DÖNEM: 22 CİLT: 82 YASAMA
YILI: 3
T. B. M. M.
TUTANAK
DERGİSİ
88 inci
Birleşim
23 Nisan 2005 Cumartesi
İ Ç İ N D E K İ L E R I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) ÇEŞİTLİ İŞLER
1.- Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in Genel Kurulu teşrifleri
2.- Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun 85 inci yıldönümünün ve
Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının kutlanması, günün önem ve anlamının
belirtilmesi görüşmeleri
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 14.00'te açılarak dört oturum yaptı.
Hatay Milletvekili Mehmet Eraslan, Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle
Hazreti Peygamberin kişiliğine,
İstanbul Milletvekili Şükrü Mustafa Elekdağ, Ermeni soykırımı
iddialarına,
İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar.
Kastamonu Milletvekili Mehmet Yıldırım'ın, tarımın içinde bulunduğu
durum ile çiftçilerimizin artan sorunlarına ve alınması gereken tedbirlere
ilişkin gündemdışı konuşmasına Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami Güçlü cevap
verdi.
Aydın Milletvekili Mehmet Mesut Özakcan ve 31 milletvekilinin, Aydın
İlinde artan nüfusla birlikte meydana gelecek olası su sıkıntısının araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/277),
Milletvekili lojmanlarında Mustafa Güngör'ün öldürülmesinin
aydınlatılması ve sorumluların belirlenmesi amacıyla kurulan (10/185) esas
numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Geçici Başkanlığının, Komisyonun başkan,
başkanvekili, sözcü ve kâtip üye seçimini yaptığına ilişkin tezkeresi,
Genel Kurulun bilgisine sunuldu; Meclis araştırması önergesinin
gündemdeki yerini alacağı ve öngörüşmesinin, sırası geldiğinde yapılacağı
açıklandı.
Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer
İşler" kısmının 190 ıncı sırasında yer alan 801 sıra sayılı kanun
teklifinin bu kısmın 3 üncü sırasına alınmasına ilişkin Cumhuriyet Halk Parti
Grubu önerisi, yapılan görüşmelerden sonra, kabul edilmedi.
Çevre Komisyonunda açık bulunan ve Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna
düşen 1 üyeliğe Isparta Milletvekili M. Emin Murat Bilgiç,
KİT Komisyonunda açık bulunan ve Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna
düşen 1 üyeliğe İstanbul Milletvekili Muharrem Karslı,
Dilekçe Komisyonunda açık bulunan ve Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna
düşen 2 üyeliğe Bursa Milletvekili Sedat Kızılcıklı ile Adıyaman Milletvekili
Mahmut Göksu,
Seçildi.
Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer
İşler" kısmının:
1 inci sırasında bulunan, Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine
Dair Kanun Teklifinin (2/212) (S. Sayısı: 305) görüşmeleri, daha önce geri
alınan maddelere ilişkin komisyon raporu henüz gelmediğinden;
2 nci sırasında bulunan, Esnaf ve Sanatkârlar Meslek Kuruluşları (1/969)
(S. Sayısı: 851),
4 üncü sırasında bulunan, Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik
Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin (1/846) (S. Sayısı: 646),
Kanun Tasarılarının görüşmeleri, ilgili komisyon yetkilileri Genel
Kurulda hazır bulunmadığından;
Ertelendi.
3 üncü sırasında bulunan ve Cumhurbaşkanınca bir daha görüşülmek üzere
geri gönderilen 23.3.2005 Tarihli ve 5319 Sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun (1/1004) (S. Sayısı: 868)
görüşmeleri tamamlanarak, elektronik cihazla yapılan açıkoylamadan sonra, kabul
edilip kanunlaştığı açıklandı.
Oturum Başkanının, üç gündür Genel Kurulu idare ederken, İçtüzük
hükümleri hilafına; kaba ve yaralayıcı söz söyleyenleri temiz bir dille
konuşmaya davet etmediği; 5 dakikayla sınırlı olan gündemdışı konuşma
sürelerini 2-3 misli aşar durumda değerlendirdiği; Mera Kanununda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifinin 1 inci maddesinin af niteliği taşıyıp
taşımadığı konusunda, Başkanlık Divanında af niteliği taşımadığı görüşü olduğu
beyan edilmesine rağmen usul tartışması açarak TBMM Genel Kurulunun etkin ve
verimli çalışma yapmasını engellediği nedenleriyle, tutumuna ilişkin usul
tartışması açıldı.
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin, Samsun
Milletvekili Haluk Koç'un, konuşmasında, şahsına sataştığı iddiasıyla bir
açıklamada bulundu.
5 inci sırasında bulunan ve Cumhurbaşkanınca bir daha görüşülmek üzere
geri gönderilen 24.3.2005 Tarihli ve 5321 Sayılı Emniyet Teşkilatı Kanununda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun (1/1005) (S. Sayısı: 873) tümü üzerinde
bir süre görüşüldü.
Alınan karar gereğince, 23 Nisan 2005 Cumartesi günü saat 14.00'te
toplanmak üzere, birleşime 19.57'de son verildi.
Ali Dinçer
Başkanvekili
|
Mehmet Daniş |
Harun Tüfekci |
|
Çanakkale |
Konya |
|
Kâtip Üye |
Kâtip Üye |
BİRİNCİ
OTURUM
Açılma Saati:
14.00
23 Nisan 2005
Cumartesi
BAŞKAN:
Bülent ARINÇ
KÂTİP ÜYELER:
Harun TÜFEKCİ (Konya), Ahmet Gökhan SARIÇAM (Kırklareli)
BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 88 inci
Birleşimini açıyorum.
(İstiklal Marşı)
II. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) ÇEŞİTLİ İŞLER
1.- Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in
Genel Kurulu teşrifleri
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Sayın Cumhurbaşkanımız,
dinleyici locasındaki yerlerini alarak, Yüce Meclisimizi onurlandırmışlardır;
kendilerine, Yüce Heyetiniz adına "hoşgeldiniz" diyorum. (Ayakta
alkışlar)
2.- Türkiye Büyük Millet Meclisinin
kuruluşunun 85 inci yıldönümünün ve Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının
kutlanması, günün önem ve anlamının belirtilmesi görüşmeleri
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, gündemimize göre, Genel
Kurulun 6.4.2005 tarihli 80 inci Birleşiminde alınan karar uyarınca, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun 85 inci yıldönümünün ve Ulusal Egemenlik ve
Çocuk Bayramının kutlanması ve günün önem ve anlamının belirtilmesi amacıyla
yapacağımız görüşmelere başlıyoruz.
Saygıdeğer milletvekilleri, bugün, 23 Nisan 2005;
Meclisimizin açılışının 85 inci yılı. Onurla ve gururla yaşadığımız bu 85 inci
yılın, milletimize ve Meclisimize hayırlı olmasını diliyorum.
Milletlerin övünç duydukları tarihler vardır. Bunlar,
sadece rakamlardan, harflerden ibaret değildir. Bu rakamlarda gizlenmiş,
milletlerin karakterleri, mücadele azmi ve kahramanlıkları vardır. 23 Nisan
1920, bizim onur duyduğumuz tarihler içerisinde en anlamlı olanlardan biridir.
Bu tarih, bir milletin kendi kaderine hâkim olmak için başlattığı büyük
yürüyüşün ilk adımıdır. Millet iradesi, o günden sonra, ülkenin geleceğini
yöneten, hayatının akışını değiştiren bir merkez oldu. Sanırım, bu tarihin bizi
bu kadar etkisi altına almasının en önemli nedeni, büyük bir bunalım içinde
olan milletin, yeniden doğmak için, tek çatı altında toplanmasıdır. Zira, o
çatı altında toplanan Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk ve kahramanları,
Kurtuluş Savaşını yönetmiş, ülkeyi özgürleştirmiş ve ardından cumhuriyeti ilan
etmiştir. İşte, 23 Nisanı, bizim açımızdan, gurur veren ve en kıymetli tarih
haline getiren sebep de budur. Ülkenin bütün çehresini ve kaderini, o gün bir
çatı altında toplanan kahramanlar, bütünüyle değiştirmiştir. Onları görüp,
hürmetlerimizi iletmeyi çok isterdik hepimiz; buna imkân yok, biliyorum; ancak,
onlara olan özlemimizi biraz olsun giderecek insanlar var burada. Şu anda, o
büyük kahramanların bir kısmının çocukları -ki, 29 arkadaşımızdır- evlatları ve
eşleri buradalar ve Genel Kurulumuzu izliyorlar. (Alkışlar) Onlara, babalarının
ne kadar büyük kahramanlar olduğunu bir kez daha hatırlatıyor ve Yüce
Meclisimiz adına, kahramanlarımızın hatırası önünde saygıyla eğildiğimizi ifade
ediyorum.
Sayın milletvekilleri, bu onur veren tarihi en görkemli
şekilde kutlamak için, 2005'i "Millî Egemenlik Yılı" ilan ettik.
Hepinizin yakından takip ettiği onlarca etkinliğimizle, 85 inci yılımıza
yakışır bir kutlama sürdürüyoruz. Bakanlıklarımız, valiliklerimiz,
belediyelerimiz, kaymakamlıklarımız, sivil toplum örgütleri, özel kuruluşlar,
basın-yayın organlarımız, büyük bir katılımla bu coşkumuza ortak oldular.
Şu anda, Türkiye'nin dört bir yanında, son yılların en
büyük kutlama programı sürüyor. Daha dün, bu Genel Kurul Salonumuzda, Türkiye
Öğrenci Meclisi toplandı. Neredeyse 12 000 000 öğrencinin oy kullandığı bir
seçimi başarıyla kazanan 81 ilin meclis başkanı, Türkiye Öğrenci Meclisi
Başkanını seçti ve görüşmeler sonunda bir sonuç bildirgesi yayınladı. Geçen
yıl, Millî Eğitim Bakanlığımızla beraber başlattığımız bu projemizde,
çocuklarımızın ne kadar bilinçli ve ne kadar enerji dolu olduklarını gururla
izledik. Milyonlarca öğrencimiz, muhtarlarımız, yerel yönetimlerimiz, özel
sektörümüz, bağımsız kuruluşlarımız tek tek bu coşkulu Millî Egemenlik Yılını
kutluyor. Önceki gün yaktığımız Millî Egemenlik Meşalemizle birlikte şimdi tüm
yurtta birer manevî egemenlik meşalesi yakıldı ve bütün dünyaya bu ülkede
millet iradesinin hâkim olduğu bir kez daha duyuruldu. Coşkumuza katkıda
bulunan herkese Yüce Meclisimiz adına teşekkür ediyorum.
Sayın milletvekilleri, seksenbeş yıllık tarihimizde
hepimizi duygulandıran, bazen üzen, gurur veren olaylar yaşadık. Kanaatimce, bu
olayları soğukkanlı bir şekilde gözden geçirmeli ve geçmişten dersler
çıkarmalıyız. Sadece hamaset yaparak geçmişimizi gereksiz yere yüceltmemizin
bize bir faydası olmadığı gibi, öte yandan, karamsar bir şekilde seksenbeş
yılda hiçbir şey yapılmadığını da söyleyemeyiz.
Tarihi, bir daha acı olaylarla tekerrür etmemesi için
bulunmaz bir fırsat olarak görmeli ve geleceğimizi aydınlatmak için
kullanmalıyız. Gerçek şu ki, seksenbeş yılda büyük mesafeler katettik.
Neredeyse her şeyini kaybetmek üzere olan bir ülkeden, bugün, çok şükür ki,
dünyanın saygın ve sayılı ülkelerinden birisi olduk; ancak, halen sahip
olduğumuz potansiyeller, tarihî güç, kültürel zenginlik ve genç nüfusumuzla
haketmediğimiz yerde olduğumuz anlaşılıyor.
Türkiye'nin, bugün, bölgesinin en güçlü, dünyada sözü
geçen ve dünya siyasetine yön veren bir ülke konumunda olması gerekirdi;
maalesef, şu anda henüz bu konumda değiliz. Bunun sebeplerini tartışmalıyız;
her zaman söylediğimiz gibi, cesurca tartışmalıyız hem de. Kendimizi
yenilememiz ve daha da güçlü hale gelmemiz için fikir tartışmalarına
ihtiyacımız var. Her ne kadar bu tartışmalardan korkanlar, başka yerlere
çekenler olsa da, bundan vazgeçmemeliyiz. Gözlerini kapatanlar, sadece
kendilerine gece yaparlar. Bir mahkeme içtihadında söylendiği gibi,
"toplumu şok edecek derecede fikirler beyan etmek" bile bazen o
toplumun faydasına olur.
Sayın milletvekilleri, gelecekte dünya sahnesinde etkin
olacak bir Türkiye hazırlamalıyız. Bunu, 23 Nisanın sahibi çocuklarımız için
yapmalıyız. Kendimizden vazgeçerek, fedakârlık yaparak, kişisel isteklerimizi
unutarak bunu gerçekleştirmeliyiz. Tıpkı seksenbeş yıl önce, kendilerini feda
ederek, hayallerindeki bir ülkeyi kurmak için ilk Meclisi açan vatanperver
kahramanlarımız gibi.
Türkiye, ayaklarına yapıştırılmış prangalardan
kurtulmalıdır. Geleneksel korkular, tarihî kalıplar, ideolojik saplantılar,
aşırı akımlar bu prangalarımızın bazılarıdır. Daha yükseğe çıkmamıza, daha da
görkemli bir ülke olmamıza engel olan bu prangalardan kurtulmak için
yapacağımız tek şey, seksenbeş yıl önce olduğu gibi, ortak bir bilinç ve ortak
hedef üzerinde ittifak etmektir. Bugün içinde yaşadığımız toplumsal
sorunlarımızın çözümünün de ancak bu şekilde gerçekleşeceği kanaatindeyim.
Vatanperver her bireyin bu ortak bilinç ve ortak hedefe kilitlenmesi halinde,
Türkiye'nin yükselişini engelleyecek hiçbir gücün olmayacağına inanıyorum.
Sayın Milletvekilleri, bu ortak bilinç ve ortak hedef
için ilk adımı atacak olan yer burasıdır; yani Yüce Meclisimizdir. Biz, her
zaman milletvekillerimizin topluma öncü ve liderlik etme rolü olduğunu ifade
ediyoruz. Sadece siyasette değil, toplumu ilgilendiren her alanda çözüm üreten
ve önce ülkesinin çıkarını düşünen milletvekilleri olarak, bu konuda da adımı
ilk biz atmalıyız. Milletimize yeni hedefler, yeni açılımlar, yeni vizyonlar
göstermek bizim görevimizdir. Meclisimiz, bu tarihî misyonunu bir kez daha
tereddüt etmeden yerine getirmelidir.
Bugün 85 inci yılımızda Meclisimiz, yeterli güçte ve
kararlılıktadır. Avrupa Birliği hedefimizde lokomotif görevi yapan, son kırk
yılın devrim niteliğinde reformlarını gerçekleştiren Meclisimiz, kendi
milletinin değişim taleplerini de yerine getirecek güçte ve kararlılıkta
olmalıdır.
Yıllarca geleneksel korkuların arkasına gizlenen bu
sorunları tek tek çözen ve büyük cesaretle adım atan Yüce Meclis, şimdi
halkımızın huzuru ve mutluluğu için de cesur adımlar atmalıdır. Bu Mecliste,
tıpkı Avrupa Birliği konusunda olduğu gibi bir mutabakat sağlandığında, şu anda
aşılamaz gibi duran sorunların hepsi kolaylıkla çözülecektir ve bu
sorunlarımızı çözdüğümüzde ayaklarımızda bizi tutan, koşmamızı, yükselmemizi
engelleyen prangalardan kurtulmuş olacağız.
Peki, bu mutabakatı sağlamamıza engel olan şey nedir?
Sosyal yaşamda, fikir özgürlüğünde, inanç özgürlüğünde,
dışpolitikada, ekonomik alandaki sorunların muhatabı sadece hükümet midir?
Bizim kanaatimize göre sadece hükümet değil, bu tür
önemli sorunların muhatabı aynı zamanda Türkiye Büyük Millet Meclisidir. Bu
ülkede fikir özgürlüğünde, inanç özgürlüğünde, dışpolitikada, halkı
ilgilendiren sosyal alanlarda aşılamayan bir sorun varsa, muhalefetiyle ve
iktidarıyla bu Meclis de kendini yükümlülük altında hissetmelidir ve tıpkı
Avrupa Birliği konusunda elde edilen başarıda nasıl Yüce Meclisimiz en büyük
paya sahipse, bu iç sorunlarımızın çözümünde de Yüce Meclisimiz yine en büyük
paya sahip olacaktır.
Milletimiz büyük beklentiler içindedir. Yakaladığımız
istikrar sorunlarımızı aşmamız için önemli bir avantajdır. Bu Mecliste, her
geçen gün artan saygınlık, itibar ve kalite, sorunlarımızı aşmamıza yeterli
gücü veriyor.
Yapmamız gereken; parti gözetmeksizin, kişisel
çıkarlarımızı unutarak, sorunlarımızı çözmek için bir araya gelmektir. O zaman,
etnik kimlikleri yücelten akımlar, huzursuzluk yaratan toplumsal olaylar,
ekonomimizi etkileyen spekülasyonlar, toplumumuzu mutsuz yapan yasaklar ve dış
dünyada zora sokan krizlerden rahatlıkla kurtulabileceğiz.
Sayın milletvekilleri, sözde Ermeni soykırımına karşı
Meclisimizin gösterdiği ortak tepki, özlediğimiz ortak bilinç ve ortak hedef
için güzel bir örnektir.
Muhalefet ve iktidar milletvekillerimiz, sözde bu
soykırım iddiaları için ortak hareket etme kararı almış, deklarasyon
yayınlamış, İngiltere Parlamentosuna bir mektup göndermiştir. Bunun yanı sıra,
konferanslar, uluslararası lobi çalışmaları ve benzeri faaliyetler hep beraber
yapılmıştır, yapılmaktadır.
Hepimiz o zaman fark ettik ki, Meclisimizin mutabakatla
attığı bir adım, hem sorunlarımızı çözmemize yardım etmekte hem de tüm dünyada
daha büyük bir dikkatle izlenmektedir.
Bu vesileyle, yarın, 24 Nisan tarihi nedeniyle çeşitli
ülkelerde yapılacak sözde Ermeni soykırımı etkinliklerine de değinmek
istiyorum.
Meclisimizde temsil edilen tüm partilerin ve
milletvekillerimizin ortak ittifakıyla açıklanan bildirinin tüm dünya
tarafından bir kez daha ve dikkatlice okunmasını istiyoruz.
Bizim, tarihimizde sakladığımız ya da bizi utandıracak
hiçbir şey yoktur. (Alkışlar)
Daha önce olduğu gibi, bir kez daha, tüm tarihçileri,
arşivlerimizi incelemeye davet ediyoruz.
Ermenistan Hükümetini, kendi tarihçileri ile Türk
tarihçilerinden oluşacak bir komisyon kurulması için işbirliğine davet
ediyoruz.
Türkiye, Meclisiyle, hükümetiyle, son derece açık, iyi
niyetli ve sorunun çözümünden yana tavır almıştır.
Tüm işbirliği çağrılarımıza, iyi niyetimize ve tüm
şeffaf davranışlarımıza rağmen, sözde Ermeni soykırımı konusunda karşı taraftan
iyi niyet belirtisi olabilecek bir adım şu ana kadar görülmemiştir; bu da,
bizim haklılığımızı ve kendi tarihimize olan güvenimizi göstermektedir.
Tüm bunlara rağmen, sözde Ermeni soykırımı konusunda
bir karar almayı düşünen ülkeler varsa, onlara, Meclisimiz adına bir
hatırlatmada bulunmak istiyorum.
Tarihimizde bizi mahkûm ettirecek hiçbir ayıbımız
yoktur. Buna rağmen, bize, bu yolla baskı yapmak isteyen ülkelerin, Yüce
Meclisimizin, ülkesinin onuru, gururu ve milletinin şerefini korumak için
tarihinde hiçbir zaman tereddüt geçirmediğini bilmelerini isterim. (Alkışlar)
Saygıdeğer milletvekilleri, 23 Nisan gününün sahibi
çocuklarımız için birkaç cümleyle düşüncelerimi ifade ederek konuşmamı
tamamlamak istiyorum.
Geleceğimizin umut veren küçük yürekleri, gözlerinde
büyük bir ülkenin vatanperver ışıltılarını okuduğumuz çocuklarımız; biliniz ki,
sizin tarihinizde utanılacak bir gün bile yaşanmamıştır. Bu büyük ülkenin
onurlu tarihi, tüm insanlığa ışık tutacak medeniyet parıltılarıyla doludur. Bin
yıllık tarihimiz, kurduğumuz imparatorluklar, devletler, insanlığa hep büyük
katkılar sağlamıştır. Bu millet, yüzyıllarca, başka milletlerle bir arada,
barış içinde yaşamıştır. Biz, bunu, geleneklerimizden, büyük dinimizden,
tarihimizden öğrendik. Bundan sonra da birlikte yaşamaya açığız, yeter ki
bizimle barış içinde, bir arada olmak isteyenlerin niyetleri de aynı olsun.
Size güzel bir ülke bırakmak için Yüce Meclisimiz
geceli gündüzlü çalışıyor. Geleceğin ülkemiz için umut verici olduğunu bilin.
Kendinize güvenin, Meclisinize güvenin, devletinize güvenin. Kararlı
bakışlarınızı ufuklardan hiç indirmeyin. İnancınızı, özgür fikirlerinizi,
demokrasi bilincinizi koruyun. Aile kurumunun önemini unutmayın, sağlam
dostluklar edinin ve geleceğin sahibi olduğunuzu hiç aklınızdan çıkarmayın.
Sayın milletvekilleri, Milli Egemenlik Yılımız kutlu
olsun.
Milli Egemenlik Bayramımız tüm halkımıza kutlu olsun.
Bugünlere gelmemize neden olan, başta İlk Meclisimizin
kurucuları ve Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal ve arkadaşlarına Allah'tan rahmet
diliyor, minnet ve şükranlarımı sunuyorum. (Alkışlar)
Onların şu anda bizi ziyaret eden ve edemeyen
çocuklarına uzun ömür diliyorum.
Daha nice seksenbeş yıllar bu millet iradesini coşkuyla
kutlamak ümidiyle, hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinde
temsil edilen siyasî parti gruplarının grup başkanlarına ve Mecliste üyesi
bulunan diğer siyasî partilerin milletvekili olan genel başkanlarına 10'ar
dakika süreyle söz vereceğim.
Söz sırasını okuyorum: Adalet ve Kalkınma Partisi
Meclis Grubu Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Cumhuriyet Halk Partisi Meclis
Grubu Başkanı Sayın Deniz Baykal, Anavatan Partisi Genel Başkanı Sayın Erkan
Mumcu, Doğru Yol Partisi Genel Başkanı Sayın Mehmet Ağar, Halkın Yükselişi
Partisi Genel Başkanı Sayın Yaşar Nuri Öztürk.
İlk söz, Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı ve
Meclis Grubu Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ındır.
Buyurun Sayın Erdoğan. (AK Parti sıralarından ayakta
alkışlar)
ADALET VE KALKINMA PARTİSİ GENEL BAŞKANI VE MECLİS
GRUBU BAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Siirt) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri, saygıdeğer konuklar; hepinizi en derin sevgi ve saygılarımla
selamlıyorum.
Millet egemenliğinin sembolü Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 85 inci kuruluş yıldönümünü kutlamak üzere bir araya gelmiş
bulunuyoruz. Bundan seksenbeş yıl önce milletimizin istiklalini kazanması için
bir araya gelerek bu Meclisi tesis eden ve bu çatı altında oluşan millet
iradesiyle bu ülkeye özgür geleceğini kazandıran başta Büyük Atatürk olmak
üzere ilk Meclisin tüm üyelerini saygıyla selamlıyorum.
Seksenbeş yıl önce bu çatı altında toplanan
kahramanlar, bu milletin şartlar ne olursa olsun asla boyunduruk altına
alınamayacağını, asla tutsak edilemeyeceğini ilan ettiler.
1920 yılının 23 Nisan günü yazılan bu sayfa, sadece
bizim tarihimizin değil, insanlık tarihinin de en şanlı istiklal sayfalarından
biridir. O sayfayı yazanlar, vatan toprağının dört bir tarafından gelerek,
dünyaya, bu milletin, istiklalinden canı pahasına vazgeçmeyeceğini haykıran o
kahraman insanların şahsında bütün bir millettir. O günden beri, bu çatı
altında ortaya konan her irade, millet sesini, millet hissiyatını, millet
kararını temsil ediyor. 85 yıl boyunca, bu çatı altında bulunmuş, bu havayı
teneffüs etmiş her vekil gibi ben de, bu büyük millet görevinin onurunu bütün
benliğimde yaşıyor, hissediyorum. Biliyorum ki, bu çatı altında yankılanan her
ses, tarihe medeniyetler armağan etmiş aziz milletimin sesidir.
Değerli arkadaşlarım, bundan seksenbeş yıl önce, büyük
meşakkat ve yokluklar içinde, bağımsızlık inancını ve demokrasi kararlılığını
bu kubbede çınlayan tek ses olarak yükseltmiş bulunan Meclis üyelerimiz, 100
üncü doğum yılına yaklaşmakta olduğumuz cumhuriyetimizin de meşalesini yakmış
oldular. O meşale bugün de milletimizin yolunu aydınlatmaya devam ediyor. O gün
"hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir" sözünde ifadesini bulan
irade, bugün de milletimizin vazgeçmediği ve vazgeçemediği, vazgeçmeyeceği en
değerli şiarıdır. Hepimiz, bu vatanın bağımsızlığını ve bütünlüğünü korumak
borcundayız. Yine, hepimiz, milletimizin geleceğini kendi tercihleri
doğrultusunda belirleme hakkına sonuna kadar saygı duymak ve demokrasiye bütün
kurumlarıyla sadakat göstermek mecburiyetindeyiz. Türkiye Cumhuriyeti, bu vatan
toprağını kardeşçe paylaşan bütün vatandaşlarımızın ortak varlığıdır; onu, hep
birlikte koruyacak, hep birlikte geleceğe taşıyacağız. Bu ülkenin istiklalini
nasıl tartışma konusu haline getirmiyorsak, milletimizin demokratik haklarını,
vatandaşlarımızın hak ve hürriyetlerini de aynı hassasiyetle tartışma dışı
tutacağız. Hukukun üstünlüğüne nasıl inanıyorsak, yasalar karşısında her
insanımızın eşit haklara sahip olduğuna da aynı şekilde inanacağız. Bu ülkeye
istiklalini kazandıran ve cumhuriyeti kuran irade nasıl bir ve beraber olmuş
bir milletin iradesiyse, Türkiye'yi aydınlık geleceğine taşıyacak olan da
öylesine parçalanmaz bir bütünlük iradesi olacaktır. Birbirimizi, bu ülkeyi
sevdiğimiz gibi, sevdayla, aşkla, heyecanla seveceğiz; birbirimize, bu
topraklara olduğu gibi, sadakatle bağlı olacağız; hiçbir kötü niyet, hiçbir
dalalet ve hıyanet bizi birbirimizden ayıramayacak, gözümüzü bu ülkenin
geleceğinden gayri yönlere çeviremeyecektir. Türkiye Cumhuriyeti, dünya yerinde
durdukça, kayıtsız şartsız milletimizin olacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biz, tarihinden
çok şey öğrenmiş, bu birikimiyle, insanlığa çok zengin değerler kazandırmış bir
milletiz. Dün olduğu gibi, bugün de, barışa, demokrasiye ve adalete inancımızı
ve bağlılığımızı sürdürüyoruz. Türkiye Cumhuriyetinin temsil edildiği her
zeminde, tarihimizden aldığımız bu hassasiyetlerimizi, en gür şekilde dile
getiriyoruz. Tarihimiz boyunca yaşadığımız nice zorluklara, atlattığımız nice
badirelere rağmen, milletimizin bu medeniyet değerlerine bağlılığında en ufak
bir zayıflık çıkmamış, bir sarsılma da yaşanmamıştır. Bugün savaş acılarıyla
sarsılmakta olan bir dünyada ülke olarak yerimizi kaybetmemiş olmamızın,
milletimizin her ferdiyle, yine barışın, yine demokrasinin, yine adaletin
safında bulunuşumuzun altında da yine bu millet dirayeti vardır. İstiklalini ve
bağımsızlığını, büyük zorluklar içinde, yediden yetmişe mücadele ederek, can
vererek, kan vererek kazanmış bir milletten başka türlü davranması da
beklenemezdi, beklenmemeli.
İşte, 23 Nisan 1920'de kurulan Türkiye Büyük Millet
Meclisi, tarihi boyunca, bu millet ruhunun temsilcisi ve savunucusu olmuştur.
Bugün de milletin vekâletini aynı dirayetle taşıdığına inandığım siz değerli
arkadaşlarımın onurla ve gururla takip ettiğiniz yol, bu yoldur.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; Türkiye, bugün,
cumhuriyetinin 100 üncü yaşını medeniyet hedeflerinin tamamına ulaşmış olarak
kutlamak üzere, topyekûn harekete geçmiş bulunuyor. Ekonomisiyle istikrarlı
şekilde büyüyen, demokrasisiyle çağdaş standartları yakalayan, kamusal
düzeniyle günümüzün ihtiyaçlarına uygun değişimi gerçekleştiren bir ülke olarak
Türkiye'nin önü, bugün, her zaman olduğundan daha açıktır. Bugün, yediden
yetmişe her bir insanımız, tıpkı bundan seksenbeş yıl önce vatanı düşmandan
kurtarmaya ahdeden o kahramanlar gibi, Türkiye'nin geleceğini bugünün sıkıntılarından
arındırmaya ahdetmiştir.
Hükümet olarak, milletimizin bu büyük atılım
iradesinden aldığımız güçle, her günü bir öncekinden ileride tamamlamanın
gayretini gösteriyor, mücadelesini veriyoruz. Allah'a şükürler olsun ki, bugün,
Türkiye, mevcut problemlerini hal yoluna koymuş, ekonomik istikrarını kazanmış,
siyaseti yeniden umut haline getirmiş, geleceğine bakan, dinamik bir ülke
haline gelmiştir.
Şuna hepimiz inanmalıyız ki, bugünün konjonktürel
şartları içerisinde, bugün, güven ve istikrar ortamını korumak, bu ülkeyi ve
çocuklarımızın geleceğini savunmakla eşdeğerdedir.
Sizlerden ve bize kulak veren bütün vatandaşlarımdan
ricam, sahip olduğumuz bu kazanımları kaybetmemek konusunda uyanık ve duyarlı
olmaktır.
Bu ülkenin geçmişiyle gururlandığımız gibi, geleceğine
baktığımızda da umutlanmalı, heyecanlanmalıyız.
Türkiye Cumhuriyetinin medeniyet yolculuğunda ulaşacağı
daha çok hedef, kazanacağı daha çok merhale vardır. Bu sorumluluğu hepimiz
vicdanlarımızda hissediyoruz.
Hedefimiz, Cumhuriyetimizin banisi Mustafa Kemal
Atatürk'ün ifade ettiği gibi, muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkmak, bu
ülkeyi, mutlu, kalkınmış ve güçlü bir ülke haline getirmektir.
Biliyoruz ki, bu yolda ilerlemek için önce demokrasiye,
önce hukuka, önce zihinsel ilerlemeye ihtiyacımız vardır.
Millet olarak bütün dikkatimizle koyduğumuz bu
medeniyet hedeflerine konsantre olmalı, dikkatimizi dağıtacak, zamanımızı
çalacak, enerjimizi tüketecek engellere takılmamalıyız.
Gözümüzü geleceğe çevirmek ve daima ileriye bakma zorunluluğumuz
vardır. Bu ülkeyi, dünyanın en mutlu ve müreffeh ülkesi yapmadan duramayız,
dinlenemeyiz.
Görevimiz budur, rotamız budur, stratejimiz budur. Bu
medeniyet güzergâhında ilerlerken, önümüze, elbette zorluklar çıkacaktır,
sıkıntılarımız da olacaktır; ancak, tarih şahidimizdir ki, biz, zorluklarla,
sıkıntılarla yolundan çevrilebilecek bir millet olmadık, olmayacağız. (AK Parti
sıralarından alkışlar) Şuna bütün kalbimle inanıyorum ki, yarınlar Türkiye'nin,
gelecek milletimizin olacaktır.
Bugün, o güzel geleceği emanet ettiğimiz çocuklarımızın
da bayram günüdür. Bütün çocuklarımızın bayramını gönülden kutluyorum, hepsini
gözlerinden öpüyorum. İnanıyorum ki, her biri ülkelerini yükseklere taşımak
için sevgiyle, heyecanla çalışacaktır.
Çok daha güzel bir dünya temennisiyle sözlerime son
veriyor, hepinize sevgi ve saygılarımı sunarken, önce, bize bu günleri
hazırlayan başta Cumhuriyetimizin banisi Mustafa Kemal Atatürk'e ve onun tüm
mesai arkadaşlarına Allah'tan rahmet diliyor, gazilerimizi de saygıyla
anıyorum. (AK Parti sıralarından ayakta alkışlar; CHP ve Bağımsızlar
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN- Sayın Başkan, teşekkür ederim.
Söz sırası, Cumhuriyet Halk Partisi Meclis Grubu
Başkanı Sayın Deniz Baykal'da.
Sayın Baykal, buyurun efendim. (CHP sıralarından ayakta
alkışlar)
CUMHURİYET HALK PARTİSİ GENEL BAŞKANI VE MECLİS GRUBU
BAŞKANI DENİZ BAYKAL (Antalya) - Sayın Başkan, Sayın Cumhurbaşkanımız, sayın
milletvekilleri, saygıdeğer konuklar, 23 Nisanın ve gençliğimizin,
geleceğimizin gerçek sahibi sevgili çocuklarımız, sevgili yurttaşlarım;
hepinizi, şahsım ve Cumhuriyet Halk Partisi adına, sevgilerle, saygılarla
selamlıyorum.
Bütün halkımızın Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını
kutluyorum. Ülkemizin barış, mutluluk, refah ve bağımsızlık içinde daha nice
bayramlar geçirmesini diliyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışını
gerçekleştiren Gazi Mustafa Kemal'i ve Birinci Meclisten başlayarak, bugüne
kadar bu kutsal çatı altında görev yapmış tüm millet temsilcilerini saygıyla
selamlıyorum.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışı, yeni bir
siyasal oluşumun ilk ve çarpıcı adımıdır. Açılan Meclis, ne bir meşrutiyet
meclisidir ne de bir danışma meclisidir; saltanata, hanedana, hilafete dayalı
egemenlik anlayışlarının tümünü reddeden, meşru egemenlik temeli olarak millî
iradeyi esas alan bir Millet Meclisidir. Bu yönüyle de Türkiye Büyük Millet
Meclisinin açılışı, yepyeni bir siyaset felsefesinin ve köklü bir zihniyet
değişiminin yansımasıdır.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışı, hem bir
sonuçtur hem de bir başlangıç. Hanedana, saltanata ve hilafete dayalı bir
egemenlik anlayışı ve o egemenlik sisteminin içerisinde oluşan Birinci ve
İkinci Meşrutiyet Meclisleri, sorumlusu oldukları mutlak bir yenilgi ve
teslimiyet karşısında, fiilen, hukuken ve siyaseten tükenmişlerdir. O nedenle,
Türkiye Büyük Millet Meclisini, Birinci ve İkinci Meşrutiyet Meclislerinin
devamı saymak, büyük bir yanlışlık olur.
Türkiye Büyük Millet Meclisi bir sonuçtur; ama,
hanedana ve saltanata dayalı Birinci ve İkinci Meşrutiyet Meclislerinin değil,
Mustafa Kemal'in 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıkarak başlattığı millî iradeyi
amil ve hâkim kılmak amacına yönelik Anadolu hareketinin, Müdafaai Hukukun,
Kuvayi Milliyenin, Erzurum ve Sivas Kongrelerinin, Heyeti Temsiliyenin
sonucudur.
19 Mayıs 1919'da ve onun hemen arkasından yayımlanan
Amasya Tamimiyle birlikte, Türkiye'de, yepyeni bir siyaset dönemi açılmıştır.
Eskiden siyaset, hükümet darbeleri, suikastlar, Babıali baskınları ile kapalı
ortamlardaki tehdit ve zorlamalarla yapılırdı. 19 Mayıs 1919'dan itibaren
saltanata karşı millî iradeyi esas alan yeni bir siyaset projesi ortaya
konulmuş, bu proje, bildirilerle halka ulaştırılmış, halkın bu projeye inanması
ve örgütlenmesi için kongreler, toplantılar gerçekleştirilmiş, temsilciler
seçilmiş ve Havza, Amasya, Erzurum, Sivas, Kırşehir, Hacıbektaş, Ankara
güzergâhında halkla bir arada çalışmalar yapılmıştır. Bu, Türkiye'nin ilk
çağdaş siyaset projesidir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, millî iradenin
egemenliğini öngören ve millî iradeyi fiilen harekete geçirerek, hanedanın,
saltanatın ve hilafetin dışında yeni bir egemenlik zemini yaratan bu tarihî
sürecin sonunda açılmıştır. O nedenle, Türkiye Büyük Millet Meclisini Birinci
ve İkinci Meşrutiyet Meclislerinin devamı saymak, bu büyük dönüşümü anlamamak
ve bu büyük dönüşümün isimsiz kahramanlarına en büyük haksızlığı yapmak
demektir.
Bugün çok daha iyi görüyoruz ki, 23 Nisan 1920'de
yaşanan, bir başlangıç olmuştur. Tebaalıktan yurttaşlığa, cemaatten topluma,
teokratik zihniyetten laik anlayışa, dogmatizmden özgür düşünceye, zorbalıktan
hukuka, din sömürücülüğünden dine saygı anlayışına geçiçi sağlamadan, 23 Nisan
1920 başlangıcını amacına ulaştırmanın ne kadar güç olacağı seksenbeş yıllık
deneyimimizle ortaya çıkmıştır. Cumhuriyet bu güçlükleri yenme mücadelesinin
adıdır.
23 Nisanın temeli millî iradedir. Millî irade bütün
yurttaşların eşitliğini gerektirir. Kadın erkekle, zengin yoksulla, diplomalı
diplomasızla, sivil askerle, doğulu batılıyla, köylü kentliyle eşit olacaktır.
Ancak o zaman devlet bir ırk devleti, bir kan, bir kafatası devleti
olmayacaktır; bir din devleti, bir mezhep, bir tarikat devleti olmayacaktır,
(CHP sıralarından alkışlar) bir aşiret devleti olmayacaktır; yurttaşlık
bilincine dayalı bir ulusal devlet olacaktır.
23 Nisan 1920, millî iradeye dayalı egemenlik
anlayışının ilk adımıdır. Millî irade, yurttaşların hukuk eşitliğini zorunlu
kılar. Millî iradeyi bir kez benimseyince, milleti oluşturan vatandaşların,
dinine, mezhebine, eğitimine, servetine, ırkına, aşiretine, tarikatına göre
ayırım yapamazsınız. Bu durum, sizi, cumhuriyete götürür; bu, sizi kadın-erkek
eşitliğine götürür; bu, sizi laikliğe götürür.
Millî irade cumhuriyetin altyapısını hazırlamış ve onu
kaçınılmaz kılmıştır. Cumhuriyet, laikliğin altyapısını hazırlamış ve onu
kaçınılmaz kılmıştır. Millî irade, cumhuriyet ve laiklik de demokrasinin yolunu
açmıştır. 23 Nisan 1920'de başlayan devrim, Türkiye'yi demokrasiye taşımıştır.
Demokrasi, ancak, böyle bir temel üzerinde yükselebilir. Cumhuriyet, demokrasinin,
işte, bu altyapısıdır. O nedenle, cumhuriyet ile demokrasi arasında bir çelişki
değil, bir bütünleşme söz konusudur. Türkiye Büyük Millet Meclisinin temelinde
yatan millî irade anlayışı, bizi, cumhuriyete, cumhuriyeti de demokrasiye
taşımıştır.
Cumhuriyeti tahrip ederek demokrasiyi güçlendirmek
mümkün değildir. Cumhuriyeti eksilterek demokrasiyi çoğaltamazsınız.
Demokrasinin sağladığı olanakları kullanarak da bunu gerçekleştirseniz, sonuç
değişmez. Cumhuriyete karşı programlanmış bir demokrasi, sadece cumhuriyeti
değil, kendi kendisini de tahrip eder.
Din ve siyaset ayırımı, demokrasinin temelidir. Din ve
siyasetin kuralları birbirinden farklıdır. Dinde iman ve teslimiyet esastır,
demokratik siyasette ikna olma ve sorgulama; dinde gerçek tektir ve değişmez,
demokratik siyasette gerçek çoktur ve değişir; dinde muhalefete yer yoktur,
demokratik siyaset muhalefetsiz olamaz. Demokrasinin olanaklarını kullanarak
dini siyasete açmaya kalkışanlar olabilir; ama, din ve siyaset ayırımını esas
almayan hiçbir rejim demokratik kalamaz. (CHP sıralarından alkışlar) Batı,
yüzlerce yıl kardeş kanı akıtarak bu gerçeği öğrenmiştir; biz, 23 Nisanda,
yöneldiğimiz rejim içinde kimsenin burnunu kanatmadan bu gerçeği yaşıyoruz.
Laiklik anlayışı, devletin, bütün inançlara, dinlere, mezheplere saygı
göstermesini ve eşit davranmasını gerektirir; bu, doğrudur; ama, laiklik
anlayışı, aynı zamanda, hiçbir inancın, mezhebin, dinin, devletin hukukunu,
eğitimini ve yönetimini oluşturmasına izin verilmemesini de öngörür. (CHP
sıralarından alkışlar) Siyasetin referansı demokrasi olmaktan çıkar, din
olursa. Bunun sonucu önce oluk oluk kardeş kanı, sonra da koyu ve karanlık bir
otoriter rejimdir. Türkiye'de, İslamiyet, laiklik ve demokrasi arasında eşsiz
bir uyum vardır; bu, Türkiye'nin altın üçgeni, altın sentezi, içbarışın ve
kalkınmanın altın anahtarıdır. Bunu gözümüz gibi koruyup sürdürmeli, bozmak
isteyenlere meydanı boş bırakmamalıyız.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, dünyanın en eski ve köklü
on parlamentosundan birisidir. Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldığı zaman
imparatorluklar çağı henüz kapanmamıştı, büyük ideoloji çatışmaları henüz
yaşanmamıştı. Dünyanın siyasî haritası, ülkelerin rejimleri defalarca altüst
oldu; ama, Türkiye Büyük Millet Meclisi, seksenbeş yıldır dünyanın en
istikrarlı kurumlarından birisi olarak görev başındadır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, bir askerî zaferin eseri
değildir; tam tersine, askerî zafer, Türkiye Büyük Millet Meclisinin eseridir.
Bu niteliğiyle de Türkiye Büyük Millet Meclisi, belki dünyanın tek gazi
Parlamentosudur. (CHP sıralarından alkışlar) Türkiye Büyük Millet Meclisinden
önce ne bir devlet ne bir cumhuriyet ne de bir ordu vardır; devleti de,
cumhuriyeti de, orduyu da Türkiye Büyük Millet Meclisi kurmuştur. Millet
Meclisi ve onun dayandığı millî irade, bütün siyasî varlığımızın çıkış noktası,
yaşam kaynağı olmuştur. Hiç kuşkusuz, 23 Nisan 1920'de gerçekleşen olay,
tarihin yeniden yazılmasıdır. Altıyüz yıllık hukuk, siyaset, egemenlik
kavramları ve kurumları, bir damla kan akıtılmadan, bir silah patlamadan,
yerlerini, bir yeni anlayışın kavramlarına, kurumlarına terk etmişlerdir.
23 Nisan 1920, İstanbul Meclisinin Ankara'ya taşındığı
tarih değildir, siyasî egemenlik anlayışının köklü bir biçimde değiştirildiği
bir tarihtir. Daha sonraki bütün siyasî oluşumların temelinde "egemenlik
kayıtsız şartsız milletindir" ilkesi vardır. Askerî zaferler de,
cumhuriyetin ilanı da, demokrasinin benimsenmesi de, kalkınmanın
gerçekleştirilmesi de, hep, bu ilkenin sonucudur. O nedenle, Kurtuluş
Savaşımızı, yalnızca işgal kuvvetlerine karşı bir bağımsızlık mücadelesi,
Mustafa Kemal'i de bu mücadelenin başarılı bir askerî komutanı olarak
algılamak, yaşanan büyük dönüşümün siyasî ve felsefî temellerini kavrayamamak
demektir. 23 Nisanda, egemenlik gökten yere inmiş, hanedandan millete geçmiştir.
Egemenliğin kaynağı ilahî olmaktan çıkmış, insanî olmuştur. Teokratik otorite
dönemi kapanmış, demokratik otoritenin önü açılmıştır. 23 Nisan, dine dayalı
egemenlik anlayışını da, ırka, kana, kafatasına dayalı egemenlik anlayışını da
reddeder. O nedenledir ki, son seksenbeş yılın çalkantıları içinde, rejimler,
sistemler, devletler altüst olurken, millî egemenlik düşüncesi, Türkiye'nin
önünü aydınlatmaya devam ediyor.
23 Nisan, geçmişe özlemin değil, geleceğe yönelişin
adıdır. Onun içindir ki, Mustafa Kemal, bir büyük devrimcidir. 23 Nisan
olmasaydı, Sakarya Meydan Savaşının tarihimizdeki askerî zaferlerin herhangi
birisinden hiçbir farkı olmazdı. 23 Nisan, millî mücadeleyi, hilafetin,
saltanatın, kurulu düzenin korunmasına yönelik olmaktan çıkarmış, yeni bir
rejim arayışının, düzen değişikliğinin temeli haline getirmiştir.
Dünyada, sömürgesi olmayan tek imparatorluğu Anadolu
oluşturmuştur. Trablusgarp'tan Balkanlara, Suriye çöllerinden Kafkas Dağlarına
uzanan bir büyük coğrafyada, Anadolu'nun çocukları, toprağın altında
yatmaktadırlar. Yenilen ve çözülen bir imparatorluğun bütün coğrafyalarından,
anayurtları Anadolu'ya gelen insanlar, yeni Türkiye'nin temelini
oluşturmuşlardır. Bu insanlar, farklı etnik kimliklerden, ırk kökenlerinden,
mezheplerden, kültürlerden kopup gelmişlerdir. Anadolu'ya gelirken, kimse
onların kafatasını, ırkını, kanını sormamıştır. Onlar, Anadolu'ya, kendi
anavatanlarına, kendi bayrakları altında, birlikte yaşamak için gelmişlerdir.
Hâlâ, son dönemlerde milyonlarca insan, İran'dan, Kuzey Irak'tan, Balkanlardan,
Kafkaslardan, Afganistan'dan, güvenlik ve refah arayışı içinde Türkiye'ye
geliyor. Ne işsizliğimiz ne yoksulluğumuz, çorbamızı ve dostluğumuzu onlarla
paylaşmamıza engel olmuyor; çünkü, biz, göç etmenin ne demek olduğunu bilen bir
toplumuz. Yunan isyanını, 93 Harbini, Balkan Savaşlarını, Birinci Dünya
Savaşını, Millî Mücadelenin, güneydoğudaki onbeş yıllık çatışmanın acısını
yaşamış, bedelini ödemiş insanlar olarak, kendi vatanımızda, kendi milletimizi
oluşturarak, kendi bayrağımız altında yaşamak istiyoruz. (CHP sıralarından
alkışlar)
Türkiye Cumhuriyetini, hiçbir etnik projenin, ırk
ayırımcılığının tehdit etmesine izin vermeyeceğiz. Bizim milliyetçilik
anlayışımız, bir ırk, kan ve kafatası milliyetçiliği değildir; bir siyasal
bilinç, bir siyasal dayanışma milliyetçiliğidir. Bu topraklarda el ele vererek,
tam bir eşitlik içinde, kardeşçe yaşamayı içine sindiren insanlar olarak bir
millet oluşturuyoruz. Yüzelli yıllık acılarla dolu bir tarihin içinde
şekillenmiş bir ulusal kimliği, hiçbir etnik hevesin, hiçbir ırkçı yönelişin
dağıtmasına izin veremeyiz. (CHP sıralarından alkışlar)
Çevremizde yaşanan etnik dağılmanın nelere yol açtığını
görüyoruz. Bizim milliyetçiliğimiz, herhangi bir husumetten, düşmanlıktan
beslenen bir milliyetçilik değildir. Hiçbir başka millete, ırka ya da etnik
kimliğe karşı bir duruşumuz yoktur. Bizim milliyetçiliğimiz, kimseye karşı
değil, kendimiz için bir milliyetçiliktir. Bizim milliyetçiliğimiz, şiddete,
teröre yönelik bir milliyetçilik değildir; ama, şiddete, teröre boyun eğecek
bir milliyetçilik de değildir. (CHP sıralarından alkışlar) Aşiretlere,
kavimlere, etnik kimliklere, mezheplere, ırk ayırımlarına dayanan, dağınık,
parçalanmış bir toplumsal yapıdan, ulusal düzeyde bir bütünlük çıkarmaya
yönelen, bütünleştirici, yükseltici, çağdaş bir milliyetçiliktir; ayrılıktan
bütünlüğe, yerellikten ulusallığa yöneliktir.
Herkesin etnik kimliği, kendi özel dünyasının bir
parçasıdır, ona hep beraber saygı duyarız; ama, kimsenin kendi etnik kimliğini
devlete bir damga gibi vurmasına, devleti belli etnik kimliklerin lehine ya da
aleyhine kullanmasına göz yumamayız. Etnik kimliğimiz ne olursa olsun, eşitlik
ve kardeşlik içinde hep beraber yaşayacağız. Ülkemize hep birlikte sahip çıkacağız,
bayrağımıza hep birlikte saygı duyacağız. Ayrı bayrak arayışlarına girenler,
onları insan hakları, demokrasi adına kanatları altına alanlar, sanmasınlar ki,
Türkiye buna göz yumar. Herkes aklına çok iyi yerleştirsin; Türkiye'nin ulusal
bütünlüğünü parçalama gücü ne içeride ne de dışarıda, kimsede yoktur. (CHP
sıralarından alkışlar) Çünkü, biz, ulusal bütünlüğümüzü kimsenin lütfuyla
sağlamadık. Türkiye'yi bize kimse atıfet diye vermedi. Türkiye'yi tarihin
içinden, büyük acılar çekerek, fedakârlıklar yaparak alnımızın teriyle,
canımızla, tenimizle hep birlikte çekip çıkardık; Çanakkale şahidimizdir,
Sakarya şahidimizdir, Lozan şahidimizdir, 23 Nisan şahidimizdir. Ne zora ne de
korku ve yönlendirmeye teslim olmayız. Herkesin aklını başına almasını
istiyoruz. Burası Türkiye Cumhuriyetidir ve Türkiye Cumhuriyeti olarak
kalacaktır. (CHP sıralarından alkışlar)
Bütün çocukların ve milletimizin Ulusal Egemenlik ve
Çocuk Bayramını kutluyorum.
Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından
ayakta alkışlar, AK Parti ve Bağımsızlar sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Baykal teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri, söz sırası, Anavatan Partisi
Genel Başkanı Sayın Erkan Mumcu'nun.
Sayın Mumcu, buyurun efendim. (Bağımsızlar sıralarından
alkışlar)
ANAVATAN PARTİSİ GENEL BAŞKANI ERKAN MUMCU (Isparta) -
Çok teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin değerli
üyeleri; sözlerime başlarken, sizleri ve vekilleri olmaktan onur duyduğumuz
milletimizi saygıyla selamlıyor; 85 inci yılını idrak ettiğimiz Ulusal
Egemenlik Bayramımızı kutluyorum.
Ve yine, sözlerimin başında, çatısı altında bulunmaktan
onur duyduğumuz, millî egemenlik mabedinin kurucusu Büyük Önder Gazi Mustafa
Kemal Atatürk ve kahraman arkadaşlarını, şükranla, rahmetle, minnetle anıyor,
aziz hatıraları önünde saygıyla eğiliyorum.
Milletimizin istiklaline ve istikbaline yönelen en ağır
ve acımasız taarruzlar karşısında, milletin bir ve bağımsız yaşama azim ve
iradesine dayanarak ve destanlaşan bir mücadele vererek, içinden nice şehitler
vermiş, nice gaziler çıkarmış bu Yüce Meclisin naçiz bir üyesi olmaktan
duyduğumuz gururu sizlerle paylaşmaktan, siz değerli arkadaşlarımla
paylaşmaktan duyduğum memnuniyeti bir kez daha ifade etmek istiyorum.
Değerli milletvekilleri, hiç şüphesiz, tarih, geçmişte
yaşanmış olaylar ve olguların hikâye edilmesi veya hatırlanmasından ibaret
değildir; tarih, yaşadıklarımızdan ve yaşanılanlardan öğrendiklerimizdir.
Seksenbeş yıllık geçmişi bulunan Yüce Meclisin, kendi varoluşunun da bir
geçmişi, bir tarihi ve o tarihten öğrendikleri vardır. Kanaatimce, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin kuruluşunu, insanlık tarihi bakımından da önemli, özgün
ve değerli kılan da işte bu tarih bilinci ve bu tarih bilinci içinde biçimlenen
ve ifadesini bulan varoluşudur. Aksi halde, işgal altında bir ülkenin, sivil -
asker bütün millî unsurlarının bir araya gelerek, düzen ve otoritenin en hayatî
ihtiyaçlar olarak görülebileceği işgal koşulları altında bile, meşrutî bir
düzene son vererek, millet egemenliğine dayalı yeni bir düzen kurma iradelerini
gerçek mahiyetiyle anlamak mümkün olmayabilirdi.
Osmanlı fütühatının duraklaması ve sona ermesiyle
başlayan ve yüzyıllar boyu süren savaşlar, ricatlar, sosyal çalkantılar ve
değişim sancılarıyla bitap düşmüşken, anayurdu dört bir yandan dünyanın
sömürgeci güçlerince işgal edilmiş olan bir ulusun, böylesine bir tarih bilinci
içinde, böylesine bir feraset ve irade ortaya koymasını hayret ve şaşkınlıkla
karşılayanlar, hatta istihzayla karşılayanlar olmuştur, olabilir. Ancak, millet
ne kadar yorgun ve yılgın, yoksul ve bitap düşmüş olursa olsun, onu, içinde
bulunduğu durumdan çekip çıkaran ve milletin binlerce yıllık tarihinden süzülen
seçkin kahraman karakterini özünde muhafaza eden millî şuurun benliğinde
karakterleştiği evlatları ve önderleri vardır. O önder, adı gibi seçkin, adı
gibi olgun ve aydın, adı gibi soylu ve asaletini milletine atfeden ve adı gibi,
milleti gibi kahraman ve fedakâr Gazi Mustafa Kemal Atatürk'tür.
Değerli milletvekilleri, Gazi Meclisimizin 1921 yılında
kabul ettiği anayasa şu cümleyle başlar: "Hakimiyet bilakaydü şart
milletindir. İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi
esasına müstenittir." Bu cümle, bugün kutladığımız Ulusal Egemenlik
Bayramının özüdür. Bu cümle, bir kurtuluş savaşını yürüten millî güçlerin,
işgal güçlerine karşı bir manifestosu değildir; zira, onlara karşı verilen
mücadelenin zemini bütün vatan sathıdır ve şekli, göğüs göğüse çarpışmadır. Bu
cümle, zaferden emin olan bir iman ve dehanın, milletin istiklalini temin
etmekle yetinmeyip, vatanın istikbalini tesis etme azminin ve iradesinin de
ifadesidir. Bu cümle, bu Meclisin varoluş gayesinin ve çağlar boyu sürecek
misyon ve vizyonunun özüdür, usaresidir.
Yüksek hoşgörünüze sığınarak, Atatürk devrimlerinin en
büyüğü ve en önemlisi olarak gördüğüm ulusal egemenlik devriminin özünü teşkil
ettiğine inandığım bu misyonu bir kez daha ifadelendirmek ve berraklaştırmak
istiyorum.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin varoluşsal misyonu,
daima, milletimizin istiklalini temin ve istikbalini tesis etmektir. Bu misyon,
varoluşsal özü teşkil etmekle, bu Meclisin en temel ve yegâne meşruiyet
kaynağıdır. Meclisimizin kurucusu Atatürk, egemenliği kayıtsız ve şartsız
millete özgü ve ait kılarken, milletin kaderini tayin edecek iradenin yegâne
kaynağı olarak da yine milletin kendisini gösterirken, aynı zamanda, bu
egemenliğin tecelli edişini, anılan gaye ve meşruiyetle de çerçevelemiştir.
Bu noktada, altı özenle çizilmeden geçilemeyecek bir
başka husus daha vardır; Tanzimat ve ıslahat süreçlerinin çoğu kez zorlama ve
dayatmalar altında, kimi zaman devlet, kimi zaman düveli muazzama dediğimiz
kudret ve otoritelerce, rehberlik ve önderlik edilmek yerine, terbiye ve adam
edilmek muamelesine maruz bırakılan; yegâne varlığı, hür yaşama iradesi ve
irfanı olmakla beraber, hür düşünme ve kendi kendini idare etmek bakımından bir
tecrübesi ve imkânı bulunmayan bir millet, kendisine özgülenen bu egemenliği,
nasıl olacak da, gerçekten özgür bir irade olarak kullanacak ve hayata
geçirecektir; çünkü, ulusal egemenlik, sadece kendi tercihlerinde serbest
bırakılmaktan ibaret bir kavram ve süreç olarak düşünülemez. Kendi varoluşunu,
durumunu ve içinde yaşadığı tüm koşulları doğru kavrayan, çözümleyen bir zihnî,
aklî süreçle tanımlanabilecek bir özgürleşmedir bu. Yani, özgür düşünme ve
akletme olmadan, özgür tercih ve iradenin ortaya çıkması beklenemez. İşte, tam
bu noktada, ulusal egemenlik devriminin tamamlayıcısı ve bütünleyicisi olarak,
laiklik devrimi, tarihimizdeki ve zihnimizdeki olmazsa olmaz denilecek yerini
alır. Kendi kaderini kendisi tayin edecek olan bir ulusun aklı ve vicdanıyla da
kâmilen özgürleşmesi, olmazsa olmaz denilecek bir koşul ve gerekliliktir. Onun
için, ulusal egemenlik devrimi, bağımsızlık iradesinin, derin tarih bilincinin
bir ürünü olarak bir millî devrimdir. Yine, ulusal egemenlik devrimi,
egemenliğin kaynağı ve kullanılmasının amaç ve yöntemleriyle, millete, topluma
özgüleyen yönü ve karakteriyle de aynı zamanda bir demokratik devrimdir ve
yine, ulusal egemenlik devrimi, kendisiyle başlayan ve hiçbir dayatma ve
zorlama karşısında bulunmaksızın kendi iradesiyle devam eden pek çok devrim ve
atılımın öncüsü ve yapıcısı olarak da bir aydınlanma ve çağdaşlaşma devrimidir.
Atatürk'ün, ulusal egemenlik devriminin ve onu izleyen
devrimlerin öncüsü olarak, Yüce Meclisin kuruluş gününü Ulusal Egemenlik
Bayramı olarak ilan etmesi ve bunu Türk çocuklarına armağan etmesi, kimi zaman
nahif bir anlayışla ifade edildiği gibi, çocuk sevgisiyle kayıtlanabilecek bir
anlamdan çok fazlasını ifade eder. Bu anlam, bu devrimlerin kuşaklar boyu
yaşayacak olması istek ve iradesini de içinde barındıran bir anlamdır.
Değerli milletvekilleri, geride bıraktığımız seksenbeş
yıl içerisinde, ne yazık ki, zaman zaman, bu derin tarih bilincinden ve ulusal
egemenlik iradesinden sapmalar ve uzaklaşmalar yaşanmıştır. Bu sapmalar, kimi
zaman, milletin bizatihi sahibi olduğu egemenlik anlayışından, millet üzerinde
tesis edilen ve ona rehberlik ve önderlik etmek yerine, onu adam etmeye, onu
tedip ve terbiye etmeye yönelen girişimler olarak ortaya çıkmışsa da millet
iradesi bütün bu zorlukların üstesinden gelmeyi başarmıştır.
Yine, maalesef, bu sapma ve uzaklaşmalar, zaman zaman,
millî iradenin tesis ve tecellisini basit bir temsil mekanizmasına indirgeyen,
temsilî, bayağı bir iktidar oyununa dönüştüren ve bütün bunlardan daha feci ve
acı olarak, Millet Meclisinin varoluşsal özünü teşkil eden, milletin
istiklalini temin ve istikbalini tesis etmek gaye ve meşruiyetinden uzaklaşan
tutum, durum ve yozlaşmalarla da karşılaşmıştır.
Hiç şüphemiz yoktur ki, milletimizin ve onun şahsiyetli
vekillerinin derin tarih ve meşruiyet bilinci, millî iradeyi basit bir temsil
düzeyine indirgeyen, güncel veya uzun vadeli, kişisel veya örgütsel, ideolojik
veya ekonomik zaaf ve suiniyetlerin daima ayırdında olacak ve hak ettiği
muameleyi gösterecektir. Zira, bu meşruiyetten ayrılmak ve millete vekâletin
suiistimal edilmesi, hiçbir şekilde hoşgörülebilir ve affedilebilir bir tutum
olarak görülemez.
Değerli milletvekilleri, ulusal egemenlik devrimi,
sadece kendi kaderini kendisi tayin iradesinden ibaret bir devrim olarak da
görülemez. Zira, o gün de ve bugün de sürekli mücadelelerle yenilenen ve
değişmekte olan dünya düzenine bağımsız bir irade olarak katılmak ve katkıda
bulunmak azim ve düşüncesinden koparılmış bir bağımsızlık düşünülemezdi ve
bugün de düşünülemez. Onun için, Millî Meclisin vazgeçemeyeceği bir misyonu da,
bu dünya düzenine şekil veren küresel iradeye katılmak veya katkıda
bulunmaktır. Hiç şüphesiz, bu katılım, milletimizin gücü, enerjisi, üretkenliği
ve yaratıcılığı üstüne kurulacak bir süreçtir. Onun için, güncel gelişmeleri ve
geleceğe şekil veren süreçleri küresel bir gerçeklik kavrayışı içinde anlamak
ve hayata geçirmek zaruretimiz vardır. Bugünkü dünyada bunun tek yolu, yine
kendine güven ve kendi kaynaklarını harekete geçirmektir. Bu kaynakların
başında ve bu kendine güvenin odağında kendi insanımız, kendi toplumumuz
vardır. Şu halde, yapmamız gereken iş, tehdit odaklı bir içe kapanma yerine,
fırsat odaklı bir dışa dönüklüğü seçmek ve toplumsal enerjiyi, bireyin aklı ve
vicdanını özgürleştirmek suretiyle serbest bırakmaktır. Bunun için, elimizdeki
en önemli araç ve kavram, hiç şüphesiz, laikliktir. Ancak, bu kavram
etrafındaki tartışma ve uzlaşmazlıklara bir son vermemiz, kaçınılmaz bir
öncelik olmalıdır. Kimilerinin laikliği insanımızın aklını özgürleştiren; ama,
vicdanını baskılayan anlayışları karşısında, kimilerinin vicdanı
özgürleştirirken eleştirel aklı baskılayan anlayış ve yorumları, toplum
yaşantımızda gerilim, sürtünme enerjisi yaratan bir israfa dönüşmektedir.
Laiklik, insanın hem aklı hem vicdanıyla özgürleşmesi
ve bu yolla çağdaşlaşmasıdır. Bu gerçeği, toplumsal ve siyasal hayatımızın
derinliklerine nüfuz eden bir kültüre, yaşama biçimine dönüştürebildiğimiz
zaman, Atatürk'ün işaret ettiği muasır medeniyet seviyesinin önüne geçmek
noktasında çok büyük atılımlar gerçekleştirebileceğimizden hiçbir kuşkum
yoktur.
Kuruluşunun 85 inci yıldönümünde Yüce Meclisi saygıyla
selamlarken, kurucusu Büyük Önder Atatürk ve kahraman arkadaşlarını bir kez
daha şükran, minnet ve rahmetle anıyor, aziz hatıraları önünde saygıyla
eğiliyorum.
Çok teşekkür ederim. (CHP ve Bağımsızlar sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Mumcu, teşekkür ederim.
Söz sırası, Doğru Yol Partisi Genel Başkanı Sayın
Mehmet Ağar'ındır.
Sayın Ağar, buyurun efendim. (Bağımsızlar sıralarından
alkışlar)
DOĞRU YOL PARTİSİ GENEL BAŞKANI MEHMET KEMAL AĞAR
(Elazığ) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; konuşmamın başlangıcında,
Sayın Cumhurbaşkanımızı saygıyla selamlıyorum, Yüce Milletimize en içten, en
derin bağlılıklarımı sunuyorum ve bu güzel bayramımıza, bu güzel günümüze küçük
de olsa bir hüzün gölgesi düşüren, Kütahyamızda hayatını kaybeden değerli maden
işçilerimizi rahmetle anıyorum, ailelerine, milletimize taziye duygularımı
takdim ediyorum.
Seksenbeş yıl önce bugün, bir mübarek cuma günü açılan
Meclisimiz var idi; şükürler olsun, bugün de var ve ebediyete kadar da devam
edecek. Meclisimizin temeline milletimizin bu imanı kondu, inancı ve azmi,
kararlılığı kondu ve bu sağlam temel üzerinde de modern Türk Cumhuriyeti devam
ediyor ve ebediyete kadar da devam edeceği konusunda milletimizin hiçbir
kuşkusu yoktur.
Bugün bizi bir araya getiren, bu büyük kuruluş
yıldönümü. Meclisimiz, insanlık tarihindeki meclis fikrinin ve uygulamalarının
önemli bir parçası. Bir halkı, bir topluluğu, bir milleti temsil etmesi için
tarihte ilk meclis ne zaman ve nerede açılmış diye sorsak; birçok kimsenin
aklına, öncelikle, Yunan ve Roma medeniyetleri gelecektir. Hayır; ilk meclis,
üç bin yıl evvel, medeniyetin en önemli coğrafyalarından Fırat-Dicle arasında
Sümer denilen yerde açılmıştır. Türkiye'nin de içinde yer aldığı bu coğrafyada,
bu havzada meclisin açılmış olmasını ifade etmekteki muradım, medeniyet
dediğimiz büyük insanlık projesinin nasıl farklı ırmaklardan, farklı
kültürlerden, farklı ülkelerden gelen fikirler, kurumlar, inançlarla oluştuğuna
işaret etmektir. Bugün de, Türkiye'nin medenî dünyanın bir parçası olmak için
vermiş olduğu mücadele, insanlığın bu ortak ve muazzam birikimini kendi
ülkesine, kendi halkına taşımak içindir.
Bizim tarihimizde ilk meclisin açılışı 19 Mart 1877.
İlginç bir tarihî çakışma olarak ifade etmek isterim ki, 16 Mart 1920'de
İstanbul'un işgali üzerine, Büyük Atatürk'ün, Heyeti Temsiliyenin Reisi
sıfatıyla, bir genelge yayımlayarak, Ankara'da olağanüstü bir meclisin
toplanacağını duyurmasının tarihi de, o da 19 Marttır. Böylelikle, dağıtılan
Meclisi Mebusanın vekilleri ile Anadolu'daki seçilecek olan yenileri aynı toplantıya
davet edilmiştir.
Meclisin adı üzerinde çeşitli tartışmalar yapılmıştır.
Meclisi Müessesan, Kurultay, Meclisi Kebir gibi teklifler üzerine, Atatürk'ün
"bu Meclis, Türk Milletinin Türkiye Büyük Millet Meclisi olacaktır"
sözüyle kesin ismini almıştır. Kurumun adı konulmuş, kendisi varlık kazanmaya
başlamıştır.
23 Nisan tarihi, elbette, çok anlamlı bir tarih ve bu
tarih, millet egemenliği fikrine verdiğimiz büyük önem sebebiyle de, bugün,
şefkatle ve sevgiyle bağrımıza bastığımız, gelecek için çok büyük güvencemiz
olan çocuklarımıza armağan edilen bir bayram olarak tarihimizdeki müstesna
yerini almıştır.
Milletler, tarihlerdeki anlamları deşifre ederek
geleceğe doğru yolculuklarını sürdürmektedirler. Geleceğin hayali ile geçmişin
yaşanmışlığı bugünün ruh ikliminde kucaklaşmalı, milletimiz bu dünyadaki yerini
tayin etmelidir.
Değerli milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi
açıldıktan sonra çalışmalarını nasıl yürüttüğüne bakmak kesinlikle her dönem
için son derece ilham vericidir. Ben ilk döneme ait zabıtları, tartışmaları
uzun süreler inceledim; hiç abartmadan söyleyeceğim çok temel bir husus vardır;
o günün Meclisi ülkenin meselelerini enine boyuna tartışmak, görüşlerini hiçbir
kısıtlama ve baskı altında olmaksızın ortaya koymak bakımından, üzülerek ifade
etmek lazımsa, son dönem Meclislerimizden kat be kat ileridedir. Üstelik, o gün
Türkiye'nin içinden geçtiği şartlar bugünüyle kıyaslanmayacak ölçüde ağırdır;
ortada savaş vardır, isyanlar vardır, yokluk vardır, yoksulluk vardır. Buna
rağmen, o devirde yönetim, açık veya gizli olağanüstü şartların arkasına
saklanarak Meclisten uzakta bir memleket yönetimine asla tevessül etmemiştir;
çünkü, Meclis, milletindir, millet kaderini belirleyen her adımın, her kararın,
her imzanın Mecliste tartışılması ve görüşülmesinden tabiî ne olabilir!
Meclise, onun kuruluş felsefesine, varoluş amacına
uygun biçimde değerlendirmeme, Meclisin yol göstericiliğine başvurmama
hastalığı bugün maalesef günümüzde görülmektedir. Bu ülkenin yönetimi ne ölçüde
sorumluluk taşıdıkları belli olmayan son derece dar bir kadroyla istişareye
bırakılamaz. Meclis, ülke yönetimini elinde tutan bir avuç insanın görünmez
ilişkilerine meşruiyet kazandırma yeri değildir. Milletvekilini buraya
gönderirken "git, Türkiye'nin yönetiminde beni temsil et" diye yetki
vererek göndermektedir. Hiçbir makam, hiçbir kudret, milletin verdiği bu
yetkiyi gölgeleyemez ve onu bir halk rızasının aksesuarı düzeyine de çekemez.
Buna kalkışanlar olursa, onlar da Meclisten kopmanın milletten kopmak olduğunu
öğrenirler; tarih, bu tecrübelerle sabittir.
Meclis, milletin kürsüsüdür.
Biz, her zaman, ülkenin kritik konularına ilişkin
Meclisin bilgilendirilmesini ve politikalarının tartışılmasını istedik, çağrıda
bulunduk. Hükümet olarak elbette bir programınız, onu yürütme iradeniz olacak;
ama, öyle konular var ki, orada milletin bütünü tek vücut olarak davranmalı,
bir arada olmalı ve dünya kamuoyunun karşısına da öyle çıkmalı dedik. Hükümetin
bunu yapması için, sözde Ermeni soykırımı gibi iddiaların, mayınlı arazi gibi
bu ülkenin önüne konulmasını beklemek gerekmezdi. Bu konuda Meclise gösterilen
hassasiyetin benzerlerini Kıbrıs'ta da, Irak politikasında da, Avrupa
Birliğiyle ilişkilerin takviminde de görmek isterdik.
Biz, bu ülkede elinden fikir hürriyeti alınmak istenen
her kim olursa olsun onların hak ve hukuklarını savunarak bir demokrasi tarihi
yazarak geldik ve bu tarihi yazmaya da devam edeceğiz. Çizgimiz, özgürlük
çizgisidir. Bizim tarihimiz, sözün millete verilmesi tarihidir. Bu çizgi,
muhalefette de iktidarda da defalarca test edilmiş bir çizgidir. İktidarda
başka muhalefette başka olan, şartlara göre değişen bir anlayışın değil, her
zaman dosdoğru olan, milletin derinliklerinden gelen bir çizginin sahibi olmak
kararlılığımız her zaman mevcuttur. Yolumuz da budur, yönümüz de böyle olmaya
devam edecektir.
Muhterem arkadaşlarım, Türkiye gibi ülkeler için
tarihin her dönemi zor, her dönemi sıkıntılıdır. Bu coğrafya ikiyüz yıldır umut
ile kaygı arasında gidip gelmektedir. Hepimiz, aşağı yukarı, bizim kuşaklarımız
kendimizi bildik bileli, Türkiye'nin içinden geçtiği şartlar söz konusu
olduğunda zorluklardan, kritik konulardan, tarihî tercihlerden söz ediliyor.
Bugün de benzer bir tabloyla karşı karşıyayız. Ekonomik şartlardan tutun,
toplumsal gelişmelere nihayet dışpolitikaya kadar her başlık, zorlu sorunların
zorlu süreçleri olarak önümüzdedir.
Hangi ekonomik göstergeye bakarsanız bakın dengelerin
çok iyi olduğunu söyleyebilmek kolay değildir. İşsizliğin azaldığını
söyleyemeyiz. Üretimin yüksek artışlar içerisinde olduğunu söyleyemeyiz.
Milletin gelir düzeyinin reel anlamda yükseldiğini kimse söyleyemez. Toplumsal
kesimler arasında gelir dağılımının çarpıklığında iyileşme olmamıştır. Borçlar,
alabildiğine bir problem olarak gitmektedir. Radikal tedbirlerin gereği vardır,
bunların alınacağı ve desteğin sağlanacağı yer de Meclistir. Meclis, bu yönüyle
hükümetin can damarıdır ve bütün varlığıyla, ağırlığıyla gücünü, kudretini,
kuvvetini alacağı yer burasıdır.
Toplumsal hayata ilişkin önemli reformlar konusunda her
zaman hükümete açık çek verdik. Yasa tasarısını hazırlayın, toplumsal mutabakat
için girişimde bulunun, Meclisi çalıştırın ve bütün gayretlerinizin destekçisi
olalım. Toplumla ve Meclisle işbirliği yapmak yerine reform taleplerini ortada
bıraktığınız vakit, sonuç alabilme imkânı yoktur.
Türkiye'nin, değerlere dayalı tartışmalara harcayacak
bir saati bile yoktur. Herkesin hayat tarzı, inancı, sivil toplumda en geniş
uygulama alanı bulmalı ve özgür olmalıdır.
İlk Meclise baktığınızda, o gün, toplumun her kesiminden,
her çevresinden temsilciler vardır. Bu, sadece bölgeleri itibariyle değil,
değerleri itibariyle de bir dağılımı işaret etmektedir. Meclis, ülkenin
tümünün, vekilleri eliyle o çatı altında toplandığı yerdir. İcraatlarımız
itibariyle, o Meclisin gerçeklerinin daha gerisine düşemeyiz. Açıkça ifade
ediyorum; bugün, Türkiye, ilk Meclisteki değerlere ilişkin özgürlüğü tüm
Türkiye sathına yaymakla yükümlüdür. Yarının Türkiyesinde, değerler üzerinden
bir çatışma da olmayacaktır ve bunun üzerinden bir siyasî nema çıkarma da
olmayacaktır. Bizim özlediğimiz ve arzuladığımız Türkiye budur; çünkü,
milletimiz bu karardadır, milletin içinden yükselen ses ve siyasî irade de bu
karardadır.
Siyasetin matematiği olmuyor. Siyasette, hiçbir zaman
kaçınılmaz kader yoktur. Siyaset, bir müzakere, ikna ve ilişki sanatıdır.
Bismarck "siyaset mümkünün sanatıdır" derken, elbette, mümkünün ne
olduğunu ortaya koymuyor. Mümkünün sınırlarını, iktidarların gücü, kudreti,
arzuları ve hayalleri belirleyecektir. Teslim olan ile mücadele eden için,
mümkünün sınırları aynı değildir. Türkiye, bütün bu Avrupa Birliği
yolculuğunda, bu döneminde Meclisini daha iyi çalıştırabilse, meselelerini
Meclisiyle paylaşabilse, elde ettiği sonuç çok daha iyi olurdu; millet
çoğunluğu açısından da tatmin edici bir sonuç olurdu. Bugün üzülerek ifade
etmek gerekir ki, vatandaşımız, AB üyeliğine geçişe, geçmişe nispetle daha
soğuk bakmaktadır. Bu durumu izale etmek, Meclisi daha aktif hale getirmek
suretiyle, milletin doğrudan doğruya bu meselenin içerisinde olmasını
sağlayabilmektir.
Meclisin devre içerisinde olarak işleri yürütmek,
fevkalade başarılı sonuçların güçlü altyapısını hazırlayacaktır. Çalışan bir
Meclis, iktidarlara köstek değil, aksine destek olacaktır, daha iyi hizmetler
yapması için, öneri ve eleştirileriyle destek olacaktır; bunun için, hem
önerilere hem eleştirilere açık olacak bir demokratik hoşgörü ve sabrın da
sahibi olmak, iktidarların temel ve vazgeçilmez tavırları olmalıdır.
Muhterem arkadaşlar, küçük bir nebze de, geçtiğimiz
günlerde, çeşitli şehirlerde olan olaylara değinmek isterim. Yaşanan
gerginlikler vardır, hassas olunan değerler konusunda tepkiler ortaya
konulmuştur. Türkiye'de, gayrimeşru sokak gösterilerinin karşısına bir sivil
güç filan çıkamaz; bunun karşısına çıkacak yegâne güç, devletin meşru güvenlik
güçleridir. Bunun geçmişteki acı hatıralarını bir daha yaşama lüksüne sahip
olmayan bir ülkeyiz. Bütün bunlara rağmen, hâkim olan sağduyu, bütün bu
gerginlikleri geride bırakmalıdır, bırakmıştır diye ümit ediyoruz. Bundan
sonrası, bütün değerlerimize zarar verici bir ortamın sahibi olur. İnanıyorum
ki, özgürlüklerin yerleştiği bir toplumda, insanlar daha sorumluluk sahibi
olacaklar, gerginliklerin yerini diyalog, asgarî müştereklerdeki işbirlikleri
alacaktır. Bu tür gerginliklerin durmadan tekrar edildiği ülkede, hiç kimse
kazanamaz. Bir gemi karaya oturduğunda, içinde kimin zafer kazandığının, kimin
yenildiğinin hiçbir önemi yoktur.
Bu ülkede, sadece bölücülük eğilimleri değil, yerli
yersiz kaygılar da ülkeyi tehdit edici bir unsur olarak karşımızdadır.
Ülkemizin en büyük milliyetçiliği, en büyük vatanseverliği, ülkenin birlik
şartlarını sağlamaktır. Milliyetçiliğin misyonu, Türkiye'yi küçültmek değil,
büyütmektir; vatandaşımızın zengin olması, umutla ve gururla geleceğe
bakmasıdır; ülkenin her yerindeki vatandaşın insan gibi yaşayabilmesi,
yoksulluk ve açlık çekmemesidir. Milliyetçilik, bu ülkeyi, medenî dünyanın en
gelişmiş ülkeleri seviyesine çıkarmak, onların da önüne geçirmektir ve
milliyetçilik, bu ülkedeki insanların hayat standartlarını yükseltmek, aşsız,
işsiz bir kişiyi dahi bırakmamaktır. Bu ülkeyi seven insan, taş üzerine taş
koyan, yükü sırtlayan, ülkenin insanını ayırımsız olarak kucaklayan kişidir.
Mücadelemiz, demokrasiye, özgürlüklere, aşa ve işe mâni olan anlayış ve tutuma
karşıdır.
Müsaadeniz olursa, konuşmamın son bölümünde, son dönem
tarihimizden bir küçük kesiti dikkatlerinize sunmak istiyorum.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin, imparatorluğun Meclis
geleneği üzerine millî iradeyle kurulduğunu ifade etmek isterim, görüşüme göre.
İlk Meclis, 20 Mart 1877'de çalışmalara başladı. Bildiğimiz tarihî olaylardan
sonra 28 Haziran 1877'de kapandı. Tekrar 13 Aralık 1877'de İkinci Meclisin
temsilcileri toplandı; ancak, Sultan Hamid tarafından tekrar dağıtıldı. Uzun
süre kapalı kalan Meclis, bildiğiniz gibi, 23 Temmuz 1908'de İkinci
Meşrutiyetle açıldı.
Şimdi, önemli bir konuya geliyorum. 1912 ve 1914
yıllarında dünyanın o şartlarında iki tane seçim yapıldı ve bu süre içinde bu
topraklarda muhalifi ve muvafığıyla siyasî partiler faaliyet gösterebildi;
ancak, maalesef, Mondros'un bir neticesi olarak, Meclisi Mebusan, bilindiği
gibi, 21 Ara-lık 1918'de tekrar dağıtıldı. Balkan Harbi, Birinci Dünya Harbi
gibi insanlık tarihinin en trajik iki savaşından sonra bile bu topraklar
üzerinde bir meclisi yaratma, yaşatma iradesi mevcut idi. Bu iradenin neticesi
olarak, Mustafa Kemal Paşa'nın da mebus olarak seçildiği 1919 seçimleri
yapıldı.
Yüce Heyetinize bu seçimlere dair çok önemli bulduğum
üç hususu arz etmek istiyorum:
1- İki patrikhanenin de bütün menfi gayretlerine
rağmen, Rum ve Ermenilerin dikkate değer bir kısmı ile Musevi vatandaşlarımızın
kahir ekseriyeti bu seçimlere iştirak etmiştir.
2- Maalesef, Bağdat'tan Mekkei mükerremeye, Şam'dan
Süleymaniye'ye, Lazkiye'den Kudüs'e 1914 seçimlerine iştirak eden 28 seçim
bölgesinin bu seçime iştiraki sağlanamamıştır.
3- Mustafa Kemal dehasının Amasya görüşmelerinde,
Heyeti Vükela Temsilcisi Bahriye Nazırı Salih Paşa'ya kabul ettirdiği, Meclisin
Anadolu'da toplanması fikri, Vekiller Heyeti tarafından İstanbul'da
reddedilmiştir.
Bu seçimlerle teşkil olunan Meclis, Mustafa Kemal
Paşa'nın muhalefetine rağmen 12 Ocak 1920'de İstanbul'da toplandı. Amasya'da,
Erzurum'da, Sivas'ta Gazi Paşa tarafından milletin temsilcileriyle birlikte
oluşturulan ve daha sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından da
benimsenecek olan misakımillîyi, bu Meclis, 28 Ocak 1920'de kabul etti.
İstanbul'un işgalinin sonucu olarak, 11 Nisan 1920'de dağıtılan Meclis, o
Meclis azalarından tevkiften kurtulabilenler ile seçildiği halde o Meclise
iştirak etmeyenler tarafından, Başkanlığına Mustafa Kemal Paşa getirilmek
üzere, seksenbeş yıl önce, bugün bu şehirde toplandı. Bu Meclisin kuruluş
gayesi de budur.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye Büyük Millet Meclisi,
imparatorluğun Meclis geleneği üzerine büyük bir millî iradeyle kurulmuştur.
Doğrudan geleneği ilgilendiren bir hususu dikkatlerinize arz etmek istiyorum:
23 Aralık 1876 tarihli Kanunu Esasinin 8 inci maddesi
aynen şudur: "Devleti Osmaniyye tabiiyetinde bulunan efradın cümlesine
herhangi din ve mezhepten olur ise olsun bilaistisna Osmanlı tabir
olunur." 20 Nisan 1924'te, Birinci Meclisin kabul ettiği Teşkilatı Esasiye
Kanununun 88 inci maddesi de aynen şudur: "Türkiye ahalisine din ve ırk
farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle Türk ıtlak olunur."
Her iki maddenin mukayesesini milletimizin ve
Meclisimizin takdirlerine arz ediyorum. 85 inci yılında bu Meclisi daha az
insanın temsilcisi haline getirmek isteyenler de, ülkenin bazı insanlarının bu
Mecliste temsil edilmesine mâni olmak isteyenler de şunu bilmelidir ki, Meclis,
tarihiyle iftihar etmektedir. Bu Meclis, kendisini kuran iradeyi kendi iradesi
olarak kabul etmektedir ve bu Meclis, etnik menşeine, fikrine, mezhebine,
meşrebine bakmaksızın bütün milletin fertlerinin Meclisi olmuştur ve öyle de
kalacaktır ve bu büyük Meclis, milletimizin bölünmez bütünlüğü esasında,
milletimizin refahı, mutluluğu, güçlü millî geleceği için ebediyete kadar var
olacak dünyanın en güçlü hukuk devletini inşa edecek, demokratik, laik Türkiye
Cumhuriyetinin milleti adına güçlü bir sesi olarak, ebediyete kadar, inşallah,
hizmetine devam edecektir.
Bu düşüncelerle, Yüce Heyetinizi en içten duygularımla,
saygılarımla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN- Sayın Ağar, teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri, son konuşma, Halkın Yükselişi
Partisi Genel Başkanı Sayın Yaşar Nuri Öztürk'ün.
Sayın Öztürk, buyurun efendim. (Alkışlar)
HALKIN YÜKSELİŞİ PARTİSİ GENEL BAŞKANI YAŞAR NURİ
ÖZTÜRK (İstanbul) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; başta,
Meclisimizi teşrif eden Sayın Cumhurbaşkanımız olmak üzere, hepinize
saygılarımı, sevgilerimi ileterek konuşmama başlıyorum.
Öncelikle, Türkiye Cumhuriyetinin ilk Meclisine İzmir
Mebusu olarak giren ve Yüce Mecliste 1924 yılında yaptığı uzun konuşmayla
hâkimiyet kavramını hilafet bağlamında ele alan büyük hukuk bilgini ve
Atatürk'ün Adliye Vekili Seyit Beyi rahmet ve hürmetle anıyorum.
Seyit Bey, tarihsel konuşmasında, egemenlik konusundaki
dinci saptırmalara cevaplar getirmiş ve cumhuriyet kuşaklarının yıllardır
yararlandığı bir ufuk açmıştır.
Bendeniz, bugün, egemenlik kavramını Seyit Beyin
hareket noktasını esas alarak değerlendirmenin hâlâ önemli olduğu kanısındayım.
Cumhuriyetin 82 nci yılındayız; ama, yüksek yargı organlarından birinin başkanı
laikliğin tehlikede olduğu yolunda uyarı yapma ihtiyacını haklı olarak
hissediyor.
Dışarıdan bir yerlerden "ılımlı İslam" adıyla
sahte bir sömürgecilik dini ülkemize ısrarla dayatılıyor. Demek ki, dinimizin
aleyhimize kullanımı aralıksız devam etmektedir.
Değerli milletvekilleri, bu kullanım, eğer, yalnız
içeriden kotarılmış olsaydı, ne bugün ne de arkada bıraktığımız yıllar içinde
çok büyük tahriplere yol açmayabilirdi; fakat, ne yazık ki, bu, dışarıdan
aleyhimize kotarıldığı için ve bugün, bunun dozu ve boyutları artırıldığı için,
bunu, millî egemenliği konuştuğumuz ve milletin iradesinin mabedi mevkiinde
olan bu çatının altında biraz irdelemek zorundayız. Milletimiz "laiksen
Müslüman olamazsın" diye dayatan uçlar ile "Müslümansan laik olamazsın"
diye dayatan uçların kıskacında yıllardan beri ağır ıstıraplara maruz
bırakılmaktadır. Anlaşılan o ki, Seyit Beylere daha çok ihtiyacımız var.
Din üzerinden siyaset yapan saltanat ve menfaat
dinciliğinin, laik cumhuriyet söz konusu edildiğinde sürekli öne çıkarıp
istismar ettiği hâkimiyet anlayışının babaları Arap-Emevî yöne-ticileridir.
Dinin saltanat aracı yapılmasının İslam tarihindeki öncüleri ve teorisyenleri
onlardır. Onların fikrî devamı olan bugünkü siyaset dinciliği, dünyanın her
tarafında, Batılı emperyal güçlerin bilerek veya bilmeyerek güdümüne girmiş bir
halde, mazlum ve mağdur Müslüman kitlelerin kaderini karartmaya devam
etmektedir. Tabiî ki, bundan, Atatürk cumhuriyetinin Türkiyesi de bir ölçüde
etkilenmekte ve pay almaktadır maalesef.
Dinci söylemin, cumhuriyet, çağdaşlık, akılcılık ve
özellikle laikliğe yönelik tahribinin istismar ettiği kavramların en
önemlilerinden biri hâkimiyet; yani, egemenlik kavramıdır. Siyaset ve saltanat
dinciliği "milletlerin, insanın egemenlik hakkı olamaz; egemenlik,
Tanrınındır" diyerek, din adına yalan söylemekte, geleneksel Ortadoğu
despotizmlerini din ve İslam adı altında dünyanın önüne çıkarmaktadır. Oysaki,
İslamın ana kaynağının açık beyanlarına göre, insana egemenlik yetkisi
verilmiştir.
Mutlak ve ontolojik egemenlik, kevnî hâkimiyet -eski
deyimle- elbette ki, Tanrınındır. Bunu insanın kullandığı siyasal hâkimiyetle
karıştırıp, hâkimiyet Allah'ındır diye bozgun yaratmak, dine ve Tanrıya
saygısızlığın ifadesi ve temelinden yalandır.
Dindeki egemenlik Tanrıya aittir ilkesinin anlamı,
ontolojik egemenliktir; siyasal, yönetsel egemenlik asla değildir. İnsana
verilen hâkimiyet bahsinde esas olan, yönetilenler ile yönetenler arasındaki
vekâlet ilişkisidir. Siyasal ve yönetsel egemenliğin kaynağı olan halk, millet,
bu yetkisini kullanmak üzere seçtiklerine vekâlet verir. Sosyal mukaveleyle
verilen bu vekâlet, onu veren toplum tarafından istenildiği anda geri alınır,
bir başka yönetici kadroya verilir; yani, yönetme yetkisi doğuştan bir hak
değil, Tanrıdan gelen bir hak değil, kitle tarafından tevdi edilmiş bir
görevdir. Kanunlar, bu görevi kullananlar tarafından, kendilerine vekâlet veren
millet adına çıkarılır.
Değerli milletvekilleri, yetkilerini Tanrıdan,
kutsaldan aldıklarını söyleyen teokratik yöneticiler, tarih boyunca halka
raiyye (sürü) demekle yetinmemiş "kullar" da diyebilmişlerdir.
Osmanlı düzeninde, halk ve hatta bürokrat zümre kullar diye anılmıştır.
Tanrının hâkimiyeti adına bazen tüm evrensel normları eleştirenlerin
kutsallaştırdıkları eski yönetimlerde sultan veya padişah, Tanrıya tanınan
yetkilerle donatılıp, ilahlaştırılmıştır. Çok eskiye gitmeye gerek yok,
teokrasilerin laikliğe en yakın olanı Osmanlı yönetiminin bile, hem de 1909
Anayasasının 5 inci maddesi aynen şöyledir: "Zatı Hazreti Padişahinin
nefsi hümayunu mukaddes ve gayri mesuldür." Yani, padişah hazretlerinin
yüce ve dokunulmaz benlikleri kutsal ve yükümlülük, sorumluluk üstüdür. Hiçbir
din, 1909 Anayasasının padişaha tanıdığı bu sıfatları, Tanrı dışında hiçbir
kişiye ve kuvvete tanımamaktadır.
Tanrının egemenliği dayatmasının kitleleri ve
yönetimleri getirdiği yer işte budur. İslamın ana kaynağı, bu krallık,
padişahlık yönetimlerine, fesat, zulüm ve zillet yönetimi demektedir. Din adına
öğretilmesi gereken işte budur.
Dinin gerçek verileri içinde insanın egemenlik yetkisi
kullanmasını engelleyen hiçbir buyruk yoktur. Çatısı altında bulunmaktan onur
duyduğumuz bu Meclis ve onun büyük mimarı Mustafa Kemal Atatürk, yerleştirdiği
"ulusal egemenlik" ilke ve kavramıyla, dinin gerçeğini değil, din
adına boynumuza pranga gibi vurulmuş tabuları yıkmıştır. Atatürk'ün yıktığı bu
akıl ve dindışı tabuları hâlâ din diye taşıyan toplumların durumları hepimizin
gözleri önündedir; Yemen'den Basra Körfezine kadar bir bakmanız yeter. Bunlar
"Allah'ın hâkimiyeti" diye diye emperyalist sömürgeci güçlerin
hâkimiyeti altına girmişlerdir; daha da acısı, bunun farkında değillerdir.
Ne yazık ki, bugün, bölgemizde, özellikle ülkemizde
egemen kılınmak istenen ve Müslüman olmayan güçler tarafından belirlenip
kotarılan ılımlı İslam dayatmacıları, görünürde Atatürk cumhuriyetini çağdışı
ülkelere model göstermenin gayreti içindedirler; ama, gerçekte hevesledikleri,
Atatürk mirasını İslam dünyasında bir diriliş modeli olmaktan çıkarmaktır.
Yüce Meclisin değerli üyeleri, değerli konuklar;
Müslümanların dinine her elli yılda yeni bir ad bulma hakkını bu emperyalist
güçler nereden almaktadırlar?! Soğuksavaş veya demirperde döneminde
Müslümanların dinine, o günkü hesaplarına uygun olarak "yeşil kuşak İslamı"
demişlerdi. Berlin duvarı yıkılıp yeni bir dünya vücut bulunca, şimdiki
hesaplarına uygun olarak, sömürmek istedikleri Müslümanlara yeni bir tutsaklık
dini dayatıyorlar; ılımlı İslam denen bu sömürü dinini, Türkiye'yi kullanarak
pazarlamak istiyorlar.
Ilımlı İslam diye bir din yoktur, İslam vardır ve
Türkiye, bir ılımlı İslam modeli değildir. Türkiye, Atatürk cumhuriyeti
modelidir, laik devlet modelidir. (CHP sıralarından alkışlar) Eğer, bu modeli,
Atatürk mirasına sadık kalarak örnek göstermek istiyorlarsa, buyursunlar,
yardımcı olalım.
Bizim, dinimizden de, cumhuriyetimizden de en küçük bir
şikâyetimiz yoktur. 120 000 camiin 24 saat açık olduğu Türkiye'de, halkın bin
yıldır yaşadığı dine yeni bir ad bulma hakkını nereden aldıklarını, bu
insanlara ve onların oyunlarına alet olanlara sormak hakkımızdır.
İslamın ana kaynağına göre, egemen güç, kişi veya
zümreler değil, hukukun ilkeleridir. Tanrının istediği yönetim, hukuk
ilkelerinin işlerlikte olduğu yönetimdir. Bugünkü dünyada buna hukuk devleti
diyoruz. Siyasal saptırmalardan uzak kalarak baktığımızda, gerçek dinin özlemi
de hukuk devletidir. Hukuk devletinin olmazsa olmazlarından biri de laikliktir;
çünkü, laiklik olmayınca, hukuk devleti hayalden öteye geçemiyor, hukuk devleti
olmayınca da gerçek anlamda din olmuyor; din adına zorbalık oluyor, tasallut
oluyor ve aldatma oluyor, Taliban sistemi oluyor. Taliban sistemlerini
destekleyenlerin hukuk devletini ve demokrasiyi ihya edeceklerini söylemeleri
inandırıcı değildir. Laiklik olmadan demokrasi de olmuyor.
Değerli milletvekilleri, böyle bir örnek yok.
Demokrasi, bomba ve işgalle değil, laik vicdan ve bilincin yerleşmesiyle gelir.
Bunu da, bir toplum kendi niyet ve çabasıyla elde eder, işgalcilerin eliyle
değil. Ilımlı İslam siyasetlerinin bizi götürmek istediği yerin hukuk devleti
ve demokrasi değil, dinci zorbalık bataklığı olduğu gerçeğinde en küçük bir
kuşkumuz olmamalıdır.
Batı'nın AB kanadına da, bu büyük Egemenlik
Bayramımızda şunu sorma hakkını kendimizde görüyoruz: Çağdışı yönetim anlayışının
âdeta simgesi olan siyaset dinciliğinden şikâyetçi iseniz, neden Müslüman laik
modelin dayandığı Atatürk mirasını tahrip etmek için uğraşıyorsunuz? Neden biz
size yaklaştıkça, siz bize "Atatürk'ten ve laiklikten vazgeçin ki, sizi
aramıza alalım" diyorsunuz? Avrupa Parlamentosu raporlarıyla ha bire
Atatürk mirasına neden sataşıyorsunuz? Saltanat dinciliğini Atatürk
değerlerinin üstüne niçin salıyorsunuz?
Batı, AB'si ve ABD'siyle, cumhuriyetin ilk yıllarından
beri, 1925'ten beri, 1925'ten beri, bizim ulusal egemenliğimizi iki araçla,
sürekli taciz etmektedir; birincisi dinci tahriptir, ikincisi bölücü tahriptir.
Bunları kullanarak kesin bir sonuç alamayınca, yeni ve üçüncü bir aracı devreye
sokmuşlardır; bu da ekonomik pranga veya borç batağıdır. Egemenliğimiz, bu üç
büyük tahribin tacizi altındadır. Şimdi, irtica ve bölücülük araçlarına
ilaveten ekonomik tahribi de kullanarak, egemenliğimizi sarsmaktadırlar.
Milletimizin büyük çoğunluğu şu kanaatte birleşmiştir;
bunu anlamak için Anadolu'yu bir uçtan bir uca; ama, dikkatli bir vicdan ve
dinleyen bir kulakla dolaşmak lazımdır; ortak kanaat şudur değerli
milletvekilleri: Egemenliğimiz, görünürdeki anlamlarından saptırılan şu üç
unsurun ciddî tacizi altındadır.
1. Türkiye için Sevr'in şartları gibi kullanmaya
kalktıkları Kopenhag Kriterleri. Bunu, birkaç hafta önce, Türkiye-Avrupa Karma
Parlamentosunda -kendisi burada mı bilmiyorum- Şükrü Elekdağ'ın da bulunduğu
bir toplantıda, açık biçimde söylediler.
2. Birçok hukuk otoritesine göre, hukuksal açıdan yok
hükmünde olan -bugün ciddî biçimde bu tartışılıyor- Gümrük Birliği Anlaşması
veya Protokolü; ne derseniz.
3. Stiglits ve Thomas Bullock gibi ünlü Batı
ekonomistlerinin ifadeleriyle, demokrasinin ve ulusal egemenliklerin altını
oyan IMF. Milletimizin egemen kanaati, IMF'nin, bir tür Düyunu Umumiye idaresi
gibi iş görerek, ekonomik hayatımızı kontrol altına aldığı merkezindedir.
Değerli milletvekilleri, gönlümüz isterdi ki -sözlerimi
bu temenniyle bitirmek istiyorum- biz, dünya genelinde, çocuklara ilk bayramı
armağan etmiş bir milletin evlatları olarak ve İslam dünyası genelinde, millet
egemenliğini insanlığın önüne çıkarmış ve bunu kurumsallaştırmış, bir meclise
dönüştürmüş bir iradenin ve milletin çocukları olarak, burada,
"egemenlik" kavramıyla ilgili olarak, İslam dünyasını da
kutlayabilseydik. Onlar, Atatürk'ün kendilerinin içinde kıvrandığı acılara
çıkış getirecek bu reçetesinden, mazlum ve mağdur milletler olarak, aldatılmış
milletler olarak yararlanabilselerdi ve bugün, onları da kutlayabilseydik,
onların bayramı olarak da bu Millî Egemenlik Gününü kutlayabilseydik. Maalesef,
bu olamamıştır ve bunun için de, bugün kendilerine demokrasi, bağımsızlık ve
özgürlük götürmenin hangi koşullarla önlerine getirildiğini, yanı başımızdaki
Irak'ta yaşanan kahır ve ıstıraba bakarak anlamak mümkündür.
Bu Yüce Meclisin banileri ve başta, sadece bir asker
değil -arkadaşlarımız buna ciddiyetle değindiler- bir büyük fikir ve imanın
mimarı, bir büyük dirilişin öncüsü olarak, bu Meclisin ve devletin banisi Büyük
Atatürk'ün önünde tazim, şükran ve minnetle eğiliyorum. Onun mesai
arkadaşlarının önünde, aynı şekilde, şükran ve minnetle eğiliyorum. Onların
hatıralarını Meclisimize getiren gazilerimize ve yakınlarına, buradan, saygı ve
şükran duygularımı iletiyorum.
Bütün milletimize bu büyük bayram kutlu olsun diyorum
ve tekrar, Yüce Meclisinizi, saygılarımla, sevgilerimle selamlıyorum efendim.
(Alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Öztürk, teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
kuruluşunun 85 inci yıldönümünün ve Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının
kutlanması ve günün önem ve anlamının belirtilmesi amacıyla yapılan konuşmalar
tamamlanmıştır.
Sözlü soru önergeleri ile diğer denetim konularını
sırasıyla görüşmek için, 26 Nisan 2005 Salı günü saat 15.00'te toplanmak üzere,
birleşimi kapatıyorum.
Kapanma
Saati: 15.43