DÖNEM : 22 YASAMA YILI : 3
T. B. M. M.
TUTANAK DERGİSİ
CİLT : 85
100 üncü Birleşim
18
Mayıs 2005 Çarşamba
İ Ç İ N D E K İ L E R
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II.- GELEN KÂĞITLAR
III.-
YOKLAMA
IV.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1.- Samsun
Milletvekili Ahmet Yeni'nin, Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramının Samsun
ve Türk gençliği için taşıdığı öneme ilişkin gündemdışı konuşması
2.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt'ün,
sözde Ermeni soykırımı iddialarına ilişkin gündemdışı konuşması
3.- İstanbul Milletvekili Nevzat
Yalçıntaş'ın, Kırım-Tatar Türklerinin vatanlarından sürgün edilişlerinin 61
inci yıldönümüne ilişkin gündemdışı konuşması
B)
TEZKERELER VE ÖNERGELER
1.- Parlamentolararası Birlik ve Barış
İçin Asyalı Parlamentolar Birliğine siyasî parti grup başkanlıklarınca aday
gösterilen milletvekillerine ilişkin TBMM Başkanlığı tezkeresi (3/826)
2.- Çin Halk
Cumhuriyeti Dışişleri Komitesi Başkanının TBMM Dışişleri Komisyonu heyetini
Çin'e davetine icabet edilmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/827)
V.-
ÖNERİLER
A) DANIŞMA
KURULU ÖNERİLERİ
1.- (10/284, 10/285, 10/148, 10/182 ve
10/187) esas numaralı Meclis araştırması önergelerinin öngörüşmelerinin
birlikte yapılmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi
VI.-
GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI
A)
ÖNGÖRÜŞMELER
1.- Ankara Milletvekili Eşref Erdem ve 23
milletvekilinin, sorumluluğunun gereğini yapmadığı, yetkilerini aştığı,
hazineyi zarara uğrattığı ve görevini ihmal ettiği iddiasıyla Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi Güler hakkında gensoru açılmasına ilişkin
önergesi (11/2)
2.- Ankara Milletvekili Oya Araslı ve 22
milletvekilinin, töre cinayetleri görünümündeki kadına yönelik şiddet
hareketlerinin nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/148)
3.- Adana Milletvekili N.Gaye Erbatur ve
68 milletvekilinin, kadınlara yönelik töre ve namus cinayetlerinin nedenlerinin
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/182)
4.- Gaziantep Milletvekili Fatma Şahin ve
46 milletvekilinin, töre cinayetlerinin araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/187)
5.- İzmir Milletvekili Canan Arıtman ve 27
milletvekilinin, kadınlara ve çocuklara yönelik şiddetin sebeplerinin
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/284)
6.- İstanbul Milletvekili Güldal Okuducu
ve 27 milletvekilinin, ülkemizde kadına yönelik şiddet ve cinayetlerin
sebeplerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/285)
VII.-
AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Ankara Milletvekili Eşref Erdem'in,
Tokat Milletvekili Zeyid Aslan'ın, konuşmasında, ileri sürmüş olduğu
görüşlerden farklı görüşleri kendisine atfetmesi nedeniyle konuşması
VIII.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
1.- Çanakkale
Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî
Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu
İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)
2.- Esnaf ve Sanatkârlar Meslek
Kuruluşları Kanunu Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi
ve Teknoloji Komisyonu Raporu (1/969) (S. Sayısı: 851)
IX.-
SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI
SORULAR VE CEVAPLARI
1.- İstanbul Milletvekili Kemal
KILIÇDAROĞLU'nun, bankaları denetleyen dış denetim kuruluşlarına ve TMSF
kapsamına alınan ticarî mevduata ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı Abdüllatif ŞENER'in cevabı (7/5455)
* Ek cevap
2.- Kırklareli Milletvekili Mehmet S.
KESİMOĞLU'nun, öğretmenlere dizüstü bilgisayar dağıtımına ilişkin sorusu ve
Millî Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK'in cevabı (7/5564)
3.- Mersin Milletvekili Hüseyin GÜLER'in, emekli
olduğu halde ikinci bir işte çalışanlardan kesilen primlere ilişkin sorusu ve
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat BAŞESGİOĞLU'nun cevabı (7/5582)
4.- Kars Milletvekili Selami YİĞİT'in,
Maliye Bakanlığı ile Türk Eczacılar Birliği arasındaki Kamu İlaç Alım
Protokolüne ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat
BAŞESGİOĞLU'nun cevabı (7/5627)
5.- Sinop Milletvekili Engin ALTAY'ın,
kapalı durumdaki Sinop Müzesine ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı
Atilla KOÇ'un cevabı (7/5639)
6.- Antalya Milletvekili Nail KAMACI'nın,
özelleştirme kapsamındaki fabrikalarda çalışan işçilerin durumuna ilişkin
Başbakandan sorusu ve Maliye Bakanı Kemal UNAKITAN'ın cevabı (7/5663)
7.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in,
Bursa-Yenişehir Devlet Hastanesinin Bağ-Kur'dan alacaklarının tahsiline ilişkin
sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat BAŞESGİOĞLU'nun cevabı
(7/5685)
8.- Ordu
Milletvekili İdris Sami TANDOĞDU'nun, SSK hastanelerinin devri ile ilgili
sözleşmenin feshedilebileceğine dair açıklamasına ilişkin sorusu ve Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanı Murat BAŞESGİOĞLU'nun cevabı (7/5686)
9.- Ordu Milletvekili İdris Sami
TANDOĞDU'nun, Ordu İlindeki işsizlik oranına ve çözümüne ilişkin sorusu ve
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat BAŞESGİOĞLU'nun cevabı (7/5687)
10.- Antalya Milletvekili Osman ÖZCAN'ın,
Antalya Bağ-Kur İl Müdürlüğü telefon santralının yenilenme ihtiyacına ilişkin
sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat BAŞESGİOĞLU'nun cevabı
(7/5688)
11.- İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in,
Ege Denizi ve Akdenizin kıyısındaki yerleşim bölgelerinin çevre kirliliğinden
korunması yönündeki çalışmalara ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Osman
PEPE'nin cevabı (7/5693)
12.- İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in,
fidan üretimi ve dikimine ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Osman
PEPE'nin cevabı (7/5694)
13.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in,
Bursa İlindeki yatırım projelerine ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı
Osman PEPE'nin cevabı (7/5696)
14.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in,
Bursa İlinin kalkınmasına yönelik yatırımlara ve ayrılan ödenek miktarına
ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Osman PEPE'nin cevabı (7/5697)
15.- İzmir Milletvekili Hakkı ÜLKÜ'nün,
yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı ve bu alana yapılacak yatırımların
desteklenmesine ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Ali BABACAN'ın cevabı (7/5714)
16.- Denizli Milletvekili Ümmet
KANDOĞAN'ın, Diyarbakır-Kulp-Akçaşehir Köyünün elektrik sorunu ile elektriği
olmayan köy ve mezra sayısına ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Kemal UNAKITAN'ın
cevabı (7/5740)
17.- Tokat
Milletvekili Feramus ŞAHİN'in, Tokat İlindeki yönetici atamalarına ilişkin sorusu ve Millî
Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK'in cevabı (7/5771)
18.- Muğla Milletvekili Ali Cumhur YAKA'nın,
öğretmenlere dizüstü bilgisayar satışına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı
Hüseyin ÇELİK'in cevabı (7/5772)
19.- Denizli Milletvekili Ümmet
KANDOĞAN'ın, Acil Eylem Planı kapsamındaki faaliyetlere ilişkin sorusu ve Millî
Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK'in cevabı (7/5773)
20.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in,
bakanlık ve bağlı kuruluşlarında vekâleten ve asaleten görev yapan idarî
personele ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK'in cevabı
(7/5776)
21.- Bursa
Milletvekili Kemal DEMİREL'in, Bursa İlindeki yatırım projelerine ilişkin sorusu ve Millî
Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK'in cevabı (7/5777)
22.- Antalya Milletvekili Nail KAMACI'nın,
İLKSAN üyelikleri iptal edilen öğretmenlerin aidatlarını eksik aldıkları
iddiasına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK'in cevabı
(7/5779)
23.- Hatay Milletvekili Mehmet ERASLAN'ın,
Afganistan'daki Türk askerlerine ve askerlik süresine ilişkin sorusu ve Millî
Savunma Bakanı M. Vecdi GÖNÜL'ün cevabı (7/5783)
24.- Niğde Milletvekili Orhan ERASLAN'ın,
özelleştirilmesi düşünülen Tekele ait Tuz İşletmelerinde çalışan işçilerin
sorunlarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Maliye Bakanı Kemal UNAKITAN'ın
cevabı (7/5817)
25.- Niğde Milletvekili Orhan ERASLAN'ın,
Tekele bağlı Tuz İşletmelerinin özelleştirilmesine ilişkin Başbakandan sorusu
ve Maliye Bakanı Kemal UNAKITAN'ın cevabı (7/5818)
26.- İstanbul Milletvekili Kemal
KILIÇDAROĞLU'nun, Ulusal Biyogüvenlik Kanun Tasarısı taslağı çalışmalarına
ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Osman PEPE'nin cevabı (7/5825)
27.- Bursa Milletvekili Mustafa ÖZYURT'un,
Bursa Yıldırım Kız Meslek Lisesinde Türk Bayrağı ile birlikte Avrupa Birliği
Bayrağının göndere çekilme nedenine ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı
Hüseyin ÇELİK'in cevabı (7/5834)
28.- Denizli Milletvekili Mustafa
GAZALCI'nın, ilköğretim Türkçe ders kitaplarında yapılan değişikliklere ilişkin
sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK'in cevabı (7/5835)
29.- Kırşehir Milletvekili Hüseyin
BAYINDIR'ın, Ankara-Yenimahalle İlçe Millî Eğitim Müdürlüğünce okul
müdürlüklerine gönderilen bir yazıya ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı
Hüseyin ÇELİK'in cevabı (7/5837)
30.- İzmir Milletvekili Türkân
MİÇOOĞULLARI'nın köy enstitülerine ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı
Hüseyin ÇELİK'in cevabı (7/5838)
31.- Ordu Milletvekili İdris Sami
TANDOĞDU'nun, SSK'lıların tüpbebek yardımından yararlanıp yararlanmayacaklarına
ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ'ın cevabı (7/5839)
32.- Kocaeli Milletvekili İzzet ÇETİN'in,
İstanbul, İzmir ve Antalya havalimanı ihalesiyle ilgili bazı iddialara ilişkin
sorusu ve Ulaştırma Bakanı Binali YILDIRIM'ın cevabı (7/5851)
33.- İzmir Milletvekili Ahmet ERSİN'in,
İzmir Adnan Menderes Havalimanından direkt yurtdışı seferlerinin ne zaman
başlayacağına ilişkin sorusu ve Ulaştırma Bakanı Binali YILDIRIM'ın cevabı
(7/5852)
34.- Konya Milletvekili Atilla KART'ın,
Konya-Doğanhisar İlçesinde yeniden bir askerlik şubesi açılıp açılmayacağına
ilişkin sorusu ve Millî Savunma Bakanı M. Vecdi GÖNÜL'ün cevabı (7/5858)
35.- Afyonkarahisar Milletvekili Reyhan
BALANDI'nın, 2005 yılı bütçesinden esnafa ayrılan paya ilişkin sorusu ve Sanayi
ve Ticaret Bakanı Ali COŞKUN'un cevabı (7/5860)
36.- Karaman Milletvekili Mevlüt AKGÜN'ün,
dağ turizmine ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Atilla KOÇ'un cevabı
(7/5886)
37.- Iğdır Milletvekili Dursun AKDEMİR'in,
özelleştirme uygulamalarından elde edilen gelire ilişkin sorusu ve Maliye
Bakanı Kemal UNAKITAN'ın cevabı (7/5888)
38.- Iğdır Milletvekili Dursun AKDEMİR'in,
2000 yılından bugüne kadar özelleştirilen kurum ve kuruluşlara ilişkin sorusu
ve Maliye Bakanı Kemal UNAKITAN'ın cevabı (7/5889)
39.- Trabzon Milletvekili Asım AYKAN'ın,
basında yer alan milletvekili maaşlarıyla ilgili değerlendirmelere ilişkin
sorusu ve Maliye Bakanı Kemal UNAKITAN'ın cevabı (7/5893)
40.- Denizli Milletvekili Ümmet
KANDOĞAN'ın, üretici birliklerine ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı
Sami GÜÇLÜ'nün cevabı (7/5907)
41.- Karaman Milletvekili Mevlüt AKGÜN'ün,
PTT Bank şubelerinden Bağ-Kur ve Ziraat Bankası işlemlerinin yapılabilmesine
ilişkin sorusu ve Ulaştırma Bakanı Binali YILDIRIM'ın cevabı (7/5910)
42.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in,
Çevre ve Orman Bakanlığı çalışanlarının ekonomik durumlarının iyileştirilmesine
ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Kemal UNAKITAN'ın cevabı (7/5935)
43.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in,
Düzce İlinde gerçekleştirilen yatırımlara ve ayrılan ödenek miktarına ilişkin
sorusu ve Devlet Bakanı Güldal AKŞİT'in cevabı (7/5956)
44.- Hatay Milletvekili Züheyir AMBER'in,
şirket kurma işlemlerinde bürokrasinin azaltılması çalışmalarına ilişkin sorusu
ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali COŞKUN'un cevabı (7/5959)
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 14.00'te açılarak
dört oturum yaptı.
Rize Milletvekili Abdulkadir Kart, 2005
yılı yaş çay sezonunda çay üreticilerinin durumuna ve yaş çay fiyatlarına,
Şanlıurfa Milletvekili Mahmut Yıldız,
kendisiyle ilgili basında çıkan iddialara ve bu iddiaları içeren fezlekelere,
Adana Milletvekili Vahit Kirişçi, Dünya Süt
Günü münasebetiyle, süt ve süt ürünleri üretiminde yaşanan sorunlar ile süt
üreticilerinin içinde bulunduğu sıkıntılara ve alınması gereken önlemlere,
İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar.
Afyonkarahisar Milletvekili Reyhan Balandı
ve 23 milletvekilinin, kadınların eğitim düzeyinin yükseltilmesi ve kadına
yönelik şiddetin durdurulması için (10/282),
Trabzon Milletvekili Asım Aykan ve 21
milletvekilinin, toplumdaki sosyal çöküntünün nedenlerinin araştırılarak
(10/283),
İzmir Milletvekili Canan Arıtman ve 27
milletvekilinin, kadınlara ve çocuklara yönelik şiddetin sebeplerinin
araştırılarak (10/284),
İstanbul Milletvekili Güldal Okuducu ve 27
milletvekilinin, ülkemizde kadına yönelik şiddet ve cinayetlerin sebeplerinin
araştırılarak (10/285),
Alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun
bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerini alacağı ve öngörüşmelerinin
sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Norveç'e
yaptığı resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin Başbakanlık
tezkeresi,
17.5.2005 Salı günkü birleşimde sözlü
sorular ile diğer denetim konularının görüşülmeyerek bu birleşimde kanun tasarı
ve tekliflerinin görüşülmesine; 17.5.2005 Salı günkü birleşimde görüşülmesi
kararlaştırılan Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler hakkındaki (11/2)
esas numaralı gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmaması hususundaki
görüşmelerin 18.5.2005 Çarşamba günkü birleşimde yapılmasına; gündemin
"Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler"
kısmının 103 üncü sırasında yer alan (10/148), 139 uncu sırasında yer alan
(10/182) ve 144 üncü sırasında yer alan (10/187) esas numaralı töre cinayetleri
konusundaki Meclis araştırması önergelerinin görüşmelerinin 18.5.2005 Çarşamba
günkü birleşimde ve birlikte yapılmasına; 18.5.2005 Çarşamba günkü birleşimde
sözlü soruların görüşülmemesine; Genel Kurulun 18.5.2005 Çarşamba günkü
birleşiminin saat 13.00'te, 24.5.2005 Salı günkü birleşiminin de saat 14.00'te
başlamasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi,
Kabul edildi.
Çevre Komisyonunda açık bulunan ve Adalet
ve Kalkınma Partisi Grubuna düşen 1 üyeliğe Kayseri Milletvekili Adem Baştürk,
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hesaplarını
İnceleme Komisyonunda açık bulunan ve Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna düşen
1 üyeliğe Çankırı Milletvekili İsmail Ericekli,
Dilekçe Komisyonunda açık bulunan ve
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna düşen 2 üyeliğe Giresun Milletvekili Ali
Temür ve Mersin Milletvekili Mustafa Eyiceoğlu,
Seçildi.
İstanbul Milletvekili Kemal Derviş'in,
Başkanlık Divanınca geçerli olduğu tespit edilmiş bulunan, milletvekilliğinden
istifasını içeren önergesinin kabul edildiği ve Türkiye Büyük Millet Meclisi
üyeliğinin düştüğü açıklandı.
Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:
1 inci sırasında bulunan, Kamu İhale
Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin (2/212) (S. Sayısı:
305) görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin komisyon raporu henüz
gelmediğinden, ertelendi.
2 nci sırasında bulunan, Esnaf ve
Sanatkârlar Meslek Kuruluşları Kanunu Tasarısının (1/969) (S. Sayısı: 851)
görüşmelerine devam olunarak 7 nci maddesine kadar kabul edildi, 7 nci maddesi
bir süre görüşüldü.
7 nci madde üzerinde verilen bir önergenin
oylanması sırasında istem üzerine elektronik cihazla yapılan yoklamalar
sonucunda Genel Kurulda toplantı yetersayısı bulunmadığı anlaşıldığından;
18 Mayıs 2005 Çarşamba günü, alınan karar
gereğince saat 13.00'te toplanmak üzere, birleşime 16.46'da son verildi.
|
|
Sadık
Yakut |
|
|
|
Başkanvekili |
|
|
Ahmet
Gökhan Sarıçam |
|
Bayram
Özçelik |
|
Kırklareli |
|
Burdur |
|
Kâtip Üye |
|
Kâtip Üye |
|
Mehmet
Daniş |
|
Yaşar
Tüzün |
|
Çanakkale |
|
Bilecik |
|
Kâtip Üye |
|
Kâtip Üye |
No.: 138
II.- GELEN
KÂĞITLAR
18 Mayıs
2005 Çarşamba
Raporlar
1.- 16.3.2005 Tarihli ve 5317 Sayılı
Bankalar Kanunu ile Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında
Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ve Anayasanın 89 uncu ve 104 üncü Maddeleri
Gereğince Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi
ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/999) (S. Sayısı: 900) (Dağıtma tarihi:
18.5.2005) (GÜNDEME)
2.- Kilis Milletvekili Hasan Kara ile 2
Milletvekilinin; Türk Ceza Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi
ve Adalet Komisyonu Raporu (2/452) (S. Sayısı: 901) (Dağıtma tarihi: 18.5.2005)
(GÜNDEME)
BİRİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 13.03
18 Mayıs
2005 Çarşamba
BAŞKAN :
Başkanvekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYE:
Bayram ÖZÇELİK (Burdur)
BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin
100 üncü Birleşimini açıyorum.
Divan teşekkül etmediğinden, birleşime 5
dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 13.04
İKİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 13.10
BAŞKAN:
Başkanvekili Sadık YAKUT
KÂTİP
ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 100 üncü Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
III.- Y O K
L A M A
BAŞKAN - Elektronik cihazla yoklama
yapacağız.
Yoklama için 3 dakika süre vereceğim.
Sayın milletvekillerinin, oy düğmelerine
basarak salonda bulunduklarını bildirmelerini, bu süre içerisinde elektronik
sisteme giremeyen milletvekillerinin, salonda hazır bulunan teknik personelden
yardım istemelerini, buna rağmen sisteme giremeyen üyelerin ise, yoklama
pusulalarını, görevli personel aracılığıyla, 3 dakikalık süre içerisinde
Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.
Yoklama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, toplantı
yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce, üç sayın
milletvekiline gündemdışı söz vereceğim.
Gündemdışı ilk söz, 19 Mayıs tarihinin,
ulusal kurtuluş mücadelemiz, Samsun ve Türk gençliği için taşıdığı önem hakkında
söz isteyen, Samsun Milletvekili Sayın Ahmet Yeni'ye aittir.
Buyurun Sayın Yeni. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
IV.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1.- Samsun
Milletvekili Ahmet Yeni'nin, Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramının Samsun
ve Türk gençliği için taşıdığı öneme ilişkin gündemdışı konuşması
AHMET YENİ (Samsun) - Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; 19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı vesilesiyle
söz almış bulunmaktayım; sözlerime başlamadan önce, şahsım ve 19 Mayıs ismiyle
bütünleşen Samsun Şehri adına, hepinizi en kalbî duygularla selamlıyorum.
Mustafa Kemal Atatürk'ün, ulusal
bağımsızlık meşalesini yakmak düşüncesiyle Samsun'a çıkışı, ilk defa, 1924
yılında kutlanmıştır. Atatürk'ün daha sonraki söylemlerinde, cumhuriyetin Türk
gençliğine emanet ve armağan edildiği konusu dikkate alınarak, 1938'den
itibaren, millî gün kapsamında, Gençlik ve Spor Bayramı olarak tüm yurt
sathında kutlanmaya başlanmıştır. 1981'de de, adı "Atatürk'ü Anma, Gençlik
ve Spor Bayramı" olarak değiştirilmiştir.
Malumunuz olduğu üzere, bu kutlu günün 86
ncı yıldönümünü, yarın büyük bir coşku, sevinç ve gururla hep birlikte
kutlayacağız. Yarın, ulusal kurtuluş mücadelemizin Başkomutanı Gazi Mustafa
Kemal Atatürk'ün, milletimizi esaretten kurtarmak gayesiyle, paramparça edilmiş
ulusal direniş ruhunu yeniden teşkilatlandırıp, hürriyetine kavuşturma
gayesiyle, Samsun'a çıkışının yıldönümüdür.
19 Mayıs "özgürlük ve bağımsızlık
benim karakterimdir" diyen Atatürk'ün, tarihi boyunca özgür ve bağımsız
yaşamış halkımızın gücüne dayanarak, dünyanın öteki mazlum milletlerine
kurtuluş yolunu gösterdiği gündür. O gün, ulusun kendi kaderini gerekirse
kendisinin tayin edeceğini dosta düşmana ilan ettiği o meşakkat dolu destansı
yolun başlangıcıdır. 19 Mayıs, toprakları işgal edilmiş bir yüce milletin,
tarih sahnesinde ebediyen var oluşunu tüm dünya milletlerine ilan ederek,
haykırdığı gündür.
Gazi Mustafa Kemal 19 Mayıs 1919 günü
Samsun'a ayak bastığı esnada, Birinci Cihan Savaşı sonunda imza edilen 30 Ekim
1918 tarihli Mondros Mütarekesi uyarınca ülkenin büyük bir bölümü işgal
edilmişti. Böylesi bir durumda milletinin beklediği lider ortaya çıkarak,
tarihin kendisine yüklediği misyonu üstlenmiş, 19 Mayıs 1919 sabahında Samsun'a
ayak basarak, esaretten kurtuluşa giden yolu açmıştır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
konuşmamın bu bölümünde 19 Mayıs 1919'un Samsun açısından ifade ettiği önemi
vurgulamak istiyorum. 19 Mayıs, Ulusal Kurtuluş Savaşının başlangıç tarihi
olmasının yanı sıra, Ulu Önderin kendi ifadeleriyle doğum tarihi olması
hasebiyle de Samsun ve Samsunlular için ayrı bir anlam taşımaktadır.
16 Mayıs günü İstanbul'dan Samsun'a
ulaşmak üzere Bandırma Vapuruyla çıkılan o tarihî yolculuğun sonunda,
Atatürk'ün önderliğinde işgalci güçlere karşı Ulusal Kurtuluş Savaşı ateşini
yakacak bir şehrin ahalisi olarak, üzerine yüklediği derin sorumluluğun da
bilincinde, Samsun halkı, Gazisini bağrına basıyordu.
Yine, Atatürk'ün, 19 Mayıs sabahında,
Samsun halkıyla yekvücut olduğu anı betimlediği şu sözleri, Samsun halkına
yaptığı övgülerin ötesinde, memleketin geleceğiyle ilgili şahsî düşüncelerini
de dile getirmesi bakımından önem arz etmektedir: "Ben, Samsun'u ve
Samsunluları gördüğüm zaman, memleket ve millete ait bütün tasavvurlarımın,
kararlarımın herhalde yerine getirilebilir olduğuna bir defa daha kuvvetle
inanmıştım. Samsunluların hal ve vaziyetlerinde gördüğüm ve gözlerinde okuduğum
vatanperverlik, fedakârlık temaları, ümit ve tasavvurlarımı müspet bir inanca
ulaştırmaya kâfi gelmişti."
Samsun, bağımsız ve modern Türkiye
Cumhuriyetinin kurulmasında fikrî ve fizikî ilk adımın atıldığı yerdir;
Anadolu'nun ve Türkün içindeki birlik, bütünlük, bağımsızlık ve sonsuz mücadele
karar ve bilincinin zihinlerde güçlü ve somut bir şekilde var oluşunun
sergilendiği şehirdir; Atatürk'ün, millet egemenliğine dayalı, kayıtsız şartsız
bağımsız bir Türk devleti kurma...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Yeni, toparlayabilir
misiniz.
Buyurun.
AHMET YENİ (Devamla) - ... görüş ve
kararlılığını uygulamaya koyduğu beldedir.
Samsun'un millî mücadeledeki önemi,
Atatürk'ün büyük Nutuk'unu Samsun'a çıkışıyla başlatmasından da
anlaşılmaktadır. Atatürk o yılları şöyle anlatıyor: "Ben, 1919 senesi
mayısı içinde Samsun'a çıktığım gün elimde maddî hiçbir kuvvet yoktu. Yalnız
Büyük Türk Milletinin asaletinden doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek ve
manevî bir kuvvet vardı. İşte ben, bu ulusal kuvvete ve bütün milletime
güvenerek işe başladım."
Geleceğimizin teminatı olan sevgili
gençler, ecdadımızın o günkü zorlukların aşılmasında sergilediği o ulvî
mücadele ruhu, bugün ülkemizin içerisinde bulunduğu zorlukların bertaraf
edilmesinde ve ülkemizin muasır medeniyetler seviyesine ulaşmasında sizlerin
yolunuzu aydınlatacak bir rehber olmalıdır. Yokları var kılmanın yolu çok ama
çok çalışmaktan, ecdadın başardıklarıyla övünmekten ve kendimize de güvenmekten
geçmektedir. Atatürk'ün de veczettiği gibi, muhtaç olduğunuz kudret
damarlarınızdaki asil kanda mevcuttur.
Ulu Önder Atatürk sizleri seviyor, sizlere
güveniyor ve Türkiye'nin geleceğini sizlere emanet etme noktasında en ufak bir
tereddüt dahi yaşamıyordu. Siz gençliğe bıraktığı bu kutsal emaneti ve önemli
sorumluluğu Söylev'inde şöyle dile getiriyordu: "Bugün vasıl olduğumuz
netice bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir. Bu neticeyi
Türk gençliğine emanet ediyorum."
Yine, Aziz Atatürk, 1927'de millete
seslenerek "gençliği yetiştiriniz, onlara bilim ve irfanın olumlu
düşüncelerini veriniz, geleceğin aydınlığına onlarla kavuşacaksınız" demek
suretiyle, siz gençliğin ulusal kaderimizdeki yerini ve önemini de
vurgulamıştır.
19 Mayıs 1919'dan bugüne, güçlenerek,
gelişerek gelen ve sizlere emanet edilen modern ve genç cumhuriyeti, vatan
sevginiz, bayrak sevginiz, millet sevginiz ve insan sevginizle, sizler
yücelteceksiniz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Yeni, lütfen buyurun.
AHMET YENİ (Devamla) - Bitiriyorum.
Bizler de, siz gençlere modern bir ülke
bırakmak için gece gündüz demeden çalışıyoruz.
Saygıdeğer Başkan, sayın milletvekilleri;
sizleri, Samsun halkı adına, yarın, ilimizde yapılacak olan törenlere davet
etmek istiyorum. Dilerim, sizleri Samsun'da ağırlamanın onur ve mutluluğunu
bizlere yaşatır, bu anlamlı günün heyecanını bizlerle paylaşırsınız.
Sözlerime son verirken, Türkiye
Cumhuriyetimizin Yüce Meclisinin çatısı altında bizlere bu cennet vatanı
canları ve kanları pahasına emanet eden şehit ve gazilerimizi rahmet ve
minnetle anıyor, 19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramının, bir kez
daha, Yüce Milletimize kutlu ve mutlu olmasını temenni ediyor, hepinize
saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Yeni.
Sayın Işık, bu konuyla ilgili kısa bir
açıklama yapmak istiyorsunuz.
Buyurun; yalnız, açıklamanız kısa olsun.
AHMET IŞIK (Konya) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; yarın yurdun her bir köşesinde büyük bir coşkuyla
kutlayacağımız 19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramının aziz
milletimize kutlu olmasını diliyor, Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk ve dava
arkadaşlarını rahmetle anıyorum.
Değerli milletvekilleri, tarihî ve millî
bayramlarımız nedeniyle duygularımızın daha yoğunlaştığı böylesine anlamlı
bayramlarda, geçmişin muhasebesini kendi şartları içerisinde gözden geçirerek,
geleceği istikrarlı ve kararlı bir şekilde projelendirmek gerektiğine
inanıyorum.
Büyük Komutan Mustafa Kemal Atatürk,
bağımsızlık anlayışına yönelik olarak "bir millette şerefin, onurun,
namusun ve insanlığın doğup yaşayabilmesi, mutlaka, o milletin hürriyet ve
bağımsızlığına sahip olmasına bağlıdır. Ben, yaşayabilmek için, mutlaka,
bağımsız bir milletin evladı olmalıyım" derken, aslında, Türk Ulusunun
hayat anlayışını ve yaşam felsefesini ortaya koymaktadır.
Değerli milletvekilleri, naçiz bedeni
toprak olan Atatürk'ün ortaya koyduğu fikrî ve eylemsel mücadele süreci, dünden
bugüne olduğu gibi, bugünden de sonsuza kadar hep devam edecektir. Mustafa
Kemal Atatürk'ün hayat ve çağdaşlık dolu fikirleri, her dönemde, zengin bir
yoruma, derin algılamaya yönelik ince hassasiyete, nesillere kalıcı aktarılmaya
yönelik yüksek ideallere gereksinim göstermektedir.
Millî bayramımızın ulusumuza tekrar
hayırlı olmasını temenni ediyor, Mustafa Kemal Atatürk'ün hayat anlayışı ve
dünya görüşüyle, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Işık.
Buyurun, Sayın Anadol.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Sayın Başkan, 19
Mayıs Bayramı nedeniyle, gerek Adalet ve Kalkınma Partisinden değerli
milletvekilimizin yaptığı gündemdışı konuşmaya gerekse değerli arkadaşımın
açıklamasına aynen katılıyorum; 19 Mayısla ilgili düşüncelerinden dolayı
kendilerini de kutluyorum, teşekkür ediyorum.
Ancak, bugün gazetelerde yer alan, Sayın
Millî Eğitim Bakanının 19 Mayıs kutlamalarıyla ilgili beyanını da düşündürücü
buluyorum; ünlem ve soru işaretleri taşıdığı inancındayım bu demecin. 19
Mayısın geleneksel olarak kutlama törenlerine gölge düşürecek birtakım
beyanlardan kaçınılmasını tavsiye ediyorum.
Tekrar, size teşekkür ediyorum.
Yüce Meclise saygılar sunuyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Anadol.
Buyurun, Sayın Kapusuz.
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Sayın Başkan,
teşekkür ediyorum.
Ben de, 19 Mayısın, gençlerimize,
ülkemize, milletimize hayırlı olmasını... Bu kutlamaların ülkemiz açısından
önemine işaret eden arkadaşlarıma da, ayrıca teşekkür ediyorum; ancak, Değerli
Grup Başkanvekili arkadaşımızın, Sayın Bakanımızın bu sene, yaygın bir
anlayışla, geniş programlarla kutlamış olmasını, kutlama programlarının
gerçekleşmesi için büyük gayretler sarf etmiş olmasını yadırgamış olmasını
doğru bulmuyorum.
Bir güne hasredilmiş, bir programa
hasredilmiş bir 19 Mayıs kutlamalarının yerine, Türkiye'nin her tarafında,
bütün sektörlerde ve değişik programlarla, etkinliklerle kutlanmış olmasının,
bence, 19 Mayısa verilmiş önemin bir kat daha artırılması anlamına geldiğini
düşünüyorum; doğru yapıldığına inanıyor, teşekkür ediyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kapusuz.
Gündemdışı ikinci söz, Ermeni sorunları
hakkında söz isteyen Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt'e aittir.
Buyurun Sayın Öğüt. (CHP sıralarından
alkışlar)
2.- Ardahan
Milletvekili Ensar Öğüt'ün, sözde Ermeni soykırımı iddialarına ilişkin
gündemdışı konuşması
ENSAR ÖĞÜT (Ardahan) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; öncelikle, işgalci emperyalist güçler tarafından işgal
edilen ülkemize karşı, Kuvayı Milliye hareketiyle, Mustafa Kemal Atatürk'ün
önderliğinde, Samsun'a çıkan, 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramını ülkemize
kazandıran tüm şehitleri rahmetle anıyorum ve 19 Mayıs Gençlik ve Spor
Bayramının, Cumhuriyet Halk Partisi adına, halkımıza hayırlı ve uğurlu olmasını
diliyorum.
Değerli arkadaşlar, benim bugünkü konuşmam
Ermeni soykırımıyla ilgili. Ermeni soykırımını ben kabul etmiyorum, etmem
mümkün değil; çünkü, benin topraklarımda, Ermeniler, çok sayıda Müslüman
Türkleri katletti. Şöyle ki: Daha 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbinde, yani, 93
Harbinde Ermeniler Ruslarla birleşip Türkleri arkadan vurup Müslüman Türkleri
katletmeye başladılar. 1878!.. 1914'te Sivas'ta, ondan sonra Muş'ta, Bitlis'te,
Van'da, Maraş'ta, Zeytun'da, Urfa gibi illerimizde 1914'te başlayarak 1915'e
kadar büyük katliam yaptılar.
Şimdi, burada çok önemli bir tarihi
açıklayacağım arkadaşlar: 18 Mart 1915 Çanakkale Zaferi. Bütün işgalci güçler
Çanakkale'ye gelmiş, Türkiye'yi, Osmanlı Devletini yıkarak Anadolu'yu almak
istiyor. Anadolu'da içimizde yaşayan Ermeniler de bir yandan, aynı tarihlerde
-1915 Ocak, Şubat, Mart; yani, bunu Ermeniler de kabul ediyor- 18 Mart 1915'te
biz Çanakkale'de savaş verirken Anadolu'da sivilleri, kadınları, çoluk çocuğu,
harpten dönmüş askerleri toplu halde katlediyorlardı. Bu, tarihtir.
Şimdi bunu açıklamamın nedeni şu: Yani,
Türkiye bütün ordusuyla, askeriyle, eli silah tutanıyla Çanakkale'ye gitmiş,
can derdinde, Ermeniler de, Anadolu'da mal derdine düşmüş ve oradaki savunmasız
insanları katletmiştir.
Değerli arkadaşlar, tabiî, bu katliamdan
sonra, Osmanlı Devleti, 27 Mayıs 1915'te tehcir, diğer adıyla göç kanununu
çıkarttı. Yani, bu, bir yer değiştirme kanunuydu. O zaman Anadolu'nun her
tarafında katliamlar yapan Ermeni çetelerine katılmış Ermenileri, toprakları
yine aynı sınırlar içerisinde olan Suriye'ye göç ettirdi. Ama, tekrar, göç eden
Ermeni vatandaşlarımız, o zaman, Fransızlarla, İngilizlerle geri döndü, bu defa,
Anadolu'daki savaşlara karıştı ve bu savaşta karşılıklı insanlar öldü.
Şimdi, 1915 ile 1918 yılları arasında Doğu
Anadolu'da Kars, Ardahan, Iğdır, Erzurum, o bölgede, yine, Ermeni çeteleri,
Ruslara, Rus Ordusuna katılarak bu defa o bölgede yıkım yaptılar.
Bakın, size çok tarihi anlatacağım.
Ardahan'da Halil Efendi Mahallesinde bir cami var. O camie, 300 tane Müslüman
Türkü -kadın, çocuk, harpten dönmüş yaralı askerleri- topluyorlar ve o camide
yakıyorlar. O cami, şu anda Halil Efendi Mahallesinde yanık cami olarak
duruyor; cami değil, yanık olarak; orada da mezarlar var.
Şimdi, ben buradan hükümete sesleniyorum
ve devletime sesleniyorum: Bu kadar katliam yapmış bir Ermenistan'ın karşısında
niye savunmaya geçiyoruz?! Niye, biz "kardeşim, siz soykırımı yaptınız"
demiyoruz?! O dönem -doğrudur- yani, 600 000-700 000 Ermeni savaşta
öldüyse, 593 000 Müslüman Türk
de savaşta öldü; kayıtları belli. Yani, karşılıklı iki savaşta soykırımı eğer
yapıldıysa, Ahıska Türklerine de yapıldı.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Öğüt, toparlayabilir
misiniz.
Buyurun.
ENSAR ÖĞÜT (Devamla) - Değerli arkadaşlar,
şimdi, burada, Ardahan'da katliam yapılan toplumezarları sayacağım: Sıdık
Cengiz'in tarlasında (Şavşat yolu üzerinde) Çataldere Köyünde, Ölçek Köyünde,
Küçük ve Büyük Cincirap Köylerinde, Göle Esenboğaz Köyünde, Sürügüden Köyünde,
Dereyolu Köyünde, Çıldır Meryem Köyünde, Yıldırımtepe Köyünde, Kotanlı Köyünde,
Övündü Köyünde, toplam 20'nin üzerinde toplukatliam mezarları var. Bunları da
bilgilerinize sunuyorum.
Yalnız, Ermenistan'la, biz, dost olmak
istiyoruz, komşu olmak istiyoruz. Ermenistan'ın da, dost olarak bize adım
atmasını istiyoruz; ama, nasıl; şimdi, ben, size açıklayacağım. Ermenistan'ın
Bağımsızlık Bildirgesinin 11 inci maddesi... Bağımsızlık Bildirgesinin 11 inci
maddesinde "Batı Ermenistan" olarak adlandırdığı Kars'ı, Ardahan'ı,
Erzurum'u, Iğdır'ı kendi topraklarında gösteriyor. Bunu çıkarması lazım,
dostsa, komşuysa.
İki; Anayasasının 13 üncü maddesinin
ikinci fıkrasında Ağrı Dağının resmini devlet armasında gösteriyor. Bakın,
Anayasasının 13 üncü maddesinin ikinci fıkrasında Ağrı Dağının resmini kendi
devletinin armasında "Ararat" olarak gösteriyor. Bundan da vazgeçmesi
lazım, eğer, bizimle komşuysa, eğer, kapının açılmasını istiyorsa. Tabiî ki,
biz de istiyoruz kapı açılsın, ilişkilerimiz düzelsin, bizim kimseyle sorunumuz
yok; ama, dosta kapı açılır, düşmana kapı açılmaz arkadaşlar. Bu, çok
önemlidir. Hem düşmanca davranacaksın, benim sınırlarım içerisinde, kendi Anayasanı
değiştirip yer göstereceksin, benimdir diyeceksin, hem de öteki taraftan yahu
kapıyı açın diyeceksin. Böyle saçma bir tez olabilir mi! İşte, hükümetten benim
rica ettiğim bu iki maddedir. Sen, Bağımsızlık Bildirgenin 11 inci maddesinde
Batı Ermenistan dediğin topraklardan vazgeçeceksin...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Öğüt, lütfen, 1 dakikalık
süre veriyorum, toparlamanız için.
ENSAR ÖĞÜT (Devamla) - Anayasanın 13 üncü
maddesinin ikinci fıkrasını değiştireceksin, Ağrı'yı devlet armandan
çıkaracaksın kardeşim! Azerbaycan'ın işgal ettiğin yüzde 20 topraklarından
çekileceksin. Sen, ortada küçük bir devletsin, bir yandan Azerbaycan'a kafa
tutuyorsun, bir yandan Türkiye'ye kafa tutuyorsun; nasıl bir dostluk, nasıl bir
komşuluk! Sınırsa, Çıldır-Aktaş Kapısı açılırsa, Kars-Tiflis demiryolu
yapılırsa, fark eden hiçbir şey olmaz arkadaşlar. Yani, Kars'tan Gümrü'ye
Ermenistan sınırı 70 kilometre civarındadır, Çıldır-Aktaş Kapısı da 99
kilometre civarındadır. 29 kilometrelik bir mesafeyi giderim, Gürcistan
üzerinden Azerbaycan'a, Türk cumhuriyetlerine giderim.
Ben, ayrıca, Sayın Bakanıma teşekkür
ediyorum, Binali Yıldırım Beye; bugün öğrendim; Kars-Tiflis Demiryolu Projesini
ihaleye çıkarmış. Bu ihalede Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye bir konsorsiyum
kuruyor; ağustos ayında da görüşmeler yapılacak; Kars-Tiflis demiryolunun...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
ENSAR ÖĞÜT (Devamla) - Sayın Başkan...
BAŞKAN - Sayın Öğüt, 5 dakikalık süreyi 8
dakika verdik; lütfen!..
ENSAR ÖĞÜT (Devamla) - 30 saniyede
bitiriyorum.
BAŞKAN - Hayır, lütfen, Sayın Öğüt...
Buyurun.
ENSAR ÖĞÜT (Devamla) - Teşekkür edip
bitiriyorum.
BAŞKAN - Teşekkür etmek için açıp
kapatırım, Sayın Öğüt.
ENSAR ÖĞÜT (Devamla) - Ermeniler benim
topraklarımı istiyor Sayın Başkan!..
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Türkiye'nin
toprakları... O topraklar hepimizin.
BAŞKAN - Sayın Öğüt, bu, gündemdışı
konuşma.
Buyurun.
ENSAR ÖĞÜT (Devamla) - Tamam, anladım.
Değerli arkadaşlar, topraklar hepimizin
topraklarıdır.
Ben şunu söyleyeyim: Türkiye Cumhuriyeti
Devleti güçlüdür. Güçlü devletler her zaman merhametlidir. İspanya'dan gelen
Yahudilere nasıl merhametli olmuşsa, Macaristan mültecilerine nasıl merhametli
olmuşsa, 250 000 Rus'a nasıl merhametli olmuşsa, Halepçe katliamından kaçan
Peşmergelere nasıl merhametli olmuşsa, büyük devlet olduğunu göstermişse, büyük
devlet olduğunu gösterip Ermenistan'la olan sorunlarımızı da çözeceğine
inanıyor, hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Öğüt.
Gündemdışı üçüncü söz, Kırım-Tatar
Türklerinin vatanlarından sürgün edilişinin 61 inci yıldönümü münasebetiyle söz
isteyen İstanbul Milletvekili Nevzat Yalçıntaş'a aittir.
Buyurun Sayın Yalçıntaş. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
3.-
İstanbul Milletvekili Nevzat Yalçıntaş'ın, Kırım-Tatar Türklerinin
vatanlarından sürgün edilişlerinin 61 inci yıldönümüne ilişkin gündemdışı
konuşması
NEVZAT YALÇINTAŞ (İstanbul) - Aziz Başkan,
çok değerli milletvekilleri; bugün, 18 Mayıs günü, insanlık, Türklük ve Kırım
Türkleri tarihinde kara bir gün olarak tarihe geçmiş bulunuyor.
Kırım Türkleri, hepimizin bildiği gibi,
Osmanlı Devletiyle yaptığı bir ittifak sonucu, asırlarca müstakil, medenî bir
devlet olarak varlığını sürdürmüş ve 1783'te Çarlık Rusyasının istilasına
uğrayarak bağımsızlığını kaybetmiştir. Bağımsızlığını kaybetmesine rağmen
sosyal, ekonomik, kültürel, manevî varlığını devam ettirebilmiştir; taa ki
Stalin'in, 1944 yılında, bugün, yani 18 Mayısta verdiği zalimane bir karar
sonucunda, sabah erkenden Sovyet askerlerinin tek tek Kırımlıların evine
girerek 30-40 dakika gibi bir süre zarfında derhal evlerini boşaltmaları ve
Kırım'ı terk etmelerini kendilerine zorla kabul ettirene kadar. Bu kadar kısa
zamanda alabileceklerini alan bu talihsiz soydaşlarımız, hazırlanmış olan
vagonlara; yalnız, tabiî, bu vagonlar insan taşımada kullanılan vagon değil,
affedersiniz, hayvanları taşımada kullanılan vagonlara; her bir vagona 200-250
kişi doldurarak raylara verilmiş, kuzey istikametinde, Sibirya ve Ortaasya'nın
verimsiz topraklarına sürülmüştür. Bunlara sürgün demek de bir nevi gerçeği
saklamak, daha munis bir kelime kullanmak olur. Bu, yolda telef olmaları,
ölmeleri için yapılmış bir operasyon; çünkü, daha vagonlara konduktan sonra, bu
vagonların kapakları kapatılmış ve uzun süre açılmamış, çok nadir hallerde
açılıp içerde hayatını kaybetmiş olanların naaşları, vücutları -hava kuzeylerde
soğuk olur- karlar ve topraklar üzerine atılarak bu vagonlar devam etmiştir.
Sürgüne uğrayanların sayısı 400 000'i
aşkındır. Ben 1990'ların başında gittim, bizatihi o faciayı yaşamış insanlarla
konuştum, bire bir konuştum. Bu, yolda yarısı telef olanların 200 000'i
Ortaasya ve Sibirya'ya ulaşmış ve bir yaşama savaşı vermişler. Tabiî, orada da
hastalıklar, yokluklar devam etmiş ve tekrar geri dönme savaşı ancak Stalin'in,
hatta Kruşçev'in ölümünden sonra başlamıştır. Bu arada dönme arzusunu izhar
eden, açıklayan ve dönme teşebbüsünde bulunan Kırımlılar da tevkif edilmiş, bu
bir cürüm addedilmiş ve hapishanelere atılmıştır. Bunların başında, hepimizin
bildiği, Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu, ki, onsekiz sene, hem de çok genç
yaşında Sibirya kamplarında, hapishanelerinde, oradan oraya gönderilerek,
hayatının en güzel zamanlarını kaybetmiştir. Fakat, sonra, bu liderin
başkanlığında ve aşağı yukarı yumuşama ve demokrasi havası eserken, elli yıl
sonra dönmüşler ve bu dönmeyle, bugün, 300 000 civarındaki bir Kırımlı Tatar
Türkü, varlığını tekrar kurmak, tekrar kendi hür ve müstakil topraklarında
yaşama mücadelesi vermektedir.
Birinci görevi, Türkiye Cumhuriyeti
Hükümetinin ve ilgili bakan arkadaşlarımızın, bunların, bu, çok meşru, çok
doğal haklarını gerçekleştirmelerinde onlara yardımcı olmaktır. Bunun ilk
yoluysa, Özbekistan gibi bir dikta idaresi altında ve değerlerinde yaşayan geri
kalan 300 000 kadar Kırımlının oraya gönderilmesini sağlamak için gereken
girişimleri yapmaktır. Biz, bu diktayı yürüten kişilerle, şahsen de, heyetler
halinde de konuştuk; Özbekistan Cumhurbaşkanıyla görüştük. Bunlar, başkalarının
hoşuna gitmek için, bu arzu içerisinde yanan, yani Kırım'a dönmek isteyen
Kırımlı Tatar Türklerini döndürmemek için her şeyi yapıyorlardı; ama, şimdi,
herhalde, zamanı gelmiştir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Yalçıntaş, toparlayabilir
misiniz.
Buyurun.
NEVZAT YALÇINTAŞ (Devamla) - Bu Kırımlı
Türklerin talihi olumlu istikamete dönmeye Ukrayna Cumhuriyeti kurulduğu zaman
başlamıştır. Dolayısıyla, orada bir Kırım Özerk Cumhuriyeti vardır. Ukrayna'da
demokrasinin gelişmesiyle, kardeşlerimiz daha rahat şartlara ulaşacaklardır.
Ukrayna'nın tanıdığı bu imkânlardan dolayı, bu dost ülkeye de teşekkür etmek
istiyorum.
İşte, 18 Mayıs 1944 tarihi, insanlık
tarihinin büyük bir faciasına şahit olmuştuk.
Şunu da, Sayın Başkan, belirteyim ki,
tarihteki bu olay dolayısıyla, biz, bugünkü Rusya Federasyonuna karşı bir tutum
takınıyor değiliz; ama, çok yakın bir zamanda, sadece on onbeş gün önce,
Dumanın, hiçbir etüde dayanmadan, kâfi müzakereye, olgunlaşmaya dayanmadan,
alelacele, Ermeni iddialarını benimseyen bir kararı kabul etmesini de üzüntü ve
teessüfle karşılıyoruz.
Türkiye Parlamentosunda, Türkiye-Rusya
Dostluk Grubunun senelerden beri yöneticiliğini yapan bir arkadaşınız olarak,
bunu, kendilerine şahsen, resmî yazışmalarla bildirdim; ama, şu kutsal kürsüden
de, Rusya Dumasının yöneticilerine ve bu kararı getiren, alelacele çıkaran
milletvekillerine de, Rus milletvekillerine de, yine, bu kürsüden teessüf ve
üzüntülerimi bildirmeyi bir vazife görüyorum.
Hepinize teşekkür ediyorum efendim.
(Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın
Yalçıntaş.
Başkanlığın Genel Kurula diğer sunuşları
vardır.
Kâtip Üyenin oturarak okumasını oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının
bir tezkeresi vardır; okutup bilgilerinize sunacağım.
B)
TEZKERELER VE ÖNERGELER
1.-
Parlamentolararası Birlik ve Barış İçin Asyalı Parlamentolar Birliğine siyasî
parti grup başkanlıklarınca aday gösterilen milletvekillerine ilişkin TBMM
Başkanlığı tezkeresi (3/826)
18
Mayıs 2005
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna
Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış
İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki 3620 sayılı Kanunun 2 nci maddesine göre
Türkiye Büyük Millet Meclisini temsil edecek grubu oluşturmak üzere, Siyasî
Parti Grup Başkanlıklarınca "Parlamentolararası Birlik"e aday
gösterilen Çankırı Milletvekili Hikmet Özdemir'in ve "Barış İçin Asyalı
Parlamentolar Birliği"ne aday gösterilen Kocaeli Milletvekili Nevzat
Doğan'ın isimleri, aynı Kanunun 12 nci maddesi uyarınca Başkanlık Divanında
yapılan görüşmeyi müteakiben Genel Kurulun bilgilerine sunulur.
Bülent Arınç
TBMM Başkanı
BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının
bir tezkeresi daha vardır; okutup oylarınıza sunacağım.
2.- Çin
Halk Cumhuriyeti Dışişleri Komitesi Başkanının TBMM Dışişleri Komisyonu
heyetini Çin'e davetine icabet edilmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/827)
18
Mayıs 2005
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna
Dışişleri Bakanlığının 15 Nisan 2005
tarihli ve 155094 sayılı yazısında, Çin Halk Cumhuriyeti Dışişleri Komitesi
Başkanının Türkiye Büyük Millet Meclisi Dışişleri Komisyonu heyetini Çin'e
davet ettiği bildirilmiştir.
Söz konusu davete icabet edilmesi hususu,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki 3620
sayılı Kanunun 6 ncı maddesi uyarınca, Genel Kurulun tasviplerine sunulur.
Bülent Arınç
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı
BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Danışma Kurulunun bir önerisi vardır;
okutup, oylarınıza sunacağım.
V.-
ÖNERİLER
A) DANIŞMA
KURULU ÖNERİLERİ
1.-
(10/284, 10/285, 10/148, 10/182, ve 10/187) esas numaralı Meclis araştırması
önergelerinin öngörüşmelerinin birlikte yapılmasına ilişkin Danışma Kurulu
önerisi
Danışma Kurulu Önerisi
No.: 152 Tarihi: 18.5.2005
Gündemin "Genel Görüşme ve Meclis
Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler" kısmının 239 uncu sırasında yer
alan (10/284) ve 240 ıncı sırasında yer alan (10/285) esas numaralı Meclis
araştırması önergelerinin görüşmelerinin Genel Kurulun 18.5.2005 Çarşamba günkü
birleşiminde (10/148), (10/182) ve (10/187) esas numaralı Meclis araştırması
önergeleriyle birlikte yapılmasının Genel Kurulun onayına sunulması Danışma
Kurulunca uygun görülmüştür.
Bülent Arınç
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı
Salih Kapusuz Kemal
Anadol
AK Parti Grubu Başkanvekili CHP
Grubu Başkanvekili
BAŞKAN - Söz talebi?.. Yok.
Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak
İşler" kısmına geçiyoruz.
Ankara Milletvekili Eşref Erdem ve 23
milletvekilinin, sorumluluğunun gereğini yapmadığı, yetkilerini aştığı,
hazineyi zarara uğrattığı ve görevini ihmal ettiği iddiasıyla Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler hakkında Anayasanın 99 uncu ve İçtüzüğün 106 ncı
maddeleri uyarınca verilmiş bulunan (11/2) esas numaralı gensoru önergesinin
gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki öngörüşmelere başlıyoruz.
VI.- GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI
A)
ÖNGÖRÜŞMELER
1.- Ankara
Milletvekili Eşref Erdem ve 23 milletvekilinin, sorumluluğunun gereğini
yapmadığı, yetkilerini aştığı, hazineyi zarara uğrattığı ve görevini ihmal
ettiği iddiasıyla Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi Güler hakkında
gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/2)
BAŞKAN - Hükümet?.. Yerinde.
Önerge, daha önce bastırılıp dağıtıldığı
ve Genel Kurulun 10.5.2005 tarihli 96 ncı Birleşiminde okunduğu için, önergeyi
tekrar okutmuyorum.
Sayın milletvekilleri, Anayasanın 99 uncu
maddesine göre, bu görüşmede, önerge sahiplerinden bir üyeye, siyasî parti
grupları adına birer milletvekiline ve Bakanlar Kurulu adına Başbakan veya bir
bakana söz verilecektir.
Konuşma süreleri, önerge sahibi için 10
dakika, gruplar ve hükümet için 20'şer dakikadır.
İlk söz, önerge sahibi olarak, aynı
zamanda Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen, Ankara Milletvekili
Eşref Erdem'in.
Buyurun Sayın Erdem. (CHP sıralarından
alkışlar)
CHP GRUBU ADINA EŞREF ERDEM (Ankara) -
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Sayın
Hilmi Güler'in, görevini ihmal ettiği, kamu gelirlerinin talanına seyirci
kaldığı, kamu hazinesini zarara uğrattığı iddiasıyla verdiğimiz gensoruyla ilgili
olarak görüşlerimizi ifade etmek üzere söz almış bulunmaktayım; şahsım ve
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, enerji ile
kalkınmışlık, gelişmişlik, büyüme arasında doğrudan doğruya bir bağ vardır. Bir
ülkede enerji politikaları saptanırken, bu politikanın, öncelikli olarak yerli
kaynakların değerlendirilmesini esas alması, dışa bağımlılığı azaltması, kaynak
çeşitliliğini artırması, ucuz, temiz ve verimli enerji üretimini sağlaması
temel yaklaşım olmalıdır. Oysa, Türkiye'de, bunun tam tersi yapılmaktadır.
Hidrolik ve kömür kaynaklarımızın henüz üçte 1'i devreye sokulmuş değildir.
Jeotermal, rüzgâr ve güneş gibi temiz ve yenilenebilir kaynaklarımız, neredeyse
el değmeden beklemektedir. Bu durumda, enerjide dışa bağımlılığımızın nedeni
olarak kaynaklarımızın yetersizliğini öne sürmek, eksik, yanlış ve
yanıltıcıdır.
Ülke ihtiyaç ve çıkarlarının gözetilmediği
hesapsız adımlar atılarak, kullanmadığımız gazın, elektrik enerjisinin parasını
öder hale getirildik. Bu yanlış tercihlerle, ülkemiz, bir borç batağının içine
sürüklenmiştir. Ulusal kaynakları dikkate almayan, verimlilik ve kaynak
çeşitliliği ilkesini gözetmeyen ve ülkemizi, başta doğalgaz olmak üzere, çok
büyük ölçüde ve tehlikeli oranlarda dışa bağımlı kılan bu yanlış tercih ve
politikalar, sağ siyasal iktidarların eseridir.
Bugün ülkemiz, tam bir borç sarmalının
içine sürüklenmiştir. Alınan kredilerin, bırakın anapara taksit ödemelerini,
faizlerini bile ödeyemez bir duruma getirildik. Borcu yeni bir borçla döndürür
hale geldik. Bu durumu, sanayimizin amiral gemilerini satarak da
düzeltemezsiniz; TÜPRAŞ'ı, Petkimi, Erdemiri, Tekeli, SEKA'yı, Seydişehir'i ve
benzeri tesisleri sattınız ya da satmak istiyorsunuz; ama, biliniz ki, müflis
tüccar misali sattıklarınız ve satmaya çalıştıklarınız, bu ülkenin
emekçilerinin ve cumhuriyetimizin seksen yıllık birikiminin sonuçlarıdır,
ulusal değerlerimizdir. Onları satmak demek, dışarıya daha bağımlı hale gelmek
demektir. Daha da önemlisi, onlarla birlikte yitip giden, sadece bina ve
tesisler değil, en önemli değerimiz olan ulusal bağımsızlığımızdır.
Enerji, ekonomik bağımsızlığın olduğu
kadar, ulusal savunmamızın ve ulusal güvenliğimizin de güvencesidir. Bu nedenle
de, enerji politikaları, ulusal bir sorumlulukla, özenle ve ehliyetle
planlanmalıdır.
Bugün, enerji tüketimimizin yüzde 37'sini
petrolden, yüzde 23'ünü doğalgazdan karşılamaktayız. Tükettiğimiz petrolün
yüzde 91'ini, tükettiğimiz doğalgazın tamamını ithal etmekteyiz. Diğer yandan,
enerji tüketimimizin yüzde 25'ini de kömürden sağlamaktayız. Bugün, resmî
kaynaklara göre 8, bazı yeni buluşlara göre de 9 milyar ton civarında linyit
kömür rezervimiz vardır. Bunların sadece üçte 1'i kullanılmış durumdadır.
Ulusal kaynaklarımız, yeraltında bulunan kömür rezervlerimizin üçte 2'si henüz
işletilmeye alınmamıştır, değerlendirmeye alınmamıştır. Bu ulusal kaynaklarımız
ortada dururken, değerlendirilmeden, ithal kömüre dayalı santrallar kuruyoruz.
Gerçekten, nasıl bir politikadır bu; bunu anlamakta zorluk çekiyorum.
Hidrolik kaynaklarımız, yine resmî
rakamlara göre 127 milyar kilovat/saat/yıldır. Oysa, son yıllarda yapılan yeni
değerlendirmelerde ve hesaplamalarda, resmen kabul ediliyor olmamakla birlikte,
gayri resmî olarak ilgili kurum ve kuruluşlarda kabul gören gerçek
potansiyelimizin, teknik ve kullanılabilir anlamda teknik hidrolik
potansiyelimizin 180 ilâ 190 milyar kilovat/saat/yıl olduğu bilinmektedir.
Yerli, ucuz ve temiz bir kaynak olan sözkonusu hidrolik potansiyelimizin de ilk
rakama göre üçte 1'i, ikinci rakama göre dörtte 1'i sadece işletmeye açıktır.
Bir başka deyişle, su kaynaklarımızın henüz dörtte 3'ü işletilmeye hazır
beklemektedir ve Türkiye, bu ucuz kaynaklardan, ne yazık ki
yararlanamamaktadır.
Yıllardır uygulanmakta olan yanlış politikalar,
yalnızca yerli kaynaklarımızın devre dışında bırakılmış olmasıyla sınırlı
değildir. Tamamı ithal edilen doğalgazın yüzde 60'ı elektrik enerjisi
üretiminde kullanılmaktadır. Bir başka anlatımla, elektrik enerjisinde doğalgaz
kullanım oranı, yaklaşık yüzde 50'ye ulaşmıştır; bu, çok tehlikeli bir
durumdur; bu, son derece yüksek ve akılcılıktan uzak bir orandır. Tükettiği
gazın yüzde 85'ini kendi topraklarında üreten Amerika Birleşik Devletlerinde bu
oran yüzde 20, Avrupa Birliği ülkelerinde de yüzde 32 civarlarındadır.
Diğer yandan, Dünya Bankası tarafından
dayatılan yap-işlet-devret ve yap-işlet gibi finansman modelleriyle yerli ve
yabancı şirketlere doğalgaz santralları yaptırılmıştır. Bunlara, bir yandan,
gaz tedarik garantisi verilirken, diğer yandan da, ürettikleri pahalı elektriği
satın alma garantisi verilmiştir. Bu sistemde, BOTAŞ ve Elektrik Üretim AŞ gibi
kamu kuruluşları ile Hazine garantör olarak, söz konusu ayrıcalıklardan
yararlanan şirketlerse tahsildar olarak çalışmaktadır. Oluşan kabarık faturayı
ise, son tahlilde, konuttaki tüketici, sanayici, işyeri sahibi, köylü, emekçi
ve tarlasında traktörüne mazot koymakta zorlanan çiftçi ödemektedir.
Sayın milletvekilleri, kadrolaşma
konusundaki saptamalarımız bir iddia değildir, malumun ilanıdır. Son yıllardaki
operasyonlar konusunda hafızasını yoklayan herkes yolsuzluk operasyonlarının
büyük bölümünün enerji sektöründe olduğunu ve bunların ya mahkûmiyetle
bittiğini ya da halen devam eden yargı süreçlerini kolaylıkla
hatırlayacaklardır. Beyaz enerji operasyonunun izleri henüz belleklerdeyken,
Şubat 2005'te yaşanan ikinci beyaz enerji operasyonu, toplumumuzun
siyasetçilere, bürokrasiye ve iş dünyasına olan güvenini bir kez daha ve
temelden sarsmıştır. Bu çürüme süreci yaşanırken, Uluslararası Saydamlık
Kurumunun her yıl yayımlanan yolsuzluk algılamaları endeksinde, yolsuzluktan en
arınmış sayılan ülkelerin üst sıraları paylaştığı listede, Türkiye, 2000
yılında 50 nci sırada; ama, onu izleyen AKP İktidarı döneminde, 2002 yılında 64
üncü sıraya, 2004 yılında da 77 nci sıraya gerilemiştir.
Cumhurbaşkanının kararnamelerini geri
çevirdiği ve haklarında düzenlenmiş müfettiş raporlarına göre üst yönetimde
görev almaması gerekenler, Bakan Sayın Güler tarafından ısrarla ve usulsüz
olarak göreve getirilmiş ya da görevde tutulmuşlardır. Tedvir, görevlendirme
veya vekâlet gibi geçici ve kısa süreli olması gereken uygulamalar, cumhuriyet
tarihinde görülmemiş bir biçimde, uzun süreli ve asaleten atama yerine
uygulanmaktadır. Bu yöntemler kabul edilebilir uygulamalar değildir; devlet
böyle yönetilemez Sayın Bakan.
Bazı bürokratlara ve kimi işadamlarına,
yolsuzluk operasyonlarında sınırlı da olsa dokunulurken, bu süreçlerin
sorumlusu olan siyasetçiler dokunulmazlık zırhlarına sıkı sıkıya yapışmış, her
şeyin unutulacağı umuduyla, hiçbir şey olmamış gibi, yaşamlarını ve
icraatlarını sürdürmeye devam ediyorlar; ama, biliniz ki, bu böyle devam etmez,
böyle devam etmeyecektir.
Sayın milletvekilleri, kaynak
tahsislerinde önceliklerin belirlenmesinden yatırımlara kadar ekonomimizin çok
sayıda sorunu vardır. Karşı karşıya bulunduğumuz sorunların başında
"kayıtdışı" diye adlandırdığımız ülkenin birtakım gelirlerinin kayıt
altına bir türlü alınamamış olmasıdır; diğeri ise, yolsuzluklardır. Birincisini
şimdilik bir tarafa koyalım; ama, yolsuzluklar, uzunca bir süredir bizi için
için kemiren onulmaz bir hastalık halini almıştır. Bu kadar uzun süre
yolsuzluklarla iç içe yaşayan bir ekonominin ayakta durması olanaksızdır. Bunu
mutlaka tedavi etmeli ve bu hastalıklı yapıyı kesip sistemin dışına atmalıyız.
Değerli arkadaşlarım, kısa bir Türkiye
enerji fotoğrafı çektikten sonra, gelelim asıl gensorudaki iddialarımıza.
Değerli arkadaşlarım, Sayın Güler,
Rusya'dan alınan anlaşmaların tümünde yaptığı fiyat değişiklikleriyle Mavi Akım
hattından alınan gazın fiyatını artırmıştır. Diğerlerinde ise, belli bir
indirim yapılmışsa da anlaşmaların süreleri ve taşıyacakları toplam gaz miktarı
dikkate alındığında, sonuçta, kamu, milyarlarca dolarlık zarara uğratılmıştır.
Mevcut hükümet işbaşına geldiğinde Rusya'dan iki ayrı boru hattıyla dört ayrı
fiyattan doğalgaz satın alınmaktaydı. Batı hattından alınan gazın 6 milyar
metreküplük bölümü doğrudan Gazexporttan ve belli bir fiyat üzerinden formülüne
göre alınıyordu. Yine, batı hattından, aynı hattan, Turusgaz adlı şirket
aracılığıyla alınan 8 milyar metreküp gaz ise, iki ayrı fiyattan alınmaktaydı.
Tepe noktada, yani plato diye adlandırılan, maksimuma çıkılan noktada yıllık
olarak 16 milyar metreküpe ulaşılacak olan Mavi Akım gazı ise, anlaşmada
öngörülen fiyat formülü üzerinden alınmak durumundaydı. Mavi Akım hattından ilk
gaz sevkıyatı Şubat 2003'te başlamıştır. İlk gaz alım faturasıyla birlikte de
formül tartışmaları gündemimizin içine yerleşmiştir.
Kısaca hatırlamak gerekirse, Şubat 2003'te
Rusya tarafı bir fatura gönderiyor. BOTAŞ yetkilileri, bu faturayı alıyorlar,
inceliyorlar ve faturanın formülde yazılı fiyatın üstünde bir fiyatla
kuruşlandırıldığını görüyorlar. Bunun yanlış olduğunu söylüyorlar ve bu fiyatın
yüksek olduğunu, formüldeki fiyatın daha düşük olduğu BOTAŞ tarafından ifade
ediliyor. Gazexport, 14 Mart 2003 tarihinde BOTAŞ'a yazdığı yazıda, fiyat
formülündeki farklılığın basit bir yazım hatası olduğunu, sehven orada yer
aldığını iddia ediyor ve dolayısıyla, kendilerinin iddia ettiği formülün asıl
formül olduğunu söylüyorlar. BOTAŞ, 1 Nisan 2003 tarihinde, ihtilafa neden olan
fiyat formülüyle tahkime gidilmesi halinde ne gibi bir sonuç doğurabileceği
konusunda hukuk bürolarına görüş soruyor. Her iki hukuk bürosundan da alınan görüş;
bunun sehven yazılmasının mümkün olamayacağı; çünkü, hem anlaşma öncesi paraf
edilen iki ön protokolde hem de onu izleyen nihaî anlaşmada formülün üç defa
ayrı ayrı, ama aynı şekilde yer aldığı görülmüştür ve dolayısıyla her iki hukuk
bürosu da "eğer tahkime gidilirse, Türkiye burada bu davayı kaybetmez ve
Türkiye haklıdır" sonucuna varıyor. BOTAŞ, bu hukukî inceleme ve görüşler
paralelinde, 9 Nisan 2003 tarihinde, Gazexporta anlaşmada yer alan fiyat
formülünün hatalı olmadığını bildirmiş ve onların gönderdiği Şubat 2003'e ait
faturayı iade etmiştir. BOTAŞ Yönetim Kurulu, ödemelerin, 15 Aralık 1997
tarihinde imzalanan Mavi Akım anlaşmasındaki formül itibariyle ödenmesine karar
vermiş ve ilk faturanın hesabını da bu formül üzerinden yaparak göndermiştir.
14 Nisan 2003 tarihinde, BOTAŞ, yine bir başka hukuk bürosuna başvuruyor. O
hukuk bürosundan da, Türkiye'nin haklı olduğu, tahkime gidildiği takdirde,
Türkiye'nin burada mutlaka bu davayı kazanacağı doğrultusunda görüş ifade
ediliyor.
Karşılıklı yazışmaların ardından, Rus
tarafı, Gazexport, 23 Mayıs 2003 tarihinde, fiyat formülüyle ilgili olarak
tahkime başvurduğunu BOTAŞ'a bildirmiştir. Önce, bu bildirime karşı kendi
görüşünü ve itirazını Gazexporta yazılı olarak ileten BOTAŞ Yönetim Kurulu, 5
Haziran 2003'te aldığı 2003/31 sayılı kararıyla, tahkim işlemlerini başlatmak
üzere, BOTAŞ Genel Müdürünü yetkilendirmiştir.
Bu arada, bu tartışmalar ve yazışmalar
sürerken, beklenmedik bir gelişme oluyor; Rus tarafı, bir paket teklifte
buluyor Türkiye'ye; diyor ki: "Gelin, bu böyle olmaz; ne sizin dediğiniz
olsun ne bizim dediğimiz olsun, fiyatların tümünü, anlaşmanın diğer taraflarını
da birlikte değerlendirelim, size bir paket teklif sunuyorum, lütfen, bu
teklifi değerlendirmeye alın ve bundan sonraki işlemler buna göre
yapılsın."
Şimdi, burada, tabiî, akla şu soru
geliyor: Rus tarafı, bu kadar haklı olduğuna inanıyor idi ise, böyle bir
noktada, kendisi bizden önce tahkime başvurmuş, sonra biz tahkime gidecek iken,
böyle bir teklifte bulunmak, bence, açık açık, Rus tarafının uluslararası
tahkimde davayı kazanamayacağını...
BAŞKAN - Sayın Erdem, bir saniye...
Sayın milletvekilleri, Genel Kurulda büyük
bir uğultu var; sayın hatibin konuşması anlaşılmamaktadır.
Buyurun Sayın Erdem.
EŞREF ERDEM (Devamla) - Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Tabiî, bu, Rus tarafının tahkimden
vazgeçiyor olması ve böyle bir paket teklifle bizim karşımıza geliyor olması,
Rus tarafının, hukuken tahkim karşısında, hukuk karşısında zayıf olduğunun da
bir işareti olarak ele alınmalıdır.
Şimdi, gelelim, işin esası buralarda
dönüyor. 10 Temmuz 2003 tarihinde Rus Gasprom Şirketinin Başkanı Aleksey
Miller, Türkiye'ye gelerek, doğrudan, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Sayın
Hilmi Güler'le başbaşa 5 saat süren bir görüşme yapıyor. Şimdi, bunu anlamakta
zorluk çekiyorum. Eğer dışpolitikada ve bu uluslararası ilişkilerde
karşılıklılık ilkesi önemli ise, bana göre, herhalde, Sayın Bakanın muhatabı
Gaspromun Başkanı veya Başkan Yardımcısı değildir. Hadi görüştünüz, peki, Sayın
Bakan, 5 saat ne görüştünüz? Yanınızda tutanak tuttunuz mu? Yanınızda işin aslî
sahibi olan BOTAŞ'tan herhangi bir tanık, bir görevli, bir yetkili bulunuyor mu
bulunmuyor mu? Siz, herhalde, burada, şahsî işlerinizi konuşuyor değilsiniz?!
Türkiye Cumhuriyeti ile Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin bir bakanlığı ile bir
başka devletin bir şirketi arasında bir çözüm arıyorsunuz bir meseleye. Bunu da
anlamakta zorluk çekiyorum.
Hemen ardında, 30 Temmuz 2003 tarihinde
Türkiye'ye gelen Gaspromun Başkan Yardımcısı Kamarrow, yine, Bakanımız Sayın
Güler'le bir görüşme yapıyor. Birinci görüşmede, çözüm arıyoruz -özetini
söylüyorum- Miller'le; Kamarrow'dan sonra dışarıya çıktıklarında Sayın Bakanca,
tahkim sürecinin askıya alınmasına karar verildiği, Mavi Akım Projesinde
alınacak doğalgaza uygulanacak formül, Rusya Federasyonundan doğalgaz alımına
ilişkin bütün doğalgaz alım-satım anlaşmalarında, fiyat dahil, tüm ticarî
şartların gözden geçirilmesi ve 4 ile 8 Ağustos 2003 tarihleri arasında
tarafların teknik ekiplerinin Ankara'da bir araya gelerek bu hususta çalışma
yapmalarının kararlaştırıldığı ifade ediliyor.
Şimdi, doğal olarak, uluslararası tahkime
başvurduğuna göre, tahkimi kaldırma işlemi BOTAŞ'ın yetkisinde olmalıdır. Sayın
Bakanın tek taraflı, şahsen, kişi olarak böyle bir yetkisi yoktur. Kaldı ki,
BOTAŞ 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle tanzim edilmiş bir KİT'tir ve
burada Bakanlığın görevi, gözetim ve denetimle sınırlandırılmıştır. İleride
göreceğiz, Sayın Bakan işine geldiğinde "fiyatı ben düzenliyorum, ben
tanzim ediyorum, hatta miktarla da ilgileniyorum" diyor; ama, işine
geldiğinde Sayın Bakan bir başka yerde "hayır, hiç ilgilenmiyoruz,
Bakanlığımızın hiçbir birimiyle ilgili değiliz, BOTAŞ kendisi götürüyor,
kendisi yapıyor, sorumluluk oradadır" diyebilecek kadar da çoğu zaman
çelişkiye düşüyor. İşin daha da hazin tarafı -30 Temmuzda oluyor bu- 4
Ağustosta BOTAŞ Yönetim Kurulu toplanıyor, Sayın Bakanın ve Kamarrow'un
görüşmelerine atıfta bulunarak oradan direktif aldıklarını ima ederek, o
doğrultuda bir yönetim kurulu kararı alınıyor. Eğer BOTAŞ bu doğrultuda haklı
olduğuna inanıyor ve bir yönetim kurulu kararı alması gerekiyorsa, zannediyorum
bunu, Sayın Bakan ile Kamarrow'un bu görüşmeyi yapmalarından önce bu BOTAŞ
yönetimi toplanmalıydı, kararını almalıydı; Sayın Bakan da bu karar
doğrultusunda belki Kamarrow'la bir görüşmeyi gerçekleştirebilirdi.
Sayın Bakan, önce bu fiyat formülü için 28
Mayıs 2003 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda bir konuşma
yapıyor ve bu konuşmada, "biz 20 Şubatta almaya başladık -Sayın Bakanın
ifadelerini söylüyorum- 12 Martta onlara fatura gönderdik; sonra, bir fiyat
formülü meselesi çıktı. Bu fiyat formülünde gönderdiğimiz hesaba göre,
yaptığımız hesaba göre sehven dediler. Bize bir mektup yazdılar, itiraz
ettiler. Biz de önce sehven zannettik." Buraya dikkatinizi çekiyorum,
Sayın Bakan söylüyor...
ŞEVKET ARZ (Trabzon) - Sayın Başkan,
Turizm Bakanı görüşmelerini dışarıda yapsın; gürültü oluyor orada.
ATİLA EMEK (Antalya) - Dinleyemiyoruz...
BAŞKAN - Lütfen, sayın milletvekilleri,
niye müdahale ediyorsunuz?!
GÖKHAN DURGUN (Hatay) - Sohbet ediyorlar;
kahvehane mi burası.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri niye
heyecanlanıyorsunuz; gerekli uyarıyı yapıyoruz biz buradan.
ŞEVKET ARZ (Trabzon) - Devam ediyor...
BAŞKAN - Lütfen ama... Sayın
milletvekilleri...
Buyurun Sayın Erdem.
EŞREF ERDEM (Devamla) - Teşekkür ederim.
Değerli arkadaşlarım, buraya dikkatinizi
çekiyorum. Sayın Bakan ifadesinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda
"biz de önce sehven zannettik. Olayı inceledik, formüldeki hata pek sehiv
gibi gözükmüyor." Bu, Sayın Bakanın, 28 Mayıs 2003 tarihinde, Türkiye
Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda, bu kürsüden yaptığı konuşma; yani, bir
anlamda, Sayın Bakan, formüldeki değişikliğin sehven olmadığını, daha önce
anlaşmada yer alan formülün doğru formül olduğunu ifade etmiş oluyor. Bu
uygulamanın bir diğer vahim boyutu vardır; BOTAŞ Yönetim Kurulunun yetkisi
dahilindeki bir konuya, ilgili bakan, doğrudan müdahale ederek yönlendirme
yapmıştır. Bu husus, BOTAŞ Yönetim Kurulunun, demin söylediğim 4 Ağustos ve
13-14 Eylül tarihlerindeki toplantılarında da teyit edilmiştir.
Yine, Sayın Bakan, fiyat müzakerelerini,
bu husustaki yetkili kurum olan BOTAŞ'ın yürüttüğünü ve sonuçlandırdığını,
Bakanlığının konuyu yakından takip etmekle yetindiğini ifade ediyor. 3 Haziran
2003 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Yolsuzlukları Araştırma
Komisyonuna yaptığı açıklamada da "şu anda, fiyat konusunu ben
yürütüyorum, yalnız ben; ayrıca, ben, sadece fiyatı konuşmak niyetinde değilim,
miktarları da düşünüyorum" demiştir. Şimdi, Sayın Bakan, önce diyor ki,
yukarıda: "BOTAŞ'ın yetkisinde, ben ilgilenmem; bizim Bakanlığımız, sadece
işi izlemekle yetiniyor, takip etmekle yetiniyoruz." Ama, 3 Haziran 2003
tarihinde, Yolsuzlukları Araştırma Komisyonunda bilgisine başvurulduğunda da
"ben, her şeyle meşgulüm, ben yapıyorum; şu anda, fiyat konusunu ben
yürütüyorum, yalnız ben; sadece fiyatı konuşmak niyetinde değilim, ayrıca
miktarları da düşünüyorum" diyor.
Yine, İstanbul Milletvekili Emin Şirin,
bir soru önergesinde, Sayın Bakana şöyle soruyor: "BOTAŞ'ın yürüttüğünü
ifade ettiğiniz müzakerelerde hiç BOTAŞ'a müdahil oldunuz mu, talimat verdiniz
mi? Soruya şöyle bir cevap veriyor: "AKP İktidarıyla birlikte, sadece
BOTAŞ değil, Bakanlığımın diğer kuruluşları da, kendi menfaatlarını, genel
politikalar çerçevesinde kendinden müzakere etmekte olup, yönlendirme şeklinde
Bakanlığımın bir müdahalesi olmamıştır." Yukarıda belirtildiği üzere,
tahkim süreci devam etmiş; fakat, her ne hikmetse kendiliğinden sona ermiş.
Bakanın sözlerini söylüyorum, aynen şu: "Yukarıda belirtildiği üzere,
tahkim süreci devam etmiş; fakat, kendiliğinden sona ermiştir."
Sayın milletvekilleri, görüldüğü gibi,
Sayın Bakan, sürekli olarak, kendisiyle ve gerçeklerle çelişen açıklamalarda
bulunmaktadır.
Sayın Bakanın doğrudan Gasprom
yetkilileriyle, tutanakları da olmadığı öne sürülen, başbaşa görüşmelerinin ve
açıkladığı kararların ardından, BOTAŞ ve Gazexport arasında, önce, 22 Ekim 2003
tarihinde, tahkim sürecinin askıya alındığına dair mutabakat zaptı imzalanıyor;
daha sonra da, Rusya'dan alınan gaza ilişkin tüm alım-satım kontratlarının
fiyat, al ya da öde oranları, sınır teslim basıncı gibi çeşitli maddeleri
üzerindeki görüşmeleri müteakip, anlaşmaya varılarak, ilgili dokümanlar 19
Kasım 2003 tarihinde bir anlaşma olarak imza altına alınmıştır; "bu
anlaşmaların son maddeleri de, Enerji Piyasası Düzenleme Kurulunun onayından
sonra yürürlüğe girecektir" deniliyor.
Sayın Bakan, içinden geçmekte olduğumuz
durumu şöyle özetliyor: "Mavi Akımda fiyat biraz yükseldi; ama,
diğerlerinde indirildi. Sonuçta, ülkemize milyonlarca dolar kazandırdık."
Değerli arkadaşlarım, biraz sonra
anlatacağım, milyonlarca dolar kâr değil, Türkiye Hazinesi, şu anda, 2 milyar
dolar ile 8 milyar dolar arasında bir zararla karşı karşıyadır. Tabiî, bunu,
bugün için söylemiyorum. Bugün için 2 milyar dolar; toplam gaz ve süre, anlaşma
sonunda dikkate alındığında, 8 milyara varan projeksiyonlar yapılmaktadır.
İmzalanmakta olan anlaşmanın kâr mı zarar mı olduğunu hesaplamak çok kolay.
Şurada, benim önümde belgeler var, uzun uzun çizelgeler var; fiyat
tahminleriyle yıllık hesaplar yapılmış ve bu hesap itibariyle, anlaşmanın
imzalandığı 19 Kasım 2003 tarihinde, tablo şöyle, değerli arkadaşlarım: Batı
hattından Gazexport ile alınan gaza 350 000 000 dolar indirim yapılmış; yine
Trusgaz ile, anılan anlaşmada 1,5 milyar dolar indirim olmuş. Batı hattından
daha küçük çapta alınan bir şey var, 54 000 000 dolar da o -bunlar indirim-
indirimleri topladığımızda, 1 931 000 000'luk bir indirim sağlamış oluyoruz üç
fiyattan.
Gelelim Mavi Akıma... Mavi Akımda, şu
anda, anlaşmanın değiştirildiği noktadaki asgarî alım taahhütleriyle
yapıldığında, hazine, 2003 Kasım itibariyle 1,8 milyar dolar zarardadır. Biraz
daha ilerleyelim; yapılan projeksiyon ve hesaplamalarda -2005'e geldik- artan
petrol fiyatlarıyla bir hesaplama yapıldığında şu üç tarih önemli: Birinci
tarih, anlaşmanın imzalandığı 19 Kasım, 1,8 milyar dolar zarardayız; Temmuz
2004 itibariyle, petrol fiyatları dikkate alınarak değerlendirme yapıldığında,
toplam hazine kaybı 4,3 milyar dolardır; Nisan 2005'te, artan petrol
fiyatlarıyla yapılan değerlendirmede kayıp, Mavi Akımda 7,9 milyar dolar;
toplam, kümülatif 8 milyar dolar zarardayız. Yani, bir anlamda, daha önce
indirim diye övündüğümüz, iki yıldaki, kalemlerde de Rus tarafı kâra geçmiştir.
Bu kadar öngörüsüz, bu kadar hesapsız kitapsız bir tablo görülmeyebilir mi?!
Anlaşmaların son maddelerinde "Enerji
Piyasası Düzenleme Kurulunun onayından sonra yürürlüğe girer" deniliyor.
Enerji Piyasası Düzenleme Kuruluna gidiyor yazı, her ne hikmetse, bugün
gidiyor, öğleden sonra cevabı geliyor. Bu nasıl bir düzenleme kuruludur?! Sayın
Bakan, bu yazı size döndüğünde, siz dönüp, bürokratlarınıza, teknokratlarınıza "değerli
arkadaşlarım, nasıl olur, bu kadar önemli bir konuda, Türkiye'de bağımsız
olduğu söylenen piyasayı düzenleme kurulu, bizim aylardır müzakere ettiğimiz bu
konuyu, nasıl oldu da birkaç saatte hesapladılar ve bize cevap yazdılar"
demediniz mi?! Cevap ne; EPDK diyor ki: "Sorumluluk Genel Müdürlüğünüze
ait olmak üzere, eğer kamu hazinesine ek bir maliyet getirmiyorsa
onaylanabilir." Şimdi, iki tarafı da karışık; bu tarafta EPDK -bana göre
görevini yapmamıştır- öbür tarafta da, bu hesaba göz yuman, bu "ise"
şartına hiç dikkat çekmeyen Bakanlık. Şimdi, bunun hesabını kimden soracağız?
EPDK'yla ilgili bir başvurumuz oldu, bu başvuruya bir cevap geldi.
Dün BOTAŞ'a bir şey yazılıyor değerli
arkadaşlarım; yani, hazindir, BOTAŞ'a EPDK soruyor: "Cumhuriyet Halk
Partisinin bir başvurusu oldu, bir durum tespiti istiyor, nedir durum bu
anlaşmada?" BOTAŞ'a gönderiliyor, BOTAŞ'tan gelen hazin bir cevap:
Efendim, artan petrol fiyatları karşısında piyasada bilmem neyin öngörülmemesi,
piyasa şartları dikkate alındığında şu noktada kesin bir şey söylemek mümkün
değilmiş!.. Peki, kime soracağız bunu?! EPDK bilmiyor, Enerji Bakanlığı
bilmiyor, BOTAŞ bilmiyor, bunu soruşturmaya hakkımız yok mu; sormaya hakkımız
yok mu?! Burada denetleme görevimizi yapıyoruz.
Sayın Bakan orada oturuyor; burada,
milletvekillerinin büyük bölümünün soru önergelerini ya baştan savmıştır ya
ilgisiz cevaplar vermiştir, bir kısmına da hiç cevap vermemiştir. Benim önümde
bazı soru önergeleri var, bazı gelen cevaplar var, size şahsen yazılmış
mektuplar var; size şikâyette bulunup, benim soru önergeme niye cevap
vermiyorsunuz, sizin, 17 Aralığa kadar bunu...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Erdem, toparlayabilir
misiniz.
Buyurun.
EŞREF ERDEM (Devamla) - Tabiî, bir iki
konu daha var, zamanın azlığı nedeniyle satırbaşlarıyla değinmek istiyorum. Bir
tanesi, kontratlardaki 54 barlık sınır basıncı, bir önceki dönemde, 2004'e
kadar, üç yıllık süre için 51 bara indirilmişti; ama, bu anlaşmada görüyoruz
ki, anlaşma süresi boyunca, 2028'e kadar 51 bara indirilmiştir. Böylece, BOTAŞ,
ek bir maliyetin altına sokulmuştur. Sonunda, bu da, tabiî, tüketiciye
yansıyacak olan bir şeydir.
İki konu daha var, özetle onları da
söylemek istiyorum. Bir, AKTAŞ ve Kayseri elektrik mahsuplaşmalarıyla ilgili
bir önemli konu var.
Değerli arkadaşlarım, biliyorsunuz, 1990
yılından itibaren İstanbul Anadolu yakasının hesapları AKTAŞ'a, Kayseri ve
civarı da, Kayseri ve Civarı Elektrik AŞ'ye verilmişti. Kısa kesiyorum, yapılan
hesaplamaların sonunda, 1997 arasındaki mahsuplaşmalarda 1,3'ün üzerinde, 1,4
katrilyona yakın borçlu çıkmıştır AKTAŞ, 50 trilyon civarında Kayseri
çıkmıştır. Sonuç olarak, 1998-2001 arası, 2002 arası dikkate alındığında aşağı
yukarı 2 katrilyon civarında kamu alacaklı haldedir. Her ne hikmetse, bu Sayın
Bakan geldikten sonra, dava açılmış, TETAŞ daha önce bununla ilgili dava açmış,
mahkemeye intikal etmiş, kamu alacağını tahsil etmek istiyor; bu alacağının
tahsilinin engeliyle ilgili Sayın Bakan farkında değil mi farkında mıdır
bilmiyorum, bir olur arz ediliyor kendisine Enerji İşleri Genel Müdürü
tarafından, Sayın Bakan da olurun altına imzayı koyuyor ve bu mahsuplaşma
kriterlerine bir kez daha bakalım deniyor öneride.
Sayın Bakan, müsabakanın ortasında kural
değiştirmeye kalkıyorsunuz. Kesinleşmiş, mahkemeye intikal etmiş, dava derdest,
sürmekte, neyi tahsil etmeye kalkıyorsunuz, neyi düzeltmeye kalkıyorsunuz,
hangi kriterleri değiştirmeye kalkıyorsunuz? Bu, daha önce yapılan imtiyaz
sözleşmelerine göre alınması gereken bir husus.
Daha da hazin bir şey var burada. Bu
şirketlerden birinin genel müdürü bugün aramızda AKP'den milletvekilidir. Konu,
KİT Komisyonuna geliyor 7 Ocak 2004 tarihinde, KİT Komisyonu bunları, hesapları
müzakere ederken, KİT Komisyonuna AKP'li 9 arkadaşımız tarafından bir önerge
veriliyor; deniliyor ki, bu hesaplara bir daha bakılsın, bunlar doğru değil,
şöyle oldu böyle oldu; AKTAŞ, Kayseri, yani şartlar değişti, ölçü değişti,
zaten para tahsil edilemiyor...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Erdem, toparlamanız için 2
dakika süre veriyorum.
Buyurun.
EŞREF ERDEM (Devamla) - Toparlıyorum Sayın
Başkan.
Nihayet, sonuçta, bu olurla, yeni dönem
içinde bu tahsilden vazgeçiliyor ve bu işlem durduruluyor. Şu anda bir bölümü
mahkemede, bir bölümü dışarıda ve bu haliyle de, Sayın Bakan, kamuyu 2
katrilyon civarında zarara sokmuştur, 2 katrilyon civarında kamu alacağının
tahsilini engellemiştir.
Ufak bir şey daha var, o da elektrikte.
Gebze'de yapılan bir santral... Burada, Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme
Kurulu tarafından yapılan incelemede, kamu aleyhine yanlış hesaplar yapıldığı
tespit ediliyor, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığına gönderiliyor. Bakanlık,
gönderiyor ilgili birime, TETAŞ, hesap yapılıyor, 66 trilyon devlet alacaklı
çıkıyor. KİT Komisyonunun, bu temenni kararının içerisinde bu da var. Bakılıyor
bunlara ve sonunda, Sayın Bakan... Yani, gerçekten, hayretimi gizleyemiyorum.
Sayın Bakandan... Olurun içerisinden iki küçük paragrafı okuyorum, şöyle
deniliyor:
"Bakanın Oluruna.
Teşekkülünüzce hesaplanan toplam borç
tahakkuk miktarı ve teşekkülünüzün hak ve menfaatları gözönüne alınarak -sanki
daha önce alınmamış gibi- belirlenen fatura tutarının ödeme planı konusunda
şirketle müzakerelere başlanması ve mutabakatın sağlanması..." Sayın
Bakan, böyle bir direktif vermeye hakkınız var mı?! İki: "Bu nedenle
teşekkülünüzce düzenlenen söz konusu faturanın iptal edilmesi..." Hukuk
mevzuatına göre kesinleşmiş bir faturadır bu; hangi hakla iptal ediyorsunuz?!
Sayın Başkanım, kapatıyorum, kısaca
konuşuyorum, maalesef, özetini söylüyorum.
Özetlersek, değerli arkadaşlarım, Sayın
Bakan...
BAŞKAN - Sayın Erdem, iki defa eksüre
verdim; lütfen...
Buyurun.
EŞREF ERDEM (Devamla) - Efendim, özür
diliyorum... Ama, önemli bir konuyu konuşuyoruz Sayın Başkanım, izin
verirseniz, hemen bitiriyorum.
BAŞKAN - Hayır Sayın Erdem, İçtüzükteki
yarım saatlik süreyi kullandınız; yapabileceğimiz fazla bir şey yok.
EŞREF ERDEM (Devamla) - Özetini hemen
veriyorum, özetini sunuyorum.
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET
HİLMİ GÜLER (Ordu) - İstediğiniz kadar konuşsanız, iyi olur.
BAŞKAN - Sayın Erdem, teşekkür için süre
veriyorum.
Buyurun.
EŞREF ERDEM (Devamla) - Değerli Başkanım,
müsaade ederseniz, 2 dakika daha... Gensoru gibi önemli bir konuyu, ciddî bir
konuyu konuşuyoruz.
TUNCAY ERCENK (Antalya) - Yolsuzluk
konuşuluyor Sayın Başkan...
RASİM ÇAKIR (Edirne) - Millî bir mesele
konuşuluyor Sayın Başkan...
BAŞKAN - Sayın Erdem, 30 dakikalık
süreyi...
EŞREF ERDEM (Devamla) - Biliyorum; ama,
gensoru gibi ciddî bir konuyu konuşuyoruz. Gündemdışı konuşmalarda bile 2
dakika, 3 dakika aşıyoruz.
BAŞKAN - Sayın Erdem, sözünüz, süreniz
kısaltılmış değil, Tüzükteki süreyi kullandınız ve iki defa da eksüre verdim.
Buyurun, teşekkür etmeniz için süre
veriyorum.
EŞREF ERDEM (Devamla) - Konuyu bitirmedim
ki teşekkür edeyim. Ben özet olarak bir sayfa daha sonuç söylemek istiyorum.
RASİM ÇAKIR (Edirne) - Efendim, bir 19
Mayıs kutlaması için 5 dakika fazla süre verdiniz.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen...
EŞREF ERDEM (Devamla) - Sayın Başkanım,
izin verirseniz, bir sayfalık sonucu söylemek istiyorum.
BAŞKAN - Buyurun Sayın Erdem.
EŞREF ERDEM (Devamla) - Değer
arkadaşlarım, özetlersek, Sayın Bakan, Aktaş ve Kayseri Elektrik Şirketlerinin
mahsuplaşma işlemlerinde devleti zarara sokmuştur. Ova Elektrikte devleti
zarara sokmuştur.
Ehliyetsiz ve liyakatsiz yandaşlarını,
partizanca atamalarla ve AKP'ye yakın olmayı tek kriter alarak devletin kilit
kadrolarına yerleştirmiştir. Bu dönemde, rejime, laikliğe ve cumhuriyetin temel
niteliklerine yönelik faaliyetlerde bulundukları raporlarla saptananlar âdeta
ödüllendirilmişlerdir.
EYÜP AYAR (Kocaeli) - Ne alakası var?!
EŞREF ERDEM (Devamla) - Kurumların
verimsiz çalışmalarına neden olan kadrolara âdeta Sayın Bakan göz yummuştur.
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Yok öyle bir şey.
Böyle bir şey olamaz.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen...
EŞREF ERDEM (Devamla) - Rusya'dan alınan
gaz alım anlaşmalarında kamu zararı oluşturan değişiklikleri yetkili kurum
BOTAŞ'ın yetkisini aşarak Bakan bu yetkiyi gasbetmiştir. Anlaşmada 54 bar olan
sınır basıncı 51 bara indirilerek devlet ayrıca zarara sokulmuştur.
Bugün, değerli arkadaşlarım, Mavi Akımda,
demin dediğimiz gibi, sonuç olarak hazinenin uğradığı zarar, 2 ilâ 8 milyar
dolar civarındadır.
Şimdi, Sayın Bakan bir yerde diyor ki:
"Uluslararası ilişkiler önemlidir. Biz bu işlere bakarken, sadece böyle
Rusya'ya bakmadık, Gasprom'a bakmadık; Berlusconi var, İtalya var, kreditörler
var, finanslar var, bunlara da baktım, bunlar çok nazik bir konudur, bunların
bir kısmını da, hatta, buralarda söylemiyorum." Peki, iyi, güzel de Sayın
Bakan, Rusya'yla ilişkilerimizin düzgün gitmesinin önkoşulu olarak, lehimize
olan bir anlaşmada milyarlarca dolarlık taviz vermek midir?! Bu tavizi
verdiğiniz zaman kimin cebinden veriyorsunuz? Kendi kesenizden mi veriyorsunuz?
AKP'nin bütçesinden mi veriyorsunuz?
Hem siz Gasprom yetkilileriyle hem de
Sayın Başbakan Rusya Federasyonu Devlet Başkanıyla kapalı kapılar ardında
başbaşa görüşme yaparak hangi vaatlerde bulunuyorsunuz ya da hangi vaatleri
alıyorsunuz?
Bu görüşmelerde sizin dışınızda Türkiye'yi
ya da BOTAŞ'ı temsil eden herhangi bir kimse var mı?
Rus tarafına bunca ödün verilirken ve
fiyat formüllerini değiştirip, milyarlarca dolarlık kamu zararı oluşturulurken,
siz karşılık olarak Rusya'dan ne alıyorsunuz? Dışilişkilerde bir ödün mü
aldınız; hayır, tam tersine, Tuzgölü doğalgaz depolama tesisi, santral yapımı,
Ceyhan'a bir LNG terminali inşaı, Mavi Akım boru hattının Ceyhan'a uzatılması
ve benzeri konularda yapılan pazarlıklar basına yansımıştır. Bu işlerin
ihalesiz olarak Ruslara verileceği öne sürülmektedir. Siz, Mavi Akım gaz fiyatı
ve az önce saydığım projelerle Rus tarafına milyarlarca dolarlık ödün ve
ayrıcalık verirken, Rusya'da, Duma, sözde soykırımı...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
MEHMET ÇERÇİ (Manisa) - Sonsuz süre verin
Sayın Başkan, sonsuz süre verin!
BAŞKAN - Sayın Çerçi... Lütfen...
MEHMET ÇERÇİ (Manisa) - Sonsuza kadar süre
verin!
EŞREF ERDEM (Devamla) - Son sözlerim...
Tamamlıyorum...
BAŞKAN - Sayın Erdem... Lütfen... Teşekkür
eder misiniz Sayın Erdem.
EŞREF ERDEM (Devamla) - Değerli
arkadaşlarım, şunu da ifade etmek istiyorum ki, gelişmiş demokrasilerde, içine
girmeye çalıştığımız AB ülkelerinde burada sıraladığım gerekçelerden herhangi
biri varit olsaydı, orada sayın bakan çoktan istifa etmiş olurdu.
Gensoru önergemize "kabul" oyu
vereceğinizi, bu tablo karşısında siz değerli milletvekillerinin de
vicdanınızın sesini dinleyeceğini umuyor, Yüce Heyetinize sayılar sunuyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Erdem.
AK Parti Grubu adına söz isteyen, Tokat
Milletvekili Sayın Zeyid Aslan; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Sayın Aslan, süreniz 20 dakikadır.
AK PARTİ GRUBU ADINA ZEYİD ASLAN (Tokat) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ankara Milletvekili Eşref Erdem ve 23
milletvekili arkadaşının, sorumluluğunun gereğini yerine getirmediği,
yetkilerini aştığı, hazineyi zarara uğrattığı ve görevini ihmal ettiği iddialarıyla,
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Sayın Hilmi Güler hakkında vermiş oldukları
gensoruyla ilgili olarak AK Parti Grubu adına görüşlerimizi açıklamak üzere söz
almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, öncelikle, biraz önce,
başlıklar halinde, Sayın Eşref Erdem ve 23 milletvekili arkadaşının gensoru
önergesi olarak verdikleri hususları birkaç kelimeyle sizlere aktarmak
istiyorum.
Birincisi, Rusya'dan doğalgaz alımına
ilişkin olarak daha önce yapılmış olan sözleşmelerin yeniden revizyona tabi
tutulması suretiyle, hazinenin, kamunun zarara uğratıldığı iddiası.
İkinci olarak, Ova Elektrik, AKTAŞ ve
Kayseri ve Civarı Elektrikle ilgili mahsuplaşma ve tarife esaslarıyla ilgili
olarak yapılan çalışmalara ilişkin hazine zararının, kamu zararının oluştuğu
iddiası.
Üçüncü olarak da, burada, defalarca, zaman
zaman, özellikle Cumhuriyet Halk Partisinin sık sık gündeme getirmeye
çalıştığı, gerçekten, benim de, bütün arkadaşlarımın da bağlantı kurmakta
zorluk çektiği, biraz önce Sayın Eşref Erdem'in konuşmasında da laiklik ile
enerji arasındaki bağlantıyı kurmakta güçlük çektiğim kadrolaşma hikâyeleri.
Bu üç ana tema üzerinde, Cumhuriyet Halk
Partisi, kamunun zarara uğratıldığı, görevini ihmal ettiği, yetkilerini aştığı
iddiasıyla sizlerin huzuruna bu gensoruyla geldi ve biraz önce, 40 dakikaya
yakın bir süre de, gensorunun sahiplerinden Sayın Eşref Erdem'i dinledim.
İnanın dikkatle dinledim, acaba ne anlatacak diye. Ben, yaklaşık bu 40
dakikalık süreç içerisinde, iddiayla ilgili somut olarak ortaya konulan hiçbir
şey göremedim.
DENİZ BAYKAL (Antalya) - İnsaf!..
EŞREF ERDEM (Ankara) - İnsaf!.. İnsaf!..
ZEYİD ASLAN (Devamla) - Eğer bir gensoru
veriyorsanız, yapmanız gereken şey, şuradaki insanları ikna etmenizdir. Eğer,
buradaki insanları ikna edemiyorsanız iddialarınız üzerine, konuştuklarınızın
hepsi havada kalır.
Aynı konuyu ben de inceledim, ben de
araştırdım, ben de baktım, ben ikna olmadım. Eğer, beni, Sayın Eşref Erdem,
burada, gerçekten, bir usulsüzlük yapıldığına, bir yolsuzluk yapıldığına,
kamunun zarara uğratıldığına ikna edebilseydi, şerefim üzerine yemin ediyorum,
sizinle beraber buna "evet" ve "kabul" oyu verirdim, bütün
arkadaşlarımız da verirdi. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlar, Enerji Bakanlığıyla
ilgili konuşurken, mutlaka, Enerji Bakanlığının devralındığı 2002 Kasımının
öncesinde Enerji Bakanlığının yapısına şöyle bir bakmakta fayda var.
Hepimiz biliyoruz ki, özellikle 2001 ve
2002 yılının başlarında, Enerji Bakanlığında "Beyaz Enerji
Operasyonu" adı altında düzenlenen bir operasyonla, bu bakanlığın
üzerinden silindir geçmiş ve bütün bakanlığın büyük çoğunlukla bürokratları
gözaltına alınmış, tutuklanmış, sindirilmiş, evrakları toplatılmış; yani,
psikolojik olarak, Enerji Bakanlığı, üretebilen bir yer olmaktan çıkmış,
tamamıyla kendi içerisine sindirilmiş, bürokratının imza atmaktan çekindiği bir
duruma gelmiş. İşte, böyle bir ortamda, tamamıyla güvenini yitirmiş, psikolojik
olarak eziklik hisseden bir kurum devralınıp, 2002'nin kasımından 2005'in
mayısına geldiğimiz nokta içerisinde, yaklaşık ikibuçuk yıllık süreç
içerisinde, çok yoğun çalışmalarla, bilgiye dayanan, deneyime dayanan,
tecrübeye dayanan çalışmalarla, bugün farklı bir noktaya, bugün iş üreten,
ürettiği işte heyecan yaşayan insanların çalıştığı bir kurum haline
dönüştürülmüştür.
Değerli arkadaşlar, işte, tamamıyla, biraz
önce söylediğim gibi, hayat damarları durmuş bir bakanlığı, yeniden can veren,
hayat veren, heyecan veren, nefes veren ve motive eden bir çalışmayla, bir ekip
çalışmasıyla, bilimselliğe dayanan çalışmayla, bilgiye dayanan çalışmayla,
deneyime ve tecrübeye dayanan çalışmayla, o 2002 Kasımının öncesinde her ay
otomatik olarak elektriğe, doğalgaza zam geldiği günlerden, elektriğin,
doğalgazın indirimler yaşadığı dönemlere geldik. Bu bir heyecanın, bu bir
çalışmanın, bu bir bilimsel bilgi, tecrübe ve deneyimin eseridir; yani, bu bir
tesadüf eseri değildir.
Değerli arkadaşlar, işte bu yeni
motivasyonla birlikte, bu yeni heyecanla birlikte, enerji politikalarının
yeniden uygulamaya konulmasıyla birlikte, öncelikle, elektriğe gelen zamların
durduğunu, bununla birlikte, elektrikteki güç bedelinin kaldırıldığını, TRT
payının yüzde 3,5'ten yüzde 2'ye indirildiğini, 150 kilovat/saatin üzerinde
yüzde 50 zamlı tarifeye son verildiğini ve dolayısıyla, bundan, gerek ülke
ekonomisine gerek enflasyonun düşmesine ciddî anlamda katkılar bulunduğunu ve
halkın, enerji üretiminde, elektrik tüketiminde ciddî anlamda rahatlama
yaşadığını hepimiz biliyoruz. Bunu, en iyi, bu elektriği kullanan, bu enerjiyi
yoğun bir şekilde kullanan halkımız biliyor.
Değerli arkadaşlar, biraz önce, Sayın
Eşref Erdem, konuşmasında, enerji güvenliği ve çeşitliliği üzerinde hiçbir
çalışmanın yapılmadığı gibi bir iddiada bulundu. Özellikle enerji güvenliği ve
çeşitliliği açısından, AK Parti Hükümetiyle birlikte, Enerji Bakanlığımızın,
yerli kaynaklara ciddî anlamda önem verdiğini hepimiz biliyoruz. 2003 yılında
enerjideki, elektrikteki yerli girdiler yüzde 38 iken, bugün yüzde 50'ye çıktığını;
ithal girdiler yüzde 62 iken, bugün yüzde 50'ye düştüğünü de hepimiz biliyoruz.
Yine, özellikle Enerji Bakanlığımızın,
yıllardan beridir enerji maliyetinin yükselmesinin en büyük sebeplerinden biri
olan kayıp ve kaçakla ilgili olarak yoğun bir mücadele verdiğini, bu yoğun
mücadelenin, Türkiye'nin belli köşelerinde, birçok tehdit ve şantaj altında,
ama, cesaretle yapıldığını ve yüzde 25 olan kayıp kaçak oranının, bugünlerde,
artık, yüzde 18,5'lere kadar düşürüldüğünü... Ve burada yaklaşık 1 katrilyonluk
bir ekkaynağın bu şekilde sağlandığı da, yine, Enerji Bakanlığımızın yaptığı
çalışmaların arasındadır.
Mobil santrallar durduruldu. Bir zamanlar,
hepiniz hatırlarsınız -zaman zaman, espri olarak da, bugün yine konuşulur- bir
siyasetçimiz şöyle bir söz sarf etmişti: " Biz, kışın Bulgaristan'dan
elektrik alıyoruz, yazın da Bulgaristan bize elektrik veriyor." Artık, ne
kışın Bulgaristan bize elektrik veriyor ne de yazın biz Bulgaristan'dan
elektrik alıyoruz. Artık, biz, elektrik üretimimizi de, biraz önce söylediğim
gibi, yerli kaynaklara yönelmek suretiyle, kömüre ve suya yönelmek suretiyle,
kömür ve suyu da kullanmak suretiyle, ithal payını düşürmek suretiyle, artık
kendimiz üretiyoruz.
Değerli arkadaşlar, enerji güvenliği ve
enerji çeşitliliği açısından yerli kaynaklara önem verdiğimizi belirtirken,
burada TTK ve TKİ'nin durumundan da bahsetmeden geçmek mümkün değil.
Hatırlarsınız; eminim ki, birçoğunuz bunu mutlaka hatırlayacaktır. Bir zamanlar
birileri çıktı "TTK'yı kapatalım, burada somon balığı üretelim" dedi.
İşte "somon balığı üretelim, burayı kapatalım" denilen günlerden
bugüne, Türkiye'de 22 tane üreticinin 270 000 ton kömür üretimi yaptığı bir
yerde, sadece, TTK, ilk üç ayda, 200 000 ton üretim yapmıştır. Bu da, yine,
biraz önce söylediğim gibi, bilgiye dayanan, tecrübeye dayanan, bilimsel
çalışmaya dayanan bir çalışmanın, bir ekip çalışmasının sonucudur.
Yine, Türkiye Kömür İşletmelerinde de çok
başarılı bir üretim, büyük bir hızla devam etmektedir. Özellikle, bir yandan
yerli kömür üretimi yapılırken, diğer yandan 1 050 000 ton kömür halkımıza,
fakir fukaraya, garip gurebaya dağıtılmak suretiyle, yine, yaklaşık 800 000 ton
kömür de piyasaya ucuz bir şekilde satılmak suretiyle, yerli kaynakların önemi
ortaya çıkarılmıştır. Bu süreç içerisinde, özellikle TKİ'nin faaliyete yoğun
bir şekilde geçmesiyle, yaklaşık 12 000 insanımıza da istihdam imkânı, iş
imkânı doğmuştur.
Özellikle, bu süreç içerisinde Enerji
Bakanlığımızın yapmış olduğu bir çalışma vardır ki, belki Sayın Bakanımız
mütevazılığından bunu anlatmakta eksik kalmış olabilir. Yıllardan beridir her
iktidarın yapmaya çalıştığı; ama, özellikle ellerinde var olan birtakım güç
odakları sebebiyle şantajlara ve tehditlere boyun eğip yapamadığı ÇEAŞ ve Kepez
operasyonlarını, işte bu Sayın Bakanımız ve Sayın Bakanımızın ekibi
başarmıştır. ÇEAŞ ve Kepez operasyonlarının detaylarına inmek istemiyorum.
Bunlar, günlerce, gerek bu kürsüden gerek basın yoluyla gerekse diğer
vasıtalarla... Neydi, ne oldu, nereye geldi, hepimiz bunu biliyoruz. Bu bir
yürek işidir, bu bir cesaret işidir, bu bir ekip çalışması işidir. İşte onu da
başaran Sayın Bakanımız.
Ben, bugün buraya Sayın Bakanımızla ilgili
gensoru gelmesinden ziyade, tebrik edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Belki
birçoğunuz, eminim ki, benim fark ettiğim şeyi de fark etmişsinizdir. Benim
evim Enerji Bakanlığının yolu üzerinde. Zaman zaman gerek buradaki
çalışmalarımız gerek dışarıdaki mesaimiz dolayısıyla gece saat 2'ye, 3'e doğru
eve gitmek durumunda kaldığımızda, Enerji Bakanlığının önünden geçerken, saat
gecenin 2'sinde, 3'ünde Bakanlık katı olan üçüncü katın ışıklarının yandığına
ve Sayın Bakanın, ekibiyle birlikte Türkiye'nin yeni enerji politikalarının
üretimiyle ilgili yoğun bir çalışma yaptığına ben şahidim. Eminim ki, buradaki
birçok arkadaşımız da buna şahit olmuştur.
K. KEMAL ANADOL (İzmir)- Lambalar açık
kalmıştır!
ZEYİD ASLAN (Devamla)- Sayın Anadol, eğer
elektriklerin açık kaldığını düşünüyorsanız, o ışığın yandığı bir saatte,
isterseniz nöbette bekleyin bir kenarda, lütfen Bakanlıktan içeri girin,
oradalar mı, çalışıyorlar mı değil mi, inşallah, kendi gözünüzle görün. (CHP
sıralarından gürültüler)
BAŞKAN- Sayın milletvekilleri, lütfen...
ZEYİD ASLAN (Devamla)- Değerli arkadaşlar,
Enerji Bakanlığımız, enerjiye ilişkin olayı bir bütün olarak ele almış,
doğalgazıyla, kömürüyle, suyuyla, petrolüyle, olayı bir eşgüdüm içerisinde
bugüne kadar getirmiş; inşallah, bundan sonra da götürmeye devam edecek.
Şimdi, bu genel girişten sonra, gensoru
önergesinin içeriğiyle ilgili de bazı şeyleri sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bunlardan birincisi -biraz önce de bahsettiğim gibi- Rusya'dan doğalgaz
alımıyla ilgili olarak daha önce yapılmış 4 sözleşmenin, 4 ayrı sözleşmenin tek
bir sözleşme altında toplanması, 4 ayrı fiyatın tek fiyat haline getirilmesi noktasında,
Cumhuriyet Halk Partisinin, kamunun zarara uğratıldığı iddiası.
Değerli arkadaşlar, özellikle, biz bu
kürsüden konuşurken, bu kürsüde konuştuklarımızın tutanaklara geçtiğini ve
yarın, bir şekilde, başka noktalarda delil olarak kullanılacağını bilmemiz
lazım. Bu nedenle de, bu kürsüde konuşurken, sözü, geldiği gibi değil,
düşünerek söylememiz lazım.
Sayın Eşref Erdem, biraz önce burada Mavi
Akımı savundu "çok ucuz gazdı, bunun fiyatını yükselttiniz" dedi. Ben
şimdi soruyorum arkadaşlar: Bu Mecliste bir araştırma komisyonu kuruldu,
peşinden de bir soruşturma komisyonu kuruldu. Hepimizin oylarıyla -hepimiz
inandık buna- hepimizin, yani, Cumhuriyet Halk Partisi ve AK Partinin ortak
oylarıyla Yüce Divana gönderdiğimiz bakanlar oldu bu konuyla ilgili. Yani,
eğer, Mavi Akım çok ucuz bir gaz idi de -daha önceki sözleşmede- neden o zaman
o insanları oraya gönderdik, neden gönderdik?!
HALİL AKYÜZ (İstanbul) - Siz de
gideceksiniz.
ZEYİD ASLAN (Devamla) - Bu nedenle,
arkadaşlar, dün yaptığımız ile bugün konuştuğumuz arasında çelişki olmaması
lazım. Onun için, bu kürsüye çıkarken ne konuşacağımızı çok iyi bilmek,
söylediğimiz sözün nereye varacağını çok iyi hesap etmek durumundayız. (CHP
sıralarından gürültüler) Burada, Sayın Eşref Erdem'in konuştuğu bu cümleyi, o
bakanlar, geçmiş bakanlar alacak ve Anayasa Mahkemesine -göreceksiniz- buradaki
tutanakları delil olarak sunacaklar. Bu nedenle, ben, buraya çıkan
arkadaşların, bu konularda daha hassas olması gerektiğine inanıyorum.
Değerli arkadaşlar, Rusya'dan alınan
doğalgaz alımıyla ilgili olarak, biraz önce bahsettiğim gibi, 4 ayrı sözleşme
tek sözleşme haline getirilmiş, 4 ayrı fiyat tek fiyat haline getirilmek
suretiyle uygulanabilir, denetlenebilir bir sözleşme haline getirilmiştir.
Şimdi, burada birtakım fiyat farklılıklarından bahsediliyor. Sayın Bakanım
olayı çok iyi bilen, konusuna hâkim bir insan olması hasebiyle, bu teknik
detaylarla ilgili Genel Kurulu mutlaka bilgilendirecektir. Bu nedenle, benim
uzmanlık alanımda olmaması hasebiyle, işin bu teknik boyutuna ben girmek
istemiyorum; ama, şunu söylüyorum: Özellikle, bu anlaşmayla birlikte
anlaşılabilir, uygulanabilir ve yönetilebilir bir şekle dönüştürülmüştür
doğalgaz alımı. İkinci olarak, özellikle al ya da öde limitleri düşürülmek
suretiyle, uzun yıllara yayılan taahhütlerden ve ceza ödemelerinden devletimiz
kurtarılmıştır. Özellikle, bu al ya da öde limitlerinin düşürülmesi suretiyle
kamu hazinesinin uzun yıllara yayılacak yükü hafifletilmiştir. Yine, Turusgaza
ödenen ve nereden geldiği belli olmayan "K formülü" diye adlandırılan
"+10 dolar" ortadan kaldırılmak suretiyle, ciddî anlamda kamu
hazinesi, devlet yarara geçirilmiş, kamu zararı önlenmiştir. Özellikle, bu yeni
anlaşmayla birlikte, yeni sözleşmeyle birlikte, Rusya'dan alınan doğalgazın
fiyatı, rekabet edilebilir bir hale getirilmiştir. Doğalgazın daha uygun bir
fiyatla kullanımı sağlanmış ve bu şekilde de, yerli kaynaklara ağırlık
verebilme imkânı doğmuştur. Biraz önce, TTK'dan, TKİ'den bahsettik, kömür
üretiminden bahsettik. İşte, bu, al ya da öde limitleriyle birlikte
üzerimizdeki yükün hafifletilmesiyle yerli kaynaklara ağırlık verme ve yerli
kaynaklardan; kömürden, sudan enerji üretimine, elektrik üretimine imkân
sağlamasıyla olmuştur. Bu sözleşmenin revize edilmesi sebebiyle, bugün, kömüre ve
suya, yani yerli kaynaklara ağırlık verilebilme imkânı doğmuştur.
İkinci konu -Sayın Eşref Erdem'in vakti
biraz sınırlı kaldığı için belki hızlı anlattı- AKTAŞ Elektrik, Kayseri ve
Civarı Elektrikle ilgili olarak mahsuplaşma kriterlerinin yeniden gözden geçirilmesiyle
ilgili, Sayın Bakanın, bu konuda gerekli çalışmanın yapılması için -artık ona
talimat mı dersiniz, olur mu dersiniz, ne derseniz deyin- bir çalışma talimatı
vermesi.
Değerli arkadaşlar, 1990'dan 2002 yılına
kadar zaman geçmiş, AKTAŞ Elektrikle ilgili, mahsuplaşmayla ilgili herhangi bir
sonuca bir türlü varılmamış ya da varılamamış.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Aslan, toparlayabilir
misiniz.
Buyurun.
ZEYİD ASLAN (Devamla) - İlk beş yıl bu
konu hiç gündeme taşınmamış, sonrasında yargıya taşınmış, sonrasında 1998-2002
ile ilgili olarak yeniden mahsuplaşma çalışmaları yapılmış; ama... Yani,
kangren olmuş bir konu. Bu, Ova Elektrik için de geçerli. Gerek Ova Elektrik
gerek AKTAŞ Elektrik... Yaklaşık on onbeş yıldan beri kangren olmuş,
çözülememiş, sonuç alınamamış bir çalışmayı, Sayın Bakanımız, çözüm üretmek
üzere, özellikle Cumhurbaşkanlığı Yüksek Denetleme Kurulu ve Başbakanlık
Denetleme Kurulunun raporları ve tavsiyeleri doğrultusunda yeniden gündeme
alınmasıyla ilgili komisyon kurdurmuş ve çalışmaları devam ediyor; ama, burada,
özellikle 90-97 yargıya taşındığı için, Sayın Bakanımızın bu konunun yeniden
açılmasıyla ilgili herhangi bir talimatı ya da oluru yok. Sayın Eşref Erdem bu
konuda biraz eksik bilgi verdi.
Her iki konunun da tamamen
Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulunun ve yine Danıştayın,
özellikle Danıştayın bu konuyla ilgili verdiği bir kararında, Bakanlık
tarafından yapılacak uygulamalarda tarifelerin tek taraflı olarak düzenlenmemesi,
öncelikle şirketlerle müzakere yapılmak suretiyle hukukî zeminde uzlaşma
yollarının aranması kararı, tavsiyesi de dikkate alınarak yapılan bir
çalışmadır; uğratılmış bir kamu zararı yoktur. 1990-1997 ile ilgili yargı
süreci devam ediyor, diğerleriyle ilgili komisyon çalışmalarına devam ediyor.
Komisyonun çalışmalarından sonra da gerekirse yargı süreci açıktır, yargı
süreci devam edecek, alınması gereken bir alacak varsa yasal faizleriyle
birlikte alınacaktır.
Ben, son olarak, özellikle
"kadrolaşma" dendi, bir şeyi söylemek istiyorum arkadaşlar. Devlet
memurlarının siyasî partisi olmaz. Düşünen her insanın mutlaka bir fikri,
düşüncesi olacaktır; ama, devlet memuru, yaptığı işle ölçülür, ehliyetiyle
ölçülür, liyakatıyla ölçülür. Hiçbir kimsenin bir partiye yakınlığının ya da
uzaklığının bir ölçüsü yoktur. Hiç kimsenin elinde metre yok. Metreyi alıp, ne
kadar uzak ne kadar yakın diye bir ölçüm yapamazsınız. Buna, aynı şekilde,
işadamlarıyla, yatırımcılarla ilgili de aynı örneği verebiliriz. Yani, burada
"yok efendim, partiye yakın işadamları, partinin yandaşı devlet
memurları..." Neyle ölçüyorsunuz allahaşkına? Yok "Cumhurbaşkanı
tarafından onaylanmadığı halde ısrarla, vekaletle görevine devam edenler"
deniyor. Ben siyasî nezaketi çok iyi bilen, bu konuda da hassas davranan bir
insanım. Cumhuriyet Halk Partisinin Sayın Genel Başkanına asla nezaketsizlik
yapmak istemem; ama, 1978'de kendisi Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanıyken,
müsteşarı da dahil, müsteşar yardımcılarının hangisi asaleten görev yaptı; her
biri de vekaleten görev yaptı. Yani, bir şeyi söylerken kendi yaptığımız
icraatlara da bakalım. Demek ki, vekil asil gibidir. Biz de vekiliz; vekil asıl
gibidir. Sonra, Cumhurbaşkanının onaylamadığı bürokrat bugün dışarıda,
onayladığı bürokrat içeride. Nasıl bir ölçü o zaman bu? Yani, ölçülerinizi
koyarken çok iyi koymanız lazım.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Aslan...
ZEYİD ASLAN (Devamla) - Son sözlerim.
BAŞKAN - Buyurun.
ZEYİD ASLAN (Devamla) - Ben, şunu ifade
etmek istiyorum: Sayın Bakanımızın, yaptığı çalışmalarda, bilimsel bilgiye
dayanan, tecrübeye dayanan ve ülkesi yararına bir heyecan içerisinde çalışma
yaptığına, bu bahsedilen konulardan hiçbirinin, ülkenin hazinesini zarara
uğratmak bir kenara, gelecek zaman içerisinde, hepimizin de göreceği gibi, ülke
hazinesine kamu adına yarar ve fayda getireceğine, kâr getireceğine inanıyor;
bu vesileyle, gensoruya, Grubumuz adına da kendi adıma da -en azından kendi
adıma bunu ifade edeyim, arkadaşlarımı bağlamış olmayayım- hayır oyu vereceğimi
belirtiyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Aslan.
Sayın Erdem, söz talebiniz var. Ne için
istiyorsunuz sözü?
EŞREF ERDEM (Ankara) - Bana, söylemediğim
şeyleri...
BAŞKAN - Bir saniye Sayın Erdem...
Sayın milletvekilleri...
Buyurun.
EŞREF ERDEM (Ankara) - Adalet ve Kalkınma
Partisinin Grup Sözcüsü olarak konuşan değerli arkadaşım, benim söylemediğim
şeyleri söylemişim gibi bana atfetti; onları düzeltmek istiyorum.
BAŞKAN - Sayın Erdem, İçtüzüğün 69 uncu
maddesine göre, çok kısa bir süre için, sataşma sebebiyle, buyurun; yalnız,
yeni bir sataşmaya mahal vermemek kaydıyla Sayın Erdem.
VII.-
AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Ankara
Milletvekili Eşref Erdem'in, Tokat Milletvekili Zeyid Aslan'ın, konuşmasında,
ileri sürmüş olduğu görüşlerden farklı görüşleri kendisine atfetmesi nedeniyle
konuşması
EŞREF ERDEM (Ankara) - Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Grup Sözcüsü arkadaşımız Sayın Milletvekili "şimdi, Sayın
Eşref Erdem'in söyledikleri Yüce Divanda delil olacaktır" gibi bir şey
söyledi. Bir kere, iki dönemi birbiriyle karıştırmayalım. Biz, 2002 Kasım
seçimleri sonrasını konuşuyoruz bu gensoruda. Bugün Yüce Divana sevk edilen,
Yüce Divanda ifade veren değerli eski 2 bakan, kendi dönemleriyle ilgili
icraatlarından ötürü oraya gitmişlerdir. Benim söz konusu ettiğim faaliyetler,
icraatlar, zararlar, işlemler, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidara geldikten
sonraki dönemle ilgilidir. Dolayısıyla, burayla ora arasında herhangi bir
irtibat kurmaya gerek yok.
Yine, Sayın Sözcü, sanki, ben "Mavi
Akım ucuzdur" diye övmüşüm. Ben, Sayın Bakanın ifadesini okudum orada.
Sayın Bakan, konuşmasında, bir yerde, Sayın Bakan Genel Kuruldaki konuşmasında
"o, çok büyütülecek mesele değildir. Bazı kalemlerde şöyle oldu,
bazılarında böyle oldu."
Üç rakam söyleyip iniyorum değerli
arkadaşlarım, mesele tam anlaşılsın diye.
Batı hattından Gazexportla alınan gazla 36
milyar metreküp alıyoruz, indirim 9,8 dolar, kârımız 356 000 000 dolar;
kaydedin lütfen.
Yine, batı hattından Turusgazla alınan gaz
110 milyar metreküptür. Burada indirim 13,8 dolardır; toplam 1,5 milyar
dolardır. Batı hattından daha küçük çapta aldığımız, yine, Turusgaz yoluyla
aldığımız 2 milyar metreküptür, indirim 24 dolardır. Topladığınızda bunlar 1
931 000 000 dolar ediyor dedim.
Mavi Gaza gelince...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Erdem, Tüzükteki süre
belli.
EŞREF ERDEM (Devamla) - Yanlış söyledi,
yanlışı düzeltiyorum Sayın Başkan.
Kısa bir süre daha...
BAŞKAN - Kısa bir süre... 2 dakikalık süre
verdim Sayın Erdem.
EŞREF ERDEM (Devamla) - Tamam, anladım.
BAŞKAN - Sayın Erdem, 1 dakikada bitirin.
Tüzükte verilen hakkın kötüye kullanılması
söz konusu.
Buyurun.
EŞREF ERDEM (Devamla) - Hayır efendim,
asla öyle bir niyetim olamaz. Özür dilerim, öyle bir niyetim yok. Ben, burada
söylenenleri düzeltmek durumundayım, bana atfedilen şeyleri.
Şimdi, burada, bu anlaşmalardan biri 2011
yılında bitiyor, biri 2021 yılında bitiyor; Mavi Akım ise, bazı hesaplara göre
2028... Ne hikmetse, bilmiyorum, BOTAŞ 2025 diyor. Anlaşma 2003'te yürürlüğe
girdiğine göre, yirmibeş yıl süreli olduğuna göre, 2028'de biter. Burada asgarî
alım taahhütleri üzerinden -Sayın Sözcünün ifade ettiğini söylüyorum- 245
milyar metreküp alacak, daha yirmibeş yıl alınacak ve burada da zam 1 000
metreküp başına 15,3 dolardır. Burada 3 750 000 000 dolar Türkiye hazinesi
zarar görüyor. 3 750 000 000 dolardan 1 931 000 000 doları çıkarırsak,
kümülatif rakam 2003 Kasımı itibariyle 1,8 milyar dolardır; ben, bunun dışında
bir şey söylemedim.
Sayın Başkana söz verdiği için teşekkür
ediyorum, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Erdem.
Birleşime 5 dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 15.00
ÜÇÜNCÜ
OTURUM
Açılma
Saati: 15.10
BAŞKAN:
Başkanvekili Sadık YAKUT
KÂTİP
ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 100 üncü Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.
Gensoru önergesinin gündeme alınıp
alınmayacağının öngörüşmelerine devam ediyoruz.
VI.- GENSORU, GENEL
GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE
MECLİS
ARAŞTIRMASI (Devam)
A)
ÖNGÖRÜŞMELER (Devam)
1.- Ankara
Milletvekili Eşref Erdem ve 23 milletvekilinin, sorumluluğunun gereğini
yapmadığı, yetkilerini aştığı, hazineyi zarara uğrattığı ve görevini ihmal
ettiği iddiasıyla Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi Güler hakkında
gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/2) (Devam)
BAŞKAN - Hükümet adına, Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler.
Buyurun Sayın Bakan. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
Sayın Bakan, konuşma süreniz 20 dakikadır.
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET
HİLMİ GÜLER (Ordu) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Bugün, Türkiye Büyük Millet Meclisindeki
bu oturumu tarihî bir oturum olarak kabul ediyorum ve yolsuzluklarla mücadelede
de bir dönüm noktası olmasını diliyorum.
Önce, Cumhuriyet Halk Partisine teşekkür ediyorum,
böyle bir konuyu gündeme getirdiği için; çünkü, biz, bu konuyu yeterince
anlatmadık; çünkü, zaten görevimiz olarak kabul ediyorduk iyileştirmeleri ve iş
yapmaktan da bunu anlatmaya pek fırsatımız olmadı. Mademki bu konuyu
getirdiler, detayıyla, akıllarda en ufacık bir istifham kalmaması için de bütün
açıklamaları burada yapacağım, bu da zaten benim görevim. Aslında, bu, bir
savunma konuşması değildir; bu, milletime bir açıklama konuşmasıdır, sadece
Büyük Millet Meclisinin değerli milletvekillerine değil, aynı zamanda,
halkımıza, milletimize olan bir açıklamadır, daha da ötesi, bazılarına bir
meydan okumadır, bunu da özellikle ifade etmek isterim; çünkü, burada, zamanla
sınırla herhangi bir şey açıklığa kavuşmamalı diye düşünmüyorum, mutlaka açıklığa
kavuşmalıdır; hatta, ben, Sayın Eşref Erdem'e, mümkün olsaydı da istediği kadar
konuşma fırsatı verilseydi diye düşünüyorum; ancak, anladığım kadarıyla İçtüzük
meselesi böyle. Ben, geçen sefer de, bu kürsüden, isterseniz herhangi bir
zamanda isterseniz sabaha kadar oturalım, bunu açıklayalım, açıklığa
kavuşturalım istedim. Buna da, hepiniz şahitsiniz. Çünkü, burada yapılan şey
kolay bir iş değildir; tam anlamıyla bir enerji diplomasisi sürdürülmüştür,
milletimizin hakkı hukuku gözetilmiştir. Tabiî, bunları size ifade edeceğiz.
Yalnız, şunu size tekrar belirtmek, bir
Alman atasözünü hatırlatmak isterim: "Koyun olmayı seçen, kurtlara yem
olur." Dolayısıyla biz, çok ciddî, çok kararlı olarak bu işlerin üzerine
gideceğiz. Bunu, zaten, görevimiz olarak da görüyoruz.
Bu açıklamayı, ben, milletimize,
yolsuzluk, usulsüzlük ve hırsızlıkların, hortumların mekanizmasını kolay
algılaması, bu bakımdan işbirliklerinin nasıl yapılabildiğini ibretle izlemesi
ve önlemesi için bir altyapı açıklaması, hazırlığı olarak sunuyorum.
Ben, sadece bir bakan değilim; sahasında
uzman sayılan biri sayılırım ve ülkeme ve milletime faydalı olmak için de,
sıradışı bir ekiple, sıradışı bir çalışma yapıyoruz. Ekibimiz, gerçekten büyük
bir özveriyle çalışıyor. Biraz önce, Zeyid Bey, çok özel seçtiği kelimelerle
bizim geç vakitlere kadar çalıştığımızı söyledi; gerçekten de öyle çalışıyoruz.
Çünkü biz, bir şey olmak için değil, bir şey yapmak için geldik iktidara. Bu
çok önemli. Biz, bir şey olmak için değil, bir şey yapmak için geldik ve bunu
da yapıyoruz. Göreve geldiğimizde kucağımızda bulduğumuz sorunlar yumağını da,
cesaretle çözmeye çalışıyoruz.
Bu bakımdan, ben, bir mühendis olduğum
için de, sizleri iknaya çalışmayacağım, ispat edeceğim. Bunu da, açıkça
söylüyorum. Eğer ikna olmayanlar varsa, onlara da, buradaki sınırlı zamanımın
dışında, her zaman için açıklamaya hazırım. Burada, sadece size değil, 70 000
000 vatandaşımıza da bunu açıklamakla kendimi sorumlu hissediyorum. Bunu da,
inşallah başaracağız.
Bir başka şey daha söyleyeyim; çünkü,
bunlar, temelidir işin. Bizim yöneticilik anlayışımızda, bir
"yap"ları yapanlar vardır; bir de "yapma" denilenlerin
dışındakileri yapmak vardır. Tekrar ediyorum: Görevlerini "yap" diye
bahsedilen bir görevler dizisi vardır, bunların zaten yapılması lazım. Ben,
"yapma"ların dışındakileri de yapan bir yöneticiyim. Onun için de,
derinlemesine işin içine giriyoruz. Belki de, bu, birazcık da ar-geciliğimizden
gelen bir şeydir. Bunun üzerine bizzat kendim gidiyorum, operasyonların içinde
de bizzat bulunuyorum. Zaten, bu operasyonların içinde bulunmazsanız, olayı
anlayamazsınız; çünkü, çok profesyonelce yapılmış bu işler. Eğer işin içine
dikkatle girmezseniz, ciddiyetle girmezseniz, bunları çözemezsiniz. ÇEAŞ-Kepez
bunlardan bir tanesidir. Bu operasyonu, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığında
bir kriz merkezi oluşturarak yürüttük ve orada 11 baraj, 43 trafo merkezine
-ki, 2058 yılına kadar bu elde olacaktı- bir kanunsuzluğa, bir yasadışılığa
engel olduk ve bunu başardık ve en ufacık bir problem de olmadı. Aksi takdirde,
7 tane vilayette, şu anda çok farklı bir enerji uygulaması olacaktı, hem turizm
bölgesi hem sanayi bölgesi; dolayısıyla, bunun üzerine ciddiyetle yürüdük.
Aynı şekilde, bu Mavi Akım meselesinde
de... Size şunu kesinlikle ve çok net olarak ifade edeyim ki, buradaki mesele
Mavi Akım değildir; esas, Turusgazdır. Ben, esas, sizden, bunu sormanızı
beklerdim. Mavi Akım meselesinde, aslında, Cumhuriyet Halk Partisi, belki de
bilmeyerek diyeyim -bilerek diyemem; çünkü, böyle bir şey nezaketsizlik olur-
elden ele dolaştırılan bir doküman dizisini, burada, biraz da tabiî kendileri
de üzerine koyarak, muhtemelen, sunduklarını zannediyorum; çünkü, daha evvel bu
bilgi bize geldi; fakat, bu olay, aslında, keşke Turusgaz meselesiyle birlikte
ele alınsaydı çok daha kapsamlı olurdu diye düşünüyorum; çünkü, biraz sonra
onun detayını vereceğim size.
Şimdi, buradan başka bir noktaya geleyim.
Hesap soruluyor olmak, bizi hiçbir zaman ürkütmez; çünkü, biz, hesap soruşları
bizzat başlatmayı bilmiş bir ekibiz. En başta Sayın Genel Başkanımız olmak
üzere, Başbakanımız olmak üzere bütün Hükümet üyelerimiz ve bütün
milletvekillerimiz, Sayın Başbakanımızdan önce Abdullah Gül Beyin Başbakanlığı
döneminde de başlattığımız çalışmalarla çok kararlı olarak bu olayların üzerine
gittik. Dolayısıyla, bizim, hesap sorma noktasında kesin kararlılığımız vardır;
çünkü, ayrıca, hesap verme noktasında da, bizim inancımıza göre, bu dünyayla,
bizim hesap vermemiz bu dünyayla da sınırlı değildir. O bakımdan, biz, hem bu
dünyada hem öbür tarafta hesap vereceğimizi bilerek daha hassas çalışırız.
TUNCAY ERCENK (Antalya) - Önce bu dünyada
hesap verin.
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET
HİLMİ GÜLER (Devamla) - Hesap sormayı amaçlayan...
RASİM ÇAKIR (Edirne) - Dokunulmazlıkları
kaldırın o zaman Sayın Bakan.
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET
HİLMİ GÜLER (Devamla) - Hepsini izah edeceğim. Eğer sabrederseniz, hepsini size
çok detaylı izah edeceğim; çünkü, hazırlıklarımız var, merak etmeyin; yani,
bunlarla sizi rahat ettireceğiz, merak etmeyin.
Şimdi, hesap sormayı amaçlayan bugünkü
gensorunun arka planını iyi görmek gerekir; çünkü, burada, birincisi,
Hükümetimizin ve aynı zamanda da aktif bir rol alan Bakanlığımızın önünü kesme
olayıdır; birincisi bu. İkincisi de, belki, tıkanan siyasete veya bazı
muhalefet aktivitelerine, tıkanan aktivitelere hareket getirmektir; bu olabilir
diye düşünüyorum.
Şimdi, burada, kendisinden beklenen...
Ben, aslında, muhalefetten şöyle bir şey beklerdim: Daha özenle hazırlanılmış,
daha detaylı hazırlanılmış bir çalışmayla ortaya çıkılmasını beklerdim. Daha
evvelki çalışmalarda proje hazırlıkları gibi, diğer birtakım derinlemesine
yapılmış çalışmalar gibi bir çalışma beklerdim; fakat, bu özenli çalışmayı
göremedim. Hakikaten, neyle suçlandığımı ben de açıkçası bilmiyorum; ama, yine,
ben, bildiklerimi sizlere ifade etmek istiyorum. Çünkü, biraz önceki, şu
rakamla öbür rakamı çarpıp aradan bir de çıkarma... Bu, bir toplama-çıkarma
işlemi değil; eğer bu kadar basit olsaydı, bu kadar fast food muhalefet
yaklaşımıyla eğer olaylar çözülmüş olsaydı, o zaman, bize hiç gerek kalmazdı,
bu araştırmalara da hiç gerek kalmazdı.
Şimdi, biz, belki de, burada, bazı işleri
anlatmakta, birtakım şeyleri, iyi beceremiyor olabiliriz; çünkü, işte, enerji
fiyatları, işte, kömür dağıtmalar, işte, düşük enflasyon, işte, duble
yollar, toplukonutlar; bunlar, bizim
faaliyetlerimiz; ama, laf aramızda sayın arkadaşlar -özellikle sizlere
söylüyorum, kendi adıma da söylüyorum- biz, daha çok, bu sözün işe dönüşmesi
işini iyi yapıyoruz da, özellikle işin söze dönüştürülmesini iyi beceremiyoruz;
yani, sözün işe dönüşmesini yapıyoruz; ama, işin söze dönüşmesini
beceremiyoruz. Bunda mutlaka bizim eksiğimiz var, bunu iyi çalışmamız lazım.
Yoksa, böyle bir özensiz çalışmaya karşı, belki de bu kadar zamanımızı
harcamamamız gerekirdi; bunu anlatmamız lazım.
HASAN ÖREN (Manisa) - Onbeş dakika geçti,
bir şey anlamadık daha Sayın Bakan.
AHMET ERSİN (İzmir) - Hiçbir şey anlamadık
Sayın Bakan.
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET
HİLMİ GÜLER (Devamla) - Şimdi, yani, açıkçası, pazarlamayı pek bilmiyoruz; ama,
bunları da becereceğiz. Hatta, ben kendi adıma söyleyeyim; bunları söylemeyi,
aldığımız terbiyeden dolayı, aslında, biz, bunları -çünkü, görevimiz olduğu
için- anlatmayı bile bazen ayıp gibi filan zannediyoruz. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
AHMET ERSİN (İzmir) - Hep havadan sudan
bahsettin Sayın Bakan.
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET
HİLMİ GÜLER (Devamla) - Şimdi, geleceğim... Olacak bunların hepsi... Bakın,
rahat rahat...
AHMET ERSİN (İzmir) - Biz rahatız...
Konuya gelin, konuya...
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET
HİLMİ GÜLER (Devamla) - Sabır, sabır...
Bu neye benziyor biliyor musunuz;
adamın bir tanesine yel değirmenini
anlatıyorlarmış...
BAŞKAN - Sayın Bakan, bir saniye...
Sayın milletvekilleri, hatibe niye
müdahale ediyorsunuz?! Lütfen...
Buyurun Sayın Bakan.
AHMET ERSİN (İzmir) - Efendim, hep havadan
sudan bahsediyor.
HASAN ÖREN (Manisa) - Ciddî suçlamalar
var, onlara cevap verin.
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET
HİLMİ GÜLER (Devamla) - Sayın Başkan, sayın milletvekilimizin durumu bana bir
şey hatırlattı. Adamın bir tanesine yel değirmenini anlatıyorlarmış. Defalarca
anlatmışlar "anladım" diyormuş "tamam, bu bir yel değirmeni,
güzel; ama, suyu nereden geliyor" diyormuş. Yani, anlatıyorlarmış
anlatıyorlarmış; yani, bu bir yel değirmeni; ama, suyu... Yani, şimdi, biz, bu
Mavi Akımı anlatacağız, müsaade ederseniz...
ZEKERİYA AKINCI (Ankara) - Onbir dakika
oldu; daha bir şey duymadık Sayın Bakan.
AHMET ERSİN (İzmir) - Anlatmadınız ki!..
Söylemediniz...
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET
HİLMİ GÜLER (Devamla) - Gelecek...
Bakın, bunların hepsi birbiriyle ilişkili;
yönetim anlayışıdır bu. Bu yönetim anlayışının temelini bileceksiniz ki, olayı
iyi analiz edebilesiniz. Aksi takdirde, bakın, savaşlara sebep oluyor enerji,
savaşlara sebep oluyor... Bakın, gensorulara sebep oluyor. Bunu size
anlatmazsam, siz o zaman evinize ikna olmadan gitmiş olursunuz; o yanlış olur.
Tamam mı; onun için... Sabır... Her şeyin esası sabır.
NECATİ UZDİL (Osmaniye) - Sabaha kadar
anlat...
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET
HİLMİ GÜLER (Devamla) - Şimdi, özellikle benim burada üzüldüğüm nokta -tekrar
tekrar söyleyeyim; geçen sefer de biraz sinirlenmemin sebebi şuydu; şimdi, bunu
gülerek anlatıyorum- sizin ile bazılarının aynı kareye girmesine gönlüm razı
olmuyor; bütün mesele bu. Esas söylemek istediğim, sizin ile bazı suçlananların
aynı kareye girmesine gönlüm razı olmuyor. Bakınız, benim dedem de cumhuriyetin
ilk milletvekillerindendir, Cumhuriyet Halk Partisi milletvekili olarak
girmiştir; kayınpederim de öyle.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Onlarda bir
yanlışlık yok.
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET
HİLMİ GÜLER (Devamla) - Yani, ben, aslında, Cumhuriyet Halk Partisinin böyle
bir kareye girmesine gönlüm razı olmuyor. Bütün mesele bu. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
Şimdi, gelelim şeye... Bakınız, ben,
aslında, bu konuyu belki de gensoruya gerek kalmadan, Sayın Baykal'a eski bir
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı olarak, anlatmak için başvurdum, randevu
istedim; dedim ki, bu olayın inceliklerini, detaylarını, eski bir Enerji Bakanı
olarak -çok emeğiniz geçti, o günleri hatırlıyoruz, büyük gayretleriniz oldu-
bu konuyu size arz edeyim, anlatayım. Belki buna birtakım şeylerin incelikleri
sebebiyle de anlatma fırsatımız olur, arka planını görürsünüz diye düşündüm;
ama, bu fırsat bir türlü olmadı. Ama, sağlık olsun. Sağlık olsun; çünkü, demek
ki, bugünü bekliyormuş olay.
Şimdi, buradan şuna geçmek istiyorum. Biz,
aslında, bir ekibin tasfiye edilme olayını burada tartışıyoruz. Bütün mesele
bu. Bir ekip var, yanlış yapan; bu yanlış yapan ekibin tasfiyesi meselesidir bu
ve bu yapı öyle taşlardan oluşmuş bir durumdadır ki, vurunca hepsi etkileniyor.
Bütün mesele bu ve bir taş yıkılınca da diğerlerinin de yıkılacağını da
biliyorlar; onun için direniyorlar. Bunu özellikle ifade etmek istiyorum;
çünkü, ya faul yapıyorlar veyahut da belden aşağı vurmak durumunda kalıyorlar;
ama, korkunun ecele faydası yok. Bunu kesinlikle biliyoruz.
Şimdi, Türkiye'de sorunların temeline
indiğimiz zaman bunların sayılarının çok olmadığını, ancak çarpıla çarpıla
büyüyüp şekil değiştirdiğini görüyoruz. Yani, bir yerde şöyle ifade edeyim: Bir
ara meşhur bir film vardı, İyi, Kötü, Çirkin diye. Mutlaka bilirsiniz.
Türkiye'de iyiler var, kötüler var, bir de çirkin politikayla bu işlere
girenler var.
MEVLÜT COŞKUNER (Isparta) - Sayın Bakan,
konuyu anlatmıyorsunuz!
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET
HİLMİ GÜLER (Devamla) - Ona geliyoruz; biraz daha, biraz daha sabır.
Şimdi, onun için, mutlaka, hani bütün
iyilerin birleşmesi lazım. Yani, sizlerle beraber hareket edeceğiz; yani,
Cumhuriyet Halk Partisinin özellikle yolsuzlukların üzerine nasıl ciddiyetle
gittiğini biliyoruz. Onun için, birlikte hareket edelim diye zaten bütün bu ön
girizgâhı size yapıyorum. Yoksa, bu kötülerle işimiz çok. Sayıları çok değil
aslında bunların, sayıları çok değil; ona emin olun; ama, şimdi, atın
üzerindeki sinekler gibi. Ben, atın vurulmaması için gayret ediyorum. Burada
sinekleri vurmak mesele değil. Onun için, çok büyük bir hassasiyet istiyor.
Bunun içinde petrol kaçakçılığı var, bunun içinde elektrik hırsızlığı var,
bunun içinde doğalgaz anlaşmaları var, yap-işlet-devretler var; ama, biz,
ahdettik, bunların üzerine çok ciddî olarak gideceğiz.
Şimdi, şu meşhur şeye gelelim. Biraz önce,
Sayın Eşref Erdem bir formülden bahsetti. Dikkat ederseniz, bu, uzunca bir
süredir, sıfır mıdır, 1 midir, F0 mıdır, F1 midir; yani, Spor Toto oynar gibi,
böyle konuşulup duruyor. Bunun aslı faslı nedir; size biraz anlatayım bu
konuyu; çünkü, böyle bir basit aritmetikle, yani, ilkokul aritmetiğiyle, 3 ile
5'i çarpıp, ondan öbürünü... Yani, iki işlemlik bir olay değil, basit bir
aritmetik meselesi değil.
Bu iş, aslında, doğalgaz piyasası, 500 milyar
dolarlık bir piyasa, yıllık 500 milyar dolarlık bir piyasa. Şimdi, böyle bir
piyasa, gelişigüzel, sıfır mı olsun, 1 mi olsun, sıfır mıydı, 1 miydi, basit
hesaplarla izah edilmeyecek kadar bir teknik ve bilim.
Önce, şöyle söyleyeyim, şöyle bir formül
var; dikkatli bakarsanız.
AHMET ERSİN (İzmir) - Başbakana niye
gösteriyorsun, bize göster.
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET
HİLMİ GÜLER (Devamla) - Şimdi, bu formülün bir PN'si var -toplam fiyatı-
başında, parantezin dışında bir P0'ı var -baz fiyat- bir de w1, w2, w3 diye
bahsedilen ve yüzdelerin birbirine bölünmesiyle çıkan bir formül var. Bu
formülün... Bu, bayağı bir bilimdir, tekniktir; çünkü, 500 milyar dolarlık her
yıl bir piyasası var ve bu anlaşmalar da yirmibeş senelik, otuz senelik anlaşmalar.
Şimdi, böyle bir durumda, önce parantezin
içinin 1 olması lazım, parantezin içinin 1 olması lazım; yani, belki bunu
inceleme fırsatınız olmadı; benim açıklamamı da, o fırsatı da kaçırdınız. Hiç
olmazsa, burada, ben, size anlatayım.
EŞREF ERDEM (Ankara) - Burada da komple
hesap var. Bu da bilim teknik; böyle yapılmış.
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET
HİLMİ GÜLER (Devamla) - Ben, size göndereceğim, onların hepsini izah edeceğim.
Öyle türemez o rakamlar. Bu, bilim teknik... Ben de fena bir uzman sayılmam;
çünkü, doğalgaz üzerinde biraz çalışmışlığım var. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
Şimdi, bakın, elinize aldığınız formülü,
önce baz fiyatıyla beraber, anlaşmaya başlandığı zaman bir sıfırlarsınız, hani
kilometrenin sıfırlanması gibi, ondan sonra işe başlarsınız; çok önemli bu.
Bakın, bunun 1 ettiğini belki de şimdi yeni duyuyorsunuz. İkinci olarak,
buradaki w1,w2,w3'ten wn'ye kadar giden sayının da 1 olması lazım. Önce bir
sıfırlayacaksınız bu işi, ondan sonra başlayacaksınız kronometreyi saymaya veya
doğalgaz metresinin saymasına başlayacaksınız. Bunun içinde kimyasal
kompozisyon var, sıcaklığı var, içindeki empriteler var vesaire vesaire
vesaire. Bu bir ilim; yani, bu öyle basit bir aritmetikle, 3 ile 5'i çarparak
2'yi çıkararak ortaya çıkan bir şey değil.
Bir başka şey daha anlatayım size. Bir de,
burada, pay ve paydanın aynı cins olması lazım. Ben, size, birazcık da kolay
anlaşılsın diye, cola, fanta ve sprite'la bunun bir şeyini yapmak istedim.
Şöyle söyleyeyim...
HASAN ÖREN (Manisa) - Kimse anlamasın
diye...
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET
HİLMİ GÜLER (Devamla) - Bakın, söyleyeyim, izah ediyorum, çok kolay anlaşılsın
diye yapıyorum.
Şimdi, buradaki pay ve paydada kutu cola
bölü kutu cola olacak, fanta bölü fanta olacak, sprite bölü sprite olacak.
Alttaki paydadaki şey de, o günkü anlaşmadaki fiyatıdır, ona da sıfır diye
başlanıyor. Üstüne koyduğunuz rakam da, zamanla değişen rakamlar oluyor. O
zaman bu izahattan sonra şuraya geçeyim: Önce içinde yüzde 1 kükürt olan fuel-oil
alırsınız, alttaki sıfırdır, ondan sonra gazyağını alırsınız, altta yine
sıfırlı olanı koyarsınız ve ondan sonra da hesap yaparsınız.
Şimdi, bu işin usulü bu; ama, buna eğer
bilim demezseniz, teknik demezseniz biraz mahcup olursunuz; çünkü, söylediğiniz
şeyler özenle çalışılmamış bir dosya, onu demek istiyorum. Biz, muhalefetten,
daha ciddî çalışmalar bekliyoruz; çünkü, siz kuvvetli olursanız, biz de
kuvvetli oluruz. Siz bize yol gösterirseniz, biz daha çok dersimizi çalışırız.
Ben okulumdan hatırlarım, sınıfım kuvvetli olduğu zaman ben daha kuvvetli
oluyordum ve daha çok gayret sarf ediyordum; ama, şimdi, siz böyle özensiz
çalışmalarla karşımıza çıkarsanız, heves kalmaz bizde yani. (AK Parti
sıralarından alkışlar; CHP sıralarından alkışlar [!])
Şimdi gelelim ikinci şeye. Bakın, elimde
Cumhuriyet Halk Partisinin hazırladığı bir dosya var; Avukat Sayın Erbaşar
Özsoy'un hazırladığı rapor. Aslında, şimdi, ben hemen birinci sayfasını açtım
-bunu bana verdiler- bir baktım ki, şöyle birinci cümleyi okuyunca, yahu dedim,
burada, şimdi, inanamadım yani... Böyle bir çalışmayı nasıl Anamuhalefet
Partisinin, hem de iddiayla, işte Sayın Baykal'ın: "Hilmi Güler'in peşini
bırakmayacağız. Enerji Bakanı şöyle yaptı, böyle yaptı" dediği şeyi bir
inceledim ben nasıl oluyor diye. Sayın Baykal da burada.
Sayın Baykal, bu hazırlanan dosyada, daha
1 inci...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
EŞREF ERDEM (Ankara) - Bitti... Bitti...
BAŞKAN - Sayın Bakan, toparlayabilir
misiniz.
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET
HİLMİ GÜLER (Devamla) - Sayın Eşref Erdem, yani, değil mi? Ben de zaten oradan
dedim istediğiniz kadar konuşun diye.
EŞREF ERDEM (Ankara) - Konuşuruz...
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET
HİLMİ GÜLER (Devamla) - Ben de,
aslında, size istediğiniz kadar süre vermek isterdim; çünkü, bu, önemli bir
konu.
Bakınız, ben daha burada -okumayayım,
zabıtlara geçmesini dahi arzu etmiyorum; onun için okumayayım- daha 3 üncü
maddedeki cümleyle ben sizin bu görüşünüzü çürütüp, hemen yerime oturabilirim yani;
çünkü, diyorsunuz ki: "Bunu zaten Cumhur Ersümer değiştirdi." Bu
kadar basit, yani, başkasının düzelttiği şeyin hesabını ben veriyorum burada.
Yani, böyle bir şey olamaz. Yani, ben şimdi aslında bunu dedikten sonra yerime
oturabilirim. İnceleyin lütfen... Yani, bir şey yapılmamış burada. Başkasının
yaptığı şeyi, başkasının düzelttiği bir formülü, burada... Yani, başkasının
yediği yemeğin faturasını bana kesiyorsunuz. Bir şey yemişler, onun faturasını
bana kesiyorsunuz; bu çok önemli bir şey yani.
TUNCAY ERCENK (Antalya) - Okey de
oynamışlar, sadece yemek değil!
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET
HİLMİ GÜLER (Devamla) - Başkasının yediği şeyin hesabını bana kesmeyin; bu bir.
Ben ne yaptım; onu size anlatayım.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Anlatın lütfen;
süre bitti.
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET
HİLMİ GÜLER (Devamla) - Şimdi, burada değerli milletvekilleri, değerli
muhalefet, sayın milletim; yani, özellikle milletin de bunu duymasını
istiyorum; çünkü, bu işin çok şarkısını söylediniz; ama, bu işin bir aslını
öğrenin; güftesi nereden geldi, besteyi kim yaptı; bunu bir görün.
Şimdi, bu işin aslı faslı Turusgazdır.
Niye Turusgazın lafını hiç etmiyorsunuz; niye etmiyorsunuz?! Yani, ben, bununla
ilgili çok soru çıkarırım size; ama, niye etmiyorsunuz, lütfen, bir inceleyin.
Eğer inceleyecek zamanınız yoksa, ben size yardımcı olurum.
İkinci bir nokta, size bir misal vereyim;
bakınız, lütfen, bunu dikkatli dinleyin: Şimdi, bir anlaşma düşünün; Mavi Akımı
konuşalım sizinle, Mavi Akımı konuşalım. Bir anlaşma düşünün ki, bu anlaşmanın
en önemli maddesi ne olur; bir satın alma işindeki en önemli madde nedir?! (AK
Parti sıralarından "fiyattır" sesleri) Fiyattır; evet, çok iyi, gayet
tabiî; fiyattır. Peki, şimdi, daha ilk faturanın yazılışında bir itiraz olup da
tahkime kadar gidiliyorsa, o zaman neyin üzerinde anlaştı bu adamlar?! Düşünün
şimdi, bir anlaşma var ve anlaşmanın daha ilk faturasında hemen itiraz olmuş.
Peki, neyin üzerinde anlaşmışlar?! Şu Rusları filan da bir alsanız da, bu
anlaşmayı ilk yapanlarla beraber bir gelseler de, bize bir zahmet anlatsalar
bunu. Bakınız, daha fiyatı bile tartışmalı olan, fiyat formülü dahi tartışmalı
olan bir anlaşma yapılmış; birincisi bu.
İkinci bir şey size sormak istiyorum.
Şimdi, diyorsunuz ki: "Mavi Akım ucuzdu." Size bir mantık sorusu:
Mavi Akım ucuzdu da, diğer üç pahalı anlaşmayı kim yaptı o zaman?!
EŞREF ERDEM (Ankara) - Kimse Mavi Akıma
ucuz demedi!
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET
HİLMİ GÜLER (Devamla) - Niye onlara hesap sormuyorsunuz?!
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Ucuzdur diye kim
dedi?!
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET
HİLMİ GÜLER (Devamla) - Siz diyorsunuz; hani, ben pahalılandırdım ya! Şimdi,
ben eğer pahalılandırdıysam...
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Mavi Akım
ucuzdur diye kim söyledi?!
ENERJİ VE TABİÎ
KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Hayır, hayır; bakın, biraz düşünün;
ama, bakın, söylediğinizi de bir düşünün; yine o yel değirmenine benzemesin iş.
Şimdi, bakın, Mavi Akım ucuzmuş da, ben
pahalılandırdıysam, o zaman, diğerleri pahalı olmuş oluyor; bu pahalı
anlaşmaları kim yaptı?!
Üçüncü bir noktaya gelmek istiyorum size.
YÜKSEL ÇORBACIOĞLU (Artvin) - O zaman,
Anayasa Mahkemesine gider Sayın Bakan.
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET
HİLMİ GÜLER (Devamla) - Hayır, hayır... Bakın, bir başka şey; 2 tane, aynı
sayılı, aynı tarihli farklı anlaşma size neyi ifade eder; aynı sayılı, aynı
tarihli, iki farklı anlaşma, size neyi ifade eder?!
HASAN ÖREN (Manisa) - Bize soru sormaya mı
geldiniz, açıklama yapmaya mı?!
BAŞKAN - Lütfen, sayın milletvekilleri...
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET
HİLMİ GÜLER (Devamla) - Bakın, geçen seferki ithamda, biraz ders çalışılmamış
olduğunu gördüm; çünkü, iddialar çok gelişigüzeldi, çok özensizdi. Biz, sizden
daha özenli çalışmalar bekliyoruz. Yani, ben, size bunları söylüyorum ki, bir
daha inceleyin de, belki bir gensoru daha verirsiniz! Belki, bir gensoru daha
verirsiniz!.. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Devam ediyorum...
AHMET ERSİN (İzmir) - Esasa gelin, hep
etrafından dolaşıyorsunuz Sayın Bakan.
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET
HİLMİ GÜLER (Devamla) - Burada, hep, peş peşe zaten bunlar.
Şimdi, resmin tamamını görmek çok önemli.
Turusgazda, aslında, biz, bir çalışmayı ortaya koyduk ve bunu Anayasa
Mahkemesine sunduk. Zaten, orada çalışmalar yapılıyor; fakat, burada, size
verilen dosyayla, aslında, bu çalışmayla, bize yaptığınız, şu önergeyle,
birtakım şeyler gizlenmeye veya bulutlanmaya başlatılıyor. Bütün mesele bu.
Yani, burada, ister istemez, aynı resim karesine girme meselesi var; ama, biz,
dosdoğru yürüdüğümüz için, birtakım eğrileri ister istemez keseceğiz. Bunda
kararlıyız ve bunun için de ciddî bir şekilde gidiyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Bakan...
AHMET ERSİN (İzmir) - Süre bitti...
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET
HİLMİ GÜLER (Devamla) - Ama, bunlar can alıcı şeyler...
AHMET ERSİN (İzmir) - Esasa gelin...
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET
HİLMİ GÜLER (Devamla) - Şimdi, bir başka şey daha soracağım, sizlerin çok iyi
bildiği bir konu: Kanun mu daha önceliklidir, yoksa Bakanlar Kurulu mu? Bir
anlaşma düşünün ki, önce Bakanlar Kurulu kararı alınmış, sonradan... Pardon;
önce kanun yapılmış, sonra Bakanlar Kurulu kararı alınmış. Bunu, lütfen, bir
inceleyin ki, dosyanız tam olsun da, bizim karşımıza biraz daha konuyu çalışmış
olarak gelirsiniz.
EŞREF ERDEM (Ankara) - Anlaşmayı
gizliyorsunuz, vermiyorsunuz ki bize!
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET
HİLMİ GÜLER (Devamla) - Şimdi, bu anlaşmaların hepsini, biz, bütün delilleriyle
beraber sunduk. Zaten, benim görevim, artık, polislik olmamalı, dedektiflik
olmamalı; çünkü, bizim, başka yatırımlarımız var; bir Bakû-Tiflis-Ceyhan
Projesi var. Bu Bakû-Tiflis-Ceyhan Projesi dev bir proje ve biz, bunu yüzde 2 iken
aldık ve şu anda toparlıyoruz; 1 760 kilometredir ve inşallah, 25 Mayısta da,
bir dahaki hafta, bunun törenine Sayın Cumhurbaşkanıyla beraber katılacağız.
Onun dışında, Yunanistan ile Türkiye'yi bağlıyoruz; o da 25 Haziranda olacak.
Bunlar, aynı zamanda yürüyen çalışmalar.
Şimdi, burada, tekrar tekrar, Turusgazın
üzerine eğilmenizi ve bu noktada, bizlerle beraber ortak çalışmanızı özellikle
bekliyoruz.
Onun dışında, iki tane de aksesuar konu
koymuşsunuz. Onlardan bir tanesi ova meselesi, diğeri de Aktaşla beraber
Kayseri Elektrik meselesi; zaman olursa onu da anlatırım. Önce, şu eleman
meselesi; biraz önce, Sayın Baykal ve sayın konuşmacılar bunu ifade ettiler.
Ben, Sayın Baykal'ın dönemine şöyle bir göz atayım dedim, baktığım şeyler çok
ilginç, müsteşarı dahil, bütün müsteşar yardımcıları vekâleten; yani, enteresan
bir şey.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Cumhurbaşkanından mı dönmüş?
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET
HİLMİ GÜLER (Devamla) - Aslında, ben
bunu yadırgamıyorum; çünkü, vekil de asilin aynısıdır. Biz de milletin vekili
değil miyiz; milletin aslı burada yok, biz de onun vekiliyiz. Dolayısıyla...
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Cumhurbaşkanından mı dönmüş?
BAŞKAN - Sayın Anadol...
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET
HİLMİ GÜLER (Devamla) - Haa, Cumhurbaşkanından dönmeye gelince; o arkadaş, hem
de savcı tarafından serbest bırakıldı; yani, şu anda dışarıdan devam ediyor;
bunu da özellikle bilesiniz.
Ben, zaten, Enerji Bakanlığının böyle bir
durumu olduğunu baştan bildiğim için, buraya şöyle birini getirmek istedim
müsteşar yardımcısı olarak; doktorasını yapmış, işletme doktorası olan ve aynı
zamanda da Interpol daire başkanlığı yapmış, kaçakçılık daire başkanlığı
yapmış, hukuk okumuş pırlanta gibi bir adamı getirmek istedim; çünkü, ben, Enerji
Bakanlığının backraundunu biraz biliyorum, buna hazırlıklı olalım diye; ama,
olmayınca, tasvip görmeyince, o zaman iş başa düştü, ben de ar-geci olduğum
için biraz detayına girdikçe, böyle acayip acayip şeyler çıktı.
Bu arada, size şunu söyleyeyim: Yahu, şu
saymanları falan da iyi seçin; yani, biraz bakın bazı şeylere; çünkü, yarın,
bazı noktalarda sürprizlerle karşılaşabiliriz; çünkü, saymanlık konusu da
önemli bir konudur. Bunu da böylece hatırlatmış olayım. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Kaldırın
dokunulmazlığını, biter.
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET
HİLMİ GÜLER (Devamla) - Ayrıca, size şunu söyleyeyim, burada birkaç tane de not
var.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Saymanın
dokunulmazlığını kaldırın o zaman; oy verin.
AHMET YENİ (Samsun) - İstifa etsin!..
BAŞKAN - Sayın Bakan...
RASİM ÇAKIR (Edirne) - Sizi Yüce Divan
bile kurtaramaz Sayın Bakan.
ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Hodri meydan...
BAŞKAN - Bir saniye sayın milletvekilleri!..
Teşekkür için son 1 dakika Sayın Bakan.
RASİM ÇAKIR (Edirne) - Kaldırın
dokunulmazlığı madem öyle.
ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Hikâye o,
hikâye...
AHMET YENİ (Samsun) - Milletvekilliğinden
ayrılsın!..
ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Senin aklın ermez
bu işlere! Albarakacılığa benzemez!..
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET
HİLMİ GÜLER (Devamla) - Size şunu da ifade edeyim elemanlar meselesinde: Sayın
Hüdai Oral ile Cahit Kayra dönemi hariç, bütün Enerji Bakanlarını biraz
inceledim; çünkü, dün bilinci, bizim kadar size de lazım ve o dönemde Cahit
Kayra'nın "38 Kuşağı"nı okumanızı özellikle öneririm, rahmetli Örsan
Öymen'in "Politika Kazanı"nı okumanızı arzu ederim; ayrıca, Hasan
Pulur'un... Çünkü, o devirde hafızamızı bir tamamlamamız lazım.
RASİM ÇAKIR (Edirne) - Sayın Bakan,
gensoru görüşülüyor burada, kitap söylemeyin lütfen, gensoru görüşülüyor!
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET
HİLMİ GÜLER (Devamla) - Gensoruda eleman meselesi var; bunlar gensoruyla ilgili
de onun için diyorum.
RASİM ÇAKIR (Edirne) - Ciddî olun lütfen!
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET
HİLMİ GÜLER (Devamla) - Yani, cam, daha doğrusu, kristal saraylarda oturanlar
başkasına taş atmamalı; onu demek istiyorum; buna dikkat edin; çünkü, biz,
biraz araştırırız bazı şeyleri, o dönemleri de araştırırız, gerekirse de
konuşuruz onları.
Sonuç, size şunu ifade edeyim, şunu
söyleyeyim size.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Söyle!
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET
HİLMİ GÜLER (Devamla) -Kesinlikle en ufak bir zarar olmadığı gibi...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Bitti, yine
bitti; yine bitti, hayret yahu!
BAŞKAN - Sayın Bakanım, lütfen teşekkür
eder misiniz. Lütfen...
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET
HİLMİ GÜLER (Devamla) - Sayın Başkan, sadece 20 dakika konuştum ben; uygun
görmüyorsanız konuşmayayım.
BAŞKAN - Sayın Bakan...
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET
HİLMİ GÜLER (Devamla) - Bakınız, sadece Turusgazı ortadan kaldırmamızla... (K)
faktörü diye sadece sınırdan bir gaz veriyorlar, biri alıyor. Üzerine hiç taş
atmadan, kolu ağrımadan tam 2,5 katrilyon birinin cebine girecekti; biz, onu
kestik. Kim bilir acaba kimin ayağına bastık, kimin başka bir yerine dokunduk;
işte, bütün olayların sebebi o. Tekrar tekrar ediyorum, lütfen, Turusgazı
inceleyin. Siz incelemezseniz, biz zaten inceliyoruz.
Teşekkür ederim. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Aynı yel
değirmenlerine benzedi.
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET
HİLMİ GÜLER (Devamla) - Yel değirmeni, yel değirmeni; aynen öyle.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen...
Sayın Bakan, buyurun. Teşekkür ediyorum.
İ. SAMİ TANDOĞDU (Ordu) - Ben, ne
anlatacağım, bir şey anlamadım ki!
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET
HİLMİ GÜLER (Ordu) - Ders çalışacaksınız.
İ. SAMİ TANDOĞDU (Ordu) - Ordu'da
soracaklar bana, ben ne diyeceğim vallahi bir şey anlamadım!..
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen...
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET
HİLMİ GÜLER (Ordu) - Zaten anlayamadığınız için muhalefettesiniz.
TANER YILDIZ (Kayseri) - Sayın Başkan...
BAŞKAN - Sayın Yıldız, kısa bir açıklama
yapmak istediğinizi bildiriyorsunuz; bulunduğunuz yerden, Tüzüğün 60 ıncı
maddesine göre kısa bir açıklama için söz veriyorum.
Buyurun.
TANER YILDIZ (Kayseri) - Sayın Başkan,
değerli arkadaşlar; Sayın Erdem'in konuşmasında Kayseri Elektrikle alakalı bir
bölüm geçmişti -diğer bölümlerle alakalı konuşmayacağım; Sayın Bakan gerekli
açıklamaları yaptı- bununla alakalı kısa bir açıklama yapmak istiyorum.
Şimdi, Kayseri ve Civarı Elektrik AŞ, 1926
yılında, Atatürk'ün, 2 numaralı vergi numarası verip de kurdurduğu ve elli
yıllık özelleşmeden sonra, elli yıl özelleştirmede çalışıldıktan sonra, tekrar
devlete devredilip, gerekli özelleştirme kültürüne sahip olduktan sonra, yetmiş
yıllığına verilen, imtiyaz hakkı sözleşmesiyle verilen bir şirkettir.
Şirketin ortaklık yapısında yüzde 41 ile
Kayseri Büyükşehir Belediyesi, yüzde 20 ile TETAŞ, yüzde 5 ile TES-İŞ Sendikası
ve yüzde 28 ile özel sektör ve 400 kişilik de küçük ortaklar bulunan bir
şirkettir. Taner Yıldız ise, orada genel müdürlük yapmış, maaşıyla çalışmış bir
elemandır.
Arkadaşlar, eğer gerekçelerimizi düzgün
bir noktaya taşımazsak, CHP'nin bundan sonraki yapacağı çalışmalarda belki
haklı olabileceği konulardaki savunmasını dahi zayıflatacaktır.
BAŞKAN - Sayın Yıldız, İçtüzüğün 60 ıncı
maddesine göre söz aldınız.
TANER YILDIZ (Kayseri) - Bakın, Sayın
Başkan...
BAŞKAN - Kısa bir açıklama...
Buyurun.
TANER YILDIZ (Kayseri) - Sayın Başkanım,
somut şeyler söyleyeceğim.
BAŞKAN - Ama, sayın milletvekillerine
cevap vermek zorunda değilsiniz. Açıklamanızı yapın.
Buyurun.
TANER YILDIZ (Kayseri) - O zaman, somut
şeyler söylüyorum Sayın Başkanım.
Şimdi, bakın, Kayseri ve Civarı Elektrik
AŞ, Türkiye'de kayıp kaçak oranlarının Urfa'da, Diyarbakır'da yüzde 68 mi yoksa
yüzde 59 mu olduğu bir zamanda, Türkiye ortalamasının yüzde 23'ler, 24'ler
olduğu zamanda, Avrupa Birliği ortalamasının yüzde 10'lar olduğu zamanda yüzde
8,65'le çalışmış ve Türkiye kayıp kaçak ortalamasının üçte 1'ine sahip olmuş
bir şirkettir.
Bakın, gerekçelerini söyleyeceğim: Şu
anda, yüzde 100 tahakkuk oranı ve yüzde 99 da tahsilat oranı olan bir
şirkettir. Bizim hedefimiz nedir; demiyor muyuz "TEDAŞ'ta 1,5 milyar
dolarlık kayıp kaçaklardan dolayı oluşmuş Türkiye'nin bir kaybı vardır, bunu
sıfırlamamız lazımdır." Kayseri ve Civarı Elektrik AŞ bunu yapmıştır.
Peki, niçin itham edilmiştir; tamamen yanlış bilgilenmeden ve mesnetsiz
kaynaklardan dolayı. Bakın, tek tek açıklıyorum bunları. Sorduğumuz soru şudur:
Kayıp kaçak oranı niçin yüzde 6,5 değildir?
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Ne alakası var
konuyla?!
BAŞKAN - Bir saniye sayın milletvekilleri,
lütfen...
TANER YILDIZ (Kayseri) - Lütfen, Sayın
Başkanım... Niye yüzde 6,5 değildir diye soruyoruz.
AHMET ERSİN (İzmir) - Bu arkadaş,
temsilcisi mi Kayseri'nin?
BAŞKAN - Müsaade edin açıklasın.
TANER YILDIZ (Kayseri) - Yüzde 8,5 değil.
Niye yüzde 6,5 değil diye soruyoruz, yüzde 8,5'e çıkmışsınız diye soruyoruz.
İnsafı elden bırakmamak lazımdır. Yüksek Denetleme Kurulunun burada raporu
vardır; onu tek tek okumak isterim.
BAŞKAN - Sayın Yıldız, İçtüzüğün 60 ıncı
maddesine göre söz aldınız; son 1 dakikanız.
Buyurun.
TANER YILDIZ (Kayseri) - Sayın Başkanım,
Sayın Erdem'in konuşmasında sataşma vardır ve bundan dolayı söz hakkı almış
oluyorum.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Şahsınıza mı
sataştı?
TANER YILDIZ (Kayseri) - Söylediniz...
BAŞKAN - Sayın Yıldız, şu anda 3 dakikanız
doldu.
TANER YILDIZ (Kayseri) - Başka tarifi yok
ki bunun.
Sayın Başkanım, burada, bu şirket devlet
adına çalışmasını yapmıştır, gelir ve giderlerini ibraz etmiştir, yıl sonu
mahsuplaşma değerlerini ortaya koymuştur; ancak, kendisinin bir taahhüdü
olmadığı halde, eğer burada hukuka dayalı konuşacaksak, elektrik satış
anlaşması, imtiyaz hakkı sözleşmesi, görev verme sözleşmesine göre konuşmamız
lazım; afakî değerlerle konuşmak olmaz. Ben, şimdi, bunlara dayanarak
söylüyorum...
BAŞKAN - Sayın Yıldız, lütfen toparlar
mısınız...
TANER YILDIZ (Kayseri) - Sayın Başkanım,
bunlar önemli şeyler.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Yıldız.
TANER YILDIZ (Kayseri) - İsnadı olmayan
şeylerden bahsediliyor Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Yıldız.
Sayın milletvekilleri, Enerji ve Tabiî Kaynaklar
Bakanı...
EŞREF ERDEM ( Ankara) - Sayın Başkan...
BAŞKAN - Buyurun Sayın Erdem.
EŞREF ERDEM (Ankara) - Sayın Başkan, ben,
hak etmediğim şeyleri söylemiş gibi oluyorum.
BAŞKAN - Lütfen, Sayın Erdem... Burada,
sataşmaya karşı söz olmaz, herhangi bir sataşması da söz konusu olmadı.
Teşekkür ediyorum.
EŞREF ERDEM (Ankara) - Sataşma oldu.
BAŞKAN - Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı
Hilmi Güler hakkındaki (11/2) esas numaralı gensoru önergesinin gündeme alınıp
alınmayacağı hususundaki görüşmeler tamamlanmıştır.
Şimdi, gensoru önergesinin gündeme alınıp
alınmayacağı hususunu oylarınıza sunacağım.
Gensoru önergesinin gündeme alınmasını
kabul edenler... Gensoru önergesinin gündeme alınmasını kabul etmeyenler...
(CHP sıralarından alkışlar[!]) Gensoru önergesinin gündeme alınması kabul
edilmemiştir. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Alınan karar gereğince, gündemin
"Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler"
kısmına geçiyoruz.
Bu kısmın, 103 üncü sırasında yer alan,
Ankara Milletvekili Oya Araslı ve 23 milletvekilinin, töre cinayetleri
görünümündeki kadına yönelik şiddet hareketlerinin nedenlerinin araştırılarak
engelleyici önlemlerin belirlenmesi amacıyla; 139 uncu sırasında yer alan,
Adana Milletvekili Gaye Erbatur ve 68 milletvekilinin, kadınlara yönelik töre
ve namus cinayetlerinin nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla; 144 üncü sırasında yer alan, Gaziantep Milletvekili
Fatma Şahin ve 46 milletvekilinin, töre cinayetlerinin araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla; 239 uncu sırasında yer alan, İzmir
Milletvekili Canan Arıtman ve 28 milletvekilinin, kadınlara ve çocuklara
yönelik şiddetin sebeplerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla ve 240 ıncı sırada yer alan İstanbul Milletvekili Güldal
Okuducu ve 27 milletvekilinin, ülkemizde kadına yönelik şiddet ve cinayetlerin
sebeplerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla,
Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergelerin birlikte yapılacak öngörüşmelerine
başlıyoruz.
2.- Ankara
Milletvekili Oya Araslı ve 22 Milletvekilinin, töre cinayetleri görünümündeki
kadına yönelik şiddet hareketlerinin nedenlerinin araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/148)
3.- Adana
Milletvekili N.Gaye Erbatur ve 68
Milletvekilinin kadınlara yönelik töre ve namus cinayetlerinin
nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/182)
4.-
Gaziantep Milletvekili Fatma Şahin ve 46 Milletvekilinin töre cinayetlerinin
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/187)
5.- İzmir
Milletvekili Canan Arıtman ve 27 Milletvekilinin, kadınlara ve çocuklara
yönelik şiddetin sebeplerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/284)
6.-
İstanbul Milletvekili Güldal Okuducu ve 27 Milletvekilinin, ülkemizde kadına
yönelik şiddet ve cinayetlerin sebeplerinin araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/285)
BAŞKAN - Hükümet?.. Burada.
Meclis araştırması önergeleri, Genel
Kurulun 20.11.2003 tarihli 21 inci, 20.4.2004 tarihli 75 inci, 4.5.2004 tarihli
83 üncü, 17.5.2005 tarihli 99 uncu birleşimlerinde okunduğundan, tekrar okutmuyorum.
İçtüzüğümüze göre, Meclis araştırması
açılıp açılmaması hususunda, sırasıyla, hükümete, siyasî parti gruplarına ve
önergelerdeki birinci imza sahibine veya onların göstereceği bir diğer imza
sahibine söz verilecektir.
Konuşma süreleri, hükümet ve gruplar için
20'şer dakika, önerge sahipleri için 10'ar dakikadır.
Şimdi, söz alan sayın üyelerin isimlerini
okuyorum: Önerge sahipleri; İzmir Milletvekili Türkân Miçooğulları, Ankara
Milletvekili Ayşe Gülsün Bilgehan, İzmir Milletvekili Yılmaz Kaya.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz
isteyen İstanbul Milletvekili Güldal Okuducu.
İlk söz, Hükümet adına Devlet Bakanı
Güldal Akşit'e aittir.
Sayın Akşit, buyurun.
DEVLET BAKANI GÜLDAL AKŞİT (İstanbul) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; töre ya da namus cinayetleri olarak
adlandırılan önemli bir toplumsal sorunumuzu tartışmak üzere toplanmış
bulunuyoruz; bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Töre, yaşam içinde toplum tarafından
oluşturulan, bireylerin toplum içindeki davranışlarını düzenleyen, toplum
içindeki alışkanlıklar, gelenekler ve göreneklerdir.
BAŞKAN - Sayın Bakan bir saniye.
Sayın milletvekilleri... Sayın
milletvekilleri... Sayın bakanlar... Sayın bakanlar... Lütfen...
Buyurun Sayın Bakanım.
DEVLET BAKANI GÜLDAL AKŞİT (Devamla) -
Töreler, pratik yaşamı kolaylaştırıcı, insanlara güven veren, dayanışma
sağlayan, hoşgörülü olabileceği gibi acımasız ve şiddet uygulamaya yönelik de
olabilmektedir. Bazı durumlarda törenin yaptırımı kınama, dışlama ve cinayetle
sonuçlanmaktadır.
Ülkemizde töre ya da diğer bir deyişle
namus cinayetleri, daha çok belli bölgelerdeki kırsal kesim kültürünü
yansıtmaktadır. Ülkemizde genellikle azgelişmiş yörelerimizde rastlanan bu
cinayetler, kentleşmeyle birlikte kentlerde de az da olsa görülmektedir.
Yurt içinde ve yurt dışında bazı
kesimlerce sıklıkla ifade edildiği gibi, bu konunun, İslam Dini kurallarıyla ya
da inanışla hiçbir alakası yoktur; tamamen geleneklere dayalı yanlış bir
uygulamadır ve toplumun bilinçlenmesi, eğitim düzeyinin yükselmesiyle birlikte
etkisini yitirmektedir.
Geleneklere dayalı, ancak, çağdaş
değerlerle uyuşmayan bu ve benzeri uygulamalara pek çok ülkede farklı
şekillerde rastlamak mümkündür. Dolayısıyla, Türkiye'nin töre cinayetleri
nedeniyle sürekli gündemde tutulmak istenmesi ya gerçeğin bilinmemesinden ya da
bazı art niyetli yönlendirmelerden kaynaklanmaktadır diye düşünüyorum.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım;
konunun sosyolojik tahliline girerek ayrıntılı açıklamalar yapmak istemiyorum.
Zaten, diğer değerli konuşmacılar bu konuda bizlere yeterli bilgileri
vereceklerdir diye düşünüyorum.
Birleşmiş Milletler, kadına yönelik
şiddetin, eşitlik, kalkınma ve barış hedeflerine ulaşmayı engellediği
gerçeğinden hareketle, bütün üye ülkelerde hükümetler ve hükümetdışı kuruluşlar
tarafından yerine getirilmesi gereken önemli görevler olduğunu belirtmektedir.
Kadına yönelik şiddet, kadının fiziksel,
cinsel, duygusal ve ekonomik zarar görmesiyle ve acı çekmesiyle sonuçlanan,
aile içinde veya toplum önünde meydana gelen, cinsiyete dayalı şiddet olarak
bilinmektedir. Şiddet hareketleri ve tehditleri, ister ev içinde ister toplumda
meydana gelsin ya da göz yumulmuş olsun, kadınların hayatına korku ve
güvensizlik vermektedir.
Kadına karşı şiddetin en ağır biçimi,
kuşkusuz, töre ya da namus cinayetleridir. Töre cinayetleri, dünyanın her
yerinde, yoğunluğu ülkelere göre değişmekle birlikte, sorun olmaya devam
etmektedir. Bu toplumsal sorunun asgarî düzeye indirilmesi için her dönemde
gayret gösterildiğini söyleyebilirim. Ancak, takdir edeceğiniz gibi, toplumsal
sorunların çözümü uzun soluklu bir mücadeleyi ve sabrı gerektirmektedir. Kanun
çıkarmak, cezaları getirmek tek başına çözüm değildir. Bu tür düzenlemelerin
toplumun bilinçlendirilmesine yönelik çabalarla desteklenmesi gerekmektedir.
Son yirmi yılda, ülkemizde, aile içinde kadına yönelik şiddet konusunda
duyarlılık artmış, şiddet daha konuşulur bir sorun haline gelmiş, çözüm yolları
tartışılmaya ve bazı çalışmalar yapılmaya başlanmıştır.
Kadına karşı şiddetin ve töre cinayetlerinin
önlenmesi Bakanlığımın öncelikleri arasındadır. Bu çerçevede yapılan
çalışmalardan bazılarını sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bildiğiniz gibi, hepinizin katkılarıyla,
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 10 uncu maddesine 7.5.2004 tarihinde yapılan
ekle, devlete, kadın-erkek eşitliğinin yaşama geçmesini sağlama yükümlülüğü
verilmiştir. Anayasadaki bu düzenleme çok önemli bir reformdur.
Yine, Anayasanın 90 ıncı maddesinde, aynı
tarihte yapılan değişiklikle, temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası
anlaşmalar ile kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle
çıkabilecek uyuşmazlıklarda, milletlerarası anlaşma hükümlerinin esas alınacağı
hükmü getirilmiştir. Bu düzenlemeyle, CEDAW Sözleşmesi, normlar hiyerarşisi
bakımından yasaların üzerinde bir konuma getirilmiştir.
Aileiçi şiddetin önlenmesi amacıyla,
reform niteliğinde olan 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun yürürlüğe
girmiştir.
Kadına karşı şiddetin ve töre
cinayetlerinin önlenmesine yönelik olarak en köklü değişiklikler, 1.6.2005
tarihinde yürürlüğe girecek olan yeni Türk Ceza Kanunuyla yapılmıştır. Bu
bağlamda, töre cinayetleri, yeni Türk Ceza Kanununun 82 nci maddesinde sayılan
kasten adam öldürme suçunun nitelikli haller kapsamına alınmış ve töre
cinayetleri faillerinin, yasada öngörülen en ağır ceza olan ağırlaştırılmış
müebbet hapis cezasıyla cezalandırılması hükmü getirilmiştir.
Bakanlığımca, Ceza Kanununda yapılması
düşünülen değişiklikler kapsamında ele alınması için Adalet Bakanlığına bir
değişiklik önerisi paketi de sunulmuştur.
Uluslararası hukukta ve uluslararası
belgelerde de "töre" ifadesi yerine "namus" ifadesi
kullanılması hususu da dikkate alınarak, Türk Ceza Kanununun 82 nci maddesi (j)
bendinde yer alan "töre saikiyle" ibaresinin "namus
saikiyle" şeklinde değiştirilmesi de bu önerilerimiz arasında yer
almaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
kadına yönelik şiddetin önlenmesi için yapılması gereken çalışmalar, sadece
yasal düzenlemelerle sınırlı değildir. Bu düzenlemelerin yanı sıra, uygulamaya
yönelik önlemlerin de alınması gerekmektedir.
Bakanlığıma bağlı Sosyal Hizmetler ve
Çocuk Esirgeme Kurumu bünyesinde faaliyet gösteren danışma merkezleri ve kadın
konukevleri, kadına yönelik şiddetle mücadelenin temel taşlarını
oluşturmaktadır. Bu amaçla, değişik illerde 8 adet olan kadın konukevi sayısı,
son iki yıl içerisinde 16'ya çıkarılmış, yıl sonuna kadar da 20'ye çıkarılması
planlanmaktadır.
Kadın konukevleri konusunda önemli bir
yasal düzenleme de, 5272 sayılı yeni Belediyeler Kanunu ile yapılmıştır. Buna
göre, büyükşehir belediyeleri ile nüfusu 50 000'i geçen belediyelere, kadınlar
ve çocuklar için korumaevleri açma yükümlülüğü getirilmiştir. Bu düzenlemenin,
mevcut durumda ihtiyaca cevap vermekte zorlanan kadın konukevi sayısını önemli
oranda artıracağı şüphesizdir.
Uluslararası alanda da konuyla ilgili
çalışmalara aktif katılım sağlanmaktadır. Türkiye, bugüne dek taraf olduğu pek
çok uluslararası insan hakları sözleşmesinin gereği ve artan toplumsal
duyarlılığın yönlendirmesiyle, uluslararası toplumun gündeminde de giderek daha
çok ağırlık kazanan töre cinayetleri konusundaki çalışmalarını
yoğunlaştırmıştır. Bu çerçevede, Birleşmiş Milletler 59 uncu Genel Kuruluna
sunulan ve kabul edilen "Namus Adına Kadınlara Yönelik İşlenen Suçların
Önlenmesi Doğrultusunda Çalışmak" başlıklı karar tasarısına İngiltere'yle
birlikte ana sunucu olmuştur.
Birleşmiş Milletler sürecinde böylesine
hassas ve önemli bir kararın ana sunucusu olmak, kadının aile ve toplum
içindeki statüsünün iyileştirilmesi ve kadına yönelik her türlü şiddetin yok
edilmesi için ülkemizde yürütülen çalışmaların kararlılığını ortaya koymak
açısından önemli bir adım olmuştur.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
biraz önce de belirttiğim gibi, toplumsal sorunların çözümü için Türkiye'nin
önünde duran en önemli hedef, bir zihinsel dönüşüm projesi uygulanmasıdır.
Aslında, zihinsel dönüşüme ilişkin olarak çeşitli projeler yürütülmekle
birlikte, aslolan, bunun, eşzamanlı, eşgüdümlü, topyekûn toplumsal değişim
projesine dönüştürülmesidir.
Zihniyet değişimine ilişkin olarak
yürütülen çalışmalar uzun soluklu olmakla birlikte, bunun öneminin bilinciyle
ülkemizde çoktaraflı işbirliğini ve katılımcılığı öngören çalışmalar
sürdürülmektedir. Bu çerçevede, toplumsal cinsiyet eşitliğinin yaygınlaştırılması
projesiyle ilgili hazırlık süreci tamamlanmıştır.
Bu projeyle, kadına karşı aileiçi şiddetin
sebep ve sonuçları hakkında, niteliksel ve niceliksel araştırma yaptırarak,
araştırma bulguları temelinde, kadına karşı şiddetle mücadele konusunda kapsamlı
bir ulusal eylem planı geliştirmek, değişimleri izlemek üzere bir veri bankası
oluşturarak, hizmet modelleri, çeşitli bilinçlendirme ve hizmetiçi eğitim
program modelleri geliştirmek yoluyla tüm paydaşların kadına yönelik aileiçi
şiddetin yok edilmesine dair kapasitelerini güçlendirmek amaçlanmaktadır.
Konuyla ilgili bir diğer çalışmamız da,
Parlamento, kamu kurum ve kuruluşları, üniversiteler, medya ve sivil toplum
kuruluşlarının temsilcilerinin de katılımıyla, Bakanlığımızın öncülüğünde,
Şiddeti Önleme Platformunun oluşturulmuş olmasıdır. Aileiçi şiddeti özel olarak
ele alan bu platform, özellikle, kadın ve çocuğa karşı şiddet konusuna
eğilmiştir. Bu platformun çalışmalarının, uzun vadede bir eylem planı olarak
uygulamaya yansıtılması sağlanacaktır.
Bu kapsamdaki bir diğer çalışmamız da, 25
Kasım Kadına Karşı Şiddeti Önleme Günü kapsamında, bir yıl sürecek olan
"Kadına Karşı Şiddete Son" kampanyasının başlatılmış olmasıdır.
Töre ya da namus cinayetlerinin önlenmesi
amacıyla, toplumun bilinçlendirilmesi kapsamında yürüttüğümüz eğitim
çalışmaları, çeşitli toplantılar, konuyla ilgili taraflarla yürütülen ortak
çalışmalar da devam etmektedir.
Bunların ayrıntısına girerek fazla
vaktinizi alacak değilim. Kadınlarımızın, ekonomik ve sosyal statülerinin geliştirilmesi
temel önceliğimizdir. Bu kapsamda, eğitim alanında Millî Eğitim Bakanlığımızın,
çalışma yaşamıyla ilgili alanlarda da Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığımızın
önemli çalışmaları vardır.
Hazırlıklarını tamamladığımız ve yakında
gündeminize gelecek olan kadın hakları ve fırsat eşitliği komisyonu da Türkiye
Büyük Millet Meclisi çatısı altında sizlerin katılımıyla kurulduğunda, Türkiye
Büyük Millet Meclisi olarak kadınlarla ilgili konuların daha yakından takip
edilmesi konusunda önemli bir adım daha atılmış olacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
toplumsal desteğin sağlanması için özellikle sivil toplum kuruluşlarının
çalışmalarını çok önemsiyoruz ve elimizden geldiğince de destek oluyoruz. Kendi
çalışmalarımızı da sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği içinde yürütmeye özen
gösteriyoruz. Konunun gerek yazılı gerekse görsel basında sıkça ele alınması
sonucu kamuoyunun dikkati çekilmekte, hukukçular, toplumbilimciler ve kadın
çalışmaları uzmanlarınca töre cinayetinin bir insan hakları ihlali olduğu
vurgulanmakta, bu şekilde toplumsal bilinç oluşturulmaya çalışılmaktadır. Bu
anlamda, medyanın ve değerli akademisyenlerin bugüne kadarki desteklerine de
teşekkür etmem gerekmektedir.
Sonuç olarak, töre cinayetleri konusu
bugün ülkemizde kadına yönelik şiddetin en ağır biçimi olarak karşımıza
çıkmakta olup, Bakanlığımca öncelikle ele alınarak çözüme kavuşturulması
hedeflenen sorun alanlarının başında gelmektedir. Bu sorunla mücadelede kalıcı
ve gerçekçi bir çözüme ulaşmanın yolu, toplumsal sorumluluğun paylaşılması
anlayışıyla toplumun tüm kesimlerinin uzun soluklu işbirliklerini
gerektirmektedir. Konunun Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine getirilerek
tartışılmasına vesile olan değerli milletvekili arkadaşlarıma bu vesileyle bir
kez daha teşekkür etmek isterim. Bu tür toplumsal sorunları daha çok ve sık
gündeme getirerek kamuoyu oluşturmanın sorunun çözümünü hızlandıracağına
inanıyorum ve eğer bir Meclis araştırması açılması uygun görülürse Yüce Meclis
tarafından, bizlerin de bu konuda gereken, üstümüze düşen görevi yerine
getireceğimizi ifade ediyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Sağ olun.
(Alkışlar)
BAŞKAN- Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Önerge sahibi olarak, İzmir Milletvekili
Sayın Türkân Miçooğulları; buyurun.
Süreniz 10 dakikadır.
TÜRKÂN MİÇOOĞULLARI (İzmir) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Ankara Milletvekili Oya Araslı ve 22
arkadaşımız tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunulan, töre
cinayetleri görünümündeki kadına yönelik şiddet hareketlerinin nedenlerini ve
engelleyici önlemlerinin belirlenmesini içeren araştırma önergesi üzerinde
Cumhuriyet Halk Partisi adına söz almış bulunuyorum; sözlerime başlarken,
Grubum adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; İnsan
Hakları Evrensel Beyannamesine göre, hukuka ve yazılı belgelere göre, bütün
insanlar eşittir. Bu çerçevede, kadını ve erkeğiyle tüm insanlar insan
oldukları için eşit haklara sahiptir. Kültür ya da gelenekler, kadının temel
insan haklarının ihlali için bir gerekçe olamaz.
Oysa, içerisinde bulunduğumuz 21 inci
Yüzyılda, her yıl yarım milyondan fazla kadın gebelik ya da doğum sırasında
yaşamını yitiriyor. Kadın cinayet kurbanlarının yüzde 70'i, eşleri ya da
sevgilileri tarafından öldürülüyor. Dünyada her 3 kadından 1'i, hayatının bir
döneminde şiddete maruz kalıyor. Her 5 kadından 1'i, hayatının bir döneminde
tecavüz veya tecavüz girişimi kurbanı oluyor. Amerika Birleşik Devletlerinde
her 90 saniyede 1 kadın tecavüze uğrarken, Irak'ta Nisan 2003'ten bu yana
-savaş sırasında ve sonrasında- en az 400 kadının tecavüze uğradığı İnsan
Haklarını İzleme Örgütünün raporlarında yer alıyor.
Dünyada, ağırlıklı olarak Afrika
Kıtasında, 135 000 000'dan fazla kadın sünnet ediliyor. Dünya genelinde
mültecilerin yüzde 80'i kadın. Gelişmekte olan ülkelerde okuryazar olmayan her
3 kişiden 2'si kadın. 280 000 000'luk Arap dünyasında her 2 kadından 1'i okuma
yazma bilmiyor. Suudi Arabistan'da kadının oy hakkı yok, araba kullanması
yasak. Dünyada 54 ülkede kadınlara yönelik ayırımcı yasalar bulunurken, namus
savunması, Peru, Bangladeş, Arjantin, Ekvador, Mısır, Guatemala, İran, İsrail,
Ürdün, Suriye, Lübnan ve Venezuela'nın ceza yasalarında yer alıyor.
İran'da, çok istisnaî durumlar haricinde
kadının boşanma hakkı yok. Şeriatla idare edilen ülkelerde zina yapan kadının
cezası recm; yani, taşlanarak ölüm. Tüm dünyada sağlık çalışanlarının yüzde
75'i kadın. Siyasette ve iş dünyasında da kadınların oranı, gelişmiş ülkelerde
bile epey düşük. Bu bilgiler, günümüzde kadının durumunu genel hatlarıyla
ortaya koymaktadır.
Töre veya namus cinayeti denilen olay,
ülkemizde kadınların maruz kaldığı sorunlardan sadece biridir. Esasen,
kadınların, modern Batı toplumları da dahil, günümüzde yaşadığı daha pek çok
sorun vardır. Bu sorunların arka planında sosyal, kültürel, ekonomik birçok
sebep, tarih ve coğrafyadan gelen pek çok unsur bulunmaktadır. Töre
cinayetlerinin temelinde ise, büyük ölçüde ataerkil zihniyetin erkek varlığını
ve haklarını önceleyen ya da merkeze alan bir anlayışın, kadınlarla ilgili algı
ve kabulleri yatmaktadır. Kadını kendi var oluş serüveninin öznesi kabul
etmeyen bu anlayış, doğumundan itibaren onu erkekten aşağı ve ikinci bir cins
olarak algılama ve kodlama anlayışına düşmektedir. Bu bağlamda, toplum
yaşamının sınırlarını belirleyen gelenek, görenek, ahlak, töre ve namus gibi
değerler önplana çıkmaktadır.
Değerli arkadaşlar, töre ve namus, çok
kullanılan bir kavram. İnsanlar yaşamlarını namus uğruna feda edebilmekten hiç
çekinmiyorlar. Şarkılar yazılıyor, insanın değeri namusuyla ölçülüyor.
Namuslu-namussuz ayırımını yaparken ise, tek bir başlangıç noktasından yola
çıkılmıyor. İnsan yaşamındaki değerler arasında 70'li yıllarda para 8 inci
sıradayken, bugün tepeye yerleşmiş durumda. Yükselen değerin para olmasıyla
birlikte, namuslu insanı tanımlamak gün geçtikçe zorlaşıyor. Bu hızlı değişime
direnen, direnmesi için özel çaba sarf edilen bir namus kavramı ise, insan
yaşamını dörtbir yana savuruyor. Namusu öyle bir yere yerleştiriyor ki,
değişmez kurban, her seferinde önce kadın oluyor.
Hep beraber affediyoruz namus belasına
işlenen cinayetleri. Cinayeti işleyen, cezaevinin en saygın kişisi oluyor.
Cezaevinde ceza indirimleriyle kaldığı kısacık süre içinde el üstünde
tutuluyor. Üstelik çoğunlukla bu paye, ailenin 18 yaşını geçmemiş bir üyesine
veriliyor. Bir tür, erkekliği kanıtlama aracı bu cinayet. Afrika kabilelerinde
erkek olabilmek için öldürülen hayvanların dişlerini takıyorlar ya delikanlılar
boyunlarına, bizim delikanlılarımız da, neredeyse, kız kardeşlerinin saçlarıyla
namuslarını süslemeye çalışıyorlar. Ceza indirimi alıyor namus cinayeti
işleyenler. Elimizde namus cinayetlerinin gerçek sayısı yok; doğru bir
istatistiğe ulaşma şansımız da bulunmuyor aslında. Töre cinayeti gibi değişik
isimlerle de anılan bu cinayet grubunun kayıtlarda yer alması oldukça zor.
Töre, yaşam içinde toplum tarafından
oluşturulan bireylerin toplum içindeki davranışlarını düzenleyen, toplum
içindeki alışkanlıklar, gelenekler ve göreneklerdir. Töreler toplumları
diğerlerinden ayıran kültürel özelliklerin tümüdür. Her toplumun farklı
töreleri vardır.
Töreler pratik yaşamı kolaylaştırıcı,
insanlara güven veren, dayanışma sağlayan, hoşgörülü olabileceği gibi, acımasız
ve şiddet uygulamaya yönelik de olabilmektedir.
Bazı durumlarda törenin yaptırımı kınama,
dışlama ve cinayetle sonuçlanmaktadır. Türk toplumunun kültüründen, özellikle
değerler sisteminden kaynaklanan töre ya da diğer bir deyişle namus
cinayetleri, daha çok kırsal kesim kültürünü yansıtmaktadır.
Ülkemizde daha çok Doğu ve Güneydoğu Anadolu
ve Karadeniz Bölgelerinde rastlanan bu cinayetler, kentleşmeyle birlikte
kentlere de gelerek özellikle alt toplumsal yapıda yaygın olarak görülmektedir.
Kırsal kesim kültürünü yansıtan töre
cinayetleri, ekonomisi tarıma dayalı, kapalı toplumlarda görülmektedir. Aile
fertlerinin her konuda aile reisinin hâkimiyeti altında olduğu yapıda kazanç
müşterek ve kadınlar erkeğe bağlıdır. Bu nedenle de kadınların namus ve şerefi
ailenin, özellikle de erkeğin şerefidir. Karar verme yetkisinin aile reisine ait
oluşu nedeniyle, diğer bireylerin bağımsız düşünce yetenekleri gelişmemiştir;
tek başlarına karar veremez ve özgüvenleri zayıftır. Bağımsız düşünce ve
davranış geliştiremedikleri için töreye aykırı yapılan her şey hepsinin adını
lekeler ve birisinin gerçekleştirdiği onurlu bir hareket herkese saygınlık ve
şeref kazandırır.
Ülkemizde alt sınıfların değer yargıları,
kentte dahi kırsal toplumun kültüründen kopamamıştır. Bu cinayetleri işleyenler
çoğu kez toplum tarafından birer katil değil, namusunu temizleyen biri olarak
değerlendirilmektedir.
Feodal yapının hâkim olduğu yörelerde,
seçimlerde, evlilik gibi her türlü karar alma ve etkinlikte aşiret düzeninin
geçerli olduğu bilinmektedir. Kırılmalar çok az da olsa yaşanmaktadır.
Doğu illerimizde köylerden şehir
merkezlerine doğru yaşanan göçler, aşiret yapısını şehre de yerleştirmiştir.
Günümüzde töre baskısı, günlük yaşamın her yerinde belirleyicidir.
Törede kız kaçırma, kumalık, kan davası
gibi olaylarda konu adliyeye intikal etmeden aile meclisinin aldığı kararla
çözüm üretilmektedir. Feodal yapının aşılamaması ve bu konudaki çözümsüzlükler
töre olaylarının kanıksanmasına neden olmaktadır.
Törenin fonksiyonlarından en önemlisi,
namus olgusu karşısında edinilen tavırdır. Toplum tarafından kabul görmeyen
kadın-erkek ilişkileri konusunda namus kavramı önplana çıkmaktadır. Namusa
yüklenen anlam ve atfedilen değer ülkemizin her bölgesinde birbirine
benzemektedir. Bu durum birçok ülkede aynı şekilde değerlendirilmektedir.
Namus olgusuna bakış açısı olarak
kadınların çoğu kez erkeklere göre daha katı davrandıkları ve erkeği
yönlendirdikleri bir gerçektir. Kadınlar, namus eksenli töre cinayetini meşru
görmektedirler. Bunun sebepleri arasında kadının eğitimsizliği önplandadır.
Ayrıca, psikolojik olarak hemcinsinin namusunu sahiplenmesi de söz konusudur.
Yasak ilişkiye giren kadının mutlaka öldürülmesi ve öç alınması gerektiğini
savunarak törenin devamlılığına destek olmaktadır. Bu konuda özellikle ailenin
hukuku, devletin hukukunun önüne geçmektedir. Kadının eğitim yoluyla dış
dünyaya açılması, kadının varlığını devam ettirebilmesi için geleneksele
tutunma zorunluluğunu azaltmakta, bağımsız düşünme yeteneğini ve özgüvenini
geliştirmektedir. Bu nedenle eğitim önemlidir.
Töre cinayetleri çağdaş kültürde kabul edilemeyecek
bir durumdur; temelinde ise ekonomik bozukluk ve eğitimsizlik yatmaktadır.
Değişen ahlak ve namus kavramları doğrultusunda töre cinayetleri de çağdaş
toplumlarda daha farklı anlamlar taşır hale gelmiştir.
Türkiye'de, gelişmiş bölgelerde, töre cinayetlerine
daha sınırlı rastlanması ya da hiç rastlanmaması önemli bir gerçeği işaret
etmektedir. Bu açıdan doğu ve güneydoğu bölgesinin içinde bulunduğu kültürel
dokunun töre cinayetleri üzerindeki payının büyük olduğu da açıktır. Bu yapıyı
değiştirmek ve yerleşik kültürün önüne geçmek ise ancak iyi bir ekonomik yapı
ve bölgedeki yaşam standartlarının yükseltilmesiyle mümkündür.
Namus ya da töre cinayetleri kadına karşı
yaygın şiddetin en uç noktasıdır. Bu yüzden, artık, şiddet kültürüyle yüzleşmek
ve mücadele etmek zorundayız; ancak, bunun çok yönlü ve uzun soluklu bir
mücadele olduğunu da bilmeliyiz. Devletin pek çok biriminin ve kadın örgütleri
başta olmak üzere sivil toplum kuruluşlarının işbirliğiyle bu sorunun
temelleri, boyutları ve çözüm süreciyle ilgili çalışmalar yapılmalı, töre
cinayetlerine karşı mücadele bir devlet politikası haline getirilmelidir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Miçooğulları,
toparlayabilir misiniz.
Buyurun.
TÜRKÂN MİÇOOĞULLARI (Devamla) - Buna,
eğitimcisinden sosyoloğuna, sivil toplum örgütlerinden basın yayın
kuruluşlarına kadar herkes katkı sağlamalıdır. Özellikle yazılı ve görsel
yayınların, namus, töre ve yerel kültürler adına şiddeti onaylayıcı motiflerden
arındırılması da bu hedefin gerçekleşmesinde ayrı bir önem taşımaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu
sorun, dünyanın ve ülkemizin bir sorunudur. Türkiye Büyük Millet Meclisi,
cumhuriyetin kuruluşundan bu yana, Medenî Kanunu çıkararak, laik, demokratik
cumhuriyeti kurarak, insan haklarına dayalı birçok sözleşmeye imza atarak ve
ülkemizde insan hakları ihlallerinin hukuksal boyutlarını güncelleştirip
hukuksal yönden bu soruna çözüm bulmaya çalışarak, kadın haklarına ve kadınlara
karşı işlenen haksızlıklara karşı birçok çözüm üretmiştir. Şimdi içinde
bulunduğumuz dünyada, hazır Avrupa Birliğine de girmeye çalışırken, insan
hakları ihlallerinin önplana çıkarıldığı ve Avrupa Birliğine giriş sürecimizde
bunların önlenmesi gerektiği için, Türkiye Büyük Millet Meclisi şimdiye kadar
yaptığı çalışmalara bir yenisini daha eklemeli, kendilerini buraya gönderen,
kendilerini bugünlere getiren kadınlara karşı borcunu ödemelidir. Töre
cinayetleri, yalnız kadınların sorunu değildir, aynı zamanda erkeklerin de
sorunudur; çünkü, bu sorunda, bu cinayette, öldürülen kadar cinayeti işleyen de
zarar görmektedir.
Hem ülkemizin kadınlarına hem de
erkeklerine karşı görevlerimizi yerine getirmek için bu araştırma önergesine
destek olacağınızı düşünüyor, hazır, konuşmaların başında da Sayın Bakanımızdan
bu konuda söz almışken, hepinizin bu önergeye destek vermesini bekliyorum.
(Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın
Miçooğulları.
Önerge sahibi olarak ikinci konuşmacı,
Ankara Milletvekili Ayşe Gülsün Bilgehan; buyurun.
AYŞE GÜLSÜN BİLGEHAN (Ankara) - Sayın
Başkan, değerli arkadaşlarım; sizleri saygıyla selamlıyorum.
Doğrusu, bu Yüce Meclisin az sayıdaki
kadın milletvekillerinden biri olarak, bir kere de kürsüye çıkıp, kadın
haklarımızla ilgili sevindirici gelişmelerden söz etmeyi çok isterdim. Ancak,
ne yazık ki, yapılan olumlu yasal değişimlere rağmen, bu konuda uygulamada
istediğimiz kadar hızlı ilerleyemiyoruz.
Dünya Ekonomik Forumunun son verilerine
dikkatinizi çekmek istiyorum. Kadın-erkek eşitsizliğinde 58 ülke arasında 57
nci sırada geliyoruz; yani, sondan 1 inciyiz. Bizden daha geride bir tek Mısır
var bu 58 ülke içerisinde. Çalışma hayatında, siyasete katılımda, eğitim ve
sağlık konularında, hep en geri ülkeler arasındayız. Bunlar önemli konular, bu
konularda geride olmamız bir vakıa.
Ancak, insan hakları konusunda en temel
hak, tabiî ki yaşam hakkıdır. Ne yazık ki, Türkiye'de, kadınlarımızın bir
bölümünün bu haktan dahi yoksun olduğunu görüyoruz.
Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her
Türlü Ayırımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi Türkiye Gölge Raporuna göre,
ülkemizde, sadece, son dört yılda 54 namus cinayeti işlenmiş. Oysa, biz,
biliyoruz ki, bunlar sadece bilinen, kamuoyu önüne çıkanlar.
Diyarbakır Kadın Merkezi (KAMER) 1997'den
bu yana yürütülen proje kapsamında, ölüm korkusuyla kendilerinden yardım
isteyen 6 902 kadın olduğunu belirtiyor. Ayrıca, ülkemizin bazı bölgelerinde,
sıradışı bir şekilde genç kız intiharlarının yüksek olduğunu ve sık sık
gerçekleşen traktör kazalarında kurbanların hep kadınlar olduğunu biliyoruz.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye, aileiçi
şiddet konusunda da sabıkalı. Evli erkeklerin yüzde 34'ünün eşlerine fiziksel
şiddet uyguladığı ve evli kadınların yüzde 97'sinin hayatları boyunca en az 1
kere şiddete maruz kaldıkları söyleniyor; korkunç oranlar, yüzde 97; kadınların
sadece yüzde 3'ü şiddet görmediğini belirtmiş.
Ancak, burada, konumuzun namus cinayetleri
olduğunu vurgulamak istiyorum. Bu cinayetleri, aile arasında geçen kadın ile
erkek birlikteliği içindeki çeşitli kıskançlık, tutku, aldatma, öç alma cinayetleriyle
bir tutamayız. Bu cinayetler, çağdışı gelenekler ileri sürülerek, aile
bireylerinin kendi eşlerini ve çocuklarını soğukkanlı bir şekilde
katletmeleridir; yani, babalar, ağabeyler, akrabalar, genellikle çocuk
yaşlardaki kızlarını ve karılarını, sözde, namuslarını korumak için
kurşunluyorlar, asıyorlar, bıçaklıyorlar, boğazlıyorlar. Burada, hemen bir
gerçeği de belirteyim; Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Ana Bilim
Dalında yapılan bir araştırma, kadınların da bir bölümünün namus eksenli töre
cinayetlerini meşru gördüklerini ortaya çıkarmaktadır ve şunu da hemen
eklemeliyiz: Bu cinayetlerin dinimizde yeri yoktur ve olamaz.
Peki, namus cinayetlerinde sebepler
nelerdir; yine, KAMER'e göre, kadınların töre cinayetine maruz kalmasının temelde
en büyük nedeni, itaatsizlik olarak öne çıkmaktadır. Neye itaatsizlik; örneğin,
12 yaşında küçücük bir kız çocuğunun,
zorla evlendirilmesine karşı çıkması. Bu konuda pek çok örnek var töre
cinayetleriyle ilgili, birçoğunu hepimiz de biliyoruz; ama, en son bir olay
oldu, sanıyorum basından sizler de izlediniz. 12 yaşında bir kız çocuğu,
kendisine tecavüz eden kişiyle evlendirilmiş. Bu kişi, 9 yaşında bir başka
çocuğa tecavüz ettiği için hapse girmiş. Bu eş, kadıncağız mecburen, eşinin
ailesi yanında konaklamak zorunda kalmış ve orada, eşinin ailesinden şiddet
görmeye başlamış. Kendini kurtarmak için, kendi ailesinin yanına gitmek
istemiş, bırakmamışlar. İşte, burnunu kesmişler filan; yani, bildiğiniz, artık,
neredeyse her gün karşımıza çıkan olaylar. Şöyle bir şey söyleyeyim: Doğu ve
Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde kızların yüzde 65'inin evlenme yaşı 15 ilâ
19'dur; yüzde 65'i, 15 ilâ 19; yani, çocuk... Bekâretini yitirmek, tecavüze
uğramak -tecavüze kız uğruyor- yanında,
sinemaya gitmek, dışarı çıkmak, evin erkeklerine direnmek, hatta, radyodan bir
aşk şarkısı istemek de töreye gerekçe olabiliyor. Aynı nedenlerle ve
bulundukları ülke şartlarında yaşamak istedikleri için, yurt dışındaki
kızlarımız da tehdit altındadırlar. Daha çok yakın bir zamanda, Almanya'da,
sokak ortasında bir genç kadın, eşinden boşanmış bir genç kadın, Almanlar gibi
yaşamak istediği için ailesi tarafından öldürüldü.
Değerli arkadaşlarım, töre cinayetlerine
sadece ülkemizde rastlanmıyor. Avrupa Konseyinin 2003 yılında kabul ettiği 1327
sayılı karar raporuna göre, dünyada, her yıl, 5 000 kadın bu cinayetlerin
kurbanı oluyor. İki yıl önce, Avrupa Konseyi çalışmalarına, yeni bir
milletvekili olarak katıldığım ilk oturumların birinde, bu rapor görüşülüyordu;
yani, töre cinayetleriyle ilgili rapor görüşülüyordu. Ben de bir konuşma
yapmış, o dönemde çok eleştirilen, Türk Ceza Kanununun, töre cinayetlerine
hafifletici neden oluşturan 453 ve 463 üncü maddelerini değiştireceğimizi
söylemiştim. Eşitlik Komisyonunun Lüksemburglu başkanı, oturumdan sonra yanıma
gelerek, yaklaşımımdan dolayı beni kutladı ve "biliyor musunuz, biz, töre
cinayetleriyle ilgili bir rapor yazmaya, Türkiye'de bulunduğumuz bir sırada
karar vermiştik; yani, buradaki olayları gördükten sonra karar vermiştik"
dedi. Sonra, iyi ki ben mahcup olmadım, iktidar ve muhalefet olarak, önce o iki
maddeyi değiştirdik; ardından, yeni Türk Ceza Kanununda töre cinayetleri, aynen
kan davalarında olduğu gibi, müebbet hapisle cezalandırılması gerekli nitelikli
adam öldürme suçları kapsamına alındı.
Burada, yine de, bizim itirazlarımıza
rağmen, terimler üzerinde oynanarak "namus" sözcüğünün
kullanılmamasını önemli bir eksiklik olarak gördüğümüzü yeniden vurgulamak
istiyorum; yani, aslında, namus ile törenin aynı anlamı yok Türkçede. Hatta,
yabancı dillerde, bu "namus cinayeti" olarak geçiyor "töre"
olarak geçmiyor. Törenin, daha bir gelenek anlamı var; ama, ne diyoruz;
namusunu temizlemek diyoruz. Yani, onun için, burada sözcüklerden korkmamak
gerekir, töre değil, namus... Neyse, yasal düzenlemeler caydırıcı olmak için
gerekliydi, bunları yaptık; ama, asıl önemlisi, bu konuda, gerekli siyasî irade
ve kararlılığı gösterebilmek.
Bakın, kadın hakları konusunda en önemli
adımlar cumhuriyetin ilk yıllarında atılmıştır. Neden; çünkü, o dönemin yöneticileri,
toplumun yarısını oluşturan kadınların, toplumun her kesiminde yer almalarını
bir çağdaşlık projesi olarak görmüşlerdir. Bugün de aynı cesarete ihtiyacımız
var. Töre cinayeti diye adlandırılan insanlık suçunu ülkemizde nasıl yok
edebiliriz; bunu düşünmeliyiz. Ne yapabiliriz; etkili bir bilinçlendirme
kampanyası mı açmalıyız, eğitim kurumlarında çocuklarımıza kadın-erkek eşitliği
ve insan hakları dersleri mi vermeliyiz, güvenlik ve yargı kurumlarımızda
çalışanları nasıl yönlendirmeliyiz; çünkü, kadın, polise başvuruyor, ölüm
korkusuyla polise başvuruyor, polis güçleri, belki de haklı olarak ve alışık
olmadıkları için "bu, aile meselesi, sen evine git" diyor. Kadın iki
gün sonra öldürülmüş oluyor. Bunun için gerekli olan, şüphesiz, birçok kadın
sığınma evi kurmaktır. Bugün, sanıyorum 12 tane kadın sığınma evimiz var, son
derece yetersiz. Demek ki, bir sebepten dolayı yeteri kadar sığınma evi
kuramıyoruz. Bu konuda etkinlik gösteren sivil toplum örgütleri var. O sivil
toplum örgütlerini nasıl destekleyebiliriz ve -Sayın Bakanımız da burada-
kadından sorumlu Devlet Bakanlığının bu konudaki çalışmaları nasıl
yürütülebilir; yani, bilmiyorum, belki, hep birlikte, kadın-erkek
milletvekilleri olarak, töre cinayetinde öldürülen bir kurbanın, örneğin
cenazesine gitmeliyiz. Bugüne kadar hiç kimse böyle bir şey yapmadı. Bugüne
kadar hükümetten bu konunun sorumluluğunu üstüne alan, kişileri
bilinçlendirmeye yönelik hiçbir -bütün iyi niyetinize rağmen Sayın Bakanım-
ciddî atılım olmadı. Bilmiyorum, belki camilerdeki -biraz önce söyledim,
dinimizde bunun yeri yok- hocalarımıza, imamlarımıza çok büyük görevler
düşüyor; onları görevlendirmeliyiz; onlar cemaatlerini aydınlatmalı, bu işin
günah olduğunu söylemeliler.
Bundan kısa bir süre önce British Council
ve İngiltere Büyükelçiliğinin düzenlediği bir toplantıya katıldım -Sayın
Elkatmış da vardı, birlikteydik- bu töre cinayetleriyle ilgili bir kampanya
düzenlemeye karar vermişler. Oradaki o projeyi gösterdiler, kampanyayla ilgili
bilgiler verdiler. Yine, başka alanlarda, yurt dışına gittiğimiz zaman, Avrupa
Birliği raporlarında, Avrupa Konseyi raporlarında, Dünya Bankası raporlarında,
yani ne kadar çok rapor yazılıyorsa, bütün bu raporların hepsinde -Sayın
Bakanım da çok iyi biliyor- kadın hakları Türkiye'nin önündeki en önemli sorun
olarak görülüyor. Yani, bunu, sunuşu yaparken abartılıyor, yurt dışında
aleyhimizde bahane olarak kullanılıyor diye görmemek lazım. Bu, bizim zaten
kendi işimiz. Ben, gerçi, hakikaten bir Türk kadını olarak...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Bilgehan, toparlayabilir
misiniz!
Buyurun.
AYŞE GÜLSÜN BİLGEHAN (Devamla) - ...
British Council'ın bu konuyla ilgilenmesini yadırgıyorum; bu bizim sorunumuz.
Üstelik de, gerçekten hassas, mahrem bir konu; bizim bunu kendi içimizde
halletmemiz gerekiyor.
Değerli arkadaşlarım, bu yüzden, tüm bu
sorunların irdelenmesi ve bu ayıptan ülkemizin kurtulması için, çözümlerin
aranması amacıyla Anayasanın 98 inci ve İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri
uyarınca Meclis araştırması için gereğinin yapılmasını rica ediyor, beni
dinlediğiniz için teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bilgehan.
Önerge sahibi olarak üçüncü konuşmacı
İzmir Milletvekili Türkân Miçooğulları; buyurun.
TÜRKÂN MİÇOOĞULLARI (İzmir) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; İzmir Milletvekili Canan Arıtman ve 27
milletvekilimiz tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunulan
kadınlara ve çocuklara yönelik şiddetin sebeplerinin araştırılarak gereken
önlemlerin belirlenmesini içeren araştırma önergesi üzerinde Cumhuriyet Halk
Partisi adına söz almış bulunuyorum; sözlerime başlarken, Grubum adına hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Sayın milletvekilleri, bütün dünyada,
ister bir değer ister analitik bir kavram olarak ele alınsın, barışı ve onun
karşıtı savaşı, ulus devletlerin kendi aralarındaki ilişkilere aitmiş gibi
yorumlama eğilimi vardır. Örneğin, uluslararası yasalarda savaşa girme hakkı
sadece ulus devletlere tanınır. Aynı şekilde, barış, sadece devletin temsiliyetiyle
gerçekleşebilen bir şey olarak sayılır. Oysa, içinde bulunduğumuz 21 inci
Yüzyılda, barışı, günlük toplumsal yaşamla ilişkili bir biçimde yeniden
tanımlama girişimi bir zorunluluk haline gelmiştir; çünkü, kadınlara ve
çocuklara yönelik şiddet, baskı, istismar ve tacizler, toplumsal barışı ve
sosyal yaşamı tehdit eden en önemli tehlike olarak karşımıza çıkmaktadır.
Nitekim, bu yöndeki çözüm arayışlarının son yıllarda hız kazanması da tesadüfî
değildir.
Sayın milletvekilleri, 1980'lere kadar
kadına yönelik şiddet olgusu, birçok ülkede özel alana hapsedilmiş bir konu
olarak görülmüş, devletin müdahale etmemesi gereken bir konu ya da toplumla
ilgili geleneksel kültürün bir parçası olarak düşünülmüştür; ama, bu durum,
1975-1985 yıllarında Birleşmiş Milletlerde yapılan tartışmalar ve sonrasında da
birçok sivil toplum kuruluşlarının çalışmaları sonucu, 1990'lı yıllarda hızla
değişmiştir. 1992'de, Birleşmiş Milletler Kadının Statüsü Komisyonu, toplumsal
cinsiyet temelli şiddeti, kadınların erkeklerle eşit hak ve özgürlüklere sahip
olmasını ciddî bir biçimde engelleyen ayırımcılığın bir türü olarak
tanımlamıştır; ama, bu, sadece ev içi şiddeti ve cinsel tacizi kapsamaktadır.
Kadına yönelik şiddet, ister kamusal
isterse özel yaşamda meydana gelsin, kadının fiziksel, duygusal, cinsel ve
ekonomik açıdan zarar görmesine ve acı çekmesine yol açan, kadının temel hak ve
özgürlüklerini ve onurunu zedeleyen bir eylemdir. Bir toplumun kadını ile
erkeğinin her alanda eşit olabilmesi için, kadına karşı her türlü ayırımcılığın
giderilmesi gerekir. Biz, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Türkiye Cumhuriyeti
olarak, bu konuda uluslararası birçok sözleşmeyi imzalamış, kendi hukukumuzda
birçok değişiklikleri yapmışız; ama, hâlâ daha, toplumumuzda kadına karşı ve
çocuklara karşı işlenen şiddeti engelleyememişiz. Her geçen gün, gazetelerde,
gerek çocukların değişik şekilde şiddete maruz kaldığını gerekse kadınların
aileiçi ve toplumsal alanda, özel ve kamusal alanda değişik şekilde -gerek
sözel gerek tecavüz şeklinde- şiddete maruz kaldıklarını okumak ve görmek
durumundayız.
Bütün bunların giderilebilmesi için,
toplumda barışın sağlanabilmesi için bir şeylerin yapılması gerekiyor. Bugüne
kadar yaptıklarımızın hiçbirisi, tam anlamıyla sorunu çözmekte etkili ve
yetkili olmamış. Olsaydı, her gün ayrı bir sorunla karşılaşmaz, her gün
gazetelerde ayrı bir olay, ayrı bir toplumsal yaraya parmak basan konular
okumazdık.
Ne yapılması gerektiği konusunda, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin bir karar alması gerekiyor, bir araştırma yapması gerekiyor.
Bu yapılacak araştırma, hem kadınlara karşı olan sorumluluğumuzu yerine
getirecek hem de toplumdaki eşitsizliklerin giderilmesi konusunda bir yol
açacaktır.
Kadınlara karşı şiddetin işlenmesinde
önemli etkenlerden bir tanesi eğitimsizlik ve bölgelerarası eşitsizliktir.
Bizim ülkemizin birçok yöresinde, yoksulluk, işsizlik yaşanmaktadır. Özellikle
bazı yörelerde bu daha fazla yaşanmaktadır.
Bütün bunları eğer araştırır, ülkenin
neresinde, hangi nedenle yoksulluk var, ülkenin neresinde işsizlik daha fazla,
nerede göç daha fazla, göçler nedeniyle nerede çocuklar daha çok sokakta,
nerede çocuklar sahipsiz, nerede kadınlar sahipsiz; bunları bulabilirsek,
bunların temeline inebilirsek, bu Meclis bu konuda bir çözüm üretebilirse,
ülkemize karşı görevlerimizi yapmış oluruz diye düşünüyoruz.
Eğer kadınlar ile erkekler her alanda eşit
olamazsa, eğer kadınların şiddet nedeniyle maruz kaldıkları baskılar sonucunda
daha çok kendilerini ikinci sınıf vatandaşmış gibi görmeleri engellenemezse, bu
ülkenin gelişmesini de gerçekleştiremeyiz; çünkü, kadına uygulanan şiddet,
kadının dışa açılmasında, kadının sosyal statüsünün gelişmesinde, kadının
eğitim alanında, siyaset alanında veya çalışma alanında erkekle eşit olma
çabası göstermesinde bir engeldir. Şiddete maruz kalan kadın daha çok eve
kapanmakta, eve kapanan kadın daha çok şiddete maruz kalmakta; yoksulluk,
kadının daha çok şiddete maruz kalmasına neden olmakta, şiddete maruz kalan
kadının daha çok yoksullaşmasına neden olmaktadır. Şiddet nedeniyle, ülkenin ekonomisine
önemli yük binmektedir, önemli sorumluluk binmektedir.
Kadına karşı şiddetin önlenmesi, çocuklara
karşı şiddetin önlenmesi, bu ülkenin görevidir, bu Türkiye Büyük Millet
Meclisinin sorumluluğudur.
Bu anlamda, eğer önergemize destek olur,
bu araştırmanın gerçekleşmesini sağlarsanız, ülkemizin geleceğiyle ilgili
önemli bir katkı yapmış olacaksınız.
Desteğiniz için hepinize teşekkür
ediyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın
Miçooğulları.
Birleşime 5 dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati:
16.40
DÖRDÜNCÜ
OTURUM
Açılma
Saati: 16.46
BAŞKAN:
Başkanvekili Sadık YAKUT
KÂTİP
ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 100 üncü Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.
Töre cinayetleriyle ilgili Meclis
araştırması önergelerinin görüşmelerine devam ediyoruz.
VI.- GENSORU, GENEL
GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE
MECLİS
ARAŞTIRMASI (Devam)
A)
ÖNGÖRÜŞMELER (Devam)
2.- Ankara
Milletvekili Oya Araslı ve 22 milletvekilinin, töre cinayetleri görünümündeki
kadına yönelik şiddet hareketlerinin nedenlerinin araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/148) (Devam)
3.- Adana
Milletvekili N.Gaye Erbatur ve 68 milletvekilinin, kadınlara yönelik töre ve
namus cinayetlerinin nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/182)
(Devam)
4.-
Gaziantep Milletvekili Fatma Şahin ve 46 milletvekilinin, töre cinayetlerinin
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/187) (Devam)
5.- İzmir
Milletvekili Canan Arıtman ve 27 milletvekilinin, kadınlara ve çocuklara
yönelik şiddetin sebeplerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/284)
(Devam)
6.-
İstanbul Milletvekili Güldal Okuducu ve 27 milletvekilinin, ülkemizde kadına
yönelik şiddet ve cinayetlerin sebeplerinin araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/285) (Devam)
BAŞKAN - Sayın Bakan burada.
Şimdi, söz sırası, önerge sahipleri adına,
İzmir Milletvekili Yılmaz Kaya'nın.
Buyurun Sayın Kaya. (Alkışlar)
YILMAZ KAYA (İzmir) - Sayın Başkan,
değerli milletvekili arkadaşlarım; İstanbul Milletvekili Sayın Güldal Okuducu
ve 27 milletvekilince verilen ve görüşmekte olduğumuz kadınlara yönelik şiddet
ve töre ve cinayetlerinin nedenlerinin araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla verilen Meclis araştırması açılmasına dair
önergesi üzerinde imza sahibi olarak söz almış bulunmaktayım; öncelikle,
hepinizi, az sayıdaki arkadaşlarımı saygıyla selamlıyorum.
Bildiğiniz üzere, toplumumuzda kadına
yönelik şiddet ve töre cinayetleri, ne yazık ki, halen de devam etmekte, 21
inci Yüzyıla girmiş olmamıza rağmen şiddetin çeşitleri ve boyutları da
artmaktadır. Gün geçmiyor ki, bir yazılı veya görsel medya organında kadınlara
karşı uygulanan değişik şiddet eylemleri yer almasın; kadınların, gerek maddî,
cismanî ve bedenî gerekse manevî olarak maruz kaldıkları şiddet görüntülerine
rastlanmasın. Kadının bedenen erkeğe göre daha zayıf bir yapıda olmasından
dolayı da, hem nitelik hem de nicelik olarak daha yoğun yaşadığı şiddet, bakın,
Birleşmiş Milletlerin Kadınlara Karşı Şiddetin Tasfiye Edilmesine Dair
Bildirisinde nasıl tanımlanmıştır: "İster kamusal isterse özel yaşamda
meydana gelsin, kadınlara, fiziksel, cinsel veya psikolojik acı ve ıstırap
veren veya verebilecek olan, cinsiyete dayanan bir eylem veya bu tür eylemlerle
tehdit etme, zorlama veya keyfî olarak özgürlükten yoksun bırakmadır."
Görüldüğü üzere, Birleşmiş Milletler
Örgütü kadınlara karşı uygulanan şiddeti o kadar önemsemiştir ki, 20 Aralık
1993 tarihinde 44/104 sayılı bir Genel Kurul kararı almıştır. Bu konuda
alınacak bir kararı Genel Kurulunda almıştır. Ayrıca, yine Birleşmiş Milletler
Genel Kurulu aynı kararında, kadınlara karşı uygulanan şiddeti sadece fiziksel
anlamda cismanî zarar olarak sınırlamamış, psikolojik acı veya ıstırap veren
veya verebilecek olan, cinsiyete dayanan bir eylem olarak da genişletmiş ve
hatta, bu tür eylemlerle tehdit etme ve zorlamayı bile şiddet olarak kabul
etmiştir. Bunun yanında, keyfî olarak özgürlükten yoksun bırakmayı da yine
şiddet kapsamında değerlendirmiştir. Bununla da yetinmemiştir Birleşmiş
Milletler Genel Kurulu, bildirgenin 2 nci maddesinde, kadınlara karşı şiddet
teriminin hangi halleri içereceğini madde madde saymış; fakat, bu hallerle
sınırlı olmadığını da açıkça
belirtmiştir; yani, bu maddeden hareketle, şiddet sayılabilecek diğer
benzer eylemler için de açık kapı bırakmıştır.
Bakın, 2 nci maddede şiddet olarak sayılan
haller -bir kısmını okuyacağım, çok uzun olarak sayılmış- hangileridir:
"Aile içinde meydana gelen dövme, kız çocukların cinsel istismarı,
evlenirken verilen başlıkla ilgili şiddet, evlilik içi tecavüz, cinsel
organları dağlama ve kadınlara zarar veren geleneksel uygulamalar, eş olmayanlar
arasındaki şiddet ve sömürmek için uygulanan şiddet de dahil, fiziksel, cinsel
ve psikolojik şiddet uygulaması." Görüldüğü gibi, Birleşmiş Milletler,
kadınlara uygulanan şiddeti bayağı kapsamlı şekilde tarif etmiş; bu konuya
verdiği önemi de bu şekilde göstermiştir.
Kadınlara karşı uygulanan şiddet halleri
belirlendikten sonra, bu kez de bildirgede 4 üncü madde olarak, bu şiddet
hallerinin önlenmesi için ilgili devletlerin sorumlulukları da sayılmıştır. 4
üncü maddede 17 bent halinde sayılan ve devletlere açıkça yüklenen sorumluluk
hallerinden bazıları da şöyledir: "Devletler, kadınlara karşı şiddeti
yasaklar ve kadınlara karşı şiddetin tasfiye edilmesi konusundaki
yükümlülüklerinden kaçınmak üzere, herhangi bir örf ve âdeti, geleneği veya
dinsel düşünceyi ileri süremez. Devletler, her türlü uygun araçla ve hiç
gecikmeksizin kadınlara karşı şiddeti tasfiye politikasını yürütür."
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
Birleşmiş Milletler, kadına karşı şiddet uygulamasına karşı mücadelede
kendisine de bazı sorumluluklar yüklemiş ve bir rol biçmiştir; yani, topu
başkalarına atıp da kendisi kenardan izleme yolunu seçmemiştir. Bu uğurda
kendisi ne yapacaktır; Birleşmiş Milletler organları ve uzman kuruluşları,
kendi yetki alanlarına giren konularda gösterecekleri faaliyetlerin yanında,
yapması gerektiği bazı vecibeleri de burada saymıştır. Bunları burada tek tek
okumanın gereğini hissetmiyorum ve nihayetinde, işi yine sağlama almak
maksadıyla 6 ncı maddeyi kaleme almıştır. Bakın, 6 ncı maddede ne diyor:
"Bu bildirideki hiçbir hüküm, bir devletin ulusal mevzuatında ve bir
devlet bakımından yürürlükte olan bir uluslararası sözleşme, antlaşma veya
diğer belgede yer alan kadınlara karşı şiddetin tasfiye edilmesine yönelik daha
kullanışlı bir hükmü etkilemez." Bu anlamda da, Birleşmiş Milletler, iç
hukukta yer alan düzenlemelerin kadınlara karşı şiddetin tasfiyesinde daha
elverişli olması durumunda, bu iç hukukta yer alan düzenlemeleri öncelikle
dikkate alacağını bu şekilde belirtmiştir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
gördüğünüz gibi, Birleşmiş Milletlerin olaya bakışı bayağı ciddî. Şiddeti çok
geniş kapsamlı olarak tanımlamış, şiddet örneklerini saymış, ama, tahdidî
olarak değil, şiddete engel olmak için devletlerin sorumluluklarını belirlemiş
ve kendisinin rolünü biçmiştir.
Değerli milletvekilleri, Birleşmiş
Milletler, kadına, kadınlara karşı uygulanan şiddete böyle bakıyor. Ya bizde
durum nasıl, bir de ona bakalım. Yakın zamanda kadın lehine bazı düzenlemeler
girdi mevzuatımıza; Medenî Kanunda, mal rejimleri ve evlilik içinde edinilen
malların paylaşımıyla ilgili; ama, şiddetle ilgili yasal düzenlemeler, maalesef
ki, yeterli değil daha.
Bakın, geçen yıl bir anayasa değişikliği
yapmaya çalıştık Türkiye Büyük Millet Meclisinde. 10 uncu maddeye bir bent
ekleyerek kadınlar hakkında olumlu ayrıcalığı sağlamaya çalışmıştık. Ne yazık
ki, bu madde, Genel Kuruldaki tüm parti gruplarının olumlu oyunu alamadığı
için, tabirî caizse, biraz yarım yamalak yapıldı ve olumlu ayrıcalık
sağlanamadı.
Bunun yanında, Türk Ceza Kanununda önemli
değişiklikler yapıldı. Örneğin, azmettirmeyi düzenleyen 38 inci maddede,
"üstsoy ve altsoy ilişkisinden doğan nüfuz kullanmak suretiyle suça
azmettirme halinde, azmettirenin cezası üçte 1'den yarısına kadar artırılır.
Çocukların suça azmettirilmesi halinde, bu fıkra hükmüne göre cezanın
artırılabilmesi için üstsoy ve altsoy ilişkisinin varlığı aranmaz" hükmüne
yer verilmekle, töre cinayetlerinde küçüklere işlettirilen suçların
azmettirenin cezasının artırılması nedeniyle, önlenmesi amaçlanmıştır.
Bunun yanında, yine, Türk Ceza Kanunu
madde 81'de kasten adam öldürene müebbet hapis cezası verileceği öngörülmüşken,
82 nci maddede de, öldürmenin kan gütme saikiyle veya töre saikiyle işlenmesi
durumunda, öldürme nitelikli hal olarak kabul edilerek cezanın ağırlaştırılmış
müebbet cezası olacağı belirtilmiştir. Tabiî ki, bunlar, önemli gelişme ve
düzenlemelerdir; ancak, kadına karşı şiddetin ve töre cinayetlerinin önüne
geçilmesi için sadece yazılı metinler, mevzuatlar yeterli değildir arkadaşlar.
Değerli arkadaşlarım, bu konuşmayı
hazırlarken elime bazı istatistikî bilgiler geçti; ben, biraz hayret verici
buldum; size de okumak istiyorum. Yapılan bir araştırmada, 1990 ile 1997
yılları arasında Türkiye'de görüşülen 1 259 kadından yüzde 88,2'si şiddetin
belirlediği bir ortamda yaşadığını belirtmiş, yüzde 68'i de kendisine karşı
şiddet kullanıldığını bildirmiştir. Erkeklere göre, evli kadınların yüzde 34'ü
eşleri tarafından şiddete maruz bırakılmıştır. 1995 yılında Ankara'nın
gecekondu mahallelerinde yaşayan kadınların hemen hemen hepsi aileiçi şiddete
tanık olmuştur. Doğu ve Güneydoğu Anadoluda yaşayan kadınların yüzde 58'i 1998
yılında fiziksel saldırıya maruz kaldığını belirtmiştir. 1998 yılında eşleri
tarafından saldırıya maruz kalan veya dövülen orta ve üst gelir düzeyinden
kadınların oranı yüzde 23'tür. Aileiçi şiddet olaylarının mağduru durumundaki
kişilerin yüzde 86,1'i kadınlardır ve en ilginci, kadınların yüzde 39,2'si
eşinin kendisini dövmekte haklı olduğunu düşünmektedir. 15-19 yaşlarındaki genç
kadınların yüzde 63'ü dayağın haklı görülebileceği kanısındadır.
Türkiye'yle ilgili olmamakla birlikte, çok
ilginç bir istatistikî bilgi olduğu için bir bilgi daha vermek istiyorum. Rusya
Federasyonunda her yıl kocaları veya eşleri tarafından öldürülen kadınların
sayısı, kabaca, Sovyetler Birliğinin Afganistan'da on yıl süren savaşta
kaybettiği askerlerin sayısına eşitmiş değerli arkadaşlarım, bir yılda
öldürülen kadınların sayısı!..
Bu anlamda, ne yapmalıyız?..
Yöneticilerin, bu olayın üzerine önemle eğildikleri, kadına önem verdikleri,
kadına karşı şiddete ve töre cinayetlerine acil çözüm aradıkları yönünde
herkese açık bir mesaj vermeleri gerekmektedir.
Bu nasıl olacak?.. Kadınlar gününde
toplantı yapan kadınları dövmeyeceğiz, saçlarından sürüklemeyeceğiz. Bu konuda
kusurlu olan kim olursa olsun yasal gereğini yapacağız. Cezaevlerinde bulunan
kadınların orada tecrit edilip kalmalarına engel olacak, kendini her alanda,
cezaevinde de olsa, yetiştirip geliştirmesi için tüm olanakları sağlayacağız. Hem
nicelik hem nitelik olarak yeteri kadar kadın sığınma evleri açacağız. Kadına
her alanda değer vereceğiz; onu ayrı bir birey olara göreceğiz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
YILMAZ KAYA (Devamla) - Sayın Başkan,
toparlıyorum.
BAŞKAN - Buyurun Sayın Kaya.
YILMAZ KAYA (Devamla) - Onu, eşine tabi,
eşiyle anılan, falanın karısı olarak değil, bağımsız bir birey olarak
göreceğiz. Kadınların da, bu anlayışla, erkekler gibi eğitim almasının
koşullarını yaratacağız. Kadına zorla tecavüz edilmesinde, yaptığı iş veya
çalıştığı yer nedeniyle sanığın alacağı cezada büyük indirimler yapılmasına
engel olacak koşulları yaratacağız. Sadece görüntüyü kurtarmak adına bazı yasal
düzenlemeler yapıp, uygulamada dikkate almayıp, o düzenlemeleri orada unutmayacağız.
Kısacası, arkadaşlar, kadını bir birey
olarak görecek; ama, içten, samimî olarak yapacağız bunu. Yani, kafamızı bunu
sağlamaya yönelik bir hale getireceğiz ve hep orada kalacağız.
Değerli arkadaşlarım, bundan sonraki
gazete manşetlerinde de bu başlığı görmemek için elimizden gelen her şeyi
yapacağız: "Türkiye, kadın haklarında yine sonuncu."
Değerli arkadaşlarım, bu söylediklerim çok
zor şeyler değildir, çok şey yapmaya gerek yok bu konuda. Atatürk'ün taa o
zaman kadına bakışını, kadına verdiği değeri, önemi bugün yakalarsak, bir daha
böyle önergeleri görüşmeye bile gerek kalmaz diyor; bu önergeye destek olmanızı
bekliyor, hepinizi saygılarımla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Kaya.
Önerge sahibi, Gaziantep Milletvekili Sayın
Fatma Şahin; buyurun. (Alkışlar)
FATMA ŞAHİN (Gaziantep) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri, töre cinayetleri hakkında verilmiş olan araştırma
önergesi hakkında, önerge sahipleri adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle,
Yüce Heyetinize saygılarımı sunuyorum.
Değerli arkadaşlar, konuşmama başlamadan
önce, töre cinayetine kurban gitmiş ve hepimizin daha hafızalarında yer alan
Güldünya'nın kısa hayat hikâyesini sizlerle paylaşmak istiyorum.
27 Şubat 2004. Gülecekmiş gibi, Bitlis'in
bir köyünde, bir anne ile babanın aklına nasıl düştüğü bilinmez, bir isim
düşmüş onun hesabına. Sonra da bir akrabanın tecavüzüne uğramış Güldünya
"gördünya" olmuş. İstanbul'a kaçmış, istemeden de olsa rahmine düşen
bebeğini korumak ve kollamak uğruna.
Güldünya gelmiş İstanbul'a; ama, bilememiş, töre denilen şey peşini bırakmaz
insanın. Yine de korkudan bebeğini başkalarına emanet etmiş, en azından o
kurtulsun diye. Aylar geçmiş, kardeşlerini görmüş bir gün karşısında, ikna
olmuş ona kötülük yapmayacaklarına; hani kan var ya arada; ama, olmamış işte,
gözlerini kan bürümüş insanlar, yolun ortasında kurşun yağdırmışlar o gencecik
kıza; yetmemiş Güldünya'nın canını almaya. Belki de sadece bebeğini bir gün
daha görmek için direnmiş Güldünya; ama, gözü dönmüş dedik ya, yetinmemişler,
hastaneyi basıp bir kurşun da beynine sıkmışlar Güldünya'nın. Beyni ölmüş; ama,
vücudu direnmeye devam etmiş. En sonunda, çekmişler fişi.
Güldünya, dünyayı, güldüğünü göremeden
öldü. Cenazesini, 60 araçlık bir erkek konvoyu karşılamış Bitlis'te. Devlet,
cesedini Bitlis'e kadar eskortla göndermiş, cansız bedenine bir şey yapmasınlar
diye. Ahlakı bozuldu diye laf çıkaran köylü, köyün ismine laf gelmesin diye, 60
araçla karşılamış Güldünya'yı. Cenazede, sadece bir kadın vardı; o da,
Güldünya'nın anası. Töre gereği, sarılamadı kızının bedenine son bir kez,
dokunamadı tabutuna bile, yanına bile yaklaştırmadılar. Öldürdükleri gibi,
kendileri gömdüler.
Arkada, gerçekten canı yanan bir anne,
hiçbir şey yapamadığı için içi içini kemiren bizim gibi birsürü kadın ve erkek
bıraktılar. Bir de soru kaldı geride, ne yapabiliriz acaba diye. Biz, Meclis
araştırması önergemizi, Güldünya olayından hemen sonra verdik. Biliyoruz ki,
milletvekillerinin birinci derece görevi yasama; ama, Anayasanın ve İçtüzüğün
bize verdiği başka bir sorumluluk daha var; toplumsal olarak sıkıntı yaşanan ve
toplumun rahatlatılması adına Mecliste önerge verilmesinin milletvekili
sorumluluğumuza düştüğünü düşünerek, arkadaşlarımızla konuştuk ve bir Meclis
araştırması önergesini vermeye karar verdik.
Değerli arkadaşlar, ismi ne olursa olsun,
ismi Güldünya olsun ismi Şemse Allak, Güldeniz olsun, hikâye hep aynı. Sistem
hep aynı çalışıyor; önce, aile meclisi kuruluyor ve genç kızımıza, kendi
kendinin namusunu temizleme görevi veriliyor. Eğer, kız bunu yerine getirmezse,
aile meclisi yeniden toplanıyor, bu görevi yerine getirmek için aileden birisi
seçiliyor; genelde de, bu, 11-17 yaş arası erkek çocuklar oluyor.
Görevi yerine getirme psikolojisini bir
düşünelim, o ailenin nasıl bir toplumsal baskıyla buna karar verdiğini, o
görevi yerine getirmek isteyen gencin nasıl bir psikolojiyle hareket ettiğini
bir düşünelim istiyoruz ve görev yerine getirildikten sonra, başsağlığı bile
dilenmiyor, bunun için gözyaşı bile dökülmüyor, görevi yerine getirenlere
"geçmiş olsun" deniliyor. Böyle de bir toplumsal direnç, toplumsal
bir baskıyla karşı karşıyayız.
Bizim, ne yapmamız gerekiyor bu noktada?
Dönüp baktığımız zaman, töre dediğimiz şey ne? Biz, öyle bir medeniyetin
torunlarıyız ki, bizim medeniyetimizde, bizi biz yapan değerlerde, kadın
anadır, candır, canandır, gardaştır. Kadının "töre" diye, bu şekilde
yargısız infaz yoluna gidilmesini, töreye de bir haksızlık ve saygısızlıktır
diye düşünüyorum ve bu araştırma komisyonunun kurulmasının, bizi biz yapan
değerlere bir saygı olması noktasında da, onlara olan görevimiz noktasında da
önemsediğimi sizlere belirtmek istiyorum.
Kol kırılır yen içinde kalır diyemeyiz. Bu
konu, her platformda, yurt içinde ve yurt dışında, bizim karşımıza
konulmaktadır ve bu noktada, bir numune bile, Türkiye'nin üçüncü dünya ülkesi
pozisyonuna düşmesine neden olmaktadır.
Şimdi, biz, uluslararası sözleşmelere imza
atmış bir ülkeyiz. Hepimiz hatırlayalım; Kadına Karşı Her Türlü Ayırımcılığın
Önlenmesi Sözleşmesine, yani kısacası CEDAW'a imza atmış bir ülkeyiz. Burada
"eğer, kadının temel yaşam hakkına üçüncü kişiler bir baskı yapıyorsa,
devlet burada görevlidir" deniliyor. Biz, Pekin+5'e de imza atmış bir
ülkeyiz. Burada da, Pekin+5'te, namus cinayetinin, kadına yapılan şiddetlerin
içinde yer alması sağlanıyor. Yani, uluslararası boyuta baktığımız zaman, kendi
iç dünyamıza, geleneklerimize baktığımız zaman, bu sorunun bir an önce
çözülmesi gerekiyor.
Biz, hükümet olarak, ikibuçuk sene boyunca
bu noktada ne yaptık diye dönüp baktığımızda, birincisi, yedinci uyum paketinde
değerli arkadaşlar, eski Türk Ceza Kanununun 463 üncü maddesinde bunun
hafifletici neden olduğu söyleniyordu, bu cümle kaldırılarak hafifletici neden
olması kanundan çıkarılmıştır. İkincisi, Türk Ceza Kanununda yaptığımız bir
değişiklikle, töre cinayetini işleyenlerin nitelikli adam öldürme suçuna maruz
kalması yerini korumuştur.
Tabiî ki hukuk çok önemli, tabiî ki
cezaların artırılması çok önemli; ama, bizim istediğimiz, bu, bu aşamaya
gelmeden, neden bu töre cinayetleri işleniyor, neden genç kızlarımız yargısız
infaza mahkûm ediliyor, bunların nedenini araştırmak istiyoruz. Bunun için,
hepimize çok büyük görev ve sorumluluk düştüğüne inanıyorum. İnşallah bu
araştırma komisyonunu kurduğumuz zaman, bütün sivil toplum örgütleriyle,
bilimsel anlamda üniversitelerle, gerekirse Diyanetle gerekirse kanaat
önderleriyle gidip, bunun nedenini bire bir araştırmamız gerekiyor; çünkü,
değerli arkadaşlar, matematikte bize öğretilen birinci kural şudur: Problemi
anlamak, yarı yarıya çözmek demektir. Biz bu töre cinayetlerinin nedenlerini
anlarsak ve masaya yatırırsak çözüm için ciddî bir yol haritası elimize
geçecektir diye düşünüyorum.
Sizlerin desteğiyle araştırma
komisyonumuzu kurmak, iyi bir şekilde işletmek ve elde ettiğimiz sonuçları da
hayata geçirmek istiyoruz, kâğıtta da kalsın istemiyoruz; çünkü, bizim
amacımız, töre cinayetine maruz kalan canları kurtarmaktan çok daha öte. Bizim
amacımız, kadınımızı, insanca yaşayacağı hayat seviyesine ulaştırmak;
kadınımızı, istediği yaşam şeklini seçebileceği bir hayat tarzına kavuşturmak.
Bunun için Meclis olarak ne yapmamız gerekiyorsa bunu yapmak zorundayız. Bu
görev ve sorumluluk hepimizin üzerindedir diye düşünüyorum.
Sizlerin desteğiyle bu komisyonu
kurduğumuz zaman bu yol haritasının çıkacağına inanıyorum. Şimdiden
destekleriniz için teşekkür ediyorum, saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Şahin.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz
isteyen, İstanbul Milletvekili Güldal Okuducu.
Buyurun Sayın Okuducu. (CHP sıralarından
alkışlar)
CHP GRUBU ADINA GÜLDAL OKUDUCU (İstanbul)
- Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; bugün, burada adına "töre" denen
bir vahşetin ağır baskısı altında yaşamak zorunda kalan kadınlarımızın durumunu
konuşuyoruz; onların çığlıklarını duyuyoruz ve yine yoksulluğun, cehaletin ağır
baskısı altında güçlü namus ve ahlak duygularıyla infazları gerçekleştirenlerin
kadersizliğini ve seslerini duyuyoruz.
Değerli arkadaşlarım, konuşmama başlarken
şunu belirtmek istiyorum: 2003 başlangıç olmak üzere, sonra 2004'te, sonra
2005'te töre cinayetleriyle ilgili bir Meclis araştırması komisyonunun
kurulmasıyla ilintili olarak 5 tane önerge verildi Meclisimize. 2003, 2004,
2005; konuya duyarlı arkadaşlarımız, Meclisin gündemine bu sorunu taşımak için
büyük çaba harcadılar. Ben dilerdim ki, ilk araştırma önergesi Türkiye Büyük
Millet Meclisine verildiğinde bu konu gündeme getirilebilsin, bu kanayan yaraya
parmak basılabilsin ve bu akan kan dindirilebilsin. Bunu burada söyleme
ihtiyacını hissediyorum, bundan sonra bu konuyla ilgili yapılabilecek olan ve
yapılması zorunlu olan çalışmalara bir işaret olsun diye.
Değerli arkadaşlarım, töre; adı töre,
sonucu cinayet; adı töre, sonucu vahşet; adı töre, sonucu "vurun
kahpeye." Batsın böyle töre diyesi geliyor insanın ve şunu söylemek
istiyorum ki, Türkiye Cumhuriyeti, 2005 yılında, bu sorunu böylesine boyutlu
olarak tartışıyor ve konuşuyor olmalı mıydı? Belki, dönüp bizim buraya bakmamız
gerekiyor. Hep konuşmacıların konuşmaları içinde ve hepimizin tartışmalarında
da yer alan bir nokta var; sebep, o zalim sebep. O sebebe bir ulaşabilsek, o
sebebi bir anlayabilsek o sebebi kaldırırız ortadan.
Değerli arkadaşlarım, sebep çok belki;
ama, ben birkaç tanesine dikkat çekmek istiyorum burada. Yüzyılın başları ve
yok yoksul bir ülkenin yok yoksul kadınları bir büyük bağımsızlık mücadelesiyle
bir büyük devletin kuruluşunun temel taşı olurlar ve cumhuriyet kurulur.
Cumhuriyetin ardından da bir dizi aydınlanma devrimi gelir; harf devriminden
tutun kılık kıyafet devrimine, Medenî Yasaya, seçme seçilme haklarına varana
kadar. Bunların hepsini belki "kadın devrimi" diye de
nitelendirebilmek mümkün. Bütün bu devrimlerin bir tek amacı var; ümmet
toplumundan yurttaş toplumuna geçmek ve kadını erkeği eşit bir toplum düzeni
yaratmak, bir hukuk düzeni yaratmak, bir sosyal devlet anlayışını
kurumlaştırmak, çağdaş, gelişmiş, ilerlemiş, kalkınmış bir toplumsal yapıya
ulaşmak. Bir büyük proje, bir dev proje, Ulu Önder Mustafa Kemal'in
önderliğinde bir büyük değişim projesi. Dönüp buraya bakmak gerekir diye
düşünüyorum.
Türkiye, bu büyük değişim projesini, bu
dev atılımı, kadınını ve erkeğini eşitleyecek olan bu ilerleyişi ne kadar
omuzladı, ne kadar taşıdı? Şunu söylemek gerekir ki, çok uzun yıllardır, belki
de 1950'lerden beri Büyük Atatürk'ün Cumhuriyet Projesine açılan yaralar,
verilen zararlar, kopartılan taşlar olmasaydı, biz, bu Parlamentoda bu boyutta
bunları konuşmuyor olabilirdik. Ama, yavaş yavaş, ama nokta nokta, ama yol yol
o dev projenin zaafa uğratılması, bizi bugün bu noktaya getirmiştir
Değerli arkadaşlarım, ihtiyacımız olan
temel bakış açısı tek bir şey; kadın kim, kadın ne? Cevabı açık; kadın, insan,
sadece insan. İnsana tanıdığınız, tanımanız gereken hakları, insanın en kutsal
hakkı olan yaşama hakkını kadına da tanırsanız eğer, kadını da eğer sadece
insan diye algılayabilirseniz akıllarda, bilinçlerde ve vicdanlarda, bu
sorunların hiçbiri olmaz.
Kadın, eve kapatılması gereken, peçe
arkasında tutulması gereken, aşağılanması gereken, ikinci sınıflığı korunması
gereken, sistemin bütün öğeleriyle bu boyutun taşınması gereken bir unsur değil
değerli arkadaşlarım. Türkiye'nin, bugün bulunduğu noktada bunu gerçekten
görmesi lazım ve yapmamız gereken, her şeyin, gerçekten kadın-erkek eşitliğini
sağlamaya dönük uygulamalar olduğunu bir kez daha ifade etmemiz lazım gerekir
diye düşünüyorum değerli arkadaşlarım.
Sonuçta, insanın insana eşit olmasını
istiyoruz ve bir insanın yararlandığı en doğal haklardan toplumun yarısını
oluşturan ve kadın kimliğiyle yaşayan insanların da yararlanmasını istiyoruz.
Ben, birkaç tane örnek vereceğim değerli
arkadaşlarım. Bu mesele münferit değil ne yazık ki, bu mesele yurdumuzun bir
coğrafyasına özgü değil ne yazık ki, sadece doğunun ya da güneydoğunun küçücük
bölgelerinde yaşanmıyor ne yazık ki. Evet, Harran'dan, Silvan'dan, Urfa'dan,
Fırat'tan, Mardin'den ölümün ayak sesleri geliyor; ama, o sesler İstanbul'da da
var. İstanbul'un Bağcılarında bir bodrum katında namus cinayeti işlemiş
Anadolu'dan gelen diğer bir kesim ve o izler Berlin'de, o izler İsveç'te. Yani,
bizim dönüştüremediğimiz toplumsal bilinç, bizim dönüştüremediğimiz o değerler
sistemi, coğrafya tanımadan her yere elini kolunu uzatabiliyor değerli
arkadaşlarım.
Burada, şunu söylemek gerekir ki,
yönetenlerin çok temel sorumluluğu vardır. Yönetenlerin, bu kürsülerde şunlar
yapılması gerekir, bunlar yapılması gerekir demenin ötesinde sorumlulukları
vardır. Mesela, değerli arkadaşlarım, yönetenlerin, kadınların en temel
sorunlarından biri olan çok çocukluluk gibi bir sorunu Türkiye yaşarken, en
yüksek düzeydeki yöneticinin, dönüp "doğurun, doğurabildiğiniz kadar
doğurun" dememesi gerekir değerli arkadaşlarım ya da yeni bir yasal
düzenleme çalışması sırasında, yıllardır sürdürülen bir yanlışı tam da
düzeltirken, yani, Türk Ceza Kanununda, kadınlarla ilgili maddelerde yeni
düzenlemeler yaparken, yani, mesela, tecavüzü görüşürken, bir yetkilinin,
kalkıp da "tecavüze uğrayan kadın tecavüzcüsüyle evlenmelidir"
dememesi lazım. Yönetim, bu anlayışını yansıttığı sürece, hepimizin çok iyi bilmesi
gereken bir şey var ki değerli arkadaşlarım, o şikâyetçi olduğumuz, zulme
varan, ölüme varan, vahşete varan, adına töre denilen değerler sistemi yeniden
üretilir, yeniden beslenir, büyütülür ve bu, böyle, sürgit devam eder.
Bu Meclis, Mustafa Kemal Atatürk'ün
kurduğu Meclis, o felsefeyi ve o omurgayı içinde taşıyan meclis. Öyleyse, bu
Meclis, nüfusunun yarısının önemli bir bölümünü, aşiret kurallarına, feodal
değerlere, şeyhlerin, şıhların, ağaların kıskacına, tarikatların yaydığı yanlış
değerlerin kıskacına, yoksulluğun ve eğitimsizliğin, cehaletin karanlığına
bırakma hakkına sahip değildir diye düşünüyorum arkadaşlarım.
Şimdi, özellikle doğuda ve güneydoğuda,
kadınları aileiçi ilişkilerde en temel etkileyen dört beş sorunu sıralamak
istiyorum. Bölgenin en önemli sorunu, erken evlilik, çocuk annelik, çok
çocukluluk, çokeşlilik, kumalık, imam nikâhı, akraba evliliği, kan bedeli
karşılığı evlenme, başlık parası, berdel, çağdaş tanımlar ve kavramlar değil;
ama, bu kavramların hepsi bir hayat olarak ülkemizde sürmekte ve bu kavramları
tersyüz edecek, çokeşliliğe, kumalılığa, berdele, kan bedeli karşılığı
evlenmeye, 11 yaşında evlenmeye, tecavüzcüsüyle evlenmeye son verecek eğitim,
sosyal önlemler, kültürel önlemler, toplumsal gelişim projeleri devreye sokulmadıkça,
yapılacak hiçbir şeyden sonuç alınamaz diye düşünüyorum değerli arkadaşlarım.
Şimdi, biz diyebiliriz ki, dünya, bunları,
Türkiye'yi belli açılardan belli değerlendirmelere tabi tutmak için konuşuyor.
Bu böyle olabilir; ama, Türkiye'de de bunlar yaşanıyor. Yani, sayının o ya da
bu olması, bizim bunu hafife almamız anlamına gelmez diye düşünüyorum.
İsimlerini anacağım rahmetli diyerek;
Recvi Aslan tecavüze uğrar, aile meclisi karar verir, av tüfeğiyle vurulur.
Zemzem Bozkurt, namus davasıdır diye, pompalı tüfekle katledilir. Tecavüze
uğrar Kadriye ve ağabeysi satırla başını keser. Bir başkası, bir koca kentin,
Urfa'nın meydanında traktörün altına atılır. Biri eşarpla boğazı sıkılarak
Fırat'ın sularına atılır. İsimler, olaylar ve bütün bunlar bir anlık televizyon
görüntüsüyle ya da bir anlık gazete haberiyle bizim gündemimize girer, çıkar. O
hayatlar bizim değildir. O kızlar bizim değildir, başkalarının kızlarıdır.
Yüreğimizde şu kadar ya da bu kadar iz ancak bırakır; ama, siyasetçiyseniz,
yönetmeye soyunmuşsanız, seçilmişseniz, o kızların hepsi sizin kızlarınızdır, o
kızların hepsi bizim kızlarımızdır değerli arkadaşlarım.
Şimdi, bizim coğrafyamızın çeşitli
noktalarında, güneyde, doğuda, güneydoğuda, batıda; İstanbul'da, büyük
kentlerde, evler mahkeme salonu, aile bireyleri mahkeme heyeti, savcı, hâkim,
avukat. Ağabeyler, babalar, kocalar, erkek kardeşler infaz memuru.
Değerli arkadaşlarım, bir hukuk
devletinde, bir hukuk sisteminde, yıllardır kendi hukukunu oturtmuş bir ülkede,
böylesine çağdışı bir yargılamaya ve infaza göz yumulabilir mi ve bu devletin
sahipleri, bu devletin yöneticileri "bunlar, törenin ve geleneklerin ne
yazık ki toplumumuzu kuşatması ve toplumumuzun içinden atamadığı değerlerin
sonucu yapılan eylemlerdir" diye bir kenarda durabilir mi, kendini rahat
ve huzurlu hissedebilir mi?
Ben diyorum ki, her töre cinayeti,
öldürülen her kadın bizim aynamızdır. O aynaya bakmalıyız, o aynada
gördüklerimize dönük sorumluluklarımızı da yerine getirmeliyiz.
Şimdi, zannediyorum ki, Meclisimiz
değerlendirecek ve destekleyecek, bir araştırma komisyonu kuracağız, o komisyon
çalışmalarını yapacak, Meclise tekrar sunacak... Sonra ne olacak?! O sonrayı
kararlılık, istek ve azim belirleyecek diye düşünüyorum.
Türkiye'yi, milyonlarca insanı, o milyonlarca
insanın toplumsal bilincini dönüştürecek ekonomik, sosyal, kültürel
politikalar, ya bunları yapacağız ya o kızlar aşiretlerin kurallarına, feodal
yapının kalıntı zihniyetlerine, şeyhlerin, şıhların, ağaların, tarikatların
kıskacına bırakılacak ve bu, böyle sürgit devam edecek değerli arkadaşlarım.
Bu görüşmeler sürerken gelen bir
telefondan aktarılan bilgiyi paylaşmak istiyorum sizlerle. Dev toplumsal
projelere ihtiyacımız var, sosyal projelere, kültürel dönüşüm projelerine
ihtiyacımız var; ama, her şeyden önce de bu projelere inanmaya ihtiyacımız var.
Çağdaş, demokratik, modern, laik Türkiye Cumhuriyetini geliştirmeye ve
ilerlemeye inancımızın olması gerekir.
Aradılar... Anlatılanı burada aktarıyorum.
Basın ve televizyon yayınları çok önemli, ekranlardan yansıyanlar toplumsal
bilincin değişiminde ve gelişiminde çok önemli.
Bir televizyon kanalımızda yayınlanan bir
kadın programı bugün yayından kaldırıldı. Gerekçe, 15 Nisanda, daha sonra töre
cinayeti kapsamına giren bir konuğu programa çıkarması. Konuk, müracaat ettiği
polis karakolu tarafından, belki orada bir çare bulunur derdine anlayışıyla
programa yöneltilir. Konuk programa gelir ve yaşadıklarını anlatır, can
güvenliğinin olmadığını anlatır, sorunu dile getirir. Konuk programdan ayrılır,
kendisine can güvenliğinin sağlanacağına dair de bir güvence verilir, konuk
Elazığ'a döner. Elazığ'a döndüğünde 15 yaşındaki oğlu 5 kurşunla vurur kadını.
Şimdi, töre kendi kuralını işletmiş; o,
işin bir boyutu. Başka bir boyutu -programı izleyen varsa daha iyi düşünecektir
bunun ne olduğunu- bizim Türk aile yapımıza ve geleneklerimize uygun olmadığı
söylenerek, program yayından kaldırılır. Kaldırınız programları, Televole
kültürünün istilasına bırakınız ekranları. Sonuçta, suçlu, sorunu dile
getirendir; sonuçta, suçlu, bu dramı yaşayandır.
Şimdi, arkadaşlarıma şunu söylemek
istiyorum en son olarak: İyi niyetle bir çalışma yapıyoruz. Bu çalışmadan biz
sonuç almak istiyoruz ve gelişmiş bir toplum düzeni içinde rolümüzü oynamak
istiyoruz.
Temel düşünceyi tekrarlamak istiyorum:
Kadın-erkek eşitliğini sağlamak, yaşamın her alanında, uygulamada ve düşüncede
kadın-erkek eşitliğini hayata geçirmede inançlı olmak değerli arkadaşlarım ve
bunun gereğini yapmak ve çok ciddî eğitim programları başlatmak.
Bu arada, bir de soru sormak istiyorum:
Şimdi, doğu ve güneydoğu, kuşkusuz, bu olayların en temel, en kaynak bölgeleri.
Burada, kadınların sosyalleşmelerini, toplumsal yaşama katılmalarını
sağlayabilmek amacıyla, geçmiş zamanlarda, GAP Projesi çerçevesinde bir uygulama
başlamıştı; ÇATOM'lar. ÇATOM'ları yerinde görüp değerlendirmiştik. Kısaca şu
söylenebilir ki, olanakları kısıtlı, sayıları yetersiz, desteklenmeleri
gerekiyor, geliştirilmeleri gerekiyor, yaygınlaştırılmaları gerekiyor ve bölge
kadınını güçlendirmede daha etkin rol oynayabilecekleri ekonomik olanaklara
kavuşturulmaları gerekiyor.
Şimdi, GAP'la ilgili bir değişim, GAP
yönetimi, idaresiyle ilgili bir değişim söz konusu ve gündemde; bunu biliyorum
ve bu nedenle söylüyorum. Bölge kalkınma ajansına dönüştürürken bu yapıyı,
ÇATOM'ları ne yapacağız, ÇATOM'ları ne yapacaksınız? ÇATOM'ları geliştirmek,
desteklemek, bölgede sadece kadınların nefes alabildiği, bir toplumsal bilinç
içinde bir araya gelebildikleri yer olmanın dışında, bölgenin erkekleri
açısından da aktif birer merkez olmalarını sağlayıcı nasıl bir proje
geliştireceğiz?
Biliyorum, kuşkusuz, bütün bakanlıkların,
bu tür sosyal, toplumsal, kültürel sorunların çözümüne dönük ortak projelerinin
olması gerekir; ama, hemen ilk akla gelen, bu ülkenin aileden sorumlu Devlet
Bakanlığının bu konuda mesafe almış olması gerekir ve topluma sunmuş olması
gereken, en azından kendi hükümetine sunmuş ve devreye sokması gereken
projeleri olmak gerekir.
Bu ülkenin Kültür Bakanlığının, böyle bir
kültür kırılması yaşanan koşullarda, yeni kültürel politikalar, entegrasyon
politikalarını ortaya koyması gerekir.
Yerel yönetim işbirlikleriyle kuşkusuz;
ama, Kültür Bakanlığının çok özel destek, katkı ve yönlendirmeleriyle, köyden
kente göçün yarattığı o büyük kitlelerin travmaya uğramaması için, kendi kapalı
kültürü içinde, kendi ahlakî ve namusî değerleri içinde kendini koruyabilmek
için tedbir almak adına birsürü sıkıntıyı yaşamaması için geleceğe dönük hangi
önlemleri vardır, hangi kültürel projeleri vardır, değişim projeleri vardır?
Bu ülkenin çok güçlü radyo televizyon
kurumları vardır, özel ya da özel olmayan. O kurumların bir kültürel dönüşüm
projesi içinde kullanılması düşünülmekte midir? O kurumların böyle bir dönüşümü
sağlamada ne kadar etkin olabilecekleri hesaba katılmalı mıdır?
Şimdi, onlarca özel kanaldan, o
ekranlarda, insan kimliğini, bilincini olumsuz yönde etkileyebilecek birdolu
program yansımaktadır ve zaten cehalet ve zaten yoksulluk, o kuşatmanın
içindeki insanların içinde bulundukları koşullarda yaptıkları algı, onların
kendi bilincine bunun yansıması sonucunda biryığın sorun ortaya çıkmaktadır.
Zannediyorum ki, bir hükümetin görevi, bir
Meclisin görevi, bütün bu sıkıntıları aşacak ve gerçekten geniş boyutlu, geniş
projeksiyonlu dev projeler ortaya koymaktır; toplumuna sunmaktır ve toplumunun
kanayan yaralarını dindirmektir, bastırmaktır.
Değerli arkadaşlarım, aslında fazla bir
şey istemiyoruz. Ülkenin yarısını oluşturan kadınlar olarak, ülkemizden,
kurduğumuz ülkeden, savaşarak kurduğumuz ülkeden adalet istiyoruz;
kocalarımızdan, erkek kardeşlerimizden, babalarımızdan, arkadaşlarımızdan
adalet istiyoruz ve bizi yönetenlerden, ülkeyi yönetenlerden, adaletin
sağlanması için gereken ekonomik, sosyal, kültürel politikaların devreye
sokulmasını istiyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Okuducu, buyurun.
GÜLDAL OKUDUCU (Devamla) - Teşekkür
ediyorum Sayın Başkan.
Diliyorum ve umut ediyorum ki töre denilen
vahşetin neden olduğu o çığlıklar bir daha kulaklarımızda yansımasın, o
zılgıtlar bir daha duyulmasın, o acılar bu coğrafyada bir daha yaşanmasın.
Komisyonun kurulmasına destek vereceğiniz
düşüncesiyle, hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Okuducu.
AK Parti Grubu adına söz isteyen Batman
Milletvekili Ahmet İnal; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA AHMET İNAL (Batman) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu kadar kıymetli hatipten sonra söz
almak.. Herhalde, sadece, söylediklerinin bir tekrarından başka bir şey
olmayacaktır konuşmalarım.
Değerli arkadaşlar, "namus
cinayeti" veya "töre cinayetleri" adı altında işlenen suçların
nedenleri, sonuçları ve bu cinayetlerin araştırılması, önlenmesi için
alınabilecek tedbirler hakkında AK Parti Grubu adına söz almış bulunmaktayım;
Yüce Heyetinizi saygıyla selamlarım.
Uzun yıllardır ülkemizin gündeminden
düşmeyen; ancak, satır aralarında kalıp, bir türlü köklü çözüme ulaştırılamayan
töre cinayetleri, toplumsal bir yara olarak devam etmektedir.
Son yıllarda işlenen bu cinayetlerde,
sayıca, nispeten bir azalma gözükmekle beraber, bu konu, insan hak ve hukukunun
önemi açısından tazeliğini korumaya devam etmektedir. Öncelikli olarak,
toplumsal kültürümüzün temel taşlarından biri olan töre kavramını açarak sözlerime
devam etmek istiyorum.
Töre, kısaca, bir toplulukta benimsenmiş,
yerleşmiş davranış ve yaşama biçimlerinin, kuralların, görenek ve geleneklerin,
ortaklaşa alışkanlıkların, tutulan yolların bütünü olarak veya kısaca, bir
toplumdaki ahlakî davranış biçimleri olarak tanımlanmaktadır.
Toplumsal hiçbir dayanağı olmadığı halde,
törelerimizin bir parçasıymış gibi lanse edilen töre cinayetleri ise, kısaca
şöyle ifade edilebilir: Bu tip cinayetler, toplumda kendilerine biçilmiş
rollerin veya kişiye, topluma, yöreye ve zamana göre değişen ahlakî normların
dışına çıktığı varsayılan kız çocuklarına veya kadınlara yöneltilen en acımasız
şiddet türlerinden birisidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
konuşmamın henüz başındayken, şunu özellikle vurgulamak istiyorum: "Töre
cinayeti" diye adlandırılan vakaya, ne din ne töre ne insaf ne de vicdan
cevaz veriyor. İnsanlar belli bir süreden sonra inandıkları gibi yaşamaya
başladıkları için, ilmî bir dayanağı olmadan böylesi uygulamalara töre
kisvesini giydirmeleri düşündürücüdür. Bunun yanlış bir uygulamadan ziyade,
daha da ileri giderek, yargısız bir infaz olduğunu düşünüyorum ve maalesef, bu
infazların mağduru çoğunlukla kadınlardır. Dinî değerlerimizde, kadına verilen
değer çok aşikârdır. Dinimiz, saygıdeğer ve şerefli bir varlık olarak yaratılan
insanın yaşama hakkını ve onun diğer temel haklarını, dokunulamaz ve mukaddes
haklar olarak ilan etmiştir. Kanaatimce, bu cinayetlerin temelinde ilmî ve dinî
düsturlardan ziyade kadına karşı şiddet unsuru yatmaktadır Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; çünkü, bu cinayetlere kaynaklık ettiği iddia edilen
hataları erkekler işlediğinde, bırakın cezalandırmayı, neredeyse takdir
edilecek bir anlayış, maalesef, yer etmiş durumdadır. Oysa, ne erkek ne de
kadın için bu ve benzeri hareketlerin tasvibi mümkündür.
Modern Batı toplumları dahil olmak üzere,
kadınların günümüzde uğramış oldukları pek çok şiddet unsuru vardır. Bu
unsurların arka planında sosyal, kültürel, ekonomik ve coğrafî unsurlar
yatmaktadır. Dünyada her yıl sayısız kadın töre cinayetlerine kurban
gitmektedir. Töre cinayetlerinin bir kısmına intihar ve kaza süsü verilmekte
veya çeşitli şekillerde bunlar örtbas edilmektedir. Bu durum, töre
cinayetlerinin sayılarının tespitinde sağlıklı sonuçlara ulaşmayı zorlaştırmaktadır.
Bu cinayetlerin icra şekli de, ayrıca bir
problem teşkil etmektedir. Örneğin, aile meclisi böylesi bir olay sonucunda
toplanarak, namusunu kirlettiği düşünülen kadının önce intihar etmesi
istenmekte veya infaz görevi, aile fertlerinden genç bir erkeğe tevdi
edilmektedir.
Değerli arkadaşlar, Anadolu coğrafyası
yöreden yöreye çeşitli farklılıklar gösteren birçok toplumsal yaşayış
biçimlerini üzerinde barındırmaktadır. Yurdumuzun her yöresinde çeşitli adlar
altında bazı gelenek ve görenek kurallarının belirlendiği yaşam biçimleri
mevcut olup, bu hususta her yöre, kendi içinde farklı dinamikler barındırıyor.
Bu dinamikler, iç göç hareketleriyle büyük şehirlere de taşınmaktadır. Anadolu
insanı, göç ettiği büyük şehirlerde kent hayatına adapte olamamanın etkisiyle
ve çoğu zaman bir tepki ve sığınak olarak geleneklerini yaşamakta ve devam
ettirmeye çalışmaktadır.
Törelere uymak ve töreyi yaşatmak toplumda
kutsanırken, bunlara karşı çıkmak yaptırımla karşılanmaktadır. Bu yaptırımlar,
kınamadan başlayıp ölüme kadar gitmektedir. Genelde eskiyi, kadimi andıran bu
deyimlerden, kimi zaman, bazı toplumsal kadim yanlışlara meşruiyet
kazandırılmaktadır.
Değerli milletvekilleri, özellikle Doğu,
Güneydoğu ve Karadeniz Bölgeleri başta olmak üzere, kırsal yaşamın hâkim olduğu
kentleşmenin sağlıklı gelişmediği yörelerimizde geçmişten beri gördüğümüz töre
cinayetleri de bu meşrulaştırma çabalarının bir yansımasıdır.
Yıllardan beri şahit olduğumuz ve
özellikle yakın zamanda yaşanan olaylarla medyanın gündemini meşgul eden töre
cinayeti olgusu, toplumda büyük bir tepki ve üzüntü doğurmasına rağmen,
engellenemiyor. Hatta, bu cinayetleri işleyenler, çoğu kez, toplum tarafından
birer katil değil de, namusunu temizleyen biri gibi görülmektedir.
Töre cinayetlerini incelediğimiz zaman,
bunun iki yaygın sebebi olduğunu görmekteyiz; bunlardan birincisi namus, diğeri
ise intikam cinayetleridir.
Kan davası diye bilinen intikam
cinayetleri, aile içinde veya aile arasında bir tarafın ölümüyle sonuçlanan bir
olayın ardından karşı taraftan bir başka ölümün meydana gelmesidir. Bu tip
olaylarda, karşı taraftan ya fail öldürülür veya karşı taraf üzerinde moral
olarak en büyük yıkımı meydana getirecek kişi seçilir. Failler, genellikle,
önce ölenin en yakınıdır ve ceza indirimleri nedeniyle çocuklar sıklıkla
kullanılmaktadır.
Bir diğer töre cinayeti sebebi ise namus
cinayeti adıyla bilinen cinayet çeşididir. Bu tip olaylarda, genellikle,
toplumun değer yargılarına göre gayri ahlâki görülen bir ilişkiye giren kadın
cezalandırılmaktadır; ancak, cezalandırma öncesinde üretilen bazı ara çözümler
de görülmektedir. Kendi içinde çarpıklık taşıyan ve mağduru ile tecavüzcüsünü
bir araya getiren bu çözümde kız ve erkek evlendirilmektedir. Kimi zaman da,
buna ek olarak, kız tarafından bir erkek öbür erkek yakınlarından bir kadınla
evlendirilmektedir. Bu ikinci evlilik şekli, berdelin farklı bir yansımasıdır.
Namus cinayetlerinin kendi içinde yaşadığı
en büyük çelişki, mağdur kızın ailesi dahil, olayın taraflarının erkek üzerinde
bir yaptırımdan ziyade genellikle olayın mağduru olan kız üzerinde yaptırım
uygulama isteğidir. Gönülsüz ilişkilerde dahi, kız, tecavüzcüsüyle zorla
evlendirilebilmektedir. Tabiî, burada, eylem türlerine, yakın zamanda sıkça
rastlanan intihar görünümlü cinayetleri de eklemek mümkündür.
Namus cinayetleri incelendiğinde, ailenin
kendi onur ve şereflerini kızın birlikteliğine endeksledikleri ve kıza
verilecek cezayla onur ve şereflerini kurtardıkları inancına sahip oldukları
görülmektedir. Bu onur ve şeref kimi zaman öyle abartılmaktadır ki, bir cinsel
beraberlik veya tecavüz bulunmayan, sadece duygusal birliktelik yaşanan
olaylarda bile bir ölüme varan çok sert ve kabul edilemez tepkiler
verilmektedir. Bu konuda ailenin hukuku devletin hukukunun önüne geçmektedir.
Bütün hukuk ve dinlerde cezalandırma yetkisi devlete aittir ve bu icra
mahkemeler eliyle yürütülür. Tüm bu cinayetleri işleyenler, namuslarını
temizlediklerini zannederler; oysa ki, bu suçlar onlara iki cihanı da
kaybettirmektedir. Töre cinayetlerine azmettirenler, bu cinayeti işleyen gibi
günah işlemiş ve suçludur. "Sebep fail gibidir" deyimini unutmamak
lazım.
Değerli arkadaşlar, mazlum ve mağdur
durumundaki kimselerin suçlu görüldüğü hiçbir hukuk sistemi yoktur. Kaldı ki,
cebredilen kadın, suçlu değil, ancak mağdur ve mazlumdur. Namus, ancak, insan
hayatı ve haysiyeti güvence altına alınarak korunabilir.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; peki, bu
kanayan yara nasıl kapanacak? Bu konunun çözümü adına, bugüne kadar çok şey
yapılmış değildir.
Birleşmiş Milletler verilerine göre her
yıl dünyada 5 000'e yakın töre cinayeti işlenmektedir. Ülkemizde de bu
cinayetler azımsanmayacak derecededir. Kadınlara Karşı Her Türlü Ayırımcılığın
Önlenmesi Sözleşmesinin (CEDAW) 19 nolu tavsiye kararı, devlete, üçüncü
kişilerin kadınlara karşı uyguladığı insan hakları ihlallerini önleme
vazifesini vermiştir. Pekin+5 Bildirgesi de, namus suçlarını kadına karşı
şiddet kapsamına almıştır.
1998 yılında, 4320 sayılı Ailenin
Korunmasına Dair Kanun çıkarılmıştır. Nitekim, Avrupa Birliği uyum müktesebatının
yedinci paketiyle Türk Ceza Kanununun 462 nci maddesi değiştirilerek, töre
cinayetleri hafifletici sebep olmaktan çıkartılmıştır.
Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünün, bu
konuyla ilgili koruma ve çeşitli bilinçlendirme çalışmaları mevcuttur; ancak,
bu faaliyetlerin artırılması ve desteklenmesi gerekmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
töre cinayetlerinin engellenmesinde en önemli faktör eğitimdir. Bu tip
yörelerde eğitim, gençlerden ziyade, ebeveynlere ve yaşlılara yönelik yapılmalıdır.
Kuşak çatışması yaşayan ve kendi algılarını gençler üzerinde zorla hayata
geçirmeye çalışan önceki kuşak üzerinde ciddî bir eğitim çalışmasına ihtiyaç
vardır.
Yapılan araştırmalarda, gençlerin bakış
açılarında farklılıklar bulunduğu, değişimlere yatkın oldukları; ancak, töre
cinayetlerini çevre baskısı altında meşrulaştırdıkları görülmektedir.
Namus cinayetlerinin en önemli sebebi,
sosyal hayata, modern hayata katılmak isteyen genç kız ile bunun karşısında
direnç gösteren geleneksel yapı çatışmasıdır. Bu nedenle, özellikle göç alan
bölgeler ve kırsalda, kızların sosyal hayata katılabilecekleri meşru araçları
devreye sokmak gerekmektedir. Bu araçlar, devlet eliyle verilecek her türlü
eğitim desteğidir. Genç kız ve kadınlar, il ve ilçelerdeki halk eğitim
merkezleri, meslek edindirme kursları ve çok amaçlı toplum merkezlerinin açtığı
kurslara yönlendirilmelidir. Bilgisayar, halıcılık, trikotaj, giyim, nakış,
okuma-yazma ve sınava hazırlık kursları, halkoyunları gibi kurslar, özellikle
genç kızlar arasında büyük ilgi görmektedir. Bu kurslarda, meslekî bilgi ve
beceri yanında, temizlik, evliliğe hazırlık, aile planlaması, yemek, iletişim,
giyim, televizyon izleme alışkanlıkları gibi günlük hayata dair işlevsel bilgi
aktarılmaktadır. Yetkililer, kursiyerlerde dönem sonunda büyük ölçüde davranış
değişikliği saptadıklarını belirtmişlerdir.
Değerli arkadaşlar, bu merkezlerin
kadınların eğitiminde hayatî derecede önemi olduğu saptanmıştır. Bu nedenle,
sosyal riski azaltma projeleri kapsamında, tıpkı şartlı eğitim ve sağlık
yardımı transferi gibi, ailelerin kızlarını bu kurslara göndermeleri teşvik
edilmeli, valilik ve kaymakamlıklar bu süreçte etkin rol almalıdır.
Eğitimsizlik, özellikle de kız çocuklarının eğitimine önem verilmemesi, feodal
yapıyı beslemektedir. Bu nedenle, doğu ve güneydoğu bölgelerindeki derslik ve
eğitimci açığı hızla kapatılmalı, bu konuda bir seferberlik başlatılmalıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
gelişmiş illerde okul yapmak için sıraya giren hayırsever işadamlarının yöreye
eğilmeleri teşvik edilmeli ve yönlendirilmelidir. Gelişmiş illerde 25-30
öğrenci kapasiteli derslikler mevcutken, Batman, Diyarbakır, Siirt, Mardin,
Şırnak, Bitlis, Bingöl, Hakkâri gibi vilayetlerimizde, derslik ihtiyacı had
safhada olan illerde bir sınıfa 80-90 öğrenci düşmektedir. Bu açık, imkânlar
dahilinde, bir an önce kapatılmalıdır.
Değerli arkadaşlarım yöre aileleri,
kızlarını kız meslek okullarına göndermeyi tercih etmektedir. Ekonomik
yetersizlikten dolayı, aileler, eğitim konusunda erkek çocuklarını tercih
etmektedir. Aileyi eğiten, hem kız hem de erkek çocuklarını yetiştiren anne
olduğu için, kız çocuklarının eğitimlerinin önemi ortadadır. Kızı eğitimsiz
olan babanın torunu da eğitimsiz olur.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu
olumsuz koşulları bertaraf etmek için, bu gibi yörelerin ekonomik durumunda
süratle iyileşme yapılmasını sağlayarak, ailelerin daha müreffeh bir yaşamla,
hayat anlayışlarını değiştirmek gereklidir. Yapılan araştırmalar, ekonomik
iyileşmenin düzeldiği bölge ve mahallelerde, töre merkezli problemli
yaklaşımların ortadan kalktı denecek kadar azaldığı yönündedir. Töre
cinayetlerinin, çok da büyük bir kurumsal düzeneğinin olmadığını; fakat,
münferit mekanizmaları içinde, tarih boyunca kullanıldığını görmekteyiz.
Doğu bölgelerimizde, toplumsal yapıda
gelişme ve değişmeye kapalılık hâkim olsa bile, kimi ailelerin bakış açılarında
giderek olumlu değişmeler görülebilmektedir. Kendi tarlası, bahçesi üzerinden
geçimini temin edemeyen bu yörenin insanları, büyük şehirlere göç etmek
durumunda kalmaktadır. Göç eden insanlar, büyür şehrin varoşlarında yer
bulabilmektedir. Bu da, oradaki ekonomik ve sosyal dengeyi de bozmaktadır.
Son yıllarda, bölgemizde, yörenin ekonomik
kaynağı olan tütün ziraatına benzer ziraatlara kotalar konulmuş ve bu, yörenin
ekonomisini altüst etmiştir. Bu konuda alınacak tedbir, yapılan hesaplamalara
göre, devlet maliyesine yük getirmeyeceği şeklindedir. Sorunun kesin çözümü,
zarurî tedbirlerin karşılanarak, bireyin ve bireysel değerlerin önem kazandığı
modern bir toplum düzenine geçilmesiyle mümkündür. Bunun için de, eğitim
imkânları ve toplumsal altyapıdaki olumlu projeler üzerinde ısrarla
durulmalıdır.
Değerli arkadaşlar, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin töre cinayetlerini araştırması, bunun nedenlerini ortaya koyması ve
çözüm yolları hususunda sivil toplum kuruluşlarıyla nasıl bir çalışma
yürüteceğini ortaya koyması, çözümün bir ayağı olacaktır. Türkiye Büyük Millet
Meclisi, bu görevi üstlenerek önemli bir mesafe katedecektir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
unutulmamalıdır ki bu, bir kadın sorunu değil, insanlık sorunudur. Türkiye
Büyük Millet Meclisi bu konuda üzerine düşeni fazlasıyla yapacaktır,
yapmalıdır. Gerek kültürel gerek eğitim gerekse de iktisadî açılımlarla, sivil
toplum kuruluşlarının da çabalarıyla, bu meselede önemli mesafeler
katedilecektir. Bu konuyu çözeceğiz inşallah. Bunu çözerken, sadece kadını
yargısız infazdan kurtarmış olmayacağız, aynı zamanda Türkiye'nin uluslararası
arenadaki sicilini de temizlemiş olacağız. Bundan dolayı, bu önergeyi bütün
hasbî duygularımızla destekliyoruz.
Hepinizi, tekrar, saygılarımla
selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın İnal.
Meclis araştırması önergeleri üzerindeki
öngörüşmeler tamamlanmıştır.
Şimdi, Meclis araştırması açılıp
açılmaması hususunu oylarınıza sunacağım.
Meclis araştırması açılmasını kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Meclis araştırmasını yapacak komisyonun 12
üyeden kurulmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
Komisyonun çalışma süresinin, başkan,
başkanvekili, sözcü ve kâtip üyenin seçimi tarihinden başlamak üzere üç ay
olmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Komisyonun gerektiğinde Ankara dışında da
çalışabilmesi hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.
VIII.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER
1.-
Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin; Gelibolu
Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun
Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair KanunTeklifi) ile
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)
BAŞKAN - Çanakkale Milletvekilleri Mehmet
Daniş ve İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa
Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin geri alınan maddeleriyle ilgili
komisyon raporu gelmediğinden, teklifin görüşmelerini erteliyoruz.
Esnaf ve Sanatkârlar Meslek Kuruluşları
Kanunu Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve
Teknoloji Komisyonu raporunun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
2.- Esnaf
ve Sanatkârlar Meslek Kuruluşları Kanunu Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji,
Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu (1/969) (S. Sayısı: 851)
BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.
Komisyon olmadığı ve diğer işlerde de
arasak bulunmayacağından, sözlü soru önergeleri ile diğer denetim konularını
sırasıyla görüşmek için, 24 Mayıs 2005 Salı günü, alınan karar gereğince, saat
14.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.
Kapanma
Saati: 17.51