DÖNEM:
22 CİLT: 82 YASAMA YILI: 3
T. B. M. M.
TUTANAK DERGİSİ
90 ıncı Birleşim
27 Nisan 2005 Çarşamba
İ
Ç İ N D E K İ L E R
Sayfa
I. -
GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III. -
YOKLAMALAR
IV. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1.- Çorum Milletvekili Ali Yüksel
Kavuştu'nun, Çorum İli Kargı İlçesi Saraycık Köyünde meydana gelen ve köyün
tamamının yanmasına sebep olan yangına ilişkin gündemdışı konuşması ve
Bayındırlık ve İskân Bakanı Zeki Ergezen'in cevabı
2.- Ankara Milletvekili Yakup Kepenek'in,
kız çocuklarının okula gönderilmesi girişimlerinin, gelecekte, kadınların
toplumsal ve ekonomik hayata aktif olarak katılmasına yapacağı olumlu etkilere
ilişkin gündemdışı konuşması
3.- Tokat Milletvekili Resul Tosun'un,
Çanakkale Savaşlarının 90 ıncı yıldönümüne ilişkin gündemdışı konuşması
B) Tezkereler ve Önergeler
1.- Bosna Hersek Temsilciler Meclisi
Başkanı Sefik Dzaferovic ve beraberindeki parlamento heyetinin Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanının konuğu olarak ülkemize resmî ziyarette bulunmasına
ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/809)
2.- Türkiye Büyük Millet Meclisi ile Irak
Parlamentosu arasında Parlamentolararası Dostluk Grubu kurulmasına ilişkin
Başkanlık tezkeresi (3/810)
3.- Mardin Milletvekili Süleyman Bölünmez
hakkında tanzim edilen soruşturma dosyasının İçtüzüğün 75 inci maddesine göre
geri gönderilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/811)
4.- Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Tunus
ve Fas'a yaptığı resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin Başbakanlık
tezkeresi (3/812)
C) Gensoru, Genel Görüşme, Meclıs Soruşturmasi ve
Meclıs Araştirmasi Önergelerı
1.- Erzurum Milletvekili Mustafa Nuri
Akbulut ve 22 milletvekilinin, Doğu Anadolu Bölgesinde bulunan belediyelerin
ekonomik koşullarının tespiti ve yaşanan olumsuzlukların araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/278)
D) Çeşıtlı İşler
1.- Genel Kurulu ziyaret eden Afganistan
Devlet Başkanının Kıdemli Danışmanı ve Ticaret Bakanı Hidayet Emin Arsala ve
beraberindeki heyete Başkanlıkça "Hoşgeldiniz" denilmesi
V.- ÖNERİLER
A) Sıyasî Partı Grubu Önerılerı
1.- Gündemdeki sıralamanın yeniden
düzenlenmesine ilişkin CHP Grubu önerisi
2.- Genel Kurulun çalışma gün ve
saatlerinin yeniden düzenlenmesine ilişkin AK Parti Grubu önerisi
VI.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
1.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş
ve İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici
Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde
Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S.
Sayısı: 305)
2.- Esnaf ve Sanatkârlar Meslek
Kuruluşları Kanunu Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi
ve Teknoloji Komisyonu Raporu (1/969) (S. Sayısı: 851)
3.- Emniyet Teşkilâtı Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve İçişleri Komisyonu Raporu (1/1006) (S.
Sayısı: 869)
4.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup
Başkanvekilleri Ankara Milletvekili Salih Kapusuz ile Hatay Milletvekili
Sadullah Ergin'in, 633 Sayılı Diyanet İşleri Başkanlığının Kuruluş ve Görevleri
Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (2/420) (S. Sayısı: 870)
5.- 2006 Yılı Programının Hazırlanmasına
Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1003) (S. Sayısı:872)
VII.-
AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- İzmir Milletvekili K.Kemal Anadol'un,
Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, konuşmasında, Partisine sataşması
nedeniyle konuşması
2.- Yozgat Milletvekili Mehmet Çiçek'in,
İstanbul Milletvekili Ali Kemal Kumkumoğlu'nun, konuşmasında, ileri sürmüş
olduğu görüşlerden farklı görüşleri kendisine atfetmesi nedeniyle konuşması
VIII.-
SORULAR VE CEVAPLAR
A) YazIlI Sorular ve CevaplarI
1.- İzmir Milletvekili Canan ARITMAN'ın,
ÇED ve Çevre Yönetimi Şube Müdürlükleri personelinin eğitim seviyesine ilişkin
sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Osman PEPE'nin cevabı (7/5346)
2.- İzmir Milletvekili Hakkı ÜLKÜ'nün,
Emniyet örgütünün personel ihtiyacına ve eğitim planlamasına ilişkin sorusu ve
İçişleri Bakanı Abdülkadir AKSU'nun cevabı (7/5373)
3.- İzmir Milletvekili Erdal KARADEMİR'in,
Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığına yapılan atamaya ilişkin sorusu ve Çevre
ve Orman Bakanı Osman PEPE'nin cevabı (7/5423)
4.- Kocaeli Milletvekili Mehmet Sefa
SİRMEN'in, otomatik meteoroloji istasyonu alım ihalesine ilişkin sorusu ve
Çevre ve Orman Bakanı Osman PEPE'nin cevabı (7/5424)
5.- Konya Milletvekili Atilla KART'ın,
Konya-Kulu-Tavşanlı beldesi yakınlarındaki tesislerin kullanılmama nedenine
ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK'in cevabı (7/5440)
6.- Karaman Milletvekili Mevlüt AKGÜN'ün,
Ticaret ve Turizm Genel Müdürlüğüne bağlı okullardaki muhasebe öğretmeni
ihtiyacına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK'in cevabı
(7/5441)
7.- İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in,
Eğitim Bir-Senin yaptırdığı öğretmen sorunları araştırmasına ilişkin sorusu ve
Millî Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK'in cevabı (7/5443)
8.- Edirne Milletvekili Rasim ÇAKIR'ın,
Bakanlığa devredilen bir hastaneye ait malzemelerle ilgili iddialara ilişkin
sorusu ve Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ'ın cevabı (7/5487)
9.- Ordu Milletvekili İdris Sami
TANDOĞDU'nun, Yurtkur Genel Müdürlüğüne verilen kredilerin geri ödenmesine
ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK'in cevabı (7/5494)
10.- Manisa Milletvekili Nuri ÇİLİNGİR'in,
Manisa-Salihli Devlet Hastanesi Başhekimiyle ilgili bazı iddialara ilişkin
sorusu ve Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ'ın cevabı (7/5511)
11.- Kırklareli Milletvekili Mehmet S.
KESİMOĞLU'nun, Lüleburgaz Atatürk Lisesinin (A) tipi okuldan (B) tipine
dönüştürüleceği iddiasına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin
ÇELİK'in cevabı (7/5518)
12.- Adana Milletvekili Atilla
BAŞOĞLU'nun, Nutuk’un ders kitabı olarak okutulmasının düşünülüp
düşünülmediğine ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK'in cevabı
(7/5562)
13.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in,
yapılan atamalara ve atanan personel sayısına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı
Kürşad TÜZMEN'in cevabı (7/5593)
14.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in,
yapılan atamalara ve atanan personel sayısına ilişkin sorusu ve Millî Savunma
Bakanı M. Vecdi GÖNÜL'ün cevabı (7/5604)
15.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in,
yapılan atamalara ve atanan personel sayısına ilişkin sorusu Tarım ve Köyişleri
Bakanı Sami GÜÇLÜ'nün cevabı (7/5612)
I.- GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak
altı oturum yaptı.
Elazığ Milletvekili Şemsettin Murat,
Kardeşlik Haftasına;
Ağrı Milletvekili Naci Aslan, Ağrı İlinin,
Muş Milletvekili Seracettin Karayağız, Muş
İlinin,
Düşman işgalinden kartarılışının
yıldönümüne,
İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar.
Akdeniz Parlamenter Asamblesinde Türkiye
Büyük Millet Meclisini temsil edecek grubu oluşturmak üzere siyasî parti grup
başkanlıklarınca aday gösterilen üyelere ait Başkanlık tezkeresi Genel Kurulun
bilgisine sunuldu.
Akdeniz-Avrupa Enstitüsünün 18-20 Mayıs
2005 tarihleri arasında Madrid'de gerçekleştireceği Türkiye-AB Beşinci
Konferansına Ankara Milletvekili Reha Denemeç ile Antalya Milletvekili Mehmet
Dülger'in ismen davet edildiklerine ilişkin Başkanlık tezkeresi,
Genel Kurulun 26.4.2005 Salı günkü
birleşiminde sözlü sorular ile diğer denetim konularının görüşülmeyerek bu
birleşimde de kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine; 27.4.2005 Çarşamba
günkü birleşimde sözlü soruların görüşülmemesine; gündemin "Kanun Tasarı
ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 5 inci
sırasında yer alan 869 sıra sayılı Emniyet Teşkilâtı Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının bu kısmın 4 üncü sırasına, 6 ncı sırasında
yer alan 870 sıra sayılı 633 Sayılı Diyanet İşleri Başkanlığının Kuruluş ve
Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin 5 inci
sırasına, 256 ncı sırasında yer alan 872 sıra sayılı 2006 Yılı Programının Hazırlanmasına
Dair Kanun Tasarısının 6
ncı sırasına, 25.4.2005 tarihli gelen kâğıtlarda yayımlanan
877 sıra sayılı Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma
Kurumu Kurulması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin
48 saat geçmeden 7 nci sırasına, aynı tarihli gelen kâğıtlarda yayımlanan 880
sıra sayılı Yatırımların ve İstihdamın Teşviki ile Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 48 saat geçmeden 10 uncu sırasına, gündemin 258
inci sırasında yer alan 876 sıra sayılı 5325 Sayılı Siyasî Partiler Kanununda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ve Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek
Üzere Geri Gönderme Tezkeresinin 11 inci sırasına, 16 ncı sırasında yer alan 796
sıra sayılı kanun tasarısının 12 nci sırasına, 219 uncu sırasında yer alan 854
sıra sayılı kanun tasarısının 13 üncü sırasına alınmasına; Genel Kurulun
26.4.2005 Salı günü 15.00-22.00; 27.4.2005 Çarşamba günü 14.00-22.00 saatleri
arasında çalışmalarını sürdürmesine ve 28.4.2005 Perşembe günü de Genel Kurulun
saat 14.00'te toplanmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi, yapılan
görüşmelerden sonra,
Kabul edildi.
Iğdır Milletvekili Dursun Akdemir'in,
Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile 78 ve 190 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamelerde (2/336),
İstanbul Milletvekili Emin Şirin'in, Tapu
Kanununda (2/319),
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Tekliflerinin doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergelerinin, yapılan
görüşmelerden sonra, kabul edilmedikleri açıklandı.
Ağrı Milletvekili Cemal Kaya'nın,
Başkanlık Divanınca geçerli olduğu tespit edilmiş bulunan milletvekilliğinden
istifasını içeren önergesinin kabul edildiği ve Türkiye Büyük Millet Meclisi
üyeliğinin düştüğü açıklandı.
Genel Kurulu ziyaret eden Yeni Zelanda
Başbakanı Helen Clark'a Başkanlıkça "Hoşgeldiniz" denildi.
Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:
1 inci sırasında bulunan, Kamu İhale
Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin (2/212) (S. Sayısı:
305) görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin komisyon raporu henüz
gelmediğinden,
2 nci sırasında bulunan, Esnaf ve
Sanatkârlar Meslek Kuruluşları Kanunu Tasarısının (1/969) (S. Sayısı: 851)
görüşmeleri, ilgili komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından,
Ertelendi.
3 üncü sırasında bulunan ve
Cumhurbaşkanınca bir daha görüşülmek üzere geri gönderilen 24.3.2005 Tarihli ve 5321 Sayılı Emniyet
Teşkilâtı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun (1/1005) (S. Sayısı:
873), görüşmeleri tamamlanarak, kabul edilip kanunlaştığı açıklandı.
4 üncü sırasına alınan, Emniyet Teşkilatı
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının (1/1006) (S. Sayısı:
869) tümü üzerindeki görüşmeleri tamamlanarak maddelerine geçilmesi kabul edildi.
27 Nisan 2005 Çarşamba günü, alınan karar
gereğince saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşime 22.05'te son verildi.
|
|
İsmail
Alptekin |
|
|
|
|
Başkanvekili |
|
|
|
Bayram
Özçelik |
|
Yaşar
Tüzün |
|
|
Burdur |
|
Bilecik |
|
|
Kâtip Üye |
|
Kâtip Üye |
|
No.: 124
II.- GELEN KÂĞITLAR
27 Nisan 2005 Çarşamba
Tasarılar
1.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Suriye
Arap Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Karayolları ve Köprüler ile İlgili İşbirliği
Mutabakat Zaptının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
(1/1012) (Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ile Dışişleri Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 15.4.2005)
2.- Türkiye Cumhuriyeti Devlet Planlama
Teşkilâtı ile Suriye Arap Cumhuriyeti Devlet Planlama Komisyonu Arasında
Anlayış Muhtırasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
(1/1013) (Plan ve Bütçe ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi:
15.4.2005)
3.- Karadeniz Ekonomik İşbirliği Parlamenter
Asamblesinin Ayrıcalık ve Bağışıklıklarına Dair Protokolün Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/1014) (Dışişleri Komisyonuna) (Başkanlığa
geliş tarihi: 15.4.2005)
4.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile
Bosna-Hersek Bakanlar Kurulu Arasında İşbirliği Protokolünün Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/1015) (Dışişleri Komisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi: 18.4.2005)
5.- Asya Karayolları Ağı Hükümetlerarası
Anlaşmasına Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/1016)
(Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ile Dışişleri Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 18.4.2005)
Teklifler
1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup
Başkanvekilleri Ankara Milletvekili Salih Kapusuz, Bursa Milletvekili Faruk
Çelik, Hatay Milletvekili Sadullah Ergin, İstanbul Milletvekili İrfan Gündüz ve
Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa ile 193 Milletvekilinin; Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifi (2/435)
(Anayasa Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 26.4.2005)
2.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili
Bursa Milletvekili Faruk Çelik ile Bursa Milletvekili Sedat Kızılcıklı'nın;
Büyükşehir Belediyesi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi
(2/436) (İçişleri Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.4.2005)
3.- Cumhuriyet Halk Partisi
Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ali Topuz, İzmir Milletvekili Kemal
Anadol, Samsun Milletvekili Haluk Koç ile 43 Milletvekilinin; Özürlüler Kanunu
ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun Teklifi (2/437) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler; Millî Eğitim,
Kültür, Gençlik ve Spor ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş
tarihi: 19.4.2005)
4.- Kırşehir Milletvekili Hüseyin
Bayındır'ın; Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı Kanunu ile 78 ve 190 Sayılı
Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi
(2/438) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Plan ve Bütçe
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.4.2005)
5.- İzmir Milletvekilleri Bülent Baratalı
ve Türkân Miçooğulları ile 21 Milletvekilinin; Türk Silahlı Kuvvetleri Personel
Kanununda ve Sosyal Güvenlikle İlgili Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve
Temsil Tazminatı Ödenmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Teklifi (2/439) (Millî Savunma ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa
geliş tarihi: 21.4.2005)
6.- Kırıkkale
Milletvekili Ramazan Can ile 3 Milletvekilinin; Ceza Muhakemesi Kanununun
Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Teklifi (2/440) (Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 26.4.2005)
7.- Çorum Milletvekili
Muzaffer Külcü ile 3 Milletvekilinin; Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Teklifi (2/441) (Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi:
26.4.2005)
8.- Çorum Milletvekili
Muzaffer Külcü ile 3 Milletvekilinin; Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama
Şekli Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/442)
(Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 26.4.2005)
Meclis Araştırması Önergesi
1.- Erzurum Milletvekili
Mustafa Nuri AKBULUT ve 22 Milletvekilinin, Doğu Anadolu Bölgesinde bulunan
belediyelerin ekonomik koşullarının tespiti ve yaşanan olumsuzlukların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98
inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/278) (Başkanlığa geliş tarihi: 26.4.2005)
Açılma Saati: 14.00
27 Nisan 2005 Çarşamba
BAŞKAN: Başkanvekili İsmail ALPTEKİN
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Ahmet KÜÇÜK
(Çanakkale)
BAŞKAN - Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 90 ıncı Birleşimini açıyorum.
III.- Y O K L A M A
BAŞKAN - Elektronik
cihazla yoklama yapacağım.
Yoklama için 4 dakika
süre veriyorum. Sayın milletvekillerinin oy düğmelerine basarak salonda
bulunduklarını bildirmelerini; bu süre içerisinde elektronik sisteme giremeyen
milletvekillerinin, salonda hazır bulunan teknik personelden yardım
istemelerini; buna rağmen sisteme giremeyen üyelerin ise, yoklama pusulalarını,
teknik personel aracılığıyla, 4 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa
ulaştırmalarını rica ediyorum.
Yoklama işlemini
başlatıyorum.
(Elektronik cihazla
yoklama yapıldı)
BAŞKAN - Toplantı
yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.
Sayın milletvekilleri,
gündeme geçmeden önce, üç sayın milletvekiline gündemdışı söz vereceğim.
Gündemdışı ilk söz,
Çorum'un Kargı İlçesi Saraycık Köyünde 18.4.2005 tarihinde meydana gelen ve
köyün tamamının yanmasına sebep olan yangınla ilgili olmak üzere, Çorum
Milletvekili Sayın Ali Yüksel Kavuştu'ya aittir.
Buyurun Sayın Kavuştu.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
Süreniz 5 dakika.
IV. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1.- Çorum
Milletvekili Ali Yüksel Kavuştu'nun, Çorum İli Kargı İlçesi Saraycık Köyünde
meydana gelen ve köyün tamamının yanmasına sebep olan yangına ilişkin
gündemdışı konuşması ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Zeki Ergezen'in cevabı
ALİ YÜKSEL KAVUŞTU (Çorum) - Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; seçim bölgem olan Çorum İlinin Kargı İlçesi Saraycık
Köyünde 18.4.2005 tarihinde meydana gelen yangınla ilgili olarak gündemdışı söz
almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 18.4.2005 Pazartesi günü Kargı İlçemizin Saraycık Köyünde
yaşayan vatandaşlarımız, öğle saatlerinde çeltik tarlalarında çalışmakta iken,
köyden dumanların yükseldiğini fark etmişler; her ne kadar köye ulaşıp çıkan
yangına kendi çabalarıyla müdahale etmişlerse de, başarılı olamamışlardır.
Çorum ve çevre ilçe belediyelerinden giden itfaiye ekipleri, mesafenin
uzaklığından dolayı, yangına zamanında ulaşamamış ve köy evlerinin, ulaşım
zorluğundan dolayı da müdahale edememişlerdir. Rüzgârın da etkisiyle yangın
kısa sürede bütün köyü sarmış, 1 cami, 2 köy konağı ve 2 bakkalla birlikte
evlerin tamamı yanmıştır.
Olayı duyar duymaz ilgili
kurum ve kuruluşlarımızla temasa geçtik. Aynı günün gecesinde -başta Kızılay
olmak üzere, sivil savunma ekipleri, jandarma ekibi ve ekipmanlarıyla yangın
mahalline ulaşılmış- yangın mahalline ulaştığımda, tüm ekiplerin hummalı bir
çalışma içinde olmalarını görmek, beni ve hemşerilerimi mutlu etmiştir.
300 nüfuslu köyümüze 150
çadır, 1 000 battaniye, 1 000 kişilik kumanya, 150 katalitik soba ve 500 yatak
ulaşmış, bütün köylülere mutfak malzemesi dağıtılmıştır. Bununla birlikte,
çadırlara yerleştirilen köylülerimize sıcak yemek verilmeye başlanmış; ayrıca;
köyümüz için bir yardım hesabı açılmış bulunmaktadır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; meydana gelen bu yangında, köylülerimizin büyük bir zararı söz
konusudur. Büyükbaş hayvanları telef olmuş -çeltik ekim sezonu başlamakta-
çeltik tohumları ve gübreler tamamen yanmış, ev eşyalarının hiçbir tanesi
kurtarılamamıştır.
Bu zararın karşılanması
için devletin imkânları seferber edilmiştir, devletimizin şefkatli eli
vatandaşımıza zamanında ulaşmıştır. Başbakanlık Destek Fonundan ve Bayındırlık
ve İskân Bakanlığından ayrılan fondan tarımsal zarar karşılanmaktadır. Çeltik
ekim dönemi içinde, köylülerimize, çeşitli tohum, gübre, ilaç ve mazot
sağlanacaktır. Bununla ilgili çalışmalar bitmek üzeredir. Ayrıca, nakdî
yardımlar yapılmaktadır ve devam edecektir. Çorum Valiliğinin bütün imkânları
harekete geçirilmiştir.
Yangının meydana geldiği
günün ertesi günü, sabah saatlerinde, Bayındırlık ve İskân Bakanımız Sayın Zeki
Ergezen köyümüze gelerek incelemelerde bulunmuş ve çalışmaları incelemiştir.
Sayın Bakanımız, Saraycık Köyümüzün merkezî bir yere taşınması için yer tespiti
çalışmalarıyla ilgili gerekli talimatları vermiş, bunun yanı sıra, konutların
yıl sonuna kadar yetiştirilmesi müjdesini de köylülerimize vermiştir.
Sivil toplum
kuruluşlarımızın, hayırsever vatandaşlarımızın da yardımları bölgeye intikal
etmeye başlamış ve bu yardımlar devam etmektedir. Kızılay, bir aylık gıda
yardımını köyümüze ulaştırmıştır. Keza, İstanbul Büyükşehir Belediyemiz de
önemli ölçüde gıda yardımında bulunmuştur. Ayrıca, Samsun İlimizden de yardıma
iştirak edilmiş ve yerine ulaştırılmıştır.
Saraycık Köyümüzün İnsanları,
bu sıkıntılı günlerinde, devleti ve hayırseverleri, yardımseverleri görmekten
son derece memnun ve mesrur olmuştur; Cenabı Allah, milletimize ve devletimize
zeval vermesin diye dua ediyorlar. Biz de aynı duayı paylaşıyoruz.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; afetzedelerimizin yaralarının bir an önce sarılması için...
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun efendim,
konuşmanızı tamamlayın.
ALİ YÜKSEL KAVUŞTU
(Devamla) - ... bizzat bölgemizi ziyaret eden ve hemen gerekli desteği
sağlayan, başta Bayındırlık ve İskân Bakanımız Sayın Zeki Ergezen'e,
vilayetimizin imkânlarını seferber eden Çorum Valimiz Sayın Hüseyin Poroy'a, özverili
çalışmalarından dolayı Vali Yardımcısı Sayın Şahin Bayhan'a ve Kargı
Kaymakamımız Ömer Toraman Beye, jandarmaya, yardımlarından dolayı İstanbul
Büyükşehir Belediyesine, Deniz Feneri Derneğine, sivil toplum kuruluşlarına,
hayırsever vatandaşlarımıza, medyaya ve katkısı olan herkese huzurunuzda
teşekkür ediyorum. Vatandaşlarımızın kış girmeden evlerine girmeleri için
verdiği direktiften dolayı, Başbakanımıza da ayrıca teşekkürlerimi arz
ediyorum.
Milletimizi ve
memleketimizi her türlü felaketten ve beladan korusun diye Cenabı Allah'a
ilticada bulunuyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyoruz Sayın Kavuştu.
Hükümet adına söz isteği
var.
Bayındırlık ve İskân
Bakanımız Sayın Zeki Ergezen; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAYINDIRLIK VE İSKÂN
BAKANI ZEKİ ERGEZEN (Bitlis) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım; sözlerime başlarken, hepinize en derin saygılarımı sunuyor,
Saraycık köyü kardeşlerimize bir defa daha geçmiş olsun diyoruz.
Ali Yüksel kardeşimin
konuşmasından sonra, sırf Meclise bilgi vermek, Meclisi aydınlatmak, belki
Saraycık Köylüleri de bizi dinliyor diye, en azından, onların da yüreğine su
serpmek için söz almış bulunuyorum; yoksa, vaktinizi almak, Meclisi meşgul
etmek de hiç taraftarı değilim; ancak, siyasetin gereği, bu tür şeyleri
konuşmak gerekiyor.
Önce, Çorum
Milletvekillerine teşekkür ederim; olay günü hemen bizi haberdar ettiler. Agâh
Kafkas, Ali Yüksel Kavuştu, Muzaffer Külcü ve Murat Yıldırım, beraber, olay
yerine gittik dört saatlik bir yolculuktan sonra. Hakikaten, köyün tamamı
yanmış. Ahşap evler. Yangının neden çıktığı belli değil. Yangınlar çıktığı
zaman, biz, güzel bir kılıf bulmuşuz; işte, elektrik kontağından deriz,
çıkarız. Elektrik kontağı mı, değil mi, belli değil; tandırdan mı çıktı,
ocaktan mı çıktı, vatandaşın ihmali mi, bilemiyoruz; ama, evler hep iki katlı
ve ahşap evler. Takdiri Huda, o anda da, tek taraflı, çok şiddetli bir rüzgâr,
bir anda köyü yok etmiş. Şükredeceğimiz bir şey var. Herkes çeltik tarlasında
olduğu için çoluk çocuklarıyla beraber, kimsenin burnunun ucu kanamamış. Bundan
dolayı da şükrediyoruz.
Hakikaten, Ali Beyin de
söylediği gibi, ben de burada, devletin yetkililerine teşekkür etmek istiyorum.
Gerçi, hükümetiz, tabiî ki bunlar olacak; ama, Valinin, Vali Muavininin,
Kaymakamın, Jandarma Komutanının, Sivil Savunmanın, Kızılayın, Belediye Başkanlarının,
partililerin hepsinin bir anda, orada, vatandaşın yanında olmuş olmaları,
gerçekten, vatandaşın ıstırabını gidermekte yardımcı olmuşlardır. Sivil
Savunma, çadırlarını anında kurmuş, Kızılay, çadırlarını kurmuş, sıcak yemek
çıkıyor; biz de, Hükümet olarak, elimizden geleni yapıyoruz, paramızı da
gönderdik.
Tabiî, biz, vatandaşların
evini yapacağız -kanun gereği zaten- hem ahırlarını yapacağız, hem evlerini
yapacağız. Bununla ilgili proje çalışmalarımız tamam, yer sorununu çözmeye
çalışıyoruz. Gerekli ödenek için de Devlet Planlama Teşkilatına -YPK kararı
çıkmak üzere- yazışmalarımız gönderilmiştir. Saraycık köylüleri rahat olsunlar,
o yöreden sorumlu politikacılar rahat olsunlar; binalarını, Allah'ın izniyle
diyorum, kış gelmeden yapıp, kendilerine teslim edeceğiz. Benim diyeceğim bu.
Şu anda bir sıkıntı yok,
bir problem yok. Vatandaşın gübre sıkıntısı giderilmeye çalışılıyor. Tarımsal
zararları için, Sayın Başbakanımız Tarım Bakanıyla görüştüler Bakanlar
Kurulunda, gerekli yardım da gönderiliyor.
Tabiî, bu tür hadiseler,
olaylar bitmiyor. İşte, geçen gün de, Kütahya-Gediz'de, grizu patlamasından 17
kişi hayatını kaybetti. Geçen gün, Urfa'da bir köprü çöktü, 4 işçimiz hayatını
kaybetti. Bütün bunlara, yakınlarına geçmiş olsun diyoruz, ölenlerimize Allah
rahmet etsin diyoruz.
Cenabı Hakktan bu
musibetlerin azalması dileğiyle, tekrar, hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Bakana
teşekkür ediyoruz.
Gündemdışı ikinci söz
isteği, kız çocuklarının okula gönderilmesi girişimleriyle ilgili olmak üzere,
Ankara Milletvekili Sayın Kepenek'e aittir.
Buyurun Sayın Kepenek.
(CHP sıralarından alkışlar)
2.- Ankara
Milletvekili Yakup Kepenek'in, kız çocuklarının okula gönderilmesi
girişimlerinin, gelecekte, kadınların toplumsal ve ekonomik hayata aktif olarak
katılmasına yapacağı olumlu etkilere ilişkin gündemdışı konuşması
YAKUP KEPENEK (Ankara) -
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri,
değerli arkadaşlarım, varsa, değerli izleyenlerimiz; kız çocuklarının
okullaşması konusunda gündemdışı söz almış bulunuyorum; bana bu olanağı tanıyan
Başkana teşekkür ediyor, hepinizi, saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Sözlerime başlarken, Yüce
Meclisimizin çok değerli bir üyesinin, CHP İstanbul Milletvekili Sayın Kemal
Derviş'in, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı Başkanlığına önerilmesini ve
Genel Kurula önerilmesini, ülkemiz adına, Meclisimiz adına gurur verici
buluyorum. Bunu belirtmek isterim.
Değerli arkadaşlar,
değerli milletvekilleri; çağımızda bir toplumun uygarlık düzeyi, kadınlarının
toplumsal ve ekonomik hayata katılmasıyla doğru orantılıdır; onunla belirlenir.
Anadolu, adı üstünde bereket tanrıçası Kibele'den başlayarak, kadına olağanüstü
değer veren bir kültürün diyarıdır, toprağıdır. Cumhuriyetimiz kadın-erkek
eşitliği üzerine kurulmuştur ve ancak bu gerçekleşirse cumhuriyetimiz de
güçlenir. Günümüzde, kadınını ekonomiye ve toplumsal yaşama katamayan ülkeler
ve toplumlar, geri kalmış toplumlardır. İktisat tarihçileri, geri kalmışlığı
böyle tanımlıyor. Nüfusun yarısının yapabileceği olumlu katkıları, var olan
gizil gücünü, yeteneklerini değerlendiremeyen, onları toplumsal yaşamın
güçlenmesinde kullanamayan toplumlar, başarısız, geri kalmış toplumlardır.
Ülkemizin en önemli
sorunlarından biri, kadınların ekonomik ve toplumsal yaşamdaki konumları ya da
durumlarıdır. Kadınların işgücüne katılma oranı gerçekten düşüktür ve
kentlerde, çağ nüfusunun beşte 1'idir; kırsal kesimle birlikte, bu oran yüzde
25'lere çıkmaktadır. Kız çocuklarını yarı köle gibi çalıştıran, büyüdüklerinde
aile içi şiddetin, töre cinayetlerinin, çocuk yaşta evlenmenin, torun sahibi
olmanın ve bunun da ötesinde, yasadışı evliliklerin süjesi yapan topumlar,
sağlıklı toplumsal yapıya sahip değildir. Geleneksel olarak, Şair Nazım'ın
dediği gibi, soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen olmamalıdır kızlarımız,
kadınlarımız. Bu nedenle, kızların eğitimi, öğretimi çok önemlidir.
Geçen yıl, Bilgi Edinme
Yasası çıkardık. Çok olumlu bir işti bu; ama, o yasanın gereğini yerine
getiremedik. Bugün, ülkemizde, bu ders yılında, kaç kız çocuğunun okula
gidemediğini sayı olarak, doğru dürüst bilmiyoruz; sayı 600 000 ile 1 000 000
arasında tahmin ediliyor. Oysa, bu sayı, borsa endeksinden de, başka sayılardan
da çok daha önemlidir. Bu da yetmez; okula gidemeyen kız çocuklarının hangi
ilçede, hangi ilde, hangi varoşta olduğunu bilmek zorundayız.
Çağdaş Yaşamı Destekleme
Derneği ve onun Değerli Başkanı Türkan Saylan, diğer gönüllü kuruluşlar ve
kişiler, kız çocuklarının okula gitmesi için çırpınıyorlar. Son günlerde, bu
olumlu ve verimli çabaya bir gazetemiz, Milliyet Gazetesi de etkin bir biçimde
katılmış bulunuyor. Bu girişim, toplumsal belleğimizi uyaracak bir kıvılcım
olmalıdır. Bu, bizi, kız çocuklarımızın kesinlikle okula gönderilmesi konusunda
çaba harcamaya götürmelidir. Bu konudaki tüm çabaları desteklemeliyiz.
Gerekirse Meclisin üyeleri, diğer çalışanları, Sayın Başkan sizin
başkanlığınızda bir komisyon oluşturarak, hanım milletvekillerimizin de
katkısıyla, bu kampanyaya destek vermeliyiz. Günümüzde, okul isteyen kız
çocuklarının çığlığına kulaklarımızı tıkayamayız Sayın Başkan; ama, bu
girişimler yetmez, bunlar -tekrar edeyim- kıvılcım gibidir.
Kız çocuklarının
okullaşması görevi devletindir. Eğitim hizmetinin verilmesi, hele temel eğitim
tümüyle devletin görevidir. Millî Eğitim Bakanının, Bakanlığının ilk işi, her
işi bir tarafa bırakarak yapması gereken, 2005-2006 ders yılında eğitimsiz kız
çocuğu...
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
YAKUP KEPENEK (Devamla) -
Bitiriyorum Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Sayın Kepenek,
mikrofonu açıyorum, buyurun efendim.
YAKUP KEPENEK (Devamla) -
Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
... 2005-2006 ders yılına
girerken okulsuz hiçbir çocuk kalmayacak sözünü burada vermesidir. Üzülerek
söyleyeyim, bu programlar sayın bakanlara gönderiliyor, biraz evvel bir başka
bakanımız burada açıklama yaptı; ama, Sayın Millî Eğitim Bakanı ortalıkta yok.
Bu iş bu kadar ciddiyetsiz değil ve ben, Sayın Bakanı, bu tutumu nedeniyle,
eleştiriyorum ve kınıyorum.
Değerli arkadaşlar, eğer
bu yapılmazsa, bizim Meclis olarak, sizin hükümet olarak, yapacağımız çok fazla
bir şey yoktur. Türkiye, çocuklarının ve gençlerinin yeteneklerini en üst
düzeyde geliştirmek zorundadır. Toplumun gelişmesinin, ekonomik ve demokratik
aşamaların üstesinden gelmesinin, yukarı basamaklara çıkmasının birincil koşulu
budur. Eğer bunu yapamazsak, görevimizi yapmamış oluruz; ama, ben, görevimizi
yapacağımıza inanıyorum.
Hepinize saygılar,
sevgiler sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Kepenek.
Gündemdışı üçüncü söz,
Çanakkale kara savaşlarının 90 ıncı yılı münasebetiyle, Tokat Milletvekili
Sayın Resul Tosun'a aittir.
Buyurun Sayın Tosun.
3.- Tokat Milletvekili Resul Tosun’un, Çanakkale
Savaşlarının 90 ıncı yıldönümüne ilişkin gündemdışı konuşması
RESUL TOSUN (Tokat) -
Teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, çok değerli
milletvekili arkadaşlarım; 24 Nisan 1915 ile 25 Nisan 1915, bizler için çok
önemli iki tarihtir. 24 Nisan 1915'i, hepinizin bildiği gibi, sözde Ermeni
soykırımının yıldönümü olarak bütün dünyada, diaspora, aleyhimizde kampanyalar
yürütmek üzere istismar etmekte; 25 Nisan 1915 ise, Birinci Dünya Savaşının, 20
nci Yüzyılın en kanlı savaşlarının cereyan ettiği Çanakkale kara savaşlarının
başladığı gündür.
Değerli arkadaşlar,
Çanakkale Savaşları, Çanakkale'ye özgü, Çanakkale'de başlamış bir savaş
değildir. Çanakkale Savaşı, Birinci Dünya Savaşının Çanakkale cephesidir. Türk
Genelkurmayının, Osmanlı Genelkurmayının değerli kurmay üyeleri -Kâzım
Karabekir gibi, Mustafa Kemal gibi- Birinci Dünya Savaşına girilmemesi
istikametinde ikaz etmelerine rağmen, maalesef, ittihatçılar, bir macera
peşinde, Alman Goeben ve Breslau gemilerine -daha sonra Yavuz ve Midilli diye
Osmanlı isimleri verilerek- Rusya kıyılarını bombalatmış ve Türkiye'yi,
padişahın ve sadrazamın haberi olmaksızın, Birinci Dünya Savaşına bir
emrivakiyle sokmuşlardır. Aynı emrivaki sebebiyledir ki, bu savaşta, Süveyş
Kanalında, Sarıkamış'ta, Balkanlarda onbinlerce vatan evladı bir macera uğruna
feda edilmiştir. Bu emrivakiyle girilen savaşın neticesinde, İtilaf Kuvvetleri
Osmanlıya da savaş ilan etmiş, Ruslar Doğu Anadoluyu işgal etmeye başlamışlar
ve şubat ayına gelindiğinde, İtilaf Kuvvetleri -Fransa, İngiltere ve Rusya-
Osmanlıyı kalbinden vurmak, başkenti işgal etmek ve bir anda Osmanlı ülkelerini
paylaşabilmek için, dünyanın o dönemdeki en güçlü, en donanımlı, en modern
silahlarıyla, Çanakkale'den, Boğazdan girmeye başlamışlardır. İşte, bu dönemde
-19 Şubat 1915- düşman Çanakkale Boğazından girmeye teşebbüs ettiğinde, yine,
maalesef, ittihatçılar, İstanbul'un kesin olarak bu kuvvetler karşısında
düşeceğini düşünerek, İstanbul'un tahliyesi kararını almışlardır.
"Anadolu'dan İstanbul'u savunursak daha iyi müdafaa yaparız" diye
Eskişehir'de ve Konya'da, hükümet için, padişah için yerler ayarlamışlar,
köşkler hazırlamışlar. Zaten, onların korkusundan her istediğini yapan Sultan
Mehmet Reşat, itiraz etmeyeceği için...
Değerli arkadaşlar, çok
önemli bir hakikati, belki, ilk defa bu kürsüden açıklayacağım. Savaş olmazsa
zafer olmaz. Çanakkale zaferlerinin -ki, deniz ve kara zaferleri diye iki
önemli zafer vardır- asıl temelinde Çanakkale'yi, İstanbul'u, ülkeyi savunmayı
gerçekleştirecek ve direnmeyi gerçekleştirecek ana esas gözlerden hep
kaçmıştır.
Bakınız, İstanbul eğer o
gün tahliye edilseydi, ne Boğazlarda tutunmak mümkündü ne de başka bir yerde;
çünkü, Boğazlara giden bütün mühimmat İstanbul üzerinden gidiyordu. Alman güya
bizim müttefikimizdi, onun da desteği o taraftan geliyordu. İstanbul'un
tahliyesi, savaşın o gün bitmesi demekti. Herkesi ikna etmişlerdi; ama,
ittihatçıların bir korkusu vardı. O dönemde tahttan indirdikleri Sultan II.
Abdülhamit Han, Beylerbeyi Sarayında gözaltındaydı. "Şimdi, biz, eğer,
Abdülhamit'i götürmezsek, işgal kuvvetlerinin eline geçer, onlar da padişaha
karşı kullanırlar, aleyhimize olur. Onun için, önce Abdülhamit'i de ikna
etmemiz, onu da Anadolu'ya götürmemiz lazım" diye karar almışlar; ama, bu
dirayetli Sultana bu teklifi kim götürecek... Saatlerce tartıştıktan sonra,
Talat Paşa bir heyetle Beylerbeyine geçmiş.
Uzatmayalım, durumun
nezaketini, vahametini Sultana anlatan Talat Paşa, şu cevabı alıyor ki,
Çanakkale'deki savunmanın temelinde İstanbul'un tahliyesinin önüne geçen ve
müdafaayı sağlayan tarihî bir vakadır.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN- Buyurun efendim.
RESUL TOSUN (Devamla)-
Diyor ki Sultan Abdülhamit Han Talat Paşaya "şevketli biraderimin endişesi
gayri varittir. Eğer, dokunulmamış ise, Çanakkale'yi, ben, zamanında fevkalade
tahkim etmiştim. Oradan hiçbir donanmanın geçmesi kabil değildir; ama,
farzımuhal böyle bir felaket başa geldiği takdirde, hakanın yapacağı şey,
tacını ve tebaasını terk ile kaçma zilletini işlemek değildir, eyvanı
payitahtının taşları altında feda-yi can etmektir. Hazreti Fatih bu beldeyi küffar
elinden fethettiği zaman, Bizans İmparatoru Konstantin kaçmayıp, harp ede ede,
yıkılan kalelerinin altında can vermek kahramanlığını göstermiştir. Biz
Fatih'in soyu, Konstantin'den aşağı kalamayız..."
BAŞKAN- Sayın Tosun,
toparlar mısınız; süreniz doldu.
RESUL TOSUN (Devamla)-
"Zatı şahaneye böylece arz edin. Müsterih olsunlar ve ezelî idareye boyun
eğsinler."
İşte, İstanbul'un
savunması da, Çanakkale'nin savunması da bundan sonra başlamıştır. Bundan
sonra, değerli arkadaşlar, iki zafer; bir deniz zaferi, 19 Şubatta başlayıp 18
Martta biten deniz harpleri, 18 Martta Osmanlının zaferiyle neticelenmiş.
İkincisi; 25 Nisanda -yani, geçtiğimiz hafta- başlayıp, 9 Ocak 1916'da biten
kara savaşlarıdır. 18 Martta, burada konuşan arkadaşlarımızın çoğu, deniz
zaferinin gerçek kahramanlarına, o arada belki zaman darlığından temas edemediler.
Deniz zaferinin gerçek
kahramanları değerli arkadaşlar, Müstahkem Mevki Karargâh Komutanı Cevat Paşa,
Çanakkale Müstahkem Mevki Mayın Grubu Komutanı Binbaşı Nazmi, Nusret Mayın
Gemisinin komuta kademesi, 54 eri ve siperlerde ülkeyi savunan Seyit
Çavuşlardır.
25 Nisanda başlayan kara
savaşlarına gelince; değerli arkadaşlar, 25 Nisanda başlayan kara savaşları tam
sekizbuçuk ay sürmüştür.
BAŞKAN- Sayın Tosun, lütfen,
tamamlayın.
RESUL TOSUN (Devamla)-
Sayın Başkanım, tamamlıyorum.
Ve 9 Ocak 1916'da mutlak
bir zaferle sonuçlanmıştır. 5 inci Ordu Komutanlığının Çanakkale ve Gelibolu'yu
korumakla görevlendirilmesinde, Alman Liman Von Sanders Başkomutan, orada, 3
üncü, 14 üncü ve 15 inci Kolordu da 5 inci Ordunun emrine verilmişti. İşte
burada, cumhuriyetin baniliğini yapan Mustafa Kemal Atatürk'ü de, 19 uncu
Tümenin Komutanı, yarbay rütbesiyle kara savaşlarında ortaya çıktığını
görüyoruz.
Değerli arkadaşlar, 25
Nisan sabahı düşman Kabatepe Kıyılarına çıkarma yaptığı zaman, Alman komutan
Sanders "Saros'a yapılacak" diyerek, buradan gelen hiçbir sese kulak
vermemiştir. Mustafa Kemal, 160 askerle direnen, Anzaklara karşı, 4 000 askere
karşı sadece 160 Osmanlı askeri direnmiş, bunun karşılığında, durumun
vahametini gören Mustafa Kemal, Von Sanders'e yazmış, haber göndermiş "bir
an önce izin verin, burada çıkarma var, müdahale etmemiz lazım" ama, Alman
Paşa "o sahte çıkarmadır, asıl çıkarma Saros'ta yapılacak" diye izin
vermemiş.
Bu arada, 27 nci Alay
bölgeye yürümüş; ancak, 27 nci Alayın da, maalesef, sayısı azdır. İşte burada,
Mustafa Kemal'in askerî dehasını görmemiz gerekiyor, görülmesi gerekiyor,
görülüyor. Üst kademeden emir gelmeyince, gözünün önünde, Alayın da, artık, bu,
önümüzde binlerce çıkarma yapan İngilizlerin, Anzakların karşısında
tutunamayacağını görünce, üst kademelerden emir gelmemesine rağmen, 57 nci
Alayın başına geçerek, orada çarpışan askerlerimizin imdadına yetişmek üzere yola
çıkıyor. 27 nci Alay zaten gitmiş, iki tabur, bir makineli tüfek bölüğüyle;
ama, onlar da bitmek...
BAŞKAN - Sayın Tosun...
RESUL TOSUN (Devamla) -
Tamamlıyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - Sayın Tosun,
işin ehemmiyetini, konunun çok mühim olduğunu biliyoruz; ama, sizin sürenizi
aştınız. Son özetlemenizi siz yapın lütfen...
RESUL TOSUN (Devamla) -
Sayın Başkanım, yüksek müsaadelerinizle bu konuyu tamamlarsak, tarihî bir olayı
şey yapıyoruz.
BAŞKAN - Özetlemenizi
yapın, daha uzun süre vermem mümkün değil. Bu süreye de sığmaz zaten bu büyük
zafer.
RESUL TOSUN (Devamla) -
Evet, 57 nci Alayın başına geçerek, cepheye, düşmanın önünü kesmek üzere
hareket etmiştir. İşte, 27 nci Alayın, Mustafa Kemal'in geldiğini gördüğünde,
onun emrine girerek moral bulduğunu ve düşmana karşı, işte "ben size
taarruzu değil ölmeyi emrediyorum" dediği nokta burasıdır.
Değerli arkadaşlar, 19
unu Tümene mensup 57 nci Alayın bütün fertleri şehit olmuştur ve bu Alayın
sancağı şu anda Avustralya'nın Melbourne Kentinde bir müzededir ve bu sancağın
sergilendiği yerdeki yazıyı dikkatle dinleyin, bakınız ne diyor: "Bu Alay
Sancağı Gelibolu savaş alanından getirilmiştir; ama, esir edilememiştir. Çünkü,
Türk Ordusunun millî geleneklerine göre bir alayın sancağı, alayın son eri
ölmeden teslim edilemez. Bu sancak, sonuncu muhafızın da altında ölü yattığı
bir ağacın dalına asılı olarak bulunmuştur. Kahramanlık timsali olarak
karşınızda bulunan bu Türk Alay Sancağını selamlamadan geçmeyiniz."
BAŞKAN - Son cümleniz
efendim...
RESUL TOSUN (Devamla) -
Toparlıyorum Sayın Başkanım.
Aslında, Anafartalar'da
ve Conkbayırı'nda yazılan bir tarih var.
BAŞKAN - Hayır, son
cümle, Sayın Tosun.
RESUL TOSUN (Devamla) -
Son cümlemi söylüyorum: Bu savaşlarda 500 000'e yakın insan hayatını
kaybetmiştir iki taraftan. Bize, 500 000 insanın soykırımının cevabını
vermeden, Batı medeniyeti, 24 Nisandaki sözde Ermeni soykırımının hesabını
soramaz, sormaya hakkı yoktur.
Saygılarımla. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Tosun.
Sayın milletvekilleri,
Başkanlığın Genel Kurula diğer sunuşları vardır.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır; okutup bilgilerinize sunacağım.
Yalnız, Kâtip Üyemizin
sunumlarını oturarak yapmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Karar yetersayısı...
BAŞKAN - Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Karar yetersayısı yoktur.
Birleşime 5 dakika ara
veriyorum.
Kapanma Saati: 14.37
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 14.50
BAŞKAN: Başkanvekili İsmail ALPTEKİN
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Ahmet KÜÇÜK
(Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 90 ıncı Birleşiminin İkinci
Oturumunu açıyorum.
Kâtip Üyenin oturarak
sunumunu yapması için yapılan oylamada karar yetersayısı bulunamamıştı.
Şimdi, oylamayı
tekrarlayacağım ve karar yetersayısını arayacağım.
Kâtip Üyenin, sunumunu
oturarak yapmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler...
Karar yetersayısı vardır ve kabul edilmiştir.
Tezkereyi okutuyorum:
IV.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)
B) Tezkereler ve Önergeler
1.- Bosna
Hersek Temsilciler Meclisi Başkanı Sefik Dzaferovic ve beraberindeki parlamento
heyetinin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanının konuğu olarak ülkemize resmî
ziyarette bulunmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/809)
27 Nisan 2005
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlık Divanının 21 Nisan 2005 tarih ve 74 sayılı Kararıyla, Bosna
Hersek Temsilciler Meclisi Başkanı Sefik Dzaferovic ve beraberindeki heyetin,
27 Nisan-2 Mayıs 2005 tarihleri arasında Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı
Sayın Bülent Arınç'ın konuğu olarak ülkemize resmî ziyarette bulunması uygun
bulunmuştur.
Söz konusu heyetin
ülkemizi ziyareti, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin
Düzenlenmesi Hakkındaki 3620 sayılı Kanunun 7 nci maddesi gereğince Genel
Kurulun bilgisine sunulur.
Bülent Arınç
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı
BAŞKAN - Bilgilerinize
sunulmuştur.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi daha vardır; okutup, oylarınıza sunacağım.
2.- Türkiye Büyük Millet Meclisi ile Irak Parlamentosu
arasında Parlamentolararası Dostluk Grubu kurulmasına ilişkin Başkanlık
tezkeresi (3/810)
20 Nisan 2005
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kuruluna
Türkiye Büyük Millet
Meclisi ile Irak Parlamentosu arasında Parlamentolararası Dostluk Grubu
kurulması, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi
Hakkındaki 3620 sayılı Kanunun 4 üncü maddesi uyarınca Genel Kurulun tasvibine
sunulur.
Bülent Arınç
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı
BAŞKAN - Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Başbakanlığın, Genel
Kurulda bulunan bir dosyanın geri verilmesine dair bir tezkeresi vardır;
okutuyorum.
3.- Mardin Milletvekili Süleyman Bölünmez hakkında tanzim
edilen soruşturma dosyasının İçtüzüğün 75 inci maddesine göre geri
gönderilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/811)
20 Nisan 2005
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
İlgi: a) Adalet
Bakanlığının 20/7/2004 tarihli ve B.03.0.CİG.0.00.00.02-1.128.57.2004-33363
sayılı yazısı.
b) 3/8/2004 tarihli ve
B.02.0.PPG.0.12.310/10831 sayılı yazımız.
c) Adalet Bakanlığının
12/4/2005 tarihli ve B.03.0.CİG.0.00.00.02-1-128-57-2004/15602 sayılı yazısı.
Faili belli olmayacak
şekilde adam yaralamak, hakaret ve tehdit suçlarını işlediği iddia olunan
Mardin Milletvekili Süleyman Bölünmez hakkında tanzim edilen soruşturma dosyası
Adalet Bakanlığının ilgi (a) yazısı ekinde alınarak, Anayasanın 83 üncü
maddesine göre gereği yapılmak üzere ilgi (b) yazımız ekinde sunulmuştu.
Ancak, Adalet
Bakanlığının ilgi (c) yazısı eki Mardin Cumhuriyet Başsavcılığının 8.3.2005
tarihli ve B-2005/73 sayılı yazısıyla soruşturma dosyasının tekrar
değerlendirilmek üzere iadesi talep edilmektedir.
Gereğini arz ederim.
Recep Tayyip Erdoğan
Başbakan
BAŞKAN - Bilgilerinize
sunulmuştur.
Gündemde bulunan dosya
hükümete geri verilmiştir.
Bir Meclis araştırması
önergesi vardır; okutuyorum:
C) Gensoru, Genel Görüşme, Meclıs Soruşturmasi ve
Meclıs Araştirmasi Önergelerı
1.- Erzurum
Milletvekili Mustafa Nuri Akbulut ve 22 milletvekilinin, Doğu Anadolu
Bölgesinde bulunan belediyelerin ekonomik koşullarının tespiti ve yaşanan
olumsuzlukların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/278)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Türkiye'de yaşanan
demokratikleşme çalışmaları ve Avrupa Birliği üyelik sürecinde, seçilmiş
yönetimler olan belediyelerin, hızlı kentleşmeye paralel olarak önemi artmış,
ancak malî kaynakları değişime uygun şekilde geliştirilememiştir.
Doğu Anadolu Bölgesinde
bulunan belediyeler, kaynak sıkıntısı yaşamakta olup, bu sıkıntılar, hizmet
kapsamının daralmasına ve kalitenin düşmesine neden olmaktadır.
Yerel hizmetler,
çoğunlukla ve yalnızca genel bütçeden ayrılan payla yürütülmeye çalışılmakta,
nüfus sayısına göre İller Bankası aracılığıyla aktarılan gelirler, birçok
belediyenin yalnızca personel giderlerini karşılamakta, bazen yeterli dahi
olamamaktadır.
Bölgenin iklim koşulları
nedeniyle, yürütülmesi zorunlu olan "karla mücadele çalışmaları"
belediyelere ilave yük getirmekte, esasen çok kıt olan kaynakları yok
etmektedir.
Bölge belediyelerinin
tamamına yakını, SSK, Emekli Sandığı, vergi daireleri, TEDAŞ ve İller Bankası
gibi resmî kurumlara borçludur.
Bölge belediyelerinin,
belirtilen kısıtlı imkânlarla halka, amaçlanan hizmetleri vermesi mümkün
değildir.
Ülkemizin yakaladığı
gelişme ivmesinin devamı, etkin ve kaliteli yerel yönetimlere kavuşturulmasıyla
mümkün olacaktır.
Bu nedenle, Anayasanın 98
ve TBMM İçtüzüğünün 104 ve 105 inci maddeleri gereğince Doğu Anadolu Bölgesinde
bulunan belediyelerin içinde bulunduğu olumsuz ekonomik koşulların tespiti ve
yaşanan olumsuzlukların giderilmesi için alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasını arz ve talep ederiz.
Saygılarımızla.
1. Mustafa Nuri Akbulut (Erzurum)
2. Osman Aslan (Diyarbakır)
3. Fahri Keskin (Eskişehir)
4. Ahmet Ertürk (Aydın)
5. Ahmet Işık (Konya)
6. Ali Yüksel Kavuştu (Çorum)
7. Osman Kılıç (Sivas)
8. Mustafa Ilıcalı (Erzurum)
9. Vahit Kirişci (Adana)
10. Abdulbaki Türkoğlu (Elazığ)
11. Hanefi Mahçiçek (Kahramanmaraş)
12. Recep Özel (Isparta)
13. Fetani Battal (Bayburt)
14. Mehmet Emin Tutan (Bursa)
15. Zafer Hıdıroğlu (Bursa)
16. Muzaffer Gülyurt (Erzurum)
17. Metin Kaşıkoğlu (Düzce)
18. Resul Tosun (Tokat)
19. Burhan Kılıç (Antalya)
20. A. Müfit Yetkin (Şanlıurfa)
21. Nevzat Doğan (Kocaeli)
22. Murat Yıldırım (Çorum)
23. Talip Kaban (Erzincan)
Gerekçe:
Doğu Anadolu Bölgesinde
bulunan belediyeler, kısıtlı imkânlarıyla halka hizmet etmeye çalışmaktadır.
Bölgede bulunan
belediyeler, ülkemizde 3 Kasım 2002 genel seçimlerine kadar yaşanan ekonomik ve
siyasî krizlerden çok olumsuz olarak etkilenmiş, sürdürülen popülist işlem ve
uygulamaların da etkisiyle, içinden çıkılması zor ekonomik sıkıntılara
sürüklenmiştir.
Belediyeler, SSK, Emekli
Sandığı, vergi daireleri, TEDAŞ, İller Bankası gibi resmî kurumlara olan
birikmiş borçlarını ödeyememektedir.
Diğer yandan, aylık
olarak ödenmesi gereken vergi, SSK primleri, elektrik ücreti ve diğer giderler
ödenememekte, bu durum borçların giderek artmasına neden olmaktadır.
Genel bütçe vergi
gelirlerine göre İller Bankasınca gönderilen paylar birçok belediyenin personel
giderlerini dahi karşılayamamaktadır.
Doğu Anadolu Bölgesinin
olumsuz iklim koşullarında, zorunlu olarak yürütülmesi gereken karla mücadele
çalışmaları ilave olarak büyük bir yük getirmekte, bölge belediyelerinin esasen
çok kıt olan kaynaklarının tümünü yok etmektedir.
Doğu Anadolu Bölgesi,
ülkemizin en geri kalmış bölgesidir.
Ülke kalkınmasında bölgelerarası kalkınmışlık farkının giderilmesi tüm
vatandaşlarımızın ortak amacı ve özlemidir. Oysa, mevcut şartların aynen
devamı, bölgesel farklılığın azaltılması ve zamanla giderilmesi bir yana, bu
farkı daha da artıracaktır.
Bu nedenle, Doğu Anadolu
Bölgesinde bulunan belediyelerin içinde bulunduğu olumsuz ekonomik koşulların
tespiti ile yaşanan olumsuzlukların giderilmesi için alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi hakkında Meclis araştırması önergesi verilmesi yararlı
görülmüştür.
BAŞKAN - Bilgilerinize
sunulmuştur.
Önerge gündemde yerini
alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme, sırası
geldiğinde yapılacaktır.
Başbakanlığın, Anayasanın
82 nci maddesine göre verilmiş bir tezkeresi vardır; okutup oylarınıza
sunacağım.
B) TEZKERELER VE ÖNERGELER (Devam)
4.- Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Tunus ve Fas’a yaptığı
resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi
(3/812)
26.4.2005
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Temas ve görüşmelerde
bulunmak üzere, bir heyetle birlikte 28-31 Mart 2005 tarihlerinde Tunus ve
Fas'a yaptığım resmî ziyarete, ekli listede adları yazılı milletvekillerinin de
iştirak etmesi uygun görülmüş ve bu konudaki Bakanlar Kurulu kararının sureti
ilişikte gönderilmiştir.
Anayasanın 82 nci
maddesine göre gereğini arz ederim.
Recep Tayyip Erdoğan
Başbakan
Ömer Çelik (Adana)
Ayhan Zeynep Tekin Börü (Adana)
Remziye Öztoprak (Ankara)
Mahfuz Güler (Bingöl)
Egemen Bağış (İstanbul)
Hüseyin Besli (İstanbul)
Halil Tiryaki (Kırıkkale)
Dengir Mir Mehmet Fırat (Mersin)
Mehmet Şerif Ertuğrul (Muş)
BAŞKAN - Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Cumhuriyet Halk Partisi
Grubunun, İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır; okutup,
oylarınıza sunacağım.
V.- ÖNERİLER
A) SİYASÎ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ
1.- Gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin
CHP Grubu önerisi
27.4.2005
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulunun,
27.4.2005 Çarşamba günü (bugün) yapılan toplantısında siyasî parti grupları
arasında oybirliği sağlanamadığından, Grubumuzun aşağıdaki önerisinin,
İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince, Genel Kurulun onayına sunulmasını arz
ederim.
K. Kemal Anadol
İzmir
Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili
Öneri:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi gündeminin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen
Diğer İşler" kısmının 140 ıncı sırasında yer alan 565'e 1 ek sıra
sayısının (İstanbul Milletvekili Mehmet Mustafa Açıkalın) bu kısmın 4 üncü
sırasına alınması önerilmiştir.
BAŞKAN - Öneri lehinde ve
aleyhinde söz isteği var.
Cumhuriyet Halk Partisi
Grubunun önerisinin aleyhinde, İstanbul Milletvekili Sayın İrfan Gündüz;
buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
İRFAN GÜNDÜZ (İstanbul) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisince getirilen
Grup önerisinin, Genel Kurul gündemiyle ilgili teklifin aleyhinde söz almış bulunuyorum.
Aslında, her hafta, bu,
gerçekten, temcit pilavı gibi, sürekli gündeme geliyor. Dokunulmazlıklarla
ilgili, iktidarıyla muhalefetiyle, yepyeni bir anlayış sergileyerek, gerçekten,
Türkiye'yi, üstünlerin hukukunun egemenliğinden hukukun üstünlüğüne doğru
getiren bir anlayışa hep beraber gelsek ve Türkiye'de, hiç kimse, dokunulmazlık
zırhının arkasına saklanarak, yanlış yapma özgürlüğünü kendisinde bulmasa.
Bununla ilgili, meseleyi sadece milletvekilleri için ya da siyasîler için
düşünmek yerine, gerek anayasal gerekse yasal tüm değişiklikleri yaparak, suç
işleyen herkes için, eğer haksız ise ya da haklı ise, buna yargıda karar
verilebilecek bir sürece getirilmesini sağlamak...
Tabiî, Meclisimizin
gündeminde çok yoğun kanun teklifleri var. Bunların hemen hemen hepsi de
muhalefet partisiyle birlikte anlaştığımız teklifler ve Türkiye'nin önünü
aydınlatacak projeler olduğuna inanıyoruz; ama, her hafta bir arkadaşımızın...
Ki, bugünkü, Sayın Başbakanın İstanbul Belediye Başkanı olduğu dönemde Genel
Sekreterlik görevini yapan Mustafa Açıkalın'la alakalı. Bu arkadaşımız, kendisi
şu an milletvekili olduğu için, dokunulmazlığından dolayı yargılanamıyor; ama,
aynı suçtan dolayı mahkemeye düşen ve şu an dokunulmazlık zırhı bulunmayan pek
çok bürokratın mahkemeleri beraatla neticelenmiştir.
İSMET ATALAY (İstanbul) -
O da gitsin, beraat etsin.
İRFAN GÜNDÜZ (Devamla) -
O yüzden, bu meseleyi ikide bir buraya getirerek, böyle, Meclisin gündemini
işgal etmek yerine, bununla ilgili, iktidarıyla ve muhalefetiyle, gerçekten,
Türkiye'yi bir kanun devletinden hukuk devletine götürmek üzere, anayasalı bir
devletten anayasal bir devlet olma görüntüsüne götürmek üzere gerekli tüm
hazırlıkları elbirliği içinde yapsak ve milletin karşısına öyle çıksak.
ALİ RIZA BODUR (İzmir) -
Tren kaçıyor ya!
İRFAN GÜNDÜZ (Devamla) -
O yüzden, ben, bu konuyla ilgili de çözüm günlerinin yakın olduğu kanaatini
taşıyor, hepinize en derin sevgi ve saygılarımı sunuyorum ve bu önerinin de
reddini talep ediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyoruz Sayın Gündüz.
Grup önerisinin lehinde,
Konya Milletvekili Sayın Atilla Kart; buyurun.
ATİLLA KART (Konya) -
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi Grup gündem
önerisi hakkında lehte konuşmak üzere söz almış bulunmaktayım; Genel Kurulu
saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
İGDAŞ dosyasını bu hafta da anlatmaya devam edeceğiz. İGDAŞ dosyası üzerinde
neden bu kadar önemle duruyoruz; bunu, o sebeple, tekrar açıklamak istiyorum.
Bu dosyada, halen Mecliste görev yapan 4 milletvekilinin yargılandığını hemen
hatırlatmak istiyorum. Bu milletvekilleri açısından, doğal olarak, Anayasanın
83 üncü maddesi gereğince, ilgili dava dosyası tefrik edilmiş ve yargılamaları
durdurulmuş durumda. Bu 4 sanık dışında -ki, bu sanıklardan bir tanesi, Sayın
Gündüz'ün de ifade ettiği gibi, Sayın Mustafa Açıkalın- bu dosyada kimler var;
bu dosyada, değerli arkadaşlarım, Enerji Bakanı Sayın Hilmi Güler var ve
ayrıca, Başbakanlık Müsteşarı Sayın Ömer Dinçer var ve toplam 159 sanık var,
değerli arkadaşlarım.
Bu dosyalardaki iddialar
nedir; bu dosyalarda, 1994-2001 yılları arasında, İstanbul Büyükşehir
Belediyesi bünyesindeki İGDAŞ'ın, İGDAŞ yetkililerinin organize suç ilişkileri
sonucunda -aynen iddianamedeki, yargılamadaki ifadelerden söylüyorum- kurumu
170 trilyon zarara uğrattıkları ve ayrıca, 1999-2000 yıllarında kötü yönetimden
dolayı da 29 trilyon civarında zarara uğrattıkları iddia ediliyor ve yine,
ayrıca, deprem anındaki doğalgaz kesme vanalarının alımında, o cihazların
alımında 35 dolar yerine, her cihaz için 135 doların ödendiği yolunda raporlar
var; yani, bir anlamda deprem ticareti yapıldığı yolunda, İstanbul Büyükşehir
Belediyesi Teftiş Kurulunun düzenlediği raporlar var, değerli arkadaşlarım.
Karma komisyona intikal
eden bu dosyalarda, doğal olarak, 3 Kasım 2002'ye kadar olan dosya safahatı
var; ama, bizim 3 Kasımdan sonraki dosya safahatını da bilmemiz gerekiyor. Bu
dosyaların nasıl bir seyir içinde geliştiğini bilmemiz gerekiyor. İşte hem bu
dosya safahatındaki gelişmeyi takip etmek hem Enerji Bakanı hakkında dosya
neden tefrik edilmemiş, Enerji Bakanı hakkında yargılama aşamasında nasıl bir
uygulama yapılmış ve hem de bu yargılama dosyasına, iddia edildiği gibi,
hukukdışı müdahaleler yapılmış mı, yapılmakta mı; bunları araştırmak amacıyla
ben 18 Mart tarihinde Eyüp Adliyesine gittim, değerli arkadaşlarım.
Enteresandır, bu dosyayı incelemem engellendi, bu dosya tarafıma verilmedi. Ben
milletvekili olarak görev yapıyorum, karma komisyon üyesi olarak görev
yapıyorum, denetim görevi yapıyorum, değerli arkadaşlarım; bu dosyayı ben
inceleyemedim. Bunun burada gerekçelerini, değerlendirmesini uzun uzadıya
yapmak istemiyorum. Bu gelişmeyi Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna intikal
ettirdiğimi ifade etmek istiyorum. Onun zeminini de ayrıca takip ediyorum,
ayrıca, onun değerlendirmesini yapacağım.
Gelinen aşamada,
milletvekili-bürokrat ilişkisini ve bu kapsamda da Ömer Dinçer'e yönelik bir
değerlendirmeyi izninizle yapmak istiyorum, Başbakanlık Müsteşarı Sayın Ömer
Dinçer'e yönelik değerlendirme yapmak istiyorum.
Değerli arkadaşlarım,
biliyoruz ki, dokunulmazlık kavramının kamu görevlileriyle ilgili bölümü bu
kavramın temel ayaklarından birisidir, sacayaklarından birisidir. Kamu yönetimi
adına ibret verici bir tabloyla karşı karşıya olduğumuzu üzülerek ifade
ediyorum.
Sayın Başbakan bu konuda
ne diyor, değerli arkadaşlarım; Sayın Müsteşara yönelik olarak şunu söylüyor
Sayın Başbakan: "Ömer Dinçer benim en yakın çalışma arkadaşımdır. Görevini
yapış biçiminden son derece memnunum. Herkes şunu bilsin ki, kendisiyle sonuna
kadar çalışacağım. Hakkındaki iddialar Başbakanlıktaki göreviyle ilgili değil,
akademik kariyeriyle ilgili."
Değerli arkadaşlarım,
ben, Sayın Başbakanın bu değerlendirmesine Tercüman Gazetesinden Ergun Göze'nin
değerlendirmesiyle cevap vereceğim. Ne diyor Sayın Ergun Göze, aynen
okuyacağım. Bu okuduğum sözler, tekrar ifade ediyorum, Ergun Göze'ye ait,
değerli arkadaşlarım:
"Bu sözler, politik
etik bakımından çok üzücüdür ve mantıktan da yoksundur. Eğer, Müsteşarın
Başbakanlıktaki bir görevinden şikâyet olsaydı, yani, Başbakanlıkta yaptığı bir
işlemden şikâyet olsaydı 'ben çalışmasından memnunum' diyerek tartışmayı
bitirebilirdiniz; ama, Müsteşar Bey, akademik unvanını haksız yere almak ve
cezaî takibattan zamanaşımı sayesinde kurtulmak iddiasıyla karşı karşıya
bulunmaktadır; fakat, Sayın Başbakanın ifadesi 'mahkemece hüküm giymiş olsa
bile çalışırım' anlamına gelmektedir; 'Başbakanlık Müsteşarlığı başka, akademik
unvan almak başka' demek gibidir. Böyle bir mantığın ahlakî sahada yeri olamaz.
Şunu da belirtelim ki,
Sayın Başbakan, her istediğiyle çalışamaz; ancak, Türk Milletine, hukukuna,
örfüne ve etik anlayışına uygun kişilerle ve o şartlar içerisinde çalışabilir.
Yoksa, hukuk devleti ve devletin ahlakî zemini nerede kalır" diyor Sayın
Ergun Göze.
Değerli arkadaşlarım,
Sayın Göze'nin yazdıklarına, elbette, mealen katılıyorum ve ilave ediyorum:
Kamu Yönetimi Tasarısı esnasında Sayın Müsteşara yönelen eleştiri ve tepkiler
karşısında, hükümetin, Sayın Başbakanın Müsteşara sahip çıkması siyaseten izah
edilebilirdi, siyaseten. İdeolojik boyuta, hukukî teknik ve laikliğe ilişkin
her türlü eleştiri ve değerlendirmelerimi saklı tutarak bu ifadeyi kullandığımı
hemen ifade ediyorum; ancak, Sayın Müsteşarla ilgili ciddî iddialar, maalesef,
bu olayla sınırlı kalmamıştır. Sayın Müsteşarın, bir akademisyen için en ağır
suç sayılabilecek bir suç olan intihal (akademik hırsızlık) yoluna başvurduğu,
akademik prosedür içerisinde açıklık kazanmıştır.
Sayın Adalet Bakanı bu
konuda diyorlar ki: "Efendim, Müsteşar bu konuda 18 tane dava açmış."
Sayın Bakan, bu davaların
niteliğinden ve konusundan neden söz etmiyorsunuz?! 18 dava açtığını
biliyorsunuz da, bu davaların niteliğinden ve konusundan neden söz
etmiyorsunuz?! Bu davalarda yürütmenin durdurulması veya tedbir kararı verilip
verilmediğinden neden söz etmiyorsunuz, Sayın Bakan?! Bu, bu olayı saptırmaktan
başka bir anlama gelmeyen bir açıklamadır, değerli arkadaşlarım.
Bakın, Sayın Müsteşarla
ilgili iddia, akademik hırsızlıkla da sınırlı değil. Bu noktada da Sayın Ergun
Göze'nin değerlendirmesine özellikle eklenmesi gereken yeni bir olay söz
konusu...
BAŞKAN - Sayın Kart, bir
dakikanızı rica edebilir miyim.
Bakınız, burada,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun önerisini biraz önce okuttum; çerçevesi,
maksadı, talep ortada. Hal böyle iken, sizin, bunu bir tarafa bırakıp da burada
olmayan bir bürokratla ilgili çok ciddî -kendinize göre- konuşmalar yapmanız
sizin yönünüzden uygun mu? Bu konuda İçtüzüğe uymaya davet ediyorum. Bu konuyu
bırakın, siz, öneri üzerinde konuşmaya devam edin.
ATİLLA KART (Devamla) -
Açıklayayım... Açıklayayım... Sayın Başkanım, ben öyle...
BAŞKAN - Onun için başka
şekilde söz alabilirsiniz.
ATİLLA KART (Devamla) -
Müsaade buyurun açıklayayım, Sayın Başkanım... Müsaade buyurun ben gerekçemi
açıklayayım..
BAŞKAN - Efendim, ben, bu
konuda, izin verirseniz, İçtüzüğe uyacağım ve kiminle ilgili talep varsa onun
üzerinde konuşmaya sizi davet edeceğim.
ATİLLA KART (Devamla) -
Sayın Başkanım, dokunulmazlık olayını tartışıyoruz. Dokunulmazlık olayını
tartışırken...
BAŞKAN - Ama,
dokunulmazlık kiminse onun üzerinde konuşalım.
ATİLLA KART (Devamla) -
Müsaade buyurun, onu açıklayacağım Sayın Başkanım, arz edeceğim. Dokunulmazlık
olayının siyaset boyutunu tartışıyoruz, dokunulmazlık olayının bürokrat
boyutunu tartışıyoruz. Sözünü ettiğim bürokrat, bürokrasinin en tepesindeki
kişi ve ayrıca sözünü ettiğim bürokratın, ben, burada yokluğunda konuşmuyorum;
hükümet burada, hükümet çıkıp savunmasını yapabilir, cevabını verebilir. Bu
noktada sizin ayrıca bir değerlendirme yapmanız gerekmez, Sayın Başkanım. Ben,
tamamen İçtüzük çerçevesinde konuşuyorum ve bu gerekçemi kuvvetlendirmek
anlamında da dosya kapsamını elbette anlatacağım. Dosya kapsamındaki delilleri,
elbette, Genel Kurulun, bilgisine sunacağım ki, Genel Kurul, o dosya
kapsamındaki delilleri bilerek değerlendirme yapsın. Ben, burada kimse hakkında
gelişigüzel bir iddia ileri sürmüyorum, Sayın Başkanım. O sebeple, İçtüzük çerçevesinde
konuştuğumun bilinmesini istiyorum. Bu noktada, Sayın Başkanlık Makamının bunun
aksine değerlendirme yapmasının kürsü sorumsuzluğuna -üzülerek ifade ediyorum-
müdahale anlamına geleceğini de önemle ifade ediyorum. Ben bu kapsamda...
BAŞKAN - Sayın Kart,
kürsü sorumsuzluğu her şeyi söylemek anlamına gelmez.
ATİLLA KART (Devamla) -
Hayır; elbette ben onun bilincindeyim, Sayın Başkanım.
BAKAN - Siz konuşmanızı
Genel Kurula hitaben tamamlayın efendim.
Buyurun.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
ATİLLA KART (Devamla) -
Bakın, değerli arkadaşlarım, bürokrasinin en üst tepesindeki kişiyle ilgili
olarak 170 artı 29 trilyonluk bir yolsuzluk iddiasına karıştığı iddiası var. Bu
nedir; dramatik, ibret verici ve düşündürücü bir olaydır bu. Bir ülkede
bürokrasi yönetiminin en üst tepesindeki kamu görevlisi için böylesine ağır
suçlamalar var ise, bu ülkede -diğer suçlamalara ilişkin boyutları bir tarafa
bırakıyorum- Maliye Bakanı hakkında 150 000 000 dolarlık sahtecilik ve hayalî
ihracat organizasyonu ilişkileri olduğuna dair yargılama dosyaları söz konusu
ise, değerli arkadaşlarım, orada -Sayın Ergun Göze'nin ifadesiyle söylüyorum-
hükümet olarak ve Başbakan olarak bu
yükü daha fazla taşıyamazsınız.
İntihalin dışında, 170
trilyonluk bir yolsuzluk ve 150 000 000 dolarlık bir sahtecilik söz konusuysa,
bu, hepimiz için ibret verici, üzücü bir tablodur değerli arkadaşlarım.
Burada elbette şunu
sorgulamak gerekiyor. Bu dosyaya rağmen...
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Kart,
teşekkür ediyorum.
ATİLLA KART (Devamla) -
Sayın Başkan, konuşmamı tamamlayayım.
ÜNAL KACIR (İstanbul) -
Sabaha kadar seni dinleyelim!..
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli)
- Demin bir milletvekili 6 dakika fazla konuştu Sayın Başkan... 6 dakika fazla
konuştu; adil olunuz Sayın Başkan.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Çifte standart olmasın...
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Kart.
Son cümlenizi alıyorum.
ATİLLA KART (Devamla) -
Son cümlemi söylüyorum Sayın Başkanım; ona, lütfen, müdahale etmemenizi istiyorum.
Bakın, burada şu soruyu
sorgulamamız gerekiyor değerli arkadaşlarım, insafla, sağduyuyla ve
muhakemeyle: Nasıl bir ilişkiler ağı söz konusudur ki, bu kadrolar ısrarla
görevde tutulmak isteniyor? Bu
kadronun, yani bu sınırlı, siyasî dar kadronun endişelenmesini,
dokunulmazlık zırhına bürünmesini gerektiren ve birbirlerini himaye etmesini
gerektiren kişisel ve siyasî kaygılar mı söz konusudur? Biz ne diyoruz; yargı
zemini içinde bu soruların cevaplarını bulalım diyoruz. Böyledir demiyoruz;
yargı zemini içinde bu soruların cevaplandırılması gerekir diyoruz.
Bu düşüncelerle, Genel
Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Kart.
Sayın milletvekilleri,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre vermiş olduğu
önerinin lehinde ve aleyhinde olan konuşmaları da dinledik.
Şimdi, öneriyi oylarınıza
sunacağım...
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Karar yetersayısının aranılmasını istiyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - Arayacağım.
Öneriyi kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Karar yetersayısı bulunamamıştır.
Birleşime 5 dakika ara
veriyorum.
Kapanma Saati:15.16
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 15.28
BAŞKAN: Başkanvekili İsmail ALPTEKİN
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Yaşar Tüzün (Bilecik)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 90 ıncı Birleşiminin Üçüncü
Oturumunu açıyorum.
V.- ÖNERİLER (Devam)
A) SİYASÎ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ (Devam)
1.- Gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin
CHP Grubu önerisi (Devam)
BAŞKAN - Cumhuriyet Halk
Partisi Grubunun, İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre vermiş olduğu öneri için
yapılan oylamada karar yetersayısı bulunamamıştı.
Şimdi, öneriyi tekrar
oylarınıza sunacağım ve karar yetersayısı arayacağım.
Cumhuriyet Halk
Partisinin İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre vermiş olduğu önerisini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Karar yetersayısı vardır ve
Cumhuriyet Halk Partisinin İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre vermiş olduğu
önerisi kabul edilmemiştir.
Adalet ve Kalkınma
Partisi Grubunun, İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır;
okutup, oylarınıza sunacağım.
2.- Genel Kurulun çalışma gün ve saatlerinin yeniden
düzenlenmesine ilişkin AK Parti Grubu önerisi
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulunun
27.4.2005 Çarşamba günü (bugün) yapılan toplantısında, siyasî parti grupları
arasında oybirliği sağlanamadığından, Grubumuzun aşağıdaki önerisinin,
İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını arz
ederim.
Eyüp Fatsa
Ordu
AK Parti Grup Başkanvekili
Öneri:
Genel Kurulun 27.4.2005
Çarşamba ve 28.4.2005 Perşembe günleri saat 23.00'e kadar çalışması, 29.4.2005
Cuma ile 30.4.2005 Cumartesi günleri de çalışması; cuma günü 14.00-22.00,
cumartesi günü ise 12.00-22.00 saatleri arasında çalışması ve bu günlerde de
kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesi önerilmiştir.
BAŞKAN - AK Parti Grubu
önerisi üzerinde, lehte söz isteği, aleyhte söz isteği var; lehte, İstanbul
Milletvekili Sayın İrfan Gündüz, aleyhte ise Denizli Milletvekili Sayın Ümmet
Kandoğan...
K.KEMAL ANADOL (İzmir) -
Ben de aleyhte, efendim...
BAŞKAN - AK Parti Grubu
önerisiyle ilgili, lehte İstanbul Milletvekili Sayın İrfan Gündüz.
Buyurun Sayın Gündüz. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
Süreniz 10 dakika.
İRFAN GÜNDÜZ (İstanbul) -
Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi en derin saygı ve
sevgilerimle selamlıyorum.
Bizim, Danışma Kurulu
önerisi olarak sunduğumuz gündem içerisinde, tabiî, dünden de devam eden ve
yarım kalan yasa tasarılarından başlamak üzere, gerek bugün, yarın... Hatta biz
çalışma saatlerini de uzun tutarak, bugün ve yarın saat 23.00'e kadar, cuma
günü 14.00-23.00 arası, cumartesi günü 12.00-23.00 arası bir çalışma takvimi
belirledik. Esas mesele, yasama dönemimizin sonuna yaklaşıyoruz; yani, haziran
ayının sonuna kadar, Meclisimizin gündeminde, hükümet tarafından getirilmiş pek
çok yasa tasarısı var. Bu yasa tasarılarının bir kısmı Avrupa Birliğiyle
alakalı, bir kısmı da vatandaşlarımızın dört gözle beklediği, problemlerine
çözüm getiren yasa tasarılarıdır. Mesela, bunlardan dün kabul edilen 10 000
polis alınmasıyla ilgili yasa, o geçti. Biraz sonra gündeme gelecek,
görüşülmesi devam eden Emniyet Teşkilatındaki terfi ve kademelerle ilgili bir
düzenleme, inşallah o da bugün değerli oylarınızla kanunlaşacak. Hemen onun
akabinde, şu anda Diyanet Teşkilatında kadro sıkıntısı... Boş bulunan ve
görevsizlikten açılamayan pek çok cami var, bu camilerle ilgili belki hepsine
birden kadro tahsisi mümkün değil ama -hiç olmazsa şu anda üçte 2 maaşla görev
yapan geçici Diyanet personeli var, sayıları da 9 172 kişi- 10 000 kişilik, hiç
olmazsa maaşının üçte 2'sini alan ve şu anda camilerde görev yapan personelin
aday memur olarak Diyanet kadrolarına atanmasıyla ilgili bir kanun teklifi var.
Bu da, inanıyoruz ki, hem toplumumuzun hem de pek çok vatandaşımızın derdine
deva olacak çözümler.
Arkasından, Gençlik ve
Spor Genel Müdürlüğünün -Merkez Hakem Kuruluyla ilgili- kanun tasarısı var.
Biliyorsunuz, yargı tarafından
iptal edilen ve mutlaka yasalaşması gereken bir kanun var; Yenilenebilir Enerji
Kanunu.
Öbür taraftan, esnaf ve
sanatkârlarımızın dört gözle beklediği, esnaf ve sanatkar odalarını düzenleyen
kanun tasarıları... Bunların hepsinin biz bu hafta içerisinde yasalaşmasını ve
bir an önce milletin hizmetine sunulmasını özellikle bekliyoruz.
Evet, arkadaşlarımızın
zamanı çok kıymetli; ama, haziran sonuna kadar da bu yasal faaliyetlerin
mutlaka sonuçlandırılması, sonra da böyle yüz akıyla milletin içerisine
gidebilecek bir tatili hak etmemiz için biz böyle bir çalışma takvimini Sayın
Meclisimizin gündemine getiriyoruz ve hepinizden destek bekliyoruz.
Dolayısıyla, gayretinize şimdiden teşekkür ediyor, önerimizin kabulü
doğrultusunda oy kullanmanızı diliyor, hepinize en derin sevgi ve saygılarımı
sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Gündüz.
Aleyhe söz isteği,
Denizli Milletvekili Sayın Ümmet Kandoğan.
Buyurun Sayın Kandoğan.
Süreniz 10 dakika.
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
AK Parti Grup önerisinin aleyhinde söz almış bulunuyorum.
Değerli milletvekilleri,
bugün, Türkiye Büyük Millet Meclisi, saat 14.00'te toplandı. Yaklaşık birbuçuk
saatlik bir süre geçti. Bu birbuçuk saatlik süre içerisinde, günün bu saatinde,
maalesef, 2 kez, karar yetersayısı bulunamaması nedeniyle Meclis çalışmalarına
ara vermek mecburiyetinde kaldık. Daha bu saatte, Meclisin açılmasının
üzerinden daha bir saat geçmeden, 139 milletvekilini Türkiye Büyük Millet
Meclisi sıralarında bulamadık.
Şimdi, siz, AK Parti
Grubu olarak kalkıyorsunuz, bu durumda olan bir Meclisten, cuma günü ve
cumartesi günü de saat 22.00'ye kadar çalışmayla ilgili bir öneri
getiriyorsunuz.
Şimdi, çarşamba günü,
Meclisin açık olduğu bir günde, 139 milletvekili bu sıralarda yokken, cuma ve
cumartesi günleri, Sayın Grup Başkanvekilim, 139 AK Parti milletvekilini burada
toplayıp, karar yetersayısını veya 184 milletvekilini burada toplayıp, toplantı
yetersayısını bulma taahhüdünde bulunuyor musunuz?
Biliyorsunuz, bu konuyla
ilgili, daha önce, Sayın Tayyar Altıkulaç'ın bir çalışması vardı; Sayın
Altıkulaç, o çalışmasında şunu söylüyordu: Türkiye Büyük Millet Meclisinin 1
dakikalık çalışmasının maliyeti 11 milyar lira. Şimdi, Meclis, saat 14.00'te
açıldı. Yaklaşık 25 dakika ara vermek mecburiyetinde kaldık ve bunun
maliyetinin ne olduğunu, ben, Sayın Hocamın ve siz milletvekillerimin takdirine
sunmak istiyorum.
Değerli milletvekilleri,
ben, bunu, müteaddit kereler dile getirdiğimde, Sayın Kapusuz itiraz ediyordu.
Öyle kanunlar buradan geçiyor ki, 30 milletvekili, 40 milletvekilinin bulunduğu
anlarda, biz burada kanun kabul ettik; ama, biz hep şunu söylemiyor muyduk:
Türkiye Büyük Millet Meclisi, ortak aklın iradesi olarak, bütün
milletvekillerinin katkılarıyla, destekleriyle, ortak vicdanlarıyla, ortak
akıllarıyla kanun yapma konusunda destek olacaklar ve çıkan kanunlar, Meclisin
hür iradesiyle, bütün milletvekillerinin ortak aklıyla çıkacak. Bunu ifade ediyorduk;
ancak, görünen o ki, bugüne kadar edindiğimiz tecrübe o ki, 40 milletvekili, 50
milletvekiliyle, buralarda kanun çıkarıyoruz.
Geçen gün de söyledim,
bir konuk cumhurbaşkanı buradayken 30 milletvekili vardı; yine, dün, Meclis
Başkanımızla beraber bir konuk başbakan Meclisimizi şereflendirdiğinde, 50
milletvekili vardı. Bu tablo beni rahatsız ediyor, bu tablo beni üzüyor, bu
tablo milleti de üzüyor. Benim korkum ve endişem odur.
Sabahlara kadar çalışmaya
varım, hazırım; ancak, cuma günü ve cumartesi günü de, aynı manzaralarla
karşılaşacaksak, dakikası 11 milyar liraya mal olan Meclis çalışmalarında, tüyü
bitmedik yetimin hakkı olduğunu, garip gurebanın, fakir fukaranın hakkı
olduğunu gözlerden uzak tutmamamız lazım. Bu şartla, cuma ve cumartesi,
milletvekillerimizin büyük çoğunluğu burada olacaksa, o kanunlar, Meclisin
ortak aklı, ortak iradesiyle çıkacaksa biz varız; ancak, dünden beri gördüğümüz
bir manzara var Türkiye Büyük Millet Meclisinde; buna, Sayın Meclis
Başkanvekilimin yönetimi de dahil. Dün, burada, birkaç kez konuşma fırsatı
buldum; 1 dakika ilaveyi dahi zor yapıp, sizleri selamlamamı dahi engelleyen
bir tutum içerisinde; ancak, bugün, AK Parti milletvekili gündemdışı bir
konuşma yaptı, tam 6 dakika fazla konuşmasını, Sayın Meclis Başkanımız büyük
bir müsamahayla karşıladı.
Şimdi, önümde, bugün
görüşülecek olan kanunlar var. Bakıyorum, 2 nci sırada, Salih Kapusuz ve Sadullah
Ergin'in teklifleri; 4 üncü sırada TÜBİTAK; 6 ncı sırada yine Faruk Çelik'in
teklifi; 7 nci sırada yatırımların teşviki; 8 inci sırada da siyasî partilere
hazine yardımı.
Şimdi, değerli
milletvekilleri, cuma ve cumartesi çalışalım diyorsunuz, muhalefetten katkı
istiyorsunuz; ancak, bugün görüşülecek olan bu kanun tasarı ve tekliflerinin
tümü üzerindeki şahıslar adına yapılacak olan konuşmalar, nasıl ve ne şekilde
yapılmışsa, tamamen doldurulmuş. Eğer siz, muhalefetten bir katkı istiyorsanız,
muhalefetten bir destek istiyorsanız, muhalefetin görüş ve önerilerini dinlemek
istiyorsanız, bizlerden bir katkı istiyorsanız, bu endişe ve korku nereden
kaynaklanıyor; bu panik havası niye?! Ben, bunu, şiddetli bir şekilde merak
ediyorum.
İRFAN GÜNDÜZ (İstanbul) -
Ne panik havası var?! Hiç panik havası yok; sende o.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Ama, ben, bakın, diyorum ki, bunlar üzerinde katkı yapmak istiyorum; yok, bu
imkânı vermiyorsunuz muhalefete.
MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) -
Sen susarsan, katkı olur.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Yanlış yapıyorsunuz. Muhalefeti susturmakla hiçbir yere varamazsınız. Doğru
Yol Partisini susturmaya çalışıyorsanız, bunda başarılı ve muvaffak olmanız
mümkün değil.
Bakınız, çok somut bir
örnek vereceğim: Dün, bir sayın AK Parti milletvekiliyle görüştüm. Bugün
görüşülecek olan bir kanun teklifiyle ilgili olarak 86 ncı madde gereğince,
oyunun rengini aleyhte olarak belirtmek üzere söz talebinde bulunmuş AK
Partili, çok saygı duyduğum bir milletvekili. Kendisine sordum, dedim ki
"sayın milletvekilim, siz, bu kurumda uzun yıllar üst düzeyde görev
yaptınız, böyle bir kanun teklifinin aleyhinde konuşma düşüncesi nereden
kaynaklandı?" Dedi ki bana: "Benim böyle bir talebim yok. Ben böyle
bir konuşma talebinde bulunmadım. Benim böyle bir talebim mevcut değil." O
milletvekilimiz de, şu anda, Türkiye Büyük Millet Meclisi sıraları içerisinde,
şu anda oturuyor ve benim talebim yok dediği, benim konuşma isteğim yok dediği
bir maddede bile, bizim konuşmamızın önüne geçmek için, gıyabında, haberi
olmadan, konuşma yapmak üzere ismi oraya bildiriliyor. Baktım, orada dilekçesi
de yok sayın milletvekilleri; ancak, bugün gittim, biraz önce baktım, dün saat
15.30 itibariyle konuşma talebi dosyanın içerisine konulmuş. Ben, dün saat
18.00'de gittiğimde yoktu o talep. O konuşma talebi, dünkü tarihle 15.30
itibariyle o dosyanın içerisine yerleştirilmiş. Milletvekilimiz de buradadır,
eğer itiraz ederseniz, ben kendisinden,
aramızda geçen konuşmanın doğruluğunu özellikle teyit etmesini istirham
edeceğim.
Değerli milletvekilleri,
bu düşünceyle, bu mantıkla hareket ederseniz hiçbir yere varmanız, ulaşmanız
kesinlikle mümkün değil. Burası, milletin hür kürsüsü. Bütün milletvekillerini
buraya, millet, kendi adına konuşmak üzere gönderdi.
MEHMET ÇERÇİ (Manisa) -
Herkes konuşacak o zaman...
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Bu kürsülerden, millet adına, getirilen kanunlarla ilgili, kanun
teklifleriyle ilgili katkı yapmamız düşüncesi ve mantığıyla bizleri buraya
gönderdiler. İktidar, bütün ülkelerde vardır; ama, muhalefet sadece
demokrasilerde var; bunu, lütfen bütün milletvekillerinin aklından çıkarmaması
gerekiyor.
Değerli milletvekilleri,
bakınız, bu kadar hızlı çalışmanın, bu kadar acele etmenin faturası da, tam 32
kanunun Sayın Cumhurbaşkanı tarafından veto edilerek Türkiye Büyük Millet
Meclisine gönderilmesi.
MEHMET ÇERÇİ (Manisa) -
Yavaş çalışırsak ne olacak?!
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Biz de istiyoruz ki, bu kanunlar buradan geçsin, büyük çoğunluğu bizim de
tasviplerimize mazhar olan kanunlar. Bizler de, gelip, buralarda, o kanunlarla
ilgili destek veriyoruz; ancak, beğenmediğimiz, yanlış gördüğümüz noktalarla
ilgili olarak düşüncelerimizi ifade ediyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Bakınız, biraz sonra konuşma fırsatım yok... 2 nci sırada bir kanun teklifi
var. 2 nci sıradaki kanun teklifinin maddeleri dolu olduğu için, 86 ncı madde
de dolu olduğu için, söz hakkım yok; ancak, bu kanun Anayasaya o kadar açık bir
şekilde aykırı ki, bunun altını çizmek istiyorum ve iddia da ediyorum,
gerekçesini de biraz sonra söyleyeceğim. Bu kadar açık bir şekilde Anayasaya
aykırı olan bir kanun teklifi geliyor ve bununla ilgili, Doğru Yol Partisi
adına, bir söz hakkımız yok, Anayasaya aykırılıkla ilgili düşüncelerimizi ifade
etme hakkımız yok, hürriyetimiz yok. Ben, öyle inanıyorum ki, biraz sonra, o
kanun buraya gelecek, sizlerin de oylarıyla burada kanunlaşacak; ancak, altını
tekrar çiziyorum, gerekçe bulma noktasında hiç de zorluk çekmeden, Sayın
Cumhurbaşkanı, o kanunu, çok kısa süre içerisinde Türkiye Büyük Millet
Meclisine, tekrar görüşülmek için geri gönderecek.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Kandoğan,
lütfen, son cümlenizi söyleyin.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Son cümlemi söylüyorum.
Eğer, söz hakkım olmuş
olsaydı, Anayasaya açıkça aykırı olan bu kanun teklifinin Anayasanın hangi
maddelerine, Devlet Memurları Kanununun hangi maddelerine aykırı olduğunu
burada ifade edecek, bu düşüncelerden, bu ifadelerden sonra, belki, burada bazı
değişiklikler yapma düşüncesi sizlerde de ortaya çıkacaktı. O nedenle, tekrar
ediyorum, muhalefeti susturmaya çalışmayın. Muhalefete sizin de ihtiyacınız
var. Muhalefetin önerilerine, düşüncelerine, yol göstermelerine karşı dikkatli
olmanızda fayda olduğu inancımı ifade ediyor, Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Kandoğan.
Sayın milletvekilleri,
Sayın Anadol'a söz vermeden önce, mutlaka bütün milletvekillerimizin çok iyi
bildiği, İçtüzüğümüzle ilgili ve Sayın Kandoğan'ın ortaya koyduğu bazı
itirazlarla ilgili açıklama yapmak istiyorum.
Değerli milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinde hepimizi ilgilendiren, bazı arkadaşlarımızın
nezahetine ve nezaketine dokunan bir konuda açıklama yapmak istiyorum. Eğer
müsaade ederseniz, aranızdaki sohbeti bu açıklamadan sonra devam ettirin; bu
konu hepimizi ilgilendiriyor.
Sayın Kandoğan bazı
iddialarda bulunuyor; hem Başkanlık Divanını hem de Başkanlık Divanıyla beraber
çalışan Kanunlar ve Kararlar Dairemizdeki değerli uzmanları, bürokratları
ilgilendiren, hatta, onları zan altında bırakan bazı iddialarda bulunuyor. Bir
yasa, kanun tasarısı veya teklifi Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine
alındığı zaman, onunla ilgili gerek tümü üzerinde gerekse maddeleri üzerinde
söz alma hakkı var. Biz hepimiz, İçtüzüğe uymak, ona saygı göstermek
durumundayız. Öyle olursa, hukukun üstünlüğü olur, Parlamentonun saygınlığı
olur. Nedir; gruplar adına söz hakkı var, süresi var. Onun dışında, Türkiye
Büyük Millet Meclisinde bulunan değerli milletvekillerinden, hangi partiden
olursa olsun, müracaat sırasına göre 2 milletvekiline söz verme hakkımız var.
Bu husus, İçtüzüğün 60 ıncı maddesinin ikinci fıkrasında açıkça düzenlenmiştir.
Sıra sayısı verilip, ilan edildikten sonra her milletvekilinin, ilgili makama
dilekçeyle müracaat ederek söz isteği hakkıdır, bundan daha tabiî bir şey
olamaz. Zaten, oradaki yetkililer de, dilekçeyi aldıktan sonra, tarihini atıp,
saatini yazıp, imza atarak, oraya koyuyorlar. Dolayısıyla, şahısları adına söz isteği,
geliş saatine ve tarihine göre verildiğinden, Başkanlığın yapacağı bir şey
yoktur.
Sayın Kandoğan'ın,
burada, izah ettiği, itiraz ettiği hususlarla ilgili dilekçeleri ve belgeleri
getirttim. Burada, dilekçedeki imzanın ilgili milletvekiline ait olduğunu
kabulleniyorum, bir itirazları olmadığına göre, Sayın Kandoğan'ın dilekçesi
diğer arkadaşlarımızdan sonra gelmiş. Burada, siyasî teamüllerimiz var, söz
alır; ama, arkadaşımızın, söz hakkını, kendi partisinden bir başka arkadaşına
veya diğer bir partiden bir değerli arkadaşımıza, her zaman, devretme hakkı
vardır; geçmiş siyasî çalışmalarımızda da, Parlamento tecrübelerimizde de bunu
görüyoruz.
Diğer taraftan, yine, söz
istemeyle ilgili hüküm, İçtüzüğümüzün 87 nci maddesinin ikinci fıkrasında da
düzenlenmiştir. Bu da, değişiklik önergelerinin nasıl verileceği, nasıl sıraya
konulacağı ve nasıl işlem yapılacağıyla ilgilidir. Bu bakımdan, Yüce Heyetiniz
tarafından bu göreve seçilen diğer Başkanvekili arkadaşlarımızın gösterdiği
hassasiyet kadar, en az, ben de hassasiyet gösteriyorum ve bu Yüce Parlamentoya
ve Türk Milletine layık olabilecek bir şekilde bu hassasiyetimizi,
tarafsızlığımızı, İçtüzüğe olan hassasiyetimizi gösteriyoruz ve özellikle
muhalefete mensup milletvekili arkadaşlarımızın bu milletin kürsünden en geniş
bir şekilde istifade etmelerine elden gelen gayreti gösteriyoruz; ama, elbette
ki, takdiri, ben, sizin vicdanlarınıza bırakıyorum.
O bakımdan, Sayın
Kandoğan'ın, burada ifade ettiği hususların, elimizdeki duruma ve İçtüzüğe göre
pek de uymadığını, burada, ifade ediyor ve sizi de bilgilendirmiş oluyorum.
Buyurun Sayın Anadol, önergenin
aleyhinde, ikinci söz hakkı sizin.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Sayın Başkan, Yüce Meclisin saygıdeğer üyeleri; Adalet ve Kalkınma Partisinin
Danışma Kurulu önerisi olarak sunduğu; fakat, Danışma Kurulunda ittifak temin
edilemediği için grup önerisi olarak buraya getirdiği teklifin aleyhinde söz
almış bulunuyorum.
Aleyhinde söz aldım, bir
iki noktayı da belirtmek istiyorum. Birincisi; bugün saat 22.00'de bitecekti
birleşim, siz, 23.00'te bitmesini istiyorsunuz, biraz sonra oylanacak.
Sayın Grup Başkanvekilim,
değerli meslektaşım, değerli arkadaşlarım; bakın, saat 15.55, 14.00'te Meclis
açıldı, 1 saat uzatmak için mesaimizi iki saattir konuşuyoruz burada. İki defa
karar yetersayısı bulunamadı. Bu beyhude gayret niye? Birincisi bu.
İkincisi; gerçekten,
amacım bir gerginlik yaratmak falan değil, birtakım doğruları söylemek. Üçüncü
olarak söyleyeyim; ben, bu doğruları söylemekten bıktım; Danışma Kurulunda
söylemekten bıktım, yüksek huzurunuzda söylemekten bıktım; ama, yine tekrar
etmek durumundayım.
Değerli arkadaşlarım,
dünyanın her yerinde çalışma biçimini düzenleyen yasalar vardır, yönetmelikler
vardır, ilgili mevzuat vardır. Eğer, işçi isek, İş Kanunu ve ilgili
yönetmelikler bu çalışma biçimini düzenler; memur isek, memurların tabi olduğu
mevzuat vardır; araba kullanıyorsak, Trafik Kanununun düzenlediği birtakım
düzenlemeler vardır; Mecliste çalışıyorsak, Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğü vardır. Biz, bunların hepsini bir tarafa attık.
Bakınız, bu Meclis,
normal olarak, İçtüzüğümüze göre, saat 15.00'te toplanır, 19.00'da dağılır. Bu,
genel kuraldır; elbette, istisnası vardır. Öyle zamanlar olur ki, çok önemli,
ülke için yaşamsal zorunluluğu olan bir yasa önerisi veya hükümet tasarısı
gelir ve burada, hep birlikte, iktidarıyla muhalefetiyle saatlerce çalışır,
bunu gerçekleştiririz, bu düzenlemeyi Meclisten yasa olarak çıkarırız, millî
irade böyle tecelli eder; ama, bu, istisnadır.
Şimdi, siz, ne
yapıyorsunuz, ona üzülüyorum ve tekrar tekrar burada belirtmekten de,
gerçekten, bir daha üzüntü duyuyorum. Siz, genel çalışma düzenini istisna
haline getirdiniz, başıbozuk -affedersiniz, bu sözcüğü kullanmaktan da hicap
duyuyorum- çalışma düzenini de genel bir hale getirdiniz. İstisna değil, ana
kural haline geldi. Şimdi, bir vakit "bitinceye kadar... " Ben size
söyleyeyim, hatırlayınız, bitinceye kadar diye karar alınıp, buraya gelen,
kabul edilen, mesai saati içinde, bitinceye kadar, yasaların, önümüzdeki
gündemin tamamlandığını gördünüz mü?!. Neden; çünkü, hepimiz insanız, etten,
kemikten yaratılmışız, bir çalışma gücü var, temposu var, tahammülü var insan
vücudunun; zorladığınız vakit, kendi koyduğunuz kurallar iflas eder. Trafik
Kanununa hüküm koymuşlar. Neden; çünkü, sekiz saatten fazla karayollarına çıkan
bir yurttaş, yurttaş da değil, bir yabancı, bir insanın, istediği kadar
ehliyeti olsun, iyi araba kullansın, bilim tespit etmiş ki, sekiz saatten fazla
araba kullandığı vakit kaza olasılığı çoğalır. Kaza olduğu vakit ne olacak; ya
canı ve içinde taşıdığı başka canlar, malı tehlikeye girer. Ayrıca, kaza
yaptığı, çarpıştığı arabanın içindeki canlar da tehlikeye girer. Bu, daha kötü.
Burada, beşinci, altıncı defa tekrar ediyorum. Biz, hata yaparsak, sadece
kendimiz cezasını çekmeyiz, millet cezasını çeker. Çok güzel bir tespit oldu,
Sayın Kandoğan söyledi; Sayın Altıkulaç'ın tespiti, kutlarım kendisini, Sayın
Altıkulaç'ı; doğru, dürüst, bürokraside uzun yıllar hizmet etmiş ve
Parlamentoda da hizmet eden bir siyaset adamı olarak... Eğer 11 milyara mal
oluyorsa dakikası, bizim, bu zaman üzerinde titrememiz lazım, çok tasarruf
etmemiz lazım. Bu Meclis, şimdi siz söylüyorsunuz, madalyonun iki tarafı,
gerçekten çok çalışan Meclis. En fazla üretken meclis diyorsunuz, bunu da bir
kıvanç vesilesi olarak söylüyorsunuz; doğru, bu, madalyonun bir tarafı; ama, bu
Meclis, 22 nci Dönem, çıkardığı yasalar, Cumhurbaşkanı veya Anayasa
Mahkemesinden en fazla geri dönen ve bunları tekrar görüşmek durumunda olan
Meclis, bu konuda da rekor sahibi, madalyonun arka tarafı da böyle. Niye böyle
yapıyoruz biz, niye böyle yapıyoruz?! Mesela... Biz, çalışmaktan filan kaçan
bir anlayış içinde değiliz Cumhuriyet Halk Partisi olarak, hiçbir milletvekili,
sizler, bizler, hiçbirimiz çalışmaktan kaçmayız. Niye aday olduk, milletin
önünü çıktık, seçildik; çalışmak için seçildik; ama, elinsaf değerli
arkadaşlarım, özellikle İktidar Partisi Grubu milletvekili arkadaşlarıma,
değerli dostlarıma sesleniyorum: Mesela, saat 11.00'de başlasak göreve, saat
11.00'de toplansak, 13.00 ile 14.00 arasında bir saat yemek molası versek,
19.00'a kadar çalışsak, ne ediyor, kaç saat ediyor arkadaşlar; değil mi, az bir
çalışma mı; hayır. 14.00'te veya 15.00'te oturuyoruz, gece 22.00... Şimdi,
öneriye bakın siz; cumartesi günü biz 12.00'de toplanacakmışız, 22.00'ye kadar
çalışacakmışız! Buradan olumlu bir şey çıkmaz arkadaşlar, hiç kendimizi
aldatmayalım. Ondan sonra, biz, karar yetersayısı isteriz, eğri oturup doğru
konuşalım.
TÜRKÂN MİÇOOĞULLARI
(İzmir) - Pazar günü 1 Mayıs; herkes seçim bölgesine gidecek.
K. KEMAL ANADOL (Devamla)
- Ondan sonra, biz karar yetersayısı istediğimizde, ne görüşüldüğünü bilmeden,
eli yukarıda arkadaşlar kapıdan hurra içeri girerler, oylama biter,
reddettirirsiniz, gene o arkadaşlar hurra dışarı çıkarlar. Canım, bu, Meclisin
ciddîyetine de sığmıyor arkadaşlar, Meclisin saygınlığına, kendi kendimize
gölge düşürmeyelim. Yani, ben, bunu...
SALİH KAPUSUZ (Ankara) -
Ben buradayım.
K. KEMAL ANADOL (Devamla)
- Buyurun Sayın Kapusuz, dinlerseniz memnun olurum.
Bunları defalarca
anlattım, şimdi biz gayet iyi ilişkiler içindeyiz, bunları birbirimize
söylüyoruz; ama, niye dayatıyorsunuz bunu? Niye dayatıyorsunuz?.. Şu çalışmayı
insanî hale getirelim arkadaşlarım. Haa, siz böyle yaparsanız, biz de,
İçtüzüğün bize verdiği yasal olanakları sonuna kadar kullanacağız; karar
yetersayısı isteyeceğiz, yoklama isteyeceğiz, haklarımızı kullanacağız. Ondan
sonra, vatandaş bizi izliyor, karar yetersayısı istediğimiz vakit ve yoklama
istediğimiz vakit, çoğunluk olmadığı vakit millet sizi mahkûm eder; hem anormal
çalışma saatiyle Meclisi çalıştırıyorlar, ondan sonra da İktidar Partisi
milletvekilleri kendileri salonda yoklar... 11 milyarla çarparız biz
dakikasını, her zaman, her kürsüye çıktığımızda bunu söyleriz. İşler buralara
dökülmesin arkadaşlar.
Anlaşalım -Allah'ın saati
mi yok- 11.00'de başlayalım, 19.00'a kadar çalışalım; insanî çalışalım, insanî
usullerle çalışalım. Onu söylemek istiyorum ve bunu yapmamız zor bir şey değil,
bu konuda anlaşmak da zor bir şey değil iktidar ile muhalefet arasında; gelin
şurada anlaşalım, bir istikrara sokalım, bu başıbozukluğa son verelim diyorum,
hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyoruz Sayın Anadol.
Önerinin lehinde, Bayburt
Milletvekili Sayın Ülkü Güney; buyurun. (Bağımsızlar sıralarından alkışlar)
ÜLKÜ GÖKALP GÜNEY
(Bayburt) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Adalet ve Kalkınma Partisi
Grup önerisi üzerinde, lehinde söz istedim; bu vesileyle, hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Belki lehinde söz
istemem, özellikle, bağımsız arkadaşlarımın ve Anamuhalefet Partisindeki
arkadaşlarımın garibine gitmiş olabilir. Çünkü, ben, aslında, bu önerinin
aleyhinde söz istemiştim; ama, Sayın Anadol'dan da erken elimi kaldırmama
rağmen, Anadol, ne de olsa Grup Başkanvekilidir, Değerli Başkanımız onu tercih
etti, ben de mecburen lehinde söz istedim. Ama, benim üslubum ve aynı zamanda
Parlamentodaki uzun yıllarım, lehte söz alıp aleyhte konuşma gibi bir hakkı
suiistimale müsait değildir. Bu bakımdan, asıl orada söyleyeceklerimi diğer
arkadaşlarım, aşağı yukarı, ifade ettiler. Ben, olaya başka bir açıdan bakıp,
hepinizi, özellikle İktidar Partimizin grup yöneticilerini ve dolayısıyla Anamuhalefet
grup yöneticilerini uyarmayı bir vazife addettim.
Olay şudur: Değerli
arkadaşlarım, milletvekilliği demek, sadece burada kanun yapma ve Meclisteki
çalışmalar değildir. Milletvekilinin çok görevi vardır. Milletvekilinin,
dışarıda, seçim bölgesinde her türlü etkinliklere karışma gibi bir görevi
vardır, sorumluluğu vardır. Onun içindir ki, Meclisin gündemi, yıllardan beri,
muayyen bir süre içerisinde olup, haftada üç gün olup ve saat 15.00'te başlayıp
saat 19.00'a kadar süren bir çalışmayla süregelmiştir. Bu, çok önemli
zamanlarda, bütçe müzakerelerinde uzamıştır; ama, bunlar, oldukça istisnadır.
Şimdi, cumartesi ve cuma
günleri Mecliste çalışma kararı alıyoruz; alalım. Peki, biz de milletvekiliyiz,
biz de katkıda bulunmak istiyoruz. Bir zaruretten dolayı alıyorsunuz bunu;
önemli bazı kanunlar görüşeceksiniz, bu önümüzdeki 8 kanunun dışında, cumartesi
ve cuma günü önemli bazı kanunlar getireceksiniz. Biz de bunları bilsek, biz de
bunlara katkıda bulunmak için buraya gelsek, belki size bir yardımımız olur,
belki bazı eleştirilerimiz olur; düzeltme yaparız. Bizim bu hakkımızı niçin
elimizden alıyorsunuz?.. Şimdi, buradan, size çok açık -şahidim de burada, çok
yakın dostum Sayın Kapusuz- söylüyorum, biz de bunları yaptık; ama, bu sıklıkla
yapmadık, çok mecbur olmadan, Danışma Kurulu önerisiyle Meclisi bu şekilde
çalıştırmadık. Açıkça ifade ediyorum; Sayın Kapusuz'un ve Grubunun en çok
itiraz ettiği de buydu. İşte karşımda; yüzüne söylüyorum; en büyük sıkıntıları
da buydu. Ben, her zaman da derdim ki, haklısınız, biz bunu yanlış yaptık. Uzun
süre grup başkanvekilliği yapmış olan bir arkadaşınızım, on yılın üzerinde;
ben, mümkün olduğu kadar, bunu, kısa, yani, çok mecburiyetin dışında
getirmemeye gayret ettim ve her zaman da Kapusuz'a hak verdim; ama, arkadaşlar,
gün geçmiyor ki, grup kararı, grup önerisi... Artık, ben ulaşamıyorum. Ben,
Meclisi oldukça takip eden bir arkadaşınızım. Ben, bu çalışma temposunu takip
edemiyorum; çok samimî söylüyorum.
Daha başka bir şey
söyleyeyim: Değerli arkadaşlarım, bakın, cuma günü, cumartesi günü
çalışacaksınız. Yani, şimdi, bir düşünelim. Biz, normal günlerde karar
yetersayısını, hele hele toplantı yetersayısını bulamayan bir düzende
çalışıyoruz. İşte, bugün gördük, birlikte yaşadık; iki defa karar yetersayısı
bulunmadı. Cuma, cumartesi günü mutlaka çalışalım diye niye zorluyoruz?..
Olabilir; biz onu da yaptık, çok önemli bir kanun olur, öyle bir kanun olur ki,
zarureti vardır, günlüdür, mutlaka çıkması lazım; biz gelelim, yardımcı da
olalım; ama, canım, bizim önümüzde 8 tane kanun var, bunlar çok önemli...
Önemli; bütün kanunlar önemli. Biz bunları temizleyebilmek için bitirebilmek
için, ne yapalım; mutlaka, cuma, cumartesi çalışalım... Bence bu yanlıştır.
Sizlerden rica ediyorum, grup yöneticilerinden rica ediyorum; mümkün olduğu
kadar, grup kararıyla, Meclisin gündemiyle oynamayın. Hakikaten yanlış
yapıyoruz, haksızlık yapıyoruz.
Meclisi yöneten
arkadaşlarımdan, başkanvekillerinden istirham ediyorum... Değerli arkadaşlarım,
belki, aynı hatayı ben de yaptım, yapıyorum; Mecliste, biz, konuşma
düzenimizde, konuşma sınırında, artık, gündemdışı 5 dakika... İçtüzük diyor ki,
zarurî hallerde gündemdışı 5 dakika konuşabilir, bunun üzerine de 1 dakika
ilave edilir. 15 dakika konuşan var, 20 dakika konuşan var; yani, önüne gelen,
istediği kadar konuşuyor. Hani, 1 dakikası 10 milyardı, 20 milyardı?! Yani,
evvela bizim kendi içimizde de bir tasarruf yapmamız lazım. Biz kendi oturumlarımızda
tasarruf yapmayacağız, ondan sonra da, cuma günü de, cumartesi günü de gelin,
çalışalım, onu öyle kapatalım... Bu da yanlış.
Bu bakımdan, ben, hiçbir
grubu herhangi bir şekilde bir itham altında tutarak değil; ama, deneyimlerime
dayanarak bunu istirham ediyorum; bunu yapmayalım. Sayın Meclis
başkanvekillerimizden de... Benim sürem bitti... Bittiyse bitti! Yok efendim,
ben sonuna kadar önümdeki kâğıdı okuyacağım... Onu da size küçük bir hatıramla
anlatayım. Bu nereden oldu biliyor musunuz; Meclise televizyon geldikten sonra
oldu. Eskiden, Mecliste, sadece bütçe müzakerelerinde naklen yayın yapılırdı.
Sonradan, Meclisteki bütün konuşmaları, bütün oturumları televizyondan
yayınlamaya başladık. Buraya çıkan arkadaşlarımız, hele hele yeni gelen
arkadaşlarımız, konuşmak için, kendi seçmenlerine -o haklı, hele ona ben bir
şey diyemiyorum; ama, sistem böyle, böyle bir sistem getirdik- artık, aklına ne
geliyorsa, aklından ne geçiyorsa bunları ifade etmeye çalışıyor; bunun
süresinde de müsamahayı görünce hal bu noktaya geliyor.
Arkadaşlar, sizden rica
ediyorum... Salih Bey, siz, çok deneyimli bir grup başkanvekilisiniz, sizinle
beraber, ben, on yıldan fazla grup başkanvekilliği yaptım; çok iyi günlerimiz
geçti, çok sıkıntılı günlerimiz geçti; gelin, bu grup kararlarıyla bu Meclisin
gündemini altüst etmeyelim; bizler de katkıda bulunalım, herkes rahat konuşsun.
Hele hele, size, AK Parti
Grubuna -beni bağışlayın- yakıştıramadığım bir şey; efendim, bütün maddelerin
karşısına, biz şimdiden müracaat edelim, dolduralım; ondan sonra da diğer
arkadaşlarımız konuşmasın... Canım, bizim grubumuz yok diye, bizim günahımız
ne?.. Gruplar her zaman konuşabiliyor. Biz, kırk yılın başında bir söz
isteyeceğiz, onda da gidiyoruz, bakıyoruz, deniliyor ki, doldu. Ne oldu;
dolmuş, siz konuşamazsınız... Bunu da dikkatlerinize arz ediyorum.
Yüce Meclise saygılar
sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyoruz Sayın Güney.
Sayın milletvekilleri,
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun, İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre verilmiş
önerisi üzerindeki leh ve aleyhteki konuşmalar tamamlanmıştır.
Şimdi, öneriyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler...
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara)
- Ne konuşursan konuş!
BAŞKAN - Kabul
etmeyenler... Öneri kabul edilmiştir.
Alınan karar gereğince,
sözlü soruları görüşmüyor ve gündemin, "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile
Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.
VI.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER
1.-
Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu
Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun
Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)
BAŞKAN - 1 inci sırada
yer alan kanun teklifinin geri alınan maddeleriyle ilgili komisyon raporu
gelmediğinden, teklifin görüşmelerini erteliyoruz.
2 nci sırada yer alan
Esnaf ve Sanatkârlar Meslek Kuruluşları Kanunu Tasarısı ile Sanayi, Ticaret,
Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu raporunun görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
2.- Esnaf ve Sanatkârlar Meslek Kuruluşları Kanunu Tasarısı
ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu
Raporu (1/969) (S. Sayısı: 851)
BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.
Hükümet?.. Yok.
Ertelenmiştir.
3 üncü sırada yer alan
Emniyet Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve
İçişleri Komisyonu raporunun görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.
3.- Emniyet Teşkilâtı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı ve İçişleri Komisyonu Raporu (1/1006) (S. Sayısı: 869) (x)
BAŞKAN - Komisyon?..
Yerinde.
Hükümet?.. Yerinde.
Tasarının maddelerine
geçilmesi kabul edilmişti.
Şimdi, 1 inci maddeyi
okutuyorum:
EMNİYET TEŞKİLATI KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR
KANUN TASARISI
MADDE 1.- 4.6.1937
tarihli ve 3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanununun değişik 55 inci maddesinin
ondördüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Mevzuat hükümlerine
göre kazanılmış hak aylığında değerlendirilmesi yapılan her türlü uzmanlık,
master, doktora ve avukatlık stajı rütbe kıdeminde değerlendirilmez. Ancak, bu
Kanunun 13 üncü maddesinde sayılan rütbeler içerisinde yapılan askerlik
hizmeti, yurt dışı misyon koruma, yurt dışı kurs ve diğer görevler sebebi ile
geçirilen süreler ile tedavi ve istirahat süreleri, hangi rütbede ifa edilmiş
veya geçirilmiş ise o rütbedeki fiili çalışma süresi içerisinde değerlendirilir.
Emniyet Teşkilatına girmeden önce yapılan askerlik hizmeti, atanılan ilk
rütbede ve adaylığın onanmasından sonra fiili çalışma süresinden sayılır. Bu
sürelerin sayılması sonucu emsallerine göre kıdemli sayılanlar rütbe
terfilerinde her ne sebeple olursa olsun rütbe olarak emsallerini
geçemez."
BAŞKAN - Madde üzerine,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Kırklareli Milletvekili Sayın Mehmet
Kesimoğlu söz istemiştir.
Sayın Kesimoğlu?.. Yok.
Şahsı adına, Yalova
Milletvekili Sayın Şükrü Önder; buyurun.
ŞÜKRÜ ÖNDER (Yalova) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dün geneli üzerinde yaptığım konuşmada,
rütbe terfileriyle ilgili meydana gelen aksaklığın ne şekilde izale
edilebileceğini detaylı bir şekilde anlatmıştım; ancak, benden önceki
saygıdeğer konuşmacı arkadaşımız, değerli milletvekilimizin yapmış olduğu bir
konuşmasında, Sayın Kart'ın konuşmasında, özellikle terfi sistemlerinde büyük
aksaklıklar olduğunu ve bunun bir siyasî maksatla kullanıldığını ifade etti.
Gerçekten, konular üzerinde bir çalışma yapmış; ancak, çalışmalarda bazı
eksiklikler ve yanlış anlaşılmalar var. Ben, buradan, kendisinin söylediklerini
düzeltmek bakımından bazı açıklamalarda bulunmak istiyorum.
Şimdi, rütbe
terfilerinde, tabiî ki, kıdemle beraber liyakat, Emniyet Teşkilatında çok
önemli bir unsurdur. Şayet, liyakati bir kenara koyduğunuz takdirde, istenilen
verimi elde edemezsiniz. Yani, eşdeğer rütbeler arasındaki personelin
terfiinde, o arkadaşımızın, çalışan insanların veyahut da eşdeğer rütbedeki
kişilerin performansları artı ani ve süratli karar verebilme yetenekleri artı
kendini geliştirme ve yenileme yetenekleri artı toplumla olan iletişimleri
mutlaka gözönüne alınması gerekir. Düşünün, elinizde bir kadro var, 2 nci
dereceden 1 inci dereceye terfi ettireceğiniz 150 kişilik bir personel grubu
var; ama, mevcut kadro 75 kişi, 75'ini eleyeceksiniz, ister istemez; bu sistemi
seçmek zorundasınız. Bugün, Türk Silahlı Kuvvetlerinde uygulanan sistem de
budur, Emniyet Teşkilatında uygulanan sistem de budur.
Bir, sabah 09.00 akşam
17.00 mesai yapan gruplar vardır, bir de gecesini gündüzüne katarak çalışan
gruplar vardır. Emniyet Teşkilatında bir söz vardır: "Namlunun önünde
duranla arkasında duran hiçbir zaman için bir değildir." Eğer liyakat
sistemini çalıştırmazsak, namlunun önünde duranla arkasında duranı aynı kefeye
koymuş oluruz ki, bu, son derece eşitsiz ve adaletsiz bir sistem olmuş olur.
Yine, bir değerli
milletvekilimiz, özelikle yapılan doktora ve mastırın mutlaka rütbe terfiinden
sayılması gerektiğini ifade ettiler. Bu uygulamayı biz memuriyete sayıyoruz,
hizmete sayıyoruz gerçekten; ama, rütbe terfiine saymak teşkilat arasında çok
büyük ayırımcılığa sebep olabilir. Neden derseniz; bugün Hakkâri'de gecesini
gündüzüne katarak çalışan bir amirin doktora veya mastır yapma şansı yoktur;
keza, Giresun'da yoktur, Trabzon'da belki olabilir; ama, Gümüşhane'de yoktur,
Bayburt'ta yoktur, Şırnak'ta yoktur. Bundan en fazla istifade eden, İstanbul,
İzmir, Ankara gibi büyük şehirlerde çalışan personelimiz. O zaman, bu personel
arasında da büyük çapta bir ayırımcılık olacaktır. Bu nedenle, bunun da, hizmete
saymakla beraber, rütbe terfiine sayılmaması gayet doğaldır. Zaten, yapmış
olduğum açıklamada... Eşdeğer rütbeler arasındaki eşitsizliği mutlaka ve
mutlaka gidermek maksadıyla bu tasarı hazırlanmıştır. Tasarının bu şekli son
derece doğaldır ve Anayasa Mahkemesinin geri gönderdiği, bozduğu, düzeltin
dediği şekille son şeklini kazanmıştır.
İnşallah, bu tasarı
geçtiği takdirde Emniyet Teşkilatında amirler arasındaki eşitsizlik de ortadan
kalkacaktır ve uygun bir uygulama olacaktır düşüncesiyle, sizleri saygıyla
selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN- Teşekkür ediyorum
Sayın Önder.
Madde üzerinde soru-cevap
işlemi yapılacaktır.
Sayın Özdoğan?.. Yok.
Sayın Eraslan, buyurun.
MEHMET ERASLAN (Hatay)-
Sayın Başkanım, Sayın Bakanım ve değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Sayın İçişleri Bakanımız
burada değiller; ama, ben komisyona da aynı zamanda bu sorumu yöneltmek
istiyorum.
Emniyet Teşkilatında
görev yapan personelin tümünün özlük haklarının ve sosyal haklarının
iyileştirilmesi hususunda bir çalışma var mı? Eğer böyle bir çalışma var ise,
bu çalışma ne zaman sona erecek ve ne zaman, Türkiye Büyük Millet Meclisine
yasalaşmak üzere, görüşülmek üzere gelecek? Bunu öğrenmek istiyorum.
İkincisi; Emniyet
Teşkilatında çalışan polis arkadaşlarımız öteden beri askerlik yapıyor. Zaten,
yirmibeş yıl zorunlu olarak, aslında, bir askerlik vazifesi görüyorlar,
silahlarıyla, toplumun huzur ve güvenliği noktasında, zaten görev ifa
ediyorlar, bir nevi askerlik yapıyorlar. Emniyet Teşkilatında çalışacak olan
arkadaşlarımızın askerlik yapmamasına ilişkin ayrıca bir düzenleme gelecek mi,
böyle bir şey düşünüyor musunuz?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ederiz.
Sayın Özdoğan, sizin
sıranız geçti; ama, soru sorabilirsiniz; buyurun.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum)
- Sayın Başkan, aracılığınızla, Sayın Bakanımıza şu soruyu yöneltmek istiyorum:
22 Nisan 2005 tarihli
Dünden Bugüne Tercüman Gazetesinde, Eskişehir Emniyet Müdürü Sayın Savaş
Yücel'in şu demeci var; kısaca onu okuyup, ardından sorumu yöneltmek istiyorum.
"Kapkaçta PKK
şüphesi... Kapkaç teröründe PKK parmağı olduğunu iddia eden Eskişehir Emniyet
Müdürü Yücel 'maliyeti düşük olduğu için çocukları kullanıyorlar' dedi. Son
günlerde artan kapkaç ve hırsızlık olaylarını değerlendiren Eskişehir Emniyet
Müdürü Savaş Yücel, PKK'nın, kentlerdeki varlığını devam ettirebilmek için,
çocukları kapkaç, hırsızlık gibi eylemlerde kullandığını söyledi. 'Artık, suçla
uğraşan kişiler, ekonomik varlıklarını devam ettirmek ve işledikleri suçu en az
maliyetle geçiştirebilmek için çocukları kullanıyor' diyen Yücel şöyle konuştu:
'Strateji değiştiren ve dağdaki kadrolarını kentlere indiren terör örgütü
PKK'nın talimatıyla çocuk suçluların kullanıldığını görüyoruz. Çocuk suçlulara
baktığımızda, bunlar genelde doğudan kaçırılıp getirilen çocuklar. Yeri
geldiğinde Mersin'deki gibi siyasî olaylarda, toplumsal gösteri ve yürüyüşlerde
küçük çocuklar kullanılıyor. 'Eskişehir'de yakalanan suçlu çocukların çoğunun
akrabalarının Bursa'da olduğunu ve aileler arasındaki bu işlerde kullanılmak
üzere çocuk değişiminin yapıldığını tespit ettiklerini ifade eden Yücel' asayiş
suçlarında çocukların kullanılmasının yanı sıra 1 Haziranı bekleyen daha başka
gruplar da var. Onlar da bu tür işlerde çocukları kullanacaktır' diye
konuştu."
Eskişehir Emniyet Müdürü
Savaş Yücel'in bu demeci, bu iddiaları doğruysa çok vahim olaylar yaşayacağız
demektir.
Bu meyanda, şu soruları
sormak istiyorum: Eskişehir Emniyet Müdürü Sayın Savaş Yücel'in bu demeci, bu
iddiaları doğru mu? Doğruysa, bu iddialar çok vahimdir; Sayın İçişleri
Bakanımız ve Emniyet Teşkilatımız bu konuda hangi tedbirleri almışlardır?
Teşekkür ediyor, saygılar
sunuyorum.
BAŞKAN - Teşekkür
ediyoruz Sayın Özdoğan.
Evet, zamanımız çok
kısaldı Sayın İnce, uygun bir süre içerisinde kullanırsanız, memnun olurum.
Buyurun.
MUHARREM İNCE (Yalova) -
Çok kısa zaten, Sayın Başkan.
Polis ile vatandaş
arasındaki sorunların zaman zaman kamuoyunda tartışıldığını, basına yansıdığını
biliyoruz; ama, gerçek sorun, yanılmıyorsam, polis-polis arasında;
akademililer, çekirdekten yetişenler, alaylılar... Bu sorun nasıl çözülecek?
Polis teşkilatındaki arkadaşlarımızla, değerli dostlarımızla görüşünce, bu
konuda çok ciddî bir sorun olduğunu görüyoruz. Bu konuda Bakanlığın çalışmaları
neler olacaktır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Sayın Tüysüz, ben, sizin
de, sorunuzu sormanızı arzu ediyorum; ama, lütfen kısa, öz.
Buyurun.
TURAN TÜYSÜZ (Şanlıurfa)
- Çok kısa, Sayın Başkan.
Hazır, Adalet Bakanımız
buradayken, bu soru aslında önem taşıyor. Daha önce, ben, cezaevlerine sık sık
ziyaretlerde bulunurdum. Orada, cezaevindeki sorunları mahkûmlar dile
getirirken, tabiî, aynı zamanda koruma memurları da, ceza infaz koruma
memurları da ciddî sorunlarla karşı karşıya kalmışlardı ve bize, özlük
haklarımızda ve maaşlarımızda herhangi bir düzelmenin olup olmayacağı konusunda
soru sormamızı istemişlerdi ve bu konuda, gerçekten, o insanlar adına burada
Sayın Bakanıma bu soruyu sormak istiyorum: Acaba bu konuda bir iyileştirme ve
düzelme söz konusu olabilir mi veya gelecek mi en azından?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Tüysüz.
Sayın Bakan, buyurun.
ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK
(Ankara) - Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; sorulan sorulardan bazıları doğrudan tasarıyla ilgili değil,
bilvesile sorulmuş sorulardır; ama, cevap vermek isterim.
Şimdi, bunlardan
bazıları, hem polislerimizle ilgili hem de ceza infaz kurumlarında çalışan
personelle ilgili, iyileştirmeyle alakalı beklentilerdir. Tabiatıyla, her
mesleğin birkısım sıkıntıları var, birkısım zorlukları var. Bunları Hükümet
olarak belli ölçüde karşılamaya çalıştık, çalışıyoruz. Esasen parça parça
yapılan bu neviden iyileştirmelerle Türkiye'deki personel rejimi büyük ölçüde
darmadağınık olmuştur, bütünlük kaybolmuştur; aynı işi yapanlara farklı
ücretler ödenmektedir. Onun için, her defasında bu konu, her hükümetin
gündemine geliyor.
Personel rejimi olarak
bir bütünlük içerisinde konu üzerinde çalışıyoruz. Yakın bir gelecekte, her
mesleğin, yaptığı hizmete göre, sıkıntılarını da dikkate alarak, beklentilerini
de dikkate alarak, adalet ölçüleri içerisinde, eşit işe eşit ücret mantığıyla
bir düzenleme, önümüzdeki günlerde, ümit ediyorum Meclisin de gündemine
gelecektir. Bunu buradan ifade etmek istiyorum.
İkincisi; askerlikle
ilgili konu da ilk defa bugün gündeme geliyor değil. Hiç şüphesiz, Türkiye'de,
askerlik hizmetleriyle ilgili olarak zaman zaman hepimiz bazı taleplerle karşı
karşıya kalıyoruz. Polislerimizin bu neviden beklentileri var, başka meslek
gruplarının da ona göre beklentileri, talepleri var. Şüphesiz, bu anlamdaki bir
değerlendirme için Millî Savunma Bakanlığıyla, Genelkurmay Başkanlığıyla
görüşerek bu konuya bir cevap aramak gerekmektedir. Ülkenin savunma ihtiyacı da
ortadadır. Bu anlamda, Millî Savunma Bakanlığının 12 Mart 1997 gün ve 4400-91
sayılı cevabî yazılarında "önümüzdeki on yılda askerlik çağına girecek
erkek nüfus sayısı ve Genelkurmay Başkanlığının ihtiyacı incelendiğinde ihtiyaç
fazlası olmayacağı anlaşıldığından, Askerlik Kanununun 10 uncu maddesine göre
bedelli askerlik veya kamu kurum ve kuruluşlarında görev yapmak suretiyle
askerlik hizmetinin yerine getirilmesi uygulamasının yapılamayacağı
değerlendirilmektedir" denilmektedir. Dolayısıyla, halen bugün, bu sorunun
sorulduğu tarih itibariyle bu ihtiyacın devam ettiği anlaşılmaktadır. Bu konuda
söyleyeceğim de budur.
Ayrıca, bir emniyet
müdürünün açıklamasıyla ilgili olarak burada dile getirilen soru için de şunu
söylemimiz mümkün: Evvela, bu bir şahsî görüştür; ancak, şahsî görüş olması,
üzerinde durmamamız anlamına gelmez. Devletin ilgili birimleri, sadece Emniyet
Genel Müdürlüğü değil, Emniyet Teşkilatı değil, devletin ilgili birimleri her
zaman Türkiye'deki suç oranlarını takip eder, bunların sebepleri üzerinde
durur, analizlerini yapar, bununla ilgili de tedbirleri almaya gayret eder.
Bugün de yapılmakta olan çalışma budur. O görüşü de şahsî bir değerlendirme
olarak lütfen kabul ediniz.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Bakan.
Soru-cevap kısmı tamamlanmıştır.
Madde üzerinde 1 önerge
var; önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 869
sıra sayılı kanun tasarısının 1 inci maddesinin aşağıdaki şekilde
değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
|
Muharrem Kılıç |
Halil Ünlütepe |
Atilla Kart |
|
Malatya |
Afyonkarahisar |
Konya |
|
Erdal Karademir |
Yavuz Altınorak |
İsmet Atalay |
|
İzmir |
Kırklareli |
İstanbul |
|
|
Mehmet Vedat Yücesan |
|
|
|
Eskişehir |
|
Madde 1.- 4.6.1937
tarihli ve 3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanununun 55 inci maddesinin 14 üncü
fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Mevzuat hükümlerine
göre kazanılmış hak aylığının değerlendirilmesi yapılan her türlü uzmanlık,
mastır, doktora ve avukatlık stajı rütbe kıdeminde değerlendirilemez. Ancak, bu
Kanunun 13 üncü maddesinde sayılan rütbeler içerisinde yapılan yurtdışı kurs,
yurtdışı misyon koruma ve diğer görevler sebebiyle geçirilen süreler ile tedavi
ve istirahat süreleri hangi rütbede ifa edilmiş ve geçirilmişse o rütbede fiilî
çalışma süresi içerisinde değerlendirilir. Polis amiri olmadan önce yapılan
askerlik hizmeti, bu Kanunun yayımı tarihinden itibaren bulunduğu rütbede fiilî
çalışma süresinden sayılır."
BAŞKAN - Komisyon
önergeye katılıyor mu?
İÇİŞLERİ KOMİSYONU
BAŞKANI TEVFİK ZİYAEDDİN AKBULUT (Tekirdağ) - Katılamıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Hükümet
katılıyor mu?..
ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK
(Ankara) - Katılamıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN - Önerge
sahipleri, gerekçeyi mi okutalım?..
ATİLLA KART (Konya) -
Konuşacağım Sayın Başkan.
BAŞKAN - Buyurun Sayın Kart.
ATİLLA KART (Konya) -
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, bu
tasarının görüşmeleri esnasında, Sayın İçişleri Bakanı, maalesef, kamuoyuna
yanlış bilgiler verdiği için, bazı hususu bu önergeyle bağlantılı olarak
açıklığa kavuşturmam gerekmektedir. Bu sebeple söz almış bulunmaktayım; Genel
Kurulu, tekrar, saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, bu
tasarıyla getirilmek istenilen düzenleme hakkında, Anayasa Mahkemesine, 21 inci
Yasama Döneminde dava açılmış. Dava açanlar arasında bugünkü hükümetin 5 bakanı
ve siyasî iktidarın 3 Grup Başkanvekili de var değerli arkadaşlarım. Açılan
davada, Sayın İçişleri Bakanının dün ifade ettiğinin aksine şu isteniyor.
Bakın, dava dilekçesinin 14 üncü sayfasının dördüncü bendinde şu talepte bulunuyor
ilgili kişiler, dava açan kişiler: "Polis amiri olduktan sonra
yapılan" sözcüğünün 14 üncü maddeden çıkarılmasını, iptal edilmesini
istiyorlar. Anayasa Mahkemesi de bu talep doğrultusunda karar veriyor. Anayasa
Mahkemesi diyor ki: "Askerlik hizmetini rütbe kıdemine sayıp saymamak
konusunda yasama organının takdiri vardır" diyor. Bu noktada, hükümetin
açıkladığı gibi, yürütme organının demiyor, yasama organının diyor.
"Yasama organı, isterse, askerlik hizmetini rütbe kıdemine esas alabilir
veya almayabilir. Mademki esas alıyorsunuz, polis amiri olmadan önce veya sonra
ayırımı yapmanız doğru değil" diyor. "Anayasanın 10 uncu maddesine
aykırıdır" diyor Anayasa Mahkemesi; çok açık bir şekilde bu düzenlemeyi
yapıyor.
Yani, bunu biraz daha
açmak istiyorum. Bakın, değerli arkadaşlarım, Anayasa Mahkemesi diyor ki:
"Askerlik hizmeti zaten bir kamu hizmetidir, kamu görevidir. Polis
amirleri için, polis amirlerinin askerlik hizmetini polis memurlarının askerlik
hizmetine üstün tutamazsınız" diyor. Her ikisi de askerlik hizmetini,
doğrudan, subay olarak yapıyor; yani, meslekî faaliyetle ilgili bir çalışma
içinde değil. Polis amiri olan da muvazzaf subay olarak yapıyor, polis amiri
olmayan da muvazzaf subay olarak yapıyor; yani, meslekî faaliyetiyle ilgili
değil.
ŞÜKRÜ ÖNDER (Yalova) -
Yanlış... Polis amiri olmayanlar er olarak yapıyor.
ATİLLA KART (Devamla) -
Hayır, polis amiri olmayanlardan er olarak yapan da var, yedeksubay olarak
yapan da var; o noktada, bir ayırım yapamazsınız.
ŞÜKRÜ ÖNDER (Yalova) -
Hayır...
ATİLLA KART (Devamla) -
Polis amiri olmayanlar, nedir, herhangi bir üniversiteyi bitirmiştir; ama,
yedeksubay olarak askerliğini yapmıştır, öyle bir ayırım yapamazsınız, öyle bir
ayırım söz konusu değil; yani, o noktada, kamuoyunu yanlış bilgilendirmeye
gerek yok. Kaldı ki, er olarak da yapsa, yedek subay olarak da yapsa, askerlik
hizmetinin niteliğini değiştirmez bu. O yapılan faaliyetin, o kamu hizmetinin,
meslekî çalışmayla, yani, polislik mesleğiyle uzaktan yakından bir ilgisi yok.
O sebeple, Anayasa Mahkemesi diyor ki: "Polis amirlerinin o askerlik
hizmetlerini rütbeye saymak suretiyle imtiyazlı bir uygulama yaratamazsınız.
Birilerinin, belirli bir grubun askerlik hizmetini, diğer grubun askerlik
hizmetine üstün tutamazsınız" diyor ve bu gerekçeyle de, Danıştaya, bakın,
bu amir arkadaşlar tarafından binlerce dava açılıyor ve hepsinden de, bu
personel lehine kararlar alınıyor. O zaman, böyle bir yasal düzenlemede ısrar etmenin
hiçbir mantığı yok, değerli arkadaşlarım. Şu yaptığımız çalışma, beyhude bir
çalışma olmaktan öteye gitmez. Bu konu, Anayasa Mahkemesinde tartışılmış,
açıklığa kavuşmuş, hiçbir tereddüt kalmamış. Buna rağmen, böyle bir düzenlemede
neden ısrar ediliyor; ben bunun mantıkî ve yasal bir açıklamasını bulamıyorum,
değerli arkadaşlarım.
Bu sebeple, bu
düzenlemede ısrar etmenin Anayasanın 10 uncu maddesi karşısında hiçbir anlamı
yok. Bu düzenlemede ısrar edilmesi, aynı zamanda Anayasanın 138 inci maddesinin
çok açık bir ihlalidir. Yine bu konuda Danıştayın ve Anayasa Mahkemesinin, bu
konuyla doğrudan bağlantılı olan müteaddit kararları var.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun,
tamamlayın konuşmanızı lütfen.
ATİLLA KART (Devamla) -
Bu sebeple, böyle bir yasama faaliyetinde bulunulmasının, yasama faaliyetinin
niteliğiyle bağdaşır bir yönü olamaz.
Ben, bu düşüncelerle,
önergemizi Genel Kurulun takdirlerine sunuyorum, Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum.
BAŞKAN - Teşekkür
ediyoruz Sayın Kart.
Sayın milletvekilleri,
gerekçesini önerge sahiplerinden dinlediğimiz, Komisyonun ve Hükümetin
katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Karar yetersayısı...
BAŞKAN - Karar
yetersayısı arayacağım.
Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Divan üyeleri arasında mutabakat sağlanamadığından, oylamayı
elektronik cihazla yapacağım.
Bir defa daha tekrar
ediyorum: Verilen önergeyi kabul edenler, etmeyenler olarak oyluyorum.
3 dakika süre veriyorum
ve oylama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla
oylama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, pusula veren arkadaşlarımız lütfen Genel Kuruldan ayrılmasın.
Karar yetersayısı vardır
ve önerge kabul edilmemiştir.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri,
tasarıya bir geçici madde eklenmesine dair bir önerge vardır; okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 869
sıra sayılı kanun tasarısına aşağıdaki geçici maddenin eklenmesini arz ve
teklif ederiz.
|
İsmet
Atalay |
Mehmet
Vedat Yücesan |
Halil
Ünlütepe |
|
İstanbul |
Eskişehir |
Afyonkarahisar |
|
Atilla
Kart |
Erdal
Karademir |
Muharrem
Kılıç |
|
Konya |
İzmir |
Malatya |
|
|
Yavuz
Altınorak |
|
|
|
Kırklareli |
|
"Geçici Madde 1- Askerlik hizmet süreleri ilk
rütbe kıdemlerinde değerlendirilmeyenlerin, bu süreleri Kanunun yayımlandığı
tarih itibariyle mevcut bulundukları rütbe kıdemlerinde değerlendirilir."
BAŞKAN - Komisyon
katılıyor mu?
İÇİŞLERİ KOMİSYONU
BAŞKANI TEVFİK ZİYAEDDİN AKBULUT (Tekirdağ) - Katılamıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN - Hükümet
katılıyor mu?..
ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK
(Ankara) - Katılmıyoruz.
BAŞKAN - Gerekçeyi
okutuyorum:
Gerekçe: İdarî yargı
yoluyla kazanılmış 3 000'e yakın hak sahibinin mağduriyetini engellemek ve
Anayasa Mahkemesinin 2001/346 - 2003/63 sayılı 11.6.2003 tarihli kararının
gereğini yerine getirmek amacıyla hazırlanmıştır.
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Hükümetin ve Komisyonun katılmadığı, gerekçesini dinlediğimiz,
tasarıya bir geçici madde eklenmesine dair önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmemiştir.
2 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2.- Bu Kanun yayımı
tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN - Madde üzerinde,
şahsı adına, Yalova Milletvekili Sayın Şükrü Önder; buyurun.
ŞÜKRÜ ÖNDER (Yalova) -
Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; dünden bu yana, Emniyet Teşkilatıyla
ilgili, milletvekillerimiz çok güzel konuşmalar yaptılar; gerçekten, teşkilatın
sorunlarını ciddî bir şekilde masaya yatırdılar; Emniyet Teşkilatının ne denli
önemli bir teşkilat olduğunu -iktidarıyla, muhalefetiyle, bağımsız
milletvekilleriyle- hepsi gayet güzel vurguladı. Otuzbeş sene, bu mesleğe emek
vermiş birisi olarak, arkadaşlarımın bu duygu ve düşüncelerinden memnuniyetimi
ifade etmek istiyorum.
Ancak, bu arada, şunu da
belirtmek istiyorum: Az evvel -hükümetimizi temsil eden Sayın Bakanımızın- eşit
işe eşit ücret konusu gündeme geldi. Tabiî ki, böyle olacaktır. Yalnız, Sayın
Bakanım, sizin bilginize sunmak istediğim, özellikle Bakanlar Kurulunda Sayın
Başbakanımıza aktarmanız gereken bir hususun da altını çizmek istiyorum:
Gerçekten, Emniyet Teşkilatının -dün bir milletvekilimiz söyledi- bir yıldaki
fazla mesaisi 1 650 saattir. Normal devlet memurunun bir yıllık hizmeti 1 950
saate tekabül eder -resmî günler buna dahildir- resmî günleri de düştüğünüz
zaman, 1 850 saate kadar düştüğü olur. 1 850 saat hizmet yapan devlet memurunun
yapmış olduğu bu hizmetin yanında, 1 650 saat bir fazlalık hizmet varsa, bunda
bizim dikkat etmemiz gereken bir husus vardır. Eşit işe eşit ücret konusundaki
politika tabiî ki yerindedir; ama, bu kadar, 1 650 saatin karşılığındaki fazla
çalışmanın da değerlendirilmesini ben şahsen arzu ediyorum. Bu
değerlendirildiği takdirde, Emniyet Teşkilatındaki ücret konusunda sıkıntıların
büyük ölçüde kalkacağına inanıyorum.
Yapılan çalışmalarda
katkısı olan değerli milletvekillerimizin hepsine teşekkür ederek saygılarımı
sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyoruz Sayın Önder.
2 nci madde üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
3 üncü maddeyi
okutuyorum:
MADDE 3.- Bu Kanun
hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN - Sayın Önder,
konuşacak mısınız?
ŞÜKRÜ ÖNDER (Yalova) -
Konuşmayacağım.
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
3 üncü maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
İçtüzük madde 86'ya göre
oyunun rengini belirtmek isteyen bir söz isteği var.
Eskişehir Milletvekili
Sayın Muharrem Tozçöken, lehte... (AK Parti sıralarından alkışlar)
Sayın Tozçöken, hemen,
sürenizi iyi değerlendirmenizi rica ediyorum.
MUHARREM TOZÇÖKEN
(Eskişehir) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; oyumun rengini
belirtmek üzere söz aldım, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bu kanun tasarısıyla,
kazanılmış haklara dokunulmadan, Emniyet Teşkilatında, askerlikteki geçen
sürelerin rütbe terfisinde değerlendirilmesi, hangi rütbede yapmışsa, o rütbede
değerlendirilmesi sağlanacaktır. Dolayısıyla, kazanılmış haklara da
dokunulmayacaktır. Bu sebeple, son derece faydalı bir kanundur.
Oyumun rengini olumlu
olarak belirtiyor, hepinizi saygılarımla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Tozçöken.
Maddeler üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Tasarının tümünü oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Tasarı kabul edilmiş ve
kanunlaşmıştır; hayırlı olmasını diliyorum.
Değerli milletvekilleri,
birleşime 5 dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 16.48
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 17.00
BAŞKAN: Başkanvekili İsmail ALPTEKİN
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 90 ıncı Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.
IV.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)
D) ÇEŞİTLİ İŞLER
1.- Genel Kurulu ziyaret eden Afganistan Devlet Başkanının
Kıdemli Danışmanı ve Ticaret Bakanı Hidayet Emin Arsala ve beraberindeki heyete
Başkanlıkça “Hoşgeldiniz” denilmesi
BAŞKAN - Şu anda,
Afganistan Devlet Başkanının Kıdemli Danışmanı ve Ticaret Bakanı Hidayet Emin
Arsala ve beraberindeki heyet Meclisimizi, Genel Kurulumuzu teşrif etmiş
bulunuyorlar. Kendilerine, Yüce Heyetiniz adına "Hoşgeldiniz" diyorum.
(Alkışlar)
Sayın milletvekilleri,
Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Ankara Milletvekili Salih
Kapusuz ile Hatay Milletvekili Sadullah Ergin'in, 633 Sayılı Diyanet İşleri
Başkanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu raporunun görüşmelerine başlıyoruz.
VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
4.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Ankara
Milletvekili Salih Kapusuz ile Hatay Milletvekili Sadullah Ergin'in; 633 Sayılı
Diyanet İşleri Başkanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/420) (S.
Sayısı: 870) (x)
BAŞKAN - Komisyon ve
Hükümet yerinde.
Komisyon raporu 870 sıra
sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Şimdi, teklifin tümü
üzerinde söz istekleri vardır.
Teklifin tümü üzerinde,
AK Parti Grubu adına, Yozgat Milletvekili Sayın Mehmet Çiçek; buyurun. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
Süreniz 20 dakika.
AK PARTİ GRUBU ADINA
MEHMET ÇİÇEK (Yozgat) - Sayın Başkanım, saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım;
870 sıra sayılı 633 Sayılı Diyanet İşleri Başkanlığının Kuruluş ve Görevleri
Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin 3 üncü maddesi
hakkında Grubum adına söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Saygıdeğer
milletvekilleri, 1990 yılından beri Diyanet İşleri Başkanlığı Teşkilatımıza
kadro verilmemektedir. Bugüne kadar, ihtiyaçlar, vekil imam kadrosuyla
karşılanıyor idi. Şimdi, üzerinde konuştuğumuz teklifi kanunlaştırdığımızda, şu
an görev yapan vekil imam-hatiplerimiz asil kadroya geçirilecektir; fakat, bu
yaptığımız işlem Diyanet İşleri Başkanlığımızın kadro ihtiyacının çok cüzi bir
bölümünü karşılayacaktır; çünkü, kadro açığı oldukça fazladır.
Saygıdeğer
milletvekilleri, her yıl yaklaşık 1 700 personel Diyanet İşleri Başkanlığı
Teşkilatından emekli olmaktadır. 1 500 civarında personel de istifa, ölüm,
kurum değişikliği gibi sebeplerle kurumdan ayrılmaktadır. Türkiye genelinde
bugün, 22 780 camimizin görevlisi bulunmamaktadır. Türkiye'de her yıl ortalama
500 civarında yeni cami inşa edildiği gözönünde bulundurulursa, bu açığın
giderek artacağı görülmektedir.
Saygıdeğer
milletvekilleri, bazı değerler ve kurumlar vardır; bu kurumlar ve değerler,
ülkenin bütün insanlarının müştereken sahip olduğu değerlerdir; hiçbir
kimsenin, hiçbir grubun, cemaatin, siyasî kuruluşun hiçbirinin malı değildir ve
inhisarı altında da görülemez. Hulasa, bu değerler, Diyanet İşleri Başkanlığı
Teşkilatımız, müşterek değerlerimizdendir. Ayrıca, din de bu değerlerimizin
başında gelmektedir. Onun için, devletimiz kurulurken, yüce dinimizin toplumumuzun
bütün fertleri tarafından mükemmel yaşatılması ve yaşanması için
cumhuriyetimizin kuruluşunda Diyanet İşleri Başkanlığına önemli görevler
yüklenilmiştir ve Osmanlı İmparatorluğunun son zamanlarında, Şeyhülislamlıktan
sonra dinî kurumlarımızın sevk ve idaresi, bakanlık seviyesinde temsil edilmiş,
Şeriye ve Evkaf Vekâleti tarafından yürütülmüştür. 3 Mart 1924 tarihinde
Bakanlık ilga edilerek, Diyanet İşleri Reisliği tesis edilmiştir.
1965'te 633 sayılı
Diyanet İşleri Kuruluş ve Görevleri Hakkındaki Kanunla "Diyanet İşleri
Başkanlığının görevleri İslam Dininin inanç, ibadet, ahlak esaslarıyla ilgili
işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini
yönetmek..." Diyanet İşleri Başkanlığının bu maksatla kurulduğu ifade
edilmiştir.
1982 Anayasasının 136 ncı
maddesinde -yukarıdaki tarife- "laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasî
görüş ve düşüncelerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi
amaç edinerek, özel kanununda belirtilen görevleri yerine getirir"
denmiştir.
Saygıdeğer
milletvekilleri, ne gariptir ki, 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Teşkilat
Kanununun çok önemli maddeleri Anayasa Mahkemesince iptal edilmiş; yıllardır,
birçok iktidar değişikliğine rağmen, bizim dönemimizde de ikibuçuk yılı aşkın
zamandan beri, Diyanet İşleri Başkanlığı Teşkilat Kanunu hazırlanıp
çıkarılamamıştır. Yani, Diyanet İşleri Başkanlığı, bir manada, yönetmeliklerle
ve genelgelerle yönetilir hale gelmiştir. Sözün özü, son zamanlarda her türlü
iç ve dış mihrakların hedef tahtası haline getirilen bu teşkilatın kendisini
savunacak kanunu yoktur. 22 780 camide din görevlisi yoktur; yani, Türkiye
Cumhuriyeti Devleti buralarda yoktur. Fahrî görevlilerin atanmasında her ne
kadar müftülüklerin denetimi var gibi görünüyor ise de, vatandaş, sokaktan
geçen kişiyi camie imam yapmakta, maaşını da, köylü, dernekler, vakıflar
aracılığıyla ödemektedir.
Buna ilaveten, 3 000
Kur'an kursunun yöneticisi atanmayı beklemektedir; yani, bu Kur'an
kurslarımızda da, Türkiye Cumhuriyeti Devleti temsil edilmemektedir. Din
görevlilerimizin hizmetiçi eğitimlerinin yapılması gereken 3 ihtisas eğitim kursu
kapalıdır.
Peki, Diyanet İşleri
Başkanlığı bunun dışında ne iş yapar?!
Saygıdeğer
milletvekilleri, yurt dışında, başta Avrupa ülkeleri olmak üzere, ABD, Kanada,
Avustralya ve Japonya'da 800 geçici personelle Diyanet hizmet vermektedir.
Ayrıca, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde, Balkan ülkelerinde ve Türk
cumhuriyetlerinde 97 olmak üzere, toplam 897 din görevlisi, yurt dışında
Diyanet adına hizmet veriyor. Diyanet İşleri Başkanlığının, yurt dışında,
acilen 350 kadroya ihtiyacı vardır.
Son günlerde,
medeniyetlerin rekabetinin, bazılarının göremediği medeniyetler savaşının
zirvesinde mücadelelere şahit olmaktayız. Batı ülkelerinin yoğun desteğiyle,
Judeo-Greek Batı Hıristiyan dinî, ahlakî, kültürel değerleri, geçmişte var olan
gücünün çok daha fazlasıyla ülkemizde ve bizim etki alanımızda bulunan
ülkelerde faaliyet göstermeye devam etmektedir. Bu, sürdürülen topyekûn savaşın
sadece belli bir bölümüdür. Bir dönemler, dünya coğrafyasında insanlığın hasretini
çektiği yüksek değerleri, İslam dinini biz sunuyor ve takip ediyorduk. Dört
kıta, yedi denizde hükümran olan Müslüman Türk medeniyeti, kurum ve
kuruluşlarının mükemmelliği ve deneyimliliği, donanımlı kadroları sayesinde,
karşılaştığı kültür ve medeniyetlere hep galip gelmiştir; ama, bugün, itiraf
edelim ki, ne böyle bir derli toplu kurumlarımız var ne de kadrolarımız geçmişteki
kadar deneyimli ve eğitimli.
Saygıdeğer
milletvekilleri, AB'ye giriyoruz. Dikkat edilirse, Avrupa Birliğinin gündeminin
ilk maddesi, baş maddesi, dinimizdir. Avrupa'daki Türkiye muhaliflerinin ilk
itirazları, bizim Müslüman bir ülke oluşumuzadır. Donanımlı Hıristiyan
kuruluşlarının karşısında, her konuda hazırlıklı olmak mecburiyetindeyiz. Bu
halimizle, çok başarılı olduğumuzu söyleyemeyiz. Onun için, Diyanet İşleri
Başkanlığı Teşkilatımız çok önemlidir ve problemleri de süratle çözülmelidir.
Kadrosu eksik, personelinin eğitimi tamamlanmamış, asgarî ücret seviyesinde
maaş alan, bütçesi sadece personel giderlerinden oluşan bir Diyanet İşleri
Başkanlığının ve teşkilatının, maddî gücünün yanında, milyonlarca donanımlı misyoneriyle
ülkemize ve Türk cumhuriyetlerine çıkarma yapan Hıristiyanlık âleminin
karşısında durması mümkün müdür?! Onun için, her gün, Başkent Ankaramız dahil,
Türkiye'nin en ücra köşelerinde, köy, kasaba ve illerimizde kiliseler açılmakta,
kurulan radyolar ve televizyonlar aracılığıyla Hıristiyanlık ve diğer dinlerin
propagandası yapılmaktadır. Gençliğimiz ve kadınlarımız, bilhassa, bu topyekûn
soğuk savaşın kapsama alanında bulunmaktadır. Geleceğin dünyasını inşa etmek
için, farklı kültür ve dinlerin barış içinde yaşamalarına katkı sağlamakla
görevli, görevi bu olan ve kuruluş gayesi bu olan Diyanet İşleri Başkanlığı,
bugün sahipsiz bırakılmıştır.
Saygıdeğer
milletvekilleri, ülkemizin fertleri arasındaki birlik ve beraberliğin temel
harcı, elbette dinimiz Müslümanlıktır. Onun, doğru, bilgili, her türlü batıl
inançlardan uzak metotlarla yetiştirilmiş insanlarımız tarafından toplumumuza
intikali gerekir. Bu görev, Diyanet İşleri Başkanlığı personelinin görevidir.
Zira, yarım doktor candan, yarım imam dinden eder.
İktidar, muhalefet, siz
değerli milletvekillerimizin delaletiyle, belki de özel komisyonlar
oluşturmamız suretiyle, hem ülkemizde hem yurt dışındaki din hizmetlerimizin
yeniden ele alınması ve donanımlı hale getirilmesi, Diyanet İşleri Başkanlığı
Teşkilatının her türlü ihtiyacının karşılanmasında zaruret vardır; çünkü, bu
değer, iktidar-muhalefet, bütün ülkemizdeki herkesin müşterek değeridir. Dinî,
ahlakî ve kültürel değerlerimiz, toplum önünde, sorumsuz ve liyakatsiz kişiler
tarafından, hâlâ tartışılmaya devam ediyor. Televizyonlarımızın kontrolden uzak
yayınları, en kutsal değerlerimizi her gün darbelemeye, yıkmaya devam ediyor.
Bu tartışma, hem yüce dinimize hem Diyanet İşleri Başkanlığımıza ve bütün
Müslüman kesimimize büyük zararlar vermektedir.
Ülkemizde, hiçbir
kimsenin, Anayasanın ona verdiği yetki ve görevin dışında misyon yüklenerek
ortaya çıkması düşünülemez. Ne gariptir ki, Türkiye'de gündem oluşturmak
istendiğinde ilk ele alınmak istenen konu, din ve dinî değerlerimizdir; günah
keçisi yapılmak istenen kurum ve kuruluş ise, Diyanet Teşkilatı ve onun
müntesipleridir. Başörtüsü, imam-hatip lisesi, cami, Kur'an kursu gibi konular,
zamanlı zamansız, yeterli yetersiz kişiler ve kuruluşlarca, hiç gereği yokken
dile getirilmekte ve tartışmaya açılmaktadır. Bu tartışma, hem Yüce dinimize
hem Diyanet İşleri Başkanlığı Teşkilatımıza zarar veriyor demiştik. Bu
bağlamda, Anayasamız, diğer kurumların yetkilerini belirlediği gibi, Anayasa
Mahkemesinin de görevlerini, yetkilerini belirlemiş ve sınırlamıştır. Hiç kimse
ve hiçbir kurum, ülkemiz insanını Allah ile kanun arasına sıkıştırmamalıdır.
İnsanlarımız, bir tarafta Allah'a ibadet maksadıyla uygulamalarda bulunmak
isterken önüne farklı engeller konulmamalıdır. Bugünlerde durup dururken
başlatılan türban tartışmasının çözümüne muhatap, kesinlikle Diyanet İşleri
Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kuruludur. Anayasa Mahkemesinin içtihatları neyse,
dinî konularda anayasal bir kuruluş olan Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri
Yüksek Kurulunun içtihatları da odur. Ülkemizde kurum ve kuruluşlar arasındaki
yetki, kavram tecavüzü ve kargaşası mutlaka önlenmelidir. Bu, iktidar
-muhalefet, hepimizin görevidir.
Mesela, hiçbir kurum ve
kuruluş, Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulunun görevini
üstlenmemelidir; buna, hiçbir hakkı ve salahiyeti yoktur. Anayasa Mahkemesinin,
kendisini, Parlamentonun üzerinde görmesinin de gereği yoktur. Devletimizin üst
yönetiminde görev almış yöneticilerin, giderayak fetva verip, ortalığı
karıştırıp gitme geleneği bir kere daha tekrar ediliyor galiba.
Sayın milletvekilleri, ne
hikmetse, geçmişte de böyleydi; emeklilik tünelinin ucu görününce, birileri, bu
konuyu, dinî konuları gündeme taşıyor, sonra da "gündeme taşımak
istediler, birileri bana bunu telkin etti" diyerek, milletimizin inanç
değerleriyle ilgili en hassas konularda ahkâm kesip ayrılıyorlar. Bu zevatın
durgun suya attıkları taş, toplumun huzurunu bozarak, en son noktaya kadar
ulaşıyor. Emeklilik öncesi, bir yerlere yaranmak için yapılan bu işler, geçmişte,
hiç kimseye kâr ve iktidar temin etmedi. Zannediyorum, Sayın Anayasa Mahkemesi
Başkanımız, geçmişten ibret almamışa benziyor. Geçmişte, bu metodu kullanarak,
durup dururken bu konuyu gündeme getiren, taşıyan ve emekli olanlar, belli bir
süre sonra "kullanıldık ve bir yerlere atıldık" diye, hâlâ, bağırmaya
devam ediyorlar.
FERAMUS ŞAHİN (Tokat) -
Kim onlar, kim?..
MEHMET ÇİÇEK (Devamla) -
Sayın milletvekilleri, devletadamlığı sorumluluk ister. Bu konudaki insanların
görevi, huzur bozmak değil, huzur inşa etmektir.
FERAMUS ŞAHİN (Tokat) -
Kim, kim onlar?
BAŞKAN - Sayın Çiçek, siz
konuya gelin efendim.
MEHMET ÇİÇEK (Devamla) -
Cevap veriyorum. İşin doğrusu, devlet, millet, cumhuriyet, Atatürk ilkeleri,
laiklik ilkeleri kimsenin babasının mülkü değildir. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Bunlar, Yüce Türk Milletinin vazgeçilmez ortak değerleridir ve
milletimizin değerleridir, kimsenin inhisarı altında değildir. Ayrıca, bu Yüce
Mahkeme, milletimizin haklarının savunulması gereken en yüce ve en son
mercidir, tarafsızlığın ve adaletin en son uygulama noktasıdır. Bu kurumun
başkanı veya üyeleri tarafsızlığını yitirdiği zaman, milletin adalet
mekanizmasına olan güveni kalmaz. Milletin bir bölümünün yanında olmak, bir
bölümünün karşısında olduğunu ilan etmeye çalışmak, suçlamak, irticayla
suçlamak yakışmaz.
Saygıdeğer
milletvekilleri, tuz kokarsa buna çare bulunamaz; tarlanıza deve dikeni
ekerseniz, gül bahçesi olmaz. Bu konumuzda ülkemizde çalan tehlike çanlarını
epey zamandır duyuyoruz. Uyuşturucu, fuhuş, kumar ve benzeri kötü alışkanlıklar
ilkokul seviyesindeki çocuklarımıza kadar inmiştir. Eğer, yüce milletimizin
önündeki bu problemleri çözmezsek, tedbir almazsak, bu sosyal depremin altında
millet olarak hepimiz kalacağız. Evet, bu kanunla, Diyanet İşleri Başkanlığı
Teşkilatımızın ihtiyaçlarının bir bölümünü karşılamış oluyoruz. Bu kadroların
verilmesi, söylediğim gibi, çok önemlidir ve problemlerin ortadan
kaldırılmasının bir başlangıcı olmalıdır. Temennimiz, geride kalan boş
kadroların doldurularak, Diyanet İşleri Başkanlığı Teşkilatımızın bütün
fertlerinin milletimizin ihtiyaçlarını karşılayacak bilgi, beceri ve donanımla
hazırlanmak suretiyle, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin en ücra köşesinde bile
temsilcisi bulunan bu teşkilatın her bir kadrosunda, camilerimizde,
devletimizin görevlilerinin varlığını temin etmeliyiz. Sadece teşkilatın
kadrolarını doldurmak yetmez; onları, toplumun ihtiyacını karşılayacak,
donanımlı ve her türlü tesirin üzerinde, sadece görevlerini yapan insanlar
olarak eğitmemiz şarttır. Siyaset yapılmadan, problemlerle ilgili polemik
meydana getirmeden, Diyanet İşleri Başkanlığı Teşkilatımızın problemlerinin
çözülmesi gerekir.
Bu teşkilatın diğer
sorunlarının da ele alınıp, çözüme kavuşturulacağı günlerin hasretiyle,
hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN- Teşekkür ediyoruz
Sayın Çiçek.
Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Ali Kemal Kumkumoğlu.
Buyurun Sayın Kumkumoğlu.
(CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz 20 dakika.
CHP GRUBU ADINA ALİ KEMAL
KUMKUMOĞLU (İstanbul)- Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; Adalet ve Kalkınma
Partisi Grup Başkanvekilleri Ankara Milletvekili Salih Kapusuz ile Hatay Milletvekili Sadullah Ergin'in,
633 Sayılı Diyanet İşleri Başkanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
biraz önce, İktidar Partisine mensup milletvekili arkadaşımız konuşmasını
yaparken, benim de şikâyetçi olacağım bir konudan şikâyetçi olarak
konuşmalarını sürdürdü. Bazı konuları, Türkiye'nin normal meseleleriymiş gibi
konuşamıyoruz. Kurum devletin kurumu, memurlar devletin memurları, okullar
devletin okulları, hizmet sunulan yerler kamuya hizmet sunulan alanlar; ama,
bunları, normal devlet birimleri, devlet kurumları, devlet memurları, öğrenciler
gibi bir türlü konuşmayı beceremiyoruz, başaramıyoruz.
Şimdi, birden bir devlet
kurumunu ve çok özel bir statü kazandırılarak, devletin onbinlerce memuru aynı
konumda, aynı pozisyondayken, bir kurumdaki, bir birimdeki memurları, hükümet
politikalarına rağmen, bütçelere rağmen, önce, memur yapıp, şimdi bunlara kadro
vermeye çalışıyoruz ve bu özel statü yetmiyor ve hâlâ, saldırılardan, buna
karşı olunmalardan, vesairelerden bahsediliyor.
Değerli arkadaşlarım,
konuştuğumuz kişiler devlet memurlarıdır, kutsal kişiler değildir. Öğretmen
kimse, polis kimse, mühendis kimse, doktor kimse, imam da odur. Bir defa, ne
yaptığımızı doğru bilelim, doğru görelim. Nasıl normalleştireceğiz bu işleri;
yani, şu anlayışla, şu konuştuğunuz, şu savunduğunuz biçimle, yöntemle nasıl
normalleştireceğiz bu işleri? Normal bir şey gibi mi konuştunuz, normal devlet
memurlarıyla ilgili bir konuyu konuşuyormuşuz gibi mi konuştunuz?
Mesela, dün, burada, 10
000 polis alımıyla ilgili bir konudan bahsettik; uzun saatler boyunca
tartışıldı. Bu polis memurları nereden alınsın, hangi okullardan alınsın, aman
bunlar devletin okulları değil mi, şu okullardan gelen öğrenciler bu devletin
öğrencileri değil mi diye buralarda birsürü şey söylendi. Mesela, daha da ileri
gidilerek "bu kürsüden millet adına söz söyleyenlerin, milletin
hassasiyetini de dikkate almaları bir zorunluluktur" ifadesi, İktidar Partisinin
grup başkanvekili pozisyonunda olan arkadaşımız tarafından burada ifade edildi,
kullanıldı.
Değerli arkadaşlarım,
şimdi, bugün, burada, birkaç saat belki bu konuyu konuşacağız, 9 259 imamın
kadrolu hale dönüştürülmesini konuşacağız. Hiçbirimizin aklına, bu imamlar
hangi okullardan gelmiştir, niye devlet güzel sanatlar akademisinden mezun olan
bir kişi imam olamıyor diye bir soru gelecek mi iktidarıyla muhalefetiyle?
Hangi okullardan geliyor bunlar; imam-hatiplerden, İslam enstitülerinden,
ilahiyat fakültelerinden. Gayet normal bir şey. Peki, muhalefetten hiçbir
arkadaşım çıkıp, bunun aleyhine bir şey söyleyebilir diye bir şey aklınıza
geliyor mu? Peki, dün, niye o zaman, ya acaba hangi okullardan gelenler altı
ayda daha doğru polis olabilirler noktasında bir tartışma gündeme getirildiğinde,
hemen, İktidar Partisine mensup milletvekilleri "bu öğrenciler Türkiye
Cumhuriyetinin okullarında okumuş öğrenciler değil midir" sorusunu hem
Meclisle hem bütün Türkiye toplumuyla ısrarla, inatla paylaşmaya çalışıyorlar?!
Nedir, amaçladığınız şey nedir?!
Şimdi, bakalım değerli
arkadaşlar...
CAVİT TORUN (Diyarbakır)
- Başarsın, gelsin...
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(Devamla) - Müsaade eder misiniz...
Bakalım değerli
arkadaşlarım, şimdi, kim neyi istismar ediyor. Bakın, bu hükümet ikibuçuk
yıldır görevde, üçüncü bütçesini yaptı. Birinci bütçede hükümet 40 000 kadro
talep etti 2004 yılında, 2005 yılında hükümet 48 000 kadro talep etti. Kendi
talebi; kendisi talep ediyor, sınırlamaları kendisi koyuyor. Peki, bu 40 000,
48 000 kadroyu nasıl dağıtacağız? Ona da kendisi karar veriyor hükümet.
Diyanetten sorumlu Devlet Bakanı -şimdi burada yok, kendisiyle ilgili bu kadar
önemli bir konu konuşulurken kendisi şu anda burada yok. Herhalde çok önemli
bir mazereti vardır. Cevap verme şansı yok çünkü- "efendim, bize bunun
içerisinden 500 kadro verdiler..." Kim verdi; sizin hükümetiniz, sizin
Bakanlar Kurulunuz. Kendi içinizde konuştunuz, 40 000'i kim belirledi; IMF'nin talimatlarını
saymazsak, siz belirlediniz. 48 000'i kim belirledi; onu da siz belirlediniz.
Peki, bu 40 000'i, 48 000'i bakanlıklar arasında, kurumlar arasında kim pay
etti; onu da siz pay ettiniz. Peki, bu 9 259 geçici kadrolu imam-hatip ne
anlama geliyor? Bu ne? Hani 40 000'i 41 000 yapmamak gibi bir iddianız vardı?!
Hani, 48 000'i 49 000'e çıkarmamak gibi çok kararlı, istikrarlı, tutarlı, bütçe
rakamlarını esas alan, önem veren, onu önemseyen bir iktidar olma, iktidar
yürütme anlayışınız, yaklaşımınız vardı?! Peki -aldınız bunları, bu da ihtiyaç-
niye bu 9 259 imamı, bu 40 000'in içerisinde, 48 000'in içerisinde bir yerlere yerleştirmediniz?
Hayır, marifet bu değil; marifet, bir taşla iki kuş vurmak, üç kuş vurmak.
MAHMUT KAPLAN (Şanlıurfa)
- Ne zararı var?!
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(Devamla) - Elbette bir zararı yok, kimsenin zararı yok. Sizin ne kârınız var,
onu anlatmaya çalışıyorum ben.
BAŞKAN - Sayın
Kumkumoğlu, siz, Genel Kurula hitap edin.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(Devamla) - Ne zaman bu insanları, ne zaman bu imam-hatip öğrencilerini, ne
zaman bu imam-hatipleri, ne zaman bu camileri, ne zaman bu imamları istismar
etmekten vazgeçeceksiniz?!
MAHMUT KAPLAN (Şanlıurfa)
- Bunun ne zararı var?!
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, lütfen, laf atmayın; müdahale etmeyin arkadaşlar.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(Devamla) - Şu işi bir istismar etmekten vazgeçmezseniz, bu işleri
normalleştiremeyiz.
MAHMUT KAPLAN (Şanlıurfa)
- Bunun ne zararı var?!
BAŞKAN - Arkadaşlar,
hatibe müdahale etmeyin.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(Devamla) - Şimdi, Sayın Salih Kapusuz'a ve Sadullah Ergin'e yıllarca bu iş
yeter! 9 259 geçici imama imamlık kadrosu verdiler.
MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) -
Sen de destek ver, sen de ortak ol.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(Devamla) - Kim bu Sadullah Ergin?! Buna piyangodan mı vurdu bu iş?! 9 259
kadroyu, geçici kadroyu kadroya geçirebilme şansını, fırsatını bu arkadaşımıza
hangi özelliklerinden ötürü, hangi arkadaşlarımız verdiler?! Kaç yıl yetecek bu
arkadaşımıza siyaseten bu malzeme?!
İNCİ ÖZDEMİR (İstanbul) -
Siyaset malzemesi yapma.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bakın, ne söyleniyor gerekçede:
"Anayasanın 128 inci maddesine göre, devlet, genel idare esaslarına göre
yürütmekle yükümlü olduğu kamu hizmetlerini memurlar ve diğer kamu görevlileri
eliyle yürütmek zorundadır. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu da, devlet ve
diğer kamu tüzelkişilerince yürütülen aslî ve sürekli görevlerin, kanunda
öngörülen nitelikleri taşıyanlar arasından asaleten atanacak memurlar
aracılığıyla yürütülmesini öngörmektedir." Ne kadar doğru bir şey, bütün
memurlarımızı asaleten atamayı başarabilsek.
Peki, Sayın Bakan, şu
anda Türkiye Cumhuriyeti Devletine vekâleten hizmet eden kaç tane memurumuz
var? Niye, biz, bu memurlarımızın bir kısmını öbürlerinden ayırarak, yani,
normalin ötesine taşıyarak, bunlarla ilgili özel bir uygulamayı Türkiye'nin
gündemine getiriyoruz?!
AHMET YENİ (Samsun) -
Aynı şey değil...
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(Devamla) - Sonra, bu konu tartışıldığı zaman da "kardeşim, bunlar da
devlet memuru, bunları niye diğerlerinden ayırıyoruz" diyenleri "siz
bu işlere karşı mısınız, siz camie, imama, imam-hatibe karşı mısınız" biçiminde,
hiç sıkılmadan, birtakım suçlamaları, buradan, laf atma adına, rahatlıkla
yapabiliyorsunuz! Ne hakkınız var böyle bir şeye?! Kimseyi böyle bir töhmet
altında bırakmaya ne hakkınız var?! Devletin bir memurunu öbüründen ayırmak bir
ayırımcılık değil midir?
MAHMUT KAPLAN (Şanlıurfa)
- Sen söylüyorsun.
RECEP GARİP (Adana) - Sen
ayırıyorsun şu anda.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(Devamla) - Değerli arkadaşlarım...
RECEP GARİP (Adana) - Sen
ayırıyorsun.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bakın, tabiî, usul bu...
RECEP GARİP (Adana) -
Yüksek sesle bağırıyorsun.
CAVİT TORUN (Diyarbakır)
- Kim getirdi onları göreve? Biz mi getirdik onları göreve?
RASİM ÇAKIR (Edirne) -
Sayın Başkan, müdahale etmeyecek misiniz?
BAŞKAN - Sayın
Kumkumoğlu...
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(Devamla) - Sayın Başkan, bir şey söyleyeceğim, kamuoyunun bunu duyması lazım.
Burada tek işi hatiplere laf atıp, konuşmacıların insicamını bozmak olan
arkadaşlarıma, ben, Divanın bir şekilde -her gün yaptıkları iş bu- müdahale etmesinin
gerekliliğini buradan kamuoyuyla paylaşmak istiyorum. Teşekkür ederim.
Şimdi, ikazınızı yapın
Sayın Başkan.
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, hatibin konuşmasını sükûnetle dinleyelim. Bizim, milletvekili
arkadaşlarımızdan beklediğimiz bu. Laf atmanın da bir şey kazandırmayacağını bu
Parlamentoda hepimiz görüyoruz. Arkadaşımız konuşacak, varsa bir talebiniz, siz
de isteyeceksiniz, siz de düşüncelerinizi aktaracaksınız.
Rica ediyorum, siz de
Genel Kurula hitap edin. Sayın Kumkumoğlu, siz de, aynı şekilde, konuşmanızda
hassasiyet gösterin ve konuya gelin.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(Devamla) - Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, ben, Genel
Kurula hitap ediyorum ve hitabımda kişileri hedef alan hiçbir ifade kesinlikle
kullanmadım.
Değerli arkadaşlar,
burada esas itibariyle birinci söylemek istediğim şey şudur: Biz, bu kurumları
ve bu kurumlarda görev yapan kişileri, bu öğrencileri, normal öğrencilerden,
normal memurlardan, kamu hizmeti yapılan diğer kurumlardan ayrı, farklı,
özellikli, dokunulmaz, üzerlerinden siyaset yapılan, üzerlerinden siyaset
yapmaya müsait, zaman zaman aynı çizgiyi paylaştığımız kişilerin "oralar
bizim arkabahçelerimizdir" deme fırsatını bulabildikleri bir anlayıştan
çıkaramadığımız müddetçe, öncelikle bu kurumlara kötülük yapmak şartıyla...
Öncelikle oradan başlarız. Bu kurumlara kötülük yaparız. Bu kurumların
içerisinde sunulan, verilen hizmete kötülük yapmış oluruz. Bu ülke insanına
kötülük yapmış oluruz. Bu ülkenin birliğine, bütünlüğüne, beraberliğine kötülük
yapmış oluruz.
Değerli arkadaşlarım,
bakın, bu anlayışlar bizi nerelere taşır:
Çok ilgimi çekti,
geçenlerde, İktidar Partisine mensup bir milletvekili arkadaşımız bir soru
önergesi vermiş; bir ilimizden bahisle, bu ilin vatandaşlarına, Yunanistan,
hangi sebeple, çok özel şartları taşıyan vize veriyor?..
Değerli milletvekilleri,
İktidar Partisine mensup milletvekilleri, bunu sorguladınız mı?
Ne karnından konuşuyorsun
sayın milletvekili; ne söyleyeceksen, çık,
bütün millete söyle, millet ne söylediğini bilsin, anlasın!
Bu anlayışlar, bu
istismar yaklaşımları, kurumları, etnik yapılarımızı, inançlarımızı,
kökenlerimizi sorgulama, bunlar üzerinden siyaset yapmaya çalışma anlayışı,
çalışma mantığı bizi taa buralara kadar taşıyor.
Biraz önce konuşan bir
arkadaşımız burada konuyla ilgili iddialarını seslendirirken dedi ki:
"Öyle kurumlar vardır ki, bu kurumları o ülkedeki hiç kimse tartışma
konusu yapmaz."
Hemen devamında, kendisi
10 dakikadan fazla bu kurumları tartıştı ve üstelik, bu kurumların başında
bulunduğu kurumu da Anayasa Mahkemesiyle mukayese ederek "bazı konularda
söz söyleme hakkı Anayasa Mahkemesine ait değil, bu kuruma aittir"
ifadesini, bu kürsüden ve Sayın Başkanın müsaadesiyle kullandı.
Değerli arkadaşlarım,
Sayın Bakan, Sayın Başkan; hepimizin varlık gerekçesini oluşturan,
cumhuriyetimizin varlığının esaslarını oluşturan ve belirleyen kurumları, eğer,
burada, birtakım kurumlar üzerinden siyaset yapıp, birtakım yerlere "aman
ne güzel söyledin, ağzına sağlık, bak Anayasa Mahkemesi Başkanına da gerekli dersi
verdin" dedirttirebilir miyiz anlayışıyla kurumlarımızı, rejimimizin
esasını, sistemimizin temelini tartışma konusu yapmaya kalkarsak, devletin Diyanet
İşleri Başkanlığı gibi bir kurumunu ve onun başında bulunan devletin memurunu,
rejimimizin, sistemimizin nasıl yürümesi gerektiğine dair en önemli anayasal
kuruluşumuz olan Anayasa Mahkemesinin önüne geçirmeye, önüne çıkarmaya çalışırsak...
Değerli arkadaşlarım,
gerçekten, çok zor işimiz var; yani, bu istismarların, "bir ile niye
filanca memleket daha rahat vize veriyor" anlayışından, "şu konuda
söz söyleme hakkı, cumhuriyet adına söz söyleme hakkı, cumhuriyetin temel niteliklerini
belirleme adına söz söyleme hakkı Anayasa Mahkemesi başkanına ait değil,
Diyanet İşleri başkanınadır"a kadar gidebilen istismarlar, bizim... (AK
Parti sıralarından gürültüler)
EYÜP FATSA (Ordu) -
Nereden çıkarıyorsunuz?! Ne alakası var?!
Sayın Başkan...
ABDULBAKİ TÜRKOĞLU
(Elazığ) - Uyduruyorsun... Uyduruyorsun... Kendi kafandan uyduruyorsun...
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Sayın Başkan, arkadaşımız konuşamıyor...
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(Devamla) - O zaman, tutanaklardan... Arkadaşlarımızın ne söylediklerini doğru
dinleyin... Arkadaşların ne söylediklerini doğru dinleyin...
ABDULBAKİ TÜRKOĞLU
(Elazığ) - Yalan söylüyorsun... Sen uydurma...
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(Devamla) - Eğer söylenenler bunlar değilse, tutanaklardan çıkarılsın, ben
arkadaşımdan özür dilerim.
METİN KAŞIKOĞLU (Düzce) -
Özür dileyeceksin...
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(Devamla) - Ama, eğer, söylenenler benim ifade ettiğim biçimde söylenmişse ne
olacak sayın milletvekilleri?! (AK Parti sıralarından gürültüler)
ABDULBAKİ TÜRKOĞLU
(Elazığ) - Uyduruyorsun... Uyduruyorsun...
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(Devamla) - Değerli arkadaşlarım... Değerli arkadaşlarım...
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Sayın Başkan, arkadaşımız konuşamıyor...
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(Devamla) - Sayın Başkan... Sayın Başkan...
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, müdahale etmeyelim...
Siz devam edin,
konuşmanızı tamamlayın efendim.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(Devamla) - Teşekkür ederim.
ABDULBAKİ TÜRKOĞLU
(Elazığ) - Yalan söylüyorsun...
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(Devamla) - Tutanaklar orada... Söz alır konuşursunuz. (AK Parti sıralarından
gürültüler) Tutanaklar orada... Söz alır konuşursunuz.
BAŞKAN - Siz buyurun...
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(Devamla) - Sayın Başkanım sanıyorum zamanımı bana verecektir.
BAŞKAN - Siz buyurun
efendim.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(Devamla) - Değerli arkadaşlarım, şimdi, tekrar başa dönüyorum.
Bu konuları istismar
etmek hiç kimseye yarar sağlamaz.
METİN KAŞIKOĞLU (Düzce) -
Sen istismar ediyorsun...
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(Devamla) - İstismar son derece açıktır. Hükümet, kendisi, 2004 yılında 40 000
kadro... Çıksın Bakan, bunun niye böyle olduğunu ifade etsin. 40 000 kadroyu
kendisi talep etmiştir. Hükümeti, 40 000 kadroyla muhalefet filan
sınırlamamıştır. Şüphesiz, ülkenin kaynaklarının, imkânlarının elverdiği
ölçüler, onu, 40 000 kadro konusunda bir zorluğa götürmüş, taşımış olabilir. 48
000'i de Hükümetin kendisi talep etmiştir. Devletin vekâleten görev yapan onbinlerce
memuru var.
MUSTAFA GAZALCI (Denizli)
- Onbinlerce öğretmen var...
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(Devamla) - Öğretmenleri var, belki doktorları var...
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Mühendisleri var...
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(Devamla) - ... belki mühendisleri var, belki hemşireleri var; onbinlerce.
Değerli arkadaşlarım,
peki, şimdi, biz, bunların içerisinden, hem bu kadrolara rağmen, sanki o
kadrolarla ilgili rakamlar hiç yokmuş gibi, o 40 000'in üzerine birinci yıl 3
000, ikinci yıl 48 000'in üzerine 3 500 rakamını kendimiz koyarsak, hem
devletin aynı ölçülerde, aynı statüde, birlikte hizmet yapmaya çalışan, en ücra
köşelerinde hizmet yapmaya çalışan, şüphesiz, imamlık gibi kutsal öğretmenlik
görevini yapan, doktorluk görevini yapan, hemşirelik görevini yapan,
mühendislik görevini yapan, geçici kadroyla kadrolandırılmış onbinlerce memuru
dururken, bunların içerisinden, iki milletvekilinin bir kanun teklifiyle,
sadece imam ve hatip olanlarına kadro vermeye çalışmak, bunların geçmişte yapmış
oldukları bütün hizmetleri de, sanki kadrolu memurmuş gibi bu hizmetlerde
bulunmuş olarak kabul etmeyi bu Meclisten talep etmek, bölücülük değil de
nedir?
HAMİT TAŞCI (Ordu) -
Saçmalama ya!
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bu memurlar arasında, geçici kadroyla görev
yapan memurlardan, sadece imam-hatiplere bu hakkı tanıyor olmak, geçici görevle
bu görevi yapan bütün memurlar arasında bir bölücülük yapmak, imam ve hatip
olarak görev yapan arkadaşlarımız adına bunları kullanmaya, bunları istismar
etmeye ve diğerlerinden ayrıştırmaya dönük bir uygulama değil de nedir?
MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) -
Bu kafayla iktidar olamazsınız siz!
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(Devamla) - Niye bu uygulamadan vazgeçmiyorsunuz?
MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) -
Bu kafayla iktidar olamazsınız siz!
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(Devamla) - Evet, tabiî, biz, bu kafayla...
BAŞKAN - Müdahale
etmeyelim arkadaşlar.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(Devamla) - Doğrudur, doğrudur; çünkü, biz, bu kafayla, devletin hiçbir
memurunu istismar etmeyiz; devletin hiçbir memurunu diğerinden ayırmayız. (CHP
sıralarından alkışlar) Bizim için imamlık da kutsal bir görevdir, bu ülke için,
bu ülke insanı için yapılan kutsal bir hizmettir; bizim için öğretmenlik de
kutsal bir hizmettir; bizim için doktorluk da, mühendislik de kutsaldır. Bu
ülke için, bu ülke insanı için yapılan her hizmet, bizim nezdimizde kutsaldır.
MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) -
Değerlere karşısınız!
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(Devamla) - Biz, bunların her birini, bu hizmeti yapan her devlet memurunu,
güvence içerisinde görevini yapabildiği, hizmetini güvenlik içerisinde
sunabildiği, yaptığı görevde asaleten bulunabildiği, vekâleten yapılan
hizmetlerin hiç kimseyi memnun etmediğini bilen bir anlayışla, bütün
memurlarımıza, hem onları tatmin edebilecek bir ekonomik düzeyi onlara
yakalatmak hem de onların gelecekte "acaba yarın işim ne olacak; acaba
askere gittiğimde, geri geldiğimde işimi bulamazsam, ben çoluk çocuğuma nasıl
bakacağım, acaba yarın hükümet değiştiğinde, bu vekâleten görev yapan
arkadaşlarımızın görevlerine son verdik derlerse, ben ne yapabilirim"
kaygısını hiçbir memurumuzun, ama, hiçbir memurumuzun taşımadığı bir düzeni
kurmak, Cumhuriyet Halk Partisinin bu ülke insanı için hedeflediği en temel
hedeflerinden bir tanesidir. (CHP sıralarından alkışlar)
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın
Kumkumoğlu, buyurun.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli arkadaşlarım,
bize burada laf atılıyor. Ne söyleniyor: "Bu Cumhuriyet Halk Partililer
imamlara karşıdır." Vatandaşa onu lanse etmeye çalışıyor.
MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) -
Sen söylüyorsun onu.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(Devamla) - "Siz bu anlayışla iktidar olamazsınız" derken de o
kastediliyor.
Değerli arkadaşlarım,
bakın, bir kez daha söylüyorum. Bakın, bu yaklaşım doğru değildir. Bizim
devletimizin vekâleten görev yapan memurları vardır; bunlar, imamdır,
öğretmendir, doktordur, mühendistir. Vekâleten hizmet yapan memurlarımızın
tümünün sorunlarına dönük ortak bir çare, bir çözüm bulabileceksek, gelin, hep
birlikte bunu yapalım; ama, siz, eğer, memurlarımızın bir kısmını, vekâleten
görev yapan memurlarımızın bir kısmını... Bugün, bu, imamlar olur, yarın öğretmenler
olur, öbür gün doktorlar olur... Vekâleten görev yapan doktorları, sadece, tek
başına, devletin diğer birimlerinde hizmet yapan, vekâleten görev yapan
memurlarımız dururken, sadece doktorlara dönük böyle bir iyileştirme de doğru
değildir, sadece öğretmenlere dönük böyle bir iyileştirme de doğru değildir,
sadece imamlara dönük böyle bir iyileştirme de doğru değildir.
İmamlar bizim
memurlarımızdır. Onların sorunlarının gerçek anlamda çözümünü talep ediyorsak,
onların, diğer memurlar gibi, sadece memurlar olduğunu, kutsal kişiler,
özellikli kişiler olmadığını, önce, bizim, milletvekilleri olarak benimsememiz
ve kabullenmemiz gerekir. Bunu yapamadığımız müddetçe, bu insanlar üzerinden,
bu memurlar üzerinden, bu okullar üzerinden, bu camiler üzerinden "güzel
siyaset yapıyoruz" anlayışıyla yolumuza devam etmeye çalıştığımız müddetçe,
değerli arkadaşlarım, belki, bugün olduğu gibi İktidar olabilirsiniz; ama,
Türkiye'nin sorunlarını çözemezsiniz...
CAVİT TORUN (Diyarbakır)
- Yarın da olacağız, öbür gün de olacağız.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(Devamla) - Sen üzülme, arkadaşımız istismar ettiğini kabul ediyor zaten; ama,
Türkiye'nin sorunlarını bu anlayışla çözemezsiniz.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Kumkumoğlu, son sözlerinizi alıyorum.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(Devamla) - Çok teşekkür ederim Sayın Başkan.
Ben, memurlarımızı
birbirinden ayıran, dolayısıyla imamlarımızı da, esasen, vicdanen rahatsız
edeceğine inandığım bu uygulamayı doğru bulmadığımızı ifade ediyorum; hepinize
saygılar sunuyorum.
Teşekkür ederim. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyoruz Sayın Kumkumoğlu.
MEHMET ÇİÇEK (Yozgat) -
Sayın Başkan, benim açık ve net belirttiğim ifadelerimin dışında, maksadını
aşan, benim konuşmamı yorumlayıcı konuşması oldu sayın hatibin. Sataşma var.
Söz istiyorum efendim.
RASİM ÇAKIR (Edirne) -
Tutanaklara bakalım Sayın Başkan.
BAŞKAN - Yani, siz, benim
konuşmamda bulunmayan ifadeleri mi yorumladı diyorsunuz?..
MEHMET ÇİÇEK (Yozgat) -
Kastetmediğim şeyleri yorumlamaya çalışmıştır.
RASİM ÇAKIR (Edirne) -
Aynen söyledin. Ağzından çıkana sahip çıkacaksın.
BAŞKAN - Sayın Çiçek,
talebiniz Başkanlıkça alındı, tutanaklara bakacağım, karar vereceğim.
Şimdi, kişisel söz
taleplerine geçiyorum.
Samsun Milletvekili Sayın
Musa Uzunkaya. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Süreniz 10 dakika.
MUSA UZUNKAYA (Samsun) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 870 sıra sayılı yasa teklifi üzerinde
şahsî görüşlerimi açıklamak üzere huzurlarınıza çıkmış bulunuyorum; bu
vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Lihikmetin, Plan Bütçede
sayın değerli dostumla hep beraberiz. Bakıyorum, arkadaşlar tahammülsüz. Biz
Sayın Ali Kemal Kumkumoğlu'na şerbetlendik tabiri caizse. Onun bazı
değerlendirmelerine yukarıda da alışkın olduğumuz için pek fazla farklı yoruma
girmek istemiyorum, ama, bir şey söyleyeceğim. Kendi başlangıçtaki ifadesiyle
sonunda çelişen bir beyanı, başkalarının beyanını yorumlarken yapabilen bir
arkadaşımızın konuşmasındaki insicam, tutarlılık açısından da sorgulamak lazım.
Din görevlilerine bizim kutsallık izafe ettiğimizi iddia ederken.. Ki, böyle
bir iddiamız yok. Mesela, son bölümde aynen söylediği şudur: "Bize göre,
öğretmen de, ebe de, imam da, hemşire de, hepsi kutsaldır." Bana göre, hiçbirisi
kutsal değildir. (AK Parti sıralarından alkışlar) Çünkü, kişiler kutsal olmaz.
(CHP sıralarından "Hizmet kutsal" sesleri) Ne ebe kutsaldır ne din
adamı kutsaldır ne rahip kutsaldır bize göre. Ama "la ruhbaniyete fil
İslam" dediğimiz, İslam'da ruhbanlık yoktur. Bu dediğiniz, Hıristiyanlıkta
vardır. Önce kültür olarak nerede olduğumuzu bilelim. Kişilere kutsallık izafe
edilemez. (AK Parti sıralarından alkışlar)
AHMET KÜÇÜK (Çanakkale)-
Hizmet anlamında dedi.
MUSA UZUNKAYA (Devamla)-
Hizmet kutsaldır; öğretmenlik kutsaldır, ebelik kutsaldır, din hizmeti
kutsaldır. Hizmet kutsaldır, kişiler kutsal olmaz. Ama, başta din görevlilerini
kutsal diye...
YILMAZ KAYA (İzmir)- Sen
iyi dinleseydin, onu anlardın.
MUSA UZUNKAYA (Devamla)-
Arkadaşlar, sataşmadan bahsediyor... Bakın, bana sataşan, samimî söylüyorum,
kendisi kaybeder. Hiç sataşmanıza gerek yok. Cevabı anında alırsınız, hiç
tereddüt etmeyin. Onu Ali Kemal Bey çok iyi bilir.
Yalnız, şunu söyleyeyim
değerli arkadaşlar: Bakın, şurada benim insicamımı bozdu şu şekilde. Bu kadar
gelişigüzel notlar aldım. Yani, ben şimdi Ali Kemal Beye cevap versem, bana
yazık, hazırladığım notlara yazık; sizin vaktinizi işgal etsem, size yazık.
Gelin isterseniz biz yolumuza devam edelim.
Değerli arkadaşlar, şunu
ben size açıklıkla söyleyeyim; Tabiî, ben, Cumhuriyet Halk Partisinin çok
değerli milletvekillerini, başta, o partinin ilk kurucusu olan Mustafa Kemal
olmak üzere, o günden bugüne kadar Diyanetin mehabetini, saygıya seza bir kurum
olduğunu, kıyaslamayı yaparken, değerli arkadaşlar, Anayasaya izafe atıfta
bulundu dediğimiz arkadaşımız kırküç yıllık bir Anayasa Mahkemesinin sürecinden
bahsediyor. Şu anda, seksenbir yıllık Diyaneti tartışıyoruz burada; Mustafa
Kemal’le ve cumhuriyetle yaşıt bir kurumu tartışıyoruz. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Mustafa Kemal'in, hürmete seza olarak gördüğü, kendisine değer
atfettiği, makam verdiği, döneminde, hakikaten, kıymetini takdir ederek önem
atfettiği bir müesseseden bahsediyoruz. Keşke, o dönemde izafe edilen kıymeti
-bakın, burada, yasalarda var- 1940'lı yıllardan sonra bugünkü yozlaşan
noktasına keşke getirmemiş olsaydık, keşke bu Cumhuriyet Halk Partisi, Mustafa
Kemal geleneğini sağlıklı olarak devam ettirebilmiş olsaydı, keşke... (CHP
sıralarından gürültüler)
RASİM ÇAKIR (Edirne) -
Ondan şüphen olmasın, biz devam ettiririz; sana düşmez o!..
MUSA UZUNKAYA (Devamla) -
Arkadaşlar, yahu, sizin devam ettirme şansınız olmaz... Sizin devam ettirme
şansınız olmaz! (CHP sıralarından gürültüler)
RASİM ÇAKIR (Edirne) -
Ondan şüphen olmasın; sana düşmez o! Haddini bil, kendi çapında konuş!
MUSA UZUNKAYA (Devamla) -
Bakın, ben size bir şey söyleyeyim...
BAŞKAN - Sayın Uzunkaya,
bakın, müsaade eder misiniz...
MUSA UZUNKAYA (Devamla) -
Buyurun Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, bakınız, biraz önce Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
konuşan değerli arkadaşıma AK Parti Grubundan müdahale edildiği zaman, memnun
olmadık ve ikaz ettik. (CHP sıralarından gürültüler)
RASİM ÇAKIR (Edirne) -
Ama, olmaz Sayın Başkan...
BAŞKAN - Şimdi, sayın
hatip konuşurken, lütfen, müdahale etmeyelim. Söz veririm, bir sataşma olursa
söz veririm.
RASİM ÇAKIR (Edirne) -
Ama, efendim, sizin müdahale etmeniz lazım, bizim değil!
MUSA UZUNKAYA (Devamla) -
Değerli arkadaşlar, bakın...
BAŞKAN - Ama, Sayın
Uzunkaya, siz...
MUSA UZUNKAYA (Devamla) -
Ben sataşmam...
BAŞKAN - Sayın Uzunkaya,
siz, yasanın esası üzerinde konuşmanızı sürdürün.
MUSA UZUNKAYA (Devamla) -
Sayın Başkanım, ben, esası üzerinde konuşuyorum; esasen, burada bir sataşma da
yok. Ben, Diyanetin tarihçesini değerlendiriyorum. Diyanet İşleri Başkanlığı,
Anayasada... Hem Teşkilatı Esasiye Kanunu içerisinde hem 1961 Anayasasında
-işte, buyurun, Teşkilatı Esasiye, 1924 Anayasası- dinin oradaki yeri belli;
dinin oradaki yeri belli, toplumun yeri belli, toplumun değerleri belli,
toplumu temsil eden yegâne müessese şu Meclisin mahiyeti belli. Yani, işte,
buyurun; yani, eğer, özgürlükler... Burası yasayı düzenleyecekse, hükümleri
burası verecekse, niye Sayın Çiçek'in konuşmasından alınganlık gösteriyorsunuz?
Yani, bundan alınganlık göstermeye hakkımız mı var?! İşte, buyurun: "Türkiye
Devleti Cumhuriyeti Millet Meclisi, milletin yegâne ve hakikî mümessili olup,
millet namına hakkı hâkimiyeti istimal eder." Anayasa 4, Teşkilatı
Esasiye. "Teşriî salahiyeti ve icra kudreti, Büyük Millet Meclisinde
tecelli ve temerküz eder." Yani, bu Meclise o gün de, bugün de -bugünkü
Anayasanın 6 ncı maddesinde- bu yetkiyi vermiş, yasa yapıyoruz. Ne yapıyoruz
biz şimdi; 9 000 küsur vekil imam arkadaşımızın, halen görev yapan
arkadaşımızın asalete geçmesi konusunda... Keşke imkânlar olsaydı, bugün, 23
000 camimiz, arkadaşlar, ezansız.
Bakın, sizin gibi değerli, sosyaldemokrat düşünce sahibi olan
bir partinin ikinci şahsiyeti, bu memlekette "din elden gidiyor"
feryadını üç ay önce yaptı. Niye yaptı; belki buralarda olsaydı, onu hissetmeyecekti;
ama, dışarıda kalınca, hissediyorsunuz bazı şeyleri. Gelin, bu millet sizi muhalefette
değil, iktidarda denesin. Dışarıda değil, milletin özüyle... Bu bir ihtiyaçtır
arkadaşlar. 9 000 imamı... Sevgili arkadaşım, gelin Cumhuriyet Halk Partisi
olarak 9 000 değil, 19 000 teklifini siz verin de, bunun bütün nimetini siz
kullanın! (AK Parti sıralarından alkışlar) Böyle bir teklif ver, arkasında imza
ben vereceğim sana. 15 000 imamın teklifini yaptığımda da feryat ettiniz. Yani,
buyurun... (CHP sıralarından gürültüler)
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) - Hani nerede?!
FERİDUN FİKRET BALOĞLU
(Antalya) - Buraya bakarak konuşmasın Sayın Başkan, uyarın lütfen.
MUSA UZUNKAYA (Devamla) -
Hatta o zaman da dedim ki, siz gelin yapın bunu.
Değerli arkadaşlar,
bakınız, ben bir şey söylüyorum, bu meseleye, gelin Cumhuriyet Halk Partisi,
Adalet ve Kalkınma Partisi ve ülkenin tamamı... Din meselesini hakikaten
siyasetin dışında tutmaya mecburuz; bunda hiç kimsenin tereddütü yok. Burada
bunu bir istismar olarak telakki etmek... Yani, din görevlisi kadrosunu Meclis
verecekse, Parlamento, hükümet verecekse, bunun istismar olarak tarif edilen
yönünü... Değerli arkadaşlar, bu kadro sokakta dağıtılmıyor ki, ya bizden
önceki bir Meclis veya hükümet, ya bizden sonraki bir hükümet... Bu camilerin
kadrosunu, 80 000 kadroyu geçmişte -şu anda gerçi 60 000'e düştü, mevcut, halen
istimal edilen kadro- bu kadroyu buradaki Meclis verdi. Yani, bunu bir istismarla...
Peki, bunları verenlerin, burada ömür boyu kalmaları lazımdı, eğer, böyle bir
istismar söz konusu olsaydı. Değerli arkadaşlar, bu bir ihtiyaçtır. Toplumun
doktor ihtiyacını karşılayacaksanız,
tabipleri istismar mı ediyoruz?!
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Karşılayın, tamam...
MUSA UZUNKAYA (Devamla) -
Öğretmen ihtiyacını karşılayacaksınız, polis ihtiyacını karşılayacaksınız, din
hizmetini karşılayacaksınız; bütün bunlar bu toplumun ihtiyacıdır. Yani, siz
toplumdan dini -ki, böyle bir şey düşündüğünüzü asla kabul etmiyorum- tecrit
etmek gibi, tefrik etmek gibi, hiçbirimizin bir lüksü, bir yaklaşımının olması
mümkün değil. Esasen, toplumların, geçmişe doğru baktığınız zaman, işte bu
feryadı edilen konularda, din konusunda, bugün millî ve ahlakî değerlerimizin
erozyona uğramasını giderme konusunda en büyük açığımızın ve açmazımızın burada
olduğunu biliyorsunuz arkadaşlar. Yurt dışında 4 000 000'dan fazla insanımız
var. Bu insanlara hizmeti veren Diyanet Teşkilatı; yani, bugün mevcuduyla,
eksiğiyle, memleket içindeki eksiğiyle beraber. Hepimiz köylerde, şurada burada
hizmet yapıyoruz. Cumhuriyet Halk Partisi milletvekili de gidiyor, AK Partili
vekil de gidiyor. Allahaşkına aynı köylere gidiyorsunuz. İmamı olmayan köylerin
mensupları size "imam" demiyorlar mı?
AHMET KÜÇÜK (Çanakkale) -
"Ebe" de diyor, "hemşire" de diyor...
MUSA UZUNKAYA (Devamla) -
Yani, hepimize sormuyorlar mı bunu? Arkadaş, öğretmen de veriyoruz.
AHMET KÜÇÜK (Çanakkale) -
"Öğretmen" de diyor.
MUSA UZUNKAYA (Devamla) -
Bakın, öğretmen diyorsunuz. Çok iyi biliyorsunuz ki, Plan ve Bütçe
Komisyonundaki arkadaşlarım da, sizler de biliyorsunuz ki, bu hükümet döneminde
en çok verilen kadro, öğretmen ve sağlık kadrosu olmuştur. Rakamlarını benim
tek tek tadat etmem mümkün değil burada belki; ama, bu hükümet döneminde, üç
yıllık Plan ve Bütçe Komisyonundaki değerli arkadaşlarım hatırlayacak. Demin de
Sayın Kumkumoğlu eleştirdi "niye 500 imam diyorsunuz da 5 000 tane
demiyorsunuz?" Ama biz dedik ki, öğretmen açığımız çok. Hakikaten öğretmen
ihtiyacı var. Sağlık olmadan din de olmaz. Bu milletin sağlığını da temin
etmemiz lazım. Geçen sene 11 000 kadroyu sunduk, bu sene gene ona yakın bir
kadroyu sağlık alanında bu milletin hizmetine sunacağız. Niye bunu ikide bir
kıyaslayarak, dinle sağlığı, dinle eğitimi, dinle emniyeti, dinle falan kurumu
karşı karşıya getirmek gibi bir noktaya kendimiz getiriyoruz? Ve bunu yapan da
biz değiliz, kusura bakmayın. Yani, bugün, değerli bir arkadaşımız bu konuyu
buraya taşıdıysa, geçtiğimiz hafta içerisinde, hiç alakası olmayan bir konuda,
serdedilen görüşlerden kaynaklanmıştır. Açık olarak söylüyorum; bu konunun
tartışılacağı... Niye bundan yüksünülüyor? Elbette ki hukukî bir meselede hüküm
verilecekse, bu hükmü Anayasa veya hukukçular verecek?
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Uzunkaya.
MUSA UZUNKAYA (Devamla) -
Değerli arkadaşlar, eğer dinî bir meselede hüküm sorulacaksa, o zaman Anayasada
bu kurumun varlığı gereksiz hale gelir. Anayasa 136 ncı madde; hepinizin
bildiği, okumaya, zaman kaybetmeye gerek duymuyorum. Dolayısıyla, böyle bir
anayasal kurum bu Anayasada var mı; var. Anayasanın emrettiği, Anayasanın 6 ncı
maddesindeki, anayasal kurum ve kuruluşlar eliyle devlet hizmetlerini, millet,
bu hizmetleri ilgili kurumlardan alır mı; alıyor. Peki, din konusunda doktora
mı gidip soracak, mühendise mi soracak, kime soracak? Dînî bir konuda bu
meselenin mahiyetinin sorulacağı da elbette Diyanet İşleri Başkanlığıdır;
ancak, ne garip tecellidir ki, senelerdir, Diyanet İşleri Başkanlığı, gerek protokoldeki
yeri itibariyle gerekse personelinin özlük hakları itibariyle bu ülkenin, âdeta
-üzülerek söylüyorum ve bu sözümün istismarla alakası yok, yirmibeş yıl bu
kadronun içerisinde hizmet etmiş bir arkadaşınızım- bu memleketin üvey evladı
muamelesi görmüştür; bu bir vakıadır. Şu anda da özlük hakları itibariyle
toplumun içerisinde, yükseköğrenimi olduğu halde en düşük maaşı alan, bu
arkadaşlarımızdır.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Uzunkaya,
son cümlenizi alıyorum!
MUSA UZUNKAYA (Devamla) -
İrşat görevlerinde, cami hizmetlerinde bu arkadaşlar bugüne kadar ciddi
mahrumiyetlere ve hak kayıplarına maruz kalmışlardır. Bu arkadaşlarımız üçte 2
maaş alıyor zaten. Biz diyoruz ki, özlük hakları sağlam olsun ve üçte 2 değil
de üçte 3 maaşlarını alsınlar ve böylece o camilerin ihtiyacı giderilmiş olsun.
Bunda CHP'nin, bunda AK Partinin, bunda dışardaki bir muhalefetin yüksüneceği,
üzüleceği, rahatsız olacağı bir şey yok ki. Buralarda sizden istiyorlardı
kadroyu, bize nasip oldu, yarın tamamını siz verirsiniz, eğer bir nimeti,
ulufesi varsa, tepe tepe de sonuna kadar kullanın, hayırlı olsun derim.
Saygılar sunuyorum. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Uzunkaya.
Sayın milletvekilleri,
Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili Sayın Anadol, Sayın Uzunkaya'nın,
Cumhuriyet Halk Partisi için, Diyanet İşleri Başkanlığını kuran Cumhuriyet Halk
Partisinin bugün bu kuruma farklı baktığını söyleyerek sataşmada bulunduğunu
ifade etmiştir.
Bu talebiniz Başkanlıkça
değerlendirilecek; zabıtları istiyorum.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Peki.
BAŞKAN - Hükümetin söz
isteği var.
Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı Sayın Abdüllatif Şener; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bugün, burada, Diyanet
İşleri Başkanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi üzerinde görüşmelerimizi sürdürmekteyiz.
Açıkçası, vekil imam-hatiplerin aday imam-hatip olarak atanmasına imkân
sağlayan bir kanun teklifi üzerinde görüşmeler yapıyoruz. Böyle bir konunun
Yüce Mecliste müzakereleri sırasında, üslupların gerilmesinin, yoğun tartışma
ortamının yaşanmasının, hatta yüksek tonlarla konuşmaların yapılmasının, konunun
inceliği, mehabetiyle bağdaşmaz bir durumdur diye düşünüyorum; çünkü,
imam-hatip kadroları, ülkemizde, insanların, vatandaşlarımızın dinî
vecibelerini yerine getirmelerine imkân sağlayan, İslam Dininin güzelliklerini
vatandaşlarımıza anlatmaya çalışan kişileri ilgilendiren bir durumdur. Böyle
olunca, konuyla bağlantılı bir yaklaşım tarzı, konuyla bağlantılı bir konuşma
üslubu içerisinde olmak faydalıdır diye düşünüyorum.
Aslında, konu, AK Parti
milletvekillerinden bazılarının sunduğu bir teklifin görüşülmesi ve bununla
sonuç alınmasından öte, parti ayırımı yapmaksızın, hatta milletvekili ayırımı
yapmaksızın, hem AK Partiye mensup milletvekillerimizin hem Cumhuriyet Halk
Partisine mensup milletvekillerimizin ortak duyarlılığını ifade eden bir
nitelik taşımaktadır.
Ben, uzunca bir süredir
"siyasetin işlevi nedir" diye düşünüyorum ve siyasetin temel
işlevinin -Türkiye koşullarında değerlendirecek olursak- toplumsal bir kültür
oluşturması olduğunu değerlendiriyorum.
Zaman zaman, siyaseti,
iktidara gelmek, iktidar vasıtasıyla birtakım icraatlar yapmak olarak
değerlendirenler, hatta, salt bu sınırlar içerisinde görenler bulunmakla
birlikte, bana kalırsa, siyasetin bundan daha güçlü bir işlevi vardır, bu güçlü
işlev de toplumsal bir kültür oluşturmasıdır.
Bu, şuradan
kaynaklanmaktadır: Türkiye'de en fazla konuşanlar siyasetçilerdir, en fazla
dinlenenler siyasetçilerdir. Sadece Meclis kürsüsünde konuşmazlar, sadece
televizyonlarda konuşmazlar; meydanlarda konuşurlar, köy kahvelerinde
konuşurlar, salonlarda konuşurlar ve konuştukça, bu üslup, siyasetin konuşma
tarzı, üslubu toplumda bir algılama biçimi oluşturur, bir kültürel atmosfer
oluşturur.
Geçmişte, Türkiye'de,
insanlarımız arasında zaman zaman gerginliklerin olduğunu biliyoruz. Sertlik,
kendi vatandaşlarımız arasında, hatta, kavgalara varan, sert eleştirilere
varan, birbirini yıpratmaya yönelik üsluplar ve tavırlar, siyasetin konuşma
üslubundan ve tarzından da neşet etmiş, doğmuş, ortaya çıkmış bir durumdur. Tüm
bunların aşılması lazım.
Artık, Türkiye yeni bir
döneme giriyor, Türkiye soğuk savaş dönemini geride bırakmıştır ve artık, bu
ülkenin uluslararası rekabette başarılı olabilmesi için dostluğa, kardeşliğe,
sevgiye ve dayanışmaya ihtiyacı vardır.
Bu ülkede yaşayan her
vatandaşımız diğeri için bir güçtür, bir dayanaktır. Bu anlayış içerisinde,
hepimiz birbirimizin dostu olduğunu bilmek zorundayız, hepimiz birbirimizin
gücü olduğumuzu bilmek zorundayız ve konuşma tarzımızla da vatandaşlarımız
arasında karşılıklı sevgiyi, dostluğu ve kardeşliği pekiştirecek bir üslubu
benimsemeliyiz. Bunun bir kültürel atmosfer haline dönüşmesini sağlamalıyız
diye düşünüyorum. Buna son derecede önem verdiğimi belirtmek istiyorum.
Bakın, 12 nci ve 13 üncü
Yüzyıllar, Anadolu için çok önemli bir değişim, dönüşüm dönemini ifade eder. Bu
dönemde, Anadolu'da 72 millet yaşamıştır; ama, o dönemdeki tüm toplum önderleri
ittifak halinde dostluğa ve sevgiye vurgu yapmışlardır. Mevlânâ o dönemde
yaşamıştır, insan demiştir, insan sevgisi demiştir; Yunus Emre aynı dönemlerde
yaşamıştır, yine insana ve insan sevgisine vurgu yapmıştır; Hacı Bektaş Veli
aynı dönemde yaşamıştır, sevgiye, dostluğa ve dayanışmaya insanları
çağırmıştır. Aynı şekilde, Ahi Evran ve diğer tüm toplum önderleri, sevgiyi
temel bir kültür ve temel bir baz olarak görmüşlerdir, etraflarına sevgi halesi
yaymak için çaba harcamışlardır, enerjilerini ortaya koymuşlardır;
mücadelelerinin temel merkezi sevgi, saygı ve dayanışma olmuştur. İşte,
sevginin ve insana duyulan saygının temel bir kültür haline dönüştüğü 12 nci ve
13 üncü Yüzyıllarda, Anadolu bize vatan olmuştur; Anadolu'nun Türkleştiği ve
Müslümanlaştığı dönem, Anadolu'nun bize vatan haline geldiği dönem, sevginin,
dayanışmanın temel bir kültür haline dönüştüğü dönemdir; ama, ne zaman ki,
çekişmeler, insanların birbirleriyle uğraşmalarının alışkanlık haline geldiği
dönemler yaşanmış, bu ülkede, o dönemler, hep bir zaaf ve güç kaybı görüntüsü
olarak ortaya çıkmıştır.
Şimdi, ben, artık,
siyasetin de üslubunu değiştirmesi gerektiğine inanıyorum. Eleştiri olmayacak
mı; elbette olacaktır. Muhalefet, demokrasinin vazgeçilmez temel unsurudur;
çünkü, iktidarlar diktatörlüklerde bile vardır, ama muhalefet sadece
demokrasilerde vardır. O halde, demokraside muhalefet daha önemlidir,
muhalefetin işlevleri daha ağırlıklıdır, demokrasiyi var kılan temel unsur
muhalefettir. Elbette eleştirecektir, yanlışların düzeltilmesine katkı sağlayacaktır;
ancak, eleştirilerin, tenkitlerin, belli bir dozda olması gerekir, belli bir
bilimsel ve siyasal üslup içerisinde olması gerekir ki, bu katkı sağlasın,
yanlışlar varsa, yanlış düzenlemeler varsa, bunların doğru hale getirilmesine
imkân sağlasın.
Hatta, ben, şunu ifade
etmek istiyorum: Sürekli her şeyi tenkit etmek, her gelen metni kıyasıya
eleştirmek, doğru ile yanlışın birbirine karışmasına da sebep olmaktadır. Ben,
bazen, diyorum ki, gerçekten doğru söylenen sözleri tespit edeyim, doğru
eleştirileri alayım ve bunları, ben, yaptığım düzenlemelerde dikkate almak
suretiyle, daha doğru şeyler yapmaya çalışayım diye düşünüyorum; ama, doğru
yanlış her şeyin şiddetli bir şekilde eleştirildiğini gördüğüm, duyduğum zaman
da, acaba, bu eleştirilerin hangisi gerçekten doğrudur, hangisi sadece siyaset
yapmak için yapılan eleştiridir diye tereddüte düşüyorum; doğru ile yanlış
birbirine karıştığı için de, maalesef, muhalefetin çok doğru söylediği sözlerden
yararlanma imkânı da bulmak mümkün olmuyor. (AK Parti sıralarından alkışlar) O
halde, biz, burada, doğruları yaptığımız takdirde, tüm ülkemiz kazanacaktır,
hepimiz kazanacağız; yanlışlar yaptığımız zaman da, hem biz kaybedeceğiz -parti
ayırımı olmaksınız- hem de ülkemiz kaybedecektir. O halde, doğruları birlikte
arayalım, bulalım ve birlikte, bu doğruları gerçekleştirelim diye düşünüyorum.
Şimdi, böyle bir noktada,
görüşülen kanun tasarısına baktığımda, doğrusu, konu, benim konum değil.
Diyanetten sorumlu Sayın Devlet Bakanımız, dün, bu kanunun Meclis gündemine
geleceğini düşünüyordu ve öyle zannediyorum, bir yurtdışı programı vardı;
"salı günü -dün için- gündeme gelirse ben bulunacağım; ama, bulunamazsam,
siz bulunursanız memnun olurum" dedi; o sebeple, bugün, ben buradayım.
Kendisi burada olsaydı, elbette, daha doğru olabilirdi; fakat, elinde olmayan
nedenlerle burada değildir.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Bakanım,
buyurun, konuşmanızı tamamlayın.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Konunun uzmanı da değilim; ama,
baktığım zaman ve Türkiye gerçekleri bağlamında olayı değerlendirdiğim zaman,
tarafsız bir gözle konuyu algılamaya çalıştığım zaman şunu görüyorum: Vekil
imamlar var; Türkiye'de, 2001, 2002, 2003 ve 2004 yıllarında atanan vekil
imamlar var. Bunların sayısı 9 102 civarında. Belirttiğim gibi, bir kere bu
kanun teklifi, bu imamların, vekil imamlıktan aday imamlığa geçişlerine imkân
sağlayan bir kanun teklifidir.
Burada, olaya
baktığımızda, Türkiye'de çok sayıda camiin bulunduğunu görüyoruz. Şu anda 23
532 camide imam-hatip yoktur; yani, Türkiye'de, nüfusun yüzde 99'unun Müslüman
olduğu bir ülkede 23 500 civarında camide imam-hatibin bulunamayışı, hepimizin
duyacağı bir eksikliktir diye yorumluyorum, değerlendiriyorum. O halde, bunun giderilmesi
lazım. Daha önceki yıllarda da, birtakım mülahazalarla, açıktan atama izinleri
verilmediği için, kadrolarda birtakım sınırlamalar uygulandığı için, camilerin
imamsız kalmasının da sosyal açıdan büyük sorunlar oluşturacağı düşünüldüğü
için, geçmiş iktidarlar döneminde de vekil imamlık diye bir statü oluşturulmuş
ve bu statüye göre de 9 000 küsur kişi buraya atanmış; ama, atama yapılırken,
imam-hatiplik için tüm şartları taşıyanlar atanmış; yani, asil imam-hatipte
bulunması gereken şartlar neyse, bu şartların tamamını taşımayı vekil imam
olarak atamanın koşulu olarak görmüşler.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Öğretmenler de öyle, mühendisler de...
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Tahsil şartını bu nedenle getirmişler.
657'deki 48/a'ya göre gerekli tüm şartların bu vekillerde bulunması istenmiş ve
bu yeterli de görülmemiş, Diyanet İşleri Başkanlığı da vekil imamlık için bir
sınav açmış. Bu sınava girebilmek için KPSS'den belli bir puan almayı da şart
koşmuş; ama, bu yine yeterli görülmemiş, aynen asil imamlar için uygulanan
sınav ne ise, aynı sınav vekil imamlar için de uygulanmış ve göreve
getirilmişler. Bunlar, üçte 2 maaşla vekil imam statüsünde, hatta iki üç yıldır
bu görevi yapmaktadırlar ve işlerine devam etmektedirler. Bunların vekil imam
olarak atanması, asil imam olarak atanmada belli bir sınırın konulması, açıktan
atama izninin verilmemesi nedeniyledir; ama, daha önceki iktidarlar da şunu
tescil etmişler: "Pek çok cami imam-hatipsizdir, buraların doldurulması
lazım, buranın görevlilerinin atanması lazımdır" denilmiş, asaleten atanamadığı
için de böyle bir mekanizma devreye girmiş ve 9 000 kişilik bir vekil
imam-hatip ortaya çıkmıştır.
Şimdi, bu kanun
teklifinde deniliyor ki: "Bu vekil imamları aday imam-hatip olarak
değerlendirelim, daha sonra da asaleti de, aday imam- hatip olarak görevlerine
devam ederken yerine getirirse, şartları tutarsa asil imam-hatip haline de
dönüştürürüz." Ben bu haliyle baktığımda, ülkede, diğer kurumlarda
olmadığı halde, sadece Diyanet İşleri Teşkilatı bünyesinde oluşan bir sorunun
giderilmesi olarak değerlendiriyorum. Nasıl...
RASİM ÇAKIR (Edirne) -
Çevre Bakanlığında var.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - "Diğer kurumlarda da var"
deniliyor.
RASİM ÇAKIR (Edirne) -
Var tabiî.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Diğer kurumlarda aynı statüde, aynı,
benzer özelliklerde bir vekâlet müessesesi yoktur. Vekil doktor diye bir
müessese, benim bildiğim, yoktur.
RASİM ÇAKIR (Edirne) -
Sözleşmeliler var.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Sözleşmeli ayrı bir şey...
RASİM ÇAKIR (Edirne) -
Onbinlerce insan var.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Bakın, sözleşmeli, tamamen ayrı bir
statüdür.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Vekil öğretmenler var.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Vekil öğretmenler var, doğrudur; ama,
vekil öğretmen olarak atananlar, demin saydığım şekilde, asilin şartlarına
uygun mu değil mi, asilin geçtiği prosedürden geçiyor mu geçmiyor mu, bu
dikkate alınmaksızın, örneğin, bir okulda, bir öğretmen, işte, doğum iznine
çıkar, birkaç aylık ihtiyaç, boşalma olmuştur orada, bu dersler boş geçmesin
diye, vekâleten dışarıdan biri görevlendirilir veya izne çıkar veya başka bir
hastalık nedeniyle, bir ay, iki ay, böyle üç yıl boyu vekil imamlık yapan
kimseyi duydunuz mu? Ben duymadım.
İSMAİL DEĞERLİ (Ankara) -
Var Sayın Bakanım, var.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Yok böyle bir şey öğretmenliklerde;
ama, böyle bir sorun varsa, ülkemizde böyle bir sorun varsa, bu sorunun da
çözülmesi lazım. Bu sorunun da çözülmesi için, muhalefet partisi
milletvekilleri de kanun teklifi yapma hakkına sahiptir, kanun teklifleri
verilir, bu sorunu da birlikte çözeriz, çözülmesi gerekiyorsa. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Bakan,
toparlar mısınız.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Diğer taraftan, bir özel statü
kazandırılıyor deniliyor; hayır, özel statü kazandırılmıyor. Neden; bu
arkadaşlar zaten imamdır, yine imam olacaklar; yani, imamhatiptir, imam-hatip
olacak, özel bir statü kazandırılmıyor veya 2004 yılında 40 000, 2005 yılında
48 000 açıktan atama izni aldınız, onu, bunun içine neden koymuyorsunuz diyor;
ikisi farklı şey. Neden; bu 48 000 açıktan atama izni, hiç görev yapmayan, yeni,
sıfırdan görev alacak, kamuda görevlendirilecek kişilerle ilgilidir. Halbuki,
şu andaki bu 9 000 kişi, zaten vekil imam olarak maaşlarını alıyorlar ve Emekli
Sandığına da kesintileri yapılmak suretiyle, şu an görevdeler zaten. Dolayısıyla,
bu 48 000'in içerisinde değerlendirilmesi mümkün değil.
Diğer taraftan, işte, 2
milletvekilimiz teklif vermişler, siyasî rant oluşturuyor bu deniliyor; hayır,
2 milletvekili teklif verir; ama, Mecliste 550 milletvekili vardır, iktidarıyla
muhalefetiyle; bir yasa, teklif verildiği için değil, milletvekillerimiz oy
verdiği için kabul edilen bir metindir.
Dolayısıyla, muhalefet,
eleştirirken bile, bir yasama süreci içerisinde, o yasanın çıkmasına katkı
sağlıyor demektir. Bu yasa çıktığı zaman, bu yasa zaten 2 milletvekilinin
olmayacak, hem Cumhuriyet Halk Partili milletvekillerinin yasası olacak hem AK
Partili milletvekillerinin yasası olacak. (AK Parti sıralarından alkışlar)
DURSUN AKDEMİR (Iğdır) -
Sayın Bakan, muhalefetin verdiği kanun teklifi reddediliyor.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Ben, doğrusu, dinin, bir birlik unsuru
olduğunu düşünüyorum, bir ayırım konusu olduğunu düşünmüyorum. İslâm Dininin
de, aynı şekilde, bu ülkede yaşayan herkes için bir birlik unsuru olduğunu, bir
dayanışma unsuru olduğunu, hatta Müslüman-gayrimüslim, herkes için bir birlik
ve mozaik olduğunu düşünüyorum, buna inanıyorum ve çıkaracağımız bu yasanın da,
Türkiye için, Türkiye'de mevcut bir sorunun giderilmesi için gerekli olduğunu
düşünüyorum ve hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz
Sayın Bakan.
Sayın Anadol "son
söz milletvekilinindir" ilkesine göre söz istediniz; ancak, burada,
şahısları adına sırada dört söz isteği var; o sıradakilere söz vereceğimden,
size, bu konuda söz veremiyorum.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Peki efendim.
BAŞKAN - İkinci olarak,
Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Fatih Arıkan söz isteğinde bulunmuştur.
Sayın Arıkan?.. Yok.
MEHMET ÇİÇEK (Yozgat) -
Sayın Başkan...
BAŞKAN - Zabıtlar gelmedi
Sayın Çiçek. Üçüncü sırada söz isteği, Adıyaman Milletvekili Sayın Mahmut
Göksu'ya ait.
Buyurun Sayın Göksu. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) -
Sayın Başkan, ben oyumun rengini belirtmek için söz istemiştim.
BAŞKAN - Hayır efendim,
siz, şahsınız adına, tümü üzerinde... Oyunuzun rengi ayrı; onu sonra talep
edersiniz, sıra olursa söz alırsınız.
MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) -
Yazılı olarak öyle vermiştim de...
BAŞKAN - Buyurun.
Süreniz 10 dakika.
MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) -
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; 870 sıra sayılı, 633 Sayılı Diyanet İşleri
Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Teklifinin geneli üzerinde söz almış bulunmaktayım; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
dün, burada, Emniyet Teşkilatımıza yeni alınacak 10 000 yeni polisin yasasını
görüştük. Yani, dün çıkan yasayla, Emniyet Teşkilatımıza 10 000 insanımız daha
katılacak; bu teşkilata katılan insanlarımız, vatandaşımızın can ve mal
emniyetini sağlayacaktır.
Şimdi, o yasa
görüşülürken...
FERAMUS ŞAHİN (Tokat) -
Yasayı konuş, yasayı!..
MAHMUT GÖKSU (Devamla) -
Tamam, yasaya geleceğim işte; niye acele ediyorsunuz ki?!
FERAMUS ŞAHİN (Tokat) -
Bırak şimdi onu...
MAHMUT GÖKSU (Devamla) -
O yasa görüşülürken, birçok konuşmacı arkadaş, işte, Avrupa'da şu kadar kişiye
1 polis düşerken, bizde daha az düştüğünü ifade ettiler.
Değerli arkadaşlar, bazı
emniyet binalarının duvarlarında görürüz: "Kişinin polisi, kendi
vicdanıdır" diye... Dolayısıyla...
FERAMUS ŞAHİN (Tokat) -
Sayın Başkan, hangi yasadan bahsediyor bu?!
MAHMUT GÖKSU (Devamla) -
Bu yasadan bahsediyorum işte; Sayın Vekilim, niye acele ediyorsunuz, niye
heyecanlanıyorsunuz?!
FERAMUS ŞAHİN (Tokat) -
Yasaya gel, yasaya...
MAHMUT GÖKSU (Devamla) -
Lütfen yani... Heyecanlanmayın.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU
(Antalya) - Çok heyecanlanıyor...
MAHMUT GÖKSU (Devamla) -
Heyecanlanmaya gerek yok ki... Yani, bir bağlantı kurmaya çalışıyorum;
yanlışsa, yanlış dersiniz.
Bazı emniyet binalarının
duvarlarında, bu ibare yazılmaktadır. Dolayısıyla, biz, her insanın başına bir
polis de diksek, kişilerin vicdanına birtakım değerleri, birtakım güzellikleri
yerleştirmeden, asla, toplumda güvenliği sağlayamayız. Bu güzellikleri
yerleştirecek olanlar da, öğretmenlerimiz ve din görevlilerimizdir, değerli
arkadaşlar.
Şimdi, çok yalın bir
mantıkla düşünürsek, bu kadar tartışmaya bile gerek yoktur. 1990 yılından bu
yana Diyanete hiç kadro tahsis edilmemiş; yani, onbeş yıldan beri, bu teşkilata
kadro verilmemiş. Oysa ki, bu teşkilatta görev yapan insanlarımız, onbeş yıldan
beri emekli olanlar var, vefat edenler var, istifa edenler var; yani, 15-20 bin
insanımız azalmış. Bunun yanında binlerce de cami yapılmış. Camii kim yapıyor;
vatandaşımız yapıyor. Vatandaşımızın yapmış olduğu bu camie, devletin elinde
olan, kontrolünde olan, devletin bir teşkilatı olan, anayasal bir kuruluş olan
Diyanet İşleri Başkanlığına mensup imamları vermekten daha doğal bir şey
olabilir mi değerli arkadaşlar; olamaz. Eğer, biz, Diyanet İşleri Başkanlığına
mensup, onun kontrolünde olan imamı vermezsek, vatandaş, herhangi birisini
getiriyor, oraya imam diye tayin ediyor, onun maaşını da cebinden veriyor.
İşte, birtakım olumsuzluklar ondan sonra arka arkaya sökülüp geliyor.
Dolayısıyla, biz, bu
ülkede can ve mal güvenliğini sağlamak istiyorsak, o polis sayılarını ileriye
doğru daha da artırmamak istiyorsak, mutlaka, insanımıza birtakım vicdanî
değerleri, birtakım güzellikleri vermek ve yerleştirmek durumundayız; çünkü,
değerli arkadaşlar, eğer, biz, dinimizi sağlıklı yollardan öğrenmek isteyen
insanlara, onların bu ihtiyaçlarını veremezsek, o zaman, bu insanlar yanlış
yollara sapıyorlar, yanlış yollara giriyorlar.
Oysaki, Diyanet İşleri
Başkanlığının 633 sayılı Kuruluş ve Görevleri Hakkındaki Yasaya baktığımız
zaman, Diyanet İşleri Başkanlığının görevi nedir: "İslam dininin
inançlarını, ibadet ve ahlak esaslarıyla ilgili işleri yürütmek ve din konusunda
toplumu aydınlatmaktır" diyor. Ayrıca, anayasal kuruluş olan Diyanet
İşleri Başkanlığının hizmetlerini tadat ederken, 136 ncı maddede, laiklik
ilkesi doğrultusunda bütün siyasî görüşlerin dışında kalarak milletçe dayanışma
ve bütünleşmenin altı çiziliyor; yani, biz, milletimizi yüksek bir ruh ve büyük
ilkeler etrafında toplamak istiyorsak Diyanet İşleri Başkanlığına çok önem
vermemiz lazım.
Bakınız, arkadaşlarımız
ifade etti. Anayasa Mahkemesi ile Diyanet İşleri Başkanlığını ben kıyaslamak
istemiyorum; ikisi de saygın bir kuruluştur, ikisi de anayasal bir kuruluştur.
RASİM ÇAKIR (Edirne) -
Bütün gece onu yaptınız ama...
MAHMUT GÖKSU (Devamla) -
Efendim, gerek yok, bunu yapmaya gerek yoktur.
RASİM ÇAKIR (Edirne) -
Sen yapmadın, arkadaşın yaptı.
MAHMUT GÖKSU (Devamla) -
Ama, kuruluş itibariyle, Diyanet İşleri Başkanlığı, cumhuriyetle yaşıt olan bir
kuruluştur ve cumhuriyetle yaşıt olan bu kuruluşumuz, Diyanet İşleri Başkanlığı
kurulurken değerli arkadaşlar, cumhuriyetimizin banisi Mustafa Kemal Atatürk,
Diyanet İşleri Başkanının ve Genelkurmay Başkanımızın maaşını tayin ederken
Diyanet İşleri Başkanının maaşını 5 kuruş fazla tayin ediyor; çünkü
"dinin, diyanetin, milletin gönlünde apayrı bir yeri vardır, bunlar manevî
önderlerimizdir" diyerek onu onore ediyor.
İşte, cumhuriyeti kuran
Mustafa Kemal Atatürk, dini, diyaneti, şahadeti, savaş meydanında, o ulvî
değerlerin ne olduğunu çok iyi bildiği için, ona bu payeyi veriyor değerli
arkadaşlar. Şimdi, O'nun kurmuş olduğu bir teşkilatın, bugün, biz, eksiklerini
gideriyoruz; buna hep beraber sahip çıkmamız lazım.
İşte, arkadaşlarımız
ifade etti, gerekçede de var; 24 000'e yakın camide ezan okunmuyor veya
ehliyetsiz insanlar tarafından din hizmeti verilmeye çalışılıyor. Bundan birkaç
sene önce sözde Hizbullah olayları meydana geldiği zaman, o günün İçişleri
Bakanı aynen bu kürsüde öyle demişti: "Biz, dinimizi doğru kanallardan
insanımıza öğretmek durumundayız." Çünkü, değerli arkadaşlar, bir insan
matematik bilmeyebilir, tarih, coğrafya bilmeyebilir; bunların cahili olabilir;
tabiî, olmaması lazım; ama, bu, kendini bağlar. Bir insan din konusunda
cehalete düştü mü kendini bağlamıyor; kendini yaktığı gibi, toplumu da
karanlığa sürüklüyor. Din adına cehalet, hem kendisinin hem toplumun geri
gidişine sebebiyet veriyor.
Onun için, her konuda
cehalet kötüdür; ama, din konusunda cehalet çok daha kötüdür. Dolayısıyla,
toplumumuzda din konusunda aydınlatma görevi, yasalarla, Anayasayla kime
verilmiş; Diyanet İşleri Başkanlığına verilmiş. Bugün, toplumumuzda uyuşturucu,
tinercilik, balicilik, sokakta kalan çocuklarımızın sorunları; yasadışı yapılan
birtakım eylemler, gasp olayları, kapkaçlar... Bütün bunların temelinde ne
vardır; taa sözümün başında ifade ettiğim gibi, bu vicdanî değerleri, bu güzel
değerlerimizi çocuklarımıza tam olarak, kâmilen veremeyişimiz vardır.
Değerli arkadaşlar,
bakınız, yasa, Başkanlık görevlisi bu arkadaşlarımıza, ibadet ve ahlak
esaslarını öğretme görevini veriyor. Şu sayacağım ahlak esaslarına kimin
itirazı olabilir? Ne var bizim ahlak esasımızda; manevî değerlerimize saygı
var, doğruluk var, adalet var, yardımseverlik var, şefkat var, merhamet var,
üretkenlik var, üretime katkı sağlamak, sorumluluk duygusunu geliştirmek,
çalışkanlık -Peygamberimiz öyle buyurur "iki günü birbirine denk olan
aldanmıştır; her gün biraz daha ileri gideceksin, çalış" diyor-
anne-babaya pozitif manada itaat var, ülkeye bilinçli bir bağlılık var,
bayrağa, vatana, tarihe tabiî ki; birlik ve kardeşlik, dayanışma ve paylaşma
var, hoşgörü var, kul hakkı var, yetim hakkı var, kamu hakkı var. Dolayısıyla,
bunları bilen bir insanın, bir başka ifadeyle, doğruyu yanlışı helali haramı,
sevabı günahı bilen bir insanın yanlış yapma şansı olabilir mi?! Bu
güzellikleri toplum bildiği zaman, bilinçli olarak bunu hayatına geçirmeye
çalıştığı zaman, inanın, o dün çıkarmış olduğumuz yasayla Emniyet Teşkilatımıza
yeni alınan polislere de ihtiyaç kalmayacaktır.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Göksu,
konuşmanızı tamamlayın.
MAHMUT GÖKSU (Devamla) -
Bitiriyorum Sayın Başkanım.
Tabiî ki, Emniyet
Teşkilatımızdaki o arkadaşlarımız çok özverili görev yapıyor. Her kurumdaki
vatandaşlarımıza, görev yapan vatandaşlarımıza sonsuz saygımız var; ama,
Diyanet İşleri Başkanlığında görev yapan müezzininden, imamından, müftüsünden
başkanına kadar, ben, herkese şükranlarımı sunuyorum; çok özverili görevler
yapıyor.
İnşallah, bu yasa,
yıllardır yapılması gereken, ama, bazı nedenlerden dolayı -ki, daha çok
ekonomik nedenlerden dolayı- bir türlü yapılamayan, verilemeyen bu kadrolarla
Başkanlıkta bir rahatlama söz konusu olacaktır.
Bu yasanın Diyanet İşleri
Başkanlığına ve ülkemize hayırlar getirmesini diliyor, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyoruz Sayın Göksu.
Sayın milletvekilleri,
biraz önce, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Sayın Anadol, Başkanlığımıza
müracaat ederek, şahsı adına konuşan Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'nın,
konuşması sırasında Cumhuriyet Halk Partisine sataşmada bulunduğunu, farklı
değerlendirmeler ifade ettiğini söyleyerek, İçtüzüğümüzün 69 uncu maddesine
göre söz talebinde bulunmuştu.
Zabtı getirttim. Şimdi,
ben, zabıttaki o kısmı okuyorum. Ondan sonra kararımı size bildireceğim.
Konuşmasının devamında "Mustafa Kemal'in, hürmete seza -burada herhalde
yazamamışlar; onu bilemem, ne demek istedi- olarak gördüğü, kendisine değer
atfettiği...
MUSA UZUNKAYA (Samsun) -
Kendisine layık gördüğü... Seza, layık demek.
BAŞKAN - ...makam
verdiği, döneminde, hakikaten, kıymetini takdir ederek önem atfettiği bir
müesseseden bahsediyoruz. Keşke, o dönemde izafe edilen kıymeti -bakın, burada,
yasalarda var- 1940'lı yıllardan sonra bugünkü yozlaşan noktasına keşke
getirmemiş olsaydık, keşke bu Cumhuriyet Halk Partisi, Mustafa Kemal geleneğini
sağlıklı olarak devam ettirebilmiş olsaydı" diyor. "(CHP sıralarından
gürültüler)" Sayın Rasim Çakır
"ondan şüphen olmasın, biz devam ettiririz" diyor. Böylece, yine,
Sayın Rasim Çakır'ın da karşı laf atmasıyla konuşma devam ediyor.
Tabiî ki, bu,
değerlendirmeye tabi, yoruma tabi; ama, ben, Sayın Cumhuriyet Halk Partisi Grup
Başkanvekilimizin çok uzun bir Parlamento tecrübesini de, sorumluluğunu da
bilerek, bir sataşmaya meydan vermeyeceğini düşünerek, ben takdir hakkımı
kullanarak, zatıâlinize söz veriyorum Sayın Başkan; buyurun. (Alkışlar)
VII.- AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- İzmir Milletvekili K. Kemal Anadol’un Samsun
Milletvekili Musa Uzunkaya’nın, konuşmasında, Partisine sataşması nedeniyle
konuşması
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Sayın Başkan, Yüce Meclisin saygıdeğer üyeleri; önce, Sayın Başkana, bana
burada söz verdiği ve Cumhuriyet Halk Partisinin, Diyanet İşleri Teşkilatına,
Başkanlığına bakışıyla ilgili görüşlerimizi çok kısa açıklama olanağa verdiği
için yürekten teşekkür ediyorum ve güvenine layık olmaya çalışacağım, yeni bir
sataşmaya filan da yol açmamaya çalışacağım.
Şimdi, değerli
arkadaşlarım, tabiî, benim şahsıma bir sataşmayla ilgili söz almış değilim.
Zatıâliniz belirttiniz, Cumhuriyet Halk Partisinin Diyanet İşlerini kuran bir
parti olarak, ondan sonra, bugünlerde, o kuruluş anındaki Diyanet İşlerine
bakışının devam etmediği konusunda kuşku yaratacak bir cümle üzerine söz almış
bulunuyorum.
Değerli arkadaşlarım,
evvela şöyle bir geçmişe bakıp Diyanet İşlerinin neden kurulduğunu bir
inceleyelim, bir anımsayalım. Benden çok iyi bilen arkadaşlar vardır, başta
Sayın Uzunkaya... Sayın Uzunkaya benim değerli bir dostumdur, deneyimli bir
parlamenterdir, kişisel bir sürtüşme filan söz konusu da değil; ama, burada,
Partim adına Grup Başkanvekili olarak bunları cevaplamayı zorunlu sayıyorum;
cevaplamazsam görevimi yerine getirmemiş olurum.
Arkadaşlar, Diyanet
İşleri Başkanlığı niye kuruldu; Türkiye Cumhuriyeti yokken, Birinci Dünya
Savaşından Osmanlı yenik çıktıktan sonra, Mustafa Kemal 19 Mayısta Samsun'a
çıktıktan sonra, Amasya Tamimini yayımladıktan sonra özellikle, Erzurum, Sivas
Kongrelerinden sonra ne oldu; Mustafa Kemal ve arkadaşlarının başlattığı Kuvayı
Milliye hareketine, istiklali tam hareketine, tam bağımsızlık hareketine... Din
elbette saygı gösterilmesi gereken bir inançtır; hepimiz buna saygılıyız.
İslamiyete de çok özel biçimde saygımız söz konusudur elbette; ama, din de
tartışmalarla dolu bir tarihsel süreçten geçmiştir. Mustafa Kemal'in istiklali
tam hareketine, Türkiye Cumhuriyetini kuracak, bizleri bugünlere ulaştıracak
hareketine karşı, İstanbul Hükümetinden yana bazı din adamları fetva vererek,
Mustafa Kemal'i dine mugayir hareket etmekle, İstiklal Harbine yol açacak bu
hareketi başlatmakla dine mugayir hareket ederek suçlamışlar, hakkında fetva
çıkarmışlardır. O sırada Mustafa Kemal, Ankara'ya gelmiştir arkadaşlarıyla birlikte. Milletin istiklalini temin etmek
için üniformalarından soyunmuş, sinei millete dönmüştür ve sinei millet içinde
Ankara Müftüsü -şu Meclis kürsüsünden bir daha rahmetle yad ediyorum- Rifat
Börekçi Hoca, İstanbul Hükümetinin yayımlattığı bu fetvaya karşı -onların da
din adamlığı tartışılır, İslamiyet açısından o fetva sahiplerinin; tarih uzun
süreçli bir şey- fetva yayımlayarak, Mustafa Kemal'in ve başlattığı hareketin
İslamiyete mugayir değil, tam tersine bir hareket olduğunu duyurmuş ve
Türkiye'de o sırada Kuvayı Milliye elinde bulunabilen sadece iki tane pervaneli
uçakla bu fetvalar, Ankara Müftüsü Rifat Börekçi'nin fetvası, beyanname, Anadolu halkına ilçe ilçe, vilayet
vilayet atılarak, Mustafa Kemal
hareketinin, istiklali tam hareketinin dine mugayir olmadığı halkımıza
anlatılmaya çalışılmıştır.
Şimdi, cumhuriyet
kurulmuştur. Cumhuriyet kurulduktan sonra, Sayın Uzunkaya'nın söylediği gibi,
cumhuriyetin kurumlaşması tamamlanırken, cumhuriyet devleti...
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Başkan
buyurun, konuşmanızı tamamlayın.
K. KEMAL ANADOL (Devamla)
- Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurumlaşırken, Diyanet İşleri Başkanlığı da
bunlar arasında yer almıştır. İlk Diyanet İşleri Başkanı da Merhum Rifat
Börekçi Hocadır.
Ben, Rifat Börekçi
Hocanın oğlu, Cumhuriyet Halk Partisi Ankara İl Başkanlığı, daha sonra bu
Partide Ankara Milletvekilliği yapan Fuat Börekçi'nin yanında, siyasette feyz
aldığım Fuat Börekçi'nin yanında yetiştim. Fuat Börekçi'yi de bu münasebetle,
saygıyla, rahmetle anıyorum. Ayrıca, beraber milletvekilliği yaptığım Diyanet İşleri
eski Başkanı, Allah sağlık versin, Lütfi Doğan'ı ve Musa Uzunkaya arkadaşım
gibi değerli müftüleri, din adamlarını, Cumhuriyet Halk Partisi Grubundan
hatırlıyorum arkadaşlarımı ve onlara da yaşayanlara esenlikler diliyorum,
ölenlere de rahmet diliyorum.
Diyanet İşleri Başkanlığı
niye kurulmuştur Mustafa Kemal tarafından; şundan kurulmuştur: Din işleri ile
devlet işlerini birbirinden ayırmak için kurulmuştur. Osmanlıda Diyanet İşleri
Başkanlığı var mı? Diyanet İşleri Başkanlığı cumhuriyet kurumudur. "Din,
din adamının işidir, devlet yönetimi siyaset adamlarının işidir" diyerek
din ve siyaset birbirinden ayrılmıştır. Cumhuriyet Halk Partisinin bu ülkeye
yaptığı en büyük hizmet budur. Sanırım duyulan rahatsızlıklar da bundan ileri
gelmektedir.
Cumhuriyet Halk Partisi
Diyanet İşlerini kurmuştur; bugün bundan onur duymaktadır. Bunu ifade eden ben,
Cumhuriyet Halk Partisi adına bir daha söylüyorum, bir daha tekrar ediyorum;
Cumhuriyet Halk Partisi Diyanet İşlerini kurarak, Türkiye Cumhuriyetini bir
şeriat devletinden çıkarıp, laik, demokratik bir hukuk devleti yaptığı için
Cumhuriyet Halk Partisinden rahatsızlık duyulmaktadır.
Teşekkür ederim efendim.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Anadol.
Sayın milletvekilleri,
teklifin tümü üzerinde AK Parti Grubu adına konuşan Yozgat Milletvekili Sayın
Mehmet Çiçek, konuşmasının farklı bir şekilde değerlendirildiğinden, daha sonra
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına konuşan Sayın Kumkumoğlu tarafından
eleştirilirken, farklı bir şekilde yorumlandığından ve atfedildiğinden bahisle
söz istemiştir.
Zabıtları getirttim,
inceledim. Şimdi, Sayın Çiçek'e, herhangi bir sataşmaya meydan vermemek
kaydıyla, 5 dakika süreyle söz veriyorum.
Buyurun.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) - Sayın Başkan, tutanağı okur musunuz.
BAŞKAN - Okuyayım mı
tutanağı?
OSMAN ÖZCAN (Antalya) -
Tutanağı okur musunuz; aynen var orada.
BAŞKAN - Hay hay...
Tabiî, Sayın
Kumkumoğlu'nun, 20 dakikayı aşan süre içerisinde, çok değişik yerlerde, değişik
konuşmaları var; ancak, şu kısmın üzerinde, zannediyorum, Sayın Çiçek durdu.
Bakın, diyor ki
Kumkumoğlu: "Ne karnından konuşuyorsun..."
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) - Sayın Çiçek'in ne söylediğini, önce, okur musunuz Sayın Başkan.
BAŞKAN - Siz burada
dinlemediniz mi sayın milletvekili, hepsini okuyacak mıyız burada; bu usul
nerede?! Lütfen, bir milletvekilimizin, burada, İçtüzüğe göre nasıl hareket
edeceğini biz ifade etmeyeceğiz; bundan, ben üzüntü duyarım. O zaman, biz,
bütün işleri bırakacağız, tutanakları okuyacağız.
Ben, sadece ilgili kısmı
okuyorum: "Ne karnından konuşuyorsun sayın milletvekili -yukarıda bazı
şeyler söylüyor- ne söyleyeceksen, bütün millete söyle, millet ne söylediğini
bilsin, anlasın! Bu anlayışlar, bu istismar yaklaşımları, kurumları, etnik
yapılarımızı, inançlarımızı, kökenlerimizi sorgulama, bunlar üzerinden siyaset
yapmaya çalışma anlayışı, çalışma mantığı bizi taa buralara kadar taşıyor.
Biraz önce konuşan bir
arkadaşımız burada konuyla ilgili iddialarını seslendirirken dedi ki: 'Öyle
kurumlar vardır ki, bu kurumları o ülkedeki hiç kimse tartışma konusu yapmaz.'
Hemen devamında, kendisi
10 dakikadan fazla bu kurumları tartıştı ve üstelik, bu kurumların başında
bulunduğu kurumu da Anayasa Mahkemesiyle mukayese ederek 'bazı konularda söz
söyleme hakkı Anayasa Mahkemesine ait değil, bu kuruma aittir' ifadesini, bu
kürsüden ve Sayın Başkanın müsaadesiyle kullandı." Devam ediyor...
"Burada, birtakım
kurumlar üzerinden siyaset yapıp, birtakım yerlere 'aman ne güzel söyledin,
ağzına sağlık, bak Anayasa Mahkemesi Başkanına da gerekli dersi verdin'
dedirttirebilir miyiz anlayışıyla, kurumlarımızı, rejimimizin esasını, sistemimizin
temelini tartışma konusu yapmaya kalkarsak" diye devam ediyor.
Şimdi, Sayın Çiçek, bu
konuda ne demek istediğini açıklama hakkını ifade ediyor. Bu hakkı 69 uncu
madde kendisine veriyor; "ben, böyle demedim" diyor.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Ama Sayın Başkan... Burada var...
OSMAN ÖZCAN (Antalya) -
İşte, var burada...
BAŞKAN - Efendim, bu hak,
açıklama hakkı değil mi?
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) - Sayın Başkan, ne söylediği burada, tutanakta yazılı...
BAŞKAN - Lütfen, herhangi
bir tartışmaya...
Buyurun Sayın Çiçek.
2.- Yozgat Milletvekili Mehmet Çiçek’in, İstanbul
Milletvekili Ali Kemal Kumkumoğlu’nun, konuşmasında, ileri sürmüş olduğu
görüşlerden farklı görüşleri kendisine atfetmesi nedeniyle konuşması
MEHMET ÇİÇEK (Yozgat) -
Sayın Başkanım, çok teşekkür ediyorum bana bu fırsatı verdiğiniz için.
Saygıdeğer arkadaşlarım,
yıllardır beraberiz. Ben, prensip olarak, bu kürsüye çıkarken, konuşulan her
sözün, söylenen her şeyin, hatta tavır, davranış, gülümsemelerin bile zapta
geçtiğini ve tarihe geçtiğini bilen, idrak eden, bu konuda hassasiyet gösteren
bir arkadaşınızım. Elimde metin olmadan ve metne bağlı kalmadan konuşma
yapmamayı alışkanlık haline getirdim, bu konuşmamda da buna riayet ettim.
Konuştuğum metin elimde,
Sayın Kumkumoğlu'nun ifade ettiği şey ile benim söylediğim şeyler arasında
zerre kadar alakanın olmadığını, kastımın katiyen o olmadığını ifade ediyorum.
Biraz önce, benden önce
konuşan Sayın Grup Başkanvekilimiz Kemal Anadol Beyin de belirttiği gibi,
üzerinde konuştuğumuz teşkilat, Diyanet İşleri Başkanlığı Teşkilatı, Türkiye
Cumhuriyetinin kuruluşunda kanı, teri, gözyaşı, elemeği olan ve Atatürk, İnönü
ve benzeri, cumhuriyetimizin kurulmasında gözyaşı dökmüş, emek vermiş, kan
dökmüş insanlarla el ele vererek bu cumhuriyeti kurmuş insanların teşkilatı.
Kendisine teşekkür ediyorum, kullandıkları ifadelere, bu teşkilatta yirmisekiz
yıl çalışmış bir arkadaşınız olarak.
Atatürk'ü en iyi bilmek
için, cumhuriyetin kuruluşunu en iyi bilmek için Nutuk'u çok iyi okumak lazım.
Ne hikmettir ki, en az okunan eserlerden birisi Nutuktur. Atatürk, Samsun'a
ayak bastığında, İstiklal Savaşının başlaması ve bitimiyle ilgili ifadelerde,
Nutukta, o eski metinde, Yalova'daki metinde, ikinci ciltte aynen şöyle diyor:
"Havza Müftüsünü, Amasya Müftüsünü, Sivas ve Erzurum Müftülerini, Denizli
Müftüsü Ahmet Hulusi Efendiyi, İzmir Müftüsü Rahmetullah Efendiyi ve Ankara
Müftüsü Rifat Börekçi'yi, bu millet şükranla yad edecektir; çünkü, onlar
olmasaydı İstiklal Savaşının bu şekilde kitlelere mal olup gerçekleşmesi mümkün
olmayabilirdi." O insanlar kadirşinas insanlar. Rifat Börekçi Hoca
Efendiye, Atatürk, biraz önce Musa Uzunkaya arkadaşımın belirttiği gibi, makam
arabalarından birisini vermiş. Devlet protokolünde, Diyanet İşleri
Başkanlığının bugünkü gibi sırası 73 üncü, 74 üncü sıra değil. Dahası var,
Rifat Börekçi, Keçiören'deki bağını satmış, Ankara esnafından topladığı
paralarla bugünkü Cumhurbaşkanlığının bulunduğu yeri satın almış ve Atatürk'e
vermiş. Atatürk de ona, Diyanet İşleri Başkanları ebediyen Cumhurbaşkanının
yanında ikamet etsin diye lojman vermiş, Cumhurbaşkanlığımızın şu anda
bulunduğu mekânda Rifat Börekçi Hocayı ağırlamış. Bu münasebetler böyle
kurulmuş, böyle devam etmiş, etmeli.
İmam-hatip liselerinin
ilk açıcısı Cumhuriyet Halk Partisi, İnönü. O müesseseler o mükemmellikte, o
tarzda devam etmeli; bizim maksadımız bu. "Dini, dinî müesseseleri kim
önbahçe, arkabahçe yapmaya çalışıyorsa, istismar ediyorsa, hem dine hem Diyanet
İşleri Başkanlığına -ben bunu vurguladım- hem de ülkemize zarar veriyor"
dedim.
Şimdi, gelelim Sayın
Kumkumoğlu'nun ifadesine. Bakın, diyorum ki: "Ülkemizde, hiçbir kimsenin,
Anayasanın ona verdiği yetki ve görevin dışında misyon yüklenerek -misyon
yüklenerek- ortaya çıkması düşünülemez. Ne gariptir ki, Türkiye'de gündem
oluşturmak istendiğinde, ilk alınmak istenen konu din ve dinî değerlerimizdir.
Günah keçisi yapılmak istenen kurum ve kuruluşlar ise, Diyanet Teşkilatı ve
onun müntesipleridir." Bunu kastederken, bir tarafı, bir cemaati, bir camiayı
kastetmiyorum. Bunu, şu veya bu şekilde istismar etmeye çalışan, şu veya bu
camiadan olan herkesi kastediyorum ve arkasından, başörtüsü, imam-hatip lisesi,
cami, Kur'an kursu gibi konular...
"Bu bağlamda,
Anayasamız -bakın, tekrar ediyorum; Anayasamız- diğer kurumların yetkilerini
belirlediği gibi, Anayasa Mahkemesinin de görevlerini, yetkilerini belirlemiş
ve sınırlamıştır. Hiç kimse ve hiçbir kurum, ülkemiz insanını Allah'la kul
arasına sıkıştırmamalıdır. İnsanlarımız, bir taraftan Allah'a ibadet maksadıyla
uygulamalarda bulunmak isterken, önüne farklı engeller konulmamalıdır."
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Çiçek,
konuşmanızı tamamlayın efendim.
MEHMET ÇİÇEK ( Devamla) -
Bitiriyorum Sayın Başkan, bitiriyorum.
"Bugünlerde durup
dururken, başlatılan türban tartışmasının çözümüne muhatap, kesinlikle, Diyanet
İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kuruludur; çünkü, türbanın tartışılan
tarafı; yani..."
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) - Sayın Başkan, Anayasa Mahkemesi...
MEHMET ÇİÇEK ( Devamla) -
Müsaade eder misiniz, müsaade eder misiniz, açıklayacağım efendim.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) - Anayasa Mahkemesi...
BAŞKAN - Müsaade edin
efendim.
MEHMET ÇİÇEK ( Devamla) -
Burada tartışılan konu türbandır ve başörtüsüdür ve başörtüsüyle ilgili
konularda, geçmişte, Diyanet İşleri Başkanlığına defeatle sorulmuş ve Din
İşleri Yüksek Kurulu bu konuda görüşünü açıklamıştır ve bunlar fiilen tespit
edilmiştir; görüşünü açıklamıştır. Niye görüşünü açıklamıştır; çünkü, Din
İşleri Yüksek Kurulu, Anayasaya dayalı özel kanunla kurulmuş ve seçimle
getirilmiş bir kurumdur. Burada diyorum ki: "Anayasa Mahkemesinin içtihatları
neyse, dinî konularda -altını çiziyorum; kastım sınırlı- anayasal bir kuruluş
olan Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulunun verdiği içtihatlar
da odur. Ülkemizde kurum ve kuruluşlar arasındaki yetki, kavram ve tecavüzü ve
kargaşası mutlaka önlenmelidir."
BAŞKAN - Sayın Çiçek,
lütfen tamamlayın efendim.
MEHMET ÇİÇEK (Devamla) -
Bitiriyorum.
"Burada kastedilen
şey, dinî konularda Anayasanın ve Din İşleri Yüksek Kurulunun kuruluş ve
idaresiyle ilgili kanunun belirlediği yetki, Din İşleri Yüksek Kurulunundur,
onu bir başkasıyla paylaşmamalı" dedim.
Saygılar sunuyorum. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Çiçek.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) - Sayın Başkan...
BAŞKAN - Sayın
Kumkumoğlu, konuşmayı beğenmeyebilirsiniz; ama, bir açıklama yapmak için çıktı;
elbette ki, bu, zabıtlara geçmiştir. Teşekkür ediyorum. Bunu daha fazla
tartışmayalım Sayın Kumkumoğlu.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) - Ama, bu açıklama göstermiştir ki, bir sataşma yok. Açıkça, Anayasa
Mahkemesi ile Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulunu birbirine
muhatap yaptı.
VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
4.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Ankara
Milletvekili Salih Kapusuz ile Hatay Milletvekili Sadullah Ergin'in; 633 Sayılı
Diyanet İşleri Başkanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/420) (S.
Sayısı: 870) (Devam)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, konuşmalar tamamlanmıştır.
Soru-cevap kısmına
geçiyoruz.
Soru sormak isteyen
arkadaşlarımızı okuyorum: Sayın Ahmet Işık, Sayın Osman Kaptan, Sayın Mustafa
Gazalcı, Sayın Ahmet Küçük, Sayın Cavit Torun, Sayın Dursun Akdemir. 8
arkadaşımız söz istemiştir.
Arkadaşlar, 10 dakika
soru, 10 dakika cevap olduğu için, şimdi, arkadaşlarımızın sorularını kısa ve
öz olarak, yoruma gitmeden sormalarını özellikle rica ediyorum.
Buyurun Sayın Işık.
AHMET IŞIK (Konya) -
Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Vasıtanızla Sayın
Bakanıma şu soruyu yöneltmek istiyorum: 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığının
Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunun 1 inci maddesinde "İslam dininin
inançları, ibadet ve ahlak esaslarıyla ilgili işleri yürütmek, din konusunda
toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek görevi Diyanet İşleri
Başkanlığına verilmiştir" denilmektedir. Gerek Anayasada gerekse de
yasalarda işbu hususun hassasiyetle dikkate alındığı ve disiplin altına alınması
da öngörüldüğü halde, 23 137 camide aktif din hizmeti verilememektedir; oysaki,
resmî bir disiplin altında işbu ihtiyaç karşılanamadığında olumsuz maliyetin
topluma yansıdığı ve toplumun risk altında kaldığı da bir gerçektir.
Siyasetüstü olarak
değerlendirilmesi gereken kurumun ve görevlilerinin ekonomik ve sosyal şartlarının
iyileştirilmesi ve söz konusu açığın kapatılmasına yönelik, Sayın Bakan,
değerlendirmenizle birlikte, kuruma ve görevlilerine yönelik siyasal bakış
açınız nedir?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN- Teşekkür ediyoruz
Sayın Işık.
Sayın Kaptan, buyurun.
OSMAN KAPTAN (Antalya)-
Sayın Başkan, Sayın Bakana iki sorum var.
Birincisi; Millî Eğitim
Bakanlığında, yaygın eğitimde sayıları 70 000-80 000'i bulan ve onbeş yıldır
vekâleten hizmet gören biçki-dikiş, trikotaj, nakış öğretmenleri gibi vekâlet
eden öğretmenler vardır. Onbeş yıldır vekâlet eden bu öğretmenlere asaleten
kadro verilecek midir?
İki; asaleten kadro
verildiği zaman, bu geçmiş süreleri de, şimdi imam-hatiplerde olduğu gibi
hizmetten sayılacak mıdır? Eğer sayılmayacaksa, adı adaletle başlayan
Partinizin adaletsiz olan bu anlayışını nasıl izah edersiniz?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN- Teşekkür ediyorum
Sayın Kaptan.
Sayın Gazalcı, buyurun.
MUSTAFA GAZALCI
(Denizli)- Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Ben de Sayın Bakana şu
soruları yöneltmek istiyorum:
1- Türkiye'de 1 440
kütüphane var. Bu kütüphanelerden, kadro olup da eleman olmadığı için -yazılı
soruya verilen bir yanıt bu- 99'u, personeli olmadığı için de, kadrosu olmadığı
için de 386'sı olmak üzere, 485 kütüphane kapalı durumdadır eleman olmadığı
için.
Kadrosu olduğu halde
eleman verilmiyor ve kadro verilemiyor, bu kütüphanelere kadro ne zaman
verilecektir?
2 - Ücretli ve vekil
öğretmenler 250 000 000-300 000 000'a çalıştırılmaktadır, bir sosyal
güvenceleri yoktur. İkili öğretim yapan okullar vardır, çok acil olarak
öğretmene gereksinim olduğu halde, binlerce, onbinlerce genç, öğretmenlik
diplomasını aldığı ve her yıl devlete kadro var mı diye baktığı halde kadro
verilmemektedir. Birden, 9 200 kadroyu şimdi vekil imamlara veriyoruz, bu
öğretmenler ne zaman kadroya geçecektir?
3 - Devletin her yıl
verdiği kadronun neredeyse beşte 1'ini şimdi bu yasayla biz veriyoruz. Siz, üç
kuruş maaş artımı için, bir kadro için "bütçe delinecek, ölçüler
bozulacak" diyorsunuz. Şimdi, bu kadrolar bütçeyi bozmuyor mu, dengeyi bozmuyor
mu?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür
ediyoruz Sayın Gazalcı.
Sayın Küçük, buyurun.
AHMET KÜÇÜK (Çanakkale) -
Sayın Başkan, aracılığınızla, Sayın Bakana, ben de, değişik alandaki bu tür
sıkıntıları aktarmak istiyorum, soru sormak istiyorum.
Arkadaşlarım Millî Eğitim
Bakanlığındaki sıkıntıları dile getirdiler; ama, bunun yanında, bir de, Millî
Eğitim Bakanlığında en çok sıkıntı çekilen konu, hizmetli sorunudur. Okullarda,
özellikle hizmetli sıkıntısını, çok zor şartlarda çocuklarını okutmak zorunda
kalan veliler halletmek durumunda kalmaktadır. Dolayısıyla, çok ciddî bir
hizmetli sıkıntısı ve kadro sıkıntısı vardır. Dolayısıyla, bu konuyla ilgili
bir kadro çalışması var mı? Bunu merak ediyorum?
Bir önemli sorun da,
hepimizin bildiği gibi, birçok köyümüzde sağlık ocakları var ve bu
sağlıkocaklarının birçoğunda... Hepimiz gittiği zaman, ilk karşılaştığımız
sorulardan bir tanesi, doktorumuz ve ebemiz yok sıkıntısıdır. Sağlıkocaklarında
bu sorunu gidermeye yönelik doktor alımıyla ilgili kadro çalışması yapılmakta
mıdır? Ebesi olmayan köylere ebe temin etmekle ilgili bir çalışma var mıdır,
ilave bir çalışma? Bunları merak ediyorum.
Gene, birleşmeden önce
sigorta hastanelerinde çok ciddî bir personel sıkıntısı vardı, özellikle doktor
ve hemşire olarak; bunları gidermeye yönelik Sağlık Bakanlığı bünyesinde bir
çalışma var mıdır?
Biz, tabiî ki, Meclis
olarak ve hükümet de hükümet olarak bütün kurumların sorunlarını çözmede, Türk
Halkının sorunlarını çözen bu kurumlara karşı eşit mesafede olmalıyız. Hükümet,
bu konuda, kendini adaletli davrandığı konusunda rahat ve huzurlu hissediyor
mu?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür
ediyoruz Sayın Küçük.
Sayın Torun, buyurun.
CAVİT TORUN (Diyarbakır)
- Sayın Başkanım, aracılığınızla Sayın Bakana şu sorularımı yöneltmek
istiyorum:
1- Geçici imam-hatiplik
kadrosunda bulunan ve bugün çıkaracağımız
-870 sıra sayılı- kanunla asalete geçireceğimiz 9 259 imam-hatip hangi
tarihlerde geçici olarak göreve getirilmişlerdir?
2- Yıllardan beri
ellerine geçen maaşın miktarı nedir?
3- Bu 9 259 geçici
kadroda istihdam edilen imam-hatibin tahsil durumu nedir?
4- Diyanet İşleri
Başkanlığının elinde boş durumda bulunan imam-hatip kadrosu ne kadardır, kaçtır
ve kaç yıldan beri bu kadrolara köklü anlamda bir atama yapılmamıştır?
Bu sorularıma cevap
vermenizi arzu ediyorum; teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Torun.
Sayın Akdemir, buyurun.
DURSUN AKDEMİR (Iğdır) -
Sayın Başkanım, bu yasa maddesi yürürlüğe girdiğinde, yasadan, halen vekâleten
atanan değerli imam-hatipler faydalanacağına göre;
1- 3 Kasım 2003
milletvekili seçimlerinden önce kaç imam-hatip vekâleten atanmıştır?
2- 3 Kasım 2003'ten sonra
kaç kişi vekâleten atanmıştır?
3- Yasa teklifi Plan ve
Bütçe Komisyonuna verildikten sonra, şu ana kadar kaç imam-hatip vekâleten
atanmıştır?
4- Yeterli sayıda,
vekâleten görev yapan imam-hatip, sınavı başaramazsa, bu kişiler, vekâlet
etmelerine devam edecekler midir?
5 - Yoksa, yeniden atama
mı yapılacaktır?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Akdemir.
Sayın Bakan, buyurun.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) - Sayın Başkan, soru soran arkadaşlarımıza
teşekkür ediyorum.
Sayın Ahmet Işık "23
500 cami imam-hatipsizdir; sizin, buralara yönelik olarak düşünceleriniz nedir,
ne yapılması lazımdır" diyor. Kişisel olarak, Türkiye'de, imam-hatibin
bulunmadığı camiin olmasını doğru bulmuyorum. Eğer, Diyanet İşleri Başkanlığına
bağlı kadrolarda görevli imam-hatipler tüm camilerde görev almazlarsa, buraları
doldurmazlarsa, buralar başka şekilde dolar, başka şekilde buralarda görevler
yapılmaya kalkılır; bu da, farklı sorunlar ortaya çıkarır. Onun için,
yeterince...
ÜNAL KACIR (İstanbul) -
Duyamıyoruz Sayın Başkan.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) - Ben de duyamıyorum arkadaşların
gürültüsünden.
BAŞKAN - Değerli
arkadaşlar, böylesine, kendi aramızda sohbet olur, uğultu olursa, ne ben
duyabilirim ne siz duyabilirsiniz ne de Bakanın konuştuğu ilgili yere ulaşır.
Rica ediyorum... Sayın Bakan sorulara cevap veriyor ve açıklamada bulunuyor.
Buyurun efendim.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) - Dolayısıyla, 23 500 cami
imam-hatipsizdir. Buraların Diyanete mensup imam-hatipler tarafından
doldurulması, atamalarının yapılması gereklidir diye düşünüyorum.
Sayın Kaptan
"biçki-dikiş, trikotaj öğretmenlikleri vekâleten yürütülmektedir. Asaleten
bunlara kadro verilecek mi? Verilmeyecekse, bu bir adaletsizlik olur mu"
diyor.
Diğer bazı arkadaşlarımız
da, benzer, değişik kurumlardaki çalışanlarla ilgili benzer şeyler söylediler.
Bunların her biri ayrı bir incelemeyi gerektiriyor. Doğrusu, şu anda, bunlarla
ilgili teknik detaylara vâkıf değilim; ama, biçki-dikiş, nakış öğreticileri
"öğretmen vekili" olarak çalışmıyorlar, bunlar "ücretli usta
yöneticisi" olarak çalışıyorlar. Arada, belli bir statü farkı var; ama, bu
statü farklarına rağmen, bu tür özellik arz eden tüm kurumlarda çalışanların
toptan değerlendirilmesinde fayda olabileceğini düşündüğümü belirtmek isterim.
Sayın Gazalcı "1 440
kütüphane var. Bu kütüphanelerde, kiminde kadro olmadığı için, kiminde kadro
bulunduğu halde personel olmadığı için eksiklikler var; bu kadrolar verilecek
mi" dediler. Yine aynı şekilde "öğretmenlik bekleyenler var;
bunların, bu öğretmenlik bekleyenlerin atamaları ne zaman yapılacak" diye
sordular.
Kütüphanelerdeki
hizmetler, eğer kadrosuzluk veya personel yetersizliği nedeniyle aksıyorsa,
gerçekten personel yetersizliği varsa, bu, birinci öncelikli bir sorun
demektir; bunun çözülmesi lazım. Bana gelirse...
MUSTAFA GAZALCI (Denizli)
- Yazılı soruya verilen yanıt...
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) - Dolayısıyla, konunun hemen
değerlendirilmesi lazım; çünkü, kütüphaneler, bilgiye ulaşmak için önemli
alanlardan biridir. Çağdaş bir dünyada da kütüphanelerin, personel yetersizliğinden
sunacağı hizmetlerin eksik kalması kabul edilebilir bir şey değildir, bana
göre. Bu konuyu tekrar ilgili bakanlıklara ileteceğim.
Öğretmenlik bekleyen
ilgili yüksekokul mezunu çok sayıda gencimiz var... Dediğiniz doğrudur; ancak,
bir yerden mezun olup beklemek ayrı şey; bana kalırsa, bu kanun teklifinde söz
konusu olan konu daha farklı bir durumdur. Biz, yüksek tahsilini bitirmiş,
öğrenim hayatını tamamlamış her gencimizin, vatandaşımızın mesleğiyle ilgili
olarak bir iş bulmasını ve çalışmasını arzu ederiz; ancak, işsizlik genel bir
sorundur. Bu sorunun sadece kamu tarafından istihdam edilmekle çözülmesi de
mümkün değildir. Nitekim, yıllık olarak atama kadrolarında en yüksek payı
öğretmenlere ayırıyoruz. Aşağı yukarı, yıllık 20 000 civarında öğretmen ataması
yapılmaktadır. Yani, mevcut açıktan atama kadrolarının yarısı, öğretmenlerimiz
için ayrılmaktadır. Buna rağmen, öğretmen açığımız giderilmiş değildir.
Öğretmen olabilecek gençlerimiz de tamamen istihdam edilebilmiş değildir. Bu,
bir sorundur; imkânlar elverdikçe bunun çözülmesi gerektiğine katılırım; ama,
eldeki imkânları da belli bir ölçüye göre dağıtma zorunluluğu ortaya çıkıyor,
takdir edersiniz.
"Bu yasa nedeniyle
bütçe dengeleri bozulmayacak mı?.." Bu yasa nedeniyle bütçe dengeleri
bozulmayacaktır; çünkü, zaten, bu 9 000 kişi şu anda çalışmaktadır.
MUSTAFA GAZALCI (Denizli)
- Emsalinin üçte 2'si...
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) - Evet, üçte 2 maaşla çalışmaktadır. Emekli
kesintileri devam etmektedir. Bunlara bağlı olarak ortaya çıkacak ilave maliyet
ise telafi edilebilir, karşılanabilir bir miktardır. Onun miktarını
arkadaşlarımız çıkardılar, tam maaş alırsa,
yıllık 12 trilyon toplam maliyeti var. 2005 yılı için düşünecek
olursanız, bu yasa çıktıktan sonra intibakları sağlanacağı için, 2005 yılına
isabet edecek maliyet daha düşük olacaktır. Bu rakamsa, 150 katrilyon liralık
bir bütçe içerisinde önemli bir maliyet ifade etmemektedir. Kullanılmayan
ödeneklerle bile bu bütçe dengesini koruyabilecek bir durumu ifade etmektedir.
Diğer taraftan, Sayın
Küçük, "okullarda hizmetli sıkıntısı var; bunların giderilmesi için
çalışılıyor mu" dediler. Gerçekten, özelleştirme nedeniyle açıkta kalan
işçilerin istihdamına yönelik bir düzenleme yapılmıştır. Bu düzenleme yapılmıştır.
Bu düzenleme çerçevesinde, özelleştirilen kurumlardaki işçilerin bir kısmı
Millî Eğitim Bakanlığına, okullardaki bu ihtiyacı karşılamak için
aktarılmaktadır; ama, bunun dışında diğer bazı önlemler de olabilir. Bunu Millî
Eğitim Bakanlığımıza iletmemiz, ona göre sorunun cevabını tamamlamak gerekir
diye düşünüyorum.
"Köy
sağlıkocaklarında doktor, ebe yok; bunlara yönelik kadro çalışmaları var
mı" deniliyor. Aslında, belki, büyük köyler için sorun olmayabilir; ama,
Türkiye'de vaktiyle çok küçük yerleşim yerlerinde, hatta şu anda kimsenin
yaşamadığı bazı bölgelerde birtakım sağlıkocakları kurulmuş. Buralara hem ebe
ve doktor göndermekte zorluk var hem de kimse kalmadığı için buralarda yapılan
istihdam anlamsız hale de gelmiştir. Vaktiyle belli bir politika olarak
benimsenmiş olan bu tür yerlerin aslında tekrar gözden geçirilmesi lazım;
çünkü, tayin yaptığınız takdirde de orada kimse çalışmıyor, bir vesile bir
aracı buluyor ve oradan başka yerlere geçmeye çalışıyor. Bana kalırsa, rantabl olmayan, düzgün hizmet
sunumuna imkân bulunmayan küçük yerleşim yerlerine, ebe, doktor tayini yerine,
mobil sağlık hizmetleriyle ulaşmak daha doğrudur, daha sağlıklıdır diye
düşünüyorum. Ama, Türkiye'de, bildiğiniz gibi, çok küçük, köy niteliğindeki yerleşim
yerleri dışında, belde denilebilecek, ilçe olarak bilinen yerlerde bile sağlık
personeli sorunu çekilmektedir; ama, mutlaka bunların giderilmesi lazımdır diye
düşünüyoruz. Bu nedenle, sözleşmeli sağlık personeliyle ilgili bir düzenleme
yapmıştır Hükümetimiz; çakılı kadro esası getirmiştir sağlıkta. Bu
mekanizmayla, sağlık personelinin, doktorun gitmediği yerlere sağlık personeli
gönderme imkânı doğmuştur. Pek çok yerde bu noktada önemli mesafeler alınmıştır;
ama, bunu da yeterli görmüyoruz. Sistemin sürekli kontrol edilerek
iyileştirilmesinin de faydalı olduğunu düşünmekteyim.
Sigorta hastanelerindeki
sıkıntılar varsa, elbette giderilmesi lazım.
Adil davranıldığına
inanıyor muyuz?.. Adaletli olan şeyin adil olduğuna inanmak lazım. Eğer bir
yerde adaletsizlik varsa -somut olarak herhangi bir yeri kastetmiyorum- burada
da illa adalet vardır dememek lazım; ama, insanlığın adalet arayışı süreklidir,
geçici değildir; hatta, millet olarak bizde adalet duygusu, adaleti arama
duygusu, refah artışı çabasından daha önde bir duygudur. Toplumun bu konuda
gerçekten adaletin sağlandığına inanması lazımdır. Bunu gerçekleştirmek de,
başta iktidar olmak üzere bütün sorumluların görevidir diye düşünürüm.
Sayın Torun "hangi
tarihlerde vekâleten atamalar yapılmıştır" dedi. 2001 yılında 1 250, 2002
yılında 2 650, 2003 yılında 2 500, 2004 yılında 3 500 olmak üzere toplam 9 900
rakamına ulaşılmıştır. Bunların bir kısmı ayrıldığı için şu andaki rakam 9 102
kişidir. Bu yasa teklifinden sonra da herhangi bir vekil ataması yapılmamıştır.
Sayın Dursun Akdemir'in
sorusu da, "3 Kasımdan önce veya sonra" diye sorulan sorusu da, öyle
zannediyorum ki, böylece cevaplandırılmış olmaktadır.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür
ediyoruz Sayın Bakan.
Sayın milletvekilleri,
teklifin tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Teklifin maddelerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum...
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Karar yetersayısı!
BAŞKAN - Oylama sırasında
karar yetersayısı arayacağım.
Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Teklifin tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmış olup, maddelerine
geçilmesi kabul edilmiştir; karar yetersayısı da dikkate alınmıştır; vardır
karar yetersayısı.
Sayın milletvekilleri,
20.15'te toplanmak üzere birleşime ara veriyorum.
Kapanma Saati: 19.11
BEŞİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 20.22
BAŞKAN: Başkanvekili İsmail ALPTEKİN
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Türkân MİÇOOĞULLARI
(İzmir)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 90 ıncı Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.
870 sıra sayılı kanun
teklifinin görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.
VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
4.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Ankara
Milletvekili Salih Kapusuz ile Hatay Milletvekili Sadullah Ergin'in, 633 Sayılı
Diyanet İşleri Başkanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/420) (S.
Sayısı: 870) (Devam)
BAŞKAN - Komisyon ve
Hükümet yerinde.
Teklifin maddelerine
geçilmesi kabul edilmişti.
Şimdi, 1 inci maddeyi
okutuyorum:
DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞININ KURULUŞ VE GÖREVLERİ HAKKINDA
KANUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TEKLİFİ
MADDE 1.- 22.6.1965
tarihli ve 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığının Kuruluş ve Görevleri
Hakkında Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.
"GEÇİCİ MADDE 11.-
İmam-hatip kadrolarına vekaleten atananlardan bu maddenin yürürlüğe girdiği
tarihte görevli olanlar, Devlet Personel Başkanlığınca açılan kamu personeli
seçme sınavlarının herhangi birinden, Diyanet İşleri Başkanlığınca belirlenecek
yeterli puanı almaları koşuluyla aynı göreve aday imam-hatip olarak atanmış
sayılırlar. Bu kişilerden asaleti tasdik edilenlerin vekil imam-hatiplikte
geçen hizmet süreleri, kazanılmış hak aylıklarında değerlendirilir."
BAŞKAN - Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Ankara Milletvekili Sayın Oya Araslı.
Sayın Araslı, buyurun.
(CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA OYA
ARASLI (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 870 sıra sayılı, 633
Sayılı Diyanet İşleri Başkanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisinin
görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum ve sizleri saygıyla
selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bu teklifi incelediğimiz zaman, özünde bir tek hususun
yatmakta olduğunu görüyoruz. Bu da, halen vekil sıfatıyla görev yapmakta olan
Diyanet İşleri Başkanlığı personelinin, imam-hatip kadrolarına vekâleten
atanmış bulunan personelin asaleten atanmış sayılmalarını temin etmektir.
Diyanet İşleri Başkanlığı
bünyesinde imam-hatip olarak asaleten veya vekâleten görev yapmakta olan kamu
personeline saygımız sonsuzdur, yaptıkları hizmetin özel bir önem ve değer
taşıdığını biliriz; ama, kamu hizmetleri eşdeğerdir. Konusu hangi alanla ilgili
olursa olsun, kamu personeli de, bir kamu görevi yerine getiriyor olmaları
bakımından eş konumdadır. Birini diğerinin önüne geçirmek, birini bir
başkasının arkasında tutmak hakkımız ve yetkimiz yoktur. Ne bir hemşire, kamu
hizmetini yerine getiriyor olmak konumu bakımından bir doktorun arkasındadır ne
bir doktor bir imamın, bir hatibin arkasındadır ne bir imam-hatip bir
öğretmenin arkasındadır. Kamu hizmetini görmekte olan bütün personelimize eşit
nazarla bakmak durumundayız; ama, bu yasa teklifine baktığımız zaman, burada bu
eşitlik durumunu bozan bir düzenlemeyle karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz.
Vekâleten görev yapmakta olan imam-hatiplere, asaleten bu göreve atanmak imkânı
sağlanırken, diğer bakanlıkların bünyelerinde, örneğin Millî Eğitim Bakanlığı
bünyesinde, vekâleten görev yapmakta olan personel için aynı türden bir
düzenleme getirilmemiştir. Bu, eşitlik ilkesini bozan bir durumdur. Devlet,
memurlarından, personelinden bir kısmına imkân sağlarken, bir kısmının sorununu
çözümlerken, diğer kısmının aynı türden sorunlarına karşı duyarsız kalamaz veya
aynı türden çözümleri onlardan esirgeyemez; esirgediği takdirde, bu, Anayasanın
eşitlik ilkesine aykırı olur.
Şimdi, biraz önce kimi
sözcülerimiz, çok eski tarihli Anayasalarımızdan söz ederek -1924 tarihli, 1921
tarihli anayasalarımızdan söz ederek- Türkiye Büyük Millet Meclisinin, ulus
adına egemenliği kullanmak durumunda olan, ulusun temsilcisi olan yegâne organ
olduğu hususunu dile getirdiler ve dediler ki: "Türkiye Büyük Millet
Meclisi böyle bir değerlendirme yapıyorsa, bu, onun yetkisi dahilinde olan bir
husustur."
Değerli arkadaşlarımız,
bir kere, şu gerçeği bilmek lazım. 1921 ve 1924 tarihli Anayasalarımızda,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin yeri ve konumu ile 1961 ve 1982
Anayasalarımızdaki yeri ve konumu birbirinden fevkalade farklıdır. 1921 ve 1924
Anayasalarımızda, bir meclis üstünlüğü anlayışı hâkimdir; ama, 1961 ve 1982
Anayasalarımızda, yasama organı Türkiye Büyük Millet Meclisi, egemenliği tek
başına kullanan organ değildir, bunu, Anayasanın yetkili diğer organlarıyla paylaşır.
Bir kere bu gerçeği tespit ederek bir kenara koyalım.
İkincisi, Türkiye Büyük
Millet Meclisi, yasama erkini ulus adına kullanırken layüsel değildir, birtakım
kurallara; yani, dilediği biçimde hiçbir sınır söz konusu olmadan, hiçbir kural
söz konusu olmadan bu yetkiyi kullanmak durumunda değildir. Yasama organı, bu
yetkiyi Anayasaya ve hukukun genel ilkelerine uygun bir biçimde kullanmak
durumundadır.
Onun için, biz, Türkiye
Büyük Millet Meclisiyiz, karar veririz ve belli bir kategori kamu görevlisini,
vekâleten görev yapan kamu görevlisini, diğerlerine gözümüzü kapatarak asaleten
tayin edilme konumuna getirebiliriz dersek, yanlış yapmış oluruz; çünkü, bu,
biraz önce söylediğim gibi, Anayasa ilkelerine aykırı olur.
Diğer taraftan bakalım.
Önümüze bir düzenleme getirilmiş "atanmış sayılırlar" diyor. Ne zaman
atanmış sayılırlar, bu tarihi belirlemek lazım.
Bakınız, burada, bir
sınavdan söz ediliyor: "Kamu personeli seçme sınavlarının herhangi
birinden Diyanet İşleri Başkanlığınca belirlenecek yeterli puanı almaları
koşuluyla." Ne zaman belirlenecek bu puan? Bu puanın belirlenmesinden sonra,
devlet personel sınavından alınmış notlar mı hesaba katılacak, yoksa, daha önce
yapılmış olan sınavlarda alınmış olan notlar bir puan belirlemesinden sonra mı
hesaba katılacak? Bir belirsizlik var. Halbuki, bir hukuk devletinde, yasaların
ne söylediği, kuralın ne olduğu açıkça anlaşılmalıdır ki, herkes ona uysun,
herkes o kuraldan yararlansın ve herkes o kuralı uygulayabilsin. Bu kadar
belirsizliklerle dolu bir düzenleme, uygulama bakımından, hak sahibine de bu
kuralı uygulayacak olanlara da çok büyük sorunlar yaratacaktır ve hukuk devleti
ilkesine aykırı bir düzenleme niteliğini, bu düzenlemeye verecektir.
Ne zaman göreve atanmış
sayılacaklar? Bu tarihin bilinmesinde çok büyük bir önem var; çünkü, birtakım
idarî işlemler için sürenin başlangıcını bu tarih oluşturacaktır. "Atanmış
sayılacak." Hangi tarihte atanmış sayılacak? Bu konuda da bir belirsizlik
var.
Bir başka açıdan, bu
ülkede yasama organımız, bu devlette yasama organımız, bu yıl için bir bütçe
kabul etti. Bu bütçenin içerisine bunu nasıl sığdıracaksınız? Vekâleten atanmış
olanların asaleten atanmış konumuna geçmeleri halinde devletin bütçesine
yükleyeceği malî yükü nasıl bu bütçenin içine sığdırabileceksiniz; bütçenin
bütünsellik anlayışına aykırı bir tablo ortaya çıkmayacak mı?
Ben, bunları merak
ediyorum ve bir hususu da sormak istiyorum, yanıtını arıyorum: Niçin özellikle
imam-hatipler için bu uygulama yapılıyor? Acaba, uygulanan yanlış millî eğitim
politikalarının, sürekli çocuklarımızı imam-hatip okullarına gitmeye
yönlendirmesi sonucunda, ihtiyaç fazlası bir imam-hatip kadrosu mu ortaya
çıktı, yoksa, gerçekten, ülkede böyle bir ihtiyaç mı var? Gerçekten bir ihtiyaç
varsa, niçin Diyanet İşleri Başkanlığına tahsis edilmiş olan kadrolara açıktan
atama imkânı sağlanmıyor da, o kadrolar elde tutulurken, ayrıca böyle bir ek
imkân kapısı açılıyor? Bunların yanıtını bilmek durumundayız, ona göre
kararımızı vereceğiz ve gerçekten, böyle bir düzenlemede bir kamu yararı amacı var
mı yok mu, bunu değerlendireceğiz; ama, bakıyorum yapılmış olan birtakım
konuşmalara, çalışmalarımızı bunların üzerinde yoğunlaştırmamız gerekirken,
Anayasa Mahkemesinin konumu, Anayasa Mahkemesi Sayın Başkanının sarf etmiş
olduğu birtakım sözler, burada, getiriliyor, onlarla ilgili değerlendirmeler
yapılıyor.
Değerli arkadaşlarım, o
mesele değil; o konuda, türban konusunda, bu memleketin hukuk düzeninde
söylenecek olan söylenmiştir. Sayın Anayasa Mahkemesi Başkanının da ifade etmek
istediği gerçek budur. Bizler, yasama organı olabiliriz; kendimizin istediği...
(AK Parti sıralarından gürültüler)
ABDULBAKİ TÜRKOĞLU
(Elazığ) - Söyleyecek Meclis, Meclis...
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Sayın Başkan, gene başladılar bağırmaya.
ABDULBAKİ TÜRKOĞLU
(Elazığ) - O değil, Meclis söyleyecek.
OYA ARASLI (Devamla) -
Sayın Başkan, sükûnete davet eder misiniz.
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, lütfen...
ABDULBAKİ TÜRKOĞLU
(Elazığ) - Söz, orada değil, burada söylenir.
OYA ARASLI (Devamla) -
Değerli arkadaşlarım...
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, hatibe müdahale etmeyin.
OYA ARASLI (Devamla) -
...söyleyeceğiniz bir şey varsa, söz alır, gelir, burada söylersiniz,
kesmezsiniz sözümü!
BAŞKAN - Sayın Araslı,
buyurun, konuşmanızı tamamlayın.
OYA ARASLI (Devamla) - Ve
bu ülkede şu gerçeği hepimizin içine sindirmesi lazım: Anayasa Mahkemesinin
yaptığı denetim, yetkisini Anayasadan alan bir denetimdir. Anayasa Mahkemesi,
Anayasanın kendisine vermediği bir yetkiyi kullanıyor durumda değildir ve bu
yetkiyi kullandığı için de, yasama organının üstünde, kendisine bir yer tahsis
ediyor konumunda değildir.
HALİL AYDOĞAN
(Afyonkarahisar) - Onu siz takdir edemezsiniz.
OYA ARASLI (Devamla) -
Herkes kendi işini yapıyor; yasama organı yasaları çıkarıyor, Anayasa Mahkemesi
de, Anayasaya uygunluk açısından bunun denetimini yapıyor. Onun için, böyle bir
kanunu görüşürken, şu anda görevde bulunan Anayasa Mahkemesi Başkanı hakkında,
şu çatının altında sarf edilmesini bir talihsizlik olarak tanımladığımız
sözlerin sarf edilmiş olmasını fevkalade üzücü buluyorum. Hele hele, geçmiş
dönemlerde görev yapan Anayasa Mahkemesi Başkanlarıyla ilgili olarak, burada,
gene aynı türden, üzüntüyle izlediğimiz, dinlediğimiz birtakım değerlendirmeler
yapılmasını da hayretle karşılıyorum, üzüntüyle karşılıyorum.
SONER AKSOY (Kütahya) -
Asıl onun söylediği, büyük talihsizlik.
OYA ARASLI (Devamla) -
Keşke, bunlar zabıtlara geçmemiş olsaydı diye diliyorum.
AHMET YENİ (Samsun) -
Keşke böyle bir konuşma yapmasaydı!
OYA ARASLI (Devamla) -
Değerli arkadaşlarım, yani, bir şeyleri bir vesilelerle gündeme taşımaya
çalışıyoruz. Kime hangi mesajı vereceğiz ve Türkiye için bu tür davranışlarla
hangi yarar kapısını açacağız, bilmiyorum; ama, bence asıl yapmamız gereken...
Bakınız, gecenin şu saatlerine kadar, tatil demeden, ne kadar yorgun olduğumuzu
gözardı ederek bu memleketin yararına bir şeyler yapmayı amaçlıyoruz; ama, bu
tür düşüncelerle bu memleketin yararına bir şeyler yapamayız. Biz işimizi
yapalım. Önümüze getirilen bir yasadan bu memlekete ne gibi yararlar doğacak,
bunu güzelce irdeleyelim, tartışalım, ortaya koyalım.
BAŞKAN - Sayın Araslı,
tamamlar mısınız konuşmanızı...
OYA ARASLI (Devamla) -
Yoksa, birileri Anayasadan doğan görevleri yerine getiriyorlar veya birtakım
hukukî gerçekleri ifade ediyorlar diye buradaki değerlendirmelerimizi buna
hasretmeyelim, bir yerlere yanlış veya doğru birtakım mesajlar vererek bu
vaktimizi harcamayalım.
Saygılar sunuyorum ve bu
yasanın karşısında olduğumuzu Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak, ifade
ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Araslı.
Şahsı adına söz isteği
var.
Samsun Milletvekili Sayın
Musa Uzunkaya... (AK Parti sıralarından alkışlar)
Sayın Uzunkaya, süreniz 5
dakika.
MUSA UZUNKAYA (Samsun) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ilgili madde üzerine şahsım adına söz
almış bulunuyorum; hepinizi bu vesileyle, saygıyla selamlıyorum.
Tabiî, bugün
tartıştığımız konu, Diyanet İşleri Başkanlığının kadrosu bulunmayan camilerde
istihdam etmekte olduğu, süreci de -çok açık olarak söylemek lazım- 2001
yılından itibaren, yani, dört yıldır devam edegelen bir uygulamayla başlayan,
yani, bizim iktidarımızla -hani bazen söyleniyor, işte, sanki, bizim bu işi
başlattığımız gibi bir yaklaşım da hissediliyor- bizimle başlamayan, bizden
önce bir zaruretten, haklı bir gerekçeden başlayan; ama, bugün de devam edegelen
vekil imamların asalete atanmasıyla ilgili bir değerlendirmedir. Yani,
neticede, bu, bir ihtiyacı karşılayacak. Bu vatanın çocukları, bu memleketin
okullarında -hatta, birçoğu yüksekokul okumuş- bir kısmı mastır yapmış;
ilahiyat fakültesi ve değişik alanlarda mastır yapmış arkadaşlar var bunların
içinde görev yapan. Hakikaten, aydın din adamına bu toplumun ihtiyacı var mı
yok mu?
HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU
(Antalya) - Var.
MUSA UZUNKAYA (Devamla) -
Ben, iktidar ve muhalefetiyle, bu Parlamento içi ve Parlamentonun dışıyla, buna
ne kadar muhtaç olduğumuzu kabul etmeyecek, itiraf etmeyecek hiçbir aklıselim
insanı düşünmek bile istemiyorum. Bu mümkün mü?! Yani, her alanda yetişmiş
insana ihtiyacımızın olduğu bir yerde, camilerimizde, şu veya bu nedenle,
haftada, ayda, yılda, ramazanda, bayramda veya cenazede, gittiğimizde
dinleyeceğimiz, liyakatli, ehliyetli hocalara ihtiyacımız varsa, bunu bir
şekilde tartışma konusu yapmamak lazım.
Tabiî, bu vesileyle,
konuşmaların odağına, mümkündür ki, bugün... Anayasa Mahkemesi bir şekilde
yorumlandı; değerli anayasa profesörü Hocam Oya Hanım da bir şekilde buna temas
etmek durumunda kaldı. Yani, burada, kimse kimseyi yaralamak berelemek için
değil; ama, demin de söyledim arkadaşlar, eğer dinî bir konuda tartışılması
gerekiyorsa, tartışabiliriz, benimserse herkes konuşabilir; ama, herkes
alanında konuşmalı. Yani, benim bir mühendisin mühendislik işinin altına mührümü,
kaşemi, imzamı vurmak ne kadar usul, teknik, bilim açısından sağlıksızsa, bir
başkasının da dinle alakalı... Demin bir arkadaşımızın bu konudaki
açıklaması... Anayasa Mahkemesiyle bir kıyaslama yapıldı. Haa, bir şeyi orada
ayırmak lazım; birisinin, Anayasa Mahkemesinin kararlılığının yaptırım gücü
var. Diyanetin veya din işlerinin... Yani, dinde herkes özgür; isteyen yaşar
isteyen yaşamaz, isteyen ibadet eder isteyen etmez, isteyen o camiin imamını
görür isteyen hiç görmez; dinin böyle bir zorlaması yok. Haa, vatandaş isterse
gider; ama, gidenlerin önüne liyakatli, ehliyetli... Mademki, bu sorumluluğu...
Laik devlet çevresinde, Türkiye'de çok istisnaî bir uygulama. Bakın, bunu ben
söylüyorum size. Avrupa'da, Avrupa Birliği ülkelerinde devlete bağlı böyle bir
din hizmeti yok; ama, mademki Diyanet anayasal bir kurumdur ve -az önce de
söyledik- Cumhuriyetle yaşıttır, devletin iradesi ve idaresi altında bir din
hizmeti yürütülüyorsa, kusura bakmayın, devlet o imamı da atayacak. Şu iktidar
atayacak, bu iktidar atayacak; iktidarda olan kimse, o atayacak. Siyaset buna
bir şekilde müdahil oluyor. Maalesef öyle. Yani, sistemi nasıl
değiştireceksiniz?.. Cumhuriyet Halk Partisinin bir önerisi olsun; mesela,
Sayın Anadol, bir grup başkanvekili, bir hukukçu arkadaşımız, bir öneri
hazırlasınlar, desinler ki, din görevlisinin siyasî yolla atanmasını engellemek
için... Yirmibeş yıl burada çalışmış ve siyaseten, Ocağın 4'ünde, 32 günlük
çocuğuyla tayini çıkarılmış bir müftüyüm; Ocağın 4'ünde, 32 günlük çocuğuyla
tayini çıkarılmış bir müftüyüm. Ocak, tayin mevsimi mi?! Bakın, bunların
olmadığını söylemiyorum bu kurumda; zaman zaman bunlar da olagelmişti, siyasî
müdahalelerle olmuştu; ama, ben diyorum ki, bu müdahalelerden arındırmak
istiyor muyuz bu müesseseyi; sistem önerin. Bu müessese, Anayasa yapısı
içerisinde var ise, devlet tarafından buralara görevliler atanacaksa, bunların
tensibi bu şekilde olacaksa, arkadaşlar, kusura bakmayın, bugün ben, yarın siz,
bir başka gün milletin bu talebini, tıpkı hemşirede, tıpkı doktorda, tıpkı
öğretmende, tıpkı devletin diğer personelinde olduğu gibi karşılayacaksınız.
Şimdi, Anayasayla ilgili olan bu konu bugün sürekli tartışılır oldu.
Değerli arkadaşlar,
bittabi tartışılacak; yani, din konusunda birileri bir şey söylüyor. Niye;
yani, bununla ilgili Diyanet İşleri Başkanlığı anayasal kurum ve bunun
içerisinde en büyük uzvu da Din İşleri Yüksek Kurulu. Seçimle gelen, liyakatli...
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
MUSA UZUNKAYA (Devamla) -
Sözlerimi bağlıyorum Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Toparlayın
efendim.
MUSA UZUNKAYA (Devamla) -
...çoğu, alanında ihtisas sahibi olan ve hukuk adamı; bunların çoğu da hukukçu.
Bu konuda daha önce yayımladıkları iki tane, üç tane karar var. 12 Eylül
sonrası, o dönemin Millî Eğitim Bakanı Hasan Sağlam ve dönemin Devlet Bakanı
rahmetlik Mehmet Beyden talep edilen, yani, imam-hatiplerde o gün sorun haline
gelen, sorun haline getirilmek istenen başörtüsüyle ilgili talep edilen bir
görüş var. İsteyenler, istedikleri anda Diyanet sitesine girsinler, bu
görüşleri alırlar. Bilahara, 1990'lı yılların başında, 1993'te, bu konuda yeni
bir görüş talep edildi, aynı görüş verildi. Bu bir görüştür. Haa, bu görüşün şu
yönü var; bağlayıcı değildir. Bu konuda kimsenin söylediği bir şey yok. Müessese
olarak bu. İsteyen uyar...
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Anayasa Mahkemesinin üstünde değil...
MUSA UZUNKAYA (Devamla) -
Böyle bir iddia yok; kimse kimsenin üstünde değil.
Sayın Anadol, kuvvetler
ayrılığı varsa -ki, siz hukukçusunuz- kimse kimsenin üstünde değil. Anayasa
herkese bir yer vermiş. Anayasa Mahkemesi, yasaları denetler, izler, sorgular.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Kararı var...
MUSA UZUNKAYA (Devamla) -
Bakın, Anayasa Mahkemesinin kararı... Anayasanın 153 üncü maddesi önünüzde. 153
üncü maddesi, çok iyi biliyorsunuz ki, Anayasa Mahkemesi içtihatları. Ben
hukukçu değilim; ama, hepimizin mantığı var, Allah hepimize bir beyin vermiş.
Diyor ki: Anayasa Mahkemesinin içtihadı, yani, kararları, yasa koyucu yerine
geçemez. İşte, hüküm orada açık, 153 üncü madde önünüzde. Yasa koyucu burada.
Egemenlik bilakaydüşarttan kasıt bu.
BAŞKAN - Sayın Uzunkaya,
lütfen tamamlayın.
MUSA UZUNKAYA (Devamla) -
Elbette, Anayasa Mahkemesi, bir kurum olarak vardır, görüşlerini beyan eder.
Anayasa Mahkemesinin bu görüşü, dün tartışıldı, bugün tartışılıyor, açık
söylüyorum, yarın da tartışılacak. Görüşünün böyle olması bu yasaların
tartışılmayacağı, görüşleri böyle olan insanların görüşlerinin layüsel olduğu,
mutlak doğru olduğu kanaati yoktur.
Ben, burada, şunu
söyleyeyim: Geçende, Sayın Genel Başkan, burada...
BAŞKAN - Sayın Uzunkaya,
lütfen...
MUSA UZUNKAYA (Devamla) -
Sözümü bitiriyorum Sayın Başkan.
Yani, dinde hiçbir şey
tartışılmaz diye bir şey yok. Zabıtlar elimde. Dinde de her şey tartışılmıştır
arkadaşlar. Dinde tartışılmaz, her şey dogmatik olarak kabul edilir; yok böyle
bir şey. Yani, dinde mezhepler niye doğdu o zaman; adama sorarlar. Haa, bu da
belki bilgisizlikten. Yani, dinde dogmatik olarak her şey olduğu gibi kabul
edilir yok. Elbette, her şey tartışılabilir, bu da tartışılabilir; ama, bu
görüşün Meclisin yerine kendisini ikame etmesini hukukçular sağlıklı
bulmamıştır, vaka budur.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Uzunkaya.
Şahsı adına ikinci söz
isteği, Manisa Milletvekili Sayın İsmail Bilen?.. Yok.
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli)
- Ben konuşmak istiyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - Üçüncü söz
isteği, Adıyaman Milletvekili Sayın Mahmut Göksu'nun.
Buyurun. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) -
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 633 Sayılı Diyanet İşleri
Başkanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Teklifinin 1 inci maddesi üzerinde söz almış bulunmaktayım; hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, 1
inci maddeyle, 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığının Kuruluş ve Görevleri
Hakkındaki Yasaya bir ek madde ekleniyor. Bu maddenin ne olduğunu hepimiz
biliyoruz. Nedir bu; imam-hatiplik kadrolarına vekâleten atananlardan, bu
kanunun yayımı tarihinde görevli olanlar, Devlet Personel Başkanlığınca açılan
kamu personeli sınavlarından herhangi birinden, Diyanet İşleri Başkanlığınca
belirlenen yeterli puanı almaları koşuluyla aday imam-hatip olarak
atanacaklarını belirtiyor.
Değerli arkadaşlar,
kanunun gerekçesinde de izah edilmiş. 13 547 tane kadrolu boş camimiz var, 9
590 tane de kadrosuz cami var; yani, ortalama 23 500 tane boş camide, camide
görev yapan din görevlisi olmadığından dolayı, Diyanet İşleri Başkanlığının
kontrolü dışında, birtakım ehliyetsiz insanlar tarafından din hizmetleri belki
veriliyordur; ama, biz, bunların devlet eliyle verilmesi için, daha kontrollü,
daha sağlıklı bir din aydınlanmasının camilerimizden yapılabilmesi için, bu
işin, Diyanet İşleri Başkanlığı kontrolünde olmasından yanayız; yasalar da,
Anayasa da bunu amirdir.
Dolayısıyla, yıllardan
beri boş olan bu camilerimize atanan vekil imamlarımız var. Bu arkadaşlarımız
KPS sınavlarına girmişler, Diyanet İşleri Başkanlığının açmış olduğu
imam-hatiplik yeterlik sınavını da kazanmışlar.
RASİM ÇAKIR (Edirne) -
Onları söylediniz, başka şeyler söyleyin. Onları söylediniz...
MAHMUT GÖKSU (Devamla) -
Madde üzerinde konuşuyorum ben ama.
RASİM ÇAKIR (Edirne) -
Ama, daha önce söylediniz.
MAHMUT GÖKSU (Devamla) -
Ama, bak, madde bu yani. Başka şeyi konuştuğun zaman "maddeye gelin"
diyorsunuz.
BAŞKAN - Sayın Göksu,
siz, Genel Kurula hitap edin.
MAHMUT GÖKSU (Devamla) -
Bak, ben, madde üzerinde konuşuyorum.
RASİM ÇAKIR (Edirne) -
Onları anlattın.
BAŞKAN - Sayın Göksu,
karşılıklı konuşma diye bir usulümüz yok. Siz, Genel Kurula hitap edin.
MAHMUT GÖKSU (Devamla) -
Yani, arkadaşım "başka şey anlat" diyor da. Başka şeyi de anlatırız;
ama, tabiî...
BAŞKAN - Arkadaşımızın
böyle bir soru sorma usulü yok, sizin de cevap verme.
Buyurun.
MAHFUZ GÜLER (Bingöl) -
Sen bize anlat, bize.
MAHMUT GÖKSU (Devamla) -
Öyle mi? Peki, teşekkür ederim.
Dolayısıyla arkadaşlar,
tabiî, madde üzerinde konuşmak en doğru ve en doğal olandır.
Şimdi, burada, boş olan bu camilerimize, vekil olarak,
Diyanet İşleri Başkanlığı imam atamış. Bunlar, üçte 2 maaş alıyorlar. Ayrıca,
bunların ne özlük hakları ne de sosyal güvenlikleri aslî çalışan memurlar gibi
değil. Ayrıca, bu arkadaşlar askere gidip gitmeme konusunda da tereddüt... Daha
doğrusu gidecekler de, acaba atamamız olur mu olmaz mı diye hep askerliği
erteliyorlardı belki; çünkü, askere gidip geldikten sora tekrar vekaleten görev
alma şansı da olmuyordu. Şimdi bununla, bu vekâlet görevi yapan arkadaşlarımız
aday memur olacak, adaylığı kalktıktan sonra da, yine askere gittiği zaman vatanî
görevini ifa edip tekrar görevine dönme şansı söz konusu olacaktır.
Dolayısıyla, hem özlük haklarında hem sosyal güvenlik meselesinde hem de
askerlik konusunda bir rahatlama söz konusu olduğundan dolayı bu imam-hatip
arkadaşlarımız, vekiller, çok daha rahat, huzurlu ortamda görev yapma imkânı
bulacaklardır. Dolayısıyla, bugün, burada geçireceğimiz madde, bu vekil
imamlarımızın aday imam olarak atanmasıyla ilgili. Tabiî, aslında gönül ister
ki, sadece 9 000 küsur vekil imamın asaleten atanması değil, boş olan 23 500'e
yakın camimizde de Diyanet İşleri Başkanlığının tayin ettiği imamların görev
yapmasıdır. Niçin; çünkü, değerli arkadaşlar, din görevlisinin aslî görevinin
vatandaşı dinî konularda aydınlatmak olduğunu deminki konuşmamda ifade
etmiştim. Aslında, bizim, vatandaşlarımıza, fertlere, doğru, sağlıklı ve
yeterli dinî bilgi ve dinî duygu vermemiz bir millî güvenlik sorunudur. Zaman
zaman değişik örgütlerden eylemleri gazetelerde okuyoruz, duyuyoruz. Bunlardan
bir kısmının da din adına birtakım yanlışlıklar yapan örgütler olduğunu hep
beraber biliyoruz. Bazen, Millî Güvenlik Konseyinde de bu örgütlerin durumları
görüşülmüyor mu; görüşülüyor. Demek ki, insanlarımıza, biz, doğru bilgiyi,
sağlıklı bilgiyi verdiğimiz zaman, din adına bu şekilde yanlış yapılanmaları da
ortadan kaldıracağız.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Göksu, son
cümlelerinizi alayım.
MAHMUT GÖKSU (Devamla) -
Eski tarihî metinlerde "dinü devlet, mülkü millet" sözünü çok
duyarız. Bir milleti ayakta tutan 4 büyük unsur, din, devlet, vatan ve
millettir. İşte, insanımıza bu duyguyu verdiğimiz zaman, millî güvenlik sorunu
da yaşamayız diye düşünüyorum. Bunu da en başta yapacak olanlar, yine demin
söylediğim gibi, öğretmenlerimiz ve din görevlilerimizdir.
Bu yasa, tüm teşkilata,
Diyanet İşleri Başkanlığına ve ülkemize hayırlı olsun diyor, saygılar
sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyoruz Sayın Göksu.
Soru-cevap kısmına
geçiyoruz.
Buyurun Sayın Özdoğan.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum)
- Sayın Başkanım, aracılığınızla Sayın Bakanımıza şu soruları yöneltmek
istiyorum:
Avrupa Birliğine girmek
için gayret sarf ettiğimiz, yasalarımızı değiştirdiğimiz, hayat
standartlarımızı değiştirdiğimiz bu dönemde iktidarın hiç el atmadığı, tamamen
ihmal ettiği alan, Diyanet, din adamları ve samimî dindar kitlelerdir.
Avrupa Birliğinde en
önemli etkileşim alanı, kültür alanı olacaktır. Kültürel etkileşimde en önemli
alan ise din alanıdır. İktidar din alanını öyle ihmal etmiştir ki, bugün
ülkemizde Hıristiyan misyonerleri cirit atmaktadır. Misyonerlerin bu
faaliyetleri sonucu binlerce gencimiz Hıristiyan dinini tercih etmişlerdir.
Bu kısa açıklama sonucu
Sayın Bakana şu soruları sormak istiyorum:
1- İkibuçuk yıllık
iktidarınız döneminde büyük boşluk bulunan imam kadrolarını neden
doldurmadınız? Dinsel alandaki boşluk, gençlerimizin, misyonerlerin
faaliyetleri sonucu Hıristiyanlığı seçmesine neden olmadı mı?
2- Toplumumuzu dinî
konularda aydınlatmak üzere vaiz ve bilhassa vaizeler çok yetersizdir. Vaiz ve
vaizeleri yeterli seviyeye çıkarmayı düşünüyor musunuz?
3- Diyanetin yabancı
ülkelerde, bilhassa Avrupa ülkelerinde vatandaşlarımıza dinî hizmet vermek ve
İslam dinini en etkin şekilde anlatmak üzere faaliyetlerini geliştirmeyi
düşünüyor musunuz?
4- Bayanlara dinî
konularda hizmet vermek maksadıyla, bayan müftü veya müftü yardımcısı atamayı
düşünüyor musunuz?
5- Ülkemizin önemli
problemlerinden olan Hıristiyan misyonerlerinin faaliyetlerini durdurmak ve
etkilerini yok etmek için hangi tedbirleri almayı düşünüyorsunuz?
6- İktidarlar ağlama
duvarı değildir. Diyanet mensuplarına ve ilahiyatçılara neden üvey evlat
muamelesi yapılmasını veya emsalleri diğer devlet memurlarından daha düşük maaş
almalarını önlemiyorsunuz? İşte iktidarsınız, sizi engelleyen nedir?
Teşekkür ediyor, saygılar
sunuyorum.
BAŞKAN - Teşekkür
ediyoruz Sayın Özdoğan.
Sayın Akdemir, buyurun.
DURSUN AKDEMİR (Iğdır) -
Sayın Başkan, aracılığınızla, Sayın Bakanımdan sorularım şunlardır:
1- Teklifin metninde,
herhangi bir sınavdan söz ediliyor. Yapılmış ya da yapılacak olan bu sınavlar
kaç tanedir?
2- "Devlet Personel
Başkanlığınca açılan Kamu Personeli Seçme Sınavlarından herhangi birinden
yeterli puan almaları koşuluyla" deniliyor; yani, yasa çıkmadan önce
yapılan sınavlar mı kastediliyor "almaları" denildiğine göre? Halbuki,
burada "almış olmaları" gerekirdi, doğrusu oydu.
3- Eğer öyleyse
"Diyanet İşleri Başkanlığınca belirlenecek yeterli puanı almaları
koşuluyla" denilmektedir. Buna göre, yasa çıkmadan önce yapılan sınav
geçerli sayılmamaktadır. O halde, bundan sonra yapılması gereken bir sınav mı
kastediliyor?
4- Bu şekilde bir atama
konusunda, IMF'nin herhangi bir telkin ve tavsiyesini almış mısınız hükümet
olarak?
Teşekkür ediyorum Sayın
Başkanım.
BAŞKAN - Teşekkür
ediyoruz Sayın Akdemir.
Soru sorma süresini
aştık. Şimdi, cevap süresi var. Diğer arkadaşlarımıza bu soru sorma imkânını...
AHMET IŞIK (Konya) - 5
dakika dolmadı Sayın Başkan.
BAŞKAN - Efendim, geri
sayıyor...
MAHFUZ GÜLER (Bingöl) -
Ahmet Beyin hakkı var...
BAŞKAN - Geçti...
Buyurun Sayın Bakan.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Sayın Özdoğan'ın sorularını şu şekilde cevaplandırabiliriz:
Avrupa Birliği için
gayret sarf ettiğimiz bu dönemde, iktidarın, din alanıyla ilgili, misyonerlik
faaliyetleriyle ilgili olarak neler yaptığını sorgulamaya yönelik 6 soru
yönelttiler. Bunlardan birincisinde "ikibuçuk yıllık iktidar döneminizde,
imam kadrolarını neden doldurmadınız" diyorlar. Aslında, bakarsanız, bu
yasayla birlikte de, imam kadroları tamamen dolmuş olmamaktadır. Aslında, bu
vekil imamlar, belli kadrolarda vekâleten imamlık yapmaktadırlar. Yani,
Diyanetin mevcut kadrolarında vekâleten imamlık yapan, imam-hatiplik yapan
kişiler, bulundukları kadrolara aday imam-hatip olarak atanmış olacaklardır;
ama, bununla birlikte, yine, çok sayıda, 14 400 civarında boş cami vardır.
Buraların da, imam-hatiplerle, atamalarla tamamlanması gerekmektedir; fakat,
ikibuçuk yıllık iktidar döneminde, yine, boşalan bazı camiler, atamalar
yoluyla, özellikle vekil atamaları yoluyla imamsız bırakılmamaya çalışılmıştır.
İkincisi "vaiz,
vaizeleri yeterli seviyeye çıkarmayı düşünüyor musunuz" diyorsunuz. Bu
konuda, sürekli olarak, zaten hizmetiçi eğitim kursları Diyanet İşleri
Başkanlığı tarafından verilmektedir. Bu kurslar, altışar aylık dönemler itibariyle
verilmektedir. Vaizlerin ve vaizelerin toplumu aydınlatma görevlerini en iyi
şekilde, etkili bir şekilde yerine getirebilmeleri için, yeteneklerinin ve
bilgi birikimlerinin artırılması için, zaten, Diyanet İşleri Başkanlığı sürekli
olarak faaliyet göstermektedir.
3 üncü soru "Yabancı
ülkelerde Diyanetin faaliyetlerini geliştirmeyi düşünüyor musunuz"
deniliyor. Şu anda, Diyanet İşleri Başkanlığının yabancı ülkelerde 1 300
görevlisi vardır. Bu görevliler vasıtasıyla, yurt dışındaki özellikle vatandaşlarımıza
yönelik olarak, dinî ödevlerini yerine getirmeleri ve dinî açıdan
bilgilenmeleri sağlanmaya çalışılmaktadır.
"Bayan müftü atamayı
düşünüyor musunuz?.." Evet, bu konuda çalışmalar devam ediyor ve sınav
açılmıştır. Bu arada, şunu söyleyeyim: 100 bayan, vaize alınmıştır. Dolayısıyla
bayanlara yönelik de, aynı şekilde, Diyanet İşleri Başkanlığı, görevini yerine
getirmektedir.
"Misyoner
faaliyetlerine karşı ne yapıyorsunuz" deniliyor. Aslına bakarsanız,
Diyanet İşleri Başkanlığının yapmış olduğu bütün faaliyetler, misyoner
faaliyetlerine karşı, aynı zamanda, vatandaşlarımızın bilincini, duyarlılığını
artırmaya yönelik faaliyetler olarak kabul edilebilir.
"Diyanet İşleri personelinin
ücret durumunu, özlük haklarını neden iyileştirmiyorsunuz" diyor Sayın
İbrahim Özdoğan. Şu anda, bildiğiniz gibi, bir kamu personel rejimi var. Bu
kamu personel rejimine göre, hangi unvanların, derece ve kademelerde
bulunanların, hangi özlük haklarına sahip olduğu yasal olarak bellidir. Bu
konuda değişik kamu kuruluşlarında çalışan, değişik kimseler tarafından yoğun
şikâyetler gelmektedir. Aynı işi yapanlar farklı maaş alabilmektedirler; aynı
işyerinde, aynı odada çalışanların farklı maaş almaları söz konusu olduğu gibi,
aynı unvanda çalışan, fakat, farklı bakanlıklarda istihdam edilen kişiler
arasında da, kamu personeli arasında da önemli farklılıklar vardır. Ancak, bu
durum, iktidarımız döneminde ortaya çıkan bir durum değildir. Öteden beri, kamu
personel rejimi tartışılmaktadır, şikâyetler de yıllardan beri devam
etmektedir. Şu ana kadar hiçbir iktidar bu konuda bir düzenleme yapma
cesaretini gösterememiştir veya doğabilecek tepkiler sebebiyle, ayarlamadaki
güçlükler sebebiyle konuya girmemiştir. Ancak, Hükümetimiz tarafından kamu
personel rejimi üzerinde çalışmalar devam etmektedir ve bu çalışmalar
çerçevesinde, Anayasadaki eşitlik ve adalet ilkelerine de uygun bir düzenleme
yapılması düşünülmektedir.
Sayın Akdemir'in dört
sorusunu, özet itibariyle
değerlendirmek istiyorum.
Herhangi bir sınavdan
maksat, burada, KPSS sınavıdır. İlahiyat fakültesi, meslek yüksekokulu,
imam-hatip mezunlarının alacakları ayrı ayrı
puanlar kastedilmektedir. Dolayısıyla, burada müphem, belirsiz herhangi
bir nokta yoktur.
Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan.
BAŞKAN - Teşekkür
ediyoruz Sayın Bakan.
Madde üzerindeki
konuşmalar tamamlandı.
Soru-cevap kısmını da
tamamlamış bulunuyoruz.
Madde üzerinde 2 önerge
vardır.
DURSUN AKDEMİR (Iğdır) -
IMF'yle ilgili sorum vardı.
BAŞKAN - Önergeleri, önce
geliş sırasına göre okutacağım, sonra aykırılıklarına göre de işleme alacağım.
İlk önergeyi okutuyorum :
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 870
sıra sayılı kanunun 1 inci maddesiyle eklenen geçici 11 inci maddesinde yer
alan "bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihte görevli olanlar"
ifadesinden sonra yer almak üzere "veya askerlik hizmeti nedeniyle söz konusu
görevden ayrılmış olanlar" ibaresinin
eklenmesini arz ve teklif ederiz.
|
İrfan
Gündüz |
Musa
Uzunkaya |
Orhan
Yıldız |
|
İstanbul |
Samsun |
Artvin |
|
Hüseyin
Tanrıverdi |
Abdulbaki
Türkoğlu |
Bayram
Özçelik |
|
Manisa |
Elazığ |
Burdur |
|
Cahit
Can |
M.Sait
Yazıcıoğlu |
Recep
Yıldırım |
|
Sinop |
Ankara |
Sakarya |
BAŞKAN - İkinci önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan 870
sıra sayılı kanun teklifinin 1 inci maddesinin Anayasaya aykırı olması
nedeniyle reddini istiyorum.
Ümmet Kandoğan
Denizli
BAŞKAN - Sayın
Komisyon?..
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU
SÖZCÜSÜ SABAHATTİN YILDIZ (Muş) - Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Hükümet?..
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) - Katılmıyoruz.
BAŞKAN - Gerekçesini
mi?..
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli)
- Söz istiyorum.
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Kandoğan.
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Getirilen kanun
teklifinin Anayasaya aykırı olduğu iddiasıyla bir önerge vermiş bulunuyorum.
Öncelikle bu konuya girmeden önce, bugüne kadar bu vekil imam-hatip
kadrolarında görev yapan ve çok zor şartlar altında bu büyük hizmeti büyük bir
başarıyla yerine getiren bütün vekil imam ve hatipleri buradan şükranla yâd
etmek istiyorum.
Bunlar, diğer devlet
memurlarının, Diyanet İşleri Teşkilatındaki görevlilerin maaşları ve özlük
haklarının az olmasına rağmen ve üçte 2 maaş almalarına rağmen, bugüne kadar bu
görevi son derece başarıyla yerine getirmişler, en son ve en mükemmel din olan
İslamı kitlelere anlatma noktasında büyük gayret sarf etmişlerdir. Din alanı,
boşluk kabul etmeyen bir alandır. O bakımdan, bunların, bugüne kadar bu görevde
tutulmaları, bu göreve getirilmeleri de son derece yerindedir; o nedenle, bu
vekâleten yapılan atamalarda emeği geçen herkese de teşekkür etmek istiyorum.
Yalnız, üzülerek şunu da ifade etmek istiyorum; benim bu sözlerim, 9 259 vekil
imam-hatibe değildir, onların, kısa bir süre sonra, en geç onbeş gün sonra
büyük bir hayal kırıklığı yaşamalarına şimdiden kendilerini hazırlamaları
içindir. Bunu niye söylüyorum, bunu şu nedenle söylüyorum: Anayasanın 10 uncu
maddesi, kanun önünde herkesin eşit olduğu ifadesini amirdir. Hiçbir kişiye
imtiyaz tanınamayacağı hükmü, Anayasanın 10 uncu maddesinde yer almıştır ve
yine, Anayasanın 70 inci maddesinde de "her Türk, kamu hizmetlerine girme
hakkına sahiptir" denilmektedir. "Her Türk, kamu hizmetlerine girme
hakkına sahiptir."
Bunları niçin okudum;
bunları, şunun için okudum: Vekil imam- hatiplerimiz, bunların bir kısmı, 2002
yılında yapılmış ve geçerliliği kalmamış olan kamu personeli seçme sınavında
belli bir puanı alıp, şu anda vekil imam-hatiplik yapanlar; bir kısmı, daha
sonraki yıl giren vekil imam-hatipler.
Ancak, Türkiye
Cumhuriyetinde Bakanlar Kurulunun almış olduğu bir kararda, devlet memurluğuna
atanma hususunun hangi kriterlerden, hangi safhalardan geçeceği, çok açık ve
net bir şekilde yerleştirilmiş. Devlet Personel Dairesi Başkanlığının görüşü
alınarak, kamu personeli seçme sınavında yeterli puanı alanlar arasından,
ÖSYM'ce, belirli kıstaslara, puanlara, tercih sistemine ve kılavuzlara göre
yerleştirilmelerinin yapılması lazım.
Şimdi, bunların
hiçbirisi, bu usule tabi olarak bu göreve getirilmemiştir. Şu anda, onbinlerce
imam-hatip lisesi mezunu, ilahiyat fakültesi mezunu, bu kadroların açılacağı
günü sabırsızlıkla bekleyen onbinlerce mezun, bu imtihanı bekleyen
vatandaşlarımız var.
Şimdi, o vatandaşlarımız,
o okullardan mezun olanlar, eğer, vekâleten atanan bu kişilerin belli bir süre
sonra asaleten atanacaklarını bilmiş olsalardı, bugün bu görevi yapanlardan çok
daha fazla puan aldıkları halde, sadece vekâleten olması dolayısıyla, sadece
belirli bir güvenceden yoksun olması dolayısıyla müracaat etmeyen binlerce
insan var şu anda.
Şimdi, siz, burada
vekâleten atadıklarınızı asaleten atarsanız, bu binlerce kişinin hakkına da bir
müdahale söz konusudur. Onların, eşit şartlar altında imam-hatip olmasının
önünü kesme söz konusu. Benim söylemek istediğim, herkesin kamu hizmetine girme
hakkı olduğu ifadesinin altında yatan
gerçek de budur. Onun için, değerli milletvekilleri, bu teklif, biraz sonra
burada büyük bir ihtimalle onaylanarak kanunlaşacak; ancak, iddia ediyorum, bu
kanun Sayın Cumhurbaşkanının önüne gittiğinde, bu bahsetmiş olduğum gerekçeler
dolayısıyla ve altını da çizmek istiyorum, Sayın Cumhurbaşkanı da gerekçe bulma
konusunda hiç de zorlanmadan, bu kanunu, göreceksiniz... (AK Parti sıralarından
gürültüler)
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Kandoğan,
sözlerinizi tamamlayın efendim, lütfen.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- ...bir kez daha göndereceğini hep beraber göreceğiz.
Değerli milletvekilleri,
geliniz bu meseleyi ciddî bir şekilde çözüme kavuşturmanın yollarını hep
beraber arayalım. Ben, yirmiüç yıl mülkî idare amirliği yaptım; bu, köylerdeki
imam-hatip kadrolarının boş olmasından dolayı... (AK Parti sıralarından
gürültüler)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, lütfen, müdahale etmeyelim.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- ...çok ciddî manada sıkıntı çeken, üzüntü duyan, bunun ıstırabını yaşayan
birisiyim; ama, yapılan bu uygulama, ne yazık ki, bir derde deva olmayacak, bu
9 200 arkadaşımızı hayal kırıklığına uğratacak ve onbeş gün sonra göreceksiniz,
onbeş gün sonra yeniden bu kanunu burada görüşmeye başlayacağız. Benim üzüntüm
budur. Bunun tedbirini, çaresini, Sayın Bakanımız da buradadır, asaleten
bunların açıktan atanma kadrosunu- Sayın Bakanımız hükümetimizin temsilcisidir-
alın; 9 000 değil, 15 000, gelin, biz, burada bunu da destekleyelim; 20 000,
destekleyelim; ama, bu uygulama...
ÜNAL KACIR (İstanbul) -
Kaç kişiyle destekleyeceksiniz?!
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Sayın Kacır, lütfen... Bakınız, ben tutanaklara da baktım, cumhuriyet tarihi
boyunca Türkiye Büyük Millet Meclisinde hatibe en fazla müdahalede bulunan
milletvekillerinin başında geliyorsunuz. Allahaşkına gelin bir gün şu kürsüye
çıkın, bir, Türkiye sizi görsün, bir, İstanbul sizi görsün, bir görüşünüzü
anlatın ne olur... Yerinizden...
ÜNAL KACIR (İstanbul) -
Millet seni de görüyor, beni de görüyor...
BAŞKAN - Sayın Kandoğan, lütfen...
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- ...yerinizden, artık yeter! Bütün millet, Türkiye sizi tanır; ama, bir de şu
kürsülerde görsün, şu kanunla ilgili bir görüşünüzü şuraya gelin açıklayın.
Ben samimî olarak,
bunlara kadro verilsin, ben bunu canı gönülden istiyorum... (AK Parti
sıralarından gürültüler)
ÜNAL KACIR (İstanbul) -
Hadi canım sen de!
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- ...ve boşlukların da doldurulması lazım, bunların mutlaka doldurulması lazım;
ama, açıktan atama izni çıksın, 15 000 olsun, 20 000 olsun, dolduralım bunları;
ama, bu uygulama yanlış, bu uygulama Cumhurbaşkanlığından geri gelir. Benim
üzüntüm budur.
NİYAZİ ÖZCAN (Kayseri) -
Sen kendi adına konuş kardeşim; sözcü müsün?!
BAŞKAN - Sayın Kandoğan,
lütfen, son cümlenizi rica ediyorum.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Ben, bu duygu ve düşüncelerle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Kandoğan.
Sayın Milletvekilleri,
Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı, gerekçesini Sayın Kandoğan'dan
dinlediğiniz önergeyi oylarınıza sunuyorum.
III.- YOKLAMA
(CHP sıralarından bir
grup milletvekili ayağa kalktı)
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Yoklama istiyoruz.
BAŞKAN - Yoklama
talebinde bulunan milletvekillerimizin isimlerini yazalım:
Sayın Ekmekcioğlu, Sayın
Anadol, Sayın Yücesan, Sayın Tütüncü, Sayın Küçük, Sayın Miçooğulları, Sayın
Çakır, Sayın Tamaylıgil, Sayın İnce, Sayın Gün, Sayın Özyurt, Sayın Koç, Sayın
Sağ, Sayın Demirel, Sayın Özcan, Sayın Keleş, Sayın Kepenek, Sayın Araslı,
Sayın Baloğlu, Sayın Arıkan.
MUSTAFA BAŞ (İstanbul) -
Sayın Başkan, orada diğerleri de var, onları da tespit edin; DYP'liler var,
onları da tespit edin. İçtüzüğe göre tespit etmeniz lazım. Eskiden yoklama
yapılırken biz dışarıya çıkardık. Ya dışarıya çıksınlar ya da tespit edilsin.
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, yoklama için 5 dakika süre veriyorum.
Adlarını okuttuğum sayın
üyelerin yoklama için elektronik cihaza girmemelerini rica ediyorum.
Yoklama işlemini
başlatıyorum.
(Elektronik cihazla
yoklama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, toplantı yetersayısı vardır. (AK Parti sıralarından alkışlar)
VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
4.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Ankara
Milletvekili Salih Kapusuz ile Hatay Milletvekili Sadullah Ergin'in; 633 Sayılı
Diyanet İşleri Başkanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/420) (S.
Sayısı: 870) (Devam)
BAŞKAN - Biraz önce
gerekçesini dinlediğiniz, Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul
edilmemiştir.
Diğer önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 870
sıra sayılı kanunun 1 inci maddesiyle eklenen geçici 11 inci maddesinde yer
alan "bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihte görevli olanlar"
ifadesinden sonra yer almak üzere "veya askerlik hizmeti nedeniyle söz konusu
görevden ayrılmış olanlar" ibaresinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.
İrfan
Gündüz (İstanbul) ve arkadaşları
BAŞKAN - Sayın Komisyon
katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU
SÖZCÜSÜ SABAHATTİN YILDIZ (Muş) - Sayın Başkan, uygun görüşle Yüce Meclisin
takdirine bırakıyoruz.
BAŞKAN - Hükümet
katılıyor mu?
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) - Katılıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN - Gerekçeyi mi
okutalım efendim?
İRFAN GÜNDÜZ (İstanbul) -
Gerekçe okunsun.
BAŞKAN - Gerekçeyi
okutuyorum:
Gerekçe: Askerlik gibi
kutsal görevi ifa etmek üzere geçici görevliyken zorunlu olarak askere
gidenlerin mağduriyetlerini önlemek amacıyla önerilmiştir.
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Komisyonun takdire bıraktığı, Hükümetin katıldığı, gerekçesini
dinlediğimiz önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Önerge kabul edilmiştir.
Şimdi, maddeyi önerge
doğrultusunda oylamaya sunacağım; ancak, bu arada, Komisyon Sözcüsünün bir
açıklama talebi var; onu dinleyelim.
Buyurun.
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU
SÖZCÜSÜ SABAHATTİN YILDIZ (Muş) - Sayın Başkan, geçici 1 inci maddede
"yeterli puan almaları koşuluyla" diye bir ifade var. Buradaki murat,
geçmişte yapılmış olan KPSS sınavında almış oldukları puandır; yani, bunun,
burada açıklanmasında fayda var, bir yanlış anlaşılmaya mahal vermemesi için.
BAŞKAN - Almış
olmaları...
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU
SÖZCÜSÜ SABAHATTİN YILDIZ (Muş) - Almış olmaları...
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Geçmiş ne zaman?..
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU
SÖZCÜSÜ SABAHATTİN YILDIZ (Muş) - 2001'de, 2002'de; yani, bu vekil imamların
yerleştiği tarihte almış olduğu puanlar; yani, yapılan KPSS sınavında aldığı
puanlarda geçerli puan alma şartıdır. Yani, burada, yeni veya şu anda yapılacak
bir sınav yok.
Yani, burada bir yanlış
anlaşılma olmaması için, bir açıklamanın gelmesinde fayda var.
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, şimdi, ben, 1 inci maddeyi, geçici 11 inci maddeyle birlikte
ve kabul edilen önerge doğrultusunda oylarken, Komisyon Sözcüsünün açıkladığı
"almaları"nı "almış
olmaları" olarak, düzeltilmiş olarak oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
2 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2.- Bu Kanun yayımı
tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN - Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Ankara Milletvekili Sayın İsmail Değerli;
buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA İSMAİL
DEĞERLİ (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 870 sıra sayılı, 633
sayılı Diyanet İşleri Başkanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifiyle ilgili olarak söz almış
bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, 633
sayılı Diyanet İşleri Başkanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunun 1
inci maddesinde İslam Dininin inançları, ibadet ve ahlâk esasları ile ilgili
işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek
görevi Diyanet İşleri Başkanlığına verilmiştir. Genel idare içinde yer alan
Diyanet İşleri Başkanlığı bu hizmeti, Anayasanın 136 ncı maddesi gereğince
laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasî görüş ve düşünüşlerin dışında
kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek yerine
getirmektedir denilmektedir.
Değerli arkadaşlar,
Türkiye'de 80 000'in üzerinde cami mevcut. Bu camiler, gerçekten, planlı
programlı yapılmamıştır. 1997-1998 yıllarından sonra, belediyeler bazı kararlar
aldı Diyanet İşleri Başkanlığının vermiş olduğu görüşler doğrultusunda; bir
yerde cami yapılabilmesi için belirli metrekareler getirildi, belirli kurallar
getirildi. Ancak, ondan önceki dönemlerde, gerçekten, önüne gelen cami yaptı,
arsasını bağışladı küçük kücük yerlerde veya parasını kullandı; sonra da,
bunları götürdü Diyanet İşlerine devretti.
Şimdi, kadro yetersiz
deniliyor. Değerli arkadaşlar, Türkiye'de 90 000'e yakın, Diyanet İşlerinde
insan çalışmaktadır ve çoğu bölgelerdeki camilerde de ibadet edecek vatandaş
bulamıyoruz; köyler boşalmış, bölgeler boşalmış; gerçekten, çoğu yerde cuma
günleri cemaat 3-5 kişi, onun dışında çoğu zaman camiler boş; ama, biz, şimdi,
bu boş olan kadrolara, hakikaten, kendi yandaşlarımızı yerleştirmek için bu
konuda çalışma yürütüyoruz.
Değerli arkadaşlar,
Türkiye'de 44 892 tane resmî okul var, 8 664 özel okul var; Türkiye'de toplam
okul sayısı 53 556; şu an, ülkemizde 100 000 dersliğe ihtiyacımız var, bunun
yanında 200 000 de öğretmene ihtiyacımız var. Ülkemizde bu sıkıntılarımız
varken, bu ihtiyaçlarımız varken, bunu büyük bir öncelikle getirdik; bu, işin
birinci yanı.
Gelelim işin öbür yanına,
değerli arkadaşlar, hakikaten, burada "İslam dininin inançları"
deniliyor. Ben, şimdi size soruyorum; yanlış anlamayın, hiçbir zaman bölücü,
hiçbir zaman mezhepçi, kesinlikle böyle bir şeyim yok; her şeyden önce, ben
doktorum, kadın doğum uzmanıyım. Bir hastaya doğum yaptırdığım zaman, doğan
çocuğun alnında hiçbir şey yazmaz. Siz, onu, kimin yanına, hangi kültürün
yanına verirseniz, hangi dinî inançtaki insanın yanına verirseniz, onun
kültürünü alır, onun düşüncesini alır; bu, böyledir.
MUSA UZUNKAYA
(Samsun) - Çok doğru...
İSMAİL DEĞERLİ (Devamla)
- Şimdi, değerli arkadaşlar; ama, ülkemizde öyle değil. Bizim ülkemizde, 20
000'in üzerinde Alevî, Bektaşi vatandaş var.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Milyon...
İSMAİL DEĞERLİ (Devamla)
- Caferî mezhebe dahil insanlar var. Bakınız değerli arkadaşlar, bu arkadaşlar,
ibadet edecekleri yer bulamıyor ve cemevi kurmak istediği zaman, İçişleri
Bakanlığı, fetva istiyor Diyanet İşleri Başkanlığından. Biz, acaba, ülkemizdeki
Alevî vatandaşlara, Bektaşi vatandaşlara, cem yeri verebilir miyiz, veremez
miyiz?.. Çünkü, yerel yönetimler, ibadet yeri diye yerler açıyor; ama,
maalesef, Osmanlı İmparatorluğu döneminde dahi olmayan fetvalar veriliyor;
yani, bu inanca sahip olan insanlara bu hak tanınmıyor. Peki, bu insanlar, bu
ülkede, nerede ibaret etsin arkadaşlar?.. Havraya gidiyorsun, sinagoga
gidiyorsun, efendim, ben evimde ibadet etmek istiyorum veyahut da cemevinde;
yani, siz, kilisede ibadet edene bir şey demiyorsunuz...
AHMET YAŞAR (Aksaray) -
Kilise, ibadethane...
MUSTAFA ÜNALDI (Konya) -
Kilise de ibadethane...
İSMAİL DEĞERLİ (Devamla)
- Bunlara, camie gelin demiyorsunuz. Peki, sinagoga giden adama demiyorsunuz...
Değerli arkadaşlar, Alevî- Bektaşîleri, siz, Müslüman olarak kabul etmiyor
musunuz?!. (AK Parti sıralarından "sen etmiyorsun" sesleri) Bu
arkadaşlar, Allah'ın...
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri... Sayın milletvekilleri... Hatibe müdahale etmeyin...
İSMAİL DEĞERLİ (Devamla) -
Bu arkadaşlar, Allah'ın birliğine, ben de Allah'ın birliğine, Hazreti
Muhammed'in son peygamber olduğuna ve 12 imama inanıyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar) Ben, camide ibadet etmiyorum da cemevinde ediyorum
veyahut kilisede ediyorum veyahut sinagogda ediyorum, havrada ediyorum veyahut
da evimde ediyorum.
Değerli arkadaşlar, peki,
dinde dogmatizm yok diyorsunuz. Biraz önce buradaki arkadaş bunu söyledi, dinde
dogmatizm yok diyorsunuz; İslam Dininin inançlarında farklı yorumlar olabilir,
siz bu yorumlara karşı geliyorsunuz. 90 000 tane Diyanet İşleri kadrosunda,
acaba bir tane Alevî-Bektaşî var mıdır? Bunu soruyorum size.
Değerli arkadaşlar, ben
de burada şunu talep ediyorum: Bu verilecek olan 9 200 küsur kadronun 1 000
tanesini de Alevî-Bektaşîlere tahsis edin; onlar da dinini öğrensin, onlar da
gerçek düşünceleri neyse onu istesin.
HÜSNÜ ORDU (Kütahya) -
Alevîlik ayrı bir din değil!..
İSMAİL DEĞERLİ (Devamla)
- Değerli arkadaşlar, bakın, işinize gelmiyor...
SONER AKSOY (Kütahya) -
Ayırımcılık yapmayın!..
İSMAİL DEĞERLİ (Devamla)
- Ayırımı işte asıl siz yapıyorsunuz!
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, müdahale etmeyelim.
İSMAİL DEĞERLİ (Devamla)
- Bakın arkadaşlar, Avrupa Birliğinde Alevîleri azınlık olarak ilan ettiler;
ama, buna ilk karşı çıkan, Alevî kuruluşları oldu "biz bu ülkenin temel
taşlarıyız, biz bu cumhuriyetin temel bekçileriyiz" diye isyan etti hepsi,
bütün Alevî kuruluşları. Alevîler hiçbir zaman ayırım yapmamıştır.
Laiklikte de, dinî
ibadetlerde devlet para ayırmak zorunda değildir. Bakınız, 12 trilyon daha para
harcıyorsunuz buna. Peki, soruyorum; acaba, Alevî-Bektaşî, Caferî
kuruluşlarına, devlet bugüne kadar beş kuruş yardım yapmış mıdır? Onlar askerlik
yapmıyor mu?! Onlar vergi vermiyor mu?! Onlar...
SONER AKSOY (Kütahya) -
Ayırımcılık yapmayın!..
İSMAİL DEĞERLİ (Devamla)
- Kesinlikle yapmıyorum. Bakın, kesinlikle... Siz yapıyorsunuz ayırımı, biz
yapmıyoruz.
K.KEMAL ANADOL (İzmir) -
Siz yapıyorsunuz...
İSMAİL DEĞERLİ (Devamla)
- Biz kesinlikle yapmıyoruz bunu.
SONER AKSOY (Kütahya) -
Camiler herkese açık...
İSMAİL DEĞERLİ (Devamla)
- Bakın beyefendi, ben camide ibadet etmek istemiyorum. Kiliseye giderken
sesiniz çıkmıyor; ama, cemevine giderken niye bağırıyorsun?! Sinagoga giderken
niye bağırmıyorsun?! Yanlış. Bakın, ayırımı yıllardır siz yaptınız.
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, lütfen hatibe müdahale etmeyin.
İSMAİL DEĞERLİ (Devamla)
- Altıyüz yıllık Osmanlı İmparatorluğunda da siz yaptınız...
BAŞKAN - Hatibe itiraz
etmeyin, müdahale etmeyin.
İSMAİL DEĞERLİ (Devamla)
- Bugün de siz yapıyorsunuz. Burada taraf tutmak var. (AK Parti sıralarından
gürültüler)
BAŞKAN - Sayın Değerli,
siz Genel Kurula hitap edin.
İSMAİL DEĞERLİ (Devamla)
- Değerli arkadaşlar, burada yapılacak konu, gerçekten kesinlikle karşı
değilim, camie imam da atayın, ihtiyaç varsa yeni cami de yapın; ama, konu
buraya gelince hepiniz bunu savunuyorsunuz. Ben evimde ibadet edebilirim; ama,
çocuğunu evde okutamazsın, herkes öğretmenlik yapamaz. Ülkemizde 100 000
dersliğe ihtiyaç varken, bunun yanında 200 000 öğretmene ihtiyaç varken, siz,
hakikaten cemaati olmayan camilere imam atıyorsunuz. Bu doğru bir şey midir?!
RECEP KORAL (İstanbul) -
Nereden biliyorsunuz?!
İSMAİL DEĞERLİ (Devamla)
- Ben çok biliyorum, bölgeleri de geziyorum, köylere de gidiyorum, her yere
gidiyorum değerli arkadaşlar.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Değerli,
konuşmanızı tamamlayın efendim.
İSMAİL DEĞERLİ (Devamla)
- Değerli arkadaşlar, bakınız, elinizi vicdanınıza koyarak, ayırım yapmayarak,
ben şahsen burada Alevîlere de 1 000 tane kadronun tahsis edilmesini talep
ediyorum, huzurunuzda bunu tüm halka da ilan ediyorum.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyoruz Sayın Değerli.
Şahısları adına söz
isteği var.
Tokat Milletvekili Sayın
Resul Tosun; buyurun.
Sayın Tosun, süreyi iyi
kullanmanızı rica ediyorum.
RESUL TOSUN (Tokat) -
İkinci şahıs da söz hakkını bana devretmişti, 10 dakika kullanacağım Sayın
Başkan.
BAŞKAN - Efendim, süreniz
5 dakika.
RESUL TOSUN (Tokat) -
Sayın Başkanım, ikinci şahıs da hakkını bana devretmişti.
BAŞKAN - Öyle bir
usulümüz yok efendim.
RESUL TOSUN (Tokat) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; insanlığın ortak değerlerini herhangi
bir siyasî partinin ya da grubun kendisine mal etmesi, hem kendisine hem de
ortak değere zarar verir. Dolayısıyla, ortak değerleri, burada, değişik
şekillerde kendilerine mal eden siyasîler de...
RASİM ÇAKIR (Edirne) -
Aynen sizin yaptığınız gibi.
RESUL TOSUN (Devamla) -
...geçmişte, bunun karşılığını halktan gerektiği şekilde almışlardır, almaya
devam etmektedirler.
Değerli arkadaşlar,
şimdi, biz, burada, ne dinî bir konuyu tartışıyoruz ne Diyanet'in felsefesini
tartışıyoruz ne de herhangi bir fetva üzerinde bir yasa çıkarıyoruz. Biz,
burada, son derece teknik bir konuyu tartışıyoruz.
İSMAİL DEĞERLİ (Ankara) -
Soru önergelerine verilen cevaplar vardır.
RESUL TOSUN (Devamla) -
Teknik bir konu... Teknik bir konu... Nedir bu teknik konu; 9 000 küsur tane
kadrosu boşalmış imamların yerine sınavla alınmış vekil imamların aday imam
olması gibi, son derece teknik bir konu üzerinde tartışıyoruz; ama, bunu, kâh
Anayasa Mahkemesine kâh Alevîliğe kâh başka yerlere çekerek kâh cemevlerine
çekerek kâh sinagoglara çekerek saptırmanın bir âlemi yok.
Biz, burada, Türkiye'nin
çok önemli sorunlarından birisini çözmek üzere, yine, çok tarihî bir adım
atıyoruz. Nedir bu sorun değerli arkadaşlar?
Bakınız, ben, geçen hafta
seçim bölgesindeydim ve 8 yerde halk günü yaptım. Benim uygulamamda halk
gününün anlamı şu: Köylüyü, kentliyi meydanda yahut kapalı bir alanda
topluyorum, önce onlara söz veriyorum, sonuna kadar, şikâyetini, talebini,
isteğini, temennisini söylüyor, sonra da biz cevap veriyoruz.
Şimdi, gittiğimiz hemen
hemen her yerde, bakınız, buna birtakım Alevî köylerimiz dahil, ben, 2 tane de
Alevî beldemizde halk günü yaptım; Niksar'ın Yazıcık beldesi, Niksar'ın Yuvacık
beldesi ve çevredeki 6 tane Alevî köyüyle birlikte toplandım, konuştum. 2 tane
Alevî köyümüz de benden imam istedi, imam, cemevi değil. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
TÜRKÂN MİÇOOĞULLARI
(İzmir) - Camisi varsa ister tabiî.
İSMAİL DEĞERLİ (Ankara) -
Cemevine müsaade etmiyorsun, ne yapsın adam!
RESUL TOSUN (Devamla) -
Şimdi, değerli arkadaşlar, biz, camide ne yapılır, cemevinde ne yapılır, bunu
tartışmıyoruz. Açık kadro var, 23 532 tane açık kadro var ve burada, çok
değerli bilim adamı olarak bildiğimiz hocalarımız geldiler; eşitsizlikten,
eşitlik ilkesini bozmaktan bahsettiler.
Şimdi, değerli
arkadaşlar, teknik konu şu: Bakınız, 1996 yılından bu yana, emekli olarak,
vefat ederek, başka tarafa geçerek boşalan din görevlileri kadrosuna, dokuz
senedir 1 tane atama yapılmamış; ama, bu dokuz sene içerisinde, öğretmenliğe
yapılmış, mühendisliğe yapılmış, doktor, ebe hepsine yapılmış. Arkadaşlarımız,
getirip, bir de, öğretmen kadrosu, ebe kadrosu, hemşire kadrosu diyorlar.
Değerli arkadaşlar, buradaki açıklara her sene verilmiş, binlerce kadro verilmiş;
ama, dokuz sene asıl haksızlığa uğrayan, asıl eşitsizliğe uğrayan din
görevlileri olmuş. 23 000 kadroda, yerine adam konulmamış.
SALİH GÜN (Kocaeli) -
Taşımalı sisteme geçildiğinden beri köylerde kaç tane okul kapattınız?
RESUL TOSUN (Devamla) -
Değerli arkadaşlar, burada bir değerli arkadaşımız "efendim, cemaatsiz
cami" dediler. Eğer siz, camisiz köylere giderseniz, vekil imamların
sorununu bilemezsiniz; ama, camili köylere giderseniz, orada vekil imamların
sorunlarının da olduğunu görürsünüz. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlar,
cemaat yokmuş!.. Değerli arkadaşlar "haftada bir gün cuma" diyor
arkadaşımız ki, hem cemaati vardır bu camilerin hem de... Ne mantıktır
Allahaşkına, Ali Sami Yen Stadında haftada bir maç yapılıyor diye stadı
kapatmamız mı lazım; personeline izin mi vermemiz lazım? (AK Parti sıralarından
alkışlar)
RESUL TOSUN (Devamla) -
Değerli arkadaşlar, bakınız, dokuz senedir bir tek atama yapılmamış; büyük bir
haksızlık yapılmış; 23 000 boş kadro var. Biz, Türkiye'nin bütün sorunlarını
çözmek üzere seçimden önce bu millete söz verdik ve şimdi o sözümüzü tutuyoruz.
Asıl, din görevlilerine dokuz senedir uygulanan mağduriyeti, haksızlığı,
eşitsizliği, nispeten -tamamıyla da değil, bütünüyle de değil- kısmen giderecek
bir uygulama yapıyoruz.
İSMAİL DEĞERLİ (Ankara) -
Yediyüz yıldır Alevîlere aynı şeyi yapıyorsunuz.
RESUL TOSUN (Devamla) -
Ayrıca, yine burada Sayın Hocamız...
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Tosun, son
cümleleriniz için mikrofonu açtım.
RESUL TOSUN (Devamla) -
... dedi ki: "Neden yeniden 9 000 kadro veriyorsunuz, mevcut açık
kadrolara atasanıza." Zaten öyle Sayın Hocam, bu 9 000 küsur arkadaşımız
atandığında, o boş kadrolara atanacak, geriye 14 430 açık kalacak; yani, yeni
bir kadro ihdas edilmiyor, boş kadrolara veriliyor. Zaten bu vekil imamlar,
görevinden askere gitmiş ve saire gitmiş, boşalmış kadronun yerine vekâlet
yapıyor; aksi takdirde, vekâlet yapamazsınız.
Ayrıca, son cümle olarak;
değerli arkadaşlar, şimdi, tabiî, muhalefette konuşmak ile iktidarda konuşmanın
farkları vardır. Şimdi, CHP'de iki türlü konuşmaya tanık olduk bugün;
birincisi, hakikaten...
BAŞKAN - Sayın Tosun, son
cümlenizi...
RESUL TOSUN (Devamla) -
Son cümlem...
Birincisi, hakikaten
takdir ettiğim, Sayın Kemal Anadol'un, Diyanet konusunda, son derece saygın,
makul, hatta, Musa Uzunkaya'yı bile neredeyse bizden alabilecek bir konuşmaydı;
ama, diğer konuşmaları, genelde, maalesef, çok anlaşılır değildi.
Bakınız, 1974 yılında,
CHP-MSP Hükümeti zamanında aynı konu gündeme geldi, o zaman CHP destekledi...
BAŞKAN - Sayın Tosun,
konuşmanızı keseceğim, kusura bakmayın.
RESUL TOSUN (Devamla) -
Son nokta, son cümle Sayın Başkan.
BAŞKAN - Son cümleyi
istiyorum, selamlama cümlesi...
RESUL TOSUN (Devamla) - O
zaman, CHP, vekil imamlara kadro verilmesini kabul etmişti; ama, yasayı
çıkarmak, daha sonraki hükümete nasip oldu.
Saygılar sunuyorum. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Şahısları adına söz
istekleri var, devam ediyor.
Ankara Milletvekili Sayın
Faruk Koca?.. Yok.
Ankara Milletvekili Sayın
Said Yazıcıoğlu?.. Yok.
Denizli Milletvekili
Sayın Ümmet Kandoğan?.. Yok.
Madde üzerindeki
konuşmalar tamamlanmıştır.
Soru-cevap kısmına
geliyorum.
Sayın İnce, buyurun.
MUHARREM İNCE (Yalova) -
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Ülkemizde doktor,
hemşire, ebe eksikliğini biliyoruz. İnsanlarımızın, eğitimle ilgili, bilgisayar
öğretmenlerinin sözleşmeli çalıştıklarını biliyoruz. Peki, bütün bu eksiklikler
ortadayken, biz, sizi yaşatamadık, ilaç kuyruklarında öldürdük, iyi eğitemedik,
hiç olmazsa cenazeleri düzgün gömelim diye mi din adamı alıyoruz? Birinci
mantık bu.
İkinci mantık; Cumhuriyet
Halk Partisinin... (AK Parti sıralarından gürültüler)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, bak, soruyu anlayamıyoruz; rica ediyorum arkadaşlar...
MUHARREM İNCE (Yalova) -
Yaşatamadık, hiç olmazsa cenazeleri düzgün gömelim diye mi bu mantık?
İkinci sorum da, bir
konuşmacı, sayın iktidar milletvekillerinden birisi, Cumhuriyet Halk Partisinin
kuruluş yıllarındaki geleneğine ters düştüğümüzü söyledi. Cumhuriyet Halk
Partisinin cumhuriyetin ilk yıllarındaki mantığı ile bugünkü Cumhuriyet Halk
Partisinin çeliştiğini söyledi. Olabilir, belki hatalarımız da vardır, ben
görmüyorum ama.
Peki, ben de İktidar
Partisine ve Sayın Bakana şunu söylüyorum: Siz, acaba, geçmişinizde, İncirlik'i
değerlendirdiğinizde, küffarın cünüp askerlerine tezkere getirdiğinizde, Avrupa
Birliğiyle ilgili görüşlerinizi değerlendirdiğinizde, siz, acaba, geçmişinizle
çelişiyor musunuz diye bu soruyu yöneltiyorum.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın İnce.
Sayın Işık, buyurun.
AHMET IŞIK (Konya) -
Sayın Başkan, vasıtanızla şu soruyu yöneltmek istiyorum:
Sayın Bakanım, 1 inci
maddede "Devlet Personel Başkanlığınca açılan kamu personeli seçme
sınavlarının herhangi birinden Diyanet İşleri Başkanlığınca belirlenecek
yeterli puanı almış olmaları koşuluyla" ibaresi geçiyor. Şu an vekil imam
olup da KPS sınavına girmediği halde 700 tane imam-hatip bulunmakta. Bu
maddeden anladığım yorum, KPS sınavında bu arkadaşlarımız başarılı olduğu
takdirde bunların da bu haktan yararlanacağı noktasında bir yorum algılıyorum.
İleride, uygulamada doğabilecek sıkıntıları gidermek amacıyla soruyorum.
Anladığım şekliyle mi? Maddeden bu şekilde anlayabilir miyiz? Yani, KPS
sınavına girip, o 700 imam arkadaşımız, başarılı olduktan sonra aynı hakkı elde
edecek mi?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Işık.
Sayın Öğüt, buyurun.
ENSAR ÖĞÜT (Ardahan) -
Sayın Başkanım, Sayın Bakanım; benim ilim Ardahan'da camilerin, köy camilerinin
aşağı yukarı yüzde 40'ı tamirat bekliyor, yani, hasarlı bir şekilde;
insanlarımız ibadetini yapamıyor.
Ayrıca, benim ilimin
Damal İlçesinde veya Hanak İlçesinin bir bölüm köylerinde Alevî vatandaşlarım
var. Oradaki insanlarımız cemevlerinde ibadet yapmak istiyorlar. Tabiî, bu,
Türkiye genelinde de böyle var. Cemevlerine bütçeden bir yardım ayrıldı mı?
Ayrılmadıysa, bütçeden cemevlerine bir yardım ayırmayı düşünüyor musunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Öğüt.
Sayın Ünlütepe, buyurun.
HALİL ÜNLÜTEPE
(Afyonkarahisar) - Sayın Başkan, aracılığınızla Sayın Bakana şu soruyu
yöneltmek istiyorum.
Afyonkarahisar İlinin
Nazmi Saatçi Mahallesinde "Mina" isimli bir cami var. Bu camiin
mülkiyeti şahsa ait; fakat, bir dernek tarafından yapılmış. Ama, Diyanet içinde
kurulmuş olan Dinî ve Sosyal Hizmetler Vakfı, bu derneğin adına yetkili
olmadığı halde, bir GSM şirketiyle yıllık 4 500 dolar üzerinden baz istasyonu
kuruluş sözleşmesi yapmıştır.
Şimdi, biz, daha önce
Mecliste çıkardığımız bir yasayla tüm kurum ve kuruluşlar içerisinde bulunan
vakıf ve derneklerin faaliyetlerini sona erdirmiştik. Acaba, Diyanetin içinde
bulunan Dinî ve Sosyal Hizmetler Vakfı için bu çıkarılan yasa yürürlüğe
girmiyor mu? Böyle bir vakıf, hâlâ, bir sözleşme yaparak, camilerin üzerinde,
minarelerin üzerinde insan sağlığı için zararlı olan baz istasyonlarını kurmaya
devam edecek mi?
2- Bu tür bir Dinî ve
Sosyal Hizmetler Vakfı, ki, böyle bir vakıf da bugün için hukuken yok; ama,
sözleşme yapılmış her camiin minaresine bu baz istasyonu kurulmaktadır. Toplum
bu kuruluşa karşı büyük bir tepki göstermiştir. Afyonkarahisar İli Çevre Kurulu
baz istasyonu kurulmasını yasaklamıştır, toplumdaki infialin önüne geçmeye
çalışmıştır. Ayrıca, mahkemeye başvurulmuş, yargı kararıyla da baz istasyonu
kurulması engellenmiştir.
Sorun şudur Sayın
Başkanım: Toplumda insan sağlığı açısından zararlar doğurduğu bilinen baz
istasyonlarının kuruluşu bu camilerde hâlâ devam edecek midir?
3- Hukuken geçerliliği
olmayan Dinî ve Sosyal Hizmetler Vakfının faaliyetlerine ne zaman son
verilecektir?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Ünlütepe.
Sayın Gün, buyurun.
SALİH GÜN (Kocaeli) -
Teşekkür ederim Başkanım. Ben de sizin aracılığınızla, Sayın Bakanıma bir soru
sormak istiyorum.
Dokuz yıldır kadrosuz
imamlardan dolayı camilerin boş olduğu söyleniyor. Muhakkak, orada namaz
kıldıran, dinî vecibeleri yerine getirecek bir arkadaş vardır. Eğer bir köyse,
zaten 5 ilâ 10 tane cemaati vardır. İbadet, bildiğim kadarıyla, öğrendiğim
kadarıyla evde de olur; ama, öğretmensizlikten taşımalı eğitime geçildi;
Türkiye'nin birçok köylerinde öğretmen açıklarının kapatılıp kapanan okulların
açılması için öğretmen atamalarına öncelik verilseydi, yarınımızın çocuklarına
daha geçerli hizmet olmaz mıydı?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Gün.
Sayın Bakan, buyurun.
Süreniz de azaldı...
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Başkanım, bütün sorulara yazılı cevap verilecektir.
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum.
Sayın milletvekilleri, 2
nci madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
3 üncü maddeyi
okutuyorum:
MADDE 3.- Bu Kanun
hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN - Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Ankara Milletvekili Sayın Oya Araslı;
buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA OYA
ARASLI (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 870 sıra sayılı kanun
teklifinin 3 üncü maddesi üzerinde, Grubum adına söz almış bulunuyorum ve
sizleri saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
biraz önce yaptığım konuşmada, maddeyle ilgili olarak, kanunun 1 inci
maddesinin 633 sayılı Kanuna eklediği ek madde 11'le ilgili olarak birtakım
değerlendirmeler yaptım ve Anayasaya aykırı mütalaa ettiğim bazı hususlara
dikkatlerinizi çekmekte yarar gördüm; ama, ne yazık ki, bazı değerli
arkadaşlarımız, Anayasaya aykırılık konusundaki uyarılarımızı "bunlara ne
gerek var, bu memleketin imam-hatip ihtiyacı var; biz de onları karşılıyoruz,
bu tartışmalara gerek olmamalı" gibi bir tavırla karşıladılar.
Değerli arkadaşlarım,
bizler, burada, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, kimseyi imamsız, hatipsiz
bırakmak için birtakım değerlendirmeler yapmıyoruz. Böyle bir ihtiyacın
yurttaşlarımızın çok doğal bir ihtiyacı olduğu bilincindeyiz ve bu mesleklerin
mensuplarına da büyük bir saygı duyuyoruz; ama, aynı zamanda, şu Yüce Meclisin
çatısı altında yaptığımız işe de saygı duyuyoruz. Bu işi özenle yerine
getirmeliyiz, bir kerede en doğru düzenlemeyi ortaya çıkarmalıyız ve eğer
ortada bir sorun varsa, bunu en doğru biçimde çözmeliyiz. Bu, bize vekâlet
vermiş olan vatandaşlarımızın bizden beklediğidir, Anayasanın omuzlarımıza
yüklemiş olduğu bir görevdir. Bu görevi özenle yerine getirmemiz gerekiyor.
Demin, ben, birkaç tane
tespit edebildiğim Anayasaya aykırılık olayından söz ettim. Burada, bir tek
alanda vekâleten görev yapmakta olan kamu personeline, asaleten o görev
yaptıkları yerlerde kadroya atanma imkânı getiriliyor; ama, imam-hatipler
dışında aynı şekilde vekâleten görev yapan vatandaşlarımız için, biz, aynı
türden bir düzenleme getiriyor muyuz; getirmeyişimizin makul bir izahını ortaya
koyabiliyor muyuz bu yasa metninde? Bazen bir ayırım yapılır; ama, bunun çok makul
bir nedeni vardır. Burada öyle bir makul neden de ortaya koyamıyoruz.
Binaenaleyh, Anayasanın 10 uncu maddesinde ifade edilen "kanun önünde
eşitlik" ilkesine aykırı bir düzenleme yapıyoruz.
Bu düzenleme yeteri kadar
belirli bir düzenleme de değil. Bir soru sordum hangi kamu personeli seçme
sınavı diye. Doğrusu tatminkâr bir yanıt alamadım. İşte, sınavlardan herhangi
birisi... Herhangi birisi başka bir şeydir, belli bir tarihte yapılmış belli
bir sınav başka bir şeydir. Bundan on yıl önce bu sınava girmiş olanın aldığı
notu burada değerlendirmeye tabi tutacak mıyız? Ben bu metne baktığım zaman...
2001, 2002, 2003 diyorlar değerli arkadaşlarımız açıklama yapmaya gelince. Peki
2000, peki 1995; onları da kapsıyor mu kapsamıyor mu? Benim bildiğim, iki yıl
geçtikten sonra sınavın üzerinden o sonuçların değerini kaybettiği; uygulamalar
buna göre yapılıyor. Burada o zaman herhangi birini geçerli kılıyorsak geniş
bir zaman dilimi içerisinde, bir ikinci eşitlik ilkesine aykırı bir durum
ortaya çıkıyor. Bir belirsizlik var.
Ne zaman girdiği sınav?
Bu konuda suskunuz ve aldığı hangi puan? Bakınız, Anayasanın 128 inci maddesi,
memurların ve kamu görevlilerinin atanma koşullarının yasada açıkça
belirlenmesini amirdir, bunu gerekli görmektedir. Biz, vekâleten görev yapmakta
olanları asaleten kamu görevine atıyoruz, kamu personeli haline getiriyoruz, kamu
görevlerinin sürekli insan unsuru haline getiriyoruz. Atama koşullarının
hepsinin kanunda açık seçik, teker teker gösterilmesi Anayasanın gereği. Biz
burada ne yapıyoruz; puanla ilgili en azından bir taban belirlemesi yapıyor muyuz;
hayır; hepsini Diyanet İşleri Başkanlığına bırakıyoruz belirleme yetkisini;
yani, Anayasanın yasayla yapılmasını, gerekli gördüğü bir hususu belirleme
yetkisini Diyanet İşleri Başkanlığına bırakıyoruz. Eğer, Anayasa bir görevi
yasama organına bırakmışsa, onun devri mümkün değildir. Defeatle bu kürsüden
anlatıyorum; yürütme, aslî düzenleme yapamaz. Yürütme ve idarenin aslî
düzenleme yetkisi Anayasamıza göre yoktur. Önce, yasama, bir alanı temel
ilkeleriyle belirler, düzenler; ondan
sonra da, yürütme, bu alanda, bu çerçevesi çizilmiş alanda düzenleyici
birtakım işlemler yapabilir; ama, yürütmenin düzenleme yetkisi aslî değil,
ikincildir; yani, yasayla çizilmiş bir alandadır. Hele hele Anayasa, bir
hususun yasayla düzenlenmesini gerekli görmüşse, artık, o yasayla
düzenlenmesini gerekli gördüğü hususlarda yürütmeye yetki verilemez; bu,
Anayasaya aykırı bir yetki devri niteliği taşır ki, Anayasamız, yasama yetkisi
devredilemez diyerek, buna tamamen engel olmaktadır.
Eğer biz yasayı bu
şekliyle çıkarırsak, Anayasaya aykırı bir düzenleme yapmış oluruz; Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu olarak üzerinde durduğumuz husus budur. Siz, seçmeninize ne
vaatte bulundunuz; bu, bizi ilgilendirmez. Hangi kamu görevlisi grubuna
ayrıcalık sağlamak istiyorsunuz; bu da, belki çoğunluğunuzla takdirinize bağlı
olarak tespit edebileceğiniz bir husus; ama, çoğunluğunuzla aşamayacağınız bir
şey var; Anayasanın emredici hükümleri. Çoğunluğunuz ne kadar ezici bir
çoğunluk olursa olsun, bu hükümleri aşamazsınız; bunlara uygun hareket etmek
zorundasınız.
Muhalefet olarak
katkımızı istediğinizden söz ediyorsunuz; biz de katkı olarak bu gerçekleri
dile getirmek istiyoruz. Bu kürsüde söylediklerimizi anlaşılır şeyler değil
zaten, pek de anlamadık diyerek, üzerine bir çarpı çekip, bir kenara koyuyorsunuz.
Size yardımcı olmak istiyoruz. Bu Yüce Meclisin çatısının altında, Anayasaya
uygun, bizden beklenen doğru düzgün işler yapılmasını istiyoruz. Onun için
böyle bir katkı vermeye çalışıyoruz, bu sefer de "anlamadık" diyorsunuz;
içinizden bir kısmı.
Değerli arkadaşlar,
herkes her şeyi anlamaz. Kimileri bir kerede anlar, kimileri üç kerede anlar,
kimileri de ne kadar anlatırsanız gene anlamaz, ya anlayamadığından anlamaz ya
anlamamakta kararlı olduğu için anlamaz.
Seçim sizin. Katkı
bizden. Oylamada gereğini yerine getireceğinize inanmak istiyoruz. Doğru
düzgün, Anayasaya uygun yasaların hukuk düzeninde yer almasını sağlamaya gayret
ediyoruz. Çabamız bunun içindir.
İmam-hatiplere herhangi
bir düşmanlığımız, onları gözden çıkarma gibi bir durumumuz yoktur. Kamu
hizmetlerinin hepsi eşdeğerdir; ama, imam-hatiplik alanında görev yapan kamu
görevlilerine bu şekilde bir hizmet götürülürken, onların bir sorunu
çözülürken, zihnimizde çöreklenen bir soru var: Kamunun diğer kesimlerinde
vekâleten görev yapan insanlar bu vatanın çocukları değiller mi? Onlar üvey
evlatlarımız mı? Onları ne zaman düşüneceksiniz? Onları niye bunlarla beraber
düşünmediniz? Öyle zannediyorum ki, bu da, bu vatan evlatlarına, sizin
yanıtlamakla yükümlü olduğunuz bir soru. Yanıtlayabilirseniz yanıtlayınız.
Saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Araslı.
AK Parti Grubu adına,
Ankara Milletvekili Sayın Salih Kapusuz. (AK Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Sayın Başkan, sayın arkadaşlar; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Sadece bir husus, birkaç
kez tekrar edildiği için kısa bir açıklama yapma ihtiyacını hissettim. Kanun
teklifi veren arkadaşınız olmam hasebiyle, bu konuyu Plan ve Bütçe Komisyonunda
üye arkadaşlarımızla beraber paylaşan bendim. Elbette, bugün ilgili Bakan
arkadaşımız bu çalışmalar sırasında bir görev gereği yurt dışına gitmek
mecburiyetinde kaldı. Dün akşam geç saatlere kadar bekledi; ama, sonuç
alamayınca, bugün sabah erken uçmak durumunda olduğu için, çok geniş detay
bilgi verilmedi.
Değerli arkadaşlar, şu
sınav konusuna bir açıklık getirmek istiyorum. Burada anlatılmak istenenler ve
yapılanlar şunlardan ibarettir: Biliyorsunuz, bu görevlerde, şu anda geçici
bulunan üç tip arkadaşımız var. 1. İlahiyat fakültesi mezunları var! 2.
İlahiyat meslek yüksekokulu mezunları var! 3. İmam-hatip lisesi mezunları var.
Bunların her üçünün de, sınav türleri ve puanlama sistemleri farklı. Temmuz
2004'te, bu görevde bulunan bütün arkadaşlarımız, vekâleten görev yapan bütün imam-hatip
arkadaşlarımız, KPSS'ye girmişlerdir; ancak, bu meslek hizmetini verebilmek
için, Diyanet İşleri Başkanlığı, ayrıca bir de yeterlilik imtihanı yapmıştır.
Haziran 2004'te yeterlilik imtihanına giren bütün imam-hatip okulu mezunları,
meslek yüksekokulu mezunları ve ilahiyat fakültesi mezunları -basın yayın
yoluyla duyuruldu- Diyanet İşleri Başkanlığımızın açmış olduğu yeterlilik
sınavına katıldılar. Bunlarda yeterlilik kazanmış olan arkadaşlarımız, ayrıca,
Temmuz 2004'te de yapılan, bu Devlet Personel Dairesi Başkanlığının yapmış
olduğu, ÖSYM tarafından yapılmış olan ikinci imtihana girdiler. Bu imtihanda da
başarılı olan arkadaşlarımız... Şu anda, o metindeki "imtihan" olarak
geçen hususlar bunlardan ibarettir.
Dolayısıyla, ilahiyat
fakültesi mezunu olanların bu KPSS'deki puan türünün kodu P3, ilahiyat meslek
yüksekokulu mezunlarının KPSS'deki puan türünün kodu P93 ve imam-hatip lisesi
mezunlarının KPSS'deki puan türünün kodu 94 olmak kaydıyla, ayrı türden sonuç
aldılar. Yani, işin özü itibariyle, Diyanet İşleri Başkanlığı yeterlilik
imtihanı açtı; daha sonra, KPSS'ye bu arkadaşlarımız katıldı. Şu anda işbaşında
bulunan arkadaşlarımızın, süre olarak tabi olmuş oldukları imtihanlar bunlardan
ibarettir.
Yapılan, bizim şu anda
gerçekleştirmiş olduğumuz ise şudur: Geçmiş yıllarda bu görevlere getirilmiş
olan ve sadece bu hükümet değil, bundan önceki hükümetler tarafından da
uygulanan bu yöntemde görülen bir sıkıntı oldu; birçok insan mağdur, zaten üçte
2 maaşla çalışıyorlar; bu arkadaşlarımızın motivasyonlarını da, haklarını da
korumak adına, bir işlem yapıldı. Eğer, Genel Kurulumuz bu yasayı onaylar,
Cumhurbaşkanının da onayından çıkar, yürürlüğe girerse, bu arkadaşlarımız, bu
hakkı elde etmiş olacaklar.
Değerli arkadaşlar, bir
diğer husus şudur: Bakınız, biliyorsunuz, iki yıldan beri, çok ciddî malî
politikalar uygulanıyor, bütçe disiplinine uygun hareketler yapılıyor.
Biliyorsunuz, biz, yıllar itibariyle bütçeye koymuş olduğumuz -40 000-48 000
gibi- kadroları kullanıyoruz. Kullanmış olduğumuz bu kadroları, bugüne kadar
nerede kullandık; öğretmenimiz için kullandık. Hiçbir arkadaşımız, burada,
iktidar ve muhalefet mensubu olarak, niye öğretmenlere bunu veriyoruz demedik.
Aynı şekilde, sağlıkçılarımız için kullandık, doktorumuz, hemşiremiz, ebemiz...
SALİH GÜN (Kocaeli) -
Sağlıkocakları kapandı, okullar kapandı!..
SALİH KAPUSUZ (Devamla) -
Burada, hiçbir arkadaşımız, bu anlamda, bunu da tenkit etmedik. Diğer alanlarda
da ihtiyaç duyulan bazı düzenlemeleri yaptık. İşte, biliyorsunuz, hâkim ve
savcılık için bu imkânı verdik. Neden oldu bunların hepsi; bir ihtiyacı, bir
hizmeti karşılamak için yapıyoruz. Dolayısıyla, polislerimiz için de önceki gün
bir düzenleme yaptık.
Değerli arkadaşlar,
burada, bu konuların çok fazla abartılmasına, belki farklı yorumlara, farklı
değerlendirmelere saygı duymamıza rağmen, yapılan işlem, bu alanda hizmet veren
ve devletin resmî organlarınca -Diyanet İşleri Başkanlığı, Devlet Personel
Başkanlığı gibi kurumların denetimi, gözetimi- ÖSYM tarafından yapılmış olan
imtihanların sonuçlarına göre, bu görevlere bu arkadaşlarımızın atanmış olması,
kanaatim odur ki, hepinizin memnuniyet duyacağı hizmetler için önemli bir adım
olacaktır.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyoruz Sayın Kapusuz.
3 üncü madde üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler...
III.- YOKLAMA
(CHP sıralarından bir
grup milletvekili ayağa kalktı)
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Yoklama istiyoruz. (AK Parti sıralarından "geç kaldı, geç kaldı"
sesleri)
Geç kalmadık, geç
kalmadık.
BAŞKAN - Evet, isimleri
tespit edelim. (AK Parti sıralarından "geç kaldı, geç kaldı" sesleri)
Değerli arkadaşlar, yani,
geç kalıp kalmadığı noktasındaki takdir bana aittir. Ben "oylama"
derken, Sayın Başkan kalktı ve talebini ortaya koydu. Bu bakımdan, elbette ki,
her milletvekilimizin, grubun hakkıdır bu.
Ben yoklama yapacağım;
önce isimleri alıyorum: Sayın Arıkan, Sayın Yücesan, Sayın Ekmekcioğlu, Sayın
Sağ, Sayın Tütüncü, Sayın Özcan, Sayın İnce, Sayın Keleş, Sayın Ünlütepe, Sayın
Tamaylıgil, Sayın Gün, Sayın Çakır, Sayın Küçük, Sayın Anadol, Sayın
Miçooğulları, Sayın Araslı, Sayın Baloğlu, Sayın Demirel, Sayın Yıldırım, Sayın
Ayvazoğlu, Sayın Değerli, Sayın Özyurt,
Sayın milletvekilleri,
yoklama için 4 dakika süre veriyorum.
Yalnız, isimlerini
okuduğumuz sayın milletvekilleri cihaza girmesinler.
Arkadaşlarımızın cihaza
girmek suretiyle Genel Kurulda olduklarını bildirmelerini rica ediyorum,
giremeyenler de pusula gönderebilirler.
Yoklamayı başlatıyorum.
(Elektronik cihazla
yoklamaya başlanıldı)
BAŞKAN- Değerli
milletvekilleri, yoklamadan sonra niye gidiyorsunuz, anlayamıyorum; bundan
sonra, çünkü, oylama var. (CHP sıralarından alkışlar)
(Elektronik cihazla
yoklamaya devam edildi)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, toplantı yetersayısı vardır.
VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
4.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Ankara
Milletvekili Salih Kapusuz ile Hatay Milletvekili Sadullah Ergin'in; 633 Sayılı
Diyanet İşleri Başkanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/420) (S.
Sayısı: 870) (Devam)
BAŞKAN - 3 üncü maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Şimdi, teklifin tümünü
oylarınıza sunmadan önce, aleyhte olarak oyunun rengini belirtmek üzere Ankara
Milletvekili Sayın Oya Araslı'ya söz veriyorum.
Buyurun. (CHP
sıralarından alkışlar; AK Parti sıralarından gürültüler)
HÜSEYİN TANRIVERDİ
(Manisa) - Zaten, sizin oyunuzu biliyoruz; siz, aleyhte konuştunuz. İzaha gerek
yok; biz, arif adamız, anlarız.
OYA ARASLI (Ankara) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri, saygıyla selamlıyorum.
870 sıra sayılı kanun
teklifinin tümü hakkında oylama yapılmadan önce, oyumun rengini belli etmek
üzere söz almış bulunuyorum ve değerli bazı milletvekilleri konuşmama müdahale
ediyorlar önden "biz, zaten senin oyunun rengini biliyorduk, söylemeye
gerek yok" diye. (AK Parti sıralarından gürültüler)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, doğrusu, ben, bugün çok fazla ikaz etmek zorunda kaldım. Sayın
hatipleri sükûnetle dinleyelim; zaman kaybediyoruz.
Buyurun efendim.
OYA ARASLI (Devamla) -
Bu, İçtüzüğün, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerine vermiş olduğu bir
imkândır. Daha önce de -doğrudur- oyumun rengini belli ettim; ama, yapılan
oylamada, hâlâ, yapılan ikazların dikkatle değerlendirilmediğini görmüş
bulunmak, beni, tekrar bu tür söz talebinde bulunmaya itti ve Sayın Başkana, bu
talebim doğrultusunda söz verdiği için teşekkürlerimi sunmak istiyorum.
Değerli milletvekilleri,
defeatle burada uyarıda bulunduk. Bu teklif, yeterince açık bir düzenlemeden
yoksundur, Anayasanın eşitlik ilkesine aykırıdır, Anayasanın 128 inci
maddesinin gereğini yerine getirmemektedir. O zaman, niçin, böyle bir teklifi
kanunlaştırmakta acele ediyoruz?
Tümü hakkında oylamaya
geçilmemiştir. Komisyonun, bu teklifi geriye çekip, burada işaret ettiğimiz
eksiklikleri giderme imkânı vardır; hâlâ, bu fırsat kaybolmuş değildir. Söz
almamın amaçlarından birisi de budur.
Biz seçmenimize söz
verdik, ne olursa olsun, bu akşamı bu yasayı çıkararak tamamlamak ve seçmene
"işte, verdiğim sözü yerine getirdim" demek istiyor olabilirsiniz;
ama, biliniz ki, Cumhurbaşkanından veto edilerek dönen yasalar, sizin, sözünüzü
ne kadar özenle yerine getirdiğinizi(!) ortaya koyacaktır. Anayasa Mahkemesi
kapısından iptal edilerek dönen yasalar, sizin, sözünüzü hiç de öyle özenle
yerine getirmek üzere vermemiş olduğunuzu, bu sözü yerine getirmek üzere
gereken özeni göstermediğinizi ortaya koyacaktır. Seçmen bizleri çok dikkatle
izliyor. Vatandaş herhangi bir aldatmacaya kendini kaptıracak kadar gerçeklere
kulağını, gözünü kapatmış durumda değildir. Herkes her şeyi biliyor, herkes her
şeyi görüyor ve sizin "imam-hatiplere öncelik verdim" diyebilmek
için, alelacele, Anayasaya aykırı, özenle hazırlanmamış bir yasayı da burada
kabul etmeye hazırlandığınızı görüyor. Sadece, göz boyamaya çalışmaktan öte bir
anlam ifade etmiyor bu yasa.
Zamanlamasına baktığım
zaman, zihnimin arkasında birtakım şüpheler uyanıyor. Acaba, bu bir inatlaşma
anlayışının ürünü olarak mı önümüze getirilmiştir ve gereken özen gösterilmeden
onun için mi çıkarılmak istenmektedir; Anayasa Mahkemesiyle ilgili tartışmalar
bu amaçla mı bu kürsüde dile getirilmiştir; bu kuşkuları da ciddiyetle
duyduğumu ifade etmekten kendimi alamıyorum. Hele hele burada bir değerli
arkadaşımız, kalktı "Anayasa Mahkemesi, yasama organının yerine geçerek
yasa koyamaz, o anlama gelecek işlemler yapamaz; bu, Anayasada açıkça
yazılı" dedi. Ne yazık ki, Anayasa hükümlerini anlayabilmek için de bir
miktar anayasa hukuku bilgisine gerek var. O hüküm oraya, arkadaşınızın ifade
ettiği anlamı açıklamak üzere konulmamıştır. Anayasa Mahkemesi bir hükmü iptal
ederken, eğer yasanın anlamı o hükmün iptaliyle veya bir ibarenin iptaliyle
büsbütün değişiyorsa, yasa koyucunun hiç öngörmediği bir yasa görünümünü
alıyorsa, o zaman o hükmün tümünü iptal etme hakkını, yetkisini Anayasa
Mahkemesine vermek için çıkarılmıştır ve o tür bir hüküm iptalinden Anayasa
Mahkemesini korumak için çıkarılmıştır.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun efendim.
OYA ARASLI (Devamla) -
Bunu da sırası gelmişken burada ifade etmeyi bir gerek görüyorum. Anayasa
hükümlerinden işinize geleni içinden çıkarıp burada dile getirmek, Anayasaya
uygun bir şeyler yapmamızı tam anlamıyla sağlamaya yetmez. Anayasa bir
bütündür, bir bütün olarak anlamamız gerek ve o bütün içerisinde eğer biz kamu
görevlilerinden sadece bir kesime ve sadece imam-hatiplilere öncelik
tanıyorsak, bu sizin zihniyetinizin ne olduğunun da bir aynası olarak şu
sıralarda yer alır. (AK Parti sıralarından gürültüler)
İRFAN GÜNDÜZ (İstanbul) -
O zaman Meclisi feshedelim!
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) -
Sizden iyi anlıyoruz.
OYA ARASLI (Devamla) -
Bizden neyi iyi anlayıp neyi iyi anlamadığınızı bilemiyorum; ama, bir şeyleri
eksik anladığınızı ve olması lazım gelen gibi anlamadığınızı Anayasa Mahkemesi
kararları ortaya koyuyor. Bu olayda da öyle bir iptal durumuyla karşılaşmamanız
için biz gereken uyarıları yaptık. O rahatlıkla huzurlarınızdan ayrılıyorum ve
oyumun renginin bu açıkladığım nedenlerle ret olduğunu bir kere daha ifade
etmek istiyorum.
Saygılar sunarım.
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Araslı.
Sayın milletvekilleri,
görüşmeler tamamlanmıştır.
Teklifin tümünü
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Teklif kabul edilmiş
ve kanunlaşmıştır; hayırlı olmasını diliyorum.
Birleşime 5 dakika ara
veriyorum.
Kapanma Saati: 22.15
ALTINCI OTURUM
Açılma Saati: 22.27
BAŞKAN: Başkanvekili İsmail ALPTEKİN
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 90 ıncı Birleşiminin Altıncı
Oturumunu açıyorum.
2006 Yılı Programının
Hazırlanmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu raporlarının
görüşmelerine başlıyoruz.
VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
5.- 2006 Yılı Programının Hazırlanmasına Dair Kanun Tasarısı
ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1003) (S. Sayısı:872) (x)
BAŞKAN - Komisyon ve
Hükümet yerinde.
Komisyon raporu 872 sıra
sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde
AK Parti Grubu adına Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Hanefi Mahçiçek.
Buyurun Sayın Mahçiçek.
Süreniz 20 dakika.
AK PARTİ GRUBU ADINA
HANEFİ MAHÇİÇEK (Kahramanmaraş) - Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; 872 sıra sayılı tasarının içeriği olan dokuzuncu kalkınma
planının yapılmasının bir yıl ertelenmesi ve 2006 yılı programının yapılmasına
ilişkin, Bakanlar Kuruluna yetki verilmesi amacıyla hükümetimizce hazırlanmış
yasa tasarısı üzerinde Grubumuzun görüşlerini ifade etmek üzere söz aldım;
sözlerimin başlangıcında hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bilindiği gibi, 2006 Yılı
Programının Hazırlanmasına Dair Kanun Tasarı, 31 Mart 2005 tarihinde
hükümetimiz tarafından Meclise sevk edilmiş, Plan ve Bütçe Komisyonunda
görüşülüp kabul edildikten sonra da Genel Kurula intikal etmiştir.
Sayın milletvekilleri,
Devlet Planlama Teşkilatımız, temel hedefi ülke kaynaklarının verimli
kullanılması ve kalkınmanın hızlandırılması olan plan ve programları, ekonomik,
sosyal ve kültürel bir bütünlük içerisinde hazırlamakta, bakanlıklar ve kamu
kurum ve kuruluşlarının iktisadî, sosyal ve kültürel politikalarını
ilgilendiren faaliyetlerinde koordinasyonu sağlamakta ve hükümete müşavirlik
görevini yerine getirmektedir. Ayrıca, ülke düzeyinde kaynakların en uygun
dağılımının sağlanması ve kamu yatırımlarında doğrudan kaynak tahsisinin
yapılması, Planlama Teşkilatımızın aslî faaliyetleri arasında yer almaktadır.
Özetle, ülkemiz için
strateji oluşturma faaliyeti ile kaynak tahsisi faaliyetini birleştiren bir
kurum olarak Planlama Teşkilatımız, Türk bürokrasisinde önemli bir yere
sahiptir.
Değerli milletvekilleri,
Avrupa Birliğine katılım süreci de, Devlet Planlama Teşkilatımızın görev ve
sorumlulukları açısından yeni bir döneme girilmesine neden olmuştur. Avrupa
Birliğine katılım süreci ve yürütülen malî reform çalışmalarının bir sonucu
olarak, Devlet Planlama Teşkilatımız tarafından hazırlanması gereken plan ve
program dokümanlarının sayısında önemli bir artış meydana gelmiştir.
Bu bağlamda, kalkınma
planları ve yıllık programlara ek olarak, Avrupa Birliği Komisyonu tarafından,
Avrupa Birliğine aday tüm ülkelerden istenen katılım öncesi ekonomik program ve
Avrupa Birliğine ekonomik ve sosyal uyum amaçlı politikalar için stratejik
çerçeve oluşturan ulusal kalkınma planlarının hazırlıkları Devlet Planlama
Teşkilatı tarafından yürütülmektedir.
Ayrıca, 2005 yılı başında
yürürlüğe giren Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu gereğince, Devlet Planlama
Teşkilatı tarafından üç yıllık bir orta vadeli programın her yıl hazırlanması
öngörülmüştür.
Bütün bu gelişmelere
bağlı olarak, Avrupa Birliğine katılım süreci nedeniyle, Devlet Planlama
Teşkilatının ekonomi yönetimi içerisindeki ağırlığı artmıştır. Ayrıca, ekonomik
istikrarın sağlanmasıyla birlikte, makroekonomik karar alma süreçlerinde daha
uzun vadeli bir bakış açısı önem kazanmış ve bu da Devlet Planlama Teşkilatının
önemini artıran diğer bir faktör olmuştur.
Değerli arkadaşlarım, 17
Aralık 2004'te Avrupa Birliğiyle müzakerenin başlatılması kararının
verilmesiyle birlikte, önümüzdeki döneme ilişkin olarak, söz konusu plan ve
program dokümanlarının önemi daha da artmış bulunmaktadır. Söz konusu
dokümanlar arasındaki bağın iyi bir biçimde kurulması ve mümkün olduğu ölçüde
tekrarlardan kaçınılması için, dokümanların zamanlamasının, kapsamının ve
hazırlanış süreçlerinin çok iyi koordine edilmesi gerekmektedir.
Bu amaçla, yeni bir
düzenlemeye ihtiyaç duyulmuştur. Daha stratejik bir üst doküman niteliğindeki
kalkınma planının, diğer tüm plan ve programları etkin bir şekilde
yönlendirmesi için, kalkınma planlarının kapsadığı dönem ile diğer dokümanların
kapsadıkları dönemler arasında da uyum sağlanması bir zorunluluk olarak ortaya
çıkmaktadır.
Bilindiği gibi, Sekizinci
Beş Yıllık Kalkınma Planı, 2005 yılı itibariyle sona ermekte; diğer taraftan,
Avrupa Birliğinin yeni malî programlama dönemi ise 2007-2013 dönemini
kapsamaktadır. Türkiye'nin, AB malî programlama dönemiyle uyumlu olarak 2007
yılında başlayacak olan bir ulusal kalkınma planı hazırlaması gerekmektedir.
Dokuzuncu kalkınma planı ile ulusal kalkınma planı arasında zaman uyumunun
sağlanması, gerek kaynak etkinliği gerekse politika eşgüdümü açısından büyük
önem arz etmektedir. Bu durum, Türkiye'nin planlama süreçlerinde Avrupa
Birliğinin yeni malî programlama döneminin bir referans noktası olarak
alınmasını gerekli kılmaktadır.
Esasında, kalkınma
planları arasında geçiş programı uygulaması yeni bir uygulama da değildir. Bu
tür uygulamalara geçmişte de başvurulduğu bilinmektedir. Nitekim, 1978, 1984 ve
1995 yıllarında, üç kez geçiş programı uygulanmıştır. Üçüncü ve Dördüncü
Planlar arasında 1978 yılında bir geçiş programı uygulaması olmuş; Dördüncü ve
Beşinci Planlar arasında 1984 yılında yine bir geçiş programı uygulanmıştır.
Nihayet 1995 yılı geçiş programı uygulaması ise, Altıncı ve Yedinci Planlar
arasında olmuştur. Bu çerçevede, içinde bulunduğumuz yıl sona erecek olan
Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planının yerine hazırlanacak olan dokuzuncu
kalkınma planının bir yıl ertelenmesinin ve planın 2007 yılı başından itibaren
uygulamaya konulmasının çok daha anlamlı olacağı anlaşılmaktadır. Bu durumda,
2006 yılının, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı ile dokuzuncu kalkınma planı
arasında bir geçiş yılı olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Türkiye Büyük
Millet Meclisimizin Bakanlar Kuruluna vereceği yetki çerçevesinde, 2006 yılı
programının, geçmiş plan uygulamaları ve uygulanan hükümet politikalarına
paralel olarak hazırlanması uygun olacak diye düşünüyoruz.
Sözlerimin sonunda, Yüce
Heyetinizi, tekrar, saygıyla selamlıyorum efendim. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Mahçiçek.
Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına, Tekirdağ Milletvekili Sayın Enis Tütüncü; buyurun. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ENİS
TÜTÜNCÜ (Tekirdağ) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri,
2006 Yılı Programının Hazırlanmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde, Cumhuriyet
Halk Partisi adına ve şahsım adına söz almış bulunuyorum; sözlerime başlarken,
hepinizi, en iyi dileklerimle, sevgilerimle, saygılarımla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; bu yasa tasarısının amacı, 2006 yılında yürürlüğe girmesi gereken
dokuzuncu beş yıllık kalkınma planının bir yıl ertelenmesini sağlamaktır. Bu
amaçla, 2006 yılında, bir ara program, bir geçici program hazırlanması
öngörülmektedir bu yasa tasarısıyla.
Bu yasa tasarısında bizi
memnun eden bir nokta var; öncelikle, bu noktaya değinmek istiyorum. Hükümet,
bu yasa tasarısında, kalkınma planlarının, özellikle yaşadığımız dönemde daha
da önem kazandığını, âdeta itiraf etmektedir. Hükümetin bu görüşünde ne kadar
ciddî ve ne kadar samimî olduğunu anlamaya çalışıyoruz; çünkü, meşhur acil
eylem planının hazırlanış mantığını, yöntemini ve uygulanış biçimini hepimiz
biliyoruz. Planlama mantığı açısından, planlama anlayışı açısından, o söz
konusu acil eylem planını herhangi bir yere sığdırmak kesinlikle mümkün
değildir. İşte bu nedenle, biz, hükümetin planlamanın önem kazandığı
açıklamasının sürekli takipçisi olacağız.
Öte yandan, bu yasa
tasarında, Türkiye, planlama deneyimi kırk yılı aşan bir ülke olarak sunuluyor.
Evet, anayasal bir kurum olarak ve ulusal boyutta planlamaya geçişimiz 1962
yılında oldu; ancak, burada bir gerçeğin unutulmaması gerekiyor; Türkiye'nin
planlama deneyimi 1930'lu yıllara kadar uzanmaktadır. Bu yasa tasarısının
gerekçesinde, bu 1930'lu yıllar planlaması gerçeği; yani, Mustafa Kemalli
yılların planlaması es geçiliyor, o dönemin hakkı sanki verilmek istenmiyor, o
dönemin başarısı sanki gözlerden saklanmak isteniyor! Bunu, biz burada tespit
ediyoruz ve dikkatlerinize, bilgilerinize sunuyoruz.
Evet, 1930'lu yıllardaki
sanayi planları, adı da üstünde, tüm ekonomiyi kapsamıyordu. Bunlarda, sadece
devletin kendi yatırımlarının akılcı ve planlı bir şekilde disiplin altına
alınması amaçlanıyordu. Ayrıca, bu planlar, doğrudan plan hazırlığıyla görevli
kuruluşlarca hazırlanmamıştı, planlama açısından anayasal bir kurumsallaşma da
söz konusu değildi; ancak, 1933-1937 dönemi için hazırlanan Birinci Beş Yıllık
Sanayi Planı başarıyla uygulanmıştır. Bunun sayesinde, çimento, şeker, kömür,
cam, seramik ve dokuma gibi temel sektörlerde önemli sanayi tesisleri
kurulabilmiştir. 1938 yılında ise, İkinci Beş Yıllık Sanayi Planı kabul
edilmiştir. Bu Plan, İkinci Dünya Savaşının başlaması nedeniyle tam olarak
uygulanamamıştır; ancak, bu plan içinde yer alan bazı projeler, örneğin
demir-çelik sanayii gibi tesisler, başarıyla kurulabilmiştir.
Yine anımsanacağı üzere,
İkinci Dünya Savaşından sonra bir kalkınma planı hazırlanmış, ne yazık ki bu
plan, Türkiye'de demokratikleşme sürecinin ağırlık kazanmasından ortaya çıkan
sıkıntılar nedeniyle, hepimizin bildiği gibi, uygulama alanına konulamamıştır.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; burada 1960 öncesi planlamaya değinmemin iki nedeni var;
birincisi, cumhuriyeti kuranların son derece güç koşullarda elde ettikleri
olağanüstü başarılarının altında, büyük ölçüde planlama mantığına, planlama
anlayışına sahip çıkmaları yatıyor, bu noktanın asla unutulmaması gerekiyor;
ikinci nedeni, Türkiye'nin, her zamankinden daha fazla planlamaya ihtiyaç
duyduğu dönemlerde -ki, bunu hükümet de kabul etmektedir- planlama mantığından
uzaklaşılmış olmasıdır. Türkiye, ne yazık ki, 1980 yılından bu yana, Türkiye'de
ithal ikamesine dayanan kalkınma stratejisinden ihracata yönelik kalkınma
stratejisine geçiş tarihinden itibaren, 1980 yılından itibaren planlamaya, planlama
mantığına en fazla ihtiyaç duyduğu bir dönemden bu yana, ne yazık ki planlama
mantığından uzaklaşmıştır. Bu durum, bizim tecrübemize uymamıştır ve bu tavrın
ülkemize maliyeti, alternatif maliyeti, görünmez maliyeti düşünülemeyecek kadar
büyük olmuştur. Bu nedenle, Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; Türkiye,
planlama alanındaki tüm birikimini kullanmalıdır, ülkenin geleceğini, planlama
mantığıyla, planlama vizyonuyla oluşturma yoluna girmelidir.
Küreselleşmenin olumsuz
etkilerinin asgarîye indirilmesi yanında, küreselleşmenin yarattığı yeni
fırsatlardan Türkiye'nin yeterince yararlanması için başka çaremiz yoktur.
Ayrıca, Avrupa Birliğiyle entegrasyon sürecinin hızlı ve sağlıklı şekilde
sonuçlandırılması açısından da, planlamaya, giderek daha çok ihtiyaç
duyulmaktadır; tabiî ki, yeni bir planlama anlayışına, strateji ve politika
planlaması anlayışına. Devlet Planlama Teşkilatı, bu yeni planlama anlayışına
göre yeniden yapılandırılmalıdır, etkin ve özerk bir yapıya kavuşturulmalıdır,
bunu; yıllardan beri her platformda anlatmaya çalışıyoruz.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; strateji ve politika planlamasına geçilmesinin Türkiye açısından
yaşamsal önemde olduğunun bir daha altını çizmek istiyorum. Türkiye, ancak
böyle bir planlama anlayışı içinde yapacağı tercihlerle, geleceğin dünyasında
kazananlar safında yer tutabilir. Bunun için, geleceğin dünyasında talebi
artacak olan mal ve hizmet alanları belirlenip -ki, bunlar kilit endüstriler
olacaktır- buralarda, daha çok KOBİ'ler ekseninde bir yatırım seferberliğine
girişilmelidir.
Bu alanlardan bazıları,
biyoteknolojinin, tarım ve hayvancılık başta olmak üzere çok sayıdaki kullanım
alanları, elektrik, elektromekanik sanayileri, iletişim teknolojileri,
bilgisayar ve yazılım teknolojileri, nükleer fizik ve uzay teknolojileri gibi
üretim alanlarıdır. Bu alanlar, önümüzdeki yıllarda güneşi yükselecek olan
sektörleri içermektedir.
Ayrıca, Türkiye, şu anda
rekabet gücü taşıyan ve ihracatta başarılı olan mevcut sektörlerini, seçici bir
teşvik politikasıyla daha da güçlendirmelidir. Teşvik politikasını, gözü
kapalı, bilinçsizce değil; söz konusu sektörleri, bunların mallarına
halihazırdaki talep durumuna ve gelecek yıllardaki talep durumuna ve sektördeki
rekabet gücüne göre tespit etmelidir. Her sektörü, her alanı teşvik etme
yanlışına kesinlikle düşülmemelidir; çünkü, her Türk Liralık teşvikin yükünü
ekonomide, yükünü toplumda birileri mutlaka ödemektedir, teşviklerin faturası
mutlaka belirli toplum kesimlerine çıkmaktadır ve bu toplum kesimleri de,
genellikle, dar ve sabit gelirli geniş halk yığınları olmaktadır.
Ne var ki, strateji ve
politika planlaması konusunda ciddî engellerle karşı karşıya olduğumuzu da
bilmeliyiz; çünkü, küreselleşme sürecinde, küreselleşen piyasada şirketler ve
sermaye, farklı ülkeler arasında yatay bir bütünleşme gerçekleştirmektedir. Bu
durum, örneğin Türkiye'nin, kilit endüstrilerini geliştirme çabalarını doğal
olarak zorlaştıracaktır; ancak, karşılaşacağımız sıkıntılar, hatta engeller,
Türkiye'nin, kendi inisiyatifiyle, kendi iradesiyle, kendi geleceği üzerinde
olabildiğince söz sahibi olma azmini, inancını baltalamamalıdır. Türkiye'nin
geleceğinin tamamen piyasa güçlerine bırakılması düşüncesini, bu çatı altında,
sanırım hiç kimse savunmaz ve savunamaz da.
Bakınız, Türkiye'de,
açlık ve yoksulluk sınırında yaşayan yurttaşlarımızın sayısı hızla artıyor.
Bugün, 22 000 000'un üzerinde yurttaşımız, yoksulluk sınırında yaşam mücadelesi
veriyor; işsizlik giderek yaygınlaşıyor; sağlık, sosyal güvenlik çıkmaz
sokakta, çalışanların yarısına yakını kayıtdışı istihdamda bulunuyor, eğitimde
fırsat eşitliği kâğıt üzerinde kalmış, gençlerimiz arasında yarışma özgürlüğü
ise unutulmuş durumda, çiftçi ve işçi çocuklarının yükseköğrenim görme şansı,
fırsatı yüzde 1'lere kadar düşmüş; yani, çiftçi ve işçi çocuklarından, ancak ve
ancak, 100 kişiden 1 tanesi yüksekeğitim görme fırsatını yakalayabiliyor.
İşte, böyle ve benzeri
sorunları piyasa güçlerinin çözmesini beklemek mümkün mü! Aksini düşünmek, bir
ham hayal olmaktan öteye geçemez. Geçemez; çünkü, piyasaların refahı artırma,
piyasaların işsizliğe çözüm bulma gibi bir derdi yoktur, bir niyeti yoktur.
Tam aksine, Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; piyasaların, doğal olarak, eşitsizlikleri ve
adaletsizlikleri artırma gibi sonuçları vardır. Yaşadığımız küreselleşme
sürecinde Türkiye, eğer ciddî bir strateji ve politika planlamasına sıkı sıkıya
sarılamazsa, kendi insanının, kendi yurttaşlarının çıkarlarını koruyamaz;
aksine, uluslararası sermayenin çıkarlarını, hem de her geçen gün daha fazla
koruma durumuna düşer.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; buraya kadar değindiklerimden, şunu vurgulamak istiyorum:
Küresel kapitalizmin geldiği noktada, ekonominin ve büyümenin insanla ilişkisi
kopmuştur. Bugün, dünyada, iş yaratamayan, iş yaratmayan büyüme giderek
yaygınlaşıyor. Büyüyen sektörler veya ihracat adacıkları, büyük ölçüde, kendi
ülkesine, kendi toplumuna sorumluluk duymaktan çok, bağlı bulunduğu ana şirkete
karşı sorumluluk duymaktadır; çünkü, bunlar, ana şirket adına yatırım yapmaktadır,
onun hesabına büyümektedir; bunda da şaşılacak bir şey yoktur. Bu konuda, 2004
yılı ekonomik büyümesi, Türkiye'yi yönetenlere, bize, çok önemli bazı ipuçları
veriyor gibi.
Bilindiği üzere, Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 2004 yılı büyümesi, yüzde 9,9 olarak
açıklandı. Bunun kaynağına bakıyorsunuz, kaynağında sıcakpara ve dışborç
artışının yattığı ortaya çıkıyor. 2002'de Türkiye 1,5 milyar dolar cari açık
vermişken, 2004'te bu açık 15 milyar doları aşmış. Yani, cari açıkta, iki yılda
10 kat bir artış gerçekleşmiş ve bunun nedenine bakıyoruz; nedeni, Türk
Lirasının aşırı değerlenmesi sonucu gelen sıcakpara ise -ki, bu sıcakparanın 38
milyar dolara yaklaştığı tahmin edilmektedir- bir diğer nedeni de dışborçların
artmasıdır. AKP iktidarının ilk iki yılında dışborçlardaki artış yüzde 24,7
olmuştur.
Bu arada, cari açığın bir
diğer nedeni de içerideki reel faiz oranlarının yüksek olmasından veya başka
nedenlerden dolayı büyük şirketlerimizin dışarıdan kredi kullanmaya yönelmiş
olmalarıdır. Bu arada, bazı bankalarımız, sendikasyon kredileriyle, artan
miktarda, dışarıdan finansman sağlamaya devam ediyorlar. Hem bankacılık
kesiminde hem de özel reel sektörde, böylece, kur riski olasılığı giderek
artmış olmaktadır.
2004 yılı büyümesine
harcamalar cephesinden bakılırsa, en önemli kaynağın 60 katrilyon lirayı aşan
özel yatırım harcamaları olduğu gözüküyor. Özel yatırım kararları verilirken,
bunların ülke ekonomisine ne kadar büyüme sağlayacağı ya da işsizlik sorununu
ne kadar hafifleteceği gibi açılardan değerlendirilmesini beklemek tabiî ki
doğru değildir; yani, reel ekonominin yatırım kararlarında, Türkiye'nin
önceliklerinden çok, yatırım yapan şirketlerin seçimleri rol oynamıştır.
Böylece, geçen yıl Türkiye'de gerçekleştiği ilan edilen yüksek ekonomik büyüme,
sonuçta, işsizlik başta olmak üzere, ülke sorunlarına çözüm getirmekten uzak
kalmıştır. İşte, Türkiye'yi yönetenler bu gerçeği görmelidir. Özel sektör
yatırımlarını, daha fazla zenginlik ve refah yaratacak, daha çok kişiye iş
sağlayacak, Türkiye ekonomisini dış pazarlarda kazananlar safına geçirecek bir
strateji ve politikayla yönlendirmeyi zor da olsa denemelidirler. Yıllardan bu yana
uygulanan ve faize, haksız kazanca, ranta prim veren neoliberal ekonomi
politikalarını terk etmelidir. IMF ile yürümeye, IMF'yi ikna ederek, son
vermelidir. Ekonomideki tüm kaynakları reel ekonomiye, üretime, kalkınmaya,
verimliliğe ve rekabet gücünü yükseltmeye yönlendirmelidir. Türkiye'deki
ekonomik büyümenin ekonomik ve sosyal kalkınmaya, üretime, refaha, aşa ve işe
dönüştürülmesinde Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepimizin, hepinizin ortak sorumluluğu vardır
ve bu ortak sorumluluk giderek de artmaktadır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; sözlerimi, 2006 yılı programına ışık tutar düşüncesiyle,
ekonominin şu anda karşı karşıya olduğu bazı risklere dikkatinizi çekerek
bağlamak istiyorum. Türkiye'nin bir numaralı risk alanı işsizlik ve
yoksulluktur. İşsizlik ve yoksulluk Türkiye'de, toplumsal barışı, huzuru,
istikrarı tehdit eder noktaya gelmektedir. Devlet İstatistik verileri,
Türkiye'deki işsizlik sorununun gerçek ve korkunç boyutunu, ne yazık ki, göstermiyor.
Bu nedenle, burada, Devlet İstatistik Enstitüsü verilerini kullanarak bir
değerlendirme yapmayı doğru bulmuyorum. Şunu söyleyebilirim: Gerçek işsizlik
sayısı, bizim ciddî hesaplarımıza göre, 10 000 000 kişiye yaklaşıyor. Bugün, işsizlik
sorunuyla tanışmamış olan ailelerin sayısı parmakla gösterilecek kadar azdır.
Ailede gelir getiren kişi başına ekonomik açıdan bağımlı olan kişi sayısı
artıyor; bu durum, aile reisinin reel gelirinin de esasen gerilemekte olduğu
gerçeği dikkate alınırsa, ailede kişi başına düşen somun miktarını daha da
küçültüyor. Orta Anadolu deyimiyle, hane halkında kaşık düşmanlarının sayısı
hızla artıyor. Böylece, açlık tehlikesi yaygınlaşıyor, yoksulluk derinlik
kazanıyor.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bugün açlık sınırı Türk-İşe göre 528 Yeni Türk Lirası,
Kamu-Sene göre 668 Yeni Türk Lirasıdır; asgarî ücret ise, net 350 Yeni Türk
Lirasıdır. Buna göre, asgarî ücretle çalışan ne kadar yurttaşımız varsa,
bunların tümü açlık sınırının altında yaşıyor.
RASİM ÇAKIR (Edirne) -
Maliye Bakanı öyle demiyor!
ENİS TÜTÜNCÜ (Devamla) -
Asgarî ücretin üstünde, ancak aylık geliri 526 Yeni Türk Liranın altındaki
çiftçi, işçi, memur, küçük esnaf ve sanatkâr, milyonlarca çalışan
yurttaşlarımızın tümü, bugün, açlık sınırının altında yaşam mücadelesi verir
duruma düşmüşlerdir.
Şu işe bakın, Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; bizler, eskiden, işi gücü olmayanları yoksul
sayıyorduk; şimdi, çalışan, yani işi gücü olanların yoksulluğundan, hatta
açlığından söz ediyoruz. Öte yandan, sosyal güvenlik kuruluşundan emekli, dul
ve yetim maaşı alanların durumuna bakıyoruz; Emekli Sandığı emeklileri, Sosyal
Sigortalar Kurumu emeklileri, Bağ-Kur emeklileri, bunların milyonlarca emekli
dul ve yetimleri, bağlı olanları, bunların ezici çoğunluğunun gelirlerinin,
açlık sınırı...
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Sayın Tütüncü, lütfen, bağlar mısınız.
ENİS TÜTÜNCÜ (Devamla) -
Kendi adıma da konuşma talebim var...
BAŞKAN - Efendim, daha
önce talepler var.
ENİS TÜTÜNCÜ (Devamla) -
Var efendim, kendi adıma da konuşma talebim var.
BAŞKAN - Var da, sizden
önce şahsı adına talep var; üçüncü sıradasınız.
ENİS TÜTÜNCÜ (Devamla) -
O zaman, daha sonra konuşacağım...
BAŞKAN - O bakımdan,
konuşmazlarsa size ancak söz verebilirim.
ENİS TÜTÜNCÜ (Devamla) -
Peki.
BAŞKAN - Lütfen,
tamamlayın efendim.
ENİS TÜTÜNCÜ (Devamla) -
Sayın Başkan, toparlıyorum.
Öyle sanıyorum ki, 10
dakikalık şahsım adına konuşma hakkını kullanacağım; çünkü, bu yasa
tasarısıyla, gerçekten, 2006 yılı programının hazırlanmasında ekonominin nasıl
ciddî risklerle karşı karşıya olduğu gerçeğini, Cumhuriyet Halk Partisi olarak,
sizlerle paylamak istiyoruz ve bu konuda, size, eğer mümkünse teknik bir destek
vermek istiyoruz. Bu nedenle, ummak istiyorum ki, bu 10 dakikalık süreyi
konuşuruz.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; sözlerimi, Türkiye'nin iki numaralı risk alanının ne olduğunu
belirterek ve kısa bir analiz yaparak, izin verirseniz, tamamlamak istiyorum.
Türkiye'nin iki numaralı risk alanı, tarım ve hayvancılığın hızla çökmekte
oluşudur. Bu alan, aslında, işsizlik ve yoksulluğun da ana kaynağını
oluşturuyor. AKP İktidarında tarım sektörüne yapılan sabit sermaye
yatırımlarına bakıyoruz, gerçekten, tarıma yapılan sabit sermaye yatırımlarının
gayri safî millî hâsılaya oranının sürekli olarak 2002 yılının altında olduğunu
tespit ediyoruz.
Burada, sözlerimi
bağlamak istiyorum. Buğday üreticisinin, ayçiçek üreticisinin, hayvancılıkla,
besicilikle ve sütçülükle uğraşan çiftçilerimizin durumlarının gerçekten
yürekler acısı olduğu ve tarımın artık işsizliği massetme, tarımın artık şu ya
da bu şekilde gelir dağılımındaki adaletsizliği örtme gücü, potansiyeli giderek
azalmaktadır ve Türkiye, önümüzdeki dönemde, tarımın böylesine acı bir şekilde,
hızlı bir şekilde çöküşü nedeniyle, çok daha büyük oranda tarımdan tarım
dışına, kentlerin varoşlarına çok daha kitlesel göç tehlikesiyle karşı
karşıyadır. Burada, hükümeti uyarmak istiyorum; tarım ve hayvancılığın
önümüzdeki dönemde çok ciddî bir risk alanı olduğu dikkatini, lütfen, ciddîye alsınlar,
bu konuya dikkat etsinler ve 2006 yılı programında bu konuda ne gerekirse
yapsınlar.
Bu duygu ve düşüncelerle,
şimdilik sözlerime son veriyorum. Hepinizi en iyi duygularımla, sevgilerimle,
saygılarımla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Tütüncü.
Sayın milletvekilleri,
çalışma süremiz tamamlanmıştır.
Kanun tasarı ve
tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 28 Nisan 2005 Perşembe günü, alınan karar
gereğince, saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.
Hayırlı geceler
diliyorum.
Kapanma Saati: 23.00