DÖNEM : 22 CİLT : 83 YASAMA
YILI : 3
T. B. M. M.
TUTANAK DERGİSİ
94 üncü Birleşim
4
Mayıs 2005 Çarşamba
İ Ç İ N D E K İ L E R
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II.- GELEN KÂĞITLAR
III.-
YOKLAMALAR
IV.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1.- Manisa Milletvekili Ufuk Özkan'ın,
öğrenci seçme sınavı öncesinde lise son sınıf öğrencilerinin karşılaştıkları
sorunlara ilişkin gündemdışı konuşması
2.- Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'nın,
sözde Ermeni soykırım iddialarına ilişkin gündemdışı konuşması
3.- Aksaray Milletvekili Ahmet Yaşar'ın,
sütün insan sağlığına olan yararlarına, süt üreticilerinin sorunlarına ve
alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Sağlık Bakanı Recep
Akdağ'ın cevabı
B) GENSORU,
GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ
1.- Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı
ve 33 milletvekilinin, 1 Mayıs 1977 tarihinde İstanbul Taksim'de yaşanan
olayların araştırılması amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/280)
C)
TEZKERELER VE ÖNERGELER
1.- Bazı milletvekillerinin belirtilen
sebep ve sürelerle izinli sayılmalarına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/815)
2.- Kars Milletvekili Zeki Karabayır'a
ödenek ve yolluğunun verilmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/816)
V.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
1.- Kocaeli Milletvekili Mehmet Sefa
Sirmen'in yasama dokunulmazlığının kaldırılması hakkında Başbakanlık Tezkeresi
ve Anayasa ve Adalet Komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Raporu
(3/213) (S. Sayısı: 496)
2.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş
ve İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici
Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde
Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S.
Sayısı: 305)
3.- Esnaf ve Sanatkârlar Meslek
Kuruluşları Kanunu Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi
ve Teknoloji Komisyonu Raporu (1/969) (S. Sayısı: 851)
4.- Ankara Milletvekilleri Salih Kapusuz
ile Reha Denemeç'in, Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Kurulması
Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Millî Eğitim,
Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (2/426) (S. Sayısı: 877)
5.- Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının
Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanun Tasarısı ile Sanayi,
Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu (1/846)
(S. Sayısı: 646)
VI.-
ÖNERİLER
A) SİYASÎ
PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ
1.- Gündemdeki sıralamanın yeniden
düzenlenmesine ilişkin CHP Grubu önerisi
VII.-
AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Samsun Milletvekili Haluk Koç'un, Ordu
Milletvekili Eyüp Fatsa'nın, konuşmasında, şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
VIII.-
SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI
SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Antalya Milletvekili Nail KAMACI'nın,
Antalya'daki yerel gazetelerde kendisine atfedilen beyanlara ilişkin sorusu ve
Kültür ve Turizm Bakanı Atilla KOÇ'un cevabı (7/5299)
2.- Antalya Milletvekili Feridun Fikret
BALOĞLU'nun, Türkiye genelinde tamamlanamayan karayolu projelerine ilişkin
sorusu ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Zeki ERGEZEN'in cevabı (7/5340)
3.- İstanbul Milletvekili Onur ÖYMEN'in,
Cumhurbaşkanının Suriye'ye öngördüğü resmî ziyarete ilişkin sorusu ve Dışişleri
Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah GÜL'ün cevabı (7/5361)
4.- Kocaeli Milletvekili İzzet ÇETİN'in,
Ankara Atatürk Kültür Merkezi alanının içinde bulunduğu imar planına ilişkin
Başbakandan sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Atilla KOÇ'un cevabı (7/5411)
5.- İzmir Milletvekili K. Kemal ANADOL'un,
halk kütüphanelerine ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Atilla KOÇ'un
cevabı (7/5493)
6.- Hatay Milletvekili Mehmet ERASLAN'ın,
bir Türk gazetesinin Almanya'daki yayınının yargı kararı olmaksızın Alman
İçişleri Bakanlığınca yasaklanmasına ilişkin sorusu ve Dışişleri Bakanı ve
Başbakan Yardımcısı Abdullah GÜL'ün cevabı (7/5425)
7.- Denizli Milletvekili Ümmet
KANDOĞAN'ın, Nevruz kutlamalarına katılan Norveç heyetine ilişkin sorusu ve
Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah GÜL'ün cevabı (7/5426)
8.- Ankara Milletvekili Ayşe Gülsün
BİLGEHAN'ın, İslam Konferansı Örgütü İstanbul Sonuç Bildirgesine ilişkin sorusu
ve Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah GÜL'ün cevabı (7/5429)
9.- Denizli Milletvekili Mehmet Uğur
NEŞŞAR'ın,Vakıf Gureba Hastanesinin röntgen bölümüne ilişkin sorusu ve Sağlık
Bakanı Recep AKDAĞ'ın cevabı (7/5449)
10.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in,
Bursa-İnegöl-Eskiköy'de meydana gelen heyelana ilişkin sorusu ve Bayındırlık ve
İskân Bakanı Zeki ERGEZEN'in cevabı (7/5522)
11.- Eskişehir Milletvekili Cevdet
SELVİ'nin, kurulması düşünülen kırsal kalkınma bölge müdürlükleri arasında
Eskişehir İlinin bulunup bulunmadığına ilişkin Başbakandan sorusu ve Tarım ve
Köyişleri Bakanı Sami GÜÇLÜ'nün cevabı (7/5525)
12.- Antalya Milletvekili Feridun Fikret
BALOĞLU'nun, ülkemizde kış turizminin geliştirilmesi için ne gibi çalışmalar
yapıldığına ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Atilla KOÇ'un cevabı
(7/5555)
13.- Karaman Milletvekili Mevlüt AKGÜN'ün,
SSK'lıların hastanelerin ortodonti servisinden yararlanamamasına ilişkin sorusu
ve Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ'ın cevabı (7/5565)
14.- Hatay Milletvekili Mehmet ERASLAN'ın,
sahte bal üretimine ve ithal edilen gıda maddelerinin denetimine ilişkin sorusu
ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami GÜÇLÜ'nün cevabı (7/5575)
15.- Muğla Milletvekili Ali ARSLAN'ın,
Muğla İli sınırları içindeki bazı arazi bilgilerine ilişkin sorusu ve Çevre ve
Orman Bakanı Osman PEPE'nin cevabı (7/5581)
16.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in,
yapılan atamalara ve atanan personel sayısına ilişkin sorusu ve Dışişleri
Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah GÜL'ün cevabı (7/5587)
17.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in,
yapılan atamalara ve atanan personel sayısına ilişkin sorusu ve Bayındırlık ve
İskân Bakanı Zeki ERGEZEN'in cevabı (7/5614)
18.- Denizli Milletvekili Ümmet
KANDOĞAN'ın, Doğrudan Gelir Desteği ödemelerine ilişkin Başbakandan sorusu ve
Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami GÜÇLÜ'nün cevabı (7/5619)
19.- Ordu Milletvekili İdris Sami
TANDOĞDU'nun, Vakıf Gureba Hastanesi radyoloji bölümünün kötü koşullarda hizmet
verdiği iddiasına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ'ın cevabı
(7/5648)
20.- Manisa Milletvekili Nuri ÇİLİNGİR'in,
Van ve Kırıkkale İllerinde yapılan (F) tipi cezaevlerinin maliyetine ilişkin
sorusu ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Zeki ERGEZEN'in cevabı (7/5677)
21.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in,
bakanlık ve bağlı kuruluşlarında vekaleten ve asaleten görev yapan idarî
personele ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Beşir ATALAY'ın cevabı (7/5730)
22.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in,
il halk kütüphanelerine ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Atilla KOÇ'un
cevabı (7/5758)
23.- Manisa Milletvekili Hasan ÖREN'in,
Manisa'da yaşanan don olayına ve zarar gören çiftçilere ilişkin sorusu ve Tarım
ve Köyişleri Bakanı Sami GÜÇLÜ'nün cevabı (7/5803)
24.- Antalya Milletvekili Feridun Fikret
BALOĞLU'nun, Antalya-Gündoğmuş-Çamlıalan Köyü ile Köprülü arasındaki yolun
yeniden yapılmasına ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami GÜÇLÜ'nün
cevabı (7/5848)
25.- Iğdır Milletvekili Dursun AKDEMİR'in,
Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonunun gelirlerine ilişkin sorusu ve
Devlet Bakanı Beşir ATALAY'ın cevabı (7/5855)
I.- GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak
dört oturum yaptı.
Adana Milletvekili Recep Garip, Türk Dil
Bayramı ile Yunus Emre Haftası münasebetiyle dilin ve kültürün toplum için
önemine ilişkin gündemdışı bir konuşma yaptı.
Ordu Milletvekili İdris Sami Tandoğdu’nun,
Ordu'daki arıcılık sektörü ile bal üreticilerinin sorunlarına ve alınması
gereken önlemlere,
Osmaniye
Milletvekili Necati Uzdil'in, buğday hasadı öncesi yaşanan pazarlama sorunları
ile bu konuda yapılması
gereken çalışmalara,
İlişkin gündemdışı konuşmalarına Tarım ve
Köyişleri Bakanı Sami Güçlü cevap verdi.
Gelir İdaresi Başkanlığının Teşkilat ve
Görevleri Hakkında 5333 sayılı Kanunun 28 inci maddesinin, Anayasanın 89 uncu
maddesine göre bir kez daha görüşülmek üzere geri gönderildiğine ilişkin
Cumhurbaşkanlığı tezkeresi Genel Kurulun bilgisine sunuldu.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Grup
Başkanvekilleri İzmir Milletvekili K. Kemal Anadol, İstanbul Milletvekili Ali
Topuz ve Samsun Milletvekili Haluk Koç'un, Ereğli Demir ve Çelik Fabrikaları
TAŞ'nin özelleştirme süreci konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi
(8/21) Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergenin gündemdeki yerini alacağı ve
öngörüşmesinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.
Genel Kurulun 3.5.2005 Salı günkü
birleşiminde sözlü sorular ile diğer denetim konularının görüşülmeyerek bu
birleşimde kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine; 4.5.2005 Çarşamba günkü
birleşiminde sözlü soruların görüşülmemesine; Genel Kurulun 3.5.2005 Salı günü
15.00-21.00; 4.5.2005 Çarşamba ve 5.5.2005 Perşembe günleri de 14.00-21.00
saatleri arasında çalışmalarını sürdürmesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi
kabul edildi.
Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:
1 inci sırasında bulunan, Kamu İhale
Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin (2/212) (S. Sayısı:
305) görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin komisyon raporu henüz
gelmediğinden,
2 nci sırasında bulunan, Esnaf ve
Sanatkârlar Meslek Kuruluşları Kanunu Tasarısının (1/969) (S. Sayısı: 851) görüşmeleri, ilgili
komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından,
Ertelendi.
3 üncü sırasında bulunan, Ankara
Milletvekilleri Salih Kapusuz ile Reha Denemeç'in, Türkiye Bilimsel ve Teknik
Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Teklifinin (2/426) (S. Sayısı: 877) görüşmelerine devam olunarak 7 nci
maddesine kadar kabul edildi; 7 nci maddesi üzerinde bir süre görüşüldü.
Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa, Yalova
Milletvekili Muharrem İnce'nin, konuşmasında, Başbakana sataştığı iddiasıyla
bir açıklamada bulundu.
4 Mayıs 2005 Çarşamba günü, alınan karar
gereğince saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşime 20.58'de son verildi.
|
|
Nevzat
Pakdil |
|
|
|
Başkanvekili |
|
|
Ahmet
Gökhan Sarıçam |
|
Ahmet
Küçük |
|
Kırklareli |
|
Çanakkale |
|
Kâtip Üye |
|
Kâtip Üye |
II.- GELEN
KÂĞITLAR
4 Mayıs
2005 Çarşamba
Meclis
Araştırması Önergesi
1.- Denizli Milletvekili Mustafa GAZALCI
ve 33 Milletvekilinin, 1 Mayıs 1977 tarihinde İstanbul Taksim’de yaşanan
olayların araştırılması amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci
maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/280)
(Başkanlığa geliş tarihi: 3.5.2005)
BİRİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 14.00
4 Mayıs
2005 Çarşamba
BAŞKAN:
Başkanvekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP
ÜYELER: Ahmet Gökhan SARIÇAM (Kırklareli), Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 94 üncü Birleşimini açıyorum.
III.- Y O K
L A M A
BAŞKAN - Elektronik cihazla yoklama
yapacağız.
Yoklama için 5 dakika süre vereceğim.
Sayın milletvekillerinin oy düğmelerine
basarak salonda bulunduklarını bildirmelerini, bu süre içerisinde elektronik
sisteme giremeyen milletvekillerinin, salonda hazır bulunan teknik personelden
yardım istemelerini, buna rağmen de sisteme giremeyen üyelerin ise, yoklama
pusulalarını, teknik personel aracılığıyla, 5 dakikalık süre içerisinde
Başkanlık Divanına ulaştırmalarını rica ediyorum.
Yoklama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN- Sayın milletvekilleri, toplantı
yetersayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce, üç sayın
milletvekiline gündemdışı söz vereceğim.
Gündemdışı ilk söz, üniversite
sınavlarıyla ilgili olarak söz isteyen, Manisa Milletvekili Ufuk Özkan'a
aittir.
Sayın Özkan, buyurun.(CHP sıralarından
alkışlar)
Hatiplerimizin, sürelerini uygun
kullanmalarını istirham ediyorum.
IV.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1.- Manisa
Milletvekili Ufuk Özkan'ın, öğrenci seçme sınavı öncesinde lise son sınıf
öğrencilerinin karşılaştıkları sorunlara ilişkin gündemdışı konuşması
UFUK ÖZKAN ( Manisa) - Sayın Başkan,
teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; 19 Haziran 2005 tarihinde, 860 000'e yakın lise öğrencimizin,
gireceği öğrenci seçme sınavı öncesi yaşadıkları rapor sıkıntısını gündeme
taşımak için söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi saygıyla selamlarım.
Bildiğimiz gibi, ilköğretim ve liselerde
yönetmelik gereği; bir eğitim yılında, öğrencilerimizin, 20 gün devamsızlık, 25
gün rapor alma hakkı yanında, ayrıca, sağlık kurulu raporuyla daha uzun süre
okula devam etmeme hakları vardır.
Şimdi, bu noktada, lise son sınıf
öğrencilerimizin, velilerimizin, doktorlarımızın, idarecilerimizin yaşadığı
sıkıntıya değinmek istiyorum.
Lise son sınıfta okuyan öğrencilerimiz,
ikinci dönem başladıktan hemen sonra, öğrenci seçme sınavının yanlış
uygulamalarından kaynaklanan, soru sormada müfredatı yok saymasından dolayı,
okulda geçireceği ders saatlerinin boşa gideceğini düşünerek ya zamanlarını
dershanede ya da evlerinde, geçmiş yıllara ait öğrenci seçme sınavı
sorularıyla, çözümü için ve boğuşarak geçirirler.
Türk Eğitim Derneğinin üniversiteye giriş
araştırması sonucunda, öğrencilerimizin yarısına yakınının, okulun son
günlerinde rapor aldığı tespit edilmiştir.
Yine, dün, bir gazetemizde,
gazeteci-araştırmacı arkadaşımız Hasan Erşan'ın araştırmasından öğrendiğimiz
kadarıyla, yaklaşık 400 000 öğrencinin, 80 trilyon liraya yakın para
harcayarak, rapor aldığı tespit edilmiştir. Aynı yazıda, sağlık kurulu raporu
harcaması, özel dershanelere ödenen ücretler, Millî Eğitim Bakanlığının
gereksiz harcamalarıyla, rakamın 198 trilyon liraya çıktığı belirtilmiştir.
Peki, maddî boyutu bu kadarla bitiyor mu?
Hani bu rapor peşinde koşan ailenin iş kaybı, hani doktorların boşa geçen
zamanı, hani sağlık kuruluşlarının boş ve sahte işlerle uğraşırken kaybettiği
zaman, hani öğretmenlerimizin, idaremizin eğitime harcayacağı enerjiyi boş yere
-boş sınıflara- yitirmesi; bunların hiç mi maddî değeri yok?
Peki, sadece maddî tarafı mı var? Ahlakî
yönünü ne yapmalı? Ahlakî yönünü görmezden gelebilir miyiz? Öğrenci rapor
istiyor, idare rapor istiyor; veli rapor arıyor; doktor, raporu versin mi
vermesin mi, iki arada bir derede; Bakanlık talimat gönderiyor: "Sakın
sahte rapor vermeyin, gereğini yaparım"diyor. Bu sahtekârlığa, herkes,
ister istemez karışıyor.
Bana göre, iş, işte burada başlıyor.
Parası olan, arkası olan, tanıdığı, sosyal çevresi olan, bu raporu, para
karşılığı ya da hatır karşılığı alabiliyor. Kime alıyor; 17-18 yaşında, sağlam,
sağlıklı öğrenciye alıyor. Ne raporu alıyor; hasta raporu alıyor. Yarına
hazırladığımız çocuklarımıza, sahte, asılsız, gerçek olmayan sağlık raporları
alıyoruz.
Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; bu sahte rapor, bu asılsız rapor okul idaresine götürülüyor,
sağlam öğrencinin hasta raporu idareye veriliyor, idare de bu raporu doğru
kabul ederek hareket ediyor ve biz, bunu, ahlakî kuralların içine sığdırmaya
çalışıyoruz.
Aileleri, idareyi, sağlık kuruluşlarımızı
bu duruma düşüren Millî Eğitim Bakanlığının uygulamaları değil midir? Bunun
sorumlusu, üç yıldır Bakanlık koltuğunu işgal eden Sayın Bakan değil midir?
Bunun sorumluluğu, üç yıla yakın hükümet eden hükümetin değil midir?
Peki, rapor alamayan aileler, öğrenciler,
sosyal çevresi olmayanlar, parası olmayanlar ne yapmalı? Değerli arkadaşlarım,
soruyorum size, ne yapmaları gerekir?
Bu yıl, AKP İktidarının üçüncü senesi,
Millî Eğitim Bakanı da üçüncü kez öğrenci seçme sınavını gerçekleştirecek; tek
başına iktidar. Problem belli. Çözüm?.. Çözüm maalesef yok. Bunu anlamak mümkün
değil. İnsanları sahteciliğe sürükleme; otur, problemi çöz.
Öğrencilerimizin öğrenim yılının sonunda
rapor almalarına konulan hastalığın adı, son sınıf hastalığı. Gördüğüm
kadarıyla, son sınıf hastalığı iktidara da bulaşmış, sahte raporlarla ömrünü
uzatmaya çalışıyor.
Yılın ikinci döneminde, lise son
sınıflarımızın, resmen kapanmasa da, doktor raporlarıyla kapandığını az önce
sizlere ifade etmiş bulundum.
Değerli arkadaşlarım, tek başına iktidar
var, güçlü bir hükümet var; güçlü olduğunu ifade eden bir hükümet var.
Milletvekillerimizin yapmış olduğu olumlu ve doğru teklifleri görmezden
gelmeseler, bunları değerlendirseler, bugün, bu problemleri yaşama olanağımız
olmayacak. İcra makamında olanlar gereğini yapmazlarsa, halk, günü gelince
gereğini yapacaktır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Özkan, konuşmanızı tamamlar
mısınız.
Buyurun.
UFUK ÖZKAN (Devamla) - Toparlıyorum Sayın
Başkanım.
Oturduğunuz bakanlık koltukları mazeret
üretmekle büyümez; sorunları, problemleri zamanında ve adil olarak çözmekle
büyür. Hiçbir konuda olmadığı gibi, bu konuda da ciddî bir çözüm önerinizin
olmadığını ifade etmek isterim.
Sayın Bakan -yanılmıyorsam, burada yok- bu
problemleri ya çözersiniz ya çeker gidersiniz. Sahte raporlarla gençlerimizin
geleceğini teşhis edemeyiz.
Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum ve
sizlere saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Özkan.
Gündemdışı ikinci söz, sözde Ermeni
soykırım iddiaları hakkında söz isteyen, Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'ya
aittir.
Sayın Uzunkaya, buyurun. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
Sayın Uzunkaya, sürenizi uygun bir durumda
kullanmanızı istirham ediyorum.
HALUK KOÇ (Samsun) - Aslına dönüyorsun
herhalde, öyle bir konu seçmişsin!..
2.- Samsun
Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, sözde Ermeni soykırım iddialarına ilişkin
gündemdışı konuşması
MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Sayın Başkan, çok
değerli milletvekilleri; sözde ve asılsız soykırım iddialarının, son günlerde,
Batının gündemine bir başka boyutuyla girmiş olmasından dolayı söz almış
bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, tabiî, soykırım
iddiaları, 7 Aralık 1948 tarihli, Birleşmiş Milletlerin almış olduğu,
soykırımla ilgili bir karara müsnet olarak; muhtemeldir ki, o dönemde, İkinci
Cihan Harbi, Batı Avrupa'da, o bölgede meydana gelen olaylara dönük olarak
alındığı ihtimali söz konusu olabilecek bir kararın, 1960'lardan sonra, 1915
yılında Ermenilere karşı Anadolu'da uygulandığı iddia edilen bir genosit; yani,
toptan yok etme iddiasının, bugünlere taşınan versiyonudur.
Değerli arkadaşlar, geçtiğimiz pazar ve
pazartesi günleri İsrail ve Filistin'deydik; iktidar ve muhalefetten birkısım
milletvekilleri, işadamları, sayın bakanlar ve 59 uncu hükümetin Saygıdeğer
Başbakanıyla beraber.
Filistin'de yaşananlar, kendi
topraklarında, bir köyden bir köye, bir beldeden bir beldeye gidemeyenler,
hatta Gazze'deki parlamenterlerin Ramallah'taki Meclise gelemediği bir ortam,
dünya kamuoyunun gözü önünde cereyan ederken bu olaylar ve her gün bölgede kan
ve can giderken, Batı'nın bütün bu olayları görmezlikten gelerek, doksan sene
öncesine ait tarihçilerin, bilim adamlarının, bilgilerin, belgelerin ortaya
koyması gereken bir hadiseyi, bugün bir topluma karşı, Türk Milletine karşı bir
suçlama unsuru, bir operasyon olarak, operasyonel bir değerlendirmeye taşımış
olmasını ibretle, hayretle, dehşetle maalesef izlemekteyiz.
Değerli arkadaşlar, bakınız, bugüne kadar
uluslararası parlamentolarda sözde soykırıma ilişkin karar alan ülkelerin
sayısı... Arjantin, Belçika, Fransa, Hollanda, İsveç, İsviçre, İtalya, Kanada,
Lübnan, Rusya Federasyonu, Slovakya, Uruguay, Yunanistan, Kıbrıs Rum Kesimi ve
Polonya olmak üzere toplam 15 ülke böyle bir talihsiz kararı almıştır.
Uluslararası kuruluşlardan Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Konseyi Parlamenterler
Meclisi böyle bir karar almıştır. Yerel parlamento ve organlarda sözde Ermeni
soykırımına dair ABD'de toplam 36 eyalette karar alınmış; Avustralya'da,
Galler'de, İsviçre'de, İtalya'da, Kanada'da toplam 52 karar alınmış.
Değerli arkadaşlar, bütün bu olayları,
örgütlü, planlı, programlı, Türkiye'ye karşı dışpolitikada çok ciddî anlamda
bir kuşatma eylemi olarak görmemek mümkün değil. Tamamen siyasî olan bu olayı,
son günlerde maalesef, İsviçre bir cezaî müeyyide uygulama noktasına
getirebilmiş, Türk Tarih Kurumu Başkanı değerli bilim adamı Prof. Dr. Yusuf
Halacoğlu hakkında yargılama süreci başlatabilecek bir cüreti gösterebilmiştir.
İşin özü, kısaca, geçen yıl İsviçre'de
Zürih'te verdiği bir konferansta, sözde soykırımı iddiasını değerlendiriyor ve
bunun tarihçilere bırakılması gereken, bilimsel olarak belgelere dayanarak
değerlendirilmesi gereken bir husus olduğunu söyleyen Sayın Halacoğlu'nu
"sen soykırımı inkâr ettin" suçlamasıyla yargılama kararı alabiliyor.
Değerli arkadaşlar, yani, medenî olarak
yıllarca kanunlarını tatbik ettiğimiz İsviçre Hükümeti, İsviçre Parlamentosu,
böyle bir cezaî uygulamanın yapılabileceği kanaatini tüm dünyayla da paylaşmak
istiyor.
Değerli arkadaşlar, bu, adaletin ötesinde,
insaf ve insan duygularının da ötesinde, Türkiye'yi çok ciddî boyutta
suçlandırmayı hedefleyen, çirkin bir komplonun bir başka versiyonudur.
Düşünebiliyor musunuz; Zürih Havaalanına herhangi bir parlamenter arkadaşımız
gidecek veya bakan gidecek, orada gazeteciler ona soru soracaklar "siz,
Ermeni soykırımını kabul ediyor musunuz..."
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Uzunkaya, lütfen,
konuşmanızı tamamlayın.
Buyurun.
MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Sayın Başkan,
sözlerimi toparlıyorum.
Şimdi, sayın bakan veya sayın parlamenter
veya sayın devlet adamı, Türkiye'den giden bu insan "soykırımı
yoktur" derse, İsviçre'de cezaevine götürülecek "vardır" derse
"soykırımı kabul ettiniz -ki, böyle bir şey yok- o halde artık, şimdi,
kabul ettiniz, tanıdınız, o halde, şimdi, tazminat ve toprak talebimiz
olan..." Yani, Koçaryan'ın ifade ettiği, önce terör, sonra tanıma, sonra
tazminat ve sonra toprak denilen, işte, tanıdınız şu halde... Bir romancının
beyanını kendilerine delil ittihaz ederek "işte, bunu Türkiye'de
seslendirenler var" diyebilecek kadar gözü kararmış, bu olaya sarılan
Batılılar ve maalesef, bunların birçoğu Avrupa Birliğinde dost olmayı
düşündüğümüz, beraber olmayı düşündüğümüz ülkelerdir ve böyle bir vahim karar
alabilmektedirler. Avrupa Birliğinde olmamakla beraber İsviçre, medenî dünyada
önder kabul edilebilecek; ama, sorgusuz ve yargısız bir infazla Türkiye'yi
köşeye sıkıştırmak ve bilim ve tarih kurumunun başı olan...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Uzunkaya, lütfen,
tamamlayınız, bu son uzatmamdır, lütfen, istirham ediyorum.
Buyurun.
MUSA UZUNKAYA (Devamla) - ... bir bilim
kurulunun başkanını bu şekilde yargılama insafsızlığını ve hukukdışılığını
dünyada hiçbir kimseyle paylaşma imkânı yoktur. Dolayısıyla, dünü bugünüyle
beraber açık olarak kabul etmek gerekir ki, Ermeni soykırımı iddiası, belki,
tersinden yargılanabilecek, istiklal mücadelesi veren bu vatan topraklarına
İngilizlerin, İtalyanların, Fransızların, Avusturyalıların bu topraklara niçin
geldiğini bugün sorgulayacak bir mantıkla, Yüce Parlamentonun harekete
geçmesini gerektiren ciddî adım atmaya sebep teşkil edecek bir hareket olduğunu
düşünüyor; bu vesileyle istiklal mücadelesi döneminde Ermeni terörüyle hayatını
kaybeden şehitlerimizi rahmetle yâd ediyor, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Uzunkaya.
Gündemdışı üçüncü söz, süt üreticilerinin
sorunları hakkında söz isteyen, Aksaray Milletvekili Ahmet Yaşar'a aittir.
Sayın Yaşar, buyurun.
3.- Aksaray
Milletvekili Ahmet Yaşar'ın, sütün insan sağlığına olan yararlarına, süt
üreticilerinin sorunlarına ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı
konuşması ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın cevabı
AHMET YAŞAR (Aksaray) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; süt ve süt üreticilerinin sorunları hakkında
gündemdışı söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Süt, dişi memeli hayvanların meme
bezlerinden salgılanan, kendine özgü koku ve kıvamı olan, hemen hemen tüm besin
öğelerini yeterli ve dengeli bir şekilde bünyesinde bulunduran çok önemli ve
çok sağlıklı bir gıda maddesidir. (CHP sıralarından alkışlar!)
Çok mükemmel bir gıda maddesi olan süte
besin değerini veren ve sağlık için çok önemli olan beş maddedir. Bunlar:
Laktoz, süt yağı, süt proteini, mineral maddeler ve vitaminlerdir.
Doğada yüksek oranda sadece sütte bulunan
laktoz enerji verir, vücudun kalsiyum ve fosfordan daha iyi yararlanmasını
sağlar. Bu nedenle, kemik ve diş oluşumunda, bebeklerin beslenmesinde önemli
rol oynar.
Süt yağı ise, enerji verir ve aynı zamanda
laktozun en iyi şekilde kullanımını ve vücudumuz için gerekli olan A, D, E ve K
vitaminlerinin taşınmasını sağlar.
Süt proteini, vücudun yapıtaşıdır, hücre
ve dokuların oluşmasında önemli rol oynar, büyüme ve gelişmeyi sağlar, saç ve
tırnakların oluşumunda büyük rol oynar, kasların kasılmasına yardımcı olur.
Mineraller ise... insanların iyi bir
şekilde beslenmesi için bütün minerallere ihtiyacı vardır. Sütte bulunan en
önemli mineral, kalsiyum ve fosfordur. Kalsiyum, özellikle çocukların kemik ve
diş oluşumlarının tamamlanmasında büyük rol oynar. İngiltere'de yapılan bir
araştırma da, D vitamini ve kalsiyumun yaşlılarda ilaç olarak kullanılmasının,
sık görülen ve tekrarlayan kemik kırılmalarını engelleyemediğini ortaya
koymuştur. Bu nedenle, ilaç yerine süt içilmelidir. Sütte bulunan fosfor da,
kemik oluşumunda önemli rol oynamaktadır. Sütte, beslenmemiz için gerekli olan,
yağda ve suda eriyen vitaminlerin hepsi bulunmaktadır. Özellikle zekâ
gelişiminde etkili olan, deri ve göz sağlığında gerekli olan B2 vitamini için
süt en iyi kaynaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
sütün çok yararlı bir besin olduğunu hepimiz biliyoruz; ancak, acaba sütten
gerek çocuklarımız gerekse büyükler yeteri kadar faydalanabiliyorlar mı, yani
gereği kadar süt içiliyor mu bu ülkede? Bu soruya "maalesef" demek
zorundayız; gelişmiş ülkelerin süt tüketimi ile bizim ülkemizdeki süt tüketimi
arasında dağlar kadar fark var. Zeki ve sağlıklı bir nesil yetiştirmek
istiyorsak, bol bol süt ve süt ürünleri tüketmeliyiz.
Bunları şunun için anlatıyorum: Her yıl,
ilkbahar mevsiminde süt üreticileri zor durumda kalmaktadır. Bunun nedenlerine
baktığımızda, ilkbaharda doğumlar arttığından kışın süt vermeyen hayvanlar süt
vermeye başlıyor; baharda yeşeren otlardan faydalandığı için süt verimi
artıyor; hayvanlara yedirilen kabayem de süt verimini artırıyor. Hükümetimiz,
ikibuçuk yıldır, Türkiye'de çok kötü duruma düşmüş süt hayvancılığını çok iyi
bir şekilde desteklediği için, buna paralel olarak süt üretimi artmıştır. Gerek
genel bütçeden gerekse Sosyal Yardımlaşmadan süt inekçiliği ve koyunculuk
projeleri desteklenmeye devam ediliyor ve devam edilmelidir de. Sosyal
Yardımlaşma Vakfı tarafından fakir insanlara verilen hayvan kredileri de hızlı
bir şekilde devam ediyor. Bütün bunlar gösteriyor ki, önümüzdeki günlerde süt
üretimimiz daha çok artacaktır. Ancak, bu üretim artışına rağmen, tüketim aynı
oranda artmamaktadır. Özellikle ilkbahar aylarında, yoğurt, dondurma, ayran
gibi ürünlerin az kullanılması nedeniyle, tüketim daha da azalmaktadır. Bu
yüzden, ülkemizdeki süt üreticileri son iki aydır çok ciddî bir sıkıntı
içerisindedir. Üretici, ürettiği sütten şu anda zarar etmektedir. 400 000-450
000 liralık süt, 250 000-350 000 lira arasında alıcı bulabiliyor. Süt
sanayicisi de, ürettiği ürünü bu mevsimde satamadığı için, o da süt alımını
minimuma indirmiş durumdadır ve fiyatları aşağı çekmişlerdir.
Süt, gün içinde işlenmediği takdirde
bozulan bir üründür. Çiftçi tarafından üretilen sütün satılamaması, üretim
artışını da negatif yönde etkileyecektir. Zarar eden üretici, büyük paralarla
alınan hayvanlarına iyi bakamayacak ve neticede yaşatmaya çalıştığımız
hayvancılık sektörü yeniden eski günlerine dönecektir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Yaşar, buyurun.
AHMET YAŞAR (Devamla) - Bu nedenle, zaman
geçirmeden, üretim fazlası olan süt konusuna bir çözüm bulunması gerektiğini
düşünüyorum. Aksi takdirde, gerek hayvancılığın gelişmesi için büyük çaba sarf
eden damızlık süt sığır yetiştirici birlikleri gerek vatandaşlarımızın
gayretleri ve gerekse hükümetimizin bu yöndeki destekleme çalışmaları ve verdiği
krediler ziyan olacaktır. Zarar eden, ürettiği sütü satamayan ve mağdur edilen
üretici, ne işletmesini modernize edebilir ne de işletmesini büyütebilir. O
halde, süt üreticilerinin her yıl baharda karşılaştığı bu soruna acil bir çözüm
bulmak zorundayız. Süt üreticilerini rahatlatmak, piyasayı dengelemek için şu
anda en acil çözüm, bana göre, okul çağındaki çocuklara süt dağıtmak ve fakir
ve çocuklu ailelere Sosyal Yardımlaşma tarafından günde 1 kilogram süt vermek
gibi çözümler düşünülebilir; ancak, ileriye yönelik olarak, kalıcı çözüm
olarak, süt ürünleri üreten sanayii daha da geliştirmek, onların...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
AHMET YAŞAR (Devamla) - Bitiriyorum Sayın
Başkan.
... ürün çeşitlerini çoğaltmalarına destek
olmak ve süttozu üretimini geliştirmek, ihracatı artırmak ve halkımızın süt ve
süt ürünlerinin tüketimini teşvik etmek gerekir diye düşünüyor, hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Yaşar.
Buyurun Sayın Bakanım.
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) -
Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri;
Aksaray Milletvekilimiz Sayın Ahmet Yaşar'ın, ülkemizde süt üretimi ve
özellikle de bunun tüketilmesi konusundaki değerli konuşması için, konuyu
dikkatlere sunan değerlendirmesi için kendisine teşekkür ediyorum.
Gerçekten, Avrupa Birliği üyeliği
sürecinin hızlandığı şu son dönemlerde, hayvancılık sektörü, özellikle de süt
ve süt ürünleri sektörü, en kritik bir sektör olması sebebiyle, ülkemizde
hayatî bir öneme sahiptir. Kuşkusuz ki, süt sığırcılığı, bu önemiyle, insan
beslenmesinde hayatî protein kaynakları olan süt ve süt ürünlerini oluşturması
açısından ayrı bir öneme sahiptir. Aynı zamanda, ekonomimizin temel dinamikleri
arasında olan gıda sanayimizin gelişmesi, kırsalda yaşayan milyonlarca insanın
geçim kaynağı olması, et ve deri üretiminde temel kaynak teşkil etmesi
itibariyle de süt sığırcılığının önemi olduğu açıktır. Hepimiz biliyoruz ki,
insanların fiziksel ve zihinsel gelişimi, sağlığı açısından da süt çok önemli
bir gıdadır ve hayvan varlığımızla sağlayabildiğimiz süt üretiminin 10 000 000
ton olduğunu ülkemizde görmekteyiz. Aslında, nüfusumuz dikkate alındığında, bu
üretim değeriyle sağlayabildiğimiz beslenme düzeyi, özellikle hayvansal protein
açısından, ülkemiz için yeterli bir düzey değildir. İçme sütü şeklinde, kişi
başına, Türkiye'de 24 litre civarında süt tüketilmektedir. Oysa, gelişmiş
ülkelerde bu miktarın 100 litrenin üzerine çıktığını biliyoruz ve bu 24 litre
sütün de 8 litresi işlenmiş veya paketlenmiş süt şeklindedir ve Türkiye'de
tüketilen bütün içecekler arasında, üzülerek ifade etmemiz gerekir ki, sütün
payı yüzde 9'dur. Çay, su ve özellikle gazlı içeceklerden sonra sütün 4 üncü
sırayı aldığını görmekteyiz.
Değerli milletvekilleri, hakikaten, insan
sağlığı açısından önemi dikkate alınınca, süt tüketimini ülkemizde mutlaka
artırmak zorundayız. Biraz önce değerli milletvekilimiz Sayın Ahmet Yaşar da
ifade ettiler;. ülkemizde süt üretimi son yıllarda artış göstermektedir. Oysa,
tüketim, bununla paralel biçimde artan bir özellik gösteremiyor. Aslında, bu,
sütün piyasada satış fiyatıyla da pek ilgili görülmemektedir; çünkü, bu kadar
değerli bir besin olmasına rağmen, biraz önce bahsettiğim gibi, gazlı içecekler
ve benzeri birçok içecek, aslında, ülkemizde sütten daha yüksek fiyatlarla
satılmaktadır. O halde, toplumca, süt tüketimini mutlaka kendimiz için, kendi
sağlığımız için, çocuklarımızın sağlığı için önümüzdeki yıllarda, önümüzdeki
günlerde artırmak durumundayız. Ülkemizde hayvan sayısı azalmasına rağmen, süt
üretimi son yıllarda artmıştır; çünkü, ıslah çalışmaları sonucunda kültür ırkı
ve melez hayvan sayısındaki artış, bu arada teşvikler ve diğer girdi
kullanımındaki artışlardan dolayı süt üretiminde artış vardır.
Değerli milletvekilleri, süt üretimiyle
ilgili olarak bazı problemler var; bunlardan önemlilerini kısaca ifade etmek
istiyorum. Kabayem üretimimizin yetersizliği sebebiyle maliyetler yüksek
kalmaktadır. Çiğ süt arzında kalite ve zaman zaman sağlık sorunları
görülebilmektedir. Süt maliyetleri ile satış fiyatları arasında istikrarsızlık
görülebilmektedir. Ayrıca, biraz önce de ifade ettiğim gibi, iç tüketimde süt
arzı arttığı zaman yetersizlik ortaya çıkmaktadır. Sorunların çözümüne yönelik
olarak, Hükümetimiz ve Tarım Bakanlığımız, hayvancılık sektöründe yeni bir
açılım ve değişim politikaları belirleyerek gelecek on yılın hedef ve
stratejilerini belirlemiş durumdadır. Bu çerçevede, süt üretiminin artırılmasının
hedeflenmesi doğrultusunda, verilen teşviklerle, 2005 yılı başından itibaren
ülkemizde süt üretimi artmış durumdadır.
Süt sektörünün sorunlarına ilişkin olarak
Tarım Bakanlığımızın çalışmaları arasında aşağıdaki hususlar ön sırada
bulunmaktadır.
Müdahale fiyatının oluşturulması ve
müdahale alımlarının yapılması, sanayiin teşviki ve yönlendirilmesi ve
tüketimin artırılmasına yönelik kampanyalar. Ben, bu son hususun özellikle çok
önemli olduğu kanaatindeyim; çünkü, herhangi bir ürünün piyasada arzı sırasında
fiyat istikrarının sağlanması, o ürünün belirli bir fiyatla değerine
satılabilmesi için mutlaka bu arzı karşılayacak talebin oluşması gerekmektedir.
Bunun için, okullarda çocuklarımıza süt verilmesi, yaşlılar, hamileler ve çocuk
sütleri açısından yapılacak çalışmalar, sosyal amaçlı yardım kampanyaları ve
iletişim çalışmalarıyla toplumca süt tüketiminin artırılması, kanaatimce,
meselenin en önemli noktalarındandır.
Süt teşvikleriyle ilgili olarak,
hayvancılık konusunda yapılan teşviklerimizin içerisinde, litreye 7,5 kuruş ile
3 kuruş arasında değişen çeşitli teşvikler şu anda Hükümetimizce yapılmaktadır.
Ayrıca, sağım hijyeni ve süt kalitesini artırıcı bazı desteklerimiz var.
Özellikle, kendi özkaynaklarıyla işletmesine sabit süt sağım ünitesi kurarak ve
soğutma tankı koyarak sanayie aktarılacak sütte belirli bir kalite ve hijyeni
sağlayacak üreticilere, yatırım miktarının şu anda yüzde 40'ını Hükümetimiz
destek olarak ödemektedir.
Yem bitkilerinin yeterli olması açısından
da -bildiğiniz gibi, maliyetlerin yüzde 70'ini hayvancılıkta yem bitkileri
oluşturuyor- yem bitkisi üretimi yapmak üzere başvuran üreticilere, nakliye ve
ilaç bedeli hariç, çokyıllık yem bitkileri ekilişinde, birinci yıl yatırım
giderleri ve uygun görülen işletme giderlerinin, ekiliş alanlarıyla uyumlu
satın alınan alet ve ekipmanlar da dahil olmak üzere, proje bedellerinin yüzde
40'ı, tek yıllık yem bitkilerinde ise yüzde 30'u doğrudan ödenmektedir şu anda.
Ayrıca, sertifikalı yem bitkileri için de yüzde 25 oranında doğrudan ödeme
yapılmaktadır.
Bu çerçevede, büyükbaş ve küçükbaş hayvan
yetiştiriciliği için yüzde 40 indirimli kredi kullanımı da şu anda sağlanmış
durumdadır. Ayrıca, işletme kredilerinde vadeler 18 aya, yatırım kredilerinde
ise 5 yıla yükseltilmiştir.
Değerli milletvekilleri, konu, hassasiyeti
bakımından Hükümetimizce önemle takip edilmekte ve sektör temsilcileriyle
sürekli olarak çözüm arayışları da sürdürülmektedir. Sektörün sorunlarının
çözümüne yönelik yapılan çalışmalar yanında, Türk hayvancılığının Avrupa
Birliğine uyumu konusunda da çalışmalar başlatılmış ve bu husus da dikkatle takip
edilmektedir.
Ben, Aksaray Milletvekilimiz Sayın Ahmet
Yaşar'a, değerli milletvekillerimizin ve kamuoyunun dikkatini konuya çektiği
için tekrar teşekkür ediyor; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Sayın milletvekilleri, Başkanlığın Genel
Kurula sunuşları vardır.
Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden
kurulu karma komisyonun, bir sayın milletvekilinin yasama dokunulmazlığı
hakkında raporu vardır. Bu rapor basıldıktan sonra, mahkemenin talebi üzerine,
dosya, Başbakanlıkça Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığından istenmiş ve bu
istem yerine getirilmiştir. Daha sonra, dosya, Başkanlığımıza iade edilmiştir.
Şimdi, komisyonun raporunu okutup
bilgilerinize sunacağım.
V.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER
1.- Kocaeli
Milletvekili Mehmet Sefa Sirmen'in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması
Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden
Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/213) (S. Sayısı: 496) (x)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Basın yoluyla sövme suçunu işlediği iddia
olunan Kocaeli Milletvekili M. Sefa Sirmen hakkında düzenlenen yasama
dokunulmazlığının kaldırılmasına dair Başbakanlık tezkeresi ve eki dosya
hakkındaki hazırlık komisyonu raporu, Karma Komisyonumuzun 26 Mayıs 2004
tarihli toplantısında görüşülmüştür.
Karma Komisyonumuz isnat olunan eylemin
niteliğini dikkate alarak Kocaeli Milletvekili M. Sefa Sirmen hakkındaki
kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar
vermiştir.
Raporumuz, Genel Kurulun bilgilerine arz
edilmek üzere Yüksek Başkanlığa saygıyla sunulur.
Burhan Kuzu
İstanbul
Komisyon Başkanı ve üyeler
Karşı Oy Yazısı
Anayasamızın 83 üncü maddesinde yasama
dokunulmazlığı başlığı altında mutlak ve geçici anlamda iki tür dokunulmazlık
düzenlenmiştir. Mutlak dokunulmazlık, milletvekillerinin Meclis
çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerden, o
oturumdaki Başkanlık Divanının teklifi üzerine Meclisçe başka bir karar
alınmadıkça bunları Meclis dışında tekrarlamak ve açığa vurmaktan sorumlu
tutulmamalarını sağlamaktadır. Mutlak dokunulmazlık adı verilen ve kaldırılması
söz konusu olmayan bu dokunulmazlığın amacı, milletvekillerinin düşüncelerini
serbestçe ifade etmelerine imkân tanımaktır.
Geçici dokunulmazlık ise, seçimden önce
veya sonra suç işlediği ileri sürülen bir milletvekilinin Meclisin kararı
olmadıkça tutulamamasını, sorguya çekilememesini, tutuklanamamasını ve yargılanamamasını;
hakkında verilmiş olan ceza hükmünün üyelik sıfatı sona erinceye kadar yerine
getirilmemesini sağlamaktadır.
Geçici dokunulmazlık TBMM kararıyla
kaldırılabilmektedir.
Geçici dokunulmazlığın amacı,
milletvekillerinin yasama çalışmalarına katılımının tutuklanma, sorguya
çekilme, yargılanma veya tutulma gibi nedenlerle engellenmemesi ve siyasî
iktidarın keyfîleşebilecek suç isnatları veya ceza kovuşturmalarına karşı
korunmasıdır.
Günümüzde pek çok ülkede geçici
dokunulmazlığın kapsamının daraltıldığı görülmektedir.
Türkiye ise bu gelişimin dışında
kalmıştır.
Bu durum, geçici dokunulmazlığın toplum
tarafından giderek bir ayrıcalık olarak görülmesine yol açmıştır.
Son zamanlarda kimi vatandaşlarımızda
yolsuzluk olaylarının bir bölümünün siyasetçiyle bağlantılı olduğu ve
dokunulmazlık nedeniyle bu yolsuzlukların takibinin güçleştiği yolunda bir kanı
oluşmaya başlamıştır. Bu kanı, Parlamentonun saygınlığının olumsuzca
etkilenmesine ve dokunulmazlıkların hukuk devletinin gerçekleşmesinin önündeki
bir engel olarak görülmesine neden olmaktadır.
Milletvekillerinin dokunulmazlıklarının
kaldırılması konusunda yargı organlarından gelen taleplerin sonuca
bağlanmasının uzun zaman alması veya Meclisçe genellikle kovuşturmanın
milletvekili sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar verilmesi,
toplumun adalet duygusunu da zedelemektedir.
Diğer yandan dokunulmazlığının
kaldırılmaması, hakkında suç isnadı bulunan milletvekilinin yargılanma
hakkından yararlanmasına da imkân bırakmamaktadır.
Bütün bu kanı ve değerlendirmelerin
siyasal yaşantımızdaki olumsuz etkilerinin daha büyük boyutlara ulaşmasını
engellemek için Anayasamızın 83 üncü maddesinin değiştirilmesi ve geçici
dokunulmazlığın kapsamının daraltılması gerekmektedir. Bu konuda CHP ve siyasî
partilerimizin pek çoğu 2002 seçimleri sırasında topluma taahhütte bulunmuştur.
Ancak şu ana kadar böyle bir Anayasa
değişikliği gerçekleştirilmemiştir.
Bu durumda, milletvekili dokunulmazlığının
hukuk devleti ilkesinin gerçekleşmesini güçleştirici bir husus haline
dönüşmemesi, TBMM'nin saygınlığını zedeleyecek eleştirilere neden olmaması ve
milletvekillerinin yargılanarak aklanma hakkından yararlanmalarını
engellememesi için bir tek çözüm kalmıştır; o da, hakkında dokunulmazlığının
kaldırılması istemi bulunan milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar verilmesidir.
Bu nedenlerle, komisyonun, kovuşturmanın
milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesi yolundaki kararına
katılmıyoruz.
|
Uğur Aksöz |
Mehmet Ziya Yergök |
Halil Ünlütepe |
|
Adana |
Adana |
Afyonkarahisar |
|
Yüksel Çorbacıoğlu |
Oya Araslı |
Feridun F. Baloğlu |
|
Artvin |
Ankara |
Antalya |
|
Tuncay Ercenk |
Atila Emek |
Feridun Ayvazoğlu |
|
Antalya |
Antalya |
Çorum |
|
Yılmaz Kaya |
Muharrem Kılıç |
Orhan Eraslan |
|
İzmir |
Malatya |
Niğde |
|
|
İ. Sezai Önder |
|
|
|
Samsun |
|
BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.
Bir Meclis araştırması önergesi vardır;
okutuyorum.
IV.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)
B) GENSORU,
GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ
1.- Denizli
Milletvekili Mustafa Gazalcı ve 33 milletvekilinin, 1 Mayıs 1977 tarihinde
İstanbul Taksim'de yaşanan olayların araştırılması amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/280)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
1 Mayıs 1977 tarihinde İstanbul Taksim'de
düzenlenen 1 Mayıs kutlamaları sırasında 37 kişi yaşamını yitirdi.
Kutlama barış içinde sona ermek üzereyken,
Sular İdaresi binası ve Intercontinental Oteli (şimdiki adı The Marmara)
üzerinden kalabalığın üzerine açılan ateş sonucunda panik yaşanmış, kimileri
kurşunla, kimileri panzerlerin altında kalarak, kimileri de sıkışıp ezilerek
yaşamını yitirmiştir.
Bu acı olay toplumu derinden sarsmış,
tarihe "kanlı 1 Mayıs" olarak geçmiştir. Olay üzerine çok yazılmış,
söylenmiş; ama, bir türlü aydınlığa kavuşturulamamıştır.
Olayla ilgili yapılan soruşturma ve
yargılamada da gerçek suçlular bulunamamıştır. Kurşunları atanlar kimlerdir?
Kim onlara emir vermiştir? Bir kışkırtma var mıdır? Gerçek sorumlular
kimlerdir? Amaçları nedir?.. Intercontinental Otelin 5 inci katı 1 Mayıs günü
boşaltılmış mıdır? 510, 511, 512 nolu odalarda kimler vardır? Bu odalardan ateş
edildi mi? 2 Mayıs günü otelin önünde bir bomba patlatılıp kırılan camların
yerine ithal cam takılıp kanıtlar yok edildi mi? Emniyette ya da devletin başka
bir kuruluşunda bu konuda açıklanmamış bir bilgi var mıdır? Bütün bunlar ortaya
çıkarılmamıştır. Bu yüzden olayla ilgili çeşitli yorumlar yapılmaktadır.
Aradan yirmi yıl geçtiği için de hukuksal
olarak konu zamanaşımına uğramıştır; ama, olayın büyüklüğü, gerçeğin ortaya
çıkarılamaması toplum vicdanını sızlatmaktadır.
Demokratik hukuk devletinde toplumun barış
içinde yaşayabilmesi ve ileriye güvenle bakabilmesi için hiçbir şey, hele 37
masum insanın canını yitirdiği bir acı olay örtülü kalamaz; zamanaşımına uğradı
diye kapatılamaz.
Anayasanın 5 inci maddesinde
"cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve
mutluluğunu sağlamak" devletin temel amaç ve görevleri başlığı altında
sayılmıştır. Bu görev de, her kurumdan önce, ulus adına yasama, yürütme,
denetleme görevi yapan Türkiye Büyük Millet Meclisine düşer.
1 Mayıs, dünyanın bütün çağdaş ülkelerinde
işçilerin, çalışanların bayramı olarak kutlanmaktadır.
1 Mayıs 1886 yılında, Amerika'nın Chicago
Kentinde işçilerin günde sekiz saat çalışmak için başlattıkları mücadele ve bu
mücadeleye öncülük eden 4 sendikacının asılması anısına, 1889'da Paris'te
toplanan 2 nci Enternasyonelde işçilerin birlik, mücadele ve dayanışma günü
olarak kabul edildi. Bu tarihten sonra birçok ülkede 1 Mayıs, işçi bayramı
olarak kutlandı; resmî bayram oldu. Ülkemizde de henüz resmî bayram olmasa bile
yıllardır kutlanmaktadır.
Demokratik devlet, açık toplumun
sağlanması, demokrasimizin gelişmesi, 1 Mayısların bundan sonra barış ve
güvenlik içerisinde kutlanabilmesi için 37 yurttaşımızı yitirdiğimiz 1977
Taksim 1 Mayıs olayı hakkında Anayasanın 98 inci maddesine, TBMM İçtüzüğünün
104 üncü ve 105 inci maddesine göre Meclis araştırması açılmasını dileriz.
Saygılarımızla.
1- Mustafa Gazalcı (Denizli)
2- Şevket Arz (Trabzon)
3- Harun Akın (Zonguldak)
4- Engin Altay (Sinop)
5- Osman Kaptan (Antalya)
6- Feridun Fikret Baloğlu (Antalya)
7- Orhan Eraslan (Niğde)
8- Muharrem Kılıç (Malatya)
9- Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
10- Erdal Karademir (İzmir)
11- Gürol Ergin (Muğla)
12- Hüseyin Ekmekcioğlu (Antalya)
13- Mehmet Kartal (Van)
14- Osman Özcan (Antalya)
15- Tuncay Ercenk (Antalya)
16- Cevdet Selvi (Eskişehir)
17- İzzet Çetin (Kocaeli)
18- Mehmet Vedat Yücesan (Eskişehir)
19- Orhan Ziya Diren (Tokat)
20- Mehmet Ali Özpolat (İstanbul)
21- Feramus Şahin (Tokat)
22- Hüseyin Özcan (Mersin)
23- Mehmet S. Kesimoğlu (Kırklareli)
24- Hasan Ören (Manisa)
25- Nejat Gencan (Edirne)
26- Yüksel Çorbacıoğlu (Artvin)
27- Ufuk Özkan (Manisa)
28- Fahrettin Üstün (Muğla)
29- Mehmet Küçükaşık (Bursa)
30- Emin Koç (Yozgat)
31- Ali Rıza Gülçiçek (İstanbul)
32- Şefik Zengin (Mersin)
33- Hakkı Ülkü (İzmir)
34- Nurettin Sözen (Sivas)
BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.
Önerge gündemde yerini alacak ve Meclis
araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme, sırası geldiğinde
yapılacaktır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığının, bazı sayın milletvekillerinin izinli sayılmalarına dair bir
tezkeresi vardır; ayrı ayrı okutup oylarınıza sunacağım.
C)
TEZKERELER VE ÖNERGELER
1.- Bazı
milletvekillerinin belirtilen sebep ve sürelerle izinli sayılmalarına ilişkin
Başkanlık tezkeresi (3/815)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna
Aşağıda adları yazılı sayın
milletvekillerinin hizalarında gösterilen süre ve nedenlerle izinli sayılmaları
Başkanlık Divanının 21 Nisan 2005 tarihli toplantısında uygun görülmüştür.
Genel Kurulun onayına sunulur.
Bülent Arınç
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı
"Ankara Milletvekili Muzeffer R.
Kurtulmuşoğlu, mazereti nedeniyle 6.3.2005 tarihinden geçerli olmak üzere 13
gün"
BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
"Batman Milletvekili M. Nezir
Nasıroğlu, hastalığı nedeniyle 24.2.2005 tarihinden geçerli olmak üzere 12
gün"
BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
"Bursa Milletvekili Abdulmecit Alp,
mazereti nedeniyle 12.4.2005 tarihinden geçerli olmak üzere 11 gün"
BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
"Bursa Milletvekili Faruk Çelik,
mazereti nedeniyle 6.3.2005 tarihinden geçerli olmak üzere 13 gün"
BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
"Çorum Milletvekili Agâh Kafkas,
mazereti nedeniyle 6.3.2005 tarihinden geçerli olmak üzere 13 gün"
BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
"Diyarbakır Milletvekili Muhsin
Koçyiğit, hastalığı nedeniyle 25.2.2005 tarihinden geçerli olmak üzere 11
gün"
BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
"İstanbul Milletvekili Nimet Çubukçu,
mazereti nedeniyle 6.3.2005 tarihinden geçerli olmak üzere 13 gün"
BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
"İstanbul Milletvekili Zeynep Damla
Gürel, mazereti nedeniyle 6.3.2005 tarihinden geçerli olmak üzere 13 gün"
BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
"İstanbul Milletvekili Birgen Keleş,
mazereti nedeniyle 29.3.2005 tarihinden geçerli olmak üzere 16 gün"
BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
"Karabük Milletvekili Hasan Bilir,
hastalığı nedeniyle 17.3.2005 tarihinden geçerli olmak üzere 16 gün"
BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
"Kars Milletvekili Zeki Karabayır,
hastalığı nedeniyle 4.4.2005 tarihinden geçerli olmak üzere 2 ay"
BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
"Kars Milletvekili Selami Yiğit,
mazereti nedeniyle 6.3.2005 tarihinden geçerli olmak üzere 13 gün"
BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
"Kırşehir Milletvekili Hüseyin
Bayındır, mazereti nedeniyle 23.2.2005 tarihinden geçerli olmak üzere 30
gün"
BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
"Kocaeli Milletvekili Nevzat Doğan,
mazereti nedeniyle 6.3.2005 tarihinden geçerli olmak üzere 13 gün"
BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
"Konya Milletvekili Orhan Erdem,
mazereti nedeniyle 6.3.2005 tarihinden geçerli olmak üzere 13 gün"
BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
"Mersin Milletvekili Hüseyin Güler,
mazereti nedeniyle 18.3.2005 tarihinden geçerli olmak üzere 14 gün"
BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
"Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya,
hastalığı nedeniyle 26.2.2005 tarihinden geçerli olmak üzere 12 gün"
BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
"Tekirdağ Milletvekili Erdoğan
Kaplan, hastalığı nedeniyle 21.3.2005 tarihinden geçerli olmak üzere 20
gün"
BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
"Tokat Milletvekili Şükrü Ayalan,
hastalığı nedeniyle 7.4.2005 tarihinden geçerli olmak üzere 1 ay"
BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, bir sayın
milletvekilinin ödenek ve yolluğunun verilmesine ilişkin bir tezkere vardır;
okutuyorum:
2.- Kars Milletvekili
Zeki Karabayır'a ödenek ve yolluğunun verilmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi
(3/816)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Hastalığı nedeniyle bu yasama yılında
aralıksız iki ay izin alan Kars Milletvekili Zeki Karabayır'a, İçtüzüğün 154
üncü maddesi gereğince ödenek ve yolluğunun verilebilmesi, Başkanlık Divanının
21 Nisan 2005 tarihli toplantısında uygun görülmüştür.
Genel Kurulun onayına sunulur.
Bülent Arınç
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı
BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubunun, İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır;
okutup, oylarınıza sunacağım.
VI.-
ÖNERİLER
A) SİYASÎ
PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ
1.-
Gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin CHP Grubu önerisi
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulunun 4.5.2005 Çarşamba günü
(bugün) yapılan toplantısında siyasî parti grupları arasında oybirliği
sağlanamadığından, Grubumuzun aşağıdaki önerisinin, İçtüzüğün 19 uncu maddesi
gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.
Saygılarımla.
Haluk Koç
Samsun
Grup Başkanvekili
Öneri:
Türkiye Büyük Millet Meclisi gündeminin
"Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler"
kısmının 60 ıncı sırasında yer alan 470'e 1 inci ek sıra sayısının bu kısmın 4
üncü sırasına alınması önerilmiştir.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubunun önerisi üzerindeki söz talepleri: Lehinde, Konya
Milletvekili Atilla Kart, Adana Milletvekili Ziya Yergök; aleyhinde, Denizli
Milletvekili Ümmet Kandoğan, Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa.
Lehinde ilk konuşmacı, Konya Milletvekili
Atilla Kart.
Sayın Kart, buyurun. (CHP sıralarından
alkışlar)
ATİLLA KART (Konya)- Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Danışma Kuruluna sunulan ve reddedilen Cumhuriyet Halk Partisi
Grup gündem önerisi üzerinde, lehte konuşmak üzere söz almış bulunmaktayım;
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, Meclis gündemine
bugün getirdiğimiz dosya, kamuoyunda "kayıp trilyon dosyası" olarak
bilinen dosya. Bu dosyada, 79 kişi yargılanmış, aralarında Sayın Necmettin
Erbakan'ın da bulunduğu 70 kişi hakkında mahkûmiyet kararı verilmiş; aralarında
Sayın Dışişleri Bakanının bulunduğu 5 milletvekili hakkında ise, yasama
dokunulmazlığı sebebiyle tefrik kararı verilerek yargılama durdurulmuştur. 70
sanığın mahkûmiyetine ilişkin karar, Yargıtay tarafından onanmıştır; bu
cezaların büyük bölümü infaz edilmiştir.
Değerli arkadaşlarım, bu kişiler, suç
tarihi itibariyle Refah Partisi yönetiminde görevli olan kişilerdir, il
yönetimlerinde görev yapan kişilerdir. Bu kişilerin önemli bir bölümü ise,
halen Adalet ve Kalkınma Partisi kadrolarında görev yapmaktadır.
Sayın milletvekilleri, dokunulmazlığın
Anayasadaki amacı dışında kullanılması, Meclis İçtüzüğünün eylemli olarak ihlal
edilmesi, kamuoyuna verilen sözlerin tutulmaması, milletvekili saygınlığının
ihlal edilmesi boyutları dışında, bu konuşmamda, bu dosyayla birlikte 5 dosyada
doğmuş olan kamu ve hazine zararının boyutlarını Genel Kurula ve kamuoyunun
bilgilerine sunmak istiyorum.
Başka bir ifadeyle, dokunulmazlık
konusunda mevcut hükümler uygulanmadığı zaman nasıl sonuçlar doğuyor; bunu
anlatmak istiyorum; hazine ve kamu nasıl zarara uğruyor; bunu anlatmak
istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, bakın, İstanbul
Büyükşehir Belediyesi kaynaklı 3 olay ve Sayın Maliye Bakanının dosyasından söz
edeceğim.
Değerli arkadaşlarım, İstanbul
Milletvekili ve Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Sekreteri Sayın İdris Naim Şahin'in
sanık sıfatıyla yargılandığı reklam panoları dosyasında, hazinenin uğratıldığı
zarar, 2002 yılı itibariyle, 146 trilyon civarında; yani, 100 000 000 dolara
yakın bir kamu zararı söz konusu.
İkinci dosya, şu anda Mecliste görev
yapmakta olan 4 milletvekilinin de sanıkları arasında bulunduğu, ayrıca, Enerji
ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler ile Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer'in
de aralarında bulunduğu ve toplam 159 sanığın yargılandığı dosya; İGDAŞ
dosyası.
Değerli arkadaşlarım, bu dosyadaki raporlara
göre, 2002 yılı nisan ayı itibariyle hazinenin uğradığı zarar 170 trilyon
civarında. Yine bu dosyadaki bilgilere göre, kötü yönetimden dolayı kamunun
uğradığı zarar ise, 29 trilyon civarında. Yani, yaklaşık rakamlarla, 140 000
000 dolar civarında bir zarar söz konusu.
BELBİM dosyası olarak bilinen dosyada ise,
Büyükşehir Belediyesinin uğradığı zarar 321 milyar civarında. Bu dosyada da,
diğer sanıkların yanında, Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkan Yardımcısı ve
Amasya Milletvekili Akif Gülle'nin yargılanmakta olduğunu biliyoruz.
Sayın Maliye Bakanının, Al-Baraka Türk
özel finans kurumundaki sahtecilik, hayalî ihracat, naylon fatura eylemlerine
ilişkin olayda ise, 150 000 000 dolar tutarında bir sahteciliğin olduğu,
birbirini doğrulayan hesap uzmanları ve gümrük müfettişleri raporlarıyla
açıklık kazanmıştır, o dosyada da ciddî iddialar ve deliller vardır.
En nihayet, işbu kayıp trilyon dosyasında
ise, hazine zararı, 1997 yılı itibariyle, 10 000 000 Alman Markı ve 943 390 ABD
Doları seviyesindedir.
Değerli arkadaşlarım, yukarıda sözünü
ettiğim toplam 5 dosyadaki kamu ve hazine zararı, çok basit bir hesapla
söylüyorum, 400 000 000 dolar seviyesindedir; bu 5 dosyadaki kamu zararı ve
hazine zararı tutarı 400 000 000 dolar civarındadır.
FATİH ARIKAN (Kahramanmaraş) - İddia,
değil mi efendim?
ATİLLA KART (Devamla) - Elbette, tabiî,
iddia. Yargılama aşamasına varan, raporlara bağlanan bulgulardan ve delillerden
söz ediyorum; ciddî delillerden ve belgelerden söz ediyorum. Bu arkadaşlarım
suçludur demiyorum; ama, bu arkadaşlarımın yargılanması gerekiyor değerli
arkadaşlarım; bunları anlatmaya çalışıyoruz.
Değerli arkadaşlarım, bakın, bu dosyaların
bir bölümünde sanıklar beraat etmiş olsalar bile, bu durum, zarara yol
açanların hukukî tazmin sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Ortada, doğmuş olan
bir zarar vardır; bu bir vakıadır. Bu durum yasal raporlara bağlanmıştır, bu
raporların aksi de ispat edilememiştir. Bu durumda, ciddî ve sorumlu bir kamu
idaresi, zarara yol açanlar aleyhine, her halde ve mutlaka, yargı yoluna
başvurmalıdır.
Tarafımızdan yapılan duyurulara rağmen,
İçişleri Bakanlığı, üstüne düşen görevi yapmaktan kaçınmıştır. Soru önergesiyle
bu konuyu takip etmemize rağmen, İçişleri Bakanı görevini yapmaktan
kaçınmıştır. Sayın Maliye Bakanı ise, olayın doğrudan muhatabı ve faili
konumunda olduğundan, bu zararın tahsili sürecini gereğince işletmemektedir.
Değerli arkadaşlarım, anlatmak istediğimiz
olay işte budur. Olayda taraf durumunda olan, sorumlu durumunda olan bürokrat
ve siyasîleri görev başında tutmak istediğiniz zaman, orada sistemin çökmesi ve
teknik işlevini kaybetmesi kaçınılmazdır.
Değerli arkadaşlarım, bakın, yirmi gün
kadar evvel, bir grup halinde, Polatlı İlçesi Uzunbeyli Köyünü ziyaret ettik.
Ben, size, o köyden, Uzunbeyli Köyünden Vecdi Doğan'ın ifadesini aktarmak
istiyorum. Ne diyor Vecdi Doğan biliyor musunuz; "Başbakan, kendince,
sistemden öç alıyor" diyor.
FATİH ARIKAN (Kahramanmaraş) - Kim
demiş?..
ATİLLA KART (Devamla) - Tekrar ifade
ediyorum: Köylü vatandaşımız diyor ki "Sayın Başbakan, kendince, sistemden
öç alıyor." Sade köylünün ve vatandaşın olağanüstü sezgisi ve sağduyusuyla
yapmış olduğu bu tespite, ben şu ilaveyi yapıyorum: Sayın Başbakan ve dar bir
siyasî kadro, aynı zamanda, sistemin işlemez hale gelmesine, bilinçli veya
bilinçsiz olarak yol açıyorlar. Böyle bir sürecin sonunda ise, çökecek olan bu
çatının altında hepimiz ve herkes kalır. Bunu, artık, görmemiz ve
değerlendirmemiz gerekiyor.
Bakın, değerli arkadaşlarım, ortada bir
olaylar zincirinden söz ediyorum, biraz evvel sözünü ettiğim 5 dosyadan söz
ediyorum. Hadi, bu olayın cezaî boyutunu, kendinizce birtakım gerekçelerle
işletmiyorsunuz; ama, hiç olmazsa, gelin, olayın hukukî boyutunu işletin.
Ortada, devletin, kamunun devamlılığı, sürekliliği diye bir kavram var. Bu
kavramı yok ediyorsunuz. Buna hiçbir şekilde hakkınız yok değerli arkadaşlarım.
Hukukî sorumluluğun unsurlarıyla cezaî
sorumluluğun unsurlarının farklı olduğunu biraz evvel ifade etmiştim. Bunu,
tekrar, ayrıntılarıyla anlatmak istemiyorum.
Bakın, değerli arkadaşlarım, ben, buradan,
Maliye Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığının saygıdeğer bürokratlarını uyarıyor ve
görevlerini yapmaya davet ediyorum. Bu zararın; yani, 5 dosyada oluşan 400 000
000 dolar civarındaki zararın takip ve tahsili gerekmektedir. Sayın Bakanların,
İçişleri ve Maliye Bakanının, bunun aksine sizlere verecekleri talimatlar,
Anayasanın 137 nci maddesi anlamında, kanunsuz emir niteliğindedir.
Bu sebeple, konusu suç teşkil eden emir,
hiçbir suretle yerine getirilmez. Yerine getiren kimse; yani, o bürokratlar
sorumluluktan kurtulmaz değerli arkadaşlarım.
İşte, bu gerekçelerle, bürokratları
görevlerini yapmaya davet ediyorum hukuk davaları sürecini başlatmaya davet
ediyorum. İçişleri Bakanı ve Maliye Bakanı sizi engellese de, size aksine
talimat da verse, kamu görevlisi olarak, bürokrat olarak bu kanunsuz emri
dinlememeye davet ediyorum. Bürokratlara bu uyarıyı buradan yapıyorum. Siyasî
kadroyu da, bu noktada, sorumluluk üstlenmeye, yasal ve anayasal sınırlar
içinde görev yapmaya davet ediyorum. Bürokratları ve kamu görevlilerini hukuk
ile siyaset arasında tercih yapmak zorunda bırakmayın, böylesine açmaza
sürüklemeyin. Bürokratlar hukuku uygulamak zorundadır. Bu sebeple, gelin artık
bu aşamada bürokrasiyi işlemez hale getirmekten vazgeçin, bu tahribata son
verin.
İnanıyorum ki, Genel Kurul bu
açıklamalarımı, bu değerlendirmelerimi sağduyu içinde, sorumluluk içinde
değerlendirecektir.
Bu düşüncelerle, Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN- Sayın Kart, teşekkür ediyorum.
Önerinin lehinde, Adana Milletvekili
Mehmet Ziya Yergök...
Buyurun Sayın Yergök. (CHP sıralarından
alkışlar)
MEHMET ZİYA YERGÖK (Adana)- Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisinin Grup gündem önerisinin
lehinde söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi saygıyla selamlayarak sözlerime
başlamak istiyorum.
Artık açık ve kesin biçimde ortaya
çıkmıştır ki, Adalet ve Kalkınma Partisi, yasama dokunulmazlığının
sınırlandırılması konusunda millete verdiği sözü yerine getirememiştir. Bu
nedenle, millete açık bir özür borcu bulunmaktadır. Sadece bununla da
kalmayacak, inanıyorum ki, yapılacak ilk seçimde de bunun bedelini ödeyecektir.
Bu konuda ısrarla, bilinen doğruları
gündeme getirmeye devam edeceğiz. Bunlar sizi rahatsız etse de, verdiğiniz
vaatleri ve taahhütleri size ısrarla hatırlatacağız.
Değerli milletvekilleri, milletvekili
dokunulmazlığının sınırlanması ve makul sınırlara çekilmesi konusu, son
yıllarda toplumsal bir talep haline gelmiştir. Öyle ki, milletvekilinin yasama
dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili talepler, Mecliste, geçtiğimiz
yıllarda da yıllarca karara bağlanamamış, kamuoyunu sarsan, ülke ekonomisini
çökerten büyük yolsuzluk olaylarının siyasî iradeden güç aldığı inancı,
dokunulmazlığın, adaletin işleyişini engelleyen, yargının önünü tıkayan bir
ayrıcalığa dönüştüğü düşüncesinin toplumda yerleşmiş olmasına da etkili
olmuştur.
Bu durumda, diğer ülkelerdeki
sınırlamaların da gözönüne alınarak, milletvekillerinin yasama çalışmalarına
engel olmayacak biçimde dokunulmazlığın sınırlandırılması kaçınılmaz bir hale
gelmiştir.
Toplumda oluşan bu yargı haksız değildir
değerli arkadaşlar. Geçtiğimiz günlerde Enerji Bakanlığında bir yolsuzluk olayı
yaşandı. Hepimiz biliyoruz ki, bu yolsuzluk olayının, yolsuzluk davasının kilit
sanıklarından birinin ofisi, Adalet ve Kalkınma Partisinin üst düzey
yöneticilerinin de, bakanların da içerisinde bulunduğu, milletvekillerinin sık
sık iftar sofrasında buluştuğu, saunasında ter attığı, ayrıca, umre biletlerini
kapıştığı bir mekân haline gelmiş ve buradan aldığı cesaretle, o kişi, bu
ülkenin kamu görevlilerini, bürokratlarını tehdit etme, azarlama cüretini
kendinde bulmuştur.
İnanıyorum ki, milletvekili
dokunulmazlığının sınırlanmasının psikolojik bir etkisi olacaktır. Şayet
milletvekili dokunulmazlığı sınırlandırılmış olsaydı, o sayın milletvekilleri,
o rahatlık içerisinde o ofise giremeyeceklerdi; ayrıca, o kişi de, bu
milletvekillerinin siyasî iradesini arkasında görerek, hakkındaki iddiaları
yerine getiremeyecek, aynı zamanda, Bakanlığın bürokratlarını, bu ülkenin
bürokratlarını azarlayamayacaktı, onları tehdit edemeyecekti.
Değerli milletvekilleri, yasama
dokunulmazlığının sınırlandırılması konusunda bir başka husus ise, bu konuda
tam bir toplumsal mutabakat vardır. Hiçbir konuda olmayan toplumsal mutabakat,
bugün, yasama dokunulmazlığının sınırlandırılması konusunda vardır. Nitekim,
Türkiye'deki mevcut bütün hukuk fakültelerinin, Meclisimize de yansımış
görüşlerinde dokunulmazlığın sınırlandırılması talebi bulunmaktadır. Ayrıca,
AKP ve Saadet Partisi dışındaki 3 Kasım seçimlerine katılan tüm siyasî
partiler, dokunulmazlığın sınırlandırılması yönünde görüş ortaya koymuşlardır.
Yine, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğinden, Türkiye Barolar Birliğinden
başlayarak tüm sivil toplum kuruluşları, demokratik kitle örgütleri de
dokunulmazlığın sınırlandırılması yönünde bu mutabakata destek vermektedirler.
Zaten, böyle olduğu için, yasama
dokunulmazlığı konusu, 20 nci Dönemde gündeme gelmiş, 20 nci Dönemde tüm Cumhuriyet
Halk Partili milletvekillerinin de imzasıyla, 292 milletvekilinin imzasıyla
gündeme gelmiş, ne yazık ki, yeterli oyu alamayarak, 20 Mart 1999'da
reddedilmiştir. 21 inci Dönemde, yine, toplumsal talepler, toplumsal baskılar
dikkate alınarak, yine, 288 milletvekilinin imzasıyla gündeme gelmiş, ne yazık
ki, gizli oylamada 3 Ekim 2001'de yeterli oyu alamayarak reddedilmiştir. Bu
durum, Meclisin saygınlığına ve güvenilirliğine ağır bir darbe indirmiş, bu
nedenle de, 3 Kasım seçim sonuçlarına bu durum yansımış, nitekim, 3 Kasım 2002
tarihinde yapılan seçimlerde topluma yasama dokunulmazlıklarının
sınırlandırılması konusunda vaatte bulunan, taahhütte bulunan Cumhuriyet Halk
Partisi ve Adalet ve Kalkınma Partisi Meclise girebilmiştir; diğer siyasî
partiler bunun bedelini ödemiştir. Ancak, ne var ki, bu taahhüde rağmen, bu
vaade rağmen Adalet ve Kalkınma Partisi bunu yerine getirmemiştir. Gönül arzu
ederdi ki, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, yasama dönemi başlar başlamaz bu
konu ele alınsın ve ilk anayasa değişikliği yasama dokunulmazlığının sınırlandırılması
konusunda yapılsın. Bu, çok doğru ve şık bir adım olacaktı; ancak, ne var ki,
bu yapılmamıştır.
Değerli milletvekilleri, yasama
dokunulmazlığının sınırlandırılması konusunda da milletvekillerine, özellikle
AKP Grup yönetiminden kaynaklandığını düşündüğüm yanlış bir izlenim verildiğini
düşünüyorum. Zaman zaman kulislerde sohbetlerde değerli AKP'li bazı
milletvekili arkadaşlarımız, işte, bu yasama dokunulmazlığının
sınırlandırılmasının yanlış olacağını, yarın jandarmanın, polisin, kendilerini
gözaltına alabileceği gibi düşünceler ileri sürmektedirler. Kesinlikle böyle
bir durum söz konusu değildir arkadaşlar. Öncelikle, Anayasanın 83 üncü
maddesinin ilk bölümünde yer alan kürsü dokunulmazlığı, yasama sorumsuzluğu
-ki, bu bir mutlak dokunulmazlıktır- aynen kalacak; yani, milletvekilleri,
yasama çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, Mecliste ileri sürdükleri
düşüncelerden ötürü sorumlu olmayacaklardır; bu konu ifade özgürlüğüne ilişkin
olduğu için, milletvekillerince serbestçe kullanılabilmesi, demokratik rejimin
ve temsilî demokrasinin gereğidir, bu konu tartışmasızdır. Asıl tartışma yasama
dokunulmazlığıyla ilgilidir. Yasama dokunulmazlığı seçimden önce veya seçimden
sonra bir suç işleyen milletvekili hakkında kovuşturma yapılamamasıdır. İşte
bizim istediğimiz değişiklik önerisi -ki, Cumhuriyet Halk Partisi bu konuda bir
değişiklik önerisi de hazırladı; ama, yeterli imzaya ulaşamadığı için, AKP
destek vermediği için Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulamamıştır- yargı
sürecinin önünün açılması hakkındadır. Yani, bir milletvekili hakkında bir suç
isnadı varsa, yargı süreci işlesin, ağır cezayı gerektiren suçüstü halleri
dışında gözaltı yok, tutma yok, tutuklama yok; sadece yargı süreci işleyecektir.
Bu yargı sürecinin işlemesi sonunda milletvekili, milletvekili seçilmeye engel
olmayan bir suçtan mahkûm olursa, bunun gereğinin yerine getirilmesi dönem
sonuna kalacak; ancak, milletvekili seçilmeye engel bir suçtan mahkûm olması
halinde milletvekilliği düşecektir. Bu konunun da doğru bilinmesinde büyük
fayda vardır değerli arkadaşlarım. Yani, özetle, gerekli düzenlemenin
yapılarak, milletvekillerinin fizikî özgürlüklerinden alıkonulması engellenerek,
yasama dokunulmazlığını daha çok fizikî özgürlüklerle sınırlı tutan Avrupa
ülkeleriyle paralellik sağlamamız şart bulunmaktadır.
Değerli milletvekilleri, Cumhuriyet Halk
Partisi, geçmişte olduğu gibi, 22 nci Dönemin başından itibaren de, ısrarla,
ilkeli ve tutarlı biçimde konuyu takip etmesine rağmen, bu konuda yeterli
desteği bulamamıştır. Artık, sözlerimin başında da ifade ettiğim gibi, açık ve
kesin biçimde ortaya çıkmıştır ki, AKP, dokunulmazlığın sınırlandırılması
konusunda ilkeli ve tutarlı olamamış, açıkça yan çizmiş, topu taca atmıştır.
Değerli arkadaşlar, AKP...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
MEHMET ZİYA YERGÖK (Devamla) - Sayın
Başkan, tamamlıyorum.
BAŞKAN - Buyurun Sayın Yergök.
MEHMET ZİYA YERGÖK (Devamla) - Adalet ve
Kalkınma Partisi, programında, üstelik de "siyasî ilkeler" başlığında
bunu taahhüt etmiş olmasına rağmen; AKP Genel Başkanı Sayın Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan, seçim öncesi taahhüt etmiş olmasına rağmen; Ankara
Milletvekilimiz Yakup Kepenek'in konuyla ilgili bir soru önergesine Başbakan
adına Sayın Abdüllatif Şener, verdiği yanıtta konuya olumlu yaklaşmasına
rağmen; yolsuzlukları araştırma komisyonu raporunda, yasama dokunulmazlığının
sınırlandırılması, özellikle yolsuzluk ve rüşvet suçlarını kapsayacak şekilde
sınırlandırılması taahhüt edilmiş olmasına rağmen; Sayın Adalet Bakanı ve diğer
AKP sözcüleri bu konuda dönem dönem beyanlarda bulunmasına rağmen, bu sözler
hiçbir şekilde yerine getirilmemiştir. Bunlar yerine getirilmediği gibi, yasama
dokunulmazlığı sınırlandırılmadığı gibi, mevcut yasa maddesi, Anayasanın 83
üncü maddesi de...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Yergök, lütfen konuşmanızı
tamamlayınız.
MEHMET ZİYA YERGÖK (Devamla) - ... ısrarla
işletilmemiş, âdeta İçtüzük ihlali yapılırcasına, grup kararı alınmışçasına,
gelen tüm dosyalar, hiçbir ayırım yapılmaksızın, dönem sonuna ertelenmiştir.
Bununla ilgili "efendim, uzlaşma komisyonuna üye vermediniz, diğer kamu
görevlilerinin de dokunulmazlığı var" gibi, geçerli olmayan iddialar
ortaya konulmuştur. Uzlaşma komisyonunun, çok partinin Mecliste temsil edildiği
döneme ait bir gereksinim olduğu sözcülerimiz tarafından ifade edilmiş, diğer
kamu görevlilerinin dokunulmazlığının söz konusu olmadığı, soruşturma
usulleriyle ilgili birtakım izin durumunun olduğu; ama, bu konunun da
getirilmesi halinde Cumhuriyet Halk Partisinin destek vereceği söylenmesine
rağmen, bütün bunlar yapılmamış ve son zamanlarda da AKP sözcüleri, bu konudaki
beyanlarının geçerli olmadığını anlayınca, repertuarı değiştirerek, işte,
dokunulmazlığı ilk kez biz getirmedik...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
MEHMET ZİYA YERGÖK (Devamla) -
Tamamlıyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - Sayın Yergök, tamamlıyorsunuz da,
vakit geçiyor. 2 dakikalık ilave yapmıştım, lütfen tamamlayınız; son
cümlelerinizi alayım.
MEHMET ZİYA YERGÖK (Devamla) - ...
1920'den bu yana dokunulmazlığın var olduğunu, daha önce siz neden
kaldırmadınız gibi, hiçbir geçerliliği olmayan sözler söylemişlerdir.
Değerli arkadaşlar, siz, dokunulmazlıkları
sınırlandırmaya yanaşmıyorsunuz, mevcut yasa maddesini işletmiyorsunuz. O
zaman, bizim arkadaşlarımız bizim dokunulmazlığımızı kaldırın diyor; hiç
olmazsa ona destek verin. Siz, kendi dokunulmazlıklarınızla, kendi
korkularınızla baş başa kalın.
Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Yergök.
Önerinin aleyhinde, Denizli Milletvekili
Ümmet Kandoğan; buyurun.
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli)- Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum; Cumhuriyet Halk
Partisi Grup önerisi aleyhinde söz almış bulunuyorum.
Yaklaşık ikibuçuk yıldan beri,
Parlamentonun çalışmaları esnasında, çarşamba günleri, bu tür öneriler devamlı
olarak Meclis gündemine geliyor; Meclis gündeminde yapılan konuşmalardan sonra,
getirilen öneri, İktidar Partisi milletvekillerinin oylarıyla reddediliyor.
Bugün de görünen manzara aynı; biraz sonra, bu grup önerisi de büyük bir
ihtimalle reddedilecek; ancak, Türkiye'nin içerisinde önemli bir yer işgal eden
ve vatandaşlarımız tarafından da ciddî bir şekilde takip edilen bu yasama
dokunulmazlığının sınırlandırılma meselesinin, artık, 22 nci Dönem
Parlamentosunda bir çözüme kavuşturulacağı inancı bende yok; çünkü, üzerinde bu
kadar çok durulan, bu kadar çok tartışılan ve seçim öncesinde, seçim
meydanlarında, televizyon ekranlarında, bu konuyla ilgili olarak liderlerin
taahhütte bulunduğu bir konuda, maalesef, bir arpa boyu yol katedilememenin
üzüntüsü içerisindeyim.
Bakınız, bu süreler çok çabuk geçiyor;
şurada ikibuçuk yıl kaldı. Seçimlerden sonra, üç ay, beş ay, altı ay, bir yıl
sonra deniyordu ki, Adalet ve Kalkınma Partisi İktidarı, iki dönem, üç dönem
daha devam edecek denen bir günden, bugün, artık, seçimin ne zaman yapılacağı,
erken seçimin ne zaman olacağı, Türkiye'nin gündeminde tartışılmaya başlandı.
Bakınız, bu bir yıllık süre içerisinde zaman nasıl hızla aktı geçti, meseleler
dağ gibi büyüdü, iktidarın bu meseleleri çözme gücünün olmadığı anlaşılınca,
Türkiye'nin gündemine, bakınız, bir erken seçimin tarihi kendiliğinden gelip
oturdu.
O bakımdan, değerli milletvekilleri, seçim
bir yıl sonra mı olur, birbuçuk yıl sonra mı olur; ama, halkın önüne
gidildiğinde, bu yasama dokunulmazlığının sınırlandırılması konusu mutlaka
sizin önünüze vatandaşlar tarafından ciddî bir şekilde konulacak, bunun hesabı
sorulacak. Onun için, gelin, bu seçim günü gelmeden, bunun hesabı sorulmadan,
bu konuyla ilgili, 22 nci Dönem Parlamentosu üzerine düşen bu görevi yapsın;
ama, benim şahsî kanaatim ve inancım odur ki, bu mesele bu dönem Parlamentosu
tarafından çözülmeyecek.
Biraz sonra İktidar Partisi
milletvekilleri veya partinin sözcüleri gelecekler, uzlaşma komisyonundan
bahsedecekler, olmayan uzlaşma komisyonundan; diğer, memurların
yargılanamamalarından bahsedecekler; böyle bir şey yok. Aynı sözleri tekrar
duyacağız; ancak, neticede, bu meselenin çözüme kavuşturulmadığını da
göreceğiz.
Değerli milletvekilleri, ben Sayın Koç'a
da buradan seslenmek istiyorum. Sayın Koç, ikibuçuk yıldır bunu her hafta
getiriyorsunuz. Her hafta bu kürsüden en sert ifadelerle bunları gündeme
getiriyorsunuz; ama, bir netice alabiliyor musunuz?
HALUK KOÇ (Samsun) - Alamadık.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Bir arpa boyu
mesafe katettiniz mi?
HALUK KOÇ (Samsun) - Edemedik.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Çözüleceğine
inanıyor musunuz?
HALUK KOÇ (Samsun) - Mecbur kalacaklar;
inanıyorum.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Yani, bunların
çözüleceğine inanmadığınız halde niçin getiriyorsunuz her hafta bunları?
HALUK KOÇ (Samsun) - Samimiyet
sorgulaması...
SADULLAH ERGİN (Hatay) - Düet
yapıyorsunuz!..
HALUK KOÇ (Samsun) - Ne yapayım;
soruyor...
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Değerli Koç,
Değerli Milletvekilim, bakınız, Türkiye'nin o kadar çok büyük problemleri, o
kadar çok büyük meseleleri, devasa dertleri var ki, gelin, onları burada Meclis
kürsüsünden hep beraber dile getirelim.
Bakınız, Türkiye'deki son günlerdeki
tartışmaya bakın. Anayasal kurumlar birbiriyle büyük bir çekişme içerisinde.
BURHAN KUZU (İstanbul) - Yok öyle bir şey.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Sebep, gündemi
saptırmak. Toplumun içerisinde bulunduğu sıkıntıyı, derdi, işsizliği,
çaresizliği, yoksulluğu, fukaralığı bir nebze olsun gözlerden kaybedebilmek
için, sunî olarak, Türkiye'de yeni gündem maddeleri ortaya konuluyor ve bu yeni
gündem maddeleriyle Türkiye'nin en itibarlı olması gereken kurumları, maalesef,
bir tartışma ortamı içerisine giriyor.
Bakınız, bunu söylemek istemiyordum;
ancak, dün akşam televizyonda izledim, bugün gazetelerde de gördüm. Hiç,
Türkiye'de artık konuşulmaması gereken bir konu, bir ihtilal meselesi bugün
Türkiye'nin gazetelerinde, dün akşam televizyonlarda... (AK Parti sıralarından
gürültüler)
BAŞKAN - Sayın Kandoğan... Sayın
Kandoğan...
ENGİN ALTAY (Sinop) - Bugün söylüyor,
bugün...
BAŞKAN - Sayın Kandoğan... Sayın Kandoğan,
milletin Meclisinden, kürsüsünden, lütfen, bu tip şeyleri gündeme getirmeyiniz.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Sayın Başkan,
ben, bundan duyduğum rahatsızlığı dile getiriyorum.
BAŞKAN - Lütfen... Lütfen... Sözünüzü
kesmek mecburiyetinde kalmayayım.
EYÜP FATSA (Ordu) - Ayıp, ayıp!.. Çok
ayıp!..
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Ben, sözümün
başında şunu söyledim: Türkiye'de artık hiç konuşulmaması gereken, hiç gündeme
gelmemesi gereken bir meselenin sunî gündemlerle Türkiye'nin gündemine
taşındığını söylüyorum.
BAŞKAN - Sayın Kandoğan... Sayın
Kandoğan...
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Niye rahatsız
oluyorsunuz bundan?! Önce, Meclis Başkanvekili olarak benim bu sözlerimin
altına ilk imzayı siz atmalısınız, Sayın Başkan.
BAŞKAN - Sayın Kandoğan, burası Meclisin
kürsüsü; sözünüzü, lütfen, kesmek zorunda bırakmayınız, olmayan konulara temas
etmeyiniz. Türkiye'nin gündeminde böyle bir olay yok, olamaz da zaten.
Lütfen...
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Sayın Başkan,
siz, dün akşam televizyonları izlemediniz mi, bugün gazeteleri okumadınız mı?!
BURHAN KUZU (İstanbul) - Demirel söylüyor,
Demirel...
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Ben istiyorum
ki, artık Türkiye'de iktidarlar, sandıkla, seçimle gelip gitmelilerdir, halkın
tertemiz oylarıyla gelip gitmelilerdir. Artık, bu meselelerin tartışılmaması
bile lazımdır ülkede; ben, bunu söylüyorum. Türkiye'nin esas gündemi bunlardır.
Bugün, ben isterdim ki, Türkiye Büyük Millet Meclisinden hep beraber gür bir
ses verelim bütün Türkiye'ye. Artık demokrasinin bütün kurullarıyla, bütün
kurumlarıyla işlediği bir Türkiye arzu ediyorum ben. Siz de, biz de, hepimiz,
aynı arzu içerisindeyiz. O bakımdan, Türkiye'nin gerçek gündemini ilgilendiren
meselelerin burada konuşulması lazım, Sayın Koç'a ben onun için itiraz
ediyorum.
Bakınız, bazı rakamlar da vermek istiyorum
sizlere. Şimdi, gelir dağılımının ne kadar bozulduğunu rakamlar ortaya
koyuyor...
SADULLAH ERGİN (Hatay) - Sayın Başkan,
grup önerisi üzerinde lütfen konuşsun. Söz aldığı konu üzerinde konuşsun.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Ben
konuşuyorum. Bakın, ben o grup önerisinin uygun olmadığını, Türkiye'nin esas
tartışması gereken, Türkiye'nin gündeminde olması gereken meseleleri
söylüyorum; aleyhinde konuşuyorum.
SADULLAH ERGİN (Hatay) - Söz aldığı konuda
konuşsun.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Sayın Sadullah
Ergin, niye rahatsız oluyorsunuz?!
SADULLAH ERGİN (Hatay) - Bu kürsüyü
istismar etmeye hakkı yok. Kürsü istismarı var.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Gelir dağılımı
düzeliyorsa, gelirsiniz, burada dersiniz ki, bizim iktidarımız döneminde gelir
dağılımı düzelmiştir dersiniz...
BAŞKAN - Sayın Kandoğan... Sayın
Kandoğan...
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - ...biz de kabul
ederiz. Rakamlar elimde.
Bakınız, 2002 yılında...
BAŞKAN - Sayın Kandoğan... Sayın
Kandoğan...
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Sayın Başkan,
ben nasıl konuşacağım?!
BAŞKAN - Efendim, başka bir konuyla ilgili
hususta söz alırsınız, konuşursunuz; ama, önerinin aleyhinde söz aldınız; bunu,
gelir...
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Aleyhinde
konuştum.
BAŞKAN - Şimdi, bakınız, söylediğiniz söz
ile yaptığınız konuşmanın bir ilişkisi yok. Bu kürsü herkese açık, her zaman da
konuşuyorsunuz; ama, olmayan bir şeyi burada gündeme getirip konuyla ilgili
olmayan hususta konuşursanız, sözünüze müdahale etmek zorunda kalırım. Lütfen,
konu üzerinde konuşunuz.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Ben de diyorum
ki Sayın Başkanım, Sayın Koç'un getirdiği önergeyi kabul etmiyorum,
aleyhindeyim diyorum. Türkiye'nin şu anda bu meseleden çok daha fazla önemli
meseleleri var. Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine bu meselelerin
gelmesi lazım; bunların tartışılması lazım. Bunları çözüme kavuşturun. Ben,
bunu söylüyorum. Benim yerime siz karar verecekseniz, buyurun Sayın Başkanım
siz konuşunuz.
Değerli milletvekilleri, 2002 rakamı
önümde. 2002'de en üst gelir grubunun aldığı pay yüzde 45,4; şimdi yüzde 45,7.
En alt yüzde 20'lik gelir grubu yüzde 6,5 alırken, şimdi yüzde 6,3 almış.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Yanlış efendim; tamamen yanlış.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Gelir dağılımı
Türkiye'de bozulmuş. 2002'den daha kötü bir durumda. Dünyanın en borçlu 5 inci
ülkesi olmuşuz.
NURETTİN AKTAŞ (Gaziantep) - Yahu iktidara
gelin de ondan sonra tartışın!..
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - İşsizlik son üç
ay rakam yüzde 11,5. Arkadaşlar, 2000'deki işsizlik yüzde 6,5; 2001'de yüzde
8,4; şimdi, 2005'in üç aylığında yüzde 11,5. Bu, Devlet İstatistik Enstitüsünün
rakamları. Bu rakamlar resmî rakamlar. Yani, siz, daha 2000'deki, 2001'deki
işsizlik rakamlarının hemen hemen 2 katı üzerindesiniz. Geldiğiniz dönemden
itibaren Türkiye'de işsizlik artmış. Bunların çözümünün konuşulması lazımdır.
Bakınız, Kamuda çalışanların yüzde 37'si
açlık sınırının altında, yüzde 94'ü yoksulluk sınırının altında. Bu rakamlar
büyümüş. Bunların ele alınıp, bunların tartışılması lazım.
İthalat artışı. Bakınız, ithalat artışında
dünyada geçen sene Türkiye rekor kırmış; yüzde 40 ithalat artışıyla dünyada
ithalatı yüzde 40 oranında artan tek ülke Türkiye.
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Buna aklın erse!..
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Eğer bu
rakamlardan memnunsanız, yüzde 40 değil de yüzde 50 artırın ithalatı. 2002'de
ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 70, 2004'te yüzde 63. Bu rakam iyiyse,
bu rakamları düşürmeye devam edin.
Yatırımları bakımından dünyanın en riskli
7 nci ülkesi olmuşuz arkadaşlar. 1 inci sırada Irak var; onu çıkın. En riskli 7
nci ülkesiyiz. Doğrudan yabancı yatırım noktasında dünyada 57 nci sıradayız.
Hani, doğrudan yabancı yatırımlar akıyordu Türkiye'ye?!. 2004'te gelen doğrudan
yabancı yatırım 330 000 000 dolar artı...
AHMET IŞIK (Konya) - 2,5 milyar dolar
2004'te...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Kandoğan, konuşma süreniz
bitmiştir; lütfen buyurun efendim.
Teşekkür ediyorum.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Sayın Başkan,
son cümlemi söylüyorum.
BAŞKAN - Hayır, hayır... Konuyla ilgili
konuşmadınız; mikrofonunuzu açmayacağım.
Buyurun.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Sayın Başkan,
orası tarafsız bir makam. Siz, orada bizlerin oylarıyla oturuyorsunuz.
BAŞKAN - Doğru, birilerinin oylarıyla
oturuyoruz, doğru.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Benden önce
konuşan milletvekillerine vermiş olduğunuz süreyi bana vermezseniz, orada adil
bir şekilde Meclisi yönettiğinizi söylemem mümkün değil.
BAŞKAN - Sizden önce konuşan
arkadaşlarımız, tamamen konuyla ilgili olarak, konunun lehinde konuşmuşlardır
ve vermiştim; ama, siz, konuyla ilgili konuşmadınız. Söz hakkınız sona
ermiştir; lütfen, yerinize oturunuz.
Buyurun.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Sayın Başkan, o
sizin takdiriniz.
BAŞKAN - Elbette benim takdirim, ben
yönetiyorum Meclisi şu anda.
Buyurun.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Bu takdirinizi
bütün milletvekillerine eşit olarak kullanmak durumundasınız, Sayın Başkan.
BAŞKAN - Eşit ve adil olarak kullanıyorum
ve adalete uygun işlem yapıyorum.
Sayın Kandoğan, buyurun efendim lütfen.
AHMET IŞIK (Konya) - 2004 yılında yabancı
sermaye girişi 2,5 milyar dolar.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Hemen
söyleyeyim... Onu söyleyeyim...
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri...
Sayın Kandoğan, lütfen kürsüden ayrılır
mısınız efendim.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Teşekkür
edeyim.
BAŞKAN - Hayır, lütfen kürsüden ayrılın;
açmayacağım mikrofonu.
Buyurun.
ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Bekle bekle...
Akşama kadar bekle....
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Saygılar
sunuyorum.
BAŞKAN - Evet, Cumhuriyet Halk Partisi
Grubunun önerisi üzerindeki görüşmelerin son konuşmacısı Sayın Eyüp Fatsa,
aleyhinde.
Buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
EYÜP FATSA (Ordu) - Sayın Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlarım; Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun Grup önerisinin
aleyhinde söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, hatırlanacağı üzere,
daha önce Danışma Kuruluyla ilgili muhalefet sözcüleri itirazlarını
belirtirken, bize gündem dayatılıyor, günübirlik gündemlerle bilgi sahibi
olmadığımız, hakkında araştırma imkânımız olmadığı, çalışma, hazırlanma
imkânımız olmadığı gündemleri bize dayatıyorsunuz diye bu kürsüden bizleri çok
eleştirdiler.
Önümüzdeki gündem, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin üç haftalık gündemidir; üç haftadan beri Türkiye Büyük Millet
Meclisinin gündemindedir ve görüşülmeye devam edilen konulardır. Tabiî, bu
noktada muhalefet partisine de sormak lazım; yani, eğer itirazınız, Meclisin ve
Genel Kurulun bilgisi dışındaki bir gündem dayatmasıysa, sizin getirmiş
olduğunuz bu Danışma Kurulunun içeriğine ne demek gerekir; arkadaşlarımızın
hangisinin bu konuyla ilgili bir araştırması, bir hazırlığı var; hangi
hazırlıkla arkadaşlarımız, kaldı ki, kendi grubunuz, bu Genel Kurula geldi, bu
öneriyi görüşüyor ve kabul ediyor?!
Değerli arkadaşlar, esas görüşülen mesele
yasama dokunulmazlığının sınırlandırılmasıyla alakalı taleptir; ancak, ben buna
geçmeden önce, bu konuyla ilgili düşüncelerimi paylaşmadan önce bir konuyu
öncelikli olarak Meclis kürsüsünden ifade etmek istiyorum.
Biraz önce, Sayın Ümmet Kandoğan'ı burada
dinledik ve dehşete kapıldık. Seçilmiş, millî iradeyi temsil eden bir insanın,
bu Meclis kürsüsünden ihtilali zikretmiş olmasını, doğrusunu isterseniz,
anlamakta çok zorluk çektim.
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - İlk cümlemi de
söyle de... Beraber söyle...
EYÜP FATSA (Devamla) - Müsaade edin...
Müsaade edin... O sözün kime ait olduğunu gazetede gördük, basında gördük...
ENGİN ALTAY (Sinop) - Baba'nın sözü.
EYÜP FATSA (Devamla) - ... sizin siyasî
geçmişinizin babasıdır o.
Değerli arkadaşlar, değerli arkadaşlar, bu
konuşma, bu düşünce gösteriyor ki, milletin desteğinden umudunu kesmiş,
milletten aradığı desteği bulamamış, bulamayacağını da görmüş; ama, acaba,
yeniden bir ara dönem, bir karanlık dönemler oluşur, kapalı kapılar, karanlık
mahfillerde yeni kararlar, yeni senaryolar hayata geçer de, biz yeniden hayat
bulabilir miyiz gibi çok bayatlamış, doğrusunu istersen, yakışık almayan
düşüncelerin ifadesinden başka bir şey değildir. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - İhtilaller hep
o partiye karşı yapılmıştır!
EYÜP FATSA (Devamla) - Müsaade edin...
Müsaade edin...
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Hep o partiye
karşı yapıldı, hep...
EYÜP FATSA (Devamla) - Sayın Kandoğan,
müsaade et. Sen, içinde bulunduğun partiye yeni girdin. Belki, Partinizin
geçmişte uyguladıklarıyla ilgili, bugün yaşanan ve ödenen faturalarla ilgili
sorumluluğunu bilmiyor olabilir, öğrenememiş olabilirsiniz; ama, bilesiniz ki,
bu ülke...
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Sayın Başkan,
gündemle ilgili konuşsun lütfen.
EYÜP FATSA (Devamla) - Ben sana cevap
veriyorum.
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Cevap ayrı
olur.
BAŞKAN - Sayın Fatsa...
EYÜP FATSA (Devamla) - Bu ülke ne
çektiyse...
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Sayın Başkan,
lütfen...
BAŞKAN - Sayın Fatsa...
EYÜP FATSA (Devamla) - ..."kim ne
veriyorsa ben beş fazlasını veriyorum" diyen anlayıştan çekmiştir ve biz
bugün o faturayı ödüyoruz. (AK Parti sıralarından alkışlar)
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Gündemle ne
alakası var!
EYÜP FATSA (Devamla) - Sizin faturanızı
ödüyoruz, Sayın Kandoğan. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Fatsa, lütfen...
EYÜP FATSA (Devamla) - Değerli arkadaşlar,
yasama dokunulmazlığına gelince; bizim bu konuyla ilgili kamuoyuyla
paylaştığımız, Partimizin programında ve 58 ve 59 uncu hükümetin programındaki
düşüncelerimiz gayet açıktır ve biz, AK Parti olarak, AK Parti Grubu olarak da,
kamuoyuyla gerek parti programımız da gerekse hükümet programlarımızda
paylaşmış olduğumuz düşüncelerimizin de arkasındayız; ama, biz bu konuyu bir
siyasî polemik mevzuu yapmak istemiyoruz.
Değerli arkadaşlar, eğer samimiyseniz...
Bakın, bir kere daha ifade ediyorum burada. Biz, Meclis uyum komisyonuna
üyelerimizi verdik, bu konuda size açık çek de verdik; dedik ki: Uyum komisyonunu
çalıştıralım ve ilk görüşülecek madde, gündeme alınacak madde Anayasanın 83
üncü maddesi olsun.
ATİLLA KART (Konya) - Hangi maddede var?!
EYÜP FATSA (Devamla) - Bu konuda
mutabakatı sağlayalım dedik.
ATİLLA KART (Konya) - Uyum komisyonu diye
bir kavram var mı?! Öyle bir anayasal düzenleme var mı?!
EYÜP FATSA (Devamla) - Değerli
arkadaşlar...
ATİLLA KART (Konya) - Gerçekleri daha
fazla saptırmaya devam edemezsiniz!
EYÜP FATSA (Devamla) - Değerli arkadaşlar,
bu konuyla ilgili tavrımız gayet açıktır. Kimse tribüne ve kamuoyuna oynamasın.
ATİLLA KART (Konya) - Gerçekleri
saptırmaya daha fazla devam etmeyin.
EYÜP FATSA (Devamla) - Bir başka hususu da
burada, bu vesileyle gündeme getirmek istiyorum, bu vesileyle gündeme
getiriyorum. Bunu konuşmak istemezdim ve bu, bizim endişelerimizi de
kuvvetlendiren, doğrusunu isterseniz, milletvekillerinin de endişelerini
kuvvetlendiren bir gelişmedir ve Cumhuriyet Halk Partisi Grubuna mensup
milletvekili arkadaşlarımızın ifadesidir. Bir sayın milletvekili arkadaşımız,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubuna mensup olan ve partinin yetkili kademelerinde
de görevi olan bir arkadaşımız "eğer benimle ilgili bir fezleke Türkiye
Büyük Millet Meclisine gelirse, ben partideki görevimden ve milletvekilliği
görevimden istifa ederim" dedi. Fezleke geldi; ama "bu, bir skandal
fezlekedir" diye sözünü tevil etti ve değiştirdi.
Yine, Cumhuriyet Halk Partisi Grubuna
mensup bir diğer hukukçu milletvekili arkadaşımız, bu fezlekeyle ilgili de
"bu, bir şike fezlekesidir" diye ifade etti ve bu konudaki,
gerçekten, tutarsızlıklarını da ortaya koymuşlardır. Aslında, bu ifadeleriyle,
bizim endişelerimizi biraz doğrulamışlardır. Biz, bu konuda, zaman zaman,
yargının da sübjektif kararlar verebileceğini ifade ettik. Arkadaşlarımızın
ifadeleri de, bizim bu endişelerimizi doğrulamaktadır.
Değerli arkadaşlar, ben, esas, bir konuya
da, burada, huzurlarınızda, Sayın Ziya Yergök ifade ettiği için, açıklık
getirmek istiyorum veya bu konuyla ilgili düşüncelerimi de ifade etmek
istiyorum.
Sayın Ziya Yergök, Polatlılı bir
hemşerimizin, bir vatandaşımızın ifadesini gerekçe göstererek...
RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Burdur) - Ziya Yergök
değil, Atilla Kart...
EYÜP FATSA (Devamla) - Eğer ismi yanlış
kullandıysam, özür diliyorum.
Konya Milletvekilimiz Sayın Atilla Kart,
Sayın Başbakanın sistemden intikam aldığını ifade etti, o arkadaşın, o
vatandaşın görüşünü gerekçe göstererek.
BAŞKAN - Sayın Fatsa, öç almak... "Öç
aldı" dedi.
Değil mi Sayın Kart?..
ATİLLA KART (Konya) - Sistemden öç aldı...
EYÜP FATSA (Devamla) - Öç aldı... Yani, öç
alma, intikam alma, lügate bakarsanız, aynı şeyleri ifade eder. Aramızda
edebiyatçı ve gramerci arkadaşlarımız vardır.
Değerli arkadaşlar, eğer, sistemden öç
almak, Türkiye'de bozulan istikrarı yeniden ihdas etmekse, Türkiye'de yönetim
istikrarını yeniden sağlamaksa, Türkiye'de faizleri yüzde 70'lerden yüzde
15'lere getirmekse, enflasyonu yüzde 40'lardan yüzde 8'lere, tek haneli
rakamlara getirmekse...(CHP sıralarından gürültüler)
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli)- Gündemle ilgili
konuş
EYÜP FATSA (Devamla)- Müsaade edin...
Müsaade edin kardeşim, ben hepinizi dinledim.
Millî geliri 2 000 dolarlardan 4 500
dolarlara çıkartmaksa, 30 milyar dolar civarındaki ihracatı 70 milyar dolara
getirmekse, Türkiye'nin bozulan istikrarını yeniden ihdas etmek ve Türkiye'nin
içte ve dışta itibarını ve güvenini artırmak ve Türkiye'nin işlemeyen
sistemlerine yeniden işlerlik kazandırmaksa, ben, bu öç almanın takdirini
kamuoyunun vicdanına havale ediyorum. (AK Parti sıralarından "Bravo"
sesleri, alkışlar)
Değerli arkadaşlar, yine, özellikle
İstanbul Büyükşehir Belediyesinde geçmiş yıllarda görev yapmış arkadaşlarımızla
ilgili iddialara bu kürsüden defalarca cevap verildi. Bakın, değerli
arkadaşlar, bu arkadaşlarımız, milletvekili olmadan önce, dokuz sene yasama
dokunulmazlığı olmayan arkadaşlarımızdı. Eğer, suç işlediyseler, gerçekten,
Sayın Kart'ın ifade ettiği gibi, bu ülkeyi 400 000 000 dolar gibi bir büyük
zarara uğrattıysalar, yargı, o zaman nerede idi, hukuk o zaman nerede idi?!
Ama, ben sizin itirazınızdan şunu
anlıyorum Sayın Kart. Yani, bizim suçlu gördüğümüz ve suçlu görmek istediğimiz
insanları, yargı nasıl beraat ettirir diye bir düşünceniz varsa, onun da
takdirini kamuoyunun vicdanına havale ederim. Yani, eğer, bir hukuk devleti
ise, bir hukuk düzeni ise ve hukukun kararları da tartışılmıyorsa, alınan
kararlar, bu konularla ilgili verilen kararlar ortadadır. Lütfen, bu kararlara
saygı duyun.
Yine, bugün, burada, Genel Kurul...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
EYÜP FATSA (Devamla) - Sayın Başkanım
bitiriyorum
BAŞKAN - 1 dakikalık ek süre veriyorum.
Buyurun.
EYÜP FATSA (Devamla) - Teşekkür ediyorum
Sayın Başkan.
Sayın Abdullah Gül'ün yasama
dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili idi Danışma Kurulu önerisi. İddiaya
konu olan meseleyle alakalı, Ankara 9. Ağır Ceza Mahkemesinin vermiş olduğu
karar ortadadır değerli arkadaşlar. Sayın Abdullah Gül gibi, bugün olmayan bir
siyasî partinin Başkanlık Divanında görev almış ve aynı konumda olan, genel
başkan yardımcılığı sıfatını taşıyan Sayın Şevket Kazan, Sayın Ahmet Tekdal,
Sayın Abdurrahim Bezci, bu davadan beraat etmiştir; ceza alan 79 arkadaşla
alakalı konu çok daha farklıdır.
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elazığ) - Millet bunları
bile bile iktidarı verdi!
EYÜP FATSA (Devamla) - Lütfen, elma ile
armudu birbirine karıştırmayalım bu konuda; yani, bu konuda, böyle, kamuoyuna,
tribüne oynamak suretiyle, acaba, milletin hafızasında yeni birtakım
istifhamlar uyandırıp, birtakım siyasî faydalar elde edebiliriz gibi
düşüncelerden hareket edersek, biz, arkadaşlarımızı yıpratmaktan daha çok, bu
kuruma zarar veririz, Türkiye Büyük Millet Meclisinin saygınlığını gidermiş
oluruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
EYÜP FATSA (Devamla)- Ben, Danışma Kurulu
önerisinin grup olarak aleyhinde olacağımızı, olumlu oy vermeyeceğimizi Genel
Kurulla paylaşıyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Koç, kendisine konuşmalar
sırasında sözlü olarak bir sataşma olduğu gerekçesiyle söz istedi. Kendisine
çok kısa bir açıklama için söz vereceğim.
Buyurun.
VII.-
AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Samsun
Milletvekili Haluk Koç'un , Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa'nın, konuşmasında,
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan,
teşekkür ediyorum söz hakkı verdiğiniz için.
Değerli arkadaşlarım, ben üzülerek
izliyorum bu bölümü; çünkü, demokrasi kurum ve kurallarıyla Meclis kürsüsünde,
demokrasidışı yolları çağrıştıran bir tartışmaya tanık olmaktan, önce, üzüntümü
belirtmek istiyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Tabiî, bu alkışların devamının da gelmesi
gerekecek. (AK Parti sıralarından gülüşmeler)
HASAN ANĞI (Konya) - Temcit pilavı gibi
olmasın!
HALUK KOÇ (Devamla) - Şu açıdan: Bir ortak
duyarlılığı koymamız lazım. Bir defa, tek başına iktidar olmanın verdiği
yetkiyle, hukuk devletini, Anayasanın kuvvetler ayrılığı ilkesiyle, yasama,
yürütme ve yargıya verdiği çalışma alanlarını, hepsini saygıyla karşılamamız
gerekiyor; demokratik kurum ve kuralları hep beraber yaşatmamız gerekiyor ve
-çok acıdır bu söyleyeceğim- Türkiye'de, iktidarın, muhalefetin, demokratik
kitle örgütlerinin ve medya kuruluşlarının, demokrasiyi zaafa uğratacak tüm
girişimlerden kendilerini özenle sakınmaları gerekiyor. Burada, iktidara düşen
pay var, muhalefete düşen pay var, demokratik kitle örgütlerine düşen pay var
ve özellikle medyaya düşen pay var. İktidara düşen pay şu; bakın, bu çok
söylendi: Hukuk devletini korumak, yaşatmak; hukuk devleti yerine bir parti
devleti oluşturmamak; bu yönde girişimlere, bu yönde yasama faaliyetlerine hız
vermemek. Bu, bunlardan bir tanesi. Muhalefetin kendi görevleri var; sivil,
demokratik, meşru zeminde oluşan tepkiyi, Meclis kürsüsünde de, kamuoyunda da
dile getirmek.
Bunu yapan arkadaşlarınızdan biriyim.
Cumhuriyet Halk Partisi sözcüleri de, bunu çoğu zaman yapıyorlar. Demokratik
kitle örgütleri kendi çaplarında... Medya, eğer, çeşitli ilişkiler içerisinde,
bir iktidara bağımlılık tablosundan çıkarsa -demokratik, sivil, meşru
muhalefetin altını çizerek söylüyorum- son tartışmalar üzerine söylediklerine
de, gereğinde, gerektiği kadar yer verirlerse...
Değerli arkadaşlarım, bakın, konuşmaması
gerekenler, Türkiye'de, konuştuklarında gündem oluşturup, manşet oluyorsa, o
ülkede bir demokrasi zaafı vardır. (AK Parti sıralarından gürültüler)
Şimdi, bakın, bu gündem, bu gündemde yer
alan konuşmalar, Cumhuriyet Halk Partisi tarafından, Sayın Genel Başkanımız
tarafından, grup başkanvekilleri tarafından, Cumhuriyet Halk Partisi sözcüleri
tarafından defeatle dile getirildi; kadrolaşma sorunu dile getirildi, riskli
birtakım, Türkiye'nin temel kurumlarıyla uzlaşmaz tutum dile getirildi,
Türkiye'nin dışpolitikadaki eziklikleri dile getirildi.
Değerli arkadaşlarım, bunlar söyleniyor,
bunlar görev olarak yerine getiriliyor; ama, görevi anayasal sınırlar
içerisinde belli olanlar konuştuğunda, bunlar manşete taşınıyorsa, o zaman,
buradaki demokrasi zaafını iyi analiz etmek lazım.
Ben, üzülerek, sizinle bir şey paylaşmak
istiyorum. Bir parti yetkilisinin, ertesi gün, çıkıp, bu konuşmalara, bu
tespitlere alkışla cevap vermesi, demokrasi adına, işte, buradaki konuşmaların
yapılmasının temel nedenidir.
Özeleştiri istiyordunuz, özeleştiri
yapılacak bir konu.
Alkışlar? (AK Parti sıralarından
alkışlar!)
BAŞKAN - Sayın Koç, lütfen tamamlayınız.
HALUK KOÇ (Devamla) - Sözlerimi
bitiriyorum.
Değerli arkadaşlarım, onun için,
muhalefetin dediklerini lütfen dikkate alın. Muhalefetin dediklerine kızmayın.
Meşru zeminler içerisinde, muhalefet, görevini yapmak zorundadır, yapacaktır.
Onun için, bu tartışmaların boyutunda gerilmeyin. Biz, her şeyi söyleyeceğiz,
söylemek zorundayız, görevimiz bu, demokrasinin kuralları bu.
Onun için -Sayın Eyüp Fatsa'nın sözlerine
çok cevap verildi- orada, bakın, istifa etmek, şu bu... Dokunulmazlık
tezkeresi, bizim Partimizle ilgili, arkadaşımızla ilgili düzenlenip gelsin.
Size, burada, Cumhuriyet Halk Partisinin tüm milletvekilleri adına söz
veriyorum, biz "evet" oyu kullanacağız; ama, siz de "evet"
oyu vereceksiniz. (AK Parti sıralarından "istifa etsin" sesleri)
Efendim, istifa etmeye kalkarsa, Kabine
düşer, Kabinede bakan kalmaz bugün. Allahaşkına yapmayın, bir dönüp arkasına
bakın!
Saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Koç, teşekkür ediyorum.
FATİH ARIKAN (Kahramanmaraş) - İstifa etme
sözü var.
VI.-
ÖNERİLER (Devam)
A) SİYASÎ
PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ (Devam)
1.-
Gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin CHP Grubu önerisi (Devam)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubunun önerisi üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, karar
yetersayısının aranılmasını istiyorum.
BAŞKAN - Öneriyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler... Kabul etmeyenler...
Sayın milletvekilleri, Kâtip Üyeler
arasında ihtilaf olduğundan, işaretle yapılan oylamayı elektronik cihazla
tekrarlatıyorum.
Sayın milletvekilleri, oylama için 3
dakikalık süre veriyorum.
Oylama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, karar
yetersayısı vardır; Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun önerisi kabul
edilmemiştir.
Alınan karar gereğince, sözlü soruları
görüşmüyor ve gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan
Gelen Diğer İşler" kısmına devam ediyoruz.
V.- KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
2.-
Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin; Gelibolu
Yarımadası Tarihi Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun
Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)
BAŞKAN - Birinci sırada yer alan kanun
teklifinin geri alınan maddeleriyle ilgili komisyon raporu gelmediğinden,
teklifin görüşmelerini erteliyoruz.
Esnaf ve Sanatkârlar Meslek Kuruluşları
Kanunu Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve
Teknoloji Komisyonu Raporunun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
3.- Esnaf ve Sanatkârlar Meslek Kuruluşları
Kanunu Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve
Teknoloji Komisyonu Raporu (1/969) (S. Sayısı: 851)
BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.
Tasarının görüşülmesi ertelenmiştir.
Ankara Milletvekilleri Salih Kapusuz ile
Reha Denemeç'in, Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında
Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Millî Eğitim, Kültür,
Gençlik ve Spor Komisyonu Raporunun görüşmelerine kaldığımız yerden devam
ediyoruz.
4.- Ankara
Milletvekilleri Salih Kapusuz ile Reha Denemeç'in, Türkiye Bilimsel ve Teknik
Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Teklifi ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (2/426) (S.
Sayısı: 877) (x)
BAŞKAN - Komisyon?.. Burada.
Hükümet?.. Burada.
7 nci madde üzerinde gruplar ve şahıslar
adına yapılan konuşmalar tamamlanmıştı.
Şimdi, soru-cevap işlemi yapılacaktır.
Maddeyle ilgili soru sormak isteyen sayın
üyelerin isimleri geçen birleşimde tespit edilmişti; bu arkadaşlarımızın
mikrofonlarını açmalarını rica ediyorum: Sayın Ahmet Işık, Sayın Osman
Coşkunoğlu, Sayın Mustafa Gazalcı, Sayın Ferit Mevlüt Aslanoğlu, Sayın
Abdulbaki Türkoğlu, Sayın İsmail Değerli.
Sayın Işık, buyurun.
AHMET IŞIK (Konya) - Teşekkür ediyorum
Sayın Başkan.
Vasıtanızla, Sayın Bakanımıza iki soru
yöneltmek istiyorum. Bunlardan bir tanesi, 278 sayılı Yasada, yürürlüğe girdiği
1963 yılından bugüne kadarki süreçte 2 defa değişiklik yapıldığı halde, idarî
yapıya ilişkin bazı sorunların çözülmesinde güçlüklerle karşılaşılmasının temel
nedenleri nelerdir?
Diğer sorum: Ülkenin millî gelirinden
araştırma ve geliştirme faaliyetlerine ayrılan payın ciddî ölçüde
artırılmasında, bilimsel araştırma ve geliştirme projelerinin
değerlendirilmesinde, fonlanmasında ve uygulanmasında azımsanamayacak bir
deneyime sahip olan TÜBİTAK'a yükleyeceği sorumluluk nedir?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Işık.
Sayın Gazalcı, buyurun.
MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Teşekkür
ederim Sayın Başkanım.
1- 2004 yılı Bütçe Yasasında, emekli
olanların kamuda yeniden yerleştirilmeleri, birtakım ayrıcalıklar, istisnalar
dışında, yasak koyulmasına karşın, SSK'dan ya da başka bir kurumdan emekli
olmuş ve 2004 yılında TÜBİTAK'ta çalışmaları, yerleştirilmeleri sağlanmış
mıdır? Örneğin; Semra Ayşe Çapçı, A. Feyza Okan, emekli oldukları halde
TÜBİTAK'a yerleşmiş midir?
2- TÜBİTAK'ı denetleme ve incelemeyle
görevli bir kişi, inceleme ve denetleme görevini yaptıktan sonra, kadrosu
çalıştığı Başbakanlıkta kalmak kaydıyla, TÜBİTAK'a yerleştirilmiş midir? Yani,
Sayın Yunus Arıncı, denetleme ve inceleme görevini yaptıktan sonra, aynı
kurumda geçici görevle görevlendirilmiş midir? Görevlendirilmişse, bu, hukuksal
olarak doğru olsa bile, etik olarak, alışılmış kurallar açısından doğru mudur?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Gazalcı.
Sayın Coşkunoğlu, buyurun.
OSMAN COŞKUNOĞLU (Uşak) - Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Aracılığınızla Sayın Bakana iki soru
yöneltmek istiyorum, Sayın Bakanın konuşmasında ifade ettiği iki konuda. Bir
tanesi, Sayın Bakan, birkaç kez, diğer AKP milletvekili sözcüleri gibi,
TÜBİTAK'ın daha etkin olması için bu yasa teklifinin getirildiğini savundu ve
Sayın Bakan tarafından, teknoloji bakımından bir sıçrama yapmak için bu yasa
teklifinin getirildiği söylendi. Bu yasa teklifinde en önemli konu, atama
konularında Sayın Başbakana verilen yetkilerin artırılmasıdır. Bu sıçramanın,
Başbakanın atama yetkilerinin artırılmasıyla nasıl sağlanacağını; yani, bir
neden-sonuç ilişkisini burada nasıl gördüklerini sormak istiyorum. Geçmişte
TÜBİTAK'ın yeterince etkili olamamasını da buna bağladıklarına göre, bu,
şimdiki Başbakanımız Sayın Erdoğan'la ilgili bir konu değil. Bundan, daha önce
de başbakanlara daha fazla yetki verilmiş olsaydı teknolojik sıçramamız daha
yüksek olurdu, daha iyi olurdu gibi bir iddia aynı zamanda çıkarmak mümkün.
Madem bilim tartışıyoruz; bunu neden-sonuç ilişkileriyle açıklayabilir mi?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın
Coşkunoğlu.
Sayın Aslanoğlu?.. Yok.
Sayın Türkoğlu, buyurun.
ABDULBAKİ TÜRKOĞLU (Elazığ) - Sayın
Başkan, teşekkür ediyorum.
1 000 çalışan kişi başına düşen tam zaman
eşdeğer bilim insanı sayımız ile dünyanın diğer ülkelerindeki ortalamaları
kıyaslayacak olursak, bizim durumumuz nedir? Bu bir.
İkincisi: Tam zaman eşdeğer bilim insanı
sayısında, önümüzdeki 2010 yılına kadar nasıl bir hedef biçmişsiz kendimize?
Üçüncü sorum Sayın Bakanım: Ar-ge
harcamalarının gayri safî yurtiçi hâsıla içindeki payının yükseltilmesiyle
ilgili hedefimiz nedir, planımız nedir?
Bir sorum daha olacak...
BAŞKAN - Sayın Türkoğlu, süremiz oldu; lütfen...
Buyurun.
ABDULBAKİ TÜRKOĞLU (Devamla) - Ar-geye
olan talebi artırmak için hangi çalışmalar içerisindeyiz?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Türkoğlu.
Sayın Bakanım, buyurun.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Sayın Başkanım, teşekkür ederim.
Milletvekili arkadaşlarımızın sormuş
olduğu ve ismen bazı kişilere yönelik açıklamalar konusunda, TÜBİTAK
Başkanvekili ve ilgili arkadaşlardan bilgi alıyorum; çünkü, hem bir taraftan
soruları takip etmek hem de bu bilgiyi alarak sorularınızı cevaplandırmanın zor
olduğunu takdir edersiniz. Bu bilgileri aldıktan sonra, bir sonraki madde
görüşülürken bu sorularınızın cevabını vereceğim; çünkü, SSK'yla ilgili ve
diğer konularla ilgili bazı sorularınız var. Bu açıklamayı yaptım.
Sayın Işık, TÜBİTAK Yasasında zaman
içerisinde bazı değişiklikler yapılma ihtiyacı duyuldu, bu değişiklikler
yapıldı; ama, bu değişiklikler işleyişteki sorunları çözmemiş olacak ki,
yeniden bir değişiklik yapma ihtiyacı duyuluyor herhalde demek istediler. Evet,
gerçekten, 1963, 1987, 1993, işte 2000'li yıllarda yeniden ilgili yasada
değişiklikler yapılıyor. Bilim Kurulu, Bilim Kurulu üyelerini kendi içerisinden
seçtiğinde veya Başkanıyla ilgili bir seçim yaptığında, geçmişte, zaman zaman
tıkanıklıklar olmuştur. Bu tıkanıklıklar, uzun süre aşılamamış ve TÜBİTAK'ın,
yapması gereken çalışmalarda sekteye uğradığı görülmüştür. Şimdi, bu yasal
düzenlemeyle -geçtiğimiz maddelerde de bunları görüştük- herhangi bir
tıkanıklık halinde, bunu aşacak yeni çözüm yolları getiriyoruz. Geçmişte
yaşanan bazı sorunları yeniden yaşamayalım diye, bu yasadaki değişiklikleri bu
zamana kadar görüşmüş olduğumuz maddelerde de zaten görüşmüş ve tartışmıştık.
"TÜBİTAK'ın sorumluluğu nedir, bu
kadar önemli rakamlar ayırıyoruz" dediniz. TÜBİTAK Yasasını, yani 278
sayılı Yasanın 2 nci maddesini okuduğumuzda, TÜBİTAK, Bilimsel ve Teknik
Araştırma Kurumunun görevleri burada uzun uzun sayılmıştır. Bilim ve teknoloji
alanında Türkiye'nin ihtiyaç duyacağı üretimi yapacak en önemli
kuruluşlarımızdan birisidir. Buraya ne kadar kaynak aktarırsak aktaralım, bu
boşa gitmiş bir aktarım değildir. Türkiye'nin bilim ve teknolojide çağı
yakalamasına sebep olacak olan bir aktarımdır. O nedenle, gerçekten çok önemli
bir görev ifa etmektedir.
Bunun dışında, ar-ge çalışmaları hususunda
"gayri safî millî hâsılanın yüzde kaçı oranında 2010 yılına doğru bir
artış öngörüyorsunuz" diye bir soru yöneltildi. Bizim 2010 yılıyla ilgili
hedefimiz, şu anda, biliyorsunuz, yüzde 0,66 civarındadır; ama, 2010'lu
yıllardaki hedefimiz yüzde 2'leri aşmaktır. Buna benzer bir soruya dünkü
görüşmeler esnasında cevap verdiğimi hatırlıyorum.
Sayın Gazalcı'nın sorularını bir sonraki
madde görüşülürken sorular faslında cevaplandıracağımı ifade ediyor, Sayın
Başkan, teşekkür ediyorum.
Diğer sorulara yazılı cevap vereceğim
efendim.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakanım.
7 nci madde üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
8 inci maddeyi okutuyorum:
MADDE 8.- 278 sayılı Kanuna aşağıdaki ek
madde eklenmiştir.
EK MADDE 4.- 17.7.1963 tarihli ve 278
sayılı Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanunda
geçen "Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu" ibareleri
"Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu" şeklinde
değiştirilmiştir. Bu Kanun ile diğer kanun ve kanun hükmünde kararnamelerde
"Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu"na yapılan atıflar
"Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu" na yapılmış
sayılır."
BAŞKAN - 8 inci Madde üzerinde, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına, Sinop Milletvekili Engin Altay; şahısları adına,
Elazığ Milletvekili Abdulbaki Türkoğlu, Tokat Milletvekili Zeyid Aslan ve Sinop
Milletvekili Engin Altay...
Sayın Altay, buyurunuz.
ENGİN ALTAY (Sinop) - Başkanım, şahsım
adına olan süreyi de birleştirebilir miyiz?
BAŞKAN - Sayın Zeyid Aslan burada mı
efendim?
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Konuşmayacak
Sayın Başkan.
BAŞKAN - O zaman, Sayın Milletvekilimiz
konuşmadığına göre, sürenizi birleştiriyorum Sayın Altay; buyurun.
CHP GRUBU ADINA ENGİN ALTAY (Sinop) -
Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; TÜBİTAK yasasını dün saat 15.00'ten beri görüşüyoruz. Dün, 7 nci
maddesine kadar gelebildik, bugün, 8 inci maddeden itibaren devam edeceğiz.
Ben, peşinen, hükümetimizin şu anlayıştan
vazgeçmesini temenni ve tavsiye ediyorum: "Parayı ben veriyorsam, ben
yönetirim" anlayışından, iktidarımızın ve hükümetin bir an önce kurtulması
lazım. Kaldı ki, hükümetin verdiği para da, kimsenin babasının parası değildir.
Dün, AKP Grubu adına konuşan arkadaşlarımız, burada öyle bir tablo çizdiler ki,
sanki, kırkbir yıllık TÜBİTAK'ın son ikibuçuk yılına kadar, TÜBİTAK'taki herkes
yatmış uyumuş, son ikibuçuk yıldır, TÜBİTAK harikalar yaratmış... Böyle bir şey
yok.
Biraz sonra bunlara değineceğim; ancak,
ben, bu bilimsel konuyla ilgili olarak çok değerli, çok önemli bir devlet
adamının, bu gibi konulara nasıl baktığını, müsaade ederseniz okumak istiyorum.
Bu, çok önemli, her gün önemi daha da anlaşılan, değeri daha da anlaşılan ve
her gün daha çok özlenen çok büyük devlet adamı, bakın, bu konuda yetmiş yıl
önce ne söylemiş: "İlim ve sosyal bilim dalındaki işlerde ben emir vermem.
Bu alanda, isterim ki, beni bilim adamları aydınlatsınlar. Onun için, isterim
ki, siz, kendi ilminize, irfanınıza güveniyorsanız bana söyleyin, sosyal
bilimlerin güzel ve yapıcı yönlerini gösterin; ben de sizi takip edeyim."
Bunu diyen, bu Parlamentonun, bu devletin, cumhuriyetin kurucusu Gazi Mustafa
Kemal Atatürk. Yetmiş yıl önce Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün bilime,
teknolojiye, sosyal bilimlere bakışına bakıyorum; aradan yetmiş yıl geçtikten
sonra, ülkeyi yöneten siyasî iktidarın "bunun parasını ben veriyorum,
istediğim gibi şekillendiririm" gibi mantıksız bir anlayış içinde
olmasından, doğrusunu isterseniz, hiçbir şey anlamıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
benim doğduğum yıl kurulmuş TÜBİTAK 278 numaralı bir kanunla ve yapabildiğim
kadarıyla, tetkik edebildiğim kadarıyla, inceleyebildiğim kadarıyla,
kuruluşundan, 1963 yılından bugüne kadar da her geçen gün kendini geliştirmeye
çalışmış; ancak, TÜBİTAK, iktidarınız döneminde kasıtlı olarak tıkanmış ve
kurumsal yapısı maalesef deforme olmuştur. Kurumun normal süreci, sıra sayıda
karşı oy yazımızda da belirttiğimiz gibi, son iki yıldır maalesef
işletilememiştir. Kanun teklifinin gerekçesinde, TÜBİTAK'ın müspet bilimlerle
faaliyet alanını sınırladığı ve bunun da bilim ve teknoloji alanındaki
uluslararası gelişmelerle bağdaşmadığı öngörülüyor.
Değerli arkadaşlar, bu getirilen kanun
teklifindeki 2 nci maddedeki TÜBİTAK'ın görev tanımı ile 1963 yılında kurulan,
278 numaralı Kanunla kurulan TÜBİTAK Kanununun görev tanımlarına, allahaşkına,
şöyle bir göz atın; çok ciddî hiçbir farkın olmadığını göreceksiniz. Bunlara
gerek yok. Niyet, bizce malumdur ya da biz öyle düşünüyoruz. Niye böyle
düşündüğümüzü de biraz sonra söyleyeceğim.
Şimdi, sizin ikibuçuk yıldır kamuda
kullandığınız tasarruflara baktığımız zaman, yaptığınız her işle ilgili,
getirdiğiniz her meseleyle ilgili olaya kuşkulu, temkinli ve tedbirli olmamız
bizim için bir mecburiyet.
Arkadaşlar, hastane müdürlüğüne bir imamı
atayan bir iktidarın, devletin en üst memuru olan Başbakanlık Müsteşarının laik
demokratik cumhuriyetin nitelikleriyle ilgili yazdığı makalelerin sonucu
olarak, sizin yaptığınız her atamadan bizim kuşku duymamız, endişeye kapılmamız
gayet normaldir. Sizin de, bizim de bildiğimiz gibi, bu teklifi getiriş
sebebiniz bellidir; bunu, millet de bilmelidir. Bizce bu teklifle amacınız,
bütün kurumlarda olduğu gibi, TÜBİTAK'ta da bir siyasal kadrolaşmaya zemin ve
imkân hazırlamaktır. Bu kanun teklifini arkadaşlarımız o kadar aceleyle
hazırlamış ki, bu ilk gelen, komisyona gelen teklifi okuduğunuzda, TÜBİTAK
Bilim Kurulunun kaç kişiden oluştuğunu anlamak için en az 5 defa okumanız
lazımdı. Komisyonda Cumhuriyet Halk Partili sözcüler, bizler, bunu uyardık;
komisyondan geçen şekline, TÜBİTAK Bilim Kurulunun 14 kişiden oluştuğu böyle
eklenmiş. Bu kadar, ayrıntısına, aslında, ciddî anlamda bakılmamış bir
tekliftir. Belki, teklif sahibi arkadaşımız, benden sonra gelip kendince bir
şeyler söyleyebilir. Bu kadar ciddî bir teklif getirdiniz de, kurulun kaç
kişiden olduğunu bile yazmayı ihmal ettiyseniz, bizim için bu teklifin bir
ciddiyeti, bir önemi kalır mı; gayet tabiî, kalmaz. Bu da gösteriyor ki, amaç
bellidir, niyet bellidir.
Benim üzerinde söz aldığım 8 inci madde,
TÜBİTAK'ın adının bir kelimesini ibare olarak değiştiriyor; yani, Türkiye
Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu yerine, Türkiye Bilimsel ve Teknolojik
Araştırma Kurumu yapıyor. Aslolan, kurumun kuruluş amacı ve görev tanımıdır.
Gerek kurumun kurulduğu tarihteki kuruluş amacı ve görev tanımı gerekse sizin
getirdiğiniz teklifteki kuruluş amacı ve görev tanımında çok ciddî bir nüans
yoktur. Bu kurum, bilgi üreten bir kurumdur. Bu kurum, teknoloji üreten bir
kurumdur; ama, kurumun her alandaki faaliyeti, kurumun her alandaki süreci
tümüyle teknik bir süreçtir. Bunun da bilinmesi lazım. Kelimeleri değiştirerek
içeriği değiştiremezsiniz. Zaten içerikle ilgili bir sorunu yok bu teklifin. Bu
teklifin sorunu, TÜBİTAK'ın Bilim Kuruluna kimlerin atanacağıyla ilgili, kimin
atayacağıyla ilgili. Dün ben çok garipsedim; AKP Grubu adına bir arkadaşımız
çıktı "biz siyasî irade olarak risk alıyorsak, TÜBİTAK'a da müdahale
ederiz" dedi. Ne kadar abesle iştigal. Siyasetin bilime müdahale etmesi,
sadece ve sadece diktatörlüklerde olur, Nazi Almanyasında olur, Mussolini
İtalyasında olur. Böyle laik, demokratik, çağdaş bir cumhuriyette, kuvvetler
ayrılığı prensibinin olduğu bir parlamenter demokraside siyaset bilime müdahale
edebilir mi?! Fevkalade yanlış. Çok üzüldüm, bir parlamenterin burada çıkıp
"biz siyasî iradeyiz, biz buna müdahale ederiz, risk alıyoruz"
demesinden çok üzüldüm, hiç doğru bulmadım. Herkes kendi işini yapacak.
Bırakın, bilimi, bilim adamları yapsın. Yani, onlar bir şey yapmış da siyaset
bunu engellemiş mi; asla!
Yine, bu teklifle, TÜBİTAK Bilim Kurulu
üye sayısını 12'den 14'e çıkarıyoruz; yani, 12+1'den 14+1'e çıkarıyoruz ve 7
tanesini Başbakan, 4 tanesini Bilim Kurulu, 1 tanesini YÖK, 2 tanesini de TOBB
atıyor. Burada iki tane sakatınız var, bu atama şeklinin iki sakatı var. 7+1,
Başbakan; Kurum siyasallaştı. Bilim üreten 71 tane üniversitemiz varken ve
bunların hepsinin üst şemsiyesi YÖK varken, YÖK 1 tane atıyor, Odalar ve
Borsalar Birliği, yani, tüccarlar 2 tane atıyor; Kurum ticarîleşti. Mantığınız
da bu zaten. Kurumu önce siyasallaştırmak, o pencerede de ticarî bir portföy
geliştirmek. Bunu da doğru bulmuyoruz; bu da yanlıştır.
Dün, yine bir AKP sözcüsü "TÜBİTAK'ı
dünyadaki emsalleriyle mukayese etsinler" dedi buradan. Ya, arkadaş, bunu
söyleyen arkadaşımız hakikaten böyle bir mukayese yaptı mı?! Edin o zaman, bir
ciddî bakın. TÜBİTAK, yani, Türkiye'yi gereksiz yere kırkbir yıl -benim yaşım
kadar- işgal etmiş bir kurum mu demek istiyor bu arkadaşlar? Kesinlikle böyle
bir şey yok.
Yine bir AKP sözcüsü, bana göre çok vahim
bir şey daha söyledi "Türkiye'nin yakaladığı trende bazı kurumlar ayak
uyduramazlarsa gereği yapılır" dedi. Yani, bunu böyle söyleyeceğine, ondan
önce bir AKP'li arkadaşın söylediği gibi "biz, siyasî iradeyiz,
istediğimizi yapıyoruz kardeşim" diye düz söyleyin. Ne alaka şimdi?!.
Türkiye bir trend yakalamış, TÜBİTAK bunun gerisinde kalmış; kalır tabiî;
TÜBİTAK, Türkiye'yi iki yılda 80 milyar dolar ek borca niye soksun?! Yani, iki
yılda, TÜBİTAK, milleti canından niye bezdirsin?! Yani, iyi ki gerisinde
kalmış, iyi ki bu trende ayak uyduramamış; yazık olurdu yoksa.
Yine, dün, bana göre, çok gaf yaptı bazı
arkadaşlarımız. "Üniversiteler nerede; dünya bir yere gidiyor,
üniversiteler nerede" diyor, peşine de ekliyor "bu çağdışılıktan
kurtulacağız." Yani, arkadaşımızın söylediği cümleden, üniversitelerimiz,
Türkiye'de çağdışılığın sebebi, odağı gibi bir anlam çıktı, aynen böyle çıktı.
Bu da, bana göre, sakat bir anlayış.
Arkadaşlar, üniversitelerle kavga eden,
sivil toplum örgütleriyle kavga eden, sendikalarla kavga eden, yüksek yargıyla
kavga eden bir iktidarın, ülkeyi esenliğe çıkarması söz konusu değildir.
Milletin size verdiği, Seçim Kanunundan doğan bir şeyle size verdiği bu
çoğunluğu, bana göre, daha makul bir şekilde değerlendirmeniz lazım. Demokrasi
demokrasi de, şimdi, parlamenter demokrasi tıkanmıştır. Bir yıl önce
söylemiştim, yasama, yürütme, yargı... Yürütme yasamayı by-pass ediyor, yasama
da yargıyı by-pass ediyor. Ne kalıyor geriye; yürütme. Evet, Büyük Atatürk bir
söz söylemiş, demiş ki: Muhakkak ki, icra eden, karar verenden daha
kuvvetlidir; ama, bu sözden de yola çıkarak "biz icrayız, yargıya çok
gerek yok, yasamaya çok gerek yok" gibi bir anlayışa da düşmemek lazım.
Orada Büyük Atatürk'ün kastettiği çok daha farklıdır; devlet yönetiminin
pratikteki, günlük hayattaki uzantısıyla ilgilidir. Bunu da birbirine
karıştırmamak lazım diye düşünüyorum.
Değerli arkadaşlar, çağdaş demokrasilerde
kurumlar hukukun üstünlüğü ilkesine dayalı olarak şekillenir. İdarî ve malî
özerklik bazı kurum ve kurullarda olur. İktidarlar da bu kurum ve kurullara
sadece yardımcı olurlar. Bu kurumlar, şeffaflık ve hesap verebilirliği olan
kurumlardır. Burada da bu işe dikkat etmediniz.
Akademik özgürlük, bilim adamlarının
çalışma, üretme alanlarına karışılmamasını gerektirir; dünyanın her yerinde
böyledir; dolayısıyla, üretimde ve çalışmalarında bağımsız olan akademisyenler
siyasilerle ilişki kurmak gibi bir gayret içinde olmazlar. Bilim üreten,
ürettiği bilimle, ürettiği teknik, teknolojiyle 7 milyar insana, dünyanın bütün
insanlığına belki de çok büyük hizmetler sunacak bir bilim adamının, bir siyasî
yetkilinin önünde el pençe divan durarak, ondan himmet, delalet bekleyerek bu
bilim kurullarının başına geçmesi ya da bu bilim kurullarında bilim üretmek
durumuyla karşı karşıya kalması bir büyük utançtır; bilim adına, bir büyük
utançtır.
Bu yaklaşımınızla, siz iktidar mensupları,
akademisyenlerin en kutsal alanı olan özerkliğine bir hançer daha vuruyorsunuz.
Yani, bu işi siz, okul müdürü atar gibi, müsteşar atar gibi, millî eğitim
müdürü atar gibi düşünüyorsunuz; ama, bunlar çok farklı şeyler. TÜBİTAK'tan
bahsediyoruz, bilim üreten, teknoloji üreten bir kurumdan bahsediyoruz. Kırk
yıl, elli yıl süren araştırmalar var, bunların kesintisizliği gerekir; bunlara
iktidar tarafından müdahale kabul bile edilemez. Yani, korkarım ki, ilçe
başkanlarınız istemeyecektir, ama, AK Parti il başkanları, yarınlarda
bakanlarımızdan "TÜBİTAK'a şunu da atayalım" diye tavassutta
bulunacaklardır "bu, bizim cemaatten; bu, bizim arkadaşımız; bu, bizim
particimiz" diyecekler. Böyle bir TÜBİTAK'ın, allahaşkına, kime ne hayrı
olur!
Bir taraftan Avrupa Birliği standartları
diyorsunuz; çok ciddî size katkı veriyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Altay, 1 dakikalık süre
içinde konuşmanızı tamamlayınız lütfen.
Buyurun.
ENGİN ALTAY (Devamla) - Avrupa Birliği
uyum süreci çerçevesinde, biz elimizden geleni yapıyoruz; ama, Avrupa
standartları deyince, toplumsal dönüşüm akla gelir, insanı önplana çıkaran
felsefe akla gelir, emeğe saygı akla gelir, hukuka saygı akla gelir ve bilime
saygı akla gelir. Avrupa bilime saygı gösterdiği için, Amerika bilime saygı
gösterdiği için, Japonya bilime saygı gösterdiği için, az zamanda çok ve büyük
işler yapmışlardır.
Değerli arkadaşlar, korkarım ki, istenilen
yapı değişiklikleriyle birlikte bu böyle geçerse, TÜBİTAK Bilim Kurulumuz
deneme, sınama, araştırma yerine istiarelerle bilim üretecektir ve korkarım ki,
bu yasa gerçekleşirse, bir gün, TÜBİTAK'ın nazarın bilimsel bir gerçekliği
olduğunu ispat ve iddia ettiğini de göreceğiz.
Yüce Heyeti saygıyla selamlıyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Altay.
Madde üzerinde, şahsı adına, Elazığ
Milletvekili Abdulbaki Türkoğlu; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
ABDULBAKİ TÜRKOĞLU (Elazığ) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; TÜBİTAK yasa teklifinin 8 inci maddesi
üzerinde söz almış bulunmaktayım; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Ben, sadece, 8 inci maddenin ruhuna uygun
olarak konuşuyorum. Teknik, bilim ve sanat dallarında kullanılan yöntemlerin
tümüdür. Teknoloji de, tekniği bilmek ve bilgiyi kullanmak ustalığıdır. Somut
ve soyut boyutlarını da içeren teknoloji, nelerin yapıldığı kadar, nasıl
yapıldığıyla da ilgilidir. Teknolojik yetkinlik, alışılagelmiş anlayışla sadece
fen ve mühendislik bilimlerinin değil, sosyal ve beşerî bilimler dahil tüm
bilimsel disiplinlerin uyumlu birlikteliğiyle bilimin uygulanmasını ve insanlık
yararına kullanılmasını sağlar.
Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma
Kurumunun isminin Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu olarak
değiştirilmesi, ülkemizde, veri ve bilgiden bilgeliğe, teknikten teknolojiye
sıçramayı sağlayacak, stratejik atılımın adımlarından biri olacaktır.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Türkoğlu.
Sayın milletvekilleri, madde üzerinde 10
dakika süreyle soru cevap işlemi yapacağız.
Sayın Kepenek, buyurun.
YAKUP KEPENEK (Ankara) - Çok teşekkür
ederim Sayın Başkan. Aracılığınızla, Sayın Bakanımıza üç soru sormak istiyorum.
TÜBİTAK'ın tartışmalı Başkanı ve eski
yöneticileri hakkında ve bağlı kuruluşlarıyla ilgili olarak, şimdiye kadar,
TÜBİTAK ya da hükümetiniz tarafından kaç dava açılmıştır, daha doğrusu, kaç
bilim insanı mahkemelik olmuştur iktidarınız döneminde? Birinci soru bu.
İki: Dünyanın hangi ülkesinde bilim
kurulları bir kişi tarafından saptanmaktadır, başka bir katılım, katkı ve görüş
alınmadan? Dünyanın kaç ülkesinde bu yola başvurulmaktadır? Buradan giderek,
TÜBİTAK'ın Bilim Kurulu üyelerinin ilgili kuruluşlar tarafından seçilmesi
yönünde ısrarla verdiğimiz öneriler, teklifler neden gözardı edilmektedir?
Üçüncü sorum Sayın Başkan: TÜBİTAK'ın
adının değiştirilmesi sonucunda tüzelkişilik değişikliği olacak mı? Yani,
kurumun mensuplarının hak arama yolları, bu yolla, isim değişikliğiyle
tıkanacak mı, kapanacak mı?
Çok teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.
Sayın İnce, buyurun.
MUHARREM İNCE (Yalova) - Teşekkür ederim
Sayın Başkan. Dört sorum olacak.
Birinci sorum: Veteriner Hayvancılık
Araştırma Grubu niçin kapatıldı?
İkincisi: Yer, Deniz, Atmosfer Bilimleri
Çevre Araştırma Grubu Yürütme Komitesi Sekreteri Kemal Tan'ın titri nedir;
yasal olarak bu görevi yapabilir mi? Akademik kariyeri olanların bu göreve
getirilebileceğini biliyorum; oysa, Kemal Tan, yanılmıyorsam teknik lise
mezunu. Bu, yasal olarak bu görevi yapabilir mi?
Üçüncü sorum: Marmara Araştırma Merkezi
Müdürü Prof. Naci Görür'ün istifa ettirildiğini, kendisine baskı yapıldığını
basından okuyoruz. Yerine, TÜBİTAK Başkanı Nüket Yetiş'in eşi atandı. Önder
Yetiş, Prof. Naci Görür'ün yerine getirildiğine göre, Önder Yetiş, bir uzman
mı; yoksa, bir profesör mü?
Son sorum: TÜBİTAK Başkan Yardımcısı, hem
Bilim Kurulu üyesi hem de Başkan Yardımcılığı görevini yürütüyor. Bir insan hem
savcı hem de hâkim olabilir mi?
Bu sorularımı yanıtlarsanız çok sevinirim.
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın İnce.
Sayın Işık, buyurun.
AHMET IŞIK (Konya) - Sayın Başkan,
teşekkür ediyorum.
Sayın Bakana iki soru yöneltmek istiyorum.
Bunlardan birincisi; 278 sayılı Yasada yer alan ve TÜBİTAK'ın faaliyet alanının
müspet bilimlerle sınırlı olduğu yorumuna katılıyor musunuz? Sosyal ve beşerî
bilim ayırımı yapmadan, bütünsel yaklaşımlarla insanlık refahına katkısı
konusundaki değerlendirmeniz nedir?
Diğer sorum: Bilimsel ve teknolojik
etkinliklerin sonunda sağlanacak gelirin, o teknolojiyi üreten birime ve
kişilere dönüşüm oranı, bilimsel ve teknolojik yetkinliği, ülkenin
sürdürülebilir rekabet üstünlüğüne katkısı ne olacaktır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Işık.
Sayın Gazalcı...
MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Teşekkür
ederim Sayın Başkanım.
Bu maddeyle, adındaki "teknik"
sözcüğü "teknolojik" yapılıyor, "jik" ekleniyor. Bu,
bilimsel bir gereksinimden mi doğdu; yani "teknik" kalsaydı ne olurdu
"teknolojik" olunca ne değişti?
Bu, başka bir kuruluş, tüzelkişilik
yapılarak, hak arama yollarını, mahkeme kararlarını yok etmek amacıyla mı böyle
yapılmıştır? Bunu merak ediyorum. Neden gerek duyulmuştur?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Gazalcı.
Sayın Coşkunoğlu...
OSMAN COŞKUNOĞLU (Uşak) - Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Sayın Bakana, aracılığınızla bir soru
sormuştum; yanıtlamadı. Onun için, ısrar ediyorum.
TÜBİTAK'ın daha etkin olması ve bir
sıçrama gerçekleştirmek için bu yasa teklifinin getirildiği ileri sürüldü Sayın
Bakan ve başka sözcüler tarafından. Bu yasada, Başbakanın atama yetkisi daha
çok artırıldığına göre, Başbakanın -şimdiki Başbakanımızın veya geçmişteki
başbakanların- atama yetkilerinin artırılmış olması ile Türkiye'deki bilim ve
teknolojinin sıçrama yapması arasındaki neden-sonuç ilişkisi nedir? Yani,
Başbakana daha çok yetki vererek bilim ve teknolojide sıçrama nasıl oluyor?
Bunu soruyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Coşkunoğlu.
Sayın Bakanım, buyurun.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Sayın Başkanım, önce, biraz önce kürsüde
kendisini dinlediğimiz Sayın Altay'ın bir iki sorusu oldu, onlara kısaca cevap
vermek istiyorum.
HALUK KOÇ (Samsun) - Hükümet adına konuşma
hakkınız var Sayın Bakan.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - TÜBİTAK Başkanvekili Sayın Yetiş'in, bizim siyasî
iktidarın karşısında el pençe divan durduğunu veya bu anlama gelecek bir ifade
kullandı. Tabiî, bunu, son derece talihsiz bir beyan olarak ifade ediyorum.
Biz, bilim insanlarının önünde el pençe divan dururuz, onlar bizim karşımızda
el pençe divan durmazlar. (AK Parti sıralarından alkışlar) Çünkü, biz, millet
olarak, bindiği atın ayağından sıçrayan çamuru elbisesinde şeref madalyası
olarak taşıyan bir medeniyetin mensuplarıyız. (AK Parti sıralarından alkışlar;
CHP sıralarından gürültüler)
HALİL TİRYAKİ (Kırıkkale) - Kime bu alkış,
kime?! Biz ayrı yerden mi geliyoruz?! Ne var yani?!.. Kimi alkışlıyorsunuz?!
MUHARREM İNCE (Yalova) - Kimi
kastediyorsunuz?..
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Biz derken, tüm milletimizi kastettim. Biz
derken, Cumhuriyet Halk Partili arkadaşlar da dahil, yetmiş milyon insanı
kastettim. Bunu kastettim.
HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Bakan, bir şeyi
unuttunuz ama; gerekirse yelkenleri atlastan yaparız!..
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Şimdi, izin verirseniz, zamanı tasarruflu
kullanayım.
Arkadaşlar, siyasetin bilime hep müdahale
ettiğinden bahsettiniz. Bir siyasetçi olarak, bir siyasî iktidar olarak, bizim
bir tek amacımız var, bir tek gayemiz var; bilime, bilim kurullarına yardımcı
olmak, onların önlerini açmak, onların ekonomik gereksinimlerini artırarak,
daha fazla üretim yapmalarını sağlamaktır. Bir tek amacımız var; bilim
insanlarımız ve bunların görev yaptığı bilim kurumlarımız, daha iyi
çalışsınlar, daha iyi şartlara sahip olsunlar. Tek amacımız budur.
Şimdi, Sayın Başkanvekilimizin eşi Önder
Yetiş'le ilgili birçok soru geldi "kimdir; kendileri bu göreve geldikten
sonra eşini birtakım görevlere mi getirdi" diye.
Değerli arkadaşlarım, şimdi, Nüket Yetiş
Hanımın eşi Önder Yetiş, otuzbir yıldır TÜBİTAK'lıdır. 1974 yılında TÜBİTAK
Marmara Araştırma Merkezine girmiştir. Ondan bir yıl sonra da Nüket Yetiş TÜBİTAK
mensubu olmuştur. Yani, demek ki, biri otuzbir yıldır, biri otuz yıldır
TÜBİTAK'lıdır. Bizim dönemimizde falan getirilmiş değildir. Birbirlerini kuruma
almış olmaları falan da söz konusu değildir. Önder Yetiş, Ulusal Elektronik ve
Kriptoloji Enstitüsünün Başkanıdır halen; TÜBİTAK bünyesi içerisinde Marmara
Araştırma Merkezinin de Başkanıdır; sanıyorum, Marmara Araştırma Merkezi
Başkanı ayrıldı, yerine şu anda vekâlet ediyor; vekâlet etmesinin de nedeni,
enstitüde müdürlük görevini asaleten yapan tek kişidir ve bu vasfı taşıyanların
içerisinde en kıdemlisidir ve buradan da herhangi bir ücret almamaktadır.
Böylesine farklı bir sorumluluk... Ve de bu, geçici bir görevdir, asaleten
atama yapıldığında... Tabii ki, asıl görevini yürütüyor, onun yanında bunu da
yürütüyor. İki tane görevi yürütmeye çalışan bir insana yönelik eleştiri
getirmek, herhalde o insanın azmini kırar diye düşünüyorum.
Sayın Gazalcı'nın soruları olmuştu bir
önceki maddeyi görüşürken. "Semra Çapçı ile Feyza Okan, işte, hem emekli
oldukları hem de Kurumda çalışıyorlar..." Bunlar emekliliklerini iptal
ettirmişler Sayın Gazalcı, iptal ettirerek gelmişler...
MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Ama, bütçe
yasasında ...
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - 2004 yılında olmuş bu; 2005 yılında getirildi bu
düzenleme. Yani, 2005'ten önceki safhadır ve kaldı ki, şimdi dahi mümkündür,
iptal ettirerek kamuda görev almak; yani, bunun bir engeli yok.
MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Bütçe
yasasında, siz, istisnaî durum dışında engel olduğunu söylediniz.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Yani, emekli insanların kamuda görev almalarıyla
ilgili bir konudur. Eğer iptal ettirmişse emekliliğini, kamuda görev almasında
bir sakınca olmaması gerekir.
MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Bütçe
kanununda başka, siz başka şey söylüyorsunuz.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Efendim ?.. Sürem mi doldu efendim?..
Sayın Gazalcı'nın, Yunus Arıncı'yla ilgili
bir sorusu var; onu da, izin verirseniz,sürem doldu, bir sonraki madde
görüşülürken cevaplandırayım.
Cevaplandırmam gereken başka sorular da
var; Sayın İnce'nin, Sayın Kepenek'in; onları da bir sonraki madde görüşülürken
cevaplandırmaya çalışacağım Sayın Başkanım; sürem doldu.
Ne yapalım, çok soru soruyorsunuz, benim
de sürem kısıtlı.
RASİM ÇAKIR (Edirne) - Kürsü burada Sayın
Bakan, hükümet adına konuşabilirsiniz!
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Ama, bir an önce de bitmesi lazım, zaman
ilerliyor.
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Sayın Bakan, yazılı da cevap
verebilirsiniz.
HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, karar
yetersayısı istiyorum.
BAŞKAN - 8 inci madde üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
8 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler...
Karar yetersayısı yoktur.
Birleşime 5 dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 16.30
İKİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 16.43
BAŞKAN:
Başkanvekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP
ÜYELER: Ahmet Gökhan SARIÇAM (Kırklareli), Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 94 üncü Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
877 sıra sayılı kanun teklifinin
görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.
V.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
4.- Ankara
Milletvekilleri Salih Kapusuz ile Reha Denemeç'in, Türkiye Bilimsel ve Teknik
Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Teklifi ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (2/426) (S.
Sayısı: 877) (Devam)
BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.
Teklifin 8 inci maddesinin oylamasında
karar yetersayısı bulunamamıştı.
Şimdi, 8 inci maddeyi tekrar oylarınıza
sunacağım ve karar yetersayısını arayacağım.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler...
Sayın milletvekilleri, Kâtip Üyeler
arasında ihtilaf vardır; oylamayı elektronik oylama cihazıyla yapacağım.
Oylama için 4 dakika süre veriyorum.
Oylama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, karar
yetersayısı vardır; madde kabul edilmiştir.
Madde 9'a eklenen geçici madde 4'ü
okutuyorum:
MADDE 9.- 278 sayılı Kanuna aşağıdaki
geçici maddeler eklenmiştir.
"GEÇİCİ MADDE 4.- Bilim Kurulu
üyeleri ve Başkanın görevleri bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte
kendiliğinden sona erer. Ancak bunlar, yeni Bilim Kurulu üyeleri göreve
başlayıncaya kadar görevlerine devam ederler.
Bu Kanunun yayımı tarihinden itibaren
onbeş gün içinde Yükseköğretim Kurulu Genel Kurulu ve Türkiye Odalar ve Borsalar
Birliği 4 üncü maddenin birinci fıkrasına göre belirleyecekleri üyeleri seçerek
Başbakana sunar. Bu süre içinde ilgili kurumlarca gerekli teklifin yapılmaması
halinde Başbakan bunların kontenjanları için öngörülen şartları taşıyanlar
arasından doğrudan Bilim Kurulu üyeliklerine atama yapar.
Bilim Kurulunun ilk toplantısına en yaşlı
üyesi başkanlık eder.
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına, Adana Milletvekili Tacidar Seyhan.
Sayın Seyhan, şahsınıza ait söz talebiyle
birleştiriyorum; buyurun.
CHP GRUBU ADINA TACİDAR SEYHAN (Adana) -
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Ben, biraz daha farklı yönden bakmaya
çalışacağım tabiî. Daha önce, dikkat ederseniz -özellikle Sanayi Ticaret
Komisyonu üyeleri bu konuda biraz daha yakından izlediler- bugün TÜBİTAK'ın
yapısının bu şekilde düzenleneceği, Bor Enstitüsü BOREN kurulurken belliydi.
Orada, Bakan geldiğinde "bizim genel anlayışımız bu, biz böyle bir
şekillendirme istiyoruz" dedi.
Şimdiki yapı, BOREN'in yapısından çok
farklı bir şey değil. Biz, orada da çekincelerimizi ortaya koyduk değerli
arkadaşlarım. Ben, bir yerden çıkarak geliyorum. Oradaki tespit, Bakanın
hepimize söylediği "değerli arkadaşlarım, bu bir anlayış
farklılığıdır" dedi. "Yani, devleti yönetme biçiminin
yansımasıdır" dedi, öyle yorumladı. Biz de onu o şekilde anladık ve
ihtirazımızı ona göre koyduk.
Doğrusunu isterseniz, ben bu yapıya hiç
şaşırmadım; ama, şöyle takdir etmelisiniz: BOREN'in konumunu burada tartışmak
istemiyorum; ben, farklı bir değerlendirme getirmek istiyorum hem teknolojik
açıdan hem ticarî açıdan.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, 2010 yılında
bu kurumun hedefi 4 milyar dolar, ar-ge harcamalarına... Bu para olmalı mı?
Önce, rica ediyorum, bir düşünün. Türkiye'de ar-geye ayrılan pay son derece az
ve bu konuda konulan vizyonu da son derece olumlu buluyorum. Bunun hiçbir
mahzuru yok. Keşke biz ar-geye 10 milyar dolar ayırabilseydik. Bu, son derece
takdir edilebilecek bir şey, olumlu bir hedef. Avrupa'da bunun çok daha fazlası
var. Ancak, burada olumsuzluk şu noktada: Elbette ki, Türkiye ar-ge
araştırmalarına yatırım yapacak; elbette ki, bu araştırmalar, Türkiye'de
değişik sınaî kuruluşlara verilecek, üniversitelere verilecek; özel sektörün de
bir şekilde projeleri değerlendirilecek. Zaten, muhatabı ya üniversitedir ya
sektörel yatırımlardır, başka bir muhatabı yoktur ar-genin ya da kendi
içerisinde bilim adamlarına bu çalışmaları yaptıracaktır.
Değerli arkadaşlar, şimdi, siz, 4 milyar
doları siyasî erke teslim ederseniz, bu, ülkedeki bilimin önünde çok ciddî bir
engel oluşturur. Bu böyle mi; ona bakacağız; birlikte bakalım. Olması gereken
şudur: Bir hukukumuz var bizim, hukuk siyasetle birlikte yürür. Hukuk siyasetin
kriterlerini de koymuştur, Anayasamız, bir şekilde; ama, eğer, siz özerk bir
yapı istiyorsanız, hukukun üstünlüğüne inanıyorsanız, özerk yapının siyaset
tarafından sınırlarının belirlenmesini sağlamayacaksınız; bu sınırları siz
çizeceksiniz, ancak, yapıyı belirleme yetkisini o kurumun içindeki bilim adamlarına
bırakacaksınız. Bu oluyor mu olmuyor mu; bu bir.
İkincisi, siyasetin etki alanı
daraltılıyor. Buraya çok dikkat etmeniz lazım arkadaşlar. Özelleştirme sonucu,
devlet kurumları kendi yetkilerini kaybetti, devrettiler. Özelleştirme olmalı
mıydı olmamalı mıydı başka bir şey; ama, siyasî erkin müdahale alanı daraldı.
Biz, siyasî erke yeni müdahale alanları açarsak, demokrasiyi geliştirmiş
olmayız. Biz, siyasî erkin teknolojiyle, bilimle olgunlaşabileceği yeni
yönetsel alanlar açmak zorundayız.
Değerli arkadaşlar, burada benim tespitim
ve teklifim şudur: Ar-gede yapılması gereken, siyasî erkin etkisinde bir
dağıtım, bir paylaşım değildir. Yapılması gereken, bu paylaşımın, bilimin
etkisi ve yetkisi altında yapılabilmesidir. Bu yapılabiliyor mu? Yine devam
ediyorum: Yapılamıyor, atamalarda farklılık var. Yönetsel özerklik yok; ama,
malî özerklik de yok. Önemli olan malî özerkliği yönetsel özerklikle birlikte
kullanabilmek.
Sayın Bakan son derece güzel bir söz
söyledi: "Biz, bilim insanlarının önünde el pençe divan dururuz." Çok
güzel. Peki bu bilim adamlarına güveniyorsunuz da, o bilim adamlarının kendi
özerk yapısını belirleme konusunda yetkilendirmesini niye sağlamıyorsunuz? Biz
de güveniyoruz. Bırakın kurumlarını, onun malî yapısının sınırlarını siz
hukukla çizin, kullanma yetkisini onlara verin değerli arkadaşlarım. Biz de
bunu istiyoruz zaten. Onların önünü açmak istiyoruz diyoruz; ama, siyasetin
etkisi altında bırakıyoruz. Bugün siz atarsınız, yarın biz atarız.
Dün bir milletvekili arkadaşım -bakıyorum
burada mı, ismini vermeyeceğim, AKP'den- dedi ki: "Sayın Seyhan, eğer bu
Başbakan solcuları atıyor olsaydı bu kanunda bu kadar bağırır mıydınız?"
Bağırmamız lazım arkadaşlar. Kimi atayacağı önemli değil, kimi atarsa atasın
Başbakan, bunun özerk yapıya bir müdahale olmasının önüne geçmek zorundayız
biz. Yarın, Türkiye'de, bunun önünü açarsanız, idarî, malî özerkliği siyasetin
etkisi altında tutarsanız, devletin yapısını çökertecek ciddî demokratik
eksikliklerin de önünü açmış olursunuz değerli arkadaşlarım.
MEHMET SOYDAN (Hatay) - Birileri yapmış,
biz onları düzeltiyoruz.
TACİDAR SEYHAN (Devamla) - Şimdi, devam
ediyorum, bakalım ne kadar yapmış; arkadaşıma da cevap veriyorum: Arkadaşlar,
özerk kurumlarda denge unsuru olmalı. Nasıl kuvvetler ayrılığı varsa, özerk
yapı da kendini korumasını bilmeli. Hukukla sınırlayamıyorsanız siz onu,
hukukla sınırlamanın yolunu aramalısınız; çalıştıramıyorsanız,
çalıştıramıyorsanız, çalıştırmanın yolunu aramalısınız.
Yine, Adalet ve Kalkınma Partisinden bir
arkadaşım, diyor ki, bakın: "Tekniği bilmek, bilgiyi kullanmak
lazım." Doğru. Tekniği nasıl bileceksiniz; bilim adamını kendi alanında
özerk bırakıp, siyasetin etkisinden uzaklaştırıp, teknolojik araştırmaya iterek
bileceksiniz; bu doğru; ama, yine aynı arkadaşım diyor ki: "Nelerin
yapıldığı kadar nasıl yapıldığı da önemlidir." Ee, öyleyse arkadaşlar,
madem nasıl yapıldığıyla ilgili, konu, siz, onun hukuksal çerçevesini yapamamışsınız
demektir; bu, büyük bir hata. O zaman, nasıl yapıldığı önemliyse,
özelleştirmeyi niye yapıyorsunuz? Kamu kurumaları niye zarar etti? Kimin
yaptığının ne önemi var? Teknolojik gelişmeye yatırım yapmazsanız, ar-ge
faaliyetlerinden yoksun bırakırsanız, rekabet gücünü azaltırsanız, kamu
kurumlarının kâr etmesi mümkün mü değerli arkadaşlar; mümkün değil. O zaman,
Türkiye'deki sorun, kimin yaptığıyla ilgili değildir, nasıl yapıldığıyla da
ilgilidir. Ama, bir araştırmada, aynı zamanda, bilime, bilgiye, bilgeliğe de
öncelik vermek zorundasınız. Bu, Türkiye'nin, teknolojik açıdan önünü açabilecek
bir kurum. Bu kurum, bilgiyi doğru değerlendirebilecek insanlarla orayı
donatabilmelidir arkadaşlar. Bu seviyede tutmazsanız eğer, yarın bir gün, biz,
çocuklarımıza, eğitilmiş insanın, eğitilmiş olmanın iyi bir şey olduğunu
anlatamazsak, Türkiye'de bunun sıkıntısını çok çekeriz.
Değerli arkadaşlarım, bilimi sistemin
mağduru haline getirmemek lazım. Eğer, siyaset, bilimi, bilgiyi yargılamaya
başlar, sistemin mağduru haline getirilirse, özerkliği de katlederiz, bilimi,
bilgiyi de katlederiz. Ar-geyi muhataplarına teslim etmek lazım, sektörlere
teslim etmek lazım, üniversitelere teslim etmek lazım bu kurum aracılığıyla,
özel sektörlere, sektörel yapılara teslim etmek lazım; ama, o yapıların
temsilcilerini de siyasetçinin uhdesinden çıkarıp, hangi şemsiyeden geliyorsa,
o şemsiyeye güvenip, onlara teslim etmek lazım. Özerkliğin tanımı budur.
Allahaşkına, hukuksal açıdan ve teknik açıdan, Sayın Bakanımız, bize özerkliği
tanımlasın da biz buradaki özerklik anlayışıyla ne kadar bağdaştığını birlikte
düşünelim. Yok böyle bir şey!.. Önümde tüm literatürlerdeki tanımı var, ama,
buna uymuyor. Ama, şunu diyeceklerse ona saygı duyarım: Bu bizim siyasî
anlayışımız, bu bir bakış farklılığı. Oradaki isimle falan ilgili değilim ben.
Oraya "teknolojik" kelimesinin eklenmiş olmasını bir farklılaşma
olarak değerlendirmem, benim için içerik önemli. Onu öyle yapmışsınız ya da
böyle yapmışsınız. Orada bu süreci teşvik edecek, yönetecek düzenlemeler var mı
yok mu, ona bakıyorum.
Değerli arkadaşlar, Bilim Kurulunun
kararlarına, bugüne kadar verdiği kararlara bakın; çoğu, üniversiteleri
ilgilendiren kararlar. Mademki onları ilgilendiriyor, ar-ge onlar çerçevesinde
gerçekleştiriliyor, biz, üniversitelere ciddî bir saygı duymak zorundayız,
onların şemsiyesine saygı duymak zorundayız; bu bir.
Peki, ar-ge sadece üniversiteyle mi
sınırlandırılmalı? Orada haklısınız; ar-geyi üniversite yapar diye hiçbir
kural, koşul yok. Elbette ki, donanıma sahip özel sektör de ar-gede teşvik
edilebilir; ama, bunun projesini değerlendirmek, onların yetkinliği konusunda
ölçütü koyabilmek Bilim Kurulunun işidir. Eğer, onu özerk yapısından
uzaklaştırırsanız, Bilim Kurulunu da, onun icraatlarını da
kişiselleştirirsiniz; bu doğal. Hepiniz öyle düşünüyorsunuz, eminim; ben bir
eleştiri olarak getirmiyorum, ben sistemi anlaşılır kılmaya çalışıyorum.
Sonunda, bu sistem, gelir bizi vurur. Her şeyi kısıtlaya kısıtlaya, kendi
boğazımızdaki ipi makas haline getirmeye çalışıyoruz. Bu, olacak iş değil
değerli arkadaşlar.
Bakın, ne olmalı: Değerli arkadaşlar,
yönetsel yapıyı daha geniş oluşturmalıyız. Hiçbir Adalet ve Kalkınma Partili
arkadaşımın buna itirazı olamaz. Yönetsel yapı daha genişletilmeli; doğru.
Üniversiteler daha etkin olmalı; doğru. Sektörler bireysel profille değil
kurumsal profille temsil ettirilmeli; ama, siz, bunu böyle koyarsanız,
sektörler bireysel profille mi temsil edilir, kurumsal profille mi; biraz
düşünürüm. Bu da sizin katılacağınız bir şey. Sektörlerden gelenler,
üniversitelerden gelenler o şemsiye altında belirlenmeli.
Bunlar, anlattığım şeyler özerkliğin doğal
kuralı. Nereye baksanız kamuyu, devleti, özerk kurumlarla ayıran temel konuları
böyle tanımlar değerli arkadaşlar; ben, hiçbir şeyi yeniden keşfetmiyorum ki.
Bu tanımlamalar, komisyonda görüş belirten arkadaşlarımızın birçoğunun kendi
sözcüklerinden alınmıştır.
Bakın "Başbakanın önerisiyle atanamaz
mı bunlar" deniliyor; olabilir; ama, Cumhurbaşkanından da korkmamak lazım.
İlle bir siyasal üstünlük elde edilmek isteniyorsa, üçlü kararnameden bu kadar
korkmanın bir esprisi yok; çünkü, bugün Cumhurbaşkanı böyle görülebilir, engel
görülebilir; ama, yarın uyumlu görülebilir, hiç fark etmez; ama, özünde şuna
inanmak lazım: Hepsini, Parlamento aracılığıyla bu halk belirliyor. Halkın
belirlediği insanlardan birini ayırıp, yetkiyi onun üzerinde yoğunlaştırıp,
yine halkın belirlediği milletvekillerinin seçtiği cumhurbaşkanını bu etki
alanının dışında bırakmak, demokrasiyi tehdit altına sokmaktır. Birini ayırma
yetkisini kimse bize vermiyor. Biz, bu yanlışlığı sürekli yapıyoruz değerli
arkadaşlar.
Bakın, sonuçta, bu kanunun getireceği
şeyleri söyleyeyim: Teknolojinin dünya üzerinde önemi artıyor; ama, eminim,
TÜBİTAK'ın yetkisini ve çalışma alanını daraltıp siyasallaştırırsak, teknolojik
gelişmenin önüne engel koymuş oluruz. Bana göre, başka yönetsel yanıyla çok
ilgilenmiyorum, bu, teknolojik bir sansürdür; eğer, bilimin öncülük edeceği bir
sistem kuramıyorsanız, teknolojik gelişmeyi sansür altına almış olursunuz.
Bizim rekabet gücümüzü azaltan en büyük etken, Türkiye'de teknoloji gelişiminin
yaşanmamasıdır, teknoloji üretemiyor olmamızdır. Bunun önünü açabilmemiz
ayırdığımız parayla ölçülmez, onun özerk, bilimsel yapının etkisi altında
kullanılıp kullanılmadığıyla ölçülür. Bir şey öğrenilmiş, rekabeti artırma
deniliyor; doğru, özerk yapının hangi rekabet sistemini bozduğunu gördünüz
değerli arkadaşlarım; hangi özerk yapı, kendi ülkesi içerisinde bir sektörel
rekabet gücünü azaltır, bir başka sektörel yapıyı öne çıkarır?! Burada, bir
tehdit görüyorsanız, hukuksal olarak sınırlamalısınız; ama, bunu yapar, bu bir
tehdit oluşturur diye, o sektörlerin önünü tıkar diye, siz, genel malî yapıda
özerkliğin önüne engel koymamalısınız. Her oluşturduğunuz tehditte siyasetçiyi
etkin bir safhaya taşırsanız, burada, siyasetin varlığı egemen bir varlık
haline dönüşür, onu besleyen damarlar, kitle örgütleri ve özerk kurumlar yavaş
yavaş zayıflamaya başlar; eğer, öyle olacaksa, bir denge kurmak zorundasınız.
Bazen "yahu, bürokrat orada çok
yetkili" diyorsunuz "bürokrat teröründen geçemiyoruz" diyorsunuz
arkadaşlarım; bazen de, ben bu kürsüden itiraz ediyorum, bu kadar yetkiyi şu
insanlara vermeyin, bürokrasi teröründen korkuyorsunuz, niye veriyorsunuz
diyorum; bir yandan veriyorsunuz, bir yandan alıyorsunuz. Niye o zaman,
haklısın Sayın Seyhan, biz de sana destek veriyoruz demediniz? Altı yedi
maddede, ben, bunu gündeme getirdim; bürokrasiyi güçlendirmeyin dedim. Peki, bu
çelişkiyi nasıl izah edeceğiz?! Bir yandan, onu güçlendirelim, bunu
zayıflatalım... Olmadı işte... Demokrasinin gereği bu mudur?
Bir de arkadaşlar, muhatap sektörlerden de
geçiyorum; o da bir yandır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Seyhan, konuşmanızı
tamamlar mısınız.
TACİDAR SEYHAN (Devamla) - Hemen
bitiriyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - Buyurun.
TACİDAR SEYHAN (Devamla) - Çok teşekkür
ediyorum Sayın Başkan.
Değerli arkadaşlar, bizler, kamuyu
düzenlemek isteyebiliriz. Bu düzenleme istemi, bugün, başlamadı. Ben, bu
düzenleme isteğinin, Ömer Dinçer'in, daha önce, Türkiye için kafasında
geliştirmiş olduğu yapının izleri olduğunu düşünüyorum. Ne şekilde geldi, doğru
yanlış, onu da tartışmıyorum; ama, siz, önce özerkliği kurban ederseniz, sonra
demokrasiyi kurban edersiniz. Hiç kimse için iktidarlar ebedî değildir. Eğer
oluşturduğunuz yapı, bir gün, sizin varlığınız üzerinde karanlık bir şemsiye
haline dönüşürse, bu idrak, o zaman, daha çok vicdanınızı rahatsız edecektir.
Bunun için, hepinizi, hem bugün hem yarın, yapılar üzerinde siyasî erkin
etkisini, daha çok, bilime, bilgiye kendini adamış insanlar üzerinden
kaldırmaya ve Türkiye'yi...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Seyhan, güzel
konuşuyorsunuz, belki siz de güzel konuştuğunuzu kabul ediyorsunuz; ama,
zamanımız sınırlı, lütfen konuşmanızı tamamlamanızı istirham ediyorum.
Buyurun.
TACİDAR SEYHAN (Devamla) - Çok teşekkür
ediyorum Sayın Başkan.
Son cümlemi şöyle tekrarlamak istiyorum
arkadaşlar: Eğer siyasetçi, şemsiyesini bilimin, bilginin, teknolojik gelişimin
üzerinde tutmaya devam ederse, rekabet gücü yaratacağız derken onu kaybederiz; bir.
Siyasî alanda özgürlük yaratacağız dersek, oradaki daralmayı boğazımızda
hissederiz; iki. Demokrasi adına demokrasiyi kurban ederiz; üç.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum, teşekkür
ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Seyhan.
Madde üzerinde, şahsı adına Gaziantep
Milletvekili Fatma Şahin. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Sayın Şahin, buyurun.
FATMA ŞAHİN (Gaziantep) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; TÜBİTAK yasa teklifinin 9 uncu maddesi üzerinde söz
almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinize saygılarımı sunuyorum.
Değerli arkadaşlar, TÜBİTAK yasa
teklifinin görüşülmeye başladığı andan itibaren büyük bir dikkatle dinledim.
Bunu dinlerken de, AK Parti Milletvekilliği kimliğimin dışında, onbeş sene özel
sektörün her kademesinde çalışmış bir mühendis olarak, arkadaşlarımızı dikkatle
dinledim ve bu noktadaki üzüntülerimi paylaşarak sözlerime başlamak istiyorum.
CHP'li milletvekili arkadaşlarımızın yasa
teklifi yorumu hakkında söyledikleri şeyi iki cümleyle özetlemek istiyorum:
Birincisi, siyasî kadrolaşıyorsunuz. İkincisi de, kurumu ele geçiriyorsunuz.
Değerli arkadaşlar, bilim ve teknik
üzerinde konuşuyoruz. Bilim ve teknik, pozitif ilim demektir. Pozitif ilim
demek, muhakeme, mantık ve ispat demektir. Bunu, yorumlarla, bunu, niyet
okumalarla söyleyemezsiniz. Sayın Başkan bir yıldan beri yeni yönetimde
çalışıyor. Bunu konuşan arkadaşlarım, Sayın Başkanın yapmış olduğu
icraatlarından "Sayın Başkan, siz yönetime geldiğinizden beri, şöyle, şunu
yaptınız, şu projede şöyle bir siyasî irade kullandınız, şunu yaparken siyasallaştırıldığını
ispatladınız" dedikleri hiçbir örneği sunamadılar.
Şimdi, ben, grup başkanvekilimize ve CHP
milletvekillerine soruyorum: Bir seneden beri, yaklaşık birbuçuk seneden beri
ne yapıldı değerli arkadaşlar? Şu mudur siyasallaşma; bilim ve teknoloji
üzerine strateji çizilmiştir, fon kullanımında hukukî ve idarî altyapı
güçlendirilmiştir, harcama esnekliği getirilmiştir, vergi indirimi uygulamaları
getirilmiştir, TÜBİTAK desteklemelerinde başvuru belgeleri sadeleştirilmiş ve
basitleştirilmiştir, ayrıca, ekonomik ve sosyal projelerle bu projeler de
desteklenmiştir.
Değerli arkadaşlar, sizlerle bir şeyi daha
paylaşmak istiyorum. Bir toplumda bilim ve teknik egemense, üç şey hayata
geçmiş demektir. Bunun birincisi kaliteli insangücüdür, üretme gücüdür ve
yönetme gücüdür. Dönüp, on yıllardan beri TÜBİTAK'ın kendi içine baktığımız
zaman, bırakın Türkiye genelinde bu üç kriteri ne kadar hayata geçirdiğini,
TÜBİTAK'ın kendi içerisinde bunu ne kadar hayata geçirdiğini tartışmak
gerekiyor.
Ben, hafta sonu, TÜBİTAK'ta on onbeş
yıldan beri çalışan teknik bir ekiple, İstanbul'da bir toplantıda beraberdim ve
bana şunu ifade ettiler: "Değerli milletvekilim, biz, yaklaşık onbeş
seneden beri bu kurumun içerisindeydik. Bu yönetim gelmeden önce, kurumda ciddî
bir güven bunalımı vardı. Çalışanların, yöneticilere ve yönetime karşı olan
saygısı bitmişti." Bunu yaparken, ciddî kriterlerle "ölçü neydi; eğer
prim usulüyle çalışılıyorsa, kriter, performans kriteriyse, düşük performansa
yüksek primler ödendi, on yıllar boyunca. Bunu yaparken kapalı bir kutu gibi
çalıştılar, misyonlarını ve vizyonlarını tamamlayamadılar. Bunu yaparken, biz,
bu güven bunalımı içerisinde, herkes, bilim ve teknikten çok birbiriyle
uğraşmaya başladı ve TÜBİTAK, ciddî bir dedikodu yuvası haline dönüştü; taa ki,
yeni yönetim anlayışı geldi; yeni yönetim anlayışıyla beraber, TÜBİTAK'a huzur
ve mutluluk geldi; bilim ve teknoloji adına ciddî bir çalışma geldi"
dediler. Ben, bunu, bir heyetle konuştum; sizler de, gidip, TÜBİTAK'ın geneli
içerisinde -bir araştırma yaparak- bunun ne kadar doğru olduğunu
araştırabilirsiniz, ispatlayabilirsiniz değerli arkadaşlar.
Değerli arkadaşlar, bunun adına ne
derseniz deyin, biz hedefi çizdik; hedef, çağdaş uygarlık düzeyi. Hedefimizi on
yıllar önce çizmişiz; ama, bunu özde ne kadar gerçekleştirdiğimiz tartışılır
pozisyonda. Biz, bunu, sözde değil özde gerçekleştirmek istiyoruz. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
Biz, bilim ve teknolojiyi, köydeki Mehmet
Emmi'nin yaşam kalitesini etkileyecek şekilde hayata geçirmek istiyoruz. Bilim
ve teknolojiyi, eğitimli, sağlıklı bir Türk toplumu, güçlü bir Türk sanayii...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın Şahin.
FATMA ŞAHİN (Devamla) - Teşekkürler Sayın
Başkanım, bitiriyorum.
Biz, bilim ve teknolojiyi ne şekilde
kullanmak istediğimizi biliyoruz. Niyet okumalarla, farklı yorumlarla bunu
farklı yerlere çekemezsiniz. Biz, ne yaptığımızı biliyoruz diyorum ve
Cumhuriyet Halk Partisinin değerli üyelerine, bilim ve teknolojiye siyaset
katmak ne kadar tehlikeliyse, bilimin ve teknolojinin üzerinden siyaset yapmak
da o kadar tehlikelidir diyorum.
Saygılarımı sunuyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri, 10 dakika süreyle
soru - cevap işlemini gerçekleştireceğiz.
Sayın Işık, buyurun.
AHMET IŞIK (Konya) - Sayın Başkan,
teşekkür ediyorum.
Vasıtanızla, Sayın Bakanımıza, şu soruyu
yöneltmek istiyorum: Veri ve bilgiden bilgeliğe, teknikten teknolojiye
sıçramayı sağlayan, bir stratejik atılım yapabilen uluslar güçlenmekte,
uluslararası ortamlarda rekabet ve pazarlık gücüne sahip olabilmektedirler.
Teknoloji geliştirme, kazanım ve kullanım kabiliyeti ile bilgi ve teknolojiye
dayalı bir ekonomik yapı, kalifiye genç insangücü, çatışmasız sosyal yapı,
dengeli gelir dağılımı, rekabet gücü yüksek sanayi gibi olgularla birlikte,
ülkelerin gücünü belirleyen en önemli unsurlardan birisidir.
Sorum şu: Ülkemizde yurt dışından transfer
edilen teknolojiyi kullanma ve uyarlama yetkinliği ile teknoloji geliştirme ve
yenilik kabiliyeti arasındaki oranla birlikte, teknolojinin rekabet gücüne olan
etkisi hakkında değerlendirmenizi almak istiyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Işık.
Sayın Kepenek...
YAKUP KEPENEK (Ankara) - Çok teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Bir önceki sorularımla ilgili yanıtlarımı
bekliyorum ve yeni sorularımı soruyorum:
1- Bilim Kuruluna, Türk Mimar ve Mühendis
Odaları Birliğinin, sendika konfederasyonlarının -işçi, memur, esnaf- üye
vermesine karşı mı hükümetiniz?
2- TÜBİTAK'ın yayın politikasında bir
değişiklik olacak mı?
3- Sosyal bilimlerin eklemlenmesi sonucu,
proje desteği ve yayın alanında sosyal bilimlere nasıl bir yer verilecek ve
sosyal bilimler için ayrıca bir birim kurulması düşünülmekte midir?
Son bir noktaya izninizle değineyim. Sayın
Şahin'in, TÜBİTAK'ın başarılarını, başarılı olduğunu söyleyen Sayın Fatma
Şahin'in -Mehmet Ali Şahin değil- TÜBİTAK'ın başarılarını öven teklif sahibinin
o açıklamasından sonra, kurumun geçmişini bu derece kötülemesini ve CHP'yi
yanlış bir biçimde suçlamasını da uygun bulmadığımı söylüyorum.
Teşekkür ediyorum efendim.
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kepenek.
Sayın Türkoğlu...
ABDULBAKİ TÜRKOĞLU (Elazığ) - Sayın
Başkanım, teşekkürler...
2004 yılından önce ar-ge çalışmalarına ve
projelere yapılan destekler ile 2004 yılının karşılaştırılmasını yapabilir
misiniz?
İkinci sorum: Türkiye Araştırma Alanı,
yani, TARAL'ın ilgi alanında bulunan Devlet Planlama Teşkilatı, üniversiteler,
TÜBİTAK ve özel sektörün ana hedefi, ilkeleri ve ulusal öncelikleri nelerdir?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Türkoğlu.
Sayın Gazalcı...
MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Teşekkür
ederim Sayın Başkanım.
Gerçi, sorularımızın yanıtları hep
erteleniyor belki zamansızlıktan, ya da geçen sefer sorduğum hiç gündeme
gelmedi. Yine de not düşelim tarihe.
Sayın Bakanım, 7 Mart 2003'te, eski
TÜBİTAK yönetimi, Bilim Kurulu, aralarından seçtiği başkanı, bu kararı iletmek
üzere -siz de üyesiydiniz o zaman- 58 inci hükümete, o zamanki Başbakan
Yardımcısına sunduğu halde "yakında hükümet değişikliği olacak, o zaman
bunu gündeme getirirsiniz" denildiği doğru mu?
59 uncu hükümet göreve başladıktan sonra,
Bilim Kurulu üyelerinin birçok kez Başbakanla görüşme isteği ilettiği halde
bunun yerine getirilmediği ve görüşme tarihi verilmediği doğru mu? Bunlar görev
süresi dolduktan sonra da, o başkanın ayrılması -siz her iki hükümette de
bulundunuz- bir amaçla mı yapılıyordu? Yoksa, zaman mı bulamıyordu Başbakan,
onun için mi görüşmedi?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Gazalcı.
Sayın Coşkunoğlu...
OSMAN COŞKUNOĞLU (Uşak) - Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Biraz önce AKP sıralarındaki alkışlarla
konuşmacı "bilim ve teknoloji üzerinden siyaset yapmayalım, niyet
okumayalım" dedi. Hakikaten, niyet okumak istemiyoruz Sayın Bakanım; niyet
okumak istemiyoruz. İyi niyetli olduğunuzu söylüyorsunuz; ama, sadece onu
okuyoruz metinde. Tekrar soruyorum; neden-sonuç ilişkisini açıklar mısınız?
Başbakan, geçmiş başbakanlar atamadığı için mi, atamada daha çok rol oynamadığı
için mi patenti az aldık biz? İhracatımızda teknolojinin olmaması, geçmişte
TÜBİTAK'ın atanmasında başbakanlar daha çok rol almadığı için midir ki bunu
değiştiriyorsunuz? Bilim için, bilim yaptıkları için, Başbakan müdahale
etmediği için mi bilim için bilim yapıyordu? Lütfen, şu neden-sonuç ilişkisini
açıklayın da, biz de değerli milletvekilimizin dediği gibi niyeti okumak
zorunda kalmayalım.
Tekrar soruyorum, net bir şekilde;
Başbakanın atamada daha çok rol oynaması, siyasî iradeye daha açık olması
TÜBİTAK'ı daha başarılı hale nasıl getirecek? Şu neden-sonuç ilişkisini lütfen
açıklayın da, niyet okumaktan vazgeçelim gerçekten.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Coşkunoğlu.
Sayın Bakanım, buyurun.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Sayın Başkanım, teşekkür ederim.
Sayın Coşkunoğlu'nun sorusundan
başlayayım; çünkü, üç defadır soruyor, bir türlü sıra gelmiyor. Ben, dün,
burada yapmış olduğum değerlendirmede Türkiye'ye bilim ve teknoloji alanında
sıçrama yaptırmak zorundayız dedim; ancak, Sayın Başbakanın atayacağı 7 kişiye
endeksleyerek bu değerlendirmeyi yapmadım. Biz, TÜBİTAK için bütçemizden daha
fazla para ayırmalı ve özellikle araştırma ve geliştirme faaliyetleri için daha
fazla ödenekler, bütçesine, koymalıyız ve böylece, TÜBİTAK'a sıçrama
yaptırmalıyız, atlama yaptırmalıyız anlamında bu ifadeyi kullanmıştım;
neden-sonuç ilişkisi derken kastım buydu.
Şimdi, daha önceki bölümlerde
arkadaşlarımızın soruları oldu. O nedenle, önce onları, izin verirseniz, kısaca
cevaplandırayım.
Sayın Kepenek'in, açılan davalarla ilgili
bir sorusu olmuştu. 14 kişi hakkında fazla ödemelerin iadesi için bir dava
açıldığı notu var elimde. Ayrıca, 28 kişi hakkında da fazla ödemelerin
yapılmasına ilişkin olarak karar aldıkları ve ita amiri durumunda oldukları
için aleyhlerine dava açıldığını biliyoruz; ama, dün de ifade etmiştim; bu
sorunu çözmek için bir yasal düzenleme çalışması içerisinde olduğumuzu bir kez
daha yeniliyorum. Ayrıca, eski yöneticiler aleyhine açılan iki tane ceza davası
olduğunu da belirtmeliyim.
Sayın Gazalcı "teknik" ve
"teknoloji" kelimelerinin değiştirilmesi, yani teknik kelimesi yerine
teknolojinin konması, acaba TÜBİTAK'ın tüzelkişiliğini de değiştirecek mi diye
bir soru yöneltti. Bilindiği gibi, biraz önce görüştüğümüz bu tasarının, geçici
4 üncü maddesi aslında bu soruya cevap veriyor; yani, böyle bir şeyin
olamayacağını, diğer kanunlarda buraya yapılan atıfların Türkiye Bilimsel ve
Teknolojik Araştırma Kurumuna yapılmış olacağını ifade etmek suretiyle, herhangi
bir tüzelkişilik değişikliği olmaması...
MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Mahkeme
kararları geçerli olacak yani?..
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - ...nitekim, bu kanunla eklenen 4 üncü madde bunu
sağlıyor ve böyle bir sorunun bu kanun teklifi yasalaştığında karşımıza çıkması
mümkün değil.
MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Verilen
mahkeme kararları Danıştaydan çıktıktan sonra geçerli olacak, değil mi Sayın
Bakan?
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Bu sorunuza daha sonra cevap vereyim.
Şimdi, Sayın İnce'nin bir sorusu vardı.
Veterinerlik ve Hayvancılık Araştırma Grubu, Bilim Kurulu kararıyla
kaldırılarak, yerine Tarım, Ormancılık ve Veterinerlik Araştırma Grubu
oluşturulmuştur. Çevreyle ilgili araştırma grubu yeniden düzenlenmiş ve Çevre,
Atmosfer, Yer ve Deniz Bilimleri Araştırma Grubu olarak oluşturulmuştur.
Dolayısıyla, veterinerlik ve çevre bilim dallarının ihmali söz konusu değildir.
Bunu da Sayın İnce'nin sorusu üzerine cevaplandırdım.
"Bilim Kurulu üyelerinin Başkan
Yardımcısı olması doğru mu" dedi Sayın İnce. Mevzuatımıza göre bunu
engelleyen herhangi bir hüküm yok ve dolayısıyla, Bilim Kurulu üyesi olan Sayın
Cebeci, aynı zamanda TÜBİTAK Başkan Yardımcısıdır. Bunda hukuken bir engel
yoktur.
Sürem doldu; diğer soruları daha sonra
cevaplandırayım Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Sayın milletvekilleri, madde 9'a ekli
geçici madde 4 üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
HALUK KOÇ (Samsun) - Karar yetersayısının
aranılmasını istiyorum.
BAŞKAN - Arayacağım Sayın Koç.
Madde 9'a ekli geçici madde 4'ü oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Karar yetersayısı yoktur.
Birleşime 5 dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 17.25
ÜÇÜNCÜ
OTURUM
Açılma
Saati: 17.37
BAŞKAN:
Başkanvekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP
ÜYELER: Ahmet Gökhan SARIÇAM (Kırklareli), Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 94 üncü Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.
877 sıra sayılı kanun teklifinin
görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.
V.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
4.- Ankara
Milletvekilleri Salih Kapusuz ile Reha Denemeç'in, Türkiye Bilimsel ve Teknik
Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Teklifi ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (2/426) (S.
Sayısı: 877) (Devam)
BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.
Teklifin 9 uncu maddeye ekli geçici 4 üncü
maddesinin oylamasında karar yetersayısı bulunamamıştı.
Şimdi, geçici 4 üncü maddeyi tekrar
oylarınıza sunacağım ve karar yetersayısını arayacağım.
Geçici 4 üncü maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir; karar
yetersayısı vardır.
Geçici madde 5'i okutuyorum:
GEÇİCİ MADDE 5.- Bilim Kurulunun ilk
oluşumundan sonraki ikinci yılın sonunda, bir defaya mahsus olmak üzere, Başkan
hariç ad çekme usulü ile ayrılacak yedi üyenin yerine, 4 üncü maddeye göre üye
seçilir.
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı; şahısları adına,
Manisa Milletvekili Mehmet Çerçi, Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı söz
istemişlerdir.
Sayın Gazalcı, konuşma sürenizi
birleştirdim; buyurun.
Süreniz 15 dakika.
CHP GRUBU ADINA MUSTAFA GAZALCI (Denizli)
- Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Değerli arkadaşlar, TÜBİTAK yasa
teklifinin 9 uncu maddeye bağlı geçici 5 inci maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına ve kişisel olarak söz aldım; tümünüzü saygıyla
selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, cuma günü, dün ve
bugün, TÜBİTAK'la ilgili konuşuyoruz, toplum da bizi izliyor ve AKP sözcüleri,
buradan "Cumhuriyet Halk Partisi bu yasaya bir personel rejimi gibi
bakıyor; bizim TÜBİTAK'ı ele geçirme niyetimiz olduğunu, kadrolaşma niyetimiz
olduğunu söylüyor, başka bir şey söylemiyor" diyorlar.
Değerli arkadaşlar, geçmiş TÜBİTAK
yönetimi de karalanıyor. Biraz önce burada konuşan arkadaşımız, işte, ben bir
heyetle konuştum, bir kişiyle konuştum; orada bilim üretilmezmiş, herkes
birbiriyle uğraşırmış; keşke araştırılsaydı diyor. Biz araştıralım istedik,
TÜBİTAK'ı araştırmak için önerge verdik. Biz, Millî Eğitim Komisyonuna bu öneri
geldiğinde, gelin, bir altkomisyon kuralım; bakın, bu çalakalem yazılmış,
birçok şey eksik dedik; dinletemedik ve altkomisyon kurulması reddedildi.
Şimdi, değerli arkadaşlar, bizim burada
söylediklerimiz hiçbir kişiyi üzmek ya da kişileri hedef alarak onları
eleştirmek değil; bir ilkeyi savunmak, özerkliği savunmaktır. Şu anda
TÜBİTAK'ta Başkanvekili olarak görev yapan Sayın Nüket Yetiş, yardımcısı Sayın
Ömer Anlağan -profesör arkadaşlar- ve Önder Yetiş, daha önce TÜBİTAK
yönetiminde enstitü müdürleriydi. Özellikle Sayın Anlağan ve Sayın Yetiş,
askerî projelerin yürütüldüğü iki stratejik enstitünün müdürüydü. Yetmiyor, şu
andaki Yönetim Kurulunun 7'si, eski Bilim Kurulunda da üyeydi.
Şimdi, siz çıkıyorsunuz, durmadan,
TÜBİTAK'ın eski Bilim Kurulunu, eski yönetimini eleştiriyorsunuz; birbirinin
üzerine düştüler, bir şey yapılmadı diyorsunuz. Toptancılık yapıp, acımasız bir
şekilde ezbere konuşuldu. Ben soruyorum şimdi, Sayın Başkan eski yönetimde,
Yardımcısı eski yönetimde, 7'si eski yönetimde; bütün suç o 12 kişiden 5'i olan
eski Başkan ile oradaki arkadaşların mıydı? Yani, siz, aslında, bu övdüğünüz
yönetimi sürekli eleştiriyorsunuz, eğer eskiden hiçbir şey yapılmadıysa. Yanlış
olan bu değil mi?!
Bir de Sayın Bakan da söyleyip duruyor,
işte "Sayın Erdal İnönü 1993'te nasıl yapmışsa biz de şimdi
yapıyoruz." Değerli arkadaşlarım, geçen kez konuşulurken de burada tek tek
söyledik. Sayın Bakanım, bir kez daha altını çizip söylüyoruz: 1973'te yapılan,
yani 278 sayılı özerk yasa hazırlanırken, ilk kez kuruluyordu. 1987'de -aynen
sizin gibi- Özal döneminde özerklik değiştirildi, bilim kurulu yönetim kurulu
oldu. 1993'te bu özerklik yeniden geri verildi. Yani, 1993'te yapılan ile
bugünkü yapılan çok farklı bir şey. Siz, sanki yeniden... TÜBİTAK'ı, şimdi,
önce yok ediyorsunuz, kendinize göre bir TÜBİTAK yaratıyorsunuz. Bu elbette
önemli; yani, bilim, bilim insanlarıyla ve özerk kuruluşta yapılır. Bu konu
işin can damarı ve duyarlı kısmı. Önce, yapılanma çok önemli.
Bakın, 2003 yılından beri uğraşıyorsunuz.
Mahkemeleri dinlemiyorsunuz, Anayasa Mahkemesini dinlemiyorsunuz,
Cumhurbaşkanını dinlemiyorsunuz, muhalefeti dinlemiyorsunuz, YÖK'ü
dinlemiyorsunuz, Üniversitelerarası Kurulu dinlemiyorsunuz, dinlemiyorsunuz,
dinlemiyorsunuz...
TÜBİTAK, 2003'e kadar aslında siyasete,
hükümete yardımcı oluyordu, onun yönlendirmesine birtakım projeleriyle katkı
sunuyordu. İsterseniz, o projelerden Vizyon 2003... Eski yönetim hazırlamıştır,
anımsarsınız; şimdi ne aşamada, bilmiyorum. TÜBİTAK hükümeti bilgilendirir,
yardımcı olurdu; ama, bu yasayla ve bundan önce yapılanlarla, maalesef,
siyaset, hükümet, TÜBİTAK'ı yönlendirir oldu; aradaki ayırım bu. Yani, özerk
bir kuruluş siyaseti yönlendireceği yerde, özerk olmayan, siyasetin karıştığı
bir kurum yönlendirilir oldu; aradaki ayırım bu. Bizi dinleyenler, tarihe not
düşüyorum, bir kere daha söylüyorum; AKP İktidarı, TÜBİTAK'la, bu yasayla
ilgileniyor değil, 2003 Ocağından beri sürekli olarak ilgileniyor ve sürekli
olarak karışıyor. Hatta, Başbakanlık Müsteşarı, Bilim Kurulunu kabulünde
"yahu, siz hep aynı renkten, tondansınız, biraz farklı yapıda oluşun"
diyordu üstü kapalı. Bilim Kurulu seçiyor, getiriyor hükümete; ne yapsın. Hükümet,
yasaya göre Cumhurbaşkanına iletecek; bunu, birçok kez söyledik; iletme
göreviyle görevli; hayır, iletmiyor, durduruyor, bloke ediyor.
Değerli arkadaşlar, bunları söylemek niye
rahatsız ediyor ki sizleri?.. Olmamış mı bunlar; bunları biz kendimiz mi
uyduruyoruz, mahkeme kararlarını?! Sonra, diyorsunuz ki, bir kezlik bir yetki
istiyor; çünkü, burası felç oldu, çalışmıyor bu kurum, karar yetersayısı yok.
Peki, arkadaş, sen benim seçtiğim insanları atamazsan, Başkanını, Bilim
Kurulunu... Orası çalışamaz duruma gelmiş. Aslında, hukukdışı bir tutum vardı
ve şimdi, siz, yine hukuku çiğneyerek bir çözüm istiyorsunuz. Yani, bu işin can
damarı, bizce, özerkliği korumaktır. Özerklik üzerinde arkadaşlarım durdu,
konuşanlar durdu; ben de biraz durmak istiyorum izninizle.
Değerli arkadaşlar, özerklik, kendi başına
iş yapabilmektir, kendi yöneticilerini seçebilmektir, kendi kararlarını
almaktır, kendi elemanlarını belirlemektir ve dışarıdan etkiye karşı bir
zırhtır özerklik, bunun için yapılmıştır; siyasetin ve siyasetdışı zorbaların
etkisini engellemek için özerkliğe başvurulmuştur.
İnsanlık gelişiminin tarihine bir
baktığınız zaman; Avrupa'daki gelişmeye bakın, kilise ile siyasetin
çatışmasına, bilim ile birtakım kurumların çatışmasına bakın, Bertrand
Russel'ın "Bilim-Din Çatışması" adlı kitabına bakın, örneğin, orada,
kilise, bütün bilim adamlarına "hayır, bu böyle değildir, şöyledir"
demiştir; ama, zaman, bilim adamlarını haklı çıkarmıştır. Biz, üçyüz yıl geride
kaldık gerçekten. Bir kara tahtanın bile gelmesi Türkiye'ye... Bir rasathane
yıkılmıştır Osmanlı döneminde, salt bağnazlık yüzünden yıkılmıştır. Gözlemevi
yıkılmıştır değerli arkadaşlar!.. Osmanlının geri kalmasının nedeni, bilimi
tanımamaktan olmuştur, onu izleyememekten olmuştur. Bizim gerileme dönemi,
duraklama dönemi, maalesef böyledir. Şimdi, 21 inci Yüzyıldayız.
Siz diyorsunuz ki "siz, tutucu
davranıyorsunuz, siz durağan olanı, statükoyu savunuyorsunuz." Yani,
özerkliği savunmak, ne zaman durağan olmaktır değerli arkadaşlar?! Biz, diyoruz
ki, siyaset buraya karışmasın, yapmasın; hem akçalı bir özerklik olsun hem de
yönetsel bir özerklik olsun, siyaset buraya karışmasın. Bu önergeyi hazırlayan
arkadaş, televizyonda "elbette, siyasetin vizyonu olacak, biraz siyaset
karışacak" dedi, burada da söyledi. "Siyaset uyum içinde
olacak..." Biz de, kendisine, böyle bir anlayış olamaz, siyaset orayı
biçimlendiremez diye söyledik. Bakın, 58 inci hükümet zamanında, sanayi
adamlarıyla, üniversitelerle işbirliği yapılmış, güzel çalışmalar olmuş.
İşleyen bir kurum. "Hayır, sen, benim suyumu bulandırıyorsun" ya da
"bana göre yapmıyorsun, ben burayı kendime göre biçimlendireceğim"
anlayışından kaynaklanmıştır değerli arkadaşlar. Yoksa, durup dururken, işte
"teknik" adı "teknolojik" olsun, 12 kişi 14 olsun, biz,
bunu Başbakanlık bütçesinden alalım, genel bütçeye ayıralım ya da ar-ge
çalışmaları için biz burada artıralım deseniz, biz, hayır diyecek miyiz?..
Peki, bugün niye kaygılanıyoruz? Yoğurdu niye üflüyoruz? Sizin yaptıklarınız
doğru değil. Bugüne kadar, TÜBİTAK üzerine birçok kez saldırıda bulundunuz,
mahkeme kararlarını dinlemediniz, kendi içinde seçtiklerini yapmadınız ve idare
mahkemesi bu konuda karar verdi. Çelişik tutumlarınız var; birisi, Danıştayda
sonuçlanmadı diye idare mahkemesinin kararını uygulamıyorsunuz, bir tanesini
-ki, tam tersine- Danıştayda olduğu halde, orada tutuyorsunuz.
Emeklilik konusunda, demin iki tane isim
verdim ben, niye böyle oldu diye. 2004'te Bütçe Yasasında demişsiniz ki, emekli
olanları ben almayacağım. Hatta, ben, Plan ve Bütçedeki arkadaşlarımla
konuştum, TÜBİTAK'ı ekleyelim oraya demişler, istisnaî durumların arasına
TÜBİTAK'ı ekleyelim; hükümet kabul etmemiş, hayır, TÜBİTAK olmasın o işin
içinde demiş.
TÜBİTAK'a emekli insanları atama
yapıyorsunuz. Tabiî ki emeklilik işlemi iptal edilecek. Benim sorduğum şu:
Emekliyken, siz, bütçe yasasına karşın nasıl o iki emekli insanı aldınız,
geldiniz oraya diyorum ben, bunu soruyorum. Bu yanlış diyorum ve tutumunuzda
bir yanlışlık var. "Jik" eki eklemekteki amaç diyorum... Bundan önce
anayasal hak arama için mahkemelere başvurmuş onca insan var, burada kendileri
yok; suçlanıyorlar, daha önce suçlandılar, birtakım düzmece soruşturmalar
geçirdi; bunların mahkeme kararları yok olacak mı? Tüzelkişilik başka mı
olacak? Benim sorduğum çok açık; bu olmasın diyorum. Yok, "jik" eki
eklemekle... "Teknik", "teknolojik" olsun... Ben de baktım
Türkçe Sözlüğe; tamam. Fark etmez ki.
Peki, dünyada nasıl oluyor bu özerklik?..
Sanki bütün dünyada da böyle oluyormuş gibi bir izlenim yaratıyorsunuz; o da
yanlış. Örneğin, Amerika Birleşik Devletlerinde ve Almanya'da... Bir iki örnek
vermek istiyorum: ABD'de NSF, yani, Ulusal Bilim Vakfı var. 1950'de özel bir
yasayla kurulmuş, tamamen özerk, bilimsel çalışmalar yapan bir kuruluş.
Almanya'da, DFG (Alman Araştırma Kurumu)
örneği var. Federal hükümet, bu kuruluşa, bütçesine yüzde 50 yardım ediyor ve
eyalet hükümetleri de yüzde 50 yardım yapıyor. Tamamen özerk bir kuruluş. Bu
kuruluş, 94 000 dolayında ar-ge elemanını bünyesinde barındırıyor.
Ayrıca, Almanya'dan başka bir örnek
vereyim size. MPG (Max Planck Kurumu) diye bir kuruluş var. Bu da özerk bir
kuruluş. Burada, 2 500 bilim adamı, 9 000 ar-ge elemanı sürekli çalışmaktadır.
Şimdi, hani, siz, dünyaya açılmak
diyorsunuz... Bizim yeni sayılan bu kuruluşumuz, gerçekten, kırkiki yıllık
geçmişte de çok güzel, başarılı çalışmalar yapmış değerli arkadaşlar; yani,
TÜBİTAK, güzel çalışmalar yapmış. Eksiği yok mu; var. Bu eksiği, eski yönetim
tarafından birçok kez hükümete bildirilmiş; ar-ge çalışmaları için paranın
artırılması söylenmiş; ama, kulaklar tıkanmış, gözler yumulmuş, yani, kalplerin
duvarları sağırlaşmış, kabul edilmemiş. Ne zaman ki, siz, orada operasyonu
gerçekleştirmişsiniz, halkın parasını -dün de söyledim- artırmışsınız... Yine
de güzel bir şey; ama, biz kuşkuluyuz, tarafsız projeleri değerlendirmesinden
kuşkuluyuz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Gazalcı, 1 dakika eksüre
veriyorum; lütfen, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
MUSTAFA GAZALCI (Devamla)- Peki Başkanım.
Çünkü, TÜBİTAK'ta, ikibuçuk yıldır iyi
şeyler olmadı, orada huzur bozuldu; yemekhane işçileri atıldı, mahkeme
kararıyla döndüler; mahkemeler, Anayasa Mahkemesi kararı, şunlar, bunlar
oldu...
Değerli arkadaşlar, gerçekten huzur
isteniyorsa, bilime saygı isteniyorsa, hükümet olarak, siyaset olarak
TÜBİTAK'tan elinizi çekmelisiniz.
13 üncü Yüzyılda, bakın, Yunus ne demiş:
"İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir..."
HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) - Biz
kendimizi biliyoruz.
MUSTAFA GAZALCI (Devamla) - "Sen
kendini bilmezsen, bu nice okumaktır."
HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) - Siz
kendinizi bilin!
MUSTAFA GAZALCI (Devamla) - Değerli
arkadaşlar, kendinizi bilin, TÜBİTAK'tan elinizi çekin, bilimden elinizi çekin.
Gerçekten, bilimden korkmayın, bırakın özerk çalışsın. Bırakın onların
yakasını, bırakın geçmişteki hizmetlerinden daha iyisini yapsın. İnsanlıkla
yarışmak, ancak bilimle barışık olmakla sağlanabilir. Bunu yapmazsanız eğer,
ayağınıza dolaşır ve hem de uzun sürede değil, kısa sürede dolaşır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Gazalcı, teşekkür ediyorum.
MUSTAFA GAZALCI (Devamla) - Ben teşekkür
ederim Sayın Başkan. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Madde üzerinde, şahsı adına,
Manisa Milletvekili Sayın Mehmet Çerçi; buyurun. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
MEHMET ÇERÇİ (Manisa) - Sayın Başkan,
değerli arkadaşlar; görüşmekte olduğumuz 877 sıra sayılı yasa teklifinin 9 uncu
maddesinin geçici 5 inci maddesiyle ilgili konuşmak üzere huzurlarınıza geldim;
hepinize saygılar sunuyorum.
Değerli arkadaşlar, birkaç günden beri
TÜBİTAK'la ilgili yasa teklifi üzerinde görüşmeler devam ediyor. Zaman zaman
Cumhuriyet Halk Partisine mensup arkadaşlarımızın burada konuşmalarına da şahit
oluyoruz. Önümde birsürü not var; ancak, ben, Sayın Gazalcı'nın, değerli
arkadaşım Sayın Gazalcı'nın iki tane cümlesini buraya not ettim özellikle. Bir
tanesi; bu görüşmelerin bidayetinden beri devamlı kullanılan, tekrarlanan bir
söz var: TÜBİTAK'ı ele geçirme çabası...
Değerli arkadaşlar, ele geçirmek
-sözlüklere bakın, İngilizcesine, Fransızcasına bakın- işgal etmek anlamına da
geliyor; yani, bir yabancı gücün, yabancı ordunun bir yeri ele geçirmesi, işgal
etmesidir.
Şimdi, yine, not ettiğim bir başka cümle
de şu: "Özerklik, siyasetin etkisini önlemek için bir zırhtır; siyasetin
ve diğer siyasetdışı güçlerin etkisini önlemek için bir zırhtır" diyor.
Yine, bir başka cümlede, Osmanlının geri kalma nedenleri olarak, rasathanelerin
vesaire bazı kurumların kapatılmasını söylüyor.
Arkadaşlar, ben de şunu soruyorum: Evet,
Osmanlının geri kalış sebebini anlattı arkadaşımız, bir de Türkiye'nin geri
kalış sebebini anlatırlarsa burada! (AK Parti sıralarından alkışlar) Seksen
yıldır bu ülkede bilim yapan, bilimle uğraşan çevreler, akademia, üniversiteler
ve kırk yıldan fazladır kurulmuş olan TÜBİTAK gibi önemli kurumlar, bu ülke
için neler yapmış ve bunların sorgulaması bu kürsülerden yapıldı mı?!
Sonra "özerkliği, siyasetten korumak
için" diyor. Biz, siyasetten neyi koruyoruz, neyi kaçırıyoruz?.. Bu
Parlamento, bu milletin yetki verdiği bu Parlamento bu ülkenin yönetiminde söz
sahibi olmayacak mı?! Bu ülkenin geleceğini, refahını, mutluluğunu, yirmi sene,
elli sene sonraki projeksiyonlarını, bilim politikasını, geleceği noktayı biz
nerede tespit edeceğiz allahaşkına?! Bunların tespitini kim yapacak?!
Parlamentonun bu konularda görevi yok mu?!
Parlamento sorumlu, milletvekilleri
sorumlu; millet -affederseniz- davulu omzumuza asmış; ama, yetkisi yok!.. Ama,
bazı kurumlar var bu ülkede, yetkili; ama, sorumsuz!..
Şimdi, hesap sormaksa, millet bizden
hesabını soruyor; zaman zaman, seçimlerde -demokrasinin fazileti de budur- sandığa
gidiyoruz, millet hesabını soruyor; ama, ülkenin geri kalışında... Elli yıldır,
yüz yıldır Osmanlının geri kalışının sebebini Sayın Gazalcı güzel izah etti;
bir de buraya gelsin izah etsin. Akademianın, bilim çevrelerinin, Türkiye'nin
geri kalışındaki etkisi nedir ve buralarda herhangi bir hesap sorulmuş mudur
bugüne kadar?.. Sorumsuz kurumlardan hesap sorulmuş mudur?.. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
Bakınız, yani, bir hükümet geliyor,
TÜBİTAK gibi önemli bir kurumda, 450 trilyon, sadece ar-geye para ayırıyor, 450
trilyon! Cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir rakam. Efendim, siz bu parayı bize
verin, hiçbir şeye karışmayın...
Parlamentonun görevi nedir arkadaşlar?
Türkiye'nin bilim politikasını, elbette bilim adamlarıyla beraber...
Sonra, ilgili kurumda bilim adamları bir
şekilde görevden alınacak -herhalde, öyle anlıyorum ben iddiadan- onların
yerine gelen arkadaşlar, yöneticiler -siyasetçiler mi gelecek oraya- yine bilim
adamları. Ahmet bey gidecek, Mehmet bey gelecek; yani, ne var bunda?! Siyasî
düşüncenin, parlamentonun hiçbir tasarrufu olmayacak mı, Türkiye'nin bilim
politikasını belirlerken bizim hiçbir dahlimiz olmayacak mı? Sorumluluk
bizdeyse, o zaman, elbette, biz de bunun gereğini yaparız.
Değerli arkadaşlar, bir kere şunu
söyleyeyim; yani, Türkiye'nin burada olaylarını konuşuyoruz, çok değişik
görüşler serdediliyor; fakat, aslında, meselelerin en temelinde yatan nokta
-şahsî kanaatimce- Türkiye'de ciddî bir bilim felsefesinin oluşturulamamış
olmasıdır.
Ben de, belli bir süre akademik dünyada...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Çerçi, ek 1 dakika süre
veriyorum; lütfen konuşmanızı tamamlayınız.
MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - Bir dönem görev
yaptım belli akademik çevrelerde.
Arkadaşlar, hepimiz şunu biliyoruz: Artık
bunların üstünü bir açalım; yani, bunlar sır olarak kalmasın; bunlar,
dokunulmaz, konuşulmaz... Bu dünyanın sıkıntıları var, Türkiye'nin
akademiasının sıkıntıları var. Nedir onlar; buralarda önyargılar var, buralarda
bilim felsefesinden uzaklaşma var, buralarda bilim adamlarının ve bilginin
takdir edilmemesi -yani, bunları derken hep bunlar var demek istemiyorum, bu
tür yanlışlar da var- buralarda oligarşik yapılanma var, buralarda kayırmacılık
var...
Bilim, kıymeti takdir edilmeyen yerden
kıymeti bilinen yere gider. Bu ülkede, bugün, bilim geri kalmışsa... Önümde
rakamlar çok, vaktim yok. Türkiye'nin, bilim dünyasında, bilimsel gelişmişlik
endeksinde dünyada kaçıncı sırada olduğunu hepiniz biliyorsunuz; sondan üçüncü
veya dördüncü. Bunlar varsa, buralarda, bu akademik dünyada böyle sıkıntılar
varsa, gelip buralarda bunları konuşacağız; Ahmet mi gelsin, Mehmet mi gelsin;
giden adam nasıldı, gelen adam... Önyargılarla bunlar olmaz, bilimsel etik
olacak, bilimsel düşünce olacak...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - Saygılar
sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Çerçi.
Sayın Gazalcı, burada diyorsunuz ki:
"Sayın AKP sözcüsü Mehmet Çerçi, söylediklerimi, adımdan da söz ederek,
değiştirdi."
MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Evet.
BAŞKAN - Hayır.
Şimdi, şöyle -ben tutanakları getirteyim-
söyledikleri gayet iyi aklımda, "Sayın Gazalcı Osmanlı döneminden
bahsetti. Buraya -yani, konuşma üslubu içerisinde- gelsin, söylesin" dedi.
Burada bir sataşma falan yok Sayın
Gazalcı. Dolayısıyla...
MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Hayır,
söylediklerimi değiştirdi efendim.
MEHMET ÇERÇİ (Manisa) - Hayır, hayır...
BAŞKAN - Ben öyle bir şey duymadım;
tutanakları getirteyim, bakayım o zaman. Oturum içerisinde, eğer tutanaklarda
eğer öyle bir şey varsa, değiştireyim.
Sayın milletvekilleri, madde üzerinde 10
dakika süreyle soru-cevap işlemini gerçekleştireceğiz.
Sayın Koç, buyurun.
HALUK KOÇ (Samsun) - Teşekkür ediyorum
Sayın Başkan.
Eğer, Sayın Çerçi lütfeder, akşam, oturum
bitene kadar Mecliste kalırsa, bilimsel düşünce ile dogmatik düşüncenin
tarihsel süreç içerisinde nasıl karşılaştıklarının ve Türkiye bilimini nasıl
etkilediğinin yanıtını alır burada açık açık.
Sayın Bakan, soru olarak şunu yöneltmek
istiyorum: Bakın, şimdi, Anadolu Ajansından bir haber düştü, ben size de takdim
ettim. Siyasî inadın yüksek yargıda nasıl sonuçlandığının bir örneğini daha
yaşadık bugün. İmar Bankası off-shore'dan mevduata dönen hesapların ödenmemesi
konusunda çıkardığınız yasa tasarısı Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi.
Şimdi bir düzenleme daha yapmak zorundasınız.
Bugün görüştüğümüz yasa teklifi de aynı.
Bakın, bunun benzeri aynı mantıkla yürütüldü ve Sayın Başbakana bir kez TÜBİTAK
başkanını atama yetkisi veren bu kanun tasarısı, biliyorsunuz, Anayasa
Mahkemesinden geri döndü, Sayın Cumhurbaşkanı tarafından bir kez daha
gönderildi. Demin grup önerisi üzerinde konuşurken, devletin kurumlarıyla,
kuvvetler ayrılığını oluşturan güçlerle, demokrasinin kurum ve kurallarını hep
beraber işletmemiz gerekir dedim ve ondan sonra, demokrasiyi gölgelemek
isteyenlere fırsat vermememiz gerekir dedim. Bu çok açıktı.
Ben şimdi sorumu yöneltiyorum. Sayın
Bakan, gelin, bir kere muhalefetin sözünü dinleyin; gelin "Türkiye'de
muhalefet var" dedirtin ve bu uyarıları dikkate alın, bu yasa tasarısını
çekin.
Çekecek misiniz, çekmeyecek misiniz diye
soruyla bağlıyorum.
Saygı sunuyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Koç.
Sayın Işık, buyurun.
AHMET IŞIK (Konya) - Sayın Başkan,
teşekkür ediyorum.
Vasıtanızla, Sayın Bakanımıza şu soruyu
yöneltmek istiyorum: Birleşmiş Milletler beşerî gelişim endeksi, vatandaşların
yaşam süreleri ile sağlık ve eğitim düzeyleri, hayat standartlarının ne kadar
tatmin edici olduğu gibi faktörlerle belirlenmektedir. Bu endekse göre, 2002
yılında, 177 ülke arasında Türkiye 88 inci sırada yer almıştır. Çalışan kişi
başına üretilen millî gelirin, Amerika'da 79 000 dolar, Japonya'da 68 000
dolar, maalesef, Türkiye'de ise, 10 500 dolar olduğu görülmektedir. Oysaki,
sahip olduğumuz insangücü, demografik yapı, doğal kaynaklar, bulunduğu
bölgedeki siyasal, siyasî, ekonomik ve sosyal avantajlar, Türkiye'ye büyük
imkân ve fırsatlar vermektedir. Bu imkânları kullanma ve fırsatları yakalama
yetkinliği, bilgi, bilmek ve bilgelikle sağlanabilir. Bu değerlendirmeyle
birlikte, uluslararası endekslerde üst sırada yer alan ülkelerin bilgi ve
teknolojiye yaptıkları yatırımı ve sahip oldukları bilim insanı sayısındaki
değerlendirmenizi almak istiyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Işık.
Sayın Gazalcı, buyurun.
MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Teşekkür
ederim Sayın Başkanım.
Son olarak, TÜBİTAK'a çok büyük bir
araştırma için büyük bir para verildiği söyleniyor. 400 000 000 diyen var, 530
000 000 diyen var, daha az diyen de var. Acaba, bunun kesin rakamı kaç
trilyondur; ne kadardır ve araştırma için şimdiye kadar bu kaynaktan hangi
projelere verilmiştir, bağıtı yapılmıştır? Bunu öğrenmek istiyorum Sayın
Bakandan. Yani, bu, son, yüzde bilmem kaç yüz kat arttığı söylenen miktar nedir
ve hangi projelere verilmiştir?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Gazalcı.
Sayın Özyurt, buyurun.
MUSTAFA ÖZYURT (Bursa) - Sayın Başkanım,
aracılığınızla, Sayın Bakanıma bir soru yöneltmek istiyorum.
Dün, Sayın Bakanım, TÜBİTAK'taki 7 tane
üyeyi ve Başkanı Başbakanın seçmesine ve atamasına gönlünüz elveriyor mu
demiştim. Sayın Bakanım da, o zaman dedi ki: "İnönü'nün yaptığına nasıl
gönlüm elverdiyse, buna da elveriyor."
Ben de sormak istiyorum: Acaba, İnönü'nün
yaptığı dönemdeki ile bu dönemi, aralarındaki farkı biliyor musunuz, yoksa,
bunu polemik olsun diye mi söylediniz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Özyurt.
Sayın Bakanım, buyurun.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Sayın Başkanım, teşekkür ederim.
Soru soran arkadaşlarımızın, aşağı yukarı,
soruları şurada düğümleniyor: TÜBİTAK'ın özerkliği ortadan kalkıyor; çünkü, şu
andaki TÜBİTAK Bilim Kurulu üyelerini de Başbakan atadı ve bu Bilim Kurulu
TÜBİTAK Başkanvekilini de seçti. Bu yasa da, Başkanla birlikte 15 kişiden
oluşacak olan Bilim Kurulunun 7 üyesini Başbakanın seçmesini öngörmektedir;
dolayısıyla, TÜBİTAK, özerkliğini kaybedecek ve siyasetin emrine girecektir.
Bu nedenle de, Sayın Koç soruyor:
"Tasarıyı geri çekecek misiniz?"
Değerli arkadaşlarım, eğer, TÜBİTAK Bilim
Kurulu üyelerinin Başbakan tarafından atanması özekliği bozuyorsa, bozacaksa,
oniki yıldır TÜBİTAK'ın özerk olmaması lazım.
İşte, elimde bir kanun hükmünde kararname
var: "Geçici Madde 1.- Başbakan, 4 üncü maddede belirtilen niteliklere
uygun kişiler arasından 4'ü özel ve/veya kamu sektöründen olmak üzere 8 üye
atar."
Bilim Kurulu üyesi 12'dir, 8 tanesini
Başbakan atıyor. "Başkan, Başbakanın teklifi üzerine Cumhurbaşkanı tarafından
atanır." Yani, Bilim Kurulu seçmiyor...
MUSTAFA ÖZYURT (Bursa) - Kalıcı değil o,
geçici, Sayın Bakanım.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Şimdi, bu, ne zaman olmuş; 1993'te, Tansu Çiller
Başbakan, Erdal İnönü Başbakan Yardımcısı. O zaman, Bilim Kurulu üyelerini
Başbakan doğrudan seçiyor, oniki yıldır da bu uygulanıyor. Bu özerkliği
bozmuyor; şimdi, Başbakan tarafından atanınca özerkliği bozuyor. Bunu, siz, bir
izah eder misiniz? Bana hep siz soru soruyorsunuz, ben de size soruyorum. Bir
izah edin bakayım bunu? (AK Parti sıralarından alkışlar)
MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Aynı durumda
değil.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Ne demek aynı durumda değil!.. Siz, bunu bir izah
edin bakayım bana? Yani, 1993'te, Sosyaldemokratlar ile Doğru Yol Partisinin
Koalisyonunda bu yapılınca, özerkliği bozmuyor; doğru; şimdi, yapılınca,
yanlış. Böyle çifte standart olur mu?! (AK Parti sıralarından alkışlar)
Şimdi, değerli arkadaşlar, 2004'ün ocak ayında,
şu andaki Bilim Kurulu işbaşına geldi, Sayın Yetiş de Başkanvekili olarak görev
yapıyor. Bir yıl içerisinde ne oldu; geçmişle mukayese ediyorum; çünkü, soru
soruldu. Bakın, üniversitelere akademik araştırmalar için verilen destek
2002'de 4 500 000 milyon dolardı, 2005'te 60 000 000 dolara çıktı. (AK Parti
sıralarından alkışlar) Farkı görüyor musunuz?
Araştırma için, projeler için, projeler
kime verilecek? Hakemleri ve panelistleri seçecek 42 kişiden oluşan bir
araştırma grubu var, 8 adet araştırma grubu var, 42 kişi. Şimdi, bakın değerli
arkadaşlarım; bu 42 kişilik araştırma grubundan 33 kişi sadece 5 üniversiteden
seçilmiş, 5 tane üniversite. İşte, Ankara ve İstanbul'daki başlıca
üniversiteler. Şimdi, yeni yönetim, bunları tüm Türkiye'ye yaydı. Görüyor
musunuz; 77 tane üniversite var. Adaletli davrandı. Aradaki fark bu işte. (AK
Parti sıralarından alkışlar) Çünkü, Anadolu'daki üniversiteler buralarda görev
alamıyordu. Şimdi Anadolu'daki üniversiteler de buralarda görev almaya başladı.
Fark bu. İşte biz Hükümet olarak bunu sağlamaya çalışıyoruz.
FİKRET BADAZLI (Antalya)- Onlar da bunu
eleştiriyor, Sayın Bakan.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul)- O nedenle, arkadaşlar "efendim, işte, siz
geleceksiniz, siyasetin emrine vereceksiniz..." Hayır. TÜBİTAK şimdi çok
daha rasyonel çalışıyor, çok daha fazla üretim yapıyor ve üniversiteler
arasında adaleti sağlıyor. Bundan kimse rahatsız olmasın. Bunu yapmaya devam
edeceğiz.
Saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN- Teşekkür ediyorum.
Sayın milletvekilleri, madde 9'a ekli...
III.- Y O K
L A M A
(CHP sıralarından bir grup milletvekili
ayağa kalktı)
HALUK KOÇ (Samsun)- Sayın Başkan, yoklama
yapılmasını istiyoruz.
BAŞKAN- Evet Sayın Koç, tespit yapacağız.
Sayın Haluk Koç, İzzet Çetin, Feramus
Şahin, Osman Coşkunoğlu, Hüseyin Ekmekcioğlu, Osman Özcan, Ali Rıza Gülçiçek...
SALİH KAPUSUZ (Ankara)- Sayın Başkan,
arkadaşlar oturmuş.
BAŞKAN- ...Birgen Keleş, Mustafa Özyurt,
Oya Araslı, Ali Kemal Deveciler...
SALİH KAPUSUZ (Ankara)- Sayın Başkan, 20
kişi tamamlanıncaya kadar oturulmaz.
BAŞKAN- ...Rasim Çakır, Hasan Ören...
SALİH KAPUSUZ (Ankara)- Sayın Başkan,
yoklama düşer; çünkü, arkadaşlarımız oturdu.
İZZET ÇETİN (Kocaeli)- Usul tartışması
yapalım!
BAŞKAN- ...Mehmet Yıldırım, Gürol Ergin,
Mustafa Gazalcı, Muharrem Kılıç, Hüseyin Güler, Kerim Özkan, Nurettin Sözen,
Mehmet Parlakyiğit, Tuncay Ercenk.
SALİH KAPUSUZ (Ankara)- Başkanım,
ilgililer uyarsın.
BAŞKAN- Sayın milletvekilleri, Sayın Koç,
Sayın İzzet Çetin, Sayın Feramus Şahin, Sayın Hüseyin Ekmekcioğlu, Sayın Ali
Rıza Gülçiçek, Sayın Birgen Keleş, Sayın Mustafa Özyurt, Sayın Oya Araslı,
Sayın Ali Kemal Deveciler, Sayın Rasim Çakır, Sayın Osman Özcan, Sayın Osman
Coşkunoğlu, Sayın Mehmet Yıldırım, Sayın Gürol Ergin, Sayın Mustafa Gazalcı,
Sayın Hüseyin Güler, Sayın Muharrem Kılıç, Sayın Ramazan Kerim Özkan, Sayın
Nurettin Sözen, Sayın Mehmet Parlakyiğit.
Sayın milletvekilleri, maddenin
oylamasından önce bir yoklama talebi vardır. Şimdi, bu talebi yerine
getireceğim. Yoklama talebinde bulunan milletvekili arkadaşlarımızı tespit
ettim; yeterli sayıda sayın üye salonda hazır, üyelerin isimlerini okudum.
Elektronik cihazla yoklama yapacağım.
Yoklama için 5 dakika süre vereceğim.
Adlarını okuttuğum sayın üyelerin, yoklama için elektronik cihaza girmemelerini
rica ediyorum.
Yoklama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, toplantı
yetersayısı vardır.
V.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
4.- Ankara
Milletvekilleri Salih Kapusuz ile Reha Denemeç'in, Türkiye Bilimsel ve Teknik
Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Teklifi ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (2/426) (S.
Sayısı: 877) (Devam)
BAŞKAN - Madde 9'a ekli geçici madde 5'i
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Geçici madde 6'yı okutuyorum:
GEÇİCİ MADDE 6.- Bu Kanunun öngördüğü
yönetmelikler çıkarılıncaya kadar mevcut yönetmelik ve esasların bu Kanuna
aykırı olmayan hükümlerinin uygulanmasına devam olunur."
BAŞKAN - Madde üzerinde Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu ve şahsı adına Muğla Milletvekili Gürol Ergin, şahsı adına Elazığ
Milletvekili Abdulbaki Türkoğlu...
Muğla Milletvekili Sayın Gürol Ergin;
buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA GÜROL ERGİN (Muğla) -
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanunda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin 9 uncu maddesi üzerinde Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu ve kendi adıma söz almış bulunuyorum; sözlerime başlarken,
sizi ve Yüce Ulusumu saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, Adalet ve
Kalkınma Partisi Hükümeti, iktidara geldiğinden beri, ne yazık ki, Türkiye'de,
bilim kurumlarını etkisi altına alma konusunda elinden gelen her türlü çabayı
gösteriyor. Biliyorsunuz, uzun süre Yüksek Öğretim Kanunu, Yükseköğretim Kurulu
ve üniversiteler gündemin baş sırasına oturtuldu. Yükseköğretim Kuruluna ve
üniversitelere müdahale edebilmek ve iktidar güdümünde bir üniversite
yaratabilmek için ciddi çabalar harcandı; ama, gerek Cumhuriyet Halk Partisinin
haklı ve etkin muhalefeti ve gerekse üniversitelerimizin ve duyarlı bilim
insanlarımızın etkin ve yoğun çabaları sonucu iktidar bu olumsuz girişiminde
başarılı olamadı. İktidar şimdi aynı haksız çabayı TÜBİTAK için gösteriyor.
TÜBİTAK olayında da Adalet ve Kalkınma Partili iki milletvekilinin getirdiği teklifte
hiçbir haklı gerekçe yoktur, hiçbir hukuksal haklılık yoktur. Getirilen
düzenlemenin gerekçede belirtilenleri yerine getirmeyle hiçbir bağlantısı
yoktur. Gerekçe, TÜBİTAK'ın bugüne kadar yaptığı çalışmalarla beklenen
gelişmeleri sağlayamadığı temeline oturmaktadır. Eğer bu gerekçe nedeniyle
TÜBİTAK yönetimi değiştirilecekse aynı gerekçeyle bugünkü hükümetin çoktan
değişmesi gerekirdi. Çünkü, hükümet, halkın hiçbir beklentisini karşılayamamış,
halkı, üç yıl öncekinden daha da perişan etmiştir.
Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma
Kurumu, Başbakanlığa bağlı, yönetsel ve malî özerkliğe ve tüzelkişiliğe sahip
ve müspet bilimlerde araştırma ve geliştirme etkinliklerini ülke
kalkınmasındaki önceliklere göre geliştirmek, özendirmek, düzenlemek, eşgüdüm
sağlamak, bilimsel ve teknik bilgilere erişmek ve erişilmesini olanaklı kılmak
amacıyla, 278 sayılı Kanunla kurulmuştu. Kurum, özerkliğe sahipti; Bilim
Kurulu, Başkanlık, araştırma grupları, araştırma merkezleri, enstitüler ve
benzeri birimlerden oluşturulmuştu. Biliyorsunuz, iktidarın kurum üzerinde
etkinlik kurma anlayışına dayalı çabaları, ilk olarak Kurumun süresi dolan
Başkanının ve Bilim Kurulu üyelerinin yeniden seçilmesi ve atanması sürecinde
ortaya konulmuş, iktidar, bu çabalarıyla, TÜBİTAK'ta defacto bir durum
yaratmıştır. Bu konuda yaşanan olayları özetlemek isterim.
278 sayılı Kanunun 498 sayılı Kanun
Hükmünde Kararnameyle değişik 5 inci maddesinin ikinci fıkrasına göre, Kurum
Başkanının, söz konusu fıkrada dile getirilen nitelikleri taşıyanlar arasından
Bilim Kurulunca seçilmesi ve Başbakanın önerisi üzerine Cumhurbaşkanınca
atanması gerekmektedir. Kurum Başkanlığı görevini sürdürmekte olan Prof. Dr.
Namık Kemal Pak'ın görev süresi 30 Mayıs 2003 tarihinde dolacağından ötürü,
Bilim Kurulu, 1 Şubat 2003 tarihli toplantısında, Sayın Pak'ı oybirliğiyle
-dikkat ediniz, oybirliğiyle- yeniden Başkanlığa seçmiş ve bu kararı 6 Mayıs
2003 tarihinde Başbakanlığa bildirmiştir; ancak, Başbakan, bu bildirimden
sonra, atama için Cumhurbaşkanına herhangi bir öneride bulunmamıştır. Başlamış
olan bir idarî sürecin, hukuken geçerli bir neden olmadan durdurulması mümkün
ve hukukî değilken, başlamış olan bu süreç, Başbakanın Cumhurbaşkanına öneride
bulunmaması nedeniyle durdurulmuştur. TÜBİTAK'ı istediği şekle sokma amacını,
bu hukuksuz tutumuyla da tam gerçekleştiremediği anlayışında olan iktidar,
TÜBİTAK'ı tam bir etkinlik alanı olarak oluşturma çabalarına, süresi biten
Bilim Kurulu üyelerinin yerine seçilen yeni üyeleri atamayarak devam etmiştir.
Sayın Başbakan, 30 Ekim 2003 tarihli
yazısıyla, Bilim Kurulunun seçildiği toplantının Başkan Yardımcısının
başkanlığında yapıldığını, Başkan Yardımcısının kurul üyesi olmaması nedeniyle
toplantıya başkanlık edemeyeceğini, bu nedenle, toplantıda karar yetersayısı
olmadığını, başkanlık ile Bilim Kurulu üyeliklerine seçimin Türkiye Büyük
Millet Meclisine sunulmuş olan yasa tasarısı yasalaştığında bu yasa hükümleri
doğrultusunda yapılacağını bildirmiştir. Yani, henüz, Türkiye Büyük Millet
Meclisinde yasalaşmayan bir yasaya dayandırmıştır.
Sayın Başbakanın sözünü ettiği yasa
tasarısı ise 12 Kasım 2003 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından
kabul edilmiş; ancak, Anayasaya ve hukukun genel ilkelerine aykırılığı
nedeniyle Cumhurbaşkanı tarafından iade edilmiş, Anayasa Mahkemesi tarafından
da Anayasaya aykırı bulunarak yürürlüğü durdurulmuştur.
Bir hukuk devletinde, hiç kimsenin, keyfî
bir biçimde, başlamış bir idarî işlem sürecini durdurmaya hakkı yoktur,
olmamalıdır. Sadece yargı organları, bir hukuka aykırılık olduğu zaman süreci
kararlarıyla keserler; ama, burada, Başbakanlık, süreci sanki yargı organıymış
gibi kesmiştir.
Sayın Başbakanın ortaya çıkardığı bu
sorun, yasada seçime ilişkin yöntemin bir kerelik değiştirilmesi ve Başbakanın
boşalan kurul üyeleri için bu üyeleri doğrudan seçme ve göreve atama, başkan
için ise Cumhurbaşkanına isim önerme yetkisiyle donatılması suretiyle çözülmeye
çalışılmıştır.
Burada bir kamu yararı söz konusu
değildir. Burada, yalnızca, iktidarın kafasındaki siyasî yarar gözetilmiştir.
Hiç kimsenin, Türkiye Cumhuriyetinde devlet erkini, kendisinin ya da mensubu
olduğu siyasî yapının siyasal, öznel çıkarları için kullanmaya hakkı yoktur.
Şimdi, bugünkü duruma gelelim. Getirilen
düzenleme, Kurumun özerkliğini ortadan kaldıracak son derece tehlikeli bir
düzenlemedir. Oysaki, bilim kurullarının özerkliğinin korunması, özenle dikkat
edilmesi gereken, öncelikle gerçekleştirilmesi gereken bir husustur.
Bütün bu getirilen düzenlemeler, Adalet ve
Kalkınma Partisi İktidarının hukuk devleti ilkesini gözardı etmeye ne kadar
hevesli olduğunu, bu ilkeyi gerçekleştirme konusunda ne kadar özensiz
bulunduğunu, kadrolaşma konusunda ne kadar hevesli olduğunu gözler önüne
sermektedir. Bu özensizliğin TÜBİTAK gibi çok önemli bir bilim kurumuyla ilgili
bir düzenleme yapılırken gösterilmesi, ayrıca üzülmemiz gereken bir husustur.
Getirilen düzenlemeyle, gözümüz gibi
sakınmamız gereken bu kurum, bugün tamamen siyasallaştırılmakta, tamamen
bilimsellik dışına çıkarılmaktadır. Siyasallaştırılmaktadır; çünkü, Bilim
Kurulunun 14 üyesinin 7'sini Başbakan doğrudan atamaktadır. Bilimsellik dışına
çıkarılmaktadır; çünkü, Bilim Kurulu için Yükseköğretim Kuruluna yalnızca 1 üye
önerme hakkı tanınırken Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğine 2 üye önerme hakkı
tanınmaktadır. Ayrıca, örneğin, bir Türkiye Mimarlar ve Mühendisler Odası
Birliğine, bünyesinde 300 000'in üzerinde mühendis ve yüksek mühendis üye
bulunduran bir kuruluşa hiçbir üye önerme hakkı tanınmamaktadır. Ayrıca, YÖK
Genel Kurulu, yasanın yayımlanmasını izleyen 15 gün içinde aday belirleyemezse,
YÖK'e ayrılan 1 üyelik kontenjan da, yine, Başbakan tarafından
kullandırılmaktadır.
Bakınız, getirilen yasa teklifinin madde
gerekçeleri kısmında, Bilim Kurulunun oluşumuna ilişkin 4 üncü maddenin
gerekçesinde ne söyleniyor: "278 sayılı Kanunun 4 üncü maddesine göre,
Bilim Kurulunun boşalan üyeliklerinin seçimi yine Bilim Kurulu tarafından
yapılmaktadır. Ancak, bu yöntem zaman içinde kapalı bir döngüye yol açmakta,
Bilim Kurulu ve Kurumun etkinliklerinin dar bir çevre içinde kalmasına neden
olabilmektedir."
Değerli arkadaşlarım, Bilim Kuruluna yeni
üye seçimini bilime uygun bulmayarak reddeden, Bilim Kuruluna bırakmayan
zihniyet, bu yetkiyi Başbakana veriyor; böylece de bilimselliği sağlamış
oluyor. Bravo doğrusu!
Sayın Bakan, bugüne kadar yaşanan
gelişmeyi yeterli görmediklerini, bilimde çok daha ileri gelişmeler için bu
yasa değişikliğini yapmak istediklerini söylüyor. Ne kadar boş bir hayal, ne
kadar gerçekçilikten uzak bir yaklaşım! TÜBİTAK Bilim Kurulunun Başbakan tarafından
atanmasıyla, birdenbire bir sihirli değnek ortaya çıkacak ve Türkiye'ye bilimde
çağlar atlatacak! Bilime bilimdışı yaklaşım ancak bu kadar olabilirdi!
Bu yasa teklifi, Kurumun özerkliğine son
veren, Başbakana bağlı bir kurum yaratan tekliftir. Bu yasa teklifi, bilimsel
bir kuruluşu siyasallaştıran bir tekliftir. Bu yasa teklifi, TÜBİTAK'ı bitiren,
bilime sırtını dönen, bilimi katleden bir yasa teklifidir.
Sayın Bakan "bırakın da, Başbakanın
seçme hakkı olsun; kurulun tamamı, şu anda, tamamen Başbakan tarafından
atanıyor; üstelik, yasa değişikliğine göre, atanacakların 3'ü de TÜBA'dan
olacak" diyor ve TÜBA'yı bize anlatıyor. Evet, Bilim Kurulu üyelerinin
tamamı, var olan yasaya göre, Başbakan tarafından atanıyor; ama, bir farkla,
Bilim Kurulunun önerdiği isimler arasından atanıyor, yoksa, Başbakanın kendi
ölçülerine göre yaptığı seçime göre değil. Ayrıca, var olan yasaya göre, atanan
12 üyenin 4'ü TÜBA üyeleri arasından seçilirken, teklife göre, Bilim Kurulu
üyesi sayısı 14'e çıkarılırken, TÜBA üyesi sayısı ise 3'e indiriliyor. Bugünkü
Sayın Başbakanın devletin en yüksek bürokratı olarak atadığı profesör unvanlı
kişinin kamuoyuna yansıyan tutumları ve iki üniversitenin yetkili kurullarının
bu kişinin aşırma suçunu işlediği şeklindeki araştırma sonuçlarını düşündüğüm
zaman, TÜBİTAK'ın geleceğine ilişkin kaygılarım eleme dönüşüyor.
Yasa teklifinin genel gerekçesinde şu
ifadeler yer alıyor: "Günümüzde, bilimsel ve teknolojik etkinliklerin
sonuçlarının ticarî değere dönüşmesi, bilimin refaha katkı sağlamasındaki
olmazsa olmaz koşullardan biridir. Geçmişten beri, icat ve keşifler, onları
gerçekleştiren mucit ve kâşiflerin isminden çok daha fazla oranda, onları
insanlığın kullanımına ilk sunan ticarî markalarla isimlendirilmektedir."
Bu tasarının birinci gerçek gerekçesi bilimde siyasal kadrolaşmayı sağlamak
ise, ikinci gerçek gerekçesi de, bu iki tümcede belirginleşmektedir.
Özetle söylemem gerekirse, gerekçe, yasa
teklifini hazırlayanların konuya bilim adamı gözüyle değil, siyasetçi ve tüccar
gözüyle baktıklarını ortaya koyuyor; ticarete ve tacire, bilime ve bilim
adamına verilenden daha fazla değer verildiğini belgeliyor. O zaman, bu yasaya
yakışan isim "Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu" değil
"Türkiye Ticarî ve Teknolojik Araştırma Derneği" olmalıdır! Böylece,
ticaretten iyi anladığını hepimizin çok iyi bildiği Sayın Başbakan, yapacağı
atamalarda hem daha rahat davranır hem daha uygun isimleri atar. Dahası,
geçmişte İstanbul Belediyesinde birlikte çalışıp da, henüz bir yerlere
yerleştiremediği isimlere, o arkadaşlarına da bir yer bulmuş olur.
Değerli arkadaşlarım, aslında, polemik
tarzı konuşmanın hoş olmadığını biliyorum; ama, burada, iki arkadaşım, çok
ciddî polemiğe yer açacak konuşmalar yaptılar. İzin verirseniz, çok kısa o
konulara değinmek istiyorum.
Otuzaltı yıllık bilimsel yaşamımda hiç
karşılaşmadığım bir bilimsel tanımı Sayın Şahin Hanımefendi buradan ifade etti;
dedi ki: "Bilim ve teknik, müspet ilimdir." Bundan daha güzel bir
bilim tarifini, herhalde bugüne kadar insanlık tarihinde hiç kimse bulup
çıkaramamıştı! Sonra, buraya gelen bütün sözcüler, bizim, konuyu iki hususa
indirgediğimiz üzerinde durdular. Bunlardan biri TÜBİTAK'ı siyasallaştırmak,
diğeri de TÜBİTAK'ta kadrolaşmak. Vicdanı olan hepinize soruyorum: Bu yasa
teklifinin başka bir amacı ve anlamı var mı?! Getirilen değişiklik maddelerine
bakın, bunun dışında bir anlam ifade etmekte mi?!
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Ergin, 1 dakika eksüre
veriyorum, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurunuz.
GÜROL ERGİN (Devamla) - 5 dakika mı
dediniz efendim?
BAŞKAN - 15 dakika vermiştim, siz çok
heyecanlı konuştuğunuz için farkında olmadınız.
Buyurun.
GÜROL ERGİN (Devamla) - Efendim, hiç
kimseye şimdiye kadar 1 dakika değil, en az 2 dakika süre verdiniz.
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Ben hariç!
GÜROL ERGİN (Devamla) - Şimdi, Sayın Şahin
Hanımefendi burada dedi ki: "Köylü Mehmet efendinin refah düzeyini
düşünerek biz bu konulara giriyoruz." Güneydoğudan yeni geldim. Gitsin
köylü Mehmet efendinin karşısına -memleketi Gaziantep sanıyorum- bakalım, köylü
Mehmet efendi, ona, önüne baktıracak bir şeyler mi söyleyecek, yoksa yüzünü
ağartan ifadelerle mi karşı karşıya gelecek. Daha bugün, gündemdışı bir
konuşmada, AKP'li bir milletvekilimizin, İktidar Partisine mensup olduğu
nedeniyle son derece yumuşak ifadelerle ifade ettiği bu süt üreticilerinin
durumu için ne getiriyorsunuz, onu söyleyin, onu söyleyin.
MEHMET ÇERÇİ (Manisa) - Yeri geldiğinde
söyleriz.
GÜROL ERGİN (Devamla) - Değerli
arkadaşlarım, yine de ve her şeye karşın, bilimden söz ettiğiniz için size
teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Ergin.
Madde üzerinde, şahsı adına, Elazığ
Milletvekili Abdulbaki Türkoğlu; buyurun efendim. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
ABDULBAKİ TÜRKOĞLU (Elazığ) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan TÜBİTAK yasa teklifinin 9
uncu maddesinin 6 ncı geçici maddesi üzerinde söz almış bulunmaktayım; hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Gerçekten, şimdi bu sözleri inanarak mı arkadaşlarımız
söylüyorlar, yoksa...
HASAN FEHMİ KİNAY (Kütahya) - Muhalefet
olsun diye...
ABDULBAKİ TÜRKOĞLU (Devamla) - ... siyaset
yapalım, muhalefet olsun diye mi söylüyorlar. Ben, burada, buna inanmakta
zorluk çekiyorum.
Şimdi, elan mevcut olan TÜBİTAK Yasasının
4 üncü maddesinde der ki: "Bilim Kurulunun oniki üyesinden sekizi müspet
bilimler alanında eser, araştırma ve buluşlarıyla tanınmış kişiler arasından,
diğer dördü özel veya kamu kesiminden üstün nitelikli hizmetleriyle tanınmış
kişiler arasından seçilir. İlk gruptaki sekiz üyenin en az yarısının Türkiye
Bilimler Akademisi aslî üyesi olması zorunludur."
Şimdi, bizim getirdiğimizde, Başbakanın
atayacağı, üniversitede çalışmalarıyla temayüz etmiş -yine, müspet bilimler
alanında- 3 kişi, TÜBA'dan (Türkiye Bilimler Akademisinden) 3 kişi ve yine,
kendi mesleğinde başarı kazanmış, lisansüstü eğitimini almış 1 kişi, Türkiye
Odalar ve Borsalar Birliğinin seçeceği 2 kişi ve yine, Yükseköğretim Kurulunun
Bilim Kuruluna vereceği 1 kişi.
Burada, eğer biz siyasî bir amaç gütmüş
olsaydık, eğer biz Bilim Kurulunu kendi doğrultumuzda teşekkül ettirme
zihniyetini taşımış olsaydık, yapacağımız şey neydi biliyor musunuz; bizim
felsefemize, bizim düşüncemize yakın bilimsel kurulmuş vakıflar vardır; bu
vakıf üyelerinden eleman seçerdik, gidip de Türkiye Bilimler Akademisinden
eleman seçmezdik. Yine, üniversitelerden eserlerine atıfta bulunulmuş, çok
sayıda çalışması olan, Science Citation İndex'e giren çalışmaları bulunan
insanlardan, akademisyenlerden eleman seçmezdik. Bununla güttüğümüz amaç,
gerçekten Türkiye'de içler acısı olan durumu bir nebze düzeltmektir.
Siz yurt dışına gidiyorsunuz, bizler de
bulunuyoruz. Biz, geçenlerde bir ülkeye gittik. Bize teknoparklarını
gezdirdiler, araştırma enstitülerine gittik. Bir araştırma enstitüsünde 7 000
tane lisansüstü; yani, yüksek lisans ve doktora yapmış eleman vardı. O
araştırma enstitüsünün son buluşlarını, henüz dünyaya ilan edilmemiş
buluşlarını bize gösterdiler; sonuçlandırılmış olan projelerdi bunlar.
Özellikle araç takip sistemi ve bir de, bir kitapçığın bir sayfaya sıkıştırılmış
halini gösterdiler. Bunlar henüz yayımlanmamış olan eserler.
Biz de diyoruz ki -ülkemizde, tahmin
ediyorum, TÜBİTAK'a bağlı 3 tane araştırma enstitüsü vardır- bu araştırma
enstitülerimizin de, dünyada, gerçekten söz sahibi olabilecek enstitü konumuna
gelmeleri...
Biz, bir yıl içerisinde oluşturduğumuz
yeni yönetimle -ben, elbette, hizmeti geçmiş olanlara teşekkür ediyorum; ama,
bu, zihniyet farkıdır- sadece 2004 yılı içerisinde -2003'le kıyaslayacak
olursak temel araştırma projeleri- proje sayısı; 2003 yılında 72 projeye destek
verilmiş, 2004 yılı içerisinde 117 projeye destek verilmiş; yani, 2 katına
çıkmış. 2005 ödeneği öncesi bu. Üniversitelere akademik destek olarak, 2002
yılı içerisinde 4 500 000 milyon dolar, 2003 yılı içerisinde 5 000 000 dolar,
2004 yılı içerisinde 8 000 000 dolar -dikkat edin- 2005 yılının mayıs ayına
kadar 60 000 000 dolar. Biz, bununla, TÜBİTAK'ı siyasallaştırmak mı
istiyoruz...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Türkoğlu, lütfen
konuşmanızı tamamlar mısınız.
Buyurun.
ABDULKADİR TÜRKOĞLU (Devamla) - ... biz,
kendi doğrultumuzda yeni bir yapılandırmaya mı gidiyoruz; yoksa, gerçek
fonksiyonunu, işlevini yerine getirsin diye mi uğraş veriyoruz?!
Verilen destek... Özellikle, 800 hakemli
araştırma gruplarının gözetimi altında bu destekler veriliyor.
Dün, bir arkadaşımız "kendi siyasî
amaçları doğrultusunda bu paraları kullanacaklar" demişlerdi. TÜBİTAK
bütçesinin, 2002 ile 2005 yılı rakamlarını dün de söylemiştik, çarpıcı olması
bakımından bugün de söylüyorum; 90 000 000 dolardan 448 000 000 dolara
çıkardık. Ben bunu takdirlerinize sunuyorum.
Saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Türkoğlu.
Madde üzerinde 10 dakika süreyle
soru-cevap işlemi gerçekleştireceğiz.
Sayın Kepenek, buyurun.
YAKUP KEPENEK (Ankara) - Sayın Başkanım,
çok teşekkür ederim.
Soruma geçmeden, Sayın Çerçi'nin bir
yanılgısını düzeltmek isterim. Kişisel konuşmasında "Türkiye, dünya
bilimsel sıralamasında sondan 3 üncü" dedi. Hayır -bu düzeltilmedi
maalesef- Türkiye, dünya bilimsel sıralamasında 30'lu sıralardadır ve 90'lı
yıllardaki büyük çalışmalar sonucu, Türkiye'nin dünya bilimindeki yeri
yükselmiştir. Sayın Çerçi'nin bunu düzeltmesini özellikle isterdim.
Bu düzeltmeden sonra, Sayın Başkanım, iki
sorum var: Bir, dünyanın hangi ülkesinde, böyle bir kurumun bilim kurulu bir
tek kişi tarafından saptanmakta ve atanmaktadır diye sordum; üçüncü kez
soruyorum.
Sonra, ikinci bir soru: TÜBİTAK, ar-ge
desteğinin ne kadarını ticarî işlerde kullanacaktır, ticarî amaçla
kullanacaktır, ne kadarını araştırma için kullanacaktır?
Son nokta, Sayın Başkanım, izninizle:
Sorularımıza yanıt verilmiyor; yazılı yanıt verilecek midir? Hepsi bu.
Teşekkür ederim efendim.
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kepenek.
Sayın Türkoğlu...
ABDULBAKİ TÜRKOĞLU (Elazığ) - Sayın
Başkan, teşekkürler.
Bilim ve Teknoloji Politikaları Uygulama
Planı (BTPUP) gereğince, ulusal önceliklerimiz nelerdir?
Amaç ve hedefler konusunda uyumlu hareket
edilmekte midir?
Yürütülen faaliyetlerin, kamu, özel sektör
ve üniversite bağlantıları konusunda neler planlamaktayız?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Türkoğlu.
Sayın Gazalcı, buyurun.
MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Bana,
sataşmayla ilgili söz vermeyeceksiniz herhalde, değil mi Sayın Başkanım;
vermiyor musunuz? Ben, ona göre sorumu yönelteceğim.
BAŞKAN - Hayır... Tutanakları inceledim,
sataşmayla ilgili bir husus yok; o konuda size söz vermeyeceğim.
Sorunuzu sorun, buyurun.
MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Peki, o zaman,
ben, birinci soru olarak -arkadaşım dedi ki, akademisyenlerin Türkiye'nin geri
kalmasındaki rolünü biliyor musunuz- Sayın Bakana sorayım aracılığınızla.
Türkiye'nin geri kalmışlığında siyasîlerin mi, şimdiye değin, Türkiye'yi
özellikle 1950'den bu yana yönetenlerin mi, yoksa bilim adamlarının mı etkisi
olmuştur? Birinci sorum bu.
Dünyanın neresinde, bizimkine benzer,
hükümetlerin, başbakanların belirlediği özerk bir bilim kuruluşu vardır? Biraz
Sayın Kepenek'in sorusuna benzer; ama, ben altını çizmiş olayım.
Üçüncü ve son soru: Sayın Bakanım, siz,
hükümet olarak, üniversitelerin araştırma fonlarına bir el koydunuz geçen yıl,
benim anımsadığım kadarıyla. Onları muhtaç duruma getirdiniz; araştırma
görevlisi alamaz, araştırma fonlarını kullanamaz duruma getirdiniz. Sonra da
TÜBİTAK'a, döndünüz, para yatırdınız. "Bak, oraya büyük para verdim"
dediniz. Sanki, bana, böyle, içime bir kurt düşüyor; çünkü, TÜBİTAK zaten
üniversitelerle bir işbirliği yapıyor. Üniversitenin özerkliğini de bu TÜBİTAK
aracılığıyla denetleme niyetiniz mi var diye düşünüyorum; çünkü, gerçekten,
güven duygumuzu kaybettik, yapılanlara bakınca.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Gazalcı.
Sayın Işık...
AHMET IŞIK (Konya) - Sayın Başkan,
teşekkür ediyorum; vasıtanızla Sayın Bakanımıza şu soruyu yöneltmek istiyorum:
Kanunun yürürlüğe girdiği yılların koşulları içerisinde Kurumun iki temel
görevi sıralanırken, araştırma ve geliştirme yapmaya ilk sırada yer verilmiş;
bu faaliyetleri desteklemek, fonlamak görevi ise ikinci sırada yer almıştır.
Günümüzde ise, bilimsel ve teknolojik araştırma ve geliştirme faaliyetlerinin
özellikle sanayide, üniversitelerde ve diğer özel kamu kurum ve kuruluşlarının
bünyesinde yapılması, bilginin kullanım alanlarına aktarılmasını hızlandırmakta
ve etkinleştirmektedir. Getirilen değişiklikle, destekleme, fonlama
fonksiyonunun ilk sıraya alınması ise dikkat çekicidir. Bu konuyla ilgili
yorumunuzu almak istiyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Sayın Coşkunoğlu'nun bir sorusu
var, onu da alalım isterseniz Sayın Bakanım.
Buyurun Sayın Coşkunoğlu.
OSMAN COŞKUNOĞLU (Uşak) - Teşekkür ederim
Sayın Başkan. Kısa üç sorum vardı; bir tanesini sorayım aracılığınızla Sayın
Bakana.
Öyle anlaşılıyor ki, siyasî iradeden uzak
kalmış bir TÜBİTAK istenmiyor. Yani, anlaşılıyor değil, bu net bir şekilde
ifade edildi; siyasî iradeden uzak, soyutlanmış, içine kapanmış bir TÜBİTAK...
Bunu sağlamanın tek veya en iyi yolu; yani, TÜBİTAK'ın siyasî iradeden uzak
kalmamasını sağlamanın tek veya en iyi yolu, Başbakana Bilim Kurulu
atamalarında daha fazla yetki vermek midir?
İkinci soru, izninizle, çok kısa: Hangi
bilim ve teknoloji politikasını uygulayamadınız siz daha önce de, bu ihtiyacı
hissettiniz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın
Coşkunoğlu.
Sayın Bakanım, buyurun.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Sayın Başkanım, teşekkür ederim.
Önce, geçtiğimiz maddelerle ilgili
cevaplandırmam gereken bir soru var. "Yayın politikanız değişecek mi"
denmişti ve basılan kitaplar hakkında bilgi istenmişti.
Önce, 2003 yılında yeni olarak 10 kitap
basılmışken TÜBİTAK tarafından, 2004 yılında 19 çeşit kitabın basıldığını
görüyoruz. Şimdi, yayın politikanız değişecek mi sorusunun cevabını oluşturmak
üzere vereceğim rakam, sanıyorum, ilgi çekecektir. 2003 yılında eskiden
yayımlanmış 67 kitap yeniden yayıma girmişken, 2004 yılında bu rakam 86'ya
çıkmıştır -yani, yayın politikasının devamını gösteren bir örnektir diye bunu
ifade ediyorum- ve toplam 2003 yılında 505 500 adet kitap basılmışken, 2004
yılında 982 500 adet kitap basılmıştır. 2005 yılının ilk dört ayında 37 çeşit
yeni kitap basılmıştır ve baskı adedi de 300 000 civarındadır.
Evet, şimdi, Sayın Kepenek "dünyanın
neresinde bir bilim kurulu heyeti bir tek kişi tarafından seçilmektedir"
diye bir soru yönelttiler. Dün, dünyanın değişik ülkelerindeki buna benzer
bilim heyetlerinin o ülkelerin ya devlet başkanları veya başbakanları
tarafından atandığını ifade etmiştim. Aslında, Türkiye'de de şu anda Bilim
Kurulu üyelerinin tamamı, biliyorsunuz, Başbakan tarafından atanmaktadır. Yani,
dünyanın neresinde derken, aslında Türkiye bunun bir örneğidir. 1993 yılından
beri de bu böyledir. Şimdi, biz bunu değiştiriyoruz.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Daha
kötü hale getiriyorsunuz.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Yani, Başbakan 15'in 7'sini atıyor. O nedenle,
burada yadırganacak bir şey olmadığını düşünüyorum.
"Cevaplandırılmayan sorular var; bunlar
yazılı olarak cevaplandırılacak mı" dendi. Tabiî ki, cevaplandırılmayan
soruları yazılı olarak da cevaplandırmaya çalışacağım.
"TÜBİTAK'a ar-ge için ayrılan
paraların ne kadarı ticarî amaçlı, ne kadarı üniversite ve sanayi araştırmaları
için kullanılacak" dendi; daha doğrusu "ticarî amaçlı kullanılacak
mı" diye bir soru soruldu. Bu fonlar ticarî amaçlı olarak kullanılmayacak
Sayın Kepenek, sadece üniversite ve sanayi araştırmalarını destekletmek için
kullanılacak. Sorunuza bu şekilde cevap vermiş oldum.
"Türkiye'nin geri kalmasının
müsebbibi siyasîler mi, yoksa bilim adamları mıdır" diye bir soru yöneltti
Sayın Gazalcı. Evet, Türkiye, izafî olarak, kalkınma hamlesinde gerçekten
başarılı olmuş ülkelerin gerisindedir. Bunun sorumlusunu aramanın bize bir
faydası olacağı kanaatinde değilim. Eğer, Türkiye kalkınma yarışında
gerilerdeyse, bunun sorumlusu hepimiziz; hepimize sorumluluklar düşüyor. Demek
ki, hepimiz sorumluluklarımızın gereğini yerine getirseydik, Türkiye daha ileri
noktalarda olurdu diye düşünüyorum.
Sayın Başkanım, böylece sorulara cevap
vermeye çalıştım; diğer sorulara yazılı olarak cevap vereceğim.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakanım.
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım,
geçici madde 6 üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Madde 9'a ekli geçici madde 6'yı
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Saygıdeğer milletvekilleri, madde 9'u ekli
geçici madde 4, ekli geçici madde 5 ve ekli geçici madde 6'yla birlikte
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
10 uncu maddeyi okutuyorum:
MADDE 10.- 278 sayılı Kanuna 10.12.2003
tarihli ve 5016 sayılı Kanunla eklenen geçici 3 üncü madde yürürlükten
kaldırılmıştır.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, madde
üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Uşak Milletvekili Osman
Coşkunoğlu; şahısları adına, Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya, Kütahya
Milletvekili Soner Aksoy ve Uşak Milletvekili Osman Coşkunoğlu'nun söz
talepleri vardır.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Uşak
Milletvekili Sayın Osman Coşkunoğlu; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
Şahısları adına söz talepleri olduğu için
sürenizi birleştiremedim; çünkü, konuşmak isteyebilir diğer arkadaşlar. Onun
için, eğer konuşmazlarsa, tekrar size konuşma hakkı vereceğim.
Şimdi 10 dakika süreniz.
Buyurun.
CHP GRUBU ADINA OSMAN COŞKUNOĞLU (Uşak) -
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, TÜBİTAK Yasasının
10 uncu maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini belirtmek için
söz aldım.
TÜBİTAK Yasasını tartıştığımız şu
toplantıları iki bakımdan büyük üzüntüyle izledim. Birincisi, bir yasayı veya
yönetimde yeniden bir yapılanmayı getirmek için, zaten birtakım mahkemelerde
belli bir rahatsızlık, büyük ölçüde bir rahatsızlık vermiş olduğumuz geçmiş
yönetimleri ve bilim adamlarını âdeta bu yasanın gerekçesi olarak suçlama
gereği buralarda duyuldu. Bu, çok yazıktır. Geçmişte bu kadar hizmet vermiş
bilim insanlarına burada yapılmış olan eleştirileri esefle ve üzüntüyle
izledim. Aynı şekilde, yeni yasanın veya yeni uygulamaların getirdiği,
TÜBİTAK'ın şimdiki yönetiminin de bazı töhmetler altında kalmış olmalarını da
üzülerek izledim. Kişileri, bilim adamını, kadınını, bilim insanını töhmet
altında bırakan bir tartışma ortamı içerisinde TÜBİTAK Yasası
tartışılmamalıydı. Bu, birinci üzüntüm.
İkinci üzüntüm "TÜBİTAK Yasası"
diye adlandırdığımız bu yasanın "Türkiye Bilimsel ve Teknik" veya
şimdi de "Teknolojik" denilen kurumun, Türkiye'nin bilim ve teknoloji
vizyonuna ne katacağı ve ne katabileceği şeklinde bir tartışma yürütülmüş
olmasını isterdim. Onun yerine, her şey geldi dayandı, her şey geldi dayandı,
yönetimde veya Bilim Kurulundaki atamalarda Başbakana verilecek yetkinin
artırılmasına; Başbakana verilecek yetkinin artırılmasının ortaya çıkarabileceği
sonuçları tartışıyoruz. Bir yandan bunun çok iyi olacağı söyleniyor; ama, bir
neden-sonuç ilişkisi içerisinde açıklanmıyor ve ondan sonra da, bizim, bazı
evhamlara kapılmamız ve niyet okumamız eleştiriliyor; bu da yanlış oluyor.
Şimdi, ben, bunun üzerinde edilmiş olan
lafların hepsini tutanaklardan inceledim, onların üzerinde duracağım zaman
elverdiği ölçüde.
"Başlangıç noktası şudur bu yasanın
getirmek istediği: Kapalı bir sistem vardı, kendi içinde kapalı bir sistem ve
bu kapalı sistemi açmak lazımdı. Bu argüman, kabul edilebilir bir argüman.
TÜBİTAK'ın var olan yapısı ve içindeki Bilim Kurulu seçim sisteminde bir
değişiklik olması gerektiği genellikle kabul edilebilir bir şey; fakat -bunu
söyledikten sonra, bunu, siyasî iradeden de uzak kaldığı iddiasıyla- siyasî
iradeden uzak kalıyor TÜBİTAK kapalı sistem içerisinde; siyasî iradeye açmak
lazım." Aynı bu laflar edilmiştir, bunlar benim yorumum değil. Siyasî
iradeden uzak kaldığı için, kendi içinde çok güzel kararlar alıyor; ama,
kararlarının ve ürünlerinin günlük hayata geçirilmesi çok zor oluyor; bunlar,
edilmiş laflardır, söylenmiş laflardır; sorumlu, yasa teklifinden sorumlu
kişilerin. İnsanlar için faydalı bir hale dönüşmüyor; yani, bu yönetimle bunlar
olmuyor. Patent alınamıyor, ayağı yere basmıyor; bütün bunlar söylenildi;
çünkü, bir bağ yok siyasî iradeyle arasında, siyasî iradeden uzak. Bütün
argümanlar bu. Peki bunu nasıl çözüyoruz; Başbakanın yetkisini artırarak. Yani,
bir sözcünüz geldi "Parlamentonun söz hakkı olmasın mı" dedi.
Parlamentoyu Başbakan mı temsil ediyor?! Bunu, bu kadar kendinize, içinize
sindirebildiniz mi? Başbakanın yetkisini artırarak Parlamentonun katkısını,
hatta hatta hükümetin katkısını artırmış bile sayılmamak gerekir. Bunu,
içinize, yani, AKP milletvekilleri olarak, Başbakanın yetkisini artırarak
Parlamentonun katkısını ve siyasî iradeyi artırdığınızı iddia etmeyi içinize
sindirmiş olmanızı yadırgıyorum. Şimdi, birincisi bu. Bu, çok alakasız.
İkincisi, gelelim TÜBİTAK'ın bazı
ürünlerine, şimdi burada zamanım yok, bir tanesinden söz edeceğim. Pardus diye
bir işletim sistemi vardır; hani, bilgisayarlarınızda Microsoft'un işletim
sistemi vardır ya Windows, işte ona eşdeğer Pardus denilen bir sistem vardır;
bu, TÜBİTAK'ın para harcayarak, devlet parası harcayarak geliştirdiği bir
sistemdir. Ben, şimdi, soru önergelerimle bunu hükümete sordum, Sayın Bakana da
soruyorum; bu Pardus denilen TÜBİTAK'ın ürününün piyasada, piyasayı bırakalım,
devlet kuruluşlarında kullanılmamasının ve dünyaca tekel olduğu için hakkında
çeşitli soruşturmalar açılmış olan Microsoft'un, Avrupa Birliği ve Amerika
Birleşik Devletlerinde mahkemelerde olan Microsoft'un, Pardus yerine tercih
edilmesinin gerekçesini sordum. Burada ben Microsoft'un aleyhine konuşmuyorum,
tercih edilmesin diyorum; bari, rakip olarak TÜBİTAK'ın geliştirildiği,
devletin parasıyla geliştirdiği bir ürününün, tekel olarak Batı dünyasında bile
eleştirilen başka bir ürünle eşit düzeyde rekabet edebilmesi sağlanabilmeliydi
diyorum. Bunu yapmayan hükümet, işte öğretmenlere dağıttığı bilgisayarda, işte
ulusal yargı projesinde, e-devlette şurada burada bunu yapmıyor hükümet, ondan
sonra, TÜBİTAK'ın geliştirdiği ürünlerin piyasa bulamamasından, hayata
geçememesinden yakınıyor; bu samimî olmuyor. Şimdi, samimî olmayınca, bunların
arkasında başka nedenler aramak zorunda kalıyoruz.
Gelelim diğer bir iddiaya: İhraç ettiğimiz
ürünün üstüne katmadeğer koyalım, şimdiye kadar koyamadık. Neden; TÜBİTAK
çalışmamış da ondan... Arkadaşlar, yapmayın, rica ediyorum... Birsürü teşvik
yasaları çıkarıyoruz ha bire. Ne yapıyoruz; ucuz arazi, ucuz şu ucuz bu
veriyoruz. İşte, bir Cumhurbaşkanı daha önce de "gelsinler yatırım
yapsınlar, arka bahçemi vereyim" demişti; Cumhurbaşkanlığı Köşkünde
oturuyor, bahçeyi bayağı benimsemişti herhalde. Yani, ucuz arazi, ucuz bir
şeyler vererek girdilerin ucuz olması, düşük fiyatla olması elbette arzu
edilir; ama, bu şekilde teşvik edilirse, ondan sonra siz istediğiniz kadar
bilim ve teknoloji arz edin, sunun, talep olmayınca sanayide, arzu edilen
düzeyde talep olmayınca, hâlâ ucuz işgücüne dayanan bir rekabet gücü anlayışı
olunca, o talep olmayınca, ar-ge talebi olmayınca, TÜBİTAK ne yapsın,
üniversiteler ne yapsın?! Bu da son derece ham bir eleştiri oluyor.
Somut olarak bir örnek vereyim ben size:
Teknoloji üreten mühendislerle Amerika'nın ünlü Silikon Vadisinde karşılaştım
ben, Türk mühendislerle Amerika'nın ünlü Silikon Vadisinde karşılaştım. Nereden
gitmişlerdi biliyor musunuz; Teletaştan gitmişlerdi. Teletaş, özelleştirildiği
sıra, yabancılara satıldığı zaman, Alcatele satıldığı zaman, Alcatel geldi,
Teletaşın ar-gesini kapattı. Ondan sonra işte, Türkiye'de teknolojiyi üretecek
olan mühendisler, gitti Amerika'da teknoloji üretiyor. Ondan sonra, bu hükümet,
benzer politikaları, özelleştirme politikalarını, Türk Telekomu özelleştirme
gibi politikaları savunan hükümet, teknoloji üretmemekten şikâyet ettiği için,
Başbakanın TÜBİTAK Bilim Kurulundaki atama yetkisini yükselten bir yasa
teklifiyle karşımıza çıkıyor.
Şimdi, burada, hangi mantıkla bunu
savunabiliriz. Bir konuşmacı, AKP sıralarından bir konuşmacı "burada, biz
bilim konuşuyoruz; muhakeme, mantık olması lazım" dedi. Hangi mantık bunu
der; hangi politika bilim ve teknolojiyi teşvik ediyor?! Takdirle benim de
ifade etmem gerekir ki, gerçekten, TÜBİTAK'a ayrılmış olan güzel bir kaynak
vardır; bunu yadsımıyoruz, bunu inkâr etmiyoruz; ama, bunu yaptıktan sonra,
yönetimi Başbakana bağlayarak -bağlayarak sözünü geri alıyorum; o da iddia
edilebilir de, polemiğe girmemek için- Başbakanın yetkisini artırarak, siyasî
iradeyi, Parlamentonun kararlarını...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Coşkunoğlu, konuşmanızı
tamamlar mısınız.
Buyurun.
OSMAN COŞKUNOĞLU (Devamla) - Tamamlıyorum
Sayın Başkan.
TÜBİTAK'a, siyasî iradenin, bilim ve
teknoloji politikalarının uygulanabilme olanağını verdiğini iddia etmek, hiç
ama hiç, mantığa da uymuyor, inandırıcı da olmuyor. Bunu ifade eder, sorumu
tekrarlarım; hükümet, iktidara geldikten sonra, hangi bilim ve teknoloji
politikasını uygulamak istedi de, o zamanki var olan TÜBİTAK yönetimi veya o
zamanki TÜBİTAK yapılanması buna engel oldu?!
Hepinizi saygıyla selamlar, teşekkür
ederim. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın
Coşkunoğlu.
Şahsı adına, Samsun Milletvekili Sayın Musa
Uzunkaya; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Süreniz 5 dakika.
MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; TÜBİTAK Yasasının 10 uncu maddesi üzerinde şahsım
adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Tabiî, 10 uncu maddeye kadar, geçici
maddeler dahil, muhalefet sözcüsü çok değerli arkadaşlarımız çok güzel şeyler
söylediler; ama, yasa üzerindeki temel odak noktaları, Başbakanın yetkisi
burada artıyor mu, azalıyor mu; bütün sorumluluğu Başbakana yüklüyoruz... Ki,
Sayın Başbakan Yardımcımız izah ettiler; 1992'den beri uygulama, o günkü
başbakan ve yardımcıları tarafından yapılan atama ve uygulamalar bu
istikamette. Bugüne kadar, hiç ses çıkarılmadı, aynı uygulamayı, belki
yetkileri ve sorumlulukları da artırılmak suretiyle, Başbakan tarafından...
Aynı yasada yapılan ufak bir değişiklikle Sayın Başbakana verilirken...
Coşkunoğlu'yla Plan ve Bütçe Komisyonunda beraberiz, çok değerli bir
akademisyen hocamızdır, saygı duyuyorum her zaman kendisine; ama, merak ettim,
yani, Başbakan, bu atayacağı kişileri, sokaktan bulduğu Ahmet, Mehmet efendiyi
mi atayacak; yoksa, vasıfları belirlenen, TÜBİTAK'ta bu işe ehil insanları mı?
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Bir de
sokaktan getirseydiniz bari!.. Olacak şey mi?!.
MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Yani, böyle bir
şey olur mu?! O zaman, soruyorum, bugüne kadar, bu atamalar hangi kurallar
içinde yapıldıysa, 59 uncu Cumhuriyet Hükümetinin Başbakanı da bunu böyle
yapacak. Siz diyorsunuz ki "siyasetten tamamen arındıralım."
Allahaşkına, sizin, siyasetten arındırmadan yürütülmesini istediğiniz tek bir
yasa, tek bir bakanlıkla veyahut da değişik kurumla ilgili bir talebiniz var
mı?! Bütün kurumlarda, Plan ve Bütçe Komisyonunda da, Genel Kurulda da hep
böyle görüyoruz. "Siyasetten arındıralım..." Arkadaşlar, siyaset
yapan insanların bu işi siyasetten arındırması... Bana söyleyebilir misiniz...
Şu saflardan, şu sıralarda, geçenlerde, bir değerli arkadaşım, burada
konuşurken, bana "sataştınız Sayın Uzunkaya, ben öyle genç politikacı
değilim, doğduğumdan beri, öğretmenlik yaptığım günden beri siyaset
yapıyorum" dedi. Yani, öğretmenken, ilkokul öğretmeniyken siyaset yapıyor
bu insanlar da, üniversitedeki hocaların siyasetçi olmadığını, politikayla
ilgilenmediğini mi söylüyorsunuz?! Birbirimizi niye yanıltıyoruz?! Siz, hangi
saflardan geldiniz?! Tercihleriniz; kimisi AK Partiden geldi, kimisi Cumhuriyet
Halk Partisi... Yani, TÜBİTAK'ta bir değerli arkadaşımız, orada olabilirdi.
Yani, kişilerin siyasî kanaatleri vardır, olacaktır; ama, biz, hiçbir zaman...
Yani, mesela, düşünün, AK Parti iktidarda, hiçbir zaman, Adalet ve Kalkınma
Partisi olarak, Adalet Bakanlığına alacağımız 5 000 kişi için "biz bunları
örgütten almayacaktık da, filan yerden mi alacaktık" diye kimseye
söylemedik. Böyle bir şeyi de "adalet mülkün temelidir" denilen
noktada yapmayı bu milletin adalet anlayışına indirilecek bir darbe olarak düşündük.
Ama, bunu, siz, vaktiyle söyleyebildiniz. 5 000 kişi alındı ve "örgütten
almayacaktık da nereden alacaktık" diye bu ifadeyi kullanan sizlersiniz.
Değerli arkadaşlar, bir başka...
HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU (Antalya) - Kim
söyledi?
MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Kimin
söylediğini çok iyi biliyorsunuz. Hangi dönemde, hangi bakanınızın söylediğini
iyi biliyorsunuz. Dillere destan bir olay.
BAŞKAN - Sayın Uzunkaya, lütfen, madde
üzerinde konuşunuz.
MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Ben polemiğe
girmek istemiyorum.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) -
Bahsettiğiniz kişi Cumhuriyet Halk Partili değildi. Lütfen...
MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Cumhuriyet Halk
Partisi idi...
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Hayır,
hayır...
MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Yani, o günkü
SHP idi; ama, bugün CHP oldunuz; yani, SHP'den CHP kararını siz aldınız, biz
almadık. O arkadaşların bir kısmı bu sıralarda oturuyor.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Hiçbir
zaman Cumhuriyet Halk Partisi olmamıştır; Partimize sataşmayın.
BAŞKAN - Sayın Uzunkaya, bir sataşmaya
sebebiyet vermeden, lütfen, konuşmanızı tamamlar mısınız...
MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Değerli arkadaşlar,
siz, şu 10 maddenin tümünde sataştınız, AK Partiye sataştınız. Yani, şu
ifadelerden niye rahatsız oluyorsunuz?
Kaldı ki, bakın, ben, sizin, bu konudaki
samimî talebinize aynı duygularla katılırdım; nerede biliyor musunuz; bu
üniversitelerimizin, yani, akademisyenlerimizin, hocalarımızın... Bakın,
Türkiye'de, bu TÜBİTAK'a giden bilim adamlarımız üniversitelerden gidiyor.
Dürüst, kendini yetiştirmiş, hakikaten, eleman yetiştiren insanlara saygı
duyuyorum. Elbette, içinizde de bu değerde, kıratta çok vasıflı insanlar var;
ama, geleceğin belki TÜBİTAK'ta veya Türkiye'deki değişik bilim olimpiyatlarında
güçlü insanlar olacak öğrencilerin yolu kesilirken çeşitli bağnazlıklarla, açık
olarak söylüyorum, çeşitli nedenlerle akademik yolları kesilirken, eğitim
yapmada binbir yığın engelle karşılaşırken, birkısım yasaların arkasına
sığınarak, birkısım kararların arkasına sığınarak "bunlar elhak doğrudur,
yapılmaması gerekir" diyen, bu yaklaşım içerisinde olan bir partinin,
kusura bakmayın, Cumhuriyet Halk Partisi... Yani, sizi dışarıdan dinleyenler, zannediyor
ki, Cumhuriyet Halk Partisi bütün millete özgürlükleri vermiş, hakikaten, bilim
bu kadar özgür olsun diyor, çok özgür yaklaşıyor... Arkadaşlar, bilimde bu
kadar özgürseniz, gelin, eğitimin önündeki şu prangayı beraber kaldıralım ve
önergeyi de siz verin, bunun onuru da sizin olsun.
HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU (Antalya) - Söyledik
onu...
MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Evet, bunun
onuru sizin olsun. Şu bilimin önündeki...
BAŞKAN - Sayın Uzunkaya, lütfen...
MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Sayın Başkanım,
değerli arkadaşlar, ben, yasayla ilgili konuşuyorum ve bir değerlendirmeyi
yapmama da lütfen müsaade buyurun.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Her
konuşmanızı CHP'yle ilgili olarak yapıyorsunuz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Uzunkaya, 1 dakika eksüre
veriyorum; lütfen, konuşmanızı tamamlar mısınız.
Buyurun.
MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Değerli
arkadaşlar, bakınız, şunu çok açık olarak söylüyorum...
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Konuşmanızda
hep CHP'den bahsediyorsunuz.
MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Bugün, tabiî,
sizden niye bahsediyoruz; burada, bir İktidar Partisi, bir de Anamuhalefet
Partisi var. Grup olarak siz çıkıyorsunuz, konuşuyorsunuz, sizden bahsedeceğiz;
üçüncü bir parti olsa, ondan da bahsederdik; ama, sizin yaklaşımınız, özü
itibariyle, temel bilimsel özgürlüklerin sağlanması istikametinde olsaydı...
HALUK KOÇ (Samsun) - Geldim... Geldim...
MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Sayın Koç, siz
geldiniz, biliyorum. Sizinle ilgili de benim elimde bir belge var; ama, burada
bunu teşhir etmeyeceğim.
HALUK KOÇ (Samsun) - Söyleyin, söyleyin.
MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Yani, sizin
bilime yaklaşımınızı ifade eden "şu okullar kapatılsın" diyebilecek
kadar rahat yaptığınız BBC'deki açıklama da elimde.
HALUK KOÇ (Samsun) - Söyleyin, söyleyin.
MUSA UZUNKAYA (Devamla) - "Bu okullar
kapatılmalıdır..." İşte, ben size vereceğim, burada okumuyorum.
HALUK KOÇ (Samsun) - Okuyun, okuyun.
MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Çünkü, aynı ilin
milletvekiliyiz, sizinle bu kürsüde polemik yapmak istemiyorum; ama, ben bir
şey söylüyorum.
HALUK KOÇ (Samsun) - Her şeyi
yapabilirsiniz...
BAŞKAN - Sayın Uzunkaya, sözlerinizi
tamamlar mısınız.
MUSA UZUNKAYA (Devamla) - İşte, BBC...
2004'ün beşinci ayının 11'inde, yerel saatle 07.30; Türkiye saatiyle 10.20 ve
10.56 arasında yaptığınız bir BBC'deki mülakatınız... İşte elimde... Bilime
hangi noktada saygı duyduğunuz...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Uzunkaya, Genel Kurula
teşekkür eder misiniz.
MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Teşekkürümü
yapmak için müsaade istiyorum.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; bu yasa
çıkıyor. Bu yasa, inanıyorum ki, bilimin önünü gerçek anlamda açacak. Bilimin
önünü, her şeyden önce, maddî kaynaklarıyla açmak lazımdı. Bu hükümet, bu
konuda o kadar samimî ki, bugüne kadar TÜBİTAK'a görülmeyecek ölçekte bir
destek sağlayarak, maddî olarak ve saniyen de bu değerlendirmeyi, bu yasal
düzenlemeyi yaparak, idarî olarak açmaktadır.
Hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.
Madde üzerinde, şahsı adına, Kütahya
Milletvekili Soner Aksoy; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
SONER AKSOY (Kütahya) - Sayın Başkan, çok
değerli milletvekili arkadaşlarım; 877 sıra sayılı yasa üzerinde şahsım adına
söz almış bulunuyorum. Hepinize saygılar sunuyorum.
Muhterem arkadaşlarım, bir iktidar
düşününüz ki, bilim politikası olmasın ve bilimle ilgilenmesin; bir iktidar
düşününüz ki, kalkınmayı, ülkeyi bir noktadan belli bir noktaya götürmeyi hedeflesin
de, ilimle, bilimle ve teknolojiyle ilgilenmesin; bu, mümkün değildir. Burada
yapılmak istenen şey, sadece belli kişilerin atanması veya atanmamasından
ziyade, Türkiye'de olmayan bilim politikasını oturtmaktır. Bu istikamette,
ciddî bir çalışma başlatılmıştır.
Bakınız, 1983 yılında Türkiye, bir bilim
politikası dokümanı hazırlamıştır, 2003 yılına kadar bunu uygulamak istemiştir.
Ama, siyasî irade yetersiz gelmiştir; bilim adamları, 300 kişi, Sayın Prof.
Nimet Özdaş'ın başkanlığında toplanmış, dokümanı meydana getirmişlerdir, ama,
siyasî irade yeterli olmadığı için bunu uygulamaya koyamamışlardır.
Şimdi, aynı şekilde yeni bir bilim
politikası dokümanı hazırlanmıştır, 2003 ve 2023 yılına kadar bir vizyon ortaya
konmuştur. Bu vizyonu gerçekleştirmek hepimizin arzu ettiği bir husustur;
Cumhuriyet Halk Partili arkadaşlarımın da bunu gönülden istediklerini ben
şahsen biliyorum; hepsiyle yakinen görüştüğüm için -temaslarımızda,
konferanslarda, toplantılarda- biliyorum; ama, arkadaşlar, bu politikayı uygulamaya
koyabilmemiz için birtakım eylemler yapmanız gerekir, sadece bunları söze
bırakmak bir şey ifade etmez.
Ayrıca, bilimsel özerklik, siyasî
müdahaleyi engelliyor manasında bir cümle içermez; yani, bilimsel özerklik her
zaman için olabilir, ama, siyasî irade daima olmalıdır.
Bakınız, kalkınmış olan ülkelere
baktığınız zaman, bunun kalkınmışlığının arkasında iki temel unsuru görürsünüz.
Bunun bir tanesi, demokratikleşme, özgürlükler ve temel insan haklarıdır;
diğeri de, bilim üretmek, teknoloji üretmektir.
İki senedir çalışıyoruz; Türkiye'nin çok
önemli eksiği olan demokratikleşme ve özgürleşme adına, hepimizin katkısı olan,
çok ciddî adımlar attık. Kalkınma projemizi devam ettirmemiz için şimdi bilim
ve teknolojiler üretmemiz lazım. Bilim ve teknoloji üretmek lafla olmaz ki;
devletler bilim ve teknoloji üretimine müdahale ederler. Gelişmiş bütün
ülkelerin bilim ve teknolojiyle alakalı teşviklerinde özel müdahaleler vardır.
Bu müdahaleler, illa bilimsel özerkliği ortadan kaldırmak anlamına değildir; insanın
kendi vatanında, kendi ülkesinde bulunan bilimsel altyapıları kullanmak
suretiyle bilim ve teknoloji yönlendirilir. Bunun için de, bilim politikaları
dediğimiz dokümanlar ortaya konulur ve bu dokümanların uygulanması gerekir.
Peki, bunu kim uygulayacak; mesela
TÜBİTAK, bunu uygulama noktasında Türkiye'nin en önemli kurumlarından biridir.
TÜBİTAK'a şu ana kadar ne yapılmış; ne
yapmış; bunları da sorgulayalım arkadaşlar. Bunları sorgulamak, bilim
adamlarını töhmet altına asla almak değildir; asla böyle bir düşüncemiz yok.
Siyasetçileri yargılayalım, gerektiği
zaman bilim adamlarını da yargılayalım, onların da ihmalleri olabilir; ama,
önemli olan, Türkiye'de bilim ve teknolojiyi nasıl üretebilirizi ortaya
koyalım. Bunun yolu da, mutlaka, yapılması gereken bazı eylemleri yerine
getirmektir.
Mesela, TÜBİTAK'ın bir dokümanı elime
geçti; 1963'te kurulmuş, 1988'de 25 inci senesi dolayısıyla yayımladıkları bir
doküman elime geçti. Dokümanın ön sayfasında o günkü TÜBİTAK Başkanı Prof.
Mehmet Ergin Beyin bir önsözü var; diyor ki: "Yirmibeş senedir, TÜBİTAK,
çeşitli araştırmalar yapmış, sadece 9 adet patent almıştır." Buyurun... O
günden bugüne, herhalde, 100 tane patent almadılar veya alma
istikâmetindedirler; ama, Batılılar, herhalde, dakikada 100 patent alıyorlar.
Arkadaşlar, biz, bilim hayatını ayağa
kaldırmadan kalkınamayız. Evet, demokratikleşmede önemli adımlar attık; ama,
bilim ayağını da kalkındırmak zorundayız.
Bakın, bunun ilk adımı olarak, ar-ge
istikametinde çok ciddî bir adım atmış bulunuyor Adalet ve Kalkınma Partisi.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Aksoy, lütfen konuşmanızı
tamamlar mısınız.
SONER AKSOY (Devamla) - Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Şimdi, son onbeş sene içerisinde TÜBİTAK'a
ar-geyle alakalı verilmiş olan paraların veya Türkiye'de, TÜBİTAK kanalıyla
ar-geyle ilgili harcanması söylenilen paraların toplamı 140 000 000 dolar.
Adalet ve Kalkınma Partisi, bugünkü Hükümetimiz, sadece bu sene 350 000 000
dolar verdi arkadaşlar. Bu, bilime önem vermek değil mi; bu, eyleme önem vermek
değil mi?! Bugün, bütün dünya, gayri safî millî hâsıladan en az yüzde 2
mertebelerinde pay ayırırken ar-geye, Türkiye, bugün, şu anda bile, binde 64
oranında pay ayırmaktadır. Bu vaziyette nasıl kalkınacağız?! Bilim ayağını,
mutlaka, tutup, belli bir noktaya getirip, bulunduğu hantal yapıdan kurtarıp
daha aktif bir yapıya getirmemiz gerekir. Bunun için, gerekirse YÖK'e de
müdahale edeceğiz, gerekirse TÜBİTAK'a da müdahale edeceğiz. Bu, bizim
sorumluluğumuzda olan bir husustur.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Aksoy, lütfen teşekkür eder
misiniz.
Buyurun.
SONER AKSOY (Devamla) - Bilim üretmek
adına ortaya bir proje koyuyoruz ve bunun bütün sorumluluğunu alıyoruz.
Çok teşekkür ederim. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri, madde üzerinde 10
dakika süreyle soru-cevap işlemi gerçekleştireceğiz.
OSMAN COŞKUNOĞLU (Uşak) - Sayın Başkan,
benim şahsım adına da söz talebim vardı.
BAŞKAN - Hayır, şu anda iki kişi konuştu;
dolayısıyla, Sayın Coşkunoğlu, sizin söz hakkınız kalmadı, kusura bakmayın.
Soru soracak arkadaşlarımızın sorularını
kısa ve seri bir şekilde sormalarını istirham ediyorum; çünkü, diğer
arkadaşlara vakit kalması açısından uygun olacaktır.
Sayın Işık, buyurun.
AHMET IŞIK (Konya) - Sayın Başkan,
teşekkür ediyorum.
Vasıtanızla Sayın Bakanımıza şu soruyu
yöneltmek istiyorum kısa olarak: Tüm gelişmiş ülkelerde, bilimsel ve teknolojik
gelişme bir devlet politikası olarak önem taşımaktadır. Bu nedenle, yürütme
erkinin, bilim ve teknoloji kuruluşlarının işleyişi, idaresi ve kaynakları
konusunda önemli rolleri bulunmaktadır. Yapılan değişiklikte, dünyadaki değişik
ülkelerin benzeri kuruluşlarıyla benzeşim var mıdır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Işık.
Sayın Coşkunoğlu...
OSMAN COŞKUNOĞLU (Uşak) - Sorumu
konuşmamın sonunda söyledim; kısaca tekrarlayayım.
1.- Hangi bilim ve teknoloji politikasını
hükümet uygulayamadı da, siyasî irade TÜBİTAK'a müdahale etme niyetine girdi?
2.- Siyasî iradenin TÜBİTAK'a müdahale
etmesinin -söylendi, bu sizlerin söylediğiniz bir şey- tek veya en iyi yolu,
Başbakanın, Bilim Kurulu atamalarındaki yetkisini artırmak mıdır? Bunu
soruyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Coşkunoğlu.
Sayın Gazalcı...
MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Teşekkür
ederim Sayın Başkanım.
1.- TÜBİTAK'a bu yeni yönetim geleli, kaç
kişi TÜBİTAK'tan ayrılmış ya da uzaklaştırılmış, yerine kaç kişi alınmıştır?
2.- Mahkeme kararıyla, bu ayrılan
kişilerden dönme kararı alan var mıdır ve bunlar tekrar işe dönmüş müdür;
özellikle yemekhane bölümünde?
3.- TÜBİTAK birsürü yayın çıkarıyor, dergi
çıkarıyor; basımevinde mi basılıyor bunlar, dışarıda mı basılıyor? Basımevi
çalışmıyorsa, neden çalışmıyor?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Gazalcı.
Sayın Kepenek...
YAKUP KEPENEK (Ankara) - Çok teşekkür
ederim Sayın Başkanım.
3 sorum var.
TÜBİTAK'ın bünyesinde son günlerde iyice
yoğunlaşan ve çok üst noktalara taşınan intihal, aşırma ya da bilimsel
hırsızlık dediğimiz noktayı, konuyu ele almak üzere, bir ahlak birimi, bilimsel
ahlak birimi kurulması düşünülmekte midir?
İkinci sorum şudur: Ülkemizden kaynaklanan
uluslararası bilimsel araştırma sayısının 1990-2005 yılları arasındaki yıllık
artış oranı nedir? Bu artış oranı eski yönetimin başarısını kanıtlamıyor mu?
Üçüncü sorum şu: Bilimsel araştırma ve
geliştirme ulusal düzeyde kurumsal bütünlük ister; ulusal yenilik sisteminin
özü budur. Üç yıldır -üçüncü yıla giren- bu ölçüde tartışmalı ve kavgalı bir
yaklaşımla oluşturulacak olan Başbakan damgalı TÜBİTAK'ın, Türkiye'de, kamu,
özel, üniversite ar-ge birimlerini ulusal bir yenilik ve araştırma-geliştirme
bağlamında bir araya getirebileceğine, eşgüdüm sağlayacağına inanıyor musunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kepenek.
Sayın Bakanım, buyurun.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Sayın Başkanım, bu soruların bir bölümüne dün ve
bugün cevap verdim, diğerlerine yazılı cevap vereceğim.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım,
madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
10 uncu maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
11 inci maddeyi okutuyorum:
MADDE 11.- Bu Kanun yayımı tarihinde
yürürlüğe girer.
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına Samsun Milletvekili Haluk Koç; şahısları adına, Adana
Milletvekili Recep Garip ve Samsun Milletvekili Haluk Koç söz istemişlerdir.
Sayın Koç, ikisini birleştirerek, size,
Grubunuz ve şahsınız adına söz veriyorum.
Buyurun efendim.
CHP GRUBU ADINA HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; önemli bir yasa teklifinin son maddelerine
geldik. Ben, burada, gündüz boyunca sorduğum soruların ve bazı söz alan
milletvekili arkadaşlarımızın dile getirdiği, bilimsel düşüncenin perspektifini
ve tarih sürecinde bilimsel düşüncenin dogmatik düşünceyle nasıl bir mücadele
içine girdiğini ve Osmanlı-Türk toplumunu bu düşünce sistemlerinin nasıl
etkilediğini ve bugüne nasıl geldiğimizi kısaca özetlemeye çalışacağım.
Bu arada bir intihal suçlamasıyla karşı
karşıya kalmamak için, Sayın Emre Kongar'ın -ki, sabah telefonla görüştüm-
yayımlanmış bazı makalelerinden de alıntılar yapacağım, faydalanacağım; Sayın
Ömer Dinçer'e de belki bir örnek oluşturur.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye'de araştırma
kültürünü engelleyen öğeler, hem tarihten gelen hem de günümüzdeki
darboğazlardan kaynaklanan gerçekten çok karmaşık bir yapı oluşturmaktadır.
Aslında bütün karmaşık toplumsal ve
kültürel yapılarda olduğu gibi, Türkiye'de araştırma kültürünü engelleyen
öğeler de, hem dış sistemlerle hem de kendi içlerinde birbirleriyle sürekli
değişen, karşılıklılık özelliği taşıyan bir etkileşim içindedirler.
Şimdi, bir genel teşhis yaptıktan sonra,
acaba Türkiye hedeflediği çağdaş uygarlık düzeyini oluşturan ülkelerden çok
önemli bir farklılık taşımakta mıdır; bunu çok iyi irdelememiz lazım. Evet,
taşımaktadır. Birçok arkadaşımız dile getirdi; ama, tarihsel perspektifine
değinmediler, ben onun üzerinde duracağım.
Değerli arkadaşlarım, sosyolojiye bir
bakalım, bugünkü çağdaş uygarlık düzeyini oluşturan ülkelere bir bakalım; neler
geçirmişler, hangi evrim sürecinden geçmişler. Baktığınız zaman, tarım
toplumlarının kendi içlerindeki evrimleşmeyle endüstri toplumlarına geçişi ve
bu evrimi bugüne dek sürdürerek bilgi toplumu, bilişim toplumu gibi sıfatlarla
anılan yeni bir aşamaya ulaşmışlardır.
Bu evrimleşme süreci sırasında düşünce
alanındaki aydınlanma devrimleri ile ekonomik alandaki endüstrileşme devrimi,
birbirine koşut, birbirini destekleyen bir etkileşim içinde ortaya
çıkmışlardır.
Şimdi, insanoğlunun çevreyi algılayış
metodu, dinsel dogmatizmden, bilimsel pozitivizme, müspetliğe dönüşürken, aynı
zamanda -dikkat edin, bu dönüşüm yaşanırken insanda- tarım teknolojisinden
endüstri teknolojisine, kırsal kültürden kent kültürüne, toplumsal ağırlıklı
kimlikten bireysel vurgulu kimliğe, geleneğin egemenliğinden hukukun
üstünlüğüne ve nihayet -bütün toplumlar bunu yaşıyorlar- otoriter ve totaliter
siyasî rejimlerden demokrasilere geçilmiştir. Bu sosyolojik saptamaya herhalde
bir itirazınız yok.
Aslında, bu söylediklerim, insanlık
tarihinin -bakacak olursanız- en uzun ve en kanlı dönüşüm sürecini sergiler.
Server Tanilli'nin 6 ciltlik İnsanlık Tarihi adlı eserine başvurabilirsiniz.
ÖMER ÖZYILMAZ (Erzurum)- İnsanlık Tarihi
değil, Batı Tarihi.
HALUK KOÇ (Devamla)- Ömer Bey, dinleyin.
ÖMER ÖZYILMAZ (Erzurum)- Batı Tarihi, ama.
"İnsanlık Tarihi" demeyin, Batı Tarihi.
HALUK KOÇ (Devamla)- Haçlı seferleriyle
başlayan ve Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla doruk noktasına erişen
endüstrileşme ve demokratikleşme sürecinin kanlı bir öyküsü var dünyada
yaşanan. İşte bu uzun ve kanlı oluşum içinde Osmanlı İmparatorluğu ne gibi
süreçlerden geçti. İç ve dış öğelerin etkileriyle endüstrileşme sürecini,
onunla paralel gelişen aydınlanma, kentleşme, bireyselleşme, hukuksallaşma ve
demokratikleşme sürecini, maalesef, Osmanlı İmparatorluğu, çeşitli baskılar
altında içten ve dıştan kaçırdı. Bu baskılara değineceğim.
İşte bu uzun ve kanlı oluşum içerisinde,
bu geri kalmışlık ya da kaçırma olgusu sonunda imparatorluk, bu süreçlerde
ilerleyen ve güçlenen ülkelerin etkisine girmiş, denetimine girmiş ve böylece,
her türlü gelişme olanağını yitirmiştir. Yani, bunu yakalayamayan toplumlar bir
noktada yok oluş sürecini yaşamışlardır. Osmanlı İmparatorluğu çok tipik bir
örnektir.
Türkiye Cumhuriyeti... Bazı arkadaşlarımız
"seksen yıllık gelişmeler" diye başladı. Türkiye Cumhuriyeti
Devletinin tarihi seksen yıllıktır, Türkiye'nin tarihi çok daha geniştir. Biz,
geçmişimizde ne yaptıklarımızla, neler yaşadıklarımızla, bugün yaşadıklarımızı
birleştirmek zorundayız. Süreç birbirinden ayrılmıyor.
Türkiye Cumhuriyeti, doğal ve normal bir
endüstrileşme süreciyle, bir din ve tarım imparatorluğunun kendi iç dönüşümüyle
değil, bu süreci kaçıran bir toplumun, kendisini denetleyen, kendisini baskı
altına alan ileri ülkelere karşı verdiği bir bağımsızlık savaşıyla kurulmuştur.
Bu da çok net. İşte, 1923 ve seksen yıl buradan başlıyor.
Dolayısıyla, toplumun ve devletin temel
nitelikleri tarihsel süreç içinde doğal yoldan çağdaşlaşamadıkları için,
bağımsızlık savaşının kazanılması sonunda yukarıdan aşağıya düzenlenen ya da
daha doğru bir deyişle empoze edilen bir biçimde çağdaşlaştırılmaya
çalışılmıştır. Bunun, toplumumuzda yarattığı sıkıntılar ortadadır. Bakın,
bunları her zaman söylüyoruz. Yani, bu değişimi, tepeden aşağı, kısa sürede,
geçmişte çok önemli fırsatlar kaçıran, bunu yakalayamayan Osmanlı
İmparatorluğundan doğan Türkiye Cumhuriyetinin, bu çağdaşlaşmayı, bu
aydınlaşmayı, tepeden inme bir şekilde yaşadığı bir gerçektir. Bugün bile,
hâlâ, siyaset uzantısında, bunun çeşitli etkilerini görmekteyiz.
Tabiî, bu sürecin, toplumsal, ekonomik,
kültürel ve siyasal zorlukları ortadadır. İnsanlığın en ileri toplumlarının
-hani bugün gıptayla bahsedilen- yüzyıllar boyunca geçirdiği değişmelerin
sonunda kazandıkları nitelikleri, bu değişmeleri bir din-tarım imparatorluğu
kisvesinde yaşayan Osmanlı İmparatorluğu geçirememiş ve toplumda yukarıdan
aşağı kurmak ve işletmek, sosyolojik anlamda da, işte, Türkiye Cumhuriyetinin
devrim mucizesini yaratmıştır.
İşte, genç Türkiye Cumhuriyeti, bu
mucizeyi gerçekleştirmenin bedellerini de ödemektedir bugün; içten ve dıştan.
Değerli arkadaşlarım, umarım Sayın Çerçi
buradadır, umarım Sayın Uzunkaya buradadır -beni dinleme lütfuna katlanırsa-
Sayın Fatma Şahin de buradadır; bu söylediklerinizin hangi boyutlarda ele
alındığını lütfen değerlendirmenizi istiyorum.
Nedir peki, ileri endüstri toplumlarının,
bugün, yüzyıllar süren kanlı ve zorlu savaşlarla gerçekleştirdikleri ve
Türkiye'nin hâlâ yaşama geçirmeye çalıştığı devrimler nelerdir? Bunları alt
alta sıraladığımız zaman, aslında, ülkemizde, araştırma kültürünü engelleyen
öğelerin de genel anlamda bir teşhisini yapmış olacağız.
Değerli arkadaşlarım, bunu söylemek
gerekir, bu bir bilimsel tespittir; ileri ülkeler, aydınlanma devrimiyle,
toplumsal düzeyde de, zihinsel alanda da, dinsel dogmatizmin zincirlerini
kırmışlardır ve deneysel bilim nimetlerinden yararlanmaya başlamışlardır.
Devam edecek olursak, bugün, Türkiye'de,
en gözde yazar ve çizerlerimizin, postmodernizm adı altında, deneysel ve
bilimsel düşünceye her türlü saldırıyı hâlâ yapmakta olduğunu görüyoruz.
Lütfen, bunları objektif değerlendirin. Hâlâ, hukuk ve yönetim düzenimizi
birtakım dinsel dogmalara göre oturtma arayışlarında olanlar var. Ben, sizin
böyle olduğunuzu söylemiyorum; olanlar var diyorum ve bu çatışmanın tarafı
olmamak zorunda olduğumuzu, bugün, gündüz yaptığım konuşmada belirttim;
demokrasiyi, kurum ve kurallarıyla yaşatmanın gereğinin altını çizdim.
Değerli arkadaşlarım, ileri teknoloji
ülkeleri, kırsal yaşamda egemen olan baskıcı cemaat aşamasından, bireyselliğin,
temel hak ve özgürlüklerin değer kazandığı kentsel kültür aşamasına
geçmişlerdir.
Şimdi, ileri ülkelerde hukuk, geleneklerin
yerini almıştır. Onun için, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Anayasasının 2 nci
maddesi, Türkiye Cumhuriyetini -bildiğiniz gibi- tanımlar: "Türkiye
Cumhuriyeti, laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletidir."
İleri endüstri ülkeleri, geçirdikleri
evrimleşme sonucu, teknoloji üretir hale gelmişlerdir. Hep, bundan
yakınıyorsunuz; yani, Türkiye'de, kalkıp, 63 sonrası TÜBİTAK'ı suçluyorsunuz.
Peki, geçmişte ne var; TÜBİTAK neyin mirasını aldı, bir ona bakalım.
Şimdi, sonuç olarak, Türkiye, bugün,
teknoloji üretmenin ötesinde, kötü bir teknoloji ithalatçısıdır; aldığı
teknolojiyi de, birçok alanda doğru dürüst kullanamamaktadır.
Bunlar gerçekler, değerli arkadaşlar.
Yani, bu ülkeyi, hepinizin, birbirimizden ayırt etmeyecek düzeyde sevdiğini
biliyoruz; ama, bu gerçekleri paylaşmak istiyorum.
Sonuç olarak, Türkiye'de, araştırma
kültürünü engelleyen öğe gruplarını isterseniz bir değerlendirelim. Tarihsel,
dinsel, geleneksel öğeler var, unsurlar var; ikinci grupta, siyasal, kültürel
öğeler var -Sayın Emre Kongar bunlara değiniyor- üçüncü grupta, ekonomik,
teknik öğeler var. Bazı özetler vereceğim; isterseniz, tarihsel, dinsel bazı
öğelerin altını çizelim; bir iki, tarihe dönüş yapıp ,örnek verelim.
Değerli arkadaşlarım, bu grup içinde yer
alan öğelerin başında, geleneklere de kaynaklık eden ve dinsel dogmatizm,
dinsel yapının kemikleşmesinden çıkarları olan grupların dirençleri
gelmektedir; bu bir tespittir. Bu konuda klasik olarak kullanılan örnek hep
verilir, bir kere daha ifade etmek istiyorum; Osmanlıya matbaanın bu
geleneklerden dolayı, bunların dirençlerinden dolayı tam ikiyüz yıl geç
girmesidir. İşte, tarihsel bir örnek.
Bir başka örnek; İslamda, biliyorsunuz,
ibadet saatlerinin saptanması ve dinî günlerin belirlenmesi ciddî bir astronomi
bilgisi gerektiriyordu. Şimdi, bu konuyla ilgili yıldızlar bilimi sahibi
değişik müneccimler, işlevleri, gökyüzünün incelenmesini önemli bir etkinlik
alanı olarak alan insanlar vardı. Selçuklular 1074'te ilk rasathaneyi
kurmuşlar. 1260'ta Maraga Rasathanesi, 14 üncü Yüzyılın sonunda Tebriz
Rasathanesi, Uluğ Bey 1420'de Semerkant'ta bir rasathane kuruyor, Osmanlıların
kurduğu ilk rasathane de İstanbul Rasathanesi, Türk-İslam bilim tarihinde
önemli bir yere sahiptir.
Peki, sonra ne oluyor; bu dogmatizmden
bahsediyorum. İstanbul Rasathanesi ünlü matematikçi ve alim Takiyüddin
tarafından Sultan III. Murad zamanında Tophane'de kuruluyor. Takiyüddin,
rasathanede kullanılmak üzere birsürü araç gereç geliştiriyor ve önemli de bir
kütüphane oluşturuyor o dönemde. Fakat, dogmatizm ortada; karşı çıkan iki kişi
var; Şeyhülislam Ahmed Şemsettin Efendi ve saray imamı Kürdizade. Bunların
kışkırtmalarıyla padişah emir veriyor, Kaptanı Derya Kılıç Ali Paşa da gemilerden
top ateşine tutarak 1580 yılında rasathaneyi yıkıyor.
Değerli arkadaşlar, bunlar bizim
toplumumuzun. Osmanlı bizim geçmişimiz. Bunlar, yaşadığımız dogmatizmin
geçmişi. Onun için, bilimsel düşünce ile dogmatik düşüncenin Türkiye'nin
bugünkü durumuna gelişte geçmişte nasıl etkili olduğunu anlatmaya çalışıyorum.
İkinci örnek, tıp fakültesinin
kapatılması. Yine, burada da Ocak 1863'te tıp, fizik, kimya gibi bilimlerin
öğretilmesi için Darülfünun-ı Osmani kuruluyor. Çemberlitaş'taki binası
yanıyor, ondan sonra, Sultan Mahmud Türbesinin yanında yeniden 1871'de
kapatılarak daha sonradan tekrar eğitime başlıyor.
Yanyalı Hoca Tahsin Efendi rektör ve
burada Cemaleddin Afgani gibi ünlü bilim adamları ders veriyor. Yanyalı Hoca
Tahsin Efendi bir deney yapıyor Darülfünunda; bir cam fanus içerisine bir
güvercin koyuyor ve onun oksijen alamadığı bir ortamda öleceğini kanıtlıyor;
bir canlı deney. Ondan sonra, yine Cemaleddin Afgani'nin birtakım çıkışları
oluyor ve Darülfünun bu deneylerin yapıldığı alan olarak kapatılıyor; 1871.
Değerli arkadaşlarım, Sayın Çerçi, yok;
bakıyorum, burada mı?!
HASAN FEHMİ KİNAY (Kütahya) - Sizi
herhalde dinliyordur.
HALUK KOÇ (Devamla) - Şimdi, kapatılma
nedenlerini söylüyorum; yani, dogmatizmin ne tür etki olduğunu söylüyorum; bir
dinleyin, bir dinleyin...
Değerli arkadaşlarım, işte, bu iki örneğin
çok net ortaya koyduğu gibi, bu dogmalardan toplumun kendi iç dinamiği,
maalesef, çıkamamış, Osmanlı toplumu da dış baskılarla belli bir süre direnmiş
ve ondan sonra, biliyorsunuz, Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının kazandığı
bağımsızlık savaşından sonra cumhuriyetin devraldığı toplumsal, siyasal
kültürle günümüze dek çeşitli biçimlerde ve çeşitli alanlarda etkisini
sürdürmüştür.
Şimdi, siyasal ve kültürel öğelere
geliyorum.
BAŞKAN - Sayın Koç, süreniz çok az kaldı;
lütfen, konuşmanızı tamamlar mısınız.
HALUK KOÇ (Devamla) - Biliyorum. 2 tane
önerge var; 5'er dakikadan... Orada da bu bilgileri paylaşmak istiyorum ben
Genel Kurulla ve onun için, son olarak, Sayın Bakandan TÜBİTAK'la ilgili bir
tarihî ricada bulunacağım. Bütün bu gerçekleri sizlerle paylaşmak istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye'de siyaset,
tek parti döneminde toplumun dinsel, geleneksel bir tarım imparatorluğundan,
demin söylediğim gibi, endüstriyel ve kentsel demokratik bir ulus devlete
geçişi gerçekleştirmenin aracı olduğu için daha çok yukarıdan aşağıya bir
düzenleme getiriyordu. Bunun sıkıntıları çok oldu diyorum, bunu paylaşıyorum,
bugüne de yansıması devam ediyor diyorum. Bu düzenleme, her ne kadar bilimsel
yaklaşımı öne çıkarsa da, köylülüğe dayalı kölelilik yerine...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Koç, şimdi size 1 dakikalık
ek süre vereceğim; bilim tarihiyle ilgili açıklamalarınıza sonra önergelerde
devam edeceksiniz.
Buyurun efendim.
HALUK KOÇ (Devamla) - Şahsım adına da
sözüm var; 2 dakika ediyor Sayın Başkan; öyle yapmıştınız.
BAŞKAN - Yok; ikisini birleştirdik zaten,
öbürlerinde de kullanırsınız.
Buyurun.
HALUK KOÇ (Devamla) - Peki.
...kentliliğe dayalı vatandaşlığın
geliştirilmesi amacına dönük bir modernleşme projesi ve bu projeden sapılacağı
korkusuyla, yönetimi, denetiminden uzak araştırmaların gelişmesine uygun
olmayan bir ortam yaratıyor. Özeleştiri de yapıyorum.
1933 üniversite reformu önemli bir adımdır
Türkiye'de. Daha sonra, İkinci Dünya Savaşı sonrası pençesine tüm dünyayı saran
soğuksavaş etkilerini Türkiye'de hissettiriyor ve kendi araştırma kültürünü,
kendi iç dinamiğiyle geliştirememiş, geleneğini yaratamamış, iyice bunaltıcı
bir siyasî ortam doğuruyor araştırma için.
Değerli arkadaşlarım, bu süre içerisinde
Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinde yaşananlar var.
Ve geliyoruz, bu dönemin günümüze dek
gelen çok önemli bir katkısı da TÜBİTAK'ın kuruluşu olmuştur.
12 Mart 1971...
Bir 1 dakika eklerseniz ben geleceğim
yine.
BAŞKAN - Sayın Koç, süre doldu;
isterseniz, yarım kalmasın, önergeniz üzerindeki konuşmada devam edersiniz.
Nasıl olsa yarım kalacak; yeni başladık.
HALUK KOÇ (Devamla) - Peki; teşekkür
ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.
Sayın Recep Garip, buyurun. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
Sayın Garip, sürenizi siz de özenli
kullanınız lütfen.
RECEP GARİP (Adana) - Sayın Başkan,
değerli arkadaşlar; üç günden bu yana devam etmiş olduğumuz TÜBİTAK'la ilgili
görüşmenin sonuna doğru geldik.
Biraz önceki arkadaşımızın tarihsel bir
yolculuk yaptığı Emre Kongar'dan nakillerine aslında, söylenecek çok ciddî
göndermeler var, cevaplar var; ama, din ve tarım imparatorluğundan bahsetti ki,
bu yeni bir literatür diye düşünüyorum. Dinde dogmatizm konusu, ciddî
tartışmalar doğurabilecek olan konulardır. Geçmiş yüzyıllara bakıldığı zaman,
Osmanlı İmparatorluğunun ve bizim tarihimiz diye isimlendirdiğimiz geçmişimizde
birçok ilim öncülerinin, dünya ilim öncülerine öncülük yaptığını, bunlardan
bazı isimleri naklederek konuya geçmek istiyorum. El Cabir gibi, astroloji
ilmindeki öncüler gibi, İbni Haldun'un Mukaddimesini dünya çapında bir ilim
öncülüğü olarak ifadelendirmek de mümkün. İbni Rüşd, İbni Sina, Mimar Sinan,
Farabi, İmamı Gazalî, Mevlana, Şeyh Galip, Itrî, Nedim, Baki, Yunus Emre gibi
birsürü isim saymak mümkün. Bunların hepsi, kendi çapında ve dünya çapında ilim
öncüleridir. Bunların, bizim geçmişimizin çok soylu, çok derin, çok anlamlı ve
yeryüzü insanlığına çok büyük katkılarda bulunduğunu ifadelendirmekte yarar
görüyorum.
CHP'li arkadaşlarımız, sürekli, bilim
dışına çıkıldığını söyleyip durdular, siyasallaştırdığımızı söyleyip durdular.
Dünden bugüne bakıldığında, kırkiki yıllık sürecinde TÜBİTAK'ın Bilim Kurulunun
ya da Bilim Kurumunun nasıl siyasallaştırıldığının kanıtlarını gösterir bir
şekilde, o kırkiki yıllık geçmişe bakıldığında buna rastlamak mümkün; çünkü,
isterseniz, dün vermemiştim, ama, bugün soyadıyla vermek istiyorum: Baloğlu'yla
ilgili 7 isim, Aytekin ismiyle 2, Pak ismiyle 2 ismin hâlâ çalışmakta olduğunu
ve TÜBİTAK'ın dünden bugüne siyasallaşıp siyasallaşmadığını, kimin bunu yapıp
yapmadığı konusunda da tarih çok ciddî noktada bize cevap veriyor.
AK Parti, bir kurumla ilgili bir düzenleme
yapmak istediğinde, nedense hep alelacele öne getirildiğinden, nedense
kurumların ele geçirildiğinden bahsedildiğine tanık oluyoruz. Bunu duyduğum
zaman tüylerim ürperiyor. Bu ülkede herhangi bir konu ele geçiriliyor değildir,
herhangi bir kurum bir şekilde ele geçiriliyor değildir. Ele geçirilme tabiri
cephede olur, başka mekânlarda olur; yani, neyi, kimden ele geçirildiğini
anlamakta zorlandığımızı ifadelendirmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, yediden yetmişe kardeş
olan bir ülkenin insanlarıyız ve bu mutluluğu, bu güzelliği, bu kardeşliği
büyüterek devam etmemiz gerektiğini ifadelendirerek devam etmek istiyorum.
Siyasallaştırmadan bahsedildiğimiz şey, siyasallaşan bilim ve teknoloji
yuvasını, Türkiye'nin stratejik kurumu olan ilim öncülerini bu tür yüklemlerden
arındırmak için TÜBİTAK üzerinde üç günden bu yana tartışıyoruz.
Siyaset yapalım erdemli olsun, siyaset
yapalım soylu olsun, siyaset yapalım ülke adına katkıda bulunalım hep beraber;
ama, kurumlarımızın daha işlevsel olması için aklıselimi elimizden bırakmamamız
gerekiyor. Bilimde, teknolojide dünyayla yarışacaksak, ilim öncülerini, ihtisas
sahibi olan Türk evlatlarını mutlaka önemsememiz, onlar için büyük
fedakârlıklar yapmamız gerekiyor; ki, bu nedenle, 530 trilyon olan bütçenin
yüzde 23'ü, yüzde 25'i değil, yüzde 50'sinin yatırıma yönelik, yatırım olarak
gerçekleştirilmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Dünya bilim makaleleri indeksine bakıldığı
zaman 22 nci sırada olduğumuzu görmemiz mümkün; gelin, bunu ilk 10'un içerisine
yerleştirelim; gelin bunu yapalım. Hâlâ dünya çapında bir bilim teknik
dergimizin olmadığını esefle görmemiz mümkün. Gelin kollarımızı sıvayalım,
gelin evrensel manada bilim öncülerine destek verelim, evlatlarımızın elinden
tutalım, dünya çapında ilim insanları bu ülkenin evlatlarından yetişmeye devam
etsin.
Gerçeklere, göz kapatarak ulaşamayız.
Gerçeklerin acı olduğu kuşkusuz, zor; ama, gerçekleri, birilerinin, Anadolu
insanının gözlerinin içine bakarak söylemesi, haykırması, ifadelendirmesi
gerekiyor; ki, biz bunları yapıyoruz.
Bilim adamlarımıza yakışan, demokratik
bilimin oluşumuna katkıda bulunmaktır. Teknolojide eksikliği, mutlaka, bir an
evvel... Dünyayla eğer yarışacaksak, bu teknolojik kalkınmayı bir an evvel
gerçekleştirmemiz gerekiyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Garip, 1 dakika içinde
konuşmanızı tamamlar mısınız lütfen.
Buyurun.
RECEP GARİP (Devamla) - Sayın Başkanım,
izin verin biraz.
Asıl duruş, asaletli duruştur. TÜBİTAK
mahkemelik olur, isterseniz Gebze Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açılır;
muhakeme edilen, TÜBİTAK'taki mahkemeye çıkan insanın soyadı ile avukat, oğul,
evlat, soyad, aynı soyaddır. Şimdi, bütün bunları yakaladığımızda, kim
siyasallaştırmış, kim evrensel manada TÜBİTAK'ın önündeki engelleri kaldırıyor;
bunu, gerçekten, Anadolu insanı çok ciddî görmektedir.
Aziz dostlar, isterseniz şöyle
toparlayayım: Üç gündür yapmak istediğimiz şey Kurumun daha özgürleşmesi, daha
evrensel bilim adamlarıyla yarışması, daha üretken ve yatırımcı olması için bir
gayrettir; bundan ötesi değildir; bunu görmekte yarar görüyorum.
Demokratikleşmenin gerçekleşmesinde,
özgürleşmenin doyumsuzluğunun tadına varmada, insan haklarının herkese
uygulanır hale gelmesinde, eşit hak ve özgürlüklerin yaşanılır bir Türkiye
olmasında gerekli olan zamanı hep beraber gerçekleştirme umuduyla...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Garip, mikrofonunuzu
açacağım; lütfen teşekkürle cümlenizi bağlar mısınız.
Buyurun.
RECEP GARİP (Devamla) - Ben, bu duygularla
hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum. Özellikle TÜBİTAK'ın bugün gelmiş olduğu
noktada çok daha güzel günlere doğru bizi taşıyacağını ifadelendiriyor, tekrar
hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Garip.
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım,
madde üzerinde 1 önerge vardır; önergeyi okutup, işleme alacağım.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 877 sıra sayılı yasa
teklifinin 11 inci maddesinin kanun metninden çıkarılmasını arz ve teklif
ediyoruz.
|
Haluk Koç |
Osman Özcan |
Hüseyin Ekmekcioğlu |
|
Samsun |
Antalya |
Antalya |
|
Nurettin Sözen |
|
Rasim Çakır |
|
Sivas |
|
Edirne |
BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR
KOMİSYONU BAŞKANI TAYYAR ALTIKULAÇ (İstanbul) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN - Hükümet?..
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Katılmıyoruz efendim.
BAŞKAN - Buyurun Sayın Koç.
HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan,
teşekkür ediyorum.
Şu şekilde söylemiştim: O dönemin günümüze
dek gelen çok önemli bir katkısı da TÜBİTAK'ın kurulmuş olması demiştim.
Üstelik, dönemin bütün olumlu gelişmeleri, Devlet Planlama Teşkilatı dahil,
zaman içerisinde erozyona uğrarken, TÜBİTAK, Türkiye'nin en önemli araştırma
kurumu olarak varlığını geliştirerek sürdürmüş ve bugünkü noktasına ulaşmıştır.
Değerli arkadaşlarım, 12 Mart 71-12 Eylül
80, Türkiye demokrasisi için kara günler. İkisinde de...
HASAN ANĞI (Konya) - Sayenizde...
HALUK KOÇ (Devamla) - Bizim sayemizde
değil. Biz, 12 Mart 71'e de karşı çıktık, 12 Eylül 80'e de karşı çıktık ve
kapatıldık değerli arkadaşım; ne söylediğini bil ne olur. Ne söylediğini bil...
Ne söylediğini bil...
BAŞKAN - Sayın Akbak, lütfen...
HALUK KOÇ (Devamla) - Sen, bak, gündüz,
ben burada demokrasiyi savundum. Sizin Partinizden bir üst düzey yetkilisi bazı
şeyler söylerken, konuşmaması gerekenler konuştuğunda demokrasi yara alır
dedim. Değerli arkadaşım, bir dinle...
BAŞKAN - Sayın Koç...
HASAN FEHMİ KİNAY (Kütahya) - 27 Mayısa da
karşısınız!
HALUK KOÇ (Devamla) - Geleceğim...
Şimdi, 12 Mart 1971, TÜBİTAK hariç bütün
araştırma kurumlarında tersine bir dönüş yaşattı ve birdenbire sıfırlandı
Türkiye'nin belli potansiyelleri. 12 Eylül 1980 müdahalesi, o faşist darbe,
esas olarak bu oluşumu da pekiştirdi. Örgütlü toplum yapısının tümünü dağıttı,
bilimi dağıttı, üniversiteleri dağıttı. Üniversiteler yeniden bir tasfiyeye
tabi tutuldular ve görevden alınan yönetici ve araştırmacıların yerine birtakım
eğimli insanlar, araştırmacılıktaki yeteneklerine bakılmaksızın atandılar.
İsterseniz, ben 1950-1960'a da geleyim.
Sürem dar diye söylemedim; ama, Sayın Başkan müsaade ederse, 27 Mayısa da
değineyim; hay hay.
HASAN FEHMİ KİNAY (Kütahya) - Evet.
HALUK KOÇ (Devamla) - Hay hay; değineyim.
1950-1960 arası -kısa bir geri dönüş
yapıyorum- siyasal iktidarın özellikle üniversitelere dönük tutumu bakımından
tam bir bilim ve araştırma karşıtı tavır sergilenmiştir; bu bir gerçektir.
Gelelim 1960'a: Ne kadar hazindir ki, bu
tutumu sergileyen iktidarı devirdiğini iddia eden, Türkiye'ye -gerçekten de
öyle- en çağdaş, şu ana kadar yaşamış olduğu en çağdaş Anayasayı getiren 1961
hareketi, üç idamla bir siyasî cinayet işlemiştir. Bu siyasî cinayetleri,
147'ler olayıyla bir üniversite cinayeti izlemiştir. Ben bunları söyleyecek
kadar demokrasiye sadığım arkadaşım, bir şeyden çekinmem. (CHP sıralarından
alkışlar)
HASAN FEHMİ KİNAY (Kütahya) - Bravo.
HALUK KOÇ (Devamla) - Onun için, ne
söyleyeceğimi bilerek konuş. 12 Eylül 1980 nasılsa, belli yerlerde demokrasiye
ara veren noktalarda, o işte söylediğim sıkıntı bu. O noktaya Türkiye'yi
taşıyanlara, taşımak isteyenlere müsaade etmeyelim. Türkiye'nin kurumlarını
demokratik düzen içerisinde yaşatalım, koruyalım, kollayalım, zıtlaşmayalım;
kuvvetler ayrılığı ilkesine saygılı davranalım. Bütün söylediğim bu.
Değerli arkadaşlarım, tekrar geliyorum 12
Eylül 1980'e. 12 Eylül 1980... Tabiî, ondan sonra Türkiye farklı bir dekora
sahne edilmeye başlandı. Küreselleşme rüzgârları Türkiye'yi sardı. 12 Eylül
1980, belki de örgütlü toplum aşılamadığı için Türkiye'ye girmek isteyen
küresel güçlerin önündeki en büyük engeli kaldırdı ve kapılar ardına kadar
açıldı. Ondan sonra, bilim nasıl etkilendi bundan; sonra, kamuoyu araştırmaları
dönemi başladı, bilim buraya döndü ve pazarlama dönemi başladı. 1990'ların
ortalarında, siyasî iktidar, araştırma kültürü açısından önemli bir adım attı
ve zaten bu alanda çok önemli işlevler yerine getirmekte olan TÜBİTAK'ın
yanına, bir de Türkiye Bilimler Akademisini kurdu; TÜBA. Bu arada, bir de,
Türkiye'de, TÜBİTAK'ın koşutu olan, olması beklenen, sosyal bilimlerdeki
simetrik örgütlenmesi olarak tarif edilen (Türkiye ekonomik ve sosyal
araştırmalar kurumu) TESAK'ı ise reddetti; keşke kurulsaydı. Bunun kurulması
için, o dönem çaba harcayanları saygıyla anmak gerekiyor, değerlendirmek
gerekiyor.
Değerli arkadaşlarım, dönemin Başbakanı
Sayın Demirel, tam bu arada, Özal'ın ölümü üzerine Çankaya'ya çıktı; TÜBA
onaylanırken, TESAK gözardı edildi. Böylece, politikacıların, sosyal bilim
araştırmalarına karşı olan geleneksel tutumu da, olumsuz tutumu da, bir kez
daha, egemen olan bir devlet örgütlenmesinin önünü kesti.
Peki, sonuç olarak, araştırma kültürünü
engelleyen öğeler; kısaca özetliyorum:
Türkiye'de, tek parti döneminde, toplumsal
bir modernizasyon projesi -bir daha söylüyorum- yukarıdan aşağıya uygulamaya
konulduğu için, bağımsız ve bilimsel araştırmacılık, o dönemde, maalesef, çok
desteklenememiştir. Çokpartili düzene geçiş, soğuksavaş yıllarıyla
çakıştığından, komünizmle savaş ideolojisi önplandaydı. 1960'lı yıllara kadar,
her türlü bilimsel ve bağımsız araştırma çabasını engellemiştir. Bunlar,
yaşadığımız gerçekler; bunları konuşmak zorundayız. 1960 müdahalesi dahil, her
askerî darbe...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Koç, yine 1 dakikalık
eksürenizi veriyorum; kalanına yine devam edersiniz.
Buyurun efendim.
HALUK KOÇ (Devamla) - 2 dakikada
bitireyim, başka söz almayayım; çünkü, bağlıyorum.
BAŞKAN - Peki, 2 dakika; buyurun.
HALUK KOÇ (Devamla) - ...her askerî
müdahale, bağımsız ve bilimsel araştırma çabalarını engellemiş, üniversitelerde
büyük ölçüde baskı ve tasfiye uygulamıştır. Araştırma kültürünün
gelişmesinde...
BAŞKAN - Sayın Koç, bir maddî hata yaptım;
3 dakika oldu. Onun için, bir dahaki sefere konuşma yok.
Buyurun.
HALUK KOÇ (Devamla) - Peki, tamam; siz
kesmeyin, devam edeyim.
Tabiî, 1961 Anayasasıyla kurulan Devlet
Planlama Teşkilatı da, 1970'lerden itibaren, yavaş yavaş bu işlevinden
uzaklaştırılmaya başlandı.
Değerli arkadaşlarım, tabiî, ekonomik ve
teknik değerlendirmeler de var. Bugün, gelir düzeyimiz belli, kişi başına düşen
gelir düzeyimiz belli. Yukarıda anlattığım, belirttiğim tarihsel, kültürel
öğelerden dolayı, bu gelirden araştırmaya ayrılan fonların yetersizliği ortada.
Makro düzeyde bir ekonomik kalkınma atılımına bağlı olan böyle bir modelin
gerçekleşmeyeceği çok açık. Üniversitelerimiz, henüz, hâlâ, 12 Eylül
tahribatından kurtulamamışlardır. Şimdi, Türkiye'de, peki nasıl kaldırılabilir;
20 nci Yüzyıla damgasını vuran süreçler, endüstrileşme, kentleşme ve
demokratikleşmedir. Türkiye, bu her üç süreçte de geri kalmışlığını telafi
etmek zorundadır. Türkiye Cumhuriyeti, ancak demokratik, laik, sosyal bir hukuk
devleti olarak, bu üç süreçteki geri kalmışlığını telafi etmek durumundadır;
çağdaşlık budur. 21 inci Yüzyılın hedeflenen bilgi toplumu, bilişim toplumuna
ancak bu yöntemle, bu tanımlamayla, bu düzenle ulaşabiliriz.
Onun için, ben, Sayın Bakana dönüyorum;
Sayın Bakan, iki gündür konuşuluyor; Türkiye'de bilimin siyasallaşması anlamına
gelebilecek olan bu yasa tasarısının, Sayın Cumhurbaşkanı tarafından, ilk
gönderdiği gerekçelerle geri gönderilme şansı yüksektir; ikinci kez inat
ederseniz, ısrar ederseniz, çıkarsa, Anayasa Mahkemesi tarafından geri dönmesi
mümkündür. Hep söyledim; demokratik kurum ve kurallara, kuvvetler ayrılığını
yaşamda tutan Anayasanın temel gereklerine hep beraber saygılı olalım, devleti
demokratik bir düzenin dışında algılamak isteyenlerin ekmeğine yağ sürmeyelim.
Onun için, muhalefetin söylediği bazı doğruları kabul edin. Gelin, Sayın Bakan,
bu yasa tasarısını çekin. Gelin, Sayın Bakan, bu yasa tasarısını çekin. (AK
Parti sıralarından gülüşmeler)
Bunda gülünecek bir şey yok! Bakın, bugün,
İmar Bankasının -birbuçuk yıl önce, bu kürsüden beni konuşturmamıştınız-
Anayasa Mahkemesi, haklarını teslim etti. Kısa veya geç bir dönemde, bu
hakların, tekrar, bir yargı kararıyla önümüze gelmesini engelleyin. Gelin,
demokratik kurumların varlığını gösterelim. Muhalefetin dediklerine bir kez
uyun.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Koç, teşekkür eder misiniz.
Buyurun.
HALUK KOÇ (Devamla) - Teşekkür ediyorum.
Peki, hepinize şahsım ve Cumhuriyet Halk
Partisi adına, sağduyulu davranmanızı öneriyorum, diliyorum, temenni ediyorum.
Saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Koç.
Sayın milletvekilleri, Komisyonun ve
Hükümetin katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.
11 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
12 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 12. - Bu Kanun hükümlerini Bakanlar
Kurulu yürütür.
MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Sayın Başkan,
sorularımız vardı.
BAŞKAN - Bundan sonraki şeyde devam edelim
Sayın Gazalcı.
MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Yoruldunuz
tabiî.
BAŞKAN - İşte, bir an önce bitirelim, onun
için.
12 nci madde üzerinde, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu ve şahsı adına, Ankara Milletvekili Oya Araslı; şahsı adına,
Kütahya Milletvekili Soner Aksoy.
Sayın Araslı, buyurun. (CHP sıralarından
alkışlar)
Sayın Araslı, süreniz 15 dakika.
CHP GRUBU ADINA OYA ARASLI (Ankara) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 877 sıra sayılı kanun teklifi üzerinde
Cumhuriyet Halk Partisi ve şahsım adına, görüşlerimizi ifade etmek üzere söz
almış bulunuyorum ve sizleri saygıyla selamlıyorum.
TÜBİTAK, özerkliğe sahip bir kamu kurumu
olarak, 278 sayılı Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Kurulması
Hakkında Kanun tarafından kurulmuştur. Şimdi, bu kanunda değişiklik yapılıyor
ve TÜBİTAK, bir ilgili kuruluş haline getiriliyor, bir bağlı kuruluş olmaktan
çıkarılıyor; malî özerkliği olduğu hususu, idarî özerkliğinin yanında açıklığa
kavuşturuluyor, adı değiştiriliyor, ilgi alanı içerisine müspet bilimlerin yanı
sıra, sosyal bilimler de alınıyor ve TÜBİTAK'ın organlarının, başkanının ve
Bilim Kurulunun oluşum esasları yeniden düzenleniyor. Bu yenilikleri getiren
yasa teklifine Cumhuriyet Halk Partisi ve şahsım adına bakışımız olumlu
değildir; çünkü, getirilen düzenlemelerin bir kısmıyla kamu yararına olmayan,
Anayasaya aykırı ve bilimsel yaşantımızı tehlikeye sokacak birtakım hükümler
getirildiği görüşündeyiz. Bu görüşümüzün oluşmasında TÜBİTAK'ın çok acı bir
yakın geçmişi bulunmasının da çok büyük rolü var.
Herkesin bildiği gibi, TÜBİTAK, önce
hükümetin tasarruflarıyla çalışması felç edilmiş bir kurumdur yakın
geçmişimizde. Süresi içerisinde bir başkan seçimi yapılmıştır. Bu başkanın adı
Başbakanlığa bildirilmiştir; ama, Başbakanlık, bu adı, atanmak üzere
Cumhurbaşkanına iletmesi gerekirken hiçbir şey yapmamıştır. Halbuki, idare
hukukunda bu tür işlemlerde ya atamayı yapacak makama seçilen isim bildirilir
veya seçme işleminde herhangi bir hukuka aykırılık varsa, bu seçimi yapan
organa bir yazıyla bildirilir; ama, bunların her ikisi de yapılmamıştır ve
başkanın görev süresi dolmuş olmasına rağmen, başkanlık makamının boş
kalmasına, Başbakanlığın gerekli işlemleri yapmaması nedeniyle sebep olunmuştur.
Daha sonra, Bilim Kurulu, yeni üyeler için, süresi dolan üyeler için bir seçim
yapmıştır ve isimleri bildirmiştir; ama, aynı şekilde bu isimlerin atanması
konusunda da hareketsiz kalınmıştır ve uzunca bir süre geçtikten sonra da bir
yasa çıkacağı ve seçime ilişkin esasların bu yasayla belirleneceği konusunda
bir açıklama yapılmıştır ve bütün bu süreler boyunca da TÜBİTAK, gerek Bilim
Kurulu bakımından gerekse başkanı bakımından çalışamaz hale gelmiştir, çalışma
imkânlarının önü tıkanmıştır ve sonra da, bu tıkanıklık gerekçe yapılarak, boş
üyelikler için ve TÜBİTAK Başkanlığı için bir defaya mahsus olmak üzere, bütün
seçme yetkilerini başbakana veren bir kanun getirilmiştir önümüze. Tabiri caizse,
hükümet, önce, sorunu yaratmıştır, elindeki kamu erkini kötüye kullanmıştır ve
daha sonra da, bu boş yerler için seçim yetkisini kendi eline alacağı bir
düzenleme yapmıştır. Bu, çok ağır bir fonksiyon gasbıdır. Yürütmenin bir hizmet
yerinden yönetim birimine ait olması gereken yetkileri gasbetmesi niteliğini
taşımaktadır, Anayasaya çeşitli aykırılıklar içermektedir. Bu aykırılıkları,
biz, buradan, kürsüden ifade ettik; ama, maalesef, dikkate alınmadı ve daha sonra
çıkarılan bu yasa, uyarılarda bulunduğumuz gibi, önce, Sayın Cumhurbaşkanı
tarafından ikinci kere görüşülmek üzere Meclise iade edildi. Aynı yanlışları
görmemekte ısrar eden Meclisteki Adalet ve Kalkınma Partisi çoğunluğunun oylarıyla
yasa kabul edildi ve daha sonra da, Cumhuriyet Halk Partisi Grubundan
milletvekillerinin açmış olduğu dava sonucunda, Anayasa Mahkemesi, bu yasadaki
ikaz ettiğimiz aykırılıkların Anayasaya aykırılık oluşturduğuna ilişkin kararını
verdi.
Şimdi, yapılan düzenlemelerle, yine, buna
benzer birtakım sakıncalar yaratılmaya çalışılıyor.
Bakınız, bu yasayı incelediğimizde, bir
yeniden yapılandırma adı altında, yine, özerkliğe müdahale niteliği taşıyan
birtakım uygulamalara kapı ardına kadar açılıyor. Eğer, bir kamu kurumu özerk
bir yapıya sahipse, bu özerklik, onun kendi organlarını kendisinin seçmesini
gerektirir. Anayasamızın 123 üncü maddesinde idarenin merkezden yönetim ve
yerinden yönetim esaslarına göre oluşturulacağı ifade edilmiştir ve Anayasa
Mahkememizin kararlarını incelediğimiz zaman, yerinden yönetimin, özerklik
bağlamında neler ifade ettiğine ilişkin kararlar oluşturulurken, bunlarda,
özerk bir kurumun kendi organlarını kendisinin seçmesi gereği üzerinde de
ayrıntılı bir biçimde durulduğu ve bunu bir gereklilik olarak bu kararların
ortaya koyduğu görülmektedir. Ama, maalesef, bu gerçek, Anayasa Mahkemesi
kararlarında yer alan bu ilke, bu yasa oluşturulurken gözardı edilmiştir ve
Başkanlığın ve Bilim Kurulunun oluşumunda yetkilerin büyük ölçüde Başbakan
elinde toplandığı görülmektedir.
Bakınız, Başkanın seçiminde Bilim Kurulu 2
aday seçiyor; bunlardan birisini Başbakan seçiyor. Bilim Kurulu üyelerinin
seçimine dikkat ettiğiniz zaman da, 14 kişilik Bilim Kurulunda, Başbakana 7 üye
seçme imkânı tanınıyor. Bu, bir bilim kuruludur ve ne hazin bir görünüm ki,
Türkiye'de, bilim kurumlarının yükseköğretimde zirvesini oluşturan,
koordinatörü olan YÖK'e ancak 1 üye seçme imkânı veriliyor ve Bilim Kuruluna da
4 üye seçme imkânı veriliyor.
Böyle bir yapı karşısında ne düşünürsünüz?
Bu özerk bir kurum mudur, yoksa, üzerine bu seçme yetkileri dolayısıyla
Başbakanın, dolayısıyla yürütmenin gölgesi düşmüş olan bir oluşum mudur, bir
yapı mıdır? Kendi organlarını kendi seçemiyor, bağlı olduğu, bir anlamda
vesayeti altında, idarî vesayeti altında bulunduğu kurum onun yapısını
oluşturuyor. Bu, özerkliğe ne kadar sığar, Anayasanın 123 üncü maddesinde yer
alan yerinden yönetim ilkesine ne kadar sığar; takdirinize bırakıyorum.
Biraz önce bir değerli arkadaşım
"Başbakan da seçimi yapacak; ama, herhalde, sokaktan, hiçbir niteliği
olmayan bir kimseyi değil, bilimsel nitelikleri taşıyan kişileri seçecek"
diyor. Hiçbir başbakanı töhmet altında bırakmadan konuşuyorum; hatta, daha
ileri giderek söyleyeyim, belki şu anda iktidarda bulunan Başbakan, böyle bir
tercih de yapmaz, tartışabiliriz, tercihlere bakıldığı zaman; ama, ben, burada,
şu adı veya bu adı taşıyan bir başbakanın neleri yapabileceğine dikkati çekmek
istemiyorum. Yasalar kalıcıdır. Bu iktidar gider; ama, yasa, bir başka iktidar
geldiği zaman, onun döneminde de geçerlidir. Biz yapmayız diyebilirsiniz; ama,
yapabilecek olan için imkân var. Bakınız, 3 üncü maddenin (a) fıkrasında, Bilim
Kurulunun oluşumu ifade edilirken, bilim adamları arasından denilmiyor, ne
deniliyor: "Bilimsel ve teknolojik alanlarda eser, araştırma ve
buluşlarıyla temayüz etmiş ve/veya araştırma ve teknoloji yönetimi konusunda
yetkinliği olan, bilimsel ve teknolojik sistem, kurum ve birimleri başarı ile
kurmuş ve/veya yönetmiş bulunan kişiler arasından..."
Şimdi, bir başbakan gelse, bizim partiyi
filanca şirket çok iyi bir bilgisayar ağıyla donatmıştı, bunun başında da
falanca vardı, bravo çocuğa, çok iyi bir tesisat kurdu, ben bunu TÜBİTAK Bilim
Kuruluna seçsem dese, bu ifade karşısında, buna bir engel var mı? Ama, bilim
adamı değil çocuk, sadece başarılı bir bilgisayar iletişim ağı kurmuş. Bu
ifadeye göre, engel var mı? Diyorsunuz ki: "Bütün üyeler TÜBA üyesi
olacak." TÜBA üyesi olmak da kolay bir şey değil; ama, şu ifade tarzı bile,
bütün üyelerin, TÜBA üyeleri arasından Bilim Kuruluna seçilemeyeceğini,
seçilmesine imkân olmadığını çok açık bir şekilde ortaya koyuyor. 3 üye, bu
anlattığım nitelikleri taşıyan insanlar arasından seçilecek; hatta ve hatta,
TÜBİTAK'ın başkanı da bu (a) fıkrasında yer alan nitelikleri taşıyanlar
arasından seçilecek; yani, TÜBA üyesi olması şart değil.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, ne olur böyle
olursa; belki sizce sakınca görmeyebilirsiniz, ama, siyasallaşma olayı, her
zaman öyle zannettiğiniz kadar iyi bir şey değil. Bir kurumun
siyasallaşmasıyla, insanların siyasete yatkın olması, bir siyasî tercihleri
olması olayını birbirine karıştırmayın. Bir kurumun siyasallaşması, hele hele o
bir bilim kurulu ise, hiç de öyle umduğunuz yararlı sonuçları ortaya koymaz.
Çünkü, bilim, siyasallaştığı zaman, bilim olmaktan çıkar. Her yer belki
siyasallaşabilir; ama, siyasallaşmaması gereken, siyasallaşmamasına en fazla
önem vermemiz gereken yer bilimdir, bilim kurullarıdır. Çünkü, bilim ile
siyasallaşmak bir arada olmaz. Bilim demek, objektiflik demektir; siyasallaşmak
ise, bir taraf tutmak demektir. Bu bile, bilim ile siyasallaşmanın bir arada
olmayacağını gösterir.
Üniversite yaşamından gelen arkadaşlarımız
var, mesleği öğretim üyeliği olanlar. Bilemiyorum, öğretim üyeliğinde asıl...
Hepimiz sandığa bir parti için oy atmışızdır, birisini beğenmişizdir; ama,
dersimizi anlatmaya sıra geldiği zaman, beğendiğimiz partinin hatalı yanlarını
gösteren eserlerden de, düşüncelerden de söz etmişizdir onu öven eserler yanında,
eğer, dersimiz siyasal bilim ise veya öğrencimize veya bulgularımıza
"benim siyasal kanaatim bu bulguyu şöyle yorumlamayı gerektiriyor"
nazarıyla bakmamışızdır. İnsanın siyasî tercihi ayrıdır; ama, bilimde
gerçekleri ortaya koyma durumu tamamen bundan farklıdır. Bilim,
siyasallaştırılamaz; ama, siz bir bilim kurulunun üzerine, bu oluşum nedeniyle,
yürütmenin gölgesini düşürürseniz, orada bilimde siyasallaşmaktan söz edilir.
Burada bir arkadaşımız kalktı "siz,
Cumhuriyet Halk Partisi olarak geçmişinizde ne yaptınız, siyasallaşmak
gerekiyorsa siyasallaştıracağız" filan gibi birtakım sözler söyledi.
Cumhuriyet Halk Partisinin geçmişinde
siyasallaşmak yoktur. Eğer, bir parti oluşumu sırasında sarf edilmiş birtakım
sözler varsa, onların ne kadar yanlış olduğu da bizzat bu Partinin Genel
Başkanı tarafından halka ifade edilmiştir ve o doğrultuda hareket edilmeyeceği
-yeni oluşumda da- söylenilmiştir. Bunu, hepiniz biliyorsunuz; ama, bunu
bilmenize rağmen, bu yanlışı burada telaffuz etmekten de kendinizi alamıyorsunuz.
Şimdi, şunu söyleyeyim: Bizim geçmişimizde
böyle bir olay yok; ama, şurada ikibuçuk yıldır yaşadığımız birtakım olaylar
var. 61 yaş dediniz, bir yasa çıkardınız, emeklilikte zorunlu emeklilik yaşını
61'e indirdiniz; Anayasaya aykırı olarak indirdiniz. Belki, Anayasaya aykırı
olduğunu ilk seferde bizim söylememiz, Sayın Cumhurbaşkanının ifade etmesi sizi
ikna etmedi; ama, Anayasa Mahkemesi karar verdi, bozdu. Bir daha ısrar ettiniz.
Niye?!. Niye?!.
Birkaç gün önce bir kanun çıkardık; imam-hatiplere
bir garazımız yok; ama, siz, başka meslek mensuplarından esirgediğiniz bir
imkânı imam-hatiplere tanıdınız.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Lütfen konuşmanızı tamamlar
mısınız Sayın Araslı.
Buyurun.
OYA ARASLI (Devamla) - Şimdi, bir şeyin
yanlış olduğunu söylemek bir meslek mensubuna garazı olmak demek değildir. Biz,
imamlara da saygı duyarız, öğretmene de saygı duyarız, onun kadar, hekime de,
yargıca da saygı duyarız ve bunların içerisinden biri diğerinin önünde tutuluyorsa,
burada eşitliğe aykırı bir uygulama olduğunu da söyleriz.
Şimdi, bunlara bakarak, biz, sizin, bu
uygulamalar çerçevesinde, tarafsızlığınızı koruyacağınıza nasıl inanalım; yani,
yasada bir yanlış düzenleme var ise, sizin garanti vermeniz, kötüye
kullanmayacağız diye yeminler filan etmeniz de durumu değiştirmez; çünkü, biraz
önce söylediğim gibi, siz gidersiniz; ama, yasalar kalır, sizin çocuklarınıza
da kalır. Bakın, bu ülkenin kanunları arasında 1923'ten önce yürürlüğe girmiş
olanlar da var, bir kısmı hâlâ yürürlükte. Çocuklarınıza da kalır...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Araslı, lütfen konuşmanızı
tamamlar mısınız.
Buyurun.
OYA ARASLI (Devamla) - Bitiriyorum
efendim.
Bu tür kanunlar da var.
HASAN FEHMİ KİNAY (Kütahya) - Keşke kalsa.
OYA ARASLI (Devamla) - Onun için, burada,
yasa yaparken, çok çok dikkatli hareket etmek durumundayız.
Bir arkadaşımız "keşke kalsa"
diyor. Cumhuriyet öncesi birtakım yasalar için "hepsi kalsa" lafına,
ne ölçüde, tümü doğrudur diye katılmak mümkün olur bilemiyorum, benim için
değil; çünkü, cumhuriyet yepyeni bir kültür getirmiştir ve o cumhuriyet
kültürünün getirdiği yasaların da Türkiye için ne kadar isabetli tercihler
yapmış olduğu hepimizin malumudur diyemiyorum; ama, diyeceğim şu: Yasa çıkarmak
için çok dikkatli hareket etmeliyiz. Yasaları deneme sınama yöntemiyle de çıkarmamalıyız.
Her zaman söylüyorum, bu Meclis kolay çalışmıyor. Bu memleketin bu kadar bol
zamanı yok. İnsanlarımız açlıktan, sefaletten kırılıyorlar, işsizlikten kırılıyorlar.
Onların sorunlarına bir an önce çözüm bulmamız lazım.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Araslı, üçüncü defa
sürenizi uzatıyorum; lütfen...
OYA ARASLI (Devamla) - Bitiriyorum Sayın
Başkan.
Bakın, bugün, Anayasa Mahkemesi bir yasayı
iptal etti, daha önce de pek çok yasayı iptal etti. Bu tavrınıza Anayasa
Mahkemesinin en yalın, en açık yanıtıdır bu. Bir daha, Anayasa Mahkemesini bize
bu tür yanıtlar verme durumunda bırakmayalım, yasaları Anayasa Mahkemesi önüne
götürmek zorunda kalmayalım, bilim kurumlarımızın tarafsızlığını koruyalım.
Saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Araslı.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Sayın
Başkan, Sayın Recep Garip'in konuşmasında, Meclisteki Baloğlu soyadını taşıyan
tek milletvekili olarak, bana yöneltilmiş bir suçlama var; o yüzden bir
açıklama yapmak istiyorum.
BAŞKAN - Hayır efendim...
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) -
Efendim, Baloğlu soyadını taşıyanların işe girdiğini söylüyor.
BAŞKAN - Sayın Feridun Baloğlu, nereden
çıkardınız bunu?! Lütfen...
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Peki
efendim; yani, uygun bulursanız, kendisi açıklasın; ne anlamda bizim ismimizden
bahsediyor?
BAŞKAN - Madde üzerinde 10 dakika süreyle
soru-cevap işlemi yapacağız.
Sayın Gazalcı, buyurun.
MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Çok teşekkür
ederim Sayın Başkanım.
Sayın Bakanım, sonuna doğru geliyoruz.
Sorduğumuz soruların çoğu tutanaklarda kaldı, havada kaldı. Dileriz, yazılı
yanıt verirsiniz.
Ben bir soruyu ısrarla yinelemek
istiyorum; çünkü, size sorduğum yazılı soru önergesine, siz, bir yanıt
vermiştiniz; demiştiniz ki "Sayın Prof. Dr. Namık Kemal Pak'ın tekrar
göreve atanmasına ilişkin süreç, konu hakkında yapılmakta olan çalışmaların
tamamlanmasından sonra devam ettirilecektir." Bu, sizin ifadeniz ve
altında imzanız var. Yani -bundan sonra mahkeme kararları da oldu- bu yasa,
TÜBİTAK'a ayrı bir tüzelkişilik kazandırıp bugüne kadar hak arama yollarını kaldıracak
mı? O kadar açık soruyorum ki...
Yarın Sayın Pak'ın Danıştaydan kararı
geldi. Siz "hayır, artık TÜBİTAK yeni bir TÜBİTAK oldu, eskiyle ilişiği
kalmadı, biz o yüzden uygulayamıyoruz" mu diyeceksiniz? Ben, bunu, bu
yasanın sonunda öğrenmek istiyorum ve bu yasa, mahkeme kararlarını yok edecek
mi diyorum.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Sayın Işık...
AHMET IŞIK (Konya) - Sayın Başkan,
teşekkür ediyorum.
Ben de Sayın Bakanımıza şu soruyu
yöneltmek istiyorum: 278 sayılı Yasayla Türkiye'nin bilim ve teknoloji
politikalarının oluşturulması konusunda hükümete danışmanlık görevi TÜBİTAK'a
verilmiştir. Bilim ve teknoloji politikaları, tabiatı gereği, kısa, orta ve
uzun vadeli dönemlere ilişkin uygulamaları gerektirmektedir.
Ülkemizin gelecek nesillerine, bilim ve
teknoloji alanlarında güçlü ve bağımsız bir yapı sunulabilmesindeki temel
politikanız nedir?
Ülkemizde, yurt dışından transfer edilen
teknolojiyi kullanma ve uyarlama yetkinliği çok yüksek bulunmaktadır. Teknoloji
geliştirme ve yenilik kabiliyetini yeterli buluyor musunuz?
Son olarak, bilimsel ve teknik sistemlerin
iyi yönetimlerinin ihmali söz konusu mudur?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Işık.
Sayın Coşkunoğlu, buyurun.
OSMAN COŞKUNOĞLU (Uşak) - Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Sayın Gazalcı'nın dediği gibi, maalesef,
birçok sorumuz havada kaldı. Belki, ileride yazılı cevap alacağız; ama, ben de
şu sorumu yinelemek istiyorum: Hükümet hangi bilim ve teknoloji politikasını
uygulamakta güçlük çekti de, yeniden yapılanma ihtiyacı duydu; bir.
İkincisi; Sayın Bakanın, bir soruya cevap
verirken ettiği bir söz var. Ben, tutanakları getirttim; ama, içerisinde
bulamadım; yani, o yazılmadı veya bana getirilmedi. Şöyle diyordu: "Daha
önceki yönetim sırasında 5 üniversite egemen görünürken, şimdi 77 üniversiteye,
Anadolu'ya..." Ve o cümleyi şöyle tamamladınız: "Biz, bunu Anadolu'ya
yaydık. Bizim hükümetimizin performansı işte budur" dediniz.
Şimdi, bu, sizin hükümetinizin performansı
mı, TÜBİTAK'ın performansı mı, yoksa, TÜBİTAK, sizin hükümetinizin bir
direktifi üzerine mi bunu yaptı? Bunu sormak istiyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Coşkunoğlu.
Sayın Baloğlu, buyurun.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Sayın
Başkan, demin de söz istemiştim; bu fırsatla, soruyorum: Sayın Recep Garip,
konuşmasında "Baloğlu" soyadını taşıyan 7 kişinin TÜBİTAK'ta işe
alındığını, bunun da bir örgütlenme gibi yorumlanabileceğini söylemişler.
Şimdi, kendisi de teyit etti, isimlerini de gördüm. Benim ailemden TÜBİTAK'ta
çalışan hiç kimse yok; ama, buna rağmen böylesine bir örgütlenme gücüm olduğuna
inanıyorsa, kendisine teşekkür ediyorum.
Sayın Bakana da şunu soruyorum: Benim
soyadımı taşıyanlardan, akrabalığımı taşıyan bir tek kişi varsa lütfen
bildirsin.
Yazılı olarak bildirebilir.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Baloğlu.
Sayın Bakanım, buyurun efendim.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Sayın Başkanım, bu soruların önemli bir bölümüne
daha önce cevap verdim, geri kalan sorulara yazılı olarak cevap vereceğim. Bu
konuda soru soran arkadaşlarımız hiç endişe etmesinler. Bana ne zaman soru
sorulmuşsa, belki biraz gecikir; ama, mutlaka, o sorulara cevap vermişimdir,
bundan sonra da böyle olacak.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
12 nci madde üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, teklifin tümünü
oylamadan önce, İçtüzüğe göre, oyunun rengini belli etmek üzere bir
milletvekilimiz lehte, bir milletvekilimiz aleyhte söz talebinde bulunmuştur.
Lehte, Aksaray Milletvekili Ramazan
Toprak.
Sayın Toprak, buyurun. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
Sayın Toprak, lütfen sürenizi olumlu
kullanınız, size 4 dakikalık süre veriyorum.
Buyurun.
RAMAZAN TOPRAK (Aksaray) - Sayın Başkan,
Yüce Meclisin değerli üyeleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Başarı, izafî
bir kavramdır, göreceli bir kavramdır, kişiden kişiye, olaydan olaya ve hatta
ülkeden ülkeye değişir, geçmişten günümüze değişir, günümüzden geleceğe de
değişecek bir kavramdır.
TÜBİTAK'ın başarısından bahsedebilmek için
geçmiş kırk yılını kendisiyle kıyaslamak yanlış bir kıyastır. Bu kıyası, dar
anlamda doğru kabul edebiliriz; ama, geniş ve gerçek anlamıyla doğruyu
bulabilmek için TÜBİTAK'ı aynı, kırk yıllık dönemde, dünyadaki emsal ar-ge
kuruluşlarıyla kıyasladığımızda, daha gerçekçi bir sonuca ulaşırız.
Siyasal iktidarların, bilime verdiği
değer, verdiği destekle ölçülür. Geçmişte bilime verilen değer, verilen destek
ölçüsündedir. Düşük destek, bilime verilen değerin ifadesidir. 2002 yılı sonuna
kadar, TÜBİTAK'a, onbeş yıl süreyle verilen desteğin 150 000 000 dolar olduğu
düşünülürse ve sadece 2005 yılı için bizim iktidarımızın 530 trilyon TL verdiği
düşünülürse, bu, bu siyasal iktidarın bilime ne denli, geçmişle kıyaslanmayacak
derecede önem verdiğinin çok açık, net bir ifadesidir. Verilen bu değer
rakamsal ifadelerle ortaya konulmuştur. Bu tutum, takdir edilmesi gereken bir
tutumdur.
Bu tasarıya olumlu destek vereceğimi ifade
ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN- Teşekkür ediyorum Sayın Toprak.
Aleyhte, Uşak Milletvekili Osman
Coşkunoğlu; buyurun.
Konuşmanızı süresi içerisinde
tamamlarsanız memnun olurum Sayın Coşkunoğlu.
Buyurun efendim.
OSMAN COŞKUNOĞLU (Uşak)- Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, hem son derece
yanlış bir yasa hem de son derece kötü bir süreç içerisinde yapıldı. Bilimi
yaraladık, bilim insanını, bundan önceki ve şimdiki bilim insanlarını
yaraladık. Demokrasiyi de yaraladık.
Bakın, isim vermeyi çok sevmem; ama,
söyleyeceğim. Sayın Denemeç'in -yasa teklifinde imzası olduğu için- yapmış
olduğu konuşmadan ve Hürriyet Gazetesindeki röportajdan alınmış cümleler:
"Bakın, demokratik bir seçimle gelsin insanlar" diyor Sayın Denemeç.
Bu demokratik seçimle gelen kim; Başbakan mı?! "Eğer demokrasiyi içinize
sindiriyorsanız, halkın iradesine inanıyorsanız, seversiniz sevmezsiniz,
beğenirsiniz beğenmezsiniz; ama, saygı duymak zorundasınız. Siyasî irade, bir
şekilde, başbakan olarak seçilen kişide temsil ediliyor." Bu yanlıştır, bu
yanlış bir demokrasi anlayışıdır. Bütün parlamento, bütün demokrasi bir
başbakanın kişiliğinde!
Değerli arkadaşlar, uzun konuda kısa
olarak bir bilgi sunmak istiyorum. Sanayi devrimi neden İngiltere'de
gerçekleşmiştir 18 inci, 19 uncu yüzyıllarda; sermaye birikimi Hollanda ve
civarında daha çoktu; bilim, Fransa'da daha ileriydi; fakat, İngiltere'de,
Magna Carta nedeniyle, hükümdarın müdahale etme olanakları sınırlanmıştı,
İngiltere'deki o özgür ortamda bilim ve teknoloji gelişmişti.
Şimdi, biz, Başbakana, bu yetkileri
artırarak, çok büyük bir hata yapıyoruz, bilim adına hata yapıyoruz, teknoloji
adına hata yapıyoruz.
Bu olayı sadece eleştirmekle kalmadım; bir
toplantımızda, ben bir teklif sundum Sayın Denemeç'e. O zaman deniyordu ki,
bilim ve teknolojinin siyaseti olmaz, işte, CHP, AKP, beraber, aynı şeyleri
düşünüyoruz. Olabilir, aynı şeyleri düşünüyor olabiliriz. Bu, gerçekten
öyleyse, demiştim o zaman -bundan üç dört ay önce yapmış olduğumuz bir
sohbette, başka tanıklar, TÜBİTAK'tan tanıklarla beraber- bir teklif sunmuştum
somut olarak, Cumhuriyet Halk Partisinden ve AKP'den ortak sayıda kurulacak,
sadece bu amaç için kurulacak bir komisyonda, bütün bu süreci ve yapılanmayı
beraberce değerlendirelim; bu, sizlere de puan kazandırır, toplum önüne, tıpkı
dışpolitika konusunda olduğu gibi bilim ve teknoloji konusunda da belli bir
uzlaşmayla gideriz dedim. Budur demokrasi işte. Bunu yapabilmiş olsaydık,
Parlamentonun ve siyasî iradenin, Türkiye'nin bilim ve teknolojide önünü
açmasını sağlayacak bir tutum içerisinde olmuş olacaktık. Burada, sadece
Başbakana, siyasî irade adına, demokrasi adına yetkilerini artırarak bunu
sağlamıyoruz, yanlış yapıyoruz.
Ben önerimi tekrarlıyorum -bu saatten
sonra yasayı geri çekeceğini tahmin etmiyorum, ama- geri çekip bu öneriyi
gerçekleştirmiş olsaydık, gerçekten, bilim ve teknoloji ve ülkemizin ekonomisi
için, insanı için daha iyi bir şey yapmış olacaktık.
Oyum, bu nedenle aleyhtedir.
Hepinize saygılar sunarım. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Coşkunoğlu.
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım,
teklifin tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
Teklif kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır;
bilim dünyamız ve milletimiz için hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ediyorum.
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, 4
üncü sırada yer alan, Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi
Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanun Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji
ve Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu raporunun görüşmelerine
başlıyoruz.
5.-
Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına
İlişkin Kanun Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve
Teknoloji Komisyonu Raporu (1/846) (S. Sayısı: 646) (x)
BAŞKAN - Komisyon?.. Burada.
Hükümet?.. Burada.
Komisyon raporu, 646 sıra sayısıyla
bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde, AK Parti Grubu
adına Kayseri Milletvekili Taner Yıldız, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
Manisa Milletvekili Nuri Çilingir; şahısları adına, Hatay Milletvekili Mehmet
Eraslan, Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan ve Adana Milletvekili Tacidar
Seyhan'ın söz talepleri vardır.
Tasarının tümü üzerinde ilk konuşmacı, AK
Parti Grubu adına, Kayseri Milletvekili Taner Yıldız.
Sayın Yıldız, buyurun efendim. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA TANER YILDIZ
(Kayseri) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yenilenebilir Enerji
Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanun
Tasarısı üzerinde, AK Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum; Heyetinizi,
şahsım ve AK Parti adına, saygıyla selamlıyorum.
Tabiî, öncelikle, bu, yenilenebilir enerji
kaynaklarının, neredeyse yenebilir bir enerji kaynakları haline geleceği
ortamdaydık; biraz endişe duydum şahsen. Aylardır Genel Kurul gündeminde
olmasına rağmen, uzun bir süredir bu konuyu tartışamadık, görüşemedik; ama,
bugün, inşallah, kanun tasarısının görüşmelerine başlıyoruz.
Bu kanun tasarısının, kanunlaşmasıyla
beraber, yatırımcımıza, ülkemize ve enerji sektörüne hayırlar getirmesini
temenni ediyorum. Özellikle bu tasarının olgunlaşmasında katkı koyan muhalefete
de teşekkür ediyoruz.
Şimdi, biz nasıl bir kanun çıkarıyoruz,
niçin çıkarıyoruz, bu kanunun getirdikleri nelerdir, ülke menfaatına katkısı
hangi orandadır, AB ülkelerinin bu konuda neresindeyiz, kanun tasarısı
kapsamında bulunan projelerin durumu nedir, en son geldiği merhale nedir;
bunları sırasıyla açacağız.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; Türkiye'de
elektrik enerjisinin genel durumu hakkında kısaca bilgi vermek isterim. Dünyada
olduğu gibi, yurdumuzda da bütün bu enerji projeksiyonlarının 2020 yılına kadar
hedef alınarak hazırlandığını biliyoruz. Ülkemizde, bu konuda, çeşitli kamu
kurumu, üniversiteler, diğer ilgili kuruluşlar çok çeşitli prensiplere
dayanarak çok değişik senaryolar üretmişlerdir. En son TEİAŞ'ın 2004 yılı
ortalarında yaptığı ve Devlet Planlama Teşkilatının gelişme planı, gayri safî
yurtiçi hâsıla esneklik analizleri ve sektörel büyüme duyarlılık analizleri
gibi birçok faktörü de içine alarak 7 tane alternatifli talep projeksiyonu
oluşturuldu. TEİAŞ, talep projeksiyonunda iki çözüm önerisi getirmiştir;
bunlardan bir tanesi, 2020 yılında, kötü ve iyi senaryoya uygun olarak, takribî
400 milyar kilovat/saatlik bir enerji talebi, diğeri de 500 milyar
kilovat/saatlik enerji talebidir.
Birkısım rakamlarla enerji sektörünün
temel büyüklükleri hakkında bilgi verebiliriz. Büyüme hızı, ülkemizde sanayiin
büyüme hızına mütenasip olarak enerjideki büyüme hızı, 2010 yılına kadar
takribî yüzde 8, 2020 yılına kadar da ortalama yüzde 7,7 olarak kabul
edilmiştir. Tüketim ise, içinde bulunduğumuz yıllarda takribî 141 milyar
kilovat/saat ve yüzde 71'lik bir büyümeyle 240 milyar kilovat/saate ulaşacağını
umduğumuz 2010 yılı ve yine yüzde 250'lik bir büyümeyle, böyle bir hızla, 2020
yılında 500 milyar kilovat/saatlik bir talep tüketimi görüyoruz. Kurulu güç
açısından baktığımızda ise, 37 000 megavatlık 2003 yılı, 48 000 megavatlık 2010
yılı ve yine, takribî 100 000 megavatlık 2020 yılını tahmin edebiliriz.
Yenilenebilir, kurulu güç açısından baktığımızda ise, 12 600 megavatlık ve
yüzde 35 oranına tekabül eden bu dediğimiz kanun kapsamındaki enerji
kaynakları, 18 324 megavatlık 2010 yılı tahmini ve 35 000 megavatlık da 2020
yılı tahmini yapabiliriz. Hidroelektrik kaynakların yenilenebilir enerji
kaynakları içerisindeki payı ise çok büyüktür; yaklaşık yüzde 34 oranında, 12
579 megavatla, bulunduğumuz yıllar içerisinde bu rakamı kesinlikle
söyleyebiliriz.
Yenilenebilir enerji kaynaklarının
tüketimdeki payı ise talebin yüzde 25'i kadar ve bu kanun tasarısının
kanunlaşmasıyla beraber, biz, bu oranı, en azından korumak istiyoruz, bir iki
puan da artırmak istiyoruz; yani, 2020 yılına kadar yenilenebilir enerji
kaynaklarının, yerli kaynakların -bunların içerisinde hidrolik kaynaklar,
jeotermal, rüzgâr, biyomas, biyodizel gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının-
tüketimdeki payının yüzde 25'ten daha düşük olmamasına dikkat ediyoruz. Mevcut
elektrik üretiminin yüzde 45'i şu anda devlet tarafından, yüzde 40'ı
yap-işlet-devret, yap-işlet ve işletme hakkı devirleri tarafından, yüzde 15'i
de özel sektör tarafından üretilmektedir.
Türkiye, bu elektrik enerjisi üretiminde
kaynak ihtiyacını, nükleer kaynak dışında petrol, doğalgaz, kömür, hidrolik,
jeotermal ve rüzgâr enerjisinden istifade ederek karşılayabilir durumdadır.
Bilindiği gibi, petrol, doğalgaz ve ithal kömür dış kaynaklardır. Kömürün
yanında ülkenin en önemli yerli kaynakları, sırasıyla, hidrolik, rüzgâr, jeotermal,
biyomas, biyodizel ve akıntı enerjisi olarak söyleyebiliriz.
Ülkenin harekete geçirilmeyi bekleyen
toplam hidroelektrik kaynaklarının rezervi 135 milyar kilovat/saattir; bunun,
ancak, ne yazık ki üçte 1'ini, 35 milyar kilovat/saatini harekete geçirebilmiş
durumdayız. Öyle nehirlerimiz vardır, 1 376 kilometrelik bir nehrin üzerinde
ancak bir tane, iki tane santral vardır. Bunların yerli kaynaklardan üretimini
sağlamak, ancak bu kanunun teşvikiyle olacaktır.
Rüzgâr için de benzer şeyler söylenebilir.
En az 25 milyar kilovat/saat/yıllık üretilebilecek bir rüzgâr rezervi vardır.
Ülkemizde hidrolik kaynağa, yenilenebilir
için, EPDK Üretim Lisans Yönetmeliğiyle sınır getirilmiştir. Maddelerine
geçtiğimizde göreceğiz; bugün yenilenebilir enerji kaynakları içerisinde
kavramlar ve tanımlar açısından bütün hidrolik kaynaklar mevcut iken, sübvanse
edilmeyi bekleyen hidrolik kaynaklar, rezervuar alanı ancak 15 kilometrekarenin
altında olan ve nehir tipi santrallar, nehir tipi akıntı santralları ancak bu
sübvansiyonun içerisine alınmıştır.
Elektrik enerjisi üretiminde klasik
maliyetlerin dışında, yani yatırım, işletme, finansman maliyetlerinin dışında
kaynak transferi gibi sosyal içerikli maliyetler vardır. Bunlara biz
"toplumsal maliyetler" adını veriyoruz. Ne yazık ki toplumsal
maliyetler, özellikle bu YEK kanunu tasarısı kapsamında bulunan enerji
kaynakları için maliyetlere yansıtılmamaktadır. Elektrik enerjisi fiyat
oluşumunda Türkiye'de toplumsal maliyetler bir unsur olarak girmemektedir. Esasen,
birkaç ülke dışında dünyada yenilenebilir kaynağın öneminin kavranmış olmasına
rağmen, elektrik enerjisi fiyat oluşumunda toplumsal maliyetlerin de dikkate
alınarak yapılması ciddî güçlükler doğurmuş ve realize edilmemiştir. Bu sorun,
emisyon vergileri, karbon ticareti, yeşil sertifika ticareti gibi metotlarla
çözüm yoluna gidilmiş ve bu modeller yasalaştırılarak yenilenebilir
kaynaklardan maksimum istifade imkânı sağlanmıştır.
Aslında, toplumsal maliyetlerin elektrik
enerjisi fiyat oluşumunda kriter alındığı bir yapıda, yenilenebilir kaynak için
ne sübvansiyona ne de farklı bir desteğe ihtiyaç vardır. Aslında hiçbirine
destek ihtiyacı yoktur; fakat, bunlar maliyet olarak giremediği için, ancak,
biz, bir teşvik mevzuatı veya bir sübvansiyon rakamlarıyla bu kanun tasarısına
yaklaşmaktayız ve ancak böyle, ülkenin kaynaklarını aktif hale getirebiliyoruz.
Hidroelektrik kaynağın mevsimsel, rüzgâr
kaynağının da hat yükleri gibi aslında çözülebilir denge sorunları olmasına
karşılık, bu iki kaynak, ülkemiz için hâlâ önemini korumaktadır. Yakıt gideri
olmadığından, yenilenebilir kaynakların işletme maliyetlerinin de çok düşük
olacağı açıktır. Diğer yandan, yenilenebilir kaynaklara dayalı elektrik
enerjisi üretimi çevre kirliliği yaratmadığından, temiz ve çevreye uyumlu bir
yapıya sahiptir.
Arkadaşlar, bu rakamlar önemli. Avrupa
Enerji Ajansı çalışmalarında, gigavatt/saat başına, kömür kaynağında 1 000,
petrol ürünlerinde 750 ve doğalgazda ise 500 ton karbondioksit emisyonu olduğu
saptanmıştır. Bunlar, aslında, hiçbirimizin sorumlu olmadığını iddia ettiği,
ama, dolaylı yoldan, direkt olmasa bile dolaylı yoldan zararını bir sonraki
nesle aktardığımız konulardır. Kyoto Anlaşmasında hemen hemen bütün ülkeler bu
taahhütlerini yapmıştır; ama, ne yazık ki, gelişmiş ülkeler, birkısım
gelişmekte olan ülkelerle beraber, bu taahhütlerini yerine getirmemişlerdir,
sanayi büyüme hızlarını küçültmemek adına dünyanın kirlenmesine göz
yummuşlardır.
Şu anda, yenilenebilir kaynak için ise, bu
karbondioksit emisyonları yok denecek kadar azdır. Teknik olarak, özellikle
şebekeye giriş ve kısa devre kısıtı gibi konularda kaçınılmaz olarak sağlanacak
desteklerin yanında, ar-ge, ucuz kredi, yatırım destekleri ve bazı vergi
destekleri istisnalarıyla beraber, yenilenebilir kaynakların önemini kavramış
ülkelerde kolay realize edilebilmektedir.
Dünyada, genellikle Avrupa Birliğinde de
yenilenebilir kaynakların elektrik üretiminde fiyata yönelik teşvikleri şöyle
sıralanabilir: Almanya, Portekiz, İspanya ve Yunanistan'da olduğu gibi sabit
fiyat sistemiyle, Fransa'da olduğu gibi kota ve teklif sistemiyle, İngiltere'de
ve İrlanda'da olduğu gibi kota tabanlı ihale sistemiyle ve Hollanda, Danimarka
ve İtalya'da olduğu yeşil sertifika sistemiyle bu işlemler yürütülmektedir. Her
sistemin, hem ülke şartlarına uyumu hem de piyasa açısından kendilerine göre
birkısım avantajları ve dezavantajları mevcuttur.
Dünya, yenilenebilir enerji kaynaklarının
kullanım oranını artırmak için çok ciddî bir çaba içerisindedir; ancak, yatırım
maliyetlerinin diğer klasik kaynaklara göre yüksek olması, yenilenebilir enerji
kaynaklarının kullanım payının istenilen oranda artmasını engellemektedir.
Avrupa Birliği kendisine bu konuda hedef belirlemiştir. Toplam birincil enerji
arzında yüzde 12, elektrik üretiminde ise yüzde 25 oranında, AB, kendine hedef
olarak bir rakam tayin etmiştir. Sevindirici bir durumdur; Türkiye de bu
oranların altında değildir, hatta ilerisindedir.
1992 yılında Rio'da düzenlenen Çevre ve
Kalkınma Konferansında, İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi üye ülkelerin
imzasına açılmış ve 2000 yılındaki sera gazları emisyonlarının 90'lı yılların
seviyesine düşürülmesi hedef olarak tayin edilmiştir. Bildiğiniz gibi, 2003
yılında da, Meclisimizde aynı şekilde bir kanun tasarısı kanunlaşmıştır ve bir
yasal düzenlemeyle, bizim de, bu Rio'da düzenlenen İklim Değişikliği Çerçeve
Sözleşmesine katılımımız sağlanmıştır.
Bugüne kadar yeterince değerlendirilemeyen
yerli kaynakların, gerek ülkenin özkaynakları olması ve enerji ithalat
bağımlılığını azaltması gerekse çevrenin korunması, istihdam ve yerli teknoloji
oluşturmasına katkı sağlaması ve yenilenebilir kaynakların mevcut piyasa
şartları içerisinde diğer enerji üretim sistemiyle rekabet edebilmesini
teminen, ancak bizim çıkaracağımız yasaya ihtiyaç vardır.
Bildiğiniz gibi, santralların yakıt
kaynakları açısından maliyetleri aşağıdaki gibidir:
Hidrolik kaynakların kilovat başına
takribî 1 200 dolarlara kadar varan yatırım maliyeti birim başına... Yalnız,
Yüksek Denetleme Kurulunun bir raporu vardır. Bunların içerisinde, enerji
kaynağının birim fiyatının yansıtılmaması ve yine bu kanun tasarısında,
maddelerinde göreceğiz; Devlet Su İşlerinden Elektrik Üretim AŞ'ye devriyle
beraber, santralların, gerçekten fizibilite maliyetlerinin ve kredi
maliyetlerinin de yansıtılacağı bir ortama gireceğiz. Doğalgaz santrallarında
bu 700 ilâ 750 dolar civarında, kömür santrallarında 1 000 dolar civarında,
rüzgâr santrallarında 2 000 ilâ 2 500 dolar civarında, nükleer santrallarda ise
2 500 dolar civarındadır.
İktidarıyla muhalefetiyle hepimizin
mutabık olduğu ve ortak paydasına koyduğu beş altı tane madde vardır. Bunlardan
bir tanesi, görüştüğümüz tasarıda olduğu gibi, yenilenebilir enerji
kaynaklarının desteklenmesi hususunda kimsenin bir tereddütü bulunmamaktadır;
ama, bunu hangi oranda destekleyeceğimiz, bir problem kaynağıdır. Aslında,
enerji sektöründe yaşanan sıkıntıların temelinde, 3096 sayılı Yasanın
çıkmasıyla beraber, devletin özel sektörle yapacağı yatırımların kâr paylaşım
oranını tespit edememiş olmasıdır. Şu anda birkısım mahkemelik olan konuların
temelinde bu vardır. Özel sektör, takribî 2,5-3 milyar dolar civarında yıllık
yapılması gereken yatırımların özel sektörle hangi oranda paylaşılacağına karar
vermemiştir veya çok fahiş fiyatlarla vermiştir; hukukî olarak sıkıntılar
çıkmıştır.
İşte, gerek Hazineden sorumlu Devlet
Bakanlığının gerek Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığının gerekse ilgili bütün
bakanlıkların burada mutabık olduğu konu, bu özel sektörle kârın makul oranda
paylaşımıdır.
Ülkemizde elektrik pahalıdır. Kısa ve uzun
vadeli ucuzlatılmasıyla alakalı, Bakanlığımızın değerli çalışmaları mevcuttur.
Yerli kaynaklarımızın oranı, ithal kaynaklarımızın oranına göre düşüktür.
Bizim, en azından yapacağımız, bu teşvikle bu oranın daha da düşmemesini, hatta
biraz da yükselmesini sağlamaktır. Yerli kaynakların hareketlenmesi, enerjideki
ve sanayideki büyüme hızımızı tam karşılayamıyor olsa da, bizim bununla alakalı
gayretlerimiz mutlaka desteklenmelidir ve bu konuyla alakalı büyüme hızlarına
yetişebilir bir yerli kaynak hareketlendirmesi sağlanmalıdır. AB kriterlerinin
yüzde 12'lik hedefi aşılmış olmasına rağmen, bu bize bir rehavet
getirmemelidir, bütün yerli kaynaklar olabildiğince maksimum düzeyde
kullanılmalıdır.
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı,
Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu ve diğer kamu görüşleriyle birlikte
hazırlanmış olan görüşeceğimiz kanun tasarısı da aynı mantıkla tesis edilmiş ve
ülke koşulları da gözönünde bulundurularak, minimum maliyetlerle destek
yaratılmaya çalışılmıştır.
Bu yatırımların başlamasıyla birlikte,
elektrik üretim sistemlerinin tamamının yerli olarak ülkemizde imalat fırsatı
doğacak ve diğer santral tipleri için geçerli olacak yatırım kalemleri ithal
ödemeleri de yurtiçi pazarda kalacaktır. Böylece daha fazla bir katmadeğer
ülkemizde oluşmuş olacaktır.
Arkadaşlar, bu kanunun getirdiği önemli
noktalar vardır. Özellikle rüzgârda, hidroelektrik kaynaklarda, jeotermalde ve
diğer enerji kaynaklarında yenilenebilir enerji kaynaklarının desteklenmesinde,
özellikle TETAŞ'ın ortalama satış fiyatının altında olmayacak şekilde bir alım
fiyat garantisi düzenlenmiştir. Bu, üretenler için yedi yıl sürebilecek bir
enerji alım garantisini de yanında getirmektedir. Yani, bu kanun tasarısının
kanunlaşmasıyla beraber, bu sektörde yatırım yapacak firmaların,
yatırımcıların, özellikle yedi yıl süreyle ürettikleri enerji -ister özelleşmiş
olsun isterse devlet elinde olsun- dağıtım şirketleri tarafından alınacaktır.
Hangi oranda alacakları da -bu detaylara şu anda girmek istemiyorum- ilgili
kanun maddesinde düzenlenmiştir.
Şimdi, bir yatırım yapıyorsunuz; bu
yapacağınız yatırımın pazar problemi olmayacak; bu, çok önemli bir nokta. Bizim
yerli kaynaklarımızı hareketlendirmemizin, cazip hale getirmemizin bence en
kritik noktalarından bir tanesidir. Kaldı ki, özellikle rüzgâr enerjisinde, bu
rüzgârgüllerini üreten Danimarka gibi, İspanya gibi, Almanya gibi ülkelerin
seviyesinde olmasa dahi, bizim ülke imkânları gözönünde bulundurularak,
Hazinenin imkânları gözönünde bulundurularak bir rakam tespit edilmiştir; o da,
TETAŞ'ın ortalama satış fiyatıdır. Günümüzde, bu rakam, Hazinenin 2005 yılı
döviz öngörüsü de gözönünde bulundurularak -o da, biliyorsunuz 1 611 TL'dir-
burada, 5,40 (dolar) senttir bu rakam. Bunun ise, birkısım yatırımcılara göre,
özkaynak oranı artırılarak, yabancı sermaye oranı biraz azaltılarak
gerçekleştirilebilecek, realize edilebilecek bir rakam olduğu tespit
edilmiştir. Akıntı tipi ve nehir tipi santrallarda, bu rakam zaten haydi haydi
kurtarmaktadır. O yüzden, biz, yatırımcılarımızın, özellikle EPDK'dan lisans
almış ve lisans almayı bekleyen, takribî 4 200 megavat civarında rüzgâr, 1 600
megavat civarında hidrolik kaynaklar, 60-70 megavat civarında jeotermal ve aynı
şekilde, biyomas ve biyodizel gibi enerji kaynaklarının da, toplam 6 000
megavatlık yatırım yapmayı bekleyen yatırımcının önünü açacağını ümit ediyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Yıldız, konuşmanızı
tamamlar mısınız.
Buyurun.
TANER YILDIZ (Devamla) - Ben, bu kanun
tasarısına, tekrar ediyorum, olgunlaşmasında ve bu hale gelmesinde katkı koyan,
muhalefet milletvekili arkadaşlarımıza, muhalefete ve İktidar Partisi, AK
Partimize teşekkür ediyorum. Bu kanun tasarısının kanunlaşmasıyla beraber
yapılacak yatırımların, ülkemize, enerji sektörüne hayırlar getirmesini temenni
ediyorum.
Teşekkür ederim. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Yıldız.
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım,
çalışma süremizin bitmesine dakikalar kalmıştır. Dolayısıyla, bir sonraki grup
adına konuşacak hatip için yeterli süre yoktur. Bir de, yoğun bir çalışma
temposu içerisinde TÜBİTAK Kanununu geçirdik.
Alınan karar gereğince, kanun tasarı ve
tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 5 Mayıs 2005 Perşembe günü saat 14.00'te
toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.
Kapanma
Saati: 20.55