BIM 2 1 2005-05-17T06:47:00Z 2005-05-17T06:47:00Z 14 11398 64969 TBMM 541 129 79786 9.3821 0 6 nk 6 nk 0

DÖNEM: 22         CİLT: 82       YASAMA YILI: 3

 

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

 

88 inci Birleşim

23 Nisan 2005 Cumartesi

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R  I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) ÇEŞİTLİ İŞLER

1.- Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in Genel Kurulu teşrifleri

2.- Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun 85 inci yıldönümünün ve Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının kutlanması, günün önem ve anlamının belirtilmesi görüşmeleri

I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 

TBMM Genel Kurulu saat 14.00'te açılarak dört oturum yaptı.

Hatay Milletvekili Mehmet Eraslan, Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle Hazreti Peygamberin kişiliğine,

İstanbul Milletvekili Şükrü Mustafa Elekdağ, Ermeni soykırımı iddialarına,

İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar.

Kastamonu Milletvekili Mehmet Yıldırım'ın, tarımın içinde bulunduğu durum ile çiftçilerimizin artan sorunlarına ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşmasına Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami Güçlü cevap verdi.

Aydın Milletvekili Mehmet Mesut Özakcan ve 31 milletvekilinin, Aydın İlinde artan nüfusla birlikte meydana gelecek olası su sıkıntısının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/277),

Milletvekili lojmanlarında Mustafa Güngör'ün öldürülmesinin aydınlatılması ve sorumluların belirlenmesi amacıyla kurulan (10/185) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Geçici Başkanlığının, Komisyonun başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip üye seçimini yaptığına ilişkin tezkeresi,

Genel Kurulun bilgisine sunuldu; Meclis araştırması önergesinin gündemdeki yerini alacağı ve öngörüşmesinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 190 ıncı sırasında yer alan 801 sıra sayılı kanun teklifinin bu kısmın 3 üncü sırasına alınmasına ilişkin Cumhuriyet Halk Parti Grubu önerisi, yapılan görüşmelerden sonra, kabul edilmedi.

Çevre Komisyonunda açık bulunan ve Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna düşen 1 üyeliğe Isparta Milletvekili M. Emin Murat Bilgiç,

KİT Komisyonunda açık bulunan ve Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna düşen 1 üyeliğe İstanbul Milletvekili Muharrem Karslı,

Dilekçe Komisyonunda açık bulunan ve Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna düşen 2 üyeliğe Bursa Milletvekili Sedat Kızılcıklı ile Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu,

Seçildi.

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:

1 inci sırasında bulunan, Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin (2/212) (S. Sayısı: 305) görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin komisyon raporu henüz gelmediğinden;

2 nci sırasında bulunan, Esnaf ve Sanatkârlar Meslek Kuruluşları (1/969) (S. Sayısı: 851),

4 üncü sırasında bulunan, Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin (1/846) (S. Sayısı: 646),

Kanun Tasarılarının görüşmeleri, ilgili komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından;

Ertelendi.

3 üncü sırasında bulunan ve Cumhurbaşkanınca bir daha görüşülmek üzere geri gönderilen 23.3.2005 Tarihli ve 5319 Sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun (1/1004) (S. Sayısı: 868) görüşmeleri tamamlanarak, elektronik cihazla yapılan açıkoylamadan sonra, kabul edilip kanunlaştığı açıklandı.

Oturum Başkanının, üç gündür Genel Kurulu idare ederken, İçtüzük hükümleri hilafına; kaba ve yaralayıcı söz söyleyenleri temiz bir dille konuşmaya davet etmediği; 5 dakikayla sınırlı olan gündemdışı konuşma sürelerini 2-3 misli aşar durumda değerlendirdiği; Mera Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifinin 1 inci maddesinin af niteliği taşıyıp taşımadığı konusunda, Başkanlık Divanında af niteliği taşımadığı görüşü olduğu beyan edilmesine rağmen usul tartışması açarak TBMM Genel Kurulunun etkin ve verimli çalışma yapmasını engellediği nedenleriyle, tutumuna ilişkin usul tartışması açıldı.

Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin, Samsun Milletvekili Haluk Koç'un, konuşmasında, şahsına sataştığı iddiasıyla bir açıklamada bulundu.

5 inci sırasında bulunan ve Cumhurbaşkanınca bir daha görüşülmek üzere geri gönderilen 24.3.2005 Tarihli ve 5321 Sayılı Emniyet Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun (1/1005) (S. Sayısı: 873) tümü üzerinde bir süre görüşüldü.

Alınan karar gereğince, 23 Nisan 2005 Cumartesi günü saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşime 19.57'de son verildi.

Ali Dinçer

Başkanvekili

 

Mehmet Daniş

Harun Tüfekci

 

Çanakkale

Konya

 

Kâtip Üye

Kâtip Üye

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.00

23 Nisan 2005 Cumartesi

BAŞKAN: Bülent ARINÇ

KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Ahmet Gökhan SARIÇAM (Kırklareli)

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 88 inci Birleşimini açıyorum.

(İstiklal Marşı)

II. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) ÇEŞİTLİ İŞLER

1.- Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in Genel Kurulu teşrifleri

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Sayın Cumhurbaşkanımız, dinleyici locasındaki yerlerini alarak, Yüce Meclisimizi onurlandırmışlardır; kendilerine, Yüce Heyetiniz adına "hoşgeldiniz" diyorum. (Ayakta alkışlar)

2.- Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun 85 inci yıldönümünün ve Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının kutlanması, günün önem ve anlamının belirtilmesi görüşmeleri

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, gündemimize göre, Genel Kurulun 6.4.2005 tarihli 80 inci Birleşiminde alınan karar uyarınca, Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun 85 inci yıldönümünün ve Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının kutlanması ve günün önem ve anlamının belirtilmesi amacıyla yapacağımız görüşmelere başlıyoruz.

Saygıdeğer milletvekilleri, bugün, 23 Nisan 2005; Meclisimizin açılışının 85 inci yılı. Onurla ve gururla yaşadığımız bu 85 inci yılın, milletimize ve Meclisimize hayırlı olmasını diliyorum.

Milletlerin övünç duydukları tarihler vardır. Bunlar, sadece rakamlardan, harflerden ibaret değildir. Bu rakamlarda gizlenmiş, milletlerin karakterleri, mücadele azmi ve kahramanlıkları vardır. 23 Nisan 1920, bizim onur duyduğumuz tarihler içerisinde en anlamlı olanlardan biridir. Bu tarih, bir milletin kendi kaderine hâkim olmak için başlattığı büyük yürüyüşün ilk adımıdır. Millet iradesi, o günden sonra, ülkenin geleceğini yöneten, hayatının akışını değiştiren bir merkez oldu. Sanırım, bu tarihin bizi bu kadar etkisi altına almasının en önemli nedeni, büyük bir bunalım içinde olan milletin, yeniden doğmak için, tek çatı altında toplanmasıdır. Zira, o çatı altında toplanan Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk ve kahramanları, Kurtuluş Savaşını yönetmiş, ülkeyi özgürleştirmiş ve ardından cumhuriyeti ilan etmiştir. İşte, 23 Nisanı, bizim açımızdan, gurur veren ve en kıymetli tarih haline getiren sebep de budur. Ülkenin bütün çehresini ve kaderini, o gün bir çatı altında toplanan kahramanlar, bütünüyle değiştirmiştir. Onları görüp, hürmetlerimizi iletmeyi çok isterdik hepimiz; buna imkân yok, biliyorum; ancak, onlara olan özlemimizi biraz olsun giderecek insanlar var burada. Şu anda, o büyük kahramanların bir kısmının çocukları -ki, 29 arkadaşımızdır- evlatları ve eşleri buradalar ve Genel Kurulumuzu izliyorlar. (Alkışlar) Onlara, babalarının ne kadar büyük kahramanlar olduğunu bir kez daha hatırlatıyor ve Yüce Meclisimiz adına, kahramanlarımızın hatırası önünde saygıyla eğildiğimizi ifade ediyorum.

Sayın milletvekilleri, bu onur veren tarihi en görkemli şekilde kutlamak için, 2005'i "Millî Egemenlik Yılı" ilan ettik. Hepinizin yakından takip ettiği onlarca etkinliğimizle, 85 inci yılımıza yakışır bir kutlama sürdürüyoruz. Bakanlıklarımız, valiliklerimiz, belediyelerimiz, kaymakamlıklarımız, sivil toplum örgütleri, özel kuruluşlar, basın-yayın organlarımız, büyük bir katılımla bu coşkumuza ortak oldular.

Şu anda, Türkiye'nin dört bir yanında, son yılların en büyük kutlama programı sürüyor. Daha dün, bu Genel Kurul Salonumuzda, Türkiye Öğrenci Meclisi toplandı. Neredeyse 12 000 000 öğrencinin oy kullandığı bir seçimi başarıyla kazanan 81 ilin meclis başkanı, Türkiye Öğrenci Meclisi Başkanını seçti ve görüşmeler sonunda bir sonuç bildirgesi yayınladı. Geçen yıl, Millî Eğitim Bakanlığımızla beraber başlattığımız bu projemizde, çocuklarımızın ne kadar bilinçli ve ne kadar enerji dolu olduklarını gururla izledik. Milyonlarca öğrencimiz, muhtarlarımız, yerel yönetimlerimiz, özel sektörümüz, bağımsız kuruluşlarımız tek tek bu coşkulu Millî Egemenlik Yılını kutluyor. Önceki gün yaktığımız Millî Egemenlik Meşalemizle birlikte şimdi tüm yurtta birer manevî egemenlik meşalesi yakıldı ve bütün dünyaya bu ülkede millet iradesinin hâkim olduğu bir kez daha duyuruldu. Coşkumuza katkıda bulunan herkese Yüce Meclisimiz adına teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, seksenbeş yıllık tarihimizde hepimizi duygulandıran, bazen üzen, gurur veren olaylar yaşadık. Kanaatimce, bu olayları soğukkanlı bir şekilde gözden geçirmeli ve geçmişten dersler çıkarmalıyız. Sadece hamaset yaparak geçmişimizi gereksiz yere yüceltmemizin bize bir faydası olmadığı gibi, öte yandan, karamsar bir şekilde seksenbeş yılda hiçbir şey yapılmadığını da söyleyemeyiz.

Tarihi, bir daha acı olaylarla tekerrür etmemesi için bulunmaz bir fırsat olarak görmeli ve geleceğimizi aydınlatmak için kullanmalıyız. Gerçek şu ki, seksenbeş yılda büyük mesafeler katettik. Neredeyse her şeyini kaybetmek üzere olan bir ülkeden, bugün, çok şükür ki, dünyanın saygın ve sayılı ülkelerinden birisi olduk; ancak, halen sahip olduğumuz potansiyeller, tarihî güç, kültürel zenginlik ve genç nüfusumuzla haketmediğimiz yerde olduğumuz anlaşılıyor.

Türkiye'nin, bugün, bölgesinin en güçlü, dünyada sözü geçen ve dünya siyasetine yön veren bir ülke konumunda olması gerekirdi; maalesef, şu anda henüz bu konumda değiliz. Bunun sebeplerini tartışmalıyız; her zaman söylediğimiz gibi, cesurca tartışmalıyız hem de. Kendimizi yenilememiz ve daha da güçlü hale gelmemiz için fikir tartışmalarına ihtiyacımız var. Her ne kadar bu tartışmalardan korkanlar, başka yerlere çekenler olsa da, bundan vazgeçmemeliyiz. Gözlerini kapatanlar, sadece kendilerine gece yaparlar. Bir mahkeme içtihadında söylendiği gibi, "toplumu şok edecek derecede fikirler beyan etmek" bile bazen o toplumun faydasına olur.

Sayın milletvekilleri, gelecekte dünya sahnesinde etkin olacak bir Türkiye hazırlamalıyız. Bunu, 23 Nisanın sahibi çocuklarımız için yapmalıyız. Kendimizden vazgeçerek, fedakârlık yaparak, kişisel isteklerimizi unutarak bunu gerçekleştirmeliyiz. Tıpkı seksenbeş yıl önce, kendilerini feda ederek, hayallerindeki bir ülkeyi kurmak için ilk Meclisi açan vatanperver kahramanlarımız gibi.

Türkiye, ayaklarına yapıştırılmış prangalardan kurtulmalıdır. Geleneksel korkular, tarihî kalıplar, ideolojik saplantılar, aşırı akımlar bu prangalarımızın bazılarıdır. Daha yükseğe çıkmamıza, daha da görkemli bir ülke olmamıza engel olan bu prangalardan kurtulmak için yapacağımız tek şey, seksenbeş yıl önce olduğu gibi, ortak bir bilinç ve ortak hedef üzerinde ittifak etmektir. Bugün içinde yaşadığımız toplumsal sorunlarımızın çözümünün de ancak bu şekilde gerçekleşeceği kanaatindeyim. Vatanperver her bireyin bu ortak bilinç ve ortak hedefe kilitlenmesi halinde, Türkiye'nin yükselişini engelleyecek hiçbir gücün olmayacağına inanıyorum.

Sayın Milletvekilleri, bu ortak bilinç ve ortak hedef için ilk adımı atacak olan yer burasıdır; yani Yüce Meclisimizdir. Biz, her zaman milletvekillerimizin topluma öncü ve liderlik etme rolü olduğunu ifade ediyoruz. Sadece siyasette değil, toplumu ilgilendiren her alanda çözüm üreten ve önce ülkesinin çıkarını düşünen milletvekilleri olarak, bu konuda da adımı ilk biz atmalıyız. Milletimize yeni hedefler, yeni açılımlar, yeni vizyonlar göstermek bizim görevimizdir. Meclisimiz, bu tarihî misyonunu bir kez daha tereddüt etmeden yerine getirmelidir.

Bugün 85 inci yılımızda Meclisimiz, yeterli güçte ve kararlılıktadır. Avrupa Birliği hedefimizde lokomotif görevi yapan, son kırk yılın devrim niteliğinde reformlarını gerçekleştiren Meclisimiz, kendi milletinin değişim taleplerini de yerine getirecek güçte ve kararlılıkta olmalıdır.

Yıllarca geleneksel korkuların arkasına gizlenen bu sorunları tek tek çözen ve büyük cesaretle adım atan Yüce Meclis, şimdi halkımızın huzuru ve mutluluğu için de cesur adımlar atmalıdır. Bu Mecliste, tıpkı Avrupa Birliği konusunda olduğu gibi bir mutabakat sağlandığında, şu anda aşılamaz gibi duran sorunların hepsi kolaylıkla çözülecektir ve bu sorunlarımızı çözdüğümüzde ayaklarımızda bizi tutan, koşmamızı, yükselmemizi engelleyen prangalardan kurtulmuş olacağız.

Peki, bu mutabakatı sağlamamıza engel olan şey nedir?

Sosyal yaşamda, fikir özgürlüğünde, inanç özgürlüğünde, dışpolitikada, ekonomik alandaki sorunların muhatabı sadece hükümet midir?

Bizim kanaatimize göre sadece hükümet değil, bu tür önemli sorunların muhatabı aynı zamanda Türkiye Büyük Millet Meclisidir. Bu ülkede fikir özgürlüğünde, inanç özgürlüğünde, dışpolitikada, halkı ilgilendiren sosyal alanlarda aşılamayan bir sorun varsa, muhalefetiyle ve iktidarıyla bu Meclis de kendini yükümlülük altında hissetmelidir ve tıpkı Avrupa Birliği konusunda elde edilen başarıda nasıl Yüce Meclisimiz en büyük paya sahipse, bu iç sorunlarımızın çözümünde de Yüce Meclisimiz yine en büyük paya sahip olacaktır.

Milletimiz büyük beklentiler içindedir. Yakaladığımız istikrar sorunlarımızı aşmamız için önemli bir avantajdır. Bu Mecliste, her geçen gün artan saygınlık, itibar ve kalite, sorunlarımızı aşmamıza yeterli gücü veriyor.

Yapmamız gereken; parti gözetmeksizin, kişisel çıkarlarımızı unutarak, sorunlarımızı çözmek için bir araya gelmektir. O zaman, etnik kimlikleri yücelten akımlar, huzursuzluk yaratan toplumsal olaylar, ekonomimizi etkileyen spekülasyonlar, toplumumuzu mutsuz yapan yasaklar ve dış dünyada zora sokan krizlerden rahatlıkla kurtulabileceğiz.

Sayın milletvekilleri, sözde Ermeni soykırımına karşı Meclisimizin gösterdiği ortak tepki, özlediğimiz ortak bilinç ve ortak hedef için güzel bir örnektir.

Muhalefet ve iktidar milletvekillerimiz, sözde bu soykırım iddiaları için ortak hareket etme kararı almış, deklarasyon yayınlamış, İngiltere Parlamentosuna bir mektup göndermiştir. Bunun yanı sıra, konferanslar, uluslararası lobi çalışmaları ve benzeri faaliyetler hep beraber yapılmıştır, yapılmaktadır.

Hepimiz o zaman fark ettik ki, Meclisimizin mutabakatla attığı bir adım, hem sorunlarımızı çözmemize yardım etmekte hem de tüm dünyada daha büyük bir dikkatle izlenmektedir.

Bu vesileyle, yarın, 24 Nisan tarihi nedeniyle çeşitli ülkelerde yapılacak sözde Ermeni soykırımı etkinliklerine de değinmek istiyorum.

Meclisimizde temsil edilen tüm partilerin ve milletvekillerimizin ortak ittifakıyla açıklanan bildirinin tüm dünya tarafından bir kez daha ve dikkatlice okunmasını istiyoruz.

Bizim, tarihimizde sakladığımız ya da bizi utandıracak hiçbir şey yoktur. (Alkışlar)

Daha önce olduğu gibi, bir kez daha, tüm tarihçileri, arşivlerimizi incelemeye davet ediyoruz.

Ermenistan Hükümetini, kendi tarihçileri ile Türk tarihçilerinden oluşacak bir komisyon kurulması için işbirliğine davet ediyoruz.

Türkiye, Meclisiyle, hükümetiyle, son derece açık, iyi niyetli ve sorunun çözümünden yana tavır almıştır.

Tüm işbirliği çağrılarımıza, iyi niyetimize ve tüm şeffaf davranışlarımıza rağmen, sözde Ermeni soykırımı konusunda karşı taraftan iyi niyet belirtisi olabilecek bir adım şu ana kadar görülmemiştir; bu da, bizim haklılığımızı ve kendi tarihimize olan güvenimizi göstermektedir.

Tüm bunlara rağmen, sözde Ermeni soykırımı konusunda bir karar almayı düşünen ülkeler varsa, onlara, Meclisimiz adına bir hatırlatmada bulunmak istiyorum.

Tarihimizde bizi mahkûm ettirecek hiçbir ayıbımız yoktur. Buna rağmen, bize, bu yolla baskı yapmak isteyen ülkelerin, Yüce Meclisimizin, ülkesinin onuru, gururu ve milletinin şerefini korumak için tarihinde hiçbir zaman tereddüt geçirmediğini bilmelerini isterim. (Alkışlar)

Saygıdeğer milletvekilleri, 23 Nisan gününün sahibi çocuklarımız için birkaç cümleyle düşüncelerimi ifade ederek konuşmamı tamamlamak istiyorum.

Geleceğimizin umut veren küçük yürekleri, gözlerinde büyük bir ülkenin vatanperver ışıltılarını okuduğumuz çocuklarımız; biliniz ki, sizin tarihinizde utanılacak bir gün bile yaşanmamıştır. Bu büyük ülkenin onurlu tarihi, tüm insanlığa ışık tutacak medeniyet parıltılarıyla doludur. Bin yıllık tarihimiz, kurduğumuz imparatorluklar, devletler, insanlığa hep büyük katkılar sağlamıştır. Bu millet, yüzyıllarca, başka milletlerle bir arada, barış içinde yaşamıştır. Biz, bunu, geleneklerimizden, büyük dinimizden, tarihimizden öğrendik. Bundan sonra da birlikte yaşamaya açığız, yeter ki bizimle barış içinde, bir arada olmak isteyenlerin niyetleri de aynı olsun.

Size güzel bir ülke bırakmak için Yüce Meclisimiz geceli gündüzlü çalışıyor. Geleceğin ülkemiz için umut verici olduğunu bilin. Kendinize güvenin, Meclisinize güvenin, devletinize güvenin. Kararlı bakışlarınızı ufuklardan hiç indirmeyin. İnancınızı, özgür fikirlerinizi, demokrasi bilincinizi koruyun. Aile kurumunun önemini unutmayın, sağlam dostluklar edinin ve geleceğin sahibi olduğunuzu hiç aklınızdan çıkarmayın.

Sayın milletvekilleri, Milli Egemenlik Yılımız kutlu olsun.

Milli Egemenlik Bayramımız tüm halkımıza kutlu olsun.

Bugünlere gelmemize neden olan, başta İlk Meclisimizin kurucuları ve Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal ve arkadaşlarına Allah'tan rahmet diliyor, minnet ve şükranlarımı sunuyorum. (Alkışlar)

Onların şu anda bizi ziyaret eden ve edemeyen çocuklarına uzun ömür diliyorum.

Daha nice seksenbeş yıllar bu millet iradesini coşkuyla kutlamak ümidiyle, hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinde temsil edilen siyasî parti gruplarının grup başkanlarına ve Mecliste üyesi bulunan diğer siyasî partilerin milletvekili olan genel başkanlarına 10'ar dakika süreyle söz vereceğim.

Söz sırasını okuyorum: Adalet ve Kalkınma Partisi Meclis Grubu Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Cumhuriyet Halk Partisi Meclis Grubu Başkanı Sayın Deniz Baykal, Anavatan Partisi Genel Başkanı Sayın Erkan Mumcu, Doğru Yol Partisi Genel Başkanı Sayın Mehmet Ağar, Halkın Yükselişi Partisi Genel Başkanı Sayın Yaşar Nuri Öztürk.

İlk söz, Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı ve Meclis Grubu Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ındır.

Buyurun Sayın Erdoğan. (AK Parti sıralarından ayakta alkışlar)

ADALET VE KALKINMA PARTİSİ GENEL BAŞKANI VE MECLİS GRUBU BAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Siirt) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, saygıdeğer konuklar; hepinizi en derin sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Millet egemenliğinin sembolü Türkiye Büyük Millet Meclisinin 85 inci kuruluş yıldönümünü kutlamak üzere bir araya gelmiş bulunuyoruz. Bundan seksenbeş yıl önce milletimizin istiklalini kazanması için bir araya gelerek bu Meclisi tesis eden ve bu çatı altında oluşan millet iradesiyle bu ülkeye özgür geleceğini kazandıran başta Büyük Atatürk olmak üzere ilk Meclisin tüm üyelerini saygıyla selamlıyorum.

Seksenbeş yıl önce bu çatı altında toplanan kahramanlar, bu milletin şartlar ne olursa olsun asla boyunduruk altına alınamayacağını, asla tutsak edilemeyeceğini ilan ettiler.

1920 yılının 23 Nisan günü yazılan bu sayfa, sadece bizim tarihimizin değil, insanlık tarihinin de en şanlı istiklal sayfalarından biridir. O sayfayı yazanlar, vatan toprağının dört bir tarafından gelerek, dünyaya, bu milletin, istiklalinden canı pahasına vazgeçmeyeceğini haykıran o kahraman insanların şahsında bütün bir millettir. O günden beri, bu çatı altında ortaya konan her irade, millet sesini, millet hissiyatını, millet kararını temsil ediyor. 85 yıl boyunca, bu çatı altında bulunmuş, bu havayı teneffüs etmiş her vekil gibi ben de, bu büyük millet görevinin onurunu bütün benliğimde yaşıyor, hissediyorum. Biliyorum ki, bu çatı altında yankılanan her ses, tarihe medeniyetler armağan etmiş aziz milletimin sesidir.

Değerli arkadaşlarım, bundan seksenbeş yıl önce, büyük meşakkat ve yokluklar içinde, bağımsızlık inancını ve demokrasi kararlılığını bu kubbede çınlayan tek ses olarak yükseltmiş bulunan Meclis üyelerimiz, 100 üncü doğum yılına yaklaşmakta olduğumuz cumhuriyetimizin de meşalesini yakmış oldular. O meşale bugün de milletimizin yolunu aydınlatmaya devam ediyor. O gün "hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir" sözünde ifadesini bulan irade, bugün de milletimizin vazgeçmediği ve vazgeçemediği, vazgeçmeyeceği en değerli şiarıdır. Hepimiz, bu vatanın bağımsızlığını ve bütünlüğünü korumak borcundayız. Yine, hepimiz, milletimizin geleceğini kendi tercihleri doğrultusunda belirleme hakkına sonuna kadar saygı duymak ve demokrasiye bütün kurumlarıyla sadakat göstermek mecburiyetindeyiz. Türkiye Cumhuriyeti, bu vatan toprağını kardeşçe paylaşan bütün vatandaşlarımızın ortak varlığıdır; onu, hep birlikte koruyacak, hep birlikte geleceğe taşıyacağız. Bu ülkenin istiklalini nasıl tartışma konusu haline getirmiyorsak, milletimizin demokratik haklarını, vatandaşlarımızın hak ve hürriyetlerini de aynı hassasiyetle tartışma dışı tutacağız. Hukukun üstünlüğüne nasıl inanıyorsak, yasalar karşısında her insanımızın eşit haklara sahip olduğuna da aynı şekilde inanacağız. Bu ülkeye istiklalini kazandıran ve cumhuriyeti kuran irade nasıl bir ve beraber olmuş bir milletin iradesiyse, Türkiye'yi aydınlık geleceğine taşıyacak olan da öylesine parçalanmaz bir bütünlük iradesi olacaktır. Birbirimizi, bu ülkeyi sevdiğimiz gibi, sevdayla, aşkla, heyecanla seveceğiz; birbirimize, bu topraklara olduğu gibi, sadakatle bağlı olacağız; hiçbir kötü niyet, hiçbir dalalet ve hıyanet bizi birbirimizden ayıramayacak, gözümüzü bu ülkenin geleceğinden gayri yönlere çeviremeyecektir. Türkiye Cumhuriyeti, dünya yerinde durdukça, kayıtsız şartsız milletimizin olacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biz, tarihinden çok şey öğrenmiş, bu birikimiyle, insanlığa çok zengin değerler kazandırmış bir milletiz. Dün olduğu gibi, bugün de, barışa, demokrasiye ve adalete inancımızı ve bağlılığımızı sürdürüyoruz. Türkiye Cumhuriyetinin temsil edildiği her zeminde, tarihimizden aldığımız bu hassasiyetlerimizi, en gür şekilde dile getiriyoruz. Tarihimiz boyunca yaşadığımız nice zorluklara, atlattığımız nice badirelere rağmen, milletimizin bu medeniyet değerlerine bağlılığında en ufak bir zayıflık çıkmamış, bir sarsılma da yaşanmamıştır. Bugün savaş acılarıyla sarsılmakta olan bir dünyada ülke olarak yerimizi kaybetmemiş olmamızın, milletimizin her ferdiyle, yine barışın, yine demokrasinin, yine adaletin safında bulunuşumuzun altında da yine bu millet dirayeti vardır. İstiklalini ve bağımsızlığını, büyük zorluklar içinde, yediden yetmişe mücadele ederek, can vererek, kan vererek kazanmış bir milletten başka türlü davranması da beklenemezdi, beklenmemeli.

İşte, 23 Nisan 1920'de kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi, tarihi boyunca, bu millet ruhunun temsilcisi ve savunucusu olmuştur. Bugün de milletin vekâletini aynı dirayetle taşıdığına inandığım siz değerli arkadaşlarımın onurla ve gururla takip ettiğiniz yol, bu yoldur.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; Türkiye, bugün, cumhuriyetinin 100 üncü yaşını medeniyet hedeflerinin tamamına ulaşmış olarak kutlamak üzere, topyekûn harekete geçmiş bulunuyor. Ekonomisiyle istikrarlı şekilde büyüyen, demokrasisiyle çağdaş standartları yakalayan, kamusal düzeniyle günümüzün ihtiyaçlarına uygun değişimi gerçekleştiren bir ülke olarak Türkiye'nin önü, bugün, her zaman olduğundan daha açıktır. Bugün, yediden yetmişe her bir insanımız, tıpkı bundan seksenbeş yıl önce vatanı düşmandan kurtarmaya ahdeden o kahramanlar gibi, Türkiye'nin geleceğini bugünün sıkıntılarından arındırmaya ahdetmiştir.

Hükümet olarak, milletimizin bu büyük atılım iradesinden aldığımız güçle, her günü bir öncekinden ileride tamamlamanın gayretini gösteriyor, mücadelesini veriyoruz. Allah'a şükürler olsun ki, bugün, Türkiye, mevcut problemlerini hal yoluna koymuş, ekonomik istikrarını kazanmış, siyaseti yeniden umut haline getirmiş, geleceğine bakan, dinamik bir ülke haline gelmiştir.

Şuna hepimiz inanmalıyız ki, bugünün konjonktürel şartları içerisinde, bugün, güven ve istikrar ortamını korumak, bu ülkeyi ve çocuklarımızın geleceğini savunmakla eşdeğerdedir.

Sizlerden ve bize kulak veren bütün vatandaşlarımdan ricam, sahip olduğumuz bu kazanımları kaybetmemek konusunda uyanık ve duyarlı olmaktır.

Bu ülkenin geçmişiyle gururlandığımız gibi, geleceğine baktığımızda da umutlanmalı, heyecanlanmalıyız.

Türkiye Cumhuriyetinin medeniyet yolculuğunda ulaşacağı daha çok hedef, kazanacağı daha çok merhale vardır. Bu sorumluluğu hepimiz vicdanlarımızda hissediyoruz.

Hedefimiz, Cumhuriyetimizin banisi Mustafa Kemal Atatürk'ün ifade ettiği gibi, muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkmak, bu ülkeyi, mutlu, kalkınmış ve güçlü bir ülke haline getirmektir.

Biliyoruz ki, bu yolda ilerlemek için önce demokrasiye, önce hukuka, önce zihinsel ilerlemeye ihtiyacımız vardır.

Millet olarak bütün dikkatimizle koyduğumuz bu medeniyet hedeflerine konsantre olmalı, dikkatimizi dağıtacak, zamanımızı çalacak, enerjimizi tüketecek engellere takılmamalıyız.

Gözümüzü geleceğe çevirmek ve daima ileriye bakma zorunluluğumuz vardır. Bu ülkeyi, dünyanın en mutlu ve müreffeh ülkesi yapmadan duramayız, dinlenemeyiz.

Görevimiz budur, rotamız budur, stratejimiz budur. Bu medeniyet güzergâhında ilerlerken, önümüze, elbette zorluklar çıkacaktır, sıkıntılarımız da olacaktır; ancak, tarih şahidimizdir ki, biz, zorluklarla, sıkıntılarla yolundan çevrilebilecek bir millet olmadık, olmayacağız. (AK Parti sıralarından alkışlar) Şuna bütün kalbimle inanıyorum ki, yarınlar Türkiye'nin, gelecek milletimizin olacaktır.

Bugün, o güzel geleceği emanet ettiğimiz çocuklarımızın da bayram günüdür. Bütün çocuklarımızın bayramını gönülden kutluyorum, hepsini gözlerinden öpüyorum. İnanıyorum ki, her biri ülkelerini yükseklere taşımak için sevgiyle, heyecanla çalışacaktır.

Çok daha güzel bir dünya temennisiyle sözlerime son veriyor, hepinize sevgi ve saygılarımı sunarken, önce, bize bu günleri hazırlayan başta Cumhuriyetimizin banisi Mustafa Kemal Atatürk'e ve onun tüm mesai arkadaşlarına Allah'tan rahmet diliyor, gazilerimizi de saygıyla anıyorum. (AK Parti sıralarından ayakta alkışlar; CHP ve Bağımsızlar sıralarından alkışlar)

BAŞKAN- Sayın Başkan, teşekkür ederim.

Söz sırası, Cumhuriyet Halk Partisi Meclis Grubu Başkanı Sayın Deniz Baykal'da.

Sayın Baykal, buyurun efendim. (CHP sıralarından ayakta alkışlar)

CUMHURİYET HALK PARTİSİ GENEL BAŞKANI VE MECLİS GRUBU BAŞKANI DENİZ BAYKAL (Antalya) - Sayın Başkan, Sayın Cumhurbaşkanımız, sayın milletvekilleri, saygıdeğer konuklar, 23 Nisanın ve gençliğimizin, geleceğimizin gerçek sahibi sevgili çocuklarımız, sevgili yurttaşlarım; hepinizi, şahsım ve Cumhuriyet Halk Partisi adına, sevgilerle, saygılarla selamlıyorum.

Bütün halkımızın Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını kutluyorum. Ülkemizin barış, mutluluk, refah ve bağımsızlık içinde daha nice bayramlar geçirmesini diliyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışını gerçekleştiren Gazi Mustafa Kemal'i ve Birinci Meclisten başlayarak, bugüne kadar bu kutsal çatı altında görev yapmış tüm millet temsilcilerini saygıyla selamlıyorum.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışı, yeni bir siyasal oluşumun ilk ve çarpıcı adımıdır. Açılan Meclis, ne bir meşrutiyet meclisidir ne de bir danışma meclisidir; saltanata, hanedana, hilafete dayalı egemenlik anlayışlarının tümünü reddeden, meşru egemenlik temeli olarak millî iradeyi esas alan bir Millet Meclisidir. Bu yönüyle de Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışı, yepyeni bir siyaset felsefesinin ve köklü bir zihniyet değişiminin yansımasıdır.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışı, hem bir sonuçtur hem de bir başlangıç. Hanedana, saltanata ve hilafete dayalı bir egemenlik anlayışı ve o egemenlik sisteminin içerisinde oluşan Birinci ve İkinci Meşrutiyet Meclisleri, sorumlusu oldukları mutlak bir yenilgi ve teslimiyet karşısında, fiilen, hukuken ve siyaseten tükenmişlerdir. O nedenle, Türkiye Büyük Millet Meclisini, Birinci ve İkinci Meşrutiyet Meclislerinin devamı saymak, büyük bir yanlışlık olur.

Türkiye Büyük Millet Meclisi bir sonuçtur; ama, hanedana ve saltanata dayalı Birinci ve İkinci Meşrutiyet Meclislerinin değil, Mustafa Kemal'in 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıkarak başlattığı millî iradeyi amil ve hâkim kılmak amacına yönelik Anadolu hareketinin, Müdafaai Hukukun, Kuvayi Milliyenin, Erzurum ve Sivas Kongrelerinin, Heyeti Temsiliyenin sonucudur.

19 Mayıs 1919'da ve onun hemen arkasından yayımlanan Amasya Tamimiyle birlikte, Türkiye'de, yepyeni bir siyaset dönemi açılmıştır. Eskiden siyaset, hükümet darbeleri, suikastlar, Babıali baskınları ile kapalı ortamlardaki tehdit ve zorlamalarla yapılırdı. 19 Mayıs 1919'dan itibaren saltanata karşı millî iradeyi esas alan yeni bir siyaset projesi ortaya konulmuş, bu proje, bildirilerle halka ulaştırılmış, halkın bu projeye inanması ve örgütlenmesi için kongreler, toplantılar gerçekleştirilmiş, temsilciler seçilmiş ve Havza, Amasya, Erzurum, Sivas, Kırşehir, Hacıbektaş, Ankara güzergâhında halkla bir arada çalışmalar yapılmıştır. Bu, Türkiye'nin ilk çağdaş siyaset projesidir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, millî iradenin egemenliğini öngören ve millî iradeyi fiilen harekete geçirerek, hanedanın, saltanatın ve hilafetin dışında yeni bir egemenlik zemini yaratan bu tarihî sürecin sonunda açılmıştır. O nedenle, Türkiye Büyük Millet Meclisini Birinci ve İkinci Meşrutiyet Meclislerinin devamı saymak, bu büyük dönüşümü anlamamak ve bu büyük dönüşümün isimsiz kahramanlarına en büyük haksızlığı yapmak demektir.

Bugün çok daha iyi görüyoruz ki, 23 Nisan 1920'de yaşanan, bir başlangıç olmuştur. Tebaalıktan yurttaşlığa, cemaatten topluma, teokratik zihniyetten laik anlayışa, dogmatizmden özgür düşünceye, zorbalıktan hukuka, din sömürücülüğünden dine saygı anlayışına geçiçi sağlamadan, 23 Nisan 1920 başlangıcını amacına ulaştırmanın ne kadar güç olacağı seksenbeş yıllık deneyimimizle ortaya çıkmıştır. Cumhuriyet bu güçlükleri yenme mücadelesinin adıdır.

23 Nisanın temeli millî iradedir. Millî irade bütün yurttaşların eşitliğini gerektirir. Kadın erkekle, zengin yoksulla, diplomalı diplomasızla, sivil askerle, doğulu batılıyla, köylü kentliyle eşit olacaktır. Ancak o zaman devlet bir ırk devleti, bir kan, bir kafatası devleti olmayacaktır; bir din devleti, bir mezhep, bir tarikat devleti olmayacaktır, (CHP sıralarından alkışlar) bir aşiret devleti olmayacaktır; yurttaşlık bilincine dayalı bir ulusal devlet olacaktır.

23 Nisan 1920, millî iradeye dayalı egemenlik anlayışının ilk adımıdır. Millî irade, yurttaşların hukuk eşitliğini zorunlu kılar. Millî iradeyi bir kez benimseyince, milleti oluşturan vatandaşların, dinine, mezhebine, eğitimine, servetine, ırkına, aşiretine, tarikatına göre ayırım yapamazsınız. Bu durum, sizi, cumhuriyete götürür; bu, sizi kadın-erkek eşitliğine götürür; bu, sizi laikliğe götürür.

Millî irade cumhuriyetin altyapısını hazırlamış ve onu kaçınılmaz kılmıştır. Cumhuriyet, laikliğin altyapısını hazırlamış ve onu kaçınılmaz kılmıştır. Millî irade, cumhuriyet ve laiklik de demokrasinin yolunu açmıştır. 23 Nisan 1920'de başlayan devrim, Türkiye'yi demokrasiye taşımıştır. Demokrasi, ancak, böyle bir temel üzerinde yükselebilir. Cumhuriyet, demokrasinin, işte, bu altyapısıdır. O nedenle, cumhuriyet ile demokrasi arasında bir çelişki değil, bir bütünleşme söz konusudur. Türkiye Büyük Millet Meclisinin temelinde yatan millî irade anlayışı, bizi, cumhuriyete, cumhuriyeti de demokrasiye taşımıştır.

Cumhuriyeti tahrip ederek demokrasiyi güçlendirmek mümkün değildir. Cumhuriyeti eksilterek demokrasiyi çoğaltamazsınız. Demokrasinin sağladığı olanakları kullanarak da bunu gerçekleştirseniz, sonuç değişmez. Cumhuriyete karşı programlanmış bir demokrasi, sadece cumhuriyeti değil, kendi kendisini de tahrip eder.

Din ve siyaset ayırımı, demokrasinin temelidir. Din ve siyasetin kuralları birbirinden farklıdır. Dinde iman ve teslimiyet esastır, demokratik siyasette ikna olma ve sorgulama; dinde gerçek tektir ve değişmez, demokratik siyasette gerçek çoktur ve değişir; dinde muhalefete yer yoktur, demokratik siyaset muhalefetsiz olamaz. Demokrasinin olanaklarını kullanarak dini siyasete açmaya kalkışanlar olabilir; ama, din ve siyaset ayırımını esas almayan hiçbir rejim demokratik kalamaz. (CHP sıralarından alkışlar) Batı, yüzlerce yıl kardeş kanı akıtarak bu gerçeği öğrenmiştir; biz, 23 Nisanda, yöneldiğimiz rejim içinde kimsenin burnunu kanatmadan bu gerçeği yaşıyoruz. Laiklik anlayışı, devletin, bütün inançlara, dinlere, mezheplere saygı göstermesini ve eşit davranmasını gerektirir; bu, doğrudur; ama, laiklik anlayışı, aynı zamanda, hiçbir inancın, mezhebin, dinin, devletin hukukunu, eğitimini ve yönetimini oluşturmasına izin verilmemesini de öngörür. (CHP sıralarından alkışlar) Siyasetin referansı demokrasi olmaktan çıkar, din olursa. Bunun sonucu önce oluk oluk kardeş kanı, sonra da koyu ve karanlık bir otoriter rejimdir. Türkiye'de, İslamiyet, laiklik ve demokrasi arasında eşsiz bir uyum vardır; bu, Türkiye'nin altın üçgeni, altın sentezi, içbarışın ve kalkınmanın altın anahtarıdır. Bunu gözümüz gibi koruyup sürdürmeli, bozmak isteyenlere meydanı boş bırakmamalıyız.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, dünyanın en eski ve köklü on parlamentosundan birisidir. Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldığı zaman imparatorluklar çağı henüz kapanmamıştı, büyük ideoloji çatışmaları henüz yaşanmamıştı. Dünyanın siyasî haritası, ülkelerin rejimleri defalarca altüst oldu; ama, Türkiye Büyük Millet Meclisi, seksenbeş yıldır dünyanın en istikrarlı kurumlarından birisi olarak görev başındadır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, bir askerî zaferin eseri değildir; tam tersine, askerî zafer, Türkiye Büyük Millet Meclisinin eseridir. Bu niteliğiyle de Türkiye Büyük Millet Meclisi, belki dünyanın tek gazi Parlamentosudur. (CHP sıralarından alkışlar) Türkiye Büyük Millet Meclisinden önce ne bir devlet ne bir cumhuriyet ne de bir ordu vardır; devleti de, cumhuriyeti de, orduyu da Türkiye Büyük Millet Meclisi kurmuştur. Millet Meclisi ve onun dayandığı millî irade, bütün siyasî varlığımızın çıkış noktası, yaşam kaynağı olmuştur. Hiç kuşkusuz, 23 Nisan 1920'de gerçekleşen olay, tarihin yeniden yazılmasıdır. Altıyüz yıllık hukuk, siyaset, egemenlik kavramları ve kurumları, bir damla kan akıtılmadan, bir silah patlamadan, yerlerini, bir yeni anlayışın kavramlarına, kurumlarına terk etmişlerdir.

23 Nisan 1920, İstanbul Meclisinin Ankara'ya taşındığı tarih değildir, siyasî egemenlik anlayışının köklü bir biçimde değiştirildiği bir tarihtir. Daha sonraki bütün siyasî oluşumların temelinde "egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" ilkesi vardır. Askerî zaferler de, cumhuriyetin ilanı da, demokrasinin benimsenmesi de, kalkınmanın gerçekleştirilmesi de, hep, bu ilkenin sonucudur. O nedenle, Kurtuluş Savaşımızı, yalnızca işgal kuvvetlerine karşı bir bağımsızlık mücadelesi, Mustafa Kemal'i de bu mücadelenin başarılı bir askerî komutanı olarak algılamak, yaşanan büyük dönüşümün siyasî ve felsefî temellerini kavrayamamak demektir. 23 Nisanda, egemenlik gökten yere inmiş, hanedandan millete geçmiştir. Egemenliğin kaynağı ilahî olmaktan çıkmış, insanî olmuştur. Teokratik otorite dönemi kapanmış, demokratik otoritenin önü açılmıştır. 23 Nisan, dine dayalı egemenlik anlayışını da, ırka, kana, kafatasına dayalı egemenlik anlayışını da reddeder. O nedenledir ki, son seksenbeş yılın çalkantıları içinde, rejimler, sistemler, devletler altüst olurken, millî egemenlik düşüncesi, Türkiye'nin önünü aydınlatmaya devam ediyor.

23 Nisan, geçmişe özlemin değil, geleceğe yönelişin adıdır. Onun içindir ki, Mustafa Kemal, bir büyük devrimcidir. 23 Nisan olmasaydı, Sakarya Meydan Savaşının tarihimizdeki askerî zaferlerin herhangi birisinden hiçbir farkı olmazdı. 23 Nisan, millî mücadeleyi, hilafetin, saltanatın, kurulu düzenin korunmasına yönelik olmaktan çıkarmış, yeni bir rejim arayışının, düzen değişikliğinin temeli haline getirmiştir.

Dünyada, sömürgesi olmayan tek imparatorluğu Anadolu oluşturmuştur. Trablusgarp'tan Balkanlara, Suriye çöllerinden Kafkas Dağlarına uzanan bir büyük coğrafyada, Anadolu'nun çocukları, toprağın altında yatmaktadırlar. Yenilen ve çözülen bir imparatorluğun bütün coğrafyalarından, anayurtları Anadolu'ya gelen insanlar, yeni Türkiye'nin temelini oluşturmuşlardır. Bu insanlar, farklı etnik kimliklerden, ırk kökenlerinden, mezheplerden, kültürlerden kopup gelmişlerdir. Anadolu'ya gelirken, kimse onların kafatasını, ırkını, kanını sormamıştır. Onlar, Anadolu'ya, kendi anavatanlarına, kendi bayrakları altında, birlikte yaşamak için gelmişlerdir. Hâlâ, son dönemlerde milyonlarca insan, İran'dan, Kuzey Irak'tan, Balkanlardan, Kafkaslardan, Afganistan'dan, güvenlik ve refah arayışı içinde Türkiye'ye geliyor. Ne işsizliğimiz ne yoksulluğumuz, çorbamızı ve dostluğumuzu onlarla paylaşmamıza engel olmuyor; çünkü, biz, göç etmenin ne demek olduğunu bilen bir toplumuz. Yunan isyanını, 93 Harbini, Balkan Savaşlarını, Birinci Dünya Savaşını, Millî Mücadelenin, güneydoğudaki onbeş yıllık çatışmanın acısını yaşamış, bedelini ödemiş insanlar olarak, kendi vatanımızda, kendi milletimizi oluşturarak, kendi bayrağımız altında yaşamak istiyoruz. (CHP sıralarından alkışlar)

Türkiye Cumhuriyetini, hiçbir etnik projenin, ırk ayırımcılığının tehdit etmesine izin vermeyeceğiz. Bizim milliyetçilik anlayışımız, bir ırk, kan ve kafatası milliyetçiliği değildir; bir siyasal bilinç, bir siyasal dayanışma milliyetçiliğidir. Bu topraklarda el ele vererek, tam bir eşitlik içinde, kardeşçe yaşamayı içine sindiren insanlar olarak bir millet oluşturuyoruz. Yüzelli yıllık acılarla dolu bir tarihin içinde şekillenmiş bir ulusal kimliği, hiçbir etnik hevesin, hiçbir ırkçı yönelişin dağıtmasına izin veremeyiz. (CHP sıralarından alkışlar)

Çevremizde yaşanan etnik dağılmanın nelere yol açtığını görüyoruz. Bizim milliyetçiliğimiz, herhangi bir husumetten, düşmanlıktan beslenen bir milliyetçilik değildir. Hiçbir başka millete, ırka ya da etnik kimliğe karşı bir duruşumuz yoktur. Bizim milliyetçiliğimiz, kimseye karşı değil, kendimiz için bir milliyetçiliktir. Bizim milliyetçiliğimiz, şiddete, teröre yönelik bir milliyetçilik değildir; ama, şiddete, teröre boyun eğecek bir milliyetçilik de değildir. (CHP sıralarından alkışlar) Aşiretlere, kavimlere, etnik kimliklere, mezheplere, ırk ayırımlarına dayanan, dağınık, parçalanmış bir toplumsal yapıdan, ulusal düzeyde bir bütünlük çıkarmaya yönelen, bütünleştirici, yükseltici, çağdaş bir milliyetçiliktir; ayrılıktan bütünlüğe, yerellikten ulusallığa yöneliktir.

Herkesin etnik kimliği, kendi özel dünyasının bir parçasıdır, ona hep beraber saygı duyarız; ama, kimsenin kendi etnik kimliğini devlete bir damga gibi vurmasına, devleti belli etnik kimliklerin lehine ya da aleyhine kullanmasına göz yumamayız. Etnik kimliğimiz ne olursa olsun, eşitlik ve kardeşlik içinde hep beraber yaşayacağız. Ülkemize hep birlikte sahip çıkacağız, bayrağımıza hep birlikte saygı duyacağız. Ayrı bayrak arayışlarına girenler, onları insan hakları, demokrasi adına kanatları altına alanlar, sanmasınlar ki, Türkiye buna göz yumar. Herkes aklına çok iyi yerleştirsin; Türkiye'nin ulusal bütünlüğünü parçalama gücü ne içeride ne de dışarıda, kimsede yoktur. (CHP sıralarından alkışlar) Çünkü, biz, ulusal bütünlüğümüzü kimsenin lütfuyla sağlamadık. Türkiye'yi bize kimse atıfet diye vermedi. Türkiye'yi tarihin içinden, büyük acılar çekerek, fedakârlıklar yaparak alnımızın teriyle, canımızla, tenimizle hep birlikte çekip çıkardık; Çanakkale şahidimizdir, Sakarya şahidimizdir, Lozan şahidimizdir, 23 Nisan şahidimizdir. Ne zora ne de korku ve yönlendirmeye teslim olmayız. Herkesin aklını başına almasını istiyoruz. Burası Türkiye Cumhuriyetidir ve Türkiye Cumhuriyeti olarak kalacaktır. (CHP sıralarından alkışlar)

Bütün çocukların ve milletimizin Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını kutluyorum.

Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından ayakta alkışlar, AK Parti ve Bağımsızlar sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Baykal teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, söz sırası, Anavatan Partisi Genel Başkanı Sayın Erkan Mumcu'nun.

Sayın Mumcu, buyurun efendim. (Bağımsızlar sıralarından alkışlar)

ANAVATAN PARTİSİ GENEL BAŞKANI ERKAN MUMCU (Isparta) - Çok teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin değerli üyeleri; sözlerime başlarken, sizleri ve vekilleri olmaktan onur duyduğumuz milletimizi saygıyla selamlıyor; 85 inci yılını idrak ettiğimiz Ulusal Egemenlik Bayramımızı kutluyorum.

Ve yine, sözlerimin başında, çatısı altında bulunmaktan onur duyduğumuz, millî egemenlik mabedinin kurucusu Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve kahraman arkadaşlarını, şükranla, rahmetle, minnetle anıyor, aziz hatıraları önünde saygıyla eğiliyorum.

Milletimizin istiklaline ve istikbaline yönelen en ağır ve acımasız taarruzlar karşısında, milletin bir ve bağımsız yaşama azim ve iradesine dayanarak ve destanlaşan bir mücadele vererek, içinden nice şehitler vermiş, nice gaziler çıkarmış bu Yüce Meclisin naçiz bir üyesi olmaktan duyduğumuz gururu sizlerle paylaşmaktan, siz değerli arkadaşlarımla paylaşmaktan duyduğum memnuniyeti bir kez daha ifade etmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, hiç şüphesiz, tarih, geçmişte yaşanmış olaylar ve olguların hikâye edilmesi veya hatırlanmasından ibaret değildir; tarih, yaşadıklarımızdan ve yaşanılanlardan öğrendiklerimizdir. Seksenbeş yıllık geçmişi bulunan Yüce Meclisin, kendi varoluşunun da bir geçmişi, bir tarihi ve o tarihten öğrendikleri vardır. Kanaatimce, Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşunu, insanlık tarihi bakımından da önemli, özgün ve değerli kılan da işte bu tarih bilinci ve bu tarih bilinci içinde biçimlenen ve ifadesini bulan varoluşudur. Aksi halde, işgal altında bir ülkenin, sivil - asker bütün millî unsurlarının bir araya gelerek, düzen ve otoritenin en hayatî ihtiyaçlar olarak görülebileceği işgal koşulları altında bile, meşrutî bir düzene son vererek, millet egemenliğine dayalı yeni bir düzen kurma iradelerini gerçek mahiyetiyle anlamak mümkün olmayabilirdi.

Osmanlı fütühatının duraklaması ve sona ermesiyle başlayan ve yüzyıllar boyu süren savaşlar, ricatlar, sosyal çalkantılar ve değişim sancılarıyla bitap düşmüşken, anayurdu dört bir yandan dünyanın sömürgeci güçlerince işgal edilmiş olan bir ulusun, böylesine bir tarih bilinci içinde, böylesine bir feraset ve irade ortaya koymasını hayret ve şaşkınlıkla karşılayanlar, hatta istihzayla karşılayanlar olmuştur, olabilir. Ancak, millet ne kadar yorgun ve yılgın, yoksul ve bitap düşmüş olursa olsun, onu, içinde bulunduğu durumdan çekip çıkaran ve milletin binlerce yıllık tarihinden süzülen seçkin kahraman karakterini özünde muhafaza eden millî şuurun benliğinde karakterleştiği evlatları ve önderleri vardır. O önder, adı gibi seçkin, adı gibi olgun ve aydın, adı gibi soylu ve asaletini milletine atfeden ve adı gibi, milleti gibi kahraman ve fedakâr Gazi Mustafa Kemal Atatürk'tür.

Değerli milletvekilleri, Gazi Meclisimizin 1921 yılında kabul ettiği anayasa şu cümleyle başlar: "Hakimiyet bilakaydü şart milletindir. İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir." Bu cümle, bugün kutladığımız Ulusal Egemenlik Bayramının özüdür. Bu cümle, bir kurtuluş savaşını yürüten millî güçlerin, işgal güçlerine karşı bir manifestosu değildir; zira, onlara karşı verilen mücadelenin zemini bütün vatan sathıdır ve şekli, göğüs göğüse çarpışmadır. Bu cümle, zaferden emin olan bir iman ve dehanın, milletin istiklalini temin etmekle yetinmeyip, vatanın istikbalini tesis etme azminin ve iradesinin de ifadesidir. Bu cümle, bu Meclisin varoluş gayesinin ve çağlar boyu sürecek misyon ve vizyonunun özüdür, usaresidir.

Yüksek hoşgörünüze sığınarak, Atatürk devrimlerinin en büyüğü ve en önemlisi olarak gördüğüm ulusal egemenlik devriminin özünü teşkil ettiğine inandığım bu misyonu bir kez daha ifadelendirmek ve berraklaştırmak istiyorum.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin varoluşsal misyonu, daima, milletimizin istiklalini temin ve istikbalini tesis etmektir. Bu misyon, varoluşsal özü teşkil etmekle, bu Meclisin en temel ve yegâne meşruiyet kaynağıdır. Meclisimizin kurucusu Atatürk, egemenliği kayıtsız ve şartsız millete özgü ve ait kılarken, milletin kaderini tayin edecek iradenin yegâne kaynağı olarak da yine milletin kendisini gösterirken, aynı zamanda, bu egemenliğin tecelli edişini, anılan gaye ve meşruiyetle de çerçevelemiştir.

Bu noktada, altı özenle çizilmeden geçilemeyecek bir başka husus daha vardır; Tanzimat ve ıslahat süreçlerinin çoğu kez zorlama ve dayatmalar altında, kimi zaman devlet, kimi zaman düveli muazzama dediğimiz kudret ve otoritelerce, rehberlik ve önderlik edilmek yerine, terbiye ve adam edilmek muamelesine maruz bırakılan; yegâne varlığı, hür yaşama iradesi ve irfanı olmakla beraber, hür düşünme ve kendi kendini idare etmek bakımından bir tecrübesi ve imkânı bulunmayan bir millet, kendisine özgülenen bu egemenliği, nasıl olacak da, gerçekten özgür bir irade olarak kullanacak ve hayata geçirecektir; çünkü, ulusal egemenlik, sadece kendi tercihlerinde serbest bırakılmaktan ibaret bir kavram ve süreç olarak düşünülemez. Kendi varoluşunu, durumunu ve içinde yaşadığı tüm koşulları doğru kavrayan, çözümleyen bir zihnî, aklî süreçle tanımlanabilecek bir özgürleşmedir bu. Yani, özgür düşünme ve akletme olmadan, özgür tercih ve iradenin ortaya çıkması beklenemez. İşte, tam bu noktada, ulusal egemenlik devriminin tamamlayıcısı ve bütünleyicisi olarak, laiklik devrimi, tarihimizdeki ve zihnimizdeki olmazsa olmaz denilecek yerini alır. Kendi kaderini kendisi tayin edecek olan bir ulusun aklı ve vicdanıyla da kâmilen özgürleşmesi, olmazsa olmaz denilecek bir koşul ve gerekliliktir. Onun için, ulusal egemenlik devrimi, bağımsızlık iradesinin, derin tarih bilincinin bir ürünü olarak bir millî devrimdir. Yine, ulusal egemenlik devrimi, egemenliğin kaynağı ve kullanılmasının amaç ve yöntemleriyle, millete, topluma özgüleyen yönü ve karakteriyle de aynı zamanda bir demokratik devrimdir ve yine, ulusal egemenlik devrimi, kendisiyle başlayan ve hiçbir dayatma ve zorlama karşısında bulunmaksızın kendi iradesiyle devam eden pek çok devrim ve atılımın öncüsü ve yapıcısı olarak da bir aydınlanma ve çağdaşlaşma devrimidir.

Atatürk'ün, ulusal egemenlik devriminin ve onu izleyen devrimlerin öncüsü olarak, Yüce Meclisin kuruluş gününü Ulusal Egemenlik Bayramı olarak ilan etmesi ve bunu Türk çocuklarına armağan etmesi, kimi zaman nahif bir anlayışla ifade edildiği gibi, çocuk sevgisiyle kayıtlanabilecek bir anlamdan çok fazlasını ifade eder. Bu anlam, bu devrimlerin kuşaklar boyu yaşayacak olması istek ve iradesini de içinde barındıran bir anlamdır.

Değerli milletvekilleri, geride bıraktığımız seksenbeş yıl içerisinde, ne yazık ki, zaman zaman, bu derin tarih bilincinden ve ulusal egemenlik iradesinden sapmalar ve uzaklaşmalar yaşanmıştır. Bu sapmalar, kimi zaman, milletin bizatihi sahibi olduğu egemenlik anlayışından, millet üzerinde tesis edilen ve ona rehberlik ve önderlik etmek yerine, onu adam etmeye, onu tedip ve terbiye etmeye yönelen girişimler olarak ortaya çıkmışsa da millet iradesi bütün bu zorlukların üstesinden gelmeyi başarmıştır.

Yine, maalesef, bu sapma ve uzaklaşmalar, zaman zaman, millî iradenin tesis ve tecellisini basit bir temsil mekanizmasına indirgeyen, temsilî, bayağı bir iktidar oyununa dönüştüren ve bütün bunlardan daha feci ve acı olarak, Millet Meclisinin varoluşsal özünü teşkil eden, milletin istiklalini temin ve istikbalini tesis etmek gaye ve meşruiyetinden uzaklaşan tutum, durum ve yozlaşmalarla da karşılaşmıştır.

Hiç şüphemiz yoktur ki, milletimizin ve onun şahsiyetli vekillerinin derin tarih ve meşruiyet bilinci, millî iradeyi basit bir temsil düzeyine indirgeyen, güncel veya uzun vadeli, kişisel veya örgütsel, ideolojik veya ekonomik zaaf ve suiniyetlerin daima ayırdında olacak ve hak ettiği muameleyi gösterecektir. Zira, bu meşruiyetten ayrılmak ve millete vekâletin suiistimal edilmesi, hiçbir şekilde hoşgörülebilir ve affedilebilir bir tutum olarak görülemez.

Değerli milletvekilleri, ulusal egemenlik devrimi, sadece kendi kaderini kendisi tayin iradesinden ibaret bir devrim olarak da görülemez. Zira, o gün de ve bugün de sürekli mücadelelerle yenilenen ve değişmekte olan dünya düzenine bağımsız bir irade olarak katılmak ve katkıda bulunmak azim ve düşüncesinden koparılmış bir bağımsızlık düşünülemezdi ve bugün de düşünülemez. Onun için, Millî Meclisin vazgeçemeyeceği bir misyonu da, bu dünya düzenine şekil veren küresel iradeye katılmak veya katkıda bulunmaktır. Hiç şüphesiz, bu katılım, milletimizin gücü, enerjisi, üretkenliği ve yaratıcılığı üstüne kurulacak bir süreçtir. Onun için, güncel gelişmeleri ve geleceğe şekil veren süreçleri küresel bir gerçeklik kavrayışı içinde anlamak ve hayata geçirmek zaruretimiz vardır. Bugünkü dünyada bunun tek yolu, yine kendine güven ve kendi kaynaklarını harekete geçirmektir. Bu kaynakların başında ve bu kendine güvenin odağında kendi insanımız, kendi toplumumuz vardır. Şu halde, yapmamız gereken iş, tehdit odaklı bir içe kapanma yerine, fırsat odaklı bir dışa dönüklüğü seçmek ve toplumsal enerjiyi, bireyin aklı ve vicdanını özgürleştirmek suretiyle serbest bırakmaktır. Bunun için, elimizdeki en önemli araç ve kavram, hiç şüphesiz, laikliktir. Ancak, bu kavram etrafındaki tartışma ve uzlaşmazlıklara bir son vermemiz, kaçınılmaz bir öncelik olmalıdır. Kimilerinin laikliği insanımızın aklını özgürleştiren; ama, vicdanını baskılayan anlayışları karşısında, kimilerinin vicdanı özgürleştirirken eleştirel aklı baskılayan anlayış ve yorumları, toplum yaşantımızda gerilim, sürtünme enerjisi yaratan bir israfa dönüşmektedir.

Laiklik, insanın hem aklı hem vicdanıyla özgürleşmesi ve bu yolla çağdaşlaşmasıdır. Bu gerçeği, toplumsal ve siyasal hayatımızın derinliklerine nüfuz eden bir kültüre, yaşama biçimine dönüştürebildiğimiz zaman, Atatürk'ün işaret ettiği muasır medeniyet seviyesinin önüne geçmek noktasında çok büyük atılımlar gerçekleştirebileceğimizden hiçbir kuşkum yoktur.

Kuruluşunun 85 inci yıldönümünde Yüce Meclisi saygıyla selamlarken, kurucusu Büyük Önder Atatürk ve kahraman arkadaşlarını bir kez daha şükran, minnet ve rahmetle anıyor, aziz hatıraları önünde saygıyla eğiliyorum.

Çok teşekkür ederim. (CHP ve Bağımsızlar sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Mumcu, teşekkür ederim.

Söz sırası, Doğru Yol Partisi Genel Başkanı Sayın Mehmet Ağar'ındır.

Sayın Ağar, buyurun efendim. (Bağımsızlar sıralarından alkışlar)

DOĞRU YOL PARTİSİ GENEL BAŞKANI MEHMET KEMAL AĞAR (Elazığ) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; konuşmamın başlangıcında, Sayın Cumhurbaşkanımızı saygıyla selamlıyorum, Yüce Milletimize en içten, en derin bağlılıklarımı sunuyorum ve bu güzel bayramımıza, bu güzel günümüze küçük de olsa bir hüzün gölgesi düşüren, Kütahyamızda hayatını kaybeden değerli maden işçilerimizi rahmetle anıyorum, ailelerine, milletimize taziye duygularımı takdim ediyorum.

Seksenbeş yıl önce bugün, bir mübarek cuma günü açılan Meclisimiz var idi; şükürler olsun, bugün de var ve ebediyete kadar da devam edecek. Meclisimizin temeline milletimizin bu imanı kondu, inancı ve azmi, kararlılığı kondu ve bu sağlam temel üzerinde de modern Türk Cumhuriyeti devam ediyor ve ebediyete kadar da devam edeceği konusunda milletimizin hiçbir kuşkusu yoktur.

Bugün bizi bir araya getiren, bu büyük kuruluş yıldönümü. Meclisimiz, insanlık tarihindeki meclis fikrinin ve uygulamalarının önemli bir parçası. Bir halkı, bir topluluğu, bir milleti temsil etmesi için tarihte ilk meclis ne zaman ve nerede açılmış diye sorsak; birçok kimsenin aklına, öncelikle, Yunan ve Roma medeniyetleri gelecektir. Hayır; ilk meclis, üç bin yıl evvel, medeniyetin en önemli coğrafyalarından Fırat-Dicle arasında Sümer denilen yerde açılmıştır. Türkiye'nin de içinde yer aldığı bu coğrafyada, bu havzada meclisin açılmış olmasını ifade etmekteki muradım, medeniyet dediğimiz büyük insanlık projesinin nasıl farklı ırmaklardan, farklı kültürlerden, farklı ülkelerden gelen fikirler, kurumlar, inançlarla oluştuğuna işaret etmektir. Bugün de, Türkiye'nin medenî dünyanın bir parçası olmak için vermiş olduğu mücadele, insanlığın bu ortak ve muazzam birikimini kendi ülkesine, kendi halkına taşımak içindir.

Bizim tarihimizde ilk meclisin açılışı 19 Mart 1877. İlginç bir tarihî çakışma olarak ifade etmek isterim ki, 16 Mart 1920'de İstanbul'un işgali üzerine, Büyük Atatürk'ün, Heyeti Temsiliyenin Reisi sıfatıyla, bir genelge yayımlayarak, Ankara'da olağanüstü bir meclisin toplanacağını duyurmasının tarihi de, o da 19 Marttır. Böylelikle, dağıtılan Meclisi Mebusanın vekilleri ile Anadolu'daki seçilecek olan yenileri aynı toplantıya davet edilmiştir.

Meclisin adı üzerinde çeşitli tartışmalar yapılmıştır. Meclisi Müessesan, Kurultay, Meclisi Kebir gibi teklifler üzerine, Atatürk'ün "bu Meclis, Türk Milletinin Türkiye Büyük Millet Meclisi olacaktır" sözüyle kesin ismini almıştır. Kurumun adı konulmuş, kendisi varlık kazanmaya başlamıştır.

23 Nisan tarihi, elbette, çok anlamlı bir tarih ve bu tarih, millet egemenliği fikrine verdiğimiz büyük önem sebebiyle de, bugün, şefkatle ve sevgiyle bağrımıza bastığımız, gelecek için çok büyük güvencemiz olan çocuklarımıza armağan edilen bir bayram olarak tarihimizdeki müstesna yerini almıştır.

Milletler, tarihlerdeki anlamları deşifre ederek geleceğe doğru yolculuklarını sürdürmektedirler. Geleceğin hayali ile geçmişin yaşanmışlığı bugünün ruh ikliminde kucaklaşmalı, milletimiz bu dünyadaki yerini tayin etmelidir.

Değerli milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldıktan sonra çalışmalarını nasıl yürüttüğüne bakmak kesinlikle her dönem için son derece ilham vericidir. Ben ilk döneme ait zabıtları, tartışmaları uzun süreler inceledim; hiç abartmadan söyleyeceğim çok temel bir husus vardır; o günün Meclisi ülkenin meselelerini enine boyuna tartışmak, görüşlerini hiçbir kısıtlama ve baskı altında olmaksızın ortaya koymak bakımından, üzülerek ifade etmek lazımsa, son dönem Meclislerimizden kat be kat ileridedir. Üstelik, o gün Türkiye'nin içinden geçtiği şartlar bugünüyle kıyaslanmayacak ölçüde ağırdır; ortada savaş vardır, isyanlar vardır, yokluk vardır, yoksulluk vardır. Buna rağmen, o devirde yönetim, açık veya gizli olağanüstü şartların arkasına saklanarak Meclisten uzakta bir memleket yönetimine asla tevessül etmemiştir; çünkü, Meclis, milletindir, millet kaderini belirleyen her adımın, her kararın, her imzanın Mecliste tartışılması ve görüşülmesinden tabiî ne olabilir!

Meclise, onun kuruluş felsefesine, varoluş amacına uygun biçimde değerlendirmeme, Meclisin yol göstericiliğine başvurmama hastalığı bugün maalesef günümüzde görülmektedir. Bu ülkenin yönetimi ne ölçüde sorumluluk taşıdıkları belli olmayan son derece dar bir kadroyla istişareye bırakılamaz. Meclis, ülke yönetimini elinde tutan bir avuç insanın görünmez ilişkilerine meşruiyet kazandırma yeri değildir. Milletvekilini buraya gönderirken "git, Türkiye'nin yönetiminde beni temsil et" diye yetki vererek göndermektedir. Hiçbir makam, hiçbir kudret, milletin verdiği bu yetkiyi gölgeleyemez ve onu bir halk rızasının aksesuarı düzeyine de çekemez. Buna kalkışanlar olursa, onlar da Meclisten kopmanın milletten kopmak olduğunu öğrenirler; tarih, bu tecrübelerle sabittir.  Meclis, milletin kürsüsüdür.

Biz, her zaman, ülkenin kritik konularına ilişkin Meclisin bilgilendirilmesini ve politikalarının tartışılmasını istedik, çağrıda bulunduk. Hükümet olarak elbette bir programınız, onu yürütme iradeniz olacak; ama, öyle konular var ki, orada milletin bütünü tek vücut olarak davranmalı, bir arada olmalı ve dünya kamuoyunun karşısına da öyle çıkmalı dedik. Hükümetin bunu yapması için, sözde Ermeni soykırımı gibi iddiaların, mayınlı arazi gibi bu ülkenin önüne konulmasını beklemek gerekmezdi. Bu konuda Meclise gösterilen hassasiyetin benzerlerini Kıbrıs'ta da, Irak politikasında da, Avrupa Birliğiyle ilişkilerin takviminde de görmek isterdik.

Biz, bu ülkede elinden fikir hürriyeti alınmak istenen her kim olursa olsun onların hak ve hukuklarını savunarak bir demokrasi tarihi yazarak geldik ve bu tarihi yazmaya da devam edeceğiz. Çizgimiz, özgürlük çizgisidir. Bizim tarihimiz, sözün millete verilmesi tarihidir. Bu çizgi, muhalefette de iktidarda da defalarca test edilmiş bir çizgidir. İktidarda başka muhalefette başka olan, şartlara göre değişen bir anlayışın değil, her zaman dosdoğru olan, milletin derinliklerinden gelen bir çizginin sahibi olmak kararlılığımız her zaman mevcuttur. Yolumuz da budur, yönümüz de böyle olmaya devam edecektir.

Muhterem arkadaşlarım, Türkiye gibi ülkeler için tarihin her dönemi zor, her dönemi sıkıntılıdır. Bu coğrafya ikiyüz yıldır umut ile kaygı arasında gidip gelmektedir. Hepimiz, aşağı yukarı, bizim kuşaklarımız kendimizi bildik bileli, Türkiye'nin içinden geçtiği şartlar söz konusu olduğunda zorluklardan, kritik konulardan, tarihî tercihlerden söz ediliyor. Bugün de benzer bir tabloyla karşı karşıyayız. Ekonomik şartlardan tutun, toplumsal gelişmelere nihayet dışpolitikaya kadar her başlık, zorlu sorunların zorlu süreçleri olarak önümüzdedir.

Hangi ekonomik göstergeye bakarsanız bakın dengelerin çok iyi olduğunu söyleyebilmek kolay değildir. İşsizliğin azaldığını söyleyemeyiz. Üretimin yüksek artışlar içerisinde olduğunu söyleyemeyiz. Milletin gelir düzeyinin reel anlamda yükseldiğini kimse söyleyemez. Toplumsal kesimler arasında gelir dağılımının çarpıklığında iyileşme olmamıştır. Borçlar, alabildiğine bir problem olarak gitmektedir. Radikal tedbirlerin gereği vardır, bunların alınacağı ve desteğin sağlanacağı yer de Meclistir. Meclis, bu yönüyle hükümetin can damarıdır ve bütün varlığıyla, ağırlığıyla gücünü, kudretini, kuvvetini alacağı yer burasıdır.

Toplumsal hayata ilişkin önemli reformlar konusunda her zaman hükümete açık çek verdik. Yasa tasarısını hazırlayın, toplumsal mutabakat için girişimde bulunun, Meclisi çalıştırın ve bütün gayretlerinizin destekçisi olalım. Toplumla ve Meclisle işbirliği yapmak yerine reform taleplerini ortada bıraktığınız vakit, sonuç alabilme imkânı yoktur.

Türkiye'nin, değerlere dayalı tartışmalara harcayacak bir saati bile yoktur. Herkesin hayat tarzı, inancı, sivil toplumda en geniş uygulama alanı bulmalı ve özgür olmalıdır.

İlk Meclise baktığınızda, o gün, toplumun her kesiminden, her çevresinden temsilciler vardır. Bu, sadece bölgeleri itibariyle değil, değerleri itibariyle de bir dağılımı işaret etmektedir. Meclis, ülkenin tümünün, vekilleri eliyle o çatı altında toplandığı yerdir. İcraatlarımız itibariyle, o Meclisin gerçeklerinin daha gerisine düşemeyiz. Açıkça ifade ediyorum; bugün, Türkiye, ilk Meclisteki değerlere ilişkin özgürlüğü tüm Türkiye sathına yaymakla yükümlüdür. Yarının Türkiyesinde, değerler üzerinden bir çatışma da olmayacaktır ve bunun üzerinden bir siyasî nema çıkarma da olmayacaktır. Bizim özlediğimiz ve arzuladığımız Türkiye budur; çünkü, milletimiz bu karardadır, milletin içinden yükselen ses ve siyasî irade de bu karardadır.

Siyasetin matematiği olmuyor. Siyasette, hiçbir zaman kaçınılmaz kader yoktur. Siyaset, bir müzakere, ikna ve ilişki sanatıdır. Bismarck "siyaset mümkünün sanatıdır" derken, elbette, mümkünün ne olduğunu ortaya koymuyor. Mümkünün sınırlarını, iktidarların gücü, kudreti, arzuları ve hayalleri belirleyecektir. Teslim olan ile mücadele eden için, mümkünün sınırları aynı değildir. Türkiye, bütün bu Avrupa Birliği yolculuğunda, bu döneminde Meclisini daha iyi çalıştırabilse, meselelerini Meclisiyle paylaşabilse, elde ettiği sonuç çok daha iyi olurdu; millet çoğunluğu açısından da tatmin edici bir sonuç olurdu. Bugün üzülerek ifade etmek gerekir ki, vatandaşımız, AB üyeliğine geçişe, geçmişe nispetle daha soğuk bakmaktadır. Bu durumu izale etmek, Meclisi daha aktif hale getirmek suretiyle, milletin doğrudan doğruya bu meselenin içerisinde olmasını sağlayabilmektir.

Meclisin devre içerisinde olarak işleri yürütmek, fevkalade başarılı sonuçların güçlü altyapısını hazırlayacaktır. Çalışan bir Meclis, iktidarlara köstek değil, aksine destek olacaktır, daha iyi hizmetler yapması için, öneri ve eleştirileriyle destek olacaktır; bunun için, hem önerilere hem eleştirilere açık olacak bir demokratik hoşgörü ve sabrın da sahibi olmak, iktidarların temel ve vazgeçilmez tavırları olmalıdır.

Muhterem arkadaşlar, küçük bir nebze de, geçtiğimiz günlerde, çeşitli şehirlerde olan olaylara değinmek isterim. Yaşanan gerginlikler vardır, hassas olunan değerler konusunda tepkiler ortaya konulmuştur. Türkiye'de, gayrimeşru sokak gösterilerinin karşısına bir sivil güç filan çıkamaz; bunun karşısına çıkacak yegâne güç, devletin meşru güvenlik güçleridir. Bunun geçmişteki acı hatıralarını bir daha yaşama lüksüne sahip olmayan bir ülkeyiz. Bütün bunlara rağmen, hâkim olan sağduyu, bütün bu gerginlikleri geride bırakmalıdır, bırakmıştır diye ümit ediyoruz. Bundan sonrası, bütün değerlerimize zarar verici bir ortamın sahibi olur. İnanıyorum ki, özgürlüklerin yerleştiği bir toplumda, insanlar daha sorumluluk sahibi olacaklar, gerginliklerin yerini diyalog, asgarî müştereklerdeki işbirlikleri alacaktır. Bu tür gerginliklerin durmadan tekrar edildiği ülkede, hiç kimse kazanamaz. Bir gemi karaya oturduğunda, içinde kimin zafer kazandığının, kimin yenildiğinin hiçbir önemi yoktur.

Bu ülkede, sadece bölücülük eğilimleri değil, yerli yersiz kaygılar da ülkeyi tehdit edici bir unsur olarak karşımızdadır. Ülkemizin en büyük milliyetçiliği, en büyük vatanseverliği, ülkenin birlik şartlarını sağlamaktır. Milliyetçiliğin misyonu, Türkiye'yi küçültmek değil, büyütmektir; vatandaşımızın zengin olması, umutla ve gururla geleceğe bakmasıdır; ülkenin her yerindeki vatandaşın insan gibi yaşayabilmesi, yoksulluk ve açlık çekmemesidir. Milliyetçilik, bu ülkeyi, medenî dünyanın en gelişmiş ülkeleri seviyesine çıkarmak, onların da önüne geçirmektir ve milliyetçilik, bu ülkedeki insanların hayat standartlarını yükseltmek, aşsız, işsiz bir kişiyi dahi bırakmamaktır. Bu ülkeyi seven insan, taş üzerine taş koyan, yükü sırtlayan, ülkenin insanını ayırımsız olarak kucaklayan kişidir. Mücadelemiz, demokrasiye, özgürlüklere, aşa ve işe mâni olan anlayış ve tutuma karşıdır.

Müsaadeniz olursa, konuşmamın son bölümünde, son dönem tarihimizden bir küçük kesiti dikkatlerinize sunmak istiyorum.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin, imparatorluğun Meclis geleneği üzerine millî iradeyle kurulduğunu ifade etmek isterim, görüşüme göre. İlk Meclis, 20 Mart 1877'de çalışmalara başladı. Bildiğimiz tarihî olaylardan sonra 28 Haziran 1877'de kapandı. Tekrar 13 Aralık 1877'de İkinci Meclisin temsilcileri toplandı; ancak, Sultan Hamid tarafından tekrar dağıtıldı. Uzun süre kapalı kalan Meclis, bildiğiniz gibi, 23 Temmuz 1908'de İkinci Meşrutiyetle açıldı.

Şimdi, önemli bir konuya geliyorum. 1912 ve 1914 yıllarında dünyanın o şartlarında iki tane seçim yapıldı ve bu süre içinde bu topraklarda muhalifi ve muvafığıyla siyasî partiler faaliyet gösterebildi; ancak, maalesef, Mondros'un bir neticesi olarak, Meclisi Mebusan, bilindiği gibi, 21 Ara-lık 1918'de tekrar dağıtıldı. Balkan Harbi, Birinci Dünya Harbi gibi insanlık tarihinin en trajik iki savaşından sonra bile bu topraklar üzerinde bir meclisi yaratma, yaşatma iradesi mevcut idi. Bu iradenin neticesi olarak, Mustafa Kemal Paşa'nın da mebus olarak seçildiği 1919 seçimleri yapıldı.

Yüce Heyetinize bu seçimlere dair çok önemli bulduğum üç hususu arz etmek istiyorum:

1- İki patrikhanenin de bütün menfi gayretlerine rağmen, Rum ve Ermenilerin dikkate değer bir kısmı ile Musevi vatandaşlarımızın kahir ekseriyeti bu seçimlere iştirak etmiştir.

2- Maalesef, Bağdat'tan Mekkei mükerremeye, Şam'dan Süleymaniye'ye, Lazkiye'den Kudüs'e 1914 seçimlerine iştirak eden 28 seçim bölgesinin bu seçime iştiraki sağlanamamıştır.

3- Mustafa Kemal dehasının Amasya görüşmelerinde, Heyeti Vükela Temsilcisi Bahriye Nazırı Salih Paşa'ya kabul ettirdiği, Meclisin Anadolu'da toplanması fikri, Vekiller Heyeti tarafından İstanbul'da reddedilmiştir.

Bu seçimlerle teşkil olunan Meclis, Mustafa Kemal Paşa'nın muhalefetine rağmen 12 Ocak 1920'de İstanbul'da toplandı. Amasya'da, Erzurum'da, Sivas'ta Gazi Paşa tarafından milletin temsilcileriyle birlikte oluşturulan ve daha sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından da benimsenecek olan misakımillîyi, bu Meclis, 28 Ocak 1920'de kabul etti. İstanbul'un işgalinin sonucu olarak, 11 Nisan 1920'de dağıtılan Meclis, o Meclis azalarından tevkiften kurtulabilenler ile seçildiği halde o Meclise iştirak etmeyenler tarafından, Başkanlığına Mustafa Kemal Paşa getirilmek üzere, seksenbeş yıl önce, bugün bu şehirde toplandı. Bu Meclisin kuruluş gayesi de budur.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye Büyük Millet Meclisi, imparatorluğun Meclis geleneği üzerine büyük bir millî iradeyle kurulmuştur. Doğrudan geleneği ilgilendiren bir hususu dikkatlerinize arz etmek istiyorum:

23 Aralık 1876 tarihli Kanunu Esasinin 8 inci maddesi aynen şudur: "Devleti Osmaniyye tabiiyetinde bulunan efradın cümlesine herhangi din ve mezhepten olur ise olsun bilaistisna Osmanlı tabir olunur." 20 Nisan 1924'te, Birinci Meclisin kabul ettiği Teşkilatı Esasiye Kanununun 88 inci maddesi de aynen şudur: "Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle Türk ıtlak olunur."

Her iki maddenin mukayesesini milletimizin ve Meclisimizin takdirlerine arz ediyorum. 85 inci yılında bu Meclisi daha az insanın temsilcisi haline getirmek isteyenler de, ülkenin bazı insanlarının bu Mecliste temsil edilmesine mâni olmak isteyenler de şunu bilmelidir ki, Meclis, tarihiyle iftihar etmektedir. Bu Meclis, kendisini kuran iradeyi kendi iradesi olarak kabul etmektedir ve bu Meclis, etnik menşeine, fikrine, mezhebine, meşrebine bakmaksızın bütün milletin fertlerinin Meclisi olmuştur ve öyle de kalacaktır ve bu büyük Meclis, milletimizin bölünmez bütünlüğü esasında, milletimizin refahı, mutluluğu, güçlü millî geleceği için ebediyete kadar var olacak dünyanın en güçlü hukuk devletini inşa edecek, demokratik, laik Türkiye Cumhuriyetinin milleti adına güçlü bir sesi olarak, ebediyete kadar, inşallah, hizmetine devam edecektir.

Bu düşüncelerle, Yüce Heyetinizi en içten duygularımla, saygılarımla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN- Sayın Ağar, teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, son konuşma, Halkın Yükselişi Partisi Genel Başkanı Sayın Yaşar Nuri Öztürk'ün.

Sayın Öztürk, buyurun efendim. (Alkışlar)

HALKIN YÜKSELİŞİ PARTİSİ GENEL BAŞKANI YAŞAR NURİ ÖZTÜRK (İstanbul) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; başta, Meclisimizi teşrif eden Sayın Cumhurbaşkanımız olmak üzere, hepinize saygılarımı, sevgilerimi ileterek konuşmama başlıyorum.

Öncelikle, Türkiye Cumhuriyetinin ilk Meclisine İzmir Mebusu olarak giren ve Yüce Mecliste 1924 yılında yaptığı uzun konuşmayla hâkimiyet kavramını hilafet bağlamında ele alan büyük hukuk bilgini ve Atatürk'ün Adliye Vekili Seyit Beyi rahmet ve hürmetle anıyorum.

Seyit Bey, tarihsel konuşmasında, egemenlik konusundaki dinci saptırmalara cevaplar getirmiş ve cumhuriyet kuşaklarının yıllardır yararlandığı bir ufuk açmıştır.

Bendeniz, bugün, egemenlik kavramını Seyit Beyin hareket noktasını esas alarak değerlendirmenin hâlâ önemli olduğu kanısındayım. Cumhuriyetin 82 nci yılındayız; ama, yüksek yargı organlarından birinin başkanı laikliğin tehlikede olduğu yolunda uyarı yapma ihtiyacını haklı olarak hissediyor.

Dışarıdan bir yerlerden "ılımlı İslam" adıyla sahte bir sömürgecilik dini ülkemize ısrarla dayatılıyor. Demek ki, dinimizin aleyhimize kullanımı aralıksız devam etmektedir.

Değerli milletvekilleri, bu kullanım, eğer, yalnız içeriden kotarılmış olsaydı, ne bugün ne de arkada bıraktığımız yıllar içinde çok büyük tahriplere yol açmayabilirdi; fakat, ne yazık ki, bu, dışarıdan aleyhimize kotarıldığı için ve bugün, bunun dozu ve boyutları artırıldığı için, bunu, millî egemenliği konuştuğumuz ve milletin iradesinin mabedi mevkiinde olan bu çatının altında biraz irdelemek zorundayız. Milletimiz "laiksen Müslüman olamazsın" diye dayatan uçlar ile "Müslümansan laik olamazsın" diye dayatan uçların kıskacında yıllardan beri ağır ıstıraplara maruz bırakılmaktadır. Anlaşılan o ki, Seyit Beylere daha çok ihtiyacımız var.

Din üzerinden siyaset yapan saltanat ve menfaat dinciliğinin, laik cumhuriyet söz konusu edildiğinde sürekli öne çıkarıp istismar ettiği hâkimiyet anlayışının babaları Arap-Emevî yöne-ticileridir. Dinin saltanat aracı yapılmasının İslam tarihindeki öncüleri ve teorisyenleri onlardır. Onların fikrî devamı olan bugünkü siyaset dinciliği, dünyanın her tarafında, Batılı emperyal güçlerin bilerek veya bilmeyerek güdümüne girmiş bir halde, mazlum ve mağdur Müslüman kitlelerin kaderini karartmaya devam etmektedir. Tabiî ki, bundan, Atatürk cumhuriyetinin Türkiyesi de bir ölçüde etkilenmekte ve pay almaktadır maalesef.

Dinci söylemin, cumhuriyet, çağdaşlık, akılcılık ve özellikle laikliğe yönelik tahribinin istismar ettiği kavramların en önemlilerinden biri hâkimiyet; yani, egemenlik kavramıdır. Siyaset ve saltanat dinciliği "milletlerin, insanın egemenlik hakkı olamaz; egemenlik, Tanrınındır" diyerek, din adına yalan söylemekte, geleneksel Ortadoğu despotizmlerini din ve İslam adı altında dünyanın önüne çıkarmaktadır. Oysaki, İslamın ana kaynağının açık beyanlarına göre, insana egemenlik yetkisi verilmiştir.

Mutlak ve ontolojik egemenlik, kevnî hâkimiyet -eski deyimle- elbette ki, Tanrınındır. Bunu insanın kullandığı siyasal hâkimiyetle karıştırıp, hâkimiyet Allah'ındır diye bozgun yaratmak, dine ve Tanrıya saygısızlığın ifadesi ve temelinden yalandır.

Dindeki egemenlik Tanrıya aittir ilkesinin anlamı, ontolojik egemenliktir; siyasal, yönetsel egemenlik asla değildir. İnsana verilen hâkimiyet bahsinde esas olan, yönetilenler ile yönetenler arasındaki vekâlet ilişkisidir. Siyasal ve yönetsel egemenliğin kaynağı olan halk, millet, bu yetkisini kullanmak üzere seçtiklerine vekâlet verir. Sosyal mukaveleyle verilen bu vekâlet, onu veren toplum tarafından istenildiği anda geri alınır, bir başka yönetici kadroya verilir; yani, yönetme yetkisi doğuştan bir hak değil, Tanrıdan gelen bir hak değil, kitle tarafından tevdi edilmiş bir görevdir. Kanunlar, bu görevi kullananlar tarafından, kendilerine vekâlet veren millet adına çıkarılır.

Değerli milletvekilleri, yetkilerini Tanrıdan, kutsaldan aldıklarını söyleyen teokratik yöneticiler, tarih boyunca halka raiyye (sürü) demekle yetinmemiş "kullar" da diyebilmişlerdir. Osmanlı düzeninde, halk ve hatta bürokrat zümre kullar diye anılmıştır. Tanrının hâkimiyeti adına bazen tüm evrensel normları eleştirenlerin kutsallaştırdıkları eski yönetimlerde sultan veya padişah, Tanrıya tanınan yetkilerle donatılıp, ilahlaştırılmıştır. Çok eskiye gitmeye gerek yok, teokrasilerin laikliğe en yakın olanı Osmanlı yönetiminin bile, hem de 1909 Anayasasının 5 inci maddesi aynen şöyledir: "Zatı Hazreti Padişahinin nefsi hümayunu mukaddes ve gayri mesuldür." Yani, padişah hazretlerinin yüce ve dokunulmaz benlikleri kutsal ve yükümlülük, sorumluluk üstüdür. Hiçbir din, 1909 Anayasasının padişaha tanıdığı bu sıfatları, Tanrı dışında hiçbir kişiye ve kuvvete tanımamaktadır.

Tanrının egemenliği dayatmasının kitleleri ve yönetimleri getirdiği yer işte budur. İslamın ana kaynağı, bu krallık, padişahlık yönetimlerine, fesat, zulüm ve zillet yönetimi demektedir. Din adına öğretilmesi gereken işte budur.

Dinin gerçek verileri içinde insanın egemenlik yetkisi kullanmasını engelleyen hiçbir buyruk yoktur. Çatısı altında bulunmaktan onur duyduğumuz bu Meclis ve onun büyük mimarı Mustafa Kemal Atatürk, yerleştirdiği "ulusal egemenlik" ilke ve kavramıyla, dinin gerçeğini değil, din adına boynumuza pranga gibi vurulmuş tabuları yıkmıştır. Atatürk'ün yıktığı bu akıl ve dindışı tabuları hâlâ din diye taşıyan toplumların durumları hepimizin gözleri önündedir; Yemen'den Basra Körfezine kadar bir bakmanız yeter. Bunlar "Allah'ın hâkimiyeti" diye diye emperyalist sömürgeci güçlerin hâkimiyeti altına girmişlerdir; daha da acısı, bunun farkında değillerdir.

Ne yazık ki, bugün, bölgemizde, özellikle ülkemizde egemen kılınmak istenen ve Müslüman olmayan güçler tarafından belirlenip kotarılan ılımlı İslam dayatmacıları, görünürde Atatürk cumhuriyetini çağdışı ülkelere model göstermenin gayreti içindedirler; ama, gerçekte hevesledikleri, Atatürk mirasını İslam dünyasında bir diriliş modeli olmaktan çıkarmaktır.

Yüce Meclisin değerli üyeleri, değerli konuklar; Müslümanların dinine her elli yılda yeni bir ad bulma hakkını bu emperyalist güçler nereden almaktadırlar?! Soğuksavaş veya demirperde döneminde Müslümanların dinine, o günkü hesaplarına uygun olarak "yeşil kuşak İslamı" demişlerdi. Berlin duvarı yıkılıp yeni bir dünya vücut bulunca, şimdiki hesaplarına uygun olarak, sömürmek istedikleri Müslümanlara yeni bir tutsaklık dini dayatıyorlar; ılımlı İslam denen bu sömürü dinini, Türkiye'yi kullanarak pazarlamak istiyorlar.

Ilımlı İslam diye bir din yoktur, İslam vardır ve Türkiye, bir ılımlı İslam modeli değildir. Türkiye, Atatürk cumhuriyeti modelidir, laik devlet modelidir. (CHP sıralarından alkışlar) Eğer, bu modeli, Atatürk mirasına sadık kalarak örnek göstermek istiyorlarsa, buyursunlar, yardımcı olalım.

Bizim, dinimizden de, cumhuriyetimizden de en küçük bir şikâyetimiz yoktur. 120 000 camiin 24 saat açık olduğu Türkiye'de, halkın bin yıldır yaşadığı dine yeni bir ad bulma hakkını nereden aldıklarını, bu insanlara ve onların oyunlarına alet olanlara sormak hakkımızdır.

İslamın ana kaynağına göre, egemen güç, kişi veya zümreler değil, hukukun ilkeleridir. Tanrının istediği yönetim, hukuk ilkelerinin işlerlikte olduğu yönetimdir. Bugünkü dünyada buna hukuk devleti diyoruz. Siyasal saptırmalardan uzak kalarak baktığımızda, gerçek dinin özlemi de hukuk devletidir. Hukuk devletinin olmazsa olmazlarından biri de laikliktir; çünkü, laiklik olmayınca, hukuk devleti hayalden öteye geçemiyor, hukuk devleti olmayınca da gerçek anlamda din olmuyor; din adına zorbalık oluyor, tasallut oluyor ve aldatma oluyor, Taliban sistemi oluyor. Taliban sistemlerini destekleyenlerin hukuk devletini ve demokrasiyi ihya edeceklerini söylemeleri inandırıcı değildir. Laiklik olmadan demokrasi de olmuyor.

Değerli milletvekilleri, böyle bir örnek yok. Demokrasi, bomba ve işgalle değil, laik vicdan ve bilincin yerleşmesiyle gelir. Bunu da, bir toplum kendi niyet ve çabasıyla elde eder, işgalcilerin eliyle değil. Ilımlı İslam siyasetlerinin bizi götürmek istediği yerin hukuk devleti ve demokrasi değil, dinci zorbalık bataklığı olduğu gerçeğinde en küçük bir kuşkumuz olmamalıdır.

Batı'nın AB kanadına da, bu büyük Egemenlik Bayramımızda şunu sorma hakkını kendimizde görüyoruz: Çağdışı yönetim anlayışının âdeta simgesi olan siyaset dinciliğinden şikâyetçi iseniz, neden Müslüman laik modelin dayandığı Atatürk mirasını tahrip etmek için uğraşıyorsunuz? Neden biz size yaklaştıkça, siz bize "Atatürk'ten ve laiklikten vazgeçin ki, sizi aramıza alalım" diyorsunuz? Avrupa Parlamentosu raporlarıyla ha bire Atatürk mirasına neden sataşıyorsunuz? Saltanat dinciliğini Atatürk değerlerinin üstüne niçin salıyorsunuz?

Batı, AB'si ve ABD'siyle, cumhuriyetin ilk yıllarından beri, 1925'ten beri, 1925'ten beri, bizim ulusal egemenliğimizi iki araçla, sürekli taciz etmektedir; birincisi dinci tahriptir, ikincisi bölücü tahriptir. Bunları kullanarak kesin bir sonuç alamayınca, yeni ve üçüncü bir aracı devreye sokmuşlardır; bu da ekonomik pranga veya borç batağıdır. Egemenliğimiz, bu üç büyük tahribin tacizi altındadır. Şimdi, irtica ve bölücülük araçlarına ilaveten ekonomik tahribi de kullanarak, egemenliğimizi sarsmaktadırlar.

Milletimizin büyük çoğunluğu şu kanaatte birleşmiştir; bunu anlamak için Anadolu'yu bir uçtan bir uca; ama, dikkatli bir vicdan ve dinleyen bir kulakla dolaşmak lazımdır; ortak kanaat şudur değerli milletvekilleri: Egemenliğimiz, görünürdeki anlamlarından saptırılan şu üç unsurun ciddî tacizi altındadır.

1. Türkiye için Sevr'in şartları gibi kullanmaya kalktıkları Kopenhag Kriterleri. Bunu, birkaç hafta önce, Türkiye-Avrupa Karma Parlamentosunda -kendisi burada mı bilmiyorum- Şükrü Elekdağ'ın da bulunduğu bir toplantıda, açık biçimde söylediler.

2. Birçok hukuk otoritesine göre, hukuksal açıdan yok hükmünde olan -bugün ciddî biçimde bu tartışılıyor- Gümrük Birliği Anlaşması veya Protokolü; ne derseniz.

3. Stiglits ve Thomas Bullock gibi ünlü Batı ekonomistlerinin ifadeleriyle, demokrasinin ve ulusal egemenliklerin altını oyan IMF. Milletimizin egemen kanaati, IMF'nin, bir tür Düyunu Umumiye idaresi gibi iş görerek, ekonomik hayatımızı kontrol altına aldığı merkezindedir.

Değerli milletvekilleri, gönlümüz isterdi ki -sözlerimi bu temenniyle bitirmek istiyorum- biz, dünya genelinde, çocuklara ilk bayramı armağan etmiş bir milletin evlatları olarak ve İslam dünyası genelinde, millet egemenliğini insanlığın önüne çıkarmış ve bunu kurumsallaştırmış, bir meclise dönüştürmüş bir iradenin ve milletin çocukları olarak, burada, "egemenlik" kavramıyla ilgili olarak, İslam dünyasını da kutlayabilseydik. Onlar, Atatürk'ün kendilerinin içinde kıvrandığı acılara çıkış getirecek bu reçetesinden, mazlum ve mağdur milletler olarak, aldatılmış milletler olarak yararlanabilselerdi ve bugün, onları da kutlayabilseydik, onların bayramı olarak da bu Millî Egemenlik Gününü kutlayabilseydik. Maalesef, bu olamamıştır ve bunun için de, bugün kendilerine demokrasi, bağımsızlık ve özgürlük götürmenin hangi koşullarla önlerine getirildiğini, yanı başımızdaki Irak'ta yaşanan kahır ve ıstıraba bakarak anlamak mümkündür.

Bu Yüce Meclisin banileri ve başta, sadece bir asker değil -arkadaşlarımız buna ciddiyetle değindiler- bir büyük fikir ve imanın mimarı, bir büyük dirilişin öncüsü olarak, bu Meclisin ve devletin banisi Büyük Atatürk'ün önünde tazim, şükran ve minnetle eğiliyorum. Onun mesai arkadaşlarının önünde, aynı şekilde, şükran ve minnetle eğiliyorum. Onların hatıralarını Meclisimize getiren gazilerimize ve yakınlarına, buradan, saygı ve şükran duygularımı iletiyorum.

Bütün milletimize bu büyük bayram kutlu olsun diyorum ve tekrar, Yüce Meclisinizi, saygılarımla, sevgilerimle selamlıyorum efendim. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Öztürk, teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun 85 inci yıldönümünün ve Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının kutlanması ve günün önem ve anlamının belirtilmesi amacıyla yapılan konuşmalar tamamlanmıştır.

Sözlü soru önergeleri ile diğer denetim konularını sırasıyla görüşmek için, 26 Nisan 2005 Salı günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati: 15.43