BIM 2 2 2005-06-01T14:08:00Z 2005-06-01T14:08:00Z 66 44644 254473 TBMM 2120 508 312510 9.3821 0 6 nk 6 nk 0

DÖNEM : 22       CİLT : 83               YASAMA YILI : 3

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

94 üncü Birleşim

4 Mayıs 2005 Çarşamba

İ Ç İ N D E K İ L E R

   I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

  II.- GELEN KÂĞITLAR

III.- YOKLAMALAR

IV.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1.- Manisa Milletvekili Ufuk Özkan'ın, öğrenci seçme sınavı öncesinde lise son sınıf öğrencilerinin karşılaştıkları sorunlara ilişkin gündemdışı konuşması

2.- Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, sözde Ermeni soykırım iddialarına ilişkin gündemdışı konuşması

3.- Aksaray Milletvekili Ahmet Yaşar'ın, sütün insan sağlığına olan yararlarına, süt üreticilerinin sorunlarına ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın cevabı

B) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1.- Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı ve 33 milletvekilinin, 1 Mayıs 1977 tarihinde İstanbul Taksim'de yaşanan olayların araştırılması amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/280)

C) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1.- Bazı milletvekillerinin belirtilen sebep ve sürelerle izinli sayılmalarına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/815)

2.- Kars Milletvekili Zeki Karabayır'a ödenek ve yolluğunun verilmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/816)

V.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1.- Kocaeli Milletvekili Mehmet Sefa Sirmen'in yasama dokunulmazlığının kaldırılması hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Raporu (3/213)          (S. Sayısı: 496)

2.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)

3.- Esnaf ve Sanatkârlar Meslek Kuruluşları Kanunu Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu (1/969) (S. Sayısı: 851)

4.- Ankara Milletvekilleri Salih Kapusuz ile Reha Denemeç'in, Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (2/426) (S. Sayısı: 877)

5.- Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanun Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu (1/846) (S. Sayısı: 646)

VI.- ÖNERİLER

A) SİYASÎ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ

1.- Gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin CHP Grubu önerisi

VII.- AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Samsun Milletvekili Haluk Koç'un, Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa'nın, konuşmasında, şahsına sataşması nedeniyle konuşması

VIII.- SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Antalya Milletvekili Nail KAMACI'nın, Antalya'daki yerel gazetelerde kendisine atfedilen beyanlara ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Atilla KOÇ'un cevabı (7/5299)

2.- Antalya Milletvekili Feridun Fikret BALOĞLU'nun, Türkiye genelinde tamamlanamayan karayolu projelerine ilişkin sorusu ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Zeki ERGEZEN'in cevabı (7/5340)

3.- İstanbul Milletvekili Onur ÖYMEN'in, Cumhurbaşkanının Suriye'ye öngördüğü resmî ziyarete ilişkin sorusu ve Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah GÜL'ün cevabı (7/5361)

4.- Kocaeli Milletvekili İzzet ÇETİN'in, Ankara Atatürk Kültür Merkezi alanının içinde bulunduğu imar planına ilişkin Başbakandan sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Atilla KOÇ'un cevabı (7/5411)

5.- İzmir Milletvekili K. Kemal ANADOL'un, halk kütüphanelerine ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Atilla KOÇ'un cevabı (7/5493)

6.- Hatay Milletvekili Mehmet ERASLAN'ın, bir Türk gazetesinin Almanya'daki yayınının yargı kararı olmaksızın Alman İçişleri Bakanlığınca yasaklanmasına ilişkin sorusu ve Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah GÜL'ün cevabı (7/5425)

7.- Denizli Milletvekili Ümmet KANDOĞAN'ın, Nevruz kutlamalarına katılan Norveç heyetine ilişkin sorusu ve Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah GÜL'ün cevabı (7/5426)

8.- Ankara Milletvekili Ayşe Gülsün BİLGEHAN'ın, İslam Konferansı Örgütü İstanbul Sonuç Bildirgesine ilişkin sorusu ve Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah GÜL'ün cevabı (7/5429)

9.- Denizli Milletvekili Mehmet Uğur NEŞŞAR'ın,Vakıf Gureba Hastanesinin röntgen bölümüne ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ'ın cevabı (7/5449)

10.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in, Bursa-İnegöl-Eskiköy'de meydana gelen heyelana ilişkin sorusu ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Zeki ERGEZEN'in cevabı (7/5522)

11.- Eskişehir Milletvekili Cevdet SELVİ'nin, kurulması düşünülen kırsal kalkınma bölge müdürlükleri arasında Eskişehir İlinin bulunup bulunmadığına ilişkin Başbakandan sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami GÜÇLÜ'nün cevabı (7/5525)

12.- Antalya Milletvekili Feridun Fikret BALOĞLU'nun, ülkemizde kış turizminin geliştirilmesi için ne gibi çalışmalar yapıldığına ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Atilla KOÇ'un cevabı (7/5555)

13.- Karaman Milletvekili Mevlüt AKGÜN'ün, SSK'lıların hastanelerin ortodonti servisinden yararlanamamasına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ'ın cevabı (7/5565)

14.- Hatay Milletvekili Mehmet ERASLAN'ın, sahte bal üretimine ve ithal edilen gıda maddelerinin denetimine ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami GÜÇLÜ'nün cevabı (7/5575)

15.- Muğla Milletvekili Ali ARSLAN'ın, Muğla İli sınırları içindeki bazı arazi bilgilerine ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Osman PEPE'nin cevabı (7/5581)

16.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in, yapılan atamalara ve atanan personel sayısına ilişkin sorusu ve Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah GÜL'ün cevabı (7/5587)

17.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in, yapılan atamalara ve atanan personel sayısına ilişkin sorusu ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Zeki ERGEZEN'in cevabı (7/5614)

18.- Denizli Milletvekili Ümmet KANDOĞAN'ın, Doğrudan Gelir Desteği ödemelerine ilişkin Başbakandan sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami GÜÇLÜ'nün cevabı (7/5619)

19.- Ordu Milletvekili İdris Sami TANDOĞDU'nun, Vakıf Gureba Hastanesi radyoloji bölümünün kötü koşullarda hizmet verdiği iddiasına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ'ın cevabı (7/5648)

20.- Manisa Milletvekili Nuri ÇİLİNGİR'in, Van ve Kırıkkale İllerinde yapılan (F) tipi cezaevlerinin maliyetine ilişkin sorusu ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Zeki ERGEZEN'in cevabı (7/5677)

21.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in, bakanlık ve bağlı kuruluşlarında vekaleten ve asaleten görev yapan idarî personele ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Beşir ATALAY'ın cevabı (7/5730)

22.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in, il halk kütüphanelerine ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Atilla KOÇ'un cevabı (7/5758)

23.- Manisa Milletvekili Hasan ÖREN'in, Manisa'da yaşanan don olayına ve zarar gören çiftçilere ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami GÜÇLÜ'nün cevabı (7/5803)

24.- Antalya Milletvekili Feridun Fikret BALOĞLU'nun, Antalya-Gündoğmuş-Çamlıalan Köyü ile Köprülü arasındaki yolun yeniden yapılmasına ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami GÜÇLÜ'nün cevabı (7/5848)

25.- Iğdır Milletvekili Dursun AKDEMİR'in, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonunun gelirlerine ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Beşir ATALAY'ın cevabı (7/5855)


I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak dört oturum yaptı.

Adana Milletvekili Recep Garip, Türk Dil Bayramı ile Yunus Emre Haftası münasebetiyle dilin ve kültürün toplum için önemine ilişkin gündemdışı bir konuşma yaptı.

Ordu Milletvekili İdris Sami Tandoğdu’nun, Ordu'daki arıcılık sektörü ile bal üreticilerinin sorunlarına ve alınması gereken önlemlere,

Osmaniye Milletvekili Necati Uzdil'in, buğday hasadı öncesi yaşanan pazarlama sorunları ile bu konuda yapılması gereken çalışmalara,

İlişkin gündemdışı konuşmalarına Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami Güçlü cevap verdi.

Gelir İdaresi Başkanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında 5333 sayılı Kanunun 28 inci maddesinin, Anayasanın 89 uncu maddesine göre bir kez daha görüşülmek üzere geri gönderildiğine ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi Genel Kurulun bilgisine sunuldu.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri İzmir Milletvekili K. Kemal Anadol, İstanbul Milletvekili Ali Topuz ve Samsun Milletvekili Haluk Koç'un, Ereğli Demir ve Çelik Fabrikaları TAŞ'nin özelleştirme süreci konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/21) Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergenin gündemdeki yerini alacağı ve öngörüşmesinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

Genel Kurulun 3.5.2005 Salı günkü birleşiminde sözlü sorular ile diğer denetim konularının görüşülmeyerek bu birleşimde kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine; 4.5.2005 Çarşamba günkü birleşiminde sözlü soruların görüşülmemesine; Genel Kurulun 3.5.2005 Salı günü 15.00-21.00; 4.5.2005 Çarşamba ve 5.5.2005 Perşembe günleri de 14.00-21.00 saatleri arasında çalışmalarını sürdürmesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi kabul edildi.

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:

1 inci sırasında bulunan, Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin (2/212) (S. Sayısı: 305) görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin komisyon raporu henüz gelmediğinden,

2 nci sırasında bulunan, Esnaf ve Sanatkârlar Meslek Kuruluşları Kanunu Tasarısının (1/969)         (S. Sayısı: 851) görüşmeleri, ilgili komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından,

Ertelendi.

3 üncü sırasında bulunan, Ankara Milletvekilleri Salih Kapusuz ile Reha Denemeç'in, Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin (2/426) (S. Sayısı: 877) görüşmelerine devam olunarak 7 nci maddesine kadar kabul edildi; 7 nci maddesi üzerinde bir süre görüşüldü.

Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa, Yalova Milletvekili Muharrem İnce'nin, konuşmasında, Başbakana sataştığı iddiasıyla bir açıklamada bulundu.

4 Mayıs 2005 Çarşamba günü, alınan karar gereğince saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşime 20.58'de son verildi.

 

 

Nevzat Pakdil

 

 

 

Başkanvekili

 

 

Ahmet Gökhan Sarıçam

 

Ahmet Küçük

 

Kırklareli

 

Çanakkale

 

Kâtip Üye

 

Kâtip Üye

 

     No.: 129

II.- GELEN KÂĞITLAR

4 Mayıs 2005 Çarşamba

Meclis Araştırması Önergesi

1.- Denizli Milletvekili Mustafa GAZALCI ve 33 Milletvekilinin, 1 Mayıs 1977 tarihinde İstanbul Taksim’de yaşanan olayların araştırılması amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/280) (Başkanlığa geliş tarihi: 3.5.2005)

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.00

4 Mayıs 2005 Çarşamba

BAŞKAN: Başkanvekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER: Ahmet Gökhan SARIÇAM (Kırklareli), Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 94 üncü Birleşimini açıyorum.

III.- Y O K L A M A

BAŞKAN - Elektronik cihazla yoklama yapacağız.

Yoklama için 5 dakika süre vereceğim.

Sayın milletvekillerinin oy düğmelerine basarak salonda bulunduklarını bildirmelerini, bu süre içerisinde elektronik sisteme giremeyen milletvekillerinin, salonda hazır bulunan teknik personelden yardım istemelerini, buna rağmen de sisteme giremeyen üyelerin ise, yoklama pusulalarını, teknik personel aracılığıyla, 5 dakikalık süre içerisinde Başkanlık Divanına ulaştırmalarını rica ediyorum.

Yoklama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN- Sayın milletvekilleri, toplantı yetersayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce, üç sayın milletvekiline gündemdışı söz vereceğim.

Gündemdışı ilk söz, üniversite sınavlarıyla ilgili olarak söz isteyen, Manisa Milletvekili Ufuk Özkan'a aittir.

Sayın Özkan, buyurun.(CHP sıralarından alkışlar)

Hatiplerimizin, sürelerini uygun kullanmalarını istirham ediyorum.

IV.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1.- Manisa Milletvekili Ufuk Özkan'ın, öğrenci seçme sınavı öncesinde lise son sınıf öğrencilerinin karşılaştıkları sorunlara ilişkin gündemdışı konuşması

UFUK ÖZKAN ( Manisa) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 19 Haziran 2005 tarihinde, 860 000'e yakın lise öğrencimizin, gireceği öğrenci seçme sınavı öncesi yaşadıkları rapor sıkıntısını gündeme taşımak için söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi saygıyla selamlarım.

Bildiğimiz gibi, ilköğretim ve liselerde yönetmelik gereği; bir eğitim yılında, öğrencilerimizin, 20 gün devamsızlık, 25 gün rapor alma hakkı yanında, ayrıca, sağlık kurulu raporuyla daha uzun süre okula devam etmeme hakları vardır.

Şimdi, bu noktada, lise son sınıf öğrencilerimizin, velilerimizin, doktorlarımızın, idarecilerimizin yaşadığı sıkıntıya değinmek istiyorum.

Lise son sınıfta okuyan öğrencilerimiz, ikinci dönem başladıktan hemen sonra, öğrenci seçme sınavının yanlış uygulamalarından kaynaklanan, soru sormada müfredatı yok saymasından dolayı, okulda geçireceği ders saatlerinin boşa gideceğini düşünerek ya zamanlarını dershanede ya da evlerinde, geçmiş yıllara ait öğrenci seçme sınavı sorularıyla, çözümü için ve boğuşarak geçirirler.

Türk Eğitim Derneğinin üniversiteye giriş araştırması sonucunda, öğrencilerimizin yarısına yakınının, okulun son günlerinde rapor aldığı tespit edilmiştir.

Yine, dün, bir gazetemizde, gazeteci-araştırmacı arkadaşımız Hasan Erşan'ın araştırmasından öğrendiğimiz kadarıyla, yaklaşık 400 000 öğrencinin, 80 trilyon liraya yakın para harcayarak, rapor aldığı tespit edilmiştir. Aynı yazıda, sağlık kurulu raporu harcaması, özel dershanelere ödenen ücretler, Millî Eğitim Bakanlığının gereksiz harcamalarıyla, rakamın 198 trilyon liraya çıktığı belirtilmiştir.

Peki, maddî boyutu bu kadarla bitiyor mu? Hani bu rapor peşinde koşan ailenin iş kaybı, hani doktorların boşa geçen zamanı, hani sağlık kuruluşlarının boş ve sahte işlerle uğraşırken kaybettiği zaman, hani öğretmenlerimizin, idaremizin eğitime harcayacağı enerjiyi boş yere -boş sınıflara- yitirmesi; bunların hiç mi maddî değeri yok?

Peki, sadece maddî tarafı mı var? Ahlakî yönünü ne yapmalı? Ahlakî yönünü görmezden gelebilir miyiz? Öğrenci rapor istiyor, idare rapor istiyor; veli rapor arıyor; doktor, raporu versin mi vermesin mi, iki arada bir derede; Bakanlık talimat gönderiyor: "Sakın sahte rapor vermeyin, gereğini yaparım"diyor. Bu sahtekârlığa, herkes, ister istemez karışıyor.

Bana göre, iş, işte burada başlıyor. Parası olan, arkası olan, tanıdığı, sosyal çevresi olan, bu raporu, para karşılığı ya da hatır karşılığı alabiliyor. Kime alıyor; 17-18 yaşında, sağlam, sağlıklı öğrenciye alıyor. Ne raporu alıyor; hasta raporu alıyor. Yarına hazırladığımız çocuklarımıza, sahte, asılsız, gerçek olmayan sağlık raporları alıyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; bu sahte rapor, bu asılsız rapor okul idaresine götürülüyor, sağlam öğrencinin hasta raporu idareye veriliyor, idare de bu raporu doğru kabul ederek hareket ediyor ve biz, bunu, ahlakî kuralların içine sığdırmaya çalışıyoruz.

Aileleri, idareyi, sağlık kuruluşlarımızı bu duruma düşüren Millî Eğitim Bakanlığının uygulamaları değil midir? Bunun sorumlusu, üç yıldır Bakanlık koltuğunu işgal eden Sayın Bakan değil midir? Bunun sorumluluğu, üç yıla yakın hükümet eden hükümetin değil midir?

Peki, rapor alamayan aileler, öğrenciler, sosyal çevresi olmayanlar, parası olmayanlar ne yapmalı? Değerli arkadaşlarım, soruyorum size, ne yapmaları gerekir?

Bu yıl, AKP İktidarının üçüncü senesi, Millî Eğitim Bakanı da üçüncü kez öğrenci seçme sınavını gerçekleştirecek; tek başına iktidar. Problem belli. Çözüm?.. Çözüm maalesef yok. Bunu anlamak mümkün değil. İnsanları sahteciliğe sürükleme; otur, problemi çöz.

Öğrencilerimizin öğrenim yılının sonunda rapor almalarına konulan hastalığın adı, son sınıf hastalığı. Gördüğüm kadarıyla, son sınıf hastalığı iktidara da bulaşmış, sahte raporlarla ömrünü uzatmaya çalışıyor.

Yılın ikinci döneminde, lise son sınıflarımızın, resmen kapanmasa da, doktor raporlarıyla kapandığını az önce sizlere ifade etmiş bulundum.

Değerli arkadaşlarım, tek başına iktidar var, güçlü bir hükümet var; güçlü olduğunu ifade eden bir hükümet var. Milletvekillerimizin yapmış olduğu olumlu ve doğru teklifleri görmezden gelmeseler, bunları değerlendirseler, bugün, bu problemleri yaşama olanağımız olmayacak. İcra makamında olanlar gereğini yapmazlarsa, halk, günü gelince gereğini yapacaktır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Özkan, konuşmanızı tamamlar mısınız.

Buyurun.

UFUK ÖZKAN (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkanım.

Oturduğunuz bakanlık koltukları mazeret üretmekle büyümez; sorunları, problemleri zamanında ve adil olarak çözmekle büyür. Hiçbir konuda olmadığı gibi, bu konuda da ciddî bir çözüm önerinizin olmadığını ifade etmek isterim.

Sayın Bakan -yanılmıyorsam, burada yok- bu problemleri ya çözersiniz ya çeker gidersiniz. Sahte raporlarla gençlerimizin geleceğini teşhis edemeyiz.

Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum ve sizlere saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Özkan.

Gündemdışı ikinci söz, sözde Ermeni soykırım iddiaları hakkında söz isteyen, Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'ya aittir.

Sayın Uzunkaya, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Sayın Uzunkaya, sürenizi uygun bir durumda kullanmanızı istirham ediyorum.

HALUK KOÇ (Samsun) - Aslına dönüyorsun herhalde, öyle bir konu seçmişsin!..

2.- Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, sözde Ermeni soykırım iddialarına ilişkin gündemdışı konuşması

MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; sözde ve asılsız soykırım iddialarının, son günlerde, Batının gündemine bir başka boyutuyla girmiş olmasından dolayı söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, tabiî, soykırım iddiaları, 7 Aralık 1948 tarihli, Birleşmiş Milletlerin almış olduğu, soykırımla ilgili bir karara müsnet olarak; muhtemeldir ki, o dönemde, İkinci Cihan Harbi, Batı Avrupa'da, o bölgede meydana gelen olaylara dönük olarak alındığı ihtimali söz konusu olabilecek bir kararın, 1960'lardan sonra, 1915 yılında Ermenilere karşı Anadolu'da uygulandığı iddia edilen bir genosit; yani, toptan yok etme iddiasının, bugünlere taşınan versiyonudur.

Değerli arkadaşlar, geçtiğimiz pazar ve pazartesi günleri İsrail ve Filistin'deydik; iktidar ve muhalefetten birkısım milletvekilleri, işadamları, sayın bakanlar ve 59 uncu hükümetin Saygıdeğer Başbakanıyla beraber.

Filistin'de yaşananlar, kendi topraklarında, bir köyden bir köye, bir beldeden bir beldeye gidemeyenler, hatta Gazze'deki parlamenterlerin Ramallah'taki Meclise gelemediği bir ortam, dünya kamuoyunun gözü önünde cereyan ederken bu olaylar ve her gün bölgede kan ve can giderken, Batı'nın bütün bu olayları görmezlikten gelerek, doksan sene öncesine ait tarihçilerin, bilim adamlarının, bilgilerin, belgelerin ortaya koyması gereken bir hadiseyi, bugün bir topluma karşı, Türk Milletine karşı bir suçlama unsuru, bir operasyon olarak, operasyonel bir değerlendirmeye taşımış olmasını ibretle, hayretle, dehşetle maalesef izlemekteyiz.

Değerli arkadaşlar, bakınız, bugüne kadar uluslararası parlamentolarda sözde soykırıma ilişkin karar alan ülkelerin sayısı... Arjantin, Belçika, Fransa, Hollanda, İsveç, İsviçre, İtalya, Kanada, Lübnan, Rusya Federasyonu, Slovakya, Uruguay, Yunanistan, Kıbrıs Rum Kesimi ve Polonya olmak üzere toplam 15 ülke böyle bir talihsiz kararı almıştır. Uluslararası kuruluşlardan Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi böyle bir karar almıştır. Yerel parlamento ve organlarda sözde Ermeni soykırımına dair ABD'de toplam 36 eyalette karar alınmış; Avustralya'da, Galler'de, İsviçre'de, İtalya'da, Kanada'da toplam 52 karar alınmış.

Değerli arkadaşlar, bütün bu olayları, örgütlü, planlı, programlı, Türkiye'ye karşı dışpolitikada çok ciddî anlamda bir kuşatma eylemi olarak görmemek mümkün değil. Tamamen siyasî olan bu olayı, son günlerde maalesef, İsviçre bir cezaî müeyyide uygulama noktasına getirebilmiş, Türk Tarih Kurumu Başkanı değerli bilim adamı Prof. Dr. Yusuf Halacoğlu hakkında yargılama süreci başlatabilecek bir cüreti gösterebilmiştir.

İşin özü, kısaca, geçen yıl İsviçre'de Zürih'te verdiği bir konferansta, sözde soykırımı iddiasını değerlendiriyor ve bunun tarihçilere bırakılması gereken, bilimsel olarak belgelere dayanarak değerlendirilmesi gereken bir husus olduğunu söyleyen Sayın Halacoğlu'nu "sen soykırımı inkâr ettin" suçlamasıyla yargılama kararı alabiliyor.

Değerli arkadaşlar, yani, medenî olarak yıllarca kanunlarını tatbik ettiğimiz İsviçre Hükümeti, İsviçre Parlamentosu, böyle bir cezaî uygulamanın yapılabileceği kanaatini tüm dünyayla da paylaşmak istiyor.

Değerli arkadaşlar, bu, adaletin ötesinde, insaf ve insan duygularının da ötesinde, Türkiye'yi çok ciddî boyutta suçlandırmayı hedefleyen, çirkin bir komplonun bir başka versiyonudur. Düşünebiliyor musunuz; Zürih Havaalanına herhangi bir parlamenter arkadaşımız gidecek veya bakan gidecek, orada gazeteciler ona soru soracaklar "siz, Ermeni soykırımını kabul ediyor musunuz..."

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Uzunkaya, lütfen, konuşmanızı tamamlayın.

Buyurun.

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Sayın Başkan, sözlerimi toparlıyorum.

Şimdi, sayın bakan veya sayın parlamenter veya sayın devlet adamı, Türkiye'den giden bu insan "soykırımı yoktur" derse, İsviçre'de cezaevine götürülecek "vardır" derse "soykırımı kabul ettiniz -ki, böyle bir şey yok- o halde artık, şimdi, kabul ettiniz, tanıdınız, o halde, şimdi, tazminat ve toprak talebimiz olan..." Yani, Koçaryan'ın ifade ettiği, önce terör, sonra tanıma, sonra tazminat ve sonra toprak denilen, işte, tanıdınız şu halde... Bir romancının beyanını kendilerine delil ittihaz ederek "işte, bunu Türkiye'de seslendirenler var" diyebilecek kadar gözü kararmış, bu olaya sarılan Batılılar ve maalesef, bunların birçoğu Avrupa Birliğinde dost olmayı düşündüğümüz, beraber olmayı düşündüğümüz ülkelerdir ve böyle bir vahim karar alabilmektedirler. Avrupa Birliğinde olmamakla beraber İsviçre, medenî dünyada önder kabul edilebilecek; ama, sorgusuz ve yargısız bir infazla Türkiye'yi köşeye sıkıştırmak ve bilim ve tarih kurumunun başı olan...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Uzunkaya, lütfen, tamamlayınız, bu son uzatmamdır, lütfen, istirham ediyorum.

Buyurun.

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - ... bir bilim kurulunun başkanını bu şekilde yargılama insafsızlığını ve hukukdışılığını dünyada hiçbir kimseyle paylaşma imkânı yoktur. Dolayısıyla, dünü bugünüyle beraber açık olarak kabul etmek gerekir ki, Ermeni soykırımı iddiası, belki, tersinden yargılanabilecek, istiklal mücadelesi veren bu vatan topraklarına İngilizlerin, İtalyanların, Fransızların, Avusturyalıların bu topraklara niçin geldiğini bugün sorgulayacak bir mantıkla, Yüce Parlamentonun harekete geçmesini gerektiren ciddî adım atmaya sebep teşkil edecek bir hareket olduğunu düşünüyor; bu vesileyle istiklal mücadelesi döneminde Ermeni terörüyle hayatını kaybeden şehitlerimizi rahmetle yâd ediyor, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Uzunkaya.

Gündemdışı üçüncü söz, süt üreticilerinin sorunları hakkında söz isteyen, Aksaray Milletvekili Ahmet Yaşar'a aittir.

Sayın Yaşar, buyurun.

3.- Aksaray Milletvekili Ahmet Yaşar'ın, sütün insan sağlığına olan yararlarına, süt üreticilerinin sorunlarına ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın cevabı

AHMET YAŞAR (Aksaray) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; süt ve süt üreticilerinin sorunları hakkında gündemdışı söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Süt, dişi memeli hayvanların meme bezlerinden salgılanan, kendine özgü koku ve kıvamı olan, hemen hemen tüm besin öğelerini yeterli ve dengeli bir şekilde bünyesinde bulunduran çok önemli ve çok sağlıklı bir gıda maddesidir. (CHP sıralarından alkışlar!)

Çok mükemmel bir gıda maddesi olan süte besin değerini veren ve sağlık için çok önemli olan beş maddedir. Bunlar: Laktoz, süt yağı, süt proteini, mineral maddeler ve vitaminlerdir.

Doğada yüksek oranda sadece sütte bulunan laktoz enerji verir, vücudun kalsiyum ve fosfordan daha iyi yararlanmasını sağlar. Bu nedenle, kemik ve diş oluşumunda, bebeklerin beslenmesinde önemli rol oynar.

Süt yağı ise, enerji verir ve aynı zamanda laktozun en iyi şekilde kullanımını ve vücudumuz için gerekli olan A, D, E ve K vitaminlerinin taşınmasını sağlar.

Süt proteini, vücudun yapıtaşıdır, hücre ve dokuların oluşmasında önemli rol oynar, büyüme ve gelişmeyi sağlar, saç ve tırnakların oluşumunda büyük rol oynar, kasların kasılmasına yardımcı olur.

Mineraller ise... insanların iyi bir şekilde beslenmesi için bütün minerallere ihtiyacı vardır. Sütte bulunan en önemli mineral, kalsiyum ve fosfordur. Kalsiyum, özellikle çocukların kemik ve diş oluşumlarının tamamlanmasında büyük rol oynar. İngiltere'de yapılan bir araştırma da, D vitamini ve kalsiyumun yaşlılarda ilaç olarak kullanılmasının, sık görülen ve tekrarlayan kemik kırılmalarını engelleyemediğini ortaya koymuştur. Bu nedenle, ilaç yerine süt içilmelidir. Sütte bulunan fosfor da, kemik oluşumunda önemli rol oynamaktadır. Sütte, beslenmemiz için gerekli olan, yağda ve suda eriyen vitaminlerin hepsi bulunmaktadır. Özellikle zekâ gelişiminde etkili olan, deri ve göz sağlığında gerekli olan B2 vitamini için süt en iyi kaynaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sütün çok yararlı bir besin olduğunu hepimiz biliyoruz; ancak, acaba sütten gerek çocuklarımız gerekse büyükler yeteri kadar faydalanabiliyorlar mı, yani gereği kadar süt içiliyor mu bu ülkede? Bu soruya "maalesef" demek zorundayız; gelişmiş ülkelerin süt tüketimi ile bizim ülkemizdeki süt tüketimi arasında dağlar kadar fark var. Zeki ve sağlıklı bir nesil yetiştirmek istiyorsak, bol bol süt ve süt ürünleri tüketmeliyiz.

Bunları şunun için anlatıyorum: Her yıl, ilkbahar mevsiminde süt üreticileri zor durumda kalmaktadır. Bunun nedenlerine baktığımızda, ilkbaharda doğumlar arttığından kışın süt vermeyen hayvanlar süt vermeye başlıyor; baharda yeşeren otlardan faydalandığı için süt verimi artıyor; hayvanlara yedirilen kabayem de süt verimini artırıyor. Hükümetimiz, ikibuçuk yıldır, Türkiye'de çok kötü duruma düşmüş süt hayvancılığını çok iyi bir şekilde desteklediği için, buna paralel olarak süt üretimi artmıştır. Gerek genel bütçeden gerekse Sosyal Yardımlaşmadan süt inekçiliği ve koyunculuk projeleri desteklenmeye devam ediliyor ve devam edilmelidir de. Sosyal Yardımlaşma Vakfı tarafından fakir insanlara verilen hayvan kredileri de hızlı bir şekilde devam ediyor. Bütün bunlar gösteriyor ki, önümüzdeki günlerde süt üretimimiz daha çok artacaktır. Ancak, bu üretim artışına rağmen, tüketim aynı oranda artmamaktadır. Özellikle ilkbahar aylarında, yoğurt, dondurma, ayran gibi ürünlerin az kullanılması nedeniyle, tüketim daha da azalmaktadır. Bu yüzden, ülkemizdeki süt üreticileri son iki aydır çok ciddî bir sıkıntı içerisindedir. Üretici, ürettiği sütten şu anda zarar etmektedir. 400 000-450 000 liralık süt, 250 000-350 000 lira arasında alıcı bulabiliyor. Süt sanayicisi de, ürettiği ürünü bu mevsimde satamadığı için, o da süt alımını minimuma indirmiş durumdadır ve fiyatları aşağı çekmişlerdir.

Süt, gün içinde işlenmediği takdirde bozulan bir üründür. Çiftçi tarafından üretilen sütün satılamaması, üretim artışını da negatif yönde etkileyecektir. Zarar eden üretici, büyük paralarla alınan hayvanlarına iyi bakamayacak ve neticede yaşatmaya çalıştığımız hayvancılık sektörü yeniden eski günlerine dönecektir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Yaşar, buyurun.

AHMET YAŞAR (Devamla) - Bu nedenle, zaman geçirmeden, üretim fazlası olan süt konusuna bir çözüm bulunması gerektiğini düşünüyorum. Aksi takdirde, gerek hayvancılığın gelişmesi için büyük çaba sarf eden damızlık süt sığır yetiştirici birlikleri gerek vatandaşlarımızın gayretleri ve gerekse hükümetimizin bu yöndeki destekleme çalışmaları ve verdiği krediler ziyan olacaktır. Zarar eden, ürettiği sütü satamayan ve mağdur edilen üretici, ne işletmesini modernize edebilir ne de işletmesini büyütebilir. O halde, süt üreticilerinin her yıl baharda karşılaştığı bu soruna acil bir çözüm bulmak zorundayız. Süt üreticilerini rahatlatmak, piyasayı dengelemek için şu anda en acil çözüm, bana göre, okul çağındaki çocuklara süt dağıtmak ve fakir ve çocuklu ailelere Sosyal Yardımlaşma tarafından günde 1 kilogram süt vermek gibi çözümler düşünülebilir; ancak, ileriye yönelik olarak, kalıcı çözüm olarak, süt ürünleri üreten sanayii daha da geliştirmek, onların...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AHMET YAŞAR (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.

... ürün çeşitlerini çoğaltmalarına destek olmak ve süttozu üretimini geliştirmek, ihracatı artırmak ve halkımızın süt ve süt ürünlerinin tüketimini teşvik etmek gerekir diye düşünüyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Yaşar.

Buyurun Sayın Bakanım.

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; Aksaray Milletvekilimiz Sayın Ahmet Yaşar'ın, ülkemizde süt üretimi ve özellikle de bunun tüketilmesi konusundaki değerli konuşması için, konuyu dikkatlere sunan değerlendirmesi için kendisine teşekkür ediyorum.

Gerçekten, Avrupa Birliği üyeliği sürecinin hızlandığı şu son dönemlerde, hayvancılık sektörü, özellikle de süt ve süt ürünleri sektörü, en kritik bir sektör olması sebebiyle, ülkemizde hayatî bir öneme sahiptir. Kuşkusuz ki, süt sığırcılığı, bu önemiyle, insan beslenmesinde hayatî protein kaynakları olan süt ve süt ürünlerini oluşturması açısından ayrı bir öneme sahiptir. Aynı zamanda, ekonomimizin temel dinamikleri arasında olan gıda sanayimizin gelişmesi, kırsalda yaşayan milyonlarca insanın geçim kaynağı olması, et ve deri üretiminde temel kaynak teşkil etmesi itibariyle de süt sığırcılığının önemi olduğu açıktır. Hepimiz biliyoruz ki, insanların fiziksel ve zihinsel gelişimi, sağlığı açısından da süt çok önemli bir gıdadır ve hayvan varlığımızla sağlayabildiğimiz süt üretiminin 10 000 000 ton olduğunu ülkemizde görmekteyiz. Aslında, nüfusumuz dikkate alındığında, bu üretim değeriyle sağlayabildiğimiz beslenme düzeyi, özellikle hayvansal protein açısından, ülkemiz için yeterli bir düzey değildir. İçme sütü şeklinde, kişi başına, Türkiye'de 24 litre civarında süt tüketilmektedir. Oysa, gelişmiş ülkelerde bu miktarın 100 litrenin üzerine çıktığını biliyoruz ve bu 24 litre sütün de 8 litresi işlenmiş veya paketlenmiş süt şeklindedir ve Türkiye'de tüketilen bütün içecekler arasında, üzülerek ifade etmemiz gerekir ki, sütün payı yüzde 9'dur. Çay, su ve özellikle gazlı içeceklerden sonra sütün 4 üncü sırayı aldığını görmekteyiz.

Değerli milletvekilleri, hakikaten, insan sağlığı açısından önemi dikkate alınınca, süt tüketimini ülkemizde mutlaka artırmak zorundayız. Biraz önce değerli milletvekilimiz Sayın Ahmet Yaşar da ifade ettiler;. ülkemizde süt üretimi son yıllarda artış göstermektedir. Oysa, tüketim, bununla paralel biçimde artan bir özellik gösteremiyor. Aslında, bu, sütün piyasada satış fiyatıyla da pek ilgili görülmemektedir; çünkü, bu kadar değerli bir besin olmasına rağmen, biraz önce bahsettiğim gibi, gazlı içecekler ve benzeri birçok içecek, aslında, ülkemizde sütten daha yüksek fiyatlarla satılmaktadır. O halde, toplumca, süt tüketimini mutlaka kendimiz için, kendi sağlığımız için, çocuklarımızın sağlığı için önümüzdeki yıllarda, önümüzdeki günlerde artırmak durumundayız. Ülkemizde hayvan sayısı azalmasına rağmen, süt üretimi son yıllarda artmıştır; çünkü, ıslah çalışmaları sonucunda kültür ırkı ve melez hayvan sayısındaki artış, bu arada teşvikler ve diğer girdi kullanımındaki artışlardan dolayı süt üretiminde artış vardır.

Değerli milletvekilleri, süt üretimiyle ilgili olarak bazı problemler var; bunlardan önemlilerini kısaca ifade etmek istiyorum. Kabayem üretimimizin yetersizliği sebebiyle maliyetler yüksek kalmaktadır. Çiğ süt arzında kalite ve zaman zaman sağlık sorunları görülebilmektedir. Süt maliyetleri ile satış fiyatları arasında istikrarsızlık görülebilmektedir. Ayrıca, biraz önce de ifade ettiğim gibi, iç tüketimde süt arzı arttığı zaman yetersizlik ortaya çıkmaktadır. Sorunların çözümüne yönelik olarak, Hükümetimiz ve Tarım Bakanlığımız, hayvancılık sektöründe yeni bir açılım ve değişim politikaları belirleyerek gelecek on yılın hedef ve stratejilerini belirlemiş durumdadır. Bu çerçevede, süt üretiminin artırılmasının hedeflenmesi doğrultusunda, verilen teşviklerle, 2005 yılı başından itibaren ülkemizde süt üretimi artmış durumdadır.

Süt sektörünün sorunlarına ilişkin olarak Tarım Bakanlığımızın çalışmaları arasında aşağıdaki hususlar ön sırada bulunmaktadır.

Müdahale fiyatının oluşturulması ve müdahale alımlarının yapılması, sanayiin teşviki ve yönlendirilmesi ve tüketimin artırılmasına yönelik kampanyalar. Ben, bu son hususun özellikle çok önemli olduğu kanaatindeyim; çünkü, herhangi bir ürünün piyasada arzı sırasında fiyat istikrarının sağlanması, o ürünün belirli bir fiyatla değerine satılabilmesi için mutlaka bu arzı karşılayacak talebin oluşması gerekmektedir. Bunun için, okullarda çocuklarımıza süt verilmesi, yaşlılar, hamileler ve çocuk sütleri açısından yapılacak çalışmalar, sosyal amaçlı yardım kampanyaları ve iletişim çalışmalarıyla toplumca süt tüketiminin artırılması, kanaatimce, meselenin en önemli noktalarındandır.

Süt teşvikleriyle ilgili olarak, hayvancılık konusunda yapılan teşviklerimizin içerisinde, litreye 7,5 kuruş ile 3 kuruş arasında değişen çeşitli teşvikler şu anda Hükümetimizce yapılmaktadır. Ayrıca, sağım hijyeni ve süt kalitesini artırıcı bazı desteklerimiz var. Özellikle, kendi özkaynaklarıyla işletmesine sabit süt sağım ünitesi kurarak ve soğutma tankı koyarak sanayie aktarılacak sütte belirli bir kalite ve hijyeni sağlayacak üreticilere, yatırım miktarının şu anda yüzde 40'ını Hükümetimiz destek olarak ödemektedir.

Yem bitkilerinin yeterli olması açısından da -bildiğiniz gibi, maliyetlerin yüzde 70'ini hayvancılıkta yem bitkileri oluşturuyor- yem bitkisi üretimi yapmak üzere başvuran üreticilere, nakliye ve ilaç bedeli hariç, çokyıllık yem bitkileri ekilişinde, birinci yıl yatırım giderleri ve uygun görülen işletme giderlerinin, ekiliş alanlarıyla uyumlu satın alınan alet ve ekipmanlar da dahil olmak üzere, proje bedellerinin yüzde 40'ı, tek yıllık yem bitkilerinde ise yüzde 30'u doğrudan ödenmektedir şu anda. Ayrıca, sertifikalı yem bitkileri için de yüzde 25 oranında doğrudan ödeme yapılmaktadır.

Bu çerçevede, büyükbaş ve küçükbaş hayvan yetiştiriciliği için yüzde 40 indirimli kredi kullanımı da şu anda sağlanmış durumdadır. Ayrıca, işletme kredilerinde vadeler 18 aya, yatırım kredilerinde ise 5 yıla yükseltilmiştir.

Değerli milletvekilleri, konu, hassasiyeti bakımından Hükümetimizce önemle takip edilmekte ve sektör temsilcileriyle sürekli olarak çözüm arayışları da sürdürülmektedir. Sektörün sorunlarının çözümüne yönelik yapılan çalışmalar yanında, Türk hayvancılığının Avrupa Birliğine uyumu konusunda da çalışmalar başlatılmış ve bu husus da dikkatle takip edilmektedir.

Ben, Aksaray Milletvekilimiz Sayın Ahmet Yaşar'a, değerli milletvekillerimizin ve kamuoyunun dikkatini konuya çektiği için tekrar teşekkür ediyor; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Sayın milletvekilleri, Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu karma komisyonun, bir sayın milletvekilinin yasama dokunulmazlığı hakkında raporu vardır. Bu rapor basıldıktan sonra, mahkemenin talebi üzerine, dosya, Başbakanlıkça Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığından istenmiş ve bu istem yerine getirilmiştir. Daha sonra, dosya, Başkanlığımıza iade edilmiştir.

Şimdi, komisyonun raporunu okutup bilgilerinize sunacağım.

V.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1.- Kocaeli Milletvekili Mehmet Sefa Sirmen'in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/213) (S. Sayısı: 496) (x)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Basın yoluyla sövme suçunu işlediği iddia olunan Kocaeli Milletvekili M. Sefa Sirmen hakkında düzenlenen yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair Başbakanlık tezkeresi ve eki dosya hakkındaki hazırlık komisyonu raporu, Karma Komisyonumuzun 26 Mayıs 2004 tarihli toplantısında görüşülmüştür.

Karma Komisyonumuz isnat olunan eylemin niteliğini dikkate alarak Kocaeli Milletvekili M. Sefa Sirmen hakkındaki kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar vermiştir.

Raporumuz, Genel Kurulun bilgilerine arz edilmek üzere Yüksek Başkanlığa saygıyla sunulur.

   Burhan Kuzu

           İstanbul

       Komisyon Başkanı ve üyeler

Karşı Oy Yazısı

Anayasamızın 83 üncü maddesinde yasama dokunulmazlığı başlığı altında mutlak ve geçici anlamda iki tür dokunulmazlık düzenlenmiştir. Mutlak dokunulmazlık, milletvekillerinin Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerden, o oturumdaki Başkanlık Divanının teklifi üzerine Meclisçe başka bir karar alınmadıkça bunları Meclis dışında tekrarlamak ve açığa vurmaktan sorumlu tutulmamalarını sağlamaktadır. Mutlak dokunulmazlık adı verilen ve kaldırılması söz konusu olmayan bu dokunulmazlığın amacı, milletvekillerinin düşüncelerini serbestçe ifade etmelerine imkân tanımaktır.

Geçici dokunulmazlık ise, seçimden önce veya sonra suç işlediği ileri sürülen bir milletvekilinin Meclisin kararı olmadıkça tutulamamasını, sorguya çekilememesini, tutuklanamamasını ve yargılanamamasını; hakkında verilmiş olan ceza hükmünün üyelik sıfatı sona erinceye kadar yerine getirilmemesini sağlamaktadır.

Geçici dokunulmazlık TBMM kararıyla kaldırılabilmektedir.

Geçici dokunulmazlığın amacı, milletvekillerinin yasama çalışmalarına katılımının tutuklanma, sorguya çekilme, yargılanma veya tutulma gibi nedenlerle engellenmemesi ve siyasî iktidarın keyfîleşebilecek suç isnatları veya ceza kovuşturmalarına karşı korunmasıdır.

Günümüzde pek çok ülkede geçici dokunulmazlığın kapsamının daraltıldığı görülmektedir.

Türkiye ise bu gelişimin dışında kalmıştır.

Bu durum, geçici dokunulmazlığın toplum tarafından giderek bir ayrıcalık olarak görülmesine yol açmıştır.

Son zamanlarda kimi vatandaşlarımızda yolsuzluk olaylarının bir bölümünün siyasetçiyle bağlantılı olduğu ve dokunulmazlık nedeniyle bu yolsuzlukların takibinin güçleştiği yolunda bir kanı oluşmaya başlamıştır. Bu kanı, Parlamentonun saygınlığının olumsuzca etkilenmesine ve dokunulmazlıkların hukuk devletinin gerçekleşmesinin önündeki bir engel olarak görülmesine neden olmaktadır.

Milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda yargı organlarından gelen taleplerin sonuca bağlanmasının uzun zaman alması veya Meclisçe genellikle kovuşturmanın milletvekili sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar verilmesi, toplumun adalet duygusunu da zedelemektedir.

Diğer yandan dokunulmazlığının kaldırılmaması, hakkında suç isnadı bulunan milletvekilinin yargılanma hakkından yararlanmasına da imkân bırakmamaktadır.

Bütün bu kanı ve değerlendirmelerin siyasal yaşantımızdaki olumsuz etkilerinin daha büyük boyutlara ulaşmasını engellemek için Anayasamızın 83 üncü maddesinin değiştirilmesi ve geçici dokunulmazlığın kapsamının daraltılması gerekmektedir. Bu konuda CHP ve siyasî partilerimizin pek çoğu 2002 seçimleri sırasında topluma taahhütte bulunmuştur.

Ancak şu ana kadar böyle bir Anayasa değişikliği gerçekleştirilmemiştir.

Bu durumda, milletvekili dokunulmazlığının hukuk devleti ilkesinin gerçekleşmesini güçleştirici bir husus haline dönüşmemesi, TBMM'nin saygınlığını zedeleyecek eleştirilere neden olmaması ve milletvekillerinin yargılanarak aklanma hakkından yararlanmalarını engellememesi için bir tek çözüm kalmıştır; o da, hakkında dokunulmazlığının kaldırılması istemi bulunan milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilmesidir.

Bu nedenlerle, komisyonun, kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesi yolundaki kararına katılmıyoruz.

 

Uğur Aksöz

Mehmet Ziya Yergök

Halil Ünlütepe

 

Adana

Adana

Afyonkarahisar

 

Yüksel Çorbacıoğlu

Oya Araslı

Feridun F. Baloğlu

 

Artvin

Ankara

Antalya

 

Tuncay Ercenk

Atila Emek

Feridun Ayvazoğlu

 

Antalya

Antalya

Çorum

 

Yılmaz Kaya

Muharrem Kılıç

Orhan Eraslan

 

İzmir

Malatya

Niğde

 

 

İ. Sezai Önder

 

 

 

Samsun

 

 

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Bir Meclis araştırması önergesi vardır; okutuyorum.

IV.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

B) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1.- Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı ve 33 milletvekilinin, 1 Mayıs 1977 tarihinde İstanbul Taksim'de yaşanan olayların araştırılması amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/280)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

1 Mayıs 1977 tarihinde İstanbul Taksim'de düzenlenen 1 Mayıs kutlamaları sırasında 37 kişi yaşamını yitirdi.

Kutlama barış içinde sona ermek üzereyken, Sular İdaresi binası ve Intercontinental Oteli (şimdiki adı The Marmara) üzerinden kalabalığın üzerine açılan ateş sonucunda panik yaşanmış, kimileri kurşunla, kimileri panzerlerin altında kalarak, kimileri de sıkışıp ezilerek yaşamını yitirmiştir.

Bu acı olay toplumu derinden sarsmış, tarihe "kanlı 1 Mayıs" olarak geçmiştir. Olay üzerine çok yazılmış, söylenmiş; ama, bir türlü aydınlığa kavuşturulamamıştır.

Olayla ilgili yapılan soruşturma ve yargılamada da gerçek suçlular bulunamamıştır. Kurşunları atanlar kimlerdir? Kim onlara emir vermiştir? Bir kışkırtma var mıdır? Gerçek sorumlular kimlerdir? Amaçları nedir?.. Intercontinental Otelin 5 inci katı 1 Mayıs günü boşaltılmış mıdır? 510, 511, 512 nolu odalarda kimler vardır? Bu odalardan ateş edildi mi? 2 Mayıs günü otelin önünde bir bomba patlatılıp kırılan camların yerine ithal cam takılıp kanıtlar yok edildi mi? Emniyette ya da devletin başka bir kuruluşunda bu konuda açıklanmamış bir bilgi var mıdır? Bütün bunlar ortaya çıkarılmamıştır. Bu yüzden olayla ilgili çeşitli yorumlar yapılmaktadır.

Aradan yirmi yıl geçtiği için de hukuksal olarak konu zamanaşımına uğramıştır; ama, olayın büyüklüğü, gerçeğin ortaya çıkarılamaması toplum vicdanını sızlatmaktadır.

Demokratik hukuk devletinde toplumun barış içinde yaşayabilmesi ve ileriye güvenle bakabilmesi için hiçbir şey, hele 37 masum insanın canını yitirdiği bir acı olay örtülü kalamaz; zamanaşımına uğradı diye kapatılamaz.

Anayasanın 5 inci maddesinde "cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak" devletin temel amaç ve görevleri başlığı altında sayılmıştır. Bu görev de, her kurumdan önce, ulus adına yasama, yürütme, denetleme görevi yapan Türkiye Büyük Millet Meclisine düşer.

1 Mayıs, dünyanın bütün çağdaş ülkelerinde işçilerin, çalışanların bayramı olarak kutlanmaktadır.

1 Mayıs 1886 yılında, Amerika'nın Chicago Kentinde işçilerin günde sekiz saat çalışmak için başlattıkları mücadele ve bu mücadeleye öncülük eden 4 sendikacının asılması anısına, 1889'da Paris'te toplanan 2 nci Enternasyonelde işçilerin birlik, mücadele ve dayanışma günü olarak kabul edildi. Bu tarihten sonra birçok ülkede 1 Mayıs, işçi bayramı olarak kutlandı; resmî bayram oldu. Ülkemizde de henüz resmî bayram olmasa bile yıllardır kutlanmaktadır.

Demokratik devlet, açık toplumun sağlanması, demokrasimizin gelişmesi, 1 Mayısların bundan sonra barış ve güvenlik içerisinde kutlanabilmesi için 37 yurttaşımızı yitirdiğimiz 1977 Taksim 1 Mayıs olayı hakkında Anayasanın 98 inci maddesine, TBMM İçtüzüğünün 104 üncü ve 105 inci maddesine göre Meclis araştırması açılmasını dileriz.

Saygılarımızla.

1- Mustafa Gazalcı                                (Denizli)

2- Şevket Arz                                (Trabzon)

3- Harun Akın                                (Zonguldak)

4- Engin Altay                                (Sinop)

5- Osman Kaptan                                (Antalya)

6- Feridun Fikret Baloğlu                                (Antalya)

7- Orhan Eraslan                                (Niğde)

8- Muharrem Kılıç                                (Malatya)

9- Ramazan Kerim Özkan                                (Burdur)

10- Erdal Karademir                                (İzmir)

11- Gürol Ergin                                (Muğla)

12- Hüseyin Ekmekcioğlu                                (Antalya)

13- Mehmet Kartal                                (Van)

14- Osman Özcan                                (Antalya)

15- Tuncay Ercenk                                (Antalya)

16- Cevdet Selvi                                (Eskişehir)

17- İzzet Çetin                                 (Kocaeli)

18- Mehmet Vedat Yücesan                                (Eskişehir)

19- Orhan Ziya Diren                                (Tokat)

20- Mehmet Ali Özpolat                                (İstanbul)

21- Feramus Şahin                                (Tokat)

22- Hüseyin Özcan                                (Mersin)

23- Mehmet S. Kesimoğlu                                (Kırklareli)

24- Hasan Ören                                (Manisa)

25- Nejat Gencan                                (Edirne)

26- Yüksel Çorbacıoğlu                                (Artvin)

27- Ufuk Özkan                                (Manisa)

28- Fahrettin Üstün                                (Muğla)

29- Mehmet Küçükaşık                                (Bursa)

30- Emin Koç                                (Yozgat)

31- Ali Rıza Gülçiçek                                (İstanbul)

32- Şefik Zengin                                 (Mersin)

33- Hakkı Ülkü                                (İzmir)

34- Nurettin Sözen                                (Sivas)

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Önerge gündemde yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme, sırası geldiğinde yapılacaktır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, bazı sayın milletvekillerinin izinli sayılmalarına dair bir tezkeresi vardır; ayrı ayrı okutup oylarınıza sunacağım.

C) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1.- Bazı milletvekillerinin belirtilen sebep ve sürelerle izinli sayılmalarına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/815)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Aşağıda adları yazılı sayın milletvekillerinin hizalarında gösterilen süre ve nedenlerle izinli sayılmaları Başkanlık Divanının 21 Nisan 2005 tarihli toplantısında uygun görülmüştür.

Genel Kurulun onayına sunulur.

    Bülent Arınç

           Türkiye Büyük Millet Meclisi

            Başkanı

"Ankara Milletvekili Muzeffer R. Kurtulmuşoğlu, mazereti nedeniyle 6.3.2005 tarihinden geçerli olmak üzere 13 gün"

BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

"Batman Milletvekili M. Nezir Nasıroğlu, hastalığı nedeniyle 24.2.2005 tarihinden geçerli olmak üzere 12 gün"

BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

"Bursa Milletvekili Abdulmecit Alp, mazereti nedeniyle 12.4.2005 tarihinden geçerli olmak üzere 11 gün"

BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

"Bursa Milletvekili Faruk Çelik, mazereti nedeniyle 6.3.2005 tarihinden geçerli olmak üzere 13 gün"

BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

"Çorum Milletvekili Agâh Kafkas, mazereti nedeniyle 6.3.2005 tarihinden geçerli olmak üzere 13 gün"

BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

"Diyarbakır Milletvekili Muhsin Koçyiğit, hastalığı nedeniyle 25.2.2005 tarihinden geçerli olmak üzere 11 gün"

BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

"İstanbul Milletvekili Nimet Çubukçu, mazereti nedeniyle 6.3.2005 tarihinden geçerli olmak üzere 13 gün"

BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

"İstanbul Milletvekili Zeynep Damla Gürel, mazereti nedeniyle 6.3.2005 tarihinden geçerli olmak üzere 13 gün"

BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

"İstanbul Milletvekili Birgen Keleş, mazereti nedeniyle 29.3.2005 tarihinden geçerli olmak üzere 16 gün"

BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

"Karabük Milletvekili Hasan Bilir, hastalığı nedeniyle 17.3.2005 tarihinden geçerli olmak üzere 16 gün"

BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

"Kars Milletvekili Zeki Karabayır, hastalığı nedeniyle 4.4.2005 tarihinden geçerli olmak üzere 2 ay"

BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

"Kars Milletvekili Selami Yiğit, mazereti nedeniyle 6.3.2005 tarihinden geçerli olmak üzere 13 gün"

BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

"Kırşehir Milletvekili Hüseyin Bayındır, mazereti nedeniyle 23.2.2005 tarihinden geçerli olmak üzere 30 gün"

BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

"Kocaeli Milletvekili Nevzat Doğan, mazereti nedeniyle 6.3.2005 tarihinden geçerli olmak üzere 13 gün"

BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

"Konya Milletvekili Orhan Erdem, mazereti nedeniyle 6.3.2005 tarihinden geçerli olmak üzere 13 gün"

BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

"Mersin Milletvekili Hüseyin Güler, mazereti nedeniyle 18.3.2005 tarihinden geçerli olmak üzere 14 gün"

BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

"Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya, hastalığı nedeniyle 26.2.2005 tarihinden geçerli olmak üzere 12 gün"

BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

"Tekirdağ Milletvekili Erdoğan Kaplan, hastalığı nedeniyle 21.3.2005 tarihinden geçerli olmak üzere 20 gün"

BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

"Tokat Milletvekili Şükrü Ayalan, hastalığı nedeniyle 7.4.2005 tarihinden geçerli olmak üzere 1 ay"

BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, bir sayın milletvekilinin ödenek ve yolluğunun verilmesine ilişkin bir tezkere vardır; okutuyorum:

2.- Kars Milletvekili Zeki Karabayır'a ödenek ve yolluğunun verilmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/816)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Hastalığı nedeniyle bu yasama yılında aralıksız iki ay izin alan Kars Milletvekili Zeki Karabayır'a, İçtüzüğün 154 üncü maddesi gereğince ödenek ve yolluğunun verilebilmesi, Başkanlık Divanının 21 Nisan 2005 tarihli toplantısında uygun görülmüştür.

Genel Kurulun onayına sunulur.

    Bülent Arınç

           Türkiye Büyük Millet Meclisi

            Başkanı

BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun, İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır; okutup, oylarınıza sunacağım.

VI.- ÖNERİLER

A) SİYASÎ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ

1.- Gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin CHP Grubu önerisi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulunun 4.5.2005 Çarşamba günü (bugün) yapılan toplantısında siyasî parti grupları arasında oybirliği sağlanamadığından, Grubumuzun aşağıdaki önerisinin, İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.

Saygılarımla.

       Haluk Koç

            Samsun

                Grup Başkanvekili

Öneri:

Türkiye Büyük Millet Meclisi gündeminin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 60 ıncı sırasında yer alan 470'e 1 inci ek sıra sayısının bu kısmın 4 üncü sırasına alınması önerilmiştir.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun önerisi üzerindeki söz talepleri: Lehinde, Konya Milletvekili Atilla Kart, Adana Milletvekili Ziya Yergök; aleyhinde, Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan, Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa.

Lehinde ilk konuşmacı, Konya Milletvekili Atilla Kart.

Sayın Kart, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

ATİLLA KART (Konya)- Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Danışma Kuruluna sunulan ve reddedilen Cumhuriyet Halk Partisi Grup gündem önerisi üzerinde, lehte konuşmak üzere söz almış bulunmaktayım; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, Meclis gündemine bugün getirdiğimiz dosya, kamuoyunda "kayıp trilyon dosyası" olarak bilinen dosya. Bu dosyada, 79 kişi yargılanmış, aralarında Sayın Necmettin Erbakan'ın da bulunduğu 70 kişi hakkında mahkûmiyet kararı verilmiş; aralarında Sayın Dışişleri Bakanının bulunduğu 5 milletvekili hakkında ise, yasama dokunulmazlığı sebebiyle tefrik kararı verilerek yargılama durdurulmuştur. 70 sanığın mahkûmiyetine ilişkin karar, Yargıtay tarafından onanmıştır; bu cezaların büyük bölümü infaz edilmiştir.

Değerli arkadaşlarım, bu kişiler, suç tarihi itibariyle Refah Partisi yönetiminde görevli olan kişilerdir, il yönetimlerinde görev yapan kişilerdir. Bu kişilerin önemli bir bölümü ise, halen Adalet ve Kalkınma Partisi kadrolarında görev yapmaktadır.

Sayın milletvekilleri, dokunulmazlığın Anayasadaki amacı dışında kullanılması, Meclis İçtüzüğünün eylemli olarak ihlal edilmesi, kamuoyuna verilen sözlerin tutulmaması, milletvekili saygınlığının ihlal edilmesi boyutları dışında, bu konuşmamda, bu dosyayla birlikte 5 dosyada doğmuş olan kamu ve hazine zararının boyutlarını Genel Kurula ve kamuoyunun bilgilerine sunmak istiyorum.

Başka bir ifadeyle, dokunulmazlık konusunda mevcut hükümler uygulanmadığı zaman nasıl sonuçlar doğuyor; bunu anlatmak istiyorum; hazine ve kamu nasıl zarara uğruyor; bunu anlatmak istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, bakın, İstanbul Büyükşehir Belediyesi kaynaklı 3 olay ve Sayın Maliye Bakanının dosyasından söz edeceğim.

Değerli arkadaşlarım, İstanbul Milletvekili ve Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Sekreteri Sayın İdris Naim Şahin'in sanık sıfatıyla yargılandığı reklam panoları dosyasında, hazinenin uğratıldığı zarar, 2002 yılı itibariyle, 146 trilyon civarında; yani, 100 000 000 dolara yakın bir kamu zararı söz konusu.

İkinci dosya, şu anda Mecliste görev yapmakta olan 4 milletvekilinin de sanıkları arasında bulunduğu, ayrıca, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler ile Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer'in de aralarında bulunduğu ve toplam 159 sanığın yargılandığı dosya; İGDAŞ dosyası.

Değerli arkadaşlarım, bu dosyadaki raporlara göre, 2002 yılı nisan ayı itibariyle hazinenin uğradığı zarar 170 trilyon civarında. Yine bu dosyadaki bilgilere göre, kötü yönetimden dolayı kamunun uğradığı zarar ise, 29 trilyon civarında. Yani, yaklaşık rakamlarla, 140 000 000 dolar civarında bir zarar söz konusu.

BELBİM dosyası olarak bilinen dosyada ise, Büyükşehir Belediyesinin uğradığı zarar 321 milyar civarında. Bu dosyada da, diğer sanıkların yanında, Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkan Yardımcısı ve Amasya Milletvekili Akif Gülle'nin yargılanmakta olduğunu biliyoruz.

Sayın Maliye Bakanının, Al-Baraka Türk özel finans kurumundaki sahtecilik, hayalî ihracat, naylon fatura eylemlerine ilişkin olayda ise, 150 000 000 dolar tutarında bir sahteciliğin olduğu, birbirini doğrulayan hesap uzmanları ve gümrük müfettişleri raporlarıyla açıklık kazanmıştır, o dosyada da ciddî iddialar ve deliller vardır.

En nihayet, işbu kayıp trilyon dosyasında ise, hazine zararı, 1997 yılı itibariyle, 10 000 000 Alman Markı ve 943 390 ABD Doları seviyesindedir.

Değerli arkadaşlarım, yukarıda sözünü ettiğim toplam 5 dosyadaki kamu ve hazine zararı, çok basit bir hesapla söylüyorum, 400 000 000 dolar seviyesindedir; bu 5 dosyadaki kamu zararı ve hazine zararı tutarı 400 000 000 dolar civarındadır.

FATİH ARIKAN (Kahramanmaraş) - İddia, değil mi efendim?

ATİLLA KART (Devamla) - Elbette, tabiî, iddia. Yargılama aşamasına varan, raporlara bağlanan bulgulardan ve delillerden söz ediyorum; ciddî delillerden ve belgelerden söz ediyorum. Bu arkadaşlarım suçludur demiyorum; ama, bu arkadaşlarımın yargılanması gerekiyor değerli arkadaşlarım; bunları anlatmaya çalışıyoruz.

Değerli arkadaşlarım, bakın, bu dosyaların bir bölümünde sanıklar beraat etmiş olsalar bile, bu durum, zarara yol açanların hukukî tazmin sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Ortada, doğmuş olan bir zarar vardır; bu bir vakıadır. Bu durum yasal raporlara bağlanmıştır, bu raporların aksi de ispat edilememiştir. Bu durumda, ciddî ve sorumlu bir kamu idaresi, zarara yol açanlar aleyhine, her halde ve mutlaka, yargı yoluna başvurmalıdır.

Tarafımızdan yapılan duyurulara rağmen, İçişleri Bakanlığı, üstüne düşen görevi yapmaktan kaçınmıştır. Soru önergesiyle bu konuyu takip etmemize rağmen, İçişleri Bakanı görevini yapmaktan kaçınmıştır. Sayın Maliye Bakanı ise, olayın doğrudan muhatabı ve faili konumunda olduğundan, bu zararın tahsili sürecini gereğince işletmemektedir.

Değerli arkadaşlarım, anlatmak istediğimiz olay işte budur. Olayda taraf durumunda olan, sorumlu durumunda olan bürokrat ve siyasîleri görev başında tutmak istediğiniz zaman, orada sistemin çökmesi ve teknik işlevini kaybetmesi kaçınılmazdır.

Değerli arkadaşlarım, bakın, yirmi gün kadar evvel, bir grup halinde, Polatlı İlçesi Uzunbeyli Köyünü ziyaret ettik. Ben, size, o köyden, Uzunbeyli Köyünden Vecdi Doğan'ın ifadesini aktarmak istiyorum. Ne diyor Vecdi Doğan biliyor musunuz; "Başbakan, kendince, sistemden öç alıyor" diyor.

FATİH ARIKAN (Kahramanmaraş) - Kim demiş?..

ATİLLA KART (Devamla) - Tekrar ifade ediyorum: Köylü vatandaşımız diyor ki "Sayın Başbakan, kendince, sistemden öç alıyor." Sade köylünün ve vatandaşın olağanüstü sezgisi ve sağduyusuyla yapmış olduğu bu tespite, ben şu ilaveyi yapıyorum: Sayın Başbakan ve dar bir siyasî kadro, aynı zamanda, sistemin işlemez hale gelmesine, bilinçli veya bilinçsiz olarak yol açıyorlar. Böyle bir sürecin sonunda ise, çökecek olan bu çatının altında hepimiz ve herkes kalır. Bunu, artık, görmemiz ve değerlendirmemiz gerekiyor.

Bakın, değerli arkadaşlarım, ortada bir olaylar zincirinden söz ediyorum, biraz evvel sözünü ettiğim 5 dosyadan söz ediyorum. Hadi, bu olayın cezaî boyutunu, kendinizce birtakım gerekçelerle işletmiyorsunuz; ama, hiç olmazsa, gelin, olayın hukukî boyutunu işletin. Ortada, devletin, kamunun devamlılığı, sürekliliği diye bir kavram var. Bu kavramı yok ediyorsunuz. Buna hiçbir şekilde hakkınız yok değerli arkadaşlarım.

Hukukî sorumluluğun unsurlarıyla cezaî sorumluluğun unsurlarının farklı olduğunu biraz evvel ifade etmiştim. Bunu, tekrar, ayrıntılarıyla anlatmak istemiyorum.

Bakın, değerli arkadaşlarım, ben, buradan, Maliye Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığının saygıdeğer bürokratlarını uyarıyor ve görevlerini yapmaya davet ediyorum. Bu zararın; yani, 5 dosyada oluşan 400 000 000 dolar civarındaki zararın takip ve tahsili gerekmektedir. Sayın Bakanların, İçişleri ve Maliye Bakanının, bunun aksine sizlere verecekleri talimatlar, Anayasanın 137 nci maddesi anlamında, kanunsuz emir niteliğindedir.

Bu sebeple, konusu suç teşkil eden emir, hiçbir suretle yerine getirilmez. Yerine getiren kimse; yani, o bürokratlar sorumluluktan kurtulmaz değerli arkadaşlarım.

İşte, bu gerekçelerle, bürokratları görevlerini yapmaya davet ediyorum hukuk davaları sürecini başlatmaya davet ediyorum. İçişleri Bakanı ve Maliye Bakanı sizi engellese de, size aksine talimat da verse, kamu görevlisi olarak, bürokrat olarak bu kanunsuz emri dinlememeye davet ediyorum. Bürokratlara bu uyarıyı buradan yapıyorum. Siyasî kadroyu da, bu noktada, sorumluluk üstlenmeye, yasal ve anayasal sınırlar içinde görev yapmaya davet ediyorum. Bürokratları ve kamu görevlilerini hukuk ile siyaset arasında tercih yapmak zorunda bırakmayın, böylesine açmaza sürüklemeyin. Bürokratlar hukuku uygulamak zorundadır. Bu sebeple, gelin artık bu aşamada bürokrasiyi işlemez hale getirmekten vazgeçin, bu tahribata son verin.

İnanıyorum ki, Genel Kurul bu açıklamalarımı, bu değerlendirmelerimi sağduyu içinde, sorumluluk içinde değerlendirecektir.

Bu düşüncelerle, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN- Sayın Kart, teşekkür ediyorum.

Önerinin lehinde, Adana Milletvekili Mehmet Ziya Yergök...

Buyurun Sayın Yergök. (CHP sıralarından alkışlar)

MEHMET ZİYA YERGÖK (Adana)- Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisinin Grup gündem önerisinin lehinde söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi saygıyla selamlayarak sözlerime başlamak istiyorum.

Artık açık ve kesin biçimde ortaya çıkmıştır ki, Adalet ve Kalkınma Partisi, yasama dokunulmazlığının sınırlandırılması konusunda millete verdiği sözü yerine getirememiştir. Bu nedenle, millete açık bir özür borcu bulunmaktadır. Sadece bununla da kalmayacak, inanıyorum ki, yapılacak ilk seçimde de bunun bedelini ödeyecektir.

Bu konuda ısrarla, bilinen doğruları gündeme getirmeye devam edeceğiz. Bunlar sizi rahatsız etse de, verdiğiniz vaatleri ve taahhütleri size ısrarla hatırlatacağız.

Değerli milletvekilleri, milletvekili dokunulmazlığının sınırlanması ve makul sınırlara çekilmesi konusu, son yıllarda toplumsal bir talep haline gelmiştir. Öyle ki, milletvekilinin yasama dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili talepler, Mecliste, geçtiğimiz yıllarda da yıllarca karara bağlanamamış, kamuoyunu sarsan, ülke ekonomisini çökerten büyük yolsuzluk olaylarının siyasî iradeden güç aldığı inancı, dokunulmazlığın, adaletin işleyişini engelleyen, yargının önünü tıkayan bir ayrıcalığa dönüştüğü düşüncesinin toplumda yerleşmiş olmasına da etkili olmuştur.

Bu durumda, diğer ülkelerdeki sınırlamaların da gözönüne alınarak, milletvekillerinin yasama çalışmalarına engel olmayacak biçimde dokunulmazlığın sınırlandırılması kaçınılmaz bir hale gelmiştir.

Toplumda oluşan bu yargı haksız değildir değerli arkadaşlar. Geçtiğimiz günlerde Enerji Bakanlığında bir yolsuzluk olayı yaşandı. Hepimiz biliyoruz ki, bu yolsuzluk olayının, yolsuzluk davasının kilit sanıklarından birinin ofisi, Adalet ve Kalkınma Partisinin üst düzey yöneticilerinin de, bakanların da içerisinde bulunduğu, milletvekillerinin sık sık iftar sofrasında buluştuğu, saunasında ter attığı, ayrıca, umre biletlerini kapıştığı bir mekân haline gelmiş ve buradan aldığı cesaretle, o kişi, bu ülkenin kamu görevlilerini, bürokratlarını tehdit etme, azarlama cüretini kendinde bulmuştur.

İnanıyorum ki, milletvekili dokunulmazlığının sınırlanmasının psikolojik bir etkisi olacaktır. Şayet milletvekili dokunulmazlığı sınırlandırılmış olsaydı, o sayın milletvekilleri, o rahatlık içerisinde o ofise giremeyeceklerdi; ayrıca, o kişi de, bu milletvekillerinin siyasî iradesini arkasında görerek, hakkındaki iddiaları yerine getiremeyecek, aynı zamanda, Bakanlığın bürokratlarını, bu ülkenin bürokratlarını azarlayamayacaktı, onları tehdit edemeyecekti.

Değerli milletvekilleri, yasama dokunulmazlığının sınırlandırılması konusunda bir başka husus ise, bu konuda tam bir toplumsal mutabakat vardır. Hiçbir konuda olmayan toplumsal mutabakat, bugün, yasama dokunulmazlığının sınırlandırılması konusunda vardır. Nitekim, Türkiye'deki mevcut bütün hukuk fakültelerinin, Meclisimize de yansımış görüşlerinde dokunulmazlığın sınırlandırılması talebi bulunmaktadır. Ayrıca, AKP ve Saadet Partisi dışındaki 3 Kasım seçimlerine katılan tüm siyasî partiler, dokunulmazlığın sınırlandırılması yönünde görüş ortaya koymuşlardır. Yine, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğinden, Türkiye Barolar Birliğinden başlayarak tüm sivil toplum kuruluşları, demokratik kitle örgütleri de dokunulmazlığın sınırlandırılması yönünde bu mutabakata destek vermektedirler.

Zaten, böyle olduğu için, yasama dokunulmazlığı konusu, 20 nci Dönemde gündeme gelmiş, 20 nci Dönemde tüm Cumhuriyet Halk Partili milletvekillerinin de imzasıyla, 292 milletvekilinin imzasıyla gündeme gelmiş, ne yazık ki, yeterli oyu alamayarak, 20 Mart 1999'da reddedilmiştir. 21 inci Dönemde, yine, toplumsal talepler, toplumsal baskılar dikkate alınarak, yine, 288 milletvekilinin imzasıyla gündeme gelmiş, ne yazık ki, gizli oylamada 3 Ekim 2001'de yeterli oyu alamayarak reddedilmiştir. Bu durum, Meclisin saygınlığına ve güvenilirliğine ağır bir darbe indirmiş, bu nedenle de, 3 Kasım seçim sonuçlarına bu durum yansımış, nitekim, 3 Kasım 2002 tarihinde yapılan seçimlerde topluma yasama dokunulmazlıklarının sınırlandırılması konusunda vaatte bulunan, taahhütte bulunan Cumhuriyet Halk Partisi ve Adalet ve Kalkınma Partisi Meclise girebilmiştir; diğer siyasî partiler bunun bedelini ödemiştir. Ancak, ne var ki, bu taahhüde rağmen, bu vaade rağmen Adalet ve Kalkınma Partisi bunu yerine getirmemiştir. Gönül arzu ederdi ki, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, yasama dönemi başlar başlamaz bu konu ele alınsın ve ilk anayasa değişikliği yasama dokunulmazlığının sınırlandırılması konusunda yapılsın. Bu, çok doğru ve şık bir adım olacaktı; ancak, ne var ki, bu yapılmamıştır.

Değerli milletvekilleri, yasama dokunulmazlığının sınırlandırılması konusunda da milletvekillerine, özellikle AKP Grup yönetiminden kaynaklandığını düşündüğüm yanlış bir izlenim verildiğini düşünüyorum. Zaman zaman kulislerde sohbetlerde değerli AKP'li bazı milletvekili arkadaşlarımız, işte, bu yasama dokunulmazlığının sınırlandırılmasının yanlış olacağını, yarın jandarmanın, polisin, kendilerini gözaltına alabileceği gibi düşünceler ileri sürmektedirler. Kesinlikle böyle bir durum söz konusu değildir arkadaşlar. Öncelikle, Anayasanın 83 üncü maddesinin ilk bölümünde yer alan kürsü dokunulmazlığı, yasama sorumsuzluğu -ki, bu bir mutlak dokunulmazlıktır- aynen kalacak; yani, milletvekilleri, yasama çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerden ötürü sorumlu olmayacaklardır; bu konu ifade özgürlüğüne ilişkin olduğu için, milletvekillerince serbestçe kullanılabilmesi, demokratik rejimin ve temsilî demokrasinin gereğidir, bu konu tartışmasızdır. Asıl tartışma yasama dokunulmazlığıyla ilgilidir. Yasama dokunulmazlığı seçimden önce veya seçimden sonra bir suç işleyen milletvekili hakkında kovuşturma yapılamamasıdır. İşte bizim istediğimiz değişiklik önerisi -ki, Cumhuriyet Halk Partisi bu konuda bir değişiklik önerisi de hazırladı; ama, yeterli imzaya ulaşamadığı için, AKP destek vermediği için Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulamamıştır- yargı sürecinin önünün açılması hakkındadır. Yani, bir milletvekili hakkında bir suç isnadı varsa, yargı süreci işlesin, ağır cezayı gerektiren suçüstü halleri dışında gözaltı yok, tutma yok, tutuklama yok; sadece yargı süreci işleyecektir. Bu yargı sürecinin işlemesi sonunda milletvekili, milletvekili seçilmeye engel olmayan bir suçtan mahkûm olursa, bunun gereğinin yerine getirilmesi dönem sonuna kalacak; ancak, milletvekili seçilmeye engel bir suçtan mahkûm olması halinde milletvekilliği düşecektir. Bu konunun da doğru bilinmesinde büyük fayda vardır değerli arkadaşlarım. Yani, özetle, gerekli düzenlemenin yapılarak, milletvekillerinin fizikî özgürlüklerinden alıkonulması engellenerek, yasama dokunulmazlığını daha çok fizikî özgürlüklerle sınırlı tutan Avrupa ülkeleriyle paralellik sağlamamız şart bulunmaktadır.

Değerli milletvekilleri, Cumhuriyet Halk Partisi, geçmişte olduğu gibi, 22 nci Dönemin başından itibaren de, ısrarla, ilkeli ve tutarlı biçimde konuyu takip etmesine rağmen, bu konuda yeterli desteği bulamamıştır. Artık, sözlerimin başında da ifade ettiğim gibi, açık ve kesin biçimde ortaya çıkmıştır ki, AKP, dokunulmazlığın sınırlandırılması konusunda ilkeli ve tutarlı olamamış, açıkça yan çizmiş, topu taca atmıştır.

Değerli arkadaşlar, AKP...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET ZİYA YERGÖK (Devamla) - Sayın Başkan, tamamlıyorum.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Yergök.

MEHMET ZİYA YERGÖK (Devamla) - Adalet ve Kalkınma Partisi, programında, üstelik de "siyasî ilkeler" başlığında bunu taahhüt etmiş olmasına rağmen; AKP Genel Başkanı Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, seçim öncesi taahhüt etmiş olmasına rağmen; Ankara Milletvekilimiz Yakup Kepenek'in konuyla ilgili bir soru önergesine Başbakan adına Sayın Abdüllatif Şener, verdiği yanıtta konuya olumlu yaklaşmasına rağmen; yolsuzlukları araştırma komisyonu raporunda, yasama dokunulmazlığının sınırlandırılması, özellikle yolsuzluk ve rüşvet suçlarını kapsayacak şekilde sınırlandırılması taahhüt edilmiş olmasına rağmen; Sayın Adalet Bakanı ve diğer AKP sözcüleri bu konuda dönem dönem beyanlarda bulunmasına rağmen, bu sözler hiçbir şekilde yerine getirilmemiştir. Bunlar yerine getirilmediği gibi, yasama dokunulmazlığı sınırlandırılmadığı gibi, mevcut yasa maddesi, Anayasanın 83 üncü maddesi de...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Yergök, lütfen konuşmanızı tamamlayınız.

MEHMET ZİYA YERGÖK (Devamla) - ... ısrarla işletilmemiş, âdeta İçtüzük ihlali yapılırcasına, grup kararı alınmışçasına, gelen tüm dosyalar, hiçbir ayırım yapılmaksızın, dönem sonuna ertelenmiştir. Bununla ilgili "efendim, uzlaşma komisyonuna üye vermediniz, diğer kamu görevlilerinin de dokunulmazlığı var" gibi, geçerli olmayan iddialar ortaya konulmuştur. Uzlaşma komisyonunun, çok partinin Mecliste temsil edildiği döneme ait bir gereksinim olduğu sözcülerimiz tarafından ifade edilmiş, diğer kamu görevlilerinin dokunulmazlığının söz konusu olmadığı, soruşturma usulleriyle ilgili birtakım izin durumunun olduğu; ama, bu konunun da getirilmesi halinde Cumhuriyet Halk Partisinin destek vereceği söylenmesine rağmen, bütün bunlar yapılmamış ve son zamanlarda da AKP sözcüleri, bu konudaki beyanlarının geçerli olmadığını anlayınca, repertuarı değiştirerek, işte, dokunulmazlığı ilk kez biz getirmedik...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET ZİYA YERGÖK (Devamla) - Tamamlıyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Sayın Yergök, tamamlıyorsunuz da, vakit geçiyor. 2 dakikalık ilave yapmıştım, lütfen tamamlayınız; son cümlelerinizi alayım.

MEHMET ZİYA YERGÖK (Devamla) - ... 1920'den bu yana dokunulmazlığın var olduğunu, daha önce siz neden kaldırmadınız gibi, hiçbir geçerliliği olmayan sözler söylemişlerdir.

Değerli arkadaşlar, siz, dokunulmazlıkları sınırlandırmaya yanaşmıyorsunuz, mevcut yasa maddesini işletmiyorsunuz. O zaman, bizim arkadaşlarımız bizim dokunulmazlığımızı kaldırın diyor; hiç olmazsa ona destek verin. Siz, kendi dokunulmazlıklarınızla, kendi korkularınızla baş başa kalın.

Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Yergök.

Önerinin aleyhinde, Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan; buyurun.

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum; Cumhuriyet Halk Partisi Grup önerisi aleyhinde söz almış bulunuyorum.

Yaklaşık ikibuçuk yıldan beri, Parlamentonun çalışmaları esnasında, çarşamba günleri, bu tür öneriler devamlı olarak Meclis gündemine geliyor; Meclis gündeminde yapılan konuşmalardan sonra, getirilen öneri, İktidar Partisi milletvekillerinin oylarıyla reddediliyor. Bugün de görünen manzara aynı; biraz sonra, bu grup önerisi de büyük bir ihtimalle reddedilecek; ancak, Türkiye'nin içerisinde önemli bir yer işgal eden ve vatandaşlarımız tarafından da ciddî bir şekilde takip edilen bu yasama dokunulmazlığının sınırlandırılma meselesinin, artık, 22 nci Dönem Parlamentosunda bir çözüme kavuşturulacağı inancı bende yok; çünkü, üzerinde bu kadar çok durulan, bu kadar çok tartışılan ve seçim öncesinde, seçim meydanlarında, televizyon ekranlarında, bu konuyla ilgili olarak liderlerin taahhütte bulunduğu bir konuda, maalesef, bir arpa boyu yol katedilememenin üzüntüsü içerisindeyim.

Bakınız, bu süreler çok çabuk geçiyor; şurada ikibuçuk yıl kaldı. Seçimlerden sonra, üç ay, beş ay, altı ay, bir yıl sonra deniyordu ki, Adalet ve Kalkınma Partisi İktidarı, iki dönem, üç dönem daha devam edecek denen bir günden, bugün, artık, seçimin ne zaman yapılacağı, erken seçimin ne zaman olacağı, Türkiye'nin gündeminde tartışılmaya başlandı. Bakınız, bu bir yıllık süre içerisinde zaman nasıl hızla aktı geçti, meseleler dağ gibi büyüdü, iktidarın bu meseleleri çözme gücünün olmadığı anlaşılınca, Türkiye'nin gündemine, bakınız, bir erken seçimin tarihi kendiliğinden gelip oturdu.

O bakımdan, değerli milletvekilleri, seçim bir yıl sonra mı olur, birbuçuk yıl sonra mı olur; ama, halkın önüne gidildiğinde, bu yasama dokunulmazlığının sınırlandırılması konusu mutlaka sizin önünüze vatandaşlar tarafından ciddî bir şekilde konulacak, bunun hesabı sorulacak. Onun için, gelin, bu seçim günü gelmeden, bunun hesabı sorulmadan, bu konuyla ilgili, 22 nci Dönem Parlamentosu üzerine düşen bu görevi yapsın; ama, benim şahsî kanaatim ve inancım odur ki, bu mesele bu dönem Parlamentosu tarafından çözülmeyecek.

Biraz sonra İktidar Partisi milletvekilleri veya partinin sözcüleri gelecekler, uzlaşma komisyonundan bahsedecekler, olmayan uzlaşma komisyonundan; diğer, memurların yargılanamamalarından bahsedecekler; böyle bir şey yok. Aynı sözleri tekrar duyacağız; ancak, neticede, bu meselenin çözüme kavuşturulmadığını da göreceğiz.

Değerli milletvekilleri, ben Sayın Koç'a da buradan seslenmek istiyorum. Sayın Koç, ikibuçuk yıldır bunu her hafta getiriyorsunuz. Her hafta bu kürsüden en sert ifadelerle bunları gündeme getiriyorsunuz; ama, bir netice alabiliyor musunuz?

HALUK KOÇ (Samsun) - Alamadık.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Bir arpa boyu mesafe katettiniz mi?

HALUK KOÇ (Samsun) - Edemedik.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Çözüleceğine inanıyor musunuz?

HALUK KOÇ (Samsun) - Mecbur kalacaklar; inanıyorum.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Yani, bunların çözüleceğine inanmadığınız halde niçin getiriyorsunuz her hafta bunları?

HALUK KOÇ (Samsun) - Samimiyet sorgulaması...

SADULLAH ERGİN (Hatay) - Düet yapıyorsunuz!..

HALUK KOÇ (Samsun) - Ne yapayım; soruyor...

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Değerli Koç, Değerli Milletvekilim, bakınız, Türkiye'nin o kadar çok büyük problemleri, o kadar çok büyük meseleleri, devasa dertleri var ki, gelin, onları burada Meclis kürsüsünden hep beraber dile getirelim.

Bakınız, Türkiye'deki son günlerdeki tartışmaya bakın. Anayasal kurumlar birbiriyle büyük bir çekişme içerisinde.

BURHAN KUZU (İstanbul) - Yok öyle bir şey.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Sebep, gündemi saptırmak. Toplumun içerisinde bulunduğu sıkıntıyı, derdi, işsizliği, çaresizliği, yoksulluğu, fukaralığı bir nebze olsun gözlerden kaybedebilmek için, sunî olarak, Türkiye'de yeni gündem maddeleri ortaya konuluyor ve bu yeni gündem maddeleriyle Türkiye'nin en itibarlı olması gereken kurumları, maalesef, bir tartışma ortamı içerisine giriyor.

Bakınız, bunu söylemek istemiyordum; ancak, dün akşam televizyonda izledim, bugün gazetelerde de gördüm. Hiç, Türkiye'de artık konuşulmaması gereken bir konu, bir ihtilal meselesi bugün Türkiye'nin gazetelerinde, dün akşam televizyonlarda... (AK Parti sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Sayın Kandoğan... Sayın Kandoğan...

ENGİN ALTAY (Sinop) - Bugün söylüyor, bugün...

BAŞKAN - Sayın Kandoğan... Sayın Kandoğan, milletin Meclisinden, kürsüsünden, lütfen, bu tip şeyleri gündeme getirmeyiniz.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Sayın Başkan, ben, bundan duyduğum rahatsızlığı dile getiriyorum.

BAŞKAN - Lütfen... Lütfen... Sözünüzü kesmek mecburiyetinde kalmayayım.

EYÜP FATSA (Ordu) - Ayıp, ayıp!.. Çok ayıp!..

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Ben, sözümün başında şunu söyledim: Türkiye'de artık hiç konuşulmaması gereken, hiç gündeme gelmemesi gereken bir meselenin sunî gündemlerle Türkiye'nin gündemine taşındığını söylüyorum.

BAŞKAN - Sayın Kandoğan... Sayın Kandoğan...

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Niye rahatsız oluyorsunuz bundan?! Önce, Meclis Başkanvekili olarak benim bu sözlerimin altına ilk imzayı siz atmalısınız, Sayın Başkan.

BAŞKAN - Sayın Kandoğan, burası Meclisin kürsüsü; sözünüzü, lütfen, kesmek zorunda bırakmayınız, olmayan konulara temas etmeyiniz. Türkiye'nin gündeminde böyle bir olay yok, olamaz da zaten. Lütfen...

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Sayın Başkan, siz, dün akşam televizyonları izlemediniz mi, bugün gazeteleri okumadınız mı?!

BURHAN KUZU (İstanbul) - Demirel söylüyor, Demirel...

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Ben istiyorum ki, artık Türkiye'de iktidarlar, sandıkla, seçimle gelip gitmelilerdir, halkın tertemiz oylarıyla gelip gitmelilerdir. Artık, bu meselelerin tartışılmaması bile lazımdır ülkede; ben, bunu söylüyorum. Türkiye'nin esas gündemi bunlardır. Bugün, ben isterdim ki, Türkiye Büyük Millet Meclisinden hep beraber gür bir ses verelim bütün Türkiye'ye. Artık demokrasinin bütün kurullarıyla, bütün kurumlarıyla işlediği bir Türkiye arzu ediyorum ben. Siz de, biz de, hepimiz, aynı arzu içerisindeyiz. O bakımdan, Türkiye'nin gerçek gündemini ilgilendiren meselelerin burada konuşulması lazım, Sayın Koç'a ben onun için itiraz ediyorum.

Bakınız, bazı rakamlar da vermek istiyorum sizlere. Şimdi, gelir dağılımının ne kadar bozulduğunu rakamlar ortaya koyuyor...

SADULLAH ERGİN (Hatay) - Sayın Başkan, grup önerisi üzerinde lütfen konuşsun. Söz aldığı konu üzerinde konuşsun.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Ben konuşuyorum. Bakın, ben o grup önerisinin uygun olmadığını, Türkiye'nin esas tartışması gereken, Türkiye'nin gündeminde olması gereken meseleleri söylüyorum; aleyhinde konuşuyorum.

SADULLAH ERGİN (Hatay) - Söz aldığı konuda konuşsun.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Sayın Sadullah Ergin, niye rahatsız oluyorsunuz?!

SADULLAH ERGİN (Hatay) - Bu kürsüyü istismar etmeye hakkı yok. Kürsü istismarı var.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Gelir dağılımı düzeliyorsa, gelirsiniz, burada dersiniz ki, bizim iktidarımız döneminde gelir dağılımı düzelmiştir dersiniz...

BAŞKAN - Sayın Kandoğan... Sayın Kandoğan...

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - ...biz de kabul ederiz. Rakamlar elimde.

Bakınız, 2002 yılında...

BAŞKAN - Sayın Kandoğan... Sayın Kandoğan...

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Sayın Başkan, ben nasıl konuşacağım?!

BAŞKAN - Efendim, başka bir konuyla ilgili hususta söz alırsınız, konuşursunuz; ama, önerinin aleyhinde söz aldınız; bunu, gelir...

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Aleyhinde konuştum.

BAŞKAN - Şimdi, bakınız, söylediğiniz söz ile yaptığınız konuşmanın bir ilişkisi yok. Bu kürsü herkese açık, her zaman da konuşuyorsunuz; ama, olmayan bir şeyi burada gündeme getirip konuyla ilgili olmayan hususta konuşursanız, sözünüze müdahale etmek zorunda kalırım. Lütfen, konu üzerinde konuşunuz.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Ben de diyorum ki Sayın Başkanım, Sayın Koç'un getirdiği önergeyi kabul etmiyorum, aleyhindeyim diyorum. Türkiye'nin şu anda bu meseleden çok daha fazla önemli meseleleri var. Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine bu meselelerin gelmesi lazım; bunların tartışılması lazım. Bunları çözüme kavuşturun. Ben, bunu söylüyorum. Benim yerime siz karar verecekseniz, buyurun Sayın Başkanım siz konuşunuz.

Değerli milletvekilleri, 2002 rakamı önümde. 2002'de en üst gelir grubunun aldığı pay yüzde 45,4; şimdi yüzde 45,7. En alt yüzde 20'lik gelir grubu yüzde 6,5 alırken, şimdi yüzde 6,3 almış.

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Yanlış efendim; tamamen yanlış.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Gelir dağılımı Türkiye'de bozulmuş. 2002'den daha kötü bir durumda. Dünyanın en borçlu 5 inci ülkesi olmuşuz.

NURETTİN AKTAŞ (Gaziantep) - Yahu iktidara gelin de ondan sonra tartışın!..

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - İşsizlik son üç ay rakam yüzde 11,5. Arkadaşlar, 2000'deki işsizlik yüzde 6,5; 2001'de yüzde 8,4; şimdi, 2005'in üç aylığında yüzde 11,5. Bu, Devlet İstatistik Enstitüsünün rakamları. Bu rakamlar resmî rakamlar. Yani, siz, daha 2000'deki, 2001'deki işsizlik rakamlarının hemen hemen 2 katı üzerindesiniz. Geldiğiniz dönemden itibaren Türkiye'de işsizlik artmış. Bunların çözümünün konuşulması lazımdır.

Bakınız, Kamuda çalışanların yüzde 37'si açlık sınırının altında, yüzde 94'ü yoksulluk sınırının altında. Bu rakamlar büyümüş. Bunların ele alınıp, bunların tartışılması lazım.

İthalat artışı. Bakınız, ithalat artışında dünyada geçen sene Türkiye rekor kırmış; yüzde 40 ithalat artışıyla dünyada ithalatı yüzde 40 oranında artan tek ülke Türkiye.

ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Buna aklın erse!..

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Eğer bu rakamlardan memnunsanız, yüzde 40 değil de yüzde 50 artırın ithalatı. 2002'de ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 70, 2004'te yüzde 63. Bu rakam iyiyse, bu rakamları düşürmeye devam edin.

Yatırımları bakımından dünyanın en riskli 7 nci ülkesi olmuşuz arkadaşlar. 1 inci sırada Irak var; onu çıkın. En riskli 7 nci ülkesiyiz. Doğrudan yabancı yatırım noktasında dünyada 57 nci sıradayız. Hani, doğrudan yabancı yatırımlar akıyordu Türkiye'ye?!. 2004'te gelen doğrudan yabancı yatırım 330 000 000 dolar artı...

AHMET IŞIK (Konya) - 2,5 milyar dolar 2004'te...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Kandoğan, konuşma süreniz bitmiştir; lütfen buyurun efendim.

Teşekkür ediyorum.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Sayın Başkan, son cümlemi söylüyorum.

BAŞKAN - Hayır, hayır... Konuyla ilgili konuşmadınız; mikrofonunuzu açmayacağım.

Buyurun.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Sayın Başkan, orası tarafsız bir makam. Siz, orada bizlerin oylarıyla oturuyorsunuz.

BAŞKAN - Doğru, birilerinin oylarıyla oturuyoruz, doğru.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Benden önce konuşan milletvekillerine vermiş olduğunuz süreyi bana vermezseniz, orada adil bir şekilde Meclisi yönettiğinizi söylemem mümkün değil.

BAŞKAN - Sizden önce konuşan arkadaşlarımız, tamamen konuyla ilgili olarak, konunun lehinde konuşmuşlardır ve vermiştim; ama, siz, konuyla ilgili konuşmadınız. Söz hakkınız sona ermiştir; lütfen, yerinize oturunuz.

Buyurun.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Sayın Başkan, o sizin takdiriniz.

BAŞKAN - Elbette benim takdirim, ben yönetiyorum Meclisi şu anda.

Buyurun.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Bu takdirinizi bütün milletvekillerine eşit olarak kullanmak durumundasınız, Sayın Başkan.

BAŞKAN - Eşit ve adil olarak kullanıyorum ve adalete uygun işlem yapıyorum.

Sayın Kandoğan, buyurun efendim lütfen.

AHMET IŞIK (Konya) - 2004 yılında yabancı sermaye girişi 2,5 milyar dolar.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Hemen söyleyeyim... Onu söyleyeyim...

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri...

Sayın Kandoğan, lütfen kürsüden ayrılır mısınız efendim.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Teşekkür edeyim.

BAŞKAN - Hayır, lütfen kürsüden ayrılın; açmayacağım mikrofonu.

Buyurun.

ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Bekle bekle... Akşama kadar bekle....

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Saygılar sunuyorum.

BAŞKAN - Evet, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun önerisi üzerindeki görüşmelerin son konuşmacısı Sayın Eyüp Fatsa, aleyhinde.

Buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

EYÜP FATSA (Ordu) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun Grup önerisinin aleyhinde söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, hatırlanacağı üzere, daha önce Danışma Kuruluyla ilgili muhalefet sözcüleri itirazlarını belirtirken, bize gündem dayatılıyor, günübirlik gündemlerle bilgi sahibi olmadığımız, hakkında araştırma imkânımız olmadığı, çalışma, hazırlanma imkânımız olmadığı gündemleri bize dayatıyorsunuz diye bu kürsüden bizleri çok eleştirdiler.

Önümüzdeki gündem, Türkiye Büyük Millet Meclisinin üç haftalık gündemidir; üç haftadan beri Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemindedir ve görüşülmeye devam edilen konulardır. Tabiî, bu noktada muhalefet partisine de sormak lazım; yani, eğer itirazınız, Meclisin ve Genel Kurulun bilgisi dışındaki bir gündem dayatmasıysa, sizin getirmiş olduğunuz bu Danışma Kurulunun içeriğine ne demek gerekir; arkadaşlarımızın hangisinin bu konuyla ilgili bir araştırması, bir hazırlığı var; hangi hazırlıkla arkadaşlarımız, kaldı ki, kendi grubunuz, bu Genel Kurula geldi, bu öneriyi görüşüyor ve kabul ediyor?!

Değerli arkadaşlar, esas görüşülen mesele yasama dokunulmazlığının sınırlandırılmasıyla alakalı taleptir; ancak, ben buna geçmeden önce, bu konuyla ilgili düşüncelerimi paylaşmadan önce bir konuyu öncelikli olarak Meclis kürsüsünden ifade etmek istiyorum.

Biraz önce, Sayın Ümmet Kandoğan'ı burada dinledik ve dehşete kapıldık. Seçilmiş, millî iradeyi temsil eden bir insanın, bu Meclis kürsüsünden ihtilali zikretmiş olmasını, doğrusunu isterseniz, anlamakta çok zorluk çektim.

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - İlk cümlemi de söyle de... Beraber söyle...

EYÜP FATSA (Devamla) - Müsaade edin... Müsaade edin... O sözün kime ait olduğunu gazetede gördük, basında gördük...

ENGİN ALTAY (Sinop) - Baba'nın sözü.

EYÜP FATSA (Devamla) - ... sizin siyasî geçmişinizin babasıdır o.

Değerli arkadaşlar, değerli arkadaşlar, bu konuşma, bu düşünce gösteriyor ki, milletin desteğinden umudunu kesmiş, milletten aradığı desteği bulamamış, bulamayacağını da görmüş; ama, acaba, yeniden bir ara dönem, bir karanlık dönemler oluşur, kapalı kapılar, karanlık mahfillerde yeni kararlar, yeni senaryolar hayata geçer de, biz yeniden hayat bulabilir miyiz gibi çok bayatlamış, doğrusunu istersen, yakışık almayan düşüncelerin ifadesinden başka bir şey değildir. (AK Parti sıralarından alkışlar)

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - İhtilaller hep o partiye karşı yapılmıştır!

EYÜP FATSA (Devamla) - Müsaade edin... Müsaade edin...

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Hep o partiye karşı yapıldı, hep...

EYÜP FATSA (Devamla) - Sayın Kandoğan, müsaade et. Sen, içinde bulunduğun partiye yeni girdin. Belki, Partinizin geçmişte uyguladıklarıyla ilgili, bugün yaşanan ve ödenen faturalarla ilgili sorumluluğunu bilmiyor olabilir, öğrenememiş olabilirsiniz; ama, bilesiniz ki, bu ülke...

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Sayın Başkan, gündemle ilgili konuşsun lütfen.

EYÜP FATSA (Devamla) - Ben sana cevap veriyorum.

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Cevap ayrı olur.

BAŞKAN - Sayın Fatsa...

EYÜP FATSA (Devamla) - Bu ülke ne çektiyse...

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Sayın Başkan, lütfen...

BAŞKAN - Sayın Fatsa...

EYÜP FATSA (Devamla) - ..."kim ne veriyorsa ben beş fazlasını veriyorum" diyen anlayıştan çekmiştir ve biz bugün o faturayı ödüyoruz. (AK Parti sıralarından alkışlar)

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Gündemle ne alakası var!

EYÜP FATSA (Devamla) - Sizin faturanızı ödüyoruz, Sayın Kandoğan. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Fatsa, lütfen...

EYÜP FATSA (Devamla) - Değerli arkadaşlar, yasama dokunulmazlığına gelince; bizim bu konuyla ilgili kamuoyuyla paylaştığımız, Partimizin programında ve 58 ve 59 uncu hükümetin programındaki düşüncelerimiz gayet açıktır ve biz, AK Parti olarak, AK Parti Grubu olarak da, kamuoyuyla gerek parti programımız da gerekse hükümet programlarımızda paylaşmış olduğumuz düşüncelerimizin de arkasındayız; ama, biz bu konuyu bir siyasî polemik mevzuu yapmak istemiyoruz.

Değerli arkadaşlar, eğer samimiyseniz... Bakın, bir kere daha ifade ediyorum burada. Biz, Meclis uyum komisyonuna üyelerimizi verdik, bu konuda size açık çek de verdik; dedik ki: Uyum komisyonunu çalıştıralım ve ilk görüşülecek madde, gündeme alınacak madde Anayasanın 83 üncü maddesi olsun.

ATİLLA KART (Konya) - Hangi maddede var?!

EYÜP FATSA (Devamla) - Bu konuda mutabakatı sağlayalım dedik.

ATİLLA KART (Konya) - Uyum komisyonu diye bir kavram var mı?! Öyle bir anayasal düzenleme var mı?!

EYÜP FATSA (Devamla) - Değerli arkadaşlar...

ATİLLA KART (Konya) - Gerçekleri daha fazla saptırmaya devam edemezsiniz!

EYÜP FATSA (Devamla) - Değerli arkadaşlar, bu konuyla ilgili tavrımız gayet açıktır. Kimse tribüne ve kamuoyuna oynamasın.

ATİLLA KART (Konya) - Gerçekleri saptırmaya daha fazla devam etmeyin.

EYÜP FATSA (Devamla) - Bir başka hususu da burada, bu vesileyle gündeme getirmek istiyorum, bu vesileyle gündeme getiriyorum. Bunu konuşmak istemezdim ve bu, bizim endişelerimizi de kuvvetlendiren, doğrusunu isterseniz, milletvekillerinin de endişelerini kuvvetlendiren bir gelişmedir ve Cumhuriyet Halk Partisi Grubuna mensup milletvekili arkadaşlarımızın ifadesidir. Bir sayın milletvekili arkadaşımız, Cumhuriyet Halk Partisi Grubuna mensup olan ve partinin yetkili kademelerinde de görevi olan bir arkadaşımız "eğer benimle ilgili bir fezleke Türkiye Büyük Millet Meclisine gelirse, ben partideki görevimden ve milletvekilliği görevimden istifa ederim" dedi. Fezleke geldi; ama "bu, bir skandal fezlekedir" diye sözünü tevil etti ve değiştirdi.

Yine, Cumhuriyet Halk Partisi Grubuna mensup bir diğer hukukçu milletvekili arkadaşımız, bu fezlekeyle ilgili de "bu, bir şike fezlekesidir" diye ifade etti ve bu konudaki, gerçekten, tutarsızlıklarını da ortaya koymuşlardır. Aslında, bu ifadeleriyle, bizim endişelerimizi biraz doğrulamışlardır. Biz, bu konuda, zaman zaman, yargının da sübjektif kararlar verebileceğini ifade ettik. Arkadaşlarımızın ifadeleri de, bizim bu endişelerimizi doğrulamaktadır.

Değerli arkadaşlar, ben, esas, bir konuya da, burada, huzurlarınızda, Sayın Ziya Yergök ifade ettiği için, açıklık getirmek istiyorum veya bu konuyla ilgili düşüncelerimi de ifade etmek istiyorum.

Sayın Ziya Yergök, Polatlılı bir hemşerimizin, bir vatandaşımızın ifadesini gerekçe göstererek...

RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Burdur) - Ziya Yergök değil, Atilla Kart...

EYÜP FATSA (Devamla) - Eğer ismi yanlış kullandıysam, özür diliyorum.

Konya Milletvekilimiz Sayın Atilla Kart, Sayın Başbakanın sistemden intikam aldığını ifade etti, o arkadaşın, o vatandaşın görüşünü gerekçe göstererek.

BAŞKAN - Sayın Fatsa, öç almak... "Öç aldı" dedi.

Değil mi Sayın Kart?..

ATİLLA KART (Konya) - Sistemden öç aldı...

EYÜP FATSA (Devamla) - Öç aldı... Yani, öç alma, intikam alma, lügate bakarsanız, aynı şeyleri ifade eder. Aramızda edebiyatçı ve gramerci arkadaşlarımız vardır.

Değerli arkadaşlar, eğer, sistemden öç almak, Türkiye'de bozulan istikrarı yeniden ihdas etmekse, Türkiye'de yönetim istikrarını yeniden sağlamaksa, Türkiye'de faizleri yüzde 70'lerden yüzde 15'lere getirmekse, enflasyonu yüzde 40'lardan yüzde 8'lere, tek haneli rakamlara getirmekse...(CHP sıralarından gürültüler)

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli)- Gündemle ilgili konuş

EYÜP FATSA (Devamla)- Müsaade edin... Müsaade edin kardeşim, ben hepinizi dinledim.

Millî geliri 2 000 dolarlardan 4 500 dolarlara çıkartmaksa, 30 milyar dolar civarındaki ihracatı 70 milyar dolara getirmekse, Türkiye'nin bozulan istikrarını yeniden ihdas etmek ve Türkiye'nin içte ve dışta itibarını ve güvenini artırmak ve Türkiye'nin işlemeyen sistemlerine yeniden işlerlik kazandırmaksa, ben, bu öç almanın takdirini kamuoyunun vicdanına havale ediyorum. (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Değerli arkadaşlar, yine, özellikle İstanbul Büyükşehir Belediyesinde geçmiş yıllarda görev yapmış arkadaşlarımızla ilgili iddialara bu kürsüden defalarca cevap verildi. Bakın, değerli arkadaşlar, bu arkadaşlarımız, milletvekili olmadan önce, dokuz sene yasama dokunulmazlığı olmayan arkadaşlarımızdı. Eğer, suç işlediyseler, gerçekten, Sayın Kart'ın ifade ettiği gibi, bu ülkeyi 400 000 000 dolar gibi bir büyük zarara uğrattıysalar, yargı, o zaman nerede idi, hukuk o zaman nerede idi?!

Ama, ben sizin itirazınızdan şunu anlıyorum Sayın Kart. Yani, bizim suçlu gördüğümüz ve suçlu görmek istediğimiz insanları, yargı nasıl beraat ettirir diye bir düşünceniz varsa, onun da takdirini kamuoyunun vicdanına havale ederim. Yani, eğer, bir hukuk devleti ise, bir hukuk düzeni ise ve hukukun kararları da tartışılmıyorsa, alınan kararlar, bu konularla ilgili verilen kararlar ortadadır. Lütfen, bu kararlara saygı duyun.

Yine, bugün, burada, Genel Kurul...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

EYÜP FATSA (Devamla) - Sayın Başkanım bitiriyorum

BAŞKAN - 1 dakikalık ek süre veriyorum.

Buyurun.

EYÜP FATSA (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Abdullah Gül'ün yasama dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili idi Danışma Kurulu önerisi. İddiaya konu olan meseleyle alakalı, Ankara 9. Ağır Ceza Mahkemesinin vermiş olduğu karar ortadadır değerli arkadaşlar. Sayın Abdullah Gül gibi, bugün olmayan bir siyasî partinin Başkanlık Divanında görev almış ve aynı konumda olan, genel başkan yardımcılığı sıfatını taşıyan Sayın Şevket Kazan, Sayın Ahmet Tekdal, Sayın Abdurrahim Bezci, bu davadan beraat etmiştir; ceza alan 79 arkadaşla alakalı konu çok daha farklıdır.

ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elazığ) - Millet bunları bile bile iktidarı verdi!

EYÜP FATSA (Devamla) - Lütfen, elma ile armudu birbirine karıştırmayalım bu konuda; yani, bu konuda, böyle, kamuoyuna, tribüne oynamak suretiyle, acaba, milletin hafızasında yeni birtakım istifhamlar uyandırıp, birtakım siyasî faydalar elde edebiliriz gibi düşüncelerden hareket edersek, biz, arkadaşlarımızı yıpratmaktan daha çok, bu kuruma zarar veririz, Türkiye Büyük Millet Meclisinin saygınlığını gidermiş oluruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

EYÜP FATSA (Devamla)- Ben, Danışma Kurulu önerisinin grup olarak aleyhinde olacağımızı, olumlu oy vermeyeceğimizi Genel Kurulla paylaşıyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Koç, kendisine konuşmalar sırasında sözlü olarak bir sataşma olduğu gerekçesiyle söz istedi. Kendisine çok kısa bir açıklama için söz vereceğim.

Buyurun.

VII.- AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Samsun Milletvekili Haluk Koç'un , Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa'nın, konuşmasında, şahsına sataşması nedeniyle konuşması

HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum söz hakkı verdiğiniz için.

Değerli arkadaşlarım, ben üzülerek izliyorum bu bölümü; çünkü, demokrasi kurum ve kurallarıyla Meclis kürsüsünde, demokrasidışı yolları çağrıştıran bir tartışmaya tanık olmaktan, önce, üzüntümü belirtmek istiyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Tabiî, bu alkışların devamının da gelmesi gerekecek. (AK Parti sıralarından gülüşmeler)

HASAN ANĞI (Konya) - Temcit pilavı gibi olmasın!

HALUK KOÇ (Devamla) - Şu açıdan: Bir ortak duyarlılığı koymamız lazım. Bir defa, tek başına iktidar olmanın verdiği yetkiyle, hukuk devletini, Anayasanın kuvvetler ayrılığı ilkesiyle, yasama, yürütme ve yargıya verdiği çalışma alanlarını, hepsini saygıyla karşılamamız gerekiyor; demokratik kurum ve kuralları hep beraber yaşatmamız gerekiyor ve -çok acıdır bu söyleyeceğim- Türkiye'de, iktidarın, muhalefetin, demokratik kitle örgütlerinin ve medya kuruluşlarının, demokrasiyi zaafa uğratacak tüm girişimlerden kendilerini özenle sakınmaları gerekiyor. Burada, iktidara düşen pay var, muhalefete düşen pay var, demokratik kitle örgütlerine düşen pay var ve özellikle medyaya düşen pay var. İktidara düşen pay şu; bakın, bu çok söylendi: Hukuk devletini korumak, yaşatmak; hukuk devleti yerine bir parti devleti oluşturmamak; bu yönde girişimlere, bu yönde yasama faaliyetlerine hız vermemek. Bu, bunlardan bir tanesi. Muhalefetin kendi görevleri var; sivil, demokratik, meşru zeminde oluşan tepkiyi, Meclis kürsüsünde de, kamuoyunda da dile getirmek.

Bunu yapan arkadaşlarınızdan biriyim. Cumhuriyet Halk Partisi sözcüleri de, bunu çoğu zaman yapıyorlar. Demokratik kitle örgütleri kendi çaplarında... Medya, eğer, çeşitli ilişkiler içerisinde, bir iktidara bağımlılık tablosundan çıkarsa -demokratik, sivil, meşru muhalefetin altını çizerek söylüyorum- son tartışmalar üzerine söylediklerine de, gereğinde, gerektiği kadar yer verirlerse...

Değerli arkadaşlarım, bakın, konuşmaması gerekenler, Türkiye'de, konuştuklarında gündem oluşturup, manşet oluyorsa, o ülkede bir demokrasi zaafı vardır. (AK Parti sıralarından gürültüler)

Şimdi, bakın, bu gündem, bu gündemde yer alan konuşmalar, Cumhuriyet Halk Partisi tarafından, Sayın Genel Başkanımız tarafından, grup başkanvekilleri tarafından, Cumhuriyet Halk Partisi sözcüleri tarafından defeatle dile getirildi; kadrolaşma sorunu dile getirildi, riskli birtakım, Türkiye'nin temel kurumlarıyla uzlaşmaz tutum dile getirildi, Türkiye'nin dışpolitikadaki eziklikleri dile getirildi.

Değerli arkadaşlarım, bunlar söyleniyor, bunlar görev olarak yerine getiriliyor; ama, görevi anayasal sınırlar içerisinde belli olanlar konuştuğunda, bunlar manşete taşınıyorsa, o zaman, buradaki demokrasi zaafını iyi analiz etmek lazım.

Ben, üzülerek, sizinle bir şey paylaşmak istiyorum. Bir parti yetkilisinin, ertesi gün, çıkıp, bu konuşmalara, bu tespitlere alkışla cevap vermesi, demokrasi adına, işte, buradaki konuşmaların yapılmasının temel nedenidir.

Özeleştiri istiyordunuz, özeleştiri yapılacak bir konu.

Alkışlar? (AK Parti sıralarından alkışlar!)

BAŞKAN - Sayın Koç, lütfen tamamlayınız.

HALUK KOÇ (Devamla) - Sözlerimi bitiriyorum.

Değerli arkadaşlarım, onun için, muhalefetin dediklerini lütfen dikkate alın. Muhalefetin dediklerine kızmayın. Meşru zeminler içerisinde, muhalefet, görevini yapmak zorundadır, yapacaktır. Onun için, bu tartışmaların boyutunda gerilmeyin. Biz, her şeyi söyleyeceğiz, söylemek zorundayız, görevimiz bu, demokrasinin kuralları bu.

Onun için -Sayın Eyüp Fatsa'nın sözlerine çok cevap verildi- orada, bakın, istifa etmek, şu bu... Dokunulmazlık tezkeresi, bizim Partimizle ilgili, arkadaşımızla ilgili düzenlenip gelsin. Size, burada, Cumhuriyet Halk Partisinin tüm milletvekilleri adına söz veriyorum, biz "evet" oyu kullanacağız; ama, siz de "evet" oyu vereceksiniz. (AK Parti sıralarından "istifa etsin" sesleri)

Efendim, istifa etmeye kalkarsa, Kabine düşer, Kabinede bakan kalmaz bugün. Allahaşkına yapmayın, bir dönüp arkasına bakın!

Saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Koç, teşekkür ediyorum.

FATİH ARIKAN (Kahramanmaraş) - İstifa etme sözü var.

VI.- ÖNERİLER (Devam)

A) SİYASÎ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ (Devam)

1.- Gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin CHP Grubu önerisi (Devam)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun önerisi üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, karar yetersayısının aranılmasını istiyorum.

BAŞKAN - Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler...

Sayın milletvekilleri, Kâtip Üyeler arasında ihtilaf olduğundan, işaretle yapılan oylamayı elektronik cihazla tekrarlatıyorum.

Sayın milletvekilleri, oylama için 3 dakikalık süre veriyorum.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, karar yetersayısı vardır; Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun önerisi kabul edilmemiştir.

Alınan karar gereğince, sözlü soruları görüşmüyor ve gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına devam ediyoruz.

V.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

2.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin; Gelibolu Yarımadası Tarihi Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)

BAŞKAN - Birinci sırada yer alan kanun teklifinin geri alınan maddeleriyle ilgili komisyon raporu gelmediğinden, teklifin görüşmelerini erteliyoruz.

Esnaf ve Sanatkârlar Meslek Kuruluşları Kanunu Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporunun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

3.-  Esnaf ve Sanatkârlar Meslek Kuruluşları Kanunu Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu (1/969) (S. Sayısı: 851)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Tasarının görüşülmesi ertelenmiştir.

Ankara Milletvekilleri Salih Kapusuz ile Reha Denemeç'in, Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporunun görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

4.- Ankara Milletvekilleri Salih Kapusuz ile Reha Denemeç'in, Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (2/426) (S. Sayısı: 877) (x)

BAŞKAN - Komisyon?.. Burada.

Hükümet?.. Burada.

7 nci madde üzerinde gruplar ve şahıslar adına yapılan konuşmalar tamamlanmıştı.

Şimdi, soru-cevap işlemi yapılacaktır.

Maddeyle ilgili soru sormak isteyen sayın üyelerin isimleri geçen birleşimde tespit edilmişti; bu arkadaşlarımızın mikrofonlarını açmalarını rica ediyorum: Sayın Ahmet Işık, Sayın Osman Coşkunoğlu, Sayın Mustafa Gazalcı, Sayın Ferit Mevlüt Aslanoğlu, Sayın Abdulbaki Türkoğlu, Sayın İsmail Değerli.

Sayın Işık, buyurun.

AHMET IŞIK (Konya) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Vasıtanızla, Sayın Bakanımıza iki soru yöneltmek istiyorum. Bunlardan bir tanesi, 278 sayılı Yasada, yürürlüğe girdiği 1963 yılından bugüne kadarki süreçte 2 defa değişiklik yapıldığı halde, idarî yapıya ilişkin bazı sorunların çözülmesinde güçlüklerle karşılaşılmasının temel nedenleri nelerdir?

Diğer sorum: Ülkenin millî gelirinden araştırma ve geliştirme faaliyetlerine ayrılan payın ciddî ölçüde artırılmasında, bilimsel araştırma ve geliştirme projelerinin değerlendirilmesinde, fonlanmasında ve uygulanmasında azımsanamayacak bir deneyime sahip olan TÜBİTAK'a yükleyeceği sorumluluk nedir?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Işık.

Sayın Gazalcı, buyurun.

MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

1- 2004 yılı Bütçe Yasasında, emekli olanların kamuda yeniden yerleştirilmeleri, birtakım ayrıcalıklar, istisnalar dışında, yasak koyulmasına karşın, SSK'dan ya da başka bir kurumdan emekli olmuş ve 2004 yılında TÜBİTAK'ta çalışmaları, yerleştirilmeleri sağlanmış mıdır? Örneğin; Semra Ayşe Çapçı, A. Feyza Okan, emekli oldukları halde TÜBİTAK'a yerleşmiş midir?

2- TÜBİTAK'ı denetleme ve incelemeyle görevli bir kişi, inceleme ve denetleme görevini yaptıktan sonra, kadrosu çalıştığı Başbakanlıkta kalmak kaydıyla, TÜBİTAK'a yerleştirilmiş midir? Yani, Sayın Yunus Arıncı, denetleme ve inceleme görevini yaptıktan sonra, aynı kurumda geçici görevle görevlendirilmiş midir? Görevlendirilmişse, bu, hukuksal olarak doğru olsa bile, etik olarak, alışılmış kurallar açısından doğru mudur?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Gazalcı.

Sayın Coşkunoğlu, buyurun.

OSMAN COŞKUNOĞLU (Uşak) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Aracılığınızla Sayın Bakana iki soru yöneltmek istiyorum, Sayın Bakanın konuşmasında ifade ettiği iki konuda. Bir tanesi, Sayın Bakan, birkaç kez, diğer AKP milletvekili sözcüleri gibi, TÜBİTAK'ın daha etkin olması için bu yasa teklifinin getirildiğini savundu ve Sayın Bakan tarafından, teknoloji bakımından bir sıçrama yapmak için bu yasa teklifinin getirildiği söylendi. Bu yasa teklifinde en önemli konu, atama konularında Sayın Başbakana verilen yetkilerin artırılmasıdır. Bu sıçramanın, Başbakanın atama yetkilerinin artırılmasıyla nasıl sağlanacağını; yani, bir neden-sonuç ilişkisini burada nasıl gördüklerini sormak istiyorum. Geçmişte TÜBİTAK'ın yeterince etkili olamamasını da buna bağladıklarına göre, bu, şimdiki Başbakanımız Sayın Erdoğan'la ilgili bir konu değil. Bundan, daha önce de başbakanlara daha fazla yetki verilmiş olsaydı teknolojik sıçramamız daha yüksek olurdu, daha iyi olurdu gibi bir iddia aynı zamanda çıkarmak mümkün. Madem bilim tartışıyoruz; bunu neden-sonuç ilişkileriyle açıklayabilir mi?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Coşkunoğlu.

Sayın Aslanoğlu?.. Yok.

Sayın Türkoğlu, buyurun.

ABDULBAKİ TÜRKOĞLU (Elazığ) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

1 000 çalışan kişi başına düşen tam zaman eşdeğer bilim insanı sayımız ile dünyanın diğer ülkelerindeki ortalamaları kıyaslayacak olursak, bizim durumumuz nedir? Bu bir.

İkincisi: Tam zaman eşdeğer bilim insanı sayısında, önümüzdeki 2010 yılına kadar nasıl bir hedef biçmişsiz kendimize?

Üçüncü sorum Sayın Bakanım: Ar-ge harcamalarının gayri safî yurtiçi hâsıla içindeki payının yükseltilmesiyle ilgili hedefimiz nedir, planımız nedir?

Bir sorum daha olacak...

BAŞKAN - Sayın Türkoğlu, süremiz oldu; lütfen...

Buyurun.

ABDULBAKİ TÜRKOĞLU (Devamla) - Ar-geye olan talebi artırmak için hangi çalışmalar içerisindeyiz?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Türkoğlu.

Sayın Bakanım, buyurun.

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Sayın Başkanım, teşekkür ederim.

Milletvekili arkadaşlarımızın sormuş olduğu ve ismen bazı kişilere yönelik açıklamalar konusunda, TÜBİTAK Başkanvekili ve ilgili arkadaşlardan bilgi alıyorum; çünkü, hem bir taraftan soruları takip etmek hem de bu bilgiyi alarak sorularınızı cevaplandırmanın zor olduğunu takdir edersiniz. Bu bilgileri aldıktan sonra, bir sonraki madde görüşülürken bu sorularınızın cevabını vereceğim; çünkü, SSK'yla ilgili ve diğer konularla ilgili bazı sorularınız var. Bu açıklamayı yaptım.

Sayın Işık, TÜBİTAK Yasasında zaman içerisinde bazı değişiklikler yapılma ihtiyacı duyuldu, bu değişiklikler yapıldı; ama, bu değişiklikler işleyişteki sorunları çözmemiş olacak ki, yeniden bir değişiklik yapma ihtiyacı duyuluyor herhalde demek istediler. Evet, gerçekten, 1963, 1987, 1993, işte 2000'li yıllarda yeniden ilgili yasada değişiklikler yapılıyor. Bilim Kurulu, Bilim Kurulu üyelerini kendi içerisinden seçtiğinde veya Başkanıyla ilgili bir seçim yaptığında, geçmişte, zaman zaman tıkanıklıklar olmuştur. Bu tıkanıklıklar, uzun süre aşılamamış ve TÜBİTAK'ın, yapması gereken çalışmalarda sekteye uğradığı görülmüştür. Şimdi, bu yasal düzenlemeyle -geçtiğimiz maddelerde de bunları görüştük- herhangi bir tıkanıklık halinde, bunu aşacak yeni çözüm yolları getiriyoruz. Geçmişte yaşanan bazı sorunları yeniden yaşamayalım diye, bu yasadaki değişiklikleri bu zamana kadar görüşmüş olduğumuz maddelerde de zaten görüşmüş ve tartışmıştık.

"TÜBİTAK'ın sorumluluğu nedir, bu kadar önemli rakamlar ayırıyoruz" dediniz. TÜBİTAK Yasasını, yani 278 sayılı Yasanın 2 nci maddesini okuduğumuzda, TÜBİTAK, Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumunun görevleri burada uzun uzun sayılmıştır. Bilim ve teknoloji alanında Türkiye'nin ihtiyaç duyacağı üretimi yapacak en önemli kuruluşlarımızdan birisidir. Buraya ne kadar kaynak aktarırsak aktaralım, bu boşa gitmiş bir aktarım değildir. Türkiye'nin bilim ve teknolojide çağı yakalamasına sebep olacak olan bir aktarımdır. O nedenle, gerçekten çok önemli bir görev ifa etmektedir.

Bunun dışında, ar-ge çalışmaları hususunda "gayri safî millî hâsılanın yüzde kaçı oranında 2010 yılına doğru bir artış öngörüyorsunuz" diye bir soru yöneltildi. Bizim 2010 yılıyla ilgili hedefimiz, şu anda, biliyorsunuz, yüzde 0,66 civarındadır; ama, 2010'lu yıllardaki hedefimiz yüzde 2'leri aşmaktır. Buna benzer bir soruya dünkü görüşmeler esnasında cevap verdiğimi hatırlıyorum.

Sayın Gazalcı'nın sorularını bir sonraki madde görüşülürken sorular faslında cevaplandıracağımı ifade ediyor, Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Diğer sorulara yazılı cevap vereceğim efendim.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakanım.

7 nci madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

8 inci maddeyi okutuyorum:

MADDE 8.- 278 sayılı Kanuna aşağıdaki ek madde eklenmiştir.

EK MADDE 4.- 17.7.1963 tarihli ve 278 sayılı Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanunda geçen "Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu" ibareleri "Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu" şeklinde değiştirilmiştir. Bu Kanun ile diğer kanun ve kanun hükmünde kararnamelerde "Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu"na yapılan atıflar "Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu" na yapılmış sayılır."

BAŞKAN - 8 inci Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Sinop Milletvekili Engin Altay; şahısları adına, Elazığ Milletvekili Abdulbaki Türkoğlu, Tokat Milletvekili Zeyid Aslan ve Sinop Milletvekili Engin Altay...

Sayın Altay, buyurunuz.

ENGİN ALTAY (Sinop) - Başkanım, şahsım adına olan süreyi de birleştirebilir miyiz?

BAŞKAN - Sayın Zeyid Aslan burada mı efendim?

SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Konuşmayacak Sayın Başkan.

BAŞKAN - O zaman, Sayın Milletvekilimiz konuşmadığına göre, sürenizi birleştiriyorum Sayın Altay; buyurun.

CHP GRUBU ADINA ENGİN ALTAY (Sinop) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; TÜBİTAK yasasını dün saat 15.00'ten beri görüşüyoruz. Dün, 7 nci maddesine kadar gelebildik, bugün, 8 inci maddeden itibaren devam edeceğiz.

Ben, peşinen, hükümetimizin şu anlayıştan vazgeçmesini temenni ve tavsiye ediyorum: "Parayı ben veriyorsam, ben yönetirim" anlayışından, iktidarımızın ve hükümetin bir an önce kurtulması lazım. Kaldı ki, hükümetin verdiği para da, kimsenin babasının parası değildir. Dün, AKP Grubu adına konuşan arkadaşlarımız, burada öyle bir tablo çizdiler ki, sanki, kırkbir yıllık TÜBİTAK'ın son ikibuçuk yılına kadar, TÜBİTAK'taki herkes yatmış uyumuş, son ikibuçuk yıldır, TÜBİTAK harikalar yaratmış... Böyle bir şey yok.

Biraz sonra bunlara değineceğim; ancak, ben, bu bilimsel konuyla ilgili olarak çok değerli, çok önemli bir devlet adamının, bu gibi konulara nasıl baktığını, müsaade ederseniz okumak istiyorum. Bu, çok önemli, her gün önemi daha da anlaşılan, değeri daha da anlaşılan ve her gün daha çok özlenen çok büyük devlet adamı, bakın, bu konuda yetmiş yıl önce ne söylemiş: "İlim ve sosyal bilim dalındaki işlerde ben emir vermem. Bu alanda, isterim ki, beni bilim adamları aydınlatsınlar. Onun için, isterim ki, siz, kendi ilminize, irfanınıza güveniyorsanız bana söyleyin, sosyal bilimlerin güzel ve yapıcı yönlerini gösterin; ben de sizi takip edeyim." Bunu diyen, bu Parlamentonun, bu devletin, cumhuriyetin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk. Yetmiş yıl önce Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün bilime, teknolojiye, sosyal bilimlere bakışına bakıyorum; aradan yetmiş yıl geçtikten sonra, ülkeyi yöneten siyasî iktidarın "bunun parasını ben veriyorum, istediğim gibi şekillendiririm" gibi mantıksız bir anlayış içinde olmasından, doğrusunu isterseniz, hiçbir şey anlamıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; benim doğduğum yıl kurulmuş TÜBİTAK 278 numaralı bir kanunla ve yapabildiğim kadarıyla, tetkik edebildiğim kadarıyla, inceleyebildiğim kadarıyla, kuruluşundan, 1963 yılından bugüne kadar da her geçen gün kendini geliştirmeye çalışmış; ancak, TÜBİTAK, iktidarınız döneminde kasıtlı olarak tıkanmış ve kurumsal yapısı maalesef deforme olmuştur. Kurumun normal süreci, sıra sayıda karşı oy yazımızda da belirttiğimiz gibi, son iki yıldır maalesef işletilememiştir. Kanun teklifinin gerekçesinde, TÜBİTAK'ın müspet bilimlerle faaliyet alanını sınırladığı ve bunun da bilim ve teknoloji alanındaki uluslararası gelişmelerle bağdaşmadığı öngörülüyor.

Değerli arkadaşlar, bu getirilen kanun teklifindeki 2 nci maddedeki TÜBİTAK'ın görev tanımı ile 1963 yılında kurulan, 278 numaralı Kanunla kurulan TÜBİTAK Kanununun görev tanımlarına, allahaşkına, şöyle bir göz atın; çok ciddî hiçbir farkın olmadığını göreceksiniz. Bunlara gerek yok. Niyet, bizce malumdur ya da biz öyle düşünüyoruz. Niye böyle düşündüğümüzü de biraz sonra söyleyeceğim.

Şimdi, sizin ikibuçuk yıldır kamuda kullandığınız tasarruflara baktığımız zaman, yaptığınız her işle ilgili, getirdiğiniz her meseleyle ilgili olaya kuşkulu, temkinli ve tedbirli olmamız bizim için bir mecburiyet.

Arkadaşlar, hastane müdürlüğüne bir imamı atayan bir iktidarın, devletin en üst memuru olan Başbakanlık Müsteşarının laik demokratik cumhuriyetin nitelikleriyle ilgili yazdığı makalelerin sonucu olarak, sizin yaptığınız her atamadan bizim kuşku duymamız, endişeye kapılmamız gayet normaldir. Sizin de, bizim de bildiğimiz gibi, bu teklifi getiriş sebebiniz bellidir; bunu, millet de bilmelidir. Bizce bu teklifle amacınız, bütün kurumlarda olduğu gibi, TÜBİTAK'ta da bir siyasal kadrolaşmaya zemin ve imkân hazırlamaktır. Bu kanun teklifini arkadaşlarımız o kadar aceleyle hazırlamış ki, bu ilk gelen, komisyona gelen teklifi okuduğunuzda, TÜBİTAK Bilim Kurulunun kaç kişiden oluştuğunu anlamak için en az 5 defa okumanız lazımdı. Komisyonda Cumhuriyet Halk Partili sözcüler, bizler, bunu uyardık; komisyondan geçen şekline, TÜBİTAK Bilim Kurulunun 14 kişiden oluştuğu böyle eklenmiş. Bu kadar, ayrıntısına, aslında, ciddî anlamda bakılmamış bir tekliftir. Belki, teklif sahibi arkadaşımız, benden sonra gelip kendince bir şeyler söyleyebilir. Bu kadar ciddî bir teklif getirdiniz de, kurulun kaç kişiden olduğunu bile yazmayı ihmal ettiyseniz, bizim için bu teklifin bir ciddiyeti, bir önemi kalır mı; gayet tabiî, kalmaz. Bu da gösteriyor ki, amaç bellidir, niyet bellidir.

Benim üzerinde söz aldığım 8 inci madde, TÜBİTAK'ın adının bir kelimesini ibare olarak değiştiriyor; yani, Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu yerine, Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu yapıyor. Aslolan, kurumun kuruluş amacı ve görev tanımıdır. Gerek kurumun kurulduğu tarihteki kuruluş amacı ve görev tanımı gerekse sizin getirdiğiniz teklifteki kuruluş amacı ve görev tanımında çok ciddî bir nüans yoktur. Bu kurum, bilgi üreten bir kurumdur. Bu kurum, teknoloji üreten bir kurumdur; ama, kurumun her alandaki faaliyeti, kurumun her alandaki süreci tümüyle teknik bir süreçtir. Bunun da bilinmesi lazım. Kelimeleri değiştirerek içeriği değiştiremezsiniz. Zaten içerikle ilgili bir sorunu yok bu teklifin. Bu teklifin sorunu, TÜBİTAK'ın Bilim Kuruluna kimlerin atanacağıyla ilgili, kimin atayacağıyla ilgili. Dün ben çok garipsedim; AKP Grubu adına bir arkadaşımız çıktı "biz siyasî irade olarak risk alıyorsak, TÜBİTAK'a da müdahale ederiz" dedi. Ne kadar abesle iştigal. Siyasetin bilime müdahale etmesi, sadece ve sadece diktatörlüklerde olur, Nazi Almanyasında olur, Mussolini İtalyasında olur. Böyle laik, demokratik, çağdaş bir cumhuriyette, kuvvetler ayrılığı prensibinin olduğu bir parlamenter demokraside siyaset bilime müdahale edebilir mi?! Fevkalade yanlış. Çok üzüldüm, bir parlamenterin burada çıkıp "biz siyasî iradeyiz, biz buna müdahale ederiz, risk alıyoruz" demesinden çok üzüldüm, hiç doğru bulmadım. Herkes kendi işini yapacak. Bırakın, bilimi, bilim adamları yapsın. Yani, onlar bir şey yapmış da siyaset bunu engellemiş mi; asla!

Yine, bu teklifle, TÜBİTAK Bilim Kurulu üye sayısını 12'den 14'e çıkarıyoruz; yani, 12+1'den 14+1'e çıkarıyoruz ve 7 tanesini Başbakan, 4 tanesini Bilim Kurulu, 1 tanesini YÖK, 2 tanesini de TOBB atıyor. Burada iki tane sakatınız var, bu atama şeklinin iki sakatı var. 7+1, Başbakan; Kurum siyasallaştı. Bilim üreten 71 tane üniversitemiz varken ve bunların hepsinin üst şemsiyesi YÖK varken, YÖK 1 tane atıyor, Odalar ve Borsalar Birliği, yani, tüccarlar 2 tane atıyor; Kurum ticarîleşti. Mantığınız da bu zaten. Kurumu önce siyasallaştırmak, o pencerede de ticarî bir portföy geliştirmek. Bunu da doğru bulmuyoruz; bu da yanlıştır.

Dün, yine bir AKP sözcüsü "TÜBİTAK'ı dünyadaki emsalleriyle mukayese etsinler" dedi buradan. Ya, arkadaş, bunu söyleyen arkadaşımız hakikaten böyle bir mukayese yaptı mı?! Edin o zaman, bir ciddî bakın. TÜBİTAK, yani, Türkiye'yi gereksiz yere kırkbir yıl -benim yaşım kadar- işgal etmiş bir kurum mu demek istiyor bu arkadaşlar? Kesinlikle böyle bir şey yok.

Yine bir AKP sözcüsü, bana göre çok vahim bir şey daha söyledi "Türkiye'nin yakaladığı trende bazı kurumlar ayak uyduramazlarsa gereği yapılır" dedi. Yani, bunu böyle söyleyeceğine, ondan önce bir AKP'li arkadaşın söylediği gibi "biz, siyasî iradeyiz, istediğimizi yapıyoruz kardeşim" diye düz söyleyin. Ne alaka şimdi?!. Türkiye bir trend yakalamış, TÜBİTAK bunun gerisinde kalmış; kalır tabiî; TÜBİTAK, Türkiye'yi iki yılda 80 milyar dolar ek borca niye soksun?! Yani, iki yılda, TÜBİTAK, milleti canından niye bezdirsin?! Yani, iyi ki gerisinde kalmış, iyi ki bu trende ayak uyduramamış; yazık olurdu yoksa.

Yine, dün, bana göre, çok gaf yaptı bazı arkadaşlarımız. "Üniversiteler nerede; dünya bir yere gidiyor, üniversiteler nerede" diyor, peşine de ekliyor "bu çağdışılıktan kurtulacağız." Yani, arkadaşımızın söylediği cümleden, üniversitelerimiz, Türkiye'de çağdışılığın sebebi, odağı gibi bir anlam çıktı, aynen böyle çıktı. Bu da, bana göre, sakat bir anlayış.

Arkadaşlar, üniversitelerle kavga eden, sivil toplum örgütleriyle kavga eden, sendikalarla kavga eden, yüksek yargıyla kavga eden bir iktidarın, ülkeyi esenliğe çıkarması söz konusu değildir. Milletin size verdiği, Seçim Kanunundan doğan bir şeyle size verdiği bu çoğunluğu, bana göre, daha makul bir şekilde değerlendirmeniz lazım. Demokrasi demokrasi de, şimdi, parlamenter demokrasi tıkanmıştır. Bir yıl önce söylemiştim, yasama, yürütme, yargı... Yürütme yasamayı by-pass ediyor, yasama da yargıyı by-pass ediyor. Ne kalıyor geriye; yürütme. Evet, Büyük Atatürk bir söz söylemiş, demiş ki: Muhakkak ki, icra eden, karar verenden daha kuvvetlidir; ama, bu sözden de yola çıkarak "biz icrayız, yargıya çok gerek yok, yasamaya çok gerek yok" gibi bir anlayışa da düşmemek lazım. Orada Büyük Atatürk'ün kastettiği çok daha farklıdır; devlet yönetiminin pratikteki, günlük hayattaki uzantısıyla ilgilidir. Bunu da birbirine karıştırmamak lazım diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlar, çağdaş demokrasilerde kurumlar hukukun üstünlüğü ilkesine dayalı olarak şekillenir. İdarî ve malî özerklik bazı kurum ve kurullarda olur. İktidarlar da bu kurum ve kurullara sadece yardımcı olurlar. Bu kurumlar, şeffaflık ve hesap verebilirliği olan kurumlardır. Burada da bu işe dikkat etmediniz.

Akademik özgürlük, bilim adamlarının çalışma, üretme alanlarına karışılmamasını gerektirir; dünyanın her yerinde böyledir; dolayısıyla, üretimde ve çalışmalarında bağımsız olan akademisyenler siyasilerle ilişki kurmak gibi bir gayret içinde olmazlar. Bilim üreten, ürettiği bilimle, ürettiği teknik, teknolojiyle 7 milyar insana, dünyanın bütün insanlığına belki de çok büyük hizmetler sunacak bir bilim adamının, bir siyasî yetkilinin önünde el pençe divan durarak, ondan himmet, delalet bekleyerek bu bilim kurullarının başına geçmesi ya da bu bilim kurullarında bilim üretmek durumuyla karşı karşıya kalması bir büyük utançtır; bilim adına, bir büyük utançtır.

Bu yaklaşımınızla, siz iktidar mensupları, akademisyenlerin en kutsal alanı olan özerkliğine bir hançer daha vuruyorsunuz. Yani, bu işi siz, okul müdürü atar gibi, müsteşar atar gibi, millî eğitim müdürü atar gibi düşünüyorsunuz; ama, bunlar çok farklı şeyler. TÜBİTAK'tan bahsediyoruz, bilim üreten, teknoloji üreten bir kurumdan bahsediyoruz. Kırk yıl, elli yıl süren araştırmalar var, bunların kesintisizliği gerekir; bunlara iktidar tarafından müdahale kabul bile edilemez. Yani, korkarım ki, ilçe başkanlarınız istemeyecektir, ama, AK Parti il başkanları, yarınlarda bakanlarımızdan "TÜBİTAK'a şunu da atayalım" diye tavassutta bulunacaklardır "bu, bizim cemaatten; bu, bizim arkadaşımız; bu, bizim particimiz" diyecekler. Böyle bir TÜBİTAK'ın, allahaşkına, kime ne hayrı olur!

Bir taraftan Avrupa Birliği standartları diyorsunuz; çok ciddî size katkı veriyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Altay, 1 dakikalık süre içinde konuşmanızı tamamlayınız lütfen.

Buyurun.

ENGİN ALTAY (Devamla) - Avrupa Birliği uyum süreci çerçevesinde, biz elimizden geleni yapıyoruz; ama, Avrupa standartları deyince, toplumsal dönüşüm akla gelir, insanı önplana çıkaran felsefe akla gelir, emeğe saygı akla gelir, hukuka saygı akla gelir ve bilime saygı akla gelir. Avrupa bilime saygı gösterdiği için, Amerika bilime saygı gösterdiği için, Japonya bilime saygı gösterdiği için, az zamanda çok ve büyük işler yapmışlardır.

Değerli arkadaşlar, korkarım ki, istenilen yapı değişiklikleriyle birlikte bu böyle geçerse, TÜBİTAK Bilim Kurulumuz deneme, sınama, araştırma yerine istiarelerle bilim üretecektir ve korkarım ki, bu yasa gerçekleşirse, bir gün, TÜBİTAK'ın nazarın bilimsel bir gerçekliği olduğunu ispat ve iddia ettiğini de göreceğiz.

Yüce Heyeti saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Altay.

Madde üzerinde, şahsı adına, Elazığ Milletvekili Abdulbaki Türkoğlu; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

ABDULBAKİ TÜRKOĞLU (Elazığ) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; TÜBİTAK yasa teklifinin 8 inci maddesi üzerinde söz almış bulunmaktayım; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Ben, sadece, 8 inci maddenin ruhuna uygun olarak konuşuyorum. Teknik, bilim ve sanat dallarında kullanılan yöntemlerin tümüdür. Teknoloji de, tekniği bilmek ve bilgiyi kullanmak ustalığıdır. Somut ve soyut boyutlarını da içeren teknoloji, nelerin yapıldığı kadar, nasıl yapıldığıyla da ilgilidir. Teknolojik yetkinlik, alışılagelmiş anlayışla sadece fen ve mühendislik bilimlerinin değil, sosyal ve beşerî bilimler dahil tüm bilimsel disiplinlerin uyumlu birlikteliğiyle bilimin uygulanmasını ve insanlık yararına kullanılmasını sağlar.

Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumunun isminin Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu olarak değiştirilmesi, ülkemizde, veri ve bilgiden bilgeliğe, teknikten teknolojiye sıçramayı sağlayacak, stratejik atılımın adımlarından biri olacaktır.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Türkoğlu.

Sayın milletvekilleri, madde üzerinde 10 dakika süreyle soru cevap işlemi yapacağız.

Sayın Kepenek, buyurun.

YAKUP KEPENEK (Ankara) - Çok teşekkür ederim Sayın Başkan. Aracılığınızla, Sayın Bakanımıza üç soru sormak istiyorum.

TÜBİTAK'ın tartışmalı Başkanı ve eski yöneticileri hakkında ve bağlı kuruluşlarıyla ilgili olarak, şimdiye kadar, TÜBİTAK ya da hükümetiniz tarafından kaç dava açılmıştır, daha doğrusu, kaç bilim insanı mahkemelik olmuştur iktidarınız döneminde? Birinci soru bu.

İki: Dünyanın hangi ülkesinde bilim kurulları bir kişi tarafından saptanmaktadır, başka bir katılım, katkı ve görüş alınmadan? Dünyanın kaç ülkesinde bu yola başvurulmaktadır? Buradan giderek, TÜBİTAK'ın Bilim Kurulu üyelerinin ilgili kuruluşlar tarafından seçilmesi yönünde ısrarla verdiğimiz öneriler, teklifler neden gözardı edilmektedir?

Üçüncü sorum Sayın Başkan: TÜBİTAK'ın adının değiştirilmesi sonucunda tüzelkişilik değişikliği olacak mı? Yani, kurumun mensuplarının hak arama yolları, bu yolla, isim değişikliğiyle tıkanacak mı, kapanacak mı?

Çok teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.

Sayın İnce, buyurun.

MUHARREM İNCE (Yalova) - Teşekkür ederim Sayın Başkan. Dört sorum olacak.

Birinci sorum: Veteriner Hayvancılık Araştırma Grubu niçin kapatıldı?

İkincisi: Yer, Deniz, Atmosfer Bilimleri Çevre Araştırma Grubu Yürütme Komitesi Sekreteri Kemal Tan'ın titri nedir; yasal olarak bu görevi yapabilir mi? Akademik kariyeri olanların bu göreve getirilebileceğini biliyorum; oysa, Kemal Tan, yanılmıyorsam teknik lise mezunu. Bu, yasal olarak bu görevi yapabilir mi?

Üçüncü sorum: Marmara Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Naci Görür'ün istifa ettirildiğini, kendisine baskı yapıldığını basından okuyoruz. Yerine, TÜBİTAK Başkanı Nüket Yetiş'in eşi atandı. Önder Yetiş, Prof. Naci Görür'ün yerine getirildiğine göre, Önder Yetiş, bir uzman mı; yoksa, bir profesör mü?

Son sorum: TÜBİTAK Başkan Yardımcısı, hem Bilim Kurulu üyesi hem de Başkan Yardımcılığı görevini yürütüyor. Bir insan hem savcı hem de hâkim olabilir mi?

Bu sorularımı yanıtlarsanız çok sevinirim.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın İnce.

Sayın Işık, buyurun.

AHMET IŞIK (Konya) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Sayın Bakana iki soru yöneltmek istiyorum. Bunlardan birincisi; 278 sayılı Yasada yer alan ve TÜBİTAK'ın faaliyet alanının müspet bilimlerle sınırlı olduğu yorumuna katılıyor musunuz? Sosyal ve beşerî bilim ayırımı yapmadan, bütünsel yaklaşımlarla insanlık refahına katkısı konusundaki değerlendirmeniz nedir?

Diğer sorum: Bilimsel ve teknolojik etkinliklerin sonunda sağlanacak gelirin, o teknolojiyi üreten birime ve kişilere dönüşüm oranı, bilimsel ve teknolojik yetkinliği, ülkenin sürdürülebilir rekabet üstünlüğüne katkısı ne olacaktır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Işık.

Sayın Gazalcı...

MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Bu maddeyle, adındaki "teknik" sözcüğü "teknolojik" yapılıyor, "jik" ekleniyor. Bu, bilimsel bir gereksinimden mi doğdu; yani "teknik" kalsaydı ne olurdu "teknolojik" olunca ne değişti?

Bu, başka bir kuruluş, tüzelkişilik yapılarak, hak arama yollarını, mahkeme kararlarını yok etmek amacıyla mı böyle yapılmıştır? Bunu merak ediyorum. Neden gerek duyulmuştur?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Gazalcı.

Sayın Coşkunoğlu...

OSMAN COŞKUNOĞLU (Uşak) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakana, aracılığınızla bir soru sormuştum; yanıtlamadı. Onun için, ısrar ediyorum.

TÜBİTAK'ın daha etkin olması ve bir sıçrama gerçekleştirmek için bu yasa teklifinin getirildiği ileri sürüldü Sayın Bakan ve başka sözcüler tarafından. Bu yasada, Başbakanın atama yetkisi daha çok artırıldığına göre, Başbakanın -şimdiki Başbakanımızın veya geçmişteki başbakanların- atama yetkilerinin artırılmış olması ile Türkiye'deki bilim ve teknolojinin sıçrama yapması arasındaki neden-sonuç ilişkisi nedir? Yani, Başbakana daha çok yetki vererek bilim ve teknolojide sıçrama nasıl oluyor? Bunu soruyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Coşkunoğlu.

Sayın Bakanım, buyurun.

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Sayın Başkanım, önce, biraz önce kürsüde kendisini dinlediğimiz Sayın Altay'ın bir iki sorusu oldu, onlara kısaca cevap vermek istiyorum.

HALUK KOÇ (Samsun) - Hükümet adına konuşma hakkınız var Sayın Bakan.

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - TÜBİTAK Başkanvekili Sayın Yetiş'in, bizim siyasî iktidarın karşısında el pençe divan durduğunu veya bu anlama gelecek bir ifade kullandı. Tabiî, bunu, son derece talihsiz bir beyan olarak ifade ediyorum. Biz, bilim insanlarının önünde el pençe divan dururuz, onlar bizim karşımızda el pençe divan durmazlar. (AK Parti sıralarından alkışlar) Çünkü, biz, millet olarak, bindiği atın ayağından sıçrayan çamuru elbisesinde şeref madalyası olarak taşıyan bir medeniyetin mensuplarıyız. (AK Parti sıralarından alkışlar; CHP sıralarından gürültüler)

HALİL TİRYAKİ (Kırıkkale) - Kime bu alkış, kime?! Biz ayrı yerden mi geliyoruz?! Ne var yani?!.. Kimi alkışlıyorsunuz?!

MUHARREM İNCE (Yalova) - Kimi kastediyorsunuz?..

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Biz derken, tüm milletimizi kastettim. Biz derken, Cumhuriyet Halk Partili arkadaşlar da dahil, yetmiş milyon insanı kastettim. Bunu kastettim.

HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Bakan, bir şeyi unuttunuz ama; gerekirse yelkenleri atlastan yaparız!..

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Şimdi, izin verirseniz, zamanı tasarruflu kullanayım.

Arkadaşlar, siyasetin bilime hep müdahale ettiğinden bahsettiniz. Bir siyasetçi olarak, bir siyasî iktidar olarak, bizim bir tek amacımız var, bir tek gayemiz var; bilime, bilim kurullarına yardımcı olmak, onların önlerini açmak, onların ekonomik gereksinimlerini artırarak, daha fazla üretim yapmalarını sağlamaktır. Bir tek amacımız var; bilim insanlarımız ve bunların görev yaptığı bilim kurumlarımız, daha iyi çalışsınlar, daha iyi şartlara sahip olsunlar. Tek amacımız budur.

Şimdi, Sayın Başkanvekilimizin eşi Önder Yetiş'le ilgili birçok soru geldi "kimdir; kendileri bu göreve geldikten sonra eşini birtakım görevlere mi getirdi" diye.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, Nüket Yetiş Hanımın eşi Önder Yetiş, otuzbir yıldır TÜBİTAK'lıdır. 1974 yılında TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezine girmiştir. Ondan bir yıl sonra da Nüket Yetiş TÜBİTAK mensubu olmuştur. Yani, demek ki, biri otuzbir yıldır, biri otuz yıldır TÜBİTAK'lıdır. Bizim dönemimizde falan getirilmiş değildir. Birbirlerini kuruma almış olmaları falan da söz konusu değildir. Önder Yetiş, Ulusal Elektronik ve Kriptoloji Enstitüsünün Başkanıdır halen; TÜBİTAK bünyesi içerisinde Marmara Araştırma Merkezinin de Başkanıdır; sanıyorum, Marmara Araştırma Merkezi Başkanı ayrıldı, yerine şu anda vekâlet ediyor; vekâlet etmesinin de nedeni, enstitüde müdürlük görevini asaleten yapan tek kişidir ve bu vasfı taşıyanların içerisinde en kıdemlisidir ve buradan da herhangi bir ücret almamaktadır. Böylesine farklı bir sorumluluk... Ve de bu, geçici bir görevdir, asaleten atama yapıldığında... Tabii ki, asıl görevini yürütüyor, onun yanında bunu da yürütüyor. İki tane görevi yürütmeye çalışan bir insana yönelik eleştiri getirmek, herhalde o insanın azmini kırar diye düşünüyorum.

Sayın Gazalcı'nın soruları olmuştu bir önceki maddeyi görüşürken. "Semra Çapçı ile Feyza Okan, işte, hem emekli oldukları hem de Kurumda çalışıyorlar..." Bunlar emekliliklerini iptal ettirmişler Sayın Gazalcı, iptal ettirerek gelmişler...

MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Ama, bütçe yasasında ...

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - 2004 yılında olmuş bu; 2005 yılında getirildi bu düzenleme. Yani, 2005'ten önceki safhadır ve kaldı ki, şimdi dahi mümkündür, iptal ettirerek kamuda görev almak; yani, bunun bir engeli yok.

MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Bütçe yasasında, siz, istisnaî durum dışında engel olduğunu söylediniz.

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Yani, emekli insanların kamuda görev almalarıyla ilgili bir konudur. Eğer iptal ettirmişse emekliliğini, kamuda görev almasında bir sakınca olmaması gerekir.

MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Bütçe kanununda başka, siz başka şey söylüyorsunuz.

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Efendim ?.. Sürem mi doldu efendim?..

Sayın Gazalcı'nın, Yunus Arıncı'yla ilgili bir sorusu var; onu da, izin verirseniz,sürem doldu, bir sonraki madde görüşülürken cevaplandırayım.

Cevaplandırmam gereken başka sorular da var; Sayın İnce'nin, Sayın Kepenek'in; onları da bir sonraki madde görüşülürken cevaplandırmaya çalışacağım Sayın Başkanım; sürem doldu.

Ne yapalım, çok soru soruyorsunuz, benim de sürem kısıtlı.

RASİM ÇAKIR (Edirne) - Kürsü burada Sayın Bakan, hükümet adına konuşabilirsiniz!

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Ama, bir an önce de bitmesi lazım, zaman ilerliyor.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Sayın Bakan, yazılı da cevap verebilirsiniz.

HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, karar yetersayısı istiyorum.

BAŞKAN - 8 inci madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

8 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler...

Karar yetersayısı yoktur.

Birleşime 5 dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 16.30


İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 16.43

BAŞKAN: Başkanvekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER: Ahmet Gökhan SARIÇAM (Kırklareli), Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 94 üncü Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

877 sıra sayılı kanun teklifinin görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

V.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

4.- Ankara Milletvekilleri Salih Kapusuz ile Reha Denemeç'in, Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (2/426) (S. Sayısı: 877) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.

Teklifin 8 inci maddesinin oylamasında karar yetersayısı bulunamamıştı.

Şimdi, 8 inci maddeyi tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yetersayısını arayacağım.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...

Sayın milletvekilleri, Kâtip Üyeler arasında ihtilaf vardır; oylamayı elektronik oylama cihazıyla yapacağım.

Oylama için 4 dakika süre veriyorum.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, karar yetersayısı vardır; madde kabul edilmiştir.

Madde 9'a eklenen geçici madde 4'ü okutuyorum:

MADDE 9.- 278 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici maddeler eklenmiştir.

"GEÇİCİ MADDE 4.- Bilim Kurulu üyeleri ve Başkanın görevleri bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte kendiliğinden sona erer. Ancak bunlar, yeni Bilim Kurulu üyeleri göreve başlayıncaya kadar görevlerine devam ederler.

Bu Kanunun yayımı tarihinden itibaren onbeş gün içinde Yükseköğretim Kurulu Genel Kurulu ve Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği 4 üncü maddenin birinci fıkrasına göre belirleyecekleri üyeleri seçerek Başbakana sunar. Bu süre içinde ilgili kurumlarca gerekli teklifin yapılmaması halinde Başbakan bunların kontenjanları için öngörülen şartları taşıyanlar arasından doğrudan Bilim Kurulu üyeliklerine atama yapar.

Bilim Kurulunun ilk toplantısına en yaşlı üyesi başkanlık eder.

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Adana Milletvekili Tacidar Seyhan.

Sayın Seyhan, şahsınıza ait söz talebiyle birleştiriyorum; buyurun.

CHP GRUBU ADINA TACİDAR SEYHAN (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Ben, biraz daha farklı yönden bakmaya çalışacağım tabiî. Daha önce, dikkat ederseniz -özellikle Sanayi Ticaret Komisyonu üyeleri bu konuda biraz daha yakından izlediler- bugün TÜBİTAK'ın yapısının bu şekilde düzenleneceği, Bor Enstitüsü BOREN kurulurken belliydi. Orada, Bakan geldiğinde "bizim genel anlayışımız bu, biz böyle bir şekillendirme istiyoruz" dedi.

Şimdiki yapı, BOREN'in yapısından çok farklı bir şey değil. Biz, orada da çekincelerimizi ortaya koyduk değerli arkadaşlarım. Ben, bir yerden çıkarak geliyorum. Oradaki tespit, Bakanın hepimize söylediği "değerli arkadaşlarım, bu bir anlayış farklılığıdır" dedi. "Yani, devleti yönetme biçiminin yansımasıdır" dedi, öyle yorumladı. Biz de onu o şekilde anladık ve ihtirazımızı ona göre koyduk.

Doğrusunu isterseniz, ben bu yapıya hiç şaşırmadım; ama, şöyle takdir etmelisiniz: BOREN'in konumunu burada tartışmak istemiyorum; ben, farklı bir değerlendirme getirmek istiyorum hem teknolojik açıdan hem ticarî açıdan.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, 2010 yılında bu kurumun hedefi 4 milyar dolar, ar-ge harcamalarına... Bu para olmalı mı? Önce, rica ediyorum, bir düşünün. Türkiye'de ar-geye ayrılan pay son derece az ve bu konuda konulan vizyonu da son derece olumlu buluyorum. Bunun hiçbir mahzuru yok. Keşke biz ar-geye 10 milyar dolar ayırabilseydik. Bu, son derece takdir edilebilecek bir şey, olumlu bir hedef. Avrupa'da bunun çok daha fazlası var. Ancak, burada olumsuzluk şu noktada: Elbette ki, Türkiye ar-ge araştırmalarına yatırım yapacak; elbette ki, bu araştırmalar, Türkiye'de değişik sınaî kuruluşlara verilecek, üniversitelere verilecek; özel sektörün de bir şekilde projeleri değerlendirilecek. Zaten, muhatabı ya üniversitedir ya sektörel yatırımlardır, başka bir muhatabı yoktur ar-genin ya da kendi içerisinde bilim adamlarına bu çalışmaları yaptıracaktır.

Değerli arkadaşlar, şimdi, siz, 4 milyar doları siyasî erke teslim ederseniz, bu, ülkedeki bilimin önünde çok ciddî bir engel oluşturur. Bu böyle mi; ona bakacağız; birlikte bakalım. Olması gereken şudur: Bir hukukumuz var bizim, hukuk siyasetle birlikte yürür. Hukuk siyasetin kriterlerini de koymuştur, Anayasamız, bir şekilde; ama, eğer, siz özerk bir yapı istiyorsanız, hukukun üstünlüğüne inanıyorsanız, özerk yapının siyaset tarafından sınırlarının belirlenmesini sağlamayacaksınız; bu sınırları siz çizeceksiniz, ancak, yapıyı belirleme yetkisini o kurumun içindeki bilim adamlarına bırakacaksınız. Bu oluyor mu olmuyor mu; bu bir.

İkincisi, siyasetin etki alanı daraltılıyor. Buraya çok dikkat etmeniz lazım arkadaşlar. Özelleştirme sonucu, devlet kurumları kendi yetkilerini kaybetti, devrettiler. Özelleştirme olmalı mıydı olmamalı mıydı başka bir şey; ama, siyasî erkin müdahale alanı daraldı. Biz, siyasî erke yeni müdahale alanları açarsak, demokrasiyi geliştirmiş olmayız. Biz, siyasî erkin teknolojiyle, bilimle olgunlaşabileceği yeni yönetsel alanlar açmak zorundayız.

Değerli arkadaşlar, burada benim tespitim ve teklifim şudur: Ar-gede yapılması gereken, siyasî erkin etkisinde bir dağıtım, bir paylaşım değildir. Yapılması gereken, bu paylaşımın, bilimin etkisi ve yetkisi altında yapılabilmesidir. Bu yapılabiliyor mu? Yine devam ediyorum: Yapılamıyor, atamalarda farklılık var. Yönetsel özerklik yok; ama, malî özerklik de yok. Önemli olan malî özerkliği yönetsel özerklikle birlikte kullanabilmek.

Sayın Bakan son derece güzel bir söz söyledi: "Biz, bilim insanlarının önünde el pençe divan dururuz." Çok güzel. Peki bu bilim adamlarına güveniyorsunuz da, o bilim adamlarının kendi özerk yapısını belirleme konusunda yetkilendirmesini niye sağlamıyorsunuz? Biz de güveniyoruz. Bırakın kurumlarını, onun malî yapısının sınırlarını siz hukukla çizin, kullanma yetkisini onlara verin değerli arkadaşlarım. Biz de bunu istiyoruz zaten. Onların önünü açmak istiyoruz diyoruz; ama, siyasetin etkisi altında bırakıyoruz. Bugün siz atarsınız, yarın biz atarız.

Dün bir milletvekili arkadaşım -bakıyorum burada mı, ismini vermeyeceğim, AKP'den- dedi ki: "Sayın Seyhan, eğer bu Başbakan solcuları atıyor olsaydı bu kanunda bu kadar bağırır mıydınız?" Bağırmamız lazım arkadaşlar. Kimi atayacağı önemli değil, kimi atarsa atasın Başbakan, bunun özerk yapıya bir müdahale olmasının önüne geçmek zorundayız biz. Yarın, Türkiye'de, bunun önünü açarsanız, idarî, malî özerkliği siyasetin etkisi altında tutarsanız, devletin yapısını çökertecek ciddî demokratik eksikliklerin de önünü açmış olursunuz değerli arkadaşlarım.

MEHMET SOYDAN (Hatay) - Birileri yapmış, biz onları düzeltiyoruz.

TACİDAR SEYHAN (Devamla) - Şimdi, devam ediyorum, bakalım ne kadar yapmış; arkadaşıma da cevap veriyorum: Arkadaşlar, özerk kurumlarda denge unsuru olmalı. Nasıl kuvvetler ayrılığı varsa, özerk yapı da kendini korumasını bilmeli. Hukukla sınırlayamıyorsanız siz onu, hukukla sınırlamanın yolunu aramalısınız; çalıştıramıyorsanız, çalıştıramıyorsanız, çalıştırmanın yolunu aramalısınız.

Yine, Adalet ve Kalkınma Partisinden bir arkadaşım, diyor ki, bakın: "Tekniği bilmek, bilgiyi kullanmak lazım." Doğru. Tekniği nasıl bileceksiniz; bilim adamını kendi alanında özerk bırakıp, siyasetin etkisinden uzaklaştırıp, teknolojik araştırmaya iterek bileceksiniz; bu doğru; ama, yine aynı arkadaşım diyor ki: "Nelerin yapıldığı kadar nasıl yapıldığı da önemlidir." Ee, öyleyse arkadaşlar, madem nasıl yapıldığıyla ilgili, konu, siz, onun hukuksal çerçevesini yapamamışsınız demektir; bu, büyük bir hata. O zaman, nasıl yapıldığı önemliyse, özelleştirmeyi niye yapıyorsunuz? Kamu kurumaları niye zarar etti? Kimin yaptığının ne önemi var? Teknolojik gelişmeye yatırım yapmazsanız, ar-ge faaliyetlerinden yoksun bırakırsanız, rekabet gücünü azaltırsanız, kamu kurumlarının kâr etmesi mümkün mü değerli arkadaşlar; mümkün değil. O zaman, Türkiye'deki sorun, kimin yaptığıyla ilgili değildir, nasıl yapıldığıyla da ilgilidir. Ama, bir araştırmada, aynı zamanda, bilime, bilgiye, bilgeliğe de öncelik vermek zorundasınız. Bu, Türkiye'nin, teknolojik açıdan önünü açabilecek bir kurum. Bu kurum, bilgiyi doğru değerlendirebilecek insanlarla orayı donatabilmelidir arkadaşlar. Bu seviyede tutmazsanız eğer, yarın bir gün, biz, çocuklarımıza, eğitilmiş insanın, eğitilmiş olmanın iyi bir şey olduğunu anlatamazsak, Türkiye'de bunun sıkıntısını çok çekeriz.

Değerli arkadaşlarım, bilimi sistemin mağduru haline getirmemek lazım. Eğer, siyaset, bilimi, bilgiyi yargılamaya başlar, sistemin mağduru haline getirilirse, özerkliği de katlederiz, bilimi, bilgiyi de katlederiz. Ar-geyi muhataplarına teslim etmek lazım, sektörlere teslim etmek lazım, üniversitelere teslim etmek lazım bu kurum aracılığıyla, özel sektörlere, sektörel yapılara teslim etmek lazım; ama, o yapıların temsilcilerini de siyasetçinin uhdesinden çıkarıp, hangi şemsiyeden geliyorsa, o şemsiyeye güvenip, onlara teslim etmek lazım. Özerkliğin tanımı budur. Allahaşkına, hukuksal açıdan ve teknik açıdan, Sayın Bakanımız, bize özerkliği tanımlasın da biz buradaki özerklik anlayışıyla ne kadar bağdaştığını birlikte düşünelim. Yok böyle bir şey!.. Önümde tüm literatürlerdeki tanımı var, ama, buna uymuyor. Ama, şunu diyeceklerse ona saygı duyarım: Bu bizim siyasî anlayışımız, bu bir bakış farklılığı. Oradaki isimle falan ilgili değilim ben. Oraya "teknolojik" kelimesinin eklenmiş olmasını bir farklılaşma olarak değerlendirmem, benim için içerik önemli. Onu öyle yapmışsınız ya da böyle yapmışsınız. Orada bu süreci teşvik edecek, yönetecek düzenlemeler var mı yok mu, ona bakıyorum.

Değerli arkadaşlar, Bilim Kurulunun kararlarına, bugüne kadar verdiği kararlara bakın; çoğu, üniversiteleri ilgilendiren kararlar. Mademki onları ilgilendiriyor, ar-ge onlar çerçevesinde gerçekleştiriliyor, biz, üniversitelere ciddî bir saygı duymak zorundayız, onların şemsiyesine saygı duymak zorundayız; bu bir.

Peki, ar-ge sadece üniversiteyle mi sınırlandırılmalı? Orada haklısınız; ar-geyi üniversite yapar diye hiçbir kural, koşul yok. Elbette ki, donanıma sahip özel sektör de ar-gede teşvik edilebilir; ama, bunun projesini değerlendirmek, onların yetkinliği konusunda ölçütü koyabilmek Bilim Kurulunun işidir. Eğer, onu özerk yapısından uzaklaştırırsanız, Bilim Kurulunu da, onun icraatlarını da kişiselleştirirsiniz; bu doğal. Hepiniz öyle düşünüyorsunuz, eminim; ben bir eleştiri olarak getirmiyorum, ben sistemi anlaşılır kılmaya çalışıyorum. Sonunda, bu sistem, gelir bizi vurur. Her şeyi kısıtlaya kısıtlaya, kendi boğazımızdaki ipi makas haline getirmeye çalışıyoruz. Bu, olacak iş değil değerli arkadaşlar.

Bakın, ne olmalı: Değerli arkadaşlar, yönetsel yapıyı daha geniş oluşturmalıyız. Hiçbir Adalet ve Kalkınma Partili arkadaşımın buna itirazı olamaz. Yönetsel yapı daha genişletilmeli; doğru. Üniversiteler daha etkin olmalı; doğru. Sektörler bireysel profille değil kurumsal profille temsil ettirilmeli; ama, siz, bunu böyle koyarsanız, sektörler bireysel profille mi temsil edilir, kurumsal profille mi; biraz düşünürüm. Bu da sizin katılacağınız bir şey. Sektörlerden gelenler, üniversitelerden gelenler o şemsiye altında belirlenmeli.

Bunlar, anlattığım şeyler özerkliğin doğal kuralı. Nereye baksanız kamuyu, devleti, özerk kurumlarla ayıran temel konuları böyle tanımlar değerli arkadaşlar; ben, hiçbir şeyi yeniden keşfetmiyorum ki. Bu tanımlamalar, komisyonda görüş belirten arkadaşlarımızın birçoğunun kendi sözcüklerinden alınmıştır.

Bakın "Başbakanın önerisiyle atanamaz mı bunlar" deniliyor; olabilir; ama, Cumhurbaşkanından da korkmamak lazım. İlle bir siyasal üstünlük elde edilmek isteniyorsa, üçlü kararnameden bu kadar korkmanın bir esprisi yok; çünkü, bugün Cumhurbaşkanı böyle görülebilir, engel görülebilir; ama, yarın uyumlu görülebilir, hiç fark etmez; ama, özünde şuna inanmak lazım: Hepsini, Parlamento aracılığıyla bu halk belirliyor. Halkın belirlediği insanlardan birini ayırıp, yetkiyi onun üzerinde yoğunlaştırıp, yine halkın belirlediği milletvekillerinin seçtiği cumhurbaşkanını bu etki alanının dışında bırakmak, demokrasiyi tehdit altına sokmaktır. Birini ayırma yetkisini kimse bize vermiyor. Biz, bu yanlışlığı sürekli yapıyoruz değerli arkadaşlar.

Bakın, sonuçta, bu kanunun getireceği şeyleri söyleyeyim: Teknolojinin dünya üzerinde önemi artıyor; ama, eminim, TÜBİTAK'ın yetkisini ve çalışma alanını daraltıp siyasallaştırırsak, teknolojik gelişmenin önüne engel koymuş oluruz. Bana göre, başka yönetsel yanıyla çok ilgilenmiyorum, bu, teknolojik bir sansürdür; eğer, bilimin öncülük edeceği bir sistem kuramıyorsanız, teknolojik gelişmeyi sansür altına almış olursunuz. Bizim rekabet gücümüzü azaltan en büyük etken, Türkiye'de teknoloji gelişiminin yaşanmamasıdır, teknoloji üretemiyor olmamızdır. Bunun önünü açabilmemiz ayırdığımız parayla ölçülmez, onun özerk, bilimsel yapının etkisi altında kullanılıp kullanılmadığıyla ölçülür. Bir şey öğrenilmiş, rekabeti artırma deniliyor; doğru, özerk yapının hangi rekabet sistemini bozduğunu gördünüz değerli arkadaşlarım; hangi özerk yapı, kendi ülkesi içerisinde bir sektörel rekabet gücünü azaltır, bir başka sektörel yapıyı öne çıkarır?! Burada, bir tehdit görüyorsanız, hukuksal olarak sınırlamalısınız; ama, bunu yapar, bu bir tehdit oluşturur diye, o sektörlerin önünü tıkar diye, siz, genel malî yapıda özerkliğin önüne engel koymamalısınız. Her oluşturduğunuz tehditte siyasetçiyi etkin bir safhaya taşırsanız, burada, siyasetin varlığı egemen bir varlık haline dönüşür, onu besleyen damarlar, kitle örgütleri ve özerk kurumlar yavaş yavaş zayıflamaya başlar; eğer, öyle olacaksa, bir denge kurmak zorundasınız.

Bazen "yahu, bürokrat orada çok yetkili" diyorsunuz "bürokrat teröründen geçemiyoruz" diyorsunuz arkadaşlarım; bazen de, ben bu kürsüden itiraz ediyorum, bu kadar yetkiyi şu insanlara vermeyin, bürokrasi teröründen korkuyorsunuz, niye veriyorsunuz diyorum; bir yandan veriyorsunuz, bir yandan alıyorsunuz. Niye o zaman, haklısın Sayın Seyhan, biz de sana destek veriyoruz demediniz? Altı yedi maddede, ben, bunu gündeme getirdim; bürokrasiyi güçlendirmeyin dedim. Peki, bu çelişkiyi nasıl izah edeceğiz?! Bir yandan, onu güçlendirelim, bunu zayıflatalım... Olmadı işte... Demokrasinin gereği bu mudur?

Bir de arkadaşlar, muhatap sektörlerden de geçiyorum; o da bir yandır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Seyhan, konuşmanızı tamamlar mısınız.

TACİDAR SEYHAN (Devamla) - Hemen bitiriyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Buyurun.

TACİDAR SEYHAN (Devamla) - Çok teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Değerli arkadaşlar, bizler, kamuyu düzenlemek isteyebiliriz. Bu düzenleme istemi, bugün, başlamadı. Ben, bu düzenleme isteğinin, Ömer Dinçer'in, daha önce, Türkiye için kafasında geliştirmiş olduğu yapının izleri olduğunu düşünüyorum. Ne şekilde geldi, doğru yanlış, onu da tartışmıyorum; ama, siz, önce özerkliği kurban ederseniz, sonra demokrasiyi kurban edersiniz. Hiç kimse için iktidarlar ebedî değildir. Eğer oluşturduğunuz yapı, bir gün, sizin varlığınız üzerinde karanlık bir şemsiye haline dönüşürse, bu idrak, o zaman, daha çok vicdanınızı rahatsız edecektir. Bunun için, hepinizi, hem bugün hem yarın, yapılar üzerinde siyasî erkin etkisini, daha çok, bilime, bilgiye kendini adamış insanlar üzerinden kaldırmaya ve Türkiye'yi...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Seyhan, güzel konuşuyorsunuz, belki siz de güzel konuştuğunuzu kabul ediyorsunuz; ama, zamanımız sınırlı, lütfen konuşmanızı tamamlamanızı istirham ediyorum.

Buyurun.

TACİDAR SEYHAN (Devamla) - Çok teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Son cümlemi şöyle tekrarlamak istiyorum arkadaşlar: Eğer siyasetçi, şemsiyesini bilimin, bilginin, teknolojik gelişimin üzerinde tutmaya devam ederse, rekabet gücü yaratacağız derken onu kaybederiz; bir. Siyasî alanda özgürlük yaratacağız dersek, oradaki daralmayı boğazımızda hissederiz; iki. Demokrasi adına demokrasiyi kurban ederiz; üç.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum, teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Seyhan.

Madde üzerinde, şahsı adına Gaziantep Milletvekili Fatma Şahin. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Sayın Şahin, buyurun.

FATMA ŞAHİN (Gaziantep) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; TÜBİTAK yasa teklifinin 9 uncu maddesi üzerinde söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinize saygılarımı sunuyorum.

Değerli arkadaşlar, TÜBİTAK yasa teklifinin görüşülmeye başladığı andan itibaren büyük bir dikkatle dinledim. Bunu dinlerken de, AK Parti Milletvekilliği kimliğimin dışında, onbeş sene özel sektörün her kademesinde çalışmış bir mühendis olarak, arkadaşlarımızı dikkatle dinledim ve bu noktadaki üzüntülerimi paylaşarak sözlerime başlamak istiyorum.

CHP'li milletvekili arkadaşlarımızın yasa teklifi yorumu hakkında söyledikleri şeyi iki cümleyle özetlemek istiyorum: Birincisi, siyasî kadrolaşıyorsunuz. İkincisi de, kurumu ele geçiriyorsunuz.

Değerli arkadaşlar, bilim ve teknik üzerinde konuşuyoruz. Bilim ve teknik, pozitif ilim demektir. Pozitif ilim demek, muhakeme, mantık ve ispat demektir. Bunu, yorumlarla, bunu, niyet okumalarla söyleyemezsiniz. Sayın Başkan bir yıldan beri yeni yönetimde çalışıyor. Bunu konuşan arkadaşlarım, Sayın Başkanın yapmış olduğu icraatlarından "Sayın Başkan, siz yönetime geldiğinizden beri, şöyle, şunu yaptınız, şu projede şöyle bir siyasî irade kullandınız, şunu yaparken siyasallaştırıldığını ispatladınız" dedikleri hiçbir örneği sunamadılar.

Şimdi, ben, grup başkanvekilimize ve CHP milletvekillerine soruyorum: Bir seneden beri, yaklaşık birbuçuk seneden beri ne yapıldı değerli arkadaşlar? Şu mudur siyasallaşma; bilim ve teknoloji üzerine strateji çizilmiştir, fon kullanımında hukukî ve idarî altyapı güçlendirilmiştir, harcama esnekliği getirilmiştir, vergi indirimi uygulamaları getirilmiştir, TÜBİTAK desteklemelerinde başvuru belgeleri sadeleştirilmiş ve basitleştirilmiştir, ayrıca, ekonomik ve sosyal projelerle bu projeler de desteklenmiştir.

Değerli arkadaşlar, sizlerle bir şeyi daha paylaşmak istiyorum. Bir toplumda bilim ve teknik egemense, üç şey hayata geçmiş demektir. Bunun birincisi kaliteli insangücüdür, üretme gücüdür ve yönetme gücüdür. Dönüp, on yıllardan beri TÜBİTAK'ın kendi içine baktığımız zaman, bırakın Türkiye genelinde bu üç kriteri ne kadar hayata geçirdiğini, TÜBİTAK'ın kendi içerisinde bunu ne kadar hayata geçirdiğini tartışmak gerekiyor.

Ben, hafta sonu, TÜBİTAK'ta on onbeş yıldan beri çalışan teknik bir ekiple, İstanbul'da bir toplantıda beraberdim ve bana şunu ifade ettiler: "Değerli milletvekilim, biz, yaklaşık onbeş seneden beri bu kurumun içerisindeydik. Bu yönetim gelmeden önce, kurumda ciddî bir güven bunalımı vardı. Çalışanların, yöneticilere ve yönetime karşı olan saygısı bitmişti." Bunu yaparken, ciddî kriterlerle "ölçü neydi; eğer prim usulüyle çalışılıyorsa, kriter, performans kriteriyse, düşük performansa yüksek primler ödendi, on yıllar boyunca. Bunu yaparken kapalı bir kutu gibi çalıştılar, misyonlarını ve vizyonlarını tamamlayamadılar. Bunu yaparken, biz, bu güven bunalımı içerisinde, herkes, bilim ve teknikten çok birbiriyle uğraşmaya başladı ve TÜBİTAK, ciddî bir dedikodu yuvası haline dönüştü; taa ki, yeni yönetim anlayışı geldi; yeni yönetim anlayışıyla beraber, TÜBİTAK'a huzur ve mutluluk geldi; bilim ve teknoloji adına ciddî bir çalışma geldi" dediler. Ben, bunu, bir heyetle konuştum; sizler de, gidip, TÜBİTAK'ın geneli içerisinde -bir araştırma yaparak- bunun ne kadar doğru olduğunu araştırabilirsiniz, ispatlayabilirsiniz değerli arkadaşlar.

Değerli arkadaşlar, bunun adına ne derseniz deyin, biz hedefi çizdik; hedef, çağdaş uygarlık düzeyi. Hedefimizi on yıllar önce çizmişiz; ama, bunu özde ne kadar gerçekleştirdiğimiz tartışılır pozisyonda. Biz, bunu, sözde değil özde gerçekleştirmek istiyoruz. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Biz, bilim ve teknolojiyi, köydeki Mehmet Emmi'nin yaşam kalitesini etkileyecek şekilde hayata geçirmek istiyoruz. Bilim ve teknolojiyi, eğitimli, sağlıklı bir Türk toplumu, güçlü bir Türk sanayii...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Şahin.

FATMA ŞAHİN (Devamla) - Teşekkürler Sayın Başkanım, bitiriyorum.

Biz, bilim ve teknolojiyi ne şekilde kullanmak istediğimizi biliyoruz. Niyet okumalarla, farklı yorumlarla bunu farklı yerlere çekemezsiniz. Biz, ne yaptığımızı biliyoruz diyorum ve Cumhuriyet Halk Partisinin değerli üyelerine, bilim ve teknolojiye siyaset katmak ne kadar tehlikeliyse, bilimin ve teknolojinin üzerinden siyaset yapmak da o kadar tehlikelidir diyorum.

Saygılarımı sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, 10 dakika süreyle soru - cevap işlemini gerçekleştireceğiz.

Sayın Işık, buyurun.

AHMET IŞIK (Konya) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Vasıtanızla, Sayın Bakanımıza, şu soruyu yöneltmek istiyorum: Veri ve bilgiden bilgeliğe, teknikten teknolojiye sıçramayı sağlayan, bir stratejik atılım yapabilen uluslar güçlenmekte, uluslararası ortamlarda rekabet ve pazarlık gücüne sahip olabilmektedirler. Teknoloji geliştirme, kazanım ve kullanım kabiliyeti ile bilgi ve teknolojiye dayalı bir ekonomik yapı, kalifiye genç insangücü, çatışmasız sosyal yapı, dengeli gelir dağılımı, rekabet gücü yüksek sanayi gibi olgularla birlikte, ülkelerin gücünü belirleyen en önemli unsurlardan birisidir.

Sorum şu: Ülkemizde yurt dışından transfer edilen teknolojiyi kullanma ve uyarlama yetkinliği ile teknoloji geliştirme ve yenilik kabiliyeti arasındaki oranla birlikte, teknolojinin rekabet gücüne olan etkisi hakkında değerlendirmenizi almak istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Işık.

Sayın Kepenek...

YAKUP KEPENEK (Ankara) - Çok teşekkür ederim Sayın Başkan.

Bir önceki sorularımla ilgili yanıtlarımı bekliyorum ve yeni sorularımı soruyorum:

1- Bilim Kuruluna, Türk Mimar ve Mühendis Odaları Birliğinin, sendika konfederasyonlarının -işçi, memur, esnaf- üye vermesine karşı mı hükümetiniz?

2- TÜBİTAK'ın yayın politikasında bir değişiklik olacak mı?

3- Sosyal bilimlerin eklemlenmesi sonucu, proje desteği ve yayın alanında sosyal bilimlere nasıl bir yer verilecek ve sosyal bilimler için ayrıca bir birim kurulması düşünülmekte midir?

Son bir noktaya izninizle değineyim. Sayın Şahin'in, TÜBİTAK'ın başarılarını, başarılı olduğunu söyleyen Sayın Fatma Şahin'in -Mehmet Ali Şahin değil- TÜBİTAK'ın başarılarını öven teklif sahibinin o açıklamasından sonra, kurumun geçmişini bu derece kötülemesini ve CHP'yi yanlış bir biçimde suçlamasını da uygun bulmadığımı söylüyorum.

Teşekkür ediyorum efendim.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kepenek.

Sayın Türkoğlu...

ABDULBAKİ TÜRKOĞLU (Elazığ) - Sayın Başkanım, teşekkürler...

2004 yılından önce ar-ge çalışmalarına ve projelere yapılan destekler ile 2004 yılının karşılaştırılmasını yapabilir misiniz?

İkinci sorum: Türkiye Araştırma Alanı, yani, TARAL'ın ilgi alanında bulunan Devlet Planlama Teşkilatı, üniversiteler, TÜBİTAK ve özel sektörün ana hedefi, ilkeleri ve ulusal öncelikleri nelerdir?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Türkoğlu.

Sayın Gazalcı...

MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Gerçi, sorularımızın yanıtları hep erteleniyor belki zamansızlıktan, ya da geçen sefer sorduğum hiç gündeme gelmedi. Yine de not düşelim tarihe.

Sayın Bakanım, 7 Mart 2003'te, eski TÜBİTAK yönetimi, Bilim Kurulu, aralarından seçtiği başkanı, bu kararı iletmek üzere -siz de üyesiydiniz o zaman- 58 inci hükümete, o zamanki Başbakan Yardımcısına sunduğu halde "yakında hükümet değişikliği olacak, o zaman bunu gündeme getirirsiniz" denildiği doğru mu?

59 uncu hükümet göreve başladıktan sonra, Bilim Kurulu üyelerinin birçok kez Başbakanla görüşme isteği ilettiği halde bunun yerine getirilmediği ve görüşme tarihi verilmediği doğru mu? Bunlar görev süresi dolduktan sonra da, o başkanın ayrılması -siz her iki hükümette de bulundunuz- bir amaçla mı yapılıyordu? Yoksa, zaman mı bulamıyordu Başbakan, onun için mi görüşmedi?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Gazalcı.

Sayın Coşkunoğlu...

OSMAN COŞKUNOĞLU (Uşak) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Biraz önce AKP sıralarındaki alkışlarla konuşmacı "bilim ve teknoloji üzerinden siyaset yapmayalım, niyet okumayalım" dedi. Hakikaten, niyet okumak istemiyoruz Sayın Bakanım; niyet okumak istemiyoruz. İyi niyetli olduğunuzu söylüyorsunuz; ama, sadece onu okuyoruz metinde. Tekrar soruyorum; neden-sonuç ilişkisini açıklar mısınız? Başbakan, geçmiş başbakanlar atamadığı için mi, atamada daha çok rol oynamadığı için mi patenti az aldık biz? İhracatımızda teknolojinin olmaması, geçmişte TÜBİTAK'ın atanmasında başbakanlar daha çok rol almadığı için midir ki bunu değiştiriyorsunuz? Bilim için, bilim yaptıkları için, Başbakan müdahale etmediği için mi bilim için bilim yapıyordu? Lütfen, şu neden-sonuç ilişkisini açıklayın da, biz de değerli milletvekilimizin dediği gibi niyeti okumak zorunda kalmayalım.

Tekrar soruyorum, net bir şekilde; Başbakanın atamada daha çok rol oynaması, siyasî iradeye daha açık olması TÜBİTAK'ı daha başarılı hale nasıl getirecek? Şu neden-sonuç ilişkisini lütfen açıklayın da, niyet okumaktan vazgeçelim gerçekten.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Coşkunoğlu.

Sayın Bakanım, buyurun.

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Sayın Başkanım, teşekkür ederim.

Sayın Coşkunoğlu'nun sorusundan başlayayım; çünkü, üç defadır soruyor, bir türlü sıra gelmiyor. Ben, dün, burada yapmış olduğum değerlendirmede Türkiye'ye bilim ve teknoloji alanında sıçrama yaptırmak zorundayız dedim; ancak, Sayın Başbakanın atayacağı 7 kişiye endeksleyerek bu değerlendirmeyi yapmadım. Biz, TÜBİTAK için bütçemizden daha fazla para ayırmalı ve özellikle araştırma ve geliştirme faaliyetleri için daha fazla ödenekler, bütçesine, koymalıyız ve böylece, TÜBİTAK'a sıçrama yaptırmalıyız, atlama yaptırmalıyız anlamında bu ifadeyi kullanmıştım; neden-sonuç ilişkisi derken kastım buydu.

Şimdi, daha önceki bölümlerde arkadaşlarımızın soruları oldu. O nedenle, önce onları, izin verirseniz, kısaca cevaplandırayım.

Sayın Kepenek'in, açılan davalarla ilgili bir sorusu olmuştu. 14 kişi hakkında fazla ödemelerin iadesi için bir dava açıldığı notu var elimde. Ayrıca, 28 kişi hakkında da fazla ödemelerin yapılmasına ilişkin olarak karar aldıkları ve ita amiri durumunda oldukları için aleyhlerine dava açıldığını biliyoruz; ama, dün de ifade etmiştim; bu sorunu çözmek için bir yasal düzenleme çalışması içerisinde olduğumuzu bir kez daha yeniliyorum. Ayrıca, eski yöneticiler aleyhine açılan iki tane ceza davası olduğunu da belirtmeliyim.

Sayın Gazalcı "teknik" ve "teknoloji" kelimelerinin değiştirilmesi, yani teknik kelimesi yerine teknolojinin konması, acaba TÜBİTAK'ın tüzelkişiliğini de değiştirecek mi diye bir soru yöneltti. Bilindiği gibi, biraz önce görüştüğümüz bu tasarının, geçici 4 üncü maddesi aslında bu soruya cevap veriyor; yani, böyle bir şeyin olamayacağını, diğer kanunlarda buraya yapılan atıfların Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumuna yapılmış olacağını ifade etmek suretiyle, herhangi bir tüzelkişilik değişikliği olmaması...

MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Mahkeme kararları geçerli olacak yani?..

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - ...nitekim, bu kanunla eklenen 4 üncü madde bunu sağlıyor ve böyle bir sorunun bu kanun teklifi yasalaştığında karşımıza çıkması mümkün değil.

MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Verilen mahkeme kararları Danıştaydan çıktıktan sonra geçerli olacak, değil mi Sayın Bakan?

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Bu sorunuza daha sonra cevap vereyim.

Şimdi, Sayın İnce'nin bir sorusu vardı. Veterinerlik ve Hayvancılık Araştırma Grubu, Bilim Kurulu kararıyla kaldırılarak, yerine Tarım, Ormancılık ve Veterinerlik Araştırma Grubu oluşturulmuştur. Çevreyle ilgili araştırma grubu yeniden düzenlenmiş ve Çevre, Atmosfer, Yer ve Deniz Bilimleri Araştırma Grubu olarak oluşturulmuştur. Dolayısıyla, veterinerlik ve çevre bilim dallarının ihmali söz konusu değildir. Bunu da Sayın İnce'nin sorusu üzerine cevaplandırdım.

"Bilim Kurulu üyelerinin Başkan Yardımcısı olması doğru mu" dedi Sayın İnce. Mevzuatımıza göre bunu engelleyen herhangi bir hüküm yok ve dolayısıyla, Bilim Kurulu üyesi olan Sayın Cebeci, aynı zamanda TÜBİTAK Başkan Yardımcısıdır. Bunda hukuken bir engel yoktur.

Sürem doldu; diğer soruları daha sonra cevaplandırayım Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Sayın milletvekilleri, madde 9'a ekli geçici madde 4 üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

HALUK KOÇ (Samsun) - Karar yetersayısının aranılmasını istiyorum.

BAŞKAN - Arayacağım Sayın Koç.

Madde 9'a ekli geçici madde 4'ü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Karar yetersayısı yoktur.

Birleşime 5 dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 17.25

 

 


ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 17.37

BAŞKAN: Başkanvekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER: Ahmet Gökhan SARIÇAM (Kırklareli), Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 94 üncü Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

877 sıra sayılı kanun teklifinin görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

V.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

4.- Ankara Milletvekilleri Salih Kapusuz ile Reha Denemeç'in, Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (2/426) (S. Sayısı: 877) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.

Teklifin 9 uncu maddeye ekli geçici 4 üncü maddesinin oylamasında karar yetersayısı bulunamamıştı.

Şimdi, geçici 4 üncü maddeyi tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yetersayısını arayacağım.

Geçici 4 üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir; karar yetersayısı vardır.

Geçici madde 5'i okutuyorum:

GEÇİCİ MADDE 5.- Bilim Kurulunun ilk oluşumundan sonraki ikinci yılın sonunda, bir defaya mahsus olmak üzere, Başkan hariç ad çekme usulü ile ayrılacak yedi üyenin yerine, 4 üncü maddeye göre üye seçilir.

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı; şahısları adına, Manisa Milletvekili Mehmet Çerçi, Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı söz istemişlerdir.

Sayın Gazalcı, konuşma sürenizi birleştirdim; buyurun.

Süreniz 15 dakika.

CHP GRUBU ADINA MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Değerli arkadaşlar, TÜBİTAK yasa teklifinin 9 uncu maddeye bağlı geçici 5 inci maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına ve kişisel olarak söz aldım; tümünüzü saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, cuma günü, dün ve bugün, TÜBİTAK'la ilgili konuşuyoruz, toplum da bizi izliyor ve AKP sözcüleri, buradan "Cumhuriyet Halk Partisi bu yasaya bir personel rejimi gibi bakıyor; bizim TÜBİTAK'ı ele geçirme niyetimiz olduğunu, kadrolaşma niyetimiz olduğunu söylüyor, başka bir şey söylemiyor" diyorlar.

Değerli arkadaşlar, geçmiş TÜBİTAK yönetimi de karalanıyor. Biraz önce burada konuşan arkadaşımız, işte, ben bir heyetle konuştum, bir kişiyle konuştum; orada bilim üretilmezmiş, herkes birbiriyle uğraşırmış; keşke araştırılsaydı diyor. Biz araştıralım istedik, TÜBİTAK'ı araştırmak için önerge verdik. Biz, Millî Eğitim Komisyonuna bu öneri geldiğinde, gelin, bir altkomisyon kuralım; bakın, bu çalakalem yazılmış, birçok şey eksik dedik; dinletemedik ve altkomisyon kurulması reddedildi.

Şimdi, değerli arkadaşlar, bizim burada söylediklerimiz hiçbir kişiyi üzmek ya da kişileri hedef alarak onları eleştirmek değil; bir ilkeyi savunmak, özerkliği savunmaktır. Şu anda TÜBİTAK'ta Başkanvekili olarak görev yapan Sayın Nüket Yetiş, yardımcısı Sayın Ömer Anlağan -profesör arkadaşlar- ve Önder Yetiş, daha önce TÜBİTAK yönetiminde enstitü müdürleriydi. Özellikle Sayın Anlağan ve Sayın Yetiş, askerî projelerin yürütüldüğü iki stratejik enstitünün müdürüydü. Yetmiyor, şu andaki Yönetim Kurulunun 7'si, eski Bilim Kurulunda da üyeydi.

Şimdi, siz çıkıyorsunuz, durmadan, TÜBİTAK'ın eski Bilim Kurulunu, eski yönetimini eleştiriyorsunuz; birbirinin üzerine düştüler, bir şey yapılmadı diyorsunuz. Toptancılık yapıp, acımasız bir şekilde ezbere konuşuldu. Ben soruyorum şimdi, Sayın Başkan eski yönetimde, Yardımcısı eski yönetimde, 7'si eski yönetimde; bütün suç o 12 kişiden 5'i olan eski Başkan ile oradaki arkadaşların mıydı? Yani, siz, aslında, bu övdüğünüz yönetimi sürekli eleştiriyorsunuz, eğer eskiden hiçbir şey yapılmadıysa. Yanlış olan bu değil mi?!

Bir de Sayın Bakan da söyleyip duruyor, işte "Sayın Erdal İnönü 1993'te nasıl yapmışsa biz de şimdi yapıyoruz." Değerli arkadaşlarım, geçen kez konuşulurken de burada tek tek söyledik. Sayın Bakanım, bir kez daha altını çizip söylüyoruz: 1973'te yapılan, yani 278 sayılı özerk yasa hazırlanırken, ilk kez kuruluyordu. 1987'de -aynen sizin gibi- Özal döneminde özerklik değiştirildi, bilim kurulu yönetim kurulu oldu. 1993'te bu özerklik yeniden geri verildi. Yani, 1993'te yapılan ile bugünkü yapılan çok farklı bir şey. Siz, sanki yeniden... TÜBİTAK'ı, şimdi, önce yok ediyorsunuz, kendinize göre bir TÜBİTAK yaratıyorsunuz. Bu elbette önemli; yani, bilim, bilim insanlarıyla ve özerk kuruluşta yapılır. Bu konu işin can damarı ve duyarlı kısmı. Önce, yapılanma çok önemli.

Bakın, 2003 yılından beri uğraşıyorsunuz. Mahkemeleri dinlemiyorsunuz, Anayasa Mahkemesini dinlemiyorsunuz, Cumhurbaşkanını dinlemiyorsunuz, muhalefeti dinlemiyorsunuz, YÖK'ü dinlemiyorsunuz, Üniversitelerarası Kurulu dinlemiyorsunuz, dinlemiyorsunuz, dinlemiyorsunuz...

TÜBİTAK, 2003'e kadar aslında siyasete, hükümete yardımcı oluyordu, onun yönlendirmesine birtakım projeleriyle katkı sunuyordu. İsterseniz, o projelerden Vizyon 2003... Eski yönetim hazırlamıştır, anımsarsınız; şimdi ne aşamada, bilmiyorum. TÜBİTAK hükümeti bilgilendirir, yardımcı olurdu; ama, bu yasayla ve bundan önce yapılanlarla, maalesef, siyaset, hükümet, TÜBİTAK'ı yönlendirir oldu; aradaki ayırım bu. Yani, özerk bir kuruluş siyaseti yönlendireceği yerde, özerk olmayan, siyasetin karıştığı bir kurum yönlendirilir oldu; aradaki ayırım bu. Bizi dinleyenler, tarihe not düşüyorum, bir kere daha söylüyorum; AKP İktidarı, TÜBİTAK'la, bu yasayla ilgileniyor değil, 2003 Ocağından beri sürekli olarak ilgileniyor ve sürekli olarak karışıyor. Hatta, Başbakanlık Müsteşarı, Bilim Kurulunu kabulünde "yahu, siz hep aynı renkten, tondansınız, biraz farklı yapıda oluşun" diyordu üstü kapalı. Bilim Kurulu seçiyor, getiriyor hükümete; ne yapsın. Hükümet, yasaya göre Cumhurbaşkanına iletecek; bunu, birçok kez söyledik; iletme göreviyle görevli; hayır, iletmiyor, durduruyor, bloke ediyor.

Değerli arkadaşlar, bunları söylemek niye rahatsız ediyor ki sizleri?.. Olmamış mı bunlar; bunları biz kendimiz mi uyduruyoruz, mahkeme kararlarını?! Sonra, diyorsunuz ki, bir kezlik bir yetki istiyor; çünkü, burası felç oldu, çalışmıyor bu kurum, karar yetersayısı yok. Peki, arkadaş, sen benim seçtiğim insanları atamazsan, Başkanını, Bilim Kurulunu... Orası çalışamaz duruma gelmiş. Aslında, hukukdışı bir tutum vardı ve şimdi, siz, yine hukuku çiğneyerek bir çözüm istiyorsunuz. Yani, bu işin can damarı, bizce, özerkliği korumaktır. Özerklik üzerinde arkadaşlarım durdu, konuşanlar durdu; ben de biraz durmak istiyorum izninizle.

Değerli arkadaşlar, özerklik, kendi başına iş yapabilmektir, kendi yöneticilerini seçebilmektir, kendi kararlarını almaktır, kendi elemanlarını belirlemektir ve dışarıdan etkiye karşı bir zırhtır özerklik, bunun için yapılmıştır; siyasetin ve siyasetdışı zorbaların etkisini engellemek için özerkliğe başvurulmuştur.

İnsanlık gelişiminin tarihine bir baktığınız zaman; Avrupa'daki gelişmeye bakın, kilise ile siyasetin çatışmasına, bilim ile birtakım kurumların çatışmasına bakın, Bertrand Russel'ın "Bilim-Din Çatışması" adlı kitabına bakın, örneğin, orada, kilise, bütün bilim adamlarına "hayır, bu böyle değildir, şöyledir" demiştir; ama, zaman, bilim adamlarını haklı çıkarmıştır. Biz, üçyüz yıl geride kaldık gerçekten. Bir kara tahtanın bile gelmesi Türkiye'ye... Bir rasathane yıkılmıştır Osmanlı döneminde, salt bağnazlık yüzünden yıkılmıştır. Gözlemevi yıkılmıştır değerli arkadaşlar!.. Osmanlının geri kalmasının nedeni, bilimi tanımamaktan olmuştur, onu izleyememekten olmuştur. Bizim gerileme dönemi, duraklama dönemi, maalesef böyledir. Şimdi, 21 inci Yüzyıldayız.

Siz diyorsunuz ki "siz, tutucu davranıyorsunuz, siz durağan olanı, statükoyu savunuyorsunuz." Yani, özerkliği savunmak, ne zaman durağan olmaktır değerli arkadaşlar?! Biz, diyoruz ki, siyaset buraya karışmasın, yapmasın; hem akçalı bir özerklik olsun hem de yönetsel bir özerklik olsun, siyaset buraya karışmasın. Bu önergeyi hazırlayan arkadaş, televizyonda "elbette, siyasetin vizyonu olacak, biraz siyaset karışacak" dedi, burada da söyledi. "Siyaset uyum içinde olacak..." Biz de, kendisine, böyle bir anlayış olamaz, siyaset orayı biçimlendiremez diye söyledik. Bakın, 58 inci hükümet zamanında, sanayi adamlarıyla, üniversitelerle işbirliği yapılmış, güzel çalışmalar olmuş. İşleyen bir kurum. "Hayır, sen, benim suyumu bulandırıyorsun" ya da "bana göre yapmıyorsun, ben burayı kendime göre biçimlendireceğim" anlayışından kaynaklanmıştır değerli arkadaşlar. Yoksa, durup dururken, işte "teknik" adı "teknolojik" olsun, 12 kişi 14 olsun, biz, bunu Başbakanlık bütçesinden alalım, genel bütçeye ayıralım ya da ar-ge çalışmaları için biz burada artıralım deseniz, biz, hayır diyecek miyiz?.. Peki, bugün niye kaygılanıyoruz? Yoğurdu niye üflüyoruz? Sizin yaptıklarınız doğru değil. Bugüne kadar, TÜBİTAK üzerine birçok kez saldırıda bulundunuz, mahkeme kararlarını dinlemediniz, kendi içinde seçtiklerini yapmadınız ve idare mahkemesi bu konuda karar verdi. Çelişik tutumlarınız var; birisi, Danıştayda sonuçlanmadı diye idare mahkemesinin kararını uygulamıyorsunuz, bir tanesini -ki, tam tersine- Danıştayda olduğu halde, orada tutuyorsunuz.

Emeklilik konusunda, demin iki tane isim verdim ben, niye böyle oldu diye. 2004'te Bütçe Yasasında demişsiniz ki, emekli olanları ben almayacağım. Hatta, ben, Plan ve Bütçedeki arkadaşlarımla konuştum, TÜBİTAK'ı ekleyelim oraya demişler, istisnaî durumların arasına TÜBİTAK'ı ekleyelim; hükümet kabul etmemiş, hayır, TÜBİTAK olmasın o işin içinde demiş.

TÜBİTAK'a emekli insanları atama yapıyorsunuz. Tabiî ki emeklilik işlemi iptal edilecek. Benim sorduğum şu: Emekliyken, siz, bütçe yasasına karşın nasıl o iki emekli insanı aldınız, geldiniz oraya diyorum ben, bunu soruyorum. Bu yanlış diyorum ve tutumunuzda bir yanlışlık var. "Jik" eki eklemekteki amaç diyorum... Bundan önce anayasal hak arama için mahkemelere başvurmuş onca insan var, burada kendileri yok; suçlanıyorlar, daha önce suçlandılar, birtakım düzmece soruşturmalar geçirdi; bunların mahkeme kararları yok olacak mı? Tüzelkişilik başka mı olacak? Benim sorduğum çok açık; bu olmasın diyorum. Yok, "jik" eki eklemekle... "Teknik", "teknolojik" olsun... Ben de baktım Türkçe Sözlüğe; tamam. Fark etmez ki.

Peki, dünyada nasıl oluyor bu özerklik?.. Sanki bütün dünyada da böyle oluyormuş gibi bir izlenim yaratıyorsunuz; o da yanlış. Örneğin, Amerika Birleşik Devletlerinde ve Almanya'da... Bir iki örnek vermek istiyorum: ABD'de NSF, yani, Ulusal Bilim Vakfı var. 1950'de özel bir yasayla kurulmuş, tamamen özerk, bilimsel çalışmalar yapan bir kuruluş.

Almanya'da, DFG (Alman Araştırma Kurumu) örneği var. Federal hükümet, bu kuruluşa, bütçesine yüzde 50 yardım ediyor ve eyalet hükümetleri de yüzde 50 yardım yapıyor. Tamamen özerk bir kuruluş. Bu kuruluş, 94 000 dolayında ar-ge elemanını bünyesinde barındırıyor.

Ayrıca, Almanya'dan başka bir örnek vereyim size. MPG (Max Planck Kurumu) diye bir kuruluş var. Bu da özerk bir kuruluş. Burada, 2 500 bilim adamı, 9 000 ar-ge elemanı sürekli çalışmaktadır.

Şimdi, hani, siz, dünyaya açılmak diyorsunuz... Bizim yeni sayılan bu kuruluşumuz, gerçekten, kırkiki yıllık geçmişte de çok güzel, başarılı çalışmalar yapmış değerli arkadaşlar; yani, TÜBİTAK, güzel çalışmalar yapmış. Eksiği yok mu; var. Bu eksiği, eski yönetim tarafından birçok kez hükümete bildirilmiş; ar-ge çalışmaları için paranın artırılması söylenmiş; ama, kulaklar tıkanmış, gözler yumulmuş, yani, kalplerin duvarları sağırlaşmış, kabul edilmemiş. Ne zaman ki, siz, orada operasyonu gerçekleştirmişsiniz, halkın parasını -dün de söyledim- artırmışsınız... Yine de güzel bir şey; ama, biz kuşkuluyuz, tarafsız projeleri değerlendirmesinden kuşkuluyuz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Gazalcı, 1 dakika eksüre veriyorum; lütfen, konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun.

MUSTAFA GAZALCI (Devamla)- Peki Başkanım.

Çünkü, TÜBİTAK'ta, ikibuçuk yıldır iyi şeyler olmadı, orada huzur bozuldu; yemekhane işçileri atıldı, mahkeme kararıyla döndüler; mahkemeler, Anayasa Mahkemesi kararı, şunlar, bunlar oldu...

Değerli arkadaşlar, gerçekten huzur isteniyorsa, bilime saygı isteniyorsa, hükümet olarak, siyaset olarak TÜBİTAK'tan elinizi çekmelisiniz.

13 üncü Yüzyılda, bakın, Yunus ne demiş: "İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir..."

HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) - Biz kendimizi biliyoruz.

MUSTAFA GAZALCI (Devamla) - "Sen kendini bilmezsen, bu nice okumaktır."

HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) - Siz kendinizi bilin!

MUSTAFA GAZALCI (Devamla) - Değerli arkadaşlar, kendinizi bilin, TÜBİTAK'tan elinizi çekin, bilimden elinizi çekin. Gerçekten, bilimden korkmayın, bırakın özerk çalışsın. Bırakın onların yakasını, bırakın geçmişteki hizmetlerinden daha iyisini yapsın. İnsanlıkla yarışmak, ancak bilimle barışık olmakla sağlanabilir. Bunu yapmazsanız eğer, ayağınıza dolaşır ve hem de uzun sürede değil, kısa sürede dolaşır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Gazalcı, teşekkür ediyorum.

MUSTAFA GAZALCI (Devamla) - Ben teşekkür ederim Sayın Başkan. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Madde üzerinde, şahsı adına, Manisa Milletvekili Sayın Mehmet Çerçi; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

MEHMET ÇERÇİ (Manisa) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; görüşmekte olduğumuz 877 sıra sayılı yasa teklifinin 9 uncu maddesinin geçici 5 inci maddesiyle ilgili konuşmak üzere huzurlarınıza geldim; hepinize saygılar sunuyorum.

Değerli arkadaşlar, birkaç günden beri TÜBİTAK'la ilgili yasa teklifi üzerinde görüşmeler devam ediyor. Zaman zaman Cumhuriyet Halk Partisine mensup arkadaşlarımızın burada konuşmalarına da şahit oluyoruz. Önümde birsürü not var; ancak, ben, Sayın Gazalcı'nın, değerli arkadaşım Sayın Gazalcı'nın iki tane cümlesini buraya not ettim özellikle. Bir tanesi; bu görüşmelerin bidayetinden beri devamlı kullanılan, tekrarlanan bir söz var: TÜBİTAK'ı ele geçirme çabası...

Değerli arkadaşlar, ele geçirmek -sözlüklere bakın, İngilizcesine, Fransızcasına bakın- işgal etmek anlamına da geliyor; yani, bir yabancı gücün, yabancı ordunun bir yeri ele geçirmesi, işgal etmesidir.

Şimdi, yine, not ettiğim bir başka cümle de şu: "Özerklik, siyasetin etkisini önlemek için bir zırhtır; siyasetin ve diğer siyasetdışı güçlerin etkisini önlemek için bir zırhtır" diyor. Yine, bir başka cümlede, Osmanlının geri kalma nedenleri olarak, rasathanelerin vesaire bazı kurumların kapatılmasını söylüyor.

Arkadaşlar, ben de şunu soruyorum: Evet, Osmanlının geri kalış sebebini anlattı arkadaşımız, bir de Türkiye'nin geri kalış sebebini anlatırlarsa burada! (AK Parti sıralarından alkışlar) Seksen yıldır bu ülkede bilim yapan, bilimle uğraşan çevreler, akademia, üniversiteler ve kırk yıldan fazladır kurulmuş olan TÜBİTAK gibi önemli kurumlar, bu ülke için neler yapmış ve bunların sorgulaması bu kürsülerden yapıldı mı?!

Sonra "özerkliği, siyasetten korumak için" diyor. Biz, siyasetten neyi koruyoruz, neyi kaçırıyoruz?.. Bu Parlamento, bu milletin yetki verdiği bu Parlamento bu ülkenin yönetiminde söz sahibi olmayacak mı?! Bu ülkenin geleceğini, refahını, mutluluğunu, yirmi sene, elli sene sonraki projeksiyonlarını, bilim politikasını, geleceği noktayı biz nerede tespit edeceğiz allahaşkına?! Bunların tespitini kim yapacak?! Parlamentonun bu konularda görevi yok mu?!

Parlamento sorumlu, milletvekilleri sorumlu; millet -affederseniz- davulu omzumuza asmış; ama, yetkisi yok!.. Ama, bazı kurumlar var bu ülkede, yetkili; ama, sorumsuz!..

Şimdi, hesap sormaksa, millet bizden hesabını soruyor; zaman zaman, seçimlerde -demokrasinin fazileti de budur- sandığa gidiyoruz, millet hesabını soruyor; ama, ülkenin geri kalışında... Elli yıldır, yüz yıldır Osmanlının geri kalışının sebebini Sayın Gazalcı güzel izah etti; bir de buraya gelsin izah etsin. Akademianın, bilim çevrelerinin, Türkiye'nin geri kalışındaki etkisi nedir ve buralarda herhangi bir hesap sorulmuş mudur bugüne kadar?.. Sorumsuz kurumlardan hesap sorulmuş mudur?.. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Bakınız, yani, bir hükümet geliyor, TÜBİTAK gibi önemli bir kurumda, 450 trilyon, sadece ar-geye para ayırıyor, 450 trilyon! Cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir rakam. Efendim, siz bu parayı bize verin, hiçbir şeye karışmayın...

Parlamentonun görevi nedir arkadaşlar? Türkiye'nin bilim politikasını, elbette bilim adamlarıyla beraber...

Sonra, ilgili kurumda bilim adamları bir şekilde görevden alınacak -herhalde, öyle anlıyorum ben iddiadan- onların yerine gelen arkadaşlar, yöneticiler -siyasetçiler mi gelecek oraya- yine bilim adamları. Ahmet bey gidecek, Mehmet bey gelecek; yani, ne var bunda?! Siyasî düşüncenin, parlamentonun hiçbir tasarrufu olmayacak mı, Türkiye'nin bilim politikasını belirlerken bizim hiçbir dahlimiz olmayacak mı? Sorumluluk bizdeyse, o zaman, elbette, biz de bunun gereğini yaparız.

Değerli arkadaşlar, bir kere şunu söyleyeyim; yani, Türkiye'nin burada olaylarını konuşuyoruz, çok değişik görüşler serdediliyor; fakat, aslında, meselelerin en temelinde yatan nokta -şahsî kanaatimce- Türkiye'de ciddî bir bilim felsefesinin oluşturulamamış olmasıdır.

Ben de, belli bir süre akademik dünyada...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Çerçi, ek 1 dakika süre veriyorum; lütfen konuşmanızı tamamlayınız.

MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - Bir dönem görev yaptım belli akademik çevrelerde.

Arkadaşlar, hepimiz şunu biliyoruz: Artık bunların üstünü bir açalım; yani, bunlar sır olarak kalmasın; bunlar, dokunulmaz, konuşulmaz... Bu dünyanın sıkıntıları var, Türkiye'nin akademiasının sıkıntıları var. Nedir onlar; buralarda önyargılar var, buralarda bilim felsefesinden uzaklaşma var, buralarda bilim adamlarının ve bilginin takdir edilmemesi -yani, bunları derken hep bunlar var demek istemiyorum, bu tür yanlışlar da var- buralarda oligarşik yapılanma var, buralarda kayırmacılık var...

Bilim, kıymeti takdir edilmeyen yerden kıymeti bilinen yere gider. Bu ülkede, bugün, bilim geri kalmışsa... Önümde rakamlar çok, vaktim yok. Türkiye'nin, bilim dünyasında, bilimsel gelişmişlik endeksinde dünyada kaçıncı sırada olduğunu hepiniz biliyorsunuz; sondan üçüncü veya dördüncü. Bunlar varsa, buralarda, bu akademik dünyada böyle sıkıntılar varsa, gelip buralarda bunları konuşacağız; Ahmet mi gelsin, Mehmet mi gelsin; giden adam nasıldı, gelen adam... Önyargılarla bunlar olmaz, bilimsel etik olacak, bilimsel düşünce olacak...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - Saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Çerçi.

Sayın Gazalcı, burada diyorsunuz ki: "Sayın AKP sözcüsü Mehmet Çerçi, söylediklerimi, adımdan da söz ederek, değiştirdi."

MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Evet.

BAŞKAN - Hayır.

Şimdi, şöyle -ben tutanakları getirteyim- söyledikleri gayet iyi aklımda, "Sayın Gazalcı Osmanlı döneminden bahsetti. Buraya -yani, konuşma üslubu içerisinde- gelsin, söylesin" dedi.

Burada bir sataşma falan yok Sayın Gazalcı. Dolayısıyla...

MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Hayır, söylediklerimi değiştirdi efendim.

MEHMET ÇERÇİ (Manisa) - Hayır, hayır...

BAŞKAN - Ben öyle bir şey duymadım; tutanakları getirteyim, bakayım o zaman. Oturum içerisinde, eğer tutanaklarda eğer öyle bir şey varsa, değiştireyim.

Sayın milletvekilleri, madde üzerinde 10 dakika süreyle soru-cevap işlemini gerçekleştireceğiz.

Sayın Koç, buyurun.

HALUK KOÇ (Samsun) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Eğer, Sayın Çerçi lütfeder, akşam, oturum bitene kadar Mecliste kalırsa, bilimsel düşünce ile dogmatik düşüncenin tarihsel süreç içerisinde nasıl karşılaştıklarının ve Türkiye bilimini nasıl etkilediğinin yanıtını alır burada açık açık.

Sayın Bakan, soru olarak şunu yöneltmek istiyorum: Bakın, şimdi, Anadolu Ajansından bir haber düştü, ben size de takdim ettim. Siyasî inadın yüksek yargıda nasıl sonuçlandığının bir örneğini daha yaşadık bugün. İmar Bankası off-shore'dan mevduata dönen hesapların ödenmemesi konusunda çıkardığınız yasa tasarısı Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi. Şimdi bir düzenleme daha yapmak zorundasınız.

Bugün görüştüğümüz yasa teklifi de aynı. Bakın, bunun benzeri aynı mantıkla yürütüldü ve Sayın Başbakana bir kez TÜBİTAK başkanını atama yetkisi veren bu kanun tasarısı, biliyorsunuz, Anayasa Mahkemesinden geri döndü, Sayın Cumhurbaşkanı tarafından bir kez daha gönderildi. Demin grup önerisi üzerinde konuşurken, devletin kurumlarıyla, kuvvetler ayrılığını oluşturan güçlerle, demokrasinin kurum ve kurallarını hep beraber işletmemiz gerekir dedim ve ondan sonra, demokrasiyi gölgelemek isteyenlere fırsat vermememiz gerekir dedim. Bu çok açıktı.

Ben şimdi sorumu yöneltiyorum. Sayın Bakan, gelin, bir kere muhalefetin sözünü dinleyin; gelin "Türkiye'de muhalefet var" dedirtin ve bu uyarıları dikkate alın, bu yasa tasarısını çekin.

Çekecek misiniz, çekmeyecek misiniz diye soruyla bağlıyorum.

Saygı sunuyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Koç.

Sayın Işık, buyurun.

AHMET IŞIK (Konya) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Vasıtanızla, Sayın Bakanımıza şu soruyu yöneltmek istiyorum: Birleşmiş Milletler beşerî gelişim endeksi, vatandaşların yaşam süreleri ile sağlık ve eğitim düzeyleri, hayat standartlarının ne kadar tatmin edici olduğu gibi faktörlerle belirlenmektedir. Bu endekse göre, 2002 yılında, 177 ülke arasında Türkiye 88 inci sırada yer almıştır. Çalışan kişi başına üretilen millî gelirin, Amerika'da 79 000 dolar, Japonya'da 68 000 dolar, maalesef, Türkiye'de ise, 10 500 dolar olduğu görülmektedir. Oysaki, sahip olduğumuz insangücü, demografik yapı, doğal kaynaklar, bulunduğu bölgedeki siyasal, siyasî, ekonomik ve sosyal avantajlar, Türkiye'ye büyük imkân ve fırsatlar vermektedir. Bu imkânları kullanma ve fırsatları yakalama yetkinliği, bilgi, bilmek ve bilgelikle sağlanabilir. Bu değerlendirmeyle birlikte, uluslararası endekslerde üst sırada yer alan ülkelerin bilgi ve teknolojiye yaptıkları yatırımı ve sahip oldukları bilim insanı sayısındaki değerlendirmenizi almak istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Işık.

Sayın Gazalcı, buyurun.

MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Son olarak, TÜBİTAK'a çok büyük bir araştırma için büyük bir para verildiği söyleniyor. 400 000 000 diyen var, 530 000 000 diyen var, daha az diyen de var. Acaba, bunun kesin rakamı kaç trilyondur; ne kadardır ve araştırma için şimdiye kadar bu kaynaktan hangi projelere verilmiştir, bağıtı yapılmıştır? Bunu öğrenmek istiyorum Sayın Bakandan. Yani, bu, son, yüzde bilmem kaç yüz kat arttığı söylenen miktar nedir ve hangi projelere verilmiştir?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Gazalcı.

Sayın Özyurt, buyurun.

MUSTAFA ÖZYURT (Bursa) - Sayın Başkanım, aracılığınızla, Sayın Bakanıma bir soru yöneltmek istiyorum.

Dün, Sayın Bakanım, TÜBİTAK'taki 7 tane üyeyi ve Başkanı Başbakanın seçmesine ve atamasına gönlünüz elveriyor mu demiştim. Sayın Bakanım da, o zaman dedi ki: "İnönü'nün yaptığına nasıl gönlüm elverdiyse, buna da elveriyor."

Ben de sormak istiyorum: Acaba, İnönü'nün yaptığı dönemdeki ile bu dönemi, aralarındaki farkı biliyor musunuz, yoksa, bunu polemik olsun diye mi söylediniz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Özyurt.

Sayın Bakanım, buyurun.

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Sayın Başkanım, teşekkür ederim.

Soru soran arkadaşlarımızın, aşağı yukarı, soruları şurada düğümleniyor: TÜBİTAK'ın özerkliği ortadan kalkıyor; çünkü, şu andaki TÜBİTAK Bilim Kurulu üyelerini de Başbakan atadı ve bu Bilim Kurulu TÜBİTAK Başkanvekilini de seçti. Bu yasa da, Başkanla birlikte 15 kişiden oluşacak olan Bilim Kurulunun 7 üyesini Başbakanın seçmesini öngörmektedir; dolayısıyla, TÜBİTAK, özerkliğini kaybedecek ve siyasetin emrine girecektir.

Bu nedenle de, Sayın Koç soruyor: "Tasarıyı geri çekecek misiniz?"

Değerli arkadaşlarım, eğer, TÜBİTAK Bilim Kurulu üyelerinin Başbakan tarafından atanması özekliği bozuyorsa, bozacaksa, oniki yıldır TÜBİTAK'ın özerk olmaması lazım.

İşte, elimde bir kanun hükmünde kararname var: "Geçici Madde 1.- Başbakan, 4 üncü maddede belirtilen niteliklere uygun kişiler arasından 4'ü özel ve/veya kamu sektöründen olmak üzere 8 üye atar."

Bilim Kurulu üyesi 12'dir, 8 tanesini Başbakan atıyor. "Başkan, Başbakanın teklifi üzerine Cumhurbaşkanı tarafından atanır." Yani, Bilim Kurulu seçmiyor...

MUSTAFA ÖZYURT (Bursa) - Kalıcı değil o, geçici, Sayın Bakanım.

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Şimdi, bu, ne zaman olmuş; 1993'te, Tansu Çiller Başbakan, Erdal İnönü Başbakan Yardımcısı. O zaman, Bilim Kurulu üyelerini Başbakan doğrudan seçiyor, oniki yıldır da bu uygulanıyor. Bu özerkliği bozmuyor; şimdi, Başbakan tarafından atanınca özerkliği bozuyor. Bunu, siz, bir izah eder misiniz? Bana hep siz soru soruyorsunuz, ben de size soruyorum. Bir izah edin bakayım bunu? (AK Parti sıralarından alkışlar)

MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Aynı durumda değil.

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Ne demek aynı durumda değil!.. Siz, bunu bir izah edin bakayım bana? Yani, 1993'te, Sosyaldemokratlar ile Doğru Yol Partisinin Koalisyonunda bu yapılınca, özerkliği bozmuyor; doğru; şimdi, yapılınca, yanlış. Böyle çifte standart olur mu?! (AK Parti sıralarından alkışlar)

Şimdi, değerli arkadaşlar, 2004'ün ocak ayında, şu andaki Bilim Kurulu işbaşına geldi, Sayın Yetiş de Başkanvekili olarak görev yapıyor. Bir yıl içerisinde ne oldu; geçmişle mukayese ediyorum; çünkü, soru soruldu. Bakın, üniversitelere akademik araştırmalar için verilen destek 2002'de 4 500 000 milyon dolardı, 2005'te 60 000 000 dolara çıktı. (AK Parti sıralarından alkışlar) Farkı görüyor musunuz?

Araştırma için, projeler için, projeler kime verilecek? Hakemleri ve panelistleri seçecek 42 kişiden oluşan bir araştırma grubu var, 8 adet araştırma grubu var, 42 kişi. Şimdi, bakın değerli arkadaşlarım; bu 42 kişilik araştırma grubundan 33 kişi sadece 5 üniversiteden seçilmiş, 5 tane üniversite. İşte, Ankara ve İstanbul'daki başlıca üniversiteler. Şimdi, yeni yönetim, bunları tüm Türkiye'ye yaydı. Görüyor musunuz; 77 tane üniversite var. Adaletli davrandı. Aradaki fark bu işte. (AK Parti sıralarından alkışlar) Çünkü, Anadolu'daki üniversiteler buralarda görev alamıyordu. Şimdi Anadolu'daki üniversiteler de buralarda görev almaya başladı. Fark bu. İşte biz Hükümet olarak bunu sağlamaya çalışıyoruz.

FİKRET BADAZLI (Antalya)- Onlar da bunu eleştiriyor, Sayın Bakan.

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul)- O nedenle, arkadaşlar "efendim, işte, siz geleceksiniz, siyasetin emrine vereceksiniz..." Hayır. TÜBİTAK şimdi çok daha rasyonel çalışıyor, çok daha fazla üretim yapıyor ve üniversiteler arasında adaleti sağlıyor. Bundan kimse rahatsız olmasın. Bunu yapmaya devam edeceğiz.

Saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN- Teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, madde 9'a ekli...

III.- Y O K L A M A

(CHP sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)

HALUK KOÇ (Samsun)- Sayın Başkan, yoklama yapılmasını istiyoruz.

BAŞKAN- Evet Sayın Koç, tespit yapacağız.

Sayın Haluk Koç, İzzet Çetin, Feramus Şahin, Osman Coşkunoğlu, Hüseyin Ekmekcioğlu, Osman Özcan, Ali Rıza Gülçiçek...

SALİH KAPUSUZ (Ankara)- Sayın Başkan, arkadaşlar oturmuş.

BAŞKAN- ...Birgen Keleş, Mustafa Özyurt, Oya Araslı, Ali Kemal Deveciler...

SALİH KAPUSUZ (Ankara)- Sayın Başkan, 20 kişi tamamlanıncaya kadar oturulmaz.

BAŞKAN- ...Rasim Çakır, Hasan Ören...

SALİH KAPUSUZ (Ankara)- Sayın Başkan, yoklama düşer; çünkü, arkadaşlarımız oturdu.

İZZET ÇETİN (Kocaeli)- Usul tartışması yapalım!

BAŞKAN- ...Mehmet Yıldırım, Gürol Ergin, Mustafa Gazalcı, Muharrem Kılıç, Hüseyin Güler, Kerim Özkan, Nurettin Sözen, Mehmet Parlakyiğit, Tuncay Ercenk.

SALİH KAPUSUZ (Ankara)- Başkanım, ilgililer uyarsın.

BAŞKAN- Sayın milletvekilleri, Sayın Koç, Sayın İzzet Çetin, Sayın Feramus Şahin, Sayın Hüseyin Ekmekcioğlu, Sayın Ali Rıza Gülçiçek, Sayın Birgen Keleş, Sayın Mustafa Özyurt, Sayın Oya Araslı, Sayın Ali Kemal Deveciler, Sayın Rasim Çakır, Sayın Osman Özcan, Sayın Osman Coşkunoğlu, Sayın Mehmet Yıldırım, Sayın Gürol Ergin, Sayın Mustafa Gazalcı, Sayın Hüseyin Güler, Sayın Muharrem Kılıç, Sayın Ramazan Kerim Özkan, Sayın Nurettin Sözen, Sayın Mehmet Parlakyiğit.

Sayın milletvekilleri, maddenin oylamasından önce bir yoklama talebi vardır. Şimdi, bu talebi yerine getireceğim. Yoklama talebinde bulunan milletvekili arkadaşlarımızı tespit ettim; yeterli sayıda sayın üye salonda hazır, üyelerin isimlerini okudum.

Elektronik cihazla yoklama yapacağım.

Yoklama için 5 dakika süre vereceğim. Adlarını okuttuğum sayın üyelerin, yoklama için elektronik cihaza girmemelerini rica ediyorum.

Yoklama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, toplantı yetersayısı vardır.

V.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

4.- Ankara Milletvekilleri Salih Kapusuz ile Reha Denemeç'in, Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (2/426) (S. Sayısı: 877) (Devam)

BAŞKAN - Madde 9'a ekli geçici madde 5'i oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Geçici madde 6'yı okutuyorum:

GEÇİCİ MADDE 6.- Bu Kanunun öngördüğü yönetmelikler çıkarılıncaya kadar mevcut yönetmelik ve esasların bu Kanuna aykırı olmayan hükümlerinin uygulanmasına devam olunur."

BAŞKAN - Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsı adına Muğla Milletvekili Gürol Ergin, şahsı adına Elazığ Milletvekili Abdulbaki Türkoğlu...

Muğla Milletvekili Sayın Gürol Ergin; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA GÜROL ERGİN (Muğla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin 9 uncu maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve kendi adıma söz almış bulunuyorum; sözlerime başlarken, sizi ve Yüce Ulusumu saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Adalet ve Kalkınma Partisi Hükümeti, iktidara geldiğinden beri, ne yazık ki, Türkiye'de, bilim kurumlarını etkisi altına alma konusunda elinden gelen her türlü çabayı gösteriyor. Biliyorsunuz, uzun süre Yüksek Öğretim Kanunu, Yükseköğretim Kurulu ve üniversiteler gündemin baş sırasına oturtuldu. Yükseköğretim Kuruluna ve üniversitelere müdahale edebilmek ve iktidar güdümünde bir üniversite yaratabilmek için ciddi çabalar harcandı; ama, gerek Cumhuriyet Halk Partisinin haklı ve etkin muhalefeti ve gerekse üniversitelerimizin ve duyarlı bilim insanlarımızın etkin ve yoğun çabaları sonucu iktidar bu olumsuz girişiminde başarılı olamadı. İktidar şimdi aynı haksız çabayı TÜBİTAK için gösteriyor. TÜBİTAK olayında da Adalet ve Kalkınma Partili iki milletvekilinin getirdiği teklifte hiçbir haklı gerekçe yoktur, hiçbir hukuksal haklılık yoktur. Getirilen düzenlemenin gerekçede belirtilenleri yerine getirmeyle hiçbir bağlantısı yoktur. Gerekçe, TÜBİTAK'ın bugüne kadar yaptığı çalışmalarla beklenen gelişmeleri sağlayamadığı temeline oturmaktadır. Eğer bu gerekçe nedeniyle TÜBİTAK yönetimi değiştirilecekse aynı gerekçeyle bugünkü hükümetin çoktan değişmesi gerekirdi. Çünkü, hükümet, halkın hiçbir beklentisini karşılayamamış, halkı, üç yıl öncekinden daha da perişan etmiştir.

Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu, Başbakanlığa bağlı, yönetsel ve malî özerkliğe ve tüzelkişiliğe sahip ve müspet bilimlerde araştırma ve geliştirme etkinliklerini ülke kalkınmasındaki önceliklere göre geliştirmek, özendirmek, düzenlemek, eşgüdüm sağlamak, bilimsel ve teknik bilgilere erişmek ve erişilmesini olanaklı kılmak amacıyla, 278 sayılı Kanunla kurulmuştu. Kurum, özerkliğe sahipti; Bilim Kurulu, Başkanlık, araştırma grupları, araştırma merkezleri, enstitüler ve benzeri birimlerden oluşturulmuştu. Biliyorsunuz, iktidarın kurum üzerinde etkinlik kurma anlayışına dayalı çabaları, ilk olarak Kurumun süresi dolan Başkanının ve Bilim Kurulu üyelerinin yeniden seçilmesi ve atanması sürecinde ortaya konulmuş, iktidar, bu çabalarıyla, TÜBİTAK'ta defacto bir durum yaratmıştır. Bu konuda yaşanan olayları özetlemek isterim.

278 sayılı Kanunun 498 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle değişik 5 inci maddesinin ikinci fıkrasına göre, Kurum Başkanının, söz konusu fıkrada dile getirilen nitelikleri taşıyanlar arasından Bilim Kurulunca seçilmesi ve Başbakanın önerisi üzerine Cumhurbaşkanınca atanması gerekmektedir. Kurum Başkanlığı görevini sürdürmekte olan Prof. Dr. Namık Kemal Pak'ın görev süresi 30 Mayıs 2003 tarihinde dolacağından ötürü, Bilim Kurulu, 1 Şubat 2003 tarihli toplantısında, Sayın Pak'ı oybirliğiyle -dikkat ediniz, oybirliğiyle- yeniden Başkanlığa seçmiş ve bu kararı 6 Mayıs 2003 tarihinde Başbakanlığa bildirmiştir; ancak, Başbakan, bu bildirimden sonra, atama için Cumhurbaşkanına herhangi bir öneride bulunmamıştır. Başlamış olan bir idarî sürecin, hukuken geçerli bir neden olmadan durdurulması mümkün ve hukukî değilken, başlamış olan bu süreç, Başbakanın Cumhurbaşkanına öneride bulunmaması nedeniyle durdurulmuştur. TÜBİTAK'ı istediği şekle sokma amacını, bu hukuksuz tutumuyla da tam gerçekleştiremediği anlayışında olan iktidar, TÜBİTAK'ı tam bir etkinlik alanı olarak oluşturma çabalarına, süresi biten Bilim Kurulu üyelerinin yerine seçilen yeni üyeleri atamayarak devam etmiştir.

Sayın Başbakan, 30 Ekim 2003 tarihli yazısıyla, Bilim Kurulunun seçildiği toplantının Başkan Yardımcısının başkanlığında yapıldığını, Başkan Yardımcısının kurul üyesi olmaması nedeniyle toplantıya başkanlık edemeyeceğini, bu nedenle, toplantıda karar yetersayısı olmadığını, başkanlık ile Bilim Kurulu üyeliklerine seçimin Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulmuş olan yasa tasarısı yasalaştığında bu yasa hükümleri doğrultusunda yapılacağını bildirmiştir. Yani, henüz, Türkiye Büyük Millet Meclisinde yasalaşmayan bir yasaya dayandırmıştır.

Sayın Başbakanın sözünü ettiği yasa tasarısı ise 12 Kasım 2003 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edilmiş; ancak, Anayasaya ve hukukun genel ilkelerine aykırılığı nedeniyle Cumhurbaşkanı tarafından iade edilmiş, Anayasa Mahkemesi tarafından da Anayasaya aykırı bulunarak yürürlüğü durdurulmuştur.

Bir hukuk devletinde, hiç kimsenin, keyfî bir biçimde, başlamış bir idarî işlem sürecini durdurmaya hakkı yoktur, olmamalıdır. Sadece yargı organları, bir hukuka aykırılık olduğu zaman süreci kararlarıyla keserler; ama, burada, Başbakanlık, süreci sanki yargı organıymış gibi kesmiştir.

Sayın Başbakanın ortaya çıkardığı bu sorun, yasada seçime ilişkin yöntemin bir kerelik değiştirilmesi ve Başbakanın boşalan kurul üyeleri için bu üyeleri doğrudan seçme ve göreve atama, başkan için ise Cumhurbaşkanına isim önerme yetkisiyle donatılması suretiyle çözülmeye çalışılmıştır.

Burada bir kamu yararı söz konusu değildir. Burada, yalnızca, iktidarın kafasındaki siyasî yarar gözetilmiştir. Hiç kimsenin, Türkiye Cumhuriyetinde devlet erkini, kendisinin ya da mensubu olduğu siyasî yapının siyasal, öznel çıkarları için kullanmaya hakkı yoktur.

Şimdi, bugünkü duruma gelelim. Getirilen düzenleme, Kurumun özerkliğini ortadan kaldıracak son derece tehlikeli bir düzenlemedir. Oysaki, bilim kurullarının özerkliğinin korunması, özenle dikkat edilmesi gereken, öncelikle gerçekleştirilmesi gereken bir husustur.

Bütün bu getirilen düzenlemeler, Adalet ve Kalkınma Partisi İktidarının hukuk devleti ilkesini gözardı etmeye ne kadar hevesli olduğunu, bu ilkeyi gerçekleştirme konusunda ne kadar özensiz bulunduğunu, kadrolaşma konusunda ne kadar hevesli olduğunu gözler önüne sermektedir. Bu özensizliğin TÜBİTAK gibi çok önemli bir bilim kurumuyla ilgili bir düzenleme yapılırken gösterilmesi, ayrıca üzülmemiz gereken bir husustur.

Getirilen düzenlemeyle, gözümüz gibi sakınmamız gereken bu kurum, bugün tamamen siyasallaştırılmakta, tamamen bilimsellik dışına çıkarılmaktadır. Siyasallaştırılmaktadır; çünkü, Bilim Kurulunun 14 üyesinin 7'sini Başbakan doğrudan atamaktadır. Bilimsellik dışına çıkarılmaktadır; çünkü, Bilim Kurulu için Yükseköğretim Kuruluna yalnızca 1 üye önerme hakkı tanınırken Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğine 2 üye önerme hakkı tanınmaktadır. Ayrıca, örneğin, bir Türkiye Mimarlar ve Mühendisler Odası Birliğine, bünyesinde 300 000'in üzerinde mühendis ve yüksek mühendis üye bulunduran bir kuruluşa hiçbir üye önerme hakkı tanınmamaktadır. Ayrıca, YÖK Genel Kurulu, yasanın yayımlanmasını izleyen 15 gün içinde aday belirleyemezse, YÖK'e ayrılan 1 üyelik kontenjan da, yine, Başbakan tarafından kullandırılmaktadır.

Bakınız, getirilen yasa teklifinin madde gerekçeleri kısmında, Bilim Kurulunun oluşumuna ilişkin 4 üncü maddenin gerekçesinde ne söyleniyor: "278 sayılı Kanunun 4 üncü maddesine göre, Bilim Kurulunun boşalan üyeliklerinin seçimi yine Bilim Kurulu tarafından yapılmaktadır. Ancak, bu yöntem zaman içinde kapalı bir döngüye yol açmakta, Bilim Kurulu ve Kurumun etkinliklerinin dar bir çevre içinde kalmasına neden olabilmektedir."

Değerli arkadaşlarım, Bilim Kuruluna yeni üye seçimini bilime uygun bulmayarak reddeden, Bilim Kuruluna bırakmayan zihniyet, bu yetkiyi Başbakana veriyor; böylece de bilimselliği sağlamış oluyor. Bravo doğrusu!

Sayın Bakan, bugüne kadar yaşanan gelişmeyi yeterli görmediklerini, bilimde çok daha ileri gelişmeler için bu yasa değişikliğini yapmak istediklerini söylüyor. Ne kadar boş bir hayal, ne kadar gerçekçilikten uzak bir yaklaşım! TÜBİTAK Bilim Kurulunun Başbakan tarafından atanmasıyla, birdenbire bir sihirli değnek ortaya çıkacak ve Türkiye'ye bilimde çağlar atlatacak! Bilime bilimdışı yaklaşım ancak bu kadar olabilirdi!

Bu yasa teklifi, Kurumun özerkliğine son veren, Başbakana bağlı bir kurum yaratan tekliftir. Bu yasa teklifi, bilimsel bir kuruluşu siyasallaştıran bir tekliftir. Bu yasa teklifi, TÜBİTAK'ı bitiren, bilime sırtını dönen, bilimi katleden bir yasa teklifidir.

Sayın Bakan "bırakın da, Başbakanın seçme hakkı olsun; kurulun tamamı, şu anda, tamamen Başbakan tarafından atanıyor; üstelik, yasa değişikliğine göre, atanacakların 3'ü de TÜBA'dan olacak" diyor ve TÜBA'yı bize anlatıyor. Evet, Bilim Kurulu üyelerinin tamamı, var olan yasaya göre, Başbakan tarafından atanıyor; ama, bir farkla, Bilim Kurulunun önerdiği isimler arasından atanıyor, yoksa, Başbakanın kendi ölçülerine göre yaptığı seçime göre değil. Ayrıca, var olan yasaya göre, atanan 12 üyenin 4'ü TÜBA üyeleri arasından seçilirken, teklife göre, Bilim Kurulu üyesi sayısı 14'e çıkarılırken, TÜBA üyesi sayısı ise 3'e indiriliyor. Bugünkü Sayın Başbakanın devletin en yüksek bürokratı olarak atadığı profesör unvanlı kişinin kamuoyuna yansıyan tutumları ve iki üniversitenin yetkili kurullarının bu kişinin aşırma suçunu işlediği şeklindeki araştırma sonuçlarını düşündüğüm zaman, TÜBİTAK'ın geleceğine ilişkin kaygılarım eleme dönüşüyor.

Yasa teklifinin genel gerekçesinde şu ifadeler yer alıyor: "Günümüzde, bilimsel ve teknolojik etkinliklerin sonuçlarının ticarî değere dönüşmesi, bilimin refaha katkı sağlamasındaki olmazsa olmaz koşullardan biridir. Geçmişten beri, icat ve keşifler, onları gerçekleştiren mucit ve kâşiflerin isminden çok daha fazla oranda, onları insanlığın kullanımına ilk sunan ticarî markalarla isimlendirilmektedir." Bu tasarının birinci gerçek gerekçesi bilimde siyasal kadrolaşmayı sağlamak ise, ikinci gerçek gerekçesi de, bu iki tümcede belirginleşmektedir.

Özetle söylemem gerekirse, gerekçe, yasa teklifini hazırlayanların konuya bilim adamı gözüyle değil, siyasetçi ve tüccar gözüyle baktıklarını ortaya koyuyor; ticarete ve tacire, bilime ve bilim adamına verilenden daha fazla değer verildiğini belgeliyor. O zaman, bu yasaya yakışan isim "Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu" değil "Türkiye Ticarî ve Teknolojik Araştırma Derneği" olmalıdır! Böylece, ticaretten iyi anladığını hepimizin çok iyi bildiği Sayın Başbakan, yapacağı atamalarda hem daha rahat davranır hem daha uygun isimleri atar. Dahası, geçmişte İstanbul Belediyesinde birlikte çalışıp da, henüz bir yerlere yerleştiremediği isimlere, o arkadaşlarına da bir yer bulmuş olur.

Değerli arkadaşlarım, aslında, polemik tarzı konuşmanın hoş olmadığını biliyorum; ama, burada, iki arkadaşım, çok ciddî polemiğe yer açacak konuşmalar yaptılar. İzin verirseniz, çok kısa o konulara değinmek istiyorum.

Otuzaltı yıllık bilimsel yaşamımda hiç karşılaşmadığım bir bilimsel tanımı Sayın Şahin Hanımefendi buradan ifade etti; dedi ki: "Bilim ve teknik, müspet ilimdir." Bundan daha güzel bir bilim tarifini, herhalde bugüne kadar insanlık tarihinde hiç kimse bulup çıkaramamıştı! Sonra, buraya gelen bütün sözcüler, bizim, konuyu iki hususa indirgediğimiz üzerinde durdular. Bunlardan biri TÜBİTAK'ı siyasallaştırmak, diğeri de TÜBİTAK'ta kadrolaşmak. Vicdanı olan hepinize soruyorum: Bu yasa teklifinin başka bir amacı ve anlamı var mı?! Getirilen değişiklik maddelerine bakın, bunun dışında bir anlam ifade etmekte mi?!

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Ergin, 1 dakika eksüre veriyorum, konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurunuz.

GÜROL ERGİN (Devamla) - 5 dakika mı dediniz efendim?

BAŞKAN - 15 dakika vermiştim, siz çok heyecanlı konuştuğunuz için farkında olmadınız.

Buyurun.

GÜROL ERGİN (Devamla) - Efendim, hiç kimseye şimdiye kadar 1 dakika değil, en az 2 dakika süre verdiniz.

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Ben hariç!

GÜROL ERGİN (Devamla) - Şimdi, Sayın Şahin Hanımefendi burada dedi ki: "Köylü Mehmet efendinin refah düzeyini düşünerek biz bu konulara giriyoruz." Güneydoğudan yeni geldim. Gitsin köylü Mehmet efendinin karşısına -memleketi Gaziantep sanıyorum- bakalım, köylü Mehmet efendi, ona, önüne baktıracak bir şeyler mi söyleyecek, yoksa yüzünü ağartan ifadelerle mi karşı karşıya gelecek. Daha bugün, gündemdışı bir konuşmada, AKP'li bir milletvekilimizin, İktidar Partisine mensup olduğu nedeniyle son derece yumuşak ifadelerle ifade ettiği bu süt üreticilerinin durumu için ne getiriyorsunuz, onu söyleyin, onu söyleyin.

MEHMET ÇERÇİ (Manisa) - Yeri geldiğinde söyleriz.

GÜROL ERGİN (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, yine de ve her şeye karşın, bilimden söz ettiğiniz için size teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Ergin.

Madde üzerinde, şahsı adına, Elazığ Milletvekili Abdulbaki Türkoğlu; buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

ABDULBAKİ TÜRKOĞLU (Elazığ) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan TÜBİTAK yasa teklifinin 9 uncu maddesinin 6 ncı geçici maddesi üzerinde söz almış bulunmaktayım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Gerçekten, şimdi bu sözleri inanarak mı arkadaşlarımız söylüyorlar, yoksa...

HASAN FEHMİ KİNAY (Kütahya) - Muhalefet olsun diye...

ABDULBAKİ TÜRKOĞLU (Devamla) - ... siyaset yapalım, muhalefet olsun diye mi söylüyorlar. Ben, burada, buna inanmakta zorluk çekiyorum.

Şimdi, elan mevcut olan TÜBİTAK Yasasının 4 üncü maddesinde der ki: "Bilim Kurulunun oniki üyesinden sekizi müspet bilimler alanında eser, araştırma ve buluşlarıyla tanınmış kişiler arasından, diğer dördü özel veya kamu kesiminden üstün nitelikli hizmetleriyle tanınmış kişiler arasından seçilir. İlk gruptaki sekiz üyenin en az yarısının Türkiye Bilimler Akademisi aslî üyesi olması zorunludur."

Şimdi, bizim getirdiğimizde, Başbakanın atayacağı, üniversitede çalışmalarıyla temayüz etmiş -yine, müspet bilimler alanında- 3 kişi, TÜBA'dan (Türkiye Bilimler Akademisinden) 3 kişi ve yine, kendi mesleğinde başarı kazanmış, lisansüstü eğitimini almış 1 kişi, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğinin seçeceği 2 kişi ve yine, Yükseköğretim Kurulunun Bilim Kuruluna vereceği 1 kişi.

Burada, eğer biz siyasî bir amaç gütmüş olsaydık, eğer biz Bilim Kurulunu kendi doğrultumuzda teşekkül ettirme zihniyetini taşımış olsaydık, yapacağımız şey neydi biliyor musunuz; bizim felsefemize, bizim düşüncemize yakın bilimsel kurulmuş vakıflar vardır; bu vakıf üyelerinden eleman seçerdik, gidip de Türkiye Bilimler Akademisinden eleman seçmezdik. Yine, üniversitelerden eserlerine atıfta bulunulmuş, çok sayıda çalışması olan, Science Citation İndex'e giren çalışmaları bulunan insanlardan, akademisyenlerden eleman seçmezdik. Bununla güttüğümüz amaç, gerçekten Türkiye'de içler acısı olan durumu bir nebze düzeltmektir.

Siz yurt dışına gidiyorsunuz, bizler de bulunuyoruz. Biz, geçenlerde bir ülkeye gittik. Bize teknoparklarını gezdirdiler, araştırma enstitülerine gittik. Bir araştırma enstitüsünde 7 000 tane lisansüstü; yani, yüksek lisans ve doktora yapmış eleman vardı. O araştırma enstitüsünün son buluşlarını, henüz dünyaya ilan edilmemiş buluşlarını bize gösterdiler; sonuçlandırılmış olan projelerdi bunlar. Özellikle araç takip sistemi ve bir de, bir kitapçığın bir sayfaya sıkıştırılmış halini gösterdiler. Bunlar henüz yayımlanmamış olan eserler.

Biz de diyoruz ki -ülkemizde, tahmin ediyorum, TÜBİTAK'a bağlı 3 tane araştırma enstitüsü vardır- bu araştırma enstitülerimizin de, dünyada, gerçekten söz sahibi olabilecek enstitü konumuna gelmeleri...

Biz, bir yıl içerisinde oluşturduğumuz yeni yönetimle -ben, elbette, hizmeti geçmiş olanlara teşekkür ediyorum; ama, bu, zihniyet farkıdır- sadece 2004 yılı içerisinde -2003'le kıyaslayacak olursak temel araştırma projeleri- proje sayısı; 2003 yılında 72 projeye destek verilmiş, 2004 yılı içerisinde 117 projeye destek verilmiş; yani, 2 katına çıkmış. 2005 ödeneği öncesi bu. Üniversitelere akademik destek olarak, 2002 yılı içerisinde 4 500 000 milyon dolar, 2003 yılı içerisinde 5 000 000 dolar, 2004 yılı içerisinde 8 000 000 dolar -dikkat edin- 2005 yılının mayıs ayına kadar 60 000 000 dolar. Biz, bununla, TÜBİTAK'ı siyasallaştırmak mı istiyoruz...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Türkoğlu, lütfen konuşmanızı tamamlar mısınız.

Buyurun.

ABDULKADİR TÜRKOĞLU (Devamla) - ... biz, kendi doğrultumuzda yeni bir yapılandırmaya mı gidiyoruz; yoksa, gerçek fonksiyonunu, işlevini yerine getirsin diye mi uğraş veriyoruz?!

Verilen destek... Özellikle, 800 hakemli araştırma gruplarının gözetimi altında bu destekler veriliyor.

Dün, bir arkadaşımız "kendi siyasî amaçları doğrultusunda bu paraları kullanacaklar" demişlerdi. TÜBİTAK bütçesinin, 2002 ile 2005 yılı rakamlarını dün de söylemiştik, çarpıcı olması bakımından bugün de söylüyorum; 90 000 000 dolardan 448 000 000 dolara çıkardık. Ben bunu takdirlerinize sunuyorum.

Saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Türkoğlu.

Madde üzerinde 10 dakika süreyle soru-cevap işlemi gerçekleştireceğiz.

Sayın Kepenek, buyurun.

YAKUP KEPENEK (Ankara) - Sayın Başkanım, çok teşekkür ederim.

Soruma geçmeden, Sayın Çerçi'nin bir yanılgısını düzeltmek isterim. Kişisel konuşmasında "Türkiye, dünya bilimsel sıralamasında sondan 3 üncü" dedi. Hayır -bu düzeltilmedi maalesef- Türkiye, dünya bilimsel sıralamasında 30'lu sıralardadır ve 90'lı yıllardaki büyük çalışmalar sonucu, Türkiye'nin dünya bilimindeki yeri yükselmiştir. Sayın Çerçi'nin bunu düzeltmesini özellikle isterdim.

Bu düzeltmeden sonra, Sayın Başkanım, iki sorum var: Bir, dünyanın hangi ülkesinde, böyle bir kurumun bilim kurulu bir tek kişi tarafından saptanmakta ve atanmaktadır diye sordum; üçüncü kez soruyorum.

Sonra, ikinci bir soru: TÜBİTAK, ar-ge desteğinin ne kadarını ticarî işlerde kullanacaktır, ticarî amaçla kullanacaktır, ne kadarını araştırma için kullanacaktır?

Son nokta, Sayın Başkanım, izninizle: Sorularımıza yanıt verilmiyor; yazılı yanıt verilecek midir? Hepsi bu.

Teşekkür ederim efendim.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kepenek.

Sayın Türkoğlu...

ABDULBAKİ TÜRKOĞLU (Elazığ) - Sayın Başkan, teşekkürler.

Bilim ve Teknoloji Politikaları Uygulama Planı (BTPUP) gereğince, ulusal önceliklerimiz nelerdir?

Amaç ve hedefler konusunda uyumlu hareket edilmekte midir?

Yürütülen faaliyetlerin, kamu, özel sektör ve üniversite bağlantıları konusunda neler planlamaktayız?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Türkoğlu.

Sayın Gazalcı, buyurun.

MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Bana, sataşmayla ilgili söz vermeyeceksiniz herhalde, değil mi Sayın Başkanım; vermiyor musunuz? Ben, ona göre sorumu yönelteceğim.

BAŞKAN - Hayır... Tutanakları inceledim, sataşmayla ilgili bir husus yok; o konuda size söz vermeyeceğim.

Sorunuzu sorun, buyurun.

MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Peki, o zaman, ben, birinci soru olarak -arkadaşım dedi ki, akademisyenlerin Türkiye'nin geri kalmasındaki rolünü biliyor musunuz- Sayın Bakana sorayım aracılığınızla. Türkiye'nin geri kalmışlığında siyasîlerin mi, şimdiye değin, Türkiye'yi özellikle 1950'den bu yana yönetenlerin mi, yoksa bilim adamlarının mı etkisi olmuştur? Birinci sorum bu.

Dünyanın neresinde, bizimkine benzer, hükümetlerin, başbakanların belirlediği özerk bir bilim kuruluşu vardır? Biraz Sayın Kepenek'in sorusuna benzer; ama, ben altını çizmiş olayım.

Üçüncü ve son soru: Sayın Bakanım, siz, hükümet olarak, üniversitelerin araştırma fonlarına bir el koydunuz geçen yıl, benim anımsadığım kadarıyla. Onları muhtaç duruma getirdiniz; araştırma görevlisi alamaz, araştırma fonlarını kullanamaz duruma getirdiniz. Sonra da TÜBİTAK'a, döndünüz, para yatırdınız. "Bak, oraya büyük para verdim" dediniz. Sanki, bana, böyle, içime bir kurt düşüyor; çünkü, TÜBİTAK zaten üniversitelerle bir işbirliği yapıyor. Üniversitenin özerkliğini de bu TÜBİTAK aracılığıyla denetleme niyetiniz mi var diye düşünüyorum; çünkü, gerçekten, güven duygumuzu kaybettik, yapılanlara bakınca.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Gazalcı.

Sayın Işık...

AHMET IŞIK (Konya) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum; vasıtanızla Sayın Bakanımıza şu soruyu yöneltmek istiyorum: Kanunun yürürlüğe girdiği yılların koşulları içerisinde Kurumun iki temel görevi sıralanırken, araştırma ve geliştirme yapmaya ilk sırada yer verilmiş; bu faaliyetleri desteklemek, fonlamak görevi ise ikinci sırada yer almıştır. Günümüzde ise, bilimsel ve teknolojik araştırma ve geliştirme faaliyetlerinin özellikle sanayide, üniversitelerde ve diğer özel kamu kurum ve kuruluşlarının bünyesinde yapılması, bilginin kullanım alanlarına aktarılmasını hızlandırmakta ve etkinleştirmektedir. Getirilen değişiklikle, destekleme, fonlama fonksiyonunun ilk sıraya alınması ise dikkat çekicidir. Bu konuyla ilgili yorumunuzu almak istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Sayın Coşkunoğlu'nun bir sorusu var, onu da alalım isterseniz Sayın Bakanım.

Buyurun Sayın Coşkunoğlu.

OSMAN COŞKUNOĞLU (Uşak) - Teşekkür ederim Sayın Başkan. Kısa üç sorum vardı; bir tanesini sorayım aracılığınızla Sayın Bakana.

Öyle anlaşılıyor ki, siyasî iradeden uzak kalmış bir TÜBİTAK istenmiyor. Yani, anlaşılıyor değil, bu net bir şekilde ifade edildi; siyasî iradeden uzak, soyutlanmış, içine kapanmış bir TÜBİTAK... Bunu sağlamanın tek veya en iyi yolu; yani, TÜBİTAK'ın siyasî iradeden uzak kalmamasını sağlamanın tek veya en iyi yolu, Başbakana Bilim Kurulu atamalarında daha fazla yetki vermek midir?

İkinci soru, izninizle, çok kısa: Hangi bilim ve teknoloji politikasını uygulayamadınız siz daha önce de, bu ihtiyacı hissettiniz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Coşkunoğlu.

Sayın Bakanım, buyurun.

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Sayın Başkanım, teşekkür ederim.

Önce, geçtiğimiz maddelerle ilgili cevaplandırmam gereken bir soru var. "Yayın politikanız değişecek mi" denmişti ve basılan kitaplar hakkında bilgi istenmişti.

Önce, 2003 yılında yeni olarak 10 kitap basılmışken TÜBİTAK tarafından, 2004 yılında 19 çeşit kitabın basıldığını görüyoruz. Şimdi, yayın politikanız değişecek mi sorusunun cevabını oluşturmak üzere vereceğim rakam, sanıyorum, ilgi çekecektir. 2003 yılında eskiden yayımlanmış 67 kitap yeniden yayıma girmişken, 2004 yılında bu rakam 86'ya çıkmıştır -yani, yayın politikasının devamını gösteren bir örnektir diye bunu ifade ediyorum- ve toplam 2003 yılında 505 500 adet kitap basılmışken, 2004 yılında 982 500 adet kitap basılmıştır. 2005 yılının ilk dört ayında 37 çeşit yeni kitap basılmıştır ve baskı adedi de 300 000 civarındadır.

Evet, şimdi, Sayın Kepenek "dünyanın neresinde bir bilim kurulu heyeti bir tek kişi tarafından seçilmektedir" diye bir soru yönelttiler. Dün, dünyanın değişik ülkelerindeki buna benzer bilim heyetlerinin o ülkelerin ya devlet başkanları veya başbakanları tarafından atandığını ifade etmiştim. Aslında, Türkiye'de de şu anda Bilim Kurulu üyelerinin tamamı, biliyorsunuz, Başbakan tarafından atanmaktadır. Yani, dünyanın neresinde derken, aslında Türkiye bunun bir örneğidir. 1993 yılından beri de bu böyledir. Şimdi, biz bunu değiştiriyoruz.

FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Daha kötü hale getiriyorsunuz.

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Yani, Başbakan 15'in 7'sini atıyor. O nedenle, burada yadırganacak bir şey olmadığını düşünüyorum.

"Cevaplandırılmayan sorular var; bunlar yazılı olarak cevaplandırılacak mı" dendi. Tabiî ki, cevaplandırılmayan soruları yazılı olarak da cevaplandırmaya çalışacağım.

"TÜBİTAK'a ar-ge için ayrılan paraların ne kadarı ticarî amaçlı, ne kadarı üniversite ve sanayi araştırmaları için kullanılacak" dendi; daha doğrusu "ticarî amaçlı kullanılacak mı" diye bir soru soruldu. Bu fonlar ticarî amaçlı olarak kullanılmayacak Sayın Kepenek, sadece üniversite ve sanayi araştırmalarını destekletmek için kullanılacak. Sorunuza bu şekilde cevap vermiş oldum.

"Türkiye'nin geri kalmasının müsebbibi siyasîler mi, yoksa bilim adamları mıdır" diye bir soru yöneltti Sayın Gazalcı. Evet, Türkiye, izafî olarak, kalkınma hamlesinde gerçekten başarılı olmuş ülkelerin gerisindedir. Bunun sorumlusunu aramanın bize bir faydası olacağı kanaatinde değilim. Eğer, Türkiye kalkınma yarışında gerilerdeyse, bunun sorumlusu hepimiziz; hepimize sorumluluklar düşüyor. Demek ki, hepimiz sorumluluklarımızın gereğini yerine getirseydik, Türkiye daha ileri noktalarda olurdu diye düşünüyorum.

Sayın Başkanım, böylece sorulara cevap vermeye çalıştım; diğer sorulara yazılı olarak cevap vereceğim.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakanım.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, geçici madde 6 üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Madde 9'a ekli geçici madde 6'yı oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Saygıdeğer milletvekilleri, madde 9'u ekli geçici madde 4, ekli geçici madde 5 ve ekli geçici madde 6'yla birlikte oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

10 uncu maddeyi okutuyorum:

MADDE 10.- 278 sayılı Kanuna 10.12.2003 tarihli ve 5016 sayılı Kanunla eklenen geçici 3 üncü madde yürürlükten kaldırılmıştır.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Uşak Milletvekili Osman Coşkunoğlu; şahısları adına, Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya, Kütahya Milletvekili Soner Aksoy ve Uşak Milletvekili Osman Coşkunoğlu'nun söz talepleri vardır.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Uşak Milletvekili Sayın Osman Coşkunoğlu; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

Şahısları adına söz talepleri olduğu için sürenizi birleştiremedim; çünkü, konuşmak isteyebilir diğer arkadaşlar. Onun için, eğer konuşmazlarsa, tekrar size konuşma hakkı vereceğim.

Şimdi 10 dakika süreniz.

Buyurun.

CHP GRUBU ADINA OSMAN COŞKUNOĞLU (Uşak) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, TÜBİTAK Yasasının 10 uncu maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini belirtmek için söz aldım.

TÜBİTAK Yasasını tartıştığımız şu toplantıları iki bakımdan büyük üzüntüyle izledim. Birincisi, bir yasayı veya yönetimde yeniden bir yapılanmayı getirmek için, zaten birtakım mahkemelerde belli bir rahatsızlık, büyük ölçüde bir rahatsızlık vermiş olduğumuz geçmiş yönetimleri ve bilim adamlarını âdeta bu yasanın gerekçesi olarak suçlama gereği buralarda duyuldu. Bu, çok yazıktır. Geçmişte bu kadar hizmet vermiş bilim insanlarına burada yapılmış olan eleştirileri esefle ve üzüntüyle izledim. Aynı şekilde, yeni yasanın veya yeni uygulamaların getirdiği, TÜBİTAK'ın şimdiki yönetiminin de bazı töhmetler altında kalmış olmalarını da üzülerek izledim. Kişileri, bilim adamını, kadınını, bilim insanını töhmet altında bırakan bir tartışma ortamı içerisinde TÜBİTAK Yasası tartışılmamalıydı. Bu, birinci üzüntüm.

İkinci üzüntüm "TÜBİTAK Yasası" diye adlandırdığımız bu yasanın "Türkiye Bilimsel ve Teknik" veya şimdi de "Teknolojik" denilen kurumun, Türkiye'nin bilim ve teknoloji vizyonuna ne katacağı ve ne katabileceği şeklinde bir tartışma yürütülmüş olmasını isterdim. Onun yerine, her şey geldi dayandı, her şey geldi dayandı, yönetimde veya Bilim Kurulundaki atamalarda Başbakana verilecek yetkinin artırılmasına; Başbakana verilecek yetkinin artırılmasının ortaya çıkarabileceği sonuçları tartışıyoruz. Bir yandan bunun çok iyi olacağı söyleniyor; ama, bir neden-sonuç ilişkisi içerisinde açıklanmıyor ve ondan sonra da, bizim, bazı evhamlara kapılmamız ve niyet okumamız eleştiriliyor; bu da yanlış oluyor.

Şimdi, ben, bunun üzerinde edilmiş olan lafların hepsini tutanaklardan inceledim, onların üzerinde duracağım zaman elverdiği ölçüde.

"Başlangıç noktası şudur bu yasanın getirmek istediği: Kapalı bir sistem vardı, kendi içinde kapalı bir sistem ve bu kapalı sistemi açmak lazımdı. Bu argüman, kabul edilebilir bir argüman. TÜBİTAK'ın var olan yapısı ve içindeki Bilim Kurulu seçim sisteminde bir değişiklik olması gerektiği genellikle kabul edilebilir bir şey; fakat -bunu söyledikten sonra, bunu, siyasî iradeden de uzak kaldığı iddiasıyla- siyasî iradeden uzak kalıyor TÜBİTAK kapalı sistem içerisinde; siyasî iradeye açmak lazım." Aynı bu laflar edilmiştir, bunlar benim yorumum değil. Siyasî iradeden uzak kaldığı için, kendi içinde çok güzel kararlar alıyor; ama, kararlarının ve ürünlerinin günlük hayata geçirilmesi çok zor oluyor; bunlar, edilmiş laflardır, söylenmiş laflardır; sorumlu, yasa teklifinden sorumlu kişilerin. İnsanlar için faydalı bir hale dönüşmüyor; yani, bu yönetimle bunlar olmuyor. Patent alınamıyor, ayağı yere basmıyor; bütün bunlar söylenildi; çünkü, bir bağ yok siyasî iradeyle arasında, siyasî iradeden uzak. Bütün argümanlar bu. Peki bunu nasıl çözüyoruz; Başbakanın yetkisini artırarak. Yani, bir sözcünüz geldi "Parlamentonun söz hakkı olmasın mı" dedi. Parlamentoyu Başbakan mı temsil ediyor?! Bunu, bu kadar kendinize, içinize sindirebildiniz mi? Başbakanın yetkisini artırarak Parlamentonun katkısını, hatta hatta hükümetin katkısını artırmış bile sayılmamak gerekir. Bunu, içinize, yani, AKP milletvekilleri olarak, Başbakanın yetkisini artırarak Parlamentonun katkısını ve siyasî iradeyi artırdığınızı iddia etmeyi içinize sindirmiş olmanızı yadırgıyorum. Şimdi, birincisi bu. Bu, çok alakasız.

İkincisi, gelelim TÜBİTAK'ın bazı ürünlerine, şimdi burada zamanım yok, bir tanesinden söz edeceğim. Pardus diye bir işletim sistemi vardır; hani, bilgisayarlarınızda Microsoft'un işletim sistemi vardır ya Windows, işte ona eşdeğer Pardus denilen bir sistem vardır; bu, TÜBİTAK'ın para harcayarak, devlet parası harcayarak geliştirdiği bir sistemdir. Ben, şimdi, soru önergelerimle bunu hükümete sordum, Sayın Bakana da soruyorum; bu Pardus denilen TÜBİTAK'ın ürününün piyasada, piyasayı bırakalım, devlet kuruluşlarında kullanılmamasının ve dünyaca tekel olduğu için hakkında çeşitli soruşturmalar açılmış olan Microsoft'un, Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletlerinde mahkemelerde olan Microsoft'un, Pardus yerine tercih edilmesinin gerekçesini sordum. Burada ben Microsoft'un aleyhine konuşmuyorum, tercih edilmesin diyorum; bari, rakip olarak TÜBİTAK'ın geliştirildiği, devletin parasıyla geliştirdiği bir ürününün, tekel olarak Batı dünyasında bile eleştirilen başka bir ürünle eşit düzeyde rekabet edebilmesi sağlanabilmeliydi diyorum. Bunu yapmayan hükümet, işte öğretmenlere dağıttığı bilgisayarda, işte ulusal yargı projesinde, e-devlette şurada burada bunu yapmıyor hükümet, ondan sonra, TÜBİTAK'ın geliştirdiği ürünlerin piyasa bulamamasından, hayata geçememesinden yakınıyor; bu samimî olmuyor. Şimdi, samimî olmayınca, bunların arkasında başka nedenler aramak zorunda kalıyoruz.

Gelelim diğer bir iddiaya: İhraç ettiğimiz ürünün üstüne katmadeğer koyalım, şimdiye kadar koyamadık. Neden; TÜBİTAK çalışmamış da ondan... Arkadaşlar, yapmayın, rica ediyorum... Birsürü teşvik yasaları çıkarıyoruz ha bire. Ne yapıyoruz; ucuz arazi, ucuz şu ucuz bu veriyoruz. İşte, bir Cumhurbaşkanı daha önce de "gelsinler yatırım yapsınlar, arka bahçemi vereyim" demişti; Cumhurbaşkanlığı Köşkünde oturuyor, bahçeyi bayağı benimsemişti herhalde. Yani, ucuz arazi, ucuz bir şeyler vererek girdilerin ucuz olması, düşük fiyatla olması elbette arzu edilir; ama, bu şekilde teşvik edilirse, ondan sonra siz istediğiniz kadar bilim ve teknoloji arz edin, sunun, talep olmayınca sanayide, arzu edilen düzeyde talep olmayınca, hâlâ ucuz işgücüne dayanan bir rekabet gücü anlayışı olunca, o talep olmayınca, ar-ge talebi olmayınca, TÜBİTAK ne yapsın, üniversiteler ne yapsın?! Bu da son derece ham bir eleştiri oluyor.

Somut olarak bir örnek vereyim ben size: Teknoloji üreten mühendislerle Amerika'nın ünlü Silikon Vadisinde karşılaştım ben, Türk mühendislerle Amerika'nın ünlü Silikon Vadisinde karşılaştım. Nereden gitmişlerdi biliyor musunuz; Teletaştan gitmişlerdi. Teletaş, özelleştirildiği sıra, yabancılara satıldığı zaman, Alcatele satıldığı zaman, Alcatel geldi, Teletaşın ar-gesini kapattı. Ondan sonra işte, Türkiye'de teknolojiyi üretecek olan mühendisler, gitti Amerika'da teknoloji üretiyor. Ondan sonra, bu hükümet, benzer politikaları, özelleştirme politikalarını, Türk Telekomu özelleştirme gibi politikaları savunan hükümet, teknoloji üretmemekten şikâyet ettiği için, Başbakanın TÜBİTAK Bilim Kurulundaki atama yetkisini yükselten bir yasa teklifiyle karşımıza çıkıyor.

Şimdi, burada, hangi mantıkla bunu savunabiliriz. Bir konuşmacı, AKP sıralarından bir konuşmacı "burada, biz bilim konuşuyoruz; muhakeme, mantık olması lazım" dedi. Hangi mantık bunu der; hangi politika bilim ve teknolojiyi teşvik ediyor?! Takdirle benim de ifade etmem gerekir ki, gerçekten, TÜBİTAK'a ayrılmış olan güzel bir kaynak vardır; bunu yadsımıyoruz, bunu inkâr etmiyoruz; ama, bunu yaptıktan sonra, yönetimi Başbakana bağlayarak -bağlayarak sözünü geri alıyorum; o da iddia edilebilir de, polemiğe girmemek için- Başbakanın yetkisini artırarak, siyasî iradeyi, Parlamentonun kararlarını...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Coşkunoğlu, konuşmanızı tamamlar mısınız.

Buyurun.

OSMAN COŞKUNOĞLU (Devamla) - Tamamlıyorum Sayın Başkan.

TÜBİTAK'a, siyasî iradenin, bilim ve teknoloji politikalarının uygulanabilme olanağını verdiğini iddia etmek, hiç ama hiç, mantığa da uymuyor, inandırıcı da olmuyor. Bunu ifade eder, sorumu tekrarlarım; hükümet, iktidara geldikten sonra, hangi bilim ve teknoloji politikasını uygulamak istedi de, o zamanki var olan TÜBİTAK yönetimi veya o zamanki TÜBİTAK yapılanması buna engel oldu?!

Hepinizi saygıyla selamlar, teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Coşkunoğlu.

Şahsı adına, Samsun Milletvekili Sayın Musa Uzunkaya; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika.

MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; TÜBİTAK Yasasının 10 uncu maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Tabiî, 10 uncu maddeye kadar, geçici maddeler dahil, muhalefet sözcüsü çok değerli arkadaşlarımız çok güzel şeyler söylediler; ama, yasa üzerindeki temel odak noktaları, Başbakanın yetkisi burada artıyor mu, azalıyor mu; bütün sorumluluğu Başbakana yüklüyoruz... Ki, Sayın Başbakan Yardımcımız izah ettiler; 1992'den beri uygulama, o günkü başbakan ve yardımcıları tarafından yapılan atama ve uygulamalar bu istikamette. Bugüne kadar, hiç ses çıkarılmadı, aynı uygulamayı, belki yetkileri ve sorumlulukları da artırılmak suretiyle, Başbakan tarafından... Aynı yasada yapılan ufak bir değişiklikle Sayın Başbakana verilirken... Coşkunoğlu'yla Plan ve Bütçe Komisyonunda beraberiz, çok değerli bir akademisyen hocamızdır, saygı duyuyorum her zaman kendisine; ama, merak ettim, yani, Başbakan, bu atayacağı kişileri, sokaktan bulduğu Ahmet, Mehmet efendiyi mi atayacak; yoksa, vasıfları belirlenen, TÜBİTAK'ta bu işe ehil insanları mı?

FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Bir de sokaktan getirseydiniz bari!.. Olacak şey mi?!.

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Yani, böyle bir şey olur mu?! O zaman, soruyorum, bugüne kadar, bu atamalar hangi kurallar içinde yapıldıysa, 59 uncu Cumhuriyet Hükümetinin Başbakanı da bunu böyle yapacak. Siz diyorsunuz ki "siyasetten tamamen arındıralım." Allahaşkına, sizin, siyasetten arındırmadan yürütülmesini istediğiniz tek bir yasa, tek bir bakanlıkla veyahut da değişik kurumla ilgili bir talebiniz var mı?! Bütün kurumlarda, Plan ve Bütçe Komisyonunda da, Genel Kurulda da hep böyle görüyoruz. "Siyasetten arındıralım..." Arkadaşlar, siyaset yapan insanların bu işi siyasetten arındırması... Bana söyleyebilir misiniz... Şu saflardan, şu sıralarda, geçenlerde, bir değerli arkadaşım, burada konuşurken, bana "sataştınız Sayın Uzunkaya, ben öyle genç politikacı değilim, doğduğumdan beri, öğretmenlik yaptığım günden beri siyaset yapıyorum" dedi. Yani, öğretmenken, ilkokul öğretmeniyken siyaset yapıyor bu insanlar da, üniversitedeki hocaların siyasetçi olmadığını, politikayla ilgilenmediğini mi söylüyorsunuz?! Birbirimizi niye yanıltıyoruz?! Siz, hangi saflardan geldiniz?! Tercihleriniz; kimisi AK Partiden geldi, kimisi Cumhuriyet Halk Partisi... Yani, TÜBİTAK'ta bir değerli arkadaşımız, orada olabilirdi. Yani, kişilerin siyasî kanaatleri vardır, olacaktır; ama, biz, hiçbir zaman... Yani, mesela, düşünün, AK Parti iktidarda, hiçbir zaman, Adalet ve Kalkınma Partisi olarak, Adalet Bakanlığına alacağımız 5 000 kişi için "biz bunları örgütten almayacaktık da, filan yerden mi alacaktık" diye kimseye söylemedik. Böyle bir şeyi de "adalet mülkün temelidir" denilen noktada yapmayı bu milletin adalet anlayışına indirilecek bir darbe olarak düşündük. Ama, bunu, siz, vaktiyle söyleyebildiniz. 5 000 kişi alındı ve "örgütten almayacaktık da nereden alacaktık" diye bu ifadeyi kullanan sizlersiniz.

Değerli arkadaşlar, bir başka...

HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU (Antalya) - Kim söyledi?

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Kimin söylediğini çok iyi biliyorsunuz. Hangi dönemde, hangi bakanınızın söylediğini iyi biliyorsunuz. Dillere destan bir olay.

BAŞKAN - Sayın Uzunkaya, lütfen, madde üzerinde konuşunuz.

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Ben polemiğe girmek istemiyorum.

FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Bahsettiğiniz kişi Cumhuriyet Halk Partili değildi. Lütfen...

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Cumhuriyet Halk Partisi idi...

FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Hayır, hayır...

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Yani, o günkü SHP idi; ama, bugün CHP oldunuz; yani, SHP'den CHP kararını siz aldınız, biz almadık. O arkadaşların bir kısmı bu sıralarda oturuyor.

FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Hiçbir zaman Cumhuriyet Halk Partisi olmamıştır; Partimize sataşmayın.

BAŞKAN - Sayın Uzunkaya, bir sataşmaya sebebiyet vermeden, lütfen, konuşmanızı tamamlar mısınız...

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Değerli arkadaşlar, siz, şu 10 maddenin tümünde sataştınız, AK Partiye sataştınız. Yani, şu ifadelerden niye rahatsız oluyorsunuz?

Kaldı ki, bakın, ben, sizin, bu konudaki samimî talebinize aynı duygularla katılırdım; nerede biliyor musunuz; bu üniversitelerimizin, yani, akademisyenlerimizin, hocalarımızın... Bakın, Türkiye'de, bu TÜBİTAK'a giden bilim adamlarımız üniversitelerden gidiyor. Dürüst, kendini yetiştirmiş, hakikaten, eleman yetiştiren insanlara saygı duyuyorum. Elbette, içinizde de bu değerde, kıratta çok vasıflı insanlar var; ama, geleceğin belki TÜBİTAK'ta veya Türkiye'deki değişik bilim olimpiyatlarında güçlü insanlar olacak öğrencilerin yolu kesilirken çeşitli bağnazlıklarla, açık olarak söylüyorum, çeşitli nedenlerle akademik yolları kesilirken, eğitim yapmada binbir yığın engelle karşılaşırken, birkısım yasaların arkasına sığınarak, birkısım kararların arkasına sığınarak "bunlar elhak doğrudur, yapılmaması gerekir" diyen, bu yaklaşım içerisinde olan bir partinin, kusura bakmayın, Cumhuriyet Halk Partisi... Yani, sizi dışarıdan dinleyenler, zannediyor ki, Cumhuriyet Halk Partisi bütün millete özgürlükleri vermiş, hakikaten, bilim bu kadar özgür olsun diyor, çok özgür yaklaşıyor... Arkadaşlar, bilimde bu kadar özgürseniz, gelin, eğitimin önündeki şu prangayı beraber kaldıralım ve önergeyi de siz verin, bunun onuru da sizin olsun.

HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU (Antalya) - Söyledik onu...

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Evet, bunun onuru sizin olsun. Şu bilimin önündeki...

BAŞKAN - Sayın Uzunkaya, lütfen...

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar, ben, yasayla ilgili konuşuyorum ve bir değerlendirmeyi yapmama da lütfen müsaade buyurun.

FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Her konuşmanızı CHP'yle ilgili olarak yapıyorsunuz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Uzunkaya, 1 dakika eksüre veriyorum; lütfen, konuşmanızı tamamlar mısınız.

Buyurun.

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Değerli arkadaşlar, bakınız, şunu çok açık olarak söylüyorum...

FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Konuşmanızda hep CHP'den bahsediyorsunuz.

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Bugün, tabiî, sizden niye bahsediyoruz; burada, bir İktidar Partisi, bir de Anamuhalefet Partisi var. Grup olarak siz çıkıyorsunuz, konuşuyorsunuz, sizden bahsedeceğiz; üçüncü bir parti olsa, ondan da bahsederdik; ama, sizin yaklaşımınız, özü itibariyle, temel bilimsel özgürlüklerin sağlanması istikametinde olsaydı...

HALUK KOÇ (Samsun) - Geldim... Geldim...

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Sayın Koç, siz geldiniz, biliyorum. Sizinle ilgili de benim elimde bir belge var; ama, burada bunu teşhir etmeyeceğim.

HALUK KOÇ (Samsun) - Söyleyin, söyleyin.

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Yani, sizin bilime yaklaşımınızı ifade eden "şu okullar kapatılsın" diyebilecek kadar rahat yaptığınız BBC'deki açıklama da elimde.

HALUK KOÇ (Samsun) - Söyleyin, söyleyin.

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - "Bu okullar kapatılmalıdır..." İşte, ben size vereceğim, burada okumuyorum.

HALUK KOÇ (Samsun) - Okuyun, okuyun.

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Çünkü, aynı ilin milletvekiliyiz, sizinle bu kürsüde polemik yapmak istemiyorum; ama, ben bir şey söylüyorum.

HALUK KOÇ (Samsun) - Her şeyi yapabilirsiniz...

BAŞKAN - Sayın Uzunkaya, sözlerinizi tamamlar mısınız.

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - İşte, BBC... 2004'ün beşinci ayının 11'inde, yerel saatle 07.30; Türkiye saatiyle 10.20 ve 10.56 arasında yaptığınız bir BBC'deki mülakatınız... İşte elimde... Bilime hangi noktada saygı duyduğunuz...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Uzunkaya, Genel Kurula teşekkür eder misiniz.

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Teşekkürümü yapmak için müsaade istiyorum.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; bu yasa çıkıyor. Bu yasa, inanıyorum ki, bilimin önünü gerçek anlamda açacak. Bilimin önünü, her şeyden önce, maddî kaynaklarıyla açmak lazımdı. Bu hükümet, bu konuda o kadar samimî ki, bugüne kadar TÜBİTAK'a görülmeyecek ölçekte bir destek sağlayarak, maddî olarak ve saniyen de bu değerlendirmeyi, bu yasal düzenlemeyi yaparak, idarî olarak açmaktadır.

Hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.

Madde üzerinde, şahsı adına, Kütahya Milletvekili Soner Aksoy; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

SONER AKSOY (Kütahya) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekili arkadaşlarım; 877 sıra sayılı yasa üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Hepinize saygılar sunuyorum.

Muhterem arkadaşlarım, bir iktidar düşününüz ki, bilim politikası olmasın ve bilimle ilgilenmesin; bir iktidar düşününüz ki, kalkınmayı, ülkeyi bir noktadan belli bir noktaya götürmeyi hedeflesin de, ilimle, bilimle ve teknolojiyle ilgilenmesin; bu, mümkün değildir. Burada yapılmak istenen şey, sadece belli kişilerin atanması veya atanmamasından ziyade, Türkiye'de olmayan bilim politikasını oturtmaktır. Bu istikamette, ciddî bir çalışma başlatılmıştır.

Bakınız, 1983 yılında Türkiye, bir bilim politikası dokümanı hazırlamıştır, 2003 yılına kadar bunu uygulamak istemiştir. Ama, siyasî irade yetersiz gelmiştir; bilim adamları, 300 kişi, Sayın Prof. Nimet Özdaş'ın başkanlığında toplanmış, dokümanı meydana getirmişlerdir, ama, siyasî irade yeterli olmadığı için bunu uygulamaya koyamamışlardır.

Şimdi, aynı şekilde yeni bir bilim politikası dokümanı hazırlanmıştır, 2003 ve 2023 yılına kadar bir vizyon ortaya konmuştur. Bu vizyonu gerçekleştirmek hepimizin arzu ettiği bir husustur; Cumhuriyet Halk Partili arkadaşlarımın da bunu gönülden istediklerini ben şahsen biliyorum; hepsiyle yakinen görüştüğüm için -temaslarımızda, konferanslarda, toplantılarda- biliyorum; ama, arkadaşlar, bu politikayı uygulamaya koyabilmemiz için birtakım eylemler yapmanız gerekir, sadece bunları söze bırakmak bir şey ifade etmez.

Ayrıca, bilimsel özerklik, siyasî müdahaleyi engelliyor manasında bir cümle içermez; yani, bilimsel özerklik her zaman için olabilir, ama, siyasî irade daima olmalıdır.

Bakınız, kalkınmış olan ülkelere baktığınız zaman, bunun kalkınmışlığının arkasında iki temel unsuru görürsünüz. Bunun bir tanesi, demokratikleşme, özgürlükler ve temel insan haklarıdır; diğeri de, bilim üretmek, teknoloji üretmektir.

İki senedir çalışıyoruz; Türkiye'nin çok önemli eksiği olan demokratikleşme ve özgürleşme adına, hepimizin katkısı olan, çok ciddî adımlar attık. Kalkınma projemizi devam ettirmemiz için şimdi bilim ve teknolojiler üretmemiz lazım. Bilim ve teknoloji üretmek lafla olmaz ki; devletler bilim ve teknoloji üretimine müdahale ederler. Gelişmiş bütün ülkelerin bilim ve teknolojiyle alakalı teşviklerinde özel müdahaleler vardır. Bu müdahaleler, illa bilimsel özerkliği ortadan kaldırmak anlamına değildir; insanın kendi vatanında, kendi ülkesinde bulunan bilimsel altyapıları kullanmak suretiyle bilim ve teknoloji yönlendirilir. Bunun için de, bilim politikaları dediğimiz dokümanlar ortaya konulur ve bu dokümanların uygulanması gerekir.

Peki, bunu kim uygulayacak; mesela TÜBİTAK, bunu uygulama noktasında Türkiye'nin en önemli kurumlarından biridir.

TÜBİTAK'a şu ana kadar ne yapılmış; ne yapmış; bunları da sorgulayalım arkadaşlar. Bunları sorgulamak, bilim adamlarını töhmet altına asla almak değildir; asla böyle bir düşüncemiz yok.

Siyasetçileri yargılayalım, gerektiği zaman bilim adamlarını da yargılayalım, onların da ihmalleri olabilir; ama, önemli olan, Türkiye'de bilim ve teknolojiyi nasıl üretebilirizi ortaya koyalım. Bunun yolu da, mutlaka, yapılması gereken bazı eylemleri yerine getirmektir.

Mesela, TÜBİTAK'ın bir dokümanı elime geçti; 1963'te kurulmuş, 1988'de 25 inci senesi dolayısıyla yayımladıkları bir doküman elime geçti. Dokümanın ön sayfasında o günkü TÜBİTAK Başkanı Prof. Mehmet Ergin Beyin bir önsözü var; diyor ki: "Yirmibeş senedir, TÜBİTAK, çeşitli araştırmalar yapmış, sadece 9 adet patent almıştır." Buyurun... O günden bugüne, herhalde, 100 tane patent almadılar veya alma istikâmetindedirler; ama, Batılılar, herhalde, dakikada 100 patent alıyorlar.

Arkadaşlar, biz, bilim hayatını ayağa kaldırmadan kalkınamayız. Evet, demokratikleşmede önemli adımlar attık; ama, bilim ayağını da kalkındırmak zorundayız.

Bakın, bunun ilk adımı olarak, ar-ge istikametinde çok ciddî bir adım atmış bulunuyor Adalet ve Kalkınma Partisi.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Aksoy, lütfen konuşmanızı tamamlar mısınız.

SONER AKSOY (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Şimdi, son onbeş sene içerisinde TÜBİTAK'a ar-geyle alakalı verilmiş olan paraların veya Türkiye'de, TÜBİTAK kanalıyla ar-geyle ilgili harcanması söylenilen paraların toplamı 140 000 000 dolar. Adalet ve Kalkınma Partisi, bugünkü Hükümetimiz, sadece bu sene 350 000 000 dolar verdi arkadaşlar. Bu, bilime önem vermek değil mi; bu, eyleme önem vermek değil mi?! Bugün, bütün dünya, gayri safî millî hâsıladan en az yüzde 2 mertebelerinde pay ayırırken ar-geye, Türkiye, bugün, şu anda bile, binde 64 oranında pay ayırmaktadır. Bu vaziyette nasıl kalkınacağız?! Bilim ayağını, mutlaka, tutup, belli bir noktaya getirip, bulunduğu hantal yapıdan kurtarıp daha aktif bir yapıya getirmemiz gerekir. Bunun için, gerekirse YÖK'e de müdahale edeceğiz, gerekirse TÜBİTAK'a da müdahale edeceğiz. Bu, bizim sorumluluğumuzda olan bir husustur.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Aksoy, lütfen teşekkür eder misiniz.

Buyurun.

SONER AKSOY (Devamla) - Bilim üretmek adına ortaya bir proje koyuyoruz ve bunun bütün sorumluluğunu alıyoruz.

Çok teşekkür ederim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, madde üzerinde 10 dakika süreyle soru-cevap işlemi gerçekleştireceğiz.

OSMAN COŞKUNOĞLU (Uşak) - Sayın Başkan, benim şahsım adına da söz talebim vardı.

BAŞKAN - Hayır, şu anda iki kişi konuştu; dolayısıyla, Sayın Coşkunoğlu, sizin söz hakkınız kalmadı, kusura bakmayın.

Soru soracak arkadaşlarımızın sorularını kısa ve seri bir şekilde sormalarını istirham ediyorum; çünkü, diğer arkadaşlara vakit kalması açısından uygun olacaktır.

Sayın Işık, buyurun.

AHMET IŞIK (Konya) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Vasıtanızla Sayın Bakanımıza şu soruyu yöneltmek istiyorum kısa olarak: Tüm gelişmiş ülkelerde, bilimsel ve teknolojik gelişme bir devlet politikası olarak önem taşımaktadır. Bu nedenle, yürütme erkinin, bilim ve teknoloji kuruluşlarının işleyişi, idaresi ve kaynakları konusunda önemli rolleri bulunmaktadır. Yapılan değişiklikte, dünyadaki değişik ülkelerin benzeri kuruluşlarıyla benzeşim var mıdır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Işık.

Sayın Coşkunoğlu...

OSMAN COŞKUNOĞLU (Uşak) - Sorumu konuşmamın sonunda söyledim; kısaca tekrarlayayım.

1.- Hangi bilim ve teknoloji politikasını hükümet uygulayamadı da, siyasî irade TÜBİTAK'a müdahale etme niyetine girdi?

2.- Siyasî iradenin TÜBİTAK'a müdahale etmesinin -söylendi, bu sizlerin söylediğiniz bir şey- tek veya en iyi yolu, Başbakanın, Bilim Kurulu atamalarındaki yetkisini artırmak mıdır? Bunu soruyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Coşkunoğlu.

Sayın Gazalcı...

MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

1.- TÜBİTAK'a bu yeni yönetim geleli, kaç kişi TÜBİTAK'tan ayrılmış ya da uzaklaştırılmış, yerine kaç kişi alınmıştır?

2.- Mahkeme kararıyla, bu ayrılan kişilerden dönme kararı alan var mıdır ve bunlar tekrar işe dönmüş müdür; özellikle yemekhane bölümünde?

3.- TÜBİTAK birsürü yayın çıkarıyor, dergi çıkarıyor; basımevinde mi basılıyor bunlar, dışarıda mı basılıyor? Basımevi çalışmıyorsa, neden çalışmıyor?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Gazalcı.

Sayın Kepenek...

YAKUP KEPENEK (Ankara) - Çok teşekkür ederim Sayın Başkanım.

3 sorum var.

TÜBİTAK'ın bünyesinde son günlerde iyice yoğunlaşan ve çok üst noktalara taşınan intihal, aşırma ya da bilimsel hırsızlık dediğimiz noktayı, konuyu ele almak üzere, bir ahlak birimi, bilimsel ahlak birimi kurulması düşünülmekte midir?

İkinci sorum şudur: Ülkemizden kaynaklanan uluslararası bilimsel araştırma sayısının 1990-2005 yılları arasındaki yıllık artış oranı nedir? Bu artış oranı eski yönetimin başarısını kanıtlamıyor mu?

Üçüncü sorum şu: Bilimsel araştırma ve geliştirme ulusal düzeyde kurumsal bütünlük ister; ulusal yenilik sisteminin özü budur. Üç yıldır -üçüncü yıla giren- bu ölçüde tartışmalı ve kavgalı bir yaklaşımla oluşturulacak olan Başbakan damgalı TÜBİTAK'ın, Türkiye'de, kamu, özel, üniversite ar-ge birimlerini ulusal bir yenilik ve araştırma-geliştirme bağlamında bir araya getirebileceğine, eşgüdüm sağlayacağına inanıyor musunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kepenek.

Sayın Bakanım, buyurun.

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Sayın Başkanım, bu soruların bir bölümüne dün ve bugün cevap verdim, diğerlerine yazılı cevap vereceğim.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

10 uncu maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

11 inci maddeyi okutuyorum:

MADDE 11.- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Samsun Milletvekili Haluk Koç; şahısları adına, Adana Milletvekili Recep Garip ve Samsun Milletvekili Haluk Koç söz istemişlerdir.

Sayın Koç, ikisini birleştirerek, size, Grubunuz ve şahsınız adına söz veriyorum.

Buyurun efendim.

CHP GRUBU ADINA HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; önemli bir yasa teklifinin son maddelerine geldik. Ben, burada, gündüz boyunca sorduğum soruların ve bazı söz alan milletvekili arkadaşlarımızın dile getirdiği, bilimsel düşüncenin perspektifini ve tarih sürecinde bilimsel düşüncenin dogmatik düşünceyle nasıl bir mücadele içine girdiğini ve Osmanlı-Türk toplumunu bu düşünce sistemlerinin nasıl etkilediğini ve bugüne nasıl geldiğimizi kısaca özetlemeye çalışacağım.

Bu arada bir intihal suçlamasıyla karşı karşıya kalmamak için, Sayın Emre Kongar'ın -ki, sabah telefonla görüştüm- yayımlanmış bazı makalelerinden de alıntılar yapacağım, faydalanacağım; Sayın Ömer Dinçer'e de belki bir örnek oluşturur.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye'de araştırma kültürünü engelleyen öğeler, hem tarihten gelen hem de günümüzdeki darboğazlardan kaynaklanan gerçekten çok karmaşık bir yapı oluşturmaktadır.

Aslında bütün karmaşık toplumsal ve kültürel yapılarda olduğu gibi, Türkiye'de araştırma kültürünü engelleyen öğeler de, hem dış sistemlerle hem de kendi içlerinde birbirleriyle sürekli değişen, karşılıklılık özelliği taşıyan bir etkileşim içindedirler.

Şimdi, bir genel teşhis yaptıktan sonra, acaba Türkiye hedeflediği çağdaş uygarlık düzeyini oluşturan ülkelerden çok önemli bir farklılık taşımakta mıdır; bunu çok iyi irdelememiz lazım. Evet, taşımaktadır. Birçok arkadaşımız dile getirdi; ama, tarihsel perspektifine değinmediler, ben onun üzerinde duracağım.

Değerli arkadaşlarım, sosyolojiye bir bakalım, bugünkü çağdaş uygarlık düzeyini oluşturan ülkelere bir bakalım; neler geçirmişler, hangi evrim sürecinden geçmişler. Baktığınız zaman, tarım toplumlarının kendi içlerindeki evrimleşmeyle endüstri toplumlarına geçişi ve bu evrimi bugüne dek sürdürerek bilgi toplumu, bilişim toplumu gibi sıfatlarla anılan yeni bir aşamaya ulaşmışlardır.

Bu evrimleşme süreci sırasında düşünce alanındaki aydınlanma devrimleri ile ekonomik alandaki endüstrileşme devrimi, birbirine koşut, birbirini destekleyen bir etkileşim içinde ortaya çıkmışlardır.

Şimdi, insanoğlunun çevreyi algılayış metodu, dinsel dogmatizmden, bilimsel pozitivizme, müspetliğe dönüşürken, aynı zamanda -dikkat edin, bu dönüşüm yaşanırken insanda- tarım teknolojisinden endüstri teknolojisine, kırsal kültürden kent kültürüne, toplumsal ağırlıklı kimlikten bireysel vurgulu kimliğe, geleneğin egemenliğinden hukukun üstünlüğüne ve nihayet -bütün toplumlar bunu yaşıyorlar- otoriter ve totaliter siyasî rejimlerden demokrasilere geçilmiştir. Bu sosyolojik saptamaya herhalde bir itirazınız yok.

Aslında, bu söylediklerim, insanlık tarihinin -bakacak olursanız- en uzun ve en kanlı dönüşüm sürecini sergiler. Server Tanilli'nin 6 ciltlik İnsanlık Tarihi adlı eserine başvurabilirsiniz.

ÖMER ÖZYILMAZ (Erzurum)- İnsanlık Tarihi değil, Batı Tarihi.

HALUK KOÇ (Devamla)- Ömer Bey, dinleyin.

ÖMER ÖZYILMAZ (Erzurum)- Batı Tarihi, ama. "İnsanlık Tarihi" demeyin, Batı Tarihi.

HALUK KOÇ (Devamla)- Haçlı seferleriyle başlayan ve Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla doruk noktasına erişen endüstrileşme ve demokratikleşme sürecinin kanlı bir öyküsü var dünyada yaşanan. İşte bu uzun ve kanlı oluşum içinde Osmanlı İmparatorluğu ne gibi süreçlerden geçti. İç ve dış öğelerin etkileriyle endüstrileşme sürecini, onunla paralel gelişen aydınlanma, kentleşme, bireyselleşme, hukuksallaşma ve demokratikleşme sürecini, maalesef, Osmanlı İmparatorluğu, çeşitli baskılar altında içten ve dıştan kaçırdı. Bu baskılara değineceğim.

İşte bu uzun ve kanlı oluşum içerisinde, bu geri kalmışlık ya da kaçırma olgusu sonunda imparatorluk, bu süreçlerde ilerleyen ve güçlenen ülkelerin etkisine girmiş, denetimine girmiş ve böylece, her türlü gelişme olanağını yitirmiştir. Yani, bunu yakalayamayan toplumlar bir noktada yok oluş sürecini yaşamışlardır. Osmanlı İmparatorluğu çok tipik bir örnektir.

Türkiye Cumhuriyeti... Bazı arkadaşlarımız "seksen yıllık gelişmeler" diye başladı. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin tarihi seksen yıllıktır, Türkiye'nin tarihi çok daha geniştir. Biz, geçmişimizde ne yaptıklarımızla, neler yaşadıklarımızla, bugün yaşadıklarımızı birleştirmek zorundayız. Süreç birbirinden ayrılmıyor.

Türkiye Cumhuriyeti, doğal ve normal bir endüstrileşme süreciyle, bir din ve tarım imparatorluğunun kendi iç dönüşümüyle değil, bu süreci kaçıran bir toplumun, kendisini denetleyen, kendisini baskı altına alan ileri ülkelere karşı verdiği bir bağımsızlık savaşıyla kurulmuştur. Bu da çok net. İşte, 1923 ve seksen yıl buradan başlıyor.

Dolayısıyla, toplumun ve devletin temel nitelikleri tarihsel süreç içinde doğal yoldan çağdaşlaşamadıkları için, bağımsızlık savaşının kazanılması sonunda yukarıdan aşağıya düzenlenen ya da daha doğru bir deyişle empoze edilen bir biçimde çağdaşlaştırılmaya çalışılmıştır. Bunun, toplumumuzda yarattığı sıkıntılar ortadadır. Bakın, bunları her zaman söylüyoruz. Yani, bu değişimi, tepeden aşağı, kısa sürede, geçmişte çok önemli fırsatlar kaçıran, bunu yakalayamayan Osmanlı İmparatorluğundan doğan Türkiye Cumhuriyetinin, bu çağdaşlaşmayı, bu aydınlaşmayı, tepeden inme bir şekilde yaşadığı bir gerçektir. Bugün bile, hâlâ, siyaset uzantısında, bunun çeşitli etkilerini görmekteyiz.

Tabiî, bu sürecin, toplumsal, ekonomik, kültürel ve siyasal zorlukları ortadadır. İnsanlığın en ileri toplumlarının -hani bugün gıptayla bahsedilen- yüzyıllar boyunca geçirdiği değişmelerin sonunda kazandıkları nitelikleri, bu değişmeleri bir din-tarım imparatorluğu kisvesinde yaşayan Osmanlı İmparatorluğu geçirememiş ve toplumda yukarıdan aşağı kurmak ve işletmek, sosyolojik anlamda da, işte, Türkiye Cumhuriyetinin devrim mucizesini yaratmıştır.

İşte, genç Türkiye Cumhuriyeti, bu mucizeyi gerçekleştirmenin bedellerini de ödemektedir bugün; içten ve dıştan.

Değerli arkadaşlarım, umarım Sayın Çerçi buradadır, umarım Sayın Uzunkaya buradadır -beni dinleme lütfuna katlanırsa- Sayın Fatma Şahin de buradadır; bu söylediklerinizin hangi boyutlarda ele alındığını lütfen değerlendirmenizi istiyorum.

Nedir peki, ileri endüstri toplumlarının, bugün, yüzyıllar süren kanlı ve zorlu savaşlarla gerçekleştirdikleri ve Türkiye'nin hâlâ yaşama geçirmeye çalıştığı devrimler nelerdir? Bunları alt alta sıraladığımız zaman, aslında, ülkemizde, araştırma kültürünü engelleyen öğelerin de genel anlamda bir teşhisini yapmış olacağız.

Değerli arkadaşlarım, bunu söylemek gerekir, bu bir bilimsel tespittir; ileri ülkeler, aydınlanma devrimiyle, toplumsal düzeyde de, zihinsel alanda da, dinsel dogmatizmin zincirlerini kırmışlardır ve deneysel bilim nimetlerinden yararlanmaya başlamışlardır.

Devam edecek olursak, bugün, Türkiye'de, en gözde yazar ve çizerlerimizin, postmodernizm adı altında, deneysel ve bilimsel düşünceye her türlü saldırıyı hâlâ yapmakta olduğunu görüyoruz. Lütfen, bunları objektif değerlendirin. Hâlâ, hukuk ve yönetim düzenimizi birtakım dinsel dogmalara göre oturtma arayışlarında olanlar var. Ben, sizin böyle olduğunuzu söylemiyorum; olanlar var diyorum ve bu çatışmanın tarafı olmamak zorunda olduğumuzu, bugün, gündüz yaptığım konuşmada belirttim; demokrasiyi, kurum ve kurallarıyla yaşatmanın gereğinin altını çizdim.

Değerli arkadaşlarım, ileri teknoloji ülkeleri, kırsal yaşamda egemen olan baskıcı cemaat aşamasından, bireyselliğin, temel hak ve özgürlüklerin değer kazandığı kentsel kültür aşamasına geçmişlerdir.

Şimdi, ileri ülkelerde hukuk, geleneklerin yerini almıştır. Onun için, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Anayasasının 2 nci maddesi, Türkiye Cumhuriyetini -bildiğiniz gibi- tanımlar: "Türkiye Cumhuriyeti, laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletidir."

İleri endüstri ülkeleri, geçirdikleri evrimleşme sonucu, teknoloji üretir hale gelmişlerdir. Hep, bundan yakınıyorsunuz; yani, Türkiye'de, kalkıp, 63 sonrası TÜBİTAK'ı suçluyorsunuz. Peki, geçmişte ne var; TÜBİTAK neyin mirasını aldı, bir ona bakalım.

Şimdi, sonuç olarak, Türkiye, bugün, teknoloji üretmenin ötesinde, kötü bir teknoloji ithalatçısıdır; aldığı teknolojiyi de, birçok alanda doğru dürüst kullanamamaktadır.

Bunlar gerçekler, değerli arkadaşlar. Yani, bu ülkeyi, hepinizin, birbirimizden ayırt etmeyecek düzeyde sevdiğini biliyoruz; ama, bu gerçekleri paylaşmak istiyorum.

Sonuç olarak, Türkiye'de, araştırma kültürünü engelleyen öğe gruplarını isterseniz bir değerlendirelim. Tarihsel, dinsel, geleneksel öğeler var, unsurlar var; ikinci grupta, siyasal, kültürel öğeler var -Sayın Emre Kongar bunlara değiniyor- üçüncü grupta, ekonomik, teknik öğeler var. Bazı özetler vereceğim; isterseniz, tarihsel, dinsel bazı öğelerin altını çizelim; bir iki, tarihe dönüş yapıp ,örnek verelim.

Değerli arkadaşlarım, bu grup içinde yer alan öğelerin başında, geleneklere de kaynaklık eden ve dinsel dogmatizm, dinsel yapının kemikleşmesinden çıkarları olan grupların dirençleri gelmektedir; bu bir tespittir. Bu konuda klasik olarak kullanılan örnek hep verilir, bir kere daha ifade etmek istiyorum; Osmanlıya matbaanın bu geleneklerden dolayı, bunların dirençlerinden dolayı tam ikiyüz yıl geç girmesidir. İşte, tarihsel bir örnek.

Bir başka örnek; İslamda, biliyorsunuz, ibadet saatlerinin saptanması ve dinî günlerin belirlenmesi ciddî bir astronomi bilgisi gerektiriyordu. Şimdi, bu konuyla ilgili yıldızlar bilimi sahibi değişik müneccimler, işlevleri, gökyüzünün incelenmesini önemli bir etkinlik alanı olarak alan insanlar vardı. Selçuklular 1074'te ilk rasathaneyi kurmuşlar. 1260'ta Maraga Rasathanesi, 14 üncü Yüzyılın sonunda Tebriz Rasathanesi, Uluğ Bey 1420'de Semerkant'ta bir rasathane kuruyor, Osmanlıların kurduğu ilk rasathane de İstanbul Rasathanesi, Türk-İslam bilim tarihinde önemli bir yere sahiptir.

Peki, sonra ne oluyor; bu dogmatizmden bahsediyorum. İstanbul Rasathanesi ünlü matematikçi ve alim Takiyüddin tarafından Sultan III. Murad zamanında Tophane'de kuruluyor. Takiyüddin, rasathanede kullanılmak üzere birsürü araç gereç geliştiriyor ve önemli de bir kütüphane oluşturuyor o dönemde. Fakat, dogmatizm ortada; karşı çıkan iki kişi var; Şeyhülislam Ahmed Şemsettin Efendi ve saray imamı Kürdizade. Bunların kışkırtmalarıyla padişah emir veriyor, Kaptanı Derya Kılıç Ali Paşa da gemilerden top ateşine tutarak 1580 yılında rasathaneyi yıkıyor.

Değerli arkadaşlar, bunlar bizim toplumumuzun. Osmanlı bizim geçmişimiz. Bunlar, yaşadığımız dogmatizmin geçmişi. Onun için, bilimsel düşünce ile dogmatik düşüncenin Türkiye'nin bugünkü durumuna gelişte geçmişte nasıl etkili olduğunu anlatmaya çalışıyorum.

İkinci örnek, tıp fakültesinin kapatılması. Yine, burada da Ocak 1863'te tıp, fizik, kimya gibi bilimlerin öğretilmesi için Darülfünun-ı Osmani kuruluyor. Çemberlitaş'taki binası yanıyor, ondan sonra, Sultan Mahmud Türbesinin yanında yeniden 1871'de kapatılarak daha sonradan tekrar eğitime başlıyor.

Yanyalı Hoca Tahsin Efendi rektör ve burada Cemaleddin Afgani gibi ünlü bilim adamları ders veriyor. Yanyalı Hoca Tahsin Efendi bir deney yapıyor Darülfünunda; bir cam fanus içerisine bir güvercin koyuyor ve onun oksijen alamadığı bir ortamda öleceğini kanıtlıyor; bir canlı deney. Ondan sonra, yine Cemaleddin Afgani'nin birtakım çıkışları oluyor ve Darülfünun bu deneylerin yapıldığı alan olarak kapatılıyor; 1871.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Çerçi, yok; bakıyorum, burada mı?!

HASAN FEHMİ KİNAY (Kütahya) - Sizi herhalde dinliyordur.

HALUK KOÇ (Devamla) - Şimdi, kapatılma nedenlerini söylüyorum; yani, dogmatizmin ne tür etki olduğunu söylüyorum; bir dinleyin, bir dinleyin...

Değerli arkadaşlarım, işte, bu iki örneğin çok net ortaya koyduğu gibi, bu dogmalardan toplumun kendi iç dinamiği, maalesef, çıkamamış, Osmanlı toplumu da dış baskılarla belli bir süre direnmiş ve ondan sonra, biliyorsunuz, Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının kazandığı bağımsızlık savaşından sonra cumhuriyetin devraldığı toplumsal, siyasal kültürle günümüze dek çeşitli biçimlerde ve çeşitli alanlarda etkisini sürdürmüştür.

Şimdi, siyasal ve kültürel öğelere geliyorum.

BAŞKAN - Sayın Koç, süreniz çok az kaldı; lütfen, konuşmanızı tamamlar mısınız.

HALUK KOÇ (Devamla) - Biliyorum. 2 tane önerge var; 5'er dakikadan... Orada da bu bilgileri paylaşmak istiyorum ben Genel Kurulla ve onun için, son olarak, Sayın Bakandan TÜBİTAK'la ilgili bir tarihî ricada bulunacağım. Bütün bu gerçekleri sizlerle paylaşmak istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye'de siyaset, tek parti döneminde toplumun dinsel, geleneksel bir tarım imparatorluğundan, demin söylediğim gibi, endüstriyel ve kentsel demokratik bir ulus devlete geçişi gerçekleştirmenin aracı olduğu için daha çok yukarıdan aşağıya bir düzenleme getiriyordu. Bunun sıkıntıları çok oldu diyorum, bunu paylaşıyorum, bugüne de yansıması devam ediyor diyorum. Bu düzenleme, her ne kadar bilimsel yaklaşımı öne çıkarsa da, köylülüğe dayalı kölelilik yerine...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Koç, şimdi size 1 dakikalık ek süre vereceğim; bilim tarihiyle ilgili açıklamalarınıza sonra önergelerde devam edeceksiniz.

Buyurun efendim.

HALUK KOÇ (Devamla) - Şahsım adına da sözüm var; 2 dakika ediyor Sayın Başkan; öyle yapmıştınız.

BAŞKAN - Yok; ikisini birleştirdik zaten, öbürlerinde de kullanırsınız.

Buyurun.

HALUK KOÇ (Devamla) - Peki.

...kentliliğe dayalı vatandaşlığın geliştirilmesi amacına dönük bir modernleşme projesi ve bu projeden sapılacağı korkusuyla, yönetimi, denetiminden uzak araştırmaların gelişmesine uygun olmayan bir ortam yaratıyor. Özeleştiri de yapıyorum.

1933 üniversite reformu önemli bir adımdır Türkiye'de. Daha sonra, İkinci Dünya Savaşı sonrası pençesine tüm dünyayı saran soğuksavaş etkilerini Türkiye'de hissettiriyor ve kendi araştırma kültürünü, kendi iç dinamiğiyle geliştirememiş, geleneğini yaratamamış, iyice bunaltıcı bir siyasî ortam doğuruyor araştırma için.

Değerli arkadaşlarım, bu süre içerisinde Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinde yaşananlar var.

Ve geliyoruz, bu dönemin günümüze dek gelen çok önemli bir katkısı da TÜBİTAK'ın kuruluşu olmuştur.

12 Mart 1971...

Bir 1 dakika eklerseniz ben geleceğim yine.

BAŞKAN - Sayın Koç, süre doldu; isterseniz, yarım kalmasın, önergeniz üzerindeki konuşmada devam edersiniz. Nasıl olsa yarım kalacak; yeni başladık.

HALUK KOÇ (Devamla) - Peki; teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.

Sayın Recep Garip, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Sayın Garip, sürenizi siz de özenli kullanınız lütfen.

RECEP GARİP (Adana) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; üç günden bu yana devam etmiş olduğumuz TÜBİTAK'la ilgili görüşmenin sonuna doğru geldik.

Biraz önceki arkadaşımızın tarihsel bir yolculuk yaptığı Emre Kongar'dan nakillerine aslında, söylenecek çok ciddî göndermeler var, cevaplar var; ama, din ve tarım imparatorluğundan bahsetti ki, bu yeni bir literatür diye düşünüyorum. Dinde dogmatizm konusu, ciddî tartışmalar doğurabilecek olan konulardır. Geçmiş yüzyıllara bakıldığı zaman, Osmanlı İmparatorluğunun ve bizim tarihimiz diye isimlendirdiğimiz geçmişimizde birçok ilim öncülerinin, dünya ilim öncülerine öncülük yaptığını, bunlardan bazı isimleri naklederek konuya geçmek istiyorum. El Cabir gibi, astroloji ilmindeki öncüler gibi, İbni Haldun'un Mukaddimesini dünya çapında bir ilim öncülüğü olarak ifadelendirmek de mümkün. İbni Rüşd, İbni Sina, Mimar Sinan, Farabi, İmamı Gazalî, Mevlana, Şeyh Galip, Itrî, Nedim, Baki, Yunus Emre gibi birsürü isim saymak mümkün. Bunların hepsi, kendi çapında ve dünya çapında ilim öncüleridir. Bunların, bizim geçmişimizin çok soylu, çok derin, çok anlamlı ve yeryüzü insanlığına çok büyük katkılarda bulunduğunu ifadelendirmekte yarar görüyorum.

CHP'li arkadaşlarımız, sürekli, bilim dışına çıkıldığını söyleyip durdular, siyasallaştırdığımızı söyleyip durdular. Dünden bugüne bakıldığında, kırkiki yıllık sürecinde TÜBİTAK'ın Bilim Kurulunun ya da Bilim Kurumunun nasıl siyasallaştırıldığının kanıtlarını gösterir bir şekilde, o kırkiki yıllık geçmişe bakıldığında buna rastlamak mümkün; çünkü, isterseniz, dün vermemiştim, ama, bugün soyadıyla vermek istiyorum: Baloğlu'yla ilgili 7 isim, Aytekin ismiyle 2, Pak ismiyle 2 ismin hâlâ çalışmakta olduğunu ve TÜBİTAK'ın dünden bugüne siyasallaşıp siyasallaşmadığını, kimin bunu yapıp yapmadığı konusunda da tarih çok ciddî noktada bize cevap veriyor.

AK Parti, bir kurumla ilgili bir düzenleme yapmak istediğinde, nedense hep alelacele öne getirildiğinden, nedense kurumların ele geçirildiğinden bahsedildiğine tanık oluyoruz. Bunu duyduğum zaman tüylerim ürperiyor. Bu ülkede herhangi bir konu ele geçiriliyor değildir, herhangi bir kurum bir şekilde ele geçiriliyor değildir. Ele geçirilme tabiri cephede olur, başka mekânlarda olur; yani, neyi, kimden ele geçirildiğini anlamakta zorlandığımızı ifadelendirmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, yediden yetmişe kardeş olan bir ülkenin insanlarıyız ve bu mutluluğu, bu güzelliği, bu kardeşliği büyüterek devam etmemiz gerektiğini ifadelendirerek devam etmek istiyorum. Siyasallaştırmadan bahsedildiğimiz şey, siyasallaşan bilim ve teknoloji yuvasını, Türkiye'nin stratejik kurumu olan ilim öncülerini bu tür yüklemlerden arındırmak için TÜBİTAK üzerinde üç günden bu yana tartışıyoruz.

Siyaset yapalım erdemli olsun, siyaset yapalım soylu olsun, siyaset yapalım ülke adına katkıda bulunalım hep beraber; ama, kurumlarımızın daha işlevsel olması için aklıselimi elimizden bırakmamamız gerekiyor. Bilimde, teknolojide dünyayla yarışacaksak, ilim öncülerini, ihtisas sahibi olan Türk evlatlarını mutlaka önemsememiz, onlar için büyük fedakârlıklar yapmamız gerekiyor; ki, bu nedenle, 530 trilyon olan bütçenin yüzde 23'ü, yüzde 25'i değil, yüzde 50'sinin yatırıma yönelik, yatırım olarak gerçekleştirilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Dünya bilim makaleleri indeksine bakıldığı zaman 22 nci sırada olduğumuzu görmemiz mümkün; gelin, bunu ilk 10'un içerisine yerleştirelim; gelin bunu yapalım. Hâlâ dünya çapında bir bilim teknik dergimizin olmadığını esefle görmemiz mümkün. Gelin kollarımızı sıvayalım, gelin evrensel manada bilim öncülerine destek verelim, evlatlarımızın elinden tutalım, dünya çapında ilim insanları bu ülkenin evlatlarından yetişmeye devam etsin.

Gerçeklere, göz kapatarak ulaşamayız. Gerçeklerin acı olduğu kuşkusuz, zor; ama, gerçekleri, birilerinin, Anadolu insanının gözlerinin içine bakarak söylemesi, haykırması, ifadelendirmesi gerekiyor; ki, biz bunları yapıyoruz.

Bilim adamlarımıza yakışan, demokratik bilimin oluşumuna katkıda bulunmaktır. Teknolojide eksikliği, mutlaka, bir an evvel... Dünyayla eğer yarışacaksak, bu teknolojik kalkınmayı bir an evvel gerçekleştirmemiz gerekiyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Garip, 1 dakika içinde konuşmanızı tamamlar mısınız lütfen.

Buyurun.

RECEP GARİP (Devamla) - Sayın Başkanım, izin verin biraz.

Asıl duruş, asaletli duruştur. TÜBİTAK mahkemelik olur, isterseniz Gebze Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açılır; muhakeme edilen, TÜBİTAK'taki mahkemeye çıkan insanın soyadı ile avukat, oğul, evlat, soyad, aynı soyaddır. Şimdi, bütün bunları yakaladığımızda, kim siyasallaştırmış, kim evrensel manada TÜBİTAK'ın önündeki engelleri kaldırıyor; bunu, gerçekten, Anadolu insanı çok ciddî görmektedir.

Aziz dostlar, isterseniz şöyle toparlayayım: Üç gündür yapmak istediğimiz şey Kurumun daha özgürleşmesi, daha evrensel bilim adamlarıyla yarışması, daha üretken ve yatırımcı olması için bir gayrettir; bundan ötesi değildir; bunu görmekte yarar görüyorum.

Demokratikleşmenin gerçekleşmesinde, özgürleşmenin doyumsuzluğunun tadına varmada, insan haklarının herkese uygulanır hale gelmesinde, eşit hak ve özgürlüklerin yaşanılır bir Türkiye olmasında gerekli olan zamanı hep beraber gerçekleştirme umuduyla...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Garip, mikrofonunuzu açacağım; lütfen teşekkürle cümlenizi bağlar mısınız.

Buyurun.

RECEP GARİP (Devamla) - Ben, bu duygularla hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum. Özellikle TÜBİTAK'ın bugün gelmiş olduğu noktada çok daha güzel günlere doğru bizi taşıyacağını ifadelendiriyor, tekrar hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Garip.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, madde üzerinde 1 önerge vardır; önergeyi okutup, işleme alacağım.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 877 sıra sayılı yasa teklifinin 11 inci maddesinin kanun metninden çıkarılmasını arz ve teklif ediyoruz.

 

Haluk Koç

Osman Özcan

Hüseyin Ekmekcioğlu

 

Samsun

Antalya

Antalya

 

Nurettin Sözen

 

Rasim Çakır

 

Sivas

 

Edirne

 

BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI TAYYAR ALTIKULAÇ (İstanbul) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Hükümet?..

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Katılmıyoruz efendim.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Koç.

HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Şu şekilde söylemiştim: O dönemin günümüze dek gelen çok önemli bir katkısı da TÜBİTAK'ın kurulmuş olması demiştim. Üstelik, dönemin bütün olumlu gelişmeleri, Devlet Planlama Teşkilatı dahil, zaman içerisinde erozyona uğrarken, TÜBİTAK, Türkiye'nin en önemli araştırma kurumu olarak varlığını geliştirerek sürdürmüş ve bugünkü noktasına ulaşmıştır.

Değerli arkadaşlarım, 12 Mart 71-12 Eylül 80, Türkiye demokrasisi için kara günler. İkisinde de...

HASAN ANĞI (Konya) - Sayenizde...

HALUK KOÇ (Devamla) - Bizim sayemizde değil. Biz, 12 Mart 71'e de karşı çıktık, 12 Eylül 80'e de karşı çıktık ve kapatıldık değerli arkadaşım; ne söylediğini bil ne olur. Ne söylediğini bil... Ne söylediğini bil...

BAŞKAN - Sayın Akbak, lütfen...

HALUK KOÇ (Devamla) - Sen, bak, gündüz, ben burada demokrasiyi savundum. Sizin Partinizden bir üst düzey yetkilisi bazı şeyler söylerken, konuşmaması gerekenler konuştuğunda demokrasi yara alır dedim. Değerli arkadaşım, bir dinle...

BAŞKAN - Sayın Koç...

HASAN FEHMİ KİNAY (Kütahya) - 27 Mayısa da karşısınız!

HALUK KOÇ (Devamla) - Geleceğim...

Şimdi, 12 Mart 1971, TÜBİTAK hariç bütün araştırma kurumlarında tersine bir dönüş yaşattı ve birdenbire sıfırlandı Türkiye'nin belli potansiyelleri. 12 Eylül 1980 müdahalesi, o faşist darbe, esas olarak bu oluşumu da pekiştirdi. Örgütlü toplum yapısının tümünü dağıttı, bilimi dağıttı, üniversiteleri dağıttı. Üniversiteler yeniden bir tasfiyeye tabi tutuldular ve görevden alınan yönetici ve araştırmacıların yerine birtakım eğimli insanlar, araştırmacılıktaki yeteneklerine bakılmaksızın atandılar.

İsterseniz, ben 1950-1960'a da geleyim. Sürem dar diye söylemedim; ama, Sayın Başkan müsaade ederse, 27 Mayısa da değineyim; hay hay.

HASAN FEHMİ KİNAY (Kütahya) - Evet.

HALUK KOÇ (Devamla) - Hay hay; değineyim.

1950-1960 arası -kısa bir geri dönüş yapıyorum- siyasal iktidarın özellikle üniversitelere dönük tutumu bakımından tam bir bilim ve araştırma karşıtı tavır sergilenmiştir; bu bir gerçektir.

Gelelim 1960'a: Ne kadar hazindir ki, bu tutumu sergileyen iktidarı devirdiğini iddia eden, Türkiye'ye -gerçekten de öyle- en çağdaş, şu ana kadar yaşamış olduğu en çağdaş Anayasayı getiren 1961 hareketi, üç idamla bir siyasî cinayet işlemiştir. Bu siyasî cinayetleri, 147'ler olayıyla bir üniversite cinayeti izlemiştir. Ben bunları söyleyecek kadar demokrasiye sadığım arkadaşım, bir şeyden çekinmem. (CHP sıralarından alkışlar)

HASAN FEHMİ KİNAY (Kütahya) - Bravo.

HALUK KOÇ (Devamla) - Onun için, ne söyleyeceğimi bilerek konuş. 12 Eylül 1980 nasılsa, belli yerlerde demokrasiye ara veren noktalarda, o işte söylediğim sıkıntı bu. O noktaya Türkiye'yi taşıyanlara, taşımak isteyenlere müsaade etmeyelim. Türkiye'nin kurumlarını demokratik düzen içerisinde yaşatalım, koruyalım, kollayalım, zıtlaşmayalım; kuvvetler ayrılığı ilkesine saygılı davranalım. Bütün söylediğim bu.

Değerli arkadaşlarım, tekrar geliyorum 12 Eylül 1980'e. 12 Eylül 1980... Tabiî, ondan sonra Türkiye farklı bir dekora sahne edilmeye başlandı. Küreselleşme rüzgârları Türkiye'yi sardı. 12 Eylül 1980, belki de örgütlü toplum aşılamadığı için Türkiye'ye girmek isteyen küresel güçlerin önündeki en büyük engeli kaldırdı ve kapılar ardına kadar açıldı. Ondan sonra, bilim nasıl etkilendi bundan; sonra, kamuoyu araştırmaları dönemi başladı, bilim buraya döndü ve pazarlama dönemi başladı. 1990'ların ortalarında, siyasî iktidar, araştırma kültürü açısından önemli bir adım attı ve zaten bu alanda çok önemli işlevler yerine getirmekte olan TÜBİTAK'ın yanına, bir de Türkiye Bilimler Akademisini kurdu; TÜBA. Bu arada, bir de, Türkiye'de, TÜBİTAK'ın koşutu olan, olması beklenen, sosyal bilimlerdeki simetrik örgütlenmesi olarak tarif edilen (Türkiye ekonomik ve sosyal araştırmalar kurumu) TESAK'ı ise reddetti; keşke kurulsaydı. Bunun kurulması için, o dönem çaba harcayanları saygıyla anmak gerekiyor, değerlendirmek gerekiyor.

Değerli arkadaşlarım, dönemin Başbakanı Sayın Demirel, tam bu arada, Özal'ın ölümü üzerine Çankaya'ya çıktı; TÜBA onaylanırken, TESAK gözardı edildi. Böylece, politikacıların, sosyal bilim araştırmalarına karşı olan geleneksel tutumu da, olumsuz tutumu da, bir kez daha, egemen olan bir devlet örgütlenmesinin önünü kesti.

Peki, sonuç olarak, araştırma kültürünü engelleyen öğeler; kısaca özetliyorum:

Türkiye'de, tek parti döneminde, toplumsal bir modernizasyon projesi -bir daha söylüyorum- yukarıdan aşağıya uygulamaya konulduğu için, bağımsız ve bilimsel araştırmacılık, o dönemde, maalesef, çok desteklenememiştir. Çokpartili düzene geçiş, soğuksavaş yıllarıyla çakıştığından, komünizmle savaş ideolojisi önplandaydı. 1960'lı yıllara kadar, her türlü bilimsel ve bağımsız araştırma çabasını engellemiştir. Bunlar, yaşadığımız gerçekler; bunları konuşmak zorundayız. 1960 müdahalesi dahil, her askerî darbe...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Koç, yine 1 dakikalık eksürenizi veriyorum; kalanına yine devam edersiniz.

Buyurun efendim.

HALUK KOÇ (Devamla) - 2 dakikada bitireyim, başka söz almayayım; çünkü, bağlıyorum.

BAŞKAN - Peki, 2 dakika; buyurun.

HALUK KOÇ (Devamla) - ...her askerî müdahale, bağımsız ve bilimsel araştırma çabalarını engellemiş, üniversitelerde büyük ölçüde baskı ve tasfiye uygulamıştır. Araştırma kültürünün gelişmesinde...

BAŞKAN - Sayın Koç, bir maddî hata yaptım; 3 dakika oldu. Onun için, bir dahaki sefere konuşma yok.

Buyurun.

HALUK KOÇ (Devamla) - Peki, tamam; siz kesmeyin, devam edeyim.

Tabiî, 1961 Anayasasıyla kurulan Devlet Planlama Teşkilatı da, 1970'lerden itibaren, yavaş yavaş bu işlevinden uzaklaştırılmaya başlandı.

Değerli arkadaşlarım, tabiî, ekonomik ve teknik değerlendirmeler de var. Bugün, gelir düzeyimiz belli, kişi başına düşen gelir düzeyimiz belli. Yukarıda anlattığım, belirttiğim tarihsel, kültürel öğelerden dolayı, bu gelirden araştırmaya ayrılan fonların yetersizliği ortada. Makro düzeyde bir ekonomik kalkınma atılımına bağlı olan böyle bir modelin gerçekleşmeyeceği çok açık. Üniversitelerimiz, henüz, hâlâ, 12 Eylül tahribatından kurtulamamışlardır. Şimdi, Türkiye'de, peki nasıl kaldırılabilir; 20 nci Yüzyıla damgasını vuran süreçler, endüstrileşme, kentleşme ve demokratikleşmedir. Türkiye, bu her üç süreçte de geri kalmışlığını telafi etmek zorundadır. Türkiye Cumhuriyeti, ancak demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olarak, bu üç süreçteki geri kalmışlığını telafi etmek durumundadır; çağdaşlık budur. 21 inci Yüzyılın hedeflenen bilgi toplumu, bilişim toplumuna ancak bu yöntemle, bu tanımlamayla, bu düzenle ulaşabiliriz.

Onun için, ben, Sayın Bakana dönüyorum; Sayın Bakan, iki gündür konuşuluyor; Türkiye'de bilimin siyasallaşması anlamına gelebilecek olan bu yasa tasarısının, Sayın Cumhurbaşkanı tarafından, ilk gönderdiği gerekçelerle geri gönderilme şansı yüksektir; ikinci kez inat ederseniz, ısrar ederseniz, çıkarsa, Anayasa Mahkemesi tarafından geri dönmesi mümkündür. Hep söyledim; demokratik kurum ve kurallara, kuvvetler ayrılığını yaşamda tutan Anayasanın temel gereklerine hep beraber saygılı olalım, devleti demokratik bir düzenin dışında algılamak isteyenlerin ekmeğine yağ sürmeyelim. Onun için, muhalefetin söylediği bazı doğruları kabul edin. Gelin, Sayın Bakan, bu yasa tasarısını çekin. Gelin, Sayın Bakan, bu yasa tasarısını çekin. (AK Parti sıralarından gülüşmeler)

Bunda gülünecek bir şey yok! Bakın, bugün, İmar Bankasının -birbuçuk yıl önce, bu kürsüden beni konuşturmamıştınız- Anayasa Mahkemesi, haklarını teslim etti. Kısa veya geç bir dönemde, bu hakların, tekrar, bir yargı kararıyla önümüze gelmesini engelleyin. Gelin, demokratik kurumların varlığını gösterelim. Muhalefetin dediklerine bir kez uyun.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Koç, teşekkür eder misiniz.

Buyurun.

HALUK KOÇ (Devamla) - Teşekkür ediyorum.

Peki, hepinize şahsım ve Cumhuriyet Halk Partisi adına, sağduyulu davranmanızı öneriyorum, diliyorum, temenni ediyorum.

Saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Koç.

Sayın milletvekilleri, Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

11 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

12 nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 12. - Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Sayın Başkan, sorularımız vardı.

BAŞKAN - Bundan sonraki şeyde devam edelim Sayın Gazalcı.

MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Yoruldunuz tabiî.

BAŞKAN - İşte, bir an önce bitirelim, onun için.

12 nci madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsı adına, Ankara Milletvekili Oya Araslı; şahsı adına, Kütahya Milletvekili Soner Aksoy.

Sayın Araslı, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Araslı, süreniz 15 dakika.

CHP GRUBU ADINA OYA ARASLI (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 877 sıra sayılı kanun teklifi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi ve şahsım adına, görüşlerimizi ifade etmek üzere söz almış bulunuyorum ve sizleri saygıyla selamlıyorum.

TÜBİTAK, özerkliğe sahip bir kamu kurumu olarak, 278 sayılı Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanun tarafından kurulmuştur. Şimdi, bu kanunda değişiklik yapılıyor ve TÜBİTAK, bir ilgili kuruluş haline getiriliyor, bir bağlı kuruluş olmaktan çıkarılıyor; malî özerkliği olduğu hususu, idarî özerkliğinin yanında açıklığa kavuşturuluyor, adı değiştiriliyor, ilgi alanı içerisine müspet bilimlerin yanı sıra, sosyal bilimler de alınıyor ve TÜBİTAK'ın organlarının, başkanının ve Bilim Kurulunun oluşum esasları yeniden düzenleniyor. Bu yenilikleri getiren yasa teklifine Cumhuriyet Halk Partisi ve şahsım adına bakışımız olumlu değildir; çünkü, getirilen düzenlemelerin bir kısmıyla kamu yararına olmayan, Anayasaya aykırı ve bilimsel yaşantımızı tehlikeye sokacak birtakım hükümler getirildiği görüşündeyiz. Bu görüşümüzün oluşmasında TÜBİTAK'ın çok acı bir yakın geçmişi bulunmasının da çok büyük rolü var.

Herkesin bildiği gibi, TÜBİTAK, önce hükümetin tasarruflarıyla çalışması felç edilmiş bir kurumdur yakın geçmişimizde. Süresi içerisinde bir başkan seçimi yapılmıştır. Bu başkanın adı Başbakanlığa bildirilmiştir; ama, Başbakanlık, bu adı, atanmak üzere Cumhurbaşkanına iletmesi gerekirken hiçbir şey yapmamıştır. Halbuki, idare hukukunda bu tür işlemlerde ya atamayı yapacak makama seçilen isim bildirilir veya seçme işleminde herhangi bir hukuka aykırılık varsa, bu seçimi yapan organa bir yazıyla bildirilir; ama, bunların her ikisi de yapılmamıştır ve başkanın görev süresi dolmuş olmasına rağmen, başkanlık makamının boş kalmasına, Başbakanlığın gerekli işlemleri yapmaması nedeniyle sebep olunmuştur. Daha sonra, Bilim Kurulu, yeni üyeler için, süresi dolan üyeler için bir seçim yapmıştır ve isimleri bildirmiştir; ama, aynı şekilde bu isimlerin atanması konusunda da hareketsiz kalınmıştır ve uzunca bir süre geçtikten sonra da bir yasa çıkacağı ve seçime ilişkin esasların bu yasayla belirleneceği konusunda bir açıklama yapılmıştır ve bütün bu süreler boyunca da TÜBİTAK, gerek Bilim Kurulu bakımından gerekse başkanı bakımından çalışamaz hale gelmiştir, çalışma imkânlarının önü tıkanmıştır ve sonra da, bu tıkanıklık gerekçe yapılarak, boş üyelikler için ve TÜBİTAK Başkanlığı için bir defaya mahsus olmak üzere, bütün seçme yetkilerini başbakana veren bir kanun getirilmiştir önümüze. Tabiri caizse, hükümet, önce, sorunu yaratmıştır, elindeki kamu erkini kötüye kullanmıştır ve daha sonra da, bu boş yerler için seçim yetkisini kendi eline alacağı bir düzenleme yapmıştır. Bu, çok ağır bir fonksiyon gasbıdır. Yürütmenin bir hizmet yerinden yönetim birimine ait olması gereken yetkileri gasbetmesi niteliğini taşımaktadır, Anayasaya çeşitli aykırılıklar içermektedir. Bu aykırılıkları, biz, buradan, kürsüden ifade ettik; ama, maalesef, dikkate alınmadı ve daha sonra çıkarılan bu yasa, uyarılarda bulunduğumuz gibi, önce, Sayın Cumhurbaşkanı tarafından ikinci kere görüşülmek üzere Meclise iade edildi. Aynı yanlışları görmemekte ısrar eden Meclisteki Adalet ve Kalkınma Partisi çoğunluğunun oylarıyla yasa kabul edildi ve daha sonra da, Cumhuriyet Halk Partisi Grubundan milletvekillerinin açmış olduğu dava sonucunda, Anayasa Mahkemesi, bu yasadaki ikaz ettiğimiz aykırılıkların Anayasaya aykırılık oluşturduğuna ilişkin kararını verdi.

Şimdi, yapılan düzenlemelerle, yine, buna benzer birtakım sakıncalar yaratılmaya çalışılıyor.

Bakınız, bu yasayı incelediğimizde, bir yeniden yapılandırma adı altında, yine, özerkliğe müdahale niteliği taşıyan birtakım uygulamalara kapı ardına kadar açılıyor. Eğer, bir kamu kurumu özerk bir yapıya sahipse, bu özerklik, onun kendi organlarını kendisinin seçmesini gerektirir. Anayasamızın 123 üncü maddesinde idarenin merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına göre oluşturulacağı ifade edilmiştir ve Anayasa Mahkememizin kararlarını incelediğimiz zaman, yerinden yönetimin, özerklik bağlamında neler ifade ettiğine ilişkin kararlar oluşturulurken, bunlarda, özerk bir kurumun kendi organlarını kendisinin seçmesi gereği üzerinde de ayrıntılı bir biçimde durulduğu ve bunu bir gereklilik olarak bu kararların ortaya koyduğu görülmektedir. Ama, maalesef, bu gerçek, Anayasa Mahkemesi kararlarında yer alan bu ilke, bu yasa oluşturulurken gözardı edilmiştir ve Başkanlığın ve Bilim Kurulunun oluşumunda yetkilerin büyük ölçüde Başbakan elinde toplandığı görülmektedir.

Bakınız, Başkanın seçiminde Bilim Kurulu 2 aday seçiyor; bunlardan birisini Başbakan seçiyor. Bilim Kurulu üyelerinin seçimine dikkat ettiğiniz zaman da, 14 kişilik Bilim Kurulunda, Başbakana 7 üye seçme imkânı tanınıyor. Bu, bir bilim kuruludur ve ne hazin bir görünüm ki, Türkiye'de, bilim kurumlarının yükseköğretimde zirvesini oluşturan, koordinatörü olan YÖK'e ancak 1 üye seçme imkânı veriliyor ve Bilim Kuruluna da 4 üye seçme imkânı veriliyor.

Böyle bir yapı karşısında ne düşünürsünüz? Bu özerk bir kurum mudur, yoksa, üzerine bu seçme yetkileri dolayısıyla Başbakanın, dolayısıyla yürütmenin gölgesi düşmüş olan bir oluşum mudur, bir yapı mıdır? Kendi organlarını kendi seçemiyor, bağlı olduğu, bir anlamda vesayeti altında, idarî vesayeti altında bulunduğu kurum onun yapısını oluşturuyor. Bu, özerkliğe ne kadar sığar, Anayasanın 123 üncü maddesinde yer alan yerinden yönetim ilkesine ne kadar sığar; takdirinize bırakıyorum.

Biraz önce bir değerli arkadaşım "Başbakan da seçimi yapacak; ama, herhalde, sokaktan, hiçbir niteliği olmayan bir kimseyi değil, bilimsel nitelikleri taşıyan kişileri seçecek" diyor. Hiçbir başbakanı töhmet altında bırakmadan konuşuyorum; hatta, daha ileri giderek söyleyeyim, belki şu anda iktidarda bulunan Başbakan, böyle bir tercih de yapmaz, tartışabiliriz, tercihlere bakıldığı zaman; ama, ben, burada, şu adı veya bu adı taşıyan bir başbakanın neleri yapabileceğine dikkati çekmek istemiyorum. Yasalar kalıcıdır. Bu iktidar gider; ama, yasa, bir başka iktidar geldiği zaman, onun döneminde de geçerlidir. Biz yapmayız diyebilirsiniz; ama, yapabilecek olan için imkân var. Bakınız, 3 üncü maddenin (a) fıkrasında, Bilim Kurulunun oluşumu ifade edilirken, bilim adamları arasından denilmiyor, ne deniliyor: "Bilimsel ve teknolojik alanlarda eser, araştırma ve buluşlarıyla temayüz etmiş ve/veya araştırma ve teknoloji yönetimi konusunda yetkinliği olan, bilimsel ve teknolojik sistem, kurum ve birimleri başarı ile kurmuş ve/veya yönetmiş bulunan kişiler arasından..."

Şimdi, bir başbakan gelse, bizim partiyi filanca şirket çok iyi bir bilgisayar ağıyla donatmıştı, bunun başında da falanca vardı, bravo çocuğa, çok iyi bir tesisat kurdu, ben bunu TÜBİTAK Bilim Kuruluna seçsem dese, bu ifade karşısında, buna bir engel var mı? Ama, bilim adamı değil çocuk, sadece başarılı bir bilgisayar iletişim ağı kurmuş. Bu ifadeye göre, engel var mı? Diyorsunuz ki: "Bütün üyeler TÜBA üyesi olacak." TÜBA üyesi olmak da kolay bir şey değil; ama, şu ifade tarzı bile, bütün üyelerin, TÜBA üyeleri arasından Bilim Kuruluna seçilemeyeceğini, seçilmesine imkân olmadığını çok açık bir şekilde ortaya koyuyor. 3 üye, bu anlattığım nitelikleri taşıyan insanlar arasından seçilecek; hatta ve hatta, TÜBİTAK'ın başkanı da bu (a) fıkrasında yer alan nitelikleri taşıyanlar arasından seçilecek; yani, TÜBA üyesi olması şart değil.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, ne olur böyle olursa; belki sizce sakınca görmeyebilirsiniz, ama, siyasallaşma olayı, her zaman öyle zannettiğiniz kadar iyi bir şey değil. Bir kurumun siyasallaşmasıyla, insanların siyasete yatkın olması, bir siyasî tercihleri olması olayını birbirine karıştırmayın. Bir kurumun siyasallaşması, hele hele o bir bilim kurulu ise, hiç de öyle umduğunuz yararlı sonuçları ortaya koymaz. Çünkü, bilim, siyasallaştığı zaman, bilim olmaktan çıkar. Her yer belki siyasallaşabilir; ama, siyasallaşmaması gereken, siyasallaşmamasına en fazla önem vermemiz gereken yer bilimdir, bilim kurullarıdır. Çünkü, bilim ile siyasallaşmak bir arada olmaz. Bilim demek, objektiflik demektir; siyasallaşmak ise, bir taraf tutmak demektir. Bu bile, bilim ile siyasallaşmanın bir arada olmayacağını gösterir.

Üniversite yaşamından gelen arkadaşlarımız var, mesleği öğretim üyeliği olanlar. Bilemiyorum, öğretim üyeliğinde asıl... Hepimiz sandığa bir parti için oy atmışızdır, birisini beğenmişizdir; ama, dersimizi anlatmaya sıra geldiği zaman, beğendiğimiz partinin hatalı yanlarını gösteren eserlerden de, düşüncelerden de söz etmişizdir onu öven eserler yanında, eğer, dersimiz siyasal bilim ise veya öğrencimize veya bulgularımıza "benim siyasal kanaatim bu bulguyu şöyle yorumlamayı gerektiriyor" nazarıyla bakmamışızdır. İnsanın siyasî tercihi ayrıdır; ama, bilimde gerçekleri ortaya koyma durumu tamamen bundan farklıdır. Bilim, siyasallaştırılamaz; ama, siz bir bilim kurulunun üzerine, bu oluşum nedeniyle, yürütmenin gölgesini düşürürseniz, orada bilimde siyasallaşmaktan söz edilir.

Burada bir arkadaşımız kalktı "siz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak geçmişinizde ne yaptınız, siyasallaşmak gerekiyorsa siyasallaştıracağız" filan gibi birtakım sözler söyledi.

Cumhuriyet Halk Partisinin geçmişinde siyasallaşmak yoktur. Eğer, bir parti oluşumu sırasında sarf edilmiş birtakım sözler varsa, onların ne kadar yanlış olduğu da bizzat bu Partinin Genel Başkanı tarafından halka ifade edilmiştir ve o doğrultuda hareket edilmeyeceği -yeni oluşumda da- söylenilmiştir. Bunu, hepiniz biliyorsunuz; ama, bunu bilmenize rağmen, bu yanlışı burada telaffuz etmekten de kendinizi alamıyorsunuz.

Şimdi, şunu söyleyeyim: Bizim geçmişimizde böyle bir olay yok; ama, şurada ikibuçuk yıldır yaşadığımız birtakım olaylar var. 61 yaş dediniz, bir yasa çıkardınız, emeklilikte zorunlu emeklilik yaşını 61'e indirdiniz; Anayasaya aykırı olarak indirdiniz. Belki, Anayasaya aykırı olduğunu ilk seferde bizim söylememiz, Sayın Cumhurbaşkanının ifade etmesi sizi ikna etmedi; ama, Anayasa Mahkemesi karar verdi, bozdu. Bir daha ısrar ettiniz. Niye?!. Niye?!.

Birkaç gün önce bir kanun çıkardık; imam-hatiplere bir garazımız yok; ama, siz, başka meslek mensuplarından esirgediğiniz bir imkânı imam-hatiplere tanıdınız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Lütfen konuşmanızı tamamlar mısınız Sayın Araslı.

Buyurun.

OYA ARASLI (Devamla) - Şimdi, bir şeyin yanlış olduğunu söylemek bir meslek mensubuna garazı olmak demek değildir. Biz, imamlara da saygı duyarız, öğretmene de saygı duyarız, onun kadar, hekime de, yargıca da saygı duyarız ve bunların içerisinden biri diğerinin önünde tutuluyorsa, burada eşitliğe aykırı bir uygulama olduğunu da söyleriz.

Şimdi, bunlara bakarak, biz, sizin, bu uygulamalar çerçevesinde, tarafsızlığınızı koruyacağınıza nasıl inanalım; yani, yasada bir yanlış düzenleme var ise, sizin garanti vermeniz, kötüye kullanmayacağız diye yeminler filan etmeniz de durumu değiştirmez; çünkü, biraz önce söylediğim gibi, siz gidersiniz; ama, yasalar kalır, sizin çocuklarınıza da kalır. Bakın, bu ülkenin kanunları arasında 1923'ten önce yürürlüğe girmiş olanlar da var, bir kısmı hâlâ yürürlükte. Çocuklarınıza da kalır...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Araslı, lütfen konuşmanızı tamamlar mısınız.

Buyurun.

OYA ARASLI (Devamla) - Bitiriyorum efendim.

Bu tür kanunlar da var.

HASAN FEHMİ KİNAY (Kütahya) - Keşke kalsa.

OYA ARASLI (Devamla) - Onun için, burada, yasa yaparken, çok çok dikkatli hareket etmek durumundayız.

Bir arkadaşımız "keşke kalsa" diyor. Cumhuriyet öncesi birtakım yasalar için "hepsi kalsa" lafına, ne ölçüde, tümü doğrudur diye katılmak mümkün olur bilemiyorum, benim için değil; çünkü, cumhuriyet yepyeni bir kültür getirmiştir ve o cumhuriyet kültürünün getirdiği yasaların da Türkiye için ne kadar isabetli tercihler yapmış olduğu hepimizin malumudur diyemiyorum; ama, diyeceğim şu: Yasa çıkarmak için çok dikkatli hareket etmeliyiz. Yasaları deneme sınama yöntemiyle de çıkarmamalıyız. Her zaman söylüyorum, bu Meclis kolay çalışmıyor. Bu memleketin bu kadar bol zamanı yok. İnsanlarımız açlıktan, sefaletten kırılıyorlar, işsizlikten kırılıyorlar. Onların sorunlarına bir an önce çözüm bulmamız lazım.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Araslı, üçüncü defa sürenizi uzatıyorum; lütfen...

OYA ARASLI (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.

Bakın, bugün, Anayasa Mahkemesi bir yasayı iptal etti, daha önce de pek çok yasayı iptal etti. Bu tavrınıza Anayasa Mahkemesinin en yalın, en açık yanıtıdır bu. Bir daha, Anayasa Mahkemesini bize bu tür yanıtlar verme durumunda bırakmayalım, yasaları Anayasa Mahkemesi önüne götürmek zorunda kalmayalım, bilim kurumlarımızın tarafsızlığını koruyalım.

Saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Araslı.

FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Sayın Başkan, Sayın Recep Garip'in konuşmasında, Meclisteki Baloğlu soyadını taşıyan tek milletvekili olarak, bana yöneltilmiş bir suçlama var; o yüzden bir açıklama yapmak istiyorum.

BAŞKAN - Hayır efendim...

FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Efendim, Baloğlu soyadını taşıyanların işe girdiğini söylüyor.

BAŞKAN - Sayın Feridun Baloğlu, nereden çıkardınız bunu?! Lütfen...

FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Peki efendim; yani, uygun bulursanız, kendisi açıklasın; ne anlamda bizim ismimizden bahsediyor?

BAŞKAN - Madde üzerinde 10 dakika süreyle soru-cevap işlemi yapacağız.

Sayın Gazalcı, buyurun.

MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Çok teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım, sonuna doğru geliyoruz. Sorduğumuz soruların çoğu tutanaklarda kaldı, havada kaldı. Dileriz, yazılı yanıt verirsiniz.

Ben bir soruyu ısrarla yinelemek istiyorum; çünkü, size sorduğum yazılı soru önergesine, siz, bir yanıt vermiştiniz; demiştiniz ki "Sayın Prof. Dr. Namık Kemal Pak'ın tekrar göreve atanmasına ilişkin süreç, konu hakkında yapılmakta olan çalışmaların tamamlanmasından sonra devam ettirilecektir." Bu, sizin ifadeniz ve altında imzanız var. Yani -bundan sonra mahkeme kararları da oldu- bu yasa, TÜBİTAK'a ayrı bir tüzelkişilik kazandırıp bugüne kadar hak arama yollarını kaldıracak mı? O kadar açık soruyorum ki...

Yarın Sayın Pak'ın Danıştaydan kararı geldi. Siz "hayır, artık TÜBİTAK yeni bir TÜBİTAK oldu, eskiyle ilişiği kalmadı, biz o yüzden uygulayamıyoruz" mu diyeceksiniz? Ben, bunu, bu yasanın sonunda öğrenmek istiyorum ve bu yasa, mahkeme kararlarını yok edecek mi diyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Sayın Işık...

AHMET IŞIK (Konya) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Ben de Sayın Bakanımıza şu soruyu yöneltmek istiyorum: 278 sayılı Yasayla Türkiye'nin bilim ve teknoloji politikalarının oluşturulması konusunda hükümete danışmanlık görevi TÜBİTAK'a verilmiştir. Bilim ve teknoloji politikaları, tabiatı gereği, kısa, orta ve uzun vadeli dönemlere ilişkin uygulamaları gerektirmektedir.

Ülkemizin gelecek nesillerine, bilim ve teknoloji alanlarında güçlü ve bağımsız bir yapı sunulabilmesindeki temel politikanız nedir?

Ülkemizde, yurt dışından transfer edilen teknolojiyi kullanma ve uyarlama yetkinliği çok yüksek bulunmaktadır. Teknoloji geliştirme ve yenilik kabiliyetini yeterli buluyor musunuz?

Son olarak, bilimsel ve teknik sistemlerin iyi yönetimlerinin ihmali söz konusu mudur?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Işık.

Sayın Coşkunoğlu, buyurun.

OSMAN COŞKUNOĞLU (Uşak) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Gazalcı'nın dediği gibi, maalesef, birçok sorumuz havada kaldı. Belki, ileride yazılı cevap alacağız; ama, ben de şu sorumu yinelemek istiyorum: Hükümet hangi bilim ve teknoloji politikasını uygulamakta güçlük çekti de, yeniden yapılanma ihtiyacı duydu; bir.

İkincisi; Sayın Bakanın, bir soruya cevap verirken ettiği bir söz var. Ben, tutanakları getirttim; ama, içerisinde bulamadım; yani, o yazılmadı veya bana getirilmedi. Şöyle diyordu: "Daha önceki yönetim sırasında 5 üniversite egemen görünürken, şimdi 77 üniversiteye, Anadolu'ya..." Ve o cümleyi şöyle tamamladınız: "Biz, bunu Anadolu'ya yaydık. Bizim hükümetimizin performansı işte budur" dediniz.

Şimdi, bu, sizin hükümetinizin performansı mı, TÜBİTAK'ın performansı mı, yoksa, TÜBİTAK, sizin hükümetinizin bir direktifi üzerine mi bunu yaptı? Bunu sormak istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Coşkunoğlu.

Sayın Baloğlu, buyurun.

FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Sayın Başkan, demin de söz istemiştim; bu fırsatla, soruyorum: Sayın Recep Garip, konuşmasında "Baloğlu" soyadını taşıyan 7 kişinin TÜBİTAK'ta işe alındığını, bunun da bir örgütlenme gibi yorumlanabileceğini söylemişler. Şimdi, kendisi de teyit etti, isimlerini de gördüm. Benim ailemden TÜBİTAK'ta çalışan hiç kimse yok; ama, buna rağmen böylesine bir örgütlenme gücüm olduğuna inanıyorsa, kendisine teşekkür ediyorum.

Sayın Bakana da şunu soruyorum: Benim soyadımı taşıyanlardan, akrabalığımı taşıyan bir tek kişi varsa lütfen bildirsin.

Yazılı olarak bildirebilir.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Baloğlu.

Sayın Bakanım, buyurun efendim.

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Sayın Başkanım, bu soruların önemli bir bölümüne daha önce cevap verdim, geri kalan sorulara yazılı olarak cevap vereceğim. Bu konuda soru soran arkadaşlarımız hiç endişe etmesinler. Bana ne zaman soru sorulmuşsa, belki biraz gecikir; ama, mutlaka, o sorulara cevap vermişimdir, bundan sonra da böyle olacak.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

12 nci madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, teklifin tümünü oylamadan önce, İçtüzüğe göre, oyunun rengini belli etmek üzere bir milletvekilimiz lehte, bir milletvekilimiz aleyhte söz talebinde bulunmuştur.

Lehte, Aksaray Milletvekili Ramazan Toprak.

Sayın Toprak, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Sayın Toprak, lütfen sürenizi olumlu kullanınız, size 4 dakikalık süre veriyorum.

Buyurun.

RAMAZAN TOPRAK (Aksaray) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Başarı, izafî bir kavramdır, göreceli bir kavramdır, kişiden kişiye, olaydan olaya ve hatta ülkeden ülkeye değişir, geçmişten günümüze değişir, günümüzden geleceğe de değişecek bir kavramdır.

TÜBİTAK'ın başarısından bahsedebilmek için geçmiş kırk yılını kendisiyle kıyaslamak yanlış bir kıyastır. Bu kıyası, dar anlamda doğru kabul edebiliriz; ama, geniş ve gerçek anlamıyla doğruyu bulabilmek için TÜBİTAK'ı aynı, kırk yıllık dönemde, dünyadaki emsal ar-ge kuruluşlarıyla kıyasladığımızda, daha gerçekçi bir sonuca ulaşırız.

Siyasal iktidarların, bilime verdiği değer, verdiği destekle ölçülür. Geçmişte bilime verilen değer, verilen destek ölçüsündedir. Düşük destek, bilime verilen değerin ifadesidir. 2002 yılı sonuna kadar, TÜBİTAK'a, onbeş yıl süreyle verilen desteğin 150 000 000 dolar olduğu düşünülürse ve sadece 2005 yılı için bizim iktidarımızın 530 trilyon TL verdiği düşünülürse, bu, bu siyasal iktidarın bilime ne denli, geçmişle kıyaslanmayacak derecede önem verdiğinin çok açık, net bir ifadesidir. Verilen bu değer rakamsal ifadelerle ortaya konulmuştur. Bu tutum, takdir edilmesi gereken bir tutumdur.

Bu tasarıya olumlu destek vereceğimi ifade ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN- Teşekkür ediyorum Sayın Toprak.

Aleyhte, Uşak Milletvekili Osman Coşkunoğlu; buyurun.

Konuşmanızı süresi içerisinde tamamlarsanız memnun olurum Sayın Coşkunoğlu.

Buyurun efendim.

OSMAN COŞKUNOĞLU (Uşak)- Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, hem son derece yanlış bir yasa hem de son derece kötü bir süreç içerisinde yapıldı. Bilimi yaraladık, bilim insanını, bundan önceki ve şimdiki bilim insanlarını yaraladık. Demokrasiyi de yaraladık.

Bakın, isim vermeyi çok sevmem; ama, söyleyeceğim. Sayın Denemeç'in -yasa teklifinde imzası olduğu için- yapmış olduğu konuşmadan ve Hürriyet Gazetesindeki röportajdan alınmış cümleler: "Bakın, demokratik bir seçimle gelsin insanlar" diyor Sayın Denemeç. Bu demokratik seçimle gelen kim; Başbakan mı?! "Eğer demokrasiyi içinize sindiriyorsanız, halkın iradesine inanıyorsanız, seversiniz sevmezsiniz, beğenirsiniz beğenmezsiniz; ama, saygı duymak zorundasınız. Siyasî irade, bir şekilde, başbakan olarak seçilen kişide temsil ediliyor." Bu yanlıştır, bu yanlış bir demokrasi anlayışıdır. Bütün parlamento, bütün demokrasi bir başbakanın kişiliğinde!

Değerli arkadaşlar, uzun konuda kısa olarak bir bilgi sunmak istiyorum. Sanayi devrimi neden İngiltere'de gerçekleşmiştir 18 inci, 19 uncu yüzyıllarda; sermaye birikimi Hollanda ve civarında daha çoktu; bilim, Fransa'da daha ileriydi; fakat, İngiltere'de, Magna Carta nedeniyle, hükümdarın müdahale etme olanakları sınırlanmıştı, İngiltere'deki o özgür ortamda bilim ve teknoloji gelişmişti.

Şimdi, biz, Başbakana, bu yetkileri artırarak, çok büyük bir hata yapıyoruz, bilim adına hata yapıyoruz, teknoloji adına hata yapıyoruz.

Bu olayı sadece eleştirmekle kalmadım; bir toplantımızda, ben bir teklif sundum Sayın Denemeç'e. O zaman deniyordu ki, bilim ve teknolojinin siyaseti olmaz, işte, CHP, AKP, beraber, aynı şeyleri düşünüyoruz. Olabilir, aynı şeyleri düşünüyor olabiliriz. Bu, gerçekten öyleyse, demiştim o zaman -bundan üç dört ay önce yapmış olduğumuz bir sohbette, başka tanıklar, TÜBİTAK'tan tanıklarla beraber- bir teklif sunmuştum somut olarak, Cumhuriyet Halk Partisinden ve AKP'den ortak sayıda kurulacak, sadece bu amaç için kurulacak bir komisyonda, bütün bu süreci ve yapılanmayı beraberce değerlendirelim; bu, sizlere de puan kazandırır, toplum önüne, tıpkı dışpolitika konusunda olduğu gibi bilim ve teknoloji konusunda da belli bir uzlaşmayla gideriz dedim. Budur demokrasi işte. Bunu yapabilmiş olsaydık, Parlamentonun ve siyasî iradenin, Türkiye'nin bilim ve teknolojide önünü açmasını sağlayacak bir tutum içerisinde olmuş olacaktık. Burada, sadece Başbakana, siyasî irade adına, demokrasi adına yetkilerini artırarak bunu sağlamıyoruz, yanlış yapıyoruz.

Ben önerimi tekrarlıyorum -bu saatten sonra yasayı geri çekeceğini tahmin etmiyorum, ama- geri çekip bu öneriyi gerçekleştirmiş olsaydık, gerçekten, bilim ve teknoloji ve ülkemizin ekonomisi için, insanı için daha iyi bir şey yapmış olacaktık.

Oyum, bu nedenle aleyhtedir.

Hepinize saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Coşkunoğlu.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, teklifin tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Teklif kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır; bilim dünyamız ve milletimiz için hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ediyorum.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, 4 üncü sırada yer alan, Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanun Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji ve Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu raporunun görüşmelerine başlıyoruz.

5.- Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanun Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu (1/846) (S. Sayısı: 646) (x)

BAŞKAN - Komisyon?.. Burada.

Hükümet?.. Burada.

Komisyon raporu, 646 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde, AK Parti Grubu adına Kayseri Milletvekili Taner Yıldız, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Manisa Milletvekili Nuri Çilingir; şahısları adına, Hatay Milletvekili Mehmet Eraslan, Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan ve Adana Milletvekili Tacidar Seyhan'ın söz talepleri vardır.

Tasarının tümü üzerinde ilk konuşmacı, AK Parti Grubu adına, Kayseri Milletvekili Taner Yıldız.

Sayın Yıldız, buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA TANER YILDIZ (Kayseri) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanun Tasarısı üzerinde, AK Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum; Heyetinizi, şahsım ve AK Parti adına, saygıyla selamlıyorum.

Tabiî, öncelikle, bu, yenilenebilir enerji kaynaklarının, neredeyse yenebilir bir enerji kaynakları haline geleceği ortamdaydık; biraz endişe duydum şahsen. Aylardır Genel Kurul gündeminde olmasına rağmen, uzun bir süredir bu konuyu tartışamadık, görüşemedik; ama, bugün, inşallah, kanun tasarısının görüşmelerine başlıyoruz.

Bu kanun tasarısının, kanunlaşmasıyla beraber, yatırımcımıza, ülkemize ve enerji sektörüne hayırlar getirmesini temenni ediyorum. Özellikle bu tasarının olgunlaşmasında katkı koyan muhalefete de teşekkür ediyoruz.

Şimdi, biz nasıl bir kanun çıkarıyoruz, niçin çıkarıyoruz, bu kanunun getirdikleri nelerdir, ülke menfaatına katkısı hangi orandadır, AB ülkelerinin bu konuda neresindeyiz, kanun tasarısı kapsamında bulunan projelerin durumu nedir, en son geldiği merhale nedir; bunları sırasıyla açacağız.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; Türkiye'de elektrik enerjisinin genel durumu hakkında kısaca bilgi vermek isterim. Dünyada olduğu gibi, yurdumuzda da bütün bu enerji projeksiyonlarının 2020 yılına kadar hedef alınarak hazırlandığını biliyoruz. Ülkemizde, bu konuda, çeşitli kamu kurumu, üniversiteler, diğer ilgili kuruluşlar çok çeşitli prensiplere dayanarak çok değişik senaryolar üretmişlerdir. En son TEİAŞ'ın 2004 yılı ortalarında yaptığı ve Devlet Planlama Teşkilatının gelişme planı, gayri safî yurtiçi hâsıla esneklik analizleri ve sektörel büyüme duyarlılık analizleri gibi birçok faktörü de içine alarak 7 tane alternatifli talep projeksiyonu oluşturuldu. TEİAŞ, talep projeksiyonunda iki çözüm önerisi getirmiştir; bunlardan bir tanesi, 2020 yılında, kötü ve iyi senaryoya uygun olarak, takribî 400 milyar kilovat/saatlik bir enerji talebi, diğeri de 500 milyar kilovat/saatlik enerji talebidir.

Birkısım rakamlarla enerji sektörünün temel büyüklükleri hakkında bilgi verebiliriz. Büyüme hızı, ülkemizde sanayiin büyüme hızına mütenasip olarak enerjideki büyüme hızı, 2010 yılına kadar takribî yüzde 8, 2020 yılına kadar da ortalama yüzde 7,7 olarak kabul edilmiştir. Tüketim ise, içinde bulunduğumuz yıllarda takribî 141 milyar kilovat/saat ve yüzde 71'lik bir büyümeyle 240 milyar kilovat/saate ulaşacağını umduğumuz 2010 yılı ve yine yüzde 250'lik bir büyümeyle, böyle bir hızla, 2020 yılında 500 milyar kilovat/saatlik bir talep tüketimi görüyoruz. Kurulu güç açısından baktığımızda ise, 37 000 megavatlık 2003 yılı, 48 000 megavatlık 2010 yılı ve yine, takribî 100 000 megavatlık 2020 yılını tahmin edebiliriz. Yenilenebilir, kurulu güç açısından baktığımızda ise, 12 600 megavatlık ve yüzde 35 oranına tekabül eden bu dediğimiz kanun kapsamındaki enerji kaynakları, 18 324 megavatlık 2010 yılı tahmini ve 35 000 megavatlık da 2020 yılı tahmini yapabiliriz. Hidroelektrik kaynakların yenilenebilir enerji kaynakları içerisindeki payı ise çok büyüktür; yaklaşık yüzde 34 oranında, 12 579 megavatla, bulunduğumuz yıllar içerisinde bu rakamı kesinlikle söyleyebiliriz.

Yenilenebilir enerji kaynaklarının tüketimdeki payı ise talebin yüzde 25'i kadar ve bu kanun tasarısının kanunlaşmasıyla beraber, biz, bu oranı, en azından korumak istiyoruz, bir iki puan da artırmak istiyoruz; yani, 2020 yılına kadar yenilenebilir enerji kaynaklarının, yerli kaynakların -bunların içerisinde hidrolik kaynaklar, jeotermal, rüzgâr, biyomas, biyodizel gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının- tüketimdeki payının yüzde 25'ten daha düşük olmamasına dikkat ediyoruz. Mevcut elektrik üretiminin yüzde 45'i şu anda devlet tarafından, yüzde 40'ı yap-işlet-devret, yap-işlet ve işletme hakkı devirleri tarafından, yüzde 15'i de özel sektör tarafından üretilmektedir.

Türkiye, bu elektrik enerjisi üretiminde kaynak ihtiyacını, nükleer kaynak dışında petrol, doğalgaz, kömür, hidrolik, jeotermal ve rüzgâr enerjisinden istifade ederek karşılayabilir durumdadır. Bilindiği gibi, petrol, doğalgaz ve ithal kömür dış kaynaklardır. Kömürün yanında ülkenin en önemli yerli kaynakları, sırasıyla, hidrolik, rüzgâr, jeotermal, biyomas, biyodizel ve akıntı enerjisi olarak söyleyebiliriz.

Ülkenin harekete geçirilmeyi bekleyen toplam hidroelektrik kaynaklarının rezervi 135 milyar kilovat/saattir; bunun, ancak, ne yazık ki üçte 1'ini, 35 milyar kilovat/saatini harekete geçirebilmiş durumdayız. Öyle nehirlerimiz vardır, 1 376 kilometrelik bir nehrin üzerinde ancak bir tane, iki tane santral vardır. Bunların yerli kaynaklardan üretimini sağlamak, ancak bu kanunun teşvikiyle olacaktır.

Rüzgâr için de benzer şeyler söylenebilir. En az 25 milyar kilovat/saat/yıllık üretilebilecek bir rüzgâr rezervi vardır.

Ülkemizde hidrolik kaynağa, yenilenebilir için, EPDK Üretim Lisans Yönetmeliğiyle sınır getirilmiştir. Maddelerine geçtiğimizde göreceğiz; bugün yenilenebilir enerji kaynakları içerisinde kavramlar ve tanımlar açısından bütün hidrolik kaynaklar mevcut iken, sübvanse edilmeyi bekleyen hidrolik kaynaklar, rezervuar alanı ancak 15 kilometrekarenin altında olan ve nehir tipi santrallar, nehir tipi akıntı santralları ancak bu sübvansiyonun içerisine alınmıştır.

Elektrik enerjisi üretiminde klasik maliyetlerin dışında, yani yatırım, işletme, finansman maliyetlerinin dışında kaynak transferi gibi sosyal içerikli maliyetler vardır. Bunlara biz "toplumsal maliyetler" adını veriyoruz. Ne yazık ki toplumsal maliyetler, özellikle bu YEK kanunu tasarısı kapsamında bulunan enerji kaynakları için maliyetlere yansıtılmamaktadır. Elektrik enerjisi fiyat oluşumunda Türkiye'de toplumsal maliyetler bir unsur olarak girmemektedir. Esasen, birkaç ülke dışında dünyada yenilenebilir kaynağın öneminin kavranmış olmasına rağmen, elektrik enerjisi fiyat oluşumunda toplumsal maliyetlerin de dikkate alınarak yapılması ciddî güçlükler doğurmuş ve realize edilmemiştir. Bu sorun, emisyon vergileri, karbon ticareti, yeşil sertifika ticareti gibi metotlarla çözüm yoluna gidilmiş ve bu modeller yasalaştırılarak yenilenebilir kaynaklardan maksimum istifade imkânı sağlanmıştır.

Aslında, toplumsal maliyetlerin elektrik enerjisi fiyat oluşumunda kriter alındığı bir yapıda, yenilenebilir kaynak için ne sübvansiyona ne de farklı bir desteğe ihtiyaç vardır. Aslında hiçbirine destek ihtiyacı yoktur; fakat, bunlar maliyet olarak giremediği için, ancak, biz, bir teşvik mevzuatı veya bir sübvansiyon rakamlarıyla bu kanun tasarısına yaklaşmaktayız ve ancak böyle, ülkenin kaynaklarını aktif hale getirebiliyoruz.

Hidroelektrik kaynağın mevsimsel, rüzgâr kaynağının da hat yükleri gibi aslında çözülebilir denge sorunları olmasına karşılık, bu iki kaynak, ülkemiz için hâlâ önemini korumaktadır. Yakıt gideri olmadığından, yenilenebilir kaynakların işletme maliyetlerinin de çok düşük olacağı açıktır. Diğer yandan, yenilenebilir kaynaklara dayalı elektrik enerjisi üretimi çevre kirliliği yaratmadığından, temiz ve çevreye uyumlu bir yapıya sahiptir.

Arkadaşlar, bu rakamlar önemli. Avrupa Enerji Ajansı çalışmalarında, gigavatt/saat başına, kömür kaynağında 1 000, petrol ürünlerinde 750 ve doğalgazda ise 500 ton karbondioksit emisyonu olduğu saptanmıştır. Bunlar, aslında, hiçbirimizin sorumlu olmadığını iddia ettiği, ama, dolaylı yoldan, direkt olmasa bile dolaylı yoldan zararını bir sonraki nesle aktardığımız konulardır. Kyoto Anlaşmasında hemen hemen bütün ülkeler bu taahhütlerini yapmıştır; ama, ne yazık ki, gelişmiş ülkeler, birkısım gelişmekte olan ülkelerle beraber, bu taahhütlerini yerine getirmemişlerdir, sanayi büyüme hızlarını küçültmemek adına dünyanın kirlenmesine göz yummuşlardır.

Şu anda, yenilenebilir kaynak için ise, bu karbondioksit emisyonları yok denecek kadar azdır. Teknik olarak, özellikle şebekeye giriş ve kısa devre kısıtı gibi konularda kaçınılmaz olarak sağlanacak desteklerin yanında, ar-ge, ucuz kredi, yatırım destekleri ve bazı vergi destekleri istisnalarıyla beraber, yenilenebilir kaynakların önemini kavramış ülkelerde kolay realize edilebilmektedir.

Dünyada, genellikle Avrupa Birliğinde de yenilenebilir kaynakların elektrik üretiminde fiyata yönelik teşvikleri şöyle sıralanabilir: Almanya, Portekiz, İspanya ve Yunanistan'da olduğu gibi sabit fiyat sistemiyle, Fransa'da olduğu gibi kota ve teklif sistemiyle, İngiltere'de ve İrlanda'da olduğu gibi kota tabanlı ihale sistemiyle ve Hollanda, Danimarka ve İtalya'da olduğu yeşil sertifika sistemiyle bu işlemler yürütülmektedir. Her sistemin, hem ülke şartlarına uyumu hem de piyasa açısından kendilerine göre birkısım avantajları ve dezavantajları mevcuttur.

Dünya, yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanım oranını artırmak için çok ciddî bir çaba içerisindedir; ancak, yatırım maliyetlerinin diğer klasik kaynaklara göre yüksek olması, yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanım payının istenilen oranda artmasını engellemektedir. Avrupa Birliği kendisine bu konuda hedef belirlemiştir. Toplam birincil enerji arzında yüzde 12, elektrik üretiminde ise yüzde 25 oranında, AB, kendine hedef olarak bir rakam tayin etmiştir. Sevindirici bir durumdur; Türkiye de bu oranların altında değildir, hatta ilerisindedir.

1992 yılında Rio'da düzenlenen Çevre ve Kalkınma Konferansında, İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi üye ülkelerin imzasına açılmış ve 2000 yılındaki sera gazları emisyonlarının 90'lı yılların seviyesine düşürülmesi hedef olarak tayin edilmiştir. Bildiğiniz gibi, 2003 yılında da, Meclisimizde aynı şekilde bir kanun tasarısı kanunlaşmıştır ve bir yasal düzenlemeyle, bizim de, bu Rio'da düzenlenen İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesine katılımımız sağlanmıştır.

Bugüne kadar yeterince değerlendirilemeyen yerli kaynakların, gerek ülkenin özkaynakları olması ve enerji ithalat bağımlılığını azaltması gerekse çevrenin korunması, istihdam ve yerli teknoloji oluşturmasına katkı sağlaması ve yenilenebilir kaynakların mevcut piyasa şartları içerisinde diğer enerji üretim sistemiyle rekabet edebilmesini teminen, ancak bizim çıkaracağımız yasaya ihtiyaç vardır.

Bildiğiniz gibi, santralların yakıt kaynakları açısından maliyetleri aşağıdaki gibidir:

Hidrolik kaynakların kilovat başına takribî 1 200 dolarlara kadar varan yatırım maliyeti birim başına... Yalnız, Yüksek Denetleme Kurulunun bir raporu vardır. Bunların içerisinde, enerji kaynağının birim fiyatının yansıtılmaması ve yine bu kanun tasarısında, maddelerinde göreceğiz; Devlet Su İşlerinden Elektrik Üretim AŞ'ye devriyle beraber, santralların, gerçekten fizibilite maliyetlerinin ve kredi maliyetlerinin de yansıtılacağı bir ortama gireceğiz. Doğalgaz santrallarında bu 700 ilâ 750 dolar civarında, kömür santrallarında 1 000 dolar civarında, rüzgâr santrallarında 2 000 ilâ 2 500 dolar civarında, nükleer santrallarda ise 2 500 dolar civarındadır.

İktidarıyla muhalefetiyle hepimizin mutabık olduğu ve ortak paydasına koyduğu beş altı tane madde vardır. Bunlardan bir tanesi, görüştüğümüz tasarıda olduğu gibi, yenilenebilir enerji kaynaklarının desteklenmesi hususunda kimsenin bir tereddütü bulunmamaktadır; ama, bunu hangi oranda destekleyeceğimiz, bir problem kaynağıdır. Aslında, enerji sektöründe yaşanan sıkıntıların temelinde, 3096 sayılı Yasanın çıkmasıyla beraber, devletin özel sektörle yapacağı yatırımların kâr paylaşım oranını tespit edememiş olmasıdır. Şu anda birkısım mahkemelik olan konuların temelinde bu vardır. Özel sektör, takribî 2,5-3 milyar dolar civarında yıllık yapılması gereken yatırımların özel sektörle hangi oranda paylaşılacağına karar vermemiştir veya çok fahiş fiyatlarla vermiştir; hukukî olarak sıkıntılar çıkmıştır.

İşte, gerek Hazineden sorumlu Devlet Bakanlığının gerek Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığının gerekse ilgili bütün bakanlıkların burada mutabık olduğu konu, bu özel sektörle kârın makul oranda paylaşımıdır.

Ülkemizde elektrik pahalıdır. Kısa ve uzun vadeli ucuzlatılmasıyla alakalı, Bakanlığımızın değerli çalışmaları mevcuttur. Yerli kaynaklarımızın oranı, ithal kaynaklarımızın oranına göre düşüktür. Bizim, en azından yapacağımız, bu teşvikle bu oranın daha da düşmemesini, hatta biraz da yükselmesini sağlamaktır. Yerli kaynakların hareketlenmesi, enerjideki ve sanayideki büyüme hızımızı tam karşılayamıyor olsa da, bizim bununla alakalı gayretlerimiz mutlaka desteklenmelidir ve bu konuyla alakalı büyüme hızlarına yetişebilir bir yerli kaynak hareketlendirmesi sağlanmalıdır. AB kriterlerinin yüzde 12'lik hedefi aşılmış olmasına rağmen, bu bize bir rehavet getirmemelidir, bütün yerli kaynaklar olabildiğince maksimum düzeyde kullanılmalıdır.

Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı, Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu ve diğer kamu görüşleriyle birlikte hazırlanmış olan görüşeceğimiz kanun tasarısı da aynı mantıkla tesis edilmiş ve ülke koşulları da gözönünde bulundurularak, minimum maliyetlerle destek yaratılmaya çalışılmıştır.

Bu yatırımların başlamasıyla birlikte, elektrik üretim sistemlerinin tamamının yerli olarak ülkemizde imalat fırsatı doğacak ve diğer santral tipleri için geçerli olacak yatırım kalemleri ithal ödemeleri de yurtiçi pazarda kalacaktır. Böylece daha fazla bir katmadeğer ülkemizde oluşmuş olacaktır.

Arkadaşlar, bu kanunun getirdiği önemli noktalar vardır. Özellikle rüzgârda, hidroelektrik kaynaklarda, jeotermalde ve diğer enerji kaynaklarında yenilenebilir enerji kaynaklarının desteklenmesinde, özellikle TETAŞ'ın ortalama satış fiyatının altında olmayacak şekilde bir alım fiyat garantisi düzenlenmiştir. Bu, üretenler için yedi yıl sürebilecek bir enerji alım garantisini de yanında getirmektedir. Yani, bu kanun tasarısının kanunlaşmasıyla beraber, bu sektörde yatırım yapacak firmaların, yatırımcıların, özellikle yedi yıl süreyle ürettikleri enerji -ister özelleşmiş olsun isterse devlet elinde olsun- dağıtım şirketleri tarafından alınacaktır. Hangi oranda alacakları da -bu detaylara şu anda girmek istemiyorum- ilgili kanun maddesinde düzenlenmiştir.

Şimdi, bir yatırım yapıyorsunuz; bu yapacağınız yatırımın pazar problemi olmayacak; bu, çok önemli bir nokta. Bizim yerli kaynaklarımızı hareketlendirmemizin, cazip hale getirmemizin bence en kritik noktalarından bir tanesidir. Kaldı ki, özellikle rüzgâr enerjisinde, bu rüzgârgüllerini üreten Danimarka gibi, İspanya gibi, Almanya gibi ülkelerin seviyesinde olmasa dahi, bizim ülke imkânları gözönünde bulundurularak, Hazinenin imkânları gözönünde bulundurularak bir rakam tespit edilmiştir; o da, TETAŞ'ın ortalama satış fiyatıdır. Günümüzde, bu rakam, Hazinenin 2005 yılı döviz öngörüsü de gözönünde bulundurularak -o da, biliyorsunuz 1 611 TL'dir- burada, 5,40 (dolar) senttir bu rakam. Bunun ise, birkısım yatırımcılara göre, özkaynak oranı artırılarak, yabancı sermaye oranı biraz azaltılarak gerçekleştirilebilecek, realize edilebilecek bir rakam olduğu tespit edilmiştir. Akıntı tipi ve nehir tipi santrallarda, bu rakam zaten haydi haydi kurtarmaktadır. O yüzden, biz, yatırımcılarımızın, özellikle EPDK'dan lisans almış ve lisans almayı bekleyen, takribî 4 200 megavat civarında rüzgâr, 1 600 megavat civarında hidrolik kaynaklar, 60-70 megavat civarında jeotermal ve aynı şekilde, biyomas ve biyodizel gibi enerji kaynaklarının da, toplam 6 000 megavatlık yatırım yapmayı bekleyen yatırımcının önünü açacağını ümit ediyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Yıldız, konuşmanızı tamamlar mısınız.

Buyurun.

TANER YILDIZ (Devamla) - Ben, bu kanun tasarısına, tekrar ediyorum, olgunlaşmasında ve bu hale gelmesinde katkı koyan, muhalefet milletvekili arkadaşlarımıza, muhalefete ve İktidar Partisi, AK Partimize teşekkür ediyorum. Bu kanun tasarısının kanunlaşmasıyla beraber yapılacak yatırımların, ülkemize, enerji sektörüne hayırlar getirmesini temenni ediyorum.

Teşekkür ederim. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Yıldız.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, çalışma süremizin bitmesine dakikalar kalmıştır. Dolayısıyla, bir sonraki grup adına konuşacak hatip için yeterli süre yoktur. Bir de, yoğun bir çalışma temposu içerisinde TÜBİTAK Kanununu geçirdik.

Alınan karar gereğince, kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 5 Mayıs 2005 Perşembe günü saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

 

Kapanma Saati: 20.55