BIM 2 1 2005-06-22T14:52:00Z 2005-06-22T14:52:00Z 47 33102 188682 TBMM 1572 377 231714 9.3821 0 6 nk 6 nk 0

DÖNEM : 22 YASAMA YILI : 3

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

CİLT : 85

100 üncü Birleşim

18 Mayıs 2005 Çarşamba

İ Ç İ N D E K İ L E R

  I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

  II.- GELEN KÂĞITLAR

III.- YOKLAMA

IV.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1.- Samsun Milletvekili Ahmet Yeni'nin, Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramının Samsun ve Türk gençliği için taşıdığı öneme ilişkin gündemdışı konuşması

2.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt'ün, sözde Ermeni soykırımı iddialarına ilişkin gündemdışı konuşması

3.- İstanbul Milletvekili Nevzat Yalçıntaş'ın, Kırım-Tatar Türklerinin vatanlarından sürgün edilişlerinin 61 inci yıldönümüne ilişkin gündemdışı konuşması

B) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1.- Parlamentolararası Birlik ve Barış İçin Asyalı Parlamentolar Birliğine siyasî parti grup başkanlıklarınca aday gösterilen milletvekillerine ilişkin TBMM Başkanlığı tezkeresi (3/826)

2.- Çin Halk Cumhuriyeti Dışişleri Komitesi Başkanının TBMM Dışişleri Komisyonu heyetini Çin'e davetine icabet edilmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/827)

V.- ÖNERİLER

A) DANIŞMA KURULU ÖNERİLERİ

1.- (10/284, 10/285, 10/148, 10/182 ve 10/187) esas numaralı Meclis araştırması önergelerinin öngörüşmelerinin birlikte yapılmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi

VI.- GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI

A) ÖNGÖRÜŞMELER

1.- Ankara Milletvekili Eşref Erdem ve 23 milletvekilinin, sorumluluğunun gereğini yapmadığı, yetkilerini aştığı, hazineyi zarara uğrattığı ve görevini ihmal ettiği iddiasıyla Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi Güler hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/2)

2.- Ankara Milletvekili Oya Araslı ve 22 milletvekilinin, töre cinayetleri görünümündeki kadına yönelik şiddet hareketlerinin nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/148)

3.- Adana Milletvekili N.Gaye Erbatur ve 68 milletvekilinin, kadınlara yönelik töre ve namus cinayetlerinin nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/182)

4.- Gaziantep Milletvekili Fatma Şahin ve 46 milletvekilinin, töre cinayetlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/187)

5.- İzmir Milletvekili Canan Arıtman ve 27 milletvekilinin, kadınlara ve çocuklara yönelik şiddetin sebeplerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/284)

6.- İstanbul Milletvekili Güldal Okuducu ve 27 milletvekilinin, ülkemizde kadına yönelik şiddet ve cinayetlerin sebeplerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/285)

VII.- AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Ankara Milletvekili Eşref Erdem'in, Tokat Milletvekili Zeyid Aslan'ın, konuşmasında, ileri sürmüş olduğu görüşlerden farklı görüşleri kendisine atfetmesi nedeniyle konuşması

VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)

2.- Esnaf ve Sanatkârlar Meslek Kuruluşları Kanunu Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu (1/969) (S. Sayısı: 851)

IX.- SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- İstanbul Milletvekili Kemal KILIÇDAROĞLU'nun, bankaları denetleyen dış denetim kuruluşlarına ve TMSF kapsamına alınan ticarî mevduata ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif ŞENER'in cevabı (7/5455)

* Ek cevap

2.- Kırklareli Milletvekili Mehmet S. KESİMOĞLU'nun, öğretmenlere dizüstü bilgisayar dağıtımına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK'in cevabı (7/5564)

3.- Mersin Milletvekili Hüseyin GÜLER'in, emekli olduğu halde ikinci bir işte çalışanlardan kesilen primlere ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat BAŞESGİOĞLU'nun cevabı (7/5582)

4.- Kars Milletvekili Selami YİĞİT'in, Maliye Bakanlığı ile Türk Eczacılar Birliği arasındaki Kamu İlaç Alım Protokolüne ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat BAŞESGİOĞLU'nun cevabı (7/5627)

5.- Sinop Milletvekili Engin ALTAY'ın, kapalı durumdaki Sinop Müzesine ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Atilla KOÇ'un cevabı (7/5639)

6.- Antalya Milletvekili Nail KAMACI'nın, özelleştirme kapsamındaki fabrikalarda çalışan işçilerin durumuna ilişkin Başbakandan sorusu ve Maliye Bakanı Kemal UNAKITAN'ın cevabı (7/5663)

7.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in, Bursa-Yenişehir Devlet Hastanesinin Bağ-Kur'dan alacaklarının tahsiline ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat BAŞESGİOĞLU'nun cevabı (7/5685)

8.- Ordu Milletvekili İdris Sami TANDOĞDU'nun, SSK hastanelerinin devri ile ilgili sözleşmenin feshedilebileceğine dair açıklamasına ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat BAŞESGİOĞLU'nun cevabı (7/5686)

9.- Ordu Milletvekili İdris Sami TANDOĞDU'nun, Ordu İlindeki işsizlik oranına ve çözümüne ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat BAŞESGİOĞLU'nun cevabı (7/5687)

10.- Antalya Milletvekili Osman ÖZCAN'ın, Antalya Bağ-Kur İl Müdürlüğü telefon santralının yenilenme ihtiyacına ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat BAŞESGİOĞLU'nun cevabı (7/5688)

11.- İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in, Ege Denizi ve Akdenizin kıyısındaki yerleşim bölgelerinin çevre kirliliğinden korunması yönündeki çalışmalara ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Osman PEPE'nin cevabı (7/5693)

12.- İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in, fidan üretimi ve dikimine ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Osman PEPE'nin cevabı (7/5694)

13.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in, Bursa İlindeki yatırım projelerine ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Osman PEPE'nin cevabı (7/5696)

14.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in, Bursa İlinin kalkınmasına yönelik yatırımlara ve ayrılan ödenek miktarına ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Osman PEPE'nin cevabı (7/5697)

15.- İzmir Milletvekili Hakkı ÜLKÜ'nün, yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı ve bu alana yapılacak yatırımların desteklenmesine ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Ali BABACAN'ın cevabı (7/5714)

16.- Denizli Milletvekili Ümmet KANDOĞAN'ın, Diyarbakır-Kulp-Akçaşehir Köyünün elektrik sorunu ile elektriği olmayan köy ve mezra sayısına ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Kemal UNAKITAN'ın cevabı (7/5740)

17.- Tokat Milletvekili Feramus ŞAHİN'in, Tokat İlindeki yönetici atamalarına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK'in cevabı (7/5771)

18.- Muğla Milletvekili Ali Cumhur YAKA'nın, öğretmenlere dizüstü bilgisayar satışına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK'in cevabı (7/5772)

19.- Denizli Milletvekili Ümmet KANDOĞAN'ın, Acil Eylem Planı kapsamındaki faaliyetlere ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK'in cevabı (7/5773)

20.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in, bakanlık ve bağlı kuruluşlarında vekâleten ve asaleten görev yapan idarî personele ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK'in cevabı (7/5776)

21.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in, Bursa İlindeki yatırım projelerine ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK'in cevabı (7/5777)

22.- Antalya Milletvekili Nail KAMACI'nın, İLKSAN üyelikleri iptal edilen öğretmenlerin aidatlarını eksik aldıkları iddiasına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK'in cevabı (7/5779)

23.- Hatay Milletvekili Mehmet ERASLAN'ın, Afganistan'daki Türk askerlerine ve askerlik süresine ilişkin sorusu ve Millî Savunma Bakanı M. Vecdi GÖNÜL'ün cevabı (7/5783)

24.- Niğde Milletvekili Orhan ERASLAN'ın, özelleştirilmesi düşünülen Tekele ait Tuz İşletmelerinde çalışan işçilerin sorunlarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Maliye Bakanı Kemal UNAKITAN'ın cevabı (7/5817)

25.- Niğde Milletvekili Orhan ERASLAN'ın, Tekele bağlı Tuz İşletmelerinin özelleştirilmesine ilişkin Başbakandan sorusu ve Maliye Bakanı Kemal UNAKITAN'ın cevabı (7/5818)

26.- İstanbul Milletvekili Kemal KILIÇDAROĞLU'nun, Ulusal Biyogüvenlik Kanun Tasarısı taslağı çalışmalarına ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Osman PEPE'nin cevabı (7/5825)

27.- Bursa Milletvekili Mustafa ÖZYURT'un, Bursa Yıldırım Kız Meslek Lisesinde Türk Bayrağı ile birlikte Avrupa Birliği Bayrağının göndere çekilme nedenine ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK'in cevabı (7/5834)

28.- Denizli Milletvekili Mustafa GAZALCI'nın, ilköğretim Türkçe ders kitaplarında yapılan değişikliklere ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK'in cevabı (7/5835)

29.- Kırşehir Milletvekili Hüseyin BAYINDIR'ın, Ankara-Yenimahalle İlçe Millî Eğitim Müdürlüğünce okul müdürlüklerine gönderilen bir yazıya ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK'in cevabı (7/5837)

30.- İzmir Milletvekili Türkân MİÇOOĞULLARI'nın köy enstitülerine ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK'in cevabı (7/5838)

31.- Ordu Milletvekili İdris Sami TANDOĞDU'nun, SSK'lıların tüpbebek yardımından yararlanıp yararlanmayacaklarına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ'ın cevabı (7/5839)

32.- Kocaeli Milletvekili İzzet ÇETİN'in, İstanbul, İzmir ve Antalya havalimanı ihalesiyle ilgili bazı iddialara ilişkin sorusu ve Ulaştırma Bakanı Binali YILDIRIM'ın cevabı (7/5851)

33.- İzmir Milletvekili Ahmet ERSİN'in, İzmir Adnan Menderes Havalimanından direkt yurtdışı seferlerinin ne zaman başlayacağına ilişkin sorusu ve Ulaştırma Bakanı Binali YILDIRIM'ın cevabı (7/5852)

34.- Konya Milletvekili Atilla KART'ın, Konya-Doğanhisar İlçesinde yeniden bir askerlik şubesi açılıp açılmayacağına ilişkin sorusu ve Millî Savunma Bakanı M. Vecdi GÖNÜL'ün cevabı (7/5858)

35.- Afyonkarahisar Milletvekili Reyhan BALANDI'nın, 2005 yılı bütçesinden esnafa ayrılan paya ilişkin sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali COŞKUN'un cevabı (7/5860)

36.- Karaman Milletvekili Mevlüt AKGÜN'ün, dağ turizmine ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Atilla KOÇ'un cevabı (7/5886)

37.- Iğdır Milletvekili Dursun AKDEMİR'in, özelleştirme uygulamalarından elde edilen gelire ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Kemal UNAKITAN'ın cevabı (7/5888)

38.- Iğdır Milletvekili Dursun AKDEMİR'in, 2000 yılından bugüne kadar özelleştirilen kurum ve kuruluşlara ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Kemal UNAKITAN'ın cevabı (7/5889)

39.- Trabzon Milletvekili Asım AYKAN'ın, basında yer alan milletvekili maaşlarıyla ilgili değerlendirmelere ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Kemal UNAKITAN'ın cevabı (7/5893)

40.- Denizli Milletvekili Ümmet KANDOĞAN'ın, üretici birliklerine ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami GÜÇLÜ'nün cevabı (7/5907)

41.- Karaman Milletvekili Mevlüt AKGÜN'ün, PTT Bank şubelerinden Bağ-Kur ve Ziraat Bankası işlemlerinin yapılabilmesine ilişkin sorusu ve Ulaştırma Bakanı Binali YILDIRIM'ın cevabı (7/5910)

42.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in, Çevre ve Orman Bakanlığı çalışanlarının ekonomik durumlarının iyileştirilmesine ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Kemal UNAKITAN'ın cevabı (7/5935)

43.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in, Düzce İlinde gerçekleştirilen yatırımlara ve ayrılan ödenek miktarına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Güldal AKŞİT'in cevabı (7/5956)

44.- Hatay Milletvekili Züheyir AMBER'in, şirket kurma işlemlerinde bürokrasinin azaltılması çalışmalarına ilişkin sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali COŞKUN'un cevabı (7/5959)
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 14.00'te açılarak dört oturum yaptı.

Rize Milletvekili Abdulkadir Kart, 2005 yılı yaş çay sezonunda çay üreticilerinin durumuna ve yaş çay fiyatlarına,

Şanlıurfa Milletvekili Mahmut Yıldız, kendisiyle ilgili basında çıkan iddialara ve bu iddiaları içeren fezlekelere,

Adana Milletvekili Vahit Kirişçi, Dünya Süt Günü münasebetiyle, süt ve süt ürünleri üretiminde yaşanan sorunlar ile süt üreticilerinin içinde bulunduğu sıkıntılara ve alınması gereken önlemlere,

İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar.

Afyonkarahisar Milletvekili Reyhan Balandı ve 23 milletvekilinin, kadınların eğitim düzeyinin yükseltilmesi ve kadına yönelik şiddetin durdurulması için (10/282),

Trabzon Milletvekili Asım Aykan ve 21 milletvekilinin, toplumdaki sosyal çöküntünün nedenlerinin araştırılarak (10/283),

İzmir Milletvekili Canan Arıtman ve 27 milletvekilinin, kadınlara ve çocuklara yönelik şiddetin sebeplerinin araştırılarak (10/284),

İstanbul Milletvekili Güldal Okuducu ve 27 milletvekilinin, ülkemizde kadına yönelik şiddet ve cinayetlerin sebeplerinin araştırılarak (10/285),

Alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerini alacağı ve öngörüşmelerinin sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Norveç'e yaptığı resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi,

17.5.2005 Salı günkü birleşimde sözlü sorular ile diğer denetim konularının görüşülmeyerek bu birleşimde kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine; 17.5.2005 Salı günkü birleşimde görüşülmesi kararlaştırılan Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler hakkındaki (11/2) esas numaralı gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmaması hususundaki görüşmelerin 18.5.2005 Çarşamba günkü birleşimde yapılmasına; gündemin "Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler" kısmının 103 üncü sırasında yer alan (10/148), 139 uncu sırasında yer alan (10/182) ve 144 üncü sırasında yer alan (10/187) esas numaralı töre cinayetleri konusundaki Meclis araştırması önergelerinin görüşmelerinin 18.5.2005 Çarşamba günkü birleşimde ve birlikte yapılmasına; 18.5.2005 Çarşamba günkü birleşimde sözlü soruların görüşülmemesine; Genel Kurulun 18.5.2005 Çarşamba günkü birleşiminin saat 13.00'te, 24.5.2005 Salı günkü birleşiminin de saat 14.00'te başlamasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi,

Kabul edildi.

Çevre Komisyonunda açık bulunan ve Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna düşen 1 üyeliğe Kayseri Milletvekili Adem Baştürk,

Türkiye Büyük Millet Meclisi Hesaplarını İnceleme Komisyonunda açık bulunan ve Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna düşen 1 üyeliğe Çankırı Milletvekili İsmail Ericekli,

Dilekçe Komisyonunda açık bulunan ve Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna düşen 2 üyeliğe Giresun Milletvekili Ali Temür ve Mersin Milletvekili Mustafa Eyiceoğlu,

Seçildi.

İstanbul Milletvekili Kemal Derviş'in, Başkanlık Divanınca geçerli olduğu tespit edilmiş bulunan, milletvekilliğinden istifasını içeren önergesinin kabul edildiği ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliğinin düştüğü açıklandı.

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:

1 inci sırasında bulunan, Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin (2/212) (S. Sayısı: 305) görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin komisyon raporu henüz gelmediğinden, ertelendi.

2 nci sırasında bulunan, Esnaf ve Sanatkârlar Meslek Kuruluşları Kanunu Tasarısının (1/969) (S. Sayısı: 851) görüşmelerine devam olunarak 7 nci maddesine kadar kabul edildi, 7 nci maddesi bir süre görüşüldü.

7 nci madde üzerinde verilen bir önergenin oylanması sırasında istem üzerine elektronik cihazla yapılan yoklamalar sonucunda Genel Kurulda toplantı yetersayısı bulunmadığı anlaşıldığından;

18 Mayıs 2005 Çarşamba günü, alınan karar gereğince saat 13.00'te toplanmak üzere, birleşime 16.46'da son verildi.

 

 

Sadık Yakut

 

 

 

Başkanvekili

 

 

Ahmet Gökhan Sarıçam

 

Bayram Özçelik

 

Kırklareli

 

Burdur

 

Kâtip Üye

 

Kâtip Üye

 

Mehmet Daniş

 

Yaşar Tüzün

 

Çanakkale

 

Bilecik

 

Kâtip Üye

 

Kâtip Üye

 

 

 

     No.: 138

II.- GELEN KÂĞITLAR

18 Mayıs 2005 Çarşamba

Raporlar

1.- 16.3.2005 Tarihli ve 5317 Sayılı Bankalar Kanunu ile Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ve Anayasanın 89 uncu ve 104 üncü Maddeleri Gereğince Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/999) (S. Sayısı: 900) (Dağıtma tarihi: 18.5.2005) (GÜNDEME)

2.- Kilis Milletvekili Hasan Kara ile 2 Milletvekilinin; Türk Ceza Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve Adalet Komisyonu Raporu (2/452) (S. Sayısı: 901) (Dağıtma tarihi: 18.5.2005) (GÜNDEME)


BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 13.03

18 Mayıs 2005 Çarşamba

BAŞKAN : Başkanvekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYE: Bayram ÖZÇELİK (Burdur)

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 100 üncü Birleşimini açıyorum.

Divan teşekkül etmediğinden, birleşime 5 dakika ara veriyorum.

 

 

Kapanma Saati: 13.04

 

 

 


İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 13.10

BAŞKAN: Başkanvekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 100 üncü Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

III.- Y O K L A M A

BAŞKAN - Elektronik cihazla yoklama yapacağız.

Yoklama için 3 dakika süre vereceğim.

Sayın milletvekillerinin, oy düğmelerine basarak salonda bulunduklarını bildirmelerini, bu süre içerisinde elektronik sisteme giremeyen milletvekillerinin, salonda hazır bulunan teknik personelden yardım istemelerini, buna rağmen sisteme giremeyen üyelerin ise, yoklama pusulalarını, görevli personel aracılığıyla, 3 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Yoklama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce, üç sayın milletvekiline gündemdışı söz vereceğim.

Gündemdışı ilk söz, 19 Mayıs tarihinin, ulusal kurtuluş mücadelemiz, Samsun ve Türk gençliği için taşıdığı önem hakkında söz isteyen, Samsun Milletvekili Sayın Ahmet Yeni'ye aittir.

Buyurun Sayın Yeni. (AK Parti sıralarından alkışlar)

IV.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1.- Samsun Milletvekili Ahmet Yeni'nin, Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramının Samsun ve Türk gençliği için taşıdığı öneme ilişkin gündemdışı konuşması

AHMET YENİ (Samsun) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı vesilesiyle söz almış bulunmaktayım; sözlerime başlamadan önce, şahsım ve 19 Mayıs ismiyle bütünleşen Samsun Şehri adına, hepinizi en kalbî duygularla selamlıyorum.

Mustafa Kemal Atatürk'ün, ulusal bağımsızlık meşalesini yakmak düşüncesiyle Samsun'a çıkışı, ilk defa, 1924 yılında kutlanmıştır. Atatürk'ün daha sonraki söylemlerinde, cumhuriyetin Türk gençliğine emanet ve armağan edildiği konusu dikkate alınarak, 1938'den itibaren, millî gün kapsamında, Gençlik ve Spor Bayramı olarak tüm yurt sathında kutlanmaya başlanmıştır. 1981'de de, adı "Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı" olarak değiştirilmiştir.

Malumunuz olduğu üzere, bu kutlu günün 86 ncı yıldönümünü, yarın büyük bir coşku, sevinç ve gururla hep birlikte kutlayacağız. Yarın, ulusal kurtuluş mücadelemizin Başkomutanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün, milletimizi esaretten kurtarmak gayesiyle, paramparça edilmiş ulusal direniş ruhunu yeniden teşkilatlandırıp, hürriyetine kavuşturma gayesiyle, Samsun'a çıkışının yıldönümüdür.

19 Mayıs "özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir" diyen Atatürk'ün, tarihi boyunca özgür ve bağımsız yaşamış halkımızın gücüne dayanarak, dünyanın öteki mazlum milletlerine kurtuluş yolunu gösterdiği gündür. O gün, ulusun kendi kaderini gerekirse kendisinin tayin edeceğini dosta düşmana ilan ettiği o meşakkat dolu destansı yolun başlangıcıdır. 19 Mayıs, toprakları işgal edilmiş bir yüce milletin, tarih sahnesinde ebediyen var oluşunu tüm dünya milletlerine ilan ederek, haykırdığı gündür.

Gazi Mustafa Kemal 19 Mayıs 1919 günü Samsun'a ayak bastığı esnada, Birinci Cihan Savaşı sonunda imza edilen 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Mütarekesi uyarınca ülkenin büyük bir bölümü işgal edilmişti. Böylesi bir durumda milletinin beklediği lider ortaya çıkarak, tarihin kendisine yüklediği misyonu üstlenmiş, 19 Mayıs 1919 sabahında Samsun'a ayak basarak, esaretten kurtuluşa giden yolu açmıştır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; konuşmamın bu bölümünde 19 Mayıs 1919'un Samsun açısından ifade ettiği önemi vurgulamak istiyorum. 19 Mayıs, Ulusal Kurtuluş Savaşının başlangıç tarihi olmasının yanı sıra, Ulu Önderin kendi ifadeleriyle doğum tarihi olması hasebiyle de Samsun ve Samsunlular için ayrı bir anlam taşımaktadır.

16 Mayıs günü İstanbul'dan Samsun'a ulaşmak üzere Bandırma Vapuruyla çıkılan o tarihî yolculuğun sonunda, Atatürk'ün önderliğinde işgalci güçlere karşı Ulusal Kurtuluş Savaşı ateşini yakacak bir şehrin ahalisi olarak, üzerine yüklediği derin sorumluluğun da bilincinde, Samsun halkı, Gazisini bağrına basıyordu.

Yine, Atatürk'ün, 19 Mayıs sabahında, Samsun halkıyla yekvücut olduğu anı betimlediği şu sözleri, Samsun halkına yaptığı övgülerin ötesinde, memleketin geleceğiyle ilgili şahsî düşüncelerini de dile getirmesi bakımından önem arz etmektedir: "Ben, Samsun'u ve Samsunluları gördüğüm zaman, memleket ve millete ait bütün tasavvurlarımın, kararlarımın herhalde yerine getirilebilir olduğuna bir defa daha kuvvetle inanmıştım. Samsunluların hal ve vaziyetlerinde gördüğüm ve gözlerinde okuduğum vatanperverlik, fedakârlık temaları, ümit ve tasavvurlarımı müspet bir inanca ulaştırmaya kâfi gelmişti."

Samsun, bağımsız ve modern Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasında fikrî ve fizikî ilk adımın atıldığı yerdir; Anadolu'nun ve Türkün içindeki birlik, bütünlük, bağımsızlık ve sonsuz mücadele karar ve bilincinin zihinlerde güçlü ve somut bir şekilde var oluşunun sergilendiği şehirdir; Atatürk'ün, millet egemenliğine dayalı, kayıtsız şartsız bağımsız bir Türk devleti kurma...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Yeni, toparlayabilir misiniz.

Buyurun.

AHMET YENİ (Devamla) - ... görüş ve kararlılığını uygulamaya koyduğu beldedir.

Samsun'un millî mücadeledeki önemi, Atatürk'ün büyük Nutuk'unu Samsun'a çıkışıyla başlatmasından da anlaşılmaktadır. Atatürk o yılları şöyle anlatıyor: "Ben, 1919 senesi mayısı içinde Samsun'a çıktığım gün elimde maddî hiçbir kuvvet yoktu. Yalnız Büyük Türk Milletinin asaletinden doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek ve manevî bir kuvvet vardı. İşte ben, bu ulusal kuvvete ve bütün milletime güvenerek işe başladım."

Geleceğimizin teminatı olan sevgili gençler, ecdadımızın o günkü zorlukların aşılmasında sergilediği o ulvî mücadele ruhu, bugün ülkemizin içerisinde bulunduğu zorlukların bertaraf edilmesinde ve ülkemizin muasır medeniyetler seviyesine ulaşmasında sizlerin yolunuzu aydınlatacak bir rehber olmalıdır. Yokları var kılmanın yolu çok ama çok çalışmaktan, ecdadın başardıklarıyla övünmekten ve kendimize de güvenmekten geçmektedir. Atatürk'ün de veczettiği gibi, muhtaç olduğunuz kudret damarlarınızdaki asil kanda mevcuttur.

Ulu Önder Atatürk sizleri seviyor, sizlere güveniyor ve Türkiye'nin geleceğini sizlere emanet etme noktasında en ufak bir tereddüt dahi yaşamıyordu. Siz gençliğe bıraktığı bu kutsal emaneti ve önemli sorumluluğu Söylev'inde şöyle dile getiriyordu: "Bugün vasıl olduğumuz netice bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir. Bu neticeyi Türk gençliğine emanet ediyorum."

Yine, Aziz Atatürk, 1927'de millete seslenerek "gençliği yetiştiriniz, onlara bilim ve irfanın olumlu düşüncelerini veriniz, geleceğin aydınlığına onlarla kavuşacaksınız" demek suretiyle, siz gençliğin ulusal kaderimizdeki yerini ve önemini de vurgulamıştır.

19 Mayıs 1919'dan bugüne, güçlenerek, gelişerek gelen ve sizlere emanet edilen modern ve genç cumhuriyeti, vatan sevginiz, bayrak sevginiz, millet sevginiz ve insan sevginizle, sizler yücelteceksiniz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Yeni, lütfen buyurun.

AHMET YENİ (Devamla) - Bitiriyorum.

Bizler de, siz gençlere modern bir ülke bırakmak için gece gündüz demeden çalışıyoruz.

Saygıdeğer Başkan, sayın milletvekilleri; sizleri, Samsun halkı adına, yarın, ilimizde yapılacak olan törenlere davet etmek istiyorum. Dilerim, sizleri Samsun'da ağırlamanın onur ve mutluluğunu bizlere yaşatır, bu anlamlı günün heyecanını bizlerle paylaşırsınız.

Sözlerime son verirken, Türkiye Cumhuriyetimizin Yüce Meclisinin çatısı altında bizlere bu cennet vatanı canları ve kanları pahasına emanet eden şehit ve gazilerimizi rahmet ve minnetle anıyor, 19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramının, bir kez daha, Yüce Milletimize kutlu ve mutlu olmasını temenni ediyor, hepinize saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Yeni.

Sayın Işık, bu konuyla ilgili kısa bir açıklama yapmak istiyorsunuz.

Buyurun; yalnız, açıklamanız kısa olsun.

AHMET IŞIK (Konya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yarın yurdun her bir köşesinde büyük bir coşkuyla kutlayacağımız 19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramının aziz milletimize kutlu olmasını diliyor, Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk ve dava arkadaşlarını rahmetle anıyorum.

Değerli milletvekilleri, tarihî ve millî bayramlarımız nedeniyle duygularımızın daha yoğunlaştığı böylesine anlamlı bayramlarda, geçmişin muhasebesini kendi şartları içerisinde gözden geçirerek, geleceği istikrarlı ve kararlı bir şekilde projelendirmek gerektiğine inanıyorum.

Büyük Komutan Mustafa Kemal Atatürk, bağımsızlık anlayışına yönelik olarak "bir millette şerefin, onurun, namusun ve insanlığın doğup yaşayabilmesi, mutlaka, o milletin hürriyet ve bağımsızlığına sahip olmasına bağlıdır. Ben, yaşayabilmek için, mutlaka, bağımsız bir milletin evladı olmalıyım" derken, aslında, Türk Ulusunun hayat anlayışını ve yaşam felsefesini ortaya koymaktadır.

Değerli milletvekilleri, naçiz bedeni toprak olan Atatürk'ün ortaya koyduğu fikrî ve eylemsel mücadele süreci, dünden bugüne olduğu gibi, bugünden de sonsuza kadar hep devam edecektir. Mustafa Kemal Atatürk'ün hayat ve çağdaşlık dolu fikirleri, her dönemde, zengin bir yoruma, derin algılamaya yönelik ince hassasiyete, nesillere kalıcı aktarılmaya yönelik yüksek ideallere gereksinim göstermektedir.

Millî bayramımızın ulusumuza tekrar hayırlı olmasını temenni ediyor, Mustafa Kemal Atatürk'ün hayat anlayışı ve dünya görüşüyle, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Işık.

Buyurun, Sayın Anadol.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Sayın Başkan, 19 Mayıs Bayramı nedeniyle, gerek Adalet ve Kalkınma Partisinden değerli milletvekilimizin yaptığı gündemdışı konuşmaya gerekse değerli arkadaşımın açıklamasına aynen katılıyorum; 19 Mayısla ilgili düşüncelerinden dolayı kendilerini de kutluyorum, teşekkür ediyorum.

Ancak, bugün gazetelerde yer alan, Sayın Millî Eğitim Bakanının 19 Mayıs kutlamalarıyla ilgili beyanını da düşündürücü buluyorum; ünlem ve soru işaretleri taşıdığı inancındayım bu demecin. 19 Mayısın geleneksel olarak kutlama törenlerine gölge düşürecek birtakım beyanlardan kaçınılmasını tavsiye ediyorum.

Tekrar, size teşekkür ediyorum.

Yüce Meclise saygılar sunuyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Anadol.

Buyurun, Sayın Kapusuz.

SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Ben de, 19 Mayısın, gençlerimize, ülkemize, milletimize hayırlı olmasını... Bu kutlamaların ülkemiz açısından önemine işaret eden arkadaşlarıma da, ayrıca teşekkür ediyorum; ancak, Değerli Grup Başkanvekili arkadaşımızın, Sayın Bakanımızın bu sene, yaygın bir anlayışla, geniş programlarla kutlamış olmasını, kutlama programlarının gerçekleşmesi için büyük gayretler sarf etmiş olmasını yadırgamış olmasını doğru bulmuyorum.

Bir güne hasredilmiş, bir programa hasredilmiş bir 19 Mayıs kutlamalarının yerine, Türkiye'nin her tarafında, bütün sektörlerde ve değişik programlarla, etkinliklerle kutlanmış olmasının, bence, 19 Mayısa verilmiş önemin bir kat daha artırılması anlamına geldiğini düşünüyorum; doğru yapıldığına inanıyor, teşekkür ediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kapusuz.

Gündemdışı ikinci söz, Ermeni sorunları hakkında söz isteyen Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt'e aittir.

Buyurun Sayın Öğüt. (CHP sıralarından alkışlar)

2.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt'ün, sözde Ermeni soykırımı iddialarına ilişkin gündemdışı konuşması

ENSAR ÖĞÜT (Ardahan) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle, işgalci emperyalist güçler tarafından işgal edilen ülkemize karşı, Kuvayı Milliye hareketiyle, Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğinde, Samsun'a çıkan, 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramını ülkemize kazandıran tüm şehitleri rahmetle anıyorum ve 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramının, Cumhuriyet Halk Partisi adına, halkımıza hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum.

Değerli arkadaşlar, benim bugünkü konuşmam Ermeni soykırımıyla ilgili. Ermeni soykırımını ben kabul etmiyorum, etmem mümkün değil; çünkü, benin topraklarımda, Ermeniler, çok sayıda Müslüman Türkleri katletti. Şöyle ki: Daha 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbinde, yani, 93 Harbinde Ermeniler Ruslarla birleşip Türkleri arkadan vurup Müslüman Türkleri katletmeye başladılar. 1878!.. 1914'te Sivas'ta, ondan sonra Muş'ta, Bitlis'te, Van'da, Maraş'ta, Zeytun'da, Urfa gibi illerimizde 1914'te başlayarak 1915'e kadar büyük katliam yaptılar.

Şimdi, burada çok önemli bir tarihi açıklayacağım arkadaşlar: 18 Mart 1915 Çanakkale Zaferi. Bütün işgalci güçler Çanakkale'ye gelmiş, Türkiye'yi, Osmanlı Devletini yıkarak Anadolu'yu almak istiyor. Anadolu'da içimizde yaşayan Ermeniler de bir yandan, aynı tarihlerde -1915 Ocak, Şubat, Mart; yani, bunu Ermeniler de kabul ediyor- 18 Mart 1915'te biz Çanakkale'de savaş verirken Anadolu'da sivilleri, kadınları, çoluk çocuğu, harpten dönmüş askerleri toplu halde katlediyorlardı. Bu, tarihtir.

Şimdi bunu açıklamamın nedeni şu: Yani, Türkiye bütün ordusuyla, askeriyle, eli silah tutanıyla Çanakkale'ye gitmiş, can derdinde, Ermeniler de, Anadolu'da mal derdine düşmüş ve oradaki savunmasız insanları katletmiştir.

Değerli arkadaşlar, tabiî, bu katliamdan sonra, Osmanlı Devleti, 27 Mayıs 1915'te tehcir, diğer adıyla göç kanununu çıkarttı. Yani, bu, bir yer değiştirme kanunuydu. O zaman Anadolu'nun her tarafında katliamlar yapan Ermeni çetelerine katılmış Ermenileri, toprakları yine aynı sınırlar içerisinde olan Suriye'ye göç ettirdi. Ama, tekrar, göç eden Ermeni vatandaşlarımız, o zaman, Fransızlarla, İngilizlerle geri döndü, bu defa, Anadolu'daki savaşlara karıştı ve bu savaşta karşılıklı insanlar öldü.

Şimdi, 1915 ile 1918 yılları arasında Doğu Anadolu'da Kars, Ardahan, Iğdır, Erzurum, o bölgede, yine, Ermeni çeteleri, Ruslara, Rus Ordusuna katılarak bu defa o bölgede yıkım yaptılar.

Bakın, size çok tarihi anlatacağım. Ardahan'da Halil Efendi Mahallesinde bir cami var. O camie, 300 tane Müslüman Türkü -kadın, çocuk, harpten dönmüş yaralı askerleri- topluyorlar ve o camide yakıyorlar. O cami, şu anda Halil Efendi Mahallesinde yanık cami olarak duruyor; cami değil, yanık olarak; orada da mezarlar var.

Şimdi, ben buradan hükümete sesleniyorum ve devletime sesleniyorum: Bu kadar katliam yapmış bir Ermenistan'ın karşısında niye savunmaya geçiyoruz?! Niye, biz "kardeşim, siz soykırımı yaptınız" demiyoruz?! O dönem -doğrudur- yani, 600 000-700 000 Ermeni savaşta öldüyse,         593 000 Müslüman Türk de savaşta öldü; kayıtları belli. Yani, karşılıklı iki savaşta soykırımı eğer yapıldıysa, Ahıska Türklerine de yapıldı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Öğüt, toparlayabilir misiniz.

Buyurun.

ENSAR ÖĞÜT (Devamla) - Değerli arkadaşlar, şimdi, burada, Ardahan'da katliam yapılan toplumezarları sayacağım: Sıdık Cengiz'in tarlasında (Şavşat yolu üzerinde) Çataldere Köyünde, Ölçek Köyünde, Küçük ve Büyük Cincirap Köylerinde, Göle Esenboğaz Köyünde, Sürügüden Köyünde, Dereyolu Köyünde, Çıldır Meryem Köyünde, Yıldırımtepe Köyünde, Kotanlı Köyünde, Övündü Köyünde, toplam 20'nin üzerinde toplukatliam mezarları var. Bunları da bilgilerinize sunuyorum.

Yalnız, Ermenistan'la, biz, dost olmak istiyoruz, komşu olmak istiyoruz. Ermenistan'ın da, dost olarak bize adım atmasını istiyoruz; ama, nasıl; şimdi, ben, size açıklayacağım. Ermenistan'ın Bağımsızlık Bildirgesinin 11 inci maddesi... Bağımsızlık Bildirgesinin 11 inci maddesinde "Batı Ermenistan" olarak adlandırdığı Kars'ı, Ardahan'ı, Erzurum'u, Iğdır'ı kendi topraklarında gösteriyor. Bunu çıkarması lazım, dostsa, komşuysa.

İki; Anayasasının 13 üncü maddesinin ikinci fıkrasında Ağrı Dağının resmini devlet armasında gösteriyor. Bakın, Anayasasının 13 üncü maddesinin ikinci fıkrasında Ağrı Dağının resmini kendi devletinin armasında "Ararat" olarak gösteriyor. Bundan da vazgeçmesi lazım, eğer, bizimle komşuysa, eğer, kapının açılmasını istiyorsa. Tabiî ki, biz de istiyoruz kapı açılsın, ilişkilerimiz düzelsin, bizim kimseyle sorunumuz yok; ama, dosta kapı açılır, düşmana kapı açılmaz arkadaşlar. Bu, çok önemlidir. Hem düşmanca davranacaksın, benim sınırlarım içerisinde, kendi Anayasanı değiştirip yer göstereceksin, benimdir diyeceksin, hem de öteki taraftan yahu kapıyı açın diyeceksin. Böyle saçma bir tez olabilir mi! İşte, hükümetten benim rica ettiğim bu iki maddedir. Sen, Bağımsızlık Bildirgenin 11 inci maddesinde Batı Ermenistan dediğin topraklardan vazgeçeceksin...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Öğüt, lütfen, 1 dakikalık süre veriyorum, toparlamanız için.

ENSAR ÖĞÜT (Devamla) - Anayasanın 13 üncü maddesinin ikinci fıkrasını değiştireceksin, Ağrı'yı devlet armandan çıkaracaksın kardeşim! Azerbaycan'ın işgal ettiğin yüzde 20 topraklarından çekileceksin. Sen, ortada küçük bir devletsin, bir yandan Azerbaycan'a kafa tutuyorsun, bir yandan Türkiye'ye kafa tutuyorsun; nasıl bir dostluk, nasıl bir komşuluk! Sınırsa, Çıldır-Aktaş Kapısı açılırsa, Kars-Tiflis demiryolu yapılırsa, fark eden hiçbir şey olmaz arkadaşlar. Yani, Kars'tan Gümrü'ye Ermenistan sınırı 70 kilometre civarındadır, Çıldır-Aktaş Kapısı da 99 kilometre civarındadır. 29 kilometrelik bir mesafeyi giderim, Gürcistan üzerinden Azerbaycan'a, Türk cumhuriyetlerine giderim.

Ben, ayrıca, Sayın Bakanıma teşekkür ediyorum, Binali Yıldırım Beye; bugün öğrendim; Kars-Tiflis Demiryolu Projesini ihaleye çıkarmış. Bu ihalede Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye bir konsorsiyum kuruyor; ağustos ayında da görüşmeler yapılacak; Kars-Tiflis demiryolunun...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ENSAR ÖĞÜT (Devamla) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Sayın Öğüt, 5 dakikalık süreyi 8 dakika verdik; lütfen!..

ENSAR ÖĞÜT (Devamla) - 30 saniyede bitiriyorum.

BAŞKAN - Hayır, lütfen, Sayın Öğüt...

Buyurun.

ENSAR ÖĞÜT (Devamla) - Teşekkür edip bitiriyorum.

BAŞKAN - Teşekkür etmek için açıp kapatırım, Sayın Öğüt.

ENSAR ÖĞÜT (Devamla) - Ermeniler benim topraklarımı istiyor Sayın Başkan!..

SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Türkiye'nin toprakları... O topraklar hepimizin.

BAŞKAN - Sayın Öğüt, bu, gündemdışı konuşma.

Buyurun.

ENSAR ÖĞÜT (Devamla) - Tamam, anladım.

Değerli arkadaşlar, topraklar hepimizin topraklarıdır.

Ben şunu söyleyeyim: Türkiye Cumhuriyeti Devleti güçlüdür. Güçlü devletler her zaman merhametlidir. İspanya'dan gelen Yahudilere nasıl merhametli olmuşsa, Macaristan mültecilerine nasıl merhametli olmuşsa, 250 000 Rus'a nasıl merhametli olmuşsa, Halepçe katliamından kaçan Peşmergelere nasıl merhametli olmuşsa, büyük devlet olduğunu göstermişse, büyük devlet olduğunu gösterip Ermenistan'la olan sorunlarımızı da çözeceğine inanıyor, hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Öğüt.

Gündemdışı üçüncü söz, Kırım-Tatar Türklerinin vatanlarından sürgün edilişinin 61 inci yıldönümü münasebetiyle söz isteyen İstanbul Milletvekili Nevzat Yalçıntaş'a aittir.

Buyurun Sayın Yalçıntaş. (AK Parti sıralarından alkışlar)

3.- İstanbul Milletvekili Nevzat Yalçıntaş'ın, Kırım-Tatar Türklerinin vatanlarından sürgün edilişlerinin 61 inci yıldönümüne ilişkin gündemdışı konuşması

NEVZAT YALÇINTAŞ (İstanbul) - Aziz Başkan, çok değerli milletvekilleri; bugün, 18 Mayıs günü, insanlık, Türklük ve Kırım Türkleri tarihinde kara bir gün olarak tarihe geçmiş bulunuyor.

Kırım Türkleri, hepimizin bildiği gibi, Osmanlı Devletiyle yaptığı bir ittifak sonucu, asırlarca müstakil, medenî bir devlet olarak varlığını sürdürmüş ve 1783'te Çarlık Rusyasının istilasına uğrayarak bağımsızlığını kaybetmiştir. Bağımsızlığını kaybetmesine rağmen sosyal, ekonomik, kültürel, manevî varlığını devam ettirebilmiştir; taa ki Stalin'in, 1944 yılında, bugün, yani 18 Mayısta verdiği zalimane bir karar sonucunda, sabah erkenden Sovyet askerlerinin tek tek Kırımlıların evine girerek 30-40 dakika gibi bir süre zarfında derhal evlerini boşaltmaları ve Kırım'ı terk etmelerini kendilerine zorla kabul ettirene kadar. Bu kadar kısa zamanda alabileceklerini alan bu talihsiz soydaşlarımız, hazırlanmış olan vagonlara; yalnız, tabiî, bu vagonlar insan taşımada kullanılan vagon değil, affedersiniz, hayvanları taşımada kullanılan vagonlara; her bir vagona 200-250 kişi doldurarak raylara verilmiş, kuzey istikametinde, Sibirya ve Ortaasya'nın verimsiz topraklarına sürülmüştür. Bunlara sürgün demek de bir nevi gerçeği saklamak, daha munis bir kelime kullanmak olur. Bu, yolda telef olmaları, ölmeleri için yapılmış bir operasyon; çünkü, daha vagonlara konduktan sonra, bu vagonların kapakları kapatılmış ve uzun süre açılmamış, çok nadir hallerde açılıp içerde hayatını kaybetmiş olanların naaşları, vücutları -hava kuzeylerde soğuk olur- karlar ve topraklar üzerine atılarak bu vagonlar devam etmiştir.

Sürgüne uğrayanların sayısı 400 000'i aşkındır. Ben 1990'ların başında gittim, bizatihi o faciayı yaşamış insanlarla konuştum, bire bir konuştum. Bu, yolda yarısı telef olanların 200 000'i Ortaasya ve Sibirya'ya ulaşmış ve bir yaşama savaşı vermişler. Tabiî, orada da hastalıklar, yokluklar devam etmiş ve tekrar geri dönme savaşı ancak Stalin'in, hatta Kruşçev'in ölümünden sonra başlamıştır. Bu arada dönme arzusunu izhar eden, açıklayan ve dönme teşebbüsünde bulunan Kırımlılar da tevkif edilmiş, bu bir cürüm addedilmiş ve hapishanelere atılmıştır. Bunların başında, hepimizin bildiği, Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu, ki, onsekiz sene, hem de çok genç yaşında Sibirya kamplarında, hapishanelerinde, oradan oraya gönderilerek, hayatının en güzel zamanlarını kaybetmiştir. Fakat, sonra, bu liderin başkanlığında ve aşağı yukarı yumuşama ve demokrasi havası eserken, elli yıl sonra dönmüşler ve bu dönmeyle, bugün, 300 000 civarındaki bir Kırımlı Tatar Türkü, varlığını tekrar kurmak, tekrar kendi hür ve müstakil topraklarında yaşama mücadelesi vermektedir.

Birinci görevi, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin ve ilgili bakan arkadaşlarımızın, bunların, bu, çok meşru, çok doğal haklarını gerçekleştirmelerinde onlara yardımcı olmaktır. Bunun ilk yoluysa, Özbekistan gibi bir dikta idaresi altında ve değerlerinde yaşayan geri kalan 300 000 kadar Kırımlının oraya gönderilmesini sağlamak için gereken girişimleri yapmaktır. Biz, bu diktayı yürüten kişilerle, şahsen de, heyetler halinde de konuştuk; Özbekistan Cumhurbaşkanıyla görüştük. Bunlar, başkalarının hoşuna gitmek için, bu arzu içerisinde yanan, yani Kırım'a dönmek isteyen Kırımlı Tatar Türklerini döndürmemek için her şeyi yapıyorlardı; ama, şimdi, herhalde, zamanı gelmiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Yalçıntaş, toparlayabilir misiniz.

Buyurun.

NEVZAT YALÇINTAŞ (Devamla) - Bu Kırımlı Türklerin talihi olumlu istikamete dönmeye Ukrayna Cumhuriyeti kurulduğu zaman başlamıştır. Dolayısıyla, orada bir Kırım Özerk Cumhuriyeti vardır. Ukrayna'da demokrasinin gelişmesiyle, kardeşlerimiz daha rahat şartlara ulaşacaklardır. Ukrayna'nın tanıdığı bu imkânlardan dolayı, bu dost ülkeye de teşekkür etmek istiyorum.

İşte, 18 Mayıs 1944 tarihi, insanlık tarihinin büyük bir faciasına şahit olmuştuk.

Şunu da, Sayın Başkan, belirteyim ki, tarihteki bu olay dolayısıyla, biz, bugünkü Rusya Federasyonuna karşı bir tutum takınıyor değiliz; ama, çok yakın bir zamanda, sadece on onbeş gün önce, Dumanın, hiçbir etüde dayanmadan, kâfi müzakereye, olgunlaşmaya dayanmadan, alelacele, Ermeni iddialarını benimseyen bir kararı kabul etmesini de üzüntü ve teessüfle karşılıyoruz.

Türkiye Parlamentosunda, Türkiye-Rusya Dostluk Grubunun senelerden beri yöneticiliğini yapan bir arkadaşınız olarak, bunu, kendilerine şahsen, resmî yazışmalarla bildirdim; ama, şu kutsal kürsüden de, Rusya Dumasının yöneticilerine ve bu kararı getiren, alelacele çıkaran milletvekillerine de, Rus milletvekillerine de, yine, bu kürsüden teessüf ve üzüntülerimi bildirmeyi bir vazife görüyorum.

Hepinize teşekkür ediyorum efendim. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Yalçıntaş.

Başkanlığın Genel Kurula diğer sunuşları vardır.

Kâtip Üyenin oturarak okumasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır; okutup bilgilerinize sunacağım.

B) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1.- Parlamentolararası Birlik ve Barış İçin Asyalı Parlamentolar Birliğine siyasî parti grup başkanlıklarınca aday gösterilen milletvekillerine ilişkin TBMM Başkanlığı tezkeresi (3/826)

     18 Mayıs 2005

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki 3620 sayılı Kanunun 2 nci maddesine göre Türkiye Büyük Millet Meclisini temsil edecek grubu oluşturmak üzere, Siyasî Parti Grup Başkanlıklarınca "Parlamentolararası Birlik"e aday gösterilen Çankırı Milletvekili Hikmet Özdemir'in ve "Barış İçin Asyalı Parlamentolar Birliği"ne aday gösterilen Kocaeli Milletvekili Nevzat Doğan'ın isimleri, aynı Kanunun 12 nci maddesi uyarınca Başkanlık Divanında yapılan görüşmeyi müteakiben Genel Kurulun bilgilerine sunulur.

    Bülent Arınç

           TBMM Başkanı

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi daha vardır; okutup oylarınıza sunacağım.

2.- Çin Halk Cumhuriyeti Dışişleri Komitesi Başkanının TBMM Dışişleri Komisyonu heyetini Çin'e davetine icabet edilmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/827)

     18 Mayıs 2005

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Dışişleri Bakanlığının 15 Nisan 2005 tarihli ve 155094 sayılı yazısında, Çin Halk Cumhuriyeti Dışişleri Komitesi Başkanının Türkiye Büyük Millet Meclisi Dışişleri Komisyonu heyetini Çin'e davet ettiği bildirilmiştir.

Söz konusu davete icabet edilmesi hususu, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki 3620 sayılı Kanunun 6 ncı maddesi uyarınca, Genel Kurulun tasviplerine sunulur.

    Bülent Arınç

           Türkiye Büyük Millet Meclisi

            Başkanı

BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Danışma Kurulunun bir önerisi vardır; okutup, oylarınıza sunacağım.

V.- ÖNERİLER

A) DANIŞMA KURULU ÖNERİLERİ

1.- (10/284, 10/285, 10/148, 10/182, ve 10/187) esas numaralı Meclis araştırması önergelerinin öngörüşmelerinin birlikte yapılmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi

Danışma Kurulu Önerisi

No.: 152    Tarihi: 18.5.2005

Gündemin "Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler" kısmının 239 uncu sırasında yer alan (10/284) ve 240 ıncı sırasında yer alan (10/285) esas numaralı Meclis araştırması önergelerinin görüşmelerinin Genel Kurulun 18.5.2005 Çarşamba günkü birleşiminde (10/148), (10/182) ve (10/187) esas numaralı Meclis araştırması önergeleriyle birlikte yapılmasının Genel Kurulun onayına sunulması Danışma Kurulunca uygun görülmüştür.

    Bülent Arınç

           Türkiye Büyük Millet Meclisi

            Başkanı

Salih Kapusuz         Kemal Anadol

AK Parti Grubu Başkanvekili CHP Grubu Başkanvekili

BAŞKAN - Söz talebi?.. Yok.

Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmına geçiyoruz.

Ankara Milletvekili Eşref Erdem ve 23 milletvekilinin, sorumluluğunun gereğini yapmadığı, yetkilerini aştığı, hazineyi zarara uğrattığı ve görevini ihmal ettiği iddiasıyla Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler hakkında Anayasanın 99 uncu ve İçtüzüğün 106 ncı maddeleri uyarınca verilmiş bulunan (11/2) esas numaralı gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki öngörüşmelere başlıyoruz.

VI.- GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI

A) ÖNGÖRÜŞMELER

1.- Ankara Milletvekili Eşref Erdem ve 23 milletvekilinin, sorumluluğunun gereğini yapmadığı, yetkilerini aştığı, hazineyi zarara uğrattığı ve görevini ihmal ettiği iddiasıyla Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi Güler hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/2)

BAŞKAN - Hükümet?.. Yerinde.

Önerge, daha önce bastırılıp dağıtıldığı ve Genel Kurulun 10.5.2005 tarihli 96 ncı Birleşiminde okunduğu için, önergeyi tekrar okutmuyorum.

Sayın milletvekilleri, Anayasanın 99 uncu maddesine göre, bu görüşmede, önerge sahiplerinden bir üyeye, siyasî parti grupları adına birer milletvekiline ve Bakanlar Kurulu adına Başbakan veya bir bakana söz verilecektir.

Konuşma süreleri, önerge sahibi için 10 dakika, gruplar ve hükümet için 20'şer dakikadır.

İlk söz, önerge sahibi olarak, aynı zamanda Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen, Ankara Milletvekili Eşref Erdem'in.

Buyurun Sayın Erdem. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA EŞREF ERDEM (Ankara) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Sayın Hilmi Güler'in, görevini ihmal ettiği, kamu gelirlerinin talanına seyirci kaldığı, kamu hazinesini zarara uğrattığı iddiasıyla verdiğimiz gensoruyla ilgili olarak görüşlerimizi ifade etmek üzere söz almış bulunmaktayım; şahsım ve Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, enerji ile kalkınmışlık, gelişmişlik, büyüme arasında doğrudan doğruya bir bağ vardır. Bir ülkede enerji politikaları saptanırken, bu politikanın, öncelikli olarak yerli kaynakların değerlendirilmesini esas alması, dışa bağımlılığı azaltması, kaynak çeşitliliğini artırması, ucuz, temiz ve verimli enerji üretimini sağlaması temel yaklaşım olmalıdır. Oysa, Türkiye'de, bunun tam tersi yapılmaktadır. Hidrolik ve kömür kaynaklarımızın henüz üçte 1'i devreye sokulmuş değildir. Jeotermal, rüzgâr ve güneş gibi temiz ve yenilenebilir kaynaklarımız, neredeyse el değmeden beklemektedir. Bu durumda, enerjide dışa bağımlılığımızın nedeni olarak kaynaklarımızın yetersizliğini öne sürmek, eksik, yanlış ve yanıltıcıdır.

Ülke ihtiyaç ve çıkarlarının gözetilmediği hesapsız adımlar atılarak, kullanmadığımız gazın, elektrik enerjisinin parasını öder hale getirildik. Bu yanlış tercihlerle, ülkemiz, bir borç batağının içine sürüklenmiştir. Ulusal kaynakları dikkate almayan, verimlilik ve kaynak çeşitliliği ilkesini gözetmeyen ve ülkemizi, başta doğalgaz olmak üzere, çok büyük ölçüde ve tehlikeli oranlarda dışa bağımlı kılan bu yanlış tercih ve politikalar, sağ siyasal iktidarların eseridir.

Bugün ülkemiz, tam bir borç sarmalının içine sürüklenmiştir. Alınan kredilerin, bırakın anapara taksit ödemelerini, faizlerini bile ödeyemez bir duruma getirildik. Borcu yeni bir borçla döndürür hale geldik. Bu durumu, sanayimizin amiral gemilerini satarak da düzeltemezsiniz; TÜPRAŞ'ı, Petkimi, Erdemiri, Tekeli, SEKA'yı, Seydişehir'i ve benzeri tesisleri sattınız ya da satmak istiyorsunuz; ama, biliniz ki, müflis tüccar misali sattıklarınız ve satmaya çalıştıklarınız, bu ülkenin emekçilerinin ve cumhuriyetimizin seksen yıllık birikiminin sonuçlarıdır, ulusal değerlerimizdir. Onları satmak demek, dışarıya daha bağımlı hale gelmek demektir. Daha da önemlisi, onlarla birlikte yitip giden, sadece bina ve tesisler değil, en önemli değerimiz olan ulusal bağımsızlığımızdır.

Enerji, ekonomik bağımsızlığın olduğu kadar, ulusal savunmamızın ve ulusal güvenliğimizin de güvencesidir. Bu nedenle de, enerji politikaları, ulusal bir sorumlulukla, özenle ve ehliyetle planlanmalıdır.

Bugün, enerji tüketimimizin yüzde 37'sini petrolden, yüzde 23'ünü doğalgazdan karşılamaktayız. Tükettiğimiz petrolün yüzde 91'ini, tükettiğimiz doğalgazın tamamını ithal etmekteyiz. Diğer yandan, enerji tüketimimizin yüzde 25'ini de kömürden sağlamaktayız. Bugün, resmî kaynaklara göre 8, bazı yeni buluşlara göre de 9 milyar ton civarında linyit kömür rezervimiz vardır. Bunların sadece üçte 1'i kullanılmış durumdadır. Ulusal kaynaklarımız, yeraltında bulunan kömür rezervlerimizin üçte 2'si henüz işletilmeye alınmamıştır, değerlendirmeye alınmamıştır. Bu ulusal kaynaklarımız ortada dururken, değerlendirilmeden, ithal kömüre dayalı santrallar kuruyoruz. Gerçekten, nasıl bir politikadır bu; bunu anlamakta zorluk çekiyorum.

Hidrolik kaynaklarımız, yine resmî rakamlara göre 127 milyar kilovat/saat/yıldır. Oysa, son yıllarda yapılan yeni değerlendirmelerde ve hesaplamalarda, resmen kabul ediliyor olmamakla birlikte, gayri resmî olarak ilgili kurum ve kuruluşlarda kabul gören gerçek potansiyelimizin, teknik ve kullanılabilir anlamda teknik hidrolik potansiyelimizin 180 ilâ 190 milyar kilovat/saat/yıl olduğu bilinmektedir. Yerli, ucuz ve temiz bir kaynak olan sözkonusu hidrolik potansiyelimizin de ilk rakama göre üçte 1'i, ikinci rakama göre dörtte 1'i sadece işletmeye açıktır. Bir başka deyişle, su kaynaklarımızın henüz dörtte 3'ü işletilmeye hazır beklemektedir ve Türkiye, bu ucuz kaynaklardan, ne yazık ki yararlanamamaktadır.

Yıllardır uygulanmakta olan yanlış politikalar, yalnızca yerli kaynaklarımızın devre dışında bırakılmış olmasıyla sınırlı değildir. Tamamı ithal edilen doğalgazın yüzde 60'ı elektrik enerjisi üretiminde kullanılmaktadır. Bir başka anlatımla, elektrik enerjisinde doğalgaz kullanım oranı, yaklaşık yüzde 50'ye ulaşmıştır; bu, çok tehlikeli bir durumdur; bu, son derece yüksek ve akılcılıktan uzak bir orandır. Tükettiği gazın yüzde 85'ini kendi topraklarında üreten Amerika Birleşik Devletlerinde bu oran yüzde 20, Avrupa Birliği ülkelerinde de yüzde 32 civarlarındadır.

Diğer yandan, Dünya Bankası tarafından dayatılan yap-işlet-devret ve yap-işlet gibi finansman modelleriyle yerli ve yabancı şirketlere doğalgaz santralları yaptırılmıştır. Bunlara, bir yandan, gaz tedarik garantisi verilirken, diğer yandan da, ürettikleri pahalı elektriği satın alma garantisi verilmiştir. Bu sistemde, BOTAŞ ve Elektrik Üretim AŞ gibi kamu kuruluşları ile Hazine garantör olarak, söz konusu ayrıcalıklardan yararlanan şirketlerse tahsildar olarak çalışmaktadır. Oluşan kabarık faturayı ise, son tahlilde, konuttaki tüketici, sanayici, işyeri sahibi, köylü, emekçi ve tarlasında traktörüne mazot koymakta zorlanan çiftçi ödemektedir.

Sayın milletvekilleri, kadrolaşma konusundaki saptamalarımız bir iddia değildir, malumun ilanıdır. Son yıllardaki operasyonlar konusunda hafızasını yoklayan herkes yolsuzluk operasyonlarının büyük bölümünün enerji sektöründe olduğunu ve bunların ya mahkûmiyetle bittiğini ya da halen devam eden yargı süreçlerini kolaylıkla hatırlayacaklardır. Beyaz enerji operasyonunun izleri henüz belleklerdeyken, Şubat 2005'te yaşanan ikinci beyaz enerji operasyonu, toplumumuzun siyasetçilere, bürokrasiye ve iş dünyasına olan güvenini bir kez daha ve temelden sarsmıştır. Bu çürüme süreci yaşanırken, Uluslararası Saydamlık Kurumunun her yıl yayımlanan yolsuzluk algılamaları endeksinde, yolsuzluktan en arınmış sayılan ülkelerin üst sıraları paylaştığı listede, Türkiye, 2000 yılında 50 nci sırada; ama, onu izleyen AKP İktidarı döneminde, 2002 yılında 64 üncü sıraya, 2004 yılında da 77 nci sıraya gerilemiştir.

Cumhurbaşkanının kararnamelerini geri çevirdiği ve haklarında düzenlenmiş müfettiş raporlarına göre üst yönetimde görev almaması gerekenler, Bakan Sayın Güler tarafından ısrarla ve usulsüz olarak göreve getirilmiş ya da görevde tutulmuşlardır. Tedvir, görevlendirme veya vekâlet gibi geçici ve kısa süreli olması gereken uygulamalar, cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir biçimde, uzun süreli ve asaleten atama yerine uygulanmaktadır. Bu yöntemler kabul edilebilir uygulamalar değildir; devlet böyle yönetilemez Sayın Bakan.

Bazı bürokratlara ve kimi işadamlarına, yolsuzluk operasyonlarında sınırlı da olsa dokunulurken, bu süreçlerin sorumlusu olan siyasetçiler dokunulmazlık zırhlarına sıkı sıkıya yapışmış, her şeyin unutulacağı umuduyla, hiçbir şey olmamış gibi, yaşamlarını ve icraatlarını sürdürmeye devam ediyorlar; ama, biliniz ki, bu böyle devam etmez, böyle devam etmeyecektir.

Sayın milletvekilleri, kaynak tahsislerinde önceliklerin belirlenmesinden yatırımlara kadar ekonomimizin çok sayıda sorunu vardır. Karşı karşıya bulunduğumuz sorunların başında "kayıtdışı" diye adlandırdığımız ülkenin birtakım gelirlerinin kayıt altına bir türlü alınamamış olmasıdır; diğeri ise, yolsuzluklardır. Birincisini şimdilik bir tarafa koyalım; ama, yolsuzluklar, uzunca bir süredir bizi için için kemiren onulmaz bir hastalık halini almıştır. Bu kadar uzun süre yolsuzluklarla iç içe yaşayan bir ekonominin ayakta durması olanaksızdır. Bunu mutlaka tedavi etmeli ve bu hastalıklı yapıyı kesip sistemin dışına atmalıyız.

Değerli arkadaşlarım, kısa bir Türkiye enerji fotoğrafı çektikten sonra, gelelim asıl gensorudaki iddialarımıza.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Güler, Rusya'dan alınan anlaşmaların tümünde yaptığı fiyat değişiklikleriyle Mavi Akım hattından alınan gazın fiyatını artırmıştır. Diğerlerinde ise, belli bir indirim yapılmışsa da anlaşmaların süreleri ve taşıyacakları toplam gaz miktarı dikkate alındığında, sonuçta, kamu, milyarlarca dolarlık zarara uğratılmıştır. Mevcut hükümet işbaşına geldiğinde Rusya'dan iki ayrı boru hattıyla dört ayrı fiyattan doğalgaz satın alınmaktaydı. Batı hattından alınan gazın 6 milyar metreküplük bölümü doğrudan Gazexporttan ve belli bir fiyat üzerinden formülüne göre alınıyordu. Yine, batı hattından, aynı hattan, Turusgaz adlı şirket aracılığıyla alınan 8 milyar metreküp gaz ise, iki ayrı fiyattan alınmaktaydı. Tepe noktada, yani plato diye adlandırılan, maksimuma çıkılan noktada yıllık olarak 16 milyar metreküpe ulaşılacak olan Mavi Akım gazı ise, anlaşmada öngörülen fiyat formülü üzerinden alınmak durumundaydı. Mavi Akım hattından ilk gaz sevkıyatı Şubat 2003'te başlamıştır. İlk gaz alım faturasıyla birlikte de formül tartışmaları gündemimizin içine yerleşmiştir.

Kısaca hatırlamak gerekirse, Şubat 2003'te Rusya tarafı bir fatura gönderiyor. BOTAŞ yetkilileri, bu faturayı alıyorlar, inceliyorlar ve faturanın formülde yazılı fiyatın üstünde bir fiyatla kuruşlandırıldığını görüyorlar. Bunun yanlış olduğunu söylüyorlar ve bu fiyatın yüksek olduğunu, formüldeki fiyatın daha düşük olduğu BOTAŞ tarafından ifade ediliyor. Gazexport, 14 Mart 2003 tarihinde BOTAŞ'a yazdığı yazıda, fiyat formülündeki farklılığın basit bir yazım hatası olduğunu, sehven orada yer aldığını iddia ediyor ve dolayısıyla, kendilerinin iddia ettiği formülün asıl formül olduğunu söylüyorlar. BOTAŞ, 1 Nisan 2003 tarihinde, ihtilafa neden olan fiyat formülüyle tahkime gidilmesi halinde ne gibi bir sonuç doğurabileceği konusunda hukuk bürolarına görüş soruyor. Her iki hukuk bürosundan da alınan görüş; bunun sehven yazılmasının mümkün olamayacağı; çünkü, hem anlaşma öncesi paraf edilen iki ön protokolde hem de onu izleyen nihaî anlaşmada formülün üç defa ayrı ayrı, ama aynı şekilde yer aldığı görülmüştür ve dolayısıyla her iki hukuk bürosu da "eğer tahkime gidilirse, Türkiye burada bu davayı kaybetmez ve Türkiye haklıdır" sonucuna varıyor. BOTAŞ, bu hukukî inceleme ve görüşler paralelinde, 9 Nisan 2003 tarihinde, Gazexporta anlaşmada yer alan fiyat formülünün hatalı olmadığını bildirmiş ve onların gönderdiği Şubat 2003'e ait faturayı iade etmiştir. BOTAŞ Yönetim Kurulu, ödemelerin, 15 Aralık 1997 tarihinde imzalanan Mavi Akım anlaşmasındaki formül itibariyle ödenmesine karar vermiş ve ilk faturanın hesabını da bu formül üzerinden yaparak göndermiştir. 14 Nisan 2003 tarihinde, BOTAŞ, yine bir başka hukuk bürosuna başvuruyor. O hukuk bürosundan da, Türkiye'nin haklı olduğu, tahkime gidildiği takdirde, Türkiye'nin burada mutlaka bu davayı kazanacağı doğrultusunda görüş ifade ediliyor.

Karşılıklı yazışmaların ardından, Rus tarafı, Gazexport, 23 Mayıs 2003 tarihinde, fiyat formülüyle ilgili olarak tahkime başvurduğunu BOTAŞ'a bildirmiştir. Önce, bu bildirime karşı kendi görüşünü ve itirazını Gazexporta yazılı olarak ileten BOTAŞ Yönetim Kurulu, 5 Haziran 2003'te aldığı 2003/31 sayılı kararıyla, tahkim işlemlerini başlatmak üzere, BOTAŞ Genel Müdürünü yetkilendirmiştir.

Bu arada, bu tartışmalar ve yazışmalar sürerken, beklenmedik bir gelişme oluyor; Rus tarafı, bir paket teklifte buluyor Türkiye'ye; diyor ki: "Gelin, bu böyle olmaz; ne sizin dediğiniz olsun ne bizim dediğimiz olsun, fiyatların tümünü, anlaşmanın diğer taraflarını da birlikte değerlendirelim, size bir paket teklif sunuyorum, lütfen, bu teklifi değerlendirmeye alın ve bundan sonraki işlemler buna göre yapılsın."

Şimdi, burada, tabiî, akla şu soru geliyor: Rus tarafı, bu kadar haklı olduğuna inanıyor idi ise, böyle bir noktada, kendisi bizden önce tahkime başvurmuş, sonra biz tahkime gidecek iken, böyle bir teklifte bulunmak, bence, açık açık, Rus tarafının uluslararası tahkimde davayı kazanamayacağını...

BAŞKAN - Sayın Erdem, bir saniye...

Sayın milletvekilleri, Genel Kurulda büyük bir uğultu var; sayın hatibin konuşması anlaşılmamaktadır.

Buyurun Sayın Erdem.

EŞREF ERDEM (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Tabiî, bu, Rus tarafının tahkimden vazgeçiyor olması ve böyle bir paket teklifle bizim karşımıza geliyor olması, Rus tarafının, hukuken tahkim karşısında, hukuk karşısında zayıf olduğunun da bir işareti olarak ele alınmalıdır.

Şimdi, gelelim, işin esası buralarda dönüyor. 10 Temmuz 2003 tarihinde Rus Gasprom Şirketinin Başkanı Aleksey Miller, Türkiye'ye gelerek, doğrudan, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Sayın Hilmi Güler'le başbaşa 5 saat süren bir görüşme yapıyor. Şimdi, bunu anlamakta zorluk çekiyorum. Eğer dışpolitikada ve bu uluslararası ilişkilerde karşılıklılık ilkesi önemli ise, bana göre, herhalde, Sayın Bakanın muhatabı Gaspromun Başkanı veya Başkan Yardımcısı değildir. Hadi görüştünüz, peki, Sayın Bakan, 5 saat ne görüştünüz? Yanınızda tutanak tuttunuz mu? Yanınızda işin aslî sahibi olan BOTAŞ'tan herhangi bir tanık, bir görevli, bir yetkili bulunuyor mu bulunmuyor mu? Siz, herhalde, burada, şahsî işlerinizi konuşuyor değilsiniz?! Türkiye Cumhuriyeti ile Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin bir bakanlığı ile bir başka devletin bir şirketi arasında bir çözüm arıyorsunuz bir meseleye. Bunu da anlamakta zorluk çekiyorum.

Hemen ardında, 30 Temmuz 2003 tarihinde Türkiye'ye gelen Gaspromun Başkan Yardımcısı Kamarrow, yine, Bakanımız Sayın Güler'le bir görüşme yapıyor. Birinci görüşmede, çözüm arıyoruz -özetini söylüyorum- Miller'le; Kamarrow'dan sonra dışarıya çıktıklarında Sayın Bakanca, tahkim sürecinin askıya alınmasına karar verildiği, Mavi Akım Projesinde alınacak doğalgaza uygulanacak formül, Rusya Federasyonundan doğalgaz alımına ilişkin bütün doğalgaz alım-satım anlaşmalarında, fiyat dahil, tüm ticarî şartların gözden geçirilmesi ve 4 ile 8 Ağustos 2003 tarihleri arasında tarafların teknik ekiplerinin Ankara'da bir araya gelerek bu hususta çalışma yapmalarının kararlaştırıldığı ifade ediliyor.

Şimdi, doğal olarak, uluslararası tahkime başvurduğuna göre, tahkimi kaldırma işlemi BOTAŞ'ın yetkisinde olmalıdır. Sayın Bakanın tek taraflı, şahsen, kişi olarak böyle bir yetkisi yoktur. Kaldı ki, BOTAŞ 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle tanzim edilmiş bir KİT'tir ve burada Bakanlığın görevi, gözetim ve denetimle sınırlandırılmıştır. İleride göreceğiz, Sayın Bakan işine geldiğinde "fiyatı ben düzenliyorum, ben tanzim ediyorum, hatta miktarla da ilgileniyorum" diyor; ama, işine geldiğinde Sayın Bakan bir başka yerde "hayır, hiç ilgilenmiyoruz, Bakanlığımızın hiçbir birimiyle ilgili değiliz, BOTAŞ kendisi götürüyor, kendisi yapıyor, sorumluluk oradadır" diyebilecek kadar da çoğu zaman çelişkiye düşüyor. İşin daha da hazin tarafı -30 Temmuzda oluyor bu- 4 Ağustosta BOTAŞ Yönetim Kurulu toplanıyor, Sayın Bakanın ve Kamarrow'un görüşmelerine atıfta bulunarak oradan direktif aldıklarını ima ederek, o doğrultuda bir yönetim kurulu kararı alınıyor. Eğer BOTAŞ bu doğrultuda haklı olduğuna inanıyor ve bir yönetim kurulu kararı alması gerekiyorsa, zannediyorum bunu, Sayın Bakan ile Kamarrow'un bu görüşmeyi yapmalarından önce bu BOTAŞ yönetimi toplanmalıydı, kararını almalıydı; Sayın Bakan da bu karar doğrultusunda belki Kamarrow'la bir görüşmeyi gerçekleştirebilirdi.

Sayın Bakan, önce bu fiyat formülü için 28 Mayıs 2003 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda bir konuşma yapıyor ve bu konuşmada, "biz 20 Şubatta almaya başladık -Sayın Bakanın ifadelerini söylüyorum- 12 Martta onlara fatura gönderdik; sonra, bir fiyat formülü meselesi çıktı. Bu fiyat formülünde gönderdiğimiz hesaba göre, yaptığımız hesaba göre sehven dediler. Bize bir mektup yazdılar, itiraz ettiler. Biz de önce sehven zannettik." Buraya dikkatinizi çekiyorum, Sayın Bakan söylüyor...

ŞEVKET ARZ (Trabzon) - Sayın Başkan, Turizm Bakanı görüşmelerini dışarıda yapsın; gürültü oluyor orada.

ATİLA EMEK (Antalya) - Dinleyemiyoruz...

BAŞKAN - Lütfen, sayın milletvekilleri, niye müdahale ediyorsunuz?!

GÖKHAN DURGUN (Hatay) - Sohbet ediyorlar; kahvehane mi burası.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri niye heyecanlanıyorsunuz; gerekli uyarıyı yapıyoruz biz buradan.

ŞEVKET ARZ (Trabzon) - Devam ediyor...

BAŞKAN - Lütfen ama... Sayın milletvekilleri...

Buyurun Sayın Erdem.

EŞREF ERDEM (Devamla) - Teşekkür ederim.

Değerli arkadaşlarım, buraya dikkatinizi çekiyorum. Sayın Bakan ifadesinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda "biz de önce sehven zannettik. Olayı inceledik, formüldeki hata pek sehiv gibi gözükmüyor." Bu, Sayın Bakanın, 28 Mayıs 2003 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda, bu kürsüden yaptığı konuşma; yani, bir anlamda, Sayın Bakan, formüldeki değişikliğin sehven olmadığını, daha önce anlaşmada yer alan formülün doğru formül olduğunu ifade etmiş oluyor. Bu uygulamanın bir diğer vahim boyutu vardır; BOTAŞ Yönetim Kurulunun yetkisi dahilindeki bir konuya, ilgili bakan, doğrudan müdahale ederek yönlendirme yapmıştır. Bu husus, BOTAŞ Yönetim Kurulunun, demin söylediğim 4 Ağustos ve 13-14 Eylül tarihlerindeki toplantılarında da teyit edilmiştir.

Yine, Sayın Bakan, fiyat müzakerelerini, bu husustaki yetkili kurum olan BOTAŞ'ın yürüttüğünü ve sonuçlandırdığını, Bakanlığının konuyu yakından takip etmekle yetindiğini ifade ediyor. 3 Haziran 2003 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Yolsuzlukları Araştırma Komisyonuna yaptığı açıklamada da "şu anda, fiyat konusunu ben yürütüyorum, yalnız ben; ayrıca, ben, sadece fiyatı konuşmak niyetinde değilim, miktarları da düşünüyorum" demiştir. Şimdi, Sayın Bakan, önce diyor ki, yukarıda: "BOTAŞ'ın yetkisinde, ben ilgilenmem; bizim Bakanlığımız, sadece işi izlemekle yetiniyor, takip etmekle yetiniyoruz." Ama, 3 Haziran 2003 tarihinde, Yolsuzlukları Araştırma Komisyonunda bilgisine başvurulduğunda da "ben, her şeyle meşgulüm, ben yapıyorum; şu anda, fiyat konusunu ben yürütüyorum, yalnız ben; sadece fiyatı konuşmak niyetinde değilim, ayrıca miktarları da düşünüyorum" diyor.

Yine, İstanbul Milletvekili Emin Şirin, bir soru önergesinde, Sayın Bakana şöyle soruyor: "BOTAŞ'ın yürüttüğünü ifade ettiğiniz müzakerelerde hiç BOTAŞ'a müdahil oldunuz mu, talimat verdiniz mi? Soruya şöyle bir cevap veriyor: "AKP İktidarıyla birlikte, sadece BOTAŞ değil, Bakanlığımın diğer kuruluşları da, kendi menfaatlarını, genel politikalar çerçevesinde kendinden müzakere etmekte olup, yönlendirme şeklinde Bakanlığımın bir müdahalesi olmamıştır." Yukarıda belirtildiği üzere, tahkim süreci devam etmiş; fakat, her ne hikmetse kendiliğinden sona ermiş. Bakanın sözlerini söylüyorum, aynen şu: "Yukarıda belirtildiği üzere, tahkim süreci devam etmiş; fakat, kendiliğinden sona ermiştir."

Sayın milletvekilleri, görüldüğü gibi, Sayın Bakan, sürekli olarak, kendisiyle ve gerçeklerle çelişen açıklamalarda bulunmaktadır.

Sayın Bakanın doğrudan Gasprom yetkilileriyle, tutanakları da olmadığı öne sürülen, başbaşa görüşmelerinin ve açıkladığı kararların ardından, BOTAŞ ve Gazexport arasında, önce, 22 Ekim 2003 tarihinde, tahkim sürecinin askıya alındığına dair mutabakat zaptı imzalanıyor; daha sonra da, Rusya'dan alınan gaza ilişkin tüm alım-satım kontratlarının fiyat, al ya da öde oranları, sınır teslim basıncı gibi çeşitli maddeleri üzerindeki görüşmeleri müteakip, anlaşmaya varılarak, ilgili dokümanlar 19 Kasım 2003 tarihinde bir anlaşma olarak imza altına alınmıştır; "bu anlaşmaların son maddeleri de, Enerji Piyasası Düzenleme Kurulunun onayından sonra yürürlüğe girecektir" deniliyor.

Sayın Bakan, içinden geçmekte olduğumuz durumu şöyle özetliyor: "Mavi Akımda fiyat biraz yükseldi; ama, diğerlerinde indirildi. Sonuçta, ülkemize milyonlarca dolar kazandırdık."

Değerli arkadaşlarım, biraz sonra anlatacağım, milyonlarca dolar kâr değil, Türkiye Hazinesi, şu anda, 2 milyar dolar ile 8 milyar dolar arasında bir zararla karşı karşıyadır. Tabiî, bunu, bugün için söylemiyorum. Bugün için 2 milyar dolar; toplam gaz ve süre, anlaşma sonunda dikkate alındığında, 8 milyara varan projeksiyonlar yapılmaktadır. İmzalanmakta olan anlaşmanın kâr mı zarar mı olduğunu hesaplamak çok kolay. Şurada, benim önümde belgeler var, uzun uzun çizelgeler var; fiyat tahminleriyle yıllık hesaplar yapılmış ve bu hesap itibariyle, anlaşmanın imzalandığı 19 Kasım 2003 tarihinde, tablo şöyle, değerli arkadaşlarım: Batı hattından Gazexport ile alınan gaza 350 000 000 dolar indirim yapılmış; yine Trusgaz ile, anılan anlaşmada 1,5 milyar dolar indirim olmuş. Batı hattından daha küçük çapta alınan bir şey var, 54 000 000 dolar da o -bunlar indirim- indirimleri topladığımızda, 1 931 000 000'luk bir indirim sağlamış oluyoruz üç fiyattan.

Gelelim Mavi Akıma... Mavi Akımda, şu anda, anlaşmanın değiştirildiği noktadaki asgarî alım taahhütleriyle yapıldığında, hazine, 2003 Kasım itibariyle 1,8 milyar dolar zarardadır. Biraz daha ilerleyelim; yapılan projeksiyon ve hesaplamalarda -2005'e geldik- artan petrol fiyatlarıyla bir hesaplama yapıldığında şu üç tarih önemli: Birinci tarih, anlaşmanın imzalandığı 19 Kasım, 1,8 milyar dolar zarardayız; Temmuz 2004 itibariyle, petrol fiyatları dikkate alınarak değerlendirme yapıldığında, toplam hazine kaybı 4,3 milyar dolardır; Nisan 2005'te, artan petrol fiyatlarıyla yapılan değerlendirmede kayıp, Mavi Akımda 7,9 milyar dolar; toplam, kümülatif 8 milyar dolar zarardayız. Yani, bir anlamda, daha önce indirim diye övündüğümüz, iki yıldaki, kalemlerde de Rus tarafı kâra geçmiştir. Bu kadar öngörüsüz, bu kadar hesapsız kitapsız bir tablo görülmeyebilir mi?!

Anlaşmaların son maddelerinde "Enerji Piyasası Düzenleme Kurulunun onayından sonra yürürlüğe girer" deniliyor. Enerji Piyasası Düzenleme Kuruluna gidiyor yazı, her ne hikmetse, bugün gidiyor, öğleden sonra cevabı geliyor. Bu nasıl bir düzenleme kuruludur?! Sayın Bakan, bu yazı size döndüğünde, siz dönüp, bürokratlarınıza, teknokratlarınıza "değerli arkadaşlarım, nasıl olur, bu kadar önemli bir konuda, Türkiye'de bağımsız olduğu söylenen piyasayı düzenleme kurulu, bizim aylardır müzakere ettiğimiz bu konuyu, nasıl oldu da birkaç saatte hesapladılar ve bize cevap yazdılar" demediniz mi?! Cevap ne; EPDK diyor ki: "Sorumluluk Genel Müdürlüğünüze ait olmak üzere, eğer kamu hazinesine ek bir maliyet getirmiyorsa onaylanabilir." Şimdi, iki tarafı da karışık; bu tarafta EPDK -bana göre görevini yapmamıştır- öbür tarafta da, bu hesaba göz yuman, bu "ise" şartına hiç dikkat çekmeyen Bakanlık. Şimdi, bunun hesabını kimden soracağız? EPDK'yla ilgili bir başvurumuz oldu, bu başvuruya bir cevap geldi.

Dün BOTAŞ'a bir şey yazılıyor değerli arkadaşlarım; yani, hazindir, BOTAŞ'a EPDK soruyor: "Cumhuriyet Halk Partisinin bir başvurusu oldu, bir durum tespiti istiyor, nedir durum bu anlaşmada?" BOTAŞ'a gönderiliyor, BOTAŞ'tan gelen hazin bir cevap: Efendim, artan petrol fiyatları karşısında piyasada bilmem neyin öngörülmemesi, piyasa şartları dikkate alındığında şu noktada kesin bir şey söylemek mümkün değilmiş!.. Peki, kime soracağız bunu?! EPDK bilmiyor, Enerji Bakanlığı bilmiyor, BOTAŞ bilmiyor, bunu soruşturmaya hakkımız yok mu; sormaya hakkımız yok mu?! Burada denetleme görevimizi yapıyoruz.

Sayın Bakan orada oturuyor; burada, milletvekillerinin büyük bölümünün soru önergelerini ya baştan savmıştır ya ilgisiz cevaplar vermiştir, bir kısmına da hiç cevap vermemiştir. Benim önümde bazı soru önergeleri var, bazı gelen cevaplar var, size şahsen yazılmış mektuplar var; size şikâyette bulunup, benim soru önergeme niye cevap vermiyorsunuz, sizin, 17 Aralığa kadar bunu...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Erdem, toparlayabilir misiniz.

Buyurun.

EŞREF ERDEM (Devamla) - Tabiî, bir iki konu daha var, zamanın azlığı nedeniyle satırbaşlarıyla değinmek istiyorum. Bir tanesi, kontratlardaki 54 barlık sınır basıncı, bir önceki dönemde, 2004'e kadar, üç yıllık süre için 51 bara indirilmişti; ama, bu anlaşmada görüyoruz ki, anlaşma süresi boyunca, 2028'e kadar 51 bara indirilmiştir. Böylece, BOTAŞ, ek bir maliyetin altına sokulmuştur. Sonunda, bu da, tabiî, tüketiciye yansıyacak olan bir şeydir.

İki konu daha var, özetle onları da söylemek istiyorum. Bir, AKTAŞ ve Kayseri elektrik mahsuplaşmalarıyla ilgili bir önemli konu var.

Değerli arkadaşlarım, biliyorsunuz, 1990 yılından itibaren İstanbul Anadolu yakasının hesapları AKTAŞ'a, Kayseri ve civarı da, Kayseri ve Civarı Elektrik AŞ'ye verilmişti. Kısa kesiyorum, yapılan hesaplamaların sonunda, 1997 arasındaki mahsuplaşmalarda 1,3'ün üzerinde, 1,4 katrilyona yakın borçlu çıkmıştır AKTAŞ, 50 trilyon civarında Kayseri çıkmıştır. Sonuç olarak, 1998-2001 arası, 2002 arası dikkate alındığında aşağı yukarı 2 katrilyon civarında kamu alacaklı haldedir. Her ne hikmetse, bu Sayın Bakan geldikten sonra, dava açılmış, TETAŞ daha önce bununla ilgili dava açmış, mahkemeye intikal etmiş, kamu alacağını tahsil etmek istiyor; bu alacağının tahsilinin engeliyle ilgili Sayın Bakan farkında değil mi farkında mıdır bilmiyorum, bir olur arz ediliyor kendisine Enerji İşleri Genel Müdürü tarafından, Sayın Bakan da olurun altına imzayı koyuyor ve bu mahsuplaşma kriterlerine bir kez daha bakalım deniyor öneride.

Sayın Bakan, müsabakanın ortasında kural değiştirmeye kalkıyorsunuz. Kesinleşmiş, mahkemeye intikal etmiş, dava derdest, sürmekte, neyi tahsil etmeye kalkıyorsunuz, neyi düzeltmeye kalkıyorsunuz, hangi kriterleri değiştirmeye kalkıyorsunuz? Bu, daha önce yapılan imtiyaz sözleşmelerine göre alınması gereken bir husus.

Daha da hazin bir şey var burada. Bu şirketlerden birinin genel müdürü bugün aramızda AKP'den milletvekilidir. Konu, KİT Komisyonuna geliyor 7 Ocak 2004 tarihinde, KİT Komisyonu bunları, hesapları müzakere ederken, KİT Komisyonuna AKP'li 9 arkadaşımız tarafından bir önerge veriliyor; deniliyor ki, bu hesaplara bir daha bakılsın, bunlar doğru değil, şöyle oldu böyle oldu; AKTAŞ, Kayseri, yani şartlar değişti, ölçü değişti, zaten para tahsil edilemiyor...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Erdem, toparlamanız için 2 dakika süre veriyorum.

Buyurun.

EŞREF ERDEM (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkan.

Nihayet, sonuçta, bu olurla, yeni dönem içinde bu tahsilden vazgeçiliyor ve bu işlem durduruluyor. Şu anda bir bölümü mahkemede, bir bölümü dışarıda ve bu haliyle de, Sayın Bakan, kamuyu 2 katrilyon civarında zarara sokmuştur, 2 katrilyon civarında kamu alacağının tahsilini engellemiştir.

Ufak bir şey daha var, o da elektrikte. Gebze'de yapılan bir santral... Burada, Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu tarafından yapılan incelemede, kamu aleyhine yanlış hesaplar yapıldığı tespit ediliyor, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığına gönderiliyor. Bakanlık, gönderiyor ilgili birime, TETAŞ, hesap yapılıyor, 66 trilyon devlet alacaklı çıkıyor. KİT Komisyonunun, bu temenni kararının içerisinde bu da var. Bakılıyor bunlara ve sonunda, Sayın Bakan... Yani, gerçekten, hayretimi gizleyemiyorum. Sayın Bakandan... Olurun içerisinden iki küçük paragrafı okuyorum, şöyle deniliyor:

 "Bakanın Oluruna.

Teşekkülünüzce hesaplanan toplam borç tahakkuk miktarı ve teşekkülünüzün hak ve menfaatları gözönüne alınarak -sanki daha önce alınmamış gibi- belirlenen fatura tutarının ödeme planı konusunda şirketle müzakerelere başlanması ve mutabakatın sağlanması..." Sayın Bakan, böyle bir direktif vermeye hakkınız var mı?! İki: "Bu nedenle teşekkülünüzce düzenlenen söz konusu faturanın iptal edilmesi..." Hukuk mevzuatına göre kesinleşmiş bir faturadır bu; hangi hakla iptal ediyorsunuz?!

Sayın Başkanım, kapatıyorum, kısaca konuşuyorum, maalesef, özetini söylüyorum.

Özetlersek, değerli arkadaşlarım, Sayın Bakan...

BAŞKAN - Sayın Erdem, iki defa eksüre verdim; lütfen...

Buyurun.

EŞREF ERDEM (Devamla) - Efendim, özür diliyorum... Ama, önemli bir konuyu konuşuyoruz Sayın Başkanım, izin verirseniz, hemen bitiriyorum.

BAŞKAN - Hayır Sayın Erdem, İçtüzükteki yarım saatlik süreyi kullandınız; yapabileceğimiz fazla bir şey yok.

EŞREF ERDEM (Devamla) - Özetini hemen veriyorum, özetini sunuyorum.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) - İstediğiniz kadar konuşsanız, iyi olur.

BAŞKAN - Sayın Erdem, teşekkür için süre veriyorum.

Buyurun.

EŞREF ERDEM (Devamla) - Değerli Başkanım, müsaade ederseniz, 2 dakika daha... Gensoru gibi önemli bir konuyu, ciddî bir konuyu konuşuyoruz.

TUNCAY ERCENK (Antalya) - Yolsuzluk konuşuluyor Sayın Başkan...

RASİM ÇAKIR (Edirne) - Millî bir mesele konuşuluyor Sayın Başkan...

BAŞKAN - Sayın Erdem, 30 dakikalık süreyi...

EŞREF ERDEM (Devamla) - Biliyorum; ama, gensoru gibi ciddî bir konuyu konuşuyoruz. Gündemdışı konuşmalarda bile 2 dakika, 3 dakika aşıyoruz.

BAŞKAN - Sayın Erdem, sözünüz, süreniz kısaltılmış değil, Tüzükteki süreyi kullandınız ve iki defa da eksüre verdim.

Buyurun, teşekkür etmeniz için süre veriyorum.

EŞREF ERDEM (Devamla) - Konuyu bitirmedim ki teşekkür edeyim. Ben özet olarak bir sayfa daha sonuç söylemek istiyorum.

RASİM ÇAKIR (Edirne) - Efendim, bir 19 Mayıs kutlaması için 5 dakika fazla süre verdiniz.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen...

EŞREF ERDEM (Devamla) - Sayın Başkanım, izin verirseniz, bir sayfalık sonucu söylemek istiyorum.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Erdem.

EŞREF ERDEM (Devamla) - Değer arkadaşlarım, özetlersek, Sayın Bakan, Aktaş ve Kayseri Elektrik Şirketlerinin mahsuplaşma işlemlerinde devleti zarara sokmuştur. Ova Elektrikte devleti zarara sokmuştur.

Ehliyetsiz ve liyakatsiz yandaşlarını, partizanca atamalarla ve AKP'ye yakın olmayı tek kriter alarak devletin kilit kadrolarına yerleştirmiştir. Bu dönemde, rejime, laikliğe ve cumhuriyetin temel niteliklerine yönelik faaliyetlerde bulundukları raporlarla saptananlar âdeta ödüllendirilmişlerdir.

EYÜP AYAR (Kocaeli) - Ne alakası var?!

EŞREF ERDEM (Devamla) - Kurumların verimsiz çalışmalarına neden olan kadrolara âdeta Sayın Bakan göz yummuştur.

SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Yok öyle bir şey. Böyle bir şey olamaz.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen...

EŞREF ERDEM (Devamla) - Rusya'dan alınan gaz alım anlaşmalarında kamu zararı oluşturan değişiklikleri yetkili kurum BOTAŞ'ın yetkisini aşarak Bakan bu yetkiyi gasbetmiştir. Anlaşmada 54 bar olan sınır basıncı 51 bara indirilerek devlet ayrıca zarara sokulmuştur.

Bugün, değerli arkadaşlarım, Mavi Akımda, demin dediğimiz gibi, sonuç olarak hazinenin uğradığı zarar, 2 ilâ 8 milyar dolar civarındadır.

Şimdi, Sayın Bakan bir yerde diyor ki: "Uluslararası ilişkiler önemlidir. Biz bu işlere bakarken, sadece böyle Rusya'ya bakmadık, Gasprom'a bakmadık; Berlusconi var, İtalya var, kreditörler var, finanslar var, bunlara da baktım, bunlar çok nazik bir konudur, bunların bir kısmını da, hatta, buralarda söylemiyorum." Peki, iyi, güzel de Sayın Bakan, Rusya'yla ilişkilerimizin düzgün gitmesinin önkoşulu olarak, lehimize olan bir anlaşmada milyarlarca dolarlık taviz vermek midir?! Bu tavizi verdiğiniz zaman kimin cebinden veriyorsunuz? Kendi kesenizden mi veriyorsunuz? AKP'nin bütçesinden mi veriyorsunuz?

Hem siz Gasprom yetkilileriyle hem de Sayın Başbakan Rusya Federasyonu Devlet Başkanıyla kapalı kapılar ardında başbaşa görüşme yaparak hangi vaatlerde bulunuyorsunuz ya da hangi vaatleri alıyorsunuz?

Bu görüşmelerde sizin dışınızda Türkiye'yi ya da BOTAŞ'ı temsil eden herhangi bir kimse var mı?

Rus tarafına bunca ödün verilirken ve fiyat formüllerini değiştirip, milyarlarca dolarlık kamu zararı oluşturulurken, siz karşılık olarak Rusya'dan ne alıyorsunuz? Dışilişkilerde bir ödün mü aldınız; hayır, tam tersine, Tuzgölü doğalgaz depolama tesisi, santral yapımı, Ceyhan'a bir LNG terminali inşaı, Mavi Akım boru hattının Ceyhan'a uzatılması ve benzeri konularda yapılan pazarlıklar basına yansımıştır. Bu işlerin ihalesiz olarak Ruslara verileceği öne sürülmektedir. Siz, Mavi Akım gaz fiyatı ve az önce saydığım projelerle Rus tarafına milyarlarca dolarlık ödün ve ayrıcalık verirken, Rusya'da, Duma, sözde soykırımı...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET ÇERÇİ (Manisa) - Sonsuz süre verin Sayın Başkan, sonsuz süre verin!

BAŞKAN - Sayın Çerçi... Lütfen...

MEHMET ÇERÇİ (Manisa) - Sonsuza kadar süre verin!

EŞREF ERDEM (Devamla) - Son sözlerim... Tamamlıyorum...

BAŞKAN - Sayın Erdem... Lütfen... Teşekkür eder misiniz Sayın Erdem.

EŞREF ERDEM (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, şunu da ifade etmek istiyorum ki, gelişmiş demokrasilerde, içine girmeye çalıştığımız AB ülkelerinde burada sıraladığım gerekçelerden herhangi biri varit olsaydı, orada sayın bakan çoktan istifa etmiş olurdu.

Gensoru önergemize "kabul" oyu vereceğinizi, bu tablo karşısında siz değerli milletvekillerinin de vicdanınızın sesini dinleyeceğini umuyor, Yüce Heyetinize sayılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Erdem.

AK Parti Grubu adına söz isteyen, Tokat Milletvekili Sayın Zeyid Aslan; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Sayın Aslan, süreniz 20 dakikadır.

AK PARTİ GRUBU ADINA ZEYİD ASLAN (Tokat) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ankara Milletvekili Eşref Erdem ve 23 milletvekili arkadaşının, sorumluluğunun gereğini yerine getirmediği, yetkilerini aştığı, hazineyi zarara uğrattığı ve görevini ihmal ettiği iddialarıyla, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Sayın Hilmi Güler hakkında vermiş oldukları gensoruyla ilgili olarak AK Parti Grubu adına görüşlerimizi açıklamak üzere söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, öncelikle, biraz önce, başlıklar halinde, Sayın Eşref Erdem ve 23 milletvekili arkadaşının gensoru önergesi olarak verdikleri hususları birkaç kelimeyle sizlere aktarmak istiyorum.

Birincisi, Rusya'dan doğalgaz alımına ilişkin olarak daha önce yapılmış olan sözleşmelerin yeniden revizyona tabi tutulması suretiyle, hazinenin, kamunun zarara uğratıldığı iddiası.

İkinci olarak, Ova Elektrik, AKTAŞ ve Kayseri ve Civarı Elektrikle ilgili mahsuplaşma ve tarife esaslarıyla ilgili olarak yapılan çalışmalara ilişkin hazine zararının, kamu zararının oluştuğu iddiası.

Üçüncü olarak da, burada, defalarca, zaman zaman, özellikle Cumhuriyet Halk Partisinin sık sık gündeme getirmeye çalıştığı, gerçekten, benim de, bütün arkadaşlarımın da bağlantı kurmakta zorluk çektiği, biraz önce Sayın Eşref Erdem'in konuşmasında da laiklik ile enerji arasındaki bağlantıyı kurmakta güçlük çektiğim kadrolaşma hikâyeleri.

Bu üç ana tema üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi, kamunun zarara uğratıldığı, görevini ihmal ettiği, yetkilerini aştığı iddiasıyla sizlerin huzuruna bu gensoruyla geldi ve biraz önce, 40 dakikaya yakın bir süre de, gensorunun sahiplerinden Sayın Eşref Erdem'i dinledim. İnanın dikkatle dinledim, acaba ne anlatacak diye. Ben, yaklaşık bu 40 dakikalık süreç içerisinde, iddiayla ilgili somut olarak ortaya konulan hiçbir şey göremedim.

DENİZ BAYKAL (Antalya) - İnsaf!..

EŞREF ERDEM (Ankara) - İnsaf!.. İnsaf!..

ZEYİD ASLAN (Devamla) - Eğer bir gensoru veriyorsanız, yapmanız gereken şey, şuradaki insanları ikna etmenizdir. Eğer, buradaki insanları ikna edemiyorsanız iddialarınız üzerine, konuştuklarınızın hepsi havada kalır.

Aynı konuyu ben de inceledim, ben de araştırdım, ben de baktım, ben ikna olmadım. Eğer, beni, Sayın Eşref Erdem, burada, gerçekten, bir usulsüzlük yapıldığına, bir yolsuzluk yapıldığına, kamunun zarara uğratıldığına ikna edebilseydi, şerefim üzerine yemin ediyorum, sizinle beraber buna "evet" ve "kabul" oyu verirdim, bütün arkadaşlarımız da verirdi. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, Enerji Bakanlığıyla ilgili konuşurken, mutlaka, Enerji Bakanlığının devralındığı 2002 Kasımının öncesinde Enerji Bakanlığının yapısına şöyle bir bakmakta fayda var.

Hepimiz biliyoruz ki, özellikle 2001 ve 2002 yılının başlarında, Enerji Bakanlığında "Beyaz Enerji Operasyonu" adı altında düzenlenen bir operasyonla, bu bakanlığın üzerinden silindir geçmiş ve bütün bakanlığın büyük çoğunlukla bürokratları gözaltına alınmış, tutuklanmış, sindirilmiş, evrakları toplatılmış; yani, psikolojik olarak, Enerji Bakanlığı, üretebilen bir yer olmaktan çıkmış, tamamıyla kendi içerisine sindirilmiş, bürokratının imza atmaktan çekindiği bir duruma gelmiş. İşte, böyle bir ortamda, tamamıyla güvenini yitirmiş, psikolojik olarak eziklik hisseden bir kurum devralınıp, 2002'nin kasımından 2005'in mayısına geldiğimiz nokta içerisinde, yaklaşık ikibuçuk yıllık süreç içerisinde, çok yoğun çalışmalarla, bilgiye dayanan, deneyime dayanan, tecrübeye dayanan çalışmalarla, bugün farklı bir noktaya, bugün iş üreten, ürettiği işte heyecan yaşayan insanların çalıştığı bir kurum haline dönüştürülmüştür.

Değerli arkadaşlar, işte, tamamıyla, biraz önce söylediğim gibi, hayat damarları durmuş bir bakanlığı, yeniden can veren, hayat veren, heyecan veren, nefes veren ve motive eden bir çalışmayla, bir ekip çalışmasıyla, bilimselliğe dayanan çalışmayla, bilgiye dayanan çalışmayla, deneyime ve tecrübeye dayanan çalışmayla, o 2002 Kasımının öncesinde her ay otomatik olarak elektriğe, doğalgaza zam geldiği günlerden, elektriğin, doğalgazın indirimler yaşadığı dönemlere geldik. Bu bir heyecanın, bu bir çalışmanın, bu bir bilimsel bilgi, tecrübe ve deneyimin eseridir; yani, bu bir tesadüf eseri değildir.

Değerli arkadaşlar, işte bu yeni motivasyonla birlikte, bu yeni heyecanla birlikte, enerji politikalarının yeniden uygulamaya konulmasıyla birlikte, öncelikle, elektriğe gelen zamların durduğunu, bununla birlikte, elektrikteki güç bedelinin kaldırıldığını, TRT payının yüzde 3,5'ten yüzde 2'ye indirildiğini, 150 kilovat/saatin üzerinde yüzde 50 zamlı tarifeye son verildiğini ve dolayısıyla, bundan, gerek ülke ekonomisine gerek enflasyonun düşmesine ciddî anlamda katkılar bulunduğunu ve halkın, enerji üretiminde, elektrik tüketiminde ciddî anlamda rahatlama yaşadığını hepimiz biliyoruz. Bunu, en iyi, bu elektriği kullanan, bu enerjiyi yoğun bir şekilde kullanan halkımız biliyor.

Değerli arkadaşlar, biraz önce, Sayın Eşref Erdem, konuşmasında, enerji güvenliği ve çeşitliliği üzerinde hiçbir çalışmanın yapılmadığı gibi bir iddiada bulundu. Özellikle enerji güvenliği ve çeşitliliği açısından, AK Parti Hükümetiyle birlikte, Enerji Bakanlığımızın, yerli kaynaklara ciddî anlamda önem verdiğini hepimiz biliyoruz. 2003 yılında enerjideki, elektrikteki yerli girdiler yüzde 38 iken, bugün yüzde 50'ye çıktığını; ithal girdiler yüzde 62 iken, bugün yüzde 50'ye düştüğünü de hepimiz biliyoruz.

Yine, özellikle Enerji Bakanlığımızın, yıllardan beridir enerji maliyetinin yükselmesinin en büyük sebeplerinden biri olan kayıp ve kaçakla ilgili olarak yoğun bir mücadele verdiğini, bu yoğun mücadelenin, Türkiye'nin belli köşelerinde, birçok tehdit ve şantaj altında, ama, cesaretle yapıldığını ve yüzde 25 olan kayıp kaçak oranının, bugünlerde, artık, yüzde 18,5'lere kadar düşürüldüğünü... Ve burada yaklaşık 1 katrilyonluk bir ekkaynağın bu şekilde sağlandığı da, yine, Enerji Bakanlığımızın yaptığı çalışmaların arasındadır.

Mobil santrallar durduruldu. Bir zamanlar, hepiniz hatırlarsınız -zaman zaman, espri olarak da, bugün yine konuşulur- bir siyasetçimiz şöyle bir söz sarf etmişti: " Biz, kışın Bulgaristan'dan elektrik alıyoruz, yazın da Bulgaristan bize elektrik veriyor." Artık, ne kışın Bulgaristan bize elektrik veriyor ne de yazın biz Bulgaristan'dan elektrik alıyoruz. Artık, biz, elektrik üretimimizi de, biraz önce söylediğim gibi, yerli kaynaklara yönelmek suretiyle, kömüre ve suya yönelmek suretiyle, kömür ve suyu da kullanmak suretiyle, ithal payını düşürmek suretiyle, artık kendimiz üretiyoruz.

Değerli arkadaşlar, enerji güvenliği ve enerji çeşitliliği açısından yerli kaynaklara önem verdiğimizi belirtirken, burada TTK ve TKİ'nin durumundan da bahsetmeden geçmek mümkün değil. Hatırlarsınız; eminim ki, birçoğunuz bunu mutlaka hatırlayacaktır. Bir zamanlar birileri çıktı "TTK'yı kapatalım, burada somon balığı üretelim" dedi. İşte "somon balığı üretelim, burayı kapatalım" denilen günlerden bugüne, Türkiye'de 22 tane üreticinin 270 000 ton kömür üretimi yaptığı bir yerde, sadece, TTK, ilk üç ayda, 200 000 ton üretim yapmıştır. Bu da, yine, biraz önce söylediğim gibi, bilgiye dayanan, tecrübeye dayanan, bilimsel çalışmaya dayanan bir çalışmanın, bir ekip çalışmasının sonucudur.

Yine, Türkiye Kömür İşletmelerinde de çok başarılı bir üretim, büyük bir hızla devam etmektedir. Özellikle, bir yandan yerli kömür üretimi yapılırken, diğer yandan 1 050 000 ton kömür halkımıza, fakir fukaraya, garip gurebaya dağıtılmak suretiyle, yine, yaklaşık 800 000 ton kömür de piyasaya ucuz bir şekilde satılmak suretiyle, yerli kaynakların önemi ortaya çıkarılmıştır. Bu süreç içerisinde, özellikle TKİ'nin faaliyete yoğun bir şekilde geçmesiyle, yaklaşık 12 000 insanımıza da istihdam imkânı, iş imkânı doğmuştur.

Özellikle, bu süreç içerisinde Enerji Bakanlığımızın yapmış olduğu bir çalışma vardır ki, belki Sayın Bakanımız mütevazılığından bunu anlatmakta eksik kalmış olabilir. Yıllardan beridir her iktidarın yapmaya çalıştığı; ama, özellikle ellerinde var olan birtakım güç odakları sebebiyle şantajlara ve tehditlere boyun eğip yapamadığı ÇEAŞ ve Kepez operasyonlarını, işte bu Sayın Bakanımız ve Sayın Bakanımızın ekibi başarmıştır. ÇEAŞ ve Kepez operasyonlarının detaylarına inmek istemiyorum. Bunlar, günlerce, gerek bu kürsüden gerek basın yoluyla gerekse diğer vasıtalarla... Neydi, ne oldu, nereye geldi, hepimiz bunu biliyoruz. Bu bir yürek işidir, bu bir cesaret işidir, bu bir ekip çalışması işidir. İşte onu da başaran Sayın Bakanımız.

Ben, bugün buraya Sayın Bakanımızla ilgili gensoru gelmesinden ziyade, tebrik edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Belki birçoğunuz, eminim ki, benim fark ettiğim şeyi de fark etmişsinizdir. Benim evim Enerji Bakanlığının yolu üzerinde. Zaman zaman gerek buradaki çalışmalarımız gerek dışarıdaki mesaimiz dolayısıyla gece saat 2'ye, 3'e doğru eve gitmek durumunda kaldığımızda, Enerji Bakanlığının önünden geçerken, saat gecenin 2'sinde, 3'ünde Bakanlık katı olan üçüncü katın ışıklarının yandığına ve Sayın Bakanın, ekibiyle birlikte Türkiye'nin yeni enerji politikalarının üretimiyle ilgili yoğun bir çalışma yaptığına ben şahidim. Eminim ki, buradaki birçok arkadaşımız da buna şahit olmuştur.

K. KEMAL ANADOL (İzmir)- Lambalar açık kalmıştır!

ZEYİD ASLAN (Devamla)- Sayın Anadol, eğer elektriklerin açık kaldığını düşünüyorsanız, o ışığın yandığı bir saatte, isterseniz nöbette bekleyin bir kenarda, lütfen Bakanlıktan içeri girin, oradalar mı, çalışıyorlar mı değil mi, inşallah, kendi gözünüzle görün. (CHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN- Sayın milletvekilleri, lütfen...

ZEYİD ASLAN (Devamla)- Değerli arkadaşlar, Enerji Bakanlığımız, enerjiye ilişkin olayı bir bütün olarak ele almış, doğalgazıyla, kömürüyle, suyuyla, petrolüyle, olayı bir eşgüdüm içerisinde bugüne kadar getirmiş; inşallah, bundan sonra da götürmeye devam edecek.

Şimdi, bu genel girişten sonra, gensoru önergesinin içeriğiyle ilgili de bazı şeyleri sizlerle paylaşmak istiyorum. Bunlardan birincisi -biraz önce de bahsettiğim gibi- Rusya'dan doğalgaz alımıyla ilgili olarak daha önce yapılmış 4 sözleşmenin, 4 ayrı sözleşmenin tek bir sözleşme altında toplanması, 4 ayrı fiyatın tek fiyat haline getirilmesi noktasında, Cumhuriyet Halk Partisinin, kamunun zarara uğratıldığı iddiası.

Değerli arkadaşlar, özellikle, biz bu kürsüden konuşurken, bu kürsüde konuştuklarımızın tutanaklara geçtiğini ve yarın, bir şekilde, başka noktalarda delil olarak kullanılacağını bilmemiz lazım. Bu nedenle de, bu kürsüde konuşurken, sözü, geldiği gibi değil, düşünerek söylememiz lazım.

Sayın Eşref Erdem, biraz önce burada Mavi Akımı savundu "çok ucuz gazdı, bunun fiyatını yükselttiniz" dedi. Ben şimdi soruyorum arkadaşlar: Bu Mecliste bir araştırma komisyonu kuruldu, peşinden de bir soruşturma komisyonu kuruldu. Hepimizin oylarıyla -hepimiz inandık buna- hepimizin, yani, Cumhuriyet Halk Partisi ve AK Partinin ortak oylarıyla Yüce Divana gönderdiğimiz bakanlar oldu bu konuyla ilgili. Yani, eğer, Mavi Akım çok ucuz bir gaz idi de -daha önceki sözleşmede- neden o zaman o insanları oraya gönderdik, neden gönderdik?!

HALİL AKYÜZ (İstanbul) - Siz de gideceksiniz.

ZEYİD ASLAN (Devamla) - Bu nedenle, arkadaşlar, dün yaptığımız ile bugün konuştuğumuz arasında çelişki olmaması lazım. Onun için, bu kürsüye çıkarken ne konuşacağımızı çok iyi bilmek, söylediğimiz sözün nereye varacağını çok iyi hesap etmek durumundayız. (CHP sıralarından gürültüler) Burada, Sayın Eşref Erdem'in konuştuğu bu cümleyi, o bakanlar, geçmiş bakanlar alacak ve Anayasa Mahkemesine -göreceksiniz- buradaki tutanakları delil olarak sunacaklar. Bu nedenle, ben, buraya çıkan arkadaşların, bu konularda daha hassas olması gerektiğine inanıyorum.

Değerli arkadaşlar, Rusya'dan alınan doğalgaz alımıyla ilgili olarak, biraz önce bahsettiğim gibi, 4 ayrı sözleşme tek sözleşme haline getirilmiş, 4 ayrı fiyat tek fiyat haline getirilmek suretiyle uygulanabilir, denetlenebilir bir sözleşme haline getirilmiştir. Şimdi, burada birtakım fiyat farklılıklarından bahsediliyor. Sayın Bakanım olayı çok iyi bilen, konusuna hâkim bir insan olması hasebiyle, bu teknik detaylarla ilgili Genel Kurulu mutlaka bilgilendirecektir. Bu nedenle, benim uzmanlık alanımda olmaması hasebiyle, işin bu teknik boyutuna ben girmek istemiyorum; ama, şunu söylüyorum: Özellikle, bu anlaşmayla birlikte anlaşılabilir, uygulanabilir ve yönetilebilir bir şekle dönüştürülmüştür doğalgaz alımı. İkinci olarak, özellikle al ya da öde limitleri düşürülmek suretiyle, uzun yıllara yayılan taahhütlerden ve ceza ödemelerinden devletimiz kurtarılmıştır. Özellikle, bu al ya da öde limitlerinin düşürülmesi suretiyle kamu hazinesinin uzun yıllara yayılacak yükü hafifletilmiştir. Yine, Turusgaza ödenen ve nereden geldiği belli olmayan "K formülü" diye adlandırılan "+10 dolar" ortadan kaldırılmak suretiyle, ciddî anlamda kamu hazinesi, devlet yarara geçirilmiş, kamu zararı önlenmiştir. Özellikle, bu yeni anlaşmayla birlikte, yeni sözleşmeyle birlikte, Rusya'dan alınan doğalgazın fiyatı, rekabet edilebilir bir hale getirilmiştir. Doğalgazın daha uygun bir fiyatla kullanımı sağlanmış ve bu şekilde de, yerli kaynaklara ağırlık verebilme imkânı doğmuştur. Biraz önce, TTK'dan, TKİ'den bahsettik, kömür üretiminden bahsettik. İşte, bu, al ya da öde limitleriyle birlikte üzerimizdeki yükün hafifletilmesiyle yerli kaynaklara ağırlık verme ve yerli kaynaklardan; kömürden, sudan enerji üretimine, elektrik üretimine imkân sağlamasıyla olmuştur. Bu sözleşmenin revize edilmesi sebebiyle, bugün, kömüre ve suya, yani yerli kaynaklara ağırlık verilebilme imkânı doğmuştur.

İkinci konu -Sayın Eşref Erdem'in vakti biraz sınırlı kaldığı için belki hızlı anlattı- AKTAŞ Elektrik, Kayseri ve Civarı Elektrikle ilgili olarak mahsuplaşma kriterlerinin yeniden gözden geçirilmesiyle ilgili, Sayın Bakanın, bu konuda gerekli çalışmanın yapılması için -artık ona talimat mı dersiniz, olur mu dersiniz, ne derseniz deyin- bir çalışma talimatı vermesi.

Değerli arkadaşlar, 1990'dan 2002 yılına kadar zaman geçmiş, AKTAŞ Elektrikle ilgili, mahsuplaşmayla ilgili herhangi bir sonuca bir türlü varılmamış ya da varılamamış.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Aslan, toparlayabilir misiniz.

Buyurun.

ZEYİD ASLAN (Devamla) - İlk beş yıl bu konu hiç gündeme taşınmamış, sonrasında yargıya taşınmış, sonrasında 1998-2002 ile ilgili olarak yeniden mahsuplaşma çalışmaları yapılmış; ama... Yani, kangren olmuş bir konu. Bu, Ova Elektrik için de geçerli. Gerek Ova Elektrik gerek AKTAŞ Elektrik... Yaklaşık on onbeş yıldan beri kangren olmuş, çözülememiş, sonuç alınamamış bir çalışmayı, Sayın Bakanımız, çözüm üretmek üzere, özellikle Cumhurbaşkanlığı Yüksek Denetleme Kurulu ve Başbakanlık Denetleme Kurulunun raporları ve tavsiyeleri doğrultusunda yeniden gündeme alınmasıyla ilgili komisyon kurdurmuş ve çalışmaları devam ediyor; ama, burada, özellikle 90-97 yargıya taşındığı için, Sayın Bakanımızın bu konunun yeniden açılmasıyla ilgili herhangi bir talimatı ya da oluru yok. Sayın Eşref Erdem bu konuda biraz eksik bilgi verdi.

Her iki konunun da tamamen Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulunun ve yine Danıştayın, özellikle Danıştayın bu konuyla ilgili verdiği bir kararında, Bakanlık tarafından yapılacak uygulamalarda tarifelerin tek taraflı olarak düzenlenmemesi, öncelikle şirketlerle müzakere yapılmak suretiyle hukukî zeminde uzlaşma yollarının aranması kararı, tavsiyesi de dikkate alınarak yapılan bir çalışmadır; uğratılmış bir kamu zararı yoktur. 1990-1997 ile ilgili yargı süreci devam ediyor, diğerleriyle ilgili komisyon çalışmalarına devam ediyor. Komisyonun çalışmalarından sonra da gerekirse yargı süreci açıktır, yargı süreci devam edecek, alınması gereken bir alacak varsa yasal faizleriyle birlikte alınacaktır.

Ben, son olarak, özellikle "kadrolaşma" dendi, bir şeyi söylemek istiyorum arkadaşlar. Devlet memurlarının siyasî partisi olmaz. Düşünen her insanın mutlaka bir fikri, düşüncesi olacaktır; ama, devlet memuru, yaptığı işle ölçülür, ehliyetiyle ölçülür, liyakatıyla ölçülür. Hiçbir kimsenin bir partiye yakınlığının ya da uzaklığının bir ölçüsü yoktur. Hiç kimsenin elinde metre yok. Metreyi alıp, ne kadar uzak ne kadar yakın diye bir ölçüm yapamazsınız. Buna, aynı şekilde, işadamlarıyla, yatırımcılarla ilgili de aynı örneği verebiliriz. Yani, burada "yok efendim, partiye yakın işadamları, partinin yandaşı devlet memurları..." Neyle ölçüyorsunuz allahaşkına? Yok "Cumhurbaşkanı tarafından onaylanmadığı halde ısrarla, vekaletle görevine devam edenler" deniyor. Ben siyasî nezaketi çok iyi bilen, bu konuda da hassas davranan bir insanım. Cumhuriyet Halk Partisinin Sayın Genel Başkanına asla nezaketsizlik yapmak istemem; ama, 1978'de kendisi Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanıyken, müsteşarı da dahil, müsteşar yardımcılarının hangisi asaleten görev yaptı; her biri de vekaleten görev yaptı. Yani, bir şeyi söylerken kendi yaptığımız icraatlara da bakalım. Demek ki, vekil asil gibidir. Biz de vekiliz; vekil asıl gibidir. Sonra, Cumhurbaşkanının onaylamadığı bürokrat bugün dışarıda, onayladığı bürokrat içeride. Nasıl bir ölçü o zaman bu? Yani, ölçülerinizi koyarken çok iyi koymanız lazım.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Aslan...

ZEYİD ASLAN (Devamla) - Son sözlerim.

BAŞKAN - Buyurun.

ZEYİD ASLAN (Devamla) - Ben, şunu ifade etmek istiyorum: Sayın Bakanımızın, yaptığı çalışmalarda, bilimsel bilgiye dayanan, tecrübeye dayanan ve ülkesi yararına bir heyecan içerisinde çalışma yaptığına, bu bahsedilen konulardan hiçbirinin, ülkenin hazinesini zarara uğratmak bir kenara, gelecek zaman içerisinde, hepimizin de göreceği gibi, ülke hazinesine kamu adına yarar ve fayda getireceğine, kâr getireceğine inanıyor; bu vesileyle, gensoruya, Grubumuz adına da kendi adıma da -en azından kendi adıma bunu ifade edeyim, arkadaşlarımı bağlamış olmayayım- hayır oyu vereceğimi belirtiyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Aslan.

Sayın Erdem, söz talebiniz var. Ne için istiyorsunuz sözü?

EŞREF ERDEM (Ankara) - Bana, söylemediğim şeyleri...

BAŞKAN - Bir saniye Sayın Erdem...

Sayın milletvekilleri...

Buyurun.

EŞREF ERDEM (Ankara) - Adalet ve Kalkınma Partisinin Grup Sözcüsü olarak konuşan değerli arkadaşım, benim söylemediğim şeyleri söylemişim gibi bana atfetti; onları düzeltmek istiyorum.

BAŞKAN - Sayın Erdem, İçtüzüğün 69 uncu maddesine göre, çok kısa bir süre için, sataşma sebebiyle, buyurun; yalnız, yeni bir sataşmaya mahal vermemek kaydıyla Sayın Erdem.

VII.- AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Ankara Milletvekili Eşref Erdem'in, Tokat Milletvekili Zeyid Aslan'ın, konuşmasında, ileri sürmüş olduğu görüşlerden farklı görüşleri kendisine atfetmesi nedeniyle konuşması

EŞREF ERDEM (Ankara) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Grup Sözcüsü arkadaşımız Sayın Milletvekili "şimdi, Sayın Eşref Erdem'in söyledikleri Yüce Divanda delil olacaktır" gibi bir şey söyledi. Bir kere, iki dönemi birbiriyle karıştırmayalım. Biz, 2002 Kasım seçimleri sonrasını konuşuyoruz bu gensoruda. Bugün Yüce Divana sevk edilen, Yüce Divanda ifade veren değerli eski 2 bakan, kendi dönemleriyle ilgili icraatlarından ötürü oraya gitmişlerdir. Benim söz konusu ettiğim faaliyetler, icraatlar, zararlar, işlemler, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidara geldikten sonraki dönemle ilgilidir. Dolayısıyla, burayla ora arasında herhangi bir irtibat kurmaya gerek yok.

Yine, Sayın Sözcü, sanki, ben "Mavi Akım ucuzdur" diye övmüşüm. Ben, Sayın Bakanın ifadesini okudum orada. Sayın Bakan, konuşmasında, bir yerde, Sayın Bakan Genel Kuruldaki konuşmasında "o, çok büyütülecek mesele değildir. Bazı kalemlerde şöyle oldu, bazılarında böyle oldu."

Üç rakam söyleyip iniyorum değerli arkadaşlarım, mesele tam anlaşılsın diye.

Batı hattından Gazexportla alınan gazla 36 milyar metreküp alıyoruz, indirim 9,8 dolar, kârımız 356 000 000 dolar; kaydedin lütfen.

Yine, batı hattından Turusgazla alınan gaz 110 milyar metreküptür. Burada indirim 13,8 dolardır; toplam 1,5 milyar dolardır. Batı hattından daha küçük çapta aldığımız, yine, Turusgaz yoluyla aldığımız 2 milyar metreküptür, indirim 24 dolardır. Topladığınızda bunlar 1 931 000 000 dolar ediyor dedim.

Mavi Gaza gelince...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Erdem, Tüzükteki süre belli.

EŞREF ERDEM (Devamla) - Yanlış söyledi, yanlışı düzeltiyorum Sayın Başkan.

Kısa bir süre daha...

BAŞKAN - Kısa bir süre... 2 dakikalık süre verdim Sayın Erdem.

EŞREF ERDEM (Devamla) - Tamam, anladım.

BAŞKAN - Sayın Erdem, 1 dakikada bitirin.

Tüzükte verilen hakkın kötüye kullanılması söz konusu.

Buyurun.

EŞREF ERDEM (Devamla) - Hayır efendim, asla öyle bir niyetim olamaz. Özür dilerim, öyle bir niyetim yok. Ben, burada söylenenleri düzeltmek durumundayım, bana atfedilen şeyleri.

Şimdi, burada, bu anlaşmalardan biri 2011 yılında bitiyor, biri 2021 yılında bitiyor; Mavi Akım ise, bazı hesaplara göre 2028... Ne hikmetse, bilmiyorum, BOTAŞ 2025 diyor. Anlaşma 2003'te yürürlüğe girdiğine göre, yirmibeş yıl süreli olduğuna göre, 2028'de biter. Burada asgarî alım taahhütleri üzerinden -Sayın Sözcünün ifade ettiğini söylüyorum- 245 milyar metreküp alacak, daha yirmibeş yıl alınacak ve burada da zam 1 000 metreküp başına 15,3 dolardır. Burada 3 750 000 000 dolar Türkiye hazinesi zarar görüyor. 3 750 000 000 dolardan 1 931 000 000 doları çıkarırsak, kümülatif rakam 2003 Kasımı itibariyle 1,8 milyar dolardır; ben, bunun dışında bir şey söylemedim.

Sayın Başkana söz verdiği için teşekkür ediyorum, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Erdem.

Birleşime 5 dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 15.00

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 15.10

BAŞKAN: Başkanvekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 100 üncü Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

Gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmayacağının öngörüşmelerine devam ediyoruz.

VI.- GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE

MECLİS ARAŞTIRMASI (Devam)

A) ÖNGÖRÜŞMELER (Devam)

1.- Ankara Milletvekili Eşref Erdem ve 23 milletvekilinin, sorumluluğunun gereğini yapmadığı, yetkilerini aştığı, hazineyi zarara uğrattığı ve görevini ihmal ettiği iddiasıyla Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi Güler hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/2) (Devam)

BAŞKAN - Hükümet adına, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler.

Buyurun Sayın Bakan. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Sayın Bakan, konuşma süreniz 20 dakikadır.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün, Türkiye Büyük Millet Meclisindeki bu oturumu tarihî bir oturum olarak kabul ediyorum ve yolsuzluklarla mücadelede de bir dönüm noktası olmasını diliyorum.

Önce, Cumhuriyet Halk Partisine teşekkür ediyorum, böyle bir konuyu gündeme getirdiği için; çünkü, biz, bu konuyu yeterince anlatmadık; çünkü, zaten görevimiz olarak kabul ediyorduk iyileştirmeleri ve iş yapmaktan da bunu anlatmaya pek fırsatımız olmadı. Mademki bu konuyu getirdiler, detayıyla, akıllarda en ufacık bir istifham kalmaması için de bütün açıklamaları burada yapacağım, bu da zaten benim görevim. Aslında, bu, bir savunma konuşması değildir; bu, milletime bir açıklama konuşmasıdır, sadece Büyük Millet Meclisinin değerli milletvekillerine değil, aynı zamanda, halkımıza, milletimize olan bir açıklamadır, daha da ötesi, bazılarına bir meydan okumadır, bunu da özellikle ifade etmek isterim; çünkü, burada, zamanla sınırla herhangi bir şey açıklığa kavuşmamalı diye düşünmüyorum, mutlaka açıklığa kavuşmalıdır; hatta, ben, Sayın Eşref Erdem'e, mümkün olsaydı da istediği kadar konuşma fırsatı verilseydi diye düşünüyorum; ancak, anladığım kadarıyla İçtüzük meselesi böyle. Ben, geçen sefer de, bu kürsüden, isterseniz herhangi bir zamanda isterseniz sabaha kadar oturalım, bunu açıklayalım, açıklığa kavuşturalım istedim. Buna da, hepiniz şahitsiniz. Çünkü, burada yapılan şey kolay bir iş değildir; tam anlamıyla bir enerji diplomasisi sürdürülmüştür, milletimizin hakkı hukuku gözetilmiştir. Tabiî, bunları size ifade edeceğiz.

Yalnız, şunu size tekrar belirtmek, bir Alman atasözünü hatırlatmak isterim: "Koyun olmayı seçen, kurtlara yem olur." Dolayısıyla biz, çok ciddî, çok kararlı olarak bu işlerin üzerine gideceğiz. Bunu, zaten, görevimiz olarak da görüyoruz.

Bu açıklamayı, ben, milletimize, yolsuzluk, usulsüzlük ve hırsızlıkların, hortumların mekanizmasını kolay algılaması, bu bakımdan işbirliklerinin nasıl yapılabildiğini ibretle izlemesi ve önlemesi için bir altyapı açıklaması, hazırlığı olarak sunuyorum.

Ben, sadece bir bakan değilim; sahasında uzman sayılan biri sayılırım ve ülkeme ve milletime faydalı olmak için de, sıradışı bir ekiple, sıradışı bir çalışma yapıyoruz. Ekibimiz, gerçekten büyük bir özveriyle çalışıyor. Biraz önce, Zeyid Bey, çok özel seçtiği kelimelerle bizim geç vakitlere kadar çalıştığımızı söyledi; gerçekten de öyle çalışıyoruz. Çünkü biz, bir şey olmak için değil, bir şey yapmak için geldik iktidara. Bu çok önemli. Biz, bir şey olmak için değil, bir şey yapmak için geldik ve bunu da yapıyoruz. Göreve geldiğimizde kucağımızda bulduğumuz sorunlar yumağını da, cesaretle çözmeye çalışıyoruz.

Bu bakımdan, ben, bir mühendis olduğum için de, sizleri iknaya çalışmayacağım, ispat edeceğim. Bunu da, açıkça söylüyorum. Eğer ikna olmayanlar varsa, onlara da, buradaki sınırlı zamanımın dışında, her zaman için açıklamaya hazırım. Burada, sadece size değil, 70 000 000 vatandaşımıza da bunu açıklamakla kendimi sorumlu hissediyorum. Bunu da, inşallah başaracağız.

Bir başka şey daha söyleyeyim; çünkü, bunlar, temelidir işin. Bizim yöneticilik anlayışımızda, bir "yap"ları yapanlar vardır; bir de "yapma" denilenlerin dışındakileri yapmak vardır. Tekrar ediyorum: Görevlerini "yap" diye bahsedilen bir görevler dizisi vardır, bunların zaten yapılması lazım. Ben, "yapma"ların dışındakileri de yapan bir yöneticiyim. Onun için de, derinlemesine işin içine giriyoruz. Belki de, bu, birazcık da ar-geciliğimizden gelen bir şeydir. Bunun üzerine bizzat kendim gidiyorum, operasyonların içinde de bizzat bulunuyorum. Zaten, bu operasyonların içinde bulunmazsanız, olayı anlayamazsınız; çünkü, çok profesyonelce yapılmış bu işler. Eğer işin içine dikkatle girmezseniz, ciddiyetle girmezseniz, bunları çözemezsiniz. ÇEAŞ-Kepez bunlardan bir tanesidir. Bu operasyonu, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığında bir kriz merkezi oluşturarak yürüttük ve orada 11 baraj, 43 trafo merkezine -ki, 2058 yılına kadar bu elde olacaktı- bir kanunsuzluğa, bir yasadışılığa engel olduk ve bunu başardık ve en ufacık bir problem de olmadı. Aksi takdirde, 7 tane vilayette, şu anda çok farklı bir enerji uygulaması olacaktı, hem turizm bölgesi hem sanayi bölgesi; dolayısıyla, bunun üzerine ciddiyetle yürüdük.

Aynı şekilde, bu Mavi Akım meselesinde de... Size şunu kesinlikle ve çok net olarak ifade edeyim ki, buradaki mesele Mavi Akım değildir; esas, Turusgazdır. Ben, esas, sizden, bunu sormanızı beklerdim. Mavi Akım meselesinde, aslında, Cumhuriyet Halk Partisi, belki de bilmeyerek diyeyim -bilerek diyemem; çünkü, böyle bir şey nezaketsizlik olur- elden ele dolaştırılan bir doküman dizisini, burada, biraz da tabiî kendileri de üzerine koyarak, muhtemelen, sunduklarını zannediyorum; çünkü, daha evvel bu bilgi bize geldi; fakat, bu olay, aslında, keşke Turusgaz meselesiyle birlikte ele alınsaydı çok daha kapsamlı olurdu diye düşünüyorum; çünkü, biraz sonra onun detayını vereceğim size.

Şimdi, buradan başka bir noktaya geleyim. Hesap soruluyor olmak, bizi hiçbir zaman ürkütmez; çünkü, biz, hesap soruşları bizzat başlatmayı bilmiş bir ekibiz. En başta Sayın Genel Başkanımız olmak üzere, Başbakanımız olmak üzere bütün Hükümet üyelerimiz ve bütün milletvekillerimiz, Sayın Başbakanımızdan önce Abdullah Gül Beyin Başbakanlığı döneminde de başlattığımız çalışmalarla çok kararlı olarak bu olayların üzerine gittik. Dolayısıyla, bizim, hesap sorma noktasında kesin kararlılığımız vardır; çünkü, ayrıca, hesap verme noktasında da, bizim inancımıza göre, bu dünyayla, bizim hesap vermemiz bu dünyayla da sınırlı değildir. O bakımdan, biz, hem bu dünyada hem öbür tarafta hesap vereceğimizi bilerek daha hassas çalışırız.

TUNCAY ERCENK (Antalya) - Önce bu dünyada hesap verin.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Hesap sormayı amaçlayan...

RASİM ÇAKIR (Edirne) - Dokunulmazlıkları kaldırın o zaman Sayın Bakan.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Hepsini izah edeceğim. Eğer sabrederseniz, hepsini size çok detaylı izah edeceğim; çünkü, hazırlıklarımız var, merak etmeyin; yani, bunlarla sizi rahat ettireceğiz, merak etmeyin.

Şimdi, hesap sormayı amaçlayan bugünkü gensorunun arka planını iyi görmek gerekir; çünkü, burada, birincisi, Hükümetimizin ve aynı zamanda da aktif bir rol alan Bakanlığımızın önünü kesme olayıdır; birincisi bu. İkincisi de, belki, tıkanan siyasete veya bazı muhalefet aktivitelerine, tıkanan aktivitelere hareket getirmektir; bu olabilir diye düşünüyorum.

Şimdi, burada, kendisinden beklenen... Ben, aslında, muhalefetten şöyle bir şey beklerdim: Daha özenle hazırlanılmış, daha detaylı hazırlanılmış bir çalışmayla ortaya çıkılmasını beklerdim. Daha evvelki çalışmalarda proje hazırlıkları gibi, diğer birtakım derinlemesine yapılmış çalışmalar gibi bir çalışma beklerdim; fakat, bu özenli çalışmayı göremedim. Hakikaten, neyle suçlandığımı ben de açıkçası bilmiyorum; ama, yine, ben, bildiklerimi sizlere ifade etmek istiyorum. Çünkü, biraz önceki, şu rakamla öbür rakamı çarpıp aradan bir de çıkarma... Bu, bir toplama-çıkarma işlemi değil; eğer bu kadar basit olsaydı, bu kadar fast food muhalefet yaklaşımıyla eğer olaylar çözülmüş olsaydı, o zaman, bize hiç gerek kalmazdı, bu araştırmalara da hiç gerek kalmazdı.

Şimdi, biz, belki de, burada, bazı işleri anlatmakta, birtakım şeyleri, iyi beceremiyor olabiliriz; çünkü, işte, enerji fiyatları, işte, kömür dağıtmalar, işte, düşük enflasyon, işte, duble yollar,  toplukonutlar; bunlar, bizim faaliyetlerimiz; ama, laf aramızda sayın arkadaşlar -özellikle sizlere söylüyorum, kendi adıma da söylüyorum- biz, daha çok, bu sözün işe dönüşmesi işini iyi yapıyoruz da, özellikle işin söze dönüştürülmesini iyi beceremiyoruz; yani, sözün işe dönüşmesini yapıyoruz; ama, işin söze dönüşmesini beceremiyoruz. Bunda mutlaka bizim eksiğimiz var, bunu iyi çalışmamız lazım. Yoksa, böyle bir özensiz çalışmaya karşı, belki de bu kadar zamanımızı harcamamamız gerekirdi; bunu anlatmamız lazım.

HASAN ÖREN (Manisa) - Onbeş dakika geçti, bir şey anlamadık daha Sayın Bakan.

AHMET ERSİN (İzmir) - Hiçbir şey anlamadık Sayın Bakan.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Şimdi, yani, açıkçası, pazarlamayı pek bilmiyoruz; ama, bunları da becereceğiz. Hatta, ben kendi adıma söyleyeyim; bunları söylemeyi, aldığımız terbiyeden dolayı, aslında, biz, bunları -çünkü, görevimiz olduğu için- anlatmayı bile bazen ayıp gibi filan zannediyoruz. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AHMET ERSİN (İzmir) - Hep havadan sudan bahsettin Sayın Bakan.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Şimdi, geleceğim... Olacak bunların hepsi... Bakın, rahat rahat...

AHMET ERSİN (İzmir) - Biz rahatız... Konuya gelin, konuya...

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Sabır, sabır...

Bu neye benziyor biliyor musunuz; adamın  bir tanesine yel değirmenini anlatıyorlarmış...

BAŞKAN - Sayın Bakan, bir saniye...

Sayın milletvekilleri, hatibe niye müdahale ediyorsunuz?! Lütfen...

Buyurun Sayın Bakan.

AHMET ERSİN (İzmir) - Efendim, hep havadan sudan bahsediyor.

HASAN ÖREN (Manisa) - Ciddî suçlamalar var, onlara cevap verin.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Sayın Başkan, sayın milletvekilimizin durumu bana bir şey hatırlattı. Adamın bir tanesine yel değirmenini anlatıyorlarmış. Defalarca anlatmışlar "anladım" diyormuş "tamam, bu bir yel değirmeni, güzel; ama, suyu nereden geliyor" diyormuş. Yani, anlatıyorlarmış anlatıyorlarmış; yani, bu bir yel değirmeni; ama, suyu... Yani, şimdi, biz, bu Mavi Akımı anlatacağız, müsaade ederseniz...

ZEKERİYA AKINCI (Ankara) - Onbir dakika oldu; daha bir şey duymadık Sayın Bakan.

AHMET ERSİN (İzmir) - Anlatmadınız ki!.. Söylemediniz...

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Gelecek...

Bakın, bunların hepsi birbiriyle ilişkili; yönetim anlayışıdır bu. Bu yönetim anlayışının temelini bileceksiniz ki, olayı iyi analiz edebilesiniz. Aksi takdirde, bakın, savaşlara sebep oluyor enerji, savaşlara sebep oluyor... Bakın, gensorulara sebep oluyor. Bunu size anlatmazsam, siz o zaman evinize ikna olmadan gitmiş olursunuz; o yanlış olur. Tamam mı; onun için... Sabır... Her şeyin esası sabır.

NECATİ UZDİL (Osmaniye) - Sabaha kadar anlat...

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Şimdi, özellikle benim burada üzüldüğüm nokta -tekrar tekrar söyleyeyim; geçen sefer de biraz sinirlenmemin sebebi şuydu; şimdi, bunu gülerek anlatıyorum- sizin ile bazılarının aynı kareye girmesine gönlüm razı olmuyor; bütün mesele bu. Esas söylemek istediğim, sizin ile bazı suçlananların aynı kareye girmesine gönlüm razı olmuyor. Bakınız, benim dedem de cumhuriyetin ilk milletvekillerindendir, Cumhuriyet Halk Partisi milletvekili olarak girmiştir; kayınpederim de öyle.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Onlarda bir yanlışlık yok.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Yani, ben, aslında, Cumhuriyet Halk Partisinin böyle bir kareye girmesine gönlüm razı olmuyor. Bütün mesele bu. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Şimdi, gelelim şeye... Bakınız, ben, aslında, bu konuyu belki de gensoruya gerek kalmadan, Sayın Baykal'a eski bir Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı olarak, anlatmak için başvurdum, randevu istedim; dedim ki, bu olayın inceliklerini, detaylarını, eski bir Enerji Bakanı olarak -çok emeğiniz geçti, o günleri hatırlıyoruz, büyük gayretleriniz oldu- bu konuyu size arz edeyim, anlatayım. Belki buna birtakım şeylerin incelikleri sebebiyle de anlatma fırsatımız olur, arka planını görürsünüz diye düşündüm; ama, bu fırsat bir türlü olmadı. Ama, sağlık olsun. Sağlık olsun; çünkü, demek ki, bugünü bekliyormuş olay.

Şimdi, buradan şuna geçmek istiyorum. Biz, aslında, bir ekibin tasfiye edilme olayını burada tartışıyoruz. Bütün mesele bu. Bir ekip var, yanlış yapan; bu yanlış yapan ekibin tasfiyesi meselesidir bu ve bu yapı öyle taşlardan oluşmuş bir durumdadır ki, vurunca hepsi etkileniyor. Bütün mesele bu ve bir taş yıkılınca da diğerlerinin de yıkılacağını da biliyorlar; onun için direniyorlar. Bunu özellikle ifade etmek istiyorum; çünkü, ya faul yapıyorlar veyahut da belden aşağı vurmak durumunda kalıyorlar; ama, korkunun ecele faydası yok. Bunu kesinlikle biliyoruz.

Şimdi, Türkiye'de sorunların temeline indiğimiz zaman bunların sayılarının çok olmadığını, ancak çarpıla çarpıla büyüyüp şekil değiştirdiğini görüyoruz. Yani, bir yerde şöyle ifade edeyim: Bir ara meşhur bir film vardı, İyi, Kötü, Çirkin diye. Mutlaka bilirsiniz. Türkiye'de iyiler var, kötüler var, bir de çirkin politikayla bu işlere girenler var.

MEVLÜT COŞKUNER (Isparta) - Sayın Bakan, konuyu anlatmıyorsunuz!

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Ona geliyoruz; biraz daha, biraz daha sabır.

Şimdi, onun için, mutlaka, hani bütün iyilerin birleşmesi lazım. Yani, sizlerle beraber hareket edeceğiz; yani, Cumhuriyet Halk Partisinin özellikle yolsuzlukların üzerine nasıl ciddiyetle gittiğini biliyoruz. Onun için, birlikte hareket edelim diye zaten bütün bu ön girizgâhı size yapıyorum. Yoksa, bu kötülerle işimiz çok. Sayıları çok değil aslında bunların, sayıları çok değil; ona emin olun; ama, şimdi, atın üzerindeki sinekler gibi. Ben, atın vurulmaması için gayret ediyorum. Burada sinekleri vurmak mesele değil. Onun için, çok büyük bir hassasiyet istiyor. Bunun içinde petrol kaçakçılığı var, bunun içinde elektrik hırsızlığı var, bunun içinde doğalgaz anlaşmaları var, yap-işlet-devretler var; ama, biz, ahdettik, bunların üzerine çok ciddî olarak gideceğiz. 

Şimdi, şu meşhur şeye gelelim. Biraz önce, Sayın Eşref Erdem bir formülden bahsetti. Dikkat ederseniz, bu, uzunca bir süredir, sıfır mıdır, 1 midir, F0 mıdır, F1 midir; yani, Spor Toto oynar gibi, böyle konuşulup duruyor. Bunun aslı faslı nedir; size biraz anlatayım bu konuyu; çünkü, böyle bir basit aritmetikle, yani, ilkokul aritmetiğiyle, 3 ile 5'i çarpıp, ondan öbürünü... Yani, iki işlemlik bir olay değil, basit bir aritmetik meselesi değil.

Bu iş, aslında, doğalgaz piyasası, 500 milyar dolarlık bir piyasa, yıllık 500 milyar dolarlık bir piyasa. Şimdi, böyle bir piyasa, gelişigüzel, sıfır mı olsun, 1 mi olsun, sıfır mıydı, 1 miydi, basit hesaplarla izah edilmeyecek kadar bir teknik ve bilim.

Önce, şöyle söyleyeyim, şöyle bir formül var; dikkatli bakarsanız.

AHMET ERSİN (İzmir) - Başbakana niye gösteriyorsun, bize göster.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Şimdi, bu formülün bir PN'si var -toplam fiyatı- başında, parantezin dışında bir P0'ı var -baz fiyat- bir de w1, w2, w3 diye bahsedilen ve yüzdelerin birbirine bölünmesiyle çıkan bir formül var. Bu formülün... Bu, bayağı bir bilimdir, tekniktir; çünkü, 500 milyar dolarlık her yıl bir piyasası var ve bu anlaşmalar da yirmibeş senelik, otuz senelik anlaşmalar.

Şimdi, böyle bir durumda, önce parantezin içinin 1 olması lazım, parantezin içinin 1 olması lazım; yani, belki bunu inceleme fırsatınız olmadı; benim açıklamamı da, o fırsatı da kaçırdınız. Hiç olmazsa, burada, ben, size anlatayım.

EŞREF ERDEM (Ankara) - Burada da komple hesap var. Bu da bilim teknik; böyle yapılmış.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Ben, size göndereceğim, onların hepsini izah edeceğim. Öyle türemez o rakamlar. Bu, bilim teknik... Ben de fena bir uzman sayılmam; çünkü, doğalgaz üzerinde biraz çalışmışlığım var. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Şimdi, bakın, elinize aldığınız formülü, önce baz fiyatıyla beraber, anlaşmaya başlandığı zaman bir sıfırlarsınız, hani kilometrenin sıfırlanması gibi, ondan sonra işe başlarsınız; çok önemli bu. Bakın, bunun 1 ettiğini belki de şimdi yeni duyuyorsunuz. İkinci olarak, buradaki w1,w2,w3'ten wn'ye kadar giden sayının da 1 olması lazım. Önce bir sıfırlayacaksınız bu işi, ondan sonra başlayacaksınız kronometreyi saymaya veya doğalgaz metresinin saymasına başlayacaksınız. Bunun içinde kimyasal kompozisyon var, sıcaklığı var, içindeki empriteler var vesaire vesaire vesaire. Bu bir ilim; yani, bu öyle basit bir aritmetikle, 3 ile 5'i çarparak 2'yi çıkararak ortaya çıkan bir şey değil.

Bir başka şey daha anlatayım size. Bir de, burada, pay ve paydanın aynı cins olması lazım. Ben, size, birazcık da kolay anlaşılsın diye, cola, fanta ve sprite'la bunun bir şeyini yapmak istedim. Şöyle söyleyeyim...

HASAN ÖREN (Manisa) - Kimse anlamasın diye...

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Bakın, söyleyeyim, izah ediyorum, çok kolay anlaşılsın diye yapıyorum.

Şimdi, buradaki pay ve paydada kutu cola bölü kutu cola olacak, fanta bölü fanta olacak, sprite bölü sprite olacak. Alttaki paydadaki şey de, o günkü anlaşmadaki fiyatıdır, ona da sıfır diye başlanıyor. Üstüne koyduğunuz rakam da, zamanla değişen rakamlar oluyor. O zaman bu izahattan sonra şuraya geçeyim: Önce içinde yüzde 1 kükürt olan fuel-oil alırsınız, alttaki sıfırdır, ondan sonra gazyağını alırsınız, altta yine sıfırlı olanı koyarsınız ve ondan sonra da hesap yaparsınız.

Şimdi, bu işin usulü bu; ama, buna eğer bilim demezseniz, teknik demezseniz biraz mahcup olursunuz; çünkü, söylediğiniz şeyler özenle çalışılmamış bir dosya, onu demek istiyorum. Biz, muhalefetten, daha ciddî çalışmalar bekliyoruz; çünkü, siz kuvvetli olursanız, biz de kuvvetli oluruz. Siz bize yol gösterirseniz, biz daha çok dersimizi çalışırız. Ben okulumdan hatırlarım, sınıfım kuvvetli olduğu zaman ben daha kuvvetli oluyordum ve daha çok gayret sarf ediyordum; ama, şimdi, siz böyle özensiz çalışmalarla karşımıza çıkarsanız, heves kalmaz bizde yani. (AK Parti sıralarından alkışlar; CHP sıralarından alkışlar [!])

Şimdi gelelim ikinci şeye. Bakın, elimde Cumhuriyet Halk Partisinin hazırladığı bir dosya var; Avukat Sayın Erbaşar Özsoy'un hazırladığı rapor. Aslında, şimdi, ben hemen birinci sayfasını açtım -bunu bana verdiler- bir baktım ki, şöyle birinci cümleyi okuyunca, yahu dedim, burada, şimdi, inanamadım yani... Böyle bir çalışmayı nasıl Anamuhalefet Partisinin, hem de iddiayla, işte Sayın Baykal'ın: "Hilmi Güler'in peşini bırakmayacağız. Enerji Bakanı şöyle yaptı, böyle yaptı" dediği şeyi bir inceledim ben nasıl oluyor diye. Sayın Baykal da burada.

Sayın Baykal, bu hazırlanan dosyada, daha 1 inci...

 (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

EŞREF ERDEM (Ankara) - Bitti... Bitti...

BAŞKAN - Sayın Bakan, toparlayabilir misiniz.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Sayın Eşref Erdem, yani, değil mi? Ben de zaten oradan dedim istediğiniz kadar konuşun diye.

EŞREF ERDEM (Ankara) - Konuşuruz...

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) -  Ben de, aslında, size istediğiniz kadar süre vermek isterdim; çünkü, bu, önemli bir konu.

Bakınız, ben daha burada -okumayayım, zabıtlara geçmesini dahi arzu etmiyorum; onun için okumayayım- daha 3 üncü maddedeki cümleyle ben sizin bu görüşünüzü çürütüp, hemen yerime oturabilirim yani; çünkü, diyorsunuz ki: "Bunu zaten Cumhur Ersümer değiştirdi." Bu kadar basit, yani, başkasının düzelttiği şeyin hesabını ben veriyorum burada. Yani, böyle bir şey olamaz. Yani, ben şimdi aslında bunu dedikten sonra yerime oturabilirim. İnceleyin lütfen... Yani, bir şey yapılmamış burada. Başkasının yaptığı şeyi, başkasının düzelttiği bir formülü, burada... Yani, başkasının yediği yemeğin faturasını bana kesiyorsunuz. Bir şey yemişler, onun faturasını bana kesiyorsunuz; bu çok önemli bir şey yani.

TUNCAY ERCENK (Antalya) - Okey de oynamışlar, sadece yemek değil!

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Başkasının yediği şeyin hesabını bana kesmeyin; bu bir. Ben ne yaptım; onu size anlatayım.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Anlatın lütfen; süre bitti.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Şimdi, burada değerli milletvekilleri, değerli muhalefet, sayın milletim; yani, özellikle milletin de bunu duymasını istiyorum; çünkü, bu işin çok şarkısını söylediniz; ama, bu işin bir aslını öğrenin; güftesi nereden geldi, besteyi kim yaptı; bunu bir görün.

Şimdi, bu işin aslı faslı Turusgazdır. Niye Turusgazın lafını hiç etmiyorsunuz; niye etmiyorsunuz?! Yani, ben, bununla ilgili çok soru çıkarırım size; ama, niye etmiyorsunuz, lütfen, bir inceleyin. Eğer inceleyecek zamanınız yoksa, ben size yardımcı olurum.

İkinci bir nokta, size bir misal vereyim; bakınız, lütfen, bunu dikkatli dinleyin: Şimdi, bir anlaşma düşünün; Mavi Akımı konuşalım sizinle, Mavi Akımı konuşalım. Bir anlaşma düşünün ki, bu anlaşmanın en önemli maddesi ne olur; bir satın alma işindeki en önemli madde nedir?! (AK Parti sıralarından "fiyattır" sesleri) Fiyattır; evet, çok iyi, gayet tabiî; fiyattır. Peki, şimdi, daha ilk faturanın yazılışında bir itiraz olup da tahkime kadar gidiliyorsa, o zaman neyin üzerinde anlaştı bu adamlar?! Düşünün şimdi, bir anlaşma var ve anlaşmanın daha ilk faturasında hemen itiraz olmuş. Peki, neyin üzerinde anlaşmışlar?! Şu Rusları filan da bir alsanız da, bu anlaşmayı ilk yapanlarla beraber bir gelseler de, bize bir zahmet anlatsalar bunu. Bakınız, daha fiyatı bile tartışmalı olan, fiyat formülü dahi tartışmalı olan bir anlaşma yapılmış; birincisi bu.

İkinci bir şey size sormak istiyorum. Şimdi, diyorsunuz ki: "Mavi Akım ucuzdu." Size bir mantık sorusu: Mavi Akım ucuzdu da, diğer üç pahalı anlaşmayı kim yaptı o zaman?!

EŞREF ERDEM (Ankara) - Kimse Mavi Akıma ucuz demedi!

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Niye onlara hesap sormuyorsunuz?!

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Ucuzdur diye kim dedi?!

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Siz diyorsunuz; hani, ben pahalılandırdım ya! Şimdi, ben eğer pahalılandırdıysam...

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Mavi Akım ucuzdur diye kim söyledi?!

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Hayır, hayır; bakın, biraz düşünün; ama, bakın, söylediğinizi de bir düşünün; yine o yel değirmenine benzemesin iş.

Şimdi, bakın, Mavi Akım ucuzmuş da, ben pahalılandırdıysam, o zaman, diğerleri pahalı olmuş oluyor; bu pahalı anlaşmaları kim yaptı?!

Üçüncü bir noktaya gelmek istiyorum size.

YÜKSEL ÇORBACIOĞLU (Artvin) - O zaman, Anayasa Mahkemesine gider Sayın Bakan.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Hayır, hayır... Bakın, bir başka şey; 2 tane, aynı sayılı, aynı tarihli farklı anlaşma size neyi ifade eder; aynı sayılı, aynı tarihli, iki farklı anlaşma, size neyi ifade eder?!

HASAN ÖREN (Manisa) - Bize soru sormaya mı geldiniz, açıklama yapmaya mı?!

BAŞKAN - Lütfen, sayın milletvekilleri...

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Bakın, geçen seferki ithamda, biraz ders çalışılmamış olduğunu gördüm; çünkü, iddialar çok gelişigüzeldi, çok özensizdi. Biz, sizden daha özenli çalışmalar bekliyoruz. Yani, ben, size bunları söylüyorum ki, bir daha inceleyin de, belki bir gensoru daha verirsiniz! Belki, bir gensoru daha verirsiniz!.. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Devam ediyorum...

AHMET ERSİN (İzmir) - Esasa gelin, hep etrafından dolaşıyorsunuz Sayın Bakan.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Burada, hep, peş peşe zaten bunlar.

Şimdi, resmin tamamını görmek çok önemli. Turusgazda, aslında, biz, bir çalışmayı ortaya koyduk ve bunu Anayasa Mahkemesine sunduk. Zaten, orada çalışmalar yapılıyor; fakat, burada, size verilen dosyayla, aslında, bu çalışmayla, bize yaptığınız, şu önergeyle, birtakım şeyler gizlenmeye veya bulutlanmaya başlatılıyor. Bütün mesele bu. Yani, burada, ister istemez, aynı resim karesine girme meselesi var; ama, biz, dosdoğru yürüdüğümüz için, birtakım eğrileri ister istemez keseceğiz. Bunda kararlıyız ve bunun için de ciddî bir şekilde gidiyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Bakan...

AHMET ERSİN (İzmir) - Süre bitti...

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Ama, bunlar can alıcı şeyler...

AHMET ERSİN (İzmir) - Esasa gelin...

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Şimdi, bir başka şey daha soracağım, sizlerin çok iyi bildiği bir konu: Kanun mu daha önceliklidir, yoksa Bakanlar Kurulu mu? Bir anlaşma düşünün ki, önce Bakanlar Kurulu kararı alınmış, sonradan... Pardon; önce kanun yapılmış, sonra Bakanlar Kurulu kararı alınmış. Bunu, lütfen, bir inceleyin ki, dosyanız tam olsun da, bizim karşımıza biraz daha konuyu çalışmış olarak gelirsiniz.

EŞREF ERDEM (Ankara) - Anlaşmayı gizliyorsunuz, vermiyorsunuz ki bize!

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Şimdi, bu anlaşmaların hepsini, biz, bütün delilleriyle beraber sunduk. Zaten, benim görevim, artık, polislik olmamalı, dedektiflik olmamalı; çünkü, bizim, başka yatırımlarımız var; bir Bakû-Tiflis-Ceyhan Projesi var. Bu Bakû-Tiflis-Ceyhan Projesi dev bir proje ve biz, bunu yüzde 2 iken aldık ve şu anda toparlıyoruz; 1 760 kilometredir ve inşallah, 25 Mayısta da, bir dahaki hafta, bunun törenine Sayın Cumhurbaşkanıyla beraber katılacağız. Onun dışında, Yunanistan ile Türkiye'yi bağlıyoruz; o da 25 Haziranda olacak. Bunlar, aynı zamanda yürüyen çalışmalar.

Şimdi, burada, tekrar tekrar, Turusgazın üzerine eğilmenizi ve bu noktada, bizlerle beraber ortak çalışmanızı özellikle bekliyoruz.

Onun dışında, iki tane de aksesuar konu koymuşsunuz. Onlardan bir tanesi ova meselesi, diğeri de Aktaşla beraber Kayseri Elektrik meselesi; zaman olursa onu da anlatırım. Önce, şu eleman meselesi; biraz önce, Sayın Baykal ve sayın konuşmacılar bunu ifade ettiler. Ben, Sayın Baykal'ın dönemine şöyle bir göz atayım dedim, baktığım şeyler çok ilginç, müsteşarı dahil, bütün müsteşar yardımcıları vekâleten; yani, enteresan bir şey.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Cumhurbaşkanından mı dönmüş?

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) -  Aslında, ben bunu yadırgamıyorum; çünkü, vekil de asilin aynısıdır. Biz de milletin vekili değil miyiz; milletin aslı burada yok, biz de onun vekiliyiz. Dolayısıyla...

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Cumhurbaşkanından mı dönmüş?

BAŞKAN - Sayın Anadol...

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Haa, Cumhurbaşkanından dönmeye gelince; o arkadaş, hem de savcı tarafından serbest bırakıldı; yani, şu anda dışarıdan devam ediyor; bunu da özellikle bilesiniz.

Ben, zaten, Enerji Bakanlığının böyle bir durumu olduğunu baştan bildiğim için, buraya şöyle birini getirmek istedim müsteşar yardımcısı olarak; doktorasını yapmış, işletme doktorası olan ve aynı zamanda da Interpol daire başkanlığı yapmış, kaçakçılık daire başkanlığı yapmış, hukuk okumuş pırlanta gibi bir adamı getirmek istedim; çünkü, ben, Enerji Bakanlığının backraundunu biraz biliyorum, buna hazırlıklı olalım diye; ama, olmayınca, tasvip görmeyince, o zaman iş başa düştü, ben de ar-geci olduğum için biraz detayına girdikçe, böyle acayip acayip şeyler çıktı.

Bu arada, size şunu söyleyeyim: Yahu, şu saymanları falan da iyi seçin; yani, biraz bakın bazı şeylere; çünkü, yarın, bazı noktalarda sürprizlerle karşılaşabiliriz; çünkü, saymanlık konusu da önemli bir konudur. Bunu da böylece hatırlatmış olayım. (AK Parti sıralarından alkışlar)

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Kaldırın dokunulmazlığını, biter.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Ayrıca, size şunu söyleyeyim, burada birkaç tane de not var.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Saymanın dokunulmazlığını kaldırın o zaman; oy verin.

AHMET YENİ (Samsun) - İstifa etsin!..

BAŞKAN - Sayın Bakan...

RASİM ÇAKIR (Edirne) - Sizi Yüce Divan bile kurtaramaz Sayın Bakan.

ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Hodri meydan...

BAŞKAN - Bir saniye sayın milletvekilleri!..

Teşekkür için son 1 dakika Sayın Bakan.

RASİM ÇAKIR (Edirne) - Kaldırın dokunulmazlığı madem öyle.

ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Hikâye o, hikâye...

AHMET YENİ (Samsun) - Milletvekilliğinden ayrılsın!..

ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Senin aklın ermez bu işlere! Albarakacılığa benzemez!..

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Size şunu da ifade edeyim elemanlar meselesinde: Sayın Hüdai Oral ile Cahit Kayra dönemi hariç, bütün Enerji Bakanlarını biraz inceledim; çünkü, dün bilinci, bizim kadar size de lazım ve o dönemde Cahit Kayra'nın "38 Kuşağı"nı okumanızı özellikle öneririm, rahmetli Örsan Öymen'in "Politika Kazanı"nı okumanızı arzu ederim; ayrıca, Hasan Pulur'un... Çünkü, o devirde hafızamızı bir tamamlamamız lazım.

RASİM ÇAKIR (Edirne) - Sayın Bakan, gensoru görüşülüyor burada, kitap söylemeyin lütfen, gensoru görüşülüyor!

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Gensoruda eleman meselesi var; bunlar gensoruyla ilgili de onun için diyorum.

RASİM ÇAKIR (Edirne) - Ciddî olun lütfen!

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Yani, cam, daha doğrusu, kristal saraylarda oturanlar başkasına taş atmamalı; onu demek istiyorum; buna dikkat edin; çünkü, biz, biraz araştırırız bazı şeyleri, o dönemleri de araştırırız, gerekirse de konuşuruz onları.

Sonuç, size şunu ifade edeyim, şunu söyleyeyim size.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Söyle!

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) -Kesinlikle en ufak bir zarar olmadığı gibi...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Bitti, yine bitti; yine bitti, hayret yahu!

BAŞKAN - Sayın Bakanım, lütfen teşekkür eder misiniz. Lütfen...

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Sayın Başkan, sadece 20 dakika konuştum ben; uygun görmüyorsanız konuşmayayım.

BAŞKAN - Sayın Bakan...

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Bakınız, sadece Turusgazı ortadan kaldırmamızla... (K) faktörü diye sadece sınırdan bir gaz veriyorlar, biri alıyor. Üzerine hiç taş atmadan, kolu ağrımadan tam 2,5 katrilyon birinin cebine girecekti; biz, onu kestik. Kim bilir acaba kimin ayağına bastık, kimin başka bir yerine dokunduk; işte, bütün olayların sebebi o. Tekrar tekrar ediyorum, lütfen, Turusgazı inceleyin. Siz incelemezseniz, biz zaten inceliyoruz.

Teşekkür ederim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Aynı yel değirmenlerine benzedi.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Yel değirmeni, yel değirmeni; aynen öyle.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen...

Sayın Bakan, buyurun. Teşekkür ediyorum.

İ. SAMİ TANDOĞDU (Ordu) - Ben, ne anlatacağım, bir şey anlamadım ki!

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) - Ders çalışacaksınız.

İ. SAMİ TANDOĞDU (Ordu) - Ordu'da soracaklar bana, ben ne diyeceğim vallahi bir şey anlamadım!..

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen...

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) - Zaten anlayamadığınız için muhalefettesiniz.

TANER YILDIZ (Kayseri) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Sayın Yıldız, kısa bir açıklama yapmak istediğinizi bildiriyorsunuz; bulunduğunuz yerden, Tüzüğün 60 ıncı maddesine göre kısa bir açıklama için söz veriyorum.

Buyurun.

TANER YILDIZ (Kayseri) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; Sayın Erdem'in konuşmasında Kayseri Elektrikle alakalı bir bölüm geçmişti -diğer bölümlerle alakalı konuşmayacağım; Sayın Bakan gerekli açıklamaları yaptı- bununla alakalı kısa bir açıklama yapmak istiyorum.

Şimdi, Kayseri ve Civarı Elektrik AŞ, 1926 yılında, Atatürk'ün, 2 numaralı vergi numarası verip de kurdurduğu ve elli yıllık özelleşmeden sonra, elli yıl özelleştirmede çalışıldıktan sonra, tekrar devlete devredilip, gerekli özelleştirme kültürüne sahip olduktan sonra, yetmiş yıllığına verilen, imtiyaz hakkı sözleşmesiyle verilen bir şirkettir.

Şirketin ortaklık yapısında yüzde 41 ile Kayseri Büyükşehir Belediyesi, yüzde 20 ile TETAŞ, yüzde 5 ile TES-İŞ Sendikası ve yüzde 28 ile özel sektör ve 400 kişilik de küçük ortaklar bulunan bir şirkettir. Taner Yıldız ise, orada genel müdürlük yapmış, maaşıyla çalışmış bir elemandır.

Arkadaşlar, eğer gerekçelerimizi düzgün bir noktaya taşımazsak, CHP'nin bundan sonraki yapacağı çalışmalarda belki haklı olabileceği konulardaki savunmasını dahi zayıflatacaktır.

BAŞKAN - Sayın Yıldız, İçtüzüğün 60 ıncı maddesine göre söz aldınız.

TANER YILDIZ (Kayseri) - Bakın, Sayın Başkan...

BAŞKAN - Kısa bir açıklama...

Buyurun.

TANER YILDIZ (Kayseri) - Sayın Başkanım, somut şeyler söyleyeceğim.

BAŞKAN - Ama, sayın milletvekillerine cevap vermek zorunda değilsiniz. Açıklamanızı yapın.

Buyurun.

TANER YILDIZ (Kayseri) - O zaman, somut şeyler söylüyorum Sayın Başkanım.

Şimdi, bakın, Kayseri ve Civarı Elektrik AŞ, Türkiye'de kayıp kaçak oranlarının Urfa'da, Diyarbakır'da yüzde 68 mi yoksa yüzde 59 mu olduğu bir zamanda, Türkiye ortalamasının yüzde 23'ler, 24'ler olduğu zamanda, Avrupa Birliği ortalamasının yüzde 10'lar olduğu zamanda yüzde 8,65'le çalışmış ve Türkiye kayıp kaçak ortalamasının üçte 1'ine sahip olmuş bir şirkettir.

Bakın, gerekçelerini söyleyeceğim: Şu anda, yüzde 100 tahakkuk oranı ve yüzde 99 da tahsilat oranı olan bir şirkettir. Bizim hedefimiz nedir; demiyor muyuz "TEDAŞ'ta 1,5 milyar dolarlık kayıp kaçaklardan dolayı oluşmuş Türkiye'nin bir kaybı vardır, bunu sıfırlamamız lazımdır." Kayseri ve Civarı Elektrik AŞ bunu yapmıştır. Peki, niçin itham edilmiştir; tamamen yanlış bilgilenmeden ve mesnetsiz kaynaklardan dolayı. Bakın, tek tek açıklıyorum bunları. Sorduğumuz soru şudur: Kayıp kaçak oranı niçin yüzde 6,5 değildir?

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Ne alakası var konuyla?!

BAŞKAN - Bir saniye sayın milletvekilleri, lütfen...

TANER YILDIZ (Kayseri) - Lütfen, Sayın Başkanım... Niye yüzde 6,5 değildir diye soruyoruz.

AHMET ERSİN (İzmir) - Bu arkadaş, temsilcisi mi Kayseri'nin?

BAŞKAN - Müsaade edin açıklasın.

TANER YILDIZ (Kayseri) - Yüzde 8,5 değil. Niye yüzde 6,5 değil diye soruyoruz, yüzde 8,5'e çıkmışsınız diye soruyoruz. İnsafı elden bırakmamak lazımdır. Yüksek Denetleme Kurulunun burada raporu vardır; onu tek tek okumak isterim.

BAŞKAN - Sayın Yıldız, İçtüzüğün 60 ıncı maddesine göre söz aldınız; son 1 dakikanız.

Buyurun.

TANER YILDIZ (Kayseri) - Sayın Başkanım, Sayın Erdem'in konuşmasında sataşma vardır ve bundan dolayı söz hakkı almış oluyorum.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Şahsınıza mı sataştı?

TANER YILDIZ (Kayseri) - Söylediniz...

BAŞKAN - Sayın Yıldız, şu anda 3 dakikanız doldu.

TANER YILDIZ (Kayseri) - Başka tarifi yok ki bunun.

Sayın Başkanım, burada, bu şirket devlet adına çalışmasını yapmıştır, gelir ve giderlerini ibraz etmiştir, yıl sonu mahsuplaşma değerlerini ortaya koymuştur; ancak, kendisinin bir taahhüdü olmadığı halde, eğer burada hukuka dayalı konuşacaksak, elektrik satış anlaşması, imtiyaz hakkı sözleşmesi, görev verme sözleşmesine göre konuşmamız lazım; afakî değerlerle konuşmak olmaz. Ben, şimdi, bunlara dayanarak söylüyorum...

BAŞKAN - Sayın Yıldız, lütfen toparlar mısınız...

TANER YILDIZ (Kayseri) - Sayın Başkanım, bunlar önemli şeyler.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Yıldız.

TANER YILDIZ (Kayseri) - İsnadı olmayan şeylerden bahsediliyor Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Yıldız.

Sayın milletvekilleri, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı...

EŞREF ERDEM ( Ankara) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Buyurun Sayın Erdem.

EŞREF ERDEM (Ankara) - Sayın Başkan, ben, hak etmediğim şeyleri söylemiş gibi oluyorum.

BAŞKAN - Lütfen, Sayın Erdem... Burada, sataşmaya karşı söz olmaz, herhangi bir sataşması da söz konusu olmadı.

Teşekkür ediyorum.

EŞREF ERDEM (Ankara) - Sataşma oldu.

BAŞKAN - Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler hakkındaki (11/2) esas numaralı gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı hususunu oylarınıza sunacağım.

Gensoru önergesinin gündeme alınmasını kabul edenler... Gensoru önergesinin gündeme alınmasını kabul etmeyenler... (CHP sıralarından alkışlar[!]) Gensoru önergesinin gündeme alınması kabul edilmemiştir. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Alınan karar gereğince, gündemin "Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler" kısmına geçiyoruz.

Bu kısmın, 103 üncü sırasında yer alan, Ankara Milletvekili Oya Araslı ve 23 milletvekilinin, töre cinayetleri görünümündeki kadına yönelik şiddet hareketlerinin nedenlerinin araştırılarak engelleyici önlemlerin belirlenmesi amacıyla; 139 uncu sırasında yer alan, Adana Milletvekili Gaye Erbatur ve 68 milletvekilinin, kadınlara yönelik töre ve namus cinayetlerinin nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla; 144 üncü sırasında yer alan, Gaziantep Milletvekili Fatma Şahin ve 46 milletvekilinin, töre cinayetlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla; 239 uncu sırasında yer alan, İzmir Milletvekili Canan Arıtman ve 28 milletvekilinin, kadınlara ve çocuklara yönelik şiddetin sebeplerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla ve 240 ıncı sırada yer alan İstanbul Milletvekili Güldal Okuducu ve 27 milletvekilinin, ülkemizde kadına yönelik şiddet ve cinayetlerin sebeplerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla, Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergelerin birlikte yapılacak öngörüşmelerine başlıyoruz.

2.- Ankara Milletvekili Oya Araslı ve 22 Milletvekilinin, töre cinayetleri görünümündeki kadına yönelik şiddet hareketlerinin nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/148)

3.- Adana Milletvekili N.Gaye Erbatur ve 68  Milletvekilinin kadınlara yönelik töre ve namus cinayetlerinin nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/182)

4.- Gaziantep Milletvekili Fatma Şahin ve 46 Milletvekilinin töre cinayetlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/187)

5.- İzmir Milletvekili Canan Arıtman ve 27 Milletvekilinin, kadınlara ve çocuklara yönelik şiddetin sebeplerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/284)

6.- İstanbul Milletvekili Güldal Okuducu ve 27 Milletvekilinin, ülkemizde kadına yönelik şiddet ve cinayetlerin sebeplerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/285)

BAŞKAN - Hükümet?.. Burada.

Meclis araştırması önergeleri, Genel Kurulun 20.11.2003 tarihli 21 inci, 20.4.2004 tarihli 75 inci, 4.5.2004 tarihli 83 üncü, 17.5.2005 tarihli 99 uncu birleşimlerinde okunduğundan, tekrar okutmuyorum.

İçtüzüğümüze göre, Meclis araştırması açılıp açılmaması hususunda, sırasıyla, hükümete, siyasî parti gruplarına ve önergelerdeki birinci imza sahibine veya onların göstereceği bir diğer imza sahibine söz verilecektir.

Konuşma süreleri, hükümet ve gruplar için 20'şer dakika, önerge sahipleri için 10'ar dakikadır.

Şimdi, söz alan sayın üyelerin isimlerini okuyorum: Önerge sahipleri; İzmir Milletvekili Türkân Miçooğulları, Ankara Milletvekili Ayşe Gülsün Bilgehan, İzmir Milletvekili Yılmaz Kaya.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen İstanbul Milletvekili Güldal Okuducu.

İlk söz, Hükümet adına Devlet Bakanı Güldal Akşit'e aittir.

Sayın Akşit, buyurun.

DEVLET BAKANI GÜLDAL AKŞİT (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; töre ya da namus cinayetleri olarak adlandırılan önemli bir toplumsal sorunumuzu tartışmak üzere toplanmış bulunuyoruz; bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Töre, yaşam içinde toplum tarafından oluşturulan, bireylerin toplum içindeki davranışlarını düzenleyen, toplum içindeki alışkanlıklar, gelenekler ve göreneklerdir.

BAŞKAN - Sayın Bakan bir saniye.

Sayın milletvekilleri... Sayın milletvekilleri... Sayın bakanlar... Sayın bakanlar... Lütfen...

Buyurun Sayın Bakanım.

DEVLET BAKANI GÜLDAL AKŞİT (Devamla) - Töreler, pratik yaşamı kolaylaştırıcı, insanlara güven veren, dayanışma sağlayan, hoşgörülü olabileceği gibi acımasız ve şiddet uygulamaya yönelik de olabilmektedir. Bazı durumlarda törenin yaptırımı kınama, dışlama ve cinayetle sonuçlanmaktadır.

Ülkemizde töre ya da diğer bir deyişle namus cinayetleri, daha çok belli bölgelerdeki kırsal kesim kültürünü yansıtmaktadır. Ülkemizde genellikle azgelişmiş yörelerimizde rastlanan bu cinayetler, kentleşmeyle birlikte kentlerde de az da olsa görülmektedir.

Yurt içinde ve yurt dışında bazı kesimlerce sıklıkla ifade edildiği gibi, bu konunun, İslam Dini kurallarıyla ya da inanışla hiçbir alakası yoktur; tamamen geleneklere dayalı yanlış bir uygulamadır ve toplumun bilinçlenmesi, eğitim düzeyinin yükselmesiyle birlikte etkisini yitirmektedir.

Geleneklere dayalı, ancak, çağdaş değerlerle uyuşmayan bu ve benzeri uygulamalara pek çok ülkede farklı şekillerde rastlamak mümkündür. Dolayısıyla, Türkiye'nin töre cinayetleri nedeniyle sürekli gündemde tutulmak istenmesi ya gerçeğin bilinmemesinden ya da bazı art niyetli yönlendirmelerden kaynaklanmaktadır diye düşünüyorum.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; konunun sosyolojik tahliline girerek ayrıntılı açıklamalar yapmak istemiyorum. Zaten, diğer değerli konuşmacılar bu konuda bizlere yeterli bilgileri vereceklerdir diye düşünüyorum.

Birleşmiş Milletler, kadına yönelik şiddetin, eşitlik, kalkınma ve barış hedeflerine ulaşmayı engellediği gerçeğinden hareketle, bütün üye ülkelerde hükümetler ve hükümetdışı kuruluşlar tarafından yerine getirilmesi gereken önemli görevler olduğunu belirtmektedir.

Kadına yönelik şiddet, kadının fiziksel, cinsel, duygusal ve ekonomik zarar görmesiyle ve acı çekmesiyle sonuçlanan, aile içinde veya toplum önünde meydana gelen, cinsiyete dayalı şiddet olarak bilinmektedir. Şiddet hareketleri ve tehditleri, ister ev içinde ister toplumda meydana gelsin ya da göz yumulmuş olsun, kadınların hayatına korku ve güvensizlik vermektedir.

Kadına karşı şiddetin en ağır biçimi, kuşkusuz, töre ya da namus cinayetleridir. Töre cinayetleri, dünyanın her yerinde, yoğunluğu ülkelere göre değişmekle birlikte, sorun olmaya devam etmektedir. Bu toplumsal sorunun asgarî düzeye indirilmesi için her dönemde gayret gösterildiğini söyleyebilirim. Ancak, takdir edeceğiniz gibi, toplumsal sorunların çözümü uzun soluklu bir mücadeleyi ve sabrı gerektirmektedir. Kanun çıkarmak, cezaları getirmek tek başına çözüm değildir. Bu tür düzenlemelerin toplumun bilinçlendirilmesine yönelik çabalarla desteklenmesi gerekmektedir. Son yirmi yılda, ülkemizde, aile içinde kadına yönelik şiddet konusunda duyarlılık artmış, şiddet daha konuşulur bir sorun haline gelmiş, çözüm yolları tartışılmaya ve bazı çalışmalar yapılmaya başlanmıştır.

Kadına karşı şiddetin ve töre cinayetlerinin önlenmesi Bakanlığımın öncelikleri arasındadır. Bu çerçevede yapılan çalışmalardan bazılarını sizlerle paylaşmak istiyorum.

Bildiğiniz gibi, hepinizin katkılarıyla, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 10 uncu maddesine 7.5.2004 tarihinde yapılan ekle, devlete, kadın-erkek eşitliğinin yaşama geçmesini sağlama yükümlülüğü verilmiştir. Anayasadaki bu düzenleme çok önemli bir reformdur.

Yine, Anayasanın 90 ıncı maddesinde, aynı tarihte yapılan değişiklikle, temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası anlaşmalar ile kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda, milletlerarası anlaşma hükümlerinin esas alınacağı hükmü getirilmiştir. Bu düzenlemeyle, CEDAW Sözleşmesi, normlar hiyerarşisi bakımından yasaların üzerinde bir konuma getirilmiştir.

Aileiçi şiddetin önlenmesi amacıyla, reform niteliğinde olan 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun yürürlüğe girmiştir.

Kadına karşı şiddetin ve töre cinayetlerinin önlenmesine yönelik olarak en köklü değişiklikler, 1.6.2005 tarihinde yürürlüğe girecek olan yeni Türk Ceza Kanunuyla yapılmıştır. Bu bağlamda, töre cinayetleri, yeni Türk Ceza Kanununun 82 nci maddesinde sayılan kasten adam öldürme suçunun nitelikli haller kapsamına alınmış ve töre cinayetleri faillerinin, yasada öngörülen en ağır ceza olan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılması hükmü getirilmiştir.

Bakanlığımca, Ceza Kanununda yapılması düşünülen değişiklikler kapsamında ele alınması için Adalet Bakanlığına bir değişiklik önerisi paketi de sunulmuştur.

Uluslararası hukukta ve uluslararası belgelerde de "töre" ifadesi yerine "namus" ifadesi kullanılması hususu da dikkate alınarak, Türk Ceza Kanununun 82 nci maddesi (j) bendinde yer alan "töre saikiyle" ibaresinin "namus saikiyle" şeklinde değiştirilmesi de bu önerilerimiz arasında yer almaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kadına yönelik şiddetin önlenmesi için yapılması gereken çalışmalar, sadece yasal düzenlemelerle sınırlı değildir. Bu düzenlemelerin yanı sıra, uygulamaya yönelik önlemlerin de alınması gerekmektedir.

Bakanlığıma bağlı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu bünyesinde faaliyet gösteren danışma merkezleri ve kadın konukevleri, kadına yönelik şiddetle mücadelenin temel taşlarını oluşturmaktadır. Bu amaçla, değişik illerde 8 adet olan kadın konukevi sayısı, son iki yıl içerisinde 16'ya çıkarılmış, yıl sonuna kadar da 20'ye çıkarılması planlanmaktadır.

Kadın konukevleri konusunda önemli bir yasal düzenleme de, 5272 sayılı yeni Belediyeler Kanunu ile yapılmıştır. Buna göre, büyükşehir belediyeleri ile nüfusu 50 000'i geçen belediyelere, kadınlar ve çocuklar için korumaevleri açma yükümlülüğü getirilmiştir. Bu düzenlemenin, mevcut durumda ihtiyaca cevap vermekte zorlanan kadın konukevi sayısını önemli oranda artıracağı şüphesizdir.

Uluslararası alanda da konuyla ilgili çalışmalara aktif katılım sağlanmaktadır. Türkiye, bugüne dek taraf olduğu pek çok uluslararası insan hakları sözleşmesinin gereği ve artan toplumsal duyarlılığın yönlendirmesiyle, uluslararası toplumun gündeminde de giderek daha çok ağırlık kazanan töre cinayetleri konusundaki çalışmalarını yoğunlaştırmıştır. Bu çerçevede, Birleşmiş Milletler 59 uncu Genel Kuruluna sunulan ve kabul edilen "Namus Adına Kadınlara Yönelik İşlenen Suçların Önlenmesi Doğrultusunda Çalışmak" başlıklı karar tasarısına İngiltere'yle birlikte ana sunucu olmuştur.

Birleşmiş Milletler sürecinde böylesine hassas ve önemli bir kararın ana sunucusu olmak, kadının aile ve toplum içindeki statüsünün iyileştirilmesi ve kadına yönelik her türlü şiddetin yok edilmesi için ülkemizde yürütülen çalışmaların kararlılığını ortaya koymak açısından önemli bir adım olmuştur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biraz önce de belirttiğim gibi, toplumsal sorunların çözümü için Türkiye'nin önünde duran en önemli hedef, bir zihinsel dönüşüm projesi uygulanmasıdır. Aslında, zihinsel dönüşüme ilişkin olarak çeşitli projeler yürütülmekle birlikte, aslolan, bunun, eşzamanlı, eşgüdümlü, topyekûn toplumsal değişim projesine dönüştürülmesidir.

Zihniyet değişimine ilişkin olarak yürütülen çalışmalar uzun soluklu olmakla birlikte, bunun öneminin bilinciyle ülkemizde çoktaraflı işbirliğini ve katılımcılığı öngören çalışmalar sürdürülmektedir. Bu çerçevede, toplumsal cinsiyet eşitliğinin yaygınlaştırılması projesiyle ilgili hazırlık süreci tamamlanmıştır.

Bu projeyle, kadına karşı aileiçi şiddetin sebep ve sonuçları hakkında, niteliksel ve niceliksel araştırma yaptırarak, araştırma bulguları temelinde, kadına karşı şiddetle mücadele konusunda kapsamlı bir ulusal eylem planı geliştirmek, değişimleri izlemek üzere bir veri bankası oluşturarak, hizmet modelleri, çeşitli bilinçlendirme ve hizmetiçi eğitim program modelleri geliştirmek yoluyla tüm paydaşların kadına yönelik aileiçi şiddetin yok edilmesine dair kapasitelerini güçlendirmek amaçlanmaktadır.

Konuyla ilgili bir diğer çalışmamız da, Parlamento, kamu kurum ve kuruluşları, üniversiteler, medya ve sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinin de katılımıyla, Bakanlığımızın öncülüğünde, Şiddeti Önleme Platformunun oluşturulmuş olmasıdır. Aileiçi şiddeti özel olarak ele alan bu platform, özellikle, kadın ve çocuğa karşı şiddet konusuna eğilmiştir. Bu platformun çalışmalarının, uzun vadede bir eylem planı olarak uygulamaya yansıtılması sağlanacaktır.

Bu kapsamdaki bir diğer çalışmamız da, 25 Kasım Kadına Karşı Şiddeti Önleme Günü kapsamında, bir yıl sürecek olan "Kadına Karşı Şiddete Son" kampanyasının başlatılmış olmasıdır.

Töre ya da namus cinayetlerinin önlenmesi amacıyla, toplumun bilinçlendirilmesi kapsamında yürüttüğümüz eğitim çalışmaları, çeşitli toplantılar, konuyla ilgili taraflarla yürütülen ortak çalışmalar da devam etmektedir.

Bunların ayrıntısına girerek fazla vaktinizi alacak değilim. Kadınlarımızın, ekonomik ve sosyal statülerinin geliştirilmesi temel önceliğimizdir. Bu kapsamda, eğitim alanında Millî Eğitim Bakanlığımızın, çalışma yaşamıyla ilgili alanlarda da Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığımızın önemli çalışmaları vardır.

Hazırlıklarını tamamladığımız ve yakında gündeminize gelecek olan kadın hakları ve fırsat eşitliği komisyonu da Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında sizlerin katılımıyla kurulduğunda, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak kadınlarla ilgili konuların daha yakından takip edilmesi konusunda önemli bir adım daha atılmış olacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; toplumsal desteğin sağlanması için özellikle sivil toplum kuruluşlarının çalışmalarını çok önemsiyoruz ve elimizden geldiğince de destek oluyoruz. Kendi çalışmalarımızı da sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği içinde yürütmeye özen gösteriyoruz. Konunun gerek yazılı gerekse görsel basında sıkça ele alınması sonucu kamuoyunun dikkati çekilmekte, hukukçular, toplumbilimciler ve kadın çalışmaları uzmanlarınca töre cinayetinin bir insan hakları ihlali olduğu vurgulanmakta, bu şekilde toplumsal bilinç oluşturulmaya çalışılmaktadır. Bu anlamda, medyanın ve değerli akademisyenlerin bugüne kadarki desteklerine de teşekkür etmem gerekmektedir.

Sonuç olarak, töre cinayetleri konusu bugün ülkemizde kadına yönelik şiddetin en ağır biçimi olarak karşımıza çıkmakta olup, Bakanlığımca öncelikle ele alınarak çözüme kavuşturulması hedeflenen sorun alanlarının başında gelmektedir. Bu sorunla mücadelede kalıcı ve gerçekçi bir çözüme ulaşmanın yolu, toplumsal sorumluluğun paylaşılması anlayışıyla toplumun tüm kesimlerinin uzun soluklu işbirliklerini gerektirmektedir. Konunun Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine getirilerek tartışılmasına vesile olan değerli milletvekili arkadaşlarıma bu vesileyle bir kez daha teşekkür etmek isterim. Bu tür toplumsal sorunları daha çok ve sık gündeme getirerek kamuoyu oluşturmanın sorunun çözümünü hızlandıracağına inanıyorum ve eğer bir Meclis araştırması açılması uygun görülürse Yüce Meclis tarafından, bizlerin de bu konuda gereken, üstümüze düşen görevi yerine getireceğimizi ifade ediyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Sağ olun. (Alkışlar)

BAŞKAN- Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Önerge sahibi olarak, İzmir Milletvekili Sayın Türkân Miçooğulları; buyurun.

Süreniz 10 dakikadır.

TÜRKÂN MİÇOOĞULLARI (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ankara Milletvekili Oya Araslı ve 22 arkadaşımız tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunulan, töre cinayetleri görünümündeki kadına yönelik şiddet hareketlerinin nedenlerini ve engelleyici önlemlerinin belirlenmesini içeren araştırma önergesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi adına söz almış bulunuyorum; sözlerime başlarken, Grubum adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; İnsan Hakları Evrensel Beyannamesine göre, hukuka ve yazılı belgelere göre, bütün insanlar eşittir. Bu çerçevede, kadını ve erkeğiyle tüm insanlar insan oldukları için eşit haklara sahiptir. Kültür ya da gelenekler, kadının temel insan haklarının ihlali için bir gerekçe olamaz.

Oysa, içerisinde bulunduğumuz 21 inci Yüzyılda, her yıl yarım milyondan fazla kadın gebelik ya da doğum sırasında yaşamını yitiriyor. Kadın cinayet kurbanlarının yüzde 70'i, eşleri ya da sevgilileri tarafından öldürülüyor. Dünyada her 3 kadından 1'i, hayatının bir döneminde şiddete maruz kalıyor. Her 5 kadından 1'i, hayatının bir döneminde tecavüz veya tecavüz girişimi kurbanı oluyor. Amerika Birleşik Devletlerinde her 90 saniyede 1 kadın tecavüze uğrarken, Irak'ta Nisan 2003'ten bu yana -savaş sırasında ve sonrasında- en az 400 kadının tecavüze uğradığı İnsan Haklarını İzleme Örgütünün raporlarında yer alıyor.

Dünyada, ağırlıklı olarak Afrika Kıtasında, 135 000 000'dan fazla kadın sünnet ediliyor. Dünya genelinde mültecilerin yüzde 80'i kadın. Gelişmekte olan ülkelerde okuryazar olmayan her 3 kişiden 2'si kadın. 280 000 000'luk Arap dünyasında her 2 kadından 1'i okuma yazma bilmiyor. Suudi Arabistan'da kadının oy hakkı yok, araba kullanması yasak. Dünyada 54 ülkede kadınlara yönelik ayırımcı yasalar bulunurken, namus savunması, Peru, Bangladeş, Arjantin, Ekvador, Mısır, Guatemala, İran, İsrail, Ürdün, Suriye, Lübnan ve Venezuela'nın ceza yasalarında yer alıyor.

İran'da, çok istisnaî durumlar haricinde kadının boşanma hakkı yok. Şeriatla idare edilen ülkelerde zina yapan kadının cezası recm; yani, taşlanarak ölüm. Tüm dünyada sağlık çalışanlarının yüzde 75'i kadın. Siyasette ve iş dünyasında da kadınların oranı, gelişmiş ülkelerde bile epey düşük. Bu bilgiler, günümüzde kadının durumunu genel hatlarıyla ortaya koymaktadır.

Töre veya namus cinayeti denilen olay, ülkemizde kadınların maruz kaldığı sorunlardan sadece biridir. Esasen, kadınların, modern Batı toplumları da dahil, günümüzde yaşadığı daha pek çok sorun vardır. Bu sorunların arka planında sosyal, kültürel, ekonomik birçok sebep, tarih ve coğrafyadan gelen pek çok unsur bulunmaktadır. Töre cinayetlerinin temelinde ise, büyük ölçüde ataerkil zihniyetin erkek varlığını ve haklarını önceleyen ya da merkeze alan bir anlayışın, kadınlarla ilgili algı ve kabulleri yatmaktadır. Kadını kendi var oluş serüveninin öznesi kabul etmeyen bu anlayış, doğumundan itibaren onu erkekten aşağı ve ikinci bir cins olarak algılama ve kodlama anlayışına düşmektedir. Bu bağlamda, toplum yaşamının sınırlarını belirleyen gelenek, görenek, ahlak, töre ve namus gibi değerler önplana çıkmaktadır.

Değerli arkadaşlar, töre ve namus, çok kullanılan bir kavram. İnsanlar yaşamlarını namus uğruna feda edebilmekten hiç çekinmiyorlar. Şarkılar yazılıyor, insanın değeri namusuyla ölçülüyor. Namuslu-namussuz ayırımını yaparken ise, tek bir başlangıç noktasından yola çıkılmıyor. İnsan yaşamındaki değerler arasında 70'li yıllarda para 8 inci sıradayken, bugün tepeye yerleşmiş durumda. Yükselen değerin para olmasıyla birlikte, namuslu insanı tanımlamak gün geçtikçe zorlaşıyor. Bu hızlı değişime direnen, direnmesi için özel çaba sarf edilen bir namus kavramı ise, insan yaşamını dörtbir yana savuruyor. Namusu öyle bir yere yerleştiriyor ki, değişmez kurban, her seferinde önce kadın oluyor.

Hep beraber affediyoruz namus belasına işlenen cinayetleri. Cinayeti işleyen, cezaevinin en saygın kişisi oluyor. Cezaevinde ceza indirimleriyle kaldığı kısacık süre içinde el üstünde tutuluyor. Üstelik çoğunlukla bu paye, ailenin 18 yaşını geçmemiş bir üyesine veriliyor. Bir tür, erkekliği kanıtlama aracı bu cinayet. Afrika kabilelerinde erkek olabilmek için öldürülen hayvanların dişlerini takıyorlar ya delikanlılar boyunlarına, bizim delikanlılarımız da, neredeyse, kız kardeşlerinin saçlarıyla namuslarını süslemeye çalışıyorlar. Ceza indirimi alıyor namus cinayeti işleyenler. Elimizde namus cinayetlerinin gerçek sayısı yok; doğru bir istatistiğe ulaşma şansımız da bulunmuyor aslında. Töre cinayeti gibi değişik isimlerle de anılan bu cinayet grubunun kayıtlarda yer alması oldukça zor.

Töre, yaşam içinde toplum tarafından oluşturulan bireylerin toplum içindeki davranışlarını düzenleyen, toplum içindeki alışkanlıklar, gelenekler ve göreneklerdir. Töreler toplumları diğerlerinden ayıran kültürel özelliklerin tümüdür. Her toplumun farklı töreleri vardır.

Töreler pratik yaşamı kolaylaştırıcı, insanlara güven veren, dayanışma sağlayan, hoşgörülü olabileceği gibi, acımasız ve şiddet uygulamaya yönelik de olabilmektedir.

Bazı durumlarda törenin yaptırımı kınama, dışlama ve cinayetle sonuçlanmaktadır. Türk toplumunun kültüründen, özellikle değerler sisteminden kaynaklanan töre ya da diğer bir deyişle namus cinayetleri, daha çok kırsal kesim kültürünü yansıtmaktadır.

Ülkemizde daha çok Doğu ve Güneydoğu Anadolu ve Karadeniz Bölgelerinde rastlanan bu cinayetler, kentleşmeyle birlikte kentlere de gelerek özellikle alt toplumsal yapıda yaygın olarak görülmektedir.

Kırsal kesim kültürünü yansıtan töre cinayetleri, ekonomisi tarıma dayalı, kapalı toplumlarda görülmektedir. Aile fertlerinin her konuda aile reisinin hâkimiyeti altında olduğu yapıda kazanç müşterek ve kadınlar erkeğe bağlıdır. Bu nedenle de kadınların namus ve şerefi ailenin, özellikle de erkeğin şerefidir. Karar verme yetkisinin aile reisine ait oluşu nedeniyle, diğer bireylerin bağımsız düşünce yetenekleri gelişmemiştir; tek başlarına karar veremez ve özgüvenleri zayıftır. Bağımsız düşünce ve davranış geliştiremedikleri için töreye aykırı yapılan her şey hepsinin adını lekeler ve birisinin gerçekleştirdiği onurlu bir hareket herkese saygınlık ve şeref kazandırır.

Ülkemizde alt sınıfların değer yargıları, kentte dahi kırsal toplumun kültüründen kopamamıştır. Bu cinayetleri işleyenler çoğu kez toplum tarafından birer katil değil, namusunu temizleyen biri olarak değerlendirilmektedir.

Feodal yapının hâkim olduğu yörelerde, seçimlerde, evlilik gibi her türlü karar alma ve etkinlikte aşiret düzeninin geçerli olduğu bilinmektedir. Kırılmalar çok az da olsa yaşanmaktadır.

Doğu illerimizde köylerden şehir merkezlerine doğru yaşanan göçler, aşiret yapısını şehre de yerleştirmiştir. Günümüzde töre baskısı, günlük yaşamın her yerinde belirleyicidir.

Törede kız kaçırma, kumalık, kan davası gibi olaylarda konu adliyeye intikal etmeden aile meclisinin aldığı kararla çözüm üretilmektedir. Feodal yapının aşılamaması ve bu konudaki çözümsüzlükler töre olaylarının kanıksanmasına neden olmaktadır.

Törenin fonksiyonlarından en önemlisi, namus olgusu karşısında edinilen tavırdır. Toplum tarafından kabul görmeyen kadın-erkek ilişkileri konusunda namus kavramı önplana çıkmaktadır. Namusa yüklenen anlam ve atfedilen değer ülkemizin her bölgesinde birbirine benzemektedir. Bu durum birçok ülkede aynı şekilde değerlendirilmektedir.

Namus olgusuna bakış açısı olarak kadınların çoğu kez erkeklere göre daha katı davrandıkları ve erkeği yönlendirdikleri bir gerçektir. Kadınlar, namus eksenli töre cinayetini meşru görmektedirler. Bunun sebepleri arasında kadının eğitimsizliği önplandadır. Ayrıca, psikolojik olarak hemcinsinin namusunu sahiplenmesi de söz konusudur. Yasak ilişkiye giren kadının mutlaka öldürülmesi ve öç alınması gerektiğini savunarak törenin devamlılığına destek olmaktadır. Bu konuda özellikle ailenin hukuku, devletin hukukunun önüne geçmektedir. Kadının eğitim yoluyla dış dünyaya açılması, kadının varlığını devam ettirebilmesi için geleneksele tutunma zorunluluğunu azaltmakta, bağımsız düşünme yeteneğini ve özgüvenini geliştirmektedir. Bu nedenle eğitim önemlidir.

Töre cinayetleri çağdaş kültürde kabul edilemeyecek bir durumdur; temelinde ise ekonomik bozukluk ve eğitimsizlik yatmaktadır. Değişen ahlak ve namus kavramları doğrultusunda töre cinayetleri de çağdaş toplumlarda daha farklı anlamlar taşır hale gelmiştir.

Türkiye'de, gelişmiş bölgelerde, töre cinayetlerine daha sınırlı rastlanması ya da hiç rastlanmaması önemli bir gerçeği işaret etmektedir. Bu açıdan doğu ve güneydoğu bölgesinin içinde bulunduğu kültürel dokunun töre cinayetleri üzerindeki payının büyük olduğu da açıktır. Bu yapıyı değiştirmek ve yerleşik kültürün önüne geçmek ise ancak iyi bir ekonomik yapı ve bölgedeki yaşam standartlarının yükseltilmesiyle mümkündür.

Namus ya da töre cinayetleri kadına karşı yaygın şiddetin en uç noktasıdır. Bu yüzden, artık, şiddet kültürüyle yüzleşmek ve mücadele etmek zorundayız; ancak, bunun çok yönlü ve uzun soluklu bir mücadele olduğunu da bilmeliyiz. Devletin pek çok biriminin ve kadın örgütleri başta olmak üzere sivil toplum kuruluşlarının işbirliğiyle bu sorunun temelleri, boyutları ve çözüm süreciyle ilgili çalışmalar yapılmalı, töre cinayetlerine karşı mücadele bir devlet politikası haline getirilmelidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Miçooğulları, toparlayabilir misiniz.

Buyurun.

TÜRKÂN MİÇOOĞULLARI (Devamla) - Buna, eğitimcisinden sosyoloğuna, sivil toplum örgütlerinden basın yayın kuruluşlarına kadar herkes katkı sağlamalıdır. Özellikle yazılı ve görsel yayınların, namus, töre ve yerel kültürler adına şiddeti onaylayıcı motiflerden arındırılması da bu hedefin gerçekleşmesinde ayrı bir önem taşımaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu sorun, dünyanın ve ülkemizin bir sorunudur. Türkiye Büyük Millet Meclisi, cumhuriyetin kuruluşundan bu yana, Medenî Kanunu çıkararak, laik, demokratik cumhuriyeti kurarak, insan haklarına dayalı birçok sözleşmeye imza atarak ve ülkemizde insan hakları ihlallerinin hukuksal boyutlarını güncelleştirip hukuksal yönden bu soruna çözüm bulmaya çalışarak, kadın haklarına ve kadınlara karşı işlenen haksızlıklara karşı birçok çözüm üretmiştir. Şimdi içinde bulunduğumuz dünyada, hazır Avrupa Birliğine de girmeye çalışırken, insan hakları ihlallerinin önplana çıkarıldığı ve Avrupa Birliğine giriş sürecimizde bunların önlenmesi gerektiği için, Türkiye Büyük Millet Meclisi şimdiye kadar yaptığı çalışmalara bir yenisini daha eklemeli, kendilerini buraya gönderen, kendilerini bugünlere getiren kadınlara karşı borcunu ödemelidir. Töre cinayetleri, yalnız kadınların sorunu değildir, aynı zamanda erkeklerin de sorunudur; çünkü, bu sorunda, bu cinayette, öldürülen kadar cinayeti işleyen de zarar görmektedir.

Hem ülkemizin kadınlarına hem de erkeklerine karşı görevlerimizi yerine getirmek için bu araştırma önergesine destek olacağınızı düşünüyor, hazır, konuşmaların başında da Sayın Bakanımızdan bu konuda söz almışken, hepinizin bu önergeye destek vermesini bekliyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Miçooğulları.

Önerge sahibi olarak ikinci konuşmacı, Ankara Milletvekili Ayşe Gülsün Bilgehan; buyurun.

AYŞE GÜLSÜN BİLGEHAN (Ankara) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; sizleri saygıyla selamlıyorum.

Doğrusu, bu Yüce Meclisin az sayıdaki kadın milletvekillerinden biri olarak, bir kere de kürsüye çıkıp, kadın haklarımızla ilgili sevindirici gelişmelerden söz etmeyi çok isterdim. Ancak, ne yazık ki, yapılan olumlu yasal değişimlere rağmen, bu konuda uygulamada istediğimiz kadar hızlı ilerleyemiyoruz.

Dünya Ekonomik Forumunun son verilerine dikkatinizi çekmek istiyorum. Kadın-erkek eşitsizliğinde 58 ülke arasında 57 nci sırada geliyoruz; yani, sondan 1 inciyiz. Bizden daha geride bir tek Mısır var bu 58 ülke içerisinde. Çalışma hayatında, siyasete katılımda, eğitim ve sağlık konularında, hep en geri ülkeler arasındayız. Bunlar önemli konular, bu konularda geride olmamız bir vakıa.

Ancak, insan hakları konusunda en temel hak, tabiî ki yaşam hakkıdır. Ne yazık ki, Türkiye'de, kadınlarımızın bir bölümünün bu haktan dahi yoksun olduğunu görüyoruz.

Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayırımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi Türkiye Gölge Raporuna göre, ülkemizde, sadece, son dört yılda 54 namus cinayeti işlenmiş. Oysa, biz, biliyoruz ki, bunlar sadece bilinen, kamuoyu önüne çıkanlar.

Diyarbakır Kadın Merkezi (KAMER) 1997'den bu yana yürütülen proje kapsamında, ölüm korkusuyla kendilerinden yardım isteyen 6 902 kadın olduğunu belirtiyor. Ayrıca, ülkemizin bazı bölgelerinde, sıradışı bir şekilde genç kız intiharlarının yüksek olduğunu ve sık sık gerçekleşen traktör kazalarında kurbanların hep kadınlar olduğunu biliyoruz.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye, aileiçi şiddet konusunda da sabıkalı. Evli erkeklerin yüzde 34'ünün eşlerine fiziksel şiddet uyguladığı ve evli kadınların yüzde 97'sinin hayatları boyunca en az 1 kere şiddete maruz kaldıkları söyleniyor; korkunç oranlar, yüzde 97; kadınların sadece yüzde 3'ü şiddet görmediğini belirtmiş.

Ancak, burada, konumuzun namus cinayetleri olduğunu vurgulamak istiyorum. Bu cinayetleri, aile arasında geçen kadın ile erkek birlikteliği içindeki çeşitli kıskançlık, tutku, aldatma, öç alma cinayetleriyle bir tutamayız. Bu cinayetler, çağdışı gelenekler ileri sürülerek, aile bireylerinin kendi eşlerini ve çocuklarını soğukkanlı bir şekilde katletmeleridir; yani, babalar, ağabeyler, akrabalar, genellikle çocuk yaşlardaki kızlarını ve karılarını, sözde, namuslarını korumak için kurşunluyorlar, asıyorlar, bıçaklıyorlar, boğazlıyorlar. Burada, hemen bir gerçeği de belirteyim; Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Ana Bilim Dalında yapılan bir araştırma, kadınların da bir bölümünün namus eksenli töre cinayetlerini meşru gördüklerini ortaya çıkarmaktadır ve şunu da hemen eklemeliyiz: Bu cinayetlerin dinimizde yeri yoktur ve olamaz.

Peki, namus cinayetlerinde sebepler nelerdir; yine, KAMER'e göre, kadınların töre cinayetine maruz kalmasının temelde en büyük nedeni, itaatsizlik olarak öne çıkmaktadır. Neye itaatsizlik; örneğin, 12 yaşında küçücük  bir kız çocuğunun, zorla evlendirilmesine karşı çıkması. Bu konuda pek çok örnek var töre cinayetleriyle ilgili, birçoğunu hepimiz de biliyoruz; ama, en son bir olay oldu, sanıyorum basından sizler de izlediniz. 12 yaşında bir kız çocuğu, kendisine tecavüz eden kişiyle evlendirilmiş. Bu kişi, 9 yaşında bir başka çocuğa tecavüz ettiği için hapse girmiş. Bu eş, kadıncağız mecburen, eşinin ailesi yanında konaklamak zorunda kalmış ve orada, eşinin ailesinden şiddet görmeye başlamış. Kendini kurtarmak için, kendi ailesinin yanına gitmek istemiş, bırakmamışlar. İşte, burnunu kesmişler filan; yani, bildiğiniz, artık, neredeyse her gün karşımıza çıkan olaylar. Şöyle bir şey söyleyeyim: Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde kızların yüzde 65'inin evlenme yaşı 15 ilâ 19'dur; yüzde 65'i, 15 ilâ 19; yani, çocuk... Bekâretini yitirmek, tecavüze uğramak  -tecavüze kız uğruyor- yanında, sinemaya gitmek, dışarı çıkmak, evin erkeklerine direnmek, hatta, radyodan bir aşk şarkısı istemek de töreye gerekçe olabiliyor. Aynı nedenlerle ve bulundukları ülke şartlarında yaşamak istedikleri için, yurt dışındaki kızlarımız da tehdit altındadırlar. Daha çok yakın bir zamanda, Almanya'da, sokak ortasında bir genç kadın, eşinden boşanmış bir genç kadın, Almanlar gibi yaşamak istediği için ailesi tarafından öldürüldü.

Değerli arkadaşlarım, töre cinayetlerine sadece ülkemizde rastlanmıyor. Avrupa Konseyinin 2003 yılında kabul ettiği 1327 sayılı karar raporuna göre, dünyada, her yıl, 5 000 kadın bu cinayetlerin kurbanı oluyor. İki yıl önce, Avrupa Konseyi çalışmalarına, yeni bir milletvekili olarak katıldığım ilk oturumların birinde, bu rapor görüşülüyordu; yani, töre cinayetleriyle ilgili rapor görüşülüyordu. Ben de bir konuşma yapmış, o dönemde çok eleştirilen, Türk Ceza Kanununun, töre cinayetlerine hafifletici neden oluşturan 453 ve 463 üncü maddelerini değiştireceğimizi söylemiştim. Eşitlik Komisyonunun Lüksemburglu başkanı, oturumdan sonra yanıma gelerek, yaklaşımımdan dolayı beni kutladı ve "biliyor musunuz, biz, töre cinayetleriyle ilgili bir rapor yazmaya, Türkiye'de bulunduğumuz bir sırada karar vermiştik; yani, buradaki olayları gördükten sonra karar vermiştik" dedi. Sonra, iyi ki ben mahcup olmadım, iktidar ve muhalefet olarak, önce o iki maddeyi değiştirdik; ardından, yeni Türk Ceza Kanununda töre cinayetleri, aynen kan davalarında olduğu gibi, müebbet hapisle cezalandırılması gerekli nitelikli adam öldürme suçları kapsamına alındı.

Burada, yine de, bizim itirazlarımıza rağmen, terimler üzerinde oynanarak "namus" sözcüğünün kullanılmamasını önemli bir eksiklik olarak gördüğümüzü yeniden vurgulamak istiyorum; yani, aslında, namus ile törenin aynı anlamı yok Türkçede. Hatta, yabancı dillerde, bu "namus cinayeti" olarak geçiyor "töre" olarak geçmiyor. Törenin, daha bir gelenek anlamı var; ama, ne diyoruz; namusunu temizlemek diyoruz. Yani, onun için, burada sözcüklerden korkmamak gerekir, töre değil, namus... Neyse, yasal düzenlemeler caydırıcı olmak için gerekliydi, bunları yaptık; ama, asıl önemlisi, bu konuda, gerekli siyasî irade ve kararlılığı gösterebilmek.

Bakın, kadın hakları konusunda en önemli adımlar cumhuriyetin ilk yıllarında atılmıştır. Neden; çünkü, o dönemin yöneticileri, toplumun yarısını oluşturan kadınların, toplumun her kesiminde yer almalarını bir çağdaşlık projesi olarak görmüşlerdir. Bugün de aynı cesarete ihtiyacımız var. Töre cinayeti diye adlandırılan insanlık suçunu ülkemizde nasıl yok edebiliriz; bunu düşünmeliyiz. Ne yapabiliriz; etkili bir bilinçlendirme kampanyası mı açmalıyız, eğitim kurumlarında çocuklarımıza kadın-erkek eşitliği ve insan hakları dersleri mi vermeliyiz, güvenlik ve yargı kurumlarımızda çalışanları nasıl yönlendirmeliyiz; çünkü, kadın, polise başvuruyor, ölüm korkusuyla polise başvuruyor, polis güçleri, belki de haklı olarak ve alışık olmadıkları için "bu, aile meselesi, sen evine git" diyor. Kadın iki gün sonra öldürülmüş oluyor. Bunun için gerekli olan, şüphesiz, birçok kadın sığınma evi kurmaktır. Bugün, sanıyorum 12 tane kadın sığınma evimiz var, son derece yetersiz. Demek ki, bir sebepten dolayı yeteri kadar sığınma evi kuramıyoruz. Bu konuda etkinlik gösteren sivil toplum örgütleri var. O sivil toplum örgütlerini nasıl destekleyebiliriz ve -Sayın Bakanımız da burada- kadından sorumlu Devlet Bakanlığının bu konudaki çalışmaları nasıl yürütülebilir; yani, bilmiyorum, belki, hep birlikte, kadın-erkek milletvekilleri olarak, töre cinayetinde öldürülen bir kurbanın, örneğin cenazesine gitmeliyiz. Bugüne kadar hiç kimse böyle bir şey yapmadı. Bugüne kadar hükümetten bu konunun sorumluluğunu üstüne alan, kişileri bilinçlendirmeye yönelik hiçbir -bütün iyi niyetinize rağmen Sayın Bakanım- ciddî atılım olmadı. Bilmiyorum, belki camilerdeki -biraz önce söyledim, dinimizde bunun yeri yok- hocalarımıza, imamlarımıza çok büyük görevler düşüyor; onları görevlendirmeliyiz; onlar cemaatlerini aydınlatmalı, bu işin günah olduğunu söylemeliler.

Bundan kısa bir süre önce British Council ve İngiltere Büyükelçiliğinin düzenlediği bir toplantıya katıldım -Sayın Elkatmış da vardı, birlikteydik- bu töre cinayetleriyle ilgili bir kampanya düzenlemeye karar vermişler. Oradaki o projeyi gösterdiler, kampanyayla ilgili bilgiler verdiler. Yine, başka alanlarda, yurt dışına gittiğimiz zaman, Avrupa Birliği raporlarında, Avrupa Konseyi raporlarında, Dünya Bankası raporlarında, yani ne kadar çok rapor yazılıyorsa, bütün bu raporların hepsinde -Sayın Bakanım da çok iyi biliyor- kadın hakları Türkiye'nin önündeki en önemli sorun olarak görülüyor. Yani, bunu, sunuşu yaparken abartılıyor, yurt dışında aleyhimizde bahane olarak kullanılıyor diye görmemek lazım. Bu, bizim zaten kendi işimiz. Ben, gerçi, hakikaten bir Türk kadını olarak...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Bilgehan, toparlayabilir misiniz!

Buyurun.

AYŞE GÜLSÜN BİLGEHAN (Devamla) - ... British Council'ın bu konuyla ilgilenmesini yadırgıyorum; bu bizim sorunumuz. Üstelik de, gerçekten hassas, mahrem bir konu; bizim bunu kendi içimizde halletmemiz gerekiyor.

Değerli arkadaşlarım, bu yüzden, tüm bu sorunların irdelenmesi ve bu ayıptan ülkemizin kurtulması için, çözümlerin aranması amacıyla Anayasanın 98 inci ve İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca Meclis araştırması için gereğinin yapılmasını rica ediyor, beni dinlediğiniz için teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bilgehan.

Önerge sahibi olarak üçüncü konuşmacı İzmir Milletvekili Türkân Miçooğulları; buyurun.

TÜRKÂN MİÇOOĞULLARI (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İzmir Milletvekili Canan Arıtman ve 27 milletvekilimiz tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunulan kadınlara ve çocuklara yönelik şiddetin sebeplerinin araştırılarak gereken önlemlerin belirlenmesini içeren araştırma önergesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi adına söz almış bulunuyorum; sözlerime başlarken, Grubum adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, bütün dünyada, ister bir değer ister analitik bir kavram olarak ele alınsın, barışı ve onun karşıtı savaşı, ulus devletlerin kendi aralarındaki ilişkilere aitmiş gibi yorumlama eğilimi vardır. Örneğin, uluslararası yasalarda savaşa girme hakkı sadece ulus devletlere tanınır. Aynı şekilde, barış, sadece devletin temsiliyetiyle gerçekleşebilen bir şey olarak sayılır. Oysa, içinde bulunduğumuz 21 inci Yüzyılda, barışı, günlük toplumsal yaşamla ilişkili bir biçimde yeniden tanımlama girişimi bir zorunluluk haline gelmiştir; çünkü, kadınlara ve çocuklara yönelik şiddet, baskı, istismar ve tacizler, toplumsal barışı ve sosyal yaşamı tehdit eden en önemli tehlike olarak karşımıza çıkmaktadır. Nitekim, bu yöndeki çözüm arayışlarının son yıllarda hız kazanması da tesadüfî değildir.

Sayın milletvekilleri, 1980'lere kadar kadına yönelik şiddet olgusu, birçok ülkede özel alana hapsedilmiş bir konu olarak görülmüş, devletin müdahale etmemesi gereken bir konu ya da toplumla ilgili geleneksel kültürün bir parçası olarak düşünülmüştür; ama, bu durum, 1975-1985 yıllarında Birleşmiş Milletlerde yapılan tartışmalar ve sonrasında da birçok sivil toplum kuruluşlarının çalışmaları sonucu, 1990'lı yıllarda hızla değişmiştir. 1992'de, Birleşmiş Milletler Kadının Statüsü Komisyonu, toplumsal cinsiyet temelli şiddeti, kadınların erkeklerle eşit hak ve özgürlüklere sahip olmasını ciddî bir biçimde engelleyen ayırımcılığın bir türü olarak tanımlamıştır; ama, bu, sadece ev içi şiddeti ve cinsel tacizi kapsamaktadır.

Kadına yönelik şiddet, ister kamusal isterse özel yaşamda meydana gelsin, kadının fiziksel, duygusal, cinsel ve ekonomik açıdan zarar görmesine ve acı çekmesine yol açan, kadının temel hak ve özgürlüklerini ve onurunu zedeleyen bir eylemdir. Bir toplumun kadını ile erkeğinin her alanda eşit olabilmesi için, kadına karşı her türlü ayırımcılığın giderilmesi gerekir. Biz, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Türkiye Cumhuriyeti olarak, bu konuda uluslararası birçok sözleşmeyi imzalamış, kendi hukukumuzda birçok değişiklikleri yapmışız; ama, hâlâ daha, toplumumuzda kadına karşı ve çocuklara karşı işlenen şiddeti engelleyememişiz. Her geçen gün, gazetelerde, gerek çocukların değişik şekilde şiddete maruz kaldığını gerekse kadınların aileiçi ve toplumsal alanda, özel ve kamusal alanda değişik şekilde -gerek sözel gerek tecavüz şeklinde- şiddete maruz kaldıklarını okumak ve görmek durumundayız.

Bütün bunların giderilebilmesi için, toplumda barışın sağlanabilmesi için bir şeylerin yapılması gerekiyor. Bugüne kadar yaptıklarımızın hiçbirisi, tam anlamıyla sorunu çözmekte etkili ve yetkili olmamış. Olsaydı, her gün ayrı bir sorunla karşılaşmaz, her gün gazetelerde ayrı bir olay, ayrı bir toplumsal yaraya parmak basan konular okumazdık.

Ne yapılması gerektiği konusunda, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bir karar alması gerekiyor, bir araştırma yapması gerekiyor. Bu yapılacak araştırma, hem kadınlara karşı olan sorumluluğumuzu yerine getirecek hem de toplumdaki eşitsizliklerin giderilmesi konusunda bir yol açacaktır.

Kadınlara karşı şiddetin işlenmesinde önemli etkenlerden bir tanesi eğitimsizlik ve bölgelerarası eşitsizliktir. Bizim ülkemizin birçok yöresinde, yoksulluk, işsizlik yaşanmaktadır. Özellikle bazı yörelerde bu daha fazla yaşanmaktadır.

Bütün bunları eğer araştırır, ülkenin neresinde, hangi nedenle yoksulluk var, ülkenin neresinde işsizlik daha fazla, nerede göç daha fazla, göçler nedeniyle nerede çocuklar daha çok sokakta, nerede çocuklar sahipsiz, nerede kadınlar sahipsiz; bunları bulabilirsek, bunların temeline inebilirsek, bu Meclis bu konuda bir çözüm üretebilirse, ülkemize karşı görevlerimizi yapmış oluruz diye düşünüyoruz.

Eğer kadınlar ile erkekler her alanda eşit olamazsa, eğer kadınların şiddet nedeniyle maruz kaldıkları baskılar sonucunda daha çok kendilerini ikinci sınıf vatandaşmış gibi görmeleri engellenemezse, bu ülkenin gelişmesini de gerçekleştiremeyiz; çünkü, kadına uygulanan şiddet, kadının dışa açılmasında, kadının sosyal statüsünün gelişmesinde, kadının eğitim alanında, siyaset alanında veya çalışma alanında erkekle eşit olma çabası göstermesinde bir engeldir. Şiddete maruz kalan kadın daha çok eve kapanmakta, eve kapanan kadın daha çok şiddete maruz kalmakta; yoksulluk, kadının daha çok şiddete maruz kalmasına neden olmakta, şiddete maruz kalan kadının daha çok yoksullaşmasına neden olmaktadır. Şiddet nedeniyle, ülkenin ekonomisine önemli yük binmektedir, önemli sorumluluk binmektedir.

Kadına karşı şiddetin önlenmesi, çocuklara karşı şiddetin önlenmesi, bu ülkenin görevidir, bu Türkiye Büyük Millet Meclisinin sorumluluğudur.

Bu anlamda, eğer önergemize destek olur, bu araştırmanın gerçekleşmesini sağlarsanız, ülkemizin geleceğiyle ilgili önemli bir katkı yapmış olacaksınız.

Desteğiniz için hepinize teşekkür ediyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Miçooğulları.

Birleşime 5 dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 16.40

 


DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 16.46

BAŞKAN: Başkanvekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 100 üncü Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

Töre cinayetleriyle ilgili Meclis araştırması önergelerinin görüşmelerine devam ediyoruz.

VI.- GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE

MECLİS ARAŞTIRMASI (Devam)

A) ÖNGÖRÜŞMELER (Devam)

2.- Ankara Milletvekili Oya Araslı ve 22 milletvekilinin, töre cinayetleri görünümündeki kadına yönelik şiddet hareketlerinin nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/148) (Devam)

3.- Adana Milletvekili N.Gaye Erbatur ve 68 milletvekilinin, kadınlara yönelik töre ve namus cinayetlerinin nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/182) (Devam)

4.- Gaziantep Milletvekili Fatma Şahin ve 46 milletvekilinin, töre cinayetlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/187) (Devam)

5.- İzmir Milletvekili Canan Arıtman ve 27 milletvekilinin, kadınlara ve çocuklara yönelik şiddetin sebeplerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/284) (Devam)

6.- İstanbul Milletvekili Güldal Okuducu ve 27 milletvekilinin, ülkemizde kadına yönelik şiddet ve cinayetlerin sebeplerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/285) (Devam)

BAŞKAN - Sayın Bakan burada.

Şimdi, söz sırası, önerge sahipleri adına, İzmir Milletvekili Yılmaz Kaya'nın.

Buyurun Sayın Kaya. (Alkışlar)

YILMAZ KAYA (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; İstanbul Milletvekili Sayın Güldal Okuducu ve 27 milletvekilince verilen ve görüşmekte olduğumuz kadınlara yönelik şiddet ve töre ve cinayetlerinin nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla verilen Meclis araştırması açılmasına dair önergesi üzerinde imza sahibi olarak söz almış bulunmaktayım; öncelikle, hepinizi, az sayıdaki arkadaşlarımı saygıyla selamlıyorum.

Bildiğiniz üzere, toplumumuzda kadına yönelik şiddet ve töre cinayetleri, ne yazık ki, halen de devam etmekte, 21 inci Yüzyıla girmiş olmamıza rağmen şiddetin çeşitleri ve boyutları da artmaktadır. Gün geçmiyor ki, bir yazılı veya görsel medya organında kadınlara karşı uygulanan değişik şiddet eylemleri yer almasın; kadınların, gerek maddî, cismanî ve bedenî gerekse manevî olarak maruz kaldıkları şiddet görüntülerine rastlanmasın. Kadının bedenen erkeğe göre daha zayıf bir yapıda olmasından dolayı da, hem nitelik hem de nicelik olarak daha yoğun yaşadığı şiddet, bakın, Birleşmiş Milletlerin Kadınlara Karşı Şiddetin Tasfiye Edilmesine Dair Bildirisinde nasıl tanımlanmıştır: "İster kamusal isterse özel yaşamda meydana gelsin, kadınlara, fiziksel, cinsel veya psikolojik acı ve ıstırap veren veya verebilecek olan, cinsiyete dayanan bir eylem veya bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfî olarak özgürlükten yoksun bırakmadır."

Görüldüğü üzere, Birleşmiş Milletler Örgütü kadınlara karşı uygulanan şiddeti o kadar önemsemiştir ki, 20 Aralık 1993 tarihinde 44/104 sayılı bir Genel Kurul kararı almıştır. Bu konuda alınacak bir kararı Genel Kurulunda almıştır. Ayrıca, yine Birleşmiş Milletler Genel Kurulu aynı kararında, kadınlara karşı uygulanan şiddeti sadece fiziksel anlamda cismanî zarar olarak sınırlamamış, psikolojik acı veya ıstırap veren veya verebilecek olan, cinsiyete dayanan bir eylem olarak da genişletmiş ve hatta, bu tür eylemlerle tehdit etme ve zorlamayı bile şiddet olarak kabul etmiştir. Bunun yanında, keyfî olarak özgürlükten yoksun bırakmayı da yine şiddet kapsamında değerlendirmiştir. Bununla da yetinmemiştir Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, bildirgenin 2 nci maddesinde, kadınlara karşı şiddet teriminin hangi halleri içereceğini madde madde saymış; fakat, bu hallerle sınırlı olmadığını da açıkça  belirtmiştir; yani, bu maddeden hareketle, şiddet sayılabilecek diğer benzer eylemler için de açık kapı bırakmıştır.

Bakın, 2 nci maddede şiddet olarak sayılan haller -bir kısmını okuyacağım, çok uzun olarak sayılmış- hangileridir: "Aile içinde meydana gelen dövme, kız çocukların cinsel istismarı, evlenirken verilen başlıkla ilgili şiddet, evlilik içi tecavüz, cinsel organları dağlama ve kadınlara zarar veren geleneksel uygulamalar, eş olmayanlar arasındaki şiddet ve sömürmek için uygulanan şiddet de dahil, fiziksel, cinsel ve psikolojik şiddet uygulaması." Görüldüğü gibi, Birleşmiş Milletler, kadınlara uygulanan şiddeti bayağı kapsamlı şekilde tarif etmiş; bu konuya verdiği önemi de bu şekilde göstermiştir.

Kadınlara karşı uygulanan şiddet halleri belirlendikten sonra, bu kez de bildirgede 4 üncü madde olarak, bu şiddet hallerinin önlenmesi için ilgili devletlerin sorumlulukları da sayılmıştır. 4 üncü maddede 17 bent halinde sayılan ve devletlere açıkça yüklenen sorumluluk hallerinden bazıları da şöyledir: "Devletler, kadınlara karşı şiddeti yasaklar ve kadınlara karşı şiddetin tasfiye edilmesi konusundaki yükümlülüklerinden kaçınmak üzere, herhangi bir örf ve âdeti, geleneği veya dinsel düşünceyi ileri süremez. Devletler, her türlü uygun araçla ve hiç gecikmeksizin kadınlara karşı şiddeti tasfiye politikasını yürütür."

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Birleşmiş Milletler, kadına karşı şiddet uygulamasına karşı mücadelede kendisine de bazı sorumluluklar yüklemiş ve bir rol biçmiştir; yani, topu başkalarına atıp da kendisi kenardan izleme yolunu seçmemiştir. Bu uğurda kendisi ne yapacaktır; Birleşmiş Milletler organları ve uzman kuruluşları, kendi yetki alanlarına giren konularda gösterecekleri faaliyetlerin yanında, yapması gerektiği bazı vecibeleri de burada saymıştır. Bunları burada tek tek okumanın gereğini hissetmiyorum ve nihayetinde, işi yine sağlama almak maksadıyla 6 ncı maddeyi kaleme almıştır. Bakın, 6 ncı maddede ne diyor: "Bu bildirideki hiçbir hüküm, bir devletin ulusal mevzuatında ve bir devlet bakımından yürürlükte olan bir uluslararası sözleşme, antlaşma veya diğer belgede yer alan kadınlara karşı şiddetin tasfiye edilmesine yönelik daha kullanışlı bir hükmü etkilemez." Bu anlamda da, Birleşmiş Milletler, iç hukukta yer alan düzenlemelerin kadınlara karşı şiddetin tasfiyesinde daha elverişli olması durumunda, bu iç hukukta yer alan düzenlemeleri öncelikle dikkate alacağını bu şekilde belirtmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gördüğünüz gibi, Birleşmiş Milletlerin olaya bakışı bayağı ciddî. Şiddeti çok geniş kapsamlı olarak tanımlamış, şiddet örneklerini saymış, ama, tahdidî olarak değil, şiddete engel olmak için devletlerin sorumluluklarını belirlemiş ve kendisinin rolünü biçmiştir.

Değerli milletvekilleri, Birleşmiş Milletler, kadına, kadınlara karşı uygulanan şiddete böyle bakıyor. Ya bizde durum nasıl, bir de ona bakalım. Yakın zamanda kadın lehine bazı düzenlemeler girdi mevzuatımıza; Medenî Kanunda, mal rejimleri ve evlilik içinde edinilen malların paylaşımıyla ilgili; ama, şiddetle ilgili yasal düzenlemeler, maalesef ki, yeterli değil daha.

Bakın, geçen yıl bir anayasa değişikliği yapmaya çalıştık Türkiye Büyük Millet Meclisinde. 10 uncu maddeye bir bent ekleyerek kadınlar hakkında olumlu ayrıcalığı sağlamaya çalışmıştık. Ne yazık ki, bu madde, Genel Kuruldaki tüm parti gruplarının olumlu oyunu alamadığı için, tabirî caizse, biraz yarım yamalak yapıldı ve olumlu ayrıcalık sağlanamadı.

Bunun yanında, Türk Ceza Kanununda önemli değişiklikler yapıldı. Örneğin, azmettirmeyi düzenleyen 38 inci maddede, "üstsoy ve altsoy ilişkisinden doğan nüfuz kullanmak suretiyle suça azmettirme halinde, azmettirenin cezası üçte 1'den yarısına kadar artırılır. Çocukların suça azmettirilmesi halinde, bu fıkra hükmüne göre cezanın artırılabilmesi için üstsoy ve altsoy ilişkisinin varlığı aranmaz" hükmüne yer verilmekle, töre cinayetlerinde küçüklere işlettirilen suçların azmettirenin cezasının artırılması nedeniyle, önlenmesi amaçlanmıştır.

Bunun yanında, yine, Türk Ceza Kanunu madde 81'de kasten adam öldürene müebbet hapis cezası verileceği öngörülmüşken, 82 nci maddede de, öldürmenin kan gütme saikiyle veya töre saikiyle işlenmesi durumunda, öldürme nitelikli hal olarak kabul edilerek cezanın ağırlaştırılmış müebbet cezası olacağı belirtilmiştir. Tabiî ki, bunlar, önemli gelişme ve düzenlemelerdir; ancak, kadına karşı şiddetin ve töre cinayetlerinin önüne geçilmesi için sadece yazılı metinler, mevzuatlar yeterli değildir arkadaşlar.

Değerli arkadaşlarım, bu konuşmayı hazırlarken elime bazı istatistikî bilgiler geçti; ben, biraz hayret verici buldum; size de okumak istiyorum. Yapılan bir araştırmada, 1990 ile 1997 yılları arasında Türkiye'de görüşülen 1 259 kadından yüzde 88,2'si şiddetin belirlediği bir ortamda yaşadığını belirtmiş, yüzde 68'i de kendisine karşı şiddet kullanıldığını bildirmiştir. Erkeklere göre, evli kadınların yüzde 34'ü eşleri tarafından şiddete maruz bırakılmıştır. 1995 yılında Ankara'nın gecekondu mahallelerinde yaşayan kadınların hemen hemen hepsi aileiçi şiddete tanık olmuştur. Doğu ve Güneydoğu Anadoluda yaşayan kadınların yüzde 58'i 1998 yılında fiziksel saldırıya maruz kaldığını belirtmiştir. 1998 yılında eşleri tarafından saldırıya maruz kalan veya dövülen orta ve üst gelir düzeyinden kadınların oranı yüzde 23'tür. Aileiçi şiddet olaylarının mağduru durumundaki kişilerin yüzde 86,1'i kadınlardır ve en ilginci, kadınların yüzde 39,2'si eşinin kendisini dövmekte haklı olduğunu düşünmektedir. 15-19 yaşlarındaki genç kadınların yüzde 63'ü dayağın haklı görülebileceği kanısındadır.

Türkiye'yle ilgili olmamakla birlikte, çok ilginç bir istatistikî bilgi olduğu için bir bilgi daha vermek istiyorum. Rusya Federasyonunda her yıl kocaları veya eşleri tarafından öldürülen kadınların sayısı, kabaca, Sovyetler Birliğinin Afganistan'da on yıl süren savaşta kaybettiği askerlerin sayısına eşitmiş değerli arkadaşlarım, bir yılda öldürülen kadınların sayısı!..

Bu anlamda, ne yapmalıyız?.. Yöneticilerin, bu olayın üzerine önemle eğildikleri, kadına önem verdikleri, kadına karşı şiddete ve töre cinayetlerine acil çözüm aradıkları yönünde herkese açık bir mesaj vermeleri gerekmektedir.

Bu nasıl olacak?.. Kadınlar gününde toplantı yapan kadınları dövmeyeceğiz, saçlarından sürüklemeyeceğiz. Bu konuda kusurlu olan kim olursa olsun yasal gereğini yapacağız. Cezaevlerinde bulunan kadınların orada tecrit edilip kalmalarına engel olacak, kendini her alanda, cezaevinde de olsa, yetiştirip geliştirmesi için tüm olanakları sağlayacağız. Hem nicelik hem nitelik olarak yeteri kadar kadın sığınma evleri açacağız. Kadına her alanda değer vereceğiz; onu ayrı bir birey olara göreceğiz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

YILMAZ KAYA (Devamla) - Sayın Başkan, toparlıyorum.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Kaya.

YILMAZ KAYA (Devamla) - Onu, eşine tabi, eşiyle anılan, falanın karısı olarak değil, bağımsız bir birey olarak göreceğiz. Kadınların da, bu anlayışla, erkekler gibi eğitim almasının koşullarını yaratacağız. Kadına zorla tecavüz edilmesinde, yaptığı iş veya çalıştığı yer nedeniyle sanığın alacağı cezada büyük indirimler yapılmasına engel olacak koşulları yaratacağız. Sadece görüntüyü kurtarmak adına bazı yasal düzenlemeler yapıp, uygulamada dikkate almayıp, o düzenlemeleri orada unutmayacağız.

Kısacası, arkadaşlar, kadını bir birey olarak görecek; ama, içten, samimî olarak yapacağız bunu. Yani, kafamızı bunu sağlamaya yönelik bir hale getireceğiz ve hep orada kalacağız.

Değerli arkadaşlarım, bundan sonraki gazete manşetlerinde de bu başlığı görmemek için elimizden gelen her şeyi yapacağız: "Türkiye, kadın haklarında yine sonuncu."

Değerli arkadaşlarım, bu söylediklerim çok zor şeyler değildir, çok şey yapmaya gerek yok bu konuda. Atatürk'ün taa o zaman kadına bakışını, kadına verdiği değeri, önemi bugün yakalarsak, bir daha böyle önergeleri görüşmeye bile gerek kalmaz diyor; bu önergeye destek olmanızı bekliyor, hepinizi saygılarımla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Kaya.

Önerge sahibi, Gaziantep Milletvekili Sayın Fatma Şahin; buyurun. (Alkışlar)

FATMA ŞAHİN (Gaziantep) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, töre cinayetleri hakkında verilmiş olan araştırma önergesi hakkında, önerge sahipleri adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinize saygılarımı sunuyorum.

Değerli arkadaşlar, konuşmama başlamadan önce, töre cinayetine kurban gitmiş ve hepimizin daha hafızalarında yer alan Güldünya'nın kısa hayat hikâyesini sizlerle paylaşmak istiyorum.

27 Şubat 2004. Gülecekmiş gibi, Bitlis'in bir köyünde, bir anne ile babanın aklına nasıl düştüğü bilinmez, bir isim düşmüş onun hesabına. Sonra da bir akrabanın tecavüzüne uğramış Güldünya "gördünya" olmuş. İstanbul'a kaçmış, istemeden de olsa rahmine düşen bebeğini korumak ve kollamak  uğruna. Güldünya gelmiş İstanbul'a; ama, bilememiş, töre denilen şey peşini bırakmaz insanın. Yine de korkudan bebeğini başkalarına emanet etmiş, en azından o kurtulsun diye. Aylar geçmiş, kardeşlerini görmüş bir gün karşısında, ikna olmuş ona kötülük yapmayacaklarına; hani kan var ya arada; ama, olmamış işte, gözlerini kan bürümüş insanlar, yolun ortasında kurşun yağdırmışlar o gencecik kıza; yetmemiş Güldünya'nın canını almaya. Belki de sadece bebeğini bir gün daha görmek için direnmiş Güldünya; ama, gözü dönmüş dedik ya, yetinmemişler, hastaneyi basıp bir kurşun da beynine sıkmışlar Güldünya'nın. Beyni ölmüş; ama, vücudu direnmeye devam etmiş. En sonunda, çekmişler fişi.

Güldünya, dünyayı, güldüğünü göremeden öldü. Cenazesini, 60 araçlık bir erkek konvoyu karşılamış Bitlis'te. Devlet, cesedini Bitlis'e kadar eskortla göndermiş, cansız bedenine bir şey yapmasınlar diye. Ahlakı bozuldu diye laf çıkaran köylü, köyün ismine laf gelmesin diye, 60 araçla karşılamış Güldünya'yı. Cenazede, sadece bir kadın vardı; o da, Güldünya'nın anası. Töre gereği, sarılamadı kızının bedenine son bir kez, dokunamadı tabutuna bile, yanına bile yaklaştırmadılar. Öldürdükleri gibi, kendileri gömdüler.

Arkada, gerçekten canı yanan bir anne, hiçbir şey yapamadığı için içi içini kemiren bizim gibi birsürü kadın ve erkek bıraktılar. Bir de soru kaldı geride, ne yapabiliriz acaba diye. Biz, Meclis araştırması önergemizi, Güldünya olayından hemen sonra verdik. Biliyoruz ki, milletvekillerinin birinci derece görevi yasama; ama, Anayasanın ve İçtüzüğün bize verdiği başka bir sorumluluk daha var; toplumsal olarak sıkıntı yaşanan ve toplumun rahatlatılması adına Mecliste önerge verilmesinin milletvekili sorumluluğumuza düştüğünü düşünerek, arkadaşlarımızla konuştuk ve bir Meclis araştırması önergesini vermeye karar verdik.

Değerli arkadaşlar, ismi ne olursa olsun, ismi Güldünya olsun ismi Şemse Allak, Güldeniz olsun, hikâye hep aynı. Sistem hep aynı çalışıyor; önce, aile meclisi kuruluyor ve genç kızımıza, kendi kendinin namusunu temizleme görevi veriliyor. Eğer, kız bunu yerine getirmezse, aile meclisi yeniden toplanıyor, bu görevi yerine getirmek için aileden birisi seçiliyor; genelde de, bu, 11-17 yaş arası erkek çocuklar oluyor.

Görevi yerine getirme psikolojisini bir düşünelim, o ailenin nasıl bir toplumsal baskıyla buna karar verdiğini, o görevi yerine getirmek isteyen gencin nasıl bir psikolojiyle hareket ettiğini bir düşünelim istiyoruz ve görev yerine getirildikten sonra, başsağlığı bile dilenmiyor, bunun için gözyaşı bile dökülmüyor, görevi yerine getirenlere "geçmiş olsun" deniliyor. Böyle de bir toplumsal direnç, toplumsal bir baskıyla karşı karşıyayız.

Bizim, ne yapmamız gerekiyor bu noktada? Dönüp baktığımız zaman, töre dediğimiz şey ne? Biz, öyle bir medeniyetin torunlarıyız ki, bizim medeniyetimizde, bizi biz yapan değerlerde, kadın anadır, candır, canandır, gardaştır. Kadının "töre" diye, bu şekilde yargısız infaz yoluna gidilmesini, töreye de bir haksızlık ve saygısızlıktır diye düşünüyorum ve bu araştırma komisyonunun kurulmasının, bizi biz yapan değerlere bir saygı olması noktasında da, onlara olan görevimiz noktasında da önemsediğimi sizlere belirtmek istiyorum.

Kol kırılır yen içinde kalır diyemeyiz. Bu konu, her platformda, yurt içinde ve yurt dışında, bizim karşımıza konulmaktadır ve bu noktada, bir numune bile, Türkiye'nin üçüncü dünya ülkesi pozisyonuna düşmesine neden olmaktadır.

Şimdi, biz, uluslararası sözleşmelere imza atmış bir ülkeyiz. Hepimiz hatırlayalım; Kadına Karşı Her Türlü Ayırımcılığın Önlenmesi Sözleşmesine, yani kısacası CEDAW'a imza atmış bir ülkeyiz. Burada "eğer, kadının temel yaşam hakkına üçüncü kişiler bir baskı yapıyorsa, devlet burada görevlidir" deniliyor. Biz, Pekin+5'e de imza atmış bir ülkeyiz. Burada da, Pekin+5'te, namus cinayetinin, kadına yapılan şiddetlerin içinde yer alması sağlanıyor. Yani, uluslararası boyuta baktığımız zaman, kendi iç dünyamıza, geleneklerimize baktığımız zaman, bu sorunun bir an önce çözülmesi gerekiyor.

Biz, hükümet olarak, ikibuçuk sene boyunca bu noktada ne yaptık diye dönüp baktığımızda, birincisi, yedinci uyum paketinde değerli arkadaşlar, eski Türk Ceza Kanununun 463 üncü maddesinde bunun hafifletici neden olduğu söyleniyordu, bu cümle kaldırılarak hafifletici neden olması kanundan çıkarılmıştır. İkincisi, Türk Ceza Kanununda yaptığımız bir değişiklikle, töre cinayetini işleyenlerin nitelikli adam öldürme suçuna maruz kalması yerini korumuştur.

Tabiî ki hukuk çok önemli, tabiî ki cezaların artırılması çok önemli; ama, bizim istediğimiz, bu, bu aşamaya gelmeden, neden bu töre cinayetleri işleniyor, neden genç kızlarımız yargısız infaza mahkûm ediliyor, bunların nedenini araştırmak istiyoruz. Bunun için, hepimize çok büyük görev ve sorumluluk düştüğüne inanıyorum. İnşallah bu araştırma komisyonunu kurduğumuz zaman, bütün sivil toplum örgütleriyle, bilimsel anlamda üniversitelerle, gerekirse Diyanetle gerekirse kanaat önderleriyle gidip, bunun nedenini bire bir araştırmamız gerekiyor; çünkü, değerli arkadaşlar, matematikte bize öğretilen birinci kural şudur: Problemi anlamak, yarı yarıya çözmek demektir. Biz bu töre cinayetlerinin nedenlerini anlarsak ve masaya yatırırsak çözüm için ciddî bir yol haritası elimize geçecektir diye düşünüyorum.

Sizlerin desteğiyle araştırma komisyonumuzu kurmak, iyi bir şekilde işletmek ve elde ettiğimiz sonuçları da hayata geçirmek istiyoruz, kâğıtta da kalsın istemiyoruz; çünkü, bizim amacımız, töre cinayetine maruz kalan canları kurtarmaktan çok daha öte. Bizim amacımız, kadınımızı, insanca yaşayacağı hayat seviyesine ulaştırmak; kadınımızı, istediği yaşam şeklini seçebileceği bir hayat tarzına kavuşturmak. Bunun için Meclis olarak ne yapmamız gerekiyorsa bunu yapmak zorundayız. Bu görev ve sorumluluk hepimizin üzerindedir diye düşünüyorum.

Sizlerin desteğiyle bu komisyonu kurduğumuz zaman bu yol haritasının çıkacağına inanıyorum. Şimdiden destekleriniz için teşekkür ediyorum, saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Şahin.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen, İstanbul Milletvekili Güldal Okuducu.

Buyurun Sayın Okuducu. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA GÜLDAL OKUDUCU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; bugün, burada adına "töre" denen bir vahşetin ağır baskısı altında yaşamak zorunda kalan kadınlarımızın durumunu konuşuyoruz; onların çığlıklarını duyuyoruz ve yine yoksulluğun, cehaletin ağır baskısı altında güçlü namus ve ahlak duygularıyla infazları gerçekleştirenlerin kadersizliğini ve seslerini duyuyoruz.

Değerli arkadaşlarım, konuşmama başlarken şunu belirtmek istiyorum: 2003 başlangıç olmak üzere, sonra 2004'te, sonra 2005'te töre cinayetleriyle ilgili bir Meclis araştırması komisyonunun kurulmasıyla ilintili olarak 5 tane önerge verildi Meclisimize. 2003, 2004, 2005; konuya duyarlı arkadaşlarımız, Meclisin gündemine bu sorunu taşımak için büyük çaba harcadılar. Ben dilerdim ki, ilk araştırma önergesi Türkiye Büyük Millet Meclisine verildiğinde bu konu gündeme getirilebilsin, bu kanayan yaraya parmak basılabilsin ve bu akan kan dindirilebilsin. Bunu burada söyleme ihtiyacını hissediyorum, bundan sonra bu konuyla ilgili yapılabilecek olan ve yapılması zorunlu olan çalışmalara bir işaret olsun diye.

Değerli arkadaşlarım, töre; adı töre, sonucu cinayet; adı töre, sonucu vahşet; adı töre, sonucu "vurun kahpeye." Batsın böyle töre diyesi geliyor insanın ve şunu söylemek istiyorum ki, Türkiye Cumhuriyeti, 2005 yılında, bu sorunu böylesine boyutlu olarak tartışıyor ve konuşuyor olmalı mıydı? Belki, dönüp bizim buraya bakmamız gerekiyor. Hep konuşmacıların konuşmaları içinde ve hepimizin tartışmalarında da yer alan bir nokta var; sebep, o zalim sebep. O sebebe bir ulaşabilsek, o sebebi bir anlayabilsek o sebebi kaldırırız ortadan.

Değerli arkadaşlarım, sebep çok belki; ama, ben birkaç tanesine dikkat çekmek istiyorum burada. Yüzyılın başları ve yok yoksul bir ülkenin yok yoksul kadınları bir büyük bağımsızlık mücadelesiyle bir büyük devletin kuruluşunun temel taşı olurlar ve cumhuriyet kurulur. Cumhuriyetin ardından da bir dizi aydınlanma devrimi gelir; harf devriminden tutun kılık kıyafet devrimine, Medenî Yasaya, seçme seçilme haklarına varana kadar. Bunların hepsini belki "kadın devrimi" diye de nitelendirebilmek mümkün. Bütün bu devrimlerin bir tek amacı var; ümmet toplumundan yurttaş toplumuna geçmek ve kadını erkeği eşit bir toplum düzeni yaratmak, bir hukuk düzeni yaratmak, bir sosyal devlet anlayışını kurumlaştırmak, çağdaş, gelişmiş, ilerlemiş, kalkınmış bir toplumsal yapıya ulaşmak. Bir büyük proje, bir dev proje, Ulu Önder Mustafa Kemal'in önderliğinde bir büyük değişim projesi. Dönüp buraya bakmak gerekir diye düşünüyorum.

Türkiye, bu büyük değişim projesini, bu dev atılımı, kadınını ve erkeğini eşitleyecek olan bu ilerleyişi ne kadar omuzladı, ne kadar taşıdı? Şunu söylemek gerekir ki, çok uzun yıllardır, belki de 1950'lerden beri Büyük Atatürk'ün Cumhuriyet Projesine açılan yaralar, verilen zararlar, kopartılan taşlar olmasaydı, biz, bu Parlamentoda bu boyutta bunları konuşmuyor olabilirdik. Ama, yavaş yavaş, ama nokta nokta, ama yol yol o dev projenin zaafa uğratılması, bizi bugün bu noktaya getirmiştir

Değerli arkadaşlarım, ihtiyacımız olan temel bakış açısı tek bir şey; kadın kim, kadın ne? Cevabı açık; kadın, insan, sadece insan. İnsana tanıdığınız, tanımanız gereken hakları, insanın en kutsal hakkı olan yaşama hakkını kadına da tanırsanız eğer, kadını da eğer sadece insan diye algılayabilirseniz akıllarda, bilinçlerde ve vicdanlarda, bu sorunların hiçbiri olmaz.

Kadın, eve kapatılması gereken, peçe arkasında tutulması gereken, aşağılanması gereken, ikinci sınıflığı korunması gereken, sistemin bütün öğeleriyle bu boyutun taşınması gereken bir unsur değil değerli arkadaşlarım. Türkiye'nin, bugün bulunduğu noktada bunu gerçekten görmesi lazım ve yapmamız gereken, her şeyin, gerçekten kadın-erkek eşitliğini sağlamaya dönük uygulamalar olduğunu bir kez daha ifade etmemiz lazım gerekir diye düşünüyorum değerli arkadaşlarım.

Sonuçta, insanın insana eşit olmasını istiyoruz ve bir insanın yararlandığı en doğal haklardan toplumun yarısını oluşturan ve kadın kimliğiyle yaşayan insanların da yararlanmasını istiyoruz.

Ben, birkaç tane örnek vereceğim değerli arkadaşlarım. Bu mesele münferit değil ne yazık ki, bu mesele yurdumuzun bir coğrafyasına özgü değil ne yazık ki, sadece doğunun ya da güneydoğunun küçücük bölgelerinde yaşanmıyor ne yazık ki. Evet, Harran'dan, Silvan'dan, Urfa'dan, Fırat'tan, Mardin'den ölümün ayak sesleri geliyor; ama, o sesler İstanbul'da da var. İstanbul'un Bağcılarında bir bodrum katında namus cinayeti işlemiş Anadolu'dan gelen diğer bir kesim ve o izler Berlin'de, o izler İsveç'te. Yani, bizim dönüştüremediğimiz toplumsal bilinç, bizim dönüştüremediğimiz o değerler sistemi, coğrafya tanımadan her yere elini kolunu uzatabiliyor değerli arkadaşlarım.

Burada, şunu söylemek gerekir ki, yönetenlerin çok temel sorumluluğu vardır. Yönetenlerin, bu kürsülerde şunlar yapılması gerekir, bunlar yapılması gerekir demenin ötesinde sorumlulukları vardır. Mesela, değerli arkadaşlarım, yönetenlerin, kadınların en temel sorunlarından biri olan çok çocukluluk gibi bir sorunu Türkiye yaşarken, en yüksek düzeydeki yöneticinin, dönüp "doğurun, doğurabildiğiniz kadar doğurun" dememesi gerekir değerli arkadaşlarım ya da yeni bir yasal düzenleme çalışması sırasında, yıllardır sürdürülen bir yanlışı tam da düzeltirken, yani, Türk Ceza Kanununda, kadınlarla ilgili maddelerde yeni düzenlemeler yaparken, yani, mesela, tecavüzü görüşürken, bir yetkilinin, kalkıp da "tecavüze uğrayan kadın tecavüzcüsüyle evlenmelidir" dememesi lazım. Yönetim, bu anlayışını yansıttığı sürece, hepimizin çok iyi bilmesi gereken bir şey var ki değerli arkadaşlarım, o şikâyetçi olduğumuz, zulme varan, ölüme varan, vahşete varan, adına töre denilen değerler sistemi yeniden üretilir, yeniden beslenir, büyütülür ve bu, böyle, sürgit devam eder.

Bu Meclis, Mustafa Kemal Atatürk'ün kurduğu Meclis, o felsefeyi ve o omurgayı içinde taşıyan meclis. Öyleyse, bu Meclis, nüfusunun yarısının önemli bir bölümünü, aşiret kurallarına, feodal değerlere, şeyhlerin, şıhların, ağaların kıskacına, tarikatların yaydığı yanlış değerlerin kıskacına, yoksulluğun ve eğitimsizliğin, cehaletin karanlığına bırakma hakkına sahip değildir diye düşünüyorum arkadaşlarım.

Şimdi, özellikle doğuda ve güneydoğuda, kadınları aileiçi ilişkilerde en temel etkileyen dört beş sorunu sıralamak istiyorum. Bölgenin en önemli sorunu, erken evlilik, çocuk annelik, çok çocukluluk, çokeşlilik, kumalık, imam nikâhı, akraba evliliği, kan bedeli karşılığı evlenme, başlık parası, berdel, çağdaş tanımlar ve kavramlar değil; ama, bu kavramların hepsi bir hayat olarak ülkemizde sürmekte ve bu kavramları tersyüz edecek, çokeşliliğe, kumalılığa, berdele, kan bedeli karşılığı evlenmeye, 11 yaşında evlenmeye, tecavüzcüsüyle evlenmeye son verecek eğitim, sosyal önlemler, kültürel önlemler, toplumsal gelişim projeleri devreye sokulmadıkça, yapılacak hiçbir şeyden sonuç alınamaz diye düşünüyorum değerli arkadaşlarım.

Şimdi, biz diyebiliriz ki, dünya, bunları, Türkiye'yi belli açılardan belli değerlendirmelere tabi tutmak için konuşuyor. Bu böyle olabilir; ama, Türkiye'de de bunlar yaşanıyor. Yani, sayının o ya da bu olması, bizim bunu hafife almamız anlamına gelmez diye düşünüyorum.

İsimlerini anacağım rahmetli diyerek; Recvi Aslan tecavüze uğrar, aile meclisi karar verir, av tüfeğiyle vurulur. Zemzem Bozkurt, namus davasıdır diye, pompalı tüfekle katledilir. Tecavüze uğrar Kadriye ve ağabeysi satırla başını keser. Bir başkası, bir koca kentin, Urfa'nın meydanında traktörün altına atılır. Biri eşarpla boğazı sıkılarak Fırat'ın sularına atılır. İsimler, olaylar ve bütün bunlar bir anlık televizyon görüntüsüyle ya da bir anlık gazete haberiyle bizim gündemimize girer, çıkar. O hayatlar bizim değildir. O kızlar bizim değildir, başkalarının kızlarıdır. Yüreğimizde şu kadar ya da bu kadar iz ancak bırakır; ama, siyasetçiyseniz, yönetmeye soyunmuşsanız, seçilmişseniz, o kızların hepsi sizin kızlarınızdır, o kızların hepsi bizim kızlarımızdır değerli arkadaşlarım.

Şimdi, bizim coğrafyamızın çeşitli noktalarında, güneyde, doğuda, güneydoğuda, batıda; İstanbul'da, büyük kentlerde, evler mahkeme salonu, aile bireyleri mahkeme heyeti, savcı, hâkim, avukat. Ağabeyler, babalar, kocalar, erkek kardeşler infaz memuru.

Değerli arkadaşlarım, bir hukuk devletinde, bir hukuk sisteminde, yıllardır kendi hukukunu oturtmuş bir ülkede, böylesine çağdışı bir yargılamaya ve infaza göz yumulabilir mi ve bu devletin sahipleri, bu devletin yöneticileri "bunlar, törenin ve geleneklerin ne yazık ki toplumumuzu kuşatması ve toplumumuzun içinden atamadığı değerlerin sonucu yapılan eylemlerdir" diye bir kenarda durabilir mi, kendini rahat ve huzurlu hissedebilir mi?

Ben diyorum ki, her töre cinayeti, öldürülen her kadın bizim aynamızdır. O aynaya bakmalıyız, o aynada gördüklerimize dönük sorumluluklarımızı da yerine getirmeliyiz.

Şimdi, zannediyorum ki, Meclisimiz değerlendirecek ve destekleyecek, bir araştırma komisyonu kuracağız, o komisyon çalışmalarını yapacak, Meclise tekrar sunacak... Sonra ne olacak?! O sonrayı kararlılık, istek ve azim belirleyecek diye düşünüyorum.

Türkiye'yi, milyonlarca insanı, o milyonlarca insanın toplumsal bilincini dönüştürecek ekonomik, sosyal, kültürel politikalar, ya bunları yapacağız ya o kızlar aşiretlerin kurallarına, feodal yapının kalıntı zihniyetlerine, şeyhlerin, şıhların, ağaların, tarikatların kıskacına bırakılacak ve bu, böyle sürgit devam edecek değerli arkadaşlarım.

Bu görüşmeler sürerken gelen bir telefondan aktarılan bilgiyi paylaşmak istiyorum sizlerle. Dev toplumsal projelere ihtiyacımız var, sosyal projelere, kültürel dönüşüm projelerine ihtiyacımız var; ama, her şeyden önce de bu projelere inanmaya ihtiyacımız var. Çağdaş, demokratik, modern, laik Türkiye Cumhuriyetini geliştirmeye ve ilerlemeye inancımızın olması gerekir.

Aradılar... Anlatılanı burada aktarıyorum. Basın ve televizyon yayınları çok önemli, ekranlardan yansıyanlar toplumsal bilincin değişiminde ve gelişiminde çok önemli.

Bir televizyon kanalımızda yayınlanan bir kadın programı bugün yayından kaldırıldı. Gerekçe, 15 Nisanda, daha sonra töre cinayeti kapsamına giren bir konuğu programa çıkarması. Konuk, müracaat ettiği polis karakolu tarafından, belki orada bir çare bulunur derdine anlayışıyla programa yöneltilir. Konuk programa gelir ve yaşadıklarını anlatır, can güvenliğinin olmadığını anlatır, sorunu dile getirir. Konuk programdan ayrılır, kendisine can güvenliğinin sağlanacağına dair de bir güvence verilir, konuk Elazığ'a döner. Elazığ'a döndüğünde 15 yaşındaki oğlu 5 kurşunla vurur kadını.

Şimdi, töre kendi kuralını işletmiş; o, işin bir boyutu. Başka bir boyutu -programı izleyen varsa daha iyi düşünecektir bunun ne olduğunu- bizim Türk aile yapımıza ve geleneklerimize uygun olmadığı söylenerek, program yayından kaldırılır. Kaldırınız programları, Televole kültürünün istilasına bırakınız ekranları. Sonuçta, suçlu, sorunu dile getirendir; sonuçta, suçlu, bu dramı yaşayandır.

Şimdi, arkadaşlarıma şunu söylemek istiyorum en son olarak: İyi niyetle bir çalışma yapıyoruz. Bu çalışmadan biz sonuç almak istiyoruz ve gelişmiş bir toplum düzeni içinde rolümüzü oynamak istiyoruz.

Temel düşünceyi tekrarlamak istiyorum: Kadın-erkek eşitliğini sağlamak, yaşamın her alanında, uygulamada ve düşüncede kadın-erkek eşitliğini hayata geçirmede inançlı olmak değerli arkadaşlarım ve bunun gereğini yapmak ve çok ciddî eğitim programları başlatmak.

Bu arada, bir de soru sormak istiyorum: Şimdi, doğu ve güneydoğu, kuşkusuz, bu olayların en temel, en kaynak bölgeleri. Burada, kadınların sosyalleşmelerini, toplumsal yaşama katılmalarını sağlayabilmek amacıyla, geçmiş zamanlarda, GAP Projesi çerçevesinde bir uygulama başlamıştı; ÇATOM'lar. ÇATOM'ları yerinde görüp değerlendirmiştik. Kısaca şu söylenebilir ki, olanakları kısıtlı, sayıları yetersiz, desteklenmeleri gerekiyor, geliştirilmeleri gerekiyor, yaygınlaştırılmaları gerekiyor ve bölge kadınını güçlendirmede daha etkin rol oynayabilecekleri ekonomik olanaklara kavuşturulmaları gerekiyor.

Şimdi, GAP'la ilgili bir değişim, GAP yönetimi, idaresiyle ilgili bir değişim söz konusu ve gündemde; bunu biliyorum ve bu nedenle söylüyorum. Bölge kalkınma ajansına dönüştürürken bu yapıyı, ÇATOM'ları ne yapacağız, ÇATOM'ları ne yapacaksınız? ÇATOM'ları geliştirmek, desteklemek, bölgede sadece kadınların nefes alabildiği, bir toplumsal bilinç içinde bir araya gelebildikleri yer olmanın dışında, bölgenin erkekleri açısından da aktif birer merkez olmalarını sağlayıcı nasıl bir proje geliştireceğiz?

Biliyorum, kuşkusuz, bütün bakanlıkların, bu tür sosyal, toplumsal, kültürel sorunların çözümüne dönük ortak projelerinin olması gerekir; ama, hemen ilk akla gelen, bu ülkenin aileden sorumlu Devlet Bakanlığının bu konuda mesafe almış olması gerekir ve topluma sunmuş olması gereken, en azından kendi hükümetine sunmuş ve devreye sokması gereken projeleri olmak gerekir.

Bu ülkenin Kültür Bakanlığının, böyle bir kültür kırılması yaşanan koşullarda, yeni kültürel politikalar, entegrasyon politikalarını ortaya koyması gerekir.

Yerel yönetim işbirlikleriyle kuşkusuz; ama, Kültür Bakanlığının çok özel destek, katkı ve yönlendirmeleriyle, köyden kente göçün yarattığı o büyük kitlelerin travmaya uğramaması için, kendi kapalı kültürü içinde, kendi ahlakî ve namusî değerleri içinde kendini koruyabilmek için tedbir almak adına birsürü sıkıntıyı yaşamaması için geleceğe dönük hangi önlemleri vardır, hangi kültürel projeleri vardır, değişim projeleri vardır?

Bu ülkenin çok güçlü radyo televizyon kurumları vardır, özel ya da özel olmayan. O kurumların bir kültürel dönüşüm projesi içinde kullanılması düşünülmekte midir? O kurumların böyle bir dönüşümü sağlamada ne kadar etkin olabilecekleri hesaba katılmalı mıdır?

Şimdi, onlarca özel kanaldan, o ekranlarda, insan kimliğini, bilincini olumsuz yönde etkileyebilecek birdolu program yansımaktadır ve zaten cehalet ve zaten yoksulluk, o kuşatmanın içindeki insanların içinde bulundukları koşullarda yaptıkları algı, onların kendi bilincine bunun yansıması sonucunda biryığın sorun ortaya çıkmaktadır.

Zannediyorum ki, bir hükümetin görevi, bir Meclisin görevi, bütün bu sıkıntıları aşacak ve gerçekten geniş boyutlu, geniş projeksiyonlu dev projeler ortaya koymaktır; toplumuna sunmaktır ve toplumunun kanayan yaralarını dindirmektir, bastırmaktır.

Değerli arkadaşlarım, aslında fazla bir şey istemiyoruz. Ülkenin yarısını oluşturan kadınlar olarak, ülkemizden, kurduğumuz ülkeden, savaşarak kurduğumuz ülkeden adalet istiyoruz; kocalarımızdan, erkek kardeşlerimizden, babalarımızdan, arkadaşlarımızdan adalet istiyoruz ve bizi yönetenlerden, ülkeyi yönetenlerden, adaletin sağlanması için gereken ekonomik, sosyal, kültürel politikaların devreye sokulmasını istiyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Okuducu, buyurun.

GÜLDAL OKUDUCU (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Diliyorum ve umut ediyorum ki töre denilen vahşetin neden olduğu o çığlıklar bir daha kulaklarımızda yansımasın, o zılgıtlar bir daha duyulmasın, o acılar bu coğrafyada bir daha yaşanmasın.

Komisyonun kurulmasına destek vereceğiniz düşüncesiyle, hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Okuducu.

AK Parti Grubu adına söz isteyen Batman Milletvekili Ahmet İnal; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA AHMET İNAL (Batman) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu kadar kıymetli hatipten sonra söz almak.. Herhalde, sadece, söylediklerinin bir tekrarından başka bir şey olmayacaktır konuşmalarım.

Değerli arkadaşlar, "namus cinayeti" veya "töre cinayetleri" adı altında işlenen suçların nedenleri, sonuçları ve bu cinayetlerin araştırılması, önlenmesi için alınabilecek tedbirler hakkında AK Parti Grubu adına söz almış bulunmaktayım; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlarım.

Uzun yıllardır ülkemizin gündeminden düşmeyen; ancak, satır aralarında kalıp, bir türlü köklü çözüme ulaştırılamayan töre cinayetleri, toplumsal bir yara olarak devam etmektedir.

Son yıllarda işlenen bu cinayetlerde, sayıca, nispeten bir azalma gözükmekle beraber, bu konu, insan hak ve hukukunun önemi açısından tazeliğini korumaya devam etmektedir. Öncelikli olarak, toplumsal kültürümüzün temel taşlarından biri olan töre kavramını açarak sözlerime devam etmek istiyorum.

Töre, kısaca, bir toplulukta benimsenmiş, yerleşmiş davranış ve yaşama biçimlerinin, kuralların, görenek ve geleneklerin, ortaklaşa alışkanlıkların, tutulan yolların bütünü olarak veya kısaca, bir toplumdaki ahlakî davranış biçimleri olarak tanımlanmaktadır.

Toplumsal hiçbir dayanağı olmadığı halde, törelerimizin bir parçasıymış gibi lanse edilen töre cinayetleri ise, kısaca şöyle ifade edilebilir: Bu tip cinayetler, toplumda kendilerine biçilmiş rollerin veya kişiye, topluma, yöreye ve zamana göre değişen ahlakî normların dışına çıktığı varsayılan kız çocuklarına veya kadınlara yöneltilen en acımasız şiddet türlerinden birisidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmamın henüz başındayken, şunu özellikle vurgulamak istiyorum: "Töre cinayeti" diye adlandırılan vakaya, ne din ne töre ne insaf ne de vicdan cevaz veriyor. İnsanlar belli bir süreden sonra inandıkları gibi yaşamaya başladıkları için, ilmî bir dayanağı olmadan böylesi uygulamalara töre kisvesini giydirmeleri düşündürücüdür. Bunun yanlış bir uygulamadan ziyade, daha da ileri giderek, yargısız bir infaz olduğunu düşünüyorum ve maalesef, bu infazların mağduru çoğunlukla kadınlardır. Dinî değerlerimizde, kadına verilen değer çok aşikârdır. Dinimiz, saygıdeğer ve şerefli bir varlık olarak yaratılan insanın yaşama hakkını ve onun diğer temel haklarını, dokunulamaz ve mukaddes haklar olarak ilan etmiştir. Kanaatimce, bu cinayetlerin temelinde ilmî ve dinî düsturlardan ziyade kadına karşı şiddet unsuru yatmaktadır Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; çünkü, bu cinayetlere kaynaklık ettiği iddia edilen hataları erkekler işlediğinde, bırakın cezalandırmayı, neredeyse takdir edilecek bir anlayış, maalesef, yer etmiş durumdadır. Oysa, ne erkek ne de kadın için bu ve benzeri hareketlerin tasvibi mümkündür.

Modern Batı toplumları dahil olmak üzere, kadınların günümüzde uğramış oldukları pek çok şiddet unsuru vardır. Bu unsurların arka planında sosyal, kültürel, ekonomik ve coğrafî unsurlar yatmaktadır. Dünyada her yıl sayısız kadın töre cinayetlerine kurban gitmektedir. Töre cinayetlerinin bir kısmına intihar ve kaza süsü verilmekte veya çeşitli şekillerde bunlar örtbas edilmektedir. Bu durum, töre cinayetlerinin sayılarının tespitinde sağlıklı sonuçlara ulaşmayı zorlaştırmaktadır.

Bu cinayetlerin icra şekli de, ayrıca bir problem teşkil etmektedir. Örneğin, aile meclisi böylesi bir olay sonucunda toplanarak, namusunu kirlettiği düşünülen kadının önce intihar etmesi istenmekte veya infaz görevi, aile fertlerinden genç bir erkeğe tevdi edilmektedir.

Değerli arkadaşlar, Anadolu coğrafyası yöreden yöreye çeşitli farklılıklar gösteren birçok toplumsal yaşayış biçimlerini üzerinde barındırmaktadır. Yurdumuzun her yöresinde çeşitli adlar altında bazı gelenek ve görenek kurallarının belirlendiği yaşam biçimleri mevcut olup, bu hususta her yöre, kendi içinde farklı dinamikler barındırıyor. Bu dinamikler, iç göç hareketleriyle büyük şehirlere de taşınmaktadır. Anadolu insanı, göç ettiği büyük şehirlerde kent hayatına adapte olamamanın etkisiyle ve çoğu zaman bir tepki ve sığınak olarak geleneklerini yaşamakta ve devam ettirmeye çalışmaktadır.

Törelere uymak ve töreyi yaşatmak toplumda kutsanırken, bunlara karşı çıkmak yaptırımla karşılanmaktadır. Bu yaptırımlar, kınamadan başlayıp ölüme kadar gitmektedir. Genelde eskiyi, kadimi andıran bu deyimlerden, kimi zaman, bazı toplumsal kadim yanlışlara meşruiyet kazandırılmaktadır.

Değerli milletvekilleri, özellikle Doğu, Güneydoğu ve Karadeniz Bölgeleri başta olmak üzere, kırsal yaşamın hâkim olduğu kentleşmenin sağlıklı gelişmediği yörelerimizde geçmişten beri gördüğümüz töre cinayetleri de bu meşrulaştırma çabalarının bir yansımasıdır.

Yıllardan beri şahit olduğumuz ve özellikle yakın zamanda yaşanan olaylarla medyanın gündemini meşgul eden töre cinayeti olgusu, toplumda büyük bir tepki ve üzüntü doğurmasına rağmen, engellenemiyor. Hatta, bu cinayetleri işleyenler, çoğu kez, toplum tarafından birer katil değil de, namusunu temizleyen biri gibi görülmektedir.

Töre cinayetlerini incelediğimiz zaman, bunun iki yaygın sebebi olduğunu görmekteyiz; bunlardan birincisi namus, diğeri ise intikam cinayetleridir.

Kan davası diye bilinen intikam cinayetleri, aile içinde veya aile arasında bir tarafın ölümüyle sonuçlanan bir olayın ardından karşı taraftan bir başka ölümün meydana gelmesidir. Bu tip olaylarda, karşı taraftan ya fail öldürülür veya karşı taraf üzerinde moral olarak en büyük yıkımı meydana getirecek kişi seçilir. Failler, genellikle, önce ölenin en yakınıdır ve ceza indirimleri nedeniyle çocuklar sıklıkla kullanılmaktadır.

Bir diğer töre cinayeti sebebi ise namus cinayeti adıyla bilinen cinayet çeşididir. Bu tip olaylarda, genellikle, toplumun değer yargılarına göre gayri ahlâki görülen bir ilişkiye giren kadın cezalandırılmaktadır; ancak, cezalandırma öncesinde üretilen bazı ara çözümler de görülmektedir. Kendi içinde çarpıklık taşıyan ve mağduru ile tecavüzcüsünü bir araya getiren bu çözümde kız ve erkek evlendirilmektedir. Kimi zaman da, buna ek olarak, kız tarafından bir erkek öbür erkek yakınlarından bir kadınla evlendirilmektedir. Bu ikinci evlilik şekli, berdelin farklı bir yansımasıdır.

Namus cinayetlerinin kendi içinde yaşadığı en büyük çelişki, mağdur kızın ailesi dahil, olayın taraflarının erkek üzerinde bir yaptırımdan ziyade genellikle olayın mağduru olan kız üzerinde yaptırım uygulama isteğidir. Gönülsüz ilişkilerde dahi, kız, tecavüzcüsüyle zorla evlendirilebilmektedir. Tabiî, burada, eylem türlerine, yakın zamanda sıkça rastlanan intihar görünümlü cinayetleri de eklemek mümkündür.

Namus cinayetleri incelendiğinde, ailenin kendi onur ve şereflerini kızın birlikteliğine endeksledikleri ve kıza verilecek cezayla onur ve şereflerini kurtardıkları inancına sahip oldukları görülmektedir. Bu onur ve şeref kimi zaman öyle abartılmaktadır ki, bir cinsel beraberlik veya tecavüz bulunmayan, sadece duygusal birliktelik yaşanan olaylarda bile bir ölüme varan çok sert ve kabul edilemez tepkiler verilmektedir. Bu konuda ailenin hukuku devletin hukukunun önüne geçmektedir. Bütün hukuk ve dinlerde cezalandırma yetkisi devlete aittir ve bu icra mahkemeler eliyle yürütülür. Tüm bu cinayetleri işleyenler, namuslarını temizlediklerini zannederler; oysa ki, bu suçlar onlara iki cihanı da kaybettirmektedir. Töre cinayetlerine azmettirenler, bu cinayeti işleyen gibi günah işlemiş ve suçludur. "Sebep fail gibidir" deyimini unutmamak lazım.

Değerli arkadaşlar, mazlum ve mağdur durumundaki kimselerin suçlu görüldüğü hiçbir hukuk sistemi yoktur. Kaldı ki, cebredilen kadın, suçlu değil, ancak mağdur ve mazlumdur. Namus, ancak, insan hayatı ve haysiyeti güvence altına alınarak korunabilir.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; peki, bu kanayan yara nasıl kapanacak? Bu konunun çözümü adına, bugüne kadar çok şey yapılmış değildir.

Birleşmiş Milletler verilerine göre her yıl dünyada 5 000'e yakın töre cinayeti işlenmektedir. Ülkemizde de bu cinayetler azımsanmayacak derecededir. Kadınlara Karşı Her Türlü Ayırımcılığın Önlenmesi Sözleşmesinin (CEDAW) 19 nolu tavsiye kararı, devlete, üçüncü kişilerin kadınlara karşı uyguladığı insan hakları ihlallerini önleme vazifesini vermiştir. Pekin+5 Bildirgesi de, namus suçlarını kadına karşı şiddet kapsamına almıştır.

1998 yılında, 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun çıkarılmıştır. Nitekim, Avrupa Birliği uyum müktesebatının yedinci paketiyle Türk Ceza Kanununun 462 nci maddesi değiştirilerek, töre cinayetleri hafifletici sebep olmaktan çıkartılmıştır.

Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünün, bu konuyla ilgili koruma ve çeşitli bilinçlendirme çalışmaları mevcuttur; ancak, bu faaliyetlerin artırılması ve desteklenmesi gerekmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; töre cinayetlerinin engellenmesinde en önemli faktör eğitimdir. Bu tip yörelerde eğitim, gençlerden ziyade, ebeveynlere ve yaşlılara yönelik yapılmalıdır. Kuşak çatışması yaşayan ve kendi algılarını gençler üzerinde zorla hayata geçirmeye çalışan önceki kuşak üzerinde ciddî bir eğitim çalışmasına ihtiyaç vardır.

Yapılan araştırmalarda, gençlerin bakış açılarında farklılıklar bulunduğu, değişimlere yatkın oldukları; ancak, töre cinayetlerini çevre baskısı altında meşrulaştırdıkları görülmektedir.

Namus cinayetlerinin en önemli sebebi, sosyal hayata, modern hayata katılmak isteyen genç kız ile bunun karşısında direnç gösteren geleneksel yapı çatışmasıdır. Bu nedenle, özellikle göç alan bölgeler ve kırsalda, kızların sosyal hayata katılabilecekleri meşru araçları devreye sokmak gerekmektedir. Bu araçlar, devlet eliyle verilecek her türlü eğitim desteğidir. Genç kız ve kadınlar, il ve ilçelerdeki halk eğitim merkezleri, meslek edindirme kursları ve çok amaçlı toplum merkezlerinin açtığı kurslara yönlendirilmelidir. Bilgisayar, halıcılık, trikotaj, giyim, nakış, okuma-yazma ve sınava hazırlık kursları, halkoyunları gibi kurslar, özellikle genç kızlar arasında büyük ilgi görmektedir. Bu kurslarda, meslekî bilgi ve beceri yanında, temizlik, evliliğe hazırlık, aile planlaması, yemek, iletişim, giyim, televizyon izleme alışkanlıkları gibi günlük hayata dair işlevsel bilgi aktarılmaktadır. Yetkililer, kursiyerlerde dönem sonunda büyük ölçüde davranış değişikliği saptadıklarını belirtmişlerdir.

Değerli arkadaşlar, bu merkezlerin kadınların eğitiminde hayatî derecede önemi olduğu saptanmıştır. Bu nedenle, sosyal riski azaltma projeleri kapsamında, tıpkı şartlı eğitim ve sağlık yardımı transferi gibi, ailelerin kızlarını bu kurslara göndermeleri teşvik edilmeli, valilik ve kaymakamlıklar bu süreçte etkin rol almalıdır. Eğitimsizlik, özellikle de kız çocuklarının eğitimine önem verilmemesi, feodal yapıyı beslemektedir. Bu nedenle, doğu ve güneydoğu bölgelerindeki derslik ve eğitimci açığı hızla kapatılmalı, bu konuda bir seferberlik başlatılmalıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gelişmiş illerde okul yapmak için sıraya giren hayırsever işadamlarının yöreye eğilmeleri teşvik edilmeli ve yönlendirilmelidir. Gelişmiş illerde 25-30 öğrenci kapasiteli derslikler mevcutken, Batman, Diyarbakır, Siirt, Mardin, Şırnak, Bitlis, Bingöl, Hakkâri gibi vilayetlerimizde, derslik ihtiyacı had safhada olan illerde bir sınıfa 80-90 öğrenci düşmektedir. Bu açık, imkânlar dahilinde, bir an önce kapatılmalıdır.

Değerli arkadaşlarım yöre aileleri, kızlarını kız meslek okullarına göndermeyi tercih etmektedir. Ekonomik yetersizlikten dolayı, aileler, eğitim konusunda erkek çocuklarını tercih etmektedir. Aileyi eğiten, hem kız hem de erkek çocuklarını yetiştiren anne olduğu için, kız çocuklarının eğitimlerinin önemi ortadadır. Kızı eğitimsiz olan babanın torunu da eğitimsiz olur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu olumsuz koşulları bertaraf etmek için, bu gibi yörelerin ekonomik durumunda süratle iyileşme yapılmasını sağlayarak, ailelerin daha müreffeh bir yaşamla, hayat anlayışlarını değiştirmek gereklidir. Yapılan araştırmalar, ekonomik iyileşmenin düzeldiği bölge ve mahallelerde, töre merkezli problemli yaklaşımların ortadan kalktı denecek kadar azaldığı yönündedir. Töre cinayetlerinin, çok da büyük bir kurumsal düzeneğinin olmadığını; fakat, münferit mekanizmaları içinde, tarih boyunca kullanıldığını görmekteyiz.

Doğu bölgelerimizde, toplumsal yapıda gelişme ve değişmeye kapalılık hâkim olsa bile, kimi ailelerin bakış açılarında giderek olumlu değişmeler görülebilmektedir. Kendi tarlası, bahçesi üzerinden geçimini temin edemeyen bu yörenin insanları, büyük şehirlere göç etmek durumunda kalmaktadır. Göç eden insanlar, büyür şehrin varoşlarında yer bulabilmektedir. Bu da, oradaki ekonomik ve sosyal dengeyi de bozmaktadır.

Son yıllarda, bölgemizde, yörenin ekonomik kaynağı olan tütün ziraatına benzer ziraatlara kotalar konulmuş ve bu, yörenin ekonomisini altüst etmiştir. Bu konuda alınacak tedbir, yapılan hesaplamalara göre, devlet maliyesine yük getirmeyeceği şeklindedir. Sorunun kesin çözümü, zarurî tedbirlerin karşılanarak, bireyin ve bireysel değerlerin önem kazandığı modern bir toplum düzenine geçilmesiyle mümkündür. Bunun için de, eğitim imkânları ve toplumsal altyapıdaki olumlu projeler üzerinde ısrarla durulmalıdır.

Değerli arkadaşlar, Türkiye Büyük Millet Meclisinin töre cinayetlerini araştırması, bunun nedenlerini ortaya koyması ve çözüm yolları hususunda sivil toplum kuruluşlarıyla nasıl bir çalışma yürüteceğini ortaya koyması, çözümün bir ayağı olacaktır. Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu görevi üstlenerek önemli bir mesafe katedecektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; unutulmamalıdır ki bu, bir kadın sorunu değil, insanlık sorunudur. Türkiye Büyük Millet Meclisi bu konuda üzerine düşeni fazlasıyla yapacaktır, yapmalıdır. Gerek kültürel gerek eğitim gerekse de iktisadî açılımlarla, sivil toplum kuruluşlarının da çabalarıyla, bu meselede önemli mesafeler katedilecektir. Bu konuyu çözeceğiz inşallah. Bunu çözerken, sadece kadını yargısız infazdan kurtarmış olmayacağız, aynı zamanda Türkiye'nin uluslararası arenadaki sicilini de temizlemiş olacağız. Bundan dolayı, bu önergeyi bütün hasbî duygularımızla destekliyoruz.

Hepinizi, tekrar, saygılarımla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın İnal.

Meclis araştırması önergeleri üzerindeki öngörüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, Meclis araştırması açılıp açılmaması hususunu oylarınıza sunacağım.

Meclis araştırması açılmasını kabul edenler...  Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Meclis araştırmasını yapacak komisyonun 12 üyeden kurulmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Komisyonun çalışma süresinin, başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip üyenin seçimi tarihinden başlamak üzere üç ay olmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Komisyonun gerektiğinde Ankara dışında da çalışabilmesi hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.

VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin; Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair KanunTeklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)

BAŞKAN - Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin geri alınan maddeleriyle ilgili komisyon raporu gelmediğinden, teklifin görüşmelerini erteliyoruz.

Esnaf ve Sanatkârlar Meslek Kuruluşları Kanunu Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu raporunun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

2.- Esnaf ve Sanatkârlar Meslek Kuruluşları Kanunu Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu (1/969) (S. Sayısı: 851)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Komisyon olmadığı ve diğer işlerde de arasak bulunmayacağından, sözlü soru önergeleri ile diğer denetim konularını sırasıyla görüşmek için, 24 Mayıs 2005 Salı günü, alınan karar gereğince, saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

 

Kapanma Saati: 17.51