desteği olmadığı için, bu sistem gelişememiştir, ilerleyememiştir, yaygınlaşamamıştır.

Değerli arkadaşlarım, halen ekili alanlarımızın yüzde 1'i, çiftlik hayvanlarının da binde 2'sinin sigorta kapsamı içinde olduğu dikkate alınırsa, çiftçimizin ne kadar sahipsiz olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Bu yasayla, bu duruma bir çözüm getirilmesi önerilmektedir.

Değerli arkadaşlarım, bu noktaya gelmişken, 2004 yılında meydana gelen don afetinin getirdiği zararın çiftçiler üzerinde meydana getirdiği zararların telafisiyle ilgili olarak uygulamalardan da bahsetmek istiyorum. Hepimizin bildiği gibi, 2004 Nisan ayında ülke çapında büyük bir don zararı meydana gelmiştir. Bu don zararından sadece Giresun'da 214 trilyon lira zarar husule gelmiştir. Bu, Tarım Bakanlığının rakamıdır, Tarım Bakanlığının yaptığı tespittir. Çeşitli gerekçelerle, bunun 121 trilyonunun ödeneceği karara bağlanmıştır. İlk olarak yüzde 15'inin ödeneceği ileri sürülmüş, vaat edilmiş; ancak, maalesef, yüzde 15'i değil, yüzde 10'u ödenebilmiştir; yani, Tarım Bakanlığının yüzde 90'ı ödemek için ne beklediğini bilemiyoruz. Çeşitli sebeplerle sordum, fırsatlarla sordum, bugüne kadar bir cevap alamadım; şimdi bu fırsat bir kez daha önüme geldi, tekrar soruyorum:

Sayın Bakan, çiftçi zararlarının yüzde 90'ını ne zaman ödeyeceksiniz? Bunu, Giresun halkı bekliyor ve buradan duymak istiyor. Eğer, ödemeyecekseniz  "ödemeyeceğiz" deyin de, hiç olmazsa, ümitlenmesinler, beklemesinler.

2004 yılında meydana gelen zarar fındık ağaçlarında büyük hasarlara sebep olmuştur. Nitekim, bu sene de fındık rekoltesi fevkalade düşüktür, yüzde 45 civarında tahmin edilmektedir.

Sayın Fatsa, biraz daha fazla mı sizin oralarda?

EYÜP FATSA (Ordu) - Bayağı iyi bu sene Sayın Milletvekilim.

MEHMET IŞIK (Devamla) - Ben Giresun için konuşuyorum.

Çiftçimiz meydana gelen zarardan dolayı perişan durumdadır; şu anda kullanması gereken gübreyi kullanamamaktadır, ziraî mücadeleyi yapamamaktadır. Bu durum devam ettiği takdirde, gübresini kullanmadığı ve ziraî mücadelesini yapmadığı takdirde, bu seneki rekoltenin yüzde 45'in de altına düşeceği, köylümüzün geçmiş yıl çektiği sıkıntının katlanarak devam edeceği anlaşılmaktadır. Çiftçimizin daha fazla zarar görmemesi için, acilen, afet zararının ödenmesini, tekraren, burada rica ediyorum.

Giresun'da aile başına düşen arazi büyüklüğü 8 ilâ 10 dekardır, dönümdür. Zaten zor şartlarda hayatını idame ettirmeye çalışan köylümüzün, ona bağlı olarak esnafımızın, bu yardıma fevkalade ihtiyacı vardır ve beklemektedir. Giresun, başka şehirlere göçen çiftçi, dükkânını kapatan esnafın şehri haline gelmek üzeredir.

Fındık, bu yıl 1 milyar doların üzerinde bir gelir sağlamıştır ülkemize, döviz girdisi sağlamıştır. Geçmiş yıllarda 650-700 milyon dolar civarında olan bu gelir, bu sene ürünün azlığı ve dolayısıyla fiyatın yükselmesinden dolayı, 1 milyar doları aşmış, yukarı doğru gitmektedir; yani, tarımsal ihracatın yüzde 15'i civarında gelir fındıktan sağlanmıştır.

Sayın Başbakan, tarım ihracatının ithalata göre bu sene ilk defa 500 000 000 dolar civarında bir fazlalık verdiğini iddia etmektedir. Sayın Başbakan, bunun fındığın getirisinden meydana geldiğini söylememekte ve söylemekte de sıkıntı duymaktadır; çünkü, fındığın zararından meydana gelen ödeme hâlâ yapılmamıştır.

Değerli arkadaşlar, Tarım Sigortaları Kanununun çıkmasını Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz de istemekteyiz ve bu kanunu, bu şekliyle çıkması gerektiğini düşünerek, desteklemek istiyoruz; ancak, küçük alanlarda geçimini sağlamakta bile zorluk çeken çiftçimizin büyük bir çoğunluğu sigorta primini nasıl ödeyecektir, bunu düşünmekteyiz. Bu durumda, devletimizin, küçük ve ekonomik gücü olmayan bu kesim için herhangi bir desteği olacak mıdır; eğer olmayacaksa, bu kesim kaderiyle baş başa mı bırakılacaktır? Bu yasada tüm bu eksikliklerin giderilmesi gerekmektedir. Ayrıca, sigorta priminin toplandığı havuz belli büyüklüğe kavuşuncaya kadar afetteki zararın ödenmesi söz konusu olmayacaksa, afete uğrayan çiftçinin elinden kim tutacaktır. Yasada bu konuda açıklık bulunmamaktadır.

Konulan kotalar, artan  tarım girdileri, düşen tarım ürünleri fiyatları Türk tarımını bitirmiş, çiftçimiz büyük bir sıkıntıyla baş başa bulunmaktadır. Son yıllarda büyük sıkıntılar yaşayan çiftçilerimizin sigorta prim ödemesi zor görünmektedir. Çiftçilerimiz, son yıllarda büyük kayıplara uğramış; minibüs parası dahi bulamayarak çarşıya, şehre inme imkânından mahrum durumdadır.

Bütün bunlara göre durum ortadadır. Çiftçimiz nasıl prim ödeyecektir? Soruyorum sizlere. Çiftçimize bu konuda yoğun bir eğitim verilmesinin de zorunlu olduğunu bu vesileyle söylemek istiyorum. Prim ödeyecek gücü olmayan çiftçinin sigorta priminin devletçe karşılanması gerektiğini özellikle belirtmek istiyorum.

17 nci maddeyle de 2090 sayılı Kanunun uygulaması 2007 yılında kaldırılacağına göre, bu noktadan itibaren kaderiyle baş başa mı kalacaktır çiftçi, prim ödeyemeyen çiftçilerimiz? Özellikle bunu sormak istiyorum.

Dünyada devlet desteği, tarım sigortasına, yüzde 50 ile 70 arasındadır; ülkelere göre değişmektedir. Ülkemizde ne kadar bir destek verileceği belli değildir ve ifade edilmekten özellikle kaçınılmaktadır. Eğer bu yasa bu şekliyle çıkarsa, doğmadan ölmüş bir yasa durumuna gelecektir; özellikle belirtmek istiyorum. Aksi halde, geçimini sağlamakta zorluk çeken çiftçimiz büyük sıkıntılara düşecek ve sigorta kapsamı dışında kalacaktır.

Sözlerimin başında belirttiğim gibi, bu yasa Cumhuriyet Halk Partisinin de programındadır; aynı zamanda, Grubumuzda, eksikliklere rağmen olumlu karşılanmaktadır.

Yasanın Türk çiftçisine ve ülkemize hayırlı olması dileğiyle, sizleri saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Işık.

Madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

4 üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabu edenler…  Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, 5 inci maddenin bitimine kadar Genel Kurulun çalışma süresinin uzatılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

5 inci maddeyi okutuyorum:

Kurul

MADDE 5.- Kurul; Bakanlık ve Müsteşarlıktan ikişer, Türkiye Sigorta ve Reasürans Şirketleri Birliği, Türkiye Ziraat Odaları Birliği ve Şirketten birer üye olmak üzere toplam yedi üyeden oluşur.

Kurul üyeliğine Bakanlık ve Müsteşarlıkça kamu görevlileri arasından seçilecek kişilerin en az on yıl kamu hizmetinde bulunmuş olmaları, Bakanlık temsilcisinin tarım alanında, Müsteşarlık temsilcisinin sigortacılık alanında bilgi ve deneyime sahip olması gerekir. Diğer üyelerin ise ilgili bulundukları alanda en az on yıllık mesleki deneyime sahip olmaları ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 48 inci maddesinin (A) bendinin (1), (4), (5), (6) ve (7) numaralı alt bentlerinde belirtilen şartları taşımaları zorunludur. Bakanlık temsilcilerinden biri Kurulun tabiî başkanıdır.

Kurul en az beş üyenin katılımı ile toplanır, kararlarını çoğunlukla alır. Oylamalarda eşitlik halinde, Başkanın oyu iki oy sayılır.

Kurul üyeleri, üç yıl süre ile görev yapar. Görev süresi sona erenler yeniden göreve atanabilir. Kurula atanan üyeler temsil ettikleri kurumlardan ayrıldıkları veya kurumlarınca geri çekildikleri takdirde üyelikleri sona erer. Bu üyelerin yerine seçilen yeni üyeler kalan süreyi tamamlar.

Kurul üyelerinden, uhdesinde kamu görevi bulunanlara bir ay içerisinde dörtten fazla olmamak üzere her toplantı günü için (2000), uhdesinde kamu görevi bulunmayanlar için ise (3000) gösterge rakamının Devlet memurlarına uygulanan aylık katsayısı ile çarpımı sonucu bulunacak miktarda toplantı ücreti ödenir.

Kurulca alınan kararların uygulaması ve Kurula ilişkin sekretarya hizmetleri, Şirket tarafından yürütülür.

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsına adına, Denizli Milletvekili Haşim Oral; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA V. HAŞİM ORAL (Denizli) - Sayın Başkanım, sevgili milletvekili arkadaşlarım, bizi dinleyen sevgili yurttaşlarım ve daha önce burada olup da bugün olamayan sevgili milletvekili arkadaşlarım; öncelikle bir yanlış anlaşılmayı düzeltmek isterim. Demin, burada, bir milletvekili arkadaşımız... Daha doğrusu, bizim arkadaşımız değil, onun altını çizerek söylemek istiyorum; çünkü, o tercihi kendisi yapmıştır. O konuşurken, bizim ona gösterdiğimiz tepki, demokrasiye sahip çıkma anlayışımızdan kaynaklanmaktadır. Altını çizerek söylüyorum, demokrasiye sahip çıkma anlayışımızdan kaynaklanmaktadır. Niye biliyor musunuz; ben, size soruyorum, buradaki bütün AKP'li -düzeltiyorum- AK Partili milletvekili arkadaşlarıma, seçildiğiniz bölgeden gelip de -kendi duygularınıza, düşüncelerinize saygı duyuyorum, geldiğiniz misyona da- Cumhuriyet Halk Partisinden milletvekili olur musunuz, ne olursa olsun; olmazsınız. İşte, ben, bu kişilikte ve bu karakterde bir milletvekiliyim, buradakiler de öyle. Ben, il başkanlığından, ilçe başkanlığından gelen bir milletvekiliyim. Önseçimle gelen -demokrasiyi o yüzden söylüyorum- bilim adamı yaftasıyla seçimlere girip, ondan sonra onu bunu bahane edip, burada OECD raporlarıyla propaganda yapan bilim adamları, Türkiye'yi hep sıkıntıya sokmuş süs bebekleridir. Benim için, o, bir süs bebeğidir; çünkü, benim oylarımla seçilmiştir, o oyları götürür iade eder, tekrar milletvekili seçilir. İdeolojisinde değişiklik yapmıştır, ona bir şey diyemem; ama, benim ideolojime haksızlık yapanın, benim ideolojime tecavüz edenin, ben, burada, sözlerini dinlemek durumunda kalamam, kalmadım, kalmayacağım da. Diğer arkadaşlarımdan farklı; o, bir bilim adamı olarak buraya geldi, açıklama yaptı, OECD raporlarıyla, bardağın dolusundan, boşundan bahsetti. Önce, bir insanda etik, yani ahlak, yani önce inandığın davada sonuna kadar var olup, inanmadığın anda da "kardeşim, ben bu işte yokum" dedikten sonra, tasını tarağını toplarsın, herkes yoluna gider, ben de ona saygı duyarım. Bunun, bu şekilde, hem benim partililerim tarafından… Ben, bu konuyu konuşurken, Denizli Milletvekili olarak konuşmuyorum. Bana bunu Edirne'deki partililerim söylettiriyor, bana bunu Keşan'dakiler, Uzunköprü'dekiler söylettiriyor. "Benim 30 000 oyumu aldıktan sonra, o siyasî tercihi yaparken gelip bana o emaneti teslim etmeliydi" diyorlar. Bunu yapmayan insana karşı, ben saygı beslemek durumunda değilim, bunun altını çizerek sizlere belirtmek istiyorum.

Onu kapattıktan sonra, Sayın Bakanım burada deminden beri haklı olarak diyor ki: "Lütfen, yaşayanları öldürmeyin." Ben de diyorum ki Sevgili Bakanım, yaşayanları öldürmüyoruz; ama, sizin, yaşayanları süründürdüğünüzü söylemek bizim görevimiz. Yani, siz, yaşayanları daha iyi koşullara getirmiyorsunuz, taşımıyorsunuz; siz, yaşayanları süründürüyorsunuz; ama, burada, sadece Adalet ve Kalkınma Partili milletvekili arkadaşlarıma, sadece Sayın Tarım ve Köyişleri Bakanına söz söylemek de yanlış olur. Eğer, bir ülkenin Başbakanı, kendisini mitingde dinlemeye gelen çiftçiyi azarlıyorsa, onun geliştirdiği tarım politikası, burada, Tarım ve Köyişleri Bakanı tarafından düzeltilemez, bürokratları tarafından da düzeltilemez. Dolayısıyla, bu konuda Tarım ve Köyişleri Bakanı, bize ve kamuoyuna "ne olur, biz insanları öldürmedik, yaşatmak için çabalıyoruz" diyorsa da; ben, bu süründürmekten vazgeçin deme ihtiyacını kendimde buluyorum, bu konuda da herhalde kendisi beni ayıplamaz. Niye; alınan bütün tedbirlere rağmen, benim şehrimde, Denizlimde, pamuk ekimi yüzde 40 azaldı.

Demin burada bilim adamı sıfatıyla bir şahsiyet konuşurken dışarı çıktığımda cep telefonum çaldı, arkadaşlarım da şahittir. Cep telefonundaki kişi bana "o kişi uzayda mı yaşıyor sayın vekilim, o kişi acaba çiftçinin ne yediğini, ne içtiğini biliyor mu" diye bana sordu. Ben de "Meclisten telefonunu alın, onu arayın; o, size OECD raporlarına göre gayet güzel cevaplar verir; çünkü, bilim adamı kendisi dedim.

Buradan yola çıkarak bu maddeyle ilgili söylemek istediğim şeylerden bir tanesi de, bir kurul kuruluyor. Bu kurulda 7 kişi var. Bu kurulun içinde, dikkat ederseniz, 2 bakanlık temsilcisi var, 2 müsteşarlık temsilcisi var -yani 7 kişiden oluşuyor- 1 de Ziraat Odaları Birliğinden var. Bakar mısınız ne olur, ziraatçilerin birliğinde, bizim şeffaf demokrasi anlayışımızın herhalde göstergesi bu... Ki, bizim derken, düzeltiyorum, sizin, Adalet ve Kalkınma Partisinin yaptığı birçok yasanın; ki, çoğunda  bizim muhalefetimiz veya daha iyi olması konusunda girişimlerimiz vardır; ancak, ne önergelerimiz dikkate alınmıştır… Biz de, ancak ve ancak ehvenişer mantığıyla yola çıkarak, biraz daha iyi olsun diye, insanlar biraz nefes alsınlar diye belli konularda size destek verme ihtiyacını hissetmişizdir. Ancak, bizim yasalarımızın çoğu, ne yazık ki, yani, 22 nci Dönemin çıkardığı, AK Parti kaşesini, imzasını taşıyan, çoğunluğunu taşıyan yasaların çoğunda Cumhuriyet Halk Partisinin muhalefet şerhi vardır, Cumhuriyet Halk Partisinin karşı görüşleri vardır, Cumhuriyet Halk Partisinin halkıyla bütünleşen doğruları vardır. O yüzden diyorum ki, biz, bu kurullara, sizin önerdiğiniz bu çözüm kaynaklarına çok fazla itibar edemiyoruz; çünkü, bu işin bir anlayışı olmalı, yani, bir tarım politikası olmalı; o tarım politikasının göbeğinde de çiftçi olmalı; o tarım politikasının göbeğinde de gittikçe azalan çiftçi sayısı değil, gittikçe artan çiftçi sayısı olmalı. Borçlarını ödeyebilen, köyden kentlere göç etmeyen bir çiftçi anlayışı olmalı ve bu anlayış olduğu zaman da, tüm samimiyetimle söylüyorum, bu konuyla ilgili alınan her türlü, ama her türlü karar ve yasalar, hem kamuoyu tarafından desteklenir hem de Türkiye'nin dünya ölçeğindeki tarım politikasını belli bir noktaya taşır.

Sayın Bakanım, burada, demin, Türkiye'nin özellikle bazı ürünlerdeki önderliğini saydı. Ben, Sayın Bakanıma şunu söylemek istiyorum: Bu önderliklerin hepsi olmasa bile bir kısmı yapay önderliktir; bu bir. İki; demin bir milletvekili arkadaşım söyledi "hayvancılıkla ilgili neyi kastediyorsunuz" dedi. Arkadaşımın söylediği bir laf gözden kaçıyor; Sayın Bakanım bilmiyorum bilerek mi bilmeyerek mi konuyu o şekilde getirdi, arkadaşım Kars'taki kavurmadan bahsediyor, Sayın Bakanım buradaki sütten bahsediyor; yani, şimdi, ne olur, hiç olmazsa bizim söylediklerimizi doğru anlamaya çalışalım ve bu konuda ciddî, olumlu, insanî, Türkiye'yi seven, çiftçiyi seven ve bu konuda ciddî katkıları olmasını arzu ettiğimiz, sizlerin ve bizlerin buluştuğu nokta, Adalet ve Kalkınma Partisinin tarım politikası değil, Türkiye'nin gerçekleriyle bağdaşan, çiftçiyi öldürmeyen, süründürmeyen, çiftçiye nefes aldıran, Honaz'da, Türkiye'de yapılan bütün şikâyetlere rağmen burada kanunlar çıkaran ve bu kanunları çıkarırken de Adalet ve Kalkınma Partili bir grup arkadaşımın arka sıralarda çok güzel bir şekilde sohbet ettikleri, eminim, çok ciddî öneriler topladıkları bir Meclisten, televizyonların da orayı göstermesini dileyerek benden ziyade, bütün kamuoyuna ve yetmiş milyona saygılar sunuyorum ve Türk çiftçisini de daha uyanık, daha akılcı ve bundan sonra daha doğru seçim yapmaya davet ediyorum. Meclisi ve yetmiş milyonu saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Oral.

Madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

5 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, Genel Kurulumuzun bugünkü çalışma süresi sona ermiştir.

Kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 2 Haziran 2005 Perşembe günü, alınan karar gereğince saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati: 23.10