T. B. M. M.
TUTANAK DERGİSİ
101 inci Birleşim
24 Mayıs 2005 Salı
İ
Ç İ N D E K İ L E R
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II.- GELEN KÂĞITLAR
III.-
YOKLAMALAR
IV.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) GündemdIşI Konuşmalar
1.- Manisa Milletvekili Süleyman
Turgut'un, Manisa ve Bolu'da yağan dolunun tarım sektöründe meydana getirdiği
zararlara ilişkin gündemdışı konuşması ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami
Güçlü'nün cevabı
2.- İstanbul Milletvekili Şükrü Mustafa
Elekdağ'ın, sözde Ermeni soykırımı iddialarına ilişkin olarak Boğaziçi
Üniversitesi Kültür Merkezinde düzenlenecek olan konferansa ilişkin gündemdışı
konuşması ve Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in cevabı
3.- Aksaray Milletvekili Ramazan
Toprak'ın, Milliyet Gazetesinde yer alan "Alternatif Ermeni
Konferansı" başlıklı habere ilişkin gündemdışı konuşması ve Adalet Bakanı
Cemil Çiçek'in cevabı
B) Tezkereler ve Önergeler
1.- Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma
Kurumu Kurulması Hakkında 5344 sayılı Kanunun bazı maddelerinin bir kez daha
görüşülmek üzere geri gönderildiğine ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/828)
2.- Slovakya Ulusal Meclisi Dış İlişkiler
Komitesi Başkanı ve beraberindeki heyetin, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
konuğu olarak ülkemize resmî ziyarette bulunmalarına ilişkin Başkanlık
tezkeresi (3/829)
3.- İzmir Milletvekili Ahmet Ersin'in,
(2/61) esas numaralı kanun teklifini geri aldığına ilişkin önergesi (4/297)
4.- Osmaniye Milletvekili Durdu Mehmet
Kastal'ın Çevre Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi (4/298)
V.-
ÖNERİLER
A) Sİyasî Partİ Grubu Önerİlerİ
1.- Genel Kurulun çalışma gün ve saatleri
ile gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin AK Parti Grubu
önerisi
VI.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
1.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş
ve İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici
Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde
Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S.
Sayısı: 305)
2.- Esnaf ve Sanatkârlar Meslek
Kuruluşları Kanunu Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi
ve Teknoloji Komisyonu Raporu (1/969) (S. Sayısı: 851)
3.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup
Başkanvekilleri Ankara Milletvekili Salih Kapusuz, Bursa Milletvekili Faruk
Çelik, Hatay Milletvekili Sadullah Ergin, İstanbul Milletvekili İrfan Gündüz ve
Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa ile 193 Milletvekilinin; Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifi ve Anayasa
Komisyonu Raporu (2/435) (S. Sayısı: 894)
4.- Kilis Milletvekili Hasan Kara ile
Tokat Milletvekili Zeyid Aslan'ın, Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı
Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve Adalet Komisyonu
Raporu (2/451) (S. Sayısı: 902)
VII.-
SORULAR VE CEVAPLAR
A) YazIlI Sorular ve CevaplarI
1.- Hatay Milletvekili Mehmet ERASLAN'ın,
iç borç faiz ödemelerine ve 2005 yılı bütçesinden yatırımlara ayrılan paya
ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Ali BABACAN'ın cevabı (7/5535)
2.- Niğde Milletvekili Orhan ERASLAN'ın,
bakanlıkça yapılan ihalelere ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Cemil ÇİÇEK'in
cevabı (7/5579)
3.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in,
yapılan atamalara ve atanan personel sayısına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı
Ali BABACAN'ın cevabı (7/5605)
4.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in,
yapılan atamalara ve atanan personel sayısına ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı
Cemil ÇİÇEK'in cevabı (7/5610)
5.- İzmir Milletvekili Abdurrezzak
ERTEN'in, inşaat ihalelerinin TCK kapsamına alınmadığı iddiasına ilişkin sorusu
ve Adalet Bakanı Cemil ÇİÇEK'in cevabı (7/5621)
6.- Denizli Milletvekili Ümmet
KANDOĞAN'ın, Bilgi Edinme Değerlendirme Kurulu kararlarının uygulanmadığı
iddialarına ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Cemil ÇİÇEK'in cevabı (7/5622)
7.- Konya Milletvekili Atilla KART'ın,
Mercedes Benz AŞ hakkındaki bazı iddialara ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet
Bakanı Kürşad TÜZMEN'in cevabı (7/5654)
8.- İzmir Milletvekili K. Kemal ANADOL'un,
meşrubat üreten şirketlere tatlandırıcı üretimi izni verilmesinin reddedildiği
iddiasına ilişkin Başbakandan sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali COŞKUN'un
cevabı (7/5656)
9.- Diyarbakır Milletvekili Muhsin
KOÇYİĞİT'in, Diyarbakır-Bismil-Sinan Köylülerinin arazi sorununa ilişkin
Başbakandan sorusu ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Zeki ERGEZEN'in cevabı
(7/5657)
10.- Diyarbakır Milletvekili Mesut
DEĞER'in, hâkim ve savcıların maaşlarındaki farklı uygulamalara ilişkin sorusu
ve Adalet Bakanı Cemil ÇİÇEK'in cevabı (7/5672)
11.- Denizli Milletvekili Ümmet
KANDOĞAN'ın, Acil Eylem Planı kapsamındaki faaliyetlere ilişkin sorusu ve
Bayındırlık ve İskân Bakanı Zeki ERGEZEN'in cevabı (7/5678)
12.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in,
bakanlık ve bağlı kuruluşlarında vekâleten ve asaleten görev yapan idarî
personele ilişkin sorusu ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Zeki ERGEZEN'in cevabı
(7/5679)
13.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in,
Bursa İlindeki yatırım projelerine ilişkin sorusu ve Bayındırlık ve İskân
Bakanı Zeki ERGEZEN'in cevabı (7/5680)
14.- Konya Milletvekili Atilla KART'ın,
Polatlı'nın Uzunbeyli ile Gökpınar Köyleri arasındaki yol onarımına ilişkin
sorusu ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Zeki ERGEZEN'in cevabı (7/5682)
15.- Kastamonu Milletvekili Mehmet
YILDIRIM'ın, Bolu Dağı Geçişi ve Tüneli inşaatına ilişkin sorusu ve Bayındırlık
ve İskân Bakanı Zeki ERGEZEN'in cevabı (7/5683)
16.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in,
Bursa İlinin kalkınmasına yönelik yatırımlara ve ayrılan ödenek miktarına
ilişkin sorusu ve Bayındırlık ve İskân
Bakanı Zeki ERGEZEN'in cevabı (7/5684)
17.- Denizli Milletvekili Ümmet
KANDOĞAN'ın, Acil Eylem Planı kapsamındaki faaliyetlere ilişkin sorusu ve
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat BAŞESGİOĞLU'nun cevabı (7/5689)
18.- Yozgat Milletvekili Mehmet
ERDEMİR'in, bir vatandaşın AİHM'ye yaptığı başvuruyla ilgili savunmaya ilişkin
sorusu ve Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah GÜL'ün cevabı
(7/5698)
19.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in,
bakanlık ve bağlı kuruluşlarında vekâleten ve asaleten görev yapan idarî
personele ilişkin sorusu ve Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah
GÜL'ün cevabı (7/5701)
20.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in,
Bursa İlindeki yatırım projelerine ilişkin sorusu ve Dışişleri Bakanı ve
Başbakan Yardımcısı Abdullah GÜL'ün cevabı (7/5702)
21.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in,
Bursa İlinin kalkınmasına yönelik yatırımlara ve ayrılan ödenek miktarına
ilişkin sorusu ve Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah GÜL'ün
cevabı (7/5703)
22.- Ankara Milletvekili İsmail
DEĞERLİ'nin, Ankara Sağlık Müdürlüğünün bir ihalesine ilişkin sorusu ve Sağlık
Bakanı Recep AKDAĞ'ın cevabı (7/5794)
23.- Konya Milletvekili Atilla KART'ın,
Konya İl Sağlık Müdürlüğünce yapılan ihalelerde Devletin zarara uğratıldığı
iddiasına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ'ın cevabı (7/5799)
24.- Muğla Milletvekili Ali ARSLAN'ın,
turizm gelirleriyle ilgili basında yer alan açıklamalarına ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Atilla
KOÇ'un cevabı (7/5813)
25.- Afyonkarahisar Milletvekili Reyhan
BALANDI'nın, hazine arazilerine ilişkin Başbakandan sorusu ve Maliye Bakanı
Kemal UNAKITAN'ın cevabı (7/5820)
26.- İzmir Milletvekili Hakkı AKALIN'ın,
İzmir İlinde SSK'lı vatandaşların sağlık karnesi almada yaşadıkları sorunlara
ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat BAŞESGİOĞLU'nun
cevabı (7/5826)
27.- Ordu Milletvekili İdris Sami
TANDOĞDU'nun, SSK'da ilaç alımında yolsuzluk yapıldığı iddiasına ilişkin sorusu
ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat BAŞESGİOĞLU'nun cevabı (7/5827)
28.- Antalya Milletvekili Feridun Fikret
BALOĞLU'nun, Antalya-Alanya Güney ve Burçaklar Köyü sağlık ocaklarına ilişkin
sorusu ve Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ'ın cevabı (7/5841)
29.- İstanbul Milletvekili Onur ÖYMEN'in,
AB müzakerelerini yürütecek başmüzakereciye ilişkin sorusu ve Dışişleri Bakanı
ve Başbakan Yardımcısı Abdullah GÜL'ün cevabı (7/5857)
30.- İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in,
İstanbul'daki Patrikhanenin durumuna ilişkin sorusu ve Dışişleri Bakanı ve
Başbakan Yardımcısı Abdullah GÜL'ün cevabı (7/5867)
31.- Hatay Milletvekili Mehmet ERASLAN'ın,
özelleştirilmesi planlanan kurum ve kuruluşlara ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı
Kemal UNAKITAN'ın cevabı (7/5887)
32.- İstanbul Milletvekili Kemal
KILIÇDAROĞLU'nun, Emekli Sandığı Genel Müdürlüğünce bazı hastanelere ödenen
sağlık harcamalarına ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Kemal UNAKITAN'ın cevabı
(7/5890)
33.- Hatay Milletvekili Züheyir AMBER'in,
Ankara İl Sağlık Müdürlüğünün yaptığı bir ihaleye ilişkin sorusu ve Sağlık
Bakanı Recep AKDAĞ'ın cevabı (7/5898)
34.- Karaman Milletvekili Mevlüt AKGÜN'ün,
ambulansların adının cankurtaran olarak değiştirilip değiştirilmeyeceğine
ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ'ın cevabı (7/5901)
35.- Diyarbakır Milletvekili Muhsin
KOÇYİĞİT'in, Diyarbakır Devlet Hastanesi çalışanlarından mesai kontrol amacıyla
parmak izi alınması uygulamasına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ'ın
cevabı (7/5902)
36.- Isparta Milletvekili Mevlüt
COŞKUNER'in, bal üretimine ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami
GÜÇLÜ'nün cevabı (7/5904)
37.- Karaman Milletvekili Mevlüt AKGÜN'ün,
meraları kullananlardan ot bedeli alınmasına ilişkin sorusu ve Tarım ve
Köyişleri Bakanı Sami GÜÇLÜ'nün cevabı (7/5906)
38.- Kırklareli Milletvekili Mehmet S.
KESİMOĞLU'nun, belediyelerde stratejik plan uygulamasıyla ilgili genelgelere
ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Abdülkadir AKSU'nun cevabı (7/5933)
39.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in,
Düzce İlinde gerçekleştirilen yatırımlara ve ayrılan ödenek miktarına ilişkin
sorusu ve Millî Savunma Bakanı M. Vecdi GÖNÜL'ün cevabı (7/5938)
40.- İzmir Milletvekili Ali Rıza BODUR'un,
İzmir-Ödemiş Devlet Hastanesinde meydana gelen bir olaya ilişkin sorusu ve
Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ'ın cevabı (7/5944)
41.- Ordu Milletvekili İdris Sami
TANDOĞDU'nun, İzmit İli ve çevresinden alınan yumurta örneklerinde yüksek
derecede dioksin bulunduğu haberlerine ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri
Bakanı Sami GÜÇLÜ'nün cevabı (7/5947)
42.- İzmir Milletvekili Türkan
MİÇOOĞULLARI'nın, mazot ve gübre fiyatlarının indirilmesine,
- Kırklareli Milletvekili Mehmet S.
KESİMOĞLU'nun, süt fiyatlarına ve süt üretiminin yetersizliğine,
İlişkin soruları ve Tarım ve Köyişleri
Bakanı Sami GÜÇLÜ'nün cevabı (7/5948, 5950)
43.- Ordu Milletvekili İdris Sami
TANDOĞDU'nun, kısıtlamaya tabi bir ilacın kısıtlama kalktıktan sonra SSK'ya
maliyetine ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat
BAŞESGİOĞLU'nun cevabı (7/5960)
44.- Kırklareli Milletvekili Mehmet S.
KESİMOĞLU'nun, muhtarların bilgisayar edinebilmelerinde kolaylık sağlanıp
sağlanmayacağına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Abdülkadir AKSU'nun cevabı
(7/5995)
45.- Diyarbakır Milletvekili Mesut
DEĞER'in, Diyarbakır Devlet Hastanesinde personelin mesai takibinde parmak izi
alınacağı iddiasına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ'ın cevabı
(7/6004)
46.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in,
Düzce İline yapılacak yatırımlara ve ödenek miktarına ilişkin sorusu ve Sanayi
ve Ticaret Bakanı Ali COŞKUN'un cevabı (7/6008)
I.- GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 13.00'te açılarak
dört oturum yaptı.
Samsun Milletvekili Ahmet Yeni, Atatürk'ü
Anma, Gençlik ve Spor Bayramının Samsun
ve Türk gençliği için taşıdığı öneme,
Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt, sözde
Ermeni soykırımı iddialarına,
İstanbul Milletvekili Nevzat Yalçıntaş,
Kırım-Tatar Türklerinin vatanlarından sürgün edilişlerinin 61 inci yıldönümüne,
İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar.
Parlamentolararası Birliğe Çankırı
Milletvekili Hikmet Özdemir'in, Barış İçin Asyalı Parlamentolar Birliğine
Kocaeli Milletvekili Nevzat Doğan'ın siyasî parti grup başkanlıklarınca aday
gösterildiklerine ilişkin TBMM Başkanlığı tezkeresi Genel Kurulun bilgisine
sunuldu.
Çin Halk Cumhuriyeti Dışişleri Komitesi
Başkanının TBMM Dışişleri Komisyonu heyetini Çin'e davetine icabet edilmesine
ilişkin Başkanlık tezkeresi,
Gündemin "Genel Görüşme ve Meclis
Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler" kısmının 239 uncu sırasında yer
alan (10/284) ve 240 ıncı sırasında yer alan (10/285) esas numaralı Meclis
araştırması önergelerinin öngörüşmelerinin Genel Kurulun 18.5.2005 Çarşamba
günkü birleşiminde (10/148), (10/182) ve (10/187) esas numaralı Meclis
araştırması önergeleriyle birlikte yapılmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi,
Kabul edildi.
Ankara Milletvekili Eşref Erdem ve 23
milletvekilinin, sorumluluğunun gereğini yapmadığı, yetkilerini aştığı,
hazineyi zarara uğrattığı ve görevini ihmal ettiği iddiasıyla Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi Güler hakkında gensoru açılmasına ilişkin
önergesinin (11/2) gündeme alınıp alınmamasına dair öngörüşmeler tamamlandı;
yapılan oylama sonucunda, önergenin gündeme alınmasının kabul edilmediği
açıklandı.
Ankara Milletvekili Eşref Erdem, Tokat
Milletvekili Zeyid Aslan'ın, konuşmasında, ileri sürmüş olduğu görüşlerden
farklı görüşleri kendisine atfetmesi nedeniyle, bir açıklamada bulundu.
Ankara Milletvekili Oya Araslı ve 22
milletvekilinin, töre cinayetleri görünümündeki kadına yönelik şiddet
hareketlerinin nedenlerinin (10/148),
Adana Milletvekili N.Gaye Erbatur ve
68 Milletvekilinin, kadınlara yönelik
töre ve namus cinayetlerinin nedenlerinin (10/182),
Gaziantep Milletvekili Fatma Şahin ve 46
milletvekilinin, töre cinayetlerinin (10/187)
İzmir Milletvekili Canan Arıtman ve 27
milletvekilinin, kadınlara ve çocuklara yönelik şiddetin sebeplerinin (10/284),
İstanbul Milletvekili Güldal Okuducu ve 27
milletvekilinin, ülkemizde kadına yönelik şiddet ve cinayetlerin sebeplerinin
(10/285),
Araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergelerinin,
birlikte yapılan öngörüşmelerden sonra, kabul edildiği açıklandı,
Kurulacak komisyonun:
12 üyeden teşekkül etmesi,
Çalışma süresinin, başkan, başkanvekili,
sözcü ve kâtip üye seçimi tarihinden başlamak üzere, üç ay olması,
Gerektiğinde Ankara dışında da çalışması,
Kabul edildi.
Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:
1 inci sırasında bulunan, Kamu İhale
Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin (2/212) (S. Sayısı:
305) görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin komisyon raporu henüz
gelmediğinden,
2 nci sırasında bulunan, Esnaf ve
Sanatkârlar Meslek Kuruluşları Kanunu Tasarısının (1/969) (S. Sayısı: 851)
görüşmeleri, ilgili komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından,
Ertelendi.
24 Mayıs 2005 Salı günü, alınan karar
gereğince saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşime 17.51'de son verildi.
Sadık Yakut
Başkanvekili
|
Bayram
Özçelik |
Ahmet
Küçük |
|
Burdur |
Çanakkale |
|
Kâtip Üye |
Kâtip Üye |
|
Yaşar
Tüzün |
Harun
Tüfekci |
|
Bilecik |
Konya |
|
Kâtip Üye |
Kâtip Üye |
Türkân
Miçooğulları
İzmir
Kâtip Üye
No.: 139
II.- GELEN
KÂĞITLAR
20 Mayıs
2005 Cuma
Raporlar
1.- Kilis Milletvekili Hasan Kara ile
Tokat Milletvekili Zeyid Aslan'ın; Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı
Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve Adalet Komisyonu
Raporu (2/451) (S. Sayısı: 902) (Dağıtma tarihi: 20.5.2005) (GÜNDEME)
2.- Kilis Milletvekili Hasan Kara ile 2
Milletvekilinin; Ceza Muhakemesi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Teklifi ve Adalet Komisyonu Raporu (2/453) (S. Sayısı: 903) (Dağıtma tarihi:
20.5.2005) (GÜNDEME)
No.: 140
23 Mayıs
2005 Pazartesi
Teklifler
1.- Kırşehir Milletvekili Hüseyin Bayındır
ile 24 Milletvekilinin; Nevşehir İline Bağlı Hacıbektaş İlçesinin Kırşehir
İline Bağlanması Hakkında Kanun Teklifi (2/485) (İçişleri Komisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi: 11.5.2005)
2.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel ile
32 Milletvekilinin; Ticari Taksilerde Yenileme Yapılması ve/veya Araçların Bir Kereye
Mahsus Olarak Değiştirilmesi Sırasında Araç Sahiplerinden ÖTV Alınmaması ve KDV
Oranlarında İndirim Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/486) (Plan ve Bütçe
Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.5.2005)
3.- Eskişehir Milletvekili Fahri Keskin
ile Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in; Yazılıkaya Tarihi Millî Parkı Kanunu
Teklifi (2/487) (Adalet; Çevre; Tarım, Orman ve Köyişleri ile Plan ve Bütçe
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 12.5.2005)
4.- Eskişehir Milletvekili Fahri Keskin
ile Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in; Bayındırlık ve İskân Bakanlığının
Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/488) (Anayasa ile Bayındırlık, İmar,
Ulaştırma ve Turizm Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 12.5.2005)
5.- Çanakkale Milletvekili İbrahim
Köşdere'nin; 2873 Sayılı Millî Parklar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Teklifi (2/489) (Çevre ile Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 13.5.2005)
Süresi
İçinde Cevaplandırılmayan Yazılı Soru Önergeleri
1.- İzmir Milletvekili Vezir AKDEMİR'in,
mahkemelerin iş yüküne ve adli personelin özlük haklarının iyileştirilmesine
ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/5216)
2.-Tokat Milletvekili Resul TOSUN'un,
2001-2004 yıllarında idari mahkeme kararıyla görevine iade edilen bürokratlara
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5527)
3.- Kırklareli Milletvekili Mehmet S.
KESİMOĞLU'nun, Başbakanlık Müsteşarının intihal yaptığı iddialarına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5532)
4.- Kars Milletvekili Yusuf Selahattin
BEYRİBEY'in, bazı suçlardan aranan kırmızı veya yeşil pasaport sahibi vatandaş
olup olmadığına ilişkin Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısından yazılı soru
önergesi (7/5536)
5.- Mersin Milletvekili Hüseyin GÜLER'in,
yurt dışında göçmen olarak çalışan vatandaşların konsolosluklarda yaşadıkları
sorunlara ilişkin Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısından yazılı soru
önergesi (7/5537)
6.- Antalya Milletvekili Osman ÖZCAN'ın,
Antalya-Gazipaşa İlçesinde Gökçeler Barajının yapımına ilişkin Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/5549)
7.- İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in,
Mavi Akım Doğalgaz Alım Sözleşmesine ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar
Bakanından yazılı soru önergesi (7/5550)
8.- Antalya Milletvekili Osman ÖZCAN'ın,
terör örgütü PKK'nın bazı faaliyetlerine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı
soru önergesi (7/5553)
9.- Kars Milletvekili Yusuf Selahattin
BEYRİBEY'in, Avrupa'da yaşayan ve emniyet güçlerince aranmakta olan emekli
milletvekili olup olmadığına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi
(7/5559)
10.- Niğde Milletvekili Orhan ERASLAN'ın,
özelleştirmeden dolayı Emekli Sandığına yatırılamayan aidatlara ilişkin Maliye
Bakanından yazılı soru önergesi (7/5560)
11.- İzmir Milletvekili Erdal
KARADEMİR'in, Trabzon-Beşikdüzü-Bakır Köyüne yönelik heyelan tehdidine ilişkin
Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/5580)
12.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in,
yapılan atamalara ve atanan personel sayısına ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/5584)
13.- Hatay Milletvekili İnal BATU'nun,
Irak'taki ABD üslerinde güvenlik elemanı olarak çalışacak vatandaşlarımıza
ilişkin Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısından yazılı soru önergesi
(7/5588)
14.- İzmir Milletvekili Enver ÖKTEM'in,
Avrupa Birliği ile üyelik müzakerelerine başlamanın ön koşulu olan protokolün
şartlarına ilişkin Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısından yazılı soru
önergesi (7/5589)
15.- İzmir Milletvekili Enver ÖKTEM'in,
Türkiye Büyük Millet Meclisi Dışişleri Komisyonunda kabul edilen Adalet
Uluslararası Erişim Sözleşmesinin 20 nci maddesine ilişkin Dışişleri Bakanı ve
Başbakan Yardımcısından yazılı soru önergesi (7/5590)
16.- Antalya Milletvekili Feridun Fikret
BALOĞLU'nun, Aksaray İli Eşmekaya Barajının ne zaman tamamlanacağına ilişkin
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/5595)
17.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in,
yapılan atamalara ve atanan personel sayısına ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar
Bakanından yazılı soru önergesi (7/5596)
18.- Kırklareli Milletvekili Mehmet S.
KESİMOĞLU'nun, üst düzey bir emniyet görevlisinin bir dergide yayımlanan bazı
açıklamalarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5598)
19.- Afyonkarahisar Milletvekili Reyhan
BALANDI'nın, 2003-2005 yıllarında bankaların toplam mevduatı ile karşılıksız
çek ve protestolu senet sayısına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/5617)
20.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in,
futbol sahalarına ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Mehmet Ali
ŞAHİN) yazılı soru önergesi (7/5629)
21.- İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in,
BOTAŞ Yönetim Kurulunun karar defterindeki bir ifadeye ilişkin Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/5630)
22.- İzmir Milletvekili K. Kemal
ANADOL'un, nükleer santrallerle ilgili basında çıkan bir demecine ilişkin
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/5631)
23.- Sinop Milletvekili Engin ALTAY'ın,
nükleer enerji santrallerine ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından
yazılı soru önergesi (7/5632)
24.- Diyarbakır Milletvekili Mesut
DEĞER'in, Diyarbakır-Çüngüş İlçesi ile Adıyaman Gerger İlçesini bağlayan
köprünün ne zaman yapılacağına ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından
yazılı soru önergesi (7/5633)
25.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in,
taksi şoförlerinin karşılaştıkları olaylar sonrasında maddi ve manevi
kayıplarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5635)
26.- Sinop Milletvekili Engin ALTAY'ın,
Devlet Tiyatroları Genel Müdürü hakkındaki bazı iddialara ilişkin Kültür ve
Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/5638)
No. : 141
24 Mayıs 2005 Salı
Cumhurbaşkanınca Geri Gönderilen Kanun
1.- 4.5.2005 Tarihli ve
5344 sayılı Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında
Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
ve Anayasanın 89 uncu ve 104 üncü Maddeleri Gereğince Cumhurbaşkanınca
Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi (1/1032) (Anayasa ile Millî
Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi:
18.5.2005)
Tasarılar
1.- Askeri Hâkimler
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/1033) (Millî Savunma
ile Adalet Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 18.5.2005)
2.- Türk Silâhlı
Kuvvetleri Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı
(1/1034) (Millî Savunma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 18.5.2005)
Teklif
1.- Eskişehir
Milletvekili Fahri Keskin'in; Türkçenin Kullanımı ve Korunması Yasası Teklifi
(2/490) (Adalet; Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler; Sanayi, Ticaret,
Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik
ve Spor Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.5.2005)
Raporlar
1.- Bazı Kamu
Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/1030) (S. Sayısı: 904) (Dağıtma tarihi: 24.5.2005)
(GÜNDEME)
2.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Hindistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Bilim ve Teknoloji
Alanlarında İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/903) (S. Sayısı: 905) (Dağıtma tarihi:
24.5.2005) (GÜNDEME)
3.- Türkiye Cumhuriyeti
ile İsveç Krallığı Arasında 30 Haziran 1978 Tarihinde İmzalanan Sosyal Güvenlik
Sözleşmesini Değiştiren Ek Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ile Dışişleri
Komisyonları Raporları (1/906) (S. Sayısı: 906) (Dağıtma tarihi: 24.5.2005)
(GÜNDEME)
4.- Türkiye Cumhuriyeti Küçük
ve Orta Ölçekli Sanayi Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı ile Romanya
KOBİ'ler ve Kooperatifler Ulusal Kurum Arasındaki Mutabakat ve İşbirliği
Zaptının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/934) (S. Sayısı: 907) (Dağıtma tarihi: 24.5.2005) (GÜNDEME)
5.- Türkiye Hükümeti ile
Avrupa Uzay Ajansı Arasında Dış Uzayın Barışçıl Amaçlarla İncelenmesi ve
Kullanılması Konusunda İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/956) (S. Sayısı: 908)
(Dağıtma tarihi: 24.5.2005) (GÜNDEME)
6.- Türkiye Cumhuriyeti
Sağlık Bakanlığı ve Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Bölge Ofisi Arasında İki Yıllık
İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve
Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ile Dışişleri Komisyonları Raporları
(1/957) (S. Sayısı: 909) (Dağıtma tarihi: 24.5.2005) (GÜNDEME)
7.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Moğolistan Hükümeti Arasında Sağlık Alanında İşbirliğine Dair
Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ve Sağlık,
Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ile Dışişleri Komisyonları Raporları (1/982) (S.
Sayısı: 910) (Dağıtma tarihi: 24.5.2005) (GÜNDEME)
8.- Kentsel Dönüşüm ve
Gelişim Kanunu Tasarısı ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ile İçişleri
Komisyonları Raporları (1/984) (S. Sayısı: 911) (Dağıtma tarihi: 24.5.2005)
(GÜNDEME)
9.- Türkiye Cumhuriyeti
Devlet Planlama Teşkilâtı ile Suriye Arap Cumhuriyeti Devlet Planlama Komisyonu
Arasında Anlayış Muhtırasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/1013) (S. Sayısı: 912) (Dağıtma
tarihi: 24.5.2005) (GÜNDEME)
10.- Türkiye Sahillerinde
Nakliyatı Bahriye (Kabotaj) ve Limanlarla Kara Suları Dahilinde İcrayı San'at
ve Ticaret Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ile
Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Raporu (1/1018) (S. Sayısı:
913) (Dağıtma tarihi: 24.5.2005) (GÜNDEME)
Sözlü Soru Önergeleri
1.- İzmir Milletvekili
Vezir AKDEMİR'in, İzmir TEKEL İşletme Müdürlüğünden Bandırma Tütün İşletme
Müdürlüğüne tayin edilen personele ilişkin Maliye Bakanından sözlü soru
önergesi (6/1540) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.5.2005)
2.- İzmir Milletvekili
Vezir AKDEMİR'in, kamulaştırma bedellerine ilişkin Maliye Bakanından sözlü soru
önergesi (6/1541) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.5.2005)
3.- Antalya Milletvekili
Feridun Fikret BALOĞLU'nun, Ankara Defterdar Vekilinin KESK'e bağlı BES ile
çatışma içinde olduğu iddialarına ilişkin Maliye Bakanından sözlü soru önergesi
(6/1542) (Başkanlığa geliş tarihi: 12.5.2005)
4.- İzmir Milletvekili
Vezir AKDEMİR'in, kızamık hastalığıyla mücadelede yapılan çalışmalara ilişkin
Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/1543) (Başkanlığa geliş tarihi:
11.5.2005)
5.- İzmir Milletvekili
Vezir AKDEMİR'in, İzmir Çimento Fabrikasının çevreye verdiği zarara ve alınacak
önlemlere ilişkin Çevre ve Orman Bakanından sözlü soru önergesi (6/1544)
(Başkanlığa geliş tarihi: 11.5.2005)
6.- İzmir Milletvekili
Vezir AKDEMİR'in, İzmir'deki Demir Çelik Fabrikasının çevreye verdiği zarara ve
alınacak önlemlere ilişkin Çevre ve Orman Bakanından sözlü soru önergesi
(6/1545) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.5.2005)
7.- Eskişehir
Milletvekili Mehmet Vedat YÜCESAN'ın, deniz yoluyla yapılan akaryakıt
kaçakçılığını önlemeye yönelik tedbirlere ilişkin Devlet Bakanından (Kürşad
TÜZMEN) sözlü soru önergesi (6/1546) (Başkanlığa geliş tarihi: 12.5.2005)
Yazılı Soru Önergeleri
1.- İzmir Milletvekili
Ahmet ERSİN'in, Almanya'nın, Alman vatandaşı Türklere yönelik uygulamasına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/6202) (Başkanlığa geliş tarihi:
3.5.2005)
2.- İstanbul Milletvekili
Ali Rıza GÜLÇİÇEK'in, imam hatip lisesi çıkışlı bakan ve bürokratlara ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/6203) (Başkanlığa geliş tarihi: 6.5.2005)
3.- Antalya Milletvekili
Feridun Fikret BALOĞLU'nun, bir siyasi parti il başkanının bazı bürokratlarla
ilgili ifadelerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/6204)
(Başkanlığa geliş tarihi: 6.5.2005)
4.- İstanbul Milletvekili
Ali Kemal KUMKUMOĞLU'nun, TEKEL Tokat Sigara Fabrikasında yapılan bir hizmet
alımı ihalesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/6205) (Başkanlığa
geliş tarihi: 10.5.2005)
5.- Denizli Milletvekili
Ümmet KANDOĞAN'ın, AR-GE için ayrılan paya ve ülkemizin dünya sıralamasındaki
yerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/6206) (Başkanlığa geliş
tarihi: 10.5.2005)
6.- Afyonkarahisar
Milletvekili Reyhan BALANDI'nın, bazı bürokratların hükümet üyeleriyle
akrabalıkları olduğu iddialarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/6207) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.5.2005)
7.- Antalya Milletvekili
Nail KAMACI'nın, IMF'ye verilen niyet mektuplarına ve cevabi mektuplara ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/6208) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.5.2005)
8.- Yozgat Milletvekili
Emin KOÇ'un, ikamet ettiği binayla ilgili iddialara ilişkin Başbakandan yazılı
soru önergesi (7/6209) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.5.2005)
9.- Ankara Milletvekili
Yılmaz ATEŞ'in, Büyük Ankara Oteli ve TEKEL İkiz Kuleleri ile atıl durumdaki
kamu binalarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/6210) (Başkanlığa
geliş tarihi: 10.5.2005)
10.- Konya Milletvekili
Atilla KART'ın, 58 ve 59 uncu Hükümetler döneminde vekaleten görevlendirilen
bürokratlara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/6211) (Başkanlığa
geliş tarihi: 11.5.2005)
11.- İstanbul
Milletvekili Kemal KILIÇDAROĞLU'nun, Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığının
"Bilgi Dosyası" adlı kitabının basımı ve dağıtımına ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/6212) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.5.2005)
12.- Konya Milletvekili
Atilla KART'ın, Devlet Denetleme Kurulunun hazırladığı raporlara ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/6213) (Başkanlığa geliş tarihi: 12.5.2005)
13.- Hatay Milletvekili
Mehmet ERASLAN'ın, Marmara Üniversitesindeki bir törende korumaların
gazetecileri engellediği iddialarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/6214) (Başkanlığa geliş tarihi: 12.5.2005)
14.- Şanlıurfa
Milletvekili Turan TÜYSÜZ'ün, sınırlardaki mayınlı bölgenin temizlenmesine ve
arazilerin değerlendirilmesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/6215) (Başkanlığa geliş tarihi: 12.5.2005)
15.- Antalya Milletvekili
Feridun Fikret BALOĞLU'nun, IMF Başkan Yardımcısının asgari ücretle ilgili
beyanına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/6216) (Başkanlığa geliş
tarihi: 12.5.2005)
16.- İzmir Milletvekili
Ahmet ERSİN'in, İzmir'de Ziraat Bankasına ait araziden geçen bir bulvara
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/6217) (Başkanlığa geliş tarihi:
13.5.2005)
17.- İstanbul
Milletvekili Emin ŞİRİN'in, IMF'ye yollanan niyet mektubunda Merkez Bankası
Başkanının imzasının bulunmasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/6218) (Başkanlığa geliş tarihi: 13.5.2005)
18.- İzmir Milletvekili
Enver ÖKTEM'in, Balçova Termal Tesisleri bünyesinde yapılan aquapark ve
güzellik merkezine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/6219)
(Başkanlığa geliş tarihi: 13.5.2005)
19.- İzmir Milletvekili
Hakkı ÜLKÜ'nün, Emniyet Teşkilâtından istifa eden personele ve özel güvenlik
firmalarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/6220)
(Başkanlığa geliş tarihi: 10.5.2005)
20.- Antalya Milletvekili
Nail KAMACI'nın, Antalya-Kumluca-Büyükalan Köyündeki heyelan alanıyla ilgili
rapora ve alınacak önlemlere ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/6221) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.5.2005)
21.- Bursa Milletvekili
Ertuğrul YALÇINBAYIR'ın, kumarın ülkemizdeki ekonomik ve sosyal sonuçlarına
ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/6222) (Başkanlığa geliş
tarihi: 10.5.2005)
22.- Bursa Milletvekili
Ertuğrul YALÇINBAYIR'ın, yanlışlıkla vatandaşlıktan çıkarılan bir şahsa ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/6223) (Başkanlığa geliş tarihi:
10.5.2005)
23.- Bursa Milletvekili
Ertuğrul YALÇINBAYIR'ın, Kırgızistan'dan dadılık için gelen kadınlara zorla
fuhuş yaptırıldığı iddialarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/6224) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.5.2005)
24.- İstanbul
Milletvekili Emin ŞİRİN'in, İstanbul-Beyoğlu'ndaki polis karakollarına ve görev
yapan personele ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/6225)
(Başkanlığa geliş tarihi: 11.5.2005)
25.- İzmir Milletvekili
Türkân MİÇOOĞULLARI'nın, koruculuk sistemine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı
soru önergesi (7/6226) (Başkanlığa geliş tarihi: 12.5.2005)
26.- Antalya Milletvekili
Feridun Fikret BALOĞLU'nun, Konya kent kanalizasyonunun Tuz Gölüne döküldüğü
iddialarına ve alınan önlemlere ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/6227) (Başkanlığa geliş tarihi: 12.5.2005)
27.- Bursa Milletvekili
Kemal DEMİREL'in, 2003-2004 yıllarında Bartın İline yapılan yatırımlara ve
ayrılan ödenek miktarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/6228) (Başkanlığa geliş tarihi: 13.5.2005)
28.- Bursa Milletvekili
Ertuğrul YALÇINBAYIR'ın, "Dünya Çevresel Sürdürülebilirlik İndeksi"ne
ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/6229) (Başkanlığa
geliş tarihi: 10.5.2005)
29.- Antalya Milletvekili
Feridun Fikret BALOĞLU'nun, Konya kent kanalizasyonunun ve sanayi atıklarının
Tuz Gölüne döküldüğü iddialarına ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru
önergesi (7/6230) (Başkanlığa geliş tarihi: 12.5.2005)
30.- Antalya Milletvekili
Feridun Fikret BALOĞLU'nun, alerjik tepkilere neden olduğu gerekçesiyle kavak
ağaçlarının kesilmesine ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi
(7/6231) (Başkanlığa geliş tarihi: 12.5.2005)
31.- Bursa Milletvekili
Kemal DEMİREL'in, Bursa İli çevresindeki plajların kirliliğine ilişkin Çevre ve
Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/6232) (Başkanlığa geliş tarihi:
12.5.2005)
32.- Konya Milletvekili
Atilla KART'ın, bir soru önergesine verilen cevaba ve Tuz Gölü Doğalgaz
Depolama Projesine ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi
(7/6233) (Başkanlığa geliş tarihi: 13.5.2005)
33.- Konya Milletvekili
Atilla KART'ın, Tuz Gölündeki kirliliği inceleyen Meclis Araştırması Komisyonu
raporuna ve Tuz Gölü İşletmelerinin özelleştirilmesi çalışmalarına ilişkin
Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/6234) (Başkanlığa geliş
tarihi: 13.5.2005)
34.- Bursa Milletvekili
Kemal DEMİREL'in, 2003-2004 yıllarında Bartın İline yapılan yatırımlara ve
ayrılan ödenek miktarına ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi
(7/6235) (Başkanlığa geliş tarihi: 13.5.2005)
35.- Bursa Milletvekili
Ertuğrul YALÇINBAYIR'ın, Sivas-Yıldızeli-Yakacık Çavuşlu Köyü İlköğretim
Okulunda zehirlenen öğrencilere ve sorumlulara ilişkin Millî Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/6236) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.5.2005)
36.- Bursa Milletvekili
Ertuğrul YALÇINBAYIR'ın, Kastamonu-Araç İlçesi Şehit Ünal AKSOY Yatılı Bölge
Okulunda yemekten zehirlenen öğrencilere ve okullardaki zehirlenme olaylarına
ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/6237) (Başkanlığa geliş
tarihi: 10.5.2005)
37.- Yalova Milletvekili
Muharrem İNCE'nin, sağlık liselerinin devriyle personelin özlük haklarında
meydana gelen sorunlara ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi
(7/6238) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.5.2005)
38.- Yalova Milletvekili
Muharrem İNCE'nin, üniversitelerin araştırma isteklerinin incelenmesinin merkez
teşkilatınca yapılmasına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi
(7/6239) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.5.2005)
39.- Şanlıurfa
Milletvekili Turan TÜYSÜZ'ün, Yükseköğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumunca verilen
kredilerin geri ödenmesine ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi
(7/6240) (Başkanlığa geliş tarihi: 12.5.2005)
40.- Kırşehir
Milletvekili Mikail ARSLAN'ın, ÖSYM'nin ilan ettiği sözleşmeli personel
sınavına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/6241)
(Başkanlığa geliş tarihi: 13.5.2005)
41.- Kırşehir
Milletvekili Hüseyin BAYINDIR'ın, Ankara'da bir özel okulun düzenlediği törene
ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/6242) (Başkanlığa geliş
tarihi: 13.5.2005)
42.- Denizli Milletvekili
Mustafa GAZALCI'nın, sözleşmeli ve ücretli öğretmenler ile öğretmen ihtiyacına
ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/6243) (Başkanlığa geliş
tarihi: 13.5.2005)
43.- Denizli Milletvekili
Mustafa GAZALCI'nın, görevden alınan öğretmen ve yöneticilere ilişkin Millî
Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/6244) (Başkanlığa geliş tarihi:
13.5.2005)
44.- Bursa Milletvekili
Kemal DEMİREL'in, 2003-2004 yıllarında Bartın İline yapılan yatırımlara ve
ayrılan ödenek miktarına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi
(7/6245) (Başkanlığa geliş tarihi: 13.5.2005)
45.- Bursa Milletvekili
Ertuğrul YALÇINBAYIR'ın, kızamık aşısında "tek doz aşı" kampanyası
ile ilgili iddialara ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/6246)
(Başkanlığa geliş tarihi: 10.5.2005)
46.- Bursa Milletvekili
Kemal DEMİREL'in, Bursa İli çevresindeki plajlara ilişkin Sağlık Bakanından
yazılı soru önergesi (7/6247) (Başkanlığa geliş tarihi: 12.5.2005)
47.- Ankara Milletvekili
Muzaffer R. KURTULMUŞOĞLU'nun, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerindeki sağlık
personeli açığına ve mecburi hizmet uygulamasına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı
soru önergesi (7/6248) (Başkanlığa geliş tarihi: 12.5.2005)
48.- Antalya Milletvekili
Feridun Fikret BALOĞLU'nun, alerjik tepkilere neden olduğu gerekçesiyle kavak
ağaçlarının kesilmesine ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/6249)
(Başkanlığa geliş tarihi: 12.5.2005)
49.- Aydın Milletvekili
Mehmet Mesut ÖZAKCAN'ın, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerine atanan
sözleşmeli doktorlara ve sağlık personeli ihtiyacına ilişkin Sağlık Bakanından
yazılı soru önergesi (7/6250) (Başkanlığa geliş tarihi: 12.5.2005)
50.- Balıkesir
Milletvekili Turhan ÇÖMEZ'in, tek doz kızamık aşısı uygulamasına ve SSPE
hastalığına neden olup olmadığına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru
önergesi (7/6251) (Başkanlığa geliş tarihi: 13.5.2005)
51.- Bursa Milletvekili
Kemal DEMİREL'in, 2003-2004 yıllarında Bartın İline yapılan yatırımlara ve
ayrılan ödenek miktarına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi
(7/6252) (Başkanlığa geliş tarihi: 13.5.2005)
52.- Edirne Milletvekili
Nejat GENCAN'ın, süt üretimine ve üreticilerine ilişkin Tarım ve Köyişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/6253) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.5.2005)
53.- Hatay Milletvekili
Züheyir AMBER'in, pirinç ithalatına ve kontrol belgesi düzenlemesine ilişkin
Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/6254) (Başkanlığa geliş
tarihi: 11.5.2005)
54.- Şanlıurfa
Milletvekili Mehmet Vedat MELİK'in, ülkemizin hububat üretimi ve ithalatı ile
TMO'nun destekleme alımlarına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/6255) (Başkanlığa geliş tarihi: 12.5.2005)
55.- Şanlıurfa
Milletvekili Mehmet Vedat MELİK'in, çiftçilere yapılan Doğrudan Gelir Desteği
ödemelerine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/6256)
(Başkanlığa geliş tarihi: 12.5.2005)
56.- Balıkesir
Milletvekili Turhan ÇÖMEZ'in, süt ve yumurta fiyatlarındaki düşüşe ve bazı
sorunlara ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/6257)
(Başkanlığa geliş tarihi: 13.5.2005)
57.- Kırşehir
Milletvekili Mikail ARSLAN'ın, Okul Sütü Projesinin uygulanıp uygulanmayacağı
ile süt ve sütçülük ürünlerine yönelik çalışmalara ilişkin Tarım ve Köyişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/6258) (Başkanlığa geliş tarihi: 13.5.2005)
58.- Bursa Milletvekili
Kemal DEMİREL'in, 2003-2004 yıllarında Bartın İline yapılan yatırımlara ve
ayrılan ödenek miktarına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/6259) (Başkanlığa geliş tarihi: 13.5.2005)
59.- Muğla Milletvekili
Fahrettin ÜSTÜN'ün, 1999 yılında mahalli seçimler nedeniyle istifa eden ve
tekrar göreve dönmek isteyen personele ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru
önergesi (7/6260) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.5.2005)
60.- Bursa Milletvekili
Kemal DEMİREL'in, Demiryolları çalışanlarının özlük haklarına ilişkin Ulaştırma
Bakanından yazılı soru önergesi (7/6261) (Başkanlığa geliş tarihi: 12.5.2005)
61.- Bursa Milletvekili
Kemal DEMİREL'in, Sakarya Karasu Limanı Projesine ilişkin Ulaştırma Bakanından
yazılı soru önergesi (7/6262) (Başkanlığa geliş tarihi: 13.5.2005)
62.- Bursa Milletvekili
Kemal DEMİREL'in, 2003-2004 yıllarında Bartın İline yapılan yatırımlara ve
ayrılan ödenek miktarına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi
(7/6263) (Başkanlığa geliş tarihi: 13.5.2005)
63.- İstanbul
Milletvekili Emin ŞİRİN'in, Fener-Rum Patriğinin görev kapsamına ilişkin
Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısından yazılı soru önergesi (7/6264)
(Başkanlığa geliş tarihi: 10.5.2005)
64.- İstanbul
Milletvekili Emin ŞİRİN'in, Kars Antlaşmasının 6 ve 8 inci maddelerinin
uygulanıp uygulanmadığına ilişkin Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısından
yazılı soru önergesi (7/6265) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.5.2005)
65.- İstanbul
Milletvekili Bihlun TAMAYLIGİL'in, BM Genel Kurulunda özürlü haklarının
güvenceye alınması için hazırlanacak sözleşmeye ilişkin Dışişleri Bakanı ve
Başbakan Yardımcısından yazılı soru önergesi (7/6266) (Başkanlığa geliş tarihi:
11.5.2005)
66.- İstanbul
Milletvekili Emin ŞİRİN'in, Başbakanın eşinin Suriye'ye yapacağı ziyarete
ilişkin Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısından yazılı soru önergesi
(7/6267) (Başkanlığa geliş tarihi: 12.5.2005)
67.- Antalya Milletvekili
Nail KAMACI'nın, Antalya Ritmik Jimnastik Takımının spor salonu ihtiyacına
ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Mehmet Ali ŞAHİN) yazılı soru
önergesi (7/6268) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.5.2005)
68.- Ordu Milletvekili
Kazım TÜRKMEN'in, Orduspor'un üç futbolcusunun disiplin kuruluna sevkine
ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Mehmet Ali ŞAHİN) yazılı soru
önergesi (7/6269) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.5.2005)
69.- İstanbul
Milletvekili Gürsoy EROL'un, kamu kurum ve kuruluşlarında özürlü personel
istihdamına ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Mehmet Ali ŞAHİN)
yazılı soru önergesi (7/6270) (Başkanlığa geliş tarihi: 13.5.2005)
70.- Bursa Milletvekili
Kemal DEMİREL'in, 2003-2004 yıllarında Bartın İline yapılan yatırımlara ve
ayrılan ödenek miktarına ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından
(Mehmet Ali ŞAHİN) yazılı soru önergesi (7/6271) (Başkanlığa geliş tarihi: 13.5.2005)
71.- İstanbul
Milletvekili Emin ŞİRİN'in, Kars Antlaşmasının 6 ncı maddesi hükümlerinin
uygulanıp uygulanmadığına ilişkin Devlet Bakanından (Kürşad TÜZMEN) yazılı soru
önergesi (7/6272) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.5.2005)
72.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Posof-Türkgözü Sınır Kapısında sınır ticaretini geliştirmeye
yönelik çalışmalara ilişkin Devlet Bakanından (Kürşad TÜZMEN) yazılı soru
önergesi (7/6273) (Başkanlığa geliş tarihi: 13.5.2005)
73.- Denizli Milletvekili
Ümmet KANDOĞAN'ın, yurtdışında fuarcılık faaliyetlerine katılan şirketlere ve
yapılan ödemelere ilişkin Devlet Bakanından (Kürşad TÜZMEN) yazılı soru
önergesi (7/6274) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.5.2005)
74.- Bursa Milletvekili
Kemal DEMİREL'in, Bursa Çevre Yoluna ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından
yazılı soru önergesi (7/6275) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.5.2005)
75.- Bursa Milletvekili
Kemal DEMİREL'in, Bolu'da deprem konutlarında yaşayan ailelere ve kalıcı
konutlara geçişe ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi
(7/6276) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.5.2005)
76.- Bursa Milletvekili
Kemal DEMİREL'in, 2003-2004 yıllarında Bartın İline yapılan yatırımlara ve
ayrılan ödenek miktarına ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru
önergesi (7/6277) (Başkanlığa geliş tarihi: 13.5.2005)
77.- Denizli Milletvekili
Mehmet YÜKSEKTEPE'nin, ülkemizin tanıtımına yönelik bir ihale yapılıp
yapılmadığına ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/6278)
(Başkanlığa geliş tarihi: 13.5.2005)
78.- Balıkesir
Milletvekili Turhan ÇÖMEZ'in, Antalya-Manavgat İlçesi Titreyengöl mevkiindeki
Sorgun Ormanının golf ve otel alanı ilan edilip edilmediğine ilişkin Kültür ve
Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/6279) (Başkanlığa geliş tarihi:
13.5.2005)
79.- Bursa Milletvekili
Kemal DEMİREL'in, 2003-2004 yıllarında Bartın İline yapılan yatırımlara ve
ayrılan ödenek miktarına ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru
önergesi (7/6280) (Başkanlığa geliş tarihi: 13.5.2005)
80.- Konya Milletvekili Atilla
KART'ın, Mercedes Benz Türk A.Ş.'nin ürettiği 0 403 SHD Mercedes marka
otobüslerde tasarım ve üretim hatasının bulunduğu iddiasına ilişkin Sanayi ve
Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/6281) (Başkanlığa geliş tarihi:
13.5.2005)
81.- Bursa Milletvekili
Kemal DEMİREL'in, 2003-2004 yıllarında Bartın İline yapılan yatırımlara ve
ayrılan ödenek miktarına ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından yazılı soru
önergesi (7/6282) (Başkanlığa geliş tarihi: 13.5.2005)
82.- Denizli Milletvekili
Ümmet KANDOĞAN'ın, suç işleme oranına ve suça itme nedenlerine yönelik
çalışmalara ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/6283) (Başkanlığa
geliş tarihi: 10.5.2005)
83.- İzmir Milletvekili
Enver ÖKTEM'in, Ceza Muhakemesi Kanununda değişiklik öngören bir teklife
ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/6284) (Başkanlığa geliş
tarihi: 13.5.2005)
84.- İstanbul
Milletvekili Ali Kemal KUMKUMOĞLU'nun, TEKEL'in Veserfrucht ve Interlink adlı
firmalara tütün satışına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi
(7/6285) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.5.2005)
85.- Afyonkarahisar
Milletvekili Reyhan BALANDI'nın, Türkiye'deki saymanlık sayısına ve denetimine
ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/6286) (Başkanlığa geliş
tarihi: 10.5.2005)
86.- İstanbul
Milletvekili Kemal KILIÇDAROĞLU'nun, BDDK'nın bazı bankacılar hakkında açılan
davalardaki tutumuna ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından
(Abdüllatif ŞENER) yazılı soru önergesi (7/6287) (Başkanlığa geliş tarihi:
10.5.2005)
87.- Bursa Milletvekili
Ertuğrul YALÇINBAYIR'ın, Dünya Bankasının yolsuzluk ve yönetişim kriterleri
endeksine ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Abdüllatif ŞENER)
yazılı soru önergesi (7/6288) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.5.2005)
88.- İzmir Milletvekili
Enver ÖKTEM'in, Emekli Sandığına ait İzmir-Büyük Efes Otelini yenileme
çalışmalarına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/6289)
(Başkanlığa geliş tarihi: 13.5.2005)
89.- Bursa Milletvekili
Kemal DEMİREL'in, 2003-2004 yıllarında Bartın İline yapılan yatırımlara ve
ayrılan ödenek miktarına ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı
soru önergesi (7/6290) (Başkanlığa geliş tarihi: 13.5.2005)
90.- İstanbul
Milletvekili Emin ŞİRİN'in, yerel ve özel televizyon kanallarının TRT
istasyonlarından yararlandırılmasına ilişkin Devlet Bakanından (Beşir ATALAY)
yazılı soru önergesi (7/6291) (Başkanlığa geliş tarihi: 12.5.2005)
91.- Afyonkarahisar
Milletvekili Reyhan BALANDI'nın, faizlere ve borç miktarına ilişkin Devlet
Bakanından (Ali BABACAN) yazılı soru önergesi (7/6292) (Başkanlığa geliş
tarihi: 10.5.2005)
BİRİNCİ
OTURUM
24 Mayıs
2005 Salı
Açılma
Saati: 14.00
BAŞKAN:
Başkanvekili İsmail ALPTEKİN
KÂTİP
ÜYELER: Yaşar TÜZÜN (Bilecik), Mehmet DANİŞ (Çanakkale)
BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin
101 inci Birleşimini açıyorum.
Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere
başlıyoruz.
Sayın milletvekilleri, gündeme geçmeden
önce üç sayın milletvekiline gündemdışı söz vereceğim.
İlk gündemdışı söz, 21 Mayıs tarihinde
Manisa'da yağan dolunun tarıma verdiği zarar konusunda, Manisa Milletvekili
Sayın Süleyman Turgut'a aittir.
Buyurun Sayın Turgut. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
Süreniz 5 dakika.
IV.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) GündemdIşI Konuşmalar
1.- Manisa
Milletvekili Süleyman Turgut'un, Manisa ve Bolu'da yağan dolunun tarım
sektöründe meydana getirdiği zararlara ilişkin gündemdışı konuşması ve Tarım ve
Köyişleri Bakanı Sami Güçlü'nün cevabı
SÜLEYMAN TURGUT (Manisa) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; hafta sonu Manisa'da ve Bolu'da meydana gelen dolu
felaketiyle ilgili gündemdışı söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, Yüce
Heyeti saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, bizim Ege'de bir
söz vardır, "çiftçinin karnını yarmışlar, kırk yıl çıkmış" diye.
Evet, gerçekten, çiftçilerimiz, bir taraftan, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik
zorluklarla uğraşırken, bir taraftan da, engellemenin mümkün olmadığı,
Allah'tan gelen bu doğal afetlerle de mücadele etmekteler. Öylesine ki, bir yıl
boyunca gözleri gibi baktıkları, bir yıl boyunca çocukları gibi üzerine
titredikleri bu mahsulü, bazen, bir gecede olan soğukla, soğuk vurmasıyla
kaybetmekte, bazen, amansız bir hastalığa yakalatıp öyle kaybetmekte, bazen de,
hafta sonunda yaşadığımız gibi, sadece 12 dakika süren, ama, ceviz büyüklüğünde
ve çok şiddetli yağan bir doluyla, maalesef, bir yıllık geleceklerini büyük bir
hüsranla etkilemektedirler.
Değerli dostlar, elbette ki, böyle
zamanlarda, sadece "bu, Allah'tan geldi, biz ne yapalım" demek
bizlere düşmez. Tıpkı, sevinçler paylaşıldığı zaman nasıl artıyorsa, üzüntüler
de paylaşıldıkça azalır düşüncesiyle bizler de bu vatandaşlarımızın yanına
gittik. Onlarla birlikte dertleştik, konuştuk ve ardından onların talan olmuş
bu arazilerini yerinde görmeye gittik. Oraya gittiğimizde, gerçekten
gözlerimize inanamadık. O dalların üzerinde bulunması gereken mahsullerin,
meyvelerin, eriklerin, kirazların, incirlerin, asmanın üzerinde bulunması
gereken o salkımların, maalesef yerlerde süründüğünü, yerlere düştüğünü gördük.
Durum içler acısıydı ve bu durumda etkilenmemek, bu durumda onlarla birlikte
dertlenmemek mümkün değildi. Tabiî ki, bizlere düşen, bu konuda hemen
çalışmalara başlamak ve yaranın üzerine bir merhem misali bu vatandaşlarımızın
sıkıntılarına, dertlerine derman olmaktı. Bir taraftan ilçe tarımdaki
yetkililer, bir taraftan il tarım müdürlüğündeki yetkililer olaydan yarım saat
sonra bu afet bölgesine gelmişler ve buradaki ilk tespitlerini yapmışlardı.
Arkasından, bu hafta içerisinde kurulacak olan komisyonla da buraya intikal
eden çiftçilerimizin kendi verecekleri dilekçelerle birlikte buraya intikal
edecek bölgelerde yapılacak olan tespitlerle de bu tespit tutanaklarının
düzenlenmesi ve bunların Ankara'ya gönderilmesiyle, Sayın Bakanla da yaptığımız
görüşmede, bir an evvel, bu arkadaşlarımızın, bu çiftçilerimizin dertlerini
gidermek adına, bir miktar da olsa yaralarına merhem olmak adına, buradan maddî
manada bir desteğin çıkması için elimizden gelen bütün gayreti hep birlikte göstereceğiz.
Değerli dostlar, yıllarca çiftçilerimizden
oy alıp iktidar olanlar, maalesef, sadece iktidar olmuşlar; ama,
çiftçilerimizin bu türlü dertlerine derman olacak kanunları, maalesef, Mecliste
bir türlü çıkaramamışlardı. Bu konuya 22 nci Dönem milletvekilleri ve iktidarı
olarak hep birlikte parmak basacağız ve bu yıl içerisinde çözeceğiz. Hem seksen
yıldır olmayan bir tarım kanununu hem de böyle durumlarda özellikle gündeme
gelen tarım ürün sigortasını, Allah'ın izniyle, hep birlikte bu yıl sonuna
kadar çıkaracağız ve bu yapacağımız çalışmalarla, inanıyorum ki, bundan sonra
çiftçilerimiz geleceklerine çok daha rahat bakacaklar, çok daha rahat, çok daha
güvenli bir şekilde bu mahsullerini üretecekler.
Değerli dostlar, bizlerin bu noktada
yapacağı çalışmalar, çiftçilerimizin bizden beklentileri elbette çok büyük;
ama, inanıyorum ki, bizler buradayken, bizler çiftçilerin içinden gelen
insanlar olarak, çiftçilerin bu dertlerini bu Meclis gündemine taşıdığımız
sürece, iktidarıyla muhalefetiyle bu sorunlara sahip çıktığımız sürece,
çiftçilerimiz de bizlerle beraber, bundan sonra geriye dönmeden, geçmiş kara
günlerini unutup, gelecek aydınlık günlerine bakacaklar.
Ben, bu duygu ve düşüncelerle,
çiftçilerimize Allah'tan gelen bu afetlerin bir daha yaşanmaması, bu konuda
mağdur olan çiftçilerimize geçmiş olsun dileklerimi sunuyorum ve bu konuda
yapılacak olan çalışmalara bütün milletvekillerimizin gayret göstereceğini
umuyor; söz veren başta Değerli Başkanıma ve siz değerli Meclis üyelerimize,
milletvekillerimize saygı ve sevgilerimi sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Turgut.
Hükümetin söz isteği var.
Tarım ve Köyişleri Bakanımız Sayın Prof.
Güçlü, bu konuda Hükümet adına söz istemiştir.
Buyurun Sayın Güçlü.
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI SAMİ GÜÇLÜ
(Konya) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Manisa Milletvekilimiz
Sayın Süleyman Turgut'un bölgede meydana gelen tabiî afet nedeniyle yapmış
olduğu gündemdışı konuşmaya ben de kısaca cevap vermek istiyorum.
Evvela, içinde bulunduğumuz zaman
döneminde tabiî afete maruz kalan çiftçilerimize geçmiş olsun diyorum; en son
zaman dilimi içerisinde de Manisa'da meydana gelen afet dolayısıyla, nisan
ayında Manisa Merkez, Salihli, Sarıgöl, Turgutlu, Alaşehir ve Ahmetli
İlçelerinde meydana gelen don afeti ve 21 Mayısta yine Manisa İli Ahmetli ve
Turgutlu İlçelerinde dolu afeti nedeniyle zarar gören çiftçilerimiz vardır.
Sayın milletvekilimiz, bunlarla ilgili, yapılan çalışmalar hakkında bilgi
verdiler. 2004 yılına nispetle 2005 yılında tabiî afet yönünden nispeten daha
şanslıyız; ama, bulunduğu yerde, geldiği yerde dar gelirli çiftçimizi büyük
ölçüde mağdur eden bu olaylara karşı halen yürürlükte olan etkin bir
sistemimizin olmadığını daha önce de çok tekrar ettim.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Sayın
Bakanım, kayısı da gitti...
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI SAMİ GÜÇLÜ
(Devamla) - Efendim, 2004'ten mi bahsediyorsunuz?
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Bu
sene... Bu sene...
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI SAMİ GÜÇLÜ
(Devamla) - Bu seneki olan oranın düşük olduğunu temenni ediyoruz; inşallah,
öyle bilgiler, bize intikal eden bilgiler.
Ben, Sayın Milletvekilimizin konuşmasının
sonunda geldiği cümlelere atıf yaparak bitirmek istiyorum. Tarım Komisyonundan,
Plan ve Bütçe Komisyonundan geçen ve Meclis Genel Kurulumuza gelen Tarım
Ürünleri Sigorta Yasası, Hükümetimiz tarafından da, Meclis tatile girmeden,
öncelikle çıkarılması gereken yasalar arasında yer almıştır. Dolayısıyla,
ilkönce muhalefet partimize bu konuda seslenerek, tarımla ilgili konularda
yasal düzenlemeler gündeme geldiğinde çok uzun vakit alması dolayısıyla
tereddütler hâsıl oluyor; ama, Tarım Ürünleri Sigortası Yasasını bizim
çıkarmamız lazım ve her iki komisyonda da oybirliğiyle geçti bu; gerek Tarım
Komisyonunda gerekse Plan ve Bütçe Komisyonunda. Bu konuda eğer desteğinizi
verirseniz, yani, Meclis tatile girmeden önce, bu dönemde, bunu çıkarma
konusunda AK Parti Grubunun da desteğiyle, bunu çıkarmamız lazım. 2005 yılında
Türk çiftçisine sunacağımız en önemli hediye budur. Dolayısıyla, ben, her iki
grubun da bu hususta bir karara vararak, bu yasa tasarısını öncelikli olarak
ele alma konusunda Hükümetimizden gelen talebi, bu yönüyle de destekleyerek
çıkarılması konusunda temennimi dile getiriyorum.
Bu vesileyle, hepinize saygılar sunuyorum.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Bakan.
Gündemdışı ikinci söz isteği, Boğaziçi
Üniversitesi Kültür Merkezinde 25, 26 ve 27 Mayıs tarihlerinde düzenlenecek
olan "Sözde Ermeni Soykırımı" konulu konferans hakkında, İstanbul
Milletvekili Sayın Şükrü Mustafa Elekdağ'a aittir.
Buyurun Sayın Elekdağ. (CHP sıralarından
alkışlar)
2.-
İstanbul Milletvekili Şükrü Mustafa Elekdağ'ın, sözde Ermeni soykırımı
iddialarına ilişkin olarak Boğaziçi Üniversitesi Kültür Merkezinde düzenlenecek
olan konferansa ilişkin gündemdışı konuşması ve Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in
cevabı
ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (İstanbul) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Boğaziçi Üniversitesinde 25-27 Mayıs
tarihlerinde düzenlenecek "Osmanlı Ermenileri" konferansı hakkında
gündemdışı söz almış bulunuyorum; hepinize saygılarımı sunarım.
Değerli arkadaşlarım, Boğaziçi
Üniversitesinde "İmparatorluğun Çöküş Döneminde" Osmanlı
Ermenileri" başlıklı, 25 Mayısta başlayarak üç gün sürecek bir konferans
düzenleniyor. Bu konuyu kamuoyunun dikkatine getiren Milliyet Gazetesi 21 Mayıs Cumartesi günü yayımladığı haberde şu
noktaların altını çiziyordu; aynen okuyorum: "Boğaziçi Üniversitesinde
Ermeni soykırımı iddialarıyla ilgili olarak geniş katılımlı bir konferans
düzenleniyor. Düzenleyiciler, Bilgi Üniversitesinden Murat Belge, Sabancı
Üniversitesinden Halil Berktay ve Boğaziçi Üniversitesinden Selim Deringil.
Konferanstaki konuşmacıların hemen tümü
Ermeni soykırımının varlığını iddia eden ya da bu konuda resmî tezleri
sorgulayan isimler. Düzenleyiciler, demokrat olma iddiasında kişiler; ama,
konferansta, soykırımı olmadığı tezini savunacak isimler yok." Evet,
Milliyet'te yayımlanan haber bu.
Bu haber üzerine, internetten, konferansta
konuşma yapacakların listesini çıkardım ve gördüm ki, bunların hepsi,
Türkiye'yi soykırımıyla suçlayan, yani, Ermeni görüşlerini savunan akademisyen
ve gazeteciler. Tabiî, aralarında, bu iddiaları sorgulayan, ama, karşı çıkmayan
birkaç isim de var. Dikkati çeken husus ise, Türk tarafının görüşlerini ortaya
koyacak tek bir akademisyenin veya uzmanın konuşmacı olarak bu konferansa davet
edilmemiş olması.
Bir diğer önemli husus da değerli
arkadaşlarım, konferans programında bu etkinliğin amacının şöyle izah edilmesi:
Ülkemizin tarihindeki bu trajik olay konusunda doğrudan doğruya Türkiye'nin kendi
bilim ve düşünce insanlarının, resmî tezlerden farklı seslerini topluca
yükseltmeleri ve katkılarını ortaya koymaları. Yani, değerli arkadaşlarım,
konferansın amacı, resmî tezlerden farklı görüşlerin ortaya konulması olarak
tanımlanıyor.
Nedir bu resmî tez dedikleri; resmî tez
dedikleri, Türkiye'nin, Osmanlı devlet arşivlerine dayanan bilgiler ışığında
1915 olaylarını izah tarzıdır. Devlet arşivlerindeki şifre telgraflara, resmî
talimatlara ve raporlara, Meclisi Vükela kararlarına ve diğer tarihî belgelere,
yani, tarihin yazılmasında itibar edilen birinci el kaynaklara dayanılarak 1915
olaylarının gerçek yüzünün ortaya konması resmî tezdir.
Boğaziçi Üniversitesindeki konferansı
düzenleyenler de, hedeflerinin bu resmî tezi çürütmek olduğunu ilan ediyorlar.
Yani, konferansın amacı, daha başından, Türkiye'yi soykırımıyla suçlamak olarak
tanımlanıyor. Oysa, bilimsel bir konferansta karşılıklı tezler ortaya konur ve
gerçek bunların sentezinde aranır.
Burada bir noktanın daha altını çizmekte
yarar görüyorum. Bu konferans düzenleyicileri, "devletin tarih konusunda
görüş açıklaması yanlıştır" noktasından hareketle, "resmî tez"
sözcüklerine, "Türk Devletinin inkârcı görüşü" anlamını yüklüyorlar;
ama, aynı zevat, Ermeni Devletinin tezlerinin avukatlığını yapmakta hiçbir beis
görmüyor.
Yaptığım bu açıklamalar, değerli
arkadaşlarım, şu hususu, hiçbir tartışmaya meydan vermeyecek kadar açık bir
şekilde ortaya koymaktadır: Boğaziçi Üniversitesinde düzenlenen Ermeni
konferansı, sözde bilimsellik kisvesi altında Ermeni soykırım iddialarını yayma
hedefini güden, propaganda amaçlı bir toplantıdır. Bu konferansı düzenleyenler,
içeride ve dışarıda Türkiye'yi Ermeni soykırımı yapmakla suçlayan kişilerdir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun efendim.
ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (Devamla) - Teşekkür
ediyorum.
Konferansa, Türkiye'nin görüşlerini
savunacak ve açıklayacak hiçbir tarihçi ve uzman davet edilmemiştir. Bu durum,
Boğaziçi Üniversitesinde düzenlenen bu konferansın, tamamen Ermeni iddialarının
propagandasını yapanların amaçlarına hizmet etmek olduğunu açıkça ortaya
koymaktadır.
Değerli arkadaşlarım, bu toplantının
düzenleyicileri, Türkiye'yi insanlıkdışı bir vahşetle soykırımı yapmakla
suçlayan Ermeni tezlerinin avukatlığına soyunmuş kişilerdir. Toplantının,
bilimsellikle ve tarihî gerçekleri ortaya çıkarmakla hiçbir alakası yoktur.
Konferans, bilimsel dürüstlük, bilimsel namus ve vicdan ilkelerini
çiğnemektedir. Bu konferans, gerçekdışı olayları gerçek gibi göstermek,
Türkiye'yi soykırımıyla suçlamak, Türkiye'nin tarihini karalamak amacıyla
düzenlenmiştir ve Boğaziçi Üniversitesi, Ermeni iddialarının propagandasını
yapmak için bir forum olarak kullanılmaktadır.
Değerli arkadaşlarım, hazin olan, bu hain
projeye Boğaziçi Üniversitesinin alet edilmesidir. Boğaziçi Üniversitesinde, bu
ülkenin çıkarlarına sahip çıkacak, bu hıyanete karşı koyacak, bilimsel
dürüstlüğü ve nesnelliği savunacak kimse yok mu?! Amacı Türkiye'yi kötülemek ve
suçlamak olan, hiçbir bilimsel yönü bulunmayan, Türkiye'nin dünyadaki imajını
karartmayı hedefleyen bir konferansa Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğü nasıl
müsaade ediyor?! Ben, dün Sayın Rektörle görüşmek istedim; fakat, maalesef,
telefonlarıma cevap vermedi, çıkmadı.
Değerli arkadaşlarım, Türk ve Ermeni
taraflarının bilim adamları, tarihçileri ve uzmanları vasıtasıyla tezlerini
açıklayabilecekleri, iki karşıt görüşün özgürce dile getirilebileceği bir
konferansa kim karşı çıkabilir?! Tarihî gerçekleri ortaya çıkarmayı amaçlayan
bilimsel bir konferansı Ermenistan'da yapamazsınız, Fransa'da yapamazsınız,
Amerika'da da Ermeni lobisi böyle bir konferansı yaptırmaz; ama, Türkiye
özgürlükler ve hoşgörü ülkesidir, kimse, Türkiye'de bilimsel bir dürüstlük
içinde yapılacak, iki tarafın da görüşlerinin açıklanacağı bir konferansa karşı
çıkmaz.
Boğaziçi Üniversitesi, kendisine yakışır
şekilde, böyle, bilimsel, nesnel bir konferans tertiplesin, biz de
alkışlayalım; fakat, Boğaziçi Üniversitesinin Ermeni propagandasına alet
edilmesini, Türkiye'yi soykırımıyla suçlayan birkaç kişinin maşası haline
getirilmesini kınıyorum. Boğaziçi Üniversitesi Sayın Rektörünü bu konuda
açıklama yapmaya davet ediyorum. Acaba bu konferansı yapmak isteyen
akademisyenlere söz mü geçiremedi, yoksa, kendisi de onlar gibi Ermeni soykırımına
arka mı çıkıyor; bunları açıklaması gerekir. YÖK Başkanı Sayın Teziç'i de, bu
konuya el atmaya davet ediyorum.
Ben, buradan, Türkiye'deki üniversite
rektörlerine de sesleniyorum: Boğaziçi Üniversitesinin bilimsellik kisvesi
altında, sadece bir tarafın görüşlerini yansıtacak bir konferans tertipleyerek,
Türkiye'yi soykırımıyla suçlama amacını güden bir etkinlikte bulunmasını
onaylıyor musunuz sayın rektörler?
Teşekkür ediyorum değerli arkadaşlarım.
(Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Elekdağ.
Gündemdışı üçüncü söz isteği, 20 Mayıs
2005 tarihli Milliyet Gazetesinde yer alan "alternatif Ermeni
konferansı" adlı haberle ilgili, Aksaray Milletvekili Sayın Ramazan
Toprak'a aittir.
Buyurun Sayın Toprak. (Alkışlar)
3.- Aksaray
Milletvekili Ramazan Toprak'ın, Milliyet Gazetesinde yer alan "Alternatif
Ermeni Konferansı" başlıklı habere ilişkin gündemdışı konuşması ve Adalet
Bakanı Cemil Çiçek'in cevabı
RAMAZAN TOPRAK (Aksaray) - Sayın Başkan,
Yüce Meclisin değerli üyeleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Büyükelçimin ifade ettiği üzere, 25,
26 ve 27 Mayıs 2005 tarihlerinde Boğaziçi Üniversitesinde bir konferans
düzenleniyor. Bu konferansta, Türk Devletinin resmî tezi sorgulanacak bir konu
var. Bu, çok önemli bir konu, gazetelerde satır aralarında unutulmuş bir konu;
ama, çok öze ilişkin bir konu. Bu konuya yeterince ilgi gösterilmediğini
üzülerek ifade ediyoruz. Ben beklerdim ki, tüm yazılı ve görsel medya
organlarında sekiz sütuna manşet bir haber olsun; tüm kamuoyu, üç gün süreyle,
Boğaziçi Üniversitesine gözünü ve kulağını diksin, oradan çıkacak sese kulak
versin.
Resmî tezin sorgulanması derken, katılacak
isimlere de bakıyoruz, ağırlıklı olarak Ermeni tezini savunan, hem de canhıraş
gayretlerle savunan insanları görüyoruz. Bunun diğer ifadesi şudur: Konferansa
katılan X, Y, Z çok da önemli değil; bu bazı isimlerin, dünyanın tüm
platformlarında, Türk tezini sorgularken apaçık mahkûm ederek sorguladığını
görüyoruz. Bu sorgulama tarzının tersini, yani, Ermeni tezini savunurken, Türk
tezine bir parça kapı araladığına hiç şahit olmadık; tam bir Ermeni müdafii,
avukatı şeklinde. Oysa, Boğaziçi Üniversitesinde bu tavır sergilenirken,
eleştirel seslerin dikkate alınmasına vurgu yapılıyor.
Eleştirel yaklaşım iki taraflıdır, tek
taraflı olmaz; objektif yaklaşım bunu gerektirir. Sübjektif yaklaşım ise tek
taraflı yaklaşımı gerektirir ve Boğaziçi Üniversitesinde böyle bir görüş
serdedilecek üç gün süreyle.
Türk tezi dediğimiz nedir; özünde, Ermeni
soykırımı olayı yoktur ifadesini tamamlayan Türk tezinde, gelin, olup
olmadığını, tüm arşivleri, üstelik uluslararası bağımsız kurulların, kurumların
önünde tartışalım tezidir.
Şimdi, böylesi bir tezin sadece ilk
kısmını alarak, üstelik ülkemizin gözbebeği bir Boğaziçi Üniversitesinde böyle
bir paneli, konferansı, ben, eylem diye nitelendiriyorum. Galiba, Hınçak ve
Taşnak Ermenileri ya da diaspora Ermenileri özel gayretlerle bir program
hazırlasalar, herhalde buna yakın içerikte bir program olurdu.
Burada ifade etmeye çalıştığım husus
şudur: "Eleştirel akıl" adı altında, "vicdanî sorumluluk"
adı altında, Boğaziçi Üniversitesinde üç gün süreyle ortaya konulacak bu
tavrın, ne kadar eleştirel, vicdanî bir sorumluluk, dünya vatandaşı
sorumluluğu, devletimize, toplumumuza ve demokrasiye bir saygı ifadesi olarak
sunmuş olsalar da... Bakın değerli milletvekilleri, Türk kamuoyu, sizlere
sesleniyorum; bakın, üç gün süreyle Boğaziçi Üniversitesinde yapılacak olan bu
konferansın, Türk tezini ortaya koymasıyla, konulmasıyla, Ermenistan'da
yapılabileceğini düşünebiliyor musunuz?! Doğru cezaevidir ya da akıbeti
meçhuldür. Yine, aynı şekilde, Türk tezini ortaya koyan bir panelin İsviçre'de
yapılabileceğini düşünebiliyor musunuz?! Sayın Halaçoğlu hakkında yapıldığı
gibi, hemen bir soruşturmadır. Fransa'da yapıldığını düşünebiliyor musunuz?! Hemen
hakkında takibat ve siyasî mahkûmiyetler peşi sıra gelecektir.
Bakın, Avrupa'nın gözbebeği sayılabilen
ülkelerde, benzeri bir konferansı, Türk tezini ortaya koyacak şekilde ifade
etmek mümkün değildir. Oysa, bizim kendi ülkemizde, YÖK'e bağlı, gözbebeği
Boğaziçi Üniversitesinde, böylesi, akıllara ziyan verecek bir yaklaşımı
üzüntüyle görüyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Toprak, bir dakika
efendim... Sözlerinizi tamamlayın.
Buyurun.
RAMAZAN TOPRAK (Devamla) - "Dünya
vatandaşı sorumluluğu" kavramları, tabiri caizse, "ağı katılmış
aş" tabirinden, içi birileri tarafından doldurulan sloganlardır. İçinin
nelerle doldurulduğuna bakıldığında, maalesef, yüz yıl önce olduğu gibi,
galiba, her yüz yılda... İşbirlikçi demiyorum; sorumluluk adına yapıldığı
söyleniyor, daha ziyade sorumsuzluk şeklinde... Bilimsellik deniyor, ama,
bilimsellik, sübjektiflik değil, objektiflik gerektirir. Eğer, gerçekten, üç
günün sonunda, Ermeni tezlerini güçlendiren bir sonuca, bir karara gidilecek
olursa, Türk tezini eleştirel sesler, eleştirel yaklaşımlarla sorgulayalım
derken, apaçık bir Ermeni soykırım tezi kabulü yönünde bir karara gidilecek
olursa, şu kadarını ifade ediyorum, başta Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğü ve
yönetimi olmak üzere, böylesi bir olaya göz yummuş ve yumacak olan YÖK'ü de,
ben, bu sorumlulukta pay sahibi kılıyorum ve bana göre, devletin temel
politikası oluşturulmuş konularda cansiparane savunmalar yapan YÖK'ün, bu haber
karşısında hiç de kılının kıpırdamadığını görünce, bu söylemlerinde ne kadar
samimî olup olmadığını sorguluyorum. Tüm Türk kamuoyu da bu sorgulamayı
yapıyor.
Üç günün sonunda ortaya konulacak olan
tezlerin, Ermeni tezlerini savunur ve Türk tezlerini, resmî tezi mahkûm eder
bir sonuca ulaşması halinde, ben, bu işin tüm müsebbipleri hakkında -başta YÖK
Başkanı olmak üzere, tüm müsebbipleri hakkında- adlî organları, siyasî
organları, herkesi göreve çağırıyorum ve bu üç gün süreyle, tüm Türk kamuoyunun
gözlerini Boğaziçi Üniversitesine yönlendirmesini ve yüz yıl önce mandacılığı
savunan insanları çağrıştıran kişilerin, düşüncelerin, anlayışların, seslerin
çok iyi takip edilmesini ve bu düşüncelerin Türk Devletinin, Türk Milletinin
dünya kamuoyunda nasıl mahkûm edilmesine hizmet edeceklerine dikkat çekiyorum.
Önemli bir toplantı. Umarım bilimsel bir toplantı şeklinde geçer, bilimsel
gerçeklik ortaya konur.
Türk tarihî tezi yinelenmiştir. Geçtiğimiz
ay Sayın Başbakanımız ve Anamuhalefet Partisi Sayın Genel Başkanıyla, üstelik
iktidarıyla muhalefetiyle, temsil edilen edilmeyen tüm partilerin ittifakıyla
kabul edilmiş bir ortak işbirliği çağrısı var. Ortak işbirliği çağrısı,
birileri tarafından ellerinin tersiyle itilmişken, çok ucuz, içi birileri
tarafından doldurulmuş, suiistimal edilen kavramlarla Türk kamuoyu, dünya
kamuoyu, üstelik gözbebeğimiz bir üniversite de yanıltılacak olursa, Türk
Devleti, Türk Milleti kendi tarihine yalan ve iftira atarak, yoğun
propagandalarla kendini mahkûm eden insanları asla affetmeyecektir, tarih de
affetmeyecektir.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Toprak.
Sayın milletvekilleri, Sayın Ülkü Güney,
yerinden, kısa bir açıklama talebinde bulunmuştur; kendilerine kısa
açıklamaları için söz vereceğim.
Sayın Güney, buyurun.
ÜLKÜ GÖKALP GÜNEY (Bayburt)- Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Değerli arkadaşlarım, ben, Sayın Elekdağ'a
ve Sayın Toprak'a çok teşekkür ediyorum; çok önemli bir konuyu gündeme
getirdiler.
Değerli arkadaşlarım, üniversiteler
özerktir; ama, Türkiye Cumhuriyetinin üniversiteleri, Türkiye Cumhuriyeti
Devletinin prensiplerine ve kurallarına uymak mecburiyetindedirler. Hele hele
böyle bir millî davada, hem de böyle bir kritik dönemde Boğaziçi
Üniversitesinin yapmış olduğu, hele içeriği değerli arkadaşlarımızın anlattığı
gibi olursa, bırakın delaleti, ülkemiz için bir hıyanettir diye buradan ifade
ediyorum.
Bu bakımdan, bir milletvekili olarak, Yüce
Meclisin Başkanlık Divanının, Başkanımızın bu konuda bir açıklama yapmasını ve
Yüce Meclisin tavrını ortaya koymasını istirham ediyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Güney.
Hükümetin söz isteği var.
Hükümet adına, Adalet Bakanımız Sayın
Cemil Çiçek açıklamada bulunacaklardır.
Buyurun efendim. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) -
Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hem
Sayın Elekdağ'a hem Sayın Toprak'a hem de Sayın Ülkü Güney'e teşekkür ediyorum.
Burada dile getirilen hususlar, inanıyorum ki, bu çatı altında görev yapan her
arkadaşımızın ve teker teker de her Türk vatandaşının hissiyatını, endişesini
burada dile getirmiş oldu. Hükümet olarak bunlara katıldığımızı da açıklıkla
ifade etmek istiyorum.
Ve açıklıkla bir şeyi daha ifade etmek
isterim ki, Türk Milleti kadar eli temiz, vicdanı temiz, alnı ak bir başka
millet de yoktur. (Alkışlar) Dolayısıyla, bizim hiç kimseden bir endişemiz de
yok. Buna tarihimiz şahittir, buna arşivlerimiz şahittir.
Bunu tespit ettikten sonra, bir şeyi daha
ifade etmek isterim. Belki milletimizin de uzun süre özlemlediği bir
işbirliğini, bu dönem, iktidar-muhalefet, pek çok konuda, özellikle böylesine
bir millî meselede gündeme getirdi. Tarihî yalanı, milletimize karşı yapılan
soykırım iftirasını bertaraf etme adına, hem bu çatı altında bir müzakere
yaptı, bir ortak karar aldı hem de bunun gereği olarak, şu an, teker teker
bütün ülkelerde çok yönlü bir çaba gösteriliyor "o yalandır, o doğru
değildir, gerçeklerin saptırılmasıdır" diye.
Şimdi, milletçe, devletçe böylesine yoğun
bir çaba içerisindeyken, bu çabaları arkadan hançerlemek ne anlama geliyor?!
Şimdi, siz, o zaman, falanca ülkenin
parlamenterlerini nasıl ikna edeceksiniz?! Onlar pekala diyecekler ki:
"Siz bizi ikna etmeyin; gidin, Boğaziçi Üniversitesinde Boğaz'a bakarak bu
yalanları söyleyenleri ikna edin." Dolayısıyla, bu, Türk Milletini arkadan
hançerlemektir; bunu, çok açık olarak söyleyelim.
Evet, üniversiteler özerktir, özgürdürler;
ama, dünyanın hiçbir ülkesinde özerklik ve özgürlük sorumsuzluk olarak
anlaşılamaz. Bu, aynı zamanda -çok net olarak ifade ediyorum ki- büyük bir
sorumsuzluktur, büyük bir ciddiyetsizliktir.
Dördüncü bir husus: Bir şey daha
söyleyeceğim; eğer, siz, bilim adına gerçeği aramak istiyorsanız, tarih adına
gerçeği aramak istiyorsanız, o zaman, farklı düşünenleri de çağırmış olmanız
gerekir. Neden, orada tek yanlı bir propaganda gerçekleştirilmeye çalışılıyor;
bir konferans?!
Arkadaşlarımız da dile getirdiler. Bugün,
İsviçre'de ve bazı ülkelerde "Türkler soykırım işlememiştir" demek
özgürlüğü tanınmazken, bununla ilgili kırmızı bültenler çıkarılırken,
Türkiye'de şu günlerde, yarın, Ceza Kanununu konuşacağız ya; birçok da
cemiyetlerimiz var ya, derneklerimiz var ya; hani, özgürlük yok diyorlar ya, bu
milleti arkadan hançerleme özgürlüğü var, bu millete iftira etme özgürlüğü var;
bunu, herkesin görmesi lazım, herkesin anlaması lazım! (Alkışlar)
Evet, bu, büyük bir sorumsuzluktur, büyük
bir ciddiyetsizliktir. Özerk kuruluşları da göreve davet ediyoruz. Hükümet
olarak bir yetkimiz olsaydı gereğini yapardık. Keşke, Adalet Bakanı olarak dava
açma yetkimi devretmeseydim. Şimdi, YÖK ne yapacak onu merak ediyorum, şimdi,
Boğaziçi Üniversitesi ne yapacak onu merak ediyorum; ben de merak ediyorum, biz
de merak ediyoruz, milletimiz de merak ediyor. Bu ciddiyetsizlik, bu
sorumsuzluk, bu millete küfretme, bu milletin nüfus cüzdanını taşıyanların bu
milletin aleyhine propaganda yapma, ihanet etme dönemini artık kapatmamız
lazım. Çünkü, milletin vicdanı rahatsız oluyor.
Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Bakan.
Başkanlığın Genel Kurula diğer sunuşları
vardır.
Cumhurbaşkanlığının bir tezkeresi var;
okutup, bilgilerinize sunacağım; ancak, sunuşlarımız uzun metinlerden
oluştuğundan, sunuşu yapan Kâtip Üyenin, sunuşunu oturarak takdim etmesini
Genel Kurulun oylarına sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Tezkereyi okutuyorum:
B) Tezkereler ve Önergeler
1.- Türkiye
Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında 5344 sayılı Kanunun bazı
maddelerinin bir kez daha görüşülmek üzere geri gönderildiğine ilişkin
Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/828)
18.5.2005
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
İLGİ: 6.5.2005 günlü,
A.01.0.GNS.0.10.00.02-10533/31789 sayılı yazınız.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel
Kurulunca 4.5.2005 gününde kabul edilen 5344 sayılı Türkiye Bilimsel ve Teknik
Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
incelenmiştir.
İncelenen Yasanın;
3 üncü maddesiyle değiştirilen 17.7.1963
günlü, 278 sayılı Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Kurulması
Hakkında Yasanın 4 üncü maddesinin birinci fıkrası, ikinci fıkrasının birinci
paragrafı ile (a) bendinde,
"Bilim Kurulu;
a) Bilimsel ve teknolojik alanlarda eser,
araştırma ve buluşlarıyla temayüz etmiş ve/veya araştırma ve teknoloji yönetimi
konusunda yetkinliği olan, bilimsel ve teknolojik sistem, kurum ve birimleri
başarıyla kurmuş ve/veya yönetmiş bulunan kişiler arasından, Başbakan
tarafından belirlenecek üç, Yükseköğretim Kurulu Genel Kurulu tarafından
belirlenecek bir, Bilim Kurulu tarafından belirlenecek üç,
b) Türkiye Bilimler Akademisinin aslî
üyeleri arasından Başbakan tarafından belirlenecek fen ve teknik bilimler
alanlarından bir, sosyal ve beşerî bilimler alanlarından bir ve sağlık
bilimleri alanından bir olmak üzere toplam üç;
c) Lisans öğreniminden sonra kamu kurum ve
kuruluşlarında ve/veya özel sektörde en
az on yıl deneyim sahibi olmuş, mesleğinde temayüz etmiş ve üstün nitelikte
hizmetleriyle tanınmış kişiler arasından, Başbakan tarafından belirlenecek bir,
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği tarafından belirlenecek iki, Bilim Kurulu
tarafından belirlenecek bir olmak üzere ondört üye ile Başkandan oluşur.
Başkanın Bilim Kurulu üyeleri arasından atanması halinde aynı kontenjandan yeni
bir üye atanır. Yükseköğretim Kurulunun Genel Kurulu ve Türkiye Odalar ve
Borsalar Birliği, Başbakanın talebi üzerine üye belirleyerek en geç bir ay
içinde Başbakanlığa bildirir. Başkan, hem Kurum hem de Bilim Kurulunun
Başkanıdır. Bilim Kurulu üyeliği seçimi Başbakanın onayı ile kesinleşir. Bilim
Kurulunun toplantı ve karar yetersayısı sekizdir. Bilim Kurulunun çalışma usul
ve esasları Kurumca çıkarılacak bir yönetmelikle belirlenir.
Bilim Kurulu üyelerinin görev süresi ile
görev ve yetkileri aşağıda gösterilmiştir:
a) Üyelik süresi: Bilim Kurulu üyelerinin
görev süresi dört yıldır. Üyeliği sona eren üye, ancak dört yıllık ikinci bir
dönem daha seçilebilir. İstifa veya ölüm gibi sebeplerle boşalan üyelikler için
yukarıdaki esaslara göre yeni üye seçilir. Bu suretle seçilen üyenin görev
süresi de dört yıldır. Bilim Kurulunun olağan toplantılarına yıl içinde toplam
altı kere veya üst üste üç kere kabul edilebilir mazereti olmaksızın katılmayan
üyelerin üyelikleri, Bilim Kurulu kararıyla düşer. Bu üyelerden boşalan
üyelikler bu maddede belirtilen usullere göre yenilenir. Üyelerin görev
süresinin dolmasına en geç iki ay kala veya istifa, ölüm ve devamsızlık gibi
sebeplerle üyeliğin boşalması halinde boşalma tarihinden itibaren en geç iki ay
içinde yeni üye belirlenerek Başbakanın onayına sunulu. Bu süre içinde yeni üye
bildirilmemesi halinde Başbakan birinci fıkrada belirtilen şartları taşıyanlar
arasından belirlediği kişileri doğrudan Bilim Kurulu üyesi olarak atar."
4 üncü maddesiyle değiştirilen, 278 sayılı
Yasanın 5 inci maddesinin ikinci fıkrası ile yine aynı maddeyle 5 inci maddeye
eklenen fıkralarda,
"Bilim Kurulu, 4 üncü maddenin
birinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen nitelikleri taşıyan kişiler
arasından, biri Bilim Kurulu dışından olmak üzere iki başkan adayı belirleyerek
Başbakana sunar. Başbakan, bu adaylardan birini seçerek Başkan olarak atanmak
üzere Cumhurbaşkanına teklif eder.
Bilim Kurulunun aday belirlemesi, Başkanın
görev süresinin dolmasına en geç iki ay kala veya herhangi bir sebeple bu
görevin boşalma tarihinden itibaren en geç iki ay içinde tamamlanır. Bilim
Kurulunun herhangi bir nedenle süresinde aday belirlememesi halinde Başbakan
gerekli şartları taşıyanlar arasından belirlediği bir kişiyi Başkan olarak
atanmak üzere Cumhurbaşkanına teklif eder.
Başkanın geçici olarak görevi başında
bulunmadığı zamanlarda, görevlendireceği Bilim Kurulu üyelerinden biri
Başkanlığa vekalet eder. Başkanlık görevinde boşalma olması halinde yeni başkan
atanıncaya kadar, Bilim Kurulu kendi üyelerinden birini Bilim Kurulu ve Kurum
Başkan Vekili olarak görevlendirir."
9 uncu maddesiyle 278 sayılı Yasaya
eklenen geçici 4 ve geçici 5 inci maddelerde,
"Geçici Madde 4.- Bilim Kurulu
üyeleri ve Başkanın görevleri bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte
kendiliğinden sona erer. Ancak bunlar, yeni Bilim Kurulu üyeleri göreve
başlayıncaya kadar görevlerine devam ederler.
Bu Kanunun yayımı tarihinden itibaren
onbeş gün içinde Yükseköğretim Kurulu Genel Kurulu ve Türkiye Odalar ve
Borsalar Birliği 4 üncü maddenin birinci fıkrasına göre belirleyecekleri
üyeleri seçerek Başbakana sunar. Bu süre içinde ilgili kurumlarca gerekli
teklifin yapılmaması halinde Başbakan bunların kontenjanları için öngörülen
şartları taşıyanlar arasından doğrudan Bilim Kurulu üyeliklerine atama yapar.
Bilim Kurulunun ilk toplantısına en yaşlı
üyesi başkanlık eder.
Geçici Madde 5.- Bilim Kurulunun ilk
oluşumundan sonra ikinci yılın sonunda, bir defaya mahsus olmak üzere, Başkan
hariç adçekme usulü ile ayrılacak yedi üyenin yerine, 4 üncü maddeye göre üye
seçilir."
Düzenlemelerine yer verilmiştir.
Yapılan düzenlemelerle, Bilim Kulununun,
Üye sayısı, Başkan dışında 12'den 14'e
çıkarılmakta,
Oluşumu değiştirilmekte, bu bağlamda
Kurulun,
Bilimsel ve teknolojik alanlarda yapıt,
araştırma ve buluşlarıyla seçkinleşen ve/veya araştırma ve teknoloji yönetimi
konusunda yetkinliği olan, bilimsel ve teknolojik sistem, kurum ve birimleri
başarı ile kurmuş ve/veya yönetmiş bulunan kişiler arasından;
Başbakanca belirlenecek 3,
Yükseköğretim Kurulu Genel Kurulunca
belirlenecek 1,
Bilim Kurulunca belirlenecek 3,
Türkiye Bilimler Akademisinin aslî üyeleri
arasından Başbakanca belirlenecek;
Fen ve teknik bilimler alanlarından 1,
Sosyal ve beşerî bilimler alanlarından 1,
Sağlık bilimleri alanından 1,
Lisans öğreniminden sonra kamu kurum ve
kuruluşlarında ve/veya özel sektörde an az on yıl deneyim kazanmış, mesleğinde
seçkinleşmiş ve üstün nitelikli hizmetleriyle tanınmış kişiler arasından;
Başbakanca belirlenecek 1,
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğince
belirlenecek 2,
Bilim Kurulunca belirlenecek 1,
olmak üzere 14 üye ve Başkandan oluşacağı
belirtilmekte,
Bilim Kurulu üyeliği seçiminin Başbakanın
onayıyla kesinleşeceği vurgulanmakta,
Toplam 3 Bilim Kurulu üyesini belirleme
yetkisi verilen Yükseköğretim Kurulu Genel kurulu ile Türkiye Odalar ve
Borsalar Birliği, Başbakanın istemi üzerine üye belirleyerek en geç bir ay
içinde Başbakanlığa bildirmekle yükümlü kılınmakta,
Bilim Kurulu üyelerinin görev süresinin
dolmasına en geç iki ay kala ya da istifa, ölüm ve devamsızlık gibi nedenlerle
üyeliğin boşalması durumunda, boşalma gününden başlayarak en geç iki ay içinde
yeni üyenin belirlenip Başbakanın onayına sunulması öngörülmekte,
Bu süre içinde yeni üye bildirilmemesi
durumunda Başbakana, aranılan koşulları taşıyanlar arasından belirlediği
kişileri doğrudan Bilim Kurulu üyesi olarak atama yetkisi verilmekte,
Kurum Başkanının Bilim Kurulunca
seçilerek, Başbakanın önerisi üzerine Cumhurbaşkanınca atanması yöntemi
korunmakla birlikte;
Bilim Kurulunun tek aday belirlemesi
yerine, bilimsel ve teknolojik alanlarda yapıt, araştırma ve buluşlarıyla
seçkinleşmiş ve/veya araştırma ve teknoloji yönetimi konusunda yetkinliği olan,
bilimsel ve teknolojik sistem, kurum ve birimleri başarıyla kurmuş ve/veya
yönetmiş bulunan kişiler arasından, biri Bilim Kurulu dışından olmak üzere iki
başkan adayını belirleyerek Başbakana sunması, Başbakanın bu adaylardan birini
seçerek Başkan olarak atanmak üzere Cumhurbaşkanına önermesi,
Bilim Kurulunun, Başkanın görev süresinin
dolmasına en geç iki ay kala ya da herhangi bir sebeple bu görevin boşalma
gününden başlayarak en geç iki ay içinde adayları belirlememesi durumunda,
Başbakanın, gerekli koşulları taşıyanlar arasından seçeceği bir kişiyi Başkan
olarak atanmak üzere Cumhurbaşkanına önermesi,
Öngörülmektedir.
İncelenen Yasanın 9 uncu maddesiyle 278
sayılı Yasaya eklenen geçici maddelerde de,
Bilim Kurulu üyeleri ve Başkanın görevinin yasaların yürürlüğe
girdiği gün kendiliğinden sona ereceği; ancak, bunların, yeni Bilim Kurulu
üyelerinin göreve başlamasına kadar görevlerini sürdürecekleri belirtilmekte,
Yasanın yayımı gününden başlayarak onbeş
gün içinde Yükseköğretim Kurulu Genel Kurulu ve Türkiye Odalar ve Borsalar
Birliğinin üyeleri seçerek Başbakana sunmaları; bu süre içinde ilgili
kurumlarca gerekli önerinin yapılmaması durumunda, Başbakanın, bunların
kontenjanları için belirtilen koşulları taşıyanlar arasından, doğrudan Bilim
Kurulu üyeliklerine atama yapması öngörülmekte,
Bilim Kurulu üyelerinin görevlerinin aynı
anda sona ermemesi ve çalışmalarına süreklilik kazandırılması amacıyla, kurulun
ilk oluşumundan sonraki ikinci yılın sonunda, bir keze özgü olmak üzere, Başkan
dışında adçekme yöntemiyle ayrılacak yedi üyenin yerine, ayrılan üyelerin
kaynaklarına göre üye seçilmesi ilkesi getirilmektedir.
1- Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma
Kurumunun Kuruluş Yasası incelendiğinde, kurumun, kuruluş amaç ve işlevine
uygun olarak bilimsel özerklikle donatıldığı görülmektedir.
Yasaya göre, Türkiye Bilimsel ve Teknik
Araştırma Kurumu, idarî ve malî özerkliğe sahip bir tüzelkişilik olup, yasada
kural bulunmayan durumlarda özel hukuk kurallarına bağlıdır. Yasada, idarî ve
malî özerklik ile Bilim Kurulu üyelerinin seçilme yöntemi, kurumun bilimsel
özerkliğini sağlayan hukuksal araçlar olarak düzenlenmiştir.
Anayasa Mahkemesinin 30.5.1990 günlü,
E.1990/2, K.1990/10 sayılı kararında vurgulandığı gibi, özerklik, belli
sınırlar içinde serbestçe davranabilmeyi anlatmakta, özerk olan bir kuruluşun,
yasayla çizilen sınırlar içinde kalmak koşuluyla, kendi davranışlarına egemen
olacak kuralları yine kendisinin düzenlemesi gerekmektedir.
Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma
Kurumunun organ ve birimlerinin oluşumuna ve çalışma yöntemine ilişkin
yürürlükteki kurallarda, Kuruma, Anayasa Mahkemesinin sözü edilen kararında
tanımlandığı biçimiyle "bilimsel özerklik" tanındığı açıklıkla
görülmektedir.
Yine yürürlükteki kurallara göre, Türkiye
Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu bağlı kuruluş statüsündedir. Bu bağlılık,
Anayasanın 123 üncü maddesinde yer verilen yönetimin bütünlüğü ilkesinin gereği
olup, Başbakanın kurum üzerindeki vesayet yetkisiyle somutlaşmaktadır.
Vesayet yetkisinin sınırını Kurumun
bilimsel özerkliği oluşturmaktadır. Nitekim, Başbakanın vesayet yetkisi, Bilim
Kurulu üyeliği seçimini onaylayarak kesinleştirmek ve Bilim Kurulunca seçilen
kurum Başkanını atanmak üzere Cumhurbaşkanına önermek göreviyle
belirginleşmekte, ayrıca, Kurumun denetiminde de kendini göstermektedir.
Belirtmek gerekir ki, Başbakanın sözü
edilen vesayet yetkisi, Bilim Kurulu üyeleri yönünden, yapılan seçimleri
onaylamak ya da onaylamamakla sınırlıdır. Bir başka anlatımla bu vesayet
yetkisi Başbakana Bilim Kurulunun seçtiği kişileri onaylamaması durumunda bu
kişileri kendisinin seçme ya da belirleme yetkisini içermemektedir. Aynı
hukuksal durum, Kurum Başkanı için de geçerlidir.
Sonuç olarak, Türkiye Bilimsel ve Teknik
Araştırma Kurumunun Başbakanın öğeleri Yasada gösterilen sınırlı vesayet
denetiminin altında, yine yasada yer verilen kurallar çerçevesinde kendi karar
organını oluşturan, üyelerini ve Başkanını seçen, çalışma düzeni ve yöntemini
belirleyen, araştırma ve yayın konularını saptayıp, yürütmek ve ilgisini bu
doğrultuda çalışmaya yöneltmek serbestliğine sahip özerk bir bilim kurumu
olarak işlevini sürdürmesi öngörülmüştür.
Kurumun bu biçimde düzenlenmesi,
görevlerinin niteliği, bilimsel etkinliklerinin ağırlığı ve önemi nedeniyle her
türlü dış etkilerden ve siyasal karışmalardan uzak tutulması ve özellikle
bilimsel saygınlığının sağlanması gereğine dayanmaktadır. Bu gereklilik,
Kurumun idarî ve malî özerkliğiyle korunan bilimsel özerkliğinin dayanağını ve
gerekçesini de oluşturmaktadır.
Kuruma ilişkin düzenlemelerde, Kurumun
işlevinin gözönünde bulundurulması ve bu işlevden kaynaklanan özerk yapısının
korunması gerekmektedir.
Oysa, incelenen Yasayla yapılan
düzenlemelerde, Bilim Kurulu üyelerinin yarısının, yani 7 üyenin doğrudan
Başbakanca atandığı; Kurum Başkanı'nın Başbakanca atanan üyeler arasından
belirlenmesi durumunda ise boşalan bu üyelik için de yine Başbakanca atama
yapılacağından, Başkan dahil toplam 8 Bilim Kurulu üyesinin doğrudan Başbakanca
seçilerek atanabileceği; bu sayının ise Bilim Kurulunun toplanma ve karar yeter
sayısına eşit olduğu görülmektedir."
Ayrıca, incelenen Yasanın,
3 üncü maddesiyle yapılan değişiklikle,
görev süresinin dolması ya da üyeliğin boşalması durumunda, süresi içinde yeni
üye belirlenip onaya sunulmaması,
4 üncü maddesiyle yapılan değişiklikle,
Bilim Kurulunun herhangi bir nedenle süresinde Başkan adaylarını belirlememesi,
9 uncu maddesiyle getirilen geçici 4 üncü
maddesiyle de, Yükseköğretim Kurulu Genel Kurulu ve Türkiye Odalar ve Borsalar
Birliğince, süresi içinde üyelerin belirlenip sunulmaması durumlarında,
üyelerin, gerekli koşulları taşıyanlar arasından Başbakanca doğrudan
atanmasına; Başkanın ise, yine gerekli koşulları taşıyanlar arasından
Başbakanca doğrudan seçilerek Cumhurbaşkanının onayına sunulmasına olanak
sağlanmaktadır.
Böylece, Başbakanın Kurum üzerindeki
vesayet yetkisi, kendisine sunulan seçimi onaylamaktan öte, Yasada öngörülen
koşulların oluşması durumunda, bu atamayı doğrudan yapmayı içerecek biçimde
genişletilmektedir.
Vesayet kurumunda olması gerekenin çok
üzerinde yetkiler içeren bu düzenlemeleri idarî ve bilimsel özerklikle
bağdaştırmak olanaklı değildir.
2- 278 sayılı Yasanın 4 üncü maddesiyle,
Kurumun karar ve temsil organlarının oluşumunda, idarî ve malî özerkliğine
koşut olarak siyasal karışmaların önüne geçilmesi amaçlanmış; bunun için Bilim
Kurulunun kendi üyelerince seçilerek oluşturulması sağlanmıştır.
Ancak, 2003 yılından bugüne kadar yaşanan
süreçte, aynı zamanda Kurumun da Başkanı olan Bilim Kurulu Başkanının görev
süresinin 30.5.2003 gününde dolacak olması gözönünde tutularak Bilim Kurulunca
1.2.2003 gününde seçim yapılmış ve mevcut Başkanın yeniden seçildiğine ilişkin
seçim sonucu 6.5.2003 gününde Başbakanlığa iletilmesine karşın, seçilen bu kişi
atanmak üzere Başbakanca Cumhurbaşkanına önerilmemiştir.
Ayrıca, Bilim Kurulunun altı üyesinin
görev süresinin 21.9.2003 gününde dolacak olması nedeniyle Kurulca, yapılan 6
üyenin seçimine ilişkin sonuç da Başbakanlığa bildirilmiş; ne var ki, yapılan
seçim Başbakanca onaylanmadığı için kesinleşmemiş, böylece Kurul, toplantı ve
karar yetersayısını yitirmiştir.
Ortaya çıkan sorunun aşılması amacıyla,
12.11.2003 gününde kabul edilen 5001 sayılı "Türkiye Bilimsel ve Teknik
Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanuna Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında
Kanun" ile 278 sayılı Yasaya geçici 3 üncü madde eklenerek; Yasanın
yürürlüğe girdiği gün boş bulunan Bilim Kurulu üyeliklerine, 4 üncü maddede
belirtilen niteliklere uygun kişiler arasından ve yine aynı maddenin ikinci
fıkrasında yer verilen oranlar çerçevesinde, bir keze özgü olmak üzere,
Başbakanca; Kurum Başkanlığına, yine bir keze özgü olmak üzere, Başbakanın
önerisi üzerine Cumhurbaşkanınca atama yapılması öngörülmüştür.
Ancak, sözü edilen 5001 sayılı Yasa,
Görevlerinin niteliği, bilimsel
etkinliklerinin ağırlık ve önemi nedeniyle tüzelkişilik, idarî, malî ve
bilimsel özerklik tanınarak kurulan Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma
Kurumunun her türlü dış etkilerden ve siyasal karışmalardan uzak tutulması ve
bilimsel saygınlığının korunmasına özen gösterilmesi gerektiği,
Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma
Kurumunda, toplantı ve karar yetersayısı gözetilmeden, Bilim Kurulunun boş
bulunan tüm üyelikleri için Başbakana atama yetkisi veren düzenlemenin, Kurumun
özerkliği, kamu yararı ve hukuk devleti ilkesiyle de bağdaşmadığı,
Ayrıca, boş bulunan üyeliklerin tümüne
siyasal organca atama yapılmasının, Bilim Kurulunun ulusal ve uluslararası
saygınlığına, çalışmalarının ve yayınlarının yansızlığına gölge düşüreceği,
Gerekçeleriyle, bir kez daha görüşülmek
üzere Türkiye Büyük Millet Meclisine geri gönderilmiştir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel
Kurulunca yeniden görüşülen Yasa, 5016 sayılı Yasa olarak "aynen"
kabul edilmiş ve 22.12.2003 gününde yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
5016 sayılı Yasayla 278 sayılı Yasaya
eklenen geçici 3 üncü maddenin iptali ve yürürlüğünün durdurulması istemiyle
143 milletvekili tarafından dava açılmış; Anayasa Mahkemesinin 29.1.2004 günlü,
E.2003/107, K.2004/4 (Yürürlüğü Durdurma) sayılı kararıyla, esas hakkında karar
verilinceye kadar, Anayasaya aykırılığı konusunda güçlü belirtiler bulunduğu
gerekçesiyle maddenin yürürlüğü durdurulmuştur.
5016 sayılı Yasanın yürürlüğe girdiği
günden, Anayasa Mahkemesince yürürlüğünün durdurulmasına kadar geçen süreçte,
boş bulunan Bilim Kurulu üyeliklerine Başbakanca atama yapılmıştır. Kurum
Başkanlığına da atama yapılmak istenilmiş; ancak, buna ilişkin kararname
taslağı Anayasa Mahkemesi kararı gözönünde bulundurularak imzalanmamış ve
Başbakanlığa geri gönderilmiştir.
5016 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesinden
önce, Bilim Kurulu tarafından yeniden Kurum Başkanlığına seçilen, ancak
atanması için Başbakan tarafından Cumhurbaşkanına önerilmeyen eski Başkanın,
hem bu işlemin ve hem de bir başkasının Kurum Başkanı olarak atanmak üzere
Cumhurbaşkanına önerilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle açtığı dava
sonunda, Ankara 1. İdare Mahkemesinin 20.10.2004 günlü, 2004/1282 sayılı
kararıyla; Anayasa Mahkemesinin 278 sayılı Yasaya 5016 sayılı Yasayla eklenen
geçici 3 üncü maddenin yürürlüğünü durdurduğu da gözetilerek, işlemin tesis
edildiği tarihte ve halen yürürlükte bulunan kural gereğince Bilim Kurulu
tarafından Başkanlığa seçilen ve seçilmesine engel bir durumu bulunmadığı
anlaşılan davacının atanmak üzere Cumhurbaşkanına önerilmesi gerekirken, yerine
bir başkasının önerilmesine ilişkin dava konusu işlemlerde hukuka uygunluk
bulunmadığı belirlenerek, bu işlemler iptal edilmiştir.
Hukuksal durum bu aşamada iken, incelenen
yasanın yukarıda açıklanan kurallarıyla, yürürlüğü durdurulan 5016 sayılı
Yasanın geçici maddesindekine benzer bir yöntem, hem de bu kez kalıcı olarak
getirilmektedir.
İncelenen yasanın, Türkiye Bilimsel ve
Teknik Araştırma Kurumu Bilim Kurulunun oluşumuna ilişkin 3, 4 ve 9 uncu
maddelerinde yer alan kuralların bir arada değerlendirilmesinden, tümüyle bir
"bilimsel ve teknik araştırma kurumu" olan Türkiye Bilimsel ve Teknik
Araştırma Kurumunun, siyasal bir kişilik ve otoritenin istek ve istencine ve
çoğu kez siyasal yanı ağır basan takdir ve tercihine bırakıldığı görülmektedir.
Görevlerinin niteliği, bilimsel
etkinliklerinin ağırlık ve önemi nedeniyle tüzelkişilik, idarî, malî ve
bilimsel özerklik tanınarak kurulan Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma
Kurumunun her türlü dış etkilerden ve siyasal karışmalardan uzak tutulması ve
bilimsel saygınlığının korunmasına özen gösterilmesi gerekmektedir.
Kurumun bu niteliğine karşın, aslî yönetim
ve karar organı olan Bilim Kuruluna doğrudan Başbakanca atama yapılmasının
öngörülmesi; Kurumu siyasal karışmalara açık duruma getirmektedir. Bu durumun
ise, Kurumun bilimsel özerkliğiyle bağdaşmadığı açıktır.
Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma
Kurumu, üstlendiği görevler ve amaçları nedeniyle tüm çalışmalarında
"bilimsel" ölçütleri gözönünde tutmak, başka bir deyişle, tüm
çalışmalarında nesnel ve yansız olmak zorundadır. Bunu sağlamanın önde gelen
koşulu ise, Kurum organlarının ve özellikle karar organı olan Bilim Kurulunun
oluşumunda bilimdışı kişi ve kurulların etkilerinin ve rollerinin olabildiğince
azaltılması, Bilim Kurulunu oluşturacak üyelerin seçiminde siyasal otoritenin
yetkisinin sınırlandırılması ve bu konuda inisiyatifin ve ağırlıklı rolün bilim
üreten, bilimsel çalışmalar yapan, bilimsel saygınlığa sahip kurumlara
bırakılmasıdır.
Bu nedenlerle, Bilim Kurulunun 7 üyesinin
seçimini doğrudan Başbakana bırakan, diğer 7 üyesinin seçiminde ise Başbakana
dolaylı yoldan etkinlik tanıyan düzenleme, Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma
Kurumunun işlevine, kamu yararına ve hizmet gereklerine uygun düşmemektedir.
3 - İncelenen Yasada, Bilim Kurulunun
oluşumu yeniden düzenlenirken, Bilim Kurulu üyeleri için "görev güvencesi"
de getirilmemiştir.
Bilim Kurulu üyelerinin, aranan
nitelikleri kaybetmeleri ya da bu nitelikleri taşımadıklarının sonradan
belirlenmesi, görevlerinde yetersizlikleri, görevlerini savsaklamaları,
kendilerine verilen görevlerle ilgili olarak işledikleri suçlardan mahkûm
olmaları, uzun süreli olarak hastalık, kaza ya da başka özürlerle görevlerini
yapamaz duruma gelmeleri gibi nedenlerle görevden alınmalarının atandıkları
yöntemle yapılabileceğinin kabulü, idare hukukunun "usulde paralellik"
ilkesinin gereğidir.
Bu ilke çerçevesinde, Bilim Kurulu
üyelerinden doğrudan Başbakanca atama yapılmış olanların, yine Başbakanca
görevden alınabileceği açıktır. Bu durum, Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma
Kurumuna tanınan idarî ve bilimsel özerkliğe aykırı biçimde Bilim Kurulu
üyelerini güvenceden yoksun bıraktığı gibi, Kurul üyelerinin bilimsel
yeterliliklerinin ya da yetersizliklerinin siyasal organ tarafından denetlenip
takdir edilmesi gibi kabul edilemez bir sonuç da yaratmaktadır.
Yürürlükteki düzenlemede de, görev
güvencesine ilişkin açık bir kural bulunmamakla birlikte, üyelerin Bilim
Kurulunca seçilmesi, yapılan seçimin Başbakanın onayıyla kesinleşmesi
öngörüldüğünden, üyelerin görevden alınabilmesi için Bilim Kurulunun karar
vermesi gerekmektedir ki, bu durum, üyeler yönünden yeterli güvence
oluşturmaktadır.
Getirilen düzenleme bu yönüyle de Kurumun
bilimsel ve idarî özerkliğiyle bağdaşmamaktadır.
4 - Anayasanın 2 nci maddesinde, hukuk
devleti ilkesi Türkiye Cumhuriyetinin nitelikleri arasında sayılmıştır. Bu
ilke, Anayasanın bağlayıcılığı yanında yasa koyucunun evrensel hukuk
kurallarına da uymasını zorunlu kılmaktadır. Evrensel hukuk kuralları ise,
yasaların genel ve nesnel olmasını, kamu yararı amacıyla çıkarılmasını
gerektirmektedir.
Bilim Kurulu üyeliklerine ağırlıklı olarak
siyasal organca atama yapılmasının Bilim Kurulunun ulusal ve uluslararası
saygınlığına, çalışmalarının ve yayımlarının yansızlığına gölge düşüreceği
açıktır.
Bu nedenle, Türkiye Bilimsel ve Teknik
Araştırma Kurumunda Bilim Kurulu üyelikleri için Başbakana doğrudan ya da
dolaylı tek başına atama yetkisi veren düzenleme, kamu yararı ve hukuk devleti
ilkesiyle de bağdaşmamaktadır.
5 - Ayrıca, incelenen Yasayla gerekçede
belirtilen amacı arasında uyumsuzluk ve Kurum için öngörülen statü yönünden
getirilen kurallar arasında çelişki bulunmaktadır.
Yasanın gerekçesinde "Tüm gelişmiş
ülkelerde bilimsel ve teknolojik gelişme, bir devlet politikası olarak önem
taşımaktadır" denilerek, bilimsel ve teknolojik gelişmenin bir devlet
politikası olduğu kabul edilmektedir.
Bilim ve teknolojide devlet politikası
üretecek kurumların özerk olmaları işin doğası gereğidir. Çünkü, ancak özerk ve
bağımsız kurum ve kuruluşlar, etki ve baskı altında kalmadan doğru politikalar
üretilebilmesine yardımcı olabilirler. Bu nedenledir ki, Türkiye Bilimsel ve
Teknik Araştırma Kurumu kurulduğundan beri tüzelkişiliğe, malî, idarî ve
dolayısıyla bilimsel özerkliğe sahip bir kuruluştur. Siyasal etki ve
karışmalardan uzak olduğu için de görevini başarıyla sürdürmüştür.
Gerekçede bilim ve teknolojinin bir devlet
politikası olduğu belirtildikten sonra incelenen Yasada Bilim Kurulu üyelerinin
seçimi yetkisinin, çoğunlukla hatta kimi zaman tümüyle siyasal iktidarın başı
olan Başbakana verilmesi gerekçe ile Yasa arasındaki uyumsuzluğu
göstermektedir.
Öte yandan, incelenen Yasayla, Türkiye
Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Başbakanlığın "bağlı" kuruluşu
olmaktan çıkarılıp "ilgili" kuruluşu konumuna getirilmektedir.
Bakanlıkların kuruluş ve görev esaslarını
düzenleyen 27.09.1984 günlü, 3046 sayılı Yasanın,
10 uncu maddesinde "bağlı
kuruluşlar" bakanlığın hizmet ve görev alanına giren ana hizmetleri
yürütmek üzere, bakanlığa bağlı olarak özel yasayla kurulan, genel bütçe içinde
ayrı bütçeli, katma bütçeli ya da özel bütçeli kuruluşlar,
11 inci maddesinde de "ilgili
kuruluşlar" özel yasa ile kurulan özel hukukî, malî ve idarî statüye
bağlı, hizmet yönünden yerinden yönetim kuruluşları,
Biçiminde tanımlanmıştır.
Bu tanımlara göre "ilgili
kuruluşlar" "bağlı kuruluşlara" göre daha özerk statüye
sahiptirler. Nitekim, 3046 sayılı Yasada, bağlı kuruluşların kimi birimleri
bakanlıklarla birlikte düzenlenip aynı ilkelere bağlı kılınmışken, ilgili kuruluşlarda
bu birimlerin kurulması yasasına bırakılmıştır.
İncelenen Yasada, yukarıda açıklandığı
gibi, bir yandan Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumunun statüsü
"ilgili kuruluş"a dönüştürülüp Kurum daha özerk bir yapıya
kavuşturulmak istenirken, öte yandan Bilim Kurulu üyelerinin atama yetkisinin,
vesayet sınırlarını aşacak biçimde doğrudan Başbakana verilmesi bir çelişki
oluşturmaktadır.
Açıklanan nedenlerle, incelenen Yasanın 3,
4 ve 9 uncu maddelerindeki düzenlemeler Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma
Kurumunun bilimsel özerkliği, kamu yararı ve hukuk devleti ilkesiyle
bağdaşmamaktadır.
Yayımlanması yukarıda açıklanan
gerekçelerle uygun bulunmayan 5344 sayılı "Türkiye Bilimsel ve Teknik
Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun" 3, 4 ve 9 uncu maddelerinin Türkiye Büyük Millet Meclisince bir kez
daha görüşülmesi için, Anayasanın değişik 89 ve 104 üncü maddeleri uyarınca
ilişikte geri gönderilmiştir.
Ahmet
Necdet Sezer
Cumhurbaşkanı
BAŞKAN - Bilgilerinize
sunulmuştur.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır; okutup, bilgilerinize sunacağım.
2.- Slovakya Ulusal Meclisi Dış İlişkiler Komitesi Başkanı
ve beraberindeki heyetin, Türkiye Büyük Millet Meclisinin konuğu olarak
ülkemize resmî ziyarette bulunmalarına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/829)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlık Divanının 22 Eylül 2004 tarih ve 50 sayılı kararıyla,
Slovakya Ulusal Meclisi Dış İlişkiler Komitesi Başkanı ve beraberindeki
parlamento heyetinin Türkiye Büyük Millet Meclisinin konuğu olarak resmî
temaslarda bulunmak üzere ülkemizi ziyareti uygun bulunmuştur.
Türkiye Büyük Millet
Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620 sayılı Kanunun 7 nci
maddesi gereğince Genel Kurulun bilgisine sunulur.
Bülent
Arınç
Türkiye
Büyük Millet Meclisi
Başkanı
BAŞKAN - Bilgilerinize
sunulmuştur.
Kanun teklifinin geri
alınmasına dair bir önerge vardır; okutuyorum:
3.- İzmir
Milletvekili Ahmet Ersin'in, (2/61) esas numaralı kanun teklifini geri aldığına
ilişkin önergesi (4/297)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
(2/61) esas numaralı
kanun teklifimi geri çekiyorum.
Gereğini saygılarımla arz
ederim.
Ahmet
Ersin
İzmir
BAŞKAN - İçişleri ile
Plan ve Bütçe Komisyonlarında bulunan teklif geri verilmiştir.
Komisyondan istifa
önergesi vardır; okutuyorum:
4.-
Osmaniye Milletvekili Durdu Mehmet Kastal'ın Çevre Komisyonu üyeliğinden
çekildiğine ilişkin önergesi (4/298)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Çevre Komisyonu
üyeliğinden istifa ediyorum.
Gereğini arz ederim.
Saygılarımla
Durdu
Mehmet Kastal
Osmaniye
BAŞKAN - Bilgilerinize
sunulmuştur.
Adalet ve Kalkınma
Partisi Grubunun, İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır;
okutup, oylarınıza sunacağım.
V.- ÖNERİLER
A) Sİyasî Partİ Grubu Önerİlerİ
1.- Genel
Kurulun çalışma gün ve saatleri ile gündemdeki sıralamanın yeniden
düzenlenmesine ilişkin AK Parti Grubu önerisi
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulunun
24.5.2005 Salı günü (bugün) yapılan toplantısında siyasî parti grupları
arasında oybirliği sağlanamadığından, Grubumuzun aşağıdaki önerisinin İçtüzüğün
19 uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.
Faruk
Çelik
Bursa
Grup
Başkanvekili
Grup önerisi:
24.5.2005 Salı günkü
birleşimde sözlü sorular ile diğer denetim konularının görüşülmeyerek bu
birleşimde kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesi; 25.5.2005 Çarşamba günü
sözlü soruların görüşülmemesi; gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile
Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 262 nci sırasında yer alan 894
sıra sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bir Maddesinin Değiştirilmesine
Dair Kanun Teklifinin bu kısmın 3 üncü sırasına; 268 inci sırasında yer alan
902 sıra sayılı kanun teklifinin 4 üncü sırasına, 265 inci sırasında yer alan
899 sıra sayılı kanun teklifinin 5 inci sırasına, 269 uncu sırasında yer alan
903 sıra sayılı kanun teklifinin 6 ncı sırasına, 267 nci sırasında yer alan 901
sıra sayılı kanun teklifinin 7 nci sırasına, 24.5.2005 tarihli gelen kâğıtlarda
yayımlanan 904 sıra sayılı Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin
Kanun Tasarısının, 48 saat geçmeden, 8 inci sırasına, gündemin 266 ncı
sırasında yer alan 900 sıra sayılı 5317 Sayılı Bankalar Kanunu ile Radyo ve
Televizyon Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun ve Cumhurbaşkanınca bir daha görüşülmek üzere geri gönderme tezkeresinin
9 uncu sırasına, 187 nci sırasında yer alan 819 sıra sayılı Mahallî İdare
Birlikleri Kanunu Tasarısının 10 uncu sırasına alınması; Genel Kurulun
24.5.2005 Salı günü 14.00-23.00, 25.5.2005 Çarşamba günü 11.00-21.00, 26.5.2005
Perşembe günü 11.00-23.00, 27.5.2005 Cuma ve 28.5.2005 Cumartesi günleri de
14.00-23.00 saatleri arasında çalışmalarını sürdürmesi ve 27.5.2005 Cuma ve
28.5.2005 Cumartesi günkü birleşimlerde de kanun tasarı ve tekliflerinin
görüşülmesi;
Önerilmiştir.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Aleyhinde söz istiyorum.
NECATİ UZDİL (Osmaniye) -
Süpermenler Meclisi, süpermenler!
BAŞKAN - Aleyhte söz
isteği var.
Sayın Anadol, buyurun.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Sayın Başkan, Yüce Meclisin saygıdeğer üyeleri; Adalet ve Kalkınma Partisi
Grubu önerisinin aleyhinde söz almak için huzurunuza çıktım; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, bu
konuyla ilgili çok kez söz aldım ve bir üzüntümü dile getirmek istiyorum.
Maalesef, deneyimli bir parlamenter olarak, her türlü siyasî mülahazadan uzak
bir anlayışla arz etmek istiyorum: Meclisin, artık, süresini ve gündemini
kestirmek mümkün değildir.
Türkiye Büyük Millet
Meclisinin kuruluşunu kutladık geçtiğimiz günlerde, 23 Nisan günü. Türkiye
Büyük Millet Meclisi, kurulduğundan bu yana, bu kadar düzensiz, bu kadar
belirsiz, ne zaman ne görüşeceği belli olmayan bir manzaraya hiç bu kadar
ulaşmamıştı ve böyle bir manzaranın içinde olmamıştı.
Şimdi, Meclisin çalışma
saati var. Nedir o; Meclis, 15.00'te açılıyor, 19.00'a kadar çalışıyor; ancak,
istisnaî durumlarda, bu saat, çalışma süresi değişiyor, uzatılıyor; istisnaî
durumlarda.
Şimdi, hepinizin
vicdanlarına hitap ediyorum: Bu istisnaî durum tersine dönüp, vakai adiye
haline geldi mi gelmedi mi? Artık, 13.00 ve 19.00 saatleri arasındaki çalışma
istisnadır, ne zaman toplanacağı, ne zaman dağılacağı belli olmayan, başıbozuk
bir çalışma düzeni de genel kural haline gelmiştir.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU
(Antalya) - Aynen öyle...
K. KEMAL ANADOL (Devamla)
- Buna hakkımız yok arkadaşlar. Bu, Meclisin saygınlığına gölge düşürmektir.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU
(Antalya) - Köle miyiz biz?!
K. KEMAL ANADOL (Devamla)
- Meclisin saygınlığını her şeyden çok bizler, milletvekilleri ve gruplar
sağlamak durumundayız. Bunu bıraktık... Yani, çok üzgünüm -asla hafife
almıyorum yerel yönetimleri filan, sakın yanlış anlaşılmasın, bundan ayrı bir
mana çıkmasın ama- burası Türkiye Büyük Millet Meclisi, burası belediye
encümenine döndü.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU
(Antalya) - Geri alsınlar önerilerini...
BÜLENT BARATALI (İzmir) -
Burası çivi fabrikası mı Sayın Başkan?!
K. KEMAL ANADOL (Devamla)
- Belediye encümenini nasıl yönettilerse bu Meclisi de öyle yönetmek isteyen
bir anlayışla karşı karşıyayız. (AK Parti sıralarından "hakaret
ediyorsunuz" sesleri)
Hakaret değil. Oranın
çalışma şekli ayrıdır, buranınki ayrıdır. Basketbol sahasında futbol oynamak
istiyorsunuz; farklı...
Değerli arkadaşlarım,
geçende, aynı şekilde düzenlenen Danışma Kurulu toplantılarında, mutabakata
varılamayan ve parti önerisi olarak, grup önerisi olarak gelen, tekrarlanan bu
olay üzerinde defalarca dile getirdim; dünyada çalışma süreleri hep yasayla
düzenlenmiştir, yönetmelikle düzenlenmiştir, kurala bağlanmıştır, İş Kanununda
düzene bağlanmıştır, memurlarla ilgili mevzuatta düzene bağlanmıştır, Trafik
Kanununda düzene bağlanmıştır... Yani, Trafik Kanununda araba kullanma süresi
sınırlanıyor -biz yasa çıkarıyoruz- çünkü, o süre daha uzarsa kaza ihtimali
ortaya çıkıyor; ama, biz 11.00'de başlıyoruz 21.00'e kadar çalışıyoruz.
Defalarca söyledim; bu
oturduğumuz salonun kati kabulü hâlâ yapılamadı; çünkü, mahkemelik. Ceylan
derisi koltukları yenilediler; ama, 1961'den beri bu salonun havalandırma
düzeni değişmedi, 1961'deki sistem devam ediyor. Defalarca sordum -kuliste
olan, Meclise devam etmeyen arkadaşlara da, televizyonlardan izliyorlarsa
söylüyorum- 1 saatten fazla oturduğunuz vakit bu sandalyelerde, bu koltuklarda,
başınız ağrıyor mu ağrımıyor mu, tansiyonunuz inip çıkıyor mu çıkmıyor mu?
İNCİ ÖZDEMİR (İstanbul) -
Çıkıyor.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU
(Antalya) - Hasta oluyoruz.
K. KEMAL ANADOL (Devamla)
- Ben, bir bilimsel sağlık kurulunun bu incelemeyi yapmasını da talep ediyorum.
(Alkışlar) Sağlıksız bir ortamda sağlıklı yasa çıkmaz arkadaşlar. Şimdi, bir
de, bu Danışma Kurulu...
Arkadaşlar, şimdi, peki,
ne için çalışıyoruz? Yani, bu kadar fazla çalışmaya, bu Meclisi sıkıştırmaya,
sağlıksız yasalar çıkarmakla sonuçlanacak bir durumu ortaya çıkarmaya neden
uğraşıyoruz?!
Arkadaşlar, bakınız, dolu
vurdu üzümü, kayısıyı, çeşitli... "15 000 üretici mağdur. Gökkaya'da bağ
ve bahçelerin yüzde 95'i doludan büyük zarar gördü." Manisa
Milletvekilleri Nuri Çilingir ve Hasan Ören'in resmi, köylülerle beraber. Sizden
bir değerli milletvekili arkadaşım, Manisa Milletvekili, Turgutlulu arkadaşım,
çıktı, gündemdışı konuşma yaptı ve tarım sigorta yasasının bir an önce
Meclisten geçmesini istedi.
Şimdi, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına size sesleniyorum. Bakınız, bizi cumartesi
çalıştırıyorsunuz. Niçin?.. Çarşamba günü, Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve
Terkinine İlişkin Kanun Tasarısı... İlle çıkaracaklar; perşembeye de sirayet
ettiriyorlar garantiye almak için. Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine
İlişkin Kanun Tasarısı... Bu kanun tasarısının robot resmini çizdiğiniz vakit,
Maliye Bakanı çıkıyor. Kendini affettirmek için, özel sorunlarını bu Meclise çözdürmek
için bizi bu kadar angarya çalıştırmaya kimsenin hakkı yok arkadaşlar. (CHP sıralarından
alkışlar) Çıkarın bu maddeyi, çıkarın bu maddeyi buradan, tarım sigorta
yasasını getirin, yarın Cumhuriyet Halk Partisi destek olacak ve köylülerimizi
-Maliye Bakanını değil- bağına dolu vuran köylülerimizi kurtaralım arkadaşlar.
Değsin çalıştığımıza. Yani, sizi hiç rahatsız etmiyor mu arkadaşlar?!
Cumhuriyet tarihinde var mı böyle bir Maliye Bakanı?! Yani, Vergi Barışı Yasasını
çıkardı, yarısından yararlandı, yarısından yararlanamadı Yargıtay kararıyla.
Şimdi, ille, işlediği suçun, dosyanın suç olmaktan çıkması için bizi
çalıştırıyor.
Arkadaşlar, inanıyorum
ki, elinizi vicdanınıza koyduğunuz vakit -mutlaka koyuyorsunuz, ona da
inanıyorum- sizi rahatsız ediyor, bir iktidar partisine bir şey kazandırmaz bu,
çok şey kaybettirir arkadaşlar.
Şimdi, bu kadar sıkarak
çalışma saatlerini, 14.00-23.00, 11.00-21.00, 11.00-23.00, 14.00-23.00... Sayın
Meclis Başkanının, şu andaki Meclis Başkanımız Sayın Bülent Arınç'ın, daha
önceki dönemlerde, Grup Başkanvekili olarak çok doğru sözleri var. Şimdi, biz
de, aynı şeyleri söylüyoruz. Bir Meclisten çıkan kanunun çok olması, olumluluk
işareti sayılmaz tek başına; nitelikli, evrensel hukuk kurallarına uygun yasa
çıkarmakla görevliyiz biz. Yoksa, çıkardığımız yasaların büyük çoğunluğu
Çankayadan geri döner, Anayasa Mahkemesinden geri dönerse, bizim emeğimizin
değeri kalmaz, bu Meclisin çalışmasının yararı olmaz; ama, biz, ısrar ediyoruz,
dayatıyoruz.
O zaman, arkadaşlar;
yani, şuna razısınız, bu manzara devam edecek: Karar yetersayısı isteyecek grup
başkanvekili, tam oylama sırasında kapılar açılacak, elleri havada, içeride ne
görüşüldüğü sorulsa cevap veremeyecek bir grup, 50, 60, 100 kişi gelecek... Bu
manzara, bu Meclisin üzerine düşen bir gölgedir arkadaşlar. Yapmayın...
Demokrasi hepimize lazım, size lazım, bize lazım. Bu Meclisin saygınlığını
evvela bizim düşünmemiz lazım.
Saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyoruz Sayın Anadol.
FARUK ÇELİK (Bursa) -
Sayın Başkan, lehinde söz istiyorum.
BAŞKAN - Önerinin
lehinde, Bursa milletvekili Sayın Faruk Çelik; buyurun. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
FARUK ÇELİK (Bursa)-
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Grup önerimiz üzerinde söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Öncelikle, Sayın Anadol
önemli şeyler söyledi. Söylediği önemli şeylerin başında gelen de, Meclise ve
çalışmalara gölge düştüğüyle ilgili; ki, buna katılmamız mümkün değil. Sayın
Anadol, Meclis çalışarak gölge düşürmez, gölgeleri ortadan kaldırmak için Yüce
Meclis çalışıyor ve çalışmaya da devam edeceğiz.
Bakınız, üçüncü yasama
yılını tamamlamak üzereyiz. Tatil süresini bir ay kısarak veya çalışma süremizi
bir ay uzatarak birinci yasama yılını tamamlamış idik. Arkasından ikinci yasama
yılına gelince, yine temmuz ayında 16 gün çalıştık, olağanüstü toplantıyı
gerçekleştirerek yine tatil süremizi bir ay kısalttık; yani, bir ay fazla
çalıştık. Şimdi üçüncü yasama yılına geldik. Üçüncü yasama yılında tabloya
baktığımız zaman, gerçekten geçmiş dönemlerle mukayese edilmeyecek yoğunlukta
Genel Kurul çalışmalarına sahne olduk. Bu başarı, hepimizin başarısı.
İktidarıyla muhalefetiyle birlikte gerçekten bugüne kadar şahit olunmayan
başarıları gerçekleştirdik. Rakamsal olarak baktığımız zaman, Türkiye Büyük Millet
Meclisine 749 kanun tasarısı sevk edilmiş, bunların 562'si yasalaşmış. Yüzde
olarak bakınca, yüzde 75'lik bir başarı var ortada.
Geçmiş dönemleri hiç
ifade etmek de istemiyorum. Yani, bir önceki dönemde yüzde 51, 20 nci Dönemde
yüzde 37, 19 uncu Dönemde yüzde 15'lik bir başarı söz konusu, bir yasa
faaliyetinin yürütülmesi söz konusu. Bu dönem, üç dönemi kapsayacak şekilde
yasama ve denetim faaliyetlerini gerçekleştiren bir dönem. Dolayısıyla,
Meclisin üzerine gölge falan düştüğü yok; Meclis, üzerine düşeni, milletin bize
yüklediği sorumluluğu yerine getirme çabası içerisindedir.
Bu hafta bu yoğun çalışma
neden?.. 1 Temmuzda tatile girelim diyoruz; biz, milletvekillerinin bunu hak
ettiğine inanıyoruz, Parlamentonun bunu hak ettiğine inanıyoruz. Eğer, 577 yasa
tasarısını, burada görüşüp yasalaştırmış isek ve gerçekten, bu kalan süre
içerisinde toplumun, toplumun sosyal kesimlerinin önemli sorunlarına parmak
basacak düzenlemeleri buraya getirip buradan çıkaracak isek, tabiî ki,
milletvekilleri 1 Temmuz itibariyle de tatile girmek durumundalar. Bu sıkışıklık,
bu yoğunluk, 1 Temmuzda tatile girmeye dönük bir yoğunluktur ve çok önemli
tasarıları kapsamaktadır. İşte, yargı reformu dediğimiz, hukuk sahasında
attığımız adımların, reformların neticelenmesi açısından bu hafta yapacağımız
çalışmalar son derece önem arz ediyor, gerek İnfaz Yasasında yaptığımız
değişiklikler gerek TCK'da gerek CMK'da gerekse Adlî Sicilde yapılan
değişiklikler... Bildiğiniz gibi, biz bunları, 2004 yılında yaz tatilinde
olağanüstü toplantıyla gerçekleştirdik; ama, yürürlük tarihi 1 Nisandı.
Toplumun, gerek kamu kesiminin gerekse diğer sosyal kesimlerin, sivil toplum
örgütlerinin yoğun talepleri neticesinde yapılan yeni değişikliklerle,
inşallah, hukuk reformu sahasında attığımız adımlar, 1 Haziran itibariyle
yürürlüğe girecek; o da, bu hafta yapacağımız yoğun çalışmalarla gerçekleşecek
diyorum.
Sayın Anadol'un, Sayın
Maliye Bakanına dönük ifadelerine ise katılmak mümkün değil. Yani, bazı
kanunlarda, alacakların tahsiliyle ilgili yasada yapılan düzenlemeler, birçok
sorunu çözmeye dönük düzenlemelerdir. Yurt dışındaki öğrencilerden alınız da,
yurt dışında eğitim gören memurlara varıncaya kadar, vergi kanunlarını yeni
Ceza Yasasına uyarlamayı amaçlayan birçok düzenleme içeriyor. Sizin
bahsettiğiniz, Maliye Bakanına atfen ifade ettiğiniz düzenleme ise, aslında birçok
ihracatçımızı, hele hele kriz dönemlerinde çok ciddî sıkıntılarla karşı karşıya
bırakan bir düzenlemedir. Yani, tedarikçi ihracatçılar veya imalatçı
ihracatçıların düzenlediği sahte faturalardan doğan ihracatçı sorumluğunu ortadan
kaldırmadır.
TUNCAY ERCENK (Antalya) -
Onları kaldırmıyor...
FARUK ÇELİK (Devamla) -
Bu, aslında, bizim Ceza Yasamızda suçun şahsîliği prensibi gereği de böyle.
Yani, birisi, bir sahtekârlık yapıyor, devlet var, hukuk devleti var, o
sahtekârlığı yapanın ortaya çıkarılması tabiî ki, gerekiyor, onun bulunması,
onun yargılanması, onun gerekli cezaî müeyyideyle karşılaşmasından daha tabiî
ne olabilir hukuk devletinde; ama, burada hiç ilgisi olmayan, hiç suçu olmayan
birçok ihracatçımızın ne gibi sıkıntılarla karşı karşıya bulunduğunu, piyasayı
bilen, piyasada olan birçok arkadaşımız çok iyi takdir eder.
Sosyal Sigortalar ve
Bağ-Kur prim borçlarıyla ilgili, yeniden yapılandırılmasıyla ilgili
düzenlemeye, öyle tahmin ediyorum ki, Cumhuriyet Halk Partili arkadaşlarımızın
karşı çıkacağını zannetmiyorum. Birçok madde ve birçok sosyal kesimi rahatlatan
düzenlemeleri içeren bir düzenlemedir.
Ayrıca, bildiğiniz gibi,
bugün, anayasa değişikliği teklifiyle işe başlayacağız. Cuma günü de ikinci ve
son oylamasını gerçekleştireceğiz. Evet, yoğun bir hafta olacak; ama, bu yoğun
haftanın neticesinde, yine çiftçilere dönük, muhtarlara dönük ve çeşitli sosyal
kesimlere dönük olan önemli düzenlemeleri de temmuz 1'e kadar gerçekleştirip,
öyle tahmin ediyorum ki, yine milletimizin karşısına, halkımızın karşısına alnı
açık, başı dik bir şekilde hep beraber çıkacağız. Bu başarı, hepimizin
başarısıdır. Çalışma, gölge düşürme değildir; çalışma, olumsuzlukları ve
gölgeyi kaldırmadır diyorum. Ben, çalışmalarınızda başarılar diliyor, hepinize
saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Çelik.
Aleyhte söz isteği var.
Mersin Milletvekili Sayın
Mustafa Özyürek; buyurun.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
- Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; yine, bir Danışma Kurulu kararı
etrafında tartışma yapıyoruz.
Şimdi, hemen baştan
söyleyeyim: Sayın Çelik dedi ki: "İhracatçıları rahatlatan bir düzenleme
yapıyoruz. Bunun, bir an önce yasalaşmasını niçin istemiyorsunuz?" Doğru,
ihracatçıları rahatlatan, hatta, naylonfatura düzenlemekten, naylonfatura
kullanmaktan kurtaran bir düzenleme yapıyoruz; ama, hayalî ihracatçıları!..
Eğer, maksadımız, hayalî ihracatçıları kurtarmaksa, bu tasarı, bunu, bihakkın
başarıyor; bunu getirenleri kutluyorum!
Değerli arkadaşlarım,
şimdi, bu Meclis, gerçekten çok fazla yasa çıkardı; ama, yasanın sayısı önemli
değil; yasanın, ülke sorunlarını çözecek nitelikte olup olmaması ve hukuk
sistemimizdeki bir boşluğu doldurup doldurmaması önemlidir.
Şimdi, burada görüşülecek
olan Ceza Kanunu, Ceza Usul Kanunuyla ilgili düzenlemeler, yine, hükümetin,
buraya çıkan Adalet Bakanımızın "reform niteliğinde çok önemli
düzenlemeler yaptık, büyük bir görev yaptık" diye sunduğu bir yasayı,
şimdi, tekrar görüşüyoruz. Ama, komisyonlardaki tartışmalardan ve kamuoyundaki
yansımalarından gördüğümüz kadarıyla, korkarım ki, iki ay sonra bu kanunu yeni
baştan ele alacaksınız. Niçin bu böyle oluyor; işte, Meclisin düzenli
çalışmasını bir türlü iktidar çoğunluğu sağlayamadığı için bu duruma düşüyoruz.
Şimdi, değerli
arkadaşlarım, olağanüstü çalışma yöntemi, Sayın Anadol da ifade etti,
olağanüstü önemde kanunlar varsa başvurulacak bir yöntemdir; ama, siz, normal
çalışma yönetimini bütünüyle terk edip, artık bütün yasaları olağanüstü kanun
diye nitelendirir ve buraya sunarsanız, o zaman bunun bir anlamı kalmaz. Şimdi
ne oluyor; Adalet ve Kalkınma Partisinin gündeme alınmasını istediği tasarılara
şöyle bir baktım; mesela, bu kamu alacaklarının tahsil ve terkiniyle ilgili
yasanın sonbahara kalmasında ne gibi bir sakınca var, ben anlayamadım. Şimdi,
burada, belki görülmekte olan bazı davaları Meclis kararıyla düşürme açısından
bir acele var, onu anlıyorum; ama, onun dışındaki düzenlemelerin hiçbirinin geç
kalmasında hiçbir sakınca yok.
Değerli arkadaşlarım, bir
diğer önemli yanlışı şöyle yapıyoruz: Bu kamu alacaklarının tahsil ve
terkiniyle ilgili tasarı Türkiye Büyük Millet Meclisi Plan ve Bütçe
Komisyonunda görüşülürken, yürürlüğü dahil 22 maddelik bir tasarıya, İktidar
Partisine mensup milletvekillerinin önergeleriyle, 14 ayrı madde ilave
edilmiştir ve bu maddelerin tasarıyla hiçbir ilgisi yoktur. Şimdi,
bakıyorsunuz, bir tasarı önünüze gelmiş, yeteri kadar süre tanınmasa da,
alelacele bir hazırlık yapıyorsunuz, konuşarak, düşünerek bir katkı sunmaya çalışıyorsunuz;
ama, onun dışında, durmadan yeni yeni önergeler gelirse ve bu önergelerden,
önceden, gerek komisyonda gerek Genel Kurulda haberiniz olmazsa, burada,
milletvekilleri olarak bizim görevimiz ne, bizim fonksiyonumuz ne?!
Değerli arkadaşlarım,
geçtiğimiz ikibuçuk yıllık dönemde, bu Meclis, hükümetin getirdiği tasarıları
sadece onama durumunda kalmıştır. Burada tartıştığımız çok önemli tasarılarda,
kuliste konuştuğumuzda, iktidara mensup milletvekillerimiz de "evet, bu
yanlış olmuştur" diyorlar; fakat, burada, oy vermeye gelince, eller
kalkıyor; hatta, biraz eleştiren, biraz farklı düşünen, iktidara mensup bir
milletvekili olduğu zaman, bakanlar, o milletvekillerini, âdeta, tersleyebiliyorlar.
Nitekim, Plan ve Bütçe Komisyonunda, böyle bir olaya tanık olduk; bir bakan,
eleştirisi üzerine, İktidar Partisine mensup bir milletvekiline "oy
vermezsen verme kardeşim, ne konuşup duruyorsun" dedi.
Şimdi, değerli
arkadaşlarım, yasalar ya teklif şeklinde gelir veya hükümet tasarısı şeklinde
gelir. Hükümet tasarısına ek olarak, tasarıda yer alan madde sayısı kadar
teklifle madde ilave ederseniz, orada, kanun yapma tekniğinin, artık, bütünüyle
dışlandığını görürsünüz.
Şimdi, hükümet kabul
etmeden hiçbir şey olmuyor. Bazı özel televizyon kanallarının yabancı sermayeye
yüzde 100 açılması konusunda bir kanun teklifi Plan ve Bütçe Komisyonunda kabul
edildi, buraya geldi; biz, şiddetle karşı çıktık, Sayın Nevzat Yalçıntaş'ın da
karşı çıkması üzerine, iktidara mensup bazı milletvekilleri de aleyhte oy
verdi; ama, kabul edildi. Cumhurbaşkanımızın vetosu üzerine konu tekrar gündeme
geldiğinde hükümet dedi ki, evet, biz de bundan vazgeçiyoruz.
Şimdi, değerli
arkadaşlarım, burada, muhalefetin söylediğine itibar etmiyorsunuz, iktidarın
söylediğine itibar etmiyorsunuz; itibar ettiğiniz tek merci hükümet oluyor. O
zaman, toplanalım, bir genel yetki verelim, hükümet istediği kanunu çıkarsın.
Yani, bu, son derece yanlış oluyor, sağlıklı kanun çıkaramıyoruz. Kanunların
gerekçeleri de çok önemlidir; uygulamada, yorumlamada gerekçelere de bakılır;
ama, kanun teklifi olarak durmadan tasarılara ilaveler yaparsanız, gerekçesiz
maddeler kabul edersek, bir sonuç almamız mümkün değildir.
Şimdi, değerli
arkadaşlarım, bir de, büyük bir haksızlık oluyor. Burada, Parlamentoya devam
eden milletvekili sayısı 100 civarında. Şimdi, bu 100 kişiyi, siz, cumartesi de
çalıştırmak suretiyle, olağanüstü uzatılmış sürelerde çalıştırmak suretiyle,
büyük bir haksızlık yapıyorsunuz. Zaten, bu Parlamentoya devam etmemeyi
alışkanlık haline getiren bazı milletvekilleri, olsa olsa, bugün, siz, Sayın
Başbakan ısrar ettiği için Meclis kulisinde bulunacaklar ve son anda gelip oy
kullanacaklar.
Değerli arkadaşlarım,
burada konuşacaksak, bugün ilan edilmiş olan buğday tabanfiyatlarını
konuşmalıydık. Bugün ilan edilen tabanfiyatı 350 000 lira, artı 30 000 lira
prim. Oysa, geçen yıl ilan edilen fiyat 370 000 liraydı. Şimdi, hiçbir şey
vermiyorsunuz ve Ziraat Odaları Birliğinin tespitlerine göre de, buğdayın
maliyeti 400 000 lira. 400 000 liraya mal edilen bir ürüne, 350 000 lirayı
başta, daha sonra da 30 000 lira prim vererek milyonlarca çiftçiyi mağdur
ettikten sonra, burada, belli kesimlere, belli çıkar çevrelerine olanak
sağlayan kanunları aceleyle çıkarmakla, bu Meclis görevini yapmış olmaz. Bu
Meclisin görevi, ülke yararına kanunlar çıkarmaktır; bu Meclisin görevi,
toplumda ezilen kesimlerin sorunlarını çözecek yasalar çıkarmaktır.
Onun için, bu Danışma
Kurulu kararının reddedilmesini diliyorum ve hepinize saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Özyürek.
Önerinin lehinde söz
isteği var.
Bayburt Milletvekili
Sayın Ülkü Güney, buyurun.
ÜLKÜ GÖKALP GÜNEY
(Bayburt) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Adalet ve Kalkınma
Partimizin grup önerisinin lehinde söz istedim; bu vesileyle, hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Hepinizin bildiği gibi,
İçtüzüğümüzde ve yasalarımızda, Meclisimizin "Danışma Kurulu" diye
bir müessesesi vardır. Bu müessese, Meclis için bir nevi mutfak görevini yapar;
hazırlanacak olan kanunların, görüşülecek olan kanunların, orada grubu bulunan
partiler tarafından, önemli olanları zaman zaman öne alır, öne getirir ve bir
nevi, buradaki, bizlere bir hazırlık yapar; asıl görevi budur. Bir de, acil,
çok önemli kanun tasarılarını, çok ender olarak, zaman zaman öne getirir.
İşte, bugün, Adalet ve
Kalkınma Partisi -Değerli Grup Başkanvekili arkadaşımız da burada anlattı
gerekçelerini- bu gerekçelerle bir öneri getirmişlerdir; bunların en tabiî
hakkıdır, doğrudur; bu öneri gelmiştir ve oylanacaktır.
Ben bu vesileyle, size
birkaç mesaj vermek istiyorum; önemli saydığım mesajı vermek istiyorum.
Bunlardan birincisi
şudur: Değerli arkadaşlarım, Danışma Kurulunda görüşüp karara bağlanması icap
eden konulardır bunlar ve burada Sayın Meclis Başkanımızın daha duyarlı olması
gerektiğine inanıyorum ve orada bu meseleyi halletmelidir. Orada bu mesele iki
grup arasında halledilmelidir. Her hafta buraya Danışma Kurulu önerisi, gerek
Cumhuriyet Halk Partisinden gerekse AK Partiden gelmemelidir. Biz de şaşırdık,
biz şaşırdık. Sizin gruplarınız var, bizim grubumuz da yok.
Şimdi, elimde bir
bilmece... Arkadaşlar, bu bilmeceyi ben nasıl çözeyim?! Bir milletvekili
olarak, gelin, elinizi vicdanınıza koyun; ben, hangisinin ne olduğunu nasıl
bulayım, nasıl bileyim, nasıl öğreneyim?! Kaldı ki, bir kanun da 48 saat geçmeden,
yani, o anayasal süreyi de kullanmadan, o kadar acil bir kanun getiriliyor ki,
o da olmadan... Peki, biz buraya niye gelelim, niçin gelelim?! O ki bir katkıda
bulunamayacağız, o ki bir yardımda bulunamayacağız, eleştiremeyeceğiz, biz niye
gelelim?! Hele hele, cuma günü, cumartesi günü çalışma meselesi...
BAŞKAN - Sayın Güney, bir
dakikanızı rica edebilir miyim...
Sayın milletvekilleri,
Bakanlar Kurulu bölümündeki milletvekili arkadaşlarımıza rica ediyorum...
ÜLKÜ GÖKALP GÜNEY
(Devamla) - Sayın bakan arkadaşlar, herhalde, bu konuyu o kadar
önemsemiyorlar!..
BAŞKAN - Buyurun efendim.
ÜLKÜ GÖKALP GÜNEY
(Devamla) - Ama, milletvekili olarak bizim için bu çok önemli. Biz, hiçbir
katkıda bulunamıyoruz, hiçbir yardımda bulunamıyoruz. Bakın, arkadaşlar, bundan
üç hafta evvel yine böyle bir Danışma Kurulu kararı geldi, önerisi geldi ve
Adalet ve Kalkınma Partimizden geldi. Hatırlayın, cumartesi günü çalışacaktık,
çalışamadık. Ben çıktım, o gün de söyledim, çalışamayız arkadaşlar dedim.
Perşembe günü akşamdan durum belli oldu. Cumartesi günü, cuma günü çalışma
yapılmadı. Yani, siz bunun yapılacağına inanıyor musunuz, bu kadar zorlamayla
bir noktaya gidilebileceğine inanıyor musunuz?! Üstelik, bu kanunları bu kadar
acele, bu kadar iyi hazırlamadan buradan geçirirsek neler olduğunu da biliyorsunuz.
İşte, Anayasa'dan dönüyor, Sayın Reisicumhurdan dönüyor vesaire vesaire...
Şimdi, arkadaşlarım,
sayı... 540 kanun da çıkarırsın, 740 kanun da çıkarırsın; ama, gelin, bu işi,
özellikle, ben, grubu bulunan her iki partimizin grup başkanvekillerinin, hepsi
burada; onlardan rica ediyorum; buraya getirmeden kendi aranızda bunu
halletmenin yollarını bulun. Sayın Meclis Başkanı da bu işte daha aktif olsun.
Yoksa, biz, her hafta, burada, bu konuyu tartışmamalıyız. Dikkat edin; bu kadar
acele ediyoruz, sadece bu öneri için kaybettiğimiz zaman bir saate yakındır
arkadaşlar; bir saat zaman kaybettik! Niye burada bunu kaybedelim?! Bunu,
Danışma Kurulunda, oturun, konuşun, çok nadir olduğu zaman getirin. Aksi halde,
buradan bir sonuç alamayız. Yine bu hafta sonu milletvekili arkadaşlarımız gelmezler,
gelemezler.
Sonra, burada
milletvekilliği dendiği zaman, milletvekili sadece Meclise, böyle, zorla
getirilen, cuma günü saat bilmem sabahın 11.00'inden gecenin 22.00'sine,
23.00'üne kadar... Böyle milletvekilliği de olmaz; onu size söyleyeyim. Milletvekilinin
asıl önemli görevleri vardır; seçim bölgelerimiz var, seçmenlerimiz var; yani,
bizi devamlı bir şekilde buraya bağlayıp, buraya mutlaka geleceksiniz, mutlaka
şunları yapacağız... Yani, sadece, bir milletvekilinin görevi Mecliste bulunmak
da değildir. Hele hele böyle hazırlıksız gelinecek, içinde ne olduğu
bilinmeyecek, istediğimiz kadar günü uzatacağız, ondan sonra, sayısal olarak bu
kadar kanun çıkardık!..
Ben, bu duygularla
hepinize şunu söylemek istiyorum ve değerli grup başkanvekili arkadaşlarıma:
Bundan böyle bu konuyu kendi aranızda -Sayın Meclis Başkanı da daha aktif olmak
kaydıyla- yapınız, bizler de ne konuşulacağını daha önceden öğrenelim, bilelim,
gelelim, burada birlikte tartışalım; daha faydalı oluruz diye düşünüyorum.
Artık, bu konuda konuşmaktan -ben üç dört defa konuştum- çok rahatsız oldum;
bir daha da bu konuda konuşmayacağım, konuşmak istemiyorum; inşallah, mecbur
kalmam.
Bu duygularla, hepinize
saygılar sunuyorum; teşekkür ediyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Güney.
Adalet ve Kalkınma
Partisi Grubunun, İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre verilmiş önerisi üzerinde,
lehte ve aleyhte olan görüşmeler tamamlanmıştır.
III.- YO K L A M A
(CHP sıralarından bir
grup milletvekili ayağa kalktı)
ALİ TOPUZ (İstanbul) -
Sayın Başkan, yoklama yapılmasını istiyoruz.
BAŞKAN - Yoklama
talebiniz var...
Yoklama isteminde bulunan
arkadaşların isimlerini alıyoruz: Sayın Kemal Anadol, Sayın Ali Topuz, Sayın
Mehmet Vedat Yücesan, Sayın Salih Gün, Sayın Bayram Ali Meral, Sayın Muharrem
İnce, Sayın Atila Emek, Sayın Ali Rıza Gülçiçek, Sayın Mustafa Özyurt, Sayın
Mevlüt Coşkuner, Sayın İsmail Değerli, Sayın Erdoğan Kaplan, Sayın Erdal
Karademir, Sayın İzzet Çetin, Sayın Nurettin Sözen, Sayın Hüseyin Bayındır,
Sayın Ali Oksal, Sayın Şevket Arz, Sayın Sefa Sirmen, Sayın Harun Akın.
Sayın milletvekilleri,
önerinin oylamasından önce 20 milletvekilimiz yoklama talebinde bulunmuşlardır.
Şimdi, bu talebi yerine getireceğim.
Yoklama için 5 dakikalık
süre veriyorum.
Adlarını okuduğum sayın
üyelerin yoklama için elektronik cihaza girmemelerini rica ediyorum ve yoklama
işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla
yoklama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, toplantı yetersayısı vardır.
V.- ÖNERİLER (Devam)
A) Sİyasî Partİ Grubu Önerİlerİ (Devam)
1.- Genel
Kurulun çalışma gün ve saatleri ile gündemdeki sıralamanın yeniden
düzenlenmesine ilişkin AK Parti Grubu önerisi (Devam)
BAŞKAN - AK Parti Grubu
önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Alınan karar gereğince
sözlü soru önergeleri ile diğer denetim konularını görüşmüyor ve gündemin
"Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler"
kısmına geçiyoruz.
VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
1.-
Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu
Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun
Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)
BAŞKAN - 1 inci sırada
yer alan kanun teklifinin geri alınan maddeleriyle ilgili komisyon raporu
gelmediğinden, teklifin görüşmelerini erteliyoruz.
2 nci sırada yer alan,
Esnaf ve Sanatkârlar Meslek Kuruluşları Kanunu Tasarısı ile Sanayi, Ticaret,
Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu raporunun görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
2.- Esnaf
ve Sanatkârlar Meslek Kuruluşları Kanunu Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji,
Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu (1/969) (S. Sayısı: 851)
BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.
Ertelenmiştir.
3 üncü sıraya alınan,
Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Ankara Milletvekili Salih
Kapusuz, Bursa Milletvekili Faruk Çelik, Hatay Milletvekili Sadullah Ergin,
İstanbul Milletvekili İrfan Gündüz ve Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa ile 193
milletvekilinin; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bir Maddesinin Değiştirilmesi
Hakkında Kanun Teklifi ve Anayasa Komisyonu raporunun birinci görüşmesine
başlıyoruz.
3.- Adalet
ve Kalkınma Partisi Grup
Başkanvekilleri Ankara
Milletvekili Salih Kapusuz, Bursa
Milletvekili Faruk Çelik, Hatay Milletvekili Sadullah Ergin, İstanbul
Milletvekili İrfan Gündüz ve Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa İle
193 milletvekilinin; Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasının Bir
Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifi ve Anayasa Komisyonu
Raporu (2/435) (S. Sayısı: 894) (x)
BAŞKAN - Komisyon?..
Burada.
Hükümet?.. Burada.
Komisyon raporu 894 sıra
sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Teklifin tümü üzerinde
söz istekleri vardır.
Grupları adına;
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Antalya Milletvekili Sayın Tuncay Ercenk,
AK Parti Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Burhan Kuzu.
Şahısları adına; Denizli
Milletvekili Ümmet Kandoğan, İstanbul Milletvekili Mustafa Ataş, Erzurum
Milletvekili Mücahit Daloğlu, Adana Milletvekili Uğur Aksöz.
İçtüzüğümüz gereğince,
sırasıyla, milletvekillerimizden söz hakkı olanlara söz verilecektir.
Şimdi, ilk söz,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Antalya Milletvekili Sayın Tuncay Ercenk'e
aittir.
Buyurun Sayın Ercenk.
(CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA TUNCAY
ERCENK (Antalya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; anayasalar, hepimizin
bildiği gibi, bir devletin yapısını, işleyişini, kurumlar ile kurumlar,
kurumlar ile kişiler arasındaki ilişkileri ve kuralları düzenleyen temel
yasalardır. Devletin işleyişini düzenleyen temel bir yasa olması nedeniyle,
anayasalar, ilkesel anlamda düzenlenmeli ve uzun süre değiştirilmesine ihtiyaç
duyulmayacak biçimde...
(x) 894 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
ATİLA EMEK (Antalya) -
Sayın Başkan, Genel Kurulda hem uğultu var, hem ayakta herkes.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
- Sayın Başkan, bir müzakere ortamı yok burada.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Divanın orası kalabalık, burası kalabalık.
TUNCAY ERCENK (Devamla) -
...hazırlanmalı ve bu çerçeve içinde, ilkeleri esas alarak, çok fazla ayrıntıya
girmeden düzenlenmesi gereken temel yasalardır.
Anayasal güvence altında
olması gereken konular hariç olmak üzere, anayasal güvenceye ihtiyaç duyulan
her konuda, Anayasa düzenlenirken, elbette, ayrıntıya girerek, ilkeler
doğrultusunda düzenlenme doğaldır; ama, bunun dışında, temel anlamda
düzenlenecek bir anayasada, mutlak suretle, uzun süre değiştirilme ihtiyacının
bulunmaması gerektiği şekilde hazırlanması esastır.
Değerli milletvekilleri,
üç yıla yakın bir süredir, Anayasanın 76 ncı maddesinden başlamak üzere,
Anayasada birtakım maddeleri değiştirdik, bir kısmına da teşebbüs ettik. Şimdi,
elimde bir liste var. 27.12.2002 tarihinden itibaren, Anayasanın 10 uncu
maddesinde "Kanun önünde eşitlik", 15 inci maddesinde "Temel hak
ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması", 17 nci maddesinde
"Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı", 30 uncu maddesinde
"Basın araçlarının korunması", 38 inci maddesinde "Suç ve
cezalara ilişkin esaslar", 76 ncı maddesinde "Milletvekili seçilme
yeterliliği", 78 inci maddesinde "Türkiye Büyük Millet Meclisi
seçimlerinin geriye bırakılması ve ara seçimleri", 87 nci maddesinde
"Türkiye Büyük Millet Meclisinin görev ve yetkileri", 90 ıncı
maddesinde "Milletlerarası andlaşmaları uygun bulma", 131 inci
maddesinde "Yükseköğretim üst kuruluşları", 143 üncü maddesinde
"Devlet Güvenlik Mahkemeleri", 160 ıncı maddesinde de
"Sayıştay" başlıklı maddeleri değiştirmişiz veya mevcut olan
fıkraları Anayasadan çıkarmışız.
Tabiî, teşebbüs
ettiklerimiz de oldu. Bunların başında, Anayasanın 76 ncı maddesinin birinci
fıkrası, seçilme yaşının 25'e indirilmesi; yine, Anayasanın 169 ve 170 inci
maddeleri. Bunların bir bölümü askıya alındı, bir bölümü Sayın Cumhurbaşkanınca
veto edildi. Anayasa Mahkemesi tarafından da iptal edilen, elbette, tasarılar
mevcuttur.
Şimdi, 13 madde
değiştirmişiz seçimden bu yana. 13 maddenin içinde, başlıklarını okudum; ama,
ne hikmetse, toplumun bizden beklediği Anayasa değişikliğini yapmaya cesaret
dahi edememişiz. Bunu, sadece AKP Grubuna mensup milletvekilleri için
söylüyorum; çünkü, biz, Anayasanın 83 ve 100 üncü maddeleri konusunda,
dokunulmazlıkların sınırlandırılması konusunda, seçildiğimizden bu yana üstünde
durduğumuz en önemli konu budur; ama, saydığımız bütün değişiklikler yapılmasına
rağmen, bu konuya en ufak bir yaklaşım gösterilmemiştir ve Parlamentonun ortak
kararı olarak, evet, siyasetçiye güveni sarsıyor bu dokunulmazlık diyerek ortak
bir karar alma noktasından sürekli kaçmış bulunuyoruz.
İnanıyorum ki, en kısa
zamanda, AKP Grubuna mensup arkadaşlar, dokunulmazlıkların kaldırılması
konusunda üstlerine düşeni yapacaklar ve bu cesaretleri göstereceklerdir diye
düşünüyorum.
Biz, seçimimizden bu
yana, yasama çalışmalarını yaptığımız süre içinde, her Anayasa değişikliği
teklifi geldiği zaman öncelikle üstünde durduğumuz Anayasanın 83 üncü ve 100
üncü maddelerinin bir an önce sınırlandırılması, hukukun üstünlüğüne bağlı daha
çağdaş bir düzenleme olan sınırlandırma kavramının Anayasamıza eklenmesi
konusunda üstümüze düşen ısrarı yapmış bulunuyoruz.
Dokunulmazlıkların
kaldırılmasını neden çok istiyoruz? Bir kere, toplumda siyasetçiye olan güvenin
sarsıldığını hepimiz kabul edelim. Bunun tek yolu da, gerçekten, suç işlemiş
bir siyasetçinin, milletvekili veya bakan olan bir şahsın, milletvekili olarak
bu sorumluluktan kurtulmasını önlemek bizim temel görevimizdir diye
düşünüyorum.
Değerli arkadaşlarım, her
anayasa değişikliği teklifi ve yasa teklifi veya tasarıları gündeme
getirilirken bizim üstünde durduğumuz çok önemli bir kavram daha var; o da,
gerek bu değişikliklerin gerek yasa gerekse anayasa değişikliklerinin, toplumu
ilgilendiren tüm kesimlerin bir araya gelerek, bir uzlaşma içerisinde bu
tasarıları veya teklifleri gündeme getirmesi, komisyona ve arkasından da
Parlamentonun gündemine taşınması gerektiğini düşünüyoruz; yani, bir hükümet
oturduğu yerde görev yaparken, efendim, ben bu tasarıyı böyle düşünüyorum, bu
kurumu böyle düzenleyeceğim, bu konuda böyle bir tasarı getiriyorum veya
milletvekili arkadaşlarım, ben böyle bir teklif getiriyorum yerine, tam aksine,
hangi konuda getiriyorlar, YÖK konusunda, esnaf ve sanatkârlar konusunda; bu
konuları getirecek olan tasarıları da bu kesimlerle konuşarak, anlaşarak,
muhalefet partisiyle konuşarak, anlaşarak getirmeleri de, öyle sanıyorum ki,
toplumun uzlaşma kültürü açısından önemli bir noktadır diye düşünüyorum. Biz bu
konuda üzerimize düşeni hep yaptık, bu fırsatı kaçırmayalım dedik. Umarım ki,
bundan sonra bu fırsatlar kaçmaz ve toplumun tüm kesimlerini ilgilendiren
insanlar bir araya gelir ve tasarıları bu şekilde çıkarır ki, Parlamento
gerçekten saygınlığa ulaşsın ve toplum da, bravo, çok iyi çalışıyor bu
Parlamento, uzlaşmışlar desin ve ona örnek olacak şekilde bir çalışma içine
girsin diye düşünüyorum.
Şimdi, biz, yasaları,
değişiklikleri genellikle Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde düşündük,
Avrupa Birliğinin bize dayatmasıyla değiştirdiğimiz yasalar oldu. Elbette
güzel, bunlara karşı çıkma anlamında söylemiyorum; ama, keşke "Avrupa
Birliği müzakere süreci aman kaçıyor" yerine "Türkiye Cumhuriyetinde
yaşayan vatandaşlarım, Türk Halkı bu değişiklikleri çok önceden hak etmiştir,
bu nedenle bu değişiklikleri yapalım" denilse ve o şekilde bu değişiklikler
olsaydı, öyle sanıyorum ki, toplumdaki itibarımız hem toplum olarak hem Meclis
olarak daha iyi olurdu, daha fazla olurdu.
Şimdi, değerli
arkadaşlarım, 13.4.1994 tarihli 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve
Yayınları Hakkında Kanun, amaç olarak, 1 in-ci maddesinde şunları belirtmiş:
"Radyo ve televizyon yayınlarının düzen-lenmesine ve Radyo ve Televizyon
Üst Kurulunun kuruluş, görev, yetki ve sorumluluklarına ilişkin esas ve
usulleri belirlemektir" diye amacını belirlemiş ve 4 üncü maddesinde de,
yayın ilkeleri çerçevesinde, hemen hemen toplum yaşamının bütününü
ilgilendiren, toplumda hemen hemen her kesimi ilgilendiren, "yayın
ilkeleri" adı altında maddeler koymuş, ilkeler koymuş.
Şimdi, toplum yaşamının
her bölümünü ilgilendiren bir paragraf, bir madde ekleyen bir kanun, neden
acaba, bu kadar, toplumun bütün kesimlerini ilgilendirme gereğini duymuş 4 üncü
maddede? Öğretim diyorsunuz, burada var; devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez
bütünlüğü kavramı burada var, toplumun millî ve manevî değerlerine aykırı
davranmama ilkesi burada var, Anayasanın "Genel Esaslar" kısmında yer
alan ilkelere, demokratik kurallara ve kişi haklarına saygı burada var; genel
ahlak, toplum huzuru ve Türk aile yapısı diye, böyle sıralıyor... Anlatım
özgürlüğünden bahsediyor; insanların ırk, cinsiyet, sosyal sınıf veya dinî
inançları dolayısıyla hiçbir şekilde kınanmaması ilkesine, Türk millî eğitimine,
yayınlarda adalet ve tarafsızlığa kadar, tam 20 madde olarak sayılmış.
Demokratik kurallar çerçevesinde, kamunun siyaset, eğitim ve kültürel
alanlardaki beklentilerine cevap verecek şekilde demokratik gruplar ve siyasî
partiler arasında fırsat eşitliğinin sağlanması esasına kadar düzenleme yapmış.
Bunlar, sadece 4 üncü maddedeki ilkeler.
Peki, neden bu kadar, 4
üncü maddeyi esas alarak, toplumun bütün kesimlerini hemen hemen içine alan
kurumlarını düzenleyen bir kavram içine, bir madde içine, bir anlayış içine
girmiş yasa; onu özellikle açmak istiyorum.
Değerli milletvekilleri,
bilindiği gibi, medyamız, özellikle son günlerde, son yıllarda, toplumla iç içe
geçmiş, toplumun haber alma anlayışının dışında, topluma haber verme, toplumu
bilgilendirme anlayışının dışında, toplumu yönlendirme anlayışını önplana
almış. Yani, medya, artık, topluma haber vermenin yerine, toplumu yönlendirme
kavramını esas almış ve yayınlarını da, yayın ilkelerini de buna göre
düzenlemiş.
Şimdi, medyanın bu
şekildeki anlayışı ve çalışması, elbette, toplumu şekillendirme anlayışından
kaynaklanıyor; yani, medya, yayınlarıyla, toplumu bir anlamda, düşündüğü
biçimde şekillendiriyor, tercihlerini düşündüğü biçimde yönlendiriyor.
Vatandaşın tercihlerini bile etkileme noktasına gelen bir kavram içerisinde
medya. Bunu kabul etmek lazım. Bu, gelişen sürecin sonucu. Bunu, bir reddetme
anlamında söylemiyorum; ama, bunun belli sakıncaları doğacaktır ortada.
Şimdi, giderek medyanın
tekelleşmesi gündeme geliyor. Bu tekelleşme, medyanın toplumu şekillendirme,
etkileme özelliği gözönüne alındığı zaman, tek bir ses, tek bir görüş etrafında
toplumu yönlendirme anlayışı daha da güçlü hale gelecek. O nedenle, medyanın
tekelleşmesi konusunda ciddî kuşkular var. Bu konuda, ciddî çalışmalar yapmak
durumundayız diye düşünüyorum.
Tek görüş, tek yönlülük,
tek aktarma, tek yorumlama, fikir farklılıklarını ve fikir anlamında değişik
görüşlerin de belli oranda sekteye uğramasına neden olacak; eğer, bu şekilde
medyanın tekelleşmesi gündeme gelirse.
Demokrasinin çok doğru
işlemesi, alışabildiğimiz biçimde, alışageldiğimiz biçimde demokrasinin
tarifine uygun biçimde işlemesi de, öyle sanıyorum ki, tehlikeye girecektir. O
nedenle, Büyük Millet Meclisine ve toplumun tüm kesimlerine, bu konuyla
ilgilenen herkese, toplumun tüm kesimlerinden, tek bireyine kadar, bu konunun
üzerinde hassasiyetle durmamız gerekir, bu konuda üzerimize düşen görevi yerine
getirmemiz gerekir diye düşünüyorum.
Tek sesli bir medya, tek
sesli bir demokrasiye yol açabilir. Bu önemli bir yanlıştır, önemli bir
sakıncadır. Bu açıdan da, medyamızın, öyle sanıyorum ki, bu ilkeye dikkat
etmesi, 4 üncü maddedeki çerçeve içinde dikkat etmesi ve toplumu da tek yönlü,
tek sesli olarak yönlendirmemesi gerekir.
Tabiî, toplumu bu denli
etkileyen, toplumu bu denli yönlendiren bir başka kurum, bir başka aracın
olduğunu düşünemiyorum. Öyle ki, medyanın ve medyanın araçlarının belli bir
düşüncenin, belli bir grubun çıkarına kullanılmasının hangi sonuçlara yol
açacağını ve hangi amaca, o düşüncenin hangi amacına hizmet edeceğini çok iyi
düşünmemiz gerekiyor. Medya araçları belli bir grubun veya kişinin çıkarına
kullanılmamalıdır, belli bir düşüncenin çıkarına da kullanılmamalıdır, belli
bir yapının çıkarına da kullanılmamalıdır; toplumun çıkarı, amacı neyse, ne
gerektiriyorsa onu yapmak lazım. Ancak, günümüzde bunun bu şekilde çok
işlediğini söyleyemiyorum. Çünkü, medya grupları, ticaret, siyaset bir araya
girmiş ve toplumun yönlendirme noktası neresiyse, hassas noktası neresiyse
oraya doğru bir yayın politikası gündeme getirilmeye çalışılmaktadır.
Kitle iletişim araçlarını
ellerinde bulunduranlar kendi politikalarını, kendi anlayışlarını, kendi
düşüncelerini öne sürmek durumundadırlar. Bu, kendileri açısından doğal
sayılabilir. Ama, bir anlamda, ticaret ve siyaset, kâr anlayışı birbirine
geçmiş, toplum açısından doğal karşılanmayacak bir sonuç ortaya çıkmaya
başlamıştır. Kendileri açısından doğal olabilir; ama, toplum açısından doğal
bir sonuç değildir; çünkü, toplum, tarafsız gözle yapılan yayına itibar edecektir
ve bu konuda tercihlerini kullanacaktır; ama, tek bir düşünce etrafında toplumu
yoğunlaştırmaya çalışmak çok demokratik bir yaklaşım tarzı değildir diye
düşünüyorum. Yine, son dönemlerde birkısım televizyon kuruluşları ve medya
kuruluşları neredeyse birbirlerinin benzeri yayınlar yapmaya başladılar. Şimdi
bir kanalda dizi film başladığı zaman diğer kanalda da dizi film çalışmaları
başlıyor. Bir kanalda gelin-kaynana programları başladığı zaman öbür kanalda da
gelin-kaynana programları başlıyor. O onu gözetliyor, bu bunu gözetliyor...
Değişik kanallarda birbirlerine benzer programlar toplumu etkilemeye -kültür
açısından değil- hatta hatta, o kadar etkilemeye doğru götürüyor ki, cinayetler
dahi işlenmeye başlıyor. Bu konuda, öyle sanıyorum ki, medya, üstüne düşen
sorumluluğu yerine getirecektir.
Eğlence programları
birbirlerini izliyor; ama, ne yazık ki, toplumu gerçekten, sosyal, ekonomik ve
siyasî yönden yönlendirmesi gereken -tarafsız biçimde tabiî- haber programları,
maalesef, çok geç saatlere bırakılıyor ve bizler, o üstatlarımızın, o
aydınlarımızın, siyasetçilerimizin, bilim adamlarımızın o saygın görüşlerini
izleme olanağını bulamıyoruz. Bu da önemli bir kayıp diye düşünüyorum; çünkü,
toplum, gerçekten haber programlarına kendisini adapte etmiş ve bunları
bekleyen bir anlayış içerisindedir.
Yine, malî açıdan
birbirinin içine girmiş medya-ticaret-siyaset ilişkisinin bir de malî güç
açısından güçlenerek kâr amacı da güttüğünü biraz önce söyledim. Toplumu bu
kadar etkileyen bir medyayı, nasıl kontrol etme noktasına geliyoruz... Nasıl
kontrol edeceksiniz; bu kadar güçlü bir kuruluşu, bu kadar güçlü bir kurumu
nasıl kontrol edeceksiniz, ne yapacaksınız?
Şimdi, biliyoruz ki,
böylesine önemli bir kurumu kontrol edecek, denetleyecek bir kurumun da, yani,
şu anda, 133 üncü maddede yapmayı düşündüğümüz değişiklik, Radyo Televizyon Üst
Kurulunun da anayasal bir kurum olarak Anayasaya girmesi bir tek şeye bağlı;
güçlü bir kurum olacak.
Güçlü kurum nasıl olacak;
arkasında, Türkiye Büyük Millet Meclisinin gücünü hissedecek ve anayasal kurum
olarak kendisini hissedecek. Böylesine güçlü bir desteği arkasında hisseden üst
kurul, elbette ki, 4 üncü maddede, "yayın ilkeleri" olarak saydığımız
maddelerdeki ilkeleri koruma anlayışı bakımından daha güçlü konuma gelmekte ve
bu nedenle, üyelerinin, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından seçilmesi
konusunda ciddî bir adım atılmış olmaktadır. Genel anlamda, doğru kabul
etmekteyiz.
Ancak, değişiklik teklifinde
getirilen çözümün, Anayasanın 133 üncü maddesinde ifade edilen tarafsızlık ve
özerklik ilkelerinin gereğini eksiksiz olarak karşılayıp karşılamadığı,
kuşkusuz, tartışılabilecek bir husustur. Yani, bu Meclis tarafından RTÜK
üyelerinin seçimi, gerçekten özerklik ve tarafsızlık ilkelerini tam anlamıyla
sağlayacak mıdır; onu elbette tartışma noktası haline getirme imkânımız vardır.
Ancak, bulunduğumuz mevzuat içinde, şu andaki konuma göre, bunun dışında bir
başka çözümü tespit etme olanağımız, maalesef, olmamıştır ve ancak bugün bu
koşullar içinde, bu şartlar içinde böyle bir düzenleme yolunu seçmiştir
komisyonumuz ve arkadaşlarımızın teklifi de bu yönde gelişmiştir. Umuyorum ki,
çok daha uygun çözümler bulunacaktır; ama, şu anda, bugünkü konumlara göre,
Büyük Millet Meclisi tarafından RTÜK gibi bir kuruluşun, şu ilkeleri korumaya
çalışan bir kuruluşun arkasında böyle bir gücün olması elbette doğaldır.
Yüce Meclisi saygılarla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyoruz Sayın Ercenk.
AK Parti Grubu adına
İstanbul Milletvekili ve Anayasa Komisyonu Başkanı Sayın Burhan Kuzu; buyurun.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA
BURHAN KUZU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AK Parti Grubu
adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlarım.
Gündemde bir anayasa
değişikliği yine var. Bu, 9 uncu değişikliği 82 Anayasasının. Tabiî ki, bunları
böyle bölük pörçük yapmak yerine, esasen, muhalefet partimize unutmadan,
şimdiden söylüyorum: Gelin, şu Anayasayı sağ baştan, sol baştan tamamen ortaya
koyalım, ne ise bunun gerekli olan zemini, sivil örgütler midir, Sayın
Ercenk'in belirttiği gibi, muhataplarını bulalım -samimî olarak bunu
söylüyorum- yeni bir anayasa yapalım, daha kısa olsun tabiî bu anayasa; çünkü,
Anayasanın bütünlüğü de bozuluyor bu şekildeki sağdan, soldan girmelerle; ama,
yapılan değişikliklerin neredeyse hemen hemen hepsinin de doğru olduğunu
söylemem gerekir. Olabilir ufak tefek yanlışlıklar; ama, genel olarak olumlu
adımlar olduğunu söylemek isterim.
Şimdi, bu önümüzdeki
değişiklik neyi getiriyor, neden doğdu; bir defa, bilelim ki, Radyo-Televizyon
Üst Kurulu, bilindiği gibi, 1994'ten itibaren var ve 1993'te özel televizyon
yayıncılığının Anayasaya girmesiyle başladı. Ondan önce 1990 yılında,
biliyorsunuz, özel bir televizyon kuruldu ve radyolar yavaş yavaş kurulmaya
başlandı, yasaya aykırı olarak özel radyo ve televizyonlar. Devlet kapatmaya
kalktığı zaman vatandaş "radyomu, televizyonumu isterim; türkü dinleme hakkımı
kesiyorsunuz" dedi, vesaire. Baş edemeyince Anayasa değişti, doğrusu
yapıldı; fakat, buradan da şunu görüyoruz ki, aslında, teknik olarak çağın
gereklerini hukuk eğer takip edemiyorsa, mutlak surette, olay, zorlayarak o
hukuku arkasından getiriyor bir şekilde; ama, asıl olan, hukukun, hukukçunun ve
yetkililerin çok daha önceden bunu görüp düzenlemesi olması lazım.
Şimdi, RTÜK kısmıyla
ilgili olarak, özellikle Üst Kurulla alakalı bölüm üzerinde duracağım; çünkü,
asıl elimizdeki metin bunu getiriyor. O günkü kanunun 6 ncı maddesine göre, 9
kişilik bu kurulun 5 üyesi iktidar parti ya da partilerine, 4'ü de muhalefet
parti ya da partilerine ait olacak şekildeydi. 2 kat aday gösteriliyordu, bunun
içerisinden seçiliyordu Meclis Genel Kurulunda. Bugünkü model de aynen bunu
getiriyor. Anayasaya bir nevi bu yazılmış oluyor. Bu anlamda, aslında,
1980'lerde yapılan bir... Doğru olmayan bir yol bence; ama, zorunlu olduğu
için, birazdan söyleyeceğim. Bu duruma gelinmiş oldu; çünkü, bilindiği gibi,
YÖK gibi ve buna benzer birçok kurum, evvela yasayla yapıldı, sonra 1982 Anayasasına
bunlar konuldu. Dünyada böyle örnekler hemen hemen hiç yoktur; evvela yasasının
yapılıp anayasaya bunun konulması. Evvela anayasa yapılır, o yönde yasalar
yapılır; ama, bizde, o günkü şartlarda, maalesef bunlar gerekli oldu.
Şu anki durum, bir nevi,
biraz ona benziyor; ama, bu Anayasa Mahkemesinin bir kararının zorunlu sonucu
olduğu için böyle oldu. Yoksa, hükümetin ya da önerge veren arkadaşlarımızın
tercihi bu yönde elbette ki değildi.
Nedir o konu; 57 nci
hükümet -bilindiği gibi, Ecevit Hükümeti- Üst Kurulda bir değişiklik yaptı. Bu
9 kişilik üyenin seçiminde 5'ini Meclise, 4'ünü Bakanlar Kuruluna verdi.
Bakanlar Kuruluna da aday göstererek çeşitli kurumlardan, işte, YÖK, Basın
Konseyi ve Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğinin aday gösterme şartıyla
seçme hakkı getirildi.
Anayasa Mahkemesi,
bunu... Anayasa Mahkemesine götürüldüğünde, 2002'de gitti, 2004'te karar verdi.
Evvela yürütmeyi durdurdu, sonra da iptal kararını verdi; ama, henüz gerekçe yayımlanmadı
bilindiği gibi.
Orada, Meclisin Üst
Kurula üye seçmesi Anayasada yazılmamıştır; dolayısıyla da, bu yetkisini kullanamaz
diyor, böyle bir yetkisi yoktur diyor
daha doğrusu. Bence, bu karar yanlış. Bunu birçok hukukçu gibi ben de
söylüyorum; çünkü, sonuç itibariyle, bilinmesi gereken bir şey var ki, Meclisin
yetkisi ilk eldir, geneldir, birinci eldendir, her şey orada yazmaz.
Dolayısıyla, bu seçimi pekâlâ yapabilir; ama, değil mi Anayasa Mahkemesi böyle
bir karar vermiştir, elbette ki, o çıkmaz içerisinde bir formül olarak bu
bulunmuştur; başka da çare olmadığı için önümüze bu değişiklik gelmiştir.
Şimdi, bu çerçevede, bu
girişten sonra, biraz Üst Kurulla alakalı, hem dünyadaki örneklerini vererek,
hem bizdeki örnekleri vererek bazı şeyler söylemek istiyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; elimizdeki bu RTÜK'le ilgili, anayasal kurum haline getirilen
RTÜK 1994'te yasayla kuruldu ve o günkü şartlarda, bugüne kadar, bana
sorarsanız, ana hatlarıyla, iyi görevler yaptığını düşünürüm.
Şimdi, yalnız, yasa
yapılırken bir iki hata bence yapıldı. Bunlardan birisi, kamu yararı, kamu
düzeni, toplumun genel menfaatı, bütün bunlar doğru; ama, özel yayıncılık
dediğimiz özel sektörün, bu alandaki, bence, katkısı çok ciddîye alınmadı.
Esasen, bunun da tekrar gözden geçirilmesi gerekir.
Yine bir şeyin altını
daha çizmek istiyorum: 1989 tarihli Avrupa Sınır Ötesi Yayıncılık Sözleşmesi
var; biz buna da taraf olduk. Bunun gerekleri bu yasaya yansımıştır önemli
ölçüde; bilhassa yayın ilkeleri bakımından baktığımızda. Birazdan buna da
değineceğim; gerçek anlamda bunun orada yansımalarını görüyoruz.
Şimdi televizyon
programcılığında Üst Kurul benzeri kurullar oluşturulurken, dediğim gibi, özel
yayıncılığın dikkate alınmamasının ya da yasayı yaparken bu alandaki
eksikliklerin, bence, giderilmesi lazım bundan sonra yapılacak çalışmalarda.
Bir defa, bilmemiz gerekir ki, özel sektör ticarî amaç güder, doğrudur; ama,
bir şey daha var ki, alternatif program da hazırlar. Yani, devlet sektörünün
belli kalıp içerisinde sunduğu programa karşılık, mutlaka özel sektöre alternatif
program sunma hakkının ciddî olarak verilmesi lazım; aksi halde, siz, Anayasada
özel sektöre bu imkânı verirsiniz. Devlet tekelinin devamından başka bir şey
yapmamış olursunuz söylediğim çerçevede hareket etmezseniz.
Üst Kurul dediğimiz kurul
benzeri kurullar nerelerde var; şimdi, bakın, Amerika Birleşik Devletleri
Federal Haberleşme Komisyonu, 7 kişilik bir komisyon; Amerika Başkanı
tarafından atanıyor, senato başkanı aday gösteriyor; yani, bizim dilimizde
başbakan atamış oluyor esasen bu kurul üyelerini; 7 yıl için seçiliyor.
Fransa'ya baktığımız
zaman, 1989 tarihli kanuna göre, Radyo ve Televizyon Yüksek Kurulu var; 9 üyeli
bu kurul, 3'ü cumhurbaşkanı, 3'ü senato başkanı, 3'ü millet meclisi başkanı
tarafından seçiliyor; süresi 6 yıl olarak belirlenmiş. Kurul kararları
başbakana sunuluyor, başbakan bu kararların yeniden görüşmesini yapılmak üzere
onbeş gün içerisinde iade ediyor; böyle bir denetimden de geçiyor.
Almanya'da eyalet
bazında, eyalet radyo ve televizyon daireleri kurulmuş.
İtalya'da, garantör
dediğimiz meclis ve senato başkanlarının teklifi üzerine cumhurbaşkanının
atadığı bir kişi var; 3 yıllığına atanıyor ve tekrar seçilemiyor. Bu, yıllık
raporlar hazırlar, başbakana sunar, bu da mecliste görüşülür.
Dikkat edilirse, gerek
bizde gerekse Avrupa ülkelerinde radyo ve televizyon yayıncılığında siyasî
iktidarın ya da siyasî kesimin ağırlığını görüyorsunuz; hepsinde, mutlaka,
siyasîler, bir şekilde için içerisinde. Sayın Tuncay Ercenk'in demin söylediği,
acaba bu siyasallaşmayla sonuçlanır mı kaygısı, hakikaten, ilk etapta insanın
aklına gelebilir; ama, dünyadaki uygulama da bu yönde, ben de, en orta yolun,
en doğru yolun da bu olduğunu düşünüyorum. Anayasada, zaten, bu Kurulun özerk
ve tarafsız olacağı belirtilmiş; dolayısıyla, Üst Kurulun, buna, mümkün olduğu
kadar dikkat edeceğini düşünüyorum; bugüne kadar da, zaten, buna dikkat
etmiştir.
Şimdi, Üst Kurulun
yetkileri, aslında, yasada, epeyce net ve çok da güzel sayılmıştı; fakat, bu
yetkiler, zaman içerisinde, başka kurumlara verildi ve şu anda, bu alanda,
farklı yetkili kurumlar var. Bunların, zannediyorum, tekrar gözden geçirilmesi
gerekir. Mesela, frekans ve kanal tahsisinde, lisans iptalinde, yayınların
durdurulmasında, yayın izni ve frekans ücretlerinin belirlenmesinde Üst Kurulun
yetkileri mutlaktı; ama, bugün, bunların tamamının bu Kurul üzerinde olmadığını
biliyoruz.
Şimdi, radyo ve
televizyon yayıncılığında gözlemlediğimiz bazı problemler üzerinde duralım. Bir
defa, kanal ve frekans tahsisi meselesi bugünkü problemlerin önemli bir
durumunu oluşturuyor bence. Şu anki kanunda, dörtte 1'i, radyo televizyon,
devlet kanalı olarak veriliyor ve geriye kalan kanalların kullanımında da,
ulusal, bölgesel ve yerel frekans bantlarının yarısı tam gün üzerinden, kalan
kısmı da zaman paylaşımlı ve dönüşümlü olarak verilecek deniliyor; böylece, çeşitli
kanallara, istenirse tabiî, imkân sağlanmış olacak. Elimizdeki rakamlar da
-Sayın Başkan, burada, ne kadar doğru bilmem- 250 televizyon kanalı, 2 500
radyo olduğu şeklinde ve bu çerçevede, tabiî, yayıncılıkta da, ciddî problemler
gündeme getiriyor. Kanal tahsis süresini 5 yıl olarak yasa öngörmüş; bence, bu
süre, başka ülkelerde de var; ama, bu sürenin sanki az olduğunu düşünmek
gerekir gibi geliyor bana; yani, bu kadar büyük yatırımlar yapan kuruluşlara, 5
sene sonra, senin görevin bitti, başkasına veriyorum dendiğinde, doğacak olan
zararı da, bence, düşünmek lazım. Kaldı ki, devletten 99 yıllığına kiralamalar
düşünüldüğü zaman ki, bu o anlamda da değil üstelik; çünkü, bizzat kendisi bu
yatırımı yapıyor.
Şimdi, bu süreler,
Fransa'da, televizyonda 10 yıl, radyoda 5 yıl, İspanya'da 10 yıl, Amerika'da 3
yıl, İtalya'da 6 yıl. Bizimkilere aşağı yukarı benziyor; ama, söylediğim gibi
bu tehlikeyi de gözardı etmemek lazım.
Elimizdeki yasa, yurt
dışından Türkiye'ye yönelik yayın yapan radyo ve televizyonlara frekans ve
kanal kablo tahsisi yapılamayacağını öngörmüş, doğrudur; ancak, mevcut
kanallara bu yayınla ilgili frekans tahsisi yapılırken, şu anki, bunu fiilen
kullanan kurumların müktesep hakkının olmadığı söyleniyor. Peki, bunlar
bakımından, bu anlamda olmasa bile, müktesep hak anlamında olmasa bile, acaba,
devletin de, bir nevi, yıllara dayanan fiilî kullanıma olan hoşgörüsünü dikkate
alarak, bir öncelik hakkının olduğunu söylemek gerekmez mi; bunu da düşünmek
gerektiğini ifade etmek istiyorum.
Önemli bir şeyin altını
çizmek istiyorum. Kanalların tahsisinde, özel sektöre bunlar verilirken
dünyanın takip ettiği yol, kamu yararı, kamu ihtiyacı ve kamu rahatlığıdır. Ana
ilkeler bunlardır.
Bakın, bununla alakalı
olarak, Amerika'da kanundan bir metni okuyorum size; daha doğrusu federal
komisyonun kararı, öyle diyelim, doğrusu bu. Burada diyor ki: "Kanal
sayısı sınırlı, buna karşılık yayın yapmak isteyenlerin miktarı ise -ihtiyacı
sağlayabilecek kadar değil- kanal sayısının çok üstünde olduğundan, komisyon,
ruhsat verdiği takdirde, başvurular arasından hangisinin kamuya daha iyi hizmet
edeceğini kararlaştırmalıdır. Üzerinde her şeyden önce durulması gereken husus,
yayın veya reklam yapacakların yararı değil, dinleyicilerden oluşan kamunun
yararı, rahatı ve ihtiyacı olmalıdır."
Fransa'da, aynı şekilde,
yine kanundan bir metin. Diyor ki: "Bu hürriyet, insan onuru, üçüncü
şahısların özgürlükleri, görüş akımlarının ifadesindeki çoğulculuk düzenine
saygı ölçüsü ve kamu düzeninin korunması, millî güvenlik ihtiyaçları, kamu
hizmeti gerekleri, haberleşme araçlarına bağlı teknik güçlükler, millî ses ve
görüntü endüstrisinin geliştirilmesi gereklerine dikkat ederek yapılması
gerekir."
İtalyan kanununda da
benzer hükümleri görüyoruz.
Kamu yararı konusunda
Amerika'dan bir örnek vereyim size; ilginçtir bu. Amerika'da, dinî inanç
aleyhinde bulunmak isteyen birisi -yani, dinsizliği savunmak istiyor- program
istiyor üç kanaldan, müracaat ediyor, üçü de reddedince, konuyu Federal
Haberleşme Komisyonuna götürüyor, bizdeki RTÜK karşılığı olan kurula götürüyor,
bunların yayınını iptal edin diyor, talebi bu yönde. Kurul, kararında
"yayınların, herkesin yararlandığı ortak yayın olması gerekir. O kişinin
talebinde, bu özelliğin bulunmadığı sonucuna varılmıştır" diyor ve talebi
reddediyor bu şekilde.
Hollanda'da da buna
benzer bir karar var.
Görülüyor ki, radyo -
televizyon frekansı konusunda, hakikaten önemli bir sorun var ve şu ana kadar
bunun yapılmamış olması ciddî bir eksikliktir Türkiye'de; bunun bir an önce
yapılması lazım. Yalnız, tabiî, bunların tahsisi konusu RTÜK'ten alındı,
Telekomünikasyon Kurumuna verildi. Burada da bir başka problem; Haberleşme
Yüksek Kuruluna ihale yetkisi verildi. Böyle de bir yetki karmaşası var bu
alanda.
Tabiî, yayıncılık
konusunda her kurumu tatmin etmenin zorluğu nedeniyle, dünya bunu çözmek için
uğraşmış ve analog yayıncılık ve sayısal yayıncılık dediğimiz iki yöntem
bulunmuş bu konuda. Tabiî, analog yayıncılıkta bir program yayınlanabiliyor bir
frekanstan; ama, sayısal olanda dört program birden yayınlanabiliyor. Bu
konuda, Haberleşme Yüksek Kurulunun aldığı karara göre, 2010 yılına kadar biz
Türkiye'de, bu yayıncılık kısmına, sayısal yayıncılığa geçeceğiz, 2006'da da,
bazı illerde, büyük illerde deneme yayınlarına başlanacak. Böylece,
zannediyorum, frekans noktasındaki sıkıntılar da, belli ölçüde giderilmiş
olacak.
Bu noktada, yasayla
alakalı birkaç konu üzerinde durayım tekrar.
Şimdi, sorumluluk
noktasında, baktığımız zaman, kanunda büyük cezalar öngörülmüş; yani, miktar
olarak belki rakamlar yüksek gözüküyor. Tabiî, televizyonların bu anlamdaki
gücüyle baktığınız zaman, çok da oransız değil; ancak, buradaki sorun, cezanın
alt ve üst sınırları arasında büyük uçurum var; onun biraz daha yakın olması
gerektiğini düşünüyorum.
Bir şey daha var burada;
o da, yayın cihazlarının müsaderesi konusu. Yasada bu da vardı. Bunu, Yargıtay
iptal etti ve onadı. Doğrusunu yaptı bence.
Yine, bu anlamda bir
husus, bantların 1 yıl süreyle saklanması meselesi. Tabiî, bu yayınlar
arttıkça, bunları koyacak yer sorunu çıkabilir. Başka ülkelerde bu, 3 aya
kadardır; 1 ile 3 ay arasında değişiyor. Bizde de, aslında, tasarı metni 3
aydı; ama, sonradan 1 yıla çıkarıldı. Bence, bunun da gözden geçirilmesi
gerekir.
Şimdi, reklamlar var;
zaman zaman, filmleri seyrederken bizim de canımızı sıkan, araya giren
reklamlar... Tabiî, reklam olmadan televizyon ayakta kalamaz; ama, sık sık
reklam verme meselesini de başka ülkeler kurala bağlamış. Bizde diyor ki
"reklamlar, günlük yayın süresinin yüzde 15'ini geçemez."
Şimdi, bunlar Avrupa
ülkelerinde nasıl diye baktığımız zaman, yani, saat üzerinden, 1 saatlik
yayında, Amerika'da 6 dakikalık reklam olması gerekiyor en çok, İsrail'de 6
dakika, Kanada'da 7 dakika, Avusturya'da 4 dakika, Lüksemburg'ta süre yok; ama,
uygulamada 5-10 dakika arasında değişiyor. Demek ki, reklam meselesinde de
dünyayla bir anlamda paralellik sağlamamız gerekecek.
Önemli bir konu üzerinde
duracağım; o da, özel televizyonla alakalı; bu kuruluşların hisse oranları.
Tabiî, bu çok önemli bir mesele, tekelciliği önleme bakımından. Başka ülkelere
baktığımız zaman -Avrupa Sınırötesi Yayıncılık Sözleşmesi de buna hükümler
getirmiş- mesela, Fransa'da, yabancıların hisseleri yüzde 20'yi geçemez diyor.
Tabiî, Avrupa Birliğinin kendi üyeleri hariç; başkaları açısından söz konusu bu
söylediğimiz rakam. Özel radyo ve televizyonların hisselerinin yüzde 50 oranını
geçemeyeceği yine hükme bağlanmış. İtalya'da, aynı anda hem mahallî alanda hem
ülke çapında radyo ve televizyon yayıncılığı yasaklanmış. İspanya'da
"Hiçbir özel veya tüzelkişi birden fazla özel televizyon kuruluşunun
sahibi olamaz" diye hüküm konulmuş. Amerika'da benzer bir hüküm var;
yalnız, bir bölgede ancak, en çok bir kanala sahip olabiliyorsun, bölge federal
yapı olması sebebiyle ve ülke genelinde 7 televizyon, 7 radyo istasyonu kurma
hakkın var. Bu anlamda da, demek ki, bir sorun bu.
Peki, pizde durum ne...
Anayasa Mahkemesi bunu iptal ettiği için, şu anda, çok ciddî problem var. Bu
boşluğun mutlaka doldurulması lazım. Şu anda, sermayesi olan bir özel sektör
çok sayıda kanal alabilir, çok sayıda televizyon kurabilir ve bunda da,
söylediğim gibi, hısım akraba, üçüncü dereceye kadar yasaklar filan şu an bence
askıda. Bütün bunların ciddî olarak tekrar gözden geçirilmesi gerekir ve bir an
önce bu yasanın çıkması lazım; ama, bu yasanın çıkabilmesi için de Anayasa
Mahkememizin o kararın bir an önce gerekçesini yayımlaması lazım ki, onu
görerek ilgililer bunun gereğini yapmış olsunlar.
Evet, bu noktada, yayınla
alakalı bir yasaklama ve durdurma meselesi üzerinde duralım. Şimdi, yargı
kararları dışında, prensip olarak, millî güvenliğin ve kamu düzeninin ciddî
olarak acil durum gerektirdiğinde Başbakana ya da ilgili bir Bakana yayın
durdurma yetkisi vermiş yasa. Tabiî, bu, kullanılan bir yetki değil uygulamada.
Zaten, bir Başbakan ya da ilgili Bakan, durup dururken böyle bir yola gitmez;
ama, ülkenin içinde bulunduğu şartlar sebebiyle, ola ki, gerekirse ani
durdurmalara böyle bir karar...
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun efendim.
BURHAN KUZU (Devamla) -
Toparlıyorum Sayın Başkanım, teşekkür ederim.
Bu anlamda, tabiî,
Başbakana verilen bu yetkinin de, millî güvenlik ve kamu düzeni bakımından
doğru olduğunu düşünüyorum.
Şimdi, uygulamada -Üst Kurulla ilgili olarak
bugüne kadarki uygulamaya baktığımız zaman- uyarı ve yayın durdurma yetkisini,
RTÜK zaman zaman kullanmış. Sekiz yıllık uygulamasında, ceza olarak durdurma
cezası, toplam kırksekiz yılı aşma şeklinde gözüküyor. Yani, süre olarak bu. Bu
süre içinde 17 714 günlük bir durdurma cezası öngörülüyor, toplam... Yani, bu
rakamlar büyük gibi gözüküyor; ama, bunların içerisinde ifade özgürlüğüyle
ilgili olan bazıları hariç, ben, RTÜK'ün bu uygulamasının doğru olduğunu;
çünkü, Türkiye'deki yayıncılığın sorumsuz ve fütursuzca yapıldığını belirtmek
istiyorum.
Şimdi, sonuç olarak,
elimdeki metinde, RTÜK'ün ve ilgili yasanın 4 üncü maddesinde -Sayın Ercenk de
buna değindi, önemsediğim bir madde- Avrupa Sınırötesi Yayıncılık Sözleşmesi
çok güzel düzenlemiş ve bizim 4 üncü madde bundan almış yayın ilkelerini; gayet
güzel sıralanmış bunlar. Hepsi doğru bana sorarsanız; ama, uygulamada bunların,
mümkün olduğu kadar, yerine getirilme noktasında, hem yayıncılarımızın hem de
kurul üyelerimizin daha hassas olmaları gerektiğini düşünüyorum.
Mesela, şiddet konusu,
reyting kaygısıyla gençlerimizi perişan hale getirdi ve Almanya ile Türkiye'yi
mukayese ettiğimiz zaman, çizgi filmler dahil, şiddet oranı 4-5 katı bizde.
Adam öldürme sahnesi... Gerçek olsa, yandı Türkiye. Dolayısıyla, bunlar,
çocuklarımızı ciddî olarak özendiriyor.
Yine, bir konu, bu
anlamda yayıncılık noktasında, ailenin korunması yanında kültürün korunması
meselesi. O da, Türk Halk Müziği ve Türk Sanat Müziği meselesi. Bununla alakalı
yasada hüküm var; belli oranda bunları, bu programları koyması gerekiyor; ama,
bakıyorsun, gecenin saat 4'ünde, 5'inde filan bunu yapıyor. Gençlerimiz, tabiî,
pop müziğiyle... Onlara da bir şey demiyorum, gençlerin de hakkını yemeyelim;
ama, tabiî, hep pop olunca, bu sefer kültürden kopuyor. Bu türküler ve sanat
müziği bizim tarihimizdir. Onlar söylediği zaman oradaki nine ağlarken, çocuğun
"yahu, kapat, yine başım şişti" filan demesi beni perişan ediyor,
açık söylüyorum. Çok vahim bir durumdur bunlar. Çocuklarımıza mutlaka bunu
sevdirmemiz lazım. Gerekirse, yasa da koyup, akşamın, belli, çok güzel
saatlerinde, biraz da zoraki dinleterek alıştırmak lazım. Zaten bir zevkine
varsa, bir daha bırakmaz çocuklar o müziğin zevkini.
Tabiî, Türkçe konusu çok
önemli. Kanallarda Türkçenin çok kötü kullanıldığını görüyoruz. İsimlerini
vermeden birkaçını zikredip konuşmamı tamamlamak istiyorum. Bakın, hangi
cümleler var: "Asarı antika", "namı değer eski tüfekler", "onlar
da tekavüt olmuş bir sürü futbolcu var", "eşine enderine
rastlanmayacağınız bir dolandırıcılık olayı", "depremin merkez
üstü", "felaket tellalcıları", "bu olayın bir örneklik
teşkil etmesini diliyoruz", mutayakkuz olunması tavsiye edilir",
"ilanihayre" demiş -ilanihaye tabiî- "Boliç yüzde 80 derece
dönerek PAF takımla antıramanlığa çıktı", "herkesin hemfikir olduğu
bir noktada malumun ilanından ibarettir", "sonra da güvenliği
sağlayamacaklarını şifaen bildirdiler", "dolar 600 000, 400 000
oldu", "Cumhurbaşkanı KHK'yı geri iade etti." İçinde bunların
tabiî çok yanlış olanı var, az yanlış olanı var; ama, bunların hepsi yanlış
cümleler. RTÜK Başkanımız da burada, ilgili Bakanımız da burada, bu konuda daha
hassas olunmasını, ilgili televizyonlara bunların bildirilmesini özellikle
hatırlatıyorum.
Bu Anayasa oylamasında,
Meclisimizin, inşallah, oybirliğiyle bunu geçireceğini ve konuşmamın başında
belirttiğim gibi, daha büyük paketlerle burada olunması gerektiğini arz
ediyorum; hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum; sağ olun, var olun. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyoruz Sayın Kuzu.
Şahısları adına söz
isteği var.
Denizli Milletvekili
Sayın Ümmet Kandoğan, buyurun.
Süreniz 10 dakika Sayın
Kandoğan.
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekillerinin vermiş olduğu anayasa
değişikliğiyle ilgili kişisel görüşlerimi açıklama üzere söz aldım.
Öncelikle, böyle bir
anayasa değişikliğiyle ilgili verilen teklifin gerekçesinin son derece doyurucu
olması lazım; çünkü, yapılan, Türk Milletini çok yakından ilgilendiren bir
anayasa değişikliği. Böyle bir anayasa değişikliğini teklif eden
milletvekillerinin, gerekçelerinde buna niye ihtiyaç duyduklarını çok açık ve
net bir şekilde, hem Türkiye Büyük Millet Meclisine hem de kamuoyuna
duyurmaları gerekir.
Ancak, gerekçe elimde.
Gerekçede sadece bir tek paragraf var; niçin böyle bir değişiklik ihtiyacı
çıkmış. O gerekçeyi de, müsaadenizle, okumak istiyorum. "Üst Kurul
üyelerinin atanmasında, diğer düzenleyici ve denetleyici kurumlardan farklı
olarak, Bakanlar Kurulunun yerine Türkiye Büyük Millet Meclisinin yetkili
kılınmasında zorunluluk bulunmaktadır." Bu zorunluluğun ne olduğu, yine,
bu genel gerekçede, bizleri tatmin edecek bir şekilde açıklanmamıştır ve yine
bu paragrafın sonunda "bu seçimde siyasî parti gruplarının adaylarının
adalete uygun bir oranda belirlenmesi gerekmektedir..." Bu kadar önemli
bir anayasa değişikliğiyle ilgili olarak öne sürülen gerekçe bu.
Şimdi, ben, niye bu kadar
gerekçede zorlandıklarını araştırdım; karşıma da şu çıktı: Daha önce, Türkiye
Büyük Millet Meclisinde kabul edilen bu kanunla ilgili olarak, 117
milletvekilinin imzasıyla, Anayasa Mahkemesinde yürürlüğün durdurulması ve
iptal davası açılmış. O davada tanıdık isimler var. O isimlerin başında Sayın
Mehmet Ali Şahin ve 117 milletvekilinin imzası var. Şimdi, ben, bakıyorum, o
117 milletvekilinden 50 küsuru şu anda Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel
Kurulunda, bizlerle beraber; yani, 2002 yılında bu kanunun yürürlüğünün
durdurulması ve iptaliyle ilgili olarak dava açan milletvekilleri, hep tanıdık
isimler. Şu anda, Mecliste bizlerle beraber olan isimler, hangi maddesinin
Anayasaya aykırı olduğunu ileri sürmüşler; 6 ncı maddesinin birinci fıkrasının
(a) bendi; okuyorum: "Siyasî parti gruplarınca Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlık Divanı oluşum formülüne göre belirlenecek kontenjan
doğrultusunda gösterilecek ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda
seçilecek 5..." Ne yapmış Anayasa Mahkemesi bu itiraz üzerine? Sayın
Burhan Kuzu Hocamı ben dikkatle dinledim. Sayın Burhan Kuzu da bir yanlışlık
yaptı "önce yürütmenin durdurulması kararı verdi, sonra iptal etti"
dedi. Tam tersine Sayın Hocam, önce iptal kararı verdi Anayasa Mahkemesi... O
iptal kararının da gerekçesini sizlere okumak istiyorum: "...şu tarih
sayıyla Anayasa Mahkemesince iptal edildiğinden, bu kuralların uygulanmasından
doğacak sonradan giderilmesi güç veya olanaksız durum ve zararların önlenmesi
ve iptal kararının sonuçsuz kalmaması için kararın Resmî Gazetede yayımlanacağı
güne kadar yürürlüklerinin durdurulması." Anayasa Mahkemesi, bu o kadar
önemli bir kanun, ben bunu iptal ediyorum... Ancak, biliyorsunuz, Anayasa
Mahkemesi kararlarının yürürlüğe girmesi için Resmî Gazetede yayımlanması
gerekiyor, Resmî Gazetede yayımlanması zaman aldığı için, yürürlüğünün
durdurulması kararını da veriyor o kararın içinde.
O bakımdan, değerli
milletvekilleri, şimdi, Sayın Burhan Kuzu Hocam şunu söyledi, şurada Anayasa
Komisyonu raporunda: "Komisyon Başkanı -Sayın Burhan Kuzu- teklifle RTÜK
üyelerini seçmenin Türkiye Büyük Millet Meclisinin görevleri arasına
alındığını, bu şekilde Anayasa Mahkemesi iptal kararının gereğini yerine
getirdiği..." Hayır Sayın Hocam, böyle bir şey yok. Anayasa Mahkemesi bu
kanunun 6 ncı maddesinin birinci fıkrasının (a) bendini iptal ediyor,
yürürlüğünün durdurulması kararını veriyor; yani, sizin yaptığınız, Anayasa
Mahkemesinin iptal kararının gereğini yerine getirmek değil. Anayasa Mahkemesi,
zaten Türkiye Büyük Millet Meclisinin 5 üyeyi bu şekilde seçmesini iptal
ediyor, yürürlüğünü durduruyor. Siz, Anayasa Mahkemesinin oybirliğiyle -bunun
da altını çizmek istiyorum, oybirliğiyle- alınmış olan bir kararı üzerine,
yeniden, bu sefer, 9 üyenin Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından ve siyasî
parti gruplarının göstereceği adaylar arasından seçileceği...
Sayın Burhan Kuzu Hocam
"dünyada böyle örnekler var" dedi ve üç örnek saydı; ama, saydığı üç
örnek de bizimkiyle uzaktan yakından ilgisi olmayan örnekler. Hiç bizimkine
benzemeyen örnekler Sayın Kuzu Hocam. Yani, değerli milletvekilleri, dünyanın
hiçbir yerinde örneği yok.
Şimdi, bu Mecliste 25
civarında grubu olmayan siyasî parti milletvekilleri var, bağımsız
milletvekilleri var. Bizim irademizin üzerine iki parti grubu nasıl bir ipotek
koyabilir?! Ben bir milletvekili olarak, bağımsız bir milletvekili olarak,
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun gösterdiği, Cumhuriyet Halk Partisi
Grubunun gösterdiği adaylara oy vermek mecburiyetinde miyim?!
AGÂH KAFKAS (Çorum) -
Verme...
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Yani böyle... Değerli milletvekilleri, varsa dünyada böyle bir örnek,
getiriniz o örneği, Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünden ifade ediniz, ilan
ediniz; biz de, böyle bir örnek varsa, o örneğe uygun olarak böyle bir karar
verelim, biz de sizinle beraber olalım.
Geçmişte, koalisyon
hükümetleri döneminde, bankalar bölüşülürdü, paylaşılırdı. Kamu bankalarını bir
parti, (A) Bankası, (B) bankası, (C) bankası... Siyasî partiler bu bankaları bölüşürdü.
Şimdi yapılmak istenen ne; RTÜK üyelerini de iki siyasî parti grubu bölüşecek.
Sayın milletvekilleri, bakınız, RTÜK yeni bir karar aldı bu erotik yayınlarla
ilgili olarak; basında hemen bu konu eleştiri malzemesi haline getirildi. Ne
dedi basın: RTÜK, Adalet ve Kalkınma Partisi kontenjanından yeniden
seçilebilmek için, Adalet ve Kalkınma Partisine hoş görünebilmek için,
yıllardan beri devam eden bir uygulamayı bundan onbeş gün önce -bir kararla-
bunların durdurulmasıyla ilgili bir
karar aldı. Kamuoyunda bu şekilde eleştiriliyor. Şimdi, bundan sonra RTÜK'ün
alacağı her kararda -eğer bu şekilde Meclisten geçme söz konusu olacak olursa-
oylamalara bakılacak; Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun gösterdiği kişiler
nasıl oy kullanmış, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun gösterdiği kişiler nasıl
oy kullanmış; kamuoyu bunu takip edecek.
Değerli milletvekilleri,
şimdiye kadar, dokunulmazlıklarla ilgili burada çok konuşuldu. Dokunulmazlıklar
konuşulurken, Adalet ve Kalkınma Partisinin sözcüleri buraya gelip diyorlardı
ki: "Efendim, uzlaşma komisyonu kuralım. Uzlaşma komisyonunda bu meseleyi
görüşelim." Şimdi, ben soruyorum: Bu anayasa değişikliğiyle ilgili olarak,
Cumhuriyet Halk Partisiyle bir uzlaşma komisyonu kurdunuz mu? Soruyorum, çok
açık ve net bir şekilde soruyorum.
NEVZAT YALÇINTAŞ
(İstanbul) - Yok!
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Şimdi, değerli milletvekilleri, dokunulmazlıkların kaldırılması noktasına
gelince "anayasa değişikliğinde uzlaşma komisyonu kurulması lazım, uzlaşma
komisyonunun bu konuda karar alması lazımdır" şeklinde ifadelerde
bulunacaksınız, ancak, RTÜK gibi hakikaten Türk toplumu için son derece önemli
olan ve alacağı her kararın direkt olarak Türkiye'deki yetmiş milyon insanı,
yurt dışında milyonlarca vatandaşımızı ilgilendiren böyle önemli bir kurumun
seçimini, siz, iki parti grubuna inhisar ettirecek olursanız, bunun tekrar
Anayasa Mahkemesinden veya bir başka yerden geri döneceğini rahatlıkla
göreceksiniz; çünkü, Anayasa Mahkemesi bu kararını oy birliğiyle almış ve çok enteresandır,
bakınız, o kararın bir de geçici 4 üncü maddeyle ilgili bir kararı var, o
kararı da okumak istiyorum. Orada, Bakanlar Kurulunun 4 üyeyi seçmesiyle ilgili
bölümle Anayasa Mahkemesinin bir kararı yok arkadaşlar. Anayasa Mahkemesinin,
Bakanlar Kurulunca belirlenecek 4 üyeyle ilgili herhangi bir kararı yok, orası
boşlukta kalmış. Okuyorum: "Geçici 4 üncü maddesi; Radyo ve Televizyon Üst
Kurulunun Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunca seçilecek 5 üyesi siyasî
parti gruplarınca Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanı oluşum
formülüne göre belirlenecek kontenjan doğrultusunda Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına..."
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Burayı iptal etmiş. Bundan sonraki, devam eden cümleyi okumak istiyorum;
bundan sonraki devam eden cümle şu: "Bakanlar Kurulunca seçilecek üye
adaylarıyla ilgili kurum ve kuruluşlar tarafından Başbakanlığa bu Kanunun
yayımı tarihinden itibaren bir ay içinde bildirilir." Bu bölüm aynen
duruyor; bu bölüm aynen duruyor; Anayasa Mahkemesinin, bu bölümle ilgili
verilmiş herhangi bir kararı yok. Karar, Türkiye Büyük Millet Meclisi grupları
tarafından seçilen üyelerin seçiminin Anayasaya aykırı olduğu iddia edilerek
bozulan bir karar. Biz, şimdi ne yapıyoruz; Anayasa Mahkemesi 5 üyeyle ilgili
kararı bozuyor, iptal ediyor, yürürlüklerinin durdurulmasına karar veriyor;
biz, şimdi, 9 üyenin de Türkiye Büyük Millet Meclisinde grubu bulunan partiler
tarafından seçilmesiyle ilgili bir teklif getiriyoruz, bu teklifi de oraya
gönderiyoruz. Bunun haklı ve makul bir izahını yapmanın mümkün olmadığına
inanıyorum.
CHP Grubu adına konuşan
sayın milletvekilimiz, Türkiye Büyük Millet Meclisinin gücünü, bu RTÜK üyeleri
bu şekilde seçilirse, arkasına alacakmış...
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Son cümle...
Türkiye Büyük Millet
Meclisinin gücü, bu seçilen üyelerin arkasında olacakmış. Ben, tam tersini
söylüyorum; bu milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin gücünü değil, Adalet
ve Kalkınma Partisi ile Cumhuriyet Halk Partisinin gücünü arkalarında
hissedeceklerdir.
Bakınız, biz, Sayıştaya
da bu Mecliste üye seçiminde bulunduk.
BAŞKAN - Sayın Kandoğan,
siz, son cümle dediniz; lütfen, son cümlenizi söyleyiniz.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Son...
Sadece, Sayıştayla ilgili
bir seçim yaptık. Sayıştayla ilgili yaptığımız seçimde, burada, siyasî parti
grupları aday gösterdiler mi; hayır. Plan ve Bütçe Komisyonuna geldi, onlar
yarıya indirdiler ve bizim önümüze o şekilde geldi. Ben biliyorum ki, birçok
arkadaşımız, Adalet ve Kalkınma Partili ve Cumhuriyet Halk Partili
arkadaşlarımız, aynı isim üzerinde birleşerek oy kullandılar, hiçbir ayırım
yapmadan. Sayıştaya üye seçiminde bu şekilde davranıyoruz; RTÜK olunca bu
şekilde davranıyoruz. Bunu açıklamak, kesinlikle haklı, mantıklı ve makul bir
açıklamasını yapmak zor.
Bu duygu ve düşüncelerle,
Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (Bağımsızlar ve CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Kandoğan.
Komisyon Başkanımızın bir
açıklama talebi var.
Buyurun Sayın Kuzu.
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI
BURHAN KUZU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; şimdi, Ümmet
Kandoğan, Anayasa Mahkemesi kararını okumuş; ama, bence, herhalde, işin
detayına girme fırsatı bulamadı, kararı yorumlamada eksikleri var.
Şimdi, bir defa,
yürütmeyi durdurma kararının, zaten, iptalden mutlaka önce verilmesi lazım,
sonra verilmesi mümkün değil. Elinde o karar yok. Ben, o kararın tarihini
söyleyeyim; 2002'nin altıncı ayının 12'si. Sonra verdiği karar, elindeki karar,
2004'ün dokuzuncu ayının 21'i. Dolayısıyla, o konudaki farkı, iki kararı
okuduğu zaman görür. Bu birincisi.
İkincisi, Anayasa
Mahkemesi, Bakanlar Kurulunun üye seçmesine elbette ki bir şey demiyor. Diyor
ki: Zaten, bu, yasal hak olarak kullanılabilir, Anayasaya aykırı bir durum yok;
Bakanlar Kurulu atamayı her zaman yapıyor; ama, yasama yetkisi olan bir
Meclisin bir kurula üye seçmesi Anayasada yazmıyor, böyle bir yetkisi yok. Eğer
siz bunu verecekseniz, bunun aksini düşünerek yorumladığınız zaman, Anayasaya
yazarsanız ancak öyle verebilirsiniz. Dediğim gibi, bu karar doğru değil; şu anlamda
doğru değil: Buna hiç gerek kalmadan, Meclis, pekâlâ bu yetkiyi kullanabilir;
ama, değil mi ki Anayasa Mahkemesi böyle dedi, başka da çaren yok. Dolayısıyla,
biz, bunu Anayasaya yazarak çözmek durumundayız.
Yapılan iş doğrudur.
Dünya uygulamalarından ben örnek verdim. Şimdi, bakın, Amerika'da, seçilme
şeyini direkt Başkan yapıyor; yani, bizdeki Başbakanın karşılığı olan Başkan
yapıyor. Fransa'da, Almanya'da, İtalya'da ve Hollanda'da hep, bütün seçimleri
doğrudan doğruya senato başkanı ya da meclis başkanı yapıyor.
Şimdi, buradaki konu,
1994'teki yasanın ilk halindeki çözüm; yani, 9 üye o zaman da vardı. 57 nci
Hükümet bu sistemi bozdu; işleyen bir modeli bozdu bence. Şimdi, anayasal kurul haline gelmiş oldu bu üst
kurul. Getirilen üye konusunda da, bence... Şu anki tablodan belki Sayın
Kandoğan rahatsız olabilir iki grup olması sebebiyle; ama, getirilen hüküm öyle
değil; "iktidar partileri, muhalefet partileri" ifadesi var orada.
Dolayısıyla, iktidar koalisyonsa ve yine birçok muhalefet partisi varsa, grubu
varsa, ona göre, Divandaki oluşumuna göre deniliyor. Dolayısıyla, bugünden
telaşa girmeye filan gerek yok.
Yani, bakın, demin
eleştirdi, gitti, efendim, işte, bizim arkadaşlarımızdan birilerinin ismini
zikrederek, dava açtı filan diye... Bakın, bugün görüyorsunuz ki, o açan
arkadaşlar bunu seçmek durumunda olabiliyor. Bence, bir şey doğru mu, değil mi;
ona bakmak lazım. Açılmış dava yanlıştı bence. İsterseniz bizim arkadaşımız
yapmış olsun bunu, kim yaparsa yapsın; ama, işin doğrusu, bence, bugün bizim
yaptığımızdır. Bunun böyle olması lazım. Sayın Kandoğan, biliyorsunuz, Anayasa
Mahkemesine bu konu gitmez, daha doğrusu gidemez; şekil değişikliği dışında
yapamayacağı için denetimini, o açıdan da bir problem doğmaz.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür
ediyoruz Sayın Kuzu.
Hükümet adına, Devlet
Bakanımız Sayın Beşir Atalay'ın söz isteği vardır.
Sayın Bakan, buyurun. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
DEVLET BAKANI BEŞİR
ATALAY (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Ben, doğrusu, söz
almayacaktım; zaten, grup sözcüleri gerektiği kadar açıklamayı yaptılar; ama,
bazı yanlış anlamalar var, anlaşılmalar var, sadece, onları biraz düzeltmek
için, tashih etmek için söz almış oluyorum.
Bir defa, önce şunu ifade
etmek istiyorum: RTÜK kurulalı beri, 1994 yılından bugüne, RTÜK üyelerini
Türkiye Büyük Millet Meclisi seçmiştir değerli milletvekilleri.
Bildiğiniz gibi, şöyle
bir kronolojiyi kısaca hatırlarsak, ilk özel radyo ve televizyonlar 1990
yılında yayına başlamışlardır. dört yıl biraz karmaşa olmuştur. Bu sebeple,
1994 yılında ilk defa RTÜK Kanunu çıkarılmıştır ve RTÜK üyelerinin -şimdiki
gibi, yine bizim öngördüğümüz gibi 9 üyelidir- tamamı Türkiye Büyük Millet
Meclisi tarafından seçilmiştir. O zaman iktidar muhalefet kontenjanları olarak
seçilmiştir ve çok da iyi yürümüştür, hiçbir problem de olmamıştır ve bugünkü
RTÜK de, yine, Türkiye Büyük Millet Meclisinin seçtiği üyelerden oluşmaktadır,
9 üyesini de Türkiye Büyük Millet Meclisi seçmiştir. İçinden sadece 1 tanesi AK
Parti kontenjanından seçilendir, onu da ifade edeyim.
Şimdi, 2002 yılında, RTÜK
Kanununda bazı değişiklikler yapılmıştır. Bunlardan birisi de, üyelerin
seçimini düzenleyen 6 ncı maddedir. Sayın Cumhurbaşkanı önce veto etmiş, sonra
Anayasa Mahkemesine götürmüştür, bir grup milletvekilimiz de götürmüştür. Sayın
Cumhurbaşkanının, özellikle, götürme sebebi, gerekçesi -elimizde şu anda
vardır, yanımızdadır- tamamen şudur değerli milletvekilleri: Türkiye Büyük
Millet Meclisinin görevleri arasında Anayasada RTÜK üyelerini seçme diye bir
şey söz konusu değildir, seçemez deniliyor.
Biz, ne yapıyoruz şimdi;
bu gerekçeyi düzeltiyoruz, Anayasaya, Türkiye Büyük Millet Meclisinin görevleri
arasına, RTÜK üyelerini seçmeyi de getirmiş oluyoruz. Böylece, Meclisimizin,
zaten, RTÜK kurulalı beri kullandığı bir hakkı, tekrar, Meclisin kullanımına
açmış olacağız, sağlamış olacağız bu değişiklikle; yani, bunun başkaca bir
boyutu yok, çok sade, çok kolay açıklanabilir bir gerekçe. Onun için de,
burada, Sayın Kandoğan'ın söylediği gibi uzun gerekçeye yer yok, tabiî, sayın
milletvekillerimizin teklifinde.
Tabiî, Anayasa Komisyonu
Başkanımız da düzelttiler. anayasa Mahkemesi, Sayın Cumhurbaşkanımızın ve bir
grup milletvekilimizin başvurusu üzerine, önce, 2002 yılında yürütmeyi
durdurdu, sonra da, 2004 yılında bazı maddeleri iptal etti. Aslında, RTÜK
Kanununda iptal edilen epeyce madde vardır, şu anda boşluk vardır; ama, biz de,
önce bu anayasa değişikliğini yaparak, hemen zaten peşinden RTÜK Kanununu,
tasarımızı Yüce Meclisimizin huzuruna getirmeyi planlıyoruz. RTÜK Kanunuyla
ilgili ve uygulamalarla ilgili değerli sözcülerin dile getirdiği pek çok konu
da, zaten, o zaman tartışılacaktır; şimdi, ben, onlara hiç girmiyorum.
Netice olarak, değerli
milletvekilleri, Yüce Meclisin RTÜK kurulalı beri kullandığı hakkın anayasal
bir konuma getirilmesidir bugün yaptığımız, başka hiçbir şey değildir, yeni bir
uygulama değildir.
Anayasa Mahkemesinin
gerekçeli kararı henüz açıklanmamıştır; ama, Anayasa Mahkemesine götürülüş
gerekçesini biliyoruz; o, Anayasada RTÜK üyelerinin seçiminin yer almamasıdır.
Biz de, o gerekçeyi, bu düzenlemeyle ortadan kaldırmış olacağız; düzenlememiz
bundan ibarettir. Biz Hükümet olarak da bu teklifi destekliyoruz ve umudumuz,
bir an önce gerçekleşsin, peşinden de, Meclis tatil olmadan RTÜK Kanununu da
huzurlarınıza getirelim. Onun da hazırlığı büyük oranda tamamdır.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyoruz Sayın Bakan.
İkinci söz isteği,
İstanbul Milletvekili Sayın Mustafa Ataş'ın.
Sayın Ataş?.. Yok.
Erzurum Milletvekili
Sayın Mücahit Daloğlu?.. Yok.
Adana Milletvekilli Sayın
Uğur Aksöz; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
UĞUR AKSÖZ (Adana) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anayasanın Bir Maddesinin Değiştirilmesi
Hakkında Kanun Teklifi üzerinde konuşmak üzere söz aldım; Yüce Heyeti saygıyla
selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; ben, burada, hiç üzerinde durulmayan, ama, aslında "RTÜK
üyeleri şöyle mi seçilsin, böyle mi seçilsin"den çok daha önemli iki
konuya dikkatlerinizi çekmek için söz aldım.
Birincisi şudur: Değerli
arkadaşlar, Türkiye'de on yıldır televizyonlar yayın yapmaktadırlar ve on
yıldır bu televizyonların hiçbirinin, halk diliyle ruhsatı, teknik dille
frekans tahsisi yoktur. Bakın, Türkiye 1 milyar dolar için dünyayı dolaşırken,
milyarlarca dolarlık para bu televizyonlarda yatmaktadır ve hiçbir hükümet bu
frekans tahsisini yaparak bu parayı devlet hazinesine sokmaya gayret
etmemektedir. Şimdi, Sayın Bakana soruyorum: Neden frekans tahsis ihaleleri
yapılmıyor, neden? O yüzlerce televizyondan gelecek, frekans tahsis ihalesinden
gelecek paralar bize lazım değil mi? Peki, on yıldır bu televizyonların...
Bakın, frekanslar manyetik dalgalardır ve devletin doğal kaynağı sayılır, kamu
malıdır. On yıldır bu kamu malını tahsis etmemeden dolayı devletin kaybı ne
kadardır Sayın Bakan, bana açıklayabilir misiniz? Ve bu hükümetin, bu anayasa
değişikliğini yaparken, frekans tahsisi konusunda bir planı, bir programı, bir
takvimi var mıdır?
Bu, işin parasal yönü;
bir de, işin malik yönü var. Bugün, hangi televizyon kimindir, biz bilmiyoruz.
Dürüst televizyoncular bas bas bağırıyorlar; diyorlar ki, bu frekans tahsis
ihalesini yapın. Hep paravan isimlere yapılıyor bu televizyonlar, paravan
kişiler yönetiyor; neden bu frekans ihalesi yapılmıyor diye onlar da
bağırıyorlar. Ben de, buradan, onlar adına soruyorum, halk adına soruyorum:
Frekans tahsis ihalesini yapmadığınız müddetçe, o televizyon sahiplerine,
milyarlarca dolarlık devlet malını bedava kullandırıyorsunuz demektir. Bugün,
yeni çıkardığımız Ceza Kanununda, hazine arazisine gecekondu yapana izin veren
kamu görevlisi cezalandırılıyor, oraya elektrik, su çeken belediyeler de
cezalandırılıyor. Peki, siz, bugünkü hükümet, kamu malı olan frekansları,
manyetik dalgaları bu televizyonlara bedava kullandırırsanız, bu suç değil mi?
O halde, Sayın Bakan, şimdi, gelsin buraya, açıklasın; on yıllık frekans
tahsisinden devletin kaybı şu kadar milyar dolardır, evet ve biz bunu gördük,
tespit ettik, şimdi, şu plana, şu takvime göre bu tahsisleri yapacağız, parayı
da alacağız hazineye, hangi televizyon kimindir, bu da belli olacak desin, biz
de rahatlayalım. Birincisi bu.
İkincisi; burada her şey
konuşuldu da, arkadaşlar, ben, konuşulmayanları dikkate getirmek istiyorum.
İkinci konu şu: Anayasanın 133 üncü maddesinin ikinci fıkrasında deniliyor ki,
devletin elinde sadece tek televizyon olur. Açın, okuyun; 133'e iki. Devletin
elinde tek televizyon olur, o da TRT; var zaten. Peki, TMSF denilen kuruluş
özel şirket mi; devlete ait bir kurum, değil mi? Peki, TMSF'nin elinde birçok
televizyon, radyo yok mu? Bu Anayasa maddesi burada duruyor, TMSF'nin elindeki
televizyonlar orada duruyor. Peki, neden, TMSF'nin elindeki televizyonları
satmıyorsunuz, neden elden çıkarmıyorsunuz? Ben Sayın Bakana bunu da soruyorum.
TMSF'nin elindeki televizyonları elden çıkarmadığınız müddetçe, Anayasanın 133'üne
karşı, suç demeyeyim, ama, kusur işliyorsunuz.
Değerli arkadaşlar,
öyleyse, bu anayasa değişikliğini fırsat bilerek, RTÜK konusu görüşülürken,
bunu fırsat bilerek, bu çok önemli iki konuyu dikkatlerinize getiriyorum.
Bakın, tekrar tekrar söylüyorum; RTÜK'e bir şekilde üye seçimi yapılacak, bu
şöyle olacak böyle olacak. Bu, bence çok önemli değil. Bence, frekans tahsis
ihalesinin on yıldır yapılmayıp, milyarlarca doların devletin kayıp hanesine
yazılması bundan önemlidir ve halen yapılmaması çok daha önemlidir.
Anayasanın açık hükmüne
rağmen, tek televizyon dışında, devlet, asla televizyon bulunduramaz demesine
rağmen, TMSF'nin elinde, birkaç televizyon, birkaç gazete bulundurması,
buralara her gün atama yapması, her gün programlar için milyarlar ödemesi doğru
mu? Bu Anayasaya uygun mu? Bizim, bugün, burada, bunu konuşmamız lazım. Bu çok
daha önemli.
Başka bir husus daha var.
Bu iki ana konu yanında, bir husus daha var. Hükümet, Haberleşme Yüksek Kurulu
diye bir kurul kurdu. Niye kurdu bunu? Peki, RTÜK'ün elinden frekans tahsis
ihalesi yetkisini niye aldı? Niye?.. RTÜK'ün kusuru neydi, eksiği neydi, ne
yapmıştı ki, frekans tahsis ihalesini hükümet ondan alıp, Haberleşme Yüksek
Kuruluna verdi? Niye, bunu, burada, kimse konuşmuyor? Haberleşme Yüksek Kurulu
ne yapar, işi ne, görevi ne, niye frekans tahsis ihalesini yapmaz? Ben, burada,
hükümete şunu söylüyorum: Bu, frekans tahsis ihalesini yapmamanızın nedeni
yasaysa, Anayasayı değiştiriyorsunuz, buyurun yasayı getirin, çıkaralım.
TMSF'nin elindeki o televizyonları elde tutarak onlara hükümet borazanlığı
yaptırmak işinize geliyorsa bilmem; ama, yasal bir eksiklik varsa, getirin onu
da çıkaralım.
Değerli arkadaşlar,
bugünkü anayasa değişikliğinden çok daha önemli bu hususları bir kez daha
dikkatinize getiriyorum ve diyorum ki: Bakın, Anayasayı değiştirmek...
ZAFER HIDIROĞLU (Bursa)-
Hükümet borazanı değil...
UĞUR AKSÖZ (Devamla)-
Öyle laf atmakla işler düzelmez patron!
ZAFER HIDIROĞLU (Bursa)-
Borazan ne demek yahu?!
UĞUR AKSÖZ (Devamla)- Onu
geçin! Onu geç! Öyle laf atmakla iş düzelmez. Bir kere, bak, şunu öğren:
Çoğunluk partisi laf atmaz. İktidarsın sen, ayıptır.
Şimdi, arkadaşlar, bakın,
başka bir şey daha söylüyorum: Bu anayasa değişikliği yetmez. Bu, işin birinci
ayağı. RTÜK Yasası geliyor. O RTÜK Yasası üzerinde özenle ve dikkatle
çalışmamız lazım, çok dikkat etmemiz lazım. O yasayı da buna paralel, çok
dikkatlice, burada üzerinde günlerce konuşup geçirmemiz lazım.
Ben bu hususları, çok
önemlidir diye tekrar tekrar söylüyorum. Bakın, başka şeyler söylemiyorum;
Anayasa Mahkemesi şöyle karar vermiş, Anayasa Komisyonu böyle etmiş... Bakın,
oralara girmiyorum. Ama, devletin âli menfaatlerı, benim dediğim bu iki ana
noktadadır. Buraya dikkatlerinizi çekmek için özel söz aldım.
Yüce Heyete saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN- Teşekkür ediyoruz
Sayın Aksöz.
Sayın Bakan yerinden bir
açıklama yapmak istiyor.
Buyurun efendim.
DEVLET BAKANI BEŞİR
ATALAY (Ankara)- Sayın Başkan, teşekkür ederim.
Değerli arkadaşlar, Sayın
Aksöz'ün dile getirdiği iki hususla ilgili kısa cevap vereyim ben.
Birinci husus, frekans
ihalesi. Frekans ihalesinin açmaza girmesi bizim Hükümetimiz döneminde
değildir. Bunu, ilgilendiklerine göre, Sayın Aksöz bilirler.
İSMET ATALAY (İstanbul)-
Ama, siz geldiniz, yapın, düzeltin.
DEVLET BAKANI BEŞİR
ATALAY (Ankara)- Önce, Danıştay iptal kararı verdi, sonra bizden önceki hükümet
ihaleleri durdurdu. Şimdi biz de, önümüzde bu sorunu devraldık ve çözmeye
çalışıyoruz.
Bildiğiniz gibi, sizin
"bu hükümet kurdu" dediğiniz Haberleşme Yüksek Kurulu, 2002 yılında,
bizden önceki hükümet döneminde kurulmuştu ve RTÜK'ten bu ihaleyle ilgili
yetkileri o zaman almışlardı. Biz de şimdi Haberleşme Yüksek Kurulunu -tabiî,
kanunla kurulmuş bir kuruldur bu- çalıştırıyoruz ve orada yaklaşık iki ay önce
yeni bir toplantıda sayısal sisteme, yani, dijital sisteme geçişle ilgili de
bir karar alındı. Onun sebebi şu: Hem bugünün şartlarında, daha çağdaş,
dünyanın artık geçtiği yeni bir sisteme geçmek, hem bu frekans sıkışıklığı,
yani, şu kadar sayıda illa frekans olacak ve onlar ihale edilecek baskısından
kurtulma hem de bütün, yayın yapan radyo ve televizyonlardan, ihale şartlarını
aratmayacak kadar ciddî bir yayın hakkı alma.
Bunların hazırlığı
yapılıyor. Haberleşme Yüksek Kurulu kararı aldı ve şimdi kurumlarımız
çalışıyorlar. Önümüzdeki kısa süre içerisinde, 2006'nın mesela başında
İstanbul'dan bu sayısal sistem başlayacak; çünkü, İstanbul'da, sadece frekans
ihalesi problemi değil, şu anda birçok kanalın sağlıklı izlenememesi durumu
var. Ülkemizin büyük şehirlerinde bu var. Hem bunlar giderilecek hem de bu
kayıtsızlık, frekanssız, lisanssız bir yayın kuruluşu sahibi olmayı da
önleyecek.
Tabiî, diğer
belirttiğiniz hususların pek çoğu, RTÜK Kanununda tasarı olarak önünüze
gelecek; yani, orada, televizyon ve radyo sahiplerinin konumları, hisse
sahipliği vesaire, orada düzenlenecek.
İkincisi, TMSF'yle
ilgili. TMSF'nin elindeki televizyon veya radyolar, tabiî ki, arızî bir durum.
Bunların da elden çıkarılması için olanca çaba sarf ediliyor. Bunu, en çok da
Hükümetimiz istiyor; yani, daha fazla bunlar elde kalmasın istiyoruz,
samimiyetle istiyoruz.
Bildiğiniz gibi, bir
tasarı da getirdik, burada görüşüldü, sonra tekrar Sayın Cumhurbaşkanından
döndü. Şimdi, yeni tasarı komisyondan çıktı, huzurunuza gelecek. O çıktığında,
biz de, TMSF elindeki sadece radyo televizyonları değil, diğer varlıkları da
bir an önce, inşallah, elden çıkaracağız; yani, onu çok arzu ediyoruz.
Sizin söylediklerinizle
ilgili son husus da Haberleşme Yüksek Kuruluydu. Tekrar arz ediyorum: 2002
yılında kurulmuştur; biz onu şu anda yürütüyoruz.
Teşekkür ediyorum,
saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Bakan.
Sayın milletvekilleri,
anayasa değişikliğine dair teklifin tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Teklifin maddelerine
geçilmesi hususunda gizli oylama yapacağız; ancak, Kâtip Üye arkadaşlarımızın,
her iki tarafta yerlerini almalarını rica ediyorum, öncelikle.
Sayın milletvekilleri,
gizli oylamanın ne şekilde yapılacağını arz ediyorum: Komisyon ve hükümet
sıralarında yer alan kâtip üyelerden komisyon sırasındaki Kâtip Üye, Adana'dan
başlayarak Denizli'ye kadar -Denizli dahil- ve Diyarbakır'dan başlayarak
İstanbul'a kadar -İstanbul dahil- hükümet sırasındaki Kâtip Üye ise, İzmir'den
başlayarak Mardin'e kadar -Mardin dahil- ve Mersin'den başlayarak Zonguldak'a
kadar -Zonguldak dahil- adı okunan milletvekillerine biri beyaz, biri yeşil,
biri de kırmızı olmak üzere 3 yuvarlak pul ile mühürlü zarf verecek ve pul ve
zarf verilen milletvekilini, ad defterinde işaretleyecektir.
Sayın Kâtip Üyelerin, ben
konuşmamı bitirinceye kadar hiçbir millet-vekili arkadaşımıza zarf
vermemelerini rica ediyorum.
Milletvekilleri,
Başkanlık kürsüsünün sağında ve solunda yer alan kabinlerden başka yerde
oylarını kullanmayacaklardır. Vekâleten oy kullanacak bakanlar da, yerine oy
kullanacakları bakanın ilinin bulunduğu bölümde oylarını kullanacaklardır.
Bildiğiniz üzere, bu
pullardan beyaz olanı kabul, kırmızı olanı ret, yeşil olanı ise çekimser oyu
ifade etmektedir. Oyunu kullanacak sayın üye, kâtip üyeden 3 yuvarlak pul ile
mühürlü zarfı aldıktan ve adını ad defterine işaretlettikten sonra, kapalı oy
verme yerine girecek, oy olarak kullanacağı pulu burada zarfın içerisine
koyacak, diğer 2 pulu ise ıskarta kutusuna a-tacaktır. Bilahara oy verme
yerinden çıkacak olan üye, oy pusulasının bulunduğu zarfı Başkanlık Divanı kürsüsünün
önüne konulan oy kutusuna atacaktır.
Oylamada adı okunmayan
milletvekillerine pul ve zarf verilmeyecektir.
Şimdi gizli oylamaya
Adana İlinden başlıyoruz.
(Oyların toplanılmasına
başlandı)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, teklifin maddelerine geçilmesinde yapmakta olduğumuz gizli
oylamada; Devlet Bakanı Güldal Akşit'in yerine Adalet Bakanı Sayın Cemil Çiçek,
Millî Eğitim Bakanı Sayın Hüseyin Çelik'in yerine İçişleri Bakanı Sayın
Abdülkadir Aksu, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat Başesgioğlu'nun yerine
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener, Devlet Bakanı Kürşad
Tüzmen'in yerine Tarım ve Köyişleri Bakanı Sayın Sami Güçlü, Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi Güler'in yerine Çevre ve Orman Bakanı Sayın Osman
Pepe, Maliye Bakanı Sayın Kemal Unakıtan'ın yerine Devlet Bakanı Sayın Ali
Babacan, Millî Savunma Bakanı Sayın Vecdi Gönül'ün yerine Devlet Bakanı ve
Başbakan Yardımcısı Sayın Mehmet Ali Şahin vekâleten oy kullanacaklardır.
Sayın milletvekilleri,
bir defa daha açıklıyorum; bundan sonra, maddelerle ilgili iki ayrı gizli
oylamamız daha vardır; sayın milletvekillerinin Genel Kuruldan ayrılmamalarını
rica ediyorum.
(Oyların toplanılmasına
devam edildi)
Oyunu kullanmayan
arkadaşımız var mı? Yok.
Oylama işlemi
tamamlanmıştır.
Kupaları kaldıralım.
(Oyların ayırımı yapıldı)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bir Maddesinin Değiştirilmesi
Hakkında Kanun Teklifinin maddelerine geçilmesinin gizli oylamasının yapılan
oylama sonucunu arz ediyorum:
Kullanılan oy sayısı: 450
Kabul: 414
Ret: 34
Çekimser: 2
Böylece, maddelere
geçilmesi kabul edilmiştir.
Şimdi, 1 inci maddeyi
okutuyorum:
TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASININ BİR MADDESİNİN
DEĞİŞTİRİLMESİ HAKKINDA KANUN TEKLİFİ
MADDE 1.- 7.11.1982
tarihli ve 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 133 üncü maddesinin
kenar başlığı aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve birinci fıkradan sonra gelmek
üzere aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
F. Radyo ve Televizyon
Üst Kurulu, radyo ve televizyon kuruluşları ve kamuyla ilişkili haber ajansları
"Radyo ve televizyon
faaliyetlerini düzenlemek ve denetlemek amacıyla kurulan Radyo ve Televizyon
Üst Kurulu dokuz üyeden oluşur. Üyeler, siyasi parti gruplarının üye sayısı
oranında belirlenecek üye sayısının ikişer katı olarak gösterecekleri adaylar
arasından, her siyasi parti grubuna düşen üye sayısı esas alınmak suretiyle
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunca seçilir. Radyo ve Televizyon Üst
Kurulunun kuruluşu, görev ve yetkileri, üyelerinin nitelikleri, seçim usulleri
ve görev süreleri kanunla düzenlenir."
BAŞKAN - Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Adana Milletvekili Sayın Uğur Aksöz; buyurun.
(CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz 10 dakika.
CHP GRUBU ADINA UĞUR
AKSÖZ (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; değişikliğe konu 1 inci
madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım,
Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar,
yaptığımız işlem, bir anayasa değişikliği. Anayasa değişikliği, biliyorsunuz,
her zaman olmayan, çok önemli konularda yapılan değişiklikler olup, bu nedenle,
yasa koyucu bunu 2 kez oylamaya tabi tutmuştur.
Biz de, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu olarak, başından beri, gerek Adalet ve Kalkınma Partisinin
gerekse Cumhuriyet Halk Partisinin seçim beyannamelerinde söz verdiğimiz
dokunulmazlığa ilişkin anayasa değişikliğini yapmak üzere, burada defalarca söz
aldık. Her defasında Adalet ve Kalkınma Partili kardeşlerimiz bize dediler ki:
"Yahu bu iş için uzlaşma komisyonu kuralım, uzlaştırma komisyonu
kuralım." Biz de, her defasında, uzlaştırma komisyonu diye bizim
İçtüzüğümüzde bir müessese, bir kurum yok. Bu, geçen dönem 4, 5, 6 partiden
meydana gelen Parlamentoda bulunmuş bir orta yoldur. Burada, İçtüzüğümüze göre
kurulmuş bir Anayasa Komisyonumuz var, gelin bu Anayasa Komisyonumuzda
dokunulmazlık konusunu görüşelim. Sizin önerinizi alalım, bizim önerimizi
alalım, bir orta yol buluruz; illa kaldıralım demiyoruz. Sizin çekincelerinizi
de nazara alalım dedik; ama, bir türlü olmadı.
Bu vesileyle, bugünkü şu
oylama sonucuyla bir kere daha şu görüldü ki, uzlaşma kurullarına, uzlaştırma
komisyonlarına artık gerek yoktur. İşte, RTÜK gibi, dokunulmazlık kadar önemli,
kamuyu dokunulmazlık kadar yakından ilgilendiren bir konu, hiç uzlaştırma
komisyonuna gerek kalmadan, Anayasa Komisyonunda görüşülerek buraya gelmiş ve
414 oyla geçmiştir.
Arkadaşlar, niyet
esastır. Eğer, niyetiniz varsa, o dokunulmazlık konusunda sizin dediğiniz gibi
de bir yol buluruz, bizim dediğimizin de ortasını buluruz. Hiç uzlaştırma
komisyonuna gerek kalmadan da, bakın bugün yaptığımız oylama gibi, gayet rahat
geçiririz. Bunu, bir kere daha, biz, zabıtlara geçmesi için söylüyoruz; sizin
fikrinizin değişmeyeceğini biliyoruz. Bakınız, iki kanattan, iki partiden
müteşekkil bir Parlamento, bu ülkeye bir nimettir. Geçmişteki kavgaları, çekişmeleri
çok yakından bilen arkadaşlarımız var. Bakın, bu iki partili Parlamentoda,
dokunulmazlık gibi, yıllarca görüşülmemiş, el atılmamış; ama, ülkeyi derinden
yaralayan konuların hepsini çözebiliriz. Eğer bunları çözersek, bu dönem, hem
hayırla yâd edilir hem de bu iş bizim başımızın tacı olur. Bu nedenle, bu
vesileyle, bir kere daha, bu dokunulmazlık konusunu sizlere hatırlatmak
istedim.
Değerli arkadaşlar,
bugünkü, yani, değişmeden önceki duruma göre, RTÜK'e üye seçiminde üyelerin
5'ini, Meclis kendisine önerilen 5 ismi onaylayarak yapıyor; 4'ünü de, çeşitli
kurumların önerileri arasından hükümet atıyor. Neticede, bu Mecliste çoğunluğu
olan parti, hem o 5 kişiyi onaylıyor hem de çoğunluk olan parti hükümet olduğu
için, o diğer 4'ü de hükümet seçiyor; yani, bugünkü sisteme göre, nihaî
hedefte, 9 üyenin 9'unu da çoğunluk sahibi hükümet seçiyor. Bunun adı bir seçim
olmaz; bunun adı atama olur. O bakımdan, bugünkü sistemi; yani, bugünkü RTÜK
üyelerini seçen sistemi savunmak doğru değildir; çok antidemokratik bir
sistemdir. O bakımdan, bunun değişmesi doğrudur.
İkincisi, Anayasa
Mahkemesi, zaten "Meclisin görevleri arasında, RTÜK üyelerini seçmek
yazılmamış, Anayasada böyle bir şey yok; ben, sizin, bunu seçmenize, bu
nedenle, bu eksiklik nedeniyle izin vermem" diyor ve iptal ediyor o
bölümü. Şimdi, o iptal kararı da ortada durunca, mecburen, bizim bu düzenlemeyi
yapmamız gerekiyor. Peki, bu düzenlemeyi, 1 inci maddeye göre nasıl yapıyoruz?
Bu düzenlemeyi şöyle yapıyoruz, demin okundu madde: Partilerin temsil oranına
göre; yani, Başkanlık Divanındaki temsil gibi, partilerin temsil oranına göre,
RTÜK üyeleri seçiminde, 9 üyenin 2 katı üye gösterilecek ve bizler, burada,
geçmişte olduğu gibi, gelen 5 üyeyi onaylamayacağız, 2 katı üye arasından seçim
yapacağız. İşte, onun adı seçim. Çünkü, bir seçim yapıyoruz. Bundan önceki, bir
onaylamaydı. Bu nedenle, bu düzenleme de doğrudur.
Değerli arkadaşlar, RTÜK,
BDDK gibi, Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu gibi pek çok kurulumuzdan bir
tanesi değil; RTÜK, bu kurulların tamamından önemlidir. Neden? BDDK dediğiniz,
TMSF dediğiniz, EPDK dediğiniz kurullar sadece ekonomik bir konuya bakar ve bir
karar alır; ama, bu RTÜK var ya RTÜK, yetmiş milyonun mıknatıs gibi mıhlandığı
ekranları denetliyor. Kaynanaları, görümceleri, eltileri konuşturan ekranları
denetliyor. Devletin bağımsızlığını, ülkenin bölünmezliğini denetliyor. Bu
RTÜK, bence, bu kurulların tamamından önemlidir. O bakımdan, RTÜK'ü Meclisin
seçmesi doğrudur; ama, RTÜK'ün üyelerinin de çok dikkatle seçilmesi ikinci bir
doğrudur, RTÜK yasasının -önümüzdeki hafta gelecek- çok dikkatle, çok dikkatle
buradan geçirilmesi üçüncü bir doğrudur.
Bakınız, bugün,
siyasetbilimciler derler ki, siyaset, parlamento birinci güçtür, yürütme ikinci
güçtür, yargı şu güçtür, bu güçtür... Hayır, arkadaşlar; bugün, Türkiye'de,
demokrasi o kadar dejenere olmuştur ki, medya birinci güçtür. Kim aksini iddia
ediyorsa, gelsin tartışalım. Medya istediğini vezir, istediğini rezil ediyor;
istediği hükümeti deviriyor, istediği partiyi iktidar yapıyor. Medya, bugün,
Türkiye'de, maalesef...
Tabiî, bunun bir kusuru
da hükümetlerimizde. Frekans tahsisi yapılmadığı için, paravan isimlere
televizyonlar kurdurulduğu için, arkadan dolanarak by-pass'la televizyonlar çok
çirkin yayınlar yapıyorlar. Onun kusuru biraz bizde; frekans tahsisini
yapmıyoruz. Biraz da, tabiî, TMSF'de; elinde tutuyor 10 tane televizyonu,
milyarları veriyor program yaptırıyor. Öbür televizyoncu, kardeşim, devlet
televizyonculuk yapıyor, ben niye yapmayayım diyor. Haydi buyurun, ayıklayın pirincin
taşını! Yani, önce iğneyi kendimize batıralım. Kusurun büyüğü bizdedir. Buna,
biz izin vermeyeceğiz. Hemen frekans tahsisini yapacağız, hemen TMSF'nin
elinden o televizyonları çıkaracağız, sonra da, hemen RTÜK'ün üyelerini seçip,
RTÜK'e, çağırıp soracağız "gelin bakalım, siz, devletin bağımsızlığını,
ülkenin bölünmezliğini, bu halkın etik değerlerini, geleneksel değerlerini
yaşatmanız için ne istiyorsunuz kardeşim" diyeceğiz, onların istediği tüm
yasaları çıkaracağız, ondan sonra, onlardan hizmet bekleyeceğiz. Siz,
müteahhide kum vermeden, çakıl vermeden, inşaat bekleyemezsiniz. RTÜK üyelerine
yetki vermeden, onların istediği yasaları geçirmeden, RTÜK'ten de görev
bekleyemezsiniz.
Bununla da bitmiyor. RTÜK
üyelerini seçtikten sonra "ben hükümetim, Sayın RTÜK Başkanı, şunu şöyle
yap" da dememeniz lazım, onu bir bağımsız kurul gibi düşünmeniz lazım,
hepimizin böyle düşünmesi lazım ki, RTÜK, görevinin hakkını verebilsin. Ondan
sonra, RTÜK'e bunları yaptıktan sonra, dönelim, kardeşim, sen şunu yanlış
yapıyorsun diyelim; ama, önce, verelim diyorum.
Değerli arkadaşlar, bazı
televizyoncu arkadaşlarımız sohbetlerde bana diyorlar ki: "Kardeşim,
televizyon kanalı her yayını yapar, beğenmiyorsan bir düğmeye basar,
kapatırsın." Yok, öyle değil o iş. Şimdi, diyelim ki, Sincan'a her gün 10
tane otobüs gidiyor; boş gidiyor geliyor diye, biz, o otobüs seferini
kaldıramayız. Bu, bir kamu hizmetidir; bu, bir kamu görevidir; yolcu olmasa da,
gidip geleceksin arkadaş. İşte, sevgili televizyoncu kardeşlerim "efendim,
yayınımı ben yaparım, her türlü yayını yaparım, kaynana da çıkarır, göbek de
attırırım; beğenmiyorsan kapat, düğmeye bas" diyemezsiniz. Niye
diyemezsiniz, biliyor musun; sizin yaptığınız iş, benim yaptığım iş gibi, kamu
görevi, kamu hizmeti. Kamu hizmeti yapan, özenli olmak zorundadır, dikkatli
olmak zorundadır.
Değerli arkadaşlar, bu nedenle,
bu konulara, özellikle medya, televizyon yayıncılığı, RTÜK konularına Yüce
Heyetinizin dikkatini bir kere daha çekmek istiyorum ve bu konuya çok dikkat
edelim. Bu konu, yarın, seçimlerde çok başımızı ağrıtır; kendini bilmez
yayıncılar çok şeyler yaparlar. Ülkemizin birliğe, beraberliğe, kardeşliğe
ihtiyacı var. Bu konuya Yüce Heyetinizin dikkatini bir kere daha çekmek
istedim.
Yüce Heyetinize saygılar
sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyoruz Sayın Aksöz.
Şahsı adına, madde
üzerinde, İstanbul Milletvekili Sayın Mustafa Ataş?.. Yok.
Yine, şahsı adına,
Erzurum Milletvekili Sayın Mücahit Daloğlu?.. Yok.
Şahsı adına, Antalya
Milletvekili Sayın Tuncay Ercenk...
TUNCAY ERCENK (Antalya) -
Vazgeçtim Sayın Başkan.
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri, 1
inci madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Sayın Kâtip Üyelerimiz,
aynı şekilde, lütfen, yerlerini alsınlar.
Şimdi, maddenin gizli
oylamasına yine Adana İlinden başlıyoruz.
(Oyların toplanılmasına
başlandı)
Şimdi, teklifin 1 inci maddesinin gizli oylamasında, Devlet Bakanı Güldal Akşit yerine Adalet
Bakanı Sayın Cemil Çiçek, Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik yerine İçişleri
Bakanı Sayın Abdülkadir Aksu, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat
Başesgioğlu yerine Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Abdüllatif Şener,
Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen yerine Tarım ve Köyişleri Bakanı Sayın Sami Güçlü,
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler yerine Çevre ve Orman Bakanı Sayın
Osman Pepe, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan yerine Devlet Bakanı Sayın Ali
Babacan, Millî Savunma Bakanı Sayın Vecdi Gönül yerine Devlet Bakanı ve
Başbakan Yardımcısı Sayın Mehmet Ali Şahin oy kullanacaklardır.
(Oyların toplanılmasına
devam edildi)
BAŞKAN - Oyunu
kullanmayan sayın üye var mı? Yok.
Sayın milletvekilleri,
oylama işlemi tamamlanmıştır.
Kupalar kaldırılsın.
(Oyların ayırımı yapıldı)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bir Maddesinin Değiştirilmesi
Hakkında Kanun Teklifinin 1 inci maddesinin gizli oylama sonucunu açıklıyorum:
Katılan üye: 410
Kabul: 378
Ret: 24
Çekimser: 1
Boş: 6
Geçersiz: 1
Böylece, madde kabul
edilmiştir.
Şimdi, 2 nci maddeyi
okutuyorum:
MADDE 2.- Bu Kanun yayımı
tarihinde yürürlüğe girer ve halkoylamasına sunulması halinde oylanır.
BAŞKAN - Madde üzerinde
konuşma isteği?.. Yok.
Maddeyle ilgili
görüşmeler tamamlanmıştır.
Sayın Kâtip Üyeler,
lütfen, yerlerini alsınlar.
Şimdi, 2 nci maddenin
gizli oylamasına Adana İlinden başlıyoruz.
(Oylar toplanıldı)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
teklifin 2 nci maddesinin gizli oylamasında, Devlet Bakanı Sayın Güldal
Akşit'in yerine Adalet Bakanı Sayın Cemil Çiçek, Millî Eğitim Bakanı Sayın
Hüseyin Çelik'in yerine İçişleri Bakanı Sayın Abdülkadir Aksu, Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanı Sayın Murat Başesgioğlu'nun yerine Devlet Bakanı ve
Başbakan Yardımcısı Sayın Abdüllatif Şener, Devlet Bakanı Sayın Kürşad
Tüzmen'in yerine Tarım ve Köyişleri Bakanı Sayın Sami Güçlü, Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanı Sayın Mehmet Hilmi Güler'in yerine Çevre ve Orman Bakanı Sayın
Osman Pepe, Maliye Bakanı Sayın Kemal Unakıtan'ın yerine Devlet Bakanı Sayın
Ali Babacan, Millî Savunma Bakanı Sayın Vecdi Gönül'ün yerine Devlet Bakanı ve
Başbakan Yardımcısı Sayın Mehmet Ali Şahin oy kullanmışlardır.
Oyunu kullanmayan sayın
milletvekili var mı? Yok.
Oylama işlemi
tamamlanmıştır; kupalar kaldırılsın.
(Oyların ayırımı yapıldı)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bir Maddesinin Değiştirilmesi
Hakkında Kanun Teklifinin 2 nci maddesinin gizli oylama sonuçlarını
açıklıyorum:
Katılan üye: 409
Kabul: 383
Ret: 25
Geçersiz: 1
Sayın milletvekilleri,
böylece 2 nci madde kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri,
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun
Teklifinin birinci görüşmeleri tamamlanmıştır; ikinci görüşmeye en az 48 saat
geçtikten sonra başlanabilecektir.
Sayın milletvekilleri,
saat 20.00'de toplanmak üzere birleşime ara veriyorum.
Kapanma Saati : 19.11
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 20.04
BAŞKAN: Başkanvekili İsmail ALPTEKİN
KÂTİP ÜYELER: Yaşar TÜZÜN (Bilecik), Mehmet DANİŞ
(Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 101 inci Birleşiminin İkinci
Oturumunu açıyorum.
Kilis Milletvekili Hasan
Kara ile Tokat Milletvekili Zeyid Aslan'ın, Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin
İnfazı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve Adalet
Komisyonu Raporunun görüşmelerine başlıyoruz.
VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
4.- Kilis
Milletvekili Hasan Kara ile Tokat Milletvekili Zeyid Aslan'ın; Ceza ve Güvenlik
Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi
ve Adalet Komisyonu Raporu (2/451) (S. Sayısı: 902) (x)
BAŞKAN - Komisyon?..
Yerinde.
Hükümet?.. Yerinde.
Komisyon Raporu 902 sıra
sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Teklifin tümü üzerinde,
Cumhuriyeti Halk Partisi Grubu adına, Malatya Milletvekili Sayın Muharrem
Kılıç; buyurun.
Süreniz 20 dakika.
CHP GRUBU ADINA MUHARREM
KILIÇ (Malatya) - Sayın Başkanım, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan Ceza
ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Teklifiyle ilgili olarak, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
görüşlerimizi açıklayacağım; Yüce Heyeti saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar,
görüştüğümüz, bir kanun teklifi. Kilis Milletvekilimiz Sayın Hasan Kara'nın ve
Tokat Milletvekilimiz Sayın Zeyid Aslan'ın hazırlayıp sundukları bir yasa
teklifi; ancak, yasa teklifinin gerekçesini okuduğumuzda, bunun bir teklif
değil de tasarı olarak yazıldığını görüyoruz. Okuyayım: "Kanunun
uygulanmasına başlandığında ortaya çıkabilecek muhtemel aksaklık ve eksiklikler
tespit edilmiş ve bunları gidermek amacıyla bir kısım maddelerde değişiklik
yapılması zorunlu hale gelmiştir. Bu nedenle tasarı hazırlanmıştır."
Tasarı olması nereden geliyor; bu, şuradan geliyor: Bu teklif, gerçek anlamda,
milletvekili arkadaşlarımız tarafından görülen muhtemel aksaklıklarla ilgili
olarak getirilmedi karşımıza; Sayın Adalet Bakanlığının mutfağında hazırlandı,
incelendi. Hükümetin burada ne düşündüğünü bilmemiz mümkün değil; ancak, bunun
bir bakanlık hazırlığı olduğu apaçık ortada; ancak, karşımıza teklif olarak
geliyor.
Biz şunu istiyoruz: Bu,
teklif de olabilir, tasarı da olabilir; ancak, bir bütünlük arz etmeli. Ceza ve
Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanunun çıkış tarihi, yani, Mecliste
kabul ediliş tarihi 13.12.2004, yayım tarihi de 29.12.2004. Yani, bu kanunun
çıkarılmasından itibaren, henüz, altı aylık bir zaman bile geçmedi; ancak,
yeteri kadar hazırlık aşamasından sonra karşımıza gelmediği için, biz bunu Ceza İnfaz Kanunu hazırlık aşamasındayken, burada onikinci ayda görüşülürken
de dile getirmiştik ve demiştik ki, bu kanunu aceleye getiriyorsunuz; bu
kanunda acele etmeyelim...
(x) 902 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Komisyonlardan bir
aceleyle geçti, altkomisyondan bir gün gibi bir sürede geçti, yine Meclis
gündeminden de, yeteri kadar incelenmeden, tartışılmadan geçmiş oldu.
Değerli arkadaşlar, bu
kanunlar önemli kanunlar. Türk Ceza Kanunu, Ceza Muhakemeleri Kanunu, Ceza
İnfaz Kanunu; bunlar önemli kanunlar; çünkü, insanların hürriyetiyle ilgili
kanunlar, insanların özgürlükleriyle ilgili kanunlar. Bu nedenle, bu konularda
çok dikkat edilmesi gerekir.
Ne yapıyoruz; Meclis,
sürekli çift tarife çalışıyor. Önce, bir aceleyle yasaları çıkarıyoruz; yeteri
kadar olgunlaşmadan, yeteri kadar irdelenmeden, yeteri kadar incelenmeden
yasaları bir aceleyle çıkarıyoruz, arkasından, bir bakıyoruz ki, sürekli
teklifler geliyor, sürekli değişiklik önerileri geliyor.
Bu, hızlı çalışmak değil.
Hızlı çalışalım derken arkadaşlarımızın mesaisini, Meclisin mesaisini fuzulen
işgal etmiş oluyoruz. Yine, dediğim gibi, henüz daha altı ayını doldurmamış bir
kanun üzerinde 8 maddelik bir değişiklik teklifi. Yine, bu hafta içinde
gelecek, Ceza Kanununda 35 maddelik değişiklik teklifi, Ceza Muhakemeleri
Kanununda 34 maddelik bir değişiklik teklifi... Yani, henüz üzerinde daha
mürekkebi kurumadan çıkardığımız kanunları silbaştan yeniden ele alıyoruz. Bu,
demin de belirttiğim gibi, yasaların yeteri kadar olgunlaşmadığını gösteriyor.
Değerli arkadaşlar, ceza
ve adalet sistemi içinde sanıklar yargılanıyor, hüküm veriliyor, hüküm
kesinleşiyor, sıra bu hükmün infazına geliyor. Bu görüştüğümüz kanun, hükmün
infazıyla ilgili bir kanun. İnfaz hukuku, uluslararası sözleşmelerden, Avrupa
Konseyinin yayımladığı hapis cezası kurallarında dikkate alınması gereken
hükümlerden ve iç hukuk düzenlemelerimizden kaynaklanıyor.
Ülkemizdeki infaz
sistemi, çok uzun süreler koğuş sistemiyle yürütüldü. Hükümlüler cezalarını
koğuşlarda çekiyorlardı 30 kişilik, 40 kişilik, 50 kişilik koğuşlarda. Ancak,
bu sistem büyük sorunlar yarattı; cezaevindeki hükümlülerin kontrolü zorlaştı,
onların eğitimi, iş imkânları bu şartlarda sağlanamadı, ıslahı da bu şartlarda
mümkün değildi. Bu nedenle, bu sistemden vazgeçildi. Ancak, koğuş sistemi devam
ederken, bir sistem daha vardı. Bu sistem, sadece Terörle Mücadele Kanununun 16
ncı maddesinde ve Çıkar Amaçlı Suç Örgütleri Kanununda düzenlenen bir sistemdi.
Bu, kamuoyunda "F" tipi" denilen bir düzenleme.
F tipi cezaevlerinde,
hükümlüler, cezalarını tek kişilik veya üç kişilik odalarda çekiyorlardı.
Ancak, bu, dediğim gibi, terörü önleme amaçlı bir düzenlemeydi. Yine, çıkar
amaçlı suç örgütlerinde, bu mafya türü örgütlenmelerde, bu örgüt mensuplarını
kontrol etmek için getirilmiş bir düzenlemeydi. Ancak, biz, yaptığımız
düzenlemelerde işin ortasını bulamıyoruz. Bu getirdiğimiz Ceza İnfaz Kanunuyla
F tipi uygulamalarını Türkiye genelinde genel bir uygulama haline getiriyoruz.
Ceza İnfaz Kanununun 9
uncu maddesi yüksek güvenlikli kapalı ceza infaz kurumlarını düzenliyor.
Burada, büyük, ölçüde ağır cezalık örgüt suçları söz konusu. Ancak, bu 9 uncu
maddenin üçüncü fıkrasında, normal cezaevlerinde gününü doldururken,
"eylem ve tutumları nedeniyle tehlikeli halde bulunan ve özel gözetim ve
denetim altında bulundurulmaları gerekli olduğu saptananlar ile bu kurumlarda
düzen ve disiplini bozanlar, iyileştirme tedbir, araç ve usullerine ısrarla
karşı koyanlar da bu kurumlara -yüksek güvenlikli kapalı ceza infaz
kurumlarına- gönderilirler..." Yani, burası, sadece terör suçlularına ait
bir yer olmaktan çıkıyor. Normal cezaevi şartlarında bir insan yaşarken
"sen düzeni ve disiplini bozdun", "yüksek sesle türkü
söyledin" veya "eğitim çalışmalarını aksattın" gibi basit
nedenlerle de olsa, bu insanları bu ceza infaz kurumlarına göndermek olası.
Buralar nasıl cezaevleri? Yine 9 uncu maddede tanımı yapılıyor "bir veya
üç kişilik odalarda barındırıldıkları tesislerdir. Bu kurumlarda bireysel veya
grup halinde iyileştirme yöntemleri uygulanır" diyor.
Yine, bu sistemin nasıl
uygulandığını 34 üncü maddede görmekteyiz. 34 üncü maddede "Kapalı ceza
infaz kurumlarında oda ve koridor kapıları kapalı tutulur. Kapılar aşağıdaki
hallerde açılır" denilerek birtakım kıstasların dışında, 1 kişilik, 3
kişilik odaların kapısının kapalı tutulacağı, bu insanların cezalarını
buralarda çekeceği belirtiliyor.
Şimdi, arkadaşlarımızın
getirmiş olduğu bu teklifin 1 inci maddesi, işte bu Ceza İnfaz Kanununun 9 uncu
maddesinin beşinci fıkrasını düzenliyor. Beşinci fıkrada, hangi suçtan hükümlü
olursa olsun yüksek güvenlikli kapalı ceza infaz kurumlarında cezasının üçte
1'ini bu kurumlarda geçiren hükümlüler pişmanlık duyduklarında, bu sürelerini
iyi halle geçirdikleri takdirde, diğer ceza infaz kurumlarına geçebiliyorlardı;
ancak, bu getirilen düzenlemeyle bu üçte 1'lik... Yani, düşünebiliyor musunuz;
diyelim ki 30 yıl mahkûmiyet aldı, önceki düzenleme, bunun 10 yılını tek
kişilik veya 3 kişilik odada geçirecek diyor; ancak, bu da yeterli görülmüyor
bu teklifte, müebbetle ilgili cezalarda bu oran üçte 2'si olsun; yani, 30
yıllık bir cezanın 20 yılı yüksek güvenlikli cezaevlerinde geçirilsin deniyor.
Değerli arkadaşlar, bu
karşımızdaki hükümlüler hükümlü de olsa, bunlar insan. Kimse "benim başıma
gelmez" demesin. Türkiye'de cezaevine girmek -Allah kimseye vermesin;
fakat- herkesin başına gelebilecek bir olay. O nedenle, bu cezaları koyarken,
bu cezaları buraya getirirken, bu uygulamayı buraya getirirken, biraz insaflı
davranmamız gerekiyor, biraz vicdanı elden bırakmamamız gerekiyor. Bu ülkenin,
yıllarca, en tanınmış edebiyatçıları, şairleri, ozanları, tanınmış
politikacıları o cezaevlerinden geldi geçti.
Faruk Hocanın bir sözü
var:"Hükümlünün üzerindeki cilayı kazırsanız, altından insan çıkar"
der. Yani, onlar da toplumun bireyleridir; suçlarını çektikten sonra, cezaları
infaz edildikten sonra, onlar da, yine, aramıza katılacaktır, onlar da
bizlerden birileri olacaktır, komşumuz olacak veyahut da bir şekilde, onlarla
ilişki içine gireceğiz. Bu nedenle, onların ruh sağlıkları, onların beden
sağlıkları bizim için önemli olmalı.
Yine, bu düzenlemelerden
bir tanesi, avukatlarla ilgili özel düzenlemeler; yani, terör örgütü
mensuplarının avukatlarıyla ilgili özel düzenlemeler getiriyoruz.
Değerli arkadaşlar, terör
örgütü mensuplarının avukatlarından bir kısmı avukatlık sınırlarını aşabilir,
aşmıştır da; ancak, bunlarla ilgili birkaç tane, avukatlık mesleğinden birkaç
kişi görevini kötüye kullandı diye tüm avukatları töhmet altında bırakacak bir
düzenlemeyi buraya getirmemiz yerinde olmayacaktır; çünkü, biz, burada özel bir
düzenleme yapmıyoruz, Türkiye genelinde uygulanacak bir düzenleme getiriyoruz.
Eğer, bir avukat suç işlemişse, bir avukat görevini kötüye kullanmışsa, bir
avukat terör örgütüne yardım yapıyorsa, bununla ilgili soruşturma yapılır,
bununla ilgili gerekli izinler alınır Adalet Bakanlığından, hakkında dava
açılır; gerçekten hakkında yeteri kadar kanıt elde edilmişse, çok rahatlıkla
bunlarla ilgili ceza verilir. Zaten, ben, yirmi yıllık avukatlık hayatımda,
avukatlarla ilgili soruşturma istemlerinden bir tanesinin Adalet Bakanlığından
izin verilmeden döndüğüne şahit olmadım. Tüm avukatlarla ilgili, hangisi olursa
olsun, en basit suçlardan da olsa, bir dilekçe verilse, Adalet Bakanlığı
bunlarla ilgili hemen izin verir, gönderir.
Değerli arkadaşlar,
avukatlar, Avukatlık Kanununa göre kamu hizmeti yaparlar; avukatların diğer
serbest meslek erbaplarından farkları vardır; avukatlar, yargının ayrılmaz bir
parçasıdır, savunmanın bekasıdır; avukatlar olmadan toplum hayatının ne hale
gelebileceğini düşünemezsiniz bile. Yargı üç ayaklıdır; üç ayağından bir
tanesini yok sayarsanız, üç ayaktan bir tanesini üvey evlat gibi görürseniz, o
ülkede yargı sistemini oturtamazsınız. Bu nedenle, teröre bulaşmış birkaç
avukat olabilir, teröre bulaşmış birkaç savcı da olabilir, birkaç hâkim de
olabilir, eczacı da olabilir, doktor da olabilir; yani, o meslek erbabından
birkaç kişi yanlış yaptı diye o meslek erbabının çalışma şartlarını zorlaştırmak
bize yarar getirmez.
Kaldı ki, Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesinin 6 ncı maddesinde, adil yargılanma hakkından bahsedilir ve
orada, insanların kendi seçeceği savunmanları vasıtasıyla savunmalarının
yapılacağı öngörülür. Eğer, biz, bu düzenlemeyi bu şekilde getirirsek, yarın,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde, ülkemizi çok zor durumlara sokarız, ülkemiz
çok büyük tazminatlarla karşı karşıya gelir. Yani, biz, artık, kapalı bir
toplum değiliz, uygar toplumlarla iç içeyiz. Bu nedenle, biz, kendi şartlarımız
böyle, bizim ülkemizin şartları bunu gerektiriyor, buna göre düzenleme yaparız
diyemeyiz; çünkü, demokrasinin, hukukun kuralları vardır. Biz, bize göre
demokrasi, bize göre hukuk diyemeyiz; uygar ülkelerde hukuk nasıl işliyorsa,
uygar ülkelerde demokrasi nasıl işliyorsa, bizde de aynı sistemin işlemesi
gerekir.
Yine, bu teklifin çok
önemli bir maddesi de, hükümlünün cezaevinden çıkarılmasına ilişkin düzenleme.
Hükümlü, mahkûm oluyor, cezaevine koyuyorsunuz. Tutuklu veya hükümlü, fark
etmez. Artık, o kişi cezaevine girdikten sonra, o kişinin kollukla, zabıtayla
ilişkisi kesilmiştir; ancak, bu düzenlemenin, bu teklifin 6 ncı maddesiyle,
cezaevinde bulunan hükümlü, hâkim ve savcının, cumhuriyet savcısının teklifi,
hâkimin kararıyla, dört güne kadar, onbeş günü geçmemek üzere çıkarılıp,
kolluğa verilerek, hadi gerekli yer göstermeleri yapsın denebilecek.
Değerli arkadaşlar,
bununla ilgili düzenleme, geçmişte, Terörle Mücadele Kanununda vardı; ancak,
uygulamasında çok büyük sıkıntılar yaşadık. Ben, yıllarca avukatlık yapan bir
kişi olarak, bunun çok büyük sakıncalarını gördüm. Cezaevinden mahkûm
çıkarılır, kolluğa teslim edilir; bunlar, genellikle, pişmanlık duyan, güya
terör mensubu insanlar olur; ancak, bunlar suç makinesidir, bunlar suça
alışmıştır, bunları toplum içinde bırakırsanız bunların ne yapacağını bilemezsiniz.
Nitekim, ben, avukatlık yaşamımda, cezaevinden çıkarılıp götürülen, ancak,
dışarıda işadamlarından haraç isteyen, bu şekilde pişmanlıktan faydalanan
insanlara şahit oldum.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Kılıç,
buyurun, konuşmanızı lütfen tamamlayın efendim.
MUHARREM KILIÇ (Devamla)
- Değerli arkadaşlar, bu nedenle, uygulamaları yaparken, hukuk çerçevesinden
çıkmamamız gerekiyor. Eğer gerçekten yer göstermesi elzemse, bunu bizzat
cumhuriyet savcısının yaptırması gerekir. Zaten, cumhuriyet savcısı, adlî
konularda, soruşturmanın, kovuşturmanın amiridir; ancak, Ceza Muhakemesi
Kanununun 250 nci maddesi kapsamındaki suçlarda biz bu yetkiyi cumhuriyet
savcısından alıp kolluğa verdiğimiz zaman, işin içinden çıkılmaz durumlarla
karşılaşabiliriz. Bu nedenle, bu kabil düzenlemeler yanlıştır diye düşünüyorum.
Bu, her ne kadar teklif
olarak da karşımıza gelse -başta da belirttim- özünde bir hükümet tasarrufudur.
Hükümetin, bu tasarruflarda bulunurken, biraz daha tartarak, düşünerek hareket
etmesi gerekir. Bu özensizlik bizi çok zor durumlara düşürecek; çünkü, yeteri
kadar altyapısı oluşmuyor. Komisyona gidiyoruz, bir yığın teklifle karşı
karşıya geliyoruz; Meclise geliyoruz, bir yığın teklif... Bunların altyapısı
oluşmamış, bunlar akademisyenler tarafından yeteri kadar tartışılmamış, olayın
uzmanları bunu yeteri kadar incelememişler.
BAŞKAN - Sayın Kılıç,
lütfen, son cümlenizi alıyorum.
MUHARREM KILIÇ (Devamla)
- Bitiriyorum.
Değerli arkadaşlar,
dünyanın hiçbir ülkesinde, böylesine önemli yasalar, sadece milletvekilleri
tarafından yapılmaz. Milletvekillerinin görevi, böyle genel yasaları
hazırlamak, bunları düzenlemek değildir; çünkü, hepimizin başında kendi seçim
bölgelerimizle ilgili sorunlar var, burada biryığın başka meşgalelerimiz var;
bunlar dururken, bir de bu yasaları derli toplu inceleyip, hazırlayıp, buraya
getirmemiz mümkün değil. Kaldı ki, bunları uluslararası düzeyde incelememiz
gerekir, diğer ülkelerdeki örneklerini görmemiz gerekir. Bunlar, bir
milletvekilinin boyutunu aşan işler. Bu nedenle, bunların bir bütünlük içinde,
bir akademisyenler kurulu tarafından objektif ölçülerle getirilip önümüze konulması
gerekir; biz de, milletvekilleri grubu olarak, bunun içinde birtakım bariz
hatalar varsa onları gideririz ve bu şekilde yeni bir yasa çıkmış olur diye
düşünüyorum.
Ümit ediyorum ki, bundan
sonra, Sayın Bakanımız, Sayın Bakanlık, daha uzun vadeli -geçmişte bir AB
süreci, AB takvimi deniliyordu, artık o sıkışıklık da aşıldığına göre- biraz
daha acele etmeden... Çünkü, acele edersek, o işi bir daha yapıyoruz; yani,
acele ettiğimizden de bir yarar sağlamış olmuyoruz.
Bu duygularla, Yüce
Heyete en derin saygılarımı sunuyorum.
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Kılıç.
AK Parti Grubu adına,
Artvin Milletvekili Sayın Orhan Yıldız. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Buyurun Sayın Yıldız.
Süreniz 20 dakika.
AK PARTİ GRUBU ADINA
ORHAN YILDIZ (Artvin) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; öncelikle,
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
902 sıra sayılı Ceza ve
Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda değişiklik yapan, Sayın Hasan
Kara ve Sayın Zeyid Aslan'ın sunmuş oldukları teklifle ilgili, AK Parti Grubu
adına söz almış bulunuyorum.
Konuşmamdan önce
özellikle şunları belirtmek istiyorum ki, ben, biraz evvel Sayın Muharrem
Kılıç'ın burada söylemiş olduğu bazı şeylere katılamıyorum. Özellikle, teklifin
1 inci maddesi. Bir kere, teklifin 1 inci maddesi, hükümlülerin aleyhine
getirilen bir madde kesinlikle değildir. Daha önce çıkardığımız yasanın 1 inci
maddesi aynen şöyle; size okuyorum: "Toplam cezasının 1/3'ünü bu maddede
belirtilen yüksek güvenlikli, kapalı ceza infaz kurumlarında geçirerek iyi hal
gösteren hükümlüler, tutum ve davranışlarına uygun diğer ceza ve infaz
kurumlarına gönderilebilirler." Teklifin 1 inci maddesi bu.
Şimdi, burada bir
tereddüt var; yani, bu madde, acaba, süreli hapis cezasını mı içeriyor, yoksa
müebbet veya ağırlaştırılmış müebbet hapis cezalarına da uygulanabilir mi?
Arkadaşlar bu maddeye
açıklık getirmişler; yani, yapılan sadece bu. Ne yapılmış madde metninde
"müebbet hapis cezasına mahkûm olanlar ile yine aynı maddenin üçüncü
fıkrasındaki -yani, eylem ve tutumlarıyla.. Daha önce başka infaz kurumlarındayken,
bu infaz kurumlarına- özel güvenlikli infaz kurumlarına nakledilmiş olanlar da
aynı imkândan istifade edebilirler" denilmiş. Bunda ne yanlışlık var?!
Eğer iyi halle geçiriyorlarsa cezalarının üçte 1'ini, neticede onlar da diğer
infaz kurumlarına nakledilebiliyor; bu, imkân dahilinde olan bir şey. Onun
için, burada aleyhe bir durum yok.
Ben, kısaca, getirilen
düzenlemelerden de bahsetmek istiyorum.
Teklifin 2 nci maddesi
de, yine uygulamada yaşanan birtakım sıkıntıları gidermek için getirilmiş.
Örneğin, yasanın 23 üncü maddesinin birinci fıkrasının (g) bendinde
"gözlem merkezleri, hükümlüler hakkında gözlem sonuçlarını kendi görüşleriyle
birlikte Adalet Bakanlığına gönderir" hükmü vardı. Getirilen bu
düzenlemede, buna birtakım istisnalar getiriliyor; çünkü, gerçekten, bütün
raporların Adalet Bakanlığına gönderilmesi, uygulamada birçok sıkıntılara yol
açardı.
Getirilen maddenin
içeriği ne; neticede şu deniliyor: Eğer, aynı infaz kurumunda kalması
gerekiyorsa veya aynı infaz kurumuna bağlı
-veya ona ait veya alt- başka infaz kurumlarına nakledilmesi
gerekiyorsa, o zaman Adalet Bakanlığına gitmesine gerek yok, cumhuriyet
başsavcılığı bu konuda karar verebiliyor. Yani, daha alt derecede infaz
kurumlarına... Yani, hükümlünün lehine olan bir uygulama bu; infaz kurumlarına
gönderilebiliyor, bu da, hükümlünün lehine olan bir düzenleme.
Yine, teklifin 3 üncü
maddesinde, kamu hizmetlerinde, biliyorsunuz, hükümlüler, 1 yıl süresini iyi
halle geçirdikleri zaman, kurumiçi hizmetlerde çalıştırılabiliyorlardı. Bu
maddede yapılan değişiklikle de, bu 1 yıllık süre kaldırılmış oluyor. Yani, bu
da yine hükümlülerin lehine bir düzenleme; çünkü, genelde zaten, hükümlülerin
topluma kazandırılması, entegrasyonu, meslek edinmesi için getirilen bir
düzenleme; yani, infazın amacına uygun bir düzenleme.
Yine, 4 üncü maddede,
özellikle bu infaz kurumlarının üst amirleri, sadece uyarma cezası
verebiliyorlardı, bir de, bazı etkinliklerden alıkoyma cezası veriyorlardı. Bu
düzenlemeyle de, kınama cezası verilmesine imkân tanınmıştır.
Yine, 5 inci madde,
özellikle sayın meslektaşımızın eleştirdiği, avukatlarla veya noterlerle
görüşmeyi düzenleyen bir madde. Şimdi, bu madde de bir zaruretten doğmuştur.
Haa, şunu da söylemek lazım: Yani, bu, sadece bizim hukukumuzda olan bir şey de
değil; yani, özellikle bizim örnek aldığımız, diğer, Avrupa hukukunda, Amerikan
hukukunda da bu düzenleme var. Ayrıca, uluslararası sözleşmelere de bu
düzenleme aykırı madde değil. Şimdi, sayın meslektaşımız diyor ki: "Birkaç
avukatın suç işlemesi..." Yani, zaten suçu herkes işlemez ki; azınlıkta
olan insanlar işler. Yani, bu düzenlemeler... Bazı kanun hükümleri vardır ki,
ceza hükümleri vardır ki, belki hiç uygulanmamıştır, bazıları belki birkaç istisnaî
olaya uygulanmıştır; ama, az uygulanmıştır diye, o konuda bir yasal düzenleme
getirilmeyecek midir?! Yani, bu konudaki sıkıntıları hepimiz biliyoruz
arkadaşlar. Özellikle, maalesef -Sayın CHP Grup sözcüsü de bunu açıkladı- bazı
terör örgütlerinin içerideki elebaşıları ile örgüt mensupları arasındaki
irtibatı kuran -maalesef diyorum; çünkü, ben de avukatım- meslek mensupları
olmuştur, olacaktır da. Bu nedenle, özellik arz eden suçlarda bu tip
düzenlemelerin getirilmesi son derece faydalıdır; yani, bunu, dediğim gibi,
eleştirmek bence yanlış. Kaldı ki, getirilen düzenlemeyle de çok sıkı şartlara
tabi tutuluyor, çok sıkı şartlara. Bir kere, özellikle suçlar sınırlanıyor;
yani, her türlü suçlarda bu maddenin uygulanması mümkün değil. Hangi suçlar
değerlendirmeye tabi tutulmuş; Türk Ceza Kanununun 220 nci maddesi, yani, suç
işlemek maksadıyla örgüt kurma; yine, Türk Ceza Kanununun ikinci kitabın
dördüncü kısım dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan devlet güvenliğine
karşı işlenen suçlar, anayasal düzene ve düzenin işlemesine karşı işlenen
suçlar. Yani, bu suçlardan hüküm giymesi gerekiyor hükümlünün. Görüldüğü gibi,
sınır son derece dar tutulmuştur.
Yine, sadece bu da
yeterli değil; yani, avukatların özellikle hükümlülerle görüşmelerinin
incelenmesi için veya bir görevlinin bulunabilmesi için sadece bu da yeterli
değil. Yine, başka koşullar da var; bunlar da şu: Hükümlünün özellikle infaz
sırasında suç teşkil eden fiilleri işlemesi, infaz kurumunun güvenliğini
tehlikeye düşürmesi, terör örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının
örgütsel amaçlı haberleşmelerine aracılık ettiğine ilişkin bulgu ve belge elde
edilmesi; yani, böyle, bulgu ve belge elde edilmesi durumu söz konusu değilse
bu madde yine uygulanmayacak, yani, bu istisnaî hüküm yine uygulanmayacak.
Görüldüğü gibi, yani,
esasa burada dokunulmamış. Esas nedir; özellikle avukatların savunmaya ilişkin
belgeleri, dosyaları ve müvekkilleriyle yaptıkları konuşmaların kayıtları
incelemeye tabi tutulamaz diyoruz; yani, bu genel ilkeye, burada, aslında
aykırı bir düzenleme söz konusu değil. Bir diğer üçüncü şart söz konusu burada.
O da, cumhuriyet savcısının teklifi ve infaz hâkiminin onayı gerekiyor; yani,
bu da son derece önemli. Örneğin, İngiliz hukukunda öyle bir düzenlemeye gerek
görülmemiş; sadece, infaz kurumunun müdürünün yetkisine bırakılmış bu. Bizde
ise, hâkim güvencesine bağlanıyor ve ayrıca da, verilen, yani, hâkimin vermiş
olduğu bu karar da yine itiraza tabi bir karar; yani, bu karara karşı da itiraz
edilebiliyor. Görüldüğü gibi, çok sıkı kayıtlara tabi tutulmuş ki, yani, buna
da, bence, karşı çıkmamak lazım özellikle yaşadığımız olaylardan sonra.
Yine, yasanın 32 nci
maddesine de bir fıkra eklenmiş. Buna göre, Ceza Usulü Yasasının 250 nci
maddesinin birinci fıkrasında yer alan suçlarla ilgili olarak alınan bilgilerin
doğrulanması için zorunlu görülen hallerde tutuklu ya da hükümlünün o
bilgilerin doğrulanması amacıyla infaz kurumundan alınabilmesi imkânı
getirilmiş; ama, burada, bu da aynı şekilde belli kayıtlara tabi tutulmuş. Bir
kere, öncelikle, hükümlünün rızasının olması lazım. Eğer hükümlü rıza göstermezse,
o zaman hükümlü infaz kurumundan alınamıyor. Bir diğer şart da, bu, her
defasında dört günü aşamıyor ve hiçbir suretle de onbeş günü geçemiyor.
Görüldüğü gibi, burada da çok sıkı kayıtlar konulmuştur. Bu da, tabiî ki,
gerekli bir düzenleme; çünkü, netice itibariyle, hükümlünün veya tutuklunun,
daha önce vermiş olduğu bilgilerin doğrulanması gerekebilir; ama, dediğim gibi,
burada esas olan husus, yasalara uygun olmaktır, uygun davranmaktır; yani,
birtakım yasadışı olaylar oluyor diye yapılması gereken bir düzenlemenin
olmaması, yapılmaması bizce yanlış olur. Biraz evvel sayın meslektaşım da
bahsetti; yani, özellikle yanlış, istisnalardan kaynaklanarak olması gereken
bir düzenlemeyi yapmamanın bizce bir mantığı olamaz.
Yine, 5275 sayılı Yasanın
106 ncı maddesinin dördüncü fıkrası değiştiriliyor. Bu madde de, yine,
çocuklarla ilgili, yani çocuk hükümlülerle ilgili olan bir madde. Bu maddede
açıklık getiriliyor. Özellikle adlî para cezası, biliyorsunuz, ödenmediği
takdirde hapis cezasına çevrilir; ama, burada çocuklarla ilgili bir istisnaî
hüküm söz konusudur. O da, adlî para cezasına mahkûm olan bir çocuk hükümlü
eğer parayı ödemezse, yani cezasını ödemezse, onun bu para cezası hapse çevrilmeyecektir.
Son olarak, değişiklik
yapılan 110 uncu maddesinin ikinci fıkrası da, yine uygulamada ortaya
çıkabilecek birtakım gecikmeleri veya aksaklıkları önlemeye yöneliktir. Bu
maddeyle, özellikle kadınlar ve 65 yaşını bitiren hükümlülerin mahkûm oldukları
ceza altı ay veya altı aydan daha az süreli ise, o zaman konutunda
çekebilmelerine yasal olarak bir imkân getirilmiştir; fakat, bu kararı kimin
vereceği, kim tarafından verilmesi gerektiği yasada düzenlenmemiştir. Bu maddeye
açıklık getirilmiştir ve getirilen düzenlemeyle bu kararın, yani karar verme
yetkisinin, hükmü veren mahkemeye ya da eğer hükümlü başka yerde bulunuyorsa,
hükümlünün bulunduğu yerdeki aynı derece mahkemesine ait olduğu hükmü getirilmiştir.
Bu da son derece olumlu bir düzenlemedir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; kısaca, görüşülmekte olan kanun teklifi üzerinde bilgi vermeye
çalıştım; bu vesileyle, hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN - Teşekkür
ediyoruz Sayın Yıldız.
Madde üzerinde şahısları
adına söz istekleri var.
İstanbul Milletvekili
Sayın Mustafa Ataş?..
İstanbul Milletvekili
Sayın Ünal Kacır; buyurun.
Süreniz 10 dakika.
ÜNAL KACIR (İstanbul) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Kilis Milletvekili Hasan Kara ile Tokat
Milletvekili Zeyid Aslan'ın; Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında
Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi üzerinde şahsım adına söz
almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
13.12.2004 tarihli ve
5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun, 29.12.2004
tarihli ve 25685 sayılı Resmî Gazetede yayımlanmış olup, 1.6.2005 tarihinde
yürürlüğe girecektir; ancak, söz konusu kanunun uygulamasına başlandığında
ortaya çıkabilecek muhtemel aksaklık ve eksiklikler tespit edilmiş ve bunları
gidermek amacıyla birkısım maddelerde değişiklik yapılması zorunlu görülmüştür.
Bu nedenle, bu tasarı hazırlanmış ve huzurlarınıza getirilmiştir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; hukukumuzun önemli bir kısmını oluşturan Türk Ceza Kanununda
ve Ceza Muhakemeleri Kanununda da, bugünlerde, olabilecek, uygulamada
olabilecek aksaklıkları gidermek amacıyla ve bazı maddelere açıklık getirilmesi
maksadıyla değişiklikler huzurunuza getirilmektedir. Bu problemler, ileride
yaşanmasın diye, şimdiden tespit edilmiş ve çözüm yoluna gidilmektedir. Tabiî,
böyle yüzlerce maddelik yasalarda yapılan değişikliklerde daha ileride de
değiştirilmesi gereken hususlar mutlaka olacaktır. Bu hususları da mutlaka
gözönünde bulundurup, gerekli değişiklikleri yapmamız gerekiyor.
Kanunun hayırlı uğurlu
olmasını diliyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyoruz Sayın Kacır.
Şahsı adına, Malatya
Milletvekili Sayın Muharrem Kılıç.
MUHARREM KILIÇ (Malatya)
- Konuşmayacağım.
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
III.- YOKLAMA
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, teklifin tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunacağım; ancak, bir yoklama talebi vardır;
talep eden sayın milletvekillerimizin Genel Kurulda olup olmadıklarını tespit
edeceğim önce.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 902
sıra sayılı kanun tasarısının oylamasına geçilmeden önce İçtüzüğün 57 nci
maddesi gereğince yoklama yapılmasını arz ederiz.
Atila Emek?.. Burada.
Osman Kaptan?.. Burada.
Kerim Özkan?.. Burada.
Orhan Sür?.. Burada.
Mehmet Ali Özpolat?..
Burada.
Feridun Ayvazoğlu?..
Burada.
Mehmet Küçükaşık?..
Burada.
Muharrem Kılıç?.. Burada.
Ahmet Küçük?.. Burada.
Mustafa Özyürek?..
Burada.
Tuncay Ercenk?.. Burada.
Hüseyin Ekmekcioğlu?..
Burada.
Şevket Arz?.. Burada.
Osman Özcan?.. Burada.
Orhan Ziya Diren?..
Burada.
Ensar Öğüt?.. Burada.
Rasim Çakır?.. Burada.
Ali Rıza Gülçiçek?..
Burada.
Mehmet Ali Arıkan?..
Burada.
Ali Topuz?.. Burada.
Sayın milletvekilleri,
yoklama için 5 dakika süre veriyorum.
Adlarını okuduğum sayın
üyelerin yoklama için elektronik cihaza girmemelerini de ayrıca rica ediyorum
ve yoklamayı başlatıyorum.
(Elektronik cihazla
yoklama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
toplantı yetersayısı vardır.
VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
4.- Kilis Milletvekili Hasan Kara ile Tokat Milletvekili
Zeyid Aslan'ın, Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve Adalet Komisyonu Raporu (2/451)
(S. Sayısı: 902) (Devam)
BAŞKAN - Teklifin
maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
1 inci maddeyi
okutuyorum:
CEZA VE GÜVENLİK TEDBİRLERİNİN İNFAZI HAKKINDA KANUNDA
DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TEKLİFİ
MADDE 1. - 13.12.2004
tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 9
uncu maddesinin beşinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"(5) Müebbet hapis
cezasına hükümlülerden, 107 nci maddede belirtilen koşullu salıverilme
süresinin üçte ikisini, süreli hapis cezasına hükümlülerden toplam cezalarının
üçte birini, üçüncü fıkrada belirtilen hükümlülerden geriye kalan toplam
cezalarının üçte birini bu kurumlarda geçirerek iyi hâl gösterenlerin, tutum ve
kişiliklerine uygun diğer ceza infaz kurumlarına gönderilmelerine karar
verilebilir."
BAŞKAN - Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Çorum Milletvekili Sayın Feridun
Ayvazoğlu; buyurun.
Süreniz 10 dakika.
FERİDUN AYVAZOĞLU (Çorum)
- Şahsım adına da söz isteğim var Sayın Başkan.
BAŞKAN - Sizden önce
talepler var; olmasaydı, süreyi birleştirirdim.
CHP GRUBU ADINA FERİDUN
AYVAZOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bir kanun
değişikliği teklifiyle karşı karşıyayız. 902 sıra sayılı kanun değişikliği
teklifinin özüne ve adına bakıldığında, kısaca, Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin
İnfazı Hakkında Kanun şeklinde yer alıyor.
Bu tür bir değişiklik
neden bir teklif olarak geldi, getirildi; tabiî, bunu, konunun ilgilisi olan
Sayın Bakanlığın ne şekilde gönderdiği, nasıl Yüce Meclisin huzuruna
getirildiği, komisyonda ne şekilde görüşüldüğü, bugüne kadar, komisyonda
çalışan arkadaşlarımız tarafından değerlendirildi, yerine göre komisyona
katılan bakanlık görevlileri tarafından değerlendirildi, Sayın Bakanımız
tarafından değerlendirildi ve çeşitli redaksiyonlar da yapılarak, Yüce Meclisin
huzuruna getirilmiş oldu.
Bildiğimiz gibi, Ceza ve
Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun, Ceza Kanunu ve devam eden seri
kanunlar dizisindeki diğer kanunlar gibi 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe
girecek olan bir kanun. Daha önce, bu kanunun yerine, halen yürürlükte bulunan,
647 sayılı, 1965 yılından beri uygulanagelen, Cezaların İnfazı Hakkında
Kanunumuz vardı. Şimdi, elbette, 647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkında Kanunun
mahiyetine ve kapsadığı alana bakıldığında, çok geniş ve karışıklık içerisinde,
girift bir kanun olduğu, infazdan tutunuz cezaların adının, şeklinin, kısa
sürelidir, uzun sürelidir, müebbettir, idamdır, hepsinin, karmakarışık bir
kanun şeklinde olduğunu da, burada, Yüce Meclise söylemekte fayda var diye düşünüyorum.
Elbette, bu kanundaki
değişikliklerin, yapılması gereken esaslı bir kanunla Meclis gündemine getirilmesinin
ve bunu kamuoyuyla paylaşmanın da bizlere düşen bir görev olduğunu, her zaman,
her yerde söylüyoruz.
Bu kanun teklifinin 1
inci maddesinin özüne bakıldığında, şu şekilde bir değişiklik getirilmektedir:
Benden önceki arkadaşlarımız da kısmen değindiler; bu değişiklik teklifinin 1
inci maddesinde, "5275 sayılı -yani 1 Haziranda yürürlüğe girecek olan-
Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 9 uncu maddesinin
beşinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir" deniliyor. 9 uncu maddenin
beşinci fıkrasına bakıldığında, gerçekten, bir eksikliği bu şekilde
giderebilmenin yolunu da Yüce Meclise sunmanın bir görev olduğunu düşünüyorum.
Şöyle ki: "Toplam cezalarının" şeklinde başlayan bu fıkra "diğer
ceza infaz kurumlarına gönderilmelerine karar verilebilir" şeklinde
bitiyor; ancak, burada, "müebbet hapis cezasına hükümlülerin ne şekilde
diğer ceza ve infaz kurumlarına gönderilmelerine karar verilir" şeklindeki
soru boşlukta kalıyordu, bu şu şekilde düzeltilmiş oluyor: "Müebbet hapis
cezasına hükümlülerden, 107 nci maddede belirtilen koşullu salıverilme
süresinin üçte ikisini -yani, müebbet hapis cezasındaki süre 24 yıldı, 24 yılın
üçte ikisini- süreli hapis cezasına hükümlülerden toplam cezalarının üçte
birini ve üçüncü fıkrada belirtilen hükümlülerden geriye kalan toplam
cezalarının üçte birini bu kurumlarda geçirerek iyi hal gösterenlerin, tutum ve
kişiliklerine uygun diğer ceza ve infaz kurumlarına gönderilmelerine karar
verilebilir" şeklinde bir değişiklikle karşı karşıyayız.
Öncelikle, gerçekten,
değiştirilecek bu maddenin bu fıkrasının mahkûmlar lehine olduğunu da burada
söylemenin yine bizlere düşen bir görev olduğunu belirtmek istiyoruz. Elbette,
bizlerin amacı, Meclisin amacı, yasaları yapanların amacı, öncelikle cezaların
caydırıcılığı, daha sonra hem caydırıcılık ve hem de ıslah edici bir kanun
yapma tekniğini Mecliste sizlerle görüşüp kamuoyuyla paylaşmaktır. Bu
doğrultuda olmak üzere, infaz kanununun gerçekten çok önem taşıdığı... Ceza
kanunlarında belirtilen ceza miktarları olsun, cezaların çeşidi olsun, bunlar
caydırıcılık taşıyabilir; ancak, infaz kanunlarının temeline bakıldığında, iki
sebebi gerçekleştirebileceği ortadadır. Birincisi, hem caydırıcılık hem de
ıslah edici mahiyet taşımasından kaynaklanmaktadır. O açıdan, infaz sisteminin
gerçekten çok önem taşıdığını burada vurgulamak istiyorum. Diğer bir kuralımız,
cezaların şahsîliği prensibinden hareketle, bu prensibe paralel olarak da
infazın da şahsîliği prensibinin esas olduğu, kanunlarımızda yer almaktadır.
Yani, nasıl ki bir suçu işleyen kişi, ancak, o suçun karşılığında kendisi ceza
görebilir ise, yine, almış olduğu cezanın infaz edilebilmesi için de, vekâleten
"git de kardeşim, sen benim yerime yat" olayı olmadığı şeklinde
kabaca tarif ve tabir edersek, infazda da, cezaların şahsîliği prensibine uygun
bir şekilde prensip, vazgeçilmez bir prensiptir.
O doğrultuda olmak üzere,
biz, gerçekten, kişiye özgü, suçlunun kişiliğine sıkı sıkıya bağlı bu
sorumluluğun, infaz sistemiyle belirli bir disiplin altına alınmasında, hem
mahkûmlara verilebilecek cezaların caydırıcılığı hem de mahkûmları topluma
kazandırmanın, insanlık temelinden hareketle bunları topluma kazandırmanın bir
görevinin de, yine, infaz sistemiyle olabileceğini burada vurgulamak, yine
bizlere düşen ayrı bir görevdir değerli arkadaşlarım.
Biz, sadece, şimdiye
kadar belirtmiş olduğumuz ve bizden önceki olsun, daha önceki konuşmacı
arkadaşlarımız, milletvekillerimiz olsun, Adalet Komisyonunda, altkomisyonda ve
akademisyenlerden alınan görüşler doğrultusunda, bunların uygulayıcıları olarak
almış olduğumuz görüşleri de hep birlikte değerlendirdiğimizde, elbette,
bizler, Meclis olarak, komisyon olarak, mükemmel, dört dörtlük bir yasa
yaptığımızı iddia edemeyiz.
Bunların temeline bir
bakıldığında, hızlı bir süreç içerisinde, bu yasaların, seri ve dizi film
şeklinde yapılır gibi bir hız kazandığını görüyoruz ve temelinde, Avrupa
Birliğine yetiştirme yatmaktadır. Maalesef, Avrupa Birliğine yetiştirme uğruna,
hepimizin ve önümüzdeki günlerde de, az önce Sayın Başkanlık Divanının okumuş
olduğu, cumartesi de dahil çalışma programının buradaki milletvekillerinin
sağlıklı bir biçimde ne şekilde görev yapıp yapamayacağını Yüce Meclisin ve
kamuoyunun takdirlerine sunmayı da ayrı bir görev biliyorum.
Değerli arkadaşlar,
elbette, İnfaz Kanununda yapılmak istenen değişikliklerin onlarca madde
şeklinde huzurumuza gelmesiyle, keşke, bu infaz sistemimiz arzu ettiğimiz gibi
olabilse, hiç olmazsa, oran olarak bakıldığında, yarıdan daha fazla infaz
sisteminin mükemmeliyetini konuşabilsek ve uygulama olarak da 1 Hazirandan
sonra bunu görebilsek. Gerek mahkûmlar yönünden gerekse cezaevinde bulunan,
bulunacak olan tutuklular yönünden insanlık temelinden hareketle hem
caydırıcılık açısından hem de ıslah edicilik, ıslah etmek açısından bunu yerine getirebilsek, bizler
yaptık diyebilsek; ama, bunu dediğimizde kendi kendimizi kandırmayı da, bizler,
artık, kendimize bir görevmiş gibi kabul etmeyelim. Bunu söylerken, elbette, bu
kanunun yapımında emeği geçen bütün arkadaşlarımızın, gerçekten, takdire şayan
iyi niyetli çalışmalarını da gözardı etmek insafsızlığını...
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Ayvazoğlu,
lütfen, toparlayın.
FERİDUN AYVAZOĞLU
(Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.
O nedenle, İnfaz
Kanununda yapılmak istenen değişikliğin birincisi, teklifi getiren
arkadaşlarımız tarafından Mecliste sonuna kadar savunulabilmesi gereken ve
açıkça, buraya çıkıp savunmaları gereken bir yasa teklifi olmasını yürekten arzu
ederiz. Elbette, bunun yanı başında hükümetimiz ve Bakanlığımız vardır; bunu
kabul ediyoruz; ama, Bakanlığın milletvekilleriyle, milletvekillerinin
Bakanlıkla arasındaki bu örtüşmeyi ve uzlaşmayı Meclisin kürsüsünde de görmek
isteriz. Bu teklifin ne şekilde kamuoyuyla paylaşıldığını kamuoyu da bizlerden
böylece görmek istiyor. O doğrultuda olmak üzere, bundan sonra yapılacak olan,
yapılması gereken kanun değişikliklerinin, lütfen, hükümet tasarısı olarak
getirilmesinde bizlere düşen büyük görev vardır, kamuoyuna vermemiz gereken
büyük görev sorumluluğu vardır; çünkü, bu kanunları, değişiklikleri kamuoyuyla
paylaşabildiğimiz ölçüde, kamuoyuna doğru bilgiler verebildiğimiz ölçüde kanunların
yaşama şansı vardır; kamuoyu da bu kanunlar çerçevesinde huzurlu bir ortamda
yaşama olanağı bulacaktır diyorum.
Bu teklifin ve bundan
sonra gelebilecek, teklif değil, tasarıların daha etraflı bir şekilde, daha
bilimsel bir şekilde çalışma ürünü olarak Yüce Meclisin huzuruna getirilmesini
bekliyoruz. Aynı çalışma, inanıyoruz ki, kamuoyu tarafından da bekleniyor ve
isteniyor.
Bu duygu ve düşüncelerle,
Yüce Meclisi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyoruz Sayın Ayvazoğlu.
Madde üzerinde şahısları
adına söz isteği var.
İstanbul Milletvekili
Sayın Mustafa Ataş?.. Yok.
İstanbul Milletvekili
Sayın Ünal Kacır, buyurun.
Sayın Kacır, süreniz 5
dakika.
ÜNAL KACIR (İstanbul) -
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin
İnfazı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin 1 inci maddesi
üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, 5275
sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 9 uncu maddesinin
beşinci fıkrası aynen şu şekilde idi: "Toplam cezasının üçte birini bu
kurumlarda geçirerek iyi hal gösteren hükümlülerin tutum ve kişiliklerine uygun
diğer ceza infaz kurumlarına gönderilmelerine karar verilebilir." Bu
şekildeyken, yani süreli ceza almış hükümlüler ile müebbet hapis veya
ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası almış olan hükümlülerin hepsi aynı kategoride
mi değerlendirilecek sorusunun cevabı burada açık değilken getirilen bu
teklifte bu hususa açıklık getirilmekte.
Dikkatinizi çekmek
istiyorum; ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına herhangi bir şey
getirilmemekte; ama "müebbet hapis cezasına hükümlülerden, 107 nci maddede
belirtilen koşullu salıverme süresinin üçte ikisini, süreli hapis cezasına
hükümlülerden, toplam cezalarının üçte birini, üçüncü fıkrada belirtilen
hükümlülerden, geriye kalan toplam cezalarının üçte birini bu kurumlarda
geçirerek iyi hâl gösterenlerin tutum ve kişiliklerine uygun diğer ceza infaz
kurumlarına gönderilmelerine karar verilebilir" şeklinde değişiklik
yapılmış, maddeye açıklık getirilmiştir.
Hayırlı olsun diyorum;
hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyoruz Sayın Kacır.
Madde üzerinde, şahsı
adına, Çorum Milletvekili Sayın Feridun Ayvazoğlu; buyurun.
FERİDUN AYVAZOĞLU (Çorum)
- Vazgeçiyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Madde üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
1 inci maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.
2 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2.- 5275 sayılı
Kanunun 23 üncü maddesinin birinci fıkrasının (g) bendine aşağıdaki cümle
eklenmiş ve üçüncü fıkrasının ikinci cümlesi madde metninden çıkarılmıştır.
"Ancak, yapılan
gözlem ve sınıflandırma sonunda idare ve gözlem kurulunca aynı ceza infaz
kurumunda veya o yer Cumhuriyet Başsavcılığına bağlı diğer ceza infaz kurumlarında
kalması uygun bulunan hükümlülerin dosyaları Bakanlığa gönderilmez ve
cezalarının infazına, bulundukları veya Cumhuriyet başsavcılığınca
gönderilecekleri bağlı ceza infaz kurumlarında devam olunur."
BAŞKAN - Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Bursa Milletvekili Sayın Mehmet Küçükaşık;
buyurun.
Süreniz 10 dakika.
CHP GRUBU ADINA MEHMET
KÜÇÜKAŞIK (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan
902 sıra sayılı teklifin 2 nci maddesi hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına söz almış bulunmaktayım; tümünüzü sevgi ve saygılarımla selamlarım.
2 nci maddeyle, 23 üncü
maddenin birinci fıkrasının (g) bendi ve 3 üncü maddesinin son cümlesi
değişikliğe uğruyor. 23 üncü madde, esas olarak, hükümlülerin gözlem ve
sınıflandırılmasını düzenliyor.
Ceza İnfaz Kanunundaki bu
değişikliklerden birincisi, 23 üncü madde öncelikle şunu düzenlemiştir;
birincisi, hükümlülerin kişisel özellikleri, bedensel, aklî ve sağlık
durumları, suç işlemeden önceki yaşamları, sosyal çevre ve ilişkileri, sanat ve
meslek faaliyetleri, ahlakî eğilimleri, suça bakış açıları, hükümlülük süreleri
ve suç türleri belirlenerek durumlarına uygun infaz kurumlarına ayrılmaları ve
bunlara göre saptanacak infaz ve iyileştirme programının uygulanması
öngörülüyor.
İkinci olarak,
hükümlülerin, işledikleri suç tiplerine, gösterdikleri eğilimlere, tutum ve
davranışları nedeniyle sıkı gözetim ve denetim altında bulunup bulunmadıklarına
göre de; birincisi yüksek güvenlikli ceza ve infaz kurumlarına, ikincisi normal
güvenlikli ceza ve infaz kurumlarına ve açık ceza infaz kurumlarına
gönderilmesine karar verilebilecektir.
Bu gözlem nasıl
yapılacak; gözlem, inceleme ve değerlendirme yöntemiyle çalışan gözlem ve
sınıflandırma merkezlerinde veya kapalı ceza ve infaz kurumlarının bu hizmete
ayrılan bölümlerinde yapılması öngörülmüş. Yine, gözlem, bu konudaki uzman
kişiler tarafından yapılabilecektir.
Kadın, çocuk ve genç
hükümlüler için de ayrıca bir istisna getirilmiş bulunulmaktadır. Gözlem,
gözlem kurulunca, tek kişilik odalarda ya da bulunmaması durumunda tahsis
edilmiş özel odalarda yapılabilecektir ve gözlem süresi her halukârda da altmış
günü aşamayacaktır.
Bu 23 üncü maddenin
komisyon görüşmeleri esnasında en fazla tartışılan konulardan bir tanesi,
gözlem altında tutulacak kişinin tek başına tek kişilik odalarda ya da özel
tahsis edilmiş yerlerde yapılıp yapılmayacağı konusuna odaklanmıştı. Bu, bir
anlamda, bugün için uygulamada gördüğümüz tecridin aynen devam edip etmeyeceği,
bir kişinin tek başına bir hücrede altmış gün süreyle gözetim altında bulunup
bulunamayacağı ve bu durumun, tek kişilik hücrede altmış gün kalmanın insanda
psikolojik olarak birçok çöküntüye yol açıp açmayacağı tartışıldı. Bu konularda
altmış günün azamî süre olduğu, bundan çok daha az bir süre içerisinde kişinin
ahlakî durumu, gözlem durumu, sınıfı, iyileştirme programına ne kadar uyum
gösterebileceği sürekli tartışıldı; fakat, getirilen değişiklikte, gerçekten de
tek kişilik kapalı bir hücrede tecrit edilmiş bir kişinin bu gözleme ne kadar
uyum göstereceği konusu, bizce en fazla değişiklik getirilmesi gereken husus
olmasına rağmen, ne yazık ki, bu konu gündeme getirilmedi.
Burada, 23 üncü maddenin
(g) bendine göre, gözlem sonucunda tüm bulgu ve görüşlerin düzenlenerek
dosyanın Adalet Bakanlığına gönderilmesi ve Adalet Bakanlığı tarafından da
hükümlünün gönderileceği infaz kurumunun belirlenmesi gerekiyordu. Şimdi, (g)
bendinde yaptığımız değişiklikle, Adalet Bakanlığına vermiş olduğumuz bu geniş
yetkiye bir istisna getirerek, gözlem ve sınıflandırma sonunda idare ve gözlem
kurulunca aynı ceza ve infaz kurumunda veya o yer cumhuriyet başsavcılığına
bağlı diğer ceza infaz kurumlarında kalması uygun bulunan hükümlülerin
dosyalarının Bakanlığa gönderilmeyeceği ve cezaların infazına bulundukları veya
cumhuriyet başsavcılığınca gönderilecekleri bağlı ceza infaz kurumlarında devam
edilir hükmünü ekliyoruz. Yine, komisyon görüşmeleri esnasında tüm dosyaların
Adalet Bakanlığında toplanılması çok tartışılmıştı; tüm dosyalar Adalet
Bakanlığına gönderilmesin... Birçok arkadaşımızca, gerek AKP'li gerek CHP'li
arkadaşlarımızca, Adalet Bakanlığı yetkileri kendisinde toplayacağına bunların
infaz hâkimi tarafından yapılması da önerilmişti. O konuda, Sayın Bakanımızın
ilginç bir cevabı var; tartışmalarda "Adalet Bakanlığına niye bu kadar
dosya geliyor; bu, çok masumane bir bürokrasi, keşke bütün bürokrasi böyle
oluverse. Diyelim ki, Malatya'daki infaz hâkimi, Türkiye'de hangi cezaevinde, o
gün için, o saat itibariyle ne kapasite var, o suçlunun hangi cezaevine konulacağını
bilme imkânına sahip değildir. Biz, her gün, cezaevlerimizde ne kadar hükümlü
var, ne kadar tutuklu var, günü gününe takip ediyoruz; bu, bunların
yerleştirilmeleri, kapasiteleri açısından önem arz ediyor" diyordu. Ne
zaman; 2004 yılı kasım ayında. Ne zaman; bu yasa, henüz, daha 1 Haziranda
yürürlüğe girecek; yani, yasa yürürlüğe girmeden önce. Şimdi, kasım ayından
beri, bu altı ay içerisinde, acaba, bütün cumhuriyet başsavcılıklarımızın
tümünü bilgisayar sistemiyle mi donattık da, artık, hangi cezaevimizde, kimin,
ne kadar fazla boşluk var, hangi mahkûm ne zaman tahliye olacak, hangi
cezaevinde daha fazla iyileştirme programlarını nasıl uygulayacağız diye bunu
mu hesap edeceğiz! Bir şey değişmediği kanısındayım şimdiye kadar. Sizin, altı
ay önce söylediğiniz bir sözdü.
İkincisi, yine, devam
ediyorsunuz: "Mesela, bulunduğu yerdeki cezaevi olduğundan çok daha fazla
doludur; onu alıp, gelişigüzel bir başka yere göndermek yerine, yine,
ailesinin, yakınlarının gelişini gidişini hesap ederek, daha uygun bir cezaevine
koyabilme adına; yani, bu hüküm, hükümlü lehine konulmuş olan bir düzenlemedir;
meseleyi böyle anlarsak daha iyi olur" diyorsunuz. Pekala, yine, aynı
şekilde, bu soruyu tersinden sormaya kalkarsak, şahıs, kendi memleketinin,
ailesinin olmadığı bir yerde bir suç işledi ve o infaz kurumunda yatıyor ve o
infaz kurumundaki cezasını, bağlı cumhuriyet savcılığının diğer infaz
kurumlarında çekeceği zaman, o zaman, biz, bunu, yine, ailesiyle
görüşebilmesine nasıl olanak tanıyacağız o zaman?! Yani, iki beyanı arasında
da, gerçekten de, büyük bir çelişkiyle karşı karşıya kalıyoruz. Hangisi doğru
olacak burada? Yani, Adalet Bakanlığının, elbette, bütün yetkilerini ele
almaması, bunu, mahallî cumhuriyet başsavcılıklarına devretmesi gayet doğru bir
olay; ama, yine de, dosyalar, eğer ilçeler ve illerdeki cumhuriyet savcılarında
veya aynı neviden cezaevi olmadığı zaman bir yetki karmaşasına acaba neden
olacak mı olmayacak mı; benim, en büyük temel sorunlarımdan bir tanesi bu,
Sayın Bakanım. Yani, bir ilçede, aynı tip ceza ve infaz evi yoksa, o il
cumhuriyet başsavcılığının sınırları içerisinde olsa dahi, o cezaevlerine
nakiller konusunda ve Adalet Bakanlığının yetki konusunda, yerel cumhuriyet
başsavcılarıyla ilgili bir yetki ihtilafı olup olmayacağı ve bu konuda yasada
bir netlik olmadığı kanısındayım. Bu konuda bir cevabın verilmesini, gerçekten
de, samimî olarak arzu ediyorum.
Yine, maddede getirilen
bir değişiklikle, maddenin üçüncü fıkrasının son cümlesi, yani "kısa
süreli hapis cezalarında, bu tür cezalara mahkûm olanlar gözleme tabi
tutulmazlar" hükmü var. Zaten, biz, daha önce, bir yıl veya daha az süreli
hapis cezaları için, Türk Ceza Kanununun 50 nci maddesinde değişiklik,
alternatif cezalar getirmiştik. Bu hüküm de, zamanında, gerçekten de,
görüşülerek, tam detaylandırılarak olmadı. Bunun nedeni şu: Aynı sıkıntıyı hâlâ
da yaşıyoruz. Ben ve birçok arkadaşım, defalarca bu konuda aynı şeyleri
söyledik. Gerçekten de, Adalet Komisyonuna gelen cezalar ve Meclisin gündemine
gelen cezalar tam olarak incelenmeden, tartışılmadan, tüm toplumda kabul
edilmeden ve özellikle Adalet Komisyonunda da herkes tarafından görüşülmeden,
tam anlamıyla sindirilmeden, hem Adalet Komisyonunun gündemine geliyor ve ne
yazık ki, Meclisin gündemine de aynı şekilde geliyor ve biz aceleyle yasaları
çıkarıyoruz. Şu çıkardığımız yasalara bakacağız, biraz sonra getireceğimiz
yasalarda, son beş-altı ay içerisinde çıkardığımız yasalarda, şimdi, tekrar
tekrar değişiklik yapıyoruz.
Bence, bir yanlışlık daha
var, o da şu: Gerçekten de, eğer, Adalet Komisyonunda o maddelere vâkıf olup da
itiraz edebilirsek, yönelttiğimiz doğru eleştiriler dahi kabul edilmiyor
anında, metin komisyondan aynı şekilde geçiriliyor ve yine, Mecliste de aynı
eleştirilerimizi tekrar ettiğimiz halde, yine gözönüne alınmıyor; fakat, altı
ay sonra, kusura bakmayın, biz hata yapmışız, gelin şimdi bu hatamızı
düzeltiyoruz diyoruz, tekrar Meclisin gündemine getirmeye çalışıyoruz ve
insanlara, saat 2'den gece 11'lere kadar, cumartesi-pazar günlerine kadar
çalışma yaptırıyoruz. Ne olursunuz Sayın Bakanım, artık, bir kere gelsin bu
kanunlar, komisyonda biz de içimize sindirelim. Bakın, bugün yine, Adalet
Komisyonunda, bazı kanunlar geldi, tekrar geriye çekildi incelenmesi için.
Herkese yeterli zaman bırakılsın. Milletvekilleri de neye oy verdiklerini
bilsinler. Emin olun, biz, Adalet Komisyonunda bile hangi kanunlar, hangi
maddeler geldi geçti, artık onu bilebilecek konumda değiliz. Bunlar bu kadar
zorunluluk değil. Toplum bir tartışsın, içine sindirsin herkes. O maddede, gerçekten
de, arzulanan amaca ulaşılacak mı ulaşılmayacak mı, bunu hepimiz bir
değerlendirelim ve ondan sonra bu yasalar geçsin ki, ikinci ve üçüncü
tadilatları yapmayalım.
Teşekkür ederim,
saygılarımı sunarım.
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Küçükaşık.
Madde üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.
3 üncü maddeyi
okutuyorum:
MADDE 3.- 5275 sayılı
Kanunun 31 inci maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"(1) İyi halli
hükümlüler, idare ve gözlem kurulu kararı ile kurum yönetimi tarafından
durumlarına uygun kurum içi hizmetlerde çalıştırılabilir. Çocuk hükümlüler,
kendi yaşam alanları veya eğitsel amaçlar dışında çalıştırılamazlar."
BAŞKAN - Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Hasan Aydın.
Buyurun Sayın Aydın.
Süreniz 10 dakika.
CHP GRUBU ADINA HASAN
AYDIN (İstanbul) - Sayın Başkanım, değerli arkadaşlarım; tabiî, milletvekilini
çok ağır işçi gibi görür, kömür ocağından ne kadar çok kömür çıkarırsa o kadar
verimli olur gibi görürseniz, Türkiye Büyük Millet Meclisini de sohbet edilen
yaylaya dönüştürürsünüz; yani, herkes, konuşmacıyı, yasayı tartışmayı değil, ha
dışarıda oturmuş ha evinde oturmuş ha da Türkiye Büyük Millet Meclisinde
Türkiye'nin geleceğini belirleyen yasalar çıkıyormuş, fark etmez. Öyle çok
çalışmalısınız ki, o kadar çok yasa çıkarmalısınız ki, bu yasalar ciddiyetten
son derece uzak; geçen sene yasa çıkacak, yasa çıkarken toplumda son derece
büyük eleştiriler olduğu için, yasa çıkar çıkmaz yürürlüğe koyamayacaksın,
yasanın yürürlük tarihini, ne olur ne olmaz ihtimallerine karşı nisan ayına
kadar uzatacaksın, sonra daha yasayı yürürlüğe koymadan bir daha uzatacaksın
haziran ayına, haziran ayına kadar, yasayı yürürlüğe koymadan, o yasayı bir
daha değiştireceksin!
Şimdi, Sayın Başkanım,
manzaraya bir bakalım. Bugün, Sayın Başbakan, grup toplantısında, Adalet ve
Kalkınma Partisi milletvekillerine özel ricada bulundu "lütfen, Meclise
geliniz, önemlidir, katkıda bulununuz" dedi, şu anda karşımda görüyorum,
Sayın Başbakanın bu çağrısını çok da fazla ciddîye alan milletvekili yok; ama,
bir kızgınlık olur düşüncesiyle...
OSMAN KILIÇ (Sivas) -
Arkadaşlar kuliste.
HASAN AYDIN (Devamla) -
Manzara burada...
Oylama saati gelirse,
çoğunluk ihtiyacı ortaya çıkarsa, önemli olan, milletvekilinin o yasaya katkı
yapıp yapmaması değil; önemli olan, Genel Başkanlarının yapmış olduğu ricalar
karşısında fırça yeme ihtimaline karşı tedbir almaktan gayrı bir önem arz
etmiyor. Salon burada...
CAVİT TORUN (Diyarbakır)
- Kanunla ilgili konuş.
HASAN AYDIN (Devamla) -
Kanunu konuşacağım.
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Siz
15 kişisiniz!
HASAN AYDIN (Devamla) -
Biz, zaten, bu çalışma biçimine, bu çalışma yöntemine, bu çalışma zorlamasına,
bu geleneğe alışık değiliz ki! Biz, düşünüyoruz ki, değerli arkadaşlarım, yasa,
bir sanat eseri gibi çıkarılmak zorundadır; yasa çıkarmayı, acemilerin üzerinde
oyun oynadığı, araştırma yapıldığı, yasayı çıkardıktan bir müddet sonra yeniden
değiştirildiği, olmadı ertelendiği, olmadı yeniden bir milletvekilinin
önerisiyle gündeme tekrar getirildiği gayri ciddî bir işlev olarak görmüyoruz
biz. Dolayısıyla da...
CAVİT TORUN (Diyarbakır)
- Aynı zamanda, acemilerin konuştuğu bir şey de değil.
HASAN AYDIN (Devamla) -
Siz orada, laf atma görevlisi misiniz beyefendi; size öyle bir görev mi
verildi?! Size öyle bir görev mi verildi; laf atma görevlisi misiniz siz?! Ben
burada konuşuyorum, saygıyla dinleyin beni bir kere.
BAŞKAN - Sayın Aydın, siz
Genel Kurula hitap edin.
HASAN AYDIN (Devamla) -
Sayın Başkan, o zaman, müdahale edin siz de, konuşamıyorum çünkü, konsantre
olamıyorum.
BAŞKAN - Lütfen, hatibe
müdahale etmeyelim.
MEHMET SOYDAN (Hatay) -
Yasayla ilgili konuşsun Sayın Başkan.
BAŞKAN - Müdahale
etmeyelim arkadaşlar.
HASAN AYDIN (Devamla) -
Sevgili arkadaşlarım, aslında, burada söylemiş olduğum, Adalet ve Kalkınma
Partili milletvekili arkadaşlarımızın da, iki partinin birbirine muhalefet
etmesinin ötesinde, sağduyulu bir biçimde gündeme getirildiğinde haklı olduğunu
görebilecekleri söylemler.
Şimdi, bakın, yasa çıkmış
2004 yılının onikinci ayında, o zamanlar da, bu Parlamentoda arkadaşlarımız
tartıştılar, kamuoyunda çok ciddî engeller, tepkiler geldi. Bu süre, 1 Nisana
ertelendi. 1 Nisandan da, çıkarılmış yasanın uygulanma ihtimalinin son derece
zayıf olduğu hesaba katılarak hazirana ertelendi.
MUSA SIVACIOĞLU
(Kastamonu) - Ceza Kanunu; bu değil...
HASAN AYDIN (Devamla) -
Bu efendim, bakınız tarihi belli; 13.12.2004 tarihinde çıkmış üzerinde konuşmuş
olduğum madde. Haziranda da uygulayamayacaksınız ve tekrar Meclisin gündemine
getirip bunu değiştirme ihtiyacı duyacaksınız, bir yasa üzerinde üç işlem
yapmış olacaksınız ve burada da, çok hızlı çalıştığınızı ve çok ciddî yasalar
çıkardığınızı ifade etmiş olacaksınız!
Değerli arkadaşlarım,
ben, şahsen, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bir üyesi olarak gurur duyuyorken,
böylesine bir yöntem karşısında, zaman zaman, Türkiye insanının ilgilendiği,
belki hapishanedeki insanların, onların akrabalarının da bu gece can kulağıyla
bizi dinlediği böylesine önemli meseleler karşısında, bir milletvekili olarak,
böyle bir gelişmeye hiçbir katkıda bulunamamaktan, hatta Cumhuriyet Halk
Partisi milletvekillerinin hiçbir katkıda bulunamamalarından büyük üzüntü
duyuyorum. Bu bir yana; ama, en büyük üzüntüyü de, İktidar Partisinin
milletvekillerinin, aşağı yukarı, çok önemli bir kısmının, hangi yasanın geçip,
hangi yasanın nasıl çıktığı konusundan bihaber olmalarına çok daha üzülüyorum.
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elazığ)-
Niye; sen içimizi mi okuyorsun?!
HASAN AYDIN (Devamla) -
Yasa daha önce çıkarken deniliyor ki: "Hükümlüler çalıştırılabilirler;
ama, bir yıl cezalarını çekmiş olmaları gerekir." Burada bir mantık var;
yani, kimin iyi halli, kimin kötü halli olduğunu bilebilmek için bir süreye
ihtiyacımız vardır, onları denetleme ihtiyacınız ortaya çıkabilir. Belki size
numara yapabilir, belki kısa sürede sizi kandırabilir, iyi niyetli olduğu
şeklinde beyanda bulunabilir; ama, onun için bir zamana ihtiyaç vardır, süreye
ihtiyaç vardır, bir yıllık bir süre konulmuş. Yani, uygulanamayan yasa,
haziranda uygulanma ihtiyacıyla ortaya çıkarılan yasa bugün değiştirilmiş,
buradaki bu süre kaldırılmış. Bu sefer, onun yerine, bir gözlem komisyonu
oluşturulmuş "bu gözlem komisyonunun vermiş olduğu karar çerçevesinde,
süreye bakılmaksızın çalıştırılabilir" deniliyor.
Şimdi, ben soruyorum:
2004 yılının 12 nci ayında hangi akıllı insanlar bu yasayı çıkardılar ve 2004
yılının, daha yürürlüğe girmeden, hangi akıllı insanlar, öbür akıllı
arkadaşlarımızdan çok daha akıllı çıkıp, bu maddeyi değiştirdiler?!
Arkadaşlar, Türkiye Büyük
Millet Meclisi gibi yüce bir kurumun bu kadar gayri ciddî, bu kadar
milletvekillerinin yorulduğu, yordurulduğu, yorulduğu ve yordurulduğu için de
uzun konuşmalardan âdeta tepki gördüğü, tepki gösterme ihtiyacı duyduğu; bir an
önce bitse de, biz de çekip gitsek; bizim önümüze konulmuş bir görev var, biz
bunlara evet veya hayır diyerek, ellerimizi kaldırıp, gecenin saat 11'lerine,
2'lerine kadar çalışmak yerine, 11'den belki 1 saat, belki 2 saat önce
evlerimize gidelim noktasına milletvekillerimizi getirmenin kimseye bir fayda
sağlamadığı inancındayım; böyle bir durumda da kimsenin bir fayda sağlayacağı
kanaatinde de değilim.
Bu, sadece burada da
değil; yani, Türkiye'de, aşağı yukarı bütün yasalarda, bütün yasaların devreye
girişinde, ortaya getirilişinde, Adalet ve Kalkınma Partisinin
milletvekillerinin, daha ötesinde komisyonların bile, yasalar üzerinde çok ciddî
çalışmalar yapamadıkları, ancak komisyonlara gelindiğinde üzerinde durdukları
ve okudukları, üzerinde fikir yürütemedikleri bir garip manzara yaşıyoruz.
Bakınız, bu yasalar
çıktığı zaman da, tekrar yürürlüğe girdiği zaman da, çok uzun olmayan bir süre
içerisinde hep birlikte göreceğiz ki, bu yasaların bazıları yaşamla
bağdaşmıyor, bazıları hayatın gerçekleriyle örtüşmüyor ve bu nedenle de biz bu
yasaları, tekrar, yeniden önergelerle, tekliflerle komisyonlara götürüp
değiştirmek ihtiyacıyla karşı karşıya kalacağız.
Ben, burada, sevgili
milletvekili arkadaşlarıma çok iyi bildiklerini zannettiğim, yasanın,
hakikaten, bir maden ocağında çok miktarda çıkarılması gereken kömür anlamıyla
ele alınmaması gerektiği; yasaların, uzun süre, toplumların, toplum
bireylerinin kendilerini ona adapte ettiği, ona göre yaşamlarını dizayn
ettikleri, ona göre kendilerini ayarladıkları; dolayısıyla da hukukçuların bile
takip etmekte zorlandıkları hızlı değişimlerin ülkenin geleceği açısından fayda
sağlamadığı, bu nedenle de... Söylüyoruz gerçi; yani, muhalefet milletvekilleri,
Cumhuriyet Halk Partisinin milletvekilleri bunu söylüyor da ne oluyor?! Bunu
söylüyor da arkadaşlarımız, üç yıla yaklaşan yasama dönemi boyunca, buna benzer
onlarca, belki yüzlerce önerimiz olmasına rağmen, nasıl olur da, Adalet ve
Kalkınma Partili arkadaşlarımız yanlışlarını yaşayarak ve görerek aynı
yanlışlarda ısrar etme noktasında inat edebilirler?! Bunun bence bir mantığı
yok.
Sevgili arkadaşlarım, son
olarak da şunu ifade etmek istiyorum: Yasalar, bir siyaset erki tarafından
hazırlanmaktan çok, gerçekten konuyla çok yakın ilgisi olduğunu sanmadığım,
biraz masa başında hazırlanan ve çok hızlı hazırlandığı için de, belki, ilgili
bakanların ya da danışmanların bile okumakta zorluk çektiği, komisyonlara
geldiği zaman da, koca koca kitaplar şeklinde geldiği için de komisyonların da
ciddî değerlendiremediği, sadece orada açıklamada bulunan güvenmiş oldukları
görevlilere dayanarak bir kanaat oluşturdukları ve Türkiye Büyük Millet
Meclisinin -daha önce milletvekilliği yapmadım ama- bu dönemde, Büyük Millet
Meclisi gibi değil, âdeta, kendisine getirilen yasaları onaylayan bir noter
konumuna sokulduğu ve hiçbir milletvekili arkadaşımızın, bu tarz bir çalışmayı,
her ne pahasına olursa olsun kabul etmemek gerektiği; çünkü, burada kalkan
ellerin, sonuçta, o yasanın kabulü anlamına geldiği, o yasaya kefil olduğu
anlamına geldiği; o yasanın doğru olduğu, ülkeye faydalı olduğu, halka faydalı
olduğu anlamına geldiği ve vicdanlarımız ile ellerimizi birleştirerek
kaldırdığımız noktasında bir bilince kendimizi kavuşturmamız gerekmektedir. Bu,
ne zamana kadar böyle yürüyecek?! Yani, bir gün Adalet ve Kalkınma Partisi,
acaba, yahu, yanlış yapıyoruz; milletvekilleri öyle, öğleden sonra saat 2'de
başlayıp gece saat 11'e kadar, bazen 1'e kadar, bazen sabaha kadar çalışarak
ülkeye çok fazla katkı sağlamıyorlar; bunların çalışmalarına fırsat verelim,
bunların yasalara katkı yapmalarına fırsat verelim, kolektif olmaya çalışalım;
hatta, onun da ötesinde, toplumun sivil kesimlerinden düşünce alalım, fikir
alalım, toplumda bu işi tartışalım... Bak, bu işin gerçeği bu. 2004 yılının 12
nci ayında çıkan yasanın haziran ayında bile yürürlüğe girememiş olmasının ve
tekrar, yeniden değişim ihtiyacı çıkarmış olmasının sebebi bizim önerilerimizde
yatıyor.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Aydın,
konuşmanızı toparlayın.
HASAN AYDIN (Devamla) -
Toparlıyorum Sayın Başkan.
Özetle şunu söylemek
istiyorum: Bu yasalar, arkadaşlarımızın da ifade ettiği gibi, çok alelacele
çıkarılmaktadır; gerçekten, topluma ve ülkeye katkı yapmamaktadır; milletvekili
arkadaşlarımızın çalışmalarına, verimine, üretkenliğine katkı yapmamaktadır;
arkadaşlarımızı yormaktadır, üzmektedir; ama, daha da önemlisi, yormanın ve
üzmenin ötesinde, ona uygun bir bedeli topluma fayda olarak geriye
dönüştürememektedir.
Bu duygularla, hepinizi
saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. Sağ olun. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Aydın.
Şahsı adına, Tekirdağ
Milletvekili Sayın Mehmet Nuri Saygun; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz 5 dakika.
MEHMET NURİ SAYGUN
(Tekirdağ) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 5275 sayılı
Yasada değişiklik yapan teklifin 3 üncü maddesinde şahsım adına söz almış
bulunuyorum; bu vesileyle, hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
Efendim, bu yasanın, ilk,
komisyonlardan çıkıp Meclise geldiği gün yasayla ilgili olarak gene bu kürsüden
bir konuşma yapmıştım ve bu konuşmada da, özetle, eğer bu yasa çok kısa bir
süre içinde değişiklikler içerir hale gelirse -ki, bu, böyle olacaktır- o
zaman, bu yasanın, gerekli sivil toplum örgütleriyle ve ilgili kurumlarla
ilinti kurulmadan çıkarıldığı ortaya çıkacaktır; bu da yasayı Meclise sevk
edenlerin bir hatasıdır demiştim. Aradan çok uzun bir zaman geçmedi; ama, ne
yazık ki söylediklerimiz bir gerçek olarak ortaya çıktı. Bunları o gün
söylerken çok fazla bilgiç ya da kâhin olmak gerektiği kanısında değilim;
çünkü, üç yıllık süre içinde çok alıştığımız bir manzarayı hep birlikte, burada
beraber yaşıyoruz.
Az evvelki konuşmacı
arkadaşımın da ifade ettiği gibi, gece geç saatlere kadar çalışıyoruz; ama, bu
kadar, zaman yönünden, koyduğumuz emeğin karşılığında acaba çıkardığımız
yasalar bu emeğin karşılığı mı diye bir düşünmemiz gerekir. Şimdi, önce uzun
bir mesai sarf ediyoruz, çalışıyoruz, yasayı hazır hale getiriyoruz, yasa
yürürlüğe giriyor veyahut bunda olduğu gibi giremiyor; çok kısa bir süre sonra
dönüp bakıyoruz, diyoruz ki, bu yasanın şu, şu, şu maddelerinde yanlışlıklar
yapmışız, tekrar bir değişiklik teklifi getirelim veyahut da kanun tasarısı
getirelim ve yaptığımız hataları düzeltelim.
Değerli arkadaşlarım,
şimdi, iki ay önce, Meclis gündemine getirdiğiniz, ciddî çalışmalarla,
hazırlıklarla, bürokratlarınızla ve ilgili meslek kuruluşlarıyla, sivil toplum
örgütleriyle ilişki kurarak, tartışarak, değerlendirerek hazırlayıp
getirdiğinizi iddia ettiğiniz bir yasayı, iki ay sonra değiştirme ihtiyacı
duyuyorsanız, o zaman sizin yasa hazırlama tekniğinizde, mantalitenizde ve
muhtemelen bu yasayı hazırlayan takımlarınızda bir zafiyet var, bürokratlarınızda
birtakım eksiklikler var, size destek veren sivil toplum örgütlerinde, size bu
konuda görüş ileten meslek odalarında bir zafiyet var; ama, bakıyorum, işte,
elimde -5 inci maddede dile getireceğim- Barolar Birliğinin bir metni var.
Barolar Birliği, bu yasa hazırlanırken yasanın doğru olmadığını, bu şekilde bu
yasanın çıkması halinde cezaların infazıyla ilgili bir iyileştirme
getirmeyeceğini iddia etmiş ve Barolar Birliği, bu yasada, en etkin, en fazla
söz söyleme hakkı olan bir sivil toplum örgütü, bir meslek odası. Bu meslek
odasının bu sesine kulak vermemişiz, yasayı getirmişiz, bugün değiştirmeye
çalışıyoruz.
Şimdi, bir de ilginç olan
bir husus var değerli arkadaşlarım;
hükümet, bir tasarı olarak bu değişiklikleri buraya getirmiyor. Bu, bir
tasarı değil. Bu, değerli arkadaşımız Hasan Kara'nın kanun teklifi; ama, bunu
siz de biliyorsunuz, biz de biliyoruz; bu, Hasan Beyin kanun teklifi değil.
HASAN KARA (Kilis) - Söz
hakkı istiyorum Sayın Başkan.
MEHMET NURİ SAYGUN
(Devamla) - Tabiî, söz hakkı alırsın Hasan Bey.
Bu, hükümetin
tasarısıdır; ancak, hükümet bu tasarıyı, Bakanlar Kurulunun toplanması, imzaya
açılması vesaire gibi zaman kaybına neden olabilecek bir süreçten kaçınmak
adına teklif haline getiriyor.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Saygun,
toparlar mısınız.
MEHMET NURİ SAYGUN
(Devamla) - Toparlıyorum Başkanım.
Eğer bunu teklif haline
getirmenin bir başka gerekçesi varsa -ki, bence var- onu da 5 inci maddeyle
ilgili olarak görüşlerimi ifade ederken daha teferruatlı olarak açıklamaya
çalışacağım; ama, sonuç itibariyle, özde şunu bilmemiz gerekir: Meclis gece geç
saatlere kadar çalışsa da, bütün milletvekili arkadaşlarımız burada olsa da
-ki, oylama dışında önemli bir bölümü kulislerde- sonuç itibariyle, verdiğimiz
emeğe, koyduğumuz çalışmaya ve kaybettiğimiz mesaiye yazık oluyor; çünkü, bir
kere çalışıyoruz, yaratıyoruz, ondan sonra kendi yaptıklarımızı, kendi
yarattıklarımızı bir kere daha düzeltmek adına bir gece daha burada mesai sarf
ediyoruz; yani, emek çok, mesai çok, üretim yok.
Hepinizi saygılarımla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Saygun.
3 üncü madde üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... 3 üncü madde kabul edilmiştir.
4 üncü maddeyi
okutuyorum:
MADDE 4.- 5275 sayılı
Kanunun 47 nci maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"(1) Uyarma, kınama
ve bazı etkinliklere katılmaktan alıkoyma cezaları kurumun en üst amiri
tarafından verilir ve uygulanır."
BAŞKAN - Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, İzmir Milletvekili Sayın Ahmet Ersin. (CHP
sıralarından alkışlar)
Sayın Ersin, şahsınız
adına da söz isteğiniz var; ikisini birleştirdim; lütfen, sürenizi iyi kullanın
efendim.
CHP GRUBU ADINA AHMET
ERSİN (İzmir) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; gecenin bu saatinde,
hepinize saygılar sunuyorum.
Değerli milletvekilleri,
bu hükümetin ve AKP Grubunun, şu ikibuçuk yıllık milletvekilliği süresinde gördüğüm
bir özelliği var; kendi çıkardıkları yasaları, çok kısa bir süre sonra, tekrar,
değiştirmek zorunda kalıyorlar; yani, bu yasaları çıkarırken yeterli araştırma
mı yapılmıyor, Türkiye'nin ve toplumun koşulları, sosyal, ekonomik koşulları mı
iyi değerlendirilemiyor, bilemiyorum. Bir yasa çıktı mı, birkaç ay sonra yeni
bir değişiklik bekler olduk, bir alışkanlık haline geldi bu; ama, biz, tabiî,
bu alışkanlığın içinde değiliz. Biz şundan rahatsızız: Ret oyu vermekten
bıktık, siz değişiklik yapmaktan bıkmadınız; bütün mesele bu.
Değerli milletvekilleri,
ben, Meclis İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu üyesiyim. Aslında, Türk Ceza
Yasasında ve şu an görüştüğümüz türden yasalarda bir değişiklik yapılacaksa ya
da yeni yasalar hazırlanacaksa, bence bu tür yasaların, önerilerin diğer
komisyonlar yanında İnsan Haklarını İnceleme Komisyonunda da görüşülmesi lazım;
örneğin, bugün görüştüğümüz yasa önerisi aslında Meclis İnsan Haklarını
İnceleme Komisyonunu çok yakından ilgilendiren bir yasa. Keza, 1 Haziranda
yürürlüğe girecek olan Türk Ceza Yasasının birçok maddesi, yine, Meclis İnsan
Haklarını İnceleme Komisyonunu ilgilendiren maddeler içeriyor. Yani, bu tür
yasalar gündeme geldiği zaman, Adalet Komisyonunda görüşülmesi kuşkusuz
doğrudur; ama, en azından bir tali komisyon olarak da Meclis İnsan Haklarını
İnceleme Komisyonunda görüşülmesinin daha yararlı olacağını düşünüyorum. Bu
anlamda, Sayın Bakanın dikkatini çekmek istiyorum; yani, yasa teklifi üzerinde,
madde üzerinde konuşmadan önce Sayın Bakanın dikkatini çekmek, bir anlamda
Meclis İnsan Haklarını İnceleme Komisyonunu da ilgilendiren bazı konularda
Sayın Bakanı uyarmak istiyorum.
Değerli milletvekilleri,
Türkiye'de Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri İzleme Kurulları Yasası var; şu
an yürürlükte bu kurullar ve bulunduğu yargı çevresinde ceza infaz kurumu veya
tutukevi olan her adlî yargı adalet komisyonunca bir ceza infaz kurumu ve tutukevi izleme kurulu kurulmasını
gerektiriyor bu yasa. Eğer yargı çevresinde müdürlük teşkilatı olan birden çok
ceza infaz kurumu ve tutukevi varsa bu kurulların sayısı artırılabiliyor.
Şimdi, sayın
milletvekilleri, sizlere sormak isterim; kendi illerinizde, acaba bu tür
kurulların varlığından, bu tür kurulların çalıştığından bilginiz ve haberiniz
var mı? Yasalar çıkarılıyor; ama, dolaplarda bekliyor, uygulaması yok.
Yine, bu kurullar,
kısaca, ceza ve tutukevlerinde yönetici, tutuklu ve hükümlülerle görüşüp,
onlardan bilgi almak, hükümlü ve tutukluların sağlık ve yaşam koşulları
hakkında gördükleri aksaklık ve eksiklikleri yetkili mercilere bildirmekle
görevlidirler. Yasa hükmü bu.
Şimdi, bu konularda, bu
kurulların en az üç ayda bir rapor düzenleyip, Adalet Bakanlığı infaz
hâkimliği, Cumhuriyet Başsavcılığı ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan
Haklarını İnceleme Komisyonuna raporlarını sunmaları lazım. Şimdi, ben
ikibuçuk yıldan beri Meclis İnsan
Haklarını İnceleme Komisyonundayım; ama, şimdiye kadar Komisyonumuza bu tür
raporların geldiğini görmedim. Belki Sayın Bakan biliyordur, kendi
Bakanlıklarına bu raporlar geliyordur diye umutlanıyorum, öyle bekliyorum.
Değerli milletvekilleri,
bu izleme kurulları Türkiye genelinde tam olarak oluşturulmuş değilse de, var
olanların da üyeleri resmî otoriteyi temsil eden kişilerden oluşmaktadır;
çünkü, bu kurullar, mevcut yasa hükmüne göre adlî yargı adalet komisyonu
tarafından resen ve en büyük mülkî amirin katkısıyla tespit edilmektedir; yani,
illerde valiler ve adlî yargı adalet komisyonu başkanı bir araya gelip, bu
kurulları oluşturuyorlar ve kurullar oluşturulurken, kamu kurumu niteliğindeki
meslek örgütlerinin de sadece bilgisine başvuruluyor yasa gereği; oysa,
bunların, bu kurulların çok ciddî görev yapması lazım. Cezaevleri ve
tutukevlerindeki bazı olumsuzlukları, aslında, hiç başka mercilerin müdahalesine
gerek kalmadan, bu kurulların tespit edeceği eksikliklerin ve noksanlıkların,
aksaklıkların düzeltilmesi, sorunlar daha da büyümeden düzeltilmesi mümkün;
ama, kurullar resmî hüviyette olduğu için, resmî daire hüviyetinde olduğu için,
çoğunlukla, bu görevlerini yeterince yapmıyorlar. Bu kurulları sivilleştirmek
lazım.
Maddeye geçmeden önce
tekrar edeyim; İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu üyesi olarak, İzmir
Milletvekili olarak, gördüğüm bazı aksaklıklarla ilgili Sayın Bakanın dikkatini
çekmek için bunları söylüyorum. Bu kurullar sivilleştirilmelidir. Örneğin,
baro, tabip odası, sanayi ve ticaret odası, esnaf odası, basın kuruluşları
temsilcilerinden oluşması lazım; yani, vali ve komisyon başkanının resen
bunları tespit etmesi yerine, şimdi saydığım kurumların kendi aralarından tespit
edecekleri temsilciler vasıtasıyla bu kurullar oluşturulursa Sayın Bakanım,
sanıyorum, hem daha demokratik olur hem de daha fazla güven verir.
Sayın milletvekilleri,
ceza infaz kurumları ve tutukevleri izleme kurullarının, resmî otoriteyi temsil
eden görüntüden kurtarılması gerekiyor. Aksi halde, bugün olduğu gibi, yine
işlevsiz kalmaya devam eder.
Değerli milletvekilleri,
bir diğer konu, sanıyorum, Sayın Bakanın da çok rahatsız olduğu ve muhtemeldir
ki, toplumu da çok rahatsız eden bir konu da, çocuk tutukevi meselesi, Sayın
Bakanım. Türkiye'de, bildiğim kadarıyla, sadece İstanbul ve Ankara'da var; bir
de, İzmir Cezaevinin bir bölümü, tecrit edilen bir bölümü çocuk tutukevi olarak
kullanılıyor. Şimdi, İstanbul'da, Ankara'da ya da daha geniş alalım, Marmara
Bölgesinde, İç Anadolu Bölgesinde bir suç nedeniyle tutuklanan çocuklar, bu
tutukevlerinde muhafaza altına alınıyor. Peki, Kars'ta bu suçu işleyen çocuklar
nerede kalıyor, Hakkâri'de suç işlemişse nerede kalıyor, Trabzon'da ise bu
çocuk ve suç işlemişse nerede kalıyor; bunlar, büyüklerle aynı mekânda,
büyüklerin kaldığı cezaevlerinde ve aynı koşullarda, bir arada kalmak
durumundalar; çünkü, belirttiğim gibi, yine bildiğim kadarıyla, İstanbul ve
Ankara'da var, başka bölgelerde yok. Oysa, Türkiye, biliyorsunuz 7 bölge. En
azından, bu çocuk tutukevlerinin her bölgede 1 tane olacak şekilde sayısının
artırılması lazım. Yoksa, Kars'ta, Ardahan'da, Hakkâri'de, Diyarbakır'da,
Mardin'de, Trabzon'da, Ordu'da, suç işleyen çocukları, eğer, büyüklerle
beraber, onlarla aynı mekânda yaşamaya zorlarsak, bunun birçok sakıncası var;
bunları anlatmama gerek yok, zaten hepsini biliyorsunuz. Çocuklar, orada, çoğu
da basit bir nedenle tutuklanıyor; ama, o cezaevinden çıkarken, tam bir suç
makinesi olarak çıkabiliyor.
Değerli milletvekilleri,
Sayın Bakanım, o nedenle, kesinlikle, mutlaka, her bölgede, en azından 1 çocuk
tutukevi olacak biçimde çalışma yapmak lazım. Bu konularda, gerek Ceza ve
Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün gerekse Sayın Bakanın duyarlı olduğunu
biliyorum; ama, işte, duyarlı olmak yetmiyor, biraz da, Sevgili Bakanım, icraat
lazım.
Değerli arkadaşlarım, bir
diğer sorun ıslahevleri. Bildiğiniz gibi, suç işleyen çocuklar, hükümlüler, 19
yaşından gün alıncaya kadar çocuk ıslahevlerinde barındırılıyorlar ve çocuk
ıslahevlerini, aslında, bir cezaevi gibi düşünmemek lazım; çünkü, bu çocuklar,
bu ıslahevlerinde meslek öğreniyorlar, eğitimlerini yapıyorlar. Meclis İnsan
Hakları İnceleme Komisyonu üyeleri olarak bunları gezdik arkadaşlarımızla
beraber, gördük. Gerçekten, çocuk ıslahevleri, çocuklarımızı cezaevi sonrası
yaşama hazırlamakta son derece önemli ve toplumsal, sosyal bir görev
yapıyorlar. Yalnız, burada sıkıntı şu, değerli milletvekilleri: Türkiye'de
sadece, bildiğim kadarıyla 3 tane ıslahevi var, Ankara, İzmir ve Elazığ'da. Suç
işleyen çocuk, tutuklanmasına karar verilen çocuk eğer Orta Anadolu, İç Anadolu
Bölgesinde ise, bunlar Ankara ıslahevinde kalıyorlar; Ege ve Marmara
Bölgelerindeyse -çok geniş bir bölge olmasına karşın- İzmir'deki ıslahevinde
kalıyorlar; doğu ve güneydoğuda ise bu çocuklar, orada yaşayan çocuklar eğer
bir suç nedeniyle tutuklanmışsa, bunlar da Elazığ Islahevinde kalıyorlar.
Çocuk tutukevleriyle
ilgili söylediklerimi bu konuda da tekrar etmek durumundayım. Yine, gerek Ceza
ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün gerekse Sayın Bakanın, çocuk tutukevlerinin,
çocuk ıslahevlerinin, genel olarak cezaevlerinin durumuyla ilgili çok duyarlı
olduklarını biliyorum; ama, çocuklarımızı suçlardan koruyalım derken, onları
son derece azılı suçluların, âdeta suç makinesi haline gelmiş kişilerin arasına
sokarsak, onlarla birlikte aynı mekânda yaşamaya mecbur edersek, o çocukların,
ıslah etmek bir yana, cezaevinden çıktıklarında tam bir suç makinesi haline
geldiklerine tanık oluruz ki, genellikle, zamanımızda, günümüzde yaşanan da bu.
Bir defa, ıslahevinden
normal cezaevine geçebilmesi için, çocuğun 18 yaşını doldurmuş olması lazım, 19
yaşından gün alması lazım; ama, genellikle, değerli milletvekilleri, tutukluluk
süreleri ya da aldıkları ceza süresini, infazdan sonra, infazla ilgili
indirimlerden sonra, bu çocukların ıslahevine bile gitmesine gerek kalmadan, o
süreyi büyüklerle ilgili cezaevlerinde tamamlamak durumunda kalıyorlar. Yani,
17 yaşındaki bir çocuk bir nedenle tutuklanmışsa, onun yargılanması sona
erinceye kadar ve eğer, o civarda çocuk tutukevi yoksa -ki, dediğim gibi,
Türkiye'de zaten 2 tane var- çocuğun bütün cezaevi süresi, cezaevinde kalma
süresi büyüklerle aynı koşullarda, aynı mekânlarda geçiyor ve zaten, 18 yaşını
doldurduktan sonra da...
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Ersin, son
cümlelerinizi rica edeyim.
AHMET ERSİN (Devamla) -
Tamamlıyorum Sayın Başkanım; teşekkür ederim.
...tutukluluk süresi
bittiğinde ya da beraat ettiğinde de, zaten, cezasını da tamamlamış oluyor ve
bu çocuk, ıslahevini görmeden, büyüklerle birlikte kaldığı cezaevinden tahliye
olmuş oluyor.
Sevgili Bakanım, bu
konular son derece ciddî, yani, ıslahevi, çocuk ıslahevi sorunu ciddî, Sayın
Bakanım, çocuk tutukevleri sorunu ciddî. Bunların sayılarını artırmamız lazım.
Çocukları suç makinesi haline getirmeden, orada, büyüklerle birlikte kalıp da,
onlarla birlikte yatıp kalkıp da, hatta, onların ayak işlerini yapmaya mecbur
kalıp da, sonra, oradan özenti içerisinde -mafya özentisi içerisinde, hırsızlık
özentisi içerisinde, başka suçlarla ilgili özenti içerisinde- tahliye
olmalarının önüne geçmek için çocuk tutukevlerinin ve çocuk ıslahevlerinin
sayılarının artırılması lazım.
Madde üzerinde de
konuşmak isterdim; ama, zamanım doldu. Ama, sanıyorum, bu söylediğim konular da
önemli, değerli arkadaşlarım.
Beni dinlediğiniz için
hepinize teşekkür ediyorum.
Sayın Başkanım, sabrınıza
teşekkür ediyorum. Sağ olun. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Ersin.
4 üncü madde üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.
5 inci maddeyi
okutuyorum:
MADDE 5.- 5275 sayılı
Kanunun 59 uncu maddesinin dördüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve
beşinci fıkranın başına "Türkiye Cumhuriyetinin taraf olduğu uluslararası
sözleşmelere ve karşılıklılık esasına uygun olmak koşuluyla;" ibaresi
eklenmiştir.
"(4) Avukatların
savunmaya ilişkin belgeleri, dosyaları ve müvekkilleri ile yaptıkları
konuşmaların kayıtları incelemeye tâbi tutulamaz. Ancak, 5237 sayılı Kanunun
220 nci, İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü ve Beşinci Bölümlerinde yer alan
suçlardan mahkûm olan hükümlülerin avukatları ile ilişkisi; konusu suç teşkil
eden fiilleri işlediğine, infaz kurumunun güvenliğini tehlikeye düşürdüğüne,
terör örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının örgütsel amaçlı haberleşmelerine
aracılık ettiğine ilişkin bulgu veya belge elde edilmesi halinde, Cumhuriyet
Başsavcılığının istemi ve infaz hâkiminin kararıyla, bir görevli görüşmede
hazır bulundurulabileceği gibi bu kişilerin avukatlarına verdiği veya
avukatlarınca bu kişilere verilen belgeler infaz hâkimince incelenebilir. İnfaz
hâkimi belgenin kısmen veya tamamen verilmesine veya verilmemesine karar verir.
Bu karara karşı ilgililer, 4675 sayılı Kanuna göre itiraz edebilirler."
BAŞKAN - Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Tekirdağ Milletvekili Sayın Mehmet Nuri
Saygun.
Sayın Saygun, kişisel söz
hakkınızla müşterek veriyorum sözünüzü; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz 15 dakikadır.
CHP GRUBU ADINA MEHMET
NURİ SAYGUN (Tekirdağ) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 5275
sayılı Yasanın 59 uncu maddesinde yapılması düşünülen değişiklikle ilgili
olarak söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, bir kez daha hepinizi saygılarımla
selamlıyorum.
Efendim, öncelikle, 59
uncu maddedeki değişikliğe yönelik iddialarımı ve görüşlerimi ifade etmeden
önce, izin verirseniz, demin bahsetmeye çalıştığım, yasanın yapılış tekniğiyle
ilgili, süre yönünden tamamlayamadığım birkaç hususu dile getirmek istiyorum.
Şimdi, Ceza İnfaz Yasası,
Avrupa Birliği sürecinden az önce bir değişiklik geçirerek Ceza ve Güvenlik
Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun Tasarısı şeklinde komisyonumuza geldi. Bu,
komisyonda -aslında, yasa, yeterli olgunlukta değildi; ama, Avrupa Birliği
süreci öncesinde 17 Aralığa kadar ceza külliyatının tamamının tamamlanması
gerektiğinden- mevcut eksikliklerine rağmen, elimizden geldiğince değişiklik ve
düzenlemeler yaparak yasayı hazır hale getirmek zorundaydık. Bu zorunluluk
nedeniyle de bir altkomisyon kuruldu ve o altkomisyonda ben de görev aldım. Bu
alt komisyon çalışmalarında birbuçuk günlük sürede 126 madde görüştük değerli
arkadaşlarım. Yeni hazırlanmış bir yasanın 126 maddesini birbuçuk güne
sığdırdık, görüştük, değerlendirdik, eksikliklerini gidermeye çalıştık ve sonuç
itibariyle de altkomisyon çalışmaları tamamlandı, komisyona geldi. Şimdi,
birbuçuk günlük bir süre içinde yasanın arzulanan şekle getirilmesi mümkün
değildi. Kaldı ki, siyasî tercih olarak hazırlanan bu yasanın Cumhuriyet Halk
Partisi siyasî tercihlerine pek de yatkın olduğu da söylenemezdi; çünkü,
yasanın genel mantalitesine baktığımızda, yasa daha çok hükümlülerin ceza infaz
kurumlarında mahkûmiyet sürelerini geçirirken gerekli şartların sağlanması,
onların ıslah edilmesi, topluma kazındırılması gibi iddialar yasanın genel
mantalitesinde arka planda kalmıştı. Önplanda ne vardı derseniz; önplanda,
idarenin işini kolaylaştırmak vardı. Yani, bu yasa, siyasî anlayış olarak
kurumda görev yapan idarî mekanizmanın işlemlerinin daha kolay yürümesi ve
böylece idarenin rahat etmesine yönelik birtakım zecri, baskılayıcı tedbirleri
içeriyordu. Şimdi, birbuçuk günde böyle bir mantalitenin ortadan kaldırılması
mümkün değildi; bir. İki; zaten sayısal anlamda da bunu kaldırmamız mümkün
değildi; çünkü, altkomisyonda da komisyonda da sayısal çoğunluk İktidar
Partisinindi. Dolayısıyla, İktidar Partisi kendi siyasî mantalitesine göre
hazırlamış olduğu bir yasada çok fazla değişikliğe izin vermediği için de kendi
siyasî anlayışları doğrultusunda bu yasa çıktı.
Şimdi, bu yasanın, daha
çıktığı tarihte, toplumumuza uygun bir elbise olmadığını ifade etmiştik. Ben
daha önce de, deminki konuşmamda bahsettiğim gibi, yasa tasarısı Meclis gündemine
taşındığında şu kürsüden o zaman da demiştim, bu yasanın, ne yazık ki, kısa bir
süre sonra ihtiyaca cevap vermekten uzak olduğunu göreceğiz ve değişiklikler
yapma ihtiyacını duyacağız. Bu da bizim için sancıdır, sıkıntıdır, bir
eksikliktir demiştim. Bugün, o sözünü ettiğim husus gün gibi ortada, işte,
bugün bunu görüyoruz.
Ama, bu yasayla ilgili,
Karaman Milletvekilimiz Mevlüt Akgün'ün bu maddeyle ilgili, 59 uncu maddeyle
ilgili grup adına yaptığı konuşmada söylediği bir cümleyi de, izin verirseniz, onun
konuşma metninin tutanağından aynen okuyorum: "Yapılan bu reformlarla
Türkiye'yi sağlam temellere getirdiğimizin göstergesidir bu yasa."
Şimdi, eğer, sizin siyasî
anlayışınızda iki ay sonra değiştirme ihtiyacı duyacağınız bir yasa, hakikaten,
Türkiye'de temelleri sağlam bir reformsa, o zaman, oturup o yasaların hepsini
bir daha görmek lazım, bir daha incelemek lazım. Korkarım, temellerimiz, sizin
attığınız temelleriniz pek de sağlam değil.
Efendim, Ceza İnfaz
Yasası, daha doğrusu, bu değişiklikle Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı
Hakkındaki Yasada dört temel unsur oluşur hukuken: Güvenlik, kurumsal
düzenleme, iyileştirme ve hükümlü hakkında adalet esasının egemen kılınması. Bu
yasanın temel yapısında bu dört unsurun hakkaniyetle, adil bir şekilde ve
tarafların hepsini kollayıcı, kucaklayıcı bir anlayışla sağlanması gerekir.
Güvenlik tamam, güvenlik
konusunda gereken her türlü tedbir tamam; kurumsal düzenleme konusunda da,
yine, her türlü düzenleme tamam; ama, iyileştirme konusunda yasa bünyesinde
birçok eksiklik var. Hükümlüler hakkında adalet esasının egemen kılınmasına
gelince, ne yazık ki, bu konudaki eksikler pek de küçümsenmeyecek boyutta.
Şimdi, bu, yasamızın genel mantalitesi ve bizi bugüne getiren husus.
Değerli arkadaşlarım,
bunun dışında, konuşmak için söz aldığım 59 uncu maddeye gelince; 59 uncu
madde, ne yazık ki, sübjektif temellere dayalı, özel olaylara karşı tedbir
niteliğinde bir madde. Evet, değişiklik önergesinin 5 inci maddesi olan bu
maddemizin 4 üncü bendinin ilk halinde "avukatların savunmaya ilişkin
belgeleri, dosyaları ve müvekkilleriyle yaptıkları konuşmaların kayıtları
incelemeye tabi tutulamaz" deniliyor; ama, şimdi, bu bentte, avukatların
yapacakları işlemlerle ilgili çok farklı, ama sübjektif esaslara dayalı önemli
ölçüde sınırlamalar getiriliyor. Şimdi, bu sınırlamalar, yasanın, az evvel de
bahsettiğim gibi, genel ruhu, güvenlik tedbirlerini ve koruma tedbirlerini almak
olursa, o zaman bu ruha bu değişiklik tıpatıp uyar; ancak, değerli dostlarım,
böyle bir değişikliği yaparken, bu değişikliğin kurumsal anlamda yargının bir
ayağı olan avukatların, dolayısıyla baroların nezdinde ne anlama geldiğini
değerlendirmemiz gerekir.
Ben, deminki konuşmamda
da söyledim, bu ve benzeri çalışmalar yapılırken, eğer baroların, Türkiye
Barolar Birliğinin ciddî anlamda görüşleri alınsaydı, yani sadece
akademisyenlerin değil, bu işi icra edenlerin, bu işi yaşamlarında taşıyanların
da görüşleri alınsaydı, sanıyorum, bu yasada bugün belki de bu değişikliğe
ihtiyaç duymayabilirdik. Şimdi, Adalet Komisyonu Başkanlığına gelen ve birçok
baro başkanının imzasını taşıyan bir metin var elimde. Bu metinde, birkaç husus
ilginç. Bir, kere, az evvel de söylediğim gibi, çıkarmış olduğumuz yasayı,
hükümetin sunduğu bir yasa tasarısını yasa haline dönüştürdük; ama, daha sonra,
bu yasa tasarısının, yani, çok geniş imkânları olan Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin,
o kadar bürokratı, o kadar bakanı ve o kadar donanımı olan bir yapıdan çıkan
yasanın yetersizliğini görüyoruz ve kişisel teklif halinde, bu yetersizliğin
önüne geçmeye kalkıyoruz. Şimdi, gelen kişisel teklif -demin de söyledim, bu,
teklif falan değil- hükümetin hazırladığı, ama, sübjektif gerekçelerle,
Bakanlar Kurulunun imzasına açmadan, bir milletvekili arkadaşımızın adı
üstünden getirilen bir teklif.
Şimdi, bu teklif böyle
gelince, aklıma birkaç husus geliyor. Olabildiğince nazik bir şekilde ifade
etmeye çalışacağım. Tasarının teklif olarak gelmesinin birkaç sebebi var.
Bunlardan bir tanesi, muhtemelen, Bakanlar Kurulunda imzaya açılması ve bir sürecin
geçmesi, bir de, şimdi, 1 Haziran çıktı önümüze, o ara 17 Aralık vardı, sonra 1
Nisan vardı, şimdi bir de 1 Hazirana kadar da bunu yetiştirmemiz gerekir; onun
için de, Bakanlar Kurulu imzasından vazgeçtik, teklif haline getirdik... Şimdi,
bu teklifte, biraz da art niyetli olarak bakıyorum; ama, diyorum ki, acaba,
Bakanlık, kendisi, tasarı olarak değil de teklif olarak verirken, yapılan
yanlışlığın farkına vardı ve Bakanlık olarak bu işi sırtlanmaktansa, bir
arkadaşımızı, burada, kurban ediyor, günah keçisi olarak, acaba, o
arkadaşımızın mı adını kullanarak getirdiler; çünkü -biraz sonra, sonunda bağlarken ifade edeceğim- bu yasanın,
daha doğrusu bu değişikliklerin, eğer, akıl ağır basarsa, Türkiye'deki hukuksal
yapı ağır basarsa, acilen, geriye çekilmesi gerektiği inancındayım. Şimdi,
avukatlar... Ben, yirmi küsur sene, yirmibeş yirmialtı sene avukatlık yaptım. O
mesleğin sancı ve sıkıntılarını da iyi bilirim. Avukatlık yaptığım sürede,
avukatlığın onurunu, haysiyetini ben koruduğum gibi, bu mesleği yapan bütün
meslektaşlarımın, bu işten ekmek yiyen meslektaşlarımın da koruduğu
inancındayım. Eğer tek tük, bu mesleği ifa ederken yanlış yapanlar olmuşsa -ki,
her meslekte olmuştur- onlarla ilgili gereken yasal tedbirler vardır, alınır.
HASAN KARA (Kilis) -
Zaten bu, o. Okumadan mı geldin?!
MEHMET NURİ SAYGUN
(Devamla) - Okudum Hasan Bey.
Şimdi, efendim, bir kere
şuraya bir bakalım: Avukatlar, eğer -şu yasada getirilen değişikliğe bakarak-
böyle bir girişim içinde bulunmuşlarsa, o zaman suç işlemişlerdir. Eğer avukat
suç işlemişse, o avukatın yargılanacağı yer ağır ceza mahkemesidir. Avukatlar,
meslekleriyle ilgili faaliyetlerinden ötürü ağır ceza mahkemesinde
yargılanırlar, diğer mahkemelerde yargılanmazlar; ama, burada, avukatın
mesleğiyle ilgili tutum ve davranışı, ne yazık ki, infaz hâkiminin denetimine
tabi kılınmak suretiyle, ağır cezada yargılanma hakkı olan avukatların ve baro
mensuplarının bu kazanılmış hakkı gasbedilmiş oluyor ve böylece de, bu
meslekte, beklenmeyen, düşünülmeyen bir haksızlığa uğramış oluyorlar.
Ayrıyeten, gene bu
düzenlemede ilgi çekici bir şey var. Bu düzenlemede, savunma avukatı potansiyel
suçlu olarak gösteriliyor. Şimdi, 1980 ihtilali sonrasında, o baskı rejiminin
var olduğu dönemde, ben, özellikle avukatlık mesleğine, özellikle o günkü
yöneticiler tarafından çok ağır sözler söylendiğini hâlâ unutmadım; ama, o bir
baskı rejimiydi, o farklı bir anlayıştı. Bugün aynı anlayışı -avukatlar adına-
böylesine bir maddenin içerisine getirip sokmanın doğru olduğu inancında değilim.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Saygun,
lütfen tamamlayın.
MEHMET NURİ SAYGUN
(Devamla) - Tamam efendim.
Şimdi, değerli dostlarım,
sonuç olarak, az evvel söylediğim bir söz vardı. Bir kere, avukatlar ağır
cezada yargılanmasalar bile, ağır cezanın dışında bir müktesep hakkımız daha
vardı, baroların disiplin kurullarında avukatların meslekleriyle ilgili denetim
görmeleri. Bu uygulamayla, baro disiplin kurullarının da hak ve yetkilerini
ellerinden alıyoruz, gasbediyoruz.
Sözlerimi tamamlarken,
birçok baro başkanı arkadaşımızın hazırlamış olduğu metindeki sonuç bölümünü
kısaca sizlere belirtmek istiyorum. Değişiklik teklifleri bir bütün halinde
geri çekilmelidir. Değişiklik önerilen yasaların yürürlüğe girmeden ıslahı ve
bu çeşit hukukdışı tasarı ve tekliflerle değil; kamuoyunda tartışılarak, hukuk
ve meslek örgütlerinin destek ve onayı alınan girişimlerle sağlanmalıdır.
Eğer böyle bir
değişikliğe ihtiyaç duymuşsak ve bu değişikliği, biz, bu şekilde, baroların ve
meslek kuruluşlarının desteğine ihtiyaç duymadan, bir milletvekili
arkadaşımızın adını kullanarak teklif olarak getirmişsek, bu, doğru bir yaklaşım
değildir, bu yanlıştır, bu yanlışlığı defalardır bu kürsüden dile getirdik, bir
kez daha dile getiriyoruz. Biz, bunları dile getirmekten yorulmayacağız; ama,
istirhamımız şu: Lütfen, siz, bu yanlışları yapmaktan artık vazgeçin, bu
yanlışlardan vazgeçmezsek, az evvel de söylediğim gibi, boşa verilen emek, boşa
sarf edilen mesai ve sonuçta sıfıra sıfır elde var sıfır. Geçmişte verdiğimiz
emeklerin hepsi boşa gitti, bu gece yine buradayız; korkarım, 1 Haziranda, bu
yasalar yürürlüğe girer veya girmez; ama, falcı falan olmaya gerek yok, eylülde
veya ekimde, bu yasayla ilgili değişiklik tekliflerini bir kez daha
getirirsiniz. Biz, o zaman da, bunu, bir kez daha size anlatırız.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Saygun.
Madde üzerinde, şahsı
adına, Ankara Milletvekili Sayın Ersönmez Yarbay; buyurun.
Süreniz 5 dakika.
ERSÖNMEZ YARBAY (Ankara)
- Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 13.12.2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza
ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun, 1.6.2005 tarihinde yürürlüğe
girecektir.
Bu kanun teklifinin
gerekçesinde deniliyor ki: "Kanunun uygulanmasına başlandığında ortaya
çıkabilecek muhtemel aksaklık ve eksiklikler tespit edilmiş ve bunları gidermek
amacıyla bir kısım maddelerde değişiklik yapılması zorunlu hale
gelmiştir." Bir defa, bu "zorunlu hale gelmiştir" ifadesine
katılmıyorum; çünkü, daha uygulama olmamış, aksaklıklar ve eksiklikler tespit
edilmemiş.
Bundan beş ay önce, biz
bu kanunu çıkarırken, enine boyuna tartıştık, her yönünü görüştük ve burada
dedik ki, bu kanun, mükemmel bir kanun. Şimdi, uygulamaya girmemiş, uygulamaya
henüz sokulmamış bir kanun, nasıl aksaklık ve eksiklik ortaya çıkarabilir?!
Bizim vaktimize yazık değil midir; bütün milletvekilleri olarak, bütün Meclis
olarak?!
İlkönce kanun yürürlüğe
girer, üç beş ay, altı ay uygulanır,
gerçekten önemli eksiklikler ve aksaklıklar ortaya çıkar; o eksiklikler ve
aksaklıklar ortaya çıktıktan sonra, rakamlarla... "Eksiklik, aksaklık
çıktı" demek, bence yuvarlak bir söz. Hangi konuda eksiklik ve aksaklık
çıktı; yani, hangi konularda biz sıkıntıya girdik, bu konuları da birer birer,
maddeler halinde sıralayarak ancak bir kanun değişikliğine gidebiliriz.
Bu kanun değişikliği,
kanun teklifi, savunmaya da çok büyük bir darbe vuruyor, savunma hakkını
elinden alıyor. Biz, bir defa, Anayasadaki eşitlik ilkesini göz önünde
bulundurmak zorundayız. Suçlular -adi suçlu, terör suçlusu- bence, hepsi
suçludur. Terör suçlusunun tarafı devlettir. Devlet, şahıslara, kişilere göre
çok güçlüdür; devlete karşı esas korunması gereken, kişilerdir. Dolayısıyla,
burada, terör suçlularının savunması çok zorlaştırılmaktadır ve ileride, birçok
insan, şu veya bu şekilde, birisinin telefon fihristinde ismi geçtiği için
terörist olarak adlandırılabilecek, gözaltına alınabilecek ve buradaki bu
uygulamalarla karşı karşıya kalacaktır. Dolayısıyla, kendisine güvenen bir
devlet, kendisine güvenen bir yapı, yargı ve güvenlik güçleri oluşturmak
durumundayız.
Onun için, bu kanunun
görüştüğümüz maddesinde, bir defa, düşünce sınırlaması getiriliyor; ilkönce
"suç işlendiğinin" diyor. Yani, 59 uncu maddesinin dördüncü
fıkrasının uygulanabilmesi için "suç işlendiğinin", "infaz
kurumunun güvenliğini tehlikeye düşürdüğünün", "terör örgütü veya
diğer suç örgütleri mensuplarının haberleşmelerine aracılık ettiğinin
belirlenmesi halinde..." Yani, bu olmuş ilkönce; bu, daha önce olmuş, daha
önceki görüşmelerde olmuş, ondan sonraki görüşmelere sınır getiriliyor; deniyor
ki, ondan sonra tüm görüşmeler, artık, suç işleyebilir, infaz kurumunun
güvenliğini tehlikeye düşürebilir ve terör örgütü mensupları birbirleriyle
haberleşmede... Ondan sonra, tüm
konuşmalar, avukatların görüşmeleri sınır altına alınmış oluyor. Bence, bu da,
hukuk mantığı açısından son derece sakıncalıdır; çünkü, gelecek
cezalandırılamaz; işlenmeyen bir suç, geçmişte suç işlendi diye
cezalandırılamaz ve terör suçlarında, devlet, taraftır. Taraf olan devletin,
suçluyu savunan, sanığı savunan avukatın evraklarını incelemesi, el koyması son
derece sakıncalıdır. Bu iş bir vatandaşa tanınmıyor da... Vatandaş, normal bir
vatandaş, adi bir cinayet davasında karşı tarafın belgelerini ve bilgilerini
inceleyebiliyor mu, el koyabiliyor mu?! Niçin burada böyle bir madde
getiriliyor?.. Bu maddenin adresi belli; İmralı Adası...
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Yarbay,
tamamlayın efendim.
ERSÖNMEZ YARBAY (Devamla)
- Dolayısıyla, evet, bu kanunun adresi belli. O zaman, biz, İmralı Adasıyla
ilgili bir kanun çıkaralım. Bütün avukatların, yani, herkesi, terör suçlusu
olan herkesi mahkûm etmek, bütün avukatlara sınır getirmek yerine, İmralı
Adası, nasıl özel bir mahkûm olarak İmralı Adasında tutuyoruz, yine, özel bir
kanunla onun görüşmelerine sınırlama getirebiliriz. Verilen evrakları, bilgi ve
belgeleri hâkim kararıyla kontrol edilebilir. Ama, bir kişiyi cezalandırıyoruz
diye, tüm, bu konuda sanık olabilecek herkesi cezalandırma ve savunma hakkına
büyük bir darbe indirmeye hakkımız yoktur diye düşünüyorum. Bu konu üzerinde
tekrar düşünülmesi gerektiğini özellikle arz ediyorum ve yürürlüğe girmeyen
kanunlar konusunda çeşitli baskı grupları... Hükümetin bir görevi de, en önemli
görevi de baskı gruplarına karşı dirençli olmaktır, baskı gruplarına karşı.
Daha yürürlüğe girmemiş bir kanun için kanun teklifi getirilmez. Ben bunun
kanun teklifi olduğuna da inanmıyorum; çünkü, üst tarafta kanun teklifi diyor
da, içinde "1.6.2005 tarihinde yürürlüğe girecektir; ancak, söz konusu
kanunun uygulaması başlangıcında ortaya çıkabilecek muhtemel aksaklık ve
eksikler tespit edilmiş, bunları gidermek amacıyla birkısım maddelerde
değişiklik yapılması zorunlu hale gelmiştir; bu nedenle tasarı
hazırlanmıştır" diyor.
BAŞKAN - Sayın Yarbay,
son cümlenizi alacağım.
ERSÖNMEZ YARBAY (Devamla)
- Dolayısıyla, bu konuyu tekrar dikkatlerinize arz ediyor, saygılar sunuyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Yarbay.
5 inci madde üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... 5 inci madde kabul edilmiştir.
6 ncı maddeyi okutuyorum:
MADDE 6.- 5275 sayılı
Kanunun 92 nci maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
"(2) 250 nci
maddenin birinci fıkrasında yer alan suçlarla ilgili olarak alınan bilgilerin
doğruluğunun araştırılması bakımından zorunlu görülen hâllerde, hükümlü veya
tutuklular, rızaları alınmak koşuluyla, ilgili makamın ve Cumhuriyet
Başsavcılığının talebi üzerine hâkim kararı ile geçici sürelerle ceza infaz
kurumundan alınabilirler. Bu süreler, hükümlü veya tutuklu dinlendikten sonra
işin niteliğine göre, her defasında dört günü ve hiçbir surette onbeş günü geçmemek
üzere hâkim tarafından tayin olunur ve hükümlülük ve tutuklulukta geçmiş
sayılır. Ceza infaz kurumundan ayrılış ve dönüşlerinde hükümlü veya tutuklunun
sağlık durumu doktor raporu ile tespit edilir. Yer gösterme sırasında yapılan işlemlere
ilişkin belgelerin bir örneği ilgilinin dosyasında muhafaza edilmek üzere
Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir."
BAŞKAN - Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Antalya Milletvekili Sayın Feridun
Baloğlu.
Efendim, sizin şahsî
konuşma talebiniz de var; birleştirdim; 15 dakika.
Buyurun efendim. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA FERİDUN
FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yasa teklifinin
6 ncı maddesi üzerinde Grubumun ve kişisel görüşlerimi açıklayacağım.
Haftalardır süren ceza
mevzuatının tamiratına ilişkin düzenlemenin bu bölümünde Hasan Kara'nın yeni
bir eserini inceliyoruz. Olayı netleştirmek gerekirse, 5275 sayılı Ceza ve
Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun çok yakın bir zamanda çıktı. 13
Aralık 2004 tarihinde kabul edildi, 29 Aralıkta da Resmî Gazetede yayımlandı;
yani, yaklaşık beş ay önce bu kanun kabul edildi ve bu kanun, 1 Haziranda,
yani, yedi gün sonra yürürlüğe girecek. Nedense, bu ceza mevzuatına ilişkin
bütün yasalarda son dakika değişiklikleri geliyor, yeni düzenlemeler geliyor;
bunlar, hukukçular tarafından bile yeterince kavranamıyor. Meclis çoğunluğu,
hatta, Meclisin tamamı hukukçulardan oluşsa bile, birtakım konular yeterince
tartışılamadan geçiyor, dönüp bir daha tartışıyoruz, bir daha düzenliyoruz.
Bunun son örneğini de bu maddeyle ilgili olarak yaşıyoruz.
Oysaki yürürlükteki 92
nci madde, hiçbir eki gerektirmeyecek şekilde açık. Hükümlünün cezaevinden
hangi koşullarda çıkarılabileceği düzenlenmiş. Burada çok açıkça, izin gibi,
hastaneye gitmek gibi, duruşmaya sevk gibi, eğitim gibi, doğal afetler gibi
hallerde gönderilebileceği yazılıyor ve bunun da, ancak yetkili makamca
verilmiş yazılı bir emir olmadıkça gerçekleşmeyeceği belirtiliyor.
Şimdi, değerli
arkadaşlarımızın getirmiş olduğu değişiklikte ve kanunun yürürlüğe girmesine
yedi gün kala getirilen bu değişiklikte bir genel gerekçe var. Demin, diğer bir
milletvekili arkadaşım okudu. Burada deniyor ki: "Ancak, söz konusu
kanunun uygulamasına başlandığında ortaya çıkabilecek muhtemel
aksaklık..." Yani, burada bir kehanet görüyoruz. Kanun daha uygulanmadı. O
kanunun altında imzası var arkadaşlarımızın. O kanunu savundular; şimdi bir
kehanette bulunuyorlar: "Çıkacak muhtemel aksaklık..." Ne çıkacak?..
Hangi muhtemel aksaklık çıkacak?.. Hangi amaca yönelik?.. Bu gerekçe,
isteklerini ifade ediyor mu?.. Bu gerekçe bizi ikna ediyor mu?.. Sadece,
muhtemel bir aksaklık ve eksiklikler tespit edilmiş. Kim tespit etmiş, hangi
uygulamayla tespit etmiş?.. Hiçbir şey yok ortada.
Kaldı ki, arkadaşlarım,
bu madde, bu konuştuğumuz madde ilk teklifte de yok. Adalet Komisyonunda bu
yasa görüşülürken arkadaşlarımız bu maddeyi önerdiler, bu eki önerdiler. Yani,
bu ihtiyaç sekiz gün kala fark ediliyor, dokuz gün kala fark ediliyor. Yarın
yeni ihtiyaçlar fark edilecek, aksaklıklar fark edilecek. Bu, nasıl bir kanun
yapma tekniğidir! Ve böyle bir anlayış Meclise dayatılmıştır. Böyle bir
anlayış, bu Meclisin reddetmesi gereken bir anlayıştır. Böyle kanun yapılmaz.
Böyle kanun yapılmayacağının örneklerini de ve buna yönelik eleştirileri de
-burada arkadaşlarım var- Türkiye Barolar Birliğinin Genel Kurulunda gördük.
Orada, -sanıyorum, Anayasa Komisyonundan iki arkadaşım, Adalet Komisyonundan üç
arkadaşım vardı- eleştirilere cevap veremeyecek hale düşürüldük...
RAMAZAN KERİM ÖZKAN
(Burdur) - Muharrem Bey de vardı.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU
(Devamla) - Evet.
...izah edemeyecek hale
düşürüldük. Yani, bir hukukçunun izah edemeyeceği, kabul edemeyeceği bir
değişikliğin Meclise böylesine dayatılmasını nasıl kabul ediyorsunuz
arkadaşlar?!
Şimdi, maddeye bakalım,
nedir madde; madde çok açıkça şunu getiriyor: Cezaevindeki tutuklu ve
hükümlüyü, hâkimin kararıyla, dışarı çıkarmaktır bu. Geçmişte de bu uygulamalar
oldu arkadaşlar. Lütfen, şu maddeyi bir okuyalım, birlikte okuyalım:
"5275 sayılı Kanunun
92 nci maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
'(2) 250 nci maddenin
birinci fıkrasında yer alan suçlarla ilgili olarak alınan bilgilerin
doğruluğunun araştırılması bakımından zorunlu görülen hallerde, hükümlü veya
tutuklular, rızaları alınmak koşuluyla, ilgili makamın ve cumhuriyet
başsavcılığının talebi üzerine hâkim kararı ile geçici sürelerle ceza infaz
kurumundan alınabilirler.'" Zaten, bu "alınabilirler" deyiminin
ne anlama geldiğini de polis jargonunda çok iyi biliyoruz biz. Alınabilirler...
"Her defasında dört günü geçmemek üzere, toplam onbeş günü geçmemek
üzere..." Madde bu...
Şimdi, arkadaşlar
"alınan bilgilerin doğruluğunun araştırılması bakımından"
deniliyor. Alınan bilgilerin
doğruluğunun araştırılması için, tutukluyu ya da hükümlüyü cezaevinden alıp,
dağ bayır gezdirmek mi gerekiyor?! Yer göstermeyle sınırlı çok belirli bir
alanı kastediyorlarsa, onu da tartışırız; ama "hükümlü ve tutuklunun
rızası alınmak koşuluyla" gibi ironik bir düzenlemeyi kimse kabul edemez.
Hükümlü ve tutuklu özgürlüğünden vazgeçilmiş kişidir, haklı nedenlerle
vazgeçilmiş kişidir; ama, özgürlüğünden de vazgeçilmiştir. Rızası nedir,
cezaevindeki tutuklunun, hükümlünün rızası nedir, rızasını özgürce
kullanabilecek halde midir? Geçmişte bunun yüzlerce deneyi var arkadaşlar;
sıkıyönetim dönemlerini yaşadık, olağanüstü hal dönemlerini yaşadık.
Cezaevlerinden çıkarılan insanlara suç işlettirildiğini biliyoruz. Bunun aksini
söyleyecek kimse yok. Yüzlerce olay sayabilirim. Burada isimlendirmek
istemiyorum; ama, özellikle hukukçular, ceza hukukçuları, cezaevlerinden
çıkarılan tutukluların ve hükümlülerin başlarına neler geldiğini, neler
yaptıklarını bilirler.
Şimdi, bu süreler, onbeş
gün arkadaşlar, toplam onbeş gün; yani, tutukluyu, hükümlüyü cezaevinden
alıyorsunuz, bir keresinde dört günü geçmemek kaydıyla çıkarıyorsunuz
cezaevinden, dört gün, dört gün cezaevinin dışında tutuyorsunuz, dört gün!...
Rapor alınacakmış dönüşte... Dört gün ve toplam onbeş gün. Ne oluyor?! 11 Eylül
suikastına katıldığı iddia edilen kişiler bile onbeş gün gezdirilmedi dağda
bayırda. Yani, böylesine bir düzenlemenin olağan bir dönemde getirilmesinin
hiçbir haklı gerekçesi olamaz. Buna yalnız hukukçular değil, buna yalnız
özgürlükten yana olanlar değil, herkes karşı çıkmalıdır.
Böyle bir düzenlemeye
niye gerek duyuluyor; şu söyleniyor: Olağanüstü haller, ülkenin birliği...
Arkadaşlar, hiç kimse bizi olağanüstü haller gerekçesiyle, ülkenin birliği gibi
gerekçelerle bu tür yanlış hükümleri kabul etmeye zorlamamalıdır. Bu Meclisin
ve bu Mecliste temsil edilen bütün partilerin ve temsil edilmeyen bütün
partilerin yurtseverliğinden kuşku duymak için elimizde sağlam deliller
olmalıdır. Ben bu Meclisteki hiç kimsenin yurtseverliğinden kuşku duymuyorum,
şüphelenmiyorum kimseden. Ne demek yani?! (CHP sıralarından "bravo"
sesleri, alkışlar)
Bu maddeye karşı çıkınca
biz, anarşik suçlara katılmış olanları, suç işlemiş olanları korumuş gibi
olacağız. Hiç kimse bizim yurtseverliğimizi tartışma konusu yapamaz. Özellikle,
bunu, kendi Partim için söylüyorum. (CHP sıralarından "helal olsun"
sesleri, alkışlar)
Şimdi, değerli
arkadaşlarım, bu maddeye ilişkin karşı oy yazısını iki arkadaşımız yazdılar,
Orhan Eraslan ve Nuri Saygun. Onu burada tekrar etmiyorum, okumuyorum. Biz de
muhalefetimizi bildirmiştik; ama, bir yurt gezisi nedeniyle ayrıntılı olarak
yazamamıştık. O görüşlere de katılıyorum.
Şimdi, bu düzenleme...
Geçmişte yaşanan birçok acı olayın yeniden yaşanması olasılığı bile geçmişi
unutmayanlar için ürpertici niteliktedir, tüyler ürpertici niteliktedir. Bu
toplumun, bu ülkenin, yeniden, bu tür şeyleri yaşamaması gerekir.
İyi niyetlerinden kuşku
duymuyorum bu öneriyi getiren arkadaşlarımın; ama, bu maddeyi alelacele yasaya
ekleten arkadaşlarıma bu son dakika düzenlemesini kimlerin önerdiğini merak
ediyorum. Hangi birikimleriyle, hangi geçerli belgelerle ve edindikleri
raporlarla böyle bir düzenlemeyi Meclisin önüne getirmişlerdir?! Nedir muhtemel
aksaklıklar?! Ne oluyor, ne oluyor da cezaevindeki insanları dörder günden
toplam onbeş gün sokağa çıkarıyoruz?! Özel bir şey mi var?! Bir neden varsa,
Mecliste bunu açıklamak zorundalar; yoksa, bu düzenleme nereden çıktı?! Kaldı
ki, bu düzenleme ilk teklifte de yok arkadaşlar -demin de söyledim- komisyonda
son dakikada geliyor. Neden geliyor; iki satırlık bir gerekçeyle geliyor. O
gerekçeyi okuyamıyorsunuz bile elinizdeki metinlerden. Hukukçu olanlar da
okumuyor, olmayanlar da okumuyor; okuma şansınız yok, önünüzde gerekçe yok sizin, son dakikada getirildiği için.
Bunu kabul mü edeceğiz yani şimdi; hem gerekçe
yok hem gerek yok ve bu önümüze geliyor.
Arkadaşlar, bu 6 ncı
maddeyle ilgili düzenlemeye ek, yani, yasanın 92 nci maddesine getirilen bu
düzenlemeye hiç gerek yoktur. Bu düzenlemeye gerek olduğunu söyleyenler biraz
sonra çıkıp, bu kürsüden, neden gerekli olduğunu söylemelidirler ve bizi ikna
etmelidirler; etmeyeceklerse, birtakım genel kavramların arkasına saklanıp,
birtakım gizli suçlamaları karşıdakilere yöneltip, böyle bir maddeyi bizi kabul
etmeye mecbur bırakmamalıdırlar.
Şimdi, değerli
arkadaşlarım, böyle yasa yapılır mı; ne böyle yasa yapılır ne de böyle
değişiklik yapılır. Ya yasayı yaparken yanıldık ya değişiklik yaparken
yanılıyoruz. Yanılmalarımız öylesine zincirleme hale geldi ki, şimdi ben kürsüye çıkarken Sayın Grup
Başkanvekilim bana bir değişiklik önergesi verdi bu maddeyle ilgili. Biraz
sonra tartışılacak; bunu da yine İktidar Partisinden beş arkadaşımız veriyor.
Diyorlar ki: Görüşülmekte olan Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında
Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin 6 ncı maddesinde yer alan
"250 nci maddenin" ibaresinin "5271 sayılı Kanunun 250 nci
maddesinin" şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz. Doğru tabiî bu
talep. Doğru, ama; bir, kanunu yapıyoruz dört ay önce. İki, kanunu dört ay
sonra değiştirmeye kalkıyoruz. Üç, komisyona geliyor, bir madde daha ekliyoruz.
Genel Kurula geliyor, ben kürsüye çıkarken, değişiklik önergesi geliyor. Nasıl
kanun yapıyoruz arkadaşlar; yani, bunu nasıl kabul edeceğiz; bu Meclis bunu
nasıl kabul edecek?! Kabul edenler bunun hesabını vicdanlarında verirler. Böyle
bir kanun yapma anlayışının bu Mecliste geçerli olmaması gerekiyor.
Bir de burada sık sık
şunu söylemekten kaçınmalıyız: Çok kanun yapmak, çok hızlı çalışmak, gece geç
saatlere kadar çalışmak... Çok kanun yapmanın, çok iyi kanun yapmak olmadığını
bu yaşanılan deneyimle gördük. Çok kanun çıkarmak mı; eksiksiz ve iyi kanun
çıkarmak mı doğrudur? Tabiî her kanunun
eksiği olabilir; ama, bir kanun yaşama geçmeden böyle kevgire dönmez. Her
tarafıyla delik deşik olmuş bir ceza mevzuatıyla karşı karşıyayız. Eğer ortada
bir sorumluluk varsa, ilk düzenlemeye sahip çıkanlar bunun sorumluluğunu da
üstlenmelidir. Ya o zaman yanlış yapıldı ya bugün yanlış yapıldı ya demin
yanlış yapıldı bir önergeyle. O kadar aceleye getiriyoruz ki, yasa metnindeki,
değişiklik metnindeki 250 nci maddenin hangi yasanın 250 nci maddesi olduğunu
bile yazmayı unutuyoruz.
Şimdi, arkadaşlar, bu
Mecliste hukukçu olmayan değerli milletvekili arkadaşlarım bizim hukukçu
oluşumuza güvenerek, Adalet Komisyonunun da hukukçulardan oluştuğuna güvenerek
el kaldırmasınlar. Öyle anlaşılıyor ki, hukukçular da çok hata yapıyorlar.
Hepimizin bunda payı var. Burada belirli sayıda hukukçu var; ama, lütfen, bu
maddeyi bir kere daha okuyun, bu maddenin doğru bir madde olmadığını göreceksiniz.
Adalet Komisyonunun başı
dönmüştür arkadaşlar. Bugün sabah 4 tane kanun geldi önümüze, öğleden sonra 4
tane de burada geldi. Takip etmekte zorlanıyoruz. Tabiî, aramızda çok zeki, çok
hızlı kavrayan arkadaşlar olduğunu biliyorum, değişiklik önergelerini getiren
arkadaşlar, onları kutluyorum; ama, herkesten aynı zekâ yüksekliğini bekleme
hakları yoktur. Biz, ortalama bir zekâya sahip milletvekilleriyiz, belirli bir
hukuk birikimimiz var. Onların birikimi bunu süratle kavramalarını mümkün
kılıyor olabilir; ama, biz bu şansa sahip değiliz, bunu itiraf ediyorum. (CHP
sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) O yüzden, bizim gibi daha
mütevazı hukukçuları da dikkate alarak ve bu Mecliste hukukçu olmayanları da
dikkate alarak, daha dikkatli düzenlemeler yapmaları gerektiğine inanıyorum.
Değerli arkadaşlarım, bu
çerçeveyi belirttikten sonra çok kısaca, İktidar Partisinin özgürlük ve devrim
anlayışına değinmek istiyorum. Bu kanun ve diğer ceza kanunları çıktığı zaman,
çok iyi hatırlıyorum, bu kürsüden, arkadaşlarımız bunun bir devrim olduğunu
söylemişlerdi ve özgürlükleri genişletmenin de çok doğru bir anlayış olduğunu
söylemişlerdi. Ben o zaman sevinmiştim; çünkü, özgürlükten yana, devrimci bir
solcuyum ben. O sevinçle de, hakikaten, dedim ki: Arkadaşlar, devrimciliği ve
özgürlüğü benimsediler, güzel bir gelişme bu. Şimdi, aradan d ört ya da beş ay
geçti, bu özgürlük anlayışından geri döndüğünüzü görüyorum. Yani, öylesine geri
dönülüyor ki, herkes şaşırıyor. Sizi öven köşeyazarları da şaşırmaya başladı,
arkanızdaki medya bile sizden desteğini çekmeye başladı; yani, bu, sizi
özgürlükçü olduğunuz için, devrimci olduğunuz için falan desteklemiş
köşeyazarları vardı. Şimdi, arkadaşlar, bu sürede özgürlükçü olmaktan vaz mı
geçtiniz?! Kendinizden menkul devrimciliğinizden vaz mı geçtiniz?! Bir de bu
durumu gözden geçirin; bir de ideolojik sorun doğuyor bu yasalarla ilgili ve bu
manzarayı görünce, ben, bu çalışma düzenini bir mehter yürüyüşü gibi bile
değerlendiremiyorum; çünkü, mehter yürüyüşüne saygı duyuyorum. Onlar, hiç
olmazsa, iki adım attıktan sonra bir geri adım atıyorlar; sizse, iki adım
atıyorsunuz, sonra üç adım geri atıyorsunuz. Bu yasa budur arkadaşlar, ceza
mevzuatında yaptığınız budur; iki adım atıyorsunuz, üç adım geri atıyorsunuz;
hepinizi kutluyorum!..
Saygılar sunarım. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Baloğlu.
Hükümet adına, Sayın
Bakanın konuşma talebi var.
Buyurun Sayın Bakan. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK
(Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Bu 6 ncı maddeyle ilgili
olarak, ben de düşüncelerimi ifade etmek isterim. Tabiî, eğer fikrimizde bir
yanlışlık varsa, bunu değiştirebilmeyi de içimize sindirebiliyorsak, karşılıklı
olarak birbirimizi ikna ederiz; ama,bir fikriinadı içerisindeysek, kim ne
söylerse söylesin, yine herkes bildiğini okur. Onun için, eğer bu 6 ncı
maddeyle ilgili düzenleme nereden çıktı, nasıl oldu tarzındaki bir düşünceyi
tartışacaksak, olup bitenlere bakmak lazım.
Türkiye'de, terör
olaylarını yaşadığı günden bu tarafa, çok değişik hükümetler döneminde, bazen
tek parti hükümeti döneminde, bazen koalisyonlar döneminde, bunun içerisinde,
sağ ve sol partilerin birlikte koalisyon yaptığı dönemler de dahil olmak üzere,
müteaddit defalar, pişmanlık yasası, topluma kazandırma yasaları çıkarılmıştır.
Bu yasaların özünde de, her defasında, bu insanlar şu veya bu sebeple suç
işlemiş olsalar dahi, tekrar bir pişmanlık içerisinde iseler, bunları topluma
kazandırmamız lazım; devlet böyle bir atıfet müessesesini çalıştırsın
istenmiştir. Bunun sonucu olarak da, evet pişman olduysa, bu pişmanlığın da bir
şekilde gösterilmesi gerekir. Nitekim, Ceza Kanununda da pek çok maddeyle
ilgili olarak, insanlar hangi saikle suç işlerse işlesin, bir pişmanlığı varsa,
vicdanî bir rahatsızlık duymuş ve o işten dolayı bir nedamet hali söz konusu
ise, cezalarında indirim yapılıyor.
Şimdi, burada da
getirilmek istenen şey şu: Netice itibariyle, cezaevinde hükmü kesinleşmiş olan
birisi "ben, bu işlerden dolayı pişman oldum; ama, benim karıştığım,
bildiğim birkısım olaylar var, birkısım bilgiler var, birkısım belgeler var,
birkısım suç aletleri var; bunları, ben göstermek istiyorum" diyor. Bu,
isterse, kendi içindeki örgüt çatışmasından olabilir veya başka türlü
taahhütlerin yerine getirilmemesinden olabilir veya vicdanî sebeplerden dolayı
olabilir; ne olursa olsun, birkısım faili meçhul, geçmişte yaşanmış
cinayetlerin, suçların aydınlatılması açısından da bu bilgiler faydalı
olabilir. Bunların ortaya çıkarılabilmesi adına, bu kişinin hâkim teminatına
bağlı olarak cezaevinden dışarıya çıkarılması söz konusudur.
Şimdi, burada, farkında
olmadan değerli arkadaşlarımızın düştüğü bir çelişkiyi de ifade etmek
istiyorum. Şimdi, biz, Ceza Kanununu, Ceza Usul Yasasını, İnfaz Yasasını büyük
ölçüde hâkim teminatına, hâkim kararına bağlamadık mı?! Hatta, zaman zaman,
bizden bazı arkadaşlarımızın, maksadını aşar bir tarzda, yargıya güven
meselesiyle ilgili olarak söylediği bir iki beyan üzerinden nasıl fırtınaların
kopartıldığını ve buna karşılık da "siz yargıya güvenmiyor musunuz"
diye, bu kürsüden müteaddit defalar konuştuğunuzu ben hatırlıyorum.
Şimdi, bu kararı cezaevi
müdürü vermiyor; işte, hep çok güvendiğiniz ve çok güvendiğimizi ifade
ettiğimiz yargı karar verecek. Filanca konuya geldiği zaman yargıya güven,
böyle bir konuya geldiğinde infaz hâkimine güvenmemek!.. O zaman, gelin,
buradan şunu söyleyin: Biz, asliye hukuk hâkimlerine güveniyoruz, sulh ceza
hâkimlerine güveniyoruz; ama, infaz hâkimlerine güvenmiyoruz deyin; gelin, bunu
burada da bir söyleyin; yargıya nereye kadar güvendiğinizi, nereye kadar
güvenmediğinizi de bir tescil edelim.
Şimdi, gayet açık, burada
deniliyor ki; evvela, kişinin rızası, arkasından ilgili makamın talebi üzerine
hâkim karar verecek ve buna karşı da itiraz imkânları var, ve sairleri var;
eğer, hâkim falan devreden çıkmış olsaydı, bunu anlamak mümkündü.
İkinci arz edeceğim
husus: Komisyon çalışmalarında, Adalet Komisyonu Sayın Başkanının, sizlerin
katkısıyla ne kadar demokratik bir usul ve üslup içerisinde çalıştığı
ortadadır. Burada, herkesin katkısına açık bir müzakere süreci sürdürülüyor.
Hepimizin isteği, arzusu, en iyi şekilde yasaları çıkarmaktır; ama, bakın,
Türkiye çok değişiyor. Bugün burada yaşadığımız bir olay var; hem muhalefet
partisinden değerli bir milletvekili hem bağımsız bir milletvekili hem de
İktidar Partisinden milletvekili bir arkadaşımızın yaptığı gündemdışı
konuşmalar var. Biz, özgürlüklerden yanayız; ama, bundan, dört ay evvel, beş ay
evvel, bu ülkenin ilim adamlarıyla, profesörleriyle "Türkler soykırım
yapmıştır" tarzında bir toplantının bir Türk üniversitesinde yapılacağını
birisi söyleseydi, biz bunları katiyen kabul edemezdik, havsalamız almazdı.
İktidar-muhalefet, bu yalandır diye çaba gösterirken, milletin ve bu çabaların
arkadan hançerleneceğini birisi beş ay evvel bu kürsüden söylemiş olsaydı,
hiçbirimiz bunu tahayyül bile edemezdik. Hatta, şimdi ne diye tartışılıp
duruluyor; bu 305 inci madde, bakınız, bununla ilgili hep aleyhte yazılar
yazılıyor. Boğaziçi Üniversitesindeki toplantıdan sonra, acaba, bu, millî
yararlarla ne kadar bağdaşıyor, böyle bir maddeye ihtiyaç var mı yok mu,
herkesin düşünmesi lazım. Onun için, Türkiye gibi süratli değişen bir ülkede,
bazen üç ay evvel, dört ay evvel öngöremediğiniz bir problem çıktığında,
elbette, bunu, açık yüreklilikle burada tartışacağız, konuşacağız, bir kanun
çıkarmak gerekiyorsa da çıkaracağız; bundan daha tabiî bir şey yoktur; bu
meclisler bunun için vardır, değişen ihtiyaçlara, değişen şartlara göre
kanunları gözden geçirecek, değişmesi gerektiği şekilde de değiştirecektir.
Onun için, ben, aslında, bu konuların daha rahat bir ortamda daha uzun bir
zaman içerisinde konuşulmasını çokda arzu ederim; ama, Türkiye gerçeklerini
gözardı ederek bir düzenleme yapılamadığını, yapılmaması gerektiğini, eğer bir
eksiklik varsa, nereden çıkmış bu eksiklik... Çünkü, bu eksiklikler şuradan
çıkıyor: Bu tasarılar yasalaştıktan sonra aradan beş ay, altı ay bir süre geçti.
Hatırlarsanız, biz, bir yıl demiştik bu yasaların yürürlüğü için, geçiş süreci
olarak bir yıl. Tatbikatçılarla konuşuldu, ilgili kurumlarla konuşuldu, yargı
müesseseleriyle konuşuldu, bunun altı ay olması istenildi. Bu altı aylık süre
zarfında hep ifade etmeye çalıştık ki biz, cumhuriyet savcılarıyla ve ceza
hâkimleriyle değerlendirme toplantıları yapıldı. Bu ihtiyaçlar, o değerlendirme
toplantılarında dile getirildi. Yasa yürürlüğe girdikten üç ay sonra, dört ay
sonra, biz, zaten bu değerlendirme toplantılarını yapacaktık, yine de
yapacağız.
Biz, mayıs sonunda düşünüyorduk;
şimdi 1 Haziranda gireceği için eylülde tekrar yapacağız. Tabiatıyla,
uygulamaları gördükçe bu değişiklikleri yaparız ve ilk defa da olmuyor.
İsterseniz, bunu bugün söyleyeyim, yarın da tartışacağımız yasalar var. Ceza
Kanunu, yürürlüğe girdiği tarihten itibaren tam 65 defa değişmiş. Hadi, biz
aceleye getirdik, biz bu işleri yeteri kadar tartışamadık. Peki, geçmişte bu 65
değişiklik nereden çıkmış? Niye, 65 defa Ceza Kanununda değişiklik yapılmış?
FERİDUN FİKRET BALOĞLU
(Antalya) - Kaç yılda?..
ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK
(Devamla) - Peki, Ceza Muhakemesi Yasası kaç defa değişmiş; en az 32 defa
değişmiş.
Demek ki, hadi, biz bugün
aceleye getirdik, vesaireye getirdik. Bu acelenin ne anlama geldiğini,
müteaddit defalar ben de bu kürsüden izah ettim. Yani, Türkiye'nin önünde on
sene zaman vardı da biz on güne mi sıkıştırdık?!
Şimdi, bakın, Borçlar
Kanununu, Türk Ticaret Kanununu gönderdik. Birinin arkasında beş yıllık çalışma
var, öbürünün arkasında yedi yıllık çalışma var. Süre verdik, buyurun yazın dedik,
ne diyorsanız dedik. Üstelik, daha taslak halindeyken sizin grubunuza da
gönderdik, üstelik Adalet Komisyonu üyelerimize de gönderdik. Önümüzde zaman
olan noktada, her türlü katkıyı alacak imkânı vermeye çalıştık; ama, şunu da
biliyoruz, bakın, Türk Ticaret Kanunu ve Borçlar Kanunuyla ilgili olarak bu
kadar süre vermiş olmamıza rağmen, daha, şu ana kadar dişe dokunur iki tane de
katkı gelmemiştir. Hep bunu söyleyip duruyorum; sivil toplum örgütleri filan
deyip çoğul ifadeleri kullanınca çokça katkı filan da olmuyor. Keşke, bu
tasarılar, teklifler bize gelmese de, biz de hiç olmazsa sonunda bir mazeret
bulsak demeye getiriyorlar.
Onun için, birbirimizi
anlayarak, Türkiye'nin sıkıntılarını, Türkiye'nin zorluklarını anlayarak... Ben
sizi anlıyorum; ama şunu da kabul etmeniz lazım ki, Türkiye'nin bugün
karşılaştığı zaman sıkıntısı, bu hükümetten kaynaklanmıyor. 1963'ten beri
Türkiye, Avrupa birliği yolunda yürümeye gayret ediyor. Son kırk yılın
meselesini son dört aya, son iki yıla, son ikibuçuk yıla çıkarırsanız, zaman
sıkışıklığı bu hükümetin değil, Türkiye'nin sıkışıklığıdır. Bunun da
bilinmesini bu vesileyle ifade etmek istiyorum.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyoruz Sayın Bakan.
Madde üzerinde Ankara
Milletvekili Sayın Ersönmez Yarbay; buyurun.
Süreniz 5 dakikadır.
ERSÖNMEZ YARBAY (Ankara)
- Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan 6 ncı maddede
mahkûmların dışarıya hâkim kararıyla götürülmesinden dolayı teşekkür ediyorum.
Bu, önemli bir gelişmedir. En azından bir hâkim güvencesi, yargıç güvencesi
vardır; dolayısıyla, teşekkür ediyorum.
MUHARREM KILIÇ (Malatya)
- Dağdaki adamdan hâkime ne? Alıp dağa götürüyorlar...
ERSÖNMEZ YARBAY (Devamla)
- Evet...
Ancak, sormamız gereken
soru şudur: Türkiye Büyük Millet Meclisinde son on yıl içerisinde Faili Meçhul
Cinayetler Komisyonu var, bu komisyon raporunu okuyan var mı bilmiyorum.
Susurluk Komisyonu raporu var ve bir de Uğur Mumcu Cinayetini Araştırma
Komisyonu olarak benim de bulunduğum bir komisyonun hazırlamış olduğu bir rapor
var. Bu raporlarda işlenen konu şu: Cezaevinden alınıp dışarıda cinayet
işlettirilip, faili meçhul cinayetler işlettirilip sonra tekrar cezaevine götürülen
insanlar var ve resmî yazılarla sorduğunuz zaman "bu insanlar
nerede?.." "O tarihte cezaevindedir" diyorlar. Dolayısıyla,
Türkiye'de şu anda 10 000 faili meçhul cinayet var, henüz faili açıklığa
kavuşmamış. Bir tanesini "lojman cinayeti" diye bugünlerde
araştırıyoruz. İşte, kanunları yaparken, bu kanun teklifinin bir şeyi var. Altı
ay önce yapmış olduğumuz kanun teklifi, daha sivil, daha demokratik bir kanun
teklifiyken, bu getirilen kanun teklifi daha devletçi, devleti daha çok
koruyan... Türkiye'de devletin korunmaya ihtiyacı yok, Türkiye'de vatandaşın
korunmaya ihtiyacı var. Esas mantıklı şeyi bu. Yani, Türkiye'de devletin
korunmaya ihtiyacı yok, devlet çok güçlü; ordusu var, vergisi, askeri, memuru,
hepsi var; ama, Türkiye'de vatandaşın koruyucusu yoktur. Dolayısıyla, biz, bu
kanun maddeleri geldiği zaman, otomatik şekilde oylayıp geçtiğimiz zaman ben
şahsen üzüntü duyuyorum, bir katkı yapamadığım için. Bildiğim şeyleri söylemek
zorundayım. Bu üç tane komisyonu bu Meclisler hazırlamıştır ve bu Meclisler de,
cezaevinden alınıp götürülüp cinayet işletildikten sonra cezaevine konulan
insanların hikâyeleriyle doludur. Bu gerçeğin bilinmesini arzu ediyor, saygılar
sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Yarbay.
Madde üzerinde verilmiş 1
adet önerge var; okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan Ceza ve
Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Teklifinin 6 ncı maddesinde yer alan "250 nci maddenin"
ibaresinin "5271 sayılı Kanunun 250 nci maddesinin" şeklinde
değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
|
Eyüp Fatsa |
Orhan Yıldız |
Niyazi Pakyürek |
|
Ordu |
Artvin |
Bursa |
|
Mustafa Duru |
Ali Ayağ |
|
|
Kayseri |
Edirne |
|
BAŞKAN - Sayın Komisyon
katılıyor mu önergeye?
ADALET KOMİSYONU BAŞKANI
KÖKSAL TOPTAN (Zonguldak) - Takdire bırakıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Sayın Hükümet
katılıyor mu?..
ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK
(Ankara) - Evet, bir tavzih niteliğindedir, 250 nci maddenin hangi kanunla
ilgili olduğu... Katılıyoruz. Düzeltme şeklinde; katılıyoruz.
BAŞKAN - Gerekçeyi
okutuyorum:
Gerekçe:
Madde 6- Madde metninde
sadece "250 nci maddenin" ibaresinin kullanıldığı, hangi kanunun 250
nci maddesine atıf yapıldığının anlaşılmadığı, uygulamada meydana gelebilecek
tereddütleri gidermek amacıyla bu değişiklik yapılmıştır.
BAŞKAN - Komisyonun
takdire bıraktığı, Hükümetin katıldığı, gerekçesini dinlediğimiz önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul
edilmiştir.
Şimdi, 6 ncı maddeyi
kabul edilen önerge doğrultusunda oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.
7 nci maddeyi okutuyorum.
ALİ TOPUZ (İstanbul) -
Çalışma süremiz bitti Sayın Başkan.
FARUK ÇELİK (Bursa) -
Daha 5 dakika var.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - 5
dakikada ne görüşülür?!
BAŞKAN - 7 nci maddeyi
okutuyorum:
MADDE 7.- 5275 sayılı
Kanunun 106 ncı maddesinin dördüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"(4) Çocuklar
hakkında hükmedilen; adlî para cezası ile hapis cezasından çevrilen adlî para
cezasının ödenmemesi hâlinde, bu cezalar hapse çevrilemez. Bu takdirde
onbirinci fıkra hükmü uygulanır."
BAŞKAN - Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Artvin Milletvekili Yüksel Çorbacıoğlu;
buyurun.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - 10
dakika konuşacak; o kadar süre yok. Böyle bir usul yok.
BAŞKAN - 10 dakikamız
var. 10 dakika varken...
ALİ TOPUZ (İstanbul) - 6
dakika var.
BAŞKAN - Sayın Başkanım,
biz buradaki saate göre hareket ediyoruz.
MEHMET NURİ SAYGUN
(Tekirdağ) - Şahsı adına da konuşacak, 15 dakika süresi var Sayın Başkan.
ALİ TOPUZ (İstanbul) -
Bunlar iyi şeyler değil.
BAŞKAN - Buyurun.
Sizin şahsınız adına da
söz isteğiniz var; 15 dakika süre veriyorum.
CHP GRUBU ADINA YÜKSEL
ÇORBACIOĞLU (Artvin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Bu maddede yapılan iki
değişiklik var. Mevcut Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Yasanın
ilgili maddesinde yine bu hüküm vardı; ancak, bir yanlış anlaşılmaya yol
açmaması için, yani bu lehe olan hükmün sadece çocuklar hakkında
uygulanabilmesi için madde metnine bir noktalı virgül eklenmiştir; bu şekilde
sadece çocuklara ait olduğu anlaşılsın, bir kavram kargaşası yaratılmasın diye
bu düzenleme yapılmıştır.
Diğer değişiklik ise,
hapis cezası olarak bir düzeltme vardır. Adlî para cezasına daha önceki halinde
kısa süreli hapis cezalarının çevrilmesi söz konusuydu; burada hapis cezası
olarak bir düzenleme yapılmıştır. Bunun gerekçesi de adlî para cezalarına
çevrilmekle ilgili Türk Ceza Kanununun 50 nci maddesindeki düzenlemeyi, ben
size ilgili bölümünü okuyorum: Madde başlığı "Kısa süreli hapis cezasına
seçenek yaptırımlar." 1 inci maddenin (a) bendi bu cezaların, bu kısa
süreli cezaların -ki, yeni Türk Ceza Kanununda kısa süreli cezalar bir yıla
kadar olan cezalardır- bunların adlî para cezasına, koşulları varsa
çevrilebileceği söylenmektedir. Ancak, 50 nci maddenin dördüncü bendinde,
taksirli suçlarda ise, bu bir yıla kadar olan kısa süreli hapis cezası
sınırlaması kaldırılmış, bir yıldan fazla uzun süreli hapis cezalarına da adlî
para cezasına çevrilme şansı tanınmıştır.
Ancak, bu düzenlemede,
yani, mevcut yasadaki çocukların lehine olan düzenlemede, sadece kısa süreli
hapis cezalarına bu hak tanınmış olduğundan, oysaki, uzun süreli hapis
cezalarına da, zaten, yasada tanınmış olan bir hakkın bu durumda çocuklar için
uygulanmaması riski söz konusuydu. O nedenle, bu düzenleme yapılmıştır.
Yapılan düzenlemeyle, bu
madde hakkındaki görüşümüzü söylemek gerekirse, şahsen ve grup olarak, bu
maddenin, böyle bir düzenlemenin doğru olduğunu biz de kabul ediyoruz. Bu madde
doğru da, bu maddenin bulunduğu kanun teklifi eğri; yani, neresi eğri derseniz
bir yığın eğrilik var.
Bu eğriliklerle ilgili
olarak, Cumhuriyet Halk Partisi sözcüleri düşüncelerini söylediler. Hatta, iki
madde üzerinde, İktidar Partisinin milletvekillerinden Ankara Milletvekili
Sayın Ersönmez Yarbay da o eğriliği dile getirdi.
Genel olarak
baktığımızda, 1 inci maddede problem var. 1 inci maddedeki problem şuydu:
Yüksek güvenlikli cezaevlerinde hapis cezasının üçte 1'ini geçiren hükümlü
normal cezaevine geçebilirken, burada müebbet hapis cezalarıyla ilgili bu üçte
1'lik fiilî yatma süresini üçte 2'ye çıkardık. Yani, bu, zor koşullarda cezanın
infazına devamı kararı. Yani, bu, insan hak ve özgürlüklerine vurulan bir
darbe, birincisi bu.
İkincisi, 5 inci
maddeyle, avukatlık mesleğine vurulan, yine insan hak ve özgürlüklerine vurulan
büyük bir darbe daha burada var. Buradaki maddenin mevcut yasadaki hali şuydu:
"Avukatların savunmaya ilişkin belgeleri, dosyaları ve müvekkilleriyle
yaptıkları konuşmaların kayıtları incelemeye tabi tutulamaz." Güzel, yani
demokratik bir ülkenin gereği yargının üçüncü ayağı diyebileceğimiz, üç
ayağından biri diyeceğimiz savunma ayağının güçlendirilmesi için yapılmış olan
bir düzenleme; "ancak" deyip devam eden düzenleme ise, bu hakkı
tamamen ortadan kaldıran bir durum.
Değerli milletvekilleri,
ben, oldum olası, bu "ancak" kelimesinden rahatsızlık duyuyorum. Niye
rahatsızlık duyuyorum; şu anda yürürlükte olan 1982 Anayasası; ben, bu yasaya
"ancak Anayasası" diyorum; düşünce özgürlüğü vardır, herkes düşüncesini
ifade etmekte serbesttir deyip "ancak" diye başlayan istisna vardır;
efendim, herkes seyahat etmekte özgürdür, ancak... Herkes mülkiyet edinmede
özgürdür, ancak, ancak...
Değerli arkadaşlar, bu
ancaklar, o düzeni korumak için değil, o yasayı korumak için değil, bu ancaklar
sadece ve sadece hukuka, adalete, insan hak ve özgürlüklerine atılan birer
kurşundur. Bu kurşunlardan biri de buraya girmiştir; "ancak, 5237 sayılı
Kanunun 220 nci maddesi" denilerek avukatlara tanınan bu hakkın, o savunma
hakkının, o kutsal hakkın istisnaî olarak nasıl delindiğini görüyoruz.
6 ncı madde... Sayın
Bakanımız kızarak bir şeyler söylemeye çalıştı, gerçi çok fazla kızmadı,
kızamıyor, yapı olarak da makul bir insandır; ama, 6 ncı madde, gerçekten
rahatsızlık verici bir madde; yani, bu 6 ncı maddeyle, biz, insanları tekrar
riske ediyoruz, yine, insan hak ve özgürlüklerine bir kurşun daha, burada,
atıyoruz.
Ancak, şimdiye kadar, bu
yasayla ilgili yapılan konuşmalar, bunlar yapıldı; yapılmayan bir şey var, ben
onu size söylemek istiyorum. Konuşulmayan şey şu: Komisyona gelen bu teklifin 6
ncı maddesi başka bir maddeydi. O maddeyi, ben, size okuyorum: "5275
sayılı Yasanın 68 inci maddesinin dördüncü fıkrasına aşağıdaki cümle
eklenmiştir."
BAŞKAN - Sayın
Çorbacıoğlu, bir dakikanızı rica edeyim.
Sayın milletvekilleri,
çalışma süremiz tamamlanma noktasındadır; ancak -sayın hatibin konuşması da
bitmek üzere- bu maddenin bitimine kadar çalışma süresinin uzatılmasını
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Teşekkür ediyorum.
Buyurun efendim.
YÜKSEL ÇORBACIOĞLU
(Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Efendim, 68 inci maddenin
ilgili dördüncü fıkrası şu; bir kere, başlığını okuyayım: "Hükümlünün,
mektup, faks ve telgrafları alma ve gönderme hakkı." Bu, çok önemli bir
haktır. Aramızda, cezaevinde yatan varsa, onlar bilir. Cezaevinde yatan
insanlar için bu hakkın ne kadar yaşamsal olduğu bilinmektedir; bu şekilde de
bilinmesini isterim. Bunun dördüncü fıkrasını okuyorum: "Hükümlü tarafından resmî makamlara
veya savunması için avukatına gönderilen mektup, faks ve telgraflar denetime
tabi değildir." Yani, bu resmî makamlara ve özellikle avukatlara
gönderilen yazıların denetlenemeyeceği... Fakat, bu dördüncü fıkraya bir cümle
ekliyoruz; "ancak." Bu lanet kelime burada da önümüze çıkıyor, bu
"ancak" kelimesi.
"Ancak, resmî makamlar dışında hükümlü tarafından veya hükümlüye
mektup, faks veya telgrafların gönderilmesi veya verilmesi, üçüncü fıkrada
belirtilen sebeplerle, infaz hâkimliği kararıyla kısıtlanabilir." Bu,
zaten, başlıbaşına bir hatalı maddeydi; yani, komisyondan geçmedi; ama, buraya
girdi arkadaşlar. Ben bunu söylemek, sizlerle paylaşmak istiyorum. İşlenmemiş
bir suçun cezası, yani, içeriği bilinmeyen mektup veya faks gönderilemez diye,
okunmadan göndermeme, incelememe, okumama kararı veriliyor infaz hâkimi
tarafından.
Şimdi, Sayın Bakanım
"infaz hâkimlerinin kararına inanmıyor musunuz, güvenmiyor musunuz"
dediler "yargı, yargının kararı... "
Değerli arkadaşlar,
birbuçuk yıl kadar önce İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu üyesi sıfatıyla,
Batman Cezaevinde yaptığımız bir inceleme sırasında öğrendiğim bir konuyu
sizlerle paylaşmak istiyorum. 90 civarında, infaz hâkimliğinin verdiği karar
var. Sayı tam aklımda değil, 90 diyelim. Kimin tarafından; tutuklu veya hükümlü
tarafından yapılan bir talep üzerine 90 tane karar veriliyor. Verilen
kararların 89 tanesi ret. Örneğin, sıcak su verilmiyor diye şikâyet ediliyor
veya okuma hakkımız kısıtlanıyor... Ne yapıyor infaz hâkimi, cezaevine gidip
inceleme mi yapıyor, tarafları mı dinliyor; hayır. Ona, cezaevi yöneticileri
tarafından tutanak getiriliyor; kitap okumakta herkes serbesttir, sıcak su şu
saatlerde verilmektedir... Öyle mi, ret... Evet, bu da bir yargı kararı; ama,
böyle yargı kararı! Verilen 1 tane kabul ise, esasa ilişkin değil, usule
ilişkin.
Şimdi, bazı şeyleri
yapıyoruz; ama, inandığımız için mi yapıyoruz, yoksa birilerine şirin görünmek
için mi, yoksa sıra savmak için mi, yoksa birtakım koşulları gerçekleştirmek
için mi? Bazı gerçekleri eğer söyleyeceksek, bunları da söyleyeceğiz.
Şimdi, genel olarak, bu
yasanın düzenlenmesini anlamakta zorlanıyorum; çünkü, iyi veya kötü, mevcut
yasalarımızdan daha ileri düzeyde, insan hak ve özgürlükleri ve çağdaşlık
anlamında daha ileri düzeyde Ceza Kanunu, Ceza Muhakemesi Kanunu, Ceza İnfaz
Kanunu yaptık, bunları düzenledik. Burada eksik kalan yönler vardı; yani, daha
ileri düzenlemeler yapılabilirdi; ancak, bu konuda, bu daha ileri düzenleme
konusunda bir düzenleme yapılması düşünülmesi gerekirken, yani, daha ileriye
yönelik birtakım değişiklikler önerilmesi gerekirken, bakıyoruz, Ceza İnfaz
Yasasında da, Ceza Yasasında da -görüşeceğiz yarın öbür gün- Ceza Muhakemeleri
Yasasında da geri adım atılıyor.
Antalya Milletvekilimiz
Sayın Feridun Fikret Baloğlu'nun söylediği gibi, mehter takımı kadar bile
olamıyoruz, olamıyorsunuz, İktidar Partisi olarak, hükümet olarak. Hiç olmazsa
iki adım ileri bir adım geri adım atmayı bile bir kazanç saymamız gerekirken,
burada, iki adım ileri üç adım geriye... Bu, geri atılan adımdır.
Ben, Türkiye
Cumhuriyetinin, sıkıyönetim halinin, olağanüstü halin kaldırılmasıyla olağan
hale geçmesi gerekirken, geçemediğini görüyorum.
Değerli milletvekilleri,
bu yasalar, hâlâ daha, yazılı olarak olağanüstü koşullarda değil isek de, fiilî
olarak olağanüstü koşullar altında olduğumuzu belgeleyen yasalardır.
Türkiye Cumhuriyeti
Devleti, o kadar küçük veya -yanlış anlaşılmasın- o kadar çok korunması
gereken, korunmaya ihtiyaç duyan bir devlet değildir, güçlü bir devlettir;
teröristlerden, teröristbaşından korkarak, hukukundan taviz vermesi gereken bir
devlet değildir. Ne olursa olsun hukuku korumak zorundayız ve bu düzenlemeyi
yapmasak da, kimse, Türkiye Cumhuriyeti Devletine, milletine, birliğine,
bütünlüğüne zarar veremez. Ben, bu korkularla yasa çıkarmayı, bu korkularla, bu
reflekslerle hareket etmeyi, Türkiye Cumhuriyetinin büyüklüğüyle
bağdaştıramıyorum. Biz, büyüklüğümüze, gücümüze koşut, uygun cesarette hareket
etmek zorundayız, korkarak hareket etmek bize yakışmaz.
O nedenle, ne yazık ki,
nereden geldiği bilinmez, hükümetin kendi içinden mi -ki, yarın Ceza
Muhakemeleri Yasasında göreceğiz- bürokrasiden mi, güvenlik güçlerinden mi,
nereden geldiği önemli değil; ama, bu gelen baskılara direnememekle... Yine, bu
yasalarla ilgili bir söz söylemişti Sayın Baloğlu "devrim ve özgürlük
yasası" diye, evet bu yasalar devrim yasasıydı veya devrimdi yasa olarak
değişme anlamında. Devrim nedir değerli milletvekilleri; bir yapının değişmesi,
devrilmesi. Ben, hukuk adına, hükümetin ve İktidar Partisinin, bu düzenlemeyle
kendisinin devrildiğini söylüyorum, bu düzenlemeyle kendisi devrilmiştir.
Yarın, öbür gün görüşeceğimiz düzenlemeler, bundan çok daha acıdır.
O nedenle, Türkiye
Cumhuriyetine yakışan, bu Meclise yakışan, insan hak ve özgürlüklerini, çağdaş
dünyayı kucaklayan ve bize yakışan yasaları yapmamızı öneriyorum.
Beni dinlediğiniz için
Yüce Meclise saygılarımı sunuyorum.
Teşekkür ediyorum.
(Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Çorbacıoğlu.
Madde üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
7 nci maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri,
alınan karar gereğince, kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için,
25 Mayıs 2005 Çarşamba günü saat 11.00'de toplanmak üzere birleşimi
kapatıyorum.
Hayırlı geceler
diliyorum.
Kapanma Saati: 23.10