BIM 2 4 2005-05-23T10:58:00Z 2005-05-23T10:58:00Z 74 47594 271289 TBMM 2260 542 333161 9.2812 0 6 nk 6 nk 0

 

DÖNEM: 22         CİLT: 82       YASAMA YILI: 3

 

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

 

90 ıncı Birleşim

27 Nisan 2005 Çarşamba

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

                                                      Sayfa    

  I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. - GELEN KÂĞITLAR

III. - YOKLAMALAR

IV. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1.- Çorum Milletvekili Ali Yüksel Kavuştu'nun, Çorum İli Kargı İlçesi Saraycık Köyünde meydana gelen ve köyün tamamının yanmasına sebep olan yangına ilişkin gündemdışı konuşması ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Zeki Ergezen'in cevabı

2.- Ankara Milletvekili Yakup Kepenek'in, kız çocuklarının okula gönderilmesi girişimlerinin, gelecekte, kadınların toplumsal ve ekonomik hayata aktif olarak katılmasına yapacağı olumlu etkilere ilişkin gündemdışı konuşması

3.- Tokat Milletvekili Resul Tosun'un, Çanakkale Savaşlarının 90 ıncı yıldönümüne ilişkin gündemdışı konuşması

B) Tezkereler ve Önergeler

1.- Bosna Hersek Temsilciler Meclisi Başkanı Sefik Dzaferovic ve beraberindeki parlamento heyetinin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanının konuğu olarak ülkemize resmî ziyarette bulunmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/809)

2.- Türkiye Büyük Millet Meclisi ile Irak Parlamentosu arasında Parlamentolararası Dostluk Grubu kurulmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/810)

3.- Mardin Milletvekili Süleyman Bölünmez hakkında tanzim edilen soruşturma dosyasının İçtüzüğün 75 inci maddesine göre geri gönderilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/811)

4.- Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Tunus ve Fas'a yaptığı resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/812)

C) Gensoru, Genel Görüşme, Meclıs Soruşturmasi ve Meclıs Araştirmasi Önergelerı

1.- Erzurum Milletvekili Mustafa Nuri Akbulut ve 22 milletvekilinin, Doğu Anadolu Bölgesinde bulunan belediyelerin ekonomik koşullarının tespiti ve yaşanan olumsuzlukların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/278)

D) Çeşıtlı İşler

1.- Genel Kurulu ziyaret eden Afganistan Devlet Başkanının Kıdemli Danışmanı ve Ticaret Bakanı Hidayet Emin Arsala ve beraberindeki heyete Başkanlıkça "Hoşgeldiniz" denilmesi

V.- ÖNERİLER

A) Sıyasî Partı Grubu Önerılerı

1.- Gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin CHP Grubu önerisi

2.- Genel Kurulun çalışma gün ve saatlerinin yeniden düzenlenmesine ilişkin AK Parti Grubu önerisi

VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)

2.- Esnaf ve Sanatkârlar Meslek Kuruluşları Kanunu Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu (1/969) (S. Sayısı: 851)

3.- Emniyet Teşkilâtı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve İçişleri Komisyonu Raporu (1/1006) (S. Sayısı: 869)

4.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Ankara Milletvekili Salih Kapusuz ile Hatay Milletvekili Sadullah Ergin'in, 633 Sayılı Diyanet İşleri Başkanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/420) (S. Sayısı: 870)

 

5.- 2006 Yılı Programının Hazırlanmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1003) (S. Sayısı:872)

VII.- AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- İzmir Milletvekili K.Kemal Anadol'un, Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, konuşmasında, Partisine sataşması nedeniyle konuşması

2.- Yozgat Milletvekili Mehmet Çiçek'in, İstanbul Milletvekili Ali Kemal Kumkumoğlu'nun, konuşmasında, ileri sürmüş olduğu görüşlerden farklı görüşleri kendisine atfetmesi nedeniyle konuşması

VIII.- SORULAR VE CEVAPLAR

A) YazIlI Sorular ve CevaplarI

1.- İzmir Milletvekili Canan ARITMAN'ın, ÇED ve Çevre Yönetimi Şube Müdürlükleri personelinin eğitim seviyesine ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Osman PEPE'nin cevabı (7/5346)

2.- İzmir Milletvekili Hakkı ÜLKÜ'nün, Emniyet örgütünün personel ihtiyacına ve eğitim planlamasına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Abdülkadir AKSU'nun cevabı (7/5373)

3.- İzmir Milletvekili Erdal KARADEMİR'in, Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığına yapılan atamaya ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Osman PEPE'nin cevabı (7/5423)

4.- Kocaeli Milletvekili Mehmet Sefa SİRMEN'in, otomatik meteoroloji istasyonu alım ihalesine ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Osman PEPE'nin cevabı (7/5424)

5.- Konya Milletvekili Atilla KART'ın, Konya-Kulu-Tavşanlı beldesi yakınlarındaki tesislerin kullanılmama nedenine ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK'in cevabı (7/5440)

6.- Karaman Milletvekili Mevlüt AKGÜN'ün, Ticaret ve Turizm Genel Müdürlüğüne bağlı okullardaki muhasebe öğretmeni ihtiyacına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK'in cevabı (7/5441)

7.- İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in, Eğitim Bir-Senin yaptırdığı öğretmen sorunları araştırmasına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK'in cevabı (7/5443)

8.- Edirne Milletvekili Rasim ÇAKIR'ın, Bakanlığa devredilen bir hastaneye ait malzemelerle ilgili iddialara ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ'ın cevabı (7/5487)

9.- Ordu Milletvekili İdris Sami TANDOĞDU'nun, Yurtkur Genel Müdürlüğüne verilen kredilerin geri ödenmesine ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK'in cevabı (7/5494)

10.- Manisa Milletvekili Nuri ÇİLİNGİR'in, Manisa-Salihli Devlet Hastanesi Başhekimiyle ilgili bazı iddialara ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ'ın cevabı (7/5511)

11.- Kırklareli Milletvekili Mehmet S. KESİMOĞLU'nun, Lüleburgaz Atatürk Lisesinin (A) tipi okuldan (B) tipine dönüştürüleceği iddiasına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK'in cevabı (7/5518)

12.- Adana Milletvekili Atilla BAŞOĞLU'nun, Nutuk’un ders kitabı olarak okutulmasının düşünülüp düşünülmediğine ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK'in cevabı (7/5562)

13.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in, yapılan atamalara ve atanan personel sayısına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Kürşad TÜZMEN'in cevabı (7/5593)

14.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in, yapılan atamalara ve atanan personel sayısına ilişkin sorusu ve Millî Savunma Bakanı M. Vecdi GÖNÜL'ün cevabı (7/5604)

15.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in, yapılan atamalara ve atanan personel sayısına ilişkin sorusu Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami GÜÇLÜ'nün cevabı (7/5612)


I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 

TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak altı oturum yaptı.

Elazığ Milletvekili Şemsettin Murat, Kardeşlik Haftasına;

Ağrı Milletvekili Naci Aslan, Ağrı İlinin,

Muş Milletvekili Seracettin Karayağız, Muş İlinin,

Düşman işgalinden kartarılışının yıldönümüne,

İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar.

Akdeniz Parlamenter Asamblesinde Türkiye Büyük Millet Meclisini temsil edecek grubu oluşturmak üzere siyasî parti grup başkanlıklarınca aday gösterilen üyelere ait Başkanlık tezkeresi Genel Kurulun bilgisine sunuldu.

Akdeniz-Avrupa Enstitüsünün 18-20 Mayıs 2005 tarihleri arasında Madrid'de gerçekleştireceği Türkiye-AB Beşinci Konferansına Ankara Milletvekili Reha Denemeç ile Antalya Milletvekili Mehmet Dülger'in ismen davet edildiklerine ilişkin Başkanlık tezkeresi,

Genel Kurulun 26.4.2005 Salı günkü birleşiminde sözlü sorular ile diğer denetim konularının görüşülmeyerek bu birleşimde de kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine; 27.4.2005 Çarşamba günkü birleşimde sözlü soruların görüşülmemesine; gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 5 inci sırasında yer alan 869 sıra sayılı Emniyet Teşkilâtı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının bu kısmın 4 üncü sırasına, 6 ncı sırasında yer alan 870 sıra sayılı 633 Sayılı Diyanet İşleri Başkanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin 5 inci sırasına, 256 ncı sırasında yer alan 872 sıra sayılı 2006 Yılı Programının Hazırlanmasına Dair Kanun  Tasarısının  6  ncı  sırasına,  25.4.2005 tarihli gelen kâğıtlarda  yayımlanan  877  sıra  sayılı Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin 48 saat geçmeden 7 nci sırasına, aynı tarihli gelen kâğıtlarda yayımlanan 880 sıra sayılı Yatırımların ve İstihdamın Teşviki ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 48 saat geçmeden 10 uncu sırasına, gündemin 258 inci sırasında yer alan 876 sıra sayılı 5325 Sayılı Siyasî Partiler Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ve Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresinin 11 inci sırasına, 16 ncı sırasında yer alan 796 sıra sayılı kanun tasarısının 12 nci sırasına, 219 uncu sırasında yer alan 854 sıra sayılı kanun tasarısının 13 üncü sırasına alınmasına; Genel Kurulun 26.4.2005 Salı günü 15.00-22.00; 27.4.2005 Çarşamba günü 14.00-22.00 saatleri arasında çalışmalarını sürdürmesine ve 28.4.2005 Perşembe günü de Genel Kurulun saat 14.00'te toplanmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi, yapılan görüşmelerden sonra,

Kabul edildi.

Iğdır Milletvekili Dursun Akdemir'in, Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile 78 ve 190 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerde (2/336),

İstanbul Milletvekili Emin Şirin'in, Tapu Kanununda (2/319),

Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tekliflerinin doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergelerinin, yapılan görüşmelerden sonra, kabul edilmedikleri açıklandı.

Ağrı Milletvekili Cemal Kaya'nın, Başkanlık Divanınca geçerli olduğu tespit edilmiş bulunan milletvekilliğinden istifasını içeren önergesinin kabul edildiği ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliğinin düştüğü açıklandı.

Genel Kurulu ziyaret eden Yeni Zelanda Başbakanı Helen Clark'a Başkanlıkça "Hoşgeldiniz" denildi.

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:

1 inci sırasında bulunan, Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin (2/212) (S. Sayısı: 305) görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin komisyon raporu henüz gelmediğinden,

2 nci sırasında bulunan, Esnaf ve Sanatkârlar Meslek Kuruluşları Kanunu Tasarısının (1/969) (S. Sayısı: 851) görüşmeleri, ilgili komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından,

Ertelendi.

3 üncü sırasında bulunan ve Cumhurbaşkanınca bir daha görüşülmek üzere geri gönderilen  24.3.2005 Tarihli ve 5321 Sayılı Emniyet Teşkilâtı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun (1/1005) (S. Sayısı: 873), görüşmeleri tamamlanarak, kabul edilip kanunlaştığı açıklandı.

4 üncü sırasına alınan, Emniyet Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının (1/1006) (S. Sayısı: 869) tümü üzerindeki görüşmeleri tamamlanarak maddelerine geçilmesi kabul edildi.

27 Nisan 2005 Çarşamba günü, alınan karar gereğince saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşime 22.05'te son verildi.

 

 

İsmail Alptekin

 

 

 

 

Başkanvekili

 

 

 

Bayram Özçelik

 

Yaşar Tüzün

 

 

Burdur

 

Bilecik

 

 

Kâtip Üye

 

Kâtip Üye

 


                                                                                                                           No.: 124

II.- GELEN KÂĞITLAR

27 Nisan 2005 Çarşamba

 

Tasarılar

1.-      Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Suriye Arap Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Karayolları ve Köprüler ile İlgili İşbirliği Mutabakat Zaptının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/1012) (Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.4.2005)

2.-      Türkiye Cumhuriyeti Devlet Planlama Teşkilâtı ile Suriye Arap Cumhuriyeti Devlet Planlama Komisyonu Arasında Anlayış Muhtırasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/1013) (Plan ve Bütçe ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.4.2005)

3.-   Karadeniz Ekonomik İşbirliği Parlamenter Asamblesinin Ayrıcalık ve Bağışıklıklarına Dair Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/1014) (Dışişleri Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.4.2005)

4.-      Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Bosna-Hersek Bakanlar Kurulu Arasında İşbirliği Protokolünün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/1015) (Dışişleri Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 18.4.2005)

5.-          Asya Karayolları Ağı Hükümetlerarası Anlaşmasına Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/1016) (Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 18.4.2005)

 

Teklifler

1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Ankara Milletvekili Salih Kapusuz, Bursa Milletvekili Faruk Çelik, Hatay Milletvekili Sadullah Ergin, İstanbul Milletvekili İrfan Gündüz ve Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa ile 193 Milletvekilinin; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifi (2/435) (Anayasa Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 26.4.2005)

2.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Bursa Milletvekili Faruk Çelik ile Bursa Milletvekili Sedat Kızılcıklı'nın; Büyükşehir Belediyesi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/436) (İçişleri Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.4.2005)

3.-                    Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ali Topuz, İzmir Milletvekili Kemal Anadol, Samsun Milletvekili Haluk Koç ile 43 Milletvekilinin; Özürlüler Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/437) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler; Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 19.4.2005)

4.-      Kırşehir Milletvekili Hüseyin Bayındır'ın; Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı Kanunu ile 78 ve 190 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/438) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.4.2005)

5.-          İzmir Milletvekilleri Bülent Baratalı ve Türkân Miçooğulları ile 21 Milletvekilinin; Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda ve Sosyal Güvenlikle İlgili Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Temsil Tazminatı Ödenmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/439) (Millî Savunma ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.4.2005)

6.- Kırıkkale Milletvekili Ramazan Can ile 3 Milletvekilinin; Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/440) (Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 26.4.2005)

7.- Çorum Milletvekili Muzaffer Külcü ile 3 Milletvekilinin; Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/441) (Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 26.4.2005)

8.- Çorum Milletvekili Muzaffer Külcü ile 3 Milletvekilinin; Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/442) (Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 26.4.2005)

Meclis Araştırması Önergesi

1.- Erzurum Milletvekili Mustafa Nuri AKBULUT ve 22 Milletvekilinin, Doğu Anadolu Bölgesinde bulunan belediyelerin ekonomik koşullarının tespiti ve yaşanan olumsuzlukların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/278) (Başkanlığa geliş tarihi: 26.4.2005)


BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.00

27 Nisan 2005 Çarşamba

BAŞKAN: Başkanvekili İsmail ALPTEKİN

KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)

 

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 90 ıncı Birleşimini açıyorum.

III.- Y O K L A M A

BAŞKAN - Elektronik cihazla yoklama yapacağım.

Yoklama için 4 dakika süre veriyorum. Sayın milletvekillerinin oy düğmelerine basarak salonda bulunduklarını bildirmelerini; bu süre içerisinde elektronik sisteme giremeyen milletvekillerinin, salonda hazır bulunan teknik personelden yardım istemelerini; buna rağmen sisteme giremeyen üyelerin ise, yoklama pusulalarını, teknik personel aracılığıyla, 4 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Yoklama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN - Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.

Sayın milletvekilleri, gündeme geçmeden önce, üç sayın milletvekiline gündemdışı söz vereceğim.

Gündemdışı ilk söz, Çorum'un Kargı İlçesi Saraycık Köyünde 18.4.2005 tarihinde meydana gelen ve köyün tamamının yanmasına sebep olan yangınla ilgili olmak üzere, Çorum Milletvekili Sayın Ali Yüksel Kavuştu'ya aittir.

Buyurun Sayın Kavuştu. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika.

IV. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1.- Çorum Milletvekili Ali Yüksel Kavuştu'nun, Çorum İli Kargı İlçesi Saraycık Köyünde meydana gelen ve köyün tamamının yanmasına sebep olan yangına ilişkin gündemdışı konuşması ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Zeki Ergezen'in cevabı

ALİ YÜKSEL KAVUŞTU (Çorum) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; seçim bölgem olan Çorum İlinin Kargı İlçesi Saraycık Köyünde 18.4.2005 tarihinde meydana gelen yangınla ilgili olarak gündemdışı söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 18.4.2005 Pazartesi günü Kargı İlçemizin Saraycık Köyünde yaşayan vatandaşlarımız, öğle saatlerinde çeltik tarlalarında çalışmakta iken, köyden dumanların yükseldiğini fark etmişler; her ne kadar köye ulaşıp çıkan yangına kendi çabalarıyla müdahale etmişlerse de, başarılı olamamışlardır. Çorum ve çevre ilçe belediyelerinden giden itfaiye ekipleri, mesafenin uzaklığından dolayı, yangına zamanında ulaşamamış ve köy evlerinin, ulaşım zorluğundan dolayı da müdahale edememişlerdir. Rüzgârın da etkisiyle yangın kısa sürede bütün köyü sarmış, 1 cami, 2 köy konağı ve 2 bakkalla birlikte evlerin tamamı yanmıştır.

Olayı duyar duymaz ilgili kurum ve kuruluşlarımızla temasa geçtik. Aynı günün gecesinde -başta Kızılay olmak üzere, sivil savunma ekipleri, jandarma ekibi ve ekipmanlarıyla yangın mahalline ulaşılmış- yangın mahalline ulaştığımda, tüm ekiplerin hummalı bir çalışma içinde olmalarını görmek, beni ve hemşerilerimi mutlu etmiştir.

300 nüfuslu köyümüze 150 çadır, 1 000 battaniye, 1 000 kişilik kumanya, 150 katalitik soba ve 500 yatak ulaşmış, bütün köylülere mutfak malzemesi dağıtılmıştır. Bununla birlikte, çadırlara yerleştirilen köylülerimize sıcak yemek verilmeye başlanmış; ayrıca; köyümüz için bir yardım hesabı açılmış bulunmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; meydana gelen bu yangında, köylülerimizin büyük bir zararı söz konusudur. Büyükbaş hayvanları telef olmuş -çeltik ekim sezonu başlamakta- çeltik tohumları ve gübreler tamamen yanmış, ev eşyalarının hiçbir tanesi kurtarılamamıştır.

Bu zararın karşılanması için devletin imkânları seferber edilmiştir, devletimizin şefkatli eli vatandaşımıza zamanında ulaşmıştır. Başbakanlık Destek Fonundan ve Bayındırlık ve İskân Bakanlığından ayrılan fondan tarımsal zarar karşılanmaktadır. Çeltik ekim dönemi içinde, köylülerimize, çeşitli tohum, gübre, ilaç ve mazot sağlanacaktır. Bununla ilgili çalışmalar bitmek üzeredir. Ayrıca, nakdî yardımlar yapılmaktadır ve devam edecektir. Çorum Valiliğinin bütün imkânları harekete geçirilmiştir.

Yangının meydana geldiği günün ertesi günü, sabah saatlerinde, Bayındırlık ve İskân Bakanımız Sayın Zeki Ergezen köyümüze gelerek incelemelerde bulunmuş ve çalışmaları incelemiştir. Sayın Bakanımız, Saraycık Köyümüzün merkezî bir yere taşınması için yer tespiti çalışmalarıyla ilgili gerekli talimatları vermiş, bunun yanı sıra, konutların yıl sonuna kadar yetiştirilmesi müjdesini de köylülerimize vermiştir.

Sivil toplum kuruluşlarımızın, hayırsever vatandaşlarımızın da yardımları bölgeye intikal etmeye başlamış ve bu yardımlar devam etmektedir. Kızılay, bir aylık gıda yardımını köyümüze ulaştırmıştır. Keza, İstanbul Büyükşehir Belediyemiz de önemli ölçüde gıda yardımında bulunmuştur. Ayrıca, Samsun İlimizden de yardıma iştirak edilmiş ve yerine ulaştırılmıştır.

Saraycık Köyümüzün İnsanları, bu sıkıntılı günlerinde, devleti ve hayırseverleri, yardımseverleri görmekten son derece memnun ve mesrur olmuştur; Cenabı Allah, milletimize ve devletimize zeval vermesin diye dua ediyorlar. Biz de aynı duayı paylaşıyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; afetzedelerimizin yaralarının bir an önce sarılması için...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun efendim, konuşmanızı tamamlayın.

ALİ YÜKSEL KAVUŞTU (Devamla) - ... bizzat bölgemizi ziyaret eden ve hemen gerekli desteği sağlayan, başta Bayındırlık ve İskân Bakanımız Sayın Zeki Ergezen'e, vilayetimizin imkânlarını seferber eden Çorum Valimiz Sayın Hüseyin Poroy'a, özverili çalışmalarından dolayı Vali Yardımcısı Sayın Şahin Bayhan'a ve Kargı Kaymakamımız Ömer Toraman Beye, jandarmaya, yardımlarından dolayı İstanbul Büyükşehir Belediyesine, Deniz Feneri Derneğine, sivil toplum kuruluşlarına, hayırsever vatandaşlarımıza, medyaya ve katkısı olan herkese huzurunuzda teşekkür ediyorum. Vatandaşlarımızın kış girmeden evlerine girmeleri için verdiği direktiften dolayı, Başbakanımıza da ayrıca teşekkürlerimi arz ediyorum.

Milletimizi ve memleketimizi her türlü felaketten ve beladan korusun diye Cenabı Allah'a ilticada bulunuyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Kavuştu.

Hükümet adına söz isteği var.

Bayındırlık ve İskân Bakanımız Sayın Zeki Ergezen; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI ZEKİ ERGEZEN (Bitlis) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım; sözlerime başlarken, hepinize en derin saygılarımı sunuyor, Saraycık köyü kardeşlerimize bir defa daha geçmiş olsun diyoruz.

Ali Yüksel kardeşimin konuşmasından sonra, sırf Meclise bilgi vermek, Meclisi aydınlatmak, belki Saraycık Köylüleri de bizi dinliyor diye, en azından, onların da yüreğine su serpmek için söz almış bulunuyorum; yoksa, vaktinizi almak, Meclisi meşgul etmek de hiç taraftarı değilim; ancak, siyasetin gereği, bu tür şeyleri konuşmak gerekiyor.

Önce, Çorum Milletvekillerine teşekkür ederim; olay günü hemen bizi haberdar ettiler. Agâh Kafkas, Ali Yüksel Kavuştu, Muzaffer Külcü ve Murat Yıldırım, beraber, olay yerine gittik dört saatlik bir yolculuktan sonra. Hakikaten, köyün tamamı yanmış. Ahşap evler. Yangının neden çıktığı belli değil. Yangınlar çıktığı zaman, biz, güzel bir kılıf bulmuşuz; işte, elektrik kontağından deriz, çıkarız. Elektrik kontağı mı, değil mi, belli değil; tandırdan mı çıktı, ocaktan mı çıktı, vatandaşın ihmali mi, bilemiyoruz; ama, evler hep iki katlı ve ahşap evler. Takdiri Huda, o anda da, tek taraflı, çok şiddetli bir rüzgâr, bir anda köyü yok etmiş. Şükredeceğimiz bir şey var. Herkes çeltik tarlasında olduğu için çoluk çocuklarıyla beraber, kimsenin burnunun ucu kanamamış. Bundan dolayı da şükrediyoruz.

Hakikaten, Ali Beyin de söylediği gibi, ben de burada, devletin yetkililerine teşekkür etmek istiyorum. Gerçi, hükümetiz, tabiî ki bunlar olacak; ama, Valinin, Vali Muavininin, Kaymakamın, Jandarma Komutanının, Sivil Savunmanın, Kızılayın, Belediye Başkanlarının, partililerin hepsinin bir anda, orada, vatandaşın yanında olmuş olmaları, gerçekten, vatandaşın ıstırabını gidermekte yardımcı olmuşlardır. Sivil Savunma, çadırlarını anında kurmuş, Kızılay, çadırlarını kurmuş, sıcak yemek çıkıyor; biz de, Hükümet olarak, elimizden geleni yapıyoruz, paramızı da gönderdik.

Tabiî, biz, vatandaşların evini yapacağız -kanun gereği zaten- hem ahırlarını yapacağız, hem evlerini yapacağız. Bununla ilgili proje çalışmalarımız tamam, yer sorununu çözmeye çalışıyoruz. Gerekli ödenek için de Devlet Planlama Teşkilatına -YPK kararı çıkmak üzere- yazışmalarımız gönderilmiştir. Saraycık köylüleri rahat olsunlar, o yöreden sorumlu politikacılar rahat olsunlar; binalarını, Allah'ın izniyle diyorum, kış gelmeden yapıp, kendilerine teslim edeceğiz. Benim diyeceğim bu.

Şu anda bir sıkıntı yok, bir problem yok. Vatandaşın gübre sıkıntısı giderilmeye çalışılıyor. Tarımsal zararları için, Sayın Başbakanımız Tarım Bakanıyla görüştüler Bakanlar Kurulunda, gerekli yardım da gönderiliyor.

Tabiî, bu tür hadiseler, olaylar bitmiyor. İşte, geçen gün de, Kütahya-Gediz'de, grizu patlamasından 17 kişi hayatını kaybetti. Geçen gün, Urfa'da bir köprü çöktü, 4 işçimiz hayatını kaybetti. Bütün bunlara, yakınlarına geçmiş olsun diyoruz, ölenlerimize Allah rahmet etsin diyoruz.

Cenabı Hakktan bu musibetlerin azalması dileğiyle, tekrar, hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Bakana teşekkür ediyoruz.

Gündemdışı ikinci söz isteği, kız çocuklarının okula gönderilmesi girişimleriyle ilgili olmak üzere, Ankara Milletvekili Sayın Kepenek'e aittir.

Buyurun Sayın Kepenek. (CHP sıralarından alkışlar)

2.- Ankara Milletvekili Yakup Kepenek'in, kız çocuklarının okula gönderilmesi girişimlerinin, gelecekte, kadınların toplumsal ve ekonomik hayata aktif olarak katılmasına yapacağı olumlu etkilere ilişkin gündemdışı konuşması

YAKUP KEPENEK (Ankara) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, değerli arkadaşlarım, varsa, değerli izleyenlerimiz; kız çocuklarının okullaşması konusunda gündemdışı söz almış bulunuyorum; bana bu olanağı tanıyan Başkana teşekkür ediyor, hepinizi, saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Sözlerime başlarken, Yüce Meclisimizin çok değerli bir üyesinin, CHP İstanbul Milletvekili Sayın Kemal Derviş'in, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı Başkanlığına önerilmesini ve Genel Kurula önerilmesini, ülkemiz adına, Meclisimiz adına gurur verici buluyorum. Bunu belirtmek isterim.

Değerli arkadaşlar, değerli milletvekilleri; çağımızda bir toplumun uygarlık düzeyi, kadınlarının toplumsal ve ekonomik hayata katılmasıyla doğru orantılıdır; onunla belirlenir. Anadolu, adı üstünde bereket tanrıçası Kibele'den başlayarak, kadına olağanüstü değer veren bir kültürün diyarıdır, toprağıdır. Cumhuriyetimiz kadın-erkek eşitliği üzerine kurulmuştur ve ancak bu gerçekleşirse cumhuriyetimiz de güçlenir. Günümüzde, kadınını ekonomiye ve toplumsal yaşama katamayan ülkeler ve toplumlar, geri kalmış toplumlardır. İktisat tarihçileri, geri kalmışlığı böyle tanımlıyor. Nüfusun yarısının yapabileceği olumlu katkıları, var olan gizil gücünü, yeteneklerini değerlendiremeyen, onları toplumsal yaşamın güçlenmesinde kullanamayan toplumlar, başarısız, geri kalmış toplumlardır.

Ülkemizin en önemli sorunlarından biri, kadınların ekonomik ve toplumsal yaşamdaki konumları ya da durumlarıdır. Kadınların işgücüne katılma oranı gerçekten düşüktür ve kentlerde, çağ nüfusunun beşte 1'idir; kırsal kesimle birlikte, bu oran yüzde 25'lere çıkmaktadır. Kız çocuklarını yarı köle gibi çalıştıran, büyüdüklerinde aile içi şiddetin, töre cinayetlerinin, çocuk yaşta evlenmenin, torun sahibi olmanın ve bunun da ötesinde, yasadışı evliliklerin süjesi yapan topumlar, sağlıklı toplumsal yapıya sahip değildir. Geleneksel olarak, Şair Nazım'ın dediği gibi, soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen olmamalıdır kızlarımız, kadınlarımız. Bu nedenle, kızların eğitimi, öğretimi çok önemlidir.

Geçen yıl, Bilgi Edinme Yasası çıkardık. Çok olumlu bir işti bu; ama, o yasanın gereğini yerine getiremedik. Bugün, ülkemizde, bu ders yılında, kaç kız çocuğunun okula gidemediğini sayı olarak, doğru dürüst bilmiyoruz; sayı 600 000 ile 1 000 000 arasında tahmin ediliyor. Oysa, bu sayı, borsa endeksinden de, başka sayılardan da çok daha önemlidir. Bu da yetmez; okula gidemeyen kız çocuklarının hangi ilçede, hangi ilde, hangi varoşta olduğunu bilmek zorundayız.

Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ve onun Değerli Başkanı Türkan Saylan, diğer gönüllü kuruluşlar ve kişiler, kız çocuklarının okula gitmesi için çırpınıyorlar. Son günlerde, bu olumlu ve verimli çabaya bir gazetemiz, Milliyet Gazetesi de etkin bir biçimde katılmış bulunuyor. Bu girişim, toplumsal belleğimizi uyaracak bir kıvılcım olmalıdır. Bu, bizi, kız çocuklarımızın kesinlikle okula gönderilmesi konusunda çaba harcamaya götürmelidir. Bu konudaki tüm çabaları desteklemeliyiz. Gerekirse Meclisin üyeleri, diğer çalışanları, Sayın Başkan sizin başkanlığınızda bir komisyon oluşturarak, hanım milletvekillerimizin de katkısıyla, bu kampanyaya destek vermeliyiz. Günümüzde, okul isteyen kız çocuklarının çığlığına kulaklarımızı tıkayamayız Sayın Başkan; ama, bu girişimler yetmez, bunlar -tekrar edeyim- kıvılcım gibidir.

Kız çocuklarının okullaşması görevi devletindir. Eğitim hizmetinin verilmesi, hele temel eğitim tümüyle devletin görevidir. Millî Eğitim Bakanının, Bakanlığının ilk işi, her işi bir tarafa bırakarak yapması gereken, 2005-2006 ders yılında eğitimsiz kız çocuğu...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

YAKUP KEPENEK (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Sayın Kepenek, mikrofonu açıyorum, buyurun efendim.

YAKUP KEPENEK (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

... 2005-2006 ders yılına girerken okulsuz hiçbir çocuk kalmayacak sözünü burada vermesidir. Üzülerek söyleyeyim, bu programlar sayın bakanlara gönderiliyor, biraz evvel bir başka bakanımız burada açıklama yaptı; ama, Sayın Millî Eğitim Bakanı ortalıkta yok. Bu iş bu kadar ciddiyetsiz değil ve ben, Sayın Bakanı, bu tutumu nedeniyle, eleştiriyorum ve kınıyorum.

Değerli arkadaşlar, eğer bu yapılmazsa, bizim Meclis olarak, sizin hükümet olarak, yapacağımız çok fazla bir şey yoktur. Türkiye, çocuklarının ve gençlerinin yeteneklerini en üst düzeyde geliştirmek zorundadır. Toplumun gelişmesinin, ekonomik ve demokratik aşamaların üstesinden gelmesinin, yukarı basamaklara çıkmasının birincil koşulu budur. Eğer bunu yapamazsak, görevimizi yapmamış oluruz; ama, ben, görevimizi yapacağımıza inanıyorum.

Hepinize saygılar, sevgiler sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Kepenek.

Gündemdışı üçüncü söz, Çanakkale kara savaşlarının 90 ıncı yılı münasebetiyle, Tokat Milletvekili Sayın Resul Tosun'a aittir.

Buyurun Sayın Tosun.

3.- Tokat Milletvekili Resul Tosun’un, Çanakkale Savaşlarının 90 ıncı yıldönümüne ilişkin gündemdışı konuşması

RESUL TOSUN (Tokat) - Teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, çok değerli milletvekili arkadaşlarım; 24 Nisan 1915 ile 25 Nisan 1915, bizler için çok önemli iki tarihtir. 24 Nisan 1915'i, hepinizin bildiği gibi, sözde Ermeni soykırımının yıldönümü olarak bütün dünyada, diaspora, aleyhimizde kampanyalar yürütmek üzere istismar etmekte; 25 Nisan 1915 ise, Birinci Dünya Savaşının, 20 nci Yüzyılın en kanlı savaşlarının cereyan ettiği Çanakkale kara savaşlarının başladığı gündür.

Değerli arkadaşlar, Çanakkale Savaşları, Çanakkale'ye özgü, Çanakkale'de başlamış bir savaş değildir. Çanakkale Savaşı, Birinci Dünya Savaşının Çanakkale cephesidir. Türk Genelkurmayının, Osmanlı Genelkurmayının değerli kurmay üyeleri -Kâzım Karabekir gibi, Mustafa Kemal gibi- Birinci Dünya Savaşına girilmemesi istikametinde ikaz etmelerine rağmen, maalesef, ittihatçılar, bir macera peşinde, Alman Goeben ve Breslau gemilerine -daha sonra Yavuz ve Midilli diye Osmanlı isimleri verilerek- Rusya kıyılarını bombalatmış ve Türkiye'yi, padişahın ve sadrazamın haberi olmaksızın, Birinci Dünya Savaşına bir emrivakiyle sokmuşlardır. Aynı emrivaki sebebiyledir ki, bu savaşta, Süveyş Kanalında, Sarıkamış'ta, Balkanlarda onbinlerce vatan evladı bir macera uğruna feda edilmiştir. Bu emrivakiyle girilen savaşın neticesinde, İtilaf Kuvvetleri Osmanlıya da savaş ilan etmiş, Ruslar Doğu Anadoluyu işgal etmeye başlamışlar ve şubat ayına gelindiğinde, İtilaf Kuvvetleri -Fransa, İngiltere ve Rusya- Osmanlıyı kalbinden vurmak, başkenti işgal etmek ve bir anda Osmanlı ülkelerini paylaşabilmek için, dünyanın o dönemdeki en güçlü, en donanımlı, en modern silahlarıyla, Çanakkale'den, Boğazdan girmeye başlamışlardır. İşte, bu dönemde -19 Şubat 1915- düşman Çanakkale Boğazından girmeye teşebbüs ettiğinde, yine, maalesef, ittihatçılar, İstanbul'un kesin olarak bu kuvvetler karşısında düşeceğini düşünerek, İstanbul'un tahliyesi kararını almışlardır. "Anadolu'dan İstanbul'u savunursak daha iyi müdafaa yaparız" diye Eskişehir'de ve Konya'da, hükümet için, padişah için yerler ayarlamışlar, köşkler hazırlamışlar. Zaten, onların korkusundan her istediğini yapan Sultan Mehmet Reşat, itiraz etmeyeceği için...

Değerli arkadaşlar, çok önemli bir hakikati, belki, ilk defa bu kürsüden açıklayacağım. Savaş olmazsa zafer olmaz. Çanakkale zaferlerinin -ki, deniz ve kara zaferleri diye iki önemli zafer vardır- asıl temelinde Çanakkale'yi, İstanbul'u, ülkeyi savunmayı gerçekleştirecek ve direnmeyi gerçekleştirecek ana esas gözlerden hep kaçmıştır.

Bakınız, İstanbul eğer o gün tahliye edilseydi, ne Boğazlarda tutunmak mümkündü ne de başka bir yerde; çünkü, Boğazlara giden bütün mühimmat İstanbul üzerinden gidiyordu. Alman güya bizim müttefikimizdi, onun da desteği o taraftan geliyordu. İstanbul'un tahliyesi, savaşın o gün bitmesi demekti. Herkesi ikna etmişlerdi; ama, ittihatçıların bir korkusu vardı. O dönemde tahttan indirdikleri Sultan II. Abdülhamit Han, Beylerbeyi Sarayında gözaltındaydı. "Şimdi, biz, eğer, Abdülhamit'i götürmezsek, işgal kuvvetlerinin eline geçer, onlar da padişaha karşı kullanırlar, aleyhimize olur. Onun için, önce Abdülhamit'i de ikna etmemiz, onu da Anadolu'ya götürmemiz lazım" diye karar almışlar; ama, bu dirayetli Sultana bu teklifi kim götürecek... Saatlerce tartıştıktan sonra, Talat Paşa bir heyetle Beylerbeyine geçmiş.

Uzatmayalım, durumun nezaketini, vahametini Sultana anlatan Talat Paşa, şu cevabı alıyor ki, Çanakkale'deki savunmanın temelinde İstanbul'un tahliyesinin önüne geçen ve müdafaayı sağlayan tarihî bir vakadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN- Buyurun efendim.

RESUL TOSUN (Devamla)- Diyor ki Sultan Abdülhamit Han Talat Paşaya "şevketli biraderimin endişesi gayri varittir. Eğer, dokunulmamış ise, Çanakkale'yi, ben, zamanında fevkalade tahkim etmiştim. Oradan hiçbir donanmanın geçmesi kabil değildir; ama, farzımuhal böyle bir felaket başa geldiği takdirde, hakanın yapacağı şey, tacını ve tebaasını terk ile kaçma zilletini işlemek değildir, eyvanı payitahtının taşları altında feda-yi can etmektir. Hazreti Fatih bu beldeyi küffar elinden fethettiği zaman, Bizans İmparatoru Konstantin kaçmayıp, harp ede ede, yıkılan kalelerinin altında can vermek kahramanlığını göstermiştir. Biz Fatih'in soyu, Konstantin'den aşağı kalamayız..."

BAŞKAN- Sayın Tosun, toparlar mısınız; süreniz doldu.

RESUL TOSUN (Devamla)- "Zatı şahaneye böylece arz edin. Müsterih olsunlar ve ezelî idareye boyun eğsinler."

İşte, İstanbul'un savunması da, Çanakkale'nin savunması da bundan sonra başlamıştır. Bundan sonra, değerli arkadaşlar, iki zafer; bir deniz zaferi, 19 Şubatta başlayıp 18 Martta biten deniz harpleri, 18 Martta Osmanlının zaferiyle neticelenmiş. İkincisi; 25 Nisanda -yani, geçtiğimiz hafta- başlayıp, 9 Ocak 1916'da biten kara savaşlarıdır. 18 Martta, burada konuşan arkadaşlarımızın çoğu, deniz zaferinin gerçek kahramanlarına, o arada belki zaman darlığından temas edemediler.

Deniz zaferinin gerçek kahramanları değerli arkadaşlar, Müstahkem Mevki Karargâh Komutanı Cevat Paşa, Çanakkale Müstahkem Mevki Mayın Grubu Komutanı Binbaşı Nazmi, Nusret Mayın Gemisinin komuta kademesi, 54 eri ve siperlerde ülkeyi savunan Seyit Çavuşlardır.

25 Nisanda başlayan kara savaşlarına gelince; değerli arkadaşlar, 25 Nisanda başlayan kara savaşları tam sekizbuçuk ay sürmüştür.

BAŞKAN- Sayın Tosun, lütfen, tamamlayın.

RESUL TOSUN (Devamla)- Sayın Başkanım, tamamlıyorum.

Ve 9 Ocak 1916'da mutlak bir zaferle sonuçlanmıştır. 5 inci Ordu Komutanlığının Çanakkale ve Gelibolu'yu korumakla görevlendirilmesinde, Alman Liman Von Sanders Başkomutan, orada, 3 üncü, 14 üncü ve 15 inci Kolordu da 5 inci Ordunun emrine verilmişti. İşte burada, cumhuriyetin baniliğini yapan Mustafa Kemal Atatürk'ü de, 19 uncu Tümenin Komutanı, yarbay rütbesiyle kara savaşlarında ortaya çıktığını görüyoruz.

Değerli arkadaşlar, 25 Nisan sabahı düşman Kabatepe Kıyılarına çıkarma yaptığı zaman, Alman komutan Sanders "Saros'a yapılacak" diyerek, buradan gelen hiçbir sese kulak vermemiştir. Mustafa Kemal, 160 askerle direnen, Anzaklara karşı, 4 000 askere karşı sadece 160 Osmanlı askeri direnmiş, bunun karşılığında, durumun vahametini gören Mustafa Kemal, Von Sanders'e yazmış, haber göndermiş "bir an önce izin verin, burada çıkarma var, müdahale etmemiz lazım" ama, Alman Paşa "o sahte çıkarmadır, asıl çıkarma Saros'ta yapılacak" diye izin vermemiş.

Bu arada, 27 nci Alay bölgeye yürümüş; ancak, 27 nci Alayın da, maalesef, sayısı azdır. İşte burada, Mustafa Kemal'in askerî dehasını görmemiz gerekiyor, görülmesi gerekiyor, görülüyor. Üst kademeden emir gelmeyince, gözünün önünde, Alayın da, artık, bu, önümüzde binlerce çıkarma yapan İngilizlerin, Anzakların karşısında tutunamayacağını görünce, üst kademelerden emir gelmemesine rağmen, 57 nci Alayın başına geçerek, orada çarpışan askerlerimizin imdadına yetişmek üzere yola çıkıyor. 27 nci Alay zaten gitmiş, iki tabur, bir makineli tüfek bölüğüyle; ama, onlar da bitmek...

BAŞKAN - Sayın Tosun...

RESUL TOSUN (Devamla) - Tamamlıyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Sayın Tosun, işin ehemmiyetini, konunun çok mühim olduğunu biliyoruz; ama, sizin sürenizi aştınız. Son özetlemenizi siz yapın lütfen...

RESUL TOSUN (Devamla) - Sayın Başkanım, yüksek müsaadelerinizle bu konuyu tamamlarsak, tarihî bir olayı şey yapıyoruz.

BAŞKAN - Özetlemenizi yapın, daha uzun süre vermem mümkün değil. Bu süreye de sığmaz zaten bu büyük zafer.

RESUL TOSUN (Devamla) - Evet, 57 nci Alayın başına geçerek, cepheye, düşmanın önünü kesmek üzere hareket etmiştir. İşte, 27 nci Alayın, Mustafa Kemal'in geldiğini gördüğünde, onun emrine girerek moral bulduğunu ve düşmana karşı, işte "ben size taarruzu değil ölmeyi emrediyorum" dediği nokta burasıdır.

Değerli arkadaşlar, 19 unu Tümene mensup 57 nci Alayın bütün fertleri şehit olmuştur ve bu Alayın sancağı şu anda Avustralya'nın Melbourne Kentinde bir müzededir ve bu sancağın sergilendiği yerdeki yazıyı dikkatle dinleyin, bakınız ne diyor: "Bu Alay Sancağı Gelibolu savaş alanından getirilmiştir; ama, esir edilememiştir. Çünkü, Türk Ordusunun millî geleneklerine göre bir alayın sancağı, alayın son eri ölmeden teslim edilemez. Bu sancak, sonuncu muhafızın da altında ölü yattığı bir ağacın dalına asılı olarak bulunmuştur. Kahramanlık timsali olarak karşınızda bulunan bu Türk Alay Sancağını selamlamadan geçmeyiniz."

BAŞKAN - Son cümleniz efendim...

RESUL TOSUN (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkanım.

Aslında, Anafartalar'da ve Conkbayırı'nda yazılan bir tarih var.

BAŞKAN - Hayır, son cümle, Sayın Tosun.

RESUL TOSUN (Devamla) - Son cümlemi söylüyorum: Bu savaşlarda 500 000'e yakın insan hayatını kaybetmiştir iki taraftan. Bize, 500 000 insanın soykırımının cevabını vermeden, Batı medeniyeti, 24 Nisandaki sözde Ermeni soykırımının hesabını soramaz, sormaya hakkı yoktur.

Saygılarımla. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Tosun.

Sayın milletvekilleri, Başkanlığın Genel Kurula diğer sunuşları vardır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır; okutup bilgilerinize sunacağım.

Yalnız, Kâtip Üyemizin sunumlarını oturarak yapmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Karar yetersayısı...

BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Karar yetersayısı yoktur.

Birleşime 5 dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 14.37

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.50

BAŞKAN: Başkanvekili İsmail ALPTEKİN

KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 90 ıncı Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Kâtip Üyenin oturarak sunumunu yapması için yapılan oylamada karar yetersayısı bulunamamıştı.

Şimdi, oylamayı tekrarlayacağım ve karar yetersayısını arayacağım.

Kâtip Üyenin, sunumunu oturarak yapmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Karar yetersayısı vardır ve kabul edilmiştir.

Tezkereyi okutuyorum:

IV.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

B) Tezkereler ve Önergeler

1.- Bosna Hersek Temsilciler Meclisi Başkanı Sefik Dzaferovic ve beraberindeki parlamento heyetinin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanının konuğu olarak ülkemize resmî ziyarette bulunmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/809)

                                                                 27 Nisan 2005

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanının 21 Nisan 2005 tarih ve 74 sayılı Kararıyla, Bosna Hersek Temsilciler Meclisi Başkanı Sefik Dzaferovic ve beraberindeki heyetin, 27 Nisan-2 Mayıs 2005 tarihleri arasında Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Sayın Bülent Arınç'ın konuğu olarak ülkemize resmî ziyarette bulunması uygun bulunmuştur.

Söz konusu heyetin ülkemizi ziyareti, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki 3620 sayılı Kanunun 7 nci maddesi gereğince Genel Kurulun bilgisine sunulur.

                                                                   Bülent Arınç

                                                        Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                           Başkanı

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi daha vardır; okutup, oylarınıza sunacağım.

2.- Türkiye Büyük Millet Meclisi ile Irak Parlamentosu arasında Parlamentolararası Dostluk Grubu kurulmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/810)

                                                                 20 Nisan 2005

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Türkiye Büyük Millet Meclisi ile Irak Parlamentosu arasında Parlamentolararası Dostluk Grubu kurulması, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki 3620 sayılı Kanunun 4 üncü maddesi uyarınca Genel Kurulun tasvibine sunulur.

                                                                   Bülent Arınç

                                                        Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                           Başkanı

BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Başbakanlığın, Genel Kurulda bulunan bir dosyanın geri verilmesine dair bir tezkeresi vardır; okutuyorum.

3.- Mardin Milletvekili Süleyman Bölünmez hakkında tanzim edilen soruşturma dosyasının İçtüzüğün 75 inci maddesine göre geri gönderilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/811)

                                                                 20 Nisan 2005

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi: a) Adalet Bakanlığının 20/7/2004 tarihli ve B.03.0.CİG.0.00.00.02-1.128.57.2004-33363 sayılı yazısı.

b) 3/8/2004 tarihli ve B.02.0.PPG.0.12.310/10831 sayılı yazımız.

c) Adalet Bakanlığının 12/4/2005 tarihli ve B.03.0.CİG.0.00.00.02-1-128-57-2004/15602 sayılı yazısı.

Faili belli olmayacak şekilde adam yaralamak, hakaret ve tehdit suçlarını işlediği iddia olunan Mardin Milletvekili Süleyman Bölünmez hakkında tanzim edilen soruşturma dosyası Adalet Bakanlığının ilgi (a) yazısı ekinde alınarak, Anayasanın 83 üncü maddesine göre gereği yapılmak üzere ilgi (b) yazımız ekinde sunulmuştu.

Ancak, Adalet Bakanlığının ilgi (c) yazısı eki Mardin Cumhuriyet Başsavcılığının 8.3.2005 tarihli ve B-2005/73 sayılı yazısıyla soruşturma dosyasının tekrar değerlendirilmek üzere iadesi talep edilmektedir.

Gereğini arz ederim.

                                                        Recep Tayyip Erdoğan

                                                                         Başbakan

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Gündemde bulunan dosya hükümete geri verilmiştir.

Bir Meclis araştırması önergesi vardır; okutuyorum:

C) Gensoru, Genel Görüşme, Meclıs Soruşturmasi ve Meclıs Araştirmasi Önergelerı

1.- Erzurum Milletvekili Mustafa Nuri Akbulut ve 22 milletvekilinin, Doğu Anadolu Bölgesinde bulunan belediyelerin ekonomik koşullarının tespiti ve yaşanan olumsuzlukların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/278)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Türkiye'de yaşanan demokratikleşme çalışmaları ve Avrupa Birliği üyelik sürecinde, seçilmiş yönetimler olan belediyelerin, hızlı kentleşmeye paralel olarak önemi artmış, ancak malî kaynakları değişime uygun şekilde geliştirilememiştir.

Doğu Anadolu Bölgesinde bulunan belediyeler, kaynak sıkıntısı yaşamakta olup, bu sıkıntılar, hizmet kapsamının daralmasına ve kalitenin düşmesine neden olmaktadır.

Yerel hizmetler, çoğunlukla ve yalnızca genel bütçeden ayrılan payla yürütülmeye çalışılmakta, nüfus sayısına göre İller Bankası aracılığıyla aktarılan gelirler, birçok belediyenin yalnızca personel giderlerini karşılamakta, bazen yeterli dahi olamamaktadır.

Bölgenin iklim koşulları nedeniyle, yürütülmesi zorunlu olan "karla mücadele çalışmaları" belediyelere ilave yük getirmekte, esasen çok kıt olan kaynakları yok etmektedir.

Bölge belediyelerinin tamamına yakını, SSK, Emekli Sandığı, vergi daireleri, TEDAŞ ve İller Bankası gibi resmî kurumlara borçludur.

Bölge belediyelerinin, belirtilen kısıtlı imkânlarla halka, amaçlanan hizmetleri vermesi mümkün değildir.

Ülkemizin yakaladığı gelişme ivmesinin devamı, etkin ve kaliteli yerel yönetimlere kavuşturulmasıyla mümkün olacaktır.

Bu nedenle, Anayasanın 98 ve TBMM İçtüzüğünün 104 ve 105 inci maddeleri gereğince Doğu Anadolu Bölgesinde bulunan belediyelerin içinde bulunduğu olumsuz ekonomik koşulların tespiti ve yaşanan olumsuzlukların giderilmesi için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasını arz ve talep ederiz.

Saygılarımızla.

1. Mustafa Nuri Akbulut                                (Erzurum)

2. Osman Aslan                                (Diyarbakır)

3. Fahri Keskin                                (Eskişehir)

4. Ahmet Ertürk                                 (Aydın)

5. Ahmet Işık                                (Konya)

6. Ali Yüksel Kavuştu                                (Çorum)

7. Osman Kılıç                                (Sivas)

8. Mustafa Ilıcalı                                (Erzurum)

9. Vahit Kirişci                                (Adana)

10. Abdulbaki Türkoğlu                                (Elazığ)

11. Hanefi Mahçiçek                                (Kahramanmaraş)

12. Recep Özel                                 (Isparta)

13. Fetani Battal                                (Bayburt)

14. Mehmet Emin Tutan                                (Bursa)

15. Zafer Hıdıroğlu                                (Bursa)

16. Muzaffer Gülyurt                                 (Erzurum)

17. Metin Kaşıkoğlu                                (Düzce)

18. Resul Tosun                                (Tokat)

19. Burhan Kılıç                                (Antalya)

20. A. Müfit Yetkin                                (Şanlıurfa)

21. Nevzat Doğan                                (Kocaeli)

22. Murat Yıldırım                                (Çorum)

23. Talip Kaban                                (Erzincan)

Gerekçe:

Doğu Anadolu Bölgesinde bulunan belediyeler, kısıtlı imkânlarıyla halka hizmet etmeye çalışmaktadır.

Bölgede bulunan belediyeler, ülkemizde 3 Kasım 2002 genel seçimlerine kadar yaşanan ekonomik ve siyasî krizlerden çok olumsuz olarak etkilenmiş, sürdürülen popülist işlem ve uygulamaların da etkisiyle, içinden çıkılması zor ekonomik sıkıntılara sürüklenmiştir.

Belediyeler, SSK, Emekli Sandığı, vergi daireleri, TEDAŞ, İller Bankası gibi resmî kurumlara olan birikmiş borçlarını ödeyememektedir.

Diğer yandan, aylık olarak ödenmesi gereken vergi, SSK primleri, elektrik ücreti ve diğer giderler ödenememekte, bu durum borçların giderek artmasına neden olmaktadır.

Genel bütçe vergi gelirlerine göre İller Bankasınca gönderilen paylar birçok belediyenin personel giderlerini dahi karşılayamamaktadır.

Doğu Anadolu Bölgesinin olumsuz iklim koşullarında, zorunlu olarak yürütülmesi gereken karla mücadele çalışmaları ilave olarak büyük bir yük getirmekte, bölge belediyelerinin esasen çok kıt olan kaynaklarının tümünü yok etmektedir.

Doğu Anadolu Bölgesi, ülkemizin en geri kalmış bölgesidir.  Ülke kalkınmasında bölgelerarası kalkınmışlık farkının giderilmesi tüm vatandaşlarımızın ortak amacı ve özlemidir. Oysa, mevcut şartların aynen devamı, bölgesel farklılığın azaltılması ve zamanla giderilmesi bir yana, bu farkı daha da artıracaktır.

Bu nedenle, Doğu Anadolu Bölgesinde bulunan belediyelerin içinde bulunduğu olumsuz ekonomik koşulların tespiti ile yaşanan olumsuzlukların giderilmesi için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi hakkında Meclis araştırması önergesi verilmesi yararlı görülmüştür.

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Önerge gündemde yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme, sırası geldiğinde yapılacaktır.

Başbakanlığın, Anayasanın 82 nci maddesine göre verilmiş bir tezkeresi vardır; okutup oylarınıza sunacağım.

B) TEZKERELER VE ÖNERGELER (Devam)

4.- Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Tunus ve Fas’a yaptığı resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/812)

                                                                        26.4.2005

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Temas ve görüşmelerde bulunmak üzere, bir heyetle birlikte 28-31 Mart 2005 tarihlerinde Tunus ve Fas'a yaptığım resmî ziyarete, ekli listede adları yazılı milletvekillerinin de iştirak etmesi uygun görülmüş ve bu konudaki Bakanlar Kurulu kararının sureti ilişikte gönderilmiştir.

Anayasanın 82 nci maddesine göre gereğini arz ederim.

                                                        Recep Tayyip Erdoğan

                                                                         Başbakan

Ömer Çelik                                 (Adana)

Ayhan Zeynep Tekin Börü                                 (Adana)

Remziye Öztoprak                                 (Ankara)

Mahfuz Güler                                 (Bingöl)

Egemen Bağış                                 (İstanbul)

Hüseyin Besli                                 (İstanbul)

Halil Tiryaki                                 (Kırıkkale)

Dengir Mir Mehmet Fırat                                 (Mersin)

Mehmet Şerif Ertuğrul                                 (Muş)

BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun, İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır; okutup, oylarınıza sunacağım.

V.- ÖNERİLER

A) SİYASÎ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ

1.- Gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin CHP Grubu önerisi

                                                                        27.4.2005

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulunun, 27.4.2005 Çarşamba günü (bugün) yapılan toplantısında siyasî parti grupları arasında oybirliği sağlanamadığından, Grubumuzun aşağıdaki önerisinin, İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince, Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.

                                                            K. Kemal Anadol

                                                                               İzmir

                                                        Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili

Öneri:

Türkiye Büyük Millet Meclisi gündeminin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 140 ıncı sırasında yer alan 565'e 1 ek sıra sayısının (İstanbul Milletvekili Mehmet Mustafa Açıkalın) bu kısmın 4 üncü sırasına alınması önerilmiştir.

BAŞKAN - Öneri lehinde ve aleyhinde söz isteği var.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun önerisinin aleyhinde, İstanbul Milletvekili Sayın İrfan Gündüz; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

İRFAN GÜNDÜZ (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisince getirilen Grup önerisinin, Genel Kurul gündemiyle  ilgili teklifin aleyhinde söz almış bulunuyorum.

Aslında, her hafta, bu, gerçekten, temcit pilavı gibi, sürekli gündeme geliyor. Dokunulmazlıklarla ilgili, iktidarıyla muhalefetiyle, yepyeni bir anlayış sergileyerek, gerçekten, Türkiye'yi, üstünlerin hukukunun egemenliğinden hukukun üstünlüğüne doğru getiren bir anlayışa hep beraber gelsek ve Türkiye'de, hiç kimse, dokunulmazlık zırhının arkasına saklanarak, yanlış yapma özgürlüğünü kendisinde bulmasa. Bununla ilgili, meseleyi sadece milletvekilleri için ya da siyasîler için düşünmek yerine, gerek anayasal gerekse yasal tüm değişiklikleri yaparak, suç işleyen herkes için, eğer haksız ise ya da haklı ise, buna yargıda karar verilebilecek bir sürece getirilmesini sağlamak...

Tabiî, Meclisimizin gündeminde çok yoğun kanun teklifleri var. Bunların hemen hemen hepsi de muhalefet partisiyle birlikte anlaştığımız teklifler ve Türkiye'nin önünü aydınlatacak projeler olduğuna inanıyoruz; ama, her hafta bir arkadaşımızın... Ki, bugünkü, Sayın Başbakanın İstanbul Belediye Başkanı olduğu dönemde Genel Sekreterlik görevini yapan Mustafa Açıkalın'la alakalı. Bu arkadaşımız, kendisi şu an milletvekili olduğu için, dokunulmazlığından dolayı yargılanamıyor; ama, aynı suçtan dolayı mahkemeye düşen ve şu an dokunulmazlık zırhı bulunmayan pek çok bürokratın mahkemeleri beraatla neticelenmiştir.

İSMET ATALAY (İstanbul) - O da gitsin, beraat etsin.

İRFAN GÜNDÜZ (Devamla) - O yüzden, bu meseleyi ikide bir buraya getirerek, böyle, Meclisin gündemini işgal etmek yerine, bununla ilgili, iktidarıyla ve muhalefetiyle, gerçekten, Türkiye'yi bir kanun devletinden hukuk devletine götürmek üzere, anayasalı bir devletten anayasal bir devlet olma görüntüsüne götürmek üzere gerekli tüm hazırlıkları elbirliği içinde yapsak ve milletin karşısına öyle çıksak. 

ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Tren kaçıyor ya!

İRFAN GÜNDÜZ (Devamla) - O yüzden, ben, bu konuyla ilgili de çözüm günlerinin yakın olduğu kanaatini taşıyor, hepinize en derin sevgi ve saygılarımı sunuyorum ve bu önerinin de reddini talep ediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Gündüz.

Grup önerisinin lehinde, Konya Milletvekili Sayın Atilla Kart; buyurun.

ATİLLA KART (Konya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi Grup gündem önerisi hakkında lehte konuşmak üzere söz almış bulunmaktayım; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, İGDAŞ dosyasını bu hafta da anlatmaya devam edeceğiz. İGDAŞ dosyası üzerinde neden bu kadar önemle duruyoruz; bunu, o sebeple, tekrar açıklamak istiyorum. Bu dosyada, halen Mecliste görev yapan 4 milletvekilinin yargılandığını hemen hatırlatmak istiyorum. Bu milletvekilleri açısından, doğal olarak, Anayasanın 83 üncü maddesi gereğince, ilgili dava dosyası tefrik edilmiş ve yargılamaları durdurulmuş durumda. Bu 4 sanık dışında -ki, bu sanıklardan bir tanesi, Sayın Gündüz'ün de ifade ettiği gibi, Sayın Mustafa Açıkalın- bu dosyada kimler var; bu dosyada, değerli arkadaşlarım, Enerji Bakanı Sayın Hilmi Güler var ve ayrıca, Başbakanlık Müsteşarı Sayın Ömer Dinçer var ve toplam 159 sanık var, değerli arkadaşlarım.

Bu dosyalardaki iddialar nedir; bu dosyalarda, 1994-2001 yılları arasında, İstanbul Büyükşehir Belediyesi bünyesindeki İGDAŞ'ın, İGDAŞ yetkililerinin organize suç ilişkileri sonucunda -aynen iddianamedeki, yargılamadaki ifadelerden söylüyorum- kurumu 170 trilyon zarara uğrattıkları ve ayrıca, 1999-2000 yıllarında kötü yönetimden dolayı da 29 trilyon civarında zarara uğrattıkları iddia ediliyor ve yine, ayrıca, deprem anındaki doğalgaz kesme vanalarının alımında, o cihazların alımında 35 dolar yerine, her cihaz için 135 doların ödendiği yolunda raporlar var; yani, bir anlamda deprem ticareti yapıldığı yolunda, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Teftiş Kurulunun düzenlediği raporlar var, değerli arkadaşlarım.

Karma komisyona intikal eden bu dosyalarda, doğal olarak, 3 Kasım 2002'ye kadar olan dosya safahatı var; ama, bizim 3 Kasımdan sonraki dosya safahatını da bilmemiz gerekiyor. Bu dosyaların nasıl bir seyir içinde geliştiğini bilmemiz gerekiyor. İşte hem bu dosya safahatındaki gelişmeyi takip etmek hem Enerji Bakanı hakkında dosya neden tefrik edilmemiş, Enerji Bakanı hakkında yargılama aşamasında nasıl bir uygulama yapılmış ve hem de bu yargılama dosyasına, iddia edildiği gibi, hukukdışı müdahaleler yapılmış mı, yapılmakta mı; bunları araştırmak amacıyla ben 18 Mart tarihinde Eyüp Adliyesine gittim, değerli arkadaşlarım. Enteresandır, bu dosyayı incelemem engellendi, bu dosya tarafıma verilmedi. Ben milletvekili olarak görev yapıyorum, karma komisyon üyesi olarak görev yapıyorum, denetim görevi yapıyorum, değerli arkadaşlarım; bu dosyayı ben inceleyemedim. Bunun burada gerekçelerini, değerlendirmesini uzun uzadıya yapmak istemiyorum. Bu gelişmeyi Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna intikal ettirdiğimi ifade etmek istiyorum. Onun zeminini de ayrıca takip ediyorum, ayrıca, onun değerlendirmesini yapacağım.

Gelinen aşamada, milletvekili-bürokrat ilişkisini ve bu kapsamda da Ömer Dinçer'e yönelik bir değerlendirmeyi izninizle yapmak istiyorum, Başbakanlık Müsteşarı Sayın Ömer Dinçer'e yönelik değerlendirme yapmak istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, biliyoruz ki, dokunulmazlık kavramının kamu görevlileriyle ilgili bölümü bu kavramın temel ayaklarından birisidir, sacayaklarından birisidir. Kamu yönetimi adına ibret verici bir tabloyla karşı karşıya olduğumuzu üzülerek ifade ediyorum.

Sayın Başbakan bu konuda ne diyor, değerli arkadaşlarım; Sayın Müsteşara yönelik olarak şunu söylüyor Sayın Başbakan: "Ömer Dinçer benim en yakın çalışma arkadaşımdır. Görevini yapış biçiminden son derece memnunum. Herkes şunu bilsin ki, kendisiyle sonuna kadar çalışacağım. Hakkındaki iddialar Başbakanlıktaki göreviyle ilgili değil, akademik kariyeriyle ilgili."

Değerli arkadaşlarım, ben, Sayın Başbakanın bu değerlendirmesine Tercüman Gazetesinden Ergun Göze'nin değerlendirmesiyle cevap vereceğim. Ne diyor Sayın Ergun Göze, aynen okuyacağım. Bu okuduğum sözler, tekrar ifade ediyorum, Ergun Göze'ye ait, değerli arkadaşlarım:

"Bu sözler, politik etik bakımından çok üzücüdür ve mantıktan da yoksundur. Eğer, Müsteşarın Başbakanlıktaki bir görevinden şikâyet olsaydı, yani, Başbakanlıkta yaptığı bir işlemden şikâyet olsaydı 'ben çalışmasından memnunum' diyerek tartışmayı bitirebilirdiniz; ama, Müsteşar Bey, akademik unvanını haksız yere almak ve cezaî takibattan zamanaşımı sayesinde kurtulmak iddiasıyla karşı karşıya bulunmaktadır; fakat, Sayın Başbakanın ifadesi 'mahkemece hüküm giymiş olsa bile çalışırım' anlamına gelmektedir; 'Başbakanlık Müsteşarlığı başka, akademik unvan almak başka' demek gibidir. Böyle bir mantığın ahlakî sahada yeri olamaz.

Şunu da belirtelim ki, Sayın Başbakan, her istediğiyle çalışamaz; ancak, Türk Milletine, hukukuna, örfüne ve etik anlayışına uygun kişilerle ve o şartlar içerisinde çalışabilir. Yoksa, hukuk devleti ve devletin ahlakî zemini nerede kalır" diyor Sayın Ergun Göze.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Göze'nin yazdıklarına, elbette, mealen katılıyorum ve ilave ediyorum: Kamu Yönetimi Tasarısı esnasında Sayın Müsteşara yönelen eleştiri ve tepkiler karşısında, hükümetin, Sayın Başbakanın Müsteşara sahip çıkması siyaseten izah edilebilirdi, siyaseten. İdeolojik boyuta, hukukî teknik ve laikliğe ilişkin her türlü eleştiri ve değerlendirmelerimi saklı tutarak bu ifadeyi kullandığımı hemen ifade ediyorum; ancak, Sayın Müsteşarla ilgili ciddî iddialar, maalesef, bu olayla sınırlı kalmamıştır. Sayın Müsteşarın, bir akademisyen için en ağır suç sayılabilecek bir suç olan intihal (akademik hırsızlık) yoluna başvurduğu, akademik prosedür içerisinde açıklık kazanmıştır.

Sayın Adalet Bakanı bu konuda diyorlar ki: "Efendim, Müsteşar bu konuda 18 tane dava açmış."

Sayın Bakan, bu davaların niteliğinden ve konusundan neden söz etmiyorsunuz?! 18 dava açtığını biliyorsunuz da, bu davaların niteliğinden ve konusundan neden söz etmiyorsunuz?! Bu davalarda yürütmenin durdurulması veya tedbir kararı verilip verilmediğinden neden söz etmiyorsunuz, Sayın Bakan?! Bu, bu olayı saptırmaktan başka bir anlama gelmeyen bir açıklamadır, değerli arkadaşlarım.

Bakın, Sayın Müsteşarla ilgili iddia, akademik hırsızlıkla da sınırlı değil. Bu noktada da Sayın Ergun Göze'nin değerlendirmesine özellikle eklenmesi gereken yeni bir olay söz konusu...

BAŞKAN - Sayın Kart, bir dakikanızı rica edebilir miyim.

Bakınız, burada, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun önerisini biraz önce okuttum; çerçevesi, maksadı, talep ortada. Hal böyle iken, sizin, bunu bir tarafa bırakıp da burada olmayan bir bürokratla ilgili çok ciddî -kendinize göre- konuşmalar yapmanız sizin yönünüzden uygun mu? Bu konuda İçtüzüğe uymaya davet ediyorum. Bu konuyu bırakın, siz, öneri üzerinde konuşmaya devam edin.

ATİLLA KART (Devamla) - Açıklayayım... Açıklayayım... Sayın Başkanım, ben öyle...

BAŞKAN - Onun için başka şekilde söz alabilirsiniz.

ATİLLA KART (Devamla) - Müsaade buyurun açıklayayım, Sayın Başkanım... Müsaade buyurun ben gerekçemi açıklayayım..

BAŞKAN - Efendim, ben, bu konuda, izin verirseniz, İçtüzüğe uyacağım ve kiminle ilgili talep varsa onun üzerinde konuşmaya sizi davet edeceğim.

ATİLLA KART (Devamla) - Sayın Başkanım, dokunulmazlık olayını tartışıyoruz. Dokunulmazlık olayını tartışırken...

BAŞKAN - Ama, dokunulmazlık kiminse onun üzerinde konuşalım.

ATİLLA KART (Devamla) - Müsaade buyurun, onu açıklayacağım Sayın Başkanım, arz edeceğim. Dokunulmazlık olayının siyaset boyutunu tartışıyoruz, dokunulmazlık olayının bürokrat boyutunu tartışıyoruz. Sözünü ettiğim bürokrat, bürokrasinin en tepesindeki kişi ve ayrıca sözünü ettiğim bürokratın, ben, burada yokluğunda konuşmuyorum; hükümet burada, hükümet çıkıp savunmasını yapabilir, cevabını verebilir. Bu noktada sizin ayrıca bir değerlendirme yapmanız gerekmez, Sayın Başkanım. Ben, tamamen İçtüzük çerçevesinde konuşuyorum ve bu gerekçemi kuvvetlendirmek anlamında da dosya kapsamını elbette anlatacağım. Dosya kapsamındaki delilleri, elbette, Genel Kurulun, bilgisine sunacağım ki, Genel Kurul, o dosya kapsamındaki delilleri bilerek değerlendirme yapsın. Ben, burada kimse hakkında gelişigüzel bir iddia ileri sürmüyorum, Sayın Başkanım. O sebeple, İçtüzük çerçevesinde konuştuğumun bilinmesini istiyorum. Bu noktada, Sayın Başkanlık Makamının bunun aksine değerlendirme yapmasının kürsü sorumsuzluğuna -üzülerek ifade ediyorum- müdahale anlamına geleceğini de önemle ifade ediyorum. Ben bu kapsamda...

BAŞKAN - Sayın Kart, kürsü sorumsuzluğu her şeyi söylemek anlamına gelmez.

ATİLLA KART (Devamla) - Hayır; elbette ben onun bilincindeyim, Sayın Başkanım.

BAKAN - Siz konuşmanızı Genel Kurula hitaben tamamlayın efendim.

Buyurun.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ATİLLA KART (Devamla) - Bakın, değerli arkadaşlarım, bürokrasinin en üst tepesindeki kişiyle ilgili olarak 170 artı 29 trilyonluk bir yolsuzluk iddiasına karıştığı iddiası var. Bu nedir; dramatik, ibret verici ve düşündürücü bir olaydır bu. Bir ülkede bürokrasi yönetiminin en üst tepesindeki kamu görevlisi için böylesine ağır suçlamalar var ise, bu ülkede -diğer suçlamalara ilişkin boyutları bir tarafa bırakıyorum- Maliye Bakanı hakkında 150 000 000 dolarlık sahtecilik ve hayalî ihracat organizasyonu ilişkileri olduğuna dair yargılama dosyaları söz konusu ise, değerli arkadaşlarım, orada -Sayın Ergun Göze'nin ifadesiyle söylüyorum- hükümet olarak ve Başbakan olarak  bu yükü daha fazla taşıyamazsınız.

İntihalin dışında, 170 trilyonluk bir yolsuzluk ve 150 000 000 dolarlık bir sahtecilik söz konusuysa, bu, hepimiz için ibret verici, üzücü bir tablodur değerli arkadaşlarım.

Burada elbette şunu sorgulamak gerekiyor. Bu dosyaya rağmen...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Kart, teşekkür ediyorum.

ATİLLA KART (Devamla) - Sayın Başkan, konuşmamı tamamlayayım.

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Sabaha kadar seni dinleyelim!..

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Demin bir milletvekili 6 dakika fazla konuştu Sayın Başkan... 6 dakika fazla konuştu; adil olunuz Sayın Başkan.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Çifte standart olmasın...

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Kart.

Son cümlenizi alıyorum.

ATİLLA KART (Devamla) - Son cümlemi söylüyorum Sayın Başkanım; ona, lütfen, müdahale etmemenizi istiyorum.

Bakın, burada şu soruyu sorgulamamız gerekiyor değerli arkadaşlarım, insafla, sağduyuyla ve muhakemeyle: Nasıl bir ilişkiler ağı söz konusudur ki, bu kadrolar ısrarla görevde tutulmak isteniyor? Bu  kadronun, yani bu sınırlı, siyasî dar kadronun endişelenmesini, dokunulmazlık zırhına bürünmesini gerektiren ve birbirlerini himaye etmesini gerektiren kişisel ve siyasî kaygılar mı söz konusudur? Biz ne diyoruz; yargı zemini içinde bu soruların cevaplarını bulalım diyoruz. Böyledir demiyoruz; yargı zemini içinde bu soruların cevaplandırılması gerekir diyoruz.

Bu düşüncelerle, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Kart.

Sayın milletvekilleri, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre vermiş olduğu önerinin lehinde ve aleyhinde olan konuşmaları da dinledik.

Şimdi, öneriyi oylarınıza sunacağım...

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Karar yetersayısının aranılmasını istiyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Arayacağım.

Öneriyi kabul edenler... Kabul etmeyenler... Karar yetersayısı bulunamamıştır.

Birleşime 5 dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati:15.16


ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 15.28

BAŞKAN: Başkanvekili İsmail ALPTEKİN

KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Yaşar Tüzün (Bilecik)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 90 ıncı Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

V.- ÖNERİLER (Devam)

A) SİYASÎ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ (Devam)

1.- Gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin CHP Grubu önerisi (Devam)

BAŞKAN - Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun, İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre vermiş olduğu öneri için yapılan oylamada karar yetersayısı bulunamamıştı.

Şimdi, öneriyi tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yetersayısı arayacağım.

Cumhuriyet Halk Partisinin İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre vermiş olduğu önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Karar yetersayısı vardır ve Cumhuriyet Halk Partisinin İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre vermiş olduğu önerisi kabul edilmemiştir.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun, İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır; okutup, oylarınıza sunacağım.

2.- Genel Kurulun çalışma gün ve saatlerinin yeniden düzenlenmesine ilişkin AK Parti Grubu önerisi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulunun 27.4.2005 Çarşamba günü (bugün) yapılan toplantısında, siyasî parti grupları arasında oybirliği sağlanamadığından, Grubumuzun aşağıdaki önerisinin, İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.

                                                                     Eyüp Fatsa

                                                                                Ordu

                                                        AK Parti Grup Başkanvekili

Öneri:

Genel Kurulun 27.4.2005 Çarşamba ve 28.4.2005 Perşembe günleri saat 23.00'e kadar çalışması, 29.4.2005 Cuma ile 30.4.2005 Cumartesi günleri de çalışması; cuma günü 14.00-22.00, cumartesi günü ise 12.00-22.00 saatleri arasında çalışması ve bu günlerde de kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesi önerilmiştir.

BAŞKAN - AK Parti Grubu önerisi üzerinde, lehte söz isteği, aleyhte söz isteği var; lehte, İstanbul Milletvekili Sayın İrfan Gündüz, aleyhte ise Denizli Milletvekili Sayın Ümmet Kandoğan...

K.KEMAL ANADOL (İzmir) - Ben de aleyhte, efendim...

BAŞKAN - AK Parti Grubu önerisiyle ilgili, lehte İstanbul Milletvekili Sayın İrfan Gündüz.

Buyurun Sayın Gündüz. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika.

İRFAN GÜNDÜZ (İstanbul) - Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi en derin saygı ve sevgilerimle selamlıyorum.

Bizim, Danışma Kurulu önerisi olarak sunduğumuz gündem içerisinde, tabiî, dünden de devam eden ve yarım kalan yasa tasarılarından başlamak üzere, gerek bugün, yarın... Hatta biz çalışma saatlerini de uzun tutarak, bugün ve yarın saat 23.00'e kadar, cuma günü 14.00-23.00 arası, cumartesi günü 12.00-23.00 arası bir çalışma takvimi belirledik. Esas mesele, yasama dönemimizin sonuna yaklaşıyoruz; yani, haziran ayının sonuna kadar, Meclisimizin gündeminde, hükümet tarafından getirilmiş pek çok yasa tasarısı var. Bu yasa tasarılarının bir kısmı Avrupa Birliğiyle alakalı, bir kısmı da vatandaşlarımızın dört gözle beklediği, problemlerine çözüm getiren yasa tasarılarıdır. Mesela, bunlardan dün kabul edilen 10 000 polis alınmasıyla ilgili yasa, o geçti. Biraz sonra gündeme gelecek, görüşülmesi devam eden Emniyet Teşkilatındaki terfi ve kademelerle ilgili bir düzenleme, inşallah o da bugün değerli oylarınızla kanunlaşacak. Hemen onun akabinde, şu anda Diyanet Teşkilatında kadro sıkıntısı... Boş bulunan ve görevsizlikten açılamayan pek çok cami var, bu camilerle ilgili belki hepsine birden kadro tahsisi mümkün değil ama -hiç olmazsa şu anda üçte 2 maaşla görev yapan geçici Diyanet personeli var, sayıları da 9 172 kişi- 10 000 kişilik, hiç olmazsa maaşının üçte 2'sini alan ve şu anda camilerde görev yapan personelin aday memur olarak Diyanet kadrolarına atanmasıyla ilgili bir kanun teklifi var. Bu da, inanıyoruz ki, hem toplumumuzun hem de pek çok vatandaşımızın derdine deva olacak çözümler.

Arkasından, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünün -Merkez Hakem Kuruluyla ilgili- kanun tasarısı var.

Biliyorsunuz, yargı tarafından iptal edilen ve mutlaka yasalaşması gereken bir kanun var; Yenilenebilir Enerji Kanunu.

Öbür taraftan, esnaf ve sanatkârlarımızın dört gözle beklediği, esnaf ve sanatkar odalarını düzenleyen kanun tasarıları... Bunların hepsinin biz bu hafta içerisinde yasalaşmasını ve bir an önce milletin hizmetine sunulmasını özellikle bekliyoruz.

Evet, arkadaşlarımızın zamanı çok kıymetli; ama, haziran sonuna kadar da bu yasal faaliyetlerin mutlaka sonuçlandırılması, sonra da böyle yüz akıyla milletin içerisine gidebilecek bir tatili hak etmemiz için biz böyle bir çalışma takvimini Sayın Meclisimizin gündemine getiriyoruz ve hepinizden destek bekliyoruz. Dolayısıyla, gayretinize şimdiden teşekkür ediyor, önerimizin kabulü doğrultusunda oy kullanmanızı diliyor, hepinize en derin sevgi ve saygılarımı sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Gündüz.

Aleyhe söz isteği, Denizli Milletvekili Sayın Ümmet Kandoğan.

Buyurun Sayın Kandoğan.

Süreniz 10 dakika.

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. AK Parti Grup önerisinin aleyhinde söz almış bulunuyorum.

Değerli milletvekilleri, bugün, Türkiye Büyük Millet Meclisi, saat 14.00'te toplandı. Yaklaşık birbuçuk saatlik bir süre geçti. Bu birbuçuk saatlik süre içerisinde, günün bu saatinde, maalesef, 2 kez, karar yetersayısı bulunamaması nedeniyle Meclis çalışmalarına ara vermek mecburiyetinde kaldık. Daha bu saatte, Meclisin açılmasının üzerinden daha bir saat geçmeden, 139 milletvekilini Türkiye Büyük Millet Meclisi sıralarında bulamadık.

Şimdi, siz, AK Parti Grubu olarak kalkıyorsunuz, bu durumda olan bir Meclisten, cuma günü ve cumartesi günü de saat 22.00'ye kadar çalışmayla ilgili bir öneri getiriyorsunuz.

Şimdi, çarşamba günü, Meclisin açık olduğu bir günde, 139 milletvekili bu sıralarda yokken, cuma ve cumartesi günleri, Sayın Grup Başkanvekilim, 139 AK Parti milletvekilini burada toplayıp, karar yetersayısını veya 184 milletvekilini burada toplayıp, toplantı yetersayısını bulma taahhüdünde bulunuyor musunuz?

Biliyorsunuz, bu konuyla ilgili, daha önce, Sayın Tayyar Altıkulaç'ın bir çalışması vardı; Sayın Altıkulaç, o çalışmasında şunu söylüyordu: Türkiye Büyük Millet Meclisinin 1 dakikalık çalışmasının maliyeti 11 milyar lira. Şimdi, Meclis, saat 14.00'te açıldı. Yaklaşık 25 dakika ara vermek mecburiyetinde kaldık ve bunun maliyetinin ne olduğunu, ben, Sayın Hocamın ve siz milletvekillerimin takdirine sunmak istiyorum.

Değerli milletvekilleri, ben, bunu, müteaddit kereler dile getirdiğimde, Sayın Kapusuz itiraz ediyordu. Öyle kanunlar buradan geçiyor ki, 30 milletvekili, 40 milletvekilinin bulunduğu anlarda, biz burada kanun kabul ettik; ama, biz hep şunu söylemiyor muyduk: Türkiye Büyük Millet Meclisi, ortak aklın iradesi olarak, bütün milletvekillerinin katkılarıyla, destekleriyle, ortak vicdanlarıyla, ortak akıllarıyla kanun yapma konusunda destek olacaklar ve çıkan kanunlar, Meclisin hür iradesiyle, bütün milletvekillerinin ortak aklıyla çıkacak. Bunu ifade ediyorduk; ancak, görünen o ki, bugüne kadar edindiğimiz tecrübe o ki, 40 milletvekili, 50 milletvekiliyle, buralarda kanun çıkarıyoruz.

Geçen gün de söyledim, bir konuk cumhurbaşkanı buradayken 30 milletvekili vardı; yine, dün, Meclis Başkanımızla beraber bir konuk başbakan Meclisimizi şereflendirdiğinde, 50 milletvekili vardı. Bu tablo beni rahatsız ediyor, bu tablo beni üzüyor, bu tablo milleti de üzüyor. Benim korkum ve endişem odur.

Sabahlara kadar çalışmaya varım, hazırım; ancak, cuma günü ve cumartesi günü de, aynı manzaralarla karşılaşacaksak, dakikası 11 milyar liraya mal olan Meclis çalışmalarında, tüyü bitmedik yetimin hakkı olduğunu, garip gurebanın, fakir fukaranın hakkı olduğunu gözlerden uzak tutmamamız lazım. Bu şartla, cuma ve cumartesi, milletvekillerimizin büyük çoğunluğu burada olacaksa, o kanunlar, Meclisin ortak aklı, ortak iradesiyle çıkacaksa biz varız; ancak, dünden beri gördüğümüz bir manzara var Türkiye Büyük Millet Meclisinde; buna, Sayın Meclis Başkanvekilimin yönetimi de dahil. Dün, burada, birkaç kez konuşma fırsatı buldum; 1 dakika ilaveyi dahi zor yapıp, sizleri selamlamamı dahi engelleyen bir tutum içerisinde; ancak, bugün, AK Parti milletvekili gündemdışı bir konuşma yaptı, tam 6 dakika fazla konuşmasını, Sayın Meclis Başkanımız büyük bir müsamahayla karşıladı.

Şimdi, önümde, bugün görüşülecek olan kanunlar var. Bakıyorum, 2 nci sırada, Salih Kapusuz ve Sadullah Ergin'in teklifleri; 4 üncü sırada TÜBİTAK; 6 ncı sırada yine Faruk Çelik'in teklifi; 7 nci sırada yatırımların teşviki; 8 inci sırada da siyasî partilere hazine yardımı.

Şimdi, değerli milletvekilleri, cuma ve cumartesi çalışalım diyorsunuz, muhalefetten katkı istiyorsunuz; ancak, bugün görüşülecek olan bu kanun tasarı ve tekliflerinin tümü üzerindeki şahıslar adına yapılacak olan konuşmalar, nasıl ve ne şekilde yapılmışsa, tamamen doldurulmuş. Eğer siz, muhalefetten bir katkı istiyorsanız, muhalefetten bir destek istiyorsanız, muhalefetin görüş ve önerilerini dinlemek istiyorsanız, bizlerden bir katkı istiyorsanız, bu endişe ve korku nereden kaynaklanıyor; bu panik havası niye?! Ben, bunu, şiddetli bir şekilde merak ediyorum.

İRFAN GÜNDÜZ (İstanbul) - Ne panik havası var?! Hiç panik havası yok; sende o.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Ama, ben, bakın, diyorum ki, bunlar üzerinde katkı yapmak istiyorum; yok, bu imkânı vermiyorsunuz muhalefete.

MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - Sen susarsan, katkı olur.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Yanlış yapıyorsunuz. Muhalefeti susturmakla hiçbir yere varamazsınız. Doğru Yol Partisini susturmaya çalışıyorsanız, bunda başarılı ve muvaffak olmanız mümkün değil.

Bakınız, çok somut bir örnek vereceğim: Dün, bir sayın AK Parti milletvekiliyle görüştüm. Bugün görüşülecek olan bir kanun teklifiyle ilgili olarak 86 ncı madde gereğince, oyunun rengini aleyhte olarak belirtmek üzere söz talebinde bulunmuş AK Partili, çok saygı duyduğum bir milletvekili. Kendisine sordum, dedim ki "sayın milletvekilim, siz, bu kurumda uzun yıllar üst düzeyde görev yaptınız, böyle bir kanun teklifinin aleyhinde konuşma düşüncesi nereden kaynaklandı?" Dedi ki bana: "Benim böyle bir talebim yok. Ben böyle bir konuşma talebinde bulunmadım. Benim böyle bir talebim mevcut değil." O milletvekilimiz de, şu anda, Türkiye Büyük Millet Meclisi sıraları içerisinde, şu anda oturuyor ve benim talebim yok dediği, benim konuşma isteğim yok dediği bir maddede bile, bizim konuşmamızın önüne geçmek için, gıyabında, haberi olmadan, konuşma yapmak üzere ismi oraya bildiriliyor. Baktım, orada dilekçesi de yok sayın milletvekilleri; ancak, bugün gittim, biraz önce baktım, dün saat 15.30 itibariyle konuşma talebi dosyanın içerisine konulmuş. Ben, dün saat 18.00'de gittiğimde yoktu o talep. O konuşma talebi, dünkü tarihle 15.30 itibariyle o dosyanın içerisine yerleştirilmiş. Milletvekilimiz de buradadır, eğer itiraz ederseniz,  ben kendisinden, aramızda geçen konuşmanın doğruluğunu özellikle teyit etmesini istirham edeceğim.

Değerli milletvekilleri, bu düşünceyle, bu mantıkla hareket ederseniz hiçbir yere varmanız, ulaşmanız kesinlikle mümkün değil. Burası, milletin hür kürsüsü. Bütün milletvekillerini buraya, millet, kendi adına konuşmak üzere gönderdi.

MEHMET ÇERÇİ (Manisa) - Herkes konuşacak o zaman...

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Bu kürsülerden, millet adına, getirilen kanunlarla ilgili, kanun teklifleriyle ilgili katkı yapmamız düşüncesi ve mantığıyla bizleri buraya gönderdiler. İktidar, bütün ülkelerde vardır; ama, muhalefet sadece demokrasilerde var; bunu, lütfen bütün milletvekillerinin aklından çıkarmaması gerekiyor.

Değerli milletvekilleri, bakınız, bu kadar hızlı çalışmanın, bu kadar acele etmenin faturası da, tam 32 kanunun Sayın Cumhurbaşkanı tarafından veto edilerek Türkiye Büyük Millet Meclisine gönderilmesi.

MEHMET ÇERÇİ (Manisa) - Yavaş çalışırsak ne olacak?!

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Biz de istiyoruz ki, bu kanunlar buradan geçsin, büyük çoğunluğu bizim de tasviplerimize mazhar olan kanunlar. Bizler de, gelip, buralarda, o kanunlarla ilgili destek veriyoruz; ancak, beğenmediğimiz, yanlış gördüğümüz noktalarla ilgili olarak düşüncelerimizi ifade ediyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Bakınız, biraz sonra konuşma fırsatım yok... 2 nci sırada bir kanun teklifi var. 2 nci sıradaki kanun teklifinin maddeleri dolu olduğu için, 86 ncı madde de dolu olduğu için, söz hakkım yok; ancak, bu kanun Anayasaya o kadar açık bir şekilde aykırı ki, bunun altını çizmek istiyorum ve iddia da ediyorum, gerekçesini de biraz sonra söyleyeceğim. Bu kadar açık bir şekilde Anayasaya aykırı olan bir kanun teklifi geliyor ve bununla ilgili, Doğru Yol Partisi adına, bir söz hakkımız yok, Anayasaya aykırılıkla ilgili düşüncelerimizi ifade etme hakkımız yok, hürriyetimiz yok. Ben, öyle inanıyorum ki, biraz sonra, o kanun buraya gelecek, sizlerin de oylarıyla burada kanunlaşacak; ancak, altını tekrar çiziyorum, gerekçe bulma noktasında hiç de zorluk çekmeden, Sayın Cumhurbaşkanı, o kanunu, çok kısa süre içerisinde Türkiye Büyük Millet Meclisine, tekrar görüşülmek için geri gönderecek.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Kandoğan, lütfen, son cümlenizi söyleyin.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Son cümlemi söylüyorum.

Eğer, söz hakkım olmuş olsaydı, Anayasaya açıkça aykırı olan bu kanun teklifinin Anayasanın hangi maddelerine, Devlet Memurları Kanununun hangi maddelerine aykırı olduğunu burada ifade edecek, bu düşüncelerden, bu ifadelerden sonra, belki, burada bazı değişiklikler yapma düşüncesi sizlerde de ortaya çıkacaktı. O nedenle, tekrar ediyorum, muhalefeti susturmaya çalışmayın. Muhalefete sizin de ihtiyacınız var. Muhalefetin önerilerine, düşüncelerine, yol göstermelerine karşı dikkatli olmanızda fayda olduğu inancımı ifade ediyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Kandoğan.

Sayın milletvekilleri, Sayın Anadol'a söz vermeden önce, mutlaka bütün milletvekillerimizin çok iyi bildiği, İçtüzüğümüzle ilgili ve Sayın Kandoğan'ın ortaya koyduğu bazı itirazlarla ilgili açıklama yapmak istiyorum.

Değerli milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinde hepimizi ilgilendiren, bazı arkadaşlarımızın nezahetine ve nezaketine dokunan bir konuda açıklama yapmak istiyorum. Eğer müsaade ederseniz, aranızdaki sohbeti bu açıklamadan sonra devam ettirin; bu konu hepimizi ilgilendiriyor.

Sayın Kandoğan bazı iddialarda bulunuyor; hem Başkanlık Divanını hem de Başkanlık Divanıyla beraber çalışan Kanunlar ve Kararlar Dairemizdeki değerli uzmanları, bürokratları ilgilendiren, hatta, onları zan altında bırakan bazı iddialarda bulunuyor. Bir yasa, kanun tasarısı veya teklifi Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine alındığı zaman, onunla ilgili gerek tümü üzerinde gerekse maddeleri üzerinde söz alma hakkı var. Biz hepimiz, İçtüzüğe uymak, ona saygı göstermek durumundayız. Öyle olursa, hukukun üstünlüğü olur, Parlamentonun saygınlığı olur. Nedir; gruplar adına söz hakkı var, süresi var. Onun dışında, Türkiye Büyük Millet Meclisinde bulunan değerli milletvekillerinden, hangi partiden olursa olsun, müracaat sırasına göre 2 milletvekiline söz verme hakkımız var. Bu husus, İçtüzüğün 60 ıncı maddesinin ikinci fıkrasında açıkça düzenlenmiştir. Sıra sayısı verilip, ilan edildikten sonra her milletvekilinin, ilgili makama dilekçeyle müracaat ederek söz isteği hakkıdır, bundan daha tabiî bir şey olamaz. Zaten, oradaki yetkililer de, dilekçeyi aldıktan sonra, tarihini atıp, saatini yazıp, imza atarak, oraya koyuyorlar. Dolayısıyla, şahısları adına söz isteği, geliş saatine ve tarihine göre verildiğinden, Başkanlığın yapacağı bir şey yoktur.

Sayın Kandoğan'ın, burada, izah ettiği, itiraz ettiği hususlarla ilgili dilekçeleri ve belgeleri getirttim. Burada, dilekçedeki imzanın ilgili milletvekiline ait olduğunu kabulleniyorum, bir itirazları olmadığına göre, Sayın Kandoğan'ın dilekçesi diğer arkadaşlarımızdan sonra gelmiş. Burada, siyasî teamüllerimiz var, söz alır; ama, arkadaşımızın, söz hakkını, kendi partisinden bir başka arkadaşına veya diğer bir partiden bir değerli arkadaşımıza, her zaman, devretme hakkı vardır; geçmiş siyasî çalışmalarımızda da, Parlamento tecrübelerimizde de bunu görüyoruz.

Diğer taraftan, yine, söz istemeyle ilgili hüküm, İçtüzüğümüzün 87 nci maddesinin ikinci fıkrasında da düzenlenmiştir. Bu da, değişiklik önergelerinin nasıl verileceği, nasıl sıraya konulacağı ve nasıl işlem yapılacağıyla ilgilidir. Bu bakımdan, Yüce Heyetiniz tarafından bu göreve seçilen diğer Başkanvekili arkadaşlarımızın gösterdiği hassasiyet kadar, en az, ben de hassasiyet gösteriyorum ve bu Yüce Parlamentoya ve Türk Milletine layık olabilecek bir şekilde bu hassasiyetimizi, tarafsızlığımızı, İçtüzüğe olan hassasiyetimizi gösteriyoruz ve özellikle muhalefete mensup milletvekili arkadaşlarımızın bu milletin kürsünden en geniş bir şekilde istifade etmelerine elden gelen gayreti gösteriyoruz; ama, elbette ki, takdiri, ben, sizin vicdanlarınıza bırakıyorum.

O bakımdan, Sayın Kandoğan'ın, burada ifade ettiği hususların, elimizdeki duruma ve İçtüzüğe göre pek de uymadığını, burada, ifade ediyor ve sizi de bilgilendirmiş oluyorum.

Buyurun Sayın Anadol, önergenin aleyhinde, ikinci söz hakkı sizin.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin saygıdeğer üyeleri; Adalet ve Kalkınma Partisinin Danışma Kurulu önerisi olarak sunduğu; fakat, Danışma Kurulunda ittifak temin edilemediği için grup önerisi olarak buraya getirdiği teklifin aleyhinde söz almış bulunuyorum.

Aleyhinde söz aldım, bir iki noktayı da belirtmek istiyorum. Birincisi; bugün saat 22.00'de bitecekti birleşim, siz, 23.00'te bitmesini istiyorsunuz, biraz sonra oylanacak.

Sayın Grup Başkanvekilim, değerli meslektaşım, değerli arkadaşlarım; bakın, saat 15.55, 14.00'te Meclis açıldı, 1 saat uzatmak için mesaimizi iki saattir konuşuyoruz burada. İki defa karar yetersayısı bulunamadı. Bu beyhude gayret niye? Birincisi bu.

İkincisi; gerçekten, amacım bir gerginlik yaratmak falan değil, birtakım doğruları söylemek. Üçüncü olarak söyleyeyim; ben, bu doğruları söylemekten bıktım; Danışma Kurulunda söylemekten bıktım, yüksek huzurunuzda söylemekten bıktım; ama, yine tekrar etmek durumundayım.

Değerli arkadaşlarım, dünyanın her yerinde çalışma biçimini düzenleyen yasalar vardır, yönetmelikler vardır, ilgili mevzuat vardır. Eğer, işçi isek, İş Kanunu ve ilgili yönetmelikler bu çalışma biçimini düzenler; memur isek, memurların tabi olduğu mevzuat vardır; araba kullanıyorsak, Trafik Kanununun düzenlediği birtakım düzenlemeler vardır; Mecliste çalışıyorsak, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü vardır. Biz, bunların hepsini bir tarafa attık.

Bakınız, bu Meclis, normal olarak, İçtüzüğümüze göre, saat 15.00'te toplanır, 19.00'da dağılır. Bu, genel kuraldır; elbette, istisnası vardır. Öyle zamanlar olur ki, çok önemli, ülke için yaşamsal zorunluluğu olan bir yasa önerisi veya hükümet tasarısı gelir ve burada, hep birlikte, iktidarıyla muhalefetiyle saatlerce çalışır, bunu gerçekleştiririz, bu düzenlemeyi Meclisten yasa olarak çıkarırız, millî irade böyle tecelli eder; ama, bu, istisnadır.

Şimdi, siz, ne yapıyorsunuz, ona üzülüyorum ve tekrar tekrar burada belirtmekten de, gerçekten, bir daha üzüntü duyuyorum. Siz, genel çalışma düzenini istisna haline getirdiniz, başıbozuk -affedersiniz, bu sözcüğü kullanmaktan da hicap duyuyorum- çalışma düzenini de genel bir hale getirdiniz. İstisna değil, ana kural haline geldi. Şimdi, bir vakit "bitinceye kadar... " Ben size söyleyeyim, hatırlayınız, bitinceye kadar diye karar alınıp, buraya gelen, kabul edilen, mesai saati içinde, bitinceye kadar, yasaların, önümüzdeki gündemin tamamlandığını gördünüz mü?!. Neden; çünkü, hepimiz insanız, etten, kemikten yaratılmışız, bir çalışma gücü var, temposu var, tahammülü var insan vücudunun; zorladığınız vakit, kendi koyduğunuz kurallar iflas eder. Trafik Kanununa hüküm koymuşlar. Neden; çünkü, sekiz saatten fazla karayollarına çıkan bir yurttaş, yurttaş da değil, bir yabancı, bir insanın, istediği kadar ehliyeti olsun, iyi araba kullansın, bilim tespit etmiş ki, sekiz saatten fazla araba kullandığı vakit kaza olasılığı çoğalır. Kaza olduğu vakit ne olacak; ya canı ve içinde taşıdığı başka canlar, malı tehlikeye girer. Ayrıca, kaza yaptığı, çarpıştığı arabanın içindeki canlar da tehlikeye girer. Bu, daha kötü. Burada, beşinci, altıncı defa tekrar ediyorum. Biz, hata yaparsak, sadece kendimiz cezasını çekmeyiz, millet cezasını çeker. Çok güzel bir tespit oldu, Sayın Kandoğan söyledi; Sayın Altıkulaç'ın tespiti, kutlarım kendisini, Sayın Altıkulaç'ı; doğru, dürüst, bürokraside uzun yıllar hizmet etmiş ve Parlamentoda da hizmet eden bir siyaset adamı olarak... Eğer 11 milyara mal oluyorsa dakikası, bizim, bu zaman üzerinde titrememiz lazım, çok tasarruf etmemiz lazım. Bu Meclis, şimdi siz söylüyorsunuz, madalyonun iki tarafı, gerçekten çok çalışan Meclis. En fazla üretken meclis diyorsunuz, bunu da bir kıvanç vesilesi olarak söylüyorsunuz; doğru, bu, madalyonun bir tarafı; ama, bu Meclis, 22 nci Dönem, çıkardığı yasalar, Cumhurbaşkanı veya Anayasa Mahkemesinden en fazla geri dönen ve bunları tekrar görüşmek durumunda olan Meclis, bu konuda da rekor sahibi, madalyonun arka tarafı da böyle. Niye böyle yapıyoruz biz, niye böyle yapıyoruz?! Mesela... Biz, çalışmaktan filan kaçan bir anlayış içinde değiliz Cumhuriyet Halk Partisi olarak, hiçbir milletvekili, sizler, bizler, hiçbirimiz çalışmaktan kaçmayız. Niye aday olduk, milletin önünü çıktık, seçildik; çalışmak için seçildik; ama, elinsaf değerli arkadaşlarım, özellikle İktidar Partisi Grubu milletvekili arkadaşlarıma, değerli dostlarıma sesleniyorum: Mesela, saat 11.00'de başlasak göreve, saat 11.00'de toplansak, 13.00 ile 14.00 arasında bir saat yemek molası versek, 19.00'a kadar çalışsak, ne ediyor, kaç saat ediyor arkadaşlar; değil mi, az bir çalışma mı; hayır. 14.00'te veya 15.00'te oturuyoruz, gece 22.00... Şimdi, öneriye bakın siz; cumartesi günü biz 12.00'de toplanacakmışız, 22.00'ye kadar çalışacakmışız! Buradan olumlu bir şey çıkmaz arkadaşlar, hiç kendimizi aldatmayalım. Ondan sonra, biz, karar yetersayısı isteriz, eğri oturup doğru konuşalım.

TÜRKÂN MİÇOOĞULLARI (İzmir) - Pazar günü 1 Mayıs; herkes seçim bölgesine gidecek.

K. KEMAL ANADOL (Devamla) - Ondan sonra, biz karar yetersayısı istediğimizde, ne görüşüldüğünü bilmeden, eli yukarıda arkadaşlar kapıdan hurra içeri girerler, oylama biter, reddettirirsiniz, gene o arkadaşlar hurra dışarı çıkarlar. Canım, bu, Meclisin ciddîyetine de sığmıyor arkadaşlar, Meclisin saygınlığına, kendi kendimize gölge düşürmeyelim. Yani, ben, bunu...

SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Ben buradayım.

K. KEMAL ANADOL (Devamla) - Buyurun Sayın Kapusuz, dinlerseniz memnun olurum.

Bunları defalarca anlattım, şimdi biz gayet iyi ilişkiler içindeyiz, bunları birbirimize söylüyoruz; ama, niye dayatıyorsunuz bunu? Niye dayatıyorsunuz?.. Şu çalışmayı insanî hale getirelim arkadaşlarım. Haa, siz böyle yaparsanız, biz de, İçtüzüğün bize verdiği yasal olanakları sonuna kadar kullanacağız; karar yetersayısı isteyeceğiz, yoklama isteyeceğiz, haklarımızı kullanacağız. Ondan sonra, vatandaş bizi izliyor, karar yetersayısı istediğimiz vakit ve yoklama istediğimiz vakit, çoğunluk olmadığı vakit millet sizi mahkûm eder; hem anormal çalışma saatiyle Meclisi çalıştırıyorlar, ondan sonra da İktidar Partisi milletvekilleri kendileri salonda yoklar... 11 milyarla çarparız biz dakikasını, her zaman, her kürsüye çıktığımızda bunu söyleriz. İşler buralara dökülmesin arkadaşlar.

Anlaşalım -Allah'ın saati mi yok- 11.00'de başlayalım, 19.00'a kadar çalışalım; insanî çalışalım, insanî usullerle çalışalım. Onu söylemek istiyorum ve bunu yapmamız zor bir şey değil, bu konuda anlaşmak da zor bir şey değil iktidar ile muhalefet arasında; gelin şurada anlaşalım, bir istikrara sokalım, bu başıbozukluğa son verelim diyorum, hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Anadol.

Önerinin lehinde, Bayburt Milletvekili Sayın Ülkü Güney; buyurun. (Bağımsızlar sıralarından alkışlar)

ÜLKÜ GÖKALP GÜNEY (Bayburt) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Adalet ve Kalkınma Partisi Grup önerisi üzerinde, lehinde söz istedim; bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Belki lehinde söz istemem, özellikle, bağımsız arkadaşlarımın ve Anamuhalefet Partisindeki arkadaşlarımın garibine gitmiş olabilir. Çünkü, ben, aslında, bu önerinin aleyhinde söz istemiştim; ama, Sayın Anadol'dan da erken elimi kaldırmama rağmen, Anadol, ne de olsa Grup Başkanvekilidir, Değerli Başkanımız onu tercih etti, ben de mecburen lehinde söz istedim. Ama, benim üslubum ve aynı zamanda Parlamentodaki uzun yıllarım, lehte söz alıp aleyhte konuşma gibi bir hakkı suiistimale müsait değildir. Bu bakımdan, asıl orada söyleyeceklerimi diğer arkadaşlarım, aşağı yukarı, ifade ettiler. Ben, olaya başka bir açıdan bakıp, hepinizi, özellikle İktidar Partimizin grup yöneticilerini ve dolayısıyla Anamuhalefet grup yöneticilerini uyarmayı bir vazife addettim.

Olay şudur: Değerli arkadaşlarım, milletvekilliği demek, sadece burada kanun yapma ve Meclisteki çalışmalar değildir. Milletvekilinin çok görevi vardır. Milletvekilinin, dışarıda, seçim bölgesinde her türlü etkinliklere karışma gibi bir görevi vardır, sorumluluğu vardır. Onun içindir ki, Meclisin gündemi, yıllardan beri, muayyen bir süre içerisinde olup, haftada üç gün olup ve saat 15.00'te başlayıp saat 19.00'a kadar süren bir çalışmayla süregelmiştir. Bu, çok önemli zamanlarda, bütçe müzakerelerinde uzamıştır; ama, bunlar, oldukça istisnadır.

Şimdi, cumartesi ve cuma günleri Mecliste çalışma kararı alıyoruz; alalım. Peki, biz de milletvekiliyiz, biz de katkıda bulunmak istiyoruz. Bir zaruretten dolayı alıyorsunuz bunu; önemli bazı kanunlar görüşeceksiniz, bu önümüzdeki 8 kanunun dışında, cumartesi ve cuma günü önemli bazı kanunlar getireceksiniz. Biz de bunları bilsek, biz de bunlara katkıda bulunmak için buraya gelsek, belki size bir yardımımız olur, belki bazı eleştirilerimiz olur; düzeltme yaparız. Bizim bu hakkımızı niçin elimizden alıyorsunuz?.. Şimdi, buradan, size çok açık -şahidim de burada, çok yakın dostum Sayın Kapusuz- söylüyorum, biz de bunları yaptık; ama, bu sıklıkla yapmadık, çok mecbur olmadan, Danışma Kurulu önerisiyle Meclisi bu şekilde çalıştırmadık. Açıkça ifade ediyorum; Sayın Kapusuz'un ve Grubunun en çok itiraz ettiği de buydu. İşte karşımda; yüzüne söylüyorum; en büyük sıkıntıları da buydu. Ben, her zaman da derdim ki, haklısınız, biz bunu yanlış yaptık. Uzun süre grup başkanvekilliği yapmış olan bir arkadaşınızım, on yılın üzerinde; ben, mümkün olduğu kadar, bunu, kısa, yani, çok mecburiyetin dışında getirmemeye gayret ettim ve her zaman da Kapusuz'a hak verdim; ama, arkadaşlar, gün geçmiyor ki, grup kararı, grup önerisi... Artık, ben ulaşamıyorum. Ben, Meclisi oldukça takip eden bir arkadaşınızım. Ben, bu çalışma temposunu takip edemiyorum; çok samimî söylüyorum.

Daha başka bir şey söyleyeyim: Değerli arkadaşlarım, bakın, cuma günü, cumartesi günü çalışacaksınız. Yani, şimdi, bir düşünelim. Biz, normal günlerde karar yetersayısını, hele hele toplantı yetersayısını bulamayan bir düzende çalışıyoruz. İşte, bugün gördük, birlikte yaşadık; iki defa karar yetersayısı bulunmadı. Cuma, cumartesi günü mutlaka çalışalım diye niye zorluyoruz?.. Olabilir; biz onu da yaptık, çok önemli bir kanun olur, öyle bir kanun olur ki, zarureti vardır, günlüdür, mutlaka çıkması lazım; biz gelelim, yardımcı da olalım; ama, canım, bizim önümüzde 8 tane kanun var, bunlar çok önemli... Önemli; bütün kanunlar önemli. Biz bunları temizleyebilmek için bitirebilmek için, ne yapalım; mutlaka, cuma, cumartesi çalışalım... Bence bu yanlıştır. Sizlerden rica ediyorum, grup yöneticilerinden rica ediyorum; mümkün olduğu kadar, grup kararıyla, Meclisin gündemiyle oynamayın. Hakikaten yanlış yapıyoruz, haksızlık yapıyoruz.

Meclisi yöneten arkadaşlarımdan, başkanvekillerinden istirham ediyorum... Değerli arkadaşlarım, belki, aynı hatayı ben de yaptım, yapıyorum; Mecliste, biz, konuşma düzenimizde, konuşma sınırında, artık, gündemdışı 5 dakika... İçtüzük diyor ki, zarurî hallerde gündemdışı 5 dakika konuşabilir, bunun üzerine de 1 dakika ilave edilir. 15 dakika konuşan var, 20 dakika konuşan var; yani, önüne gelen, istediği kadar konuşuyor. Hani, 1 dakikası 10 milyardı, 20 milyardı?! Yani, evvela bizim kendi içimizde de bir tasarruf yapmamız lazım. Biz kendi oturumlarımızda tasarruf yapmayacağız, ondan sonra da, cuma günü de, cumartesi günü de gelin, çalışalım, onu öyle kapatalım... Bu da yanlış.

Bu bakımdan, ben, hiçbir grubu herhangi bir şekilde bir itham altında tutarak değil; ama, deneyimlerime dayanarak bunu istirham ediyorum; bunu yapmayalım. Sayın Meclis başkanvekillerimizden de... Benim sürem bitti... Bittiyse bitti! Yok efendim, ben sonuna kadar önümdeki kâğıdı okuyacağım... Onu da size küçük bir hatıramla anlatayım. Bu nereden oldu biliyor musunuz; Meclise televizyon geldikten sonra oldu. Eskiden, Mecliste, sadece bütçe müzakerelerinde naklen yayın yapılırdı. Sonradan, Meclisteki bütün konuşmaları, bütün oturumları televizyondan yayınlamaya başladık. Buraya çıkan arkadaşlarımız, hele hele yeni gelen arkadaşlarımız, konuşmak için, kendi seçmenlerine -o haklı, hele ona ben bir şey diyemiyorum; ama, sistem böyle, böyle bir sistem getirdik- artık, aklına ne geliyorsa, aklından ne geçiyorsa bunları ifade etmeye çalışıyor; bunun süresinde de müsamahayı görünce hal bu noktaya geliyor.

Arkadaşlar, sizden rica ediyorum... Salih Bey, siz, çok deneyimli bir grup başkanvekilisiniz, sizinle beraber, ben, on yıldan fazla grup başkanvekilliği yaptım; çok iyi günlerimiz geçti, çok sıkıntılı günlerimiz geçti; gelin, bu grup kararlarıyla bu Meclisin gündemini altüst etmeyelim; bizler de katkıda bulunalım, herkes rahat konuşsun.

Hele hele, size, AK Parti Grubuna -beni bağışlayın- yakıştıramadığım bir şey; efendim, bütün maddelerin karşısına, biz şimdiden müracaat edelim, dolduralım; ondan sonra da diğer arkadaşlarımız konuşmasın... Canım, bizim grubumuz yok diye, bizim günahımız ne?.. Gruplar her zaman konuşabiliyor. Biz, kırk yılın başında bir söz isteyeceğiz, onda da gidiyoruz, bakıyoruz, deniliyor ki, doldu. Ne oldu; dolmuş, siz konuşamazsınız... Bunu da dikkatlerinize arz ediyorum.

Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Güney.

Sayın milletvekilleri, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun, İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre verilmiş önerisi üzerindeki leh ve aleyhteki konuşmalar tamamlanmıştır.

Şimdi, öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...

BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Ne konuşursan konuş!

BAŞKAN - Kabul etmeyenler... Öneri kabul edilmiştir.

Alınan karar gereğince, sözlü soruları görüşmüyor ve gündemin, "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.

VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)

BAŞKAN - 1 inci sırada yer alan kanun teklifinin geri alınan maddeleriyle ilgili komisyon raporu gelmediğinden, teklifin görüşmelerini erteliyoruz.

2 nci sırada yer alan Esnaf ve Sanatkârlar Meslek Kuruluşları Kanunu Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu raporunun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

2.- Esnaf ve Sanatkârlar Meslek Kuruluşları Kanunu Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu (1/969) (S. Sayısı: 851)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Hükümet?.. Yok.

Ertelenmiştir.

3 üncü sırada yer alan Emniyet Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve İçişleri Komisyonu raporunun görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

3.- Emniyet Teşkilâtı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve İçişleri Komisyonu Raporu (1/1006) (S. Sayısı: 869) (x)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yerinde.

Hükümet?.. Yerinde.

Tasarının maddelerine geçilmesi kabul edilmişti.

Şimdi, 1 inci maddeyi okutuyorum:

EMNİYET TEŞKİLATI KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR

KANUN TASARISI

MADDE 1.- 4.6.1937 tarihli ve 3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanununun değişik 55 inci maddesinin ondördüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"Mevzuat hükümlerine göre kazanılmış hak aylığında değerlendirilmesi yapılan her türlü uzmanlık, master, doktora ve avukatlık stajı rütbe kıdeminde değerlendirilmez. Ancak, bu Kanunun 13 üncü maddesinde sayılan rütbeler içerisinde yapılan askerlik hizmeti, yurt dışı misyon koruma, yurt dışı kurs ve diğer görevler sebebi ile geçirilen süreler ile tedavi ve istirahat süreleri, hangi rütbede ifa edilmiş veya geçirilmiş ise o rütbedeki fiili çalışma süresi içerisinde değerlendirilir. Emniyet Teşkilatına girmeden önce yapılan askerlik hizmeti, atanılan ilk rütbede ve adaylığın onanmasından sonra fiili çalışma süresinden sayılır. Bu sürelerin sayılması sonucu emsallerine göre kıdemli sayılanlar rütbe terfilerinde her ne sebeple olursa olsun rütbe olarak emsallerini geçemez."

BAŞKAN - Madde üzerine, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Kırklareli Milletvekili Sayın Mehmet Kesimoğlu söz istemiştir.

Sayın Kesimoğlu?.. Yok.

Şahsı adına, Yalova Milletvekili Sayın Şükrü Önder; buyurun.

ŞÜKRÜ ÖNDER (Yalova) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dün geneli üzerinde yaptığım konuşmada, rütbe terfileriyle ilgili meydana gelen aksaklığın ne şekilde izale edilebileceğini detaylı bir şekilde anlatmıştım; ancak, benden önceki saygıdeğer konuşmacı arkadaşımız, değerli milletvekilimizin yapmış olduğu bir konuşmasında, Sayın Kart'ın konuşmasında, özellikle terfi sistemlerinde büyük aksaklıklar olduğunu ve bunun bir siyasî maksatla kullanıldığını ifade etti. Gerçekten, konular üzerinde bir çalışma yapmış; ancak, çalışmalarda bazı eksiklikler ve yanlış anlaşılmalar var. Ben, buradan, kendisinin söylediklerini düzeltmek bakımından bazı açıklamalarda bulunmak istiyorum.

Şimdi, rütbe terfilerinde, tabiî ki, kıdemle beraber liyakat, Emniyet Teşkilatında çok önemli bir unsurdur. Şayet, liyakati bir kenara koyduğunuz takdirde, istenilen verimi elde edemezsiniz. Yani, eşdeğer rütbeler arasındaki personelin terfiinde, o arkadaşımızın, çalışan insanların veyahut da eşdeğer rütbedeki kişilerin performansları artı ani ve süratli karar verebilme yetenekleri artı kendini geliştirme ve yenileme yetenekleri artı toplumla olan iletişimleri mutlaka gözönüne alınması gerekir. Düşünün, elinizde bir kadro var, 2 nci dereceden 1 inci dereceye terfi ettireceğiniz 150 kişilik bir personel grubu var; ama, mevcut kadro 75 kişi, 75'ini eleyeceksiniz, ister istemez; bu sistemi seçmek zorundasınız. Bugün, Türk Silahlı Kuvvetlerinde uygulanan sistem de budur, Emniyet Teşkilatında uygulanan sistem de budur.

Bir, sabah 09.00 akşam 17.00 mesai yapan gruplar vardır, bir de gecesini gündüzüne katarak çalışan gruplar vardır. Emniyet Teşkilatında bir söz vardır: "Namlunun önünde duranla arkasında duran hiçbir zaman için bir değildir." Eğer liyakat sistemini çalıştırmazsak, namlunun önünde duranla arkasında duranı aynı kefeye koymuş oluruz ki, bu, son derece eşitsiz ve adaletsiz bir sistem olmuş olur.

Yine, bir değerli milletvekilimiz, özelikle yapılan doktora ve mastırın mutlaka rütbe terfiinden sayılması gerektiğini ifade ettiler. Bu uygulamayı biz memuriyete sayıyoruz, hizmete sayıyoruz gerçekten; ama, rütbe terfiine saymak teşkilat arasında çok büyük ayırımcılığa sebep olabilir. Neden derseniz; bugün Hakkâri'de gecesini gündüzüne katarak çalışan bir amirin doktora veya mastır yapma şansı yoktur; keza, Giresun'da yoktur, Trabzon'da belki olabilir; ama, Gümüşhane'de yoktur, Bayburt'ta yoktur, Şırnak'ta yoktur. Bundan en fazla istifade eden, İstanbul, İzmir, Ankara gibi büyük şehirlerde çalışan personelimiz. O zaman, bu personel arasında da büyük çapta bir ayırımcılık olacaktır. Bu nedenle, bunun da, hizmete saymakla beraber, rütbe terfiine sayılmaması gayet doğaldır. Zaten, yapmış olduğum açıklamada... Eşdeğer rütbeler arasındaki eşitsizliği mutlaka ve mutlaka gidermek maksadıyla bu tasarı hazırlanmıştır. Tasarının bu şekli son derece doğaldır ve Anayasa Mahkemesinin geri gönderdiği, bozduğu, düzeltin dediği şekille son şeklini kazanmıştır.

İnşallah, bu tasarı geçtiği takdirde Emniyet Teşkilatında amirler arasındaki eşitsizlik de ortadan kalkacaktır ve uygun bir uygulama olacaktır düşüncesiyle, sizleri saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN- Teşekkür ediyorum Sayın Önder.

Madde üzerinde soru-cevap işlemi yapılacaktır.

Sayın Özdoğan?.. Yok.

Sayın Eraslan, buyurun.

MEHMET ERASLAN (Hatay)- Sayın Başkanım, Sayın Bakanım ve değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın İçişleri Bakanımız burada değiller; ama, ben komisyona da aynı zamanda bu sorumu yöneltmek istiyorum.

Emniyet Teşkilatında görev yapan personelin tümünün özlük haklarının ve sosyal haklarının iyileştirilmesi hususunda bir çalışma var mı? Eğer böyle bir çalışma var ise, bu çalışma ne zaman sona erecek ve ne zaman, Türkiye Büyük Millet Meclisine yasalaşmak üzere, görüşülmek üzere gelecek? Bunu öğrenmek istiyorum.

İkincisi; Emniyet Teşkilatında çalışan polis arkadaşlarımız öteden beri askerlik yapıyor. Zaten, yirmibeş yıl zorunlu olarak, aslında, bir askerlik vazifesi görüyorlar, silahlarıyla, toplumun huzur ve güvenliği noktasında, zaten görev ifa ediyorlar, bir nevi askerlik yapıyorlar. Emniyet Teşkilatında çalışacak olan arkadaşlarımızın askerlik yapmamasına ilişkin ayrıca bir düzenleme gelecek mi, böyle bir şey düşünüyor musunuz?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ederiz.

Sayın Özdoğan, sizin sıranız geçti; ama, soru sorabilirsiniz; buyurun.

İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum) - Sayın Başkan, aracılığınızla, Sayın Bakanımıza şu soruyu yöneltmek istiyorum:

22 Nisan 2005 tarihli Dünden Bugüne Tercüman Gazetesinde, Eskişehir Emniyet Müdürü Sayın Savaş Yücel'in şu demeci var; kısaca onu okuyup, ardından sorumu yöneltmek istiyorum.

"Kapkaçta PKK şüphesi... Kapkaç teröründe PKK parmağı olduğunu iddia eden Eskişehir Emniyet Müdürü Yücel 'maliyeti düşük olduğu için çocukları kullanıyorlar' dedi. Son günlerde artan kapkaç ve hırsızlık olaylarını değerlendiren Eskişehir Emniyet Müdürü Savaş Yücel, PKK'nın, kentlerdeki varlığını devam ettirebilmek için, çocukları kapkaç, hırsızlık gibi eylemlerde kullandığını söyledi. 'Artık, suçla uğraşan kişiler, ekonomik varlıklarını devam ettirmek ve işledikleri suçu en az maliyetle geçiştirebilmek için çocukları kullanıyor' diyen Yücel şöyle konuştu: 'Strateji değiştiren ve dağdaki kadrolarını kentlere indiren terör örgütü PKK'nın talimatıyla çocuk suçluların kullanıldığını görüyoruz. Çocuk suçlulara baktığımızda, bunlar genelde doğudan kaçırılıp getirilen çocuklar. Yeri geldiğinde Mersin'deki gibi siyasî olaylarda, toplumsal gösteri ve yürüyüşlerde küçük çocuklar kullanılıyor. 'Eskişehir'de yakalanan suçlu çocukların çoğunun akrabalarının Bursa'da olduğunu ve aileler arasındaki bu işlerde kullanılmak üzere çocuk değişiminin yapıldığını tespit ettiklerini ifade eden Yücel' asayiş suçlarında çocukların kullanılmasının yanı sıra 1 Haziranı bekleyen daha başka gruplar da var. Onlar da bu tür işlerde çocukları kullanacaktır' diye konuştu."

Eskişehir Emniyet Müdürü Savaş Yücel'in bu demeci, bu iddiaları doğruysa çok vahim olaylar yaşayacağız demektir.

Bu meyanda, şu soruları sormak istiyorum: Eskişehir Emniyet Müdürü Sayın Savaş Yücel'in bu demeci, bu iddiaları doğru mu? Doğruysa, bu iddialar çok vahimdir; Sayın İçişleri Bakanımız ve Emniyet Teşkilatımız bu konuda hangi tedbirleri almışlardır?

Teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Özdoğan.

Evet, zamanımız çok kısaldı Sayın İnce, uygun bir süre içerisinde kullanırsanız, memnun olurum.

Buyurun.

MUHARREM İNCE (Yalova) - Çok kısa zaten, Sayın Başkan.

Polis ile vatandaş arasındaki sorunların zaman zaman kamuoyunda tartışıldığını, basına yansıdığını biliyoruz; ama, gerçek sorun, yanılmıyorsam, polis-polis arasında; akademililer, çekirdekten yetişenler, alaylılar... Bu sorun nasıl çözülecek? Polis teşkilatındaki arkadaşlarımızla, değerli dostlarımızla görüşünce, bu konuda çok ciddî bir sorun olduğunu görüyoruz. Bu konuda Bakanlığın çalışmaları neler olacaktır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Sayın Tüysüz, ben, sizin de, sorunuzu sormanızı arzu ediyorum; ama, lütfen kısa, öz.

Buyurun.

TURAN TÜYSÜZ (Şanlıurfa) - Çok kısa, Sayın Başkan.

Hazır, Adalet Bakanımız buradayken, bu soru aslında önem taşıyor. Daha önce, ben, cezaevlerine sık sık ziyaretlerde bulunurdum. Orada, cezaevindeki sorunları mahkûmlar dile getirirken, tabiî, aynı zamanda koruma memurları da, ceza infaz koruma memurları da ciddî sorunlarla karşı karşıya kalmışlardı ve bize, özlük haklarımızda ve maaşlarımızda herhangi bir düzelmenin olup olmayacağı konusunda soru sormamızı istemişlerdi ve bu konuda, gerçekten, o insanlar adına burada Sayın Bakanıma bu soruyu sormak istiyorum: Acaba bu konuda bir iyileştirme ve düzelme söz konusu olabilir mi veya gelecek mi en azından?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Tüysüz.

Sayın Bakan, buyurun.

ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) - Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; sorulan sorulardan bazıları doğrudan tasarıyla ilgili değil, bilvesile sorulmuş sorulardır; ama, cevap vermek isterim.

Şimdi, bunlardan bazıları, hem polislerimizle ilgili hem de ceza infaz kurumlarında çalışan personelle ilgili, iyileştirmeyle alakalı beklentilerdir. Tabiatıyla, her mesleğin birkısım sıkıntıları var, birkısım zorlukları var. Bunları Hükümet olarak belli ölçüde karşılamaya çalıştık, çalışıyoruz. Esasen parça parça yapılan bu neviden iyileştirmelerle Türkiye'deki personel rejimi büyük ölçüde darmadağınık olmuştur, bütünlük kaybolmuştur; aynı işi yapanlara farklı ücretler ödenmektedir. Onun için, her defasında bu konu, her hükümetin gündemine geliyor.

Personel rejimi olarak bir bütünlük içerisinde konu üzerinde çalışıyoruz. Yakın bir gelecekte, her mesleğin, yaptığı hizmete göre, sıkıntılarını da dikkate alarak, beklentilerini de dikkate alarak, adalet ölçüleri içerisinde, eşit işe eşit ücret mantığıyla bir düzenleme, önümüzdeki günlerde, ümit ediyorum Meclisin de gündemine gelecektir. Bunu buradan ifade etmek istiyorum.

İkincisi; askerlikle ilgili konu da ilk defa bugün gündeme geliyor değil. Hiç şüphesiz, Türkiye'de, askerlik hizmetleriyle ilgili olarak zaman zaman hepimiz bazı taleplerle karşı karşıya kalıyoruz. Polislerimizin bu neviden beklentileri var, başka meslek gruplarının da ona göre beklentileri, talepleri var. Şüphesiz, bu anlamdaki bir değerlendirme için Millî Savunma Bakanlığıyla, Genelkurmay Başkanlığıyla görüşerek bu konuya bir cevap aramak gerekmektedir. Ülkenin savunma ihtiyacı da ortadadır. Bu anlamda, Millî Savunma Bakanlığının 12 Mart 1997 gün ve 4400-91 sayılı cevabî yazılarında "önümüzdeki on yılda askerlik çağına girecek erkek nüfus sayısı ve Genelkurmay Başkanlığının ihtiyacı incelendiğinde ihtiyaç fazlası olmayacağı anlaşıldığından, Askerlik Kanununun 10 uncu maddesine göre bedelli askerlik veya kamu kurum ve kuruluşlarında görev yapmak suretiyle askerlik hizmetinin yerine getirilmesi uygulamasının yapılamayacağı değerlendirilmektedir" denilmektedir. Dolayısıyla, halen bugün, bu sorunun sorulduğu tarih itibariyle bu ihtiyacın devam ettiği anlaşılmaktadır. Bu konuda söyleyeceğim de budur.

Ayrıca, bir emniyet müdürünün açıklamasıyla ilgili olarak burada dile getirilen soru için de şunu söylemimiz mümkün: Evvela, bu bir şahsî görüştür; ancak, şahsî görüş olması, üzerinde durmamamız anlamına gelmez. Devletin ilgili birimleri, sadece Emniyet Genel Müdürlüğü değil, Emniyet Teşkilatı değil, devletin ilgili birimleri her zaman Türkiye'deki suç oranlarını takip eder, bunların sebepleri üzerinde durur, analizlerini yapar, bununla ilgili de tedbirleri almaya gayret eder. Bugün de yapılmakta olan çalışma budur. O görüşü de şahsî bir değerlendirme olarak lütfen kabul ediniz.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Bakan.

Soru-cevap kısmı tamamlanmıştır.

Madde üzerinde 1 önerge var; önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 869 sıra sayılı kanun tasarısının 1 inci maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

 

Muharrem Kılıç

Halil Ünlütepe

Atilla Kart

 

Malatya

Afyonkarahisar

Konya

 

Erdal Karademir

Yavuz Altınorak

İsmet Atalay

 

İzmir

Kırklareli

İstanbul

 

 

Mehmet Vedat Yücesan

 

 

 

Eskişehir

 

Madde 1.- 4.6.1937 tarihli ve 3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanununun 55 inci maddesinin 14 üncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"Mevzuat hükümlerine göre kazanılmış hak aylığının değerlendirilmesi yapılan her türlü uzmanlık, mastır, doktora ve avukatlık stajı rütbe kıdeminde değerlendirilemez. Ancak, bu Kanunun 13 üncü maddesinde sayılan rütbeler içerisinde yapılan yurtdışı kurs, yurtdışı misyon koruma ve diğer görevler sebebiyle geçirilen süreler ile tedavi ve istirahat süreleri hangi rütbede ifa edilmiş ve geçirilmişse o rütbede fiilî çalışma süresi içerisinde değerlendirilir. Polis amiri olmadan önce yapılan askerlik hizmeti, bu Kanunun yayımı tarihinden itibaren bulunduğu rütbede fiilî çalışma süresinden sayılır."

BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?

İÇİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKANI TEVFİK ZİYAEDDİN AKBULUT (Tekirdağ) - Katılamıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Hükümet katılıyor mu?..

ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) - Katılamıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Önerge sahipleri, gerekçeyi mi okutalım?..

ATİLLA KART (Konya) - Konuşacağım Sayın Başkan. 

BAŞKAN - Buyurun Sayın Kart.

ATİLLA KART (Konya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, bu tasarının görüşmeleri esnasında, Sayın İçişleri Bakanı, maalesef, kamuoyuna yanlış bilgiler verdiği için, bazı hususu bu önergeyle bağlantılı olarak açıklığa kavuşturmam gerekmektedir. Bu sebeple söz almış bulunmaktayım; Genel Kurulu, tekrar, saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, bu tasarıyla getirilmek istenilen düzenleme hakkında, Anayasa Mahkemesine, 21 inci Yasama Döneminde dava açılmış. Dava açanlar arasında bugünkü hükümetin 5 bakanı ve siyasî iktidarın 3 Grup Başkanvekili de var değerli arkadaşlarım. Açılan davada, Sayın İçişleri Bakanının dün ifade ettiğinin aksine şu isteniyor. Bakın, dava dilekçesinin 14 üncü sayfasının dördüncü bendinde şu talepte bulunuyor ilgili kişiler, dava açan kişiler: "Polis amiri olduktan sonra yapılan" sözcüğünün 14 üncü maddeden çıkarılmasını, iptal edilmesini istiyorlar. Anayasa Mahkemesi de bu talep doğrultusunda karar veriyor. Anayasa Mahkemesi diyor ki: "Askerlik hizmetini rütbe kıdemine sayıp saymamak konusunda yasama organının takdiri vardır" diyor. Bu noktada, hükümetin açıkladığı gibi, yürütme organının demiyor, yasama organının diyor. "Yasama organı, isterse, askerlik hizmetini rütbe kıdemine esas alabilir veya almayabilir. Mademki esas alıyorsunuz, polis amiri olmadan önce veya sonra ayırımı yapmanız doğru değil" diyor. "Anayasanın 10 uncu maddesine aykırıdır" diyor Anayasa Mahkemesi; çok açık bir şekilde bu düzenlemeyi yapıyor.

Yani, bunu biraz daha açmak istiyorum. Bakın, değerli arkadaşlarım, Anayasa Mahkemesi diyor ki: "Askerlik hizmeti zaten bir kamu hizmetidir, kamu görevidir. Polis amirleri için, polis amirlerinin askerlik hizmetini polis memurlarının askerlik hizmetine üstün tutamazsınız" diyor. Her ikisi de askerlik hizmetini, doğrudan, subay olarak yapıyor; yani, meslekî faaliyetle ilgili bir çalışma içinde değil. Polis amiri olan da muvazzaf subay olarak yapıyor, polis amiri olmayan da muvazzaf subay olarak yapıyor; yani, meslekî faaliyetiyle ilgili değil.

ŞÜKRÜ ÖNDER (Yalova) - Yanlış... Polis amiri olmayanlar er olarak yapıyor.

ATİLLA KART (Devamla) - Hayır, polis amiri olmayanlardan er olarak yapan da var, yedeksubay olarak yapan da var; o noktada, bir ayırım yapamazsınız.

ŞÜKRÜ ÖNDER (Yalova) - Hayır...

ATİLLA KART (Devamla) - Polis amiri olmayanlar, nedir, herhangi bir üniversiteyi bitirmiştir; ama, yedeksubay olarak askerliğini yapmıştır, öyle bir ayırım yapamazsınız, öyle bir ayırım söz konusu değil; yani, o noktada, kamuoyunu yanlış bilgilendirmeye gerek yok. Kaldı ki, er olarak da yapsa, yedek subay olarak da yapsa, askerlik hizmetinin niteliğini değiştirmez bu. O yapılan faaliyetin, o kamu hizmetinin, meslekî çalışmayla, yani, polislik mesleğiyle uzaktan yakından bir ilgisi yok. O sebeple, Anayasa Mahkemesi diyor ki: "Polis amirlerinin o askerlik hizmetlerini rütbeye saymak suretiyle imtiyazlı bir uygulama yaratamazsınız. Birilerinin, belirli bir grubun askerlik hizmetini, diğer grubun askerlik hizmetine üstün tutamazsınız" diyor ve bu gerekçeyle de, Danıştaya, bakın, bu amir arkadaşlar tarafından binlerce dava açılıyor ve hepsinden de, bu personel lehine kararlar alınıyor. O zaman, böyle bir yasal düzenlemede ısrar etmenin hiçbir mantığı yok, değerli arkadaşlarım. Şu yaptığımız çalışma, beyhude bir çalışma olmaktan öteye gitmez. Bu konu, Anayasa Mahkemesinde tartışılmış, açıklığa kavuşmuş, hiçbir tereddüt kalmamış. Buna rağmen, böyle bir düzenlemede neden ısrar ediliyor; ben bunun mantıkî ve yasal bir açıklamasını bulamıyorum, değerli arkadaşlarım.

Bu sebeple, bu düzenlemede ısrar etmenin Anayasanın 10 uncu maddesi karşısında hiçbir anlamı yok. Bu düzenlemede ısrar edilmesi, aynı zamanda Anayasanın 138 inci maddesinin çok açık bir ihlalidir. Yine bu konuda Danıştayın ve Anayasa Mahkemesinin, bu konuyla doğrudan bağlantılı olan müteaddit kararları var.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun, tamamlayın konuşmanızı lütfen.

ATİLLA KART (Devamla) - Bu sebeple, böyle bir yasama faaliyetinde bulunulmasının, yasama faaliyetinin niteliğiyle bağdaşır bir yönü olamaz.

Ben, bu düşüncelerle, önergemizi Genel Kurulun takdirlerine sunuyorum, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Kart.

Sayın milletvekilleri, gerekçesini önerge sahiplerinden dinlediğimiz, Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Karar yetersayısı...

BAŞKAN - Karar yetersayısı arayacağım.

Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Divan üyeleri arasında mutabakat sağlanamadığından, oylamayı elektronik cihazla yapacağım.

Bir defa daha tekrar ediyorum: Verilen önergeyi kabul edenler, etmeyenler olarak oyluyorum.

3 dakika süre veriyorum ve oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, pusula veren arkadaşlarımız lütfen Genel Kuruldan ayrılmasın.

Karar yetersayısı vardır ve önerge kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, tasarıya bir geçici madde eklenmesine dair bir önerge vardır; okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 869 sıra sayılı kanun tasarısına aşağıdaki geçici maddenin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

 

İsmet Atalay

Mehmet Vedat Yücesan

Halil Ünlütepe

 

İstanbul

Eskişehir

Afyonkarahisar

 

Atilla Kart

Erdal Karademir

Muharrem Kılıç

 

Konya

İzmir

Malatya

 

 

Yavuz Altınorak

 

 

 

Kırklareli

 

"Geçici Madde 1- Askerlik hizmet süreleri ilk rütbe kıdemlerinde değerlendirilmeyenlerin, bu süreleri Kanunun yayımlandığı tarih itibariyle mevcut bulundukları rütbe kıdemlerinde değerlendirilir."

BAŞKAN - Komisyon katılıyor mu?

İÇİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKANI TEVFİK ZİYAEDDİN AKBULUT (Tekirdağ) - Katılamıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Hükümet katılıyor mu?..

ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) - Katılmıyoruz.

BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe: İdarî yargı yoluyla kazanılmış 3 000'e yakın hak sahibinin mağduriyetini engellemek ve Anayasa Mahkemesinin 2001/346 - 2003/63 sayılı 11.6.2003 tarihli kararının gereğini yerine getirmek amacıyla hazırlanmıştır.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Hükümetin ve Komisyonun katılmadığı, gerekçesini dinlediğimiz, tasarıya bir geçici madde eklenmesine dair önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmemiştir.

2 nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2.- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN - Madde üzerinde, şahsı adına, Yalova Milletvekili Sayın Şükrü Önder; buyurun.

ŞÜKRÜ ÖNDER (Yalova) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; dünden bu yana, Emniyet Teşkilatıyla ilgili, milletvekillerimiz çok güzel konuşmalar yaptılar; gerçekten, teşkilatın sorunlarını ciddî bir şekilde masaya yatırdılar; Emniyet Teşkilatının ne denli önemli bir teşkilat olduğunu -iktidarıyla, muhalefetiyle, bağımsız milletvekilleriyle- hepsi gayet güzel vurguladı. Otuzbeş sene, bu mesleğe emek vermiş birisi olarak, arkadaşlarımın bu duygu ve düşüncelerinden memnuniyetimi ifade etmek istiyorum.

Ancak, bu arada, şunu da belirtmek istiyorum: Az evvel -hükümetimizi temsil eden Sayın Bakanımızın- eşit işe eşit ücret konusu gündeme geldi. Tabiî ki, böyle olacaktır. Yalnız, Sayın Bakanım, sizin bilginize sunmak istediğim, özellikle Bakanlar Kurulunda Sayın Başbakanımıza aktarmanız gereken bir hususun da altını çizmek istiyorum: Gerçekten, Emniyet Teşkilatının -dün bir milletvekilimiz söyledi- bir yıldaki fazla mesaisi 1 650 saattir. Normal devlet memurunun bir yıllık hizmeti 1 950 saate tekabül eder -resmî günler buna dahildir- resmî günleri de düştüğünüz zaman, 1 850 saate kadar düştüğü olur. 1 850 saat hizmet yapan devlet memurunun yapmış olduğu bu hizmetin yanında, 1 650 saat bir fazlalık hizmet varsa, bunda bizim dikkat etmemiz gereken bir husus vardır. Eşit işe eşit ücret konusundaki politika tabiî ki yerindedir; ama, bu kadar, 1 650 saatin karşılığındaki fazla çalışmanın da değerlendirilmesini ben şahsen arzu ediyorum. Bu değerlendirildiği takdirde, Emniyet Teşkilatındaki ücret konusunda sıkıntıların büyük ölçüde kalkacağına inanıyorum.

Yapılan çalışmalarda katkısı olan değerli milletvekillerimizin hepsine teşekkür ederek saygılarımı sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Önder.

2 nci madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

3 üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3.- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN - Sayın Önder, konuşacak mısınız?

ŞÜKRÜ ÖNDER (Yalova) - Konuşmayacağım.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

3 üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

İçtüzük madde 86'ya göre oyunun rengini belirtmek isteyen bir söz isteği var.

Eskişehir Milletvekili Sayın Muharrem Tozçöken, lehte... (AK Parti sıralarından alkışlar)

Sayın Tozçöken, hemen, sürenizi iyi değerlendirmenizi rica ediyorum.

MUHARREM TOZÇÖKEN (Eskişehir) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; oyumun rengini belirtmek üzere söz aldım, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bu kanun tasarısıyla, kazanılmış haklara dokunulmadan, Emniyet Teşkilatında, askerlikteki geçen sürelerin rütbe terfisinde değerlendirilmesi, hangi rütbede yapmışsa, o rütbede değerlendirilmesi sağlanacaktır. Dolayısıyla, kazanılmış haklara da dokunulmayacaktır. Bu sebeple, son derece faydalı bir kanundur.

Oyumun rengini olumlu olarak belirtiyor, hepinizi saygılarımla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Tozçöken.

Maddeler üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır; hayırlı olmasını diliyorum.

Değerli milletvekilleri, birleşime 5 dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 16.48

DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 17.00

BAŞKAN: Başkanvekili İsmail ALPTEKİN

KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 90 ıncı  Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

IV.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

D) ÇEŞİTLİ İŞLER

1.- Genel Kurulu ziyaret eden Afganistan Devlet Başkanının Kıdemli Danışmanı ve Ticaret Bakanı Hidayet Emin Arsala ve beraberindeki heyete Başkanlıkça “Hoşgeldiniz” denilmesi

BAŞKAN - Şu anda, Afganistan Devlet Başkanının Kıdemli Danışmanı ve Ticaret Bakanı Hidayet Emin Arsala ve beraberindeki heyet Meclisimizi, Genel Kurulumuzu teşrif etmiş bulunuyorlar. Kendilerine, Yüce Heyetiniz adına "Hoşgeldiniz" diyorum. (Alkışlar)

Sayın milletvekilleri, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Ankara Milletvekili Salih Kapusuz ile Hatay Milletvekili Sadullah Ergin'in, 633 Sayılı Diyanet İşleri Başkanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu raporunun görüşmelerine başlıyoruz.

VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

4.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Ankara Milletvekili Salih Kapusuz ile Hatay Milletvekili Sadullah Ergin'in; 633 Sayılı Diyanet İşleri Başkanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/420) (S. Sayısı: 870) (x)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.

Komisyon raporu 870 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Şimdi, teklifin tümü üzerinde söz istekleri vardır.

Teklifin tümü üzerinde, AK Parti Grubu adına, Yozgat Milletvekili Sayın Mehmet Çiçek; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakika.

AK PARTİ GRUBU ADINA MEHMET ÇİÇEK (Yozgat) - Sayın Başkanım, saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım; 870 sıra sayılı 633 Sayılı Diyanet İşleri Başkanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin 3 üncü maddesi hakkında Grubum adına söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Saygıdeğer milletvekilleri, 1990 yılından beri Diyanet İşleri Başkanlığı Teşkilatımıza kadro verilmemektedir. Bugüne kadar, ihtiyaçlar, vekil imam kadrosuyla karşılanıyor idi. Şimdi, üzerinde konuştuğumuz teklifi kanunlaştırdığımızda, şu an görev yapan vekil imam-hatiplerimiz asil kadroya geçirilecektir; fakat, bu yaptığımız işlem Diyanet İşleri Başkanlığımızın kadro ihtiyacının çok cüzi bir bölümünü karşılayacaktır; çünkü, kadro açığı oldukça fazladır.

Saygıdeğer milletvekilleri, her yıl yaklaşık 1 700 personel Diyanet İşleri Başkanlığı Teşkilatından emekli olmaktadır. 1 500 civarında personel de istifa, ölüm, kurum değişikliği gibi sebeplerle kurumdan ayrılmaktadır. Türkiye genelinde bugün, 22 780 camimizin görevlisi bulunmamaktadır. Türkiye'de her yıl ortalama 500 civarında yeni cami inşa edildiği gözönünde bulundurulursa, bu açığın giderek artacağı görülmektedir.

Saygıdeğer milletvekilleri, bazı değerler ve kurumlar vardır; bu kurumlar ve değerler, ülkenin bütün insanlarının müştereken sahip olduğu değerlerdir; hiçbir kimsenin, hiçbir grubun, cemaatin, siyasî kuruluşun hiçbirinin malı değildir ve inhisarı altında da görülemez. Hulasa, bu değerler, Diyanet İşleri Başkanlığı Teşkilatımız, müşterek değerlerimizdendir. Ayrıca, din de bu değerlerimizin başında gelmektedir. Onun için, devletimiz kurulurken, yüce dinimizin toplumumuzun bütün fertleri tarafından mükemmel yaşatılması ve yaşanması için cumhuriyetimizin kuruluşunda Diyanet İşleri Başkanlığına önemli görevler yüklenilmiştir ve Osmanlı İmparatorluğunun son zamanlarında, Şeyhülislamlıktan sonra dinî kurumlarımızın sevk ve idaresi, bakanlık seviyesinde temsil edilmiş, Şeriye ve Evkaf Vekâleti tarafından yürütülmüştür. 3 Mart 1924 tarihinde Bakanlık ilga edilerek, Diyanet İşleri Reisliği tesis edilmiştir.

1965'te 633 sayılı Diyanet İşleri Kuruluş ve Görevleri Hakkındaki Kanunla "Diyanet İşleri Başkanlığının görevleri İslam Dininin inanç, ibadet, ahlak esaslarıyla ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek..." Diyanet İşleri Başkanlığının bu maksatla kurulduğu ifade edilmiştir.

1982 Anayasasının 136 ncı maddesinde -yukarıdaki tarife- "laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasî görüş ve düşüncelerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda belirtilen görevleri yerine getirir" denmiştir.

Saygıdeğer milletvekilleri, ne gariptir ki, 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Teşkilat Kanununun çok önemli maddeleri Anayasa Mahkemesince iptal edilmiş; yıllardır, birçok iktidar değişikliğine rağmen, bizim dönemimizde de ikibuçuk yılı aşkın zamandan beri, Diyanet İşleri Başkanlığı Teşkilat Kanunu hazırlanıp çıkarılamamıştır. Yani, Diyanet İşleri Başkanlığı, bir manada, yönetmeliklerle ve genelgelerle yönetilir hale gelmiştir. Sözün özü, son zamanlarda her türlü iç ve dış mihrakların hedef tahtası haline getirilen bu teşkilatın kendisini savunacak kanunu yoktur. 22 780 camide din görevlisi yoktur; yani, Türkiye Cumhuriyeti Devleti buralarda yoktur. Fahrî görevlilerin atanmasında her ne kadar müftülüklerin denetimi var gibi görünüyor ise de, vatandaş, sokaktan geçen kişiyi camie imam yapmakta, maaşını da, köylü, dernekler, vakıflar aracılığıyla ödemektedir.

Buna ilaveten, 3 000 Kur'an kursunun yöneticisi atanmayı beklemektedir; yani, bu Kur'an kurslarımızda da, Türkiye Cumhuriyeti Devleti temsil edilmemektedir. Din görevlilerimizin hizmetiçi eğitimlerinin yapılması gereken 3 ihtisas eğitim kursu kapalıdır.

Peki, Diyanet İşleri Başkanlığı bunun dışında ne iş yapar?!

Saygıdeğer milletvekilleri, yurt dışında, başta Avrupa ülkeleri olmak üzere, ABD, Kanada, Avustralya ve Japonya'da 800 geçici personelle Diyanet hizmet vermektedir. Ayrıca, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde, Balkan ülkelerinde ve Türk cumhuriyetlerinde 97 olmak üzere, toplam 897 din görevlisi, yurt dışında Diyanet adına hizmet veriyor. Diyanet İşleri Başkanlığının, yurt dışında, acilen 350 kadroya ihtiyacı vardır.

Son günlerde, medeniyetlerin rekabetinin, bazılarının göremediği medeniyetler savaşının zirvesinde mücadelelere şahit olmaktayız. Batı ülkelerinin yoğun desteğiyle, Judeo-Greek Batı Hıristiyan dinî, ahlakî, kültürel değerleri, geçmişte var olan gücünün çok daha fazlasıyla ülkemizde ve bizim etki alanımızda bulunan ülkelerde faaliyet göstermeye devam etmektedir. Bu, sürdürülen topyekûn savaşın sadece belli bir bölümüdür. Bir dönemler, dünya coğrafyasında insanlığın hasretini çektiği yüksek değerleri, İslam dinini biz sunuyor ve takip ediyorduk. Dört kıta, yedi denizde hükümran olan Müslüman Türk medeniyeti, kurum ve kuruluşlarının mükemmelliği ve deneyimliliği, donanımlı kadroları sayesinde, karşılaştığı kültür ve medeniyetlere hep galip gelmiştir; ama, bugün, itiraf edelim ki, ne böyle bir derli toplu kurumlarımız var ne de kadrolarımız geçmişteki kadar deneyimli ve eğitimli.

Saygıdeğer milletvekilleri, AB'ye giriyoruz. Dikkat edilirse, Avrupa Birliğinin gündeminin ilk maddesi, baş maddesi, dinimizdir. Avrupa'daki Türkiye muhaliflerinin ilk itirazları, bizim Müslüman bir ülke oluşumuzadır. Donanımlı Hıristiyan kuruluşlarının karşısında, her konuda hazırlıklı olmak mecburiyetindeyiz. Bu halimizle, çok başarılı olduğumuzu söyleyemeyiz. Onun için, Diyanet İşleri Başkanlığı Teşkilatımız çok önemlidir ve problemleri de süratle çözülmelidir. Kadrosu eksik, personelinin eğitimi tamamlanmamış, asgarî ücret seviyesinde maaş alan, bütçesi sadece personel giderlerinden oluşan bir Diyanet İşleri Başkanlığının ve teşkilatının, maddî gücünün yanında, milyonlarca donanımlı misyoneriyle ülkemize ve Türk cumhuriyetlerine çıkarma yapan Hıristiyanlık âleminin karşısında durması mümkün müdür?! Onun için, her gün, Başkent Ankaramız dahil, Türkiye'nin en ücra köşelerinde, köy, kasaba ve illerimizde kiliseler açılmakta, kurulan radyolar ve televizyonlar aracılığıyla Hıristiyanlık ve diğer dinlerin propagandası yapılmaktadır. Gençliğimiz ve kadınlarımız, bilhassa, bu topyekûn soğuk savaşın kapsama alanında bulunmaktadır. Geleceğin dünyasını inşa etmek için, farklı kültür ve dinlerin barış içinde yaşamalarına katkı sağlamakla görevli, görevi bu olan ve kuruluş gayesi bu olan Diyanet İşleri Başkanlığı, bugün sahipsiz bırakılmıştır.

Saygıdeğer milletvekilleri, ülkemizin fertleri arasındaki birlik ve beraberliğin temel harcı, elbette dinimiz Müslümanlıktır. Onun, doğru, bilgili, her türlü batıl inançlardan uzak metotlarla yetiştirilmiş insanlarımız tarafından toplumumuza intikali gerekir. Bu görev, Diyanet İşleri Başkanlığı personelinin görevidir. Zira, yarım doktor candan, yarım imam dinden eder.

İktidar, muhalefet, siz değerli milletvekillerimizin delaletiyle, belki de özel komisyonlar oluşturmamız suretiyle, hem ülkemizde hem yurt dışındaki din hizmetlerimizin yeniden ele alınması ve donanımlı hale getirilmesi, Diyanet İşleri Başkanlığı Teşkilatının her türlü ihtiyacının karşılanmasında zaruret vardır; çünkü, bu değer, iktidar-muhalefet, bütün ülkemizdeki herkesin müşterek değeridir. Dinî, ahlakî ve kültürel değerlerimiz, toplum önünde, sorumsuz ve liyakatsiz kişiler tarafından, hâlâ tartışılmaya devam ediyor. Televizyonlarımızın kontrolden uzak yayınları, en kutsal değerlerimizi her gün darbelemeye, yıkmaya devam ediyor. Bu tartışma, hem yüce dinimize hem Diyanet İşleri Başkanlığımıza ve bütün Müslüman kesimimize büyük zararlar vermektedir.

Ülkemizde, hiçbir kimsenin, Anayasanın ona verdiği yetki ve görevin dışında misyon yüklenerek ortaya çıkması düşünülemez. Ne gariptir ki, Türkiye'de gündem oluşturmak istendiğinde ilk ele alınmak istenen konu, din ve dinî değerlerimizdir; günah keçisi yapılmak istenen kurum ve kuruluş ise, Diyanet Teşkilatı ve onun müntesipleridir. Başörtüsü, imam-hatip lisesi, cami, Kur'an kursu gibi konular, zamanlı zamansız, yeterli yetersiz kişiler ve kuruluşlarca, hiç gereği yokken dile getirilmekte ve tartışmaya açılmaktadır. Bu tartışma, hem Yüce dinimize hem Diyanet İşleri Başkanlığı Teşkilatımıza zarar veriyor demiştik. Bu bağlamda, Anayasamız, diğer kurumların yetkilerini belirlediği gibi, Anayasa Mahkemesinin de görevlerini, yetkilerini belirlemiş ve sınırlamıştır. Hiç kimse ve hiçbir kurum, ülkemiz insanını Allah ile kanun arasına sıkıştırmamalıdır. İnsanlarımız, bir tarafta Allah'a ibadet maksadıyla uygulamalarda bulunmak isterken önüne farklı engeller konulmamalıdır. Bugünlerde durup dururken başlatılan türban tartışmasının çözümüne muhatap, kesinlikle Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kuruludur. Anayasa Mahkemesinin içtihatları neyse, dinî konularda anayasal bir kuruluş olan Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulunun içtihatları da odur. Ülkemizde kurum ve kuruluşlar arasındaki yetki, kavram tecavüzü ve kargaşası mutlaka önlenmelidir. Bu, iktidar -muhalefet, hepimizin görevidir.

Mesela, hiçbir kurum ve kuruluş, Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulunun görevini üstlenmemelidir; buna, hiçbir hakkı ve salahiyeti yoktur. Anayasa Mahkemesinin, kendisini, Parlamentonun üzerinde görmesinin de gereği yoktur. Devletimizin üst yönetiminde görev almış yöneticilerin, giderayak fetva verip, ortalığı karıştırıp gitme geleneği bir kere daha tekrar ediliyor galiba.

Sayın milletvekilleri, ne hikmetse, geçmişte de böyleydi; emeklilik tünelinin ucu görününce, birileri, bu konuyu, dinî konuları gündeme taşıyor, sonra da "gündeme taşımak istediler, birileri bana bunu telkin etti" diyerek, milletimizin inanç değerleriyle ilgili en hassas konularda ahkâm kesip ayrılıyorlar. Bu zevatın durgun suya attıkları taş, toplumun huzurunu bozarak, en son noktaya kadar ulaşıyor. Emeklilik öncesi, bir yerlere yaranmak için yapılan bu işler, geçmişte, hiç kimseye kâr ve iktidar temin etmedi. Zannediyorum, Sayın Anayasa Mahkemesi Başkanımız, geçmişten ibret almamışa benziyor. Geçmişte, bu metodu kullanarak, durup dururken bu konuyu gündeme getiren, taşıyan ve emekli olanlar, belli bir süre sonra "kullanıldık ve bir yerlere atıldık" diye, hâlâ, bağırmaya devam ediyorlar.

FERAMUS ŞAHİN (Tokat) - Kim onlar, kim?..

MEHMET ÇİÇEK (Devamla) - Sayın milletvekilleri, devletadamlığı sorumluluk ister. Bu konudaki insanların görevi, huzur bozmak değil, huzur inşa etmektir.

FERAMUS ŞAHİN (Tokat) - Kim, kim onlar?

BAŞKAN - Sayın Çiçek, siz konuya gelin efendim.

MEHMET ÇİÇEK (Devamla) - Cevap veriyorum. İşin doğrusu, devlet, millet, cumhuriyet, Atatürk ilkeleri, laiklik ilkeleri kimsenin babasının mülkü değildir. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bunlar, Yüce Türk Milletinin vazgeçilmez ortak değerleridir ve milletimizin değerleridir, kimsenin inhisarı altında değildir. Ayrıca, bu Yüce Mahkeme, milletimizin haklarının savunulması gereken en yüce ve en son mercidir, tarafsızlığın ve adaletin en son uygulama noktasıdır. Bu kurumun başkanı veya üyeleri tarafsızlığını yitirdiği zaman, milletin adalet mekanizmasına olan güveni kalmaz. Milletin bir bölümünün yanında olmak, bir bölümünün karşısında olduğunu ilan etmeye çalışmak, suçlamak, irticayla suçlamak yakışmaz.

Saygıdeğer milletvekilleri, tuz kokarsa buna çare bulunamaz; tarlanıza deve dikeni ekerseniz, gül bahçesi olmaz. Bu konumuzda ülkemizde çalan tehlike çanlarını epey zamandır duyuyoruz. Uyuşturucu, fuhuş, kumar ve benzeri kötü alışkanlıklar ilkokul seviyesindeki çocuklarımıza kadar inmiştir. Eğer, yüce milletimizin önündeki bu problemleri çözmezsek, tedbir almazsak, bu sosyal depremin altında millet olarak hepimiz kalacağız. Evet, bu kanunla, Diyanet İşleri Başkanlığı Teşkilatımızın ihtiyaçlarının bir bölümünü karşılamış oluyoruz. Bu kadroların verilmesi, söylediğim gibi, çok önemlidir ve problemlerin ortadan kaldırılmasının bir başlangıcı olmalıdır. Temennimiz, geride kalan boş kadroların doldurularak, Diyanet İşleri Başkanlığı Teşkilatımızın bütün fertlerinin milletimizin ihtiyaçlarını karşılayacak bilgi, beceri ve donanımla hazırlanmak suretiyle, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin en ücra köşesinde bile temsilcisi bulunan bu teşkilatın her bir kadrosunda, camilerimizde, devletimizin görevlilerinin varlığını temin etmeliyiz. Sadece teşkilatın kadrolarını doldurmak yetmez; onları, toplumun ihtiyacını karşılayacak, donanımlı ve her türlü tesirin üzerinde, sadece görevlerini yapan insanlar olarak eğitmemiz şarttır. Siyaset yapılmadan, problemlerle ilgili polemik meydana getirmeden, Diyanet İşleri Başkanlığı Teşkilatımızın problemlerinin çözülmesi gerekir.

Bu teşkilatın diğer sorunlarının da ele alınıp, çözüme kavuşturulacağı günlerin hasretiyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN- Teşekkür ediyoruz Sayın Çiçek.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Ali Kemal Kumkumoğlu.

Buyurun Sayın Kumkumoğlu. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakika.

CHP GRUBU ADINA ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (İstanbul)- Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Ankara Milletvekili Salih Kapusuz  ile Hatay Milletvekili Sadullah Ergin'in, 633 Sayılı Diyanet İşleri Başkanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, biraz önce, İktidar Partisine mensup milletvekili arkadaşımız konuşmasını yaparken, benim de şikâyetçi olacağım bir konudan şikâyetçi olarak konuşmalarını sürdürdü. Bazı konuları, Türkiye'nin normal meseleleriymiş gibi konuşamıyoruz. Kurum devletin kurumu, memurlar devletin memurları, okullar devletin okulları, hizmet sunulan yerler kamuya hizmet sunulan alanlar; ama, bunları, normal devlet birimleri, devlet kurumları, devlet memurları, öğrenciler gibi bir türlü konuşmayı beceremiyoruz, başaramıyoruz.

Şimdi, birden bir devlet kurumunu ve çok özel bir statü kazandırılarak, devletin onbinlerce memuru aynı konumda, aynı pozisyondayken, bir kurumdaki, bir birimdeki memurları, hükümet politikalarına rağmen, bütçelere rağmen, önce, memur yapıp, şimdi bunlara kadro vermeye çalışıyoruz ve bu özel statü yetmiyor ve hâlâ, saldırılardan, buna karşı olunmalardan, vesairelerden bahsediliyor.

Değerli arkadaşlarım, konuştuğumuz kişiler devlet memurlarıdır, kutsal kişiler değildir. Öğretmen kimse, polis kimse, mühendis kimse, doktor kimse, imam da odur. Bir defa, ne yaptığımızı doğru bilelim, doğru görelim. Nasıl normalleştireceğiz bu işleri; yani, şu anlayışla, şu konuştuğunuz, şu savunduğunuz biçimle, yöntemle nasıl normalleştireceğiz bu işleri? Normal bir şey gibi mi konuştunuz, normal devlet memurlarıyla ilgili bir konuyu konuşuyormuşuz gibi mi konuştunuz?

Mesela, dün, burada, 10 000 polis alımıyla ilgili bir konudan bahsettik; uzun saatler boyunca tartışıldı. Bu polis memurları nereden alınsın, hangi okullardan alınsın, aman bunlar devletin okulları değil mi, şu okullardan gelen öğrenciler bu devletin öğrencileri değil mi diye buralarda birsürü şey söylendi. Mesela, daha da ileri gidilerek "bu kürsüden millet adına söz söyleyenlerin, milletin hassasiyetini de dikkate almaları bir zorunluluktur" ifadesi, İktidar Partisinin grup başkanvekili pozisyonunda olan arkadaşımız tarafından burada ifade edildi, kullanıldı.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, bugün, burada, birkaç saat belki bu konuyu konuşacağız, 9 259 imamın kadrolu hale dönüştürülmesini konuşacağız. Hiçbirimizin aklına, bu imamlar hangi okullardan gelmiştir, niye devlet güzel sanatlar akademisinden mezun olan bir kişi imam olamıyor diye bir soru gelecek mi iktidarıyla muhalefetiyle? Hangi okullardan geliyor bunlar; imam-hatiplerden, İslam enstitülerinden, ilahiyat fakültelerinden. Gayet normal bir şey. Peki, muhalefetten hiçbir arkadaşım çıkıp, bunun aleyhine bir şey söyleyebilir diye bir şey aklınıza geliyor mu? Peki, dün, niye o zaman, ya acaba hangi okullardan gelenler altı ayda daha doğru polis olabilirler noktasında bir tartışma gündeme getirildiğinde, hemen, İktidar Partisine mensup milletvekilleri "bu öğrenciler Türkiye Cumhuriyetinin okullarında okumuş öğrenciler değil midir" sorusunu hem Meclisle hem bütün Türkiye toplumuyla ısrarla, inatla paylaşmaya çalışıyorlar?! Nedir, amaçladığınız şey nedir?!

Şimdi, bakalım değerli arkadaşlar...

CAVİT TORUN (Diyarbakır) - Başarsın, gelsin...

ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla) - Müsaade eder misiniz...

Bakalım değerli arkadaşlarım, şimdi, kim neyi istismar ediyor. Bakın, bu hükümet ikibuçuk yıldır görevde, üçüncü bütçesini yaptı. Birinci bütçede hükümet 40 000 kadro talep etti 2004 yılında, 2005 yılında hükümet 48 000 kadro talep etti. Kendi talebi; kendisi talep ediyor, sınırlamaları kendisi koyuyor. Peki, bu 40 000, 48 000 kadroyu nasıl dağıtacağız? Ona da kendisi karar veriyor hükümet. Diyanetten sorumlu Devlet Bakanı -şimdi burada yok, kendisiyle ilgili bu kadar önemli bir konu konuşulurken kendisi şu anda burada yok. Herhalde çok önemli bir mazereti vardır. Cevap verme şansı yok çünkü- "efendim, bize bunun içerisinden 500 kadro verdiler..." Kim verdi; sizin hükümetiniz, sizin Bakanlar Kurulunuz. Kendi içinizde konuştunuz, 40 000'i kim belirledi; IMF'nin talimatlarını saymazsak, siz belirlediniz. 48 000'i kim belirledi; onu da siz belirlediniz. Peki, bu 40 000'i, 48 000'i bakanlıklar arasında, kurumlar arasında kim pay etti; onu da siz pay ettiniz. Peki, bu 9 259 geçici kadrolu imam-hatip ne anlama geliyor? Bu ne? Hani 40 000'i 41 000 yapmamak gibi bir iddianız vardı?! Hani, 48 000'i 49 000'e çıkarmamak gibi çok kararlı, istikrarlı, tutarlı, bütçe rakamlarını esas alan, önem veren, onu önemseyen bir iktidar olma, iktidar yürütme anlayışınız, yaklaşımınız vardı?! Peki -aldınız bunları, bu da ihtiyaç- niye bu 9 259 imamı, bu 40 000'in içerisinde, 48 000'in içerisinde bir yerlere yerleştirmediniz? Hayır, marifet bu değil; marifet, bir taşla iki kuş vurmak, üç kuş vurmak.

MAHMUT KAPLAN (Şanlıurfa) - Ne zararı var?!

ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla) - Elbette bir zararı yok, kimsenin zararı yok. Sizin ne kârınız var, onu anlatmaya çalışıyorum ben.

BAŞKAN - Sayın Kumkumoğlu, siz, Genel Kurula hitap edin.

ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla) - Ne zaman bu insanları, ne zaman bu imam-hatip öğrencilerini, ne zaman bu imam-hatipleri, ne zaman bu camileri, ne zaman bu imamları istismar etmekten vazgeçeceksiniz?!

MAHMUT KAPLAN (Şanlıurfa) - Bunun ne zararı var?!

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen, laf atmayın; müdahale etmeyin arkadaşlar.

ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla) - Şu işi bir istismar etmekten vazgeçmezseniz, bu işleri normalleştiremeyiz.

MAHMUT KAPLAN (Şanlıurfa) - Bunun ne zararı var?!

BAŞKAN - Arkadaşlar, hatibe müdahale etmeyin.

ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla) - Şimdi, Sayın Salih Kapusuz'a ve Sadullah Ergin'e yıllarca bu iş yeter! 9 259 geçici imama imamlık kadrosu verdiler.

MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - Sen de destek ver, sen de ortak ol.

ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla) - Kim bu Sadullah Ergin?! Buna piyangodan mı vurdu bu iş?! 9 259 kadroyu, geçici kadroyu kadroya geçirebilme şansını, fırsatını bu arkadaşımıza hangi özelliklerinden ötürü, hangi arkadaşlarımız verdiler?! Kaç yıl yetecek bu arkadaşımıza siyaseten bu malzeme?!

İNCİ ÖZDEMİR (İstanbul) - Siyaset malzemesi yapma.

ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bakın, ne söyleniyor gerekçede: "Anayasanın 128 inci maddesine göre, devlet, genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü olduğu kamu hizmetlerini memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle yürütmek zorundadır. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu da, devlet ve diğer kamu tüzelkişilerince yürütülen aslî ve sürekli görevlerin, kanunda öngörülen nitelikleri taşıyanlar arasından asaleten atanacak memurlar aracılığıyla yürütülmesini öngörmektedir." Ne kadar doğru bir şey, bütün memurlarımızı asaleten atamayı başarabilsek.

Peki, Sayın Bakan, şu anda Türkiye Cumhuriyeti Devletine vekâleten hizmet eden kaç tane memurumuz var? Niye, biz, bu memurlarımızın bir kısmını öbürlerinden ayırarak, yani, normalin ötesine taşıyarak, bunlarla ilgili özel bir uygulamayı Türkiye'nin gündemine getiriyoruz?!

AHMET YENİ (Samsun) - Aynı şey değil...

ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla) - Sonra, bu konu tartışıldığı zaman da "kardeşim, bunlar da devlet memuru, bunları niye diğerlerinden ayırıyoruz" diyenleri "siz bu işlere karşı mısınız, siz camie, imama, imam-hatibe karşı mısınız" biçiminde, hiç sıkılmadan, birtakım suçlamaları, buradan, laf atma adına, rahatlıkla yapabiliyorsunuz! Ne hakkınız var böyle bir şeye?! Kimseyi böyle bir töhmet altında bırakmaya ne hakkınız var?! Devletin bir memurunu öbüründen ayırmak bir ayırımcılık değil midir?

MAHMUT KAPLAN (Şanlıurfa) - Sen söylüyorsun.

RECEP GARİP (Adana) - Sen ayırıyorsun şu anda.

ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla) - Değerli arkadaşlarım...

RECEP GARİP (Adana) - Sen ayırıyorsun.

ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bakın, tabiî, usul bu...

RECEP GARİP (Adana) - Yüksek sesle bağırıyorsun.

CAVİT TORUN (Diyarbakır) - Kim getirdi onları göreve? Biz mi getirdik onları göreve?

RASİM ÇAKIR (Edirne) - Sayın Başkan, müdahale etmeyecek misiniz?

BAŞKAN - Sayın Kumkumoğlu...

ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla) - Sayın Başkan, bir şey söyleyeceğim, kamuoyunun bunu duyması lazım. Burada tek işi hatiplere laf atıp, konuşmacıların insicamını bozmak olan arkadaşlarıma, ben, Divanın bir şekilde -her gün yaptıkları iş bu- müdahale etmesinin gerekliliğini buradan kamuoyuyla paylaşmak istiyorum. Teşekkür ederim.

Şimdi, ikazınızı yapın Sayın Başkan. 

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, hatibin konuşmasını sükûnetle dinleyelim. Bizim, milletvekili arkadaşlarımızdan beklediğimiz bu. Laf atmanın da bir şey kazandırmayacağını bu Parlamentoda hepimiz görüyoruz. Arkadaşımız konuşacak, varsa bir talebiniz, siz de isteyeceksiniz, siz de düşüncelerinizi aktaracaksınız.

Rica ediyorum, siz de Genel Kurula hitap edin. Sayın Kumkumoğlu, siz de, aynı şekilde, konuşmanızda hassasiyet gösterin ve konuya gelin.

ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla) - Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, ben, Genel Kurula hitap ediyorum ve hitabımda kişileri hedef alan hiçbir ifade kesinlikle kullanmadım.

Değerli arkadaşlar, burada esas itibariyle birinci söylemek istediğim şey şudur: Biz, bu kurumları ve bu kurumlarda görev yapan kişileri, bu öğrencileri, normal öğrencilerden, normal memurlardan, kamu hizmeti yapılan diğer kurumlardan ayrı, farklı, özellikli, dokunulmaz, üzerlerinden siyaset yapılan, üzerlerinden siyaset yapmaya müsait, zaman zaman aynı çizgiyi paylaştığımız kişilerin "oralar bizim arkabahçelerimizdir" deme fırsatını bulabildikleri bir anlayıştan çıkaramadığımız müddetçe, öncelikle bu kurumlara kötülük yapmak şartıyla... Öncelikle oradan başlarız. Bu kurumlara kötülük yaparız. Bu kurumların içerisinde sunulan, verilen hizmete kötülük yapmış oluruz. Bu ülke insanına kötülük yapmış oluruz. Bu ülkenin birliğine, bütünlüğüne, beraberliğine kötülük yapmış oluruz.

Değerli arkadaşlarım, bakın, bu anlayışlar bizi nerelere taşır:

Çok ilgimi çekti, geçenlerde, İktidar Partisine mensup bir milletvekili arkadaşımız bir soru önergesi vermiş; bir ilimizden bahisle, bu ilin vatandaşlarına, Yunanistan, hangi sebeple, çok özel şartları taşıyan vize veriyor?..

Değerli milletvekilleri, İktidar Partisine mensup milletvekilleri, bunu sorguladınız mı?

Ne karnından konuşuyorsun sayın milletvekili; ne söyleyeceksen, çık,  bütün millete söyle, millet ne söylediğini bilsin, anlasın!

Bu anlayışlar, bu istismar yaklaşımları, kurumları, etnik yapılarımızı, inançlarımızı, kökenlerimizi sorgulama, bunlar üzerinden siyaset yapmaya çalışma anlayışı, çalışma mantığı bizi taa buralara kadar taşıyor.

Biraz önce konuşan bir arkadaşımız burada konuyla ilgili iddialarını seslendirirken dedi ki: "Öyle kurumlar vardır ki, bu kurumları o ülkedeki hiç kimse tartışma konusu yapmaz."

Hemen devamında, kendisi 10 dakikadan fazla bu kurumları tartıştı ve üstelik, bu kurumların başında bulunduğu kurumu da Anayasa Mahkemesiyle mukayese ederek "bazı konularda söz söyleme hakkı Anayasa Mahkemesine ait değil, bu kuruma aittir" ifadesini, bu kürsüden ve Sayın Başkanın müsaadesiyle kullandı.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Bakan, Sayın Başkan; hepimizin varlık gerekçesini oluşturan, cumhuriyetimizin varlığının esaslarını oluşturan ve belirleyen kurumları, eğer, burada, birtakım kurumlar üzerinden siyaset yapıp, birtakım yerlere "aman ne güzel söyledin, ağzına sağlık, bak Anayasa Mahkemesi Başkanına da gerekli dersi verdin" dedirttirebilir miyiz anlayışıyla kurumlarımızı, rejimimizin esasını, sistemimizin temelini tartışma konusu yapmaya kalkarsak, devletin Diyanet İşleri Başkanlığı gibi bir kurumunu ve onun başında bulunan devletin memurunu, rejimimizin, sistemimizin nasıl yürümesi gerektiğine dair en önemli anayasal kuruluşumuz olan Anayasa Mahkemesinin önüne geçirmeye, önüne çıkarmaya çalışırsak...

Değerli arkadaşlarım, gerçekten, çok zor işimiz var; yani, bu istismarların, "bir ile niye filanca memleket daha rahat vize veriyor" anlayışından, "şu konuda söz söyleme hakkı, cumhuriyet adına söz söyleme hakkı, cumhuriyetin temel niteliklerini belirleme adına söz söyleme hakkı Anayasa Mahkemesi başkanına ait değil, Diyanet İşleri başkanınadır"a kadar gidebilen istismarlar, bizim... (AK Parti sıralarından gürültüler)

EYÜP FATSA (Ordu) - Nereden çıkarıyorsunuz?! Ne alakası var?!

Sayın Başkan...

ABDULBAKİ TÜRKOĞLU (Elazığ) - Uyduruyorsun... Uyduruyorsun... Kendi kafandan uyduruyorsun...

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Sayın Başkan, arkadaşımız konuşamıyor...

ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla) - O zaman, tutanaklardan... Arkadaşlarımızın ne söylediklerini doğru dinleyin... Arkadaşların ne söylediklerini doğru dinleyin...

ABDULBAKİ TÜRKOĞLU (Elazığ) - Yalan söylüyorsun... Sen uydurma...

ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla) - Eğer söylenenler bunlar değilse, tutanaklardan çıkarılsın, ben arkadaşımdan özür dilerim.

METİN KAŞIKOĞLU (Düzce) - Özür dileyeceksin...

ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla) - Ama, eğer, söylenenler benim ifade ettiğim biçimde söylenmişse ne olacak sayın milletvekilleri?! (AK Parti sıralarından gürültüler)

ABDULBAKİ TÜRKOĞLU (Elazığ) - Uyduruyorsun... Uyduruyorsun...

ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla) - Değerli arkadaşlarım... Değerli arkadaşlarım...

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Sayın Başkan, arkadaşımız konuşamıyor...

ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla) - Sayın Başkan... Sayın Başkan...

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, müdahale etmeyelim...

Siz devam edin, konuşmanızı tamamlayın efendim.

ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla) - Teşekkür ederim.

ABDULBAKİ TÜRKOĞLU (Elazığ) - Yalan söylüyorsun...

ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla) - Tutanaklar orada... Söz alır konuşursunuz. (AK Parti sıralarından gürültüler) Tutanaklar orada... Söz alır konuşursunuz.

BAŞKAN - Siz buyurun...

ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla) - Sayın Başkanım sanıyorum zamanımı bana verecektir.

BAŞKAN - Siz buyurun efendim.

ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, şimdi, tekrar başa dönüyorum.

Bu konuları istismar etmek hiç kimseye yarar sağlamaz.

METİN KAŞIKOĞLU (Düzce) - Sen istismar ediyorsun...

ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla) - İstismar son derece açıktır. Hükümet, kendisi, 2004 yılında 40 000 kadro... Çıksın Bakan, bunun niye böyle olduğunu ifade etsin. 40 000 kadroyu kendisi talep etmiştir. Hükümeti, 40 000 kadroyla muhalefet filan sınırlamamıştır. Şüphesiz, ülkenin kaynaklarının, imkânlarının elverdiği ölçüler, onu, 40 000 kadro konusunda bir zorluğa götürmüş, taşımış olabilir. 48 000'i de Hükümetin kendisi talep etmiştir. Devletin vekâleten görev yapan onbinlerce memuru var.

MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Onbinlerce öğretmen var...

ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla) - Öğretmenleri var, belki doktorları var...

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Mühendisleri var...

ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla) - ... belki mühendisleri var, belki hemşireleri var; onbinlerce.

Değerli arkadaşlarım, peki, şimdi, biz, bunların içerisinden, hem bu kadrolara rağmen, sanki o kadrolarla ilgili rakamlar hiç yokmuş gibi, o 40 000'in üzerine birinci yıl 3 000, ikinci yıl 48 000'in üzerine 3 500 rakamını kendimiz koyarsak, hem devletin aynı ölçülerde, aynı statüde, birlikte hizmet yapmaya çalışan, en ücra köşelerinde hizmet yapmaya çalışan, şüphesiz, imamlık gibi kutsal öğretmenlik görevini yapan, doktorluk görevini yapan, hemşirelik görevini yapan, mühendislik görevini yapan, geçici kadroyla kadrolandırılmış onbinlerce memuru dururken, bunların içerisinden, iki milletvekilinin bir kanun teklifiyle, sadece imam ve hatip olanlarına kadro vermeye çalışmak, bunların geçmişte yapmış oldukları bütün hizmetleri de, sanki kadrolu memurmuş gibi bu hizmetlerde bulunmuş olarak kabul etmeyi bu Meclisten talep etmek, bölücülük değil de nedir?

HAMİT TAŞCI (Ordu) - Saçmalama ya!

ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bu memurlar arasında, geçici kadroyla görev yapan memurlardan, sadece imam-hatiplere bu hakkı tanıyor olmak, geçici görevle bu görevi yapan bütün memurlar arasında bir bölücülük yapmak, imam ve hatip olarak görev yapan arkadaşlarımız adına bunları kullanmaya, bunları istismar etmeye ve diğerlerinden ayrıştırmaya dönük bir uygulama değil de nedir?

MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - Bu kafayla iktidar olamazsınız siz!

ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla) - Niye bu uygulamadan vazgeçmiyorsunuz?

MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - Bu kafayla iktidar olamazsınız siz!

ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla) - Evet, tabiî, biz, bu kafayla...

BAŞKAN - Müdahale etmeyelim arkadaşlar.

ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla) - Doğrudur, doğrudur; çünkü, biz, bu kafayla, devletin hiçbir memurunu istismar etmeyiz; devletin hiçbir memurunu diğerinden ayırmayız. (CHP sıralarından alkışlar) Bizim için imamlık da kutsal bir görevdir, bu ülke için, bu ülke insanı için yapılan kutsal bir hizmettir; bizim için öğretmenlik de kutsal bir hizmettir; bizim için doktorluk da, mühendislik de kutsaldır. Bu ülke için, bu ülke insanı için yapılan her hizmet, bizim nezdimizde kutsaldır.

MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - Değerlere karşısınız!

ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla) - Biz, bunların her birini, bu hizmeti yapan her devlet memurunu, güvence içerisinde görevini yapabildiği, hizmetini güvenlik içerisinde sunabildiği, yaptığı görevde asaleten bulunabildiği, vekâleten yapılan hizmetlerin hiç kimseyi memnun etmediğini bilen bir anlayışla, bütün memurlarımıza, hem onları tatmin edebilecek bir ekonomik düzeyi onlara yakalatmak hem de onların gelecekte "acaba yarın işim ne olacak; acaba askere gittiğimde, geri geldiğimde işimi bulamazsam, ben çoluk çocuğuma nasıl bakacağım, acaba yarın hükümet değiştiğinde, bu vekâleten görev yapan arkadaşlarımızın görevlerine son verdik derlerse, ben ne yapabilirim" kaygısını hiçbir memurumuzun, ama, hiçbir memurumuzun taşımadığı bir düzeni kurmak, Cumhuriyet Halk Partisinin bu ülke insanı için hedeflediği en temel hedeflerinden bir tanesidir. (CHP sıralarından alkışlar)

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Kumkumoğlu, buyurun.

ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli arkadaşlarım, bize burada laf atılıyor. Ne söyleniyor: "Bu Cumhuriyet Halk Partililer imamlara karşıdır." Vatandaşa onu lanse etmeye çalışıyor.

MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - Sen söylüyorsun onu.

ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla) - "Siz bu anlayışla iktidar olamazsınız" derken de o kastediliyor.

Değerli arkadaşlarım, bakın, bir kez daha söylüyorum. Bakın, bu yaklaşım doğru değildir. Bizim devletimizin vekâleten görev yapan memurları vardır; bunlar, imamdır, öğretmendir, doktordur, mühendistir. Vekâleten hizmet yapan memurlarımızın tümünün sorunlarına dönük ortak bir çare, bir çözüm bulabileceksek, gelin, hep birlikte bunu yapalım; ama, siz, eğer, memurlarımızın bir kısmını, vekâleten görev yapan memurlarımızın bir kısmını... Bugün, bu, imamlar olur, yarın öğretmenler olur, öbür gün doktorlar olur... Vekâleten görev yapan doktorları, sadece, tek başına, devletin diğer birimlerinde hizmet yapan, vekâleten görev yapan memurlarımız dururken, sadece doktorlara dönük böyle bir iyileştirme de doğru değildir, sadece öğretmenlere dönük böyle bir iyileştirme de doğru değildir, sadece imamlara dönük böyle bir iyileştirme de doğru değildir.

İmamlar bizim memurlarımızdır. Onların sorunlarının gerçek anlamda çözümünü talep ediyorsak, onların, diğer memurlar gibi, sadece memurlar olduğunu, kutsal kişiler, özellikli kişiler olmadığını, önce, bizim, milletvekilleri olarak benimsememiz ve kabullenmemiz gerekir. Bunu yapamadığımız müddetçe, bu insanlar üzerinden, bu memurlar üzerinden, bu okullar üzerinden, bu camiler üzerinden "güzel siyaset yapıyoruz" anlayışıyla yolumuza devam etmeye çalıştığımız müddetçe, değerli arkadaşlarım, belki, bugün olduğu gibi İktidar olabilirsiniz; ama, Türkiye'nin sorunlarını çözemezsiniz...

CAVİT TORUN (Diyarbakır) - Yarın da olacağız, öbür gün de olacağız.

ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla) - Sen üzülme, arkadaşımız istismar ettiğini kabul ediyor zaten; ama, Türkiye'nin sorunlarını bu anlayışla çözemezsiniz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Kumkumoğlu, son sözlerinizi alıyorum.

ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla) - Çok teşekkür ederim Sayın Başkan.

Ben, memurlarımızı birbirinden ayıran, dolayısıyla imamlarımızı da, esasen, vicdanen rahatsız edeceğine inandığım bu uygulamayı doğru bulmadığımızı ifade ediyorum; hepinize saygılar sunuyorum.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Kumkumoğlu.

MEHMET ÇİÇEK (Yozgat) - Sayın Başkan, benim açık ve net belirttiğim ifadelerimin dışında, maksadını aşan, benim konuşmamı yorumlayıcı konuşması oldu sayın hatibin. Sataşma var. Söz istiyorum efendim.

RASİM ÇAKIR (Edirne) - Tutanaklara bakalım Sayın Başkan.

BAŞKAN - Yani, siz, benim konuşmamda bulunmayan ifadeleri mi yorumladı diyorsunuz?..

MEHMET ÇİÇEK (Yozgat) - Kastetmediğim şeyleri yorumlamaya çalışmıştır.

RASİM ÇAKIR (Edirne) - Aynen söyledin. Ağzından çıkana sahip çıkacaksın.

BAŞKAN - Sayın Çiçek, talebiniz Başkanlıkça alındı, tutanaklara bakacağım, karar vereceğim.

Şimdi, kişisel söz taleplerine geçiyorum.

Samsun Milletvekili Sayın Musa Uzunkaya. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika.

MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 870 sıra sayılı yasa teklifi üzerinde şahsî görüşlerimi açıklamak üzere huzurlarınıza çıkmış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Lihikmetin, Plan Bütçede sayın değerli dostumla hep beraberiz. Bakıyorum, arkadaşlar tahammülsüz. Biz Sayın Ali Kemal Kumkumoğlu'na şerbetlendik tabiri caizse. Onun bazı değerlendirmelerine yukarıda da alışkın olduğumuz için pek fazla farklı yoruma girmek istemiyorum, ama, bir şey söyleyeceğim. Kendi başlangıçtaki ifadesiyle sonunda çelişen bir beyanı, başkalarının beyanını yorumlarken yapabilen bir arkadaşımızın konuşmasındaki insicam, tutarlılık açısından da sorgulamak lazım. Din görevlilerine bizim kutsallık izafe ettiğimizi iddia ederken.. Ki, böyle bir iddiamız yok. Mesela, son bölümde aynen söylediği şudur: "Bize göre, öğretmen de, ebe de, imam da, hemşire de, hepsi kutsaldır." Bana göre, hiçbirisi kutsal değildir. (AK Parti sıralarından alkışlar) Çünkü, kişiler kutsal olmaz. (CHP sıralarından "Hizmet kutsal" sesleri) Ne ebe kutsaldır ne din adamı kutsaldır ne rahip kutsaldır bize göre. Ama "la ruhbaniyete fil İslam" dediğimiz, İslam'da ruhbanlık yoktur. Bu dediğiniz, Hıristiyanlıkta vardır. Önce kültür olarak nerede olduğumuzu bilelim. Kişilere kutsallık izafe edilemez. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AHMET KÜÇÜK (Çanakkale)- Hizmet anlamında dedi.

MUSA UZUNKAYA (Devamla)- Hizmet kutsaldır; öğretmenlik kutsaldır, ebelik kutsaldır, din hizmeti kutsaldır. Hizmet kutsaldır, kişiler kutsal olmaz. Ama, başta din görevlilerini kutsal diye...

YILMAZ KAYA (İzmir)- Sen iyi dinleseydin, onu anlardın.

MUSA UZUNKAYA (Devamla)- Arkadaşlar, sataşmadan bahsediyor... Bakın, bana sataşan, samimî söylüyorum, kendisi kaybeder. Hiç sataşmanıza gerek yok. Cevabı anında alırsınız, hiç tereddüt etmeyin. Onu Ali Kemal Bey çok iyi bilir.

Yalnız, şunu söyleyeyim değerli arkadaşlar: Bakın, şurada benim insicamımı bozdu şu şekilde. Bu kadar gelişigüzel notlar aldım. Yani, ben şimdi Ali Kemal Beye cevap versem, bana yazık, hazırladığım notlara yazık; sizin vaktinizi işgal etsem, size yazık. Gelin isterseniz biz yolumuza devam edelim.

Değerli arkadaşlar, şunu ben size açıklıkla söyleyeyim; Tabiî, ben, Cumhuriyet Halk Partisinin çok değerli milletvekillerini, başta, o partinin ilk kurucusu olan Mustafa Kemal olmak üzere, o günden bugüne kadar Diyanetin mehabetini, saygıya seza bir kurum olduğunu, kıyaslamayı yaparken, değerli arkadaşlar, Anayasaya izafe atıfta bulundu dediğimiz arkadaşımız kırküç yıllık bir Anayasa Mahkemesinin sürecinden bahsediyor. Şu anda, seksenbir yıllık Diyaneti tartışıyoruz burada; Mustafa Kemal’le ve cumhuriyetle yaşıt bir kurumu tartışıyoruz. (AK Parti sıralarından alkışlar) Mustafa Kemal'in, hürmete seza olarak gördüğü, kendisine değer atfettiği, makam verdiği, döneminde, hakikaten, kıymetini takdir ederek önem atfettiği bir müesseseden bahsediyoruz. Keşke, o dönemde izafe edilen kıymeti -bakın, burada, yasalarda var- 1940'lı yıllardan sonra bugünkü yozlaşan noktasına keşke getirmemiş olsaydık, keşke bu Cumhuriyet Halk Partisi, Mustafa Kemal geleneğini sağlıklı olarak devam ettirebilmiş olsaydı, keşke... (CHP sıralarından gürültüler)

RASİM ÇAKIR (Edirne) - Ondan şüphen olmasın, biz devam ettiririz; sana düşmez o!..

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Arkadaşlar, yahu, sizin devam ettirme şansınız olmaz... Sizin devam ettirme şansınız olmaz! (CHP sıralarından gürültüler)

RASİM ÇAKIR (Edirne) - Ondan şüphen olmasın; sana düşmez o! Haddini bil, kendi çapında konuş!

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Bakın, ben size bir şey söyleyeyim...

BAŞKAN - Sayın Uzunkaya, bakın, müsaade eder misiniz...

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Buyurun Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, bakınız, biraz önce Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına konuşan değerli arkadaşıma AK Parti Grubundan müdahale edildiği zaman, memnun olmadık ve ikaz ettik. (CHP sıralarından gürültüler)

RASİM ÇAKIR (Edirne) - Ama, olmaz Sayın Başkan...

BAŞKAN - Şimdi, sayın hatip konuşurken, lütfen, müdahale etmeyelim. Söz veririm, bir sataşma olursa söz veririm.

RASİM ÇAKIR (Edirne) - Ama, efendim, sizin müdahale etmeniz lazım, bizim değil!

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Değerli arkadaşlar, bakın...

BAŞKAN - Ama, Sayın Uzunkaya, siz...

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Ben sataşmam...

BAŞKAN - Sayın Uzunkaya, siz, yasanın esası üzerinde konuşmanızı sürdürün.

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Sayın Başkanım, ben, esası üzerinde konuşuyorum; esasen, burada bir sataşma da yok. Ben, Diyanetin tarihçesini değerlendiriyorum. Diyanet İşleri Başkanlığı, Anayasada... Hem Teşkilatı Esasiye Kanunu içerisinde hem 1961 Anayasasında -işte, buyurun, Teşkilatı Esasiye, 1924 Anayasası- dinin oradaki yeri belli; dinin oradaki yeri belli, toplumun yeri belli, toplumun değerleri belli, toplumu temsil eden yegâne müessese şu Meclisin mahiyeti belli. Yani, işte, buyurun; yani, eğer, özgürlükler... Burası yasayı düzenleyecekse, hükümleri burası verecekse, niye Sayın Çiçek'in konuşmasından alınganlık gösteriyorsunuz? Yani, bundan alınganlık göstermeye hakkımız mı var?! İşte, buyurun: "Türkiye Devleti Cumhuriyeti Millet Meclisi, milletin yegâne ve hakikî mümessili olup, millet namına hakkı hâkimiyeti istimal eder." Anayasa 4, Teşkilatı Esasiye. "Teşriî salahiyeti ve icra kudreti, Büyük Millet Meclisinde tecelli ve temerküz eder." Yani, bu Meclise o gün de, bugün de -bugünkü Anayasanın 6 ncı maddesinde- bu yetkiyi vermiş, yasa yapıyoruz. Ne yapıyoruz biz şimdi; 9 000 küsur vekil imam arkadaşımızın, halen görev yapan arkadaşımızın asalete geçmesi konusunda... Keşke imkânlar olsaydı, bugün, 23 000 camimiz, arkadaşlar, ezansız.

Bakın, sizin gibi  değerli, sosyaldemokrat düşünce sahibi olan bir partinin ikinci şahsiyeti, bu memlekette "din elden gidiyor" feryadını üç ay önce yaptı. Niye yaptı; belki buralarda olsaydı, onu hissetmeyecekti; ama, dışarıda kalınca, hissediyorsunuz bazı şeyleri. Gelin, bu millet sizi muhalefette değil, iktidarda denesin. Dışarıda değil, milletin özüyle... Bu bir ihtiyaçtır arkadaşlar. 9 000 imamı... Sevgili arkadaşım, gelin Cumhuriyet Halk Partisi olarak 9 000 değil, 19 000 teklifini siz verin de, bunun bütün nimetini siz kullanın! (AK Parti sıralarından alkışlar) Böyle bir teklif ver, arkasında imza ben vereceğim sana. 15 000 imamın teklifini yaptığımda da feryat ettiniz. Yani, buyurun... (CHP sıralarından gürültüler)

ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (İstanbul) - Hani nerede?!

FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Buraya bakarak konuşmasın Sayın Başkan, uyarın lütfen.

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Hatta o zaman da dedim ki, siz gelin yapın bunu.

Değerli arkadaşlar, bakınız, ben bir şey söylüyorum, bu meseleye, gelin Cumhuriyet Halk Partisi, Adalet ve Kalkınma Partisi ve ülkenin tamamı... Din meselesini hakikaten siyasetin dışında tutmaya mecburuz; bunda hiç kimsenin tereddütü yok. Burada bunu bir istismar olarak telakki etmek... Yani, din görevlisi kadrosunu Meclis verecekse, Parlamento, hükümet verecekse, bunun istismar olarak tarif edilen yönünü... Değerli arkadaşlar, bu kadro sokakta dağıtılmıyor ki, ya bizden önceki bir Meclis veya hükümet, ya bizden sonraki bir hükümet... Bu camilerin kadrosunu, 80 000 kadroyu geçmişte -şu anda gerçi 60 000'e düştü, mevcut, halen istimal edilen kadro- bu kadroyu buradaki Meclis verdi. Yani, bunu bir istismarla... Peki, bunları verenlerin, burada ömür boyu kalmaları lazımdı, eğer, böyle bir istismar söz konusu olsaydı. Değerli arkadaşlar, bu bir ihtiyaçtır. Toplumun doktor ihtiyacını  karşılayacaksanız, tabipleri istismar mı ediyoruz?!

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Karşılayın, tamam...

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Öğretmen ihtiyacını karşılayacaksınız, polis ihtiyacını karşılayacaksınız, din hizmetini karşılayacaksınız; bütün bunlar bu toplumun ihtiyacıdır. Yani, siz toplumdan dini -ki, böyle bir şey düşündüğünüzü asla kabul etmiyorum- tecrit etmek gibi, tefrik etmek gibi, hiçbirimizin bir lüksü, bir yaklaşımının olması mümkün değil. Esasen, toplumların, geçmişe doğru baktığınız zaman, işte bu feryadı edilen konularda, din konusunda, bugün millî ve ahlakî değerlerimizin erozyona uğramasını giderme konusunda en büyük açığımızın ve açmazımızın burada olduğunu biliyorsunuz arkadaşlar. Yurt dışında 4 000 000'dan fazla insanımız var. Bu insanlara hizmeti veren Diyanet Teşkilatı; yani, bugün mevcuduyla, eksiğiyle, memleket içindeki eksiğiyle beraber. Hepimiz köylerde, şurada burada hizmet yapıyoruz. Cumhuriyet Halk Partisi milletvekili de gidiyor, AK Partili vekil de gidiyor. Allahaşkına aynı köylere gidiyorsunuz. İmamı olmayan köylerin mensupları size "imam" demiyorlar mı?

AHMET KÜÇÜK (Çanakkale) - "Ebe" de diyor, "hemşire" de diyor...

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Yani, hepimize sormuyorlar mı bunu? Arkadaş, öğretmen de veriyoruz.

AHMET KÜÇÜK (Çanakkale) - "Öğretmen" de diyor.

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Bakın, öğretmen diyorsunuz. Çok iyi biliyorsunuz ki, Plan ve Bütçe Komisyonundaki arkadaşlarım da, sizler de biliyorsunuz ki, bu hükümet döneminde en çok verilen kadro, öğretmen ve sağlık kadrosu olmuştur. Rakamlarını benim tek tek tadat etmem mümkün değil burada belki; ama, bu hükümet döneminde, üç yıllık Plan ve Bütçe Komisyonundaki değerli arkadaşlarım hatırlayacak. Demin de Sayın Kumkumoğlu eleştirdi "niye 500 imam diyorsunuz da 5 000 tane demiyorsunuz?" Ama biz dedik ki, öğretmen açığımız çok. Hakikaten öğretmen ihtiyacı var. Sağlık olmadan din de olmaz. Bu milletin sağlığını da temin etmemiz lazım. Geçen sene 11 000 kadroyu sunduk, bu sene gene ona yakın bir kadroyu sağlık alanında bu milletin hizmetine sunacağız. Niye bunu ikide bir kıyaslayarak, dinle sağlığı, dinle eğitimi, dinle emniyeti, dinle falan kurumu karşı karşıya getirmek gibi bir noktaya kendimiz getiriyoruz? Ve bunu yapan da biz değiliz, kusura bakmayın. Yani, bugün, değerli bir arkadaşımız bu konuyu buraya taşıdıysa, geçtiğimiz hafta içerisinde, hiç alakası olmayan bir konuda, serdedilen görüşlerden kaynaklanmıştır. Açık olarak söylüyorum; bu konunun tartışılacağı... Niye bundan yüksünülüyor? Elbette ki hukukî bir meselede hüküm verilecekse, bu hükmü Anayasa veya hukukçular verecek?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Uzunkaya.

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Değerli arkadaşlar, eğer dinî bir meselede hüküm sorulacaksa, o zaman Anayasada bu kurumun varlığı gereksiz hale gelir. Anayasa 136 ncı madde; hepinizin bildiği, okumaya, zaman kaybetmeye gerek duymuyorum. Dolayısıyla, böyle bir anayasal kurum bu Anayasada var mı; var. Anayasanın emrettiği, Anayasanın 6 ncı maddesindeki, anayasal kurum ve kuruluşlar eliyle devlet hizmetlerini, millet, bu hizmetleri ilgili kurumlardan alır mı; alıyor. Peki, din konusunda doktora mı gidip soracak, mühendise mi soracak, kime soracak? Dînî bir konuda bu meselenin mahiyetinin sorulacağı da elbette Diyanet İşleri Başkanlığıdır; ancak, ne garip tecellidir ki, senelerdir, Diyanet İşleri Başkanlığı, gerek protokoldeki yeri itibariyle gerekse personelinin özlük hakları itibariyle bu ülkenin, âdeta -üzülerek söylüyorum ve bu sözümün istismarla alakası yok, yirmibeş yıl bu kadronun içerisinde hizmet etmiş bir arkadaşınızım- bu memleketin üvey evladı muamelesi görmüştür; bu bir vakıadır. Şu anda da özlük hakları itibariyle toplumun içerisinde, yükseköğrenimi olduğu halde en düşük maaşı alan, bu arkadaşlarımızdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Uzunkaya, son cümlenizi alıyorum!

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - İrşat görevlerinde, cami hizmetlerinde bu arkadaşlar bugüne kadar ciddi mahrumiyetlere ve hak kayıplarına maruz kalmışlardır. Bu arkadaşlarımız üçte 2 maaş alıyor zaten. Biz diyoruz ki, özlük hakları sağlam olsun ve üçte 2 değil de üçte 3 maaşlarını alsınlar ve böylece o camilerin ihtiyacı giderilmiş olsun. Bunda CHP'nin, bunda AK Partinin, bunda dışardaki bir muhalefetin yüksüneceği, üzüleceği, rahatsız olacağı bir şey yok ki. Buralarda sizden istiyorlardı kadroyu, bize nasip oldu, yarın tamamını siz verirsiniz, eğer bir nimeti, ulufesi varsa, tepe tepe de sonuna kadar kullanın, hayırlı olsun derim.

Saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Uzunkaya.

Sayın milletvekilleri, Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili Sayın Anadol, Sayın Uzunkaya'nın, Cumhuriyet Halk Partisi için, Diyanet İşleri Başkanlığını kuran Cumhuriyet Halk Partisinin bugün bu kuruma farklı baktığını söyleyerek sataşmada bulunduğunu ifade etmiştir.

Bu talebiniz Başkanlıkça değerlendirilecek; zabıtları istiyorum.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Peki.

BAŞKAN - Hükümetin söz isteği var.

Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Abdüllatif Şener; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün, burada, Diyanet İşleri Başkanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi üzerinde görüşmelerimizi sürdürmekteyiz. Açıkçası, vekil imam-hatiplerin aday imam-hatip olarak atanmasına imkân sağlayan bir kanun teklifi üzerinde görüşmeler yapıyoruz. Böyle bir konunun Yüce Mecliste müzakereleri sırasında, üslupların gerilmesinin, yoğun tartışma ortamının yaşanmasının, hatta yüksek tonlarla konuşmaların yapılmasının, konunun inceliği, mehabetiyle bağdaşmaz bir durumdur diye düşünüyorum; çünkü, imam-hatip kadroları, ülkemizde, insanların, vatandaşlarımızın dinî vecibelerini yerine getirmelerine imkân sağlayan, İslam Dininin güzelliklerini vatandaşlarımıza anlatmaya çalışan kişileri ilgilendiren bir durumdur. Böyle olunca, konuyla bağlantılı bir yaklaşım tarzı, konuyla bağlantılı bir konuşma üslubu içerisinde olmak faydalıdır diye düşünüyorum.

Aslında, konu, AK Parti milletvekillerinden bazılarının sunduğu bir teklifin görüşülmesi ve bununla sonuç alınmasından öte, parti ayırımı yapmaksızın, hatta milletvekili ayırımı yapmaksızın, hem AK Partiye mensup milletvekillerimizin hem Cumhuriyet Halk Partisine mensup milletvekillerimizin ortak duyarlılığını ifade eden bir nitelik taşımaktadır.

Ben, uzunca bir süredir "siyasetin işlevi nedir" diye düşünüyorum ve siyasetin temel işlevinin -Türkiye koşullarında değerlendirecek olursak- toplumsal bir kültür oluşturması olduğunu değerlendiriyorum.

Zaman zaman, siyaseti, iktidara gelmek, iktidar vasıtasıyla birtakım icraatlar yapmak olarak değerlendirenler, hatta, salt bu sınırlar içerisinde görenler bulunmakla birlikte, bana kalırsa, siyasetin bundan daha güçlü bir işlevi vardır, bu güçlü işlev de toplumsal bir kültür oluşturmasıdır.

Bu, şuradan kaynaklanmaktadır: Türkiye'de en fazla konuşanlar siyasetçilerdir, en fazla dinlenenler siyasetçilerdir. Sadece Meclis kürsüsünde konuşmazlar, sadece televizyonlarda konuşmazlar; meydanlarda konuşurlar, köy kahvelerinde konuşurlar, salonlarda konuşurlar ve konuştukça, bu üslup, siyasetin konuşma tarzı, üslubu toplumda bir algılama biçimi oluşturur, bir kültürel atmosfer oluşturur. 

Geçmişte, Türkiye'de, insanlarımız arasında zaman zaman gerginliklerin olduğunu biliyoruz. Sertlik, kendi vatandaşlarımız arasında, hatta, kavgalara varan, sert eleştirilere varan, birbirini yıpratmaya yönelik üsluplar ve tavırlar, siyasetin konuşma üslubundan ve tarzından da neşet etmiş, doğmuş, ortaya çıkmış bir durumdur. Tüm bunların aşılması lazım.

Artık, Türkiye yeni bir döneme giriyor, Türkiye soğuk savaş dönemini geride bırakmıştır ve artık, bu ülkenin uluslararası rekabette başarılı olabilmesi için dostluğa, kardeşliğe, sevgiye ve dayanışmaya ihtiyacı vardır.

Bu ülkede yaşayan her vatandaşımız diğeri için bir güçtür, bir dayanaktır. Bu anlayış içerisinde, hepimiz birbirimizin dostu olduğunu bilmek zorundayız, hepimiz birbirimizin gücü olduğumuzu bilmek zorundayız ve konuşma tarzımızla da vatandaşlarımız arasında karşılıklı sevgiyi, dostluğu ve kardeşliği pekiştirecek bir üslubu benimsemeliyiz. Bunun bir kültürel atmosfer haline dönüşmesini sağlamalıyız diye düşünüyorum. Buna son derecede önem verdiğimi belirtmek istiyorum.

Bakın, 12 nci ve 13 üncü Yüzyıllar, Anadolu için çok önemli bir değişim, dönüşüm dönemini ifade eder. Bu dönemde, Anadolu'da 72 millet yaşamıştır; ama, o dönemdeki tüm toplum önderleri ittifak halinde dostluğa ve sevgiye vurgu yapmışlardır. Mevlânâ o dönemde yaşamıştır, insan demiştir, insan sevgisi demiştir; Yunus Emre aynı dönemlerde yaşamıştır, yine insana ve insan sevgisine vurgu yapmıştır; Hacı Bektaş Veli aynı dönemde yaşamıştır, sevgiye, dostluğa ve dayanışmaya insanları çağırmıştır. Aynı şekilde, Ahi Evran ve diğer tüm toplum önderleri, sevgiyi temel bir kültür ve temel bir baz olarak görmüşlerdir, etraflarına sevgi halesi yaymak için çaba harcamışlardır, enerjilerini ortaya koymuşlardır; mücadelelerinin temel merkezi sevgi, saygı ve dayanışma olmuştur. İşte, sevginin ve insana duyulan saygının temel bir kültür haline dönüştüğü 12 nci ve 13 üncü Yüzyıllarda, Anadolu bize vatan olmuştur; Anadolu'nun Türkleştiği ve Müslümanlaştığı dönem, Anadolu'nun bize vatan haline geldiği dönem, sevginin, dayanışmanın temel bir kültür haline dönüştüğü dönemdir; ama, ne zaman ki, çekişmeler, insanların birbirleriyle uğraşmalarının alışkanlık haline geldiği dönemler yaşanmış, bu ülkede, o dönemler, hep bir zaaf ve güç kaybı görüntüsü olarak ortaya çıkmıştır.

Şimdi, ben, artık, siyasetin de üslubunu değiştirmesi gerektiğine inanıyorum. Eleştiri olmayacak mı; elbette olacaktır. Muhalefet, demokrasinin vazgeçilmez temel unsurudur; çünkü, iktidarlar diktatörlüklerde bile vardır, ama muhalefet sadece demokrasilerde vardır. O halde, demokraside muhalefet daha önemlidir, muhalefetin işlevleri daha ağırlıklıdır, demokrasiyi var kılan temel unsur muhalefettir. Elbette eleştirecektir, yanlışların düzeltilmesine katkı sağlayacaktır; ancak, eleştirilerin, tenkitlerin, belli bir dozda olması gerekir, belli bir bilimsel ve siyasal üslup içerisinde olması gerekir ki, bu katkı sağlasın, yanlışlar varsa, yanlış düzenlemeler varsa, bunların doğru hale getirilmesine imkân sağlasın.

Hatta, ben, şunu ifade etmek istiyorum: Sürekli her şeyi tenkit etmek, her gelen metni kıyasıya eleştirmek, doğru ile yanlışın birbirine karışmasına da sebep olmaktadır. Ben, bazen, diyorum ki, gerçekten doğru söylenen sözleri tespit edeyim, doğru eleştirileri alayım ve bunları, ben, yaptığım düzenlemelerde dikkate almak suretiyle, daha doğru şeyler yapmaya çalışayım diye düşünüyorum; ama, doğru yanlış her şeyin şiddetli bir şekilde eleştirildiğini gördüğüm, duyduğum zaman da, acaba, bu eleştirilerin hangisi gerçekten doğrudur, hangisi sadece siyaset yapmak için yapılan eleştiridir diye tereddüte düşüyorum; doğru ile yanlış birbirine karıştığı için de, maalesef, muhalefetin çok doğru söylediği sözlerden yararlanma imkânı da bulmak mümkün olmuyor. (AK Parti sıralarından alkışlar) O halde, biz, burada, doğruları yaptığımız takdirde, tüm ülkemiz kazanacaktır, hepimiz kazanacağız; yanlışlar yaptığımız zaman da, hem biz kaybedeceğiz -parti ayırımı olmaksınız- hem de ülkemiz kaybedecektir. O halde, doğruları birlikte arayalım, bulalım ve birlikte, bu doğruları gerçekleştirelim diye düşünüyorum.

Şimdi, böyle bir noktada, görüşülen kanun tasarısına baktığımda, doğrusu, konu, benim konum değil. Diyanetten sorumlu Sayın Devlet Bakanımız, dün, bu kanunun Meclis gündemine geleceğini düşünüyordu ve öyle zannediyorum, bir yurtdışı programı vardı; "salı günü -dün için- gündeme gelirse ben bulunacağım; ama, bulunamazsam, siz bulunursanız memnun olurum" dedi; o sebeple, bugün, ben buradayım. Kendisi burada olsaydı, elbette, daha doğru olabilirdi; fakat, elinde olmayan nedenlerle burada değildir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Bakanım, buyurun, konuşmanızı tamamlayın.

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Konunun uzmanı da değilim; ama, baktığım zaman ve Türkiye gerçekleri bağlamında olayı değerlendirdiğim zaman, tarafsız bir gözle konuyu algılamaya çalıştığım zaman şunu görüyorum: Vekil imamlar var; Türkiye'de, 2001, 2002, 2003 ve 2004 yıllarında atanan vekil imamlar var. Bunların sayısı 9 102 civarında. Belirttiğim gibi, bir kere bu kanun teklifi, bu imamların, vekil imamlıktan aday imamlığa geçişlerine imkân sağlayan bir kanun teklifidir.

Burada, olaya baktığımızda, Türkiye'de çok sayıda camiin bulunduğunu görüyoruz. Şu anda 23 532 camide imam-hatip yoktur; yani, Türkiye'de, nüfusun yüzde 99'unun Müslüman olduğu bir ülkede 23 500 civarında camide imam-hatibin bulunamayışı, hepimizin duyacağı bir eksikliktir diye yorumluyorum, değerlendiriyorum. O halde, bunun giderilmesi lazım. Daha önceki yıllarda da, birtakım mülahazalarla, açıktan atama izinleri verilmediği için, kadrolarda birtakım sınırlamalar uygulandığı için, camilerin imamsız kalmasının da sosyal açıdan büyük sorunlar oluşturacağı düşünüldüğü için, geçmiş iktidarlar döneminde de vekil imamlık diye bir statü oluşturulmuş ve bu statüye göre de 9 000 küsur kişi buraya atanmış; ama, atama yapılırken, imam-hatiplik için tüm şartları taşıyanlar atanmış; yani, asil imam-hatipte bulunması gereken şartlar neyse, bu şartların tamamını taşımayı vekil imam olarak atamanın koşulu olarak görmüşler.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Öğretmenler de öyle, mühendisler de...

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Tahsil şartını bu nedenle getirmişler. 657'deki 48/a'ya göre gerekli tüm şartların bu vekillerde bulunması istenmiş ve bu yeterli de görülmemiş, Diyanet İşleri Başkanlığı da vekil imamlık için bir sınav açmış. Bu sınava girebilmek için KPSS'den belli bir puan almayı da şart koşmuş; ama, bu yine yeterli görülmemiş, aynen asil imamlar için uygulanan sınav ne ise, aynı sınav vekil imamlar için de uygulanmış ve göreve getirilmişler. Bunlar, üçte 2 maaşla vekil imam statüsünde, hatta iki üç yıldır bu görevi yapmaktadırlar ve işlerine devam etmektedirler. Bunların vekil imam olarak atanması, asil imam olarak atanmada belli bir sınırın konulması, açıktan atama izninin verilmemesi nedeniyledir; ama, daha önceki iktidarlar da şunu tescil etmişler: "Pek çok cami imam-hatipsizdir, buraların doldurulması lazım, buranın görevlilerinin atanması lazımdır" denilmiş, asaleten atanamadığı için de böyle bir mekanizma devreye girmiş ve 9 000 kişilik bir vekil imam-hatip ortaya çıkmıştır.

Şimdi, bu kanun teklifinde deniliyor ki: "Bu vekil imamları aday imam-hatip olarak değerlendirelim, daha sonra da asaleti de, aday imam- hatip olarak görevlerine devam ederken yerine getirirse, şartları tutarsa asil imam-hatip haline de dönüştürürüz." Ben bu haliyle baktığımda, ülkede, diğer kurumlarda olmadığı halde, sadece Diyanet İşleri Teşkilatı bünyesinde oluşan bir sorunun giderilmesi olarak değerlendiriyorum. Nasıl...

RASİM ÇAKIR (Edirne) - Çevre Bakanlığında var.

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - "Diğer kurumlarda da var" deniliyor.

RASİM ÇAKIR (Edirne) - Var tabiî.

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Diğer kurumlarda aynı statüde, aynı, benzer özelliklerde bir vekâlet müessesesi yoktur. Vekil doktor diye bir müessese, benim bildiğim, yoktur.

RASİM ÇAKIR (Edirne) - Sözleşmeliler var.

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Sözleşmeli ayrı bir şey...

RASİM ÇAKIR (Edirne) - Onbinlerce insan var.

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Bakın, sözleşmeli, tamamen ayrı bir statüdür.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Vekil öğretmenler var.

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Vekil öğretmenler var, doğrudur; ama, vekil öğretmen olarak atananlar, demin saydığım şekilde, asilin şartlarına uygun mu değil mi, asilin geçtiği prosedürden geçiyor mu geçmiyor mu, bu dikkate alınmaksızın, örneğin, bir okulda, bir öğretmen, işte, doğum iznine çıkar, birkaç aylık ihtiyaç, boşalma olmuştur orada, bu dersler boş geçmesin diye, vekâleten dışarıdan biri görevlendirilir veya izne çıkar veya başka bir hastalık nedeniyle, bir ay, iki ay, böyle üç yıl boyu vekil imamlık yapan kimseyi duydunuz mu? Ben duymadım.

İSMAİL DEĞERLİ (Ankara) - Var Sayın Bakanım, var.

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Yok böyle bir şey öğretmenliklerde; ama, böyle bir sorun varsa, ülkemizde böyle bir sorun varsa, bu sorunun da çözülmesi lazım. Bu sorunun da çözülmesi için, muhalefet partisi milletvekilleri de kanun teklifi yapma hakkına sahiptir, kanun teklifleri verilir, bu sorunu da birlikte çözeriz, çözülmesi gerekiyorsa. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Bakan, toparlar mısınız.

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Diğer taraftan, bir özel statü kazandırılıyor deniliyor; hayır, özel statü kazandırılmıyor. Neden; bu arkadaşlar zaten imamdır, yine imam olacaklar; yani, imamhatiptir, imam-hatip olacak, özel bir statü kazandırılmıyor veya 2004 yılında 40 000, 2005 yılında 48 000 açıktan atama izni aldınız, onu, bunun içine neden koymuyorsunuz diyor; ikisi farklı şey. Neden; bu 48 000 açıktan atama izni, hiç görev yapmayan, yeni, sıfırdan görev alacak, kamuda görevlendirilecek kişilerle ilgilidir. Halbuki, şu andaki bu 9 000 kişi, zaten vekil imam olarak maaşlarını alıyorlar ve Emekli Sandığına da kesintileri yapılmak suretiyle, şu an görevdeler zaten. Dolayısıyla, bu 48 000'in içerisinde değerlendirilmesi mümkün değil.

Diğer taraftan, işte, 2 milletvekilimiz teklif vermişler, siyasî rant oluşturuyor bu deniliyor; hayır, 2 milletvekili teklif verir; ama, Mecliste 550 milletvekili vardır, iktidarıyla muhalefetiyle; bir yasa, teklif verildiği için değil, milletvekillerimiz oy verdiği için kabul edilen bir metindir.

Dolayısıyla, muhalefet, eleştirirken bile, bir yasama süreci içerisinde, o yasanın çıkmasına katkı sağlıyor demektir. Bu yasa çıktığı zaman, bu yasa zaten 2 milletvekilinin olmayacak, hem Cumhuriyet Halk Partili milletvekillerinin yasası olacak hem AK Partili milletvekillerinin yasası olacak. (AK Parti sıralarından alkışlar)

DURSUN AKDEMİR (Iğdır) - Sayın Bakan, muhalefetin verdiği kanun teklifi reddediliyor.

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Ben, doğrusu, dinin, bir birlik unsuru olduğunu düşünüyorum, bir ayırım konusu olduğunu düşünmüyorum. İslâm Dininin de, aynı şekilde, bu ülkede yaşayan herkes için bir birlik unsuru olduğunu, bir dayanışma unsuru olduğunu, hatta Müslüman-gayrimüslim, herkes için bir birlik ve mozaik olduğunu düşünüyorum, buna inanıyorum ve çıkaracağımız bu yasanın da, Türkiye için, Türkiye'de mevcut bir sorunun giderilmesi için gerekli olduğunu düşünüyorum ve hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Bakan.

Sayın Anadol "son söz milletvekilinindir" ilkesine göre söz istediniz; ancak, burada, şahısları adına sırada dört söz isteği var; o sıradakilere söz vereceğimden, size, bu konuda söz veremiyorum.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Peki efendim.

BAŞKAN - İkinci olarak, Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Fatih Arıkan söz isteğinde bulunmuştur.

Sayın Arıkan?.. Yok.

MEHMET ÇİÇEK (Yozgat) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Zabıtlar gelmedi Sayın Çiçek. Üçüncü sırada söz isteği, Adıyaman Milletvekili Sayın Mahmut Göksu'ya ait.

Buyurun Sayın Göksu. (AK Parti sıralarından alkışlar)

MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - Sayın Başkan, ben oyumun rengini belirtmek için söz istemiştim.

BAŞKAN - Hayır efendim, siz, şahsınız adına, tümü üzerinde... Oyunuzun rengi ayrı; onu sonra talep edersiniz, sıra olursa söz alırsınız.

MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - Yazılı olarak öyle vermiştim de...

BAŞKAN - Buyurun.

Süreniz 10 dakika.

MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; 870 sıra sayılı, 633 Sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin geneli üzerinde söz almış bulunmaktayım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, dün, burada, Emniyet Teşkilatımıza yeni alınacak 10 000 yeni polisin yasasını görüştük. Yani, dün çıkan yasayla, Emniyet Teşkilatımıza 10 000 insanımız daha katılacak; bu teşkilata katılan insanlarımız, vatandaşımızın can ve mal emniyetini sağlayacaktır.

Şimdi, o yasa görüşülürken...

FERAMUS ŞAHİN (Tokat) - Yasayı konuş, yasayı!..

MAHMUT GÖKSU (Devamla) - Tamam, yasaya geleceğim işte; niye acele ediyorsunuz ki?!

FERAMUS ŞAHİN (Tokat) - Bırak şimdi onu...

MAHMUT GÖKSU (Devamla) - O yasa görüşülürken, birçok konuşmacı arkadaş, işte, Avrupa'da şu kadar kişiye 1 polis düşerken, bizde daha az düştüğünü ifade ettiler.

Değerli arkadaşlar, bazı emniyet binalarının duvarlarında görürüz: "Kişinin polisi, kendi vicdanıdır" diye... Dolayısıyla...

FERAMUS ŞAHİN (Tokat) - Sayın Başkan, hangi yasadan bahsediyor bu?!

MAHMUT GÖKSU (Devamla) - Bu yasadan bahsediyorum işte; Sayın Vekilim, niye acele ediyorsunuz, niye heyecanlanıyorsunuz?!

FERAMUS ŞAHİN (Tokat) - Yasaya gel, yasaya...

MAHMUT GÖKSU (Devamla) - Lütfen yani... Heyecanlanmayın.

FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Çok heyecanlanıyor...

MAHMUT GÖKSU (Devamla) - Heyecanlanmaya gerek yok ki... Yani, bir bağlantı kurmaya çalışıyorum; yanlışsa, yanlış dersiniz.

Bazı emniyet binalarının duvarlarında, bu ibare yazılmaktadır. Dolayısıyla, biz, her insanın başına bir polis de diksek, kişilerin vicdanına birtakım değerleri, birtakım güzellikleri yerleştirmeden, asla, toplumda güvenliği sağlayamayız. Bu güzellikleri yerleştirecek olanlar da, öğretmenlerimiz ve din görevlilerimizdir, değerli arkadaşlar.

Şimdi, çok yalın bir mantıkla düşünürsek, bu kadar tartışmaya bile gerek yoktur. 1990 yılından bu yana Diyanete hiç kadro tahsis edilmemiş; yani, onbeş yıldan beri, bu teşkilata kadro verilmemiş. Oysa ki, bu teşkilatta görev yapan insanlarımız, onbeş yıldan beri emekli olanlar var, vefat edenler var, istifa edenler var; yani, 15-20 bin insanımız azalmış. Bunun yanında binlerce de cami yapılmış. Camii kim yapıyor; vatandaşımız yapıyor. Vatandaşımızın yapmış olduğu bu camie, devletin elinde olan, kontrolünde olan, devletin bir teşkilatı olan, anayasal bir kuruluş olan Diyanet İşleri Başkanlığına mensup imamları vermekten daha doğal bir şey olabilir mi değerli arkadaşlar; olamaz. Eğer, biz, Diyanet İşleri Başkanlığına mensup, onun kontrolünde olan imamı vermezsek, vatandaş, herhangi birisini getiriyor, oraya imam diye tayin ediyor, onun maaşını da cebinden veriyor. İşte, birtakım olumsuzluklar ondan sonra arka arkaya sökülüp geliyor.

Dolayısıyla, biz, bu ülkede can ve mal güvenliğini sağlamak istiyorsak, o polis sayılarını ileriye doğru daha da artırmamak istiyorsak, mutlaka, insanımıza birtakım vicdanî değerleri, birtakım güzellikleri vermek ve yerleştirmek durumundayız; çünkü, değerli arkadaşlar, eğer, biz, dinimizi sağlıklı yollardan öğrenmek isteyen insanlara, onların bu ihtiyaçlarını veremezsek, o zaman, bu insanlar yanlış yollara sapıyorlar, yanlış yollara giriyorlar.

Oysaki, Diyanet İşleri Başkanlığının 633 sayılı Kuruluş ve Görevleri Hakkındaki Yasaya baktığımız zaman, Diyanet İşleri Başkanlığının görevi nedir: "İslam dininin inançlarını, ibadet ve ahlak esaslarıyla ilgili işleri yürütmek ve din konusunda toplumu aydınlatmaktır" diyor. Ayrıca, anayasal kuruluş olan Diyanet İşleri Başkanlığının hizmetlerini tadat ederken, 136 ncı maddede, laiklik ilkesi doğrultusunda bütün siyasî görüşlerin dışında kalarak milletçe dayanışma ve bütünleşmenin altı çiziliyor; yani, biz, milletimizi yüksek bir ruh ve büyük ilkeler etrafında toplamak istiyorsak Diyanet İşleri Başkanlığına çok önem vermemiz lazım.

Bakınız, arkadaşlarımız ifade etti. Anayasa Mahkemesi ile Diyanet İşleri Başkanlığını ben kıyaslamak istemiyorum; ikisi de saygın bir kuruluştur, ikisi de anayasal bir kuruluştur.

RASİM ÇAKIR (Edirne) - Bütün gece onu yaptınız ama...

MAHMUT GÖKSU (Devamla) - Efendim, gerek yok, bunu yapmaya gerek yoktur.

RASİM ÇAKIR (Edirne) - Sen yapmadın, arkadaşın yaptı.

MAHMUT GÖKSU (Devamla) - Ama, kuruluş itibariyle, Diyanet İşleri Başkanlığı, cumhuriyetle yaşıt olan bir kuruluştur ve cumhuriyetle yaşıt olan bu kuruluşumuz, Diyanet İşleri Başkanlığı kurulurken değerli arkadaşlar, cumhuriyetimizin banisi Mustafa Kemal Atatürk, Diyanet İşleri Başkanının ve Genelkurmay Başkanımızın maaşını tayin ederken Diyanet İşleri Başkanının maaşını 5 kuruş fazla tayin ediyor; çünkü "dinin, diyanetin, milletin gönlünde apayrı bir yeri vardır, bunlar manevî önderlerimizdir" diyerek onu onore ediyor.

İşte, cumhuriyeti kuran Mustafa Kemal Atatürk, dini, diyaneti, şahadeti, savaş meydanında, o ulvî değerlerin ne olduğunu çok iyi bildiği için, ona bu payeyi veriyor değerli arkadaşlar. Şimdi, O'nun kurmuş olduğu bir teşkilatın, bugün, biz, eksiklerini gideriyoruz; buna hep beraber sahip çıkmamız lazım.

İşte, arkadaşlarımız ifade etti, gerekçede de var; 24 000'e yakın camide ezan okunmuyor veya ehliyetsiz insanlar tarafından din hizmeti verilmeye çalışılıyor. Bundan birkaç sene önce sözde Hizbullah olayları meydana geldiği zaman, o günün İçişleri Bakanı aynen bu kürsüde öyle demişti: "Biz, dinimizi doğru kanallardan insanımıza öğretmek durumundayız." Çünkü, değerli arkadaşlar, bir insan matematik bilmeyebilir, tarih, coğrafya bilmeyebilir; bunların cahili olabilir; tabiî, olmaması lazım; ama, bu, kendini bağlar. Bir insan din konusunda cehalete düştü mü kendini bağlamıyor; kendini yaktığı gibi, toplumu da karanlığa sürüklüyor. Din adına cehalet, hem kendisinin hem toplumun geri gidişine sebebiyet veriyor.

Onun için, her konuda cehalet kötüdür; ama, din konusunda cehalet çok daha kötüdür. Dolayısıyla, toplumumuzda din konusunda aydınlatma görevi, yasalarla, Anayasayla kime verilmiş; Diyanet İşleri Başkanlığına verilmiş. Bugün, toplumumuzda uyuşturucu, tinercilik, balicilik, sokakta kalan çocuklarımızın sorunları; yasadışı yapılan birtakım eylemler, gasp olayları, kapkaçlar... Bütün bunların temelinde ne vardır; taa sözümün başında ifade ettiğim gibi, bu vicdanî değerleri, bu güzel değerlerimizi çocuklarımıza tam olarak, kâmilen veremeyişimiz vardır.

Değerli arkadaşlar, bakınız, yasa, Başkanlık görevlisi bu arkadaşlarımıza, ibadet ve ahlak esaslarını öğretme görevini veriyor. Şu sayacağım ahlak esaslarına kimin itirazı olabilir? Ne var bizim ahlak esasımızda; manevî değerlerimize saygı var, doğruluk var, adalet var, yardımseverlik var, şefkat var, merhamet var, üretkenlik var, üretime katkı sağlamak, sorumluluk duygusunu geliştirmek, çalışkanlık -Peygamberimiz öyle buyurur "iki günü birbirine denk olan aldanmıştır; her gün biraz daha ileri gideceksin, çalış" diyor- anne-babaya pozitif manada itaat var, ülkeye bilinçli bir bağlılık var, bayrağa, vatana, tarihe tabiî ki; birlik ve kardeşlik, dayanışma ve paylaşma var, hoşgörü var, kul hakkı var, yetim hakkı var, kamu hakkı var. Dolayısıyla, bunları bilen bir insanın, bir başka ifadeyle, doğruyu yanlışı helali haramı, sevabı günahı bilen bir insanın yanlış yapma şansı olabilir mi?! Bu güzellikleri toplum bildiği zaman, bilinçli olarak bunu hayatına geçirmeye çalıştığı zaman, inanın, o dün çıkarmış olduğumuz yasayla Emniyet Teşkilatımıza yeni alınan polislere de ihtiyaç kalmayacaktır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Göksu, konuşmanızı tamamlayın.

MAHMUT GÖKSU (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkanım.

Tabiî ki, Emniyet Teşkilatımızdaki o arkadaşlarımız çok özverili görev yapıyor. Her kurumdaki vatandaşlarımıza, görev yapan vatandaşlarımıza sonsuz saygımız var; ama, Diyanet İşleri Başkanlığında görev yapan müezzininden, imamından, müftüsünden başkanına kadar, ben, herkese şükranlarımı sunuyorum; çok özverili görevler yapıyor.

İnşallah, bu yasa, yıllardır yapılması gereken, ama, bazı nedenlerden dolayı -ki, daha çok ekonomik nedenlerden dolayı- bir türlü yapılamayan, verilemeyen bu kadrolarla Başkanlıkta bir rahatlama söz konusu olacaktır.

Bu yasanın Diyanet İşleri Başkanlığına ve ülkemize hayırlar getirmesini diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Göksu.

Sayın milletvekilleri, biraz önce, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Sayın Anadol, Başkanlığımıza müracaat ederek, şahsı adına konuşan Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, konuşması sırasında Cumhuriyet Halk Partisine sataşmada bulunduğunu, farklı değerlendirmeler ifade ettiğini söyleyerek, İçtüzüğümüzün 69 uncu maddesine göre söz talebinde bulunmuştu.

Zabtı getirttim. Şimdi, ben, zabıttaki o kısmı okuyorum. Ondan sonra kararımı size bildireceğim. Konuşmasının devamında "Mustafa Kemal'in, hürmete seza -burada herhalde yazamamışlar; onu bilemem, ne demek istedi- olarak gördüğü, kendisine değer atfettiği...

MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Kendisine layık gördüğü... Seza, layık demek.

BAŞKAN - ...makam verdiği, döneminde, hakikaten, kıymetini takdir ederek önem atfettiği bir müesseseden bahsediyoruz. Keşke, o dönemde izafe edilen kıymeti -bakın, burada, yasalarda var- 1940'lı yıllardan sonra bugünkü yozlaşan noktasına keşke getirmemiş olsaydık, keşke bu Cumhuriyet Halk Partisi, Mustafa Kemal geleneğini sağlıklı olarak devam ettirebilmiş olsaydı" diyor.  "(CHP sıralarından gürültüler)"  Sayın Rasim Çakır "ondan şüphen olmasın, biz devam ettiririz" diyor. Böylece, yine, Sayın Rasim Çakır'ın da karşı laf atmasıyla konuşma devam ediyor.

Tabiî ki, bu, değerlendirmeye tabi, yoruma tabi; ama, ben, Sayın Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekilimizin çok uzun bir Parlamento tecrübesini de, sorumluluğunu da bilerek, bir sataşmaya meydan vermeyeceğini düşünerek, ben takdir hakkımı kullanarak, zatıâlinize söz veriyorum Sayın Başkan; buyurun. (Alkışlar)

VII.- AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- İzmir Milletvekili K. Kemal Anadol’un Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya’nın, konuşmasında, Partisine sataşması nedeniyle konuşması

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin saygıdeğer üyeleri; önce, Sayın Başkana, bana burada söz verdiği ve Cumhuriyet Halk Partisinin, Diyanet İşleri Teşkilatına, Başkanlığına bakışıyla ilgili görüşlerimizi çok kısa açıklama olanağa verdiği için yürekten teşekkür ediyorum ve güvenine layık olmaya çalışacağım, yeni bir sataşmaya filan da yol açmamaya çalışacağım.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, tabiî, benim şahsıma bir sataşmayla ilgili söz almış değilim. Zatıâliniz belirttiniz, Cumhuriyet Halk Partisinin Diyanet İşlerini kuran bir parti olarak, ondan sonra, bugünlerde, o kuruluş anındaki Diyanet İşlerine bakışının devam etmediği konusunda kuşku yaratacak bir cümle üzerine söz almış bulunuyorum.

Değerli arkadaşlarım, evvela şöyle bir geçmişe bakıp Diyanet İşlerinin neden kurulduğunu bir inceleyelim, bir anımsayalım. Benden çok iyi bilen arkadaşlar vardır, başta Sayın Uzunkaya... Sayın Uzunkaya benim değerli bir dostumdur, deneyimli bir parlamenterdir, kişisel bir sürtüşme filan söz konusu da değil; ama, burada, Partim adına Grup Başkanvekili olarak bunları cevaplamayı zorunlu sayıyorum; cevaplamazsam görevimi yerine getirmemiş olurum.

Arkadaşlar, Diyanet İşleri Başkanlığı niye kuruldu; Türkiye Cumhuriyeti yokken, Birinci Dünya Savaşından Osmanlı yenik çıktıktan sonra, Mustafa Kemal 19 Mayısta Samsun'a çıktıktan sonra, Amasya Tamimini yayımladıktan sonra özellikle, Erzurum, Sivas Kongrelerinden sonra ne oldu; Mustafa Kemal ve arkadaşlarının başlattığı Kuvayı Milliye hareketine, istiklali tam hareketine, tam bağımsızlık hareketine... Din elbette saygı gösterilmesi gereken bir inançtır; hepimiz buna saygılıyız. İslamiyete de çok özel biçimde saygımız söz konusudur elbette; ama, din de tartışmalarla dolu bir tarihsel süreçten geçmiştir. Mustafa Kemal'in istiklali tam hareketine, Türkiye Cumhuriyetini kuracak, bizleri bugünlere ulaştıracak hareketine karşı, İstanbul Hükümetinden yana bazı din adamları fetva vererek, Mustafa Kemal'i dine mugayir hareket etmekle, İstiklal Harbine yol açacak bu hareketi başlatmakla dine mugayir hareket ederek suçlamışlar, hakkında fetva çıkarmışlardır. O sırada Mustafa Kemal, Ankara'ya gelmiştir arkadaşlarıyla  birlikte. Milletin istiklalini temin etmek için üniformalarından soyunmuş, sinei millete dönmüştür ve sinei millet içinde Ankara Müftüsü -şu Meclis kürsüsünden bir daha rahmetle yad ediyorum- Rifat Börekçi Hoca, İstanbul Hükümetinin yayımlattığı bu fetvaya karşı -onların da din adamlığı tartışılır, İslamiyet açısından o fetva sahiplerinin; tarih uzun süreçli bir şey- fetva yayımlayarak, Mustafa Kemal'in ve başlattığı hareketin İslamiyete mugayir değil, tam tersine bir hareket olduğunu duyurmuş ve Türkiye'de o sırada Kuvayı Milliye elinde bulunabilen sadece iki tane pervaneli uçakla bu fetvalar, Ankara Müftüsü Rifat Börekçi'nin fetvası, beyanname,  Anadolu halkına ilçe ilçe, vilayet vilayet  atılarak, Mustafa Kemal hareketinin, istiklali tam hareketinin dine mugayir olmadığı halkımıza anlatılmaya çalışılmıştır.

Şimdi, cumhuriyet kurulmuştur. Cumhuriyet kurulduktan sonra, Sayın Uzunkaya'nın söylediği gibi, cumhuriyetin kurumlaşması tamamlanırken, cumhuriyet devleti...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Başkan buyurun, konuşmanızı tamamlayın.

K. KEMAL ANADOL (Devamla) - Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurumlaşırken, Diyanet İşleri Başkanlığı da bunlar arasında yer almıştır. İlk Diyanet İşleri Başkanı da Merhum Rifat Börekçi Hocadır.

Ben, Rifat Börekçi Hocanın oğlu, Cumhuriyet Halk Partisi Ankara İl Başkanlığı, daha sonra bu Partide Ankara Milletvekilliği yapan Fuat Börekçi'nin yanında, siyasette feyz aldığım Fuat Börekçi'nin yanında yetiştim. Fuat Börekçi'yi de bu münasebetle, saygıyla, rahmetle anıyorum. Ayrıca, beraber milletvekilliği yaptığım Diyanet İşleri eski Başkanı, Allah sağlık versin, Lütfi Doğan'ı ve Musa Uzunkaya arkadaşım gibi değerli müftüleri, din adamlarını, Cumhuriyet Halk Partisi Grubundan hatırlıyorum arkadaşlarımı ve onlara da yaşayanlara esenlikler diliyorum, ölenlere de rahmet diliyorum.

Diyanet İşleri Başkanlığı niye kurulmuştur Mustafa Kemal tarafından; şundan kurulmuştur: Din işleri ile devlet işlerini birbirinden ayırmak için kurulmuştur. Osmanlıda Diyanet İşleri Başkanlığı var mı? Diyanet İşleri Başkanlığı cumhuriyet kurumudur. "Din, din adamının işidir, devlet yönetimi siyaset adamlarının işidir" diyerek din ve siyaset birbirinden ayrılmıştır. Cumhuriyet Halk Partisinin bu ülkeye yaptığı en büyük hizmet budur. Sanırım duyulan rahatsızlıklar da bundan ileri gelmektedir.

Cumhuriyet Halk Partisi Diyanet İşlerini kurmuştur; bugün bundan onur duymaktadır. Bunu ifade eden ben, Cumhuriyet Halk Partisi adına bir daha söylüyorum, bir daha tekrar ediyorum; Cumhuriyet Halk Partisi Diyanet İşlerini kurarak, Türkiye Cumhuriyetini bir şeriat devletinden çıkarıp, laik, demokratik bir hukuk devleti yaptığı için Cumhuriyet Halk Partisinden rahatsızlık duyulmaktadır.

Teşekkür ederim efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Anadol.

Sayın milletvekilleri, teklifin tümü üzerinde AK Parti Grubu adına konuşan Yozgat Milletvekili Sayın Mehmet Çiçek, konuşmasının farklı bir şekilde değerlendirildiğinden, daha sonra Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına konuşan Sayın Kumkumoğlu tarafından eleştirilirken, farklı bir şekilde yorumlandığından ve atfedildiğinden bahisle söz istemiştir.

Zabıtları getirttim, inceledim. Şimdi, Sayın Çiçek'e, herhangi bir sataşmaya meydan vermemek kaydıyla, 5 dakika süreyle söz veriyorum.

Buyurun.

ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, tutanağı okur musunuz.

BAŞKAN - Okuyayım mı tutanağı?

OSMAN ÖZCAN (Antalya) - Tutanağı okur musunuz; aynen var orada.

BAŞKAN - Hay hay...

Tabiî, Sayın Kumkumoğlu'nun, 20 dakikayı aşan süre içerisinde, çok değişik yerlerde, değişik konuşmaları var; ancak, şu kısmın üzerinde, zannediyorum, Sayın Çiçek durdu.

Bakın, diyor ki Kumkumoğlu: "Ne karnından konuşuyorsun..."

ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (İstanbul) - Sayın Çiçek'in ne söylediğini, önce, okur musunuz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Siz burada dinlemediniz mi sayın milletvekili, hepsini okuyacak mıyız burada; bu usul nerede?! Lütfen, bir milletvekilimizin, burada, İçtüzüğe göre nasıl hareket edeceğini biz ifade etmeyeceğiz; bundan, ben üzüntü duyarım. O zaman, biz, bütün işleri bırakacağız, tutanakları okuyacağız.

Ben, sadece ilgili kısmı okuyorum: "Ne karnından konuşuyorsun sayın milletvekili -yukarıda bazı şeyler söylüyor- ne söyleyeceksen, bütün millete söyle, millet ne söylediğini bilsin, anlasın! Bu anlayışlar, bu istismar yaklaşımları, kurumları, etnik yapılarımızı, inançlarımızı, kökenlerimizi sorgulama, bunlar üzerinden siyaset yapmaya çalışma anlayışı, çalışma mantığı bizi taa buralara kadar taşıyor.

Biraz önce konuşan bir arkadaşımız burada konuyla ilgili iddialarını seslendirirken dedi ki: 'Öyle kurumlar vardır ki, bu kurumları o ülkedeki hiç kimse tartışma konusu yapmaz.'

Hemen devamında, kendisi 10 dakikadan fazla bu kurumları tartıştı ve üstelik, bu kurumların başında bulunduğu kurumu da Anayasa Mahkemesiyle mukayese ederek 'bazı konularda söz söyleme hakkı Anayasa Mahkemesine ait değil, bu kuruma aittir' ifadesini, bu kürsüden ve Sayın Başkanın müsaadesiyle kullandı." Devam ediyor...

"Burada, birtakım kurumlar üzerinden siyaset yapıp, birtakım yerlere 'aman ne güzel söyledin, ağzına sağlık, bak Anayasa Mahkemesi Başkanına da gerekli dersi verdin' dedirttirebilir miyiz anlayışıyla, kurumlarımızı, rejimimizin esasını, sistemimizin temelini tartışma konusu yapmaya kalkarsak" diye devam ediyor.

Şimdi, Sayın Çiçek, bu konuda ne demek istediğini açıklama hakkını ifade ediyor. Bu hakkı 69 uncu madde kendisine veriyor; "ben, böyle demedim" diyor.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Ama Sayın Başkan... Burada var...

OSMAN ÖZCAN (Antalya) - İşte, var burada...

BAŞKAN - Efendim, bu hak, açıklama hakkı değil mi?

ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, ne söylediği burada, tutanakta yazılı...

BAŞKAN - Lütfen, herhangi bir tartışmaya...

Buyurun Sayın Çiçek.

2.- Yozgat Milletvekili Mehmet Çiçek’in, İstanbul Milletvekili Ali Kemal Kumkumoğlu’nun, konuşmasında, ileri sürmüş olduğu görüşlerden farklı görüşleri kendisine atfetmesi nedeniyle konuşması

MEHMET ÇİÇEK (Yozgat) - Sayın Başkanım, çok teşekkür ediyorum bana bu fırsatı verdiğiniz için.

Saygıdeğer arkadaşlarım, yıllardır beraberiz. Ben, prensip olarak, bu kürsüye çıkarken, konuşulan her sözün, söylenen her şeyin, hatta tavır, davranış, gülümsemelerin bile zapta geçtiğini ve tarihe geçtiğini bilen, idrak eden, bu konuda hassasiyet gösteren bir arkadaşınızım. Elimde metin olmadan ve metne bağlı kalmadan konuşma yapmamayı alışkanlık haline getirdim, bu konuşmamda da buna riayet ettim.

Konuştuğum metin elimde, Sayın Kumkumoğlu'nun ifade ettiği şey ile benim söylediğim şeyler arasında zerre kadar alakanın olmadığını, kastımın katiyen o olmadığını ifade ediyorum.

Biraz önce, benden önce konuşan Sayın Grup Başkanvekilimiz Kemal Anadol Beyin de belirttiği gibi, üzerinde konuştuğumuz teşkilat, Diyanet İşleri Başkanlığı Teşkilatı, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunda kanı, teri, gözyaşı, elemeği olan ve Atatürk, İnönü ve benzeri, cumhuriyetimizin kurulmasında gözyaşı dökmüş, emek vermiş, kan dökmüş insanlarla el ele vererek bu cumhuriyeti kurmuş insanların teşkilatı. Kendisine teşekkür ediyorum, kullandıkları ifadelere, bu teşkilatta yirmisekiz yıl çalışmış bir arkadaşınız olarak.

Atatürk'ü en iyi bilmek için, cumhuriyetin kuruluşunu en iyi bilmek için Nutuk'u çok iyi okumak lazım. Ne hikmettir ki, en az okunan eserlerden birisi Nutuktur. Atatürk, Samsun'a ayak bastığında, İstiklal Savaşının başlaması ve bitimiyle ilgili ifadelerde, Nutukta, o eski metinde, Yalova'daki metinde, ikinci ciltte aynen şöyle diyor: "Havza Müftüsünü, Amasya Müftüsünü, Sivas ve Erzurum Müftülerini, Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi Efendiyi, İzmir Müftüsü Rahmetullah Efendiyi ve Ankara Müftüsü Rifat Börekçi'yi, bu millet şükranla yad edecektir; çünkü, onlar olmasaydı İstiklal Savaşının bu şekilde kitlelere mal olup gerçekleşmesi mümkün olmayabilirdi." O insanlar kadirşinas insanlar. Rifat Börekçi Hoca Efendiye, Atatürk, biraz önce Musa Uzunkaya arkadaşımın belirttiği gibi, makam arabalarından birisini vermiş. Devlet protokolünde, Diyanet İşleri Başkanlığının bugünkü gibi sırası 73 üncü, 74 üncü sıra değil. Dahası var, Rifat Börekçi, Keçiören'deki bağını satmış, Ankara esnafından topladığı paralarla bugünkü Cumhurbaşkanlığının bulunduğu yeri satın almış ve Atatürk'e vermiş. Atatürk de ona, Diyanet İşleri Başkanları ebediyen Cumhurbaşkanının yanında ikamet etsin diye lojman vermiş, Cumhurbaşkanlığımızın şu anda bulunduğu mekânda Rifat Börekçi Hocayı ağırlamış. Bu münasebetler böyle kurulmuş, böyle devam etmiş, etmeli.

İmam-hatip liselerinin ilk açıcısı Cumhuriyet Halk Partisi, İnönü. O müesseseler o mükemmellikte, o tarzda devam etmeli; bizim maksadımız bu. "Dini, dinî müesseseleri kim önbahçe, arkabahçe yapmaya çalışıyorsa, istismar ediyorsa, hem dine hem Diyanet İşleri Başkanlığına -ben bunu vurguladım- hem de ülkemize zarar veriyor" dedim.

Şimdi, gelelim Sayın Kumkumoğlu'nun ifadesine. Bakın, diyorum ki: "Ülkemizde, hiçbir kimsenin, Anayasanın ona verdiği yetki ve görevin dışında misyon yüklenerek -misyon yüklenerek- ortaya çıkması düşünülemez. Ne gariptir ki, Türkiye'de gündem oluşturmak istendiğinde, ilk alınmak istenen konu din ve dinî değerlerimizdir. Günah keçisi yapılmak istenen kurum ve kuruluşlar ise, Diyanet Teşkilatı ve onun müntesipleridir." Bunu kastederken, bir tarafı, bir cemaati, bir camiayı kastetmiyorum. Bunu, şu veya bu şekilde istismar etmeye çalışan, şu veya bu camiadan olan herkesi kastediyorum ve arkasından, başörtüsü, imam-hatip lisesi, cami, Kur'an kursu gibi konular...

"Bu bağlamda, Anayasamız -bakın, tekrar ediyorum; Anayasamız- diğer kurumların yetkilerini belirlediği gibi, Anayasa Mahkemesinin de görevlerini, yetkilerini belirlemiş ve sınırlamıştır. Hiç kimse ve hiçbir kurum, ülkemiz insanını Allah'la kul arasına sıkıştırmamalıdır. İnsanlarımız, bir taraftan Allah'a ibadet maksadıyla uygulamalarda bulunmak isterken, önüne farklı engeller konulmamalıdır."

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Çiçek, konuşmanızı tamamlayın efendim.

MEHMET ÇİÇEK ( Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan, bitiriyorum.

"Bugünlerde durup dururken, başlatılan türban tartışmasının çözümüne muhatap, kesinlikle, Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kuruludur; çünkü, türbanın tartışılan tarafı; yani..."

ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, Anayasa Mahkemesi...

MEHMET ÇİÇEK ( Devamla) - Müsaade eder misiniz, müsaade eder misiniz, açıklayacağım efendim.

ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (İstanbul) - Anayasa Mahkemesi...

BAŞKAN - Müsaade edin efendim.

MEHMET ÇİÇEK ( Devamla) - Burada tartışılan konu türbandır ve başörtüsüdür ve başörtüsüyle ilgili konularda, geçmişte, Diyanet İşleri Başkanlığına defeatle sorulmuş ve Din İşleri Yüksek Kurulu bu konuda görüşünü açıklamıştır ve bunlar fiilen tespit edilmiştir; görüşünü açıklamıştır. Niye görüşünü açıklamıştır; çünkü, Din İşleri Yüksek Kurulu, Anayasaya dayalı özel kanunla kurulmuş ve seçimle getirilmiş bir kurumdur. Burada diyorum ki: "Anayasa Mahkemesinin içtihatları neyse, dinî konularda -altını çiziyorum; kastım sınırlı- anayasal bir kuruluş olan Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulunun verdiği içtihatlar da odur. Ülkemizde kurum ve kuruluşlar arasındaki yetki, kavram ve tecavüzü ve kargaşası mutlaka önlenmelidir."

BAŞKAN - Sayın Çiçek, lütfen tamamlayın efendim.

MEHMET ÇİÇEK (Devamla) - Bitiriyorum.

"Burada kastedilen şey, dinî konularda Anayasanın ve Din İşleri Yüksek Kurulunun kuruluş ve idaresiyle ilgili kanunun belirlediği yetki, Din İşleri Yüksek Kurulunundur, onu bir başkasıyla paylaşmamalı" dedim.

Saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Çiçek.

ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Sayın Kumkumoğlu, konuşmayı beğenmeyebilirsiniz; ama, bir açıklama yapmak için çıktı; elbette ki, bu, zabıtlara geçmiştir. Teşekkür ediyorum. Bunu daha fazla tartışmayalım Sayın Kumkumoğlu.

ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (İstanbul) - Ama, bu açıklama göstermiştir ki, bir sataşma yok. Açıkça, Anayasa Mahkemesi ile Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulunu birbirine muhatap yaptı.

VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

4.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Ankara Milletvekili Salih Kapusuz ile Hatay Milletvekili Sadullah Ergin'in; 633 Sayılı Diyanet İşleri Başkanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/420) (S. Sayısı: 870) (Devam)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, konuşmalar tamamlanmıştır.

Soru-cevap kısmına geçiyoruz.

Soru sormak isteyen arkadaşlarımızı okuyorum: Sayın Ahmet Işık, Sayın Osman Kaptan, Sayın Mustafa Gazalcı, Sayın Ahmet Küçük, Sayın Cavit Torun, Sayın Dursun Akdemir. 8 arkadaşımız söz istemiştir.

Arkadaşlar, 10 dakika soru, 10 dakika cevap olduğu için, şimdi, arkadaşlarımızın sorularını kısa ve öz olarak, yoruma gitmeden sormalarını özellikle rica ediyorum.

Buyurun Sayın Işık.

AHMET IŞIK (Konya) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Vasıtanızla Sayın Bakanıma şu soruyu yöneltmek istiyorum: 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunun 1 inci maddesinde "İslam dininin inançları, ibadet ve ahlak esaslarıyla ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek görevi Diyanet İşleri Başkanlığına verilmiştir" denilmektedir. Gerek Anayasada gerekse de yasalarda işbu hususun hassasiyetle dikkate alındığı ve disiplin altına alınması da öngörüldüğü halde, 23 137 camide aktif din hizmeti verilememektedir; oysaki, resmî bir disiplin altında işbu ihtiyaç karşılanamadığında olumsuz maliyetin topluma yansıdığı ve toplumun risk altında kaldığı da bir gerçektir.

Siyasetüstü olarak değerlendirilmesi gereken kurumun ve görevlilerinin ekonomik ve sosyal şartlarının iyileştirilmesi ve söz konusu açığın kapatılmasına yönelik, Sayın Bakan, değerlendirmenizle birlikte, kuruma ve görevlilerine yönelik siyasal bakış açınız nedir?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN- Teşekkür ediyoruz Sayın Işık.

Sayın Kaptan, buyurun.

OSMAN KAPTAN (Antalya)- Sayın Başkan, Sayın Bakana iki sorum var.

Birincisi; Millî Eğitim Bakanlığında, yaygın eğitimde sayıları 70 000-80 000'i bulan ve onbeş yıldır vekâleten hizmet gören biçki-dikiş, trikotaj, nakış öğretmenleri gibi vekâlet eden öğretmenler vardır. Onbeş yıldır vekâlet eden bu öğretmenlere asaleten kadro verilecek midir?

İki; asaleten kadro verildiği zaman, bu geçmiş süreleri de, şimdi imam-hatiplerde olduğu gibi hizmetten sayılacak mıdır? Eğer sayılmayacaksa, adı adaletle başlayan Partinizin adaletsiz olan bu anlayışını nasıl izah edersiniz?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN- Teşekkür ediyorum Sayın Kaptan.

Sayın Gazalcı, buyurun.

MUSTAFA GAZALCI (Denizli)- Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Ben de Sayın Bakana şu soruları yöneltmek istiyorum:

1- Türkiye'de 1 440 kütüphane var. Bu kütüphanelerden, kadro olup da eleman olmadığı için -yazılı soruya verilen bir yanıt bu- 99'u, personeli olmadığı için de, kadrosu olmadığı için de 386'sı olmak üzere, 485 kütüphane kapalı durumdadır eleman olmadığı için.

Kadrosu olduğu halde eleman verilmiyor ve kadro verilemiyor, bu kütüphanelere kadro ne zaman verilecektir?

2 - Ücretli ve vekil öğretmenler 250 000 000-300 000 000'a çalıştırılmaktadır, bir sosyal güvenceleri yoktur. İkili öğretim yapan okullar vardır, çok acil olarak öğretmene gereksinim olduğu halde, binlerce, onbinlerce genç, öğretmenlik diplomasını aldığı ve her yıl devlete kadro var mı diye baktığı halde kadro verilmemektedir. Birden, 9 200 kadroyu şimdi vekil imamlara veriyoruz, bu öğretmenler ne zaman kadroya geçecektir?

3 - Devletin her yıl verdiği kadronun neredeyse beşte 1'ini şimdi bu yasayla biz veriyoruz. Siz, üç kuruş maaş artımı için, bir kadro için "bütçe delinecek, ölçüler bozulacak" diyorsunuz. Şimdi, bu kadrolar bütçeyi bozmuyor mu, dengeyi bozmuyor mu?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Gazalcı.

Sayın Küçük, buyurun.

AHMET KÜÇÜK (Çanakkale) - Sayın Başkan, aracılığınızla, Sayın Bakana, ben de, değişik alandaki bu tür sıkıntıları aktarmak istiyorum, soru sormak istiyorum.

Arkadaşlarım Millî Eğitim Bakanlığındaki sıkıntıları dile getirdiler; ama, bunun yanında, bir de, Millî Eğitim Bakanlığında en çok sıkıntı çekilen konu, hizmetli sorunudur. Okullarda, özellikle hizmetli sıkıntısını, çok zor şartlarda çocuklarını okutmak zorunda kalan veliler halletmek durumunda kalmaktadır. Dolayısıyla, çok ciddî bir hizmetli sıkıntısı ve kadro sıkıntısı vardır. Dolayısıyla, bu konuyla ilgili bir kadro çalışması var mı? Bunu merak ediyorum?

Bir önemli sorun da, hepimizin bildiği gibi, birçok köyümüzde sağlık ocakları var ve bu sağlıkocaklarının birçoğunda... Hepimiz gittiği zaman, ilk karşılaştığımız sorulardan bir tanesi, doktorumuz ve ebemiz yok sıkıntısıdır. Sağlıkocaklarında bu sorunu gidermeye yönelik doktor alımıyla ilgili kadro çalışması yapılmakta mıdır? Ebesi olmayan köylere ebe temin etmekle ilgili bir çalışma var mıdır, ilave bir çalışma? Bunları merak ediyorum.

Gene, birleşmeden önce sigorta hastanelerinde çok ciddî bir personel sıkıntısı vardı, özellikle doktor ve hemşire olarak; bunları gidermeye yönelik Sağlık Bakanlığı bünyesinde bir çalışma var mıdır?

Biz, tabiî ki, Meclis olarak ve hükümet de hükümet olarak bütün kurumların sorunlarını çözmede, Türk Halkının sorunlarını çözen bu kurumlara karşı eşit mesafede olmalıyız. Hükümet, bu konuda, kendini adaletli davrandığı konusunda rahat ve huzurlu hissediyor mu?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Küçük.

Sayın Torun, buyurun.

CAVİT TORUN (Diyarbakır) - Sayın Başkanım, aracılığınızla Sayın Bakana şu sorularımı yöneltmek istiyorum:

1- Geçici imam-hatiplik kadrosunda bulunan ve bugün çıkaracağımız  -870 sıra sayılı- kanunla asalete geçireceğimiz 9 259 imam-hatip hangi tarihlerde geçici olarak göreve getirilmişlerdir?

2- Yıllardan beri ellerine geçen maaşın miktarı nedir?

3- Bu 9 259 geçici kadroda istihdam edilen imam-hatibin tahsil durumu nedir?

4- Diyanet İşleri Başkanlığının elinde boş durumda bulunan imam-hatip kadrosu ne kadardır, kaçtır ve kaç yıldan beri bu kadrolara köklü anlamda bir atama yapılmamıştır?

Bu sorularıma cevap vermenizi arzu ediyorum; teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Torun.

Sayın Akdemir, buyurun.

DURSUN AKDEMİR (Iğdır) - Sayın Başkanım, bu yasa maddesi yürürlüğe girdiğinde, yasadan, halen vekâleten atanan değerli imam-hatipler faydalanacağına göre;

1- 3 Kasım 2003 milletvekili seçimlerinden önce kaç imam-hatip vekâleten atanmıştır?

2- 3 Kasım 2003'ten sonra kaç kişi vekâleten atanmıştır?

3- Yasa teklifi Plan ve Bütçe Komisyonuna verildikten sonra, şu ana kadar kaç imam-hatip vekâleten atanmıştır?

4- Yeterli sayıda, vekâleten görev yapan imam-hatip, sınavı başaramazsa, bu kişiler, vekâlet etmelerine devam edecekler midir?

5 - Yoksa, yeniden atama mı yapılacaktır?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Akdemir.

Sayın Bakan, buyurun.

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) - Sayın Başkan, soru soran arkadaşlarımıza teşekkür ediyorum.

Sayın Ahmet Işık "23 500 cami imam-hatipsizdir; sizin, buralara yönelik olarak düşünceleriniz nedir, ne yapılması lazımdır" diyor. Kişisel olarak, Türkiye'de, imam-hatibin bulunmadığı camiin olmasını doğru bulmuyorum. Eğer, Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı kadrolarda görevli imam-hatipler tüm camilerde görev almazlarsa, buraları doldurmazlarsa, buralar başka şekilde dolar, başka şekilde buralarda görevler yapılmaya kalkılır; bu da, farklı sorunlar ortaya çıkarır. Onun için, yeterince...

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Duyamıyoruz Sayın Başkan.

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) - Ben de duyamıyorum arkadaşların gürültüsünden.

BAŞKAN - Değerli arkadaşlar, böylesine, kendi aramızda sohbet olur, uğultu olursa, ne ben duyabilirim ne siz duyabilirsiniz ne de Bakanın konuştuğu ilgili yere ulaşır. Rica ediyorum... Sayın Bakan sorulara cevap veriyor ve açıklamada bulunuyor.

Buyurun efendim.

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) - Dolayısıyla, 23 500 cami imam-hatipsizdir. Buraların Diyanete mensup imam-hatipler tarafından doldurulması, atamalarının yapılması gereklidir diye düşünüyorum.

Sayın Kaptan "biçki-dikiş, trikotaj öğretmenlikleri vekâleten yürütülmektedir. Asaleten bunlara kadro verilecek mi? Verilmeyecekse, bu bir adaletsizlik olur mu" diyor.

Diğer bazı arkadaşlarımız da, benzer, değişik kurumlardaki çalışanlarla ilgili benzer şeyler söylediler. Bunların her biri ayrı bir incelemeyi gerektiriyor. Doğrusu, şu anda, bunlarla ilgili teknik detaylara vâkıf değilim; ama, biçki-dikiş, nakış öğreticileri "öğretmen vekili" olarak çalışmıyorlar, bunlar "ücretli usta yöneticisi" olarak çalışıyorlar. Arada, belli bir statü farkı var; ama, bu statü farklarına rağmen, bu tür özellik arz eden tüm kurumlarda çalışanların toptan değerlendirilmesinde fayda olabileceğini düşündüğümü belirtmek isterim.

Sayın Gazalcı "1 440 kütüphane var. Bu kütüphanelerde, kiminde kadro olmadığı için, kiminde kadro bulunduğu halde personel olmadığı için eksiklikler var; bu kadrolar verilecek mi" dediler. Yine aynı şekilde "öğretmenlik bekleyenler var; bunların, bu öğretmenlik bekleyenlerin atamaları ne zaman yapılacak" diye sordular.

Kütüphanelerdeki hizmetler, eğer kadrosuzluk veya personel yetersizliği nedeniyle aksıyorsa, gerçekten personel yetersizliği varsa, bu, birinci öncelikli bir sorun demektir; bunun çözülmesi lazım. Bana gelirse...

MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Yazılı soruya verilen yanıt...

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) - Dolayısıyla, konunun hemen değerlendirilmesi lazım; çünkü, kütüphaneler, bilgiye ulaşmak için önemli alanlardan biridir. Çağdaş bir dünyada da kütüphanelerin, personel yetersizliğinden sunacağı hizmetlerin eksik kalması kabul edilebilir bir şey değildir, bana göre. Bu konuyu tekrar ilgili bakanlıklara ileteceğim.

Öğretmenlik bekleyen ilgili yüksekokul mezunu çok sayıda gencimiz var... Dediğiniz doğrudur; ancak, bir yerden mezun olup beklemek ayrı şey; bana kalırsa, bu kanun teklifinde söz konusu olan konu daha farklı bir durumdur. Biz, yüksek tahsilini bitirmiş, öğrenim hayatını tamamlamış her gencimizin, vatandaşımızın mesleğiyle ilgili olarak bir iş bulmasını ve çalışmasını arzu ederiz; ancak, işsizlik genel bir sorundur. Bu sorunun sadece kamu tarafından istihdam edilmekle çözülmesi de mümkün değildir. Nitekim, yıllık olarak atama kadrolarında en yüksek payı öğretmenlere ayırıyoruz. Aşağı yukarı, yıllık 20 000 civarında öğretmen ataması yapılmaktadır. Yani, mevcut açıktan atama kadrolarının yarısı, öğretmenlerimiz için ayrılmaktadır. Buna rağmen, öğretmen açığımız giderilmiş değildir. Öğretmen olabilecek gençlerimiz de tamamen istihdam edilebilmiş değildir. Bu, bir sorundur; imkânlar elverdikçe bunun çözülmesi gerektiğine katılırım; ama, eldeki imkânları da belli bir ölçüye göre dağıtma zorunluluğu ortaya çıkıyor, takdir edersiniz.

"Bu yasa nedeniyle bütçe dengeleri bozulmayacak mı?.." Bu yasa nedeniyle bütçe dengeleri bozulmayacaktır; çünkü, zaten, bu 9 000 kişi şu anda çalışmaktadır.

MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Emsalinin üçte 2'si...

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) - Evet, üçte 2 maaşla çalışmaktadır. Emekli kesintileri devam etmektedir. Bunlara bağlı olarak ortaya çıkacak ilave maliyet ise telafi edilebilir, karşılanabilir bir miktardır. Onun miktarını arkadaşlarımız çıkardılar, tam maaş alırsa,  yıllık 12 trilyon toplam maliyeti var. 2005 yılı için düşünecek olursanız, bu yasa çıktıktan sonra intibakları sağlanacağı için, 2005 yılına isabet edecek maliyet daha düşük olacaktır. Bu rakamsa, 150 katrilyon liralık bir bütçe içerisinde önemli bir maliyet ifade etmemektedir. Kullanılmayan ödeneklerle bile bu bütçe dengesini koruyabilecek bir durumu ifade etmektedir.

Diğer taraftan, Sayın Küçük, "okullarda hizmetli sıkıntısı var; bunların giderilmesi için çalışılıyor mu" dediler. Gerçekten, özelleştirme nedeniyle açıkta kalan işçilerin istihdamına yönelik bir düzenleme yapılmıştır. Bu düzenleme yapılmıştır. Bu düzenleme çerçevesinde, özelleştirilen kurumlardaki işçilerin bir kısmı Millî Eğitim Bakanlığına, okullardaki bu ihtiyacı karşılamak için aktarılmaktadır; ama, bunun dışında diğer bazı önlemler de olabilir. Bunu Millî Eğitim Bakanlığımıza iletmemiz, ona göre sorunun cevabını tamamlamak gerekir diye düşünüyorum.

"Köy sağlıkocaklarında doktor, ebe yok; bunlara yönelik kadro çalışmaları var mı" deniliyor. Aslında, belki, büyük köyler için sorun olmayabilir; ama, Türkiye'de vaktiyle çok küçük yerleşim yerlerinde, hatta şu anda kimsenin yaşamadığı bazı bölgelerde birtakım sağlıkocakları kurulmuş. Buralara hem ebe ve doktor göndermekte zorluk var hem de kimse kalmadığı için buralarda yapılan istihdam anlamsız hale de gelmiştir. Vaktiyle belli bir politika olarak benimsenmiş olan bu tür yerlerin aslında tekrar gözden geçirilmesi lazım; çünkü, tayin yaptığınız takdirde de orada kimse çalışmıyor, bir vesile bir aracı buluyor ve oradan başka yerlere geçmeye çalışıyor.  Bana kalırsa, rantabl olmayan, düzgün hizmet sunumuna imkân bulunmayan küçük yerleşim yerlerine, ebe, doktor tayini yerine, mobil sağlık hizmetleriyle ulaşmak daha doğrudur, daha sağlıklıdır diye düşünüyorum. Ama, Türkiye'de, bildiğiniz gibi, çok küçük, köy niteliğindeki yerleşim yerleri dışında, belde denilebilecek, ilçe olarak bilinen yerlerde bile sağlık personeli sorunu çekilmektedir; ama, mutlaka bunların giderilmesi lazımdır diye düşünüyoruz. Bu nedenle, sözleşmeli sağlık personeliyle ilgili bir düzenleme yapmıştır Hükümetimiz; çakılı kadro esası getirmiştir sağlıkta. Bu mekanizmayla, sağlık personelinin, doktorun gitmediği yerlere sağlık personeli gönderme imkânı doğmuştur. Pek çok yerde bu noktada önemli mesafeler alınmıştır; ama, bunu da yeterli görmüyoruz. Sistemin sürekli kontrol edilerek iyileştirilmesinin de faydalı olduğunu düşünmekteyim.

Sigorta hastanelerindeki sıkıntılar varsa, elbette giderilmesi lazım.

Adil davranıldığına inanıyor muyuz?.. Adaletli olan şeyin adil olduğuna inanmak lazım. Eğer bir yerde adaletsizlik varsa -somut olarak herhangi bir yeri kastetmiyorum- burada da illa adalet vardır dememek lazım; ama, insanlığın adalet arayışı süreklidir, geçici değildir; hatta, millet olarak bizde adalet duygusu, adaleti arama duygusu, refah artışı çabasından daha önde bir duygudur. Toplumun bu konuda gerçekten adaletin sağlandığına inanması lazımdır. Bunu gerçekleştirmek de, başta iktidar olmak üzere bütün sorumluların görevidir diye düşünürüm.

Sayın Torun "hangi tarihlerde vekâleten atamalar yapılmıştır" dedi. 2001 yılında 1 250, 2002 yılında 2 650, 2003 yılında 2 500, 2004 yılında 3 500 olmak üzere toplam 9 900 rakamına ulaşılmıştır. Bunların bir kısmı ayrıldığı için şu andaki rakam 9 102 kişidir. Bu yasa teklifinden sonra da herhangi bir vekil ataması yapılmamıştır.

Sayın Dursun Akdemir'in sorusu da, "3 Kasımdan önce veya sonra" diye sorulan sorusu da, öyle zannediyorum ki, böylece cevaplandırılmış olmaktadır.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Bakan.

Sayın milletvekilleri, teklifin tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Teklifin maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum...

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Karar yetersayısı!

BAŞKAN - Oylama sırasında karar yetersayısı arayacağım.

Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Teklifin tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmış olup, maddelerine geçilmesi kabul edilmiştir; karar yetersayısı da dikkate alınmıştır; vardır karar yetersayısı.

Sayın milletvekilleri, 20.15'te toplanmak üzere birleşime ara veriyorum.

Kapanma Saati: 19.11


BEŞİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 20.22

BAŞKAN: Başkanvekili İsmail ALPTEKİN

KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 90 ıncı  Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.

870 sıra sayılı kanun teklifinin görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

4.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Ankara Milletvekili Salih Kapusuz ile Hatay Milletvekili Sadullah Ergin'in, 633 Sayılı Diyanet İşleri Başkanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/420) (S. Sayısı: 870) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.

Teklifin maddelerine geçilmesi kabul edilmişti.

Şimdi, 1 inci maddeyi okutuyorum:

DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞININ KURULUŞ VE GÖREVLERİ HAKKINDA

KANUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TEKLİFİ

MADDE 1.- 22.6.1965 tarihli ve 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.

"GEÇİCİ MADDE 11.- İmam-hatip kadrolarına vekaleten atananlardan bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihte görevli olanlar, Devlet Personel Başkanlığınca açılan kamu personeli seçme sınavlarının herhangi birinden, Diyanet İşleri Başkanlığınca belirlenecek yeterli puanı almaları koşuluyla aynı göreve aday imam-hatip olarak atanmış sayılırlar. Bu kişilerden asaleti tasdik edilenlerin vekil imam-hatiplikte geçen hizmet süreleri, kazanılmış hak aylıklarında değerlendirilir."

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Ankara Milletvekili Sayın Oya Araslı.

Sayın Araslı, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA OYA ARASLI (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 870 sıra sayılı, 633 Sayılı Diyanet İşleri Başkanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum ve sizleri saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu teklifi incelediğimiz zaman, özünde bir tek hususun yatmakta olduğunu görüyoruz. Bu da, halen vekil sıfatıyla görev yapmakta olan Diyanet İşleri Başkanlığı personelinin, imam-hatip kadrolarına vekâleten atanmış bulunan personelin asaleten atanmış sayılmalarını temin etmektir.

Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde imam-hatip olarak asaleten veya vekâleten görev yapmakta olan kamu personeline saygımız sonsuzdur, yaptıkları hizmetin özel bir önem ve değer taşıdığını biliriz; ama, kamu hizmetleri eşdeğerdir. Konusu hangi alanla ilgili olursa olsun, kamu personeli de, bir kamu görevi yerine getiriyor olmaları bakımından eş konumdadır. Birini diğerinin önüne geçirmek, birini bir başkasının arkasında tutmak hakkımız ve yetkimiz yoktur. Ne bir hemşire, kamu hizmetini yerine getiriyor olmak konumu bakımından bir doktorun arkasındadır ne bir doktor bir imamın, bir hatibin arkasındadır ne bir imam-hatip bir öğretmenin arkasındadır. Kamu hizmetini görmekte olan bütün personelimize eşit nazarla bakmak durumundayız; ama, bu yasa teklifine baktığımız zaman, burada bu eşitlik durumunu bozan bir düzenlemeyle karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. Vekâleten görev yapmakta olan imam-hatiplere, asaleten bu göreve atanmak imkânı sağlanırken, diğer bakanlıkların bünyelerinde, örneğin Millî Eğitim Bakanlığı bünyesinde, vekâleten görev yapmakta olan personel için aynı türden bir düzenleme getirilmemiştir. Bu, eşitlik ilkesini bozan bir durumdur. Devlet, memurlarından, personelinden bir kısmına imkân sağlarken, bir kısmının sorununu çözümlerken, diğer kısmının aynı türden sorunlarına karşı duyarsız kalamaz veya aynı türden çözümleri onlardan esirgeyemez; esirgediği takdirde, bu, Anayasanın eşitlik ilkesine aykırı olur.

Şimdi, biraz önce kimi sözcülerimiz, çok eski tarihli Anayasalarımızdan söz ederek -1924 tarihli, 1921 tarihli anayasalarımızdan söz ederek- Türkiye Büyük Millet Meclisinin, ulus adına egemenliği kullanmak durumunda olan, ulusun temsilcisi olan yegâne organ olduğu hususunu dile getirdiler ve dediler ki: "Türkiye Büyük Millet Meclisi böyle bir değerlendirme yapıyorsa, bu, onun yetkisi dahilinde olan bir husustur."

Değerli arkadaşlarımız, bir kere, şu gerçeği bilmek lazım. 1921 ve 1924 tarihli Anayasalarımızda, Türkiye Büyük Millet Meclisinin yeri ve konumu ile 1961 ve 1982 Anayasalarımızdaki yeri ve konumu birbirinden fevkalade farklıdır. 1921 ve 1924 Anayasalarımızda, bir meclis üstünlüğü anlayışı hâkimdir; ama, 1961 ve 1982 Anayasalarımızda, yasama organı Türkiye Büyük Millet Meclisi, egemenliği tek başına kullanan organ değildir, bunu, Anayasanın yetkili diğer organlarıyla paylaşır. Bir kere bu gerçeği tespit ederek bir kenara koyalım.

İkincisi, Türkiye Büyük Millet Meclisi, yasama erkini ulus adına kullanırken layüsel değildir, birtakım kurallara; yani, dilediği biçimde hiçbir sınır söz konusu olmadan, hiçbir kural söz konusu olmadan bu yetkiyi kullanmak durumunda değildir. Yasama organı, bu yetkiyi Anayasaya ve hukukun genel ilkelerine uygun bir biçimde kullanmak durumundadır.

Onun için, biz, Türkiye Büyük Millet Meclisiyiz, karar veririz ve belli bir kategori kamu görevlisini, vekâleten görev yapan kamu görevlisini, diğerlerine gözümüzü kapatarak asaleten tayin edilme konumuna getirebiliriz dersek, yanlış yapmış oluruz; çünkü, bu, biraz önce söylediğim gibi, Anayasa ilkelerine aykırı olur.

Diğer taraftan bakalım. Önümüze bir düzenleme getirilmiş "atanmış sayılırlar" diyor. Ne zaman atanmış sayılırlar, bu tarihi belirlemek lazım.

Bakınız, burada, bir sınavdan söz ediliyor: "Kamu personeli seçme sınavlarının herhangi birinden Diyanet İşleri Başkanlığınca belirlenecek yeterli puanı almaları koşuluyla." Ne zaman belirlenecek bu puan? Bu puanın belirlenmesinden sonra, devlet personel sınavından alınmış notlar mı hesaba katılacak, yoksa, daha önce yapılmış olan sınavlarda alınmış olan notlar bir puan belirlemesinden sonra mı hesaba katılacak? Bir belirsizlik var. Halbuki, bir hukuk devletinde, yasaların ne söylediği, kuralın ne olduğu açıkça anlaşılmalıdır ki, herkes ona uysun, herkes o kuraldan yararlansın ve herkes o kuralı uygulayabilsin. Bu kadar belirsizliklerle dolu bir düzenleme, uygulama bakımından, hak sahibine de bu kuralı uygulayacak olanlara da çok büyük sorunlar yaratacaktır ve hukuk devleti ilkesine aykırı bir düzenleme niteliğini, bu düzenlemeye verecektir.

Ne zaman göreve atanmış sayılacaklar? Bu tarihin bilinmesinde çok büyük bir önem var; çünkü, birtakım idarî işlemler için sürenin başlangıcını bu tarih oluşturacaktır. "Atanmış sayılacak." Hangi tarihte atanmış sayılacak? Bu konuda da bir belirsizlik var.

Bir başka açıdan, bu ülkede yasama organımız, bu devlette yasama organımız, bu yıl için bir bütçe kabul etti. Bu bütçenin içerisine bunu nasıl sığdıracaksınız? Vekâleten atanmış olanların asaleten atanmış konumuna geçmeleri halinde devletin bütçesine yükleyeceği malî yükü nasıl bu bütçenin içine sığdırabileceksiniz; bütçenin bütünsellik anlayışına aykırı bir tablo ortaya çıkmayacak mı?

Ben, bunları merak ediyorum ve bir hususu da sormak istiyorum, yanıtını arıyorum: Niçin özellikle imam-hatipler için bu uygulama yapılıyor? Acaba, uygulanan yanlış millî eğitim politikalarının, sürekli çocuklarımızı imam-hatip okullarına gitmeye yönlendirmesi sonucunda, ihtiyaç fazlası bir imam-hatip kadrosu mu ortaya çıktı, yoksa, gerçekten, ülkede böyle bir ihtiyaç mı var? Gerçekten bir ihtiyaç varsa, niçin Diyanet İşleri Başkanlığına tahsis edilmiş olan kadrolara açıktan atama imkânı sağlanmıyor da, o kadrolar elde tutulurken, ayrıca böyle bir ek imkân kapısı açılıyor? Bunların yanıtını bilmek durumundayız, ona göre kararımızı vereceğiz ve gerçekten, böyle bir düzenlemede bir kamu yararı amacı var mı yok mu, bunu değerlendireceğiz; ama, bakıyorum yapılmış olan birtakım konuşmalara, çalışmalarımızı bunların üzerinde yoğunlaştırmamız gerekirken, Anayasa Mahkemesinin konumu, Anayasa Mahkemesi Sayın Başkanının sarf etmiş olduğu birtakım sözler, burada, getiriliyor, onlarla ilgili değerlendirmeler yapılıyor.

Değerli arkadaşlarım, o mesele değil; o konuda, türban konusunda, bu memleketin hukuk düzeninde söylenecek olan söylenmiştir. Sayın Anayasa Mahkemesi Başkanının da ifade etmek istediği gerçek budur. Bizler, yasama organı olabiliriz; kendimizin istediği... (AK Parti sıralarından gürültüler)

ABDULBAKİ TÜRKOĞLU (Elazığ) - Söyleyecek Meclis, Meclis...

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Sayın Başkan, gene başladılar bağırmaya.

ABDULBAKİ TÜRKOĞLU (Elazığ) - O değil, Meclis söyleyecek.

OYA ARASLI (Devamla) - Sayın Başkan, sükûnete davet eder misiniz.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen...

ABDULBAKİ TÜRKOĞLU (Elazığ) - Söz, orada değil, burada söylenir.

OYA ARASLI (Devamla) - Değerli arkadaşlarım...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, hatibe müdahale etmeyin.

OYA ARASLI (Devamla) - ...söyleyeceğiniz bir şey varsa, söz alır, gelir, burada söylersiniz, kesmezsiniz sözümü!

BAŞKAN - Sayın Araslı, buyurun, konuşmanızı tamamlayın.

OYA ARASLI (Devamla) - Ve bu ülkede şu gerçeği hepimizin içine sindirmesi lazım: Anayasa Mahkemesinin yaptığı denetim, yetkisini Anayasadan alan bir denetimdir. Anayasa Mahkemesi, Anayasanın kendisine vermediği bir yetkiyi kullanıyor durumda değildir ve bu yetkiyi kullandığı için de, yasama organının üstünde, kendisine bir yer tahsis ediyor konumunda değildir.

HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) - Onu siz takdir edemezsiniz.

OYA ARASLI (Devamla) - Herkes kendi işini yapıyor; yasama organı yasaları çıkarıyor, Anayasa Mahkemesi de, Anayasaya uygunluk açısından bunun denetimini yapıyor. Onun için, böyle bir kanunu görüşürken, şu anda görevde bulunan Anayasa Mahkemesi Başkanı hakkında, şu çatının altında sarf edilmesini bir talihsizlik olarak tanımladığımız sözlerin sarf edilmiş olmasını fevkalade üzücü buluyorum. Hele hele, geçmiş dönemlerde görev yapan Anayasa Mahkemesi Başkanlarıyla ilgili olarak, burada, gene aynı türden, üzüntüyle izlediğimiz, dinlediğimiz birtakım değerlendirmeler yapılmasını da hayretle karşılıyorum, üzüntüyle karşılıyorum.

SONER AKSOY (Kütahya) - Asıl onun söylediği, büyük talihsizlik.

OYA ARASLI (Devamla) - Keşke, bunlar zabıtlara geçmemiş olsaydı diye diliyorum.

AHMET YENİ (Samsun) - Keşke böyle bir konuşma yapmasaydı!

OYA ARASLI (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, yani, bir şeyleri bir vesilelerle gündeme taşımaya çalışıyoruz. Kime hangi mesajı vereceğiz ve Türkiye için bu tür davranışlarla hangi yarar kapısını açacağız, bilmiyorum; ama, bence asıl yapmamız gereken... Bakınız, gecenin şu saatlerine kadar, tatil demeden, ne kadar yorgun olduğumuzu gözardı ederek bu memleketin yararına bir şeyler yapmayı amaçlıyoruz; ama, bu tür düşüncelerle bu memleketin yararına bir şeyler yapamayız. Biz işimizi yapalım. Önümüze getirilen bir yasadan bu memlekete ne gibi yararlar doğacak, bunu güzelce irdeleyelim, tartışalım, ortaya koyalım.

BAŞKAN - Sayın Araslı, tamamlar mısınız konuşmanızı...

OYA ARASLI (Devamla) - Yoksa, birileri Anayasadan doğan görevleri yerine getiriyorlar veya birtakım hukukî gerçekleri ifade ediyorlar diye buradaki değerlendirmelerimizi buna hasretmeyelim, bir yerlere yanlış veya doğru birtakım mesajlar vererek bu vaktimizi harcamayalım.

Saygılar sunuyorum ve bu yasanın karşısında olduğumuzu Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak, ifade ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Araslı.

Şahsı adına söz isteği var.

Samsun Milletvekili Sayın Musa Uzunkaya... (AK Parti sıralarından alkışlar)

Sayın Uzunkaya, süreniz 5 dakika.

MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ilgili madde üzerine şahsım adına söz almış bulunuyorum; hepinizi bu vesileyle, saygıyla selamlıyorum.

Tabiî, bugün tartıştığımız konu, Diyanet İşleri Başkanlığının kadrosu bulunmayan camilerde istihdam etmekte olduğu, süreci de -çok açık olarak söylemek lazım- 2001 yılından itibaren, yani, dört yıldır devam edegelen bir uygulamayla başlayan, yani, bizim iktidarımızla -hani bazen söyleniyor, işte, sanki, bizim bu işi başlattığımız gibi bir yaklaşım da hissediliyor- bizimle başlamayan, bizden önce bir zaruretten, haklı bir gerekçeden başlayan; ama, bugün de devam edegelen vekil imamların asalete atanmasıyla ilgili bir değerlendirmedir. Yani, neticede, bu, bir ihtiyacı karşılayacak. Bu vatanın çocukları, bu memleketin okullarında -hatta, birçoğu yüksekokul okumuş- bir kısmı mastır yapmış; ilahiyat fakültesi ve değişik alanlarda mastır yapmış arkadaşlar var bunların içinde görev yapan. Hakikaten, aydın din adamına bu toplumun ihtiyacı var mı yok mu?

HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU (Antalya) - Var.

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Ben, iktidar ve muhalefetiyle, bu Parlamento içi ve Parlamentonun dışıyla, buna ne kadar muhtaç olduğumuzu kabul etmeyecek, itiraf etmeyecek hiçbir aklıselim insanı düşünmek bile istemiyorum. Bu mümkün mü?! Yani, her alanda yetişmiş insana ihtiyacımızın olduğu bir yerde, camilerimizde, şu veya bu nedenle, haftada, ayda, yılda, ramazanda, bayramda veya cenazede, gittiğimizde dinleyeceğimiz, liyakatli, ehliyetli hocalara ihtiyacımız varsa, bunu bir şekilde tartışma konusu yapmamak lazım.

Tabiî, bu vesileyle, konuşmaların odağına, mümkündür ki, bugün... Anayasa Mahkemesi bir şekilde yorumlandı; değerli anayasa profesörü Hocam Oya Hanım da bir şekilde buna temas etmek durumunda kaldı. Yani, burada, kimse kimseyi yaralamak berelemek için değil; ama, demin de söyledim arkadaşlar, eğer dinî bir konuda tartışılması gerekiyorsa, tartışabiliriz, benimserse herkes konuşabilir; ama, herkes alanında konuşmalı. Yani, benim bir mühendisin mühendislik işinin altına mührümü, kaşemi, imzamı vurmak ne kadar usul, teknik, bilim açısından sağlıksızsa, bir başkasının da dinle alakalı... Demin bir arkadaşımızın bu konudaki açıklaması... Anayasa Mahkemesiyle bir kıyaslama yapıldı. Haa, bir şeyi orada ayırmak lazım; birisinin, Anayasa Mahkemesinin kararlılığının yaptırım gücü var. Diyanetin veya din işlerinin... Yani, dinde herkes özgür; isteyen yaşar isteyen yaşamaz, isteyen ibadet eder isteyen etmez, isteyen o camiin imamını görür isteyen hiç görmez; dinin böyle bir zorlaması yok. Haa, vatandaş isterse gider; ama, gidenlerin önüne liyakatli, ehliyetli... Mademki, bu sorumluluğu... Laik devlet çevresinde, Türkiye'de çok istisnaî bir uygulama. Bakın, bunu ben söylüyorum size. Avrupa'da, Avrupa Birliği ülkelerinde devlete bağlı böyle bir din hizmeti yok; ama, mademki Diyanet anayasal bir kurumdur ve -az önce de söyledik- Cumhuriyetle yaşıttır, devletin iradesi ve idaresi altında bir din hizmeti yürütülüyorsa, kusura bakmayın, devlet o imamı da atayacak. Şu iktidar atayacak, bu iktidar atayacak; iktidarda olan kimse, o atayacak. Siyaset buna bir şekilde müdahil oluyor. Maalesef öyle. Yani, sistemi nasıl değiştireceksiniz?.. Cumhuriyet Halk Partisinin bir önerisi olsun; mesela, Sayın Anadol, bir grup başkanvekili, bir hukukçu arkadaşımız, bir öneri hazırlasınlar, desinler ki, din görevlisinin siyasî yolla atanmasını engellemek için... Yirmibeş yıl burada çalışmış ve siyaseten, Ocağın 4'ünde, 32 günlük çocuğuyla tayini çıkarılmış bir müftüyüm; Ocağın 4'ünde, 32 günlük çocuğuyla tayini çıkarılmış bir müftüyüm. Ocak, tayin mevsimi mi?! Bakın, bunların olmadığını söylemiyorum bu kurumda; zaman zaman bunlar da olagelmişti, siyasî müdahalelerle olmuştu; ama, ben diyorum ki, bu müdahalelerden arındırmak istiyor muyuz bu müesseseyi; sistem önerin. Bu müessese, Anayasa yapısı içerisinde var ise, devlet tarafından buralara görevliler atanacaksa, bunların tensibi bu şekilde olacaksa, arkadaşlar, kusura bakmayın, bugün ben, yarın siz, bir başka gün milletin bu talebini, tıpkı hemşirede, tıpkı doktorda, tıpkı öğretmende, tıpkı devletin diğer personelinde olduğu gibi karşılayacaksınız. Şimdi, Anayasayla ilgili olan bu konu bugün sürekli tartışılır oldu.

Değerli arkadaşlar, bittabi tartışılacak; yani, din konusunda birileri bir şey söylüyor. Niye; yani, bununla ilgili Diyanet İşleri Başkanlığı anayasal kurum ve bunun içerisinde en büyük uzvu da Din İşleri Yüksek Kurulu. Seçimle gelen, liyakatli...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Sözlerimi bağlıyorum Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Toparlayın efendim.

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - ...çoğu, alanında ihtisas sahibi olan ve hukuk adamı; bunların çoğu da hukukçu. Bu konuda daha önce yayımladıkları iki tane, üç tane karar var. 12 Eylül sonrası, o dönemin Millî Eğitim Bakanı Hasan Sağlam ve dönemin Devlet Bakanı rahmetlik Mehmet Beyden talep edilen, yani, imam-hatiplerde o gün sorun haline gelen, sorun haline getirilmek istenen başörtüsüyle ilgili talep edilen bir görüş var. İsteyenler, istedikleri anda Diyanet sitesine girsinler, bu görüşleri alırlar. Bilahara, 1990'lı yılların başında, 1993'te, bu konuda yeni bir görüş talep edildi, aynı görüş verildi. Bu bir görüştür. Haa, bu görüşün şu yönü var; bağlayıcı değildir. Bu konuda kimsenin söylediği bir şey yok. Müessese olarak bu. İsteyen uyar...

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Anayasa Mahkemesinin üstünde değil...

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Böyle bir iddia yok; kimse kimsenin üstünde değil.

Sayın Anadol, kuvvetler ayrılığı varsa -ki, siz hukukçusunuz- kimse kimsenin üstünde değil. Anayasa herkese bir yer vermiş. Anayasa Mahkemesi, yasaları denetler, izler, sorgular.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Kararı var...

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Bakın, Anayasa Mahkemesinin kararı... Anayasanın 153 üncü maddesi önünüzde. 153 üncü maddesi, çok iyi biliyorsunuz ki, Anayasa Mahkemesi içtihatları. Ben hukukçu değilim; ama, hepimizin mantığı var, Allah hepimize bir beyin vermiş. Diyor ki: Anayasa Mahkemesinin içtihadı, yani, kararları, yasa koyucu yerine geçemez. İşte, hüküm orada açık, 153 üncü madde önünüzde. Yasa koyucu burada. Egemenlik bilakaydüşarttan kasıt bu.

BAŞKAN - Sayın Uzunkaya, lütfen tamamlayın.

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Elbette, Anayasa Mahkemesi, bir kurum olarak vardır, görüşlerini beyan eder. Anayasa Mahkemesinin bu görüşü, dün tartışıldı, bugün tartışılıyor, açık söylüyorum, yarın da tartışılacak. Görüşünün böyle olması bu yasaların tartışılmayacağı, görüşleri böyle olan insanların görüşlerinin layüsel olduğu, mutlak doğru olduğu kanaati yoktur.

Ben, burada, şunu söyleyeyim: Geçende, Sayın Genel Başkan, burada...

BAŞKAN - Sayın Uzunkaya, lütfen...

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Sözümü bitiriyorum Sayın Başkan.

Yani, dinde hiçbir şey tartışılmaz diye bir şey yok. Zabıtlar elimde. Dinde de her şey tartışılmıştır arkadaşlar. Dinde tartışılmaz, her şey dogmatik olarak kabul edilir; yok böyle bir şey. Yani, dinde mezhepler niye doğdu o zaman; adama sorarlar. Haa, bu da belki bilgisizlikten. Yani, dinde dogmatik olarak her şey olduğu gibi kabul edilir yok. Elbette, her şey tartışılabilir, bu da tartışılabilir; ama, bu görüşün Meclisin yerine kendisini ikame etmesini hukukçular sağlıklı bulmamıştır, vaka budur.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Uzunkaya.

Şahsı adına ikinci söz isteği, Manisa Milletvekili Sayın İsmail Bilen?.. Yok.

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Ben konuşmak istiyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Üçüncü söz isteği, Adıyaman Milletvekili Sayın Mahmut Göksu'nun.

Buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 633 Sayılı Diyanet İşleri Başkanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin 1 inci maddesi üzerinde söz almış bulunmaktayım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, 1 inci maddeyle, 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkındaki Yasaya bir ek madde ekleniyor. Bu maddenin ne olduğunu hepimiz biliyoruz. Nedir bu; imam-hatiplik kadrolarına vekâleten atananlardan, bu kanunun yayımı tarihinde görevli olanlar, Devlet Personel Başkanlığınca açılan kamu personeli sınavlarından herhangi birinden, Diyanet İşleri Başkanlığınca belirlenen yeterli puanı almaları koşuluyla aday imam-hatip olarak atanacaklarını belirtiyor.

Değerli arkadaşlar, kanunun gerekçesinde de izah edilmiş. 13 547 tane kadrolu boş camimiz var, 9 590 tane de kadrosuz cami var; yani, ortalama 23 500 tane boş camide, camide görev yapan din görevlisi olmadığından dolayı, Diyanet İşleri Başkanlığının kontrolü dışında, birtakım ehliyetsiz insanlar tarafından din hizmetleri belki veriliyordur; ama, biz, bunların devlet eliyle verilmesi için, daha kontrollü, daha sağlıklı bir din aydınlanmasının camilerimizden yapılabilmesi için, bu işin, Diyanet İşleri Başkanlığı kontrolünde olmasından yanayız; yasalar da, Anayasa da bunu amirdir.

Dolayısıyla, yıllardan beri boş olan bu camilerimize atanan vekil imamlarımız var. Bu arkadaşlarımız KPS sınavlarına girmişler, Diyanet İşleri Başkanlığının açmış olduğu imam-hatiplik yeterlik sınavını da kazanmışlar.

RASİM ÇAKIR (Edirne) - Onları söylediniz, başka şeyler söyleyin. Onları söylediniz...

MAHMUT GÖKSU (Devamla) - Madde üzerinde konuşuyorum ben ama.

RASİM ÇAKIR (Edirne) - Ama, daha önce söylediniz.

MAHMUT GÖKSU (Devamla) - Ama, bak, madde bu yani. Başka şeyi konuştuğun zaman "maddeye gelin" diyorsunuz.

BAŞKAN - Sayın Göksu, siz, Genel Kurula hitap edin.

MAHMUT GÖKSU (Devamla) - Bak, ben, madde üzerinde konuşuyorum.

RASİM ÇAKIR (Edirne) - Onları anlattın.

BAŞKAN - Sayın Göksu, karşılıklı konuşma diye bir usulümüz yok. Siz, Genel Kurula hitap edin.

MAHMUT GÖKSU (Devamla) - Yani, arkadaşım "başka şey anlat" diyor da. Başka şeyi de anlatırız; ama, tabiî...

BAŞKAN - Arkadaşımızın böyle bir soru sorma usulü yok, sizin de cevap verme.

Buyurun.

MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - Sen bize anlat, bize.

MAHMUT GÖKSU (Devamla) - Öyle mi? Peki, teşekkür ederim.

Dolayısıyla arkadaşlar, tabiî, madde üzerinde konuşmak en doğru ve en doğal olandır.

Şimdi, burada,  boş olan bu camilerimize, vekil olarak, Diyanet İşleri Başkanlığı imam atamış. Bunlar, üçte 2 maaş alıyorlar. Ayrıca, bunların ne özlük hakları ne de sosyal güvenlikleri aslî çalışan memurlar gibi değil. Ayrıca, bu arkadaşlar askere gidip gitmeme konusunda da tereddüt... Daha doğrusu gidecekler de, acaba atamamız olur mu olmaz mı diye hep askerliği erteliyorlardı belki; çünkü, askere gidip geldikten sora tekrar vekaleten görev alma şansı da olmuyordu. Şimdi bununla, bu vekâlet görevi yapan arkadaşlarımız aday memur olacak, adaylığı kalktıktan sonra da, yine askere gittiği zaman vatanî görevini ifa edip tekrar görevine dönme şansı söz konusu olacaktır. Dolayısıyla, hem özlük haklarında hem sosyal güvenlik meselesinde hem de askerlik konusunda bir rahatlama söz konusu olduğundan dolayı bu imam-hatip arkadaşlarımız, vekiller, çok daha rahat, huzurlu ortamda görev yapma imkânı bulacaklardır. Dolayısıyla, bugün, burada geçireceğimiz madde, bu vekil imamlarımızın aday imam olarak atanmasıyla ilgili. Tabiî, aslında gönül ister ki, sadece 9 000 küsur vekil imamın asaleten atanması değil, boş olan 23 500'e yakın camimizde de Diyanet İşleri Başkanlığının tayin ettiği imamların görev yapmasıdır. Niçin; çünkü, değerli arkadaşlar, din görevlisinin aslî görevinin vatandaşı dinî konularda aydınlatmak olduğunu deminki konuşmamda ifade etmiştim. Aslında, bizim, vatandaşlarımıza, fertlere, doğru, sağlıklı ve yeterli dinî bilgi ve dinî duygu vermemiz bir millî güvenlik sorunudur. Zaman zaman değişik örgütlerden eylemleri gazetelerde okuyoruz, duyuyoruz. Bunlardan bir kısmının da din adına birtakım yanlışlıklar yapan örgütler olduğunu hep beraber biliyoruz. Bazen, Millî Güvenlik Konseyinde de bu örgütlerin durumları görüşülmüyor mu; görüşülüyor. Demek ki, insanlarımıza, biz, doğru bilgiyi, sağlıklı bilgiyi verdiğimiz zaman, din adına bu şekilde yanlış yapılanmaları da ortadan kaldıracağız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Göksu, son cümlelerinizi alayım.

MAHMUT GÖKSU (Devamla) - Eski tarihî metinlerde "dinü devlet, mülkü millet" sözünü çok duyarız. Bir milleti ayakta tutan 4 büyük unsur, din, devlet, vatan ve millettir. İşte, insanımıza bu duyguyu verdiğimiz zaman, millî güvenlik sorunu da yaşamayız diye düşünüyorum. Bunu da en başta yapacak olanlar, yine demin söylediğim gibi, öğretmenlerimiz ve din görevlilerimizdir.

Bu yasa, tüm teşkilata, Diyanet İşleri Başkanlığına ve ülkemize hayırlı olsun diyor, saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Göksu.

Soru-cevap kısmına geçiyoruz.

Buyurun Sayın Özdoğan.

İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum) - Sayın Başkanım, aracılığınızla Sayın Bakanımıza şu soruları yöneltmek istiyorum:

Avrupa Birliğine girmek için gayret sarf ettiğimiz, yasalarımızı değiştirdiğimiz, hayat standartlarımızı değiştirdiğimiz bu dönemde iktidarın hiç el atmadığı, tamamen ihmal ettiği alan, Diyanet, din adamları ve samimî dindar kitlelerdir.

Avrupa Birliğinde en önemli etkileşim alanı, kültür alanı olacaktır. Kültürel etkileşimde en önemli alan ise din alanıdır. İktidar din alanını öyle ihmal etmiştir ki, bugün ülkemizde Hıristiyan misyonerleri cirit atmaktadır. Misyonerlerin bu faaliyetleri sonucu binlerce gencimiz Hıristiyan dinini tercih etmişlerdir.

Bu kısa açıklama sonucu Sayın Bakana şu soruları sormak istiyorum:

1- İkibuçuk yıllık iktidarınız döneminde büyük boşluk bulunan imam kadrolarını neden doldurmadınız? Dinsel alandaki boşluk, gençlerimizin, misyonerlerin faaliyetleri sonucu Hıristiyanlığı seçmesine neden olmadı mı?

2- Toplumumuzu dinî konularda aydınlatmak üzere vaiz ve bilhassa vaizeler çok yetersizdir. Vaiz ve vaizeleri yeterli seviyeye çıkarmayı düşünüyor musunuz?

3- Diyanetin yabancı ülkelerde, bilhassa Avrupa ülkelerinde vatandaşlarımıza dinî hizmet vermek ve İslam dinini en etkin şekilde anlatmak üzere faaliyetlerini geliştirmeyi düşünüyor musunuz?

4- Bayanlara dinî konularda hizmet vermek maksadıyla, bayan müftü veya müftü yardımcısı atamayı düşünüyor musunuz?

5- Ülkemizin önemli problemlerinden olan Hıristiyan misyonerlerinin faaliyetlerini durdurmak ve etkilerini yok etmek için hangi tedbirleri almayı düşünüyorsunuz?

6- İktidarlar ağlama duvarı değildir. Diyanet mensuplarına ve ilahiyatçılara neden üvey evlat muamelesi yapılmasını veya emsalleri diğer devlet memurlarından daha düşük maaş almalarını önlemiyorsunuz? İşte iktidarsınız, sizi engelleyen nedir?

Teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Özdoğan.

Sayın Akdemir, buyurun.

DURSUN AKDEMİR (Iğdır) - Sayın Başkan, aracılığınızla, Sayın Bakanımdan sorularım şunlardır:

1- Teklifin metninde, herhangi bir sınavdan söz ediliyor. Yapılmış ya da yapılacak olan bu sınavlar kaç tanedir?

2- "Devlet Personel Başkanlığınca açılan Kamu Personeli Seçme Sınavlarından herhangi birinden yeterli puan almaları koşuluyla" deniliyor; yani, yasa çıkmadan önce yapılan sınavlar mı kastediliyor "almaları" denildiğine göre? Halbuki, burada "almış olmaları" gerekirdi, doğrusu oydu.

3- Eğer öyleyse "Diyanet İşleri Başkanlığınca belirlenecek yeterli puanı almaları koşuluyla" denilmektedir. Buna göre, yasa çıkmadan önce yapılan sınav geçerli sayılmamaktadır. O halde, bundan sonra yapılması gereken bir sınav mı kastediliyor?

4- Bu şekilde bir atama konusunda, IMF'nin herhangi bir telkin ve tavsiyesini almış mısınız hükümet olarak?

Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Akdemir.

Soru sorma süresini aştık. Şimdi, cevap süresi var. Diğer arkadaşlarımıza bu soru sorma imkânını...

AHMET IŞIK (Konya) - 5 dakika dolmadı Sayın Başkan.

BAŞKAN - Efendim, geri sayıyor...

MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - Ahmet Beyin hakkı var...

BAŞKAN - Geçti...

Buyurun Sayın Bakan.

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Özdoğan'ın sorularını şu şekilde cevaplandırabiliriz:

Avrupa Birliği için gayret sarf ettiğimiz bu dönemde, iktidarın, din alanıyla ilgili, misyonerlik faaliyetleriyle ilgili olarak neler yaptığını sorgulamaya yönelik 6 soru yönelttiler. Bunlardan birincisinde "ikibuçuk yıllık iktidar döneminizde, imam kadrolarını neden doldurmadınız" diyorlar. Aslında, bakarsanız, bu yasayla birlikte de, imam kadroları tamamen dolmuş olmamaktadır. Aslında, bu vekil imamlar, belli kadrolarda vekâleten imamlık yapmaktadırlar. Yani, Diyanetin mevcut kadrolarında vekâleten imamlık yapan, imam-hatiplik yapan kişiler, bulundukları kadrolara aday imam-hatip olarak atanmış olacaklardır; ama, bununla birlikte, yine, çok sayıda, 14 400 civarında boş cami vardır. Buraların da, imam-hatiplerle, atamalarla tamamlanması gerekmektedir; fakat, ikibuçuk yıllık iktidar döneminde, yine, boşalan bazı camiler, atamalar yoluyla, özellikle vekil atamaları yoluyla imamsız bırakılmamaya çalışılmıştır.

İkincisi "vaiz, vaizeleri yeterli seviyeye çıkarmayı düşünüyor musunuz" diyorsunuz. Bu konuda, sürekli olarak, zaten hizmetiçi eğitim kursları Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından verilmektedir. Bu kurslar, altışar aylık dönemler itibariyle verilmektedir. Vaizlerin ve vaizelerin toplumu aydınlatma görevlerini en iyi şekilde, etkili bir şekilde yerine getirebilmeleri için, yeteneklerinin ve bilgi birikimlerinin artırılması için, zaten, Diyanet İşleri Başkanlığı sürekli olarak faaliyet göstermektedir.

3 üncü soru "Yabancı ülkelerde Diyanetin faaliyetlerini geliştirmeyi düşünüyor musunuz" deniliyor. Şu anda, Diyanet İşleri Başkanlığının yabancı ülkelerde 1 300 görevlisi vardır. Bu görevliler vasıtasıyla, yurt dışındaki özellikle vatandaşlarımıza yönelik olarak, dinî ödevlerini yerine getirmeleri ve dinî açıdan bilgilenmeleri sağlanmaya çalışılmaktadır.

"Bayan müftü atamayı düşünüyor musunuz?.." Evet, bu konuda çalışmalar devam ediyor ve sınav açılmıştır. Bu arada, şunu söyleyeyim: 100 bayan, vaize alınmıştır. Dolayısıyla bayanlara yönelik de, aynı şekilde, Diyanet İşleri Başkanlığı, görevini yerine getirmektedir.

"Misyoner faaliyetlerine karşı ne yapıyorsunuz" deniliyor. Aslına bakarsanız, Diyanet İşleri Başkanlığının yapmış olduğu bütün faaliyetler, misyoner faaliyetlerine karşı, aynı zamanda, vatandaşlarımızın bilincini, duyarlılığını artırmaya yönelik faaliyetler olarak kabul edilebilir.

"Diyanet İşleri personelinin ücret durumunu, özlük haklarını neden iyileştirmiyorsunuz" diyor Sayın İbrahim Özdoğan. Şu anda, bildiğiniz gibi, bir kamu personel rejimi var. Bu kamu personel rejimine göre, hangi unvanların, derece ve kademelerde bulunanların, hangi özlük haklarına sahip olduğu yasal olarak bellidir. Bu konuda değişik kamu kuruluşlarında çalışan, değişik kimseler tarafından yoğun şikâyetler gelmektedir. Aynı işi yapanlar farklı maaş alabilmektedirler; aynı işyerinde, aynı odada çalışanların farklı maaş almaları söz konusu olduğu gibi, aynı unvanda çalışan, fakat, farklı bakanlıklarda istihdam edilen kişiler arasında da, kamu personeli arasında da önemli farklılıklar vardır. Ancak, bu durum, iktidarımız döneminde ortaya çıkan bir durum değildir. Öteden beri, kamu personel rejimi tartışılmaktadır, şikâyetler de yıllardan beri devam etmektedir. Şu ana kadar hiçbir iktidar bu konuda bir düzenleme yapma cesaretini gösterememiştir veya doğabilecek tepkiler sebebiyle, ayarlamadaki güçlükler sebebiyle konuya girmemiştir. Ancak, Hükümetimiz tarafından kamu personel rejimi üzerinde çalışmalar devam etmektedir ve bu çalışmalar çerçevesinde, Anayasadaki eşitlik ve adalet ilkelerine de uygun bir düzenleme yapılması düşünülmektedir.

Sayın Akdemir'in dört sorusunu,  özet itibariyle değerlendirmek istiyorum.

Herhangi bir sınavdan maksat, burada, KPSS sınavıdır. İlahiyat fakültesi, meslek yüksekokulu, imam-hatip mezunlarının alacakları ayrı ayrı  puanlar kastedilmektedir. Dolayısıyla, burada müphem, belirsiz herhangi bir nokta yoktur.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Bakan.

Madde üzerindeki konuşmalar tamamlandı.

Soru-cevap kısmını da tamamlamış bulunuyoruz.

Madde üzerinde 2 önerge vardır.

DURSUN AKDEMİR (Iğdır) - IMF'yle ilgili sorum vardı.

BAŞKAN - Önergeleri, önce geliş sırasına göre okutacağım, sonra aykırılıklarına göre de işleme alacağım.

İlk önergeyi okutuyorum :

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 870 sıra sayılı kanunun 1 inci maddesiyle eklenen geçici 11 inci maddesinde yer alan "bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihte görevli olanlar" ifadesinden sonra yer almak üzere "veya askerlik hizmeti nedeniyle söz konusu görevden ayrılmış olanlar" ibaresinin  eklenmesini arz ve teklif ederiz.

 

İrfan Gündüz

Musa Uzunkaya

Orhan Yıldız

 

İstanbul

Samsun

Artvin

 

Hüseyin Tanrıverdi

Abdulbaki Türkoğlu

Bayram Özçelik

 

Manisa

Elazığ

Burdur

 

Cahit Can

M.Sait Yazıcıoğlu

Recep Yıldırım

 

Sinop

Ankara

Sakarya

BAŞKAN - İkinci önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 870 sıra sayılı kanun teklifinin 1 inci maddesinin Anayasaya aykırı olması nedeniyle reddini istiyorum.

                                                           Ümmet Kandoğan

                                                                            Denizli

BAŞKAN - Sayın Komisyon?..

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ SABAHATTİN YILDIZ (Muş) - Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Hükümet?..

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) - Katılmıyoruz.

BAŞKAN - Gerekçesini mi?..

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Söz istiyorum.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Kandoğan.

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Getirilen kanun teklifinin Anayasaya aykırı olduğu iddiasıyla bir önerge vermiş bulunuyorum. Öncelikle bu konuya girmeden önce, bugüne kadar bu vekil imam-hatip kadrolarında görev yapan ve çok zor şartlar altında bu büyük hizmeti büyük bir başarıyla yerine getiren bütün vekil imam ve hatipleri buradan şükranla yâd etmek istiyorum.

Bunlar, diğer devlet memurlarının, Diyanet İşleri Teşkilatındaki görevlilerin maaşları ve özlük haklarının az olmasına rağmen ve üçte 2 maaş almalarına rağmen, bugüne kadar bu görevi son derece başarıyla yerine getirmişler, en son ve en mükemmel din olan İslamı kitlelere anlatma noktasında büyük gayret sarf etmişlerdir. Din alanı, boşluk kabul etmeyen bir alandır. O bakımdan, bunların, bugüne kadar bu görevde tutulmaları, bu göreve getirilmeleri de son derece yerindedir; o nedenle, bu vekâleten yapılan atamalarda emeği geçen herkese de teşekkür etmek istiyorum. Yalnız, üzülerek şunu da ifade etmek istiyorum; benim bu sözlerim, 9 259 vekil imam-hatibe değildir, onların, kısa bir süre sonra, en geç onbeş gün sonra büyük bir hayal kırıklığı yaşamalarına şimdiden kendilerini hazırlamaları içindir. Bunu niye söylüyorum, bunu şu nedenle söylüyorum: Anayasanın 10 uncu maddesi, kanun önünde herkesin eşit olduğu ifadesini amirdir. Hiçbir kişiye imtiyaz tanınamayacağı hükmü, Anayasanın 10 uncu maddesinde yer almıştır ve yine, Anayasanın 70 inci maddesinde de "her Türk, kamu hizmetlerine girme hakkına sahiptir" denilmektedir. "Her Türk, kamu hizmetlerine girme hakkına sahiptir."

Bunları niçin okudum; bunları, şunun için okudum: Vekil imam- hatiplerimiz, bunların bir kısmı, 2002 yılında yapılmış ve geçerliliği kalmamış olan kamu personeli seçme sınavında belli bir puanı alıp, şu anda vekil imam-hatiplik yapanlar; bir kısmı, daha sonraki yıl giren vekil imam-hatipler.

Ancak, Türkiye Cumhuriyetinde Bakanlar Kurulunun almış olduğu bir kararda, devlet memurluğuna atanma hususunun hangi kriterlerden, hangi safhalardan geçeceği, çok açık ve net bir şekilde yerleştirilmiş. Devlet Personel Dairesi Başkanlığının görüşü alınarak, kamu personeli seçme sınavında yeterli puanı alanlar arasından, ÖSYM'ce, belirli kıstaslara, puanlara, tercih sistemine ve kılavuzlara göre yerleştirilmelerinin yapılması lazım.

Şimdi, bunların hiçbirisi, bu usule tabi olarak bu göreve getirilmemiştir. Şu anda, onbinlerce imam-hatip lisesi mezunu, ilahiyat fakültesi mezunu, bu kadroların açılacağı günü sabırsızlıkla bekleyen onbinlerce mezun, bu imtihanı bekleyen vatandaşlarımız var.

Şimdi, o vatandaşlarımız, o okullardan mezun olanlar, eğer, vekâleten atanan bu kişilerin belli bir süre sonra asaleten atanacaklarını bilmiş olsalardı, bugün bu görevi yapanlardan çok daha fazla puan aldıkları halde, sadece vekâleten olması dolayısıyla, sadece belirli bir güvenceden yoksun olması dolayısıyla müracaat etmeyen binlerce insan var şu anda.

Şimdi, siz, burada vekâleten atadıklarınızı asaleten atarsanız, bu binlerce kişinin hakkına da bir müdahale söz konusudur. Onların, eşit şartlar altında imam-hatip olmasının önünü kesme söz konusu. Benim söylemek istediğim, herkesin kamu hizmetine girme hakkı  olduğu ifadesinin altında yatan gerçek de budur. Onun için, değerli milletvekilleri, bu teklif, biraz sonra burada büyük bir ihtimalle onaylanarak kanunlaşacak; ancak, iddia ediyorum, bu kanun Sayın Cumhurbaşkanının önüne gittiğinde, bu bahsetmiş olduğum gerekçeler dolayısıyla ve altını da çizmek istiyorum, Sayın Cumhurbaşkanı da gerekçe bulma konusunda hiç de zorlanmadan, bu kanunu, göreceksiniz... (AK Parti sıralarından gürültüler)

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Kandoğan, sözlerinizi tamamlayın efendim, lütfen.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - ...bir kez daha göndereceğini hep beraber göreceğiz.

Değerli milletvekilleri, geliniz bu meseleyi ciddî bir şekilde çözüme kavuşturmanın yollarını hep beraber arayalım. Ben, yirmiüç yıl mülkî idare amirliği yaptım; bu, köylerdeki imam-hatip kadrolarının boş olmasından dolayı... (AK Parti sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen, müdahale etmeyelim.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - ...çok ciddî manada sıkıntı çeken, üzüntü duyan, bunun ıstırabını yaşayan birisiyim; ama, yapılan bu uygulama, ne yazık ki, bir derde deva olmayacak, bu 9 200 arkadaşımızı hayal kırıklığına uğratacak ve onbeş gün sonra göreceksiniz, onbeş gün sonra yeniden bu kanunu burada görüşmeye başlayacağız. Benim üzüntüm budur. Bunun tedbirini, çaresini, Sayın Bakanımız da buradadır, asaleten bunların açıktan atanma kadrosunu- Sayın Bakanımız hükümetimizin temsilcisidir- alın; 9 000 değil, 15 000, gelin, biz, burada bunu da destekleyelim; 20 000, destekleyelim; ama, bu uygulama...

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Kaç kişiyle destekleyeceksiniz?!

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Sayın Kacır, lütfen... Bakınız, ben tutanaklara da baktım, cumhuriyet tarihi boyunca Türkiye Büyük Millet Meclisinde hatibe en fazla müdahalede bulunan milletvekillerinin başında geliyorsunuz. Allahaşkına gelin bir gün şu kürsüye çıkın, bir, Türkiye sizi görsün, bir, İstanbul sizi görsün, bir görüşünüzü anlatın ne olur... Yerinizden...

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Millet seni de görüyor, beni de görüyor...

BAŞKAN  - Sayın Kandoğan, lütfen...

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - ...yerinizden, artık yeter! Bütün millet, Türkiye sizi tanır; ama, bir de şu kürsülerde görsün, şu kanunla ilgili bir görüşünüzü şuraya gelin açıklayın.

Ben samimî olarak, bunlara kadro verilsin, ben bunu canı gönülden istiyorum... (AK Parti sıralarından gürültüler)

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Hadi canım sen de!

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - ...ve boşlukların da doldurulması lazım, bunların mutlaka doldurulması lazım; ama, açıktan atama izni çıksın, 15 000 olsun, 20 000 olsun, dolduralım bunları; ama, bu uygulama yanlış, bu uygulama Cumhurbaşkanlığından geri gelir. Benim üzüntüm budur.

NİYAZİ ÖZCAN (Kayseri) - Sen kendi adına konuş kardeşim; sözcü müsün?!

BAŞKAN - Sayın Kandoğan, lütfen, son cümlenizi rica ediyorum.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Ben, bu duygu ve düşüncelerle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kandoğan.

Sayın Milletvekilleri, Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı, gerekçesini Sayın Kandoğan'dan dinlediğiniz önergeyi oylarınıza sunuyorum.

III.- YOKLAMA

(CHP sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Yoklama istiyoruz.

BAŞKAN - Yoklama talebinde bulunan milletvekillerimizin isimlerini yazalım:

Sayın Ekmekcioğlu, Sayın Anadol, Sayın Yücesan, Sayın Tütüncü, Sayın Küçük, Sayın Miçooğulları, Sayın Çakır, Sayın Tamaylıgil, Sayın İnce, Sayın Gün, Sayın Özyurt, Sayın Koç, Sayın Sağ, Sayın Demirel, Sayın Özcan, Sayın Keleş, Sayın Kepenek, Sayın Araslı, Sayın Baloğlu, Sayın Arıkan.

MUSTAFA BAŞ (İstanbul) - Sayın Başkan, orada diğerleri de var, onları da tespit edin; DYP'liler var, onları da tespit edin. İçtüzüğe göre tespit etmeniz lazım. Eskiden yoklama yapılırken biz dışarıya çıkardık. Ya dışarıya çıksınlar ya da tespit edilsin.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, yoklama için 5 dakika süre veriyorum.

Adlarını okuttuğum sayın üyelerin yoklama için elektronik cihaza girmemelerini rica ediyorum.

Yoklama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, toplantı yetersayısı vardır. (AK Parti sıralarından alkışlar)

VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

4.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Ankara Milletvekili Salih Kapusuz ile Hatay Milletvekili Sadullah Ergin'in; 633 Sayılı Diyanet İşleri Başkanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/420) (S. Sayısı: 870) (Devam)

BAŞKAN - Biraz önce gerekçesini dinlediğiniz, Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 870 sıra sayılı kanunun 1 inci maddesiyle eklenen geçici 11 inci maddesinde yer alan "bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihte görevli olanlar" ifadesinden sonra yer almak üzere "veya askerlik hizmeti nedeniyle söz konusu görevden ayrılmış olanlar" ibaresinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

İrfan Gündüz (İstanbul) ve arkadaşları

BAŞKAN - Sayın Komisyon katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ SABAHATTİN YILDIZ (Muş) - Sayın Başkan, uygun görüşle Yüce Meclisin takdirine bırakıyoruz.

BAŞKAN - Hükümet katılıyor mu?

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) - Katılıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Gerekçeyi mi okutalım efendim?

İRFAN GÜNDÜZ (İstanbul) - Gerekçe okunsun.

BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe: Askerlik gibi kutsal görevi ifa etmek üzere geçici görevliyken zorunlu olarak askere gidenlerin mağduriyetlerini önlemek amacıyla önerilmiştir.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Komisyonun takdire bıraktığı, Hükümetin katıldığı, gerekçesini dinlediğimiz önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmiştir.

Şimdi, maddeyi önerge doğrultusunda oylamaya sunacağım; ancak, bu arada, Komisyon Sözcüsünün bir açıklama talebi var; onu dinleyelim.

Buyurun.

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ SABAHATTİN YILDIZ (Muş) - Sayın Başkan, geçici 1 inci maddede "yeterli puan almaları koşuluyla" diye bir ifade var. Buradaki murat, geçmişte yapılmış olan KPSS sınavında almış oldukları puandır; yani, bunun, burada açıklanmasında fayda var, bir yanlış anlaşılmaya mahal vermemesi için.

BAŞKAN - Almış olmaları...

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ SABAHATTİN YILDIZ (Muş) - Almış olmaları...

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Geçmiş ne zaman?..

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ SABAHATTİN YILDIZ (Muş) - 2001'de, 2002'de; yani, bu vekil imamların yerleştiği tarihte almış olduğu puanlar; yani, yapılan KPSS sınavında aldığı puanlarda geçerli puan alma şartıdır. Yani, burada, yeni veya şu anda yapılacak bir sınav yok.

Yani, burada bir yanlış anlaşılma olmaması için, bir açıklamanın gelmesinde fayda var.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, şimdi, ben, 1 inci maddeyi, geçici 11 inci maddeyle birlikte ve kabul edilen önerge doğrultusunda oylarken, Komisyon Sözcüsünün açıkladığı "almaları"nı  "almış olmaları" olarak, düzeltilmiş olarak oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

2 nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2.- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Ankara Milletvekili Sayın İsmail Değerli; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA İSMAİL DEĞERLİ (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 870 sıra sayılı, 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifiyle ilgili olarak söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunun 1 inci maddesinde İslam Dininin inançları, ibadet ve ahlâk esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek görevi Diyanet İşleri Başkanlığına verilmiştir. Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı bu hizmeti, Anayasanın 136 ncı maddesi gereğince laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasî görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek yerine getirmektedir denilmektedir.

Değerli arkadaşlar, Türkiye'de 80 000'in üzerinde cami mevcut. Bu camiler, gerçekten, planlı programlı yapılmamıştır. 1997-1998 yıllarından sonra, belediyeler bazı kararlar aldı Diyanet İşleri Başkanlığının vermiş olduğu görüşler doğrultusunda; bir yerde cami yapılabilmesi için belirli metrekareler getirildi, belirli kurallar getirildi. Ancak, ondan önceki dönemlerde, gerçekten, önüne gelen cami yaptı, arsasını bağışladı küçük kücük yerlerde veya parasını kullandı; sonra da, bunları götürdü Diyanet İşlerine devretti.

Şimdi, kadro yetersiz deniliyor. Değerli arkadaşlar, Türkiye'de 90 000'e yakın, Diyanet İşlerinde insan çalışmaktadır ve çoğu bölgelerdeki camilerde de ibadet edecek vatandaş bulamıyoruz; köyler boşalmış, bölgeler boşalmış; gerçekten, çoğu yerde cuma günleri cemaat 3-5 kişi, onun dışında çoğu zaman camiler boş; ama, biz, şimdi, bu boş olan kadrolara, hakikaten, kendi yandaşlarımızı yerleştirmek için bu konuda çalışma yürütüyoruz.

Değerli arkadaşlar, Türkiye'de 44 892 tane resmî okul var, 8 664 özel okul var; Türkiye'de toplam okul sayısı 53 556; şu an, ülkemizde 100 000 dersliğe ihtiyacımız var, bunun yanında 200 000 de öğretmene ihtiyacımız var. Ülkemizde bu sıkıntılarımız varken, bu ihtiyaçlarımız varken, bunu büyük bir öncelikle getirdik; bu, işin birinci yanı.

Gelelim işin öbür yanına, değerli arkadaşlar, hakikaten, burada "İslam dininin inançları" deniliyor. Ben, şimdi size soruyorum; yanlış anlamayın, hiçbir zaman bölücü, hiçbir zaman mezhepçi, kesinlikle böyle bir şeyim yok; her şeyden önce, ben doktorum, kadın doğum uzmanıyım. Bir hastaya doğum yaptırdığım zaman, doğan çocuğun alnında hiçbir şey yazmaz. Siz, onu, kimin yanına, hangi kültürün yanına verirseniz, hangi dinî inançtaki insanın yanına verirseniz, onun kültürünü alır, onun düşüncesini alır; bu, böyledir.

MUSA UZUNKAYA (Samsun)  - Çok doğru...

İSMAİL DEĞERLİ (Devamla) - Şimdi, değerli arkadaşlar; ama, ülkemizde öyle değil. Bizim ülkemizde, 20 000'in üzerinde Alevî, Bektaşi vatandaş var.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Milyon...

İSMAİL DEĞERLİ (Devamla) - Caferî mezhebe dahil insanlar var. Bakınız değerli arkadaşlar, bu arkadaşlar, ibadet edecekleri yer bulamıyor ve cemevi kurmak istediği zaman, İçişleri Bakanlığı, fetva istiyor Diyanet İşleri Başkanlığından. Biz, acaba, ülkemizdeki Alevî vatandaşlara, Bektaşi vatandaşlara, cem yeri verebilir miyiz, veremez miyiz?.. Çünkü, yerel yönetimler, ibadet yeri diye yerler açıyor; ama, maalesef, Osmanlı İmparatorluğu döneminde dahi olmayan fetvalar veriliyor; yani, bu inanca sahip olan insanlara bu hak tanınmıyor. Peki, bu insanlar, bu ülkede, nerede ibaret etsin arkadaşlar?.. Havraya gidiyorsun, sinagoga gidiyorsun, efendim, ben evimde ibadet etmek istiyorum veyahut da cemevinde; yani, siz, kilisede ibadet edene bir şey demiyorsunuz...

AHMET YAŞAR (Aksaray) - Kilise, ibadethane...

MUSTAFA ÜNALDI (Konya) - Kilise de ibadethane...

İSMAİL DEĞERLİ (Devamla) - Bunlara, camie gelin demiyorsunuz. Peki, sinagoga giden adama demiyorsunuz... Değerli arkadaşlar, Alevî- Bektaşîleri, siz, Müslüman olarak kabul etmiyor musunuz?!. (AK Parti sıralarından "sen etmiyorsun" sesleri) Bu arkadaşlar, Allah'ın...

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri... Sayın milletvekilleri... Hatibe müdahale etmeyin...

İSMAİL DEĞERLİ (Devamla) - Bu arkadaşlar, Allah'ın birliğine, ben de Allah'ın birliğine, Hazreti Muhammed'in son peygamber olduğuna ve 12 imama inanıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) Ben, camide ibadet etmiyorum da cemevinde ediyorum veyahut kilisede ediyorum veyahut sinagogda ediyorum, havrada ediyorum veyahut da evimde ediyorum.

Değerli arkadaşlar, peki, dinde dogmatizm yok diyorsunuz. Biraz önce buradaki arkadaş bunu söyledi, dinde dogmatizm yok diyorsunuz; İslam Dininin inançlarında farklı yorumlar olabilir, siz bu yorumlara karşı geliyorsunuz. 90 000 tane Diyanet İşleri kadrosunda, acaba bir tane Alevî-Bektaşî var mıdır? Bunu soruyorum size.

Değerli arkadaşlar, ben de burada şunu talep ediyorum: Bu verilecek olan 9 200 küsur kadronun 1 000 tanesini de Alevî-Bektaşîlere tahsis edin; onlar da dinini öğrensin, onlar da gerçek düşünceleri neyse onu istesin.

HÜSNÜ ORDU (Kütahya) - Alevîlik ayrı bir din değil!..

İSMAİL DEĞERLİ (Devamla) - Değerli arkadaşlar, bakın, işinize gelmiyor...

SONER AKSOY (Kütahya) - Ayırımcılık yapmayın!..

İSMAİL DEĞERLİ (Devamla) - Ayırımı işte asıl siz yapıyorsunuz!

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, müdahale etmeyelim.

İSMAİL DEĞERLİ (Devamla) - Bakın arkadaşlar, Avrupa Birliğinde Alevîleri azınlık olarak ilan ettiler; ama, buna ilk karşı çıkan, Alevî kuruluşları oldu "biz bu ülkenin temel taşlarıyız, biz bu cumhuriyetin temel bekçileriyiz" diye isyan etti hepsi, bütün Alevî kuruluşları. Alevîler hiçbir zaman ayırım yapmamıştır.

Laiklikte de, dinî ibadetlerde devlet para ayırmak zorunda değildir. Bakınız, 12 trilyon daha para harcıyorsunuz buna. Peki, soruyorum; acaba, Alevî-Bektaşî, Caferî kuruluşlarına, devlet bugüne kadar beş kuruş yardım yapmış mıdır? Onlar askerlik yapmıyor mu?! Onlar vergi vermiyor mu?! Onlar...

SONER AKSOY (Kütahya) - Ayırımcılık yapmayın!..

İSMAİL DEĞERLİ (Devamla) - Kesinlikle yapmıyorum. Bakın, kesinlikle... Siz yapıyorsunuz ayırımı, biz yapmıyoruz.

K.KEMAL ANADOL (İzmir) - Siz yapıyorsunuz...

İSMAİL DEĞERLİ (Devamla) - Biz kesinlikle yapmıyoruz bunu.

SONER AKSOY (Kütahya) - Camiler herkese açık...

İSMAİL DEĞERLİ (Devamla) - Bakın beyefendi, ben camide ibadet etmek istemiyorum. Kiliseye giderken sesiniz çıkmıyor; ama, cemevine giderken niye bağırıyorsun?! Sinagoga giderken niye bağırmıyorsun?! Yanlış. Bakın, ayırımı yıllardır siz yaptınız.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen hatibe müdahale etmeyin.

İSMAİL DEĞERLİ (Devamla) - Altıyüz yıllık Osmanlı İmparatorluğunda da siz yaptınız...

BAŞKAN - Hatibe itiraz etmeyin, müdahale etmeyin.

İSMAİL DEĞERLİ (Devamla) - Bugün de siz yapıyorsunuz. Burada taraf tutmak var. (AK Parti sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Sayın Değerli, siz Genel Kurula hitap edin.

İSMAİL DEĞERLİ (Devamla) - Değerli arkadaşlar, burada yapılacak konu, gerçekten kesinlikle karşı değilim, camie imam da atayın, ihtiyaç varsa yeni cami de yapın; ama, konu buraya gelince hepiniz bunu savunuyorsunuz. Ben evimde ibadet edebilirim; ama, çocuğunu evde okutamazsın, herkes öğretmenlik yapamaz. Ülkemizde 100 000 dersliğe ihtiyaç varken, bunun yanında 200 000 öğretmene ihtiyaç varken, siz, hakikaten cemaati olmayan camilere imam atıyorsunuz. Bu doğru bir şey midir?!

RECEP KORAL (İstanbul) - Nereden biliyorsunuz?!

İSMAİL DEĞERLİ (Devamla) - Ben çok biliyorum, bölgeleri de geziyorum, köylere de gidiyorum, her yere gidiyorum değerli arkadaşlar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Değerli, konuşmanızı tamamlayın efendim.

İSMAİL DEĞERLİ (Devamla) - Değerli arkadaşlar, bakınız, elinizi vicdanınıza koyarak, ayırım yapmayarak, ben şahsen burada Alevîlere de 1 000 tane kadronun tahsis edilmesini talep ediyorum, huzurunuzda bunu tüm halka da ilan ediyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Değerli.

Şahısları adına söz isteği var.

Tokat Milletvekili Sayın Resul Tosun; buyurun.

Sayın Tosun, süreyi iyi kullanmanızı rica ediyorum.

RESUL TOSUN (Tokat) - İkinci şahıs da söz hakkını bana devretmişti, 10 dakika kullanacağım Sayın Başkan.

BAŞKAN - Efendim, süreniz 5 dakika.

RESUL TOSUN (Tokat) - Sayın Başkanım, ikinci şahıs da hakkını bana devretmişti.

BAŞKAN - Öyle bir usulümüz yok efendim.

RESUL TOSUN (Tokat) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; insanlığın ortak değerlerini herhangi bir siyasî partinin ya da grubun kendisine mal etmesi, hem kendisine hem de ortak değere zarar verir. Dolayısıyla, ortak değerleri, burada, değişik şekillerde kendilerine mal eden siyasîler de...

RASİM ÇAKIR (Edirne) - Aynen sizin yaptığınız gibi.

RESUL TOSUN (Devamla) - ...geçmişte, bunun karşılığını halktan gerektiği şekilde almışlardır, almaya devam etmektedirler.

Değerli arkadaşlar, şimdi, biz, burada, ne dinî bir konuyu tartışıyoruz ne Diyanet'in felsefesini tartışıyoruz ne de herhangi bir fetva üzerinde bir yasa çıkarıyoruz. Biz, burada, son derece teknik bir konuyu tartışıyoruz.

İSMAİL DEĞERLİ (Ankara) - Soru önergelerine verilen cevaplar vardır.

RESUL TOSUN (Devamla) - Teknik bir konu... Teknik bir konu... Nedir bu teknik konu; 9 000 küsur tane kadrosu boşalmış imamların yerine sınavla alınmış vekil imamların aday imam olması gibi, son derece teknik bir konu üzerinde tartışıyoruz; ama, bunu, kâh Anayasa Mahkemesine kâh Alevîliğe kâh başka yerlere çekerek kâh cemevlerine çekerek kâh sinagoglara çekerek saptırmanın bir âlemi yok.

Biz, burada, Türkiye'nin çok önemli sorunlarından birisini çözmek üzere, yine, çok tarihî bir adım atıyoruz. Nedir bu sorun değerli arkadaşlar?

Bakınız, ben, geçen hafta seçim bölgesindeydim ve 8 yerde halk günü yaptım. Benim uygulamamda halk gününün anlamı şu: Köylüyü, kentliyi meydanda yahut kapalı bir alanda topluyorum, önce onlara söz veriyorum, sonuna kadar, şikâyetini, talebini, isteğini, temennisini söylüyor, sonra da biz cevap veriyoruz.

Şimdi, gittiğimiz hemen hemen her yerde, bakınız, buna birtakım Alevî köylerimiz dahil, ben, 2 tane de Alevî beldemizde halk günü yaptım; Niksar'ın Yazıcık beldesi, Niksar'ın Yuvacık beldesi ve çevredeki 6 tane Alevî köyüyle birlikte toplandım, konuştum. 2 tane Alevî köyümüz de benden imam istedi, imam, cemevi değil. (AK Parti sıralarından alkışlar)

TÜRKÂN MİÇOOĞULLARI (İzmir) - Camisi varsa ister tabiî.

İSMAİL DEĞERLİ (Ankara) - Cemevine müsaade etmiyorsun, ne yapsın adam!

RESUL TOSUN (Devamla) - Şimdi, değerli arkadaşlar, biz, camide ne yapılır, cemevinde ne yapılır, bunu tartışmıyoruz. Açık kadro var, 23 532 tane açık kadro var ve burada, çok değerli bilim adamı olarak bildiğimiz hocalarımız geldiler; eşitsizlikten, eşitlik ilkesini bozmaktan bahsettiler.

Şimdi, değerli arkadaşlar, teknik konu şu: Bakınız, 1996 yılından bu yana, emekli olarak, vefat ederek, başka tarafa geçerek boşalan din görevlileri kadrosuna, dokuz senedir 1 tane atama yapılmamış; ama, bu dokuz sene içerisinde, öğretmenliğe yapılmış, mühendisliğe yapılmış, doktor, ebe hepsine yapılmış. Arkadaşlarımız, getirip, bir de, öğretmen kadrosu, ebe kadrosu, hemşire kadrosu diyorlar. Değerli arkadaşlar, buradaki açıklara her sene verilmiş, binlerce kadro verilmiş; ama, dokuz sene asıl haksızlığa uğrayan, asıl eşitsizliğe uğrayan din görevlileri olmuş. 23 000 kadroda, yerine adam konulmamış.

SALİH GÜN (Kocaeli) - Taşımalı sisteme geçildiğinden beri köylerde kaç tane okul kapattınız?

RESUL TOSUN (Devamla) - Değerli arkadaşlar, burada bir değerli arkadaşımız "efendim, cemaatsiz cami" dediler. Eğer siz, camisiz köylere giderseniz, vekil imamların sorununu bilemezsiniz; ama, camili köylere giderseniz, orada vekil imamların sorunlarının da olduğunu görürsünüz. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, cemaat yokmuş!.. Değerli arkadaşlar "haftada bir gün cuma" diyor arkadaşımız ki, hem cemaati vardır bu camilerin hem de... Ne mantıktır Allahaşkına, Ali Sami Yen Stadında haftada bir maç yapılıyor diye stadı kapatmamız mı lazım; personeline izin mi vermemiz lazım? (AK Parti sıralarından alkışlar)

RESUL TOSUN (Devamla) - Değerli arkadaşlar, bakınız, dokuz senedir bir tek atama yapılmamış; büyük bir haksızlık yapılmış; 23 000 boş kadro var. Biz, Türkiye'nin bütün sorunlarını çözmek üzere seçimden önce bu millete söz verdik ve şimdi o sözümüzü tutuyoruz. Asıl, din görevlilerine dokuz senedir uygulanan mağduriyeti, haksızlığı, eşitsizliği, nispeten -tamamıyla da değil, bütünüyle de değil- kısmen giderecek bir uygulama yapıyoruz.

İSMAİL DEĞERLİ (Ankara) - Yediyüz yıldır Alevîlere aynı şeyi yapıyorsunuz.

RESUL TOSUN (Devamla) - Ayrıca, yine burada Sayın Hocamız...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Tosun, son cümleleriniz için mikrofonu açtım.

RESUL TOSUN (Devamla) - ... dedi ki: "Neden yeniden 9 000 kadro veriyorsunuz, mevcut açık kadrolara atasanıza." Zaten öyle Sayın Hocam, bu 9 000 küsur arkadaşımız atandığında, o boş kadrolara atanacak, geriye 14 430 açık kalacak; yani, yeni bir kadro ihdas edilmiyor, boş kadrolara veriliyor. Zaten bu vekil imamlar, görevinden askere gitmiş ve saire gitmiş, boşalmış kadronun yerine vekâlet yapıyor; aksi takdirde, vekâlet yapamazsınız.

Ayrıca, son cümle olarak; değerli arkadaşlar, şimdi, tabiî, muhalefette konuşmak ile iktidarda konuşmanın farkları vardır. Şimdi, CHP'de iki türlü konuşmaya tanık olduk bugün; birincisi, hakikaten...

BAŞKAN - Sayın Tosun, son cümlenizi...

RESUL TOSUN (Devamla) - Son cümlem...

Birincisi, hakikaten takdir ettiğim, Sayın Kemal Anadol'un, Diyanet konusunda, son derece saygın, makul, hatta, Musa Uzunkaya'yı bile neredeyse bizden alabilecek bir konuşmaydı; ama, diğer konuşmaları, genelde, maalesef, çok anlaşılır değildi.

Bakınız, 1974 yılında, CHP-MSP Hükümeti zamanında aynı konu gündeme geldi, o zaman CHP destekledi...

BAŞKAN - Sayın Tosun, konuşmanızı keseceğim, kusura bakmayın.

RESUL TOSUN (Devamla) - Son nokta, son cümle Sayın Başkan.

BAŞKAN - Son cümleyi istiyorum, selamlama cümlesi...

RESUL TOSUN (Devamla) - O zaman, CHP, vekil imamlara kadro verilmesini kabul etmişti; ama, yasayı çıkarmak, daha sonraki hükümete nasip oldu.

Saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Şahısları adına söz istekleri var, devam ediyor.

Ankara Milletvekili Sayın Faruk Koca?.. Yok.

Ankara Milletvekili Sayın Said Yazıcıoğlu?.. Yok.

Denizli Milletvekili Sayın Ümmet Kandoğan?.. Yok.

Madde üzerindeki konuşmalar tamamlanmıştır.

Soru-cevap kısmına geliyorum.

Sayın İnce, buyurun.

MUHARREM İNCE (Yalova) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Ülkemizde doktor, hemşire, ebe eksikliğini biliyoruz. İnsanlarımızın, eğitimle ilgili, bilgisayar öğretmenlerinin sözleşmeli çalıştıklarını biliyoruz. Peki, bütün bu eksiklikler ortadayken, biz, sizi yaşatamadık, ilaç kuyruklarında öldürdük, iyi eğitemedik, hiç olmazsa cenazeleri düzgün gömelim diye mi din adamı alıyoruz? Birinci mantık bu.

İkinci mantık; Cumhuriyet Halk Partisinin... (AK Parti sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, bak, soruyu anlayamıyoruz; rica ediyorum arkadaşlar...

MUHARREM İNCE (Yalova) - Yaşatamadık, hiç olmazsa cenazeleri düzgün gömelim diye mi bu mantık?

İkinci sorum da, bir konuşmacı, sayın iktidar milletvekillerinden birisi, Cumhuriyet Halk Partisinin kuruluş yıllarındaki geleneğine ters düştüğümüzü söyledi. Cumhuriyet Halk Partisinin cumhuriyetin ilk yıllarındaki mantığı ile bugünkü Cumhuriyet Halk Partisinin çeliştiğini söyledi. Olabilir, belki hatalarımız da vardır, ben görmüyorum ama.

Peki, ben de İktidar Partisine ve Sayın Bakana şunu söylüyorum: Siz, acaba, geçmişinizde, İncirlik'i değerlendirdiğinizde, küffarın cünüp askerlerine tezkere getirdiğinizde, Avrupa Birliğiyle ilgili görüşlerinizi değerlendirdiğinizde, siz, acaba, geçmişinizle çelişiyor musunuz diye bu soruyu yöneltiyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın İnce.

Sayın Işık, buyurun.

AHMET IŞIK (Konya) - Sayın Başkan, vasıtanızla şu soruyu yöneltmek istiyorum:

Sayın Bakanım, 1 inci maddede "Devlet Personel Başkanlığınca açılan kamu personeli seçme sınavlarının herhangi birinden Diyanet İşleri Başkanlığınca belirlenecek yeterli puanı almış olmaları koşuluyla" ibaresi geçiyor. Şu an vekil imam olup da KPS sınavına girmediği halde 700 tane imam-hatip bulunmakta. Bu maddeden anladığım yorum, KPS sınavında bu arkadaşlarımız başarılı olduğu takdirde bunların da bu haktan yararlanacağı noktasında bir yorum algılıyorum. İleride, uygulamada doğabilecek sıkıntıları gidermek amacıyla soruyorum. Anladığım şekliyle mi? Maddeden bu şekilde anlayabilir miyiz? Yani, KPS sınavına girip, o 700 imam arkadaşımız, başarılı olduktan sonra aynı hakkı elde edecek mi?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Işık.

Sayın Öğüt, buyurun.

ENSAR ÖĞÜT (Ardahan) - Sayın Başkanım, Sayın Bakanım; benim ilim Ardahan'da camilerin, köy camilerinin aşağı yukarı yüzde 40'ı tamirat bekliyor, yani, hasarlı bir şekilde; insanlarımız ibadetini yapamıyor.

Ayrıca, benim ilimin Damal İlçesinde veya Hanak İlçesinin bir bölüm köylerinde Alevî vatandaşlarım var. Oradaki insanlarımız cemevlerinde ibadet yapmak istiyorlar. Tabiî, bu, Türkiye genelinde de böyle var. Cemevlerine bütçeden bir yardım ayrıldı mı? Ayrılmadıysa, bütçeden cemevlerine bir yardım ayırmayı düşünüyor musunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Öğüt.

Sayın Ünlütepe, buyurun.

HALİL ÜNLÜTEPE (Afyonkarahisar) - Sayın Başkan, aracılığınızla Sayın Bakana şu soruyu yöneltmek istiyorum.

Afyonkarahisar İlinin Nazmi Saatçi Mahallesinde "Mina" isimli bir cami var. Bu camiin mülkiyeti şahsa ait; fakat, bir dernek tarafından yapılmış. Ama, Diyanet içinde kurulmuş olan Dinî ve Sosyal Hizmetler Vakfı, bu derneğin adına yetkili olmadığı halde, bir GSM şirketiyle yıllık 4 500 dolar üzerinden baz istasyonu kuruluş sözleşmesi yapmıştır.

Şimdi, biz, daha önce Mecliste çıkardığımız bir yasayla tüm kurum ve kuruluşlar içerisinde bulunan vakıf ve derneklerin faaliyetlerini sona erdirmiştik. Acaba, Diyanetin içinde bulunan Dinî ve Sosyal Hizmetler Vakfı için bu çıkarılan yasa yürürlüğe girmiyor mu? Böyle bir vakıf, hâlâ, bir sözleşme yaparak, camilerin üzerinde, minarelerin üzerinde insan sağlığı için zararlı olan baz istasyonlarını kurmaya devam edecek mi?

2- Bu tür bir Dinî ve Sosyal Hizmetler Vakfı, ki, böyle bir vakıf da bugün için hukuken yok; ama, sözleşme yapılmış her camiin minaresine bu baz istasyonu kurulmaktadır. Toplum bu kuruluşa karşı büyük bir tepki göstermiştir. Afyonkarahisar İli Çevre Kurulu baz istasyonu kurulmasını yasaklamıştır, toplumdaki infialin önüne geçmeye çalışmıştır. Ayrıca, mahkemeye başvurulmuş, yargı kararıyla da baz istasyonu kurulması engellenmiştir.

Sorun şudur Sayın Başkanım: Toplumda insan sağlığı açısından zararlar doğurduğu bilinen baz istasyonlarının kuruluşu bu camilerde hâlâ devam edecek midir?

3- Hukuken geçerliliği olmayan Dinî ve Sosyal Hizmetler Vakfının faaliyetlerine ne zaman son verilecektir?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Ünlütepe.

Sayın Gün, buyurun.

SALİH GÜN (Kocaeli) - Teşekkür ederim Başkanım. Ben de sizin aracılığınızla, Sayın Bakanıma bir soru sormak istiyorum.

Dokuz yıldır kadrosuz imamlardan dolayı camilerin boş olduğu söyleniyor. Muhakkak, orada namaz kıldıran, dinî vecibeleri yerine getirecek bir arkadaş vardır. Eğer bir köyse, zaten 5 ilâ 10 tane cemaati vardır. İbadet, bildiğim kadarıyla, öğrendiğim kadarıyla evde de olur; ama, öğretmensizlikten taşımalı eğitime geçildi; Türkiye'nin birçok köylerinde öğretmen açıklarının kapatılıp kapanan okulların açılması için öğretmen atamalarına öncelik verilseydi, yarınımızın çocuklarına daha geçerli hizmet olmaz mıydı?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Gün.

Sayın Bakan, buyurun.

Süreniz de azaldı...

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Başkanım, bütün sorulara yazılı cevap verilecektir.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, 2 nci madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

3 üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3.- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Ankara Milletvekili Sayın Oya Araslı; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA OYA ARASLI (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 870 sıra sayılı kanun teklifinin 3 üncü maddesi üzerinde, Grubum adına söz almış bulunuyorum ve sizleri saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, biraz önce yaptığım konuşmada, maddeyle ilgili olarak, kanunun 1 inci maddesinin 633 sayılı Kanuna eklediği ek madde 11'le ilgili olarak birtakım değerlendirmeler yaptım ve Anayasaya aykırı mütalaa ettiğim bazı hususlara dikkatlerinizi çekmekte yarar gördüm; ama, ne yazık ki, bazı değerli arkadaşlarımız, Anayasaya aykırılık konusundaki uyarılarımızı "bunlara ne gerek var, bu memleketin imam-hatip ihtiyacı var; biz de onları karşılıyoruz, bu tartışmalara gerek olmamalı" gibi bir tavırla karşıladılar.

Değerli arkadaşlarım, bizler, burada, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, kimseyi imamsız, hatipsiz bırakmak için birtakım değerlendirmeler yapmıyoruz. Böyle bir ihtiyacın yurttaşlarımızın çok doğal bir ihtiyacı olduğu bilincindeyiz ve bu mesleklerin mensuplarına da büyük bir saygı duyuyoruz; ama, aynı zamanda, şu Yüce Meclisin çatısı altında yaptığımız işe de saygı duyuyoruz. Bu işi özenle yerine getirmeliyiz, bir kerede en doğru düzenlemeyi ortaya çıkarmalıyız ve eğer ortada bir sorun varsa, bunu en doğru biçimde çözmeliyiz. Bu, bize vekâlet vermiş olan vatandaşlarımızın bizden beklediğidir, Anayasanın omuzlarımıza yüklemiş olduğu bir görevdir. Bu görevi özenle yerine getirmemiz gerekiyor.

Demin, ben, birkaç tane tespit edebildiğim Anayasaya aykırılık olayından söz ettim. Burada, bir tek alanda vekâleten görev yapmakta olan kamu personeline, asaleten o görev yaptıkları yerlerde kadroya atanma imkânı getiriliyor; ama, imam-hatipler dışında aynı şekilde vekâleten görev yapan vatandaşlarımız için, biz, aynı türden bir düzenleme getiriyor muyuz; getirmeyişimizin makul bir izahını ortaya koyabiliyor muyuz bu yasa metninde? Bazen bir ayırım yapılır; ama, bunun çok makul bir nedeni vardır. Burada öyle bir makul neden de ortaya koyamıyoruz. Binaenaleyh, Anayasanın 10 uncu maddesinde ifade edilen "kanun önünde eşitlik" ilkesine aykırı bir düzenleme yapıyoruz.

Bu düzenleme yeteri kadar belirli bir düzenleme de değil. Bir soru sordum hangi kamu personeli seçme sınavı diye. Doğrusu tatminkâr bir yanıt alamadım. İşte, sınavlardan herhangi birisi... Herhangi birisi başka bir şeydir, belli bir tarihte yapılmış belli bir sınav başka bir şeydir. Bundan on yıl önce bu sınava girmiş olanın aldığı notu burada değerlendirmeye tabi tutacak mıyız? Ben bu metne baktığım zaman... 2001, 2002, 2003 diyorlar değerli arkadaşlarımız açıklama yapmaya gelince. Peki 2000, peki 1995; onları da kapsıyor mu kapsamıyor mu? Benim bildiğim, iki yıl geçtikten sonra sınavın üzerinden o sonuçların değerini kaybettiği; uygulamalar buna göre yapılıyor. Burada o zaman herhangi birini geçerli kılıyorsak geniş bir zaman dilimi içerisinde, bir ikinci eşitlik ilkesine aykırı bir durum ortaya çıkıyor. Bir belirsizlik var.

Ne zaman girdiği sınav? Bu konuda suskunuz ve aldığı hangi puan? Bakınız, Anayasanın 128 inci maddesi, memurların ve kamu görevlilerinin atanma koşullarının yasada açıkça belirlenmesini amirdir, bunu gerekli görmektedir. Biz, vekâleten görev yapmakta olanları asaleten kamu görevine atıyoruz, kamu personeli haline getiriyoruz, kamu görevlerinin sürekli insan unsuru haline getiriyoruz. Atama koşullarının hepsinin kanunda açık seçik, teker teker gösterilmesi Anayasanın gereği. Biz burada ne yapıyoruz; puanla ilgili en azından bir taban belirlemesi yapıyor muyuz; hayır; hepsini Diyanet İşleri Başkanlığına bırakıyoruz belirleme yetkisini; yani, Anayasanın yasayla yapılmasını, gerekli gördüğü bir hususu belirleme yetkisini Diyanet İşleri Başkanlığına bırakıyoruz. Eğer, Anayasa bir görevi yasama organına bırakmışsa, onun devri mümkün değildir. Defeatle bu kürsüden anlatıyorum; yürütme, aslî düzenleme yapamaz. Yürütme ve idarenin aslî düzenleme yetkisi Anayasamıza göre yoktur. Önce, yasama, bir alanı temel ilkeleriyle belirler, düzenler; ondan  sonra da, yürütme, bu alanda, bu çerçevesi çizilmiş alanda düzenleyici birtakım işlemler yapabilir; ama, yürütmenin düzenleme yetkisi aslî değil, ikincildir; yani, yasayla çizilmiş bir alandadır. Hele hele Anayasa, bir hususun yasayla düzenlenmesini gerekli görmüşse, artık, o yasayla düzenlenmesini gerekli gördüğü hususlarda yürütmeye yetki verilemez; bu, Anayasaya aykırı bir yetki devri niteliği taşır ki, Anayasamız, yasama yetkisi devredilemez diyerek, buna tamamen engel olmaktadır.

Eğer biz yasayı bu şekliyle çıkarırsak, Anayasaya aykırı bir düzenleme yapmış oluruz; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak üzerinde durduğumuz husus budur. Siz, seçmeninize ne vaatte bulundunuz; bu, bizi ilgilendirmez. Hangi kamu görevlisi grubuna ayrıcalık sağlamak istiyorsunuz; bu da, belki çoğunluğunuzla takdirinize bağlı olarak tespit edebileceğiniz bir husus; ama, çoğunluğunuzla aşamayacağınız bir şey var; Anayasanın emredici hükümleri. Çoğunluğunuz ne kadar ezici bir çoğunluk olursa olsun, bu hükümleri aşamazsınız; bunlara uygun hareket etmek zorundasınız.

Muhalefet olarak katkımızı istediğinizden söz ediyorsunuz; biz de katkı olarak bu gerçekleri dile getirmek istiyoruz. Bu kürsüde söylediklerimizi anlaşılır şeyler değil zaten, pek de anlamadık diyerek, üzerine bir çarpı çekip, bir kenara koyuyorsunuz. Size yardımcı olmak istiyoruz. Bu Yüce Meclisin çatısının altında, Anayasaya uygun, bizden beklenen doğru düzgün işler yapılmasını istiyoruz. Onun için böyle bir katkı vermeye çalışıyoruz, bu sefer de "anlamadık" diyorsunuz; içinizden bir kısmı.

Değerli arkadaşlar, herkes her şeyi anlamaz. Kimileri bir kerede anlar, kimileri üç kerede anlar, kimileri de ne kadar anlatırsanız gene anlamaz, ya anlayamadığından anlamaz ya anlamamakta kararlı olduğu için anlamaz.

Seçim sizin. Katkı bizden. Oylamada gereğini yerine getireceğinize inanmak istiyoruz. Doğru düzgün, Anayasaya uygun yasaların hukuk düzeninde yer almasını sağlamaya gayret ediyoruz. Çabamız bunun içindir.

İmam-hatiplere herhangi bir düşmanlığımız, onları gözden çıkarma gibi bir durumumuz yoktur. Kamu hizmetlerinin hepsi eşdeğerdir; ama, imam-hatiplik alanında görev yapan kamu görevlilerine bu şekilde bir hizmet götürülürken, onların bir sorunu çözülürken, zihnimizde çöreklenen bir soru var: Kamunun diğer kesimlerinde vekâleten görev yapan insanlar bu vatanın çocukları değiller mi? Onlar üvey evlatlarımız mı? Onları ne zaman düşüneceksiniz? Onları niye bunlarla beraber düşünmediniz? Öyle zannediyorum ki, bu da, bu vatan evlatlarına, sizin yanıtlamakla yükümlü olduğunuz bir soru. Yanıtlayabilirseniz yanıtlayınız.

Saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Araslı.

AK Parti Grubu adına, Ankara Milletvekili Sayın Salih Kapusuz. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Sayın Başkan, sayın arkadaşlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sadece bir husus, birkaç kez tekrar edildiği için kısa bir açıklama yapma ihtiyacını hissettim. Kanun teklifi veren arkadaşınız olmam hasebiyle, bu konuyu Plan ve Bütçe Komisyonunda üye arkadaşlarımızla beraber paylaşan bendim. Elbette, bugün ilgili Bakan arkadaşımız bu çalışmalar sırasında bir görev gereği yurt dışına gitmek mecburiyetinde kaldı. Dün akşam geç saatlere kadar bekledi; ama, sonuç alamayınca, bugün sabah erken uçmak durumunda olduğu için, çok geniş detay bilgi verilmedi.

Değerli arkadaşlar, şu sınav konusuna bir açıklık getirmek istiyorum. Burada anlatılmak istenenler ve yapılanlar şunlardan ibarettir: Biliyorsunuz, bu görevlerde, şu anda geçici bulunan üç tip arkadaşımız var. 1. İlahiyat fakültesi mezunları var! 2. İlahiyat meslek yüksekokulu mezunları var! 3. İmam-hatip lisesi mezunları var. Bunların her üçünün de, sınav türleri ve puanlama sistemleri farklı. Temmuz 2004'te, bu görevde bulunan bütün arkadaşlarımız, vekâleten görev yapan bütün imam-hatip arkadaşlarımız, KPSS'ye girmişlerdir; ancak, bu meslek hizmetini verebilmek için, Diyanet İşleri Başkanlığı, ayrıca bir de yeterlilik imtihanı yapmıştır. Haziran 2004'te yeterlilik imtihanına giren bütün imam-hatip okulu mezunları, meslek yüksekokulu mezunları ve ilahiyat fakültesi mezunları -basın yayın yoluyla duyuruldu- Diyanet İşleri Başkanlığımızın açmış olduğu yeterlilik sınavına katıldılar. Bunlarda yeterlilik kazanmış olan arkadaşlarımız, ayrıca, Temmuz 2004'te de yapılan, bu Devlet Personel Dairesi Başkanlığının yapmış olduğu, ÖSYM tarafından yapılmış olan ikinci imtihana girdiler. Bu imtihanda da başarılı olan arkadaşlarımız... Şu anda, o metindeki "imtihan" olarak geçen hususlar bunlardan ibarettir.

Dolayısıyla, ilahiyat fakültesi mezunu olanların bu KPSS'deki puan türünün kodu P3, ilahiyat meslek yüksekokulu mezunlarının KPSS'deki puan türünün kodu P93 ve imam-hatip lisesi mezunlarının KPSS'deki puan türünün kodu 94 olmak kaydıyla, ayrı türden sonuç aldılar. Yani, işin özü itibariyle, Diyanet İşleri Başkanlığı yeterlilik imtihanı açtı; daha sonra, KPSS'ye bu arkadaşlarımız katıldı. Şu anda işbaşında bulunan arkadaşlarımızın, süre olarak tabi olmuş oldukları imtihanlar bunlardan ibarettir.

Yapılan, bizim şu anda gerçekleştirmiş olduğumuz ise şudur: Geçmiş yıllarda bu görevlere getirilmiş olan ve sadece bu hükümet değil, bundan önceki hükümetler tarafından da uygulanan bu yöntemde görülen bir sıkıntı oldu; birçok insan mağdur, zaten üçte 2 maaşla çalışıyorlar; bu arkadaşlarımızın motivasyonlarını da, haklarını da korumak adına, bir işlem yapıldı. Eğer, Genel Kurulumuz bu yasayı onaylar, Cumhurbaşkanının da onayından çıkar, yürürlüğe girerse, bu arkadaşlarımız, bu hakkı elde etmiş olacaklar.

Değerli arkadaşlar, bir diğer husus şudur: Bakınız, biliyorsunuz, iki yıldan beri, çok ciddî malî politikalar uygulanıyor, bütçe disiplinine uygun hareketler yapılıyor. Biliyorsunuz, biz, yıllar itibariyle bütçeye koymuş olduğumuz -40 000-48 000 gibi- kadroları kullanıyoruz. Kullanmış olduğumuz bu kadroları, bugüne kadar nerede kullandık; öğretmenimiz için kullandık. Hiçbir arkadaşımız, burada, iktidar ve muhalefet mensubu olarak, niye öğretmenlere bunu veriyoruz demedik. Aynı şekilde, sağlıkçılarımız için kullandık, doktorumuz, hemşiremiz, ebemiz...

SALİH GÜN (Kocaeli) - Sağlıkocakları kapandı, okullar kapandı!..

SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Burada, hiçbir arkadaşımız, bu anlamda, bunu da tenkit etmedik. Diğer alanlarda da ihtiyaç duyulan bazı düzenlemeleri yaptık. İşte, biliyorsunuz, hâkim ve savcılık için bu imkânı verdik. Neden oldu bunların hepsi; bir ihtiyacı, bir hizmeti karşılamak için yapıyoruz. Dolayısıyla, polislerimiz için de önceki gün bir düzenleme yaptık.

Değerli arkadaşlar, burada, bu konuların çok fazla abartılmasına, belki farklı yorumlara, farklı değerlendirmelere saygı duymamıza rağmen, yapılan işlem, bu alanda hizmet veren ve devletin resmî organlarınca -Diyanet İşleri Başkanlığı, Devlet Personel Başkanlığı gibi kurumların denetimi, gözetimi- ÖSYM tarafından yapılmış olan imtihanların sonuçlarına göre, bu görevlere bu arkadaşlarımızın atanmış olması, kanaatim odur ki, hepinizin memnuniyet duyacağı hizmetler için önemli bir adım olacaktır.

Hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Kapusuz.

3 üncü madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...

III.- YOKLAMA

(CHP sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Yoklama istiyoruz. (AK Parti sıralarından "geç kaldı, geç kaldı" sesleri)

Geç kalmadık, geç kalmadık.

BAŞKAN - Evet, isimleri tespit edelim. (AK Parti sıralarından "geç kaldı, geç kaldı" sesleri)

Değerli arkadaşlar, yani, geç kalıp kalmadığı noktasındaki takdir bana aittir. Ben "oylama" derken, Sayın Başkan kalktı ve talebini ortaya koydu. Bu bakımdan, elbette ki, her milletvekilimizin, grubun hakkıdır bu.

Ben yoklama yapacağım; önce isimleri alıyorum: Sayın Arıkan, Sayın Yücesan, Sayın Ekmekcioğlu, Sayın Sağ, Sayın Tütüncü, Sayın Özcan, Sayın İnce, Sayın Keleş, Sayın Ünlütepe, Sayın Tamaylıgil, Sayın Gün, Sayın Çakır, Sayın Küçük, Sayın Anadol, Sayın Miçooğulları, Sayın Araslı, Sayın Baloğlu, Sayın Demirel, Sayın Yıldırım, Sayın Ayvazoğlu, Sayın Değerli, Sayın Özyurt,

Sayın milletvekilleri, yoklama için 4 dakika süre veriyorum.

Yalnız, isimlerini okuduğumuz sayın milletvekilleri cihaza girmesinler.

Arkadaşlarımızın cihaza girmek suretiyle Genel Kurulda olduklarını bildirmelerini rica ediyorum, giremeyenler de pusula gönderebilirler.

Yoklamayı başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklamaya başlanıldı)

BAŞKAN- Değerli milletvekilleri, yoklamadan sonra niye gidiyorsunuz, anlayamıyorum; bundan sonra, çünkü, oylama var. (CHP sıralarından alkışlar)

(Elektronik cihazla yoklamaya devam edildi)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, toplantı yetersayısı vardır.

VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

4.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Ankara Milletvekili Salih Kapusuz ile Hatay Milletvekili Sadullah Ergin'in; 633 Sayılı Diyanet İşleri Başkanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/420) (S. Sayısı: 870) (Devam)

BAŞKAN - 3 üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Şimdi, teklifin tümünü oylarınıza sunmadan önce, aleyhte olarak oyunun rengini belirtmek üzere Ankara Milletvekili Sayın Oya Araslı'ya söz veriyorum.

Buyurun. (CHP sıralarından alkışlar; AK Parti sıralarından gürültüler)

HÜSEYİN TANRIVERDİ (Manisa) - Zaten, sizin oyunuzu biliyoruz; siz, aleyhte konuştunuz. İzaha gerek yok; biz, arif adamız, anlarız.

OYA ARASLI (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri, saygıyla selamlıyorum.

870 sıra sayılı kanun teklifinin tümü hakkında oylama yapılmadan önce, oyumun rengini belli etmek üzere söz almış bulunuyorum ve değerli bazı milletvekilleri konuşmama müdahale ediyorlar önden "biz, zaten senin oyunun rengini biliyorduk, söylemeye gerek yok" diye. (AK Parti sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, doğrusu, ben, bugün çok fazla ikaz etmek zorunda kaldım. Sayın hatipleri sükûnetle dinleyelim; zaman kaybediyoruz.

Buyurun efendim.

OYA ARASLI (Devamla) - Bu, İçtüzüğün, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerine vermiş olduğu bir imkândır. Daha önce de -doğrudur- oyumun rengini belli ettim; ama, yapılan oylamada, hâlâ, yapılan ikazların dikkatle değerlendirilmediğini görmüş bulunmak, beni, tekrar bu tür söz talebinde bulunmaya itti ve Sayın Başkana, bu talebim doğrultusunda söz verdiği için teşekkürlerimi sunmak istiyorum.

Değerli milletvekilleri, defeatle burada uyarıda bulunduk. Bu teklif, yeterince açık bir düzenlemeden yoksundur, Anayasanın eşitlik ilkesine aykırıdır, Anayasanın 128 inci maddesinin gereğini yerine getirmemektedir. O zaman, niçin, böyle bir teklifi kanunlaştırmakta acele ediyoruz?

Tümü hakkında oylamaya geçilmemiştir. Komisyonun, bu teklifi geriye çekip, burada işaret ettiğimiz eksiklikleri giderme imkânı vardır; hâlâ, bu fırsat kaybolmuş değildir. Söz almamın amaçlarından birisi de budur.

Biz seçmenimize söz verdik, ne olursa olsun, bu akşamı bu yasayı çıkararak tamamlamak ve seçmene "işte, verdiğim sözü yerine getirdim" demek istiyor olabilirsiniz; ama, biliniz ki, Cumhurbaşkanından veto edilerek dönen yasalar, sizin, sözünüzü ne kadar özenle yerine getirdiğinizi(!) ortaya koyacaktır. Anayasa Mahkemesi kapısından iptal edilerek dönen yasalar, sizin, sözünüzü hiç de öyle özenle yerine getirmek üzere vermemiş olduğunuzu, bu sözü yerine getirmek üzere gereken özeni göstermediğinizi ortaya koyacaktır. Seçmen bizleri çok dikkatle izliyor. Vatandaş herhangi bir aldatmacaya kendini kaptıracak kadar gerçeklere kulağını, gözünü kapatmış durumda değildir. Herkes her şeyi biliyor, herkes her şeyi görüyor ve sizin "imam-hatiplere öncelik verdim" diyebilmek için, alelacele, Anayasaya aykırı, özenle hazırlanmamış bir yasayı da burada kabul etmeye hazırlandığınızı görüyor. Sadece, göz boyamaya çalışmaktan öte bir anlam ifade etmiyor bu yasa.

Zamanlamasına baktığım zaman, zihnimin arkasında birtakım şüpheler uyanıyor. Acaba, bu bir inatlaşma anlayışının ürünü olarak mı önümüze getirilmiştir ve gereken özen gösterilmeden onun için mi çıkarılmak istenmektedir; Anayasa Mahkemesiyle ilgili tartışmalar bu amaçla mı bu kürsüde dile getirilmiştir; bu kuşkuları da ciddiyetle duyduğumu ifade etmekten kendimi alamıyorum. Hele hele burada bir değerli arkadaşımız, kalktı "Anayasa Mahkemesi, yasama organının yerine geçerek yasa koyamaz, o anlama gelecek işlemler yapamaz; bu, Anayasada açıkça yazılı" dedi. Ne yazık ki, Anayasa hükümlerini anlayabilmek için de bir miktar anayasa hukuku bilgisine gerek var. O hüküm oraya, arkadaşınızın ifade ettiği anlamı açıklamak üzere konulmamıştır. Anayasa Mahkemesi bir hükmü iptal ederken, eğer yasanın anlamı o hükmün iptaliyle veya bir ibarenin iptaliyle büsbütün değişiyorsa, yasa koyucunun hiç öngörmediği bir yasa görünümünü alıyorsa, o zaman o hükmün tümünü iptal etme hakkını, yetkisini Anayasa Mahkemesine vermek için çıkarılmıştır ve o tür bir hüküm iptalinden Anayasa Mahkemesini korumak için çıkarılmıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun efendim.

OYA ARASLI (Devamla) - Bunu da sırası gelmişken burada ifade etmeyi bir gerek görüyorum. Anayasa hükümlerinden işinize geleni içinden çıkarıp burada dile getirmek, Anayasaya uygun bir şeyler yapmamızı tam anlamıyla sağlamaya yetmez. Anayasa bir bütündür, bir bütün olarak anlamamız gerek ve o bütün içerisinde eğer biz kamu görevlilerinden sadece bir kesime ve sadece imam-hatiplilere öncelik tanıyorsak, bu sizin zihniyetinizin ne olduğunun da bir aynası olarak şu sıralarda yer alır. (AK Parti sıralarından gürültüler)

İRFAN GÜNDÜZ (İstanbul) - O zaman Meclisi feshedelim!

ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Sizden iyi anlıyoruz.

OYA ARASLI (Devamla) - Bizden neyi iyi anlayıp neyi iyi anlamadığınızı bilemiyorum; ama, bir şeyleri eksik anladığınızı ve olması lazım gelen gibi anlamadığınızı Anayasa Mahkemesi kararları ortaya koyuyor. Bu olayda da öyle bir iptal durumuyla karşılaşmamanız için biz gereken uyarıları yaptık. O rahatlıkla huzurlarınızdan ayrılıyorum ve oyumun renginin bu açıkladığım nedenlerle ret olduğunu bir kere daha ifade etmek istiyorum.

Saygılar sunarım.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Araslı.

Sayın milletvekilleri, görüşmeler tamamlanmıştır.

Teklifin tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Teklif kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır; hayırlı olmasını diliyorum.

Birleşime 5 dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 22.15


ALTINCI OTURUM

Açılma Saati: 22.27

BAŞKAN: Başkanvekili İsmail ALPTEKİN

KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 90 ıncı Birleşiminin Altıncı Oturumunu açıyorum.

2006 Yılı Programının Hazırlanmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu raporlarının görüşmelerine başlıyoruz.

VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

5.- 2006 Yılı Programının Hazırlanmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1003) (S. Sayısı:872) (x)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.

Komisyon raporu 872 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde AK Parti Grubu adına Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Hanefi Mahçiçek.

Buyurun Sayın Mahçiçek.

Süreniz 20 dakika.

AK PARTİ GRUBU ADINA HANEFİ MAHÇİÇEK (Kahramanmaraş) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 872 sıra sayılı tasarının içeriği olan dokuzuncu kalkınma planının yapılmasının bir yıl ertelenmesi ve 2006 yılı programının yapılmasına ilişkin, Bakanlar Kuruluna yetki verilmesi amacıyla hükümetimizce hazırlanmış yasa tasarısı üzerinde Grubumuzun görüşlerini ifade etmek üzere söz aldım; sözlerimin başlangıcında hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bilindiği gibi, 2006 Yılı Programının Hazırlanmasına Dair Kanun Tasarı, 31 Mart 2005 tarihinde hükümetimiz tarafından Meclise sevk edilmiş, Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülüp kabul edildikten sonra da Genel Kurula intikal etmiştir.

Sayın milletvekilleri, Devlet Planlama Teşkilatımız, temel hedefi ülke kaynaklarının verimli kullanılması ve kalkınmanın hızlandırılması olan plan ve programları, ekonomik, sosyal ve kültürel bir bütünlük içerisinde hazırlamakta, bakanlıklar ve kamu kurum ve kuruluşlarının iktisadî, sosyal ve kültürel politikalarını ilgilendiren faaliyetlerinde koordinasyonu sağlamakta ve hükümete müşavirlik görevini yerine getirmektedir. Ayrıca, ülke düzeyinde kaynakların en uygun dağılımının sağlanması ve kamu yatırımlarında doğrudan kaynak tahsisinin yapılması, Planlama Teşkilatımızın aslî faaliyetleri arasında yer almaktadır.

Özetle, ülkemiz için strateji oluşturma faaliyeti ile kaynak tahsisi faaliyetini birleştiren bir kurum olarak Planlama Teşkilatımız, Türk bürokrasisinde önemli bir yere sahiptir.

Değerli milletvekilleri, Avrupa Birliğine katılım süreci de, Devlet Planlama Teşkilatımızın görev ve sorumlulukları açısından yeni bir döneme girilmesine neden olmuştur. Avrupa Birliğine katılım süreci ve yürütülen malî reform çalışmalarının bir sonucu olarak, Devlet Planlama Teşkilatımız tarafından hazırlanması gereken plan ve program dokümanlarının sayısında önemli bir artış meydana gelmiştir.

Bu bağlamda, kalkınma planları ve yıllık programlara ek olarak, Avrupa Birliği Komisyonu tarafından, Avrupa Birliğine aday tüm ülkelerden istenen katılım öncesi ekonomik program ve Avrupa Birliğine ekonomik ve sosyal uyum amaçlı politikalar için stratejik çerçeve oluşturan ulusal kalkınma planlarının hazırlıkları Devlet Planlama Teşkilatı tarafından yürütülmektedir.

Ayrıca, 2005 yılı başında yürürlüğe giren Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu gereğince, Devlet Planlama Teşkilatı tarafından üç yıllık bir orta vadeli programın her yıl hazırlanması öngörülmüştür.

Bütün bu gelişmelere bağlı olarak, Avrupa Birliğine katılım süreci nedeniyle, Devlet Planlama Teşkilatının ekonomi yönetimi içerisindeki ağırlığı artmıştır. Ayrıca, ekonomik istikrarın sağlanmasıyla birlikte, makroekonomik karar alma süreçlerinde daha uzun vadeli bir bakış açısı önem kazanmış ve bu da Devlet Planlama Teşkilatının önemini artıran diğer bir faktör olmuştur.

Değerli arkadaşlarım, 17 Aralık 2004'te Avrupa Birliğiyle müzakerenin başlatılması kararının verilmesiyle birlikte, önümüzdeki döneme ilişkin olarak, söz konusu plan ve program dokümanlarının önemi daha da artmış bulunmaktadır. Söz konusu dokümanlar arasındaki bağın iyi bir biçimde kurulması ve mümkün olduğu ölçüde tekrarlardan kaçınılması için, dokümanların zamanlamasının, kapsamının ve hazırlanış süreçlerinin çok iyi koordine edilmesi gerekmektedir.

Bu amaçla, yeni bir düzenlemeye ihtiyaç duyulmuştur. Daha stratejik bir üst doküman niteliğindeki kalkınma planının, diğer tüm plan ve programları etkin bir şekilde yönlendirmesi için, kalkınma planlarının kapsadığı dönem ile diğer dokümanların kapsadıkları dönemler arasında da uyum sağlanması bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır.

Bilindiği gibi, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, 2005 yılı itibariyle sona ermekte; diğer taraftan, Avrupa Birliğinin yeni malî programlama dönemi ise 2007-2013 dönemini kapsamaktadır. Türkiye'nin, AB malî programlama dönemiyle uyumlu olarak 2007 yılında başlayacak olan bir ulusal kalkınma planı hazırlaması gerekmektedir. Dokuzuncu kalkınma planı ile ulusal kalkınma planı arasında zaman uyumunun sağlanması, gerek kaynak etkinliği gerekse politika eşgüdümü açısından büyük önem arz etmektedir. Bu durum, Türkiye'nin planlama süreçlerinde Avrupa Birliğinin yeni malî programlama döneminin bir referans noktası olarak alınmasını gerekli kılmaktadır.

Esasında, kalkınma planları arasında geçiş programı uygulaması yeni bir uygulama da değildir. Bu tür uygulamalara geçmişte de başvurulduğu bilinmektedir. Nitekim, 1978, 1984 ve 1995 yıllarında, üç kez geçiş programı uygulanmıştır. Üçüncü ve Dördüncü Planlar arasında 1978 yılında bir geçiş programı uygulaması olmuş; Dördüncü ve Beşinci Planlar arasında 1984 yılında yine bir geçiş programı uygulanmıştır. Nihayet 1995 yılı geçiş programı uygulaması ise, Altıncı ve Yedinci Planlar arasında olmuştur. Bu çerçevede, içinde bulunduğumuz yıl sona erecek olan Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planının yerine hazırlanacak olan dokuzuncu kalkınma planının bir yıl ertelenmesinin ve planın 2007 yılı başından itibaren uygulamaya konulmasının çok daha anlamlı olacağı anlaşılmaktadır. Bu durumda, 2006 yılının, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı ile dokuzuncu kalkınma planı arasında bir geçiş yılı olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Türkiye Büyük Millet Meclisimizin Bakanlar Kuruluna vereceği yetki çerçevesinde, 2006 yılı programının, geçmiş plan uygulamaları ve uygulanan hükümet politikalarına paralel olarak hazırlanması uygun olacak diye düşünüyoruz.

Sözlerimin sonunda, Yüce Heyetinizi, tekrar, saygıyla selamlıyorum efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Mahçiçek.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Tekirdağ Milletvekili Sayın Enis Tütüncü; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA ENİS TÜTÜNCÜ (Tekirdağ) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, 2006 Yılı Programının Hazırlanmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi adına ve şahsım adına söz almış bulunuyorum; sözlerime başlarken, hepinizi, en iyi dileklerimle, sevgilerimle, saygılarımla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; bu yasa tasarısının amacı, 2006 yılında yürürlüğe girmesi gereken dokuzuncu beş yıllık kalkınma planının bir yıl ertelenmesini sağlamaktır. Bu amaçla, 2006 yılında, bir ara program, bir geçici program hazırlanması öngörülmektedir bu yasa tasarısıyla.

Bu yasa tasarısında bizi memnun eden bir nokta var; öncelikle, bu noktaya değinmek istiyorum. Hükümet, bu yasa tasarısında, kalkınma planlarının, özellikle yaşadığımız dönemde daha da önem kazandığını, âdeta itiraf etmektedir. Hükümetin bu görüşünde ne kadar ciddî ve ne kadar samimî olduğunu anlamaya çalışıyoruz; çünkü, meşhur acil eylem planının hazırlanış mantığını, yöntemini ve uygulanış biçimini hepimiz biliyoruz. Planlama mantığı açısından, planlama anlayışı açısından, o söz konusu acil eylem planını herhangi bir yere sığdırmak kesinlikle mümkün değildir. İşte bu nedenle, biz, hükümetin planlamanın önem kazandığı açıklamasının sürekli takipçisi olacağız.

Öte yandan, bu yasa tasarında, Türkiye, planlama deneyimi kırk yılı aşan bir ülke olarak sunuluyor. Evet, anayasal bir kurum olarak ve ulusal boyutta planlamaya geçişimiz 1962 yılında oldu; ancak, burada bir gerçeğin unutulmaması gerekiyor; Türkiye'nin planlama deneyimi 1930'lu yıllara kadar uzanmaktadır. Bu yasa tasarısının gerekçesinde, bu 1930'lu yıllar planlaması gerçeği; yani, Mustafa Kemalli yılların planlaması es geçiliyor, o dönemin hakkı sanki verilmek istenmiyor, o dönemin başarısı sanki gözlerden saklanmak isteniyor! Bunu, biz burada tespit ediyoruz ve dikkatlerinize, bilgilerinize sunuyoruz.

Evet, 1930'lu yıllardaki sanayi planları, adı da üstünde, tüm ekonomiyi kapsamıyordu. Bunlarda, sadece devletin kendi yatırımlarının akılcı ve planlı bir şekilde disiplin altına alınması amaçlanıyordu. Ayrıca, bu planlar, doğrudan plan hazırlığıyla görevli kuruluşlarca hazırlanmamıştı, planlama açısından anayasal bir kurumsallaşma da söz konusu değildi; ancak, 1933-1937 dönemi için hazırlanan Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı başarıyla uygulanmıştır. Bunun sayesinde, çimento, şeker, kömür, cam, seramik ve dokuma gibi temel sektörlerde önemli sanayi tesisleri kurulabilmiştir. 1938 yılında ise, İkinci Beş Yıllık Sanayi Planı kabul edilmiştir. Bu Plan, İkinci Dünya Savaşının başlaması nedeniyle tam olarak uygulanamamıştır; ancak, bu plan içinde yer alan bazı projeler, örneğin demir-çelik sanayii gibi tesisler, başarıyla kurulabilmiştir.

Yine anımsanacağı üzere, İkinci Dünya Savaşından sonra bir kalkınma planı hazırlanmış, ne yazık ki bu plan, Türkiye'de demokratikleşme sürecinin ağırlık kazanmasından ortaya çıkan sıkıntılar nedeniyle, hepimizin bildiği gibi, uygulama alanına konulamamıştır.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; burada 1960 öncesi planlamaya değinmemin iki nedeni var; birincisi, cumhuriyeti kuranların son derece güç koşullarda elde ettikleri olağanüstü başarılarının altında, büyük ölçüde planlama mantığına, planlama anlayışına sahip çıkmaları yatıyor, bu noktanın asla unutulmaması gerekiyor; ikinci nedeni, Türkiye'nin, her zamankinden daha fazla planlamaya ihtiyaç duyduğu dönemlerde -ki, bunu hükümet de kabul etmektedir- planlama mantığından uzaklaşılmış olmasıdır. Türkiye, ne yazık ki, 1980 yılından bu yana, Türkiye'de ithal ikamesine dayanan kalkınma stratejisinden ihracata yönelik kalkınma stratejisine geçiş tarihinden itibaren, 1980 yılından itibaren planlamaya, planlama mantığına en fazla ihtiyaç duyduğu bir dönemden bu yana, ne yazık ki planlama mantığından uzaklaşmıştır. Bu durum, bizim tecrübemize uymamıştır ve bu tavrın ülkemize maliyeti, alternatif maliyeti, görünmez maliyeti düşünülemeyecek kadar büyük olmuştur. Bu nedenle, Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; Türkiye, planlama alanındaki tüm birikimini kullanmalıdır, ülkenin geleceğini, planlama mantığıyla, planlama vizyonuyla oluşturma yoluna girmelidir.

Küreselleşmenin olumsuz etkilerinin asgarîye indirilmesi yanında, küreselleşmenin yarattığı yeni fırsatlardan Türkiye'nin yeterince yararlanması için başka çaremiz yoktur. Ayrıca, Avrupa Birliğiyle entegrasyon sürecinin hızlı ve sağlıklı şekilde sonuçlandırılması açısından da, planlamaya, giderek daha çok ihtiyaç duyulmaktadır; tabiî ki, yeni bir planlama anlayışına, strateji ve politika planlaması anlayışına. Devlet Planlama Teşkilatı, bu yeni planlama anlayışına göre yeniden yapılandırılmalıdır, etkin ve özerk bir yapıya kavuşturulmalıdır, bunu; yıllardan beri her platformda anlatmaya çalışıyoruz.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; strateji ve politika planlamasına geçilmesinin Türkiye açısından yaşamsal önemde olduğunun bir daha altını çizmek istiyorum. Türkiye, ancak böyle bir planlama anlayışı içinde yapacağı tercihlerle, geleceğin dünyasında kazananlar safında yer tutabilir. Bunun için, geleceğin dünyasında talebi artacak olan mal ve hizmet alanları belirlenip -ki, bunlar kilit endüstriler olacaktır- buralarda, daha çok KOBİ'ler ekseninde bir yatırım seferberliğine girişilmelidir.

Bu alanlardan bazıları, biyoteknolojinin, tarım ve hayvancılık başta olmak üzere çok sayıdaki kullanım alanları, elektrik, elektromekanik sanayileri, iletişim teknolojileri, bilgisayar ve yazılım teknolojileri, nükleer fizik ve uzay teknolojileri gibi üretim alanlarıdır. Bu alanlar, önümüzdeki yıllarda güneşi yükselecek olan sektörleri içermektedir.

Ayrıca, Türkiye, şu anda rekabet gücü taşıyan ve ihracatta başarılı olan mevcut sektörlerini, seçici bir teşvik politikasıyla daha da güçlendirmelidir. Teşvik politikasını, gözü kapalı, bilinçsizce değil; söz konusu sektörleri, bunların mallarına halihazırdaki talep durumuna ve gelecek yıllardaki talep durumuna ve sektördeki rekabet gücüne göre tespit etmelidir. Her sektörü, her alanı teşvik etme yanlışına kesinlikle düşülmemelidir; çünkü, her Türk Liralık teşvikin yükünü ekonomide, yükünü toplumda birileri mutlaka ödemektedir, teşviklerin faturası mutlaka belirli toplum kesimlerine çıkmaktadır ve bu toplum kesimleri de, genellikle, dar ve sabit gelirli geniş halk yığınları olmaktadır.

Ne var ki, strateji ve politika planlaması konusunda ciddî engellerle karşı karşıya olduğumuzu da bilmeliyiz; çünkü, küreselleşme sürecinde, küreselleşen piyasada şirketler ve sermaye, farklı ülkeler arasında yatay bir bütünleşme gerçekleştirmektedir. Bu durum, örneğin Türkiye'nin, kilit endüstrilerini geliştirme çabalarını doğal olarak zorlaştıracaktır; ancak, karşılaşacağımız sıkıntılar, hatta engeller, Türkiye'nin, kendi inisiyatifiyle, kendi iradesiyle, kendi geleceği üzerinde olabildiğince söz sahibi olma azmini, inancını baltalamamalıdır. Türkiye'nin geleceğinin tamamen piyasa güçlerine bırakılması düşüncesini, bu çatı altında, sanırım hiç kimse savunmaz ve savunamaz da.

Bakınız, Türkiye'de, açlık ve yoksulluk sınırında yaşayan yurttaşlarımızın sayısı hızla artıyor. Bugün, 22 000 000'un üzerinde yurttaşımız, yoksulluk sınırında yaşam mücadelesi veriyor; işsizlik giderek yaygınlaşıyor; sağlık, sosyal güvenlik çıkmaz sokakta, çalışanların yarısına yakını kayıtdışı istihdamda bulunuyor, eğitimde fırsat eşitliği kâğıt üzerinde kalmış, gençlerimiz arasında yarışma özgürlüğü ise unutulmuş durumda, çiftçi ve işçi çocuklarının yükseköğrenim görme şansı, fırsatı yüzde 1'lere kadar düşmüş; yani, çiftçi ve işçi çocuklarından, ancak ve ancak, 100 kişiden 1 tanesi yüksekeğitim görme fırsatını yakalayabiliyor.

İşte, böyle ve benzeri sorunları piyasa güçlerinin çözmesini beklemek mümkün mü! Aksini düşünmek, bir ham hayal olmaktan öteye geçemez. Geçemez; çünkü, piyasaların refahı artırma, piyasaların işsizliğe çözüm bulma gibi bir derdi yoktur, bir niyeti yoktur.

Tam aksine, Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; piyasaların, doğal olarak, eşitsizlikleri ve adaletsizlikleri artırma gibi sonuçları vardır. Yaşadığımız küreselleşme sürecinde Türkiye, eğer ciddî bir strateji ve politika planlamasına sıkı sıkıya sarılamazsa, kendi insanının, kendi yurttaşlarının çıkarlarını koruyamaz; aksine, uluslararası sermayenin çıkarlarını, hem de her geçen gün daha fazla koruma durumuna düşer.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; buraya kadar değindiklerimden, şunu vurgulamak istiyorum: Küresel kapitalizmin geldiği noktada, ekonominin ve büyümenin insanla ilişkisi kopmuştur. Bugün, dünyada, iş yaratamayan, iş yaratmayan büyüme giderek yaygınlaşıyor. Büyüyen sektörler veya ihracat adacıkları, büyük ölçüde, kendi ülkesine, kendi toplumuna sorumluluk duymaktan çok, bağlı bulunduğu ana şirkete karşı sorumluluk duymaktadır; çünkü, bunlar, ana şirket adına yatırım yapmaktadır, onun hesabına büyümektedir; bunda da şaşılacak bir şey yoktur. Bu konuda, 2004 yılı ekonomik büyümesi, Türkiye'yi yönetenlere, bize, çok önemli bazı ipuçları veriyor gibi.

Bilindiği üzere, Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2004 yılı büyümesi, yüzde 9,9 olarak açıklandı. Bunun kaynağına bakıyorsunuz, kaynağında sıcakpara ve dışborç artışının yattığı ortaya çıkıyor. 2002'de Türkiye 1,5 milyar dolar cari açık vermişken, 2004'te bu açık 15 milyar doları aşmış. Yani, cari açıkta, iki yılda 10 kat bir artış gerçekleşmiş ve bunun nedenine bakıyoruz; nedeni, Türk Lirasının aşırı değerlenmesi sonucu gelen sıcakpara ise -ki, bu sıcakparanın 38 milyar dolara yaklaştığı tahmin edilmektedir- bir diğer nedeni de dışborçların artmasıdır. AKP iktidarının ilk iki yılında dışborçlardaki artış yüzde 24,7 olmuştur.

Bu arada, cari açığın bir diğer nedeni de içerideki reel faiz oranlarının yüksek olmasından veya başka nedenlerden dolayı büyük şirketlerimizin dışarıdan kredi kullanmaya yönelmiş olmalarıdır. Bu arada, bazı bankalarımız, sendikasyon kredileriyle, artan miktarda, dışarıdan finansman sağlamaya devam ediyorlar. Hem bankacılık kesiminde hem de özel reel sektörde, böylece, kur riski olasılığı giderek artmış olmaktadır.

2004 yılı büyümesine harcamalar cephesinden bakılırsa, en önemli kaynağın 60 katrilyon lirayı aşan özel yatırım harcamaları olduğu gözüküyor. Özel yatırım kararları verilirken, bunların ülke ekonomisine ne kadar büyüme sağlayacağı ya da işsizlik sorununu ne kadar hafifleteceği gibi açılardan değerlendirilmesini beklemek tabiî ki doğru değildir; yani, reel ekonominin yatırım kararlarında, Türkiye'nin önceliklerinden çok, yatırım yapan şirketlerin seçimleri rol oynamıştır. Böylece, geçen yıl Türkiye'de gerçekleştiği ilan edilen yüksek ekonomik büyüme, sonuçta, işsizlik başta olmak üzere, ülke sorunlarına çözüm getirmekten uzak kalmıştır. İşte, Türkiye'yi yönetenler bu gerçeği görmelidir. Özel sektör yatırımlarını, daha fazla zenginlik ve refah yaratacak, daha çok kişiye iş sağlayacak, Türkiye ekonomisini dış pazarlarda kazananlar safına geçirecek bir strateji ve politikayla yönlendirmeyi zor da olsa denemelidirler. Yıllardan bu yana uygulanan ve faize, haksız kazanca, ranta prim veren neoliberal ekonomi politikalarını terk etmelidir. IMF ile yürümeye, IMF'yi ikna ederek, son vermelidir. Ekonomideki tüm kaynakları reel ekonomiye, üretime, kalkınmaya, verimliliğe ve rekabet gücünü yükseltmeye yönlendirmelidir. Türkiye'deki ekonomik büyümenin ekonomik ve sosyal kalkınmaya, üretime, refaha, aşa ve işe dönüştürülmesinde Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;  hepimizin, hepinizin ortak sorumluluğu vardır ve bu ortak sorumluluk giderek de artmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerimi, 2006 yılı programına ışık tutar düşüncesiyle, ekonominin şu anda karşı karşıya olduğu bazı risklere dikkatinizi çekerek bağlamak istiyorum. Türkiye'nin bir numaralı risk alanı işsizlik ve yoksulluktur. İşsizlik ve yoksulluk Türkiye'de, toplumsal barışı, huzuru, istikrarı tehdit eder noktaya gelmektedir. Devlet İstatistik verileri, Türkiye'deki işsizlik sorununun gerçek ve korkunç boyutunu, ne yazık ki, göstermiyor. Bu nedenle, burada, Devlet İstatistik Enstitüsü verilerini kullanarak bir değerlendirme yapmayı doğru bulmuyorum. Şunu söyleyebilirim: Gerçek işsizlik sayısı, bizim ciddî hesaplarımıza göre, 10 000 000 kişiye yaklaşıyor. Bugün, işsizlik sorunuyla tanışmamış olan ailelerin sayısı parmakla gösterilecek kadar azdır. Ailede gelir getiren kişi başına ekonomik açıdan bağımlı olan kişi sayısı artıyor; bu durum, aile reisinin reel gelirinin de esasen gerilemekte olduğu gerçeği dikkate alınırsa, ailede kişi başına düşen somun miktarını daha da küçültüyor. Orta Anadolu deyimiyle, hane halkında kaşık düşmanlarının sayısı hızla artıyor. Böylece, açlık tehlikesi yaygınlaşıyor, yoksulluk derinlik kazanıyor.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün açlık sınırı Türk-İşe göre 528 Yeni Türk Lirası, Kamu-Sene göre 668 Yeni Türk Lirasıdır; asgarî ücret ise, net 350 Yeni Türk Lirasıdır. Buna göre, asgarî ücretle çalışan ne kadar yurttaşımız varsa, bunların tümü açlık sınırının altında yaşıyor.

RASİM ÇAKIR (Edirne) - Maliye Bakanı öyle demiyor!

ENİS TÜTÜNCÜ (Devamla) - Asgarî ücretin üstünde, ancak aylık geliri 526 Yeni Türk Liranın altındaki çiftçi, işçi, memur, küçük esnaf ve sanatkâr, milyonlarca çalışan yurttaşlarımızın tümü, bugün, açlık sınırının altında yaşam mücadelesi verir duruma düşmüşlerdir.

Şu işe bakın, Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bizler, eskiden, işi gücü olmayanları yoksul sayıyorduk; şimdi, çalışan, yani işi gücü olanların yoksulluğundan, hatta açlığından söz ediyoruz. Öte yandan, sosyal güvenlik kuruluşundan emekli, dul ve yetim maaşı alanların durumuna bakıyoruz; Emekli Sandığı emeklileri, Sosyal Sigortalar Kurumu emeklileri, Bağ-Kur emeklileri, bunların milyonlarca emekli dul ve yetimleri, bağlı olanları, bunların ezici çoğunluğunun gelirlerinin, açlık sınırı...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN  Sayın Tütüncü, lütfen, bağlar mısınız.

ENİS TÜTÜNCÜ (Devamla) - Kendi adıma da konuşma talebim var...

BAŞKAN - Efendim, daha önce talepler var.

ENİS TÜTÜNCÜ (Devamla) - Var efendim, kendi adıma da konuşma talebim var.

BAŞKAN - Var da, sizden önce şahsı adına talep var; üçüncü sıradasınız.

ENİS TÜTÜNCÜ (Devamla) - O zaman, daha sonra konuşacağım...

BAŞKAN - O bakımdan, konuşmazlarsa size ancak söz verebilirim.

ENİS TÜTÜNCÜ (Devamla) - Peki.

BAŞKAN - Lütfen, tamamlayın efendim.

ENİS TÜTÜNCÜ (Devamla) - Sayın Başkan, toparlıyorum.

Öyle sanıyorum ki, 10 dakikalık şahsım adına konuşma hakkını kullanacağım; çünkü, bu yasa tasarısıyla, gerçekten, 2006 yılı programının hazırlanmasında ekonominin nasıl ciddî risklerle karşı karşıya olduğu gerçeğini, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, sizlerle paylamak istiyoruz ve bu konuda, size, eğer mümkünse teknik bir destek vermek istiyoruz. Bu nedenle, ummak istiyorum ki, bu 10 dakikalık süreyi konuşuruz.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; sözlerimi, Türkiye'nin iki numaralı risk alanının ne olduğunu belirterek ve kısa bir analiz yaparak, izin verirseniz, tamamlamak istiyorum. Türkiye'nin iki numaralı risk alanı, tarım ve hayvancılığın hızla çökmekte oluşudur. Bu alan, aslında, işsizlik ve yoksulluğun da ana kaynağını oluşturuyor. AKP İktidarında tarım sektörüne yapılan sabit sermaye yatırımlarına bakıyoruz, gerçekten, tarıma yapılan sabit sermaye yatırımlarının gayri safî millî hâsılaya oranının sürekli olarak 2002 yılının altında olduğunu tespit ediyoruz.

Burada, sözlerimi bağlamak istiyorum. Buğday üreticisinin, ayçiçek üreticisinin, hayvancılıkla, besicilikle ve sütçülükle uğraşan çiftçilerimizin durumlarının gerçekten yürekler acısı olduğu ve tarımın artık işsizliği massetme, tarımın artık şu ya da bu şekilde gelir dağılımındaki adaletsizliği örtme gücü, potansiyeli giderek azalmaktadır ve Türkiye, önümüzdeki dönemde, tarımın böylesine acı bir şekilde, hızlı bir şekilde çöküşü nedeniyle, çok daha büyük oranda tarımdan tarım dışına, kentlerin varoşlarına çok daha kitlesel göç tehlikesiyle karşı karşıyadır. Burada, hükümeti uyarmak istiyorum; tarım ve hayvancılığın önümüzdeki dönemde çok ciddî bir risk alanı olduğu dikkatini, lütfen, ciddîye alsınlar, bu konuya dikkat etsinler ve 2006 yılı programında bu konuda ne gerekirse yapsınlar.

Bu duygu ve düşüncelerle, şimdilik sözlerime son veriyorum. Hepinizi en iyi duygularımla, sevgilerimle, saygılarımla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Tütüncü.

Sayın milletvekilleri, çalışma süremiz tamamlanmıştır.

Kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 28 Nisan 2005 Perşembe günü, alınan karar gereğince, saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

Hayırlı geceler diliyorum.

Kapanma Saati: 23.00