DÖNEM
: 22 CİLT : 86 YASAMA YILI : 3
T. B. M. M.
TUTANAK DERGİSİ
106 ncı Birleşim
1 Haziran 2005 Çarşamba
İ
Ç İ N D E K İ L E R
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II.- GELEN KÂĞITLAR
III.-
YOKLAMA
IV.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Gündemdişi Konuşmalar
1.- Manisa Milletvekili Hasan Ören'in,
Bağ-Kur ve Sosyal Sigortalar Kurumu sigortalıları prim borçlarının yeniden
yapılandırılmasının önemine ilişkin gündemdışı konuşması
2.- Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Vedat
Melik'in, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan çeşitli illere çalışmak için giden
geçici tarım işçilerinin sorunlarına ve alınması gereken tedbirlere ilişkin
gündemdışı konuşması
3.- İstanbul Milletvekili Ekrem Erdem'in,
İstanbul'un fethinin 552 nci yıldönümüne ilişkin gündemdışı konuşması
B) Tezkereler ve Önergeler
1.- Antalya Milletvekili Feridun Fikret
Baloğlu'nun (6/1522) esas numaralı sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi
(4/302)
2.- (10/128) esas numaralı Meclis
Araştırması Komisyonu Başkanlığının süre uzatımına ilişkin tezkeresi (3/834)
3.- Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun'un
Endonezya'ya yaptığı resmî ziyarete İstanbul Milletvekili Nevzat Yalçıntaş'ın
da katılmasının uygun görüldüğüne ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/835)
4.- Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın
Polonya'ya yaptığı resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin
Başbakanlık tezkeresi (3/836)
V.-
ÖNERİLER
A) Sıyasî Partı Grubu Önerılerı
1.- Gündemdeki sıralamanın yeniden
düzenlenmesine ilişkin CHP Grubu önerisi
VI.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
1.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş
ve İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici
Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde
Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S.
Sayısı: 305)
2.- Esnaf ve Sanatkârlar Meslek
Kuruluşları Kanunu Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi
ve Teknoloji Komisyonu Raporu (1/969) (S. Sayısı: 851)
3.- Askerî Hakimler Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/1033) (S. Sayısı:
916)
4.- TC Kültür ve Turizm Bakanlığı ile
Kosova Geçici Özerk Yönetim Kurumlarını (Kosova Kültür, Gençlik ve Spor
Bakanlığı) Temsil Eden Kosova'daki BM Geçici Yönetimi (UNMIK) Arasında Yapılan
Kültürel İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/929) (S. Sayısı: 741)
5.- Trabzon Milletvekili Cevdet Erdöl ile
6 milletvekilinin, Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal
Sigortalar Kurumu Kanunu ile Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal
Sigortalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile Sağlık,
Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (2/409) (S. Sayısı: 858)
6.- Tarım Sigortaları Kanunu Tasarısı ve
Tarım, Orman ve Köyişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/865) (S.
Sayısı: 879)
VII.-
AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa'nın,
Muğla Milletvekili Gürol Ergin'in, konuşmasında, partisine sataşması nedeniyle
konuşması
VIII.-
SORULAR VE CEVAPLAR
A) Yazili Sorular ve Cevaplari
1.- Karaman Milletvekili Mevlüt AKGÜN'ün,
organize sanayi bölgelerinde imar affı uygulamasına ilişkin sorusu ve
Bayındırlık ve İskân Bakanı Zeki ERGEZEN'in cevabı (7/5915)
2.- Artvin Milletvekili Yüksel
ÇORBACIOĞLU'nun, Samsun-Sarp Karadeniz Sahil Yoluna ilişkin sorusu ve
Bayındırlık ve İskân Bakanı Zeki ERGEZEN'in cevabı (7/5922)
3.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in,
Düzce İline ayrılan yatırımlara ve ödenek miktarlarına ilişkin sorusu ve
Bayındırlık ve İskân Bakanı Zeki ERGEZEN'in cevabı (7/5923)
4.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in,
Düzce İline ayrılan yatırımlara ve ödenek miktarına ilişkin sorusu ve Maliye
Bakanı Kemal UNAKITAN'ın cevabı (7/5936)
5.- Iğdır Milletvekili Dursun AKDEMİR'in,
kapatılan tapu sicil müdürlüklerine ilişkin sorusu Bayındırlık ve İskân Bakanı
Zeki ERGEZEN'in cevabı (7/5975)
6.- Ordu Milletvekili İdris Sami
TANDOĞDU'nun, SSK'nın bazı ilaçlarla ilgili uygulamasına ilişkin sorusu ve
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat BAŞESGİOĞLU'nun cevabı (7/5978)
7.- Ordu Milletvekili İdris Sami
TANDOĞDU'nun, SSK'nın bazı ilaçlarla ilgili uygulamasına ilişkin sorusu ve
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat BAŞESGİOĞLU'nun cevabı (7/5979)
8.- Ordu Milletvekili İdris Sami
TANDOĞDU'nun, majezik isimli ilacın kısıtlamasının kaldırılmasına ilişkin
sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat BAŞESGİOĞLU'nun cevabı
(7/5981)
9.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in,
2003-2004 yıllarında Nevşehir İline yapılan yatırımlara ve ayrılan ödenek
miktarına,
- Adana Milletvekili Atilla BAŞOĞLU'nun,
satın alınıp depolanan ürünlerin giriş-çıkışı arasında farklar olup olmadığına,
İlişkin soruları ve Tarım ve Köyişleri
Bakanı Sami GÜÇLÜ'nün cevabı (7/6048, 6051)
10.- İzmir Milletvekili Enver ÖKTEM'in,
Emekli Sandığına ait huzurevlerini işleten firmaya ilişkin sorusu ve Maliye
Bakanı Kemal UNAKITAN'ın cevabı (7/6078)
11.- İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in,
Gümrük Birliğinin tekstil sektörü ve diğer sanayi kollarına etkisine,
- Denizli Milletvekili Ümmet KANDOĞAN'ın,
mermer ihracatına,
İlişkin soruları ve Devlet Bakanı Kürşad
TÜZMEN'in cevabı (7/6121, 6122)
12.- Adana Milletvekili Atilla
BAŞOĞLU'nun, Bolu tüneli projesine ilişkin sorusu ve Bayındırlık ve İskân
Bakanı Zeki ERGEZEN'in cevabı (7/6134)
13.- Antalya Milletvekili Feridun Fikret
BALOĞLU'nun, Antalya-Alanya-Güzelbağ beldesi ve çevre köylerinin Alanya ile
bağlantısını sağlayacak yeni bir karayolu yapılıp yapılmayacağına ilişkin
sorusu ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Zeki ERGEZEN'in cevabı (7/6137)
14.- Antalya Milletvekili Feridun Fikret
BALOĞLU'nun, köylerdeki kadastro çalışmalarına ilişkin sorusu ve Bayındırlık ve
İskân Bakanı Zeki ERGEZEN'in cevabı (7/6138)
I.- GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 14.00'te açılarak
yedi oturum yaptı.
İzmir Milletvekili Ahmet Ersin, Ege
Bölgesinin turizm zenginlikleri ile İzmir'in ithalat ve ihracat potansiyeline
ve taksici esnafının can güvenliği sorunlarına,
Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya,
ülkemizde Mercedes marka otobüslerde meydana gelen yangınlara ve alınması
gereken önlemlere,
Bursa Milletvekili Faruk Anbarcıoğlu,
İstanbul'un fethinin 552 nci yıldönümüne,
İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın
Afganistan'a yaptığı resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin
Başbakanlık tezkeresi,
31.5.2005 Salı günkü birleşimde sözlü
sorular ve diğer denetim konularının görüşülmeyerek, bu birleşimde de kanun
tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine; 1.6.2005 Çarşamba günü sözlü soruların
görüşülmemesine; gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan
Gelen Diğer İşler" kısmının 274 üncü sırasında yer alan 915 sıra sayılı
kanun tasarısının bu kısmın 3 üncü sırasına, 30.5.2005 tarihli gelen kâğıtlarda
yayımlanan 916 sıra sayılı Askerî Hâkimler Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısının, 48 saat geçmeden, 4 üncü sırasına, 5 inci sırada yer
alan 741 sıra sayılı kanun tasarısının 5 inci sırasına, 209 uncu sırasında yer
alan 858 sıra sayılı kanun teklifinin 6 ncı sırasına, 250 nci sırasında yer
alan 879 sıra sayılı kanun tasarısının 7 nci sırasına, 270 inci sırasında yer alan 911 sıra sayılı
kanun tasarısının 8 inci sırasına, 199 uncu sırasında yer alan 839 sıra sayılı
kanun tasarısının 9 uncu sırasına, 249 uncu sırasında yer alan 878 sıra sayılı
kanun tasarısının 10 uncu sırasına alınmasına; sıranın buna göre teselsül
ettirilmesine; Genel Kurulun 31.5.2005 Salı günü 14.00-23.00, 1.6.2005 Çarşamba
günü 14.00-23.00, 2.6.2005 Perşembe günü ise 14.00-20.00 saatleri arasında
çalışmalarını sürdürmesine ve Genel Kurulun 7.6.2005 Salı günü saat 14.00'te
toplanmasına ilişkin AK Parti Grup önerisi, yapılan görüşmelerden sonra,
Kabul edildi.
Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa, Denizli
Milletvekili Ümmet Kandoğan'ın, konuşmasında ileri sürmüş olduğu görüşler
nedeniyle, bir açıklamada bulundu.
Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan'ın,
657 Sayılı Devlet Memurları Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında (2/327),
Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt'ün,
Üreticilerin TC Ziraat Bankası AŞ ve Tarım Kredi Kooperatiflerine Olan ve
Yeniden Yapılandırılan Borçlarının Faizsiz Ödenmesine İlişkin (2/404),
Kanun Tekliflerinin doğrudan gündeme
alınmasına ilişkin önergelerinin, yapılan görüşmelerden sonra, kabul edilmediği
açıklandı.
Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:
1 inci sırasında bulunan, Kamu İhale
Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin (2/212) (S. Sayısı:
305) görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin komisyon raporu henüz
gelmediğinden,
2 nci sırasında bulunan, Esnaf
ve Sanatkârlar Meslek
Kuruluşları Kanunu Tasarısı (1/969) (S.
Sayısı: 851), ilgili komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından,
Ertelendi.
3 üncü sırasına alınan, Hatay Milletvekili
Sadullah Ergin'in; İcra ve İflas Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Teklifinin (2/460) (S. Sayısı: 915) yapılan görüşmelerden sonra, kabul edilip
kanunlaştığı açıklandı
Genel Kurulu ziyaret eden Amerika Birleşik
Devletleri Kongresi Türkiye Çalışma Grubu Eşbaşkanı Edward Whitfield ve
beraberindeki kongre üyelerine Başkanlıkça "Hoşgeldiniz" denildi.
1 Haziran 2005 Çarşamba günü, alınan karar
gereğince saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşime 22.44'te son verildi.
Nevzat
Pakdil
Başkanvekili
|
Ahmet
Küçük |
Harun
Tüfekci |
|
Çanakkale |
Konya |
|
Kâtip Üye |
Kâtip Üye |
Türkân
Miçooğulları
İzmir
Kâtip Üye
No.: 146
II.- GELEN
KÂĞITLAR
1 Haziran
2005 Çarşamba
Tasarılar
1.- Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/1039) (Anayasa; Plan
ve Bütçe ile Adalet Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 30.5.2005)
2.- Eleman Temininde Güçlük Çekilen
Yerlerde Sözleşmeli Sağlık Personeli Çalıştırılması ile Bazı Kanun ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun, Sağlık Hizmetleri
Temel Kanunu ve Sağlık Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun
Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı (1/1040) (Sağlık,
Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa
geliş tarihi: 30.5.2005)
3.- Doğal Gaz Piyasası Kanununda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı (1/1041) (Adalet ile Sanayi,
Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 30.5.2005)
Teklif
1.- Hatay Milletvekili Züheyir Amber ile 4
Milletvekilinin; 2820 Sayılı Siyasî Partiler Kanununun Bazı Maddelerinin
Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifi (2/497) (Anayasa Komisyonuna) (Başkanlığa
geliş tarihi: 25.5.2005)
BİRİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 14.00
1 Haziran
2005 Çarşamba
BAŞKAN:
Başkanvekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP
ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 106 ncı Birleşimini açıyorum.
III.- Y O K
L A M A
BAŞKAN - Elektronik cihazla yoklama
yapacağız.
Yoklama için 5 dakika süre vereceğim.
Sayın milletvekillerinin oy düğmelerine
basarak salonda bulunduklarını bildirmelerini, bu süre içerisinde elektronik
sisteme giremeyen milletvekillerinin, salonda hazır bulunan teknik personelden
yardım istemelerini, buna rağmen sisteme giremeyen üyelerin ise, yoklama
pusulalarını, teknik personel aracılığıyla, 5 dakikalık süre içerisinde
Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.
Yoklama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, toplantı
yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce üç sayın
milletvekiline gündemdışı söz vereceğim.
Konuşma süreleri 5'er dakikadır. Hükümet
bu konuşmalara cevap verebilir. Hükümetin konuşma süresi 20 dakikadır.
Gündemdışı ilk söz, Bağ-Kur ve Sosyal
Sigortalar Kurumu sigortalılarının prim borçlarının yeniden yapılandırılması
hakkında söz isteyen Manisa Milletvekili Hasan Ören'e aittir.
Sayın Ören, buyurun. (CHP sıralarından
alkışlar)
IV.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Gündemdişi Konuşmalar
1.- Manisa
Milletvekili Hasan Ören'in, Bağ-Kur ve Sosyal Sigortalar Kurumu sigortalıları
prim borçlarının yeniden yapılandırılmasının önemine ilişkin gündemdışı
konuşması
HASAN ÖREN (Manisa) - Sayın Başkan,
değerli milletvekili arkadaşlarım; esnaf ve sanatkârların en önemli
sorunlarından birisi olan Bağ-Kur ve SSK prim borçlarının yeniden
yapılandırılmasıyla ilgili söz almış bulunuyorum.
Değerli arkadaşlarım, gerçekten, belki de
şu an ülkenin en önemli sorunlarından birisi esnaf ve sanatkârlarımızın, tarım
alanında çalışanlarımızın ve işçilerimizin bu ekonomik sıkıntılar içerisinde
ödenmeyen prim borçları. Ne zaman ilçemize gitsek, ne zaman ilçemizde dolaşmaya
başlasak, bize ilk sorulanlardan biri, bugüne kadar ödenmemiş, esnaf ve
sanatkârların veya Bağ-Kura kayıtlı olanların prim borçlarıdır. Biz de, her
defasında, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanımızın "muhakkak bununla ilgili
bir çözüm bulunacak ve Bakanlık bu konuda çalışma yapıyor" demesinden
dolayı, bu arkadaşlarımıza, mümkün olduğunca, evet, bu sorunla ilgili çözüm
gelecek diye söylüyorduk. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, bu konuda bir
çalışmayla, Meclisin gündemine Bağ-Kur ve SSK borçlarıyla ilgili yeniden
yapılandırmayı getirmeye çalıştı; ama, ne yazık ki, geçen hafta gündeme gelmesi
gerekli olan Bağ-Kur ve SSK borçlarıyla ilgili tasarı, Ali Babacan'ın
açıklamasıyla, bir anda, Meclisin gündeminin dışına taşındı.
IMF'ye, biliyoruz ki, bizden fazla sizler
karşısınız. Seçim beyannamelerinizde, her tarafta, bunu defalarca söylediniz;
ama, ikibuçuk yıllık icraat içerisinde gördüğümüz, IMF'yle kol kola giren bir
AKP, anlaşmaları yapan bir AKP, evine misafir eden, salonunu açan bir AKP!..
Ama, ne olursunuz, yatak odamıza girmesine müsaade etmeyin. IMF, Kemal Beyin
her türlü borçlarına karşı çıkmıyor; IMF, diğer yerlerde, diğer konularda
affedilen borçlara karşı çıkmıyor; ama, bu ülkenin ezilen, emeğiyle geçinen
insanlarının lehine bir şey çıkacağı zaman, direktifler veriliyor ve bunlar
çıkmıyor.
Değerli arkadaşlarım, sosyal güvenlik
sisteminin çöktüğü söyleniyor; evet, çöküyor. Eğer, siz, her 3 Bağ-Kurlunun
2'sinden prim alamıyorsanız, 3 kişinin 2'si sosyal güvenlik sistemi içerisine
para yatırmıyorsa bu sistem gerçekten çökmüş demektir. Şimdi, 3 368 000
Bağ-Kurlu var. 2 300 000 insanımız, geçmiş dönemdeki yüksek faizlerden dolayı
sisteme para ödemiyor. Eğer, bu yapılanma gerçekten çıkarsa, çıkmasıyla ilgili,
faizlerin silimi, anaparanın üzerine bugünkü TEFE veya TÜFE üzerinden...
Yeniden yapılandırma yapılırsa, bilin ki, sosyal sigorta sistemi yeniden
harekete geçmiş olacaktır.
Mesele bu borçlar değildir. Mesele, bu
borçları -nasıl olursa olsun, 10 ay, 20 ay, 30 ay, 50 ay, faizleri silinerek-
yapılandırmamız lazım. En önemli konu ise, borçların yapılandırılmasından
sonra, 3 300 000 insanın prim öder hale getirilmesidir.
Tahakkukta 21 katrilyon lira para
gözüküyor; ama, aslına bakarsanız, 10 katrilyon lirası tahakkukta gözüken ve
tahsil edilmesi mümkün olmayan para. Gerçek rakam 11 katrilyon lira. 11
katrilyon liralık paranın 5 katrilyon lirası anapara. Eğer, böyle bir çözüme bu
Meclis yanaşmazsa, Sayın Ali Babacan, IMF doğrultusunda "bu bir aftır" görüşüyle buna yaklaşırsa,
bilin ki, gideceğimiz yerlerde sizler çok sıkıntı çekeceksiniz.
Ne olursa olsun, 1 Temmuzda tatile
girmeden önce, milyonlarca insanın beklediği Bağ-Kur yapılandırması ile sigorta
yapılandırmasının acilen yapılması gerekli.
Değerli arkadaşlarım, sistemin işlemesi
buna bağlıdır. Yine söylüyorum, bu paraların yapılandırılması veya sistemin
içine taşınmasından önemli olan, her 3 kişinin 2 kişisi sistemin içerisine para
getirmiyorsa, sistemin içerisine para getirebilecek 3 kişinin prim ödemesini
sağlamamız gerekli.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Ören, konuşmanızı tamamlar
mısınız.
Buyurun.
HASAN ÖREN (Devamla) - Eğer, gerçekten bu
yapılandırma yapılır, faizleri silinir ise, ben inanıyorum ki, sistem çalışmaya
başlayacaktır. Bu Meclis de, tahmin ediyorum, kapanmadan, Bağ-Kur ve SSK
primleriyle ilgili yapılandırmayı gerçekleştirecektir.
Hepinize saygı ve sevgiler sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ören.
Gündemdışı ikinci söz, Güneydoğu ve Doğu
Anadolu Bölgelerinden çeşitli illerimize çalışmak için giden geçici tarım
işçilerinin sorunları hakkında söz isteyen, Şanlıurfa Milletvekili Sayın Mehmet
Vedat Melik'e aittir.
Sayın Melik, buyurun. (CHP sıralarından
alkışlar)
2.-
Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Vedat Melik'in, Doğu ve Güneydoğu Anadoludan
çeşitli illere çalışmak için giden geçici tarım işçilerinin sorunlarına ve
alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması
MEHMET VEDAT MELİK (Şanlıurfa) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; geçici tarım işçilerinin sorunlarını anlatmak üzere
gündemdışı söz almış bulunuyorum; öncelikle hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, Türkiye gerçekten
ilginç bir ülke. Bir yandan Avrupa Birliğine girmek için çok yoğun çaba sarf
ediyoruz, Avrupalılara uyum sağlamak için yasalarımızda çoğu kez bize uygun
olmayan değişiklikleri dahi yapmaya çalışıyoruz; diğer yandan, Türkiye Avrupa
Birliğine giremez, girebilmesi için daha çok çalışması gerekir, birçok temel sorununu
çözmelidir diyenlere de ateş püskürüyor, bunları ülkemize karşı önyargılı
olmakla suçluyoruz. Peki, arkadaşlar, acaba içimizden kaçımız, bu adamlar ne
diyor, sözlerinde gerçek payı var mıdır yok mudur diye kendimizi sorguluyoruz?
Televizyonlarımızda milyonlarca dolar
vererek transfer ettiğimiz yabancı oyuncuların oynadığı futbol takımlarımızın
karşılaşmalarıyla ilgili günlerce süren konuşmaları, bu maçlardan sonra
magandaların sıktıkları silahlarla ölen insanları gören veya mankenlerin ve
şarkıcıların ne yiyip içtiğini saatlerce anlatan programları izleyen; ama,
bunun yanında, ülkemizde yüzbinlerce insanın 19 uncu Yüzyıl kırsal yaşam
şartlarını sürdürdüğü gerçeklerini az çok bilen bir yabancı, bu ülkenin değil
Avrupa Birliğine girmek, çağdaş dünyanın hiçbir kuruluşunun yanından
geçemeyeceği kanaatine varmaz mı?
Değerli milletvekilleri, başta Güneydoğu
Anadolu Bölgemiz olmak üzere, Türkiye'nin gelir düzeyi düşük bütün
bölgelerinden ve birçok şeyde birinci olduğu gibi işsizlikte de Türkiye
birincisi olan seçim bölgem Şanlıurfa'dan da, her yıl, yüzlerce aile, ülkemizin
değişik yerlerinde geçici tarım işçisi olarak çalışmak amacıyla, yerlerinden
yurtlarından ayrılmaktadır. Birçok kadın tarlada, çadırda doğum yapmaktadır.
Bunlar, ilköğretim çağındaki çocuklarını da mecburen yanlarına almakta,
dolayısıyla, bu çocuklar, her yıl yaklaşık üç ay okullarından uzak
kalmaktadırlar. 21 inci Yüzyılda, bir ülkede, binlerce insan, yılın büyük bir
bölümünü, mart ayı ortalarından başlamak üzere kasım ayına kadar; yani, yılda
en az altı ay, tarlalarda, evlerinden yüzlerce kilometre uzakta, ilkel
çadırlarda, tuvaletsiz, elektriksiz, susuz ve sağlık hizmetlerinden yoksun
olarak geçiriyorsa, çocuklarına ilköğretimi dahi verdiremiyorsa, o ülkenin
başta milletvekilleri olmak üzere bütün yöneticilerinin sorumluluğu ve vebali
vardır.
İşte bu binlerce aileden biri,
Şanlıurfa'dan Eskişehir'in Bahçecik Köyüne şekerpancarı çapalama işinde
çalışmak üzere gelen, geçici tarım işçisi 6 kişilik Bilbay ailesinin tüm
fertleri, geçtiğimiz cuma günü, gece saat 11.00 sularında, mide bulantısı
ve karın ağrısı şikâyetiyle, Alpu
İlçesindeki Eskişehir Devlet Hastanesinin bir ünitesine, yakınları ve köyde,
tarlalarında çalıştıkları insanlar tarafından götürülüyorlar. Burada iki-üç
saat gözlem altında tutulduktan sonra, oradaki sağlık görevlileri tarafından
herhangi bir tedaviye tabi tutulmadan veya 35 kilometre uzaklıktaki Eskişehir
Devlet Hastanesine de sevk edilmeden, kalmakta oldukları tarladaki çadırlarına
gönderiliyorlar. Sabaha karşı, saat 4 civarında, uyumak üzere çadırlarına
giriyorlar ve bir daha uyanmamak üzere uykuya dalıyorlar. Sabahleyin, 23
yaşındaki Hasan ve karısı Fatma Bilbay ile çocukları 5 yaşındaki Sibel, 3
yaşındaki Ahmet, 2 yaşındaki Sara ve 1 yaşındaki Emine'nin cesetleri, önce,
otopsi yapılmak üzere Eskişehir Devlet Hastanesine, ardından da valiliğin temin
ettiği araçla, toprağa verilmek üzere, 1 000 kilometre uzaklıktaki
Şanlıurfa'nın Şeyhhatap Köyüne gönderiliyorlar.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
MEHMET VEDAT MELİK (Devamla) - Bitiriyorum
Sayın Başkan.
BAŞKAN - Buyurun.
MEHMET VEDAT MELİK (Devamla) - Pazartesi
günü, Eskişehir Milletvekilimiz Sayın Vedat Yücesan'la birlikte Eskişehir'e
giderek, ilgililerden, görgü şahitlerinden, vefat edenlerin yakınlarından bilgi
aldık. Adlî soruşturmanın derhal başlatıldığını, idarî soruşturmanın
başlatılmak üzere olduğunu ve valilikçe olayın tıbbî yönünün incelenmesi için
Sağlık Bakanlığından müfettiş istendiğini öğrendik.
Değerli arkadaşlar, Hasan Bilbay ve
ailesini geri getiremeyiz; bunu hepimiz biliyoruz; ancak, bir ocak, bütün
fertleriyle birlikte sönmüştür. Dolayısıyla, bu işte sorumluluğu veya ihmali
olanlar varsa, derhal bulunmalıdır. Bu olayın takipçisi, bizimle birlikte,
bütün Türkiye Büyük Millet Meclisi olmalıdır.
Ben, aslında, hepinizin bildiği ve yine
hepinizin katıldığı şeyleri anlatmaya, bir kez daha hatırlatmaya çalışıyorum.
Hatırlatmaya çalışıyorum; çünkü, burasının, Türkiye Büyük Millet Meclisinin tek
çözüm mercii olduğunu; ancak, çözmek için de fazla gayret sarf etmediğimizi
üzülerek görmekteyim.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
MEHMET VEDAT MELİK (Devamla) - Bitiriyorum
Sayın Başkan.
BAŞKAN - Sayın Melik, lütfen konuşmanızı
tamamlayınız.
Buyurunuz.
MEHMET VEDAT MELİK (Devamla) - Değerli
arkadaşlar, bu tür felaketlerin bir daha tekrar etmeyeceğini ve geçici tarım
işçilerinin, en azından kendi bölgelerinde iş bularak, masum çocuklarının en
güzel çağlarını okullarda geçirecekleri yönünde gerekli tedbirlerin alınması
için derhal çalışmalara başlanacağını umuyorum.
Bilbay ailesine Allah'tan rahmet dilerken,
onlardan gerekli yardımı esirgemeyen, onlar için ağlayan Eskişehir'in Alpu
İlçesinin Bahçecik Köyü halkına teşekkürlerimi sunuyor; Yüce Meclisi
saygılarımla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Melik.
Konuyla ilgili olarak, Şanlıurfa
Milletvekili Sayın Yahya Akman'a yerinden söz vereceğim.
Buyurun Sayın Akman.
YAHYA AKMAN (Şanlıurfa) - Teşekkür
ediyorum.
Sayın Başkanım, değerli milletvekili
arkadaşlarım; gündemdışı söz alarak Urfalı bir ailenin dramını dile getiren ve
Urfa'daki mevsimlik işçilerin yaşadığı, her yıl -ne yazık ki- yaşamış olduğu
dramı dile getiren Şanlıurfa Milletvekilimiz Sayın Vedat Melik'e teşekkür
ederek, konuşmasının bütün içeriğine katıldığımı öncelikle ifade etmek
istiyorum.
Hakikaten, geçtiğimiz cuma günü,
Eskişehir'de çok üzücü bir olay meydana gelmiştir. Olayı ikinci defa üzücü
kılan nedenlerden bir tanesi de, henüz ortada kesin bilgi ve veriler olmamakla
beraber, bazı yetkililerin ve görevlilerin ihmalleri olduğu noktasında kimi
işaretler mevcuttur.
Ben de, Sayın Milletvekilimiz gibi, konuya
duyarlılık gösteren arkadaşlarınızdan bir tanesiyim. Urfa'daki kederli aileyi
bizzat yerinde ziyaret ederek… Hatta, onlara verilmiş reçete örneği de şu anda
cebimde, yanımda taşıyorum. Geçtiğimiz pazartesi günü, Sayın Sağlık Bakanımızla
bizzat temas kurarak, ifade edildiği gibi, valilik tarafından açılmış olan
idarî tahkikatın yanı sıra, Bakanlık tarafından, bizzat müfettişlerin, yerine
gitmek suretiyle olayı tetkik etmesi noktasında talepte bulunduk; sağ olsun,
Sayın Bakanımız bizi kırmadılar. Yani, şu anda, iki idarî, bir de adlî olmak
üzere, konuyla ilgili üç tahkikat devam etmektedir. Bu, tabiî, ifade edildiği
gibi, belki, ölen hemşerilerimizi geri getirmeyecektir; ama, bir daha, bu
türden hadiselerin, eğer ihmal neticesi oluyorsa, meydana gelmemesini
sağlayacaktır.
Ben, vefat eden bütün hemşerilerime
Allah'tan rahmet diliyorum, yakınlarına başsağlığı diliyorum.
Bana yerimden de olsa söz verdiğiniz için
teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Biz de, ölenlere Allah'tan rahmet, kalan
yakınlarına ve tüm Şanlıurfalılara başsağlığı diliyoruz.
Gündemdışı üçüncü söz, İstanbul'un
fethinin 552 nci yıldönümü münasebetiyle söz isteyen, İstanbul Milletvekili
Ekrem Erdem'e aittir.
Sayın Erdem, buyurun. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
3.-
İstanbul Milletvekili Ekrem Erdem'in, İstanbul'un fethinin 552 nci yıldönümüne
ilişkin gündemdışı konuşması
EKREM ERDEM (İstanbul) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; İstanbul'un fethinin 552 nci yıldönümü münasebetiyle
gündemdışı söz almış bulunuyorum; sözlerime başlamadan önce, Yüce Heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Yedi tepe üzerinde kurulu, dünya incisi
Boğazıyla iki kıtayı birbirine bağlayan İstanbul, tarih boyunca, stratejik ve
coğrafî konumu nedeniyle birçok milletin dikkatini üzerine çekmiş,
Makedonyalılar, Persler, Emeviler, Abbasiler, Cenevizliler ve Osmanlılar
tarafından defeatle kuşatma altına alınmıştır. Ancak, İstanbul'u fethetmek, 21
yaşındaki genç Sultan II. Mehmet'e nasip olmuştur.
İstanbul'un fethi hayalleriyle büyüyen
Sultan Mehmet, Boğazdaki geçişleri kontrol altına almak amacıyla Rumeli
Hisarını süratle yaptırmak, köhne Bizans'ın surlarını yerle bir edecek toplar
döktürmek gibi gereken bütün tedbirleri aldıktan sonra, Bizans İmparatoruna
elçiler göndererek, kan dökülmeden İstanbul'u teslim etmesini istemiştir. Kan
dökülmemesi taleplerine olumlu cevap alamayan genç Sultan, bir gecede, toplarla
donatılmış gemileri karadan yürütüp Haliç'e indirerek kararlılığını ortaya
koyarken, son ana kadar, kan dökülmemesine yönelik mesajlar vermeye devam
etmiştir. Nihayet, 29 Mayıs 1453'te, Topkapı surlarından içeriye giren ordu,
Ulubatlı Hasan'ın burca bayrağı dikmesiyle İstanbul'u fethetmiştir.
Sağında Akşemseddin, solunda Molla Gürani
olmak özere şehre giren Fatih, kendisini çiçeklerle karşılayan şehir halkına,
dünya tarihinde fatihlerin ağzından çok ender çıkacak şu cümleyi sarf etmiştir:
"Bundan sonra malınız, canınız, inancınız, her şeyiniz benim teminatım
altındadır."
Fatih, İstanbul'da yaşayan, çeşitli
dinlere mensup bütün insanların mal ve can güvenliğini teminat altına alarak,
dünyanın, bugün bile erişemediği özgürlük ortamını İstanbul'da tesis etmiştir.
Genç yaşta İstanbul'u fetheden Fatih, bir
taraftan şehri imar ederken, diğer yandan, Batlamyus'un Coğrafyası, Homeros'un
İlyadası ve İncil gibi birçok kitabı tercüme ettirmiş; matematikçi-astronom Ali
Kuşçu, haritacı Frencesco Berlingheir, İtalyan ressam Bellini gibi dünyanın her
tarafından sanatkâr ve ilim adamlarını İstanbul'a çağırarak, İstanbul'un bir
ilim ve kültür merkezi olmasının köklü adımlarını atmıştır. Bunun üzerine,
birçok ülkenin yetişmiş sanatkârları, âlimleri İstanbul'a akın etmişlerdir.
İstanbul'u fethettikten sonra Fatih
unvanını alan II. Mehmet, dava adamı, devlet adamı ve ilim adamı olmayı
başararak, her üçünü de insanlık âleminin hizmetine sunmuş bir dahi sıfatıyla
tarihte yerini almıştır. İnsanı insan yapan yüce İslamın ulvî coşkusundan
sapmadan, zamanın ilmine, ilim adamına, sanatına ve sanat adamına sahip çıkarak
Ortaçağ taassubunu yıkmıştır. Yüksek karakteri, üstün zekâsı ve kabına sığmayan
hırs ve azmiyle tüm zamanların devlet ve siyaset adamlarına örnek teşkil edecek
muhteşem bir şahsiyet olarak Türk Milletinin ve hatta insanlık âleminin medarı
iftiharı haline gelmiştir.
Ulu Önder Atatürk de "Yeryüzünde,
askerî maharetlerle devlet yönetme dirayetinin mükemmel terkibinde temessül
eden iki isim vardır; biri Büyük İskender, diğeri Fatih" diyerek, Fatih
Sultan Mehmet'i üçbin yıllık Türk tarihinin en büyük kumandanı olarak ilan
etmiştir.
İstanbul'un fethi, sıradan bir şehrin
alınışı, sıradan bir askerî başarı, sıradan ulaşılmış bir zafer değildir.
İstanbul'un fethi, dünya medeniyet tarihi açısından müstesna bir yere sahip
onlarca asrın olayıdır.
Hiç kuşku yok ki, İstanbul'un Türkler
tarafından fethiyle birlikte, ilk defa doğu ve batı uygarlıkları uzun ömürlü
bir köprü üzerinde buluşabilmiş, ilk defa, çokkültürlü büyük kent hayatı, daha
önce ve daha sonra ulaşılamamış bir hoşgörü ve anlayış ikliminde
şekillenebilmiştir. Başka bir deyişle, Türklerin eline geçtikten sonraki
İstanbul, hem kendisi bir barış merkezi olmuş hem de en belalı huzursuzluk
alanlarına barış taşıyan kaynak özelliğini taşımıştır.
İstanbul'un fethi, çağlar açıp çağlar
kapatmakla kalmamış, Avrupa'da Rönesans ve reform hareketlerinin de başlamasına
neden olmuştur.
Ayrıca, 1071 yılında Malazgirt Zaferiyle
Anadolu'ya yerleşen Türkler, bu fetihle, Anadolu'yu sonsuza kadar bir Türk
yurdu haline getirmişlerdir.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; 552 nci
fetih yıldönümünü kutlarken, dünyanın büyük metropollerinden olan
İstanbulumuzun yapısal sorunlarını tespit etmek ve bunların ortaya çıkardığı
tüm sorunlarla yakinen ilgilenerek çözüm üretilmesine katkıda bulunmak, Fatih'e
ve fethe bir vefa borcumuzdur.
Sözlerimi tamamlarken, bu fetih
yıldönümünde, özellikle Sevgili Peygamberimizin "İstanbul mutlaka
fetholunacak; onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, onu fetheden asker ne
güzel asker" methiyesine mazhar olmuş, başta Fatih Sultan Mehmet olmak
üzere bütün komutan ve askerlerini, bir kere daha, minnet ve şükranla anıyor,
hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Erdem.
Bu vesileyle, Fatih Sultan Mehmet Hanı,
mesai ve silah arkadaşlarını bir kere daha minnet, şükran ve rahmetle anıyoruz.
Başkanlığın Genel Kurula diğer sunuşları
vardır.
Sözlü soru önergesinin geri alınmasına
dair bir önerge vardır; okutuyorum:
B) Tezkereler ve Önergeler
1.- Antalya
Milletvekili Feridun Fikret Baloğlu'nun (6/1522) esas numaralı sorusunu geri
aldığına ilişkin önergesi (4/302)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Gündemin "Sözlü Sorular"
kısmının 364 üncü sırasında yer alan (6/1522) esas numaralı sözlü soru önergemi
geri alıyorum.
Gereğini saygılarımla arz ederim.
Feridun
Fikret Baloğlu
Antalya
BAŞKAN - Sözlü soru
önergesi geri verilmiştir.
Geleneksel Türk el
sanatları üretici ve sanatkârlarının sorunlarının araştırılarak, el
sanatlarının geliştirilmesi, korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması için
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan (10/128) esas
numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Başkanlığının, komisyonun görev süresinin
uzatılmasına dair bir tezkeresi vardır; okutuyorum:
2.-
(10/128) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Başkanlığının süre
uzatımına ilişkin tezkeresi (3/834)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Geleneksel Türk el
sanatları üretici ve sanatkârlarının sorunlarının araştırılarak, el
sanatlarının geliştirilmesi, korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması için
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan (10/128) esas
numaralı Meclis Araştırma Komisyonu;
9.3.2005 tarihinde göreve
başlamıştır. Anayasa ve İçtüzük gereği kendisine verilen üç aylık süre
içerisinde çalışmalarını tamamlayamayan Komisyonumuz, 9 Haziran 2005 tarihinden
itibaren bir aylık ek süre istenmesine karar vermiştir.
Gereğini bilgilerinize
arz ederim.
Saygılarımla.
Recep
Özel
Isparta
Komisyon
Başkanı
BAŞKAN - İçtüzüğün 105
inci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan "araştırmasını üç ay içinde
bitiremeyen komisyona bir aylık kesin süre verilir" hükmü gereğince,
komisyona bir aylık eksüre verilmiştir.
Başbakanlığın, Anayasanın
82 nci maddesine göre verilmiş 2 adet tezkeresi vardır; ayrı ayrı okutup,
oylarınıza sunacağım.
3.- Sanayi
ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun'un Endonezya'ya yaptığı resmî ziyarete İstanbul
Milletvekili Nevzat Yalçıntaş'ın da katılmasının uygun görüldüğüne ilişkin Başbakanlık
tezkeresi (3/835)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Sanayi ve Ticaret Bakanı
Ali Coşkun'un, Asya-Afrika Dışişleri Bakanları Toplantısı, 2005 Asya-Afrika
Zirvesi ve 1955 Asya-Afrika Konferansını Anma Törenine katılmak üzere, bir
heyetle birlikte, 18-26 Nisan 2005 tarihlerinde Endonezya'ya yaptığı resmî
ziyarete İstanbul Milletvekili Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş'ın da iştirak etmesi
uygun görülmüş ve bu konudaki Bakanlar Kurulu kararının sureti ilişikte
gönderilmiştir.
Anayasanın 82 nci maddesine
göre gereğini arz ederim.
Recep
Tayyip Erdoğan
Başbakan
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Diğer tezkereyi
okutuyorum:
4.-
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Polonya'ya yaptığı resmî ziyarete katılacak
milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/836)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
16-17 Mayıs 2005
tarihlerinde Varşova'da yapılan Avrupa Konseyi 3 üncü Zirve Toplantısına
katılmak üzere, bir heyetle birlikte, 15-17 Mayıs 2005 tarihlerinde Polonya'ya
yaptığım resmî ziyarete ekli listede adları yazılı milletvekillerinin de
iştirak etmesi uygun görülmüş ve bu konudaki Bakanlar Kurulu kararının sureti
ilişikte gönderilmiştir.
Anayasanın 82 nci
maddesine göre gereğini arz ederim.
Recep
Tayyip Erdoğan
Başbakan
Liste:
Ömer Çelik (Adana)
Murat Mercan (Eskişehir)
Egemen Bağış (İstanbul)
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre verilmiş bir
önerisi vardır; okutup, oylarınıza sunacağım.
V.-
ÖNERİLER
A) Sıyasî Partı Grubu Önerılerı
1.-
Gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin CHP Grubu önerisi
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulu 1.6.2005
Çarşamba günü (bugün) toplanamadığından, Grubumuzun aşağıdaki önerisinin,
İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını arz
ederim.
Saygılarımla.
Haluk
Koç
Samsun
CHP
Grubu Başkanvekili
Öneri:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi gündeminin, "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen
Diğer İşler" kısmının 65 inci sırasında yer alan 471'e 1 inci Ek Sıra
Sayısının, bu kısmın 3 üncü sırasına alınması önerilmiştir.
BAŞKAN - Grup önerisi
üzerinde, lehinde, Konya Milletvekili Atilla Kart.
Buyurun Sayın Kart. (CHP
sıralarından alkışlar)
Sayın Kart, 5 saniyenizi
rica edeyim...
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, bugünkü görüşmeler sırasında da, grup adına veya şahısları adına
konuşma yapan milletvekilleri arkadaşlarıma, konuşmaları bittikten sonra sadece
1 dakika eksüre vereceğim. Konuşma bittiğinde mikrofon kendiliğinden
kapanacaktır.
Bilgilerinize arz ederim.
Buyurun Sayın Kart.
ATİLLA KART (Konya) -
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu tarafından
Danışma Kuruluna sunulan Grup gündem önerisi hakkında lehte söz almış
bulunmaktayım; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
aylardan bu yana her çarşamba günü bir dokunulmazlık dosyasını, gündeme alınıp
alınmamasını tartışıyoruz. Her defasında da iktidara mensup milletvekillerinin
oylarıyla bu yoldaki önerilerimiz reddediliyor.
Bu dosyaları gündeme
getirirken, ilgili milletvekilinin ismini, zorunlu haller dışında açıklamadan,
kişileri öne çıkarmadan, dosyadaki delillerin tartışmasına girmeden,
dokunulmazlık konusundaki Anayasa hükümleri, İçtüzük düzenlemeleri ve
yapılmakta olan ihlalleri anlatıyoruz; bu süreci Genel Kurulun ve kamuoyunun
takdirlerine sunuyoruz. Bu süreci bundan böyle de kararlı bir şekilde anlatmaya
devam edeceğiz.
Siyasî kadroların
yapıları ve uygulamaları hakkında kamuoyunu bilgilendirmek, milletvekilinin
görev ve sorumlulukları arasındadır. Bu düşünceyle bunları anlatmaya devam
edeceğiz.
Değerli arkadaşlarım, bu
dosyalar hakkında bilgi verirken, iktidar grubu sözcüleri, o dosyalardaki bazı
kişilerden söz ederek, bu kişilerin bu suçları işleyemeyecekleri yolunda
değerlendirme yapıyorlar. Bizim de anlatmak istediğimiz bu, değerli
arkadaşlarım. İşte, bu düşünceyledir ki, biz... Bakın, burada denk geldiği için
ifade ediyorum; Sayın Başkanvekilimden özür dileyerek ifade ediyorum; Sayın
Nevzat Pakdil'in İGDAŞ dosyasında yasal ve teknik anlamda iştiraki olmadığı
yolundaki değerlendirmeye ben de şahsen katılıyorum, bunu yürekten ifade
ediyorum. Nitekim, Sayın Pakdil de, Genel Kurul görüşmeleri esnasında açık bir
şekilde dokunulmazlığının kaldırılması yolunda oy kullandı. O halde, siyasî
iktidar ve Grup olarak neden bu engellemeyi yapıyorsunuz, ısrarla neden bunu
sürdürüyorsunuz; sorgulamamız gereken husus bu. Sayın Pakdil'in sonuçta beraat
etmesini ben de şahsen temenni ediyorum.
HACI BİNER (Van) - Kaç
defadır söylüyorsunuz! Hep aynı şeyleri söylüyorsunuz!
ATİLLA KART (Devamla) -
Müsaade buyurun; rahatsız olmayın.
HACI BİNER (Van) - Ne var
ortada; ayıp yahu!
ATİLLA KART (Devamla) -
Değerli arkadaşım, bakın, ortada, 199…
HACI BİNER (Van) -Ayıp
yahu!
ATİLLA KART (Devamla) -
Sayın Başkanım, lütfen!..
HACI BİNER (Van) - Her
defasında aynı şeyleri söylüyorsunuz; ayıp kardeşim! (CHP sıralarından
"Otur oturduğun yerde" sesleri, gürültüler)
GÜROL ERGİN (Muğla) -
Oturduğun yerden boş boş konuşma; çık kürsüden konuş!
BAŞKAN - Sayın Biner,
lütfen!..
Buyurun Sayın Kart.
ATİLLA KART (Devamla) -
Değerli arkadaşlarım, ortada olan 199 trilyonluk bir kamu zararı var. Bu kamu
zararına yol açan gerçek faillerin tespitini istiyoruz. Orada suçsuz olan
insanlar da zan altında kalmasın istiyoruz. Bunu anlatmaya çalışıyoruz size.
HACI BİNER (Van) - Kimse
zan altında değil kardeşim! (CHP sıralarından gürültüler)
ATİLLA KART (Devamla) -
Lütfen dinler misiniz!
BAŞKAN - Sayın Biner,
lütfen!..
Sayın Kart, Genel Kurula
hitap edin.
Buyurun efendim.
ATİLLA KART (Devamla) -
Bunları engellediğiniz zaman nasıl sonuçlar doğuyor; bunları değerlendirmemiz
gerekiyor.
Bakın, değerli
arkadaşlarım, bugün gündeme getirdiğimiz dosya, kamuoyunun yakından bildiği
kayıp trilyon dosyası. Bu dosya sanıklarından birisi de Sayın İçişleri Bakanı.
Türkiye Cumhuriyetinin sade bir vatandaşı olarak ülkemin İçişleri Bakanının
sahtecilik suçlamasıyla zan altında kalmasını kabul edemiyorum. Bu isnadın
açıklık kazanması gerektiğine inanıyorum. Bu sebepledir ki, bu konuları
anlatmaya devam edeceğiz.
Bakın, değerli
arkadaşlarım, dokunulmazlık kurumunu ihlal ettiğiniz zaman nasıl sonuçlar
doğuyor. Beş dosyadan söz edeceğim; kayıp trilyon dosyası, Maliye Bakanının 150
000 000 dolarlık sahtecilik dosyası,
hayalî ihracat dosyası, İstanbul Büyükşehir Belediyesinin BELBİM, Akbil ve
İGDAŞ dosyaları. Bakın, bu beş dosyadaki Hazine zararı nedir biliyor musunuz;
400 000 000 dolar değerli arkadaşlarım. Beş dosyadaki kamu zararı 400 000 000
dolar!
Dokunulmazlık
dosyalarının cezaî boyutunu, adlî yargılamayı kendinizce birtakım gerekçelerle
engelliyorsunuz. Olayın tazmin boyutunu neden engelliyorsunuz; bunu size
soruyorum. Bu dosyalardaki hazine zararları, bilirkişi raporları, müfettiş
raporları ve yargı kararlarıyla sabit, değerli arkadaşlarım.
Olayın cezaî boyutu
dışında tazmin boyutunun yargısal olarak takip edilmesi gerekir. Bu anlamda,
ceza davaları, hukuk davaları için, tazmin davaları için bekletici bir dava
niteliğinde de değildir. Başka bir ifadeyle, hukuk davalarının açılması için
ceza davalarının sonuçlanmasını beklemek gerekmez. Üstelik, bu dosyalarda bazı
sanıklar yönünden mahkûmiyet kararları da var.
İstanbul 4. Ağır Ceza
Mahkemesinin 2002/77, 2003/7 sayılı ve Akbille bağlantılı olan, aralarında
Sayın Başbakana yakınlığı çok iyi bilinen Albayrakların da mahkûm olduğu
dosyalar olmasına rağmen -dosya ismi veriyorum, numara veriyorum değerli
arkadaşlarım- bu tazminat davaları neden açılmıyor, neden engelleniyor?!
Birileri çıkıp, buna, lütfen, cevap versin; demagoji yapmadan, saptırma
yapmadan buna cevap versin.
Zira, bu davalar yönünden
zamanaşımı dolmak üzere değerli arkadaşlarım, hukuk dosyalarına ilişkin
zamanaşımı dolmak üzere.
İçişleri Bakanı ve Maliye
Bakanı bu yoldaki soru önergelerimize tatminkâr bir cevap veremiyor. İçişleri
Bakanı ve Maliye Bakanının bu davaların açılmaması için ilgili mercilere, hukuk
birimlerine doğrudan veya dolaylı olarak talimat verdikleri anlaşılıyor. Bu
süreç, başka bir sonuca bizi götürmez; bu süreç, ancak bu sonuca götürür.
Önemle ifade ediyorum; bu
talimatlar kanunsuz emir niteliğindedir değerli arkadaşlarım. Bu talimatlara
uyulmaması gerekir. Bu talimatlara uyarak tazminat davalarını açmayan İçişleri
Bakanlığı ve Maliye Bakanlığı bürokratlarını, buradan, bir defa daha
uyarıyorum; bu davaları açmaz iseniz, kişisel sorumluluğunuz doğar; hem görevi
kötüye kullanmaktan hem de tazmin sorumluluğundan dolayı, haklarınızda, günü
geldiğinde, mutlaka dava açılacaktır; bunu, bilmeniz gerekiyor. Anayasanın 137
nci maddesi anlamında bir kanunsuz emir söz konusudur.
İçişleri ve Maliye
Bakanlığının bürokratlarını ve ilgili hukuk birimlerini bu şekilde uyardıktan
sonra, ilgili Bakanlara da ve hükümete de şu uyarıyı yapıyorum: Gelin,
bürokratlarınızı, kanunsuz emir ile hukuk arasında bir tercih noktasında
bırakmayın, hukuku uygulamalarını sağlayın.
Değerli arkadaşlarım,
tekrar ifade ediyorum; bu anlattıklarımıza, demagoji yapmadan, birilerinin,
çıkıp, dürüstçe ve tutarlı bir şekilde cevap vermesini kamuoyu bekliyor.
Sayın milletvekilleri,
sınırlı bir siyasî kadronun yanlışlarına daha fazla ortak olmayalım. Bu
sorumluluğu, gelin, artık, üstlenmeyin. Bu dosya kapsamlarındaki iddiaların
ciddiyeti nedir, gerçeklik payı nedir, inandırıcı mıdır; gelin, bunları
araştıralım. Gelinen süreçte, maalesef, yolsuzlukların araştırılması ve hesap
sorulması, kurumsal olarak engelleniyor değerli arkadaşlarım. İdarî, adlî ve
yasama aşamasındaki denetim mekanizmaları, ustalıkla ve maharetle, etkisiz hale
getiriliyor. Denetimi engelleyecek hukukî altyapı çalışmaları, kararlılıkla
sürdürülüyor.
Bütün bunların anlamı
nedir biliyor musunuz değerli arkadaşlarım; bunların anlamı, Polatlı İlçesi
Uzunbeyli Köyünden sade bir vatandaşımızın deyimiyle şudur: "Sayın
vekilim, bu arkadaşlarımız, sistemden öç alıyor, sistemden öç alıyor"
diyor bu vatandaşımız. Bunun devamı nedir biliyor musunuz değerli arkadaşlarım;
kurum ve kavramların içinin boşalması ve işlevini kaybetmesi sürecinden söz
ediyorum. Lütfen, sağduyulu olarak, sorumluluk anlayışıyla bu dediklerimi
değerlendirin. Niteliksiz kadrolaşma, bu süreci tamamlıyor. Devletin kurumları
içinde, özel ve kişisel ilişki gruplarından oluşan yapılanmalar doğmaya
başlıyor.
Bakın, birkaç örnek
vereyim: Türk Hava Yollarında, ihalelerle ilgili olarak, e-mail yoluyla ve her
türlü ihale süreci dışında, gizlilik kaydıyla belli kişilere ihaleler
aktarılıyor değerli arkadaşlarım! Kanunsuz eğitim kurumlarıyla ilgili olarak,
son anda, kendinizce, Ceza Kanununun 263 üncü maddesini değiştirmenin, o
kurumun, o kavramın içini boşaltmaktan başka ne anlamı olabilir?! İmar
kirliliğine cezaî müeyyide getiren 184 üncü maddeyi bir hafta evvel delmenin ne
anlamı olabilir değerli arkadaşlarım?! Emniyet yapılanmasında kıdem ve liyakati
bir tarafa bırakarak, cemaat yapılanması içine girmenin başka bir açıklaması
olabilir mi?!
Bakın, bugün ulusal bir
gazete başlık attı, Vatan Gazetesi; yurt sathındaki telefon dinlemelerinden söz
etti değerli arkadaşlarım. Bakın, ortada bir yargısal karar olsa bile, bunun
siyasî sorumluluğu yine bu hükümete aittir. Niye; gerekli denetimi yapmadığı
için. Nasıl yapmıyor; bakın, Yargıtay-MİT-Çakıcı ilişkileri içinde, MİT, 15
Ağustos tarihli bir rapor hazırladı. Orada ne dedi biliyor musunuz; efendim, o
müteahhide şu telefon numarasından ulaşamıyorum dedi ve takipsizlik kararı
verdi ve Sayın Başbakan da buna olur verdi!
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Kart,
konuşmanızı tamamlar mısınız.
Buyurun.
ATİLLA KART (Devamla) -
Değerli arkadaşlarım, lütfen sağduyulu olun. Bakın, kurumların ve kavramların
içinin boşaltılması derken bunları anlatıyorum. Bir taraftan, yurt sathında
dinleme yapıyorsunuz, kanunsuz olarak, hukuka aykırı olarak, öbür taraftan da,
sizinle ilgili bir idarî soruşturmada, falan numaralı müteahhide ben ulaşamadım
diyorsunuz!.. Bunu yapan MİT, değerli arkadaşlarım ve siz hükümet olarak
bunları seyrediyorsunuz. Bunun bir açıklaması olabilir mi?! Bunun devlet
yönetimi ve ciddiyetiyle ilgili bir açıklaması olabilir mi değerli
arkadaşlarım?!
İşte, dokunulmazlık ve
bağlı kavram ve kurumları ihlal ettiğiniz zaman, ayaklar altına aldığınız
zaman, bunun nasıl sonuçları doğuyor!.. Tekrar ifade ediyorum, gelin, bu 400
000 000 dolarlık zararın tazmini için, bürokratlara baskı yapmaktan vazgeçin,
hukuk davalarını açın.
Değerli arkadaşlarım,
hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Kart.
Önerinin lehinde, Adana
Milletvekili Sayın Ziya Yergök; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
MEHMET ZİYA YERGÖK
(Adana) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi Grup
gündem önerisinin lehinde söz almış bulunmaktayım; Yüce Meclisimizi ve yüce
milletimizi saygıyla selamlayarak sözlerime başlıyorum.
Bu haftanın ve geçtiğimiz
haftanın gündeme damgasını vuran başlıca tartışma konusu, Türk Ceza Yasasının
263 üncü maddesinde yapılan değişiklik nedeniyle "iktidar ve muhalefet
arasında mutabakat bozuldu, uzlaşma bozuldu" söylemleriydi.
Aslında, AKP ve Cumhuriyet
Halk Partisi arasında, seçim öncesinde en büyük mutabakat, dokunulmazlıkların
sınırlandırılması konusunda, yani Anayasanın 83 üncü madde değişikliği
konusundaydı. Ayrıca, bu konu, sadece iki parti arasındaki bir mutabakat değil,
büyük bir toplumsal mutabakata da dayanıyordu; ancak, AKP, iktidara gelir
gelmez, sözlerinin ve parti programındaki taahhütlerinin arkasında durmayarak
bu büyük mutabakatı o zaman bozmuştur.
Toplumdaki büyük ve
ısrarlı beklentiye rağmen, ne Anayasanın 83 üncü madde değişikliği ne de
iktidarın çok diline doladığı kamu görevlilerinin soruşturulmasıyla ilgili
yasalarda düzenleme yapılması konusunda en küçük adım atılmamış; aksine,
engelleyici olunmuştur. Üstelik, 83 üncü maddenin, mevcut haliyle bile
işletilmesi engellenmiş, Meclise gelen tüm dokunulmazlık dosyaları otomatiğe
bağlanmışcasına dönem sonuna ertelenmiştir. İşin asıl ilginç yanı ise, AKP, bu
konuda pişkinliğini sürdürmüş, sanki dokunulmazlığın sınırlandırılmasını çok
istiyormuş havasını sürekli basmaktan geri kalmamış, hatta, zaman zaman
Partimizi de suçlamıştır.
Dokunulmazlığın
sınırlandırılmasıyla ilgili seçim öncesine ait bu mutabakatı gözünü kırpmadan
bozan AKP, iş Türk Ceza Yasasına, Ceza Muhakemesi Yasasına, İcra ve İflas
Yasasına geldiğinde, Avrupa Birliğine söz verdik, yetiştirmemiz lazım; dün İcra
İflas Yasası görüşmelerinde olduğu gibi, saat 24.00'ten önce Cumhurbaşkanına
yetiştirmemiz lazım, Resmî Gazeteye yetiştirmemiz lazım diyerek CHP Grubuna
sarılmış; bu da yetmemiş, Cumhuriyet Halk Partisi Sayın Genel Başkanına
ulaşmıştır. İşi bitip, istediği yasaları geçirdiğinde de Cumhuriyet Halk
Partisinin geçmişine de, Genel Başkanına da, muhalefetine de, seviyesine de en
ağır ve en haksız saldırılarda bulunmaktan geri kalmamışlardır. Bu yaklaşımın
demokrasi kültürüyle de, demokratik olgunlukla da ilgisi yoktur. Tamamen günü
kurtarmaya, o anı kurtarmaya yönelik fırsatçı bir işbirliği anlayışıdır; ancak,
şu çok iyi bilinmelidir ki, bu politikayı Cumhuriyet Halk Partisinin
aldatılması olarak görüyorlarsa da, Cumhuriyet Halk Partisinin anlayışı ve iyi
niyeti olarak kabul ediyorlarsa da, bunun bir limiti vardır ve bu limitin
sonuna gelinmiştir.
Aslında, siz,
dokunulmazlıkların sınırlandırılması
konusunda hep karşı oldunuz; Refah Partili geçmişinizde de, Fazilet Partili
geçmişinizde de, bugün AKP olarak da karşısınız. Parti programınıza ve
Başbakanın sözüne rağmen hükümet programlarında bile yer vermediniz ve bu
tarafınızla eleştirildiğinde de, dokunulmazlık konusunu bir yıl sonra gündeme
alacağız dediniz; üçüncü yıldayız; ama, hâlâ gündeminizde böyle bir konu
yoktur. Ne var ki, AKP Grup Başkanvekili Sayın Eyüp Fatsa, kendi hükümetlerinin
programlarından haberi yokmuş gibi, dokunulmazlık tartışmalarında kürsüye
çıkıp, dokunulmazlık konusu 58 inci ve 59 uncu hükümet programlarımızda yer
almıştır diyebiliyor! İki hükümet programı da yanımda, burada, dokunulmazlıkla
ilgili en küçük bir ibare bulunmamaktadır. Dokunulmazlıkların
sınırlandırılmasıyla ilgili tek bir satır ne 58 inci hükümet programında ne de
59 uncu hükümet programında bulunmamaktadır. Hiç olmazsa bu konuda topluma
doğruları söyleyelim, kamuoyunu yanıltmayalım. Ayrıca, 20 nci Dönemde
dokunulmazlıkların sınırlandırılmasıyla ilgili kanun teklifine kimlerin, ne
şekilde karşı çıktığını da tutanaklardan açıklamak istiyorum.
Değerli milletvekillerim,
20 nci Dönemde, İkinci Yasama Yılında Türkiye Büyük Millet Meclisine Anayasanın
83 üncü maddesiyle ilgili bir değişiklik teklifi, yani, dokunulmazlıkların
sınırlandırılmasıyla ilgili bir değişiklik teklifi verilmiştir. Kütahya
Milletvekili Mustafa Kalemli, Anavatan Partisi Genel Başkanı Rize Milletvekili
Mesut Yılmaz, Doğru Yol Partisi Genel Başkanı İstanbul Milletvekili Tansu
Çiller, Demokratik Sol Parti Genel Başkanı İstanbul Milletvekili Bülent Ecevit,
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Antalya Milletvekili Deniz Baykal ile 292
milletvekilinin Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 83 üncü Maddesinin
Değiştirilmesine Dair Kanun Teklifi Anayasa Komisyonunda görüşülmüş ve oy
çokluğuyla kabul edilmiştir.
Şimdi, o zaman kimlerin
karşı çıktığını tutanaktan okuyorum, karşı oy yazısından okuyorum, muhalefet
şerhinden; muhalefet şerhinin son bölümünde deniyor ki: "Teklif,
dokunulmazlık kaldırılmadan, savcı ve hâkim şu fiillerden dolayı
milletvekilleri yargılansın anlamına geliyor?.. Niye bir savcıya güveniyoruz da
Meclise güvenmiyoruz? Meclisimiz şimdiye kadar bütün ciddî işlerde kaldırma
müessesesini çalıştırmadı mı?.." 22 nci Dönemde bir tek kez çalıştırdı mı
değerli arkadaşlar?! Devam ediyor: "Bir savcının ve yargıcın güvenirliliği
niçin Meclisin güvenirliliğinin önünde olsun?! Hayır, bunu kabul etmemiz mümkün
değildir. Meclisimiz şimdiye kadar bu hakkını ve görevini suiistimal
etmemiştir. Bundan sonra da edebilir kuşkusuna yer yoktur. Mühim olan
istikrardır ve Anayasadaki dengeleri korumaktır. Bu nedenle, dokunulmazlığın
sınırlandırılmasına karşıyız" diyor. İmzaları okuyorum: "Mehmet Ali
Şahin, İstanbul Milletvekili; Süleyman Arif Emre, İstanbul Milletvekili;
Abdülkadir Aksu, Diyarbakır Milletvekili; Ali Oğuz, İstanbul Milletvekili."
Yani, bugün nasıl davranıyorsanız dün de öyle davranmışsınız. Dün de
dokunulmazlığın sınırlandırılmasını istemiyordunuz, bugün de istemiyorsunuz.
Şimdi, bir başka üzücü
nokta da -ki, bu gerekçe bir hukuk devleti anlayışıyla bağdaşamaz- hukukun üstünlüğü
anlayışıyla bağdaşamaz. Anayasa Komisyonu Başkanımız Sayın Burhan Kuzu'yla, 12
Kasım 2003 tarihinde, Milliyet Gazetesinde Melih Aşık görüşüyor. Melih Aşık,
Sayın Hocamız Burhan Kuzu'ya soruyor: "AKP dokunulmazlıkların
sınırlandırılmasından korkuyor gibi bir görüntü var, ne dersiniz?" Hocamız
cevap veriyor: "Vallahi, milletvekillerinin çoğuna bakıyorsunuz, yargıya
güveni yok, yargı siyasallaştı diye olsa gerek." Melih Aşık soruyor:
"Aynı yargı CHP'liler için de söz konusu; ama, onlar korkmuyor."
"Ne diyeyim, herhalde çok cesur insanlar." Aslında bu cesaret değil,
bir özgüven meselesi, yargıya güven meselesi, hukuk devletine inanç meselesi,
kendine güven meselesi.
Değerli arkadaşlar, biz,
hakkında dokunulmazlık dosyası olan milletvekili arkadaşlarımız yargıya
gitsinler derken, yargıya gitsinler de ceza alsınlar anlamında demiyoruz; temel
bir insan hakkı olan yargılanma hakkını kullansınlar ve aklansınlar diye
diyoruz. Elbette ki, korku da insanî bir duygudur. İnsan korkar. Yani, bakan
koltuğundan, şu turuncu renkli milletvekili koltuğundan kalkıp, insanın kendini
bir an için Sincan F tipinde, Ulucanlar'da düşünmesi insanda gerçekten korku
yaratır; ama, biz, böyle bir sonuç olsun diye değil, böyle bir sonucu
arzuladığımız için değil, arkadaşlar yargılanabilsinler, aklansınlar, toplumun
içinde bu şekilde gezebilsinler diye söylüyoruz; ama, benim, şu konuda kesin
inancım şudur ki: Adalet ve Kalkınma Partisi, yüksek yargıdaki, yargıdaki
kadrolaşmayı tamamlamadan dokunulmazlık konusuna "evet" demeyecektir.
Kadrolaşma çalışmaları her alanda, yargı dahil, sürmektedir. Bu kadrolaşmayı
tamamladıktan sonra, kendilerine göre bir yargı düzeni kurduktan sonra,
zannediyorum, ancak ondan sonra yargılanmaya veya dokunulmazlığın
sınırlandırılmasına razı olacaktır. Milletimiz, bunu büyük bir ibretle izliyor,
zannediyorum, günü geldiğinde de bunun hesabını AKP'den soracaktır ve
göreceklerdir ki, korkunun ecele faydası yoktur.
Yüce Meclisi, tekrar,
saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Yergök.
Önerinin aleyhinde
Adıyaman Milletvekili Hüsrev Kutlu.
Sayın Kutlu, buyurun. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
FEHMİ HÜSREV KUTLU
(Adıyaman) - Sayın Başkanım, sayın milletvekilleri; sözlerime başlarken
hepinizi saygıyla selamlıyorum; çarşamba dokunulmazlık günlerine hepiniz hoş
geldiniz diyoruz...
Arkadaşlar, geçen
konuşmamda da söyledim, zamanımızın çok kısıtlı olduğu bir dönemde, çok yoğun
çalıştığımız bir dönemde her hafta aynı konuşmaları yapmak biraz sıkıcı oluyor;
ama, arkadaşlarımız ısrarla gündeme getirdiği için ve ısrarla aynı sözleri
tekrar ettikleri için...
GÜROL ERGİN (Muğla) - Siz
de ısrarla kaçtığınız için...
FEHMİ HÜSREV KUTLU
(Devamla) - ...biz de cevap vermek durumunda kalıyoruz. Yalnız, Sayın Ziya
Yergök, bugün, son cümlesinde değişik bir üslupla tamamladı
"arkadaşlarımız kendilerine göre bir yargı düzeni oluşturduktan sonra,
herhalde, yargılanmak istiyorlar" gibi bir ifade kullandı. Ben, bu
ifadenin maksadını aşan bir ifade olduğu kanaatindeyim. Yargıdan gelen bir
kimseyim, hukukçuyum; hiç kimsenin Türkiye'de kendine göre bir yargı sistemi
oluşturma lüksü de yoktur, gücü de yoktur. O konuda arkadaşlarımızın bir
endişesi olduğu kanaatinde değilim.
Yargı, siyasal
iktidarların dışında olan bir sistemle kurulmuştur ve bu sistemi devam
edecektir. Bundan en emin olanlar da mutlaka Cumhuriyet Halk Partili
milletvekili arkadaşlardır. Onun için, böyle bir ithamda bulunmak şık bir
davranış, doğru bir davranış biçimi değildir. Kaldı ki, arkadaşlarımız yine
bilmiyor, kamuoyu da bilmiyor, gerçi Atilla Bey çok kısa bir şekilde geçti;
ama, bugün, Sayın İçişleri Bakanımız hakkındaki dosyayı görüşüyoruz. Bir
kimsenin Türkiye'de en güçlü olduğu zaman İçişleri Bakanı olduğu zamandır; yani
"bir an önce dosyam kalksın da, hazır İçişleri Bakanıyken, zaten emsali
olan diğer arkadaşlar beraat etmişken, kaza bela olmadan ben de beraat
edeyim" denilebilir. Yargı önü açılsa ve yargılansa, bu sefer de,
arkadaşlarımız "yargı etki altında kaldı; İçişleri Bakanı olduğu için bu
şekilde beraat kararı verdiler" gibi, yine, yargıyı töhmet altında
bırakacak bir tutum içerisine girebilirler.
HALUK KOÇ (Samsun)-
Mantık yanlış!
ATİLLA KART (Konya)-
İnandırıcı olmuyorsunuz!..
FEHMİ HÜSREV KUTLU
(Devamla)- Arkadaşlar, bugün saat 12.00'de hangi dosyanın inceleneceği belli
oldu. O süre zarfında dosyayı süratle inceleme, daha doğrusu özetlerini
inceleme imkânı bulabildim. Sayın muhalefet milletvekillerinin de gayet iyi
bildiği gibi, bu davada Sayın İçişleri Bakanımız Abdülkadir Aksu'yla aynı
konumda olan hatta daha kritik konumda olan bütün arkadaşlar hakkında,
dokunulmazlığı olmayan kimseler hakkında beraat kararı verilmiştir. Muhasebeden
sorumlu Genel Başkan Yardımcısı hakkında da, diğer genel başkan yardımcıları
hakkında da beraat kararı verilmiştir ki, dosyayı incelediğimizde, burada,
Partinin parasının illere dağıtılmasında birtakım yolsuzluklardan
bahsedilmektedir. Bu paranın Hazineden çekilmesinde de, muhafazasında da,
illere ödenmesinde de Sayın Aksu'nun imzası, beyanı veya en küçük bir katkısı
yoktur.
Arkadaşlarımız, madem
böyle, niye yargıdan kaçıyorlar veya gitmiyorlar tarzında bir tavır içerisine
giriyorlar.
ATİLLA KART (Konya)-
Yargılansın efendim, bırakınız.
FEHMİ HÜSREV KUTLU
(Devamla)- Tabiî, muhalefet oldukları için, zannediyorlar ki, herkesin zamanı
kendilerininki gibi boş. Herkes, her gün Oran ormanlarında yürüyüş yapabilir,
güzellik uykusuna yatabilir, istediği zaman istediği yerde, keyfinin istediği
gibi davranabilir.
HÜSEYİN BAYINDIR
(Kırşehir)- İnanmadığın şeyleri söyleme!.
FEHMİ HÜSREV KUTLU
(Devamla)- Arkadaşlar, bakanlarımızın programına baktığımız zaman, ailesine,
yakınlarına, çoluk çocuğuna ayıracak zamanlarının da olmadığını görüyoruz.
HÜSEYİN BAYINDIR
(Kırşehir)- İhale ihale koşuyorlar değil mi?!.
FEHMİ HÜSREV KUTLU
(Devamla) - "İnanmadığın şeyleri konuşma" diyorlar…
HÜSEYİN BAYINDIR
(Kırşehir) - İhale ihale koşuyorlar değil mi?! Cılkı çıktı bu işin!..
FEHMİ HÜSREV KUTLU
(Devamla) - Arkadaşlar, ben, dokunulmazlık komisyonu başkanlığını yaptım ve
orada, inandıklarımı da yazdım. Ben, dokunulmazlığın kaldırılmasına şahsım
itibariyle karşıyım.
NECATİ UZDİL (Osmaniye) -
O zaman karşıyım de de, bizim de zamanımızı alma.
FEHMİ HÜSREV KUTLU
(Devamla) - Ben, bugün…
HÜSEYİN BAYINDIR
(Kırşehir) - İşiniz gücünüz ihale oldu!..
FEHMİ HÜSREV KUTLU
(Devamla) -Arkadaşlar, benim geçmişime bakarsanız, hiçbir ihale için telefon ya
da ne oldu diye sormadığımı görürsünüz, malvarlığım da bunun ispatıdır.
Geçenlerde bir toplantıya
katıldım, Adıyamanlılar için yardım istediler; ben, yurtiçi ve yurt dışındaki
bütün mevduatlarımı, bütün taşınmazlarımı derneğe bağışlıyorum dedim. Başkan,
döndü; yani, bize bir şey vermeyecek misiniz dedi. Vallaha, varsa salonda bunun
gibi babayiğit, çıksın söylesin dedim. Yani, onun için, benim sırtımda bir şey
yok, rahat olabilirsiniz.
Arkadaşlar, ben, burada,
her zaman söylüyorum, milletvekilinin itibarını nasıl kazandırırız, nasıl
yükseltiriz, bunun mücadelesinin verilmesi gerektiği kanaatindeyim. Bugün,
isterdim ki, Sayın İçişleri Bakanımıza "Sayın Bakanım, gönderdiğiniz
genelgede hâkim ve savcılara ceza tutanağı düzenlenmemesi yazıyor da;
milletvekilleriyle dalaşmayın, ceza tutanağı yazın, Meclise gönderin, Sayın
Başkanımız onu söke söke tahsil eder" -parantez içerisinde o kısım- gibi
bir ibareyi tartışalım. Geçen gün gazetelere baktım, bir hâkim hakkında ceza
tutanağı düzenlenmiş...
ATİLLA KART (Konya) - 400
000 000 hazine zararından da söz eder misiniz.
FEHMİ HÜSREV KUTLU
(Devamla) - ...bunun için çeşitli görüşler alınmış. Yargı, bürokrasi
kilitlenmiş, ne yapacağımızı kararlaştırıyorlar. Ceza tutanağı düzenlenmemiş,
tespit tutanağı düzenlenmiş, ilgili yargı çevresine gönderilmiş; onlar iade
etmiş, hâkim hakkında böyle bir şey düzenleyemezsiniz demiş, güzel bir hareket.
Yargının ve yasamanın polisle karşı karşıya gelmemesi lazım. Bu konudaki
yanlışlığın da düzeltilmesini, buradaki bir oylamaya yetişmek için veya bir
toplantıya yetişmek için giden bir arkadaşımızın trafik polisleriyle
oyalanmaması gerektiğini biliyorum.
ATİLLA KART (Konya) - 400
000 000'dan söz eder misiniz?
FEHMİ HÜSREV KUTLU
(Devamla) - 400 000 000 hazine zararından siz çok bahsettiniz sanki. Efendim,
oradaki zararın… Oradaki davanın siyasî olup olmadığı elbette ki tartışılır,
bunu ileride tarih tartışacaktır, hukukçular tartışacaktır.
ATİLLA KART (Konya) -
Yargı tartışsın işte!
FEHMİ HÜSREV KUTLU
(Devamla) - Ama, orada bahsettiğim bir şey var, bu zarar velev ki oluşmuş olsa
dahi, Sayın Aksu'nun ne başında ne sonunda ne ortasında hiçbir yetki ve alakası
yoktur.
ATİLLA KART (Konya) -
Siz, yargılama mercii misiniz?
FEHMİ HÜSREV KUTLU
(Devamla) - Biz yargı mercii değiliz, takdir merciiyiz, karar merciiyiz.
ATİLLA KART (Konya) -
Allah allah!..
FEHMİ HÜSREV KUTLU
(Devamla) - O zaman, dokunulmazlığın kaldırılıp kaldırılmaması konusu bu
Meclise gelmezdi. Bu Meclisin yetkisindeyse, Anayasa, kişinin dokunulmazlığının
kaldırılıp kaldırılmaması yetkisini bu Yüce Meclise vermişse, konuları
konuşmak, görüşmek de bu Meclisin hakkıdır.
ATİLLA KART (Konya) -
Yetkinizi kötüye kullanmayın; onu anlatıyoruz.
FEHMİ HÜSREV KUTLU
(Devamla) - Siz "400 milyar ne oldu" diye seslenirken yargı mercii
olmuyorsunuz da, ben, bunda arkadaşımızın bir katkısı yok, Sayın Bakanımızın
veya Sayın Aksu'nun burada hiçbir imzası yok, hiçbir sorumluluğu yok dediğimde "yargı
mercii misiniz" diyorsunuz.
ATİLLA KART (Konya) -
Biz, katkısı var demiyoruz, bu konuda yargı değerlendirsin diyoruz.
FEHMİ HÜSREV KUTLU
(Devamla) - Takdir merciiyiz. Bu konuda takdirde bulunacak olan da bu Yüce
Meclis, siz sayın milletvekillerisiniz…
OYA ARASLI (Ankara) -
Meclis, esası hakkında karar vermeyecek.
FEHMİ HÜSREV KUTLU
(Devamla) - …ama, bu dosyada, Sayın Aksu hakkında ciddî bir suçlama, bir delil,
bir kanıt yoktur. Bunu, sizler de gayet iyi biliyorsunuz.
TUNCAY ERCENK (Antalya) -
Hocaya geçmiş olsun dediniz mi Hüsrev Bey?!
FEHMİ HÜSREV KUTLU
(Devamla) - Efendim, isterseniz, başka bir yerde bir mülakat yapalım,
açıkoturum yapalım, bütün sorularınıza cevap vereyim. Hepsini tam olarak
dinleyemeyince, sonra, cevaplarım da eksik kalabilir.
NECATİ UZDİL (Osmaniye) -
Karşıyım de çık, dolaşmaya ne gerek var?!
FEHMİ HÜSREV KUTLU
(Devamla) - Arkadaşlar, Türkiye'de, şu anda 58 inci ve 59 uncu hükümetlerde
İçişleri Bakanı olarak görev yapan Sayın Abdülkadir Aksu'nun başarılı
çalışmalarından dolayı şahsım adına ve benim gibi düşünen arkadaşlarım adına
kendilerini tebrik ediyorum…
HÜSEYİN BAYINDIR
(Kırşehir) - Benden de selam söyle!..
NECATİ UZDİL (Osmaniye) -
Biz de tebrik ediyoruz; duacıyız!..
FEHMİ HÜSREV KUTLU
(Devamla) - …ve bu Yüce Meclisin, Sayın Bakanımızı, Türkiye Cumhuriyeti
Devletinin menfaatlarını ve bizlerin huzur ve sükûnunu sağlamak için olağanüstü
gayretlerinden ve zamanlarından, şahsî meselesine zaman ayırıp, yargıyla
uğraşmaması için, kendisinin daha zayıf olduğu, bakan olmadığı bir zamanda
yargı önüne çıkıp, daha rahat şekilde yargılanması gerektiğini bildiriyorum.
MEHMET ZİYA YERGÖK
(Adana) - Asayiş bozuk!
HÜSEYİN BAYINDIR
(Kırşehir) - İstanbul'da, gündüz çık bir dolaşsana! İstanbul'da asayiş mi var?!
Kapkaç terörüne teslim ettiniz ülkeyi!
FEHMİ HÜSREV KUTLU
(Devamla) - Verilecek kararın hayırlı olmasını...
HÜSEYİN BAYINDIR
(Kırşehir) - Hayırlara vesile olsun!..
FEHMİ HÜSREV KUTLU
(Devamla) - .. ve önerinin reddedilmesini arz ediyor, hepinize saygılar
sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
HÜSEYİN BAYINDIR
(Kırşehir) - İstanbul'da, sokaklarda gündüz gezemiyorsunuz, dışarı
çıkamıyorsunuz.
BAŞKAN - Cumhuriyet Halk
Partisinin Grup önerisi üzerinde, aleyhinde, Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ;
buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
HÜSEYİN BAYINDIR
(Kırşehir) - Kapkaça teslim ettiniz sokakları!..
MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU
(Bursa) - Ne diyorsun oradan?!
HÜSEYİN BAYINDIR
(Kırşehir) - Anlaşılmıyor mu; gel burada söyleyeyim!
MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU
(Bursa) - Git, oradan söyle!
HÜSEYİN BAYINDIR
(Kırşehir) - Ben, istediğim yerden söylerim.
MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU
(Bursa) - Git, oradan konuş!
HÜSEYİN BAYINDIR
(Kırşehir) - Hadi oradan… Ben, istediğim yerden söylerim.
BAŞKAN - Sayın Bayındır…
Sayın Bayındır…
MEHMET ÇERÇİ (Manisa) -
Sen İstanbul milletvekili misin?!
HÜSEYİN BAYINDIR
(Kırşehir) - Dolaşsana İstanbul'da… Huzur varmış!..
MEHMET ÇERÇİ (Manisa) -
Sen İstanbul milletvekili misin?!
HÜSEYİN BAYINDIR
(Kırşehir) - Ne huzuru var; huzur muzur kalmadı!
BAŞKAN - Saygıdeğer
milletvekili arkadaşlarım…
HÜSEYİN BAYINDIR
(Kırşehir) - Açlık var, yoksulluk var, perişanlık var…
BAŞKAN - Sayın Bayındır…
Sayın Bayındır…
Saygıdeğer arkadaşlarım,
lütfen…
Sayın Bayındır, bir
müddet yoktunuz; hoş geldiniz!
Buyurunuz Sayın Bozdağ.
BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) -
Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisinin Grup
önerisi aleyhinde söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Saygıdeğer arkadaşlar,
uzunca bir zamandır, Türkiye Büyük Millet Meclisi, çarşamba günleri,
dokunulmazlıklarla ilgili görüşmelere sahne oluyor ve zaman kaybına da neden
oluyor.
Şimdi, ben, müsaadenizle,
benden önce konuşan arkadaşlarımın değindikleri konulara kısmen cevap
mahiyetinde, kısmen de bilgi arzı mahiyetinde birkaç hususu söylemek istiyorum.
Özellikle Sayın Kart burada konuşurken, Sayın Yergök de konuşurken, esasında,
gündeme alınmasını istedikleri konuyla alakadar bir tane cümle söylemediler.
Konunun özüne de girmediler. Sayın İçişleri Bakanı ve İstanbul Milletvekilimiz
hakkındaki dosyada ne vardır, ne yoktur, buradaki iddialar nedir, ne değildir,
Sayın Bakan, burada, geçmişte ne yapmıştır, ne yapmamıştır şeklinde herhangi
bir arzda bulunmadılar. Ben isterdim ki, bunları böyle açıklasınlar da, Türk
Milleti de duysun, ne menem şeyler varmış, bir görsün, onu beklerdim; ama,
böyle bir açıklamada ve izahatta bulunmadılar. Sebebi nedir derseniz;
bulunamayacaklardı da onun için izahatta bulunmadılar. Zira, bu dosyada, Sayın
Bakanın suçlanıp, müeyyidelendirilmesini gerektirecek somut nitelikte ne bir
belge ne de bir delil söz konusu değildir. Ayrıca da, aynı dönemde, ilgili
partinin genel başkan yardımcılığı görevlerinde bulunan Sayın Ahmet Tekdal ile
Sayın Şevket Kazan yargılanmışlar ve yargılama neticesinde beraat etmişlerdir.
MEHMET ZİYA YERGÖK
(Adana) - Mahkûm olanlar da var...
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) -
Beraat etmişlerdir, iyice bakın.
ATİLLA KART (Konya) - 70
kişi mahkûm oldu.
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) -
Sayın Bakan eğer bugün milletvekili veya bakan olmasaydı, ben eminim, o da
beraat edecekti; zira, ilgili davanın hiçbir aşamasında, Sayın Bakanın ne bir
denetim, gözetim görevi ne de herhangi bir evrakın üzerinde davaya konu şeyde
imzası, çizgisi dahi yok. Bunu bile bile, yılların hukukçusu bir arkadaşımızın,
Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanını sahtecilikle itham etmesini anlamakta
zorluk çekiyorum.
ATİLLA KART (Konya) -
Mahkemeler itham ediyor, mahkemeler, ben değil…
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) -
Ben, iyi bir hukukçu olduğunuza inanıyorum. İmzası, çiziği dahi olmayan bir
devlet adamını bu Yüce Meclisin çatısı altında böyle lekelemenin doğru olmadığı
kanaatindeyim.
TUNCAY ERCENK (Antalya) -
Savcı söylüyor, savcı…
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) -
İkincisi, konunun diğer kısmına gelmek istiyorum; zira, konuyla ilgili konuşulmadığı
için, ben de dosyanın detayına girmek istemiyorum.
Dokunulmazlıklarla ilgili
Anayasamızın 83 üncü maddesi çok net, çok açıktır. Anayasanın 83 üncü
maddesinin birinci cümlesi çok önemli. Ben orada bir hususa dikkatinizi çekmek
istiyorum. Diyor ki: "Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, Meclis
çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerden, o
oturumdaki Başkanlık Divanının teklifi üzerine Meclisce başka bir karar
alınmadıkça bunları Meclis dışında tekrarlamak ve açığa vurmaktan sorumlu
tutulamazlar."
Bu nedir; bu şudur:
Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerine tanınan hür alan, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin çatısı altındaki alandır; yani, Türkiye Büyük Millet
Meclisinde üye olan milletvekilleri, milletin temsilcileri, burada konuşulması
gereken ve Başkanlık Divanınca dışarıda bunu konuşamazsız diye karar alınan bir
konuyu seçim bölgesinde konuşamazlar; konuşabilirler mi; konuşamazlar. Öyleyse,
bizim burada, milletin sesinin temsilcisidir milletvekilleri.
Burada arkadaşlarım
konuşurken, ben, yargılanmak istiyorum, benim dokunulmazlığımı kaldırın
diyenlerin sesine niye kulak vermiyorsunuz diye söyleniyor. Ben bu işin
felsefesi üzerinde kafa yorarken, bu dokunulmazlık ne menem şeydir, niye gelmiş
diye baktığımda; taa bilmem 1200'lere kadar geçmişi var, kral karşısında,
padişah karşısında, sultan karşısında, otoriter yapı karşısında, kuvvetli yapı
karşısında zayıf olan milletin sesini seslendirenlere güç katsın diye, onlara
kuvvet olsun diye dokunulmazlıklar getirilmiş, o günden bugüne doğru da devam
edegelmiştir. Neden; millet, devamlı güçsüz ve zayıf durumdadır.
Onun için, ben diyorum
ki, herhalde, buradaki felsefe şu…
TUNCAY ERCENK (Antalya) -
Onlar yolsuzluk yapmıyordu, sen saklanma bunun arkasına!
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) -
Bu dokunulmazlık, vekilin dokunulmazlığı değildir; bu dokunulmazlık, milletin
sesinin sedasının dokunulmazlığıdır (AK Parti sıralarından alkışlar) milletlin
sesinin devlet katında yüksek ve daha gür bir şekilde ifade edilmesinin dokunulmazlığıdır;
onun için de bizim Anayasamızda yer almıştır.
ATİLLA KART (Konya) -
Dolandırıcılığın ne ilgisi var bu söylediğinizle, zimmetin ne ilgisi var?!
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) -
Şimdi, oraya da geleceğim. Anayasamızda onun için yeri var; milletin sesi,
vekilleri aracılığıyla, hür bir ortamda gür bir şekilde çıksın diye buraya
konulmuştur.
TUNCAY ERCENK (Antalya) -
Yolsuzluğu savun diye değil?!
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) -
Türkiye'nin cumhuriyet döneminde yaşadığı demokrasi mücadelesine baktığınız
zaman, milletin gür sesinin nasıl demokrasi adına demokrasiyi katlederek, nasıl
hukuk adına hukuk çiğnenerek, nasıl başka şeyler adına kesildiğini bu millet
yakından görmüş ve müşahede etmiştir.
TUNCAY ERCENK (Antalya) -
Anlat anlat!..
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) -
Onun için, milletin vekilinin, onun şahsında da milletin itibarını yükselten
bir düzenlemedir. Bu düzenlemeyi, bahis açarak, daha doğrusu, kürsü
dokunulmazlığının dışındaki diğer dokunulmazlıkları gündeme getirerek Türkiye
Büyük Millet Meclisinde yapılan her bir konuşma millete vurulan şamar gibidir
ve bu milletin itibarını azaltmaktan başka bir şeye yaramıyor. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
MEHMET ZİYA YERGÖK
(Adana) - Millet istiyor… Millet istiyor...
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) -
Değerli arkadaşlarım, bakın, Sayın Bakan da burada söyledi, daha önceki
konuşmacılar da burada söyledi; Türkiye Büyük Millet Meclisinde dokunulabilen
tek görevli, tek yetkili, Türkiye Büyük Millet Meclisinin vekilleridir. Onun
dışında, dokunulamayanlarla dolu bu memleket. Sadece vekiller mi kaldı
dokunulmayan?!
ATİLLA KART (Konya) -
Görevinizi başarıyla yapıyorsunuz Sayın Bozdağ.
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) -
Şimdi, bakın, trafikten bahsetti. Bir tane kamu görevlisi geçerken selam durup
geçiyor, vekil geçerken halini bir görün. Sizin başka yerlerdeki halinize bir
bakın; en kolay dokunulan, alanına en kolay müdahale edilen, itibarı üzerine en
kolay söz söylenen, milletvekilleridir.
TUNCAY ERCENK (Antalya) -
Yolsuzluk yapanlar yüzünden; onun için söylüyorlar.
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Milletvekillerinin ve onun şahsında bu
milletin itibarını yükseltmek hem Türkiye Büyük Millet Meclisinin hem de
CHP'siyle, AK Partisiyle hepimizin görevidir.
Bakın, yolsuzluklarla
ilgili de konuşuldu, onunla ilgili de bir iki tane şey söyleyeceğim.
MEHMET ZİYA YERGÖK
(Adana) - Niye getirmiyorsunuz onu?
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) -
Birileri şöyle düşünüyor: Yahu, bu AK Partinin gücü bende olsa, millet bu kadar
vekil bana verse, ben de iktidar olsam, şu kaynakların başında otursam malı
nasıl götürürdüm Allah bilir!..
TUNCAY ERCENK (Antalya) -
Gidiyor zaten…
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) -
Ya, bunlar da insan… Ee, bizim gibi bunların düşünmemesi anormal değil.
Herhalde bunlar da götürüyordur diye ikibuçuk senedir çırpınıyorlar; ama, daha
bir tane numunesini bulamadılar. Bulamazsınız… (AK Parti sıralarından alkışlar)
TUNCAY ERCENK (Antalya) -
Allah allah!..
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) -
AK Partinin diğerlerine benzer bir yönü, yöntemi yoktur. Esas yanlışlık burada,
"bunlar da bizim gibi" anlayışında. Biz sizin gibi değiliz,
olmadığımız için 360 kişiyiz. (AK Parti sıralarından alkışlar)
GÜROL ERGİN (Muğla) - O
zaman, bırakın kaçmayı…
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) -
Bu millet onun için AK Partiyi tek başına iktidar yaptı.
Bakın…
GÜROL ERGİN (Muğla) -
Mahkemeye çıkmayın, konuşun burada!..
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) -
Değerli arkadaşlar, yolsuzluklar konusunda hem CHP'nin hem AK Partinin; yani,
bu Meclisin yaptıklarına hiç kimse laf söyleyemez.
GÜROL ERGİN (Muğla) -
Adaletten kaçanlar sizi!..
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) -
Bakın, Meclis toplandı, biz buraya geldik, daha yol, yöntem bilmiyoruz…
GÜROL ERGİN (Muğla) -
Hayatınız kaçmakla geçiyor…
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) -
… Türkiye Büyük Millet Meclisinin yaptığı ilk iş, yolsuzlukları araştırma
komisyonunu kurmak oldu
GÜROL ERGİN (Muğla) -
Hayret ya! Yazıklar olsun!
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) -
Kurdu mu; kurdu. Pek çok konu incelendi mi; incelendi. Arkasından, 6 tane
soruşturma komisyonu kurdu mu bu Meclis?
MEHMET ZİYA YERGÖK
(Adana) - Başkaları için kuruyor!
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) -
Komisyonlar çalıştı mı; çalıştı. Başbakan dahil, devrin bakanlarının Yüce
Divana sevkine karar verdi mi; verdi.
Peki, ben soruyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisinin hangi döneminde -böylesine, bir devre damgasını
vuranlar- üzerlerinde şaibe olanları bu Meclis Yüce Divana gönderdi?
MUHARREM KILIÇ (Malatya)
- Başka partiler için...
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) -
Ben hatırlıyorum daha önceki dönemleri; 1995 seçimleri olmuştu, iki tane parti,
Ana-Yol bir araya gelmişti, birbirlerini akladılar; sonra, Refah-Yol bir araya
geldi, birbirlerini akladılar, pakladılar; bundan önceki dönemde de Koray Aydın
soruşturmasında ve başka dosyalarda birbirlerini akladılar, pakladılar.
Aklamayan, paklamayan tek yasama dönemi, bu dönemdir. Onun için, bu Meclisin,
yolsuzlukla mücadele konusundaki karnesi yıldızlı pekiyidir; bununla iftihar
etmesi lazım. (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
V.HAŞİM ORAL (Denizli) -
Söylediğine kendin inanıyor musun?!
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) -
Peki, daha ne oldu -bir başka şey daha söyleyeceğim- yolsuzlukla mücadele
adına, Bankalar Kanununda değişiklik yapıldı.
Ben, buradan, CHP adına
konuşan değerli arkadaşlarımın sözlerini hatırlıyorum: "Bu kanun hukuka
aykırı; ama, biz, bunun amacına oy vereceğiz; Anayasaya aykırı; ama, amacına oy
vereceğiz." Neden; yolsuzlukla mücadeleyi öngörüyordu, bu memleketin,
yetimin malına göz dikenlerin kendilerinin ve belli düzeydeki akrabalarının
malvarlığına, hem de geçmişe dönük olarak elkoymayı öngörüyordu. Bu Meclisten,
sizin ve bizim oylarımızla, alkışlarla geçmedi mi; geçti.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Bozdağ,
lütfen konuşmanızı tamamlayınız.
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) -
Bitiriyorum.
Onun için, bakın, 21
Şubat krizinin arkasından batan batanaydı, kimse ödemiyordu; kuyruğa girdiler.
Onlar keyfinden girmedi.
ATİLLA KART (Konya) -
Neyi tahsil ettiniz?
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) -
Pahalılığı gördüler; yani, astarın yüzünden pahalı olduğunu gördüler, onun için
sıraya girdiler.
ATİLLA KART (Konya) - Kaç
para tahsil ettiniz; kaç para?!
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) -
Ayrıca, Ceza Muhakemesi Kanununda önemli değişiklikler yapıldı; değerli
arkadaşlarım biliyorlar; 135 inci maddeyi, 139 ve 140 ıncı madde ve 138'de
rüşvet ve ihaleye fesat karıştırmanın bundan sonra belgesi olacaktır. Devletin
onları izlemesi, gözlemesi için ilk defa düzenlemeyi, yine CHP ile AK Parti
beraber koymuştur; bundan sonra, yiğit olan çalsın!
V. HAŞİM ORAL (Denizli) -
Bir de yapamadıklarımızı söylesene; sayenizde yapamadıklarımızı!..
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) -
Hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Bozdağ.
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu önerisi üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır.
Şimdi, öneriyi oylarınıza
sunacağım…
HALUK KOÇ (Samsun) -
Sayın Başkan, karar yetersayısının aranılmasını istiyorum.
BAŞKAN - Karar
yetersayısını arayacağım Sayın Koç.
Öneriyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yetersayısı vardır; öneri
kabul edilmemiştir.
Sayın milletvekilleri,
alınan karar gereğince, sözlü soru önergelerini görüşmüyor ve gündemin
"Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler"
kısmına geçiyoruz.
VI.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER
1.- Çanakkale
Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî
Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu
İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)
BAŞKAN - 1 inci sırada
yer alan kanun teklifinin geri alınan maddeleriyle ilgili komisyon raporu
gelmediğinden, teklifin görüşmelerini erteliyoruz.
2 nci sırada yer alan,
Esnaf ve Sanatkârlar Meslek Kuruluşları Kanunu Tasarısı ile Sanayi, Ticaret,
Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu raporunun görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
2.- Esnaf
ve Sanatkârlar Meslek Kuruluşları Kanunu Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji,
Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu (1/969) (S. Sayısı: 851)
BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.
Tasarının görüşülmesi
ertelenmiştir.
3 üncü sırada yer alan,
Askerî Hâkimler Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet
Komisyonu raporunun görüşmelerine başlıyoruz.
3.- Askerî
Hâkimler Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet
Komisyonu Raporu (1/1033) (S. Sayısı: 916) (x)
BAŞKAN - Komisyon?...
Burada.
Hükümet?.. Burada.
Komisyon raporu 916 sıra
sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Malatya Milletvekili Sayın Muharrem Kılıç;
buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz 20 dakika.
CHP GRUBU ADINA MUHARREM
KILIÇ (Malatya) - Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; Askerî Hâkimler
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısıyla ilgili olarak
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım; Yüce Heyeti
saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, bu
tasarıya girmeden önce, bugün, 1 Haziran 2005, Yeni Türk Ceza Kanunu bugünden
itibaren yürürlüğe girdi, tüm ulusumuza hayırlı olsun.
Değerli arkadaşlar, yeni
Türk Ceza Kanununun çıkış tarihi 26.9.2004 tarihi idi; o tarihten itibaren altı
aylık bir geçiş süreci için yürürlük, 1 Nisan 2005'e ertelenmişti. Ancak, 1 Nisan
2005'ten bir gün önce, Sayın Başbakanın yurt dışından vermiş olduğu talimatla,
Meclis, o gün, yasanın uygulanmasını 1 Haziran 2005 tarihine erteledi. Peki, bu
süre içinde ne oldu; bu süre içinde, 40'a yakın, yeni Türk Ceza Kanununun 40'a
yakın maddesi yürürlükten kaldırıldı, iptal edildi.
(x) 916 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Değerli arkadaşlar, yeni
Türk Ceza Kanununu çok önemsemiştik, çok önemli değişiklikler getirdiğini
söylemiştik; ancak, dediğim gibi, yeteri kadar, olgunlaşmadan çıkarıldığı için,
henüz, daha yürürlüğe girmeden, bu kanun uygulanamaz duruma geldi.
Değerli arkadaşlar, bu
getirilen hükümet tasarısı, askerî hâkimlerin kaynağını büyük ölçüde genişleten
olumlu bir tasarı. Görüşülen tasarının gerekçesinde 357 sayılı Askerî Hâkimler
Kanununda askerî hâkimlerin kaynakları sıralanmış; ancak, bu kaynakların
yeterli olmaması sebebiyle "kendi nam ve hesabına hukuk fakültesini
bitiren ve henüz askerlik hizmetini yapmamış erkek vatandaşlar ile en az 4 yıllık
fakülte veya yüksekokulu Türk Silahlı Kuvvetleri nam ve hesabına okuyarak
muvazzaf subay nasbedilenlerden veya 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri
Personel Kanunu hükümlerine göre dış kaynaktan muvazzaf subay nasbedilenlerden
hukuk fakültesi mezunu muvazzaf subaylara askerî hâkimlik sınavına başvuru
hakkının tanınması öngörülmekte, bu suretle başvurudaki eşitsizliklerin ortadan
kaldırılmasıyla daha çok ve daha çeşitli adaylar arasından askerî hâkim
seçimine ve dolayısıyla, Türk Silahlı Kuvvetlerinde daha nitelikli personel
istihdamına imkân sağlanması amaçlanmaktadır" denilmektedir. Bu amaca ve
eşitsizlikleri ortadan kaldırmaya yönelik bu düzenlemeye Cumhuriyet Halk
Partisi olarak biz de katılıyoruz; çünkü, askerî hâkimliğin kaynakları
genişliyor, daha nitelikli hukukçuların askerî hâkim olma imkânları
getiriliyor. Bu nedenle, bu düzenlemeye diyecek bir şey yok.
Yalnız, değerli
arkadaşlar, konu askerî hâkimlerden açılmışken, askerî yargı sistemine de
kısmen değinmek istiyorum.
Askerî yargı sistemi,
Anayasamızın 145 inci maddesinde özel olarak düzenlenmiştir. Anayasamızın 145
inci maddesi "askerî yargı, askerî mahkemeler ve disiplin mahkemeleri
tarafından yürütülür" diyerek, asker kişilerin veya bir şekilde askerlerle
karşı karşıya gelen kişilerin askerî mahkemelerde yargılanmasını getiriyor.
Yalnız, değerli
arkadaşlar, bu düzenlemenin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6 ncı
maddesinde yer alan adil yargılanma hakkıyla ilgili düzenlemeyle kısmen
uyuşmayan taraflarının olduğunu da görüyoruz. Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesinin 6 ncı maddesinde "her kişi, gerek yurttaşlık hak ve
yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar gerek ceza alanında kendisine karşı
yapılan bir suçlama konusunda karar verecek olan yasal, bağımsız ve yansız bir
mahkeme tarafından davasının akla uygun bir süre içerisinde, hak gözetilirliğe
uygun ve açık biçimde dinlenmesini istemek hakkına sahiptir" deniliyor.
Şimdi, burada, adil
yargılanma hakkında ne diyordu; "bağımsız ve yansız bir mahkeme"
diyordu. Oysa, askerî yargılamaya baktığımızda, acaba, bağımsızlık ve yansızlık
yönünden adil yargılanma ilkelerine askerî mahkemeler ne derece uyum
sağlıyorlar?
Bağımsızlığın oluşması
için, atanmada, görevden almada, askerî hâkimliğin süresinde, emir alma
durumunda, sicilin verilmesinde yürütmenin etkisinin olmaması gerekiyor; ancak,
şu anki sistemde, askerî hâkimlerin atanmasında, görevden alınmasında,
süresinde, emir ve komuta zincirinde, sicillerinin doldurulmasında, yürütmenin,
yani, askerî hiyerarşinin kesin ve net biçimde belirleyici olduğu açıktır. En
basitinden, sicillerini irdelediğimizde, askerî hâkimlerin sicillerinin, kısmen
askerî yargıtayca, kısmen de komuta silsilesi içerisinde doldurulduğunu
görüyoruz. Tabii, sicilleri de uygun olmazsa, askerî hâkimlerin yükselme
şansları da olmuyor. Böyle bir sistemde askerî hâkimlerin bağımsızlığından
bahsetmek ne kadar doğrudur?! Kaldı ki, askerî mahkemelerde iki askerî hâkim,
bir tane de hukukçu olmayan subay görev yapıyor. Subay, askerî hâkimlerin
statüsüne de tabi değil; bir yıllığına ataması yapılıyor. Tümüyle emir komuta
zinciri içinde çalışan bir sistem. Adil yargılanma hakkındaki yansızlık
ilkesine baktığımızda, yürütmeye, idareye bu kadar bağlı olan hâkimlerin yansız
ve tarafsız davranması, yansız bir şekilde kararlarını oluşturması çok kolay
bir iş olmasa gerek.
Bir de, askerî disiplin
mahkemeleri var. Askerî disiplin mahkemelerinin üyelerine baktığımızda,
bunların adı mahkeme; ancak, hâkimleri hukukçu değil. Üç tane subaydan oluşan;
ancak, mahkemede hâkimlik görevi yapan üç tane hukukçu… Bunların, disiplin
hâkimlerinin, yani, hâkimlik görevi yapan, hukukçu olmayan bu subayların
ataması, birlik komutanı tarafından yapılıyor. Disiplin soruşturması birlik
komutanının emriyle başlıyor, davanın açılması birlik komutanının emriyle
yapılıyor, mahkemeler birlik komutanının talimatıyla toplanıyor. Mahkeme, aynı
zamanda birlik komutanının gözetimine tabi. Sicil amirleri, komutanlar.
Böyle bir yapı içinde
bağımsızlıktan bahsedebilir miyiz? Bunlara, adı üstünde, mahkeme diyoruz,
disiplin mahkemesi. Disiplin mahkemesindeki hukukçu olmayan 3 subayın yapmış
olduğu yargılamaya biz yargı diyebilir miyiz? Disiplin mahkemesi yine olsun. Şu
anda askerî hâkimlerin kaynaklarını genişletiyoruz. Bol miktarda askerî hâkim
alınsın. Eğer disiplin mahkemeleri mutlaka gerekiyorsa -askerî disiplin için
gerekiyordur- buralarda da yine askerî hâkimler görev alsınlar.
Hukukçu olmayan bir
kişinin hukuk mantığının oluşması, hukuksal kavramları karşılaması, evrensel
hukuk ilkelerine göre davranması, karar vermesi mümkün müdür? Bağımsız değil bu
konumda. Peki, bu disiplin mahkemelerinin tarafsızlığından, yansızlığından
bahsetmek mümkün mü? Emir-komuta zinciri içindeki bir subayın, kendinin üstü
konumundaki komutanlarından aldığı emirlerinin dışına çıkma şansı var mı?
Öyleyse, mademki
demokratikleşiyoruz, mademki ülkemizde hukukun üstünlüğünü egemen kılmaya
çalışıyoruz, bu sorunlara da el atılması gerekir diye düşünüyoruz. Çünkü,
değerli arkadaşlar, Anayasamızın 2 nci maddesi "Türkiye Cumhuriyeti bir
hukuk devletidir" diyor. Yine, Anayasamızın 9 uncu maddesi "Yargı
yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır" diyor.
Mahkemelerin bağımsız olması temel ilkedir. "Kanun önünde eşitlik"
diyor Anayasamızın 10 uncu maddesi. Aynı fiilleri işleyen, orduda subaylık
yapan bir subay ile kamuda görev yapan bir daire başkanı, kendi amiriyle
tartışması konumunda, bunların yargılanmasında Anayasamızın eşitlik ilkesinin
uygulanması gerekmez mi? Yine, Anayasamızın 138 inci maddesinde mahkemelerin
bağımsızlığından bahsediliyor, 139 uncu maddesinde hâkim ve savcıların
teminatından bahsediliyor, 140 ıncı maddesinde de hâkim ve savcı mesleğinin
özelliklerinden bahsediliyor. Biz ne yapıyoruz; yaptığımız düzenlemelerle,
olayın özüne girmeden, sadece birtakım yüzeysel sorunları, burada, getirerek
tartışmaya açıyoruz. Gerçi, bugün görüştüğümüz tasarı, önemli bir tasarı. Eğer
bunun arkası gelirse, bununla eğer askerî hâkimlerin sayısında çoğaltmaya
gidilerek, oradaki, yine Askerî Hâkimler Kanununda, askerî yargılama hukukunda
değişiklikler yapılarak askerî yargılamayı diğer yargılamalarla eşdeğer duruma
getirirsek, ülkemizin hukuk alanındaki anlayışı daha da gelişecektir diye
düşünüyorum.
Değerli arkadaşlar, artık
ülkemiz kapalı devre yaşamıyor; dünya küçüldü, Türkiye'de olan olaylar anında
dünyanın her tarafında öğrenilebiliyor, tartışılabiliyor,
değerlendirilebiliyor. Bu nedenle, hukuk sistemimizi mutlaka yeni baştan gözden
geçirmemiz gerekmektedir.
Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi artık bizim bir içhukukumuz şeklindedir; çünkü, Türkiye Cumhuriyeti
olarak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini imzalamış bulunmaktayız. Anayasamızın
90 ıncı maddesiyle de artık, imzalamış olduğumuz uluslararası sözleşmeler bizim
bir içhukukumuz şekline gelmiştir.
Değerli arkadaşlar, bu
alanlarda, belki, köklü bir düzenleme yapmak zaman alabilir. Ancak, askerî
mahkemelerdeki subay üyenin yerine bir askerî hâkim üyenin getirilmesi için,
mutlaka bir çalışma yapılması gerekir. Yine, disiplin mahkemelerindeki 3 subay
üye yerine de 3 askerî hâkimin görevlendirilmesi konusunda, mutlaka, acil
düzenleme gerekmektedir.
Yine, askerî
hâkimlerimizin haklarının teminat altına alınması, sicillerinin ve diğer özlük
haklarının güvence altına alınması da bir zorunluluk.
Değerli arkadaşlar,
askerî yargıyı biryığın eleştirdik. Ancak, sivil yargı çok mu bağımsız?! Bu
kürsüden defalarca söyledik. Adalet Bakanlığımız, sürekli, AB sürecinde şu
yasaları mutlaka çıkarmamız gerekir diyor, birtakım uyum yasaları getiriyor.
Biz de diyoruz ki, AB sürecinde, gerekiyorsa, biz de destek vereceğiz; çünkü,
biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak AB sürecini önemsiyoruz. Ancak, AB
sürecinde, yargı bağımsızlığıyla ilgili eleştiriler de var. Örneğin, 2004 AB
ilerleme raporunda ne diyor: "Yargının bağımsızlığı ilkesi Anayasayla
güvence altına alınmakla birlikte, yargı bağımsızlığı Anayasada yer alan bazı
hükümler nedeniyle belli ölçüde zedelenmektedir. Anayasa uyarınca, hâkim ve
savcılar, idarî görevleri bakımından Adalet Bakanlığına bağlıdır. Ayrıca,
atanmaları, terfileri, denetimleri ve geniş anlamda tüm hâkim ve savcıların
kariyerleri, Adalet Bakanının başkanlığını yaptığı ve Adalet Bakanlığı
müsteşarının da üye olduğu Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından
belirlenir. Yüksek Kurul tarafından taşra teşkilatına tayin edilme
olasılıkları, hâkim ve savcıların, tavır ve kararlarını etkileyebilmektedir.
Ayrıca, Yüksek Kurulun kendi personeli ve bütçesi yoktur; Adalet Bakanlığı
binasının içinde çalışmaktadır. Kurul, kendi idarî görevleri bakımından,
tamamen, Adalet Bakanlığının Personel Dairesine ve Teftiş Kuruluna bağlıdır.
Değerli arkadaşlar,
böylesi bir ortamda, yürütmenin yargı üzerinde vesayetinin olduğu bir ortamda,
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun başkanının yürütmenin bir üyesi olan
Sayın Adalet Bakanının olduğu bir yargı sisteminde, Sayın Adalet Bakanının
müsteşarının kurulun ikinci adamı olduğu bir sistemde, yargı bağımsızlığından
bahsetmek mümkün müdür?! Gerçi, bu sistem yeni gelmedi, bu sistem geçmişten
beri böyle uygulanıyor; ancak, artık, bu sistemin hukukî olmadığı, yargı
bağımsızlığını ortadan kaldırdığı apaçık ortaya çıkmıştır. Bu nedenle, Adalet
Bakanlığı olarak, bu sistemde mutlaka bir değişiklik yapmak zorunluluğu ortaya
çıkmıştır. Gelin, hep beraber, iktidarıyla muhalefetiyle, bu konuda bir
hazırlık yapalım; çünkü, yargı, kuvvetler sisteminde önemli bir ayaktır. Yargı
bağımsızlığı, herkes için teminattır; hem iktidarıyla hem muhalefetiyle...
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Kılıç,
konuşmanızı tamamlar mısınız.
Buyurun.
MUHARREM KILIÇ (Devamla)
- Bu nedenle, yargı bağımsızlığını sağlamak, Yüce Meclise düşen çok önemli bir
görevdir. Ümit ediyorum ve istiyorum ki, bu dönemde yargı bağımsızlığını
sağlayacak düzenlemeler yapmak, bu Heyete nasip olsun.
Yüce Meclis tarafından
çıkarılacak bu kanunun ülkemize hayırlı olmasını diliyor, saygılar sunuyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Kılıç.
Tasarının tümü üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
1 inci maddeyi
okutuyorum:
ASKERÎ HÂKİMLER KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR
KANUN TASARISI
MADDE 1.- 26.10.1963
tarihli ve 357 sayılı Askerî Hâkimler Kanununun 2 nci maddesinin birinci
fıkrasının (D) ve (E) bentleri aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"D) Harp okulu
mezunu ya da en az dört yıllık fakülte veya yüksekokulu Türk Silâhlı Kuvvetleri
nam ve hesabına okuyarak muvazzaf subay nasbedilenlerden veya 926 sayılı Türk
Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu hükümlerine göre dış kaynaktan muvazzaf
subay nasbedilenlerden hukuk fakültesi mezunu üsteğmen rütbesinde veya yüzbaşı
rütbesinin ilk üç yılında bulunanlar. Bu subayların taşımaları gereken diğer
özel şartlar yönetmelikle belirlenir.
E) Kendi hesabına hukuk
fakültesini bitiren bayanlar ile aynı durumda olan ve henüz askerliğini
yapmamış erkek vatandaşlardan istemde bulunanlar."
BAŞKAN - Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Çorum Milletvekili Feridun Ayvazoğlu.
Buyurun Sayın
Ayvazoğlu.(CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA FERİDUN
AYVAZOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; görüşülmekte olan
916 sıra sayılı Askeri Hâkimler Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum;
Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, kaç
günden beri görüştüğümüzün çok değişik bir manzarasıyla karşılaştık. Şimdiye
kadar öyle alıştık ki, sayın milletvekillerimiz tarafından hazırlanıp getirilen
teklifler üzerindeki konuşmalardan sonra, bugün, gerçekten bir tasarıyla karşı
karşıyayız; hükümet tarafından imzalanan, Sayın Millî Savunma Bakanlığı
tarafından sunulan bir tasarıyla karşı karşıyayız. Bundan dolayı da, Yüce
Meclise, bir değişiklik olduğunu hatırlatmak istedim.
Askerî yargı dediğimiz
konunun, Anayasamızın Üçüncü Bölümünde "Yargı" başlığı altında yer
almış bulunan 138 inci maddesinde ve bu bölümün devamında da, yine "Askerî
yargı" başlığı altında 145 inci maddede yer aldığını hepimiz bilmekteyiz.
Onun devamında, 156 ncı maddede "Askerî Yargıtay" ve 157 nci
maddesinde de "Askerî Yüksek İdare Mahkemesi" başlığı altında, askerî
yargının çerçevesinin çizildiğini ve askerî yargıyla ilgili işlevlerin
kanunlarla düzenlendiğini, Anayasamızda bu şekilde yer aldığını bildirmek,
bizlere düşen bir görevdir.
Bu doğrultuda olmak
üzere, elbette, askerî yargının da, yargıçlar tarafından yürütüldüğünü ve bunun
temelinde de, bağımsız yargıçların, Anayasamızın 138 inci maddesinde yer alan
yargıç bağımsızlığıyla eşdeğer olduğunu da vurgulamak istiyorum. Daha doğrusu,
bu söylediğimiz, elbette, yargıç bağımsızlığı ve giderek yargıç bağımsızlığıyla
beraber mahkemelerin bağımsızlığı da birbirinden kopmaz, ayrılmaz bir bütündür,
hukukun bütünü içerisinde değerlendirilmesi gereken bir kuraldır.
Bu çerçevede, askerî
mahkemelerde ve az önce saymış olduğumuz diğer askerî kuruluşlarda görev
yapacak olan askerî hâkimlerin de, kaynaklarının ne şekilde yaratılacağına dair
bu kanunun değiştirilmesi ihtiyacından dolayı 2 nci maddesinde bir değişikliğe
gidilmek zarureti hissedilmiştir. Böyle bir değişiklik tasarısıyla biz şu anda
görüşmede bulunuyoruz. 357 sayılı Askerî Hâkimler Kanununun 2 nci maddesindeki
birinci fıkranın (d) ve (e) bentleri gerçekten ihtiyaç doğrultusunda
değiştirilmesi gereken bir tasarıyı gündeme getirmektedir.
Şimdi, öncelikle, bunun
temeline bakıldığında, yerine göre hepimizin, herkesin söylemiş olduğu kanun
önündeki eşitsizliğin burada giderildiğini görmekteyiz bir nebze. Nedir o
eşitsizliğin giderildiği husus? Gerçekten,
şöyle düşünülürse, hukuk fakültelerine kadınıyla erkeğiyle alınan ve okutulan
öğrencilerin hiçbir ayırımı yapılmaz, yapılamaz. Bu, Anayasanın 10 uncu
maddesindeki eşitlik ilkesinin gereğidir. Tüm üniversitelerde olduğu gibi hukuk
fakültelerinde de okuyan öğrencilerin, elbette, erkeklerin askerliğinin yerine
getirilmesindeki kural, geçerli bir kural ve devam eden bir kuraldır. Bu
doğrultuda, bayan olarak öğrenim gören öğrencilerin ise, böyle bir kurala tabi
olmadıklarını hepimiz biliyoruz; hukuk ve kanun sistemimizde bu kural bu şekilde.
İşte burada doğan eşitsizlik, hukuk fakültelerini bitiren erkekler, mezun olan
öğrenciler, askerî hâkimlik sınavına giremeyecekler; ama, aynı şekilde, kendi
nam ve hesaplarına aynı hukuk fakültesini bitiren bayanlar askerlik yapma
zorunluluğu olmadığı için o sınava girebilecekler. İşte burada, her ne kadar
kadınlarımız, gerçekten, yeri geldiğinde "eşitlik istiyoruz, eşitlik
nerede" diye haykırışlarını belli platformlarda söylüyorlar ise de, burada
da erkek vatandaşlarımız "eşitlik istiyoruz" deme hakkına sahip bir
noktada kalmış durumda. O nedenle, bu
eşitsizliği gidermek için bu kanunun ilgili maddesinin değiştirilmesi kadar
doğal bir şey olamaz. O doğrultuda olmak üzere, üniversitede okuyan, kendi nam
ve hesabına okuyup bitiren erkek öğrenciler de hâkimlik sınavına, askerî
hâkimlik sınavına girebilsinler, bayanlar da girebilsinler; zaten giriyorlar
idi.
Bunun devamında, yine,
dış kaynaklardan gelen, mezun olan öğrencilerin ve muvazzaf subayların da hukuk
fakültelerini bitirmeleri şartıyla ve belli şartları yerine getirmeleri
suretiyle aynı sınava girebilmelerinin de bu şekilde önü açılmış oluyor.
Tabiî, ben, (d)
fıkrasında, Sayın Bakanımıza veya Komisyon Başkanımıza da buradan bir uyarıda
bulunmak istiyorum. Ben mi yanlış anlıyorum diye de söylüyorum. Şimdi, (d)
fıkrasının son cümlesine doğru "bu subayların" ibaresinden önce…
Şimdi, şu şekilde devam ediyor: "muvazzaf subay nasbedilenlerden hukuk
fakültesi mezunu üsteğmen rütbesinde veya yüzbaşı rütbesinin ilk üç yılında
bulunanlar. Bu subayların taşımaları gereken diğer özel şartlar yönetmelikle
belirlenir" derken bir cümle düşüklüğü olduğunu görür gibi oldum. Bunun şu
şekilde olması gerekmez mi diye düşünüyorum: "Bulunan subayların"
şeklinde değiştirilmesi gerekir diye düşünüyorum. Burada bir cümle düşüklüğü
olduğunu, eğer böyle bir husus var ise, bir redaksiyon yapılmasında, burada
tavsiyede bulunmak istiyorum. Yani, bu anlamsız ve cümle düşüklüğü gerçekten
kendisini gösteriyor. "Yüzbaşı rütbesinin ilk üç yılında bulunanlar
-nokta; büyük harfle başlıyor- Bu subayların taşımaları gereken diğer özel
şartlar yönetmelikle belirlenir" değil de "bulunan subayların"
olması gerekir diye düşünüyoruz. Bunun, gerekirse komisyon tarafından
düzeltilmesinin uygun olacağını belirtmek istiyorum.
Şimdi, değerli milletvekilleri,
bir haftadan beri, gerçekten Meclis ortamında ve gündeminde çok gergin günler,
gergin anlar, gergin saatler yaşadık. Bunun temeline bakıldığında, geçen
haftadan bugüne kadar, dün akşam 11'e kadar devam eden bir süreçte, bu
manzarayı hep birlikte gördük ve bu manzarayı görmekten dolayı, burada bulunan
bütün milletvekilleri üzüntü içerisine girdi. Sadece milletvekillerinin kendi
aralarında üzüntü içerisinde olması veya üzüntüye girmesi önemli değil, önemli
olan, bu manzarayı gören, bizleri seçen milletimizin üzüntü içerisine girip
girmemesidir, ki, inanıyoruz, bu manzarayı gören ve bizleri buraya gönderen
milletimiz de bu üzüntüyü yaşadı, bu üzüntüyü gözleriyle gördü. Bu üzüntünün
kaynağına bakıldığında, kim ne derse desin, bugüne kadar, yerine göre, Avrupa
Birliği adı altında veya toplumsal barış, huzur adı altında belli yasaların
çıkarılmasında Anamuhalefet Partisiyle uzlaşmaya girildiğini, girilmesi
gerektiğini ve bu yönde çalışmaların bugüne kadar devam ettiğini her yerde
söyleyegeldik. Bunu, yerine göre, gittiğimiz seçim bölgelerinde söyledik,
AKP'lisiyle Cumhuriyet Halk Partilisiyle, hep birlikte söyledik, anlattık; ama,
iki haftaya yakın süredir bu uzlaşmanın koparıldığını, bu mutabakatın ihlal
edildiğini ve bu ihlalin müsebbibinin de -bir kez daha söylüyoruz ki- hiçbir
zaman için Cumhuriyet Halk Partisi olmayıp, siyasî iktidarı temsil eden Adalet
ve Kalkınma Partisi olduğunu gördük ve bundan dolayı da, gerçekten, dün akşama
kadar, nasıl bir gerginlik yaşandığını sizler burada yaşadınız. Buna sebebiyet
vermek, bizlere düşen, sizlere düşen, özellikle siyasî iktidara düşen bir hak
değildir.
Az önce konuşma yapan
Sayın Bozdağ'ın belirttiği, dokunulmazlıklarla ilgili söylediği gibi bir mantık
geliştirilirse, korkarım, çok kötü sonuçlar doğurur. Bu kötü sonuçların sonunda
da, millet…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
FERİDUN AYVAZOĞLU
(Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkanım. Gerekirse, şahsım adına da konuşmak
istiyorum.
BAŞKAN - Buyurun; 1
dakikalık süreniz çalışıyor.
FERİDUN AYVAZOĞLU
(Devamla) - Şu şekilde beyanda bulunuyor Sayın Bozdağ: Bizi buraya millet
gönderdi. Biz burada sahtekârlıktır, yolsuzluktur, hırsızlıktır, neyle
suçlanırsak suçlanalım; ama, bizim özgür bir şekilde burada görev yapmamız
hiçbir şekilde engellenmesin, hiçbir şekilde dokunulmazlığımıza dokunulmasın
mantığıyla hareket ederek böyle bir cevap vermesi, gerçekten, talihsizlik
olmuştur. Bu mantıkla gidersek, her birimiz, burada sahtekârlık yapalım,
hırsızlık yapalım, yolsuzluk yapalım; ama, milletimizin gözünden düşmeyelim
diye dokunulmasın, dokunulmazlığımıza kimse karışmasın mantığı, bize,
kesinlikle ve kesinlikle, itibar kazandırmaz, itibar kaybettirir.
Sayın Bozdağ'ın,
sanıyorum, Adalet ve Kalkınma Partisi adına konuştuğu gerçeğinden de hareketle,
bu şekildeki bir mantığın, sizleri, AKP'yi çok iyi yerlere götürmeyeceğini ve
milletin gözü önünde, milletin nazarında kesinlikle…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Ayvazoğlu…
FERİDUN AYVAZOĞLU
(Devamla) - Sayın Başkan, 5 dakika daha konuşmak istiyorum.
BAŞKAN - 5 dakika nasıl
ilave ediyorsunuz?
FERİDUN AYVAZOĞLU
(Devamla) - Mümkünse…
HALUK KOÇ (Samsun) -
Mümkün…Şahsı adına da, 5 dakika konuşması mümkün değil mi Sayın Başkan?
BAŞKAN - Yalnız, Sayın
Ayvazoğlu, konuşmalarınız sırasında, sayın milletvekiline, söylemediği sözleri
isnat ediyorsunuz. Bunu bütün arkadaşlarımız da dinliyor; yani, sizin
bahsettiğiniz gerginlik ortamının, sizin tarafınızdan meydana getirilmesini de
arzu etmeyiz.
Buyurun.
FERİDUN AYVAZOĞLU
(Devamla) - Sayın Başkanım, ben, Sayın Bekir Bozdağ'ın mantığından bahsettim.
BAŞKAN - Olmaz;
söylemediği sözü, siz, yorumla isnat edemezsiniz ki; olmaz öyle şey!
Söylediğini konuşacaksınız efendim.
FERİDUN AYVAZOĞLU
(Devamla) - Sayın Başkanım, söylediğini söylemiyorum, mantığından bahsediyorum,
örnek veriyorum. Eğer, Sayın Bozdağ'ın mantığından hareket edersek, Sayın
Bozdağ'ın mantığını kabul edersek -mantığını diyorum, söylediği sözleri kelime
kelime demiyorum, şunu söyledi bunu söyledi demiyorum- eğer, o mantığı kabul
edersek, Sayın Bozdağ'ın milletvekillerinin dokunulmazlığıyla ilgili bu kurala
dokunulmasın mantığını kabul edersek, bu milletvekilliği süresi sonuna kadar
milletvekillerimiz özgürce çalışsın, özgürce hareket etsin mantığını o şekilde,
o zihniyetle kabul edersek, o zaman şunu diyeceğiz: Milletvekillerimiz
milletvekili kaldıkları süre içerisinde hırsızlıkla, yolsuzlukla, sahtekârlıkla
da suçlanırsa suçlansın, ne olursa olsun kardeşim, dokunmayalım; dokunulmasın
mantığı devam eder, bunu anlatmaya çalışıyorum; yoksa, Sayın Bozdağ bunları
söyledi demiyorum; onun mantığından hareketle örnek veriyorum. Bunu söylüyorum
Sayın Başkan; bu şekilde açıklamak zorunda kaldım.
Evet, bu mantığı kabul
ettiğimiz takdirde, inanıyorum ki, kazanmak istediğimiz, Meclis olarak kazanmak
istediğimiz, milletvekilleri olarak kazanmak istediğimiz itibarı kazanamayız,
aksine, bu mantık, bizi, kazanmak istediğimiz bu itibarları, kazandırmak
istediğimiz bu itibarları daha da zafiyete uğratır ve halkın gözünde, milletin
gözünde, bizleri ve Parlamentoyu, daha da değişik gözlerle görmeye mahkûm eder.
Bunun hesabını da yarın öbür gün seçim yerlerine gittiğimizde, sandıklara
gittiğimizde, elbette, veririz, vereceğiz.
Bizler Cumhuriyet Halk
Partisi olarak, bunları, iddia ettiğimiz ve savunduğumuz süre içerisinde
şimdiye kadar nasıl savunduysak, bu hesabı, her zaman, sonuna kadar da vermeye
hazırız; ama, korkarım, Adalet ve Kalkınma Partisi aynı mantıkla devam ederse,
yarın öbür gün milletin huzurunda bu hesabı veremeyecektir; çünkü, vaat ettiklerinin
başında dokunulmazlıkların kaldırılması var idi; acaba bunun hesabını
milletimize nasıl vereceklerdir; o da, kendi sorunlarıdır.
Bu duygu ve
düşüncelerimle, şu anda görüşmekte olduğumuz askerî hâkimlerle ilgili
tasarımızın hayırlı ve uğurlu olmasını diliyor, Yüce Meclisi saygıyla sevgiyle
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Ayvazoğlu.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum...
HALUK KOÇ (Samsun) -
Sayın Başkan, karar yetersayısının aranılmasını istiyoruz.
BAŞKAN - Karar
yetesayısını arayacağım.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Karar yetersayısı yoktur;
birleşime 5 dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 16.04
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 16.16
BAŞKAN: Başkanvekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)
BAŞKAN - Saygıdeğer
milletvekili arkadaşlarım, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 106 ncı Birleşiminin
İkinci Oturumunu açıyorum.
916 sıra sayılı kanun
tasarısının görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.
VI.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
3.- Askerî
Hakimler Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet
Komisyonu Raporu (1/1033) (S. Sayısı: 916) (Devam)
BAŞKAN - Komisyon?..
Yerinde.
Hükümet?.. Yerinde.
Tasarının 1 inci
maddesinin oylamasında karar yetersayısı bulunamamıştı. Şimdi, maddeyi yeniden
oylarınıza sunacağım ve karar yetersayısını arayacağım.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir ve karar
yetersayısı vardır.
2 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2.- Bu Kanun yayımı
tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN - Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
3 üncü maddeyi
okutuyorum:
MADDE 3.- Bu Kanun hükümlerini
Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN - Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri,
tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Tasarı, kabul edilmiş ve
kanunlaşmıştır; hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ediyorum.
Saygıdeğer
milletvekilleri arkadaşlarım, 4 üncü sırada yer alan, TC Kültür ve Turizm
Bakanlığı ile Kosova Geçici Özerk Yönetim Kurumlarını (Kosova Kültür, Gençlik
ve Spor Bakanlığı) Temsil Eden Kosova'daki BM Geçici Yönetimi (UNMIK) Arasında
Yapılan Kültürel İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu raporunun görüşmelerine başlıyoruz.
4.- TC Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Kosova Geçici Özerk
Yönetim Kurumlarını (Kosova Kültür, Gençlik ve Spor Bakanlığı) Temsil Eden
Kosova'daki BM Geçici Yönetimi (UNMIK) Arasında Yapılan Kültürel İşbirliği
Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/929) (S. Sayısı: 741) (x)
BAŞKAN- Komisyon?..
Yerinde.
Hükümet?.. Yerinde.
Komisyon raporu 741 sıra
sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
(x) 741 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Tasarının tümü üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsı adına İstanbul Milletvekili Onur Öymen.
Sayın Öymen, buyurun.
(CHP sıralarından alkışlar)
Sayın Öymen, sürenizi
birleştirerek kullandıracağım; buyurun.
CHP GRUBU ADINA ONUR
ÖYMEN (İstanbul)- Çok teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti
Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Kosova Geçici Özerk Yönetim Kurumlarını Temsil
Eden Kosova'daki BM Geçici Yönetimi (UNMIK) Arasında Yapılan Kültürel İşbirliği
Anlaşması hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak üzere
söz almış bulunuyorum.
Değerli arkadaşlar, bu
anlaşma, bizim açımızdan çok özel bir anlam taşıyor. Bu, herhangi bir ülkeyle
yapılan herhangi bir kültür anlaşmasına benzemiyor. Karşımızda bir hükümet yok,
karşımızda, bir ülke yok; karşımızda, Kosova Özerk Yönetimi adına hareket eden
bir Birleşmiş Milletler temsilciliği var. Bu, Kosova'nın özel durumundan
kaynaklanıyor. Bildiğiniz gibi, Yugoslavya'nın dağılma süreci içinde çeşitli
bağımsız ülkeler ortaya çıktı ve çok acı savaşlar yaşandı. Bu savaşlardan bir
tanesi Bosna'da oldu, Bosna'da 200 000'i aşkın insan hayatını kaybetti. Bunun
sebeplerinden biri de, batı ülkelerinin zamanında müdahale etmemesiydi
Bosna'ya. Türkiye'nin o sırada önerileri olmuştu, bir an önce bir NATO
operasyonu yaparak bu saldırıları durduralım demiştik ve bu saldırılar
durdurulamadığı için gerçekten bu kadar çok insan hayatını kaybetmişti. Şimdi
Kosova'da aynı durumun ortaya çıkmaması için Sırpların Kosovalılara
saldırısından kısa bir süre sonra NATO müdahale etti. NATO öncülüğünde KFOR
denilen bir güç oluşturuldu ve Türkiye de bu güce katılarak Kosova'ya yönelik
operasyonda görev aldı.
Şimdi, bu konuyu kısaca
bir iki yönüyle değerlendirmemiz gerekiyor; çünkü, bu kültür anlaşmasının hangi
siyasî zemine oturduğunu görmezsek, bu anlaşmayı değerlendirmekte çok zorluk
çekeriz.
Değerli arkadaşlar, bu
operasyonun bir askerî boyutu vardı, bir de insanî boyutu vardı; Türkiye, her
iki boyutunda da çok aktif rol aldı. Askerî boyutunda, Türkiye, Türk uçakları,
İtalya'daki Avialo üssünden kalkarak NATO görevini yerine getirdiler. Yalnız,
burada, son derece ilginç bir durum ortaya çıktı, o da şudur: Yunanistan, Türk
uçaklarının kendi hava sahasından geçmesine izin vermedi. Böyle bir olay ilk
defa oluyor ve biz, Kosova'daki görevimizi yapabilmek için, Yunanistan'ın
güneyinden, Akdeniz'deki açık hava sahasından geçmek zorunda kaldık. Savaş
bittikten sonra, NATO ülkeleri askerî birliklerini Kosova'ya göndermek için
Selanik Limanını kullandılar; bütün NATO ülkelerine izin verildi, Türkiye
hariç. Biz, Selanik Limanından geçerek Kosova'ya gidemedik ve Türk Silahlı
Kuvvetleri Bulgaristan'dan geçmek zorunda kaldılar.
Bu olaylar, Kosova işinin
ne kadar kapsamlı, ne kadar karmaşık ve NATO ülkeleri arasındaki ilişkilere
etkisinin de ne kadar büyük olduğunu gösteriyor, özellikle Türk-Yunan
ilişkileri üzerindeki etkisinin önemini ortaya koyuyor.
Değerli arkadaşlar, biz,
bu savaş sırasında, bütün Avrupa ülkelerine nazaran en çok yardım yapan ülke
olduk. Onbinlerce mülteciyi Kosova'dan aldık, Türkiye'deki kamplara
yerleştirdik ve aynı zamanda, Makedonya'da ve Arnavutluk'ta açtığımız kamplarda
da bu mültecilere yardımda bulunduk. Bizden çok daha zengin olan Avrupa
ülkeleri Türkiye kadar yardım yapmamışlardır bu mültecilere. Fakat, sonra ne
olmuştur -bütün bunları niçin anlatıyorum; daha sonra olanları daha iyi
anlayabilmek için- bu olaylardan sonra ortaya şöyle bir tablo çıkmıştır: Biz,
hem insanî açıdan hem askerî açıdan büyük bir görev yapmışızdır; fakat,
savaştan sonra ortaya çıkan tablo, Kosova'da yaşayan Türkler açısından hiç de
iç açıcı bir tablo olmamıştır. İşte, bu kültür anlaşmasını değerlendirirken, bu
unsuru mutlaka dikkate almamız gerekiyor.
Yugoslavya'nın 1974
tarihli Anayasasında mesela, Türkçe, Kosova'nın, Arnavutça ve Sırpçayla
birlikte üç resmî dilinden biriydi. 1989 yılında Yugoslavya aldığı tek taraflı
bir kararla, Sırpçanın dışındaki dillerin resmî dil olması özelliğine son
verdi. Peki, Kosova harekâtından sonra ne oldu? Kosova harekâtı bittikten
sonra, orada görev yapan Birleşmiş Milletler Temsilciliği, Türkçeyi tekrar,
1974 Anayasasındaki gibi resmî dil haline getirdi mi; getirmedi. Resmî
belgelerde Türkçenin kullanılmasına izin verdi mi; vermedi. İşte, bunlar, bizim
açımızdan son derece önemli gelişmeler olmuştur.
Birleşmiş Milletler
Temsilciliğine, oradaki bazı çevreler, Kosova'da yaşayan Türklerin, Sırplarla
birlik olarak, Arnavutlara karşı tavır aldığı yolunda bilgiler vermişlerdir ve
bu bilgilere, maalesef, o zamanki Birleşmiş Milletler Temsilciliği inanmıştır
ve bu nedenle, Kosovalı Türklere ikinci sınıf muamele yapılmıştır. Yugoslavya
zamanında, Yugoslav televizyonlarından Türkçe yayın yapma hakları vardı; bu
hakları uzun süre kullanamamışlardır. Gazete çıkarma hakları vardı; bu hakkı
uzun süre kullanamamışlardır. Bu kültürel sıkıntılar, bu sorunlar, çok ciddî
problemler yaratmıştır.
Neticede, savaştan sonra,
başka bir tablo karşımıza çıkmıştır, o da şudur: Kosova'daki kültürel mirasın
büyük bir bölümü tahrip edilmiştir, hem savaş sırasında tahrip edilmiştir hem
de savaştan sonra tahrip edilmiştir. 2004 yılında meydana gelen çatışmalar
sırasında da bazı kültür eserleri, maalesef, tahrip edilmiştir. Değerli
arkadaşlarım, bu, bizim için son derece önemli konudur; çünkü, Kosova'da,
Osmanlı döneminden kalma 218 cami, 4 medrese, 3 tekke ve 3 hamam bulunmaktadır.
BAŞKAN - Sayın Öymen, 5
saniyenizi rica ediyorum.
Saygıdeğer arkadaşlarım,
hatibin, Kosova'daki kültürel varlıklarla ilgili olarak önemli açıklamaları
oluyor. Salondaki uğultu, gerektiği şekilde dinlenilmesine izin vermiyor.
İstirham ediyorum, lütfen, sükûnetle dinleyelim.
Buyurun efendim.
ONUR ÖYMEN (Devamla) -
Çok teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Şimdi, bu değerli
eserlerin bir bölümü tahrip edilmiştir maalesef savaş sırasında; ama, daha da ilginç
olanı şudur: Uluslararası toplum, bu kültür mirasına yeterince sahip çıkmadığı
için, Suudî Vahabî Yardım Ajansı adı altında ortaya çıkan bir ajans, bu
eserlerin büyük bir bölümünün restorasyonunu üstlenmiştir ve çok büyük paralar
harcamıştır. Fakat, yapılan araştırmalar gösteriyor ki, bu çalışmalar
sırasında, bu tarihî eserlerin, Osmanlı eserlerinin orijinal hallerine göre
restore edilmesi düşüncesi bir tarafa bırakılmış ve bunlar, Vahabî kültürünün
gerektirdiği şekilde yeniden inşa edilmiştir ve bazı Osmanlı eserleri düpedüz
tahrip edilmiştir, mezarlıkları tahrip edilmiştir, camiler tahrip edilmiştir.
Şimdi, bu olay, ne yazık ki, Türkiye'de yeterince dikkati çekmemiştir, Türk
kamuoyuna yeterince mal olmamıştır; ama, mesela, Mısır kamuoyuna mal olmuştur.
Mısır basını bunu şiddetle eleştirmiştir; fakat, Türkiye'de yeterince yankı
yapmamıştır bu.
Sırbistan haber ajansının
verdiği bir bilgiye göre, Kosova'da 18 inci Yüzyıla ait bir kütüphane ile 16
ncı Yüzyıla ait bir medrese, Suudi Arabistan'ın bu Vehabi örgütü tarafından
tahrip edilmiştir. Bu bilgileri çok iyi araştırmak lazım, çok iyi incelemek
lazım, oradaki eserlerin bir envanterini çıkarmak lazım. Nitekim, Avrupa
Konseyi 2001 yılının ocak ayında bu meseleyi ele almıştır ve Kosova'daki
kültürel mirasın durumu hakkında bir çalışma raporu hazırlamıştır. Bu raporda
Avrupa Konseyi diyor ki: Bu eserlerin restorasyonunda çok acele edilmiştir, çok
erken bir tarihte bu işe kalkışılmıştır ve yapılması gereken ilk iş, bu
kültürel varlığın bir envanterinin çıkarılmasıydı -ki, restorasyon ona göre
yapılsın- bu yapılmamıştır, bu büyük bir eksikliktir. Avrupa Konseyi, maalesef,
bu konulara yeterince para ayıramamıştır. Daha sonra, Avrupa Konseyi
Parlamenter Asamblesi 23 Nisan 2001 tarihinde bu konuda bir rapor hazırlamıştır
ve bu raporda Kosova'nın kültürel durumu ele alınmıştır ve kültürel mirasın
savaş kadar kontrolsüz bir şekilde ve düzensiz bir şekilde restorasyonuna
kalkışılması sonucunda bu eserlerin zarar gördüğünü ifade etmektedir.
Suudîlerin bölgede 30 yeni cami inşa ettiğini söylüyorlar ve bunların inşaatı
sırasında 17 nci Yüzyıldan kalan bir cami ve Cakoviça'daki Müslüman Mezarlığı
tahrip edilmiştir diyorlar.
Değerli arkadaşlarım,
zannediyorum ki, bu konu, İktidar Partisini de çok yakından ilgilendiriyor.
Biz, bu meselenin, gerçekten, Türklerin, Türkiye'nin kültürel mirasına sahip
çıkma meselesi olarak ele alınmasını çok arzu ediyoruz.
Şimdi, önümüzdeki
anlaşmaya bakıyoruz. Bu anlaşmada ne var; bu anlaşmada Kosova'yla yapacağımız
işbirliği var. Nasıl işbirliği; müzik, şarkı, dans, halk oyunları, film,
tiyatro festivalleri, çeşitli edebiyat günleri, kitap günleri, belediyeler
arasında değişim vesaire… Çok güzel; ama, ilişkinin en önemli boyutu olan demin
söylediğim kültürel mirasa sahip çıkılması, bu mirasın özellikle envanterinin
yapılması konusunda bir ifade göremedik bu anlaşmada; sadece şu var: Türkiye 5
tane eserin restorasyonunu üstleniyor; Prizren'deki Sinan Paşa Camii,
Priştine'deki Fatih Sultan Mehmet Camii, Priştine'deki Sultan Murat Türbesi,
Prizren Kalesi ve İpek'teki Kızıl Camii; bundan ibaret. Başka eserlere de
bakarız ileride diyorlar; ama, ortada tahrip edilen mirasımız çok büyük bir
mirastır ve bizim, buna sahip çıkıp, gelecek kuşaklara, bizden önceki
kuşakların devrettiği bu mirası devretmemiz lazımdır.
Şimdi, değerli
arkadaşlar, bu konuya, mutlaka, Türkiye'nin kaynak ayırması gerekiyor ve bu
konuyu, tarihî özelliklerini düşünerek, çok önemli bir mesele olarak ele
almamız gerekiyor.
Şimdi, bunun dışında bir
de orada yaşayan soydaşlarımız meselesi var. Dikkatinizi çekerim, Kosova Savaşı
bittikten sonra, biz, NATO öncülüğündeki kuvvete, KFOR denilen kuvvete askerî
birliklerimizi gönderdik; ama, bu askerî birliklerimizin, başlangıçta,
Türklerin bulunduğu yerde görev almasına izin vermediler. Biz, çok büyük
mücadelelerden sonra, Türk askerinin orada yaşayan soydaşlarımızın bulunduğu
bölgelerde görev almasını sağlayabildik; ama, bakınız, Afganistan'da,
Türkiye'ye bütün NATO birliklerinin komutası veriliyor, Kosova'da bir bölge
komutanlığı bile Türkiye'ye verilmemiştir. Buna dikkatinizi çekmek istiyorum.
Kosova'da, Prizren'de,
Mamuşa'da, daha pek çok yerleşim bölgesinde binlerce soydaşımız yaşamaktadır.
Bu insanlarımızın haklarını ve çıkarlarını korumak bizim görevimizdir. Ne yazık
ki, Türkçenin seçimlerde resmî dil olarak kullanılmaması, seçim belgelerinin
Türkçe yapılmaması, Türkçe hazırlanmasına izin verilmemesi gibi nedenlerle,
orada yaşayan Türkler seçimleri boykot etmek zorunda kalmışlardır, seçimlere
katılmamışlardır. Bu, son derece ciddî bir durumdur ve buna, mutlaka, bizim
yakından ilgi göstermemiz gerekiyor. Bizim ölçümüz, oradaki Türklerin kendi
temsilcilerini seçmeleridir. Biz, orada yaşayan Arnavutlara da büyük saygı
gösteriyoruz ve Kosova Savaşı sırasında Arnavut asıllı insanlara da çok büyük
yardım yaptık, bugün de yaparız, yarın da yaparız; ama, oradaki soydaşlarımızı
kaderlerine terk edemeyiz. O bakımdan, bizim, hükümete tavsiyemiz, bu anlaşma
çerçevesinde yürütülecek faaliyetlerde oradaki soydaşlarımıza da sahip
çıkmasıdır. Ne yazık ki, orada, şu anda, Türkçe eğitim veren alt düzeyde
okullar var; ama, sadece Priştine Üniversitesinin Eğitim Fakültesinde Türk Dili
Eğitim Bölümünden ibarettir üst düzeydeki, yüksek düzeydeki Türkçe eğitim.
Bunları sağlamak zorundayız. Orada yaşayan soydaşlarımızın Türk kültürüne, Türk
diline rahatlıkla sahip olabilmeleri için gerekli koşulları yaratmak
zorundayız.
Değerli arkadaşlar,
Kosova'daki durum, genel olarak, Balkanlarda ve yurt dışında yaşayan
soydaşlarımızın durumundan ayrı düşünülemez. Buna benzer, hatta daha da ağır
koşullar, Batı Trakya'daki Türk toplumu açısından mevcuttur. Orada yaşayan
insanlarımızın, 120 000 soydaşımızın eğitim hakları, dinî hakları ve
özgürlükleri sürekli olarak kısıtlanmaktadır ve hükümetten, bu konuda, yakın
ilgi istedik. Sayın Başbakanın Yunanistan'a yaptığı seyahatten sonra, kendisine
soru önergesi verdik "orada, Batı Trakya'da yaşayan Türklerin haklarını
korumak için ne yaptınız" diye; yeterli cevap alamadık Sayın Başbakandan.
Değerli arkadaşlarım,
kısa bir süre önce, Yunanistan'ın yüksek mahkemesi, bir derneğin ismindeki Türk
isminin mevcudiyeti dolayısıyla, o derneğin kapatılmasına karar vermiştir.
İskeçe'de ve Gümülcine'de, Türk isimli dernekler şu anda çalışamıyor. Orada,
halkın seçtiği müftüler, uluslararası anlaşmalara aykırı biçimde, görev yapamaz
haldedirler.
Biz, İstanbul'daki
Rumların, vakıflarla ilgili haklarını, çıkarlarını koruyoruz. Peki, acaba,
onlar da Batı Trakya'daki Türklere ait vakıflardaki haklarımızı koruyorlar mı;
tam tersine, 1970'li yıllardan itibaren, hatta 1967 yılından itibaren, Yunan
Cuntasının o zaman tayin ettiği kayyımlar eliyle bizim vakıflar idare ediliyor.
Vakıflara, hiç hesapta yokken, 5 000 000 euro civarında vergi çıkarılmıştır.
Vakıflar, hiçbir mallarını değerlendiremeyecek durumdadırlar; vakıflarını
yönetemiyorlar bile; camilerinin tamir edilmesinde çok ciddî sıkıntılarla
karşılaşıyorlar.
Yunanistan'ın, haksız
yere, şimdi de yürürlükten kalkan vatandaşlık yasasının 19 uncu maddesine göre,
vatandaşlıktan ihraç edilen 60 000 civarındaki soydaşımızı tekrar Yunan
vatandaşlığına almıyorlar.
İşte, bu örnekler
gösteriyor ki, bizim, sadece Kosova'da değil, diğer ülkelerde de, özellikle
Balkan ülkelerinde de yaşayan soydaşlarımızın haklarına, çıkarlarına, kültürel
varlığına, eğitimine sahip çıkmamız gerekiyor.
Çok değerli arkadaşlarım,
dikkatle dinlediğinizden hiç kuşku duymuyorum bu sözlerimi; ama, emin olunuz
ki, bunlar millî meselelerdir. Bugün siz iktidardasınız, yarın başka bir
hükümet iktidarda olacak; ama, bütün hükümetlerimizin ortak görevi, bunlara
sahip çıkmaktır.
Bizim Irak'ta da
soydaşlarımız var, İran'da da soydaşlarımız var, Bulgaristan'da da var,
Romanya'da da var, başka yerlerde de var. Başka ülkeler, Türkiye'de,
kendileriyle hiçbir soy bağı olmayan insanların haklarını, kültürel haklarını,
insan haklarını korumak için olağanüstü çaba gösteriyorlar. Haklı veya haksız,
şu niyetle veya bu niyetle; ama, artık, uluslararası ilişkilerin tabiatı, bu
gibi konuları, kültürel konuları, insanî konuları bir iç mesele olarak saymamayı
gerektiriyor. Artık, hiçbir ülke, benim iç meselemdir, şu veya bu grubun insan
haklarını tanımam, kültürel haklarını tanımam, eğitim haklarını tanımam
diyemiyor. O nedenle, yabancılar, gelip de, Türkiye'de, bazı grupların, bazı
etnik grupların insan haklarıyla ilgili eleştirilerde bulundukları zaman, biz,
onlara, siz ne karışıyorsunuz diyemiyoruz. Peki, biz niye başka ülkelerdeki
insanların insan haklarıyla, kültürel haklarıyla, eğitim haklarıyla yeterince
ilgilenmiyoruz? Bu bizim görevimiz değil mi? Soydaşımız olmayanların bile,
eğer, insan haklarına, kültürel haklarına bir engelleme gelmişse, onlara
müdahale etmek, o konuyla ilgilenmek, bizim hem hakkımız hem görevimiz.
Bu bölgedeki tek
demokratik ülke Türkiye'dir; bu bölgedeki, gerçekten, demokrasinin kökleştiği
tek ülke Türkiye'dir ve bize, burada çok büyük görevler düşüyor. Balkanların
gerçek anlamda demokratikleşmesinde Türkiye bir seyirci değildir, Türkiye aktif
bir oyuncu olmak zorundadır; ama, dikkatinizi bir kere daha çekiyorum -demin de
söyledim- 218 camimiz var yalnız Kosova'da, bunların büyük bir bölümü tahrip
edilmiştir, medreselerimiz, tekkelerimiz, hamamlarımız, kütüphanelerimiz tahrip
edilmiştir; bir kısmı, savaştan sonra, bilinçli olarak tahrip edilmiştir. Bu
konuda herhangi bir siyasî beyan duydunuz mu? Herhangi bir tavır duydunuz mu?
Herhangi bir tepki duydunuz mu? Avrupa Konseyinin bu konuda aldığı kararı
destekleyen resmî bir açıklama duydunuz mu? İşte, biz, hükümeti, bu konularda,
daha aktif olmaya davet ediyoruz. Lütfen bu işe sahip çıkınız.
Bu imzalanan anlaşma
olumludur. Biz bunu destekliyoruz. Bu, müspet yönde atılmış bir ilk adımdır;
ama, biliniz ki, yeterli değildir. Sadece, bu anlaşmanın sınırları içinde
kalarak bu meseleyi biz halledemeyiz. Elimizde bu konuda çok bilgi var, çok
belge var. Eğer, hükümet isterse, elimizdeki belgeleri, bilgileri hükümete
memnuniyetle veririz.
Özellikle, bir başka
ülkenin, demin de söylediğim gibi, Suudi Arabistan'ın bir vahabi yardım
ajansının, oradaki kültür varlığını şu veya bu şekilde tahrip etmesine izin
vermemeliyiz. Onlar kendi kültür varlıklarını oraya yerleştirmek için çok para
harcıyor olabilirler; ama, Türkiye fakir bir ülke değildir. Türkiye, kendi
kültür mirasını korumak için parayı esirgeyecek bir ülke değildir. Bakınız,
Mostar'da, tarihî bir köprümüz yıkılmıştı. O köprünün tamirine Türkiye para
verdi, katkı sağladı. Sadece, Bosna'ya, biz, 80 000 000 dolarlık yardım
vaadinde bulunduk. Orada, Bosna'da, çok değerli bir kütüphanemiz tahrip edildi,
yerine konulamayacak kitaplarımız tahrip edildi; ama, ne yazık ki, bu konular
bir türlü Türkiye'nin gündemine giremiyor. Kültür meselesi, aslında, siyasî
konulardan da, ekonomik konulardan da, değerli arkadaşlarım, daha az önemli bir
mesele değildir.
İşte, bu konuda, sizinle
el ele vermeliyiz. Meclisimiz, Türkiye Büyük Millet Meclisi de bu konuya el
atmalıdır. Hatta, belki, Türkiye Büyük Millet Meclisinden, Kosova'ya, Batı
Trakya'ya, Bulgaristan'a, soydaşlarımızın yaşadığı diğer ülkelere heyetler
göndermeliyiz. Nasıl yabancılar gelip, Türkiye'deki durumu, Parlamento
heyetleriyle yerinde inceliyorsa, biz de, gidip, bu gerçekleri yerinde
görmeliyiz.
Ben, daha önceki
görevlerim nedeniyle, birkaç defa oralara gittim. Bu bahsedilen tarihî eserleri
gözlerimle gördüm, türbenin durumunu gözümle gördüm.
Değerli arkadaşlarım,
size şu kadarını söyleyebilirim ki, bu eserlerin durumu utanç vericidir.
Gerçekten, tarihine sahip bir ülke olarak, biz, bu eserlere Meclis olarak da
sahip çıkmak zorundayız. Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu halkı, halkımızı temsilen
bu işlere el atmak zorundadır.
Değerli arkadaşlarım,
ümit ediyorum ki, bu anlaşmanın uygulanması sırasında, hükümetimiz, bu
söylediğimiz hususları önemle dikkate alacaktır, önemle dikkate alacaktır ve
Kosova'yla ilgili olarak önümüzdeki dönemde yapılacak anlaşmalarda, varılacak
çözümlerde bu meselelerin de gündeme gelmesi, anlaşma metinlerinde yer alması
için çaba gösterecektir. Bakınız, şimdi Belgrad ile Kosova geçici yönetimi
arasında sürekli temas yapılmaktadır. Bir ara, 2004 yılındaki çatışmalar
nedeniyle ara verilmişti, şimdi yeniden başlandı. Bir önceki Amerika Dışişleri
Bakan Yardımcısı Marc Grosman Kosova'ya gitti ve bu anlaşmaların
süratlendirilmesi için çaba sarf etmeyi vaat etti ve bu yıl içinde bu
anlaşmaların sonuçlandırılması öngörülüyor. Nasıl bir anlaşma olacak? Belgrat
Hükümeti diyor ki: "Otonomiden daha fazla; fakat, bağımsızlıktan daha az
bir anlaşma yapacağız." Belli ki, oradaki yönetime yeni yetkiler
verilecek, tam bağımsızlık verilmese bile. Ama, varılacak çözüm ne olursa
olsun, bu çözüm içinde Türklerin de bir yerinin olması lazım, Türklerin de
haklarının korunması lazım. 1974 Anlaşmasıyla Türklerin sahip oldukları
kültürel hakların yeni varılacak anlaşmada mutlaka korunması lazım, Türkçenin
yeniden orada resmî dil haline getirilmesi lazım, Türklerin seçtiği resmî
temsilcilerin yeni yönetimde ağırlık sahibi olmaları lazım. İşte, biz,
hükümetimizden, bütün bu konularda aktif bir gayret içine girmesini bekliyoruz.
Kosova, Batı Trakya, Rumeli'deki Türkler, Irak'taki Türkler, İran'daki
soydaşlarımız, Türkçe konuşan insanlar, başka ülkelerdeki insanlarımız, bizim,
bizden önceki atalarımızdan devraldığımız mirasımızdır. Bunlara sahip çıkmakla
tarihimize sahip çıkmış olacağız.
Ben, bu konularda,
hükümetin, yeterli ilgiyi, özeni göstereceği inancını ifade etmek istiyorum ve
gündemimizdeki anlaşmayı, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak desteklediğimizi
bu vesileyle belirtmek istiyorum.
Yüce Meclise saygılar
sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Öymen.
Tasarının tümü üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, bu anlaşma açıkoylamaya tabidir; 184 aranacaktır.
Bilgilerinize arz ederim.
1 inci maddeyi
okutuyorum:
TÜRKİYE CUMHURİYETİ KÜLTÜR VE TURİZM
BAKANLIĞI İLE KOSOVA GEÇİCİ ÖZERK YÖNETİM KURUMLARINI (KOSOVA KÜLTÜR, GENÇLİK
VE SPOR BAKANLIĞI) TEMSİL EDEN KOSOVA’DAKİ
BM GEÇİCİ YÖNETİMİ (UNMIK) ARASINDA YAPILAN KÜLTÜREL İŞBİRLİĞİ ANLAŞMASININ ONAYLANMASININ
UYGUN BULUNDUĞUNA
DAİR KANUN TASARISI
MADDE 1. - 26 Ağustos
2004 tarihinde Priştine'de imzalanan "Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm
Bakanlığı ile Kosova Geçici Özerk Yönetim Kurumlarını (Kosova Kültür, Gençlik
ve Spor Bakanlığı) Temsil Eden Kosova'daki BM Geçici Yönetimi (UNMIK) Arasında
Yapılan Kültürel İşbirliği Anlaşması"nın onaylanması uygun bulunmuştur.
BAŞKAN - Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
2 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2.- Bu Kanun yayımı
tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN - Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
3 üncü maddeyi
okutuyorum:
MADDE 3.- Bu Kanun
hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN - Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, tasarının tümü açıkoylamaya tabidir.
Açıkoylamanın şekli
hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.
Açıkoylamanın elektronik
oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, oylama için 3 dakika süre vereceğim. Bu süre içerisinde sisteme
giremeyen üyelerin teknik personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de
sisteme giremeyen üyelerin, oy pusulalarını, oylama için öngörülen 3 dakikalık
süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.
Ayrıca, vekâleten oy
kullanacak sayın bakanlar var ise, hangi bakana vekâleten oy kullandığını,
oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy
pusulasını, belirtilen 3 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını
rica ediyorum.
Oylama işlemini
başlatıyorum.
(Elektronik cihazla
oylama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Kosova
Geçici Özerk Yönetim Kurumlarını Temsil Eden Kosova'daki Birleşmiş Milletler
Geçici Yönetimi Arasında Yapılan Kültürel İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının (S. Sayısı: 741) açıkoylama sonucunu
açıklıyorum:
Kullanılan oy sayısı : 250
Kabul : 249
Ret : 1 (x)
Böylece, tasarı kabul
edilmiş ve kanunlaşmıştır; hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum.
(x) Açıkoylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağın
sonuna eklidir.
Trabzon Milletvekili
Cevdat Erdöl ile 6 Milletvekilinin; Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız
Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu ile Tarımda Kendi Adına ve Hesabına
Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Teklifi ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu raporunun
görüşmelerine başlıyoruz.
5.- Trabzon Milletvekili Cevdet Erdöl ile 6 Milletvekilinin;
Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu
Kanunu ile Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar
Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile Sağlık, Aile, Çalışma
ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (2/409) (S. Sayısı: 858) (x)
BAŞKAN - Komisyon
yerinde.
Hükümet yerinde.
Komisyon raporu 858 sıra
sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Teklifin tümü üzerinde,
AK Parti Grubu adına Uşak Milletvekili Alim Tunç, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına Kocaeli Milletvekili İzzet Çetin ve şahsı adına Kocaeli Milletvekili
İzzet Çetin söz istemişlerdir.
AK Parti Grubu adına,
Uşak Milletvekili Sayın Alim Tunç; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Sayın Tunç, süreniz 20
dakika.
AK PARTİ GRUBU ADINA ALİM
TUNÇ (Uşak) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Esnaf ve Sanatkârlar ve
Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu ile Tarımda Kendi
Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanununda Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Teklifi hakkında Grubum adına söz almış bulunmaktayım; Yüce
Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar,
bugüne kadar diğer kurumlarda, Emekli Sandığında, Sosyal Sigortalarda, yurt
içinde tedavisi mümkün olmayan hastaların yurt dışına gönderilmesi çeşitli
düzenlemelerle mümkün hale geldi; ancak, Bağ-Kur ve kendi hesabına çalışanlar
için -ki, eş ve çocukları ve kendileri için- böyle bir düzenlemeye ihtiyaç
duyulduğu için ve geçmişte, sizler de hatırlarsınız, basında da çok çıktı, bu
ihtiyaç sahibi kişilerin yurt dışında tedavileri mümkün olabilmesi için 6
milletvekili arkadaşımız, Trabzon Milletvekili Cevdet Erdöl, Çorum Milletvekili
Agâh Kafkas, Kocaeli Milletvekili Nevzat Doğan, Diyarbakır Milletvekili İrfan
Rıza Yazıcıoğlu, Ağrı Milletvekili Kerim Yıldız, Konya Milletvekili Mehmet
Kılıç ve ben, bu teklifin hazırlanmasıyla ilgili kanun teklifini verdik ve
Sağlık Komisyonunda bu kanun teklifi görüşüldü ve sonuç itibariyle böyle bir
düzenlemeye gidildi.
Öncelikle, ülkemizin bir
kesiminin önemli bir mağduriyetini ortadan kaldırdığı için -bu teklifi, her ne
kadar, 6 arkadaş olarak vermiş olsak da, komisyondaki CHP'li ve AK Partili
bütün arkadaşların emeği vardır- özellikle, hem CHP'li arkadaşlarımıza hem de
AK Partili arkadaşlarımıza teşekkür etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, bu
kanunla, 1479 sayılı Kanuna eklenen maddeyle, Bağ-Kur sigortalı ve hak
sahiplerinin, yurt içinde tedavisi mümkün olmayan hastalıkları nedeniyle yurt
dışına gönderilmelerine ve tedavi edilmelerine hak sağlanmıştır.
Buna paralel olarak,
devlet memurlarında ve SSK'lılarda olan bir durum, AK Parti İktidarının,
hükümetimizin bugüne kadar yaptığı icraatlarında da, ortak olarak yaptığı
icraatlarda da, vatandaşımızın, bütün kesimlerin, tüm vatandaşlarımızın aynı
hizmeti aynı ölçüde almasını prensip edindiğimiz için, bugün, bu kanunu burada
görüşülmek üzere Yüce Meclise sunduk. Bu kanun çıktığı takdirde de, ülkemizde
tedavisi mümkün olmayan hastalıkların yurt dışında tedavisi bütün kurumlarca
karşılanmış olacaktır.
(x) 858 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Bugüne kadar bunun neden
çıkarılamadığını sormak gerekirse, genellikle, hükümetimiz kurulmadan önce,
SSK, Bağ-Kur, İŞKUR, bunlarla ilgili düzenlemeler Anayasa Mahkemesince iptal
edilmiş ve bir boşluk içindeydi. Bu
boşlukları... Hükümete geldiğimiz günden itibaren büyük bir çalışma,
muhalefetiyle iktidarıyla büyük bir çalışma sonucunda bunları birer birer
düzeltmeye çalıştık ve düzelttik. Bugün de bunun son örneğini yerine getirmiş
olacağız.
Değerli arkadaşlar, yurt
dışındaki tedavilerin çok pahalı olması ve sigorta prim borçlarının bunları
karşılamaması nedeniyle, bugüne kadar bunlar çıkarılamamıştır. Örnek verilecek
olursa, sağlık sigortası için alınan primlerin sağlık sigortası giderlerini
karşılama oranı, 2000 yılında yüzde 39, 2001 yılında yüzde 42,2; 2002 yılında
yüzde 43,9 ve 2003 yılında da yüzde 44,3'tür; 2004 yılında da bütçe tahmini
olarak yüzde 52'dir; yani, bu, çok düşük olması nedeniyle de, tedavi süresi, şu
anda getirdiğimiz kanun teklifiyle altı ayla sınırlandırılmış; ama, zorunluluk
halleri gözönünde tutularak, iki yıla kadar bu sürenin uzatılabilmesine imkân
sağlanmıştır. Değerli arkadaşlar, bu durumun Sağlık Bakanlığı hastanelerindeki
bir kurul tarafından heyet raporu alındıktan sonra, hastalığa ilişkin
giderlerin kurumca ödenmesi ve yanında giden refakatçilerin de yolluk ve
yevmiyelerinin ödenmesi bu kanunla birlikte sağlanmış olacaktır.
Değerli arkadaşlar, tabiî
ki, ülkemizde, yurt içinde tedavisi olmayan hastalıklar, aslında, sanıldığının
aksine çok azdır. Bazı hastalıklarda, mesela, gazete kupürlerinde, gazetede
çıkan bir Esin Köse olayı olmuştu. Aslında, o hastamızın, Türkiye'de tedavisi
mümkündü; ancak, donörün bulunamayışı, kök hücreyi verecek donörün bulunamayışı
ve bulunan donörün de, Alman vatandaşı ve Almanya'da oturuyor olması, o nedenle
de, bunun, Almanya'da tedavisi mümkün kılınmıştır ve bu konuda da, hükümetimiz,
hemen İçişleri Bakanlığımız ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığımız gerekli
izinleri alarak, bu hastamızın da tedavisi şu anda yapılmaktadır. İnşallah, sağ
salim yurdumuza geri döner.
Değerli arkadaşlar, ben,
bir başka konuya da değinmek istiyorum: Ülkemizde 200 000'e yakın, yurt
dışından hasta tedavi edilmekte. Özellikle, ülkemizdeki sağlık kurumlarının ve
hekimlerimizin gayretli çalışmaları neticesinde, özellikle ortodonti ve protez,
göz ve plastik cerrahî konusunda ve sağlık turizmi dediğimiz, sıcak sularımızın
kullanılması sayesinde, ülkemize yaklaşık 200 000 hasta gelmektedir.
Ülkemiz, sağlık
turizminde, kaplıcalarıyla, sıcak suyuyla dünyada 7 ülke içinde yer almaktadır.
Bunu, belirli merkezlerde değerlendirmek mümkün. Şu anda da bu merkezlerimiz
çalışmaktadır. Örnek verecek olursak, İzmir'de Balçova, Balıkesir'de Gönen. Bu
merkezler genellikle Ege Bölgesi ve Marmara Bölgesinde yer almaktadır. Buradaki
tesislerimizin hızla geliştirilmesi ve yurt dışında çok pahalı olan bu
tedaviler için, o ülkelerdeki vatandaşları ülkemize çekip, bu konuda, bundan
fayda sağlamak zorundayız. Bu konuda Sayın Kültür ve Turizm Bakanımıza teşekkür
etmek istiyorum; çünkü, belirli bölgeler turizm alanı ilan edilerek, buralarda,
özellikle de sağlık turizmi geliştirilerek, tedavi açısından... Ülkemizde
kaplıcalarımız, genellikle, sadece tedavi amaçlı değil, daha çok kısa
sürelerle, banyo türü dediğimiz şekilde kullanılmaktadır; ancak, yurt dışında,
özellikle yaşlanan nüfus, fizik tedavi ve rehabilitasyon için bu sıcak su
kaynaklarını kullanmak üzere çeşitli ülkelere gitmekte ve oraların emekli
sandıkları ya da sosyal sigorta sandıklarına çok yüklü meblağlar ödemektedir.
Bunu, biz, ülke olarak çok rahatlıkla sağlayabiliriz. Dünyanın hiçbir yerinde
olmayan hem doğal güzellikler hem de yeraltı zenginliklerimiz nedeniyle, biz,
sağlık turizmini önplanda tutarak, yurt dışından hasta transferi... Daha ucuz
olması nedeniyle de hem bize döviz kazandırmış olacak hem de ülkemizin tanıtımı
açısından çok önemli bir fonksiyon görecektir.
Değerli arkadaşlar,
çıkaracağımız bu kanunla birlikte, artık -açık olan- Bağ-Kur ve kendi hesabına
çalışan sigortalıların sıkıntıları belki ortadan kalkacaktır. Ancak, ben şunu
belirtmek isterim ki, hükümetimizin göreve geldiği günden itibaren söylediğimiz
bir şey vardı; bütün sağlık tek elden yönetilecek ve tek çatı altında,
Bağ-Kurluya farklı muamele, SSK'lıya farklı muamele, Emekli Sandığı mensubuna
farklı muamele olmayacak demiştik. Şu ana kadar yaptığımız icraatlarla,
bunları, en asgarî seviyeye indirdik. Ancak, bunun kesin olarak ortadan
kaldırılması, genel sağlık sigortasıyla mümkündür. İnşallah, en kısa sürede,
genel sağlık sigortası tasarısını da Yüce Meclisten geçirerek, bütün insanlarımızın
gelecek endişesi, sağlık endişesi kalmayacağı bir ortam hazırlayacağız.
Değerli arkadaşlar,
çıkaracağımız bu kanun yürürlüğe girdikten sonra, Bağ-Kurlularımız,
SSK'lılarımız, Emekli Sandığı mensubu bütün hastalarımız, gerek yurt içinde,
gerek yurt dışında rahatlıkla tedavi olabileceklerdir; ancak, bunun belirli
şartlar içinde... En az on ay sigorta primi yatırma ve borcu olmama şartını da
bu tasarının maddelerine koyduk. Sonuç itibariyle, on ay prim yatırmış ve borcu
olmayanların, herhangi bir sıkıntıya uğramadan, yurt dışında tedavisi mümkün
olacaktır.
Kalan aksaklıkların
giderilmesi… Biraz önce de söylediğim gibi, genel sağlık sigortasıyla ilgili
yasanın bu Meclisten çıkıp yürürlüğe girmesiyle bütün sıkıntılar ortadan
kalkacaktır.
Ben, çıkaracağımız bu
kanunun, ülkemize, Bağ-Kurlulara ve kendi hesabına çalışanlara hayırlı olmasını
diliyorum.
Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Tunç.
Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsı adına, Kocaeli Milletvekili İzzet Çetin;
buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA İZZET
ÇETİN (Kocaeli) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Esnaf ve
Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu ile
Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanununda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi üzerinde Grubum adına söz almış
bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar,
gerçekten, sosyal güvenlik kurumları arasında, hizmette eşitlik ilkesini yaşama
geçirmek adına yapılan bu düzenleme, yapılmış gibi gözüken bu düzenleme, ne AKP
Grubunun ne de Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun karşı çıkmasına olanak
vermeyecek bir düzenleme. Gerçekten, hastalanan yurttaşlarımızın yurt içinde
tedavileri mümkün olmuyorsa, yurt dışında tedavi görebilmeleri amacıyla, bir
eksikliği giderme adına yapılmış bir düzenleme.
Bilindiği gibi, 2 Aralık
2004 tarihinde, Sosyal Sigortalar Kurumu Kanununda bir değişiklik yapılırken
-ki, o günkü koşullarda, hatırlarsanız, biraz evvel Sayın Tunç da belirttiler,
küçük Esin'in, Esin Köse'nin ilik nakli konusunda, Sosyal Sigortalar Kurumunca
tedavi edilememesi ve yurt dışına da, yasanın engel olması nedeniyle yapılan
bir değişiklik sırasında- bunun eksik olduğunu, sadece Sosyal Sigortalıların,
Emekli Sandığı çalışanlarının ya da mensuplarının bakmakla mükellef olduğu
kişiler değil, tüm yurttaşlarımız açısından bir hizmet anlayışı içerisinde
yerine getirilmesini dile getirmiş ve Bağ-Kur sigortalılarının, hatta
işsizlerin, yoksulların da bu haktan yararlanabileceği bir düzenlemenin bir an
önce yapılması gerektiğine, o günkü konuşmamda işaret etmiştim. Şimdi, aradan
altı ay geçtikten sonra böyle bir düzenlemenin Meclisin önüne gelmesi gerçekten
güzel bir olay; bir eksikliği giderme adına yapılmış bir düzenleme gibi
gözüküyor; ancak, değerli arkadaşlarım, yarından sonra biz, Sağlık, Aile,
Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonunda emeklilik sigortaları kanunu tasarısını ve
onunla birlikte genel sağlık sigortası kanunu tasarısını görüşmeye
başlayacağız.
Biraz evvel Sayın Tunç
belirttiler, dediler ki: "Biz, bütün sigorta dallarında hizmetlerin tek
elden yürütülmesi için çaba göstereceğiz; yani, Emekli Sandığı, SSK ve
Bağ-Kurluların eşit koşullarda hizmet alması için her türlü düzenlemeyi
yapacağız." Gerçekten, zaman zaman, bu Meclisin çatısı altında konuşma
yapan arkadaşlarımızca, konuşmalarında, bu tür mükerrer görüşmelerin, pek çok
konunun tekrar tekrar Meclise gelmesi, hukuka, Anayasaya aykırı düzenlemeler nedeniyle
Cumhurbaşkanlığından geri gelmesi veya Anayasa Mahkemesinin iptal etmesi
sonucunda yeni düzenlemeyle aynı konunun tekrar görüşülmesinin Meclise maliyeti
hesap edilmişti. Şimdi, burada da gerçekten bir düzenleme yapacağız; ama, bu
düzenleme üç günlük bir düzenleme; yani, eğer, haziran ayı sonu itibariyle
emeklilik sigortaları ve genel sağlık sigortası kanunu tasarıları eğer Mecliste
görüşülüp geçecek ise, belki, bu kanun, Resmî Gazetede yayımlanmadan ilga
olacak bir kanun konumuna da gelecek. O nedenle, yapılması gereken iş...
Öncelikle, genel sağlık sigortasına ilişkin ya da emeklilik sigortaları kanunu
tasarısının 91 inci maddesi yurtdışında tedaviye ilişkin hükümleri içeriyor;
bugün şu anda konuştuğumuz kanun tasarısı tam anlamıyla orada da yeniden
tartışılacak, yeniden konuşulacak. Yani, bir konuda bir hafta önce ya da bir
hafta sonra iki ayrı kanun tasarısı maddelerinin görüşülmesinin Meclise
maliyetinin de böyle bir dönemde çok iyi hesap edilmesi gerekir diye
düşünüyorum; çünkü -orada, tabiî, onu hem komisyonlarda hem Meclisimizde
tartışıcağız- hangi koşullarda gidecek, tedavi giderleri nasıl karşılanacak,
Emekli Sandığı koşullarında bir hizmet mi sunulacak; yoksa, Emekli Sandığı ve
SSK mensupları Bağ-Kurlular seviyesine mi indirilecek; onları o zaman
konuşacağız.
Tabiî, değerli
arkadaşlar, özü itibariyle teklife baktığımız zaman, kanun teklifiyle tarım
Bağ-Kurlularına da diğer sosyal güvenlik kurumlarında olduğu gibi yurtiçinde
tedavisi mümkün olmayan hastalıklarla ilgili olarak yurtdışında tedavi olanağı
sağlıyor. Ancak, teklifin genel gerekçesine bakıldığı zaman, düzenleme sanki
sadece 1479 sayılı Kanuna tabi Bağ-Kurlular için yapılmış bir düzenleme gibi
gözüküyor; oysa, bir yazım tekniği aksaması var; 2 nci maddede 2926 sayılı
tarım Bağ-Kurlularına da aynı hizmetin getirilmeye çalışıldığını, 2926 sayılı
Kanuna tabi olanların da bu haktan yararlanacaklarını görüyoruz.
Değerli arkadaşlar,
gerçekten, Sosyal Sigortalar Kurumu hastalarının ve Bağ-Kurluların yurtdışı
tedavilerine ilişkin olarak yapılan bu düzenlemeye bakıldığı zaman, koşula
bağlı bir hizmet anlayışına tanık oluyoruz; yani, diyoruz ki, en az on ay
sağlık sigortası primi ödeyen ve prim borcu bulunmayan sigortalılar ve bakmakla
mükellef olduğu kişiler yurtdışında tedavi olabilir.
Şimdi, değerli
arkadaşlarım, böyle bir düzenleme nasıl hak olarak görülebilir, nasıl
yapılabilir; anlayabilmenin olanağı
yok. Şimdi, sayısal verilere baktığımız
zaman Bağ-Kura kayıtlı toplam 3
368 776 sigortalı var. Bunun 2 373 652'si 1479 sayılı Kanuna tabi; yani, esnaf
dediğimiz Bağ-Kurlular. 995 124'ü ise 2926 sayılı Yasaya tabi; yani, tarım
Bağ-Kurluları.
Bağ-Kura kayıtlı
sigortalılardan 2 149 664'ünün prim borcu var; yani, bu Bağ-Kurluların yüzde
64'ünün Bağ-Kura prim borcu var. Kanun bu biçimiyle geçerse, kanun yaptık
diyeceğiz; ama, Bağ-Kur sigortalılarının, esnaf ve sanatkârlarımız ile
çiftçilerimizin yüzde 64'ü bu hizmetten, bu haktan yararlanamayacak. Niçin;
çünkü, koşul getirmişiz, diyoruz ki prim borcu olanlar bu haktan
yararlanamayacak.
Şimdi, öncelikle
Bağ-Kurluların neden prim borcu var, bunun nedeni araştırıldı mı; esnaf niçin
borçlu, tarım sigortalıları niçin borçlu; hangi durumdalar, buna bir baktık mı?
Değerli arkadaşlarım,
içinde bulunduğumuz günlerde, geçtiğimiz haftadan bu yana, hem Sayın Başbakan
hem de ziraat odaları, meslek odaları çiftçilerimizin durumuna ilişkin geniş
açıklamalar yaptılar. Özellikle Sayın Başbakan, geçtiğimiz hafta AKP Grup
Toplantısında yaptığı konuşmada ve hafta sonunda "Ulusa Sesleniş" adı
altında yaptığı konuşmada birtakım açıklamalarda bulundu. Bu açıklamalarına
bakıldığı zaman, zannederiz ki çiftçilerimiz son derece mutlu. 350 000 lira,
buğdaya sanki fiyat açıklanıyormuş gibi telaffuz edildi; ama, bir fiyat
açıklaması yapılmadı, 30 000 lira primden söz edildi. Oysa, bugün Doğu ve
Güneydoğu Anadoluda hasat mevsimi başladı; oralarda buğdayı, üreticilerimiz,
çiftçilerimiz 300 000-310 000 liradan teslim etmeye başladılar; piyasa
koşullarına terk edildi. Gübre, mazot, girdi fiyatları bugün bir gazetenin bir
köşeyazarının da konusu haline gelmiş, size aktarmak istiyorum. Türkiye
genelinde yani… Ayrıca, Başbakan, bugün yine çiftçiye mazot desteğinin 300 000
lira olarak verileceğini, uygulamaya başlanacağını öngördü.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye genelinde, bugün,
rafineriye uzaklığına göre, mazot fiyatları
1 900 000 ile 2 000 000 arasında; 300 000 lirayı düştüğünüz zaman 1 600
000-1 700 000 lira mazotun litre fiyatı. Aynı mazot, Yunanistan'da 56 sent;
Türkiye'de ise, destek indirimiyle birlikte 1,2 dolar. Mazotun maliyetteki payı
yüzde 20 civarında. Yani, bu sübvansiyonun, mazot desteğinin ne anlama
geldiğini çok net okumak mümkün.
Değerli arkadaşlar, 1975
yılında, çiftçi 1 kilogram buğdayla 1,07 litre mazot alabiliyordu; 1980'de
bu 0,41 litreye indi; bugün, mazot sübvansiyonuna
rağmen 0,20 litre mazot alabiliyor 1 kilogram buğdayla. Değerli
arkadaşlar, bu, bir gerçeği açıkça ortaya koyuyor; o da, çiftçinin giderek
yoksullaştığı.
Esnafımızın durumu
çiftçimizden farklı değil; o da, girdi maliyetlerinin yüksekliği, prim
oranlarının yüksekliği, finansman zorlukları ve de Türkiye'nin içinde bulunduğu
yoksullaşma sürecinde halkın satın alma gücünün giderek daralması nedeniyle
büyük sıkıntı içerisinde. Çiftçi de, maliyeti 404 000 lira olan buğdayını
300-310 liraya, maliyetinin bile çok altında teslim etmek zorunda kalıyor.
Topraktan aldığını toprağa yatırıyor, yetmiyor; varsa cebinden koyuyor, yoksa
traktörünü ya da tarlalarının belirli bir miktarını satılığa çıkarıp borcunu
ödemeye çalışıyor. Böyle bir durumda, esnafın Sosyal Sigortalar Kurumuna prim
borcu var diye, hastalanınca ona ve çiftçiye tedavi olanağı vermeyeceğiz!
Değerli arkadaşlarım,
tabiî, tarımda sadece buğday ölçüt alınmamalı, pamukta durum bundan farklı
değil, narenciye hepinizin malumu, çay tabanfiyat açıklaması hâlâ yapılabilmiş
değil.
Değerli arkadaşlar, tüm
bunlar gösteriyor ki, devlet; yani, hükümetiniz, çiftçiyi ve esnafı perişan
etmiş; şimdi, onlara, yüzde 64'ü bu haktan yararlanamayacak yasa tasarısı
getiriyorsunuz ve ona şirin gözükmeye
çalışıyorsunuz. Değerli arkadaşlarım, artık, köylümüz de, çiftçimiz de,
esnafımız da gerçeği görmeye başladı.
Değerli arkadaşlar, borcu
tahsil edemeyen kim; devlet. Hangi bakanlık sorumlu; Maliye Bakanlığı; yani,
vergi gelirlerini toplayacak, toplayamıyor; sigorta primleri ödenmiyor,
toplanacak, toplanamıyor; Bağ-Kur primleri toplanamıyor, köylünün durumu
perişan… Hastaya diyoruz ki "sen git, prim borcunu öde, ödersen, bu sağlık
hizmetinden yararlanırsın, aksi takdirde seni yararlandırmam."
Değerli arkadaşlar, prim
borcu ile sağlık hizmetinden yararlanmayı karşı karşıya getirmek, onunla onu
takas etmek anlayışı sosyal devlet anlayışında olabilir mi?! Böyle bir anlayış,
Anayasanın eşitlik ilkesine uygun düşer mi?! Ölümcül bir hastalığa yakalanmış
yurttaş -parası yok belki- devletin kapısını çalmış, hastanesinin kapısını ya
da kurumun kapısını çalmış "beni yurt dışına gönder" diye yalvarıyor;
sen borcunu ödersen, seni kurtarırım; ödemezsen, eh, benim sorunum değil, yasa
böyle, diyeceksiniz.
Değerli arkadaşlar, böyle
yasa tasarısı olmaz. Bunu komisyonda da söyledik; ama, düzeltilmedi. Şimdi,
böyle bir yaklaşım, sosyal devlet anlayışıyla örtüşmez, Anayasanın eşitlik
ilkesiyle örtüşmez; yani, git borcunu öde, sana öyle sağlık hizmeti vereyim...
Kim diyebilir bunu, ancak ve ancak AKP gibi sosyal devlet anlayışında olan bir
siyasal partinin, bir hükümetin hazırladığı tasarıda rastlanabilir. Bir ibret
vesikası.
Evet, arkadaşlar, Avrupa
Birliği, IMF, Dünya Bankası ne söylerse "evet efendim" mantığı
içerisinde yasal taslaklarını hazırlayıp getireceğiz; ama, esnafımızın,
çiftçimizin, yoksul kesimlerin prim borcu var diye onlara tedavi hizmetlerini
sunmayacağız!
Değerli arkadaşlarım,
böyle bir düzenlemede eşitlik ilkesine uygunluk ancak şu şekilde sağlanabilir:
Bağ-Kurlulara ve esnafa prim borçlarını ödemeyi ihtiyarî kılarsın "ben,
prim oranlarını saptadım. Bu oranlar dahilinde siz de, primlerinizi Bağ-Kura
yatırırsanız, size yurtdışı sağlık hizmetlerini sunarım" dersiniz; yani,
prim ödemeyi ihtiyarî kılarsınız, isteyen öder isteyen ödemez; o zaman da,
isteyen yurt dışında tedaviyi kabul eder isteyen etmez. Böyle bir uygulamayla,
ancak, belli bir noktaya gelinebilir diye düşünüyorum.
Değerli arkadaşlar,
tabiî, prim konusunun, gerçekten, düzenlenmeye, düzeltilmeye ihtiyacı var.
Şimdi, geçtiğimiz günlerde, esnafımızın ve çiftçilerimizin prim borçlarının
taksitlendirilmesine, ödeme kolaylığı sağlanmasına ilişkin, Bütçe ve Plan
Komisyonunda eklenen bir maddeyle bir tasarı Meclis gündemine geldi; ama, daha
sonra, bu, herhalde, AKP'nin kendi içindeki ihtilafları nedeniyle geri çekildi.
O tasarı; Bağ-Kur ve SSK prim borçlarının taksite bağlanmasını, zannediyorum,
27 nci maddesinde düzenliyor idi; ama, aynı kanun tasarısının içerisinde, yine,
Maliye Bakanının affedilmesi vardı; yani, siz, esnafın, sanatkârın ve çiftçinin
borçlarından kurtulabilmesi için taksitlendirmeyi bile, Maliye Bakanına af
koşuluyla, bir tehdit unsuru olarak Meclisin gündemine getireceksiniz, ondan
sonra da, esnafa diyeceksiniz ki: "Biz sizi affedecektik; ama, CHP'liler
karşı çıkıyor." Bizim böyle bir karşı çıkışımız yok değerli arkadaşlar. O,
esnafımızı ve çiftçimizi ilgilendiren, onların borçlarından bir an evvel
kurtarılması için gerekli olan kanun tasarısını Meclise düzgün bir biçimde
getirmenizi rica ediyoruz; çünkü, çok zor durumdalar, birtakım işleri aksıyor;
kredi alamıyorlar, yurt dışına çıkamıyorlar, hastalarını tedavi ettiremiyorlar.
Bunun bir an evvel çözülmesi lazım; ama, her kanun tasarısının içerisine Maliye
Bakanının bir suçtan affedilmesini koyarak, bir şantaj, bir tehdit unsuru
olarak onu kabul ederseniz, esnaf ve çiftçinin sorunlarını çözmeyi istiyorsanız
Maliye Bakanının sorununu da çözün ya da ilgili herhangi bir bakanın, bir
milletvekilinin yolsuzlukla ilgili, sahte evrakla ilgili sorununu da çözün
deyip bununla birlikte getirirseniz böyle bir düzenlemenin kabul edilebilmesine
olanak yoktur değerli arkadaşlar.
Şimdi, değerli
arkadaşlar, gerçekten, bu kanun tasarısıyla ilgili olarak... Biraz evvel
gündemdışı söz alan arkadaşlarımız -Sayın Melik ve AKP'den yerinden konuşan
arkadaşımız- çok önemli bir konuya parmak bastılar, ben de o konuya yeri
gelmişken değinmek istiyorum. Geçtiğimiz hafta başında Eskişehir'in Alpu
İlçesinde, 6 kişilik Bilbay ailesinin tüm fertleri yaşamını yitirdi. Kimdi
bunlar; geçici tarım işçileri. Ne yapıyor geçici tarım işçileri; mevsime göre
pamuk tarlalarına, mevsime göre fındık bahçelerine, hasat mevsimine göre
narenciye toplamaya, yerine göre buğday tarlalarına çalışmaya gidiyorlar.
Bunların hiçbir güvenceleri yok; yani, bunlar gezici tarım işçisi; ne
sigortaları var ne Bağ-Kur sigortası kapsamındalar ne Sosyal Sigortalar Kurumu
kapsamındalar ne de asgarî ücretin güvencesi altındalar, hiçbir korumaları yok,
korumadan yoksunlar. Onlar da insan, onların da… O Bilbay ailesinin başına
gelen feci olay, umarım, bundan sonra, dileğimiz odur ki, hiçbir yurttaşımızın,
hiçbir insanın başına gelmesin; ama, yeri gelmişken o tür güvencesiz
çalışanların da bu haktan yararlanabilecekleri bir düzenleme yapılmalı diye,
taa aralık ayında, küçük Esin olayında söylemiştim. Şimdi, altı ay geçtikten
sonraki Bilbay ailesi olayı, belki ders alınmasına katkı yapar.
Şimdi, denilebilir ki,
genel sağlık sigortası geldiği zaman onlar da bu haktan yararlanacak. Orada da
biz, onlardan katkı alacağız diyoruz.
Tüm aile fertleriyle, çadır bile bulamadan belki de yaz aylarında açıkta yatan
insanlardan, yarın, katkı payı alarak, tedavi, sağlık hizmeti sunacak bir
düzenlemeyi Meclisin önüne getireceğiz. Bu tasarı daha Meclise gelmeden evvel,
bu tarz, gelirden yoksun, güvenceden yoksun yurttaşlarımızın... Yeşilkartlılara
birkaç ay evvel ilaç bedellerine yüzde 20 katılma payı getirdiniz. Yeşilkartlı
kim; toplumun en yoksul kesimi, muhtaç kesimi. Kanser hastası olan bir
yeşilkartlı, 7, 8, 10 milyar lira tutan ilaç bedelinin yüzde 20'si 2-3 milyar
lira tutuyorsa, nereden karşılayacak; yok parası. Efendim, Fak-Fuk-Fon
dediğimiz o fona müracaat edecek. Hastanın mecali yok ayakta durmaya, falanca
belgeyi yap, filanca belgeyi yap, oradan bunu alalım!..
Değerli arkadaşlar,
gerçekten, sosyal devlet anlayışınızı gözden geçirmenize şiddetle ihtiyaç var.
Bu ülkede, bir avuç köşe dönücü, rant piyasalarından para kazanan, geçimini
sağlayan insan ve de bu ülkeye dışarıdan birtakım yasal düzenlemeleri bazı
hedefler göstererek bize dikte ettirmeye çalışan güçler değil, yetmiş milyon
yurttaşın büyük bir bölümü yoksulluk içerisinde, fakrüzaruret içerisinde.
Onların sorunlarına, onların ihtiyaçlarına ciddî bir şekilde eğilmenizde büyük
yarar var diye düşünüyorum.
Değerli arkadaşlar,
tabiî, bu gezici tarım işçileri konusunda bugüne kadar ülkemizde ciddî bir
çalışma hükümetlerce yapılmadı. Bu konuda TÜBİTAK ve Tarım-İş Sendikasının
desteğiyle Ankara Üniversitesi Tarım Ekonomisi bölümünde bir grup akademisyen
bir çalışma yaptılar; ama, bu araştırma sonuçlarından ne hükümetin ne
milletvekillerinin, AKP milletvekillerinin bir haberinin olduğunu
zannetmiyorum. Tarım İş Kanununda yer alan ayrı bir konu, tarım aracılığı
dediğimiz, elçiler konusunda şiddetle yeni bir düzenlemeye ihtiyaç var; bunlar
yapılmıyor.
Tabiî, bu yasalar
yapılırken konunun bağları, birbiriyle olan ilişkileri iyi düşünülmeden, iyi
hazırlanmadan getirilip, burada, biz, sağlık finansmanı konusunda tedbirler
alıyoruz, sağlığı tek elden yöneteceğiz, o doğrultuda da çalışmalar yapıyoruz
diyerek süslü laflar etmek mümkün, ahkâm kesmek mümkün. Sağlık hizmetlerini tek
elde topladınız; ama, hedefiniz... Anayasanın 56 ncı maddesini gerekçe
göstererek yaptınız o düzenlemeyi. Nedir asıl amaçları; ikinci faz kredi
anlaşmasında Sayın Çalışma Bakanımız da Başbakana yazdığı mektupta dile
getirdi. Sağlık Bakanlığı, sağlık hizmetlerinden, hastane işletmeciliğinden
çekilecek; koşullarından birisi. Eğitim ve üniversite hastaneleri dışında
hastaneler birer işletmeye dönüştürülüyor. Giderek sağlık hizmetleri
özelleştiriliyor. Sizin, sağlık hizmetlerine yaklaşımınız da, hasta-müşteri
gibi, hastane-işletme gibi. Kamu güvencesi sözleşmeli statüye geçiriliyor, eh,
sağlıkocakları da... Aile hekimliği işletmesine dönüştürülecek bir tarzda yapılacak
düzenlemelerden sonra, birkaç yıl içerisinde, o, Sağlık Bakanlığına aldığınız
Sosyal Sigortalar Kurumu hastanelerini de piyasaya satacaksınız ya da kiraya
vereceksiniz. Yine, eş dost zengin etmeyi, siyasal kayırımcılık yapmayı,
elinizde kalan hastanelerde kadrolaşmayı, sizden olmayan doktorları da mecburî
hizmet diye sağa sola sürmeyi sağlık hizmeti zannedeceksiniz. Böyle
düzenlemeyi, hasta sorunlarına, sağlık sorunlarına böyle yaklaşımı tasvip
etmenin, onaylamanın olanağı yok değerli arkadaşlar.
Değerli arkadaşlarım,
gerçekten, bu kanun teklifi, üzerinde çok konuşulacak bir kanun teklifi değil.
Demin de söyledim, yüzde 64'ü borçlu Bağ-Kurluların. Yani, yüzde 64'ü
borçluysa, borçlu olan çiftçilerin borçlarının nedenini, niçinini araştırmak, o
borçlarından bir an evvel kurtulabilmeleri için onlara kolaylık sağlamak başta
hükümetin görevi.
Değerli arkadaşlar, bunun
da çok zor olmadığını düşünüyorum. Birkaç banka mensubuna devlet 40 milyar
doları, hükümetiniz, bir celsede yok sayabiliyor; ama, sıra esnafa,
Bağ-Kurluya, işçiye, yoksula geldiği zaman "borcun var, sana sağlık
hizmeti sunmayız" diyebiliyor. Bu anlayışı tasvip etmenin olanağı yok.
Değerli arkadaşlar,
tabiî, yasanın, demin söyledim, bütününe bakıldığı zaman, 1479 Sayılı Esnaf ve
Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanununda
değişiklik yapılıyor gibi gözüküyor; ama, 2926 sayılı Yasada da benzer
düzenleme 2 nci maddede gerçekleştiriliyor.
Ben, bu sağlık
hizmetinden tüm Bağ-Kur sigortalılarının, tüm yurttaşlarımızın
yararlanabileceği bir konuma getirilmesini ve prim borcuna bağlanmamasını,
yani, madde 1'deki, ek madde 22'deki "en az on ay sağlık sigortası primi
ödeyen ve prim borcu bulunmayan" ibaresinin buradan çıkarılması halinde
bir işlerlik kazanacağını düşünüyorum ve bu duygularla, yasaya olumlu oy
vereceğimizi belirtiyor, Yüce Meclisin değerli üyelerini saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ediyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Çetin.
Hükümet adına, Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanı Sayın Murat Başesgioğlu; buyurun. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI MURAT BAŞESGİOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Trabzon Milletvekili Cevdet Erdöl ve 6 milletvekili
arkadaşımızın vermiş olduğu kanun teklifi üzerinde, Hükümetimiz adına görüşleri
arz etmek üzere huzurunuzdayım; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Öncelikle, bu teklifi
veren değerli milletvekili arkadaşlarıma çok teşekkür ediyorum. Gerçekten,
sosyal güvenlik kuruluşlarımıza mensup vatandaşlarımız arasında bir farklı
uygulamayı kaldırmayı amaçlayan önemli bir kanun teklifinde bulunmuşlardır.
İnşallah, sizin de onayınızla, bu teklifin kabulüyle birlikte, sosyal güvenlik
kuruluşlarına mensup vatandaşlarımızın sağlık hizmeti alma konusundaki bir
farklılığı da ortadan kaldırmış olacağız.
Hükümet olarak, statüsü
ne olursa olsun, ister Bağ-Kurlu ister SSK'lı ister Emekli Sandığı mensubu;
bütün vatandaşlarımızın, sigortalıların ve hak sahiplerinin sağlık hizmetine
eşit bir şekilde erişmelerini sağlamayı amaçlıyoruz. Bu amaçla da hazırlamış
olduğumuz Sosyal Güvenlik Reformu Tasarısı içerisinde yer alan genel sağlık
sigortası, bu saymış olduğumuz standart farklılıklarını ortadan kaldıran, bütün
nüfusumuzu kapsayan çağdaş bir düzenleme olacaktır. İnşallah, o tasarı
geldiğinde, sizlere daha geniş bilgi aktarma imkânını bulacağım.
Değerli milletvekili
arkadaşlarım, bu teklif, Bağ-Kur sigortalı ve hak sahibi vatandaşlarımıza yurt
dışında tedavi imkânı tanıyan bir düzenlemedir. Bugüne kadar Bağ-Kurlu
vatandaşlarımız bu imkândan yoksundu, ne sigortalılar ne hak sahipleri yurt
dışında tedavi imkânına kavuşamamışlardı.
Yine, hatırlayacağınız
üzere, bundan bir müddet evvel, yine, Yüce Meclisimizin kabul ettiği bir
kanunla, Sosyal Sigortalar Kurumuna mensup vatandaşlarımızın, aktif
sigortalıların bakmakla yükümlü oldukları yakınlarına da bu imkânı tanıdık. Şu
anda bu imkândan yararlanarak yurt dışında tedavi gören vatandaşlarımız
mevcuttur. Bu uygulama nasıl olacak; birkaç satırbaşlarıyla onu size izah
etmeye çalışacağım.
Türkiye'de tedavi imkânı
bulunmadığının tespiti, Emekli Sandığı mensuplarında olduğu gibi, yine, Sağlık
Bakanlığınca yetkili kılınan hastanelerce, sağlık kurullarınca verilen
raporlarla teyit edilecek. Yurt dışında tedavi süresi altı ayla
sınırlandırılmış, prensip olarak; ancak, zorunluluk hallerinde, rapora dayalı
olmak üzere, bu süre, iki yıla kadar uzatılmaktadır.
Yine, yurt dışında
yapılan tedavide, hastane sağlık kurulu raporunda belirlenen hastalığın ve bu
hastalığa bağlı komplikasyonların ve acil müdahaleyi gerektiren hastalıkların
tedavisine ilişkin giderler kurumca ödenecektir. Yani, rapor muhteviyatı
içerisinde olmayan bir hastalığın kurum tarafından karşılanması burada söz
konusu değildir.
Yine, hastanın ve
refakatçinin yurt dışına gidiş-dönüş yol giderleri ile refakatçinin yurt
dışında kaldığı günlere ve hastanın tedavisine başlamasına kadar geçen süreler
içerisinde, Harcırah Kanunu hükümlerine uygun olarak, hastaya ve refakatçisine
harcırah ödenmiş olacaktır.
Kanun teklifinin özü
bunları içermektedir. Bağ-Kurun gerekli hazırlığı yapabilmesi için yürürlük
tarihine bir ay opsiyon tanınmıştır, bir yönetmeliğin çıkması gerekmektedir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bu düzenlemenin, sizlerin de katkısıyla olgunlaşacak bu
düzenlemenin Bağ-Kurlu vatandaşlarımıza ve yakınlarına hayırlı olmasını
diliyorum. Bu vesileyle, Hükümet olarak sağlık alanında atmış olduğumuz önemli
adımlara birini daha ilave ettiğimizi ifade ediyor, hepiniz saygı ve sevgiyle
selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Bakanım.
Tasarının tümü üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
1 inci maddeyi
okutuyorum:
ESNAF VE SANATKARLAR VE DİĞER BAĞIMSIZ ÇALIŞANLAR SOSYAL
SİGORTALAR KURUMU KANUNU İLE TARIMDA KENDİ ADINA VE HESABINA ÇALIŞANLAR SOSYAL
SİGORTALAR KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASI HAKKINDA
KANUN TEKLİFİ
MADDE 1.- 2.9.1971
tarihli ve 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal
Sigortalar Kurumu Kanununa aşağıdaki ek madde eklenmiştir.
EK MADDE 22.- Bu Kanunun
ek 11 inci maddesinin birinci fıkrası kapsamında bulunan, en az on ay sağlık
sigortası primi ödeyen ve prim borcu bulunmayan sigortalı ve bunların hak
sahipleri, Sağlık Bakanlığınca yetkili kılınan hastanelerin sağlık kurullarınca
düzenlenen raporlara göre yurt içinde tedavisi mümkün olmayan hastalıklarının
tedavisi için, yine bu raporda gerekli görülmesi halinde bir refakatçi ile
birlikte ve Kurum Yönetim Kurulu kararı ile yurt dışına gönderilebilir. Yurt
dışında tedaviyi yapacak sağlık kuruluşu aynı raporda belirlenebileceği gibi
Kurumca da belirlenebilir.
Yurt dışındaki tedavi
süresi altı ayı geçmemek kaydı ile yetkili hastanece düzenlenen raporda
belirtilir. Ancak bu süre yurt dışında tedaviyi yapan sağlık kuruluşunun
önerisi ve bu önerinin raporu düzenleyen hastane sağlık kurulunca uygun
bulunması halinde altı ayı geçmeyen dönemler halinde en çok iki yıla kadar
uzatılabilir. Bu sürenin sonunda tedaviye yurt içinde devam edilir.
Yurt dışında yapılan
tedaviye ilişkin giderler ile 6245 sayılı Harcırah Kanunu hükümlerine göre
hesaplanacak yol giderleri ve gündelikler Kurumca ödenir. Ancak acil müdahaleyi
gerektiren veya hastalığın komplikasyonuna bağlı olarak yapılan tedavi
giderleri hariç, raporda belirtilmeyen hastalıklara ait tedavi giderleri
ödenmez.
BAŞKAN - Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
2 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2.- 17.10.1983 tarihli
ve 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar
Kanununun ek 3 üncü maddesinde yer alan
"ek 19 uncu" ibaresi "ek 19 ve ek 22 nci" olarak
değiştirilmiştir.
BAŞKAN - Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Geçici 1 inci maddeyi
okutuyorum:
GEÇİCİ MADDE 1.- 1479
sayılı Kanunun ek 22 nci maddesinin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar, bu
Kanunun yayımı tarihinden itibaren bir ay içinde ek 18 inci madde hükümleri
çerçevesinde hazırlanacak bir yönetmelikle düzenlenir.
BAŞKAN - Geçici 1 inci
madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsı adına, Muğla
Milletvekili Ali Arslan.
Sayın Aslan, buyurun.
(CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ALİ
ARSLAN (Muğla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan,
Komisyon Başkanımız Sevgili Cevdet Erdöl ve arkadaşlarının verdiği, Esnaf ve
Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu ile
Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanununda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi üzerinde söz almış bulunuyorum.
Değerli arkadaşlarım, bu
kanun, gerçekten, sanıyorum, çalışmalarımız içinde bir fantastik kanun olarak
yerini alacaktır. Bu kanunun gündeme gelmesinin asıl gerekçesi şudur:
Bildiğiniz gibi, geçtiğimiz günlerde, geçtiğimiz aylarda bir düzenleme yaptık;
SSK'lı olan lösemili bir küçük kardeşimizin yurt dışında tedavisinin
yapılamamasıyla ilgili bir sıkıntı vardı ve bir kamuoyu oluşmuştu; o yasa
düzeltilirken, küçük Esin'e bu olanak sağlanırken fark edildi ki, aynı sıkıntı
Bağ-Kur çalışanlarında da var ve arkadaşlarımız böyle bir yasa önerisini
hazırlamışlar. Ne zaman; işte, bu küçük Esin'in yurt dışında tedavisini
sağlayacak yasal düzenleme yapıldıktan sonra. Sanıyorum, altı ya da yedi ay
kadar oldu bu yasa teklifi hazırlanalı, 1.4.2005 tarihinde de komisyonda
görüşüldü.
Değerli arkadaşlarım,
gelen teklif, iki ay içinde yönetmelik hazırlandıktan sonra bu yasanın
yürürlüğe gireceği şeklindeydi. Komisyonda itirazlarımızı söyledik. Ne zaman
geleceği bilinmeyen bir genel sağlık sigortası vardı. Hatta, korkumuzu da
söyledik, korkarız ki, Bağ-Kurlulara, eş ve çocuklarına yurt dışında tedavi olma hakkı tanıyan bu yasadan önce genel sağlık
sigortası çıkar ve bu yasayı, biz boşu boşuna, anlamsız bir şekilde çıkarmış
oluruz dedik.
Değerli arkadaşlarım,
neyse, itirazlarımız üzerine, o iki aylık yönetmelik çıkarma süresi bir aya
düşürüldü. Ancak, yasa, komisyonda görüşüldükten iki ay sonra Genel Kurula
iniyor! İki aylık bir süreyi zaten öyle kaybettik. Çok acil bir ihtiyacı,
kamuya yansıyan, kamuoyunda genel olarak tartışılan böyle bir ihtiyaç var mı
yok mu bilmiyorum; ancak, bu yasa çıktığında da, sanıyorum, çok büyük bir
ihtiyacı karşılamayacak; ama, sonuçta, bir kişi de olsa yararlanan, hiç de
olmasa, böyle bir yasanın çıkması gerekli, yararlı olabilir diye düşünülebilir;
buna bir itirazımız da yok.
Ancak, yarın, yine,
Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonunda, genel sağlık sigortası
görüşülmeye başlanıyor. Umuyorum, önümüzdeki günlerde, genel sağlık sigortası
gündeme gelecek, bu Meclisten çıkacak. Genel sağlık sigortasının bu yurt
dışındaki tedavilerle ilgili, genel sağlık sigortasını kullanmaya hak kazanmış
yurttaşlarımızın yurt dışındaki tedavilerini düzenleyen 90 ıncı maddesi, Ocak
2006'da yürürlüğe girecek; yani, altı ay sonra.
Şimdi, bu yasa, bugün
çıkacak, yayımlanacak, yayımlandıktan bir ay sonra, yönetmelik hazırlandıktan
sonra bundan yararlanılmaya başlanacak. Kaç kişinin ihtiyacı var, kaç kişi
yararlanır, bilmiyorum; dilerim hiç yoktur. Son yıllarda, biliyorsunuz,
Türkiye, tıp alanında da büyük ilerlemeler kaydetti; çok nadir hastalıklarda
ancak yurt dışında tedavi ihtiyacı duyuyor yurttaşlarımız; inşallah, hiç
duymazlar. Hiç kimsenin böyle bir yasadan yararlanıp yurt dışında tedavi olma
ihtiyacı hiç olmaz; dileğim odur.
Ancak, ayları üst üste
koyduğumuzda, işte, ocak ayında genel sağlık sigortası yürürlüğe girecek, bu
yasa bir ay sonra yürürlüğe girecek -ki, CHP'nin itirazları üzerine bir ay da
geri çekilmişti- dört beş aylık bir yasa çıkarıyoruz. Yurttaşlarımıza hayırlı
olsun.
Yani, olması gereken bir
yasa; kötü bir şey söylemek, aleyhinde konuşmak mümkün değil; ancak, benden
önceki konuşmacı arkadaşlarım da söyledi; biraz önce, buraya gelirken, bir ziraat
odası başkanını aradım, dedim ki, tarımla ilgili böyle bir yasal düzenleme
geliyor, ne diyorsun? "İyi olmuş; ama, tarımda çalışan yok, çiftçi
bitti" dedi. Yani, biz, biten çiftçiye, bitirdiğimiz çiftçiye yasa
çıkarmaya çalışıyoruz.
Değerli arkadaşlarım, bu
yasaları çıkaralım; ancak, buğday üreticilerinin büyük sorunları var. İlk defa,
bir hükümet, tabanfiyat açıklamama kararı aldı. Bu, sanıyorum, tarımda bir
devrim!
Değerli arkadaşlarım, bu
ülkenin yüzde 40'ı, yüzde 41'i tarımla uğraşıyor. Hepimiz içinde yaşıyoruz,
çoğumuz köylerden geldik; büyük sıkıntı çekiyorlar. Bu insanların dertlerine
mutlaka çare bulmamız gerekiyor. Elbette, hastalanan çocuklarının, eğer yurt
dışında tedavi ihtiyacı varsa, gönderelim; ama, bu insanlar aç; bu insanlara
destek verelim. Dünyanın her yerinde, bütün ülkeler, bütün çağdaş ülkeler
tarımı destekliyor. Biz de, şimdi, buğday üreticisini kaderiyle başbaşa
bıraktık, tüccarla başbaşa bıraktık.
Tabanfiyatı neden açıklar
hükümetler; tüccar karşısında üreticiyi ezdirmemek için açıklar. İlk defa,
açıklamıyoruz tabanfiyatını. Bu açıklamama kararı da, tam tersine -işte,
sanıyorum, buğdaya 30 000 lira civarında prim verilecek- verilecek primi aldı
götürdü; zaten, fiyatları birdenbire düşürdü. Tüccar rahatladı; oh, ne güzel,
hükümet buğday alımlarıyla ilgilenmiyor, biz de bildiğimiz gibi at oynatırız…
Ee, hükümet 30 000 lira verecekken, belki de, 50 000 lira fiyat kaybı oldu
buğdayda.
Sadece buğday değil;
bakın, sera üreticileri… Bu ülkenin önemli ihraç ürünlerinden sera ürünleri.
Rusya'nın sınırında ihracat tıkandı ve bugün seracılar da perişan. Muğla'nın
Ortacasında, kasası 2 000 000 liradan domatesi alan yok.
Çay üreticisinin
sorunlarını, sanıyorum, hepimizden çok daha iyi, Rizeli Başbakanımız biliyor;
ama, sorunlarını çözme konusunda bir girişim yok, yapılan bir eylem yok.
Süt üreticilerine
bakıyorsunuz, büyük sıkıntı çekiyor. Besicilikle uğraşanlara bakıyorsunuz;
hepsinin, ayrı ayrı, inanılmaz dertleri var. Patatesçi öyle, pamukçu öyle… Kime
bakarsanız, hangi üreticiye bakarsanız, çok büyük sıkıntı içindeler.
Değerli arkadaşlarım,
Sanayi Bakanlığının yaptığı son çalışmaya göre, 6 000 000 civarında esnafımız
var. Aileleriyle beraber neredeyse 20 000 000 ediyor. Biraz önce çiftçilerin
durumundan bahsettik; 30 000 000 civarında çiftçimiz var. Neredeyse, 40-50
milyon civarındaki yurttaşımız büyük sıkıntı çekiyor.
AKP'li konuşmacı
arkadaşlarımız diyor ki, esnafların kredi faizleri düştü. Doğrudur; enflasyon
düştü. Enflasyonun düşmesi biraz da kader. Seçim öncesi de, biliyorsunuz,
Cumhuriyet Halk Partisi, tek başına bir iktidarla ancak enflasyonla mücadele
edilebileceğini söylüyordu ve gerçekten de oldu. Tabiî, alınan önlemlerin
mutlaka katkısı var; ancak, esnaflara verilen kredi faizlerinin reel faizleri
çok yüksek, hâlâ yüksek. Bunu, Sanayi Bakanı, kendi konuşmasında da söyledi,
bir yıl önce. Yüzde 10'dan fazlasını... Düşünün, enflasyon oranının iki katı
kadar faizle para alacaksınız, parayı çalıştırıp borç ödeyeceksiniz!..
Değerli arkadaşlarım,
zaten, esnaf aldığı krediyi iş yapmak için almıyor. Esnaf, aldığı krediyi,
ancak borçlarını çevirebilmek için alıyor. O da, aynı, Türkiye Cumhuriyetinin
içine düştüğü batak gibi, esnafı başka bir batağın içine sürüklüyor ve büyük
sıkıntı içinde esnaflarımız. Açılan dükkân kadar, açılan işyeri kadar kapatılan
işyeri var neredeyse. Her yıl açılan işyerlerinin yüzde 60-70'i kapanıyor.
Grossmarketler, sadece,
bakkal esnafımızın değil, diğer tüm esnaflarımızın üstüne bir kâbus gibi
çökmüş. Bu büyük sorunu halletmeden, siz, esnaf arkadaşımızın, Allah
göstermesin, yurt içinde tedavisi mümkün olmayan çocuğunun yurt dışına
gönderilmesiyle ilgili yasayı çıkarsanız ne olur, çıkarmasanız ne olur!.. Adam,
öldü, gitti, bitti!..
Ziraat Odası Başkanı
diyor ki: "Kardeşim bana çiftçiyi sorma, bitti çiftçi." Esnaf
derneklerine soruyorsunuz, hepimiz esnafların içerisinde yaşıyoruz, esnaflara
soruyorsunuz, bittik diyor. Umut da bitti, kendileri de bitti. Bu yasa güzel,
gerçekten, insan hiçbir şey söyleyemiyor; ama, asıl yapmanız gereken, bu
insanların geçim sıkıntılarına çözüm bulmak, bu insanların kapanma tehlikesiyle
karşı karşıya olan işyerlerinin kapanmamasıyla ilgili yasaları düzenlemek.
Bence Meclisin asıl önemli görevi o olmalı. Çiftçilerimizin nasıl borç
sarmalından kurtulacağı… Üretimden çekiliyor çiftçiler. Çiftçisi üretimden
çekilmiş, esnafının işyeri kapanmış bir Türkiye'de, bunca yüksek dışborcumuzu,
üretmeden nasıl ödeyeceğimizin sihirli formülünü nereden buluruz! Yok böyle bir
şey. Yapılan tek şey var; aynı, esnafın yaptığı gibi, yurttaşlarımız da borcunu
ancak bankalardan aldığı kredilerle ödemeye çalışıyor. Halk arasında bir deyim
vardır; şeytan pabucu dikiyorlar. Al takke ver külah, günlük ihtiyaçlarını
gidermek için türlü cambazlıklarla yaşamlarını idame ettirmeye çalışıyorlar.
Değerli arkadaşlarım, ben
bu yasayı gündeme getiren değerli arkadaşlarıma iyi niyetlerinden ötürü
teşekkür ediyorum.
Bakın, şu anda Sağlık
Komisyonunda Özürlüler Yasası görüşülüyor. Özürlüler Yasasında maddî hükümler
içeren maddeler var. İşte, özürlülerin sosyal güvenlikleriyle ilgili olan
maddeler var. Orada, AKP sözcülerinin bize söylediği şu: "Kardeşim,
bunları gündeme getirmeyelim." Ne yapalım?.. "Genel sağlık sigortası
içinde çözeceğiz bunları." Peki, onları genel sağlık sigortası içinde çözeceksek,
bunu da çözerdik genel sağlık sigortası içinde.
Yine de ben bu
arkadaşlarıma iyi niyetlerinden ötürü teşekkür ediyorum. Ancak, AKP Hükümetinin
ve Yüce Meclisin, esnaf ve sanatkârlarımızın ve Yüce Atatürk tarafından bu
milletin efendileri olarak adlandırılan çiftçilerimizin, tarımda
çalışanlarımızın, ekmeğimizi aşımızı sağlayan insanların sorunlarının çözümü
konusunda çok daha büyük görevleri olduğunu düşünüyorum. İnanıyorum ki, bu
Meclis bu çalışmaları yapacak yetenektedir, bu çalışmaları yapacak güçtedir.
Bunca duyarsız olamayız, bunca duyarsız kalamayız. Bakın, grossmarketlerle
ilgili feryat yıllardan beri devam ediyor. Hâlâ yapılan, yapılabilen yasal bir
düzenleme yok. Dünya örneklerini inceliyormuşuz!.. Yani, dünya örneklerini
incelemeye gerek yok. Kardeşim, en yakın dostumuz, cebimizde para olmadığı
zaman ihtiyacımızı karşılayan bakkal feryat ediyor, diyor ki, kurtarın beni.
Değil mi, cebimizde para olmadığı zaman, önemli bir sosyal kurumdur, bakkal
kardeşim, bugün param yok, yarın vereyim dersiniz; ama, grossmarketlerde bunu
yapamıyorsunuz. Feryat ediyor bakkallarımız "kardeşim, kurtar beni"
diye; ama, yok, yani, tık yok, Meclisten bir ses yok. Sanıyorum…
CAVİT TORUN (Diyarbakır)
- Alışverişi nereden yapıyorsunuz?
ALİ ARSLAN (Devamla) -
Çalışıyorsunuz...
CAVİT TORUN (Diyarbakır)
- Siz nereden alışveriş yapıyorsunuz?
ALİ ARSLAN (Devamla) -
Bakkaldan, bakkaldan yapıyorum.
CAVİT TORUN (Diyarbakır)
- Tebrik ederim.
MEHMET ALP (Burdur) -
Bakkalın ismi ne?
ALİ ARSLAN (Devamla) -
Değerli arkadaşlarım, lütfen, biraz daha ciddî olalım; yani, nereden alışveriş
yapıyorsunuz!.. Türkiye'nin neredeyse çoğu grosmarketten alışveriş yapıyor. Bu,
bakkalı kurtarmıyor ki! Tek başına ben, bakkaldan, sabahtan akşama kadar
alışveriş yapsam, ne kadar kurtarırım?! Önemli olan… Bütün dünya ülkelerinde
olduğu gibi, bu insanların sorunlarının çözümü çok basit; araştırmaya,
incelemeye gerek yok. Siz, evinizin dibinde dev grossmarketleri açarsanız,
süpermarketleri açarsanız, bu ağa, adamın batacağı, yok olacağı ortada.
Değerli arkadaşlarım,
aslında, sorunun var olduğunu hepiniz biliyorsunuz, yaşıyorsunuz, görüyorsunuz;
bindiğiniz takside, alışveriş yaptığınız bakkalda, berberde, kime giderseniz
gidin, sorunlarınız büyük.
Bakın, geçtiğimiz
günlerde, Esnaf Yasasının görüşülmesi sırasında AKP milletvekillerinden bir
arkadaşımız, Türkiye Fırıncılar ve Pastacılar Federasyonunun Başkanlığını
yapmış bir arkadaşımız, esnaflarla ilgili bir yasanın çıkmadığı konusunda kendi
kendine itirafta bulundu burada. Görüşülen Esnaf Yasasında, pastacılarla, fırıncılarla,
berberlerle, terzilerle ilgili bir tek maddenin olmadığını AKP'li arkadaşımız
söyledi.
Değerli arkadaşlarım,
sıkıntı büyük. Benim dileğim şu: Dilerim, yurt dışında tedavi ihtiyacı olan
yurttaşlarımız olmaz. Olursa da, bu yasadan yararlanıp hayırlı bir iş
yaptığımızı, güzel bir iş yaptığımızı biz de anlarız, onun mutluluğunu yaşarız.
Hayırlı uğurlu olsun
diyorum; ancak, tekrar tekrar söylüyorum; bitmek üzere olan çiftçimizi, büyük
sıkıntı çeken esnafımızı bu tür yasalarla değil, dertlerine kökten çözümler
getiren, yarın, bu Meclisten bahsederken, hayırlarla bahsetmesini dilediğimiz
kararlar aldığımız Meclis olması dileğiyle, hepinizi, konuşmamın sonunda
yeniden saygıyla, sevgiyle selamlıyorum; bu yasanın hayırlı olmasını diliyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Arslan.
Geçici madde 1'i
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
3 üncü maddeyi
okutuyorum:
MADDE 3.- Bu Kanun yayımı
tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN - Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
4 üncü maddeyi
okutuyorum:
MADDE 4.- Bu Kanun
hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN - Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Saygıdeğer milletvekilleri,
teklifin tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir. Teklif, kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır; hayırlı ve uğurlu olmasını
diliyorum.
Birleşime 10 dakika ara
veriyorum.
Kapanma Saati: 17.56
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 18.18
BAŞKAN : Başkanvekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP ÜYELER :Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale), Bayram ÖZÇELİK
(Burdur)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 106 ncı Birleşiminin Üçüncü
Oturumunu açıyorum.
Çalışmalarımıza kaldığımız
yerden devam edeceğiz.
Şimdi, Tarım Sigortaları
Kanunu Tasarısı ve Tarım, Orman ve Köyişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonları
raporlarının görüşmelerine başlıyoruz.
6.- Tarım Sigortaları Kanunu Tasarısı ve Tarım, Orman ve
Köyişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/865) (S. Sayısı: 879) (x)
BAŞKAN - Komisyon?..
Yerinde.
Hükümet?.. Yerinde.
Komisyon raporu 879 sıra
sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde;
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Gürol Ergin, AK Parti Grubu adına Alaattin
Büyükkaya; şahısları adına; Gürol Ergin, Adem Tatlı, Abdullah Çetinkaya, Recep
Garip ve İsmail Bilen söz istemişlerdir.
Buyurun Sayın Ergin.
CHP GRUBU ADINA GÜROL
ERGİN (Muğla) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri ve Yüce Türk Ulusu,
hepinizi saygıyla selamlıyorum. Tarım Sigortaları Kanunu Tasarısı üzerinde
Grubumun, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun ve kendimin görüşlerini
açıklayacağım.
Değerli milletvekilleri,
tarım, diğer tüm sektörlerden ayrı bir özelliğe sahiptir. Bu özellik, tarımsal
üretimin, üreticinin kontrolünde olmayan birçok doğa koşullarına bağlı
oluşudur. Teknolojisi ne kadar ileri gitmiş olursa olsun, herhangi bir ülkede
tarımı doğa koşullarının kontrolünden tam olarak çıkarmak mümkün olmamaktadır.
Bu nedenden ötürü de tarımsal üretimin -bitkisel olsun, hayvansal olsun-
karşılaşabileceği riskleri önleyici birçok önlemler tüm ülkelerde alınmaktadır;
bizim ülkemizde de 5254 sayılı Muhtaç Çiftçilere Ödünç Tohumluk Verilmesi
Hakkında Kanun vardı; ancak, Uluslararası Para Fonunun direktifleri
doğrultusunda 20 Haziran 2001 tarihinde bu kanun yürürlükten kaldırıldı, bunun
yerine 2090 sayılı Tabiî Afetlerden Zarar Gören Çiftçilere Yapılacak Yardımlar
Hakkında Kanun getirildi; ancak, hepinizin de benim kadar bildiğiniz gibi, bu kanun
da çiftçilerimizin uğradıkları zararları karşılamada yeterli olamadı. Bu
nedenlerden ötürü, tarım sigortaları son derece önemli olarak ortaya çıkmış
bulunmaktadır.
Ben, sözlerimin başında,
Cumhuriyet Halk Partisi olarak bizim, öteden beri ülkemizde
gerçekleştirilmesini dilediğimizi ifade ettiğimiz bu tarım sigortaları yasasını
hazırlayıp bugün Meclisimizin onamasına sunduğu için Sayın Bakana ve ekibine
teşekkür ediyorum.
Değerli arkadaşlarım, bu
yasada bize göre birkısım düzeltilmesi gereken noktalar vardı; bunun
komisyonlarda görüşülmesi sırasında ifadesinde bulunduk; ancak, başarılı
olamadık. Bu neydi; onu özellikle
söylemek isterim. Biliyorsunuz hiçbir ülkede tarımsal sigortalar tamamen
sigortalı olacak kişilerin primlerine bağlı olarak yürütülmüyor; hemen her
ülkede bu primlerin ciddîye alınacak bir kısmı o devletler tarafından katkı
olarak veriliyor. Bu katkı yüzde 50'lerle yüzde 80'ler arasında değişiyor.
(x) 879 S. Sayılı Basmayazı tutanağın sonuna eklidir.
O bakımdan, bizde de
böylesi bir katkının olması; ama, bu katkının özellikle ödeme yeteneğinde
olmayan küçük çiftçileri kapsayacak biçimde olması gerekirdi. Biz bunun yasaya
girmesini sağlayamadık; ancak, bugün burada vereceğimiz bir önergeyle de yasaya
böylesi bir maddenin alınmasını sizlerden talep edeceğiz.
Bunu, şunun için
söylüyorum: Değerli arkadaşlarım, Türk çiftçisi, hepinizin bildiği, hepinizin
köylerinize, ilçelerinize gittiğiniz zaman gördüğünüz gibi, son yılların en
sıkıntılı dönemini yaşıyor, çiftçi bunalmış durumda. Şimdi, bu kadar bunalmış
durumdaki bir çiftçiye "priminin şu kadarını sen öde" dediğiniz zaman
bunu ödetemezsiniz.
O kadar ilginç ki,
yasanın 17 nci maddesinde diyor ki, tarım sigortası yaptırmayan üreticiye, biz,
Afet Yasasını, 2090 sayılı Yasayı da uygulamayacağız. Değerli arkadaşlarım,
küçük çiftçinin bu primi ödeyemeyeceğini baştan biliyoruz. Şimdi, bu şekilde
bir ifadeyi bu yasaya koymakla büyük yanlış yapılmıştır.
Bu bakımdan, küçük
çiftçilerin primlerinin, hiç olmazsa, beş yıllık bir süre için devlet
tarafından karşılanması zorunluluğu bulunmaktadır.
İkincisi, değerli
arkadaşlarım, tarım sigortaları için ayrılan kaynak miktarını da biz son derece
yetersiz buluyoruz. Bakınız, 2006-2010 yılları arasını kapsayan Tarım Strateji
Belgesinde, tarımsal desteklerin gayri safî millî hâsılanın yüzde 1'i kadar
olacağı ve sigorta desteğinin de bu yüzde 1'in yüzde 5'i olacağı ifade ediliyor
ki, bu, son derece düşük bir rakamı ifade ediyor; yaklaşık olarak söylersem,
yaklaşık 125 000 000 dolara karşılık geliyor. Oysa, yapılan çalışmalar, bu
konuda uğraş verenlerin yaptığı çalışmalar, devlete düşecek prim miktarının 400
trilyon lira dolayında olmasını kesin zorunluluk olarak ortaya koyuyor.
Değerli arkadaşlarım,
tarım sigortalarından söz ederken, tarımımızın genel durumundan, çiftçimizin
genel durumundan söz etmek hepimizin boynunun borcu.
Şimdi, bakınız, biraz
önce, Türk çiftçisinin tarihin en sıkıntılı dönemini yaşadığını ifade ettim.
Devlet İstatistik Enstitüsü 2003 rakamlarını açıkladı. Değerli arkadaşlarım,
buna göre, Türkiye'de, 894 000 kişi aç, resmen aç; 19 400 000 kişi de yoksul.
Bu açlara ve yoksullara baktığınız zaman, kırsal kesimde oranın kentsel
kesimlerden daha yüksek olduğunu görüyorsunuz. Şöyle söyleyeyim: Kırsal kesimde
aç sayısı 2002'de 550 000'ken, ekonominin düzeldiği tarafınızdan ifade edilen
2003 yılında 584 000'e yükselmiş. Kırsal kesimde aynı dönemdeki yoksul sayısı 9
429 000'den 10 081 000'e yükselmiştir. Bir başka deyişle, Türkiye'deki
hanelerin, yani evlerin yüzde 23'ü yoksulluk düzeyindedir. Dilerim, bu
açıklamaları yaptığı için Devlet İstatistik Enstitüsüne herhangi bir şekilde
sıkıştırıcı bir tavırla baskıda bulunulmaz.
Değerli arkadaşlarım,
durum niye böyle; bu durumun en başta gelen nedeni, kırsal kesime yapılan
desteklerin azaltılmasıdır. Türkiye'nin 9 Aralık 1999'dan bu yana IMF ne
istiyorsa kelimesi kelimesine, virgülü virgülüne yapmak durumunda kalması, 57
nci, 58 inci, 59 uncu hükümetler için IMF'nin söylemlerinin buyruk anlamına
gelmesi, bu sonucu doğurmuştur. Doğurmuştur; ama, bakın, IMF son raporunda ne
söylüyor; bize her şeyi yaptıran, her şey iyi olacak, bunları yapın diyen IMF,
altı yılın sonunda neler söylüyor, diyor ki: "Dikkatli olun, kamunun borç
stoku çok yüksek, cari işlemler açığınız çok büyük, faiz oranları aşağı iniyor;
ama, birden tırmanışa geçerek özel kesimde de, kamu kesiminde de şok
yaratabilir. Türk ekonomisinde kırılganlık hâlâ sürüyor." Bunu söyleyen,
bize her istediğini yaptırtan; ama, altı yılın sonunda, bir arpa boyu gelişmişlik
yolu almadığımızı ortaya koyan, Uluslararası Para Fonu. Haa, ne
yapacaksınız diyor; bu kırılganlıktan
çıkmak için de şunu yapmanız gerekir diyor: "Memura, emekliye, işçiye,
esnafa, çiftçiye para vermeyeceksiniz" diyor. Buğday tabanfiyatı niye
açıklanmadı diye soruyor bazıları; buğday tabanfiyatının açıklanmamasının en
büyük nedeni, işte, IMF'nin bu ortaya koyduğu sakıncalar ve o sakıncalara karşı
gösterdiği çaredir.
Değerli arkadaşlarım,
burada, benden önce, başka yasalar çerçevesinde konuşan arkadaşlarım da bu
buğday konusuna girdiler; elbette ki, ben de gireceğim; çünkü, buğday, bizim
halkımızın çok büyük kısmını ilgilendiriyor. Türkiye'deki tarlaların yüzde 70'i
hububata ayrılıyor; bu kadar önemli. Bunun üzerinde, ciddî olarak durmamız
gerekiyor.
Şimdi, bakınız, bu
kürsüden, 15 Mayıs 2003 tarihinde yaptığım bir konuşmadan gelerek, bugünkü
vahim durumu ortaya koyacağım. Ben, bu kürsüde, 15 Mayıs 2003'te şöyle
söylemişim: Önümüzdeki günlerde Çukurova'da buğday hasadı başlayacakken, 400
000 ton Alman ve Kazak buğdayı dışalımında bulunmak bir tek etkide bulunur;
buğdayın fiyatını düşürmek. Nitekim, piyasada 400 000 liraya kadar çıkan
buğdayın fiyatı, bugünlerde, Çukurova'da 340 000'e, Şanlıurfa'da 280 000 liraya
düşmüştür.
Değerli arkadaşlarım, iki
yıl önce, buğdayın fiyatını 340 000 liraya düşürdünüz diye ben burada feryat
etmişim. Hani, nerede, 340 000 lira fiyatı bulamıyor bugün Türk çiftçisi...
Aradan iki yıl geçmiş... İki yıl sonra, bu fiyat yok; hiçbirinizin bölgesinde
yok bugün bu fiyat. Fiyatlar, Türkiye'de, bugün, 270 000 lira ile 320-325 lira
arasında değişmektedir.
Sayın Başbakan, çok büyük
bir müjde olarak, mazota 300 000 lira destek vereceğini söyledi.
Değerli arkadaşlarım,
eğer buğdayın fiyatı iki yıl önce 400 000 lira, bugün 270 000 liraysa, sizin
mazotta vereceğiniz destek ne anlam ifade ediyor?! Sizin buğdaya kiloda 30 000
lira olarak vereceğiniz destek ne anlam ifade ediyor?! Hangi fiyatın üzerine o
desteği vereceğiniz de belli değil.
Şimdi, değerli
arkadaşlarım, prim verilirken, bunun bir anlamı vardır, bilimsel bir tanımı
vardır; niçin, ne kadar verilir... Siz bir hedef fiyat belirlersiniz; buğdayın
hedef fiyatı 400 000 lira, müdahale fiyatım da 300 000 lira, eğer buğday
piyasada 400 000 lirayı bulmazsa aradaki farkı ben veririm dersiniz; ama, 300
000'e düştüğü zaman da doğrudan müdahalede bulunursunuz. Bunu hangi ortamda
yaparsınız; tam anlamıyla gelişmiş bir borsa ortamında yaparsınız. Şimdi,
Türkiye'de borsa olan yerlerde buğday 320 000-330 000'i buluyor, borsa olmayan
yerlerde 260 000-270 000 lira. Hangisine 30 000 lira veriyorsunuz; hepsine.
Şimdi bu hak mı, doğru mu?!
Değerli arkadaşlarım,
gelelim şimdi, mazota. Mazota 300 000 lira destek veriyorsunuz. Mayıs 2004
mazot fiyatı 1 476 000 lira, Mayıs 2005 fiyatı 1 900 000 lira. Aradaki fark
yaklaşık 450 000 lira. Siz ne vermişsiniz; 300 000 lira. Buğdayın fiyatı
düşmüş, mazotun fiyatı 450 000 lira çıkmış, mazot artışı yüzde 35 olmuş; siz,
mazotta, çiftçi için yalnızca yüzde 15 bir indirim yaparak, bir anlamda, sanki,
o çiftçinin gözünü boyamaya çalışıyorsunuz! Bunun, çiftçi için hiçbir anlam
ifade etmediğini, gittiğinizde köylerinizde göreceksiniz. Mutlaka da
yaşıyorsunuz; çünkü, biz de görüyoruz, yaşıyoruz. Mazot desteği verdim
diyebilmesi için hükümetin, kesinlikle mazottan ÖTV almaması gerekir. Bunun
doğru yolu budur. Özel Tüketim Vergisini senden almıyorum kardeşim dediğiniz
zaman, çiftçiye mazot desteğinde bulunmuş olursunuz.
Değerli arkadaşlarım,
sonra, mazota hadi bu desteği verdiniz, sağ olun diyelim; nereden
veriyoruz? Bu çiftçinin 16 000 000 lira dönüm başına olan doğrudan
gelir desteği, nasıl oldu da 10 000 000 liraya düştü?
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Teknik bir arıza
oldu.
GÜROL ERGİN (Devamla) -
Ne teknik arıza ne de siz, benim burada sözümü kesemezsiniz, konuşma süremi
tamamlayacağım.
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Ergin.
GÜROL ERGİN (Devamla) -
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli arkadaşlarım,
bakın, dönüm başına çiftçinin 6 000 000 lirasını gasbettiniz. Çok kesin ve
açık; gasbettiniz. Nereye gitti bu 6 000 000 lira? Nerede? Ne zaman gelecek?
Kim verecek? İşte Sayın Bakan, söylesin vereceğini, söylesin; ben de, bunu
halkıma müjde olarak kavuşturayım, Bakanıma da teşekkür edeyim. Yok kardeşim,
yok; 6 000 000 gitti, gitti!..
BAYRAM ÖZÇELİK (Burdur) -
2006'da!
GÜROL ERGİN (Devamla) -
Niye 2006'daymış?
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI
SAMİ GÜÇLÜ (Konya) - Efendim, ben size cevap vereceğim.
BAŞKAN - Sayın Ergin,
Genel Kurula hitap edin lütfen.
GÜROL ERGİN (Devamla) - 6
000 000 lirası gasbedilmiştir çiftçinin.
Haa, şimdi, bu ne anlama
geliyor. Bakın, Türkiye'de, bir çiftçinin ortalama arazisi 60 dönümdür
arkadaşlar, yaklaşık 60 dönüm. Siz, bunun dönümünden 6 000 000'unu kestiğiniz
zaman, bu adamdan 360 000 000 lirayı daha baştan kesmiş oldunuz.
Şimdi, siz, buna, ne
olduğu belli olmayan bir buğday fiyatına 30 000 lira vererek, yılın yarısı
geçtikten sonra mazot desteği adı altında 300 000 lira vererek, bu adamın
durumunu düzelteceğinizi mi sanıyorsunuz?! İşte, buradan kesilen destek, tıpkı
iki yıl önce, 2003'te yaptığınız gibi, mazot desteği diye verilecek. Olay
budur; işin gerçeği budur. Buradan kestiğinizi vereceksiniz; yani, çiftçinin
kendi parasını, kendisine "sana mazot desteği veriyoruz" diye
vereceksiniz.
Değerli arkadaşlarım,
buğday çiftçisi gerçekten çok perişan, gerçekten bitik. Haa, buğday çiftçisi
böyle de… Bakın, size narenciyeden bir örnek vereyim isim vererek. Adana merkez
Gerdan Köyü; üretici, bir ziraat mühendisi; adı, Özden Güngör. Portakalını
satamamış. Bir meyvesuyu üretim tesisine portakalını satacak. Fabrikaya teslim
koşuluyla -yani, fabrikada vermek üzere, bütün nakliyeyi de üstlenerek- kaç
liradan istiyor biliyor musunuz fabrika portakalı; 70 000 lira arkadaşlar, 70
000 lira! İsim veriyorum; Minola Mandalini -Adanalılar bilir- 100 000 liradan
gidiyor. Yazık günah değil mi değerli arkadaşlarım! Niye böyle; ihraç
primlerini kıstığınız için böyle; yani, hükümetin yanlış politikasından ötürü
böyle. Burada Sayın Bakanım üzülmesin; bu, onun değil, hükümetin yanlış
politikasıdır. Onu özellikle vurgulamak isterim.
Değerli arkadaşlarım, bu
arada, tabiî, Rusya, kalıntı var diye, önce çiçekten başlayarak, şimdi meyve
sebzeyi almıyor. Çok büyük bir sıkıntı var. Domates başta olmak üzere, meyve
sebze, şimdi TIR'larda bekliyor. Bunun çözümünü de hükümetten, çok acil olarak
bekliyoruz.
Sanıyorum, önümüzdeki
günlerde Şeker Kanununda bir değişiklik gelecek buraya. Anımsarsanız, ben,
burada, Şeker Kurumu niye kapatıldı diye bir konuşma yapmıştım. Şimdi, oraya da
gelmek istiyorum değerli arkadaşlarım. Şeker Kurumunu kapattınız; yasaya
aykırı, illegal kurulan ve çalışan bütün fabrikalara yasallık kazandırdınız bu
sürede, sağ olun. Yanlış yapılan işlemleri mahkemelerde sahipsiz bıraktınız.
Çok sıkıntı yarattınız, şimdi yasayı değiştireceksiniz; bu arada olan olmuş
olacak, benim şekerpancarı üreticim, geçen yıldan daha az şekerpancarı üretmek
durumunda kalacak.
Şimdi, buğday kotalarına
gelince, bir de kota koydunuz 30 tondan fazla almam diye. Tütünde kotayı
kaldıracaktınız, pancarda kotayı kaldıracaktınız; yetmedi, geldiniz, buğdaya
kota koydunuz. Cumhuriyet tarihi görmedi böyle bir olayı; buğdaya kota olur mu
arkadaşlar?! 30 tondan fazla almam; böyle bir şey olabilir mi?! Bu şuna
benziyor: Geçenlerde, hani, yine buralarda konuştuk; günde 500 ton süt fazla
üretiliyormuş -bu mevsimde her yıl fazla süt üretilir- bunun için, fiyatlar
70-80 lira düşürüldü. Yani, fazla da üretsen başın derde girecek ey çiftçi,
üretme diyorsunuz. Üretme; fazla ürettiğin buğdayı almam, fazla ürettiğin süte
para verilmez; zaten tütünü, şekerpancarını fazla ürettirmeyiz… Ne olacak,
nereye gidecek bu memleket, nereye gidecek arkadaşlar?! Değerli arkadaşlarım,
nereye gideceksiniz?! Tütünü ürettirmeyin, şekerpancarını ürettirmeyin; şimdi,
artık, buğdayı da ürettirmiyorsunuz. Süt üreticisini büyük sıkıntı içinde
bıraktınız, besiciye 1 000 000 lira verilen destek primini önce 500 000 liraya
eylül sonunda düşürdünüz, şimdi onu da tamamen kaldırdınız. Bu tarım nereye
gidecek değerli arkadaşlarım?!
Bakınız, Avrupa Birliğine
gireceğiz diyorsunuz, Avrupa Birliğine gireceğiz… Avrupa Birliğinde verilen
destekleri bilmiyor muyuz?! Hükümetimizin bir konuda çok özel olarak dikkatini
çekmek istiyorum. Eğer siz, Avrupa Birliği bugün şu destekleri veriyor, biz de
aynı destekleri verelim derseniz, Türk tarımını iyice öldürürsünüz. Niçin
öldürürsünüz; çünkü, onlar, elli sene boyunca, tarımlarını bulunduğu noktadan
bugünkü noktaya getirecek özel destekler uyguladılar. Şimdi uyguladıkları
destek, üretimi artırma desteği değil; şimdi uyguladıkları destek, çevreyi
koruma desteği; şimdi uyguladıkları destek, çiftçinin gelirini sabit tutabilme
desteği. Oysa, bizim, üretimi artırmaya ihtiyacımız var. Bizim ilk konumuz, ilk
sorunumuz bu. Onun için, aynı yöntemleri uygularız, işte, önümüzde Avrupa örneği
var diye aynı destek yöntemleriyle gitmeye kalkarsanız felaketle karşılaşırız.
Değerli arkadaşlarım,
Avrupa Birliğinin ortak tarım politikasının bugün gerektirdiği -Türkiye için
söylüyorum- yılda yaklaşık 11 milyar euro. Bu kadar destek verirseniz, Türkiye,
ancak ortak tarım politikasına girebilecek duruma gelir. Aksi takdirde,
önümüzdeki süreçte, Türkiye, yalnızca Avrupa'da yetişmeyen meyve ve sebzenin
dışında her alanda yokluğa mahkûm olur. Üretemezsiniz, hayvancılığı
bitirirsiniz; bugün bitirmeye çalıştığınız buğday zaten bitmiş olur. Tütünü,
şekerpancarını -artık, söylemenin gereği kalmadı- zaten bitirdiniz. Ama, bu
ülke ne üretecek değerli arkadaşlarım, bu ülke neyle yatırım yapacak? Yatırıma
nereden kaynak bulacaksınız? Borç, borç, borç... Sonu nereye gidecek? Sana
üretme diyenler, işte, bugün raporlarında, durumun şöyle vahim, borcun şu kadar
yüksek; eyvah, tekrar kırılganlık durumu ortaya çıkıyor demeye başladılar.
Sevgili arkadaşlarım, bu
arada, tabiî, Köy Hizmetlerini kapattınız. Ne kârınız oldu, ülkenin ne kârı
oldu? Hani nerede tarlaiçi hizmetler? Arazi toplulaştırması çalışmalarını kim
yapacak? Tarımın en başta gelen koşulu sulama, arazi birleştirilmesi, arazi
toplulaştırılması; bunları kim yapacak değerli arkadaşlarım? İl özel idareleri
yalnızca içmesuyuyla ilgilenir, köprüyle ilgilenir, köy yoluyla ilgilenir; ama,
tarlanın içi hiçbir şekilde çekici bir çalışma alanı değildir il özel idareleri
için. Onun için, bu hizmetler hep geride kaldı, daha fazla da geride kalacak.
Sonra -soruyorum- Köy Hizmetlerini kapatmakla ne tasarruf yaptınız bugüne
kadar? Lütfen, bunu da açıklayın. Ne gibi bir tasarrufunuz oldu?
Sütteki durum vahim, ette
durum vahim. Ee, balda durum
nedir; geçen sene 120 000 000- 130 000 000 liraya satılan bir
teneke bal eğer bu yıl 60 000 000'a satılamıyorsa, bugün, yalnızca Muğla'da 10
000 tonun üzerinde bal eğer üreticinin elinde kalmışsa, durum vahim değil mi
değerli arkadaşlarım?! Millet çözüm bekliyor, Türk Ulusu bizlerden çözüm
bekliyor. Türk Ulusu bizlerden kaçak göçek, kurs murs olayını beklemiyor; Türk
Ulusu geçimi için çare bekliyor değerli arkadaşlarım.
Şimdi "çiftçinin
elektrik borçlarının faizini sildik" dediniz. Getirdiniz gene, tarımsal
ürünlerin toptan eşya fiyatı kadar faiz getirdiniz.
Değerli arkadaşlarım, sera,
ahır; bunlar tarımsal faaliyet değil mi ki, bunlara tarıma uygulananın daha
üstünde bir elektrik fiyatı uygulanıyor. Tarımsal faaliyet bu ülke için reel
bir üretim değil mi ki, siz, sanayie uyguladığınızdan çok daha yüksek elektrik
fiyatını tarıma uyguluyorsunuz?! Bunlar çözüm bekliyor değerli arkadaşlarım,
çok ciddî olarak çözümler bekliyor.
Şimdi, geleyim vatanımın
topraklarına, yabancılara mülk satışına. Anayasa Mahkemesi yasayı iptal etti.
Siz, yeniden bir düzenleme getireceksiniz. Çok dilerim, getireceğiniz
düzenlemede bu ülkenin kutsal topraklarına sahip olduğunuzun iradesini ortaya
koyarsınız burada.
Değerli arkadaşlarım, o
gün de söyledim, bugün de söylüyorum; hepimiz için, askerlik yapan erkek
arkadaşlarıma özellikle söylüyorum: "Vatan namustur" demiyor muyduk?
Sattınız…
MUZAFFER BAŞTOPÇU
(Kocaeli) - Aaa!.. Aaa!.. Ayıp oluyor!..
GÜROL ERGİN (Devamla) -
Satmadınız mı?!
MUZAFFER BAŞTOPÇU
(Kocaeli) - Ayıp oluyor!..
GÜROL ERGİN (Devamla) -
Satılığa çıkarmadınız mı?!
MUZAFFER BAŞTOPÇU (Kocaeli)
- Ayıp oluyor.
GÜROL ERGİN (Devamla) -
Anayasa Mahkemesinden niye döndü?!
MUZAFFER BAŞTOPÇU
(Kocaeli) - Hoca, yakışmıyor!..
GÜROL ERGİN (Devamla) -
Efendim, yakışanı benim söylediğim. Yakışmayan, o toprakları satılır hale
getirmek; yanlış mı?!
Değerli arkadaşlarım,
sözlerimi bir iki cümleyle tamamlıyorum. Sayın Başbakan çiftçilere "bu
millet hep sizi mi besleyecek" diye söylemde bulunuyordu. Bugün o
söylemini -dünkü grup toplantınızdan öğrendiğimiz şekliyle- "tarım bizim
için olmazsa olmaz bir alan" deme noktasına getirmiştir. Bu değişim,
olumlu bir gelişmedir. Biz bunu olumlu bir gelişme olarak değerlendiriyoruz;
ama, Sayın Başbakanın bu konudaki söyleminin, dokunulmazlıklarla ilgili olarak
verdiği söz gibi havada kalmasından da endişe duyduğumu özellikle söylemek
istiyorum.
Yüce Ulusumu ve sizleri
saygıyla tekrar selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Ergin.
EYÜP FATSA (Ordu) - Sayın
Başkan…
BAŞKAN - AK Parti Grubu
adına İstanbul Milletvekili Alaattin Büyükkaya…
EYÜP FATSA (Ordu) - Sayın
Başkan, söz talebim var.
BAŞKAN - Efendim… Neyle
ilgili Sayın Fatsa?
Alaattin Bey, siz
buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Sayın Büyükkaya konuşsun,
sonra söz vereyim.
EYÜP FATSA (Ordu) - Sayın
Başkan, sayın sözcü, kutsal vatan topraklarını sattığımız gibi bir ifadede
bulundu. Ben bunun üzerine söz talep ediyorum İçtüzüğün ilgili maddesine göre.
BAŞKAN - Grup sözcüsünün
konuşmasından sonra değerlendirelim.
Buyurun Sayın Büyükkaya.
AK PARTİ GRUBU ADINA
ALAATTİN BÜYÜKKAYA (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Tarım
Sigortaları Kanunu Tasarısı hakkında AK Parti Grubu adına söz almış
bulunuyorum; konuşmama başlamadan önce, Yüce Heyetinizi en kalbî sevgi ve
saygılarımla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; gerçekten bugün çok mutluyum. Ben bir çiftçi çocuğuyum ve
sigortacılık mesleğini yapıyorum. Ben iktisat fakültesine girdiğim zaman,
1970'lerde, "tarım sigortaları olmalı" deniliyordu. O yıllar geçti ve
çok şükür, bizim iktidarımızda Tarım Sigortaları Tasarısını bu Yüce Meclise
getirip, burada konuşmayı nasip etti. Onun için, 30 000 000 çiftçi adına,
şahsım adına, Partim adına, ülkem adına çok mutluyum.
Değerli milletvekilleri,
tarım sektörü, insan hayatı için vazgeçilmez sektörlerin başında gelmektedir.
Ayrıca, ekonomik, sosyal, siyasal, teknolojik ve kişisel risklerden en çok
etkilenen bir sektör de tarım sektörüdür. Bu nedenle, tarımın ülke nüfusunun
sağlıklı biçimde beslenmesindeki rolü, etkili bir şekilde rolünü başarması,
tarımsal üretimi tehdit eden risklerin ortadan kaldırılmasına veya bunların
doğru yönetilmesine bağlı olduğu bir gerçektir.
Bu nedenle, gelişmiş
ülkelerde ne pahasına olursa olsun korunacak sektör olarak kabul edilen tarım,
korumacılık politikaları, risk yönetim programları ve bu programlar içerisinde
önemli bir yer alan tarım sigortaları uygulamalarıyla risk paylaşımı ve
transferlerinin de gerçekleştirilmesi sağlanmaktadır. Devlet, bir yandan artan
meteorolojik karakterli doğal risklere karşı çiftçilerini ve üretimini
korumakta, diğer taraftan kendisinin bile ödeyemeyeceği bir felaketle
karşılaştığında bunu ödeyecek bir sigorta güvencesi sağlamak ihtiyacını
duymaktadır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; dünyada tarım ürünlerinin sigortası, dolu sigortalarıyla başlamıştır
ve böyle yaygınlaşmıştır. Dolu, daha çok yöresel bazda etkili bir risk olduğu
için, sigorta şirketleri tek başına bu riski üstlenebilmekte ve çiftçiler de
küçük primler ödeyerek dolu sigortası yaptırabilmektedirler. Ülkemizde de bu
böyle olmuştur; ancak, kadostrofik, yani, büyük felaketlerin söz konusu olduğu
don, sel, kuraklık gibi riskler için, geniş alanlarda büyük hasarlara neden
olduğu için, hem primler yüksektir hem de sigorta şirketleri ile onları sigorta
eden reasürans şirketleri, yanlarında devlet olmadan bu riskleri tek başına
üstlenememektedir. Bu nedenle, birden çok riskin sigortalandığı ülkelerde,
çiftçinin sigorta yaptırabilmesi için, devlet, ürün sigortası priminin belli
bir kısmını üstlenerek çiftçisini desteklemektedir. Örneğin Amerika Birleşik
Devletlerinde, tarım sigortaları prim tutarı yaklaşık 3 milyar dolar olup, bu
primin 1,2 milyar dolarını çiftçi ödemekte, 1,8 milyar doları ise devlet
tarafından karşılanmaktadır. Yani, devlet, primin yüzde 60'ını sübvanse
etmektedir. AB ve diğer gelişmiş ülkelerde, örnek gösterilen İspanya'da da
aşağı yukarı aynı uygulamalar söz konusudur.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; son yıllarda ülkemiz genelinde meydana gelen doğal afetler,
tarımda çok ciddî hasarlar meydana getirmiştir. Ülkemizde, sadece geçen yıl
nisan ayında meydana gelen don olayının bitkisel ürünler üzerindeki etkisi,
verdiği hasar hepinizin malumudur. Ülkemizde çiftçilerimizin bu riskler
karşısında uğrayacağı zararları telafi etmek için ve çiftçilerimize yardımcı
olmak üzere, 1948 yılında, 5254 sayılı Muhtaç Çiftçilere Ödünç Tohumluk
Verilmesi Hakkında Kanun ve 1977 yılında, 2090 sayılı Tabiî Afetlerden Zarar
Gören Çiftçilere Yapılacak Yardımlar Hakkında Kanun yürürlüğe konulmuş; ancak,
yetersiz doğal afet yardımları sorunu çözemediği gibi, afetler sonucu ertelenen
çiftçi borçları, her yıl, devlete de, büyük görev zararları halinde geri
dönmüştür. Bu sebeple, tarım sigortası sistemine hep ihtiyaç var olmuştur.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Türkiye'de de tarım sigortalarıyla ilgili çalışmalar, ilk defa
1930 yılında Atatürk zamanında başlatılmış, sonra 1957 yılında Demokratik Parti
döneminde tekrar gündeme getirilmiş, bütün kalkınma planlarında yer almış
olmasına rağmen, bu kanununun uygulamaya geçirilmesinde muvaffak olunamamıştır.
Uzun süredir ihmal edilen tarım sektörü ve gelir seviyesi düşen
çiftçilerimizce, AK Parti İktidarında, tarım sektörünün bütün sorunlarının
çözülmesi için yoğun bir çaba içine girilmiştir. Bu cümleden olmak üzere
hükümetimiz, tarım sektörü için aciliyet arz eden ihtiyaçları gidermek için,
destekleme programlarını derhal uygulamaya koymuştur. Öncelikle çiftçi
borçlarını yapılandırarak, borçları ödenebilir hale getirmiş ve çiftçilerimizi
rahatlatmıştır. Mazot desteği başta olmak üzere, hayvancılık desteği, enerji
borçlarının yeniden yapılandırılması gibi çiftçilerimiz için birçok doğrudan
desteği de hayata geçirmiştir. İşte, son olarak, tarım sektörü için hayatî önem
taşıyan, yıllardır konuşulup bir türlü hayata geçirilemeyen, hükümetimizin acil
eylem planında da yer alan Tarım Sigortaları Kanunu Tasarısını hazırlayarak
komisyonlardan geçirmiş; bugün, huzurunuza getirmenin mutluluğunu da
taşımaktadır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Tarım Sigortaları Kanunu Tasarısının kapsamını size anlatmadan
önce, tarım sigortalarındaki Türkiye'deki mevcut uygulamaya da kısaca değinmek
istiyorum. Bugün, ülkemizde, 13 sigorta şirketi tarım sigortaları dalında
faaliyet göstermekte olup, ekili alanların sadece 1,8'i dolu risklerine karşı
sigortalanmaktadır. Çiftlik hayvanları için ölüm teminatını içeren hayat
sigortası yapılmakta ve mevcut hayvan varlığının ise, sadece yüzde 0,3'ünün
sigortalı olduğu bilinmektedir. Geçen yıl sigorta yaptıran çiftçi sayısı ise,
yaklaşık 150 000 civarındadır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; diğer taraftan Tarım Sigortaları Kanunu Tasarısıyla çiftçimize
ve ülkemize getirilmek istenen hizmetler ise şunlardır:
1- Tarım sigortalarıyla,
çiftçimize, öncelikle kendi geleceğini kendi yapacağı sigorta programıyla
garanti altına alma kültürünün önü açılmaktadır; ilk yapılan şey budur. Sadece
devlete muhtaç, sadece ondan bekleyen değil, kendi ayakları üzerinde duran bir
çiftçi; yeni bir anlayış ortaya çıkmaktadır.
İkinci olarak, bugüne
kadar, sadece, dolu, hayvan, hayat gibi sınırlı dallarda verilen sigorta
teminatı, kuraklık, don, sel, deprem gibi, hiç sigorta edilmeyen alanlarda da
devlet desteğiyle teminat altına alınarak, çiftçimizin tüm ihtiyaçlarını
karşılayacak bir sigorta teminatı oluşturulmaktadır.
Bu sigortanın yapılmasında,
sigorta şirketlerinin satış kanalları devrede tutularak, hem sigortacılığın
geliştirilmesi yönünde önemli bir avantaj sağlanıyor hem de sigorta
şirketlerinin karşılamakta güçlük çekeceği risklere devlet desteği
verilmektedir. Ayrıca, tarım sigortaları bir teşvik tedbiri olarak tarım
sektöründe kullanılacağından, belirli ürünlerin özendirilmesi ve teşviki
sağlanarak, ülkemizde daha dengeli bir üretimin yapılmasının yolu da
açılmaktadır; ayrıca, tarım sektöründe yaşanacak büyük felaketlerde millî ekonominin
zarar görmesi, tarım sigortalarındaki reasürans sistemi sayesinde en aza
indirilmektedir. Böylece, ekonomideki dalgalanmaların da önüne geçilmesi
hedeflenmektedir.
Tarım sigortaları
sayesinde, ayrıca, tarımın kayıt altına alınması yönünde de önemli bir adım
atılmış olacaktır. Ayrıca, şunu da belirtmeliyim ki, tarım sektöründeki
desteklemeler de, bundan böyle daha adil, gerçekçi bir temele oturtulmuş
olmaktadır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Tarım Sigortaları Kanunu Tasarısıyla, hükümetimiz, çiftçimize
üç temel noktada destek olmakta ve sübvanse etmektedir.
Birincisi, sigorta prim
desteği. Bu destek, her yıl -Sayın Gürol Beyin belirttiğinin… O biliyor prim
desteği sağlanacağını; ancak, istiyor ki, tam, yüzde 100, hiç ödemeden yapılsın
gibi... Böyle bir mantık, tabiî ki, çok pratik değil- Tarım Bakanlığının
belirleyeceği esaslar çerçevesinde Bakanlar Kurulunda belirlenecek. Böylece,
herkes hangi bölgede, hangi ürün için devletin sigorta ücretinin ne kadarını
karşılayacağını önceden bilecek ve buna göre de üretimini planlayacaktır. Her
yıl bu belirlenecek. Böylece, her dönemde, bazen yüzde 90, bazen yüzde 50, bazı
yörede belki yüzde 100'e varacak destek, bazı yörede daha farklı; böylece,
adil, dengeli ve neyin yapıldığını bilen bir anlayışla prim desteği
sağlanacaktır.
Diğer bir destek,
reasürans desteğidir. Sigorta şirketlerinin -bu kadar- kuraklık, don gibi
risklerin tamamını karşılayabilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla, devletimiz,
sigorta şirketlerinin yurt dışına, havuzun sağlayacağı teminatın açıkta kalan
kısmına doğrudan doğruya reasürans desteği vererek, çiftçimizin tam teminat
almasının yolunu açmaktadır. Böylece, çiftçilerimizin risklerinin tamamı
sigorta edilebilecektir.
Tabiî ki, reasürans
desteğinin bir sonucu olarak da, hasar desteği verilmektedir. Burada da,
sigorta şirketlerinin teminatlarının üzerinde kalan -ki, devlet tarafından
reasürans desteği sağlanacak- kısım da, bir hasar halinde, yine, devletimiz
tarafından çiftçimize ödenecektir. Böylece, sistem bir bütün halinde, çiftçimizin
tam ihtiyacını karşılayacak şekilde düzenlenmiştir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; hazırlanan tasarıya göre, sigorta şirketleri kendi
poliçelerini düzenleyeceklerdir. Havuz bünyesindeki teknik hizmetler, sigorta
şirketleri tarafından kurulacak bir işletici şirket tarafından yürütülecektir.
Burada da, bu şirkete iştirak, katılacak her şirket eşit oranda olacaktır;
böylece, hiçbir şirketin kayrılması yoluna da gidilmeyecektir. Buna ek olarak,
prim toplama, reasürans sağlama hizmetleri de, havuz adına işletici şirketin
üstleneceği diğer görevlerdir.
Havuz, Tarım ve Köyişleri
Bakanlığı, Hazine Müsteşarlığı, Türkiye Ziraat Odaları Birliği, Türkiye Sigorta
ve Reasürans Şirketleri Birliği ile havuz işleticisi şirketin temsilcilerinden
oluşan bir kurul tarafından
yönetilecektir.
Çiftçinin sigorta
şirketlerine ödediği primlerle, devletin ödeyeceği destek primlerinin
toplanması, hasar tespitlerinin bugünkü gibi bağımsız bir sistemle yürütülmesi,
hasar ödemelerinin ise havuz tarafından doğrudan çiftçiye yapılması
öngörülmektedir.
Diğer gelişmiş ülkeler
örneklerinde olduğu gibi, sorumlu kuruluşun Tarım ve Köyişleri Bakanlığı
olacağı bu sistemde, sigorta hizmetleri havuza üye sigorta şirketleri
tarafından aynı esaslarla yürütülecek ve Hazine Müsteşarlığı tarafından da
denetlenecektir.
Devlet destekleriyle
sürekli bir kaynağın oluşturulması için, Avrupa Birliği direktifleri
doğrultusunda, Dünya Ticaret Örgütü kararlarına uygun olarak hazırlanan Türkiye
2006-2010 tarım stratejilerinde belirtildiği gibi, her yıl tarım desteklerine
ayrılan payın yüzde 5'inin tarım sigortalarının desteklenmesi için bundan böyle
ayrılmasına başlanılacaktır.
Bununla birlikte,
öncelikle, tarım sigortalarının ülke genelinde yaygınlaştırılması, hedeflenen
çalışmaların da hızla yürütülmesi amaçlanmaktadır.
Bu arada, bitkisel ürün
sigortalarının yanı sıra, çiftlik hayvanlarının sigortalarının da
geliştirilmesi aynı bütünlükte sağlanacaktır. Orta vadede, tarımda risk
yönetiminin tüm kesimlerce bilinip uygulandığı, risk transferlerine ilişkin
bitkisel ürün ve çiftlik hayvanları sigortaları sisteminin kurulduğu, çiftçinin
neden sigortaya ihtiyacı olduğu yönünde bilinçlendiği, bu nedenle, sadece ürün,
hayvan, makine ve tesislerden oluşan malların değil, hayat, ferdî kaza, emeklilik
sigortalarını da kapsayan can sigortalarının da yer aldığı, tek bir paket
poliçeyle yaşam garantisinin sağlandığı bir sigorta dönemi hedeflenmektedir.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; maalesef, bugüne kadar, devletimiz, sigorta sektörünün gelişmesine
yönelik önemli hiçbir destek sağlamamıştır. Halen de, sigorta sektörü,
maalesef, yasal bir boşluk içerisindedir. Hükümetimizin, bu tasarıyla getirdiği
teşvikler, ürün ve hayvan sigortalarının taleplerinde önemli artışlar da
sağlayacaktır. Bütün bunlar düşünüldüğünde, kanunun uygulanmaya başlanmasıyla,
çiftçilerimizin, doğal riskler karşısında güvenceye alınmasının yanı sıra, daha
önce de belirttiğim gibi, sigorta bilincinin oluşması sonucu diğer mal ve can
sigortalarının geliştirilmesinin ve ülke genelinde yaygınlaştırılmasının da önü
açılacaktır. Bunun ekonomimiz açısından sağlayacağı avantajlar ise, izahtan
varestedir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Tarım Sigortaları Kanunu Tasarısının uygulamaya geçmesiyle
birlikte, en az 60 000'i bulan ziraat mühendisi ve veteriner hekim
potansiyeline yeni iş imkânı sağlanacağı da gözardı edilmemelidir. Ayrıca,
doğrudan tarım sigortaları konusunda görev alacak ziraat mühendisi, veteriner
hekimlerle birlikte, yaklaşık 10 000 kişiye yeni istihdam alanı yaratılacağı da
tahmin edilmektedir. Ayrıca, tarım sigortalarının uygulamaya geçmesiyle
birlikte, yine, sigortacılık açısından, yaklaşık 500 000 000 dolarlık prim
hacminin ortaya çıkacağı da hesaplanmaktadır. Bunun da, ekonomimiz ve tarım
sektörü için ayrı bir fon oluşturacağı unutulmamalıdır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; konuşmamı tamamlarken, bu tasarının hazırlanmasında ve hayata
geçirilmesinde çok büyük gayretler sarf eden, Tarım ve Köyişleri Bakanımız
başta olmak üzere, Bakanlık mensuplarına, Hazine Müsteşarlığına, sigorta
sektörü temsilcilerine, ziraat birlikleri ve meslek odalarına, Tarım
Sigortaları Vakfına, Tarım, Orman ve Köyişleri ile Plan ve Bütçe
Komisyonlarında görev yapan komisyon üyelerine, özellikle komisyonda görev alan
CHP milletvekillerine, verdikleri destek ve katkılar için sonsuz teşekkürlerimi
sunuyorum. Elbette ki, Hükümetimize ve Grubumuza da, Türk çiftçisine
sağladıkları bu imkân için en derin şükranlarımı arz ederim.
Tarım Sigortaları Kanunu
Tasarısının, tarım sektörüne ve Türk çiftçisine hayırlı olmasını diliyor, Yüce
Heyetinize ve televizyonları başında bizi izleyen halkımıza en derin sevgi ve
saygılarımı bir kez daha sunuyorum.
Teşekkür ederim efendim.
(Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Büyükkaya.
Sayın Fatsa'ya, İçtüzüğün
69 uncu maddesine göre söz veriyorum. Sayın Fatsa, buyurun. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
VII.-
AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Ordu
Milletvekili Eyüp Fatsa'nın, Muğla Milletvekili Gürol Ergin'in, konuşmasında,
partisine sataşması nedeniyle konuşması
EYÜP FATSA (Ordu) -
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Değerli arkadaşlar, Tarım
Sigortaları Yasa Tasarısını görüşüyoruz. Ben, Türkiye'nin ve Türk çiftçisinin
dört gözle beklediği bu kanun tasarısının Türkiye'ye ve Türk çiftçisine hayırlı
olmasını temenni ediyorum.
Tabiî, Tarım Sigortaları
Yasa Tasarısını görüşüyoruz; ama, biraz önce Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına burada söz alan Muğla Milletvekili Sayın Gürol Ergin, bizim, kutsal vatan
topraklarını sattığımız, âdeta, bir büyük ihanet içerisinde olduğumuz gibi,
hiçbir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının aklından geçirmeyeceği, hatta, bırakın
geçirmeyi, geçirmeye bile cesaret edemeyeceği böyle bir ithamı kabul etmemiz
söz konusu olamaz.
Değerli arkadaşlar, sayın
milletvekilleri; hükümetle veya birtakım uygulamalarla ilgili gerek muhalefetin
gerek birtakım sivil toplum örgütlerinin farklı düşünceler ortaya koyması,
muhalefet etmesi, kabul etmemesi, reddetmesi, demokratik bir olgunluk
içerisinde, elbette ki, anlayışla karşılanabilir; ama, hiçbir hak, hiçbir
şekilde, ama hiçbir kimseye, hiçbir kurum ve kişiye, bir insanın hak etmediği,
biraz önce de ifade ettiğim gerekçelerle de, yani, aklından bile geçirmeye
cesaret edemeyeceği bir konuda, bu ülkenin her karışının şehitlerimizin kanıyla
sulandığı bu vatan topraklarını satma gibi bir ithamın, doğrusunu isterseniz,
çok hoş görülebilecek, çok mazur görülebilecek bir itham olmadığını,
olamayacağını sizlerle ve kamuoyuyla paylaşmak istiyorum.
Değerli arkadaşlar, nedir
bu vatan toprağını satmak? Tabiî, bunun, ülkelerde başka ülke vatandaşlarının
mülk edinmesiyle ilgili uygulamaların tarihî bir derinliği vardır; yani, geçen,
burada, yine, Grup Başkanvekilimiz Salih Kapusuz Bey bunun tarihî arka planını
uzun uzun anlattı; bilinen şeyleri tekrar etmek istemiyorum.
Bakın, Sayın Ali Rıza
Gülçiçek ömrünün otuz yılını Federal Almanya'da geçirmiş; ben de, bir otuz yıl
olmasa bile, uzun bir dönemini, önemli bir bölümünü Federal Almanya'da
geçirmiş, hatta, Avrupa Birliği ülkelerinin, yine, bu meyanda başka ülkelerin
de uygulamalarını görmüş ve şahit olmuş birisiyim.
Bakın, bilinen resmî
kayıtlara göre, Avrupa Birliği ülkelerinde yaklaşık 4 000 000 Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşı yaşamaktadır ve biz, ülke olarak -büyükelçilerimiz,
konsolosluklarımız, hükümetlerimiz, bakanlarımız- yaşadıkları ülkede, kendi
vatandaşlarımıza, mülk edinmelerini, hatta, bulundukları ülkelerin vatandaşları
olmalarını, orada gayrimenkul edinmelerini, âdeta, bir devlet politikası gibi,
uzun yıllardan beri icra eden, teşvik eden uygulamaları hepimiz biliyoruz ve
şahit oluyoruz.
Zannediliyor ki, efendim,
biri gelir, bir ülkeden gerek konut gerek işyeri açma, kurma gerekçeleriyle
toprak alırsa, hemen oraya kendi ait olduğu ülkenin bayrağını dikecek, orada
ayrı bir özerklik gibi, orada farklı bir uygulama gibi, bir statü kazanacak
gibi bir yanlış anlayış var.
Değerli arkadaşlar, bunun
böyle olması mümkün değildir. Buna, ne siz ne biz ne de 72 000 000 Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşının hiçbirisi müsaade etmez, hiç kimse buna müsaade etmez.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
NURİ ÇİLİNGİR (Manisa) -
Sayın Fatsa, tarım arazilerinden bahsediliyor…
EYÜP FATSA (Devamla) -
Müsaade edin…
BAŞKAN - Sayın Fatsa,
toparlar mısınız.
GÜROL ERGİN (Muğla) - O
yasa herhalde başka bir mecliste çıktı!..
EYÜF FATSA (Devamla) -
Müsaade edin…
Değerli arkadaşlar,
bakın, bu, uyum yasası çerçevesinde daha önce Genel Kurulda kabul edilmiş,
sonra da Anayasa Mahkemesinde açılan iptal davası gerekçesiyle de iptal edilmiş
bir uygulamadır. Evet, Gürol Bey de ifade etti, bununla ilgili yeni bir yasal
düzenleme vardır; ama, bu yasal düzenleme yapılırken, Anayasa Mahkemesinin de
iptal gerekçeleri dikkate alınarak ve her isteyenin, istediği yerde, istediği
kadar mülk edinme gibi bir hakka sahip olmadığını, bunun belli ölçü ve
kriterlere bağlandığını, dolayısıyla, en başta birtakım stratejik gerekçelerle,
en başta da Türk Silahlı Kuvvetlerinin bu konularda olurunun da olması dikkate
alınarak, yeni bir düzenleme yapılmıştır; ama, henüz Genel Kurula gelmemiştir.
BAŞKAN - Sayın Fatsa,
konuşmanızı tamamlar mısınız.
EYÜP FATSA (Devamla) -
Bitiriyorum.
BAŞKAN - Lütfen…
Buyurun.
EYÜP FATSA (Devamla) -
Değerli arkadaşlar…
GÜROL ERGİN (Muğla) -
Doğruluyorsunuz; yani, yanlış yaptığınızı doğruluyorsunuz. Şimdi, yanlış yaptığınızı,
sözlerinizle doğruluyorsunuz.
BAŞKAN - Sayın Ergin,
lütfen…
EYÜP FATSA (Devamla) -
Değerli arkadaşlar, ben, prosedürü söylüyorum; ben, süreci söylüyorum; olup
bitenleri söylüyorum.
NECATİ UZDİL (Osmaniye) -
Eskisi iyi oldu da, yenisini niye getiriyorsunuz?!
EYÜP FATSA (Devamla) -
Yani, Türkiye Cumhuriyetinde, Türkiye Cumhuriyeti devleti sınırları içerisinde,
hiç kimsenin, ama, hiç kimsenin, bu ülkenin birliğine, bu ülkenin toprak
bütünlüğüne kastedebilecek bir uygulama içerisinde olmak, böyle bir davranış
içerisine girmek, hiç kimsenin hakkı da değildir, yetkisi de değildir.
BAŞKAN - Sayın Fatsa,
Genel Kurula teşekkür eder misiniz efendim. Lütfen…
NECATİ UZDİL (Osmaniye) -
Konuşsun, eğitsin bizi; ihtiyacımız var eğitilmeye!..
EYÜP FATSA (Devamla) -
Bunu kabul etmemiz, böyle bir ithamı kabul etmemiz söz konusu değildir.
BAŞKAN - Sayın Fatsa…
Sayın Fatsa…
EYÜP FATSA (Devamla) -
Herkes bu konuda hassastır, herkes bu konuda duyarlıdır. Biz, ülke olarak,
başka ülkelerde yaşayan vatandaşlarımıza…
BAŞKAN - Sayın Fatsa, şu
anda 8 dakikanız oldu efendim; lütfen…
EYÜP FATSA (Devamla) -
…mülk edinmeyi teşvik ederken, başka ülkelere mensup olan insanların gelip
bizim ülkemizden mülk edinmesinde, yani, vatana ihanet, ülkenin kutsal
topraklarını satma gibi bir amacı nasıl çıkarıyorsunuz; nasıl böyle bir yere
koyuyorsunuz; bunu anlamamız mümkün değildir.
BAŞKAN - Sayın Fatsa,
lütfen, istirham ediyorum efendim... Konuşmanızı tamamlar mısınız Sayın Fatsa.
EYÜP FATSA (Devamla) -
Bunun doğru olmadığını ifade ediyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (AK
Parti sıralarından "Bravo sesleri, alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
NECATİ UZDİL (Osmaniye) -
Sağ ol Başkan, teşekkür ediyoruz; bizi eğittin!..
HALUK KOÇ (Samsun) -
Sayın Başkan, söz istiyorum.
BAŞKAN - Sayın Koç,
gerekçeniz?..
HALUK KOÇ (Samsun) -
Sayın Başkan, Sayın Fatsa ilgili maddeye göre kısa bir ifadede bulunmak üzere
söz aldı, 8 dakika 10 saniye oldu.
BAŞKAN - Şu anda, siz…
HALUK KOÇ (Samsun) - Ben
de kısa bir açıklama yapmak istiyorum.
BAŞKAN - Ne konuda
yapacaksınız?.. O, sataşma gerekçesiyle söz aldı; siz?..
HALUK KOÇ (Samsun) -
Yanlış anlatma var, yanlış anlama var. Bu konuda...
BAŞKAN - Hayır, yok
yanlış…
HALUK KOÇ (Samsun) -
Sayın Başkan, 8 dakika 10 saniye söz verdiniz. Kısa bir açıklamadır
İçtüzükteki.
NECATİ UZDİL (Osmaniye) -
Grup başkanvekillerinin konuşması serbest!
HALUK KOÇ (Samsun) -
Yani, kısa… Bir sataşmaya mahal vermeyeceğim.
BAŞKAN - Sayın Koç,
bakınız, ben, bir sataşma gerekçesiyle söz verdim.
Evet, Sayın Bakanım,
buyurun…
HALUK KOÇ (Samsun) -
Sayın Başkan, bir, yerinden açıklama hakkını istiyorum. Ben de Grup
Başkanvekiliyim Sayın Başkan!..
BAŞKAN - Ama, bir şey yok
ki bu konuyla ilgili… Neyle ilgili?..
HALUK KOÇ (Samsun) - Ama,
bu kadar… Yani, birtakım çarpıtmalar oldu. Ben, arkadaşımın yanlış düşündüğü
noktaları kısaca ifade edeceğim.
BAŞKAN - Ama, herkes
diğerinin yanlış düşündüğü konuları tavzih etmeye gelirse, biz bu işi
bitiremeyiz.
HALUK KOÇ (Samsun) -
Efendim, herkes değil… Sayın Başkan, iki grup var, iki tane grup başkanvekili…
Belli bir ahenkte gidiyor. Kısa bir açıklama yapmama niye müsaade etmiyorsunuz!
V. HAŞİM ORAL (Denizli) -
Yerinden, efendim…
HALUK KOÇ (Samsun) - Kısa
bir açıklama yapayım; lütfen, müsaade edin.
BAŞKAN - Sayın Koç…
Bakınız, muhterem
arkadaşlarım, belli bir olgunlukla, dün akşam da burada bir şey yaptınız. Ben,
sizin de nezaketinize teşekkür ediyorum; bir yasayı geçirdik, yaptık; ama, bu
şekilde, birbirimizin, yanlış gördüğümüz, bizce yanlış anlaşılan hususları
tavzih etmeye kalkarsak, hiçbir yasa maddesini buradan geçiremeyiz.
HALUK KOÇ (Samsun) -
Sayın Başkanım, bakın…
BAŞKAN - Mikrofonunuzu
açtım Sayın Koç; buyurun efendim.
HALUK KOÇ (Samsun) -
Efendim, aynı koşullarda, kısa bir süre cevap vereceğim; o kadar süre
kullanmayacağım.
AHMET IŞIK (Konya) - Öyle
bir hak yok, Sayın Başkan.
BAŞKAN - Sayın Koç,
bakınız, ben, bir sataşma gerekçesiyle söz verdim; ama, siz, bir düzeltme
yapayım diyorsunuz.
Mikrofonunuzu açtım;
buyurun.
HALUK KOÇ (Samsun) - Peki;
teşekkür ederim Sayın Başkan.
Şimdi, değerli
arkadaşlarım, önce, Sayın Fatsa'nın Grubu adına gösterdiği duyarlılık için
teşekkür ediyorum; yani, Sayın Gürol Ergin'in verdiği mesaj yerini bulmuş
oluyor. Bu duyarlılığı paylaştığınızı zaten biliyoruz; ama, bundan sonraki
uygulamalarda da bu duyarlılığın paylaşılmasını aynı şekilde talep ediyoruz.
Değerli arkadaşlarım
"aklından bile geçiremez" demişti Sayın Fatsa; aklınızdan bile
geçirmediniz; ama, kanun geçirdiniz.
EYÜP FATSA (Ordu) - Ne
alakası var!
HALUK KOÇ (Samsun) -
Kanun geçirdiniz…
EYÜP FATSA (Ordu) - Sayın
Koç, ne alakası var!
HALUK KOÇ (Samsun) -
Şimdi, bakın, Sayın Salih Kapusuz, daha önceki konuşmada "1934'te başladı yabancılara toprak satışı"
dedi. Ankara başkent olduğunda, 1934 yılında yabancı elçiliklere verilen
topraktan bahsediyor, Ankara'daki arsalardan bahsediyor; bildiğiniz, protokol
yolundaki yabancı elçilikler. Bir defa, buna bir açıklık getirmek lazım.
İptal edilen kanunun
önemli bir özelliği… Türkiye'de, bilhassa, ben, Bodrum'da, Milas'ta, Didim'de,
Alanya'da 60 metrekarelik bir yazlık daire alan bir İngiliz emeklisinden, bir
Alman emeklisinden bahsetmiyorum, Türkiye'deki tarım arazilerinin satışından
bahsediyorum ve Türkiye'de yaşamayan insanların, Türkiye'de faaliyet göstermeyen
yabancı şirketlerin ya doğrudan ya da tapuda Türkler gösterilerek aldıkları
arazilerden bahsediyorum. Sayın Fatsa, Almanya'da yaşayanlar, Batı Avrupa'da
yaşayanlar, tabiî ki, orada mülk alacaklar; çünkü, orada yaşıyorlar, oranın
vatandaşları. Bu birinci çelişki.
İkincisi; Türkiye'deki
durum son derece farklı; yani, Türkiye için bahsettiğiniz duyarlılıkları, o
zaman, yasa getirirken de, Anayasa Mahkemesinin iptal kararı üzerine, tekrar
bir düzenleme yapacaksınız; umarım, TMSF'de yabancılara televizyon satışı
müsaadesini verdiğiniz gibi -geri dönüşünde, bundan caydınız; doğru bir
girişimdir, kutluyorum- bu yanlıştan da dönersiniz. O zaman, ilk konuşmanızın
başında belirttiğiniz o ulusal duyarlılıklarınızın kanıtlandığını hep beraber
görürüz.
Teşekkür ediyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Koç.
Ümit ediyoruz ki,
Meclisimiz, Anayasa Mahkemesinin de işaret ettiği gerekçeler doğrultusunda, bu
yasal düzenlemeyi yapar ve hep beraber, Meclisten oybirliğiyle geçiririz, bu
müzakereler de, böylece, tatlıya bağlanmış olur. Ben her iki Grup
Başkanvekiline de teşekkür ediyorum.
Sayın Bakanım, buyurun.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
VI.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
6.- Tarım Sigortaları Kanunu Tasarısı ve Tarım, Orman ve
Köyişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/865) (S. Sayısı: 879)
(Devam)
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI
SAMİ GÜÇLÜ (Konya) - Sayın Başkan, saygıdeğer arkadaşlarım; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Bugün, sektörümüz
bakımından çok önemli bir gün. Ben, yasanın, bu dönem içerisinde, Meclisimizden
geçerken... Tarım Komisyonunda ve oradan altkomisyona, sonra Plan ve Bütçe
Komisyonuna geçtiği zaman, yine, altkomisyonda görüşülerek, asıl komisyonda
tekrar müzakere edilerek Genel Kurulumuza geldi.
2005 yılında, bu Yüce
Meclis faaliyetlerini değerlendirirken, bu yasal çalışmalar içerisinde tarım
sektörüne yönelik olarak ne yaptığı sorulduğunda; ilk sırada ifade edilecek bir
yasa tasarısını, bugün, Genel Kurulumuzda görüşüyoruz. Dolayısıyla, sektörümüzü
bu derece ilgilendiren bir konunun, ruhunu incitmeden konuşmalıyız. Yani, bunu,
çok fazla, bunu, alanın dışına çıkarak, bu önemli kanunun kamuoyunun
gündeminden çıkmasını, daha az konuşulmasını, Meclisimizin böyle bir temel sorunu
çözmek için gayret göstermesini göz önünden çekmemeliyiz. Dolayısıyla, ben her
iki grubun saygıdeğer üyelerine bu hususta biraz hassasiyet göstermelerini
önemle rica ediyorum, istirham ediyorum. Çünkü, bu bahsettiğim komisyon
safhasında, gerçekten, işin özü itibariyle her iki grup da bu kanuna çok sahip
çıktı ve bu Meclisin çatısı altında Cumhuriyet Halk Partisine mensup
arkadaşlarımız bize belki yüz defa "nerede bu kanun" diye sordu ve
ben de onların her soruşunda biraz daha enerji toplayarak, bakın, muhalefet de
bizi böyle eleştiriyor, biz bu kanunu bu dönem çıkarmayacaksak ne zaman
çıkaracağız diye kendi grubuma ve hükümette bu konuda ilgili arkadaşlarıma
ilettim ve geçen hafta bu Meclisimizin çalışması sırasında gerek AK Parti
gerekse Cumhuriyet Halk Partisi grup başkanvekilleriyle görüşerek, bu kanunu
getirebileceğimizi, ama, biraz desteğe ihtiyacımız olduğunu söyledim ve
kendileri kabul ettiler. Dolayısıyla, bugün biz, Meclisimizi izleyen kırsal
kesimin insanlarına, yani, çiftçilerimize yönelik konularda, bu kanun hakkında,
bu kanunun özünü kaybetmeden lütfen değerlendirmelerimizi yapalım. Çünkü,
sadece bu kanuna değil… Yarın bir başka kanunumuz gelecek bizim, en az bu kadar
önemli, Toprak Koruma ve Arazi Kullanma Kanunu. Bizim, bu ülkede, sadece, bugün
tarım ürünleri sigortası yasasını getirerek Türk tarımının sorunlarını çözdük
dememize imkân yok. Bir önemli konuya çözüm getirmeye çalışıyoruz.
Nedir getirmeye
çalıştığımız çözüm: Biz, son yıllarda tabiî afetlere maruz kalan çiftçilerimize
destek yapamıyoruz. Bu, 1980'den beri devam eden bir olay; ama, özellikle
2001'den sonra, biz, çiftçilerimizin mağduriyetlerini gidermekte çok düşük bir
seviyede bunu gerçekleştirebiliyoruz. Hatırlarsanız, 2004 yılı bu bakımdan çok
olumsuz bir yıldı. 74 ilimizde tabiî afet yaşandı; toplam zararı 600 trilyonun
üzerinde hesaplandı. Biz, ancak 50 trilyonluk bir ödeme yapabildik.
Dolayısıyla, çiftçilerimizin mağduriyeti ortada.
Peki, 2005 yılında ne
oldu; küçüklü büyüklü 52 ilimizde, bu illerin 122 ilçesinde 36 000'in üzerinde
çiftçi ailesi zarar gördü tabiî afetlerden. Biz, bu soruna çözüm getirmeye
çalışıyoruz. Bu, hepimizin birlikte el ele vererek çıkaracağımız ve onurunu
paylaşacağımız bir yasa. Dolayısıyla, 1980'lerden beri konuşulan, hükümet
programlarına, kalkınma planlarına giren bir yasayı gerçekleştiriyoruz.
Dolayısıyla, bunu keyifle yapmamız lazım. Bunun elbette bugün birkısım
eksiklikleri olabilir; ama, asıl ruhu itibariyle artık bünyemize katılıyor.
Efendim, ben, bugünkü
yasa görüşmesi sırasında arkadaşlarımın bu konudaki istirhamımızı, talebimizi
dikkate almalarına, özellikle, dikkatinizi çekmek istiyorum.
Onun dışında söyleyeceğim
bir iki husus daha var; bunları birkaç cümleyle şöyle söyleyebiliriz: Efendim,
bizim önümüzde onüç ondört yıllık bir zaman var. Bu zaman içerisinde, biz, bu
sektörü çok teknik, bilimsel ve tecrübeye dayalı olarak tabiatına uygun bir
şekilde geliştirmek zorundayız. Üzerinde siyaset yaparak, çok fazla bu işe alet
ederek, bu sektörü biz bu süre içerisinde geliştiremeyiz ve erteleyemeyiz.
Yapısal dönüşümler, uzun vadeli planlama, rekabet gücü kazandırma; ama, elbette
kısa vadeli sorunlarla uğraşma, didinme. Şimdi, kısa vadeli sorunlar bizim her
gün karşımızda. Bir an düşünün, 2004 yılı aralık ayında biz bir tarım şûrası
yaptık. Bu tarım şûrasında beş konu gündeme geldi. Bu beş önemli konu, tarımsal
girdiler içerisinde gübre ve mazot fiyatlarının yüksekliği, tarımsal sulamada
elektrik enerjisi, hayvancılık sektörünün az desteklenmesi ve bunun artırılması
ihtiyacı ve pamuk primleriydi. Kıymetli arkadaşlarım, bugün saydığımız zaman
bunları saymıyoruz, başka şeyler geldi; süt geldi, buğday geldi, tarım ürünleri
sigortasını saydılar Dünya Çiftçiler Gününde ve buna ilaveten gübre ve mazotu
da o gün saydılar.
Biz, yüzde 16 civarında,
bugünden itibaren uygulanacak bir indirimi, bu sektörde uygulamaya başlıyoruz.
Elbette daha yüksek yapılması lazım. Artışlar, tabiî ki yüzde 35 civarında;
ama, yüzde 16 civarındaki bir indirim için de bir kaynak ihtiyacı olduğunu ve
bugün için ancak bu kadar yapılabildiğini, başka imkânların zorlandığını, gübre
için arayışımızın sürdüğünü ifade etmek istiyorum.
Sayın Gürol Hocamın bir
sözüne derin üzüntümü ifade ediyorum. "Tarihinin en zor dönemini
yaşıyor." Arkadaşlarım, tarihinin en zor dönemini yaşayan bu çiftçi…
Tahılda, meyvede, zeytinde ve birçok üründe dünyada ilk 10'a giren bir ülke.
Dünyada ilk 10'a giren tarımsal üretim faaliyetleri içerisinde olan bir ülkeye,
bu ülkenin çiftçilerine, siz tarihinin en zor dönemini yaşıyor derseniz, bu
inandırıcı olur mu?! Bu olmaz! Ama, tarım sektörünün sorunu var. Bugün, Tarım
ve Köyişleri Bakanlığının önünde, Ankara'nın bir köyünden gelen çiftçilerimiz
sütlerini dökerek protestoda bulundular ve ben onların yanına vardım…
GÜROL ERGİN (Muğla) -
Demek ki çok iyi durumdalar(!..)
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI
SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) - Sorun var.
GÜROL ERGİN (Muğla) -
Döktüklerine göre, çok iyi durumdalar(!..)
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI
SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) - Hayır… Sorun var; ama, siz "tarihinin en olumsuz
dönemini yaşıyor" derseniz, bu inandırıcı olmaz ki ve sizin bilgi
birikiminize de uygun olmaz. Türkiye'de, sorun var tabiî tarım sektörüyle
ilgili. Arpada, dünyada 7 nci, buğdayda
9 uncu, domateste 3 üncü, karpuzda 2 nci, soğanda 4 üncü, tütünde 6 ncı,
antepfıstığında 3 üncü, çayda 6 ncı, elmada 6 ncı sırada; zeytinde 4, fındık,
incir, kayısı, kirazda 1 inci sırada
bir ülkeyiz biz; ama, sorunlarımız var, çok sorunlarımız var. Bunlarla uğraşmak
elbette görevimiz.
Tarım ürünleri sigortası,
Türkiye'de, çiftçilerin sorunlarının en başında gelen bir konuya çözüm
getiriyor. Yarın gündeme gelecek tasarı ise tarım sektöründe yapısal birkısım
iyileşmeleri sağlayacak bir yasal zemini oluşturuyor.
Evet, sektörü
eleştirelim, sektöre yönelik olarak hatalarımızı söyleyin. Zaten, o söylediğiniz
hususlar, bizi, bu konuda, dikkatimizi o noktalara yöneltmeye elbette sevk
ediyor; ama, yaşayan bir hayatı, ölü diye tanımlarsanız, bu mensuplarını da siz
incitirsiniz. Evet, dertlerine derman olmaya çalışalım, siz de bize bu konuda
cesaret verin, hızlandırın, eleştirin; ama, öldürmeyin. Biz yaşatmak
zorundayız.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Bakanım,
teşekkür ediyorum.
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, saat 20.30'da toplanmak üzere birleşime ara veriyorum.
Kapanma Saati: 19.30
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 20.36
BAŞKAN: Başkanvekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP ÜYELER: Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale), Bayram ÖZÇELİK
(Burdur)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 106 ncı Birleşiminin Dördüncü
Oturumunu açıyorum.
879 sıra sayılı tasarı
üzerindeki görüşmelerimize devam ediyoruz.
VI.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
6.- Tarım Sigortaları Kanunu Tasarısı ve Tarım, Orman ve
Köyişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/865) (S. Sayısı: 879)
(Devam)
BAŞKAN - Komisyon ve
Hükümet yerinde.
Tasarının tümü üzerinde,
şahsı adına, Konya Milletvekili Sayın Abdullah Çetinkaya; buyurun.
Süreniz 10 dakika.
ABDULLAH ÇETİNKAYA
(Konya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemiz tarım sektörünün
gelişmesi ve sürdürülebilir bir üretimin gerçekleştirilmesi yolunda önemli
katkılar sağlayacak ve kamuoyunun uzun yıllar süren beklentisine cevap verecek
olan Tarım Sigortaları Kanunu Tasarısı hakkında şahsım adına söz almış
bulunuyorum; bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Tarım, insan ve hayvan
beslenmesindeki öneminin yanı sıra, diğer sektörler içerisinde doğal, ekonomik,
sosyal, siyasal, teknolojik ve kişisel risklerden çok fazla etkilenmektedir. Bu
nedenle, gelişmiş ülkeler, tarımda risk yönetim programlarını uygulamaya
koyarak, tarım sektörünü sayılan riskler karşısında sürekli ve çok yönlü
desteklemektedirler. Bir diğer ifadeyle, tarımda kuraklık, don, sel, dolu gibi
risklerin doğal afete dönüşmemesi için, gelişmiş ülkeler, bu riskleri,
devletin, tarımın ve çiftçinin üzerinden alacak şekilde risk transfer
sistemlerini kurmuşlardır. Kısaca tarım sigortası olarak tanımlanan bu risk
transfer sistemleri, tarımdaki malların güvence altına alınmasını hedeflemektedir.
Yıllardır her türlü
toplantı sonuç belgesinde ve programlarında yer alan tarım sigortası hep sözde
kalmış, AK Parti İktidarına kadar havanda su dövmekten öteye gidememiştir.
Hükümetimiz tarafından hazırlanan acil eylem planında da yer alan Tarım
Sigortaları Kanun Tasarısının Genel Kurula getirilmiş olması, bizlere haklı bir
gurur yaşatmaktadır. Parlamentomuzun ortak iradesiyle, tarımımızın önemli
sorunlarından biri daha, bu tasarının kanunlaşmasıyla çözüme kavuşacaktır.
Ülkemizde, devletin, tarımda
risk yönetiminde görev alması ve çiftçi sigorta primlerini desteklemesi hiçbir
zaman ele alınmamış, doğal afetler sonucunda karşılıksız devlet yardımları
tercih edilmiş; bu da sorunları çözemediği gibi, afetler sonucu ertelenen
çiftçi borçları her yıl devlete büyük görev zararları olarak dönmüştür. Oysa,
diğer ülkelerdeki risk yönetim sistemleri sayesinde, devlet, aynı parayla
çiftçinin ürünün sigorta primine yüzde 50'ye varan oranlarda destek vererek,
bunun karşılığında çiftçilerinin ürünlerinin güvence altına alınmasına destek
olmakta, ekonominin üzerindeki risk yükünü de transfer etmektedir.
Dünya genelinde birden
çok riske karşı ürün sigortalarının en yaygını Amerika Birleşik Devletlerinde
olmasına rağmen, İspanya bu sistemde en başarılı ülkedir; çünkü, Amerika
Birleşik Devletlerinde uygulanan sigorta sisteminde, devlet, bir taraftan
çiftçinin primlerine destek verirken, diğer taraftan sigorta yaptırmayan
çiftçilere de, devlet bütçesinden, afet yardımı yapmaya devam etmektedir. Bu da
sigortanın başarı oranını düşürmektedir. İspanya'da ise devlet, sigorta primine
destek verirken, sigorta yaptırmayan çiftçilere hiçbir şekilde doğal afet
yardımı yapılmasına izin vermemektedir; bu sayede sistemde, başarıyla birlikte işlevsellik sağlanmıştır.
Ülkemize uygun tarım
sigortaları sisteminin kurulması yönündeki çalışmalarda, dünya ve Avrupa
Birliği uygulamalarına yönelik araştırmalar sonucunda geleneksel ürün
sigortaları ve Avrupa Birliğinde en başarılı uygulama olan havuz modeli örnek
alınarak görüşmekte olduğumuz tasarı hazırlanmıştır. Ülkemizde, devlet, çiftçi
birlikleri ve sigorta şirketlerinin ortak katılımıyla, önce dolu sigortaları
altyapısının sağlanması daha sonra da tarım sigortaları havuzunu kurarak devlet
desteğinin sağlanmasıyla bitkisel ürünler, çiftlik hayvanları, kuraklık, dolu,
don, sel, fırtına, deprem, heyelan, yangın ve kaza ile zararlıların ve
hastalıkların neden olacağı kayıpların teminat altına alınması
hedeflenmektedir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; devlet, üretici ve sigorta şirketlerinin birlikte hareket
etmesi esasına dayanan bu tasarı yasalaşması halinde, çiftçilerimizi içinde
bulundukları güvensiz ortamdan kurtaracaktır. Doğal afetlerin meydana geldiği
yıllarda bile çiftçimiz emek ve sermayesinin karşılığını sigortadan alacağı
için gelir dengesi bozulmayacaktır. Artık, çiftçilerimiz ürününü ekerken, bir
yıl boyunca vereceği emeğinin karşılığını alıp alamayacağı endişesi içinde
olmayacak; ertesi gün uyandığında acaba ürünüm hâlâ yerinde olacak mı
sıkıntısıyla uykusuz, kâbus dolu geceler geçirmeyecektir.
Yine, yatırımcılarımız,
tarım kesiminde riskleri paylaşabileceği güvenli bir ortam bulamamaları
nedeniyle birçok yatırımdan vazgeçtiklerini belirtmektedirler. Çıkarılacak
kanunla böyle bir güven ortamının sağlanması onları hızla tarım sektörümüze
çekecektir. Artan yatırımlar ve üretim sonrasında tarım sektörümüz giderek
artan bir ivme kazanarak, özlediği istikrar ve refaha kavuşacaktır. Ayrıca,
yasayla oluşturulacak yeni sistemde katılım ve sigortanın yaygınlaşmasıyla
yüzlerce ziraat mühendisi ve veteriner hekime yeni istihdam alanı açılmış
olacaktır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; ülkemizde günlük politik çıkarlardan uzak, ülke menfaatlarını
uzun vadeli koruyan politikalara ihtiyaç vardır. Tarım sigortasının öncelikle
bu bilinçle ele alınması, üreticimizin olduğu kadar ülkemizin gıda güvenliği
için de şarttır.
Desteklemenin boyut
değiştirdiği günümüzde Türk tarımında sigorta sistemlerinin geliştirilmesi ve
desteklenmesi bir zorunluluk haline gelmiştir. Bugün, inşallah, çiftçi
kesimimizin dört gözle beklediği bu yasa tasarısının kanunlaşmasıyla
çiftçilerimizin önemli bir sorunu çözülmüş olacaktır. Bunun yanı sıra,
hükümetimizin sorunları kökten çözme konusundaki irade ve kararlılığının sonucu
olarak tarım kesiminde çözülmesi gereken diğer iki önemli konu olan, tarım
kanunu ve tohumculuk kanunu da yakında gündeme gelecek ve bu yasaların da
çıkmasıyla çiftçimiz kendi ayakları üzerinde durabilecek güce kavuşacaktır;
üretim artışı ve ürün kalitesiyle dünyayla rekabet edecek koşulları
yakalayacaktır.
Bu dileklerle, görüşmekte
olduğumuz bu yasa tasarısının, şimdiden, ülkemize ve çiftçilerimize hayırlı
olmasını temenni eder, Yüce Meclisi saygıyla selamlarım. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Çetinkaya.
Tasarının maddelerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
1 inci maddeyi
okutuyorum:
TARIM SİGORTALARI KANUNU TASARISI
BİRİNCİ BÖLÜM
Amaç, Kapsam ve Tanımlar
Amaç
MADDE 1.- Bu Kanunun
amacı; üreticilerin bu Kanunda belirtilen riskler nedeniyle uğrayacağı
zararların tazmin edilmesini temin etmek üzere, tarım sigortaları uygulamasına
ilişkin usûl ve esasların belirlenmesidir.
BAŞKAN - Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsı adına, İstanbul Milletvekili Sayın
Birgen Keleş; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA BİRGEN
KELEŞ (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; bugün, konuşmakta olduğumuz Tarım Sigortaları Kanunu
Tasarısının 1 inci maddesiyle ilgili olarak Cumhuriyet Halk Partisi ve kendi
adıma söz almış bulunuyorum ve Yüce Meclise saygılar sunuyorum.
Aslında, tarım
sigortaları, Türkiye'de, özellikle planlı dönemde çok sık gündeme getirilmiş
olan bir konudur; ama, ne var ki, bu konuda ciddî adımlar atılmamıştır.
Tasarının genel gerekçesinde de belirtildiği gibi, 1948 yılında kabul edilen
5254 sayılı Muhtaç Çiftçilere Ödünç Tohumluk Verilmesi Hakkında Kanun 2001
yılında yürürlükten kaldırılmıştır. 1977 yılında kabul edilen 2090 sayılı Tabiî
Afetlerden Zarar Gören Çiftçilere Yapılacak Yardımlar Hakkında Kanun da, bunun
dayanağı olan fon kaldırıldığı için işlemez hale getirilmiştir. Bu konuda
ayrılan kaynakların yetersizliği, bir yandan sorunların çözümünü önlerken, öte
yandan da çiftçi borçlarının büyük miktarlara ulaşmasına ve büyük görev
zararlarına neden olmuştur.
Değerli arkadaşlarım,
aslında, özellikle 1980'den sonra tarım sektöründe gerekli adımların atıldığını
söyleyemeyiz, ekonominin rekabet gücünü artıracak politikalar uygulandığını
söylemek mümkün değildir ne yazık ki. Oysa, 1963 yılında Ankara Anlaşması
yürürlüğe girdiği için, Türkiye'nin hem tarım hem sanayi sektörlerini çok iyi
bir şekilde güçlendirmesi gerekirdi; ama, ne tarımda ne sanayide bu yönde bir
anlayış hâkim olmamıştır. Yapılan en önemli hazırlık, dışticarette ve sermaye
hareketlerinde, sanayide ve tarımda gereğinden fazla serbestleştirmenin kabul
edilmesidir; bir de, yerli-yabancı ayırımı yapılmadan ve sektörler arasında
fark gözetilmeden özelleştirmenin kabul edilmiş olmasıdır; ama, her ikisi de
-takdir edersiniz ki- ekonomi hazır olmadan ve kontrolsüz bir şekilde yapıldığı
zaman, yarardan çok zarar getirecek olan politikalardır; nitekim, Türkiye'de de
böyle olmuştur. Özellikle 1980'den sonra, tarım sektörü açısından, ileride tam
üyelikte Türkiye'yi güçlendirecek bir politika uygulandığını söylememiz mümkün
değildir. Türkiye, bugün, bu nedenledir ki, büyük sorunlar yaşayan, tarım
sektöründe geçimini sağlayacak kadar bir gelir temin edemeyen, Avrupa Birliğinin
kırk yıldır fevkalade etkin yöntemlerle korunan tarım sektörü karşında, kendi
üreticilerini korumasız bırakan, tarım sektörünü güçlendirecek olan kuruluşları
ve yapılanmaları teker teker ortadan kaldıran ve uyguladığı politikalarla,
eskiden verdiği destekten bile tarım sektörünü mahrum kılan ve bir üretim
planlaması, ciddî bir üretim planlaması ve tarım politikası olmayan bir ülke
durumundadır ve en vahim olanı da budur değerli arkadaşlarım; çünkü, bir üretim
planlaması ve ciddî bir tarım politikasının olmaması sadece tam üyelikte değil,
ama müzakereler aşamasında da fevkalade önem taşımaktadır. İçinde bulunduğumuz
bu koşullarda, bizim, Avrupa'yla müzakere heyetinde bulunan siyasetçilerimizin
ve bürokratlarımızın, bilinçli ve tutarlı bir savunma yapmaları, neyi nasıl
savunacaklarını tasarlamaları ve önemli konularda direnmeleri, ne yazık ki,
mümkün değildir. Bu eksiklik giderilmediği takdirde, tarım sektörüyle ilgili
müzakereler, Avrupalıların kendi isteklerini ve taleplerini ileri sürdükleri ve
Türkiye'nin de boyun eğdiği bir sürece dönüşebilir.
Tasarının 1 inci
maddesinde, kanunun amacı, üreticilerin bu kanunda belirlenen riskler nedeniyle
uğrayacağı zararların tazmin edilmesi olarak tanımlanmaktadır. Madde
gerekçesinde ise, buna ilave olarak, devlet üzerindeki risklerin
paylaşılmasından, devletin yükünü hafifletecek şekilde riskin başka hedeflere
yönlendirilmesinden söz edilmektedir. Aslında, madde gerekçesinde yer alan
devletin yükünün hafifletilmesi, tarım sigortaları için öngörülen havuz dikkate
alındığında geçerli değildir; çünkü, bu havuzun kaynaklarından iki tanesi
devletin prim ödemelerinden ve bütçeden yapılan aktarmalardan oluşmaktadır.
Ancak, madde 18'e baktığımız zaman, bu ifade anlam kazanmaktadır; çünkü, madde
17'de, eğer sigorta yapılmamışsa, o zaman o çiftçilerin, sigorta yaptırmayan
çiftçilerin 2090 sayılı Yasadan yararlanamayacağını öngörmektedir. Bu durumda,
hükümetin, bu tasarıyla, doğal afetlere ilişkin yükümlülüklerinden sıyrılmak
istediği söylenebilir. Aslında, 2004 yılında doğal afetlerden kaynaklanan
çiftçi zararları 2 milyar Yeni Türk Lirası olduğu halde, hükümetin ayırdığı kaynak sadece 30 000 000 Yeni Türk
Lirasıdır. Tasarının söz konusu 17 nci maddesi, esasen, kaynak yetersizliği
gerekçesiyle kâğıt üzerinde bırakılan devletin doğal afetler karşısındaki
güvencesini tamamen ortadan kaldırmaktadır. Getirilen tasarıyla, 80
sonrasındaki uygulanan politikalarda zaten çok güçsüz duruma sokulan küçük
çiftçiler, bu kez sigorta primi yükümlüğüyle karşı karşıya bırakılmaktadır.
Şimdi, burada, sigorta
primi yüküne hükümetin katkı yapacağı belirtilmektedir; ancak, söz konusu
katkının ne olacağı belli değildir ve bu, Bakanlar Kurulu tarafından yıllık
olarak belirlenecektir, dolayısıyla büyük bir belirsizlik söz konusudur burada.
Aslında, sistem malî olanakları güçlü
olan şirketler için çok iyi olabilir; ama, en temel ihtiyaçlarını
karşılayamaz halde olan çiftçiler için kısa dönemde bir çözüm getirmeyeceği
açıktır. Üstelik de, prim olmadığı takdirde doğal afetlerden korunmak için
kullanılan 2090 sayılı Yasadan da yararlanılamayacağı açıkça belirtilmiştir.
Değerli arkadaşlarım, bu
nokta fevkalade önemlidir ve bu nokta, bir soysal devlet anlayışından geriye
gidiştir; bu nokta, sosyal devlet anlayışıyla bağdaşmayan bir hükümdür ve bu
nokta, bir hakkın geri alınmasıdır, çiftçilerin 2090'la elde etmiş olduğu -her
ne kadar uygulamada kâğıt üstünde bırakılmışsa da- bir hakkının geri
alınmasıdır.
Sayın milletvekilleri,
AB'nin Türkiye'ye çifte standart uyguladığı alanların başında tarım sektörü
gelmektedir. Gümrük birliğinin dışında olduğu için, Türkiye, ortak tarım
politikasını uygulamamaktadır; ama, ortak tarım politikasının kaynaklarından da
yararlanamamaktadır. Avrupa Birliği ise, kırk yıldır kendi üreticisini
desteklemektedir ve dış rekabete karşı özenle korumaktadır, sadece
desteklemekle kalmamaktadır; ama, bir yandan bunu yaparken bir yandan da
Türkiye'ye, IMF'nin ve Dünya Bankasının önerdiği ve uygulamalar sonucunda Türk
çiftçisini Avrupa Birliğinin çiftçileri karşısında korumasız bırakan politikaları
uygulamasını önermektedir.
Türkiye'de millî gelire
yüzde 11,2 oranında katkı yapmaktadır tarım sektörü, buna karşılık millî
gelirden aldığı pay binde 7'dir; oysa, Türkiye'nin ortak tarım politikasına,
bırakınız onu rahatça uygulamak, yaklaşmak için veyahut da onun gereklerine
kendisini hazırlamak için ayırması gereken pay ise yüzde 3'tür.
17 Aralık kararında,
Avrupa Birliği, açıkça, Avrupa Birliği bütçesinin harcama hedeflerinin 2013
yılına kadar belli olduğunu, 2013 yılına kadar Türkiye'ye tarım sektörü için
gereken 11,5 milyar euroluk bir katkının söz konusu olamayacağını açıkça
bildirmiştir; ama, ne var ki, Avrupa Birliği, bu tarihten sonra da tarım
sektörünü desteklemekten vazgeçme hazırlığı içerisindedir. Söylemler ve
aldıkları önlemler bu doğrultudadır.
Değerli arkadaşlarım,
tarım sektörü, Türkiye'de, herhangi bir
sektör gibi algılanamaz, algılanmamalıdır. Nitekim, istihdama yüzde 34, gayri
safî millî hâsılaya yüzde 11,2 oranında katkı yapan bir sektördür bu. Avrupa
Birliğinde bu oranlar, sırasıyla yüzde 6 ve yüzde 1,8'dir. Tarım sektörünün
sorunlarını çözmüş olan, altyapısını tamamlamış olan, kendi çiftçisini
güçlendirmiş olan ve ürün fazlası olan -birçok üründe- Avrupa Birliği, bu
destekleme kaynaklarını azaltmayı düşünebilir; ama, Türkiye için kesinlikle
böyle bir şey söz konusu olmamalıdır; çünkü, Türkiye'nin, sorunları çözmek,
altyapısını tamamlamak, üretimin miktarını ve kalitesini yükseltmek ve belli
nitelikte ve maliyette üretim yaparak yeni pazarlara açılmak gibi çok önemli
sorunları vardır.
Türkiye koşullarında,
ayrıca, tarım sektörünün çok ihmal ettiğimiz bir işlevi daha vardır. Değerli
arkadaşlarım, inanıyorum ki, tarım sektörü, Türkiye'de sosyal patlamaları
önleyen bir sektördür ve yaşamsal önemdedir. Bu nedenle, Türkiye, en kısa sürede,
tarım sektöründe kendi ulusal politikalarını belirlemeli ve Avrupa Birliğiyle
olan ilişkiler, tarım sektöründeki mevcut sorunları aşmak ve üretimi ve rekabet
gücünü artırmak için uygulanması gereken politikaların uygulanmasını
engellememelidir.
Sayın milletvekilleri,
tarım ürünlerini ve üreticilerini doğal afetlerin zararlarından ve çeşitli
risklerden korumak kuşkusuz önemlidir; ama, en az onun kadar önemli olan, tarım
sektörünü ve üreticileri yanlış politikaların zararlarından korumaktır. Oysa, hükümet,
80 sonrasında uygulanan politikaları aynı şekilde devam ettirmektedir. Örneğin,
tarım alanındaki özelleştirmeler, bir yandan, kırsal kesimin gelirini
azaltırken, öte yandan da tarım sektörüne büyük darbe vurmuştur. Süt Endüstrisi
Kurumu, Et ve Balık Kurumu, Yem Sanayiinin özelleştirilmeleri, Türkiye Ziraî
Donatım Kurumunun işlevsiz bir hale getirilmesi, Köy Hizmetleri Genel
Müdürlüğünün kaldırılması... Tarım sektörü yararına bunların sonuç verdiğini
söyleyebilir misiniz?!.
Toprak Mahsulleri Ofisinin
işlevinin daraltılması, TİGEM'e bağlı olan büyük çiftliklerin ve Tekelin
özelleştirme kapsamına alınması, tarım sektörüne vurulan darbeyi daha da yaygın
bir hale getirecektir.
Özelleştirmeler, bir
yandan üretimi, öte yandan, ürünler sonucunda elde edilen geliri azaltmaktadır.
Burada çok garip bir şey olmaktadır; sadece bu tarımdaki özelleştirmelerle
ilgili değil.
Değerli arkadaşlarım, bu
vesileyle dikkatinizi çekmek istiyorum: Özelleştirmede devlet tekelinin yerini
çoğunlukla yerli veya yabancı özel tekeller almaktadır; üretici tarım kesimine
karşı sorumluluk ve sosyal kaygı taşımayan ve sosyal hukuk devletini yaşama
geçirmek sorumluluğunda olmayan yerli ve yabancı tekellerin eline teslim
edilmektedir. Bazen de, tabiî, devlet tekellerini sakıncalı gören devlet,
hükümet daha doğrusu, o nedenle de özelleştirmeyi savunduğunu ileri süren
hükümet, ne pahasına olursa olsun gerçekleştirilmesi gerekli bir amaç olarak
gördüğü için özelleştirmeyi, bir de bakmışsınız ki, devlet tekelini bir yabancı
kamu tekeline devretmiş.
Değerli arkadaşlarım,
devlet tekelinin yerine, yabancı bir özel tekelin veyahut da yabancı bir kamu
tekelinin daha yararlı olacağını, Türk Halkının ve Türkiye'nin çeşitli
kesimlerinin yararlarını daha iyi bir şekilde koruyacağını söyleyebilmeniz
mümkün müdür?
Doğrudan gelir desteği de
Türkiye koşullarında yanlış atılmış olan bir adımdır. Tarımsal sorunlarını
çözmüş, altyapısını tamamlamış, tarım sektörünü geliştirme hedefi olmayan, tam
tersine, ihtiyacının üzerinde bir üretim yaptığı için bunun kısıtlanmasını
isteyen bir ülkede, Avrupa Birliği ülkelerinde gelir desteği eğer üretime bağlı
olmadan uygulanıyorsa çok büyük sakıncalar taşımayabilir; ama, Türkiye'nin
koşulları farklıdır, Türkiye, bunun tam tersini yapmalıdır, maliyeti
düşürmelidir, yabancı pazarlara açılmalıdır, ürününü artırmalıdır, ürününü
çeşitlendirmelidir. Türkiye'de uygulanan gelir desteği sorunları çözmemektedir
bu nedenle, tam tersine, tapu sahibine verilen bir yardım niteliğindedir.
Tarımsal kredilerin çok
yüksek teminatlarla verilmesi ve çok az sayıda çiftçi tarafından kullanılması
da yanlış politikalardan bir kısmını oluşturmaktadır.
Tarım satış
kooperatiflerinin, tarım ürünlerini işleme tesislerini özelleştirme
girişimleri, üretilen ürünün önceden belirlenmiş düşük fiyatlarla sözleşmeli
üreticilik adına üreticinin elinden alınması ve bu sözleşmeli üreticiliğin
üretim tekniklerinin gelişmesine hiçbir katkıda bulunmaması, ayrıca, karşılıklı
hak ve yükümlülükleri belirten sözleşmeler yerine sömürüye yol açan
taahhütnamelerle yürütülmesi, sözleşmeli üreticilikte pazar olanaklarından
koparılmış olan üreticilerin firmalara bağımlı hale getirilmesi ve firmalar
tarafından, eğer, tohum, gübre ve ilaç verilmediği takdirde, üretimi sürdüremez
hale gelmeleri, tarım sektöründeki diğer yanlış politikalardan bazılarıdır.
Değerli arkadaşlarım,
uygulanan politikaların yanlışlığından kaynaklanan pek çok sorun vardır.
Sorunları gidermek için de ne yapılması gerektiği açıktır. Eksik olan,
sorunları gören, üreticilerin, meslek odalarının, sivil toplum örgütlerinin
önerilerini dikkate alan ve gerekli adımları atan siyasî iradedir.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Keleş, 1
dakikalık eksürenizi başlatıyorum. Lütfen, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
BİRGEN KELEŞ (Devamla) -
1980 sonrasında uygulanan politikaların tarım sektörüne verdiği zarar, doğal
afetlerin verdiği zarardan daha fazladır. O nedenle, tarım sigortaları gündeme
getirilirken, söz konusu politikalar da irdelenmeli, yeni, çağdaş, ulusal
politikalar ivedi olarak benimsenmelidir diyoruz ve onun için de, bazı
önergeler getiriyoruz.
Çok teşekkür ediyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Keleş,
teşekkür ederim.
1 inci madde üzerinde,
şahsı adına, Giresun Milletvekili Adem Tatlı; buyurun. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
ADEM TATLI (Giresun) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Tarım Sigortaları Kanunu Tasarısının 1
inci maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Bugün, gelişmiş ülkeler,
tarım sigortasıyla, hem verim kayıplarını hem de gelir kayıplarını büyük ölçüde
gidermişlerdir. Türkiye'de, tarımın gayri safî millî hâsılaya oranının yüzde 12
olduğu, tarımda çalışan işgücünün toplam işgücüne oranının yüzde 35 olduğu ve 4
000 000 işletmenin bu alanda faaliyette bulunduğu gözönüne alınırsa, tarımın,
ülkemiz açısından fevkalade önem arz ettiği anlaşılır.
Ülkemizde, son yıllara
kadar doğal afetlerden zarar gören çiftçilerin zararları, 5254 sayılı Muhtaç
Çiftçilere Ödünç Tohumluk Verilmesi Hakkında Kanun ve çok nadir de olsa, 2090
sayılı Tabiî Afetlerden Zarar Gören Çiftçilere Yapılacak Yardımlar Hakkında
Kanun çerçevesinde çözümlenmeye çalışılmıştır; ancak, bu yardımlar oldukça
yetersiz ve ihtiyacı karşılamaktan uzak kalmıştır.
Ülkemizin doğal afetlerle
çok karşılaştığı bilinmektedir. Bundan önceki son üç yılın istatistiklerine
baktığımızda, 2002 yılında 37, 2003 yılında 38, 2004'te ise yaklaşık 70
ilimizde doğal afet yaşanmıştır.
Bir örnek verecek
olursak, 2004 yılında doğal afetlerden zarar gören illere, 2090 sayılı Kanun
çerçevesinde, 50 trilyon kaynak aktarılmıştır. Bu kaynağın 42 trilyonu fındığı
zarar gören üreticilerimize aktarılmıştır. Bununla beraber, Giresun İlimizdeki
doğal afetin yaklaşık maliyeti 250 trilyon olarak belirtilmiştir. 2090 sayılı
Kanun çerçevesinde Giresun'a 12 trilyon aktarılmıştır. 2090 sayılı Kanunun
çiftçilerimizin zararını ne kadar karşıladığını bu örnekten gayet rahat
anlayabiliriz.
Tarım Sigortaları
Kanunuyla öncelikle tarımımızın geliştirilmesi, çiftçilerimizin korunması,
devletin üzerindeki risklerin paylaşılması, devletin yükünü hafifletecek
şekilde riskin başka hedeflere yönlendirilmesi imkânı sağlanacaktır.
Tüm bu olumlu yönleri
itibariyle, kanunun çiftçilerimize ve de ilgili tüm sektörlere hayırlı olmasını
diliyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Tatlı.
Madde üzerinde soru-cevap
işlemi gerçekleştireceğiz.
Sayın Koç, buyurun.
HALUK KOÇ (Samsun) -
Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Ben, Sayın Bakana, yalın,
kısa bir soru soracağım, bir ufak da yorum yapacağım.
Sorum şu: Şimdi, Tarım
Sigortaları Kanunu Tasarısında oluşacak sistemin, şirket kârını hedefleyen bir
kazanç alanı değil, stratejik önemi olan tarımsal üretimin sürdürülmesine
yönelik, kamu yararı ilkesine uyarlı olarak kurgulanması gerekiyordu. Böyle bir
süreç doğabilecek mi? Ben doğacağına inanmıyorum ve bu değerlendirmeler
sonucunda sizin yorumunuzu almak istiyorum.
Tarım Sigortaları
Yasasının "çıkacak doğal afetlerden göreceğiniz zararlar tazmin
edilecektir" şeklindeki bir söylemle, çiftçiye, üreticiye yansıtılmasının
yanlış olduğunu düşünüyorum.
İkinci uyarım da, lütfen,
sizin aracığınızla… Siz, bu yasanın, tıpkı Cumhuriyet Halk Partisi gibi,
çabucak çıkmasını istiyorsunuz; grup başkanvekillerinizi uyarır mısınız.
Birazdan madde oylanacak; asgarî 139 iktidar milletvekilinin salonda bulunması
gerekiyor.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Sayın Koç,
teşekkür ediyorum.
Buyurun, Sayın Bakanım.
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI
SAMİ GÜÇLÜ (Konya) - Efendim, ben, Haluk Beyin bu önemli sorusuna yazılı olarak
cevap vereceğim.
BAŞKAN - Peki, teşekkür
ederim.
Madde üzerinde 1 adet
önerge vardır; önergeyi okutup, işleme alacağım.
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 879
sıra sayılı Tarım Sigortaları Kanunu Tasarısının 1 inci maddesinin aşağıdaki
şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
|
Mehmet Eraslan |
Serpil Yıldız |
Mehmet Ali Arıkan |
|
Hatay |
İzmir |
Eskişehir |
|
Ülkü Güney |
Osman Özcan |
|
|
Bayburt |
Antalya |
|
"Madde 1.- Bu Kanunun
amacı; üreticilerin bu Kanunda belirtilen riskler ile tarım sektörü bakımından
önemli görülecek diğer riskler nedeniyle uğrayacağı zararların tazmin
edilmesini temin etmek üzere, tarım sigortaları uygulamasına ilişkin usul ve
esasların belirlenmesidir."
BAŞKAN - Komisyon
önergeye katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU
SÖZCÜSÜ SABAHATTİN YILDIZ (Muş) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN - Hükümet?..
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI
SAMİ GÜÇLÜ (Konya) - Biz de katılmıyoruz efendim.
BAŞKAN - Sayın Eraslan,
buyurun.
Süreniz 5 dakika.
MEHMET ERASLAN (Hatay) -
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; öncelikle, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Tabiî ki, gerçekten, Türk
çiftçisini yakından ilgilendiren bir kanun tasarısını görüşüyoruz. Aslında, geç
kalınmış bir çalışma, bir hazırlık olmakla beraber, Türk çiftçisinin yarasını
sarma noktasında, onun çektiği sıkıntı ve ıstırapları az da olsa telafi etme
noktasında, olumlu bir çalışma olmuştur, yararlı bir çalışma olmuştur;
öncelikle bunu ifade etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, son
üç yılda, Türkiye'nin çeşitli yerlerinde, benim seçim bölgem olan Hatay dahil
olmak üzere, sel afetleri, don afetleri ve çeşitli doğal afetlerden dolayı,
gerçekten, çiftçi, büyük sıkıntılar çekti.
Bir keresinde, Hatay'da
oluşan sel afetinden dolayı, su baskınından dolayı, Bayındırlık ve İskân
Bakanımız Sayın Zeki Ergezen'le beraber ve birtakım milletvekili
arkadaşlarımızla beraber, seçim bölgemize gitmiştik; Hatay'a gitmiştik.
Türkiye'de meşhur olan ve bilinen bir Amik Ovamız var -Amik Ovası, çiftçiliğin
ve tarım sektörünün yoğun bulunduğu bir alan- komple su altında, sel altında
kalmıştı. Oraları, gittik, gezdik, gördük. Bakanlığın talimatıyla, orada bir
çalışma yapıldı; tarım il müdürlüğü zarar ve ziyan tespiti yaptı. Bu afet her
yıl tekrarlandı, aradan üç yıl geçti; ama, bir tek kuruş dahi o çiftçiye
ödenmedi; hiçbir ödeme yapılmadı. Sadece gezildi, sadece görüldü, sadece tespit
edildi.
Tabiî ki, çiftçimiz,
zaten, binbir güçlükle, binbir zorlukla, binbir sıkıntıyla ve binbir
fedakârlıkla ürününü yetiştirirken, yüksek girdi maliyetleriyle, yüksek
harcamalarla, yüksek masraflarla ürününü yetiştirmeye çalışırken, afetler de
onun cefası oluyordu; ama, afetlerin zarar ve ziyanlarının tazmini noktasında,
maalesef, bugüne kadar, hiçbir çalışma, hiçbir ödeme yapılamadı.
Ben, Türk çiftçisini
buradan minnetle anıyorum. Alınterini toprağa karmak suretiyle, büyük bir
özveriyle, Türkiye'yi besleyen, Türkiye'yi yediren, Türkiye'ye rızk veren,
rızkın temin edilmesi noktasında gayretler sarf eden Türk çiftçisini, buradan,
minnetle, saygıyla anıyorum ve Sayın Bakanın da, kırsal kesimde yaşayan ve
-kırsal kesimde yaşayan nüfusun yüzde 66'sı oranındaki- çiftçilikle iştigal
eden bu kesimin sıkıntılarına, bu yasa tasarısının dışında, ehemmiyet vermesini
ve o sorunlara değinmesini talep ediyorum. Sulama sorunu, enerji borçları ve
yüksek enerji maliyetleriyle üretim yapan, yüksek girdi maliyetleriyle -2 000
000 liraya mazot, 550 000 liraya taban gübresi almak suretiyle- üretim yapan;
ama, maalesef, enflasyon oranının da çok çok altında ürününü satmaya mahkûm
edilen çiftçiye bir yardım, bir destek, el uzatma ve yaralarını sarma
noktasında, Sayın Bakanımızın, ciddî bir gayret sarf etmesini ve o sorunlara,
gerçekten samimî bir şekilde değinmesini temenni ediyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Eraslan,
konuşmanızı tamamlar mısınız.
Buyurun.
MEHMET ERASLAN (Devamla)
- Tabiî, burada, 1 inci madde, belirli riskleri içeriyor, mevcut tasarıda. O
belirli riskler nedir; tasarının 1 inci maddesinde, kuraklık, sel, dolu, don
gibi riskler sayılarak, kanunda risklerin tarifi yapılarak ifade ediliyor ve
bunların tazmininin söz konusu olabileceği söyleniyor; ama, bizim verdiğimiz
önergede, ayrıca, ürün hastalıkları gibi, bilinmeyen hastalıklar gibi, şimdiden
tahmin edemeyeceğimiz, şimdiden bilinmeyen birtakım risklerin de maddeye
alınması gerektiğini ifade ediyoruz. Ayrıca, kanunun 12 nci maddesiyle uyum
sağlanması da amaçlanmaktadır; çünkü, birtakım riskleri de…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Eraslan,
teşekkür ediyorum.
Daha önceden aldığımız ve
ilan ettiğimiz karar gereğince, 1 dakikalık eksüreyi uzatmıyorum, kusura
bakmayın.
Teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri,
Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı…
HALUK KOÇ (Samsun) -
Sayın Başkan, karar yetersayısının aranılmasını istiyorum.
BAŞKAN - Tamam efendim.
...önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Sayın milletvekilleri,
karar yetersayısı yoktur; birleşime 5 dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 21.16
BEŞİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 21.33
BAŞKAN: Başkanvekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP ÜYELER: Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale), Bayram ÖZÇELİK
(Burdur)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 106 ncı Birleşiminin Beşinci
Oturumunu açıyorum.
879 sıra sayılı tasarı
üzerindeki görüşmelerimize devam ediyoruz.
VI.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
6.- Tarım Sigortaları Kanun Tasarısı ve Tarım, Orman ve
Köyişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/865) (S. Sayısı: 879)
(Devam)
BAŞKAN - Komisyon ve
Hükümet yerinde.
Önceki oturumda 1 inci
madde üzerinde verilmiş olan önergede karar yetersayısı bulunamamıştı. Şimdi
önergeyi yeniden oylayacağım ve karar yetersayısını arayacağım.
Önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yetersayısı vardır; önerge
reddedilmiştir.
1 inci maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
2 nci maddeyi okutuyorum:
Kapsam
MADDE 2.- Bu Kanun; Havuzun
kuruluşu, Havuz tarafından teminat altına alınacak riskler, Havuzun gelir ve
giderleri, prim ve hasar fazlası desteği, sigorta sözleşmeleri, reasürans
sağlanması ve sigorta şirketlerinin
görev, yetki ve sorumlulukları ile
katkı ve katılımlarının esas ve usûllerini kapsar.
BAŞKAN- Madde üzerinde
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsı adına, Osmaniye Milletvekili Sayın
Necati Uzdil; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA NECATİ
UZDİL (Osmaniye)- Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; Tarım
Sigortası Yasası Tasarısının 2 nci maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu ve şahsım adına söz aldım; sizleri, Grubum ve şahsım adına sevgi ve
saygılarımla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, çok
çalışıyoruz, Meclis çok çalışıyor ve bugün, 58 inci hükümetin çıkarmış olduğu,
hazırlamış olduğu acil eylem planında var olan bir yasayı Genel Kurula getirdik
ve görüştüğümüz yasa, bu. İkibuçuk sene sonra! Güzel, ikibuçuk sene sonra da
olsa Genel Kurula böyle bir yasanın gelmesinden dolayı mutluyuz.
Bu arada, hemen, AKP Grup
Sözcüsü ve Tarım Bakanımızın iki cümlesiyle lafa başlamak istiyorum:
"Tarım sektörü açısından çok önemli bir gün. Övünülecek bir yasa nedeniyle
övünelim." Evet, aynen, aynen kaleme aldığım sözler, değerli arkadaşlarım.
"Çok çok önemli bir gün." Evet, ayrıca arkadaşımın, sigortacı, çiftçi
kökenli, ancak, sigortacı olan arkadaşımın cümlesini de okumak istiyorum.
Sigortacı olduğu için çok mutlu olabilir; bu benim ifadem. "Sigorta
primini ödeyerek üretim planlamasını sağlayacağız." Evet, sigortacı
arkadaşım da -içimizde tarımcılar var, çiftçiler var- sigorta primleri
sayesinde -sayın hocam orada, tarım profesörümüz, belki o daha iyi bilir,
benden de- tarım sigortası primleriyle üretim planlaması yapmaya kalkıyoruz sevgili
arkadaşlarım.
ALAATTİN BÜYÜKKAYA
(İstanbul) - Yardımcı olacak dedim; yanlış anlamışsın.
NECATİ UZDİL (Devamla) -
Evet, yanlış anlamadım; tutanaklar orada.
Değerli arkadaşlarım,
Sayın Bakanım "gübre ve mazot fiyatları gündemden düştü" dedi. Tarım
Şûrasında, tarımla ilgili var olan dört sorunu söyledi; hayvancılığın
desteklenmesi gündemden düştü, elektrik fiyatlarının fazlalığı gündemden düştü,
pamuk primleri gündemden düştü. Evet, arkadaşlarım, bu dört konu gündemden
düştüyse, bugün tarım sigortası konusu da gündemden düşmüştür; doğrudur!..
Çıkacaksınız buraya, hem de İktidar Partisinin sözcüleri olarak, diyeceksiniz
ki: "Amerika Birleşik Devletlerinde tarım sigortasının prim toplamı
-havuza giren para- 3 milyar dolar. Bunun 1,8 milyar dolarını devlet bütçeden
karşılıyor, 1,2 milyar dolarını çiftçi ödüyor." Arkasından patlatacağız:
Avrupa Birliğinin bu konudaki en başarılı ülkesi İspanya... İspanya'da da,
havuza giren paranın yüzde 50'si devlet tarafından karşılanıyor, yüzde 50'si
çiftçi tarafından karşılanıyor. Biz de, açık ve net söylüyoruz: Eğer çiftçiden
yana tavır koyacaksanız... Öyle, sigorta poliçelerinin yüzde 5'ini ödeyerek
tarımda afet zararlarını ortadan kaldıracağınızı, çiftçiyi bu şekilde
koruyacağınızı iddia etmeyin. Burada, kendi cümlelerinizle açığa düşüyorsunuz.
İşte öneriyoruz -deminden
beri Genel Kurulda tartışıyorum, Plan ve Bütçe Komisyonu üyesi arkadaşlarımla
tartışıyorum, Sayın Tarım ve Köyişleri Bakanımızla tartışıyorum- gelin
"sigorta poliçesi primlerinin yüzde 40'ını devlet öder" diye o
maddeye geçelim, bu Tarım Sigortası Yasasıyla çiftçilerimize müjde verelim.
Yoksa, oturup, belirsiz rakamlarla sorunlar çözülmez sevgili arkadaşlarım.
İşte, tekrar başa
dönüyorum: Gübre ve mazot tartışılmıyor!.. Niye tartışılmıyor sevgili
arkadaşlarım?!
AHMET YENİ (Samsun) -
Mazot veriyoruz, mazot…
NECATİ UZDİL (Devamla) -
Mazota vereceğimiz litrede 300 lira fiyat nereden veriliyor?.. Gelin, kendi
fiyatından, mazotun fiyatından düşelim; hayır. KDV'sinden düşelim; ÖTV'sinden
düşelim; hayır. Nereden düşeceğiz; yüzde 0,7 bütçeden verilen destekten mazota
litrede 300 lira para vereceğiz!.. Çiftçinin o cebinden alacaksın, o cebine
koyacaksın, Maliye Bakanımızın kurnazlığıyla çiftçinin mazotunun sorununu
çözeceksin! Yalansa, gelsin, buradan, arkadaşlarım söylesin. Niye mazotun
KDV'sinden düşmüyoruz, ÖTV'sinden niye düşmüyoruz?
Sayın Hocam, orada,
çiftçilerle de bunu konuşacağız. Çiftçinin doğrudan gelir desteğinden verilecek
para haline getiriliyor. Ben istiyorum ki, tarıma, çiftçiye verilecek para,
bütçenin diğer kaynaklarından alınsın; zaten çiftçiye destek için ayrılmış
kısımlardan verilmesin.
Gübre sorununu nasıl
çözdük allahaşkına?! Henüz gübrede KDV'de falan düşme oldu mu; öyle bir şeyden
haberimiz var mı?.. Peki, Tarım Bakanımız, gübre ve mazot sorununu nasıl
çözdü?.. Evet çözdü; doğru!.. O zaman, şimdi, tarım sigortası sorununu da
çözecektir!
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI
SAMİ GÜÇLÜ (Konya) - Gübre'den bahsetmedin Necati Bey.
NECATİ UZDİL (Devamla) -
Peki, gelelim hayvancılığın desteklenmesine. Değerli arkadaşlarım, net
söylüyorum, açık söylüyorum -Kars Milletvekili çıksın ortaya- Kars'ta,
marketlerde ithal kavurma satılıyor! Evet, süt üretimi arttı; süt, sokaklara
dökülüyor. Nasıl hayvancılığın sorununu çözdük allahaşkına?! Çözdük mü?!
Elektrik fiyatlarında
sorunu çözdük! Neyi çözdük; yeniden düzenleme yaptık. Sevgili arkadaşlarım,
bugün, seracının, çiftçinin sulama için kullandığı elektriğin fiyatı,
sanayicinin kullandığı fiyatlardan daha fazla. Bu şekilde mi çözdük?! Bir
yeniden yapılandırma yapmakla bu sorunu çözmüş mü sayılıyoruz?!
Pamukta da primle sorunu
çözdük!.. Sevgili arkadaşlarım, sizin zorunuza gitmiyor mu; Yunanistan'dan bu
ülkenin pamuk ithal etmesi sizin zorunuza gitmiyor mu allahaşkına?! Yani,
Yunanistan'daki topraklar, pamuk yetiştirmek için, benim topraklarımdan daha mı
iyi?! Peki, Yunanistan çiftçisi, benim çiftçimden daha mı becerikli?!
Yunanistan'ın Tarım Bakanlığı elemanları, yayım elemanları, eğitmenleri, benim
elemanlarımdan daha mı becerikli?! Niye o zaman, bende durmadan pamuk üretimi
düşerken, ekim alanı düşerken, ben, Yunanistan'dan pamuk almaktayım?! Bu mu
pamuk sorununun çözülmesi?!
Evet; şimdi de diyoruz
ki, tarım sigortasıyla, çiftçilerimizin tabiî afetlerden korunmasını
sağlayacağız; çiftçilerimiz için çok önemli bir gün!.. Evet; sorunlarının
çözümüne bu şekilde bakarsak, doğrudur, tarım sigortası yasası buradan
çıkacaktır ve çiftçilerimiz için çok çok önemli bir gün daha geride kalacaktır.
Değerli arkadaşlarım,
reklamla bir yere varamayız. Reklamın yararlı olabilmesi için, önce bir ürün
olacak, ürün ve bu ürünü alabilecek insanlar da olacak; ondan sonra reklam işe
yarar sevgili arkadaşlarım. Bir zamanlar çıktık, dedik ki, 1 000 köye 1 000
tarımcı… Oh!.. Dünyanın reklamını yaptık; sanki, kırsal alanın yayım sorununu,
eğitim sorununu çözdük. İşte, onu nasıl çözdüğünüzü iddia ediyorsanız, şu anda
da, tarım sigortasıyla, çiftçinin afetlerden korunmasını bu şekilde çözmüş
olursunuz.
Değerli arkadaşlarım,
unutmayın, bu toplumun bu ekonomisinin temelinde tarım var. Bugün, tarım
sektörü ihmal edilmiştir. 1960'larda, ikinci yarısından itibaren, Avrupa
Birliği ülkelerinde olduğu gibi, tarım desteklenmiştir. Süt fabrikaları, SEK o
zaman kurulmuştur. Et balık kurumları, kombinalar o zaman kurulmuştur. Yem
fabrikaları o zaman kurulmuştur. Tarım satış kooperatifleri o zaman büyümüştür,
güçlenmiştir. Değerli arkadaşlarım, köy kalkınma kooperatifleri o zaman
örgütlenmiştir. Ziraat odaları ve Ziraat Odaları Birliği 1960'lı yılların
sonundan itibaren kurulmuş ve gelişmiş; çiftçinin, kırsal alanın örgütlenmesi
sağlanmıştır. Bu yapılan işler tarımda kalkınmayı, gelişmeyi ortaya koymuştur.
Arkasından ne gelmiştir; arkasından, o yıllarda Türkiye'nin genel ekonomisinde
gelişmeler olmuştur. Ama, siz... 1980'den sonra bizim ekonomimizi getirip
IMF'ye teslim ettiler. Sizin için demiyorum. 1980'den sonra başladı bu. O
günden bugüne, siz, 3 Kasım 2002'de iktidara gelmek için "IMF'ye hayır,
IMF'ye tavır koyacağız, IMF'den bu ülkeyi kurtaracağız" dedik. Peki, ne
yaptık; 3 Kasım 2002 seçiminden sonra, 58 inci hükümette, şu anki 59 uncu
hükümette, IMF'nin buyrukları nedeniyle en ufak bir gelişmeyi sağlayamadık.
Tarım kesiminde neyi sağladık arkadaşlar?.. Süt dökülüyor; bu, bir başarı mı?!
Çok affedersiniz, bunu bir başarı olarak gösteriyorsanız benim diyeceğim bir
şey yok. Senin marketinde ithal kavurma satılacak; bunu hayvancılıkta başarı
olarak göreceksin! Yazıktır arkadaşlarım, günahtır! Bu ülkenin yüzde 40'ı,
nüfusunun yüzde 40'ı tarımdan geçinmektedir. Devlet niye vardır sevgili
arkadaşlarım, niye devlet kurulmuştur geçmişte; beni dış güçlerden, beni tabiî
afetlerden korumak için, devlet, özünde, kurulmuştur. Devletin kuruluş amacı
odur. Peki, benim kara günümde kim dostum olacak? Çiftçinin kara günündeki
dostunu ortadan kaldırmadık mı?! Biz istiyoruz ki, benim devletim, benim
Tarım Bakanlığımın önderliğinde -benim Tarım Bakanlığımın önderliğinde diyorum, yeniden
sesleniyorum- benim çiftçimin zor gününde, kara gününde yanında olsun, ona
önderlik yapsın, onun liderliğini Tarım Bakanlığı yapsın; yoksa, diğer
sektörler ile Tarım Bakanlığı arasında, ben, hakemlik yapan bir Tarım
Bakanlığı, hakemlik yapan bir Toprak Mahsulleri Ofisi kesinlikle istemiyorum.
Ben, çiftçimin yanında bir Tarım Bakanlığı, çiftçimin kara gün dostu Toprak
Mahsulleri Ofisini istiyorum.
Bugün Adana'dan haber
aldım; Osmaniye'den, Kadirli'den haber aldım Durdu Mehmet; kaç lira buğday
fiyatı Kadirli'de, çık, söyle!.. Söyle, AKP milletvekili olarak söyle!..
DURDU MEHMET KASTAL
(Osmaniye) - Yarın sabah…
NECATİ UZDİL (Devamla) -
Ben, burada, CHP-AKP tartışması yapmıyorum sevgili arkadaşlarım; yapmak
istiyorsanız, gelin, çiftçiden yana tavır koyuyoruz diyorsanız, hep birlikte
koyalım. AKP'yi de şöyle bir tarafa koyalım, CHP'yi de bir tarafa koyalım; ama,
öncelikle, çiftçiden yana izleyelim. Çiftçi bu ülkenin yüzde 40'ı diyelim. Bunu
düzeltmezsek ülkeyi düzeltemeyiz diyelim sevgili arkadaşlarım. Çıkıp da her
şeyi güllük gülistanlık göstermenin, her şeyin reklamla düzeleceğini söylemenin
bir âlemi mi var?! Çıktı buradan Sayın Hocam, dedi ki: "Çiftçi zor günler
geçiriyor." Evet, sevgili arkadaşlarım, buyurun; siz de köylerden
geliyorsunuz, en azından köylerden haber alıyorsunuz.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Uzdil,
konuşmanızı tamamlar mısınız.
Buyurun efendim.
NECATİ UZDİL (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, peki, gerçekten çiftçi rahat mı, çiftçi mutlu mu?.. Yapmayalım… Ben sözlerimi şöyle bağlamak istiyorum: Evet, sevgili arkadaşlarım, çiftçiye yardım etmeliyiz. Çiftçiye, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri yardım etmeli, omuz vermeli diyorum.
Bu duygu ve düşüncelerle,
tümünüzü tekrar selamlıyor, saygılar sunuyorum.
Teşekkür ediyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Buyurun Sayın Bakan.
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI
SAMİ GÜÇLÜ (Konya) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; evet, Necati Abi
başardı! Evet, teşekkür ediyorum!
NECATİ UZDİL (Osmaniye) -
Ben de teşekkür ediyorum.
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI
SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) - Efendim, ben, size bir davette bulunmadım mı?.. Bak,
tarım ürünleri sigortasını konuşuyoruz. Bu önemli bir konu. Bu önemli konuyu,
tarımın bütün alanlarını ve sorunlarını çekerek ve yüksek sesle konuşarak
çözebilir miyiz bu Yüce Meclisin çatısı altında?.. Ben size ne söyledim?.. Söylediğim
şeylerin hangisini... Şimdi tekrar edemeyecek durumdayım ve ben, tarım
sektörünün sorunlarının kısa vadede bitmeyeceğini de söylemedim mi?..
Dolayısıyla, Necati Bey, buradan, kalktı… Ben, 2004 yılının sonunda, Türkiye'de
tarımla ilgili birkısım sorunlar var... Ve bunların içerisinde ben gübreyi
saydım mı?! Zabıtları getirdim; önümde zabıtlar... "Gübre" diye bir
ifadenin çözüldüğünü söylemedim. Niçin söyleyeyim çözmediğim işi! Mazotla
ilgili konuda yüzde 16 bir indirim yapılıyor; bunu da telaffuz etmeyelim mi?!
Sulama suyunda, elektrik ücretleriyle ilgili borçların ödenmemesi konusunda
yapılanmaya bugün niçin hafife alarak böyle yaklaşıyorsunuz?.. Biz, tarımsal
kredilerle ilgili aynı mantıkla yapılandırmaya gittik ve yüzde 90 oranında
çiftçiler katıldı. Beğenmeseydi çiftçiler katılır mıydı?! Aynı şeyi sulamada
yapacağız. Sulamada bir görelim bakalım bu katılma oranını. Gördükten sonra,
eksikse tamamlanır.
NECATİ UZDİL (Osmaniye) -
Sulamada kullanılan elektrikle sanayide kullanılan elektriğin fiyatı!..
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI
SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) - Sonra, Necati Bey şunu da çok iyi biliyor, Necati Bey
bir şey daha biliyor; tarımsal destekler içerisinde, borcu olmayan, sulama suyu
elektriğinin de yüzde 15'ini, ilk defa, Tarım Bakanlığı, o kesimi ödüllendirmek
için bir destek koydu. Onu da bildiği halde, bu sorun çözüldü mü diye soruyor.
Bir sorunun çözülmesinden ne anlayacağız arkadaşım? Bir sorunun çözülmesinden
devletin o borcu affetmesini mi anlayacağız? Bu doğru mudur? Bu ülkede
kurallara uygun bir işleyişi, biz, ne zaman gerçekleştireceğiz?
NECATİ UZDİL (Osmaniye) -
Çiftçiden yana tavır almak, Sayın Bakanım.
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI
SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) - Onun dışında, hayvancılık sektörünü söylüyor.
Arkadaşlar, ben, burada,
hiç söz almak niyetinde değildim. Arkadaşlar, hayvancılık sektörünün
gelişmediğiyle ilgili, süt dökülmesi arasında kim ilgi kurabilir?! Sütün
dökülmesi ile hayvancılık sektörünün öldüğü arasında bir ilgiyi hangi mantıkla
kurabiliriz, nasıl kurabiliriz?!
NECATİ UZDİL (Osmaniye) -
Süt fabrikalarını kapatırsanız, süt dökülür…
BAŞKAN - Sayın Uzdil…
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI
SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) - Efendim, bakın, süt arz ve talebiyle ilgili hadisede
meydana gelen gelişme başka, hayvancılık sektörünün gelişmesi başka. Elbette,
bunun paralel gitmesi lazım. Elbette, bunun paralel gitmesi lazım.
Şu anda, ben, size,
sadece bir bilgi olarak şunu söyleyeyim: 2004 yılında doğuda hayvan ıslahı
konusunda yapmış olduğumuz, 2003-2004 ve önceki yıllarda yapılan, doğuda
yapılan sunî tohumlamayla hayvan ıslahı konusunda yapılan rakamlar 45 000'in
altındadır; bu sene çıkacağımız rakam 300 000! Oradaki, bu amaçla faaliyet
gösterecek olan toplam veteriner sayısında çok büyük bir artış oldu. Sözleşmeli
veterinerler istihdam ediyoruz ve Türkiye'de, özellikle doğu bölgesinde
ihtiyaç; çünkü, orada, hayvan ıslahı konusunda yüzde 50'yi hedefliyoruz.
Yem bitkisi ekimiyle
ilgili verdiğimiz destek 135 trilyon, 2005 yılında. 2004 yılında hayvancılık
sektörüne verilen destek toplamı 200 trilyon.
Şimdi, hayvancılık
sektörüne bu dönemde, AK Parti İktidarı döneminde destek verilmiyor deyince,
lütfen, düşünmek lazım. Yani, sadece yem bitkisine 135 trilyon veriyoruz.
Şimdi, doğuda, şu anda doğu bölgesinde olan arkadaşlarımız, yem bitkisi ekim
alanındaki gelişme hakkında size çok net şeyler söyleyecekler. Maliyeti
düşürmekten başka çaremiz yok. Çok doğru yoldayız.
Sütle ilgili konuda;
bakın, bu sektöre bu kadar önem verirken, hayvan kaçakçılığı dahil, süt
fiyatlarındaki düşme dahil, kesinlikle önlemek zorundayız; çünkü, bu sektörü
geliştirmek için bu problemlerin çözülmesi lazım.
Süt konusunda, gerek
ihracatı gerek süttozu üretimini, KDV'yi, çiftçi örgütlenmesini, sanayicilere
başka destekler vererek bunun tüketiciye ucuz satılması dahil her yolu deneyeceğiz
ve bu sektörü geliştireceğiz. Bu sektörü geliştirmekten başka çaremiz yok; ama,
lütfen, hadiseleri, gelişmeyi görmeyebilirsiniz; ama, yaşayana öldü demeyin,
yaşatmaya çalıştığımıza öldü demeyin.
NECATİ UZDİL (Osmaniye) -
Ben görmezsem kimse görmez.
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI
SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) - Onun dışında, pamukla ilgili konu... Arkadaşlar, bir tek
cümle söyledim; pamuk primleri daha önce ne kadardı, bir sene önce; 90 000
lira. 200 000 lira prim veriliyor, yüzde 120 artış veriliyor.
NECATİ UZDİL (Osmaniye) -
Yani, sorunu çözüyor mu?!
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI
SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) - 600 trilyonluk prim desteğinin 432 trilyonu pamuk
üreticisine veriliyor. Arkadaşım…
MEHMET YILDIRIM
(Kastamonu) - Sarımsakçıya nerede Bakanım?
NECATİ UZDİL (Osmaniye) -
Yunanistan'dan pamuk ithalini önle.
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI
SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) - Nerede; sarımsakçı bu ülkenin vatandaşı değil mi, hep
pamuğa mı vereceğiz diyorsunuz, değil mi?..
MEHMET YILDIRIM
(Kastamonu) - Tabiî… Sarımsakçı ne olacak?
NECATİ UZDİL (Osmaniye) -
Yunanistan'dan pamuk ithalini önleyelim.
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI
SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) - O zaman, arkadaşınıza bir şey söyleyin.
MEHMET YILDIRIM
(Kastamonu) - Adaletli davranacaksınız.
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI
SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) - Yunanistan…
Bak, Necati Bey, bu
ülkenin ihracatı 64 milyar, ithalatı 90 milyar dolar. Siz neden
bahsediyorsunuz! Biz bir gerçekten bahsediyoruz. Türkiye kurulduğu günden beri,
belli yıllar hariç, 1940'lı yıllar, ithalat fazlası veren bir ülke. Genel karakteri,
gelişmekte olan ülke.
V.HAŞİM ORAL (Denizli) -
O makas gittikçe açılıyor ama.
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI
SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) - Siz biliyor musunuz, yeryüzünde gelişmekte olan bir ülke
olup da ihracat fazlası veren bir ülke; verir misiniz bir örnek!
BAŞKAN - Sayın Bakanım,
Genel Kurula hitap eder misiniz.
NECATİ UZDİL (Osmaniye) -
İthalat ile ihracat arasındaki fark açılıyor.
BAŞKAN - Lütfen, Sayın
Uzdil… Lütfen efendim…
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI
SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) - Efendim, Toprak Mahsulleri Ofisiyle ilgili birkaç cümle
söyleyeceğim. Toprak Mahsulleri Ofisinin bu yılki uyguladığı politikaya birçok
insan karşı çıkabilir; ama, çok açık söylüyorum, sosyal demokratların karşı
çıkmaması lazım. Bu yıl Toprak Mahsulleri Ofisinin uyguladığı tahıl
politikasına sosyal demokratların kesinlikle karşı çıkmaması lazım. Niçin;
arkadaşlar, 10 tona garanti veriyoruz.
Alım ve peşin ne demektir biliyor musunuz; Türkiye'de 50 dekarı olan
bütün çiftçilerin ürününü almayı garanti ediyoruz. 30 dekar diyoruz, Türkiye'deki
çiftçilerin yüzde 70'ine hitap ediyoruz. Arkadaşlar, fakir, dargelirli, küçük
çiftçiye, korumak için daha başka ben ne yapabilirim?! (AK Parti sıralarından
alkışlar) Yani, bunu niçin desteklemiyorsunuz, eleştiriyorsunuz?! İlk defa kota
getirdi diyorsunuz…
NECATİ UZDİL (Osmaniye) -
370 yapılacak fiyat, sözünüz var.
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI
SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) - Bu ülkede tahılla ilgili konuda 30 ton, yüzde 70'e hitap
ediyorsa ve bunun üzerinde bir üretime sahip olan çiftçi, bu gelirinin, bu
servetinin maliyetine de biraz katlansın, pazara hemen arz etmesin, biraz
beklesin; pazarlık gücü yapsın, pazarlık gücünü kullansın.
V. HAŞİM ORAL (Denizli) -
Bekleyecek neyi kaldı Sayın Bakan?!
NECATİ UZDİL (Osmaniye) -
İkinci ürün ekecek! Borcu var, borcu! Tefeciden faizle almış.
BAŞKAN - Sayın Uzdil,
lütfen efendim…
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI
SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) - Yüzde 70'inin
ürününü rahatlıkla satabileceği bir sistemi oluşturduk. Bu sistem, o insanları
memnun edecektir.
NECATİ UZDİL (Osmaniye) -
Bir sorun babanıza, borcu var mı yok mu?!
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI
SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) - Buradaki
hedefimiz şu: Geçen yıl ortalama fiyatlar 325 000 liradır. Bu sene, prim dahil,
370 000 lira ortalama fiyat hedefine ulaştığımız anda…
NECATİ UZDİL (Osmaniye) -
Teşekkür edeceğiz…
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI
SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) - …Türk çiftçisinin bu yıl mutlu olacağını, memnun
olacağını ve kabul edilebilir bir ortalama fiyat olduğunu düşünüyoruz ve
politikalarımızı da bu yönde kurduk. Bu konuda, zaman, inşallah bizi bu hedefe
ulaşmaya götürür.
Hepinize saygılar
sunuyorum, teşekkür ediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Bakan.
Madde üzerinde 1 adet
önerge vardır; önergeyi okutup, işleme alacağım.
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 879
sıra sayılı Tarım Sigortaları Kanunu Tasarısının 2 nci maddesinin aşağıdaki
şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Mehmet Eraslan Serpil
Yıldız Mehmet Ali Arıkan
Hatay İzmir Eskişehir
Ülkü Güney Osman Özcan
Bayburt Antalya
Madde 2.- Bu Kanun;
Havuzun kuruluşu, Havuz tarafından teminat altına alınacak riskler, Havuzun ve
şirketin denetimi, Havuzun gelir ve giderleri, prim ve hasar fazlası desteği,
sigorta sözleşmeleri, reasürans sağlanması ve sigorta şirketlerinin görev,
yetki ve sorumlulukları ile katkı katılımlarının esas ve usullerini kapsar.
BAŞKAN - Komisyon
önergeye katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU
SÖZCÜSÜ SABAHATTİN YILDIZ (Muş) - Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Hükümet?..
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI
SAMİ GÜÇLÜ (Konya) - Hayır efendim.
BAŞKAN - Sayın Eraslan,
buyurun.
Süreniz 5 dakika.
MEHMET ERASLAN (Hatay) -
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Tabiî, Sayın Tarım
Bakanımızın yapmış olduğu konuşmadan birkaç not aldım. "Tarım sorunlarının
kısa vadede çözüme kavuşturulamayacağını söylemedim mi?" Yani, aradan
ikibuçuk yıl geçti ve Tarım ve Köyişleri Bakanı olarak, o bakanlık koltuğunda
oturuyorsunuz. Peki, ikibuçuk yıldan beri, çiftçi eğer ağlıyor ise, eğer feryat
ediyor ise kâr edemediğinden... Fiyatları bırakın bir yana, buğday şu an 280 000 liraya satılıyor, geçen sene
300 000 liranın üzerinde satıldı. Geçen sene mazot 1 400 000 liraydı,
bugün 2 000 000 lira. Gübre geçen sene 300 000 liraydı, şimdi, gübre, taban
gübresi 550 000 lira 560 000 lira. Peki, şimdi, Sayın Bakanım, yani, bu
insanlar sizi ne kadar bekleyecek?! Yüksek girdi maliyetleriyle ezilen bu
çiftçi nasıl kurtulacak?! Yani, bu nasıl olacak?! Yani, kaç yıl daha beklemeli
bu çiftçi kâr edebilmek için, ayakta durabilmek için, yaşayabilmek için?!
"Bunlara öldü
demeyin. Diriltmeye çalıştığımız bu kesime öldü demeyin" diyorsunuz. Yani,
mecazî anlamda kullanılmış bir kelime o; ama, yani, çok, böyle, aşkla, şevkle,
çok mutlu bir şekilde yaşadıkları da ifade edilemez. Sorunun çözülmesinden,
borçların affını mı anlayacağız diyorsunuz. Yani, bu ülkenin vatan evladı,
devlete olan borcunun, sadakatinin bilincindedir, çiftçi de borcunun
bilincindedir; ama, bu borçlar niye birikti?! Yani, bu borçlar durup durduğu
yerde birikmedi. Çiftçi kâr etti, kazandı da, bu borcunu ödemezlik yapmadı ki!
Yani, çiftçi…
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) -
Doğru Yol zamanından gelen borçlar onlar!
MEHMET ERASLAN (Devamla)
- Şimdi, bakın, Sayın Milletvekili, ben burada, onu bunu konuşmuyorum.
BAŞKAN - Lütfen,
karşılıklı konuşmayalım.
Buyurun.
MEHMET ERASLAN (Devamla)
- Ben burada, sadece çiftçiyi konuşuyorum, başka hiçbir şeyi konuşmuyorum.
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) -
Doğru Yol zamanından gelen borçlar onlar!
MEHMET ERASLAN (Devamla)
- Şimdi, bakın, kitabı ortasından okutmayın bana!.. Yani, kitabı ortasından
okutmayın!..
Değerli arkadaşlar,
çiftçinin borçları affedilirse, bu güzel bir şey olur; ama, yani, en azından,
girdi maliyetlerinin düşürülmesi ve çiftçiyi bu noktada kâra geçirme
çalışmaları ve gayreti içerisinde olmalısınız. Bunu söylüyorum.
Bakın, tarım sektörü
istihdamın yüzde 34'ünü oluşturuyor. İşsizlik had safhada diyoruz, işsizlik
sorununa, istihdam sorununa çözüm bulamadık diyoruz; ama, tarım kesimi, aynı zamanda,
böyle bir günde, istihdamın yüzde 34'ünü oluşturmakla beraber, yine, çiftçi
sektörü, millî gelirden en az payı alan sektör konumundadır.
MEHMET ÇERÇİ (Manisa) -
Niçin öyle?..
MEHMET ERASLAN (Devamla)
- Bakın, 1920'den bir örnek veriyorum, araştırdım, inceledim, çıkardım. 1920
yılında, 85 yıl önce, tarımın gayri safî millî hâsıladan aldığı pay yüzde 45;
bugün ise yüzde 10'lar düzeyinde. Yani, oturup bir düşünmek lazım. Ülkemizde,
kırsalda yaşayan nüfusun yüzde 66'sı tarımla iştigal etmektedir ve geçimini
tarımsal faaliyetlerden temin etmektedir. 1999 yılı verilerine göre,
kadınlarımızın yüzde 72'si tarımda çalışıyor. Bunlar, devlet rakamlarıdır.
Kadınların yüzde 72'si tarımda çalışıyor. Bakmayın Ankara'ya; ama…
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) -
Nereden buldun bu istatistikleri? Kafadan atıyorsun!
MEHMET ERASLAN (Devamla)
- … ama, niye çalıştırılıyor; ucuz emek olması dolayısıyla çalıştırılıyor.
Erkekler, artık kâr edemedikleri için, tarım sektöründen kaçarak, gençler
köylerde yaşayamadıkları için, kahvede zaman geçirmek zorunda kaldıkları için
kentlere göç etmek zorunda kalmışlardır.
Şimdi, bütün bu sorunları
tabiî ki burada konuşacağız. Ben konuşmamın başında dedim ki, bu tasarı, doğru
bir tasarıdır. Bu tasarı, daha önceden hazırlanmalıydı, yirmi yıl önce, otuz
yıl önce veya iki yıl önce hazırlanmalıydı.
MEHMET ÇERÇİ (Manisa) -
Geç kalmış…
MEHMET ERASLAN (Devamla)
- Geç kalmış… Doğru buluyoruz, güzel bir çalışma, düzgün bir çalışma, çiftçinin
geleceğine yönelik, çiftçinin zarar ve ziyanının tazminine yönelik bir çalışma
olduğunu zaten başta ifade ettik; fakat, şurada çok önemli bir hususu arz etmek
istiyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Eraslan, 1
dakika içinde konuşmanızı tamamlar mısınız.
Buyurun.
MEHMET ERASLAN (Devamla)
- Değerli arkadaşlar, 2 nci maddede, havuz sistemi kurulacak deniliyor. Şirket
ve havuzun denetimi maddede yoktu; o yüzden, önergemizde, denetimi de bu
maddenin içerisine koyalım, havuzun ve şirketin denetimini sağlayalım, havuzun
ve şirketin denetimi olsun. Bunların mutlaka bir denetime tabi tutulması
gerekir. Yanlış uygulamalar olur, haksız uygulamalar olur, gayrimeşru
uygulamalar olur; ama, kanun maddesinde, havuzun ve sigorta şirketinin mutlaka
denetimi olmalıdır, denetimi olsun dedik. Aynı zamanda, bu önergeyle, tasarının
"Denetim" başlıklı 11 inci maddesiyle uyum sağlaması da
amaçlanmaktadır. Biz, eksikleri tespit edip, bunları sizlere aktarmaya, Sayın
Bakana bunları göstermeye çalışıyoruz, bütün gayretimiz bu.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Eraslan,
teşekkür ediyorum.
Sayın milletvekilleri,
Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
3 üncü maddeyi okutuyorum:
Tanımlar
MADDE 3.- Bu Kanunda
geçen;
a) Bakanlık: Tarım ve
Köyişleri Bakanlığını,
b) Müsteşarlık: Hazine
Müsteşarlığını,
c) Sigorta şirketleri:
7397 sayılı Sigorta Murakabe Kanunu çerçevesinde kurulmuş olan ve tarım
sigortaları alanında ruhsatı bulunan sigorta şirketlerini,
d) Üretici: Bitkisel ve
hayvansal üretim ile uğraşan gerçek ve tüzel kişileri,
e) Tarım sigortaları:
6762 sayılı Türk Ticaret Kanununun 1316 ilâ 1319 uncu maddelerinde belirtilen
sigortalar ile bu Kanun kapsamına alınan sigortaları,
f) Havuz: Tarım
Sigortaları Havuzunu,
g) Şirket: Havuzun
işletilmesini üstlenen şirketi,
h) Kurul: Tarım
Sigortaları Havuzu Yönetim Kurulunu,
ı) Çiftlik hayvanları:
Büyükbaş hayvanlar, küçükbaş hayvanlar, kümes hayvanları ve kültür balıkçılığı ürünlerini,
İfade eder.
BAŞKAN - Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Antalya Milletvekili Sayın Osman Özcan;
buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
Sayın Özcan, süreniz 10
dakika.
CHP GRUBU ADINA OSMAN
ÖZCAN (Antalya) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; Tarım Sigortaları Kanunu
Tasarısının 3 üncü maddesi üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz
aldım; hepinizi saygı, sevgiyle selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, bu
kanunun gerekçesinde, tarımda kuraklık, don, sel, dolu gibi risklerin afete
dönüşmemesi için, gelişmiş ülkelerin yaptığı gibi, bitkisel ürünlerin,
hayvanların, makinelerin sigortalanması ve böylece çiftçilerimizin bir yerde
güvence altına alınması sağlanmış olmaktadır. Dolu, bölgesel etkili bir iş
olduğu için çiftçilerimiz küçük birimler ödeyerek dolu sigortası
yaptırabilirler; ancak, kuraklık, don, sel gibi hasarların primleri çok
yüksektir. Onun için, bunlara devlet desteği gerektiğinden buna "tarımda devlet
ürün sigortası" adı verilmektedir. Ülkemizde, ilk olarak 1948 yılında
çıkarılan bir kanunla çiftçilerimize ödünç tohumluk verilmeye başlanmıştır.
Değerli arkadaşlarım,
ülke tarımının bu bunalımlı döneminde bu kanunun Meclisimize getirilmesi
gerçekten yerinde olmuştur, destekliyoruz; fakat, geneli incelendiği zaman,
çiftçilerimize uygulamada birsürü zorluklar çıkacağı da bir gerçektir, hele
hele küçük çiftçilerimizin sigorta primlerini nasıl yatıracağı da
düşünülmelidir. Bağ-Kur primlerini ödeyemeyen çiftçilerimizin bu sigorta
primlerini nasıl ödeyeceğini de bilmek istiyoruz. Zaten, bütçe gerçekleşmeleri
dikkate alındığında, AKP Hükümetinin, tarım sigortalarına devlet desteği olarak
125 000 000 dolar civarında bir destek vereceği gözönüne alınırsa, çiftçilerimizin
umduklarını bulamayacakları görülecektir. Yalnızca Nisan 2004'te don ve sel
zararının 1,6 milyar dolar; yani, 2 katrilyon lira olduğu görülürse, devletin
ayırdığı sigorta desteğinin gülünçlüğü de açıkça ortaya çıkar. Zaten, tasarının
12 nci maddesinde "Bakanlığın teklifi ve Bakanlar Kurulunun kararı ile
kapsama alınacaklar" ifadesi getirilerek sınırlamayı yasal hale getirmiş
bulunmaktadır.
Tarımda öngörülen
sigortayı yatırmayanların 2090 sayılı Tabiî Afetlerden Zarar Gören Çiftçilere
Yapılacak Yardımlar Hakkında Kanundan yararlanamayacakları belirtilmektedir.
Ülke çiftçisini gözönüne getirirsek, bana göre, kanun çıkmadan canı çıkmış gibi
bir durum almış görünmektedir.
Değerli arkadaşlarım,
Türk çiftçisinin Avrupa Birliği
ülkeleriyle yarış yapabilmesi gerekir. Bunun için de Avrupa Birliği ülkelerine
yapılan yardımları da gözönüne almamız gerekmektedir. Biliyorsunuz, tek
Yunanistan'ı misal vereyim, 1977 yılından 1982 yılına kadar Avrupa Birliği
Yunanistan'a 90 milyar avro yardım yapmış bulunmaktadır. Bunun da 50 milyar
avrosu çiftçilere verilmiştir Yunanistan'da ve nüfusu 12-13 milyondur.
Türkiye'ye vereceği 2013 yılına kadar 5,5 milyar avrodur ve bu da,
çiftçilerimize merhem olur mu olmaz mı bilmiyorum.
Değerli arkadaşlarım, bu
durumda, Türk çiftçisini Avrupa çiftçisi seviyesine çıkarmak mümkün
olmayacaktır. İlgililerin Türk çiftçisine bakış açısını mutlaka değiştirmesi
gerekmektedir.
Bu tasarıyla, şirketi
yönetecek havuzun şirket şeklinde kurulması öngörülüyor değerli arkadaşlarım. O
zaman, hasarsız yıllarda toplanan primlerin önemli bir bölümü şirket kârı
olarak kaydedilecektir. Halbuki, primler bir sonraki yıla devredilmeli,
böylece, hasar ödeme yeteneği artırılmalıdır diye düşünüyorum.
Ülkemiz engebelidir;
uydudan yararlanarak, diğer ülkelerin yaptığı gibi tespit yapmak doğru
değildir. Farklı iklime, engebeli bir coğrafyaya sahip olan ülkemizde, yerinde
ve uzmanlar tarafından tespitler yapılmalıdır; yani, ülkemizde endeks sigorta
şirketi sistemi uygulaması gerçekçi bir uygulama olamaz.
Değerli arkadaşlarım,
teknoloji çok gelişti biliyorsunuz. Sonbaharda uydudan ne kadar buğday
ektiğimiz tespit ediliyor. Türkiye'nin yıllık ortalama buğday tüketimi 18 000
000 ton; dolayısıyla, asgarî veya azamî ortalama olarak, dönümden ne kadar
buğday alınacağı da belli. O zaman, 25 000 000 ton buğdayımız olacaksa, 6-7
milyon ton satış anlaşması yapıyoruz. Eğer, eksik olursa, alma anlaşması
yapıyoruz.
Şimdi, geçen gün,
Manavgat'tan bir telefon aldım. Dediler ki: "Hocam, müsait misin?"
Dedim ki, müsaidim. "Biliyor musunuz, Mısır firavunlarının kemikleri
çıkarılmış, laboratuvarlarda incelenmiş ve Mısır firavunlarının kaç yıl
yaşadıkları tespit edilmiş" dedi. Bundan neden bahsediyorsun bana dedim ve
şunu söyledi: -Ben, arkadaşların söylediklerinden bahsetmiyorum- "Yahu, bu
kadar teknoloji ilerledi de, uydu var da, bu kaçakçılığı neden
önleyemiyorsunuz? Bulgaristan'dan et geliyor tırlarla, et… Devlet, niçin bu
kaçakçılığı önleyemiyor? Bizim sığırlarımız, sıpalarımız evde kaldı" dedi.
Benim diyecek bir sözüm yok buna. (AK Parti sıralarından gülüşmeler) Değerli
arkadaşlarım, buradan kaçıncı defadır söylüyoruz... Lütfen… Lütfen…Gülersiniz,
ama, kaçakçılığın doğru olduğunu da… Bir komisyon kurarak, akaryakıt
kaçakçılığını önleme tespitine başladınız. Bunu şimdiye kadar neden yapmadınız?
Yılda 5 milyar dolar kaçakçılık yapılıyor etten, akaryakıttan da 7 milyar dolar
yapılıyor arkadaşlar; bunu önleyemezsek, konuşmaya hakkımız yok. Hükümet niçin
vardır; bunları önlemek için vardır. Sınırlarına hâkim olamayan bir devlet
düşünebiliyor musunuz? Bunlar çok acıdır, çok acı!..
Değerli arkadaşlarım,
Türk çiftçisi, cumhuriyet tarihimizin bunalımlı dönemlerinden geçiyor. Avrupa
Birliğinin yaptırımlarını Türk çiftçisine dayatarak bir yere varamayız. Avrupa
Birliğinin dayatmalarını eğer bilemezsek, netice almamız mümkün değildir. Eğer,
Avrupa Birliği, gerçekten, Türkiye'nin kalkınmasını istiyorsa, Türk çiftçisinin
kalkınmasını istiyorsa, kendi ülkesine, çiftçisine yaptığı paraları bize de
versin. Yaptırımlara gelince bol, fakat, tatbikata gelince yok. Onun için,
hükümetimiz de, artık, Avrupa Birliği ülkelerinin sözlerine güvenerek yola
çıkacağına, biraz da Türk Milletinin, Türk çiftçisinin sözlerine güvenerek yola
çıkarsa çok iyi olur.
Biliyorum, biliyorum,
yani, sıkıntınızı anlamıyor değilim, ben Antalya köylerini en çok gezen
milletvekillerinden biriyim, köylere giremediğinizi de biliyorum, çiftçilerin
yanına gidemediğinizi de biliyorum. Haklısınız, yani, Türk çiftçisi de haklı.
Onun için, birazcık, dikkatinizi Türk çiftçisi üzerine yöneltmenizi diliyorum,
Türk çiftçisinin yanında yer almanızı diliyorum ve bu duygularla, hepinizi
saygı, sevgiyle selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Özcan.
Madde üzerinde, AK Parti
Grubu adına, Edirne Milletvekili Necdet Budak.
Sayın Budak, buyurun. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
(CHP milletvekilleri
Genel Kurul Salonunu terk ettiler)
AHMET YENİ (Samsun) - CHP
niye gidiyor?
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Budak.
AHMET YENİ (Samsun) - CHP
dinlesin!
ATİLLA EMEK (Antalya) -
Emaneti iade et, emaneti!..
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Budak.
AK PARTİ GRUBU ADINA
NECDET BUDAK (Edirne) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 3 üncü maddeyle
ilgili olarak AK Parti Grubu adına söz almış bulunmaktayım.
Tarım, zor bir konu; iktidar
ve muhalefet tarım davasına Avrupa Birliği davası gibi bakarsak ancak bir yere
varırız ve geçmişte olduğu gibi popülist politikalar yapmadan ve bilimsel
davranarak bunu anlatabiliriz.
Eğer, AK Parti Hükümeti
tarım konusunda başarılı mı değil mi diye bir tanımlama yapmak isterseniz,
burada OECD 2004 raporuna bakarak, Türkiye'de AK Parti Hükümetinin tarıma
vermiş olduğu destekleme rakamlarını ortaya koyarsak birçok şeyi ortaya koymuş
oluruz. Bakın, buradaki muhalefet partisi milletvekili arkadaşlarımız, doğal
olarak, demokrasi gereği bazı rakamlar veriyorlar. Avrupa Birliği, Amerika ve
Türkiye'nin tarıma vermiş olduğu destekleri, gelin, OECD 2004 rakamlarına göre
bir kıyaslayalım.
AHMET YENİ (Samsun) -
Bilim adamı konuşuyor, CHP terk edip gitti!
NECDET BUDAK (Devamla) -
Buradaki arkadaşlar, ben, bir tarım bilimcisi olarak, Mecliste bulunan bir
tarım profesörü olarak, ülkemizdeki çiftçilerin bu kürsüden kandırılmadan, bu
olayı nasıl gerçekleştireceğimizi, önümüzdeki on yıl içerisinde -geniş bir olay-
nasıl yapacağımızı ortaya koymamız lazım, bunun üzerinden politika yapmamız
lazım.
Bakın, Avrupa Birliğinde,
2004 yılında -OECD raporu- tüketiciler üzerinden çiftçilere aktarılan destek 60
milyar euro, bütçeden 60 milyar dolar…
NECATİ UZDİL (Osmaniye) -
Dilimin yüzde kaçı?
NECDET BUDAK (Devamla) -
OECD raporu, size fotokopisini verebilirim.
…ve gayri safî millî
hâsıla içerisinde toplam desteğin payı yüzde 1,32; bakın, yüzde 1,32.
Amerika'ya bakalım.
Amerika'da çiftçilere tüketiciler üzerinden transfer edilen miktar 16 milyar
dolar, bütçeden ayrılan pay 79 milyar dolar ve toplamının gayri safî millî
hâsıla içindeki payı yüzde 1 civarında.
Türkiye'ye bakalım.
Avrupa Birliği yüzde 1, Amerika yüzde 1, AK Parti Hükümetinin, 2004 yılında
-OECD raporuna göre- çiftçiye vermiş olduğu destek…
NECATİ UZDİL (Osmaniye) -
AK Parti tarımı düzeltti!..
NECDET BUDAK (Devamla) -
Arkadaşlar, siyaset yapmadan, kandırmadan… Bu, bizim rakamımız değil, OECD
raporu.
Bakın, tüketiciler
üzerinden yapmış olduğumuz transfer 12 katrilyon, bütçeden ayırmış olduğumuz
pay yaklaşık 4 katrilyon ve toplam destekleme miktarının gayri safî millî
hâsıla içindeki payı ise -Amerika'dan ve Avrupa'dan yüksek olarak- yüzde 4,41.
(AK Parti sıralarından alkışlar) Bu rakamlar OECD raporu. Bunu algıladıktan
sonra, bardağın dolu ve boş tarafını birlikte tartışarak tarımla ilgili
politikalar geliştirebiliriz.
Bakın, bir başka konu;
diyorsunuz ki… Buradaki arkadaşlara, lütfen, ben rica ediyorum, iktidar olsun,
muhalefet olsun... Arkadaşımız diyor ki: "Köylere giremiyorsunuz."
Bakın, son kırk yılda, bu ülkede, bahar döneminde, çiftçi çocukları bilir,
paraya nakit ihtiyacımız olduğu dönem, çiftçinin cebinde para olmadığı dönem
bahar dönemidir; ama bu baharda doğrudan gelir destekleri ödendi ve bu hafta,
ayçiçeği yağlı tohum prim destekleri ödeniyor ve ilk defa, tarihsel olarak, en
kritik dönemde çiftçimizin cebine para girdi. Biz demiyoruz ki, her şeyi
hallettik; ama, bir nebze olsun cebine direkt para girdi ve ilk defa bu yıl bu
oldu. (AK Parti sıralarından alkışlar)
NECATİ UZDİL (Osmaniye) -
AK Parti tarım politikasını düzeltti!
NECDET BUDAK (Devamla) -
Bir başka olay; arkadaşlar, buğdayı devamlı tartışıyorsunuz. Ben Edirne için
söyleyeyim; 2003 yılında Edirne'nin buğday verim ortalaması 300 kilogram, 2004
yılındaki verim ortalaması 475 kilogram. Muhalefet partisi olarak, doğal olarak
neyi eleştiriyorsunuz; 2003'te de 300 000 liraydı, 2004'te de 300 000 lira.
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) -
Osmaniye'de 700 kilo; daha yeni aldık.
NECDET BUDAK (Devamla) - Evet.
Şimdi, burada bu
rakamları dikkatle irdeleyelim, bu rakamlar gerçek rakamlar.
Hükümetin görevi ne?
İthalatı durdurdu, duvarları kapattı; bir. İkincisi, süne mücadelesini -geçen
sene için söylüyorum- iyi yaptı.
NECATİ UZDİL (Osmaniye) -
1974'teki ithalat ne kadardı?
NECDET BUDAK (Devamla) -
Yağış çok iyi oldu. Enflasyonu düşürdü, yüzde 12 enflasyon ve yüzde 20 kâr
payını koyarak hesaplarsınız; 175 kilogramlık yüzde 50'lik verim artışını da
hesaplarsınız; göreceksiniz, bakacaksınız ki, eleştirecek hiçbir şey yok, bir
miktar olsun telafi var.
Ayrıca, buraya çıkan
arkadaşlar, mazot-gübre olayını dile getiriyorlar ve ben, burada, üzüldüğüm bir
şeyi söyleyeyim bir bilim adamı olarak: Biz, köylülerimizi, çiftçilerimizi,
üreticilerimizi kandırmamalıyız ve bunun üzerinden siyaset yapmamalıyız. (AK
Parti sıralarından alkışlar) Bu insanlar, buradaki kürsüden bakılanlara,
duyduklarına inanarak bir şeyler yapmaya çalışıyorlar.
O zaman, bakın, Amerika
ile Türkiye'yi kıyaslıyorsunuz; Amerika'daki mazotun fiyatı ile Türkiye'deki
mazotun fiyatını kıyaslayabilirsiniz. Artı…
NECATİ UZDİL (Osmaniye) -
Yüzde söyle!..
NECDET BUDAK (Devamla) -
Yüzde söyleyeyim.
Bakın, Amerika'da mazot
fiyatı…
NECATİ UZDİL (Osmaniye) -
Yüzde söyle!..
NECDET BUDAK (Devamla) -
Bakın, söylüyorum Necati Bey, söylüyorum; dinleyin de bakın.
Mazot fiyatı, Amerika'da
750 000 lira, bizde 2 katından fazla.
Gübre farkı Amerika'da
250 dolar, Türkiye'de 350 dolar…
V. HAŞİM ORAL (Denizli) -
Necati Bey, kalk, gidelim; biz bu arkadaşı dinlemek zorunda değiliz.
NECDET BUDAK (Devamla) -
Eğer böyle yaparsak…
Yani, ben, burada, inanın
ki, siyaset yapmıyorum, üreticileri düzgün aydınlatmak için yapıyorum.
Dinleyin, öğrenin. (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
V. HAŞİM ORAL (Denizli) -
Senin öğreneceğin çok şey var.
NECDET BUDAK (Devamla) -
Eğer 250 dolarsa…
V. HAŞİM ORAL (Denizli) -
AKP'den gidip milletvekili olsaydın sen! Önce git, iade et aldığın şeyi!
NECDET BUDAK (Devamla) -
Dinle arkadaşım, öğren; dinle, öğren. Ben siyaset yapmıyorum, bilimsel
rakamları konuşuyorum.
V. HAŞİM ORAL (Denizli) -
Sen siyasetin hem en kalitesizini yapıyorsun!.. En kalitesizini yapıyorsun!..
NECDET BUDAK (Devamla) -
Dinle bak, OECD raporu.
BAŞKAN - Sayın Oral,
lütfen…
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elazığ) -
Necdet Bey… Necdet Bey... İhtiyacı olan dinler; sen boş ver; devam et.
BAŞKAN - Sayın Budak,
Genel Kurula hitap ediniz.
Buyurun.
NECDET BUDAK (Devamla) -
Mazot fiyatı…
Arkadaşlar, biz, siyasî
parti ismi koymuyoruz. Burada, köylüleri, üreticileri aydınlatmamız lazım;
başka bir şey değil. (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri,
alkışlar)
Mazot fiyatı Amerika'da
750 000 lira, bizde 1 800 000; gübre fiyatı 250 dolar, bizde 350 dolar. Birim
alandaki maliyet ile bizim maliyetimizi kıyasladığınız zaman, gübre ve petrolde
dışarı bağımlı olan Türkiye'de doğal olarak maliyet yüksek ve buna rağmen
ithalatı durduruyoruz ve buna rağmen, biz, dışarıdaki buğday fiyatının 2 katı
fiyat vererek, çiftçimizi korumaya çalışıyoruz. Yani, dışarıda, şu anda 150
dolar civarında buğdayın tonu, bizde bunun yaklaşık 2 katı. Biz, buğday
fiyatını yaklaşık 2 kat vererek, çiftçimizi korumaya çalışıyoruz.
Burada, tabiî, söylenecek
çok olumlu şeyler de var, eksilerimiz de var. Yani, şöyle bir şey de var:
Arkadaşımız, çıkıyor, burada "çiftçi Bağ-Kur emeklileri ödeyemiyor"
diyor. Şunu unutmamak gerekir ki, 2002 başında Bağ-Kur çiftçi emeklilerine
yüzde 100 zam yapıldı. Bunların söylenmesi lazım. Artıları da söyleyelim,
eksileri de; ama, tabiî, şu da bir gerçek, Türkiye'de, şimdiye kadar, tarım
politikaları, devamlı, tek yıllık ve günü kurtarıcı yapılmış; ama, şimdiden
sonra beş yıllık plan yapılıyor. Avrupa Birliği sürecinde olsun, buradaki iki
partili dönemde olsun, bu beş yıllık süreçte, bizim, üretim planlamasına
geçmemiz lazım. Bu konuda eksikliklerimiz var. Belki, bölgesel anlamda
destekleme politikaları geliştirmemiz lazım. Bunların başında da arazi kullanım
planları geliyor. İşte, Toprak Kanunu, yine, Tarım Sigortası geliyor ve bunlara
hiç kimsenin bir itirazı yok. Ben anlamıyorum; Tarım Sigortası Yasası
tartışılırken burada başka konuların gündeme gelmesini anlamıyorum. O zaman,
biz, tarım sigortasını istemiyor muyuz? Toprak Kanununu tarihte ilk defa bu
Meclise getiriyoruz iktidar-muhalefet; istemiyor muyuz ki, çarpıtıyoruz?!
O bakımdan, bardağın dolu
tarafında birçok şey var, bu OECD raporu bütün bunları açıklıyor; ama,
yapacağımız çok şey de var. Süt politikasında, et politikasında, bitkisel
üretim ve hayvansal üretimde geliştirmemiz gereken politikalar var; ama,
bunları hep birlikte başarabiliriz diyorum.
Saygılar sunuyorum. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum. (AK Parti sıralarından "geliyorlar" sesleri)
AHMET YENİ (Samsun) -
Necdet Bey, geliyorlar; kürsüye bir daha çıkın.
BAŞKAN - Madde üzerinde,
şahsı adına, İzmir Milletvekili Sayın Bülent Baratalı; buyurun. (CHP
sıralarından alkışlar)
Süreniz 5 dakika.
BÜLENT BARATALI (İzmir) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri… (AK Parti sıralarından "Necdet Hoca
geliyor" sesleri)
MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU
(Tokat) - Geliyor, Necdet Hoca geliyor.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU
(Antalya) - Edirne'ye giremiyorsun Necdet,
yazıklar olsun!..
BAŞKAN - Saygıdeğer
arkadaşlarım, lütfen hatibi dinleyelim.
Buyurun Sayın Baratalı,
Genel Kurula hitap ediniz.
BÜLENT BARATALI (Devamla)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Tarım Sigortaları Kanunu Tasarısı
hakkında şahsım adına görüşlerimi ifade etmek için söz almış bulunmaktayım;
Değerli Başkanı ve Sayın Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Tarım Sigortaları Kanunu Tasarısı hakkında Plan ve Bütçe
Komisyonu üyesi olmam sıfatıyla düşüncelerimi, ayrışık oyda belirtmiştim, bu
düşüncelerimi burada da ifade ettikten sonra, izin verirseniz, bir tabiî
afetten bahsetmek istiyorum.
30.5.2005 günü İzmir'in
Kiraz İlçesinde çok önemli bir doğal afet meydana gelmiştir. Erik büyüklüğünde
yağan, uzun süre devam eden bir doludan sonra, bu, sel baskınına dönmüş ve
Kiraz'ın Yeniköy, Avunduruk, Haliller, Umurcalı, Karaman, Kaleköy ve Yenişehir
Köylerinde çok önemli zararlar meydana gelmiştir. Ayrıca, Kiraz İlçesinin
Yeniköyünde doğal afet nedeniyle de bir yurttaşımız, maalesef, yaşamını
yitirmiştir. Ben, buradan, yaşamını yitiren yurttaşımız Adem Göktaş'a Tanrıdan
rahmet diliyorum ve ailesine başsağlığı diliyorum. Ayrıca, 7 tane köyümüzde
meydana gelen bu doğal afet nedeniyle, 20 yurttaşımızın evi yıkılmıştır,
oturulamayacak hale gelmiştir. Yine, İzmir'in Kiraz İlçesi, zaten 28 ilçe
içinde, toprak yönünden olsun, gelişme yönünden olsun, en gerilerde kalan bir
ilçesidir, o nedenle, Karaburun, Kınık'la beraber 3K olarak anılır ve buralarda
devlet, vilayet, özel kalkınma girişimlerinde bulunur. Maalesef, ekonomik
olarak en geri kalmış bu ilçemizde bu afet de yaşanmıştır.
Şimdi, Cumhuriyet Halk
Partisinin bir heyeti bölgede inceleme yapmaktadır. Bu sabahtan itibaren
incelemeler yapılmıştır. Sayın Kemal Anadol başkanlığındaki, Ali Rıza Bodur ve
bölge milletvekillerinden oluşan arkadaşlarımız, şu anda hâlâ daha köylerde
bulunmaktadır.
Değerli arkadaşlar, onlardan
aldığım bilgiye göre, arazi tamamen vasfını kaybetmiştir. Bütün yelpaze
içindeki mahsul tamamen yok olmuştur; salatalık, tütün ve karpuz gibi
yelpazeden oluşan ürünler tamamen kaybolmuştur. Atılan bütün gübreler tamamen
sele karışıp gitmiştir. Yollar ve tarlalar, tamamen dere haline gelmiş
bulunmaktadır ve geri dönüşü de pek mümkün olamayacaktır.
Anlattıklarına göre,
yağan dolulardan meydana gelen bu yıkımda, bu köylerde bulunan bütün evlerin
çatılarındaki marsilya kiremitlerin tamamı kırılmıştır. Yani, insanlarımız
evsiz kalmıştır, tarla kaybına uğramışlardır ve yapılan bütün masraflar şu anda
yok olmuş bulunmaktadır.
Hasar tespiti
çalışmalarına henüz yeni başlanmıştır. Sadece, bu köylere, İzmir'in Sayın
Valisi gitmiştir; Sayın Validen başka giden kimse bulunmamaktadır. Yani, sonuç
olarak, burada meydana gelen doğal afet nedeniyle, şu ana kadar, hükümetimizden
herhangi bir sayın bakan veya sayın bakanı temsilen herhangi bir yetkili buraya
gitmemiştir, köylülerle konuşmamıştır. Ben buradan, şimdi, Sayın Bakana bunları
bildirmeyi kendimde bir görev hissediyorum ve Sayın Bakanı, buradan, göreve
çağırıyorum; daha doğrusu, devleti göreve çağırıyorum. Bir an önce, Kiraz'ın
köylerindeki bu doğal afet yıkımını karşılamak için, devlet, görevini
yapmalıdır.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Baratalı,
konuşmanızı tamamlar mısınız, lütfen.
Buyurun.
BÜLENT BARATALI (Devamla)
- Bitiriyorum Sayın Başkan.
Bunun için ille bir tarım
sigortasına gerek yoktur. Sosyal devletin, dayanışmacı devletin bu görevi
bulunmaktadır. Sayın Bakandan tekrar rica ediyorum; yarından tezi yok, bu
konuya eğilirlerse, köylüler adına da minnettar olacağım.
Yalnız, hasar tespiti
yapılırken değerli milletvekilleri, bu hasar tespiti heyetinin pratikte
yetişmiş arkadaşlardan olması gerekmektedir. Yani, kitaplardan okuyarak, bu işi
kitaplardan bilerek, kafasındaki yeni dünya ile Türkiye'yi karıştırarak bu işi
yapan arkadaşları oraya göndermeyelim. O nedenle, tatbikatçı, küçük ziraat
memurlarından oluşan bir heyet gönderirsek, daha doğru şeyler yapmış oluruz.
Kafası karışık olan profesör arkadaşlarımızı oraya göndermememiz gerekmektedir.
Bu nedenle, ben, tekrar, konuyu bu yöne çeviriyorum ve devletin, devlet olarak
görevini yapması gerektiğini düşünüyorum ve devleti göreve çağırıyorum.
Bu nedenle, değerli
arkadaşlarıma saygılar sunuyorum.
Teşekkür ederim. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Baratalı.
Sayın milletvekilleri,
madde üzerinde soru-cevap işlemi gerçekleştireceğiz.
Sayın Koç, buyurun.
HALUK KOÇ (Samsun) -
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Aracılığınızla, Sayın
Bakana tek bir soru yönelteceğim, bir de ufak yorum yapacağım. Şimdi, sistemde
stratejik önemi olan, tarımsal üretimin sürdürülmesine yönelik, kamu yararı
ilkesine uyarlı olmayan birtakım yapılar mevcut gibi gözüküyor; ama, geneline
baktığımız zaman, tarım sigortalarının ülkemiz için ne denli önemli olduğunu
bütün konuşmacılar vurguluyor.
Şimdi, ben sorumu
yöneltiyorum. Bu sistemi yönetecek havuzun şirket şeklinde kurulması, bir
bağlamda, doğal olarak, hasarsız yıllarda toplanacak primlerin önemli bölümünün
şirket kârı olarak kaydedilmesi sonucunu doğuracak. Oysa, aynı yapı, mesela bir
kooperatif, finans kurumu şeklinde kurulduğunda, hasarsız yılların primleri bir
sonraki yıla devredecek; Böylelikle, sistemin hasar ödeme yeteneği artacak,
sistemin. Bu konuda acaba Sayın Bakan ne düşünüyorlar?
Yorumum da şu: Demin
konuşmasını dışarıdan televizyonda izlediğim ve tarımda bilim adamı olduğunu
söyleyen arkadaşımız, Amerika'da değil, Türkiye'deki gerçeklerle konuşmak
zorunda. Her şeyden önce, bir bilim adamının 40 yaşında bir doğrultu
tutarlılığını sergilemiş olması lazım. Onun için, konuşmalarının tümü
tutarsızdır.
Teşekkür ediyorum.
FARUK ÇELİK (Bursa) -
Ayıp, ayıp!
BAŞKAN - Sayın Bakanım,
buyurun.
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI
SAMİ GÜÇLÜ (Konya) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Cumhuriyet Halk
Partisi Grup Başkanvekili Sayın Koç'un, bundan önceki görüştüğümüz gündem
maddesinde de dile getirdiği hususa çok kısa olarak cevap vermek istiyorum.
Burada, havuzu işletecek
olan şirketin amacı kâr değildir. Belki, şirket statüsünün bu yönüyle, izahı
gerektirecek bir yönü olduğu akla gelebilir; ama, burada esas, sisteme
katılacak şirketlerin ortak olarak, katılarak kurdukları bir şirkettir ve esas
sigorta şirketlerinin kârı, satmış oldukları poliçe karşılığı elde edecekleri
komisyondan doğmaktadır. Yani, ortak kurulacak şirketin amacı kâr etmek
değildir. Eğer, bu şirket faaliyetleri sonucunda bir pozitif bakiye kalıyorsa,
bu, müteakip yılın havuzuna intikal edecektir ve dolayısıyla, hadisenin
gelişmesine katkı sağlayacak bir yönü vardır. Yani, şirketin burada kârlılığı
söz konusu değildir.
Ben, bugün görüşülmekte
olan Tarım Sigortaları Yasa Tasarısına yönelik dikkatlerin bu noktaya
toplanmasını tekrar sizlerin takdirlerinize arz ediyorum.
Saygılar sunuyorum.
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Bakanım.
Madde üzerinde 1 adet
önerge vardır; önergeyi okutup işleme alacağım.
31.5.2005
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 879
sıra sayılı Tarım Sigortaları Kanunu Tasarısının 3 üncü maddesinin (ı) bendinin
aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederim.
Saygılarımla.
ı) Çiftlik hayvanları:
Büyükbaş hayvanlar, küçükbaş hayvanlar, kümes hayvanları ve su ürünleri
yetiştiriciliği ürünlerini,
Mehmet
Eraslan
Hatay
BAŞKAN - Komisyon
önergeye katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU
SÖZCÜSÜ SABAHATTİN YILDIZ (Muş) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN - Hükümet?..
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI
SAMİ GÜÇLÜ (Konya) - Katılmıyoruz efendim.
BAŞKAN - Sayın Eraslan,
konuşacak mısınız?
MEHMET ERASLAN (Hatay) -
Evet Sayın Başkan.
BAŞKAN - Buyurun.
MEHMET ERASLAN (Hatay) -
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Az önce, Edirne Milletvekili
Necdet Budak Bey, birkaç rakam verdi. Ben de, müsaade ederseniz, birkaç rakam
vermek istiyorum.
Amerika Birleşik
Devletlerinde, 1 kilogram buğdayla 1 litre mazot alınıyor. Bu çok önemli.
Ülkemizde, 6 - 7 kilogram buğdayla ancak 1 litre mazot alabiliyoruz. Avrupa
ülkelerinde 1 kilovat elektrik enerjisi, çiftçinin sulamada kullandığı elektrik
enerjisi 3 - 4 sent iken, ülkemizde 8 - 9 senttir. Avrupa desteklerini 20 misli
artırırken, bize, desteklerinizi kısın, sübvansiyonlarınızı kısın, transfer
harcamalarınızı kısın diye -aynı zamanda IMF kanalıyla- öğüt veriyor. Amerika
Birleşik Devletlerinde, 25 milyar dolar çiftçiye destek vardır.
MEHMET SARI (Osmaniye) -
Amerika'nın bütçesi ile Türkiye'nin bütçesi bir mi?
MEHMET ERASLAN (Devamla)
- Avrupa Birliği ülkelerinde, 50 milyar euro çiftçiye destek yapılmaktadır;
fakat, Türkiye'de, sadece 2,5 milyar dolar destek tahakkuk etmektedir.
Kendileri 20 kat fazla destek verirken, biz IMF'ye, tarım sektörünü yüzde
20'lere indireceğimizi ve sübvansiyonları kısacağımızı ifade ediyoruz. Bu da
ayrı bir çelişki; Türk çiftçisine farklı yansıtılan politikaların içyüzü.
Değerli arkadaşlar, 10
hektardan az -bunlar resmî rakamlardır- toprağa sahip yoksul ve küçük
çiftçilerimizin toplam arazi içindeki payı yüzde 42. Yani, Türkiye'de tarım
arazilerinin yarısını küçük çiftçilerimiz oluşturuyor; 10 hektarın altında
olan, yoksul ve küçük çiftçilerimiz oluşturuyor. Dolayısıyla, bu bize neyi
gösteriyor; her geçen yıl, her geçen gün tarım sektörünün küçüldüğünü,
arazilerin bölündüğünü ve verimsiz bir hale geldiğini, ekonomik ve rantabl
olmaktan çıktığını aynı zamanda gösteriyor; ama, kanunun 17 nci maddesinde de
ne deniliyor; sigorta primlerini ödemeyenler bu kanundan yararlanamaz.
Şimdi, yani, 10 hektarın
altında olan çiftçilerimizin toplam arazilerin içindeki payı yüzde 42 olacak,
hemen hemen yarısı olacak… Yani, bunlara biraz destek olalım. 10 hektar arazisi
olan insan, zaten, ailesinin, çoluk çocuğunun geçimini temin edemez,
edemeyecek. Dolayısıyla, arkadaşlar, bence -Sayın Bakanıma da rica ediyorum-
biz bir ölçü koyalım ve onun altındaki güce sahip, 10 hektarın altındaki mal
varlığına sahip çiftçilerimizin sigorta primleri, belli bir süre için -sürekli
değil; ama, belli bir süre için- devlet tarafından karşılansın dersek, daha
uygun bir kanun tasarısı çıkarmış oluruz diye düşünüyorum.
Değerli arkadaşlar, sıkı
para politikaları ve sıkı maliye politikaları devam etmektedir. Transfer
harcamaları, yine sıkı para politikaları kapsamında devam etmektedir ve
maalesef, sulama sorunu… Ben kendi bölgemden biliyorum. Bakın, Amik Ovasında
çiftçiler sulayacak suyu bulamıyor. Bu yaz, çok, böyle, dehşet şeyler de
olabilir; çok, böyle, zarar ziyan noktasında gelişmeler de olabilir.
Türkiye'nin muhtelif yerlerindeki sulama sorununu bir an önce çözmek
durumundayız; bir an önce, sulama sorunu ve sulamaya ilişkin girdi
maliyetlerini düşürmek zorundayız. Bu, elzemdir, lazımdır.
Diğer bir konu da, Toprak
Mahsulleri Ofisi henüz buğday alımlarına başlamadı; ama, bakın, Hatay'da, şu
an, Ofisin önünde, kilometrelerce uzunlukta, böyle, kuyruklar oluşmuş durumda;
fakat, Sayın Bakanımız da burada oturuyorlar. Talimat buyururlarsa, talimat
verirlerse bir an önce, bu kuyrukların daha fazla uzamaması açısından... Hava
da yağışlı, yağmur da yağıyor, zarar gören ürünler de var. Bir an önce... Yani,
arazilerden toplandı, ofisin önüne geldi; bunları bir an önce almaya çalışalım.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Eraslan,
lütfen konuşmanızı tamamlar mısınız.
Buyurun.
MEHMET ERASLAN (Devamla)
- Biz, buradaki, değerli arkadaşlar, bu 3 üncü maddedeki vermiş olduğumuz
önergeyle şunu kastettik, şunu amaçladık: Burada çiftlik hayvanları ifade
edilirken, büyükbaş hayvanlar, küçükbaş hayvanlar, kümes hayvanları ve su
ürünleri yetiştiriciliği ürünleri olsun dedik. Neden; kanunda bu ibareler
açıklanırken, kanunda kültür balıkçılığı ürünleri var sadece, sadece kültür
ürünleri balıkçılığı. Bu, dar bir kapsam; fakat, benim sunmak istediğim, benim
söylemek istediğim, su ürünleri yetiştiriciliği dersek daha geniş bir kapsama,
daha geniş bir kesime biz bu kanunu uygulama şansını yakalamış oluruz, geniş
bir kesimle bu kanun uygulamaya konulmuş olur diyorum ve bunun
değerlendirilmesini görüşlerinize, Yüce Heyetinize tekrar arz ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Eraslan.
Sayın milletvekilleri,
Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
4 üncü maddeyi
okutuyorum:
İKİNCİ BÖLÜM
Kuruluş, Görev, Yetki ve
Sorumluluklar
Havuz
MADDE 4.- Bu Kanun
kapsamındaki risklerin teminat altına alınması, standart sigorta poliçelerinin
belirlenmesi, hasar organizasyonları, aktüerya çalışmaları, tazminat
ödemelerinin yapılması, reasürans teminatının sağlanması, tarım sigortalarının
geliştirilmesi, yaygınlaştırılması ve izlenmesi ile diğer teknik hizmetlerin
yürütülmesi amacıyla Havuz kurulmuştur.
Havuz; kapsama alınan
riskler için sigorta, reasürans ve retrosesyon yapmaya yetkilidir. Sigorta
şirketleri, bu Kanun kapsamında tarım sigortaları alanında elde ettikleri
primin tamamını Havuza devretmekle yükümlüdür. Sigorta şirketlerine Havuza
devrettikleri primler için Havuz tarafından tahsil edilen kısmı üzerinden
komisyon ödenir. Sigorta şirketleri tarafından Havuza zamanında devredilmeyen
primler 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine
göre tahsil edilir.
Havuz, Bakanlık ve
Müsteşarlıkça müştereken çıkarılacak yönetmelikle belirlenecek esaslar
çerçevesinde 9 uncu maddede belirtilen Şirket tarafından yönetilir.
Havuzun merkezi İstanbul'dur. Havuz, bu Kanun
kapsamındaki faaliyetleri bakımından 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol
Kanunu ile 4734 sayılı Kamu İhale Kanununa tâbi değildir.
BAŞKAN - Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsı adına, Giresun Milletvekili Sayın Mehmet
Işık; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA MEHMET
IŞIK (Giresun) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 879 sıra
sayılı Tarım Sigortaları Kanunu Tasarısının 4 üncü maddesi üzerinde şahsım ve
Grubum adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Yakın zamanda çok acısını
çektiğimiz tarımda doğal afetlerin verdiği zararı giderecek bir yasayı görüşmek
üzere buradayız. Hepimizin bildiği gibi, 2004 Nisan ayında ülkemiz büyük bir
don zararına uğramış, başta fındık olmak üzere, zeytin, kayısı, üzüm bahçeleri
dondan büyük zararlar görmüş; fakat, çiftçimizin bu zararları, maalesef, bugüne
kadar karşılanamamıştır. Bu konuyu konuşmamın sonuna bırakarak kanunla ilgili
görüşlerimi belirtmek istiyorum.
Değerli milletvekilleri,
ileri ülkelerde sigorta uygulaması don zararlarına karşı başlamış; bilahara,
devlet desteği de sağlanarak, diğer doğal afetlere karşı sigorta sistemi
geliştirilmiştir. Dünyada bu sistemi en başarılı uygulayan ülkenin İspanya
olduğu söylenmektedir, bilinmektedir. İspanya'da uygulanan sistem, havuz
sistemidir. Bu yasayla da, yine ona paralel bir sistem Türkiye tarım sigortasında
getirilmek istenmektedir. Yasanın getirdiği sistemde, çiftçilerin sigorta
şirketlerine ödediği primler ve devlet katkısı havuzda toplanmakta; hasarlar,
bu havuzdan, doğrudan çiftçiye ödenmektedir. Bu yasayla, sigorta şirketlerinin
havuza ortak olması sağlanmaya çalışılmaktadır. Havuzun işletilmesine ilişkin
iş ve işlemler, havuza katılan sigorta şirketlerinin eşit oranda pay sahibi
olacağı anonim şirket statüsündeki bir şirket tarafından yönetilecek ve
geliştirilecektir.
Havuz sistemiyle, kanun
kapsamındaki risklerin teminat altına alınması için tip sözleşmelerin
belirlenmesi, hasar organizasyonları, aktüerya çalışmaları, tazminat
ödemelerinin yapılması, reasürans teminatının sağlanması, sigortanın
geliştirilmesi, yaygınlaştırılmasının sağlanması öngörülmektedir. Havuz
kapsamına alınan riskler için, sigorta, reasürans ve retrosesyon yapmaya
yetkili kılınmaktadır.
Bu sistemde, sigorta
şirketleri, elde ettikleri gelirlerin tamamını havuza devredecekler ve
devrettikleri primler üzerinden komisyon alacaklardır. Havuzun kaynakları,
sigorta şirketleri tarafından tahsis edilen primlerden, devlet tarafından
verilen desteklerden ve bunların çeşitli şekillerde değerlendirilmesinden
meydana gelmektedir ve ayrıca da, kredi alma olanağı sağlanmaktadır. Bu gelirler,
tarımsal ürünlerde doğal afetlerden meydana gelen zararları ödemekte
kullanılacaktır.
Değerli arkadaşlarım,
bugüne kadar, ülkemizde, tarımın doğal afetlerden gördüğü zararlarla ilgili
olarak çeşitli uygulamalar yapılmıştır. Bunlardan birisi, 1948 yılında 5254
sayılı Muhtaç Çiftçilere Ödünç Tohumluk Verilmesi Yasası -bilahara
kaldırılmıştır- 2090 sayılı Tabiî Afetlerden Zarar Gören Çiftçilere Yapılacak
Yardımlar Hakkında kanundur; ancak, bu yasalar, çiftçimizin sorunlarının
çözümüne herhangi bir katkı sağlayamamıştır.
Bugüne kadar çiftçi
zararlarının sigorta edilmesi sigorta şirketleri tarafından yapılmakta ise de,
devletin bu risklere karşı herhangi prim desteği olmadığı için, bu sistem
gelişememiştir, ilerleyememiştir, yaygınlaşamamıştır.
Değerli arkadaşlarım,
halen ekili alanlarımızın yüzde 1'i, çiftlik hayvanlarının da binde 2'sinin
sigorta kapsamı içinde olduğu dikkate alınırsa, çiftçimizin ne kadar sahipsiz
olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Bu yasayla, bu duruma bir çözüm getirilmesi
önerilmektedir.
Değerli arkadaşlarım, bu
noktaya gelmişken, 2004 yılında meydana gelen don afetinin getirdiği zararın
çiftçiler üzerinde meydana getirdiği zararların telafisiyle ilgili olarak
uygulamalardan da bahsetmek istiyorum. Hepimizin bildiği gibi, 2004 Nisan ayında
ülke çapında büyük bir don zararı meydana gelmiştir. Bu don zararından sadece
Giresun'da 214 trilyon lira zarar husule gelmiştir. Bu, Tarım Bakanlığının
rakamıdır, Tarım Bakanlığının yaptığı tespittir. Çeşitli gerekçelerle, bunun
121 trilyonunun ödeneceği karara bağlanmıştır. İlk olarak yüzde 15'inin
ödeneceği ileri sürülmüş, vaat edilmiş; ancak, maalesef, yüzde 15'i değil,
yüzde 10'u ödenebilmiştir; yani, Tarım Bakanlığının yüzde 90'ı ödemek için ne
beklediğini bilemiyoruz. Çeşitli sebeplerle sordum, fırsatlarla sordum, bugüne
kadar bir cevap alamadım; şimdi bu fırsat bir kez daha önüme geldi, tekrar
soruyorum:
Sayın Bakan, çiftçi
zararlarının yüzde 90'ını ne zaman ödeyeceksiniz? Bunu, Giresun halkı bekliyor
ve buradan duymak istiyor. Eğer, ödemeyecekseniz "ödemeyeceğiz" deyin de, hiç olmazsa, ümitlenmesinler,
beklemesinler.
2004 yılında meydana
gelen zarar fındık ağaçlarında büyük hasarlara sebep olmuştur. Nitekim, bu sene
de fındık rekoltesi fevkalade düşüktür, yüzde 45 civarında tahmin edilmektedir.
Sayın Fatsa, biraz daha
fazla mı sizin oralarda?
EYÜP FATSA (Ordu) -
Bayağı iyi bu sene Sayın Milletvekilim.
MEHMET IŞIK (Devamla) -
Ben Giresun için konuşuyorum.
Çiftçimiz meydana gelen
zarardan dolayı perişan durumdadır; şu anda kullanması gereken gübreyi
kullanamamaktadır, ziraî mücadeleyi yapamamaktadır. Bu durum devam ettiği
takdirde, gübresini kullanmadığı ve ziraî mücadelesini yapmadığı takdirde, bu
seneki rekoltenin yüzde 45'in de altına düşeceği, köylümüzün geçmiş yıl çektiği
sıkıntının katlanarak devam edeceği anlaşılmaktadır. Çiftçimizin daha fazla
zarar görmemesi için, acilen, afet zararının ödenmesini, tekraren, burada rica
ediyorum.
Giresun'da aile başına
düşen arazi büyüklüğü 8 ilâ 10 dekardır, dönümdür. Zaten zor şartlarda hayatını
idame ettirmeye çalışan köylümüzün, ona bağlı olarak esnafımızın, bu yardıma
fevkalade ihtiyacı vardır ve beklemektedir. Giresun, başka şehirlere göçen
çiftçi, dükkânını kapatan esnafın şehri haline gelmek üzeredir.
Fındık, bu yıl 1 milyar
doların üzerinde bir gelir sağlamıştır ülkemize, döviz girdisi sağlamıştır.
Geçmiş yıllarda 650-700 milyon dolar civarında olan bu gelir, bu sene ürünün
azlığı ve dolayısıyla fiyatın yükselmesinden dolayı, 1 milyar doları aşmış,
yukarı doğru gitmektedir; yani, tarımsal ihracatın yüzde 15'i civarında gelir
fındıktan sağlanmıştır.
Sayın Başbakan, tarım
ihracatının ithalata göre bu sene ilk defa 500 000 000 dolar civarında bir
fazlalık verdiğini iddia etmektedir. Sayın Başbakan, bunun fındığın
getirisinden meydana geldiğini söylememekte ve söylemekte de sıkıntı
duymaktadır; çünkü, fındığın zararından meydana gelen ödeme hâlâ yapılmamıştır.
Değerli arkadaşlar, Tarım
Sigortaları Kanununun çıkmasını Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz de
istemekteyiz ve bu kanunu, bu şekliyle çıkması gerektiğini düşünerek,
desteklemek istiyoruz; ancak, küçük alanlarda geçimini sağlamakta bile zorluk
çeken çiftçimizin büyük bir çoğunluğu sigorta primini nasıl ödeyecektir, bunu
düşünmekteyiz. Bu durumda, devletimizin, küçük ve ekonomik gücü olmayan bu
kesim için herhangi bir desteği olacak mıdır; eğer olmayacaksa, bu kesim
kaderiyle baş başa mı bırakılacaktır? Bu yasada tüm bu eksikliklerin
giderilmesi gerekmektedir. Ayrıca, sigorta priminin toplandığı havuz belli
büyüklüğe kavuşuncaya kadar afetteki zararın ödenmesi söz konusu olmayacaksa,
afete uğrayan çiftçinin elinden kim tutacaktır. Yasada bu konuda açıklık
bulunmamaktadır.
Konulan kotalar,
artan tarım girdileri, düşen tarım
ürünleri fiyatları Türk tarımını bitirmiş, çiftçimiz büyük bir sıkıntıyla baş
başa bulunmaktadır. Son yıllarda büyük sıkıntılar yaşayan çiftçilerimizin
sigorta prim ödemesi zor görünmektedir. Çiftçilerimiz, son yıllarda büyük
kayıplara uğramış; minibüs parası dahi bulamayarak çarşıya, şehre inme
imkânından mahrum durumdadır.
Bütün bunlara göre durum
ortadadır. Çiftçimiz nasıl prim ödeyecektir? Soruyorum sizlere. Çiftçimize bu
konuda yoğun bir eğitim verilmesinin de zorunlu olduğunu bu vesileyle söylemek
istiyorum. Prim ödeyecek gücü olmayan çiftçinin sigorta priminin devletçe
karşılanması gerektiğini özellikle belirtmek istiyorum.
17 nci maddeyle de 2090
sayılı Kanunun uygulaması 2007 yılında kaldırılacağına göre, bu noktadan
itibaren kaderiyle baş başa mı kalacaktır çiftçi, prim ödeyemeyen
çiftçilerimiz? Özellikle bunu sormak istiyorum.
Dünyada devlet desteği,
tarım sigortasına, yüzde 50 ile 70 arasındadır; ülkelere göre değişmektedir.
Ülkemizde ne kadar bir destek verileceği belli değildir ve ifade edilmekten
özellikle kaçınılmaktadır. Eğer bu yasa bu şekliyle çıkarsa, doğmadan ölmüş bir
yasa durumuna gelecektir; özellikle belirtmek istiyorum. Aksi halde, geçimini
sağlamakta zorluk çeken çiftçimiz büyük sıkıntılara düşecek ve sigorta kapsamı
dışında kalacaktır.
Sözlerimin başında
belirttiğim gibi, bu yasa Cumhuriyet Halk Partisinin de programındadır; aynı
zamanda, Grubumuzda, eksikliklere rağmen olumlu karşılanmaktadır.
Yasanın Türk çiftçisine
ve ülkemize hayırlı olması dileğiyle, sizleri saygıyla selamlıyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Işık.
Madde üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
4 üncü maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabu edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, 5
inci maddenin bitimine kadar Genel Kurulun çalışma süresinin uzatılmasını
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
5 inci maddeyi
okutuyorum:
Kurul
MADDE 5.- Kurul; Bakanlık
ve Müsteşarlıktan ikişer, Türkiye Sigorta ve Reasürans Şirketleri Birliği,
Türkiye Ziraat Odaları Birliği ve Şirketten birer üye olmak üzere toplam yedi
üyeden oluşur.
Kurul üyeliğine Bakanlık
ve Müsteşarlıkça kamu görevlileri arasından seçilecek kişilerin en az on yıl
kamu hizmetinde bulunmuş olmaları, Bakanlık temsilcisinin tarım alanında,
Müsteşarlık temsilcisinin sigortacılık alanında bilgi ve deneyime sahip olması
gerekir. Diğer üyelerin ise ilgili bulundukları alanda en az on yıllık mesleki
deneyime sahip olmaları ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 48 inci
maddesinin (A) bendinin (1), (4), (5), (6) ve (7) numaralı alt bentlerinde
belirtilen şartları taşımaları zorunludur. Bakanlık temsilcilerinden biri
Kurulun tabiî başkanıdır.
Kurul en az beş üyenin
katılımı ile toplanır, kararlarını çoğunlukla alır. Oylamalarda eşitlik
halinde, Başkanın oyu iki oy sayılır.
Kurul üyeleri, üç yıl
süre ile görev yapar. Görev süresi sona erenler yeniden göreve atanabilir.
Kurula atanan üyeler temsil ettikleri kurumlardan ayrıldıkları veya
kurumlarınca geri çekildikleri takdirde üyelikleri sona erer. Bu üyelerin
yerine seçilen yeni üyeler kalan süreyi tamamlar.
Kurul üyelerinden,
uhdesinde kamu görevi bulunanlara bir ay içerisinde dörtten fazla olmamak üzere
her toplantı günü için (2000), uhdesinde kamu görevi bulunmayanlar için ise
(3000) gösterge rakamının Devlet memurlarına uygulanan aylık katsayısı ile
çarpımı sonucu bulunacak miktarda toplantı ücreti ödenir.
Kurulca alınan kararların
uygulaması ve Kurula ilişkin sekretarya hizmetleri, Şirket tarafından
yürütülür.
BAŞKAN - Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsına adına, Denizli Milletvekili Haşim
Oral; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA V. HAŞİM
ORAL (Denizli) - Sayın Başkanım, sevgili milletvekili arkadaşlarım, bizi
dinleyen sevgili yurttaşlarım ve daha önce burada olup da bugün olamayan
sevgili milletvekili arkadaşlarım; öncelikle bir yanlış anlaşılmayı düzeltmek
isterim. Demin, burada, bir milletvekili arkadaşımız... Daha doğrusu, bizim
arkadaşımız değil, onun altını çizerek söylemek istiyorum; çünkü, o tercihi
kendisi yapmıştır. O konuşurken, bizim ona gösterdiğimiz tepki, demokrasiye
sahip çıkma anlayışımızdan kaynaklanmaktadır. Altını çizerek söylüyorum,
demokrasiye sahip çıkma anlayışımızdan kaynaklanmaktadır. Niye biliyor musunuz;
ben, size soruyorum, buradaki bütün AKP'li -düzeltiyorum- AK Partili
milletvekili arkadaşlarıma, seçildiğiniz bölgeden gelip de -kendi
duygularınıza, düşüncelerinize saygı duyuyorum, geldiğiniz misyona da-
Cumhuriyet Halk Partisinden milletvekili olur musunuz, ne olursa olsun;
olmazsınız. İşte, ben, bu kişilikte ve bu karakterde bir milletvekiliyim,
buradakiler de öyle. Ben, il başkanlığından, ilçe başkanlığından gelen bir
milletvekiliyim. Önseçimle gelen -demokrasiyi o yüzden söylüyorum- bilim adamı
yaftasıyla seçimlere girip, ondan sonra onu bunu bahane edip, burada OECD
raporlarıyla propaganda yapan bilim adamları, Türkiye'yi hep sıkıntıya sokmuş
süs bebekleridir. Benim için, o, bir süs bebeğidir; çünkü, benim oylarımla
seçilmiştir, o oyları götürür iade eder, tekrar milletvekili seçilir.
İdeolojisinde değişiklik yapmıştır, ona bir şey diyemem; ama, benim ideolojime
haksızlık yapanın, benim ideolojime tecavüz edenin, ben, burada, sözlerini
dinlemek durumunda kalamam, kalmadım, kalmayacağım da. Diğer arkadaşlarımdan
farklı; o, bir bilim adamı olarak buraya geldi, açıklama yaptı, OECD
raporlarıyla, bardağın dolusundan, boşundan bahsetti. Önce, bir insanda etik,
yani ahlak, yani önce inandığın davada sonuna kadar var olup, inanmadığın anda
da "kardeşim, ben bu işte yokum" dedikten sonra, tasını tarağını toplarsın,
herkes yoluna gider, ben de ona saygı duyarım. Bunun, bu şekilde, hem benim
partililerim tarafından… Ben, bu konuyu konuşurken, Denizli Milletvekili olarak
konuşmuyorum. Bana bunu Edirne'deki partililerim söylettiriyor, bana bunu
Keşan'dakiler, Uzunköprü'dekiler söylettiriyor. "Benim 30 000 oyumu
aldıktan sonra, o siyasî tercihi yaparken gelip bana o emaneti teslim
etmeliydi" diyorlar. Bunu yapmayan insana karşı, ben saygı beslemek
durumunda değilim, bunun altını çizerek sizlere belirtmek istiyorum.
Onu kapattıktan sonra,
Sayın Bakanım burada deminden beri haklı olarak diyor ki: "Lütfen,
yaşayanları öldürmeyin." Ben de diyorum ki Sevgili Bakanım, yaşayanları
öldürmüyoruz; ama, sizin, yaşayanları süründürdüğünüzü söylemek bizim
görevimiz. Yani, siz, yaşayanları daha iyi koşullara getirmiyorsunuz,
taşımıyorsunuz; siz, yaşayanları süründürüyorsunuz; ama, burada, sadece Adalet
ve Kalkınma Partili milletvekili arkadaşlarıma, sadece Sayın Tarım ve Köyişleri
Bakanına söz söylemek de yanlış olur. Eğer, bir ülkenin Başbakanı, kendisini
mitingde dinlemeye gelen çiftçiyi azarlıyorsa, onun geliştirdiği tarım
politikası, burada, Tarım ve Köyişleri Bakanı tarafından düzeltilemez,
bürokratları tarafından da düzeltilemez. Dolayısıyla, bu konuda Tarım ve
Köyişleri Bakanı, bize ve kamuoyuna "ne olur, biz insanları öldürmedik,
yaşatmak için çabalıyoruz" diyorsa da; ben, bu süründürmekten vazgeçin
deme ihtiyacını kendimde buluyorum, bu konuda da herhalde kendisi beni
ayıplamaz. Niye; alınan bütün tedbirlere rağmen, benim şehrimde, Denizlimde,
pamuk ekimi yüzde 40 azaldı.
Demin burada bilim adamı
sıfatıyla bir şahsiyet konuşurken dışarı çıktığımda cep telefonum çaldı,
arkadaşlarım da şahittir. Cep telefonundaki kişi bana "o kişi uzayda mı
yaşıyor sayın vekilim, o kişi acaba çiftçinin ne yediğini, ne içtiğini biliyor
mu" diye bana sordu. Ben de "Meclisten telefonunu alın, onu arayın;
o, size OECD raporlarına göre gayet güzel cevaplar verir; çünkü, bilim adamı
kendisi dedim.
Buradan yola çıkarak bu
maddeyle ilgili söylemek istediğim şeylerden bir tanesi de, bir kurul
kuruluyor. Bu kurulda 7 kişi var. Bu kurulun içinde, dikkat ederseniz, 2
bakanlık temsilcisi var, 2 müsteşarlık temsilcisi var -yani 7 kişiden oluşuyor-
1 de Ziraat Odaları Birliğinden var. Bakar mısınız ne olur, ziraatçilerin
birliğinde, bizim şeffaf demokrasi anlayışımızın herhalde göstergesi bu... Ki,
bizim derken, düzeltiyorum, sizin, Adalet ve Kalkınma Partisinin yaptığı birçok
yasanın; ki, çoğunda bizim
muhalefetimiz veya daha iyi olması konusunda girişimlerimiz vardır; ancak, ne
önergelerimiz dikkate alınmıştır… Biz de, ancak ve ancak ehvenişer mantığıyla
yola çıkarak, biraz daha iyi olsun diye, insanlar biraz nefes alsınlar diye
belli konularda size destek verme ihtiyacını hissetmişizdir. Ancak, bizim
yasalarımızın çoğu, ne yazık ki, yani, 22 nci Dönemin çıkardığı, AK Parti
kaşesini, imzasını taşıyan, çoğunluğunu taşıyan yasaların çoğunda Cumhuriyet
Halk Partisinin muhalefet şerhi vardır, Cumhuriyet Halk Partisinin karşı
görüşleri vardır, Cumhuriyet Halk Partisinin halkıyla bütünleşen doğruları
vardır. O yüzden diyorum ki, biz, bu kurullara, sizin önerdiğiniz bu çözüm
kaynaklarına çok fazla itibar edemiyoruz; çünkü, bu işin bir anlayışı olmalı,
yani, bir tarım politikası olmalı; o tarım politikasının göbeğinde de çiftçi
olmalı; o tarım politikasının göbeğinde de gittikçe azalan çiftçi sayısı değil,
gittikçe artan çiftçi sayısı olmalı. Borçlarını ödeyebilen, köyden kentlere göç
etmeyen bir çiftçi anlayışı olmalı ve bu anlayış olduğu zaman da, tüm
samimiyetimle söylüyorum, bu konuyla ilgili alınan her türlü, ama her türlü
karar ve yasalar, hem kamuoyu tarafından desteklenir hem de Türkiye'nin dünya
ölçeğindeki tarım politikasını belli bir noktaya taşır.
Sayın Bakanım, burada,
demin, Türkiye'nin özellikle bazı ürünlerdeki önderliğini saydı. Ben, Sayın
Bakanıma şunu söylemek istiyorum: Bu önderliklerin hepsi olmasa bile bir kısmı
yapay önderliktir; bu bir. İki; demin bir milletvekili arkadaşım söyledi
"hayvancılıkla ilgili neyi kastediyorsunuz" dedi. Arkadaşımın söylediği
bir laf gözden kaçıyor; Sayın Bakanım bilmiyorum bilerek mi bilmeyerek mi
konuyu o şekilde getirdi, arkadaşım Kars'taki kavurmadan bahsediyor, Sayın
Bakanım buradaki sütten bahsediyor; yani, şimdi, ne olur, hiç olmazsa bizim
söylediklerimizi doğru anlamaya çalışalım ve bu konuda ciddî, olumlu, insanî,
Türkiye'yi seven, çiftçiyi seven ve bu konuda ciddî katkıları olmasını arzu
ettiğimiz, sizlerin ve bizlerin buluştuğu nokta, Adalet ve Kalkınma Partisinin
tarım politikası değil, Türkiye'nin gerçekleriyle bağdaşan, çiftçiyi
öldürmeyen, süründürmeyen, çiftçiye nefes aldıran, Honaz'da, Türkiye'de yapılan
bütün şikâyetlere rağmen burada kanunlar çıkaran ve bu kanunları çıkarırken de
Adalet ve Kalkınma Partili bir grup arkadaşımın arka sıralarda çok güzel bir
şekilde sohbet ettikleri, eminim, çok ciddî öneriler topladıkları bir
Meclisten, televizyonların da orayı göstermesini dileyerek benden ziyade, bütün
kamuoyuna ve yetmiş milyona saygılar sunuyorum ve Türk çiftçisini de daha
uyanık, daha akılcı ve bundan sonra daha doğru seçim yapmaya davet ediyorum.
Meclisi ve yetmiş milyonu saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Oral.
Madde üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
5 inci maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, Genel Kurulumuzun bugünkü çalışma süresi sona ermiştir.
Kanun tasarı ve
tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 2 Haziran 2005 Perşembe günü, alınan
karar gereğince saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati: 23.10